ıl-6r elısa tayini - İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü

advertisement
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
5.Psikiyatri Birimi
Başhekim : Doç. Dr. Medaim Yanık
Klinik Şef V. : Dr. Şeref Özer
EŞİK ALTI BELİRTİLERLE SEYREDEN BİPOLAR
BOZUKLUĞU OLAN HASTALAR ve BELİRTİSİZ ÖTİMİK
BİPOLAR HASTALARDA ÇÖZÜNÜR SİTOKİN RESEPTÖR
(sIL-2R, sIL-6R ve sTNF-RI) DÜZEYLERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
Uzmanlık Tezi
Dr. Turan Çetin
İstanbul 2008
1
ÖNSÖZ
Hastanemiz Başhekimlik makamına ve eski klinik şefim Sayın Doç. Dr. Esat Timuçin Oral’e, halen klinik şef
vekilim olan Sayın. Dr. Şeref ÖZER’e, rotasyon eğitimlerimi yanlarında tamamladığım, Klinik Şef’lerim Sayın
Prof. Dr. Musa TOSUN’a, Sayın Dr. Niyazi UYGUR’a, Sayın Doç. Dr. Duran ÇAKMAK’a, Sayın Doç.
Dr. Sevim BAYBAŞ’a, hastanemiz dışındaki rotasyonlarımı yanlarında tamamladığım İ. Ü. Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı Ana Bilim Dalı Bölüm Başkanı Sayın Prof. Dr. Levent KAYAALP’e ve Şişli
Etfal Hastanesi 2. Dahiliye Kliniği Şefi Sayın Doç. Dr. Yüksel ALTINTAŞ’a, eğitimim ve tezimin her
aşamasında bilgi, deneyim ve klinik yaklaşımlarını örnek aldığım, birlikte çalışma fırsatı bulduğum için
kendimi şanslı saydığım Sayın Doç. Dr. Timuçin ORAL’a, tezimin oluşum aşamasında değerli fikirleriyle
katkıda bulunan ve laboratuar çalışmalarını yürüten eşim Esin ÇETİN’e ve arkadaşım Sema Bilgiç
Gazioğlu’na ve İ.Ü. Tıp Fakültesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü Ana Bilim Dalı Başkanı Sayın Prof.
Dr. Günnur DENİZ’e, mesleki bilgilerini cömertlikle paylaşan Sayın Uz. Dr. Aytül HARİRİ’ye ve Sayın
Uz. Dr. Evrim Erten’e, tezimin olgunlaşmasına katkılarından dolayı Klinik Şef’lerim Sayın Doç. Dr. Cem
İLNEM’e, Sayın Uz. Dr. Nihat ALPAY’a ve Sayın Doç.Dr. Mehmet Emin Ceylan’a, eğitimim süresince
dostluklarını esirgemeyen arkadaşlarım Dr. Kerem Şenol Coşkun ve Dr. Ercan Dalbudak’a, tez çalışmalarım
sırasındaki yardımlarından dolayı arkadaşım Dr. Sinan Gülöksüz’e, Raşit Tahsin Duygudurum Bozuklukları
Ayaktan Takip ve Tedavi Kliniği hemşireleri Cavide Çakmak, Aysel Özer ve arkadaşım Ahmet Özçelik’e ve
yardımcı sağlık personellerine, eğitimime katkılarından dolayı servis uzmanlarıma, birlikte çalıştığım asistan
arkadaşlarıma ve hekimlik mesleğinin zorlu sürecinde bir tebesümleriyle yorgunluğumu azaltan hastalarıma,
eğitimim süresince sabır ve desteklerini her zaman yanımda hissettiğim aileme ve dostlarıma en içten
teşekkürlerimi sunarım.
Dr.Turan ÇETiN
2
İÇİNDEKİLER
Sayfa
GİRİŞ ve AMAÇ.................................................................................... 1
YÖNTEM ve GEREÇLER..................................................................... 21
BULGULAR........................................................................................... 29
TARTIŞMA ve SONUÇ......................................................................... 35
ÖZET..................................................................................................... 41
SUMMARY............................................................................................ 42
KAYNAKLAR........................................................................................ 43
3
A. GİRİŞ ve AMAÇ
1. Bağışıklık Sistemine Genel Bakış
Bağışıklık sisteminin vücudu; virüsler, bakteriler, mantarlar ve parazitler gibi yabancı
patojenlerin etkilerinden koruma kapasitesi vardır. Bu sistem bunların da ötesinde,
neoplastik değişikliklere uğrayan hücreleri bulup yok etme yeteneğine de sahiptir. Bu
fonksiyonlar istilacı organizmalardan türeyen moleküllere özgül alıcılara (reseptörlere)
sahip bağışıklık hücreleri ile hücreler arası doğrudan bağlantılar ve bağışıklık sisteminin
hücreleri arasında sitokinler denilen çözünür faktörler yoluyla oluşan etkileşmeleri
içeren zengin iletişim devreleri sayesinde mümkün olmaktadır. Vücudun bağışıklık
sisteminin etkili çalışmasına olan mutlak bağımlılığı, şiddetli kombine immün yetmezlik
ile doğan tedavi edilmemiş bebeklerin hayat süresinin bir yıldan az olması ve edinsel
immün yetmezlik sendromu (AIDS) olanlarda ortaya çıkan fırsatçı enfeksiyonlar ve
kanserlerin yıkıcılığı yoluyla gösterilmiştir. Diğer bütün kan hücreleri gibi bağışıklık
hücreleri
de,
erişkinde
kemik
iliğinde
bulunan
hematopoietik
prekürsör
kök
hücrelerinden üretilirler. Kök hücreleri pluripotenttir ve olgun herhangi bir hematopoietik
hücreye dönüşme yetenekleri vardır. Dönüşümün sitokinler ve diğer faktörlerle
düzenlenen iki ana bölümü vardır: Lenfoid ve myeloid yollar. Lenfoid olan, olgun
lenfosit, B hücreleri, T hücreleri ve NK (doğal katil) hücrelerinin oluşumunu kapsarken,
myeloid monosit ve granülositlerin de (nötrofil, eozinofil ve bazofil) dahil olduğu diğer
kan hücrelerinin oluşumunu içermektedir. Monositler ve bazofiller daha sonra vücudun
tüm dokularına yayılan makrofajlar ve mast hücrelerine dönüşebilirler. Lenfositlerin
olgunlaşması birincil bağışıklık dokularında gerçekleşir. İnsanlarda B hücrelerinin
olgunlaşmasından birincil olarak kemik iliği, T hücrelerinin olgunlaşmasından ise timus
sorumludur. Olgunlaşma sürecinin önemli bir parçası vücudun kendi bileşenlerine tepki
gösteren (self-reaktif) hücrelerin elenmesidir. Olgunlaşma sırasında birincil bağışıklık
dokularında oluşan lenfositler kan ve lenf dolaşımı yoluyla, dalak ve lenf nodları gibi
ikincil bağışıklık dokularına yayılırlar. İkincil bağışıklık dokuları, farklı bağışıklık hücreleri
ve dolaşımdaki patojenler arasındaki etkileşimler için zemin oluştururlar. Bağışıklık
sistemi temel işlevlerine göre iki ana bölüme ayrılır; doğal veya doğuştan bağışıklık ve
özgül veya kazanılmış bağışıklık. Bu iki bağışıklık tipi karşılıklı ilişki ve etkileşim
içindedirler (1):
4
1. Doğal Bağışıklık: Doğal bağışıklığı oluşturan hücreler enfeksiyoz ajanlara karşı
bağışıklık yanıtının erken evrelerinde önemli bir ilk savunma hattı oluştururlar.
Mononükleer fagositik hücreler ve NK hücreleri özgül olmayan bağışıklık yanıtına
aracılık eden hücrelere örnek verilebilir. Makrofajlar, mikroglia, bazı endotel hücreleri ve
lenfoid organların retiküler hücreleri gibi mononükleer fagositik hücrelerin hepsine
birden ‘Retiküloendotelyal Sistem’ adı verilir. Bu hücreler nispeten kaba yapıdaki
tanıma molekülleri ile ekstrasellüler patojenleri (bakteriler ve parazitler gibi) tespit eder
ve bunları yutarak yok ederler. Ayrıca mononükleer fagositik hücreler, doğrudan
antiviral etkisi olan Tip 1 interferonları ve TNF, IL–1 ve IL-6 yı da içeren proinflamatuar
sitokinleri de salgılarlar.
2. Kazanılmış (Adaptif) Bağışıklık: Etkili bir özgülleşmiş bağışıklık yanıtı kavramsal
olarak 3 ayrı evreden oluşur: a) enfeksiyon ajanı veya antijenin saptandığı ‘İndüksiyon
evresi’, b).Enfeksiyon ajanının yok edilmesi amacıyla bağışıklık hücrelerinin bölünüp
çoğaldığı ve harekete geçtiği ‘Aktivasyon evresi’ c) Enfeksiyon ajanının etkisiz hale
getirildiği ve ortadan kaldırıldığı ‘Eylem evresi ve Effektör evre’. Kazanılmış ve doğal
bağışıklıkta görev alan hücreler ve salgıladıkları sitokinlerin özeti Şekil 1’de
gösterilmiştir.
Şekil 1.
(www.merckbiosciences.co.uk/sharedimages)
5
I. Bağışıklık Yanıtı
a) İndüksiyon Evresi:
B hücre antijen alıcıları, immünoglobulinlerin (Ig) membrana
bağlanmış şekilleridir. İlgili Ig tipi, olgun B hücrelerinden (plazma hücreleri) antikor
olarak salgılanır. Antikorlar, humoral bağışıklıkta merkezi bir rol oynayarak değişik
patojenlerin öldürülmesine yardımcı olurlar. T hücre alıcıları sadece protein
antijenlerinin parçalarını tanır. Ek olarak antijen parçaları MHC (majör histokompatibilite
kompleksi) molekülleri adı verilen bir çeşit hücre yüzey molekülü tarafından
sunulmalıdır. T hücreleri ‘sınıfa-sınırlı’ dır, yani bir T hücre alıcısı, sadece belli bir
sınıftan MHC molekülünün sunduğu antijeni tanır. Tüm MHC Sınıf I-kısıtlı T hücreleri
CD–8 adı verilen değişmez bir yüzey glikoproteinine de sahiptirler (CD=cluster of
differentiation). Tüm MHC Sınıf II yasaklı T hücreleri ise CD–4 adı verilen başka bir
yüzey glikoproteinini içerirler. CD–8 ve CD–4 molekülleri, T hücrelerinin antijen-MHC
kompleksine bağlanmasına ve sonraki T hücre aktivasyonuna yardımcı olurlar. Çoğu
CD–8 T hücresi, bağlandığı hücreyi lizise uğratabilme yeteneğine sahip sitolitik T
lenfositi (CTL) iken, CD–4 T hücresi, aktivasyonda sitokin salgılayan Th (yardımcı T
hücresi) hücresidir. Makrofajlar, B hücreleri, dendritik hücreler, derinin Langerhans
hücreleri ve insan endotelyal hücreleri gibi antijen sunan hücrelerin (APC) yutma,
ufaltma, hücre dışı proteinleri işleme ve bu işlenmiş proteinleri MHC Sınıf II molekülleri
ile konjuge etme yetenekleri vardır. Bu nedenle bu hücreler CD–4 T hücrelerine antijen
sunumunda önemli rol oynarlar (1).
b) Aktivasyon Evresi: Yabancı antijenlerin B ve T hücreleri tarafından bağlanması
hücre aktivasyonu için genellikle yeterli olmamakta ve ek bir sinyal gerekmektedir.
Makrofajlar gibi APC’ler ve Th hücrelerinden salınan interlökin (IL) adı verilen bir grup
sitokin önemli ek sinyaller üretirler. Th hücreleri ve APC’ler birlikte çalışır. APC’ler IL–1
ve diğer sitokinleri salgılayarak Th hücrelerinde IFN-γ gibi sitokinlerin üretilmesini
uyarırlar. Th hücrelerinden salınan bu sitokinler ise APC’lerin Sınıf II MHC sunumunu
arttırarak antijen sunma kapasitelerini genişletirler (1). Son zamanlardaki çalışmalar, iki
Th alt sınıfının uyarıldıktan sonra farklı sitokin profilleri salgıladıklarını göstermiştir. Th1,
genel olarak hücresel immün yanıtta görev alır, IL–2, TNF-α ve IFN-γ gibi sitokinler
salgılar ve sitotoksik T lenfositleri (Tc) ve makrofajları aktive ederek hücresel immünite
ve inflamasyonu stimüle eder. Th1 hücreleri aynı zamanda IL–3 ve GM-CSF
(granülosit-monosit koloni stimüle edici faktör) salgılayarak kemik iliğinden lökositlerin
oluşumunu teşvik eder. Th2 hücreleri IL–4, IL–5, IL–6, IL–10 ve IL–13 salgılayarak B
6
hücrelerinden antikor üretimini stimüle eder. T hücrelerinin diğer bir alt grubu olan
regülatör T hücreler (Treg) yüksek düzeylerde IL–10 ve TGF-β salgılar ve
immünsupresif rol oynarlar (2,3,4)
Uyarıcı sitokinlerin varlığında antijen bağlandıktan sonra, uygun bağlanma bölgelerine
sahip T ve B lenfositleri aktive olur ve hücre büyümesi, bölünmesi ve çoğalmasına
öncülük ederler. Aktivasyon ayrıca yabancı antijenlere karşı özdeş eğilime (afinite)
sahip bağışıklık hücrelerinin klonal yayılmasıyla da sonuçlanır. Klonal yayılma
sırasında bazı yavru hücreler antikor yapan plazma hücreleri gibi olgun effektör
hücrelere dönüşürler. Bazı aktive olmuş B ve T hücreleri ise daha sonraki antijen
uyarılarında aktivasyonu sağlamak için hafıza hücrelerine dönüşürler. Bu antijene
tekrar maruz kalma, ilk bağışıklık yanıtından çok daha hızlı ve kuvvetli olan ikinci yanıt
(kazanılmış bağışıklık) ile sonuçlanır. Hafıza hücreleri yıllarca yaşayabilir ve
bebekliğinde özgül bir infeksiyonla karşılaşan veya aşılanan kişilerde olduğu gibi uzun
süreli kazanılmış bağışıklığın temelini oluştururlar (1).
c) Effektör Evre: Bağışıklık yanıtının esas hedefi patojenlerin etkisizleştirilmesi ve yok
edilmesidir. Kazanılmış bağışıklığın temel etki mekanizmaları B hücrelerinden
salıverilen antikorlar (humoral bağışıklık) ve sitolitik T hücreleri (hücresel bağışıklık)
tarafından düzenlenir. Humoral bağışıklık özellikle bakteriler ve parazitler gibi hücre dışı
patojenlerle savaşırken, hücresel bağışıklık viral enfeksiyonlara ve NK hücreleri ile bazı
tümör hücrelerine karşı koruma sağlar. Doğal bağışıklığın efektör bölümleri B ve T
hücrelerinin aktivitelerinin sonucu olarak oluşmakta, güçlenmekte ve özgül patojenlere
yönelmektedir. Örneğin; dolaşımdaki antikorlar, patojenleri bağlanarak ve üstlerini
kaplayarak etkisizleştirebilirler. Etkisizleştirilen patojenler, kompleman faktörleri ve
fagositler tarafından lizise uğratılmaya uygun hale gelirler. NK hücreleri, nötrofil ve
makrofajlar gibi fagositik hücreler antikorların Fc (c, ingilizce crystal sözcüğünden gelir,
kolaylıkla kristalleşen homojen parça demektir) parçalarına özel alıcılar taşırlar. Ek
olarak kompleman proteinleri, bazı antikor tiplerinin Fc parçalarına bağlanarak aktive
olurlar. Böylece antikorlar efektör hücreler ve doğal bağışıklığın sitolitik proteinlerini,
patojenlerle bağlayarak tek başlarına sağlayamayacakları seviyede özgül yanıt
oluşturabilirler (1).
