malđgn meme kđtlelerđnđn boyutunun değerlendđrđlmesđnde

advertisement
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Radyoloji Kliniği
Şef: Dr. A. Tan Cimilli
MALĐGN MEME KĐTLELERĐNĐN BOYUTUNUN
DEĞERLENDĐRĐLMESĐNDE ULTRASONOGRAFĐ, DĐJĐTAL
MAMOGRAFĐ, MANYETĐK REZONANS GÖRÜNTÜLEME VE
POSTOPERATĐF PATOLOJĐ SONUÇLARININ
KARŞILAŞTIRILMASI
Dr. Suna SAATKAYA
(Uzmanlık Tezi)
Đstanbul-2009
i
ÖSÖZ
Öncelikle bana radyoloji dalında uzmanlık yapma isteği ve çalışma şevkini veren
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Klinik Şefi Dr. Zeki Karpat’a
çok teşekkür ederim.
Sonrasında uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve tecrübelerinden her zaman yararlandığım,ilgi
ve hoşgörülerini hissettiğim Klinik Şefimiz Dr. Tan Cimilli ve Klinik Şef Yardımcımız Dr.
Sibel Bayramoğlu’na çok teşekkür ederim.
Ayrıca asistanlığım boyunca ve tezimin tüm aşamalarında bilgi ve yardımlarını esirgemeyen
Dr. Nurten Turan Güner, Dr. Sema Aksoy, Dr. Arda Kayhan ve Dr.Gülizar Yılmaz ‘a ,
Bilgi ve becerilerimi arttırmama katkıda bulunan kliniğimiz uzmanlarına ve birlikte
çalışmaktan mutluluk duyduğum asistan arkadaşlarıma,
Her konuda yardımcı olan kliniğimiz teknisyen, hemşire ve çalışanlarına,
Tez çalışmam boyunca bilgi ve yardımlarını esirgemeyen Genel Cerrahi Uzmanı Dr.Selin
Kapan ve Patoloji Uzmanı Dr. Nurten Sever’e,
Rotasyonlarım sırasında bilgi ve tecrübeleri ile yol gösterici olan hastanemiz Dahiliye Klinik
Şefi Dr. Özlem Kaptanoğulları, Okmeydanı Devlet Hastanesi Nükleer Tıp Klinik Şefi Dr.
Tevfik Özpaçacı ve Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Klinik Şefi
Dr. Alparslan Mayadağlı’ya,
Hayatım boyunca bana her konuda destek olan, sabır ve anlayış gösteren aileme sonsuz sevgi,
saygı ve şükranlarımla…
Dr.Suna SAATKAYA
ii
ĐÇĐDEKĐLER
Sayfa No
1- GĐRĐŞ ve AMAÇ ………………………………………………….................... 1
2- GENEL BĐLGĐLER …………………………………………………………… 2
2.1 Meme hakkında genel bilgiler
2.1.1. Memenin Embriyolojisi, Histolojisi ve Fizyolojisi …………............ 2
2.1.2. Memenin Anatomisi............................................................................ 4
2.1.3. Memenin Radyolojik Anatomisi ......................................................... 6
2.1.3.1. Memenin Ultrasonografik Anatomisi ........................................... 6
2.1.3.2. Memenin Mamografik Anatomisi................................................. 7
2.2 Meme Görüntüleme
2.2.1. Mamografi........................................................................................... 8
2.2.2. Kseroradyografi .................................................................................. 9
2.2.3. Ultrasonografi, Doppler Ultrasonografi, Elastosonografi ………….. 9
2.2.4. Manyetik Rezonans Görüntüleme, Difüzyon, Spektroskopi……….. 11
2.2.5. Nükleer Tıp ......................................................................................... 13
2.2.6. Termografi .......................................................................................... 13
2.2.7. Kistografi (Pnömokistografi)............................................................... 14
2.2.8. Galaktografi ........................................................................................ 14
2.3 Meme kanseri hakkında genel bilgiler
2.3.1 Đnsidansı, epidemiyolojisi, risk faktörleri …………………………... 14
2.3.2 Etyoloji……………………………………………………………… 19
2.3.3 Patoloji…………………………………………………………......... 21
2.3.4 Prognostik faktörler…………………………………………………. 26
2.3.5 Evreleme (WHO Sınıflaması)……………………………….………. 28
3- GEREÇ ve YÖNTEM .………………………………………………. ………. 32
4- BULGULAR…………………………………………………………………... 37
5- TARTIŞMA ………………………………………………………………....... 40
6- SONUÇ………………………………………………………………………... 43
7-ÖZET…………………………………………………………………………… 44
8- KAYNAKLAR ……………………………………………………….............. 45
iii
1- GĐRĐŞ ve AMAÇ
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür ve 40-44 yaş arası kadınlarda
kanser ölümlerinin başlıca nedenidir. Son yıllarda meme kanserinin erken tanısında,
teknolojinin ilerlemesi ve gündelik tıp pratiğinde daha çok kullanılması ve tarama programları
sayesinde artış gözlenmesine rağmen bu hastalığa bağlı ölüm oranı son yıllarda düşme
eğilimindedir. Meme kanserinde erken tanı ile hastaların yaşam sürelerinin uzatılması
mümkündür.
