e Kitabın Adı Mühim Akide ve Fıkhi Sorulara Cevaplar Fetvalar Kitabın Yazarı Ebu Ubeyde Kapak/Tashih/Mizanpaj w w w.islamdaveti.com Baskı Yeri İstanbul Baskı Tarihi Rebiulahir, 1435 w w w.isla mdavet i.com w w w.islamdaveti.org Mühim Akide ve Fıkhi Sorulara Cevaplar Fetvalar Ebu Ubeyde İÇİNDEKİLER BÖLÜM I AKAİD SORULARI 1- Silsile tekfir yapmayanlar Allah’ı yalanlamış olurlar mı?...................................15 2- Tağutu inkâr etmek, tağutu tekfir etmeyi gerektirir mi?.....................................15 3- İbn Teymiyye’nin Maide 44, 45 ve 47. Ayet hakkındaki sözünü nasıl anlamalıyız?..................................................................16 4- Tağut nedir?.............................................................................................................24 5- Nisa 97 ve nüzul sebebi tekfirde ikrahın engel olmadığına delil olabilir mi?.....26 6-Peygamber’e ﷺsöven biri sadece sövmesinden dolayı mı tekfir edilir?................27 7-Rasulullah ﷺöldükten sonra ondan şefaat talep edilmesi meselesi hakkında.......28 8- Teşride Allah’a ortak koşan kimseleri tekfir etmeyen kâfir olur mu? Ve bu konuda silsile kıyamete kadar gider mi?.....................................................29 9- “Kim mü’min bir kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse...” hadisini nasıl anlamalıyız?.......31 10-Kalu bela’yı Kur’an ve sünnet ışığında açıklayabilir misiniz?............................34 11-Tağutun mahkemesine müracaat eden bir adamın tekfirinde silsile tekfir yapılır mı?.......................................................34 12-Bugünün tağutları olan yöneticilere kâfir demeyen kâfir olur mu? Yoksa şüpheleri giderildikten sonra mı tekfir edilirler?......................................36 13-Temyize başvurmak küfür müdür? Buna küfür ismini vermeyenlerin hükmü?..........................................................38 14-İntifaul kastı detaylı bir şekilde açıklayabilir misiniz?........................................42 15-Ebu Muhammed el Makdisi hakkında bir soru...................................................43 16-“Aişe’nin ra. yaptığı büyük şirktir.” ifadesi, gerçekten İbn Teymiyye’ye mi aittir?.....................................................................45 17-Müşriklerin canı, malı hangi hallerde bize helal olur?........................................47 18-Dernek veya vakıf kurmanın İslam’da hükmü nedir?.........................................48 19-Günümüzde İslam alameti nedir?.........................................................................49 20-Osmanlı hakkındaki düşüncenizi açıklar mısınız?.............................................50 21-Zat-u envat hadisindeki şirk büyük şirk midir?....................................................51 22-İmam Serahsi’nin bir sözünün “Askerlik küfür değil, haramdır.” görüşüne delil getirilmesi...............................53 23-Tağuti rejimlerde memurluk yapmanın hükmü nedir?.......................................54 24-“Müşriklerin tekfiri dinin aslından değildir.” iddiası hakkında.........................57 25-Tevbe Suresi 6. Ayet cehalet özrünün olmayacağına delil midir?.......................59 26-Tevbe Suresi’ndeki 65. ve 66. Ayetlerdeki kişiler küfür sözü söylemeden önce Müslüman mıydılar?.............................................62 27-İbn Teymiyye hangi sebepten ötürü Fahreddin Er-Razi’yi tekfir etmiştir?.........62 28-Cennetin ebedi, cehennemin ise ebedi olmadığını görüşü hakkında................63 29-Tevil, tekfirin engellerinden biri midir? Zahir meselelerde tevil ehli mazur olur mu?.........................................................71 30-Müşrikler hakkında, biz onlara ne kâfir ne de Müslüman deriz, demek...........73 31-Salih diye bilinen kimselerden, Allah’a aracı konularak istenilen şeyin (tevessülün) insanı getirdiği nokta neresidir?............................74 32-Okul konusunda babanın tekfir edilip edilmemesi hususundaki ihtilaf neden kaynaklanmaktadır?.................................................75 33-Rabıta şirk midir?...................................................................................................78 34-Görevli bir avukatın mahkeme dışında tarafları anlaştırması tağuta muhakeme kapsamında mıdır?.............................79 35-Büyük miktarda mal kaybı ikraha dâhil midir?...................................................81 36-Hatib İbn Ebi Belta’nın hadisini nasıl anlamalıyız?.............................................82 37-Avukat tutmak küfür müdür?................................................................................83 38-Bedelli askerlik küfür müdür?...............................................................................84 39-Bidat ehline karşı tavrımız nasıl olmalıdır?.........................................................86 40-“Doksan dokuz küfür, bir iman meselesi” nasıl anlaşılmalıdır?........................87 41-Tağuta muhakeme olma hususunda istihlal şartı var mıdır? .............................88 42-Bir kişi parası ile askerlikten kurtulsa bu verdiği para tağut devlete destek hükmüne girer mi?...............................................................89 BÖLÜM II FIKIH SORULARI 1- Elin zekere değmesi abdesti bozar mı, hüküm olarak kasten veya sehven dokunma arasında fark var mıdır?..............97 2- Hastalıktan dolayı kulaktan sürekli olarak gelen iltihap abdesti bozar mı?......97 3- “Abdeste başlarken besleme çekmeyen kimsenin abdesti yoktur.” hadisi zayıf mıdır? Bu konuda tercih edeceğimiz görüş hangisidir ?.................98 4- Çoraba mesh konusunda bize detaylı bilgi verir misiniz?..................................99 5- Vedi konusunda bize tafsilatlı bir bilgi vermenizi rica ediyorum. Ayrıca vesveselerden kurtulmanın kesin yolu nedir?........................................101 6- Kusuntu necaset midir?........................................................................................101 7- Akvaryuma, kafesteki kuşa veya herhangi bir hayvana, yanan sobaya veya elektrikli sobaya karşı namaz kılınmasında bir sakınca var mıdır?.........102 8- Mescitte abdest almanın hükmü nedir?..............................................................103 9- Seferi olan kişi, mukim olan imamın arkasında namazını nasıl kılar? Delilleriyle açıklar mısınız?..................................................................................103 10-Namaz kılmayanın kişinin hükmü nedir?..........................................................104 11-Namaza başlarken bismillah demek bid’at midir ?............................................105 12-Namazda rekâtlar arasında yapılan istirahat oturuşunun hükmü nedir?.......106 13-Teravih namazlarını nasıl kılmalıyız? Ramazan ayını ve Kadir gecesini nasıl ihya etmeliyiz?....................................................................107 14-Namazı cem etme hangi hallerde olur?...............................................................108 15-Vitr Namazı iki kere kılınabilir mi?.....................................................................110 16-Bütün namazlarda aynı zammı sureyi okumanın hükmü nedir? Bu amel bidat olur mu?.........................................................................................110 17-Darul küfürde evde veya kapalı mekânda cuma kılmak caiz mi?.....................111 18-Farz namazların ardından el kaldırarak dua etmenin hükmü nedir?..............113 19-Bir insan kasten veyahut özürlü iken namazı kılmamışsa sonra bu namazı kaza edebilir mi?......................................................................115 20-Vitr namazının sünnetteki kılınış şekli nasıldır?...............................................116 21-İkindi namazından önce 4 rekât sünnet var mıdır?..........................................116 22-Süleymaniye Vakfı tarafından hazırlanan namaz vakitleri programında yatsının bitiş vakti diye verilen vaktin olduğuna katılıyor musunuz?............117 23-Kur’an’da geçen secde ayetleri ve tilavet secdesi ile ilgili tafsilatlı bilgi alabilir miyiz?...............................................118 24-Nafile namazlarda Her rekâtta Fatiha’dan sonra okuduğumuz surelerin bir sırası olması zorunlu mu?......................................123 25-Rükûdan sonraki kıyamda ellerimizi, ilk kıyamdaki gibi bağlamak mı sünnete uygun olandır yoksa salmak mı?....................................125 26-Herhangi bir sebep yokken her duşa girdiğinde gusül alan kişinin durumu nedir? Ve müstehab olan duha namazı kaç rekâttır?.............125 27-Şükür secdesi hakkında bizi bilgilendirir misiniz?...........................................126 28-Teşrik tebrikleri hakkında bizi bilgilendirir misiniz?........................................127 29-Kâbe resmi olan seccadede namaz kılmak caiz midir? ....................................128 30-İkindi namazından önce kılınan revatip sünnet zayıf hadise mi dayanıyor?.......128 31-Kurban farz mıdır? Eğer farz ise kimlerin kesmesi farzdır?..............................131 32-Kurban bayramında ilk olarak kurban etinden yemek müstehab mıdır?.........132 33-Rici talakla boşanan kadın iddet döneminde iken, yabancı bir erkeğe boşanmış olduğu haberini gönderebilir mi?.........................132 34-Mahremler konusunda bilgi verir misiniz, eşlerin amca, hala, teyze, gibi mahrem olan kişileri, eşi içinde mahrem midir?.....................133 35-Bir kadın nikâh akdi yapılırken, “benden başka bir kadınla evlenmeyeceksin” diyerek şart koşarsa, bu şartı batıl mıdır?...........................................................136 36-Nikâh akdi sırasında kadının kendi üzerine evlenmemesini istemesi batıl diye cevaplamışsınız. Öyleyse; Ali ra. Fatıma vefat etmeden neden evlenmedi?.......137 BÖLÜM III HADİS VE SÜNNET SORULARI 1- Cuma günü Kehf suresini okumanın fazileti hakkında varid olan hadisler sahih midir?..................................................143 2-‘Rasulullah ﷺ, Zilhicce’nin ilk dokuz günü, Âşûrâ günü ve her ayın ilk Pazartesi günü ile sonraki iki Perşembe günleri olmak üzere 3 gün oruç tutardı.’ ” hadisi ile amel edilir mi?............................143 3- Ölülere Kur’an okumanın İslam’daki hükmü ve “Ölülerinizin ardından Yasin okuyun.” Hadisinin sıhhati nedir?....................145 4- Zeytinyağı ile tedavinin sünnette sahih bir delili var mıdır?.............................145 5- “Zemzem ne niyetle içilirse ona şifa olur.“ Hadisinin sıhhati nedir?...............146 6- “Sadaka Rabbin gazabını söndürür.” Hadisinin sıhhati nedir?........................147 7- “Allahümme entel ebediyyulkadîm...” şeklinde başlayan Muharrem ayı duası sahih midir?........................................................................147 8- “Müşriklerle beraber oturmayın, onlara karışmayın...” Hadisi sahih mi?........148 9- “Her hatmin sonunda icabet edilen bir dua vardır” hadisinin sıhhati?............148 10-İbn Ömer’in “ Ayakta iken, yürürken ve otururken Nebi ﷺdöneminde yerdik ve içerdik” hadisi için ne diyorsunuz?.....................149 11-Heladan çıktıktan sonra yapılan “Elhamdülillâhillezî ezhebe anni’l-ezâ ve âfânî” zikrinin sıhhati hakkında.......150 12-Sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek sünnettir” deniliyor bu doğru mudur?......151 13-Mütevatir hadisleri inkâr eden neden tekfir edilir?............................................151 14-Abdullah bin Zübeyr’in Nebi’nin ﷺkanını içmesi ve kan içmenin haram oluşunu nasıl cem edebiliriz?........................................153 15-Sahih-i Müslim’deki Cabir hadisi kadının yüzünü açmasına delil mi?............154 16-Uzaktan elle selamlaşmak Ehli Kitab’a benzemek?...........................................155 17-Zilhicce ayını en hayırlı şekilde nasıl değerlendirebiliriz?................................156 18-Miraç ile ilgili bilgi verebilir misiniz?..................................................................158 19-Mescitlerde satış yapmanın hükmü nedir?.........................................................165 20-Sahihayn hakkındaki icma ve içinde zayıf hadis olması meselesi....................166 21-Sesli zikir bidat midir?..........................................................................................173 BÖLÜM IV MUHTELİF SORULAR 1- Günümüzde Ehli Kitab var mıdır?......................................................................179 2- İbadet kastı ile yapılan aşureden yememizde bir sakınca var mıdır?...............179 3- Evli ya da bekâr bir kişinin mastürbasyon yapması haram mıdır?..................180 4- İslam’da peçe takmanın hükmü nedir?..............................................................180 5- Bayanların bayram günleri ve düğünlerin dışında def çalmaları caiz mi?.......182 6- Maslahaten kafirlerle namaz kılıp daha sonra evde iade etmek caiz mi?........182 7- Sütkardeşliğinde kaç emmeden sonra kişiler kardeş hükmünde olup nikâhlanmaları haram olur?........................................186 8- Organ bağışının ve naklinin İslam’daki hükmü nedir?.....................................188 9- Aşılar konusunda ne yapmamızı önerirsiniz?....................................................189 10-Kâfirlere selam verilebilir mi? Onlar bize selam verirlerse cevabımız nasıl olmalıdır?.....................................190 11-Müslüman olmayan anne ve babamıza karşı tavır ve davranışlarımız nasıl olmalıdır?.............................................................192 12-Rasulullah’ın ﷺkurtulmuş fırka dışındaki kastettiği fırkalar ebedi cehennemde mi kalacaklardır?....................................193 13-Eşlerden birinin İslam’ı kabul etmesi halinde ne yapılması gerekir?...............196 14-Fotoğraf çekmek ile resim çizmenin hükmü aynı mıdır?.................................200 15-Kur’an okurken teganni yapmanın ve ses çıkarma yöntemiyle neşidlere yapılan fonun hükmü nedir?.................201 16-Ali ra. hakkında ‘keremallahu vechehu’ demenin hükmü nedir?......................212 17-Bayanların altın takması hükmü nedir? Haram mıdır helal midir?.................212 18-Kırmızı renkte elbise giymenin hükmü nedir?..................................................213 19-Kaşın ortası kaştan mıdır? Yani kaşın ortasının alınmasında da lanet söz konusu mudur? Kadınların çokça uzayan kaşlarını kesmesi caiz midir?.....215 20-İbn Teymiyye’nin rafizi kadınla nikâhlanma hakkında söyledikleri................218 İslamdaveti.com’dan derlenen Akide, Fıkıh, Hadis ve Muhtelif Sorular ve Cevaplardan İslam Ümmetine Sunduğumuz faydalı bir çalışmadır. www.islamdaveti.com BÖLÜM I AKİDE S O R U L A R I SORU 1: “Eğer üzerinde açık bir nass varsa ve vakıa da açıksa silsile tekfir yapılır; çünkü ikinci kişi ve sonrakilerin hepsi kâfire Müslüman deyip Allah’ı yalanlamışlardır.” diyorlar. Bu konuyu açıklarsanız inşallah kafamızdaki soru işaretleri kalkar. Selametle… Rabbim azze ve celle ilminizi arttırsın... CEVAP: Bidat ehlinin en açık hasleti onların akıllarını dinin nasslarının önüne geçirmeleridir. Örneğin; Ehli Sünnet vel Cemaat’in üzerinde olduğu akideye göre kişi büyük günahta ölene kadar da ısrar etse günahı helal saymadığı müddetçe kâfir olmaz. Seleften birçok âlim bunu üstüne basa basa söylemişlerdir. Zincir tekfirin sonsuza kadar gitmesi gerektiğini öğütleyen akıl, yine bu meselede “Nasıl olurda bir Müslüman her gün zina eder?” sorusunu sormaktadır. Gerçekten akıl ile düşünüldüğünde her gün zina eden bir adamın imandan nasibi kalmayacağını herkes bilebilir. Ama bütün bu akli gerçeklere rağmen şer’i nasslar ve seleften büyüklerin fetvası bu konularda değişmemiştir. Âlimler, “Müslüman helal saymadığı müddetçe günahtan tekfir edilmez.” demişlerdir. Günahta ısrar dahi etse günahı helal görmeyen şahsı dinden çıkarmamışlardır. Ancak, akılcı Mutezile günahta ısrar edenin kâfir olduğuna hükmetmişlerdir. Oysaki hüküm vermek için akıl değil nakil gereklidir. Sorduğunuz soruya gelince, nakiller ‘kâfire kâfir demeyenin kâfirliği’ noktasında gelmiştir. Ona demeyen de demeyen de demeyen de sonsuza kadar demeyenler de, ziyadesi EhliSünnet’ten sadır olmamış aksine Ebu Hüseyin’in ifade ettiği üzere ilk defa Mutezile’den hâsıl olmuştur. Bu yüzden bize düşen selefin sustuğu yerde susmaktır. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 2: Tağutu inkâr etmek, tağutu tekfir etmeyi gerektirir mi? Bu konudaki delil nedir? 16 EBU UBEYDE CEVAP: Şeyh Muhammed Bin Abdulvehhab dedi ki: “Tağutu inkâr etmenin sıfatı; Allah’tan başkasına ibadetin batıllığına itikat etmen, ondan başkasına ibadeti terk etmen, ondan başkasına ibadete buğz etmen, ondan başkasına ibadet edenleri tekfir etmen ve onlara düşmanlık etmendir.”1 Tağutu inkâr etmek demek budur. Burada zikredilen beş esası yerine getirmeyen kişi tağutu inkâr etmemiş demektir. Allah, Kur’an’ı Arapça indirendir ve O, Bakara Suresi 256. ayette ‘enkere’ fiilini değil ‘kufur’ fiilini kullanmıştır. Çünkü bu diğerinden daha genel bir manayı kapsamaktadır; “Biz her kavme, Allah’a kulluk edip tağuttan sakının(ona ibadetin batıl olduğuna inanın, ona ibadet etmeyin, ona buğz edin, onu tekfir edin ve gücünüz oranında düşmanlık edin) diye bir peygamber gönderdik.”2 Bunu yerine getirmeyen biri tağutu inkâr etmemiş, Allah’a da iman etmemiştir. SORU 3: İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki: “İbn Abbas ve seleften birçok kişi Allah-u Teâlâ’nın “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide, 5/44), “Zalimlerin ta kendileridir.” (Maide, 5/45), “Fasıkların ta kendileridir.” (Maide, 5/47) buyrukları hakkında “Büyük küfürden başka bir küfür, büyük zulümden başka bir zulüm, büyük fısktan başka bir fısktır.”demişlerdir. Bunu Ahmet ve Buhari kaydetmiştir.” Şeyhülislam’ın bu sözünü nasıl anlamalıyız? Maide 44. Ayet ile ilgili âlimlerin “İnkâr ederek hükmetmeyen yönetici kâfir olur, şeriatla hükmetmemeyi helal görerek hükmetmeyen kâfir olur.” gibi cümlelerini nasıl anlamalıyız? CEVAP: Mecmuat-ul Fetava ve İbn Teymiyye’nin diğer eserlerinde yaptığımız araştırmalarda bu sözü bulduk. Bu söz şeyhin sözüdür. Ancak asrımızdaki en büyük problem insanların ehli kitabın yap1 Ma’nat-Tağut ve Ruusu Envaihi, Syf:1, Paraf No:6. 2 Nahl 16/36. FETVALAR 17 tığı gibi kelimelerin yerlerini değiştirmeleridir. Yani bir âlimin izah ettiği on sayfalık metinden iki kelimeyi cımbızlayıp o kelimenin öncesini ve sonrasını zikretmeyişleri insanları bugün delalete sürükleyen şeydir. İbn Teymiyye, Ahmet İbn Hanbel ve selefin çoğunluğu Allah’ın şeriatı ile hükmeden bir hâkimin rüşvet alarak Allah’ın indirdiği ile hükmetmemesini küfrün altında küfür, zulmün altında zulüm ve fıskın altında dinden çıkarmayan fısk olarak kabul etmişlerdir. Onlar külli olarak Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen hâkimden değil, sadece İslam şeriatı ile hükmeden kadının hükmünden konuşmuşlardır. Bu ise Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin sözlerinin önünün ve arkasının zikredilerek beyan edilmesiyle açık bir şekilde anlaşılacaktır. Şeyhülislam İbn Teymiyye dedi ki: “Sahihi Müslim’de Ebu Hureyre’den şu hadis gelmiştir; Nebi ﷺdedi ki: “İnsanlarda iki şey vardır ki onlar küfürdür; nesebe sövmek ve ölünün arkasından ağıt yakmak.”1 Yine Sahihayn’da (Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim) sabit olduğu üzere Ebu Hureyre’den gelen diğer hadiste şöyle demektedir: “Babalarınızdan başkasına kendinizi nispet etmeyin. Şüphesiz bu küfretmektir.”2 Bu Kur’an’da tilavetten nesih olunan şeklidir. Yine Sahihay’da Ebu Zer’den şu rivayet edilmiştir; Rasulullah’tan ﷺişittim ki: “Hiçbir adam yok ki bilerek kendisini babasından başkasına nispet etsin; şüphesiz bunun ile küfretmiştir. Her kim kendisinin olmayan bir şeyi iddia ederse bizden değildir. Her kim de bir adamı küfür ile itham ederse veya Allah’ın düşmanı derse o kişide yok ise kendisine döner.”3 Buhari’nin lafzında da şöyle gelmiştir; “Hiçbir adam yok ki bilerek kendisini babasından başkasına nispet etsin, şüphesiz bunun ile küfretmiştir. Kim bir kavimden olmamasına rağmen onlara kendini nispet ederse ateşteki yerini hazırlasın.”4 1 Müslim, İmân 121; Cenâiz 29. Ayrıca bk. Buhari, Menâkıbü’l–Ensâr 27; Tirmizi, Cenâiz 33. 2 Buhari, Kitabu’l-Feraiz,6768; Müslim, Kitabu’l İman, 62. 3 Buhari, Kitabu’l-Menakıb, 3508; Müslim, Kitabu’l-İman, 61. 4 Buhari, Kitabu’l-Menakıb, 3508; Fethu’l-Bari 61.Bölüm, Bab:5, Menakib. 18 EBU UBEYDE Yine Sahihayn’da İbn Cerir ve İbn Ömer hadisinde de şunlar sabittir; Nebi ﷺVeda Haccında dedi ki: “Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirlere dönmeyin.”1 Buhari, İbn Abbas’tan şu hadisi rivayet etmiştir; “Eğer birisi kardeşine, ey kâfir, derse ikisinden birisine döner.” Yine Zeyd Bin Sabit’ten sahihaynda şu hadis rivayet edilmiştir; Nebi ﷺbize Hudeybiye’de sabah namazını kıldırdı. Geceden gökte eser vardı. Namazdan çıkınca Nebi ﷺdedi ki: “Gece rabbiniz ne dedi biliyor musunuz?” Dediler ki:“Allah ve Resul’ü daha iyi bilendir.” Dedi ki: “Şöyle dedi: ‘Kullarımdan bir kısmı bana mümin sabahladı; bir kısmı da kâfir sabahladı. Kim, Allah’ın rahmeti ve fazlı ile yağmur yağdı, dedi ise işte o bana iman edendir. Her kim de dedi ise yıldızlar sebebi ile yağdı; bu bana kâfir, yıldıza mümin olmuştur.’”2 Yine Sahih-i Müslim’de kaydedildi ki; Nebi ﷺşöyle dedi: “Rabbiniz ne dedi görmediniz mi? Dedi ki: ‘Ben kullarımı nimet ile nimetlendirdim de onlardan bir grup, şu yıldız ya da yıldızlar sebebi ile deyip bana kâfir oldular.’’’3 Buna benzer hadislerdeki görüşler çoktur. İbn Abbas ve seleften başkaları Allah’ın şu sözü hakkında dediler ki: “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Onlar fasıkların ta kendileridir. Onlar zalimlerin ta kendileridir. Bu küfrün altında küfürdür, fıskın altında fısktır, zulmün altında zulümdür.” İmam Ahmet, Buhari ve ikisinden başkalarından da bu zikredilmiştir.”4 İşte bu sizin sorduğunuz sözün başı ve sonu ile tam metnidir. Şeyhulislam’ın bu ayetin tefsirinde naklettiği küçük küfrün şeriat mahkemesinde rüşvet alarak hükmetmeyen hâkim ile alakalı olduğunun delili ise şu sözüdür: “İslam’da Osman’ın öldürülüşünden sonra Müslümanlar arasında ilk çıkan ayrılık ve bidat Muaviye ve 1 Buhari, Kitabu’l Hacc, 1739; Fethu’l-Bari, Kitabu’l Fiten 92.Bölüm, Hadis No:7079 2 Buhari, Kitabu’l-Meğazi, 4147. 3 Müslim, Kitabu’l-İman Bölüm:32, Hadis No:125,126 ve 127. 4 Mecmuat-ul Fetava (7/312). FETVALAR 19 Ali’nin ittifak ettikleri hakem olayındaki haricilerdir. Dediler ki, “Allah’tan başka hakem yoktur.” ve Müslümanların cemaatinden ayrıldılar. (Buraya dikkat edilirse hariciler şeriat ile hükmeden hâkime dahi muhakeme olmayı küfür saymışlardır.) İbn Abbas onlara gönderildi ve onlarla münazara etti. Yarısı geri döndüler. Geri kalanlar insanların yollarına saldırdılar, kanlarını helal saydılar. İbnu Habbab’ı öldürdüler ve dediler ki: “Hepimiz onu öldürdük.” Ali onlarla savaştı. Onların mezhebinin aslı Kur’an’ı tazim etmek ve ona tabi olmayı talep etmekti. Ancak onlar sünnetten ve cemaatten çıktılar.(Hariciler, sünnet inkârcılarıdırlar; çünkü sünnetin cahilidirler. Bu yüzden Müslümanları harici diye isimlendirip sünneti inkâr ederek tevhit iddiasında olanlar, işte onlar hakiki haricilerdir.) Onlar sünnete tabi olmayı gerekli görmezler ve zannederlerdi ki sünnet, Kur’an’a muhaliftir. Recim ve hırsızlıktaki nisap miktarı gibi meselelerde saptılar. (Hariciler recmi ve hırsızlıktaki nisap miktarını inkâr etmişlerdir ve hırsızlığın her çeşidinde elin kesileceğini söyleyerek sünnete muhalefet etmişlerdir.) Resul ﷺ, Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ ne indirdiğini en iyi bilendi. O’na kitap ve hikmet indirildi. Onlar Nebi’nin ﷺzalim olmasını caiz kıldılar. Nebi’nin ﷺve ondan sonraki imamlarının hükmünü tenfiz etmediler. Ancak dediler ki: “Osman, Ali ve onlara velayet gösterenler, Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmettiler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridirler.” (Buraya dikkat edin. Hariciler Maide 44’ü şeriat ile hükmeden bir hâkime ve ona muhakeme olanlara küfür hükmü verirken istidlal edinmişlerdir.) Bu ve buna benzer meselelerden Müslümanları tekfir ettiler. Onların ve diğer bidat ehlinin tekfirleri iki batıl asla bina olmuştur; Birincisi; bu Kur’an’a muhaliftir. İkincisi; Kur’an’a muhalif olan yanları, haramlığına veya vacipliğine itikat etmesine rağmen hata eden veya günah işleyenleri tekfir etmeleridir. (Burası da çok dikkatli okunursa Kur’an’a muhalefeti, günah işlemek veya dinden çıkarmayan küçük şirk gibi hatalar için kullanıyor yoksa bugünkü cahillerin anladığı gibi bü- 20 EBU UBEYDE yük küfür ve büyük şirk olan meselelerden bahsetmiyor. Herkes tarafından malumdur ki Hariciler ve Mutezileler insanları büyük günahtan dolayı tekfir etmişlerdi.) Allah Subhanahu ve Teâlâ ayette dedi ki: “İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir pahaya satmayın. Her kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmez ise şüphesiz onlar kâfirin ta kendisidir.”1 Bunun için Nebi ﷺdedi ki: “Kadılar(Hâkimler) üçtür; iki kadı ateşte bir kadı cennettedir. (İslam kadılarının ikisinin ateşte olduğunu söyleyen Nebi ﷺhiç küfür kadısının cennette olduğunu söyler mi? Hidayetten sonra sapıklıktan başka ne vardır.) Bir adam hakkı bilir, hilafına hükmederse ateştedir. Başka biri de insanlar arasında cehalet ile hükmederse bu da ateştedir. Başka biri ise hakkı bilir ve onunla hükmederse buda cennettedir.”2 İbn Mesud’a insanların mallarını haksız yere yemekten soruldu. Dedi ki: “Bir kardeşine şefaat etmen sebebi ile onun sana hediye vermesi ve seninde onu kabul etmendir.” Ona denildi ki: “Eğer hediye batıl için verildi ise görüşün nedir?” Dedi ki: “Bu küfürdür. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”3 Bunun için Âlimler dediler ki: “Her kim bir emir sahibine caiz olmayan bir şeyi yapması için hediye verirse bu hediye verilen şey hediye edilene haramdır. Bu Nebi’nin ﷺhakkında şöyle söylediği rüşvettir: “Rüşvet verene de alana da Allah lanet etsin.”4 İşte bu halde hediye kabul etmek caiz değildir.” Bu imamlardan ve seleften nakledilendir. Bu sözlere dikkat edilecek olursa selef kendi vakıasında var olan şeriat mahkemelerindeki hâkimlerin rüşvet alarak şeriatı tam olarak tatbik etmemelerinin hükmünü konuşmuştur. Yine Şeyhülislam İbni Teymiyye dedi ki: “ ‘Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Hiç şüp1 Maide 6/44. 2 Ebu Davud, Akdiye, 2; İbn Mace, Ahkâm, 3. Hafız Heysemî, bu hadis rivayetinin sahih olduğunu vurgulamıştır. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 4/193) 3 Tefsir’ul Taberi, 8. cilt, 433.s.; Camiul Beyan, 10/358(12061). 4 Ebu Davud, Akdiye, 4; Tirmizi, Ahkâm, 9; İbn Mace 2313. FETVALAR 21 he yoktur ki her kim Allah’ın Resul’üne indirdiği ile hükmetmenin gerekliliğine itikat etmezse o kâfirdir. (Bu küfrün bir vechi yani bir yönüdür. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeme meselesindeki küfür sadece bununla kayıtlı değildir. Maalesef günümüzdeki insanlar sadece bu kısmı zikrediyor ve bu mesele de başka boyutun küfür olabileceğini kabullenmek istemiyorlar.) Her kim Allah’ın indirdiğine tabi olmadan kendi görüşü ile hükmetmeyi Allah’ın indirdiğine denk görerek insanların arasında kendi görüşü ile hükmetmesinin helalliğine itikat ediyorsa bu da kâfirdir. (Bu da bu meseledeki küfrün başka bir çeşididir. İbn Hazm’ın dediği gibi: “Küfür derece derecedir. Bazısı bazısından daha katı ve şiddetlidir.” Bu iki yön ise bu meselede küfür olan ama derece bakımından birinci zikredilenden daha hafif olan çeşididir.) Hiçbir ümmet yoktur ki hüküm ve adalet ile emredilmemiş olsunlar. Belki onların dinine göre büyüklerinin adalet olarak gördükleri şeyler adalet olabilir. Bilakis birçok kendini İslam’a nispet eden kişiler Allah’ın indirmediği babalarının adetleri ile hükmediyorlar. Tıpkı sahradaki bedeviler gibi ya da onlara emreden itaat ettiklerinin görüşleri gibi. Zannediyorlar ki bunlar kitap ve sünnetin dışında hükmedilmesi gereken hükümlerdir. İşte bu küfrün ta kendisidir. İslam’a giren çok insan oldu. Ancak onlar itaat edilen emirlerinin hükmettiklerinden başkası ile hükmetmiyorlar. Eğer bunlar Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmetmenin caiz olmadığını bilseler bile onlar buna rağmen şeriata iltizam etmezlerdi. Bilakis Allah’ın indirdiğinin aksine hükmetmeyi helal sayıyorlar. Onlar bununla kâfirdirler. Ancak az önce zikrettiğimiz halde cahil olanlar müstesnadır. (Burada az önce bahsettiğimiz halde dediği şey gücü olmasına rağmen ilim talep etmeyen, yüz çeviren kâfirin küfrü ile kendisine dinin bütün emirlerinin ulaşmaması ve ilim imkânına sahip olmaması nedeni ile küfre düşen cahil fetret ehli birinin küfrü arasındaki farktır. Şeyhülislam, Mınhacu Sunne adlı eserinde bu sözleri sarf etmeden önceki bölümde Allah’ın insanlara güçlerinin dışında yük yüklemediğini izah etmiştir. Malumdur ki fetret ehli ilim imkânına sahip olmadıkları için mazurdurlar ve kıyamet günü imtihan olunurlar. Yine malumdur ki fetret ehli dünya da âlimlerin icması ile müşrik adını alırlar. Bu mesele uzundur. Müstakil bir kitap olur. Bu nedenle yeri burası değildir.) 22 EBU UBEYDE Allah, Müslümanlara her türlü anlaşmazlıklarında bunu Allah’a ve Resul’üne ﷺgötürmelerini emretmiştir. Allah Subhanehu ve Teâlâ dedi ki: “Ey iman edenler Allah’a itaat edin, Resul’üne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Bir şeyde ihtilaf ettiğiniz de Allah’a ve ahiret gününe iman ediyor iseniz onu Allah’a ve Resul’üne döndürün.” (Nisa 59); “Rabbine yemin olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin etmedikçe ve verdiğin karara da içlerinde hiçbir sıkıntı hissetmeden tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar.” (Nisa 65). Her kim Allah’a ve Resul’üne muhakeme olmaya iltizam etmez ise (İltizam; ona muhakeme amelini gerçekleştirmek veya onunla hükmetmektir. Ona rıza, teslimiyet ise batıni olup imanın diğer mertebeleridir. İbn Teymiyye burada itikattan değil amelden konuşmaktadır.) Allah, nefsine yemin ederek onun iman etmediğini söylemiştir. Ama kim Allah’ın hükmüne zahiren ve batınen iltizam ederse (dikkat edilecek olursa batın ve zahir olarak zikretti. Yani şeriat ile hükmediyor veya ona muhakeme oluyor.) ancak hevasına uyarak isyan ederse bunun menzilesi diğer günahkârlar gibi fasık olmasıdır. İşte bu Haricilerin Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen Müslümanların yöneticilerinin tekfiri hakkında hüccet aldıkları ayettir. (Burayı defalarca okumanız da fayda vardır. Haricilerin tekfir ettikleri emir sahipleri Ali ve Muaviye’dir ki onlar hiçbir zaman Allah’ın indirdiği şeriat ile hükmetmeyi terk etmemişlerdir. Ancak âlimler burada onlar için bile bu kelimeyi kullanarak, eğer haricilerin dediği gibi Ali ve Muaviye şeriat ile hükmetmelerine rağmen hevalarına tabi olarak Allah’ın indirdiğini terk etmiş olsalardı bile en fazla fasık olurlardı, demişlerdir. Yani bu şekilde Allah’ın indirdiği ile hükmetmeme küfür değildir. Âlimlerin, ‘küfrün altında küfür olan Allah’ın indirdiği ile hükmetmemenin hükmü’ diye kitaplarında yazdıkları hal ise bundan başkası değildir.) Sonra da zannettiler ki itikat ettikleri şey Allah’ın hükmüdür. Uzun uzadıya zikri geçtiği şekilde insanlar bunu konuştular. Ayetin siyakı zikrettiğimize delalet etmektedir. Maksut olan her zaman ve her mekânda herkesin mutlak ola- FETVALAR 23 rak adalet ile hükmetmesinin vacip olmasıdır. Muhammed’e ﷺ indirilen ile hükmetmek özel adalettir. Adaletin en güzeli, en kâmil olanıdır. Onunla hükmetmek hem Nebi’ye ﷺhem de ona tabi olanlara vaciptir. Her kim Allah’ın ve Resul’ünün ﷺhükmüne iltizam etmez ise şüphesiz o kâfirdir. İşte bu, ümmetin ihtilaf ettiği itikadı ve ameli bütün konularda vaciptir. Allah Subhanehu ve Teâlâ dedi ki: “İnsanlar tek bir ümmet idiler. Allah onlara nebileri korkutucu ve müjdeleyici olarak gönderdi. Onlarla beraber hak ile kitabı indirdi. Öyle ki insanların ihtilaf ettikleri şeylerde onlarla hükmetsinler. Onlara deliller geldikten sonra onlar fırkalara ayrıldılar ve ihtilaf ettiler.” (Bakara 193) Allah Subhanehu ve Teâlâ yine dedi ki: “Ne için ihtilaf ederseniz, onun hükmü Allah’adır.” (Şura 10) Yine dedi ki: “Bir şeyde ihtilaf ettiniz mi, onu Allah’a ve Resul’üne çevirin.” (Nisa 59) Ümmet arasında müşterek olan işlerde ancak Kitap ve sünnet ile hükmedilir. Hiç kimse bir âlimin sözüne, bir emirin sözüne, bir şeyhin sözüne veya kralın sözüne insanları iltizam ettiremez. Her kim itikat ederse ki insanların arasında bunlardan birinin sözüyle hükmedilebilir veya onların arasında kitap ve sünnet ile hükmetmez ise şüphesiz o kâfirdir. Müslüman yöneticiler belirli işlerde hükmederler. Külli işlerde hükmetmezler. Eğer muayyen işlerde hükmeder iseler Allah’ın kitabındaki ile hükmetmeleri gerekir. Orada bulamazlar ise Rasulullah’ın ﷺsünnetindeki ile hükmederler. Orada da bulamazlar ise içtihat eder ve bu içtihadları ile hükmederler. Nebi ﷺdedi ki: “Kadılar(Hâkimler) üçtür; iki kadı ateşte, bir kadı cennettedir. Bir adam hakkı bilir hilafına hükmederse ateştedir. Başka biri de insanlar arasında cehalet ile hükmederse bu da ateştedir. Başka biri ise hakkı bilir ve onunla hükmederse buda cennettedir.”1 Burada kast edilen, müminlerin genelinin arasında çıkan anlaşmazlıklarda ancak ilim ve adalet ile konuşmalarıdır. Bu Allah ve Resul’üne ﷺdöndürülür. Bu sahabenin içinde çok açıktı…” Şeyhülislam İbn Teymiyye bu aktardığımız sözlerde neyi kast ettiğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bilakis Maide Suresi 1 Ebu Davud, Akdiye, 2; İbn Mace, Ahkâm, 3. 24 EBU UBEYDE 44. ayetteki küfür lafzının elif lam ile gelmesi dahi Şeyhülislam İbn Teymiyye’nin bu ayetin tefsirini büyük küfür olarak algıladığını açıkça ortaya koymaktadır. O, Şerh’ul-Umde adlı eserinde namazı terk edenin neden kâfir olacağını anlatırken şu sözlerini kaydetmiştir: “…Bilinen malum bir şeydir ki muarref olan küfür lafzı (yani elif ve lam takısı alarak gelen küfür lafzı), dinden çıkaran büyük küfre hamledilir…” Bu meseleye dair açıklamalar sitemizde yayınlanan ‘Suud Firavunlarının Sihirbazları’1 adlı eserimizde de farklı nakiller ile beyan edilmiştir. Dileyenler oradan da izahlara bakabilirler. SORU 4: Tağut nedir? CEVAP: Tağut, Kur’an’da 8 yerde geçmektedir; • Bakara 256; “Kim tağuta küfreder, Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa yapışmıştır.” • Bakara 257; “Kâfirlerin dostları tağutlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar.” • Nisa 51; “O kitaptan kendilerine bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar tağuta ve cibte2 iman ediyorlar.” • Nisa 60; “O, sana ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar tağuta muhakeme olmak istiyorlar.” • Nisa 76; “Kâfirler tağutların yolunda savaşırlar.” • Maide 60; “De ki, size Allah katında bundan daha şerlisini 1http://www.islamdaveti.com/kitap_resimler/suud-firavunlarinin-sihirbazlari.pdf 2 Cibt: Sihir anlamına gelir. İmam Beğavi, İbn Faid el-Absi’den şöyle rivayet etmiştir: Ömer radiyallahu anh şöyle dedi: “(Kur’an’da geçen) Cibt, sihir; tağut da şeytan demektir.” Taberi ve İbn Ebu Hatim’de böyle rivayet etmiştir. FETVALAR 25 haber vereyim mi? Allah onlara gazap etmiş ve lanet etmiş; onları domuzlar, maymunlar ve tağutların kulları kılmıştır.” • Nahl 36; “Biz her ümmete Allah’a kulluk edin, tağuttan sakının diye bir peygamber göndermişizdir.” • Zümer 17; “Tağuta ibadetten sakınıp Allah’a sığınan kullarımı müjdele.” Tağutun tanımı noktasında seleften birçok tarif gelmiştir ki senetleri ile teker teker şahısların sözlerini aktarsak yazımız uzar ve gerçek merciinden kayar. O nedenledir ki seleften gelen tanımları özetleyerek vereceğiz; • “Şeytandır.” Bunu Ömer İbn’ul Hattab ve İbnu Abbas’tan Buhari nakletmiştir. Ayrıca Mücahid’de böyle söylemiştir.1 • “Allah’tan başka ibadet edilen her şeydir.” Bu da İmam Malik ve cumhur dilbilgisi ehlinin tanımıdır. • “Kâhinlerdir.” Bu da Abdullah İbnu Amr ve Cabir İbnu Abdullah’tan rivayet edilmiştir. • “Sihirbazdır.” Ebu Aliye ve Said İbnu Cubeyr söylemiştir. • “Putlardır.” İkrime, Dahhak ve Suddi söylemiştir. • “Yahudilerin âlimleridir.” Seleften bir cemaat söylediler.2 Bunlar seleften genel olarak rivayet edilen tefsirlerdir. Ancak en doğru ve genel tanım; Allah’tan başka ibadet edilen, bu ibadetten razı olan ve kendisine ibadete çağıran her şey olmasıdır. Bu ise diğer tağut tanımlarının hepsini içine alan en mücmel izahtır. Şeytan, tağuttur; çünkü bütün şerrin ve şirkin başıdır. Bu yüzden İbrahim, babası Azer’e putlara ibadet etmesine rağmen “Ey babacı1 Fethu’l-Bari, 65. Bölüm, Cilt:9, Syf:30 (Polen Yayınları); İbn Ebu Hatim Er-Razi, Müsnedu’l-Kebir. 2 Ed-Durar’us Seniyye, 1/162-163. 26 EBU UBEYDE ğım, şeytana ibadet etme.”1 demiştir. SORU 5: “Melekler, canlarını alacakları nefislerine zulmeden kimselere: “Ne işte idiniz?” derler. Onlar: “Biz yeryüzünde aciz kalan kimselerdik.” diye cevap verirler. (Melekler de:)”Allah’ın arzı geniş değil miydi; hicret etseydiniz ya.” derler. İşte bunların barınacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yerdir.” (Nisa 97) Bu ayet ve nüzul sebebi tekfirde ikrahın engel olmadığına delil olabilir mi? CEVAP: Tekfirin tek engeli ikrahtır. Ümmet buna icma etmiştir. İbn’ul Kayyum dedi ki: “Ümmet arasında küfür kelimesini söylemenin ikrah durumu haricinde başka bir engeli yoktur.”2 İmam Beğavi dedi ki: “Âlimler icma ettiler ki; kim küfür kelimesine zorlanırsa bunu dili ile söyleyebilir. İtikat etmeden sadece dili ile söyler ise küfür olmaz. Eğer söylemez ve öldürülürse bu daha faziletlidir.”3 Nisa Suresi 97. ayete gelince, bu ayetin tefsirinde İmam Şafii dedi ki: “Fitneye uğrayanlardan, Allah hicrete güç yetiremeyenleri mazur saydı. Ancak kim zorlanırsa ve kalbi iman ile mutmain olursa.” Bu da açıkça gösteriyor ki burada kâfir orduda olmalarına rağmen mazur olanlar ikrah dairesi içerisinde bulunanlardır. İkrah olmadan ortak olanlar hükümde onlara tabi olan kâfirlerdir. rahimehullah Taberi, Suddi’den nakletti ki; “Abbas, Akil ve Nevfel ne zaman kibedir savaşında esir düştüler, Nebi ﷺAbbas’a dedi ki: “Nefsin ve kardeşinin nefsi için fidye ver.” Abbas dedi ki: “Ey Allah’ın Ra1 Meryem, 19/44. 2 İbnul Kayyum, İlamul Muvakkiyn, 3/178. 3 Tefsir’ul Begavi, 5/46. FETVALAR 27 sulü, senin kıblene dönüp senin şehadetine şehadet etmedik mi?” Nebi sallalahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Ey Abbas, düşmanlık ettiniz ve düşmanlık gördünüz.” Sonra da bu ayeti okudu. Bu ayetin inzal olduğu gün iman edip hicret etmeyenler vardı. İşte onlar hicret edene kadar kâfirdi. Ancak hiçbir çıkış ve hicret edecek yol bulamayan zayıf düşürülmüşler bundan müstesna idi. İbn Abbas dedi ki: “Ben onlardan olan çocuklardan idim.” ” Daha sayılamayacak birçok nakil mevcuttur. Zikretmek ile bitiremeyiz. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 6: Peygamber’e ﷺsöven biri mücerred (sadece) sövmesinden dolayı mı tekfir edilir yoksa bunda helal görme şartı var mıdır? CEVAP: Sahabe, tabiin ve bütün Ehli Sünnet vel Cemaat icma etmiştir ki her kim açık olan bir küfür söz veya ameli ile gelirse helal görme şartı ve kaydı getirilmeden tekfir edilir. İlim ehli ittifak ettiler ki küfür bazen inkâr, bazen yalanlama ve bazen de yüz çevirme iledir. Allah’a Subhanehu ve Teâlâ ve Rasul’üne ﷺsövmek ya da dinin şiarları ile alay etmek bazen amel ile olur (putlara secde etmek, kabirlerin etrafında tavafta bulunmak veyahut cinler ve kabirler için kurban kesip, adak adamak gibi) bazen de amelin cinsini terk etmek ile olur ki İshak İbn Rahaveyh ve başkaları sahabeden namazı terk edenin tekfirinde icma nakletmişlerdir. Sahih-i Müslim’deki Cabir hadisi buna delalet etmektedir; “Kişi ile küfrün arasında namazın terki vardır.”1 Muarref olan küfür lafızları yani elif ve lam ile gelen küfür kelimeleri büyük küfür olarak anlaşılır. Ancak namazın terki nok1 Müslim, İman, C. 1, 134, S. 88. Cabir’den radiyallahu anh şu lafızlarla da rivayet edilmiştir; “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.” Ebu Davud, 4/4678; Tirmizi, C. 5, 2620. 28 EBU UBEYDE tasında mezhep âlimlerinden ihtilaflar nakledilmiştir. Bu taifeden tekfir etmeyenler ‘kişi namazın vacipliğini inkâr etmedikçe tekfir edilemez’ görüşüne gitmişlerdir. Diğer taife ise bunun büyük küfür olduğunu ve sahabenin icması ile tekfir edilmesi gerektiğine hükmetmişlerdir. Onlardan kimileri bir vakit namazı vakti çıkana kadar terk edeni tekfir ediyorlarken bazıları da külli olarak terk edenleri tekfir etmişlerdir. Genel olarak Ehli Sünnet vel Cemaat, Haricilerin ve Mutezilelerin yaptığı gibi büyük günahlardan dolayı insanları tekfir etmemişlerdir. Ehli Sünnet bu meselede Mürcieler ile Hariciler arasındadır. Ne Hariciler gibi büyük günahtan tekfir etmişler ne de Mürcielerin dediği gibi “İman ile beraber, günah ya da sahibinin tekfir edildiği küfür olan bir amel ile gelen kişi helal görmediği müddetçe bu onun imanına zarar vermez.” demişlerdir. Bu sözün batıllığı Kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Her kim Allah’a ve Rasul’üne ﷺküfreder veya söverse helal görme şartı olmadan kâfir olur ki İshak İbn Rahaveyh ve başkaları bunun üzerine icma nakletmişlerdir. Bu icma sadece ilim ehlinin değil Müslümanların avamının bile icma ettiği bir icmadır. Müslümanların avamından daha ziyade semavi dine mensup olan Yahudi ve Hristiyanlar bile bunların tekfirinde icma etmişlerdir. Âlimler icma etmiştir ki her kim Allah’a Subhanehu ve Teâlâ ve Rasul’üne ﷺsöverse Allah’ın indirdiği her şeyi ikrar edip kabul etse bile kâfirdir. SORU 7: Bir şahıs Rasulullah ﷺöldükten sonra ondan şefaat talep ederse bunun hükmü nedir? Eğer bu şirkse bu fiili işleyen şahsı hüccet ikame etmeden tekfir edebilir miyiz yoksa hüccet ikamesi gerekir mi? Buna caiz diyen âlimlere karşı tutumumuz nasıl olmalıdır? CEVAP: Bu mesele de Şeyhulislam İbn Teymiyye şunları kaydetmiştir; “İnsanın Nebi’nin ﷺkabrinin yanına gelerek ya da kabrinin ya- FETVALAR 29 nında değilken “Benim için bağışlanma dile; Rabb’inden şunu iste; benim için dua et.” gibi sözlerinin hiçbir aslı yoktur. Allah Subhanehu ve Teâlâ bunu emretmemiştir. Bu ümmetin ilk üç asrı olan seleften kimsenin böyle yaptığı rivayet edilmemiştir. Bu onlar arasında bilinen bir şey değildi. Eğer bu müstehab olsa idi selef bunu yaparlardı ve onlar arasında bilinen bir şey olurdu.”1 İbn Teymiyye Nisa Suresi 64. ayeti tefsir ederken diyor ki: “Cumhur âlimler bunu (yani Uteybi hadisinde olduğu gibi Nebi’nin ﷺkabrinin yanında ondan Allah’a dua etmesini istemeyi) müstehab görmemişlerdir. Onların bazı arkadaşlarından bunlar zikredilmiştir. Ne sahabe böyle birşeyi yapmışlardı ne de tabiinden birilerinin böyle yaptığı sabit olmuştur.”2 İbn Teymiyye rahimehullah bütün sözlerinde böyle bir fiilin bidatlardan bir bidat olduğunu ancak kendi katında büyük şirk olmadığını ifade etmiştir. İkinci soruya gelince bunun yanımızda büyük şirklerden olmadığını beyan ettiğimize göre bu sorunuza ihtiyaç kalmamıştır. Ancak bilinmelidir ki bir şey büyük şirk ise onda hüccet, insanlara Kitap ve Rasul ﷺile kaim olmuştur. Tekfir, ikamet’ul hucceden önce gelir. İbn Teymiyye dedi ki: “Müşrik ismi risalet hüccetinden önce sabit olur. Çünkü o Rabb’ine ortak koşmuştur.”3 Üçüncü soruya gelince de böyle söyleyen âlimler içtihad etmişlerdir. Kendisinin büyük şirk olmadığı belirlenen meselelerde âlimleri tekfire kalkmak Allah’a Subhanehu ve Teâlâ sığındığımız bir şerdir. SORU 8: Teşride Allah’a ortak koşan kimseleri tekfir etmeyen kâfir olur mu? Ve bu konuda silsile kıyamete kadar gider mi? 1 Kaidetul Muhabbe, c.1, s.190. 2 Kaidetun Azime, s.111-112. 3 Mecmuatul Fetava, c.20, s.31. 30 EBU UBEYDE CEVAP: Sorunuzdan önce kıyamete kadar tekfir ifadesinin üzerinde durmak gerekir ki bu Ehli Sünnetin değil tarihte ilk defa bidatçı Mutezileden ihdas olmuştur. Bu şu sözlerde açıkça görülmektedir; Ebu’l Huseyn el Melatiyyu (kendisi hicri olarak 340 da vefat etmiştir) bu bidattan şöyle bahsetmektedir; “Bağdat Mutezilesinin Basra Mutezilesini tekfir ettiği şey ise; kâfirin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe eden kişinin tekfirindedir. Bunun manası şudur ki; Bağdat ve Basra Mutezilesi ve bütün Ehli kıble icma etmişlerdir ki kâfirin küfründe şüphe eden kâfirdir. Çünkü küfürde şüphe edenin imanı yoktur. O, imanın ve küfrün ne olduğunu bilmez. Sonra Bağdat Mutezilesi bunun üzerine şunu arttırdılar; kâfirin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe etmek küfürdür. Bunun da sonu yoktur. Bu zincirdeki herkes kâfirdir ve hepsinin yolu birinci şüphecinin yolu gibidir. Basra Mutezilesi de dediler ki: “Birinci şüphe eden kâfirin küfründe şüphe ettiği için kâfirdir. Ancak ikincinin küfründe şüphe eden üçüncü ve ondan sonra gelenler ise birincinin küfründe şüphe etmediklerinden ötürü hepsi fasık olur. Çünkü diğerleri birincinin küfründe değil, ikincinin yani şüphe edenin tekfirinde şüphe etmişlerdir.” İşte bu şekilde onların yanında ikinciden sonrakilerde sonsuza kadar fasık olarak isimlendirilirler. Ancak birinci şüpheci hariç. Onların sözü diğerlerinden (Bağdat Mutezilesinden) daha güzeldir.” Teşri, Allah’a Subhanehu ve Teâlâ has bir meseledir. İslam’da asrımızdaki insanların anlamadıkları bir şekilde küfürlerin taksimatı vardır; • Ümmetin üzerinde icma ettiği küfürler • Küfür oluşunda ihtilaf edilen küfürler İslam âlimlerinin fıkıh kitapları bu taksimat ile dolup taşmaktadır. İcma ile küfür olduğu sabit olan meselelerde kişi tekfirde te- FETVALAR 31 vakkuf ederse kendisi nassı yalanlamaktan dolayı kâfir olur. Ancak hakkında ihtilaf edilen küfürlerden birini işleyen hakkında tevakkuf eden birinin tekfiri gündeme gelmez. Bunun anlaşılır olması için örneklendirmek gerekirse; Allah’tan başkasına namaz kılmak ümmetin cahillerinin icması ile küfürdür. Ancak Namazın vacipliğine inanarak namazı terk etmek Ahmed’e göre şirk iken Şafii, Malik ve Ebu Hanife’ye göre şirk değildir. Birinci örnekteki şirki işleyen icma ile kâfirdir. Ona kâfir demeyen de İslam’ın cahili olduğu için ve nassı yalanladığı için kâfir olur. Ancak ikinci örnekteki şirki işleyenin tekfirinde duran ise nassın delaletinin zanna ve içtihada açık olması sebebi ile tekfir edilmez. Meselenin özeti budur. Teşri ise hakkında ümmetin icma ettiği küfürdür. İkrah, delilik ve intifaul kast gibi tekfirin engelleri haricinde bu şirki işleyen herkes müşriktir. Ona müşrik demeyen de ümmetin icmasını yalanlayan bir kâfirdir. Burası âlimlerin noktayı koyduğu yerdir. Ama bidat ehli burada durmayıp ‘demeyene demeyene demeyen’ vb. şeklinde dinde bir sapıklık ve kelam ihdas etmişlerdir. Her Müslüman bu şirkten uzak durmalı ve yapanı tekfir etmelidir ki Müslüman olsun. Bundan fazlasını konuşmak sapıklığa ortak olmaktır. Hidayetten sonra sapıklıktan Allah’a sığınırız. SORU 9: “Kim mümin bir kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse kâfirlik ikisinden birine döner.”1 hadisi hakkında “Siz Müslümanları tekfir ediyorsunuz, Müslümanı tekfir etmek büyük küfürdür ve bu sebeple siz kâfir oluyorsunuz.” diyorlar. Bu hadisi nasıl anlamalıyız? CEVAP: Birçok Ehli Sünnet âlimi bu hadisin şerhi ile alakalı izahlar yapmıştır. Ancak biz İbnu Abdilber’in izahının yeterli olacağını düşünerek bunu nakletmek ile yetineceğiz. 1 Buhari, Edep, 73; Tirmizi, İman 16, No:2637; Müslim, İman, 111, No:60; Malik, Muvatta, Kelam:1; Ahmed b. Hanbel, c.2, s.18, 44, 47, 60, 112, 142; Mecmau’z-Zevaid, 8/73. 