7
II. Sitokin Tanımı ve Temel Özellikleri
Sitokinler bağışıklık sisteminin hormonlarıdır. Sitokinler immün hücreler arasındaki
kimyasal ileticiler olarak bilinmekte, inflamatuar ve immün yanıtlarda önemli rol
oynamaktadırlar. Sitokinler ayrıca beyin ile de sinyalleşmekte, immün ve sinir hücreler
arasında arabulucu (mediator) olarak iş görmektedirler (5). Sitokinler immün yanıtların
başlaması, düzenlenmesi ve sürdürülmesinde oynadıkları rollere göre kabaca
sınıflandırılabilirler. Bir grup sitokin, doğal bağışıklık ve inflamasyonda rol alırken,
diğerleri kazanılmış bağışıklıkta rol alır. Diğer bir grup sitokin ise gelişmemiş bağışıklık
hücrelerinin çoğalması ve ayrımlaşmasını kontrol eder (1).
MSS (merkezi sinir sistemi), hipofiz ve adrenal bez seviyelerinde etkili olan sitokinler
uyku, vücut ısısı, beslenme davranışları ve diğer homeostatik mekanizmaların
düzenlenmesinde görev alırlar ve bu görev enfeksiyon olduğu durumlarda sınırlı
olmayıp, bu vital fonksiyonların sirkadiyen değişikliklerine verilen cevaplarda da
geçerlidir. Sitokinler bunların dışında, kimyasal iletinin düzenlenmesinde ve CRH
(kortikotropin salgılatıcı hormon), ACTH (adrenokortikotropik hormon), PRL (prolaktin),
LH (luteinize edici hormon), FSH (folikül stimüle edici hormon), GH (büyüme hormonu),
TSH (tiroid stimüle edici hormon) ve glikokortikoidler gibi birçok hormon ve peptidin
salgılanmasında da rol alırlar. Örneğin, IL-1’in hipotalamik CRH salgılanmasını güçlü
şekilde uyardığı ve bu nedenle glikokortikoid salgılanmasında artma ve sempatik sinir
sistemi aktivasyonu ile sonuçlanan nöroendokrin değişiklikler zincirini etkileme yeteneği
olduğu gösterilmiştir. Ek olarak, IL–1β ve mRNA’sı (TNF-α, IL–6 ve IL–2 gibi diğer
sitokinlerde olduğu gibi) insan ve kemirgen beyninin hipotalamus, hipokampus ve diğer
bölümlerindeki sinir hücre gövdeleri ve liflerinde bulunmuştur. Buna göre IL–1 ve diğer
sitokinlerin nöronal taşınmada rol oynadığı düşünülebilir (5).
Doğal ve kazanılmış bağışıklıkta görev alan önemli sitokinlerin özellikleri tablo 1 ve 2’de
özetlenmiştir (6).
8
Tablo 1.
9
Sitokinler
Kaynağı
Hedef Hücre
IL-1α
IL-1β
Monosit,
makrofaj, B
hücre ve
dendritik
hücreler
Th hücreleri
B hücreleri
NK hücreleri
Çeşitli fonksiyonlar
IL-2
Th1 hücreleri
Aktive T ve B hücre, NK hücreleri
IL-3
Th ve NK
hücreleri
Kök hücreler
Mast hücreleri
Aktive B hücreleri
IL-4
Th2 hücreleri
Makrofajlar
T hücreleri
IL-5
Th2 hücreleri
Aktive B hücreler
IL-6
Monositler
Makrofajlar
Stromal hücreler
Endotel
hücreleri
Çeşitli fonksiyonlar
Kemik iliği ve
timus stroması
Kök hücreler
Aktive B hücreleri
IL-7
IL-8
IL-10
Makrofajlar ve
endotel hücreleri
Th2 hücreleri
IL-12
Makrofajlar
B hücreleri
Plazma hücreleri
Kök hücreler
Nötrofiller
Makrofajlar
B hücreleri
Aktive Tc hücreleri
NK hücreleri
IL-13
Th2 hücreleri
B hücreleri, epitel hücreleri ve
makrofajlar
Tablo 2.
10
Fonksiyonları
Ko-stimülasyon
Olgunlaşma ve
çoğalma
Aktivasyon
İnflamasyon, akut faz
yanıtı, ateş
T hücre ve NK
hücrelerinin çoğalma
ve aktivasyonu
Büyüme ve
farklılaşma
Büyüme ve histamin
salınımı
Çoğalma ve
farklılaşma, IgG1 ve
IgE sentezi
MHC sınıf II
Çoğalma
Çoğalma ve
farklılaşma, IgA
sentezi
Plazma hücre
farklılaşması
Antikor salınımı
Farklılaşma
Karaciğerde akut faz
proteinlerinin sentezi
Progenitor B ve T
hücrelerine
farklılaşma
Kemotaksi
Sitokin üretimi
Aktivasyon
Sitototksik T
lenfositlerine
farklılaşma (IL-2 ile)
Aktivasyon
B hücrelerinde IgE
izotip çevrimi
Makofajların
inhibisyonu
epitel hücrelerde
artmış mukus üretimi
Sitokinler
Kaynağı
Hedef Hücre
GM-CSF
Th hücreleri
Progenitör (öncül) hücreler
IFN-α
Lökositler
Çeşitli fonksiyonlar
IFN-β
Fibroblastlar
Çeşitli fonksiyonlar
Fonksiyonları
MIP-1α
Makrofajlar
Monositler, T hücreleri
Monosit ve dendritik
hücrelerin büyüme
ve farklılaşması
Viral replikasyon
MHC sınıf I
ekspresyonu
Viral replikasyon
MHC sınıf I
ekspresyonu
Viral replikasyon
MHC ekspresyonu
IgG2a’ya Ig izotip
çevrimi
Çoğalma
Patojen
eliminasyonu
Kemotaksi
MIP-1β
Lenfositler
Monositler, T hücreleri
Kemotaksi
TGF-β
T hücreleri,
monositler
Monositler, makrofajlar
Aktive makrofajlar
Aktive B hücreleri
Çeşitli fonksiyonlar
Kemotaksi
IL-1 sentezi
IgA sentezi
Çoğalma
IFN-γ
Çeşitli fonksiyonlar
Makrofajlar
Aktive B hücreleri
Th1, Tc ve
NK hücreleri
Th2 hücreleri
Makrofajlar
Makrofajlar ve nötrofiller
TNFα
Makrofajlar,
mast hücreleri
ve NK
hücreleri
Tümör hücreleri
Çeşitli fonksiyonlar
Fagositler
TNF-β
Th1 ve Tc
hücreleri
Tümör hücreleri
Hücresel adezyon
molekül ve sitokin
ekspresyomu,
nötrofil aktivasyonu
Hücre ölümü
Hipotalamus:ateş
Karaciğerden akut
faz proteinlerinin
sentezi
Kas, yağ:kaşeksi
Fagositoz, NO
üretimi
Hücre ölümü
Kısaltmalar: GM-CSF: Granülosit-monosit koloni stimüle edici faktör, TNF:Tümör nekrozis
faktör, TGF:Transforme edici büyüme faktörü, MIP:Makrofaj inflamatuar protein, IFN:
İnterferon, NO: Nitrik oksit
Sitokinler temel özelliklerine göre sınıflandırıldıklarında inflamasyondaki rollerine göre
üç gruba ayrılabilir. IL–1, IL–6 ve TNF-α gibi sitokinler proinflamatuar yanıtlarda rol
oynamakta,
patojenlerin
hızlı
eliminasyonuna
11
yardım
ederek
immün
yanıtın
arttırılmasında
görev
almaktadırlar.
Antiinflamatuar
sitokinler
immün
yanıtı
baskılayabilmektedir. Antiinflamatuar sitokinlere örnek olarak IL–4, IL–10 ve IL–13
gösterilebilir. Bu sitokinlerden bazıları hücre fonksiyonlarını ve diğer sitokinlerin
sentezini azaltmaktadır. Esas biyolojik aktivitesi, diğer T hücrelerinden salınan sitokin
salınımını bloke etmekte görevli olan IL–10, sitokin sentezini inhibe edici faktör olarak
da adlandırılmaktadır. İnflamatuar sitokinlerden IL–2 ve IFN-γ inflamatuar yanıtlarda rol
oynamaktadır. Bazı sitokinler hem proinflamatuar hem de antiinflamatuar olarak rol
oynayabilmektedir. Birçok durumda inflamatuar durum veya artan şartlar hangi sitokinin
iş göreceğini belirleyebilir. Örneğin, lokal inflamasyon bölgesindeki IL–8, nötrofillerin
birikimini sağlamakta,
bununla birlikte yüksek düzeylerdeki IL–8 ise inflamasyon
bölgesine nötrofillerin infiltrasyonunu azaltabilmektedir (5).
TNF, IL-1 ve IL-6 yı içeren proinflamatuar süreçte ilk salınan sitokinlerden biridir. TNF,
IL-1 ile birlikte sitokinlerle uyarılan hipotalamik hücrelerde prostaglandin sentezini
arttırarak ateşi teşvik eden bir endojen pirojendir. TNF ayrıca iştahın baskılanmasına
ikincil olarak kas ve yağ hücrelerinin yıkımıyla karakterize ‘kaşeksi’ye de yol açar (1).
IL-6 ile uyarılan TNF ve IL-1’in teşvik ettiği karaciğer kaynaklı plazma proteinleri akut
faz yanıtını oluştururlar. Akut faz yanıtı, doku hasarını sınırlamak, istilacı organizmaları
yok etmek ve tamir sürecini etkin kılmak için tasarlanmıştır. Bu hedefler akut faz
reaktanları adı verilen C reaktif protein, makroglobulin ve diğer proteazlar ve
fibrinojendeki artma yanında negatif akut faz reaktanları adı verilen albumin ve
transferrindeki azalma ile sağlanmaktadır. Akut faz yanıtı sırasında inflamatuar
sitokinler ateş, iştah kaybı, sosyal çekilme ve uyku değişiklikleri gibi hastalık
belirtilerinin düzenlendiği yer olan nöroendokrin sistem (özellikle hipotalamo-pituiteradrenal eksen) ve MSS’ne güçlü etki ile enfeksiyona sistemik yanıtı düzenlerler.
IL-1, T hücrelerinin IL-2 üretmesini ve yüzeylerinde IL-2 alıcılarını sunmasını uyarır.
IL-2, birçok lenfosit fonksiyonunu aktive eden önemli bir sitokindir (1).
III. Sitokin Reseptörleri ve Temel Özellikleri
Normal bir immün yanıtta çözünür (soluble) reseptör veya reseptör antagonistleri
genellikle sitokinlerin üretiminden hemen sonra üretilmektedir. Bu olay sitokinlerin
12
biyolojik aktivitelerinin bloke edilmesinde rol oynamakta ve aynı zamanda sitokinlerin
dolaşımda uzun süre devamlılığını sağlamaktadır (5).
Sitokinlerin çoğu etkilerini farklı hedef hücrelerde eksprese edilen spesifik reseptörleri
yoluyla etkileşime girerek yapmaktadır. Bazı sitokin reseptörleri sadece membrana
bağlı formda değil aynı zamanda serum ve plazmada çözünür sitokin reseptörleri
olarak da bulunmaktadır. Çözünür sitokin reseptörleri membrana bağlı reseptörlerin
proteolitik olarak bölünmesi (sIL-2R, sIL-1R, sTNF-R) ya da alternatif olarak mRNA’nın
çekirdeği terk etmeden önce primer transkriptin intronlara karşılık gelen belirli
bölgelerinin uzaklaştırılması ve geri kalan komşu segmentlerin birbirine bağlanması
mekanizmasıyla (splicing) oluşabilmektedir (sIL-4R, sIL-5R, sIL-7R). Bu çözünür
reseptörler ligand bağlayıcı kapasitelerini devam ettirerek hücre yüzey reseptörlerinin
antagonisti ya da hedef hücreye ligandın taşıyıcı proteini olarak rol oynayabilirler (7).
Aktive olmuş immün hücrelerin yüzeyinden dökülen sIL-2R (çözünür IL-2 reseptör)’ü,
önemli bir T hücre büyüme faktörü olan IL-2’nin biyolojik aktivitesini inhibe edebilir. Bu
inhibisyonu IL-2’nin hedef hücre yüzeyindeki reseptörüne bağlanmasını önleyerek
yapabilir. Bu yüzden IL-2R’ü immün aktivasyonun bir belirleyicisi (marker) olarak da
düşünülebilir. Bunun aksine sIL-6R’nin IL-6 ile bağlanması IL-6’nın biyolojik aktivitesini
arttıran kompleks bir rol oynar (8).
İnsan TNF-α için hem tip I (p55) hem de tip 2 (p75) reseptörler vardır ve sinyal iletici
birim olarak hücre membranında ya da hücre dışı sıvılarda çözülebilir formda
bulunabilir. Her iki tipteki TNF reseptörleri sistemik dolaşımda çözülebilir ve TNF-α
ligandlarına bağlanmayı sürdürebilir. Bu bağlanmanın afinitesi membrana bağlı
reseptörlerle kıyaslanabilir düzeylerdedir (9). Çözünür reseptörler TNF bağlanması için
membrana bağlı reseptörlerle yarışabilir. Yüksek düzeydeki çözünür TNF reseptörleri
hedef dokularda TNF aktivitesinin spesifik inhibitörü olarak fonksiyon yapmaktadır.
Hassas hedef dokulardan membrana bağlı TNF reseptörlerinin dökülmesi, TNF
aktivitesinin bu dokularda desensitizasyonuna meyil oluşturmaktadır (10). İnsanlarda
çok çeşitli sistemik inflamatuar veya patolojik durumlarda, hem tip 1 hem de tip 2
reseptörleri kolaylıkla dolaşımda ölçülebilmektedir. Çözünür reseptör konsantrasyonları
sistemik TNF aktivitesini azaltmak için yeterli seviyelerdedir (11).
13
2. MSS ve Bağışıklık Sistemi İlişkisi
Bağışıklık yanıtının dışsal (ekstrensek) düzenlenmesi göreceli olarak kanıtlanmıştır.
Nöroimmün etkileşmeler hakkındaki artan deliller MSS kökenli dışsal faktörlerin immün
sistem modülasyonunda önemli rol oynadığını göstermektedir. Şekil 2’de MSS’nin
bağışıklık sistemi ve endokrin sistem ile olan ilişkisi gösterilmiştir (1).
Şekil 2.
I. Stres ve Bağışıklık Sistemi
14
Stresin insanlarda sitokin regülasyonu üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Çalışmaların
çoğunda bir veya daha çok stresörün dolaşımdaki farklı sitokin düzeyleri ile ilişkisi
araştırılmıştır. Bir çalışma tıp öğrencilerinde sınav stresi ele alınarak incelenmiş ve aynı
öğrencilerin sınav öncesi ve sonrası sitokin salınımları araştırılmıştır (12,13,14,15,16).
Diğer stratejilerde sitokin salınımları kronik stresli bireyler ile (örneğin; Alzheimer hasta
bakıcıları) aynı yaştaki bireyler arasında yapılan kıyaslama ile birlikte (17) birçok doğal
ya da deneysel stresörler kullanılarak da araştırılmıştır (18,19,20,21,22). Bazı
araştırmacılar stresin Th1 ve Th2 dengesinin Th2 yönüne doğru değiştiğini rapor
etmiştir (16,19,20). Bununla birlikte bu yol tam olarak netleşmemiştir (15).
Genel olarak akut veya hafif stresörler hücresel veya humoral bağışıklığın etkilerini
arttırırken, ağır veya kronik stresörler aynı parametreleri baskılarlar. Vücudun stres
yanıtının tıbbi morbiditeye katkıda bulunmasının yanında değişen çevresel koşullarla
baş etmede, organizmanın bütünlüğünü korumak açısından merkezi bir rol oynadığı
artan şekilde fark edilmektedir. O halde kronik stres sistemi aktivasyonu tıbbi morbidite
ile paralel olmasına rağmen, uygun ve zamanla sınırlı stres sisteminin aktivasyonu,
benzer bir risk taşımaz ve hatta olumlu psikolojik işleyişin bir parçasıdır. Laboratuar
hayvanlarından elde edilen verilerin ışığında, hafif stresin kazanılmış bağışıklığı olumlu
yönde etkileme ihtimali olduğu ileri sürülmüş olması da bu düşünce ile uyumludur.
Kronik stres ise artmış proinflamatuar aktiviteyle ilişkili olabilir. Uzun süreli bir
çalışmada demanslı eşlerine bakmak zorunda kalan yaşlı insanlarda (6 senelik kesitte)
serum IL–6 düzeylerinin kontrol grubuna göre daha yüksek olduğu görülmüştür. IL–6
düzeyindeki bu 4 misli artış gruplar arasındaki kronik sağlık problemleri, ilaç kullanma
durumu veya sağlığı bozan davranışlar (sigara içme vb) gibi farklılıklarla ilişkili değildir.