Meme kanseri tedavisinde cerrahi yöntemin yanısıra radyoterapi, kemoterapi ve
hormonoterapi hastalığın evresine ve tipine göre tek başına ya da kombine olarak
uygulanmaktadır. Bu hastalarda uygulanan cerrahi sonu organ kaybı ve hastalığa bağlı
psikolojik sorunlar gelişmektedir. Meme kanserli olgularda hastaların fizik görünümlerinin
değişimini önlemek için meme koruyucu cerrahi veya meme rekonstrüksiyonu daha sık
uygulanmaya başlanmıştır. Günümüzde en sık karşılaşılan bu kanserde geliştirilen bu tarz
cerrahi tedavi seçenekleri hasta morbiditesini azaltmakta ve postoperatif hasta memnuniyetini
artırmaktadır. Cerrahi olarak tüm invaziv meme kanserleri tipine ve alt tipine bakılmaksızın
aynı prensiple tedavi edilir. Cerrahi tedavide temal amaçlar; tam kürün sağlanması, tanının
kesinleştirilmesi, evrelemenin yapılması, palyasyonun sağlanması, yaşam süresinin uzatılması
ve nükslerin önlenmesi şeklinde özetlenebilir.
Meme kanseri tanısı konduktan sonra hastaya özel olarak en doğru tedavi seçeneğini
belirleyebilmek için preoperatif evreleme çok önemlidir ve bu aşamada en önemli
parametrelerden biri tümör boyutunun doğru şekilde belirlenebilmesidir. Çünkü tümör
boyutunun lenf düğümü tutulumundan bağımsız olarak prognoz üzerinde etkili olduğu
gözlenmektedir. Tümör çapı 1 cm’nin altında olan lenf düğümü tutulumu negatif hastalarda
10 yıllık sağkalım oranları %90 ve üzerindedir. Oysa çapı 2-4 cm arasındaki tümörlerde bu
oran yaklaşık %55 tir.
Anılan bu nedenlerle malign meme kitlelerinin boyutunun en doğru şekilde
saptanması önemlidir. Bu çalışmada memede saptanan malign meme kitlelerinin boyutunun
tespitinde
preoperatif
dönemde
kullanılan
radyolojik
görüntüleme
yöntemlerini
(ultrasonografi, dijital mamografi ve manyetik rezonans görüntüleme), postoperatif patoloji
sonuçları ile karşılaştırarak hangi radyolojik inceleme yönteminin daha etkili olduğunu
bulmayı amaçladık.
1
2- GEEL BĐLGĐLER
2.1 Meme hakkında genel bilgiler
Memeler her iki cinsiyette embriyonel hayatın 2. ayında gövdenin yan tarafında
oluşmaya başlayan yüzeyel fasyanın iki yaprağı arasında yerleşmiş süt üretimi gibi özel bir
görevi olan bir çift modifiye apokrin ter bezidir. Memenin şekil, büyüklük ve durumu kadının
hayatı boyunca sürekli bir değişim içerisindedir. Ayrıca ırk ve yaş faktörleri yanında; doğum,
menstruasyon, gebelik, laktasyon ve menopoz gibi çeşitli fizyolojik faktörlerle değişiklik
gösterir. Memeler puberteye kadar çok yavaş büyür. Pubertede 10-12 yaşları arasında
overlerin hormon salgılaması ile meme ve genital organların maturasyonu başlar. Puberteden
sonra her bir mentrual siklusta, gebelik ve laktasyonda değişiklikler gözlenir. Menopozda ise
memelerde involüsyon izlenir. Bütün bu dönemlerde memenin makro ve mikroanatomisi
farklı özellikler gösterir. Memeler erkeklerde tüm hayatları boyunca gelişmeyerek rudimente
durumlarını korurlar. Meme siklik hormonal değişikliklerden sürekli etkilenen dinamik bir
organdır (1, 2, 3).