32 EBU UBEYDE “Malik, Abdullah İbnu Dinar’dan rivayet etti: Nebi ﷺdedi ki: “Her kim kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse ikisinden birine döner.”1 Bunun manası Ehli Sünnetin, fıkıh ehlinin ve eser ehlinin yanında Müslümanı günah sebebi ile ya da kendisini dinden çıkarmayan bir tevil sebebi ile tekfir etmenin nehyedilmiş olmasıdır. Müslümanı tekfir etmekten nehyedilme, bu hadiste ve başka hadislerde olduğu gibi Kur’an ve sünnette maruf olan bir şeydir. Malik’e bu hadisten soruldu, dedi ki: “Ben bunun Hariciler hakkında olduğunu biliyorum.” Denildi ki: “Bunun ile onların küfrünü görüyor musun?” Dedi ki: “Böyle olduğunu bilmiyorum.” Nebi’nin ﷺşu sözleri de böyledir: “Müslüman’a sövmek fısk, onunla savaşmak küfürdür.” Şu sözü de böyledir: “Benden sonra birbirinizin başlarını vuran kâfirler olarak dönmeyin.” Şu sözünde olduğu gibi: “Babanızı inkâr etmeyin. Kendinizi babanızdan başkasına nispet etmeniz küfürdür.” Bunun gibi birçok hadiste sakındırmak için katı ifadeler sabit olmuştur. İlim ve hak ehlinin yanında bunlar zahir manasına göre değildir.” İmam Nevevi de rahimehullah Müslim Şerhi’nde bu hadise birçok tevil getirerek şöyle söylemiştir: • Birinci tevili; küfür kişinin kendisine döner. • İkinci tevili; kişinin tekfirinin günahı ve kardeşine yaptığı noksanlık geri döner. • Üçüncü tevili; bu hadisin Haricilere hamledilmesidir. Kadı İyad, İmam Malik’ten bunu rivayet etmiştir. Ancak bu zayıf bir tevildir. Çünkü racih olan sahih mezhebin muhakkiklerine göre Hariciler diğer bidat ehli gibi tekfir edilmezler. • Dördüncü tevil ise; bunun insanı küfre yavaş yavaş ulaştırmasıdır. 1Mâlik, Muvatta, Kitâbu’l-Kelâm, Mekrûh Olan Kelâm Bâbı (2/984, H:1). FETVALAR 33 Yani kim bu fiili çoğaltır ise onun küfre düşmesinden korkulur. Çünkü masiyetler küfrün postacısıdır. Bu manayı Ebu Avane’nin rivayetinde İsfiraniy, Müslim’e yaptığı muharreclerden çıkarmıştır. Eğer söylediği gibi ise ancak ikisinden birine döner. Başka bir rivayette;kişi eğer kardeşine kâfir der ise ikisinden birine küfür vacip olur. • Beşincisi; burada küfrün dönmesi hakiki manadaki küfrün dönmesi değildir. Bilakis kişi, mümin kardeşini tekfir etmek ile sanki bizzat kendi nefsini tekfir etmiş gibidir.” Hafız İbn Hacer bu konuda uzun uzadıya dokuz tane tevil getirmiştir. Aynı şekilde Buhari’nin şarihlerinden İbnu Battal da bu hadisi haramlığa hamletmiş, küfrün hakiki mana da döneceğini kabul etmemiştir. Bu hadisleri anlattığı babtan sonra gelen ilk hadisler Hatib İbn Ebi Belta kıssasıdır. Burada da kişi teville bir Müslümana kâfir dese bile bırakın küfrün dönmesini, kişinin haram bile kazanmadığından ve tevili sebebi ile de mazur olduğundan bahseder.1 İbnul Kayyum El-Cevziyye, Hatib İbn Ebi Belta kıssası için Zadul Mead’da der ki: “Bunda şunun delili vardır; eğer bir Müslüman bir Müslümanı teville, Allah için kızarak, Rasul’ü ﷺiçin kızarak, Allah’ın gönderdiği dini için kızarak -hevası için değil- küfre veya nifaka nispet ederse bununla küfre girmez. Yani Ömer bununla küfre girmedi, bilakis günah bile kazanmadı. Niyeti ve kastı üzerine ecir bile kazandı.” Asrımızın bazı inatçı kâfirleri her meselede sapık teviller yaparak şirki İslam yapanların tekfirine ‘onların tevilleri var’ şüphesini getirirler ancak Müslümanların müşrikleri tekfiri meselesine gelince, Müslümanlar hakkında hiç de tevil gibi bir özrü kabul etmezler. Ümmetin üzerinde icma ettiği bu kadar şirki işleyen kâfirleri tekfir etmezler fakat anlamadıkları bir hadisin zahiri ile Müslümanları kolayca tekfir ederler. Onlara diyorum ki: Size de Allah’tan başka taptıklarınıza da yazıklar olsun… 1 Fethu’l-Bari, 78. Bölüm: Edeb, Bab:44, Sövmenin ve Lanetlemenin Nehyedilmesi. 34 EBU UBEYDE SORU 10: Cahiliyemizde bize hep kalu bela’dan bahsedildi. Bu olayı Kur’an ve sünnet ışığında açıklayabilir misiniz? CEVAP: Kalu bela, Arapça olup “dediler ki, tabii ki” demektir. Allah insanları Âdem’in sulbünden çıkarıp onların ruhlarını yarattığında onlara şu ayetler de ifade edilen şekilde hitap etti: “Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: “Tabi ki. Buna şahidiz.” demişlerdi. Bu, kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu.” dememeniz içindi. Yahut “Atalarımız önceden(Allah’a) şirk koşmuşlardı. Biz de onlardan sonra gelen bir nesil olduk. Şimdi batılı işleyenler yüzünden bizi helak mi edeceksin?” dememeniz içindir.”1 İşte koyu yazılan kısmın Arapça telaffuzu ‘kalu bela’dır. Bu insanların dilinde ‘kalu beladan beri Müslüman’ şeklinde kalarak manası anlaşılmadan söylenen bir söz olarak telakki edilmiştir. SORU 11: Tağutun mahkemesine müracaat eden bir adamın tekfirinde silsile tekfir yapılır mı? CEVAP: Tağuttan hüküm talep eden birinin tekfiri birçok şekilde gerçekleşir. Her şeyden önce Şeyh Abdurrahman İbn Hasan Ali Şeyh’in dediği gibi: “Tağuta muhakeme olmak ona iman etmektir.”2 Bu ibadettir; tıpkı secdenin ibadet olması gibi. Ancak her secde ibadet midir diye ikinci soru sorulduğunda, hayır, cevabı gelecektir ki meleklerin Âdem’e yaptıkları selam secdesi3 ile Muaz’ın Nebi’ye ﷺyaptığı 1 2 3 A’raf, 7/172, 173. Fethul Mecid Ala Şerhi Kitabu’-Tevhid, s:391. “Meleklere “Âdem’e secde edin.” dediğimizde …” (Bakara:2/34). “Sizi yaratmış sonra size şekil vermiştik sonra da meleklere demiştik ki: “ Âdem’e secde edin.” (A’raf, 7/11). FETVALAR 35 selam secdesi bizim şeriatımıza kadar mübahtı ve Muaz hadisi ile haram kılındı.1 Bu da ortaya koyuyor ki secde bir ibadet çeşididir. Ancak her secde değil. Aynı şekilde âlimler, tağuta muhakeme olmanın helalliğine itikat eden, tağutun hükmünün şeriatın hükmünden üstün olduğuna inanan ya da bu ikisi arasında muhayyer olduğuna inananların tekfirinde icma etmişlerdir. Bu icmayı Şeyh Muhammed İbn Abdulvehhab ‘İslam’ı Bozan On Unsur’ adlı kısa risalesinde dördüncü unsurda apaçık ifadelerle beyan etmiştir. Bu itikadi olan ve ümmetin küfür olduğuna icma ettiği kısımdır.2 Fakat günümüzde en çok tartışılan ve en çok konuşulan yön olan, tağutun hükmünün batıllığına itikat ederek tağuttan hüküm talep eden insanların tekfirinde ise insanlar bir hayli zorlandı. Ancak burası ümmetin üzerine icma ettiği değil bilakis ihtilaf ettiği kısım olmuştur. Bizim zannımız ve içtihadımızın sonucu bunun da küfür olmasıdır. Ancak bizim anlayışımız ne nasstır ne de icmadır ki bize muhalefet edenler kâfir olsunlar. Namaza vacip diyerek namazı terk edene Ahmed, “Şirk işledi.” derken; Ebu Hanife, Şafii ve Malik “Namazın vacipliğine itikat ettiği için şirk işlemedi.” diyorlar. Birinin şirk dediğine öteki İslam diyor. Aynı şekilde şeriata muhakemenin vacipliğine inanan ancak terk eden insanı bizler tekfir ediyoruz; tıpkı Ahmed gibi. Bazı kardeşlerimizde tekfir etmiyorlar, fısk ile itham ediyorlar; tıpkı Ebu Hanife, Şafii ve Malik gibi. Şeyh Muhammed İbn Abdulvehhab’a tağuta muhakemenin hükmü sorulduğu zaman şöyle cevap veriyor: “Kim tağuta muhakemenin helalliğine itikat ediyorsa o kâfirdir.”3 Bizim Ahmed gibi tekfir etmemizin sebebi sorulursa deriz ki: Allah ayette tağuta muhakeme olmayı irade edenlerin kâfir olduk1 İbn Mace, Sünen bab: Hakku-z Zevc Alel Mir’eh, Hadis No:1843; İbn Hibban, el-Müsnedü’s-Sahîh; Ahmed b. Hanbel, Müsned. 2 Ed-Durar’us Seniyye, 2/261. 3 Ed-Durerus-Seniyye el-Ecvibe en-Necdiyye Reddiyeler Kitabı. 36 EBU UBEYDE larını beyan etmiştir. Hiç şüphe yoktur ki insan zina yapmayı irade etse kâfir olmaz fasık olur. Aynı şekilde insan Allah’a küfretmeyi irade etse küfretmese dahi mücerred (sadece) istemesi ile kâfir olur. Buradan da anlaşılacağı gibi tağuta mücerred muhakeme olmak küfür ki onu daha amele dökmeden Allah celle celaluhu mücerred irade etmek ile tekfir etmiştir. SORU 12: Ebu Muhammed El-Makdisi ‘Otuz Risale’ adlı eserinde, ‘Tağutları Tekfir Etmeyen Herkesi Tekfir Etmek’ babında şöyle der: “Tağutları tekfir etmek yani onlardan beri olmak, onların şirklerinden, onlara dostluk göstermekten ve onlara destek vermekten beri olmak, İslam’ın sıhhati için şarttır ve bunda ittifak vardır. Tağutları tekfir etmek ise, yani onların kâfir olduğunu söylemek, imanın sıhhati değil keyfiyeti için şarttır.”1 Benim sorum ise şudur; bugünün tağutları olan yöneticilere kâfir demeyen kâfir olur mu? Yoksa şüpheleri giderildikten sonra mı tekfir edilirler? CEVAP: İlk olarak Kuranda geçen tağut ile alakalı ayetleri ele alalım; • Bakara 256; “Kim tağuta küfreder Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam kulpa yapışmıştır.” • Bakara 257; “Kâfirlerin dostları tağutlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar.” • Nisa 51; “O kitaptan kendilerine bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar tağuta ve cibte iman ediyorlar.” • Nisa 60; “O sana ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar tağuta muhakeme olmak istiyorlar.” 1 Tekfirde Aşırılıktan Sakındırma Konusunda 30 Risale Cilt:2 Syf.121 Bab.31. FETVALAR 37 • Nisa 76; “Kâfirler tağutların yolunda savaşırlar.” • Maide 60; “De ki size Allah katında bundan daha şerlisini haber vereyim mi? Allah onlara gazap etmiş ve lanet etmiş; onları domuzlar, maymunlar ve tağutların kulları kılmıştır.” • Nahl 36; “Biz her ümmete “Allah’a kulluk edin, tağuttan sakının.” diye bir peygamber göndermişizdir.” • Zümer 17; “Tağuta ibadetten sakınıp Allah’a sığınan kullarımı müjdele.” Onlara Allah’ın tevfiki ile öncelikle deriz ki: Tağutu inkâr etmek ancak onu tekfir etmek ile olur. Allah’ın şu sözü buna delalet etmektedir: “Her kim tağuta küfrederse”. Ayetin Arapça lafzındaki be harfi ceri kelimeyi geçişli fiil yapar. Fiilin geçişli olmasıda aslına döndürülerek sulasi haline getirilmesidir yani ‘yekfur’ hemze ile başına getirilerek ziyadeleştirildiğinde ‘ekfere’ olur. Manasıda şöyle olur; ‘femen ekferet tağut’ yani ‘her kim tağutu küfre nispet ederse’. Kamus’ul Muhit’de şöyle geçiyor; ‘ve ekfuruhu’ yani ‘onu kafir olarak çağırmak’.1 Mucem’ul Vasit de ise bu fiil şöyle geçiyor; “Ekfere, bir başkasını küfre nispet etmektir.” İşte bu şekilde buradaki be harfi cerinin geçişli olduğuna itibar ettiğimiz zaman, sadece ve sadece bağlantılı olması caizdir. Manası ise şu olur; “Her kim tağutu inkâr ederse” yani kim ondan beri olursa ki sadece kâfirden beraat etmek caizdir. Denilir ki: “İblisi inkâr ettim. Ondan beri oldum.”2 Zebidiyyu dedi ki: “Küfür beraattır. Tıpkı Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ şeytanın ateşe girdiği zaman söyleyeceklerinden haber verdiği gibi: “Ben sizin beni ortak koşmanızı inkâr ediyorum3 yani sizden beri oldum.” Bu iki manada doğrudur.4 Bu iki manada tekfirin va1 Mecidüddin Muhammed B. Yakub Fîruzâbâdî, Kamusul Muhit. 2 İbrahim Mustafa, Ahmed Hasan Zeyyat, Hamid Abdülkadir, Muhammed Ali Neccar, Syf. 791, Daru’l Fikr. 3 İbrahim, 14/22. 4 Tacul Urus, 14/62-63. 38 EBU UBEYDE cipliğine delalet eder. Bizimde izah etmeye çalıştığımız şey budur. Şeyhulislam Muhammed İbn Abdulvehhab dedi ki: “İşte bunlar tağutlardır. Bunların hepsi kâfirdir. İslam’dan dönmüşlerdir. Kim onlar hakkında mücadele ederse ya da onları inkâr edenleri reddederse, zannederse ki onların bu yaptıkları batıl ancak onlar bununla küfre girmezler, işte bu şekildeki bir mücadeleci en düşük seviyedeki bir fasıktır. Şehadeti kabul edilmez. Arkasında namaz kılınmaz. Bilakis bu tağutları tekfir edip, onlardan beri olmadıkça İslam’ı sahih olmaz.”1 Allah dedi ki: “Her kim tağutu inkâr ederse ve Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur.”2 Şeyhulislam dedi ki: “Tağutu inkâr etmenin sıfatı; Allah’tan başkasına ibadetin batıllığına itikat etmen, ondan başkasına ibadeti terk etmen, ondan başkasına ibadete buğz etmen, ondan başkasına ibadet edenleri tekfir etmen ve onlara düşmanlık etmendir.”3 Şeyh daha açık bir ifade ile bunu belirtemezdi. Allah kendisine rahmet etsin. Ancak hak güneş gibi apaçık ortada olsa da Şeyh Abdurrahman İbn Hasan’ın dediği gibidir: “Hak güneş gibi açıktır; ancak körler güneşi göremezler.” SORU 13: Temyize(bir üst mahkemeye) başvurmak küfür müdür? Buna küfür ismini vermeyenlerin hükmü nedir? CEVAP: Biz tağuta muhakeme olmanın küfür olduğuna itikat eden insanlarız. Ancak iddia makamlarının öncelikle insanlara ve meselelere dair hüküm vermeden önce temyizin açık bir muhakeme olduğunu ispat etmeleri gerekmektedir. Bizim avukatlar ile yaptığımız görüşmelerin bir kısmında faal avukatlardan bazıları temyizin 1 Er-Resailuş Şahsiyye. 2 Bakara, 2/256. 3 Ed-Durar’us Seniyye el-Ecvibe en-Necdiyye 1/162-163; Ma’na’t Tağut ve Ruusu Envaih. FETVALAR 39 yeni bir mahkeme olduğunu söylerken; bir diğer kısmı, var olan mahkemenin devamı olduğunu, yeni bir mahkeme olmadığını ifade etmişlerdir. Öncelikle belirlenmesi gereken şey vakıadaki bu kapalılıktır. Şimdi size Wikipedia isimli dünyanın en büyük sanal ansiklopedisinden temyizin ne olduğuna dair yapılan açıklamanın naklinde bulunacağız; “Temyiz; ayırt etme, seçme, ayırma; hukukta, doğruyu yanlıştan ayıran kuruldur. Bir mahkeme hükmüyle, bu hükmün dayandığı muhakemenin hukuki bakımdan, yüksek mahkemede (Yargıtay, Askeri Yargıtay, Danıştay) bir defa daha tetkiki imkânını sağlayan kanun yoludur. Ceza işlerinde 15 sene ve daha yukarı hürriyeti bağlayıcı cezalarla ölüm cezalarına ait hükümler, hiçbir harç ve masrafa tabi olmaksızın Temyiz Mahkemesince resen tetkik olunur. Diğer hükümler ancak tarafların kanuni süresi içinde müracaatları halinde Yargıtay’ca incelenir. Kanunda yazılı bazı hükümlerinse temyizi mümkün değildir. (Bazı hafif para cezaları ve yine para cezası gerektiren suçlardan beraat hükümleriyle, Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin kısa süreli hapis cezalarıyla ilgili hükümleri gibi) Temyizin sebebi, hükmün sadece kanun ve usul esaslarına aykırı olmasıdır. Bunun anlamı şudur: Her davanın dayandığı iki temel öge vardır. Bunlar dava sebebi olarak adlandırılır. Birinci öge olarak dava sebebi, davaya esas olan maddi olaylardır ve bazen maddi sebep olarak adlandırılır. Türk usul hukuku uygulamasında maddi sebepler, dava dilekçelerinin ‘Olaylar’, ‘İzahat’ gibi bir başlıkla başlayan bölümlerinde belirtilir. Bir kiracının aylık kira borcunu ödememesi veya bir kişinin eşine karşı şiddet uygulaması, dava sebebi anlamında birer maddi olaydır. Davaların dayandığı ikinci öge ise hukuki sebeptir. Maddi sebepten ayrı olarak hukuki sebep, belirtilen maddi olaya uygulanacak hukuk kuralıdır; kira borcunu ödemeyen kiracıya veya eşine kötü davranan birine ne tür bir mueyyide uygulanacağını gösteren hukuk kuralları gibi. Bu bir kanun veya yönetmelik maddesi, bir uluslararası anlaşma hükmü veya yüksek mahkeme kararı olabilir. Tarafların davada ortaya koyduğu dava malzemesi (maddi olaylar ve deliller) ile esasen bu 40 EBU UBEYDE uyuşmazlığı çözmeye yarayan hukuk kuralları bilgisine (hukuki sebeplere) sahip olan yargılama makamı, yargı faaliyetini şu şekilde tamamlayacaktır: 1-Tarafların ortaya koyduğu maddi vakıaları ve bunları ispata yarayan delilleri değerlendirecek, 2-Dava konusu hukuki soruna hangi hukuk kuralının uygulanması gerektiğine karar verecektir. Burada açık bir şekilde kendini ortaya koyan ve yukarıda davanın dayandığı iki temel öge olarak adlandırılan maddi olaylar ve hukuki sebepler ayrımına paralel olarak dava sonucunda verilen karara karşı başvurulacak kanun yolları da ikiye ayrılmaktadır; istinaf ve temyiz. İstinaf, dava adeta yeni baştan ele alınıyormuşçasına, ilk davada ortaya konan delillerin istinaf mahkemesince tekrar incelenmesini sağlayan bir kanun yoludur. Temyiz ise istinaf kanun yolu aşamasından geçmiş ve bir daha istinaf başvuru yolu kapanmış bir karara karşı yapılan ve kararın sadece hukuki sebepler açısından incelenmesini sağlayan kanun yoludur. Yani gerçek anlamıyla temyizde artık deliller incelenmez. Sadece davadaki soruna doğru hukuk kuralının uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilir. Bu şekliyle temyiz mahkemesi, davaların bazen içinden çıkılmaz görünen ayrıntılarıyla uğraşmaksızın, hukukun nasıl uygulanması gerektiğini gösteren, içtihat oluşturan bir mahkeme durumundadır. Yukarıda “Temyiz sebebi, hükmün sadece kanun ve usul esaslarına aykırı olmasıdır.” diye ifade edilen kanun hükmü de buna işaret etmekte ve bir anlamda temyiz merciinin yetkisini sınırlamaktadır. Fakat Türk hukuk sisteminde, cumhuriyetin kabulü sonrası yeni kurulan adli teşkilat içerisinde, istinaf görevini yapacak mahkemeler erken yıllarda kanunda öngörülmüş olmasına rağmen, hiçbir zaman hayata geçirilmemiştir. Bu yüzden temyiz FETVALAR 41 mercii olarak Yargıtay, bu boşluğu doldurmak zorunda kalmıştır. Yıllardır olduğu gibi bugün de Yargıtay, temyiz olunan kararları hem bir istinaf mahkemesi imiş gibi hem de bir temyiz mahkemesi olarak incelemektedir. 2005 yılında yürürlüğe giren Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri hakkında kanun ise, istinaf mahkemelerinin kurulması için kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 2 yıllık bir süre öngörmüş bulunmaktadır. Kanun 01.06.2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Temyiz Mahkemesi, yapılan tetkik sonucu, hükmün bozulmasına veya tasdikine karar verir. Bu şekilde verilen kararlar muhtelif konularda Temyiz Mahkemesinin görüşü kesinlik ve bir noktada sabitlik kazanır, Yargıtay’daki muhtelif daireler arasında ortaya çıkan hüküm uyuşmazlıklarını Yargıtay Genel Kurulu bir çözüme bağlar. Bu kararlara İçtihadi Birleştirme Kararları denir. Alt mahkemeler, Temyiz Mahkemesinin yerleşmiş olan içtihatlarına bağlı olarak kararlarını vermek mecburiyetindedirler. Yani bu kararlar, alt mahkemeleri bir kanun gibi bağlarlar. Bu yüzden İçtihadı Birleştirme Kararları hukukun kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir.” Eğer temyiz burada ifade edildiği gibi yerel mahkeme ile Yargıtay’ın içtihadını birleştirmesi ise yeni bir mahkeme değildir. Dolayısı ile kişi tağuta muhakemeyi talep etmiş olmaz. Sadece dava içerisinde yapabileceği “Ben suçsuzum” sözünü yazılı olarak sunmuş olur. Ancak ayrı bir mahkeme ise az önce de ifade ettiğimiz gibi biz mahkemenin küfür olduğuna itikat ediyoruz. Bu durumda temyize başvurmakta kesinlikle küfür olur. Müslüman asıllardan cahil olamaz ama vakıadan cahil olabilir. Yani Müslüman tağuta muhakemenin küfür olduğundan cahil olamaz. Ancak vakıa da, temyiz mahkemesinin yeni bir mahkememi yoksa eski davanın devamımı olduğu noktasında cahil olabilir. Bu konuda aşırı gidip temyize küfür demeyenlere de kâfir adını vermek veya bu meselede silsile tekfire başvurmak büyük bir hatadır. 42 EBU UBEYDE SORU 14: İntifaul kastı detaylı bir şekilde açıklayabilir misiniz? CEVAP: İntifaul kast; kastın yok olması demektir. Bu tekfirin engellerinden bir engeldir. Tıpkı delilik gibi, bir halin tekfire engel olmasıdır. Aslen intifaul kast, kısmi olarak aklın örtülmesi yani delilik halidir. İnsanın aşırı sevinmesi veya aşırı üzülmesi sonucunda içinde bulunduğu bu duygusallıkla ne dediğini bilemez hale gelmesinin adıdır. Bunun en açık ve meşhur delili Müslim’in rivayet ettiği devesini kaybeden adam hadisidir. O, devesinin üzerinde yemeği ve içeceği olduğu halde kaybolmasından dolayı helak olmayı beklerken devesini görmüş ve bu aşırı sevincinden dolayı da “Allah’ım sen benim kulumsun, bende senin Rabbinim.” demişti.1 Oysaki şunu demeyi kastetmişti: “Allah’ım sen benim Rabbimsin, ben de senin kulunum.” Dolayısı ile intifaul kast, kulun irade etmeden yaptığı işlerin genel adıdır. 1 Hâris İbnu Suveyd anlatıyor: “Abdullah İbnu Mesud radiyallahu anh bize iki hadis rivayet etti. Bunlardan biri Peygamberdendi ﷺdiğeri de kendisinden. Dedi ki: “Mü’min günahını şöyle görür: O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.” İbnu Mesud bunu söyledikten sonra eliyle, şöyle diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır. Sonra dedi ki: “Ben Resulullah’ın ﷺşöyle söylediğini duydum: “Allah, mü’min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: “Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım.” der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden daha fazladır.” Müslim’in bir rivayetinde şu ziyâde var: “Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: “Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim.” Buhari, Da’avât, 4; Müslim, 3, (2744); Tirmizi, Kıyâmet 50, (2499, 2500). FETVALAR 43 Bunun örneklerini şu şekilde çoğaltabiliriz; bir kişi cebinde Kur’an olan mont veya kaban tarzı bir şeyin üzerine oturduğu zaman onun cebinde Kur’an olduğunu bilmiyor ise bu kişi kâfir olmaz. Çünkü o Kur’an’ın üzerine oturmayı kastetmemiştir. İşte burada kasıt yok olmuştur. Yani kişi irade etmediği bir fiili yapmıştır. Bu, kişinin hükümden cahil olmasının özür olması demek değildir. İnsanların çoğu bu meseleyi yanlış anlıyorlar. Allah Subhanehu ve Teâlâ bizi hakka hidayet etsin. SORU 15: Hocam, bazı kimseler sizin Ebu Muhammed el Makdisi’yi tekfir ettiğinize dair kendi aralarında konuşmalar yapıyor ve bunu da size ait olduğunu söyledikleri bir telifle destekliyorlar. Gerçeği sizden öğrenmek istedik. Bu size atılmış bir iftira mıdır yoksa gerçek böyle midir? CEVAP: Ebu Muhammed El Makdisi muayyen şahıslardan biridir. Herkes gibi hayatının farklı devreleri olmuş ve ilim okurken bazı mezhepleri değişmiştir. Bizler tevhidi önce bu insanların kitaplarından öğrendik. Daha sonraları tenkit edilecek sözlere rastladık. Bu sözlerin tahkiki yapılamayacağından ve haline de kendisine ulaşarak muttali olunmayacağından ötürü sadece onun sözlerini şeriat mizanına vurur ve sözlerini bu minvalde irdeleriz. Hakka isabet eden sözlerini alır, hakka uymayan sözlerini de tenkit ederiz. Bu sözlerden kimisi hak dairesinin içindeki hatalar olabilir. Allah korusun, hak dairesinin dışına çıkarmışta olabilir. Kimsenin küfrü veya şirki bizi sevindirmez. Bizler insanları değil dini koruma ile mükellefiz. Eğer bir insan bugün Müslümanlara karşı Suriye’de savaşan, Kur’an’ın tahrif olduğunu söyleyen, sahabenin on küsur tanesi dışında geri kalanlarının kâfir olduğunu söyleyen, mutayı helal sayan, Müminlerin annelerine fahişe diyen Rafızi kâfirlere Müslüman derse bize düşen bu sözün batıllığını, pisliğini beyan etmek ve ondan insanları sakındırmaktır. Bu sözün sahibinin bu sözden dolayı dinden çıkması, bu sözden dönüp dönmediğinin tahkik edilmesi, bu sözü ikrah altında söylemiş olması veya o sırada ak- 44 EBU UBEYDE lının başında olup olmaması gibi muayyen bir vakıanın tespiti ile uğraşmak ise bizim için abesle iştigalden başka bir şey değildir. Bu şahıslara ulaşamayacağımız için sözlerini de tahkik edemeyeceğiz demektir. Bu yüzden sözü reddedip şahsın son hali noktasında sukut etmek sünnet sahibi Müslümanların âdetindendir. İbn Teymiyye rahimehullah, Muhiddin İbnul Arabi gibi bir kâfirin küfür sözlerini anlattıktan ve bu sözün küfür olmasında aklı başında iki Müslümanın ihtilaf edemeyeceğinden bahsetmesine rağmen sözlerinin sonunda onun hakkında “Belki bundan dönüp tevbe etmiştir.” ifadesini kullanmıştır.1 Aynı ifadeyi Fahreddin Razi’nin küfrünü zikrettikten sonra da kullanmıştır.2 Bu sebepten ötürü bizim Ebu Muhammed El Makdisi’nin El Cezire televizyonuna verdiği 90’lardaki röportajında3 “Kur’an tahrif olmuştur diyen şii kardeşlerimiz” sözünün Kur’an ve sünnet mizanında yeri olmayan bir söz olduğunu beyan etmemiz üzerine insanlar bize saldırmış ve tevhid davetini karalamaya çalışmışlardır. Ancak bizler bugüne kadar sırf sözün mahiyetinden konuştuk ve şahsın hali için ise, umulur ki bu sözden dönmüştür, dedik. Kendisinden başka ilah olmayan Allah adına yemin ederim ki ne müşriklerin taklidini sollayarak taklit konusunda sınır tanımayıp âlimleri kendilerine rab edinenleri razı edeceğiz ne de tekfirde aşırı gidip her Ebu Muhammed El Makdisi’yi tekfir etmeyen Müslümanları tekfir eden bidatçıları razı edeceğiz. Biz Allah’ın rızasından başkasını aramıyoruz. Biz öyle taklitçi müşriklere rastladık ki onlar kendilerini Ebu Muhammed’e nispet ediyorlardı ki Ebu Muhammed onlardan beridir, onlarda ondan beridirler. “Eğer Ebu Muhammed Makdisi bize oy kullanın dese, biz kullanırız.” diyorlardı. Yine öyle cahil bidatçılar gördük ki Makdisi’yi tekfir etmedik diye bizi tekfir ettiler. Makdisiciler “Onu tekfir ediyor.” dediler, onu tekfir edenler biz onu tekfir etmiyoruz diye tekfir ettiler. Vallahi biz insanlar ile halimize şaştık kaldık. Biz anladık ki Allah’tan başka kimseyi razı edemeyiz. Onun rızasından başkasını istemeyiz. Allah’tan da onu razı edecek kelimeleri sarf etmekten başka bir şey dilemeyiz. İsabet ettiren Allah’tır 1 İbn Teymiyye, Hakikatu Mezahibi’l-İttihadiyyin, 64. 2 Durerus Seniyye, Mürtedin Hükmü Babı. 3www.youtube.com/watch?v=z3QBKvkLv-o FETVALAR 45 celle celaluhu. Allah Subhanehu ve Teâlâ Ebu Muhammed El-Makdisi gibi tevhide ve cihada davet etmiş, bu yolda eza çekmiş rabbani insanlara yardım etsin, onların hatalarını bağışlasın ve küfürleri var ise onlardan tevbe ettirsin. Şüphesiz çalışıp yorulanlardan olmaktan da öyle olanlara şahit olmanın acısından da Allah’a sığınırız. SORU 16: Sahih-i Müslim’de geçen Aişe hadisinde “İnsanlar her ne saklarsa saklasın Allah onu bilir?”1 ibaresine, İbn Teymiyye’nin büyük şirk dediğini,2 bir yazar ‘Büyük Şirkte Cehalet Mazeret Değildir’ kitabında, İbn Teymiyye’ye atılan bir iftira olarak değerlendiriyor. “Aişe (ra)’ın yaptığı büyük şirktir.” ifadesi, gerçekten İbn Teymiyye’ye mi aittir, yoksa yazarın dediği gibi iftira mı atılmıştır? Eğer gerçekten böyle söylemişse Aişe’yi ne şekilde mazeretli gördü? Bu konuda İmam Nevevi’den gelen tevil3 kabul gören bir tevil midir? Hangi âlimler arasında kabul görmüştür? CEVAP: Sorunuzun birinci kısmından başlarsak, İbn Teymiyye, Aişe’nin söylediği söz için büyük şirk demiyor. Allah’ın ilim sıfatının furundan cahil olmasından bahsediyor.4 Büyük şirk, sahibinin işlediğinden ötürü kat’i olarak tekfir edilmesini gerektiren şeydir. Ancak isim ve sıfatlardaki cehalet ise böyle değildir. İnsan Allah’ın her ismini ve sıfatını bilmeyebilir. Bunu bilmiyor diye kâfir olmaz. Kendisine bu konuda hüccet ikame edildikten sonra ısrar ederse kâfir olur. Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki: “Mürted, Allah’a şirk koşan ya da Rasul’e veya getirdiğine buğz eden ya da üzerinde kat’i icma edilmiş bir şeyi inkâr eden, Allah ile arasında aracılar edinen, onla1 Sahih-i Müslim, Kitabu-l Cenaiz, (1619); Ahmed b. Hanbel, Müsned (24671); Nesai, Sünen, Uşretun-Nisa, Babul Gayreh (3901-3902); İmam Abdurrazzak b. Hemmam Es-Sanani, Musannef (6712); İbn Hibban, Sahih (7233); Sünen-i Nesai, Babul Emri Bi-l İstiğfar (2010). 2 İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetava, (11/411-413). 3 Şerhu-n Nevevi Ale-l Müslim, 3/401. 4 Mecmuatul-Fetava, 11/226; Mecmuatul-Fetava, 11/224-226; Mecmuatul-Fetava, 11/ 409. 46 EBU UBEYDE ra tevekkül eden, onlardan isteyen veya onlara dua eden ya da insanın cahil olamayacağı Allah’ın sıfatlarından birini inkâr edendir. Ancak insanın cahil olabileceği türden bir sıfatı inkâr ederse; tıpkı külünü yaktıran adamın kıssasında olduğu gibi ya da Aişe’nin “Allah her şeyi bilir?” demesi gibi. Çünkü bunlarda kişiye Risâlet ulaşmadan tekfir gündeme gelmez.”1 Koyu yazılı olan kısımlara dikkat ederseniz İbn Teymiyye isim ve sıfat meselesini cehaletin mazur olduğu ve olmadığı diye iki kısma ayırmıştır. Peki, bunun sınırı nedir, denilirse ona da deriz ki: İbn Teymiyye bunu başka yerde şöyle açıklamıştır: “Bilakis bu mana insanların fıtratında istikrar bulmuştur ki insanlar bu fıtrat ile fıtratlandırılmışlardır. Onlar nasıl ki Allah’ın her şeyi yarattığını bilmek ile fıtratlandı iseler aynı şekilde Allah’ın en yüce, en üstün, en büyük, en iyi bilen, en kâmil olan ve en büyük olan olduğu ile de fıtratlanmışlardır.”2 Yani İbn Teymiyye Allah’ın her şeyi bilme sıfatının aslen fıtrat ile bilindiğini, bunun için risalete ihtiyaç olmadığını ortaya koymaktadır. Aslında burada az önce Aişe hadisi hakkında yaptığı yanlış yorumu ortaya çıkarmıştır. Kişinin, Allah’ın her şeyi bildiğini bilmesi için şeriatı bilmese de sadece selim bir fıtrat ve akıl sahibi olması yeterlidir. Aişe hem akıl sahibi idi hem de selim fıtrat sahibi idi. Aişe, Allah’ın her şeyi bildiğini biliyordu. O kendi sorusunu kendisi cevaplayıp “Allah her şeyi bilir.” diyendir. İmam Nevevi3, Kadı İyad4 ve İbn Teymiyye’nin bizzat talebesi olan İbnu Muflih dahi hocasının hata yaptığını söyleyerek Aişe’nin kendisinin evet cevabını verdiğini ve Müslim’in hadisi böyle naklettiğini kaydetmişlerdir.5 Allah şeyhimize rahmet etsin. Meseleyi yorumlarken yanlış bir 1 2 3 4 5 Mecmuatul-Fetava, 3/16. Mecmuatul-Fetava, 6/72. Şerhu-n Nevevi Ale-l Müslim, 7/44; Şerhu-n Nevevi Ale-l Müslim, 7/70-74. İmam Ebu Abdullah el-Ebi el-Maliki, Şerh-i Mukmilu İkmalul-Muallim, 3/103-104. İbn Muflih, El-Furu: (6/164) Alemu’l-Kutub. FETVALAR 47 tevilde bulunmuştur. Yoksa şeyhimiz asla müşriklere Müslüman demedi. Şeyhulislam dedi ki: “Müşrik ismi ikamet’ul hucceden önce sabit olur. Çünkü o Rabbine ortak koşmuştur.”1 Bu ümmetin en fakihesi olan2, en çok hadis rivayet eden3, Nebi’nin ﷺtalebeliğini yapan, onun zevcesi olan ve ondan ders alan, Daru’l-İslam’da yaşayan biri olarak Aişe, Allah’ın her şeyi bildiğini bilmiyor ise kim biliyor ki Allah her şeyi bilendir? İki tane müşriğe müşrik dememek için Buhari’nin yaptığı rivayette olduğu gibi Rasulullah’ın “ ﷺEğer ümmetin annelerinin ve ümmetin kadınlarının ilmi bir kefeye konsa Aişe’nin ilmi de diğerine konsa, onun ilmi diğerlerine üstün gelirdi.” dediği ümmetin en fakihesine Allah’tan cahil olmak gibi bir yafta vuranlara diyorum ki: Size de Allah’tan başka taptıklarınıza da yazıklar olsun… SORU 17: Müşriklerin canı, malı hangi hallerde bize helal olur? CEVAP: Müşrik bir kavmin bunun gibi bir cezayı hak etmesi için davetin her yere tam olarak ulaşması ve Müslümanlar ile kâfirlerin çarpışması gerekir. Sadece davetin mutlak olarak izhar edilmesini yeterli sayıp müşriklerin mallarını ve canlarını helal sayanların Rasulullah’ın ﷺsiyerini iyi okumaları gerekir. Çünkü Nebi ﷺMekke’den Medine’ye hicret ederken müşriklerin kendisine emanet ettikleri altın ve paralara “Ne de olsa müşrikler, daveti de izhar ettim, zaten bana da eza ettikleri için hicret edip aralarından ayrılıyorum, bu sebeple paralarını alayım da Müslümanların ve tevhidin maslahatına kullanayım.” gibi bir düşünceyle el koymamış ve hicrete çıktığı vakit Ali’ye radiyallahu anhu paraları bırakarak sahiplerine teslim etmesini istemiştir. Dolayısı ile bu kıssa ibretliktir. Nebi ﷺMekke’de hırsız ve zina1 Mecmuaatul Fetava, 20/32. 2 Hilyetü’l-Evliya, Sıfatü’s-Safve, c.2, s.125. 3Aişe radiyallahu anha 2210 hadis rivayet etmiştir. En çok hadis rivayet eden 4. sahabidir. 48 EBU UBEYDE kar gibi isimler almamıştır. Müşrikler ona Muhammed-ul Emin adını vermişlerdir. Bu yüzden Müslümanlar bu gibi konulara dikkat ederek hevaları sebebi ile haramları helal yapmamalılar ve müşrikleri tevhidden nefret ettirmemelilerdir. SORU 18: Dernek veya vakıf kurmanın İslam’da hükmü nedir? CEVAP: Davetin meşru sebeplerine yapışmak ve bu sebepleri yerine getirirken haram ve şirke bulaşmamak esastır. Dernekler yasası, son dönemde değişikliğe uğratılmıştır ve düzenleme neticesinde açılan derneğin sadece devlete ihbar edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Dernek tüzüğü, derneğin yöneticilerine bırakılmıştır. Yani derneğin içinde ister şeriat kanunlarını tatbik ederler isterse hevasının istediklerini yaparlar. Ancak devlet, açılan dernekten kendisinin ihbar edilmesi gerektiğini vatandaşlarından talep etmektedir. Müslümanların şirke ve harama bulaşmadan bir dernek açması ve bu dernekte İslami faaliyetlerde bulunması mubah işlerdendir. Ancak dernek meselesi ülkemizde geçmiş dönemdeki tevhid iddiasında olan insanlar tarafından şerre kullanılması nedeni ile bozulmanın başlangıcı olarak telakki edilmiştir. Olayın iç yüzünü bilmeyen cahil Müslümanlar ilk bakışta bunu kötü karşılamaktadırlar. Bu yüzden cahil Müslümanlara bunlar fitne olabilir. Mefsedetin büyük olacağı yerde, ‘maslahatı terk ederek mefsedeti yok etmek’ maslahatı alınır ki bu şeriatın yüce kaidelerinden biridir. Aynı şekilde tevhid davetine düşman olan münafıklar tarafından bu mesele kötü bir malzeme olarak kullanılmaktadır. Bu yüzden bu meşru davet sebebini terk etmek bize daha sevimlidir. Fakat bizim tercihlerimiz din değildir. Din, Allah’ın ve Rasul’ünün ﷺsınırlarını çizdiğidir. Allah en doğrusunu bilendir. FETVALAR 49 SORU 19: Günümüzde İslam alameti nedir? CEVAP: Bu zamanda ve bütün zamanlarda İslam alameti sadece Müslümanlara has olan fiiller, sözler ve kıyafetlerdir. Bunlar ise zamanın ve mekânın değişmesi ile tıpkı fetvanın değişmesi gibi değişmektedir. Bunun izahını “Halkların Hükmü”1 adlı risalemizde uzun uzadıya yapmaya çalıştık. Özetle alamet, bir şeyi diğerlerinden ayıran şeydir. Örneğin haç takmak Hristiyanlığın yani küfrün alametidir. Çünkü yalnızca Hıristiyanlar haç takarlar. Buna benzer ister Müslümanlara has olsun ister kâfirlere has olsun bir şey hangi topluluğa ait ise o topluluk için alamettir. İmam Muhammed Eş-Şeybani, dönemindeki Yahudilerin Lailaheillallah demelerini İslam alameti olarak kabul etmemiştir. Çünkü Irak Yahudileri Nebi’nin ﷺAraplara gönderildiği itikatındalardı. Bu yüzden selef ve tabiinden olan bu büyük imam, Yahudilerin “Muhammed, bütün insanlara gönderilmiştir.” demeden, bu sözleri ile İslamlarına hükmetmemiştir.2 Yani bu da ortaya koyuyor ki “Bu devirde namaz, oruç, zekât ve hacc gibi amellerin hepsine müşrikler iştirak ediyorlar; o zaman İslam alameti kalmadı.” gibi batıl sonuçlar çıkararak hak mezhebe muhalefet edenlerin bu itirazları boştur.Çünkü İmam Muhammed’in “Bütün insanlara gönderildiğini ikrar ederseler” sözü namaz, oruç, zekât ve hacc gibi bir amel değildir. Ancak buna rağmen Müslümanlara has olan bir sözü alamet kabul ederek İslamlarına hükmetmemiştir. Bugün ise hem şirkten hem de müşriklerden beri olduğunu izhar edenler Müslüman hükmü alırlar. Ancak daha sonra bir küfrü ortaya çıkarsa ona göre tekfir edilirler. 1http://www.islamdaveti.com/kitap_resimler/halklarin-hukmu.pdf 2 İmam Muhammed, Siyeru’l-Kebir (5/345). 50 EBU UBEYDE SORU 20: “Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.”1 ayetine mukabil olarak Osmanlı hakkındaki düşüncenizi açıklar mısınız? Osmanlı müşrik bir devlet midir? Müşrik ise bu konuda tekfir etmeyenlere karşı tutumumuz ne olmalıdır? CEVAP: Bakara Suresi 134. ayetin tefsirinde şunlar kaydedilmiştir; Bize Muhammed İbnu Yahya haber verdi: bize Ebu Gassan haber verdi: Muhammed İbnu İshak dedi ki: bana Zeyd İbnu Sabit’in ailesinin kölesi haber verdi (Muhammed İbnu Ebi Muhammed), ona da İkrime Said İbnu Cubeyr haber verdi ki İbn Abbas şöyle söyledi: Abdullah İbnu Suriya el A’var, Resulullah’a ﷺdedi ki: “Hidayet bizim üzerinde olduğumuz dindir. Ey Muhammed, bize tabi ol ki hidayete eresin. ”Hristiyanların da buna benzer sözler sarf etmeleri üzerine bu ayet nazil oldu. “Onlar bir ümmetti; geldi, geçti. Onların yaptıkları onlara, sizin yaptıklarınız ise sizedir.”2 Bu nedenledir ki önce ayetin nüzul sebebine iyi bakmak gerekir ki ondan sonra istidlal yapılsın. Aklı başında hiç kimse Gandi, Lenin ve Stalin gibi kâfirlerin tekfirinde tevakkuf edip de “Onlar bir ümmetti; geldi, geçti. O yüzden onlar hakkında konuşmaya gerek yok.” diyemez. Onların küfrünü beyan etmek her Müslümanın üzerine düşen gerekliliklerden bir tanesidir. Osmanlı meselesine gelince Osmanlı Devleti değişik evrelere sahip bir devlettir. Şurası bir hakikattir ki Osmanlı devleti kendi devletini savunmak için âlimlerine yazdırdığı ‘Devleti Osmaniyye Muftera Aleyha’3 adlı kitapta (Bu kitap şu anda Bursa’daki Osmanlı Kütüphanesi’nde mevcuttur.) devletin her türlü Bektaşilik, Nakşibendilik vb. tarikatları maddi ve manevi desteklediğini ve yayılmaları için üzerine düşeni yaptıklarını anlatmaktadır. 1 Bakara, 2/134. 2Taberî, Câmiu’l-Beyân, 1/440; El-Vâhidî, Esbâbu’n-Nüzûl, s.32-33. 3 İftiraya Uğramış Osmanlı Devleti. FETVALAR 51 Yaşadığımız topraklarda ki kabirler, türbeler vb. şirkin ve hurafelerin yayıldığı mekânların hepsi Osmanlı devleti zamanında finanse edilmiş, yapılması devlet tarafından teşvik edilmiş ve uzun seneler insanlar bu şirklerden men edilmemiştir. Bu da ifade eder ki Osmanlı Devleti genel olarak şirk içinde olan bir devletti. Ancak İmam Birgivi gibi bazı âlimlerde Osmanlı zamanında yaşamıştır. İmam Birgivi ‘Tarikatı Muhammediye’ adlı kitabın yazarıdır ki burada sofilerin yaptıklarının şirk olduğunu en katı bir dille anlatmış ve yapanları tekfir ettiğini beyan etmiştir. Ayrıca 200 sene bu kitabın her yeniçeri (Osmanlı askeri) tarafından okunulması şart koşulmuştur. İşte bu da gösteriyor ki az önce zikrettiğimiz şirk olan ameller belirli bir dönemde işlenmiş ancak belirli dönemlerinde ise tam aksine durumlar söz konusu olmuştur. Yani Osmanlı Devleti, mü’mini ve kâfiri bünyesinde barındıran bir devlet idi. O yüzden orada Müslüman olanlar Müslümandı, kâfir olanlar da kâfirdi. Ne küfrünü bilmediğimizi tekfir ederiz ne de küfrünü bildiğimizin tekfirinden sakınırız. ‘Bu konuda tekfir etmeyenlere karşı tutumumuz ne olmalıdır?’ sorusuna gelince; Eğer tekfir etmeyenler bu fiillerin küfür olduğunu ancak şahıslardan hangilerinin işleyip işlemediğini bilmediklerinden dolayı tekfir de durmuş iseler bunlar Müslüman kardeşlerimizdir. Ancak bir şahıs bunların şirk olduğunu bilmesine rağmen işleyenlerin Müslüman olduğunu iddia ediyor ise bu, o kişi ile dinsel beraberliğimiz noktalanmış demektir. Ancak zikrettiğimiz meseleye dair ihtilaf genelde hangi şahısların işleyip işlemediği ile alakalıdır. Bu da zikrettiğimiz gibi kardeşliği yok etmez. SORU 21: Zat-u envat1 hadisindeki şirk büyük şirk midir? Âlimler bu hadis için ne demişlerdir? Allah azze ve celle ilminizi artırsın. 1Tirmizi, El-Cami’inde (2181) tahric etmiştir ve ‘Bu, hasen sahih bir hadistir.’ demiştir; Ahmed, Müsned’inde (5/218); Siyeri İbn Hişam 4/84; Abdurrazzak, Musannef’inde (20763); Humeydi, Müsned’inde (848); Tayalisi, Müsned’inde (1346); İbn Asım, Es-Sunne’de (76); Taberi, tefsirinde (9/31); İbn Hibban, Sahih’inde (1835); Taberani, El-Kebir’de (3290,3294); Şafii, Müsned’inde (23); Beyhaki, Delail’de (125/5); İbn Ebi Şeybe, Musannef’inde (15/101); Nesai, El-Kubra’nın tefsir kitabında ve Tuhfetu’l-İşraf’ta (11/112); İmam Suyuti’nin Ed-Durru’l-Mesur’unda (3/533) olduğu üzere; İbn Munzir, İbn Ebi Hatem, Ebu Şeyh ve İbn Merdeveyh’de tahric etmiştir. 52 EBU UBEYDE CEVAP: İmam Şatibi dedi ki: “Geçmiş ümmetlere özellikle de ehl-i kitaba bidatlarında tabi olma noktası Rasulullah’ın ﷺşu sözünde olduğu gibidir: “Taki ümmetim geçmiş ümmetlerin yaptıklarını yaparlar.” Bu şuna delalet eder ki onlar ne yaptı iseler bunlarda yapacaklardır. Ancak bu her zaman onların bidatlarında onlara bire bir benzemelerini gerektirmez. Bilakis bazen bidatın aynısına bulaşmakla bazende o bidatte benzemek ile olabilir. Birincisinde tabi olmanın delili; “Sizden öncekilerin yoluna uyacaksınız.” Bu hadiste dedi ki: “Onlar kelerin deliğine girseler sizlerde onların ardında gireceksiniz.” İkincisine delalet eden hadis ise; dedik ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Bize de onların zatu envatı gibi bir zatu envat yapsan. Rasulullah ﷺ dedi ki: “İsrailoğullarının Musa’ya dediği gibi dediniz: ‘Bize de onların ilahları gibi ilahlar yapsan.’”Çünkü zatu envat edinmek onların Allah’tan başka ilahlar edinmelerine benzemektedir. Yoksa aynı şirk değildir. İşte bu yüzden nass edilen şeylerin diğer nass edilenlere her yönden misli gibi olması gerekmez. Allah en iyisini bilendir.”1 Aynı şekilde Şeyhulislam Muhammed İbn Abdulvehhab da Kitabut Tevhid’de ‘Ağaç ve Taştan Bereket Ummak’ babında bu hadisi zikrettikten sonra, bölümün sonunda, geçen nasslardan çıkarılan sonuçları anlatırken diyor ki: “Üçüncü mesele; Yapmamış olmaları (zatu envat edinmek istediler ama edinmediler, bunu yapmadılar)... On birinci mesele; Şirkin iki çeşidi vardır. Büyük ve küçük şirktir. Bu yüzden bununla mürted olmadılar.”2 İşte bu söz çok açık bir şekilde gösteriyor ki hem İmam Şatibi hem de Şeyhulislam Muhammed b. Abdilvehhab, zatu envat hadisesinde ki durumu küçük şirk olarak algılamışlardır ve bu yüzden onu 1 El-İtisam, 2/245-246. 2 Kitab’ut Tevhid, Bab’u Men Teberreke bi Şecerin ev Hacerin ve Nehveha. FETVALAR 53 talep edenlerin kâfir olmadıklarını beyan etmişlerdir. Yoksa bir takımlarının anladığı gibi İslam’a yeni girmelerinden dolayı şirkte mazur sayıldıklarını asla ve asla söylememişlerdir. Her meselede bize “Bu sizin anlayışınız. Hangi âlim sizin gibi anlamış?” diyenlerin zatu envat meselesine gelince hiçbir âlim sözü zikretmeden saatlerce bu hadis hakkında yorumlarda bulunduklarına açık bir şekilde şahid olabilirsiniz. Bunların kendilerine “Biz Kur’an ve sünnet üzerineyiz. Selefin yoluna suluk eden âlimlerin anlayışları üzerineyiz.” dediklerini görebilirsin. Ama mesele zatu envat hadisesi olunca hiçte âlimlerden bahsetmezler. Bu, sadece bu iki büyük âlimin böyle anlamaları ile sınırlı değildir. Şeyhulislam İbn Teymiyye de bu hadisi yorumlarken şöyle demiştir: “Müşriklerin zatu envat adında ağaçları olduğunda ve buraya silahlarını astıklarında dediler ki: “Ey Allahın Rasulü! Onların zatu envatı olduğu gibi bize de zatu envat kılsana.” Dedi ki: “Allahu ekber! Musa’nın kavminin Musa’ya dediği gibi dediniz: “Bize de onların ilahları gibi ilahlar yapsana.”1 İşte bu sünnettir. Sizden öncekilerin yollarına tabi olacaksınız.” Nebi ﷺsilahlarını asacakları bir ağaç edinerek kâfirlere benzemelerini reddetti.”2 Sahabe, Nebi’den ﷺküçük şirk talep ettiler. Resulullah da ﷺ bundan dolayı onlara gazaplandı ve onları sakındırdı. Özet olarak meselenin cehalet özrü ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. SORU 22: İmam Serahsi, ‘El Mebsut’ta şöyle diyor: “Müslüman küfür ordusunda öldürülürse malı ganimet olarak alınmaz.”3 Bugün bazıları “Askerlik küfür değil, haramdır.” diyerek bu sözü delil getirmektedirler. Bu sözü nasıl anlamalıyız? CEVAP: Bu konuda uzun bir risale hazırlamaya başladığımızı ve rabbimiz kısmet ederse tamamlayacağımızı bildirdikten sonra, askerlik 1 Araf, 7/138. 2 İktidas Sıratel Mustakim, 314-315. 3 İmam Muhammed b. Şeybani, Siyeru’l Kebir 1229; İmam Serahsi, Şerh-i Siyeru’l Kebir c:2b\4. 54 EBU UBEYDE meselesinde küfrün illetinin herhangi bir kâfir orduya girmek olmadığını, bilakis Müslümanların ve İslam’ın aleyhine savaşan bir orduda savaşmanın küfür olduğunu söylüyoruz. Nebi’nin ﷺRisalet’ten önce Ficar harbinde amcalarına ok taşıdığı her âlim tarafından kabul görmese de bazı hadis ehli tarafından sahih sayılmıştır. Netice itibarı ile “Mücerred küfür ordusuna girmek küfürdür.” gibi bir sonuç çıkarır isek haşa Nebi’ye ﷺküfür isnad etmiş oluruz. Böyle bir sözden Allah’a sığınırız. Öyleyse illet Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım etme babından küfürdür ki bugün ki ordular Müslümanların aleyhine savaşan kâfir ordularıdır. Bu yüzden bu ordulara girmek zatında küfürdür. Ancak Amerika ile Hugo Chavez arasında çıkan savaşta iki kâfirden biri olan Chavez’e yardım etmek ise zannımızca birçok insan tarafından küfür olarak telakki edilmeyecektir. Netice itibarı ile İmam Serahsi de Allahu âlem bundan bahsetmektedir. Ancak Müslümanların aleyhine kâfirlerle savaşan her ordunun kâfirliği âlimlerin katında icmaidir. İnkâr eden kâfir olur. Bırakın savaşmayı, eğitim alanları olan maasker denen yerlere katılmayı dahi âlimler küfür saymıştır. İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki: “Kim Tatarların maaskerine giderse ve onlara katılırsa, mürted olmuştur. Kanı ve malı helaldir.”1 Bunu Şeyh Abdullatif Ali Şeyh, Şeyhulislam’dan nakletmiştir.2 SORU 23: Tağuti rejimlerde memurluk yapmanın hükmü nedir? CEVAP: Tağutun yanındaki görevler kısımlara ayrılmaktadır. Askerlik, polislik ve zabıtalık gibi kolluk görevleri vardır ki anayasa da sistemi korumak ve yaşatmak için kurulmuş birimlerdir. Bir de bu kurumların dışında halka hizmet vermek için kurulmuş; hastane, itfaiye ve yol temizlik birimleri vardır. Kolluk görevlerine gelen me1 Mecmuatul Fetava, c.28, s.530-535. 2 Ed-Durerus Seniye, Cihad bölümü, s.161; Mecmuatur Resail ve’l Mesail c.2, s.135. FETVALAR 55 murlar hem laikliğe hem de demokrasiye bağlı kalacaklarına dair yemin ederler ve yeminin altını imzalarlar. Bu anayasada madde olarak belirlenmiş ve tatbiki var olan bir durumdur. O yemin anayasada şöyle ifade edilmiştir; ASLİ DEVLET MEMURLUĞUNA ATANANLARIN YEMİN MERASİMİ YÖNETMELİĞİ Bakanlar Kurulu Kararı: 25.10.1982-8/5483 Resmî Gazete: 30.11.1982/17884 AMAÇ VE KAPSAM Madde 1- Bu Yönetmelik 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi tüm kamu kurum ve kuruluşları ile bunların personelinden, Asli Devlet Memurluğuna atanan personelin, 657 sayılı kanunun 2670 sayılı kanunla değişik 6. maddesi gereğince yemin etmeleri için kurum veya kuruluşlarca düzenlenecek yemin merasiminin usul ve esaslarını belirlemek amacıyla düzenlenmiştir. ÖZEL HÜKÜMLER Madde 2- Devlet Memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatle bağlı kalmak ve kanunları sadakatle uygulamak zorundadırlar. Devlet Memurları bu hususu asli Devlet Memurluğuna atandıktan sonra en geç bir ay içinde kurumlarınca düzenlenecek merasimde yapacakları yeminle belirlerler. Yemin Metni Aşağıdadır: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan millî, demokratik, lâik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.” 