İlginç olarak demanslı hastalara bakmak tıbbi mortalitede artışa yol açabilmekte ve bu
da proinflamatuar aktivitede stresle ilişkili artışın yaşam kalitesine doğrudan etkileri
olabildiğini göstermektedir (1).
II. Majör Depresyon ve Bağışıklık Sistemi
Majör depresyon heterojen bir durum olduğundan immün değişiklikler tüm hastalarda
aynı değildir. Bu değişiklikler genellikle yaşlı, hastanede yatan ve ağır veya melankolik
depresyonu olan kişilerde daha belirgindir. Ayrıca bazı depresif belirtilerin immün
değişiklikler lehine sayılabileceği durumlar vardır. Örneğin; depresyonu olmayan ancak
primer uyku bozukluğu bulunan hastaların majör depresif hastalara benzer bağışıklık
15
sistemi değişiklikleri gösterdiği bilinmektedir. Bütün bu verilere rağmen ilgili literatürden
yapılan bir metaanaliz yaş, hastaneye yatma durumu, depresyonun ağırlığı veya özel
belirtilerin majör depresyon ve fonksiyonel bağışıklık sistemi ölçütleri arasında ilişki
kurmaya yetmeyeceğini belirtmiştir (1).
Artan kanıtlar ortada tıbbi bir hastalık olmasa bile majör depresyonun inflamatuar
aktivasyonla ilişkili olabildiğini desteklemektedir. Bu durum son zamanlardaki
çalışmalarda gösterilmiş olan psikolojik stresörlerin inflamatuar yolları aktive edebilme
kapasitesi olması verisiyle de uyumludur. Mekanizması bilinmemesine rağmen CRH ve
katekolaminlerin (her ikisi de majör depresyonda artar) proinflamatuar sitokin üretimini
teşvik ettikleri gösterilmiştir. Tıbbi olarak sağlıklı majör depresif hastalarda, plazma ve
BOS (beyin omurilik sıvısı) proinflamatuar sitokin (özellikle IL-1α BOS’da ve IL-6
plazmada) konsantrasyonlarında artış, periferik kan mononükleer hücrelerinden alınan
proinflamatuar sitokin üretiminde in vitro artış, plazma akut faz proteinlerinde azalma,
prostoglandin üretiminde artış, triptofanda ve çinkoda azalma gibi inflamatuar
değişiklikler bildirilmiştir. Ayrıca depresyon, aktive olmuş T hücreleri ve otoantikorlarda
artışla ilişkili bulunmuştur. Bunların dışında majör depresyondaki immün aktivasyonla
uyumlu olarak, proinflamatuar sitokinlerin depresif hastalarda sık karşılaşılan insülin
direnci, kaşeksi, kemik kaybı, artmış vücut ısısı ve BOS’da hücre kaybı gibi
patofizyolojik değişiklikleri arttırma kapasitesi olduğu gözlenmiştir (1).
Çoğu çalışma tıbbi olarak sağlıklı depresif kişiler üzerinde yoğunlaşmış olmasına
rağmen son zamanlardaki çalışmalar proinflamatuar sitokin üretiminin tıbbi problemleri
olan
hastalarda
da
majör
depresyon
oluşmasına
katkıda
bulunabileceğini
göstermektedir. Örneğin IL-6’nin plazma konsantrasyonlarının depresyonu da olan
pankreas, özefagus veya meme kanserli hastalarda depresyonu olmayanlara göre
daha yüksek olduğu gösterilmiştir (1).
III. Şizofreni ve Bağışıklık Sistemi
16
Çeşitli
bulgular
MSS’nin
gelişmesi
sırasında
viral
enfeksiyonların
şizofreni
patogenezinde rol oynayabileceğini desteklemektedir. Bu bulgular aşağıdakileri kapsar;
1) hastaların çoğu kışın sonu veya baharın başında doğmuştur ki bu durumda anne
karnında oldukları dönem viral hastalıkların tepe yaptığı sonbahar ve kış aylarına
rastlamaktadır, 2) anne karnında iken viral epidemilerin yaşanması ile sonradan
şizofreni gelişmesi arasında ilişki vardır, 3) şizofreni yaygınlığı koşulların viral
patojenlerin bulaşmalarına daha uygun olduğu kalabalık kentsel bölgelerde daha
fazladır, 4) seroepidemiyolojik çalışmalar şizofreni hastaları veya annelerinde bazı virüs
enfeksiyonlarının daha fazla olduğunu göstermiştir (1).
Ek olarak, şizofreni immün aktivasyonun göstergeleri olan proinflamatuar sitokinler ve
IL-2 alıcılarında artışla ilişkilidir. Ayrıca bazı hastalarda Th1-Th2 sitokin profillerinde
sapma olduğu bildirilmiştir. Her ne kadar şizofreni hastalarındaki bağışıklık sistemi ile
ilişkili bu bulgular bir enfeksiyona ikincil immün sistem aktivasyonunun kanıtları
olabilirse de, bu durumun şizofrenide kapsanan bir otoimmün sürece işaret ediyor
olabileceği de unutulmamalıdır (1).
Şizofrenide ilk nöral anormalliklerin nörogelişim sırasında ortaya çıktığı önerildiğine
göre perinatal bir viral enfeksiyonun gelişmeyi gizlice bozup, daha sonra klinik teşhis
öncesinde bağışıklık sistemi tarafından temizlenmiş olması da mümkündür. Böyle bir
senaryoda sitokinler, büyüme faktörleri veya adezyon molekülleri ile etkileşerek,
gelişimsel anormalliklerin ortaya çıkmasına sebep olmuş olabilir. İnfluenza, Borna virüs
hastalığı veya lenfositik koryomenenjit virüslerinin kullanıldığı kemirgen modellerinde
prenatal
veya
postnatal
viral
enfeksiyonun
insanlardaki
şizofreniyi
hatırlatan
nöroanatomik veya davranışsal değişikliklere neden olduğu gösterilmiştir. Daha önce
de belirtildiği gibi epidemiyolojik çalışmalar teratojenik bir virüsle enfekte olmak ve
hayatın ileri evrelerinde psikiyatrik bozukluk gelişmesi arasında bağlantı gözlenmiştir.
Benzer şekilde hamilelik sırasında HSV (herpes simplex virüs)’ne karşı gelişen
maternal antikorlar çocuğun erişkin döneminde artmış psikoz oranlarıyla paraleldir (1).
Bazı yayınlarda şizofreni hastalarında mitojenle (nonspesifik uyaran) stimüle edilmiş
IL-2 düzeylerinde azalma gösterilmiştir (23,24) Bundan başka Ganguli ve arkadaşları
(1995), azalmış IL-2 üretiminin genç yaştaki başlama yaşı ve negatif semptomların
17
ağırlığı ile ilişkili olduğunu göstermişlerdir (24). Şizofrenide sıklıkla bahsedilen immün
anormalliklerden bazıları, dolaşımdaki sIL-2R’deki artış (25), ve serum IL–6
konsantrasyonundaki artmadır (26). IL–1 ve TNF-α’nın üretimleri ve düzeyleri ile ilgili
veriler tam olarak aydınlatılmamıştır. Bu sonuçlar arasındaki uyumsuzluğun çoğu,
hastalığın süresi, tedavi durumu ve hastalığın klinik alt tipi gibi klinik faktörlerle ilişkili
olabilir.
IV. Diğer Psikiyatrik Bozukluklar ve Bağışıklık Sistemi
Diğer psikiyatrik bozukluklarda bağışıklık sisteminin durumunu araştıran çalışmalar az
sayıda olmakla birlikte IL-2 üretiminde azalmış kapasiteye sahip olduğu bilinen
anoreksiya nervosalı hastaların serumlarında sitokin üretimini stimüle eden bir veya
daha çok faktörün olduğu rapor edilmiştir (27). Panik atak (28), obsesif kompulsif
bozukluk (29) ve otizm (30) gibi diğer psikiyatrik hastalıklarda da sitokin düzensizlikleri
rapor edilmiştir.
V. Somatik Tedaviler ve Bağışıklık Sistemi
Psikiyatride
yapılan
nörotransmitterlerin
herhangi
bir
regülasyonundaki
somatik
tedavi
değişimler
ile
beyinde
ilişkilidir.
bulunan
spesifik
Nörotransmitter
fonksiyonundaki değişiklikler MSS‘de sitokin üretiminde değişimlere yol açmaktadır. Az
sayıda çalışma bir veya daha çok psikofarmakolojik ajanlarla birlikte spesifik sitokin
düzeylerindeki değişimi rapor etmiştir. İn vitro çalışmalar, klorpromazin ve diğer birinci
kuşak antipsikotiklerin, insanlarda lenfositlerden IL-2, TNF ve IFN üretimi üzerine
inhibitör etkiye sahip olduklarını göstermiştir (31). Bu gözlemleri hayvan deneyleri de
doğrulamıştır (32). İnsanlarda antipsikotik tedavinin serumda çözünür IL-2 reseptör
düzeyinde artış ve çözünür IL-6 reseptör düzeyinde azalmaya neden olduğu
gösterilmiştir (33). Klozapin ile teşvik edilen agranülositozis de sitokinlerin inhibitör
etkileri ile ilişkilidir (34). Antidepresan tedavilerin etkileri daha az araştırılmıştır. Hayvan
çalışmaları SSRI’leri yoluyla akut faz proteinleri ve sitokinlerin üretimi üzerindeki
inhibitör etkiyi kanıtlamıştır (35). Depresif hastalarda klomipramin tedavisi stimüle
edilmiş lenfositlerden IL–1β ve IL–3 benzeri aktiviteyi artırmıştır (36). Bununla birlikte
IL-6, sIL-6R ve sIL-2R’lerinin plazma düzeyleri antidepresan tedaviden etkilenmemiştir
(37). Farklı bir çalışmada elektrokonvulsif terapi’nin, plazmada IL-6’nın belirgin artışı ile
ilişkili olduğu gösterilmiştir (38).
18
Birinci ve ikinci kuşak antipsikotik ilaçların sitokin reseptörleri yada sitokinlerin üretimini
modüle edebileceği gösterilmiştir. Haloperidol gibi birinci kuşak antipsikotik ilaçların IL-1
reseptör antagonist üretiminin stimülasyonu ve IL-2, IL-6 ve IFN-γ gibi inflamatuar
sitokin üretiminin supresyonu yoluyla immünsupresif aktivitelerinin olduğu bilinmektedir
(39,40,41,42). Risperidon ve klozapin gibi atipik antipsikotiklerin antiinflamatuar
aktiviteleri görülmüş (40,42,43), kısa süreli tedavinin IL–6, IFN-γ ve TNF-α gibi
proinflamatuar sitokin üretimini teşvik etmesine rağmen; etkilerin uzamış tedavide
kaybolduğu görülmüştür (33,44,45). Bir başka çalışmada haloperidol ve risperidonun
IL-6 ve IL-8 konsantrasyonları üzerine bir etkiye sahip olmadığı bulunmuştur (46).
Bununla birlikte sitokin düzeyleri ve terapötik yanıt arasındaki değişimler halen tam
olarak aydınlığa kavuşturulmamıştır.
VI. Bipolar Bozukluk ve Bağışıklık Sistemi
Bipolar bozukluk, genetik, biyolojik ve psikososyal etiyoloji ile ilişkili yüksek mortalite
oranı olan, tekrarlayan bir hastalıktır. Giderek artan kanıtlar, bağışıklık sistemi ile MSS
ilişkisinin, bipolar bozukluğun patofizyolojisinde rol oynadığını göstermektedir (47).
Bipolar bozukluk karşılaştırma için önemli bir gruptur çünkü; hem tam düzelme
gösteren hem de psikotik belirtilerin izlendiği psikiyatrik bir bozukluğa örnek
oluşturmaktadır.
Bipolar hastalarda tiroid otoantikorlarının prevalansında yükselme, dolaşımdaki
fenotipik lenfosit profillerinde değişim ve manik dönem boyunca ateş ve lökositoz rapor
edilmiştir (48,49). Bununla beraber lityum ile tedavi edilen bipolar bozukluktaki immün
aktivasyon bulguları kafa karıştırıcıdır. Araştırmacılar lityumun bir adjuvan olarak
otoantikor üretiminde rol oynayabileceğini ve in vitro ve in vivo ortamda fonksiyonel
immün yanıtlarda artışa neden olabileceğini göstermişlerdir (50,51).
Tiroid antikor prevalansı bulguları hastalar ve kontroller için literatürdeki bazı raporlarda
farklılık göstermektedir. Bu çalışmaların majör rapor prevalans hızı %9-20’dir (52,53) ve
otoantikor pozitif hastaların çoğunluğu ya hızlı döngülü hastalar ya da karma dönem
hastalarıdır (52,54). Bu nedenle antitiroid antikorlarının varlığı bipolar hastaların
spesifik alt gruplarında normal popülasyona göre daha fazla bulunmuştur. Henüz öyle
olmasına rağmen, eğer gerçekten antitiroid antikor pozitif bipolar hastaların oranı
%9-20 ise öykülerinde hızlı dönem yada karma dönem özellikler göstermeyen bipolar
19
örneklerin bazılarının da otoantikorları pozitif olmalıdır (55). Ancak bu çalışmaların çoğu
küçük örneklem grubuna sahiptir.
Rapaport ve arkadaşlarının (1994) yaptığı bir çalışmada, 28 gün boyunca lityum
tedavisi alan normal kontrollerde; önemsiz (50ünite/ml) fakat belirgin düzeyde serum
sIl-2R düzeyinde artış saptanmış; fakat bu artış tedavi almayan hastalar ve sağlıklı
bireylerle karşılaştırıldığı zaman istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmemiştir ve
muhtemelen klinik olarak anlamlı değildir. Sonuç olarak ötimik bipolar hastalar ve
normal kontrollerin; serum sIL-2R düzeyleri, supernatant (kültür sıvısındaki) IL–2
düzeyleri ve antitiroid antikor prevalansı gibi dolaşımda benzer fenotipik lenfosit
belirleyici yüzdelerine sahip olduğu ve ötimik bipolar hastalarla sağlıklı bireyler
karşılaştırıldığında; kayda değer bir farkın bulunmadığı öne sürülmüştür (55).
Bipolar hastalarda cinsiyete uygun olarak yapılan immün ölçümlerde önemli bir fark
ortaya çıkmamıştır. Kadınlara göre erkeklerde serum sIL-2R düzeylerinde önemsiz bir
yükselmenin bulunduğu, fakat örneklem grubunun küçüklüğü nedeniyle istatistiksel
olarak anlamlı olmadığı belirtilmiştir (55) ve diğer makalelerde de bu bulgulara uyumlu
olarak serum sIL-2R düzeylerinde cinsiyet farklılığı bulunmamıştır (56).
Bipolar bozuklukta sitokinlerin rolü halen tartışmalıdır. Bipolar hastalarda sitokin
değişimleri ile ilgili az sayıda çalışma bulunmasına rağmen bu çalışmaların sonuçları
arasında tutarsızlık bulunmaktadır (57). Bazı çalışmalar proinflamatuar sitokinler
(58,59) ve Th1 hiperaktivitesinin bipolar hastalarda (60,61,62,63) arttığını rapor
etmesine rağmen diğer çalışmalar bu verileri doğrulamamıştır (64). Bipolar hastalarda
Th1-Th2 dengesi ve bu denge üzerindeki duygudurum dengeleyicilerinin etkisi halen
tartışmalıdır. Sitokinler üzerine duygudurum dengeleyicilerinin etkisi dikkate alındığında
lityum tedavisinden sonra Th2 sitokin üretiminde yükselme bulunmuştur (65). Bununla
birlikte, bazı araştırmacılar bipolar hastalarda tedaviyi takip eden dönemde; Th2
sitokinlerinde önemli bir değişim bulmamışlardır (66). Bütün bu veriler dikkate
alındığında; manik fazdaki bipolar hastalarda Th1-Th2 sitokin dengesi ve bu dengeye
duygudurum dengeleyici ilaçların etkisinin ne olduğu ile ilgili daha ayrıntılı çalışmalara
ihtiyaç vardır (57).