2.1.1. Memenin Embriyolojisi, Histolojisi ve Fizyolojisi
Embriyonik dönemin 5. haftası sonları ile 6. haftasının başında embriyonun alt ve üst
ekstremite tomurcukları arasında her iki yanda aksilladan kasığa kadar boylamasına uzanan
ektodermal kalınlaşma olur. Bu kabarıklığa süt çizgisi denir. Süt çizgisinin üst 1/3 kısmı hariç
diğer bölümleri hızla silinir. Pektoral bölgedeki ektodermal kalınlaşma başlangıçta disk
şeklindedir. Daha sonra küre şeklini alır ve lobüllenir. Beşinci aydan itibaren 15-20 adet solid
kordon, dermisin bağ dokusunu aralıyarak içeriye doğru büyür. Primitif süt kanalları tüm fötal
yaşam süresince büyümeye ve dallanmaya devam eder. Üçüncü trimester döneminde cinsiyet
hormonları fötal dolaşıma girer ve memedeki epitelyum dallanmalarının kanalizasyonuna yol
açar. Böylece doğumda sayıları 15-20’yi bulan meme duktusları gelişmiş olur. Fetus
gelişiminin 32-40. haftalarında meme dokusunda lobüloalveolar yapılar, areolar kompleks
gelişir ve pigmente olur. Başlangıçta kabarık olan primordium yassılaşır ve kornifiye
(keratinleşir) olur ardından duktusların açıldığı çöküntü gelişir. Daha sonra bu çökük bölge
kabararak meme başını oluşturur (1, 2). Her meme bezi birleşik tübüloalveolar tipte 15-25
lobdan oluşur. Her bir lob sıkı bir bağ dokusu ve bol miktarda yağ dokusu ile diğerlerinden
2
ayrılır. Her meme lobu 20-40 lobülusten oluşmuştur. Her bir lobülüste içerisinde 10-100
arasında değişen sayıda asinüs bulunur. Bazı otörler “asinüs” kelimesini yalnızca laktasyon
dönemindeki memede kullanmakta, laktasyon dönemi dışında memenin en uç birimine
“duktül” ismini vermektedir. Asinüsler birleşerek intralobüler ve ekstralobüler segmentlerden
oluşan ve memenin en küçük bölümü olan terminal duktüler lobüler ünitleri (TDLÜ)
oluştururlar. Memede her bir lobülüsun terminal duktusu diğer lobüluslardan gelen terminal
duktuslarla birleşerek subsegmental duktusu, birkaç subsegmental duktus da birleşerek
segmental (laktifer) duktusu oluşturur. Segmentleri boşaltan toplayıcı duktuslar 1-2 mm
çapında olup 2-5 mm çapındaki subareolar süt sinüslerine (laktifer sinüs) ve meme başına
açılırlar (1, 3, 4).
Meme başı sinir uçlarından çok zengin olup yağ ve ter bezlerini de bulundurur. Ancak
kıl follikülü ihtiva etmez. Areola 15-60 mm çapında olup daha koyu pigmentedir. Areolanın
periferine yakın kesiminde Montgomery bezlerinin açıldığı Morgagni tüberkülleri bulunur.
Montgomery bezleri süt salgılayabilen sebasöz bezlerdir. Süt bezlerin histolojik yapısı
cinsiyete, yaşa, fizyolojik duruma göre değişiklik gösterir (1, 3, 5). Puberteden önce, süt
bezleri süt sinüslerinden (laktiferöz sinüs) ve bu sinüslerin birkaç dalından, süt kanallarından
(laktiferöz duktus) oluşurlar. Puberte (10-12 yaşları arasında) esnasında ise dişilerde süt
bezlerinin gelişimi sekonder cinsiyet karekterlerinden birini oluşturur. Bu periyot esnasında
memelerde büyüme ile birlikte çıkıntılı bir meme başı gelişir. Buna mukabil erkeklerde
memeler normalde düz olarak durumunu muhafaza eder. Puberte esnasında meme büyümesi
yağ dokusu ile kollejenoz bağ dokusunun ve bunlara ilaveten süt kanallarının gelişme ve
dallanmalarının kümeleşmesi sonucu ortaya çıkar. Süt kanallarının çoğalması ve yağın
toplanması puberte esnasında ovaryum östrojenlerinin miktarında bir artış olması
nedeniyledir.
Erişkin memesi nulliparlarda konik biçimde, multiparlarda nisbeten daha sarkıktır.
Pektoral fasiyaların yüzeyel ve derin katları memeyi çevreler. Bu iki fasiya arasında memeye
cinse ait şeklini veren fibröz bantlar bulunur. Bunlara Cooper’in suspansör ligamentleri denir.
Erişkin bir kadında meme boyutları, dolgunluğu ve nodülaritesi kişinin kilosuna ve menstrual
siklusa bağlı olarak değişiklik gösterir. Östrojen salgısındaki artış meme kan akımını ve meme
volumünü artırır. Đnterlobüler ödem gelişir. Menstruasyonla birlikte cinsiyet hormonlarının
seviyesi hızla düşer epitelyumun sekretuar aktivitesi ve doku ödemi geriler. Menstruasyonun
5-7. günlerinde minimum meme hacmi gözlenir.
3
Gebelikte duktus, lobül, alveollerde belirgin büyüme olur. Gebelik sırasında
memelerde olan bu büyüme epitelyum proliferasyonuna, alveollerin kolostrum ile
gerilmesine, myoepitelyal hücrelerin bağ ve yağ dokularının hipertrofisine bağlıdır.
