Fetvalar - İslamDaveti.Com

advertisement
e
Kitabın Adı
Mühim Akide ve Fıkhi Sorulara Cevaplar
Fetvalar
Kitabın Yazarı
Ebu Ubeyde
Kapak/Tashih/Mizanpaj
w w w.islamdaveti.com
Baskı Yeri
İstanbul
Baskı Tarihi
Rebiulahir, 1435
w w w.isla mdavet i.com
w w w.islamdaveti.org
Mühim Akide ve Fıkhi Sorulara Cevaplar
Fetvalar
Ebu Ubeyde
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM I
AKAİD SORULARI
1- Silsile tekfir yapmayanlar Allah’ı yalanlamış olurlar mı?...................................15
2- Tağutu inkâr etmek, tağutu tekfir etmeyi gerektirir mi?.....................................15
3- İbn Teymiyye’nin Maide 44, 45 ve 47. Ayet
hakkındaki sözünü nasıl anlamalıyız?..................................................................16
4- Tağut nedir?.............................................................................................................24
5- Nisa 97 ve nüzul sebebi tekfirde ikrahın engel olmadığına delil olabilir mi?.....26
6-Peygamber’e ‫ ﷺ‬söven biri sadece sövmesinden dolayı mı tekfir edilir?................27
7-Rasulullah ‫ ﷺ‬öldükten sonra ondan şefaat talep edilmesi meselesi hakkında.......28
8- Teşride Allah’a ortak koşan kimseleri tekfir etmeyen kâfir olur mu?
Ve bu konuda silsile kıyamete kadar gider mi?.....................................................29
9- “Kim mü’min bir kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse...” hadisini nasıl anlamalıyız?.......31
10-Kalu bela’yı Kur’an ve sünnet ışığında açıklayabilir misiniz?............................34
11-Tağutun mahkemesine müracaat eden
bir adamın tekfirinde silsile tekfir yapılır mı?.......................................................34
12-Bugünün tağutları olan yöneticilere kâfir demeyen kâfir olur mu?
Yoksa şüpheleri giderildikten sonra mı tekfir edilirler?......................................36
13-Temyize başvurmak küfür müdür?
Buna küfür ismini vermeyenlerin hükmü?..........................................................38
14-İntifaul kastı detaylı bir şekilde açıklayabilir misiniz?........................................42
15-Ebu Muhammed el Makdisi hakkında bir soru...................................................43
16-“Aişe’nin ra. yaptığı büyük şirktir.” ifadesi,
gerçekten İbn Teymiyye’ye mi aittir?.....................................................................45
17-Müşriklerin canı, malı hangi hallerde bize helal olur?........................................47
18-Dernek veya vakıf kurmanın İslam’da hükmü nedir?.........................................48
19-Günümüzde İslam alameti nedir?.........................................................................49
20-Osmanlı hakkındaki düşüncenizi açıklar mısınız?.............................................50
21-Zat-u envat hadisindeki şirk büyük şirk midir?....................................................51
22-İmam Serahsi’nin bir sözünün
“Askerlik küfür değil, haramdır.” görüşüne delil getirilmesi...............................53
23-Tağuti rejimlerde memurluk yapmanın hükmü nedir?.......................................54
24-“Müşriklerin tekfiri dinin aslından değildir.” iddiası hakkında.........................57
25-Tevbe Suresi 6. Ayet cehalet özrünün olmayacağına delil midir?.......................59
26-Tevbe Suresi’ndeki 65. ve 66. Ayetlerdeki kişiler
küfür sözü söylemeden önce Müslüman mıydılar?.............................................62
27-İbn Teymiyye hangi sebepten ötürü Fahreddin Er-Razi’yi tekfir etmiştir?.........62
28-Cennetin ebedi, cehennemin ise ebedi olmadığını görüşü hakkında................63
29-Tevil, tekfirin engellerinden biri midir?
Zahir meselelerde tevil ehli mazur olur mu?.........................................................71
30-Müşrikler hakkında, biz onlara ne kâfir ne de Müslüman deriz, demek...........73
31-Salih diye bilinen kimselerden, Allah’a aracı konularak
istenilen şeyin (tevessülün) insanı getirdiği nokta neresidir?............................74
32-Okul konusunda babanın tekfir edilip edilmemesi
hususundaki ihtilaf neden kaynaklanmaktadır?.................................................75
33-Rabıta şirk midir?...................................................................................................78
34-Görevli bir avukatın mahkeme dışında
tarafları anlaştırması tağuta muhakeme kapsamında mıdır?.............................79
35-Büyük miktarda mal kaybı ikraha dâhil midir?...................................................81
36-Hatib İbn Ebi Belta’nın hadisini nasıl anlamalıyız?.............................................82
37-Avukat tutmak küfür müdür?................................................................................83
38-Bedelli askerlik küfür müdür?...............................................................................84
39-Bidat ehline karşı tavrımız nasıl olmalıdır?.........................................................86
40-“Doksan dokuz küfür, bir iman meselesi” nasıl anlaşılmalıdır?........................87
41-Tağuta muhakeme olma hususunda istihlal şartı var mıdır? .............................88
42-Bir kişi parası ile askerlikten kurtulsa bu verdiği para
tağut devlete destek hükmüne girer mi?...............................................................89
BÖLÜM II
FIKIH SORULARI
1- Elin zekere değmesi abdesti bozar mı,
hüküm olarak kasten veya sehven dokunma arasında fark var mıdır?..............97
2- Hastalıktan dolayı kulaktan sürekli olarak gelen iltihap abdesti bozar mı?......97
3- “Abdeste başlarken besleme çekmeyen kimsenin abdesti yoktur.”
hadisi zayıf mıdır? Bu konuda tercih edeceğimiz görüş hangisidir ?.................98
4- Çoraba mesh konusunda bize detaylı bilgi verir misiniz?..................................99
5- Vedi konusunda bize tafsilatlı bir bilgi vermenizi rica ediyorum.
Ayrıca vesveselerden kurtulmanın kesin yolu nedir?........................................101
6- Kusuntu necaset midir?........................................................................................101
7- Akvaryuma, kafesteki kuşa veya herhangi bir hayvana, yanan sobaya
veya elektrikli sobaya karşı namaz kılınmasında bir sakınca var mıdır?.........102
8- Mescitte abdest almanın hükmü nedir?..............................................................103
9- Seferi olan kişi, mukim olan imamın arkasında namazını nasıl kılar?
Delilleriyle açıklar mısınız?..................................................................................103
10-Namaz kılmayanın kişinin hükmü nedir?..........................................................104
11-Namaza başlarken bismillah demek bid’at midir ?............................................105
12-Namazda rekâtlar arasında yapılan istirahat oturuşunun hükmü nedir?.......106
13-Teravih namazlarını nasıl kılmalıyız? Ramazan ayını ve
Kadir gecesini nasıl ihya etmeliyiz?....................................................................107
14-Namazı cem etme hangi hallerde olur?...............................................................108
15-Vitr Namazı iki kere kılınabilir mi?.....................................................................110
16-Bütün namazlarda aynı zammı sureyi okumanın hükmü nedir?
Bu amel bidat olur mu?.........................................................................................110
17-Darul küfürde evde veya kapalı mekânda cuma kılmak caiz mi?.....................111
18-Farz namazların ardından el kaldırarak dua etmenin hükmü nedir?..............113
19-Bir insan kasten veyahut özürlü iken namazı kılmamışsa
sonra bu namazı kaza edebilir mi?......................................................................115
20-Vitr namazının sünnetteki kılınış şekli nasıldır?...............................................116
21-İkindi namazından önce 4 rekât sünnet var mıdır?..........................................116
22-Süleymaniye Vakfı tarafından hazırlanan namaz vakitleri programında
yatsının bitiş vakti diye verilen vaktin olduğuna katılıyor musunuz?............117
23-Kur’an’da geçen secde ayetleri ve
tilavet secdesi ile ilgili tafsilatlı bilgi alabilir miyiz?...............................................118
24-Nafile namazlarda Her rekâtta Fatiha’dan sonra
okuduğumuz surelerin bir sırası olması zorunlu mu?......................................123
25-Rükûdan sonraki kıyamda ellerimizi, ilk kıyamdaki gibi
bağlamak mı sünnete uygun olandır yoksa salmak mı?....................................125
26-Herhangi bir sebep yokken her duşa girdiğinde gusül alan
kişinin durumu nedir? Ve müstehab olan duha namazı kaç rekâttır?.............125
27-Şükür secdesi hakkında bizi bilgilendirir misiniz?...........................................126
28-Teşrik tebrikleri hakkında bizi bilgilendirir misiniz?........................................127
29-Kâbe resmi olan seccadede namaz kılmak caiz midir? ....................................128
30-İkindi namazından önce kılınan revatip sünnet zayıf hadise mi dayanıyor?.......128
31-Kurban farz mıdır? Eğer farz ise kimlerin kesmesi farzdır?..............................131
32-Kurban bayramında ilk olarak kurban etinden yemek müstehab mıdır?.........132
33-Rici talakla boşanan kadın iddet döneminde iken,
yabancı bir erkeğe boşanmış olduğu haberini gönderebilir mi?.........................132
34-Mahremler konusunda bilgi verir misiniz, eşlerin amca,
hala, teyze, gibi mahrem olan kişileri, eşi içinde mahrem midir?.....................133
35-Bir kadın nikâh akdi yapılırken, “benden başka bir kadınla evlenmeyeceksin”
diyerek şart koşarsa, bu şartı batıl mıdır?...........................................................136
36-Nikâh akdi sırasında kadının kendi üzerine evlenmemesini istemesi batıl diye
cevaplamışsınız. Öyleyse; Ali ra. Fatıma vefat etmeden neden evlenmedi?.......137
BÖLÜM III
HADİS VE SÜNNET SORULARI
1- Cuma günü Kehf suresini okumanın
fazileti hakkında varid olan hadisler sahih midir?..................................................143
2-‘Rasulullah ‫ﷺ‬, Zilhicce’nin ilk dokuz günü, Âşûrâ günü ve
her ayın ilk Pazartesi günü ile sonraki iki Perşembe günleri
olmak üzere 3 gün oruç tutardı.’ ” hadisi ile amel edilir mi?............................143
3- Ölülere Kur’an okumanın İslam’daki hükmü ve
“Ölülerinizin ardından Yasin okuyun.” Hadisinin sıhhati nedir?....................145
4- Zeytinyağı ile tedavinin sünnette sahih bir delili var mıdır?.............................145
5- “Zemzem ne niyetle içilirse ona şifa olur.“ Hadisinin sıhhati nedir?...............146
6- “Sadaka Rabbin gazabını söndürür.” Hadisinin sıhhati nedir?........................147
7- “Allahümme entel ebediyyulkadîm...” şeklinde başlayan
Muharrem ayı duası sahih midir?........................................................................147
8- “Müşriklerle beraber oturmayın, onlara karışmayın...” Hadisi sahih mi?........148
9- “Her hatmin sonunda icabet edilen bir dua vardır” hadisinin sıhhati?............148
10-İbn Ömer’in “ Ayakta iken, yürürken ve otururken
Nebi ‫ ﷺ‬döneminde yerdik ve içerdik” hadisi için ne diyorsunuz?.....................149
11-Heladan çıktıktan sonra yapılan
“Elhamdülillâhillezî ezhebe anni’l-ezâ ve âfânî” zikrinin sıhhati hakkında.......150
12-Sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek sünnettir” deniliyor bu doğru mudur?......151
13-Mütevatir hadisleri inkâr eden neden tekfir edilir?............................................151
14-Abdullah bin Zübeyr’in Nebi’nin ‫ ﷺ‬kanını içmesi
ve kan içmenin haram oluşunu nasıl cem edebiliriz?........................................153
15-Sahih-i Müslim’deki Cabir hadisi kadının yüzünü açmasına delil mi?............154
16-Uzaktan elle selamlaşmak Ehli Kitab’a benzemek?...........................................155
17-Zilhicce ayını en hayırlı şekilde nasıl değerlendirebiliriz?................................156
18-Miraç ile ilgili bilgi verebilir misiniz?..................................................................158
19-Mescitlerde satış yapmanın hükmü nedir?.........................................................165
20-Sahihayn hakkındaki icma ve içinde zayıf hadis olması meselesi....................166
21-Sesli zikir bidat midir?..........................................................................................173
BÖLÜM IV
MUHTELİF SORULAR
1- Günümüzde Ehli Kitab var mıdır?......................................................................179
2- İbadet kastı ile yapılan aşureden yememizde bir sakınca var mıdır?...............179
3- Evli ya da bekâr bir kişinin mastürbasyon yapması haram mıdır?..................180
4- İslam’da peçe takmanın hükmü nedir?..............................................................180
5- Bayanların bayram günleri ve düğünlerin dışında def çalmaları caiz mi?.......182
6- Maslahaten kafirlerle namaz kılıp daha sonra evde iade etmek caiz mi?........182
7- Sütkardeşliğinde kaç emmeden sonra kişiler
kardeş hükmünde olup nikâhlanmaları haram olur?........................................186
8- Organ bağışının ve naklinin İslam’daki hükmü nedir?.....................................188
9- Aşılar konusunda ne yapmamızı önerirsiniz?....................................................189
10-Kâfirlere selam verilebilir mi?
Onlar bize selam verirlerse cevabımız nasıl olmalıdır?.....................................190
11-Müslüman olmayan anne ve babamıza karşı
tavır ve davranışlarımız nasıl olmalıdır?.............................................................192
12-Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬kurtulmuş fırka dışındaki
kastettiği fırkalar ebedi cehennemde mi kalacaklardır?....................................193
13-Eşlerden birinin İslam’ı kabul etmesi halinde ne yapılması gerekir?...............196
14-Fotoğraf çekmek ile resim çizmenin hükmü aynı mıdır?.................................200
15-Kur’an okurken teganni yapmanın
ve ses çıkarma yöntemiyle neşidlere yapılan fonun hükmü nedir?.................201
16-Ali ra. hakkında ‘keremallahu vechehu’ demenin hükmü nedir?......................212
17-Bayanların altın takması hükmü nedir? Haram mıdır helal midir?.................212
18-Kırmızı renkte elbise giymenin hükmü nedir?..................................................213
19-Kaşın ortası kaştan mıdır? Yani kaşın ortasının alınmasında da lanet
söz konusu mudur? Kadınların çokça uzayan kaşlarını kesmesi caiz midir?.....215
20-İbn Teymiyye’nin rafizi kadınla nikâhlanma hakkında söyledikleri................218
İslamdaveti.com’dan derlenen
Akide, Fıkıh, Hadis ve
Muhtelif Sorular ve Cevaplardan
İslam Ümmetine Sunduğumuz
faydalı bir çalışmadır.
www.islamdaveti.com
BÖLÜM I
AKİDE
S O R U L A R I
SORU 1:
“Eğer üzerinde açık bir nass varsa ve vakıa da açıksa silsile
tekfir yapılır; çünkü ikinci kişi ve sonrakilerin hepsi kâfire Müslüman deyip Allah’ı yalanlamışlardır.” diyorlar. Bu konuyu açıklarsanız inşallah kafamızdaki soru işaretleri kalkar. Selametle… Rabbim
azze ve celle ilminizi arttırsın...
CEVAP:
Bidat ehlinin en açık hasleti onların akıllarını dinin nasslarının önüne geçirmeleridir. Örneğin; Ehli Sünnet vel Cemaat’in
üzerinde olduğu akideye göre kişi büyük günahta ölene kadar
da ısrar etse günahı helal saymadığı müddetçe kâfir olmaz. Seleften birçok âlim bunu üstüne basa basa söylemişlerdir. Zincir
tekfirin sonsuza kadar gitmesi gerektiğini öğütleyen akıl, yine
bu meselede “Nasıl olurda bir Müslüman her gün zina eder?”
sorusunu sormaktadır. Gerçekten akıl ile düşünüldüğünde her
gün zina eden bir adamın imandan nasibi kalmayacağını herkes
bilebilir. Ama bütün bu akli gerçeklere rağmen şer’i nasslar ve
seleften büyüklerin fetvası bu konularda değişmemiştir. Âlimler,
“Müslüman helal saymadığı müddetçe günahtan tekfir edilmez.”
demişlerdir. Günahta ısrar dahi etse günahı helal görmeyen şahsı dinden çıkarmamışlardır. Ancak, akılcı Mutezile günahta ısrar
edenin kâfir olduğuna hükmetmişlerdir. Oysaki hüküm vermek
için akıl değil nakil gereklidir.
Sorduğunuz soruya gelince, nakiller ‘kâfire kâfir demeyenin kâfirliği’ noktasında gelmiştir. Ona demeyen de demeyen
de demeyen de sonsuza kadar demeyenler de, ziyadesi EhliSünnet’ten sadır olmamış aksine Ebu Hüseyin’in ifade ettiği üzere
ilk defa Mutezile’den hâsıl olmuştur. Bu yüzden bize düşen selefin sustuğu yerde susmaktır. Allah her şeyin en doğrusunu
bilendir.
SORU 2:
Tağutu inkâr etmek, tağutu tekfir etmeyi gerektirir mi? Bu konudaki delil nedir?
16
EBU UBEYDE
CEVAP:
Şeyh Muhammed Bin Abdulvehhab dedi ki: “Tağutu inkâr
etmenin sıfatı; Allah’tan başkasına ibadetin batıllığına itikat etmen, ondan başkasına ibadeti terk etmen, ondan başkasına ibadete buğz etmen, ondan başkasına ibadet edenleri tekfir etmen ve
onlara düşmanlık etmendir.”1 Tağutu inkâr etmek demek budur.
Burada zikredilen beş esası yerine getirmeyen kişi tağutu inkâr
etmemiş demektir. Allah, Kur’an’ı Arapça indirendir ve O, Bakara
Suresi 256. ayette ‘enkere’ fiilini değil ‘kufur’ fiilini kullanmıştır.
Çünkü bu diğerinden daha genel bir manayı kapsamaktadır; “Biz
her kavme, Allah’a kulluk edip tağuttan sakının(ona ibadetin batıl
olduğuna inanın, ona ibadet etmeyin, ona buğz edin, onu tekfir edin
ve gücünüz oranında düşmanlık edin) diye bir peygamber gönderdik.”2 Bunu yerine getirmeyen biri tağutu inkâr etmemiş, Allah’a
da iman etmemiştir.
SORU 3:
İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki: “İbn Abbas ve seleften birçok
kişi Allah-u Teâlâ’nın “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte
onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide, 5/44), “Zalimlerin ta kendileridir.” (Maide, 5/45), “Fasıkların ta kendileridir.” (Maide, 5/47)
buyrukları hakkında “Büyük küfürden başka bir küfür, büyük zulümden başka bir zulüm, büyük fısktan başka bir fısktır.”demişlerdir. Bunu Ahmet ve Buhari kaydetmiştir.”
Şeyhülislam’ın bu sözünü nasıl anlamalıyız? Maide 44. Ayet
ile ilgili âlimlerin “İnkâr ederek hükmetmeyen yönetici kâfir olur,
şeriatla hükmetmemeyi helal görerek hükmetmeyen kâfir olur.”
gibi cümlelerini nasıl anlamalıyız?
CEVAP:
Mecmuat-ul Fetava ve İbn Teymiyye’nin diğer eserlerinde yaptığımız araştırmalarda bu sözü bulduk. Bu söz şeyhin sözüdür.
Ancak asrımızdaki en büyük problem insanların ehli kitabın yap1 Ma’nat-Tağut ve Ruusu Envaihi, Syf:1, Paraf No:6.
2 Nahl 16/36.
FETVALAR
17
tığı gibi kelimelerin yerlerini değiştirmeleridir. Yani bir âlimin izah
ettiği on sayfalık metinden iki kelimeyi cımbızlayıp o kelimenin
öncesini ve sonrasını zikretmeyişleri insanları bugün delalete sürükleyen şeydir.
İbn Teymiyye, Ahmet İbn Hanbel ve selefin çoğunluğu Allah’ın
şeriatı ile hükmeden bir hâkimin rüşvet alarak Allah’ın indirdiği
ile hükmetmemesini küfrün altında küfür, zulmün altında zulüm
ve fıskın altında dinden çıkarmayan fısk olarak kabul etmişlerdir.
Onlar külli olarak Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen hâkimden
değil, sadece İslam şeriatı ile hükmeden kadının hükmünden
konuşmuşlardır. Bu ise Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin sözlerinin
önünün ve arkasının zikredilerek beyan edilmesiyle açık bir şekilde anlaşılacaktır.
Şeyhülislam İbn Teymiyye dedi ki: “Sahihi Müslim’de Ebu
Hureyre’den şu hadis gelmiştir; Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki: “İnsanlarda iki
şey vardır ki onlar küfürdür; nesebe sövmek ve ölünün arkasından
ağıt yakmak.”1 Yine Sahihayn’da (Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim) sabit olduğu üzere Ebu Hureyre’den gelen diğer hadiste şöyle
demektedir: “Babalarınızdan başkasına kendinizi nispet etmeyin.
Şüphesiz bu küfretmektir.”2 Bu Kur’an’da tilavetten nesih olunan
şeklidir. Yine Sahihay’da Ebu Zer’den şu rivayet edilmiştir; Rasulullah’tan ‫ ﷺ‬işittim ki: “Hiçbir adam yok ki bilerek kendisini babasından başkasına nispet etsin; şüphesiz bunun ile küfretmiştir.
Her kim kendisinin olmayan bir şeyi iddia ederse bizden değildir.
Her kim de bir adamı küfür ile itham ederse veya Allah’ın düşmanı
derse o kişide yok ise kendisine döner.”3 Buhari’nin lafzında da
şöyle gelmiştir; “Hiçbir adam yok ki bilerek kendisini babasından
başkasına nispet etsin, şüphesiz bunun ile küfretmiştir. Kim bir kavimden olmamasına rağmen onlara kendini nispet ederse ateşteki
yerini hazırlasın.”4
1 Müslim, İmân 121; Cenâiz 29. Ayrıca bk. Buhari, Menâkıbü’l–Ensâr 27; Tirmizi, Cenâiz 33.
2 Buhari, Kitabu’l-Feraiz,6768; Müslim, Kitabu’l İman, 62.
3 Buhari, Kitabu’l-Menakıb, 3508; Müslim, Kitabu’l-İman, 61.
4 Buhari, Kitabu’l-Menakıb, 3508; Fethu’l-Bari 61.Bölüm, Bab:5, Menakib.
18
EBU UBEYDE
Yine Sahihayn’da İbn Cerir ve İbn Ömer hadisinde de şunlar
sabittir; Nebi ‫ ﷺ‬Veda Haccında dedi ki: “Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirlere dönmeyin.”1 Buhari, İbn Abbas’tan şu
hadisi rivayet etmiştir; “Eğer birisi kardeşine, ey kâfir, derse ikisinden birisine döner.”
Yine Zeyd Bin Sabit’ten sahihaynda şu hadis rivayet edilmiştir;
Nebi ‫ ﷺ‬bize Hudeybiye’de sabah namazını kıldırdı. Geceden gökte eser vardı. Namazdan çıkınca Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki: “Gece rabbiniz
ne dedi biliyor musunuz?” Dediler ki:“Allah ve Resul’ü daha iyi bilendir.” Dedi ki: “Şöyle dedi: ‘Kullarımdan bir kısmı bana mümin
sabahladı; bir kısmı da kâfir sabahladı. Kim, Allah’ın rahmeti ve
fazlı ile yağmur yağdı, dedi ise işte o bana iman edendir. Her kim
de dedi ise yıldızlar sebebi ile yağdı; bu bana kâfir, yıldıza mümin
olmuştur.’”2 Yine Sahih-i Müslim’de kaydedildi ki; Nebi ‫ ﷺ‬şöyle
dedi: “Rabbiniz ne dedi görmediniz mi? Dedi ki: ‘Ben kullarımı nimet ile nimetlendirdim de onlardan bir grup, şu yıldız ya da yıldızlar sebebi ile deyip bana kâfir oldular.’’’3
Buna benzer hadislerdeki görüşler çoktur. İbn Abbas ve seleften başkaları Allah’ın şu sözü hakkında dediler ki: “Kim Allah’ın
indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Onlar fasıkların ta kendileridir. Onlar zalimlerin ta kendileridir. Bu
küfrün altında küfürdür, fıskın altında fısktır, zulmün altında zulümdür.” İmam Ahmet, Buhari ve ikisinden başkalarından da bu
zikredilmiştir.”4
İşte bu sizin sorduğunuz sözün başı ve sonu ile tam metnidir.
Şeyhulislam’ın bu ayetin tefsirinde naklettiği küçük küfrün şeriat
mahkemesinde rüşvet alarak hükmetmeyen hâkim ile alakalı olduğunun delili ise şu sözüdür: “İslam’da Osman’ın öldürülüşünden
sonra Müslümanlar arasında ilk çıkan ayrılık ve bidat Muaviye ve
1 Buhari, Kitabu’l Hacc, 1739; Fethu’l-Bari, Kitabu’l Fiten 92.Bölüm, Hadis
No:7079
2 Buhari, Kitabu’l-Meğazi, 4147.
3 Müslim, Kitabu’l-İman Bölüm:32, Hadis No:125,126 ve 127.
4 Mecmuat-ul Fetava (7/312).
FETVALAR
19
Ali’nin ittifak ettikleri hakem olayındaki haricilerdir. Dediler ki,
“Allah’tan başka hakem yoktur.” ve Müslümanların cemaatinden
ayrıldılar. (Buraya dikkat edilirse hariciler şeriat ile hükmeden hâkime dahi muhakeme olmayı küfür saymışlardır.) İbn Abbas onlara gönderildi ve onlarla münazara etti. Yarısı geri döndüler. Geri
kalanlar insanların yollarına saldırdılar, kanlarını helal saydılar.
İbnu Habbab’ı öldürdüler ve dediler ki: “Hepimiz onu öldürdük.”
Ali onlarla savaştı. Onların mezhebinin aslı Kur’an’ı tazim etmek
ve ona tabi olmayı talep etmekti. Ancak onlar sünnetten ve cemaatten çıktılar.(Hariciler, sünnet inkârcılarıdırlar; çünkü sünnetin
cahilidirler. Bu yüzden Müslümanları harici diye isimlendirip sünneti inkâr ederek tevhit iddiasında olanlar, işte onlar hakiki haricilerdir.) Onlar sünnete tabi olmayı gerekli görmezler ve zannederlerdi ki sünnet, Kur’an’a muhaliftir. Recim ve hırsızlıktaki nisap
miktarı gibi meselelerde saptılar. (Hariciler recmi ve hırsızlıktaki
nisap miktarını inkâr etmişlerdir ve hırsızlığın her çeşidinde elin
kesileceğini söyleyerek sünnete muhalefet etmişlerdir.)
Resul ‫ﷺ‬, Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ ne indirdiğini en iyi bilendi. O’na kitap ve hikmet indirildi. Onlar Nebi’nin ‫ ﷺ‬zalim olmasını caiz kıldılar. Nebi’nin ‫ ﷺ‬ve ondan sonraki imamlarının
hükmünü tenfiz etmediler. Ancak dediler ki: “Osman, Ali ve onlara
velayet gösterenler, Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmettiler.
Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridirler.” (Buraya dikkat edin. Hariciler Maide 44’ü şeriat ile
hükmeden bir hâkime ve ona muhakeme olanlara küfür hükmü
verirken istidlal edinmişlerdir.) Bu ve buna benzer meselelerden
Müslümanları tekfir ettiler. Onların ve diğer bidat ehlinin tekfirleri
iki batıl asla bina olmuştur;
Birincisi; bu Kur’an’a muhaliftir.
İkincisi; Kur’an’a muhalif olan yanları, haramlığına veya vacipliğine itikat etmesine rağmen hata eden veya günah işleyenleri
tekfir etmeleridir. (Burası da çok dikkatli okunursa Kur’an’a muhalefeti, günah işlemek veya dinden çıkarmayan küçük şirk gibi
hatalar için kullanıyor yoksa bugünkü cahillerin anladığı gibi bü-
20
EBU UBEYDE
yük küfür ve büyük şirk olan meselelerden bahsetmiyor. Herkes
tarafından malumdur ki Hariciler ve Mutezileler insanları büyük
günahtan dolayı tekfir etmişlerdi.) Allah Subhanahu ve Teâlâ ayette
dedi ki: “İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir
pahaya satmayın. Her kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmez ise
şüphesiz onlar kâfirin ta kendisidir.”1
Bunun için Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki: “Kadılar(Hâkimler) üçtür; iki
kadı ateşte bir kadı cennettedir. (İslam kadılarının ikisinin ateşte
olduğunu söyleyen Nebi ‫ ﷺ‬hiç küfür kadısının cennette olduğunu söyler mi? Hidayetten sonra sapıklıktan başka ne vardır.) Bir
adam hakkı bilir, hilafına hükmederse ateştedir. Başka biri de insanlar arasında cehalet ile hükmederse bu da ateştedir. Başka biri
ise hakkı bilir ve onunla hükmederse buda cennettedir.”2
İbn Mesud’a insanların mallarını haksız yere yemekten soruldu. Dedi ki: “Bir kardeşine şefaat etmen sebebi ile onun sana hediye vermesi ve seninde onu kabul etmendir.” Ona denildi ki: “Eğer
hediye batıl için verildi ise görüşün nedir?” Dedi ki: “Bu küfürdür.
Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”3 Bunun için Âlimler dediler ki: “Her kim bir emir sahibine caiz olmayan bir şeyi yapması için hediye verirse bu hediye verilen şey hediye edilene haramdır. Bu Nebi’nin ‫ ﷺ‬hakkında şöyle
söylediği rüşvettir: “Rüşvet verene de alana da Allah lanet etsin.”4
İşte bu halde hediye kabul etmek caiz değildir.” Bu imamlardan ve
seleften nakledilendir.
Bu sözlere dikkat edilecek olursa selef kendi vakıasında var
olan şeriat mahkemelerindeki hâkimlerin rüşvet alarak şeriatı tam
olarak tatbik etmemelerinin hükmünü konuşmuştur.
Yine Şeyhülislam İbni Teymiyye dedi ki: “ ‘Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Hiç şüp1 Maide 6/44.
2 Ebu Davud, Akdiye, 2; İbn Mace, Ahkâm, 3. Hafız Heysemî, bu hadis rivayetinin sahih olduğunu vurgulamıştır. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 4/193)
3 Tefsir’ul Taberi, 8. cilt, 433.s.; Camiul Beyan, 10/358(12061).
4 Ebu Davud, Akdiye, 4; Tirmizi, Ahkâm, 9; İbn Mace 2313.
FETVALAR
21
he yoktur ki her kim Allah’ın Resul’üne indirdiği ile hükmetmenin
gerekliliğine itikat etmezse o kâfirdir. (Bu küfrün bir vechi yani bir
yönüdür. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeme meselesindeki küfür
sadece bununla kayıtlı değildir. Maalesef günümüzdeki insanlar
sadece bu kısmı zikrediyor ve bu mesele de başka boyutun küfür
olabileceğini kabullenmek istemiyorlar.) Her kim Allah’ın indirdiğine tabi olmadan kendi görüşü ile hükmetmeyi Allah’ın indirdiğine
denk görerek insanların arasında kendi görüşü ile hükmetmesinin
helalliğine itikat ediyorsa bu da kâfirdir. (Bu da bu meseledeki küfrün başka bir çeşididir. İbn Hazm’ın dediği gibi: “Küfür derece derecedir. Bazısı bazısından daha katı ve şiddetlidir.” Bu iki yön ise bu
meselede küfür olan ama derece bakımından birinci zikredilenden
daha hafif olan çeşididir.) Hiçbir ümmet yoktur ki hüküm ve adalet
ile emredilmemiş olsunlar. Belki onların dinine göre büyüklerinin
adalet olarak gördükleri şeyler adalet olabilir. Bilakis birçok kendini
İslam’a nispet eden kişiler Allah’ın indirmediği babalarının adetleri
ile hükmediyorlar. Tıpkı sahradaki bedeviler gibi ya da onlara emreden itaat ettiklerinin görüşleri gibi. Zannediyorlar ki bunlar kitap ve
sünnetin dışında hükmedilmesi gereken hükümlerdir. İşte bu küfrün ta kendisidir. İslam’a giren çok insan oldu. Ancak onlar itaat
edilen emirlerinin hükmettiklerinden başkası ile hükmetmiyorlar.
Eğer bunlar Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmetmenin caiz
olmadığını bilseler bile onlar buna rağmen şeriata iltizam etmezlerdi. Bilakis Allah’ın indirdiğinin aksine hükmetmeyi helal sayıyorlar.
Onlar bununla kâfirdirler. Ancak az önce zikrettiğimiz halde cahil
olanlar müstesnadır. (Burada az önce bahsettiğimiz halde dediği şey
gücü olmasına rağmen ilim talep etmeyen, yüz çeviren kâfirin küfrü
ile kendisine dinin bütün emirlerinin ulaşmaması ve ilim imkânına sahip olmaması nedeni ile küfre düşen cahil fetret ehli birinin
küfrü arasındaki farktır. Şeyhülislam, Mınhacu Sunne adlı eserinde
bu sözleri sarf etmeden önceki bölümde Allah’ın insanlara güçlerinin dışında yük yüklemediğini izah etmiştir. Malumdur ki fetret ehli
ilim imkânına sahip olmadıkları için mazurdurlar ve kıyamet günü
imtihan olunurlar. Yine malumdur ki fetret ehli dünya da âlimlerin
icması ile müşrik adını alırlar. Bu mesele uzundur. Müstakil bir kitap olur. Bu nedenle yeri burası değildir.)
22
EBU UBEYDE
Allah, Müslümanlara her türlü anlaşmazlıklarında bunu Allah’a ve Resul’üne ‫ ﷺ‬götürmelerini emretmiştir. Allah Subhanehu
ve Teâlâ dedi ki: “Ey iman edenler Allah’a itaat edin, Resul’üne itaat
edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Bir şeyde ihtilaf ettiğiniz de Allah’a ve ahiret gününe iman ediyor iseniz onu
Allah’a ve Resul’üne döndürün.” (Nisa 59); “Rabbine yemin olsun
ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin etmedikçe
ve verdiğin karara da içlerinde hiçbir sıkıntı hissetmeden tam bir
teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar.” (Nisa 65).
Her kim Allah’a ve Resul’üne muhakeme olmaya iltizam etmez
ise (İltizam; ona muhakeme amelini gerçekleştirmek veya onunla
hükmetmektir. Ona rıza, teslimiyet ise batıni olup imanın diğer
mertebeleridir. İbn Teymiyye burada itikattan değil amelden konuşmaktadır.) Allah, nefsine yemin ederek onun iman etmediğini
söylemiştir. Ama kim Allah’ın hükmüne zahiren ve batınen iltizam ederse (dikkat edilecek olursa batın ve zahir olarak zikretti.
Yani şeriat ile hükmediyor veya ona muhakeme oluyor.) ancak
hevasına uyarak isyan ederse bunun menzilesi diğer günahkârlar gibi fasık olmasıdır. İşte bu Haricilerin Allah’ın indirdiği ile
hükmetmeyen Müslümanların yöneticilerinin tekfiri hakkında
hüccet aldıkları ayettir. (Burayı defalarca okumanız da fayda vardır. Haricilerin tekfir ettikleri emir sahipleri Ali ve Muaviye’dir ki
onlar hiçbir zaman Allah’ın indirdiği şeriat ile hükmetmeyi terk
etmemişlerdir. Ancak âlimler burada onlar için bile bu kelimeyi
kullanarak, eğer haricilerin dediği gibi Ali ve Muaviye şeriat ile
hükmetmelerine rağmen hevalarına tabi olarak Allah’ın indirdiğini terk etmiş olsalardı bile en fazla fasık olurlardı, demişlerdir.
Yani bu şekilde Allah’ın indirdiği ile hükmetmeme küfür değildir.
Âlimlerin, ‘küfrün altında küfür olan Allah’ın indirdiği ile hükmetmemenin hükmü’ diye kitaplarında yazdıkları hal ise bundan
başkası değildir.) Sonra da zannettiler ki itikat ettikleri şey Allah’ın hükmüdür.
Uzun uzadıya zikri geçtiği şekilde insanlar bunu konuştular.
Ayetin siyakı zikrettiğimize delalet etmektedir.
Maksut olan her zaman ve her mekânda herkesin mutlak ola-
FETVALAR
23
rak adalet ile hükmetmesinin vacip olmasıdır. Muhammed’e ‫ﷺ‬
indirilen ile hükmetmek özel adalettir. Adaletin en güzeli, en kâmil olanıdır. Onunla hükmetmek hem Nebi’ye ‫ ﷺ‬hem de ona tabi
olanlara vaciptir. Her kim Allah’ın ve Resul’ünün ‫ ﷺ‬hükmüne iltizam etmez ise şüphesiz o kâfirdir.
İşte bu, ümmetin ihtilaf ettiği itikadı ve ameli bütün konularda vaciptir. Allah Subhanehu ve Teâlâ dedi ki: “İnsanlar tek bir ümmet
idiler. Allah onlara nebileri korkutucu ve müjdeleyici olarak gönderdi. Onlarla beraber hak ile kitabı indirdi. Öyle ki insanların ihtilaf ettikleri şeylerde onlarla hükmetsinler. Onlara deliller geldikten
sonra onlar fırkalara ayrıldılar ve ihtilaf ettiler.” (Bakara 193) Allah Subhanehu ve Teâlâ yine dedi ki: “Ne için ihtilaf ederseniz, onun
hükmü Allah’adır.” (Şura 10) Yine dedi ki: “Bir şeyde ihtilaf ettiniz
mi, onu Allah’a ve Resul’üne çevirin.” (Nisa 59) Ümmet arasında
müşterek olan işlerde ancak Kitap ve sünnet ile hükmedilir. Hiç
kimse bir âlimin sözüne, bir emirin sözüne, bir şeyhin sözüne veya
kralın sözüne insanları iltizam ettiremez. Her kim itikat ederse ki
insanların arasında bunlardan birinin sözüyle hükmedilebilir veya
onların arasında kitap ve sünnet ile hükmetmez ise şüphesiz o kâfirdir. Müslüman yöneticiler belirli işlerde hükmederler. Külli işlerde hükmetmezler. Eğer muayyen işlerde hükmeder iseler Allah’ın
kitabındaki ile hükmetmeleri gerekir. Orada bulamazlar ise Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬sünnetindeki ile hükmederler. Orada da bulamazlar
ise içtihat eder ve bu içtihadları ile hükmederler.
Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki: “Kadılar(Hâkimler) üçtür; iki kadı ateşte, bir
kadı cennettedir. Bir adam hakkı bilir hilafına hükmederse ateştedir. Başka biri de insanlar arasında cehalet ile hükmederse bu da
ateştedir. Başka biri ise hakkı bilir ve onunla hükmederse buda cennettedir.”1 Burada kast edilen, müminlerin genelinin arasında çıkan
anlaşmazlıklarda ancak ilim ve adalet ile konuşmalarıdır. Bu Allah
ve Resul’üne ‫ ﷺ‬döndürülür. Bu sahabenin içinde çok açıktı…”
Şeyhülislam İbn Teymiyye bu aktardığımız sözlerde neyi kast
ettiğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bilakis Maide Suresi
1 Ebu Davud, Akdiye, 2; İbn Mace, Ahkâm, 3.
24
EBU UBEYDE
44. ayetteki küfür lafzının elif lam ile gelmesi dahi Şeyhülislam İbn
Teymiyye’nin bu ayetin tefsirini büyük küfür olarak algıladığını
açıkça ortaya koymaktadır. O, Şerh’ul-Umde adlı eserinde namazı terk edenin neden kâfir olacağını anlatırken şu sözlerini kaydetmiştir: “…Bilinen malum bir şeydir ki muarref olan küfür lafzı
(yani elif ve lam takısı alarak gelen küfür lafzı), dinden çıkaran
büyük küfre hamledilir…” Bu meseleye dair açıklamalar sitemizde
yayınlanan ‘Suud Firavunlarının Sihirbazları’1 adlı eserimizde de
farklı nakiller ile beyan edilmiştir. Dileyenler oradan da izahlara
bakabilirler.
SORU 4:
Tağut nedir?
CEVAP:
Tağut, Kur’an’da 8 yerde geçmektedir;
• Bakara 256; “Kim tağuta küfreder, Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa yapışmıştır.”
• Bakara 257; “Kâfirlerin dostları tağutlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar.”
• Nisa 51; “O kitaptan kendilerine bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar tağuta ve cibte2 iman ediyorlar.”
• Nisa 60; “O, sana ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar tağuta muhakeme olmak
istiyorlar.”
• Nisa 76; “Kâfirler tağutların yolunda savaşırlar.”
• Maide 60; “De ki, size Allah katında bundan daha şerlisini
1http://www.islamdaveti.com/kitap_resimler/suud-firavunlarinin-sihirbazlari.pdf
2 Cibt: Sihir anlamına gelir. İmam Beğavi, İbn Faid el-Absi’den şöyle rivayet
etmiştir: Ömer radiyallahu anh şöyle dedi: “(Kur’an’da geçen) Cibt, sihir; tağut
da şeytan demektir.” Taberi ve İbn Ebu Hatim’de böyle rivayet etmiştir.
FETVALAR
25
haber vereyim mi? Allah onlara gazap etmiş ve lanet etmiş; onları
domuzlar, maymunlar ve tağutların kulları kılmıştır.”
• Nahl 36; “Biz her ümmete Allah’a kulluk edin, tağuttan sakının diye bir peygamber göndermişizdir.”
• Zümer 17; “Tağuta ibadetten sakınıp Allah’a sığınan kullarımı müjdele.”
Tağutun tanımı noktasında seleften birçok tarif gelmiştir ki senetleri ile teker teker şahısların sözlerini aktarsak yazımız uzar ve
gerçek merciinden kayar. O nedenledir ki seleften gelen tanımları
özetleyerek vereceğiz;
• “Şeytandır.” Bunu Ömer İbn’ul Hattab ve İbnu Abbas’tan
Buhari nakletmiştir. Ayrıca Mücahid’de böyle söylemiştir.1
• “Allah’tan başka ibadet edilen her şeydir.” Bu da İmam Malik ve cumhur dilbilgisi ehlinin tanımıdır.
• “Kâhinlerdir.” Bu da Abdullah İbnu Amr ve Cabir İbnu Abdullah’tan rivayet edilmiştir.
• “Sihirbazdır.” Ebu Aliye ve Said İbnu Cubeyr söylemiştir.
• “Putlardır.” İkrime, Dahhak ve Suddi söylemiştir.
• “Yahudilerin âlimleridir.” Seleften bir cemaat söylediler.2
Bunlar seleften genel olarak rivayet edilen tefsirlerdir. Ancak
en doğru ve genel tanım; Allah’tan başka ibadet edilen, bu ibadetten razı olan ve kendisine ibadete çağıran her şey olmasıdır. Bu
ise diğer tağut tanımlarının hepsini içine alan en mücmel izahtır.
Şeytan, tağuttur; çünkü bütün şerrin ve şirkin başıdır. Bu yüzden
İbrahim, babası Azer’e putlara ibadet etmesine rağmen “Ey babacı1 Fethu’l-Bari, 65. Bölüm, Cilt:9, Syf:30 (Polen Yayınları); İbn Ebu Hatim Er-Razi, Müsnedu’l-Kebir.
2 Ed-Durar’us Seniyye, 1/162-163.
26
EBU UBEYDE
ğım, şeytana ibadet etme.”1 demiştir.
SORU 5:
“Melekler, canlarını alacakları nefislerine zulmeden kimselere:
“Ne işte idiniz?” derler. Onlar: “Biz yeryüzünde aciz kalan kimselerdik.” diye cevap verirler. (Melekler de:)”Allah’ın arzı geniş değil
miydi; hicret etseydiniz ya.” derler. İşte bunların barınacakları yer
cehennemdir. O ne kötü bir yerdir.” (Nisa 97)
Bu ayet ve nüzul sebebi tekfirde ikrahın engel olmadığına delil
olabilir mi?
CEVAP:
Tekfirin tek engeli ikrahtır. Ümmet buna icma etmiştir.
İbn’ul Kayyum dedi ki: “Ümmet arasında küfür kelimesini
söylemenin ikrah durumu haricinde başka bir engeli yoktur.”2
İmam Beğavi dedi ki: “Âlimler icma ettiler ki; kim küfür kelimesine zorlanırsa bunu dili ile söyleyebilir. İtikat etmeden sadece
dili ile söyler ise küfür olmaz. Eğer söylemez ve öldürülürse bu
daha faziletlidir.”3
Nisa Suresi 97. ayete gelince, bu ayetin tefsirinde İmam Şafii
dedi ki: “Fitneye uğrayanlardan, Allah hicrete güç yetiremeyenleri mazur saydı. Ancak kim zorlanırsa ve kalbi iman ile
mutmain olursa.” Bu da açıkça gösteriyor ki burada kâfir orduda
olmalarına rağmen mazur olanlar ikrah dairesi içerisinde bulunanlardır. İkrah olmadan ortak olanlar hükümde onlara tabi olan
kâfirlerdir.
rahimehullah
Taberi, Suddi’den nakletti ki; “Abbas, Akil ve Nevfel ne zaman
kibedir savaşında esir düştüler, Nebi ‫ ﷺ‬Abbas’a dedi ki: “Nefsin
ve kardeşinin nefsi için fidye ver.” Abbas dedi ki: “Ey Allah’ın Ra1 Meryem, 19/44.
2 İbnul Kayyum, İlamul Muvakkiyn, 3/178.
3 Tefsir’ul Begavi, 5/46.
FETVALAR
27
sulü, senin kıblene dönüp senin şehadetine şehadet etmedik mi?”
Nebi sallalahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Ey Abbas, düşmanlık ettiniz ve
düşmanlık gördünüz.” Sonra da bu ayeti okudu. Bu ayetin inzal olduğu gün iman edip hicret etmeyenler vardı. İşte onlar hicret edene
kadar kâfirdi. Ancak hiçbir çıkış ve hicret edecek yol bulamayan
zayıf düşürülmüşler bundan müstesna idi. İbn Abbas dedi ki: “Ben
onlardan olan çocuklardan idim.” ”
Daha sayılamayacak birçok nakil mevcuttur. Zikretmek ile bitiremeyiz. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.
SORU 6:
Peygamber’e ‫ ﷺ‬söven biri mücerred (sadece) sövmesinden
dolayı mı tekfir edilir yoksa bunda helal görme şartı var mıdır?
CEVAP:
Sahabe, tabiin ve bütün Ehli Sünnet vel Cemaat icma etmiştir
ki her kim açık olan bir küfür söz veya ameli ile gelirse helal görme
şartı ve kaydı getirilmeden tekfir edilir.
İlim ehli ittifak ettiler ki küfür bazen inkâr, bazen yalanlama
ve bazen de yüz çevirme iledir.
Allah’a Subhanehu ve Teâlâ ve Rasul’üne ‫ ﷺ‬sövmek ya da dinin
şiarları ile alay etmek bazen amel ile olur (putlara secde etmek, kabirlerin etrafında tavafta bulunmak veyahut cinler ve kabirler için
kurban kesip, adak adamak gibi) bazen de amelin cinsini terk etmek ile olur ki İshak İbn Rahaveyh ve başkaları sahabeden namazı
terk edenin tekfirinde icma nakletmişlerdir. Sahih-i Müslim’deki
Cabir hadisi buna delalet etmektedir; “Kişi ile küfrün arasında namazın terki vardır.”1
Muarref olan küfür lafızları yani elif ve lam ile gelen küfür
kelimeleri büyük küfür olarak anlaşılır. Ancak namazın terki nok1 Müslim, İman, C. 1, 134, S. 88. Cabir’den radiyallahu anh şu lafızlarla da rivayet
edilmiştir; “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.” Ebu Davud,
4/4678; Tirmizi, C. 5, 2620.
28
EBU UBEYDE
tasında mezhep âlimlerinden ihtilaflar nakledilmiştir. Bu taifeden
tekfir etmeyenler ‘kişi namazın vacipliğini inkâr etmedikçe tekfir
edilemez’ görüşüne gitmişlerdir. Diğer taife ise bunun büyük küfür olduğunu ve sahabenin icması ile tekfir edilmesi gerektiğine
hükmetmişlerdir. Onlardan kimileri bir vakit namazı vakti çıkana
kadar terk edeni tekfir ediyorlarken bazıları da külli olarak terk
edenleri tekfir etmişlerdir.
Genel olarak Ehli Sünnet vel Cemaat, Haricilerin ve Mutezilelerin yaptığı gibi büyük günahlardan dolayı insanları tekfir etmemişlerdir. Ehli Sünnet bu meselede Mürcieler ile Hariciler arasındadır. Ne Hariciler gibi büyük günahtan tekfir etmişler ne de
Mürcielerin dediği gibi “İman ile beraber, günah ya da sahibinin
tekfir edildiği küfür olan bir amel ile gelen kişi helal görmediği
müddetçe bu onun imanına zarar vermez.” demişlerdir. Bu sözün
batıllığı Kitap, sünnet ve icma ile sabittir.
Her kim Allah’a ve Rasul’üne ‫ ﷺ‬küfreder veya söverse helal
görme şartı olmadan kâfir olur ki İshak İbn Rahaveyh ve başkaları
bunun üzerine icma nakletmişlerdir. Bu icma sadece ilim ehlinin
değil Müslümanların avamının bile icma ettiği bir icmadır. Müslümanların avamından daha ziyade semavi dine mensup olan Yahudi ve Hristiyanlar bile bunların tekfirinde icma etmişlerdir.
Âlimler icma etmiştir ki her kim Allah’a Subhanehu ve Teâlâ ve
Rasul’üne ‫ ﷺ‬söverse Allah’ın indirdiği her şeyi ikrar edip kabul
etse bile kâfirdir.
SORU 7:
Bir şahıs Rasulullah ‫ ﷺ‬öldükten sonra ondan şefaat talep ederse bunun hükmü nedir? Eğer bu şirkse bu fiili işleyen şahsı hüccet
ikame etmeden tekfir edebilir miyiz yoksa hüccet ikamesi gerekir
mi? Buna caiz diyen âlimlere karşı tutumumuz nasıl olmalıdır?
CEVAP:
Bu mesele de Şeyhulislam İbn Teymiyye şunları kaydetmiştir;
“İnsanın Nebi’nin ‫ ﷺ‬kabrinin yanına gelerek ya da kabrinin ya-
FETVALAR
29
nında değilken “Benim için bağışlanma dile; Rabb’inden şunu iste;
benim için dua et.” gibi sözlerinin hiçbir aslı yoktur. Allah Subhanehu
ve Teâlâ bunu emretmemiştir. Bu ümmetin ilk üç asrı olan seleften
kimsenin böyle yaptığı rivayet edilmemiştir. Bu onlar arasında bilinen bir şey değildi. Eğer bu müstehab olsa idi selef bunu yaparlardı ve onlar arasında bilinen bir şey olurdu.”1
İbn Teymiyye Nisa Suresi 64. ayeti tefsir ederken diyor ki:
“Cumhur âlimler bunu (yani Uteybi hadisinde olduğu gibi Nebi’nin ‫ ﷺ‬kabrinin yanında ondan Allah’a dua etmesini istemeyi)
müstehab görmemişlerdir. Onların bazı arkadaşlarından bunlar
zikredilmiştir. Ne sahabe böyle birşeyi yapmışlardı ne de tabiinden
birilerinin böyle yaptığı sabit olmuştur.”2
İbn Teymiyye rahimehullah bütün sözlerinde böyle bir fiilin bidatlardan bir bidat olduğunu ancak kendi katında büyük şirk olmadığını ifade etmiştir.
İkinci soruya gelince bunun yanımızda büyük şirklerden olmadığını beyan ettiğimize göre bu sorunuza ihtiyaç kalmamıştır.
Ancak bilinmelidir ki bir şey büyük şirk ise onda hüccet, insanlara
Kitap ve Rasul ‫ ﷺ‬ile kaim olmuştur. Tekfir, ikamet’ul hucceden
önce gelir. İbn Teymiyye dedi ki: “Müşrik ismi risalet hüccetinden
önce sabit olur. Çünkü o Rabb’ine ortak koşmuştur.”3
Üçüncü soruya gelince de böyle söyleyen âlimler içtihad etmişlerdir. Kendisinin büyük şirk olmadığı belirlenen meselelerde âlimleri tekfire kalkmak Allah’a Subhanehu ve Teâlâ sığındığımız
bir şerdir.
SORU 8:
Teşride Allah’a ortak koşan kimseleri tekfir etmeyen kâfir olur
mu? Ve bu konuda silsile kıyamete kadar gider mi?
1 Kaidetul Muhabbe, c.1, s.190.
2 Kaidetun Azime, s.111-112.
3 Mecmuatul Fetava, c.20, s.31.
30
EBU UBEYDE
CEVAP:
Sorunuzdan önce kıyamete kadar tekfir ifadesinin üzerinde
durmak gerekir ki bu Ehli Sünnetin değil tarihte ilk defa bidatçı
Mutezileden ihdas olmuştur. Bu şu sözlerde açıkça görülmektedir;
Ebu’l Huseyn el Melatiyyu (kendisi hicri olarak 340 da vefat
etmiştir) bu bidattan şöyle bahsetmektedir; “Bağdat Mutezilesinin
Basra Mutezilesini tekfir ettiği şey ise; kâfirin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe eden kişinin tekfirindedir. Bunun manası şudur ki; Bağdat ve Basra Mutezilesi ve bütün
Ehli kıble icma etmişlerdir ki kâfirin küfründe şüphe eden kâfirdir.
Çünkü küfürde şüphe edenin imanı yoktur. O, imanın ve küfrün
ne olduğunu bilmez.
Sonra Bağdat Mutezilesi bunun üzerine şunu arttırdılar; kâfirin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe etmek küfürdür. Bunun da sonu yoktur. Bu zincirdeki herkes
kâfirdir ve hepsinin yolu birinci şüphecinin yolu gibidir.
Basra Mutezilesi de dediler ki: “Birinci şüphe eden kâfirin küfründe şüphe ettiği için kâfirdir. Ancak ikincinin küfründe şüphe
eden üçüncü ve ondan sonra gelenler ise birincinin küfründe şüphe
etmediklerinden ötürü hepsi fasık olur. Çünkü diğerleri birincinin
küfründe değil, ikincinin yani şüphe edenin tekfirinde şüphe etmişlerdir.” İşte bu şekilde onların yanında ikinciden sonrakilerde sonsuza kadar fasık olarak isimlendirilirler. Ancak birinci şüpheci hariç.
Onların sözü diğerlerinden (Bağdat Mutezilesinden) daha güzeldir.”
Teşri, Allah’a Subhanehu ve Teâlâ has bir meseledir. İslam’da asrımızdaki insanların anlamadıkları bir şekilde küfürlerin taksimatı vardır;
• Ümmetin üzerinde icma ettiği küfürler
• Küfür oluşunda ihtilaf edilen küfürler
İslam âlimlerinin fıkıh kitapları bu taksimat ile dolup taşmaktadır. İcma ile küfür olduğu sabit olan meselelerde kişi tekfirde te-
FETVALAR
31
vakkuf ederse kendisi nassı yalanlamaktan dolayı kâfir olur. Ancak
hakkında ihtilaf edilen küfürlerden birini işleyen hakkında tevakkuf eden birinin tekfiri gündeme gelmez.
Bunun anlaşılır olması için örneklendirmek gerekirse; Allah’tan başkasına namaz kılmak ümmetin cahillerinin icması ile
küfürdür. Ancak Namazın vacipliğine inanarak namazı terk etmek
Ahmed’e göre şirk iken Şafii, Malik ve Ebu Hanife’ye göre şirk değildir. Birinci örnekteki şirki işleyen icma ile kâfirdir. Ona kâfir
demeyen de İslam’ın cahili olduğu için ve nassı yalanladığı için
kâfir olur. Ancak ikinci örnekteki şirki işleyenin tekfirinde duran
ise nassın delaletinin zanna ve içtihada açık olması sebebi ile tekfir
edilmez. Meselenin özeti budur.
Teşri ise hakkında ümmetin icma ettiği küfürdür. İkrah, delilik ve intifaul kast gibi tekfirin engelleri haricinde bu şirki işleyen herkes müşriktir. Ona müşrik demeyen de ümmetin icmasını
yalanlayan bir kâfirdir. Burası âlimlerin noktayı koyduğu yerdir.
Ama bidat ehli burada durmayıp ‘demeyene demeyene demeyen’
vb. şeklinde dinde bir sapıklık ve kelam ihdas etmişlerdir. Her
Müslüman bu şirkten uzak durmalı ve yapanı tekfir etmelidir ki
Müslüman olsun. Bundan fazlasını konuşmak sapıklığa ortak olmaktır. Hidayetten sonra sapıklıktan Allah’a sığınırız.
SORU 9:
“Kim mümin bir kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse kâfirlik ikisinden
birine döner.”1 hadisi hakkında “Siz Müslümanları tekfir ediyorsunuz, Müslümanı tekfir etmek büyük küfürdür ve bu sebeple siz
kâfir oluyorsunuz.” diyorlar. Bu hadisi nasıl anlamalıyız?
CEVAP:
Birçok Ehli Sünnet âlimi bu hadisin şerhi ile alakalı izahlar
yapmıştır. Ancak biz İbnu Abdilber’in izahının yeterli olacağını düşünerek bunu nakletmek ile yetineceğiz.
1 Buhari, Edep, 73; Tirmizi, İman 16, No:2637; Müslim, İman, 111, No:60; Malik, Muvatta, Kelam:1; Ahmed b. Hanbel, c.2, s.18, 44, 47, 60, 112, 142; Mecmau’z-Zevaid, 8/73.
32
EBU UBEYDE
“Malik, Abdullah İbnu Dinar’dan rivayet etti: Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki:
“Her kim kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse ikisinden birine döner.”1 Bunun manası Ehli Sünnetin, fıkıh ehlinin ve eser ehlinin yanında
Müslümanı günah sebebi ile ya da kendisini dinden çıkarmayan
bir tevil sebebi ile tekfir etmenin nehyedilmiş olmasıdır. Müslümanı tekfir etmekten nehyedilme, bu hadiste ve başka hadislerde
olduğu gibi Kur’an ve sünnette maruf olan bir şeydir. Malik’e bu
hadisten soruldu, dedi ki: “Ben bunun Hariciler hakkında olduğunu biliyorum.” Denildi ki: “Bunun ile onların küfrünü görüyor
musun?” Dedi ki: “Böyle olduğunu bilmiyorum.”
Nebi’nin ‫ ﷺ‬şu sözleri de böyledir: “Müslüman’a sövmek fısk,
onunla savaşmak küfürdür.” Şu sözü de böyledir: “Benden sonra
birbirinizin başlarını vuran kâfirler olarak dönmeyin.” Şu sözünde
olduğu gibi: “Babanızı inkâr etmeyin. Kendinizi babanızdan başkasına nispet etmeniz küfürdür.” Bunun gibi birçok hadiste sakındırmak için katı ifadeler sabit olmuştur. İlim ve hak ehlinin yanında
bunlar zahir manasına göre değildir.”
İmam Nevevi de rahimehullah Müslim Şerhi’nde bu hadise birçok tevil getirerek şöyle söylemiştir:
• Birinci tevili; küfür kişinin kendisine döner.
• İkinci tevili; kişinin tekfirinin günahı ve kardeşine yaptığı
noksanlık geri döner.
• Üçüncü tevili; bu hadisin Haricilere hamledilmesidir.
Kadı İyad, İmam Malik’ten bunu rivayet etmiştir. Ancak bu zayıf bir tevildir. Çünkü racih olan sahih mezhebin muhakkiklerine
göre Hariciler diğer bidat ehli gibi tekfir edilmezler.
• Dördüncü tevil ise; bunun insanı küfre yavaş yavaş ulaştırmasıdır.
1Mâlik, Muvatta, Kitâbu’l-Kelâm, Mekrûh Olan Kelâm Bâbı (2/984, H:1).
FETVALAR
33
Yani kim bu fiili çoğaltır ise onun küfre düşmesinden korkulur. Çünkü masiyetler küfrün postacısıdır. Bu manayı Ebu
Avane’nin rivayetinde İsfiraniy, Müslim’e yaptığı muharreclerden
çıkarmıştır. Eğer söylediği gibi ise ancak ikisinden birine döner.
Başka bir rivayette;kişi eğer kardeşine kâfir der ise ikisinden birine
küfür vacip olur.
• Beşincisi; burada küfrün dönmesi hakiki manadaki küfrün
dönmesi değildir. Bilakis kişi, mümin kardeşini tekfir etmek ile
sanki bizzat kendi nefsini tekfir etmiş gibidir.”
Hafız İbn Hacer bu konuda uzun uzadıya dokuz tane tevil
getirmiştir. Aynı şekilde Buhari’nin şarihlerinden İbnu Battal
da bu hadisi haramlığa hamletmiş, küfrün hakiki mana da döneceğini kabul etmemiştir. Bu hadisleri anlattığı babtan sonra
gelen ilk hadisler Hatib İbn Ebi Belta kıssasıdır. Burada da kişi
teville bir Müslümana kâfir dese bile bırakın küfrün dönmesini, kişinin haram bile kazanmadığından ve tevili sebebi ile
de mazur olduğundan bahseder.1 İbnul Kayyum El-Cevziyye,
Hatib İbn Ebi Belta kıssası için Zadul Mead’da der ki: “Bunda
şunun delili vardır; eğer bir Müslüman bir Müslümanı teville,
Allah için kızarak, Rasul’ü ‫ ﷺ‬için kızarak, Allah’ın gönderdiği
dini için kızarak -hevası için değil- küfre veya nifaka nispet
ederse bununla küfre girmez. Yani Ömer bununla küfre girmedi, bilakis günah bile kazanmadı. Niyeti ve kastı üzerine ecir
bile kazandı.”
Asrımızın bazı inatçı kâfirleri her meselede sapık teviller yaparak şirki İslam yapanların tekfirine ‘onların tevilleri var’ şüphesini
getirirler ancak Müslümanların müşrikleri tekfiri meselesine gelince, Müslümanlar hakkında hiç de tevil gibi bir özrü kabul etmezler.
Ümmetin üzerinde icma ettiği bu kadar şirki işleyen kâfirleri tekfir
etmezler fakat anlamadıkları bir hadisin zahiri ile Müslümanları
kolayca tekfir ederler. Onlara diyorum ki: Size de Allah’tan başka
taptıklarınıza da yazıklar olsun…
1 Fethu’l-Bari, 78. Bölüm: Edeb, Bab:44, Sövmenin ve Lanetlemenin Nehyedilmesi.
34
EBU UBEYDE
SORU 10:
Cahiliyemizde bize hep kalu bela’dan bahsedildi. Bu olayı
Kur’an ve sünnet ışığında açıklayabilir misiniz?