20
Kim ve arkadaşları (2007); bipolar hastalarda proinflamatuar sitokinler (IL–6, TNF-α),
inflamatuar sitokinler (IL–2 ve IFN-γ) ve antiinflamatuar sitokin (IL-4)’lerin hem tedavi
öncesi hem de duygudurum dengeleyici ile tedavinin 6. haftasındaki rollerini
incelemişlerdir. Bu çalışmada bipolar bozukluğun akut manik dönemi süresince
proinflamatuar sitokinlerden IL–6 ve TNF-α’nın düzeylerinde belirgin bir artış olduğunu
göstermişlerdir. Bununla birlikte manik hasta ve normal kontrol grubu arasında IL–2 ve
IFN-γ gibi diğer inflamatuar sitokinler açısından bir fark bulmamışlardır (57). Bu
sonuçlar; bipolar hastalarda Th1 hiperaktivitesinin kanıtlandığı önceki çalışmalar ile
uyumsuzdur (60,61,62,63).
Kim ve arkadaşları (2007) kontrol grubuna göre manik hastalarda Th2 antiinflamatuar
sitokini olan IL–4 konsantrasyonunun belirgin düzeyde düşük olduğunu göstermişlerdir.
Bundan başka sağlıklı kontrol grubu ile manik dönemdeki hastalar karşılaştırıldığında
IL–2/IL–4, TNF-α/IL–4, IL–2/IL–4 ve IFN-γ/IL–4 oranlarının manik dönemdeki
hastalarda daha yüksek olduğunu bulmuşlar ve monositik Th1 sitokini ve Th2 sitokinleri
arasındaki dengesizliğin bipolar bozukluğun manik evresi ile bağlantılı olabileceğini
belirtmişlerdir. Bu durumda proinflamatuar ve antiinflamatuar sitokinler arasındaki
dengesizliğin farklı mekanizmalar yoluyla bipolar hastalığın patofizyolojisinde rol
oynayabileceğini öne sürmüşlerdir. Sitokinlere duygudurum dengeleyicilerinin etkisi
dikkate alındığında ise akut manik dönem boyunca IL-6 düzeylerinde artış, altı haftalık
duygudurum dengeleyicileri ile tedavi sonrasında ise IL-6 düzeylerinin azaldığı
gösterilmiştir.
Sonuç
olarak
duygudurum
dengeleyicilerinin
bipolar
bozuklukta
immünmodülatör etkisinin olduğu ve IL-6’nın bipolar manik hastalarda bir durumsal
belirleyici (state marker) olabileceği öne sürülmüştür (57). Başka bir çalışmada da,
lityum tedavisini takiben Th2 sitokin üretiminde artış rapor edilmiş (67), fakat Kim ve
arkadaşları (2007) altı haftalık tedavi sonrasında Th2 sitokini olan IL-4’de bir değişiklik
bulmamışlardır (57).
Rapaport ve arkadaşlarının (1999) yaptığı ve hızlı döngülü bipolar hastaların seçildiği
çalışmada,
bipolar
bozukluğa
sahip
bazı
bireylerin
ılımlı
immün
aktivasyon
gösterebildiği ve lityumun benzersiz immünmodulatör özellikleri olabileceği öne
sürülmüştür. Lityum tedavisi öncesi ve dört haftalık lityum tedavisi sonrası hızlı döngülü
bipolar hastalarda immün fonksiyon olarak serum ölçümleri yapılmıştır. Aynı çalışmada
21
erken proinflamatuar kaskadın bir elemanı olan IL-6 ve sIL-6R araştırılmış, Th1 tipi
yada hücresel immün aktivasyonla ilişkili IL-2, IFN-γ ve sIL-2R analiz edilmiş ve Th2
yada humoral immün aktivasyonla ilişkili IL-4 ve IL-10 sitokinleri de ölçülmüştür. Hızlı
döngülü hastalara ve sağlıklı gönüllülere lityum verilmesi sonrasında tedaviye yanıt ile
sIL-2R düzeylerinin ilişkisine bakıldığında, istatistiksel olarak anlamlı olmasa da, hızlı
döngülülerde bir eğilimden bahsedilebileceği, ancak aynı eğilimin sIL-6R için daha az
olduğu öne sürülmüştür. Aynı çalışmada klinik durum ve cinsiyetle serum sitokin ve
sitokin reseptörleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Bu
ılımlı immün aktivasyonun depresyon ve şizofrenide daha geniş bir şekilde tanımlandığı
gibi, bipolar bozukluğun da henüz bilinmeyen bir parçası olabileceği öne sürülmüştür.
Aynı çalışmada lityum tedavisi ile serum sIL-2R ve sIL-6R düzeylerinin normale
döndüğü gösterilmiştir. Sonuç olarak bu makalede hızlı döngülü bipolar bozukluğa
sahip hastaların ılımlı düzeyde nonspesifik bir immün aktivasyon gösterdiği öne
sürülmüştür (62). Ancak klinik örneklem sayısının oldukça düşük olması ve hastaların
klinik durumlarının farklı özellikler içermesi çalışmanın gücünü azaltmaktadır.
Tollerud ve arkadaşları (1994) ırk ve sigara kullanımı gibi çevresel etkilerin plazma
sIL-2R düzeylerini değiştirebildiğini öne sürmüşlerdir (68). Bununla birlikte Tsai ve
arkadaşları (1999) dolaşımdaki sIL-2R ve sIL-6R’lerinin daha stabil immün belirleyiciler
olduğunu (çevresel faktörlerden etkilenmeme gibi) ve plazmada daha kolaylıkla
ölçülebildiğini belirtmişlerdir (69). İlginç bir şekilde panik bozukluk (70), sosyal fobi (71),
obsesif kompulsif bozukluk (72), travma sonrası stres bozukluğu (73), anoreksiya
nervosa (74) yada stresin indüklediği anksiyete gibi(75) minör psikiyatrik bozukluklarda
plazma sIL-2R düzeylerinde yükselme olmamıştır. Bipolar bozuklukta ise, sIL-2R
düzeylerindeki kayda değer yükselmenin duruma bağlı etkiyi (manik dönem veya
depresif dönem süresince) gösterdiği öne sürülmüştür (55,69).
Daha önceki yapılan çalışmalarda şizofreni (76) ve depresif bozuklukta (37) görülen
artmış sIL-2R düzeylerinin tersine, bipolar bozuklukta manik dönemin şiddeti ve plazma
sIL-2R düzeyleri arasında bir ilişkinin olduğu ve bununla beraber, plazma sIL-2R
düzeylerindeki yükselmenin majör depresyonda semptomların şiddetinden bağımsız
olarak görüldüğü (37); şizofrenide ise pozitif ve negatif semptomların şiddeti ile
ilişkisinin olmadığı belirtilmiştir (76). Bununla beraber bipolar hastaların yaklaşık olarak
%75’inde manik dönem süresince plazma sIL-2R düzeylerinin yükselmiş olduğu
22
gösterilmiştir. Bipolar manide ve remisyon sonrasında, plazma sIL-2R ve sIL-6R
düzeylerini yaş, cinsiyet, başlangıç yaşı, hastalığın süresi, önceki dönemlerin sayısı,
sigara ya da tedavi durumu gibi faktörlerin etkilemediği gözlenmiştir. Bu klinik
karakteristiklerin, depresif bozuklukta sIL-2R ve sIL-6R’nin plazma düzeyleri üzerine
etkisiz olduğu bildirilmiştir (76); Manik dönemlerden önce ya da sonra depresyonu olan
hastaların izlendiği bir çalışmada, plazma sIL-2R düzeyleri daha yüksek olmasına
rağmen, bu durumun bipolar bozuklukta zıt kutupluluk (polarite) semptomatik şiddetinin
plazma sIL-2R düzeylerini arttırdığı öne sürülmüştür (63). Plazma sIL-2R düzeylerinin,
dalgalanma gösterebildiği ve geniş bir aralığa sahip olduğunun bilinmesine rağmen; bu
durumun 3 aydan daha uzun süredir fiziksel olarak sağlıklı olan kişilerde, oldukça stabil
olduğu belirtilmiştir (63). Sonuç olarak; olasılıkla bipolar maninin;
plazma sIL-2R
düzeylerinde yükselme fakat sIL-6R düzeylerinde yükselmeme ile karakterize olduğu,
yalnız lityum yada lityum+birinci kuşak antipsikotikler ile remisyon sonrasındaki
semptomatik
iyileşmenin
plazma
sIL-2R
düzeylerinin
azalmasına
eşlik
ettiği
belirtilmiştir. Bu durumun bipolar hastalarda plazma sIL-2R düzeylerinin manik dönemin
şiddetiyle orantılı olarak ilişkili olabileceği ileri sürülmüştür (63).
Klinik örneklemin oldukça düşük olduğu bu çalışmalarda, sonuçları yorumlamak
oldukça zordur. Belirgin klinik özelliklere sahip hasta gruplarında sitokin düzeylerini
belirlememiz, hastalığın doğasına ait daha net bulgular sağlamamız açısından
önemlidir. Hastalığın tedavide zorluk yaratan klinik durumlarından birini eşik altı
belirtiler oluşturur. Son yapılan çalışmalarda, bipolar bozukluğa sahip hastaların önemli
bir bölümünde hastalık seyri boyunca %50’ye yakın eşik altı belirtiler gösterdikleri,
özellikle de depresif eşik altı belirtiler sergiledikleri belirtilmiştir. Judd ve arkadaşları
(2002) 146 bipolar tip I bozukluğa sahip hastanın 12 yıllık uzun dönem takipleri
sonucunda %47.3lük sürede sistematik olarak hasta olduklarını ve depresif belirtilerin
ön planda olduğunu belirtmişlerdir. Bu çalışmada esas nokta olarak eşik altı sendromal
depresif ve hipomanik belirtilerin sendrom seviyesindeki belirtilere göre 3 kat daha fazla
sıklıkta görüldüğü vurgulanmıştır (77). Keitner ve arkadaşları (1996) ise, 74 bipolar tip I
bozukluğa sahip hastanın yarısından çoğunda rezidüel depresif (%54) ve manik (%68)
belirtiler kaldığını belirtmişlerdir (78).
23
Çalışmamızda, bipolar bozukluk ve sağlıklı kontrollerde sitokin reseptör düzeylerinin
yanısıra yukarıda tanımlanmış olan özellikler nedeniyle, bazı eşik altı belirtilerle
seyreden ötimik bipolar hastalarda daha kararlı formlar olan plazma çözünür IL-2
reseptörü (sIL-2R), çözünür IL-6 reseptörü (sIL-6R) ve çözünür TNF reseptörünün
(sTNF-RI) belirtisiz ötimik bipolar hastalarla ve sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında
yükselmiş olabileceği ve bu nedenle eşik altı belirtilerle seyreden bipolar hastalarda
ılımlı bir immün aktivasyonun olabileceği varsayılarak bu üç grup arasında plazma
sIL-2R, sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri arasındaki ilişkinin araştırılması hedeflenmiştir.
24
B. YÖNTEM ve GEREÇLER
1. Hasta ve Kontrol Grubu Seçimi
Hasta Grubu Seçimi: DSM-IV TR ölçütlerine göre bipolar bozukluk tanısı almış olup,
Bakırköy Prof Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Raşit Tahsin Duygudurum Merkezi’nde düzenli olarak izlenen hastalar
arasından, ötimik dönemleri eşik altı belirtilerle seyreden 22 ve belirtisiz seyreden 23
hasta alınmıştır. Çalışmaya dahil edilen bütün hastalar için geçirilmiş medikal öykü,
EKG (Elektrokardiyografi), EEG (Elektroensefalografi), fiziksel muayene, tam kan
sayımı, biyokimya analizleri, tiroid ve karaciğer fonksiyon testleri incelenmiştir.
Kontrol Grubu Seçimi: Sağlıklı kontrol grubuna dahil edilen 23 kişinin, son üç hafta
içerisinde herhangi bir ilaç tedavisi almamış olmaları ve fiziksel olarak sağlıklı olmaları
göz önüne alınmıştır. Çalışmaya dahil edilen bütün kişiler için geçirilmiş medikal öykü,
EKG, EEG, fiziksel muayene, tam kan sayımı, biyokimyasal analizleri, tiroid ve
karaciğer fonksiyon testleri incelenmiştir. Ayrıca yaş, cinsiyet, etnik ve demografik
özellikleri açısından bipolar hastalarla benzer özelliklere sahip, herhangi bir psikiyatrik
bozukluk öyküsü olmayan bireyler bu gruba dahil edilmiştir.
Çalışmaya alınan bütün kişiler (hasta ve kontrol grubu dahil) için bilgilendirilmiş onay
formu imzalatılmış, Young Mani Derecelendirme Ölçeği (YMDÖ) (93), Hamilton
Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HAMDÖ) (94) ve sosyodemografik form verilmiştir.
Dahil Edilme Ölçütleri:
•
Hastaların DSM-IV TR’ye göre bipolar I tanısı almış olup ötimik dönemde
bulunmaları
•
Eşik altı belirtileri olan hastaların izlem formlarında kan alımı öncesinden başlayarak
en az iki ay süreyle bipolar mani ya da depresyon için en az iki ve üzerinde belirti
bulunması,
•
Hastaların YMDÖ skorunun 7 ve HAMDÖ skorunun 8’in altında olması,
•
18–45 yaş aralığında olmaları
25
Dışlama Ölçütleri:
•
Çalışmaya alınan bütün kişilerin; son 3 hafta boyunca enfeksiyon hastalıkları,
herhangi bir allerjik yada dermatit yada tanımlanmış medikal hastalık öyküsü ve
glukokortikoid tedavisini gerektirecek herhangi bir başka hastalığının olması,
•
Epilepsi, demans ve tiroid hastalıkları
•
Kafa Travması geçirmiş olmaları
•
Mental Retardasyonlarının olması
•
Diğer DSM-IV birinci eksen ektanılarının varlığı
•
Haftada 5 birim veya daha fazla alkol ve günde 3 ya da daha fazla fincan kafein
tüketimi olması,
•
Madde bağımlılığı ya da madde kötüye kullanımı tanısı almış olması,
•
Hamile veya emziren kadınlar
•
Okuma-yazma bilmiyor olmaları
2. İşlem Yolu
Örneklerin Toplanması:
Çalışmamızda hasta ve kontrol grubundan sabah saat 8–10:00 saatleri arasında steril
heparinli vakutainer tüplere 10 ml venöz kan alınmıştır. Alınan kan örnekleri 2500
rpm’de 10 dk santrifüj edilmiş ve plazma örnekleri toplanıp ve ependorf godelere
konulmuştur. Bunu takiben plazma örnekleri -70oC’de sitokin düzeylerine bakılana
kadar muhafaza edilmiştir.
Plazma örneklerinin,
sIL-2R, sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri ELISA (enzyme-linked
immunosorbent assay) yöntemi çalışıldığı gün oda ısısında erimesi sağlanmıştır.
ELISA Yöntemi ile sIL-2R, sIL-6R ve sTNF-RI Düzeylerinin Ölçülmesi
Çözünür IL-6R Tayini: Deneylerimizdeki insan sIL-6R kitinde (Biosource) sandwich
ELISA metodu kullanılmıştır. İnsan sIL-6R’ne spesifik antikor 96 kuyucuklu plaklara
kaplanmıştır. sIL-6R ELISA kitinin aşamaları Şekil 3’de özetlenmiştir.
Konjugat dışında tüm ELISA kitinde bulunan standart dilüsyon tamponu, standart, 96
kuyucuklu ELISA plağı ve plazma örnekleri, çalışmaya başlamadan en az 1 saat önce
dolaptan çıkartılarak oda sıcaklığına gelmeleri beklenmiştir.
26
Standart ve Örneklerin Hazırlanması: Kitte bulunan 10000 pg/ml konsantrasyonundaki
standart, standart dilüsyon tamponuyla dilue edilmiştir. Dilüsyon sonrası standartlar seri
dilüsyonlar yardımıyla 4000 pg/ml, 2000 pg/ml, 1000 pg/ml, 500 pg/ml, 250 pg/ml, 125
pg/ml ve 0 pg/ml konsantrasyona ayarlanmıştır.
-70oC’ de saklanan plazma örneklerinin oda ısısında çözünmüştür. Çözündükten sonra
her bir plazma örneği 1:100 oranında standart dilüent tamponuyla dilüe edilip, ELISA
çalışma aşamalarına hazır hale getirilmiştir.
Standart ve Örneklerin ELISA Kuyucuklarına Konulması: Standart ve örnekler uygun
şekilde dilüe edildikten sonra 96 kuyucuklu sIL-6R antikoruyla kaplı kuyucuklara
konulmuştur. Bu amaçla her bir kuyuya 50 µl plazma örneği ve 50 µl standartlar
pipetlenmiştir. Daha sonra yine her bir kuyucuğa 50 µl biyotinlenmiş anti-sIL-6R (biyotin
ile konjuge) pipetlenmiş ve plağın yüzeyi şeffaf örtü ile kapatıldıktan sonra plak oda
ısısında 2 saat inkübe edilmiştir.