Doğumdan sonra prolaktin seviyesi 5-10 kat artar ve laktasyon devam eder. Memeler
erkeklerde görev yapmayan organlar olarak sessiz kalırlar.
2.1.2. Memenin Anatomisi
Meme göğüs ön duvarında 2-6. interkostal aralıkta, medialde sternumun lateral
kenarıyla, lateralde ön aksiler çizgi arasında, aksillaya doğru uzantısı olan kendisini
çevreleyen deri ile pektoralis major kası ve bu kasın fasiyası arasında yerleşmiştir. Meme
üzerindeki derisi, üzerinde bulunduğu pektoralis major kası ve fasyası ile birlikte anatomik bir
bütündür. Alveol ve duktuslar ektoderm kökenli, fibröz ve yağ dokusu da mezenkimal
kökenlidir. Memenin sekretuar dokusu 15-20 segmentten olusur. Segmentleri bosaltan
toplayıcı duktuslar 1-2 mm çapında olup 2-5 mm çapındaki subareolar süt sinuslarına ve
meme basına açılırlar. Her duktus 20-40 lobülden olusan lobu drene eder (resim 1-a,b).
Resim 1-a: Meme anatomisi
4
Resim 1-b : Memenin lobüllerinin görünümü
Memenin santral ve medial bölümlerini arteriya mammaria internanın ramus
perforantesleri, üst dış bölümünü de arteria torasika lateralis besler. Meme ayrıca arteriya
torasika akromialisin pektoral dalından 3., 4., 5. interkostal arterlerin lateral dalları ile arteriya
subskapularis ve arteriya torasikodorsalisten kan alır.
Memenin süperfisiyal subkutanöz venleri süperfisiyel fasiyanın hemen altında
bulunur. Bunlar iki ayrı biçimde dizilme gösterir. Transvers biçimde dizilenler sternumun
kenarında birbirlerine yaklaşıp birleşerek vena torasika internaya boşalır. Longitudinal
biçimde dizilenler ise sternal çentiğe doğru birbirlerine yaklaşıp birleşirler ve boyun alt
bölümündeki süperfisiyal venlere boşalırlar. Memenin derin venleri üç ana gruba ayrılır.
Birincisi, memeden kanı taşıyan en büyük venler vena torasika internanın 1., 2., 3. interkostal
aralıklardaki perforan dallarıdır. Bu venöz yolla akciğere venöz metastatik emboliler olur.
Đkincisi, memenin arterlerine eşlik eden venler aksiler vene boşalır. Üçüncüsü, memenin
venöz kanının bir bölümü vertebral venöz pleksustan arka uç dallarını alan üst interkostal
venlerine onlar da vena kava süperiora boşalırlar. Memenin üst bölümünü servikal 3 ve 4
dallarından innerve olur. Memenin alt bölümünü de interkostal sinirlerin lateral ve anterior
dalları inerve eder. Ayrıca meme başı ve areolada serbest sinir uçları bulunur.
Memenin yüzeyel lenfatikleri meme derisinin hemen altında bulunur. Meme lenf
akımının %75’i aksillaya, %25’i de internal mammariyal lenf bezlerine olur. Ancak memenin
5
her bölgesinden hem aksillaya hem de internal mammariyal lenf akımı olabilir. Memenin arka
yüzünde retromammariyan aralığa oradan da pektoralis major fasiyası ve lifleri arasından
aksillaya uzanan vertikal lenfatikler de bulunur. Aksiller lenf bezleri çoğu mikroskopik çapta
30-50 adet lenf nodülerinden oluşan bir bütündür. Metastatik yayılım ve anatomopatolojik
yapıyı belirlemek için kullanılan yöntemde lenf nodülleri üçe ayrılır.
Düzey I lenf nodülleri; pektoralis minor kasının lateral kenarının lateralinde
bulunurlar.
Düzey II lenf nodülleri; pektoralis minör kasının arkasında yer alırlar.
Düzey III lenf nodülleri; pektoralis minor kasının medial kenarının medialinde
bulunurlar (2).
2.1.3. Memenin Radyolojik Anatomisi
2.1.3.1. Memenin Ultrasonografik Anatomisi
Ultrasonografide meme, yüzeyden derine doğru cilt, cilt altı yağ dokusu, glandüler ve
fibröz tabaka, retroglandüler yağ tabakası, kas fasyası ve kas tabakalarından oluşmaktadır.
Ultrasonografide cilt hiperekoik olup, meme başına yaklaştıkça kalınlığı artar. Normal
memede cilt kalınlığı 2-3 mm’yi geçmez. Cilt altı yağ tabakası hipoekoik bir bant şeklinde
olup ovoid konfigürasyonlu, çevresindeki glandüler dokuya göre daha hipoekoik, santralinde
ise bağ dokusunun oluşturduğu ekojen bir nidus görülür. Bu bandın kalınlığı, hastanın yaşına
göre değişiklik gösterir. Genç kadınlarda ve dens memelerde cilt altı yağ tabakası
görülemeyecek kadar incedir.
