HAYAT, İNSANLAR ve ÖZGÜRLÜK

advertisement
HAYAT, İNSANLAR ve ÖZGÜRLÜK
 Hayatın anlamını kaybetmişsem ölmeliyim.*
 Eğer şairin yalanın mı yoksa bilim adamının doğrusunun mu bize daha yakın
olduğunu ve daha fazla hakikat sunduğunu kesin olarak söyleyebilseydik
kendimiz hakkında çok daha fazla şey söyleyebilirdik.*
 Her gerçek sanatçının eserinin esas olarak otobiyografik olduğunu
söylediğimizde, kahramanların başından geçen maceraların yazarın kendi
hayatından alınmış hadiseler olduğunu kesinlikle kastetmeyiz. Sadece dâhili
yaşantılar, çelişkiler, şüphe ve ölümler -özellikle de elemler- ile ilgili
tasvirlerin kişinin kendi hayatıyla ilgili olduğunu kastederiz. Çünkü hiç kimse
başka birinin elemini tasvir etmemiştir, bu mümkün değildir. Her yazarın
tasvir ettiği elem kendisinindir; geçmişte veya gelecekte olabilir, fakat
başka birine değil, sadece kendisine aittir. Bu anlamda her roman, esas kısmı
itibariyle otobiyografiktir.*
 Sadece soru soran cevap alacaktır.*
 Tüm bu olanlara katlanmamın bir sebebi var. Bu sebep sadece bir tane, ama
yeterli: KATLANMAK ZORUNDAYIM.*
 Özgürlüğün üstünlüklerin bizzat özgürlük dışında bir şeyle ispatlanması
gerekmez. O kendi kendisinin teminatıdır.*
 Hapiste iken insanın tek bir arzusu olur: Özgürlük. Eğer hapiste
hastalanırsanız, özgürlüğü düşünmez, sağlığınızı düşünürsünüz. Dolayısıyla
sağlık özgürlükten daha önemlidir.*
1
 Dünya iyi ve kötü şeklinde bölünmüş müdür, dolayısıyla insan ikiye
bölünmüştür? Sanırım bir romantik ile bir realist arasındaki farklılığın
yattığı yer burasıdır. Romantikler dünyayı insanlar arasında bir savaş alanı
olarak görürler; bu insanlardan bir kısmı iyi, bir kısmı kötüdür. Realistler de
aynı savaşı görürler, ama öncelikle insanın kendi içindeki savaşı. Sanırım
realistler hakikate daha da yakın.*
 Paradokslar var: Eğer gece olmasaydı yıldızlı gökyüzünün muhteşem
manzarasından mahrum kalacaktık. Dolayısıyla ışık bizi görmek’ten mahrum
bırakırken karanlık görme’mizi sağlamaktadır.*
 En büyük şeref sorunu nedir? Her şeyden tek bir şey: Kendine ve gayene
sadık kal.*
 Hayal kırıklığı ne kadar büyüktür? Ümidin büyüklüğü kadar. Büyük ümitler
büyük hayal kırıkları doğurur.*
 Doğru adam, sevdiklerine karşı ya da ihtimam gösterdiği şeyler hakkında en
sert şekilde konuşur.*
 Realistler, insan hakkında düşündüğümüz veya söylediğimiz şeylerin
hakikatten ziyade, aşırı idealizm olduğu şeklinde bir itiraz ileri sürerler.
Evet, insanlardan ziyade arzularımızdan, insanın ne olduğundan ziyade ne
olması gerektiğinden bahsediyor olmamız mümkündür. Bu doğru olabilir. Ama
tüm bunlara rağmen, insanın nasıl bir şey olduğuna dair bu güzel rüya, bizi
insan kılan şeydir. Eğer "hak/doğru" ya da "gerçeklik" adına bu fikri bir
yanılsama veya ahmaklık olarak bir kenara bırakırsak, hayatımız tahammül
edilebilir kılan her şey ortadan kalkar, insanlığın meyyal olduğu her türden
kötülüğe ve gaddarlığa mahkûm oluruz. Maalesef insanın var olmadığı
şeklindeki "doğru" adına başlatılan bu kötülüklerin çoğu, gezegenimizin büyük
kısmında çoktan uygulamaya konuldu.*
2
 Bir insanın "bilebileceği", “hissedebileceği” ya da "yaşayabileceği" en derin
ve en-çok yönlü hikmet bir kez ifade edilince 'düşünce' halini alır, bir
düşünceye indirgenir. Düşünce ise tanım gereği tek yönlüdür. Bunlar,
kaçınılmaz beşeri sınırlardır ya da bilginin, malumatın [information] ve
beşeri iletişimin sınırlarıdır.*
 İhtiyarlık hakkında;
--Ancak bedenin gözleri düşünmeye başladığında ruhun gözleri fark
edilir.
EFLATUN
--Ruh canlanıp gelişiyor ve bedenle çok az alakası olmasına seviniyor.
SENECA
--Çok yaşayanlar adeta bedenden arınmış gibidirler.
ZUBER
-Dünyanın ahlaki gelişimini yaşlılara borçluyuz.
TOLSTOY
-Beden ne kadar düşüşe geçerse ruh o kadar zirveye doğru çıkar.
VUANDO
 Sayısız abartmalara, hatta saçmalıklara rağmen modanın iyi bir yanı var: Bir
ferdin fert olma, "farklı" olma ihtiyacını ifade ediyor.*
 Bir bakıma çocuklar yetişkinlerden daha insandır. Çocuklar en cazibedar ve
en mukni özelliklere -irade ve duyguların kendiliğindenliği- sahiptirler.
Dolayısıyla insanlar büyürken insanlık’larından bir kısmını, Cennet'ten
beraberlerinde getirdikleri şeyin birazını kaybederler. İnsan yaşadıkça
hayat kaynağından giderek uzaklaşır. Her insanın ziyanda oluşunun (Kur'an)
sebebi de budur. Bizim hayatımız, tıpkı tabiatın hayatı gibi entropinin
sürekli bir artışı mıdır?*
 Gayriaklî [irrational] mantıksız olmadığı gibi akli [rational] de her zaman
mantıklı değildir; bazen durum bunun aksinedir.*
3
 Her makul düşünce tabii olarak bir sistem olmaya doğru çabalar. Bu, onun
3hem iyi hem de kötü yanıdır.*
 Talih diye adlandırdığımız şey, bazen sadece şahsi vazifemiz ile tarihi
vazifemizin, biyografimiz ile tarihimizin, şahsi arzularımız ile tarihi gidişatın
çakışmasından ibarettir.*
 Hakiki aşk sadece asil bir kalpte yerleşmeyi seçer. Bencil kalpleri sevmez.*
 Edebiyatta bir kahramanın büyüklüğü onun sosyal önemiyle değil temsil ettiği
ahlaki ikilemin büyüklüğüyle ölçülür. Bir karakter sosyal mertebesine, unvan
ve makamına bakılmaksızın, bir romanda iyiyi ve kötüyü temsil ettiği zaman
büyük olur. Bir roman veya dramda hükümdarın önemsiz bir karakter
olabilmesine karşın, hizmetkârın kahraman olabilmesinin sebebi budur. Bu
durum hayatta niçin böyle değil? Bunun sebebi, yazarın yazarken biz
kahramanın ruhuna götürmesi, buna karşın gerçek hayatta insanların sadece
dış yüzünü tanımamızdır.*
 İdeallerinizden vazgeçemezsiniz, öte yandan açıkça gerçeklikte onlara yer
olmadığını görürsünüz. Bu trajik bir durumdur.*
 Bakış açılarını geliştirip genişletmeksizin bilgi toplayan insanlar vardır. Bakış,
sadece fikirler kavramlar yoluyla elde edilir.*
 Allah’ım! Dürüst ama kalbi olmayan doğru insanlardan sana sığınırım.