CEVAP:
Kalu bela, Arapça olup “dediler ki, tabii ki” demektir. Allah insanları Âdem’in sulbünden çıkarıp onların ruhlarını yarattığında
onlara şu ayetler de ifade edilen şekilde hitap etti:
“Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş,
onlara: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” demiş ve buna kendilerini
şahit tutmuştu. Onlar da: “Tabi ki. Buna şahidiz.” demişlerdi. Bu,
kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu.” dememeniz içindi.
Yahut “Atalarımız önceden(Allah’a) şirk koşmuşlardı. Biz de onlardan sonra gelen bir nesil olduk. Şimdi batılı işleyenler yüzünden bizi
helak mi edeceksin?” dememeniz içindir.”1
İşte koyu yazılan kısmın Arapça telaffuzu ‘kalu bela’dır. Bu
insanların dilinde ‘kalu beladan beri Müslüman’ şeklinde kalarak
manası anlaşılmadan söylenen bir söz olarak telakki edilmiştir.
SORU 11:
Tağutun mahkemesine müracaat eden bir adamın tekfirinde
silsile tekfir yapılır mı?
CEVAP:
Tağuttan hüküm talep eden birinin tekfiri birçok şekilde gerçekleşir. Her şeyden önce Şeyh Abdurrahman İbn Hasan Ali Şeyh’in
dediği gibi: “Tağuta muhakeme olmak ona iman etmektir.”2 Bu ibadettir; tıpkı secdenin ibadet olması gibi. Ancak her secde ibadet midir diye ikinci soru sorulduğunda, hayır, cevabı gelecektir ki meleklerin Âdem’e yaptıkları selam secdesi3 ile Muaz’ın Nebi’ye ‫ ﷺ‬yaptığı
1
2
3
A’raf, 7/172, 173.
Fethul Mecid Ala Şerhi Kitabu’-Tevhid, s:391.
“Meleklere “Âdem’e secde edin.” dediğimizde …” (Bakara:2/34).
“Sizi yaratmış sonra size şekil vermiştik sonra da meleklere demiştik ki: “
Âdem’e secde edin.” (A’raf, 7/11).
FETVALAR
35
selam secdesi bizim şeriatımıza kadar mübahtı ve Muaz hadisi ile
haram kılındı.1 Bu da ortaya koyuyor ki secde bir ibadet çeşididir.
Ancak her secde değil.
Aynı şekilde âlimler, tağuta muhakeme olmanın helalliğine
itikat eden, tağutun hükmünün şeriatın hükmünden üstün olduğuna inanan ya da bu ikisi arasında muhayyer olduğuna inananların tekfirinde icma etmişlerdir. Bu icmayı Şeyh Muhammed İbn
Abdulvehhab ‘İslam’ı Bozan On Unsur’ adlı kısa risalesinde dördüncü unsurda apaçık ifadelerle beyan etmiştir. Bu itikadi olan ve
ümmetin küfür olduğuna icma ettiği kısımdır.2 Fakat günümüzde
en çok tartışılan ve en çok konuşulan yön olan, tağutun hükmünün batıllığına itikat ederek tağuttan hüküm talep eden insanların
tekfirinde ise insanlar bir hayli zorlandı. Ancak burası ümmetin
üzerine icma ettiği değil bilakis ihtilaf ettiği kısım olmuştur. Bizim
zannımız ve içtihadımızın sonucu bunun da küfür olmasıdır. Ancak bizim anlayışımız ne nasstır ne de icmadır ki bize muhalefet
edenler kâfir olsunlar.
Namaza vacip diyerek namazı terk edene Ahmed, “Şirk işledi.” derken; Ebu Hanife, Şafii ve Malik “Namazın vacipliğine itikat
ettiği için şirk işlemedi.” diyorlar. Birinin şirk dediğine öteki İslam
diyor. Aynı şekilde şeriata muhakemenin vacipliğine inanan ancak
terk eden insanı bizler tekfir ediyoruz; tıpkı Ahmed gibi. Bazı kardeşlerimizde tekfir etmiyorlar, fısk ile itham ediyorlar; tıpkı Ebu
Hanife, Şafii ve Malik gibi.
Şeyh Muhammed İbn Abdulvehhab’a tağuta muhakemenin
hükmü sorulduğu zaman şöyle cevap veriyor: “Kim tağuta muhakemenin helalliğine itikat ediyorsa o kâfirdir.”3
Bizim Ahmed gibi tekfir etmemizin sebebi sorulursa deriz ki:
Allah ayette tağuta muhakeme olmayı irade edenlerin kâfir olduk1 İbn Mace, Sünen bab: Hakku-z Zevc Alel Mir’eh, Hadis No:1843; İbn Hibban,
el-Müsnedü’s-Sahîh; Ahmed b. Hanbel, Müsned.
2 Ed-Durar’us Seniyye, 2/261.
3 Ed-Durerus-Seniyye el-Ecvibe en-Necdiyye Reddiyeler Kitabı.
36
EBU UBEYDE
larını beyan etmiştir. Hiç şüphe yoktur ki insan zina yapmayı irade
etse kâfir olmaz fasık olur. Aynı şekilde insan Allah’a küfretmeyi
irade etse küfretmese dahi mücerred (sadece) istemesi ile kâfir
olur. Buradan da anlaşılacağı gibi tağuta mücerred muhakeme olmak küfür ki onu daha amele dökmeden Allah celle celaluhu mücerred irade etmek ile tekfir etmiştir.
SORU 12:
Ebu Muhammed El-Makdisi ‘Otuz Risale’ adlı eserinde, ‘Tağutları Tekfir Etmeyen Herkesi Tekfir Etmek’ babında şöyle der:
“Tağutları tekfir etmek yani onlardan beri olmak, onların şirklerinden, onlara dostluk göstermekten ve onlara destek vermekten beri
olmak, İslam’ın sıhhati için şarttır ve bunda ittifak vardır. Tağutları
tekfir etmek ise, yani onların kâfir olduğunu söylemek, imanın sıhhati değil keyfiyeti için şarttır.”1
Benim sorum ise şudur; bugünün tağutları olan yöneticilere
kâfir demeyen kâfir olur mu? Yoksa şüpheleri giderildikten sonra
mı tekfir edilirler?
CEVAP:
İlk olarak Kuranda geçen tağut ile alakalı ayetleri ele alalım;
• Bakara 256; “Kim tağuta küfreder Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa yapışmıştır.”
• Bakara 257; “Kâfirlerin dostları tağutlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar.”
• Nisa 51; “O kitaptan kendilerine bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar tağuta ve cibte iman ediyorlar.”
• Nisa 60; “O sana ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar tağuta muhakeme olmak
istiyorlar.”
1 Tekfirde Aşırılıktan Sakındırma Konusunda 30 Risale Cilt:2 Syf.121 Bab.31.
FETVALAR
37
• Nisa 76; “Kâfirler tağutların yolunda savaşırlar.”
• Maide 60; “De ki size Allah katında bundan daha şerlisini
haber vereyim mi? Allah onlara gazap etmiş ve lanet etmiş; onları
domuzlar, maymunlar ve tağutların kulları kılmıştır.”
• Nahl 36; “Biz her ümmete “Allah’a kulluk edin, tağuttan sakının.” diye bir peygamber göndermişizdir.”
• Zümer 17; “Tağuta ibadetten sakınıp Allah’a sığınan kullarımı müjdele.”
Onlara Allah’ın tevfiki ile öncelikle deriz ki: Tağutu inkâr etmek ancak onu tekfir etmek ile olur. Allah’ın şu sözü buna delalet
etmektedir: “Her kim tağuta küfrederse”. Ayetin Arapça lafzındaki
be harfi ceri kelimeyi geçişli fiil yapar. Fiilin geçişli olmasıda aslına döndürülerek sulasi haline getirilmesidir yani ‘yekfur’ hemze
ile başına getirilerek ziyadeleştirildiğinde ‘ekfere’ olur. Manasıda
şöyle olur; ‘femen ekferet tağut’ yani ‘her kim tağutu küfre nispet
ederse’. Kamus’ul Muhit’de şöyle geçiyor; ‘ve ekfuruhu’ yani ‘onu
kafir olarak çağırmak’.1
Mucem’ul Vasit de ise bu fiil şöyle geçiyor; “Ekfere, bir başkasını küfre nispet etmektir.” İşte bu şekilde buradaki be harfi cerinin
geçişli olduğuna itibar ettiğimiz zaman, sadece ve sadece bağlantılı
olması caizdir. Manası ise şu olur; “Her kim tağutu inkâr ederse”
yani kim ondan beri olursa ki sadece kâfirden beraat etmek caizdir.
Denilir ki: “İblisi inkâr ettim. Ondan beri oldum.”2
Zebidiyyu dedi ki: “Küfür beraattır. Tıpkı Allah’ın Subhanehu ve
Teâlâ şeytanın ateşe girdiği zaman söyleyeceklerinden haber verdiği
gibi: “Ben sizin beni ortak koşmanızı inkâr ediyorum3 yani sizden
beri oldum.” Bu iki manada doğrudur.4 Bu iki manada tekfirin va1 Mecidüddin Muhammed B. Yakub Fîruzâbâdî, Kamusul Muhit.
2 İbrahim Mustafa, Ahmed Hasan Zeyyat, Hamid Abdülkadir, Muhammed Ali
Neccar, Syf. 791, Daru’l Fikr.
3 İbrahim, 14/22.
4 Tacul Urus, 14/62-63.
38
EBU UBEYDE
cipliğine delalet eder. Bizimde izah etmeye çalıştığımız şey budur.
Şeyhulislam Muhammed İbn Abdulvehhab dedi ki: “İşte bunlar tağutlardır. Bunların hepsi kâfirdir. İslam’dan dönmüşlerdir.
Kim onlar hakkında mücadele ederse ya da onları inkâr edenleri
reddederse, zannederse ki onların bu yaptıkları batıl ancak onlar
bununla küfre girmezler, işte bu şekildeki bir mücadeleci en düşük
seviyedeki bir fasıktır. Şehadeti kabul edilmez. Arkasında namaz
kılınmaz. Bilakis bu tağutları tekfir edip, onlardan beri olmadıkça
İslam’ı sahih olmaz.”1
Allah dedi ki: “Her kim tağutu inkâr ederse ve Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur.”2
Şeyhulislam dedi ki: “Tağutu inkâr etmenin sıfatı; Allah’tan
başkasına ibadetin batıllığına itikat etmen, ondan başkasına ibadeti terk etmen, ondan başkasına ibadete buğz etmen, ondan başkasına ibadet edenleri tekfir etmen ve onlara düşmanlık etmendir.”3
Şeyh daha açık bir ifade ile bunu belirtemezdi. Allah kendisine rahmet etsin. Ancak hak güneş gibi apaçık ortada olsa da Şeyh Abdurrahman İbn Hasan’ın dediği gibidir: “Hak güneş gibi açıktır; ancak
körler güneşi göremezler.”
SORU 13:
Temyize(bir üst mahkemeye) başvurmak küfür müdür? Buna
küfür ismini vermeyenlerin hükmü nedir?
CEVAP:
Biz tağuta muhakeme olmanın küfür olduğuna itikat eden
insanlarız. Ancak iddia makamlarının öncelikle insanlara ve meselelere dair hüküm vermeden önce temyizin açık bir muhakeme
olduğunu ispat etmeleri gerekmektedir. Bizim avukatlar ile yaptığımız görüşmelerin bir kısmında faal avukatlardan bazıları temyizin
1 Er-Resailuş Şahsiyye.
2 Bakara, 2/256.
3 Ed-Durar’us Seniyye el-Ecvibe en-Necdiyye 1/162-163; Ma’na’t Tağut ve Ruusu
Envaih.
FETVALAR
39
yeni bir mahkeme olduğunu söylerken; bir diğer kısmı, var olan
mahkemenin devamı olduğunu, yeni bir mahkeme olmadığını ifade etmişlerdir. Öncelikle belirlenmesi gereken şey vakıadaki bu
kapalılıktır. Şimdi size Wikipedia isimli dünyanın en büyük sanal
ansiklopedisinden temyizin ne olduğuna dair yapılan açıklamanın
naklinde bulunacağız;
“Temyiz; ayırt etme, seçme, ayırma; hukukta, doğruyu yanlıştan ayıran kuruldur. Bir mahkeme hükmüyle, bu hükmün dayandığı muhakemenin hukuki bakımdan, yüksek mahkemede
(Yargıtay, Askeri Yargıtay, Danıştay) bir defa daha tetkiki imkânını
sağlayan kanun yoludur. Ceza işlerinde 15 sene ve daha yukarı
hürriyeti bağlayıcı cezalarla ölüm cezalarına ait hükümler, hiçbir
harç ve masrafa tabi olmaksızın Temyiz Mahkemesince resen tetkik olunur. Diğer hükümler ancak tarafların kanuni süresi içinde müracaatları halinde Yargıtay’ca incelenir. Kanunda yazılı bazı
hükümlerinse temyizi mümkün değildir. (Bazı hafif para cezaları
ve yine para cezası gerektiren suçlardan beraat hükümleriyle, Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin kısa süreli hapis cezalarıyla ilgili
hükümleri gibi)
Temyizin sebebi, hükmün sadece kanun ve usul esaslarına
aykırı olmasıdır. Bunun anlamı şudur: Her davanın dayandığı iki
temel öge vardır. Bunlar dava sebebi olarak adlandırılır. Birinci öge
olarak dava sebebi, davaya esas olan maddi olaylardır ve bazen
maddi sebep olarak adlandırılır. Türk usul hukuku uygulamasında maddi sebepler, dava dilekçelerinin ‘Olaylar’, ‘İzahat’ gibi bir
başlıkla başlayan bölümlerinde belirtilir. Bir kiracının aylık kira
borcunu ödememesi veya bir kişinin eşine karşı şiddet uygulaması, dava sebebi anlamında birer maddi olaydır. Davaların dayandığı ikinci öge ise hukuki sebeptir. Maddi sebepten ayrı olarak hukuki sebep, belirtilen maddi olaya uygulanacak hukuk kuralıdır; kira
borcunu ödemeyen kiracıya veya eşine kötü davranan birine ne
tür bir mueyyide uygulanacağını gösteren hukuk kuralları gibi. Bu
bir kanun veya yönetmelik maddesi, bir uluslararası anlaşma hükmü veya yüksek mahkeme kararı olabilir. Tarafların davada ortaya
koyduğu dava malzemesi (maddi olaylar ve deliller) ile esasen bu
40
EBU UBEYDE
uyuşmazlığı çözmeye yarayan hukuk kuralları bilgisine (hukuki
sebeplere) sahip olan yargılama makamı, yargı faaliyetini şu şekilde tamamlayacaktır:
1-Tarafların ortaya koyduğu maddi vakıaları ve bunları ispata
yarayan delilleri değerlendirecek,
2-Dava konusu hukuki soruna hangi hukuk kuralının uygulanması gerektiğine karar verecektir.
Burada açık bir şekilde kendini ortaya koyan ve yukarıda davanın dayandığı iki temel öge olarak adlandırılan maddi olaylar
ve hukuki sebepler ayrımına paralel olarak dava sonucunda verilen karara karşı başvurulacak kanun yolları da ikiye ayrılmaktadır; istinaf ve temyiz.
İstinaf, dava adeta yeni baştan ele alınıyormuşçasına, ilk davada ortaya konan delillerin istinaf mahkemesince tekrar incelenmesini sağlayan bir kanun yoludur.
Temyiz ise istinaf kanun yolu aşamasından geçmiş ve bir daha
istinaf başvuru yolu kapanmış bir karara karşı yapılan ve kararın
sadece hukuki sebepler açısından incelenmesini sağlayan kanun
yoludur. Yani gerçek anlamıyla temyizde artık deliller incelenmez.
Sadece davadaki soruna doğru hukuk kuralının uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilir. Bu şekliyle temyiz mahkemesi, davaların
bazen içinden çıkılmaz görünen ayrıntılarıyla uğraşmaksızın, hukukun nasıl uygulanması gerektiğini gösteren, içtihat oluşturan
bir mahkeme durumundadır.
Yukarıda “Temyiz sebebi, hükmün sadece kanun ve usul esaslarına aykırı olmasıdır.” diye ifade edilen kanun hükmü de buna
işaret etmekte ve bir anlamda temyiz merciinin yetkisini sınırlamaktadır. Fakat Türk hukuk sisteminde, cumhuriyetin kabulü
sonrası yeni kurulan adli teşkilat içerisinde, istinaf görevini yapacak mahkemeler erken yıllarda kanunda öngörülmüş olmasına
rağmen, hiçbir zaman hayata geçirilmemiştir. Bu yüzden temyiz
FETVALAR
41
mercii olarak Yargıtay, bu boşluğu doldurmak zorunda kalmıştır.
Yıllardır olduğu gibi bugün de Yargıtay, temyiz olunan kararları
hem bir istinaf mahkemesi imiş gibi hem de bir temyiz mahkemesi olarak incelemektedir. 2005 yılında yürürlüğe giren Adli Yargı
İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş,
Görev ve Yetkileri hakkında kanun ise, istinaf mahkemelerinin kurulması için kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 2 yıllık bir süre öngörmüş bulunmaktadır. Kanun 01.06.2005 yılında
yürürlüğe girmiştir.
Temyiz Mahkemesi, yapılan tetkik sonucu, hükmün bozulmasına veya tasdikine karar verir. Bu şekilde verilen kararlar
muhtelif konularda Temyiz Mahkemesinin görüşü kesinlik ve bir
noktada sabitlik kazanır, Yargıtay’daki muhtelif daireler arasında
ortaya çıkan hüküm uyuşmazlıklarını Yargıtay Genel Kurulu bir
çözüme bağlar. Bu kararlara İçtihadi Birleştirme Kararları denir.
Alt mahkemeler, Temyiz Mahkemesinin yerleşmiş olan içtihatlarına bağlı olarak kararlarını vermek mecburiyetindedirler. Yani
bu kararlar, alt mahkemeleri bir kanun gibi bağlarlar. Bu yüzden
İçtihadı Birleştirme Kararları hukukun kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir.”
Eğer temyiz burada ifade edildiği gibi yerel mahkeme ile Yargıtay’ın içtihadını birleştirmesi ise yeni bir mahkeme değildir. Dolayısı ile kişi tağuta muhakemeyi talep etmiş olmaz. Sadece dava içerisinde yapabileceği “Ben suçsuzum” sözünü yazılı olarak sunmuş
olur. Ancak ayrı bir mahkeme ise az önce de ifade ettiğimiz gibi biz
mahkemenin küfür olduğuna itikat ediyoruz. Bu durumda temyize
başvurmakta kesinlikle küfür olur.
Müslüman asıllardan cahil olamaz ama vakıadan cahil olabilir. Yani Müslüman tağuta muhakemenin küfür olduğundan
cahil olamaz. Ancak vakıa da, temyiz mahkemesinin yeni bir
mahkememi yoksa eski davanın devamımı olduğu noktasında
cahil olabilir. Bu konuda aşırı gidip temyize küfür demeyenlere
de kâfir adını vermek veya bu meselede silsile tekfire başvurmak büyük bir hatadır.
42
EBU UBEYDE
SORU 14:
İntifaul kastı detaylı bir şekilde açıklayabilir misiniz?
CEVAP:
İntifaul kast; kastın yok olması demektir. Bu tekfirin engellerinden bir engeldir. Tıpkı delilik gibi, bir halin tekfire engel olmasıdır. Aslen intifaul kast, kısmi olarak aklın örtülmesi yani delilik halidir. İnsanın aşırı sevinmesi veya aşırı üzülmesi sonucunda içinde
bulunduğu bu duygusallıkla ne dediğini bilemez hale gelmesinin
adıdır. Bunun en açık ve meşhur delili Müslim’in rivayet ettiği devesini kaybeden adam hadisidir. O, devesinin üzerinde yemeği ve
içeceği olduğu halde kaybolmasından dolayı helak olmayı beklerken devesini görmüş ve bu aşırı sevincinden dolayı da “Allah’ım
sen benim kulumsun, bende senin Rabbinim.” demişti.1 Oysaki
şunu demeyi kastetmişti: “Allah’ım sen benim Rabbimsin, ben de
senin kulunum.” Dolayısı ile intifaul kast, kulun irade etmeden
yaptığı işlerin genel adıdır.
1 Hâris İbnu Suveyd anlatıyor: “Abdullah İbnu Mesud radiyallahu anh bize iki
hadis rivayet etti. Bunlardan biri Peygamberdendi ‫ ﷺ‬diğeri de kendisinden. Dedi ki: “Mü’min günahını şöyle görür: O, sanki üzerine her an düşme
tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar
durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.”
İbnu Mesud bunu söyledikten sonra eliyle, şöyle diyerek, burnundan sinek
kovalar gibi yapmıştır.
Sonra dedi ki: “Ben Resulullah’ın ‫ ﷺ‬şöyle söylediğini duydum: “Allah,
mü’min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini
üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun
ve bitap düşüp: “Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar
uyuyayım.” der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını
koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı
durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun
tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu
adamın sevincinden daha fazladır.”
Müslim’in bir rivayetinde şu ziyâde var: “Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: “Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin
Rabbinim.”
Buhari, Da’avât, 4; Müslim, 3, (2744); Tirmizi, Kıyâmet 50, (2499, 2500).
FETVALAR
43
Bunun örneklerini şu şekilde çoğaltabiliriz; bir kişi cebinde
Kur’an olan mont veya kaban tarzı bir şeyin üzerine oturduğu
zaman onun cebinde Kur’an olduğunu bilmiyor ise bu kişi kâfir
olmaz. Çünkü o Kur’an’ın üzerine oturmayı kastetmemiştir. İşte
burada kasıt yok olmuştur. Yani kişi irade etmediği bir fiili yapmıştır. Bu, kişinin hükümden cahil olmasının özür olması demek değildir. İnsanların çoğu bu meseleyi yanlış anlıyorlar. Allah Subhanehu
ve Teâlâ bizi hakka hidayet etsin.
SORU 15:
Hocam, bazı kimseler sizin Ebu Muhammed el Makdisi’yi tekfir ettiğinize dair kendi aralarında konuşmalar yapıyor ve bunu da
size ait olduğunu söyledikleri bir telifle destekliyorlar. Gerçeği sizden öğrenmek istedik. Bu size atılmış bir iftira mıdır yoksa gerçek
böyle midir?
CEVAP:
Ebu Muhammed El Makdisi muayyen şahıslardan biridir. Herkes gibi hayatının farklı devreleri olmuş ve ilim okurken bazı mezhepleri değişmiştir. Bizler tevhidi önce bu insanların kitaplarından
öğrendik. Daha sonraları tenkit edilecek sözlere rastladık. Bu sözlerin tahkiki yapılamayacağından ve haline de kendisine ulaşarak
muttali olunmayacağından ötürü sadece onun sözlerini şeriat mizanına vurur ve sözlerini bu minvalde irdeleriz. Hakka isabet eden
sözlerini alır, hakka uymayan sözlerini de tenkit ederiz. Bu sözlerden kimisi hak dairesinin içindeki hatalar olabilir. Allah korusun,
hak dairesinin dışına çıkarmışta olabilir. Kimsenin küfrü veya şirki bizi sevindirmez. Bizler insanları değil dini koruma ile mükellefiz. Eğer bir insan bugün Müslümanlara karşı Suriye’de savaşan,
Kur’an’ın tahrif olduğunu söyleyen, sahabenin on küsur tanesi
dışında geri kalanlarının kâfir olduğunu söyleyen, mutayı helal
sayan, Müminlerin annelerine fahişe diyen Rafızi kâfirlere Müslüman derse bize düşen bu sözün batıllığını, pisliğini beyan etmek
ve ondan insanları sakındırmaktır. Bu sözün sahibinin bu sözden
dolayı dinden çıkması, bu sözden dönüp dönmediğinin tahkik
edilmesi, bu sözü ikrah altında söylemiş olması veya o sırada ak-
44
EBU UBEYDE
lının başında olup olmaması gibi muayyen bir vakıanın tespiti ile
uğraşmak ise bizim için abesle iştigalden başka bir şey değildir. Bu
şahıslara ulaşamayacağımız için sözlerini de tahkik edemeyeceğiz
demektir. Bu yüzden sözü reddedip şahsın son hali noktasında sukut etmek sünnet sahibi Müslümanların âdetindendir.
İbn Teymiyye rahimehullah, Muhiddin İbnul Arabi gibi bir kâfirin küfür sözlerini anlattıktan ve bu sözün küfür olmasında aklı
başında iki Müslümanın ihtilaf edemeyeceğinden bahsetmesine
rağmen sözlerinin sonunda onun hakkında “Belki bundan dönüp
tevbe etmiştir.” ifadesini kullanmıştır.1 Aynı ifadeyi Fahreddin Razi’nin küfrünü zikrettikten sonra da kullanmıştır.2 Bu sebepten ötürü bizim Ebu Muhammed El Makdisi’nin El Cezire televizyonuna
verdiği 90’lardaki röportajında3 “Kur’an tahrif olmuştur diyen şii
kardeşlerimiz” sözünün Kur’an ve sünnet mizanında yeri olmayan
bir söz olduğunu beyan etmemiz üzerine insanlar bize saldırmış
ve tevhid davetini karalamaya çalışmışlardır. Ancak bizler bugüne
kadar sırf sözün mahiyetinden konuştuk ve şahsın hali için ise,
umulur ki bu sözden dönmüştür, dedik. Kendisinden başka ilah
olmayan Allah adına yemin ederim ki ne müşriklerin taklidini sollayarak taklit konusunda sınır tanımayıp âlimleri kendilerine rab
edinenleri razı edeceğiz ne de tekfirde aşırı gidip her Ebu Muhammed El Makdisi’yi tekfir etmeyen Müslümanları tekfir eden bidatçıları razı edeceğiz. Biz Allah’ın rızasından başkasını aramıyoruz.
Biz öyle taklitçi müşriklere rastladık ki onlar kendilerini Ebu Muhammed’e nispet ediyorlardı ki Ebu Muhammed onlardan beridir,
onlarda ondan beridirler. “Eğer Ebu Muhammed Makdisi bize oy
kullanın dese, biz kullanırız.” diyorlardı. Yine öyle cahil bidatçılar
gördük ki Makdisi’yi tekfir etmedik diye bizi tekfir ettiler. Makdisiciler “Onu tekfir ediyor.” dediler, onu tekfir edenler biz onu tekfir
etmiyoruz diye tekfir ettiler. Vallahi biz insanlar ile halimize şaştık
kaldık. Biz anladık ki Allah’tan başka kimseyi razı edemeyiz. Onun
rızasından başkasını istemeyiz. Allah’tan da onu razı edecek kelimeleri sarf etmekten başka bir şey dilemeyiz. İsabet ettiren Allah’tır
1 İbn Teymiyye, Hakikatu Mezahibi’l-İttihadiyyin, 64.
2 Durerus Seniyye, Mürtedin Hükmü Babı.
3www.youtube.com/watch?v=z3QBKvkLv-o
FETVALAR
45
celle celaluhu. Allah Subhanehu ve Teâlâ Ebu Muhammed El-Makdisi gibi
tevhide ve cihada davet etmiş, bu yolda eza çekmiş rabbani insanlara yardım etsin, onların hatalarını bağışlasın ve küfürleri var ise
onlardan tevbe ettirsin. Şüphesiz çalışıp yorulanlardan olmaktan
da öyle olanlara şahit olmanın acısından da Allah’a sığınırız.
SORU 16:
Sahih-i Müslim’de geçen Aişe hadisinde “İnsanlar her ne saklarsa saklasın Allah onu bilir?”1 ibaresine, İbn Teymiyye’nin büyük
şirk dediğini,2 bir yazar ‘Büyük Şirkte Cehalet Mazeret Değildir’
kitabında, İbn Teymiyye’ye atılan bir iftira olarak değerlendiriyor.
“Aişe (ra)’ın yaptığı büyük şirktir.” ifadesi, gerçekten İbn Teymiyye’ye mi aittir, yoksa yazarın dediği gibi iftira mı atılmıştır? Eğer
gerçekten böyle söylemişse Aişe’yi ne şekilde mazeretli gördü? Bu
konuda İmam Nevevi’den gelen tevil3 kabul gören bir tevil midir?
Hangi âlimler arasında kabul görmüştür?
CEVAP:
Sorunuzun birinci kısmından başlarsak, İbn Teymiyye, Aişe’nin söylediği söz için büyük şirk demiyor. Allah’ın ilim sıfatının furundan cahil olmasından bahsediyor.4 Büyük şirk, sahibinin işlediğinden ötürü kat’i olarak tekfir edilmesini gerektiren
şeydir. Ancak isim ve sıfatlardaki cehalet ise böyle değildir. İnsan
Allah’ın her ismini ve sıfatını bilmeyebilir. Bunu bilmiyor diye
kâfir olmaz. Kendisine bu konuda hüccet ikame edildikten sonra
ısrar ederse kâfir olur.
Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki: “Mürted, Allah’a şirk koşan
ya da Rasul’e veya getirdiğine buğz eden ya da üzerinde kat’i icma
edilmiş bir şeyi inkâr eden, Allah ile arasında aracılar edinen, onla1 Sahih-i Müslim, Kitabu-l Cenaiz, (1619); Ahmed b. Hanbel, Müsned (24671);
Nesai, Sünen, Uşretun-Nisa, Babul Gayreh (3901-3902); İmam Abdurrazzak
b. Hemmam Es-Sanani, Musannef (6712); İbn Hibban, Sahih (7233); Sünen-i
Nesai, Babul Emri Bi-l İstiğfar (2010).
2 İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetava, (11/411-413).
3 Şerhu-n Nevevi Ale-l Müslim, 3/401.
4 Mecmuatul-Fetava, 11/226; Mecmuatul-Fetava, 11/224-226; Mecmuatul-Fetava,
11/ 409.
46
EBU UBEYDE
ra tevekkül eden, onlardan isteyen veya onlara dua eden ya da insanın cahil olamayacağı Allah’ın sıfatlarından birini inkâr edendir.
Ancak insanın cahil olabileceği türden bir sıfatı inkâr ederse; tıpkı külünü yaktıran adamın kıssasında olduğu gibi ya da Aişe’nin
“Allah her şeyi bilir?” demesi gibi. Çünkü bunlarda kişiye Risâlet
ulaşmadan tekfir gündeme gelmez.”1
Koyu yazılı olan kısımlara dikkat ederseniz İbn Teymiyye isim
ve sıfat meselesini cehaletin mazur olduğu ve olmadığı diye iki
kısma ayırmıştır. Peki, bunun sınırı nedir, denilirse ona da deriz
ki: İbn Teymiyye bunu başka yerde şöyle açıklamıştır: “Bilakis bu
mana insanların fıtratında istikrar bulmuştur ki insanlar bu fıtrat
ile fıtratlandırılmışlardır. Onlar nasıl ki Allah’ın her şeyi yarattığını
bilmek ile fıtratlandı iseler aynı şekilde Allah’ın en yüce, en üstün,
en büyük, en iyi bilen, en kâmil olan ve en büyük olan olduğu ile
de fıtratlanmışlardır.”2
Yani İbn Teymiyye Allah’ın her şeyi bilme sıfatının aslen fıtrat
ile bilindiğini, bunun için risalete ihtiyaç olmadığını ortaya koymaktadır. Aslında burada az önce Aişe hadisi hakkında yaptığı
yanlış yorumu ortaya çıkarmıştır. Kişinin, Allah’ın her şeyi bildiğini bilmesi için şeriatı bilmese de sadece selim bir fıtrat ve akıl
sahibi olması yeterlidir. Aişe hem akıl sahibi idi hem de selim fıtrat
sahibi idi. Aişe, Allah’ın her şeyi bildiğini biliyordu. O kendi sorusunu kendisi cevaplayıp “Allah her şeyi bilir.” diyendir.
İmam Nevevi3, Kadı İyad4 ve İbn Teymiyye’nin bizzat talebesi
olan İbnu Muflih dahi hocasının hata yaptığını söyleyerek Aişe’nin
kendisinin evet cevabını verdiğini ve Müslim’in hadisi böyle naklettiğini kaydetmişlerdir.5
Allah şeyhimize rahmet etsin. Meseleyi yorumlarken yanlış bir
1
2
3
4
5
Mecmuatul-Fetava, 3/16.
Mecmuatul-Fetava, 6/72.
Şerhu-n Nevevi Ale-l Müslim, 7/44; Şerhu-n Nevevi Ale-l Müslim, 7/70-74.
İmam Ebu Abdullah el-Ebi el-Maliki, Şerh-i Mukmilu İkmalul-Muallim, 3/103-104.
İbn Muflih, El-Furu: (6/164) Alemu’l-Kutub.
FETVALAR
47
tevilde bulunmuştur. Yoksa şeyhimiz asla müşriklere Müslüman
demedi. Şeyhulislam dedi ki: “Müşrik ismi ikamet’ul hucceden
önce sabit olur. Çünkü o Rabbine ortak koşmuştur.”1
Bu ümmetin en fakihesi olan2, en çok hadis rivayet eden3, Nebi’nin ‫ ﷺ‬talebeliğini yapan, onun zevcesi olan ve ondan ders alan,
Daru’l-İslam’da yaşayan biri olarak Aişe, Allah’ın her şeyi bildiğini
bilmiyor ise kim biliyor ki Allah her şeyi bilendir?
İki tane müşriğe müşrik dememek için Buhari’nin yaptığı rivayette olduğu gibi Rasulullah’ın ‫“ ﷺ‬Eğer ümmetin annelerinin ve
ümmetin kadınlarının ilmi bir kefeye konsa Aişe’nin ilmi de diğerine konsa, onun ilmi diğerlerine üstün gelirdi.” dediği ümmetin en
fakihesine Allah’tan cahil olmak gibi bir yafta vuranlara diyorum
ki: Size de Allah’tan başka taptıklarınıza da yazıklar olsun…
SORU 17:
Müşriklerin canı, malı hangi hallerde bize helal olur?
CEVAP:
Müşrik bir kavmin bunun gibi bir cezayı hak etmesi için
davetin her yere tam olarak ulaşması ve Müslümanlar ile kâfirlerin çarpışması gerekir. Sadece davetin mutlak olarak izhar
edilmesini yeterli sayıp müşriklerin mallarını ve canlarını helal
sayanların Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬siyerini iyi okumaları gerekir. Çünkü Nebi ‫ ﷺ‬Mekke’den Medine’ye hicret ederken müşriklerin
kendisine emanet ettikleri altın ve paralara “Ne de olsa müşrikler, daveti de izhar ettim, zaten bana da eza ettikleri için hicret
edip aralarından ayrılıyorum, bu sebeple paralarını alayım da
Müslümanların ve tevhidin maslahatına kullanayım.” gibi bir
düşünceyle el koymamış ve hicrete çıktığı vakit Ali’ye radiyallahu anhu paraları bırakarak sahiplerine teslim etmesini istemiştir.
Dolayısı ile bu kıssa ibretliktir. Nebi ‫ ﷺ‬Mekke’de hırsız ve zina1 Mecmuaatul Fetava, 20/32.
2 Hilyetü’l-Evliya, Sıfatü’s-Safve, c.2, s.125.
3Aişe radiyallahu anha 2210 hadis rivayet etmiştir. En çok hadis rivayet eden 4.
sahabidir.
48
EBU UBEYDE
kar gibi isimler almamıştır. Müşrikler ona Muhammed-ul Emin
adını vermişlerdir. Bu yüzden Müslümanlar bu gibi konulara
dikkat ederek hevaları sebebi ile haramları helal yapmamalılar
ve müşrikleri tevhidden nefret ettirmemelilerdir.
SORU 18:
Dernek veya vakıf kurmanın İslam’da hükmü nedir?
CEVAP:
Davetin meşru sebeplerine yapışmak ve bu sebepleri yerine
getirirken haram ve şirke bulaşmamak esastır. Dernekler yasası,
son dönemde değişikliğe uğratılmıştır ve düzenleme neticesinde açılan derneğin sadece devlete ihbar edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Dernek tüzüğü, derneğin yöneticilerine bırakılmıştır.
Yani derneğin içinde ister şeriat kanunlarını tatbik ederler isterse hevasının istediklerini yaparlar. Ancak devlet, açılan dernekten kendisinin ihbar edilmesi gerektiğini vatandaşlarından
talep etmektedir.
Müslümanların şirke ve harama bulaşmadan bir dernek açması ve bu dernekte İslami faaliyetlerde bulunması mubah işlerdendir. Ancak dernek meselesi ülkemizde geçmiş dönemdeki
tevhid iddiasında olan insanlar tarafından şerre kullanılması nedeni ile bozulmanın başlangıcı olarak telakki edilmiştir. Olayın
iç yüzünü bilmeyen cahil Müslümanlar ilk bakışta bunu kötü
karşılamaktadırlar. Bu yüzden cahil Müslümanlara bunlar fitne
olabilir. Mefsedetin büyük olacağı yerde, ‘maslahatı terk ederek
mefsedeti yok etmek’ maslahatı alınır ki bu şeriatın yüce kaidelerinden biridir.
Aynı şekilde tevhid davetine düşman olan münafıklar tarafından bu mesele kötü bir malzeme olarak kullanılmaktadır.
Bu yüzden bu meşru davet sebebini terk etmek bize daha sevimlidir. Fakat bizim tercihlerimiz din değildir. Din, Allah’ın
ve Rasul’ünün ‫ ﷺ‬sınırlarını çizdiğidir. Allah en doğrusunu
bilendir.
FETVALAR
49
SORU 19:
Günümüzde İslam alameti nedir?
CEVAP:
Bu zamanda ve bütün zamanlarda İslam alameti sadece Müslümanlara has olan fiiller, sözler ve kıyafetlerdir. Bunlar ise zamanın ve mekânın değişmesi ile tıpkı fetvanın değişmesi gibi değişmektedir. Bunun izahını “Halkların Hükmü”1 adlı risalemizde
uzun uzadıya yapmaya çalıştık.
Özetle alamet, bir şeyi diğerlerinden ayıran şeydir. Örneğin
haç takmak Hristiyanlığın yani küfrün alametidir. Çünkü yalnızca Hıristiyanlar haç takarlar. Buna benzer ister Müslümanlara
has olsun ister kâfirlere has olsun bir şey hangi topluluğa ait ise
o topluluk için alamettir.
İmam Muhammed Eş-Şeybani, dönemindeki Yahudilerin Lailaheillallah demelerini İslam alameti olarak kabul etmemiştir. Çünkü Irak Yahudileri Nebi’nin ‫ ﷺ‬Araplara gönderildiği itikatındalardı. Bu yüzden selef ve tabiinden olan bu büyük imam, Yahudilerin
“Muhammed, bütün insanlara gönderilmiştir.” demeden, bu sözleri ile İslamlarına hükmetmemiştir.2
Yani bu da ortaya koyuyor ki “Bu devirde namaz, oruç, zekât
ve hacc gibi amellerin hepsine müşrikler iştirak ediyorlar; o zaman
İslam alameti kalmadı.” gibi batıl sonuçlar çıkararak hak mezhebe muhalefet edenlerin bu itirazları boştur.Çünkü İmam Muhammed’in “Bütün insanlara gönderildiğini ikrar ederseler” sözü namaz, oruç, zekât ve hacc gibi bir amel değildir. Ancak buna rağmen
Müslümanlara has olan bir sözü alamet kabul ederek İslamlarına
hükmetmemiştir.
Bugün ise hem şirkten hem de müşriklerden beri olduğunu izhar edenler Müslüman hükmü alırlar. Ancak daha sonra bir küfrü
ortaya çıkarsa ona göre tekfir edilirler.
1http://www.islamdaveti.com/kitap_resimler/halklarin-hukmu.pdf
2 İmam Muhammed, Siyeru’l-Kebir (5/345).
50
EBU UBEYDE
SORU 20:
“Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu
tutulacak değilsiniz.”1 ayetine mukabil olarak Osmanlı hakkındaki düşüncenizi açıklar mısınız? Osmanlı müşrik bir devlet midir? Müşrik
ise bu konuda tekfir etmeyenlere karşı tutumumuz ne olmalıdır?
CEVAP:
Bakara Suresi 134. ayetin tefsirinde şunlar kaydedilmiştir;
Bize Muhammed İbnu Yahya haber verdi: bize Ebu Gassan haber
verdi: Muhammed İbnu İshak dedi ki: bana Zeyd İbnu Sabit’in ailesinin kölesi haber verdi (Muhammed İbnu Ebi Muhammed), ona
da İkrime Said İbnu Cubeyr haber verdi ki İbn Abbas şöyle söyledi:
Abdullah İbnu Suriya el A’var, Resulullah’a ‫ ﷺ‬dedi ki: “Hidayet
bizim üzerinde olduğumuz dindir. Ey Muhammed, bize tabi ol ki
hidayete eresin. ”Hristiyanların da buna benzer sözler sarf etmeleri
üzerine bu ayet nazil oldu. “Onlar bir ümmetti; geldi, geçti. Onların
yaptıkları onlara, sizin yaptıklarınız ise sizedir.”2
Bu nedenledir ki önce ayetin nüzul sebebine iyi bakmak
gerekir ki ondan sonra istidlal yapılsın. Aklı başında hiç kimse
Gandi, Lenin ve Stalin gibi kâfirlerin tekfirinde tevakkuf edip de
“Onlar bir ümmetti; geldi, geçti. O yüzden onlar hakkında konuşmaya gerek yok.” diyemez. Onların küfrünü beyan etmek her
Müslümanın üzerine düşen gerekliliklerden bir tanesidir.
Osmanlı meselesine gelince Osmanlı Devleti değişik evrelere
sahip bir devlettir. Şurası bir hakikattir ki Osmanlı devleti kendi
devletini savunmak için âlimlerine yazdırdığı ‘Devleti Osmaniyye
Muftera Aleyha’3 adlı kitapta (Bu kitap şu anda Bursa’daki Osmanlı
Kütüphanesi’nde mevcuttur.) devletin her türlü Bektaşilik, Nakşibendilik vb. tarikatları maddi ve manevi desteklediğini ve yayılmaları için üzerine düşeni yaptıklarını anlatmaktadır.
1 Bakara, 2/134.
2Taberî, Câmiu’l-Beyân, 1/440; El-Vâhidî, Esbâbu’n-Nüzûl, s.32-33.
3 İftiraya Uğramış Osmanlı Devleti.
FETVALAR
51
Yaşadığımız topraklarda ki kabirler, türbeler vb. şirkin ve
hurafelerin yayıldığı mekânların hepsi Osmanlı devleti zamanında finanse edilmiş, yapılması devlet tarafından teşvik edilmiş
ve uzun seneler insanlar bu şirklerden men edilmemiştir. Bu da
ifade eder ki Osmanlı Devleti genel olarak şirk içinde olan bir
devletti. Ancak İmam Birgivi gibi bazı âlimlerde Osmanlı zamanında yaşamıştır. İmam Birgivi ‘Tarikatı Muhammediye’ adlı kitabın yazarıdır ki burada sofilerin yaptıklarının şirk olduğunu en
katı bir dille anlatmış ve yapanları tekfir ettiğini beyan etmiştir.
Ayrıca 200 sene bu kitabın her yeniçeri (Osmanlı askeri) tarafından okunulması şart koşulmuştur. İşte bu da gösteriyor ki az
önce zikrettiğimiz şirk olan ameller belirli bir dönemde işlenmiş
ancak belirli dönemlerinde ise tam aksine durumlar söz konusu
olmuştur. Yani Osmanlı Devleti, mü’mini ve kâfiri bünyesinde barındıran bir devlet idi. O yüzden orada Müslüman olanlar Müslümandı, kâfir olanlar da kâfirdi. Ne küfrünü bilmediğimizi tekfir
ederiz ne de küfrünü bildiğimizin tekfirinden sakınırız.
‘Bu konuda tekfir etmeyenlere karşı tutumumuz ne olmalıdır?’
sorusuna gelince; Eğer tekfir etmeyenler bu fiillerin küfür olduğunu ancak şahıslardan hangilerinin işleyip işlemediğini bilmediklerinden dolayı tekfir de durmuş iseler bunlar Müslüman kardeşlerimizdir. Ancak bir şahıs bunların şirk olduğunu bilmesine rağmen
işleyenlerin Müslüman olduğunu iddia ediyor ise bu, o kişi ile
dinsel beraberliğimiz noktalanmış demektir. Ancak zikrettiğimiz
meseleye dair ihtilaf genelde hangi şahısların işleyip işlemediği ile
alakalıdır. Bu da zikrettiğimiz gibi kardeşliği yok etmez.
SORU 21:
Zat-u envat1 hadisindeki şirk büyük şirk midir? Âlimler bu hadis için ne demişlerdir? Allah azze ve celle ilminizi artırsın.
1Tirmizi, El-Cami’inde (2181) tahric etmiştir ve ‘Bu, hasen sahih bir hadistir.’
demiştir; Ahmed, Müsned’inde (5/218); Siyeri İbn Hişam 4/84; Abdurrazzak,
Musannef’inde (20763); Humeydi, Müsned’inde (848); Tayalisi, Müsned’inde
(1346); İbn Asım, Es-Sunne’de (76); Taberi, tefsirinde (9/31); İbn Hibban, Sahih’inde (1835); Taberani, El-Kebir’de (3290,3294); Şafii, Müsned’inde (23);
Beyhaki, Delail’de (125/5); İbn Ebi Şeybe, Musannef’inde (15/101); Nesai,
El-Kubra’nın tefsir kitabında ve Tuhfetu’l-İşraf’ta (11/112); İmam Suyuti’nin
Ed-Durru’l-Mesur’unda (3/533) olduğu üzere; İbn Munzir, İbn Ebi Hatem,
Ebu Şeyh ve İbn Merdeveyh’de tahric etmiştir.
52
EBU UBEYDE
CEVAP:
İmam Şatibi dedi ki: “Geçmiş ümmetlere özellikle de ehl-i kitaba bidatlarında tabi olma noktası Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬şu sözünde
olduğu gibidir: “Taki ümmetim geçmiş ümmetlerin yaptıklarını
yaparlar.” Bu şuna delalet eder ki onlar ne yaptı iseler bunlarda
yapacaklardır. Ancak bu her zaman onların bidatlarında onlara
bire bir benzemelerini gerektirmez. Bilakis bazen bidatın aynısına
bulaşmakla bazende o bidatte benzemek ile olabilir.
Birincisinde tabi olmanın delili; “Sizden öncekilerin yoluna
uyacaksınız.” Bu hadiste dedi ki: “Onlar kelerin deliğine girseler
sizlerde onların ardında gireceksiniz.”
İkincisine delalet eden hadis ise; dedik ki: “Ey Allah’ın Rasulü!
Bize de onların zatu envatı gibi bir zatu envat yapsan. Rasulullah ‫ﷺ‬
dedi ki: “İsrailoğullarının Musa’ya dediği gibi dediniz: ‘Bize de onların ilahları gibi ilahlar yapsan.’”Çünkü zatu envat edinmek onların
Allah’tan başka ilahlar edinmelerine benzemektedir. Yoksa aynı şirk
değildir. İşte bu yüzden nass edilen şeylerin diğer nass edilenlere her
yönden misli gibi olması gerekmez. Allah en iyisini bilendir.”1
Aynı şekilde Şeyhulislam Muhammed İbn Abdulvehhab da
Kitabut Tevhid’de ‘Ağaç ve Taştan Bereket Ummak’ babında bu hadisi zikrettikten sonra, bölümün sonunda, geçen nasslardan çıkarılan sonuçları anlatırken diyor ki:
“Üçüncü mesele; Yapmamış olmaları (zatu envat edinmek istediler ama edinmediler, bunu yapmadılar)...
On birinci mesele; Şirkin iki çeşidi vardır. Büyük ve küçük
şirktir. Bu yüzden bununla mürted olmadılar.”2
İşte bu söz çok açık bir şekilde gösteriyor ki hem İmam Şatibi
hem de Şeyhulislam Muhammed b. Abdilvehhab, zatu envat hadisesinde ki durumu küçük şirk olarak algılamışlardır ve bu yüzden onu
1 El-İtisam, 2/245-246.
2 Kitab’ut Tevhid, Bab’u Men Teberreke bi Şecerin ev Hacerin ve Nehveha.
FETVALAR
53
talep edenlerin kâfir olmadıklarını beyan etmişlerdir. Yoksa bir takımlarının anladığı gibi İslam’a yeni girmelerinden dolayı şirkte mazur sayıldıklarını asla ve asla söylememişlerdir. Her meselede bize “Bu sizin
anlayışınız. Hangi âlim sizin gibi anlamış?” diyenlerin zatu envat meselesine gelince hiçbir âlim sözü zikretmeden saatlerce bu hadis hakkında yorumlarda bulunduklarına açık bir şekilde şahid olabilirsiniz.
Bunların kendilerine “Biz Kur’an ve sünnet üzerineyiz. Selefin yoluna
suluk eden âlimlerin anlayışları üzerineyiz.” dediklerini görebilirsin.
Ama mesele zatu envat hadisesi olunca hiçte âlimlerden bahsetmezler.
Bu, sadece bu iki büyük âlimin böyle anlamaları ile sınırlı değildir. Şeyhulislam İbn Teymiyye de bu hadisi yorumlarken şöyle
demiştir: “Müşriklerin zatu envat adında ağaçları olduğunda ve buraya silahlarını astıklarında dediler ki: “Ey Allahın Rasulü! Onların
zatu envatı olduğu gibi bize de zatu envat kılsana.” Dedi ki: “Allahu
ekber! Musa’nın kavminin Musa’ya dediği gibi dediniz: “Bize de
onların ilahları gibi ilahlar yapsana.”1 İşte bu sünnettir. Sizden öncekilerin yollarına tabi olacaksınız.” Nebi ‫ ﷺ‬silahlarını asacakları
bir ağaç edinerek kâfirlere benzemelerini reddetti.”2
Sahabe, Nebi’den ‫ ﷺ‬küçük şirk talep ettiler. Resulullah da ‫ﷺ‬
bundan dolayı onlara gazaplandı ve onları sakındırdı. Özet olarak
meselenin cehalet özrü ile uzaktan yakından bir alakası yoktur.
SORU 22:
İmam Serahsi, ‘El Mebsut’ta şöyle diyor: “Müslüman küfür ordusunda öldürülürse malı ganimet olarak alınmaz.”3 Bugün bazıları “Askerlik küfür değil, haramdır.” diyerek bu sözü delil getirmektedirler. Bu sözü nasıl anlamalıyız?
CEVAP:
Bu konuda uzun bir risale hazırlamaya başladığımızı ve rabbimiz kısmet ederse tamamlayacağımızı bildirdikten sonra, askerlik
1 Araf, 7/138.
2 İktidas Sıratel Mustakim, 314-315.
3 İmam Muhammed b. Şeybani, Siyeru’l Kebir 1229; İmam Serahsi, Şerh-i Siyeru’l Kebir c:2b\4.
54
EBU UBEYDE
meselesinde küfrün illetinin herhangi bir kâfir orduya girmek olmadığını, bilakis Müslümanların ve İslam’ın aleyhine savaşan bir
orduda savaşmanın küfür olduğunu söylüyoruz.
Nebi’nin ‫ ﷺ‬Risalet’ten önce Ficar harbinde amcalarına ok taşıdığı her âlim tarafından kabul görmese de bazı hadis ehli tarafından sahih sayılmıştır. Netice itibarı ile “Mücerred küfür ordusuna
girmek küfürdür.” gibi bir sonuç çıkarır isek haşa Nebi’ye ‫ ﷺ‬küfür isnad etmiş oluruz. Böyle bir sözden Allah’a sığınırız.
Öyleyse illet Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme
babından küfürdür ki bugün ki ordular Müslümanların aleyhine
savaşan kâfir ordularıdır. Bu yüzden bu ordulara girmek zatında
küfürdür. Ancak Amerika ile Hugo Chavez arasında çıkan savaşta
iki kâfirden biri olan Chavez’e yardım etmek ise zannımızca birçok
insan tarafından küfür olarak telakki edilmeyecektir.
Netice itibarı ile İmam Serahsi de Allahu âlem bundan bahsetmektedir. Ancak Müslümanların aleyhine kâfirlerle savaşan her
ordunun kâfirliği âlimlerin katında icmaidir. İnkâr eden kâfir olur.
Bırakın savaşmayı, eğitim alanları olan maasker denen yerlere katılmayı dahi âlimler küfür saymıştır. İbn Teymiyye rahimehullah dedi
ki: “Kim Tatarların maaskerine giderse ve onlara katılırsa, mürted
olmuştur. Kanı ve malı helaldir.”1 Bunu Şeyh Abdullatif Ali Şeyh,
Şeyhulislam’dan nakletmiştir.2
SORU 23:
Tağuti rejimlerde memurluk yapmanın hükmü nedir?
CEVAP:
Tağutun yanındaki görevler kısımlara ayrılmaktadır. Askerlik,
polislik ve zabıtalık gibi kolluk görevleri vardır ki anayasa da sistemi korumak ve yaşatmak için kurulmuş birimlerdir. Bir de bu
kurumların dışında halka hizmet vermek için kurulmuş; hastane,
itfaiye ve yol temizlik birimleri vardır. Kolluk görevlerine gelen me1 Mecmuatul Fetava, c.28, s.530-535.
2 Ed-Durerus Seniye, Cihad bölümü, s.161; Mecmuatur Resail ve’l Mesail c.2, s.135.
FETVALAR
55
murlar hem laikliğe hem de demokrasiye bağlı kalacaklarına dair
yemin ederler ve yeminin altını imzalarlar. Bu anayasada madde
olarak belirlenmiş ve tatbiki var olan bir durumdur. O yemin anayasada şöyle ifade edilmiştir;
ASLİ DEVLET MEMURLUĞUNA ATANANLARIN
YEMİN MERASİMİ YÖNETMELİĞİ
Bakanlar Kurulu Kararı: 25.10.1982-8/5483
Resmî Gazete: 30.11.1982/17884
AMAÇ VE KAPSAM
Madde 1- Bu Yönetmelik 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi tüm kamu kurum ve kuruluşları ile bunların personelinden, Asli Devlet Memurluğuna atanan personelin, 657 sayılı
kanunun 2670 sayılı kanunla değişik 6. maddesi gereğince yemin
etmeleri için kurum veya kuruluşlarca düzenlenecek yemin merasiminin usul ve esaslarını belirlemek amacıyla düzenlenmiştir.
ÖZEL HÜKÜMLER
Madde 2- Devlet Memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatle bağlı kalmak ve kanunları sadakatle
uygulamak zorundadırlar. Devlet Memurları bu hususu asli Devlet
Memurluğuna atandıktan sonra en geç bir ay içinde kurumlarınca
düzenlenecek merasimde yapacakları yeminle belirlerler.
Yemin Metni Aşağıdadır:
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatle bağlı
kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde
olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma;
Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini
benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan
haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan millî, demokratik, lâik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev
ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”
56
EBU UBEYDE
Madde 3- Kurum ve Kuruluşlarda yemin merasiminin yapılacağı gün, atamaya yetkili amirler tarafından tayin ve tespit edilir.
Madde 4- Asli Memurluğa atanan personelin tespit edilen
günde yemin merasimine iştirak etmesi şarttır. Ancak, hastalık vs.
gibi yetkili amirlerce kabul edilebilecek mücbir sebeplerle yemin
merasimine iştirak edemeyen memurlar tayin edilecek bir günde
amirlerinin huzurunda yemin ederler.
YEMİN MERASİMİ USUL VE ESASLARI
Madde 5- Yemin edecek memurlar, atamaya yetkili amir veya
görevlendireceği bir yetkili tarafından tespit edilen günde, toplanarak önce edecekleri yeminin önemi hatırlatılır, yurt sevgileri, milletin kendilerinden neler beklediği, çalışmada göstermeleri gereken
fedakârlıklar tekrar tazelenir.
Madde 6- Atamaya yetkili amir veya görevlendireceği yetkili,
bakanlık ve kuruluşlarda Müsteşar, Müsteşar Yardımcıları, Ünite
Amirleri, İllerde daire amirleri merasimde bulunurlar.
Madde 7- Yemin edecek memurların mensubu olduğu kurum
veya kuruluşun memurları da (hizmet ve görevi aksatmayacak şekilde bir kısmı görev başında kalmak suretiyle) merasim yapılacak
yerde hazır bulundurulur.
Madde 8- Yemin edecek memurlar, ‘Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafet Yönetmeliği’nde belirtilen kılık ve kıyafetle, temiz ve beyaz örtülü masanın üzerine
ve masa kenarından sarkmayacak şekilde konulan Türk Bayrağı
etrafında sıralanırlar. Bayrak üzerine kesinlikle hiçbir şey konulmaz. İstiklâl Marşı’nın çalınıp söylenmesinden sonra günün anlam
ve önemi görevlendirilecek bir üst yönetici tarafından açıklanır ve
yemine başlanır. Memurlar masanın üzerinde bulunan bayrağın
üzerine ellerini koymak suretiyle yemin ederler.
Madde 9- Yemin metnini ihtiva eden Yemin Belgesi, yemini yapan memur tarafından merasimden sonra imzalanarak sicil
dosyasına konulur.
FETVALAR
57
YÜRÜRLÜK VE YÜRÜTME
Madde 10- Bu Yönetmelik, yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 11- Bu Yönetmeliği Bakanlar Kurulu yürütür.
Eğer bu yemini kolluk görevinin dışında diğer halka hizmet
veren birimlerde yapıyorsalar ki onlar da devletin bir memuru
olarak yapmak zorundadırlar; işte o zaman kişi küfre girer. Ancak bir durum var ki izah edilmesi gerekir. O da bazı taşeron
firmalar tarafından yapılan alımlar ile memur statüsünde değil
de anlaşmalı eleman statüsünde çalıştırılan kişiler hakkındadır.
Bunlar bu prosedürden geçmiyor ve itfaiye, hastane gibi kamu yararına çalışan birimlerde çalışan kimseler ise o zaman bu, küfür
boyutuna varmaz.
Ancak bir noktayı da açığa kavuşturmak gerekir. Doktorlar
Hipokrat yemini diye bilinen küfür içerikli bir yemin etmektedirler
ki bu ayrı bir meseledir ve bunun küfürlüğünde şüphe edilemez.
Ya da itfaiyenin, kolluk görevlerinde çıkan yangını söndürmeye
gitmelerine ve onlara mutlak yardım etmelerine gelince bunun haramlığı da açıktır. En güzeli Müslümanın rızkını çıkaracağı daha
güzel bir iş bulmasıdır. Allah Subhanehu ve Teâlâ Müslümanlara hayırlı rızık kapıları açsın.
SORU 24:
Bazı kimseler “Müşriklerin tekfiri dinin aslından değildir.”
diyorlar. Genel muasır âlimlerin görüşünün bu yönde olduğunu
hatta selefin genel görüşünün de bu olduğunu söylüyorlar. Bir muvahhid bu sözlere nasıl karşılık vermelidir?
CEVAP:
Öncelikle sana nasihatim erkekleri taklit etmekten sakınmandır. Nitekim seleften bu konuda birçok hadis varid olmuştur. Abdullah İbnu Mesud demiştir ki: «Sakın ha sakın erkekleri taklit
etmeyesiniz. Eğer onlar iman ederseler sizde iman edersiniz. Eğer
onlar küfrederseler sizde küfredersiniz.»1
1 Taberani, (9/152) Sahih Ricali ile rivayet etmiştir; Mecma’u’z-Zevaid (1/180);
58
EBU UBEYDE
Bundan sonra derim ki: Muasırlar, âlimler, insanların koydukları unvanlar sakın sizi hakka tabi olmaktan alıkoymasın. İnsanların çoğu şöhret belasına kurban olurlar. Sakın sizlerde bu belanın
kurbanları olmayın. İnsanın âlimliği hakkı bildiği oranda ölçülür.
Yoksa cahillerin verdikleri lakapların havadaki çer çöpten başka
bir değeri yoktur. Ehliyet sahibi insanların verdiği lakaplar ve unvanlar kıymetlidir. Yalakaların unvanları yağlamacılıktan başka bir
şey değildir. Allah bize yeter o ne güzel vekildir.
Selefin, Kur’an ve sünnet nasslarının açık bir şekilde tekfir ettiği müşrikleri tekfir etmek dinin aslıdır. Bunun Kuran’dan delilleri;
“Sizin için İbrahim ve beraberindekilerde güzel örnekler vardır. Onlar kavimlerine dediler ki: ‘Biz, siz müşriklerden ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Sizinle bizim aramızda Allah’a tevhid üzere iman edinceye kadar ebedi
bir buğz ve düşmanlık başlamıştır.’ ”1
“Siz müşriklerden ve Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden
uzaklaşıyorum. Rabbime dua ediyorum ki umulur da bununla cehennemliklerden olmam. Ne zaman ki o müşriklerden ve onların Allah’tan başka ibadet ettiklerinden beri oldu, biz de ona İshak’ı ve
Yakub’u verdik.”2
“O müşriklerden ve onların Allah’tan başka ibadet ettiklerinde
uzaklaştılar, bizde onlara mağaraya çekilin dedik.”3
İşte bu ayetlerin hepsi müşriklerden beraatın dinin aslına taalluk eden bir mesele olduğunu ortaya koymaktadır. Peki, bu ayetleri ulema nasıl anlamıştır? İşte o sorunun cevabını da ilim ehlinin
şu sözleri ile ortaya koyalım inşallah;
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki: “Şüphesiz bütün
Beyhaki, (10/116); Laleka’i, İ’tikadi Ehli’s-Sunne, (1/93); İbn Hazm, El İhkam,
(6/255) ve Ebu Nuaym, Hilye (1/136).
1 Mumtehine, 60/4.
2 Meryem, 19/48-49.
3 Kehf, 18/16.
FETVALAR
59
dinler müttefiktir ki bütün rasuller putlara ibadetten (şirkten) neyhettiler ve bunu yapanları tekfir ettiler. (Bu şirkleri işleyen müşrikler) Mü’min, mü’min olamaz ancak putlara ibadetten ve Allah’tan
başka ibadet edilen her şeyden beri olmadıkça. Allah’ın Subhanehu
ve Teâlâ dediği gibi: “Sizin için İbrahim ve beraberindekilerde güzel
örnekler vardır. Onlar kavimlerine dediler ki: “Biz, siz müşriklerden
ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Sizin ile bizim aramızda Allah’a tevhid üzere iman edinceye
kadar ebedi bir buğz ve düşmanlık başlamıştır.” ”1
Bunun böyle olmadığını iddia eden bir de pervasızca bunu selefe nispet edenlerin iftiralarını ispat etmeleri gerekir ki Allah’ın
dediği gibi: “Zan, haktan bir şey değildir.”2 Her kim dininin aslını
bozarsa o Müslüman değildir. Allah hakka hidayet edendir. O ne
güzel vekil ne güzel Mevla’dır.