Memenin fibroglandüler dokusu, genellikle homojen ekojenitede bir patern gösterir.
Ancak yağ involüsyonu arttıkça hipoekoik alanlar artar. Glandüler yapı, memenin büyük bir
bölümünü kaplar. Üst dış kadranda ve aksiller bölgede daha fazladır. Bağ dokusu ile birlikte
heterojen ekoik olarak izlenir. Retroglandüler yağ tabakası ve kas tabakası hipoekoik olarak
görülür. Görüntü alanına giren kostalar hipoekoik olup, posterior kesimlerinde akustik gölge
oluşturur. Memenin süt kanalları, meme başına doğru konverjans gösteren ve genişleyen 1-8
mm çaplarında anekoik tubüler yapılar olarak görülür. Meme başı orta derecede ekojen olup,
posteriorunda akustik gölgelenme görülür (4, 6, 7, 8).
6
Normal intramammaryan ve aksiller lenf bezleri uzun, ovoid konfigürasyonlu ve
genellikle ekojenik yağlı hilusları bulunan hipoekoik yapılar olarak izlenir (4, 6, 7, 8).
2.1.3.2. Memenin Mamografik Anatomisi
Memenin yumuşak dokusunu ve patolojik değişikliklerini
yansıtan primer
görüntüleme yöntemi mamografidir. Memenin temel radyografik dansitelerini yağ dokusu,
yumuşak dokular ve kalsiyum oluşturmaktadır. Mamografik olarak meme; kütanöz yapılar
(deri, areola, meme başı), cilt altı yağ tabakası ve glandüler tabaka olmak üzere üç bölümde
izlenir. Areola, meme başı, cilt ve meme parankiminin tümü yumuşak doku dansitesindedir.
Cilt altı ve destek yağ dokuları, yağ dansitesini oluşturur. Venler cilt altı dokuda 2-4 mm
çapında uzun körvilineer dansitelerdir ve yağlı memelerde daha iyi görülebilir. Venöz patern
genellikle her iki memede simetrik olup, her hastada farklıdır. Kıvrımlı olmaları ve
aterosklerotik kalsifikasyon içermeleri nedeni ile arterler yaşlı veya orta yaşlı kadınların
mamografilerinde izlenebilir. Mamografilerde lenfatik damarlar görülemez.
Meme başı ve areola, uygun teknikle elde olunan mamografilerde öne doğru projekte
olan yumuşak doku dansitesi olarak görülür. Bazı kadınlarda ise varyasyonel olarak çökük,
retrakte veya içe çekiktir. Areola normalde santralde ve önde yumuşak doku dansitesi olarak
görülür.
Cilt, mamogramlarda memeyi saran yumuşak doku dansitesinde ince bir çizgi olarak
görülür. Mamografide normal cilt kalınlığı 0.7-2.7 mm arasındadır. Meme cildinin en kalın
kısımları memenin medial ve inferior kesimlerindedir.
Normal memede cilt altında parankimi çepeçevre kuşatan yağ dokusu bulunur. Bunun
dansitesi boylu boyunca uniform olmalıdır. Yağ lobülleri arasında, meme parankiminden
cildin iç yüzüne doğru uzanan ve eğimli seyir gösteren fibröz septalar (Cooper ligamanları)
bulunur. Bunlar mamografik olarak en iyi cilt altı yağ dokusu içinde görülür (7, 9).
7
2.2 Meme Görüntüleme
2.2.1. Mamografi
Mamografi, memenin kas, yağ ve glandüler yapılarını incelemek amacıyla kullanılan
bir yumuşak doku radyografi yöntemidir. Mamografi tekniği klasik röntgen incelmelerinden
bazı farklılıklar taşımaktadır. Mamografi cihazlarında düşük kilovoltaj (kV) tekniği (25-50
arası kV), 25-100 arası miliamper (mA), 0.1-0.2 sn’lik süreler ve 0.1-0.6 mm’lik fokal spotlar
kullanılmaktadır. Đstenilen yumuşak doku kontrastını sağlayabilmesi için anodu molibdenden
imal edilmiştir. Molibden anottan çıkan radyasyonun hemen tamamı karekteristik radyasyon
özelliğindedir. Tüpün penceresinde X-ışını absorbsiyonunu minimuma indirgemek için
berilyum filtre kullanılır. Analog mamografik incelemelerde iki yüzü emilsiyonlu veya tek
yüzü emülsiyonlu filmler kullanılır. Ekran-film kombinasyonunda ise kullanılan X-ışını
dozunu azaltmak amacıyla kaset ve içerisindeki ranfansatör veya ekran adı verilen fosfor
tabakası yer almaktadır (10).