(Allah'ım! Beni onların kalpsiz dürüstlüğünden koru)*
 Tek başına ilkeler yeterli değildir. İkinci "belirleyici parametre" insandır.
Hıristiyan ilkeler adına pek yüce işkenceler yapılmıştır ama işkence kazıkları
da yakılmıştır. Mesele, ilkeleri uygulayan insanlara bağlıdır. İkiyüzlüleri bir
kenara bırakalım.*
4
 Tarihe gelince o, asırların kitabının sayfalarını karıştıran, vakayinameleri
sorgulayan, tarihçilerin gözden kaçırdığı şeyi tamamlayan, olguları, adetleri
ve karakterleri yeniden canlandıran, analizleri bağlantılarından, ayrılmış olanı
birleştirip toplayan, düzensiz olanı düzene kavuşturan sanattır.
HUGO, Victor
 Kanaatimce tarih ve sanat söz konusu olduğunda yine de konunun kendisinde
bir farklılık vardır. Tarih harici hadiseleri tasvir eder, tarihi romanlar ise
hayatın kendisini. Tarih hadiselerle ilgilenir, romanlar ise tecrübelerle.
Tarihin konusu, bir halk, bir toplum, bir cemaat veya bir gruptur; bir
romanın konusu ise bir kişidir (bir fert). Bir roman veya epik şiire dayalı
olarak yazılacak tarih çok kötü bir şey olurdu; ama aynı zamanda bir roman
veya şiir olmaksızın bir çağ hakkında tam bir bilgi edinmemiz mümkün
olmazdı. Edebiyat, tarihi olguları tasvirde ne kadar hata ederse etsin, tarih
tarafından -sadece harici olarak- doğru şekilde kaydedilen tarihi bir
hadisenin mahalli özellikleri, sosyal iklimi, zamanın ruhu, teheyyüçler ve o
hadiseye dair sübjektif bir tecrübe bakımından doğrudur. Dolayısıyla tarihi
tarihçilere, hayatı şairlere bırakmalıyız. Şairler, bize geçip gitmiş bir zaman
hakkında hakikatleri anlatacaklardır. Tarihte asla bulamayacağımız türden
hakikatleri. Açıktır ki her çağın bir harici bir de dâhili tarihi vardır.*
 Adalet, ispata ihtiyaç duyulmayan az sayıdaki şeyden biridir. Adalet ve
hakkaniyete duyulan ihtiyacı ispatlamak, ya -kalbi olanlar için- abes, ya da –
kalbi olmayanlar için- faydasız bir iştir. Adil olmaya niçin ihtiyaç duyulduğu
sorusunun kendisi, herhangi bir konuşma veya açıklamanın anlamsız olduğunu
gösterir.*
 İnşa edebilmek için yıkımın olması gerekir. Sadece öfke yıkabilir, sevgi
yıkamaz. Öfkenin hayatın zorunlu ve faydalı bir parçası olmasının sebebi
budur.*
 Bu tek büyük meşakkat, beni her gün tedricen, parçalar halinde ama
sistematik olarak tüketecek yüzlerce küçük meşakkatten kurtardı.*
5
 Aşırı hayal ile tembelliğin el ele gittiğini, sanırım Andric'in eserinde
okumuştum. Hayal gücü kuvvetli olan insanlar çoğunlukla tembeldir. Çalışkan
olanlar da çoğunlukla kuru, mantıklı ve hesaplıdırlar. Bazı insanlar bencillik,
hırs ve dikkat çekme arzusu sebebiyle çalışkanlığa yönelirler. Öte yandan
tembel insanlar sandığımız kadar nahoş görülmezler, çünkü ilgisiz (tembel)
olmalarına karşın aynı zamanda çoğunlukla hiç hırsları ve hesapları yoktur. Bu
açıdan yeşilaycılar ve alkoliklerle bir benzerlik söz konusudur. Esas itibariyle
biz yeşilaycılığı över, içkiciliği kınarız, ama öte yandan yeşilaycıları ve
alkolikleri daima böyle görmeyiz. Bazı yeşilaycılarda saygı duyduğumuz tek
şey onların ayıklığıdır; öte yandan onların bizden olabildiğince uzak
durmalarını isteriz.*
 Arzular olmaksızın bir hayat tahayyül edilebilir mi? Hayat ve arzular bir ve
aynı şey değil midirler? Hatta bir arzunun üstesinden gelmek istediğimizde
(bunun için çabaladığınızda) bu da bir arzudur. Düşünce ve arzular
durdurulamaz. *
 Tecrübesiz -kişinin kendisine ait bir tecrübe tabi- hiçbir hikmet yoktur.
Ancak, eğer akıllı bir adamın kendi tecrübesinden ziyade başkalarınınkileri
kullandığı doğruysa, bundan çıkan netice; genellikle lakaytlığın yaşlılıktaki
hikmetin şartı olduğudur. Bundan da, zeki gençlerin asla gerçek hikmeti elde
edemeyecekleri ve bu tür bir hikmetin sadece ne akıllı ne de çok düşünceli
olan kimselerce elde edileceği neticesi çıkar.*
 Bir fabrika türbinine akıtılan su faydalıdır. Serbest kalan ve serbestçe akan
su ise faydalı değildir, ama güzeldir.*
 Feminist hareketin argümanlarından biri, kadının günümüze dek kendisini
anne olarak ifade ettiği, şimdi ise kendisini bir şahsiyet olarak ifade
etmenin zamanı geldiği şeklindedir. Onların muhakemesine göre anne ve
şahsiyet zıt terimleridir. Birilerinin bunu bana açıklamasını isterdim. Hep
şahsiyette annelikten daha şahsi ve daha zengin bir şey olmadığını, anneliğin
muhteşem bir şahsiyet olduğunu düşünmüşümdür. Feminist diyalektik
karıştırmalıdır.*
6
 Bir insan fikirleri ile değil duyguları ile tarif edilir. İnsan fikirlerini tamamen
değiştirebilir ve aynı kişi olarak kalabilir. Bir insanın ancak duyguları
değiştiğinde onun değişmesinden bahsedebiliriz. Denilebilir ki, biz hissi
olarak yöneldiğimiz ve bağlantılı olduğumuz şeyi daha kolay elde etmemize
katkıda bulunacakları inancıyla benimseriz fikirleri.*
 Aklımın tereddüt etmeyi ve hayrete düşmeyi sürdürüyor, ama kalbin daima
sağlam bir şekilde inanç tarafında yer almış durumda. Hakiki mutluluk
anlarım, kalbimin ve aklımın uyum içinde olduğu zamanlardı.*
 İnsan, düşündüğü değil, yaptığı şeydir. (Derviş ve Ölüm)
SELİMOVİC, Mesa
 Düşündüğüm şey değilim, hele yaptığım hiç. Her ikisi de açıkça şartlara
bağlıdır. Ben, istediğim ve hissettiğim şeyim. Düşünce benim dışımda’dır,
hareketlerim daha da "yabancı", daha da dışarı’dır. Hisler eğer ruhun kendisi
değil ise ona en yakın olandır.*
 İnsanlar hikmet hakkında değil cesaret hakkında şarkı söylediler. İnsanlar
en güzel şiirlerini diğer her şeyden daha da saygı gösterdikleri bir fazilete
adamışlardır, belki de bu onların en nadir olanıdır. Cesaret, tehlikeyi ve
ölümü küçük görmedi. Bu Japonya'dan Hindistan ve İran'a, İngiltere ve
Amerika'ya kadar tüm zamanların halk şiirleri için aynı şekilde geçerlidir.*
 Bazı insanların komedi izlerken onu hiç eğlenceli bulmadıklarını fark ettiniz
mi? Siyasetçiler genellikle rahatsız olurken bazı akıllı insanlar da komedileri
hüzünlü bulurlar.*
7
 Dünyayla karşı karşıya geldiğinizde yenilgiden kurtulmanın tek bir yolu
vardır. Hatta o bile emin bir yol değildir, ama mümkün olan tek yoldur.