56 EBU UBEYDE Madde 3- Kurum ve Kuruluşlarda yemin merasiminin yapılacağı gün, atamaya yetkili amirler tarafından tayin ve tespit edilir. Madde 4- Asli Memurluğa atanan personelin tespit edilen günde yemin merasimine iştirak etmesi şarttır. Ancak, hastalık vs. gibi yetkili amirlerce kabul edilebilecek mücbir sebeplerle yemin merasimine iştirak edemeyen memurlar tayin edilecek bir günde amirlerinin huzurunda yemin ederler. YEMİN MERASİMİ USUL VE ESASLARI Madde 5- Yemin edecek memurlar, atamaya yetkili amir veya görevlendireceği bir yetkili tarafından tespit edilen günde, toplanarak önce edecekleri yeminin önemi hatırlatılır, yurt sevgileri, milletin kendilerinden neler beklediği, çalışmada göstermeleri gereken fedakârlıklar tekrar tazelenir. Madde 6- Atamaya yetkili amir veya görevlendireceği yetkili, bakanlık ve kuruluşlarda Müsteşar, Müsteşar Yardımcıları, Ünite Amirleri, İllerde daire amirleri merasimde bulunurlar. Madde 7- Yemin edecek memurların mensubu olduğu kurum veya kuruluşun memurları da (hizmet ve görevi aksatmayacak şekilde bir kısmı görev başında kalmak suretiyle) merasim yapılacak yerde hazır bulundurulur. Madde 8- Yemin edecek memurlar, ‘Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafet Yönetmeliği’nde belirtilen kılık ve kıyafetle, temiz ve beyaz örtülü masanın üzerine ve masa kenarından sarkmayacak şekilde konulan Türk Bayrağı etrafında sıralanırlar. Bayrak üzerine kesinlikle hiçbir şey konulmaz. İstiklâl Marşı’nın çalınıp söylenmesinden sonra günün anlam ve önemi görevlendirilecek bir üst yönetici tarafından açıklanır ve yemine başlanır. Memurlar masanın üzerinde bulunan bayrağın üzerine ellerini koymak suretiyle yemin ederler. Madde 9- Yemin metnini ihtiva eden Yemin Belgesi, yemini yapan memur tarafından merasimden sonra imzalanarak sicil dosyasına konulur. FETVALAR 57 YÜRÜRLÜK VE YÜRÜTME Madde 10- Bu Yönetmelik, yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Madde 11- Bu Yönetmeliği Bakanlar Kurulu yürütür. Eğer bu yemini kolluk görevinin dışında diğer halka hizmet veren birimlerde yapıyorsalar ki onlar da devletin bir memuru olarak yapmak zorundadırlar; işte o zaman kişi küfre girer. Ancak bir durum var ki izah edilmesi gerekir. O da bazı taşeron firmalar tarafından yapılan alımlar ile memur statüsünde değil de anlaşmalı eleman statüsünde çalıştırılan kişiler hakkındadır. Bunlar bu prosedürden geçmiyor ve itfaiye, hastane gibi kamu yararına çalışan birimlerde çalışan kimseler ise o zaman bu, küfür boyutuna varmaz. Ancak bir noktayı da açığa kavuşturmak gerekir. Doktorlar Hipokrat yemini diye bilinen küfür içerikli bir yemin etmektedirler ki bu ayrı bir meseledir ve bunun küfürlüğünde şüphe edilemez. Ya da itfaiyenin, kolluk görevlerinde çıkan yangını söndürmeye gitmelerine ve onlara mutlak yardım etmelerine gelince bunun haramlığı da açıktır. En güzeli Müslümanın rızkını çıkaracağı daha güzel bir iş bulmasıdır. Allah Subhanehu ve Teâlâ Müslümanlara hayırlı rızık kapıları açsın. SORU 24: Bazı kimseler “Müşriklerin tekfiri dinin aslından değildir.” diyorlar. Genel muasır âlimlerin görüşünün bu yönde olduğunu hatta selefin genel görüşünün de bu olduğunu söylüyorlar. Bir muvahhid bu sözlere nasıl karşılık vermelidir? CEVAP: Öncelikle sana nasihatim erkekleri taklit etmekten sakınmandır. Nitekim seleften bu konuda birçok hadis varid olmuştur. Abdullah İbnu Mesud demiştir ki: «Sakın ha sakın erkekleri taklit etmeyesiniz. Eğer onlar iman ederseler sizde iman edersiniz. Eğer onlar küfrederseler sizde küfredersiniz.»1 1 Taberani, (9/152) Sahih Ricali ile rivayet etmiştir; Mecma’u’z-Zevaid (1/180); 58 EBU UBEYDE Bundan sonra derim ki: Muasırlar, âlimler, insanların koydukları unvanlar sakın sizi hakka tabi olmaktan alıkoymasın. İnsanların çoğu şöhret belasına kurban olurlar. Sakın sizlerde bu belanın kurbanları olmayın. İnsanın âlimliği hakkı bildiği oranda ölçülür. Yoksa cahillerin verdikleri lakapların havadaki çer çöpten başka bir değeri yoktur. Ehliyet sahibi insanların verdiği lakaplar ve unvanlar kıymetlidir. Yalakaların unvanları yağlamacılıktan başka bir şey değildir. Allah bize yeter o ne güzel vekildir. Selefin, Kur’an ve sünnet nasslarının açık bir şekilde tekfir ettiği müşrikleri tekfir etmek dinin aslıdır. Bunun Kuran’dan delilleri; “Sizin için İbrahim ve beraberindekilerde güzel örnekler vardır. Onlar kavimlerine dediler ki: ‘Biz, siz müşriklerden ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Sizinle bizim aramızda Allah’a tevhid üzere iman edinceye kadar ebedi bir buğz ve düşmanlık başlamıştır.’ ”1 “Siz müşriklerden ve Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden uzaklaşıyorum. Rabbime dua ediyorum ki umulur da bununla cehennemliklerden olmam. Ne zaman ki o müşriklerden ve onların Allah’tan başka ibadet ettiklerinden beri oldu, biz de ona İshak’ı ve Yakub’u verdik.”2 “O müşriklerden ve onların Allah’tan başka ibadet ettiklerinde uzaklaştılar, bizde onlara mağaraya çekilin dedik.”3 İşte bu ayetlerin hepsi müşriklerden beraatın dinin aslına taalluk eden bir mesele olduğunu ortaya koymaktadır. Peki, bu ayetleri ulema nasıl anlamıştır? İşte o sorunun cevabını da ilim ehlinin şu sözleri ile ortaya koyalım inşallah; Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki: “Şüphesiz bütün Beyhaki, (10/116); Laleka’i, İ’tikadi Ehli’s-Sunne, (1/93); İbn Hazm, El İhkam, (6/255) ve Ebu Nuaym, Hilye (1/136). 1 Mumtehine, 60/4. 2 Meryem, 19/48-49. 3 Kehf, 18/16. FETVALAR 59 dinler müttefiktir ki bütün rasuller putlara ibadetten (şirkten) neyhettiler ve bunu yapanları tekfir ettiler. (Bu şirkleri işleyen müşrikler) Mü’min, mü’min olamaz ancak putlara ibadetten ve Allah’tan başka ibadet edilen her şeyden beri olmadıkça. Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ dediği gibi: “Sizin için İbrahim ve beraberindekilerde güzel örnekler vardır. Onlar kavimlerine dediler ki: “Biz, siz müşriklerden ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Sizin ile bizim aramızda Allah’a tevhid üzere iman edinceye kadar ebedi bir buğz ve düşmanlık başlamıştır.” ”1 Bunun böyle olmadığını iddia eden bir de pervasızca bunu selefe nispet edenlerin iftiralarını ispat etmeleri gerekir ki Allah’ın dediği gibi: “Zan, haktan bir şey değildir.”2 Her kim dininin aslını bozarsa o Müslüman değildir. Allah hakka hidayet edendir. O ne güzel vekil ne güzel Mevla’dır. SORU 25: Tevbe Suresi 6. Ayet3 cehalet özrünün olmayacağına delil midir? Cehalet özrü ile ilgili İmam İbn Teymiyye’nin genel görüşü nedir? CEVAP: İbn Teymiyye’nin ve bütün İslam âlimlerinin cehaletin şirk koşan bir kişi için mazeret olup olmaması noktasında ortak görüşleri Kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur ki bu kişi mazur sayılmaz. Çünkü Allah kitabında üç ayette “Allah şirki affetmez.” diyor; “Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz…”4 Yine “ Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz…”5 1 İbn Teymiyye Külliyatı, c.8, s.357. 2 Necm, 53/28. 3 “Eğer müşriklerden biri, senden eman isterse ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu güven içinde olacağı yerine ulaştır. Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.” (Tevbe, 9/6) 4 Nisa, 4/48. 5 Nisa, 4/116. 60 EBU UBEYDE Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki; “Şüphesiz bütün dinler müttefiktir ki; bütün rasuller putlara ibadetten (şirkten) neyhettiler ve bunu yapanları tekfir ettiler. (Bu şirkleri işleyen müşrikler) Mü’min, putlara ibadetten ve Allah’tan başka ibadet edilen her şeyden beri olmadıkça mü’min olamaz. Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ dediği gibi: “Sizin için İbrahim ve beraberindekilerde güzel örnekler vardır. Onlar kavimlerine dediler ki: “Biz, siz müşriklerden ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ediyoruz. Sizin ile bizim aramızda Allah’a tevhid üzere iman edinceye kadar ebedi bir buğz ve düşmanlık başlamıştır.” (Mümtehine 4)”1 Şeyhulislam İbn Teymiyye yine dedi ki: “Bu zaruri olarak bilinmesi gereken meselelerdendir. Rasuller müşriklerin Allah’tan başka ibadet ettiklerini ve onlara ibadeti sarf eden, onlara kulluk edenleri de onların kulları saydılar. Onları Allah’a denkler tutan müşrikler olarak isimlendirdiler. Ona ortaklar kılan müşrikler saydılar. Bütün rasuller yaratılmışları Allah’a şirk koşmadan ibadet etmeye çağırdılar. İşte bu Allah’ın dinidir. Bunun ile kitapları indirmiştir. Rasulleri göndermiştir. Bu genel olarak İslam’dır. Allah öncekilerden ve sonrakilerden ve başkalarından ancak bu dini kabul eder. Herhangi bir rasulün daveti ulaştıktan sonra Allah bunu, bu dini terk edeni bağışlamaz. Allah’ın dediği gibi: “Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını da dilediğine bağışlar…” (Nisa, 4/48) Tevbe suresi 6. ayetin cehalet meselesine delil olmasına gelince bu ayet müşrik isimlendirmesi ile alakalıdır. Dikkat edilecek olursa Allah Subhanehu ve Teâlâ ayette, onların bilmeyen bir topluluk olduklarını zikretmekle birlikte ayetin başında da onların müşrik olduklarını bize bildirmektedir. Cehaletin mazeret olup olmaması ile alakalı olarak Kur’an sayılamayacak kadar çok delil ile doludur. Örnek olarak; Hafız Ahmed El Hakemi, Taifetul Mansura’nın Açılmış Sancakları adlı eserinde dedi ki: 1 İbn Teymiyye Külliyatı, c.8, s.357. FETVALAR 61 “Soru: Kişiyi dinden çıkartan büyük küfür kaç kısımdır? Cevap: Yaptığımız açıklamalardan bunun dört kısım olduğu öğrenilmiş bulunmaktadır; 1- Cehil (bilgisizlik) ve yalanlama küfrü 2- Cuhûd küfrü 3- İnat ve istikbâr küfrü 4- Münafıklık küfrü Soru: Bilgisizlik ve yalanlama küfrünün mahiyeti nedir? Cevap: Kureyş kâfirlerinin çoğunda ve onlardan önce Yüce Allah’ın haklarında şu buyrukları indirdiği diğer ümmetlerde görülen gizli ve açık küfürdür; “Kitabı ve peygamberimizle gönderdiklerimizi yalanlayanlar, onlar yakında bileceklerdir.” (el-Mumin, 40/70) “Cahillerden de yüz çevir.” (el-A’raf, 7/199) “Âyetlerimizi yalanlayan her ümmetten bir topluluk haşredeceğimiz gün onlar bir arada (toplanıncaya kadar) durdurulurlar. Nihayet geldiklerinde Allah subhanehu ve teala der ki: Benim âyetlerimi -onları bir bilgiye dayanarak kavramadığınız halde- yalanladınız ha, yahut yaptığınız neydi?” (en-Neml, 27/83-84) ve devamındaki âyetler; “Hayır, onlar ilmini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmedik bir şeyi yalanladılar.” (Yunus, 10/39) ve devamındaki âyetler ile daha başka âyet-i kerimeler (bu küfrün mahiyetini açıklamaktadır.)” Dikkat edilecek olursa Şeyh burada cehaleti küfrün bir çeşidi olarak zikretti. Bugün bir takım insanların algıladığı özür olmasından bahsetmedi. 62 EBU UBEYDE SORU 26: Tevbe Suresi’ndeki 65. ve 66. ayetlerde kâfir oldukları söylenen kişiler küfür sözü söylemeden önce Müslüman mıydılar? Yoksa münafıktılar da küfürleri mi izhar oldu? CEVAP: Ayetin nassı ile onlar bu sözün öncesinde mü’min idiler. “İmanınızdan sonra kâfir oldunuz.” Bu ifade açıkça ortaya koymaktadır ki onlar bunun öncesinde Müslüman idiler. SORU 27: ‘Suud Firavunlarının Sihirbazlari’1 adlı reddiyeniz de İbn Teymiyye’nin Fahreddin Er-Razi’yi tekfir ettiğini yazmışsınız, İbn Teymiyye hangi sebepten ötürü Fahreddin Er-Razi’yi tekfir etmiştir? CEVAP: İbn Teymiyye, Şafilerin büyüklerinden Fahreddin Er-Razi’yi yıldızlara ibadetin güzelliği hakkında tasnif ettiği bir kitaptan dolayı tekfir etmiştir.2 Bu kitapta iddia ettiği şeyin müslümanların icması ile küfür olduğunu belirtmiştir. Ancak sözünün sonunda “Fe innehu ged tabe” ifadesi ile “Belki tevbe etmiştir.” istisnasını getirmiştir. Burada derin fıkıhlar vardır. İbn Teymiyye rahimehullah yıldızlara ibadetin güzelliği hakkında kitap yazmıştır, derken Şafilerin büyüklerinden böyle bir imamın yıldızın ilahlığına itikat ettiğini zannettiğini kastetmemiştir. Çünkü Razi tefsirinde uzun uzadıya bu kavramları açıklamaktadır. Ancak yıldızlar hakkında bulaştığı bidat onu bazı yıldızların tesirlerine inanmak ile onlara ibadet etmeye ulaştırmış ve bu yüzden de İbn Teymiyye onu yıldızlara ibadete teşvik eden biri olarak isimlendirmiştir. İkinci olarak da böyle büyük, meşhur birinin sözünü şeriat ölçülerini koruyarak eleştirdikten sonra sonuna “Belki tevbe etmiştir.” ifadesini koymuştur. Bu kalpleri hakka meylettirmek için bir üsluptur. Bunda birçok ibret vardır. Bu nakil Mecmuat’ul-Fetava’da3 bulunmaktadır. Biz bu nakli okuyup insanlara ilk anlattığımızda kendini ilme nispet eden pek çok cahil inkâr ettiler. Arapça bilgimizin eksik olduğunu, 1http://www.islamdaveti.com/kitap_resimler/suud-firavunlarinin-sihirbazlari.pdf 2 Sırrul Mektum fi İbadetin Nücum. 3 Durerus Seniyye, 11/452-453. FETVALAR 63 ibareyi yanlış anladığımızı söyleyerek alay ettiler. Şüphesiz Allah zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir. Sonra da nakli Arapça okuyup gerçek olduğunu idrak edince bütün kâfirler gibi teviller getirdiler. Şüphesiz senin rabbin hidayet eden olarak, yardım eden olarak sana yeter. Sen emrolunduğu gibi dosdoğru ol. SORU 28: Ehli Sünnetin içinden bazı âlimler, (İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn’ul Kayyum gibi) bazı nassları cumhura muhalif yorumlayarak ve bazı sahabe nakillerine dayanarak cennetin ebedi, cehennemin ise ebedi olmadığını ve bir gün son bulacağını söylemişlerdir. Buna delil olarak da Hud suresi 107. ve 108. ayetleri getirmişlerdir. Bu ayetlerde, cehennem ehli için Allah-u Teâlâ: “Onlar, gökler ve yer ayakta durdukça orada ebediyen kalıcıdırlar. Rabbinin dilediği kadarı müstesna. Şüphesiz rabbin dilediğini yapandır.” buyurmaktadır. Cennet ehli içinse: “Onlar, gökler ve yer durdukça orada ebedi kalıcıdırlar. Rabbinin dilediği kadar müstesna. Bu arkası kesilmeyen bir bağıştır.” buyurmuştur. Bunu nasıl anlamalıyız? CEVAP: Cennet ebedidir. Bu konuda ümmetin icması vardır. Bu meselede sadece Mutezile sünnet sahiplerine muhalefet etmişlerdir. Her kim cennetin ebedi olmadığını söylerse işte o kâfirdir. Günümüz bazı Mutezileleri bu şekilde inanmaktadırlar. Onlar akıllarını devreye koyarak “Eğer cennet ebedi olursa içindeki insanlarda ebedi olurlar. O zamanda Allah’a benzemiş olurlar.” diyerek işitilen nassların ispat ettiğini iptal ettiler. İşte bu çok açık bir küfürdür; bu sözün sahibi kim olursa olsun kâfirdir. Cehennemin ebediliğine gelince, bu konu ile alakalı olarak İmam Tahavi’nin Akidesine şerh yazan İbni Ebil İz El Hanefi’nin sözleri ile yetineceğiz.1 Cehennemin Ebediliği Cehennemin ebediliği ve devamlılığı hususunda insanların sekiz görüşü vardır: 1 El-Akidetu’t Tahaviyye, İbn Ebi’l İzz el-Hanefi, s.514, 515, 516, 517, 518. (Guraba Yayınları) 64 EBU UBEYDE 1- Oraya giren oradan bir daha ebediyen çıkmayacaktır. Bu Haricîlerle, Mutezilenin görüşüdür. 2- Oraya girenler; orada azap görecekler, sonra tabiatları değişecek ve kendilerinin narî (ateşsel) bir tabiatları kalacaktır. Tabiatları ile cehennemin tabiatı arasındaki uygunluk dolayısıyla cehennemden lezzet dahi alacaklardır. Bu ise vahdet-i vücutçuların önderi olan İbnu’l-Arabî et-Taî’nin görüşüdür. 3- Cehennem ehli orada belli bir süre azap görecekler, sonra oradan çıkacaklar. Onların arkasından başka bir kavim oraya girecektir. Bu ise Yahudilerin Peygamber’e ﷺnaklettikleri bir görüştür. O da onların bu kanaatlerini yalanlamıştır. Yüce Allah da bu kanaatlerinin gerçek olmadığını belirterek şöyle buyurmaktadır: “Onlar bir de: “Sayılı günler dışında bize ateş asla dokunmaz.” dediler. De ki: “Buna dair Allah’tan bir ahit mi aldınız? Allah asla ahdinden dönmez. Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? Hayır, kim kötülük işler ve günahı kendisini çepeçevre kuşatırsa onlar cehennemliklerdir, orada ebedi kalıcıdırlar.” ” (el-Bakara, 2/80-81) 4- Cehennemlikler oradan çıkacaklar ve o da içinde hiçbir şey olmaksızın, olduğu halde kalacaktır. 5- Hâdis (sonradan yaratılmış) olduğundan, kendi kendisine yok olacaktır. Sonradan hâdis olduğu sabit olan bir şeyin baki kalması imkânsızdır. Bu ise Cehm’in ve taraftarlarının görüşüdür. Az öncede geçtiği üzere bu hususta cennet ile cehennem arasında onlara göre bir fark yoktur. 6- Cehennem ehlinin hareketleri son bulacak ve onlar hiçbir acı duymayan, cansız varlıklara dönüşeceklerdir. Bu da -az önce geçtiği üzere- Ebu’l-Huzeyl el-Allaf’ın görüşüdür. 7- Yüce Allah -sünnette varit olduğu üzere- oradan dilediği kimseleri çıkartır, sonra da dilediği kadar bir süre varlığını devam ettirir. Sonra da yok eder; çünkü O, cehennem için son bulacağı bir FETVALAR 65 süre takdir etmiştir. 8- Yüce Allah oradan sünnette varit olduğu üzere dilediği kimseleri çıkartır. Orada kâfirler ise -Tahâvî’nin dediği şekilde- sonu gelmeyecek ve ebedi olmak üzere kalacaklardır. Bu son iki görüş dışındaki görüşlerin batıl oldukları açıkça ortadadır. Ehli Sünnetin benimsediği bu iki görüşün de delillerini tetkik edelim; Birinci görüşü benimseyenlerin delillerinin bazıları şunlardır; Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “(Allah) Şöyle buyuracak: “Allah’ın dilediği müstesna olmak üzere içinde ebedi kalıcılar olarak ateş sizin barınağınızdır.” Şüphesiz Rabbin hikmeti sonsuz olandır, her şeyi bilendir.” (el-En’âm, 6/128); “Bedbaht olanlar ateştedirler. Onlar orada yüksek hırıltılarla ve inleyerek solurlar. Onlar gökler ve yer ayakta durdukça, orada ebediyen kalıcıdırlar; Rabbinin dilediği kadarı müstesna. Şüphesiz Rabbin dilediğini yapandır.” (Hud, 11/106-107) Bu buyruklarda sözü edilen iki istisnadan sonra cennetlikler için sözü edilen istisna yapılmamıştır. O da Yüce Allah’ın: “Bu arkası kesilmeyen bir bağıştır.” (Hud, 11/108) buyruğudur. Yüce Allah’ın: “Sonsuz devirler boyunca, içinde kalacaklar.” (en-Nebe, 78/23) buyruğu da bu görüşlerine delil gösterilmiştir.İşte bu görüş yani cehennemin sonunun geleceği, cennetin ebedi olacağı görüşü Ömer, İbn Mes’ud, Ebu Hureyre, Ebu Said ve başkalarından da nakledilmiştir.1 1 Bu nakillerin kaynakları ve sıhhat dereceleri ile ilgili etraflı açıklamaları; “Tehzib”in esas şerhini tam olarak yayınlayan ve tahkik eden Dr. et-Türkî ile Şuayb el-Arnavut’un orada kaydettikleri notta görmek mümkündür. Bu nottaki açıklamalardan anlaşıldığına göre; adı geçen bütün sahabilere bu hususta nispet edilen rivayetlerin senetleri zayıf olup bu konuda delil olabilmeye elverişli değildir. (s.626-627) 66 EBU UBEYDE Abd b. Humeyd meşhur tefsirinde senedini kaydederek Ömer’in radiyallahu anh şöyle dediğini zikretmektedir: “Eğer cehennemliklerin, cehennemde kalacakları süre Alic denilen yerin kum taneleri kadar dahi olsa mutlaka o vakit gelip bitecek ve onlar oradan çıkacaklardır.” Abd b. Humeyd bunu Yüce Allah’ın: “Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar.” (en-Nebe, 78/23) buyruğunu tefsir ederken zikretmektedir. Yine bu görüşün sahipleri derler ki: “Cehennem ateşi O’nun gazabının bir gereğidir; cennette rahmetinin bir gereğidir. Peygamber de ﷺşöyle buyurmuştur: “Yüce Allah mahlûkatı yaratmayı takdir buyurunca Arş’ın üzerinde, nezdinde bulunan bir kitaba şunu yazdı: “Benim rahmetim gazabımı geçmiştir.””” Bir başka rivayette de: “Gazabıma galip gelmiştir.” denilmektedir. Bu hadisi Buharî Sahih’inde, Ebu Hureyre’den radiyallahu anh gelen bir senetle rivayet etmiştir.1 Yine derler ki: Yüce Allah,azabı “büyük bir günün azabı” (elEn’âm, 6/15), “can yakıcı” (Hud, 11/26) ve “Akîm (merhamet olunmayacak)” (el-Hacc, 22/55) diye nitelendirmektedir. Tek bir yerde ise ihsan edeceği nimetlerin bir günün nimetleri olduğunu bildirmemiştir. Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah buyurdu ki: “Ben kimi dilersem, onu azabıma uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır.”” (el-A’raf, 7/156) Yine Yüce Allah bizlere meleklerin şu sözlerini nakletmektedir: “Rabbimiz, rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır.” (el-Mü’min, 40/7) O halde O’nun rahmetinin bu azap görenleri de kuşatması kaçınılmaz bir şeydir. Eğer sonu gelmeyecek bir vakte kadar azapta kalacak olurlarsa, rahmeti onları kuşatmış olmaz. Sahih hadiste de kıyamet günü elli bin yıl ile takdir edilmiştir.2 Orada azap göreceklerin azapta kalacakları süre ise günahlarına göre olacaktır. Ahkemu’l-Hakimîn ve Erhamu’r-Rahimîn olan Yüce Allah’ın ebedi, sonu gelmeyecek, bitip tükenmeyecek bir şekilde azaplandıracağı bir takım yaratıkları yaratması, O’nun hikmet ve rahmetine sığmaz. Kendilerine ebedi olarak nimetler ihsan edeceği ve sonu gelmez lütuflarda bulunacağı varlıklar yaratması ise hikmetinin bir gereğidir. İhsan bizatihi istenen bir şeydir. İntikam ise arizî bir sebep dolayısıyla istenir. 1 Muttefekun Aleyh, Hadisin lafzı (3194) Buhari’ye aittir. 2 Müslim, 987; Ebu Davud, 1658; Nesai, V, 12-14. FETVALAR 67 Yine bu görüş sahipleri derler ki: Cehennemde ebedi olarak kalıp oradan çıkılmayacağına, cehennem azabının kalıcı olduğuna ve bütünüyle büyük bir ziyan olduğuna dair varit olmuş bütün haberler haktır ve hak oldukları kabul edilir. Bu hususta hiçbir tartışma olmaz. Bu da cehennem baki kaldığı sürece o azap yurdunda ebedi kalmayı gerektirir. Ancak oradan cehennemin kalıcılığı mevzubahisken tevhid ehli çıkartılacaktır. Dolayısıyla hapsin, hapis olarak kalmaya devam ettiği sürece hapisten çıkan kimse ile hapis yıkılıp harap olduğu için hapsi sona eren kimse arasında elbette ki bir fark olacaktır. Cehennemin ebedi kalıcılığını ve yok olmayacağını kabul edenlerin delillerinin bazıları ise şunlardır: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar için sürekli bir azap vardır.” (el-Maide, 5/37); “Onlara (azapları) hafifletilmez. Onlar o azap içinde ümitsiz kalacaklardır.” (ez-Zuhruf, 43/75); “İşte tadın; artık azaptan başka bir şeyinizi arttırmayacağız.” (en-Nebe, 78/30); “Onlar orada ebediyen kalacaklardır.” (el-Cin, 72/23); “Onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.” (el-Hicr, 15/48)1 “Ve onlar ateşten çıkacak da değillerdir.” (el-Bakara, 2/167); “Onlar deve iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler.” (el-Araf, 7/40); “Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler, onların üzerinden (cehennem) azabından hiçbir şey hafifletilmez.” (Fatır, 35/36); “Çünkü gerçekten O’nun azabı kalıcı ve yakayı bırakmayandır.” (el-Furkan, 25/65) Yani azabı sürekli ve terk etmeyendir. 1 Ancak bu buyrukta söz konusu edilenler cennetliklerdir. 68 EBU UBEYDE Sünnetten pek yaygın şekilde gelmiş rivayetler de cehennemden ‘la ilahe illallah’ diyenlerin çıkartılacaklarını göstermektedir. Şefaat hadisleri de günahkâr muvahhidlerin cehennem ateşinden çıkartılacakları hususunda açık ifadeler taşımaktadır. Bu ise onlara has bir hükümdür. Şayet kâfirler de oradan çıkacak olurlarsa, onlar da onların durumunda olacaklar, cehennem ateşinden çıkış iman ehline mahsus olmayacaktır. Cennet ve cehennemin kalıcılığı ise bizatihi o ikisinin sahip olduğu bir kalıcılık hususiyeti ile değil, Yüce Allah’ın onları kalıcılar kılmasıyla olur. Allah Cennete de Cehenneme de Girecekleri Yaratmıştır “Her ikisine de girecekleri yaratmıştır.” ifadesi ile ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Biz cehennem için cin ve insanlardan çok kimseler yaratmışızdır.” (el-A’raf, 7/179) Âişe’den radiyallahu anha şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah ﷺ, Ensar’dan bir çocuğun cenazesine çağırıldı. Ben: Ey Allah’ın Rasûlü dedim, ne mutlu buna, cennet kuşlarından bir kuştur. Hiç kötülük yapmadı ve o çağa da erişmedi. Şöyle buyurdu: “Yahut başka bir şey de olabilir, ey Âişe. Şüphesiz Allah Cennet’e girecekleri yaratmıştır. Onları daha henüz babalarının sulblerinde iken cennet için yaratmıştır. Cehenneme girecekleri de yaratmıştır. Onları kendileri henüz babalarının sulblerinde iken orası için yaratmıştır.” Bu hadisi Müslim, Ebu Davud ve Nesai rivayet etmiştir. (102 Müslim 2662; Ebu Davud 4713; Nesai, IV, 57; İbn Mace 82) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Gerçekten Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu sınar dururuz. Bu sebepten onu işiten ve gören yaptık. Gerçekten Biz ona yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör bir kâfir.” (el-İnsan, 76/2-3) Burada hidayetten kasıt ise umumi hidayettir. Bundan da daha umumi olanı Yüce Allah’ın: “Rabbimiz bütün her şeye hilkatini verip sonra da doğru yolu gösterendir.” (Tâ’hâ, 20/50) buyruğunda söz konusu edilen hidayettir.1 1 Bu hususta geniş açıklamalar için Kurtubî, el-Câmi’l Ahkami’l-Kur’ân, I, 160’a bakınız. FETVALAR 69 Varlıklar iki türlüdür. Birisi tabiatı itibariyle musahhar kılınmış olanlar, diğerleri ise iradesiyle hareket edenlerdir. Birincisinin hidayeti tabiatı gereği Yüce Allah’ın onu ne için musahhar kılmış ise, ona doğru yol bulması şeklindedir. İkinci türün hidayeti ise kendisine neyin faydalı, neyin zararlı olduğuna dair bilgi ve şuuruna tabi olarak iradesi ile doğru yolu bulma hidayetidir. Daha sonra bu kısım da üç türe ayrılmıştır: Bir tür, hayırdan başka bir şey irade etmez ve ondan bunun dışında bir şeyi irade etmesi dahi beklenmez; melekler gibi. Bir türde şerden başka bir şey irade etmez ve ondan şerden başka bir şey irade etmesi dahi beklenmez; şeytanlar gibi. Üçüncü tür ise, iki türlü irade sahibidir; insan gibi. Sonra bunlar da üç sınıfa ayrılırlar. Bir kesimin imanı, marifeti ve aklı, hevâ ve arzularına galip gelir, bu da meleklere katılır. Diğer bir kısım bunun tam aksi olup bu da şeytanlara katılır. Üçüncü bir kısım ise hayvani arzuları aklına galip gelir ve o da hayvanlara katılır. Maksat şudur: Her iki varlığı yani aynî olanı da ilmî olanı da veren Yüce Allah’tır. O’nun var etmesi olmadan hiçbir varlık var olamayacağına göre, O’nun öğretmesi olmaksızın hiçbir hidayet de olmaz. Bütün bunlar ise O’nun kudretinin kemaline, vahdaniyetinin sübutuna, rububiyetinin muhakkak oluşuna delillerdendir. O her türlü kusurdan yüce ve münezzehtir. Tahâvî’nin rahimehullah “Onlardan dilediklerini kendisinden bir lütuf olmak üzere cennete, yine onlardan dilediklerini adaletinin bir tecellisi olmak üzere de cehenneme koyar...” sözlerine gelince, bilinmesi gerekir ki Yüce Allah, mükâfat kazanma sebebi ortadan kalkmadıkça mükâfatı, sevabı engellemez. Mükâfatın sebebi ise salih ameldir; çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kim mü’min olduğu halde salih ameller işlerse o zulme uğratılmaktan da korkmaz, eksiltilmesinden de.” (Tâhâ, 20/112) Aynı şekilde Yüce Allah ceza görmeyi gerektiren sebep meydana gelmedikçe de kimseyi cezalandırmaz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir. Çoğunu da Allah affeder.” (eş-Şûrâ, 42/30) 70 EBU UBEYDE Veren de, alıkoyan da Yüce Allah’tır. O’nun verdiğini kimse engelleyemez; vermediğini de kimse veremez. Ancak O, insana iman ve salih ameli de lutfedecek olursa, bunun gereği olan mükâfatı da asla insandan alıkoymaz. Aksine ona hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir kimsenin hatırından geçirmediği şekilde mükâfatlar ihsan eder ve kendisine yakınlaştırır. Ona böyle bir mükâfatı vermeyecek olursa, bu onun sebebi olan salih amelin bulunmayışından dolayıdır. Şüphesiz ki O, dilediğine hidayet verir, dilediğini de saptırır. Ancak bütün bunlarda O’nun belli bir hikmeti vardır ve adaletinin bir gereğidir. Mükâfat görmenin sebebini teşkil eden salih amellerde bulunmayı engellemesi, O’nun hikmeti ve adaletindendir. Sebeplerinin ortaya çıkmasından sonra, sonuçlara gelince hiçbir şekilde onları engellemez. Şayet bunları engellemesi ve cezalandırması söz konusu olursa, bu da iman ve salih amel olmadığından dolayıdır. O kendisinin bir hikmeti ve adaletinin bir gereği olarak da baştan bunları vermemiştir. Her iki halde de O’na hamdedilir. O her türlü hal dolayısıyla kendisine hamdedilendir. O’nun her bir bağışı bir lütuftur. O’nun her bir cezası da adaletidir. Yüce Allah hikmeti sonsuz olandır;her şeyi en uygun olan yerine koyandır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlara bir ayet gelse: “Allah’ın peygamberlerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla iman etmeyeceğiz.” derler. Allah peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir.” (el-En’âm, 6/24); “Biz böylece onların bir kısmını diğer bir kısmı ile denedik ki: “Allah aramızdan bunlara mı lütfetti?” desinler diye. Allah şükredenleri en iyi bilen değil midir?” (el-En’âm, 6/53) ve buna benzer başka buyruklar. Yüce Allah’ın izniyle buna dair daha geniş açıklamalar gelecektir. “Kendisi ile fiilde bulunmanın gerekli olduğu istitââ (güç yetiriş) fiil ile birlikte olup da mahlûkun kendisi ile nitelendirilemeyeceği tevfîk kabilindendir. Sağlıklı oluş, genişlik ve imkân FETVALAR 71 buluş, araçların esenlikte oluşu yönünden istitââ ise fiilden öncedir ve hitap da bununla alâkalıdır. Bu da Yüce Allah’ın: “Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez.” (el-Bakara, 2/286) buyruğunda dile getirdiği gibidir.” Burada da zikredildiği gibi cehennemin belli bir süre sonra içindekilerle yok olması meselesi sahabeden Abdullah İbnu Mesud’a ve Ebu Hureyre’ye dayandırılmış rivayetlerdir. Ancak bunlar sened olarak zayıf rivayetlerdir. Bunlar üzerine itikat bina edilmez. SORU 29: Tevil, tekfirin engellerinden biri midir? Zahir meselelerde tevil ehli mazur olur mu? Kudame İbn Mazun, helalı haram yaptığında tevili sebebiyle mi tekfir edilmedi? Haramlar tevhidin asıllarından mıdır? Kudame olayında bizi aydınlatır mısınız? CEVAP: Allah bir insanın basiretini köreltti mi onun basiretini açacak; Allah bir insanı saptırdı mı da onu hidayet edecek yoktur. Allah kime hidayet eder ise şeytanların şüphesi ne kadar kuvvetli de olsa onu saptıracak yoktur. Kudame İbnu Mazun hadisesine bakıldığında aşağıdaki noktalar dikkat çekecektir; - Kudame, Bedir ehlidir. - İçki, Uhud savaşında haram kılınmıştır. - Kudame, içkiyi Ömer’in hilafeti döneminde içmiştir. - Kudame, validir ve valiler ilim ehlidirler. - Kudame’nin içki hadisesi ile alakalı olarak rivayet edilen sekiz hadis vardır ancak hiçbirinde ‘mustehillen (helal saydılar)’ lafzı yoktur.1 1Abdurrezzak, Musannaf, 9/240-243, Hadis 17076; İbni Sad, Tabakat’ul Kubra, 5/560; İbni Şubbe en-Numeyri, Tarihi Medine, 3/842-845; İbni Hacer, Feth’ul Bari, 13/151. 72 EBU UBEYDE Şimdi, akıl sahipleri düşünsünler; Uhud savaşında haram kılınan içkinin Rasulullah ﷺdöneminde, ondan sonra Ebu Bekir döneminde ve en son olarak da Ömer’in hilafetinde (bu kadar zaman geçmesine rağmen) öğrenemeyen insanın, insanların başına o faziletli insanlar tarafından vali atanması hem Kudame’ye hem de onu vali atayan Ömer’e iftiradır. Onların söylediklerinden, ikisi de beridir. Öyleyse bu hadisenin doğru tevili nedir? Allah’ın tevfiki ile deriz ki: Kudame, Maide Suresi 93. ayette ifade edildiği gibi; “İman edip de salih ameller işleyenlerin, iman ederseler ve korkup sakınırsalar o zaman yediklerinde onlar için bir beis yoktur...” zannederek içkinin haram olmasına rağmen kendilerine Bedir ehli olmaları sebebi ile günahın cezasının affedildiğini söylemişler ve bu tevil ile içki içmişlerdir. Âlimlerin birçoklarının bu hadiseyi yorumlarken “Havasa caiz olduğuna inandılar.” ifadeleri zaten bunun en açık delilidir. Onlar kendileri gibi iman edip, salih amel işleyen Bedir Ehli insanların içtikleri içkilerin cezasını çekmeyeceğine inandılar. Nitekim Allah Subhanehu ve Teâlâ Bedir Ehli’ne “Ne yaparsanız yapın, size affettim.” demişti. Onların tevili bu yönde idi. Sahabenin içkiyi helal saydığını söyleyenlerin sahabeye attıkları bu iftirayı ispat etmeleri gerekir. Batıl anlayışları bunun delili değildir. Açık bir nakil getirmeleri gerekir. Yoksa onlar iftiracıdırlar. Zaten onlar bu meseleyi hevalarına göre tevil etmek ile iftiracılardır. Eğer denilirse ki “Bu anlayış sadece sizin, sizden başka kim söylemiş?” Deriz ki; bu Kadı İsmail’in ve İmam Şatıbi’nin bu hadiseye dair yorumudur. İmam Şatıbi’nin usul kitabı olan Muvafakat adlı kitabında bu hadiseyi tafsilatı ile tevil bölümünde okuyabilirsiniz. Aynı zamanda İmam Kurtubi’de Maide Suresi 93. ayetin tefsirinde Şam’da içkiyi helal sayan bir grup şahsın var olduğunu, sahabenin onların tekfirine icma ettiklerini ancak insanların Kudame olayı ile Şam’da içki içen bu grubun rivayetini karıştırdıklarını beyan etmiştir. Hak Güneş Gibidir; Körler Güneşi Göremezler. Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun. FETVALAR 73 SORU 30: Hocam bazı çevreler “Kişi mü’min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacak. Yine mü’min olarak akşamlayacak, kâfir olarak sabahlayacaktır.”1 şeklindeki hadislere dayanarak müşrikler hakkında hatta tağutlar hakkında, biz onlara ne kâfir ne de Müslüman deriz, diyorlar. Bu konu hakkında bilgi verir misiniz? CEVAP: Öncelikle şunu bilmek gerekir ki Ehli Sünnetin yanında bir insan ya kâfirdir ya da Müslüman. İbn Teymiyye, insan için üçüncü bir sınıfın var olmadığını söylemektedir. Ancak insanlara ne Müslüman ne de kâfir demeyenler mutezilelerdir. Onlar büyük günah işleyenler ya cennete giderler ya da cehenneme gider ve yerleri belli olana kadar da iki menzile arasında beklemektedirler, demişlerdir. Bugün bu sözü size sarf edenler bu babtan Mutezile’ye benzemişlerdir. Bir insan ya mü’mindir ya da kâfirdir. Bahsettiğiniz hadise gelince; bazılarının anladığı gibi “Sabah namazı kılınca mü’min, öğlen Başbakanlık koltuğuna oturunca kâfir, sonra öğlen namazı kılarken Müslüman, ardından tekrar koltuğa oturduğunda kâfir olur. Netice itibarı ile hangi halde ölürse o halde hüküm alır.” diyen insanın imandan yoksun olmasının, akıl ve fıtrat sahiplerine güneşin açıklığının net olması gibi açık olmasını bir yana bırakın böyle bir tevil yapanlar akıldan noksan insanlardır. Çünkü bütün mezhepler, zındığın tevbesinin kabul olmayacağını beyan etmişlerdir. Allah Subhanehu ve Teâlâ diyor ki: “Muhakkak iman edip sonra küfre sapanları, sonra yine iman edenleri, sonra da küfürlerini artırmış olanları Allah mağfiret edecek değildir. Onları doğru bir yola iletecek de değildir.” (Nisa 137) Ayrıca böyle bir tevil yapan kişi, Allah’a şirk koşan bir kâfirin üzerinde olduğu şirki terk etmeden sadece namaz kılmak ile İslam’a gireceğini iddia etmiştir ki bu apaçık bir batıldır. Hanefi1 Ebu Davud, 4259; İbn Mace, 3961. 74 EBU UBEYDE lerden İmam Muhammed Eş-Şeybani, Kessani gibi büyük âlimler kişinin dönemindeki meşhur olan şirklerden beri olduğunu beyan etmeden İslam’a giremeyeceğini ve İslam’ına hükmedilmeyeceğini söylemişlerdir. O koltuğa oturanlar ne zaman üzerinde oldukları şirkin şirk olduğunu ikrar edip sonra da o şirki terk ettiklerini beyan ettiler ve İslam’a girdilerde ondan sonra tekrar o koltuğa oturup kâfir olsunlar. Onlar zaten şirkten beraatlarını ilan etmeden asla İslam’a giremezler. Az önceki ayetin tefsirinde İmam Kurtubi şunları nakletmiştir; “Denilse ki: Yüce Allah, küfrü hiçbir şekilde mağfiret etmeyeceğine göre nasıl olur da: “Muhakkak İman edip sonra küfre sapanları, sonra yine iman edenleri, sonra da küfürlerini artırmış olanları Allah mağfiret edecek değildir.” diye buyurmaktadır. Buna cevap şudur: Kâfir iman ettiği takdirde küfrü bağışlanır. İmandan dönüp yine kâfir olursa, birinci küfrü ona mağfiret olunmaz. Bu ise Müslim’in Sahihinde Abdullah b. Mesud’dan gelen şu rivayete benzemektedir: Abdullah dedi ki: Bazı kimseler Rasulullah’a ﷺşöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasulü, cahiliye döneminde yaptıklarımızdan sorumlu tutulacak mıyız?” Peygamber ﷺşöyle buyurdu: “Sizden, İslam’a girdikten sonra güzel hareket edenler bunlardan sorumlu tutulmayacaktır. Kötülük yapanlar ise cahiliye döneminde de İslam’a girdikten sonra da yaptıklarından sorumlu tutulacaktır.”1 Bir rivayette de şöyle denilmektedir: “İslam’da kötülük yapan öncekinden de sonrakinden de sorumlu tutulur.”” SORU 31: Salih diye bilinen kimselerden, Allah’a aracı konularak istenilen şeyin (tevessülün) insanı getirdiği nokta neresidir? CEVAP: Böyle bir dua şekli caiz değildir. Ne sahabe ne tabiin ne de onların yoluna güzellikle tabi olan hiçbir salih kavim böyle dua etmemiştir. Hanefi mezhebinin yaygın olduğu bir toplulukta yaşa1 Buhari, İstitâbetu’I-Mürteddîn, 1; İbn Hibbân, Sahih, 396; İbn Mace, Zülid 9; Darimi, Mukaddime 1; Müsned, 1- 379, 409, 429, 431, 461; Müslim, Kitab’ulİman, 189, 190, 191. FETVALAR 75 dığımız içindir ki örnek fetvaları o kimselerden vermek gerekir. Hanefi âlimlerinden İbn Ebi’l İz şöyle söylemiştir: “Kişinin Allah’tan başkasını duasının kabulüne sebep kılması ve onunla tevessülde bulunması caiz değildir. O şöyle demek ister: “Falanca senin salih kullarından olduğu için duamı kabul eyle.” Onun Allah‘ın salih kulu olmasıyla berikinin duası arasında ne ilgi, ne bağlantı olabilir? Bu, duada taşkınlık yapmaktır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: “Rabbinize için için ve yalvararak dua edin. O, taşkınlık yapanları gerçekten sevmez.” (Araf 7/55) Bu ve benzeri dualar, sonradan uydurulmuştur. Böyle bir dua ne Muhammed’den ﷺ, ne sahabeden, ne tabiînden, ne de imamların birinden aktarılmıştır. Allah hepsinden razı olsun. Bu, ancak cahillerin ve bazı tarikatçıların yazdığı tılsımlarda bulunabilir.”1 Ebu Hanife dedi ki: “Dua eden kimsenin, “Filânın hakkı için yahut peygamberlerinin ve rasûllerinin hakkı için, Beyt-i Haramın ve Meşar-i Haramın hakkı için senden dilekte bulunuyorum.” demesi mekruhtur.”2 SORU 32: Okul konusunda babanın tekfir edilip edilmemesi hususundaki ihtilaf neden kaynaklanmaktadır? CEVAP: Küfre rıza göstermenin küfür olduğu ümmetin üzerine icma ettiği bir esastır. Ancak rıza kalbin ameli olması sebebi ile ve kalbin amelinin de bilinememesinden ötürü âlimler bu konuda kalbin içeriğine ait bu bilgiyi karinelerden anlamaya ilim talebelerini sevk etmişlerdir. Ancak az önce de izah ettiğimiz gibi ‘küfre rıza küfürdür’ kaidesi üzerine icma edilmesi sebebi ile oğlunun küfrüne rıza gösteren babanın durumu, icma ile kişinin kâfir olacağı durumdur. 1 Şerhul Akidetut Tahaviyye, s.269, 270. 2 Şerhul Akidetut Tahaviyye, s.234; İthafus Saâdetil Muttakîn, II, 285; Aliyyul-Kârî, Şerhûl-Fıkhil Ekber, s.198. 76 EBU UBEYDE Ortadaki ihtilaf halin kendisindedir. Yani hangi amel küfre rızaya delalet eder; hangi amel küfre rızaya delalet etmez, bu noktada ümmet arasına ihtilaf düşmüştür. Cumhur ulema zahiren sukut etmeyi ve yapılan amele rıza göstererek oturmayı delalet sayarken, Hanefi âlimleri bu kaidede kalbin sevmesi ve helal görmesini şart olarak getirmişlerdir. Az önce de belirttiğimiz gibi küfre rıza göstermek karine ve delaletlerden bilinir. Âlimler bu kaideyi şu meselede gündeme getirerek tartışmışlardır. Örneğin, bir kişi dese ki ‘”Eğer böyle yaptı isem Yahudi olayım, ya da Hristiyan olayım.” işte bu sözün sahibinin tekfirinde ihtilaf etmişler. Bir grup demiş ki bu adam doğru söylediğini ispat etmek istiyor o yüzden küfre rıza gösterdiği anlaşılmaz ve kâfir olmaz. Diğer görüşün sahipleri ise demişlerdir ki: bu yemini yapan kişinin fiili takdim edilir ki bu fiil zahiren küfre rızasına delalet etmektedir. Bazıları demişler ki: eğer ettiği yeminde yalan söylüyorsa kâfir olur. Bazıları da: ister yalan söylesin ister doğru yemin etsin, bu yemini etmek ile kâfir olur, demişlerdir. Bütün tefsir kitapları karıştırılacak olursa görülecektir ki âlimler zaruret anında kafirlerle, onların küfrüne rıza göstermeden ve onlara ortak olmadan takiyye babından oturulabileceğini ortaya koyarken bir diğer grup ise hiçbir halde oturulamayacağını ortaya koymuşlardır. İşte buraya kadar anlattıklarımız işin ilmi yani doğru fetvanın iki şartından biri olan doğru istinbat esasının kendisidir. Fetvanın ikinci şartı olan vakıayı bilmek kısmına gelince; Vakıada hepimizin İslam’dan önceki cahili hayatından bildiği ve basın yoluyla okuduğu kadarı ile açıktır ki okullarda açık ve zahir olan şirkler çocuklara işletilmektedir. Buna kâfirlerin bayramı olan 19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim vb. bayramlarına katılmayı mecburi kılmaları ve katılmayanlara disiplin cezası vermeleri örnek verilebilir. Aynı şekilde kitaplarda var olan küfri itikatlar ise saymak ile bitip tükenmez. Vakıa açıkça ortaya koymaktadır ki günümüz okulları küfürdür. FETVALAR 77 Birileri eğer az önce âlimlerin ihtilafını ilmi boyutta ortaya koymanıza rağmen burada ise meseleyi küfür olarak net ifade edişiniz hatalı olmaz mı derse deriz ki: Nebi “ ﷺKim muska takarsa şirk koşmuştur.” demek ile tekfirciliğin önünü açmadığı gibi bizlerde “Okul küfürdür.” demek ile tekfirciliğin önünü açmış olmayız. Nebi’nin ﷺashabı Kur’an ve sünnetten duaların yazıldığı caiz olan muskayı takmasına ve buna cevaz vermesine rağmen Nebi ﷺgenel ve mutlak bir ifadeyle “Muska takan şirk koşmuştur.” demiştir. Çünkü cahil insanlar bu muska babına daldıklarında küfrün kapısını kendilerine aralamış oluyorlar ve ileride küfre düşüyorlar. Aynı şekilde daha okulda nelerin küfür olduğunu bilmeyen insanların “Biz çocuğumuzu koruyoruz.” diyerek okulu küfür olarak değilde haram olarak isimlendirmeleri batıldır. Eğer okulun haram olmasının sebebi orada kız erkek karışık oturmak ise, bu orada işletilen haramın adıdır. Nasıl bu haramdan fısk hükmünü çıkarıyorsanız aynı şekilde orada işletilen küfürlerden de küfür hükmünü çıkarmanız gerekir. Oradaki haramlardan babayı mesul tutan insanların küfürlerden babayı mesul tutmaması akıl sahibi insanların işi değildir. Ancak eğer bu söylediklerimizden sonra mezhebinin batıllığını anlayan birinin: “O zaman haramdan da mesul değildir; dolayısı ile mubahtır.” demesi gerekir ki o zaman zaten okula mubah diyenlerin tekfirini bütün Müslümanlar izhar edecektir. Bu batıl mezhebe gidenlerin hiçbirisinin bu cesarette olduklarını zannetmiyoruz. Allah’tan bizi hakka ulaştırmasını diliyoruz. Çocuklarımızı hiçbir şirke bulaştırmadan okutacaklarına söz verseler dahi kâfirlerin terbiyesine çocuk emanet etmeyen dinini ciddi yaşayan Müslümanlara nasihatimiz şudur ki: sabredin… Çocuğunu okula gönderen kişilerin tekfiriyle ilgili son olarak şunları söylemek isterim ki tekfir hadlerdendir. Hadler ise zina eden evlinin öldürülmesi, hırsızın elinin kesilmesi veya din değiştirenin öldürülmesidir. Netice itibarı ile bunların hepsi haddir. 78 EBU UBEYDE Âlimler kitaplarında hadlerin tatbikini anlatırken şöyle örnekler verirler; eğer bir kadın zina etse ve dese ki ben ikrah altında idim; onun delil getirmesi gerekir. Yani iddiasını ispat etmesi gerekir. Bugün içerisindeki küfürlerin sayısının saymak ile bitirilemeyeceği bu küfür müesseselerinde çocuklarını koruduklarını iddia edenlerin, bu iddialarını ispat etmeleri gerekir. İspat eden tekfirimizden kurtulur. Ancak bizi kandırmaya çalışanlar ise kendi nefislerini kandırırlar ve Allah da bunu bilirde o munafıkların haberi olmaz. Tağutu reddeden ve gücü yettiğinde eli ile onu inkar edeceğinden bahsedip insanın kendi çocuğunu o tağutların ellerine teslim etmesi akıl işi değildir. Amerika’da var olan Evangelistler tarikatı dahi çocuklarını demokrat olmasınlar diye devlet okullarına göndermemektedirler. Aynı şekilde Yahudilerin Kudüs’teki en büyük cemaati de çocuklarını okula göndermezler, vergi vermez ve İsrail devletine askerlik yapmazlar. Onlar batıl davaları için çocuklarına bu kadar önem verirken kendine Müslüman diyenlerin bu hali de nedir? “Size ne çocuklarınız ne de yakınlarınız fayda vermez. O gün Allah insanların arasını hüküm ile ayıracaktır. Allah yaptıklarınız görendir.” (Mumtehine 3) SORU 33: Rabıta şirk midir? CEVAP: Rabıta, Budizm dininden İslam’a ilk olarak hicri 1000. senesinden sonra sokulmuş bir bidattır. Bu bidat ile insanlar Allah’ın her yerden işitme, görme, bilme ve yardıma güç yetirme sıfatlarını rabıta yaparak önlerine gelen şeyhlerine vermiş olurlar. İyice düşündüğünüz de bir şeyhin 1000 müridi varsa bu şeyhe 1000 mürid aynı anda rabıta yaptığı takdirde bu şeyh 1000 tanesine erişmektedir. Haşa! Subhanallah! FETVALAR 79 Allah’tan başka kimse bu kadar işi bir arada yapamaz. Gökyüzünü direksiz yükselten Allah adına yemin ederim ki bu, iman sahibi olmadıkları her hallerinden belli olan, bununla beraber akıldan da yoksun insanlardan biri ile konuştuğumuzda bana dedi ki: “Şeyhim bizi tırnağından görür.” Bende ona: “Senin şeyhin haşa Allah mı ki bütün herkesi görüyor.” dedim. Evliya deyip geçti. Rabıta çok büyük bir pisliktir. Allah korusun. Rabıta, Arapça bir kelime olup dua manasına gelir. Rabıtada insanların şeyhlerini çağırması gibi bir durum söz konusudur. Kur’an, Allah’tan başkasına yapılan dualara o sahte ilahların cevap veremeyeceğini anlatan ayetlerle doludur. Bu şirk ise bütün peygamberlerin gönderildiği müşrik kavimlerin ortak işidir. SORU 34: Ben bir motorlu çocuğa çarptım ve çocuğun ailesi beni dava ettiler. Ardından devletin görevlendirdiği bir avukat anlaşmazlık olan tarafları birleştirmek için beni aradı. İşte bu merhalede o avukat ile hasmım olan davacı tarafla karşılıklı olarak ortak bir mutabakata vardık ve iki tarafın rızasıyla bir anlaşmaya varıldı. Bu tağuta muhakeme kapsamında mıdır? CEVAP: Öncelikle verdiğin örnek ile başlamamız gerekir. Sen bir motorlu çocuğa çarptın ve çocuk da ailesi ile beraber seni dava ettiler. Ardından devlet görevlendirdiği bir avukat ile anlaşmazlık olan tarafları sulh ile birleştirmek için bir avukata sizi arattı. İşte bu merhalede o avukat ile hasmınız olan davacı tarafla karşılıklı razı olarak bir sulh yapmanız da şeriat açısından bir beis yoktur. Allah Subhanehu ve Teâlâ ayette “Sulh (daima) hayırlıdır.”1 demiştir. İlim ehli; kitap, sünnet ve icma ile bu meselenin meşruluğunun sabit olduğunu beyan etmişlerdir. Nitekim Şeyh İbrahim Ali Şeyh’e tağutlara muhakemeden sorulduğunda bunun küfür olduğunun fetvasını verdikten sonra tağutların yanında sulh yapmaktan sorulduğunda ise bunun caiz olduğunu söylemiştir. 1 Nisa, 4/128. 80 EBU UBEYDE Nitekim Allah Subhanehu ve Teâlâ kitabında karı ve kocanın anlaşmazlığından bahsetmektedir ki şöyle der: “Karı-kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz; erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur. Doğrusu Allah her şeyi bilen ve haberdar olandır...”1 Bu ayet ile “Ehli kitabın kadınları size helal kılındı…”2 ayeti cem edildiğinde şöyle bir sonuç çıkmaktadır; eğer bir Müslüman erkek iffetli zina etmemiş Yahudi bir kadın ile evlendi ise aralarını bulmak için Yahudi bir kâfir, hakem gelerek ıslah yolunu tutmaya çalışacaktır. Bu da gösteriyor ki sulh yapacak hakemlerde İslam şartı yoktur. Nitekim İbnul Kayyum’un da belirttiği gibi kâfirlerden de adalet sahibi kimseler mevcuttur. Dolayısı ile bunda bir beis yoktur. Ancak senin tağuttan hüküm talep ederek dava açman ve hükmü talep etmen küfürdür. Bundan Allah’a sığın ve uzak dur. Mahkemede kendini savunma işlemine gelince; bunu kendine meşru kılmak için Yusuf aleyhisselam kıssasını delil alma. Çünkü Yusuf Suresi’ni iyice okursan orada genel ifadelerin var olduğunu göreceksin. Bugünkü tekfirci veya ruhsatçı zihniyetin ayetlerin umum manaları içerisine yerleştirdikleri anlayışlarını Kur’an nassı gibi görmeleri ve buna muhalefet edenleri kâfir veya harici diye isimlendirmeleri hatasına sakın sende düşme. Örneğin; kendine mahkeme ruhsatı çıkarmak için Yusuf’un aleyhisselam “Rabbinin yanında beni an…” ifadesinden mahkeme çıkarıp (hâşâ) Allah’ın peygamberinin küfür talep ettiğini iddia ettiklerini görürsün. Ya da tekfirci zihniyetin “Kadının ailesinden bir şahitte şahitlik ederek dedi ki: “Eğer arkadan yırtıldı ise Yusuf doğru söylüyor; ancak önden yırtıldı ise kadın doğru söylüyor.” Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin hilenizdir; siz kadınların fendi büyüktür.” dedi. Yusuf’a dönerek: “Yusuf, Sen bundan kimseye bahsetme.” kadına dönerek: “Sen de günahının bağışlanmasını dile; çünkü suçlulardansın.” dedi.” ayetini, “Orada mahkeme yoktu, ayaküstü bir konuş1 Nisa, 4/35. 2 Maide, 5/5. FETVALAR 81 ma idi. Bu yüzden mahkeme de savunma yapan da kâfirdir; çünkü tağuta muhakeme olmuştur.” gibi bir yorumu sanki ayetmiş gibi insanlara anlatmalarını da görebilirsin. Adalet sahibi insan ise Allah’tan korkarak demesi lazım ki o ortamın keyfiyetine dair sahih rivayetler veya o ortamın tam olarak durum halini anlatan bilgiler bize ulaşmamıştır, diyerek onlara şeriattan verilen ilim ile yetinip haddi olmayan şeylere burunlarını sokmazlar. Küfür, Allah’ın ve Rasul’ünün ﷺküfür dediğidir. İman, Allah ve Rasul’ünün ﷺiman dediğidir. Kim iman veya küfrü, hevası veya aklı ile bugünkü bu iki cahil topluluğun belirlediği gibi belirler ise Allah’a iftira etmiş ve azgınlaşmıştır. Tağutun önünde üzerinde ki şüpheyi def etmenin küfür olduğuna dair sahih hiçbir ilim ehlinin kavline vakıf değiliz. Dolayısı ile o ortamdaki küfre rıza göstermemek şartı ile o ortamda üzerindeki ithamı atmanın imanını zedeleyecek bir tarafını bilmiyoruz. Ama bunun delili Yusuf’un aleyhisselam bunu yapması değildir. Çünkü bunu delil edinebilmek için Yusuf’un aleyhisselam böyle bir şey yaptığının ispat edilmesi gerekir ki akılların nasslardan anladığı şeyler şeriatta ispat değildir. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 35: Büyük miktarda mal kaybı ikraha dâhil midir? Bir kişi 350 bin liralık inşaat işi yaptı ama toprak sahipleri tapuları vermediğinden satış yapamıyor. Bu durumda bu kişi ne yapacak? CEVAP: Âlimlerin sözlerine dikkat eder iseniz göreceksiniz ki dünyanda gitse tağuta muhakeme olma demişlerdir. Dünyanın yanında 350 bin lira hiçbir şeydir. O yüzden bu küfrün ruhsatı değildir. Ancak bu demek değildir ki Müslümanlar mallarını kâfirlere bıraksınlar. Müslümanlar o tekfir edilir mi bu tekfir edilir mi ile uğraşmaktansa cemaat olmayı ve cem olmayı bilselerdi ve Nebi’nin ﷺ sünnetine sadece tekfirde değilde Hılful Fudul kıssasında da tabi 82 EBU UBEYDE olsalardı aslında bu sorunları çözülürdü. Müslümanlara vacip olan toplanıp gidip toprak sahiplerine tapuları hakkı olanlara vermeleri için baskı yapmalarıdır. Allah’ın izni ile Allah onlara mubaha başvurmalarından dolayı yardımı ile destekleyecektir. Müslim’in Sahih’indeki hadisi bütün Müslümanlara nasihat olması için hatırlatıyorum; Ebu Hureyre radiyallahu anh şöyle dedi: “Bir adam Rasulullah’ın ﷺyanına gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasulü! Bir adam gelip malımı almak istese ne yapayım?” Rasulullah ﷺ: “Malını ona verme.” dedi. Adam: “Ya benimle dövüşecek olursa?” dedi. Rasulullah ﷺ: “Sen de onunla dövüş.” Dedi. Adam tekrar: “Peki ya beni öldürürse?” dedi. Rasulullah ﷺ: “Sen bir şehitsin.” Dedi. Adam: “Peki ya ben onu öldürürsem?” deyince Rasulullah ﷺ: “O cehennemdedir.” buyurdu.”1 SORU 36: Hatib İbn Ebi Belta’nın hadisini nasıl anlamalıyız? CEVAP: İlk yapılması gereken iş Hatib’in yazdığı mektubun metnine bakmak olmalıdır. Buhari’nin şerhi Fethul Bari’de İbn Hacer şunu rivayet etmiştir; (7,/520) “Ey Kureyş topluluğu! Şüphesiz Allah’ın Rasulü size gece gibi bir ordu ile geliyor. Sel gibi geliyor. Allah adına yemin ederim ki o tek başına gelse de Allah ona yardım edecek ve sözünü yerine getirecektir. Nefislerinizin derdine bakın. Vesselam.”2 Akıl sahibi bir kimse bunun casusluk veya Müslümanlar aleyhinde kâfirlere yardım etmek olduğunu söylemez. Bu sebeple bunun önce kâfirlere yardım olduğunu ispat etmek gerekir ki Hatib’in yaptığına küfür denilebilsin. 1 Müslim, 225/140; Nesai, 173. 2 İbn Hacer el Askalani, Fethu’l Bari, Şerh’u Sahih’i Buhari, 7/520. FETVALAR 83 Allah Subhanehu ve Teâlâ Bedir ehlini bağışlamıştır.1 Ancak Allah Subhanehu ve Teâlâ küfrü ve şirki asla bağışlamaz ki bu da ortaya koyuyor ki Hatib’in olayı Emire isyanı içeren bir haramdır, küfür değildir. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Nisa Suresi 168 ve 169 numaralı ayetlerde küfre düşenlerin asla bağışlanmayacağını beyan etmiştir. Yine Nisa Suresi 48 numaralı ayette de Allah’ın şirki asla affetmeyeceğini ve bundan gayrısını da dilediğine affedeceğini izah etmiştir. Bunların hepsinin ışığında bakıldığında anlaşılacaktır ki Hatib’in yaptığı fiil küfür değil masiyettir. Ömer radiyallahu anh ise ictihad etmiş bunun sonucunda da hata yaparak onu tekfir etmiştir. Ancak Rasulullah ﷺona: “Sen kâfir oldun; tevbe et.” dememiştir.2 Ayrıca İbnul Kayyum rahimehullah bu kıssayı delil alarak insanın tekfir de hata dahi etse iyi niyetinden dolayı ecir alacağını ve mazur olduğunu söylemiştir.3 Şeytanlar insanları haktan alıkoymak için birbirlerine yaldızlı sözler vahyeder. Allah şeytanların vahyinden korusun… SORU 37: Avukat tutmak küfür müdür? CEVAP: Avukat tutmak, şeriatta vekâlet vermek mevzusuna bağlı bir meseledir. Buhari de var olan ve başka kaynaklardaki rivayetlerde sahabenin mubah işleri için müşriklere vekâlet verdiği sabittir. Bu mubah işler kendisine güvenilen müşriklerin bizim adımıza ev alması, satması, kiralaması vb. durumlar içindir. Ancak verilen vekâlet haram işlemek veya küfür işlemek boyutunda ise hükmü de ona 1 Buhari, 4/19, Kitabul Cihâd, “el-Câsûs” Babı; 5/9, Kitabul Meğâzî, “Fadlu Men Şehide Bedr” Babı; 5/89, Kitabul Meğâzî, “Ğazvetu’l-Feth” Babı; Müslim, 1941, 2494, Kitabul Fadâilu’s-Sahâbe, “Min Fadli Ehli Bedr” Babı; Ebu Davud, 3/47, No: 2650, 2651, Kitabul Cihâd, “Hukmu’l-Câsûs” Babı; Tirmizi, 5/82, No:3360, K. Tefsîr, Sûratu’l-Mümtehine. 2 Müsned, 1: 79-80, 105; Muhammed Yusuf eş-Şami, Subulu’I-Huda ve’r-Reşad 5, 210; İnsânü’l-Uyûn, 3: 11-12. 3 İbnul Kayyum El Cevziyye, Zadu’l Mead 3/372; İlâmu’l-Muvakkı’în, 3/283. 84 EBU UBEYDE göre terettüp eder. Eğer kişi haram olan bir işin vekâletini verdi ise; örneğin, faizli bir satışı kendi adına yapması gibi. İşte bu durumda bu vekâlet haram olur. Ancak Allah’a küfretmesi noktasında bir vekâlet verdi ise onun hükmü de küfür olur. Vakıaya baktığımız da avukatlar davalı veya davacı tarafları mahkeme de savunmak için görev yapan insanlardır. Onlar müvekkillerinin yapma hakkı olan her şeyi dilerseler yapabilirler. Örneğin, dava dosyasını almak, mahkeme de savunma yapmak veya neticesine göre davaya itiraz etmek veya yeni bir mahkeme açmak gibi... Netice olarak eğer avukat müvekkilinden aldığı vekâlet ile küfür olan amellerden birini işlerse ona vekâlet veren kişinin rızası dâhilinde olduğunda vekâlet veren kişi küfre girer. Küfründe ona ortaktır. Ancak avukat sadece onun adına savunma yaptı ise, savunma sırasında küfür sözlerden herhangi birini müvekkili adına sarf etmez ise veya müvekkili adına dava açmaz ise o zaman küfür olmaz. Hale, vakıaya ve duruma göre fetvanın değişeceği bir durumdur. Mesele açıktır ancak meselenin bu kadar kapalı algılanmasının nedeni insanların dinin esaslarından cahil olmalarıdır. Allah hakka isabet ettirendir. Allah bizi hakka hidayet etsin. SORU 38: Bedelli askerlik küfür müdür? CEVAP: Bu, muasır meselelerinden olan yeni çıkmış ve vakıası noktasında hala daha araştırmaların sürdüğü, kâfirler tarafından her gün yasal düzenlemelerle keyfiyeti değiştirilen meseledir. Bu meselede genel olarak akıl sahibi herkes tarafından malumdur ki bir Müslümanın otuz bin gibi yüksek bir meblağı tağuta vermesi kesinlikle caiz değildir. Eğer bunu yapan ve kendini tevhide nispet edenler bu paraların tamamını bir araya toplasalardı bu tağutu yok edecek bir orduyu teçhizatlandırabilirlerdi. Allah anlayış versin. Kâfirlere yardım kısım kısımdır; vakıa ve yere göre hüküm alır ki iman veya küfür akli çıkarımlar üzerinden yapılamaz. Eğer her yardımı küfür olarak değerlendirecek olursak; kâfirlere verilen vergilerin de küfür sayılması gerekir ki kimsenin böyle FETVALAR 85 inanmadığını biliyoruz. Netice itibarı ile yardımın çeşidine göre hükmü de değişir. Bugün özellikle son dönemlerdeki yasal yaptırımlarla beraber artık asker kaçaklığı çok da sorun olmamaktadır ki böyle hallerde bir Müslümanın hiçbir zorlama yokken kâfirlere otuz bin gibi bir yardım da bulunması caiz değildir. Bunu yapanın tekfirinden ziyade böyle bir fiili yapan insanları bu fiilden sakındırmak gerekir. Mahkemelerdeki kadıların davalarda birçok esası göz önüne alarak kanın veya malın helalliğini değerlendirmelerini göz önüne alırsak vakıa ve şahısların, kadılar tarafından iyice değerlendirilmesi gerekir ki Müslüman toplumun fertleri bununla çok fazla ilgilenmemelidirler. Müslümanların bugün ilgileneceği şey, böyle bir parayı vermekten uzak durmaktır; yoksa yapanın hükmü ile uğraşmak değildir. Dediğimiz gibi yardım nedir, yardımın keyfiyeti nedir, bunların araştırılması gerekir. Özellikle sonradan bazı kardeşlerimizin paralı askerlikten düşüm yapılırken imzalattıklarını ifade ettikleri bir maddeyi göz önüne alırsak ki o madde de seve seve askerlik yapmanın itirafı vardır; işte o vakit paralı askerliğin hükmü kesinlikle şeksiz şüphesiz küfür olur. Ancak öyle bir madde imzalamadan askerlik düşümü yaptırmak için para vermek ise bunun iyice değerlendirilmesi gerekir. Çünkü bizler, eğer gücümüz yetiyorsa tağutlara bazı rüşvetleri vererek mahkeme, askerlik ve okul gibi şirklerden kendimizi beri etmeye çalışabiliriz. Rüşvet vermenin, üzerindeki bir zulmü def etmek noktasında caiz olduğuna İbnul Kayyum rahimehullah icma nakletmiştir. Bu beraat tabii ki yerine göre gereklidir, yerine göre ise gereksizdir. Mesela hiçbir sıkıştırmanın olmadığı bir yerde okul müdürü çocuğu kayıt dışı göstermek için para talep ederse itibar edilmez. Çünkü ortada korkuyu gerekli kılacak bir durum yoktur. Müslümanın ise sokağa atacak parası yoktur. Dolayısı ile otuz bin gibi bir rakamı sokağa atmanın anlamı yoktur. Burada okul müdürünü örnek vermemizin sebebi vardır ki rüşvet verilen ister devlet kâfiri olsun ister münferit şahıs olarak bir kâfir olsun ikisi arasında bir fark yoktur. Ben bu konuda Müslümanların asla ve asla bedelli askerlik yoluna gitmemelerini, giden insanların uzak durmalarını, gitmekten 86 EBU UBEYDE sakındırmalarını, hatta gitmek isteyen sonrada vazgeçirilenlerden o 30 milyar paranın İslam cemaatlerine zorunlu infak olarak alınması gerektiğine inanıyorum. Buna başvuran var ise tövbeye çağrılır ve halini ıslah etmesi için kardeşimize nasihate devam edilir. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 39: Bidat ehline karşı tavrımız nasıl olmalıdır? CEVAP: Bidat ehli olan insanların sapmış oldukları bidatları onları dinden çıkarmadı ise Müslümana uygulanması caiz olan ahkâmın tamamı uygulanabilir. Çünkü onların işledikleri bidatları kötü olmakla beraber onlar Müslümanların cümlesindendir. Ancak bir maslahattan ötürü veya onu bidatından sakındırmaktan dolayı herhangi bir şekilde ona bu ahkâmı tatbik etmemek de ilim ehlinin ictihadına mebni bırakılmış bir durumdur. Seleften delilleri ise şunlardır; Bana Esed, O da Ebi İshak el Hizai’den, O da Evzai’den haber verdi ki: Bazı ilim ehli şöyle derlerdi: “Allah bidat sahibinden orucu, namazı, cihadı, sadakayı, haccı ve adaleti kabul etmez. Sizin en akıllınız onlara karşı şiddetli olan, onların bidatlerinden insanları sakındıran ve kalplerinin onlardan dolayı ürperdiği kişilerdir.” Dedi ki: “Eğer bidatlerini insanların dışında gizleselerdi; kimse onları gizlemezdi ve avretlerini ortaya çıkarmazlardı. Fakat Allah sözü dinlenmeye daha layıktır. Eğer açığa çıkarılırsa ve ilim neşredilirse hayat bulur orası ve o sapmış beldeye Rasulullah’ın ﷺduası ile rahmet ve koruma ulaşır.” Sonra isnadını rivayet ederek dedi ki: otururlarken Ebu Musa El Eşari’ye ve Huzeyfe’ye geldi ve dedi ki: “Bir adam gördün mü ki Allah için kızmış ve kılıcını vurmuş, ta ki öldürülmüş. Bu adam cennette mi, ateşte mi?” Ebu Musa dedi ki, cennettedir. Huzeyfe dedi ki: “Adama anlat ve ne dediğini anlamasını sağla.” Bunu üç kere tekrar etti ve dedi ki, ona anlatacağım. Onu çağırdı ve dedi ki: “Eğer arkadaşın kılıcını vurur ve kırarsa; hakka isabet etti ise ve bu hak üzere öldürüldü ise cennettedir. Eğer hak üzere değilse ve Allah FETVALAR 87 onu hakka isabet ettirmedi ise ateştedir.” Sonra dedi ki: “Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; senin sorduğun şekilde çok kişi ateşe girecektir.” Sonra isnadını zikretti ve Hasan’dan şu sözü nakletti: “Bidat sahibi ile oturma çünkü kalp hastalanır.” Sonra senedini zikrederek Süfyan es Sevri’den şunu nakletti: “Bidat sahibi ile oturan şu üç şeyden birinden kurtulamaz; başkası için fitne olmaktan, kalbine bir şey düşerek ayağının kaymasından ve bununla ateşe girmesinden ve şöyle demekten ki “Vallahi ben onun konuştuğu bidatı konuşmuyorum ve ben nefsimden bu konuda eminim.”. Her kim ki göz açıp kapayıncaya kadar ona meylederse Allah onu dininden nasıl emin kılar? Sonra isnadını zikrederek seleften bazılarından şunu nakletti: “Kim zikir için bidat sahibine gelirse İslam’ın yıkılmasına yardım etmiştir.” Selef bidatçılara karşı böyle bir tutum ve anlayış üzerinde idi. SORU 40: “Bir meselede doksan dokuz küfür ihtimali ve bir ihtimal de küfür olmadığına olursa, ademi küfür (küfrün yokluğu) ciheti tercih olunmak suretiyle fetva verilmek iktiza eder. Zira küfür büyük cinayetlerden olduğundan ademi küfre bir ihtimal varken tekfir cihetine gidilmesi uygun olmaz.” diyorlar. Bu doksan dokuz küfür, bir iman meselesini nasıl anlamak lazımdır? CEVAP: Bu bahsedilen meseleye dair insanlar arasında birçok bidat yayılmıştır. Özellikle İmam Gazali’den nakledilen bir söz vardır ki o şöyle söylemiştir: “Bir insan da doksan dokuz küfre dair işaret var ise ve bir tane de İslam’a dair işaret varsa o bir taneye bakılır.” Bu sözde de her söz gibi Kitab’a ve Sünnet’e başvurulması gerekir. Tevbe Suresi’ne iyice bakıldığında 65. ve 66. ayetlerde Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ cihad etmelerine, Allah’a ve Resul’üne ﷺiman etmelerine, namaz kılmalarına, sakal koymalarına ve zekât vermelerine rağmen yani doksan dokuz tane İslam’a rağmen sadece bir tane küfrün alameti olan “Şu bizim Kur’an okuyucular kadar karınlarına düşkün adamlar yoktur.” demelerinden ötürü bu kişileri tekfir ettiği görülür. Açıkça görülmektedir ki bu söz Kur’an’a mutabık bir söz değildir. 88 EBU UBEYDE Ancak böyle bir sözün âlimler tarafından nasıl ortaya konulduğu sorusuna gelince; İslam devletlerinde âlimler insanları yargılarken hüsnü zan etmenin, ihtimalli olan (açık olmayan) fiilleri İslam’a yormanın gerekliliğini anlatmak için böyle sözler sarf etmişlerdir. SORU 41: Tağuta muhakeme olma hususunda istihlal şartı var mıdır? Abdurrahman Bin Hasan, tağuta muhakeme olmayı, ona ibadet etmek olarak tanımlıyor.1 Allah’ın dışındakilere ibadet etme konusunda istihlal şartı aranır mı? İstihlal şartı sadece haramlarda mı aranır? Tağuta muhakeme olma hususunda âlimlerin icması hangi yöndedir? Bize detaylı ve sarih bir açıklama yapmanızı rica ediyoruz. CEVAP: Burada asıl öncelikli olarak sorman gereken nokta tağuta muhakemenin hükmünün ne olduğunu sormaktır. Çünkü bir şey küfür ise onda helal görme şartı aranmaz. Bir şey haram ise bu haramı işleyenin tekfiri ancak o haramı helal görmesi ile olur ki bunun ıstılahta ki adı istihlal yani haramı helal saymaktır. Dolayısı sorunun bu şekilde düzeltilmesi gerekir. Muhakemenin ibadet kapsamında olduğunu ve bize göre küfür olduğunu her fırsatta beyan edip ortaya koymuştuk. Dolayısı ile bize göre helal görüp görmemesinin hiçbir önemi olmamakla beraber muhakemeye giden kişi bizim katımızda İslam’ını bozmuştur. Şeyh Abdurrahman İbn Hassan Ali Şeyhin Tağuta muhakeme olmak ona ibadettir ifadesi doğrudur. Ancak âlimlerin mutlak sözleri mukayyed sözleri ile izah edilmelidir. Tıpkı şeri nassların mutlak ifadelerinin mukayyed nassları tafsilatlandırıldığı gibi. Bizim kast etmeye çalıştığımız şey şudur; Şeyh Abdurrahman ibn Hasan Ali Şeyh aynı eserde başka bir yerde emirlere ve alimlere 1 Abdurrahmân bin Hasen, Fethu’l-Mecîd: 106. FETVALAR 89 itaati anlatırken diyor ki; Allaha isyanda Allahtan başkasına itaat etmek o mercie ibadettir. Şimdi bu sözden anladığımız ve sözün lazımı olarak ortaya çıkan bir nokta var ki Şeyh Abdurrahman İbn Hasan, günahta Allah’tan başkasına itaat eden ona ibadet etmiştir. Oysaki bu görüş haricilerin görüşüdür. Çünkü hariciler dediler ki, Büyük günah işleyen kâfirdir. Ancak Şeyh Abdurrahman İbn Hasan Ali Şeyh bu sözü ile ibadet kapsamı içerisine giren itaatten konuşmuştur. Yoksa mutlak olarak her itaati bunun içerisine koymamıştır. İtaat de mahkeme gibi bir ibadet çeşididir. Ancak itaatin her çeşidi için âlimler ibadettir dememiştir. Eğer kişi Allah’tan başkasına puta secde etmek gibi şirk olan bir konuda itaat ederse bu itaati ibadet olur. Ancak kişi içki içmek gibi bir konuda içkinin haramlığına itikat ederek Allah’tan başkasına itaat etse bu ibadet olmaz. Çünkü herkes günah işlerken tağutların en azılısı olan iblise itaat eder. Dolayısı ile ümmet bu itaatin ibadet olduğunu söylememiştir. Ancak Allah’tan başkasına içki içme noktasında itaat ederken eğer içkinin helal olduğuna itikat ederek itaat ederse o zaman itaat ettiği kişiye ibadet etmiş olur. İşte bu tafsilatda olduğu gibi Şeyh Abdurrahman İbn Hasan Ali Şeyh’in o genel sözünde böyle bir tafsilat vardır. Dolayısı ile mahkeme hakkında ibadettir dediği sözünde de aynı tafsilat göz önünde olabileceğini bulundurmak gerekir. Âlimlerin icma ettiği yeri daha önceki mahkeme ile alakalı fetvalarımız da defalarca açıkladık ki oraya müracaat eder iseniz tafsili bir şekilde meseleye dair itikadımızı görebilirsiniz. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 42: Benim sizden cevabını almak istediğim konu bedelli askerlik ile ilgili. Bir kişi parası ile askerlikten kurtulsa bu verdiği para tağut devlete destek hükmüne girer mi? Hendek savaşında Peygamber’in ﷺmüşriklere hurma bahçelerini versekte bizimle savaşmasalar teklifi bu vakıaya uygun olur mu? Bize bedelli askerliğin caiz ya da caiz olmadığını delilleriyle yazarsanız seviniriz. 90 EBU UBEYDE CEVAP: Bedelli askerlik meselesi son günlerin en çok konuşulan meselesi olmuştur. Benim zannımca Allah Subhanehu ve Teâlâ insanları bu meseleyle şu ayette dediği şekilde imtihan etmektedir. “Onlar görmüyorlar mı biz onları her sene bir veya iki defa fitneye uğratırız.”1 Birçok tartışmaya açık mevzu ilk çıktığında birileri ilimli bir şekilde bir şeyi mezhep edinirler. Birileri cahilce mezhep edinirler birileri de cahilce edindikleri mezhepleri için düşman olurlar. Sonra hak kendilerine beyan oldu mu ya söylediklerini değiştirmek zorundadırlar ya da batıllarında ısrar etmek zorundadırlar. O yüzden bu mesele ve bundan sonra Allah nasip ederse her sene çıkabilecek meselelerde azgınlaşmadan haddi aşmadan adaleti ayakta tutarak haddini bilerek konuşmak biz bütün Müslümanların şiarı olmalıdır. Sorunuza gelince; bedelli askerlik meselesini tağuta yardım şeklinde değerlendirmek doğru bir görüş olmaz. Çünkü aldığımız ekmekten diğer bütün eşyalara kadar her birinde devlete zorunlu vergi ödemek gibi bir durum söz konusudur. Eğer askerlik gibi bir küfürden kurtulmak için para vermek tağuta yardım ise dünyalık bir ihtiyacımızı karşılamak için verdiğimiz zorunlu vergi de yardımdır. Bunun otuz bin lira olması ile otuz lira olması arasında da adalet sahibi insanlar için fark yoktur. Mesele bu açıdan değerlendirilirse yanlış olur. İkinci olarak meselenin kelami boyutta değerlendirilmesi bu meselede de zındıklıkların türemesi demektir. Bir şeyin helalliği, haramlığı ve küfür oluşu şeri nasslar üzerine bina olur. Öncelikle bu mesele haram ise haramlığının delili küfür ise küfürlüğünün delilini getirmek gerekir. Askerlik “Müslümanların lehine kâfirlere yardım etmek” babından küfür olarak irdelenen bir küfürdür. Eğer askerliğin küfür sınırı kapıdan içeri girmek olarak değerlendirilirse Nebi’nin ﷺFicar Harbi’nde kâfir amcalarına ok taşıması kıssasının küfür olması 1 Tevbe, 9/126. FETVALAR 91 gibi bir durum ortaya çıkar ki Nebi ﷺböyle bir şeyden beridir. Nebi ﷺRisalet gelmeden önce küfürlerden korunmuştur. Öyleyse bunun izahı nedir diye sorulur ise; Allah’ın Tevfik’i ile deriz ki, bazı âlimler bu meseleye dair gelen rivayetleri zayıf görmüşler. Ancak bir takım ulema da bunların sahih olduğunu söylemişlerdir. Bu nedenledir ki; askerlik küfrünün sınırı kâfirlerle beraber bir safta savaşmak değil Müslümanların aleyhinde kâfirlere yardım etmektir. Böylelikle İmam Serahsi gibi seleften bazılarının kitaplarında yer alan ‘Müslüman kâfir orduda da öldürülürse onun malının hükmü’ gibi ifadelerin tevili de ortaya çıkacaktır. Eğer denilirse ki Serahsi gibi âlimlerin bu fetvalarında kastettikleri ikrah dairesine girenlerdir, deriz ki ikrah dairesinde bir özrü bulunan kişinin zahirine göre kâfir ordu ile beraber bir muamele görerek malının helal olması gerekir. Bu da gösteriyor ki âlimler bu meselede ikrahın haricinde bir durumun hükmünü konuşmaktadırlar. Küfrün ruhsatı ikrahtır. Haramın ruhsatı zarurettir. Bir şeyin aslını küfür olarak belirleyenlerin tek ruhsat olarak ikrahı getirmesi gerekir. Ancak bir şeye küfür deyip sonra zaruret ruhsatını getirenler şeriatın kaidelerine muhalefet etmişlerdir. Netice itibari ile önce meselenin ruhsatından önce meselenin aslının mubahlığının, haramlığının ve küfür oluşunun delillerinin konuşulması gerekir. Bu meselenin hükmü konusunda araştırmalarımız ilmi müzakerelerimiz işin ehli olan insanlar arasında yapılmaktadır. Allah bizi hakka ulaştırsın. Ancak bugün Müslümanların İslam davetinin yayılması için var olan maddi ihtiyacın açıklığının ortada olması hasebi ile kesinlikle otuz bin lira gibi bir parası olan Müslümanın bunun tamamını Allah yolunda infak etmesi bu küfürden kurtulmak için de meşru olan başka sebepleri elde etmeye çalışması gerekmektedir. Kıyamet günü o paranın hesabını Âlemlerin Rabbi’ne verecektir. Zaten biz vicdanen hangi tağut ordusuna olursa olsun askerliği reddettik. Parayı tağutlara vermekten ise Allah’ın dinine verse ve kişi bu amel ile Allah’a tevessül de bulunup ‘Ya Rabbi! Senin rızan 92 EBU UBEYDE için bu parayı senin dininde infak ettim. Beni bu şerden istediğin gibi muhafaza et ve beni bu küfre bulaştırma.’ dese, ücret verip askerlikten muaf olmaktan daha güzel ve hayırlı bir yoldur. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. NOT: Bedelli askerliği yaptırırken bir belge imzalatıldığı bana ulaştı ki; orada küfür maddelerinin var olduğu belirtilmiştir. Eğer bu doğru ise, o imza insanı İslam dininden çıkartır. Bu vakit bu amelin küfür olmasında şüphe edilmez. B Ö L Ü M II FIKIH S O R U L A R I SORU 1: Elin zekere değmesi abdesti bozar mı, hüküm olarak kasten veya sehven dokunma arasında fark var mıdır? CEVAP: Maliki, Şafi ve Hanbeli fakihlerinin cumhuru elin avret mahalline değmesi ile abdestin bozulacağını belirtmişlerdir. Ancak bu mezhebe giden fakihler kendi aralarında da ihtilaf ettiler. Fakat bunların hepsi ittifak ile dediler ki: “Avret mahalline dirsek ile değmek abdesti bozmaz ancak avuç içi ile dokunulursa abdest bozulur.” İbn Kudame dedi ki: «Avret mahalline kol ile dokunmak abdesti bozmaz. Ancak Ahmed’den gelen bir rivayete göre abdesti bozar. Bu Ata ve Evzai’nin sözüdür. Doğru olan birinci görüştür. Mutlak hüküm muallak hükme bağlıdır. El, şeriatta bilek kısmını aşmaz. Teyemmüm, gece uykudan uyanınca elin yıkanması ve hırsızın elinin kesilmesi meseleleri bunun misallerindendir.» Şafiler ile Hanbeliler arasında bu konuda bir ihtilaf daha vardır. Şafiler abdestin ancak elin içi ile bozulacağını söylemişlerdir. Hanbeliler ise iç veya dışının değmesi ile bozulacağını söylemişlerdir. İmam Nevevi, İmam Şafi’den naklederek, hadiste gelen “İfda” kelimesinden kastın ilişki veya avucun içi olduğunu söylemiştir. Bu ihtilafta İmam İbn Hazm ve İmam Şevkani gibi sonraki muhakkikler Hanbelilere yardım ederek demişlerdir ki: “Eli iç ve dış diye ikiye ayıran ne ayet, ne hadis, ne icma ve ne de muteber bir kıyas vardır.” SORU 2: Hastalıktan dolayı kulaktan sürekli olarak gelen iltihap abdesti bozar mı? CEVAP: Mezi, idrar, vedi ve yelin vücuttan çıktığında abdesti bozduğunda icma vardır. Ümmet bunların abdesti bozduğuna icma etmiştir. Ancak yaradan akan iltihap hatta ağız dolusu balgam gibi şeyler vücuttan çıkan maddeler olduğu için abdesti bozar mı; işte burada ümmet ihtilaf etmiştir. 98 EBU UBEYDE Ebu Hanife ve arkadaşları her çıkan sıvıdan dolayı abdestin bozulacağını söylemişlerdir. İmam Malik ve ashabı ise bu icma edilenlerin haricindekilerin abdesti bozmadığını söylemişlerdir. Abdullah İbn Ömer namazdan önce sivilce ile oynayıp iltihap çıkarmış ve ardından abdest almadan namaz kılmıştır.1 Bu ve buna benzer rivayetlerden yola çıkarak bizler bu üzerinde icma edilen şeylerin dışındakilerin abdesti bozmadığını zannediyoruz. Allah en doğrusunu bilendir. SORU 3: Fıkıh derslerinizden 5. derste “Abdeste başlarken besleme çekmeyen kimsenin abdesti yoktur.” dediniz. Bu hadisin zayıf olduğunu öğrenmiştim; bu bilgi yanlış mı? İmam Ahmed’e abdestte besmele hakkında sorulduğunda “Bu konuda sabit (sahih) bir hadis yoktur.” dedi. Bu konudaki tercih edeceğimiz görüş hangisidir ve nedeni nedir? CEVAP: İmam Ahmed’in, zikrettiğiniz “Abdeste, Allah’ın adını anmadan başlayan(besmeleyle başlamayan) kimsenin abdesti yoktur.”2 Hadisi için zayıftır dediği doğrudur. İmam Ahmed bunu zayıf saymıştır.3 Ancak diğer bir kısım ulema hadisin senedinin sahih olduğunu söylemişlerdir. Fakat Ahmed hadisin sahih sayılması halinde de “Abdest alırken besmele çekmeyenin abdesti yoktur.” ifadesinin “Abdestin kemaliyeti yoktur.” şeklinde olduğunu söylemiştir. 1 Muhtasar Fethu’l-Bari, 4.bölüm, 34.bab s.361. 2 Ahmed (3/41); Darimi (1/176); Darekutni (1/71); Hâkim (1/147); Beyhaki (1/43); İbnu Sunni (26). “Abdesti olmayanın namazı olmaz, üzerinde Allah’ın adını anmayan kimsenin de abdesti olmaz.” Sahih-i Sunen-i İbn Mace (320) ; Ebu Davud, Sunen (1/174,101); İbn Mace, es-Sunen (1/140,399). “Allah’ın ismini anmayanın abdesti yoktur.” Tirmizi, İlel (s.33). 3 Buluğu’l-Meram, Kitabul Taharet h.46,47,48 d.n:153. FETVALAR 99 Bir kısım Hanefi fakihlerinin de zikrettiği gibi “Besmele çekmeyenin abdesti yoktur.” hadisinin delaleti zannidir. Onlar kemaliyetinde, şartın da kast edilmiş olabileceğine dair iki anlayışın da hadiste saklı olabileceğini söylemişlerdir. O nedenledir ki “Vacibin kendisi ile tamamlandığı da vaciptir.” kaidesi gereği, “Abdest nasıl namaz vacibinin bir diğer vacibi ise, abdest vacibinin bir diğer vacibi de besmeledir.” demişlerdir. Ancak Malik’in de içinde bulunduğu cumhur ulema besmele çekmenin müstehab olduğunu söylemişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir. SORU 4: Hocam benim sorum şöyledir kış aylarında her vakit için ayrı abdest almak insanı hasta edebiliyor, ayrıca ısınma imkânımda olmadığı için ben mest giyiyorum yada çorap. Mestler üzerine mesh etmeyi biliyoruz ama çoraba mesh etme konusunda tam emin olamıyoruz. Çoraba mesh konusunda bize detaylı bilgi verir misiniz? CEVAP: Çorap üzerine mesh etmek ile alakalı olarak Veki; Yahya’dan o da İbn Ömer›den işitmiştir ki; o derdi ki; Çoraba mesh mestler üzerine mesh gibidir.1 Katade, Said ibnul Museyyeb’den şunu nakletmiştir; Çoraba mesh mestler üzerine mesh etmek yerindedir.2 Abdurrezzak ibn Cureyc’ten nakletti ki o Ata’ya çorap üzerine mesh etmekten sordu da o da dedi ki; Evet. Mestler üzerine mesh ettiğin gibi çoraba da mesh edebilirsin.3 Şube Hakem ibnu Utbe›den o da İbrahim En Nehai’den naklet1 Abdurrazzak Musannif, 745-773,777,779-781, 782; İbn Ebi Şeybe, 1/188, Beyhaki, 1/285. 2 İ’lâmul-Muvakkiin, 1/69; İbn Hazm, El-Muhalla 2/86; İbnu’l-Munzir, El-Evsat 2/217. 3 İbn Ebi Şeybe 1/173; İbn Hazm, El-Muhalla 2/86; İbnu’l-Munzir, El-Evsat 2/217. 100 EBU UBEYDE ti ki; Çoraplar üzerine mesh yapmakta bir beis görmezdi.1 Katade ile Hasan çoraplar üzerine mesh yapmayı mestler üzerine mesh yapmak olarak sayarlardı.2 Mestler üzerine mesh yapmanın cevazını söylemek noktasında muhalefet eden bilinmemektedir ki seleften şunlar caiz olduğunu söylemişlerdir; Abdullah ibnu Mesud, Sad ibn Ebi Vakkas, Sehl ibn Sad, Amr ibnu Hureys, Said ibnu Cubeyr, İbn Ömer’in kölesi Nafi, Ömer, Ali, Ebu Mesud, Bera ibn Azib, Enes ibn Malik, Ebu Umame, Sad, Sehl ibnu Sad, Tabiinden; Süfyan, Ebi Sevr, İshak, Ahmed, Davud ve başkalarından rivayet edilmiştir. Ebu Hanife dedi ki; Çoraba mesh yapılmaz.3 İmam Malik’te çoraba mesh yapılmayacağını ancak eğer çorap deri ile kaplandı ise yapılabileceğini söylemiş sonrada bu görüşünden dönmüştür. Demiştir ki; mutlak olarak mesh yapılmaz. İmam Şafi dedi ki; Çoraplar deriden olmadan mesh olmaz. Ali dedi ki; Deriyi çorap için şart koşmak hatadır. Çünkü Kur’an, sünnet ve ne de kıyas ta bunun bir delili yoktur. 11 sahabeden çoraba mesh etmenin mestler üzerine mesh etmek olduğu nakledilmiştir. Resulullah ﷺile sahabesinin sünneti tabi olunmaya daha müstahaktır ve bu konuda son cevabımızdır. Bu konu ile alakalı olarak daha soru cevaplanmayacaktır. Diğer sorunuz olan mestin süresine gelince; Seleften gelen rivayetlerin geneline göre Mukim için 1 gün ve gecedir. Yolcu içinse 3 gün 3 gecedir. Bu Ömer’den ve başka sahabelerden nass edilmiştir.4 1 İbn Ebi Şeybe, 1/172; Abdurrazzak 1/199; İbnu’l-Munzir, El-Evsat 2/217. 2 İbn Ebi Şeybe, 1/171. 3el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyî’, I, 10; İbnu’l-Humâm, Fethu’l-Kadîr, I, 108. 4 Huzeyme b. Sâbit’in Rasulullah’dan ﷺrivayet ettiğine göre (Efendimiz şöyle) buyurmuştur: “Mest üzerine mesh(in müddeti) yolcu için üç gün, yolcu olmayan (mukîm) için bir gün bir gecedir. (Tirmizi, Tahâre 71; İbn Mace, Tahâre 86) Ali’den radiyallahu anh rivayetle: Rasulullah ﷺbuyurdu ki: ”Yolcu üç gün üç gece mesh edebilir. Mukim ise bir gün bir gece mesh edebilir. (Müslim 676; Nesai 1/84; İbn Mace 552; İbn Hibban 1327; İbn Huzeyme 194; Ebu Ya’la 4/264). FETVALAR 101 SORU 5: Vedi konusunda bize tafsilatlı bir bilgi vermenizi rica ediyorum. Vedi nasıldır, vedinin bulaşmış olduğu çamaşır ile kılınan namaz batıl mıdır? Vakit içerisinde o namazı iade etmek farz mıdır? Ayrıca ne zaman fıkıhta taharet veya necaset hakkında bir şey öğrensem vesvese başlıyor ve ibadetlerimi etkiliyor. Bu vesveselerden kurtulmanın kesin yolu nedir? CEVAP: Öncelikle vesvese meselesine temas etmekte hayır olduğuna inanarak cevabımıza buradan başlayacağız inşallah. Seleften birçoklarının vesvesenin insanın işlediği günahlar neticesinde Allah’ın ona verdiği bir ceza olduğunu ortaya koyduklarını ve böyle tefsir ettiklerini görmekteyiz. Füruda kolaylık olan Hanif dinini cahillerin cehaleti zorlaştırmaktadır. Sorunuzun ‘Vedi hakkında tafsilatlı izah yapar mısınız?’ kısmına gelince; Vedi; idrar yapıldıktan sonra gelen koyu, beyaz renkli suyun adıdır. Fercin yıkanması ve abdestin alınması yeterlidir. Namaz vakti içerisinde iç çamaşırında vedi veya mezi gibi bir necasetin bulunduğunu fark eden kimse, racih ve doğru olan görüşe göre namazını iade eder. Ancak vakit çıktı ise racih görüşe göre “Şüphesiz namaz müminler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır.”1 Ayeti gereği iade etmez. Bu İbn Teymiyye ve diğer fakihlerin gittiği görüştür. SORU 6: Kusuntu necaset midir? CEVAP: İlim ehlinin cumhuru kusuntunun mutlak olarak necaset olduğuna hükmetmişlerdir. 1 Nisa, 4/103. 102 EBU UBEYDE Maliki fakihleri “Eğer kusuntuda özür olan madde ve cisimlerden biri var ise o zaman necasettir. Ancak eğer yemekten oluşan bir kusuntu ise o zaman necaset değil, temizdir.” demişlerdir. Doğru olan görüş ise temiz olduğudur. Kusuntudan kötü kokuların gelmesi içindeki şeylerin pis ve necis olduğu manasına gelmez. Genel olan asıl, bir şeyin necaset olduğuna hükmeden bir delil sabit olmadan her şeyin aslında temiz olduğudur. İbn Abbas’tan gelen “Hediyesini geri çeviren kustuğunu döndüren gibidir.”1 Hadisi kusmanın necaset olduğunu göstermemektedir. Şeriatın en temel usul kaidelerindendir ki “Her haram, necaset değildir.” SORU 7: Akvaryuma, kafesteki kuşa veya herhangi bir hayvana, yanan sobaya veya elektrikli sobaya karşı namaz kılınmasında bir sakınca var mıdır? CEVAP: İbn Recep El Hanbeli dedi ki: “Âlimlerin çoğunluğu ateşe karşı namaz kılmayı mekruh saydılar. İbn Sirin bunlardan birisidir.” Devamla dedi ki: “Sufyan dedi ki; Mescide kıble istikametinde yanan kandiller koymak mekruhtur.” İmam Ahmed’den de kerahiyetini naklettikten sonra dedi ki; “Kerih olmasının illeti; zahir surette ateşe kulluk edenlere benzemektir. Eğer namaz kılan Allah’a da namaz kılmış olsa bu tıpkı keraat vakitlerinde namaz kılmanın nehyedilmesi gibidir. Kişi o vakitlerde de namazını Allah’a kılmasına rağmen bu fiilin kâfirlerin fiiline benzemesi sebebiyle bu vakitlerde namaz kılmak nehyedilmiştir. Bu tıpkı puta doğru ve resimli şekillere doğru Allah’a namaz kılmanın kerih olması gibidir.»2 Buradan yola çıkarak sobalara karşı da namaz kılmanın kera1 Müslim, Hibât, 7. 2 İbn Recep El-Hanbeli, Fethul Bari, 3/209. FETVALAR 103 hiyeti çıkabilir. Ancak kerihliği namazın batıllığına delalet etmez. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 8: Mescitte abdest almanın hükmü nedir? CEVAP: Bunda bir beis yoktur. İlim ehli ve selef buna ruhsat vermişlerdir. İbnul Munzir buna dair icma nakletmiştir. Ancak insanların namaz kıldıkları yerlerde onlara eza vermekten korkulursa bu mekruh olur. Bunun ruhsatı İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir. İbnu Ebi Şeybe ve İbnul Munzir, Abdullah İbnu Ömer’in mescitte abdest aldıklarını kaydetmişlerdir. SORU 9: Seferi olan kişi, mukim olan imamın arkasında namazını nasıl kılar? Delilleriyle açıklar mısınız? CEVAP: Âlimlerden bazıları kişi mukim olan imamlarında arkasında yolcu iken namaz kılarsa namazı mukim imama tabi olarak dörde tamamlar demişlerdir. Aşağıdaki delilleri kendi mezheplerini güçlendirmek için kullanmışlardır; Buhari ve Müslim, Nebi’nin ﷺşöyle söylediğini kaydetmişlerdir: “İmam kendisine tabi olunması içindir. Ona muhalefet etmeyin. Eğer o oturarak namaz kılıyor ise hepinizde oturarak namaz kılınız.”1 İbn Abbas dedi ki; Eğer sizinle kılar isek dört kılarız. Ancak evimizde kılar isek iki kılarız. İşte bu Ebu Kasım’ın sünnetidir.2 1 Buhari, es-Sahîh –Fethu’l-Bârî ile– II, 173, 688; Müslim, es-Sahîh I, 309, 412; Ebu Davud, es-Sunen –Avnu’l-Ma’bûd ile– II, 315, 591. 2 Ahmed (1/216, 226, 290); Müslim (668); Nesai (3/319); İbn Huzeyme (951); Beyhaki (3/153). 104 EBU UBEYDE Ebu Hanife, Malik, Şafilerin diğer görüşü, Hanbelilerin diğer görüşüne göre kalkıp tamamlaması gerekir. Malikilerin ve Şafilerin zahir görüşüne göre, Şabi1 ve Tavus’un görüşüne göre de tamamlaması gerekmez. Bu konuya dair İmam Maverdi’nin sözü en özlü söz olacaktır: “Eğer imamın haline itibar ederek namazı dörde tamamlamak gerekse idi, yolcu olan imama tabi olanında imamın haline itibar ederek namazını kısaltması caiz olurdu. Nasıl ki yolcu olan imama uydu diye mukim olan kişinin namazını kısaltması caiz değil ise; aynı şekilde yolcu birinin de mukim imamın arkasında namaz kılarken kendi nefsinin haline itibar ederek namazı dörde tamamlaması gerekmez. Çünkü o seferde namazını eda etmiş olur.” Ardından İbn Abbas’ın zikrettiğimiz sözünü aktardıktan ve “Dörde tamamlaması gerekir.” diyenlerin sözünü naklettikten sonra dedi ki:“Buna cevabımız şu şekildedir; eğer mukimin arkasında tamamlamak gerekirse o zaman yolcu imamın arkasında da imama uymak için kısaltmak gerekir. Şöyle söylenir; tamamlamak azimet kısaltmak ise ruhsattır.” İbn Kudame’de ihtiyaten tamamlamak gerektiğini söylemiştir. Allah en doğrusunu bilendir. SORU 10: Namaz kılmayanın kişinin hükmü nedir? CEVAP: Bu meselede meşhur bir ihtilaf vardır. İmam Ahmed namazın vacipliğini ikrar etse dahi terk edenin kâfir olacağını söylerken; İmam Şafi, Ebu Hanife ve Malik ise namazın vacipliğine itikat ederek terk edenin fasık olduğunu söylemişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir. Zahir ve racih olan görüşe göre namazın vacipliğini ikrar etse dahi kişi kâfir olur. Nebi ﷺdedi ki: “Kişi ile küfrün arasında na1 Sahih-i İbn Huzeyme (954). FETVALAR 105 mazın terki vardır.”1 Yine dedi ki: “Her kim namazı terk ederse, kıyamet gününde onun ne nuru, ne burhanı, ne de kurtuluşu vardır. Bunlar kıyamet gününde, Firavun, Karun, Haman ve Ubeyy İbn Halef ile haşrolunurlar.”2 Abdullah İbn Mesud radiyallahu anh; “Ama onların ardından namazı zayi eden, şehvetlerine uyan bir nesil geldi…” (Meryem 59) ayetinin tefsirinde; “Namazın zayi edilmesi, geciktirilmesidir. Namazı büsbütün terk eden ise kâfir olur.” buyurmuştur.3 (Sahabe tefsiri, merfu hadis hükmündedir.) Mesele uzatıldıkça uzatılabilir. Bunların yeterli olduğuna inanıyoruz. SORU 11: Aişe’den radiyallahu anha, şöyle dedi : Resulullah ﷺnamaza Allahu Ekber (lafzı) ile başlardı.4 Hadisine binaen musallinin namaza başlarken telaffuz edeceği ilk lafız “Allahu Ekber” olmalı bismillah demek bid’at midir ? CEVAP: Sevgili kardeşim Müslim’de ki bu hadisten anlaşılan şey Resulullah ﷺnamaza başlarken niyet ettikten sonra ki niyet sadece kalbin amelidir, kalp ile amele niyet ettikten sonra tekbir almasıdır. Dolayısı ile sünnet olan budur bunun üzerine ziyade yapmak caiz değildir. 1 Ebu Davud, Sünnet 14; Tirmizi, Îman 9; İbn Mace, İkâmes-Salah 77. 2 Ahmed (2/169); Darimi (2/301); İbnu Hibban (1448); Âcurri Şeria’da (135); Muhammed İbnu Nasr el-Mervezi Kitabu’s-Salet’da (58); Taberani, Kebir’de; Beyhaki, Suabu’l-İman da sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. İbnul Kayyum rahimehullah ‘Kitabus-Salah’ isimli eserinin 65. sayfasında bu Hadis-i Şerifi naklettikten sonra söyle diyor: “Namazı terk edenin hasseten bu dört kişi ile beraber olacaklarının zikredilmesinin sebebi şudur ki, bu dört kişi küfrün önderleridir. Burada bedi’i bir işaret vardır. Zira namazı terk eden, malının, mülkünün, riyasetinin veya ticaretinin mesuliyeti ile terk eder. Her kim ki, malının meşguliyetiyle namazı terk ederse, “Karun’la” beraberdir. Mülkünün meşguliyetiyle terk eden de “Firavun’la” beraberdir. Riyasetinin sebebiyle terk eden ise “Haman’la” beraberdir. Ticaretinin meşguliyetiyle terk eden de “Ubeyy İbnu Halef’le” beraberdir.” İbnu Kayyım’ın sözü burada bitti. 3 İbni Teymiyye, Mecmuul Fetava(7/478); bkz:İbni Kesir Tefsiri Muhtasarı (3/1404). 4 Müslim, 498. 106 EBU UBEYDE SORU 12: Namazdaki rekâtlar arasında yapılan istirahat oturuşunun hükmü nedir? CEVAP: Âlimlerin sahih olan iki görüşünden birine göre böyle bir oturuş Nebi’nin ﷺsünnetlerinden bir sünnettir. Sahih-i Buhari’de Halid Huzzai Ebi Kulabe, Malik İbnul Huveyris’ten rivayet etmiş ve demiştir ki: “O, Nebi’yi ﷺnamaz kılarken görmüştür. Tek rekâtlarda olduğunda tıpkı oturur gibi olmadıkça ayağa kalkmazdı.”1 Bunun yeri ise birinci rekâttan ikinci rekâta kalkarken ve üçüncü rekattan dördüncü rekata kalkıyorkendir. Kadın ve erkek bunda eşittirler. Aralarında fark yoktur. Birinci görüş; Bunu yapmanın müstehab oluşudur ki İmam İshak ve İmam Şafi bunu söylemişlerdir. Ahmed önceleri bu görüşte değil iken Malik İbnul Huveyris hadisi kendisine ulaştıktan sonra bu görüşünden dönmüştür. İmam Nevevi dedi ki; “İyi bil ki kişiye düşen bu sünnete sarılıp bu hadislerin sıhhati ve bu hadisler ile çelişen başka sahih rivayetlerin bulunmaması sebebi ile buna özen göstermesidir. Sakın ha sakın bu konuda insanların bu sünneti terk etmedeki gevşeklikleri seni de bu sünneti terke itmesin.” İkinci görüş; bu fiilin herhangi bir ihtiyaç olmadan yapılmasının caiz olmadığıdır. Âlimlerin çoğu bu görüşe gitmişlerdir. Bu mezhebin sahiplerine şöyle itiraz etmek mümkündür ki; hiçbir sahih hadiste zaruret veya zaruretin illeti belirtilmemiştir. İlim ehlinin ittifak ettikleri bu nokta da zaruret kaydını ifade eden hiçbir rivayet mevcut değildir. 1 Buhari, 812; Ebu Davud, 844; Nesai, 1152; Tirmizi, 304; Darekutni, 1/345/8; İbni Huzeyme, 685,686; Beyhaki, 2/124; Ahmed, 5/5354. FETVALAR 107 SORU 13: Günümüz Teravih namazlarının hangisi bidat, hangisi sünnettir? Yani teravih namazlarını nasıl kılmalıyız? Ve içinde Kadir Gecesinin de bulunduğu bu aya ait nasihatleriniz nelerdir? Bu ayı ve erişebilirsek bu geceyi nasıl ihya etmeliyiz? Allah(cc.) ilminizi artırsın. CEVAP: Sahih sünnette teravih sekiz1 rekâttır ve ikişer ikişerdir.On iki, yirmi2 hatta otuz altı3 rekâta kadar çıkarmak caizdir. Medine ehli otuz rekâtın üzerine kadar çıkmışlardır. Çünkü teravih ucu açık bir nafiledir. Ramazanın gelişinin heyecanını kalbinde yaşamayan mü’minin imanından şüphe etmesi gerekir ki ramazan bir kurtuluş ayıdır.Bu ayda bol bol teravih kılıp nafile ibadetlere yönelmek lazım. Müşriklerin dinlerini bir oyun ve eğlence edinerek ramazanı bir panayır ve gezme ayı olarak geçirmelerinin aksine biz ramazanı bir ibadet ayı olarak görmeliyiz ve gücümüz yettiğince bu şekilde geçirmeliyiz. 1 Aişe annemizden radiyallahu anha rivayet olunur; Rasulullah ﷺ, ne ramazanda ne de başka bir zamanda on bir rek’attan fazla bir namaz kılmazdı. Önce dört rek’at kılardı ki, onun güzelliğini ve uzunluğunu ne sen sor ne ben söyleyeyim. Sonra dört rek’at daha kılardı ki, onun güzelliğini ve uzunluğunu da ne sen sor ne ben söyleyeyim. Daha sonra da üç rek’at kılardı. Bir gün dedim ki, Ya Rasulullah ﷺ, vitir namazını kılmadan önce uyuyor musun? Buyurdu ki: Ey Aişe, benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz”(Buhari, Teheccüd 16, Salatu’t-terâvîh 1) “Cabir İbn Abdullah’dan radiyallahu anh, Dedi ki: Resulullah ﷺbize ramazan ayının gecesinde sekiz rekât - teravih - ve bir de vitr namazı kıldırdı. (Taberani Sağir c.1 hadis no:370) 2Ömer radiyallahu anh zamanındaki cemaatla kılınan teravihin kaç rek’at olduğu hakkında iki rivayet vardır: Vekî’nin malik İbn Enes’den onun da Yahya İbn Sa’d’dan rivayetine göre Ömer radiyallahu anh görevli birisine cemaatine yirmi rek’at kıldırmasını emretmişti. (İbni Ebi Şeybe, Musannef, 2/393) Bu rivayetin senedinde bulunan Yahya b.Said Ömer b. Hattab’a yetişmiş değildir. Nitekim İbni Medeni : “ Onun Enes’ten başka hiçbir sahabiden hadis işittiğini bilmiyorum “ demiştir. (Tehzibu’t Tehzib, 11/223) hadis zayıftır. 3Nevevi, Şerhu’l-Muhezzeb, III.527. 108 EBU UBEYDE Ramazanın son on gecesi Müslümanların mescitlerinde itikâfa kapanarak ve o on günde kadir gecesini arayarak ramazanı ihya etmeliyiz. Aynı şekilde ramazan akşamlarını teravih sünneti ile ihya etmeliyiz. Yalnız bidatlerden uzak durmak gerekir. Bugün teravih namazında her iki veya dört rekâtta bir sesli ve toplu bir şekilde yapılan bazı zikirler insanların ihdas ettiği bidatlerdendir. O zikirler kişilerin kendilerinin yapacağı zikirlerdir. Aynı şekilde günlük Kur’an okuma planları ile disiplinli bir şekilde ramazan da hatim bitirmek gerekir. Allah, bizleri Ramazana ulaştırsın ve onu ihya edip Kadir gecesi bağışlanıp cenneti kazananlardan kılsın. SORU 14: Namazı cem etme hangi hallerde olur? CEVAP: Ümmet namazın sefer sayılan mesafe de cem edilmesi noktasında icma etmiştir. Ancak bununla beraber sefer mesafesinin ne olduğunda ihtilaf etmiştir. İbn Rüşd, Bidayetul Müçtehit’te cemi anlatırken dedi ki: “Ulema, Arafat’ta öğle ile ikindi namazlarını öğle namazı vaktinde ve Müzdelife’de de akşam ile yatsı namazlarını yatsı vaktinde birlikte kılmanın sünnet olduğunda müttefiktirler. Fakat bu iki yer dışında iki namazı birlikte kılmanın cevazında ihtilâf etmişlerdir. Cumhura göre caizdir. İmam Ebû Hanife ile tabileri “Caiz değildir.” demişlerdir.” Bir başka cem sebebi ise yağmurdur. Esrem; Sünen kitabında Ebû Seleme İbn Abdurrahman’dan radiyallahu anh rivayeten şöyle demiştir: “Yağmurlu günde akşam ile yatsı namazını beraber kılmak sünnettendir.”1 Buhari’de de: “Nebi ﷺ, yağmurlu gecede, akşam ile yatsı namazını beraber kılmıştır.” hadisi geçmektedir.2 1 İbn Kudâme, el-Muğnî, c.II, s.117. 2 Muhtasar Fethu’l-Bari, Hadis No:543, 562, 1174. FETVALAR 109 Bu konudaki görüşlerin özü şudur: Şafiîler: “Mukim kimse için; birinci namazın başında ve sonunda, ikinci namaza başlarken de yağmurun devam etmesi halinde, sadece öğle ile ikindiyi birlikte, akşam ile yatsıyı da cemi takdim ile cem ederek kılmak caizdir.” Demişlerdir. İmam Malik’e göre; “Yağmakta olan veya beklenen bir yağmur sebebiyle akşam ile yatsıyı mescitte cemi takdim ile kılmak caizdir. Yine aynı şekilde karanlıkla beraber, çamur çok olup ta insanların ayakkabılarını giymesine mani olduğu zaman akşam ile yatsıyı cem etmek caizdir. Yağmur sebebiyle öğle ile ikindi arasını cem etmek ise mekruhtur.” Hanbelîlere göre ise; “Akşam ile yatsıyı kar, çamur, şiddetli soğuk, elbiseyi ıslatan yağmur sebebiyle hem akşam vaktinde, hem de yatsı vaktinde cemi takdim veya cemi tehir ile kılmak caizdir.” Bir de bunların haricinde son bir durum vardır ki bu da herhangi bir özür sebebi ile cem etmektir. İmam Ahmed, Kadı Hüseyin, Hattabî, Şafiîlerden Mütevelli: “Hastalık özrü ile takdim ve tehir olarak namazları kılmak caizdir.” demişlerdir. Çünkü hastalıktaki zorluk yağmurdan daha çoktur. Nevevî: “Bu görüşün delili kuvvetlidir.” demiştir. Muğnî kitabında şöyle geçer: “Bütün namazları vaktinde kılmanın zor ve meşakkatli olduğu duruma, namazları cemetmeyi mubah kılan hastalık da eklenmektedir.” Hanbelîler bu ruhsatı daha da genişletip, tüm özür sahipleri için ve korkanlar için cemi takdîm ve cemi tehir yapmaya cevaz vermişlerdir. Hatta Hanbeliler her namaz vaktinde, elbise yıkamak zor gelen, süt emziren kadına bile cevaz vermişlerdir; îstihazeli olana ve idrarı akana da aynı cevazı vermişlerdir. Taharetten aciz olana, nefsine, malına ve ırzına zarar geleceğinden korkana da cevaz vermişlerdir. İbn Teymiyye demiştir ki: “Cem hakkında en geniş mezhep Ahmed’in mezhebidir. Çünkü Ahmed, Nesai’nin Nebi’den ﷺmerfu olarak rivayet ettiği hadiste olduğu gibi, her meşguliyetten dolayı cem etmeye cevaz vermiş, hattâ “Yemek pişiren aşçı, ekmek pişiren fırıncı ve benzeri işleri yapanlar, malının bozulacağından endişe ederlerse cem yapmaları caizdir.” diyecek kadar ileri gitmiştir. 110 EBU UBEYDE Sonuç itibari ile insanı meşakkat içerisine sokabilecek bir durumda cem etmenin ruhsatı verilmiştir. Ancak bunu alışkanlık haline getirmek büyük günahlardan sayılmıştır. Şeyhulislam İbn Teymiyye bu görüşü Ömer’e radiyallahu anh dayandırmaktadır. Ömer valilerine yazdığı mektupta üç şeyin büyük günah olduğunu; birisinin de namazı sebepsiz yere cem etmek olduğunu belirtmiştir. Ancak Şafilerden İmam Harameyn ve benzeri ilim ehli Müslim’in İbn Abbas’tan yaptığı rivayeti delil alarak Nebi’nin ﷺMedine’de sebepsiz yere cem yaptığını, dolayısı ile alışkanlık haline getirmeden ve sıklaştırmadan sebepsiz yere cem etmenin sünnet olduğunu iddia etmişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir. SORU 15: Kişi kalkamama endişesiyle yatsı namazından sonra vitr namazını kılar daha sonra geceleyin teheccüd için uyandığı zaman, teheccüd namazından sonra vitr kılabilir mi? Vitr namazının gecenin son namazı olması hasebiyle tekrar kılınması gerekir mi? Allah ilminizi artırsın. CEVAP: Bu konuda Nebi’den ﷺşu hadis rivayet edilmiştir; “ Bir gece de iki vitir olmaz.”1 Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn Ebi Şeybe rivayet etmiştir. Hadis meşhur bir hadistir. İbni Hibban da sahihlemiştir. SORU 16: Bütün namazlarda aynı zammı sureyi okumanın hükmü nedir? Bu amel bidat olur mu? CEVAP: Nebi ﷺbir seriyyenin başına komutan tayin ettiğinde o komutan her namazda ihlas suresini okuyunca diğer sahabeler onu Rasulullah’a ﷺşikâyet edince Rasulullah ﷺneden yaptığını sormuş, o kimse de bu sureyi çok sevdiğini belirtmiştir. Bunun ardından Nebi ﷺbu yaptığından men etmiştir. Yoğunluğumuz sebebi 1 Ebu Davud, 1439; Tirmizi, Vitr, 13; Nesai, Leyl, 29. FETVALAR 111 ile şu anda hadise dair tahriçleri uzun uzadıya veremediğimizi belirterek affınızı istiyoruz. Anlayışınız için teşekkür ederiz. Abdullah İbnul Mübarek dedi ki; “Sahabenin ihtilafı meselesinde Kufe ehlinden bir şey alma. Kılıç konusunda Şam ehlinden bir şey alma. Kader meselesinde Basra ehlinden bir şey alma. İrca meselesinde Horasan ehlinden bir şey alma. Sarf meselesinde Mekke ehlinden bir şey alma. Şarkı meselesinde Medine ehlinden bir şey alma. Onların her birinden bu zikrettiklerimizi alma.”(Şerhus Sünne) Her kavmin sıkıntılarının var olduğu meseleler ne ise onlardan sakınmak gerekir. Piyasada selefi geçinenlerin hâkimiyet problemi sabittir. Onlar krallara ve yöneticilere meyletmişler, dinlerini fitneye uğratmışlardır. Bunlardan hâkimiyet meselesine dair hiçbir şey almamak gerekir. Daha ayrıntılı olarak da her bir şahısta var olan bidatları belirtip her birinden de özel olarak sakınmak gerekir ki kişiler hakkında konuşmak gibi bir âdetimiz olmadığını daha önce defalarca belirtmiştik. Çünkü bunlar düşmanlıktan başka bir şeyi arttırmamaktadır. SORU 17: Darul-küfürde evde veya kapalı mekânda cuma kılmak caiz mi? CEVAP: Cuma namazının 3 çeşit şartları vardır; • Sıhhat ve vaciplik şartlarının beraber olduğu şartlar • Vacipliği ile ilgili şartlar • Sıhhati ile ilgili şartlar Vacipliğinde var olan şartlarının üzerine ittifak edilenleri; İslam, Akıl ve Erkekliktir. İhtilaf edilenler ise; buluğ, hürriyet, ikame, adet, özür, vatanın varlığı, şehir, sultanın izni, mescid şartı ve ezanı işitmektir. 