Dijital mamografi erken dönemde tanı oranını artırmak ve bunu en az X-ışını dozu ile
gerçekleştirmek amacıyla geliştirilmiştir. Dijital mamografi ünitesinde analog cihazda
memenin yerleştirildiği ve komprese edildiği apareyin karşısında yer alan kaset taşıyıcısı ve
kaset yerine imaj reseptörü olarak görev yapan fotoreseptör tabakası bulunmaktadır (10).
“Picture Archive and Communication Systems” (PACS) ve teleradyolojiye imkan sağlaması,
dijital sinyallerin monitör ve yazıcılara aktarılabilmesi, gerektiğinde röntgen filmlerine
basılabilmesi, geniş bir dinamik aralığa sahip olması, hastaya uygulanan X-ışını dozunun
azaltılmış olması, postprosessing işlemlerinin gerçekleştirilebilmesi dijital mamografinin
avantajlarıdır (11).
Meme kanseri taraması ve tanısında mamografi hala en yaygın kullanılan, yüksek
tanısal değere sahip bir görüntüleme yöntemidir (12-14). Mamografinin tarama yöntemi
olarak kullanılmasına bağlı 50 yaşın üzerindeki meme kanserli kadınların yaşam süresinde
önemli derecede iyileşme (mortalitede %30 azalma) elde edilmiş olmasına karşın (15-17) 50
8
yaşın altındaki kadınlarda mortalitede anlamlı bir azalma saptanmaması, premanopozal
kadınlar için tipik olan yoğun, proliferatif meme dokusu mamografinin spesifisitesini önemli
ölçüde azaltması nedeniyledir (18). Mamografi, meme kanseri tanısında yoğun meme dokulu
kadınlarda %25-45 yanlış negatif orana sahiptir (19). Bu nedenle mamografik anormalliklerin
çoğu malign olmayan biyopsi örneğinin alınmasına neden olur (20). Yoğun meme dokusuna
sahip kadınlarda yağlı meme dokusu bulunan kadınlara oranla meme kanseri yaklaşık altı kat
daha fazla görülmektedir. Mamografi yüksek sensitif bir teknik olmasına rağmen özellikle
yoğun meme dokusuna sahip hastalarda, mamoplasti uygulanmış hastalarda, önceden
radyoterapi almış ve cerrahi uygulanmış hastalarda olmak üzere sıklıkla malign lezyonları
benign lezyonlardan ayırd edemez (21). Mamografinin meme kanseri tanısında Cutrone ve
arkadaşlarının yaptığı çalışmada; %73.9 sensitivite, %53.3 spesifisite ve %63.2 doğruluk
saptamıştır (22). Poolack ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada mamografinin meme kanseri
tanısında tüm olgular dikkate alındığında sensitivitesi %74.9, spesifisitesi %96.4, tarama
mamografilerinde sensitiviteyi %72.4, spesifisiteyi %97.3, tanısal mamografilerde ise
sensitiviteyi
%78.1,
spesifisiteyi
%89.3
olarak
bulmuşlardır
(23).
2.2.2. Kseroradyografi
Kseroradyografi yumuşak dokuların daha iyi görüntülenmesi amacıyla geliştirilmiş
radyolojik bir yöntemdir. X-ışını, imaj reseptörü olarak röntgen filmi yerine üzeri selenyum
tabakası ile kaplanmış ve elektriksel olarak şarj edilmiş alüminyum plaka üzerine
düşürülmektedir. Bu incelemenin en önemli avantajı görüntü kalitesi ve yumuşak doku
planlarının kontrast rezolüsyonunun daha yüksek oluşudur. Alınan X-ışını dozunun daha fazla
ve incelemenin pahalı oluşu yöntemin yaygın kullanımını sınırlamaktadır (10).
2.2.3. Ultrasonografi, Doppler Ultrasonografi, Elastosonografi
Ultrasonografi, ultrasonik dalgalar oluşturan ve transduserler aracılığı ile görüntü
elde edilen bir tanı yöntemidir (10). Her yerde bulunabilen, kolay uygulanabilen, ucuz,
radyasyon içermeyen bir tetkiktir. Meme incelemesinde yüksek rezolüsyonlu lineer
transduserler kullanılmalıdır. Beş-oniki MHz‘li proplar yeterli penetrasyon sağlar (4, 8).
Ultrasonografik incelemede tüm kadranlar sagital ve transvers planda taranmalıdır.
Ultrasonografi,
mamografide
saptanan
radyoopak
lezyonların
iç
yapılarının
9
değerlendirilmesinde üstünlüğü tartışılmaz bir yöntemdir. Bu nedenle günümüzde
mamografinin tamamlayıcısı durumundadır (4, 7, 8, 10). Ayrıca palpabl kitlesi bulunmayan
ve 35 yaşından küçük kadınlarda primer görüntüleme yöntemi olarak seçilmelidir. Memenin
ultrasonografik incelemesi aşağıdaki amaçlar için kullanılır (4, 6, 8).