Aranızdaki güç orantısını kendi lehinize harekete geçirecek olan sizsiniz.
Her biri sizden daha kuvvetli ve ağır olan binlerce şeyi harekete geçirmek
ve değiştirmek yerine dünyanın "üstünde" olmak üzere kendiniz
güçlendirebilirsiniz. Bunu yapabilirsiniz, en azından bir dereceye kadar bu
sizin gücünüz dâhilindedir. Dünya ise büyük ve fethedilmez bir şeydir.
Geçeceğimiz tüm yolları deriyle kaplayamazsınız, ama kendiniz ayakkabı
yapabilir, ayağınızı deriyle kaplayabilirsiniz, netice yine aynı olacaktır.
Kendimizi içinde bulunduğumuz dünyaya ve şartlara hükmetmenin tek yolu
budur. Yaşlı insanları kalın elbiseler giydiklerinde bile niçin üşüdüklerini
düşündünüz mü? Çünkü onların kendi hareketleri yoktur. Dışarıdaki soğuğa
direnmenin en iyi yolu, kanınızı harekete geçirmek ve böylece kendinizi
içeriden sıcak tutmaktır. Tek gerçek çözüm yolu budur.*
 Sanat eğer sadece tasvir ediyorsa, izliyor, kopyalıyor veya hatta açığa
çıkarıyorsa bu adı hak etmez; ancak bakışlarını gaybın ve mucizevî olanın
sınırlarına kadar genişletmesi halinde sanat adını hak eder.*
 Allah, hayvanlardan farklı olarak bizi dik yürür şekilde yarattı. Çoğu insan bu
imtiyazı kullanmaz, hayatların çoğunda eğilirler, hatta sürünürler. İnsan
böyle mi yapmalı? Allah'ın en büyük nimetini, dik yürümeyi reddetmek
nankörlük değil mi?*
 İrademizden gelen düşünceleri gürültülü ve tutkulu bir şekilde, bilgi ve
kanaatimizden kaynaklanan düşünceleri ise sakin ve soğukkanlı bir şekilde
ifade ederiz. Soğukkanlı bir şekilde ifade edilen hükümlere her zaman daha
fazla güvenmemizin sebebi budur. Biz onları tutkudan ziyade anlayıştan
kaynaklandığını hissederiz.*
 Dünya ret yoluyla kazanılmaz. Bu ancak kabul yoluyla yapılabilir. Gerçekte
dünyanın kabulü, onu değiştirmenin veya kazanmanın ön şartıdır.*
8
 Niçin daima ahlakiliği takdir ederiz de ahlak konuşmalarını küçümseriz?
Çünkü ahlakilik bir harekettir, ahlak konuşmaları ise bir sözdür. Ahlakilik
kendinize yönelik bir taleptir, ahlak konuşmaları ise başkalarına yönelik bir
taleptir. Ahlakilik daima ahlaki olmasına karşın, ahlak konuşmalarının çoğu
kere riyakâr, dolayısıyla gayriahlâkî oluşunun sebebi budur.*
 Romeo ile Juliet, Tristan ile Isolde, Omer ile Merima, Leyla ile Mecnun,
hepsi birbirine âşıktır. Biz de onları severiz. Biz onları, birbirlerini
sevdikleri için severiz. Onları tanımasak da severiz onları. Aslında biz onları
değil, sevgiyi severiz.*
9
DİN ve AHLAK
 Hıristiyanlığın ruhunu hakiki ve saf haliyle anlaşılacağının sanılabileceği
yüksek eğitimli Doğu Roma İmparatorluğunun tarihi bize bin yıllık bir
kesintisiz suçlar, zaaflar, sahtekârlıklar, utanmazlıklar dizisi olarak
sunulur.(...)Her yerde Hıristiyan inancı adına katliam, çapul ve yakıp yıkma
manzaraları vardır. Bir tartışmada eğer İsa, Tanrı'nın sıfatıyla aynı veya ona
benzer bir sıfata[quality] sahipse bu tek harf binlerce insanın hayatına mal
olmuştur.
HEGEL
 Kanuna riayet eden doğru bir insan zorunlu olarak ahlaklı biri değildir.
Davranışın şekli doğruluğu alışkanlığın ve korkunun neticesi olabilir.
Alışkanlık ahlaklı olmak değildir, hele korku hiç değildir. Sadece vicdana
dayalı hareketler hakikaten ahlaklıdır.*
 Putperestlik ve diğer sahte dinler kazanç dinleridir. Vahye dayalı tüm hakiki
dinler ise fedakârlık dinleridir.*
 Allah'ın her şeye kadir oluşu (ve her şeyi bilmesi) ile insanın mesuliyeti
arasındaki mantıki tezat nasıl çözülebilir? Nasıl olur da kudret tümüyle
Allah'a, mesuliyet de tümüyle insana ait olabilir? Cevabı şudur: Bu, tıpkı
âlemin aynı anda sonlu ve sonsuz olması gibi olabilir. Mantıki değil, ama
böyle.*
 Ahlakilik faydalı olsaydı, hayatın manasını anlamak için Allah zorunlu olmazdı.
Ahlakilik faydalı değilse, o zaman ahlakiliğin anlamı nedir? Muhtemel
cevaplar sadece iki tanedir. 1)Ahlakilik anlamsızıdır. 2)Allah ahlaki
davranışın anlamının garantisidir. Anlam, ahlakiliğin zorunlu bir niteliğidir,
çünkü ahlakilik maksada yönelik değildir ve bu tür bir anlam hayat sahibi bir
Tanrıyı gerektirir.*
 Nuh'un sözde yedi emri gerçekte Âdem ve Nuh'a verilmiş olan ahlak
kaideleridir(bunlar Kitab-ı Mukaddes'te bulunmaktadır): Yardımlaşma,
Adaleti ikame etme ve putperestliğin, küfrün, hırsızlığın, adam öldürmenin,
zinanın ve hayvanlara zulmün haramlığı.*
1
0
 Kişi gururlanmaksızın kendi insani saygınlığını nasıl vurgulamalı? Bunun
cevabı, en yüce iyilik ve hakkaniyet modeli olan Allah'a teslimiyettir.
Teslimiyet, kibir haline gelmemiş bir saygınlık hissidir. Teslimiyet sadece
Rab Teâlâ’ya sunulur, diğer her şeyden uzaklaştırılır. (İnsanlardan korkmayın
benden korkun-Kur'an) Allah'a kulluk insani saygınlıkla uyum içindedir.
Beşeri gurur, bu kulluk olmaksızın, tahin edilemez ve müsamaha gösterilmez
bir kibir ve gösterişe dönüşür.*
 Allah'a birbirinden tamamen farklı iki yoldan gidilir. Mantık yoluyla ve
mistizm yoluyla. İlki dolaylıdır, ikincisi doğrudan. Bir skolâstik, aklı ile yaşar
ve inanır, bir mistik ise hissi ile.*
 Hind dini düşüncesini sembollerinden biri Nilüfer çiçeğidir. Bu sembolün
anlamı şudur: Nilüfer çiçeğinin çamurdan çıkması ve çamur yahut suyla
lekelenmeksizin suyun sathına ulaşmasında olduğu gibi, insan bedeninde
doğan akıl da gerçek özelliklerini tutku ve cehalet bataklığının üzerine
yükseldikten sonra geliştirir. Derunun karanlık yönleri nilüfer çiçeğinin saf
suyuna dönüşür.*
 İzin ver keremli ellerime
Yarattığın şeylere dokunsun
Sesini duymam için kulaklarımı keskinleştir
Kavrayabilmem için hikmet ver bana
Her yaprağa her taşa gizemli bir şekilde yerleştirdiğin öğretini
Kuvvet istiyorum, fakat kardeşlerimi ezmek için değil,
Sadece en kötü düşmanımı-kendimi- yenmek için
Tanrım, değiştiremeyeceğim şeylere dayanmak için bana güç ver
Değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için de cesaret
Bir de ikisin tefrik etmek için hikmet.