112 EBU UBEYDE Sizin sorunuzda sorduğunuz evlerde kılma meselesine gelince bu hem sultanın izni, hem mescid ve hem de vatanın varlığı meselesidir. Mescide gelince İmam Şafi, İmam Ebu Hanife ve âlimlerin çoğunluğu mescidin şart olmadığını, bayram namazı gibi açık bir arazide de kılınabileceğini söylemişlerdir. İmam Malik ve İmam Nevevi gibi âlimler ise mescid olması gerektiğini belirtmişlerdir. İmamın iznine gelince; İmam Malik, Şafii, Ahmed ve Ebu Sevr’e göre imamın yani halifenin izni şart değildir. İkinci görüşe göre Halife izni gerekir ki bunu da Ebu Hanife, Hasan ve Evzai söylemiştir. Her dönemde halifeler ile kılınmasını delil getirerek bunun ümmetin icması olduğunu belirtmişlerdir. İbnu Kudame, Hanbelilerin bunu şart görmediğini söylemiş ve İmam Ahmed’den Şam’da 9 sene fitne olduğunu, insanların cuma kıldıklarını ama imamdan izin almadıklarını söylemesini zikretmiştir. İmam Nevevi bu konuda İmam Şafii’nin mezhebini belirtmiş ve İmam Şafii’nin eski mezhebine göre caiz görmediğini belirtmiştir. İmamı şart sayan görüş için de zayıf ve şaz görüş demiştir. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. Cumanın sıhhat ve vaciplik şartlarından bazıları hakkında da alimlerin görüşleri şöyledir; Hanefiler, şehir olması gerektiğini şart koşmuşlar. Şehirden kast ettikleri de içinde davaların kaldırılabileceği bir kadının bulunmasıdır. Mebsut’un yazarı Serahsi diyor ki; “Şehrin sınırı içinde bir sultanın ya da ihtilafların kaldırıldığı bir kadının bulunması veyahut hadlerin orada tatbik ediliyor olmasıdır.” Ancak diğer mezhepler Cuma için bunu şart koşmamışlardır. Hanbelilerde bunu şart koşmamışlardır. Muğni’nin yazarı bundan bahsettikten sonra “Ancak binalarda olmaz, açıkta kılınması gerekir.” demiştir. FETVALAR 113 Malikiler ise; yaz ve kış vatan edinilen yerde Cuma kılınabilir başka yerde kılınmaz, demişlerdir.1 Vaktin girmesidir. Hanefi, Şafii ve Malikilere göre öğlen namazı vakti girdiğinde farz olur. Sadece Hanbelilere göre Cuma namazının ilk vakti bayram namazının vaktidir, demişlerdir. Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki; “Din, ilim ile gelen imanın kalpte kaim olmasıdır. Zahir ameller furudur. Onlarda imanın kemaliyetidir. Din önce asıllar üzerine bina edilir sonra da furular ile kemaliyate erer. Tıpkı Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ Mekke’de tevhidin asıllarını akli kıyaslar, cennet ve cehennem vaadlerini anlatan hükümlerini indirmesi gibi. Sonra da Medine’de hükümler indi ki o zaman güç ve kuvvet izhar olmuştu ki Cuma ve cemaat bunlardandı…”2 Sonuç olarak; bugün, onlarca ümmetin üzerine icma ettiği şirki işleyen kâfirlere Müslüman diyen, ondan sonra da utanmadan bu nakillere ve ictihadlara bakarak bu laik(dinsiz) beldede Cuma namazını terk eden Müslümanlara, “Onlar Allah’ın emri olan cumayı terk ettiler, insanlara da bunu yasakladılar. Dolayısı ile emri yasak yaptıklarından dolayı küfür işlediler. Öyleyse bu ülkede Cuma kılmayanlar kâfirdir.” diyen azgınlara olan sözüm “Size de Allah’tan başka taptıklarınıza da yazıklar olsun. Bir de kendinizi ilim ehli olmak ile Müslümanları da ilimden anlamayan cahiller olarak isimlendirirsiniz. Şahitler olun ki biz sizden, siz de bizden berisiniz. Ve yine şahit olun ki biz sizin Allah’tan başka taptıklarınıza tapmıyoruz. Allah bizleri kendisinden başkasına ibadet edenlerden kılmasın…” SORU 18: Farz namazların ardından el kaldırarak dua etmenin hükmü nedir? CEVAP: Namazdan sonra el kaldırmanın Nebi’den ﷺrivayet edilen hiçbir sahih yönü yoktur. Ne Sahabe ne de Tabiin buna fetva vermemişlerdir. 1 Cevahiruz Zekiyye. 2 Mecmuatul Fetava, 10/355. 114 EBU UBEYDE Şeriatta asıl olan delil gelip ispat edilene kadar her şeyin yasaklanmış olmasıdır ki hiçbir Nebi’nin ﷺnamazının sıfatını anlatan hadis yoktur ki içerisinde farz namazdan sonra elini açtı şeklinde bir ibare mevcut olsun. Ancak namaz kılan birinin herhangi bir ihtiyacından dolayı farz namazdan sonra el açarak dua edip Allah’tan Subhanehu ve Teâlâ ihtiyacını dilemesinde bir şart ile bir mahsur yoktur. O da namazın ardındaki vakte duayı özel ve has kılmamasıdır. Buhari ve Müslim’in şu rivayetinde şöyle gelmiştir; Malik’ten, Ebi Hazim İbn Dinar’dan, o da Ebu’l-Abbas’tan, Sehl İbni Sa`d es-Sâidî radiyallahu anh şöyle dedi: “Resulullah ﷺ, Amr İbni Avfoğulları arasında bir kavga çıktığını duydu. Aralarını bulmak için bir grup sahabi ile birlikte oraya gitti. Onları barıştırmak için bir müddet orada kaldı.Bu arada namaz vakti gelmişti. Bilâl, Ebu Bekir’e radiyallahu anh; “Ey Ebu Bekir! Resulullah ﷺgelemedi. Namaz vakti de girdi. İmam olup namaz kıldırır mısın? diye sordu. Ebu Bekir de radiyallahu anh: “Peki, istersen kılalım.” dedi.Bilâl ezan okudu. Ebu Bekir de öne geçip tekbir aldı. Müslümanlar da ona uydular. Derken Resulullah ﷺgeldi, safların arasından öne geçti. Bunun üzerine cemaat (Peygamber’in geldiğini imama haber vermek için) el çırpmaya başladı. Ebu Bekir namaz kılarken başını çevirip hiçbir yana bakmazdı. Cemaat durmadan el çırpınca dönüp bakmak zorunda kaldı. Yanında Resulullah’ı ﷺgörüverdi. Resulullah ﷺ, ona yerinde kalması için işaret etti. Fakat Ebu Bekir ellerini kaldırarak Allah’a hamd etti ve arkadaki safa girinceye kadar geri gitti. O zaman Resulullah ﷺöne geçerek namazı kıldırdı. Namaz bitince, halka dönerek şunları söyledi: “Ey İnsanlar! Namazda bir durum meydana gelince niçin el çırpmaya başladınız? El çırpmak kadınlara mahsustur. Namazda bir durumla karşılaşan kimse “subhânallah” desin. Onun “subhânallah” dediğini duyan kimse kendisine dönüp bakar.”Sonra Ebu Bekir’e dönerek: “Ebu Bekir! Yerinde kal diye işaret ettiğim halde niçin namazı kıldırmadın?” diye sordu. Ebu Bekir ra.: “Ebu Kuhâfe’nin oğluna Resulullah’ın ﷺönüne geçip namaz kıldırmak yakışmazdı.” diye cevap verdi.”1 1 Buhari, Amel fi’s-Salat 16, Sulh 1; Müslim, Salat 102; Nesai, Sehv 1; Ahmed b. FETVALAR 115 Bu hadiste bu ve benzeri durumlar da dua ederken elleri açmanın cevazı vardır. İster bu namazın içinde isterse dışında olsun ihtiyaç anında dua etmek meşru kılınmıştır. SORU 19: Bir insan kasten veyahut özürlü iken namazı kılmamışsa sonra bu namazı kaza edebilir mi? Mesela sabah namazına kalkamayan kaza mı kılar yoksa kalkınca normal vaktiymiş gibi mi kılar? CEVAP: İslam şeriatına göre namazın kazası aslen yoktur. Ancak uyumak ve unutmak gibi iki özür, nass ile sabit olduğundan dolayı namazın kaza edilebileceği iki durumdur. Namazın kazasının olmadığının en açık delili savaş gibi ölüm kalım durumunda dahi Nebi ‘nin ﷺnamazı terk ettirmeyip orduyu ikiye bölerek iki grup halinde namazı kıldırmasıdır. Allah ayette şöyle buyurmaktadır; “Şüphesiz namaz müminler üzerine belirli vakitlerde farz kılındı.”1 Belirli vakitlerde yapılması emredilen ameller şeriatın özür dediği durumlar olmadan vaktinin dışında yapılamaz. İmam Buhari rahimehullah sahihinde şöyle bab başlığı açmıştır; “Namazı unutan hatırladığında kılar. Bundan başkasını iade etmez.” Ardından senedi ile beraber şu hadisi rivayet etmiştir; İbrahim dedi ki; “Kim bir namazı 20 sene terk etti ise ancak tek olarak bu namazı iade eder.” Enes İbnu Malik rivayet etti ki Nebi ﷺşöyle söyledi; “Kim namazı unutursa hatırladığında kılsın. Bunun bundan başka kefareti yoktur.”2 Hanbel, II,241,V, 330 ,331, 336; Ebu Davud, Salât, 169. 1 Nisa, 4/103. 2 Buhari, Mevakîtu’s-Salât 37; Müslim, Mesâcid 314, (684); Tirmizi, Salât 131, (178); Ebu Davud, Salât 11,442; Nesai, Mevâkît 52, 53, (2, 293, 294). 116 EBU UBEYDE SORU 20: Vitr namazının sünnetteki kılınış şekli nasıldır? CEVAP: Vitr namazı sünnette sabit olduğu üzere iki şekilde kılınabilir. Birincisi; vitir namazı tek olduğu için 1,3,5,7,9,11 rekata kadar kılınabilir.1 Ancak kaç kılınırsa kılınsın son rekâtın tek olması gerekir. Örneğin 4 rekât kılındıktan sonra selam verilir. 5. rekâtta tek rekât olarak kılınır ve selam verilir. Diğer normal namaz nasıl kılınıyor ise aynı o şekilde kılınır. İkincisi ise 3 rekât kılınır. 3 rekât kılınırken 2. rekâtta tahiyyatta oturulmaz ve 3. rekâta direk kalkılır. 3. rekâtta tahiyyata oturulur ve tahiyatta selam verilir. Öyle ki namaz tek tahiyyat ile bitmiş olur ki Nebi ﷺakşam namazına benzetmemeyi emretmiştir.2 Allah en doğrusunu bilendir. SORU 21: İkindi namazından önce 4 rekât sünnet var mıdır? CEVAP: İkindi namazının sünnetine dair Tirmizi’nin Sünen’inde hasen sened ile bir hadis nakledilmiştir ki Nebi ﷺşöyle söylemiştir; “Kim ikindiden önce 4 rekât nafile kılarsa Allah ona rahmet etsin.”3 1 Ebu Eyyub radiyallahu anh şöyle dedi: “Rasulullah ﷺ: ‘Vitir namazı haktır. Dileyen kimse onu, beş rekât olarak kılsın; dileyen kimse üç rekât olarak kılsın; dileyen kimse de bir rekât olarak kılsın.’ buyurdu.” Darekutni, 2/22; Ebu Davud, 1422; Nesai, 1710, 1711; İbn Mace, 1190. 2 Vitir namazını üç rekât yapmayın! Vitir namazını beş veya yedi rekâtlı yapınız! Vitir namazını akşam namazına benzetmeyiniz.’ buyurdu.” İbn Hibban, 2429; Darekutni, 2/2425, 262; Hâkim, 1/304; Beyhaki, 3/3132 3 Tirmizi, Salât, 301; Ebu Davud, 1271. “İkindiden önce dört rekat kılan kişiye Allah rahmet etsin.” Bu hadîsi Ahmed, Ebu Davud, hasen olduğunu söyleyerek Tirmizi ve sahîh olduğunu söyleyerek İbn Huzeyme rivâyet etmiştir. Nitekim Hâfız da bunu Bulûğ’da zikretmiştir. Yine şöyle buyurur: “Gece ve gündüz [nafile] namazları ikişer ikişerdir.” İmâm Ahmed ve dört Sünen sâhibi imâmlar hasen bir isnad ile rivâyet etmişlerdir. FETVALAR 117 Bu hadis hasen senedli olduğu için amel edilmez. Doğru olan İkindi namazının sünnetinin var olmadığıdır. Ancak Hanefiler usulen zayıf hadis ile amel ettikleri için ikindi namazının sünnetini kılmaktadırlar. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 22: Süleymaniye Vakfı tarafından hazırlanan namaz vakitleri programını sayfanızda paylaşmışsınız. Yatsının bitiş vakti diye bir vakit veriyor o görüşlerine de katılıyor musunuz? CEVAP: İmam Hattabi, ‘Mualimis Sunen’ adlı eserinde Yatsı namazının son vakti ile alakalı olarak şunları kaydetmiştir; “Yatsı namazının son vaktinin ne zaman olduğunda ihtilaf ettiler. Ömer İbnul Hattab ve Ebu Hureyre gecenin üçte birlik vaktine kadar olduğunu söylediler.1 Ömer İbnu Abdulaziz, Şafii ve İbn Abbas hadisinin zahiri de bunu gösteriyor. Sufyan Es Sevri, Abdullah İbnul Mubarek, rey ehli ve İshak İbnu Rahaveyh ise gecenin yarısına kadar olduğunu söylediler. Bunların delili Abdullah İbnu Amr’dan gelen hadistir ki orada gecenin yarısına kadar ifadesi yer almaktadır. Şafii de Irak’ta olduğu zamanda bu görüşte idi. İbn Abbas’tan, Ata, Tavus ve İkrime’den ise sabah namazının giriş vaktine kadar olduğu rivayet edilmiştir.2” Bu nakil Yatsı namazının çıkış vakti ile alakalı olarak âlimler arasındaki ihtilafı ortaya koymak için tahriç edilmiştir. Ancak namaz vakitlerine dair koyduğumuz takvim diğer vakitlerle alakalı en doğru saatleri vermektedir. Yatsı namazının çıkış vaktinin gecenin yarısı olduğuna inanan biri, orada yazılı bulunan yatsı namazının 1 «Ümmetime zorluk vermesem, yatsı namazını gecenin üçte birine veya yarısına kadar geciktirmelerini onlara emrederdim» (eş-Şevkânî , II,11) 2 Abdullah b. Ömer’den nakledilen şu hadistir: “Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca yatsı namazını kılmak farz olur” (es-San’ânî, I,114). 118 EBU UBEYDE çıkış vaktinden sonraya namazını bırakmamalıdır. Ancak o mezhebin doğruluğuna inanmayan ve yatsı namazının vaktinin sabah namazı vaktine kadar devam ettiğine inanan bir Müslüman için yatsı namazı çıkış vaktinin önemi yoktur. O takvimi hazırlatan Abdulaziz Bayındır, ekol olarak Mutezile olduğunu belirtmesi ve Mutezilenin de rey ehline yakın olması ile bilinmesi nedeni ile kendi içtihadları gereği yatsı namazının çıkış vaktini de takvimlerine eklemişlerdir. Ancak meseleye dair bir tercih yapacak derecede ilim sahibi olmadığımız için sadece size ihtilafı nakletmek ile yetiniyoruz. Allah Subhanehu Teâlâ en doğrusunu bilendir. SORU 23: Kur’an’da geçen secde ayetleri ve tilavet secdesi ile ilgili tafsilatlı bilgi alabilir miyiz? CEVAP: Tilavet secdesinin hükmü noktasında şunları kaydetmek mümkündür. İmam Ebu Hanife ile tabileri, «Bu secde vacibtir»1 demişlerdir, İmam Mâlik ile İmam Şafii ise sünnet olduğunu söylemişlerdir.2 Bu ihtilâfın sebebi “Allaha secde ve kulluk edin”3 gibi secdeyi emreden âyetlerle “Rahmanın âyetleri onlara okunduğu zaman hemen secdeye kapanır ve ağlarlar”4 gibi emir mânâsını taşıyan âyetlerin mefhumlarını vücub veya mendubluğa hamletmekte ihtilâf etmişlerdir. İmam Ebu Hanife bu âyetleri zahir olan mânâlarına hamlemiştir. İmam Mâlik ile İmam Şafii ise, bu âyetlerin tefsirinde Ashab-ı Kiram’a uymuşlardır. Zira sabittir ki Hz. Ömer bir Cuma günü secde âyetini okumuş ve minberden inip secde etmiş, halk da ona bakarak onunla birlikte secde etmişlerdir. Fakat ertesi Cuma, yine 1 El-İhtiyar Li-Ta’lîlî’l-Muhtar, 1/150-152; Feteva-i Hindiyye, 1/441-455. 2 Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, 1/431-432. Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, 2 /652-656. 3 Necm, 53/62. 4 Meryem, 19/58. FETVALAR 119 aynı âyeti okuduğunda halk yine secdeye davranmış iseler de cemaate “Durumunuzu bozmayın. Zira Cenâb-ı Hak bunu bize farz kılmamış, fakat isteyerek yapanız müstesna” demiştir.1 Bunlar “Hz. Ömer bunu ashabın gözü önünde yaptığı halde hiçbirinin ona itiraz ettiği rivayet olunmamıştır. Ashab ise şeriat emirlerinin mânâ ve önem ölçüsünü daha iyi bilirlerdi” demişlerdir. Hâlbuki bununla ancak bir şahabının sözünü -diğer sahabilerden herhangi birinin ona itiraz etmediği zaman hüccet sayanlar ihticac edebilirler. Şâfiiler ayrıca, Zeyd b. Sâbitin “Rasulullah’ın ﷺhuzurunda Ven-Necmi süresini okuyordum. Sürenin sonunda kendisi secde etmediği için biz de secde etmedik”2 mealindeki hadisi ile de ihticac etmişlerdir. Tilâvet secdesini vacib görmeyenler adına, Peygamber Efendimiz’in ﷺmufassal denilen sûrelerde kâh secde ettiğine kâh etmediğine dair olan rivayetlerle de ihticac edilmektedir. Zira bu rivayetleri -her ravi kendi gördüğünü söylemiştir deyip- telif etmek imkânı tilâvet secdesinin vacib olmadığını gerektirmektedir. İmam Ebu Hanife ise «Emirleri ve emir mânâsında olan haberleri vücuba hamletmek esastır» demiştir. Ebul Meâlî, “İmam Ebu Hanife’nin tilâvet secdesinin vücubu için secdeyi emreden âyetlerle ihticac etmesi manasızdır. Zira mutlak secdeye dair olan emirler, mukayyed secdenin, yani secde âyetleri okunurken secde etmenin vücubunu ifâde etmezler. Eğer İmam Ebu Hanife’nin iddia ettiği gibi- bunu ifâde etmiş olsalardı, namazı emreden âyetler de okunurken namaz kılmak vacib olurdu. Namazı emreden âyetler okunduğu zaman namaz kılmak vacib olmadığına göre, secdeyi emreden âyetler de okunurken secde etmek vacib değildir” demiştir. İmam Ebu Hanife de “Secde hakkında varid olan haberlerden çoğunun emir mânâsında olduğunda icma vardır. Şu halde secde nasıl emredilmiş ise, mukayyed secde de, yani Kuran okunurken 1 Buhari, Sucudu’l-Kur’an 10, Muvatta, Kur ‘an 16, ( 1, 206). 2 Buhari, Sücûdü’l Kur’an, 1776, No:1072. 120 EBU UBEYDE secde etmek de emredilmiştir. Zira bu haberler içinde mutlak secdeye dair âyetler olduğu gibi «Karşılarında Kuran okunduğu vakit secde etmiyorlar» âyeti gibi mukayyed secdeye dair âyetler de vardır. Bunun için mutlak olanları da mukayyede hamletmek lâzımdır. Namaza dair emirler ise bu durumda değillerdir. Zira bu emirlerde, namazın vücubu, birtakım başka kayıtlara bağlanmıştır. Ayrıca Peygamber Efendimiz de ﷺ, bu âyetleri okurken secde etmesi ile bize, bu âyetlerde secdeye dair emrin mânâsını, yani bu âyetler okunurken secde etmek gerektiğini bildirmiştir” diyebilir. Hangi ayetlerin secde ayetleri olduğuna gelince; Allah en doğrusunu bilendir. Okunurken secde edilmesi gereken âyetlerin sayısına gelince: İmam Mâlik Muvatta”da «Okunması mutlaka secde etmeyi gerektiren âyetlerin sayısı bizce on bir olup bunların hiçbiri mufassal denilen kısa sûreler değildir» demiştir. Mâlikîler bu âyetleri şu şekilde sıralamışlardır: 1- Araf (7/206) sûresinin son âyeti; 2- Rad (13/15) sûresinin; 3- Nahl (16/50) sûresinin 4- İsrâ (17/109) sûresinin; 5- Meryem (19/58) sûresinin 6- Hac (22/18) sûresinin; 7- Furkan (25/60) sûresinin ile son bulan âyeti; 8- Nemi (27/26) sûresinin sonu olan âyeti; 9- Secde (32/15) sûresinin ile son bulan âyeti; 10- Sâd (38/24) sûresinin ile son bulan âyeti; FETVALAR 121 11- Fussilet (41/38) sûresinin sonu olan âyeti. Burada kimisi “Secde yeri, bundan sonraki âyetin sonu olandır” demiştir. İmam Şafii «Ondörttür» demiştir ki üçü İnşikâk, Necm ve Alâk sûreleri olmak üzere kısa sûrelerdedir. İmam Şâfi, Sâd sûresinde tilâvet secdesi bulunduğunu benimsemez. Çünkü ona göre bu sûredeki secde şükür secdesidir. İmam Ahmed ise, Hacc sûresinin 77. âyetindeki ikinci secdesi ile Sâd sûresi secdesine de yer vererek «Onbeştir» demiştir. 1 İmam Ebu Hanife ile tabilerine göre ise secde âyetleri onikidir. Tahâvî «Tilâvet secdeleri, Kuran-ı Kerim’de secde emrinin haber lafzıyla bulunduğu âyetlerin secdeleridir» demiştir. Bu ihtilâfın sebebi, Kuran secdelerinin tespitinde ulemanın çeşitli delillere dayanmış olmalarıdır. Kimisi, bunda Medine halkının ameline, kimisi kıyasa, kimisi semaa dayanmıştır. Medine halkının ameline dayananlar İmam Mâlik ile tabileridir. Kıyasa dayananlar da, İmam Ebû Hanife ile tabileridir. Zira bunlar “Görüyoruz ki, üzerinde icma edilen Araf, Nahl, Rad, İsra, Meryem, Furkan, Nemi ve Secde sûrelerinin secdeleri ile Haşr süresindeki birinci secdenin hepsi haber lafzı ile gelmiştir. Şu halde, Sâd ve înşikak sûrelerinin secdelerini de bunlara kıyas etmek gerekir. Çünkü onlar da haber lafzı ile gelmişlerdir” demişlerdir. Bu duruma göre Hanefilerce, emir lafzı ile gelen Necm ve Alâk sûrelerinin secdeleri ile Hacc sûresinin ikinci secdesi sakıt olurlar Semaa dayananlara gelince: Çünkü onlar, Înşikak, Alâk ve Necm sûrelerinin secdelerinde, Peygamber Efendimiz’in ﷺbu secdeleri yaptığına dair Müslim’in kaydettiği rivayete dayanmışlardır. 2 Esrem “İmam Ahmed’e: Hacc sûresinde kaç tane secde vardır? Diye sorulmuş, İmam Ahmed Ukbe b. Amirin hadisini3 sıhhatli 1 Muğni’l Muhtaç; 1/244. 2 Müslim 576/105; Müslim: 2578/109. 3 Ukbe bin Âmir radiyallahu anh şöyle dedi: “Rasulullah’a ﷺ: Hac Suresinde secde (ayeti) iki tane midir? Dedim. Rasulullah ﷺ: ‘Evet, kim o secdeleri yapmayacaksa o ayetleri okumasın!’ bu- 122 EBU UBEYDE bulduğu için iki secde vardır demiştir ki bu, Ömer radiyallahu anh ile Ali’nin radiyallahu anh de görüşüdür” demiştir. (Kadı -İbn Rüşd- diyor ki): Ukbe b. Amirin hadisi Ebu Davud tarafından rivayet olunmuştur. İmam Şâfîi de, Ebu Davud’un kaydettiği bu hadise dayanarak Sâd sûresinin secdesini iskat etmiştir. Ebu Said el-Hudrî’den rivayet olunan bu hadise göre, Peygamber Efendimiz ﷺbir gün minberde Sâd sûresinin secde âyetini okumuş ve inip secde etmiştir. Fakat bir başka günde bir daha bu âyeti okuduğunda secde etmemiş ve halkın secde etmeğe davrandığını da görünce, «Bu, ancak bir peygamberin ettiği tevbenin kabulüdür. Geçen sefer sizin secde etmeğe davrandığınızı gördüğüm için inip secde ettim» buyurmuştur.1 Eğer sebep bu ise, Fussilet Sûresinin secdesi de emir lafzı ile geldiği için Hanefilerce onun da sakil olması ve dolayısıyla secde sayısının on bire düşmesi lâzım gelirdi. Bu hadiste, tilâvet secdesinin vücubunu benimseyen İmam Ebu Hanife için bir çeşit hüccet vardır. Çünkü Peygamber Efendimiz ﷺbu hadiste Sâd sûresi secdesini niçin yapmadığını açıklamıştır ki bu sebep, diğer secdelerde yoktur. Bundan ise, bu sebebin bulunmadığı diğer secdeleri terk etmenin caiz olmadığı anlaşılmaktadır. “Mufassal denilen kısa sûrelerde tilâvet secdesi yoktur” diyenlerden kimisi, Ebû Davud’un îkrimeden rivayet ettiği İbn Abbas’ın hadisi ile ihticac etmiştir.2 Zira bu hadiste, Peygamber Efendimiz’in ﷺMedine’ye hicret buyurduktan sonra kısa sûrelerde secde etmediği bildirilmektedir. Ebu Ömer “Bu doğru bir haber değildir. Zira Peygamber Efendimiz’in ﷺkısa sûrelerde secde ettiğini söyleyen Ebu Hureyre radiyallahu anh, Medine’ye hicret etmezden önce Peygamber Efendimiz’in ﷺyanında kalmamıştır. Hâlbuki kuvvetli raviler kendisinden, Peygamber Efendimiz’in ﷺVen-Necmi sûresinde secde ettiğini riyurdu.” (Ebu Davud 1402). 1 Hakim, 2/431; Beyhaki, 2/318. 2 Ebu Davud, Salât, 2/329, No:1403. FETVALAR 123 vayet etmişlerdir” der.1 Tilavet secdesinin hükmüne gelince; Ulema, secde âyetini namaz içinde olsun, dışında olsunokuyan kimseye vacib olduğunda müttefiktirler. Fakat secde âyeti okunurken duyan kimseye vacib olduğunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Ebu Hanife: «Ona da vacibtir ve erkek ile kadının okumaları arasında fark yoktur» demiştir. İmam Mâlik ise: “Duyan kimsenin secde etmesi üç şarta bağlıdır: 1- Kuran’ı dinlemek için oturmuş olması; 2- Kuran’ı okuyanın secde etmesi; 3- Okuyanın duyana namaz kıldırabilmesi. Şu halde «Eğer kişi Kuran’ı dinlemek için oturmamışsa yahut Kuran’ı okuyan, secde etmezse, ya da kendisi erkek, Kuran’ı okuyan, kadın olursa secde etmez» demiştir. İbnul Kasim, İmam Mâlik’in «Eğer duyan Kuran’ı dinlemek için oturmuşsa okuyan ona namaz kıldıramazsa da secde eder» diye söylediğini de rivayet etmektedir. Tilâvet secdesinin şekli hakkında fukaha «Kişi secdeye inerken de, secdeden kalkarken de tekbir alır» demişlerdir. Fakat İmam Mâlik: «Eğer namaz içinde secde ederse bir kere tekbir alır» demiştir. SORU 24: Nafile namazlarda Her rekâtta Fatiha’dan sonra okuduğumuz surelerin bir sırası olması zorunlu mu, ya da müstehab mı? Yani nüzul sırası ya da Kur’an sırasına göre mi sure seçmemiz lazım? 1 Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/428-431. 124 EBU UBEYDE CEVAP: Sevgili kardeşim; Bu konuda ilim ehli ihtilaf etmişlerdir. Bir grup Kur’an’daki tertip şeklinde namaz kılarken kıraat etmenin vacip olduğunu söylemiştir. Diğer grup ise bunun vacip olmadığını söylemişlerdir. Bu konudaki en açık delil ise Abdullah ibni Mesud ile Huzeyfe’den gelen Müslim’in rivayet ettiği hadistir. Nebi’ye ﷺgece namazında uyan Abdullah Nebi’nin ﷺnamaza Fatiha başladıktan sonra Bakara okudu ardından Nisa suresini okudu ve ardından Ali İmran suresini okudu. İşte iki grup da bu hadisi delil aldı.1 Tertip vacip değildir diyenler dediler ki; Nebi ﷺKuran’da Ali İmran suresinde sonra var olan Nisa suresini okuduktan sonra Al-i İmran’a başlayarak bunun vacip olmadığını ortaya koydu. İmam Nevevi dedi ki; “ Kadı İyad dedi ki; Bu hadiste surelerin dizilişinin Müslümanların ictihadı olduğunun ve Nebi ﷺtarafından tevkifi olarak yapılmamıştır. Bilakis bunu kendisinden sonra ümmetine bırakmıştır. Bu Malik ve cumhur ulemanın sözüdür. Kadı Ebu Bekir El Bakillani’de bu görüşü tercih etmiştir. Bu görüşü onlarla beraber birçok âlim gitmiştir ve demişlerdir ki; Kuranın kitabe haline getirilmemesinden önce de bu meselede insanlar kuranın şu anki dizilişinin aksine önden ve arkadan bazı yerleri okurlardı. Bu yüzden vacip olsa idi uyarılırlardı. Kaldı ki bu konuda yasaklayan ve bunu hakka muhalefet sayan ve buna sınır getirecek tek bir nass mevcut değildir. Diğer bu hadisi delil alanlar ise şöyle söylemişlerdir; Abdullah ibnu Mesud hadisin ravisidir. Yaptığı nakil tertibe delildir. Çünkü ibnu Mesud’un mushafında Nisa suresi Ali İmran suresinden öncedir. Allah en doğrusunu bilendir. 1 Buhari, Teheccüd, 9; Müslim, Müsafirîn, 204. FETVALAR 125 SORU 25: Rükûdan sonraki kıyamda ellerimizi, ilk kıyamdaki gibi bağlamak mı sünnete uygun olandır yoksa salmak mı? CEVAP: Sevgili kardeşim; Bu mesele ile alakalı ihtilaf ilim ehlinin kitaplarında meşhurdur. Rükûdan kalktıktan sonra elleri bağlamak ile alakalı sünnet olduğu görüşüne giden âlimler şu hadislerin umumunu delil almışlardır. Vail İbnu Huceyr dedi ki; “ Nebi’yi ﷺkıyamda iken sağ elini sol eli üzerine koyduğunu gördüm.”1 Âlimler bu hadisin umumundan rükûdan önce ve sonranın da kıyama girdiğini bu yüzden ellerin bağlanması gerektiğine hükmetmişler. Diğer ulema ise rükûdan kalkılan yerin kıyam olmadığını söylemişlerdir. Ancak El Bani gibi aşırılardan başkasının el bağlamaya bidat dediği 1400 senedir görülmemiş bir şeydir. SORU 26: Birinci sorum; Herhangi bir sebep yokken her duşa girdiğinde gusül alan kişinin durumu nedir? Bidat mi işlemiş olur? İkinci sorum; Müstehab olan duha namazı kaç rekâttır? CEVAP: Banyoya her girdiğinde duş alırken gusül abdesti almanın bir beisi yoktur. Tıpkı abdestli iken abdest almakta olmadığı gibi. Abdest almak müstehab işlerdendir. Dileyen her su ile muaşeretinde abdest yineleyebilir. Nitekim Buhari ve Müslim’in ittifak ettiği hadiste Kıyamet günü abdest azalarının parıldayacağı ifade edilmektedir.2 Bu hadisin farklı lafızları mevcuttur ki bu hadisi şerh 1 Ahmed, 4/316; Nesai, 2/215; Darekutni, 1/1089. 2 Ebu Hureyre’den radiyallahu anh demiştir ki: Allah Resulü ﷺşöyle buyurmuştur: “Benim ümmetim kıyamet gününde abdest eserinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları özel işaretli olarak geleceklerdir. Artık bu parlaklığını daha 126 EBU UBEYDE eden şarihler abdest almanın müstehap faziletli işlerden olduğunu beyan etmişlerdir. Duha namazına gelince bu babta sabit olan hadisler ve rivayetler cem edildikten sonra fakihlerin ortaya koyduğu mezhep şudur ki; Duha namazı 21, 42, 63 ve 84 rekât olarak kılınan bir namazdır. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 27: Şükür secdesi hakkında bizi bilgilendirir misiniz? CEVAP: Sevgili kardeşim, şükür secdesi Âlimlerin ekserisinin görüşüne göre caizdir. ziyade artırmak hanginizin elinden gelirse yapsın.” (Müslim, Tahâre, 246). 1 Ebu Hureyre radiyallahu anh şöyle dedi: “Halilim (candan dostum) ﷺbana üç şeyi tavsiye etti: 1) Her ayda üç gün oruç, 2) İki rekât duha namazı, 3) Uyumadan önce vitir namazını kılmaktır.” (Müslim 720/84, Ebu Avane 2/266, Ebu Davud 1285, Beyhaki 3/47, Ahmed 5/167) 2 Muaze şöyle dedi: “Aişe’ye radiyallahu anha, Rasulullah ﷺduha namazını kaç rekât olarak kılardı diye sordum? Aişe radiyallahu anha: −Rasulullah ﷺduha namazını dört rekât kılardı ve Allah’ın dilediği kadar da ziyade ederdi dedi.” (Ahmed 6/95, Müslim 719/79, Ebu Avane 2/267, İbn Mace 1381, Beyhaki 3/47) 3 Ebu Derda radiyallahu anh şöyle dedi: “Rasulullah ﷺ: ‘Herkim Duha namazını iki rekât olarak kılarsa o kimse gafillerden olarak yazılmaz! Herkim dört rekât olarak kılarsa kulluk edenlerden olarak yazılır. Herkim altı rekât olarak kılarsa, o günde kendisine kifayet olunur...’ buyurdu.” (Taberani, el-Mu’cemu’l-evsat, I,182) 4 Abdurrahman bin Ebi Leyla radiyallahu anh şöyle dedi: “Bana, Nebi’nin ﷺduha namazını kılarken gördüğünü Ümmü Hani radiyallahu anha dışında kimse haber vermedi. Ümmü Hani radiyallahu anha şöyle rivayet etti: −Nebi ﷺMekke’nin fethedildiği gün evime geldi. Sekiz rekât namaz kıldı. Bu namazdan daha hafif namaz kıldığını görmedim, ancak onun rükû ve secdelerini tam yapıyordu.” (Müslim 719/80; İbn Mace, 1379; İbn Huzeyme, 1235; Tayalisi 1520; Taberani, Mucemu’l-Kebir, 24/1025, 1026, 1027; Abdurrezzak, 4858; Humeydi, 332, 333; Beyhaki, 3/48; Ahmed, 6/341, 342, 425). FETVALAR 127 Bazılarından kerih görüldüğü nakledilmiştir ancak bu görüş kuvvetli değildir ki birçok şükür secdesini ispat eden nakil sabittir1. İnsan kendini sevindirecek bir iş ile karşı karşıya kaldığında sevincinden Allaha şükretmek için secde eder. Bu namaz gibi değildir. Tek bir secdedir. Secde edilir ve Allaha hamd ile övgü yapılarak şükredilir. Nitekim Ebu Bekir Sıddık Müseyleme öldürülünce şükür secdesi yapmıştır. Aynı şekilde Kab ibni Malik tevbesinin kabulüne dair ayet inince secde etmiştir.2 Nebi ﷺYemen’den Ali’nin yazdığı mektupta Hemda’nın Müslüman olduğunu öğrendiğinde şükür secdesi yapmıştır. Beyhaki rivayet etmiştir ve senedi sahihtir. Âlimler ahkâmda tilavet secdesine bağlı olduğunu söylemişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir. SORU 28: Teşrik tebrikleri hakkında bizi bilgilendirir misiniz? Sadece erkekler mi teşrik tekbiri getirir? Teşrik tekbirleri hangi günlerde getirilir? Teşrik tekbirlerinin hükmü nedir? CEVAP: Erkek kadın herkes bu hükümde eşittir. Doğru olan görüşe göre Arefe gününün fecrinden Teşrik günlerinin sonuna kadar tekbir getirmektir. İbn Teymiyye rahimehullah böyle söylemiştir. Bu teşrik günleri ise; Zilhiccenin 10’u olan bayram gününden 1eş-Şürünbülâlî, el-Zübâb, s.85. 2 İbn Kayyum El-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, 3/20, 22. 128 EBU UBEYDE sonra 11, 12 ve 13.1 günün İkindi namazının vaktinin sonuna kadardır. Ali, İbn Abbas ve İbnu Mesud’dan sabit olmuştur. Abdullah ibnu Ömer, Meymune, Ömer ve bütün sahabe çarşılarda, meclislerde, evlerinde tekbir getirirlerdi ve tekbir getirirken de seslerini izhar ederlerdi. SORU 29: Kâbe resmi olan seccadede namaz kılmak caiz midir? CEVAP: Sevgili kardeşim, Kâbe Allah’ın evidir.2 Allah’ın dininin şiarlarındandır. Allah Subhanehu ve Teâlâ kitabında dedi ki; “Her kim Allah’ın şiarlarını yüceltirse şüphesiz bu kalplerin takvasındandır.”3 Dolayısı ile Kâbe’nin ayaklar altına serilmesi şiarı yüceltmek değil değersiz hale getirmektir. Böyle bir fiilden Allah’a sığınırız. SORU 30: Hocam İkindi namazından önce kılınan revatip sünnetin zayıf hadise dayandığı ve bu yüzden amel edilemeyeceğini ifade etmişsiniz, hâlbuki İkindinin sünnetine dair sahih hâdisler mevcuttur. Bunlardan bazıları; İbn Ömer radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah ﷺbuyurdular ki: ‘İkindiden önce dört rekât nafile kılan kimseye Allah rahmetini bol kılsın.” Hadis sahihtir.4 Ali ibn Ebi Talib radiyallahu anh şöyle demiştir; “Peygamber ﷺ ikindi namazının farzından önce dört rekat namaz kılardı. İkinci rekatın tahiyyatında Allah Teâlâ’ya en yakın meleklere ve onların yolunca giden Müslüman ve mü’min kimselere selâm ederdi.”5 Buhari, 926. Bakara, 2/125. Hacc, 22/32. Ebu Davud, (1271); Tirmizi, (430); Tayâlisî (1936); Ahmed (2/117); Ebu Ya‘lâ (10/120) İbn Hibbân (6/206) İbn Hibban sahihlemiştir. 5 Tirmizi, Mevâkît 20, Cuma 66; Nesai, İmâmet 5; İbn Mace, İkâmet 109. 1 2 3 4 FETVALAR 129 CEVAP: Ahmed ibnu İbrahim haber verdi; Ebu Davud haber verdi; Muhammed ibnu Mihran El Kureyşi haber verdi; Dedem Ebul Musenna haber verdi; İbn Ömer’den Nebi sallahu aleyhi ve selem dedi ki; “ İkindiden önce 4 rekât kılana Allah rahmet etsin.”1 Hafs İbnu Ömer haber verdi ki; Şube haber verdi; Ebi İshak’tan haber verdi; Asım ibnu Damre’den haber verdi; Ali’den haber verdi ki; “ Nebi ﷺikindiden önce iki rekât kılardı.”2 Bündar haber verdi; Ebu Amr haber verdi ki; Sufyan haber verdi ki; Ebi İshak’tan haber verdi; Asım ibnu Damre’den haber verdi ki; Ali dedi ki; “Nebi ﷺİkindiden önce 4 rekât kılardı. Bunların arasını mukarrep meleklere selam vererek ayırırdı. Müminlerden ve Müslümanlardan tabi olanlarda böyle yaparlardı.”3 Yahya ibnu Musa dedi ki; Mahmud ibnu Gaylan dedi ki; Ahmed ibnu İbrahim dedi ki; Başka bir yoldan daha Ebu Davud Tiyalusi dedi ki; Muhammed ibni Müslim ibni Mihran haber verdi ki; Dedesi İbn Ömer’den işitmiştir ki; Nebi ﷺşöyle söylemiştir; “İkindiden önce 4 rekât kılana Allah rahmet etsin.”4 İshak ibnu İbrahim haber verdi ki; Bana Veki haber verdi ki; Talha ibnu Yahya haber verdi ki; Ubeydullah ibni Abdullah ibni Utbe haber verdi ki; Ümmü Seleme’den haber verdi ki; dedi ki; “ Nebi ﷺikindiden önce iki rekat namazından meşgul olunca o iki rekatı ikindiden sonra kıldı.” (Nesai) Bu hadisin benzer lafızları gibi bir lafız Aişe’den radiyallahu anha nakledilmiştir. 1 Ebu Davud (1271); Tirmizi (430); Tayalasi (1936); Ahmed 2/217; Ebu Ya’la 10/120; İbn Hibban 6/206. 2 Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/30. 3 Ahmed, Müsned, 1/85, 142, 143, 146; Tirmizi, 595, 596; İbn Mace, 1161. Tirmizi diyor ki: Bu hadis hasendir. İshak b. Rahûyeh: “Hz. Peygamber’in ﷺ nafile namazları konusunda rivayet edilen en hasen hadis budur” demiştir. 4 Tirmizi, Salât, 301. Tirmizi dedi ki; Bu hadis Hasen garip hadistir. 130 EBU UBEYDE İmam Nevevi, Müslim şerhinde Aişe’den gelen hadisi zikrederken demiştir ki; “ Kadı İyad dedi ki; Bu hadiste bahsedilen ikindiden önce iki rekât muhtemeldir ki öğlenin son sünnetidir. Bu yüzden ikindiden önce diye isimlendirilmiştir.” Zeynuddin El Iraki’de Şerhut Tagriyb’de şunları kaydetmiştir; “Sanki Nevevi bu sözünde tevilsiz bir şekilde iki sahihte ikindinin sünneti olmadığını irade etmiştir. Allah en doğrusunu bilendir.” İbnu Kudame rahimehullah “İkindiden önce 4 rekât kılana Allah rahmet etsin.” Hadisi hakkında dedi ki; “ Buna teşvik etti ancak revatip sünnetlerden kılmadı. Çünkü hadisin ravisi İbn Ömer, Nebi’den ﷺyaptığı rivayette ki namazı (devamlı bir şekilde) korumadı. Ayni Ebu Davud şerhinde; Ahmed ibnu İbrahim haber verdi; Ebu Davud haber verdi; Muhammed ibnu Mihran El Kureyşi haber verdi; Dedem Ebul Musenna haber verdi; İbn Ömer’den Nebi sallahu aleyhi ve selem dedi ki; “ İkindiden önce 4 rekât kılana Allah rahmet etsin.” Ebu Davud hadisi hakkında dedi ki; “ Bu hadisi delil alan âlimler ikindiden önce sünnet olduğu görüşüne gittiler. Mebsut’un sahibi dedi ki; “İkindiden önce nafile güzel bir iştir. Ancak devamlı revatip sünnetlerden olduğu sabit değildir. Çünkü Aişe hadisini zikretmemiştir. Nebi’nin ﷺbunu koruduğu rivayet edilmemiştir. Bunu yapmanın fiili hükmü hakkında ihtilaf edildi. Onun 4 kıldığı da rivayet edildi. İki rekât kıldığı da rivayet edildi. 4 kılarsa güzel iştir. Hadisi Tirmizi tahriç etti. Hadis için hasen gariptir dedi.” İbnul Kayyum bu hadis için dedi ki; “ Bunun sıhhati hakkında ihtilaf edildi. İbn Hibban sahih dedi. Diğerleri de zayıftır dediler. Ebu Zura ve Fallas dedi ki; Bu haberde münker vardır.” Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi bu hadis için hasen derken; İbn Hibban ve Hakim sahih demişlerdir. FETVALAR 131 İmam Sanani bu hadiste kast edilen sünnet için Subulus Selam‘da dedi ki; “ Bu ‘İki ezan arasında namaz vardır’ hadisinin geneli gereği olan namazdır.(Özel olarak ikindiden önceki sünnet değildir demek istiyor.)” Bu hadisin ayrıca senedinde İbni Mihran vardır ki onun hakkında farklı sözler vardır. İbn Hibban onu sika saymıştır. İbrahim En Nehai dedi ki; “ İkindi den önce 4 rekât kılarlardı da bunu sünnetten görmezlerdi. İkindiden önce hiçbir nafile namaz kılmayanlardan ise; Said İbnul Museyyeb, Hasan’ul Basri ve Said ibnu Mansur vardır.” SORU 31: Hocam, Kurban farz mıdır? Eğer farz ise kimlerin kesmesi farzdır? CEVAP: Kurban müekked sünnettir.1 Resulullah ﷺkesinlikle terk etmemiştir. Vefat ettiği sene 63 hayvan kesmiştir. Sonra Ali’ye radiyallahu anh kesmeye devam etmesini söylemiştir. O’da 100’e tamamlamıştır.2 1 Enes bin Malik radiyallahu anh şöyle dedi: “Nebi ﷺ: ‘Herkim kurbanını namazdan önce keserse, o ancak kendi nefsi için et kesmiş olur. Herkim de namazdan sonra keserse, o kurban kesme ibadetini tam yapmış ve Müslümanların sünnetine isabet etmiş olur’ buyurdu.” (Begavi 1113, Buhari 5617) -Cebele b. Suhaym’den radiyallahu anh rivâyete göre, adamın biri İbn Ömer’e radiyallahu anh kurban kesmek vâcib midir? Diye sordu. O da; Rasulullah ﷺ ve Müslümanlar kurban kestiler dedi. Adam aynı soruyu tekrar edince aklını kullanıp ne dediğimi, anlamıyor musun? Rasulullah ﷺ, ondan sonrada Müslümanlar kurban kestiler. (İbn Mace, Dahaya: 2; Tirmizi: Bu hadis hasen sahihtir. İlim adamlarının uygulaması bu hadise göre olup; Kurban kesmek vâcib değildir. Lakin Rasulullah‘ın ﷺsünnetlerinden bir sünnettir. Hoşlandığı ibadetlerden biridir. Süfyan es Sevrî ve İbn’ul Mübarek’in görüşü de böyledir.) -Ebu Seriha’dan radiyallahu anh: “Ebu Bekir ve Ömer radiyallahu anhuma (farz zannedilmesinden çekinerek) kurban kesmezlerdi. (Beyhaki, 9/265; İrvau’l-Galil 4/355). 2 Müslim, Hac, 1218; Ebu Davud, Menasik, 56. 132 EBU UBEYDE Bugün nefsi ihtiyaçlarına milyarlar harcayanların Allah’a kurban edilmek üzere bir hayvan kesmekte binlerce bahane uydurduklarını görebilirsiniz. Kurban takvadır. İnsanın Allah’a en güzel hayvanı kurban etmeyi istemesi en güzel ibadettir. Allah Subhanehu ve Teâlâ hayır versin. Bu ibadette gevşek olmamak gerekir. SORU 32: Kurban bayramında ilk olarak kurban etinden yemek müstehab mıdır? Kurbanlık hayvanını bayramın 2. veya 3. günü kesecek kişiler için de durum aynı mıdır? CEVAP: Böyle bir fiil müstehaptır. 2. Veya 3. Gün kesme arasında bir fark yoktur. Çünkü teşrik günleri kurban kesim günleridir. Ali radiyallahu anh bunun böyle olduğunu söylemiştir.1 Bir takım ilim ehli kurban bayramı sabahı kurban eti ile kahvaltı yapma rivayeti için zayıf deseler de diğer bir kısmı bunu kabul etmişlerdir. Amel etmekte bir beis yoktur inşallah.2 SORU 33: Rici talakla boşanan kadın iddet döneminde iken, yabancı bir erkeğe boşanmış olduğu haberini gönderebilir mi? Bakara 235’i3 nasıl anlamalıyız? İddet dönemindeki kadına ve erkeğe mübah 1 Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas’dan radiyallahu anhum nakledilmiştir: Kurban kesme günleri üç gündür, ilk gün en faziletlisidir. (Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, Dahaya, No:19791, 14/248,) Ayrıca Abdullah b. Ömer de radiyallahu anh şöyle demiştir: -Kurban kesme günleri birinci kurban gününden sonra iki gündür. (Muvatta, Dahaya: 6) 2 Ebu Bureyde radiyallahu anh anlatıyor; ‘Peygamber ﷺ, Ramazan bayramı günü yemek yemeden önce çıkmazdı. Kurban bayramı günü de, kurbanını kesinceye kadar yemek yemezdi. (Tirmizi, 540; İbn Huzeyme, 1426; Hadis lafzı, İbn Huzeyme’ye aittir. Sahih senetle rivayet edilmiştir.) 3 “(İddeti bekleyen) Kadınları nikâhlamak istediğinizi (onlara) sezdirmenizde ya da böyle bir isteği gönlünüzde saklamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Gerçekte Allah, sizin onları (kalbinizden geçirip) anacağınızı bilir. Sakın bilinen (meşru) sözler dışında onlarla gizlice vaadleşmeyin; bekleme süresi tamamlanıncaya kadar nikâh bağını bağlamaya kesin karar vermeyin. Ve bilin ki, elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan kaçının. Ve bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak davranandır.” Bakara, 2/235. FETVALAR 133 olan evlenme isteğini kapalı olarak ileteceği lafızlardan birkaç örnek verir misiniz? CEVAP: Fahrur Razi sorduğunuz örnekteki gibi bir kadının rici talak altında iken başka yabancı bir erkek ile nikâhlamasının haram olduğunu beyan etmiştir. Çünkü iddeti tamamlanmadan daha kocasının talağı ve mirası altındadır demiştir. Bu ayetin tefsirinde Âlimler gizlide sözleşmesinden kastın iddet bekliyor iken zinaya sözleşmek sonra da nikâhlanmak olarak yorumlamışlardır. Cabir İbnu Zeyd, Ebi Milciz, Hasan, Katade, Dahhak ve İbrahim En Nehai bu mezheptedirler1 İbn Battal iddetteki bir kadının icma ile biri ile vaadleşmesinin haram olduğunu nakletmiştir. Şevkani de iddette iken başka biri ile nikâh akdi yapmanın haram olduğunda icma nakletmiştir. Özet olarak özelde sözleşmemek genel olarak nikâh yapmamak ve onlarla zina etmemek olarak yorumlanmıştır. Sorunuzun “iddet dönemindeki kadına ve erkeğe mubah olan evlenme isteğini kapalı olarak ileteceği lafızlardan birkaç örnek verir misiniz” kısmına gelince İbn Abbas’ın şöyle söylediği nakledilmiştir; ‘Ben evlenmek istiyorum’ ya da ‘Allah bana Saliha zevceyi kolaylaştıracak’ gibi benzeri sözler ile tefsir ettiği Abdurrezzak, İbn Ebi Hatim, İbnul Munzir ve İbn Cerir gibiler tarafından rivayet edilmiştir. SORU 34: Mahremler konusunda bilgi verir misiniz, eşlerin amca, hala, teyze, gibi mahrem olan kişileri, eşi içinde mahrem midir? Baba ve annelerimizin mahrem akrabaları bize de mahrem midir? Kâfir kadınların erkekler hükmünde olduğu ve onların yanında kadınların saçını açamayacağı doğru mudur ve doğruysa teyze hala gibi akrabaların yanında da kadın başını açamaz mı? 1 İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 3/374-376. 134 EBU UBEYDE CEVAP: Mahremler; 3 şekilde olur. Doğumdan, sütten ve sebepten dolayı haram olanlardır. Mahremler Allah’ın kitabında 14’dür. Bunların 7’si nesepten diğerleri de sebeptendir. Sebepten olanlar da iki kısımdır. Ya sütten haram olanlar ya da akrabalıktan haram olanlar. Doğumdan dolayı mahrem olanlar; 1- Annelerdir ki anne ve baba tarafından yukarı doğru olanların hepsidir. 2- Kızlardır ki çocukların kızları da dâhil olmak üzere aşağıya doğru hepsidir. 3- Kız kardeşler ki ister anne tarafından olsun isterse baba tarafından kız kardeş olsun. 4- Halalardır ki babanın ve dedenin yukarı doğru bütün kız kardeşleridir. 5- Teyzeler ki annenin ve nenenin bütün kız kardeşleri yukarıya doğru bunun içine girer. 6- Kız kardeşin kızları ki aşağıya doğru torunlar ve kızları da dâhildir. 7- Erkek kardeşin kızları ki aşağıya doğru torunlar ve kızlarıdır. Sebepten haram olanlardan, Sütten haram olanlardır; Aişe’den Nebi ﷺdedi ki; “Nesepten ne haramsa sütten de o haram olur.”1 Hısımlık ile haram olanlar; 1- Nikâhlanılan kadınların Anneleri ve neneleri, nesep ve sütten olan hepsi bu nikah akdi ile haram olur. 1 Buhari, Farzul-Humus 4, Şehadât 7, Nikâh 20; Müslim, Rada’ 1-2 (1444), 3-10 (1445); Ebu Davud, Nikâh 6 (2055}; Tirmizi, Rada11 (1147); Nesai, Nikâh 49, 52; İbn Mace, Nikâh 34 (1937); Ahmed b. Hanbel, 6/72. FETVALAR 135 2- Kendisi ile evlenilen kadınlardan gerdeğe girilen kadınların kızları da haramdır. 3- Kendisi ile evlenilen kadınların oğullarının kızları da haramdır. 4- Kişi ile halasını ve teyzesini bir araya getirmek de haramdır. İşte bunlar mahrem olanlardır. Bu sorunuzun birinci kısmıdır. Sorunuzun; “Eşlerin amca hala teyze gibi mahrem olan kişileri, eşi içinde mahrem midir” bu kısmı da yukarıda sebep ile haram olanlar kısmında izah edilmiştir. Sorunuzun “Kâfir kadınların erkekler hükmünde olduğu ve onların yanında kadınların saçını açamayacağı doğru mudur ve doğruysa teyze hala gibi akrabaların yanında da kadın başını açamaz mı” kısmına gelince de şöyle izah edebiliriz; Allah Subhanehu ve Teâlâ Nur Suresi 31. Ayetin tefsirinde kadının avret yerlerine dâhil olan ziynetlerini gösterebileceği kişileri zikrederken şu ifadeyi kullanmıştır “ …Sizin kadınlarınızdan…” burada sizin kadınlarınızdan başkasına göstermesinler ifadesi yer almıştır. İmam Maverdi tefsirinde bu ifadenin hemen ardından demiştir ki; “ Burada iki izah yapılmıştır; birincisi, yalnızca Müslüman kadınların yanında açabilirler. Asla kâfir kadınların yanında açamazlar. Bunu Kelbi söylemiştir. İkincisi; bütün kadınların yanında açabilirler.” Bu ihtilafta Allah Subhanehu ve Teâlâ en iyisini bilendir. Selefin çoğu birinci görüşü almışlardır. Bu da ifade eder ki eğer kadının halası ve teyzesi Müslümanlardan değil ise kadın onların yanında el ve yüzden başka bir bölgesini gösteremez. Ancak burada âlimlerin göremez dediği yer avret yerleridir. Çünkü Ömer ibnul Hattab, Ebu Ubeyde ibnul Cerrah’a mektup yazarak kendi bölgesindeki kitap ehli olan kadınların Müslüman kadınlarla bir hamam da yıkan- 136 EBU UBEYDE dıklarını ve bu yüzden onları bundan men etmesini talep etmiştir.1 Müşrik kadınların yanında insanın avretini açmadan kıyafetleri ile oturması ile böyle bir durum tabii ki kıyas edilemez. SORU 35: Bir kadın nikâh akdi yapılırken, “benden başka bir kadınla evlenmeyeceksin” diyerek şart koşarsa, bu şartı batıl mıdır? Erkek buna riayet etmezse nikâh akdi geçersiz mi olur? Yoksa nikâha bir zararı yok mudur? CEVAP: Hanbelilerden İbnu Kudame Mugni’de şunları söylemektedir; Muayyen bir vakitte boşanmasını şart koşarak nikâhlanma meselesi: “Eğer belirli bir vakitte nikâhı fesh etmek üzere nikâh akdi yapılır ise nikâh akdi yapılmış sayılmaz. Yani belirli bir vakitte nikâh akdini fesh etmeyi şart koşarsa demektir. İster o vakit malum olsun isterse o vakit meçhul olsun fark etmez. Babasına yada erkek kardeşine kadının gitmesi durumunda boşanması gibi bir durumda Ebu Hanife nikah sahihtir ama şart batıldır demiştir. Şafi’den gelen zahir kavil de budur. Genel olarak kitaplarında bunu söylemiştir. Çünkü nikâh mutlak olarak gerçekleşmiştir. Ancak o kendi nefsinin şartını koşmuştur. Bu da nikâha etki etmez. Tıpkı üzerine erkeğin evlenmemesini ya da sefere gitmemesini şart koşması gibidir. Bize göre(Hanbeliler) bu şart ile nikâhın kalması mümkün değildir. Bu (belirli bir vakitte talak verilmesi şartı ile) muta nikâhına benzemektedir.” İmam Nevevi’de Mecmuul Şerhul Muhezzeb’te böyle bir şartın batıl olduğunu kaydetmiştir. Sonuç itibarı ile nikâh akdi geçersiz olmaz ancak şart da geçerli değildir. 1 İbn Kesir, Muhtasaru’t-Tefsir, C.2, S.600-601, Arapça Baskısı. FETVALAR 137 SORU 36: Nikâh akdi sırasında kadının kendi üzerine evlenmemesini istemesi batıl diye cevaplamışsınız. Peki, o zaman Ali radiyallahu anh Fatıma vefat etmeden neden evlenmedi? CEVAP: Nebi’nin ﷺAli’yi radiyallahu anh Fatıma annemizin üzerine Ebu Cehil’in kızını nikâhlamak istediğinde izin vermemesi kıssasında hiçbir âlim birinci kadının razı olmamasının sebebi ile ikinci kadın ile nikâhlanamayacağını çıkarmamıştır. Sadece Buhari şarihlerinden İbn Battal demiştir ki hür bir kadının üzerine bir cariye nikâhlamak isterse bir kişi bu hür kadının iznine bağlıdır. Ancak hür kadının üzerine hür kadın nikâhlanırken birinci hür kadının iznine ihtiyaç yoktur. Yine İbn Battal, İmam Nevevi ve Bedreddin El Ayni bu hadisin şerhinde aynı ifadeleri kullanarak Ali’nin Ebu Cehil’in kızını nikâhlamasının helal olduğunu nakletmişlerdir.1 Ancak Nebi’nin ﷺbunu iki illetten dolayı ondan yapmamasını talep ettiğini söylemişlerdir. O iki illeti açıklamadan önce şunu da belirtmek gerekir ki hadisin birçok rivayetinde ‘Ben Allah’ın helal kıldığını haram kılmıyorum’2 ifadesi vardır. Âlimler Ali’nin radiyallahu anh Ebu Cehil’in kızını nikâhlamasının helalliğini buradan çıkarmışlardır. İki illete gelince âlimlerin ifade ettiği gibi birincisi; Ebu Cehil’in kızının yani Allah’ın düşmanının kızının Allah’ın Resulünün kızının üzerine gelmesinin Nebi’yi ﷺincitmesidir. Çünkü Nebi ﷺdemiştir ki; Bana eza veren Fatıma’ya da eza verir.3 Dolayısı ile 1 İmam Nevevi, Şerh-i Sahih-i Müslim c.9, 333-335. 2 Tirmizi, c.5, s.698-699; İbn Mace, c.1, s.644; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c.4, s.326-328; Heysemi, Mecmeü’z-Zevaid c.9, s.203; Kenzü’l-Ummal, c.13, s.677; Es-Sahihu min Süneni’l-Mustafa, c.1, s.323-324; El-Müstedreku Alas-Sahihayn, c.3, s.158. 3 Buhari, Nikah, 109, Müslim, Fezailu’s- Sahabe, 93/94. 138 EBU UBEYDE bundan nehyetmesinin birinci sebebi budur. İkincisi ise; Fatıma’nın kıskançlığından dolayı fitneye düşmesinden korkmasıdır. Ancak hiçbir kadın yoktur ki bu kıskançlıktan beri olsun. Netice itibarı ile kadının rızası olmadan yapılan ikinci nikâh sahihtir. Ancak karşılıklı tarafların razılaşması esastır ki insanlar dinlerinde fitneye düşmesinler. Allah en doğrusunu bilendir. B Ö L Ü M III HADİSVESÜNNET S O R U L A R I SORU 1: Cuma günü Kehf suresini okumanın fazileti hakkında varid olan hadisler sahih midir? Bu hadislerle amel edebilir miyiz? CEVAP: Cuma günü Kehf suresi okumak müstehaptır. Hâkim Sahih’inde Ebi Said’den şöyle nakletmiştir; “Her kim cuma günü Kehf suresini okur ise iki cuma arası onun için nur kılınır.”1 Bu hadisi Hâkim ve Nesai rivayet etmiştir. Hâkim merfu olduğunu söyleyerek hadisi sahihlemiştir. Hâkim ve Darimi’nin yaptığı Ebu Said rivayeti ise mevkuftur ve bu hadis hakkında ihtilaf edilmiştir. Ancak Nesai ve Darekutni hadis için sahih demiştir. Bu hadis mevkuf bir hadis dahi olsa hüküm olarak merfu hadistir. Çünkü sahabenin kendi nefsinden müstakil bir ibadet için bir mükâfat belirlemesi beklenemez. Nitekim bu da bu sözün Nebi’nin ﷺsözü olduğu anlamına gelir. Hanbeli, Hanefi ve Şafii fakihleri Cuma günü Kehf suresi okumanın müstehap olduğu görüşündedirler. Bu surenin tamamını okumak ile alakalı olan kısımdır. Ancak bu surenin bir kısmını okumanın fazileti hakkında varid olan hadisler sabit değildir. İbn Teymiyye rahimehullah bu konu hakkında şunları sarf etmiştir; “Cuma günü Kehf suresi okumanın fazileti hakkındaki eserleri fıkıh ve hadis ehli rivayet etmişlerdir. Ancak ben bu okumanın ikindi vaktine munhasır olduğuna dair bir şey işitmedim.” SORU 2: Huneyde b. Hâlid’den, o eşinden (hanımından), o da Peygamber’in ﷺbazı hanımlarından rivâyet ettiğine göre; “Peygamber’in ﷺhanımlarından (Hafsa veya Ümmü Seleme) şöyle dedi: ‘Rasulullah ﷺ, Zilhicce’nin ilk dokuz günü, Âşûrâ (Muharremin onuncu) günü ve her (hicrî) ayın ilk Pazartesi günü ile sonraki iki Perşembe günleri olmak üzere 3 gün oruç tutardı.’ ” Ahmed, hadis no: 21829. Ebu Davud; hadis no: 2437. Nasbur-Râye’nin yazarı, (c: 2, s:180de) hadis zayıftır, demiştir. Fakat Elbânî hadis sahihtir, demiştir. Bu hadis ile amel edilir mi? 1Hâkim, el-Mustedrek II, 368; “Bu isnadı sahih bir hadis olup, Buhari ve Müslim bunu rivayet etmemiştir.” demektedir. 144 EBU UBEYDE CEVAP: Allah hadislerin senetlerine dair hırsınızı ve gayretinizi arttırsın. Ancak bu hadise zayıf diyen âlimlerin sözleri doğru olsa dahi Zilhicce’nin ilk on gününde orucu ve diğer ibadetleri arttırmak diğer sahih nasslar ile mevcuttur. Örneğin; Ebu Hureyre’nin radiyallahu anh rivayetine göre Rasulullah ﷺşöyle buyuruyor: “Allah’a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce’nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesi’ne denktir.”1 Hafsa’dan radiyallahu anh yapılan rivayete göre şöyle demiştir: “Dört şey vardı ki Rasulullah ﷺonları hemen hemen hiç terketmedi: • Aşura orucu, • Zilhicce’nin ilk on gün orucu, • Her aydaki üç gün orucu, • Sabahın iki rek’at (sünnet)ini.”2 Abdullah İbni Abbas radiyallahu anh şöyle dedi: “Rasulullah ﷺ şöyle buyurdu: “Kendisinde salih amel işlenen günlerin Allah’a en sevimlisi bu günler yani (Zilhicce’nin ilk) on günüdür.” Sahabeler: - Ya Rasulullah! Allah’ın yolunda yapılan cihad da mı (o günler kadar sevimli) değildir? diye sordular. Rasulullah ﷺşöyle buyurdu: - Evet, Allah’ın yolunda yapılan cihad da! Ancak canı ve malı ile cihada çıkıp da onlardan hiçbir şeyi geri döndürmeyen (yani şehid olan) hariçtir.3” Bu yüzden amel etmekte bir beis yoktur. 1 İbn Mace, Sıyam, 39. 2 Nesai, Sıyam: 83, Ahmed b. Hanbel, 6/287. 3 Ebu Davud, 2438; Buhari, 928; Tirmizi, 754; İbn Mace, 1727; Tergib ve Terhib, 3/20; Beyhaki; Taberani; Bezzar; Ebu Ya’la; İbn Hibban. FETVALAR 145 SORU 3: Ölülere Kur’an okumanın İslam’daki hükmünü ve bununla ilgili Tirmizi ve Ebu Davud’ta isnat edilen Peygamberimiz’in ﷺ “Ölülerinizin ardından Yasin okuyun.”1 Hadisinin sıhhatini öğrenmek istiyorum? CEVAP: Bu hadisi, İmam Ahmed, Müsned’inde üç yerde rivayet etmiştir. Tayalusi, İbn Mace, Ebu Davud, Nesai, İbnu Hibban, Beyhaki, Begavi, Taberi, Hâkim de rivayet etmiştir. İbn Hacer, ‘Telhisul Haber’ adlı eserinde zikretmiştir.2 Darekutni rivayet etmiştir ve bu hadis hakkında demiştir ki; “Bu hadisin isnadı zayıf, metni meçhuldür. Bu konuda sahih bir hadis yoktur.” İlim ehli bu hadisi zayıf saymakla beraber tevilini de şu şekilde yapmışlardır ki, “Ölülerinize okuyun derken ölüm esnasında okuyun demektir.” Nitekim Zehebi, ‘Siyeru Alemun Nubela’ adlı eserinde şu rivayeti Ahmed İbn Hanbel’in hocası Abdurrahman el-Mehdi’den yapmıştır ki o şöyle dedi; “Süfyan’ın öldüğü gün onun yanına ikindi namazına çıkarmak için gittim. Beni bu hal üzere bırak çık, dedi. Ben de başında namaz kıldım. Dedi ki, bana Yasin suresini oku. Çünkü denilir ki, o hastalığı hafifletir.” Ölüm bir hastalıktır. Âlimler, ölümün insana verdiği ağırlığı hafifletir, demişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir. SORU 4: Zeytinyağı ile tedavinin sünnette sahih bir delili var mıdır? CEVAP: İshak İbn Rahaveyh, Müsned’inde şu hadisi tahriç etmiştir ki; “Zeytinyağını sürünün…” 1 Ebu Davud, Cenâiz, 24; İbn Mace, Cenâiz, 4. 2 İbn Hacer, et-Telhîsu’l-Habîr, c: 2, s: 244-245. Ayrıca bkz: Mizzi, Tuhfetü’l-Eşrâf, c: 8, s: 465; İbnü’l-Kattân, Beyânü’l-Vehm ve’l-Îhâmi’l-Vâkıayn fî Kitâbi’l-Ahkâm, c: 5, s: 49). 146 EBU UBEYDE Tıp tecrübeden ibarettir. Eğer tıpta Allah’ın ve Resulü’nün ﷺ yasakladığı haram bir metot kullanılmıyor ise asıl mubahlıktır. Bu emirden yola çıkarak zeytinyağı sürünmenin tecrübe ile ve hadisin tavsiyesi ile faideli olduğu tespit edilmiştir. İslam bunu reddetmez. SORU 5: “Zemzem ne niyetle içilirse ona şifa olur.“1 Hadisinin sıhhati nedir? CEVAP: Bu hadisi Ahmed rivayet etmiştir. Aynı şekilde İbn Mace’de rivayet etmiştir. Bu hadiste zayıflık vardır. Çünkü iki muhaddisin de getirdiği rivayetlerin senedinde Abdullah İbn Müemmel vardır. Onun hadisleri zayıftır. Ahmed İbn Hanbel, onun hadisleri için “Münkir hadislerdir.” demiştir. Ebu Davud, “Hadis münkirdir.” demiştir. İbnu Adi, “Onun hadislerindeki zayıflık açıktır.” demiştir. Ukayli, zayıfları zikrettiği kitabında bu hadisi zikrettikten sonra bu hadise tabi olunmayacağını söylemiştir. Muaviye’den zikredilen Mekke’nin haberlerinde Fakihi’nin kitabında naklettiği bir rivayeti vardır. Dedi ki; “Zemzem içildiği şeye şifadır.” Hafız İbnu Hacer bu hadis için “Hasendir.” demiştir. Fakihi’nin yaptığı rivayetin senedinde Muhammed İbnu İshak vardır. İbnu Ebi Hatim onun kezzab olduğunu söylemiştir. Müslim’in Sahih’inde Ebu Zer’den rivayeti vardır. Nebi ﷺ dedi ki; “O mübarektir. Lezzetli bir yiyecektir.” Abdurrezzak sahih bir sened ile zemzem hakkında şunu riva1 Fethü’r-Rabbani, 23/247. FETVALAR 147 yet etmiştir; “Mamar, Abdullah İbnu Tavus’tan o da babasından rivayet etmiştir ki; “Zemzem lezzetli bir yiyecektir. Hastalığa şifadır.” SORU 6: “Sadaka Rabbin gazabını söndürür.”1 Hadisinin sıhhati nedir? CEVAP: Bu hadisi Tirmizi Cami’sinde İbn Hibban’da Sahih’inde rivayet etmiştir. Enes İbnu Malik’ten rivayet etmişlerdir.Bu hadis münkir2 bir hadistir. Abdullah Huzzaz vardır ki onun hadisi münkirdir. Ebu Zura böyle söylemiştir. Nesai onun için demiştir ki; o sika değildir. İbnu Adiy demiştir ki; “Bu muddarip3 hadistir. Onun ile hüccet edinmek olmaz.”Ukayli dedi ki; “Onun çok hadisine tabi olunmaz.” SORU 7: Aşure gününde 3 kere okunduğunda ölümden emin kılınacağı, sonraki Muharreme kadar sıkıntı ve belalardan emin olunacağı söylenen “Allahümme entel ebediyyulkadîm...” şeklinde başlayan Muharrem ayı duası sahih midir? CEVAP: Buna dair sahih kaynaklarda varid olan bir eser bilmiyoruz. Ancak Muharrrem ayının 10. günü olan aşure gününde oruç tutmak sahih sünnetlerden bir tanesidir. Dolayısı ile 9. ve 10. gün tu1 Mecmeu’z-Zevâid, III/110; Feyzü’l-Kadîr, IV/193. 2 Zayıf bir ravinin sika (güvenilir) ravilere muhalif olarak rivayet ettiği ve bu rivayetiyle tek kaldığı hadis. “İki zayıf raviden daha zayıf olanın diğerine muhalif olan rivayetidir” diye de tarif edilmiştir (İbn Hacer el-Askalâni, Nuhbetü’l-Fiker Şerhi, s. 55; Tecrid Sarih Tercemesi, I, 123; Suphi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları (trc. Yaşar Kandemir), s. 162-163 Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 287; Hayreddin Karaman, Hadis Usûlü, s.92. 3 Muztarıb hadisin zayıf sayılmasının sebebi, râvilerin hıfz ve zabtları hakkında ihtilâf edilmesidir. Râvilerin birinin hıfz, zabt veya hadisi aldığı kimseden uzun müddet hadis dinlemiş olmasıyla ihtilaf ortadan kalkar ve ravilerden birini diğerine tercih imkânı doğduğu için de hadis muztarıb olmaktan çıkar (Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, 157). 148 EBU UBEYDE tulan oruçtan başka bu aya dair bir şey bilmiyoruz. Nitekim Rasulullah ﷺşöyle söylemiştir; “Ramazan orucu dışında en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem’de tutulan oruçtur. Farzlar dışında en faziletli namaz da gece namazıdır.”1 Müslim ve Nesai rivayet etmiştir. SORU 8: “Müşriklerle beraber oturmayın, onlara karışmayın; kim onlarla birlikte oturur veya onlara karışırsa onlar gibidir.”2 Hadisi sahih midir? CEVAP: Hadisi muhaddislerden bazıları hasen3 saymışlardır. Nesai hadisin güçlü olmadığını belirtmiştir. İmam Buhari’de isnadın münker olduğunu söylemiştir. SORU 9: “Her hatmin sonunda icabet edilen bir dua vardır” hadisinin sıhhati nedir? CEVAP: Bu hadisi Ebu Nuaym Hilye adlı eserinde rivayet etmiştir ki bu hadisin mevzu bir hadis olduğu malumdur. Hadisin isnadında Yahya ibnu Haşim es Simsar vardır. İmam Nesai bu şahıs hakkında dedi ki; Onun hadisi terk edilir. Yahya bin Main dedi ki; Bu adam Kezzabtır. 1 Müslim, Sıyâm 202, 203. Ayrıca bk. Ebu Davud, Savm 56; Tirmizi, Mevâkît 207; Nesai, Kıyâmü’l–leyl 6. 2 Tirmizi, Siyer 42. 3 “Adâlet şartını taşımakla birlikte, zabt yönünden sahih hadis râvîlerinin derecesine ulaşamamış kimselerin muttasıl (kesintisiz) isnatla rivâyet ettikleri, şâz ve illetten uzak hadis” (İbn Hacer, Nuhbetü’l-Fiker, s. 24); “Râvîsi doğruluk ve emânetle meşhur olmakla birlikte, zabt vasfındaki kusurundan dolayı sâhih derecesine ulaşamayan hadis” (Suyuti, Tedrib, s. 89). FETVALAR 149 İbn Adiy dedi ki; Bu adam hem hadis koyar hem de onu çalardı. Kur’an hatmedildiğinde duanın iki hali vardır; Birincisi; hatmedildi diye namazda dua etmektir. Bu da sonradan çıkarılan bidatlardandır. İbadetlerde tabi olmak şeriatta asıldır. Hiç kimse Allah ve Rasulü’nün ﷺmeşru kıldığı yoldan başkası ile Allah’a Subhanehu ve Teâlâ ibadet edemez. İmam Malik dedi ki; Ben Resulullah’ın ﷺhatimden sonra dua ettiğini duymadım. Ve insanların böyle bir şey yaptıklarını duymadım. İkincisi; Hatmin sonunda dua etmektir ki bu Enes ibnu Malik’ten rivayet edilmiştir. Ama bu dua namazın dışında bir duadır. Enes’ten gelen rivayetin senedi sahihtir. SORU 10: İbn Ömer’in “ Ayakta iken, yürürken ve otururken Nebi ﷺ döneminde yerdik ve içerdik”1 hadisi için ne diyorsunuz? CEVAP: Bu hadis illetlidir. Ahmed, Tirmizi, İbn Mace ve İbn Hibban Sahih’lerinde rivayet etmişlerdir. Hepsi de su senet ile rivayet etmişlerdir; Hafs İbn Gayyas’dan o da, Ubeydullah İbn Ömer’den, O da Nafi’den ve Nafi’de İbnu Ömer’den rivayet etmiştir. Bu hadis de bakış yanı ictihad vardır. Tirmizi diyor ki bu hadisi Muhammed’e bu hadisten sordum dedi ki bana; bu hadiste ictihad vardır. İlletler kitabında söylemiştir bu sözünü. Yahya İbn Main derki; Bu hadisi ondan başkasından duymadık. Ben zannediyorum ki o vehme kapılmıştır. Âlimler ayakta iken bir şeyler içmenin hükmünde ihtilaf etmişlerdir. Denildi ki haramdır. Ancak oturmaktan bir özür nedeni ile 1 Tirmizi, Eşribe 12; Ayrıca bk. İbn Mace, Et`ime 25. 150 EBU UBEYDE men olunmuş ise o zaman caizdir. Bu da İbnul Kayyum’un tercihidir. O bu hükme varırken Sahihu Müslim deki Enes’ten rivayet edilen ‘ Nebi ﷺayakta iken bir şeyler içmekten nehyetti’1 hadisini delil almıştır. Başka bir rivayette ise şöyle geçer; Nebi ﷺayakta içmekten nehyetti.2 Denildi ki; Bu hüküm İbn Abbas’ın hadisi ile nesh olunmuştur. Dedi ki; Nebi ﷺayakta iken zemzem suyundan içti. 3 Hafız İbn Hacer, Taberi ve Hattabi bu yasaklığın ifade eden hadislerdeki mananın mekruhluk olduğunu söylemişlerdir. Doğru olan görüş mekruh olmadan her ikisinin de caiz olmasına rağmen Nebi’nin ﷺdaha fazla oturarak içmesi nedeni ile oturarak içmenin fazilet bakımından üstün olmasıdır. Allah Subhanehu ve Teâlâ en doğrusunu bilendir. SORU 11: Heladan çıktıktan sonra yapılan “Elhamdülillâhillezî ezhebe anni’l-ezâ ve âfânî”4 hadisin sıhhati hakkında ilim ehli neler söylemiştir? CEVAP: Bu hadis sabit değildir. Bunu İbn Mace İsmail İbnu Müslim’den oda Katade’den o da Malik ibnu Enes’ten rivayet etmiştir. İsmail İbnu Müslim’in zayıflığında âlimler arasında ihtilaf vardır. Aynı meselede zikredilen Ebi Zerr’den gelen hadis ise mevkufdur5 ve hakkında ihtilaf vardır bu yüzden sahih değildir. 1Enes’in radiyallahu anh rivayetine göre Resul-i Ekrem ﷺbir kimsenin ayakta su içmesini yasaklamıştır. Râvi Katâde şöyle dedi: Biz Enese, ‘ya ayakta yemek nasıldır?’ diye sorduk. Enes: Ayakta yemek daha beter (veya kötüdür), dedi. Müslim, Eşribe, 113; Ayrıca bk. Tirmizi, Eşribe, 11. 2 Müslim, Eşribe, 112, 114. 3 Buhari, Hac 76, Eşribe, 76; Müslim, Eşribe, 117-119. 4 İbn Mace, Taharet, 300; İbn Mace, el-Ezkâr, 28. 5 Sahabelerden rivayet edilen söz, fiil ve takrirler. Bu terim, fıkıh ve kıraat ilminde farklı istilahî kullanımlara sahiptir. Mevkuf hadislerde isnad Rasulullah’a ﷺ FETVALAR 151 Bu babda Aişe’den gelen sahih hadis vardır. Aişe, Nebi’nin ﷺ hela’dan çıktıktan sonra ‘ Gufraneke’ dediğini rivayet etmiştir. Tirmizi ve Buhari rivayet etmişlerdir ve sened olarak hasen senedlidir.1 Nesai de Yahya İbn Ebi Bekir yolu ile aynı hadisi rivayet etmiştir. Ebu Davud da aynı lafızlar ile rivayet etmiştir. SORU 12: Sakalın bir tutamdan fazlasını kesmek sünnettir” deniliyor bu doğru mudur? Ve de Buhari, Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi’nin rivayet ettiği “Sünnet olan on şeyden biri sakal bırakmaktır” hadisi sahih midir? CEVAP: Hadis ehlinden bu hadisin senedini taan edip kötüleyen bir muhaddis tanımıyoruz. Hadisin yolları sahihtir. Sakalı kesmeye gelince, Nebi’nin ﷺsahih sünnetinde sakal kestiğine dair tekbir rivayet gelmemiştir. Nebi ﷺsakallarını salmıştır. Her Müslümana vacip olanda sakallarını salmasıdır. SORU 13: Mütevatir hadisleri inkâr eden neden tekfir edilir? Manen mütevatir olan hadislerin inkârı da tekfiri gerekli kılar mı? Bize doyurucu tafsilatlı bir cevap verir misiniz? CEVAP: Sevgili kardeşim, Kur’an hem lafzen hem de manen mütevatirdir. Bu nedenledir ki Kur’an’ın başlangıç suresi olan Fatiha suresi lafzen mütevatirdir ve bir harf inkâr eden bütün ümmetin icması ile kafirdir. Aynı şekilde Kuran’dan manen mütevatir olan başka bir şey ise namazın 5 vakit farz olmasıdır. Bunu inkâr ulaşmaz; sahabide son bulur. (et-Tehânevî, KeşŞâf Istılahati’l-Funûn, İstanbul 1984, II,1500; Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, Ankara 1981, 175). 1 Nesai’den başka diğer Sünen sahipleri tahric etmiştir. İmam Nesai ise Amelu’l-Yevm ve’l-Leyl’de tahric etmiştir. Bkz. Zadu’l-Mead 2/387. 152 EBU UBEYDE edende nassları yalanladığı için kâfir olur. Bu yüzden manen mütevatir olan hadisleri inkâr eden birinin Kur’an’ı da inkâr etmesi gerekmektedir ki böyle sapık bir inançtan Allah’a sığınırız. İmam Berbehari, Şerhus Sunne’sinde şunları kaydetmektedir; “Bazı âlimler dediler ki bu âlimler içerisinde Ahmed bin Hanbel var; Cehmiler kafirdir ve ehli kıbleden değildir. Onların malı ve kanı helaldir. Miras alınmaz ve onlara miras verilmez. Çünkü onlar Cuma, cemaat, bayram namazı ve sadaka yoktur dediler. Dediler ki kim Kur’an mahlûktur demez ise kâfirdir. Muhammed’in ﷺümmetine kılıcı helal saydılar. Kendilerinden öncekilere muhalefet ettiler. Onlar Nebi’nin ﷺve ashabının konuşmadığı şeyler ile insanları imtihan ettiler. Onlar mescidleri ve camileri tatil etmek istediler. İslam’ı hafife aldılar ve cihadı tatil ettiler. Fırka ile amel ettiler. Peygamber’in ﷺeserlerine muhalefet ettiler. Mensuh ile konuştular ve müteşabihi delil aldılar. İnsanları dinlerinde şüphelere düşürdüler. Rableri hakkında çekiştiler. Dediler ki; Kabir azabı yoktur. Şefaat ve havuz yoktur. Cennet ve cehennem yaratılmamıştır. Nebi’nin ﷺdediği pek çok şeyi inkâr ettiler. Onların kanlarını ve tekfir edilmelerini helal görenler bu yönlerden helalliklerine hükmettiler. Çünkü her kim Kur’an’dan bir ayeti inkâr eder ise bütün Kur’an’ı inkâr etmiştir. Her kim de Nebi’den ﷺgelen sahih bir eseri red ederse Resulullah’ın ﷺsünnetini inkâr etmiş olur. Her kim bunları inkâr ederse işte o kâfirdir. Bir müddet geçti ve sultandan bu pisliklerine yardım buldular. Bu görüşlerinden başka görüşlere sahip olanlara da kılıç ve kamçıyı koydular. Sünnet ve cemaat ilmini hafife aldılar. Önceleri bidatlarını ve kelamlarını gizlerken artık meclislerde izhar etmeye başladılar. İnsanlar buna kanaat ettiler. Onlar da liderlik sevdasına düştüler. Büyük bir fitne oldu. Bu fitneden Allah’a sarılanlar kurtulabildiler.”1 Sahih bir hadisin inkârını küfür sayan âlimlerin usul de mütevatir hadisin inkarını küfür saymadıklarını söylemek tutarsızdır. Sonuçta mütevatir haber yalan söylemek de ittifak etmeyecek top1 Şerhus Sunne, Madde 64. FETVALAR 153 luluğun yine yalan söylemekte ittifak etmeyeceği bir topluluğa aktardığı haberdir. İnsanların Amerika’yı görmemesine rağmen herkesin oradan bahsediyor olması ile Amerikanın varlığı mütevatir haber olmaktadır. Sünnet de ki mütevatir haberlere iman da dinin bir zaruriyetidir. Müşriklerle bayramlaşmak İslam’da dostluk ve düşmanlık esasına bağlı olan bir meseledir. İnsanın ‘Bayramımız kutlu olsun’ gibi tevriye sözler ile Müslümanların bayramını kasdederek zayıf olduğu müşrikler arasında takiyye yapması yerine göre caizdir. Ancak hiçbir zaruret olmadan bayramlaşmak haramdır. İnsan onlara Müslüman diyerek gerçekten onların da bayramı olduğuna inanarak bayramlarını kutlarsa kâfirlere Müslüman demek ile dostluğun aslını vermesi ile kâfir olmuşlardır. Sorunuzun ‘Müşriğe Müslüman muamelesi yapmak haram mı yoksa küfür mü kapsamında değerlendirilmelidir’ bu kısmına gelince müşriklere Müslüman muamelesi yapmanın keyfiyeti meselenin hükmünü ortaya çıkaracaktır. Kâfire Müslüman demek de bir muamele çeşididir. Ona kâfir diyerek takiyye babından arkasında namaz kılıp sonra namazı iade etmek de bir muamele çeşididir. Biri küfür iken diğeri haramdır. Hatta zaruret anında haram olan caiz olur. İlim Allah katındadır. SORU 14: Abdullah bin Zübeyr’in radiyallahu anh Nebi’nin ﷺkanını içmesi üzerine, Peygamberimiz’in ﷺona cehennem ateşinin dokunmayacağını müjdelemesi1 ile kan içmenin haram oluşunu nasıl cem edebiliriz? 1 Abdulah b. Zübeyir de çocuk yaşta iken Hz. Peygamber’in ﷺhacamat kanını içmiştir. Olay şöyle gelişmiştir: Darekutni ve başka hadis kitaplarında nakledildiğine göre, Abdullah sekiz dokuz yaşlarındayken, Rasulullah ﷺkendisine hacamat ettirdiği kanınını toprağa gömmesi için bir kap içinde vermiş, Abdullah ise oradan ayrıldıktan sonra tek başına kalınca, kanı gömeceği yerde içmiştir. Geri dönüp gelince Resulullah ﷺ: “Ne yaptın?” diye sormuş, o da kinayeli konuşarak: “Onu ortadan kaldırdım.” demiştir. Hz. Peygamber ﷺdurumdan şüphelenip: “Herhalde onu içtin?” deyince Abdullah: “Evet!..” demiştir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ﷺ: “Kanı kanıma karışana ateş temas etmez.” buyurmuş ve şunları da sözlerine eklemiştir: Yazık insanlardan 154 EBU UBEYDE CEVAP: Bu hadiste alınan tek netice Abdullah ibn Zübeyr’in Allah katındaki faziletidir. Hiçbir ulema bu hadisi kan içmenin helalliğine delil saymamışlardır. Çünkü apaçık nassta rabbimiz “Size ölü eti, kan haram kılındı…”1 buyurmaktadır. Dolayısı ile bu hükmü istisna edecek başka bir nass bilmiyoruz. Ancak Abdullah radiyallahu anh niye böyle yaptı sorusu sorulursa; ihtimaldir ki bu ayetin nuzulünden öncedir. Ya da haramlığını bilerek Resulullah’a ﷺolan sevgisinden dolayı onun kanını içmesi nedeni ile Allah’ın hata etse dahi hüsnü niyetinden ötürü ona bu ikramı yapmasıdır. SORU 15: Sahih-i Müslim’deki Cabir hadisinde diyor ki; “Nebi ﷺkadınların yanına geldi ve onlara vaaz etti. Dedi ki; sadaka verin zira sizin çoğunuz cehennem odunudur. İnsanların arasından elma yanaklı bir kadın kalktı ve dedi ki...”2 Bu hadisteki elma yanaklı ziyadesinin sıhhati nedir? Çünkü bunu delil edinen bazı insanlar yüz açmanın caiz olduğunu söyleyerek yüzlerini açmaktadırlar. CEVAP: Bu rivayet Sahihu Müslim’de Abdulmelik ibn Ebi Süleyman’dan, Ata’dan ve Cabir ibnu Abdullah’tan rivayet edilerek gelmektedir. Buhari ve Müslim, İbnu Cureyh’ten, O da Ata’dan, O da Cabir ibnu Abdullah’tan rivayet etmiştir ki bu yolla gelen rivayette bu lafız bulunmamaktadır. İbnu Cureyh Abdulmelik ibnu Ebi Süleysana olacaklara, yazık senden dolayı insanlara olacaklara.” (el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âli’ye, 4:21; el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, 2708; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:554.) 1 Maide, 5/3. 2 Buhari, Iydeyn 7; Müslim, Iydeyn 4, (885); Ebu Davud, Salat 248, (1141); Nesai, Iydeyn 19, (3, 186,187). FETVALAR 155 man’dan daha güvenilir bir ravidir. İmam Ahmed rahimehullah dedi ki; Abdulmelik ibn Ebi Süleyman hadis hafızlarındandır. Ancak o bazı hadislerde İbnu Cureyh’e muhalefet etmiştir. Buralarda İbnu Cureyh bizim yanımızda daha güvenilirdir. Doğru ve öz olan söz şudur ki; güvenilir bir raviden gelen ziyade lafzın kabul edilmesi kesinlikle gereklidir iddiasının doğru olmadığıdır. Çünkü bütün muhaddisler ziyadeler ile genel olarak külli olan meselelere hüküm vermemişlerdir. Bilakis karinelere ve delillere göz atarak eğer mercuh ise o ziyadeleri hüccet olarak kabul etmişlerdir. Sonuç itibarı ile İbnu Cureyh Abdulmelik ibnu Ebi Süleyman’dan daha güvenilirdir ki; daha sika olanın rivayeti diğerinin rivayetinin önüne takdim edilir. Ve bununla hükmedilir SORU 16: Amr bin Şuayb, babasından, o da dedesinden radiyallahu anh: Allah Resulü ﷺbuyurdu: “Ne Yahudilere ve ne de Hıristiyanlara benzemeyin! Yahudilerin selâmı parmaklarla; Hıristiyanların selâmı ise avuçlarla işaret etmektir.”1 Bu hadisten ne anlamamız lazım, yolda giderken biraz uzaktan geçen bir Müslümanı gördüğümüzde bazen el kaldırarak selam vermemiz ya da onun bize el kaldırarak selam vermesi bu hadisin kapsamına girer mi? CEVAP: Sevgili kardeşim; bu ve buna benzer rivayetlerde dikkat edilmesi gereken iki nokta vardır. Birincisi; kâfirlere benzemektir. İkincisi ise bu hadislerde tavsiye edilenlerin haramlık mı yoksa kerahiyet mi olduğunun belir1 Tirmizi, Edeb, Bab 7, Hadis No: 2695. Tirmizi: Bu hadisin senedi zayıftır. İbn Mübârek, bu hadisi İbn Lehîa’dan merfu olmaksızın rivâyet etmiştir. 156 EBU UBEYDE lenmesidir. Bazı tavsiyeler ahlaki bazı sorunları ortadan kaldırmak için yapılmıştır. Örneğin; 3 kişinin olduğu bir mecliste iki kişinin ayrı bir dil ile konuşması bunlardandır. Muhtemeldir ki bu iki kişi bu 3. şahıs hakkında konuşuyor olabilirler. Bu da kalplerine vesvese ve hastalığın gelmesine oda kardeşliğin yok olmasına sebep olarak düşmanlığın hâsıl olmasını doğurur. İşte İslam fakihleri buna benzer durumlarda nasslardaki tavsiyenin haramlık mı yoksa kerihlik mi olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Allah en doğrusunu bilendir. Ancak birinci noktaya gelince kâfirlere benzemek genel bir durumdur ki haramlığında ihtilaf yoktur. Fakihlerin genelde ihtilaf ettikleri nokta muayyen şeylerin kâfirlere benzemek olup olmamasıdır. Çünkü Müslümanlar ile kâfirler birçok şeyi ortak kullanmaktadırlar. Esas olan gücümüz oranında onlarla hiçbir ortak noktamızın olmamasıdır. Ancak vakıada kâfirlerin arasında kalmış zayıf Müslümanlar dinin bu fürunu izhar etmek noktasından güçlerinin yettiği oranda mükelleftirler. O yüzden hadisin zahirine hamlederek bu tarz el ile selamlamalardan kaçınarak şahısların yanına giderek selamlaşmak gerekir. Çünkü yanına gidip selamlaşmak ve konuşmak kalpleri ülfet ettiren işlerdendir. Şeriatın her bir emrinde birçok hikmetler vardır. Bize düşen teslim olmaktır. Hadisin sıhhatine gelince bu babta zikredilen birçok sahih hadis vardır. Bunların sıhhatini ümmet kabul etmiştir genel olarak. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 17: Zilhicce ayını en hayırlı şekilde nasıl değerlendirebiliriz. Bize ilk günden, kurban bayramının son gününe kadar neler yapmamız gerektiğini açıklar mısınız? CEVAP: Hanbeli mezhebinin büyük imamlarından İbn Kudame El Hanbeli güzel eseri Mugni’de bu ayın ilk on gününün fazileti ile alakalı şunları kaydetmiştir. FETVALAR 157 Zilhiccenin ilk on günü amellerin karşılığının kat kat verildiği, o günlerde ibadetin ve zikrin bol bol yapılmasının faziletli olduğu günlerdir. Bu günlerde ibadette çok çalışmak tavsiye edilmiştir. İbn Abbas’ın yaptığı rivayette; Nebi ﷺdedi ki; Abdullah ibni Abbas radiyallahu anh şöyle dedi: “Kendisinde salih amel işlenen günlerin Allah’a en sevimlisi bu günler yani (Zilhicce’nin ilk) on günüdür.” Sahabeler: −Ya Rasulallah! Allah’ın yolunda yapılan cihad da mı (o günler kadar sevimli) değildir? Diye sordular. Rasulullah ﷺşöyle buyurdu: −“Evet, Allah’ın yolunda yapılan cihad da! Ancak canı ve malı ile cihada çıkıp da onlardan hiçbir şeyi geri döndürmeyen (yani şehid olan) hariçtir.”1 Buhari bunu Namaz kitabında teşrik günlerinin fazileti babında zikretmiştir. Sahihul Buhari, 2/34-35; On günlük orucun fazileti babında Ebu Davud da rivayet etmiştir. Ebu Davud 1/568; Tirmizi Oruç kitabında on günün fazileti babında zikretmiştirler. Süneni İbn Mace süneninde rivayet etmiştir. Süneni İbn Mace 1/550. Bu hadis hasen sahih bir hadistir. Yine Ebu Hureyre’den gelen rivayette; Nebi ﷺdedi ki; “ Zilhiccenin on gününde Allah’a Subhanehu ve Teâlâ yapılan ibadetten daha sevimli olan ibadet yoktur. O günlerdeki her bir gün oruç bir senelik oruca bedeldir. O gece yapılacak her bir gece kıyamı kadir gecesindeki kıyama denktir.”2 1 Ebu Davud, 2438; Buhari, 928; Tirmizi, 754; İbn Mace, 1727; Tergib ve Terhib, 3/20; Beyhaki, Taberani, Bezzar, Ebu Ya’la, İbni Hibban. 2 Tirmizi, Savm, 52; İbn Mace, Sıyam, 39. Bu hadis garip bir hadistir. 158 EBU UBEYDE Ebu Davud ve İbn Mace’nin Nebi’nin ﷺbazı eşlerinden tahriç ettiği rivayette dediler ki; “ Nebi ﷺAşure günü orucunu ve Zilhiccenin on günü orucunu tutardı.” Ebu Davud bunu oruç Kitabının on günlük oruç bölümünde nakletmiştir.1 SORU 18: Miraç ile ilgili bilgi verebilir misiniz? Miraç soyut olarak mı yoksa somut olarak mı gerçekleşti? Ve namazın 50 vakitten 5 vakit’e inmesi, Musa aleyhisselam ile Rasulullah ﷺarasında geçen diyalog hakkında da bilgi verirseniz sevinirim. CEVAP: Buhari, Sahih’in 8. Kitabı olan Salat’a, “İsrada namaz nasıl farz kılındı?” bab başlığıyla başlamakta ve ilk olarak Enes b. Malik’in şu uzun hadisini kaydetmektedir: Enes b. Malik Ebu Zer’in şöyle dediğini anlatmaktadır: Rasulullah ﷺşöyle dedi: “Ben Mekke’deyken evimin tavanı yarıldı,2 Cibrîl beni alıp götürdü, göğsümü yardı,3 sonra kalbimi çıkarıp onu zemzem suyu ile yıkadı. Sonra, içi hikmetle ve imanla dolu, altından bir leğen getirdi ve içindekini göğsüme boşalttı.4 Sonra göğsümü kapattı, ardından elimden tuttu ve beni dünya semasına yükseltti (urûc ettirdi). Cibrîl, göğün bekçisine “kapıyı aç” dedi. (İçerdeki), “kimsin?” dedi, “Cibrîl’im” dedi. İçerdeki, “yanında başka kimse var mı?” diye sordu, “Evet, yanımda Muhammed ﷺvar” dedi. İçerdeki: “ona (davet ya da risalet) gönderildi mi?” dedi. Cibrîl ‘evet’ dedi. 1 Ebu Davud, 1/568; İbn Mace, 1/551; Ahmed, 5/271. 2 Sahihu’l Buhari C.3 s.1217 hadis no: 3164; Sahihu’l Müslim C.1 s.102, Hadis No: 433; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.35, s.70, Hadis No:21135; Müsned, Ebu Ya’lâ c.6 s.295 Hadis No: 3614, Hadis No:3616; Ahbâru Mekke, Fâkihî C.3 s.135, Hadis No: 1015. 3 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410 Hadis No: 3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.374, Hadis No:17835, Hadis No:17869; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.300; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr c.11, Hadis No: 886. 4 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.375 Hadis No:17835; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.13; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr c.11, Hadis No: 8866. FETVALAR 159 Kapı açılınca dünya semasının üstüne çıktık. Bir de ne göreyim: Bir adam oturmuş, sağ tarafında bir takım karaltılar, sol tarafında da diğer karaltılar var. Sağına baktığında gülüyor, soluna baktığında ağlıyor. O zat “hoş geldin salih Nebî, salih oğul” dedi. Ben Cibrîl’e, “bu kim?” dedim. Cibrîl, bu Âdemdir. Bu sağındaki ve solundaki karaltılar, oğullarının canlarıdır. Sağındakiler, cennet ehli, solundaki siyahlar ise cehennem ehlidir. Sağına bakınca güler, soluna bakınca ağlar dedi.1 Derken Cebrail beni ikinci semaya yükseltti. Bekçiye ‘kapıyı aç’ dedi. Oranın bekçisi, birinci semanın bekçisinin sorduklarını sorduktan sonra kapıyı açtı. Enes dedi ki, Ebu Zer, Rasulullah’ın ﷺgöklerde Âdem, İdris, Musa, İsa ve İbrahim’i a.s. bulduğunu söyledi fakat her birinin yerlerinin neresi olduğunu söylemedi, sadece Âdem’i dünya semasında bulduğunu, İbrahim’i altıncı kat semada bulmuş olduğunu söyledi. Enes der ki, Cibrîl Nebi’yi ﷺİdris’e götürdüğünde, İdris, ‘hoş geldin ey salih Nebî, salih kardeş’ dedi. Nebî, ‘bu kim?’ diye sordum dedi. Cibrîl: ‘bu İdris’tir’ dedi. Sonra Musa’ya uğradım, o da ‘hoş geldin ey salih Nebî, salih kardeş’ dedi. ‘Bu kim?’ diye sordum, ‘bu Musâ’dır’ dedi. Sonra İsa’ya uğradım. O da ‘hoş geldin ey salih Nebî, salih kardeş’ dedi. ‘Bu kim?’ dedim. Cibrîl ‘İsa’dır’ dedi. Sonra İbrâhim’e uğradım, ‘hoş geldin ey salih Nebî, salih oğlum’ dedi. ‘Bu kim?’ dedim, İbrahim’dir dedi. 1 Sünen, Tirmizi, c.5, s.453 Hadis No:3368; Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.376, Hadis No:17835, Hadis No:17869; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.278, Hadis No:2776; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.265, Hadis No:2764; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.267, Hadis No:2766; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.18, s.38; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.18; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.301; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.4, Hadis No: 2008; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6, s491; Müstedrek, Hâkîm c.1, s.132, Hadis No:214; Es Sunenu’l Kubrâ, Beyhaki c.10, s.147 hadis no: 20307; Müsnedu’ş Şâmiyyîn, Taberani, c.1, s.194, Hadis No:341. 160 EBU UBEYDE Peygamber devam etti: Sonra Cebraîl beni yukarıya götüre götüre nihayet kalemlerin cızırtılarını duyacak kadar yüksek bir yere çıktım. O zaman Allah, ümmetime elli vakit namazı farz kıldı. Bunu yüklenerek döndüm. Derken Musâ’ya rast geldim. Musâ, ‘Allah, ümmetine neyi farz kıldı?’ diye sordu. Elli (vakit) namaz farz kıldı dedim. ‘Rabbine dön, zira ümmetin buna takat getiremez’ dedi. Allah’a müracaat ettim, bir miktarını indirdi. Ben de Musâ’nın yanına dönüp, şatrını indirdi dedim. O yine, Rabbine müracaat et, zira ümmetin takat getiremez dedi. Bir daha müracaat ettim. Birazını indirdi. Musâ’nın yanına döndüm, o yine ‘Rabbine dön, zira ümmetin buna takat getiremez’ dedi. Bir daha müracaat ettim Allah: ‘Onlar beştir, yine onlar ellidir. Benim nezdimde hüküm değiştirilmez’ buyurdu. Musâ’nın yanına döndüm, o yine ‘Rabbine dön’ dedi. Ben de ‘Artık Rabbimden utanır oldum’ dedim. Sonra Cebraîl ta Sidretül Münteha’ya birlikte varıncaya kadar beni götürdü. Sidreyi öyle acayip renkler kaplamıştı ki, onlar nedir, bilemem. Cennete girdirildim ki içinde inciler vardı. Toprağı da misk idi.” İkinci hadis, Buhari’nin Menakıbu’l-Ensar kitabının 42/Mirac babından yine uzun bir rivayettir. Hadisin ravisi yine Enes b. Malik’tir ve bu kez Malik bin Sa’sa’dan rivayet etmektedir.Bu hadisin tamamını değil, sadece, öncekinden farklılık arz eden kısımlarını öne çıkartacağız. Bu hadiste Nebî (sav), (seyahat ettirilmedin önce) kendi evimde değil de, Hatim’de ya da Hicr’da yatıyorken ‘birisi’ gelip göğsümü yardı demektedir. Enes de eliyle işaret ederek, güya boğaz çukurundan kıl bittiği yere kadar (yani ön mahallin) yarıldığını anlatmaktadır. Sonra kalbi çıkarılmış; içi imanla dolu bir altın tas getirilmiş ve kalbi onunla yıkanmış. Kalbin içine (iman) doldurulmuş ve yerine iade edilmiş. Ardından, katırdan küçük eşekten büyük, Burak adı verilen beyaz bir binit (dâbbe) getirilmiş. Enes, o binitin, adımını gözünün erişebildiği en uzak yere attığını söylemektedir. Peygamber binitin üzerine bindirilmiş ve Cebrail onu alıp götürmüş. Yukarıdaki hadiste anlatıldığı veçhile, dünya semasında Adem’le buluşmuş. Cebrail, “Bu, baban Âdem’dir, ona selam ver” demiş, o da selam vermiştir. Âdem sela- FETVALAR 161 ma karşılık vererek, ‘merhaba ey salih oğul, salih Nebî’ demiştir. Sonra Cebrail’le çıkmaya devam etmişler. İkinci semada Yahya ve İsa ile buluşmuş ve selamlaşmışlar. Üçüncü kat semada Yusuf’la; dördüncü semada İdris’le;1 beşinci semada Harun’la altıncı semada Musâ ile buluşmuş ve aynı selamlaşma faslı aynı kalıp cümlelerle yinelenmiştir. Fakat orada ilginç bir şey olur; Muhammed (a.s) geçtikten sonra Musa ağlamaya başlar. ‘Neden ağlıyorsun?’ diye sorulduğunda şu cevabı verir: “Benden sonra genç bir insan Peygamber gönderildi; onun ümmetinden cennete girenlerin sayısı, benim ümmetimden cennete girenlerin sayısından daha çoktur. Onun için ağlıyorum.”2 Yolculuk devam eder ve yedinci semada İbrahim’le karşılaşır. Bundan sonra Peygamber ﷺönünde Sidretül Müntehâ sahası açılır. Sidre’nin yemişleri Yemen’in Hecer (kasabası) testileri gibi, yaprakları da filkulağı gibidir. Cibrîl, “işte bu Sidretül Müntehâ’dır”3 diye tanıtır. Sidre (ağa1 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410 Hadis No:3674; Sahîh, Müslim, c.1, s.99 Hadis No:429; Müsned, Ahmed b. Hanbel c.29, s.376 Hadis No:17835; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.19, s.486 Hadis No:12505; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.265 Hadis No:2765; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.270 Hadis No:2768; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.1, s.347; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.14; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.303; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No: 8867; Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6, s.492. el Mu’cemu’l Kebîr, Taberani c.19, s.270, Hadis No: 16269; Sahîh, İbnu Hibbân, c.1, s.236, Hadis No:48; Müsned, Ebu Ya’lâ, c.6, s.216, Hadis No:3499; Müsnedu’l Hâris, Heytemî, c.1, s.170, Hadis No:27; Musannef, İbnu Ebî Şeybe, c.7, s.333; es Sunenu’s Sağîr, Beyhaki, c.1, s.214, Hadis No:192. 2 Sahihu’l Buharî, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.374, Hadis No:17835; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.3, s.208, Hadis No: 17869; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.15; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.304; Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6, s.493. 3 Sahîh, Buhari, c.1, s.135, Hadis No:342; Sahîh, Buhari, c.3, s.1173, Hadis No:3035, s.1410, Hadis No:3674; Sahîh, Buhari, c.6, s.2730, Hadis No:7079; Sahîh, Müslim, c.1, s.102, Hadis No:433, s.109, Hadis No:449; Sahîh, İbnu Hibban, c.1, s.236, Hadis No:48, s.242, Hadis No:50; Sahîh, İbnu Hibban, c.16, s.419, Hadis No:7406, s.431, Hadis No:7415; Sahîh, İbnu Huzeyme, c.1, s.153, Hadis No:301; Sahihu Kunûzi’s Sünneti’n Nebeviyyeti, c.1, s.201, Ba- 162 EBU UBEYDE cı) altından dört nehir akmaktadır; nehirlerin ikisi bâtın, ikisi de zahirdir Peygamber ﷺ, ‘Ey Cibrîl, bunlar nedir?’ diye sorar. Şu cevabı alır: “Bâtın nehirler cennetteki iki nehirdir. Zahir nehirlerin biri Nil, diğeri de Fırat’tır.”1 Bundan sonra Peygamber ﷺiçin Beytü’l-Ma’mur yükseltilir.2 Peygamber’e ﷺ, birinde şarap, birinde süt, diğerinde bal olan üç bu’l İsra ve’l mi’râc, Hadis No:1,2; Sünen, Tirmizi, c.5, s.393, Hadis No:3276, s.449 Hadis No:3360; Sünen, Darekutni, s.449, Hadis No:2917; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.6, s.410, Hadis No:3862; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.6, s.411, Hadis No:3864; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.7, s.112, Hadis No:4011; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.19, s.487, Hadis No:12505; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.20, s.107,Hadis No:12673; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.371, Hadis No:17833, s.374, Hadis No:17834, s.377, Hadis No:17835, s.380, Hadis No:17836; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.35, s.213, Hadis No:21288; 27Müsned, Ebu Ya’lâ, c.5, s.460, Hadis No:3185; Müsned, Ebu Ya’lâ, c.6, s.169, Hadis No:3450, s.216, Hadis No:3499; Müsned, Ebu Ya’lâ, c.9, s.243, Hadis No:5360; Müsned, Şâmiyyîn, c.1, s.194, Hadis No:341; Müsned, Şâmiyyîn, c.4, s.10, Hadis No:2579; Musannef, İbnu Ebî Şeybe, c.6, s.315, Hadis No:31717; Musannef, İbnu Ebî Şeybe, c.7, s.29, Hadis No:33962, s.333, Hadis No:36570, s.333, Hadis No:36570. 1 Sahihu’l Buhari c.3, s1410 hadis no: 3674; Sahîh, Müslim c.1, s103 hadis no: 434; Sünen, Darekutni c.1, s25 hadis no: 29; Müsned, Ahmed b. Hanbel c.20, s107 hadis no: 12673; Müsned, Ahmed b. Hanbel c.29, s374 hadis no: 17834, s378 hadis no: 17835; Tezhîbu’l Âsâr, Taberânîc.6, s265 hadis no: 2765, s265 hadis no: 2764; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî c.13, s140; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî c.38, s15; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî c.41, s305; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr c.10, hadis no: 8047; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr c.11, Hadis No:8866. Şerhu’s Sünne, Bağavî c.6, s494; el Mu’cemu’l Kebîr, Taberani c.19, s.270 hadis no: 16269; Sahîh, İbnu Hibbân c.1, s.236 hadis no: 48; Sahîh, İbnu Hibbân c.16, s.431 hadis no: 7415; Sahîh, İbnu Huzeyme c1. s.153 hadis no 301; Müsned, Ebu Ya’lâ c.6, s.216 hadis no: 3499; Müsnedu’ş Şâmiyyîn, Taberani c2 s106 hadis no 1000; es Sunenu’s Sağîr, Beyhaki c.1, s.214 Hadis No:192. 2 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Sahîh, Müslim, c.1, s.103, Hadis No:434; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.378, Hadis No:17835, s.380, Hadis No:17836; Tezhîbu’l Âsâr, Taberani, c.6, s.265, Hadis No:2764; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.31, s.189; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.15; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.306; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.2, Hadis No:816; el Mu’cemu’l Kebîr, Taberani, c.19, s.270, Hadis No:16269. Sahîh, İbnu Huzeyme, c.1, s.153, Hadis No:301; Müsnedu’l Hâris, Heytemî c.1, s.461, Hadis No:388; es Sunenu’s Sağîr, Beyhaki, c.1, s.214, Hadis No:19. FETVALAR 163 kâse sunulur. O, süt dolu kâseyi alır.1 Cebrail şöyle der: “o fıtrattır, sen ve ümmetin o fıtrat üzeresiniz.” Bundan sonra Peygamber’e ﷺher gün için elli vakit namaz farz kılınır.2 (Sümmefuridataleyye es-salavâtu’l-hamsînesalâtenkulle yevmin). Dönüşte Musâ’ya uğrar. Musâ, Muhammed’i ﷺ ikaz ederken şöyle der: “Ümmetin günde elli vakit namaza güç yetiremez. Allah’a yemin olsun ki; ben senden önce insanları tecrübe ettim ve İsrailoğulları’yla, senin mücadelenden daha fazla mücadele ettim. Dolayısıyla sen şimdi Rabbine dön ve O’ndan, ümmetin için hafifletmesini iste.” Rabbine her dönüşünde on vakit azaltılır. (fe-vada’aannîaşran). En sonda beş vakit kaldığında Musa, ilk itirazının aynısını bir daha tekrarlar. (Sanki niyeti, namazı sıfırlamakmış gibi…) Fakat Muhammed ﷺder ki, “Rabbimden istedim ve artık hayâ eder oldum. Artık buna razı ve teslim olacağım.”3 Peygamber ﷺMusâ’nın yanından geçtikten sonra bir münadî arkasından şöyle seslenir: “Farz kıldığımı tasdik eyledim, kullarımdan (fazlasını) hafiflettim.”4 Eğer miraç ruh ile gerçekleşse idi o zaman mucize olmazdı. Çünkü malumdur ki insan uykuda iken de ruhunun bütün dünyayı gezdiğini zannetmektedir. O zaman miracın rüyadan farkı ol1 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.378, Hadis No:17835; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.306; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Sahîh, İbnu Hibbân, c.1, s.236, Hadis No:48; Şerhu’s Sünne, Bağavî c.6, s.494. 2 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Sahihu’l Buhari, c.6, s.2730, Hadis No:7079; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.378, Hadis No:17835; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s.16; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.41, s.306; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8867; Sahîh, İbnu Hibbân, c.1, s.236, Hadis No:48; Şerhu’s Sünne, Bağavî c.6, s.494. 3 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Müsned, Ahmed b. Hanbel, c.29, s.379, Hadis No:17835; Câmiu’l Ehâdîs, Suyûtî, c.38, s16; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6, s.494; Sahîh, İbnu Hibbân, c.1, s.236, Hadis No:48. 4 Sahihu’l Buhari, c.3, s.1410, Hadis No:3674; Câmiu’l Usûl min Ehâdîsi’r Resûl, İbnu’l Esîr, c.11, Hadis No:8866; Şerhu’s Sünne, Bağavî, c.6, s.495. 164 EBU UBEYDE mazdı. Miraç uyanıkken gerçekleşmiştir. Ruhu ve bedeni ile Nebi ﷺyolculuk yapmıştır. Rivayetlerdeki lafızların faklılığı bu meseleyi batıl kılmaz. Rivayetlerin farklılığı insanlardan bazılarının rivayet ederken unuttukları şeyler olduğunu ortaya koyar. Ancak şu her akıl sahibinin bildiği bir şeydir ki bu olay gerçekleşmiştir. O olayın anlatımındaki bazı farklılıklar o olayı batıl kılmaz. Bu haber mütevatirdir. Asla ve asla yalan değildir. Bu haberi yalan sayanların Kur’an’ı da yalan saymaları gerekir. Haşa. Allah adına yemin ederim ki sünnet inkârcıları sözlerinin arkasındaki kâfirler olsalar Kur’an’ı da kabul etmemeleri gerekir ki; Kur’an’daki her ayet iki sahabenin şahitliğinde yazılmıştır. İki sahabe her ayete dair iki tane yazıt getirmiştir. Ancak Tevbe Suresi son ayet müstesnadır. Onu bir kitabe ve bir sahabenin ben bu ayeti hıfz ettim demeleri ile Kur’an’a eklemişlerdir. Burdan yola çıkan Edip Yüksel gibi zındıklar Kur’an’ın 19 mucizesine göre -ki bu onların uydurduğu bir şeydir- bu ayetin fazla olduğunu söylemektedirler. Rivayet kabul etmediğini söyleyen insanların rivayet ile gelen Kur’an’ı kabul ettiklerini söylemelerinden daha büyük hangi çelişki vardır. Allah’a hamdolsun Kur’an’da ve Kur’an içeriği olan sünnet de bozulmadan asrımıza kadar ulaşmıştır. Her kim bunu inkâr eden ise Allah’a ve Rasulü’ne ﷺküfreden bidatçı bir kafirdir. Namaz kılarken Ebu Hanife’nin mezhebi olduğuna dair yapılan rivayetleri kabul edip ona göre amel eden insanlar nasıl olurda Resulullah’tan ﷺrivayet edilen ve rivayetlerinin her birinin senedinin Allah’tan korkan, ömrünü ilme ve Allah’a ibadete veren insanlar tarafından incelendiği rivayetleri kabul etmezler? Kur’an’ı Kerim iki denizin birbirine karışmayacağını haber vermiştir. Hiçbir akıl sahibi diyemez ki o iki deniz birbirine karışır. Kur’an lafızları ile beraber içindeki muhtevası ile korunmuştur. Dolayısı ile anlaşmazlık anında Allah’a ve Rasulü’ne ﷺbizi gönderen Allah Subhanehu ve Teâlâ bizi gönderdiği merci olan Resulü’nü ﷺ yani onun Sünneti’ni de Kitab’ı ile beraber korumayı vaad etmiştir. FETVALAR 165 Peygamberi ﷺiçinde ne yazdığını bilmeyen mektubu taşıyan bir postacı gibi görenler Allah’a ve Rasulü’ne ﷺküfreden kâfirlerdir. Nebi ﷺKur’an’ın şerhini yapmıştır. Aynı insanlar zekât verirken hangi maldan nasıl ve ne kadar vereceklerini sünnetsiz belirleyemezler. Çünkü Kur’an bunun izahını sünnete bırakmıştır. Musa aleyhisselam ile konuşup namaz vakitlerinin azaltma meselesine gelince; bu ne şeriata terstir ne de akla. Buna Allah ile pazarlık mı yapılır diye karşılık veren insanlara denilir ki sizler apaçık ayetlerde biliyorsunuz ki Levhi Mahfuz’da her şey yazılı bir şekilde bulunmaktadır. Eğer her şey yazıldı ve değişmeyecek ise o zaman Allah’a dua etmenin mantığı nedir. Sizin mantığınız ile gidilirse Allah Subhanehu ve Teâlâ dua ile yazdığını mı değiştirecektir. O zaman dua da Allah’ın yazdığı şey ile pazarlık olması gerekmez mi? Vallahi bu kötü söz bizim değil Allah’tan korkmayan bu kâfirlerin sözüdür. Allah’a ve Rasulü’ne ﷺ, Rasulü’nün bize getirdiği Kitab’a ve o Kitab’a dair yaptığı açıklama olan sünnete iman ettik. Allah bizi Müslüman öldürsün. SORU 19: Mescitlerde satış yapmanın hükmü nedir? Bazı insanlar mescitte satış yapmalarının sebebi olarak mescide yardım ve oranın devamlılığı için yaptıklarını söylemektedirler bu söylem onların amellerini meşru kılar mı? CEVAP: Hanbeli mezhebi dışındaki diğer 3 mezhep mescitte alış veriş yapmanın tahrimen mekruh olduğunu söylemek ile beraber satışın geçerli olduğunu ve batıl olmadığını söylemişlerdir. Ancak Hanbeli mezhebi ise hadislerin zahirine hamlederek satışın haram olması ile beraber geçersiz olduğunu da söylemişlerdir. Bu konuda sünenlerde şu hadis sabit olmuştur; 166 EBU UBEYDE Ebu Hureyre radiyallahu anh şöyle dedi: Rasulullah ﷺ: “Mescitte bir kimseyi bir şey satarken yahut satın alırken gördüğünüz zaman, Allah ticaretine kar vermesin deyiniz. Ve mescitte yitiğini ilan eden bir kimse gördüğünüz zaman, ona da Allah yitiğini sana geri çevirmesin deyiniz buyurdu.”1 SORU 20: Hocam ilim ehli olarak sizden yardımcı olmanızı istediğimiz bir kaç konu var. İlk olarak Buhari ve Müslim konusunda icmayı nasıl değerlendirmeliyiz? Ve Sahihayn’da zayıf hadis var deyip hadisleri tenkit eden alimleri görüşleri muteber midir? Şöyle bir iddia var. Sahihayn Üzerinde İcmâ Olmadığına Misaller: 1- Ebu Cafer Mahmud b. Amr el-Ukaylî anlatıyor: “el-Buhari esSahîh adlı kitabını telif edince bunu Ahmed b. Hanbel (241/855), Yahya b. Maîn (233/847), Ali b. el-Medînî (234/848) ve başkalarına sundu. Onlar kitabı güzel gördüler ve dört hadis hariç gerisinin sahih olduğunu belirttiler...”2 2- MüsIim’in Ebu Hureyre’den naklettiği, türbe hadisi diye meşhur rivayette şöyle geçer: “Allah toprağı cumartesi günü yarattı. Toprakta dağları pazar, ağaçları pazartesi, sevilmeyen şeyleri salı, nuru çarşamba günü yaratmış, hayvanları toprak üzerinde perşembe günü yaymış, Hz. Âdem’i cuma günü ikindiden sonra, mahlûkatın sonunda, cuma saatlerinin nihayetinde, ikindi ile gece arasında yaratmıştır.”3 Bu rivayet Kurâna muhalif bulunarak tenkit edilmiştir. Çünkü ayette “Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı...”4 Rivayeti tenkit edenlerin başında el-Buhari (256/870) gelmektedir. Bunun esasında Kabul-Ahbâr’ın sözü olduğunu, mer1 Tirmizi (1337) Nesai (176-Amelil-Yevm) Darimi (1/326) İbnul-Carud (562) İbni Huzeyme (1305) İbni Hibban (1650) Hakim (2/56) Beyhaki (2/447). 2 İbn Hacer, Hedyu’s-Sârii, s.7. 3 Müslim, Sıfatu’l-Münafıkin 1, -27-; Müsned, 2/327. 4 A’raf, 7/54. FETVALAR 167 fu olarak rivayetinin hata olduğunu belirtmektedir.1 Yahya b. Maîn de (233/847) böyle söylemektedir. el-Beyhaki de (458/1066) rivayetin tenkit edildiğine dikkat çekerek “bazı hadisçiler bu hadisin mahfuz olmadığını, çünkü tefsircilerle tarihçilerin kabul ettikleri hususlara aykırılık taşıdığını iddia etmişlerdir” demektedir. 