SORU 25:
Tevbe Suresi 6. Ayet3 cehalet özrünün olmayacağına delil midir? Cehalet özrü ile ilgili İmam İbn Teymiyye’nin genel görüşü
nedir?
CEVAP:
İbn Teymiyye’nin ve bütün İslam âlimlerinin cehaletin şirk koşan bir kişi için mazeret olup olmaması noktasında ortak görüşleri
Kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur ki bu kişi mazur sayılmaz.
Çünkü Allah kitabında üç ayette “Allah şirki affetmez.” diyor;
“Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz…”4
Yine “ Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz…”5
1 İbn Teymiyye Külliyatı, c.8, s.357.
2 Necm, 53/28.
3 “Eğer müşriklerden biri, senden eman isterse ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu güven içinde olacağı yerine ulaştır. Bu, onların
elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.” (Tevbe, 9/6)
4 Nisa, 4/48.
5 Nisa, 4/116.
60
EBU UBEYDE
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki; “Şüphesiz bütün
dinler müttefiktir ki; bütün rasuller putlara ibadetten (şirkten) neyhettiler ve bunu yapanları tekfir ettiler. (Bu şirkleri işleyen müşrikler) Mü’min, putlara ibadetten ve Allah’tan başka ibadet edilen her
şeyden beri olmadıkça mü’min olamaz. Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ
dediği gibi: “Sizin için İbrahim ve beraberindekilerde güzel örnekler
vardır. Onlar kavimlerine dediler ki: “Biz, siz müşriklerden ve sizin
Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz.
Sizin ile bizim aramızda Allah’a tevhid üzere iman edinceye kadar
ebedi bir buğz ve düşmanlık başlamıştır.” (Mümtehine 4)”1
Şeyhulislam İbn Teymiyye yine dedi ki: “Bu zaruri olarak bilinmesi gereken meselelerdendir. Rasuller müşriklerin Allah’tan
başka ibadet ettiklerini ve onlara ibadeti sarf eden, onlara kulluk
edenleri de onların kulları saydılar. Onları Allah’a denkler tutan
müşrikler olarak isimlendirdiler. Ona ortaklar kılan müşrikler
saydılar. Bütün rasuller yaratılmışları Allah’a şirk koşmadan ibadet etmeye çağırdılar. İşte bu Allah’ın dinidir. Bunun ile kitapları indirmiştir. Rasulleri göndermiştir. Bu genel olarak İslam’dır.
Allah öncekilerden ve sonrakilerden ve başkalarından ancak bu
dini kabul eder. Herhangi bir rasulün daveti ulaştıktan sonra Allah bunu, bu dini terk edeni bağışlamaz. Allah’ın dediği gibi: “Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını da
dilediğine bağışlar…” (Nisa, 4/48)
Tevbe suresi 6. ayetin cehalet meselesine delil olmasına gelince bu ayet müşrik isimlendirmesi ile alakalıdır. Dikkat edilecek
olursa Allah Subhanehu ve Teâlâ ayette, onların bilmeyen bir topluluk
olduklarını zikretmekle birlikte ayetin başında da onların müşrik
olduklarını bize bildirmektedir.
Cehaletin mazeret olup olmaması ile alakalı olarak Kur’an sayılamayacak kadar çok delil ile doludur.
Örnek olarak; Hafız Ahmed El Hakemi, Taifetul Mansura’nın
Açılmış Sancakları adlı eserinde dedi ki:
1 İbn Teymiyye Külliyatı, c.8, s.357.
FETVALAR
61
“Soru: Kişiyi dinden çıkartan büyük küfür kaç kısımdır?
Cevap: Yaptığımız açıklamalardan bunun dört kısım olduğu
öğrenilmiş bulunmaktadır;
1- Cehil (bilgisizlik) ve yalanlama küfrü
2- Cuhûd küfrü
3- İnat ve istikbâr küfrü
4- Münafıklık küfrü
Soru: Bilgisizlik ve yalanlama küfrünün mahiyeti nedir?
Cevap: Kureyş kâfirlerinin çoğunda ve onlardan önce Yüce
Allah’ın haklarında şu buyrukları indirdiği diğer ümmetlerde görülen gizli ve açık küfürdür;
“Kitabı ve peygamberimizle gönderdiklerimizi yalanlayanlar,
onlar yakında bileceklerdir.” (el-Mumin, 40/70)
“Cahillerden de yüz çevir.” (el-A’raf, 7/199)
“Âyetlerimizi yalanlayan her ümmetten bir topluluk haşredeceğimiz gün onlar bir arada (toplanıncaya kadar) durdurulurlar. Nihayet
geldiklerinde Allah subhanehu ve teala der ki: Benim âyetlerimi -onları
bir bilgiye dayanarak kavramadığınız halde- yalanladınız ha, yahut
yaptığınız neydi?” (en-Neml, 27/83-84) ve devamındaki âyetler;
“Hayır, onlar ilmini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmedik bir şeyi yalanladılar.” (Yunus, 10/39) ve devamındaki
âyetler ile daha başka âyet-i kerimeler (bu küfrün mahiyetini açıklamaktadır.)”
Dikkat edilecek olursa Şeyh burada cehaleti küfrün bir çeşidi
olarak zikretti. Bugün bir takım insanların algıladığı özür olmasından bahsetmedi.
62
EBU UBEYDE
SORU 26:
Tevbe Suresi’ndeki 65. ve 66. ayetlerde kâfir oldukları söylenen kişiler küfür sözü söylemeden önce Müslüman mıydılar? Yoksa münafıktılar da küfürleri mi izhar oldu?
CEVAP:
Ayetin nassı ile onlar bu sözün öncesinde mü’min idiler. “İmanınızdan sonra kâfir oldunuz.” Bu ifade açıkça ortaya koymaktadır
ki onlar bunun öncesinde Müslüman idiler.
SORU 27:
‘Suud Firavunlarının Sihirbazlari’1 adlı reddiyeniz de İbn Teymiyye’nin Fahreddin Er-Razi’yi tekfir ettiğini yazmışsınız, İbn Teymiyye hangi sebepten ötürü Fahreddin Er-Razi’yi tekfir etmiştir?
CEVAP:
İbn Teymiyye, Şafilerin büyüklerinden Fahreddin Er-Razi’yi
yıldızlara ibadetin güzelliği hakkında tasnif ettiği bir kitaptan dolayı tekfir etmiştir.2 Bu kitapta iddia ettiği şeyin müslümanların icması ile küfür olduğunu belirtmiştir. Ancak sözünün sonunda “Fe
innehu ged tabe” ifadesi ile “Belki tevbe etmiştir.” istisnasını getirmiştir. Burada derin fıkıhlar vardır. İbn Teymiyye rahimehullah yıldızlara ibadetin güzelliği hakkında kitap yazmıştır, derken Şafilerin
büyüklerinden böyle bir imamın yıldızın ilahlığına itikat ettiğini
zannettiğini kastetmemiştir. Çünkü Razi tefsirinde uzun uzadıya
bu kavramları açıklamaktadır. Ancak yıldızlar hakkında bulaştığı
bidat onu bazı yıldızların tesirlerine inanmak ile onlara ibadet etmeye ulaştırmış ve bu yüzden de İbn Teymiyye onu yıldızlara ibadete teşvik eden biri olarak isimlendirmiştir. İkinci olarak da böyle
büyük, meşhur birinin sözünü şeriat ölçülerini koruyarak eleştirdikten sonra sonuna “Belki tevbe etmiştir.” ifadesini koymuştur.
Bu kalpleri hakka meylettirmek için bir üsluptur. Bunda birçok
ibret vardır. Bu nakil Mecmuat’ul-Fetava’da3 bulunmaktadır. Biz
bu nakli okuyup insanlara ilk anlattığımızda kendini ilme nispet
eden pek çok cahil inkâr ettiler. Arapça bilgimizin eksik olduğunu,
1http://www.islamdaveti.com/kitap_resimler/suud-firavunlarinin-sihirbazlari.pdf
2 Sırrul Mektum fi İbadetin Nücum.
3 Durerus Seniyye, 11/452-453.
FETVALAR
63
ibareyi yanlış anladığımızı söyleyerek alay ettiler. Şüphesiz Allah
zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir. Sonra da nakli Arapça
okuyup gerçek olduğunu idrak edince bütün kâfirler gibi teviller
getirdiler. Şüphesiz senin rabbin hidayet eden olarak, yardım eden
olarak sana yeter. Sen emrolunduğu gibi dosdoğru ol.
SORU 28:
Ehli Sünnetin içinden bazı âlimler, (İbn Teymiyye ve öğrencisi
İbn’ul Kayyum gibi) bazı nassları cumhura muhalif yorumlayarak
ve bazı sahabe nakillerine dayanarak cennetin ebedi, cehennemin
ise ebedi olmadığını ve bir gün son bulacağını söylemişlerdir. Buna
delil olarak da Hud suresi 107. ve 108. ayetleri getirmişlerdir. Bu
ayetlerde, cehennem ehli için Allah-u Teâlâ: “Onlar, gökler ve yer
ayakta durdukça orada ebediyen kalıcıdırlar. Rabbinin dilediği kadarı müstesna. Şüphesiz rabbin dilediğini yapandır.” buyurmaktadır. Cennet ehli içinse: “Onlar, gökler ve yer durdukça orada ebedi
kalıcıdırlar. Rabbinin dilediği kadar müstesna. Bu arkası kesilmeyen
bir bağıştır.” buyurmuştur. Bunu nasıl anlamalıyız?
CEVAP:
Cennet ebedidir. Bu konuda ümmetin icması vardır. Bu meselede sadece Mutezile sünnet sahiplerine muhalefet etmişlerdir. Her
kim cennetin ebedi olmadığını söylerse işte o kâfirdir. Günümüz
bazı Mutezileleri bu şekilde inanmaktadırlar. Onlar akıllarını devreye koyarak “Eğer cennet ebedi olursa içindeki insanlarda ebedi
olurlar. O zamanda Allah’a benzemiş olurlar.” diyerek işitilen nassların ispat ettiğini iptal ettiler. İşte bu çok açık bir küfürdür; bu
sözün sahibi kim olursa olsun kâfirdir.
Cehennemin ebediliğine gelince, bu konu ile alakalı olarak
İmam Tahavi’nin Akidesine şerh yazan İbni Ebil İz El Hanefi’nin
sözleri ile yetineceğiz.1
Cehennemin Ebediliği
Cehennemin ebediliği ve devamlılığı hususunda insanların
sekiz görüşü vardır:
1 El-Akidetu’t Tahaviyye, İbn Ebi’l İzz el-Hanefi, s.514, 515, 516, 517, 518. (Guraba Yayınları)
64
EBU UBEYDE
1- Oraya giren oradan bir daha ebediyen çıkmayacaktır. Bu
Haricîlerle, Mutezilenin görüşüdür.
2- Oraya girenler; orada azap görecekler, sonra tabiatları değişecek ve kendilerinin narî (ateşsel) bir tabiatları kalacaktır. Tabiatları ile cehennemin tabiatı arasındaki uygunluk dolayısıyla cehennemden lezzet dahi alacaklardır. Bu ise vahdet-i vücutçuların
önderi olan İbnu’l-Arabî et-Taî’nin görüşüdür.
3- Cehennem ehli orada belli bir süre azap görecekler, sonra oradan çıkacaklar. Onların arkasından başka bir kavim oraya
girecektir. Bu ise Yahudilerin Peygamber’e ‫ ﷺ‬naklettikleri bir görüştür. O da onların bu kanaatlerini yalanlamıştır. Yüce Allah da
bu kanaatlerinin gerçek olmadığını belirterek şöyle buyurmaktadır: “Onlar bir de: “Sayılı günler dışında bize ateş asla dokunmaz.”
dediler. De ki: “Buna dair Allah’tan bir ahit mi aldınız? Allah asla
ahdinden dönmez. Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? Hayır, kim kötülük işler ve günahı kendisini çepeçevre
kuşatırsa onlar cehennemliklerdir, orada ebedi kalıcıdırlar.” ” (el-Bakara, 2/80-81)
4- Cehennemlikler oradan çıkacaklar ve o da içinde hiçbir şey
olmaksızın, olduğu halde kalacaktır.
5- Hâdis (sonradan yaratılmış) olduğundan, kendi kendisine
yok olacaktır. Sonradan hâdis olduğu sabit olan bir şeyin baki kalması imkânsızdır. Bu ise Cehm’in ve taraftarlarının görüşüdür. Az
öncede geçtiği üzere bu hususta cennet ile cehennem arasında onlara göre bir fark yoktur.
6- Cehennem ehlinin hareketleri son bulacak ve onlar hiçbir
acı duymayan, cansız varlıklara dönüşeceklerdir. Bu da -az önce
geçtiği üzere- Ebu’l-Huzeyl el-Allaf’ın görüşüdür.
7- Yüce Allah -sünnette varit olduğu üzere- oradan dilediği
kimseleri çıkartır, sonra da dilediği kadar bir süre varlığını devam
ettirir. Sonra da yok eder; çünkü O, cehennem için son bulacağı bir
FETVALAR
65
süre takdir etmiştir.
8- Yüce Allah oradan sünnette varit olduğu üzere dilediği kimseleri çıkartır. Orada kâfirler ise -Tahâvî’nin dediği şekilde- sonu
gelmeyecek ve ebedi olmak üzere kalacaklardır.
Bu son iki görüş dışındaki görüşlerin batıl oldukları açıkça
ortadadır. Ehli Sünnetin benimsediği bu iki görüşün de delillerini
tetkik edelim;
Birinci görüşü benimseyenlerin delillerinin bazıları şunlardır;
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“(Allah) Şöyle buyuracak: “Allah’ın dilediği müstesna olmak üzere içinde ebedi kalıcılar olarak ateş sizin barınağınızdır.” Şüphesiz Rabbin hikmeti sonsuz olandır, her şeyi bilendir.”
(el-En’âm, 6/128);
“Bedbaht olanlar ateştedirler. Onlar orada yüksek hırıltılarla ve inleyerek solurlar. Onlar gökler ve yer ayakta durdukça,
orada ebediyen kalıcıdırlar; Rabbinin dilediği kadarı müstesna.
Şüphesiz Rabbin dilediğini yapandır.” (Hud, 11/106-107)
Bu buyruklarda sözü edilen iki istisnadan sonra cennetlikler için sözü edilen istisna yapılmamıştır. O da Yüce Allah’ın: “Bu
arkası kesilmeyen bir bağıştır.” (Hud, 11/108) buyruğudur. Yüce
Allah’ın: “Sonsuz devirler boyunca, içinde kalacaklar.” (en-Nebe,
78/23) buyruğu da bu görüşlerine delil gösterilmiştir.İşte bu görüş
yani cehennemin sonunun geleceği, cennetin ebedi olacağı görüşü Ömer, İbn Mes’ud, Ebu Hureyre, Ebu Said ve başkalarından da
nakledilmiştir.1
1 Bu nakillerin kaynakları ve sıhhat dereceleri ile ilgili etraflı açıklamaları; “Tehzib”in esas şerhini tam olarak yayınlayan ve tahkik eden Dr. et-Türkî ile Şuayb
el-Arnavut’un orada kaydettikleri notta görmek mümkündür. Bu nottaki açıklamalardan anlaşıldığına göre; adı geçen bütün sahabilere bu hususta nispet
edilen rivayetlerin senetleri zayıf olup bu konuda delil olabilmeye elverişli
değildir. (s.626-627)
66
EBU UBEYDE
Abd b. Humeyd meşhur tefsirinde senedini kaydederek
Ömer’in radiyallahu anh şöyle dediğini zikretmektedir: “Eğer cehennemliklerin, cehennemde kalacakları süre Alic denilen yerin kum
taneleri kadar dahi olsa mutlaka o vakit gelip bitecek ve onlar oradan çıkacaklardır.” Abd b. Humeyd bunu Yüce Allah’ın: “Sonsuz
devirler boyunca içinde kalacaklar.” (en-Nebe, 78/23) buyruğunu
tefsir ederken zikretmektedir. Yine bu görüşün sahipleri derler ki:
“Cehennem ateşi O’nun gazabının bir gereğidir; cennette rahmetinin bir gereğidir. Peygamber de ‫ ﷺ‬şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah
mahlûkatı yaratmayı takdir buyurunca Arş’ın üzerinde, nezdinde
bulunan bir kitaba şunu yazdı: “Benim rahmetim gazabımı geçmiştir.””” Bir başka rivayette de: “Gazabıma galip gelmiştir.” denilmektedir. Bu hadisi Buharî Sahih’inde, Ebu Hureyre’den radiyallahu anh
gelen bir senetle rivayet etmiştir.1
Yine derler ki: Yüce Allah,azabı “büyük bir günün azabı” (elEn’âm, 6/15), “can yakıcı” (Hud, 11/26) ve “Akîm (merhamet olunmayacak)” (el-Hacc, 22/55) diye nitelendirmektedir. Tek bir yerde
ise ihsan edeceği nimetlerin bir günün nimetleri olduğunu bildirmemiştir. Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah buyurdu ki:
“Ben kimi dilersem, onu azabıma uğratırım. Rahmetim ise her şeyi
kuşatmıştır.”” (el-A’raf, 7/156) Yine Yüce Allah bizlere meleklerin
şu sözlerini nakletmektedir: “Rabbimiz, rahmetin ve ilmin her şeyi
kuşatmıştır.” (el-Mü’min, 40/7) O halde O’nun rahmetinin bu azap
görenleri de kuşatması kaçınılmaz bir şeydir. Eğer sonu gelmeyecek bir vakte kadar azapta kalacak olurlarsa, rahmeti onları kuşatmış olmaz. Sahih hadiste de kıyamet günü elli bin yıl ile takdir
edilmiştir.2 Orada azap göreceklerin azapta kalacakları süre ise günahlarına göre olacaktır. Ahkemu’l-Hakimîn ve Erhamu’r-Rahimîn
olan Yüce Allah’ın ebedi, sonu gelmeyecek, bitip tükenmeyecek bir
şekilde azaplandıracağı bir takım yaratıkları yaratması, O’nun hikmet ve rahmetine sığmaz. Kendilerine ebedi olarak nimetler ihsan
edeceği ve sonu gelmez lütuflarda bulunacağı varlıklar yaratması
ise hikmetinin bir gereğidir. İhsan bizatihi istenen bir şeydir. İntikam ise arizî bir sebep dolayısıyla istenir.
1 Muttefekun Aleyh, Hadisin lafzı (3194) Buhari’ye aittir.
2 Müslim, 987; Ebu Davud, 1658; Nesai, V, 12-14.
FETVALAR
67
Yine bu görüş sahipleri derler ki: Cehennemde ebedi olarak
kalıp oradan çıkılmayacağına, cehennem azabının kalıcı olduğuna ve bütünüyle büyük bir ziyan olduğuna dair varit olmuş bütün
haberler haktır ve hak oldukları kabul edilir. Bu hususta hiçbir tartışma olmaz. Bu da cehennem baki kaldığı sürece o azap yurdunda
ebedi kalmayı gerektirir. Ancak oradan cehennemin kalıcılığı mevzubahisken tevhid ehli çıkartılacaktır. Dolayısıyla hapsin, hapis
olarak kalmaya devam ettiği sürece hapisten çıkan kimse ile hapis
yıkılıp harap olduğu için hapsi sona eren kimse arasında elbette ki
bir fark olacaktır.
Cehennemin ebedi kalıcılığını ve yok olmayacağını kabul
edenlerin delillerinin bazıları ise şunlardır: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onlar için sürekli bir azap vardır.” (el-Maide, 5/37);
“Onlara (azapları) hafifletilmez. Onlar o azap içinde ümitsiz
kalacaklardır.” (ez-Zuhruf, 43/75);
“İşte tadın; artık azaptan başka bir şeyinizi arttırmayacağız.”
(en-Nebe, 78/30);
“Onlar orada ebediyen kalacaklardır.” (el-Cin, 72/23);
“Onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.” (el-Hicr, 15/48)1
“Ve onlar ateşten çıkacak da değillerdir.” (el-Bakara, 2/167);
“Onlar deve iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler.”
(el-Araf, 7/40);
“Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler, onların üzerinden
(cehennem) azabından hiçbir şey hafifletilmez.” (Fatır, 35/36);
“Çünkü gerçekten O’nun azabı kalıcı ve yakayı bırakmayandır.”
(el-Furkan, 25/65) Yani azabı sürekli ve terk etmeyendir.
1 Ancak bu buyrukta söz konusu edilenler cennetliklerdir.
68
EBU UBEYDE
Sünnetten pek yaygın şekilde gelmiş rivayetler de cehennemden ‘la ilahe illallah’ diyenlerin çıkartılacaklarını göstermektedir.
Şefaat hadisleri de günahkâr muvahhidlerin cehennem ateşinden
çıkartılacakları hususunda açık ifadeler taşımaktadır. Bu ise onlara has bir hükümdür. Şayet kâfirler de oradan çıkacak olurlarsa,
onlar da onların durumunda olacaklar, cehennem ateşinden çıkış
iman ehline mahsus olmayacaktır. Cennet ve cehennemin kalıcılığı
ise bizatihi o ikisinin sahip olduğu bir kalıcılık hususiyeti ile değil,
Yüce Allah’ın onları kalıcılar kılmasıyla olur.
Allah Cennete de Cehenneme de
Girecekleri Yaratmıştır
“Her ikisine de girecekleri yaratmıştır.” ifadesi ile ilgili olarak
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Biz cehennem için cin
ve insanlardan çok kimseler yaratmışızdır.” (el-A’raf, 7/179)
Âişe’den radiyallahu anha şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah ‫ﷺ‬, Ensar’dan bir çocuğun cenazesine çağırıldı. Ben: Ey
Allah’ın Rasûlü dedim, ne mutlu buna, cennet kuşlarından bir
kuştur. Hiç kötülük yapmadı ve o çağa da erişmedi. Şöyle buyurdu: “Yahut başka bir şey de olabilir, ey Âişe. Şüphesiz Allah
Cennet’e girecekleri yaratmıştır. Onları daha henüz babalarının
sulblerinde iken cennet için yaratmıştır. Cehenneme girecekleri
de yaratmıştır. Onları kendileri henüz babalarının sulblerinde
iken orası için yaratmıştır.” Bu hadisi Müslim, Ebu Davud ve Nesai rivayet etmiştir. (102 Müslim 2662; Ebu Davud 4713; Nesai,
IV, 57; İbn Mace 82)
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Gerçekten Biz insanı karışık
bir nutfeden yarattık. Onu sınar dururuz. Bu sebepten onu işiten ve
gören yaptık. Gerçekten Biz ona yolu gösterdik. İster şükredici olsun,
ister nankör bir kâfir.” (el-İnsan, 76/2-3) Burada hidayetten kasıt
ise umumi hidayettir. Bundan da daha umumi olanı Yüce Allah’ın:
“Rabbimiz bütün her şeye hilkatini verip sonra da doğru yolu gösterendir.” (Tâ’hâ, 20/50) buyruğunda söz konusu edilen hidayettir.1
1 Bu hususta geniş açıklamalar için Kurtubî, el-Câmi’l Ahkami’l-Kur’ân, I, 160’a
bakınız.
FETVALAR
69
Varlıklar iki türlüdür. Birisi tabiatı itibariyle musahhar kılınmış olanlar, diğerleri ise iradesiyle hareket edenlerdir. Birincisinin
hidayeti tabiatı gereği Yüce Allah’ın onu ne için musahhar kılmış
ise, ona doğru yol bulması şeklindedir. İkinci türün hidayeti ise
kendisine neyin faydalı, neyin zararlı olduğuna dair bilgi ve şuuruna tabi olarak iradesi ile doğru yolu bulma hidayetidir.
Daha sonra bu kısım da üç türe ayrılmıştır: Bir tür, hayırdan başka bir şey irade etmez ve ondan bunun dışında bir şeyi irade etmesi
dahi beklenmez; melekler gibi. Bir türde şerden başka bir şey irade etmez ve ondan şerden başka bir şey irade etmesi dahi beklenmez; şeytanlar gibi. Üçüncü tür ise, iki türlü irade sahibidir; insan gibi. Sonra
bunlar da üç sınıfa ayrılırlar. Bir kesimin imanı, marifeti ve aklı, hevâ
ve arzularına galip gelir, bu da meleklere katılır. Diğer bir kısım bunun
tam aksi olup bu da şeytanlara katılır. Üçüncü bir kısım ise hayvani
arzuları aklına galip gelir ve o da hayvanlara katılır.
Maksat şudur: Her iki varlığı yani aynî olanı da ilmî olanı da
veren Yüce Allah’tır. O’nun var etmesi olmadan hiçbir varlık var
olamayacağına göre, O’nun öğretmesi olmaksızın hiçbir hidayet de
olmaz. Bütün bunlar ise O’nun kudretinin kemaline, vahdaniyetinin sübutuna, rububiyetinin muhakkak oluşuna delillerdendir. O
her türlü kusurdan yüce ve münezzehtir.
Tahâvî’nin rahimehullah “Onlardan dilediklerini kendisinden bir
lütuf olmak üzere cennete, yine onlardan dilediklerini adaletinin
bir tecellisi olmak üzere de cehenneme koyar...” sözlerine gelince,
bilinmesi gerekir ki Yüce Allah, mükâfat kazanma sebebi ortadan
kalkmadıkça mükâfatı, sevabı engellemez. Mükâfatın sebebi ise salih ameldir; çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kim mü’min
olduğu halde salih ameller işlerse o zulme uğratılmaktan da korkmaz, eksiltilmesinden de.” (Tâhâ, 20/112)
Aynı şekilde Yüce Allah ceza görmeyi gerektiren sebep meydana gelmedikçe de kimseyi cezalandırmaz. Çünkü Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: “Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir. Çoğunu da Allah affeder.” (eş-Şûrâ, 42/30)
70
EBU UBEYDE
Veren de, alıkoyan da Yüce Allah’tır. O’nun verdiğini kimse engelleyemez; vermediğini de kimse veremez. Ancak O, insana iman
ve salih ameli de lutfedecek olursa, bunun gereği olan mükâfatı da
asla insandan alıkoymaz. Aksine ona hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir kimsenin hatırından geçirmediği
şekilde mükâfatlar ihsan eder ve kendisine yakınlaştırır. Ona böyle
bir mükâfatı vermeyecek olursa, bu onun sebebi olan salih amelin
bulunmayışından dolayıdır.
Şüphesiz ki O, dilediğine hidayet verir, dilediğini de saptırır. Ancak bütün bunlarda O’nun belli bir hikmeti vardır ve
adaletinin bir gereğidir. Mükâfat görmenin sebebini teşkil eden
salih amellerde bulunmayı engellemesi, O’nun hikmeti ve adaletindendir. Sebeplerinin ortaya çıkmasından sonra, sonuçlara
gelince hiçbir şekilde onları engellemez. Şayet bunları engellemesi ve cezalandırması söz konusu olursa, bu da iman ve salih
amel olmadığından dolayıdır. O kendisinin bir hikmeti ve adaletinin bir gereği olarak da baştan bunları vermemiştir. Her iki
halde de O’na hamdedilir. O her türlü hal dolayısıyla kendisine
hamdedilendir. O’nun her bir bağışı bir lütuftur. O’nun her bir
cezası da adaletidir. Yüce Allah hikmeti sonsuz olandır;her şeyi
en uygun olan yerine koyandır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlara bir ayet
gelse: “Allah’ın peygamberlerine verilen gibi bize de verilmedikçe
asla iman etmeyeceğiz.” derler. Allah peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir.” (el-En’âm, 6/24); “Biz böylece onların bir
kısmını diğer bir kısmı ile denedik ki: “Allah aramızdan bunlara mı
lütfetti?” desinler diye. Allah şükredenleri en iyi bilen değil midir?”
(el-En’âm, 6/53) ve buna benzer başka buyruklar.
Yüce Allah’ın izniyle buna dair daha geniş açıklamalar gelecektir.
“Kendisi ile fiilde bulunmanın gerekli olduğu istitââ (güç
yetiriş) fiil ile birlikte olup da mahlûkun kendisi ile nitelendirilemeyeceği tevfîk kabilindendir. Sağlıklı oluş, genişlik ve imkân
FETVALAR
71
buluş, araçların esenlikte oluşu yönünden istitââ ise fiilden öncedir ve hitap da bununla alâkalıdır. Bu da Yüce Allah’ın: “Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez.”
(el-Bakara, 2/286) buyruğunda dile getirdiği gibidir.”
Burada da zikredildiği gibi cehennemin belli bir süre sonra içindekilerle yok olması meselesi sahabeden Abdullah İbnu
Mesud’a ve Ebu Hureyre’ye dayandırılmış rivayetlerdir. Ancak
bunlar sened olarak zayıf rivayetlerdir. Bunlar üzerine itikat
bina edilmez.
SORU 29:
Tevil, tekfirin engellerinden biri midir? Zahir meselelerde tevil
ehli mazur olur mu? Kudame İbn Mazun, helalı haram yaptığında
tevili sebebiyle mi tekfir edilmedi? Haramlar tevhidin asıllarından
mıdır? Kudame olayında bizi aydınlatır mısınız?
CEVAP:
Allah bir insanın basiretini köreltti mi onun basiretini açacak; Allah bir insanı saptırdı mı da onu hidayet edecek yoktur.
Allah kime hidayet eder ise şeytanların şüphesi ne kadar kuvvetli
de olsa onu saptıracak yoktur. Kudame İbnu Mazun hadisesine
bakıldığında aşağıdaki noktalar dikkat çekecektir;
- Kudame, Bedir ehlidir.
- İçki, Uhud savaşında haram kılınmıştır.
- Kudame, içkiyi Ömer’in hilafeti döneminde içmiştir.
- Kudame, validir ve valiler ilim ehlidirler.
- Kudame’nin içki hadisesi ile alakalı olarak rivayet edilen
sekiz hadis vardır ancak hiçbirinde ‘mustehillen (helal saydılar)’
lafzı yoktur.1
1Abdurrezzak, Musannaf, 9/240-243, Hadis 17076; İbni Sad, Tabakat’ul Kubra,
5/560; İbni Şubbe en-Numeyri, Tarihi Medine, 3/842-845; İbni Hacer, Feth’ul
Bari, 13/151.
72
EBU UBEYDE
Şimdi, akıl sahipleri düşünsünler; Uhud savaşında haram kılınan içkinin Rasulullah ‫ ﷺ‬döneminde, ondan sonra Ebu Bekir
döneminde ve en son olarak da Ömer’in hilafetinde (bu kadar zaman geçmesine rağmen) öğrenemeyen insanın, insanların başına
o faziletli insanlar tarafından vali atanması hem Kudame’ye hem
de onu vali atayan Ömer’e iftiradır. Onların söylediklerinden, ikisi
de beridir. Öyleyse bu hadisenin doğru tevili nedir?
Allah’ın tevfiki ile deriz ki: Kudame, Maide Suresi 93. ayette
ifade edildiği gibi; “İman edip de salih ameller işleyenlerin, iman
ederseler ve korkup sakınırsalar o zaman yediklerinde onlar için
bir beis yoktur...” zannederek içkinin haram olmasına rağmen
kendilerine Bedir ehli olmaları sebebi ile günahın cezasının affedildiğini söylemişler ve bu tevil ile içki içmişlerdir. Âlimlerin
birçoklarının bu hadiseyi yorumlarken “Havasa caiz olduğuna
inandılar.” ifadeleri zaten bunun en açık delilidir. Onlar kendileri gibi iman edip, salih amel işleyen Bedir Ehli insanların içtikleri içkilerin cezasını çekmeyeceğine inandılar. Nitekim Allah
Subhanehu ve Teâlâ Bedir Ehli’ne “Ne yaparsanız yapın, size affettim.”
demişti. Onların tevili bu yönde idi. Sahabenin içkiyi helal saydığını söyleyenlerin sahabeye attıkları bu iftirayı ispat etmeleri
gerekir. Batıl anlayışları bunun delili değildir. Açık bir nakil getirmeleri gerekir. Yoksa onlar iftiracıdırlar. Zaten onlar bu meseleyi
hevalarına göre tevil etmek ile iftiracılardır.
Eğer denilirse ki “Bu anlayış sadece sizin, sizden başka kim
söylemiş?” Deriz ki; bu Kadı İsmail’in ve İmam Şatıbi’nin bu hadiseye dair yorumudur. İmam Şatıbi’nin usul kitabı olan Muvafakat
adlı kitabında bu hadiseyi tafsilatı ile tevil bölümünde okuyabilirsiniz. Aynı zamanda İmam Kurtubi’de Maide Suresi 93. ayetin
tefsirinde Şam’da içkiyi helal sayan bir grup şahsın var olduğunu, sahabenin onların tekfirine icma ettiklerini ancak insanların
Kudame olayı ile Şam’da içki içen bu grubun rivayetini karıştırdıklarını beyan etmiştir. Hak Güneş Gibidir; Körler Güneşi Göremezler. Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.
FETVALAR
73
SORU 30:
Hocam bazı çevreler “Kişi mü’min olarak sabahlayacak, kâfir
olarak akşamlayacak. Yine mü’min olarak akşamlayacak, kâfir olarak sabahlayacaktır.”1 şeklindeki hadislere dayanarak müşrikler
hakkında hatta tağutlar hakkında, biz onlara ne kâfir ne de Müslüman deriz, diyorlar. Bu konu hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP:
Öncelikle şunu bilmek gerekir ki Ehli Sünnetin yanında bir insan ya kâfirdir ya da Müslüman. İbn Teymiyye, insan için üçüncü
bir sınıfın var olmadığını söylemektedir. Ancak insanlara ne Müslüman ne de kâfir demeyenler mutezilelerdir. Onlar büyük günah
işleyenler ya cennete giderler ya da cehenneme gider ve yerleri belli
olana kadar da iki menzile arasında beklemektedirler, demişlerdir.
Bugün bu sözü size sarf edenler bu babtan Mutezile’ye benzemişlerdir. Bir insan ya mü’mindir ya da kâfirdir.
Bahsettiğiniz hadise gelince; bazılarının anladığı gibi “Sabah
namazı kılınca mü’min, öğlen Başbakanlık koltuğuna oturunca kâfir, sonra öğlen namazı kılarken Müslüman, ardından tekrar koltuğa oturduğunda kâfir olur. Netice itibarı ile hangi halde ölürse
o halde hüküm alır.” diyen insanın imandan yoksun olmasının,
akıl ve fıtrat sahiplerine güneşin açıklığının net olması gibi açık
olmasını bir yana bırakın böyle bir tevil yapanlar akıldan noksan
insanlardır. Çünkü bütün mezhepler, zındığın tevbesinin kabul olmayacağını beyan etmişlerdir.
Allah Subhanehu ve Teâlâ diyor ki: “Muhakkak iman edip sonra
küfre sapanları, sonra yine iman edenleri, sonra da küfürlerini artırmış olanları Allah mağfiret edecek değildir. Onları doğru bir yola
iletecek de değildir.” (Nisa 137)
Ayrıca böyle bir tevil yapan kişi, Allah’a şirk koşan bir kâfirin üzerinde olduğu şirki terk etmeden sadece namaz kılmak ile
İslam’a gireceğini iddia etmiştir ki bu apaçık bir batıldır. Hanefi1 Ebu Davud, 4259; İbn Mace, 3961.
74
EBU UBEYDE
lerden İmam Muhammed Eş-Şeybani, Kessani gibi büyük âlimler
kişinin dönemindeki meşhur olan şirklerden beri olduğunu beyan
etmeden İslam’a giremeyeceğini ve İslam’ına hükmedilmeyeceğini
söylemişlerdir. O koltuğa oturanlar ne zaman üzerinde oldukları
şirkin şirk olduğunu ikrar edip sonra da o şirki terk ettiklerini beyan ettiler ve İslam’a girdilerde ondan sonra tekrar o koltuğa oturup kâfir olsunlar. Onlar zaten şirkten beraatlarını ilan etmeden
asla İslam’a giremezler.
Az önceki ayetin tefsirinde İmam Kurtubi şunları nakletmiştir;
“Denilse ki: Yüce Allah, küfrü hiçbir şekilde mağfiret etmeyeceğine göre nasıl olur da: “Muhakkak İman edip sonra küfre sapanları, sonra yine iman edenleri, sonra da küfürlerini artırmış olanları
Allah mağfiret edecek değildir.” diye buyurmaktadır. Buna cevap
şudur: Kâfir iman ettiği takdirde küfrü bağışlanır. İmandan dönüp
yine kâfir olursa, birinci küfrü ona mağfiret olunmaz. Bu ise Müslim’in Sahihinde Abdullah b. Mesud’dan gelen şu rivayete benzemektedir: Abdullah dedi ki: Bazı kimseler Rasulullah’a ‫ ﷺ‬şöyle
dediler: “Ey Allah’ın Rasulü, cahiliye döneminde yaptıklarımızdan
sorumlu tutulacak mıyız?” Peygamber ‫ ﷺ‬şöyle buyurdu: “Sizden,
İslam’a girdikten sonra güzel hareket edenler bunlardan sorumlu
tutulmayacaktır. Kötülük yapanlar ise cahiliye döneminde de İslam’a girdikten sonra da yaptıklarından sorumlu tutulacaktır.”1 Bir
rivayette de şöyle denilmektedir: “İslam’da kötülük yapan öncekinden de sonrakinden de sorumlu tutulur.””
SORU 31:
Salih diye bilinen kimselerden, Allah’a aracı konularak istenilen şeyin (tevessülün) insanı getirdiği nokta neresidir?
CEVAP:
Böyle bir dua şekli caiz değildir. Ne sahabe ne tabiin ne de
onların yoluna güzellikle tabi olan hiçbir salih kavim böyle dua
etmemiştir. Hanefi mezhebinin yaygın olduğu bir toplulukta yaşa1 Buhari, İstitâbetu’I-Mürteddîn, 1; İbn Hibbân, Sahih, 396; İbn Mace, Zülid 9;
Darimi, Mukaddime 1; Müsned, 1- 379, 409, 429, 431, 461; Müslim, Kitab’ulİman, 189, 190, 191.
FETVALAR
75
dığımız içindir ki örnek fetvaları o kimselerden vermek gerekir.
Hanefi âlimlerinden İbn Ebi’l İz şöyle söylemiştir: “Kişinin
Allah’tan başkasını duasının kabulüne sebep kılması ve onunla
tevessülde bulunması caiz değildir. O şöyle demek ister: “Falanca senin salih kullarından olduğu için duamı kabul eyle.” Onun
Allah‘ın salih kulu olmasıyla berikinin duası arasında ne ilgi, ne
bağlantı olabilir? Bu, duada taşkınlık yapmaktır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: “Rabbinize için için ve yalvararak dua edin. O, taşkınlık yapanları gerçekten sevmez.” (Araf 7/55) Bu ve benzeri dualar,
sonradan uydurulmuştur. Böyle bir dua ne Muhammed’den ‫ﷺ‬, ne
sahabeden, ne tabiînden, ne de imamların birinden aktarılmıştır.
Allah hepsinden razı olsun. Bu, ancak cahillerin ve bazı tarikatçıların yazdığı tılsımlarda bulunabilir.”1
Ebu Hanife dedi ki: “Dua eden kimsenin, “Filânın hakkı için
yahut peygamberlerinin ve rasûllerinin hakkı için, Beyt-i Haramın
ve Meşar-i Haramın hakkı için senden dilekte bulunuyorum.” demesi mekruhtur.”2
SORU 32:
Okul konusunda babanın tekfir edilip edilmemesi hususundaki ihtilaf neden kaynaklanmaktadır?
CEVAP:
Küfre rıza göstermenin küfür olduğu ümmetin üzerine icma
ettiği bir esastır. Ancak rıza kalbin ameli olması sebebi ile ve kalbin amelinin de bilinememesinden ötürü âlimler bu konuda kalbin içeriğine ait bu bilgiyi karinelerden anlamaya ilim talebelerini
sevk etmişlerdir.
Ancak az önce de izah ettiğimiz gibi ‘küfre rıza küfürdür’ kaidesi üzerine icma edilmesi sebebi ile oğlunun küfrüne rıza gösteren babanın durumu, icma ile kişinin kâfir olacağı durumdur.
1 Şerhul Akidetut Tahaviyye, s.269, 270.
2 Şerhul Akidetut Tahaviyye, s.234; İthafus Saâdetil Muttakîn, II, 285; Aliyyul-Kârî, Şerhûl-Fıkhil Ekber, s.198.
76
EBU UBEYDE
Ortadaki ihtilaf halin kendisindedir. Yani hangi amel küfre rızaya delalet eder; hangi amel küfre rızaya delalet etmez, bu noktada ümmet arasına ihtilaf düşmüştür. Cumhur ulema zahiren sukut
etmeyi ve yapılan amele rıza göstererek oturmayı delalet sayarken,
Hanefi âlimleri bu kaidede kalbin sevmesi ve helal görmesini şart
olarak getirmişlerdir.
Az önce de belirttiğimiz gibi küfre rıza göstermek karine ve
delaletlerden bilinir. Âlimler bu kaideyi şu meselede gündeme
getirerek tartışmışlardır. Örneğin, bir kişi dese ki ‘”Eğer böyle
yaptı isem Yahudi olayım, ya da Hristiyan olayım.” işte bu sözün sahibinin tekfirinde ihtilaf etmişler. Bir grup demiş ki bu
adam doğru söylediğini ispat etmek istiyor o yüzden küfre rıza
gösterdiği anlaşılmaz ve kâfir olmaz. Diğer görüşün sahipleri
ise demişlerdir ki: bu yemini yapan kişinin fiili takdim edilir ki
bu fiil zahiren küfre rızasına delalet etmektedir. Bazıları demişler ki: eğer ettiği yeminde yalan söylüyorsa kâfir olur. Bazıları
da: ister yalan söylesin ister doğru yemin etsin, bu yemini etmek ile kâfir olur, demişlerdir.
Bütün tefsir kitapları karıştırılacak olursa görülecektir ki
âlimler zaruret anında kafirlerle, onların küfrüne rıza göstermeden ve onlara ortak olmadan takiyye babından oturulabileceğini
ortaya koyarken bir diğer grup ise hiçbir halde oturulamayacağını ortaya koymuşlardır. İşte buraya kadar anlattıklarımız işin
ilmi yani doğru fetvanın iki şartından biri olan doğru istinbat
esasının kendisidir.
Fetvanın ikinci şartı olan vakıayı bilmek kısmına gelince;
Vakıada hepimizin İslam’dan önceki cahili hayatından bildiği ve
basın yoluyla okuduğu kadarı ile açıktır ki okullarda açık ve zahir olan şirkler çocuklara işletilmektedir. Buna kâfirlerin bayramı olan 19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim vb. bayramlarına katılmayı
mecburi kılmaları ve katılmayanlara disiplin cezası vermeleri örnek verilebilir. Aynı şekilde kitaplarda var olan küfri itikatlar ise
saymak ile bitip tükenmez. Vakıa açıkça ortaya koymaktadır ki
günümüz okulları küfürdür.
FETVALAR
77
Birileri eğer az önce âlimlerin ihtilafını ilmi boyutta ortaya koymanıza rağmen burada ise meseleyi küfür olarak net ifade edişiniz
hatalı olmaz mı derse deriz ki: Nebi ‫“ ﷺ‬Kim muska takarsa şirk
koşmuştur.” demek ile tekfirciliğin önünü açmadığı gibi bizlerde
“Okul küfürdür.” demek ile tekfirciliğin önünü açmış olmayız.
Nebi’nin ‫ ﷺ‬ashabı Kur’an ve sünnetten duaların yazıldığı
caiz olan muskayı takmasına ve buna cevaz vermesine rağmen
Nebi ‫ ﷺ‬genel ve mutlak bir ifadeyle “Muska takan şirk koşmuştur.” demiştir. Çünkü cahil insanlar bu muska babına daldıklarında küfrün kapısını kendilerine aralamış oluyorlar ve ileride
küfre düşüyorlar.
Aynı şekilde daha okulda nelerin küfür olduğunu bilmeyen
insanların “Biz çocuğumuzu koruyoruz.” diyerek okulu küfür olarak değilde haram olarak isimlendirmeleri batıldır. Eğer okulun
haram olmasının sebebi orada kız erkek karışık oturmak ise, bu
orada işletilen haramın adıdır. Nasıl bu haramdan fısk hükmünü
çıkarıyorsanız aynı şekilde orada işletilen küfürlerden de küfür
hükmünü çıkarmanız gerekir. Oradaki haramlardan babayı mesul
tutan insanların küfürlerden babayı mesul tutmaması akıl sahibi
insanların işi değildir. Ancak eğer bu söylediklerimizden sonra
mezhebinin batıllığını anlayan birinin: “O zaman haramdan da
mesul değildir; dolayısı ile mubahtır.” demesi gerekir ki o zaman
zaten okula mubah diyenlerin tekfirini bütün Müslümanlar izhar
edecektir. Bu batıl mezhebe gidenlerin hiçbirisinin bu cesarette olduklarını zannetmiyoruz.
Allah’tan bizi hakka ulaştırmasını diliyoruz. Çocuklarımızı
hiçbir şirke bulaştırmadan okutacaklarına söz verseler dahi kâfirlerin terbiyesine çocuk emanet etmeyen dinini ciddi yaşayan Müslümanlara nasihatimiz şudur ki: sabredin…
Çocuğunu okula gönderen kişilerin tekfiriyle ilgili son olarak
şunları söylemek isterim ki tekfir hadlerdendir. Hadler ise zina
eden evlinin öldürülmesi, hırsızın elinin kesilmesi veya din değiştirenin öldürülmesidir. Netice itibarı ile bunların hepsi haddir.
78
EBU UBEYDE
Âlimler kitaplarında hadlerin tatbikini anlatırken şöyle örnekler verirler; eğer bir kadın zina etse ve dese ki ben ikrah altında idim;
onun delil getirmesi gerekir. Yani iddiasını ispat etmesi gerekir.
Bugün içerisindeki küfürlerin sayısının saymak ile bitirilemeyeceği bu küfür müesseselerinde çocuklarını koruduklarını
iddia edenlerin, bu iddialarını ispat etmeleri gerekir. İspat eden
tekfirimizden kurtulur. Ancak bizi kandırmaya çalışanlar ise kendi nefislerini kandırırlar ve Allah da bunu bilirde o munafıkların
haberi olmaz.
Tağutu reddeden ve gücü yettiğinde eli ile onu inkar edeceğinden bahsedip insanın kendi çocuğunu o tağutların ellerine teslim
etmesi akıl işi değildir.
Amerika’da var olan Evangelistler tarikatı dahi çocuklarını
demokrat olmasınlar diye devlet okullarına göndermemektedirler.
Aynı şekilde Yahudilerin Kudüs’teki en büyük cemaati de çocuklarını okula göndermezler, vergi vermez ve İsrail devletine askerlik
yapmazlar. Onlar batıl davaları için çocuklarına bu kadar önem
verirken kendine Müslüman diyenlerin bu hali de nedir?
“Size ne çocuklarınız ne de yakınlarınız fayda vermez. O gün
Allah insanların arasını hüküm ile ayıracaktır. Allah yaptıklarınız
görendir.” (Mumtehine 3)
SORU 33:
Rabıta şirk midir?
CEVAP:
Rabıta, Budizm dininden İslam’a ilk olarak hicri 1000. senesinden sonra sokulmuş bir bidattır. Bu bidat ile insanlar Allah’ın
her yerden işitme, görme, bilme ve yardıma güç yetirme sıfatlarını
rabıta yaparak önlerine gelen şeyhlerine vermiş olurlar. İyice düşündüğünüz de bir şeyhin 1000 müridi varsa bu şeyhe 1000 mürid
aynı anda rabıta yaptığı takdirde bu şeyh 1000 tanesine erişmektedir. Haşa! Subhanallah!
FETVALAR
79
Allah’tan başka kimse bu kadar işi bir arada yapamaz. Gökyüzünü direksiz yükselten Allah adına yemin ederim ki bu, iman
sahibi olmadıkları her hallerinden belli olan, bununla beraber akıldan da yoksun insanlardan biri ile konuştuğumuzda bana dedi ki:
“Şeyhim bizi tırnağından görür.” Bende ona: “Senin şeyhin haşa
Allah mı ki bütün herkesi görüyor.” dedim. Evliya deyip geçti. Rabıta çok büyük bir pisliktir. Allah korusun.
Rabıta, Arapça bir kelime olup dua manasına gelir. Rabıtada
insanların şeyhlerini çağırması gibi bir durum söz konusudur.
Kur’an, Allah’tan başkasına yapılan dualara o sahte ilahların cevap
veremeyeceğini anlatan ayetlerle doludur. Bu şirk ise bütün peygamberlerin gönderildiği müşrik kavimlerin ortak işidir.
SORU 34:
Ben bir motorlu çocuğa çarptım ve çocuğun ailesi beni dava
ettiler. Ardından devletin görevlendirdiği bir avukat anlaşmazlık
olan tarafları birleştirmek için beni aradı. İşte bu merhalede o avukat ile hasmım olan davacı tarafla karşılıklı olarak ortak bir mutabakata vardık ve iki tarafın rızasıyla bir anlaşmaya varıldı. Bu
tağuta muhakeme kapsamında mıdır?
CEVAP:
Öncelikle verdiğin örnek ile başlamamız gerekir. Sen bir motorlu çocuğa çarptın ve çocuk da ailesi ile beraber seni dava ettiler.
Ardından devlet görevlendirdiği bir avukat ile anlaşmazlık olan
tarafları sulh ile birleştirmek için bir avukata sizi arattı. İşte bu
merhalede o avukat ile hasmınız olan davacı tarafla karşılıklı razı
olarak bir sulh yapmanız da şeriat açısından bir beis yoktur.
Allah Subhanehu ve Teâlâ ayette “Sulh (daima) hayırlıdır.”1 demiştir. İlim ehli; kitap, sünnet ve icma ile bu meselenin meşruluğunun
sabit olduğunu beyan etmişlerdir. Nitekim Şeyh İbrahim Ali Şeyh’e
tağutlara muhakemeden sorulduğunda bunun küfür olduğunun
fetvasını verdikten sonra tağutların yanında sulh yapmaktan sorulduğunda ise bunun caiz olduğunu söylemiştir.
1 Nisa, 4/128.
80
EBU UBEYDE
Nitekim Allah Subhanehu ve Teâlâ kitabında karı ve kocanın anlaşmazlığından bahsetmektedir ki şöyle der: “Karı-kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz; erkeğin ailesinden bir hakem ve
kadının ailesinden bir hakem gönderin; bunlar düzeltmek isterlerse,
Allah onların aralarını buldurur. Doğrusu Allah her şeyi bilen ve
haberdar olandır...”1 Bu ayet ile “Ehli kitabın kadınları size helal
kılındı…”2 ayeti cem edildiğinde şöyle bir sonuç çıkmaktadır; eğer
bir Müslüman erkek iffetli zina etmemiş Yahudi bir kadın ile evlendi ise aralarını bulmak için Yahudi bir kâfir, hakem gelerek ıslah
yolunu tutmaya çalışacaktır. Bu da gösteriyor ki sulh yapacak hakemlerde İslam şartı yoktur. Nitekim İbnul Kayyum’un da belirttiği
gibi kâfirlerden de adalet sahibi kimseler mevcuttur. Dolayısı ile
bunda bir beis yoktur. Ancak senin tağuttan hüküm talep ederek
dava açman ve hükmü talep etmen küfürdür. Bundan Allah’a sığın
ve uzak dur. Mahkemede kendini savunma işlemine gelince; bunu
kendine meşru kılmak için Yusuf aleyhisselam kıssasını delil alma.
Çünkü Yusuf Suresi’ni iyice okursan orada genel ifadelerin var olduğunu göreceksin.
Bugünkü tekfirci veya ruhsatçı zihniyetin ayetlerin umum manaları içerisine yerleştirdikleri anlayışlarını Kur’an nassı gibi görmeleri ve buna muhalefet edenleri kâfir veya harici diye isimlendirmeleri hatasına sakın sende düşme.
Örneğin; kendine mahkeme ruhsatı çıkarmak için Yusuf’un
aleyhisselam “Rabbinin yanında beni an…” ifadesinden mahkeme
çıkarıp (hâşâ) Allah’ın peygamberinin küfür talep ettiğini iddia
ettiklerini görürsün. Ya da tekfirci zihniyetin “Kadının ailesinden
bir şahitte şahitlik ederek dedi ki: “Eğer arkadan yırtıldı ise Yusuf
doğru söylüyor; ancak önden yırtıldı ise kadın doğru söylüyor.” Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce karısına hitaben:
“Doğrusu bu sizin hilenizdir; siz kadınların fendi büyüktür.” dedi.
Yusuf’a dönerek: “Yusuf, Sen bundan kimseye bahsetme.” kadına
dönerek: “Sen de günahının bağışlanmasını dile; çünkü suçlulardansın.” dedi.” ayetini, “Orada mahkeme yoktu, ayaküstü bir konuş1 Nisa, 4/35.
2 Maide, 5/5.
FETVALAR
81
ma idi. Bu yüzden mahkeme de savunma yapan da kâfirdir; çünkü
tağuta muhakeme olmuştur.” gibi bir yorumu sanki ayetmiş gibi
insanlara anlatmalarını da görebilirsin.
Adalet sahibi insan ise Allah’tan korkarak demesi lazım ki o
ortamın keyfiyetine dair sahih rivayetler veya o ortamın tam olarak durum halini anlatan bilgiler bize ulaşmamıştır, diyerek onlara
şeriattan verilen ilim ile yetinip haddi olmayan şeylere burunlarını sokmazlar. Küfür, Allah’ın ve Rasul’ünün ‫ ﷺ‬küfür dediğidir.
İman, Allah ve Rasul’ünün ‫ ﷺ‬iman dediğidir. Kim iman veya küfrü, hevası veya aklı ile bugünkü bu iki cahil topluluğun belirlediği
gibi belirler ise Allah’a iftira etmiş ve azgınlaşmıştır.
Tağutun önünde üzerinde ki şüpheyi def etmenin küfür olduğuna dair sahih hiçbir ilim ehlinin kavline vakıf değiliz. Dolayısı ile
o ortamdaki küfre rıza göstermemek şartı ile o ortamda üzerindeki
ithamı atmanın imanını zedeleyecek bir tarafını bilmiyoruz. Ama
bunun delili Yusuf’un aleyhisselam bunu yapması değildir. Çünkü
bunu delil edinebilmek için Yusuf’un aleyhisselam böyle bir şey yaptığının ispat edilmesi gerekir ki akılların nasslardan anladığı şeyler
şeriatta ispat değildir.
Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.
SORU 35:
Büyük miktarda mal kaybı ikraha dâhil midir? Bir kişi 350 bin
liralık inşaat işi yaptı ama toprak sahipleri tapuları vermediğinden
satış yapamıyor. Bu durumda bu kişi ne yapacak?
CEVAP:
Âlimlerin sözlerine dikkat eder iseniz göreceksiniz ki dünyanda gitse tağuta muhakeme olma demişlerdir. Dünyanın yanında
350 bin lira hiçbir şeydir. O yüzden bu küfrün ruhsatı değildir.
Ancak bu demek değildir ki Müslümanlar mallarını kâfirlere bıraksınlar. Müslümanlar o tekfir edilir mi bu tekfir edilir mi ile uğraşmaktansa cemaat olmayı ve cem olmayı bilselerdi ve Nebi’nin ‫ﷺ‬
sünnetine sadece tekfirde değilde Hılful Fudul kıssasında da tabi
82
EBU UBEYDE
olsalardı aslında bu sorunları çözülürdü.
Müslümanlara vacip olan toplanıp gidip toprak sahiplerine
tapuları hakkı olanlara vermeleri için baskı yapmalarıdır. Allah’ın
izni ile Allah onlara mubaha başvurmalarından dolayı yardımı ile
destekleyecektir.
Müslim’in Sahih’indeki hadisi bütün Müslümanlara nasihat
olması için hatırlatıyorum;
Ebu Hureyre radiyallahu anh şöyle dedi: “Bir adam Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasulü! Bir adam
gelip malımı almak istese ne yapayım?” Rasulullah ‫ ﷺ‬: “Malını
ona verme.” dedi. Adam: “Ya benimle dövüşecek olursa?” dedi.
Rasulullah ‫ ﷺ‬: “Sen de onunla dövüş.” Dedi. Adam tekrar: “Peki
ya beni öldürürse?” dedi. Rasulullah ‫ﷺ‬: “Sen bir şehitsin.” Dedi.
Adam: “Peki ya ben onu öldürürsem?” deyince Rasulullah ‫ ﷺ‬: “O
cehennemdedir.” buyurdu.”1
SORU 36:
Hatib İbn Ebi Belta’nın hadisini nasıl anlamalıyız?
CEVAP:
İlk yapılması gereken iş Hatib’in yazdığı mektubun metnine bakmak olmalıdır. Buhari’nin şerhi Fethul Bari’de İbn Hacer
şunu rivayet etmiştir; (7,/520) “Ey Kureyş topluluğu! Şüphesiz
Allah’ın Rasulü size gece gibi bir ordu ile geliyor. Sel gibi geliyor.
Allah adına yemin ederim ki o tek başına gelse de Allah ona yardım edecek ve sözünü yerine getirecektir. Nefislerinizin derdine
bakın. Vesselam.”2
Akıl sahibi bir kimse bunun casusluk veya Müslümanlar
aleyhinde kâfirlere yardım etmek olduğunu söylemez. Bu sebeple
bunun önce kâfirlere yardım olduğunu ispat etmek gerekir ki Hatib’in yaptığına küfür denilebilsin.
1 Müslim, 225/140; Nesai, 173.
2 İbn Hacer el Askalani, Fethu’l Bari, Şerh’u Sahih’i Buhari, 7/520.
FETVALAR
83
Allah Subhanehu ve Teâlâ Bedir ehlini bağışlamıştır.1 Ancak Allah Subhanehu ve Teâlâ küfrü ve şirki asla bağışlamaz ki bu da ortaya
koyuyor ki Hatib’in olayı Emire isyanı içeren bir haramdır, küfür
değildir. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Nisa Suresi 168 ve 169 numaralı
ayetlerde küfre düşenlerin asla bağışlanmayacağını beyan etmiştir.
Yine Nisa Suresi 48 numaralı ayette de Allah’ın şirki asla affetmeyeceğini ve bundan gayrısını da dilediğine affedeceğini izah etmiştir.
Bunların hepsinin ışığında bakıldığında anlaşılacaktır ki Hatib’in
yaptığı fiil küfür değil masiyettir.
Ömer radiyallahu anh ise ictihad etmiş bunun sonucunda da
hata yaparak onu tekfir etmiştir. Ancak Rasulullah ‫ ﷺ‬ona: “Sen
kâfir oldun; tevbe et.” dememiştir.2
Ayrıca İbnul Kayyum rahimehullah bu kıssayı delil alarak insanın
tekfir de hata dahi etse iyi niyetinden dolayı ecir alacağını ve mazur
olduğunu söylemiştir.3 Şeytanlar insanları haktan alıkoymak için
birbirlerine yaldızlı sözler vahyeder. Allah şeytanların vahyinden
korusun…
SORU 37:
Avukat tutmak küfür müdür?
CEVAP:
Avukat tutmak, şeriatta vekâlet vermek mevzusuna bağlı bir
meseledir. Buhari de var olan ve başka kaynaklardaki rivayetlerde
sahabenin mubah işleri için müşriklere vekâlet verdiği sabittir. Bu
mubah işler kendisine güvenilen müşriklerin bizim adımıza ev alması, satması, kiralaması vb. durumlar içindir. Ancak verilen vekâlet haram işlemek veya küfür işlemek boyutunda ise hükmü de ona
1 Buhari, 4/19, Kitabul Cihâd, “el-Câsûs” Babı; 5/9, Kitabul Meğâzî, “Fadlu
Men Şehide Bedr” Babı; 5/89, Kitabul Meğâzî, “Ğazvetu’l-Feth” Babı; Müslim,
1941, 2494, Kitabul Fadâilu’s-Sahâbe, “Min Fadli Ehli Bedr” Babı; Ebu Davud,
3/47, No: 2650, 2651, Kitabul Cihâd, “Hukmu’l-Câsûs” Babı; Tirmizi, 5/82,
No:3360, K. Tefsîr, Sûratu’l-Mümtehine.
2 Müsned, 1: 79-80, 105; Muhammed Yusuf eş-Şami, Subulu’I-Huda ve’r-Reşad 5,
210; İnsânü’l-Uyûn, 3: 11-12.
3 İbnul Kayyum El Cevziyye, Zadu’l Mead 3/372; İlâmu’l-Muvakkı’în, 3/283.
84
EBU UBEYDE
göre terettüp eder. Eğer kişi haram olan bir işin vekâletini verdi ise;
örneğin, faizli bir satışı kendi adına yapması gibi. İşte bu durumda bu vekâlet haram olur. Ancak Allah’a küfretmesi noktasında bir
vekâlet verdi ise onun hükmü de küfür olur. Vakıaya baktığımız
da avukatlar davalı veya davacı tarafları mahkeme de savunmak
için görev yapan insanlardır. Onlar müvekkillerinin yapma hakkı
olan her şeyi dilerseler yapabilirler. Örneğin, dava dosyasını almak, mahkeme de savunma yapmak veya neticesine göre davaya
itiraz etmek veya yeni bir mahkeme açmak gibi... Netice olarak eğer
avukat müvekkilinden aldığı vekâlet ile küfür olan amellerden birini işlerse ona vekâlet veren kişinin rızası dâhilinde olduğunda
vekâlet veren kişi küfre girer. Küfründe ona ortaktır. Ancak avukat
sadece onun adına savunma yaptı ise, savunma sırasında küfür
sözlerden herhangi birini müvekkili adına sarf etmez ise veya müvekkili adına dava açmaz ise o zaman küfür olmaz. Hale, vakıaya
ve duruma göre fetvanın değişeceği bir durumdur. Mesele açıktır
ancak meselenin bu kadar kapalı algılanmasının nedeni insanların
dinin esaslarından cahil olmalarıdır. Allah hakka isabet ettirendir.
Allah bizi hakka hidayet etsin.
SORU 38:
Bedelli askerlik küfür müdür?