Siyu Yerlileri
 İdealleri insanlara dayatmak üzere yapılacak her teşebbüs, onların isyanıyla
neticelenir.
OZ,Amos
1
1
SİYASET
 Güney Amerika ağırlıklı olarak Katolik, Kuzey Amerika ise ağırlıklı olarak
Protestan’dır. Avrupa'da da benzer bir bölünme görürüz. Her yerde dikkat
çeken husus, Protestan ulusların ilerlemeye Katolik uluslardan daha açık
olduklarıdır. Protestanlık tarihte genel olarak Hıristiyanlığın Katolik
biçiminden daha güçlü bir saiktir.*
 ABD, yüzyıldan fazlaca bir süre önce Afrika'nın batı sahilinde bir toprak
parçası satın aldı ve ilk özgür zenci devleti olan Liberya'yı kurdu. Bu,
ABD'nin şu utanç verici "siyah kargo" (mahut siyah köle ticareti) konusunda
kendisini bir dereceye kadar teselli etmek üzere yaptığı bir teşebbüstü. Söz
konusu çerçevede yakalanıp zorla köleleştirilerek okyanus ötesine gönderilen
Siyahların ahfadından bir kısmı Liberya'ya geri götürüldü. Peki, ne oldu?
Geri gönderilen bu köleler Liberya'da efendiler haline geldiler ve
beklenmedik bir tarzda, soylarından türedikleri siyahî topluluğu boyunduruk
altına aldılar. Bu siyahî kastın yaklaşık yüzyıl süren idaresi "yüz ailenin terör
saltanatı" olarak bilinir. Bu yönetim ancak 1980'deki askeri bir darbeyle
sona ermiştir. Tüm bunlardan sonra hayatın bazen asil düşüncelerle
acımasızca alay ettiği ya da iyi veya kötü niyetlerin tarihin akışı içinde hiçbir
özel öneminin olmadığı neticesini çıkarabiliriz. Dolayısıyla müspet neticeler
bencil güdülerden, menfi neticeler de en asil güdülerden kaynaklanmış
olabilir. Öte yandan yukarıda zikredilen hadise, kölelerde ve acı
çekenlerdeki maskeli zalimlerin nasıl perde arkasında gizli olduğunu ve bunun
[çevre] şartlarına ne kadar bağlı olduğunu gösterir.*
 Milletler tarihe ahlaken zengin maddeten fakir olarak girerler. Tarihten
çıktıklarında ise vaziyet genellikle bunun tam tersidir. Hemen tüm önemli
halkların tarihlerinde bu tespit doğrulanmıştır. Antik Farisilerde,
Romalılarda, Yunanlılarda, Araplarda, hatta modern Avrupa milletlerinde.
Buradan bir medeniyetin (ki medeniyet objektifleşmiş, maddileşmiş bilgiden
ibarettir.) tarihi gelişimi yoluyla açıklanabileceği, ama ahlakın (bu şekilde)
açıklanamayacağı neticesi ortaya çıkar. Tarihi ve harici bir güç için bir
netice değil, ön şart olan şey kesinlikle ahlaktır.*
 Bir dünya, büyük siyaset kabiliyetini kaybettiğinde, diplomatik kılı kırk
yarmalar başlar.*
1
2
 Sosyal hayat hakiki anlamını kaybettiğinde veya bulamadığında, fertler kendi
şahsi eğilimlerine ve karakterlerine dayalı olarak ya düşünce ve mistisizme
sığınırlar ya da kendilerini bedeni hazların eline bırakırlar.*
 Demokrasi ve istikrar birbirine bağlıdır. İstikrar için demokrasiye,
demokrasi için istikrara ihtiyacımız var.*
 Geçen asırda Amerika'da at çalan bir hırsız asılırdı. Bu tamamen tabii bir
şey olarak görülürdü.*
 Yüksek Teknoloji, genellikle sanıldığı üzere zorunlu olarak işsizliğe yol
açmaz. Toffler, 1963 ile 1973 arası dönemde Japonya'nın yeni teknolojiye
en yüksek oranda yatırım yapan ve aynı zamanda istihdamda en büyük artışı
sağlayan ülke olduğunu söyler. Aksine işyeri bakımından en büyük düşüş,
makinelere en düşük oranda yatırım yapan İngiltere'de yaşandı.*
 Amerikan ırkçılığı dahi ırkçılıkla kirlenmiştir. Bu yüzyılın ortalarında bile
birçok kilise de, "kilisenin sadece beyazlar için" olduğu yolunda bir ikaz
okunuyordu.*
 Güç, vaatler yoluyla elde edilebiliyorsa bile ancak neticeler yoluyla muhafaza
edilebilir.*
 Dünyanın cüzi’lerden oluştuğu, yani dünyanın insan fertleri ve cüzi nesneler
içerdiği kanaatindeyim. Çünkü mevcut olan her şey cüzi/münferit olarak
mevcuttur, külli olarak mevcut olan hiçbir şey yoktur. Çünkü külli, hakikatte
mevcut değildir, mantığın inşasıdır.*
 Tarihi zaman, daima vahiylerle sınırlıdır, iki büyük harp arasında birçok
küçük harp vardır.*
 Sosyal realizmin tipik özelliklerinden biri, sahte klasik mimari ve muazzam
abidelerdir; zevksiz bir şekilde dokunaklı ve saldırgan bir şekilde sembolik.*
1
3
 İyi yönetim, her bir ferdin şirketin ve bir bütün olarak toplumun
menfaatlerini kendi isteğiyle gözetmesini sağlayacak şekilde bir çalışma
atmosferi gösterebilen yönetimdir.*
 Huxley bize iki şey öğretti: 1)Ütopyaların mümkün olduğunu ve sırf bu
yüzden tehlikeli olduklarını, 2) insanların tümünün özgürlüğü sevmediğini,
yüce ve soylu olan her şey gibi özgürlüğü de çağrıda bulunulması ve
öğretilmesi gerektiğini. Özgürlük tabii değil, eğitimle hâsıl olan bir haldir.
İnsanların büyük çoğunluğu onu kolaylıkla güvenlik ve hazla değiştirebilirler.