Yıkama Aşaması: 2 saatlik inkübasyon aşamasını takiben plağın yıkama aşamasına
geçilmiştir. Yıkama işlemi otomatize ELISA yıkayıcısı (ELX50, BIO-TEK Instruments)
kullanılarak yapılmıştır. Bu işlem, plaktaki sıvılar aspire edildikten sonra otomatize
olarak her bir kuyucuğa verilen 0,4 ml yıkama solüsyonu ile 4 kez yıkanmıştır.
Streptavidin-HRP Solusyon İlavesi: Yıkama aşamasını takiben her bir kuyucuğa 100 µl
Streptavidin-HRP solusyonu konulmuştur. Plağın yüzeyi şeffaf örtüyle kapatılmış ve 30
dakika oda ısısında inkübe edilmiştir.
Yıkama Aşaması: 30 dakikalık inkübasyon aşamasını takiben plak 4 kez ELISA
yıkayıcısında (ELX50, BIO-TEK Instruments) yıkanmıştır.
Kromojen İlavesi: Yıkama aşamasını takiben plağa 100 µl stabilize edilmiş kromojen
ilave edilmiştir. 30 dakika oda ısısında karanlıkta plağın inkübasyonu yapılmıştır.
Reaksiyonun Durdurulması: Plaklara 100µl 0.5N H2SO4 içeren stop solusyonu ilave
edilip reaksiyon durdurulmuştur.
27
Plakların Okunması: Plaklardaki optik yoğunluk (OD) 450nm dalga boyunda ELISA
okuyucusunda (ELX800, BIO-TEK Instruments) değerlendirilmiştir sIL-6R ELISA’nın
sensitivitesi <8 pg/ml’dir.
50 µl standart ve plazma örneklerinin
ilavesi
50 µl Biotin konjugat ilavesi
2 saat oda ısısında inkübasyon
Aspirasyon ve
yıkama aşaması x4
100 µl Streptavidin-HRP ilavesi
30 dk oda ısısında inkübasyon
Aspirasyon ve
yıkama aşaması x4
100 µl stabilize kromojen ilavesi
30 dk oda ısısında inkübasyon
100 µl stop solusyon ilavesi ve 450 nm
ELISA okuyucusunda okuma
sIL-6R
StreptavidinHRP
Biotinlenmiş
AntisIL-6R
Anti-sIL-6R
Şekil 3. sIL-6R ELISA deneyinin aşamaları özetlenmiştir.
Çözünür IL-2R Tayini: Deneylerimizde kullanılan insan sIL-2R kitinin yöntemi
(Biosource) sandwich ELISA metodu yöntemine dayanmaktadır. 96 kuyucuklu ELISA
plağı insana spesifik sIL-6R antikoru ile kaplanmıştır. sIL-2R ELISA kitinin aşamaları
Şekil 4’de özetlenmiştir. Konjugat dışında tüm ELISA kitinde bulunan standart dilüsyon
tamponu, standart, 96 kuyucuklu ELISA plağı ve plazma örnekleri çalışmaya
başlamadan en az 1 saat önce dolaptan çıkartılarak oda sıcaklığına gelmeleri
beklenmiştir.
28
Standart ve Örneklerin hazırlanması: Kitte bulunan 8000 pg/ml konsantrasyonundaki
standart, standart dilüsyon tamponuyla dilue edilmiştir. Dilüsyon sonrası standartlar seri
dilüsyonlar yardımıyla 8000 pg/ml, 4000 pg/ml, 2000 pg/ml, 1000 pg/ml, 500 pg/ml, 250
pg/ml, 125 pg/ml ve 0 pg/ml konsantrasyona ayarlanmıştır.
-70C’de saklanan plazma örnekleri oda ısısında çözünmüştür. Çözündükten sonra her
bir plazma örneği 1:4 oranında standart dilüent tamponuyla dilüe edilip ve ELISA
çalışma aşamalarına hazır hale getirilmiştir.
Standart ve Örneklerin ELISA Kuyucuklarına Konulması: Standart ve örnekler uygun
şekilde dilüe edildikten sonra 96 kuyucuklu sIL-2R antikoruyla kaplı plağa konulmuştur.
Bu amaçla her bir kuyuya 50 µl plazma örneği ve 50 µl standartlar pipetlenmiştir. Daha
sonra yine her bir kuyucuğa 100 µl biyotinlenmiş anti-sIL-2R (Biyotin ile konjuge)
pipetlenmiş ve plağın yüzeyi şeffaf örtü ile kapatıldıktan sonra plak oda ısısnda 2 saat
inkübe edilmiştir.
Yıkama Aşaması: 2 saatlik inkübasyon aşamasını takiben plağın yıkama aşamasına
geçilmiştir. Yıkama işlemi otomatize ELISA yıkayıcısı (ELX50, BIO-TEK Instruments)
kullanılarak yapılmıştır. Bu işlem, plaktaki sıvılar aspire edildikten sonra otomatize
olarak her bir kuyucuğa verilen 0,4 ml yıkama solüsyonu ile 4 kez yıkanmıştır.
Streptavidin-HRP Solusyon İlavesi: Yıkama aşamasını takiben her bir kuyucuğa 100 µl
Streptavidin-HRP solüsyonu konulmuştur. Plağın yüzeyi şeffaf örtüyle kapatılmış ve 30
dakika oda ısısında inkübe edilmiştir.
Yıkama Aşaması: 30 dakikalık inkübasyon aşamasını takiben plak 4 kez ELISA
yıkayıcısında (ELX50, BIO-TEK Instruments) yıkanmıştır.
Kromojen İlavesi: Yıkama aşamasını takiben plağa 100 µl stabilize edilmiş kromojen
ilave edilmiştir. 30 dakika oda ısısında plağın inkübasyonu yapılmıştır.
Reaksiyonun Durdurulması: Plaklara 100µl 0.5N H2SO4 içeren stop solüsyonu ilave
edilip reaksiyon durdurulmuştur.
29
Plakların Okunması: Plaklardaki optik yoğunluk (OD) 450nm dalga boyunda ELISA
okuyucusunda (ELX800, BIO-TEK Instruments) değerlendirilmiştir (Molecular Devices
Menlo Park, CA). sIL-2R ELISA’nın sensitivitesi <16 pg/ml’dir.
50 µl standart ve plazma örneklerinin ilavesi
100 µl Biotin konjugat ilavesi
2 saat oda ısısında inkübasyon
Aspirasyon ve yıkama
aşaması x4
100 µl Streptavidin-HRP ilavesi
30 dk oda ısısında inkübasyon
Aspirasyon ve yıkama
aşaması x4
100 µl stabilize kromojen ilavesi
30 dk oda ısısında inkübasyon
100 µl stop solüsyon ilavesi ve 450 nm
ELISA okuyucusunda okuma
sIL-2R
StreptavidinHRP
Biotinlenmiş
AntisIL-2R
Anti-sIL-2R
Şekil 4. sIL-2R ELISA kiti aşamaları özetlenmiştir.
sTNF-RI Tayini: İnsana karşı üretilmiş Çözünür TNF-RI (Biosource) sandwich ELISA
metodu kullanılmıştır. 96 kuyucuklu ELISA plağı insana spesifik sTNF-RI antikoru ile
kaplanmıştır. sTNF-RI ELISA aşamaları Şekil 5’te özetlenmiştir.Konjugat dışında tüm
ELISA kitinde bulunan standart dilüsyon tamponu, standart, 96 kuyucuklu ELISA plağı
ve plazma örnekleri, çalışmaya başlamadan en az 1 saat önce dolaptan çıkartılarak
oda sıcaklığına gelmeleri beklenmiştir.
30
Standart ve Örneklerin hazırlanması: Kitte standart olarak, liyofilize olarak hazır 47
ng/ml, 22 ng/ml, 8 ng/ml, 2.5 ng/ml ve 1 ng/ml konsantrasyondaki standartlar
kullanılmıştır. -70
o
C’de saklanan plazma örnekleri oda ısısında çözünmüştür.
Çözündükten sonra her bir plazma örnekleri dilüe edilmeden kullanılmıştır.
Standart ve Örneklerin ELISA Kuyucuklarına Konulması: Standartlar, plazma örnekleri
ve kontrol serumundan 50 µl 96 kuyucuklu sTNF-RI antikoruyla kaplı ELISA plağına
pipetlenmiştir. Daha sonra yine her bir kuyucuğa 200 µl biyotinlenmiş konjugat antisTNF-RI-HRP konjugat solüsyonu (Biyotin ile konjuge)
pipetlenmiş ve plağın yüzeyi
şeffaf örtü ile kapatıldıktan sonra horizontal karıştırıcı sisteminde oda ısısında 1 saat
inkübe edilmiştir.
Yıkama Aşaması: Bir saatlik inkübasyon aşamasını takiben plağın yıkama aşamasına
geçilmiştir. Yıkama işlemi otomatize ELISA yıkayıcısı (ELX50, BIO-TEK Instruments)
kullanılarak yapılmıştır. Bu işlem, plaktaki sıvılar aspire edildikten sonra otomatize
olarak her bir kuyucuğa verilen 0,4ml yıkama solüsyonu ile 3 kez yıkanmıştır.
Kromojen İlavesi: Yıkama aşamasını takiben plağa 50 µl stabilize edilmiş kromojen
ilave edilmiştir. 15 dakika oda ısısında karanlıkta horizontal karıştırıcı sisteminde plağın
inkübasyonu yapılmıştır.
Reaksiyonun Durdurulması: Plaklara 200µl 0.5N H2SO4 içeren stop solusyonu ilave
edilip reaksiyon durdurulmuştur.
Plakların Okunması: Plaklardaki optik yoğunluk (OD) 450nm dalga boyu ve 630 nm
referans
filtrede
değerlendirilmiştir
ELISA
(Molecular
okuyucusunda
Devices
Menlo
sensitivitesi 0.03 ng/ml’dir.
31
(ELX800,
Park,
BIO-TEK
CA).
Instruments)
STNFR-I
ELISA’nın
50 µl standart ve plazma örneklerinin
ilavesi
200 µl anti-sTNF-RI Konjugat solusyonunun ilavesi
1 saat oda ısısnda inkübasyon
Aspirasyon
aşaması x3
ve
yıkama
50 µl kromojen ilavesi
15 dk oda ısısında inkübasyon
200 µl stop solusyon ilavesi ve 450 nm
(referans filtre:630 nm) ELISA okuyucusunda
okuma
Şekil 5. sTNF-RI ELISA kiti aşamaları gösterilmiştir.
3. İstatistik Yöntemi
Bu çalışmada istatistiksel analizler SPSS 13.0 sürümü paket programı ile yapılmıştır.
Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerin (ortalama, standart
sapma) yanı sıra, ikili grupların sürekli verilerinin karşılaştırmasında bağımsız t testi,
nitel verilerinin karşılaştırmasına ki-kare testi, üçlü grupların sürekli verilerinin
karşılaştırılmasında tek yönlü varyans analizi ve post-hoc değerlendirme için Tukey
testi kullanılmıştır. Sürekli verilerin birbiri ile olan ilişkisini değerlendirmek için Pearson
korelasyon testi kullanılmıştır. Sonuçların istatistiksel anlamlılığı için p < 0,05 düzeyi
esas alınmıştır.
32
C. BULGULAR
1. Sosyodemografik Bulgular
Çalışmada değerlendirilen 22 eşik altı belirtilerle seyreden BP, 23 belirtisiz ötimik BP
hastadan ve 23 gönüllü sağlıklı bireyden oluşan üç grubunun sosyodemografik
özellikleri tablo 3’de gösterilmiştir.
Tablo 3
Yaş(yıl)
Cins (kadın/erkek)
Medeni hal (bekar/evli)
Kimle yaşıyor?
Eş ve çocuklar
Anne-baba
Yalnız
Yakını ile
Çalışma Durumu
Sağlıklı
Kontrol
Belirtisiz BP
Ötimik
Eşikaltı
Belirtili BP
31,65±5,21
12/11
13/10
34,61±7,28
13/10
13/10
36,86±7,03
12/10
12/10
10
4
7
2
9
12
2
7
10
5
Çalışıyor veya öğrenci
İşsiz
Emekli
Eğitim süresi (yıl)
Sigara kullananlar
23
14
9
16,43±4,53
7
9,61±4,35
10
9
11
2
11,23±4,54
10
Sigara kullanım süresi (yıl)
2,39±4,17
5,96±8,70
5,86±7,47
3
10
10
7
8
1.derece akrabada BPöyküsü
2.derece akrabada
BP öyküsü
2. Hastaların Klinik Özellikleri
Tablo 4’de çalışmaya dahil edilen hastaların klinik özellikleri gösterilmiştir.
33
Tablo 4
Başlangıç yaşı (yıl)
Başlangıç dönemi (mani/depresyon)
Toplam mani dönemi sayısı
Toplam depresyon dönemi sayısı
Toplam hipomani dönemi sayısı
Toplam Karma dönem sayısı
Toplam dönem sayısı
Eşik altı belirtilerin aralıksız süresi (ay)
Eşik altı belirtiler aralıklı süresi (yıl)
Eşik altı belirtilerin türü (depresif, manik,karma)
Belirtisiz BP
Eşikaltı
Ötimik
22,13±6,37
15/8
2,96±2,14
1,13±1,79
0,52±1,20
0,09±0,28
4,70±3,08
Belirtili BP
21,64±6,20
11/11
4,09±4,61
3,45±2,70
0,95±1,81
0,45±1,22
8,95±6,20
4,95±3,42
2,23±1,79
14, 6, 2
Eşik altı belirtileri olmayan hastalara kıyasla eşik altı belirtilerle seyreden BP hastaların
toplam depresyon dönemi sayısı (3,45±2,70 ve 1,13±1,79 ve toplam dönem sayısı
(8,95±6,20 ve 4,70±3,08) daha fazlaydı (sırasıyla t=3,384 df=36,245 p=0,002;
t=30,453, df=30,453, p=0,007). Başlangıç dönemi depresif dönem olan 19 hastanın
toplam depresif dönem sayısı başlangıç dönemi depresif dönem olmayanlara göre
yüksekti (3,53±2,52 ve 1,35±2,17, df=43, t=-3,106, p=0.003). Eşik altı belirtilerle
seyreden ve başlangıç dönemi depresif dönem olan hastaların eşik altı belirtilerinin türü
11’inde depresif iken 1’inde manik idi, eşik altı belirtilerle seyreden ve başlangıç dönemi
manik dönem olan hastaların eşik altı belirtilerinin türü 4’ünde depresif, 5’inde manik,
2’sinde karmaydı (χ²=7,238, df=2, p=0,02). Depresif özellikteki eşik altı belirtilerle
seyreden hastaların belirtilerinin aralıksız olarak süresi manik özellikteki eşik altı
belirtilerle seyreden hastaların süresine kıyasla fazlaydı (5,86 ± 3,97 ay, 3,38 ± 1,18 ay,
df=16,621, t=2,171, p=0,04)
3. Hastaların Tedavi Özellikleri
Eşik altı belirtilerle seyreden ve belirtisiz BP hastaların mevcut tedavi planlarında
seçilen duygudurum dengeleyiciler (DDD) tablo 5’de, antidepresanlar tablo 6’da,
antipsikotikler tablo 7’de gösterilmiştir.
Tablo 5
DDD
Eşik Altı
Belirtili
Grup (n)
Belirtisiz
Grup(n)
34
Tekli DDD
11
15
Çoklu DDD
11
8
Tablo 6
Antidepresa
n Kullanımı
Belirtisiz
Grup(n)
Yok
Eşik Altı
Belirtili
Grup (n)
14
TSA
1
1
SSRI
6
0
SNRI
1
1
21
TSA: Trisiklik Antidepresan,
SSRI: Selektif Serotonin Gerialım İnhibitörü,
SNRI: Serotonin-Norepinefrin Gerialım İnhibitörü
Tablo 7
Antipsikotik
Kullanımı
Eşik Altı
Belirtili
Grup(n)
3
Belirtisiz
Grup(n)
1.kuşak AP
1
0
2.kuşak AP
18
12
Yok
11
AP: Antipsikotik
Sadece lityumun tek başına kullanımı tercih edilirken, diğer ilaçlar kombinasyon
tedavisi olarak tercih edilmekteydi. Eşik altı belirtilerle seyreden sadece bir BP hasta
tek başına lityum ile izlenmekte iken eşik altı belirtisiz altı hasta tek başına lityum ile
izleniyordu ve diğer hastalar birden çok ilaç kullanmaktaydı (χ²=3,972, df=1, p=0,04).