3- et-Tahâvî (321/933) Müslim’in de rivayet ettiği Kays b. Sad 1 Allâme Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 3/448’de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Zerkeşî (ö. 794/1392): ‘Bu hadisi, Müslim rivayet etmiştir. Fakat bu ha­dis, Müslim’in rivayet ettiği garib hadislerdendir. İbnü’l-Medînî, Buhari ile daha birçok hadisi hafızı, bu hadis hakkında (bazı şeyler) söyleyip bunun, Ka’bu’l-Ahbâr’ın sözü olduğunu ve Ebu Hureyre’nin de, bunu ancak Ka’bu’l-Ahbâr’dan işittiğini belirtmişlerdir. Fakat bazı raviler, bu konuda işin içerisinden çıkamadıkları için bu hadisi merfu’ kabul etmişlerdir’ dedi. Beyhaki (ö. 458/1066)’de, el-Esmâ’ ve’s-Sıfât, s. 383, 384’de bu hadisle ilgili meseleyi irdelemiştir. İbn Kesîr (ö. 774/1372)’de, “Tefsiru’l Kur’ani’l-Azîm” adlı tefsirinde bunu zikretmiştir. Bazı kimseler: ‘Bu hadisin metninde, şiddetli bir gariblik var’ dediler. Hadisin içerisinde, “Gökleri yaratma” ifadesi ile Yeri ve içindekileri, yedi günde yaratma” ifadesinin olma­ması bundan dolayıdır. Bu, Kur’an’ın aksini ifade eden bir durumdur. Çünkü yeryüzü dört günde, gökler ise iki günde yaratılmıştır.” Hafız İbn Kesîr’de, Tefsîru’1-Kur’ani’l-Azîm, 1/220’deki A’raf: 7/54, 3/ 457’deki Secde: 32/4, 4/94’deki Fussilet: 41/9-12 ile ilgili ayetlerde özetle şöyle demektedir: “Ebu Hureyre’nin naklettiği hadise gelince, . Bu hadisi; Müslim ile Nesai, İbn Cüreyc yolundan rivayet etmiştir. Bu hadis, “Sahîh”te geçen garib hadislerdendir. Çünkü bu hadisin içerisinde ‘yedi gün’ü belirten ifadeden dolayı bir yanlışlık yer almaktadır. Çünkü yüce Allah, Kur’an’da; “altı günde” ifadesini buyurmuştur. İşte bundan dolayıdır ki, Buhari ile birçok hadisi hafızı kimse, bu hadis hakkında bazı şeyler söylemişler ve bu hadisi, merfu değil de, Ebu Hureyre yoluyla Ka’bu’l-Ahbâr’dan geldiğini kaydetmişlerdir. Buhari (ö. 256/870), et-Târîhu’1-Kebîr, 1/413’de bu hadisi illetli kabul edip daha sonra da: ‘Bazıları, bu hadisi, Ebu Hureyre yoluyla Ka’bu’l-Ahbâr›’dan rivayet etmiş olup en doğrusu da budur’ demiştir. Şeyh Abdurrahman b. Yahya el-Yemânî (rh.a), el-Envâru’1-Kâşife, s.188-193’de bu hadis hakkında ve Ebu Hureyre›nin bu rivayetinin mahiyeti hususunda uzunca sözler söylemiştir. Konuyla ilgili daha geniş bilgi için oraya bakabilirsiniz. Bu hadisin içerisinde bir çelişki var. O da; «yerin, Cumartesi günü yaratıl­ması» meselesidir. Hafız Abdulkâdir el-Kureşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, 2/429’da bu meseleye değinmiş, ayrıca Müslim’in Sahîh’ine yönelik bazı eleştirilere yer vermiş ve bu eleştirilerden birisinin ise bu hadis olduğunu belirtip daha sonra da şöyle der: «(Bazı) insanlar, hadisin içerisinde yer alan yerin yaratılması meselesinin, Cumartesi günü değil de Pazar günü gerçekleştiğinde ittifak etmişlerdir. 168 EBU UBEYDE > Amr b. Dînâr > İbn Abbas tarikiyle gelen Rasulullah ﷺbir yemin ve bir şahitle hüküm verdi hadisi1 hakkında şöyle der: “İbn Abbas’ın hadisine gelince munkerdir. Çünkü Kays b. Sadm, Amr b. Dinardan bir şey rivayet ettiğini bilmiyoruz. Onunla böyle bir konuda nasıl İhticac ediyorlar ki?” 4- es-Sahihayn hadisi olan sihir rivayetini2 kabul etmeyen el-Cessâs (370/981) bu tür rivayetleri nakledenlerin kıssacılar ve cahil hadisçiler, bu haberleri uyduranların da kâfirler olduğunu söyler. Onların, bu rivayetleri boş işlerle uğraşan ahmaklarla alay etmek ve Peygamberlerin mucizelerini inkâra sevk etmek için uydurduklarını belirtir. 5- İbrahim aleyhisselam kıyamet günü babası Azer’le yüzü kapkara ve toz toprak içinde olduğu halde karşılaşınca, “Ya Rabbi! İnsanlar bas olunurken beni rüsvay etmeyeceğini vaad etmiştin. Oysa Allah’ın rahmetinden çok uzakta olan babamın bu halinden daha kötü rüsvaylık mı olur”3 şeklindeki el-Buhari hadisini el-İsmâîlî (371/982) tenkit eder: “Bu hadisin sıhhatine şu yönüyle zarar veren bir durum vardır: İbrahim aleyhisselam Allah’ın vaadinden dönmeyeceğini bilir. Rabbi kendisini kıyamet günü rüsvay etmeyeceğini vaad ettiğini haber vermesine ve de vaadinden dönmeyeceğini kendisine bildirmiş olmasına rağmen, nasıl oluyor da babasının başına geleni kendisi için utanç vesilesi sayıyor?” 6- Yukarda temas edildiği üzere, İbn Hazm (456/1064) çalgı ve eğlencenin haramlığı4, haram şeylerde şifa olmadığı, Hz. Aişe’nin veda haccı yılında hacdan önce umre yaptığı gibi es-Sahihayn’da geçen bir kaç hadisi tenkit etmiştir.5 1 Müslim, Akdiye; Ebu Davud, Akdiye, 21; Tirmizi, Ahkâm, 13. 2 Buhari, Tıbb, 47, 49, 50; Cizye, 14, Edeb, 56; Bed’ul-Halk, 11; Müslim, Selâm, 43, İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 10, 185. 3 Buhari, Ahadis-i enbiya aleyhumu`s-salatu ves-selam bahsi, Hadis No:1375 4 İbn Hazm el-Endülüsî, Risâletun fi’l-Ğinâin Mülehhî e-Mübâhun huve em-Mahzûrun. Tahkik; Dr, İhsan Abbas, 2. Baskı. Beyrut, 1987. 5 Buhari, Cihâd, 125, Umre, 6; Müslim, Hac, 135, 136; Ahmed İbn Hanbel, III, 309, 394; Tirmizi, Hac, 91. FETVALAR 169 7- Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçer: “Kıyamet günü bazı Müslümanlar dağlar kadar günahlarla gelecekler ancak Allah onların bu günahlarını affedecek ve -benim zannıma göreYahudilerle Hıristiyanlar üzerine yükleyecek.1 “Müslim hadisin ardından benim zannıma göre ifadesinin hangi raviden geldiğinin bilinmediğini aktarır. Rivayeti değerlendiren el-Beyhaki (458/1066), Müslim kitabında onunla istişhad etse bile diyerek hadisi ravisi Ebu Talha er-Râsibî açısından tenkit ettikten sonra, hadisin “Kimse kimsenin günahını yüklenmez”2 ayetine muhalif olduğunu söyler ve tevili için uğraşmanın anlamı olmadığını ifade eder. 8- Tevbe suresi 80. ayette şöyle buyrulmaktadır: “Onlar için ister af dile, ister dileme, onlar için 70 defa da af dilesen Allah onları asla affetmeyecektir.”3 el-Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği hadise göre, münafıkların lideri Abdullah b. Ubeyy öldüğünde oğlu gelerek Rasulullah’tan ﷺbabasının cenaze namazını kıldırmasını istemiş, o da bunu kabul etmiştir. Cenaze namazına duracağı zaman Hz. Ömer yakasından tutarak “Ya Rasulullah Allah sizi bundan men ettiği halde nasıl namazını kılarsınız” demiş, Hz. Peygamber de ﷺona şu cevabı vermiştir: “Allah beni muhayyer bırakmış ve onlar için ister af dile, ister dileme demiştir. Ayrıca onlar için 70 defa da af dilesen Allah onları asla affetmeyecektir buyurmuştur. Ben de 70den fazla af dileyeceğim.”4 Hz. Peygamber ﷺnamazını kılar ve Allah Teâlâ da şu ayeti indirir: “Onlardan ölen bir kimsenin üzerine asla namaz kılma. Kabrinin başına da dikilme.”5 Rivayeti değerlendiren el-Gazali’ye göre (ö. 505/1111) ayette geçen 70 rakamı belli bir sayı değil çokluk ifade etmektedir. Ayette anlatılmak istenen onların kesinlikle bağışlanmayacağıdır. el-Gazâlî sözünü şöyle noktalar: “Bu haberin sahih olmadığı açıktır. Zira Rasulullah ﷺsözün anlamlarını en iyi bilendi.”6 1 Müslim, Tevbe, 49. 2 En’âm, 6/164; İsrâ, 17/15; Fâtır, 35/18; Zümer, 39/7; Necm, 53/38. 3 Tevbe, 9/80. 4 Buhari, Tefsir 68.160; Müslim, S. Munafıkin 50,3. 5 Tevbe, 9/84. 6Gazali, Mustasfa, 1/162. 170 EBU UBEYDE 9- el-Buhari’nin Hz. Âişe’den naklettiği rivayette, Hz. Peygamber’in ﷺvefatından sonra eli en uzun olan eşinin kendisine ilk önce katılacağını buyurduğu, onların da kollarını ölçtükleri ve kolu en uzun olanın Sevde olduğunu gördükleri ancak daha sonra bundan en çok tasadduk edenin kastedildiğini anladıkları, çok infak eden Sevde’nin de Hz. Peygamber’in ﷺardından ilk vefat eden eş olduğu geçmektedir.1 Hz. Peygamber’in ﷺardından ilk vefat eden eşin Zeyneb bnt. Cahş olduğu tarihçilerce kabul edilen bir gerçektir. Rivayette geçen isim yanlışlığını tenkit eden İbnul Cevzî (597/1201) şöyle der: “Bu hadiste ravilerden birinin hatası söz konusudur. el-Buhari’ye hayret doğrusu, buna nasıl oldu da dikkat çekmedi Keza el-Buhari’ye talik yazanlar da buna dikkat çekmediler. el-Hattâbî de bunun yanlışlığını anlayamamış, çünkü hadisi açıklamış ve Sevde’nin Hz. Peygamber’e ﷺkavuşması nübüvvetin alametlerindendir demiştir. Bunların hepsi hatadır. Bu hanım aslında Zeyneb’dir.” en-Nevevi de (676/1277) el-Buhari’nin farklı isim zikretmesini “bu icmâyla batıl olan bir hatadır” diye niteler. 10- es-Sahihayn hakkında icmâdan bahseden İbnus-Salâh (643/1245), bir taraftan da şunları der: “Müslim es-Sahih’indeki zayıf ve sahih şartlarını taşımayan orta derecedeki raviİerden rivayeti sebebiyle tenkit edilmiştir.” “es-Sahihayn’da tenkit edilen ve güvenilir hadisçiler tarafından eleştirilen hadisler, zikrettiğimiz ölçünün (kesin sahih olmanın) dışındadır. Çünkü bunlar icmâyla kabul edilmemişlerdir.” 11- İbnul Humâm (681/1282) şöyle demektedir: “el-Buhari ile: Müslim’in veya onlardan birinin, herhangi bir ravinin, kendilerinin belirledikleri şartlara haiz olduğuna hükmetmelerinin, gerçeği kesinlikle yansıttığı söylenemez. Zira onların verdikleri hükmün gerçeklere ters düşmesi mümkündür. Nitekim Müslim kitabında pek çok raviden hadis nakleder ancak bunlar cerh gailelerinden kurtulmuş değillerdir. Keza el-Buhari’de de cerh edilmiş bir grup ravi bulunmaktadır.” 1 Buhari. Zekat 11; Nesai, Zekat 59; Müsned, 6/121 hd.6. FETVALAR 171 12- el-Buhari’nin rivayet etmiş olduğu bir kudsi hadiste şöyle geçeri “Kim benim bir velime düşmanlık ederse ona harb ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeyden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşması Kulum nafilerle bana yaklaşmayı sürdürür. Nihayet onu severim. Onu sevdiğimde ise işiten kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse veririm, bana sığınırsa onu korurum. Yaptığı işler içinde, -ölümü istemeyen, benim de kendisini üzmek istemediğim mü’minin ruhunu almak dışında başka bir şeyde böylesine tereddüt etmem.”1 ez-Zehebî bu rivayetin senedinde bulunan Hâlid b. Mahled el-Kataravânî’nin zayıf biri olduğuna dair görüşleri naklettikten sonra şöyle söyler: “Bu hadis gerçekten garibdir. el-Câmius-Sahîh’in heybeti olmasaydı hadisçiler bunu Hâlid b. Mahled’in münker rivayetleri arasında sayacaklardı. Çünkü hadisin lafzı garibdir.” ez-Zehebî daha sonra senedini de garîb yolla geldiğini belirtir. ez-Zehebî (748/1339) Müslim’in de Ummu Habîbe hadisinde hata ettiğini söyler. 13- İbn Teymiyye (728/1328) “sahih diye söylenen hadislerden bir kısmı bazı hadis âlimlerinin sahihtir dediği, başkalarının ise sahihliği hususunda onlara muhalefet ettiği hadislerdir. Nitekim muhalefet edenler bu hadisler için “zayıftır, sahih değildir” derler. Müslim’in es-Sahîh’inde rivayet ettiği, Müslim gibi veya ondan daha aşağı seviyede veyahut daha üst seviyedeki diğer ilim ehlinin, sıhhati hususunda tenkitlerde bulunduğu hadisler gibi. Bu tür hadislerin doğruluğuna sadece delille hür küm getirilir...” der. Başka bir yerde de ismet sıfatı olduğu için Kur’an dışında hiçbir kitabın hatadan kurtulamayacağını söyler ve buna el-Buharî ile Müslim’den hatalı kabul ettiği misaller verir. 14- es-Subkî (771/1369) “İmâmud-Dunyâ” dediği el-Buhari’nin pek çok hadisini “vehim vardır” diyerek tenkit eder. 15- es-Sahihayn’ın rivayet ettiği bir hadiste insanın ana rahminde yaratılışı anlatılırken meleğin 120 günden sonra gelip çocuğa ruhunu üflediği geçer.2 Bunu kendi zamanındaki tıp bilgilerine ay1 Buhari, Kitâbu Rikak, 6137. 2 Buhari, Bed’u’l-halk, 6; Müslim, Kader, 1-5. 172 EBU UBEYDE kırı bulan eli Kirmânî (786/1384) şöyle der: “Tıp ceninin otuz ilâ kırk gün arasında şekillendiğini söylemektedir. Hadisten anlaşıldığına göre yaratılması dört aydan sonra olmaktadır.” 16- el-Irâkî (806/1403) es-Sahihayn’daki pek çok hadis hakkında tenkidler yapıldığını, kendisinin bunları bir cüzde cevapladığını söyler. 17- İbnul-Vezîr el-Yemânî (840/1436) bazı imamların ve hafızların es-Sahihayn’da zayıf kabul ettikleri hadisleri sıralar. 18- Kâsım b. Kutluboğa (879/1474) şöyle der: “Bir hadisin kuvveti ricaline göredir yoksa şu veya bu kitapta bulunuşuna göre değil.” 19- Elinizdeki eserin altıncı bölümünde görüleceği üzere, Müslim’in rivayet ettiği Hz. Peygamberin Şam yolculuğu rivayeti oldukça tenkide tabi tutulmuştur. 20- el-Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri hadiste Abdullah b. Mesûd ve Ebud-Derdâ’nın “açılıp aydınlattığı zaman gündüze andolsun. Erkeğe ve dişiyi yaratana and olsun”1 ayetlerini “açılıp aydınlattığı zaman gündüze and olsun. Erkeğe ve dişiye and olsun” şeklinde okudukları geçmektedir.2 Ebubekr el-Enbârî (328/940) icmâya aykırı olduğunu söyleyerek bu rivayetleri merdûd sayar. Bir nebze sunulan bu alıntılardan anlaşılacağı üzere, ümmet ne dördüncü asırda ve öncesinde, ne de daha sonraları, bu iki eserdeki muttasıl hadislerin tamamını bil-İttifak sahih kabul etmemişlerdir. CEVAP: Sevgili kardeşim; Yaptığınız nakilleri bütün dikkatimiz ile okuduk. Çok şey de öğrendik. İlim Müslümanın yitiğidir nerede bulsa onu alır. Şunu belirtmeliyiz ki bu tenkitlerin hepsi tutarlı olabilir ya da olmayabilirde. 1 Leyl, 92/2. 2 Buhari, Sahabenin Faziletleri 82 (Kitabu Fedailü Ashâbi’n-Nebi Rivayet ,62/82. FETVALAR 173 Ancak daha önce bu konuda sorulan soruya verdiğimiz cevabı dikkatli inceler iseniz bazı hadislere dair tenkitlerin yapıldığını belirtmişizdir. Ancak bu tenkitlerin hiçbirisi hadisleri mevzu hadis derecesine indirecek kadar büyük tenkitler değildir. En fazla hadis Hasen derecesine düşmüş olur. Hadis usulünde ise hadis daha da tenkit edilerek zayıf hadis seviyesine dahi düşse o hadisin zayıf hadis kısımlarından hangisine girdiğine bakılır ki Usul-ul Hadis kitapları zayıf hadis çeşitleri ile doludur. Az önce naklettiğiniz tenkitlerden her hangi birisini irdelediğimizde ricallerin tenkit edildiğini görebiliriz. Bazen bir muhaddisin yanında güvenilir olan kişinin başka bir hadisçi katında zayıf hatta hadisi metruk olan bir kişi olduğu görülebilir. Ya da İmam Nevevi’nin tenkit ederken ümmetin icmasına Buhari’nin muhalefet ettiğini söylediği sözü irdeleyecek olursak öncelikle bilmemiz gerekir ki bu hangi çeşit bir icmaya muhalefettir. Acaba İmam Nevevi’nin arkadaşları ve mezhebi arasında olan bir icma mı yoksa çok kati kesin olan tartışmasız bir icma mıdır? Bizim bu ve benzeri tenkitlere sağlıklı yorum yapmamız için hadis ilminde üç tane başlangıç kitabından daha fazlasına vakıf olmamız ve bu konuda mütemekkin olmamız gerekir. Böyle bir ilme sahip olmadığımız için Allahtan bize öğretmesini diler öğretene kadar da sabırla rabbimizin fazlını bekleriz. Allah bilmediklerimizi öğretsin. SORU 21: Sesli zikrin bidat olduğuna inanıyorum. İlim ehlinin fetvalarının da bu yönde olduğunu dinledim ve okudum. Lakin gördüğüm şu rivayetler kafamı karıştırdı. Resulullah’ın ﷺzamanında, cemaat farz namazından bitince, seslerini yükselterek zikrederlerdi. İbnu Abbas: “Ben zikir sesini işittiğimde (namazdan) bitirdiklerini anlardım” dedi.1 1 Buhari, 841,842; Müslim, 583. 174 EBU UBEYDE Abdullah ibni Zübeyr’den radiyallahu anh rivayet edildiğine göre, Peygamber ﷺselâm verince her namaz arkasında şöyle derdi: “Lâ ilahe illâllâhuvahdehû lâ şerike lehu. Lehu’l-mülkü ve îehu’î-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadir. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ biîlâh. Lâ ilahe illâllâhu ve lâ na ‘büdu illâ iyyâhulehunni’metüve’l-fadlü ve îehussenâu’İ-hasenü lâ ilahe illâllâhu muhlisine lehu’d-dîne ve levkerihe’î-kâfirûn. (Allah’tan başka hiç bir ilâh yoktur; yalnız O vardır. O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O her şeye kadirdir. İbâdetlere güç yetirmek, günahlardan korunmak ancak Allah’ın kuvveti iledir. Allah’dan başka hiç bir ilâh yoktur ve ancak O’na ibadet ederiz. Nimet ve ihsan O’nundur. Güzel övgü O’na mahsustur. Allah’dan başka hiç bir ilâh yoktur; kâfirler hoşlanmasa dahi, biz ibâdeti Allah’a has kılarız (ve bu tevhid sözünü söyleriz.)” İbni Zübeyr demiştir ki, Resulullah ﷺ, her namazın arkasında bunları söyler, tesbîh (tehlîl) yapardı.1 Bizim bilmediğimiz, anlamadığımız noktalar mı var? Bu rivayetleri nasıl anlamalıyız? CEVAP: Sevgili kardeşim, bu hadislerden toplu zikir yapmanın cevazı çıkmaz. Sahabeler namaz bittikten sonra Nebi’nin ﷺsünnetinde olduğu gibi yanındakilerin işiteceği şekilde zikir yapmıştır. Bazen bunu açıktan yanındakiler duyacak kadar bazen de yalnız kendisinin bileceği şekilde yapmıştır. Parantez içinde yazılan; ‘Yani bu kelimeleri yüksek sesle söylerdi’ hadisin metnine ait olmadığını da açıkça görebilirsiniz. Kardeşlerime nasihatim tercümeler çok dikkat etmeleridir. Senelerce hadis tercümelerini ‘ Nefsimi kudret elinde tutana 1 Ebu Davud, Vitr, 25, 1506; Nesai, Sehv, 83, 84. FETVALAR 175 yemin ederim ki ’ diye tercüme edilen hadislerin hiçbirinin aslında kudret eli ifadesi yer almamaktadır. Tercümanları Eş’ari ve Maturidi olması ve akidelerini de tercümelere yansıtmaları sebebi ile insanlar bu hadisleri senelerce böyle talim etmişlerdir. Hasbunallahi ve nimel vekil. B Ö L Ü M IV MUHTELİF S O R U L A R SORU 1: Günümüzde Ehli Kitab var mıdır? CEVAP: Ehli Kitab’ın genel tanımı hakkında ilim sahiplerinin meşhur ihtilafı vardır. Ehli kitab’ın sadece kendilerini Yahudi ve Hıristiyanlara nispet etmiş olmaları mı yoksa şeriatlarını eksiksiz yaşamaları ile mi bu sıfatı alacakları konusunda açık bir nass yoktur. Sadece âlimlerin nasslar üzerinden yaptıkları ictihadlar ve yorumlar vardır. Ancak racih olan görüş kendilerini bu iki dine nispet etmek ile ehli kitap olmalarıdır. Çünkü Allah Subhanehu ve Teâlâ, Yahudi ve Hıristiyanlara bu ismi verirken onların birçok farklı fırkası ve her birinin ayrı birer inancı vardı. Buna rağmen Allah Subhanehu ve Teâlâ onların hepsine ehli kitap ismini genel olarak verdi. Dolayısı ile demokrat Yahudi ile demokrat olmayan Yahudi arasında fark yoktur. Allah en doğrusunu bilendir. Ancak bugün Avrupa da ki en büyük bela ateizmdir. Hollanda da 10 sene önce yapılan bir rapora göre halkın %45’i Allah’ın varlığına inanmamaktadır. Bu yüzden bugün Avrupa gibi yerlerde bile Ehli Kitab bulmak zordur. SORU 2: Aşure aslen mubah olan yiyeceklerden ama müşrik kavim bunu ibadet kastı ile yapıyor. Bunları yememizde bir sakınca var mıdır? Yersek bu bidate bizde ortak olur muyuz? CEVAP: Aşure yemeği, Rafizilerin Muharrem ayının 10. gününde yaptıkları bidat işkencelere bir tepki olarak ortaya çıkmış başka bir bidattir. O günü, Şiiler kendilerini döverek, Hüseyin’in radiyallahu anh şehit edilmesine olan üzüntülerini ortaya koymak için, Allah ve Rasulü’nün ﷺbelirlemediği bir gün olmasına rağmen hüzün günü olarak belirlemişlerdir. Bunlara bir tepki olarak da kendini ehlisünnete nispet eden ama ehlisünnet ile uzak yakın hiçbir alakasının bulunmadığı bir grup da “Bugün hüzün günü değil. Biz hüzün yapmıyoruz. Bunu da bu yemekleri yaparak ve dağıtarak yapıyoruz.” demişlerdir. 180 EBU UBEYDE Aşure dağıtmak ve yemek sonrakilerin pis bir bidatidir. Asıl olan bu ayın içerisinde dahi bu yemeği yapmamak ve yememektir. Bu ayda pişirilen bu aşurelerden yemek mekruhtur. Eğer çok seven varsa yılın başka bir ayın da yapıp yiyebilir. SORU 3: Evli ya da bekâr bir kişinin mastürbasyon yapması haram mıdır? CEVAP: Maliki ve Şafi âlimler mutlak olarak bunun haram olduğunu belirtmişlerdir. Delil olarak da Mearic Suresinde ki ve Kur’an’ın başka yerlerinde defalarca tekrar edilen şu ayeti getirmişlerdir; “Onlar ki ırzlarını ve namuslarını korurlar. Bundan eşleri ve cariyeleri müstesnadır. Kim bundan başkasını ararsa işte onlar haddi aşanların ta kendileridir.”1 Hanbeli ve Hanefi fakihleri de haram demekle birlikte iki grubu ayırmışlardır; Birinci grup, kişinin kendisini bir kadının zinaya davet etmesi durumunda kadına meyletmemek amacıyla şehvetini gidermek için ehveni şer kaidesi gereği iki zarardan küçüğünü alarak amel edebileceğini beyan etmişlerdir.İkinci grup ise herhangi bir uzuv nedeni ile evlenmeye güç yetiremeyen kişinin yapmasının caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu işin pisliği fıtrat ile sabittir. Akıl sahibi herkes bunu bilir. Evlinin bu işi yapması ise onun günahını katlar. Allah en doğrusunu bilendir. SORU 4: İslam’da peçe takmanın hükmü nedir? CEVAP: Eli ve yüzü örtmenin müstehap olduğuna âlimler icma etmişlerdir. Ancak vacip olması noktasında ihtilaf etmişlerdir. Vacip hükmünde olması bu ameli terk edenlerin cehennem tehdidi ile muhatap olması demektir. İmam Ahmed ve İmam Şafi’nin mezhe1 Mearic, 70/29-30-31. FETVALAR 181 bindeki görüş, yüzü örtmenin vacip olması ve bunu terk edenin cehennem tehdidi ile karşı karşıya kalmasıdır. İmam Ebu Hanife ile Malik ise örtmenin müstehap olduğu görüşündedir. Ancak Maliki ve Hanefi fakihleri uzun zamandan bu yana fitnenin yayılması sebebi ile yüz örtmenin vacip olduğuna inanmışlar ve bu konuda fetva vermişlerdir. Fuhşiyatların ve fasıkların yayılması ve çoğalması sebebi ile onlarda yüzü örtmenin vacip olduğu görüşüne gitmişlerdir. Ahzab Suresi 59. ayette Allah Subhanehu ve Teâlâ: “Ey Peygamber! Kendi eşlerine ve mü’minlerin eşlerine örtülerini üzerlerine almalarını söyle ki bu onların tanınmaması içindir.” buyurmaktadır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre hicab, yüzü örten bir örtüdür. Ayette kendiliğinden görünen kısımlardan kasıt ise İbn Mesud’un izah ettiği gibi elbisenin dıştan görünümüdür. Yine Ahzab Suresi 53. ayette ise: “Onlara bir şey soracağınız zaman örtü arkasından sorun. Bu iki tarafın kalbi içinde daha temizdir.” buyrulmaktadır. Aynı şekilde “Örtülerini yakalarının üzerine vursunlar.” (Nur 24/31) ayeti nazil olduğunda Aişe radiyallahu anha dedi ki: “Bu ayet nazil olduğunda kadınlar perdeleri aldılar. Gözler için delikler açtılar. Bununla örtündüler.”1 İbnu Hacer dedi ki: “Örtündüler; yani yüzlerini örttüler.” Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettiği hadiste Nebi ﷺ dedi ki: “Kadın avrettir. Dışarı çıktığında şeytan onu süsler.”2 Bu hadisi delil alan âlimler kadının bütün bedeninin avret olduğunu söylemişlerdir. Doğru mezhep ve görüşte budur. 1 Ebu Davud, Libas: 32, No:4102, 2/459; Buhari, Tefsir, 251, No:4480, 4/1782. 2 Tirmizi, Radâ, 18. Tirmizi, bu rivayetin “garip” olduğunu söyleyerek “zayıf” olduğuna işaret etmiştir. Kadın avrettir (namustur), dışarıya çıktığı zaman şeytan onunla beraberdir. Onun Allah’a en yakın olduğu zamanı evinin içinde bulunduğu anıdır.” Heysemî, bu rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir. (Zevaid, 2/35) Daha geniş bilgi için Tuhfetü’l-ahvezi bi-serhi camii’t-Tirmizi’ye başvurun. 182 EBU UBEYDE SORU 5: Bayanların bayram günleri ve düğünlerin dışında def çalmaları caiz midir? CEVAP: Allah Rasulü ﷺ, kadınlara düğün gecelerinde eğlence aleti olarak def çalmanın iznini vermiştir. Bu sebepten def çalmakta bir mahsur yoktur. El-Kuşeyrî dedi ki: Peygamber’in ﷺMedine’ye girdiği gün önünde def vurulmuş, Ebu Bekir radiyallahu anh bunu önlemek isteyince de Rasulullah ﷺşöyle buyurmuştur: “Onları bırak, ey Ebu Bekir. Ta ki Yahudiler bizim dinimizin geniş olduğunu bilsinler.” Bu kızlar deflere vuruyor ve: “Biz kızlarıyız Neccaroğulları’nın, Muhammed en güzelidir komşuların.” diyorlardı. Sahih-u Buhari’de rivayet edilen bir hadiste; Âişe radiyallahu anha anlatıyor: “Bir gün Rasulullah ﷺyanıma girdi. Yanımda iki de cariye vardı. Buas günü şarkısını söylüyorlardı. Rasulullah ﷺyatağa uzandı ve yüzünü öbür tarafa çevirdi. Bu arada babam Ebu Bekir de yanımıza girdi ve beni azarlayarak: “Rasulullah’ın ﷺyanında şeytan çalgısını mı çalıyorsunuz?” dedi. Rasulullah ﷺ ona dönerek: “Onları bırak.” dedi. Başka bir rivayette de Peygamber’in ﷺşöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘Ey Ebu Bekir! Her toplumun bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır.’ ”1 Bu hadisten anlaşıldığına göre def çalan kız cariye çocuklarını bu yaptıklarından duymasına rağmen men etmemiştir. Nikâhta (düğünde) davulun def gibi olduğu söylenmiştir. Nikâhın ilanını yaygınlaştıran sair aletlerin de güzel sözlerle ve çirkin ifadeler taşımayan güftelerle birlikte kullanılması da caizdir. Ancak def çalmak erkeklere haramdır. Kadınlara da mübahlığı noktasında iki yerde âlimler arasında ittifak vardır ki o da bayram ve düğün günleridir. Bu günlerin dışında çalınabileceğine dair bir delil bulunmamaktadır. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 6: Bir Arap ülkesinde öğrenciyim. Malumunuz Arap ülkelerinde mescide gitmemek fitnelere yol açıyor. Özelliklede onların yanında eğitim alıyorsanız. Sorum şu; Fitnenin önüne geçme ve onlarla iletişime girme babından onlarla namaz kılıp daha sonra evde iade etsem olur mu? 1 Buhari, İdeyn, 3; İbn Mace, Nikâh. FETVALAR 183 CEVAP: Size âcizane nasihatim, ruhsatı değil azameti seçerek dininizi izhar edip insanlara tevhidi ulaştırmanızdır. Nefsiniz için korkuyor iseniz o zaman takiyye babından arkalarında namaz kılar daha sonra bunu iade edebilirsiniz. Seleften niceleri de böyle yapmışlardır. Size onlardan birkaç örnek sunalım; Yahya b. Main, Halife Memun bidat çıkardıktan sonra onun arkasında kıldığı namazları iade etmiştir.1 Ahmed b. Hanbel dedi ki: “Ben Cehmî (Allah’ın sıfatlarını tahrif eden ve Allah’ın her yerde olduğunu söyleyen) bir kişinin arkasında kıldığım namazları iade ediyorum.”2 Abdullah İbn Ahmed, babasından naklen “Kur’an mahlûktur.” diyen kimse için diyor ki: “Böyle diyenin arkasında ne cuma namazı ne de başka bir namaz kılınmaz. Ancak cemaate gitmek terk edilmez. Onlarla namaz kılındıysa iade edilir.”3 İmam Şafii, ‘El Umm’ adlı eserinde şunları kaydetmiştir: “Şayet kâfir birisi Müslüman topluluğa imamlık yapacak olsa, Müslümanlar onun kâfir olduğunu bilseler de bilmeseler de namazları sahih olmaz. Eğer namazdan önce İslam’a girecek bir söz etmemiş ise Onun namazı kendisini İslam’a sokmaz. Ve kâfir (namaz kıldırdığından dolayı) tazir edilir. Onun kâfir olduğunu bildiği halde arkasında namaz kılan kişiler çok kötü bir şey yapmış olurlar. Sonra yabancı bir adam bir topluluğa namaz kıldırır, o topluluk da namazlarından şüphe eder, “O adam kâfir mi, değil mi?” diye bilmez iseler namazlarını, ta ki onun kâfir olduğunu anlayana kadar, iade etmezler.Çünkü zahirde onun namazı Müslümanın namazı gibidir. O Namazı da Müslümandan başkası kılmaz. Onun kâfir olduğunu bilip de arkasında namaz kılanın hali Müslümanın temiz olmadığını bilmeyen (ve arkasında namaz kılan) kimse gibi değildir. Çünkü 1 Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sunne (1/130) isnadı sahihtir. 2 Ebu Davud, Mesailu Ahmed (43). 3 Abdullah b. Ahmed, es-Sünne (1/129); İbn Hani, Mesailul-İmam Ahmed (295); Begavi, Şerhus-Sünne (1/229). 184 EBU UBEYDE kâfir hiçbir şekilde imamlık yapamaz. Mü’min kimse ise bütün hallerde namaz kıldırır. Ancak namaz kıldığı zaman temiz olmaması müstesnadır. Aynı şekilde Müslüman bir adam irtidad eder, sonra mürted olarak imamlık yaparsa onun arkasında namaz kılmak da caiz olmaz. Ta ki imamete geçmeden önce, bizzat sözlü olarak tevbesini izhar edene kadar. Eğer namaz kıldırmadan önce bu şekilde sözlü olarak tevbesini ortaya koyarsa o zaman arkasında namaz kılmak caiz olur.”1 Necid âlimlerinin de bu konuya dair görüşleri şöyledir; Şeyh Abdullatif bir yerde İmam Ahmed ve ashabının Cehmiye mensuplarının arkasında namaz kılmalarını gerekçe göstererek onların Cehmiye’yi tekfir etmediğini ileri sürenlere cevap olarak önce onun ve diğer sünnet imamlarının Cehmiye’nin tekfiri ile alakalı görüşlerini nakledip daha sonra da şöyle diyor: “Onların arkasında namaz kılmaları ve bilhassa Cuma kılmaları onları tekfir etmeleri ile çelişmez. Fakat başkasının arkasında namaz kılmanın mümkün olmadığı durumlarda (onlarla beraber kılınan) namazın iadesi gerekir. İmam Ahmed’den meşhur olan görüş onların arkasında namaz kılmayı men ettiği doğrultusundadır. Bu hususta, terk edildiği takdirde küfrü gerektiren hüccetin ikame edildiği şahıs ile bu hüccetin ulaşmadığı şuursuz kişiyi ayırt etmiş de olabilir. İnsanların bir kısmına delilin kapalı kaldığı meselelerde Şeyhulislam’ın tercihi de bu yöndedir. (Yani tekfir etmeme yönünde)” Ardından günümüz Cehmiye’sine hüccetin ulaşmış olduğunu, bu yüzden tekfir edilmeleri gerektiğini anlattıktan sonra ilim ehlinin onların tekfirinde ve de arkalarında kılınan namazın sahih olmadığı hususunda icma ettiklerini söyleyerek şöyle devam ediyor: “Oğlu Abdullah ve diğerlerinin naklettiğine göre İmam Ahmed, cuma namazı ve diğer namazları iade ederdi. Mü’min kimse onların haricindeki mürtedlere de eğer üstünlük ve otorite onların elinde ise bu şekilde davranır. Bu husustaki nasslar maruf ve meşhurdur.” “Abdullatif bin Abdurrahman’dan sevgili kardeşi Sehl bin 1 İmam Şafi, el-Umm. c.1, s.195, Dar’ul-Marife, Beyrut, 1410/1990. FETVALAR 185 Abdullah’a. ……. İbnu Aclan’a yazdığın mektup ve de onun sana verdiği cevap elimize ulaştı. ….… Verdiği cevapta çokça sürçmeler ve zulmet vardır. Bunları basiret sahipleri haricinde kimse bilemez. (Bu adam) Velev ki dinini ve itikadını korusa dahi Allah düşmanlarıyla dostluk yapıp onlara müdahanede (yağcılıkta) bulunmaktan ve münferid kılmaya niyet etse bile arkalarında namaz kılmaktan kendisini kurtaramaz.” Bu ruhsat fetvaları açıkça gördüğün gibi ortadadır. Ancak sana âcizane nasihatim ilmi kâfirlerin yanında değil Müslümanların yanında talep etmendir. Aksi takdirde kalbin meyledecektir. Eğer Şeyhulislam Muhammed bin Abdulvehhab ve torunlarının eserlerini okursan göreceksin ki bazı risalelerinde önceden itikat birliktelikleri olan bazı insanların daha sonraları ilim için müşriklerin beldelerine gittiklerini ve orada kaldıkları süre içerisinde müşriklere meylettiklerini daha sonra da bu şeyhlerin o kişileri tekfirlerini izhar ettikleri birçok risale bulacaksındır. Nice insanlar tanıyorum ki Suudi Arabistan’a okumaya giderken Müslüman gittiler, geri kâfir olarak döndüler. Sana tavsiyem dinini izhardır. Müşrikleri terk etmektir. Allah’ın bize kolaylaştırdığı şekilde umre yapma fırsatımız oldu. Allah’a hamd olsun Müslümanlar ile yaptığımız bu ziyaretimizde bir kere bile onların arkasında kılmadık. Namaz vakitlerinde mescidlerde olmamıza rağmen safa geçmedik ve cemaatten sonra cemaat olarak namaz kıldık. Allah’a hamd olsun dinimizin izzetini muhafaza ettik. Ancak sen sürekli orada yaşayıp tanınıp sana eza edilmesinden korkuyorsan az önce de ifade ettiğim gibi tavsiyem oradan hicret edip Müslümanların yanında ilim talep etmendir. Allah sıkıntını gidersin, sana çıkış yaratsın. 186 EBU UBEYDE SORU 7: Sütkardeşliğinde kaç emmeden sonra kişiler kardeş hükmünde olup nikâhlanmaları haram olur? CEVAP: Kadının nikâhını haram kılan sütün miktarı hakkında bazıları bir had koymamıştır. İmam Mâlik ile tabilerinin mezhebi olan bu görüş Ali radiyallahu anh ile İbn Mesud’dan radiyallahu anh da rivayet olunmuştur. İbn Ömer ile İbn Abbas radiyallahu anhuma da bu görüştedir. Bunlara göre emilen süt ne kadar olursa olsun kadının nikâhını haram kılar. Aynı zamanda İmam Ebu Hanife ile tabileri, Süfyan es-Sevri ve Evzai de bu görüştedirler. Bir cemaat de; nikâhı haram kılan sütün miktarı için belli bir had vardır, demiştir ki bunlar da üç gruba ayrılmaktadırlar. Bir grup: “Bir veya iki defa emmekle nikâh haram olmaz. Ancak ne zaman ki üç defa emerse muteber sayılır.” demiştir. Ebu Ubeyde ile Ebu Sevr bu görüştedirler. Bir grup da “Emme beşten aşağı olursa nikâhı haram kılmaz.” demiştir. İmam Şafii de bu görüştedir. Bir grup da “Müessir olan süt, en az on defa emilen süttür.” demiştir. Fukahanın bu meseledeki ihtilâflarının sebebi, gerek Kuran-ı Kerim’deki umumun, tahdid hakkında varid olan hadislerle ve gerekse hadislerin birbirleriyle çelişmeleridir. Kuran-ı Kerim’deki umum, “Sizi emzirmiş olan sütanalarınız da size haram kılındı.”1 âyet-i kerimesidir. Zira ayette, “Sizi şu kadar defa emzirmiş olan sütanalarınız.” diye bir kayıt yoktur. Bu hususta birbirleriyle çelişen hadisler de mana itibarıyla iki tanedir: Biri, Müslim’in Âişe ile Ümmü Fâdl radiyallahu anhuma yoluyla getirdiği, Peygamber’in “ ﷺBir veya iki defa emmek, nikâhı haram kılmaz.”2 hadisiyle aynı manadaki hadislerdir. Müslim bu hadisi bir üçüncü yolla da rivayet etmiştir ki, o da; “Ne bir emziriş ne de iki, nikâhı haram kılmaz.”3 şeklindedir. 1 Nisa, 4/23. 2 Müslim, 1450/17; Ebu Davud, 2063; Nesai, 3310; Tirmizi, 1150; İbni Mace, 1941; Darekutni, 4/80/29; Beyhaki, 7/454; Ahmed, 6/31, 95-216. 3 Müslim, 1451/18; Darimi, 2/157; İbn Mace, 1940; Darekutni, 4/180/27; Beyha- FETVALAR 187 İkinci hadis de Sehle’nin “Peygamber ﷺSalim hakkında bana hitaben şöyle buyurdu.” hadisidir ki “Salim b. Ubeyd, Ebu Huzeyfe’nin eşi Sehle’nin kölesi idi. Kadın onu azat edince Ebu Huzeyfe onu evlat edindi. Salim böylece Ebu Huzeyfe ve eşi Sehle’nin himayesinde kendi çocukları gibi büyüdü. Allah’ın: “Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Bu, Allah’ın indinde daha adaletlidir.” ayeti inince oğulluk durumu hükümsüz kaldı. Fakat Salim yaşının küçük olması sebebiyle onların yanına girip çıkmaya devam etti. Nihayet Salim buluğ çağına erişince Ebu Huzeyfe ile karısı, Salim’in yanlarına girip çıkmasından dolayı gönüllerinde bir sıkıntı hissettiler. Buna rağmen küçüklükten beri kendi yanlarında büyümesi sebebiyle de onu evlerine girmekten men edemediler. İşte böyle bir durumda iken Ebu Huzeyfe’nin eşi Sehle, Rasulullah’a ﷺgeldi ve durumu ona arz etti. Rasulullah da ﷺO’na “Salim’i sütünden emzir, sen ona haram olursun ve Ebu Huzeyfe’nin gönlünde hissettiği şey de gider.” şeklinde emretti.” Bazı âlimler hadiste zikredilen Rasulullah’ın ﷺ: “Salim’e sütünden emzir.” ifadesi “Sen sütünü bir kaba sağ ve o sütü bu şekilde Salim’e içir.” anlamındadır demişlerdir. Bu tefsire aynı mevzuda rivayet edilen Sehle’nin: “Büyük bir delikanlı olan Salim’i ben nasıl emzireyim?” dediği ve bunun üzerine Rasulullah’ın da ﷺ tebessüm ederek: “Ben onun koca bir delikanlı olduğunu elbette biliyorum. Sütünü ona bir şekilde içir.” buyurduğu şeklindeki hadis de delalet eder.1 Âişe’nin de radiyallahu anha bu manada bir hadisi vardır: “Aişe şöyle dedi: Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Salim, Ebu Huzeyfe ve ailesi ile beraber onların evlerinde bulunuyordu. Ebu Huzeyfe’nin eşi, Nebi’ye ﷺgelip: “Salim erkeklerin baliğ olduğu erkekliğe ulaştı ve onların düşündüğünü de düşünüyor artık. Aynı zamanda kendisi bizim yanımıza da girip çıkıyor. Ben ise, kocam Ebu Huzeyfe’nin gönlünde bu girip çıkmadan dolayı bir isteksizlik olduğunu zannediyorum.” dedi. Nebi ﷺEbu Huzeyfe’nin karısına: “Salim’i sütünden emzir, sen ona haram olursun ve Ebu Huzeyfe’nin gönlünde hissettiği şey de gider.” buyurdu. Bunun üzerine radiyallahu anha ki, 7/455; Ahmed, 6/339. 1 Müslim, 1453/26; Nesai, 3320; İbn Mace, 1943. 188 EBU UBEYDE kadın dönüp gitti ve sonra: “Ben ona sütümden emzirdim. Ebu Huzeyfe’nin nefsindeki düşünce gitti.” dedi.”1 Aişe radiyallahu anha şöyle demiştir: “Sizi emzirmiş olan sütanalarınız da size haram kılındı.”2 Bu ayet ilk nazil olduğu zaman, “sizi on defa emzirdikleri bilinen sütanneleriniz” şeklinde idi. Sonra nesholunup, Sizi beş defa emziren sütanalarınız oldu ve Peygamber ﷺvefat edinceye kadar da bu, Kur’an’da okunurdu.”3 Kur’an-ı Kerim’in zahirini tercih edenler, “Bir, iki defa da nikâhı haram kılar.” demişlerdir. Hadisler ayeti tefsir ederler, şeklinde ayet ile hadisleri telif eden ve “Ne bir defa ne de iki defa emmek nikâhı haram kılar.” hadisinin hitabının delaletini Salim’in hadisinden anlaşılan hitabın delaletine tercih edenler, “Üç ve üçten fazlası haram kılar.” demişlerdir. Zira “Ne bir defa ne de iki defa emmek nikâhı haram kılar.” hadisindeki hitaptan “Üç ve üç defadan fazlası haram kılar.”; “Onu beş defa emzir.” hadisinin hitabının delaletinden de “Beşten aşağısı haram kılmaz.” diye anlaşılmaktadır. İçtihad da, bu iki delilden hangisinin daha kuvvetli olduğunu kestirmektir. Dolayısıyla racih görüş bir iki defa emmenin nikâhı haram kılmadığıdır. SORU 8: Organ bağışının ve naklinin İslam’daki hükmü nedir? CEVAP: Bu sonradan çıkan bir tedavi yöntemidir. Bu yüzden şeriattaki esaslara bağlı kalarak içtihat yapılması gereken bir durumdur. Bu konuda yapılan içtihatların sonunda iki görüş sabit olmuştur; bunun mubah olduğu görüşü ile haram olduğu görüşü. Mubah diyenler, aslen delilin haram olduğunu iddia eden ta1 Müslim, 1453/27; İbn Mace, 1943; Ahmed, 6/255. 2 Nisa, 4/23. 3 Müslim, Radâ’, 24 (1452), II, 1075. FETVALAR 189 rafından getirilmesi gerektiğini ve bu konuda yasaklayıcı hiçbir nassın olmadığını söylemişlerdir. Aksine açık bir haram olduğu bilinene kadar tedavinin mubah olduğunu söylemişlerdir. Haram diyenler ise; Ebu Davud’un rivayet ettiği hadiste Nebi’nin ﷺdediği: “Ölünün kemiğini kırmak dirininkini kırmak gibidir.”1 sözünü delil alarak, organ nakli haramdır, demişlerdir. Nitekim Rasulullah ﷺ, İslam’dan önce müşriklerin adetleri olduğu üzere ölülerin bedenlerinin bazı azalarını kesmeyi yasaklamıştır. Bu da bu görüşe gidenlerin delilidir. Bizce racih olan görüş bunun haram oluşudur. Allah şifayı haramda kılmamıştır. Şifa mubahtadır. Daha mubah yollar ile aynı hastalıklar tedavi edilebilir. Avrupa’nın en çok ameliyat yapan ülkesinde yaşamaktayız. Avrupa’da, özellikle İskandinav ülkelerinde ameliyat en son tercih edilen tedavi metodudur. Ancak Türkiye’nin cahil doktorları bilgileri yetmeyince insanları ameliyat masalarında kasaplar gibi doğramaktadırlar. Allah, Müslümanlara basiret versin ve bu modern tıp saçmalığından onları kurtarsın... SORU 9: Aşı konusundaki tutumunuzu biliyoruz. Ancak geçen gün bir şahıstan sizin çocuğunuza bazı aşıları yaptırdığınız, bazı aşıları yaptırmadığınızı duyduk. Bu bilgi doğru mu? Aşılar konusunda ne yapmamızı önerirsiniz? CEVAP: Benim çocuğuma bazı aşıları vurdurduğumu söyleyen kimdir bilmiyorum ama ilimsizse konuşmak gibi bir karakteri olduğu açıktır. Allah’a hamd olsun çocuğuma ilk doğduğu gün doğum anında yapılan iğne hariç hiçbir aşısını yaptırmadım. Aşılar dünya sağlık örgütü tarafından bütün dünyaya yollanmaktadır. Bu aşılar Belçika gibi batılı ülkeler tarafından çeşitli hastalıklara sebep olduğu için yasaklanmıştır. Ancak Türkiye Devleti hala halkına bu aşılara yapmaya çalışmaktadır. 1 Ebu Davud, Cenâiz, 15; İbn Mace, Cenaiz, 1605; Müsned, 23172. 190 EBU UBEYDE Yine ilginçtir ki bu aşıları finanse eden dünyanın en zengin iki adamıdır. Biri Steve Jobs isimli Apple’ın ölen ateist sahibidir. Diğeri ise Windows’un sahibi Bill Gates’tir. Steve Jobs ateist olmak ile beraber İsviçre’de üretilen LCD isimli bir asit kullanmaktadır. Bu asitin özelliği insandaki halüsinasyonu artırarak farklı boyutlar ile temasını sağlamaktadır. Aynı asitten Bill Gates’de kullanmaktadır. Cinler âlemi ile irtibat kurarak şeytanlardan talimat alan bu iki kâfirin finanse ederek bütün dünya nesline zorla vurmaya çalıştıkları aşılar fıtratları bozma çabalarından başka bir şey değildir. Çocuğu kıymetli olan çocuğuna aşı vurdurmaz. Aşı doktorların ifade ettiği gibi kesin çözüm değildir. Nice insan küçükken kanser ve verem gibi hastalıklarının aşısını vurdurmasına rağmen hastaneler hala bu hastalar ile dolup taşmaktadır. Çocuğuma aşı vurmak noktasında bana ısrar eden doktora; “Eğer bana çocuğumun verem olmayacağına garanti vereceğiniz bir kâğıdı imzalar iseniz vurdururum.” dediğimde “Ben onu nasıl vereyim.” demişti. Bende ardından “O zaman ben çocuğuma aşı vurdurmayınca, sen verem olacağının garantisini nerden veriyorsun?” dediğimde tıpkı İbrahim’in Nemrut’a “Sende güneşi batıdan getir.” dediğinde Allah’ın kitabında haber verdiği Nemrut’un durumu gerçekleşti; “Kâfir apışıp kaldı.” Benim çocuğum kıymetli olduğu için böyle ne olduğu belli olmayan aşıları vurdurmuyorum ve kardeşlerimizin çocuklarına da vurdurmuyoruz. Aşı olmayan çocukların hepsi de aşı olanlardan daha sağlıklıdırlar, elhamdülillah, maşallah, la kuvvete illa billah. Allah hepsini nazardan muhafaza etsin. Allah’ın bize verdiği güç oranında bu meseledeki sabrımızı ortaya koyacağız. Allah’tan temennim bizi kâfirlere rezil olacağımız bir durum ile imtihan etmemesidir. SORU 10: Kâfirlere selam verilebilir mi? Onlar bize selam verirlerse cevabımız nasıl olmalıdır? FETVALAR 191 CEVAP: Şeyhimiz İbnul Kayyum, bu sorduğun soruyu şu güzel sözler ile özlü bir şekilde özetlemiştir; “Rasulullah’tan ﷺsahih olarak şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Onlara önce siz selâm vermeyiniz. Onlarla yolda karşılaştığınızda onları yolun en dar kısmından geçecekleri şekilde sıkıştırın.”1 Fakat deniliyor ki, bu hususi bir hüküm olup, Beni Kurayza’ya yürüdüklerinde buyurdular. Acaba bu mutlak olarak ehl-i zimmetin hepsine şamil bir hüküm mü yoksa durumu bunlar gibi olanlara mı hastır? Bu, ihtilâf konusudur. Ancak Müslim, Sahih’inde, Ebu Hureyre’nin radiyallahu anh hadisinde rivayet ediyor ki; Allah Rasulü ﷺşöyle buyurdular: “Yahudi ve Hıristiyanlara ilk defa siz selâm vermeyiniz. Onlardan biriyle yolda karşılaşırsanız onları yolun en dar yerine sıkıştırın.”2 Anlaşılan, hadisteki bu hüküm umumidir.Selef ve halef bu konuda ihtilâf etmişlerdir. Çoğunluk, selâma ilk defa başlanılmayacağını söylemişlerdir. Diğerleri ise, selâm alınmasında olduğu gibi selâm verilmesinin de caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu son görüş İbn Abbas, Ebu Umâme ve İbn Muhayriz’den radiyallahu anhuma menkûl olup İmam Şafii’nin de görüşüdür. Fakat bu mezhebin sahibinin sözü, ehl-i kitaba rahmet lafzı söylenmeksizin sadece “esselâmu aleykum” şeklinde tek olarak söylenmesinin gerektiğidir. Bir grup da; ehl-i kitaba olan bir ihtiyaçtan veya eza vereceğinden korkarak veya akrabalıktan veya selam vermeyi gerektirecek bir sebepten dolayı, maslahat icabı önce selâm vermek caizdir, demişlerdir. Bu görüş İbrahim en-Nehaî ve Alkame’den rivayet olunuyor. Evzâî diyor ki: “Selâm verirsen (bir şey olmaz, çünkü) Salih kişiler de selâm vermiştir. Selâmı terk edersen (de bir şey olmaz, çünkü) Salih kişiler önce selâm vermemişlerdir.” Ehli kitabın selâmını almanın vücûbunda ihtilâf edilmiştir. Cumhur, vacip olduğuna kaildir ki doğru olan da bu görüştür. Bir gurup da, bidat ehlinin selâmını almak vacip olmadığı gibi, ehl-i kitabın da selâmını almak evveliyatla 1 Müslim, Selâm, 13; Ebu Davud, Edeb, 138; Tirmizi, İsti‘zân, 12; İbn Mace, Edeb, 13. 2 Müslim, 2167; Ebu Davud, 5205; Tirmizi, 1602; Ahmed b. Hanbel, 2/266, 346. 192 EBU UBEYDE vacip değildir, demişlerdir ki doğrusu önceki görüştür. Ehl-i bidat ile ehl-i zimmet arasındaki fark şudur: Biz, ehl-i bidate bir ders olması ve onlardan sakınmak için onlardan uzak kalmaya memuruz. Rasulullah’tan ﷺrivayet edildiğine göre; bir gün, Müslüman, müşrik, puta tapan ve Yahudilerin birlikte oldukları bir topluma uğradı ve onlara selâm verdi. Yine sahih olarak nakledildiğine göre Allah Rasulü ﷺHirakl (Heraklius) ve diğer devlet başkanlarına yazdığı mektuplarda, “Selâm hidâyete tâbi olanlaradır.” şeklinde selâm yazmıştır. Allah Rasulü’den ﷺrivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: “Cemaat halinde yürünürken, birinin selâm alması kifayet eder. Cemaat halinde oturulurken birinin selâm alması kifayet eder.” Bu hadise dayanarak bazıları,“Selâma mukabelede bulunmak, farz-ı kifâyedir; birinin mukabelede bulunması hepsine kâfidir.” demişlerdir. Şayet hadis sabit olsaydı ne güzel olurdu. Çünkü bu hadisi Ebu Davud, Saîd b. Hâlid el-Huzâî el-Medenî’nin rivayeti olarak nakletmiştir. Ebu Züra er-Râzî der ki: O, Medinelidir, zayıftır. Ebu Hatim er-Râzî: Hadisi zayıftır, demiştir. Buhari: Onun hakkında ihtilâf edilmiştir, demiştir. Darekutni: O, hadiste kuvvetli değildir, demiştir. Sonuç olarak kâfirlere selam ile başlamak noktasında çok şiddetli bir zaruret hali gündeme gelmedikçe bu amelde Müslümana düşen tembellik göstermeyip kâfirlere gücü yettiği kadar selam vermemesidir. SORU 11: Tevhid ehli olmayan ve kendilerine hak apaçık beyan edilmesine rağmen hakka tabi olmayan anne ve babamıza karşı tavır ve davranışlarımız nasıl olmalıdır? FETVALAR 193 CEVAP: Allah celle celaluhu ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır: “Rabbin hüküm verdi ki O’ndan başkasına sakın tapmayın; ana-babanıza karşı iyi davranın. Eğer ana-babadan biri ya da ikisi yanında ihtiyarlarsa sakın onlara “Of… Bıktım, usandım.” deme. Onlara sözün tatlısını ve gönül alıcısını söyle. Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanadını (yerlere kadar) indir ve “Ya Rab, onlar beni çocukken nasıl büyüttüler ise sen de kendilerini öylece esirge.” de. Rabbimiz, içinizden geçenleri en iyi bilendir. Eğer siz iyi olursanız şüphesiz ki, Allah kendine yönelenleri (ve bol bol tövbe edenleri) affedicidir.”1 Dolayısı ile anne baba müşrikte olsa mubah olan işlerde onlara itaat etmek gerekir. “Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem bana, hem anne-babana şükret, dönüş yalnız banadır.”2 Özellikle anne hakkı bu haklar içerisinde en önemlisidir. Nebi ﷺdedi ki: “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve anne-babanın duası.”3 Onların Allah’a isyana dair bütün emirlerinden yüz çevir, davetine sabırla devam et. Ta ki seni kararlılığını onlar kabul edinceye kadar. Baktın ki onlar sana ısrar ile azılı bir küfürle geliyorlar işte o zaman sana hicret vacip olur. Nitekim sahabenin çokları Medine’ye hicret ettiklerinde anne ve babalarını bu kadar nassı bilmelerine rağmen terk ettiler. Netice itibarı ile esas olan Allah rızasıdır. O bütün rızaların önündedir. SORU 12: Rasulullah’ın ﷺkurtulmuş fırka dışındaki kastettiği fırkalar ebedi cehennemde mi kalacaklardır, yoksa bir süre cehennemde kalıp çıkacaklar mıdır? 1 İsra, 17/23,24,25. 2 Lokman, 31/14. 3 İbni Mace, Dua, 11. 194 EBU UBEYDE CEVAP: Kadı Ebu Mansur el Bağdadi, ‘Fırak’ adlı kitabında şöyle anlatmıştır: “Bize, Ebu Sehl Bişr b. Ahmed b. Bişr el-İsferâinî haber verdi ve dedi ki: Bize, Abdullah b. Naciye haber verdi, dedi ki: Bize, Vehb b. Bakıyye Hâlid b. Abdillah’dan, O Muhammed b. Amr’dan, O da Ebu Seleme’den naklen Ebu Hureyre’nin şöyle dediğini bildirdi: Allah’ın salât ve selâmı ona olsun, Allah’ın Rasulü dedi ki: “Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.”1 Bize, Ebu Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Ziyâd es-Simmezî ki adalet sahibi ve sikadır, haber verdi ve dedi ki: Bize, Ahmed b. el-Hasan b. Abdilcebbâr haber verdi ve dedi ki: Bize el-Heysem b. Hârice haber verdi ve dedi ki: Bize, İsmail b. Ayyaş Abdurrahmân b. Ziyâd b.Enam’dan Abdullah b. Yezîd’den naklen Abdullah b. Amr’ın şöyle söylediğini bildirdi: Allah’ın salât ve selâmı ona olsun, Allah’ın Rasulü dedi ki:“İsrail oğullarının başına gelen şey, ümmetimin de başına gelecektir. İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı; ümmetim de onlardan bir fazlasıyla yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır ve biri dışında diğerleri cehenneme gidecektir.” Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Ateşten kurtulacak bu fırka hangisidir?” “O, benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu fırkadır.” buyurdu.”2 Bize, el-Kâdî Ebu Muhammed Abdullah b. Ömer el-Mâlikî haber verdi ve dedi ki: Bize, babam babasından naklederek dedi ki: Bize el-Velîd b. Müslim haber verdi ve dedi ki: Bize, el-Evzâî haber verdi ve dedi ki: Bize Katâde, Enes’den naklen Nebi’nin ﷺşöyle 1 İbn Mace, Fiten: 17; Ebu Davud, Sünnet: 1; İbn Hibban, Sahih, XIV, 140; Beyhaki ve Hâkim(I, 47, 217) rivayet etmiştir, Sehâvi, bu hadisin sahih ve hasen olduğunu bildirmiştir. 2 Câmiü’s-Sağîr, 3/3292; Tirmizi, İman, 18; Tirmizi bu rivâyet hakkında “bu vecih dışında bu hadisi bilmiyoruz” diyerek “hasen-garib” hükmünü vermiştirTirmizi, 38/Îmân, 18 V, 26); Ayrıca rivayetin isnadında bulunan Abdurrahman b. Zeyd b. En’am tenkid edilmiştir. (bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh ve’t-Ta’dîl, V, 234: İbnul Cevzi, Duafâ ve’l-Metrûkîn, II, 94; Zehebi, Muğnî fi’d-Duafâ, II, 380.) FETVALAR 195 buyurduğunu haber verdi: “İsrailoğulları yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Ümmetim ise yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır; biri dışında hepsi cehennemdedir. Bu tek fırka da Cemâattir.”1 Abdulkaahîr der ki: “Ümmetin bölünmesi ile ilgili hadisin birçok isnadı vardır. Bu hadisi, Nebi’den ﷺEnes b. Mâlik, Ebu Hureyre, Ebud-Derda, Câbir, Ebu Saîd el-Hudrî, Ubeyy b. Kab, Abdullah b. Amr b. el-Âs, Ebu Umâme,Vasile b. el-Eska ve diğerleri gibi, sahabeden birçoğu rivayet etmiştir. İlk dört halifenin (Hülefa-i Râşidîn), kendilerinden sonra ümmetin fırkalara bölüneceğini; bunlardan yalnızca bir fırkanın kurtuluşa ereceğini ve diğerlerinin ise dünyada sapıklığa düşüp ahirette de perişan olacağını söyledikleri rivayet edilmiştir. Nebi’den ﷺ, Kaderiyye’nin yerilmesi ve onların bu ümmetin Mecûsîleri olduğu rivayet edildi. Yine ondan Kaderiyye ile birlikte Mürcie’nin yerilmesi de rivayet edilmiştir. Ayrıca ondan, Mârika, yani Havâricin yerilmesi de rivayet edilmiştir. Sahabenin ileri gelenlerinden Kaderiyye, Mürcie, Mârika Havâricin yerilmesi rivayet edilmiştir. Ali radiyallahu anh, onlardan, ez-Zehrâ diye bilinen hutbesinde söz etmiş ve bu hutbede Nehrevân’da toplanan Hâricilerden uzaklaştığını bildirmiştir. İslam’a nispet edilen Makaalât sahiplerinden aklı başında olan herkes bilir ki, Nebi ;ﷺyerilen, yani cehennemlik fırkalarla, dinin aslı üzerinde birleşmekle birlikte fıkhın teferruatı hakkında ayrılığa düşen fıkıhçıların mezheplerini demek istememiştir. Nitekim Müslümanlar, helâl ve haramın füruu hakkında ikiye ayrılmışlardır: Birincisi, fıkhın füruu hakkında bütün müctehidlerin doğruluğuna inananların görüşüdür. Onlara göre, bütün fıkıh mezhepleri doğrudur. 