CEVAP:
Bu, muasır meselelerinden olan yeni çıkmış ve vakıası noktasında hala daha araştırmaların sürdüğü, kâfirler tarafından her
gün yasal düzenlemelerle keyfiyeti değiştirilen meseledir.
Bu meselede genel olarak akıl sahibi herkes tarafından malumdur ki bir Müslümanın otuz bin gibi yüksek bir meblağı tağuta
vermesi kesinlikle caiz değildir. Eğer bunu yapan ve kendini tevhide nispet edenler bu paraların tamamını bir araya toplasalardı
bu tağutu yok edecek bir orduyu teçhizatlandırabilirlerdi. Allah
anlayış versin. Kâfirlere yardım kısım kısımdır; vakıa ve yere göre
hüküm alır ki iman veya küfür akli çıkarımlar üzerinden yapılamaz. Eğer her yardımı küfür olarak değerlendirecek olursak; kâfirlere verilen vergilerin de küfür sayılması gerekir ki kimsenin böyle
FETVALAR
85
inanmadığını biliyoruz. Netice itibarı ile yardımın çeşidine göre
hükmü de değişir.
Bugün özellikle son dönemlerdeki yasal yaptırımlarla beraber
artık asker kaçaklığı çok da sorun olmamaktadır ki böyle hallerde bir Müslümanın hiçbir zorlama yokken kâfirlere otuz bin gibi
bir yardım da bulunması caiz değildir. Bunu yapanın tekfirinden
ziyade böyle bir fiili yapan insanları bu fiilden sakındırmak gerekir. Mahkemelerdeki kadıların davalarda birçok esası göz önüne
alarak kanın veya malın helalliğini değerlendirmelerini göz önüne alırsak vakıa ve şahısların, kadılar tarafından iyice değerlendirilmesi gerekir ki Müslüman toplumun fertleri bununla çok fazla
ilgilenmemelidirler. Müslümanların bugün ilgileneceği şey, böyle
bir parayı vermekten uzak durmaktır; yoksa yapanın hükmü ile
uğraşmak değildir. Dediğimiz gibi yardım nedir, yardımın keyfiyeti
nedir, bunların araştırılması gerekir. Özellikle sonradan bazı kardeşlerimizin paralı askerlikten düşüm yapılırken imzalattıklarını
ifade ettikleri bir maddeyi göz önüne alırsak ki o madde de seve
seve askerlik yapmanın itirafı vardır; işte o vakit paralı askerliğin
hükmü kesinlikle şeksiz şüphesiz küfür olur. Ancak öyle bir madde imzalamadan askerlik düşümü yaptırmak için para vermek ise
bunun iyice değerlendirilmesi gerekir. Çünkü bizler, eğer gücümüz
yetiyorsa tağutlara bazı rüşvetleri vererek mahkeme, askerlik ve
okul gibi şirklerden kendimizi beri etmeye çalışabiliriz. Rüşvet vermenin, üzerindeki bir zulmü def etmek noktasında caiz olduğuna
İbnul Kayyum rahimehullah icma nakletmiştir. Bu beraat tabii ki yerine göre gereklidir, yerine göre ise gereksizdir. Mesela hiçbir sıkıştırmanın olmadığı bir yerde okul müdürü çocuğu kayıt dışı göstermek için para talep ederse itibar edilmez. Çünkü ortada korkuyu
gerekli kılacak bir durum yoktur. Müslümanın ise sokağa atacak
parası yoktur. Dolayısı ile otuz bin gibi bir rakamı sokağa atmanın
anlamı yoktur. Burada okul müdürünü örnek vermemizin sebebi
vardır ki rüşvet verilen ister devlet kâfiri olsun ister münferit şahıs
olarak bir kâfir olsun ikisi arasında bir fark yoktur.
Ben bu konuda Müslümanların asla ve asla bedelli askerlik yoluna gitmemelerini, giden insanların uzak durmalarını, gitmekten
86
EBU UBEYDE
sakındırmalarını, hatta gitmek isteyen sonrada vazgeçirilenlerden
o 30 milyar paranın İslam cemaatlerine zorunlu infak olarak alınması gerektiğine inanıyorum. Buna başvuran var ise tövbeye çağrılır ve halini ıslah etmesi için kardeşimize nasihate devam edilir.
Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.
SORU 39:
Bidat ehline karşı tavrımız nasıl olmalıdır?
CEVAP:
Bidat ehli olan insanların sapmış oldukları bidatları onları
dinden çıkarmadı ise Müslümana uygulanması caiz olan ahkâmın tamamı uygulanabilir. Çünkü onların işledikleri bidatları
kötü olmakla beraber onlar Müslümanların cümlesindendir. Ancak bir maslahattan ötürü veya onu bidatından sakındırmaktan
dolayı herhangi bir şekilde ona bu ahkâmı tatbik etmemek de
ilim ehlinin ictihadına mebni bırakılmış bir durumdur. Seleften
delilleri ise şunlardır;
Bana Esed, O da Ebi İshak el Hizai’den, O da Evzai’den haber verdi ki: Bazı ilim ehli şöyle derlerdi: “Allah bidat sahibinden
orucu, namazı, cihadı, sadakayı, haccı ve adaleti kabul etmez. Sizin en akıllınız onlara karşı şiddetli olan, onların bidatlerinden
insanları sakındıran ve kalplerinin onlardan dolayı ürperdiği kişilerdir.” Dedi ki: “Eğer bidatlerini insanların dışında gizleselerdi; kimse onları gizlemezdi ve avretlerini ortaya çıkarmazlardı.
Fakat Allah sözü dinlenmeye daha layıktır. Eğer açığa çıkarılırsa
ve ilim neşredilirse hayat bulur orası ve o sapmış beldeye Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬duası ile rahmet ve koruma ulaşır.” Sonra isnadını
rivayet ederek dedi ki: otururlarken Ebu Musa El Eşari’ye ve Huzeyfe’ye geldi ve dedi ki: “Bir adam gördün mü ki Allah için kızmış ve kılıcını vurmuş, ta ki öldürülmüş. Bu adam cennette mi,
ateşte mi?” Ebu Musa dedi ki, cennettedir. Huzeyfe dedi ki: “Adama anlat ve ne dediğini anlamasını sağla.” Bunu üç kere tekrar
etti ve dedi ki, ona anlatacağım. Onu çağırdı ve dedi ki: “Eğer arkadaşın kılıcını vurur ve kırarsa; hakka isabet etti ise ve bu hak
üzere öldürüldü ise cennettedir. Eğer hak üzere değilse ve Allah
FETVALAR
87
onu hakka isabet ettirmedi ise ateştedir.” Sonra dedi ki: “Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; senin sorduğun şekilde
çok kişi ateşe girecektir.” Sonra isnadını zikretti ve Hasan’dan şu
sözü nakletti: “Bidat sahibi ile oturma çünkü kalp hastalanır.”
Sonra senedini zikrederek Süfyan es Sevri’den şunu nakletti: “Bidat sahibi ile oturan şu üç şeyden birinden kurtulamaz; başkası
için fitne olmaktan, kalbine bir şey düşerek ayağının kaymasından ve bununla ateşe girmesinden ve şöyle demekten ki “Vallahi
ben onun konuştuğu bidatı konuşmuyorum ve ben nefsimden
bu konuda eminim.”. Her kim ki göz açıp kapayıncaya kadar
ona meylederse Allah onu dininden nasıl emin kılar? Sonra isnadını zikrederek seleften bazılarından şunu nakletti: “Kim zikir
için bidat sahibine gelirse İslam’ın yıkılmasına yardım etmiştir.”
Selef bidatçılara karşı böyle bir tutum ve anlayış üzerinde idi.
SORU 40:
“Bir meselede doksan dokuz küfür ihtimali ve bir ihtimal de
küfür olmadığına olursa, ademi küfür (küfrün yokluğu) ciheti tercih olunmak suretiyle fetva verilmek iktiza eder. Zira küfür büyük
cinayetlerden olduğundan ademi küfre bir ihtimal varken tekfir cihetine gidilmesi uygun olmaz.” diyorlar. Bu doksan dokuz küfür,
bir iman meselesini nasıl anlamak lazımdır?
CEVAP:
Bu bahsedilen meseleye dair insanlar arasında birçok bidat yayılmıştır. Özellikle İmam Gazali’den nakledilen bir söz vardır ki o
şöyle söylemiştir: “Bir insan da doksan dokuz küfre dair işaret var
ise ve bir tane de İslam’a dair işaret varsa o bir taneye bakılır.” Bu
sözde de her söz gibi Kitab’a ve Sünnet’e başvurulması gerekir. Tevbe Suresi’ne iyice bakıldığında 65. ve 66. ayetlerde Allah’ın Subhanehu
ve Teâlâ cihad etmelerine, Allah’a ve Resul’üne ‫ ﷺ‬iman etmelerine,
namaz kılmalarına, sakal koymalarına ve zekât vermelerine rağmen
yani doksan dokuz tane İslam’a rağmen sadece bir tane küfrün alameti olan “Şu bizim Kur’an okuyucular kadar karınlarına düşkün
adamlar yoktur.” demelerinden ötürü bu kişileri tekfir ettiği görülür.
Açıkça görülmektedir ki bu söz Kur’an’a mutabık bir söz değildir.
88
EBU UBEYDE
Ancak böyle bir sözün âlimler tarafından nasıl ortaya konulduğu sorusuna gelince; İslam devletlerinde âlimler insanları
yargılarken hüsnü zan etmenin, ihtimalli olan (açık olmayan)
fiilleri İslam’a yormanın gerekliliğini anlatmak için böyle sözler
sarf etmişlerdir.
SORU 41:
Tağuta muhakeme olma hususunda istihlal şartı var mıdır?
Abdurrahman Bin Hasan, tağuta muhakeme olmayı, ona ibadet
etmek olarak tanımlıyor.1
Allah’ın dışındakilere ibadet etme konusunda istihlal şartı aranır mı? İstihlal şartı sadece haramlarda mı aranır? Tağuta muhakeme olma hususunda âlimlerin icması hangi yöndedir? Bize detaylı
ve sarih bir açıklama yapmanızı rica ediyoruz.
CEVAP:
Burada asıl öncelikli olarak sorman gereken nokta tağuta
muhakemenin hükmünün ne olduğunu sormaktır. Çünkü bir şey
küfür ise onda helal görme şartı aranmaz. Bir şey haram ise bu
haramı işleyenin tekfiri ancak o haramı helal görmesi ile olur ki
bunun ıstılahta ki adı istihlal yani haramı helal saymaktır. Dolayısı
sorunun bu şekilde düzeltilmesi gerekir.
Muhakemenin ibadet kapsamında olduğunu ve bize göre küfür olduğunu her fırsatta beyan edip ortaya koymuştuk. Dolayısı ile
bize göre helal görüp görmemesinin hiçbir önemi olmamakla beraber muhakemeye giden kişi bizim katımızda İslam’ını bozmuştur.
Şeyh Abdurrahman İbn Hassan Ali Şeyhin Tağuta muhakeme
olmak ona ibadettir ifadesi doğrudur. Ancak âlimlerin mutlak sözleri mukayyed sözleri ile izah edilmelidir. Tıpkı şeri nassların mutlak ifadelerinin mukayyed nassları tafsilatlandırıldığı gibi.
Bizim kast etmeye çalıştığımız şey şudur; Şeyh Abdurrahman
ibn Hasan Ali Şeyh aynı eserde başka bir yerde emirlere ve alimlere
1 Abdurrahmân bin Hasen, Fethu’l-Mecîd: 106.
FETVALAR
89
itaati anlatırken diyor ki; Allaha isyanda Allahtan başkasına itaat
etmek o mercie ibadettir. Şimdi bu sözden anladığımız ve sözün
lazımı olarak ortaya çıkan bir nokta var ki Şeyh Abdurrahman İbn
Hasan, günahta Allah’tan başkasına itaat eden ona ibadet etmiştir. Oysaki bu görüş haricilerin görüşüdür. Çünkü hariciler dediler
ki, Büyük günah işleyen kâfirdir. Ancak Şeyh Abdurrahman İbn
Hasan Ali Şeyh bu sözü ile ibadet kapsamı içerisine giren itaatten
konuşmuştur. Yoksa mutlak olarak her itaati bunun içerisine koymamıştır. İtaat de mahkeme gibi bir ibadet çeşididir. Ancak itaatin
her çeşidi için âlimler ibadettir dememiştir.
Eğer kişi Allah’tan başkasına puta secde etmek gibi şirk olan
bir konuda itaat ederse bu itaati ibadet olur. Ancak kişi içki içmek
gibi bir konuda içkinin haramlığına itikat ederek Allah’tan başkasına itaat etse bu ibadet olmaz. Çünkü herkes günah işlerken tağutların en azılısı olan iblise itaat eder. Dolayısı ile ümmet bu itaatin
ibadet olduğunu söylememiştir. Ancak Allah’tan başkasına içki
içme noktasında itaat ederken eğer içkinin helal olduğuna itikat
ederek itaat ederse o zaman itaat ettiği kişiye ibadet etmiş olur. İşte
bu tafsilatda olduğu gibi Şeyh Abdurrahman İbn Hasan Ali Şeyh’in
o genel sözünde böyle bir tafsilat vardır.
Dolayısı ile mahkeme hakkında ibadettir dediği sözünde de
aynı tafsilat göz önünde olabileceğini bulundurmak gerekir. Âlimlerin icma ettiği yeri daha önceki mahkeme ile alakalı fetvalarımız
da defalarca açıkladık ki oraya müracaat eder iseniz tafsili bir şekilde meseleye dair itikadımızı görebilirsiniz. Allah her şeyin en
doğrusunu bilendir.
SORU 42:
Benim sizden cevabını almak istediğim konu bedelli askerlik
ile ilgili. Bir kişi parası ile askerlikten kurtulsa bu verdiği para tağut devlete destek hükmüne girer mi? Hendek savaşında Peygamber’in ‫ ﷺ‬müşriklere hurma bahçelerini versekte bizimle savaşmasalar teklifi bu vakıaya uygun olur mu? Bize bedelli askerliğin
caiz ya da caiz olmadığını delilleriyle yazarsanız seviniriz.
90
EBU UBEYDE
CEVAP:
Bedelli askerlik meselesi son günlerin en çok konuşulan meselesi olmuştur. Benim zannımca Allah Subhanehu ve Teâlâ insanları bu
meseleyle şu ayette dediği şekilde imtihan etmektedir. “Onlar görmüyorlar mı biz onları her sene bir veya iki defa fitneye uğratırız.”1
Birçok tartışmaya açık mevzu ilk çıktığında birileri ilimli bir
şekilde bir şeyi mezhep edinirler. Birileri cahilce mezhep edinirler
birileri de cahilce edindikleri mezhepleri için düşman olurlar. Sonra hak kendilerine beyan oldu mu ya söylediklerini değiştirmek
zorundadırlar ya da batıllarında ısrar etmek zorundadırlar. O yüzden bu mesele ve bundan sonra Allah nasip ederse her sene çıkabilecek meselelerde azgınlaşmadan haddi aşmadan adaleti ayakta
tutarak haddini bilerek konuşmak biz bütün Müslümanların şiarı
olmalıdır.
Sorunuza gelince; bedelli askerlik meselesini tağuta yardım
şeklinde değerlendirmek doğru bir görüş olmaz. Çünkü aldığımız
ekmekten diğer bütün eşyalara kadar her birinde devlete zorunlu
vergi ödemek gibi bir durum söz konusudur. Eğer askerlik gibi bir
küfürden kurtulmak için para vermek tağuta yardım ise dünyalık
bir ihtiyacımızı karşılamak için verdiğimiz zorunlu vergi de yardımdır. Bunun otuz bin lira olması ile otuz lira olması arasında da
adalet sahibi insanlar için fark yoktur. Mesele bu açıdan değerlendirilirse yanlış olur.
İkinci olarak meselenin kelami boyutta değerlendirilmesi bu
meselede de zındıklıkların türemesi demektir. Bir şeyin helalliği,
haramlığı ve küfür oluşu şeri nasslar üzerine bina olur. Öncelikle
bu mesele haram ise haramlığının delili küfür ise küfürlüğünün
delilini getirmek gerekir.
Askerlik “Müslümanların lehine kâfirlere yardım etmek” babından küfür olarak irdelenen bir küfürdür. Eğer askerliğin küfür
sınırı kapıdan içeri girmek olarak değerlendirilirse Nebi’nin ‫ ﷺ‬Ficar Harbi’nde kâfir amcalarına ok taşıması kıssasının küfür olması
1 Tevbe, 9/126.
FETVALAR
91
gibi bir durum ortaya çıkar ki Nebi ‫ ﷺ‬böyle bir şeyden beridir.
Nebi ‫ ﷺ‬Risalet gelmeden önce küfürlerden korunmuştur. Öyleyse
bunun izahı nedir diye sorulur ise; Allah’ın Tevfik’i ile deriz ki,
bazı âlimler bu meseleye dair gelen rivayetleri zayıf görmüşler. Ancak bir takım ulema da bunların sahih olduğunu söylemişlerdir.
Bu nedenledir ki; askerlik küfrünün sınırı kâfirlerle beraber bir
safta savaşmak değil Müslümanların aleyhinde kâfirlere yardım etmektir. Böylelikle İmam Serahsi gibi seleften bazılarının kitaplarında yer alan ‘Müslüman kâfir orduda da öldürülürse onun malının
hükmü’ gibi ifadelerin tevili de ortaya çıkacaktır. Eğer denilirse ki
Serahsi gibi âlimlerin bu fetvalarında kastettikleri ikrah dairesine
girenlerdir, deriz ki ikrah dairesinde bir özrü bulunan kişinin zahirine göre kâfir ordu ile beraber bir muamele görerek malının helal
olması gerekir. Bu da gösteriyor ki âlimler bu meselede ikrahın haricinde bir durumun hükmünü konuşmaktadırlar. Küfrün ruhsatı
ikrahtır. Haramın ruhsatı zarurettir.
Bir şeyin aslını küfür olarak belirleyenlerin tek ruhsat olarak
ikrahı getirmesi gerekir. Ancak bir şeye küfür deyip sonra zaruret
ruhsatını getirenler şeriatın kaidelerine muhalefet etmişlerdir. Netice itibari ile önce meselenin ruhsatından önce meselenin aslının
mubahlığının, haramlığının ve küfür oluşunun delillerinin konuşulması gerekir.
Bu meselenin hükmü konusunda araştırmalarımız ilmi müzakerelerimiz işin ehli olan insanlar arasında yapılmaktadır. Allah
bizi hakka ulaştırsın.
Ancak bugün Müslümanların İslam davetinin yayılması için
var olan maddi ihtiyacın açıklığının ortada olması hasebi ile kesinlikle otuz bin lira gibi bir parası olan Müslümanın bunun tamamını Allah yolunda infak etmesi bu küfürden kurtulmak için de
meşru olan başka sebepleri elde etmeye çalışması gerekmektedir.
Kıyamet günü o paranın hesabını Âlemlerin Rabbi’ne verecektir.
Zaten biz vicdanen hangi tağut ordusuna olursa olsun askerliği
reddettik. Parayı tağutlara vermekten ise Allah’ın dinine verse ve
kişi bu amel ile Allah’a tevessül de bulunup ‘Ya Rabbi! Senin rızan
92
EBU UBEYDE
için bu parayı senin dininde infak ettim. Beni bu şerden istediğin
gibi muhafaza et ve beni bu küfre bulaştırma.’ dese, ücret verip
askerlikten muaf olmaktan daha güzel ve hayırlı bir yoldur. Allah
her şeyin en doğrusunu bilendir.
NOT: Bedelli askerliği yaptırırken bir belge imzalatıldığı
bana ulaştı ki; orada küfür maddelerinin var olduğu belirtilmiştir. Eğer bu doğru ise, o imza insanı İslam dininden çıkartır. Bu vakit bu amelin küfür olmasında şüphe edilmez.
B Ö L Ü M II
FIKIH
S O R U L A R I
SORU 1:
Elin zekere değmesi abdesti bozar mı, hüküm olarak kasten
veya sehven dokunma arasında fark var mıdır?
CEVAP:
Maliki, Şafi ve Hanbeli fakihlerinin cumhuru elin avret mahalline değmesi ile abdestin bozulacağını belirtmişlerdir. Ancak bu mezhebe giden fakihler kendi aralarında da ihtilaf ettiler. Fakat bunların
hepsi ittifak ile dediler ki: “Avret mahalline dirsek ile değmek abdesti
bozmaz ancak avuç içi ile dokunulursa abdest bozulur.”
İbn Kudame dedi ki: «Avret mahalline kol ile dokunmak abdesti bozmaz. Ancak Ahmed’den gelen bir rivayete göre abdesti
bozar. Bu Ata ve Evzai’nin sözüdür. Doğru olan birinci görüştür.
Mutlak hüküm muallak hükme bağlıdır. El, şeriatta bilek kısmını
aşmaz. Teyemmüm, gece uykudan uyanınca elin yıkanması ve hırsızın elinin kesilmesi meseleleri bunun misallerindendir.»
Şafiler ile Hanbeliler arasında bu konuda bir ihtilaf daha vardır. Şafiler abdestin ancak elin içi ile bozulacağını söylemişlerdir.
Hanbeliler ise iç veya dışının değmesi ile bozulacağını söylemişlerdir. İmam Nevevi, İmam Şafi’den naklederek, hadiste gelen “İfda”
kelimesinden kastın ilişki veya avucun içi olduğunu söylemiştir. Bu
ihtilafta İmam İbn Hazm ve İmam Şevkani gibi sonraki muhakkikler
Hanbelilere yardım ederek demişlerdir ki: “Eli iç ve dış diye ikiye
ayıran ne ayet, ne hadis, ne icma ve ne de muteber bir kıyas vardır.”
SORU 2:
Hastalıktan dolayı kulaktan sürekli olarak gelen iltihap abdesti bozar mı?
CEVAP:
Mezi, idrar, vedi ve yelin vücuttan çıktığında abdesti bozduğunda icma vardır. Ümmet bunların abdesti bozduğuna icma etmiştir. Ancak yaradan akan iltihap hatta ağız dolusu balgam gibi
şeyler vücuttan çıkan maddeler olduğu için abdesti bozar mı; işte
burada ümmet ihtilaf etmiştir.
98
EBU UBEYDE
Ebu Hanife ve arkadaşları her çıkan sıvıdan dolayı abdestin
bozulacağını söylemişlerdir. İmam Malik ve ashabı ise bu icma edilenlerin haricindekilerin abdesti bozmadığını söylemişlerdir.
Abdullah İbn Ömer namazdan önce sivilce ile oynayıp iltihap
çıkarmış ve ardından abdest almadan namaz kılmıştır.1 Bu ve buna
benzer rivayetlerden yola çıkarak bizler bu üzerinde icma edilen
şeylerin dışındakilerin abdesti bozmadığını zannediyoruz. Allah
en doğrusunu bilendir.
SORU 3:
Fıkıh derslerinizden 5. derste “Abdeste başlarken besleme çekmeyen kimsenin abdesti yoktur.” dediniz. Bu hadisin zayıf olduğunu öğrenmiştim; bu bilgi yanlış mı? İmam Ahmed’e abdestte besmele hakkında sorulduğunda “Bu konuda sabit (sahih) bir hadis
yoktur.” dedi. Bu konudaki tercih edeceğimiz görüş hangisidir ve
nedeni nedir?
CEVAP:
İmam Ahmed’in, zikrettiğiniz “Abdeste, Allah’ın adını
anmadan başlayan(besmeleyle başlamayan) kimsenin abdesti
yoktur.”2 Hadisi için zayıftır dediği doğrudur. İmam Ahmed bunu
zayıf saymıştır.3 Ancak diğer bir kısım ulema hadisin senedinin sahih olduğunu söylemişlerdir.
Fakat Ahmed hadisin sahih sayılması halinde de “Abdest alırken besmele çekmeyenin abdesti yoktur.” ifadesinin “Abdestin kemaliyeti yoktur.” şeklinde olduğunu söylemiştir.
1 Muhtasar Fethu’l-Bari, 4.bölüm, 34.bab s.361.
2 Ahmed (3/41); Darimi (1/176); Darekutni (1/71); Hâkim (1/147); Beyhaki
(1/43); İbnu Sunni (26).
“Abdesti olmayanın namazı olmaz, üzerinde Allah’ın adını anmayan kimsenin
de abdesti olmaz.”
Sahih-i Sunen-i İbn Mace (320) ; Ebu Davud, Sunen (1/174,101); İbn Mace,
es-Sunen (1/140,399).
“Allah’ın ismini anmayanın abdesti yoktur.” Tirmizi, İlel (s.33).
3 Buluğu’l-Meram, Kitabul Taharet h.46,47,48 d.n:153.
FETVALAR
99
Bir kısım Hanefi fakihlerinin de zikrettiği gibi “Besmele çekmeyenin abdesti yoktur.” hadisinin delaleti zannidir. Onlar kemaliyetinde, şartın da kast edilmiş olabileceğine dair iki anlayışın da
hadiste saklı olabileceğini söylemişlerdir. O nedenledir ki “Vacibin
kendisi ile tamamlandığı da vaciptir.” kaidesi gereği, “Abdest nasıl namaz vacibinin bir diğer vacibi ise, abdest vacibinin bir diğer
vacibi de besmeledir.” demişlerdir. Ancak Malik’in de içinde bulunduğu cumhur ulema besmele çekmenin müstehab olduğunu
söylemişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir.
SORU 4:
Hocam benim sorum şöyledir kış aylarında her vakit için ayrı
abdest almak insanı hasta edebiliyor, ayrıca ısınma imkânımda olmadığı için ben mest giyiyorum yada çorap. Mestler üzerine mesh
etmeyi biliyoruz ama çoraba mesh etme konusunda tam emin olamıyoruz.
Çoraba mesh konusunda bize detaylı bilgi verir misiniz?
CEVAP:
Çorap üzerine mesh etmek ile alakalı olarak Veki; Yahya’dan
o da İbn Ömer›den işitmiştir ki; o derdi ki; Çoraba mesh mestler
üzerine mesh gibidir.1
Katade, Said ibnul Museyyeb’den şunu nakletmiştir; Çoraba
mesh mestler üzerine mesh etmek yerindedir.2
Abdurrezzak ibn Cureyc’ten nakletti ki o Ata’ya çorap üzerine
mesh etmekten sordu da o da dedi ki; Evet. Mestler üzerine mesh
ettiğin gibi çoraba da mesh edebilirsin.3
Şube Hakem ibnu Utbe›den o da İbrahim En Nehai’den naklet1 Abdurrazzak Musannif, 745-773,777,779-781, 782; İbn Ebi Şeybe, 1/188, Beyhaki, 1/285.
2 İ’lâmul-Muvakkiin, 1/69; İbn Hazm, El-Muhalla 2/86; İbnu’l-Munzir, El-Evsat
2/217.
3 İbn Ebi Şeybe 1/173; İbn Hazm, El-Muhalla 2/86; İbnu’l-Munzir, El-Evsat
2/217.
100
EBU UBEYDE
ti ki; Çoraplar üzerine mesh yapmakta bir beis görmezdi.1
Katade ile Hasan çoraplar üzerine mesh yapmayı mestler üzerine mesh yapmak olarak sayarlardı.2
Mestler üzerine mesh yapmanın cevazını söylemek noktasında muhalefet eden bilinmemektedir ki seleften şunlar caiz olduğunu söylemişlerdir; Abdullah ibnu Mesud, Sad ibn Ebi Vakkas, Sehl
ibn Sad, Amr ibnu Hureys, Said ibnu Cubeyr, İbn Ömer’in kölesi
Nafi, Ömer, Ali, Ebu Mesud, Bera ibn Azib, Enes ibn Malik, Ebu
Umame, Sad, Sehl ibnu Sad, Tabiinden; Süfyan, Ebi Sevr, İshak,
Ahmed, Davud ve başkalarından rivayet edilmiştir.
Ebu Hanife dedi ki; Çoraba mesh yapılmaz.3 İmam Malik’te
çoraba mesh yapılmayacağını ancak eğer çorap deri ile kaplandı
ise yapılabileceğini söylemiş sonrada bu görüşünden dönmüştür.
Demiştir ki; mutlak olarak mesh yapılmaz.
İmam Şafi dedi ki; Çoraplar deriden olmadan mesh olmaz. Ali
dedi ki; Deriyi çorap için şart koşmak hatadır. Çünkü Kur’an, sünnet ve ne de kıyas ta bunun bir delili yoktur.
11 sahabeden çoraba mesh etmenin mestler üzerine mesh etmek olduğu nakledilmiştir. Resulullah ‫ ﷺ‬ile sahabesinin sünneti
tabi olunmaya daha müstahaktır ve bu konuda son cevabımızdır.
Bu konu ile alakalı olarak daha soru cevaplanmayacaktır.
Diğer sorunuz olan mestin süresine gelince; Seleften gelen rivayetlerin geneline göre Mukim için 1 gün ve gecedir. Yolcu içinse 3
gün 3 gecedir. Bu Ömer’den ve başka sahabelerden nass edilmiştir.4
1 İbn Ebi Şeybe, 1/172; Abdurrazzak 1/199; İbnu’l-Munzir, El-Evsat 2/217.
2 İbn Ebi Şeybe, 1/171.
3el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyî’, I, 10; İbnu’l-Humâm, Fethu’l-Kadîr, I, 108.
4 Huzeyme b. Sâbit’in Rasulullah’dan ‫ ﷺ‬rivayet ettiğine göre (Efendimiz şöyle)
buyurmuştur: “Mest üzerine mesh(in müddeti) yolcu için üç gün, yolcu olmayan (mukîm) için bir gün bir gecedir. (Tirmizi, Tahâre 71; İbn Mace, Tahâre 86)
Ali’den radiyallahu anh rivayetle: Rasulullah ‫ ﷺ‬buyurdu ki: ”Yolcu üç gün üç
gece mesh edebilir. Mukim ise bir gün bir gece mesh edebilir. (Müslim 676; Nesai 1/84; İbn Mace 552; İbn Hibban 1327; İbn Huzeyme 194; Ebu Ya’la 4/264).
FETVALAR
101
SORU 5:
Vedi konusunda bize tafsilatlı bir bilgi vermenizi rica ediyorum. Vedi nasıldır, vedinin bulaşmış olduğu çamaşır ile kılınan namaz batıl mıdır? Vakit içerisinde o namazı iade etmek farz mıdır?
Ayrıca ne zaman fıkıhta taharet veya necaset hakkında bir şey
öğrensem vesvese başlıyor ve ibadetlerimi etkiliyor. Bu vesveselerden kurtulmanın kesin yolu nedir?
CEVAP:
Öncelikle vesvese meselesine temas etmekte hayır olduğuna
inanarak cevabımıza buradan başlayacağız inşallah.
Seleften birçoklarının vesvesenin insanın işlediği günahlar
neticesinde Allah’ın ona verdiği bir ceza olduğunu ortaya koyduklarını ve böyle tefsir ettiklerini görmekteyiz. Füruda kolaylık olan
Hanif dinini cahillerin cehaleti zorlaştırmaktadır.
Sorunuzun ‘Vedi hakkında tafsilatlı izah yapar mısınız?’ kısmına gelince;
Vedi; idrar yapıldıktan sonra gelen koyu, beyaz renkli suyun
adıdır. Fercin yıkanması ve abdestin alınması yeterlidir. Namaz vakti
içerisinde iç çamaşırında vedi veya mezi gibi bir necasetin bulunduğunu fark eden kimse, racih ve doğru olan görüşe göre namazını
iade eder. Ancak vakit çıktı ise racih görüşe göre “Şüphesiz namaz
müminler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır.”1 Ayeti gereği
iade etmez. Bu İbn Teymiyye ve diğer fakihlerin gittiği görüştür.
SORU 6:
Kusuntu necaset midir?
CEVAP:
İlim ehlinin cumhuru kusuntunun mutlak olarak necaset olduğuna hükmetmişlerdir.
1 Nisa, 4/103.
102
EBU UBEYDE
Maliki fakihleri “Eğer kusuntuda özür olan madde ve cisimlerden biri var ise o zaman necasettir. Ancak eğer yemekten oluşan bir
kusuntu ise o zaman necaset değil, temizdir.” demişlerdir.
Doğru olan görüş ise temiz olduğudur. Kusuntudan kötü kokuların gelmesi içindeki şeylerin pis ve necis olduğu manasına
gelmez. Genel olan asıl, bir şeyin necaset olduğuna hükmeden bir
delil sabit olmadan her şeyin aslında temiz olduğudur.
İbn Abbas’tan gelen “Hediyesini geri çeviren kustuğunu döndüren gibidir.”1 Hadisi kusmanın necaset olduğunu göstermemektedir. Şeriatın en temel usul kaidelerindendir ki “Her haram,
necaset değildir.”
SORU 7:
Akvaryuma, kafesteki kuşa veya herhangi bir hayvana, yanan sobaya veya elektrikli sobaya karşı namaz kılınmasında bir
sakınca var mıdır?
CEVAP:
İbn Recep El Hanbeli dedi ki: “Âlimlerin çoğunluğu ateşe karşı
namaz kılmayı mekruh saydılar. İbn Sirin bunlardan birisidir.” Devamla dedi ki: “Sufyan dedi ki; Mescide kıble istikametinde yanan
kandiller koymak mekruhtur.”
İmam Ahmed’den de kerahiyetini naklettikten sonra dedi ki;
“Kerih olmasının illeti; zahir surette ateşe kulluk edenlere benzemektir. Eğer namaz kılan Allah’a da namaz kılmış olsa bu tıpkı keraat vakitlerinde namaz kılmanın nehyedilmesi gibidir. Kişi o vakitlerde de namazını Allah’a kılmasına rağmen bu fiilin kâfirlerin
fiiline benzemesi sebebiyle bu vakitlerde namaz kılmak nehyedilmiştir. Bu tıpkı puta doğru ve resimli şekillere doğru Allah’a namaz
kılmanın kerih olması gibidir.»2
Buradan yola çıkarak sobalara karşı da namaz kılmanın kera1 Müslim, Hibât, 7.
2 İbn Recep El-Hanbeli, Fethul Bari, 3/209.
FETVALAR
103
hiyeti çıkabilir. Ancak kerihliği namazın batıllığına delalet etmez.
Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.
SORU 8:
Mescitte abdest almanın hükmü nedir?
CEVAP:
Bunda bir beis yoktur. İlim ehli ve selef buna ruhsat vermişlerdir. İbnul Munzir buna dair icma nakletmiştir. Ancak insanların namaz kıldıkları yerlerde onlara eza vermekten korkulursa bu
mekruh olur.
Bunun ruhsatı İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir. İbnu Ebi Şeybe ve İbnul Munzir, Abdullah İbnu Ömer’in mescitte abdest aldıklarını kaydetmişlerdir.
SORU 9:
Seferi olan kişi, mukim olan imamın arkasında namazını nasıl
kılar? Delilleriyle açıklar mısınız?
CEVAP:
Âlimlerden bazıları kişi mukim olan imamlarında arkasında
yolcu iken namaz kılarsa namazı mukim imama tabi olarak dörde
tamamlar demişlerdir. Aşağıdaki delilleri kendi mezheplerini güçlendirmek için kullanmışlardır;
Buhari ve Müslim, Nebi’nin ‫ ﷺ‬şöyle söylediğini kaydetmişlerdir: “İmam kendisine tabi olunması içindir. Ona muhalefet
etmeyin. Eğer o oturarak namaz kılıyor ise hepinizde oturarak
namaz kılınız.”1
İbn Abbas dedi ki; Eğer sizinle kılar isek dört kılarız. Ancak
evimizde kılar isek iki kılarız. İşte bu Ebu Kasım’ın sünnetidir.2
1 Buhari, es-Sahîh –Fethu’l-Bârî ile– II, 173, 688; Müslim, es-Sahîh I, 309, 412;
Ebu Davud, es-Sunen –Avnu’l-Ma’bûd ile– II, 315, 591.
2 Ahmed (1/216, 226, 290); Müslim (668); Nesai (3/319); İbn Huzeyme (951);
Beyhaki (3/153).
104
EBU UBEYDE
Ebu Hanife, Malik, Şafilerin diğer görüşü, Hanbelilerin diğer
görüşüne göre kalkıp tamamlaması gerekir.
Malikilerin ve Şafilerin zahir görüşüne göre, Şabi1 ve Tavus’un
görüşüne göre de tamamlaması gerekmez.
Bu konuya dair İmam Maverdi’nin sözü en özlü söz olacaktır: “Eğer imamın haline itibar ederek namazı dörde tamamlamak
gerekse idi, yolcu olan imama tabi olanında imamın haline itibar
ederek namazını kısaltması caiz olurdu. Nasıl ki yolcu olan imama uydu diye mukim olan kişinin namazını kısaltması caiz değil
ise; aynı şekilde yolcu birinin de mukim imamın arkasında namaz
kılarken kendi nefsinin haline itibar ederek namazı dörde tamamlaması gerekmez. Çünkü o seferde namazını eda etmiş olur.” Ardından İbn Abbas’ın zikrettiğimiz sözünü aktardıktan ve “Dörde
tamamlaması gerekir.” diyenlerin sözünü naklettikten sonra dedi
ki:“Buna cevabımız şu şekildedir; eğer mukimin arkasında tamamlamak gerekirse o zaman yolcu imamın arkasında da imama uymak için kısaltmak gerekir. Şöyle söylenir; tamamlamak azimet
kısaltmak ise ruhsattır.”
İbn Kudame’de ihtiyaten tamamlamak gerektiğini söylemiştir.
Allah en doğrusunu bilendir.
SORU 10:
Namaz kılmayanın kişinin hükmü nedir?
CEVAP:
Bu meselede meşhur bir ihtilaf vardır. İmam Ahmed namazın vacipliğini ikrar etse dahi terk edenin kâfir olacağını söylerken; İmam
Şafi, Ebu Hanife ve Malik ise namazın vacipliğine itikat ederek terk
edenin fasık olduğunu söylemişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir.
Zahir ve racih olan görüşe göre namazın vacipliğini ikrar etse
dahi kişi kâfir olur. Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki: “Kişi ile küfrün arasında na1 Sahih-i İbn Huzeyme (954).
FETVALAR
105
mazın terki vardır.”1 Yine dedi ki: “Her kim namazı terk ederse, kıyamet gününde onun ne nuru, ne burhanı, ne de kurtuluşu vardır.
Bunlar kıyamet gününde, Firavun, Karun, Haman ve Ubeyy İbn
Halef ile haşrolunurlar.”2
Abdullah İbn Mesud radiyallahu anh; “Ama onların ardından namazı zayi eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi…” (Meryem 59)
ayetinin tefsirinde; “Namazın zayi edilmesi, geciktirilmesidir. Namazı büsbütün terk eden ise kâfir olur.” buyurmuştur.3 (Sahabe
tefsiri, merfu hadis hükmündedir.) Mesele uzatıldıkça uzatılabilir.
Bunların yeterli olduğuna inanıyoruz.
SORU 11:
Aişe’den radiyallahu anha, şöyle dedi : Resulullah ‫ ﷺ‬namaza Allahu Ekber (lafzı) ile başlardı.4 Hadisine binaen musallinin namaza başlarken telaffuz edeceği ilk lafız “Allahu Ekber” olmalı bismillah demek bid’at midir ?
CEVAP:
Sevgili kardeşim Müslim’de ki bu hadisten anlaşılan şey Resulullah ‫ ﷺ‬namaza başlarken niyet ettikten sonra ki niyet sadece kalbin
amelidir, kalp ile amele niyet ettikten sonra tekbir almasıdır. Dolayısı
ile sünnet olan budur bunun üzerine ziyade yapmak caiz değildir.
1 Ebu Davud, Sünnet 14; Tirmizi, Îman 9; İbn Mace, İkâmes-Salah 77.
2 Ahmed (2/169); Darimi (2/301); İbnu Hibban (1448); Âcurri Şeria’da (135);
Muhammed İbnu Nasr el-Mervezi Kitabu’s-Salet’da (58); Taberani, Kebir’de;
Beyhaki, Suabu’l-İman da sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
İbnul Kayyum rahimehullah ‘Kitabus-Salah’ isimli eserinin 65. sayfasında bu
Hadis-i Şerifi naklettikten sonra söyle diyor: “Namazı terk edenin hasseten bu
dört kişi ile beraber olacaklarının zikredilmesinin sebebi şudur ki, bu dört
kişi küfrün önderleridir. Burada bedi’i bir işaret vardır. Zira namazı terk eden,
malının, mülkünün, riyasetinin veya ticaretinin mesuliyeti ile terk eder. Her
kim ki, malının meşguliyetiyle namazı terk ederse, “Karun’la” beraberdir.
Mülkünün meşguliyetiyle terk eden de “Firavun’la” beraberdir. Riyasetinin
sebebiyle terk eden ise “Haman’la” beraberdir. Ticaretinin meşguliyetiyle terk
eden de “Ubeyy İbnu Halef’le” beraberdir.” İbnu Kayyım’ın sözü burada bitti.
3 İbni Teymiyye, Mecmuul Fetava(7/478); bkz:İbni Kesir Tefsiri Muhtasarı
(3/1404).
4 Müslim, 498.
106
EBU UBEYDE
SORU 12:
Namazdaki rekâtlar arasında yapılan istirahat oturuşunun
hükmü nedir?
CEVAP:
Âlimlerin sahih olan iki görüşünden birine göre böyle bir
oturuş Nebi’nin ‫ ﷺ‬sünnetlerinden bir sünnettir. Sahih-i Buhari’de Halid Huzzai Ebi Kulabe, Malik İbnul Huveyris’ten rivayet
etmiş ve demiştir ki: “O, Nebi’yi ‫ ﷺ‬namaz kılarken görmüştür.
Tek rekâtlarda olduğunda tıpkı oturur gibi olmadıkça ayağa
kalkmazdı.”1
Bunun yeri ise birinci rekâttan ikinci rekâta kalkarken ve
üçüncü rekattan dördüncü rekata kalkıyorkendir. Kadın ve erkek
bunda eşittirler. Aralarında fark yoktur.
Birinci görüş; Bunu yapmanın müstehab oluşudur ki İmam İshak ve İmam Şafi bunu söylemişlerdir. Ahmed önceleri bu görüşte
değil iken Malik İbnul Huveyris hadisi kendisine ulaştıktan sonra
bu görüşünden dönmüştür.
İmam Nevevi dedi ki; “İyi bil ki kişiye düşen bu sünnete sarılıp
bu hadislerin sıhhati ve bu hadisler ile çelişen başka sahih rivayetlerin bulunmaması sebebi ile buna özen göstermesidir. Sakın ha
sakın bu konuda insanların bu sünneti terk etmedeki gevşeklikleri
seni de bu sünneti terke itmesin.”
İkinci görüş; bu fiilin herhangi bir ihtiyaç olmadan yapılmasının caiz olmadığıdır. Âlimlerin çoğu bu görüşe gitmişlerdir.
Bu mezhebin sahiplerine şöyle itiraz etmek mümkündür ki;
hiçbir sahih hadiste zaruret veya zaruretin illeti belirtilmemiştir.
İlim ehlinin ittifak ettikleri bu nokta da zaruret kaydını ifade eden
hiçbir rivayet mevcut değildir.
1 Buhari, 812; Ebu Davud, 844; Nesai, 1152; Tirmizi, 304; Darekutni, 1/345/8;
İbni Huzeyme, 685,686; Beyhaki, 2/124; Ahmed, 5/5354.
FETVALAR
107
SORU 13:
Günümüz Teravih namazlarının hangisi bidat, hangisi sünnettir? Yani teravih namazlarını nasıl kılmalıyız? Ve içinde Kadir Gecesinin de bulunduğu bu aya ait nasihatleriniz nelerdir?
Bu ayı ve erişebilirsek bu geceyi nasıl ihya etmeliyiz? Allah(cc.)
ilminizi artırsın.
CEVAP:
Sahih sünnette teravih sekiz1 rekâttır ve ikişer ikişerdir.On
iki, yirmi2 hatta otuz altı3 rekâta kadar çıkarmak caizdir. Medine
ehli otuz rekâtın üzerine kadar çıkmışlardır. Çünkü teravih ucu
açık bir nafiledir.
Ramazanın gelişinin heyecanını kalbinde yaşamayan mü’minin imanından şüphe etmesi gerekir ki ramazan bir kurtuluş ayıdır.Bu ayda bol bol teravih kılıp nafile ibadetlere yönelmek lazım.
Müşriklerin dinlerini bir oyun ve eğlence edinerek ramazanı bir
panayır ve gezme ayı olarak geçirmelerinin aksine biz ramazanı
bir ibadet ayı olarak görmeliyiz ve gücümüz yettiğince bu şekilde
geçirmeliyiz.
1 Aişe annemizden radiyallahu anha rivayet olunur; Rasulullah ‫ﷺ‬, ne ramazanda ne
de başka bir zamanda on bir rek’attan fazla bir namaz kılmazdı. Önce dört rek’at
kılardı ki, onun güzelliğini ve uzunluğunu ne sen sor ne ben söyleyeyim. Sonra
dört rek’at daha kılardı ki, onun güzelliğini ve uzunluğunu da ne sen sor ne ben
söyleyeyim. Daha sonra da üç rek’at kılardı. Bir gün dedim ki, Ya Rasulullah ‫ﷺ‬,
vitir namazını kılmadan önce uyuyor musun? Buyurdu ki: Ey Aişe, benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz”(Buhari, Teheccüd 16, Salatu’t-terâvîh 1)
“Cabir İbn Abdullah’dan radiyallahu anh, Dedi ki: Resulullah ‫ ﷺ‬bize ramazan
ayının gecesinde sekiz rekât - teravih - ve bir de vitr namazı kıldırdı. (Taberani
Sağir c.1 hadis no:370)
2Ömer radiyallahu anh zamanındaki cemaatla kılınan teravihin kaç rek’at olduğu hakkında iki rivayet vardır: Vekî’nin malik İbn Enes’den onun da Yahya
İbn Sa’d’dan rivayetine göre Ömer radiyallahu anh görevli birisine cemaatine
yirmi rek’at kıldırmasını emretmişti. (İbni Ebi Şeybe, Musannef, 2/393) Bu
rivayetin senedinde bulunan Yahya b.Said Ömer b. Hattab’a yetişmiş değildir.
Nitekim İbni Medeni : “ Onun Enes’ten başka hiçbir sahabiden hadis işittiğini
bilmiyorum “ demiştir. (Tehzibu’t Tehzib, 11/223) hadis zayıftır.
3Nevevi, Şerhu’l-Muhezzeb, III.527.
108
EBU UBEYDE
Ramazanın son on gecesi Müslümanların mescitlerinde itikâfa
kapanarak ve o on günde kadir gecesini arayarak ramazanı ihya etmeliyiz. Aynı şekilde ramazan akşamlarını teravih sünneti ile ihya
etmeliyiz. Yalnız bidatlerden uzak durmak gerekir. Bugün teravih
namazında her iki veya dört rekâtta bir sesli ve toplu bir şekilde
yapılan bazı zikirler insanların ihdas ettiği bidatlerdendir. O zikirler kişilerin kendilerinin yapacağı zikirlerdir. Aynı şekilde günlük
Kur’an okuma planları ile disiplinli bir şekilde ramazan da hatim
bitirmek gerekir.
Allah, bizleri Ramazana ulaştırsın ve onu ihya edip Kadir gecesi bağışlanıp cenneti kazananlardan kılsın.
SORU 14:
Namazı cem etme hangi hallerde olur?
CEVAP:
Ümmet namazın sefer sayılan mesafe de cem edilmesi noktasında icma etmiştir. Ancak bununla beraber sefer mesafesinin ne
olduğunda ihtilaf etmiştir.
İbn Rüşd, Bidayetul Müçtehit’te cemi anlatırken dedi ki: “Ulema,
Arafat’ta öğle ile ikindi namazlarını öğle namazı vaktinde ve Müzdelife’de de akşam ile yatsı namazlarını yatsı vaktinde birlikte kılmanın
sünnet olduğunda müttefiktirler. Fakat bu iki yer dışında iki namazı
birlikte kılmanın cevazında ihtilâf etmişlerdir. Cumhura göre caizdir. İmam Ebû Hanife ile tabileri “Caiz değildir.” demişlerdir.”
Bir başka cem sebebi ise yağmurdur. Esrem; Sünen kitabında
Ebû Seleme İbn Abdurrahman’dan radiyallahu anh rivayeten şöyle demiştir: “Yağmurlu günde akşam ile yatsı namazını beraber kılmak
sünnettendir.”1
Buhari’de de: “Nebi ‫ﷺ‬, yağmurlu gecede, akşam ile yatsı namazını beraber kılmıştır.” hadisi geçmektedir.2
1 İbn Kudâme, el-Muğnî, c.II, s.117.
2 Muhtasar Fethu’l-Bari, Hadis No:543, 562, 1174.
FETVALAR
109
Bu konudaki görüşlerin özü şudur: Şafiîler: “Mukim kimse
için; birinci namazın başında ve sonunda, ikinci namaza başlarken
de yağmurun devam etmesi halinde, sadece öğle ile ikindiyi birlikte, akşam ile yatsıyı da cemi takdim ile cem ederek kılmak caizdir.”
Demişlerdir. İmam Malik’e göre; “Yağmakta olan veya beklenen bir
yağmur sebebiyle akşam ile yatsıyı mescitte cemi takdim ile kılmak
caizdir. Yine aynı şekilde karanlıkla beraber, çamur çok olup ta
insanların ayakkabılarını giymesine mani olduğu zaman akşam ile
yatsıyı cem etmek caizdir. Yağmur sebebiyle öğle ile ikindi arasını
cem etmek ise mekruhtur.” Hanbelîlere göre ise; “Akşam ile yatsıyı
kar, çamur, şiddetli soğuk, elbiseyi ıslatan yağmur sebebiyle hem
akşam vaktinde, hem de yatsı vaktinde cemi takdim veya cemi tehir ile kılmak caizdir.”
Bir de bunların haricinde son bir durum vardır ki bu da
herhangi bir özür sebebi ile cem etmektir. İmam Ahmed, Kadı
Hüseyin, Hattabî, Şafiîlerden Mütevelli: “Hastalık özrü ile takdim
ve tehir olarak namazları kılmak caizdir.” demişlerdir. Çünkü
hastalıktaki zorluk yağmurdan daha çoktur. Nevevî: “Bu görüşün
delili kuvvetlidir.” demiştir. Muğnî kitabında şöyle geçer: “Bütün
namazları vaktinde kılmanın zor ve meşakkatli olduğu duruma,
namazları cemetmeyi mubah kılan hastalık da eklenmektedir.”
Hanbelîler bu ruhsatı daha da genişletip, tüm özür sahipleri için
ve korkanlar için cemi takdîm ve cemi tehir yapmaya cevaz vermişlerdir. Hatta Hanbeliler her namaz vaktinde, elbise yıkamak
zor gelen, süt emziren kadına bile cevaz vermişlerdir; îstihazeli
olana ve idrarı akana da aynı cevazı vermişlerdir. Taharetten aciz
olana, nefsine, malına ve ırzına zarar geleceğinden korkana da
cevaz vermişlerdir. İbn Teymiyye demiştir ki: “Cem hakkında en
geniş mezhep Ahmed’in mezhebidir.
Çünkü Ahmed, Nesai’nin Nebi’den ‫ ﷺ‬merfu olarak rivayet ettiği hadiste olduğu gibi, her meşguliyetten dolayı cem etmeye cevaz
vermiş, hattâ “Yemek pişiren aşçı, ekmek pişiren fırıncı ve benzeri
işleri yapanlar, malının bozulacağından endişe ederlerse cem yapmaları caizdir.” diyecek kadar ileri gitmiştir.
110
EBU UBEYDE
Sonuç itibari ile insanı meşakkat içerisine sokabilecek bir
durumda cem etmenin ruhsatı verilmiştir. Ancak bunu alışkanlık
haline getirmek büyük günahlardan sayılmıştır. Şeyhulislam İbn
Teymiyye bu görüşü Ömer’e radiyallahu anh dayandırmaktadır. Ömer
valilerine yazdığı mektupta üç şeyin büyük günah olduğunu; birisinin de namazı sebepsiz yere cem etmek olduğunu belirtmiştir.
Ancak Şafilerden İmam Harameyn ve benzeri ilim ehli Müslim’in
İbn Abbas’tan yaptığı rivayeti delil alarak Nebi’nin ‫ ﷺ‬Medine’de
sebepsiz yere cem yaptığını, dolayısı ile alışkanlık haline getirmeden ve sıklaştırmadan sebepsiz yere cem etmenin sünnet olduğunu iddia etmişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir.
SORU 15:
Kişi kalkamama endişesiyle yatsı namazından sonra vitr namazını kılar daha sonra geceleyin teheccüd için uyandığı zaman,
teheccüd namazından sonra vitr kılabilir mi? Vitr namazının gecenin son namazı olması hasebiyle tekrar kılınması gerekir mi? Allah
ilminizi artırsın.
CEVAP:
Bu konuda Nebi’den ‫ ﷺ‬şu hadis rivayet edilmiştir; “ Bir gece
de iki vitir olmaz.”1
Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn Ebi Şeybe rivayet etmiştir.
Hadis meşhur bir hadistir. İbni Hibban da sahihlemiştir.
SORU 16:
Bütün namazlarda aynı zammı sureyi okumanın hükmü nedir? Bu amel bidat olur mu?
CEVAP:
Nebi ‫ ﷺ‬bir seriyyenin başına komutan tayin ettiğinde o komutan her namazda ihlas suresini okuyunca diğer sahabeler onu
Rasulullah’a ‫ ﷺ‬şikâyet edince Rasulullah ‫ ﷺ‬neden yaptığını sormuş, o kimse de bu sureyi çok sevdiğini belirtmiştir. Bunun ardından Nebi ‫ ﷺ‬bu yaptığından men etmiştir. Yoğunluğumuz sebebi
1 Ebu Davud, 1439; Tirmizi, Vitr, 13; Nesai, Leyl, 29.
FETVALAR
111
ile şu anda hadise dair tahriçleri uzun uzadıya veremediğimizi belirterek affınızı istiyoruz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Abdullah İbnul Mübarek dedi ki; “Sahabenin ihtilafı meselesinde Kufe ehlinden bir şey alma. Kılıç konusunda Şam ehlinden
bir şey alma. Kader meselesinde Basra ehlinden bir şey alma.
İrca meselesinde Horasan ehlinden bir şey alma. Sarf meselesinde Mekke ehlinden bir şey alma. Şarkı meselesinde Medine
ehlinden bir şey alma. Onların her birinden bu zikrettiklerimizi
alma.”(Şerhus Sünne)
Her kavmin sıkıntılarının var olduğu meseleler ne ise onlardan sakınmak gerekir. Piyasada selefi geçinenlerin hâkimiyet problemi sabittir. Onlar krallara ve yöneticilere meyletmişler, dinlerini
fitneye uğratmışlardır. Bunlardan hâkimiyet meselesine dair hiçbir
şey almamak gerekir. Daha ayrıntılı olarak da her bir şahısta var
olan bidatları belirtip her birinden de özel olarak sakınmak gerekir
ki kişiler hakkında konuşmak gibi bir âdetimiz olmadığını daha
önce defalarca belirtmiştik. Çünkü bunlar düşmanlıktan başka bir
şeyi arttırmamaktadır.
SORU 17:
Darul-küfürde evde veya kapalı mekânda cuma kılmak caiz mi?
CEVAP:
Cuma namazının 3 çeşit şartları vardır;
• Sıhhat ve vaciplik şartlarının beraber olduğu şartlar
• Vacipliği ile ilgili şartlar
• Sıhhati ile ilgili şartlar
Vacipliğinde var olan şartlarının üzerine ittifak edilenleri; İslam, Akıl ve Erkekliktir. İhtilaf edilenler ise; buluğ, hürriyet, ikame, adet, özür, vatanın varlığı, şehir, sultanın izni, mescid şartı
ve ezanı işitmektir.
112
EBU UBEYDE
Sizin sorunuzda sorduğunuz evlerde kılma meselesine gelince bu hem sultanın izni, hem mescid ve hem de vatanın varlığı
meselesidir.
Mescide gelince İmam Şafi, İmam Ebu Hanife ve âlimlerin
çoğunluğu mescidin şart olmadığını, bayram namazı gibi açık
bir arazide de kılınabileceğini söylemişlerdir. İmam Malik ve
İmam Nevevi gibi âlimler ise mescid olması gerektiğini belirtmişlerdir.
İmamın iznine gelince; İmam Malik, Şafii, Ahmed ve Ebu
Sevr’e göre imamın yani halifenin izni şart değildir. İkinci görüşe göre Halife izni gerekir ki bunu da Ebu Hanife, Hasan ve
Evzai söylemiştir. Her dönemde halifeler ile kılınmasını delil getirerek bunun ümmetin icması olduğunu belirtmişlerdir. İbnu
Kudame, Hanbelilerin bunu şart görmediğini söylemiş ve İmam
Ahmed’den Şam’da 9 sene fitne olduğunu, insanların cuma kıldıklarını ama imamdan izin almadıklarını söylemesini zikretmiştir. İmam Nevevi bu konuda İmam Şafii’nin mezhebini belirtmiş ve İmam Şafii’nin eski mezhebine göre caiz görmediğini
belirtmiştir. İmamı şart sayan görüş için de zayıf ve şaz görüş
demiştir. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.
Cumanın sıhhat ve vaciplik şartlarından bazıları hakkında da
alimlerin görüşleri şöyledir;
Hanefiler, şehir olması gerektiğini şart koşmuşlar. Şehirden
kast ettikleri de içinde davaların kaldırılabileceği bir kadının bulunmasıdır. Mebsut’un yazarı Serahsi diyor ki; “Şehrin sınırı içinde
bir sultanın ya da ihtilafların kaldırıldığı bir kadının bulunması veyahut hadlerin orada tatbik ediliyor olmasıdır.” Ancak diğer mezhepler Cuma için bunu şart koşmamışlardır.
Hanbelilerde bunu şart koşmamışlardır. Muğni’nin yazarı
bundan bahsettikten sonra “Ancak binalarda olmaz, açıkta kılınması gerekir.” demiştir.
FETVALAR
113
Malikiler ise; yaz ve kış vatan edinilen yerde Cuma kılınabilir
başka yerde kılınmaz, demişlerdir.1
Vaktin girmesidir. Hanefi, Şafii ve Malikilere göre öğlen namazı vakti girdiğinde farz olur. Sadece Hanbelilere göre Cuma namazının ilk vakti bayram namazının vaktidir, demişlerdir.
Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki; “Din, ilim ile gelen imanın
kalpte kaim olmasıdır. Zahir ameller furudur. Onlarda imanın kemaliyetidir. Din önce asıllar üzerine bina edilir sonra da furular ile kemaliyate erer. Tıpkı Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ Mekke’de tevhidin asıllarını
akli kıyaslar, cennet ve cehennem vaadlerini anlatan hükümlerini indirmesi gibi. Sonra da Medine’de hükümler indi ki o zaman güç ve
kuvvet izhar olmuştu ki Cuma ve cemaat bunlardandı…”2
Sonuç olarak; bugün, onlarca ümmetin üzerine icma ettiği şirki
işleyen kâfirlere Müslüman diyen, ondan sonra da utanmadan bu
nakillere ve ictihadlara bakarak bu laik(dinsiz) beldede Cuma namazını terk eden Müslümanlara, “Onlar Allah’ın emri olan cumayı terk
ettiler, insanlara da bunu yasakladılar. Dolayısı ile emri yasak yaptıklarından dolayı küfür işlediler. Öyleyse bu ülkede Cuma kılmayanlar kâfirdir.” diyen azgınlara olan sözüm “Size de Allah’tan başka
taptıklarınıza da yazıklar olsun. Bir de kendinizi ilim ehli olmak ile
Müslümanları da ilimden anlamayan cahiller olarak isimlendirirsiniz. Şahitler olun ki biz sizden, siz de bizden berisiniz. Ve yine şahit
olun ki biz sizin Allah’tan başka taptıklarınıza tapmıyoruz. Allah bizleri kendisinden başkasına ibadet edenlerden kılmasın…”
SORU 18:
Farz namazların ardından el kaldırarak dua etmenin hükmü
nedir?
CEVAP:
Namazdan sonra el kaldırmanın Nebi’den ‫ ﷺ‬rivayet edilen
hiçbir sahih yönü yoktur. Ne Sahabe ne de Tabiin buna fetva
vermemişlerdir.
1 Cevahiruz Zekiyye.
2 Mecmuatul Fetava, 10/355.
114
EBU UBEYDE
Şeriatta asıl olan delil gelip ispat edilene kadar her şeyin yasaklanmış olmasıdır ki hiçbir Nebi’nin ‫ ﷺ‬namazının sıfatını anlatan hadis yoktur ki içerisinde farz namazdan sonra elini açtı şeklinde bir ibare mevcut olsun.
Ancak namaz kılan birinin herhangi bir ihtiyacından dolayı
farz namazdan sonra el açarak dua edip Allah’tan Subhanehu ve Teâlâ
ihtiyacını dilemesinde bir şart ile bir mahsur yoktur. O da namazın
ardındaki vakte duayı özel ve has kılmamasıdır.
Buhari ve Müslim’in şu rivayetinde şöyle gelmiştir; Malik’ten,
Ebi Hazim İbn Dinar’dan, o da Ebu’l-Abbas’tan, Sehl İbni Sa`d
es-Sâidî radiyallahu anh şöyle dedi: “Resulullah ‫ﷺ‬, Amr İbni Avfoğulları arasında bir kavga çıktığını duydu. Aralarını bulmak için
bir grup sahabi ile birlikte oraya gitti. Onları barıştırmak için bir
müddet orada kaldı.Bu arada namaz vakti gelmişti. Bilâl, Ebu Bekir’e radiyallahu anh; “Ey Ebu Bekir! Resulullah ‫ ﷺ‬gelemedi. Namaz
vakti de girdi. İmam olup namaz kıldırır mısın? diye sordu. Ebu Bekir de radiyallahu anh: “Peki, istersen kılalım.” dedi.Bilâl ezan okudu.
Ebu Bekir de öne geçip tekbir aldı. Müslümanlar da ona uydular.