XX. yüzyıl tarihi bunu doğrular.*
 İdeoloji insanların nasıl ve ne ile yaşadıklarını sorar. Din ise böyle yaşayan
insanların niçin ve nasıl bir şeye benzediklerini sorar. İdeoloji ve din
arasındaki sürekli yanlış anlamanın kaynağı da burasıdır. İdeolojinin gelişme
gördüğü yerde din son derece çöküş görür; çünkü din, hiç insan bulamaz,
sadece çalışan ve tüketen varlıkları görür.*
 Yıkma ve tahrip etme tutkusu, radikal solun hâkim temayülüdür.*
 Yenilen milletlerin sorumlu tutulmadığı hiçbir yenilgi yoktur. Tarih
çöplüğü’nde masum olan yoktur. Çünkü tarihin bakış açısından zayıf olmak
kusurdur. Zayıflık tarihte ahlaka aykırıdır.*
 Bizi insanların mı, hadiselerin mi, aklın mı yoksa tesadüfün mü yönetmesini
istiyoruz? Eğer insanların yönetmesini istiyorsak, ne tür insanlar?*
 İnsanlar, toplumlar ve siyasi sistemler arasındaki gerçek farklılıklar
amaçlarda değil metotlardadır. Dolayısıyla amaçlar hakkında fazla soru
sormayın. Çünkü ilan edilen amaçlar daima yüce ve iyidir. Metotlar hakkında
sorun ya da metotları gözlemleyin. Bu asla yanıltmaz.*
 Anlayış eksikliğinden saldırganlığa sadece bir adım vardır.*
1
4
 Kültürleri her şeyden önce bir halkın varlığının delili veya emaresidir.*
 Bürokrasinin kaidelerinden biri şudur: Hiçbir şey yapmamak daha iyidir;
çünkü hiçbir şey yapmayan hiç hata yapmaz ve hiç kimse fiilsizlik sebebiyle
sorumlu tutulamaz. Bürokrasinin statüko taraftarı olmasının ve her yeniliğe
karşı çıkmasının sebebi budur.*
 Ancak ve ancak kendimize ait bir düşünce sahibi olabiliyorsak düşünceyi
ifade etme hakkımız vardır.*
E.Fromm
 Her yeni doğuş kendine saygı hissiyle başlar. Eğer bu doğuş hakiki ise
dünyanın geri kalan kısmıyla arasına üstü kapalı olarak duvarlar örmez ve her
tür iletişimin reddini içermez. Bu doğuş, kişinin kendi yolunu ve dünyanın geri
kalanıyla çift yönlü bir iletişimi seçmesidir. Hakiki yeniden doğuş budur.*
 Ütopyacı Fransız yazar Fourier, "negatif üretim" tabirinin mucididir. O, bu
tabirle kişinin tabii ve meşru ihtiyaçlarının tatminine hizmet etmeyen mal ve
hizmet üretimini anlatır. Her üretim faaliyeti faydalı değildir.*
 Hakiki vatansever, vatanını diğerlerine üstün tutan değil, vatanın söz konusu
övgüye mazhar olmasını sağlayacak şekilde hareket edendir. Bu kişi, övgü ve
ihtişamdan ziyade vatanının değer ve saygınlığına riayet eder.*
 Ben olsam, Müslüman Doğu'daki tüm mektepler "eleştirel düşünme" dersleri
koyardım. Batı'nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve
birçok zaafın kaynağı da budur.*
 Hâkimiyet sahibi olmayan insanlar siyasi olarak dumura uğrarlar.*
1
5
 "Sağ" ve "Sol" isimlerin kökeni, 1789'da Fransız Meclisi'ndeki Anayasa
tartışmalarıyla bağlantılıdır. Kralın daha fazla güçlendirilmesini savunanlar
başkanın sağ tarafına, meclisin daha fazla güçlendirilmesini savunanlar ise
onun soluna oturmuşlardı. Bu bölünme daha sonra genel bir anlam kazandı ve
solda olanlar değişimi isteyenleri, sağda olanlar da statükoyu ifade eder hale
geldi. Sağ-sol bölünmesinin başka anlamları da vardır; buradaki anlamı
onlardan sadece biridir.*
 Japonya'da Meiji İnklabı'ndan sonra eğitimde ani bir yaygınlaşma başladı. O
dönemde Japon Anayasası'nda sadece beş madde vardır ve sonuncusu "Bilgi
nerede bulunursa bulunsun elde edilmelidir" cümlesiyle bitiyordu. Bu cümle,
Japon Ekonomi Mucizesi olarak bilinen hadisede hayati rol oynamıştır.*
 Siyasette gerçekte neyin olduğu, neyin mevcut olduğu önemli değildir; önemli
olan insanların inandığı şeyin ne olduğu, inancın mevcut olduğudur.*
 Kadınlar oy verdiklerinde kadın adaylara değil erkeklere oy veriyorlar.*
 Bir yerde Ohio (ABD) Eyaletindeki Cleveland'da seksen farklı etnik grubun
yaşadığını okumuştum. Bunların her biri kendi sembollerinden gurur
duymakta, onları yüceltmekte ve farklı olanlara da saygı duymakta.
Cleveland'da hiç kimse yer darlığı çekmiyor.*
 Devlet adamı devleti düşünür, politikacı ise sonraki seçimleri.
CHURCILL
 Hukuk ve adalet her zaman için uyum içinde olmaz. Durum böyle olduğunda
doğru bir adam için önceki sonra gelir.*
 Ütopyaların kaderi niçin tiranlıklar üretmek oluyor? Her ütopya, açıkça veya
iktiza yoluyla tam da bunu, yani Allah olmaksızın var olan bir krallığı
savunur.*
1
6
 Demokrasi (ve özgürlük), istediğimiz her şeyi yapmamızda değil, yaptığımız
her şeyi istememizdedir.
TOLSTOY
 Her kimse insanlara öğretmeye gider, ama kendisi de onlardan öğrenmezse
kibirli bir ahmaktır. Bu buluşma ne ona ne de o insanlara bir fayda getirir.*
 Kısa süre önce, bedenin duruş, hareket ve dengesini sağlayan merkezlerin
beyincikte (cerebellum); insanın buluşçu özelliğinin ise beyinde (cerebrum)
olduğunu okudum. Şurası açık ki bazı insanların beyincikleri beyinlerinden
daha fazla gelişmiş.*
 Program ile insanlar çoğunlukla uyuşmazlık içindedirler. Kaliteli insanlar
çoğunlukla, tamamen hayalci ve gerici bir programı savunurlar; bunun tersi
de geçerlidir: İyi programı kötü insanlar savunur.*
 İlk insanın yaratılışıyla ilgili Kur'an kıssasının (el-Bakara 2/30-34) anlamı
nedir? Bu kıssa, son derece önemli olan en az iki husus içermektedir: 1)Tüm
insanlar, kardeşe olmasalar bile uzak akrabalardır ve dolayısıyla eşittirler;
2)Başlangıçta bir erkek ve bir kadın vardı, kişiler ve halk daha sonra geldi.
Bundan çıkan netice, insan hakları’nın halklardan, kabilelerden, toplum ve
devlet haklarından daha eski ve daha önemli olduğudur. İnsan hakları
önceliklidir, diğerleri ondan istintaç edilmiştir.*
 Herkesin düşünce ve ifade özgürlüğü vardır. Bu hak, kişinin kendi görüşünü
muhafaza etme ve sınır tanımaksızın tüm haber kaynaklarından bilgi ve fikir
edinme özgürlüğünü içerir. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi(Madde 19)
 Bir Amerikalı bir İngiliz’e böyle muhteşem çimleri yetiştirmeyi nasıl
becerdiğini sorar. "Çok basit," der İngiliz, "biz onu düzenli olarak sularız,
her sabah ve her akşam keseriz. "Amerikalı, "Bu benim yaptığımın aynısı,
fakat benim çimler kötü durumda" der. İngiliz "Evet, fakat biz bunu dört
yüz yıldır yapıyoruz" der.*
1
7
 Kültür, köle ister; eğer çirkin, güç ve sıkıcı işleri yapacak hiç köle yoksa
kültür imkânsızlaşır. Beşeri kölelik yanlış ve ahlaksızlaştırıcıdır. Dünyanın
geleceği, mekanik köleliğe, makinelerin köleliğine dayalı olacaktır.*
1
8
DOĞU-BATI ARASINDA İSLAM’A HAŞİYE
 İnsanın ilk yönü bilimin, ikinci yönü ise sanat ve etiğin mevzuudur. Dolayısıyla
insan hakkında iki hikâye ve iki hakikat vardır. Batı dünyasında bunların
Darwin ve Michelangelo temsil eder. Ne Darwin Michelangelo'nun insanından
bahseder, ne de diğeri berikinin bahsettiği insandan. Onların bahsettikleri
hakikatler birbirinden farklıdır, fakat birbirini dışlayıcı değildir. Ancak
zaman içinde birbirinin zıddı olarak, sırasıyla, medeniyet ve kültür olarak
tasavvur edilmişlerdir. Bilim ve teknoloji medeniyete, din ve sanat ise
kültüre aittir. İlki, beşeri ihtiyaçların (Nasıl yaşarım?), diğeri ise insani
arzuların (Niçin Yaşıyorum) ifadesidir. Bu ütopya ile dram arasındaki
zıddiyettir.*
 İşaretler’in bu ilk/asli düalizmi, insan hayatının bütününü karakterize eder
ve söz konusu işaretler, insanın adıyla ilişkili her fenomende bulunabilir.