1 Ahmed b. Hanbel, 3/145; Zevaid, 6/226; Ebu Davud’un, Sünen’inde Şerhu’s-Sünne bahsinde 4597 no’lu hadis, V, 5-6’daki lafzıdır. Ayrıca Ahmed, el-Müsned, IV, 102; İbn Mace, no: 3992-3993, II, 1322; İbn Ebi Âsım, es-Sünne, I, 32-33, (63-64-65 no’lu rivayetler.) 196 EBU UBEYDE İkincisi ise üzerinde ihtilâf edilen ferî hususlardan yalnızca birinin doğru; diğer görüşlerin de, bu hususta yanlışa düşeni sapıklıkla vasıflandırmaksızın yanlış olduğuna inananların görüşüdür. Şu bir gerçek ki Nebi ﷺ, yerilen fırkalardan söz ederken, ancak aşağıdaki konulardan birine aykırı düşen sapık görüş sahiplerini ortaya koymuştu. Bunlar, adalet ve tevhid, vad ve vaîd, kader ve istitâat (yapabilme gücü), hayır ve şerrin takdiri, hidayet ve dalâlet, irade ve meşîet, rüyet ve idrak veya Yüce Allah’ın sıfatları, isimleri ve vasıfları, adalet ve zulüm (tadil ve tecvîr), peygamberlik ve şartları ile Rey ve Hadis ehlinden olan Sünnet ve Cemaat Ehli’nin bir esas üzerinde birleştikleri konularda sapıklığa düşen Kaderiyye, Havâric, Ravâfız, Neccâriyye, Cehmiyye, Mücessime ve Müşebbihe gibi...” Doğru olan görüş bir fırka hariç diğerlerinin hepsinin ebedi cehennemde olmalarıdır. Allah en doğrusunu bilendir. SORU 13: Eşlerden birinin İslam’ı kabul etmesi halinde ne yapılması gerekir? CEVAP: Sorduğunuz soruyu şeyhimiz İbnul Kayyum ‘Zadu’l-Mead’1 adlı eserinde güzel ve öz olarak açıklıyor: “Yine hadisler, eşlerden birinin diğerinden önce Müslüman olması durumunda, aradaki nikâhın araları ister hicretle ayrılsın, ister ayrılmasın münfesih olmayacağı hükmünü içerir. Çünkü Peygamber’in ﷺ, eşlerden birinin diğerinden evvel Müslüman olması durumunda, aralarındaki nikâhı yenilediği bilinmemektedir. Sahabenin Müslümanlığı öyle gerçekleşirdi ki kişi karısından veya karısı kişiden önce Müslüman olurdu. Onlardan Müslüman olanların, hiçbirisi eşleriyle aynı anda Müslüman olduklarını telaffuz etmemişlerdir. Bu, hiç olmamıştır. Peygamber ﷺkızı Zeyneb’i, 1 Zadu’l-Mead, 5/16. FETVALAR 197 Ebul-Âs b. Rebîe geri vermiştir. Hâlbuki o, Hudeybiye senesinde Müslüman olmuştur. Oysaki Zeyneb, ilk biset anından beri Müslümandı. Her ikisinin de Müslüman olması arasında, on sekiz seneden fazla bir müddet vardır. Râvi’nin hadisteki “Zeyneb’in Müslümanlığı ile onun İslam’a girmesi arasında altı sene vardı.” sözünde, bir yanlış anlama vardır. Bununla “Zeyneb’in hicreti ile onun Müslümanlığı arasında...” demek istemiştir. “Bu takdirde bu süre içerisinde iddet biter. Peygamber ﷺbu durumda nasıl nikâhı yenilemez?” şeklindeki bir itiraza şöyle cevap verilebilir: Müslüman kadınların müşriklere haramlığı hükmü, ancak Hudeybiye barışından sonra inmiştir. Daha önce böyle bir haramlık yoktu. Dolayısıyla bu müddet içerisinde, haramlık hükmü henüz meşru olmadığı için nikâh feshedilmiş olmuyordu. Haramlık hükmü inince, Ebul-Âs Müslüman oldu. Peygamber de ( ﷺZeyneb’i) kendisine geri verdi. İddete itibar hakkında ne bir nass ne de icmâ vardır. Hammad b. Seleme, Katâde, Saîd b. el-Müseyyeb yoluyla Ali’nin radiyallahu anh; kâfir olan eşlerden birinin Müslüman olması hakkında, “Kadın hicret yurdunda olduğu sürece, kocası onun kadınlığına (nikâhına) en çok mâlik olandır.” dediğini nakletmiştir. Süfyan b. Uyeyne, Mutarrif b. Tarif, Şabî senediyle nakletmiştir ki Ali radiyallahu anh: “Kadın şehrinden çıkmadıkça, kocası onun üzerinde daha çok hak sahibidir.” demiştir. İbn Ebî Şeybe, Mutemir b. Süleyman, Mamer, Zührî yoluyla şunu zikreder: “Kadın Müslüman olur, kocası olmazsa aralarını sultan ayırmadıkça onlar nikâhları üzeredirler.”1 Hadislerde iddetin itibara alındığına dair hiçbir kayıt yoktur. Peygamber de ﷺkadına iddetinin bitip bitmediğini sormazdı. Şüphe yoktur ki, Müslüman olmak yalnız başına bir ayrılık sebebi olsaydı, bu ayrılık ricî (dönülebilir) değil, bâin (iddet süresi içinde 1 Her iki haberde İbn Hazm, Muhalla, 7/314’te geçmektedir. İkisi de sahihtir. 198 EBU UBEYDE dönüşü olmayan nikâhla) olurdu. İddetin, nikâhın devamı konusunda herhangi bir etkisi yoktur. İddetin etkisi, kadının başkasıyla nikâhlanmasına engel olmada kendini göstermektedir. Eğer Müslüman olmak, aralarında ayrılığı gerçekleştirseydi, kocanın iddet içerisinde karısı üzerinde (ayrılık bâin olduğu için) daha fazla hakkı bulunmazdı. Peygamber’in uygulamasından anlaşılan şudur ki: nikâh mevkuftur. Eğer koca, iddet bitmeden önce Müslüman olursa kadın onun zevcesidir. Eğer iddeti sona ererse, kadın artık istediğine varabilir; dilerse eski kocasını bekler. Eğer kocası Müslüman olursa, yeni bir nikâha ihtiyaç duyulmadan onun zevcesi olur. Müslüman olduğundan ötürü nikâhını yenileyen hiçbir kimsenin bulunduğunu bilmiyoruz. Olan şu iki husustan biri idi: Ya ayrılıyorlardı ve kadın başkası ile nikâhlanıyordu ya da ikisinden birinin Müslüman olması gecikse bile kadın kocasında kalıyordu. Ayrılığın gerçekleşmesi ya da iddete itibar edilmesine gelince, bu konuda Peygamber’in, kendi devrinde pek çok Müslüman olanların bulunmasına ve eşlerden birinin diğerinden önce ya da sonra Müslüman olması arasında az ya da çok zaman geçmesine rağmen, bu ikisinden biri ile hüküm verdiğini bilmiyoruz. Hudeybiye sulhu ve Fetih sonrasında, Peygamber’in, eşleri birinin İslamiyet’i kabulü diğerinden sonra olsa bile nikâhları üzerinde bırakması söz konusu olmasaydı; o zaman “İslamiyet’le, iddete itibar etmeksizin,aralarının derhal ayrılmalarına” hükmederdik. Çünkü Allah Teâlâ: “Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar... Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın.” buyurmaktadır.Bu durumda İslâmiyet, ayrılık sebebi olur. Ayrılık sebebi olan her şeyi ayrılık takip eder. Süt emme, hulû, talâk gibi. Bu, Hallâl, ve arkadaşı Ebu Bekir ile İbnul-Munzir ve İbn Hazm’ın görüşüdür. Hasan, Tâvus, İkrime, Katâde ve Hakem’in mezhepleri de böyledir. İbn Hazm; aynı zamanda Ömer, Câbir b. Abdillah ve İbn Abbas’a da ait olduğunu, Hammad b. Zeyd, Hakem b. Uteybe, Saîd b. Cubeyr, Ömer b. Abdulaziz, Adiy b. Adiy el-Kindî, Şabî ve daha başkalarının da bu görüşle fetva verdiklerini söyler. Ben de bunun, İmam Ahmed’ten nakledilen iki rivayetten biri olduğunu söylüyorum. FETVALAR 199 “Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl değildir.”ayetinin üzerine indiği zat (Peygamber )ﷺ, ayrılığın hemen gerçekleştirilmesi hükmüne gitmemiştir. İmam Mâlik, Muvatta’da İbn Şihâb’dan şunu nakleder: “Safvân b. Umeyye ile karısı VeIid b. Muğire’nin kızının Müslüman olmaları arasında bir ay kadar zaman vardır. O, Fetih günü Müslüman olmuş, kocası Safvan ise kâfir olarak Huneyn ve Tâif savaşlarına katılmış, sonra Müslüman olmuştur. Peygamber aralarını ayırmamış, eski nikâhları ile beraberlikleri devam etmiştir.”1 İbn Şihâb şöyle der: “Ummu Hakîm, Fetih gününde Müslüman olmuştu. Kocası İkrime ise Yemen’e kaçtı. Karısı onu İslam’a davet etti. O da Müslüman oldu ve geldi. Peygamber’e ﷺbîat etti. Peygamber ﷺonları nikâhları üzere bıraktı.”2İbn Abdilberr: “Bu hadisin şöhreti, isnadından daha güçlüdür.” demiştir. Şu da kesin olarak bilinmektedir: Ebu Süfyan b. Harb, fetih sırasında Peygamber ﷺMekke’ye girmeden önce oradan çıkmış ve Müslüman olmuştu. Karısı Hind ise fetih gerçekleşinceye kadar Müslüman olmamıştı. Bunlar da nikâhları üzere kaldılar. Yine Hakîm b. Hizam, karısından önce Müslüman olmuştu. Ebu Sufyan b. Haris ile Abdullah b. Ebî Umeyye fetih senesinde çıkmışlar ve Peygamber ﷺile Ebvâ’da karşılaşmışlar ve hanımlarından önce Müslüman olmuşlardı. Bunlar da nikâhları üzere kaldılar. Özetle, Peygamber’in ﷺ, Müslüman olanlardan hiç birisinin karısı ile arasını ayırdığı bilinmemektedir. Müslüman olanların nikâhlarını yenilemenin gerekliliğini söylemek, son derece yanlıştır ve Peygamber’e ﷺaslı olmayan, bilgisizce söz isnad etmektir. Eşlerin şehadet kelimesini harfiyen aynı anda ve beraberce söylemiş olmalarının mümkün olamayacağı malumdur. Buna rağmen, O, hiç kimsenin nikâhını yenilememiştir. Konuyla ilgili Tirmizi’nin sözü, konu başında geçti. İbn Hazm’ın Ömer’den radiyallahu anh yaptığı nakli ise nerden naklet1 Muvatta, 2/543-544. 2 İbn Hişam, 2/418. 200 EBU UBEYDE tiğini bilmiyoruz. Bilindiği kadarıyla Ömer radiyallahu anh aksi görüştedir. Çünkü Hammad b. Seleme, Eyyûb ve Katâde, İbn Şîrîn, Abdullah b. Yezîd el-Hatmî senediyle sabittir ki; Ömer karısı Müslüman olan bir Hıristiyan hakkında kadına muhayyerlik vermiş ve dilerse ondan ayrılabileceğine ve dilerse onun üzerinde kalabileceğine hükmetmiştir.1 Bu nakiller, İbn Hazm’ın naklettiği görüşe açıkça muhaliftir. İbn Hazm; Ömer, İbn Abbas ve Câbir’in İslâmiyet sebebiyle eşler arasını ayırdıklarına dair haberlere yapışmıştır. Bunlar, mücmel haberlerdir ve ayırmanın derhal olduğu konusunda sarih değillerdir. Bunlar sahih ise bizim Ömer ve Ali’den radiyallahu anhuma naklettiklerimiz de sahihtir. Muvaffakiyet Allah’tandır. SORU 14: Fotoğraf çekmek ile resim çizmenin hükmü aynı mıdır? Fotoğrafa ayna kıyası yapılması doğru mudur? CEVAP: Nassların bu meseleye delaleti açık olmadığından dolayı ictihad yoluna gidilmiştir ve dolayısı ile beraber ihtilaf kaçınılmaz olmuştur.Bu ihtilafta caiz değildir diyenler şu hadislerden kıyas ederek resim çektirmenin haram olduğunu söylemiştir; “Her resim yapan cehennemdedir. Yaptığı her suret için orada bir kişi yaratılarak ona cehennemde azâb edecektir”2 İmam Nevevi,3 İbn Hacer ve Hattabi gibi âlimler bu hadis ve bu manada diğer sünenlerde gelen bütün rivayetlerin mutlak olduğunu ve gölgesi olsun olmasın hiçbir resmin yapılmasını, evde tutulmasını ve satışı gibi diğer mevzuların her birinin haram olduğunu çünkü ifadelerin mutlak geldiğini şu veya bu resim diye ayır1 İsnadı sahihtir. Bk. Muhalla, 7/313. 2 Buhari, Buyû, 104; Müslim, Libâs, 99. 3Nevevi, Şerhu Sahîhi Müslim, XIV, 81-82. FETVALAR 201 madığını ifade etmişlerdir. En güzeli zaruret boyutuna ulaşmadan böyle bir cahiliye fiilinden kaçınmaktır. SORU 15: Kur’an okurken teganni yapmanın ve ses çıkarma yöntemiyle neşidlere yapılan fonun hükmü nedir? CEVAP: Bu konu ile alakalı olarak öncelikle İbnul Kayyum’un Zadul Mead’daki uzun, tafsili ve güzel izahını sard edeceğiz inşallah; Dedi ki: “Bu konuyu aydınlatıp âlimlerin farklı görüşlerini, her grubun delillerini, delil getirirlerken ortaya çıkan leh ve aleyhlerine olan durumları, Allah Teâlâ’nın güç vermesi ve yardımıyla burada belirlemek gerekmektedir. Bir grup diyor ki: Nağme yaparak Kur’an okumak mekruhtur. Ahmed, Mâlik gibi âlimler bu görüştedir. Ali b. Saîd’in rivayetine göre nağme yaparak okuma konusunda Ahmed b. Hanbel: “Hoşuma gitmiyor. Bu iş sonradan ortaya çıkmadır.” demiş, Mervezî’nin rivayetine göre: “Nağme yaparak okumak bidattir; dinlenilmez.” demiş, Abdurrahmân el-Mütteabbib’in rivayetine göre ise: “Nağme yaparak okumak bidattir.” demiş, oğlu Abdullah, Yusuf b. Musa, Yakub b. Bahtân, Esrem ve İbrahim b. Hâris’in rivayetlerine göre de: “Nağme yaparak okuma hoşuma gitmiyor. Ancak bu durum hüzünden kaynaklanır ve Ebu Musa’nın sesi gibi hüzünlü bir sesle okursa o zaman durum başkadır.” demiştir. “Kur’an’ı seslerinizle süsleyin”1 hadisi hakkında ise Salih’in rivayetine göre yine Ahmed b. Hanbel: “Süsleme, güzel okumak anlamındadır.” diyor. Mervezî’nin rivayetine göre de: “Allah, sesi güzel herhangi bir peygambere, Kur’an’ı tegannî etmesine izin verdiği kadar hiçbir şeye izin vermemiştir.” hadisi ile “Kur’an’ı tegannî etmeyen bizden değildir.”2 hadisi hakkında: “İbn Uyeyne: Tegannî etmek, onunla istiğna etmek: yetinmek anlamındadır, derdi. Şafiî 1 Ebu Davud, 1468; İbn Mace, 1342. 2 Ebu Davud, 1469, 1470; İbn Mace, 1337. 202 EBU UBEYDE ise: Tegannî, sesi yükseltmektir, demişti.” Muâviye b. Kurra’nın rivayetine göre Peygamber’in ﷺFetih suresini okuması ve okurken tercî yapması1 olayı kendisine hatırlatılan Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) bunun, nağme yapmak anlamına geldiğini kabul etmediği gibi, nağme yapmaya ruhsat bulunduğu yolunda delil olarak ileri sürülen hadisleri de inkâr etti. İbnul Kâsım’ın rivayetine göre namazda nağme yapma konusu Mâlik’e sorulduğunda şöyle cevap vermişti: “Hoşlanmam. Bu olsa olsa şarkıcıların para kazanmak için söyledikleri bir şarkı olur.” Enes b. Mâlik, Saîd b. Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr, Kasım b. Muhammed, Hasan el-Basrî, İbn Sirin ve İbrahim en-Nehâî’nin de bu işi mekruh sayanlardan oldukları rivayet edilmektedir. Abdullah b. Yezîd el-Akberî anlatıyor: Bir adamla Ahmed b. Hanbel arasında şu konuşmanın geçtiğine şahid oldum. Adam sordu: —Kuranı nağme yaparak okuma konusunda ne dersin? —Senin adın ne? —Muhammed. —Sana ismin uzatılarak: “Yâaa Muuuhammeeedd” denmesi hoşuna gider mi? Kadı Ebu Yalâ diyor ki: “Bu tavır, onun nağme yaparak okumayı aşırı derecede mekruh gördüğünü ortaya koyar.” Hasan b. Abdulaziz el-Ceravî anlatıyor: Adamın biri bana bir vasiyette bulundu. Geride bıraktığı şeyler arasında nağmeli Kur’an okuyan bir cariye vardı. Bu cariye mirasın çoğunluğunu yahut hepsini teşkil ediyordu. Ahmed b. Hanbel, Haris b. Miskin ve Ebu Ubeyde: “Cariyeyi nasıl satayım?” diye sordum. Onlar da: “Sade 1 Buhari, Megazî, 48, Tefsir, Sure 48; Fezail-iI Kur’an 24, Tevhid 50; Müslim, Müsâfırin 238; Ahmed b. Hanbel, V, 55, 56; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/442-443. FETVALAR 203 sat.” dediler. (Nağmeli okuma özelliğinden satım esnasında söz etmeden sat.) O zaman satımında fiyatın düşeceğini söyledimse de yine: “Sade sat.” dediler. Kadı Ebu Yalâ diyor ki: “Böyle dediler; çünkü o cariyenin nağme yaparak okumasını dinlemek mekruhtur. Şarkıda olduğu gibi onun bu okuyuş özelliği için de bedel almak caiz değildir.” İbn Battal diyor ki: Bir grup da: “Kur’an’ı tegannî etmek demek, onu okurken sesi güzelleştirmek ve okuma esnasında tercî yapmak demektir.” diyor. Kişinin istediği ses ve nağmelerle tegannî etmesinin caiz olduğu görüşü, İbnul Mübârek ve Nadr b. Şumeyl’in görüşüdür. Kur’an’ı nağmeli okumanın caiz olduğunu söyleyenlerden biri olan Taberî’nin anlattığına göre Ömer b. Hattâb radiyallahu anh Ebu Musa’ya: “Bize Rabbimizi hatırlat.” der. Ebu Musa da nağme yapa yapa okurdu. Ömer : “Ebu Musa gibi Kur’an’ı tegannî edebilen etsin.” demiştir. Ukbe b. Âmir, Kur’an’ı en güzel sesle okuyanlardandı. Ömer, ona: “Falan sureyi bana oku.” dedi. O da okudu. Bunun üzerine Ömer ağladı ve: “Bu sure indi sanmıyordum.” dedi. (Yani öyle okudun ki, bana bambaşka bir sure gibi geldi.) İbn Abbas ve İbn Mesud, nağmeli okumayı caiz görmüşlerdir. Atâ b. Ebî Rabâh’ın da caiz gördüğü rivayet edilir. Abdurrahman b. Esved b. Yezîd, Ramazan ayında mescidlerde güzel ses arardı. Tahâvî’nin rivayetine göre Ebu Hanife ve arkadaşları nağme ile okunan Kur’an’ı dinlerlerdi. Muhammed b. Abdulhakem: “Babam, Şafiî ve Yusuf b. Ömer’in nağme ile okunan Kur’an’ı dinlediklerini gördüm.” diyor. İbn Cerîr et-Taberî’nin tercihi de bu görüştür. Caiz Görenlerin Delilleri: (Söz İbn Cerîr’indir.) Söz konusu hadisin; şiiri teganni; dinleyeni şevke getirip coşturan mâkul tegannî demek olduğu gibi, Kur’an’ı tegannî de okuyucunun dinleyicisini tatlı tatlı hüzünlendirdiği mâkul tegannî ve sesi güzelleştirmek anlamına geldiğinin delili; Süfyân Zührî; Ebu Seleme; Ebu Hureyre yoluyla rivayet etti- 204 EBU UBEYDE ği şu hadistir: Peygamber ﷺbuyurmuştur ki: “Allah, terennümü güzel herhangi bir peygambere, Kur’an’ı terennüm etmesine izin verdiği kadar hiçbir şeye izin vermemiştir.” Akıl sahiplerince makuldür ki terennüm; ancak terennüm eden kişi sesini güzelleştirir ve nağme yaparsa terennüm olur. Bu hadis: “Allah, güzel sesli herhangi bir peygambere Kur’an’ı yüksek sesle okuyarak tegannî etmesine izin verdiği kadar hiçbir şeye izin vermemiştir.”1 şeklinde de rivayet edilmiştir. Taberî diyor ki: Bu hadis, meselenin bizim söylediğimiz gibi olduğunun en açık bir delilidir. İbn Uyeyne’nin dediği gibi Kur’an’la yetinip başkasına ihtiyaç duymamak anlamında olsaydı, güzel sesten ve yüksek sesle okumaktan söz edilmesinin bir anlamı kalmazdı. Bilinmektedir ki Arapçada ‘tegannî’ yalnızca güzel sesle tercî etmek anlamında kullanılmaktadır. Şair der ki: “Sen söylemişsen haydi şiiri teganni et. Bu şiiri teganni, yarış alanıdır.”2 “Sığasının; yetindin, başkasına muhtaç olmadın, anlamında kullanımı Arap dilinde yaygındır.” iddiasına gelince; Arap dili uzmanlarından hiçbirinin böyle söylediğini bilmiyoruz. Görüşünü doğrulamak için el-Aşa’nın şu beytini delil olarak ileri sürmesine gelince: “Ben bir zaman Irakta çevresi saygın ve uzun süre kalmış bir adamdım.”3 Şiirde geçen ‘tegannisi uzun’ sözüyle ‘istiğnası uzun’ anlamının kastedildiğini sanmıştır ki, bu onun bir yanılgısıdır. el-Aşâ, buradaki tegannî kelimesi ile Arapların: “Falan kimse, falanca yerde 1 Buhari, Fezâilü’l-Kur’an 19; Tevhîd 32; Müslim, Müsâfirîn 232-234. Ayrıca bk. Ebu Davud, Vitr 20; Tirmizi, Fezâilü’l-Kur’an 17; Nesai, İftitâh, 83. 2 Hassan b. Sabit, Divan, s.420. 3el-A’şâ, Divan, s.25. FETVALAR 205 yerleşti.” sözlerinde olduğu gibi “ikamet: yerleşmek, bir yerde eğleşmek” anlamını kastetmiştir. “Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç eğleşmemişler gibi oldular.”1ayetinde de bu anlam vardır. Diğer bir şâirin şu beytiyle davasına şahit getirmeye çalışmasına gelince; “İkimizden her biri diğerinin yaşamasına muhtaç değil. Öldüğümüz zaman da birbirimize daha çok müstağni kalacağız.”2 Bu da onun bir gafletidir. Çünkü ‘-dan gelen’ kelimesi, iki kimseden her birinin bir diğerine ihtiyaç duymaması anlamındadır. Nitekim “İki adam dövüştü.” cümlesi, iki adamdan her biri, diğerini dövdü, anlamındadır. “İki kişi sövüştü.” ve “İki kişi vuruştu.” sözleri de böyledir. “Bu iki kişinin fiilidir.” diyen kimsenin benzeri bir durumda bir kişinin fiili olarak söyleme imkânı yoktur. Zira şairin cümlesinin bu anlamında olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak sözü söyleyen kimsenin bu sözle, muhtaç olduğu halde muhtaç değilmiş gibi göründü (yani yapmacıktı) anlamını kastederse mümkün olur. Nitekim “Falanca kimse kahramanlık tasladı.” cümlesi, kahraman olmadığı halde kendini kahramanmış gibi gösterdiği anlamına gelir. “Cesurluk tasladı.” ve “Cömertlik tasladı.” sözleri de böyledir. Şayet Kur’an’la tegannî etmeyi, Arap dilindeki anlamından uzaklığına rağmen bu anlama alacak olursa bu hatasındaki felâket daha büyük olur. Çünkü onun bu yorumuna göre yüce Allah, Peygamberi’ne ﷺKur’an’la yetinmesine değil, kendi içinde bulunduğu halin aksini göstermesine (hâşâ bir tür münafıklığa) izin vermiş olur. Bunun sakatlığı ise ortadadır. İbn Uyeyne’nin yorumunun sakatlığını ortaya koyan bir delil de şudur: Kur’an’la insanlardan müstağni kalmak gibi bir sıfatla, kendisine bu konuda izin veriliyor yahut verilmiyor diye herhangi 1 A’raf, 7/92. 2 Beyt, el-Hamâsetu’ Basriyye (2/55) ve el-Egânî (I3/127)’de Şair Übeyrid’e; Zeyiü’l-Emâlî (s.73)’de de Seyyar b. Hübeyre’ye nisbet edilmektedir. el-Kâmil (l/184)’de ise Abdullah b. Muâviye b. Abdullah b. Ca’fer b. Ebi Tâlib’e ait beyitler arasında geçmektedir. 206 EBU UBEYDE bir kimsenin tanıtımı imkânsızdır. Yalnız İbn Uyeyne’ye göre «serbest bırakma ve mubah kılma” anlamına gelen ise böyle bir imkân doğar. Ancak bu da iki yönden hatalıdır: Lügat (iştikak) ve manayı çarpıtmak. İştikak bakımından kelimesi, cümlesinde olduğu gibi kulak vermek, dinlemek anlamına gelen fiilden türetilmiş bir mastardır. “Rabbine kulak verdi ve gerçekleştirildi”1ayetinde de bu anlamdadır. Şair Adiyy b. Yezîd de diyor ki: “Ey kalb! Oyun eğlence ile avun. Hüznüm, dinlemede işitmede.”2 Şu halde Peygamber’in ﷺ: “Allah hiçbir şeye izin vermemiştir.” hadisi; “Allah, bir peygamberin Kur’an’Ia tegannîsini dinlediği gibi insan sözünden hiçbir şeyi dinlememiştir.” anlamındadır. Çünkü Kur’an’la insanlardan müstağni kalmanın, dinlenir, kulak verilir diye nitelendirilmesi mümkün değildir. (Taberî’nin sözleri sona erdi.) Ebul Hasan İbn Battal diyor ki: Bu konuda, şu rivayetten dolayı bir problem daha kaldı: İbn Ebî Şeybe’nin, Zeyd b. Habbâb - Musa b. Ali b. Rabâh-babası Ali b. Rabâh-Ukbe b. Âmir senediyle rivayet ettiğine göre Allah Rasulü ﷺbuyurdular ki: “Kur’an’ı öğrenin, onunla tegannî edin ve onu yazın. Canım elinde olan Allaha yemin ederim ki, Kur’an hafızadan, gebe devenin bağlarından boşanıp kaçmasından daha süratli boşanıp kaçar.3 Ömer b. Şebbe rivayet ediyor: Ebu Âsim en-Nebîle, İbn Uyeyne’nin «Kur’an’la tegannî eder» sözünü, «Onunla istiğna eder: yeti1 İnşikak, 84/2. 2Adiyy, Divan, s. 172; İbnü’ş-Şecerî, Emâlî, 2/36. 3 İsnadı güçlüdür. Ahmed b. Hanbel (3/İ46)’de: «Allah’ın Kitabı’nı öğrenin, onu okumayı elden bırakmayın ve onunla tegannî edin. Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an, ipte bağlı gebe deveden daha süratli sıyrılıp kurtulur.» Müslim (79I/231)’de ise: «Bu Kur’an’ı okumayı elden bırakmayın. Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an ipte bağlı deveden daha süratli sıyrılıp kurtulur.» şeklinde rivayet edilmektedir. Benzer lafızlarla; Buhari, Fezâilü’l-Kur’an, 23; Müslim, Müsâfirîn, 231. FETVALAR 207 nir» diye yorumladığı anlatılınca şunları söyledi: «İbn Uyeyne hiç iyi bir şey yapmamış, İbn Cüreyc, Atâ yoluyla Ubeyd b. Umeyr’in: Davud Peygamberin aleyhisselam, kendisiyle tegannî ettiği, ağlayıp ağlattığı bir çalgı âleti vardı, dediğini bize haber vermiştir.» İbn Abbas: «Hz. Davud, Zebur’u yetmiş türlü nağme ile okurdu. Öyle okurdu ki, herkes mest olur coşardı» demiştir.1 Şafii’ye rahimehullah, İbn Uyeyne’nin yorumu sorulunca şu cevabı vermişti: Biz bu işi daha iyi biliriz. Şayet Hz. Peygamber ﷺ istiğna anlamını kastetmiş olsa: “Kim Kur’an’la istiğna etmezse...” buyururdu. Ancak “Kur’an’la tegannî eder” buyurmasından anladık ki, burada tegannîyi kastediyor. 2- Kuranı süslemek, güzel sesle okumak, okurken nağme yapmak ruhlarda daha etkili ve dinlenilmesine, kulak verilmesine daha iyi bir sebeptir. Kelimeler kulaklara, manalar kalplere daha iyi yerleştirilmiş olur. Bu da maksada yardımcıdır. Nağme yaparak okumak, tıpkı hastalığın bulunduğu yere ilacı nüfuz ettirmesi için ilaca konan tatlı madde; iştahımızı daha iyi çekmesi için yemeğe katılan güzel koku ve baharat; nikâhın gayelerinin gerçekleşmesine daha iyi sebep olsun diye kadının kocası için süslenmesi, güzelleşmesi ve güzel koku sürünmesi gibidir. Nefsin müzik ile mest olmaya, coşmaya ihtiyacı vardır. Nasıl ki, her türlü haram ve mekruh yerine onlardan daha hayırlısı geçirilmiş; örneğin fal oklarıyla şans denemesinin yerine halis tevhid ve tevekkül olan istihare, zina yerine nikâh, kumar yerine ödüllü kılıç oyunları ve at yarışları, şeytani müzik yerine Rahmânî Kur’an müziği... Konulmuştur; işte tıpkı bunun gibi şarkı nağmesi yerine Kuran nağmesi konulmuştur. Bunların örnekleri gerçekten çoktur. 3- Haram, ağırlıklı yahut katıksız bir zarar içermelidir. Nağme yaparak, ahenkli söyleyerek Kur’an okumak ise bunlardan hiçbirini içermemektedir. Çünkü nağme yapmak, sözü asıl konulduğu anlamından çıkarıp dinleyicinin sözü anlamasına engel olmamaktadır. Bu işe karşı çıkanın sandığı gibi şayet bu şekil okuyuş, harf 1 İbnul Kayyum el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/464. 208 EBU UBEYDE ilâvesini gerektiriyor olsaydı; sözü konulduğu anlamdan çıkarır, dinleyicinin anlamasına engel olur ve dinleyici ne anlama geldiğini bilmezdi. Oysa var olan gerçeklik bunun tam aksinedir. 4- Bu nağme yapma, ahenkli söyleme işi, söyleyiş şekline bağlıdır. Bazen tabiî ve içten gelerek, bazen de zoraki ve yapmacıktan olur. Söyleyiş sekileri sözü, konulduğu anlamdan çıkarmaz. Bunlar tıpkı sözün inceltilmesi, kalınlaştırılması ve İmâle yapılması, kurrânın uzun ve orta medleri gibi, okuyanın sesinin sıfatlarıdır. Ancak şu sayılan şekiller harflerle ilgili; nağme yapma ve ahenkli söyleme şekilleri ise seslerle ilgilidir. Harfleri söyleyiş sekilerini nesilden nesile aktarmak mümkün olduğu halde bu (sesleri) söyleyiş şekilleri konusundaki ilk devir örneklerini (=âsârı) aktarmak mümkün değildir. Bu yüzden şu sayılanlar lafızlarıyla aktarıldıkları halde berikilerin lafızlarıyla aktarılmaları mümkün olmamış, yalnızca bunların mümkün olduğu kadarı aktarılmıştır. Meselâ Hz. Peygamberin ﷺFetih sûresini okurken “a a a” diye yaptığı terci gibi. 5- Nağme yapma ve ahenkli söyleme iki şeye bağlıdır: 1- Med (uzatma), 2- Tercî. Hz. Peygamberin ﷺKur’an okurken sesini uzattığı, “er-Rahmân” ve “er-Rahim” kelimelerini uzatarak okuduğu sabittir. Yukarıda geçtiği üzere tercî yaptığı da sabittir. 4- Karşı Çıkanların Delilleri: Kur’an’ın tegannî ile okunmasına karşı çıkanlar diyorlar ki: Delillerimiz şunlardır: 1- Huzeyfe b. Yemân’ın rivayetine göre Hz. Peygamber ﷺbuyurdu ki: “Kur’an’ı Arap nağme ve sesleriyle okuyun. Kitaplıların (Hıristiyan ve Yahudilerin) ve aşıkların nağmelerinden sakının. Çünkü benden sonra Kur’an’ı şarkı ve matem türküsü gibi terci ile okuyacak kimseler gelecektir. Kur’an, onların boğazlarından aşağı geçmez. Onların ve hayranlarının kalpleri fitneye uğramıştır.1 Bu hadisi, Tecrîdüs-Sıhâh’ta Ebul-Hasen Razîn ve Nevâdirul-Usûl’de 1 Taberani, Evsat; Beyhaki, Şuabu’l-İman. Hadis sahih değildir. FETVALAR 209 Ebu Abdillah Hakîm et-Tirmizî rivayet etmiştir. Kadı Ebu YaIâ, el-Câmi’de bu hadisi ve bir başka hadisi delil olarak kullanmıştır ki, o da şudur: Hz. Peygamber ﷺ, kıyametin alâmetlerini sayarken onlar arasında şu hususu da belirtmiştir: “Kur’an eğlence âleti yapılacak. O zamanın insanları Kur’an’ı en iyi okuyan ve en faziletli insan olmadığı halde aralarından birini sırf kendilerine şarkı (gibi Kur’an’ı) okuması için öne çıkaracaklar.”1 2- Ziyâd en-Nehdî, beraberinde kurrâ olduğu halde Enes’in yanına geldi. Ziyâd’a: “Kur’an oku” dediler. O da sesini yükseltip nağme yaparak okudu. Gür sesli biriydi. Enes -yüzünde siyah bir peçe vardı- peçeyi açtı ve : “Be adam eskiden böyle yapmazlardı” diye çıkıştı. Enes, kötü ve yanlış saydığı bir durum görünce yüzündeki peçeyi kaldırırdı. radiyallahu anh 3- Hz. Peygamber ﷺ, nağme yaparak ezan okuyan müezzini bundan menetmiştir. İbn Cüreyc’in Atâ’dan rivayetine göre İbn Abbas diyor ki: Allah Rasulü’nün ﷺnağme yaparak ezan okuyan bir müezzini vardı. Hz. Peygamber ﷺona: “Ezan kolaydır, kolaylıkla okunur. Şayet kolay ve yumuşak bir tarzda okuyacaksan oku, yoksa okuma.” buyurdu. Bu hadisi Darekutni rivayet etmiştir.2 Hafız Abdülganî b. Saîd, Katâde’den, o da Abdurrahman b. Ebî Bekr’den babası Hz. Ebu Bekir’in şöyle dediğini aktarır: “Allah Rasulü’nün ﷺokuyuşu med (=uzatma) idi. Onun okuyuşunda tercî yoktu”. 4- Tercî ve nağme yaparak okumak hemzeli olmayan kelimeyi hemzeli, med harfi bulunmayan kelimeyi medli okumayı; bir elifi pek çok elife, bir vâvı pek çok vâva, bir yâ harfini de pek çok yâ har1 Sayılan diğer alâmetler ise şunlardır: Sefihlerin başa geçmesi, akitlerde şartların çoğalması, hükmün satımı, cana değer vermemek, akraba ziyaretlerim kesmek. Ahmed b. Hanbel tarafından da (3/494) rivayet edilen bu hadisin ondaki senedi zayıf olsa bile; Taberani ve İbn Şahin tarafından başka bir senedle rivayet edilmiş olup, ayrıca bu hadisi destekleyici Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde (6/22,23) ve Hâkim’in Müstedrek’inde (3/443) iki ayrı hadis vardır. Bunlar toplanınca hadisin sahih olduğu anlaşılır. 2 Darekutni, 1/239. Hadis çok zayıftır. 210 EBU UBEYDE fine çevirmeyi gerekli kılar. Bu da Kur’an’a ilâve yapmaya götürür ki, caiz değildir. 5- Bu işin caiz olup olmayanı için bir sınır yoktur. Belli bir sınır konacak olursa, bu Allah Teâlâ’nın kitabında ve dininde dilediğince tasarruf ve hükmetmek olur. Bir sınır tayin edilmezse bu da, şarkıcıların şarkı sözlerinde ve kurrâdan pek çoğunun cenazelerin önlerinde yaptıkları gibi, ses sanatçılarının yaptıkları şekilde, okuyucunun -Allahın Kitabı’nı tahrif ile onu şiir ve şarkı nağmelerine benzer bir tarzda müzik gibi okuma sayılacak şekilde- sesleri yankı yaptırmasının, tercîlerle şarkıya benzer türlü türlü nağmeler ve makamlar icad etmesinin serbest bırakılmasına götürür; artık Allah’a ve Kitabı’na karşı cüretkârlık göstererek, Kur’an’la oynayarak, şeytanın verdiği süse aklanarak şarkıda olduğu gibi Kur’an okumada da makamlar icad ederler, İslâm âlimlerinden hiçbiri bunu caiz görmez. Malumdur ki, nağme yaparak ahenkli okuma, buna doğrudan götüren bir sebeptir. O halde bu yasaklama, harama götüren yollan tıkamak gibidir. İşte her iki grubun sonuca ulaşma çabalarının neticesi ve birbirlerine karşı kullandıkları deliller nihayet bu kadar. 5- Tartışmanın Çözümü: Tartışma şöylece sonuca bağlanabilir: Tegannî ve nağme yapmak türlüdür: a- İnsan tabiatının gereği olan, zorlamadan, alıştırma ve öğrenim yapmadan insanın içinden gelen; öyle ki, kişi tabiatıyla baş başa kalsa, tabiatı serbest bırakılsa bu nağme ve tegannî kendiliğinden gelir, işte bu şekli caizdir. İsterse kişi biraz daha süslemek ve güzelleştirmek maksadıyla tabiatına yardım etsin, yine caizdir. Nitekim Ebu Musa el-Eşarî, Hz. Peygambere ﷺ: “Dinlediğini bilseydim, senin için daha güzel okurdum”1 demiştir. Hüzünlenen, içinden coşku, sevgi ve şevk gelen bir kimse istese de hüzünlü ve nağmeli okumayı kendisinden uzaklaştıramaz. Çünkü nefisler 1 İbnul Kayyum el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/468. FETVALAR 211 onu kabullenmiştir; tabiatına uygun geldiği, zorluk duymadığı ve yapmacık göstermediği için tatlı bulmuşlardır. Böylesi, tabii gösterilmeğe çalışılan bir şey değil, doğrudan doğruya tabiîdir; zoraki değil, aşkla yapılacak bir şeydir. işte bu tegannî selefin yapıp dinlediğidir; övülen, methedilen tegannîdir. Hem okuyanın, hem dinleyenin etkilendiği tegannîdir. Caiz olduğunu savunanların bütün delilleri işte buna bağlanır. 2- İkinci şekil: Bir sanat olan ve insan tabiatından kolaylıkla gelmeyip ancak zahmet ve zorlukla emek vererek, alıştırma yaparak elde edilen şeklidir. Bu şekli, tıpkı özel makamlar ve icad edilmiş notalara göre basit yahut mürekkeb (birleşik) türlü türlü nağmelerle şarkı seslerini çıkarmayı öğrenmede olduğu gibi yalnız öğrenim görmek ve emek vermekle elde edilir. Selefin mekruh gördüğü, ayıpladığı, kınadığı, yasakladığı, okuyanlara çattığı işte böylesidir. Nağme yaparak okumanın caiz olmadığını savunanların ileri sürdükleri deliller ancak bu türlüsünü kapsar. Yaptığımız bu tafsilat ile karışıklık ortadan kalkmış ve doğru olan, doğru olmayandan ayrılmış olur. Selefin hal ve tavırlarını bilen herkes, kesinlikle onların, Ölçülü (notaIı), sayılı, sınırlı makam ve hareketlerden oluşan emek vererek öğrenilen müzik nağmeleri ile Kur’an okumaktan uzak; bu şekil okuma ve buna izin verme konusunda Allah’tan en çok korkan kimseler olduklarını da bilir. Yine kesinlikle bilir ki, onlar hüzünlü hüzünlü ve nağme yaparak Kur’an okurlar; okurken seslerini güzelleştirirlerdi. Kur’an’ı bazen gamlı, kederli; bazen neşeli, bazen da coşkulu okurlardı. Bu iş, tabiatlarda gömülüdür, hakkını almak ister. Kanun koyucu, tabiatlar bundan nasibini almak isterken tutup bunu yasaklamamış; aksine bu yolu göstermiş, teşvik etmiş, bu şekilde okuyan kimseyi Allahın dinleyeceğini haber vermiş ve: “Kuranla tegannî etmeyen bizden değildir.” buyurmuştur. Bu hadiste iki ihtimal vardır: birincisi; hepimizin yaptığı vakıayı haber vermiştir (yani biz hepimiz böyle yaparız demiştir); ikincisi, Hz. Peygamber ﷺ, tegannî yapmayan kimsenin, kendisinin sünneti ve yolunda olmadığını bildirmiştir.” 212 EBU UBEYDE Allah şeyhe rahmet etsin. Bu sözün üzerine konuşmak ilme ve ilim ehline ayıptır. Bu mesele de şeyhin mezhebi üzereyiz. SORU 16: Ali radiyallahu anh hakkında keremallahu vechehu ‘ Allah yüzünü keremli kılsın’ şeklinde dua etmenin hükmü nedir? CEVAP: Bu şekilde bir dua ilim ve irfan ehlinden olan sünnete düşkün insanların hiçbiri tarafından zikredilmemiştir. Bu sonradan gelen insanların katında şöhret bulmuştur. Özellikle de rafizi cahiller bunu çok kullanmışlardır. O rafizi cahiller zannımız odur ki diğer üç büyük halifeden fark oluşturmak için ortaya çıkarmışlardır. Radvi er Rafidi dedi ki; “Allah’ın arzındaki iki kişi ihtilaf etmez ki sahabenin üç tanesi(Ebu Bekir, Ömer ve Osman) putlara ibadet edenlerdendir.” (Şiaya iftira ettiler adlı kitapta 223 sayfasında bu sözleri sarf etmiştir ki Allah’ın laneti bu rafizinin üzerine olsun.) SORU 17: Bayanların altın takması hükmü nedir? Haram mıdır helal midir? CEVAP: Nebi ﷺdedi ki; “ İpek elbise giyenin ahirette nasibi yoktur.”1 Bu hadisten yola çıkarak âlimler ortaya bazı görüşler atmışlardır. Taberi dedi ki; bazıları mutlak olarak lafzın umumuna kadın erkek herkesin ipek elbise giymesini haram saymışlardır. Bazıları da bunun nesh edildiğini iddia etmişlerdir. Ancak erkekler hakkında nesh edilmediğini istisnanın kadınlar için getirildiğini söylemişlerdir. Bazıları da demişlerdir ki buradaki yasak mekruhluktur yoksa haramlık değildir. 1 Sahihu’l-Buhari, Kitabu’l-Libâs; Sahihu Müslim, 3/1645. FETVALAR 213 İmam Nevevi rahimehullah şu sözler ile bu ihtilaftaki racih görüşü ortaya koymuştur; “Kadınlara gelince onlara ipek giymek helal kılınmıştır. Ya da altın yüzükler veyahut gümüşten olan bütün mücevheratlar ister evli olsun ister bekâr, ister yaşlı olsun ister genç hepsine helaldir. İster fakir olsun ister zengin hepsine helaldir. İşte bu ipeği giymenin erkeklere haram kadınlara ise helal olması noktasında bizim mezhebimizdir. Cumhurun da mezhebi böyledir. Kadı’dan hikâye edildi ki bir kavim erkeklere ve kadınlara bunu mubah kıldılar. İbnu Zubeyr’den ise hem erkek hem de kadınlara helal olduğu rivayet edildi. Bu ihtilaftan sonra ümmet arasında icma munakid(bağlanmış) olmuştur ki erkeklere haramdır kadınlara helaldir.”1 Allah en doğrusunu bilendir. SORU 18: Kırmızı renkte elbise giymenin hükmü nedir? CEVAP: Sevgili kardeşim hadislere bakıldığı zaman bazen kırmızı elbise giymenin yasaklandığını görürsün: “İbnu Amr İbni’l-As radiyallahu anh anlatıyor: “Üzerinde kırmızı renkli iki giyecek bulunan bir adam geldi ve Rasulullah’a ﷺverdi. Ama Rasulullah ﷺadamın selamını almadı.”2 “Benî Esed’den bir kadın anlatıyor: “Bir gün, Rasulullah’ın ﷺ zevcelerinden Zeyneb’in yanında idim ve kızıl toprakla onun elbiselerini boyuyorduk. Biz bu işle meşgulken Rasulullah ﷺçıkageldi. Ancak kızıl toprağı görünce geri döndü. Zeynep bu hali görünce, Rasulullah’ın ﷺbunu mekruh addettiğini anladı ve derhal elbiselerini yıkadı ve bütün kırmızılığı örttü. Aleyhissalâtu vesselâm geri döndü ve âniden geldi. (Boyadan) hiçbir şey görmeyince içeri girdi.”3 1Nevevi, Şerhu Sahîhi Müslim,14, 32-33, 38. 2 Ebu Davud, Libas, 20, (4069); Tirmizi, Edeb, 45, (2808). 3 Ebu Davud, Libâs 20, (4071). 214 EBU UBEYDE “İmrân İbnu Husayn radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah ﷺ buyurdular ki: Ben erguvan (koyu kızıl) renkli şeyin üzerine binmem. Ne sarıya boyanmışı, ne de (eteğinin ucuna, yakasına, yenine) ipekli geçirilmiş gömleği giymem. Bilesiniz erkeğin sürünme maddesi kokuludur, renksizdir. Bilesiniz kadının sürünme maddesi renklidir kokusuzdur.”1 Bazen de Rasulullah’ın ﷺkırmızı elbise giydiğini görebilirsiniz. “Hilâl İbnu Âmir babasından naklediyor: “Rasulullah’ı ﷺMina’da halka hitap ederken gördüm. Sırtında kırmızı bir bürde vardı ve katırının üzerinde idi. Hz. Ali de radiyallahu anh önüne durmuş, Resulullah’ın ﷺsöylediklerini tekrarlıyordu.”2 “Bera radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah ﷺorta boylu idi. Ben onu kızıl bir hulle içerisinde gördüm. Ben Rasulullah’tan ﷺ daha güzel bir şeyi hiç görmedim”3 İlim ehli İbnul Kayyum, İmam Tirmizi ve İmam Nevevi4 ve bu 1 Ebu Davud, Libas, 11, (4048); Tirmizi, Edeb, 30, (2789). 2 Ebu Davud, Libas, 21, (4073). 3 Buhari, Libas, 35; Menakıb, 23; Müslim, Fezail, 91, (2337); Ebu Davud, Libas, 21, (4072); Tirmizi, Libas, 4, (1724); Nesai, Zinet, 94, (8, 203). 4 İslam alimleri erkekler için aspurla boyanmış elbise giymenin caiz olup olmayacağında ihtilaf etmişlerdir. Sahabe ve tabiûnun cumhuru ile onlardan sonra gelen ulema bunu mübah görmüşlerdir. İmam Ebu Hanîfe rahimehullah ile İmam Mâlik’in ve İmam Şafiî’nin kavilleri de budur. Yalnız İmam Mâlik, başka bir boya ile boyanmış elbiseyi daha efdal görmüştür. Bir rivayette, evlerde ve avlu içlerinde giyilmesini caiz; toplantı yerlerinde, so­kak ve pazarlarda ise mekruh görmüştür. Ulemadan bir cemaata göre sarıya boyanmış elbise giymek kerahat-i tenzihiyye ile mekruhtur. Onlar hadisteki nehyi bu manaya hamletmişledir. Hattabi’ye göre, buradaki nehiy, kumaşı dokuduktan sonra boyamaya aittir. Evvela ipliği boyanır da dokunursa bu memnu değildir. Ulemadan bazıları buradaki nehyi hac ve umre için ihrama girmiş olan­lara hamletmişlerdir. Bu takdirde hüküm, İbn Ömer hadisine uygun olur. Mezkûr hadiste, “Peygamber ﷺ, ihramlının vers ve zaferan değmiş elbise giymesini yasak etti.” denilmekledir. (Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, 9/ 436; Buhari, Libas, 17-34; Müslim, Hacc, 3; Nesai, Menasik, 2S, 35; İbn Mace, Me- FETVALAR 215 meseleye dair fıkhı ortaya koyan herkes yasaklanan kırmızının aspurla boyanmış kırmızı elbise olduğunu belirtmişlerdir.1 Ancak Rasulullah’ın ﷺgiydiği kırmızı elbise ise diğer siyah ve benzeri renkler ile boyalı olan alacalı kırmızılardır.2 Dolayısı ile burada rivayetten daha çok hadisleri cem etme ve usul fıkıh ortaya çıkmaktadır. Bunlarda âlimlerin içtihadlarının olduğu konular olduğu için ihtilaf muteberdir. Dolayısı ile meseleye dair ihtilaf kuvvetlidir. En güzeli ihtilaftan kaçınarak kırmızının her türlüsünü giyside terk etmektir. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. SORU 19: Kaşın ortası kaştan mıdır? Yani kaşın ortasının alınmasında da lanet söz konusu mudur? Kadınların çokça uzayan kaşlarını kesmesi caiz midir? CEVAP: İbrâhîm en-Nehaîden; o da Alkame’den; o da Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh şöyle dedi: nasik, 19; Muvatta, Hacc, 9; Ahmed b. Hanbel, 111 66. 1 (Amr b. Şuayb’ın) dedesi (Abdullah b. Amr b. Âs’dan rivayet olunmuştur, dedi ki: Rasulullah ﷺile birlikte (Ezahir dağ yolu denilen) dağ yolundan iniyorduk. (Bir ara) Rasulullah ﷺdönüp bana baktı. Benim üzerimde de aspurla boyanmış, tek desenli sade bir giysi vardı. “Üzerindeki bu giysi de nedir?” diye sordu. Ben onun bundan hoş­lanmadığım hemen anlamıştım. Doçru tandırlarını yakmakta olan ev halkının yanına vardım ve bu elbiseyi tandıra attım. Sonra ertesi gün Hz. Peygamber’in ﷺyanına vardım. “Ey Abdullah, o elbiseyi ne yaptın?” dedi. (Ben de yaptıklarımı te­ker teker) ona anlattım. “Keşke onu aile halkından bazılarına giydirseydin. Çünkü bun­da kadınlar için bir sakınca yoktur” (İbn-i Mace, Libas 21) 2 İbnul Kayyum el-Cevziyye; Hz. Peygamber’in ﷺgiydiği kırmızı elbiseden maksat tümüyle kırmızı elbise değildir. Kırmızı ile siyah karışımı elbisedir. Araplar böyle elbiseye «kırmızılı elbise» derler. Bu inceliği bilmeyen bazı kimseler Hz. Peygamber’in ﷺkırmızı elbise giydiğini hadisi delil göstererek, kırmızı elbise giyip halk arasına çıkarlar ve bu hareketleriyle unutulmuş bir sünneti ihya etmeye çalıştıklarını iddia ederler. Onların bu sözleri tamamen bir vehimden ibarettir. (Azîmabadî, Avnu’l Mabuud, 11/117) 216 EBU UBEYDE “Vücutlara dövme yapan kadınlara, kendisine dövme yapılmasını isteyen kadınlara, yüzdeki kılları yolan ve yüzdeki kılları yolduran kadınlara, seyrek dişli güzel görünmek için ön dişlerinin aralarını yontan bu şekilde Allah’ın yarattığını değiştiren kadınlara Allah lanet etsin! Ravi dedi ki: -Bu söz, Esed oğullarından kendisine Ümmü Yakub denilen bir kadına ulaştı. Bu kadın Kur’an’ı okuyor idi. Bu kadın, Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh geldi ve: -Bana senden ulaşan: “Vücutlara dövme yapan kadınlara, kendisine dövme yapılmasını isteyen kadınlara, yüzdeki kılları yolan ve yüzdeki kılları yolduran kadınlara, seyrek dişli güzel görünmek için ön dişlerinin aralarını yontan bu şekilde Allah’ın yarattığını değiştiren kadınlara Allah lanet etsin!” dediğin söz nedir? Dedi. Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh: -Bana ne oluyor ki, Nebi’nin ﷺlanet ettiği kimselere lanet etmeyeyim! Bu Allah’ın Kitabında da vardır dedi. Kadın: -Şüphesiz ki ben Kur’an’ın iki kapak arasını okudum fakat onu bulamadım! dedi. Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh: -Eğer Kur’an’ı gerçekten okuduysan kuşkusuz ki onu bulmuşsundur! Allah Azze ve Celle Haşr Suresi 7. ayetinde: “Rasul size ne verdi ise onu alınız! Size neyi yasak etti ise ondan FETVALAR 217 sakının!” buyurmaktadır, dedi. Kadın: -Bu gibi şeyleri ben şimdi senin eşinde görürüm, dedi. Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh: -Git ona bak dedi. Ravi dedi ki: -Kadın, Abdullah ibni Mesud’un radiyallahu anh eşinin yanına girdi ve laneti gerektiren bir şey göremedi. Akabinde kadın, Abdullah ibni Mesud’a radiyallahu anh geldi ve bir şey göremedim, dedi. Abdullah ibni Mesud radiyallahu anh: -Şayet onda böyle bir şey olsaydı onunla bir arada bulunmazdık! Dedi.”1 Yine İmam Nesai’de “Kaşlar güzel görünmek için inceltilebilir mi?” diye bab başlığı attıktan sonra şu hadisleri rivayet etmiştir. Abdullah’tan radiyallahu anh rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasulullah ﷺ: “Dövme yapan ve yaptıranı güzel görünmek için kaşlarını alan ve dişlerini inceltip dişlerinin görüntüsünü değiştirenleri lanetledi.”2 Âişe’den radiyallahu anha rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasulullah ﷺ: “Dövme yapmayı ve yaptırmayı, saç (peruk) yapmayı ve yaptırmayı, kaşların kıllarını almayı ve aldırmayı yasak etti.”3 1 Müslim, 2125/120; Buhari, 5945; Ebu Davud, 4169. 2 Buhari, 594; Müslim, 2124/119. 3 Buhari, Libas: 83; Müslim, Libas, 33. 218 EBU UBEYDE İbn Cerir Taberi1 ve İbn Hazm gibi âlimlerin çoğunluğu hadislerin zahirine hamledip, bunları istisna edecek başka nassların gelmemesinden ötürü sakalı ve bıyığı çıkan kadının dahi bunları kesemeyeceğini söylemişlerdir İmam Nevevi de dâhil olmak üzere Şafilerin görüşüne göre ise kadının böyle bir durumda sakal ve bıyıklarını kesmesi haram değil bilakis müstehabtır.2 Racih olan ise kadının hiçbir şekilde kaşları ve sakal kısımları dâhil bütün yüzünden herhangi bir şekilde yüzünden hiçbir kılı koparmamasıdır. Âlimler kocasının kerih görmesi halinde o kadını nikâhlamaması gerektiğini ve başkasını nikâhlaması gerektiğini söylemişlerdir. Doğrusunu bilen Allah’tır Subhanehu ve Teâlâ. SORU 20: Şeyhulislam Ahmed İbn Teymiyye şöyle demiştir: İbn Teymiyye’ye soruluyor rafizilerden kız alınır mı? El-Cevab: Halis rafiziler heva, bidat ve zelalet ehlidir. Müslümanın kendi velayeti altında olan kadını onlarla evlendirmemesi lazımdır. Eğer Müslümanın kendisi – tevbe etmesini umuyorsa - rafizi bir kadınla evlenirse nikâhı sahihdir. Eğer rafizi kadının tevbe etmesini ummuyorsa, çocukları bozmaması için böyle rafizi kadınla evlenmeği terk etmesi daha efdaldır.”3 Not: İbn Teymiyye rafizi kadınla nikâhı sahih sayıyor. Malumdur ki, kitab ehlinden olmayan kâfirlerle nikâh sahih değildir. O, zaman ortaya iki ihtimal çıkıyor: 1 İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an; Buhari, K. Tefsir el-Kur’an, Sure 59, Bab:4. 2Munavi, Feyzu’l-Kadir, 5, 373; Tâberi rahimehullah şöyle bir rivayet nakleder: Güzelleşmeyi (makyajı) seven genç bir kadın Aişe validemize radiyallahu anha geldi ve, ‘kadın kocası için alnındaki tüyleri yolabilir mi?’ diye sordu. O da, ‘Seni rahatsız eden şeyleri giderebildiğin kadar gider’ dedi. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10, 378. 3 Ahmed İbn Teymiyye, Mecmuatul Fetava: 32/43, Darul Vefa: 1426/2005. FETVALAR 219 1. İbn Teymiyye kitab ehli olmayan kâfir kadınlarla da nikâhı caiz görüyor. 2. İbn Teymiyye rafizileri kâfir saymadığı için nikâhlarını sahih sayıyor. Bu konu hakkında ne diyebilirsiniz? Bir de haramda ısrarın istihlal olduğu görüşünün doğru olup olmadığını sormuştum ama cevaplanmadı bayağı bir süre. İbn Teymiyye gibi âlimler buna üvey annesi ile evlenen adam hakkındaki hadisi getiriyor ama bunu delil alıp başını açanı devamlı içki içeni tekfir ediyorlar. Bu haricilerin vasfı değil midir? CEVAP: Yaptığınız nakil sahih ancak yapılan nakilden çıkardığınız anlayış sahih değildir. Çünkü Allah’ın Subhanehu ve Teâlâ ayette ifade ettiği gibi müşrik kadınların nikâhlanılmaması yasağının manasının içerisinde eğer müşrike bir kadın nikâhlanılırsa o nikâhın batıl olduğu çıkarılır mı yoksa çıkarılmaz mı onu önce anlamamamız gerekir. Nikâh satış gibi akitler babındandır bu yüzden fıkıh kitaplarında artarda zikredilmişlerdir. Örneğin Allah faizi yasaklamıştır. Ancak faizli bir satış ile yapılan satış anlaşması batıl mıdır? İşte burada ulemanın bir bölümü satışın sahih olduğunu ancak kişinin yasaklanan satışı yapmak ile günah kazandığını söylemişlerdir. Yani Müşrike kadınları nikâhlamak bir haramdır. Ancak onlarla yapılan nikâh anlaşmaları sahihtir. Bunun en büyük delili ise Nebi’nin ﷺhiçbir sahabeye İslam’a girdikten sonra nikâhlarını tazelemelerini talep etmemeleridir. Aynı şekilde kızı Zeynep’i kocasından ayrılıp Medine’ye hicret ettikten sonra yeni bir nikâh akdi yapmadan kocasına geri döndürmesidir. Dolayısı ile İbn Teymiyye rahimehullah bu manada bu sözleri sarf etmiştir. İbn Teymiyye’nin Rafizileri kâfir saymadığı gibi bir sonucun çıkarılması ise tamamen İbn Teymiyye’ye iftiradır nitekim sözün ihtivası zikrettiğimiz şekildedir. Bırakın İbn Teymiyye’nin Rafizileri kâfir saymamasını İbn Teymiyye rahimehullah onlara 220 EBU UBEYDE kâfir demeyenlere kâfir demek noktasında icma nakletmiştir. “Her kim zannederse Rasulullah’ın ﷺvefatından sonra 10 küsur kişi hariç sahabenin hepsi kâfir oldular, Yâda geneli fıska düştüler, Bunun da küfründe şüphe yoktur. Çünkü Kur’an’da Allah’ın onlardan razı olduğuna dair var olan nassları yalanlamış olur. Bilakis bunun küfründe şüphe edenin küfrü muayyendir. Çünkü bu sözün kapsamı içerisinde Kur’an’ı nakledenlerin genelinin kâfir ve fasık olduğu anlaşılır. Allah dedi ki; Siz insanlar içerisinde çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz.1 En hayırlısı ilk asırdır. Eğer onlarında çoğu kâfir ve fasık ise; bu ümmet ümmetlerin en şerlisidir.(Haşa) İşte bu İslam dininde küfür olduğu zaruri olarak bilinmesi gereken küfürdür.2 Her kim bu eseri salim bir kalp ile okursa görecektir ki; Rafizilerden aşırı olarak; On iki imamın masumiyetine inanan, sahabeyi tekfir eden, Kur’an’ın tahrif olduğuna inananlar şeksiz şüphesiz kâfirlerdir. Onlara kâfir demeyenler de İslam’ın cahili kâfirlerdir. Eğer Kur’an’ın tahrif olduğunu söyleyen kâfir değilse yeryüzünde kâfir yoktur. Ey akıl sahipleri akledip düşünmez ve ibret almaz mısınız? Hidayetten sonra sapıklıktan başka ne vardır. Nitekim Şeyh Muhammed ibni Abdulvehhab selefin rafizilerin tekfir edilmediğine dair nakledilen sözlerinin bidatları aşırı olmayan ve bidatları Ali’nin velayetini savunmak olan rafiziler hakkında olduğunu yoksa selefin aşırı rafizilerin tekfirinde ihtilaf etmediğini belirtmiştir. Allah kendisine rahmet etsin... 1 Âl-i İmran, 3/110. 2 Sarimul Meslul.