Derken Resulullah ‫ ﷺ‬geldi, safların arasından öne geçti. Bunun
üzerine cemaat (Peygamber’in geldiğini imama haber vermek için)
el çırpmaya başladı. Ebu Bekir namaz kılarken başını çevirip hiçbir yana bakmazdı. Cemaat durmadan el çırpınca dönüp bakmak
zorunda kaldı. Yanında Resulullah’ı ‫ ﷺ‬görüverdi. Resulullah ‫ﷺ‬,
ona yerinde kalması için işaret etti. Fakat Ebu Bekir ellerini kaldırarak Allah’a hamd etti ve arkadaki safa girinceye kadar geri gitti. O
zaman Resulullah ‫ ﷺ‬öne geçerek namazı kıldırdı. Namaz bitince,
halka dönerek şunları söyledi: “Ey İnsanlar! Namazda bir durum
meydana gelince niçin el çırpmaya başladınız? El çırpmak kadınlara mahsustur. Namazda bir durumla karşılaşan kimse “subhânallah” desin. Onun “subhânallah” dediğini duyan kimse kendisine
dönüp bakar.”Sonra Ebu Bekir’e dönerek: “Ebu Bekir! Yerinde kal
diye işaret ettiğim halde niçin namazı kıldırmadın?” diye sordu.
Ebu Bekir ra.: “Ebu Kuhâfe’nin oğluna Resulullah’ın ‫ ﷺ‬önüne geçip namaz kıldırmak yakışmazdı.” diye cevap verdi.”1
1 Buhari, Amel fi’s-Salat 16, Sulh 1; Müslim, Salat 102; Nesai, Sehv 1; Ahmed b.
FETVALAR
115
Bu hadiste bu ve benzeri durumlar da dua ederken elleri açmanın cevazı vardır. İster bu namazın içinde isterse dışında olsun
ihtiyaç anında dua etmek meşru kılınmıştır.
SORU 19:
Bir insan kasten veyahut özürlü iken namazı kılmamışsa
sonra bu namazı kaza edebilir mi? Mesela sabah namazına kalkamayan kaza mı kılar yoksa kalkınca normal vaktiymiş gibi
mi kılar?
CEVAP:
İslam şeriatına göre namazın kazası aslen yoktur. Ancak
uyumak ve unutmak gibi iki özür, nass ile sabit olduğundan
dolayı namazın kaza edilebileceği iki durumdur. Namazın kazasının olmadığının en açık delili savaş gibi ölüm kalım durumunda dahi Nebi ‘nin ‫ ﷺ‬namazı terk ettirmeyip orduyu ikiye
bölerek iki grup halinde namazı kıldırmasıdır.
Allah ayette şöyle buyurmaktadır; “Şüphesiz namaz müminler üzerine belirli vakitlerde farz kılındı.”1 Belirli vakitlerde yapılması emredilen ameller şeriatın özür dediği durumlar olmadan
vaktinin dışında yapılamaz.
İmam Buhari rahimehullah sahihinde şöyle bab başlığı açmıştır; “Namazı unutan hatırladığında kılar. Bundan başkasını iade
etmez.” Ardından senedi ile beraber şu hadisi rivayet etmiştir;
İbrahim dedi ki; “Kim bir namazı 20 sene terk etti ise ancak tek
olarak bu namazı iade eder.”
Enes İbnu Malik rivayet etti ki Nebi ‫ ﷺ‬şöyle söyledi; “Kim
namazı unutursa hatırladığında kılsın. Bunun bundan başka
kefareti yoktur.”2
Hanbel, II,241,V, 330 ,331, 336; Ebu Davud, Salât, 169.
1 Nisa, 4/103.
2 Buhari, Mevakîtu’s-Salât 37; Müslim, Mesâcid 314, (684); Tirmizi, Salât 131,
(178); Ebu Davud, Salât 11,442; Nesai, Mevâkît 52, 53, (2, 293, 294).
116
EBU UBEYDE
SORU 20:
Vitr namazının sünnetteki kılınış şekli nasıldır?
CEVAP:
Vitr namazı sünnette sabit olduğu üzere iki şekilde kılınabilir.
Birincisi; vitir namazı tek olduğu için 1,3,5,7,9,11 rekata kadar kılınabilir.1 Ancak kaç kılınırsa kılınsın son rekâtın tek olması
gerekir. Örneğin 4 rekât kılındıktan sonra selam verilir. 5. rekâtta
tek rekât olarak kılınır ve selam verilir. Diğer normal namaz nasıl
kılınıyor ise aynı o şekilde kılınır.
İkincisi ise 3 rekât kılınır. 3 rekât kılınırken 2. rekâtta tahiyyatta oturulmaz ve 3. rekâta direk kalkılır. 3. rekâtta tahiyyata oturulur ve tahiyatta selam verilir. Öyle ki namaz tek tahiyyat ile bitmiş
olur ki Nebi ‫ ﷺ‬akşam namazına benzetmemeyi emretmiştir.2 Allah en doğrusunu bilendir.
SORU 21:
İkindi namazından önce 4 rekât sünnet var mıdır?
CEVAP:
İkindi namazının sünnetine dair Tirmizi’nin Sünen’inde hasen sened ile bir hadis nakledilmiştir ki Nebi ‫ ﷺ‬şöyle söylemiştir;
“Kim ikindiden önce 4 rekât nafile kılarsa Allah ona rahmet etsin.”3
1 Ebu Eyyub radiyallahu anh şöyle dedi:
“Rasulullah ‫ﷺ‬: ‘Vitir namazı haktır. Dileyen kimse onu, beş rekât olarak kılsın;
dileyen kimse üç rekât olarak kılsın; dileyen kimse de bir rekât olarak kılsın.’
buyurdu.”
Darekutni, 2/22; Ebu Davud, 1422; Nesai, 1710, 1711; İbn Mace, 1190.
2 Vitir namazını üç rekât yapmayın! Vitir namazını beş veya yedi rekâtlı yapınız! Vitir namazını akşam namazına benzetmeyiniz.’ buyurdu.”
İbn Hibban, 2429; Darekutni, 2/2425, 262; Hâkim, 1/304; Beyhaki, 3/3132
3 Tirmizi, Salât, 301; Ebu Davud, 1271.
“İkindiden önce dört rekat kılan kişiye Allah rahmet etsin.” Bu hadîsi Ahmed,
Ebu Davud, hasen olduğunu söyleyerek Tirmizi ve sahîh olduğunu söyleyerek
İbn Huzeyme rivâyet etmiştir. Nitekim Hâfız da bunu Bulûğ’da zikretmiştir.
Yine şöyle buyurur: “Gece ve gündüz [nafile] namazları ikişer ikişerdir.” İmâm
Ahmed ve dört Sünen sâhibi imâmlar hasen bir isnad ile rivâyet etmişlerdir.
FETVALAR
117
Bu hadis hasen senedli olduğu için amel edilmez. Doğru olan
İkindi namazının sünnetinin var olmadığıdır. Ancak Hanefiler usulen zayıf hadis ile amel ettikleri için ikindi namazının sünnetini
kılmaktadırlar. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.
SORU 22:
Süleymaniye Vakfı tarafından hazırlanan namaz vakitleri
programını sayfanızda paylaşmışsınız. Yatsının bitiş vakti diye bir
vakit veriyor o görüşlerine de katılıyor musunuz?
CEVAP:
İmam Hattabi, ‘Mualimis Sunen’ adlı eserinde Yatsı namazının
son vakti ile alakalı olarak şunları kaydetmiştir;
“Yatsı namazının son vaktinin ne zaman olduğunda ihtilaf ettiler. Ömer İbnul Hattab ve Ebu Hureyre gecenin üçte birlik vaktine
kadar olduğunu söylediler.1
Ömer İbnu Abdulaziz, Şafii ve İbn Abbas hadisinin zahiri de
bunu gösteriyor. Sufyan Es Sevri, Abdullah İbnul Mubarek, rey
ehli ve İshak İbnu Rahaveyh ise gecenin yarısına kadar olduğunu
söylediler. Bunların delili Abdullah İbnu Amr’dan gelen hadistir ki
orada gecenin yarısına kadar ifadesi yer almaktadır. Şafii de Irak’ta
olduğu zamanda bu görüşte idi.
İbn Abbas’tan, Ata, Tavus ve İkrime’den ise sabah namazının
giriş vaktine kadar olduğu rivayet edilmiştir.2”
Bu nakil Yatsı namazının çıkış vakti ile alakalı olarak âlimler
arasındaki ihtilafı ortaya koymak için tahriç edilmiştir. Ancak namaz vakitlerine dair koyduğumuz takvim diğer vakitlerle alakalı en
doğru saatleri vermektedir. Yatsı namazının çıkış vaktinin gecenin
yarısı olduğuna inanan biri, orada yazılı bulunan yatsı namazının
1 «Ümmetime zorluk vermesem, yatsı namazını gecenin üçte birine veya yarısına kadar geciktirmelerini onlara emrederdim» (eş-Şevkânî , II,11)
2 Abdullah b. Ömer’den nakledilen şu hadistir: “Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca yatsı namazını kılmak farz olur” (es-San’ânî, I,114).
118
EBU UBEYDE
çıkış vaktinden sonraya namazını bırakmamalıdır. Ancak o mezhebin doğruluğuna inanmayan ve yatsı namazının vaktinin sabah
namazı vaktine kadar devam ettiğine inanan bir Müslüman için
yatsı namazı çıkış vaktinin önemi yoktur.
O takvimi hazırlatan Abdulaziz Bayındır, ekol olarak Mutezile
olduğunu belirtmesi ve Mutezilenin de rey ehline yakın olması ile
bilinmesi nedeni ile kendi içtihadları gereği yatsı namazının çıkış
vaktini de takvimlerine eklemişlerdir. Ancak meseleye dair bir tercih yapacak derecede ilim sahibi olmadığımız için sadece size ihtilafı nakletmek ile yetiniyoruz. Allah Subhanehu Teâlâ en doğrusunu
bilendir.
SORU 23:
Kur’an’da geçen secde ayetleri ve tilavet secdesi ile ilgili tafsilatlı bilgi alabilir miyiz?
CEVAP:
Tilavet secdesinin hükmü noktasında şunları kaydetmek
mümkündür. İmam Ebu Hanife ile tabileri, «Bu secde vacibtir»1
demişlerdir, İmam Mâlik ile İmam Şafii ise sünnet olduğunu söylemişlerdir.2 Bu ihtilâfın sebebi “Allaha secde ve kulluk edin”3 gibi
secdeyi emreden âyetlerle “Rahmanın âyetleri onlara okunduğu zaman hemen secdeye kapanır ve ağlarlar”4 gibi emir mânâsını taşıyan âyetlerin mefhumlarını vücub veya mendubluğa hamletmekte
ihtilâf etmişlerdir.
İmam Ebu Hanife bu âyetleri zahir olan mânâlarına hamlemiştir. İmam Mâlik ile İmam Şafii ise, bu âyetlerin tefsirinde Ashab-ı
Kiram’a uymuşlardır. Zira sabittir ki Hz. Ömer bir Cuma günü
secde âyetini okumuş ve minberden inip secde etmiş, halk da ona
bakarak onunla birlikte secde etmişlerdir. Fakat ertesi Cuma, yine
1 El-İhtiyar Li-Ta’lîlî’l-Muhtar, 1/150-152; Feteva-i Hindiyye, 1/441-455.
2 Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, 1/431-432. Abdurrahman Ceziri,
Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, 2 /652-656.
3 Necm, 53/62.
4 Meryem, 19/58.
FETVALAR
119
aynı âyeti okuduğunda halk yine secdeye davranmış iseler de cemaate “Durumunuzu bozmayın. Zira Cenâb-ı Hak bunu bize farz
kılmamış, fakat isteyerek yapanız müstesna” demiştir.1
Bunlar “Hz. Ömer bunu ashabın gözü önünde yaptığı halde
hiçbirinin ona itiraz ettiği rivayet olunmamıştır. Ashab ise şeriat
emirlerinin mânâ ve önem ölçüsünü daha iyi bilirlerdi” demişlerdir. Hâlbuki bununla ancak bir şahabının sözünü -diğer sahabilerden herhangi birinin ona itiraz etmediği zaman hüccet sayanlar
ihticac edebilirler.
Şâfiiler ayrıca, Zeyd b. Sâbitin “Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬huzurunda
Ven-Necmi süresini okuyordum. Sürenin sonunda kendisi secde
etmediği için biz de secde etmedik”2 mealindeki hadisi ile de ihticac
etmişlerdir. Tilâvet secdesini vacib görmeyenler adına, Peygamber
Efendimiz’in ‫ ﷺ‬mufassal denilen sûrelerde kâh secde ettiğine kâh
etmediğine dair olan rivayetlerle de ihticac edilmektedir. Zira bu
rivayetleri -her ravi kendi gördüğünü söylemiştir deyip- telif etmek
imkânı tilâvet secdesinin vacib olmadığını gerektirmektedir. İmam
Ebu Hanife ise «Emirleri ve emir mânâsında olan haberleri vücuba
hamletmek esastır» demiştir.
Ebul Meâlî, “İmam Ebu Hanife’nin tilâvet secdesinin vücubu için secdeyi emreden âyetlerle ihticac etmesi manasızdır. Zira
mutlak secdeye dair olan emirler, mukayyed secdenin, yani secde
âyetleri okunurken secde etmenin vücubunu ifâde etmezler. Eğer
İmam Ebu Hanife’nin iddia ettiği gibi- bunu ifâde etmiş olsalardı,
namazı emreden âyetler de okunurken namaz kılmak vacib olurdu. Namazı emreden âyetler okunduğu zaman namaz kılmak vacib
olmadığına göre, secdeyi emreden âyetler de okunurken secde etmek vacib değildir” demiştir.
İmam Ebu Hanife de “Secde hakkında varid olan haberlerden
çoğunun emir mânâsında olduğunda icma vardır. Şu halde secde
nasıl emredilmiş ise, mukayyed secde de, yani Kuran okunurken
1 Buhari, Sucudu’l-Kur’an 10, Muvatta, Kur ‘an 16, ( 1, 206).
2 Buhari, Sücûdü’l Kur’an, 1776, No:1072.
120
EBU UBEYDE
secde etmek de emredilmiştir. Zira bu haberler içinde mutlak secdeye dair âyetler olduğu gibi «Karşılarında Kuran okunduğu vakit secde etmiyorlar» âyeti gibi mukayyed secdeye dair âyetler de
vardır. Bunun için mutlak olanları da mukayyede hamletmek lâzımdır. Namaza dair emirler ise bu durumda değillerdir. Zira bu
emirlerde, namazın vücubu, birtakım başka kayıtlara bağlanmıştır. Ayrıca Peygamber Efendimiz de ‫ﷺ‬, bu âyetleri okurken secde
etmesi ile bize, bu âyetlerde secdeye dair emrin mânâsını, yani bu
âyetler okunurken secde etmek gerektiğini bildirmiştir” diyebilir.
Hangi ayetlerin secde ayetleri olduğuna gelince;
Allah en doğrusunu bilendir. Okunurken secde edilmesi gereken âyetlerin sayısına gelince: İmam Mâlik Muvatta”da «Okunması
mutlaka secde etmeyi gerektiren âyetlerin sayısı bizce on bir olup
bunların hiçbiri mufassal denilen kısa sûreler değildir» demiştir.
Mâlikîler bu âyetleri şu şekilde sıralamışlardır:
1- Araf (7/206) sûresinin son âyeti;
2- Rad (13/15) sûresinin;
3- Nahl (16/50) sûresinin
4- İsrâ (17/109) sûresinin;
5- Meryem (19/58) sûresinin
6- Hac (22/18) sûresinin;
7- Furkan (25/60) sûresinin ile son bulan âyeti;
8- Nemi (27/26) sûresinin sonu olan âyeti;
9- Secde (32/15) sûresinin ile son bulan âyeti;
10- Sâd (38/24) sûresinin ile son bulan âyeti;
FETVALAR
121
11- Fussilet (41/38) sûresinin sonu olan âyeti.
Burada kimisi “Secde yeri, bundan sonraki âyetin sonu olandır” demiştir.
İmam Şafii «Ondörttür» demiştir ki üçü İnşikâk, Necm ve Alâk
sûreleri olmak üzere kısa sûrelerdedir. İmam Şâfi, Sâd sûresinde
tilâvet secdesi bulunduğunu benimsemez. Çünkü ona göre bu sûredeki secde şükür secdesidir. İmam Ahmed ise, Hacc sûresinin
77. âyetindeki ikinci secdesi ile Sâd sûresi secdesine de yer vererek
«Onbeştir» demiştir. 1
İmam Ebu Hanife ile tabilerine göre ise secde âyetleri onikidir.
Tahâvî «Tilâvet secdeleri, Kuran-ı Kerim’de secde emrinin haber
lafzıyla bulunduğu âyetlerin secdeleridir» demiştir. Bu ihtilâfın
sebebi, Kuran secdelerinin tespitinde ulemanın çeşitli delillere
dayanmış olmalarıdır. Kimisi, bunda Medine halkının ameline,
kimisi kıyasa, kimisi semaa dayanmıştır. Medine halkının ameline dayananlar İmam Mâlik ile tabileridir. Kıyasa dayananlar da,
İmam Ebû Hanife ile tabileridir. Zira bunlar “Görüyoruz ki, üzerinde icma edilen Araf, Nahl, Rad, İsra, Meryem, Furkan, Nemi ve Secde sûrelerinin secdeleri ile Haşr süresindeki birinci secdenin hepsi
haber lafzı ile gelmiştir. Şu halde, Sâd ve înşikak sûrelerinin secdelerini de bunlara kıyas etmek gerekir. Çünkü onlar da haber lafzı
ile gelmişlerdir” demişlerdir. Bu duruma göre Hanefilerce, emir
lafzı ile gelen Necm ve Alâk sûrelerinin secdeleri ile Hacc sûresinin ikinci secdesi sakıt olurlar Semaa dayananlara gelince: Çünkü
onlar, Înşikak, Alâk ve Necm sûrelerinin secdelerinde, Peygamber
Efendimiz’in ‫ ﷺ‬bu secdeleri yaptığına dair Müslim’in kaydettiği
rivayete dayanmışlardır. 2
Esrem “İmam Ahmed’e: Hacc sûresinde kaç tane secde vardır?
Diye sorulmuş, İmam Ahmed Ukbe b. Amirin hadisini3 sıhhatli
1 Muğni’l Muhtaç; 1/244.
2 Müslim 576/105; Müslim: 2578/109.
3 Ukbe bin Âmir radiyallahu anh şöyle dedi:
“Rasulullah’a ‫ﷺ‬: Hac Suresinde secde (ayeti) iki tane midir? Dedim.
Rasulullah ‫ﷺ‬: ‘Evet, kim o secdeleri yapmayacaksa o ayetleri okumasın!’ bu-
122
EBU UBEYDE
bulduğu için iki secde vardır demiştir ki bu, Ömer radiyallahu anh ile
Ali’nin radiyallahu anh de görüşüdür” demiştir. (Kadı -İbn Rüşd- diyor ki): Ukbe b. Amirin hadisi Ebu Davud tarafından rivayet olunmuştur.
İmam Şâfîi de, Ebu Davud’un kaydettiği bu hadise dayanarak Sâd sûresinin secdesini iskat etmiştir. Ebu Said el-Hudrî’den
rivayet olunan bu hadise göre, Peygamber Efendimiz ‫ ﷺ‬bir gün
minberde Sâd sûresinin secde âyetini okumuş ve inip secde etmiştir. Fakat bir başka günde bir daha bu âyeti okuduğunda secde etmemiş ve halkın secde etmeğe davrandığını da görünce, «Bu,
ancak bir peygamberin ettiği tevbenin kabulüdür. Geçen sefer sizin secde etmeğe davrandığınızı gördüğüm için inip secde ettim»
buyurmuştur.1
Eğer sebep bu ise, Fussilet Sûresinin secdesi de emir lafzı ile
geldiği için Hanefilerce onun da sakil olması ve dolayısıyla secde
sayısının on bire düşmesi lâzım gelirdi. Bu hadiste, tilâvet secdesinin vücubunu benimseyen İmam Ebu Hanife için bir çeşit hüccet
vardır. Çünkü Peygamber Efendimiz ‫ ﷺ‬bu hadiste Sâd sûresi secdesini niçin yapmadığını açıklamıştır ki bu sebep, diğer secdelerde
yoktur. Bundan ise, bu sebebin bulunmadığı diğer secdeleri terk
etmenin caiz olmadığı anlaşılmaktadır. “Mufassal denilen kısa sûrelerde tilâvet secdesi yoktur” diyenlerden kimisi, Ebû Davud’un
îkrimeden rivayet ettiği İbn Abbas’ın hadisi ile ihticac etmiştir.2
Zira bu hadiste, Peygamber Efendimiz’in ‫ ﷺ‬Medine’ye hicret
buyurduktan sonra kısa sûrelerde secde etmediği bildirilmektedir.
Ebu Ömer “Bu doğru bir haber değildir. Zira Peygamber Efendimiz’in ‫ ﷺ‬kısa sûrelerde secde ettiğini söyleyen Ebu Hureyre radiyallahu anh, Medine’ye hicret etmezden önce Peygamber Efendimiz’in
‫ ﷺ‬yanında kalmamıştır. Hâlbuki kuvvetli raviler kendisinden,
Peygamber Efendimiz’in ‫ ﷺ‬Ven-Necmi sûresinde secde ettiğini riyurdu.” (Ebu Davud 1402).
1 Hakim, 2/431; Beyhaki, 2/318.
2 Ebu Davud, Salât, 2/329, No:1403.
FETVALAR
123
vayet etmişlerdir” der.1
Tilavet secdesinin hükmüne gelince;
Ulema, secde âyetini namaz içinde olsun, dışında olsunokuyan kimseye vacib olduğunda müttefiktirler. Fakat secde âyeti okunurken duyan kimseye vacib olduğunda ihtilâf etmişlerdir.
İmam Ebu Hanife: «Ona da vacibtir ve erkek ile kadının okumaları arasında fark yoktur» demiştir. İmam Mâlik ise: “Duyan
kimsenin secde etmesi üç şarta bağlıdır:
1- Kuran’ı dinlemek için oturmuş olması;
2- Kuran’ı okuyanın secde etmesi;
3- Okuyanın duyana namaz kıldırabilmesi.
Şu halde «Eğer kişi Kuran’ı dinlemek için oturmamışsa yahut
Kuran’ı okuyan, secde etmezse, ya da kendisi erkek, Kuran’ı okuyan, kadın olursa secde etmez» demiştir.
İbnul Kasim, İmam Mâlik’in «Eğer duyan Kuran’ı dinlemek
için oturmuşsa okuyan ona namaz kıldıramazsa da secde eder»
diye söylediğini de rivayet etmektedir.
Tilâvet secdesinin şekli hakkında fukaha «Kişi secdeye
inerken de, secdeden kalkarken de tekbir alır» demişlerdir. Fakat İmam Mâlik: «Eğer namaz içinde secde ederse bir kere tekbir alır» demiştir.
SORU 24:
Nafile namazlarda Her rekâtta Fatiha’dan sonra okuduğumuz surelerin bir sırası olması zorunlu mu, ya da müstehab mı?
Yani nüzul sırası ya da Kur’an sırasına göre mi sure seçmemiz
lazım?
1 Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/428-431.
124
EBU UBEYDE
CEVAP:
Sevgili kardeşim;
Bu konuda ilim ehli ihtilaf etmişlerdir. Bir grup Kur’an’daki
tertip şeklinde namaz kılarken kıraat etmenin vacip olduğunu söylemiştir. Diğer grup ise bunun vacip olmadığını söylemişlerdir.
Bu konudaki en açık delil ise Abdullah ibni Mesud ile Huzeyfe’den gelen Müslim’in rivayet ettiği hadistir. Nebi’ye ‫ ﷺ‬gece namazında uyan Abdullah Nebi’nin ‫ ﷺ‬namaza Fatiha başladıktan
sonra Bakara okudu ardından Nisa suresini okudu ve ardından Ali
İmran suresini okudu. İşte iki grup da bu hadisi delil aldı.1
Tertip vacip değildir diyenler dediler ki; Nebi ‫ ﷺ‬Kuran’da Ali
İmran suresinde sonra var olan Nisa suresini okuduktan sonra Al-i
İmran’a başlayarak bunun vacip olmadığını ortaya koydu.
İmam Nevevi dedi ki; “ Kadı İyad dedi ki; Bu hadiste surelerin
dizilişinin Müslümanların ictihadı olduğunun ve Nebi ‫ ﷺ‬tarafından tevkifi olarak yapılmamıştır. Bilakis bunu kendisinden sonra
ümmetine bırakmıştır. Bu Malik ve cumhur ulemanın sözüdür.
Kadı Ebu Bekir El Bakillani’de bu görüşü tercih etmiştir.
Bu görüşü onlarla beraber birçok âlim gitmiştir ve demişlerdir
ki; Kuranın kitabe haline getirilmemesinden önce de bu meselede
insanlar kuranın şu anki dizilişinin aksine önden ve arkadan bazı
yerleri okurlardı. Bu yüzden vacip olsa idi uyarılırlardı. Kaldı ki bu
konuda yasaklayan ve bunu hakka muhalefet sayan ve buna sınır
getirecek tek bir nass mevcut değildir.
Diğer bu hadisi delil alanlar ise şöyle söylemişlerdir; Abdullah
ibnu Mesud hadisin ravisidir. Yaptığı nakil tertibe delildir. Çünkü
ibnu Mesud’un mushafında Nisa suresi Ali İmran suresinden öncedir. Allah en doğrusunu bilendir.
1 Buhari, Teheccüd, 9; Müslim, Müsafirîn, 204.
FETVALAR
125
SORU 25:
Rükûdan sonraki kıyamda ellerimizi, ilk kıyamdaki gibi bağlamak mı sünnete uygun olandır yoksa salmak mı?
CEVAP:
Sevgili kardeşim;
Bu mesele ile alakalı ihtilaf ilim ehlinin kitaplarında meşhurdur.
Rükûdan kalktıktan sonra elleri bağlamak ile alakalı sünnet olduğu
görüşüne giden âlimler şu hadislerin umumunu delil almışlardır.
Vail İbnu Huceyr dedi ki; “ Nebi’yi ‫ ﷺ‬kıyamda iken sağ elini
sol eli üzerine koyduğunu gördüm.”1
Âlimler bu hadisin umumundan rükûdan önce ve sonranın
da kıyama girdiğini bu yüzden ellerin bağlanması gerektiğine hükmetmişler. Diğer ulema ise rükûdan kalkılan yerin kıyam olmadığını söylemişlerdir.
Ancak El Bani gibi aşırılardan başkasının el bağlamaya bidat
dediği 1400 senedir görülmemiş bir şeydir.
SORU 26:
Birinci sorum; Herhangi bir sebep yokken her duşa girdiğinde
gusül alan kişinin durumu nedir? Bidat mi işlemiş olur?
İkinci sorum; Müstehab olan duha namazı kaç rekâttır?
CEVAP:
Banyoya her girdiğinde duş alırken gusül abdesti almanın bir
beisi yoktur. Tıpkı abdestli iken abdest almakta olmadığı gibi. Abdest almak müstehab işlerdendir. Dileyen her su ile muaşeretinde abdest yineleyebilir. Nitekim Buhari ve Müslim’in ittifak ettiği
hadiste Kıyamet günü abdest azalarının parıldayacağı ifade edilmektedir.2 Bu hadisin farklı lafızları mevcuttur ki bu hadisi şerh
1 Ahmed, 4/316; Nesai, 2/215; Darekutni, 1/1089.
2 Ebu Hureyre’den radiyallahu anh demiştir ki: Allah Resulü ‫ ﷺ‬şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetim kıyamet gününde abdest eserinden dolayı yüzleri nurlu,
elleri ve ayakları özel işaretli olarak geleceklerdir. Artık bu parlaklığını daha
126
EBU UBEYDE
eden şarihler abdest almanın müstehap faziletli işlerden olduğunu
beyan etmişlerdir.
Duha namazına gelince bu babta sabit olan hadisler ve rivayetler cem edildikten sonra fakihlerin ortaya koyduğu mezhep şudur
ki; Duha namazı 21, 42, 63 ve 84 rekât olarak kılınan bir namazdır.
Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.
SORU 27:
Şükür secdesi hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
CEVAP:
Sevgili kardeşim, şükür secdesi Âlimlerin ekserisinin görüşüne göre caizdir.
ziyade artırmak hanginizin elinden gelirse yapsın.” (Müslim, Tahâre, 246).
1 Ebu Hureyre radiyallahu anh şöyle dedi: “Halilim (candan dostum) ‫ ﷺ‬bana üç
şeyi tavsiye etti: 1) Her ayda üç gün oruç, 2) İki rekât duha namazı, 3) Uyumadan önce vitir namazını kılmaktır.” (Müslim 720/84, Ebu Avane 2/266, Ebu
Davud 1285, Beyhaki 3/47, Ahmed 5/167)
2 Muaze şöyle dedi:
“Aişe’ye radiyallahu anha, Rasulullah ‫ ﷺ‬duha namazını kaç rekât olarak kılardı
diye sordum?
Aişe radiyallahu anha:
−Rasulullah ‫ ﷺ‬duha namazını dört rekât kılardı ve Allah’ın dilediği kadar da
ziyade ederdi dedi.” (Ahmed 6/95, Müslim 719/79, Ebu Avane 2/267, İbn Mace
1381, Beyhaki 3/47)
3 Ebu Derda radiyallahu anh şöyle dedi:
“Rasulullah ‫ﷺ‬: ‘Herkim Duha namazını iki rekât olarak kılarsa o kimse gafillerden olarak yazılmaz! Herkim dört rekât olarak kılarsa kulluk edenlerden olarak
yazılır. Herkim altı rekât olarak kılarsa, o günde kendisine kifayet olunur...’ buyurdu.” (Taberani, el-Mu’cemu’l-evsat, I,182)
4 Abdurrahman bin Ebi Leyla radiyallahu anh şöyle dedi:
“Bana, Nebi’nin ‫ ﷺ‬duha namazını kılarken gördüğünü Ümmü Hani radiyallahu anha dışında kimse haber vermedi.
Ümmü Hani radiyallahu anha şöyle rivayet etti:
−Nebi ‫ ﷺ‬Mekke’nin fethedildiği gün evime geldi. Sekiz rekât namaz kıldı. Bu
namazdan daha hafif namaz kıldığını görmedim, ancak onun rükû ve secdelerini tam yapıyordu.” (Müslim 719/80; İbn Mace, 1379; İbn Huzeyme, 1235;
Tayalisi 1520; Taberani, Mucemu’l-Kebir, 24/1025, 1026, 1027; Abdurrezzak,
4858; Humeydi, 332, 333; Beyhaki, 3/48; Ahmed, 6/341, 342, 425).
FETVALAR
127
Bazılarından kerih görüldüğü nakledilmiştir ancak bu görüş
kuvvetli değildir ki birçok şükür secdesini ispat eden nakil sabittir1.
İnsan kendini sevindirecek bir iş ile karşı karşıya kaldığında
sevincinden Allaha şükretmek için secde eder. Bu namaz gibi değildir. Tek bir secdedir. Secde edilir ve Allaha hamd ile övgü yapılarak
şükredilir.
Nitekim Ebu Bekir Sıddık Müseyleme öldürülünce şükür secdesi yapmıştır.
Aynı şekilde Kab ibni Malik tevbesinin kabulüne dair ayet
inince secde etmiştir.2
Nebi ‫ ﷺ‬Yemen’den Ali’nin yazdığı mektupta Hemda’nın Müslüman olduğunu öğrendiğinde şükür secdesi yapmıştır. Beyhaki
rivayet etmiştir ve senedi sahihtir.
Âlimler ahkâmda tilavet secdesine bağlı olduğunu söylemişlerdir.
Allah en doğrusunu bilendir.
SORU 28:
Teşrik tebrikleri hakkında bizi bilgilendirir misiniz? Sadece
erkekler mi teşrik tekbiri getirir? Teşrik tekbirleri hangi günlerde
getirilir? Teşrik tekbirlerinin hükmü nedir?
CEVAP:
Erkek kadın herkes bu hükümde eşittir.
Doğru olan görüşe göre Arefe gününün fecrinden Teşrik günlerinin sonuna kadar tekbir getirmektir. İbn Teymiyye rahimehullah
böyle söylemiştir.
Bu teşrik günleri ise; Zilhiccenin 10’u olan bayram gününden
1eş-Şürünbülâlî, el-Zübâb, s.85.
2 İbn Kayyum El-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, 3/20, 22.
128
EBU UBEYDE
sonra 11, 12 ve 13.1 günün İkindi namazının vaktinin sonuna kadardır. Ali, İbn Abbas ve İbnu Mesud’dan sabit olmuştur. Abdullah
ibnu Ömer, Meymune, Ömer ve bütün sahabe çarşılarda, meclislerde, evlerinde tekbir getirirlerdi ve tekbir getirirken de seslerini
izhar ederlerdi.
SORU 29:
Kâbe resmi olan seccadede namaz kılmak caiz midir?
CEVAP:
Sevgili kardeşim, Kâbe Allah’ın evidir.2 Allah’ın dininin şiarlarındandır.
Allah Subhanehu ve Teâlâ kitabında dedi ki; “Her kim Allah’ın şiarlarını yüceltirse şüphesiz bu kalplerin takvasındandır.”3
Dolayısı ile Kâbe’nin ayaklar altına serilmesi şiarı yüceltmek
değil değersiz hale getirmektir. Böyle bir fiilden Allah’a sığınırız.
SORU 30:
Hocam İkindi namazından önce kılınan revatip sünnetin zayıf
hadise dayandığı ve bu yüzden amel edilemeyeceğini ifade etmişsiniz, hâlbuki İkindinin sünnetine dair sahih hâdisler mevcuttur.
Bunlardan bazıları; İbn Ömer radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah ‫ ﷺ‬buyurdular ki: ‘İkindiden önce dört rekât nafile kılan kimseye Allah rahmetini bol kılsın.” Hadis sahihtir.4
Ali ibn Ebi Talib radiyallahu anh şöyle demiştir; “Peygamber ‫ﷺ‬
ikindi namazının farzından önce dört rekat namaz kılardı. İkinci
rekatın tahiyyatında Allah Teâlâ’ya en yakın meleklere ve onların
yolunca giden Müslüman ve mü’min kimselere selâm ederdi.”5
Buhari, 926.
Bakara, 2/125.
Hacc, 22/32.
Ebu Davud, (1271); Tirmizi, (430); Tayâlisî (1936); Ahmed (2/117); Ebu Ya‘lâ
(10/120) İbn Hibbân (6/206) İbn Hibban sahihlemiştir.
5 Tirmizi, Mevâkît 20, Cuma 66; Nesai, İmâmet 5; İbn Mace, İkâmet 109.
1
2
3
4
FETVALAR
129
CEVAP:
Ahmed ibnu İbrahim haber verdi; Ebu Davud haber verdi; Muhammed ibnu Mihran El Kureyşi haber verdi; Dedem Ebul Musenna haber verdi; İbn Ömer’den Nebi sallahu aleyhi ve selem dedi ki;
“ İkindiden önce 4 rekât kılana Allah rahmet etsin.”1
Hafs İbnu Ömer haber verdi ki; Şube haber verdi; Ebi İshak’tan
haber verdi; Asım ibnu Damre’den haber verdi; Ali’den haber verdi
ki; “ Nebi ‫ ﷺ‬ikindiden önce iki rekât kılardı.”2
Bündar haber verdi; Ebu Amr haber verdi ki; Sufyan haber verdi ki; Ebi İshak’tan haber verdi; Asım ibnu Damre’den haber verdi
ki; Ali dedi ki; “Nebi ‫ ﷺ‬İkindiden önce 4 rekât kılardı. Bunların
arasını mukarrep meleklere selam vererek ayırırdı. Müminlerden
ve Müslümanlardan tabi olanlarda böyle yaparlardı.”3
Yahya ibnu Musa dedi ki; Mahmud ibnu Gaylan dedi ki; Ahmed ibnu İbrahim dedi ki; Başka bir yoldan daha Ebu Davud Tiyalusi dedi ki; Muhammed ibni Müslim ibni Mihran haber verdi
ki; Dedesi İbn Ömer’den işitmiştir ki; Nebi ‫ ﷺ‬şöyle söylemiştir;
“İkindiden önce 4 rekât kılana Allah rahmet etsin.”4
İshak ibnu İbrahim haber verdi ki; Bana Veki haber verdi ki;
Talha ibnu Yahya haber verdi ki; Ubeydullah ibni Abdullah ibni
Utbe haber verdi ki; Ümmü Seleme’den haber verdi ki; dedi ki; “
Nebi ‫ ﷺ‬ikindiden önce iki rekat namazından meşgul olunca o iki
rekatı ikindiden sonra kıldı.” (Nesai)
Bu hadisin benzer lafızları gibi bir lafız Aişe’den radiyallahu anha
nakledilmiştir.
1 Ebu Davud (1271); Tirmizi (430); Tayalasi (1936); Ahmed 2/217; Ebu Ya’la
10/120; İbn Hibban 6/206.
2 Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/30.
3 Ahmed, Müsned, 1/85, 142, 143, 146; Tirmizi, 595, 596; İbn Mace, 1161.
Tirmizi diyor ki: Bu hadis hasendir. İshak b. Rahûyeh: “Hz. Peygamber’in ‫ﷺ‬
nafile namazları konusunda rivayet edilen en hasen hadis budur” demiştir.
4 Tirmizi, Salât, 301. Tirmizi dedi ki; Bu hadis Hasen garip hadistir.
130
EBU UBEYDE
İmam Nevevi, Müslim şerhinde Aişe’den gelen hadisi zikrederken demiştir ki; “ Kadı İyad dedi ki; Bu hadiste bahsedilen ikindiden önce iki rekât muhtemeldir ki öğlenin son sünnetidir. Bu
yüzden ikindiden önce diye isimlendirilmiştir.”
Zeynuddin El Iraki’de Şerhut Tagriyb’de şunları kaydetmiştir;
“Sanki Nevevi bu sözünde tevilsiz bir şekilde iki sahihte ikindinin
sünneti olmadığını irade etmiştir. Allah en doğrusunu bilendir.”
İbnu Kudame rahimehullah “İkindiden önce 4 rekât kılana
Allah rahmet etsin.” Hadisi hakkında dedi ki; “ Buna teşvik etti
ancak revatip sünnetlerden kılmadı. Çünkü hadisin ravisi İbn
Ömer, Nebi’den ‫ ﷺ‬yaptığı rivayette ki namazı (devamlı bir şekilde) korumadı.
Ayni Ebu Davud şerhinde; Ahmed ibnu İbrahim haber verdi;
Ebu Davud haber verdi; Muhammed ibnu Mihran El Kureyşi haber
verdi; Dedem Ebul Musenna haber verdi; İbn Ömer’den Nebi sallahu aleyhi ve selem dedi ki; “ İkindiden önce 4 rekât kılana Allah
rahmet etsin.” Ebu Davud hadisi hakkında dedi ki; “ Bu hadisi delil
alan âlimler ikindiden önce sünnet olduğu görüşüne gittiler.
Mebsut’un sahibi dedi ki; “İkindiden önce nafile güzel bir
iştir. Ancak devamlı revatip sünnetlerden olduğu sabit değildir.
Çünkü Aişe hadisini zikretmemiştir. Nebi’nin ‫ ﷺ‬bunu koruduğu
rivayet edilmemiştir. Bunu yapmanın fiili hükmü hakkında ihtilaf edildi. Onun 4 kıldığı da rivayet edildi. İki rekât kıldığı da rivayet edildi. 4 kılarsa güzel iştir. Hadisi Tirmizi tahriç etti. Hadis
için hasen gariptir dedi.”
İbnul Kayyum bu hadis için dedi ki; “ Bunun sıhhati hakkında
ihtilaf edildi. İbn Hibban sahih dedi. Diğerleri de zayıftır dediler.
Ebu Zura ve Fallas dedi ki; Bu haberde münker vardır.”
Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi bu hadis için hasen derken; İbn
Hibban ve Hakim sahih demişlerdir.
FETVALAR
131
İmam Sanani bu hadiste kast edilen sünnet için Subulus Selam‘da dedi ki; “ Bu ‘İki ezan arasında namaz vardır’ hadisinin
geneli gereği olan namazdır.(Özel olarak ikindiden önceki sünnet
değildir demek istiyor.)”
Bu hadisin ayrıca senedinde İbni Mihran vardır ki onun hakkında farklı sözler vardır. İbn Hibban onu sika saymıştır.
İbrahim En Nehai dedi ki; “ İkindi den önce 4 rekât kılarlardı
da bunu sünnetten görmezlerdi. İkindiden önce hiçbir nafile namaz kılmayanlardan ise; Said İbnul Museyyeb, Hasan’ul Basri ve
Said ibnu Mansur vardır.”
SORU 31:
Hocam, Kurban farz mıdır? Eğer farz ise kimlerin kesmesi
farzdır?
CEVAP:
Kurban müekked sünnettir.1 Resulullah ‫ ﷺ‬kesinlikle terk
etmemiştir. Vefat ettiği sene 63 hayvan kesmiştir. Sonra Ali’ye
radiyallahu anh kesmeye devam etmesini söylemiştir. O’da 100’e
tamamlamıştır.2
1 Enes bin Malik radiyallahu anh şöyle dedi: “Nebi ‫ﷺ‬:
‘Herkim kurbanını namazdan önce keserse, o ancak kendi nefsi için et kesmiş
olur. Herkim de namazdan sonra keserse, o kurban kesme ibadetini tam yapmış ve Müslümanların sünnetine isabet etmiş olur’ buyurdu.” (Begavi 1113,
Buhari 5617)
-Cebele b. Suhaym’den radiyallahu anh rivâyete göre, adamın biri İbn Ömer’e
radiyallahu anh kurban kesmek vâcib midir? Diye sordu. O da; Rasulullah ‫ﷺ‬
ve Müslümanlar kurban kestiler dedi. Adam aynı soruyu tekrar edince aklını
kullanıp ne dediğimi, anlamıyor musun? Rasulullah ‫ﷺ‬, ondan sonrada Müslümanlar kurban kestiler. (İbn Mace, Dahaya: 2; Tirmizi: Bu hadis hasen sahihtir.
İlim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup; Kurban kesmek vâcib değildir. Lakin Rasulullah‘ın ‫ ﷺ‬sünnetlerinden bir sünnettir. Hoşlandığı ibadetlerden biridir. Süfyan es Sevrî ve İbn’ul Mübarek’in görüşü de böyledir.)
-Ebu Seriha’dan radiyallahu anh: “Ebu Bekir ve Ömer radiyallahu anhuma (farz
zannedilmesinden çekinerek) kurban kesmezlerdi. (Beyhaki, 9/265; İrvau’l-Galil 4/355).
2 Müslim, Hac, 1218; Ebu Davud, Menasik, 56.
132
EBU UBEYDE
Bugün nefsi ihtiyaçlarına milyarlar harcayanların Allah’a kurban edilmek üzere bir hayvan kesmekte binlerce bahane uydurduklarını görebilirsiniz. Kurban takvadır. İnsanın Allah’a en güzel
hayvanı kurban etmeyi istemesi en güzel ibadettir. Allah Subhanehu
ve Teâlâ hayır versin. Bu ibadette gevşek olmamak gerekir.
SORU 32:
Kurban bayramında ilk olarak kurban etinden yemek müstehab mıdır? Kurbanlık hayvanını bayramın 2. veya 3. günü kesecek
kişiler için de durum aynı mıdır?
CEVAP:
Böyle bir fiil müstehaptır. 2. Veya 3. Gün kesme arasında bir
fark yoktur. Çünkü teşrik günleri kurban kesim günleridir. Ali radiyallahu anh bunun böyle olduğunu söylemiştir.1
Bir takım ilim ehli kurban bayramı sabahı kurban eti ile kahvaltı yapma rivayeti için zayıf deseler de diğer bir kısmı bunu kabul
etmişlerdir. Amel etmekte bir beis yoktur inşallah.2
SORU 33:
Rici talakla boşanan kadın iddet döneminde iken, yabancı bir
erkeğe boşanmış olduğu haberini gönderebilir mi? Bakara 235’i3
nasıl anlamalıyız? İddet dönemindeki kadına ve erkeğe mübah
1 Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas’dan radiyallahu anhum nakledilmiştir:
Kurban kesme günleri üç gündür, ilk gün en faziletlisidir. (Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, Dahaya, No:19791, 14/248,)
Ayrıca Abdullah b. Ömer de radiyallahu anh şöyle demiştir:
-Kurban kesme günleri birinci kurban gününden sonra iki gündür. (Muvatta,
Dahaya: 6)
2 Ebu Bureyde radiyallahu anh anlatıyor; ‘Peygamber ‫ﷺ‬, Ramazan bayramı günü
yemek yemeden önce çıkmazdı. Kurban bayramı günü de, kurbanını kesinceye kadar yemek yemezdi. (Tirmizi, 540; İbn Huzeyme, 1426; Hadis lafzı, İbn
Huzeyme’ye aittir. Sahih senetle rivayet edilmiştir.)
3 “(İddeti bekleyen) Kadınları nikâhlamak istediğinizi (onlara) sezdirmenizde ya
da böyle bir isteği gönlünüzde saklamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Gerçekte Allah, sizin onları (kalbinizden geçirip) anacağınızı bilir. Sakın bilinen
(meşru) sözler dışında onlarla gizlice vaadleşmeyin; bekleme süresi tamamlanıncaya kadar nikâh bağını bağlamaya kesin karar vermeyin. Ve bilin ki, elbette
Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan kaçının. Ve bilin ki, şüphesiz
Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak davranandır.” Bakara, 2/235.
FETVALAR
133
olan evlenme isteğini kapalı olarak ileteceği lafızlardan birkaç örnek verir misiniz?
CEVAP:
Fahrur Razi sorduğunuz örnekteki gibi bir kadının rici talak
altında iken başka yabancı bir erkek ile nikâhlamasının haram olduğunu beyan etmiştir. Çünkü iddeti tamamlanmadan daha kocasının talağı ve mirası altındadır demiştir.
Bu ayetin tefsirinde Âlimler gizlide sözleşmesinden kastın iddet bekliyor iken zinaya sözleşmek sonra da nikâhlanmak olarak
yorumlamışlardır. Cabir İbnu Zeyd, Ebi Milciz, Hasan, Katade,
Dahhak ve İbrahim En Nehai bu mezheptedirler1
İbn Battal iddetteki bir kadının icma ile biri ile vaadleşmesinin
haram olduğunu nakletmiştir. Şevkani de iddette iken başka biri
ile nikâh akdi yapmanın haram olduğunda icma nakletmiştir.
Özet olarak özelde sözleşmemek genel olarak nikâh yapmamak ve onlarla zina etmemek olarak yorumlanmıştır.
Sorunuzun “iddet dönemindeki kadına ve erkeğe mubah olan
evlenme isteğini kapalı olarak ileteceği lafızlardan birkaç örnek
verir misiniz” kısmına gelince İbn Abbas’ın şöyle söylediği nakledilmiştir; ‘Ben evlenmek istiyorum’ ya da ‘Allah bana Saliha zevceyi kolaylaştıracak’ gibi benzeri sözler ile tefsir ettiği Abdurrezzak,
İbn Ebi Hatim, İbnul Munzir ve İbn Cerir gibiler tarafından rivayet
edilmiştir.
SORU 34:
Mahremler konusunda bilgi verir misiniz, eşlerin amca, hala,
teyze, gibi mahrem olan kişileri, eşi içinde mahrem midir? Baba
ve annelerimizin mahrem akrabaları bize de mahrem midir? Kâfir
kadınların erkekler hükmünde olduğu ve onların yanında kadınların saçını açamayacağı doğru mudur ve doğruysa teyze hala gibi
akrabaların yanında da kadın başını açamaz mı?
1 İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 3/374-376.
134
EBU UBEYDE
CEVAP:
Mahremler; 3 şekilde olur. Doğumdan, sütten ve sebepten dolayı haram olanlardır. Mahremler Allah’ın kitabında 14’dür. Bunların
7’si nesepten diğerleri de sebeptendir. Sebepten olanlar da iki kısımdır. Ya sütten haram olanlar ya da akrabalıktan haram olanlar.
Doğumdan dolayı mahrem olanlar;
1- Annelerdir ki anne ve baba tarafından yukarı doğru olanların hepsidir.
2- Kızlardır ki çocukların kızları da dâhil olmak üzere aşağıya
doğru hepsidir.
3- Kız kardeşler ki ister anne tarafından olsun isterse baba tarafından kız kardeş olsun.
4- Halalardır ki babanın ve dedenin yukarı doğru bütün kız
kardeşleridir.
5- Teyzeler ki annenin ve nenenin bütün kız kardeşleri yukarıya doğru bunun içine girer.
6- Kız kardeşin kızları ki aşağıya doğru torunlar ve kızları da
dâhildir.
7- Erkek kardeşin kızları ki aşağıya doğru torunlar ve kızlarıdır.
Sebepten haram olanlardan, Sütten haram olanlardır; Aişe’den
Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki; “Nesepten ne haramsa sütten de o haram olur.”1
Hısımlık ile haram olanlar;
1- Nikâhlanılan kadınların Anneleri ve neneleri, nesep ve sütten olan hepsi bu nikah akdi ile haram olur.
1 Buhari, Farzul-Humus 4, Şehadât 7, Nikâh 20; Müslim, Rada’ 1-2 (1444), 3-10
(1445); Ebu Davud, Nikâh 6 (2055}; Tirmizi, Rada11 (1147); Nesai, Nikâh 49,
52; İbn Mace, Nikâh 34 (1937); Ahmed b. Hanbel, 6/72.
FETVALAR
135
2- Kendisi ile evlenilen kadınlardan gerdeğe girilen kadınların
kızları da haramdır.
3- Kendisi ile evlenilen kadınların oğullarının kızları da
haramdır.
4- Kişi ile halasını ve teyzesini bir araya getirmek de haramdır.
İşte bunlar mahrem olanlardır. Bu sorunuzun birinci kısmıdır.
Sorunuzun; “Eşlerin amca hala teyze gibi mahrem olan kişileri, eşi içinde mahrem midir” bu kısmı da yukarıda sebep ile haram
olanlar kısmında izah edilmiştir.
Sorunuzun “Kâfir kadınların erkekler hükmünde olduğu ve
onların yanında kadınların saçını açamayacağı doğru mudur ve
doğruysa teyze hala gibi akrabaların yanında da kadın başını açamaz mı” kısmına gelince de şöyle izah edebiliriz; Allah Subhanehu ve
Teâlâ Nur Suresi 31. Ayetin tefsirinde kadının avret yerlerine dâhil
olan ziynetlerini gösterebileceği kişileri zikrederken şu ifadeyi kullanmıştır “ …Sizin kadınlarınızdan…” burada sizin kadınlarınızdan başkasına göstermesinler ifadesi yer almıştır.
İmam Maverdi tefsirinde bu ifadenin hemen ardından demiştir ki; “ Burada iki izah yapılmıştır; birincisi, yalnızca Müslüman
kadınların yanında açabilirler. Asla kâfir kadınların yanında açamazlar. Bunu Kelbi söylemiştir. İkincisi; bütün kadınların yanında
açabilirler.”
Bu ihtilafta Allah Subhanehu ve Teâlâ en iyisini bilendir. Selefin
çoğu birinci görüşü almışlardır. Bu da ifade eder ki eğer kadının
halası ve teyzesi Müslümanlardan değil ise kadın onların yanında
el ve yüzden başka bir bölgesini gösteremez. Ancak burada âlimlerin göremez dediği yer avret yerleridir. Çünkü Ömer ibnul Hattab,
Ebu Ubeyde ibnul Cerrah’a mektup yazarak kendi bölgesindeki kitap ehli olan kadınların Müslüman kadınlarla bir hamam da yıkan-
136
EBU UBEYDE
dıklarını ve bu yüzden onları bundan men etmesini talep etmiştir.1
Müşrik kadınların yanında insanın avretini açmadan kıyafetleri ile
oturması ile böyle bir durum tabii ki kıyas edilemez.
SORU 35:
Bir kadın nikâh akdi yapılırken, “benden başka bir kadınla
evlenmeyeceksin” diyerek şart koşarsa, bu şartı batıl mıdır? Erkek
buna riayet etmezse nikâh akdi geçersiz mi olur? Yoksa nikâha bir
zararı yok mudur?
CEVAP:
Hanbelilerden İbnu Kudame Mugni’de şunları söylemektedir;
Muayyen bir vakitte boşanmasını şart koşarak nikâhlanma
meselesi:
“Eğer belirli bir vakitte nikâhı fesh etmek üzere nikâh akdi yapılır ise nikâh akdi yapılmış sayılmaz. Yani belirli bir vakitte nikâh
akdini fesh etmeyi şart koşarsa demektir. İster o vakit malum olsun
isterse o vakit meçhul olsun fark etmez. Babasına yada erkek kardeşine kadının gitmesi durumunda boşanması gibi bir durumda
Ebu Hanife nikah sahihtir ama şart batıldır demiştir. Şafi’den gelen
zahir kavil de budur. Genel olarak kitaplarında bunu söylemiştir.
Çünkü nikâh mutlak olarak gerçekleşmiştir. Ancak o kendi nefsinin şartını koşmuştur. Bu da nikâha etki etmez. Tıpkı üzerine erkeğin evlenmemesini ya da sefere gitmemesini şart koşması gibidir.
Bize göre(Hanbeliler) bu şart ile nikâhın kalması mümkün değildir. Bu (belirli bir vakitte talak verilmesi şartı ile) muta nikâhına
benzemektedir.”
İmam Nevevi’de Mecmuul Şerhul Muhezzeb’te böyle bir şartın
batıl olduğunu kaydetmiştir.
Sonuç itibarı ile nikâh akdi geçersiz olmaz ancak şart da geçerli değildir.
1 İbn Kesir, Muhtasaru’t-Tefsir, C.2, S.600-601, Arapça Baskısı.
FETVALAR
137
SORU 36:
Nikâh akdi sırasında kadının kendi üzerine evlenmemesini
istemesi batıl diye cevaplamışsınız. Peki, o zaman Ali radiyallahu anh
Fatıma vefat etmeden neden evlenmedi?
CEVAP:
Nebi’nin ‫ ﷺ‬Ali’yi radiyallahu anh Fatıma annemizin üzerine Ebu
Cehil’in kızını nikâhlamak istediğinde izin vermemesi kıssasında
hiçbir âlim birinci kadının razı olmamasının sebebi ile ikinci kadın
ile nikâhlanamayacağını çıkarmamıştır.
Sadece Buhari şarihlerinden İbn Battal demiştir ki hür bir kadının üzerine bir cariye nikâhlamak isterse bir kişi bu hür kadının
iznine bağlıdır. Ancak hür kadının üzerine hür kadın nikâhlanırken birinci hür kadının iznine ihtiyaç yoktur.
Yine İbn Battal, İmam Nevevi ve Bedreddin El Ayni bu hadisin şerhinde aynı ifadeleri kullanarak Ali’nin Ebu Cehil’in kızını
nikâhlamasının helal olduğunu nakletmişlerdir.1
Ancak Nebi’nin ‫ ﷺ‬bunu iki illetten dolayı ondan yapmamasını talep ettiğini söylemişlerdir. O iki illeti açıklamadan önce şunu
da belirtmek gerekir ki hadisin birçok rivayetinde ‘Ben Allah’ın helal kıldığını haram kılmıyorum’2 ifadesi vardır. Âlimler Ali’nin radiyallahu anh Ebu Cehil’in kızını nikâhlamasının helalliğini buradan
çıkarmışlardır.
İki illete gelince âlimlerin ifade ettiği gibi birincisi; Ebu Cehil’in kızının yani Allah’ın düşmanının kızının Allah’ın Resulünün
kızının üzerine gelmesinin Nebi’yi ‫ ﷺ‬incitmesidir. Çünkü Nebi
‫ ﷺ‬demiştir ki; Bana eza veren Fatıma’ya da eza verir.3 Dolayısı ile
1 İmam Nevevi, Şerh-i Sahih-i Müslim c.9, 333-335.
2 Tirmizi, c.5, s.698-699; İbn Mace, c.1, s.644; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c.4,
s.326-328; Heysemi, Mecmeü’z-Zevaid c.9, s.203; Kenzü’l-Ummal, c.13, s.677;
Es-Sahihu min Süneni’l-Mustafa, c.1, s.323-324; El-Müstedreku Alas-Sahihayn,
c.3, s.158.
3 Buhari, Nikah, 109, Müslim, Fezailu’s- Sahabe, 93/94.
138
EBU UBEYDE
bundan nehyetmesinin birinci sebebi budur.
İkincisi ise; Fatıma’nın kıskançlığından dolayı fitneye düşmesinden korkmasıdır. Ancak hiçbir kadın yoktur ki bu kıskançlıktan
beri olsun.
Netice itibarı ile kadının rızası olmadan yapılan ikinci nikâh
sahihtir. Ancak karşılıklı tarafların razılaşması esastır ki insanlar
dinlerinde fitneye düşmesinler.
Allah en doğrusunu bilendir.
B Ö L Ü M III
HADİSVESÜNNET
S O R U L A R I
SORU 1:
Cuma günü Kehf suresini okumanın fazileti hakkında varid
olan hadisler sahih midir? Bu hadislerle amel edebilir miyiz?
CEVAP:
Cuma günü Kehf suresi okumak müstehaptır. Hâkim Sahih’inde Ebi Said’den şöyle nakletmiştir; “Her kim cuma günü Kehf suresini okur ise iki cuma arası onun için nur kılınır.”1 Bu hadisi Hâkim ve Nesai rivayet etmiştir. Hâkim merfu olduğunu söyleyerek
hadisi sahihlemiştir. Hâkim ve Darimi’nin yaptığı Ebu Said rivayeti
ise mevkuftur ve bu hadis hakkında ihtilaf edilmiştir. Ancak Nesai
ve Darekutni hadis için sahih demiştir. Bu hadis mevkuf bir hadis
dahi olsa hüküm olarak merfu hadistir. Çünkü sahabenin kendi
nefsinden müstakil bir ibadet için bir mükâfat belirlemesi beklenemez. Nitekim bu da bu sözün Nebi’nin ‫ ﷺ‬sözü olduğu anlamına gelir. Hanbeli, Hanefi ve Şafii fakihleri Cuma günü Kehf suresi
okumanın müstehap olduğu görüşündedirler. Bu surenin tamamını okumak ile alakalı olan kısımdır. Ancak bu surenin bir kısmını
okumanın fazileti hakkında varid olan hadisler sabit değildir.
İbn Teymiyye rahimehullah bu konu hakkında şunları sarf etmiştir; “Cuma günü Kehf suresi okumanın fazileti hakkındaki eserleri fıkıh ve hadis ehli rivayet etmişlerdir. Ancak ben bu okumanın
ikindi vaktine munhasır olduğuna dair bir şey işitmedim.”
SORU 2:
Huneyde b. Hâlid’den, o eşinden (hanımından), o da Peygamber’in ‫ ﷺ‬bazı hanımlarından rivâyet ettiğine göre; “Peygamber’in ‫ ﷺ‬hanımlarından (Hafsa veya Ümmü Seleme) şöyle dedi:
‘Rasulullah ‫ﷺ‬, Zilhicce’nin ilk dokuz günü, Âşûrâ (Muharremin
onuncu) günü ve her (hicrî) ayın ilk Pazartesi günü ile sonraki iki
Perşembe günleri olmak üzere 3 gün oruç tutardı.’ ” Ahmed, hadis
no: 21829. Ebu Davud; hadis no: 2437. Nasbur-Râye’nin yazarı, (c:
2, s:180de) hadis zayıftır, demiştir.
Fakat Elbânî hadis sahihtir, demiştir. Bu hadis ile amel edilir mi?
1Hâkim, el-Mustedrek II, 368; “Bu isnadı sahih bir hadis olup, Buhari ve Müslim bunu rivayet etmemiştir.” demektedir.
144
EBU UBEYDE
CEVAP:
Allah hadislerin senetlerine dair hırsınızı ve gayretinizi arttırsın.
Ancak bu hadise zayıf diyen âlimlerin sözleri doğru olsa
dahi Zilhicce’nin ilk on gününde orucu ve diğer ibadetleri arttırmak diğer sahih nasslar ile mevcuttur. Örneğin; Ebu Hureyre’nin radiyallahu anh rivayetine göre Rasulullah ‫ ﷺ‬şöyle buyuruyor: “Allah’a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce’nin ilk on
gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her
günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar
da Kadir Gecesi’ne denktir.”1
Hafsa’dan radiyallahu anh yapılan rivayete göre şöyle demiştir:
“Dört şey vardı ki Rasulullah ‫ ﷺ‬onları hemen hemen hiç terketmedi:
• Aşura orucu,
• Zilhicce’nin ilk on gün orucu,
• Her aydaki üç gün orucu,
• Sabahın iki rek’at (sünnet)ini.”2
Abdullah İbni Abbas radiyallahu anh şöyle dedi: “Rasulullah ‫ﷺ‬
şöyle buyurdu: “Kendisinde salih amel işlenen günlerin Allah’a en
sevimlisi bu günler yani (Zilhicce’nin ilk) on günüdür.”
Sahabeler:
- Ya Rasulullah! Allah’ın yolunda yapılan cihad da mı (o günler
kadar sevimli) değildir? diye sordular.
Rasulullah ‫ ﷺ‬şöyle buyurdu:
- Evet, Allah’ın yolunda yapılan cihad da! Ancak canı ve malı
ile cihada çıkıp da onlardan hiçbir şeyi geri döndürmeyen (yani
şehid olan) hariçtir.3”
Bu yüzden amel etmekte bir beis yoktur.
1 İbn Mace, Sıyam, 39.
2 Nesai, Sıyam: 83, Ahmed b. Hanbel, 6/287.
3 Ebu Davud, 2438; Buhari, 928; Tirmizi, 754; İbn Mace, 1727; Tergib ve Terhib,
3/20; Beyhaki; Taberani; Bezzar; Ebu Ya’la; İbn Hibban.
FETVALAR
145
SORU 3:
Ölülere Kur’an okumanın İslam’daki hükmünü ve bununla
ilgili Tirmizi ve Ebu Davud’ta isnat edilen Peygamberimiz’in ‫ﷺ‬
“Ölülerinizin ardından Yasin okuyun.”1 Hadisinin sıhhatini öğrenmek istiyorum?
CEVAP:
Bu hadisi, İmam Ahmed, Müsned’inde üç yerde rivayet etmiştir. Tayalusi, İbn Mace, Ebu Davud, Nesai, İbnu Hibban, Beyhaki,
Begavi, Taberi, Hâkim de rivayet etmiştir. İbn Hacer, ‘Telhisul Haber’ adlı eserinde zikretmiştir.2 Darekutni rivayet etmiştir ve bu hadis hakkında demiştir ki; “Bu hadisin isnadı zayıf, metni meçhuldür. Bu konuda sahih bir hadis yoktur.”