1. Gereksiz biyopsiyi önleme: Ultrasonografi hemen tüm “Breast Imaging Reporting and Data
System” (BIRADS) 1, 2 mamografik anormalliklerde ve çoğu BIRADS 3 olgularda biyopsiyi
önlemeye yardımcı olur.
2. Gereksiz kısa dönem takiplerinin önlenmesi: BIRADS 3 bulgulara genel yaklaşım hastaya
biyopsi ve kısa dönem takipler arasında seçim yapmayı önerir.
3. Đğne prosedürlerine rehberlik eder.
4. Mamografide asimetrik dansite saptanan lokalizasyonda kitlenin ekarte edilmesi amacıyla
kullanılır.
5. Mamografide tüm konturlarıyla görülemeyen lezyonların değerlendirilmesinde kullanılır.
Renkli Doppler ultrasonografi akım görüntüleme yöntemi Doppler sinyalinin
frekans kayması özelliğine dayanan, vasküler akımın değerlendirilmesi için çok uygun bir
modalitedir.
Doppler US meme kanserinin farklı bir özelliğinden, tümöral neovaskülarizasyondan
yararlanarak tanıya götüren bir inceleme yöntemidir. Tümör anjiyogenezinin, meme
kanserlerinin kontrolsüz büyümesi ve yayılmasında önemli rolünün olduğu bilinmektedir. Bir
tümörün bir kaç milimetrenin üzerinde büyüyebilmesi için yeni kan damarlarına ihtiyacı
vardır. Tümör anjiyogenezi adı verilen bu süreç boyunca, in situ bir lezyon, anjiyogenetik
faktörler salgılayarak yeni kan damarlarının gelişmesini sağlar (24). Tüm malign tümörlerde
neovaskülarizasyona ait, ortak morfolojik özellikler saptanmıştır. Bu özellikler, lüminal
düzensizlik, tortüyozite ve dağınık dallanma paterni, intervasküler bağlantılar (A-V şantlar),
lezyon kenarından santrale doğru penetrasyon gösterme ve kapiller yatak ile devamlılığı
bulunmayan kör sonlanan vaskülariteyi içermektedir (25). Ayrıca bazı yayınlarda, Doppler
spektral analizleriyle elde edilen Vmax ve RI değerlerinin malign-benign kitle ayrımında
yararlı olduğu ifade edilmektedir (26). RDUS yöntemi Doppler sinyalinin frekans kayması
özelliğinden yararlanırken, PDUS Doppler sinyalinin total entegre gücünden (amplitüd)
yararlanır. RDUS yönteminin açıya bağımlılık, “aliasing” ve düşük eşik değer ile yüksek
“gain” ayarlarında, gürültünün akım sinyalinden daha belirgin olması gibi kısıtlılıkları vardır.
PDUS yönteminin neredeyse açıdan bağımsız olması, "dynamic range" denilen dinamik
aralığın yüksek olmasına bağlı olarak yüksek kazanç ayarlarının kullanılabilmesi ve "aliasing"
10
bulunmaması nedeniyle küçük damarlardaki düşük hacimli akımı saptamakta RDUS’den
üstün olduğu ifade edilmektedir (24, 27).
Sonuç olarak meme lezyonlarında Doppler ultrasonografinin kullanım alanları;
benign malign meme lezyonlarının ayrımı, şüpheli ya da malign lezyonların agresifliğinin
değerlendirilmesi, tümör terapisine cevabın değerlendirilmesi, düşük seviyeli internal eko
içeren kompleks kistin solid nodülden ayrılması,iĐntrakistik papillom ya da karsinomun
papiller apokrin metaplaziden ayrımı, mastitli memede erken apseyi temsil eden nekrotik
debrinin teşhisi, duktusta ekojenik sekresyon ya da kanama ve duktal karsinoma insitu ya da
papillom arasında ayrımın yapılması, inflamatuar hipereminin demonstrasyonu, perperal
mastit, internal mammariyan arter ve ven gibi vasküler “lendmarkların” belirlenmesi, internal
mammariyan lenf nodunun identifikasyonu, yağ nekrozu ve taşkın skarın rekürren tümörden
ayrımı, memenin vasküler yapılarının durumunun incelenmesi şeklinde özetlenebilir.