Birden çok DDD kullanan eşik altı belirtili BP hasta sayısı 11 iken, belirtisiz hasta sayısı
8 idi. Tüm DDD tedavi edici kan düzeylerinde ve doz aralıklarında kullanılmaktaydı.
Lityum kullanan eşik altı belirtili hastaların lityum kan düzeyi ortalaması (0,79 ± 0,11
mEq/lt) belirtisiz BP hastalara göre (0,77 ± 0,10 mEq/lt) fazlaydı; ancak istatistiksel
35
olarak anlamlı değildi. Yirmi iki eşik altı belirtili BP hastadan 16’sına eşik altı belirtileri
için mevcut tedavisine ilaç eklemesi (7 hastaya lamotrijin, 1 hastaya valproik asit, 1
hastaya venlafaksin, 1 hastaya klorpromazin, 1 hastaya olanzapin, 4 hastaya ketiapin
ve 1 hastaya klozapin) yapılmıştı. Eşik altı belirtili 19, belirtisiz 12 BP hastanın
tedavisine antipsikotik eklenmişti (χ²=6,133, df=1, p=0,01). Eşik altı belirtili 8, belirtisiz 2
hastanın tedavisine antidepresan eklenmişti (χ²=4,980, df=1, p=0,02).
4. Sitokin Reseptörlerinin Demografik ve Klinik Özelliklerle İlişkisi
sIL-2R, sIL-6R, sTNF-RI düzeyleri bağımlı değişkenler olmak üzere gönüllü sağlıklı
bireyler, eşik altı belirtili BP hastalar, belirtisiz BP hastalardan oluşan üç grubu
karşılaştırmak için uygulanan tek yönlü varyans analizinin sonuçları tablo 8’de
verilmiştir.
Tablo 8
Sağlıklı
kontrol
Eşikaltı
Belirtili
Ötimik Grup
Belirtisiz
Ötimik Grup
f
P
sIL-2R
75,26±227,51 113,50±219,10 213,39±353,15
1,552
0,22
sIL-6R
116,12±48,46
184,77±82,61*
192,04±72,69*
8,385
0,01
1,26±0,74
2,62±1,64*
2,31±1,130*
7,741
0,01
sTNF-RI
*Eşikaltı Belirtili = Belirtisiz > kontrol
Grafik 1’de sIL-2R düzeylerinin, grafik 2’de sIL-6R düzeylerinin, grafik 3’de sTNF-RI
düzeylerinin nokta grafikleri gösterilmiştir.
Grafik 1. sIL-2R sonuçları
36
1500
sIL-2R (pg/ml)
1200
900
600
300
0
Saglikli kontrol
Belirtisiz ötimik
Belirtili esik alti
Grafik 2. sIL-6R sonuçları
400
*
* p=0,01
*
sIL-6R (pg/ml)
300
200
100
0
Saglikli kontrol
Belirtisiz ötimik
Grafik 3. sTNF-RI sonuçları
37
Belirtili esik alti
10
* p=0,01
*
sTNF-RI (ng/ml)
8
*
6
4
2
0
Saglikli kontrol
Belirtisiz ötimik
Belirtili esik alti
Çalışmaya dahil edilenlerin yaşı ile sIL-6R (r=0,25, p=0,03) ve sTNF-RI düzeyleri
(r=0,29 p=0,01) arasında pozitif doğrusal ilişki bulunmaktaydı. sIL-6R düzeyleri ve
sTNF-RI (r=0,24, p=0,04)
düzeyleri arasında pozitif doğrusal ilişki bulunmaktaydı.
Sitokin reseptör düzeyleri ile hastalığın başlangıç yaşı, hastalığın süresi, toplam manik
dönem sayısı, toplam depresif dönem sayısı, toplam karma dönem sayısı, toplam
dönem sayısı, eşik altı belirtilerin aralıklı ve aralıksız süreleri, mevcut HAMDÖ ve
YMDÖ skorları arasında ilişki bulunmamaktaydı. Sigara kullanımı ve cinsiyet farklılıkları
ile sitokin reseptör düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmamaktaydı. Çalışmaya
dahil edilenlerin plazma bekleme süreleri (33,76±17,10) ile sIL-6R (r=0,33, p=0,05) ve
sTNF-RI (r=0,35, p=0,03) düzeyleri arasında pozitif doğrusal ilişki bulunmaktaydı;
ancak sIL-2R (r=0,17, p>0,05) düzeyleri arasında doğrusal ilişki bulunmamaktaydı.
Bipolar hasta grubunun plazma bekleme süreleri (42,20±13,48) ile sIL-2R (r=0,90,
p>0,05), sIL-6R (r=0,35, p>0,05) ve sTNF-RI (r=0,23, p>0,05) düzeyleri arasında
doğrusal ilişki bulunmamaktaydı. Depresif eşik altı belirtilerle seyreden hastalar ile
manik eşik altı belirtilerle seyreden hastalar arasında sitokin reseptör düzeyleri
açısından fark bulunmamaktaydı. Depresif dönem başlangıçlı BP hastaların sIL-2R
düzeyleri manik dönem başlangıçlı BP hastalara göre düşüktü (52,10 ± 117,22 ve
246,73 ± 357,83 df=43, t=2,277, p=0,028). Antipsikotik kullanan BP hastalar ile
kullanmayan BP hastalar arasında sitokin reseptör düzeyleri açısından fark yoktu.
38
D. TARTIŞMA ve SONUÇ
Bu çalışma bilgilerimize göre bipolar hastalarda ötimik grupta (belirtisiz ötimik ve eşik
altı belirtilerle seyreden ötimik bipolar hastalar) sIL-6R ve sTNF-RI sitokin reseptör
düzeylerinin
değerlendirildiği
ilk
çalışmadır.
Çalışmamızın
başlıca
bulgusu
varsayımımızla da uyumlu olarak, sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri açısından sağlıklı
kontroller ile bipolar hastalar arasında anlamlı bir farklılığın bulunmasıydı. Ancak sIL-2R
düzeyleri açısından sağlıklı kontroller ile bipolar hastalar arasında anlamlı bir fark
bulmadık. Nitekim yapılan bir çalışmada ötimik bipolar hastalar sağlıklı kontrollerle
karşılaştırıldığında serum sIL-2R düzeyleri açısından kayda değer bir farkın
bulunmadığı rapor edilmiştir (55); sIL-2R düzeyleri açısından bizim bulgularımız bu
çalışma ile tutarlılık göstermektedir. Bizim çalışmamızda bipolar hasta grubunda sIL-6R
ve sTNF-RI düzeylerinin sağlıklı kontrollere kıyasla yüksek olmasının sebebi bu
hastalarda CRH salınımının yüksek olmasına bağlı olabilir. Bu nedenle HPA
(hipotalamo-pituiter-adrenal eksen) işlev bozukluğu bipolar bozuklukta potansiyel bir
“trait marker” (özellik belirleyici) olup, bu hastalıkta patolojik sürecin bir göstergesi
olabilir.
Çalışmamızın bir diğer bulgusu ise; sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri açısından bipolar
hasta grubunda eşik altı belirtilerle seyreden ve eşik altı belirtisi bulunmayan ötimik
gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamış olmasıdır. Bu bulgular bizim
öngördüğümüz biçimde eşik altı belirtisi olan ötimik hastaların sitokin düzeylerinin daha
yüksek olabileceği varsayımı ile uyumlu değildir. Bu durum hastaların özellikle lityum
olmak üzere düzenli psikotrop ilaç kullanması ve bu ilaçların olası immünmodülatör
etkisi nedeniyle sitokin düzeylerinin regülasyonuna bağlı olabilir. Ayrıca, bütün
hastalarımızın
duygudurum
dengeleyici
düzeyleri
terapötik
sınırlar
içinde
bulunmaktaydı. Nitekim, daha önce yapılan çalışmalarda klorpromazin ve diğer birinci
kuşak antipsikotiklerin IL–2 ve TNF-α üretimi üzerine inhibitör etkiye sahip olduğu (31),
risperidon ve klozapin gibi ikinci kuşak antipsikotiklerin ise antiinflamatuar aktivitelerinin
görüldüğü
(40,42,43)
belirtilmiştir.
Lityum
ve
valproik
asit
gibi
duygudurum
dengeleyicilerinin immün işlevler üzerindeki etkilerinin henüz tam açıklığa kavuşmamış
olmasına karşın, yapılan bir çalışmada manik dönem boyunca başlangıçta IL–6
düzeylerinde artış ve 6 hafta boyunca duygudurum dengeleyicileri ile tedavi sonrasında
39
(remisyonda) IL-6 düzeylerinin azaldığı gösterilmiş olup, bu bulgulara dayanarak
duygudurum
dengeleyicilerinin
bipolar
bozuklukta
immünmodülatör
etkilerinin
olabileceği öne sürülmüştür (57). Hızlı döngülü bipolar hastaların ele alındığı bir başka
çalışmada da lityum tedavisi ile serum sIL-2R ve sIL-6R düzeylerinin normale döndüğü
bulunmuştur (62). Bir başka çalışmada ise etkili bir lityum tedavisi ile plazmada
inflamatuar
yanıt
sisteminin
aktivasyon
belirleyicisi
olan
akut
faz
proteini
konsantrasyonunun azaldığı gösterilmiştir (44).
Çalışmamızın diğer bulguları ise; sitokin reseptör düzeyleri ile hastalığın başlangıç
yaşı, toplam manik dönem sayısı, toplam depresif dönem sayısı, toplam karma dönem
sayısı, toplam dönem sayısı, eşik altı belirtilerin aralıklı ve aralıksız süreleri, mevcut
HAMDÖ ve YMDÖ skorları arasında doğrusal bir ilişkinin (korelasyon) bulunmamış
olmasıdır. Bu bulgular yapılan diğer çalışmalardan elde edilen bulgularla uyuşmaktadır.
Ayrıca eşik altı belirti türüne göre değerlendirmede, yani depresif belirtilerle seyreden
bipolar hastalar ile manik belirtilerle seyreden bipolar hastalar arasındaki sitokin
reseptör düzeyleri arasında fark bulunmamıştır. Fakat manik ve depresif eşik altı belirti
arasındaki olası farkın sitokinler açısından değerlendirilmesi ilk kez yapılmaktadır.
Sigara kullanımı ve cinsiyet farklılıkları ile sitokin reseptör düzeyleri arasında anlamlı bir
fark bulunmamıştır. Nitekim daha önce yapılan çalışmalarda bipolar bozukluğun bu
klinik karakteristiklerinin (başlangıç yaşı, hastalığın süresi, önceki epizodların (dönem)
sayısı, sigara kullanımı ve cinsiyet farklılığının) sitokin düzeylerini etkilemediği
gösterilmiştir (63,76).
Çalışmaya dahil edilenlerin yaşı ile sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri arasında anlamlı bir
pozitif doğrusal ilişki (korelasyon) bulduk. Bu bulgu daha önce yapılan çalışmalarda
yaşın
plazma
sitokin
reseptör
düzeylerine
etkisinin
bulunmadığı
çalışmalarla
uyumsuzdur (55,69). Olasılıkla bu nedenle bir başka çalışmada da 45 yaşından daha
büyük kişiler çalışma dışında bırakılmışlar ve yaşın sitokin reseptör düzeylerine
etkisinin halen bilinmediği belirtilmiştir (63). Benzer biçimde biz de çalışmamızda 45
yaşından daha büyük kişileri çalışmanın dışında bıraktık. Bu veriyi desteklemek için
ilerde daha büyük yaş gruplarında ve çalışmaya daha çok kişinin katıldığı daha
kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. Yaşla birlikte sitokin reseptör düzeylerindeki bu
artışın olası nedenlerinden bir tanesi yaşla birlikte yaşamsal stresörlere daha fazla
maruz kalmak ve bu stresörlerin sIL-6R ve sTNF-RI gibi proinflamatuar sitokin
40
düzeylerini artırmış olabileceğidir (1). IL–6 ve TNF-α akut faz yanıtında rol oynayan
sitokinlerdir. Bizim çalışmamızda sIL-6R düzeyleri ile sTNF-RI düzeyleri arasında
anlamlı bir pozitif doğrusal ilişki (korelasyon) bulduk. IL–6 artışı, TNF-α’nın artışına
neden olmaktadır (1). Muhtemelen sIL-6R artışı da sTNF-RI artışına neden olmaktadır.
Bu da çalışmamızın bulguları ile tutarlılık göstermektedir.
Eşik altı belirtilerin, özellikle de tanı koyacak aşamaya varmayan hipomani belirtilerinin
hastalığın depreşme riskini arttırdığı bilinmektedir (79,80,81). Ayrıca, kalıcı eşik altı
belirtilerin yinelemeyi yordayıcı bir etken olduğu da kabul edilmektedir (82). Dolayısıyla,
eşik altı belirtilerin erken tanı ve tedavisinin klinik gidiş ve sonlanım üstündeki etkisi
önemlidir (83,84). Martin ve arkadaşlarının (1992) izledikleri 98 bipolar hastada tüm
eşik altı belirtiler içinde olanlardan, depresif belirtilerin manik belirtilerden iki kat fazla
olduğunu göstermeleri bizim çalışmamızda saptadığımız bulgular ile de paralellik
göstermektedir (85). Goodnick ve arkadaşlarının (1987) bir yıl boyunca izledikleri iki
uçlu hastalarda önceki dönem sayısının fazlalık ve şiddeti ile eşik altı belirtilerin
varlığının sonraki yinelemeler için risk oluşturduğu gözlemleri de yine bizim
bulgularımız ile tamamen paralellik göstermektedir (86). Tohen (1990) de, manik
dönemleri izlemek için dört yıl süreyle 75 hastayı incelemiş, eşik altı belirtisi olan
hastaların daha fazla atak sayısına sahip olduklarını belirtmiştir (87). Bu sonuçlar,
duygudurum bozukluğu hastaları içinde eşik altı belirtilerle seyreden ve ağırlıklı olarak
depresif hastalık dönemleri olan, olumsuz klinik gidişli bir alt grubun varlığını
düşündürtebilir. Ayrıca tedavi edilmemiş eşik altı belirtiler sonraki dönemleri tetikliyor da
olabilir. Benzer şekilde Benazzi bipolar tip II hastalarında tortu belirtilerin bir tutuşturma
etkisi gösterebileceğini ve yeni akut dönemlere yol açabileceğini öne sürmüştür (80).
Sonuçlar değerlendirildiğinde eşik altı belirti gösteren grubun daha fazla tedavi ihtiyacı
olması ve ısrarcı belirtiler karşısında hekim tarafından daha fazla ilaç değişikliği
yapılması beklenen bir durumdur. Nitekim bizim çalışmamızda, eşik altı belirtileri olan
hastaların, olmayanlara göre daha çok duygudurum dengeleyici, antidepresan tedavi
ve antipsikotik tedaviye gereksinim duydukları ortaya konmuştur. Mac Queen ve
arkadaşları (2001), hastaların işlevselliğinin üst düzeye çıkarılabilmesi için dönem
aralarındaki eşik altı belirtilerin erken dönemde saptanmasının ve etkin olarak tedavi
edilmesinin önemini vurgulamışlardır (88). Çalışma sonuçlarımız değerlendirildiğinde;
işlevsel bozulmaya yönelik sonuçlara bakılmaması ile birlikte eşik altı belirtiler gösteren
41
hasta grubunda artmış ilaç kullanımının tespit edilmesi ve bununda ciddi ekonomik
sonuçlarının olması kliniğimizde aynı hasta topluluğu ile Keskin’in (2005) daha önce
yaptığı çalışmada artmış ilaç ve sağlık hizmetlerinin ciddi ekonomik sonuçlara yol
açtığının ve bunun işlevselliğin bozulması ile ilişkili olduğunun gösterildiği sonuçlarla da
uyuşmaktadır (95).