İlim ehli bu hadisi zayıf saymakla beraber tevilini de şu şekilde yapmışlardır ki, “Ölülerinize okuyun derken ölüm esnasında
okuyun demektir.” Nitekim Zehebi, ‘Siyeru Alemun Nubela’ adlı
eserinde şu rivayeti Ahmed İbn Hanbel’in hocası Abdurrahman
el-Mehdi’den yapmıştır ki o şöyle dedi; “Süfyan’ın öldüğü gün
onun yanına ikindi namazına çıkarmak için gittim. Beni bu hal
üzere bırak çık, dedi. Ben de başında namaz kıldım. Dedi ki, bana
Yasin suresini oku. Çünkü denilir ki, o hastalığı hafifletir.”
Ölüm bir hastalıktır. Âlimler, ölümün insana verdiği ağırlığı
hafifletir, demişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir.
SORU 4:
Zeytinyağı ile tedavinin sünnette sahih bir delili var mıdır?
CEVAP:
İshak İbn Rahaveyh, Müsned’inde şu hadisi tahriç etmiştir ki;
“Zeytinyağını sürünün…”
1 Ebu Davud, Cenâiz, 24; İbn Mace, Cenâiz, 4.
2 İbn Hacer, et-Telhîsu’l-Habîr, c: 2, s: 244-245.
Ayrıca bkz: Mizzi, Tuhfetü’l-Eşrâf, c: 8, s: 465; İbnü’l-Kattân, Beyânü’l-Vehm
ve’l-Îhâmi’l-Vâkıayn fî Kitâbi’l-Ahkâm, c: 5, s: 49).
146
EBU UBEYDE
Tıp tecrübeden ibarettir. Eğer tıpta Allah’ın ve Resulü’nün ‫ﷺ‬
yasakladığı haram bir metot kullanılmıyor ise asıl mubahlıktır. Bu
emirden yola çıkarak zeytinyağı sürünmenin tecrübe ile ve hadisin
tavsiyesi ile faideli olduğu tespit edilmiştir. İslam bunu reddetmez.
SORU 5:
“Zemzem ne niyetle içilirse ona şifa olur.“1 Hadisinin sıhhati
nedir?
CEVAP:
Bu hadisi Ahmed rivayet etmiştir. Aynı şekilde İbn Mace’de rivayet etmiştir. Bu hadiste zayıflık vardır. Çünkü iki muhaddisin
de getirdiği rivayetlerin senedinde Abdullah İbn Müemmel vardır.
Onun hadisleri zayıftır.
Ahmed İbn Hanbel, onun hadisleri için “Münkir hadislerdir.”
demiştir.
Ebu Davud, “Hadis münkirdir.” demiştir.
İbnu Adi, “Onun hadislerindeki zayıflık açıktır.” demiştir.
Ukayli, zayıfları zikrettiği kitabında bu hadisi zikrettikten sonra bu hadise tabi olunmayacağını söylemiştir.
Muaviye’den zikredilen Mekke’nin haberlerinde Fakihi’nin kitabında naklettiği bir rivayeti vardır. Dedi ki; “Zemzem içildiği şeye
şifadır.” Hafız İbnu Hacer bu hadis için “Hasendir.” demiştir.
Fakihi’nin yaptığı rivayetin senedinde Muhammed İbnu İshak
vardır. İbnu Ebi Hatim onun kezzab olduğunu söylemiştir.
Müslim’in Sahih’inde Ebu Zer’den rivayeti vardır. Nebi ‫ﷺ‬
dedi ki; “O mübarektir. Lezzetli bir yiyecektir.”
Abdurrezzak sahih bir sened ile zemzem hakkında şunu riva1 Fethü’r-Rabbani, 23/247.
FETVALAR
147
yet etmiştir; “Mamar, Abdullah İbnu Tavus’tan o da babasından rivayet etmiştir ki; “Zemzem lezzetli bir yiyecektir. Hastalığa şifadır.”
SORU 6:
“Sadaka Rabbin gazabını söndürür.”1 Hadisinin sıhhati nedir?
CEVAP:
Bu hadisi Tirmizi Cami’sinde İbn Hibban’da Sahih’inde rivayet etmiştir. Enes İbnu Malik’ten rivayet etmişlerdir.Bu hadis
münkir2 bir hadistir. Abdullah Huzzaz vardır ki onun hadisi
münkirdir. Ebu Zura böyle söylemiştir. Nesai onun için demiştir
ki; o sika değildir. İbnu Adiy demiştir ki; “Bu muddarip3 hadistir. Onun ile hüccet edinmek olmaz.”Ukayli dedi ki; “Onun çok
hadisine tabi olunmaz.”
SORU 7:
Aşure gününde 3 kere okunduğunda ölümden emin kılınacağı, sonraki Muharreme kadar sıkıntı ve belalardan emin olunacağı söylenen “Allahümme entel ebediyyulkadîm...” şeklinde
başlayan Muharrem ayı duası sahih midir?
CEVAP:
Buna dair sahih kaynaklarda varid olan bir eser bilmiyoruz.
Ancak Muharrrem ayının 10. günü olan aşure gününde oruç tutmak sahih sünnetlerden bir tanesidir. Dolayısı ile 9. ve 10. gün tu1 Mecmeu’z-Zevâid, III/110; Feyzü’l-Kadîr, IV/193.
2 Zayıf bir ravinin sika (güvenilir) ravilere muhalif olarak rivayet ettiği ve bu
rivayetiyle tek kaldığı hadis. “İki zayıf raviden daha zayıf olanın diğerine muhalif olan rivayetidir” diye de tarif edilmiştir (İbn Hacer el-Askalâni, Nuhbetü’l-Fiker Şerhi, s. 55; Tecrid Sarih Tercemesi, I, 123; Suphi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları (trc. Yaşar Kandemir), s. 162-163 Talat Koçyiğit, Hadis
Istılahları, s. 287; Hayreddin Karaman, Hadis Usûlü, s.92.
3 Muztarıb hadisin zayıf sayılmasının sebebi, râvilerin hıfz ve zabtları hakkında ihtilâf edilmesidir. Râvilerin birinin hıfz, zabt veya hadisi aldığı kimseden
uzun müddet hadis dinlemiş olmasıyla ihtilaf ortadan kalkar ve ravilerden
birini diğerine tercih imkânı doğduğu için de hadis muztarıb olmaktan çıkar
(Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, 157).
148
EBU UBEYDE
tulan oruçtan başka bu aya dair bir şey bilmiyoruz.
Nitekim Rasulullah ‫ ﷺ‬şöyle söylemiştir; “Ramazan orucu dışında en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem’de tutulan oruçtur.
Farzlar dışında en faziletli namaz da gece namazıdır.”1 Müslim ve
Nesai rivayet etmiştir.
SORU 8:
“Müşriklerle beraber oturmayın, onlara karışmayın; kim onlarla birlikte oturur veya onlara karışırsa onlar gibidir.”2 Hadisi
sahih midir?
CEVAP:
Hadisi muhaddislerden bazıları hasen3 saymışlardır. Nesai hadisin güçlü olmadığını belirtmiştir. İmam Buhari’de isnadın münker olduğunu söylemiştir.
SORU 9:
“Her hatmin sonunda icabet edilen bir dua vardır” hadisinin
sıhhati nedir?
CEVAP:
Bu hadisi Ebu Nuaym Hilye adlı eserinde rivayet etmiştir ki
bu hadisin mevzu bir hadis olduğu malumdur. Hadisin isnadında
Yahya ibnu Haşim es Simsar vardır.
İmam Nesai bu şahıs hakkında dedi ki; Onun hadisi terk edilir.
Yahya bin Main dedi ki; Bu adam Kezzabtır.
1 Müslim, Sıyâm 202, 203. Ayrıca bk. Ebu Davud, Savm 56; Tirmizi, Mevâkît
207; Nesai, Kıyâmü’l–leyl 6.
2 Tirmizi, Siyer 42.
3 “Adâlet şartını taşımakla birlikte, zabt yönünden sahih hadis râvîlerinin derecesine ulaşamamış kimselerin muttasıl (kesintisiz) isnatla rivâyet ettikleri, şâz
ve illetten uzak hadis” (İbn Hacer, Nuhbetü’l-Fiker, s. 24);
“Râvîsi doğruluk ve emânetle meşhur olmakla birlikte, zabt vasfındaki kusurundan dolayı sâhih derecesine ulaşamayan hadis” (Suyuti, Tedrib, s. 89).
FETVALAR
149
İbn Adiy dedi ki; Bu adam hem hadis koyar hem de onu çalardı.
Kur’an hatmedildiğinde duanın iki hali vardır;
Birincisi; hatmedildi diye namazda dua etmektir. Bu da sonradan çıkarılan bidatlardandır. İbadetlerde tabi olmak şeriatta asıldır. Hiç kimse Allah ve Rasulü’nün ‫ ﷺ‬meşru kıldığı yoldan başkası ile Allah’a Subhanehu ve Teâlâ ibadet edemez.
İmam Malik dedi ki; Ben Resulullah’ın ‫ ﷺ‬hatimden sonra dua
ettiğini duymadım. Ve insanların böyle bir şey yaptıklarını duymadım.
İkincisi; Hatmin sonunda dua etmektir ki bu Enes ibnu Malik’ten rivayet edilmiştir. Ama bu dua namazın dışında bir duadır.
Enes’ten gelen rivayetin senedi sahihtir.
SORU 10:
İbn Ömer’in “ Ayakta iken, yürürken ve otururken Nebi ‫ﷺ‬
döneminde yerdik ve içerdik”1 hadisi için ne diyorsunuz?
CEVAP:
Bu hadis illetlidir. Ahmed, Tirmizi, İbn Mace ve İbn Hibban
Sahih’lerinde rivayet etmişlerdir. Hepsi de su senet ile rivayet etmişlerdir; Hafs İbn Gayyas’dan o da, Ubeydullah İbn Ömer’den, O
da Nafi’den ve Nafi’de İbnu Ömer’den rivayet etmiştir.
Bu hadis de bakış yanı ictihad vardır. Tirmizi diyor ki bu hadisi Muhammed’e bu hadisten sordum dedi ki bana; bu hadiste
ictihad vardır. İlletler kitabında söylemiştir bu sözünü.
Yahya İbn Main derki; Bu hadisi ondan başkasından duymadık. Ben zannediyorum ki o vehme kapılmıştır.
Âlimler ayakta iken bir şeyler içmenin hükmünde ihtilaf etmişlerdir.
Denildi ki haramdır. Ancak oturmaktan bir özür nedeni ile
1 Tirmizi, Eşribe 12; Ayrıca bk. İbn Mace, Et`ime 25.
150
EBU UBEYDE
men olunmuş ise o zaman caizdir. Bu da İbnul Kayyum’un tercihidir. O bu hükme varırken Sahihu Müslim deki Enes’ten rivayet
edilen ‘ Nebi ‫ ﷺ‬ayakta iken bir şeyler içmekten nehyetti’1 hadisini
delil almıştır.
Başka bir rivayette ise şöyle geçer; Nebi ‫ ﷺ‬ayakta içmekten
nehyetti.2
Denildi ki; Bu hüküm İbn Abbas’ın hadisi ile nesh olunmuştur. Dedi ki; Nebi ‫ ﷺ‬ayakta iken zemzem suyundan içti. 3
Hafız İbn Hacer, Taberi ve Hattabi bu yasaklığın ifade eden
hadislerdeki mananın mekruhluk olduğunu söylemişlerdir.
Doğru olan görüş mekruh olmadan her ikisinin de caiz olmasına rağmen Nebi’nin ‫ ﷺ‬daha fazla oturarak içmesi nedeni ile oturarak içmenin fazilet bakımından üstün olmasıdır. Allah Subhanehu
ve Teâlâ en doğrusunu bilendir.
SORU 11:
Heladan çıktıktan sonra yapılan “Elhamdülillâhillezî ezhebe anni’l-ezâ ve âfânî”4 hadisin sıhhati hakkında ilim ehli neler söylemiştir?
CEVAP:
Bu hadis sabit değildir. Bunu İbn Mace İsmail İbnu Müslim’den oda Katade’den o da Malik ibnu Enes’ten rivayet etmiştir.
İsmail İbnu Müslim’in zayıflığında âlimler arasında ihtilaf vardır. Aynı meselede zikredilen Ebi Zerr’den gelen hadis ise mevkufdur5 ve hakkında ihtilaf vardır bu yüzden sahih değildir.
1Enes’in radiyallahu anh rivayetine göre Resul-i Ekrem ‫ ﷺ‬bir kimsenin ayakta
su içmesini yasaklamıştır. Râvi Katâde şöyle dedi: Biz Enese, ‘ya ayakta yemek
nasıldır?’ diye sorduk. Enes: Ayakta yemek daha beter (veya kötüdür), dedi.
Müslim, Eşribe, 113; Ayrıca bk. Tirmizi, Eşribe, 11.
2 Müslim, Eşribe, 112, 114.
3 Buhari, Hac 76, Eşribe, 76; Müslim, Eşribe, 117-119.
4 İbn Mace, Taharet, 300; İbn Mace, el-Ezkâr, 28.
5 Sahabelerden rivayet edilen söz, fiil ve takrirler. Bu terim, fıkıh ve kıraat ilminde
farklı istilahî kullanımlara sahiptir. Mevkuf hadislerde isnad Rasulullah’a ‫ﷺ‬
FETVALAR
151
Bu babda Aişe’den gelen sahih hadis vardır. Aişe, Nebi’nin ‫ﷺ‬
hela’dan çıktıktan sonra ‘ Gufraneke’ dediğini rivayet etmiştir. Tirmizi ve Buhari rivayet etmişlerdir ve sened olarak hasen senedlidir.1
Nesai de Yahya İbn Ebi Bekir yolu ile aynı hadisi rivayet etmiştir.
Ebu Davud da aynı lafızlar ile rivayet etmiştir.
SORU 12:
Sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek sünnettir” deniliyor bu
doğru mudur? Ve de Buhari, Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi’nin rivayet ettiği “Sünnet olan on şeyden biri sakal bırakmaktır”
hadisi sahih midir?
CEVAP:
Hadis ehlinden bu hadisin senedini taan edip kötüleyen bir
muhaddis tanımıyoruz. Hadisin yolları sahihtir.
Sakalı kesmeye gelince, Nebi’nin ‫ﷺ‬sahih sünnetinde sakal
kestiğine dair tekbir rivayet gelmemiştir. Nebi ‫ ﷺ‬sakallarını salmıştır. Her Müslümana vacip olanda sakallarını salmasıdır.
SORU 13:
Mütevatir hadisleri inkâr eden neden tekfir edilir? Manen mütevatir olan hadislerin inkârı da tekfiri gerekli kılar mı? Bize doyurucu tafsilatlı bir cevap verir misiniz?
CEVAP:
Sevgili kardeşim, Kur’an hem lafzen hem de manen mütevatirdir. Bu nedenledir ki Kur’an’ın başlangıç suresi olan Fatiha
suresi lafzen mütevatirdir ve bir harf inkâr eden bütün ümmetin icması ile kafirdir. Aynı şekilde Kuran’dan manen mütevatir
olan başka bir şey ise namazın 5 vakit farz olmasıdır. Bunu inkâr
ulaşmaz; sahabide son bulur. (et-Tehânevî, KeşŞâf Istılahati’l-Funûn, İstanbul
1984, II,1500; Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, Ankara 1981, 175).
1 Nesai’den başka diğer Sünen sahipleri tahric etmiştir. İmam Nesai ise Amelu’l-Yevm ve’l-Leyl’de tahric etmiştir. Bkz. Zadu’l-Mead 2/387.
152
EBU UBEYDE
edende nassları yalanladığı için kâfir olur.
Bu yüzden manen mütevatir olan hadisleri inkâr eden birinin Kur’an’ı da inkâr etmesi gerekmektedir ki böyle sapık bir
inançtan Allah’a sığınırız. İmam Berbehari, Şerhus Sunne’sinde
şunları kaydetmektedir;
“Bazı âlimler dediler ki bu âlimler içerisinde Ahmed bin Hanbel var; Cehmiler kafirdir ve ehli kıbleden değildir. Onların malı
ve kanı helaldir. Miras alınmaz ve onlara miras verilmez. Çünkü
onlar Cuma, cemaat, bayram namazı ve sadaka yoktur dediler. Dediler ki kim Kur’an mahlûktur demez ise kâfirdir. Muhammed’in
‫ ﷺ‬ümmetine kılıcı helal saydılar. Kendilerinden öncekilere muhalefet ettiler. Onlar Nebi’nin ‫ ﷺ‬ve ashabının konuşmadığı şeyler ile
insanları imtihan ettiler. Onlar mescidleri ve camileri tatil etmek
istediler. İslam’ı hafife aldılar ve cihadı tatil ettiler. Fırka ile amel
ettiler. Peygamber’in ‫ ﷺ‬eserlerine muhalefet ettiler. Mensuh ile
konuştular ve müteşabihi delil aldılar. İnsanları dinlerinde şüphelere düşürdüler. Rableri hakkında çekiştiler. Dediler ki; Kabir azabı
yoktur. Şefaat ve havuz yoktur. Cennet ve cehennem yaratılmamıştır. Nebi’nin ‫ ﷺ‬dediği pek çok şeyi inkâr ettiler. Onların kanlarını ve tekfir edilmelerini helal görenler bu yönlerden helalliklerine
hükmettiler. Çünkü her kim Kur’an’dan bir ayeti inkâr eder ise bütün Kur’an’ı inkâr etmiştir. Her kim de Nebi’den ‫ ﷺ‬gelen sahih
bir eseri red ederse Resulullah’ın ‫ ﷺ‬sünnetini inkâr etmiş olur.
Her kim bunları inkâr ederse işte o kâfirdir. Bir müddet geçti ve
sultandan bu pisliklerine yardım buldular. Bu görüşlerinden başka görüşlere sahip olanlara da kılıç ve kamçıyı koydular. Sünnet
ve cemaat ilmini hafife aldılar. Önceleri bidatlarını ve kelamlarını
gizlerken artık meclislerde izhar etmeye başladılar. İnsanlar buna
kanaat ettiler. Onlar da liderlik sevdasına düştüler. Büyük bir fitne
oldu. Bu fitneden Allah’a sarılanlar kurtulabildiler.”1
Sahih bir hadisin inkârını küfür sayan âlimlerin usul de mütevatir hadisin inkarını küfür saymadıklarını söylemek tutarsızdır.
Sonuçta mütevatir haber yalan söylemek de ittifak etmeyecek top1 Şerhus Sunne, Madde 64.
FETVALAR
153
luluğun yine yalan söylemekte ittifak etmeyeceği bir topluluğa aktardığı haberdir. İnsanların Amerika’yı görmemesine rağmen herkesin oradan bahsediyor olması ile Amerikanın varlığı mütevatir
haber olmaktadır. Sünnet de ki mütevatir haberlere iman da dinin
bir zaruriyetidir.
Müşriklerle bayramlaşmak İslam’da dostluk ve düşmanlık
esasına bağlı olan bir meseledir. İnsanın ‘Bayramımız kutlu olsun’
gibi tevriye sözler ile Müslümanların bayramını kasdederek zayıf
olduğu müşrikler arasında takiyye yapması yerine göre caizdir. Ancak hiçbir zaruret olmadan bayramlaşmak haramdır. İnsan onlara
Müslüman diyerek gerçekten onların da bayramı olduğuna inanarak bayramlarını kutlarsa kâfirlere Müslüman demek ile dostluğun
aslını vermesi ile kâfir olmuşlardır.
Sorunuzun ‘Müşriğe Müslüman muamelesi yapmak haram mı
yoksa küfür mü kapsamında değerlendirilmelidir’ bu kısmına gelince müşriklere Müslüman muamelesi yapmanın keyfiyeti meselenin hükmünü ortaya çıkaracaktır. Kâfire Müslüman demek de bir
muamele çeşididir. Ona kâfir diyerek takiyye babından arkasında
namaz kılıp sonra namazı iade etmek de bir muamele çeşididir.
Biri küfür iken diğeri haramdır. Hatta zaruret anında haram olan
caiz olur. İlim Allah katındadır.
SORU 14:
Abdullah bin Zübeyr’in radiyallahu anh Nebi’nin ‫ ﷺ‬kanını içmesi
üzerine, Peygamberimiz’in ‫ ﷺ‬ona cehennem ateşinin dokunmayacağını müjdelemesi1 ile kan içmenin haram oluşunu nasıl cem edebiliriz?
1 Abdulah b. Zübeyir de çocuk yaşta iken Hz. Peygamber’in ‫ ﷺ‬hacamat kanını
içmiştir. Olay şöyle gelişmiştir: Darekutni ve başka hadis kitaplarında nakledildiğine göre, Abdullah sekiz dokuz yaşlarındayken, Rasulullah ‫ ﷺ‬kendisine hacamat ettirdiği kanınını toprağa gömmesi için bir kap içinde vermiş, Abdullah
ise oradan ayrıldıktan sonra tek başına kalınca, kanı gömeceği yerde içmiştir.
Geri dönüp gelince Resulullah ‫ﷺ‬: “Ne yaptın?” diye sormuş, o da kinayeli konuşarak: “Onu ortadan kaldırdım.” demiştir. Hz. Peygamber ‫ ﷺ‬durumdan
şüphelenip: “Herhalde onu içtin?” deyince Abdullah: “Evet!..” demiştir.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ‫ﷺ‬: “Kanı kanıma karışana ateş temas etmez.” buyurmuş ve şunları da sözlerine eklemiştir: Yazık insanlardan
154
EBU UBEYDE
CEVAP:
Bu hadiste alınan tek netice Abdullah ibn Zübeyr’in Allah katındaki faziletidir.
Hiçbir ulema bu hadisi kan içmenin helalliğine delil saymamışlardır. Çünkü apaçık nassta rabbimiz “Size ölü eti, kan haram
kılındı…”1 buyurmaktadır. Dolayısı ile bu hükmü istisna edecek
başka bir nass bilmiyoruz.
Ancak Abdullah radiyallahu anh niye böyle yaptı sorusu sorulursa; ihtimaldir ki bu ayetin nuzulünden öncedir. Ya da haramlığını
bilerek Resulullah’a ‫ ﷺ‬olan sevgisinden dolayı onun kanını içmesi nedeni ile Allah’ın hata etse dahi hüsnü niyetinden ötürü ona bu
ikramı yapmasıdır.
SORU 15:
Sahih-i Müslim’deki Cabir hadisinde diyor ki; “Nebi ‫ ﷺ‬kadınların yanına geldi ve onlara vaaz etti. Dedi ki; sadaka verin zira
sizin çoğunuz cehennem odunudur. İnsanların arasından elma yanaklı bir kadın kalktı ve dedi ki...”2 Bu hadisteki elma yanaklı ziyadesinin sıhhati nedir? Çünkü bunu delil edinen bazı insanlar yüz
açmanın caiz olduğunu söyleyerek yüzlerini açmaktadırlar.
CEVAP:
Bu rivayet Sahihu Müslim’de Abdulmelik ibn Ebi Süleyman’dan, Ata’dan ve Cabir ibnu Abdullah’tan rivayet edilerek
gelmektedir.
Buhari ve Müslim, İbnu Cureyh’ten, O da Ata’dan, O da Cabir
ibnu Abdullah’tan rivayet etmiştir ki bu yolla gelen rivayette bu
lafız bulunmamaktadır. İbnu Cureyh Abdulmelik ibnu Ebi Süleysana olacaklara, yazık senden dolayı insanlara olacaklara.” (el-Askalânî,
el-Metâlibü’l-Âli’ye, 4:21; el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, 2708; el-Hâkim,
el-Müstedrek, 3:554.)
1 Maide, 5/3.
2 Buhari, Iydeyn 7; Müslim, Iydeyn 4, (885); Ebu Davud, Salat 248, (1141); Nesai, Iydeyn 19, (3, 186,187).
FETVALAR
155
man’dan daha güvenilir bir ravidir.
İmam Ahmed rahimehullah dedi ki; Abdulmelik ibn Ebi Süleyman hadis hafızlarındandır. Ancak o bazı hadislerde İbnu Cureyh’e muhalefet etmiştir. Buralarda İbnu Cureyh bizim yanımızda
daha güvenilirdir.
Doğru ve öz olan söz şudur ki; güvenilir bir raviden gelen ziyade lafzın kabul edilmesi kesinlikle gereklidir iddiasının doğru
olmadığıdır. Çünkü bütün muhaddisler ziyadeler ile genel olarak
külli olan meselelere hüküm vermemişlerdir.
Bilakis karinelere ve delillere göz atarak eğer mercuh ise o ziyadeleri hüccet olarak kabul etmişlerdir.
Sonuç itibarı ile İbnu Cureyh Abdulmelik ibnu Ebi Süleyman’dan daha güvenilirdir ki; daha sika olanın rivayeti diğerinin
rivayetinin önüne takdim edilir. Ve bununla hükmedilir
SORU 16:
Amr bin Şuayb, babasından, o da dedesinden radiyallahu anh:
Allah Resulü ‫ ﷺ‬buyurdu: “Ne Yahudilere ve ne de Hıristiyanlara benzemeyin! Yahudilerin selâmı parmaklarla; Hıristiyanların
selâmı ise avuçlarla işaret etmektir.”1 Bu hadisten ne anlamamız
lazım, yolda giderken biraz uzaktan geçen bir Müslümanı gördüğümüzde bazen el kaldırarak selam vermemiz ya da onun bize el
kaldırarak selam vermesi bu hadisin kapsamına girer mi?
CEVAP:
Sevgili kardeşim; bu ve buna benzer rivayetlerde dikkat edilmesi gereken iki nokta vardır.
Birincisi; kâfirlere benzemektir. İkincisi ise bu hadislerde tavsiye edilenlerin haramlık mı yoksa kerahiyet mi olduğunun belir1 Tirmizi, Edeb, Bab 7, Hadis No: 2695.
Tirmizi: Bu hadisin senedi zayıftır. İbn Mübârek, bu hadisi İbn Lehîa’dan
merfu olmaksızın rivâyet etmiştir.
156
EBU UBEYDE
lenmesidir. Bazı tavsiyeler ahlaki bazı sorunları ortadan kaldırmak
için yapılmıştır.
Örneğin; 3 kişinin olduğu bir mecliste iki kişinin ayrı bir dil
ile konuşması bunlardandır. Muhtemeldir ki bu iki kişi bu 3. şahıs
hakkında konuşuyor olabilirler. Bu da kalplerine vesvese ve hastalığın gelmesine oda kardeşliğin yok olmasına sebep olarak düşmanlığın hâsıl olmasını doğurur. İşte İslam fakihleri buna benzer
durumlarda nasslardaki tavsiyenin haramlık mı yoksa kerihlik mi
olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir.
Ancak birinci noktaya gelince kâfirlere benzemek genel bir
durumdur ki haramlığında ihtilaf yoktur. Fakihlerin genelde ihtilaf ettikleri nokta muayyen şeylerin kâfirlere benzemek olup olmamasıdır. Çünkü Müslümanlar ile kâfirler birçok şeyi ortak kullanmaktadırlar. Esas olan gücümüz oranında onlarla hiçbir ortak
noktamızın olmamasıdır. Ancak vakıada kâfirlerin arasında kalmış
zayıf Müslümanlar dinin bu fürunu izhar etmek noktasından güçlerinin yettiği oranda mükelleftirler. O yüzden hadisin zahirine
hamlederek bu tarz el ile selamlamalardan kaçınarak şahısların
yanına giderek selamlaşmak gerekir. Çünkü yanına gidip selamlaşmak ve konuşmak kalpleri ülfet ettiren işlerdendir. Şeriatın her
bir emrinde birçok hikmetler vardır. Bize düşen teslim olmaktır.
Hadisin sıhhatine gelince bu babta zikredilen birçok sahih hadis
vardır. Bunların sıhhatini ümmet kabul etmiştir genel olarak. Allah
her şeyin en doğrusunu bilendir.
SORU 17:
Zilhicce ayını en hayırlı şekilde nasıl değerlendirebiliriz. Bize
ilk günden, kurban bayramının son gününe kadar neler yapmamız
gerektiğini açıklar mısınız?
CEVAP:
Hanbeli mezhebinin büyük imamlarından İbn Kudame El
Hanbeli güzel eseri Mugni’de bu ayın ilk on gününün fazileti ile
alakalı şunları kaydetmiştir.
FETVALAR
157
Zilhiccenin ilk on günü amellerin karşılığının kat kat verildiği,
o günlerde ibadetin ve zikrin bol bol yapılmasının faziletli olduğu
günlerdir. Bu günlerde ibadette çok çalışmak tavsiye edilmiştir.
İbn Abbas’ın yaptığı rivayette; Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki; Abdullah ibni
Abbas radiyallahu anh şöyle dedi:
“Kendisinde salih amel işlenen günlerin Allah’a en sevimlisi
bu günler yani (Zilhicce’nin ilk) on günüdür.”
Sahabeler:
−Ya Rasulallah! Allah’ın yolunda yapılan cihad da mı (o günler
kadar sevimli) değildir? Diye sordular.
Rasulullah ‫ ﷺ‬şöyle buyurdu:
−“Evet, Allah’ın yolunda yapılan cihad da! Ancak canı ve malı
ile cihada çıkıp da onlardan hiçbir şeyi geri döndürmeyen (yani
şehid olan) hariçtir.”1
Buhari bunu Namaz kitabında teşrik günlerinin fazileti babında zikretmiştir. Sahihul Buhari, 2/34-35; On günlük orucun fazileti
babında Ebu Davud da rivayet etmiştir. Ebu Davud 1/568; Tirmizi
Oruç kitabında on günün fazileti babında zikretmiştirler.
Süneni İbn Mace süneninde rivayet etmiştir. Süneni İbn Mace
1/550. Bu hadis hasen sahih bir hadistir.
Yine Ebu Hureyre’den gelen rivayette; Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki; “ Zilhiccenin on gününde Allah’a Subhanehu ve Teâlâ yapılan ibadetten
daha sevimli olan ibadet yoktur. O günlerdeki her bir gün oruç bir
senelik oruca bedeldir. O gece yapılacak her bir gece kıyamı kadir
gecesindeki kıyama denktir.”2
1 Ebu Davud, 2438; Buhari, 928; Tirmizi, 754; İbn Mace, 1727; Tergib ve Terhib,
3/20; Beyhaki, Taberani, Bezzar, Ebu Ya’la, İbni Hibban.
2 Tirmizi, Savm, 52; İbn Mace, Sıyam, 39. Bu hadis garip bir hadistir.
158
EBU UBEYDE
Ebu Davud ve İbn Mace’nin Nebi’nin ‫ ﷺ‬bazı eşlerinden tahriç
ettiği rivayette dediler ki; “ Nebi ‫ ﷺ‬Aşure günü orucunu ve Zilhiccenin on günü orucunu tutardı.” Ebu Davud bunu oruç Kitabının
on günlük oruç bölümünde nakletmiştir.1
SORU 18:
Miraç ile ilgili bilgi verebilir misiniz? Miraç soyut olarak mı
yoksa somut olarak mı gerçekleşti? Ve namazın 50 vakitten 5 vakit’e inmesi, Musa aleyhisselam ile Rasulullah ‫ ﷺ‬arasında geçen diyalog hakkında da bilgi verirseniz sevinirim.
CEVAP:
Buhari, Sahih’in 8. Kitabı olan Salat’a, “İsrada namaz nasıl farz
kılındı?” bab başlığıyla başlamakta ve ilk olarak Enes b. Malik’in şu
uzun hadisini kaydetmektedir:
Enes b. Malik Ebu Zer’in şöyle dediğini anlatmaktadır: Rasulullah ‫ ﷺ‬şöyle dedi: “Ben Mekke’deyken evimin tavanı yarıldı,2
Cibrîl beni alıp götürdü, göğsümü yardı,3 sonra kalbimi çıkarıp
onu zemzem suyu ile yıkadı. Sonra, içi hikmetle ve imanla dolu,
altından bir leğen getirdi ve içindekini göğsüme boşalttı.4 Sonra
göğsümü kapattı, ardından elimden tuttu ve beni dünya semasına
yükseltti (urûc ettirdi).
Cibrîl, göğün bekçisine “kapıyı aç” dedi. (İçerdeki), “kimsin?”
dedi, “Cibrîl’im” dedi. İçerdeki, “yanında başka kimse var mı?”
diye sordu, “Evet, yanımda Muhammed ‫ ﷺ‬var” dedi. İçerdeki:
“ona (davet ya da risalet) gönderildi mi?” dedi. Cibrîl ‘evet’ dedi.
1 Ebu Davud, 1/568; İbn Mace, 1/551; Ahmed, 5/271.
2 Sahihu’l Buhari C.3 s.1217 hadis no: 3164; Sahihu’l Müslim C.1 s.102, Hadis
No: 433; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.35, s.70, Hadis No:21135; Müsned, Ebu
Ya’lâ c.6 s.295 Hadis No: 3614, Hadis No:3616; Ahbâru Mekke, Fâkihî C.3
s.135, Hadis No: 1015.
3 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410 Hadis No: 3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29,
s.374, Hadis No:17835, Hadis No:17869; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.300;
Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr c.11, Hadis No: 886.
4 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29,
s.375 Hadis No:17835; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.13; Câmiu’l Usûl min
Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr c.11, Hadis No: 8866.
FETVALAR
159
Kapı açılınca dünya semasının üstüne çıktık. Bir de ne göreyim: Bir adam oturmuş, sağ tarafında bir takım karaltılar, sol tarafında da diğer karaltılar var. Sağına baktığında gülüyor, soluna
baktığında ağlıyor.
O zat “hoş geldin salih Nebî, salih oğul” dedi. Ben Cibrîl’e,
“bu kim?” dedim. Cibrîl, bu Âdemdir. Bu sağındaki ve solundaki
karaltılar, oğullarının canlarıdır. Sağındakiler, cennet ehli, solundaki siyahlar ise cehennem ehlidir. Sağına bakınca güler, soluna
bakınca ağlar dedi.1
Derken Cebrail beni ikinci semaya yükseltti. Bekçiye ‘kapıyı
aç’ dedi. Oranın bekçisi, birinci semanın bekçisinin sorduklarını
sorduktan sonra kapıyı açtı.
Enes dedi ki, Ebu Zer, Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬göklerde Âdem, İdris, Musa, İsa ve İbrahim’i a.s. bulduğunu söyledi fakat her birinin yerlerinin neresi olduğunu söylemedi, sadece Âdem’i dünya
semasında bulduğunu, İbrahim’i altıncı kat semada bulmuş olduğunu söyledi.
Enes der ki, Cibrîl Nebi’yi ‫ ﷺ‬İdris’e götürdüğünde, İdris, ‘hoş
geldin ey salih Nebî, salih kardeş’ dedi. Nebî, ‘bu kim?’ diye sordum dedi. Cibrîl: ‘bu İdris’tir’ dedi. Sonra Musa’ya uğradım, o da
‘hoş geldin ey salih Nebî, salih kardeş’ dedi. ‘Bu kim?’ diye sordum,
‘bu Musâ’dır’ dedi. Sonra İsa’ya uğradım. O da ‘hoş geldin ey salih
Nebî, salih kardeş’ dedi. ‘Bu kim?’ dedim. Cibrîl ‘İsa’dır’ dedi. Sonra İbrâhim’e uğradım, ‘hoş geldin ey salih Nebî, salih oğlum’ dedi.
‘Bu kim?’ dedim, İbrahim’dir dedi.
1 Sünen, Tirmizi, c.5, s.453 Hadis No:3368; Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.376, Hadis No:17835, Hadis
No:17869; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.278, Hadis No:2776; Tezhîbu’l Âsâr,
Taberani, c.6, s.265, Hadis No:2764; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.267, Hadis No:2766; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.18, s.38; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38,
s.18; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.301; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.4, Hadis No: 2008; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr,
c.11, Hadis No:8866; Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6, s491; Müstedrek, Hâkîm c.1,
s.132, Hadis No:214; Es Sunenu’l Kubrâ, Beyhaki c.10, s.147 hadis no: 20307;
Müsnedu’ş Şâmiyyîn, Taberani, c.1, s.194, Hadis No:341.
160
EBU UBEYDE
Peygamber devam etti: Sonra Cebraîl beni yukarıya götüre götüre nihayet kalemlerin cızırtılarını duyacak kadar yüksek bir yere
çıktım. O zaman Allah, ümmetime elli vakit namazı farz kıldı. Bunu
yüklenerek döndüm. Derken Musâ’ya rast geldim. Musâ, ‘Allah,
ümmetine neyi farz kıldı?’ diye sordu. Elli (vakit) namaz farz kıldı
dedim. ‘Rabbine dön, zira ümmetin buna takat getiremez’ dedi. Allah’a müracaat ettim, bir miktarını indirdi. Ben de Musâ’nın yanına
dönüp, şatrını indirdi dedim. O yine, Rabbine müracaat et, zira
ümmetin takat getiremez dedi. Bir daha müracaat ettim. Birazını
indirdi. Musâ’nın yanına döndüm, o yine ‘Rabbine dön, zira ümmetin buna takat getiremez’ dedi. Bir daha müracaat ettim Allah:
‘Onlar beştir, yine onlar ellidir. Benim nezdimde hüküm değiştirilmez’ buyurdu. Musâ’nın yanına döndüm, o yine ‘Rabbine dön’
dedi. Ben de ‘Artık Rabbimden utanır oldum’ dedim. Sonra Cebraîl
ta Sidretül Münteha’ya birlikte varıncaya kadar beni götürdü. Sidreyi öyle acayip renkler kaplamıştı ki, onlar nedir, bilemem. Cennete girdirildim ki içinde inciler vardı. Toprağı da misk idi.”
İkinci hadis, Buhari’nin Menakıbu’l-Ensar kitabının 42/Mirac babından yine uzun bir rivayettir. Hadisin ravisi yine Enes
b. Malik’tir ve bu kez Malik bin Sa’sa’dan rivayet etmektedir.Bu
hadisin tamamını değil, sadece, öncekinden farklılık arz eden kısımlarını öne çıkartacağız.
Bu hadiste Nebî (sav), (seyahat ettirilmedin önce) kendi
evimde değil de, Hatim’de ya da Hicr’da yatıyorken ‘birisi’ gelip
göğsümü yardı demektedir. Enes de eliyle işaret ederek, güya boğaz çukurundan kıl bittiği yere kadar (yani ön mahallin) yarıldığını anlatmaktadır. Sonra kalbi çıkarılmış; içi imanla dolu bir
altın tas getirilmiş ve kalbi onunla yıkanmış. Kalbin içine (iman)
doldurulmuş ve yerine iade edilmiş. Ardından, katırdan küçük
eşekten büyük, Burak adı verilen beyaz bir binit (dâbbe) getirilmiş. Enes, o binitin, adımını gözünün erişebildiği en uzak yere
attığını söylemektedir. Peygamber binitin üzerine bindirilmiş ve
Cebrail onu alıp götürmüş. Yukarıdaki hadiste anlatıldığı veçhile, dünya semasında Adem’le buluşmuş. Cebrail, “Bu, baban
Âdem’dir, ona selam ver” demiş, o da selam vermiştir. Âdem sela-
FETVALAR
161
ma karşılık vererek, ‘merhaba ey salih oğul, salih Nebî’ demiştir.
Sonra Cebrail’le çıkmaya devam etmişler. İkinci semada
Yahya ve İsa ile buluşmuş ve selamlaşmışlar. Üçüncü kat semada Yusuf’la; dördüncü semada İdris’le;1 beşinci semada Harun’la
altıncı semada Musâ ile buluşmuş ve aynı selamlaşma faslı aynı
kalıp cümlelerle yinelenmiştir. Fakat orada ilginç bir şey olur;
Muhammed (a.s) geçtikten sonra Musa ağlamaya başlar. ‘Neden
ağlıyorsun?’ diye sorulduğunda şu cevabı verir: “Benden sonra
genç bir insan Peygamber gönderildi; onun ümmetinden cennete
girenlerin sayısı, benim ümmetimden cennete girenlerin sayısından daha çoktur. Onun için ağlıyorum.”2 Yolculuk devam eder ve
yedinci semada İbrahim’le karşılaşır.
Bundan sonra Peygamber ‫ ﷺ‬önünde Sidretül Müntehâ sahası
açılır. Sidre’nin yemişleri Yemen’in Hecer (kasabası) testileri gibi,
yaprakları da filkulağı gibidir.
Cibrîl, “işte bu Sidretül Müntehâ’dır”3 diye tanıtır. Sidre (ağa1 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410 Hadis No:3674; Sahîh, Müslim, c.1, s.99 Hadis
No:429; Müsned, Ahmed b. Hanbel c.29, s.376 Hadis No:17835; Müsned,
Ahmed b. Hanbel, c.19, s.486 Hadis No:12505; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6,
s.265 Hadis No:2765; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.270 Hadis No:2768;
Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.1, s.347; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.14; Câmiu’l
Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.303; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11,
Hadis No:8866; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:
8867; Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6, s.492.
el Mu’cemu’l Kebîr, Taberani c.19, s.270, Hadis No: 16269; Sahîh, İbnu Hibbân, c.1, s.236, Hadis No:48; Müsned, Ebu Ya’lâ, c.6, s.216, Hadis No:3499;
Müsnedu’l Hâris, Heytemî, c.1, s.170, Hadis No:27; Musannef, İbnu Ebî Şeybe,
c.7, s.333; es Sunenu’s Sağîr, Beyhaki, c.1, s.214, Hadis No:192.
2 Sahihu’l Buharî, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29,
s.374, Hadis No:17835; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.3, s.208, Hadis No:
17869; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.15; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.304;
Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6, s.493.
3 Sahîh, Buhari, c.1, s.135, Hadis No:342; Sahîh, Buhari, c.3, s.1173, Hadis
No:3035, s.1410, Hadis No:3674; Sahîh, Buhari, c.6, s.2730, Hadis No:7079;
Sahîh, Müslim, c.1, s.102, Hadis No:433, s.109, Hadis No:449; Sahîh, İbnu
Hibban, c.1, s.236, Hadis No:48, s.242, Hadis No:50; Sahîh, İbnu Hibban,
c.16, s.419, Hadis No:7406, s.431, Hadis No:7415; Sahîh, İbnu Huzeyme, c.1,
s.153, Hadis No:301; Sahihu Kunûzi’s Sünneti’n Nebeviyyeti, c.1, s.201, Ba-
162
EBU UBEYDE
cı) altından dört nehir akmaktadır; nehirlerin ikisi bâtın, ikisi de
zahirdir Peygamber ‫ﷺ‬, ‘Ey Cibrîl, bunlar nedir?’ diye sorar. Şu
cevabı alır: “Bâtın nehirler cennetteki iki nehirdir. Zahir nehirlerin
biri Nil, diğeri de Fırat’tır.”1
Bundan sonra Peygamber ‫ ﷺ‬için Beytü’l-Ma’mur yükseltilir.2
Peygamber’e ‫ﷺ‬, birinde şarap, birinde süt, diğerinde bal olan üç
bu’l İsra ve’l mi’râc, Hadis No:1,2; Sünen, Tirmizi, c.5, s.393, Hadis No:3276,
s.449 Hadis No:3360; Sünen, Darekutni, s.449, Hadis No:2917; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.6, s.410, Hadis No:3862; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.6,
s.411, Hadis No:3864; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.7, s.112, Hadis No:4011;
Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.19, s.487, Hadis No:12505; Müsned, Ahmed b.
Hanbel, c.20, s.107,Hadis No:12673; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.371,
Hadis No:17833, s.374, Hadis No:17834, s.377, Hadis No:17835, s.380, Hadis No:17836; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.35, s.213, Hadis No:21288; 27Müsned, Ebu Ya’lâ, c.5, s.460, Hadis No:3185; Müsned, Ebu Ya’lâ, c.6, s.169,
Hadis No:3450, s.216, Hadis No:3499; Müsned, Ebu Ya’lâ, c.9, s.243, Hadis
No:5360; Müsned, Şâmiyyîn, c.1, s.194, Hadis No:341; Müsned, Şâmiyyîn, c.4,
s.10, Hadis No:2579; Musannef, İbnu Ebî Şeybe, c.6, s.315, Hadis No:31717;
Musannef, İbnu Ebî Şeybe, c.7, s.29, Hadis No:33962, s.333, Hadis No:36570,
s.333, Hadis No:36570.
1 Sahihu’l Buhari c.3, s1410 hadis no: 3674; Sahîh, Müslim c.1, s103 hadis
no: 434; Sünen, Darekutni c.1, s25 hadis no: 29; Müsned, Ahmed b. Hanbel c.20, s107 hadis no: 12673; Müsned, Ahmed b. Hanbel c.29, s374 hadis
no: 17834, s378 hadis no: 17835; Tezhîbu’l Âsâr, Taberânîc.6, s265 hadis no:
2765, s265 hadis no: 2764; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî c.13, s140; Câmiu’l Ehâdîs,
Suyûtî c.38, s15; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî c.41, s305; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr c.10, hadis no: 8047; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl,
İbnu’l Esîr c.11, Hadis No:8866.
Şerhu’s Sünne, Bağavî c.6, s494; el Mu’cemu’l Kebîr, Taberani c.19, s.270 hadis no: 16269; Sahîh, İbnu Hibbân c.1, s.236 hadis no: 48; Sahîh, İbnu Hibbân c.16, s.431 hadis no: 7415; Sahîh, İbnu Huzeyme c1. s.153 hadis no 301;
Müsned, Ebu Ya’lâ c.6, s.216 hadis no: 3499; Müsnedu’ş Şâmiyyîn, Taberani
c2 s106 hadis no 1000; es Sunenu’s Sağîr, Beyhaki c.1, s.214 Hadis No:192.
2 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Sahîh, Müslim, c.1, s.103, Hadis
No:434; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.378, Hadis No:17835, s.380, Hadis No:17836; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.265, Hadis No:2764; Câmiu’l
Ehâdîs, Suyûtî, c.31, s.189; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.15; Câmiu’l Ehâdîs,
Suyûtî, c.41, s.306; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.2, Hadis
No:816; el Mu’cemu’l Kebîr, Taberani, c.19, s.270, Hadis No:16269.
Sahîh, İbnu Huzeyme, c.1, s.153, Hadis No:301; Müsnedu’l Hâris, Heytemî c.1,
s.461, Hadis No:388; es Sunenu’s Sağîr, Beyhaki, c.1, s.214, Hadis No:19.
FETVALAR
163
kâse sunulur. O, süt dolu kâseyi alır.1 Cebrail şöyle der: “o fıtrattır,
sen ve ümmetin o fıtrat üzeresiniz.”
Bundan sonra Peygamber’e ‫ ﷺ‬her gün için elli vakit namaz
farz kılınır.2 (Sümmefuridataleyye es-salavâtu’l-hamsînesalâtenkulle yevmin). Dönüşte Musâ’ya uğrar. Musâ, Muhammed’i ‫ﷺ‬
ikaz ederken şöyle der: “Ümmetin günde elli vakit namaza güç yetiremez. Allah’a yemin olsun ki; ben senden önce insanları tecrübe
ettim ve İsrailoğulları’yla, senin mücadelenden daha fazla mücadele ettim. Dolayısıyla sen şimdi Rabbine dön ve O’ndan, ümmetin
için hafifletmesini iste.” Rabbine her dönüşünde on vakit azaltılır.
(fe-vada’aannîaşran). En sonda beş vakit kaldığında Musa, ilk itirazının aynısını bir daha tekrarlar. (Sanki niyeti, namazı sıfırlamakmış gibi…) Fakat Muhammed ‫ ﷺ‬der ki, “Rabbimden istedim ve
artık hayâ eder oldum. Artık buna razı ve teslim olacağım.”3
Peygamber ‫ ﷺ‬Musâ’nın yanından geçtikten sonra bir münadî
arkasından şöyle seslenir: “Farz kıldığımı tasdik eyledim, kullarımdan (fazlasını) hafiflettim.”4
Eğer miraç ruh ile gerçekleşse idi o zaman mucize olmazdı.
Çünkü malumdur ki insan uykuda iken de ruhunun bütün dünyayı gezdiğini zannetmektedir. O zaman miracın rüyadan farkı ol1 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29,
s.378, Hadis No:17835; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.306; Câmiu’l Usûl min
Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Sahîh, İbnu Hibbân, c.1,
s.236, Hadis No:48; Şerhu’s Sünne, Bağavî c.6, s.494.
2 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Sahihu’l Buhari, c.6, s.2730, Hadis
No:7079; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.378, Hadis No:17835; Câmiu’l
Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.16; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.306; Câmiu’l Usûl min
Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r
Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8867; Sahîh, İbnu Hibbân, c.1, s.236, Hadis
No:48; Şerhu’s Sünne, Bağavî c.6, s.494.
3 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29,
s.379, Hadis No:17835; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s16; Câmiu’l Usûl min
Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6,
s.494; Sahîh, İbnu Hibbân, c.1, s.236, Hadis No:48.
4 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl,
İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6, s.495.
164
EBU UBEYDE
mazdı. Miraç uyanıkken gerçekleşmiştir. Ruhu ve bedeni ile Nebi
‫ ﷺ‬yolculuk yapmıştır. Rivayetlerdeki lafızların faklılığı bu meseleyi batıl kılmaz. Rivayetlerin farklılığı insanlardan bazılarının rivayet ederken unuttukları şeyler olduğunu ortaya koyar. Ancak şu
her akıl sahibinin bildiği bir şeydir ki bu olay gerçekleşmiştir. O
olayın anlatımındaki bazı farklılıklar o olayı batıl kılmaz.
Bu haber mütevatirdir. Asla ve asla yalan değildir. Bu haberi
yalan sayanların Kur’an’ı da yalan saymaları gerekir. Haşa. Allah
adına yemin ederim ki sünnet inkârcıları sözlerinin arkasındaki
kâfirler olsalar Kur’an’ı da kabul etmemeleri gerekir ki; Kur’an’daki her ayet iki sahabenin şahitliğinde yazılmıştır. İki sahabe her
ayete dair iki tane yazıt getirmiştir. Ancak Tevbe Suresi son ayet
müstesnadır. Onu bir kitabe ve bir sahabenin ben bu ayeti hıfz ettim demeleri ile Kur’an’a eklemişlerdir.
Burdan yola çıkan Edip Yüksel gibi zındıklar Kur’an’ın 19 mucizesine göre -ki bu onların uydurduğu bir şeydir- bu ayetin fazla
olduğunu söylemektedirler. Rivayet kabul etmediğini söyleyen insanların rivayet ile gelen Kur’an’ı kabul ettiklerini söylemelerinden
daha büyük hangi çelişki vardır.
Allah’a hamdolsun Kur’an’da ve Kur’an içeriği olan sünnet de
bozulmadan asrımıza kadar ulaşmıştır. Her kim bunu inkâr eden
ise Allah’a ve Rasulü’ne ‫ ﷺ‬küfreden bidatçı bir kafirdir. Namaz
kılarken Ebu Hanife’nin mezhebi olduğuna dair yapılan rivayetleri
kabul edip ona göre amel eden insanlar nasıl olurda Resulullah’tan
‫ ﷺ‬rivayet edilen ve rivayetlerinin her birinin senedinin Allah’tan
korkan, ömrünü ilme ve Allah’a ibadete veren insanlar tarafından
incelendiği rivayetleri kabul etmezler?
Kur’an’ı Kerim iki denizin birbirine karışmayacağını haber
vermiştir. Hiçbir akıl sahibi diyemez ki o iki deniz birbirine karışır. Kur’an lafızları ile beraber içindeki muhtevası ile korunmuştur.
Dolayısı ile anlaşmazlık anında Allah’a ve Rasulü’ne ‫ ﷺ‬bizi gönderen Allah Subhanehu ve Teâlâ bizi gönderdiği merci olan Resulü’nü ‫ﷺ‬
yani onun Sünneti’ni de Kitab’ı ile beraber korumayı vaad etmiştir.
FETVALAR
165
Peygamberi ‫ ﷺ‬içinde ne yazdığını bilmeyen mektubu taşıyan bir
postacı gibi görenler Allah’a ve Rasulü’ne ‫ ﷺ‬küfreden kâfirlerdir.
Nebi ‫ ﷺ‬Kur’an’ın şerhini yapmıştır. Aynı insanlar zekât verirken
hangi maldan nasıl ve ne kadar vereceklerini sünnetsiz belirleyemezler. Çünkü Kur’an bunun izahını sünnete bırakmıştır.
Musa aleyhisselam ile konuşup namaz vakitlerinin azaltma meselesine gelince; bu ne şeriata terstir ne de akla. Buna Allah ile
pazarlık mı yapılır diye karşılık veren insanlara denilir ki sizler
apaçık ayetlerde biliyorsunuz ki Levhi Mahfuz’da her şey yazılı
bir şekilde bulunmaktadır. Eğer her şey yazıldı ve değişmeyecek
ise o zaman Allah’a dua etmenin mantığı nedir. Sizin mantığınız
ile gidilirse Allah Subhanehu ve Teâlâ dua ile yazdığını mı değiştirecektir. O zaman dua da Allah’ın yazdığı şey ile pazarlık olması
gerekmez mi?
Vallahi bu kötü söz bizim değil Allah’tan korkmayan bu kâfirlerin sözüdür. Allah’a ve Rasulü’ne ‫ﷺ‬, Rasulü’nün bize getirdiği Kitab’a ve o Kitab’a dair yaptığı açıklama olan sünnete
iman ettik.
Allah bizi Müslüman öldürsün.
SORU 19:
Mescitlerde satış yapmanın hükmü nedir? Bazı insanlar mescitte satış yapmalarının sebebi olarak mescide yardım ve oranın
devamlılığı için yaptıklarını söylemektedirler bu söylem onların
amellerini meşru kılar mı?
CEVAP:
Hanbeli mezhebi dışındaki diğer 3 mezhep mescitte alış veriş yapmanın tahrimen mekruh olduğunu söylemek ile beraber
satışın geçerli olduğunu ve batıl olmadığını söylemişlerdir. Ancak
Hanbeli mezhebi ise hadislerin zahirine hamlederek satışın haram
olması ile beraber geçersiz olduğunu da söylemişlerdir. Bu konuda
sünenlerde şu hadis sabit olmuştur;
166
EBU UBEYDE
Ebu Hureyre radiyallahu anh şöyle dedi: Rasulullah ‫ﷺ‬:
“Mescitte bir kimseyi bir şey satarken yahut satın alırken gördüğünüz zaman, Allah ticaretine kar vermesin deyiniz. Ve mescitte
yitiğini ilan eden bir kimse gördüğünüz zaman, ona da Allah yitiğini sana geri çevirmesin deyiniz buyurdu.”1
SORU 20:
Hocam ilim ehli olarak sizden yardımcı olmanızı istediğimiz
bir kaç konu var.
İlk olarak Buhari ve Müslim konusunda icmayı nasıl değerlendirmeliyiz? Ve Sahihayn’da zayıf hadis var deyip hadisleri tenkit
eden alimleri görüşleri muteber midir? Şöyle bir iddia var.
Sahihayn Üzerinde İcmâ Olmadığına Misaller:
1- Ebu Cafer Mahmud b. Amr el-Ukaylî anlatıyor: “el-Buhari esSahîh adlı kitabını telif edince bunu Ahmed b. Hanbel (241/855),
Yahya b. Maîn (233/847), Ali b. el-Medînî (234/848) ve başkalarına sundu. Onlar kitabı güzel gördüler ve dört hadis hariç gerisinin
sahih olduğunu belirttiler...”2
2- MüsIim’in Ebu Hureyre’den naklettiği, türbe hadisi diye
meşhur rivayette şöyle geçer: “Allah toprağı cumartesi günü yarattı.
Toprakta dağları pazar, ağaçları pazartesi, sevilmeyen şeyleri salı,
nuru çarşamba günü yaratmış, hayvanları toprak üzerinde perşembe günü yaymış, Hz. Âdem’i cuma günü ikindiden sonra, mahlûkatın sonunda, cuma saatlerinin nihayetinde, ikindi ile gece arasında
yaratmıştır.”3 Bu rivayet Kurâna muhalif bulunarak tenkit edilmiştir. Çünkü ayette “Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde
yarattı...”4 Rivayeti tenkit edenlerin başında el-Buhari (256/870)
gelmektedir. Bunun esasında Kabul-Ahbâr’ın sözü olduğunu, mer1 Tirmizi (1337) Nesai (176-Amelil-Yevm) Darimi (1/326) İbnul-Carud (562)
İbni Huzeyme (1305) İbni Hibban (1650) Hakim (2/56) Beyhaki (2/447).
2 İbn Hacer, Hedyu’s-Sârii, s.7.
3 Müslim, Sıfatu’l-Münafıkin 1, -27-; Müsned, 2/327.
4 A’raf, 7/54.
FETVALAR
167
fu olarak rivayetinin hata olduğunu belirtmektedir.1 Yahya b. Maîn
de (233/847) böyle söylemektedir. el-Beyhaki de (458/1066) rivayetin tenkit edildiğine dikkat çekerek “bazı hadisçiler bu hadisin
mahfuz olmadığını, çünkü tefsircilerle tarihçilerin kabul ettikleri
hususlara aykırılık taşıdığını iddia etmişlerdir” demektedir.
3- et-Tahâvî (321/933) Müslim’in de rivayet ettiği Kays b. Sad
1 Allâme Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 3/448’de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Zerkeşî (ö. 794/1392): ‘Bu hadisi, Müslim rivayet etmiştir. Fakat bu ha­dis, Müslim’in rivayet ettiği garib hadislerdendir. İbnü’l-Medînî, Buhari ile daha birçok
hadisi hafızı, bu hadis hakkında (bazı şeyler) söyleyip bunun, Ka’bu’l-Ahbâr’ın
sözü olduğunu ve Ebu Hureyre’nin de, bunu ancak Ka’bu’l-Ahbâr’dan işittiğini belirtmişlerdir. Fakat bazı raviler, bu konuda işin içerisinden çıkamadıkları
için bu hadisi merfu’ kabul etmişlerdir’ dedi. Beyhaki (ö. 458/1066)’de, el-Esmâ’ ve’s-Sıfât, s. 383, 384’de bu hadisle ilgili meseleyi irdelemiştir. İbn Kesîr
(ö. 774/1372)’de, “Tefsiru’l Kur’ani’l-Azîm” adlı tefsirinde bunu zikretmiştir.
Bazı kimseler: ‘Bu hadisin metninde, şiddetli bir gariblik var’ dediler. Hadisin içerisinde, “Gökleri yaratma” ifadesi ile Yeri ve içindekileri, yedi günde
yaratma” ifadesinin olma­ması bundan dolayıdır. Bu, Kur’an’ın aksini ifade
eden bir durumdur. Çünkü yeryüzü dört günde, gökler ise iki günde yaratılmıştır.” Hafız İbn Kesîr’de, Tefsîru’1-Kur’ani’l-Azîm, 1/220’deki A’raf: 7/54,
3/ 457’deki Secde: 32/4, 4/94’deki Fussilet: 41/9-12 ile ilgili ayetlerde özetle
şöyle demektedir:
“Ebu Hureyre’nin naklettiği hadise gelince, . Bu hadisi; Müslim ile Nesai, İbn
Cüreyc yolundan rivayet etmiştir. Bu hadis, “Sahîh”te geçen garib hadislerdendir. Çünkü bu hadisin içerisinde ‘yedi gün’ü belirten ifadeden dolayı bir
yanlışlık yer almaktadır. Çünkü yüce Allah, Kur’an’da; “altı günde” ifadesini
buyurmuştur.
İşte bundan dolayıdır ki, Buhari ile birçok hadisi hafızı kimse, bu hadis
hakkında bazı şeyler söylemişler ve bu hadisi, merfu değil de, Ebu Hureyre yoluyla Ka’bu’l-Ahbâr’dan geldiğini kaydetmişlerdir. Buhari (ö. 256/870),
et-Târîhu’1-Kebîr, 1/413’de bu hadisi illetli kabul edip daha sonra da: ‘Bazıları, bu hadisi, Ebu Hureyre yoluyla Ka’bu’l-Ahbâr›’dan rivayet etmiş olup en
doğrusu da budur’ demiştir. Şeyh Abdurrahman b. Yahya el-Yemânî (rh.a),
el-Envâru’1-Kâşife, s.188-193’de bu hadis hakkında ve Ebu Hureyre›nin bu rivayetinin mahiyeti hususunda uzunca sözler söylemiştir. Konuyla ilgili daha
geniş bilgi için oraya bakabilirsiniz. Bu hadisin içerisinde bir çelişki var. O da;
«yerin, Cumartesi günü yaratıl­ması» meselesidir. Hafız Abdulkâdir el-Kureşî,
el-Cevâhiru’l-Mudiyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, 2/429’da bu meseleye değinmiş,
ayrıca Müslim’in Sahîh’ine yönelik bazı eleştirilere yer vermiş ve bu eleştirilerden birisinin ise bu hadis olduğunu belirtip daha sonra da şöyle der: «(Bazı)
insanlar, hadisin içerisinde yer alan yerin yaratılması meselesinin, Cumartesi
günü değil de Pazar günü gerçekleştiğinde ittifak etmişlerdir.
168
EBU UBEYDE
> Amr b. Dînâr > İbn Abbas tarikiyle gelen Rasulullah ‫ ﷺ‬bir yemin ve bir şahitle hüküm verdi hadisi1 hakkında şöyle der: “İbn
Abbas’ın hadisine gelince munkerdir. Çünkü Kays b. Sadm, Amr
b. Dinardan bir şey rivayet ettiğini bilmiyoruz. Onunla böyle bir
konuda nasıl İhticac ediyorlar ki?”
4- es-Sahihayn hadisi olan sihir rivayetini2 kabul etmeyen
el-Cessâs (370/981) bu tür rivayetleri nakledenlerin kıssacılar ve
cahil hadisçiler, bu haberleri uyduranların da kâfirler olduğunu
söyler. Onların, bu rivayetleri boş işlerle uğraşan ahmaklarla alay
etmek ve Peygamberlerin mucizelerini inkâra sevk etmek için uydurduklarını belirtir.
5- İbrahim aleyhisselam kıyamet günü babası Azer’le yüzü kapkara ve toz toprak içinde olduğu halde karşılaşınca, “Ya Rabbi!
İnsanlar bas olunurken beni rüsvay etmeyeceğini vaad etmiştin.
Oysa Allah’ın rahmetinden çok uzakta olan babamın bu halinden
daha kötü rüsvaylık mı olur”3 şeklindeki el-Buhari hadisini el-İsmâîlî (371/982) tenkit eder: “Bu hadisin sıhhatine şu yönüyle zarar veren bir durum vardır: İbrahim aleyhisselam Allah’ın vaadinden
dönmeyeceğini bilir. Rabbi kendisini kıyamet günü rüsvay etmeyeceğini vaad ettiğini haber vermesine ve de vaadinden dönmeyeceğini kendisine bildirmiş olmasına rağmen, nasıl oluyor da babasının başına geleni kendisi için utanç vesilesi sayıyor?”