Ahdi Atik ile Ahdi Cedid'in ruhu, Musa ile İsa arasındaki farklılık budur. Biri
kendi halkının lideridir, diğeri ise bir ahlak vaizidir. Onların kendisine doğru
çaba gösterdikleri iki farklı adalet ve hedef bulunmaktadır: Arz-ı Mev'ud ve
İlahi imparatorluk. Bu iki zıt, insanda ve İslam'da uzlaştırılmıştır. İslam bir
terkiptir, sentezdir; insani olan her şeye damgasını vuran iki kutup
arasındaki üçüncü yol’dur*.
 Ruhun mahiyeti, onun tam zıddı aracılığıyla anlaşılabilir. Maddenin cevheri
onun ağırlığı olduğu gibi, ruhun cevheri veya özü de özgürlüktür.
HEGEL
 Mevcut olan şeyin, genel olarak insan değil de fert olması sebebiyle, mevcut
olan şeyin insan değil de muayyen bir insan olması hasebiyle.
HEGEL
 Hegel'e göre en şerefli kısmı itibariyle sanat, "ilahi olanı ve genel olarak ruhi
olanı" gösterir.*
1
9
 Son derece derinlere ulaşan zengin ruhi başarılarına rağmen Hindistan'ın
tarihi yoktur.
HEGEL
 Netice olarak dünya tarihi, ruhun zaman üzerindeki açılımdır, tıpkı fikrin
uzayda açılması gibi.
HEGEL
 Düşünce tarihe götürür, meditasyon ise ondan uzaklaştırır.*
 Yazı becerisi Romalılarda çok erken bir dönemde ortaya çıkmıştır.
Romalıların başlangıçtan beri bir alfabeleri olduğu açıktır. Alfabesiz bir
kültür var olabilir, fakat bir medeniyet var olamaz.*
 Hıristiyanlık insanın nihai inkişafını, İslam ise Tanrı'nın nihai inkişafını
ortaya koymuştur.*
 Tarikatlar Kilise ile birlikte değil, Kilise'ye muhalif olarak Kilise'nin seküler
karakterinin aksine ortaya konulmuştur.*
 Eğer bir insan inanca ulaşmışsa, inancın muhtevası hakkında mıkni olmak
üzere düşünceyi kullanmaması onun ihmali olur.*
 İslam, inancın ve dünyanın birliğidir.*
 Tasavvufun ana özelliklerini hatırlayalım: "İnsan sadece ruhtur, beden
değil", vahdet-i vücut [monistic pantheism], Allah korkusu yerine Allah’a
sevgisi ve son olarak Allah ile insanın özdeşleştirilmesi.*
 İnsanlığın birliği Allah'ın birliğinden kaynaklanır.*
2
0
 Muhteşem ama gerçekçi olmayan vizyonlar iddia edilemez.*
 Sanat tarihi yoktur, sanat sadece şimdi’yi tanır. Sanat için zaman ve mekân
yoktur. Bilim ve medeniyet için çok önemli olan zaman ve mekânın bu şekilde
"ihmali", sanatın genel insani karakterinin tezahürüdür.*
 Akupunktur, Çin'de 2500 yıl önce icat edilmiştir. Bilim onun tüm sırlarını
tamamen tetkik edebilecek mi? O acaba rasyonel bir metot mudur ve
rasyonel araçlarla açıklanabilir mi? Sorun şöyle de formüle edilebilir:
Hasatlık bedenin bir haletinden mi ibarettir; salgılar, maddeler ve
fonksiyonlardaki bir rahatsızlık mıdır? Yoksa aynı zamanda ruhun da bir
haleti midir?*
 Psikoloji, bir ruh bilimi değildir. Son zamanlarda psikolojideki başarılı
bilgisayar uygulaması, saf bir bilim olmak davranışçı psikoloji teorisini
desteklemiştir; çünkü bilgisayarlar ancak sayılar ve değerlerle iş görürler ve
saf kemmi [quantiative] bir metodun ve onun mukabil neticelerinin bir
örneğini teşkil ederler.*
 Dairevi ve hatti (doğrusal) zaman: Dairevi zaman kültüre, hatti zamana
medeniyete aittir. İlki daimi bir daire hareketidir, sürekli dönüş, tekrar,
zaman yanılsaması, hatta zamansızlıktır. Sadece hatti zamanın gerçek bir
süreci, ciheti vardır ve saat bunu sembolize eder. Bu, astromonik ve fiziki
bir zamandır; hususi bir zaman türüdür, yani sadece bir hareket olarak,
mekân olarak kavrayabileceğimiz bir zaman türüdür.*
 Descartes, incelenmekte olan her sorunun "mümkün olduğu kadar çok
parçaya bölünmesi" gerektiğini söylemişti. Descrates bununla ilmi metodun
özünü tarif etmiş oluyordu. Sanatta her şey bunun tam tersidir.*
 Beden ve ruh birliği, en temel, en büyük ve en eski insani tecrübedir. Hiç bir
beşeri felsefesi bu sorunu göz ardı edemez. Bu ilişki, tarihöncesi dönemden
günümüze her beşeri düşünceye damgasını vurmuş ve ilgiye mazhar
olmuştur.*
2
1
 Büyükannenizin bir fotoğrafı sizde çeşitli duygular uyandırabilir. Bunun
sebebi yalnızca canlı his ve hatıralarınızla ona hayat üflemenizdir. Başka
birisi kayıtsız kalır veya ilgileniyormuş gibi yapardı. Ancak büyükannemizin
resmini yapan bir sanatçının eseri, ona bakan herkeste çeşitli duygular
uyandıracaktır. Bunun sebebi, resmin her insanı ilgilendiren şahsiyeti,ruhu
resmetmesidir.*
 Optimum, daima aşırı uçlar arasında bir yerdedir. Çünkü "Aşırılıklar, onların
ötesinde hayatın durduğu sınırlardır" ve "Sanat ve siyasette ki her aşırı
arzu, kılık değiştirilmiş bir ölüm arzusundan başka bir şey değildir."*
 Boşanma Allah'a en sevimsiz gelen helaldir.
Hz. Muhammed(s.a.v.)
 Avrupa'da genel olarak Batıda sağcılar "mağdurun hakkını" savunurken,
solcular bir kaide olarak davalının bağışlanmasına çalışmışlardır. *
 Bilim, tekâmül hakkında bilgi sahibidir ve onun (bilimin) tarihi vardır.