Hastaların plazma örneklerinin saklama zamanlarının farklı olmasının (3 gün–3 ay)
sonuçları etkilemiş olabileceği de akla gelebilir. Çalışmaya dahil edilen bütün kişiler
incelendiğinde sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri ile plazma örneklerinin saklama zamanı
arasında anlamlı bir doğrusal ilişki (korelasyon) vardı. Ancak bu durumun ortaya
çıkmasının en önemli nedeni sağlıklı kontrollerin plazma örnekleri bipolar hasta
grubunun plazma örneklerinin toplanmasından sonra alınmaya başlanması olabilir.
(nitekim sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri açısından sağlıklı kontroller ile bipolar hastalar
arasında anlamlı bir fark vardı). Plazma örneklerinin saklama zamanları açısından
sadece bipolar hasta grubu (belirtisiz ötimik bipolar hasta grubu ile eşik altı belirtilerle
seyreden ötimik hasta grubu) kendi içinde karşılaştırıldığında bu farklılığın ortadan
kalktığını gördük. Daha önce yapılan bir çalışmada hastaların plazma örneklerinin
saklama zamanı (1 ay-2 yıl arası) ile IL-12 düzeyleri arasında anlamlı bir doğrusal ilişki
(korelasyon) bulunmamıştır (89). Ayrıca bir başka çalışmada plazma örneklerinin
toplama zamanının (3 yıl içinde) inflamatuar yanıt sistemini değiştirmediği gözlenmiştir
(43). Biz de bu çalışmalarla uyumlu olarak plazma örneklerinin saklama zamanlarının
farklı olmasının inflamatuar yanıt sistemini değiştirmediğini düşünmekteyiz. Ayrıca,
koagülasyon kan örneği alınırken monositleri aktive edebilmektedir (91). Örneklerin
eritilmesi IL–6 düzeylerinde artış yapabilmekte ve tüpün tipi sitokin ölçümünü
etkileyebilmektedir (92). Çalışmamızda bu faktörler dikkate alınmıştır.
Bu çalışmanın olası birtakım kısıtlılıkları vardır. Öncelikle örneklem sayımız görece
azdır. Daha büyük örneklem grubuna sahip olmanın istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar
elde edebilmek için bazı avantajları bulunabilir. Eşik altı belirtilerle aralıksız seyreden
ötimik grup değerlendirildiğinde, daha sağlıklı sonuçlar için aralıksız sürenin daha uzun
sürdüğü kapsamlı çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Ayrıca çalışmamıza dahil edilen
bütün hastalar düzenli olarak psikotrop ilaç kullanmaktaydılar ve psikotropik ilaç
tedavisinin (özellikle de lityumun) sitokin reseptör düzeylerini nasıl etkilediği tam olarak
42
bilinmemektedir. Bu çalışmanın bir diğer kısıtlılığı ise vücut sıcaklığı (45) ve fiziksel
aktivite (90) gibi çeşitli biyolojik mekanizmaların sitokin reseptör düzeyleri üzerine olan
olası etkisinin incelenmemiş olmasıdır. Nitekim daha önce yapılan çalışmalarda;
düzenli egzersizin immün işlevler üzerine özellikle 2-3 kat nötrofil artışı, eozinofillerde
azalma, T, B ve NK hücrelerinde değişiklikler, Ig’lerde azalma gibi etkilerinin rapor
edilmiş
olması,
bu
biyolojik
mekanizmaların
sitokin
reseptör
düzeylerini
de
etkileyebileceği olasılığını düşündürmektedir (90).
Sonuç olarak çalışmamızda;
1. Bipolar hastalar sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında plazma sIL-6R ve
sTNF-RI düzeyleri açısından anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.
2. Eşik altı belirtilerle seyreden hastalar ve eşik altı belirtisi bulunmayan hastalar
arasında çözünür sitokin reseptör düzeyleri açısından anlamlı bir fark
saptanmamıştır.
3. Bipolar bozukluğun çeşitli klinik karakteristikleri (hastalığın başlangıç yaşı,
toplam manik dönem sayısı, toplam depresif dönem sayısı, toplam karma
dönem sayısı, toplam dönem sayısı, eşik altı belirtilerin aralıklı ve aralıksız
süreleri, mevcut HAMDÖ ve YMDÖ skorları) ile sitokin reseptör düzeyleri
arasında doğrusal bir ilişki bulunmamıştır.
4. Sigara kullanımı ve cinsiyet farklılıkları ile sitokin reseptör düzeyleri arasında
anlamlı bir fark bulunmamıştır.
5. Çalışmaya dahil edilenlerin yaşı ile sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri arasında
anlamlı bir pozitif doğrusal ilişki bulunmuştur.
6. sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri arasında anlamlı bir pozitif doğrusal ilişki
bulunmuştur.
7. Eşik altı depresif belirtilerle seyreden bipolar hastalar, eşik altı manik belirtilerle
seyreden bipolar hastalara göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.
8. Eşik altı belirtilerle seyreden bipolar hastaların toplam depresyon dönemi sayısı
ve toplam dönem sayısı eşik altı belirtilerle seyretmeyen bipolar hastalara göre
anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.
9. Eşik altı belirtileri olan hastaların, olmayanlara göre daha çok duygudurum
dengeleyici, antidepresan tedavi ve antipsikotik tedaviye gereksinim duydukları
bulunmuştur.
43
10. Hastaların plazma örneklerinin saklama zamanlarının farklı olmasının plazma
çözünebilir sitokin reseptör düzeylerini etkilemediği bulunmuştur.
44
E. ÖZET
Giriş: Giderek artan kanıtlar bağışıklık sistemi ile MSS ilişkisinin, bipolar bozukluğun
patofizyolojisinde rol oynadığını göstermektedir. Bipolar bozuklukta sitokin ve sitokin
reseptör
düzeyleri
ile
ilgili
çalışmalar
bulunmasına
rağmen;
bu
bozuklukta
proinflamatuar ve antiinflamatuar sitokinlerin rolü halen tartışmalıdır. Süregiden
belirtilerin varlığının immunolojik bir aktivasyona yol açacağı varsayımından hareketle,
eşik altı belirtilerle seyreden ve eşik altı belirtileri bulunmayan ötimik bipolar hastalarla
sağlıklı kontrollerin plazma sIL-2R, sIL-6R ve sTNF-RI düzeylerinin araştırılması
hedeflenmiştir. Yöntem: DSM-IV TR ölçütlerine göre bipolar bozukluk tanısı almış, eşik
altı belirtilerle seyreden 22 ve belirtisiz 23 ötimik hasta ve herhangi bir psikiyatrik
bozukluk öyküsü olmayan 23 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edilmiştir. Plazma sIL-2R,
sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri ELİSA yöntemi kullanılarak İstanbul Üniversitesi Deneysel
Tıp Araştırma Enstitüsünde analiz edilmiştir. Bipolar bozukluğun çeşitli klinik özellikleri
ile sitokin reseptör düzeyleri arasındaki ilişki ve bu ilişkiye tedavinin katkısı da
araştırılmıştır. Bulgular: Bipolar hastalar sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında plazma
sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri açısından anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Eşik altı
belirtilerle seyreden hastalar ve eşik altı belirtisi bulunmayan hastalar arasında çözünür
sitokin reseptör düzeyleri açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır. Bipolar
bozukluğun çeşitli klinik karakteristikleri ile sitokin reseptör düzeyleri arasında doğrusal
bir ilişki bulunmamıştır. Hastaların plazma örneklerinin saklama zamanlarının farklı
olmasının plazma çözünür sitokin reseptör düzeylerini etkilemediği bulunmuştur.
Tartışma: Bu çalışma bilgilerimize göre belirtisiz ötimik ve eşik altı belirtilerle seyreden
ötimik
bipolar
hastalarda
sIL-6R
ve
sTNF-RI
sitokin
reseptör
düzeylerinin
değerlendirildiği ilk çalışmadır. Bipolar hasta grubunda sIL-6R ve sTNF-RI düzeylerinin
sağlıklı kontrollere kıyasla yüksek olmasının sebebi bu hastalarda CRH salınımının
yüksek olmasına bağlı olabilir. Bu nedenle HPA işlev bozukluğu bipolar bozuklukta
potansiyel bir “trait marker” (özellik belirleyici) olup, bu hastalıkta patolojik sürecin bir
göstergesi
olabilir;
ancak
eşik
altı
belirtilerin
olup
olmaması
bu
durumu
değiştirmemektedir. Eşik altı belirtilerle sIL-6R ve sTNF-RI düzeyleri arasında ilişki
bulunmamasının nedeni hastaların, başta lityum olmak üzere, düzenli kullandıkları
psikotrop ilaçların olası immünmodülatör etkisi olabilir ki bu da HPA işlev bozukluğu
varsayımı açısından tedavinin karıştırıcı bir faktör olabileceğini akla getirmelidir.
45
F. SUMMARY
Introduction: There is some evidence on the pathophysiology of bipolar disorder in
relation with the immune system. Although there were many studies on cytokines and
cytokine receptor levels in bipolar disorder, the genuine role of proinflammatory and
antiinflammatory cytokines is still unclear. The aim of this study is to measure plasma
sIL-2R, sIL-6R and sTNF-RI levels in both bipolar disorder patients and healty controls.
Euthymic bipolar patients with and without subthreshold symptoms are also aimed to
be compared in sub group analysis. Method: Twenty-two euthymic bipolar patients with
and 23 euthymic bipolar patients without subthreshold symptoms as well as 23 healty
subjects who has no psychiatric and general medical diseases were included in this
study. All patients were diagnosed according to DSM-IV-TR criteria. Plasma sIL-2R,
sIL-6R and sTNF-RI levels were analysed with ELISA method in İstanbul University
Institute for Experimental Medicine. The relationship between clinic characteristics of
bipolar disorder and cytokine receptor levels and also the effect of treatment on them
were examined. Results: Plasma sIL-6R and sTNF-RI levels were found significantly
elevated in bipolar group comparing to healty controls. There were no significant
difference in soluble receptor levels in between patients with and without subthreshold
symptoms. We also did not find out any correlation between clinic characteristics of
bipolar disorder, such as gender, number of episodes, duration and onset of illness,
and cytokine receptor levels. In our patients, the storage time was not correlated with
soluble cytokine receptor concentrations. Discussion: Up to our literature survey, this
study is the first one checking sIL-6R and sTNF-RI receptor levels in euthymic bipolar
patients with residual symptoms, (i.e. subthreshold symptoms) in comparison with
totally remitted patients. The reason for elevated sIL-6R and sTNF-RI levels in bipolar
patients comparing to healty controls may be the increase in CRH levels. Theoretically,
HPA axis dysfunction may be a potential trait marker for bipolar disorder. Furthermore,
as residual symptoms have no effect on cytokine levels HPA dysfunction may not take
a role in the state of illness. However, as psyhotropic drugs, especially lithium, may
have some possible immunmodulatory effects on cytokine levels, this may be a
confounding factor to prove this hypothesis.
46
G. KAYNAKLAR
1. Raison CL, Pearce BD, Miller AH. Immune system and Santral Nervous System
İnteractions in Kaplan and Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry. 8th
edition Vol I (eds: Sadock BJ, Sadock VA) Lippincott Williams and Wilkins Co.
Philadelphia, 2005, Pp: 137–161.
2. Taylor A, Verhagen J, Blaser K, Akdis M, Akdis CA. Mechanisms of immune
suppression by interleukin–10 and transforming growth factor-beta: the role of T
regulatory cells. Immunology 2006;117(4): 433–442.
3. Groux H, O'Garra A, Bigler M, Rouleau M, Antonenko S, De Vries JE, Roncarolo
MG. A CD4+ T-cell subset inhibits antigen-specific T-cell responses and prevents
colitis. Nature 1997; 389: 737–742.
4. Mosmann TR, Coffmann RL. Th1 and Th2 cells: different patterns of lymphokine
secretion lead to different functional properties. Annu Rv Immunol 1989; 7: 145–
173.
5. Kronfol Z, Remick DG. Cytokines and the brain: Implications for clinical psychiatry.
Am J Psychhiatry 2000;157: 683–694.
6. Abbas AK, Lichtman AH. Cellular and Molecular Immunology. W. B Saunders
Company, 2005, Fifth edition. Pp: 264-272.
7. Fujita N, Okamoto Y, Gotoh Y, Yada Y, Suzuki Y, Ando T, Togari H, Nishida M.
Serum evaluation of the balance between soluble interleukin–2 and interleukin–4
receptors. Cytokine. 2005; 32: 143–148.
8. Potvin S, Stip E, Sepehry EA, Gendron A, Bah R, Kouassi E. Inflammatory Cytokine
Alterations in Schizophrenia: A Systematic Quantitative Review Biological
Psychiatry. 2008; 63: 801–808.
9. Van der Poll T, Jansen J, Van Leenen D, Van der Möhlen M, Levi M, Ten Cate H,
Gallati H, Ten Cate JW, Van Deventer SJ. Release of soluble receptors for tumor
necrosis factor in clinical sepsis and experimental endotoxemia. J Infect Dis. 1993;
168: 955–960.
10. Van Deuren M, Frieling JT, Van der Ven-Jongekrijg J, Neeleman C, Russel FG, Van
Lier HJ, Bartelink AK, Van der Meer JW. Plasma patterns of tumor necrosis factoralpha (TNF) and TNF soluble receptors during acute meningococcal infections and
the effect of plasma exchange. Clin Infect Dis. 1998; 26: 918–923.
47
11. Van Zee KJ, Kohno T, Fischer E, Rock CS, Moldawer LL, Lowry SF. Tumor
necrosis factor soluble receptors circulate during experimental and clinical
inflammation and can protect against excessive tumor necrosis factor alpha in vitro
and in vivo. Proc Natl Acad Sci. 1992; 89: 4845–4849.
12. Glaser R, Rice J, Speicher CE, Stout JC, Kiecolt-Glaser JK. Stress depresses
interferon production by leukocytes concomitant with a decrease in NK cell activity.
Behav Neurosci 1986; 100: 675–678.
13. Glaser R, Kennedy S, Lafuse WP, Bonneau RH, Speicher C, Hillhouse J, KiecoltGlaser JK. Psychological stress-induced modulation of interleukin 2 receptor gene
expression and interleukin 2 production in peripheral blood leukocytes. Arch Gen
Psychiatry 1990; 47: 707–712.
14. Dobbin JP, Harth M, McCain GA, Martin RA, Cousin K. Cytokine production and
lymphocyte transformation during stress. Brain Behav İmmun 1991; 5: 339–348
15. Maes M, Song C, Lin A, De Jong R, Van Gastel A, Kenis G, Bosmans E, De
Meester I, Benoy I, Neels H, Demedts P, Janca A, Scharpe S, Smith RS. The
effects of psychological stress on humans: increased production of proinflammatory cytokines and a Th1-like response in stress-induced anxiety. Cytokine
1998; 10: 313–318.
16. Marshall GD, Agarwal SK, Llyod C, Cohen L, Henniger EM, Morris GJ. Cytokine
dysregulation associated with exam stress in healthy medical students. Brain Behav
İmmun 1998; 12: 297–307.
17. Kiecolt-Glaser JK, Marucha PT, Malarkey WB, Mercado AM, Glaser R. Slowing of
wound healing by psychological stress. Lancet 1995; 346: 1194–1196.
18. Mittwoch-Jaffe T, Shalit F, Srendi B, Yehuda S. Modification of cytokine secretion
following mild emotional stimuli. Neuroreport 1995; 6: 789–792.
19. Decker D, Schondorf M, Bidlingmaier F, Hirner A, Von Ruecher AA. Surgical stress
induces a shift in the type–1/type–2 T-helper cell balance, suggesting downregulation of cell-mediated and up-regulation of antibody-mediated immunity
commensurate to the trauma. Surgery 1996; 119: 316–325.
20. Nakano Y, Nakamura S, Hirata M, Harada K, Ando K, Tabuchi T, Matunaga I, Oda
H. Immune function and lifestyle of taxi drivers in Japan. Ind Health 1998; 36:32–39.
21. Ackerman KD, Martino M, Heyman R, Moyna NM, Rabin BS. Stressor-induced
alteration of cytokine production in multiple sclerosis patients and controls.
Psychosom Med 1998; 60: 484–491.
48
22. Glaser R, Kiecolt-Glaser JK, Marucha PT, MacCallum RC, Laskowski BF, Malarkey
WB. Stress-releated changes in proinflammatory cytokine production in wounds.
Arch Gen Psychiatry 1999; 56: 450–456.