6- Yukarda temas edildiği üzere, İbn Hazm (456/1064) çalgı ve
eğlencenin haramlığı4, haram şeylerde şifa olmadığı, Hz. Aişe’nin
veda haccı yılında hacdan önce umre yaptığı gibi es-Sahihayn’da
geçen bir kaç hadisi tenkit etmiştir.5
1 Müslim, Akdiye; Ebu Davud, Akdiye, 21; Tirmizi, Ahkâm, 13.
2 Buhari, Tıbb, 47, 49, 50; Cizye, 14, Edeb, 56; Bed’ul-Halk, 11; Müslim, Selâm,
43, İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 10, 185.
3 Buhari, Ahadis-i enbiya aleyhumu`s-salatu ves-selam bahsi, Hadis No:1375
4 İbn Hazm el-Endülüsî, Risâletun fi’l-Ğinâin Mülehhî e-Mübâhun huve em-Mahzûrun. Tahkik; Dr, İhsan Abbas, 2. Baskı. Beyrut, 1987.
5 Buhari, Cihâd, 125, Umre, 6; Müslim, Hac, 135, 136; Ahmed İbn Hanbel, III,
309, 394; Tirmizi, Hac, 91.
FETVALAR
169
7- Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçer: “Kıyamet
günü bazı Müslümanlar dağlar kadar günahlarla gelecekler ancak
Allah onların bu günahlarını affedecek ve -benim zannıma göreYahudilerle Hıristiyanlar üzerine yükleyecek.1 “Müslim hadisin ardından benim zannıma göre ifadesinin hangi raviden geldiğinin bilinmediğini aktarır. Rivayeti değerlendiren el-Beyhaki (458/1066),
Müslim kitabında onunla istişhad etse bile diyerek hadisi ravisi
Ebu Talha er-Râsibî açısından tenkit ettikten sonra, hadisin “Kimse
kimsenin günahını yüklenmez”2 ayetine muhalif olduğunu söyler ve
tevili için uğraşmanın anlamı olmadığını ifade eder.
8- Tevbe suresi 80. ayette şöyle buyrulmaktadır: “Onlar için
ister af dile, ister dileme, onlar için 70 defa da af dilesen Allah onları
asla affetmeyecektir.”3 el-Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği hadise
göre, münafıkların lideri Abdullah b. Ubeyy öldüğünde oğlu gelerek Rasulullah’tan ‫ ﷺ‬babasının cenaze namazını kıldırmasını istemiş, o da bunu kabul etmiştir. Cenaze namazına duracağı zaman
Hz. Ömer yakasından tutarak “Ya Rasulullah Allah sizi bundan
men ettiği halde nasıl namazını kılarsınız” demiş, Hz. Peygamber
de ‫ ﷺ‬ona şu cevabı vermiştir: “Allah beni muhayyer bırakmış ve
onlar için ister af dile, ister dileme demiştir. Ayrıca onlar için 70
defa da af dilesen Allah onları asla affetmeyecektir buyurmuştur.
Ben de 70den fazla af dileyeceğim.”4 Hz. Peygamber ‫ ﷺ‬namazını
kılar ve Allah Teâlâ da şu ayeti indirir: “Onlardan ölen bir kimsenin
üzerine asla namaz kılma. Kabrinin başına da dikilme.”5 Rivayeti
değerlendiren el-Gazali’ye göre (ö. 505/1111) ayette geçen 70 rakamı belli bir sayı değil çokluk ifade etmektedir. Ayette anlatılmak
istenen onların kesinlikle bağışlanmayacağıdır. el-Gazâlî sözünü
şöyle noktalar: “Bu haberin sahih olmadığı açıktır. Zira Rasulullah
‫ ﷺ‬sözün anlamlarını en iyi bilendi.”6
1 Müslim, Tevbe, 49.
2 En’âm, 6/164; İsrâ, 17/15; Fâtır, 35/18; Zümer, 39/7; Necm, 53/38.
3 Tevbe, 9/80.
4 Buhari, Tefsir 68.160; Müslim, S. Munafıkin 50,3.
5 Tevbe, 9/84.
6Gazali, Mustasfa, 1/162.
170
EBU UBEYDE
9- el-Buhari’nin Hz. Âişe’den naklettiği rivayette, Hz. Peygamber’in ‫ ﷺ‬vefatından sonra eli en uzun olan eşinin kendisine ilk önce katılacağını buyurduğu, onların da kollarını ölçtükleri ve kolu en uzun olanın Sevde olduğunu gördükleri ancak
daha sonra bundan en çok tasadduk edenin kastedildiğini anladıkları, çok infak eden Sevde’nin de Hz. Peygamber’in ‫ ﷺ‬ardından ilk vefat eden eş olduğu geçmektedir.1 Hz. Peygamber’in
‫ ﷺ‬ardından ilk vefat eden eşin Zeyneb bnt. Cahş olduğu tarihçilerce kabul edilen bir gerçektir. Rivayette geçen isim yanlışlığını tenkit eden İbnul Cevzî (597/1201) şöyle der: “Bu hadiste
ravilerden birinin hatası söz konusudur. el-Buhari’ye hayret
doğrusu, buna nasıl oldu da dikkat çekmedi Keza el-Buhari’ye
talik yazanlar da buna dikkat çekmediler. el-Hattâbî de bunun
yanlışlığını anlayamamış, çünkü hadisi açıklamış ve Sevde’nin
Hz. Peygamber’e ‫ ﷺ‬kavuşması nübüvvetin alametlerindendir
demiştir. Bunların hepsi hatadır. Bu hanım aslında Zeyneb’dir.”
en-Nevevi de (676/1277) el-Buhari’nin farklı isim zikretmesini
“bu icmâyla batıl olan bir hatadır” diye niteler.
10- es-Sahihayn hakkında icmâdan bahseden İbnus-Salâh
(643/1245), bir taraftan da şunları der: “Müslim es-Sahih’indeki
zayıf ve sahih şartlarını taşımayan orta derecedeki raviİerden rivayeti sebebiyle tenkit edilmiştir.” “es-Sahihayn’da tenkit edilen
ve güvenilir hadisçiler tarafından eleştirilen hadisler, zikrettiğimiz ölçünün (kesin sahih olmanın) dışındadır. Çünkü bunlar
icmâyla kabul edilmemişlerdir.”
11- İbnul Humâm (681/1282) şöyle demektedir: “el-Buhari
ile: Müslim’in veya onlardan birinin, herhangi bir ravinin, kendilerinin belirledikleri şartlara haiz olduğuna hükmetmelerinin,
gerçeği kesinlikle yansıttığı söylenemez. Zira onların verdikleri
hükmün gerçeklere ters düşmesi mümkündür. Nitekim Müslim
kitabında pek çok raviden hadis nakleder ancak bunlar cerh gailelerinden kurtulmuş değillerdir. Keza el-Buhari’de de cerh edilmiş bir grup ravi bulunmaktadır.”
1 Buhari. Zekat 11; Nesai, Zekat 59; Müsned, 6/121 hd.6.
FETVALAR
171
12- el-Buhari’nin rivayet etmiş olduğu bir kudsi hadiste şöyle
geçeri “Kim benim bir velime düşmanlık ederse ona harb ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeyden daha sevimli bir şeyle
bana yaklaşması Kulum nafilerle bana yaklaşmayı sürdürür. Nihayet onu severim. Onu sevdiğimde ise işiten kulağı, gördüğü gözü,
tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse veririm, bana
sığınırsa onu korurum. Yaptığı işler içinde, -ölümü istemeyen, benim de kendisini üzmek istemediğim mü’minin ruhunu almak dışında başka bir şeyde böylesine tereddüt etmem.”1 ez-Zehebî bu
rivayetin senedinde bulunan Hâlid b. Mahled el-Kataravânî’nin
zayıf biri olduğuna dair görüşleri naklettikten sonra şöyle söyler:
“Bu hadis gerçekten garibdir. el-Câmius-Sahîh’in heybeti olmasaydı hadisçiler bunu Hâlid b. Mahled’in münker rivayetleri arasında
sayacaklardı. Çünkü hadisin lafzı garibdir.” ez-Zehebî daha sonra senedini de garîb yolla geldiğini belirtir. ez-Zehebî (748/1339)
Müslim’in de Ummu Habîbe hadisinde hata ettiğini söyler.
13- İbn Teymiyye (728/1328) “sahih diye söylenen hadislerden bir kısmı bazı hadis âlimlerinin sahihtir dediği, başkalarının
ise sahihliği hususunda onlara muhalefet ettiği hadislerdir. Nitekim muhalefet edenler bu hadisler için “zayıftır, sahih değildir”
derler. Müslim’in es-Sahîh’inde rivayet ettiği, Müslim gibi veya ondan daha aşağı seviyede veyahut daha üst seviyedeki diğer ilim ehlinin, sıhhati hususunda tenkitlerde bulunduğu hadisler gibi. Bu
tür hadislerin doğruluğuna sadece delille hür küm getirilir...” der.
Başka bir yerde de ismet sıfatı olduğu için Kur’an dışında hiçbir
kitabın hatadan kurtulamayacağını söyler ve buna el-Buharî ile
Müslim’den hatalı kabul ettiği misaller verir.
14- es-Subkî (771/1369) “İmâmud-Dunyâ” dediği el-Buhari’nin pek çok hadisini “vehim vardır” diyerek tenkit eder.
15- es-Sahihayn’ın rivayet ettiği bir hadiste insanın ana rahminde yaratılışı anlatılırken meleğin 120 günden sonra gelip çocuğa
ruhunu üflediği geçer.2 Bunu kendi zamanındaki tıp bilgilerine ay1 Buhari, Kitâbu Rikak, 6137.
2 Buhari, Bed’u’l-halk, 6; Müslim, Kader, 1-5.
172
EBU UBEYDE
kırı bulan eli Kirmânî (786/1384) şöyle der: “Tıp ceninin otuz ilâ
kırk gün arasında şekillendiğini söylemektedir. Hadisten anlaşıldığına göre yaratılması dört aydan sonra olmaktadır.”
16- el-Irâkî (806/1403) es-Sahihayn’daki pek çok hadis hakkında tenkidler yapıldığını, kendisinin bunları bir cüzde cevapladığını söyler.
17- İbnul-Vezîr el-Yemânî (840/1436) bazı imamların ve hafızların es-Sahihayn’da zayıf kabul ettikleri hadisleri sıralar.
18- Kâsım b. Kutluboğa (879/1474) şöyle der: “Bir hadisin kuvveti ricaline göredir yoksa şu veya bu kitapta bulunuşuna göre değil.”
19- Elinizdeki eserin altıncı bölümünde görüleceği üzere, Müslim’in rivayet ettiği Hz. Peygamberin Şam yolculuğu rivayeti oldukça tenkide tabi tutulmuştur.
20- el-Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri hadiste Abdullah
b. Mesûd ve Ebud-Derdâ’nın “açılıp aydınlattığı zaman gündüze
andolsun. Erkeğe ve dişiyi yaratana and olsun”1 ayetlerini “açılıp
aydınlattığı zaman gündüze and olsun. Erkeğe ve dişiye and olsun”
şeklinde okudukları geçmektedir.2 Ebubekr el-Enbârî (328/940)
icmâya aykırı olduğunu söyleyerek bu rivayetleri merdûd sayar. Bir
nebze sunulan bu alıntılardan anlaşılacağı üzere, ümmet ne dördüncü asırda ve öncesinde, ne de daha sonraları, bu iki eserdeki
muttasıl hadislerin tamamını bil-İttifak sahih kabul etmemişlerdir.
CEVAP:
Sevgili kardeşim;
Yaptığınız nakilleri bütün dikkatimiz ile okuduk. Çok şey
de öğrendik. İlim Müslümanın yitiğidir nerede bulsa onu alır.
Şunu belirtmeliyiz ki bu tenkitlerin hepsi tutarlı olabilir ya da
olmayabilirde.
1 Leyl, 92/2.
2 Buhari, Sahabenin Faziletleri 82 (Kitabu Fedailü Ashâbi’n-Nebi Rivayet ,62/82.
FETVALAR
173
Ancak daha önce bu konuda sorulan soruya verdiğimiz cevabı dikkatli inceler iseniz bazı hadislere dair tenkitlerin yapıldığını
belirtmişizdir. Ancak bu tenkitlerin hiçbirisi hadisleri mevzu hadis
derecesine indirecek kadar büyük tenkitler değildir. En fazla hadis
Hasen derecesine düşmüş olur.
Hadis usulünde ise hadis daha da tenkit edilerek zayıf hadis
seviyesine dahi düşse o hadisin zayıf hadis kısımlarından hangisine girdiğine bakılır ki Usul-ul Hadis kitapları zayıf hadis çeşitleri
ile doludur. Az önce naklettiğiniz tenkitlerden her hangi birisini
irdelediğimizde ricallerin tenkit edildiğini görebiliriz.
Bazen bir muhaddisin yanında güvenilir olan kişinin başka bir
hadisçi katında zayıf hatta hadisi metruk olan bir kişi olduğu görülebilir. Ya da İmam Nevevi’nin tenkit ederken ümmetin icmasına
Buhari’nin muhalefet ettiğini söylediği sözü irdeleyecek olursak öncelikle bilmemiz gerekir ki bu hangi çeşit bir icmaya muhalefettir.
Acaba İmam Nevevi’nin arkadaşları ve mezhebi arasında olan
bir icma mı yoksa çok kati kesin olan tartışmasız bir icma mıdır?
Bizim bu ve benzeri tenkitlere sağlıklı yorum yapmamız için hadis
ilminde üç tane başlangıç kitabından daha fazlasına vakıf olmamız
ve bu konuda mütemekkin olmamız gerekir. Böyle bir ilme sahip
olmadığımız için Allahtan bize öğretmesini diler öğretene kadar da
sabırla rabbimizin fazlını bekleriz.
Allah bilmediklerimizi öğretsin.
SORU 21:
Sesli zikrin bidat olduğuna inanıyorum. İlim ehlinin fetvalarının da bu yönde olduğunu dinledim ve okudum. Lakin gördüğüm
şu rivayetler kafamı karıştırdı.
Resulullah’ın ‫ ﷺ‬zamanında, cemaat farz namazından bitince,
seslerini yükselterek zikrederlerdi. İbnu Abbas: “Ben zikir sesini
işittiğimde (namazdan) bitirdiklerini anlardım” dedi.1
1 Buhari, 841,842; Müslim, 583.
174
EBU UBEYDE
Abdullah ibni Zübeyr’den radiyallahu anh rivayet edildiğine göre,
Peygamber ‫ ﷺ‬selâm verince her namaz arkasında şöyle derdi:
“Lâ ilahe illâllâhuvahdehû lâ şerike lehu. Lehu’l-mülkü ve îehu’î-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadir. Lâ havle ve lâ kuvvete
illâ biîlâh. Lâ ilahe illâllâhu ve lâ na ‘büdu illâ iyyâhulehunni’metüve’l-fadlü ve îehussenâu’İ-hasenü lâ ilahe illâllâhu muhlisine lehu’d-dîne ve levkerihe’î-kâfirûn. (Allah’tan başka hiç bir ilâh yoktur; yalnız O vardır. O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd
O’na mahsustur. O her şeye kadirdir. İbâdetlere güç yetirmek,
günahlardan korunmak ancak Allah’ın kuvveti iledir. Allah’dan
başka hiç bir ilâh yoktur ve ancak O’na ibadet ederiz. Nimet ve
ihsan O’nundur. Güzel övgü O’na mahsustur. Allah’dan başka
hiç bir ilâh yoktur; kâfirler hoşlanmasa dahi, biz ibâdeti Allah’a
has kılarız (ve bu tevhid sözünü söyleriz.)” İbni Zübeyr demiştir
ki, Resulullah ‫ﷺ‬, her namazın arkasında bunları söyler, tesbîh
(tehlîl) yapardı.1
Bizim bilmediğimiz, anlamadığımız noktalar mı var? Bu rivayetleri nasıl anlamalıyız?
CEVAP:
Sevgili kardeşim, bu hadislerden toplu zikir yapmanın cevazı
çıkmaz.
Sahabeler namaz bittikten sonra Nebi’nin ‫ ﷺ‬sünnetinde olduğu gibi yanındakilerin işiteceği şekilde zikir yapmıştır.
Bazen bunu açıktan yanındakiler duyacak kadar bazen de yalnız kendisinin bileceği şekilde yapmıştır.
Parantez içinde yazılan; ‘Yani bu kelimeleri yüksek sesle söylerdi’ hadisin metnine ait olmadığını da açıkça görebilirsiniz. Kardeşlerime nasihatim tercümeler çok dikkat etmeleridir.
Senelerce hadis tercümelerini ‘ Nefsimi kudret elinde tutana
1 Ebu Davud, Vitr, 25, 1506; Nesai, Sehv, 83, 84.
FETVALAR
175
yemin ederim ki ’ diye tercüme edilen hadislerin hiçbirinin aslında
kudret eli ifadesi yer almamaktadır. Tercümanları Eş’ari ve Maturidi olması ve akidelerini de tercümelere yansıtmaları sebebi ile insanlar bu hadisleri senelerce böyle talim etmişlerdir.
Hasbunallahi ve nimel vekil.
B Ö L Ü M IV
MUHTELİF
S O R U L A R
SORU 1:
Günümüzde Ehli Kitab var mıdır?
CEVAP:
Ehli Kitab’ın genel tanımı hakkında ilim sahiplerinin meşhur ihtilafı vardır. Ehli kitab’ın sadece kendilerini Yahudi ve Hıristiyanlara
nispet etmiş olmaları mı yoksa şeriatlarını eksiksiz yaşamaları ile mi
bu sıfatı alacakları konusunda açık bir nass yoktur. Sadece âlimlerin
nasslar üzerinden yaptıkları ictihadlar ve yorumlar vardır. Ancak racih
olan görüş kendilerini bu iki dine nispet etmek ile ehli kitap olmalarıdır. Çünkü Allah Subhanehu ve Teâlâ, Yahudi ve Hıristiyanlara bu ismi
verirken onların birçok farklı fırkası ve her birinin ayrı birer inancı
vardı. Buna rağmen Allah Subhanehu ve Teâlâ onların hepsine ehli kitap
ismini genel olarak verdi. Dolayısı ile demokrat Yahudi ile demokrat
olmayan Yahudi arasında fark yoktur. Allah en doğrusunu bilendir.
Ancak bugün Avrupa da ki en büyük bela ateizmdir. Hollanda
da 10 sene önce yapılan bir rapora göre halkın %45’i Allah’ın varlığına inanmamaktadır. Bu yüzden bugün Avrupa gibi yerlerde bile
Ehli Kitab bulmak zordur.
SORU 2:
Aşure aslen mubah olan yiyeceklerden ama müşrik kavim
bunu ibadet kastı ile yapıyor. Bunları yememizde bir sakınca var
mıdır? Yersek bu bidate bizde ortak olur muyuz?
CEVAP:
Aşure yemeği, Rafizilerin Muharrem ayının 10. gününde yaptıkları bidat işkencelere bir tepki olarak ortaya çıkmış başka bir
bidattir. O günü, Şiiler kendilerini döverek, Hüseyin’in radiyallahu
anh şehit edilmesine olan üzüntülerini ortaya koymak için, Allah
ve Rasulü’nün ‫ ﷺ‬belirlemediği bir gün olmasına rağmen hüzün
günü olarak belirlemişlerdir. Bunlara bir tepki olarak da kendini
ehlisünnete nispet eden ama ehlisünnet ile uzak yakın hiçbir alakasının bulunmadığı bir grup da “Bugün hüzün günü değil. Biz
hüzün yapmıyoruz. Bunu da bu yemekleri yaparak ve dağıtarak
yapıyoruz.” demişlerdir.
180
EBU UBEYDE
Aşure dağıtmak ve yemek sonrakilerin pis bir bidatidir. Asıl
olan bu ayın içerisinde dahi bu yemeği yapmamak ve yememektir.
Bu ayda pişirilen bu aşurelerden yemek mekruhtur. Eğer çok seven
varsa yılın başka bir ayın da yapıp yiyebilir.
SORU 3:
Evli ya da bekâr bir kişinin mastürbasyon yapması haram mıdır?
CEVAP:
Maliki ve Şafi âlimler mutlak olarak bunun haram olduğunu
belirtmişlerdir. Delil olarak da Mearic Suresinde ki ve Kur’an’ın
başka yerlerinde defalarca tekrar edilen şu ayeti getirmişlerdir;
“Onlar ki ırzlarını ve namuslarını korurlar. Bundan eşleri ve cariyeleri müstesnadır. Kim bundan başkasını ararsa işte onlar haddi
aşanların ta kendileridir.”1
Hanbeli ve Hanefi fakihleri de haram demekle birlikte iki grubu ayırmışlardır; Birinci grup, kişinin kendisini bir kadının zinaya
davet etmesi durumunda kadına meyletmemek amacıyla şehvetini
gidermek için ehveni şer kaidesi gereği iki zarardan küçüğünü alarak amel edebileceğini beyan etmişlerdir.İkinci grup ise herhangi
bir uzuv nedeni ile evlenmeye güç yetiremeyen kişinin yapmasının
caiz olduğunu söylemişlerdir.
Bu işin pisliği fıtrat ile sabittir. Akıl sahibi herkes bunu bilir. Evlinin bu işi yapması ise onun günahını katlar. Allah en
doğrusunu bilendir.
SORU 4:
İslam’da peçe takmanın hükmü nedir?
CEVAP:
Eli ve yüzü örtmenin müstehap olduğuna âlimler icma etmişlerdir. Ancak vacip olması noktasında ihtilaf etmişlerdir. Vacip
hükmünde olması bu ameli terk edenlerin cehennem tehdidi ile
muhatap olması demektir. İmam Ahmed ve İmam Şafi’nin mezhe1
Mearic, 70/29-30-31.
FETVALAR
181
bindeki görüş, yüzü örtmenin vacip olması ve bunu terk edenin
cehennem tehdidi ile karşı karşıya kalmasıdır.
İmam Ebu Hanife ile Malik ise örtmenin müstehap olduğu
görüşündedir. Ancak Maliki ve Hanefi fakihleri uzun zamandan
bu yana fitnenin yayılması sebebi ile yüz örtmenin vacip olduğuna
inanmışlar ve bu konuda fetva vermişlerdir. Fuhşiyatların ve fasıkların yayılması ve çoğalması sebebi ile onlarda yüzü örtmenin vacip olduğu görüşüne gitmişlerdir.
Ahzab Suresi 59. ayette Allah Subhanehu ve Teâlâ: “Ey Peygamber!
Kendi eşlerine ve mü’minlerin eşlerine örtülerini üzerlerine almalarını söyle ki bu onların tanınmaması içindir.” buyurmaktadır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre hicab, yüzü örten bir örtüdür. Ayette
kendiliğinden görünen kısımlardan kasıt ise İbn Mesud’un izah
ettiği gibi elbisenin dıştan görünümüdür.
Yine Ahzab Suresi 53. ayette ise: “Onlara bir şey soracağınız
zaman örtü arkasından sorun. Bu iki tarafın kalbi içinde daha temizdir.” buyrulmaktadır. Aynı şekilde “Örtülerini yakalarının üzerine vursunlar.” (Nur 24/31) ayeti nazil olduğunda Aişe radiyallahu
anha dedi ki: “Bu ayet nazil olduğunda kadınlar perdeleri aldılar.
Gözler için delikler açtılar. Bununla örtündüler.”1 İbnu Hacer dedi
ki: “Örtündüler; yani yüzlerini örttüler.”
Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettiği hadiste Nebi ‫ﷺ‬
dedi ki: “Kadın avrettir. Dışarı çıktığında şeytan onu süsler.”2 Bu
hadisi delil alan âlimler kadının bütün bedeninin avret olduğunu
söylemişlerdir. Doğru mezhep ve görüşte budur.
1 Ebu Davud, Libas: 32, No:4102, 2/459; Buhari, Tefsir, 251, No:4480, 4/1782.
2 Tirmizi, Radâ, 18. Tirmizi, bu rivayetin “garip” olduğunu söyleyerek “zayıf”
olduğuna işaret etmiştir.
Kadın avrettir (namustur), dışarıya çıktığı zaman şeytan onunla beraberdir.
Onun Allah’a en yakın olduğu zamanı evinin içinde bulunduğu anıdır.” Heysemî, bu rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir. (Zevaid, 2/35)
Daha geniş bilgi için Tuhfetü’l-ahvezi bi-serhi camii’t-Tirmizi’ye başvurun.
182
EBU UBEYDE
SORU 5:
Bayanların bayram günleri ve düğünlerin dışında def çalmaları
caiz midir?
CEVAP:
Allah Rasulü ‫ﷺ‬, kadınlara düğün gecelerinde eğlence aleti olarak def çalmanın iznini vermiştir. Bu sebepten def çalmakta bir mahsur yoktur. El-Kuşeyrî dedi ki: Peygamber’in ‫ ﷺ‬Medine’ye girdiği gün
önünde def vurulmuş, Ebu Bekir radiyallahu anh bunu önlemek isteyince de Rasulullah ‫ ﷺ‬şöyle buyurmuştur: “Onları bırak, ey Ebu Bekir.
Ta ki Yahudiler bizim dinimizin geniş olduğunu bilsinler.” Bu kızlar
deflere vuruyor ve: “Biz kızlarıyız Neccaroğulları’nın, Muhammed en
güzelidir komşuların.” diyorlardı. Sahih-u Buhari’de rivayet edilen bir
hadiste; Âişe radiyallahu anha anlatıyor: “Bir gün Rasulullah ‫ ﷺ‬yanıma
girdi. Yanımda iki de cariye vardı. Buas günü şarkısını söylüyorlardı.
Rasulullah ‫ ﷺ‬yatağa uzandı ve yüzünü öbür tarafa çevirdi. Bu arada
babam Ebu Bekir de yanımıza girdi ve beni azarlayarak: “Rasulullah’ın
‫ ﷺ‬yanında şeytan çalgısını mı çalıyorsunuz?” dedi. Rasulullah ‫ﷺ‬
ona dönerek: “Onları bırak.” dedi. Başka bir rivayette de Peygamber’in
‫ ﷺ‬şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘Ey Ebu Bekir! Her toplumun bir
bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır.’ ”1 Bu hadisten anlaşıldığına göre def çalan kız cariye çocuklarını bu yaptıklarından duymasına
rağmen men etmemiştir. Nikâhta (düğünde) davulun def gibi olduğu söylenmiştir. Nikâhın ilanını yaygınlaştıran sair aletlerin de güzel
sözlerle ve çirkin ifadeler taşımayan güftelerle birlikte kullanılması da
caizdir. Ancak def çalmak erkeklere haramdır. Kadınlara da mübahlığı
noktasında iki yerde âlimler arasında ittifak vardır ki o da bayram ve
düğün günleridir. Bu günlerin dışında çalınabileceğine dair bir delil
bulunmamaktadır. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.
SORU 6:
Bir Arap ülkesinde öğrenciyim. Malumunuz Arap ülkelerinde
mescide gitmemek fitnelere yol açıyor. Özelliklede onların yanında eğitim alıyorsanız. Sorum şu; Fitnenin önüne geçme ve onlarla
iletişime girme babından onlarla namaz kılıp daha sonra evde iade
etsem olur mu?
1 Buhari, İdeyn, 3; İbn Mace, Nikâh.
FETVALAR
183
CEVAP:
Size âcizane nasihatim, ruhsatı değil azameti seçerek dininizi
izhar edip insanlara tevhidi ulaştırmanızdır. Nefsiniz için korkuyor iseniz o zaman takiyye babından arkalarında namaz kılar daha
sonra bunu iade edebilirsiniz. Seleften niceleri de böyle yapmışlardır. Size onlardan birkaç örnek sunalım;
Yahya b. Main, Halife Memun bidat çıkardıktan sonra onun
arkasında kıldığı namazları iade etmiştir.1
Ahmed b. Hanbel dedi ki: “Ben Cehmî (Allah’ın sıfatlarını tahrif eden ve Allah’ın her yerde olduğunu söyleyen) bir kişinin arkasında kıldığım namazları iade ediyorum.”2
Abdullah İbn Ahmed, babasından naklen “Kur’an mahlûktur.”
diyen kimse için diyor ki: “Böyle diyenin arkasında ne cuma namazı ne de başka bir namaz kılınmaz. Ancak cemaate gitmek terk
edilmez. Onlarla namaz kılındıysa iade edilir.”3
İmam Şafii, ‘El Umm’ adlı eserinde şunları kaydetmiştir: “Şayet
kâfir birisi Müslüman topluluğa imamlık yapacak olsa, Müslümanlar onun kâfir olduğunu bilseler de bilmeseler de namazları sahih
olmaz. Eğer namazdan önce İslam’a girecek bir söz etmemiş ise
Onun namazı kendisini İslam’a sokmaz. Ve kâfir (namaz kıldırdığından dolayı) tazir edilir. Onun kâfir olduğunu bildiği halde arkasında namaz kılan kişiler çok kötü bir şey yapmış olurlar. Sonra
yabancı bir adam bir topluluğa namaz kıldırır, o topluluk da namazlarından şüphe eder, “O adam kâfir mi, değil mi?” diye bilmez
iseler namazlarını, ta ki onun kâfir olduğunu anlayana kadar, iade
etmezler.Çünkü zahirde onun namazı Müslümanın namazı gibidir.
O Namazı da Müslümandan başkası kılmaz. Onun kâfir olduğunu
bilip de arkasında namaz kılanın hali Müslümanın temiz olmadığını bilmeyen (ve arkasında namaz kılan) kimse gibi değildir. Çünkü
1 Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sunne (1/130) isnadı sahihtir.
2 Ebu Davud, Mesailu Ahmed (43).
3 Abdullah b. Ahmed, es-Sünne (1/129); İbn Hani, Mesailul-İmam Ahmed (295);
Begavi, Şerhus-Sünne (1/229).
184
EBU UBEYDE
kâfir hiçbir şekilde imamlık yapamaz. Mü’min kimse ise bütün hallerde namaz kıldırır. Ancak namaz kıldığı zaman temiz olmaması
müstesnadır. Aynı şekilde Müslüman bir adam irtidad eder, sonra
mürted olarak imamlık yaparsa onun arkasında namaz kılmak da
caiz olmaz. Ta ki imamete geçmeden önce, bizzat sözlü olarak tevbesini izhar edene kadar. Eğer namaz kıldırmadan önce bu şekilde
sözlü olarak tevbesini ortaya koyarsa o zaman arkasında namaz
kılmak caiz olur.”1
Necid âlimlerinin de bu konuya dair görüşleri şöyledir;
Şeyh Abdullatif bir yerde İmam Ahmed ve ashabının Cehmiye mensuplarının arkasında namaz kılmalarını gerekçe göstererek
onların Cehmiye’yi tekfir etmediğini ileri sürenlere cevap olarak
önce onun ve diğer sünnet imamlarının Cehmiye’nin tekfiri ile
alakalı görüşlerini nakledip daha sonra da şöyle diyor: “Onların
arkasında namaz kılmaları ve bilhassa Cuma kılmaları onları tekfir
etmeleri ile çelişmez. Fakat başkasının arkasında namaz kılmanın
mümkün olmadığı durumlarda (onlarla beraber kılınan) namazın
iadesi gerekir. İmam Ahmed’den meşhur olan görüş onların arkasında namaz kılmayı men ettiği doğrultusundadır. Bu hususta, terk
edildiği takdirde küfrü gerektiren hüccetin ikame edildiği şahıs ile
bu hüccetin ulaşmadığı şuursuz kişiyi ayırt etmiş de olabilir. İnsanların bir kısmına delilin kapalı kaldığı meselelerde Şeyhulislam’ın
tercihi de bu yöndedir. (Yani tekfir etmeme yönünde)”
Ardından günümüz Cehmiye’sine hüccetin ulaşmış olduğunu,
bu yüzden tekfir edilmeleri gerektiğini anlattıktan sonra ilim ehlinin
onların tekfirinde ve de arkalarında kılınan namazın sahih olmadığı hususunda icma ettiklerini söyleyerek şöyle devam ediyor: “Oğlu
Abdullah ve diğerlerinin naklettiğine göre İmam Ahmed, cuma namazı ve diğer namazları iade ederdi. Mü’min kimse onların haricindeki mürtedlere de eğer üstünlük ve otorite onların elinde ise bu
şekilde davranır. Bu husustaki nasslar maruf ve meşhurdur.”
“Abdullatif bin Abdurrahman’dan sevgili kardeşi Sehl bin
1 İmam Şafi, el-Umm. c.1, s.195, Dar’ul-Marife, Beyrut, 1410/1990.
FETVALAR
185
Abdullah’a.
…….
İbnu Aclan’a yazdığın mektup ve de onun sana verdiği cevap
elimize ulaştı.
….…
Verdiği cevapta çokça sürçmeler ve zulmet vardır. Bunları basiret sahipleri haricinde kimse bilemez. (Bu adam) Velev ki dinini
ve itikadını korusa dahi Allah düşmanlarıyla dostluk yapıp onlara
müdahanede (yağcılıkta) bulunmaktan ve münferid kılmaya niyet
etse bile arkalarında namaz kılmaktan kendisini kurtaramaz.”
Bu ruhsat fetvaları açıkça gördüğün gibi ortadadır. Ancak sana
âcizane nasihatim ilmi kâfirlerin yanında değil Müslümanların yanında talep etmendir. Aksi takdirde kalbin meyledecektir. Eğer
Şeyhulislam Muhammed bin Abdulvehhab ve torunlarının eserlerini okursan göreceksin ki bazı risalelerinde önceden itikat birliktelikleri olan bazı insanların daha sonraları ilim için müşriklerin
beldelerine gittiklerini ve orada kaldıkları süre içerisinde müşriklere meylettiklerini daha sonra da bu şeyhlerin o kişileri tekfirlerini
izhar ettikleri birçok risale bulacaksındır. Nice insanlar tanıyorum
ki Suudi Arabistan’a okumaya giderken Müslüman gittiler, geri kâfir olarak döndüler. Sana tavsiyem dinini izhardır. Müşrikleri terk
etmektir.
Allah’ın bize kolaylaştırdığı şekilde umre yapma fırsatımız
oldu. Allah’a hamd olsun Müslümanlar ile yaptığımız bu ziyaretimizde bir kere bile onların arkasında kılmadık. Namaz vakitlerinde mescidlerde olmamıza rağmen safa geçmedik ve cemaatten
sonra cemaat olarak namaz kıldık. Allah’a hamd olsun dinimizin
izzetini muhafaza ettik. Ancak sen sürekli orada yaşayıp tanınıp
sana eza edilmesinden korkuyorsan az önce de ifade ettiğim gibi
tavsiyem oradan hicret edip Müslümanların yanında ilim talep etmendir. Allah sıkıntını gidersin, sana çıkış yaratsın.
186
EBU UBEYDE
SORU 7:
Sütkardeşliğinde kaç emmeden sonra kişiler kardeş hükmünde olup nikâhlanmaları haram olur?
CEVAP:
Kadının nikâhını haram kılan sütün miktarı hakkında bazıları
bir had koymamıştır. İmam Mâlik ile tabilerinin mezhebi olan bu
görüş Ali radiyallahu anh ile İbn Mesud’dan radiyallahu anh da rivayet
olunmuştur. İbn Ömer ile İbn Abbas radiyallahu anhuma da bu görüştedir. Bunlara göre emilen süt ne kadar olursa olsun kadının
nikâhını haram kılar. Aynı zamanda İmam Ebu Hanife ile tabileri,
Süfyan es-Sevri ve Evzai de bu görüştedirler.
Bir cemaat de; nikâhı haram kılan sütün miktarı için belli bir
had vardır, demiştir ki bunlar da üç gruba ayrılmaktadırlar. Bir
grup: “Bir veya iki defa emmekle nikâh haram olmaz. Ancak ne
zaman ki üç defa emerse muteber sayılır.” demiştir. Ebu Ubeyde ile
Ebu Sevr bu görüştedirler. Bir grup da “Emme beşten aşağı olursa
nikâhı haram kılmaz.” demiştir. İmam Şafii de bu görüştedir. Bir
grup da “Müessir olan süt, en az on defa emilen süttür.” demiştir.
Fukahanın bu meseledeki ihtilâflarının sebebi, gerek Kuran-ı
Kerim’deki umumun, tahdid hakkında varid olan hadislerle ve gerekse hadislerin birbirleriyle çelişmeleridir.
Kuran-ı Kerim’deki umum, “Sizi emzirmiş olan sütanalarınız
da size haram kılındı.”1 âyet-i kerimesidir. Zira ayette, “Sizi şu kadar defa emzirmiş olan sütanalarınız.” diye bir kayıt yoktur. Bu
hususta birbirleriyle çelişen hadisler de mana itibarıyla iki tanedir:
Biri, Müslim’in Âişe ile Ümmü Fâdl radiyallahu anhuma yoluyla getirdiği, Peygamber’in ‫“ ﷺ‬Bir veya iki defa emmek, nikâhı haram
kılmaz.”2 hadisiyle aynı manadaki hadislerdir. Müslim bu hadisi
bir üçüncü yolla da rivayet etmiştir ki, o da; “Ne bir emziriş ne de
iki, nikâhı haram kılmaz.”3 şeklindedir.
1 Nisa, 4/23.
2 Müslim, 1450/17; Ebu Davud, 2063; Nesai, 3310; Tirmizi, 1150; İbni Mace,
1941; Darekutni, 4/80/29; Beyhaki, 7/454; Ahmed, 6/31, 95-216.
3 Müslim, 1451/18; Darimi, 2/157; İbn Mace, 1940; Darekutni, 4/180/27; Beyha-
FETVALAR
187
İkinci hadis de Sehle’nin “Peygamber ‫ ﷺ‬Salim hakkında
bana hitaben şöyle buyurdu.” hadisidir ki “Salim b. Ubeyd, Ebu
Huzeyfe’nin eşi Sehle’nin kölesi idi. Kadın onu azat edince Ebu
Huzeyfe onu evlat edindi. Salim böylece Ebu Huzeyfe ve eşi Sehle’nin himayesinde kendi çocukları gibi büyüdü. Allah’ın: “Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu, Allah’ın indinde daha
adaletlidir.” ayeti inince oğulluk durumu hükümsüz kaldı. Fakat
Salim yaşının küçük olması sebebiyle onların yanına girip çıkmaya devam etti. Nihayet Salim buluğ çağına erişince Ebu Huzeyfe
ile karısı, Salim’in yanlarına girip çıkmasından dolayı gönüllerinde bir sıkıntı hissettiler. Buna rağmen küçüklükten beri kendi
yanlarında büyümesi sebebiyle de onu evlerine girmekten men
edemediler. İşte böyle bir durumda iken Ebu Huzeyfe’nin eşi Sehle, Rasulullah’a ‫ ﷺ‬geldi ve durumu ona arz etti. Rasulullah da
‫ ﷺ‬O’na “Salim’i sütünden emzir, sen ona haram olursun ve Ebu
Huzeyfe’nin gönlünde hissettiği şey de gider.” şeklinde emretti.”
Bazı âlimler hadiste zikredilen Rasulullah’ın ‫ﷺ‬: “Salim’e sütünden emzir.” ifadesi “Sen sütünü bir kaba sağ ve o sütü bu şekilde
Salim’e içir.” anlamındadır demişlerdir. Bu tefsire aynı mevzuda
rivayet edilen Sehle’nin: “Büyük bir delikanlı olan Salim’i ben
nasıl emzireyim?” dediği ve bunun üzerine Rasulullah’ın da ‫ﷺ‬
tebessüm ederek: “Ben onun koca bir delikanlı olduğunu elbette
biliyorum. Sütünü ona bir şekilde içir.” buyurduğu şeklindeki hadis de delalet eder.1
Âişe’nin de radiyallahu anha bu manada bir hadisi vardır: “Aişe
şöyle dedi: Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Salim, Ebu Huzeyfe ve ailesi ile beraber onların evlerinde bulunuyordu. Ebu Huzeyfe’nin eşi, Nebi’ye ‫ ﷺ‬gelip: “Salim erkeklerin baliğ olduğu erkekliğe ulaştı ve onların düşündüğünü de düşünüyor artık. Aynı
zamanda kendisi bizim yanımıza da girip çıkıyor. Ben ise, kocam
Ebu Huzeyfe’nin gönlünde bu girip çıkmadan dolayı bir isteksizlik
olduğunu zannediyorum.” dedi. Nebi ‫ ﷺ‬Ebu Huzeyfe’nin karısına: “Salim’i sütünden emzir, sen ona haram olursun ve Ebu Huzeyfe’nin gönlünde hissettiği şey de gider.” buyurdu. Bunun üzerine
radiyallahu anha
ki, 7/455; Ahmed, 6/339.
1 Müslim, 1453/26; Nesai, 3320; İbn Mace, 1943.
188
EBU UBEYDE
kadın dönüp gitti ve sonra: “Ben ona sütümden emzirdim. Ebu
Huzeyfe’nin nefsindeki düşünce gitti.” dedi.”1
Aişe radiyallahu anha şöyle demiştir: “Sizi emzirmiş olan sütanalarınız da size haram kılındı.”2 Bu ayet ilk nazil olduğu zaman, “sizi
on defa emzirdikleri bilinen sütanneleriniz” şeklinde idi. Sonra
nesholunup, Sizi beş defa emziren sütanalarınız oldu ve Peygamber ‫ ﷺ‬vefat edinceye kadar da bu, Kur’an’da okunurdu.”3
Kur’an-ı Kerim’in zahirini tercih edenler, “Bir, iki defa da nikâhı haram kılar.” demişlerdir. Hadisler ayeti tefsir ederler, şeklinde
ayet ile hadisleri telif eden ve “Ne bir defa ne de iki defa emmek
nikâhı haram kılar.” hadisinin hitabının delaletini Salim’in hadisinden anlaşılan hitabın delaletine tercih edenler, “Üç ve üçten fazlası haram kılar.” demişlerdir. Zira “Ne bir defa ne de iki defa emmek nikâhı haram kılar.” hadisindeki hitaptan “Üç ve üç defadan
fazlası haram kılar.”; “Onu beş defa emzir.” hadisinin hitabının
delaletinden de “Beşten aşağısı haram kılmaz.” diye anlaşılmaktadır. İçtihad da, bu iki delilden hangisinin daha kuvvetli olduğunu
kestirmektir.
Dolayısıyla racih görüş bir iki defa emmenin nikâhı haram kılmadığıdır.
SORU 8:
Organ bağışının ve naklinin İslam’daki hükmü nedir?
CEVAP:
Bu sonradan çıkan bir tedavi yöntemidir. Bu yüzden şeriattaki
esaslara bağlı kalarak içtihat yapılması gereken bir durumdur. Bu
konuda yapılan içtihatların sonunda iki görüş sabit olmuştur; bunun mubah olduğu görüşü ile haram olduğu görüşü.
Mubah diyenler, aslen delilin haram olduğunu iddia eden ta1 Müslim, 1453/27; İbn Mace, 1943; Ahmed, 6/255.
2 Nisa, 4/23.
3 Müslim, Radâ’, 24 (1452), II, 1075.
FETVALAR
189
rafından getirilmesi gerektiğini ve bu konuda yasaklayıcı hiçbir
nassın olmadığını söylemişlerdir. Aksine açık bir haram olduğu
bilinene kadar tedavinin mubah olduğunu söylemişlerdir.
Haram diyenler ise; Ebu Davud’un rivayet ettiği hadiste Nebi’nin ‫ ﷺ‬dediği: “Ölünün kemiğini kırmak dirininkini kırmak gibidir.”1 sözünü delil alarak, organ nakli haramdır, demişlerdir. Nitekim Rasulullah ‫ﷺ‬, İslam’dan önce müşriklerin adetleri olduğu
üzere ölülerin bedenlerinin bazı azalarını kesmeyi yasaklamıştır.
Bu da bu görüşe gidenlerin delilidir.
Bizce racih olan görüş bunun haram oluşudur. Allah şifayı haramda kılmamıştır. Şifa mubahtadır. Daha mubah yollar ile aynı
hastalıklar tedavi edilebilir. Avrupa’nın en çok ameliyat yapan ülkesinde yaşamaktayız. Avrupa’da, özellikle İskandinav ülkelerinde
ameliyat en son tercih edilen tedavi metodudur. Ancak Türkiye’nin
cahil doktorları bilgileri yetmeyince insanları ameliyat masalarında kasaplar gibi doğramaktadırlar. Allah, Müslümanlara basiret
versin ve bu modern tıp saçmalığından onları kurtarsın...
SORU 9:
Aşı konusundaki tutumunuzu biliyoruz. Ancak geçen gün bir
şahıstan sizin çocuğunuza bazı aşıları yaptırdığınız, bazı aşıları
yaptırmadığınızı duyduk. Bu bilgi doğru mu? Aşılar konusunda ne
yapmamızı önerirsiniz?
CEVAP:
Benim çocuğuma bazı aşıları vurdurduğumu söyleyen kimdir bilmiyorum ama ilimsizse konuşmak gibi bir karakteri olduğu açıktır. Allah’a hamd olsun çocuğuma ilk doğduğu gün doğum
anında yapılan iğne hariç hiçbir aşısını yaptırmadım.
Aşılar dünya sağlık örgütü tarafından bütün dünyaya yollanmaktadır. Bu aşılar Belçika gibi batılı ülkeler tarafından çeşitli hastalıklara sebep olduğu için yasaklanmıştır. Ancak Türkiye Devleti
hala halkına bu aşılara yapmaya çalışmaktadır.
1 Ebu Davud, Cenâiz, 15; İbn Mace, Cenaiz, 1605; Müsned, 23172.
190
EBU UBEYDE
Yine ilginçtir ki bu aşıları finanse eden dünyanın en zengin iki
adamıdır. Biri Steve Jobs isimli Apple’ın ölen ateist sahibidir. Diğeri ise Windows’un sahibi Bill Gates’tir. Steve Jobs ateist olmak ile
beraber İsviçre’de üretilen LCD isimli bir asit kullanmaktadır. Bu
asitin özelliği insandaki halüsinasyonu artırarak farklı boyutlar ile
temasını sağlamaktadır. Aynı asitten Bill Gates’de kullanmaktadır.
Cinler âlemi ile irtibat kurarak şeytanlardan talimat alan bu iki kâfirin finanse ederek bütün dünya nesline zorla vurmaya çalıştıkları
aşılar fıtratları bozma çabalarından başka bir şey değildir.
Çocuğu kıymetli olan çocuğuna aşı vurdurmaz. Aşı doktorların ifade ettiği gibi kesin çözüm değildir. Nice insan küçükken
kanser ve verem gibi hastalıklarının aşısını vurdurmasına rağmen
hastaneler hala bu hastalar ile dolup taşmaktadır.
Çocuğuma aşı vurmak noktasında bana ısrar eden doktora;
“Eğer bana çocuğumun verem olmayacağına garanti vereceğiniz
bir kâğıdı imzalar iseniz vurdururum.” dediğimde “Ben onu nasıl
vereyim.” demişti. Bende ardından “O zaman ben çocuğuma aşı
vurdurmayınca, sen verem olacağının garantisini nerden veriyorsun?” dediğimde tıpkı İbrahim’in Nemrut’a “Sende güneşi batıdan
getir.” dediğinde Allah’ın kitabında haber verdiği Nemrut’un durumu gerçekleşti; “Kâfir apışıp kaldı.”
Benim çocuğum kıymetli olduğu için böyle ne olduğu belli
olmayan aşıları vurdurmuyorum ve kardeşlerimizin çocuklarına
da vurdurmuyoruz. Aşı olmayan çocukların hepsi de aşı olanlardan daha sağlıklıdırlar, elhamdülillah, maşallah, la kuvvete
illa billah. Allah hepsini nazardan muhafaza etsin. Allah’ın bize
verdiği güç oranında bu meseledeki sabrımızı ortaya koyacağız.
Allah’tan temennim bizi kâfirlere rezil olacağımız bir durum ile
imtihan etmemesidir.
SORU 10:
Kâfirlere selam verilebilir mi? Onlar bize selam verirlerse cevabımız nasıl olmalıdır?
FETVALAR
191
CEVAP:
Şeyhimiz İbnul Kayyum, bu sorduğun soruyu şu güzel sözler
ile özlü bir şekilde özetlemiştir;
“Rasulullah’tan ‫ ﷺ‬sahih olarak şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Onlara önce siz selâm vermeyiniz. Onlarla yolda karşılaştığınızda onları yolun en dar kısmından geçecekleri şekilde
sıkıştırın.”1 Fakat deniliyor ki, bu hususi bir hüküm olup, Beni
Kurayza’ya yürüdüklerinde buyurdular. Acaba bu mutlak olarak
ehl-i zimmetin hepsine şamil bir hüküm mü yoksa durumu bunlar gibi olanlara mı hastır? Bu, ihtilâf konusudur. Ancak Müslim,
Sahih’inde, Ebu Hureyre’nin radiyallahu anh hadisinde rivayet ediyor
ki; Allah Rasulü ‫ ﷺ‬şöyle buyurdular: “Yahudi ve Hıristiyanlara
ilk defa siz selâm vermeyiniz. Onlardan biriyle yolda karşılaşırsanız onları yolun en dar yerine sıkıştırın.”2 Anlaşılan, hadisteki
bu hüküm umumidir.Selef ve halef bu konuda ihtilâf etmişlerdir.
Çoğunluk, selâma ilk defa başlanılmayacağını söylemişlerdir.
Diğerleri ise, selâm alınmasında olduğu gibi selâm verilmesinin de caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu son görüş İbn Abbas, Ebu
Umâme ve İbn Muhayriz’den radiyallahu anhuma menkûl olup İmam
Şafii’nin de görüşüdür. Fakat bu mezhebin sahibinin sözü, ehl-i
kitaba rahmet lafzı söylenmeksizin sadece “esselâmu aleykum”
şeklinde tek olarak söylenmesinin gerektiğidir.
Bir grup da; ehl-i kitaba olan bir ihtiyaçtan veya eza vereceğinden korkarak veya akrabalıktan veya selam vermeyi gerektirecek bir
sebepten dolayı, maslahat icabı önce selâm vermek caizdir, demişlerdir. Bu görüş İbrahim en-Nehaî ve Alkame’den rivayet olunuyor.
Evzâî diyor ki: “Selâm verirsen (bir şey olmaz, çünkü) Salih kişiler
de selâm vermiştir. Selâmı terk edersen (de bir şey olmaz, çünkü)
Salih kişiler önce selâm vermemişlerdir.” Ehli kitabın selâmını almanın vücûbunda ihtilâf edilmiştir. Cumhur, vacip olduğuna kaildir ki
doğru olan da bu görüştür. Bir gurup da, bidat ehlinin selâmını almak vacip olmadığı gibi, ehl-i kitabın da selâmını almak evveliyatla
1 Müslim, Selâm, 13; Ebu Davud, Edeb, 138; Tirmizi, İsti‘zân, 12; İbn Mace, Edeb, 13.
2 Müslim, 2167; Ebu Davud, 5205; Tirmizi, 1602; Ahmed b. Hanbel, 2/266, 346.
192
EBU UBEYDE
vacip değildir, demişlerdir ki doğrusu önceki görüştür. Ehl-i bidat ile
ehl-i zimmet arasındaki fark şudur: Biz, ehl-i bidate bir ders olması
ve onlardan sakınmak için onlardan uzak kalmaya memuruz.
Rasulullah’tan ‫ ﷺ‬rivayet edildiğine göre; bir gün, Müslüman,
müşrik, puta tapan ve Yahudilerin birlikte oldukları bir topluma
uğradı ve onlara selâm verdi. Yine sahih olarak nakledildiğine göre
Allah Rasulü ‫ ﷺ‬Hirakl (Heraklius) ve diğer devlet başkanlarına
yazdığı mektuplarda, “Selâm hidâyete tâbi olanlaradır.” şeklinde
selâm yazmıştır.
Allah Rasulü’den ‫ ﷺ‬rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: “Cemaat halinde yürünürken, birinin selâm alması kifayet
eder. Cemaat halinde oturulurken birinin selâm alması kifayet
eder.” Bu hadise dayanarak bazıları,“Selâma mukabelede bulunmak, farz-ı kifâyedir; birinin mukabelede bulunması hepsine kâfidir.” demişlerdir. Şayet hadis sabit olsaydı ne güzel olurdu. Çünkü
bu hadisi Ebu Davud, Saîd b. Hâlid el-Huzâî el-Medenî’nin rivayeti
olarak nakletmiştir.
Ebu Züra er-Râzî der ki: O, Medinelidir, zayıftır.
Ebu Hatim er-Râzî: Hadisi zayıftır, demiştir.
Buhari: Onun hakkında ihtilâf edilmiştir, demiştir.
Darekutni: O, hadiste kuvvetli değildir, demiştir.
Sonuç olarak kâfirlere selam ile başlamak noktasında çok şiddetli bir zaruret hali gündeme gelmedikçe bu amelde Müslümana
düşen tembellik göstermeyip kâfirlere gücü yettiği kadar selam
vermemesidir.
SORU 11:
Tevhid ehli olmayan ve kendilerine hak apaçık beyan edilmesine rağmen hakka tabi olmayan anne ve babamıza karşı tavır ve
davranışlarımız nasıl olmalıdır?
FETVALAR
193
CEVAP:
Allah celle celaluhu ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “Rabbin hüküm verdi ki O’ndan başkasına sakın tapmayın; ana-babanıza
karşı iyi davranın. Eğer ana-babadan biri ya da ikisi yanında ihtiyarlarsa sakın onlara “Of… Bıktım, usandım.” deme. Onlara sözün
tatlısını ve gönül alıcısını söyle. Onlara acıyarak alçak gönüllülük
kanadını (yerlere kadar) indir ve “Ya Rab, onlar beni çocukken nasıl
büyüttüler ise sen de kendilerini öylece esirge.” de. Rabbimiz, içinizden geçenleri en iyi bilendir. Eğer siz iyi olursanız şüphesiz ki, Allah
kendine yönelenleri (ve bol bol tövbe edenleri) affedicidir.”1
Dolayısı ile anne baba müşrikte olsa mubah olan işlerde onlara itaat etmek gerekir.
“Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır.
Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem bana, hem anne-babana şükret, dönüş yalnız banadır.”2
Özellikle anne hakkı bu haklar içerisinde en önemlisidir.
Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki: “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir:
Mazlumun duası, misafirin duası ve anne-babanın duası.”3
Onların Allah’a isyana dair bütün emirlerinden yüz çevir, davetine sabırla devam et. Ta ki seni kararlılığını onlar kabul edinceye kadar. Baktın ki onlar sana ısrar ile azılı bir küfürle geliyorlar
işte o zaman sana hicret vacip olur. Nitekim sahabenin çokları Medine’ye hicret ettiklerinde anne ve babalarını bu kadar nassı bilmelerine rağmen terk ettiler. Netice itibarı ile esas olan Allah rızasıdır.
O bütün rızaların önündedir.
SORU 12:
Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬kurtulmuş fırka dışındaki kastettiği fırkalar
ebedi cehennemde mi kalacaklardır, yoksa bir süre cehennemde
kalıp çıkacaklar mıdır?
1 İsra, 17/23,24,25.
2 Lokman, 31/14.
3 İbni Mace, Dua, 11.
194
EBU UBEYDE
CEVAP:
Kadı Ebu Mansur el Bağdadi, ‘Fırak’ adlı kitabında şöyle
anlatmıştır:
“Bize, Ebu Sehl Bişr b. Ahmed b. Bişr el-İsferâinî haber verdi
ve dedi ki: Bize, Abdullah b. Naciye haber verdi, dedi ki: Bize, Vehb
b. Bakıyye Hâlid b. Abdillah’dan, O Muhammed b. Amr’dan, O da
Ebu Seleme’den naklen Ebu Hureyre’nin şöyle dediğini bildirdi:
Allah’ın salât ve selâmı ona olsun, Allah’ın Rasulü dedi ki: “Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya
ayrıldılar. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.”1
Bize, Ebu Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Ali b.
Ziyâd es-Simmezî ki adalet sahibi ve sikadır, haber verdi ve
dedi ki: Bize, Ahmed b. el-Hasan b. Abdilcebbâr haber verdi ve
dedi ki: Bize el-Heysem b. Hârice haber verdi ve dedi ki: Bize,
İsmail b. Ayyaş Abdurrahmân b. Ziyâd b.Enam’dan Abdullah b.
Yezîd’den naklen Abdullah b. Amr’ın şöyle söylediğini bildirdi:
Allah’ın salât ve selâmı ona olsun, Allah’ın Rasulü dedi ki:“İsrail
oğullarının başına gelen şey, ümmetimin de başına gelecektir. İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı; ümmetim de onlardan bir
fazlasıyla yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır ve biri dışında diğerleri
cehenneme gidecektir.” Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Ateşten
kurtulacak bu fırka hangisidir?” “O, benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu fırkadır.” buyurdu.”2
Bize, el-Kâdî Ebu Muhammed Abdullah b. Ömer el-Mâlikî haber verdi ve dedi ki: Bize, babam babasından naklederek dedi ki:
Bize el-Velîd b. Müslim haber verdi ve dedi ki: Bize, el-Evzâî haber
verdi ve dedi ki: Bize Katâde, Enes’den naklen Nebi’nin ‫ ﷺ‬şöyle
1 İbn Mace, Fiten: 17; Ebu Davud, Sünnet: 1; İbn Hibban, Sahih, XIV, 140; Beyhaki ve Hâkim(I, 47, 217) rivayet etmiştir, Sehâvi, bu hadisin sahih ve hasen
olduğunu bildirmiştir.
2 Câmiü’s-Sağîr, 3/3292; Tirmizi, İman, 18; Tirmizi bu rivâyet hakkında “bu vecih dışında bu hadisi bilmiyoruz” diyerek “hasen-garib” hükmünü vermiştirTirmizi, 38/Îmân, 18 V, 26); Ayrıca rivayetin isnadında bulunan Abdurrahman b.
Zeyd b. En’am tenkid edilmiştir. (bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh ve’t-Ta’dîl, V, 234:
İbnul Cevzi, Duafâ ve’l-Metrûkîn, II, 94; Zehebi, Muğnî fi’d-Duafâ, II, 380.)
FETVALAR
195
buyurduğunu haber verdi: “İsrailoğulları yetmiş bir fırkaya ayrıldı.
Ümmetim ise yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır; biri dışında hepsi cehennemdedir. Bu tek fırka da Cemâattir.”1
Abdulkaahîr der ki: “Ümmetin bölünmesi ile ilgili hadisin
birçok isnadı vardır. Bu hadisi, Nebi’den ‫ ﷺ‬Enes b. Mâlik, Ebu
Hureyre, Ebud-Derda, Câbir, Ebu Saîd el-Hudrî, Ubeyy b. Kab, Abdullah b. Amr b. el-Âs, Ebu Umâme,Vasile b. el-Eska ve diğerleri
gibi, sahabeden birçoğu rivayet etmiştir.
İlk dört halifenin (Hülefa-i Râşidîn), kendilerinden sonra ümmetin fırkalara bölüneceğini; bunlardan yalnızca bir fırkanın kurtuluşa ereceğini ve diğerlerinin ise dünyada sapıklığa düşüp ahirette de perişan olacağını söyledikleri rivayet edilmiştir.
Nebi’den ‫ﷺ‬, Kaderiyye’nin yerilmesi ve onların bu ümmetin
Mecûsîleri olduğu rivayet edildi. Yine ondan Kaderiyye ile birlikte
Mürcie’nin yerilmesi de rivayet edilmiştir. Ayrıca ondan, Mârika,
yani Havâricin yerilmesi de rivayet edilmiştir.
Sahabenin ileri gelenlerinden Kaderiyye, Mürcie, Mârika
Havâricin yerilmesi rivayet edilmiştir. Ali radiyallahu anh, onlardan,
ez-Zehrâ diye bilinen hutbesinde söz etmiş ve bu hutbede Nehrevân’da toplanan Hâricilerden uzaklaştığını bildirmiştir.
İslam’a nispet edilen Makaalât sahiplerinden aklı başında olan
herkes bilir ki, Nebi ‫ ;ﷺ‬yerilen, yani cehennemlik fırkalarla, dinin
aslı üzerinde birleşmekle birlikte fıkhın teferruatı hakkında ayrılığa
düşen fıkıhçıların mezheplerini demek istememiştir. Nitekim Müslümanlar, helâl ve haramın füruu hakkında ikiye ayrılmışlardır:
Birincisi, fıkhın füruu hakkında bütün müctehidlerin doğruluğuna inananların görüşüdür. Onlara göre, bütün fıkıh mezhepleri doğrudur.
1 Ahmed b. Hanbel, 3/145; Zevaid, 6/226; Ebu Davud’un, Sünen’inde Şerhu’s-Sünne bahsinde 4597 no’lu hadis, V, 5-6’daki lafzıdır. Ayrıca Ahmed,
el-Müsned, IV, 102; İbn Mace, no: 3992-3993, II, 1322; İbn Ebi Âsım, es-Sünne,
I, 32-33, (63-64-65 no’lu rivayetler.)
196
EBU UBEYDE
İkincisi ise üzerinde ihtilâf edilen ferî hususlardan yalnızca birinin doğru; diğer görüşlerin de, bu hususta yanlışa düşeni sapıklıkla vasıflandırmaksızın yanlış olduğuna inananların görüşüdür.
Şu bir gerçek ki Nebi ‫ﷺ‬, yerilen fırkalardan söz ederken, ancak aşağıdaki konulardan birine aykırı düşen sapık görüş sahiplerini ortaya koymuştu. Bunlar, adalet ve tevhid, vad ve vaîd, kader ve istitâat (yapabilme gücü), hayır ve şerrin takdiri, hidayet ve
dalâlet, irade ve meşîet, rüyet ve idrak veya Yüce Allah’ın sıfatları,
isimleri ve vasıfları, adalet ve zulüm (tadil ve tecvîr), peygamberlik ve şartları ile Rey ve Hadis ehlinden olan Sünnet ve Cemaat
Ehli’nin bir esas üzerinde birleştikleri konularda sapıklığa düşen
Kaderiyye, Havâric, Ravâfız, Neccâriyye, Cehmiyye, Mücessime ve
Müşebbihe gibi...”
Doğru olan görüş bir fırka hariç diğerlerinin hepsinin ebedi
cehennemde olmalarıdır. Allah en doğrusunu bilendir.