Aristo'nun fiziği bize safça görünür. Ancak Arsito'nun "Metafizik"i söz
konusu olduğunda durum bunun tamamen tersinedir. Fiziğinden farklı olarak
onun metafiziği, şimdi bile ilgi çekici olmayı sürdürmektedir. Metafiziğin ana
mefhumları ilk kez Aristo'nun "Metafizik"inde tanımlanıp açıklanmıştı.*
 Bir portre ile fotoğraf arasındaki fark; resmin bir kişinin diğerinden ne
kadar farklı olduğunu, fotoğrafların ise birbirimize ne kadar benzediğimizi
göstermesidir. Bir fotoğraf, ruhsuz bir portredir.*
 Bilim toplum tarafından desteklenirse ilerler. Sanat ise bunun tersinedir.
Toplumun desteği onu boğar.*
 O, göğüslerinizde olanı bilir.
Kur'an-ı Kerim
2
2
 İnsanın mesuliyeti de Allah'ın merhameti de haktır.*
 Taoculuk en eski otantik Çin dinidir. Başlıca öğretisi şudur: Birbirini
tamamlayıcı iki kuvvet vardır: Yin ve Yang. Bunların etkileşimli ve ezeli
dengeleri âlemin ahengini sağlar.*
 Masallar insanlığın ümmilik çağında gelişmişlerdir. Destan da öyle.*
 Tarihin tamamı, kaderimiz olarak adlandırılan şeyin bir parçasıdır.
Şuurumuzdaki varlığı da dâhil olmak üzere her ne ise o olması itibariyle
tarih, var olan her şeyle ilişkimizi belirler, şahsi ve sosyal durumumuzu
dolaylı olarak tanımlar.*
 Dünyaya sahip olmamak ile ona sahip olmayı istememek farklı şeylerdir.
Dünyayı yönetememek ile onu yönetmeyi istememek; dünyayı bilmemek ile
onu bilmeyi istememek de. İkincisi bir dindir, fakat bu din İslam değildir.*
 Din ve bilimin yetenekler’’i karıştırılmamalıdır. Din hayatın gayesiyle ilgili
soruya cevap sunar, bilim ise hayatı ve tabiatı birer fenomen olarak inceler.
Ne bilim hayatın gayesiyle ilgili soruyu cevaplandırabilir, ne de din tabiat
kanunlarını tarif edebilir.*
 Kur'an'da birçok yerde tekrarlanan tefekkür’e yönelik teşvik, hislerin ve
aklın şahitliğinin ruhun inancını bastıramayacağı ve neticede ufukta bir
noktada gözleme dayalı bilimle vahye dayalı dinin artık çatışmayacağı, hatta
birbirlerini destekleyebilecekleri konusundaki sağlam bir kanaat (ve vaat)
dışında bir şeyle yorumlanmaz. Söz konusu ufuk, benim "İslam’ın ufku"
dediğim şey budur.*
 İdeallerin tarihi, din ve felsefe tarihi, bilim ve sanat tarihi, topluluk ve ahlak
tarihi, bir insanın deruni gelişim tarihidir.
SUHODOLSKİ, Bogdan(Filozof)
2
3
 Maddi âlem ideaları içerdiği oranda gerçektir.
EFLATUN
 Düşünce, düşünen maddeden ayrılamaz.
MARX
 Tabiata yönelik iki tavır: Batılı tavır: Tabiata hâkim olmak; Doğulu tavır:
tabiata uyum sağlamak. İlki açıkça Kitab-ı Mukaddes'ten kaynaklanmaktadır.
Tekvin Kitabı'nda şöyle denilir: "Üre ve çoğal, yeryüzüne yerleş ve onu
boyunduruğun altına al! Denizdeki balığa, havadaki kuşlara ve yeryüzünde
sakin olan tüm mahlûkata hâkim ol." Budist Metta Sutte ise tamamen zıt bir
mesaj gönderir: "Oğlunu tüm kazalara karşı kendi canıyla koruyan bir anne
gibi senin düşüncelerin de tim canlıları kuşatmalıdır."*
 Resim fırçası birbiriyle özdeş iki hareket yapamaz. Resimde tekrar yoktur,
her hareket yenidir.*
 Bir guru, her an benliğinin en büyük derinliklerinde bulunandır.*
 Dünyayı değiştirme isteği, onu anlama isteğine hâkim oldu.
YOURCENAR Margaret
 Beşeri kültür dünyayı anlama arzusudur, medeniyet ise onu değiştirme
eğilimidir.
MARX
 Hıristiyan ahlakı sevgi üzerine yoğunlaşır, öte yandan İslam ahlakı ise iyi
amel üzerine yoğunlaşır. İncil şöyle der: "Başkalarını sev." Kur'an ise şöyle
der: "Başkalarına iyilik et". İlki bir duygudur, ikincisi bir fiil. İncil'in
sevgiden bahsetmesi kadar sık bir şekilde Kur'an da salih amel işlemekten
bahseder.*
2
4
 Doğrulara karşı yumuşak, zalimlere karşı acımasız.
el-Feth48/29
 Eğitimin amacı ne? Tam olarak gelişmiş bir insan şahsiyeti mi yoksa son
derece profesyonel ve ihtisaslaşmış bir sanayi işçisi hayvan mı?*
 Tabiat, olması gereken değil olanla ilgilidir.*
 Beş artı üç sekiz olmalıdır değil, onlar bizatihi, kendi başlarına sekizdirler.
LUTHER, Martin
 Adil olan şeyin güçlü olması mümkün olmadığı için,
haline gelmiştir.
güçlü olan şey adalet
PASCAL, B
 Adalet gücü elde etmeyi başaramazken, güç de adaleti elde etmeyi
istememiştir. Güç, basitçe kendisini adalet olarak ilan etmiştir.*
 Bilim veya din değil, bilim ve din; işte İslam bu.*
 Almancada gmein sıfatı basit, ortak ve genel anlamlarına gelir. Bu, mahza
tesadüften ibaret değildir.*
 Yeknesak binaları ve monotonluğuyla birlikte bir şehrin yeni kısımları,
"mahza zaruret şehirciliği" denilen şeyi temsil eder. Bir toplumun şehir
yerleri, onun ana değerlerinin ve mümeyyiz vasıflarının resmidir. Bir
toplumun şehirciliği ve mimarisi, o toplumun ruhunu ya da âdem-i ruhunu
sadık bir aynada olduğu gibi yansıtır.*
2
5
 Sanat, çifte anlamda, insan ile âlem arasındaki uyumsuzluğun adıdır: 1)Sanat,
insanın kaygısının ifadesidir, kendi ihtiyaçlarına göre yaratılmamış olan
âleme karşı bir protestosudur; 2)Sanat, sanatçının kendi hayaline uygun
paralel bir âlem yaratma teşebbüssüdür. Sanat, bu yeni ve farklı âlemdir,
şairin doğru çıkan rüyasıdır.*
 H.Miller bir yerlerde, sanatın bir gün ortadan kalkacağına ama sanatçının
kalacağına dair sağlam bir inanç beslediğini söyler. Eser ortadan kalkacaktır,
ama duygu baki kalacaktır.*
 İnsanlar içinde erkek ve kız çocuk dengesi nasıl korunur? Cevap: Genetik
şifre yoluyla. Dolayısıyla her şey çok basit ve açık: Ortada bir şifre
bulunmaktadır ve hiç kimse bu şifrenin nerede veya nasıl yaratıldığını
sormamaktadır.*
 Milan Kundera, Yahudiler hakkında şöyle der: "Barbarlığı ve tarihin yıkıcı
sürecini atlatmış olan tek küçük ulus"*
 Şimdilerde (1988'de) bazı Amerikan şirketleri sadece %10-12 oranında
"sıradan" (vasıfsız) işçi istihdam ediyorlar. Çalışanların geri kalanı, bilgisayar
uzmanları, ihtisas sahibi çeşitli uzmanlar, bilim adamları, araştırmacılar,
tasarımcılar gibi kimselerden oluşuyor.*
 Sanat, hususi olanın; felsefe ve bilim ise umumi olanın bilgisidir.*
2
6
Komünizm ve Nazizm=Unutulmaması Gereken Bazı Gerçekler
 1945'te Berlin'in ele geçirilmesi üzerine General Zhukov askerlerine şu emri
verdi: "Ey Sovyet askeri, intikam al! Öyle davran ki ordularımızın saldırı ve
tecavüzünü sadece bugünün Almanları değil onların torunları da hatırlasın.