23. Villemain F, Chatenoud L, Galinowski A, Homo-Delarche F, Ginestet D, Loo H,
Zarifian E, Bach J-F. Aberrant T-cell-mediated immunity in untreated schizophrenic
patients: deficient interleukin–2 production. Am J Psychiatry 1989; 146: 609–616.
24. Ganguli R, Brar JS, Chengappa KR, Deleo M, Yang ZW. Mitogen-stimulated
interleukin-2 production in never-medicated first episode schizophrenics-the
influence of age of oncet and negative syptomps. Arch Gen Psychiatry 1995; 52:
668–672.
25. Rapaport MH, Torrey EF, McAllister CG, Nelson DL, Pickar D, Paul SM. İncreased
serum soluble interleukin–2 receptors in schizophrenic monozygotic twins. Eur Arch
Psychtr Clin Neurosci 1993; 243: 7–10.
26. Ganguli R, Young Z, Shurin G, Chengappa KN, Brar JS, Gubbi AV, Rabin BS:
Serum interleukin–6 concentration in schizophrenia: elevation associated with
duration of illness. Psychiatry Res 1994; 51: 1–10.
27. Bessler H, Karp L, Notti I, Apter A, Tynus S, Djaldetti M, Weizman R. Cytokine
production in anorexia nervosa. Clin Neuropharmacol 1993; 16: 237–243.
28. Brambilla F, Bellodi L, Perna G, Bertani A, Panerai A, Sacerdote P. Plasma
interleukin–1β concentrations in panic disorder. Psychiatry Res 1994; 54: 135–142.
29. Brambilla F, Perna G, Bellodi L, Arancio C, Bertani A, Perini G, Carraro C, Gava F.
Plasma interleukin–1β and tumor necrosis factor concentrations in obsessivecompulsive disorders. Biol Psychiatry 1997; 42: 976–981.
30. Warren RP. İmmunologic theory for the development of some cases of autism. CNS
Spectrums 1998; 3: 71–79.
31. Schleuning MJ, Duggan A, Reem GH. İnhibition by chlorpromazine of lymphokinespesific m-RNA expression in human thymocytes. Eur J İmmunol 1989; 19: 1491–
1496.
32. Bertini S, Garattini R, Delgado P, Ghezzi P. Pharmacological activities of
chlorpromazine involved in the inhibition of tumor necrosis factor production in vivo
in mice. İmmunology 1993; 79: 217–219.
33. Maes M, Meltzer HY, Bosmans E. İmmune-inflammatory markers in schizophrenia:
comparison to normal controls and effects of clozapine. Acta Psychiatry Scand
1994; 89: 346–351.
49
34. Sperner UB, Gaggl S, Fleischhacker WW, Barnas C, Herold M, Geissler D. Effects
of clozapine on hematopoiesis and the cytokine system. Biol Psychiatry 1993; 34:
536–543.
35. Song C, Leonard E. An acute phase protein response in the olfactory
bulbectomised rat: effect of sertraline treatment. Med Sci Res 1994; 22: 313–314.
36. Weizman R, Laor N, Podliszewski E, Notti I, Djaldetti M, Bessler H. Cytokine
production in major depressed patients before and after clomipramine treatment.
Biol Psychiatry 1994; 35: 42–47.
37. Maes M, Meltzer H, Bosmans E, Bergmans R, Vandoolaeghe E, Rajan R, Desnyder
R. İncreased plasma concantrations of interleukin–6, soluble interleukin–6 receptor,
soluble interleukin–2 receptor and transferrin receptor in major depression. J Affect
Disord 1995;34: 301–309.
38. Kronfol Z, LeMay L, Nair M, Kluger M. Electroconvulsive therapy increases plasma
levels of interleukin–6. Ann NY Acad Sci 1990; 594: 463–465.
39. Kim YK, Kim Y, Lee MS. Relationships between interleukins, neurotransmitters and
psychopathology in drug-free male schizophrenics. Schizophr Res 2000; 44:
165-175.
40. Leykin I, Mayer R, Shinitzky M. Short and long term immunosupressive effects of
clozapine and haloperidol. Immunopharmacology 1999; 37: 75–86.
41. Maes M, Bosmans E, Ranjan R, Vandoolaeghe E, Meltzer HY, De Ley M. Lower
plasma CC16, a natural anti-inflammatory protein, and increased plasma
interleukin–1 receptor antagonist in schizophrenia: effects of antipsychotic drugs.
Schizophr Res 1996; 21: 39–50.
42. Song C, Lin AH, Kenis G, Bosmans E, Maes M. İmmunosupressive effects of
clozapine and haloperidol: enhanced production of the interleukin–1 receptor
antagonist. Schizophr Res 2000; 42: 157–164.
43. Maes M, Chiavetto LB, Bignotti S, Tura GJB, Pioli R, Boin F. Effects of atypical
antipsychotics on the inflammatory response system in schizophrenic patients
resistant to treatment with typical neuroleptics. Eur Neuropsychopharmacol 2000;
10: 119–124.
44. Maes M, Delange J, Ranjan R, Meltzer HY, Desnder R, Cooremans W. Acute
phase proteins in schizophrenia, mania and major depression: modulation by
psychotropic drugs. Psychiatry Res 1997; 66: 1–11.
50
45. Pollmacher T, Hinze-Selch D, Mullington J. Effects of clozapine on plasma cytokine
and soluble cytokine receptor levels. J Clin Psychopharmacol 1996; 16: 403–409.
46. Zhang XY, Zhou DF, Cao LY, Zhang PY, Wu GW, Shen YC. Changes in serum
interleukin–2–6–8 levels before and during treatment with risperidone and
haloperidol: relationship to outcome in schizophrenia. J Clin Psychiatry 2004; 65:
940–947.
47. Dominguez AO, Hernandez ME, Berlanga C, Mora DG, Moreno J, Heinze G, Pavon
L. İmmune variations in bipolar disorder: phasic differences. Bipolar Disorders 2007;
9: 596–602.
48. Kronfol Z, Hamdan Allen G, Black DW. Fever and leukocytosis: physical
manifestations of bipolar affective disorder. Prog Neuro-psychopharmacol. Biol
Psychiatr 1988; 12: 887–891.
49. Kronfol Z and House JD. İmmune function in mania. Biol Psychiatr 1988; 24: 341–
343.
50. Albrecht J and Hopf U. Humoral autoimmune phenomena under long-term
treatment with lithium with special regard to thyroidal autoantibodies. Klin
Wochenschr 1982; 60: 1501–1504.
51. Balazs C, Kiss E and Farid N. Effect of lithium on chemiluminescence of
polymorphonuclear cells in peripheral blood 1989; 46: 31–42.
52. Haggerty JJ, Simon J, Evans DL, Nemeroff CB. Relationship of serum TSH
concentration and antithyroid antibodies to diagnosis and DST response in
psychiatric inpatients. Am J Psychiatry 1987; 144: 1491–1493.
53. Lazarus JH, McGregor AM, Ludgate M, Darke C, Creagh FM, Kingswood CJ. Effect
of lithium carbonate therapy on thyroid immune status in manic depressive patients:
a prospective study. J Affect Disorders 1986; 11: 155–160.
54. Cowdry RW, Wehr TA, Zis AP, Goodwin FK. Thyroid abnormalities associated with
rapid-cycling bipolar illness. Arch Gen Psychiatry 1983; 40: 414–420.
55. Rapaport MH. İmmune parameters in euthymic bipolar patients and normal
volunteers J Affect Disord 1994; 32: 149–156.
56. Rubin LA, Nelson DL. The soluble interleukin–2 receptor: biology, function and
clinical application. Ann İntern Med 1990; 113: 619–627.
57. Kim YK, Jung HG, Myint AM, Kim H, Park SH. İmbalance between pro-inflammatory
and anti-inflammatory cytokines in bipolar disorder. J Affect Disord. 2007;104: 91–
95.
51
58. Kupka RW, Breunis MN, Knijff E, Ruwhof C, Nolen WA, Drexhage HA. İmmune
activation, steroid resistancy and bipolar disorder 2002; 4: 73–74.
59. O’Brien SM, Scully P, Scott LV, Dinan TG. Cytokine profiles in bipolar affective
disorder: focus on acutelly ill patients. J Affect Disord. 2006; 90: 263–267.
60. Breunis MN, Kupka RW, Nolen WA, Suppes T, Denicoff KD, Post RM, Drexhage
HA. High numbers of circulating activated T cells and raised levels of serum IL–2
receptor in bipolar disorder. Biol Psychiatry 2003; 53: 157–165.
61. Maes M, Bosmans E, Calabrese J, Smith R, Meltzer HY. Interleukin–2 and
Interleukin–6 in schizophrenia and mania: effects of neuroleptics and mood
stabilizers. J Psychiatr Res 1995; 29: 141–152.
62. Rapaport MH, Guylai L, Whybrow P. Immune parameters in rapid cycling bipolar
patients before and after lithium treatment. J Psychiatr Res 1999; 33: 335–340.
63. Tsai SY, Yang YY, Kuo CJ, Chen CC, Leu SJ. Effects of symptomatic severity on
elevation of plasma soluble interleukin–2 receptor in bipolar mania. J Affect Disord
2001; 64: 185–193.
64. Maes M. Evidence for an immune response in major depression: a review and
hypothesis. Prog. Neuro-Psychopharmacol. Biol Psychiatry 1995; 19: 11–38.
65. Rapaport MH, Manji HK. The effects of lithium on ex vivo cytokine production. Biol
Psychiatry 2001; 50: 217–224.
66. Su KP, Leu SJ, Yang YY, Shen WW, Chou YM, Tsai SY. Reduced production of
iterferon-gamma but not interleukin–10 in bipolar mania and subsequent remission.
J Affect Disord 2002; 71: 205–209.
67. Manji HK, Moore GJ, Chen G. Bipolar disorder: leads from the molecular and
cellular mechanisms of action of mood stabilisers. Br J Psychiatry 2001; 178: 107–
119.
68. Tollerud DJ, Kurman C, Nelson DL, Brown LM, Malloney EM, Blattner WA. Racial
variation in serum-soluble interleukin–2 receptor levels: a population-based study of
healty smokers and non smokers. Clin Immunol. Immunopathol 1994; 7: 274–279.
69. Tsai SY, Chen KP, Yang YY, Chen CC, Lee JC, Singh VK, Leu SJ. Activation of
indices of cell-mediated immunity in bipolar disorder. Biol Psychiatry 1999; 45: 989–
994.
70. Rapaport MH, Stein MB. Plasma cytokine and soluble interleukin–2 receptors in
patients with panic disorder. Anxiety 1994; 1: 22–25.
52
71. Rapaport MH, Stein MB. Plasma interleukin–2 and soluble interleukin–2 receptor
levels in generalized social phobia. Anxiety 1994; 1: 50–53.
72. Maes M, Meltzer HY, Bosmans E. Psychoimmune investigation in obsessivecompulsive disorder: assays of plsama transferrin, IL–2 and IL–6 receptor, and
IL-1β and IL-6 concentrations. Neuropsychobiology 1994; 30: 57–60.
73. Spivak B, Shohat B, Mester R, Avraham S, Gil-Ad I, Bleich A. Elevated levels of
plasma interleukin-1beta in combat-related posttraumatic stress disorder. Biol
Psychiatry 1997; 42: 345–348.
74. Nagata T, Kiriike N, Tobitani W, Kawarada Y, Matsunaga H, Yamagami SD.
Lymphosyte subset, lymphosyte proliferative response, and soluble interleukin–2
receptor in anorexic patients. Biol Psychiatry 1999; 45: 471–474.
75. Song C, Kenis G, Gastel A, Bosmans E, Lin A, Jong R. Influence of psychological
stress on immune-inflammatory variables in humans. Part II. Altered serum
concentrations of natural anti-inflammatory agents and soluble membrane antigens
of monocytes and T lymphocytes. Psychiatry Res 1999; 85: 293–303.
76. Hornberg M, Arolt V, Wilke I, Kruse A, Kirchner H. Production of interferons and
lymphokines in leukocyte cultures of patients with schizophrenia. Schizophr Res
1995; 15: 237–242.
77. Judd LL, Akiskal HS, Schettler PJ, Endicott J, Maser J, Solomon DA, Leon AC, Rice
JA, Keller MB. The long-term natural history of the weekly symptomatic status of
bipolar I disorder. Arch Gen Psychiatry. 2002; 59: 530–537.
78. Keitner GI, Solomon DA, Ryan CE, Miller IW, Mallinger A, Kupfer DJ, Frank E.
Prodromal and residual symptoms in bipolar I disorder. Compr Psychiatry 1996; 37:
362–367.
79. Frank E, Prien RF, Kupfer DJ, Alberts L. Implications of noncompliance on research
in affective disorders. Psychopharmacol Bull 1985; 21: 37–42.
80. Benazzi F. Prevalence and clinical correlates of residual depressive symptoms in
bipolar II disorder. Psychother Psychosom. 2001; 70: 232–238.
81. Keller MB, Lavori PW, Kane JM, Gelenberg AJ, Rosenbaum JF, Walzer EA, Baker
LA. Subsyndromal symptoms in bipolar disorder. A comparison of standard and low
serum levels of lithium. Arch Gen Psychiatry 1992; 49: 371–376.
82. Calabrese JR, Fatemi SH, Kujawa M, Woyshville MJ. Predictors of response to
mood stabilizers. J Clin Psychopharmacol. 1996; 16: 24–31.
53
83. Joffe RT, MacQueen GM, Marriott M, Trevor Young L. A prospective, longitudinal
study of percentage of time spent ill in patients with bipolar I or bipolar II disorders.
Bipolar Disord. 2004; 6: 62–66.
84. Altshuler LL, Gitlin MJ, Mintz J, Leight KL, Frye MA. Subsyndromal depression is
associated with functional impairment in patients with bipolar disorder. J Clin
Psychiatry. 2002; 63: 807–811.
85. Martin B, Philip W, John M, Gelenberg J et al. Subsyndromal symptoms of bipolar
disorder. Arch Gen Psychiatry. 1992; 49: 371–376.
86. Goodnick PJ, Fieve RR, Schlegel A, Kaufman K. Inter-episode major and
subclinical symptoms in affective disorder. Acta Psychiatr Scand. 1987;75: 597–
600.
87. Tohen M, Waternaux CM, Tsuang MT. Outcome in Mania. A 4-year prospective
follow-up of 75 patients utilizing survival analysis. Arch Gen Psychiatry. 1990; 47:
1106–1111.
88. MacQueen GM, Marriott M, Begin H, Robb J, Joffe RT, Young LT. Subsyndromal
symptoms assessed in longitudinal, prospective follow-up of a cohort of patients
with bipolar disorder. Bipolar Disord. 2003; 5: 349–355.
89. Kim YK, Suh IB, Kim H, Han CS, Lim CS, Choi SH, Licinio J. The plasma levels of
interleukin–12 in schizophrenia, major depression, and bipolar mania: effects of
psychotropic drugs. Molecular Psychiatry 2002; 7: 1107–1114.
90. Boyum A, Wiik P, Gustavsson E, Veiby OP, Reseland J, Haugen AH. The effect of
strenuous exercise, calorie deficiency and sleep deprivation on white blood cells,
plasma immunoglobulins and cytokines. Scand J Immunol 1996; 43: 228–235.
91. Riches P, Gooding R, Millar BC, Rowbottom AW. Influence of collection and
separation of blood samples on plasma IL–1, IL–6 and TNF- α concentrations. J
Immunol Meth 1992; 153: 125–131.
92. De Jongh R, Vranken J, Vundelinckx G, Bosmans E, Maes M, Heylen R. The
plasma effects anticoagulation and processing on assays of IL–6, sIL-6R, sIL-2R
and soluble transferrin receptor. Cytokine 1997; 9: 696–701.
93. Karadağ F, Oral ET, Yalçın FA, Erten E. Young Mani Derecelendirme Ölçeğinin
Türkiye’de Geçerlik ve Güvenilirliği. Türk Psikiyatri Dergisi 2002;13: 107–114.
94. Akdemir A, Örsel S, Dağ İ. Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği’nin
geçerliği, güvenilirliği ve klinikte kullanımı. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji
Dergisi 1996; 4: 251–259.
54
95. Keskin E. Özelleşmiş duygudurum bozuklukları ayaktan tedavi ve takip ünitesinde
izlemin klinik seyir ve doğrudan tedavi maliyeti üzerine etkisi. Bakırköy Ruh ve Sinir
Hastalıkları Hastanesi Yayımlanmamış Uzmanlık Tezi, İstanbul, 2005.
55
Download