SORU 13:
Eşlerden birinin İslam’ı kabul etmesi halinde ne yapılması
gerekir?
CEVAP:
Sorduğunuz soruyu şeyhimiz İbnul Kayyum ‘Zadu’l-Mead’1
adlı eserinde güzel ve öz olarak açıklıyor:
“Yine hadisler, eşlerden birinin diğerinden önce Müslüman
olması durumunda, aradaki nikâhın araları ister hicretle ayrılsın,
ister ayrılmasın münfesih olmayacağı hükmünü içerir. Çünkü Peygamber’in ‫ﷺ‬, eşlerden birinin diğerinden evvel Müslüman olması
durumunda, aralarındaki nikâhı yenilediği bilinmemektedir.
Sahabenin Müslümanlığı öyle gerçekleşirdi ki kişi karısından
veya karısı kişiden önce Müslüman olurdu. Onlardan Müslüman
olanların, hiçbirisi eşleriyle aynı anda Müslüman olduklarını telaffuz etmemişlerdir. Bu, hiç olmamıştır. Peygamber ‫ ﷺ‬kızı Zeyneb’i,
1 Zadu’l-Mead, 5/16.
FETVALAR
197
Ebul-Âs b. Rebîe geri vermiştir. Hâlbuki o, Hudeybiye senesinde
Müslüman olmuştur. Oysaki Zeyneb, ilk biset anından beri Müslümandı. Her ikisinin de Müslüman olması arasında, on sekiz seneden fazla bir müddet vardır.
Râvi’nin hadisteki “Zeyneb’in Müslümanlığı ile onun İslam’a
girmesi arasında altı sene vardı.” sözünde, bir yanlış anlama vardır. Bununla “Zeyneb’in hicreti ile onun Müslümanlığı arasında...”
demek istemiştir.
“Bu takdirde bu süre içerisinde iddet biter. Peygamber ‫ ﷺ‬bu
durumda nasıl nikâhı yenilemez?” şeklindeki bir itiraza şöyle cevap verilebilir: Müslüman kadınların müşriklere haramlığı hükmü,
ancak Hudeybiye barışından sonra inmiştir. Daha önce böyle bir
haramlık yoktu. Dolayısıyla bu müddet içerisinde, haramlık hükmü
henüz meşru olmadığı için nikâh feshedilmiş olmuyordu. Haramlık
hükmü inince, Ebul-Âs Müslüman oldu. Peygamber de ‫( ﷺ‬Zeyneb’i) kendisine geri verdi.
İddete itibar hakkında ne bir nass ne de icmâ vardır. Hammad
b. Seleme, Katâde, Saîd b. el-Müseyyeb yoluyla Ali’nin radiyallahu
anh; kâfir olan eşlerden birinin Müslüman olması hakkında, “Kadın hicret yurdunda olduğu sürece, kocası onun kadınlığına (nikâhına) en çok mâlik olandır.” dediğini nakletmiştir.
Süfyan b. Uyeyne, Mutarrif b. Tarif, Şabî senediyle nakletmiştir ki Ali radiyallahu anh: “Kadın şehrinden çıkmadıkça, kocası
onun üzerinde daha çok hak sahibidir.” demiştir. İbn Ebî Şeybe,
Mutemir b. Süleyman, Mamer, Zührî yoluyla şunu zikreder: “Kadın
Müslüman olur, kocası olmazsa aralarını sultan ayırmadıkça onlar
nikâhları üzeredirler.”1
Hadislerde iddetin itibara alındığına dair hiçbir kayıt yoktur.
Peygamber de ‫ ﷺ‬kadına iddetinin bitip bitmediğini sormazdı.
Şüphe yoktur ki, Müslüman olmak yalnız başına bir ayrılık sebebi
olsaydı, bu ayrılık ricî (dönülebilir) değil, bâin (iddet süresi içinde
1 Her iki haberde İbn Hazm, Muhalla, 7/314’te geçmektedir. İkisi de sahihtir.
198
EBU UBEYDE
dönüşü olmayan nikâhla) olurdu. İddetin, nikâhın devamı konusunda herhangi bir etkisi yoktur. İddetin etkisi, kadının başkasıyla
nikâhlanmasına engel olmada kendini göstermektedir. Eğer Müslüman olmak, aralarında ayrılığı gerçekleştirseydi, kocanın iddet
içerisinde karısı üzerinde (ayrılık bâin olduğu için) daha fazla
hakkı bulunmazdı. Peygamber’in uygulamasından anlaşılan şudur
ki: nikâh mevkuftur. Eğer koca, iddet bitmeden önce Müslüman
olursa kadın onun zevcesidir. Eğer iddeti sona ererse, kadın artık
istediğine varabilir; dilerse eski kocasını bekler. Eğer kocası Müslüman olursa, yeni bir nikâha ihtiyaç duyulmadan onun zevcesi olur.
Müslüman olduğundan ötürü nikâhını yenileyen hiçbir kimsenin bulunduğunu bilmiyoruz. Olan şu iki husustan biri idi: Ya
ayrılıyorlardı ve kadın başkası ile nikâhlanıyordu ya da ikisinden
birinin Müslüman olması gecikse bile kadın kocasında kalıyordu.
Ayrılığın gerçekleşmesi ya da iddete itibar edilmesine gelince, bu
konuda Peygamber’in, kendi devrinde pek çok Müslüman olanların bulunmasına ve eşlerden birinin diğerinden önce ya da sonra
Müslüman olması arasında az ya da çok zaman geçmesine rağmen,
bu ikisinden biri ile hüküm verdiğini bilmiyoruz.
Hudeybiye sulhu ve Fetih sonrasında, Peygamber’in, eşleri
birinin İslamiyet’i kabulü diğerinden sonra olsa bile nikâhları
üzerinde bırakması söz konusu olmasaydı; o zaman “İslamiyet’le,
iddete itibar etmeksizin,aralarının derhal ayrılmalarına” hükmederdik. Çünkü Allah Teâlâ: “Bunlar onlara helâl değildir. Onlar
da bunlara helâl olmazlar... Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın.” buyurmaktadır.Bu durumda İslâmiyet, ayrılık sebebi olur.
Ayrılık sebebi olan her şeyi ayrılık takip eder. Süt emme, hulû,
talâk gibi. Bu, Hallâl, ve arkadaşı Ebu Bekir ile İbnul-Munzir ve
İbn Hazm’ın görüşüdür. Hasan, Tâvus, İkrime, Katâde ve Hakem’in mezhepleri de böyledir. İbn Hazm; aynı zamanda Ömer,
Câbir b. Abdillah ve İbn Abbas’a da ait olduğunu, Hammad b.
Zeyd, Hakem b. Uteybe, Saîd b. Cubeyr, Ömer b. Abdulaziz, Adiy
b. Adiy el-Kindî, Şabî ve daha başkalarının da bu görüşle fetva
verdiklerini söyler. Ben de bunun, İmam Ahmed’ten nakledilen
iki rivayetten biri olduğunu söylüyorum.
FETVALAR
199
“Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl değildir.”ayetinin üzerine indiği zat
(Peygamber ‫)ﷺ‬, ayrılığın hemen gerçekleştirilmesi hükmüne gitmemiştir. İmam Mâlik, Muvatta’da İbn Şihâb’dan şunu nakleder:
“Safvân b. Umeyye ile karısı VeIid b. Muğire’nin kızının Müslüman
olmaları arasında bir ay kadar zaman vardır. O, Fetih günü Müslüman olmuş, kocası Safvan ise kâfir olarak Huneyn ve Tâif savaşlarına katılmış, sonra Müslüman olmuştur. Peygamber aralarını
ayırmamış, eski nikâhları ile beraberlikleri devam etmiştir.”1
İbn Şihâb şöyle der: “Ummu Hakîm, Fetih gününde Müslüman olmuştu. Kocası İkrime ise Yemen’e kaçtı. Karısı onu İslam’a
davet etti. O da Müslüman oldu ve geldi. Peygamber’e ‫ ﷺ‬bîat etti.
Peygamber ‫ ﷺ‬onları nikâhları üzere bıraktı.”2İbn Abdilberr: “Bu
hadisin şöhreti, isnadından daha güçlüdür.” demiştir.
Şu da kesin olarak bilinmektedir: Ebu Süfyan b. Harb, fetih
sırasında Peygamber ‫ ﷺ‬Mekke’ye girmeden önce oradan çıkmış
ve Müslüman olmuştu. Karısı Hind ise fetih gerçekleşinceye kadar Müslüman olmamıştı. Bunlar da nikâhları üzere kaldılar. Yine
Hakîm b. Hizam, karısından önce Müslüman olmuştu. Ebu Sufyan
b. Haris ile Abdullah b. Ebî Umeyye fetih senesinde çıkmışlar ve
Peygamber ‫ ﷺ‬ile Ebvâ’da karşılaşmışlar ve hanımlarından önce
Müslüman olmuşlardı. Bunlar da nikâhları üzere kaldılar.
Özetle, Peygamber’in ‫ﷺ‬, Müslüman olanlardan hiç birisinin
karısı ile arasını ayırdığı bilinmemektedir. Müslüman olanların
nikâhlarını yenilemenin gerekliliğini söylemek, son derece yanlıştır ve Peygamber’e ‫ ﷺ‬aslı olmayan, bilgisizce söz isnad etmektir.
Eşlerin şehadet kelimesini harfiyen aynı anda ve beraberce söylemiş olmalarının mümkün olamayacağı malumdur. Buna rağmen,
O, hiç kimsenin nikâhını yenilememiştir.
Konuyla ilgili Tirmizi’nin sözü, konu başında geçti. İbn
Hazm’ın Ömer’den radiyallahu anh yaptığı nakli ise nerden naklet1 Muvatta, 2/543-544.
2 İbn Hişam, 2/418.
200
EBU UBEYDE
tiğini bilmiyoruz. Bilindiği kadarıyla Ömer radiyallahu anh aksi görüştedir. Çünkü Hammad b. Seleme, Eyyûb ve Katâde, İbn Şîrîn,
Abdullah b. Yezîd el-Hatmî senediyle sabittir ki; Ömer karısı Müslüman olan bir Hıristiyan hakkında kadına muhayyerlik vermiş ve
dilerse ondan ayrılabileceğine ve dilerse onun üzerinde kalabileceğine hükmetmiştir.1
Bu nakiller, İbn Hazm’ın naklettiği görüşe açıkça muhaliftir.
İbn Hazm; Ömer, İbn Abbas ve Câbir’in İslâmiyet sebebiyle eşler
arasını ayırdıklarına dair haberlere yapışmıştır. Bunlar, mücmel
haberlerdir ve ayırmanın derhal olduğu konusunda sarih değillerdir. Bunlar sahih ise bizim Ömer ve Ali’den radiyallahu anhuma naklettiklerimiz de sahihtir.
Muvaffakiyet Allah’tandır.
SORU 14:
Fotoğraf çekmek ile resim çizmenin hükmü aynı mıdır? Fotoğrafa ayna kıyası yapılması doğru mudur?
CEVAP:
Nassların bu meseleye delaleti açık olmadığından dolayı ictihad yoluna gidilmiştir ve dolayısı ile beraber ihtilaf kaçınılmaz
olmuştur.Bu ihtilafta caiz değildir diyenler şu hadislerden kıyas
ederek resim çektirmenin haram olduğunu söylemiştir;
“Her resim yapan cehennemdedir. Yaptığı her suret için orada
bir kişi yaratılarak ona cehennemde azâb edecektir”2
İmam Nevevi,3 İbn Hacer ve Hattabi gibi âlimler bu hadis ve
bu manada diğer sünenlerde gelen bütün rivayetlerin mutlak olduğunu ve gölgesi olsun olmasın hiçbir resmin yapılmasını, evde
tutulmasını ve satışı gibi diğer mevzuların her birinin haram olduğunu çünkü ifadelerin mutlak geldiğini şu veya bu resim diye ayır1 İsnadı sahihtir. Bk. Muhalla, 7/313.
2 Buhari, Buyû, 104; Müslim, Libâs, 99.
3Nevevi, Şerhu Sahîhi Müslim, XIV, 81-82.
FETVALAR
201
madığını ifade etmişlerdir. En güzeli zaruret boyutuna ulaşmadan
böyle bir cahiliye fiilinden kaçınmaktır.
SORU 15:
Kur’an okurken teganni yapmanın ve ses çıkarma yöntemiyle
neşidlere yapılan fonun hükmü nedir?
CEVAP:
Bu konu ile alakalı olarak öncelikle İbnul Kayyum’un Zadul
Mead’daki uzun, tafsili ve güzel izahını sard edeceğiz inşallah;
Dedi ki: “Bu konuyu aydınlatıp âlimlerin farklı görüşlerini,
her grubun delillerini, delil getirirlerken ortaya çıkan leh ve aleyhlerine olan durumları, Allah Teâlâ’nın güç vermesi ve yardımıyla
burada belirlemek gerekmektedir.
Bir grup diyor ki: Nağme yaparak Kur’an okumak mekruhtur.
Ahmed, Mâlik gibi âlimler bu görüştedir. Ali b. Saîd’in rivayetine
göre nağme yaparak okuma konusunda Ahmed b. Hanbel: “Hoşuma gitmiyor. Bu iş sonradan ortaya çıkmadır.” demiş, Mervezî’nin
rivayetine göre: “Nağme yaparak okumak bidattir; dinlenilmez.”
demiş, Abdurrahmân el-Mütteabbib’in rivayetine göre ise: “Nağme
yaparak okumak bidattir.” demiş, oğlu Abdullah, Yusuf b. Musa,
Yakub b. Bahtân, Esrem ve İbrahim b. Hâris’in rivayetlerine göre
de: “Nağme yaparak okuma hoşuma gitmiyor. Ancak bu durum
hüzünden kaynaklanır ve Ebu Musa’nın sesi gibi hüzünlü bir sesle
okursa o zaman durum başkadır.” demiştir.
“Kur’an’ı seslerinizle süsleyin”1 hadisi hakkında ise Salih’in
rivayetine göre yine Ahmed b. Hanbel: “Süsleme, güzel okumak
anlamındadır.” diyor. Mervezî’nin rivayetine göre de: “Allah, sesi
güzel herhangi bir peygambere, Kur’an’ı tegannî etmesine izin verdiği kadar hiçbir şeye izin vermemiştir.” hadisi ile “Kur’an’ı tegannî
etmeyen bizden değildir.”2 hadisi hakkında: “İbn Uyeyne: Tegannî
etmek, onunla istiğna etmek: yetinmek anlamındadır, derdi. Şafiî
1 Ebu Davud, 1468; İbn Mace, 1342.
2 Ebu Davud, 1469, 1470; İbn Mace, 1337.
202
EBU UBEYDE
ise: Tegannî, sesi yükseltmektir, demişti.” Muâviye b. Kurra’nın rivayetine göre Peygamber’in ‫ ﷺ‬Fetih suresini okuması ve okurken
tercî yapması1 olayı kendisine hatırlatılan Ebu Abdillah (Ahmed b.
Hanbel) bunun, nağme yapmak anlamına geldiğini kabul etmediği
gibi, nağme yapmaya ruhsat bulunduğu yolunda delil olarak ileri
sürülen hadisleri de inkâr etti.
İbnul Kâsım’ın rivayetine göre namazda nağme yapma konusu
Mâlik’e sorulduğunda şöyle cevap vermişti: “Hoşlanmam. Bu olsa
olsa şarkıcıların para kazanmak için söyledikleri bir şarkı olur.”
Enes b. Mâlik, Saîd b. Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr, Kasım b. Muhammed, Hasan el-Basrî, İbn Sirin ve İbrahim en-Nehâî’nin de bu
işi mekruh sayanlardan oldukları rivayet edilmektedir.
Abdullah b. Yezîd el-Akberî anlatıyor: Bir adamla Ahmed b. Hanbel arasında şu konuşmanın geçtiğine şahid oldum. Adam sordu:
—Kuranı nağme yaparak okuma konusunda ne dersin?
—Senin adın ne?
—Muhammed.
—Sana ismin uzatılarak: “Yâaa Muuuhammeeedd” denmesi
hoşuna gider mi?
Kadı Ebu Yalâ diyor ki: “Bu tavır, onun nağme yaparak okumayı aşırı derecede mekruh gördüğünü ortaya koyar.”
Hasan b. Abdulaziz el-Ceravî anlatıyor: Adamın biri bana bir
vasiyette bulundu. Geride bıraktığı şeyler arasında nağmeli Kur’an
okuyan bir cariye vardı. Bu cariye mirasın çoğunluğunu yahut
hepsini teşkil ediyordu. Ahmed b. Hanbel, Haris b. Miskin ve Ebu
Ubeyde: “Cariyeyi nasıl satayım?” diye sordum. Onlar da: “Sade
1 Buhari, Megazî, 48, Tefsir, Sure 48; Fezail-iI Kur’an 24, Tevhid 50; Müslim,
Müsâfırin 238; Ahmed b. Hanbel, V, 55, 56; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 5/442-443.
FETVALAR
203
sat.” dediler. (Nağmeli okuma özelliğinden satım esnasında söz etmeden sat.) O zaman satımında fiyatın düşeceğini söyledimse de
yine: “Sade sat.” dediler.
Kadı Ebu Yalâ diyor ki: “Böyle dediler; çünkü o cariyenin nağme yaparak okumasını dinlemek mekruhtur. Şarkıda olduğu gibi
onun bu okuyuş özelliği için de bedel almak caiz değildir.”
İbn Battal diyor ki: Bir grup da: “Kur’an’ı tegannî etmek demek, onu okurken sesi güzelleştirmek ve okuma esnasında tercî
yapmak demektir.” diyor. Kişinin istediği ses ve nağmelerle tegannî
etmesinin caiz olduğu görüşü, İbnul Mübârek ve Nadr b. Şumeyl’in
görüşüdür. Kur’an’ı nağmeli okumanın caiz olduğunu söyleyenlerden biri olan Taberî’nin anlattığına göre Ömer b. Hattâb radiyallahu anh Ebu Musa’ya: “Bize Rabbimizi hatırlat.” der. Ebu Musa da
nağme yapa yapa okurdu. Ömer : “Ebu Musa gibi Kur’an’ı tegannî
edebilen etsin.” demiştir. Ukbe b. Âmir, Kur’an’ı en güzel sesle okuyanlardandı. Ömer, ona: “Falan sureyi bana oku.” dedi. O da okudu. Bunun üzerine Ömer ağladı ve: “Bu sure indi sanmıyordum.”
dedi. (Yani öyle okudun ki, bana bambaşka bir sure gibi geldi.)
İbn Abbas ve İbn Mesud, nağmeli okumayı caiz görmüşlerdir.
Atâ b. Ebî Rabâh’ın da caiz gördüğü rivayet edilir. Abdurrahman b.
Esved b. Yezîd, Ramazan ayında mescidlerde güzel ses arardı.
Tahâvî’nin rivayetine göre Ebu Hanife ve arkadaşları nağme ile
okunan Kur’an’ı dinlerlerdi. Muhammed b. Abdulhakem: “Babam,
Şafiî ve Yusuf b. Ömer’in nağme ile okunan Kur’an’ı dinlediklerini
gördüm.” diyor. İbn Cerîr et-Taberî’nin tercihi de bu görüştür.
Caiz Görenlerin Delilleri:
(Söz İbn Cerîr’indir.) Söz konusu hadisin; şiiri teganni; dinleyeni şevke getirip coşturan mâkul tegannî demek olduğu gibi,
Kur’an’ı tegannî de okuyucunun dinleyicisini tatlı tatlı hüzünlendirdiği mâkul tegannî ve sesi güzelleştirmek anlamına geldiğinin
delili; Süfyân Zührî; Ebu Seleme; Ebu Hureyre yoluyla rivayet etti-
204
EBU UBEYDE
ği şu hadistir: Peygamber ‫ ﷺ‬buyurmuştur ki: “Allah, terennümü
güzel herhangi bir peygambere, Kur’an’ı terennüm etmesine izin
verdiği kadar hiçbir şeye izin vermemiştir.” Akıl sahiplerince makuldür ki terennüm; ancak terennüm eden kişi sesini güzelleştirir ve nağme yaparsa terennüm olur. Bu hadis: “Allah, güzel sesli
herhangi bir peygambere Kur’an’ı yüksek sesle okuyarak tegannî
etmesine izin verdiği kadar hiçbir şeye izin vermemiştir.”1 şeklinde
de rivayet edilmiştir.
Taberî diyor ki: Bu hadis, meselenin bizim söylediğimiz gibi olduğunun en açık bir delilidir. İbn Uyeyne’nin dediği gibi Kur’an’la
yetinip başkasına ihtiyaç duymamak anlamında olsaydı, güzel sesten ve yüksek sesle okumaktan söz edilmesinin bir anlamı kalmazdı. Bilinmektedir ki Arapçada ‘tegannî’ yalnızca güzel sesle tercî
etmek anlamında kullanılmaktadır.
Şair der ki:
“Sen söylemişsen haydi şiiri teganni et. Bu şiiri teganni, yarış
alanıdır.”2
“Sığasının; yetindin, başkasına muhtaç olmadın, anlamında
kullanımı Arap dilinde yaygındır.” iddiasına gelince; Arap dili uzmanlarından hiçbirinin böyle söylediğini bilmiyoruz.
Görüşünü doğrulamak için el-Aşa’nın şu beytini delil olarak
ileri sürmesine gelince:
“Ben bir zaman Irakta çevresi saygın ve uzun süre kalmış bir
adamdım.”3
Şiirde geçen ‘tegannisi uzun’ sözüyle ‘istiğnası uzun’ anlamının kastedildiğini sanmıştır ki, bu onun bir yanılgısıdır. el-Aşâ, buradaki tegannî kelimesi ile Arapların: “Falan kimse, falanca yerde
1 Buhari, Fezâilü’l-Kur’an 19; Tevhîd 32; Müslim, Müsâfirîn 232-234. Ayrıca bk.
Ebu Davud, Vitr 20; Tirmizi, Fezâilü’l-Kur’an 17; Nesai, İftitâh, 83.
2 Hassan b. Sabit, Divan, s.420.
3el-A’şâ, Divan, s.25.
FETVALAR
205
yerleşti.” sözlerinde olduğu gibi “ikamet: yerleşmek, bir yerde eğleşmek” anlamını kastetmiştir. “Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç eğleşmemişler gibi oldular.”1ayetinde de bu anlam vardır.
Diğer bir şâirin şu beytiyle davasına şahit getirmeye çalışmasına gelince;
“İkimizden her biri diğerinin yaşamasına muhtaç değil.
Öldüğümüz zaman da birbirimize daha çok müstağni kalacağız.”2
Bu da onun bir gafletidir. Çünkü ‘-dan gelen’ kelimesi, iki
kimseden her birinin bir diğerine ihtiyaç duymaması anlamındadır. Nitekim “İki adam dövüştü.” cümlesi, iki adamdan her biri,
diğerini dövdü, anlamındadır. “İki kişi sövüştü.” ve “İki kişi vuruştu.” sözleri de böyledir. “Bu iki kişinin fiilidir.” diyen kimsenin
benzeri bir durumda bir kişinin fiili olarak söyleme imkânı yoktur.
Zira şairin cümlesinin bu anlamında olduğunu söylemek mümkün
değildir. Ancak sözü söyleyen kimsenin bu sözle, muhtaç olduğu
halde muhtaç değilmiş gibi göründü (yani yapmacıktı) anlamını
kastederse mümkün olur. Nitekim “Falanca kimse kahramanlık
tasladı.” cümlesi, kahraman olmadığı halde kendini kahramanmış
gibi gösterdiği anlamına gelir. “Cesurluk tasladı.” ve “Cömertlik
tasladı.” sözleri de böyledir. Şayet Kur’an’la tegannî etmeyi, Arap
dilindeki anlamından uzaklığına rağmen bu anlama alacak olursa
bu hatasındaki felâket daha büyük olur. Çünkü onun bu yorumuna göre yüce Allah, Peygamberi’ne ‫ ﷺ‬Kur’an’la yetinmesine değil,
kendi içinde bulunduğu halin aksini göstermesine (hâşâ bir tür
münafıklığa) izin vermiş olur. Bunun sakatlığı ise ortadadır.
İbn Uyeyne’nin yorumunun sakatlığını ortaya koyan bir delil
de şudur: Kur’an’la insanlardan müstağni kalmak gibi bir sıfatla,
kendisine bu konuda izin veriliyor yahut verilmiyor diye herhangi
1 A’raf, 7/92.
2 Beyt, el-Hamâsetu’ Basriyye (2/55) ve el-Egânî (I3/127)’de Şair Übeyrid’e;
Zeyiü’l-Emâlî (s.73)’de de Seyyar b. Hübeyre’ye nisbet edilmektedir. el-Kâmil
(l/184)’de ise Abdullah b. Muâviye b. Abdullah b. Ca’fer b. Ebi Tâlib’e ait beyitler arasında geçmektedir.
206
EBU UBEYDE
bir kimsenin tanıtımı imkânsızdır. Yalnız İbn Uyeyne’ye göre «serbest bırakma ve mubah kılma” anlamına gelen ise böyle bir imkân
doğar. Ancak bu da iki yönden hatalıdır: Lügat (iştikak) ve manayı çarpıtmak. İştikak bakımından kelimesi, cümlesinde olduğu
gibi kulak vermek, dinlemek anlamına gelen fiilden türetilmiş bir
mastardır. “Rabbine kulak verdi ve gerçekleştirildi”1ayetinde de bu
anlamdadır.
Şair Adiyy b. Yezîd de diyor ki:
“Ey kalb! Oyun eğlence ile avun. Hüznüm, dinlemede işitmede.”2
Şu halde Peygamber’in ‫ﷺ‬: “Allah hiçbir şeye izin vermemiştir.” hadisi; “Allah, bir peygamberin Kur’an’Ia tegannîsini dinlediği gibi insan sözünden hiçbir şeyi dinlememiştir.” anlamındadır.
Çünkü Kur’an’la insanlardan müstağni kalmanın, dinlenir, kulak
verilir diye nitelendirilmesi mümkün değildir.
(Taberî’nin sözleri sona erdi.)
Ebul Hasan İbn Battal diyor ki: Bu konuda, şu rivayetten dolayı bir problem daha kaldı: İbn Ebî Şeybe’nin, Zeyd b. Habbâb
- Musa b. Ali b. Rabâh-babası Ali b. Rabâh-Ukbe b. Âmir senediyle
rivayet ettiğine göre Allah Rasulü ‫ ﷺ‬buyurdular ki: “Kur’an’ı öğrenin, onunla tegannî edin ve onu yazın. Canım elinde olan Allaha
yemin ederim ki, Kur’an hafızadan, gebe devenin bağlarından boşanıp kaçmasından daha süratli boşanıp kaçar.3
Ömer b. Şebbe rivayet ediyor: Ebu Âsim en-Nebîle, İbn Uyeyne’nin «Kur’an’la tegannî eder» sözünü, «Onunla istiğna eder: yeti1 İnşikak, 84/2.
2Adiyy, Divan, s. 172; İbnü’ş-Şecerî, Emâlî, 2/36.
3 İsnadı güçlüdür. Ahmed b. Hanbel (3/İ46)’de: «Allah’ın Kitabı’nı öğrenin,
onu okumayı elden bırakmayın ve onunla tegannî edin. Canım elinde olan
Allah’a yemin ederim ki, Kur’an, ipte bağlı gebe deveden daha süratli sıyrılıp
kurtulur.» Müslim (79I/231)’de ise: «Bu Kur’an’ı okumayı elden bırakmayın.
Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an ipte bağlı deveden daha süratli sıyrılıp kurtulur.» şeklinde rivayet edilmektedir. Benzer
lafızlarla; Buhari, Fezâilü’l-Kur’an, 23; Müslim, Müsâfirîn, 231.
FETVALAR
207
nir» diye yorumladığı anlatılınca şunları söyledi: «İbn Uyeyne hiç
iyi bir şey yapmamış, İbn Cüreyc, Atâ yoluyla Ubeyd b. Umeyr’in:
Davud Peygamberin aleyhisselam, kendisiyle tegannî ettiği, ağlayıp
ağlattığı bir çalgı âleti vardı, dediğini bize haber vermiştir.» İbn
Abbas: «Hz. Davud, Zebur’u yetmiş türlü nağme ile okurdu. Öyle
okurdu ki, herkes mest olur coşardı» demiştir.1
Şafii’ye rahimehullah, İbn Uyeyne’nin yorumu sorulunca şu cevabı vermişti: Biz bu işi daha iyi biliriz. Şayet Hz. Peygamber ‫ﷺ‬
istiğna anlamını kastetmiş olsa: “Kim Kur’an’la istiğna etmezse...”
buyururdu. Ancak “Kur’an’la tegannî eder” buyurmasından anladık ki, burada tegannîyi kastediyor.
2- Kuranı süslemek, güzel sesle okumak, okurken nağme
yapmak ruhlarda daha etkili ve dinlenilmesine, kulak verilmesine
daha iyi bir sebeptir. Kelimeler kulaklara, manalar kalplere daha
iyi yerleştirilmiş olur. Bu da maksada yardımcıdır. Nağme yaparak
okumak, tıpkı hastalığın bulunduğu yere ilacı nüfuz ettirmesi için
ilaca konan tatlı madde; iştahımızı daha iyi çekmesi için yemeğe
katılan güzel koku ve baharat; nikâhın gayelerinin gerçekleşmesine daha iyi sebep olsun diye kadının kocası için süslenmesi, güzelleşmesi ve güzel koku sürünmesi gibidir.
Nefsin müzik ile mest olmaya, coşmaya ihtiyacı vardır. Nasıl
ki, her türlü haram ve mekruh yerine onlardan daha hayırlısı geçirilmiş; örneğin fal oklarıyla şans denemesinin yerine halis tevhid
ve tevekkül olan istihare, zina yerine nikâh, kumar yerine ödüllü
kılıç oyunları ve at yarışları, şeytani müzik yerine Rahmânî Kur’an
müziği... Konulmuştur; işte tıpkı bunun gibi şarkı nağmesi yerine
Kuran nağmesi konulmuştur. Bunların örnekleri gerçekten çoktur.
3- Haram, ağırlıklı yahut katıksız bir zarar içermelidir. Nağme
yaparak, ahenkli söyleyerek Kur’an okumak ise bunlardan hiçbirini içermemektedir. Çünkü nağme yapmak, sözü asıl konulduğu
anlamından çıkarıp dinleyicinin sözü anlamasına engel olmamaktadır. Bu işe karşı çıkanın sandığı gibi şayet bu şekil okuyuş, harf
1 İbnul Kayyum el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/464.
208
EBU UBEYDE
ilâvesini gerektiriyor olsaydı; sözü konulduğu anlamdan çıkarır,
dinleyicinin anlamasına engel olur ve dinleyici ne anlama geldiğini
bilmezdi. Oysa var olan gerçeklik bunun tam aksinedir.
4- Bu nağme yapma, ahenkli söyleme işi, söyleyiş şekline bağlıdır. Bazen tabiî ve içten gelerek, bazen de zoraki ve yapmacıktan
olur. Söyleyiş sekileri sözü, konulduğu anlamdan çıkarmaz. Bunlar tıpkı sözün inceltilmesi, kalınlaştırılması ve İmâle yapılması,
kurrânın uzun ve orta medleri gibi, okuyanın sesinin sıfatlarıdır.
Ancak şu sayılan şekiller harflerle ilgili; nağme yapma ve ahenkli söyleme şekilleri ise seslerle ilgilidir. Harfleri söyleyiş sekilerini
nesilden nesile aktarmak mümkün olduğu halde bu (sesleri) söyleyiş şekilleri konusundaki ilk devir örneklerini (=âsârı) aktarmak
mümkün değildir. Bu yüzden şu sayılanlar lafızlarıyla aktarıldıkları halde berikilerin lafızlarıyla aktarılmaları mümkün olmamış,
yalnızca bunların mümkün olduğu kadarı aktarılmıştır. Meselâ
Hz. Peygamberin ‫ ﷺ‬Fetih sûresini okurken “a a a” diye yaptığı
terci gibi.
5- Nağme yapma ve ahenkli söyleme iki şeye bağlıdır: 1- Med
(uzatma), 2- Tercî. Hz. Peygamberin ‫ ﷺ‬Kur’an okurken sesini
uzattığı, “er-Rahmân” ve “er-Rahim” kelimelerini uzatarak okuduğu sabittir. Yukarıda geçtiği üzere tercî yaptığı da sabittir.
4- Karşı Çıkanların Delilleri:
Kur’an’ın tegannî ile okunmasına karşı çıkanlar diyorlar ki:
Delillerimiz şunlardır:
1- Huzeyfe b. Yemân’ın rivayetine göre Hz. Peygamber ‫ ﷺ‬buyurdu ki: “Kur’an’ı Arap nağme ve sesleriyle okuyun. Kitaplıların
(Hıristiyan ve Yahudilerin) ve aşıkların nağmelerinden sakının.
Çünkü benden sonra Kur’an’ı şarkı ve matem türküsü gibi terci ile
okuyacak kimseler gelecektir. Kur’an, onların boğazlarından aşağı geçmez. Onların ve hayranlarının kalpleri fitneye uğramıştır.1
Bu hadisi, Tecrîdüs-Sıhâh’ta Ebul-Hasen Razîn ve Nevâdirul-Usûl’de
1 Taberani, Evsat; Beyhaki, Şuabu’l-İman. Hadis sahih değildir.
FETVALAR
209
Ebu Abdillah Hakîm et-Tirmizî rivayet etmiştir. Kadı Ebu YaIâ,
el-Câmi’de bu hadisi ve bir başka hadisi delil olarak kullanmıştır
ki, o da şudur: Hz. Peygamber ‫ﷺ‬, kıyametin alâmetlerini sayarken
onlar arasında şu hususu da belirtmiştir: “Kur’an eğlence âleti yapılacak. O zamanın insanları Kur’an’ı en iyi okuyan ve en faziletli
insan olmadığı halde aralarından birini sırf kendilerine şarkı (gibi
Kur’an’ı) okuması için öne çıkaracaklar.”1
2- Ziyâd en-Nehdî, beraberinde kurrâ olduğu halde Enes’in
yanına geldi. Ziyâd’a: “Kur’an oku” dediler. O da sesini yükseltip nağme yaparak okudu. Gür sesli biriydi. Enes -yüzünde siyah bir peçe vardı- peçeyi açtı ve : “Be adam eskiden böyle
yapmazlardı” diye çıkıştı. Enes, kötü ve yanlış saydığı bir durum
görünce yüzündeki peçeyi kaldırırdı.
radiyallahu anh
3- Hz. Peygamber ‫ﷺ‬, nağme yaparak ezan okuyan müezzini
bundan menetmiştir. İbn Cüreyc’in Atâ’dan rivayetine göre İbn Abbas diyor ki: Allah Rasulü’nün ‫ ﷺ‬nağme yaparak ezan okuyan bir
müezzini vardı. Hz. Peygamber ‫ ﷺ‬ona: “Ezan kolaydır, kolaylıkla
okunur. Şayet kolay ve yumuşak bir tarzda okuyacaksan oku, yoksa okuma.” buyurdu.
Bu hadisi Darekutni rivayet etmiştir.2 Hafız Abdülganî b. Saîd,
Katâde’den, o da Abdurrahman b. Ebî Bekr’den babası Hz. Ebu
Bekir’in şöyle dediğini aktarır: “Allah Rasulü’nün ‫ ﷺ‬okuyuşu med
(=uzatma) idi. Onun okuyuşunda tercî yoktu”.
4- Tercî ve nağme yaparak okumak hemzeli olmayan kelimeyi
hemzeli, med harfi bulunmayan kelimeyi medli okumayı; bir elifi
pek çok elife, bir vâvı pek çok vâva, bir yâ harfini de pek çok yâ har1 Sayılan diğer alâmetler ise şunlardır: Sefihlerin başa geçmesi, akitlerde şartların çoğalması, hükmün satımı, cana değer vermemek, akraba ziyaretlerim
kesmek. Ahmed b. Hanbel tarafından da (3/494) rivayet edilen bu hadisin
ondaki senedi zayıf olsa bile; Taberani ve İbn Şahin tarafından başka bir senedle rivayet edilmiş olup, ayrıca bu hadisi destekleyici Ahmed b. Hanbel’in
Müsned’inde (6/22,23) ve Hâkim’in Müstedrek’inde (3/443) iki ayrı hadis vardır. Bunlar toplanınca hadisin sahih olduğu anlaşılır.
2 Darekutni, 1/239. Hadis çok zayıftır.
210
EBU UBEYDE
fine çevirmeyi gerekli kılar. Bu da Kur’an’a ilâve yapmaya götürür
ki, caiz değildir.
5- Bu işin caiz olup olmayanı için bir sınır yoktur. Belli bir sınır konacak olursa, bu Allah Teâlâ’nın kitabında ve dininde dilediğince tasarruf ve hükmetmek olur. Bir sınır tayin edilmezse bu da,
şarkıcıların şarkı sözlerinde ve kurrâdan pek çoğunun cenazelerin
önlerinde yaptıkları gibi, ses sanatçılarının yaptıkları şekilde, okuyucunun -Allahın Kitabı’nı tahrif ile onu şiir ve şarkı nağmelerine
benzer bir tarzda müzik gibi okuma sayılacak şekilde- sesleri yankı
yaptırmasının, tercîlerle şarkıya benzer türlü türlü nağmeler ve makamlar icad etmesinin serbest bırakılmasına götürür; artık Allah’a
ve Kitabı’na karşı cüretkârlık göstererek, Kur’an’la oynayarak, şeytanın verdiği süse aklanarak şarkıda olduğu gibi Kur’an okumada
da makamlar icad ederler, İslâm âlimlerinden hiçbiri bunu caiz
görmez. Malumdur ki, nağme yaparak ahenkli okuma, buna doğrudan götüren bir sebeptir. O halde bu yasaklama, harama götüren
yollan tıkamak gibidir.
İşte her iki grubun sonuca ulaşma çabalarının neticesi ve birbirlerine karşı kullandıkları deliller nihayet bu kadar.
5- Tartışmanın Çözümü:
Tartışma şöylece sonuca bağlanabilir: Tegannî ve nağme yapmak türlüdür:
a- İnsan tabiatının gereği olan, zorlamadan, alıştırma ve
öğrenim yapmadan insanın içinden gelen; öyle ki, kişi tabiatıyla
baş başa kalsa, tabiatı serbest bırakılsa bu nağme ve tegannî kendiliğinden gelir, işte bu şekli caizdir. İsterse kişi biraz daha süslemek
ve güzelleştirmek maksadıyla tabiatına yardım etsin, yine caizdir.
Nitekim Ebu Musa el-Eşarî, Hz. Peygambere ‫ﷺ‬: “Dinlediğini bilseydim, senin için daha güzel okurdum”1 demiştir. Hüzünlenen,
içinden coşku, sevgi ve şevk gelen bir kimse istese de hüzünlü ve
nağmeli okumayı kendisinden uzaklaştıramaz. Çünkü nefisler
1 İbnul Kayyum el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/468.
FETVALAR
211
onu kabullenmiştir; tabiatına uygun geldiği, zorluk duymadığı ve
yapmacık göstermediği için tatlı bulmuşlardır. Böylesi, tabii gösterilmeğe çalışılan bir şey değil, doğrudan doğruya tabiîdir; zoraki
değil, aşkla yapılacak bir şeydir. işte bu tegannî selefin yapıp dinlediğidir; övülen, methedilen tegannîdir. Hem okuyanın, hem dinleyenin etkilendiği tegannîdir. Caiz olduğunu savunanların bütün
delilleri işte buna bağlanır.
2- İkinci şekil: Bir sanat olan ve insan tabiatından kolaylıkla
gelmeyip ancak zahmet ve zorlukla emek vererek, alıştırma yaparak
elde edilen şeklidir. Bu şekli, tıpkı özel makamlar ve icad edilmiş
notalara göre basit yahut mürekkeb (birleşik) türlü türlü nağmelerle
şarkı seslerini çıkarmayı öğrenmede olduğu gibi yalnız öğrenim görmek ve emek vermekle elde edilir. Selefin mekruh gördüğü, ayıpladığı, kınadığı, yasakladığı, okuyanlara çattığı işte böylesidir. Nağme
yaparak okumanın caiz olmadığını savunanların ileri sürdükleri deliller ancak bu türlüsünü kapsar. Yaptığımız bu tafsilat ile karışıklık
ortadan kalkmış ve doğru olan, doğru olmayandan ayrılmış olur.
Selefin hal ve tavırlarını bilen herkes, kesinlikle onların, Ölçülü (notaIı), sayılı, sınırlı makam ve hareketlerden oluşan emek
vererek öğrenilen müzik nağmeleri ile Kur’an okumaktan uzak;
bu şekil okuma ve buna izin verme konusunda Allah’tan en çok
korkan kimseler olduklarını da bilir. Yine kesinlikle bilir ki, onlar
hüzünlü hüzünlü ve nağme yaparak Kur’an okurlar; okurken seslerini güzelleştirirlerdi. Kur’an’ı bazen gamlı, kederli; bazen neşeli,
bazen da coşkulu okurlardı.
Bu iş, tabiatlarda gömülüdür, hakkını almak ister. Kanun
koyucu, tabiatlar bundan nasibini almak isterken tutup bunu
yasaklamamış; aksine bu yolu göstermiş, teşvik etmiş, bu şekilde okuyan kimseyi Allahın dinleyeceğini haber vermiş ve:
“Kuranla tegannî etmeyen bizden değildir.” buyurmuştur. Bu
hadiste iki ihtimal vardır: birincisi; hepimizin yaptığı vakıayı
haber vermiştir (yani biz hepimiz böyle yaparız demiştir); ikincisi, Hz. Peygamber ‫ﷺ‬, tegannî yapmayan kimsenin, kendisinin sünneti ve yolunda olmadığını bildirmiştir.”
212
EBU UBEYDE
Allah şeyhe rahmet etsin. Bu sözün üzerine konuşmak ilme ve
ilim ehline ayıptır. Bu mesele de şeyhin mezhebi üzereyiz.
SORU 16:
Ali radiyallahu anh hakkında keremallahu vechehu ‘ Allah yüzünü keremli kılsın’ şeklinde dua etmenin hükmü nedir?
CEVAP:
Bu şekilde bir dua ilim ve irfan ehlinden olan sünnete düşkün
insanların hiçbiri tarafından zikredilmemiştir.
Bu sonradan gelen insanların katında şöhret bulmuştur. Özellikle de rafizi cahiller bunu çok kullanmışlardır.
O rafizi cahiller zannımız odur ki diğer üç büyük halifeden
fark oluşturmak için ortaya çıkarmışlardır.
Radvi er Rafidi dedi ki; “Allah’ın arzındaki iki kişi ihtilaf etmez
ki sahabenin üç tanesi(Ebu Bekir, Ömer ve Osman) putlara ibadet
edenlerdendir.” (Şiaya iftira ettiler adlı kitapta 223 sayfasında bu
sözleri sarf etmiştir ki Allah’ın laneti bu rafizinin üzerine olsun.)
SORU 17:
Bayanların altın takması hükmü nedir? Haram mıdır helal midir?
CEVAP:
Nebi ‫ ﷺ‬dedi ki; “ İpek elbise giyenin ahirette nasibi yoktur.”1
Bu hadisten yola çıkarak âlimler ortaya bazı görüşler atmışlardır.
Taberi dedi ki; bazıları mutlak olarak lafzın umumuna kadın
erkek herkesin ipek elbise giymesini haram saymışlardır. Bazıları
da bunun nesh edildiğini iddia etmişlerdir. Ancak erkekler hakkında nesh edilmediğini istisnanın kadınlar için getirildiğini söylemişlerdir. Bazıları da demişlerdir ki buradaki yasak mekruhluktur
yoksa haramlık değildir.
1 Sahihu’l-Buhari, Kitabu’l-Libâs; Sahihu Müslim, 3/1645.
FETVALAR
213
İmam Nevevi rahimehullah şu sözler ile bu ihtilaftaki racih görüşü ortaya koymuştur;
“Kadınlara gelince onlara ipek giymek helal kılınmıştır. Ya da
altın yüzükler veyahut gümüşten olan bütün mücevheratlar ister
evli olsun ister bekâr, ister yaşlı olsun ister genç hepsine helaldir.
İster fakir olsun ister zengin hepsine helaldir. İşte bu ipeği giymenin erkeklere haram kadınlara ise helal olması noktasında bizim
mezhebimizdir. Cumhurun da mezhebi böyledir. Kadı’dan hikâye
edildi ki bir kavim erkeklere ve kadınlara bunu mubah kıldılar.
İbnu Zubeyr’den ise hem erkek hem de kadınlara helal olduğu rivayet edildi. Bu ihtilaftan sonra ümmet arasında icma munakid(bağlanmış) olmuştur ki erkeklere haramdır kadınlara helaldir.”1
Allah en doğrusunu bilendir.
SORU 18:
Kırmızı renkte elbise giymenin hükmü nedir?
CEVAP:
Sevgili kardeşim hadislere bakıldığı zaman bazen kırmızı elbise giymenin yasaklandığını görürsün:
“İbnu Amr İbni’l-As radiyallahu anh anlatıyor: “Üzerinde kırmızı
renkli iki giyecek bulunan bir adam geldi ve Rasulullah’a ‫ ﷺ‬verdi.
Ama Rasulullah ‫ ﷺ‬adamın selamını almadı.”2
“Benî Esed’den bir kadın anlatıyor: “Bir gün, Rasulullah’ın ‫ﷺ‬
zevcelerinden Zeyneb’in yanında idim ve kızıl toprakla onun elbiselerini boyuyorduk. Biz bu işle meşgulken Rasulullah ‫ ﷺ‬çıkageldi.
Ancak kızıl toprağı görünce geri döndü. Zeynep bu hali görünce, Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬bunu mekruh addettiğini anladı ve derhal elbiselerini
yıkadı ve bütün kırmızılığı örttü. Aleyhissalâtu vesselâm geri döndü
ve âniden geldi. (Boyadan) hiçbir şey görmeyince içeri girdi.”3
1Nevevi, Şerhu Sahîhi Müslim,14, 32-33, 38.
2 Ebu Davud, Libas, 20, (4069); Tirmizi, Edeb, 45, (2808).
3 Ebu Davud, Libâs 20, (4071).
214
EBU UBEYDE
“İmrân İbnu Husayn radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah ‫ﷺ‬
buyurdular ki:
Ben erguvan (koyu kızıl) renkli şeyin üzerine binmem. Ne sarıya boyanmışı, ne de (eteğinin ucuna, yakasına, yenine) ipekli geçirilmiş gömleği giymem. Bilesiniz erkeğin sürünme maddesi kokuludur, renksizdir. Bilesiniz kadının sürünme maddesi renklidir
kokusuzdur.”1
Bazen de Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬kırmızı elbise giydiğini görebilirsiniz.
“Hilâl İbnu Âmir babasından naklediyor: “Rasulullah’ı ‫ ﷺ‬Mina’da halka hitap ederken gördüm. Sırtında kırmızı bir bürde vardı ve katırının üzerinde idi. Hz. Ali de radiyallahu anh önüne durmuş,
Resulullah’ın ‫ ﷺ‬söylediklerini tekrarlıyordu.”2
“Bera radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah ‫ ﷺ‬orta boylu idi.
Ben onu kızıl bir hulle içerisinde gördüm. Ben Rasulullah’tan ‫ﷺ‬
daha güzel bir şeyi hiç görmedim”3
İlim ehli İbnul Kayyum, İmam Tirmizi ve İmam Nevevi4 ve bu
1 Ebu Davud, Libas, 11, (4048); Tirmizi, Edeb, 30, (2789).
2 Ebu Davud, Libas, 21, (4073).
3 Buhari, Libas, 35; Menakıb, 23; Müslim, Fezail, 91, (2337); Ebu Davud, Libas,
21, (4072); Tirmizi, Libas, 4, (1724); Nesai, Zinet, 94, (8, 203).
4 İslam alimleri erkekler için aspurla boyanmış elbise giymenin caiz olup olmayacağında ihtilaf etmişlerdir. Sahabe ve tabiûnun cumhuru ile onlardan sonra gelen ulema bunu mübah görmüşlerdir. İmam Ebu Hanîfe rahimehullah ile İmam
Mâlik’in ve İmam Şafiî’nin kavilleri de budur. Yalnız İmam Mâlik, başka bir
boya ile boyanmış elbiseyi daha efdal görmüştür. Bir rivayette, evlerde ve avlu
içlerinde giyilmesini caiz; toplantı yerlerinde, so­kak ve pazarlarda ise mekruh
görmüştür. Ulemadan bir cemaata göre sarıya boyanmış elbise giymek kerahat-i
tenzihiyye ile mekruhtur. Onlar hadisteki nehyi bu manaya hamletmişledir.
Hattabi’ye göre, buradaki nehiy, kumaşı dokuduktan sonra boyamaya aittir.
Evvela ipliği boyanır da dokunursa bu memnu değildir.
Ulemadan bazıları buradaki nehyi hac ve umre için ihrama girmiş olan­lara
hamletmişlerdir. Bu takdirde hüküm, İbn Ömer hadisine uygun olur.
Mezkûr hadiste, “Peygamber ‫ﷺ‬, ihramlının vers ve zaferan değmiş elbise giymesini yasak etti.” denilmekledir. (Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, 9/ 436;
Buhari, Libas, 17-34; Müslim, Hacc, 3; Nesai, Menasik, 2S, 35; İbn Mace, Me-
FETVALAR
215
meseleye dair fıkhı ortaya koyan herkes yasaklanan kırmızının
aspurla boyanmış kırmızı elbise olduğunu belirtmişlerdir.1 Ancak
Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬giydiği kırmızı elbise ise diğer siyah ve benzeri
renkler ile boyalı olan alacalı kırmızılardır.2 Dolayısı ile burada rivayetten daha çok hadisleri cem etme ve usul fıkıh ortaya çıkmaktadır. Bunlarda âlimlerin içtihadlarının olduğu konular olduğu
için ihtilaf muteberdir. Dolayısı ile meseleye dair ihtilaf kuvvetlidir. En güzeli ihtilaftan kaçınarak kırmızının her türlüsünü giyside
terk etmektir.
Allah her şeyin en doğrusunu bilendir.
SORU 19:
Kaşın ortası kaştan mıdır? Yani kaşın ortasının alınmasında
da lanet söz konusu mudur? Kadınların çokça uzayan kaşlarını
kesmesi caiz midir?
CEVAP:
İbrâhîm en-Nehaîden; o da Alkame’den; o da Abdullah ibni
Mesud radiyallahu anh şöyle dedi:
nasik, 19; Muvatta, Hacc, 9; Ahmed b. Hanbel, 111 66.
1 (Amr b. Şuayb’ın) dedesi (Abdullah b. Amr b. Âs’dan rivayet olunmuştur, dedi
ki: Rasulullah ‫ ﷺ‬ile birlikte (Ezahir dağ yolu denilen) dağ yolundan iniyorduk. (Bir ara) Rasulullah ‫ ﷺ‬dönüp bana baktı. Benim üzerimde de aspurla
boyanmış, tek desenli sade bir giysi vardı. “Üzerindeki bu giysi de nedir?”
diye sordu. Ben onun bundan hoş­lanmadığım hemen anlamıştım. Doçru
tandırlarını yakmakta olan ev halkının yanına vardım ve bu elbiseyi tandıra
attım. Sonra ertesi gün Hz. Peygamber’in ‫ ﷺ‬yanına vardım.
“Ey Abdullah, o elbiseyi ne yaptın?” dedi. (Ben de yaptıklarımı te­ker teker)
ona anlattım.
“Keşke onu aile halkından bazılarına giydirseydin. Çünkü bun­da kadınlar
için bir sakınca yoktur” (İbn-i Mace, Libas 21)
2 İbnul Kayyum el-Cevziyye; Hz. Peygamber’in ‫ ﷺ‬giydiği kırmızı elbiseden
maksat tümüyle kırmızı elbise değildir. Kırmızı ile siyah karışımı elbisedir.
Araplar böyle elbiseye «kırmızılı elbise» derler. Bu inceliği bilmeyen bazı kimseler Hz. Peygamber’in ‫ ﷺ‬kırmızı elbise giydiğini hadisi delil göstererek,
kırmızı elbise giyip halk arasına çıkarlar ve bu hareketleriyle unutulmuş bir
sünneti ihya etmeye çalıştıklarını iddia ederler. Onların bu sözleri tamamen
bir vehimden ibarettir. (Azîmabadî, Avnu’l Mabuud, 11/117)
216
EBU UBEYDE
“Vücutlara dövme yapan kadınlara, kendisine dövme yapılmasını
isteyen kadınlara, yüzdeki kılları yolan ve yüzdeki kılları yolduran kadınlara, seyrek dişli güzel görünmek için ön dişlerinin aralarını yontan
bu şekilde Allah’ın yarattığını değiştiren kadınlara Allah lanet etsin!
Ravi dedi ki:
-Bu söz, Esed oğullarından kendisine Ümmü Yakub denilen
bir kadına ulaştı. Bu kadın Kur’an’ı okuyor idi.
Bu kadın, Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh geldi ve:
-Bana senden ulaşan:
“Vücutlara dövme yapan kadınlara, kendisine dövme yapılmasını isteyen kadınlara, yüzdeki kılları yolan ve yüzdeki kılları
yolduran kadınlara, seyrek dişli güzel görünmek için ön dişlerinin
aralarını yontan bu şekilde Allah’ın yarattığını değiştiren kadınlara
Allah lanet etsin!” dediğin söz nedir? Dedi.
Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh:
-Bana ne oluyor ki, Nebi’nin ‫ ﷺ‬lanet ettiği kimselere lanet etmeyeyim! Bu Allah’ın Kitabında da vardır dedi.
Kadın:
-Şüphesiz ki ben Kur’an’ın iki kapak arasını okudum fakat
onu bulamadım! dedi.
Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh:
-Eğer Kur’an’ı gerçekten okuduysan kuşkusuz ki onu bulmuşsundur!
Allah Azze ve Celle Haşr Suresi 7. ayetinde:
“Rasul size ne verdi ise onu alınız! Size neyi yasak etti ise ondan
FETVALAR
217
sakının!” buyurmaktadır, dedi.
Kadın:
-Bu gibi şeyleri ben şimdi senin eşinde görürüm, dedi.
Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh:
-Git ona bak dedi.
Ravi dedi ki:
-Kadın, Abdullah ibni Mesud’un radiyallahu anh eşinin yanına
girdi ve laneti gerektiren bir şey göremedi.
Akabinde kadın, Abdullah ibni Mesud’a radiyallahu anh geldi ve
bir şey göremedim, dedi.
Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh:
-Şayet onda böyle bir şey olsaydı onunla bir arada bulunmazdık! Dedi.”1
Yine İmam Nesai’de “Kaşlar güzel görünmek için inceltilebilir
mi?” diye bab başlığı attıktan sonra şu hadisleri rivayet etmiştir.
Abdullah’tan radiyallahu anh rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasulullah ‫ﷺ‬: “Dövme yapan ve yaptıranı güzel görünmek için kaşlarını alan ve dişlerini inceltip dişlerinin görüntüsünü değiştirenleri
lanetledi.”2
Âişe’den radiyallahu anha rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasulullah ‫ﷺ‬: “Dövme yapmayı ve yaptırmayı, saç (peruk) yapmayı ve
yaptırmayı, kaşların kıllarını almayı ve aldırmayı yasak etti.”3
1 Müslim, 2125/120; Buhari, 5945; Ebu Davud, 4169.
2 Buhari, 594; Müslim, 2124/119.
3 Buhari, Libas: 83; Müslim, Libas, 33.
218
EBU UBEYDE
İbn Cerir Taberi1 ve İbn Hazm gibi âlimlerin çoğunluğu hadislerin zahirine hamledip, bunları istisna edecek başka nassların
gelmemesinden ötürü sakalı ve bıyığı çıkan kadının dahi bunları
kesemeyeceğini söylemişlerdir
İmam Nevevi de dâhil olmak üzere Şafilerin görüşüne göre
ise kadının böyle bir durumda sakal ve bıyıklarını kesmesi haram değil bilakis müstehabtır.2 Racih olan ise kadının hiçbir şekilde kaşları ve sakal kısımları dâhil bütün yüzünden herhangi
bir şekilde yüzünden hiçbir kılı koparmamasıdır. Âlimler kocasının kerih görmesi halinde o kadını nikâhlamaması gerektiğini
ve başkasını nikâhlaması gerektiğini söylemişlerdir. Doğrusunu
bilen Allah’tır Subhanehu ve Teâlâ.
SORU 20:
Şeyhulislam Ahmed İbn Teymiyye şöyle demiştir:
İbn Teymiyye’ye soruluyor rafizilerden kız alınır mı?
El-Cevab: Halis rafiziler heva, bidat ve zelalet ehlidir. Müslümanın kendi velayeti altında olan kadını onlarla evlendirmemesi
lazımdır. Eğer Müslümanın kendisi – tevbe etmesini umuyorsa - rafizi bir kadınla evlenirse nikâhı sahihdir. Eğer rafizi kadının tevbe
etmesini ummuyorsa, çocukları bozmaması için böyle rafizi kadınla evlenmeği terk etmesi daha efdaldır.”3
Not: İbn Teymiyye rafizi kadınla nikâhı sahih sayıyor. Malumdur ki, kitab ehlinden olmayan kâfirlerle nikâh sahih değildir. O,
zaman ortaya iki ihtimal çıkıyor:
1 İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an; Buhari, K. Tefsir el-Kur’an, Sure
59, Bab:4.
2Munavi, Feyzu’l-Kadir, 5, 373; Tâberi rahimehullah şöyle bir rivayet nakleder:
Güzelleşmeyi (makyajı) seven genç bir kadın Aişe validemize radiyallahu anha
geldi ve, ‘kadın kocası için alnındaki tüyleri yolabilir mi?’ diye sordu. O da,
‘Seni rahatsız eden şeyleri giderebildiğin kadar gider’ dedi. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10, 378.
3 Ahmed İbn Teymiyye, Mecmuatul Fetava: 32/43, Darul Vefa: 1426/2005.
FETVALAR
219
1. İbn Teymiyye kitab ehli olmayan kâfir kadınlarla da nikâhı
caiz görüyor.
2. İbn Teymiyye rafizileri kâfir saymadığı için nikâhlarını sahih sayıyor.
Bu konu hakkında ne diyebilirsiniz?
Bir de haramda ısrarın istihlal olduğu görüşünün doğru olup
olmadığını sormuştum ama cevaplanmadı bayağı bir süre. İbn Teymiyye gibi âlimler buna üvey annesi ile evlenen adam hakkındaki
hadisi getiriyor ama bunu delil alıp başını açanı devamlı içki içeni
tekfir ediyorlar. Bu haricilerin vasfı değil midir?
CEVAP:
Yaptığınız nakil sahih ancak yapılan nakilden çıkardığınız anlayış sahih değildir. Çünkü Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ ayette ifade
ettiği gibi müşrik kadınların nikâhlanılmaması yasağının manasının içerisinde eğer müşrike bir kadın nikâhlanılırsa o nikâhın batıl
olduğu çıkarılır mı yoksa çıkarılmaz mı onu önce anlamamamız
gerekir. Nikâh satış gibi akitler babındandır bu yüzden fıkıh kitaplarında artarda zikredilmişlerdir.
Örneğin Allah faizi yasaklamıştır. Ancak faizli bir satış ile
yapılan satış anlaşması batıl mıdır? İşte burada ulemanın bir bölümü satışın sahih olduğunu ancak kişinin yasaklanan satışı yapmak ile günah kazandığını söylemişlerdir. Yani Müşrike kadınları
nikâhlamak bir haramdır. Ancak onlarla yapılan nikâh anlaşmaları
sahihtir. Bunun en büyük delili ise Nebi’nin ‫ ﷺ‬hiçbir sahabeye
İslam’a girdikten sonra nikâhlarını tazelemelerini talep etmemeleridir. Aynı şekilde kızı Zeynep’i kocasından ayrılıp Medine’ye
hicret ettikten sonra yeni bir nikâh akdi yapmadan kocasına geri
döndürmesidir. Dolayısı ile İbn Teymiyye rahimehullah bu manada
bu sözleri sarf etmiştir. İbn Teymiyye’nin Rafizileri kâfir saymadığı
gibi bir sonucun çıkarılması ise tamamen İbn Teymiyye’ye iftiradır
nitekim sözün ihtivası zikrettiğimiz şekildedir. Bırakın İbn Teymiyye’nin Rafizileri kâfir saymamasını İbn Teymiyye rahimehullah onlara
220
EBU UBEYDE
kâfir demeyenlere kâfir demek noktasında icma nakletmiştir.
“Her kim zannederse Rasulullah’ın ‫ ﷺ‬vefatından sonra 10
küsur kişi hariç sahabenin hepsi kâfir oldular, Yâda geneli fıska
düştüler, Bunun da küfründe şüphe yoktur. Çünkü Kur’an’da Allah’ın onlardan razı olduğuna dair var olan nassları yalanlamış
olur. Bilakis bunun küfründe şüphe edenin küfrü muayyendir.
Çünkü bu sözün kapsamı içerisinde Kur’an’ı nakledenlerin genelinin kâfir ve fasık olduğu anlaşılır. Allah dedi ki; Siz insanlar içerisinde çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz.1 En hayırlısı ilk asırdır.
Eğer onlarında çoğu kâfir ve fasık ise; bu ümmet ümmetlerin en
şerlisidir.(Haşa) İşte bu İslam dininde küfür olduğu zaruri olarak
bilinmesi gereken küfürdür.2
Her kim bu eseri salim bir kalp ile okursa görecektir ki; Rafizilerden aşırı olarak; On iki imamın masumiyetine inanan, sahabeyi
tekfir eden, Kur’an’ın tahrif olduğuna inananlar şeksiz şüphesiz
kâfirlerdir. Onlara kâfir demeyenler de İslam’ın cahili kâfirlerdir.
Eğer Kur’an’ın tahrif olduğunu söyleyen kâfir değilse yeryüzünde
kâfir yoktur. Ey akıl sahipleri akledip düşünmez ve ibret almaz mısınız? Hidayetten sonra sapıklıktan başka ne vardır.
Nitekim Şeyh Muhammed ibni Abdulvehhab selefin rafizilerin
tekfir edilmediğine dair nakledilen sözlerinin bidatları aşırı olmayan ve bidatları Ali’nin velayetini savunmak olan rafiziler hakkında
olduğunu yoksa selefin aşırı rafizilerin tekfirinde ihtilaf etmediğini
belirtmiştir. Allah kendisine rahmet etsin...
1 Âl-i İmran, 3/110.
2 Sarimul Meslul.
Download