Daha önce bu vahşi Almanların sahip olduğu her şeyin sana ait olduğunu
hatırında tut. Ey Sovyet askeri, asla merhamet etme ve şefkat gösterme!"
(NIN,3 Mart 1985)*
 Kültür ve insan hakkında ("kültürlü ve medeni insan" hakkında)
düşündüğümüzde şu sorudan kaçınmalıyız, kaçınamayız, kaçınmamız
memnundur: Şu iki totaliter rejimin -Nazizim ve stalinizm- bu dünyaya
"sundukları" öfke, cinnet, taşkınlık, utanmazlık ve vahşet, bu kültür ve
medeniyet yüzyılında nasıl meydana gelebildi?*
2
7
İslam Üzerine Düşünceler=Tarihe ve Diğer Şeylere Dair Gözlemler
 Şimdiye kadar başkaları sebebiyle uğradığımız zarar ve hüsranlardan
bahsettik. Sıra kendimize verdiğimiz zarar ve hüsranlardan bahsetmeye
geldi. Bu, bizim olgunluğumuzun başlangıcı olacaktır.*
 Oruç, ruhun bedene hâkim olmak ve geçici de olsa bu zaferi muhafaza etmek
üzere yaptığı en açık teşebbüs olarak tanımlanabilir.*
 İbadetleri temizlikle ve daimi olarak zamana riayetle bağlantılı olan insanlar
niçin temizlik ve dakiklik örnekleri değildirler? Yılda otuz gün kendilerini
yiyecek-içecekten mahrum bırakan insanlar niçin bir disiplin örneği olmazlar.
Bazen acımasız ve katı olan bu dört asırlık uygulamadan sonra temizlik,
dakiklik ve disiplin nasıl olup da onların ikinci tabiatı haline gelmemiş, hatta
saplantı halini almamıştır? Bu iki soruyu tatminkâr bir cevap verebilecek olan
kişi Nobel Ödülü'nü hak ederdi.*
 Milliyet tabii bir akrabalık bağına bağlıdır. İslam ise ruh, hukuk ve ahlaka
dayalı bir bağdır.*
 Bizatihi coşku asla büyük başarılar elde etmemiştir.*
 İlim ve fıkıh -bilme ve anlama- birbirine zıt, ama birbirini tamamlayıcı
mefhumlardır ve baştan beri İslam'ı bilmenin yolları olarak tanınmışlardır.
Bu bilgi türlerinden biri, verilmiş ve tamdır; diğeri yaratıcı ve açıktır. İlki
idrakin [cognition] objektif, diğeri subjektif ilkesidir.*
 Sünnilik icma (konsensüs) dinidir, Şiilik ise otorite (imam) dini. Sünnilere
göre icma vardır ama ictihad (hür, yaratıcı yorum) yoktur. Şiilere göre ise
bunun tersi. "Bir bütün olarak Şii kitleler, Sünni kitlelerden daha fazla batıl
inançlıdırlar.*
2
8
 Bir kısım yazarlar, Batı medeniyetinin, İslam'ın bir devamı olduğuna, çünkü
onun İslam medeniyeti zirvedeyken başladığına inanırlar. Bunlardan biri
Muhammed İkbal'dir. O, modern batı düşüncesinin, İspanya ve Sicilya
yoluyla Batı'ya yayılan İslam kültürünün doğrudan devamı olduğunu söyler.*
 Tarihimize dair objektif ve tenkidi bir değerlendirmeye ihtiyacımız var.*
 Kur'an ve İslam sadece hocalara bırakılamayacak kadar önemlidir.*
 Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtarmak için kendinizi Müslüman olarak
düşünmeye başlayın.*
 Şövalye aşkı denilen şeyin Arap kökeni. Şövalyenin aşkı platonik olurdu; bu
aşk ayrılık, umutsuz aşkların ayrılığı demekti. Bu aşk bir zevkten ziyade tatlı
bir elemdi, makbul bir yaraydı.*
 Şüphesiz, bir kavim kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onların
halini değiştirmeyecektir.
er-Rad 13/11
 Bir halk kendi tarihini yazmazsa başkaları onu kendi açılarında onlar adına
yazacaklardır.
MEHDED, Abdülkadir
 Bugünün İslam âlemine bakıldığında edinilen başlıca izlenim, onunla gelişmiş
Batı arasında muazzam bir kültürel ve teknolojik mesafe bulunduğudur.
Kültürel gelişmeye itina gösterilmesi şartıyla teknolojik mesafe nispeten
kısa sürede aşılabilir; söz konusu kültürel gelişme esas olarak makul
[reasonable] bir eğitim sistemi ve halk kültürünün tüm biçimlerinin teşvik
edilmesi yoluyla sağlanabilir. Kendisini örgütleyen ve kendisine açık bir
hedef koyan bir toplum, öbür türlü on yılları hatta yüzyılları alacak olan
teknolojik ilerlemeyi nispeten kısa bir zaman diliminde başarabilir.*
2
9
 Monarşi ilkesi, ideal insanın var olabileceği yanılsaması üzerine kuruludur.
Böyle bir faraziye İslam'a yabancıdır.*
 Gözlemle ve tefekkür et.*
 İslam, önemli bir konuda gözle görülür bir üstünlüğe sahiptir: Allah
hakkındaki öğretisi. Bu öğreti gökyüzü gibidir: Basit, ama aynı zamanda
muhteşem ve tüketilemez. Diğer tüm büyük dinlerde bu ana konu etrafında
bazı karışıklıklar bulunmaktadır. Allah ve Kur'an hakkındaki bu alanları içinde
son derece büyük öneme sahip olan bir alanda İslam'ın sahip olduğu büyük
bir mukayeseli üstünlüğü temsil eder. Kanaatimce bu alan, İslam
düşüncesinin sınırsız bir gelişim göstereceği bir alandır.*
 Hedefimiz mükemmel insan değildir, hele mükemmel toplum değildir. Tüm
istediğimiz normal insanlar ve normal bir toplumdur. Allah'ım bizi her türlü
mükemmellik’ten muhafaza et.*
 Şunu unutmamalıyız: Hz. Muhammed putperestlere karşı savaştı, ama onlarla
anlaşma da yaptı.*
 Kemal'in reformlarıyla geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki zorunlu ve sürekli
diyalog ya da akış kesintiye uğramıştır. Bu diyalog/akış olmaksızın bir ulusta
ne istikrarlı bir değerler sistemi ne de hakiki bir saygınlık (kendine değer
verme) duygusu olabilir.*
 XII. yüzyılda Palermo hala yarı Müslüman bir şehirdi. Yaptığı seyahatleri
anlatan Endülüslü Müslüman yazar İbn Cübeyr, 1184'te Mekke'ye giderken
yolda Palermo'ya uğradı. İbn Cübeyr gezisini anlatırken Palermo'dan geçişini
tasvir eder. O, orada birçok cami görmüş ve Hıristiyan kadınların Müslüman
kadınlar gibi giyindiklerini fark etmiştir.*
3
0
 Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla
övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza,
aklımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve
kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh
bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız,
külli iyiliğe katkılarımız?*
*İZZETBEGOVİC, Aliya
3
1
Download