Elastosonografi, yumuşak dokuların esnekliği-elastikliği-sertliği hakkında bilgi veren,
palpasyondan daha objektif bir metod olarak son yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. Malign
lezyonlar, benign lezyonlara ve normal meme dokusuna göre daha serttir. Farklı elastik
özellikli dokuların kompresyona cevabı esasına dayalı bu teknikte skorlama 5 kademede
yapılır ve 4 ve 5 skora sahip lezyonlar yüksek malignite riski taşır. Elastosonografinin
avantajları, 3-7 mm çaptaki küçük lezyonların solid-kist ayrımını kolay yapabilmesi,
ultrasonografide
belirsiz
izo-hipoekoik
lezyonların,
fibrozis
ve
kalsifikasyonların
değerlendirilmesindeki üstünlüğüdür. Dezavantajı ise 3 cm’den büyük lezyonlarda
sensitivitesinin düşük oluşudur.
2.2.4. Manyetik Rezonans Görüntüleme, Difüzyon, Spektroskopi
Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) güçlü bir manyetik alan içerisine alınan
dokuları gönderilen radyofrekans dalgalarıyla titreştirerek bu dokulardan alınan sinyalleri
görüntüye dönüştürme esasına dayanır. Mamografi meme kanseri tanısında henüz istenilen
sensitivitede değildir (28). Bu yetersizlik yeni arayışlara yol açmış ve MRG memenin
incelenmesinde kullanılmaya başlanmıştır. MRG yüksek kontrast rezolusyona sahip olması,
multiplanar görüntü alabilme yeteneği, iyonizan radyasyon içermemesi, dinamik kontrastlı
görüntülemeye olanak sağlaması gibi özellikleri nedeniyle mamografi ve ultrasonografiye ek
olarak, özellikle seçilmiş olgularda uygulanabilen tanı koydurucu ve problem çözücü konuma
11
gelmiştir (28, 29). Yapılan bazı çalışmalarda intravenöz kontrast madde kullanımı ile gizli
meme karsinomlarında belirgin kontrast tutulumu saptanmıştır (7). Kontrastlı dinamik
MRG’de kontrast tutan lezyon olmaması maligniteyi ekarte etmede önemli kriterdir (30).
MRG, memenin malign lezyonlarını saptamada sensitivitesi en yüksek meme görüntüleme
yöntemidir (31). Ayrıca invazif meme kanserini görüntülemede %85-%100’lük yüksek
sensitiviteye, %30-95’lik düşük spesifisiteye sahiptir (28).
MRG, tanıda güçlük çekilen dens memelerde, operasyon ve radyoterapi sonucu oluşan
skar dokuları ile tümör rekürenslerinin ayrımında, implante memelerin değerlendirilmesinde,
meme koruyucu cerrahi uygulanacak olgularda çok odaklı tümörlerin tespitinde, göğüs
duvarına yerleşen kitlelerde çevre dokulara invazyonun değerlendirilmesinde kullanılmaktadır
(7).
Proton MR spektroskopide doku metabolitlerinin rezonans frekanslarındaki farklılık
gösterilir. Kolin, hücre membran turnoverında yer alır ve hücre proliferasyonunun bir
belirleyicisidir. Malignitedeki artmış kolin sinyali hem intraselüler fosfokolin konsantrasyonu,
hem de lezyon içindeki artmış hücre yoğunluğunun sonucudur. Ayrıca artmış kolin
düzeylerinin artmış anjiogenetik aktivite ile de ilişkili olduğu gösterilmiştir.
Difüzyon ağırlıklı MRG; su moleküllerinin hareketine ait bilgi verir. Su hareketi
arttıkça sinyal azalır. Malign lezyonlarda artan hücresel yoğunluğa bağlı olarak su
moleküllerinin difüzyonu azalır. “Görünür difüzyon katsayısı” (apparent diffusion coefficients
-ADC), kısıtlanmış difüzyonda düşüktür. Meme kanserinde ADC değerleri, belirgin düşüş
gösterir ve bu düşüklük, invaziv tümörlerde in situ tümörlere göre daha belirgindir. Bu bakış
açısıyla difüzyon ağırlıklı MRG’nin kontrast madde verilmeden meme görüntüleme imkanı
sağladığı görülmektedir. Bu konuda yürütülen çalışmalar halen devam etmektedir.
Kemoterapi sonrası ADC değerlerinde artış, hücre ölümünü ve nekrozu temsil edebilir ve
opere olmayan kemoterapi almış olgularda tedavi etkinliğini değerlendirmede kullanılabilir.
MR perfüzyon görüntüleme; neovaskülarizasyonda kapiller geçirgenliğin normale
göre artmış olması esasına dayanır. T2*A perfüzyon görüntüleme, perfüzyon farklılığını
göstermede daha duyarlıdır. Meme kanserinde %20’nin üzerinde sinyal kaybı anlamlıdır.
12
Son yıllarda kullanılmaya başlayan MR elastografide bir akustik driver ile dokulara
küçük (10-100 mikron) vibrasyonlar verilerek oluşan distorsiyonların faz-kontrast puls
sekansı ile ölçülmesi sağlanır. Böylelikle doku sertliğini gösteren kantitatif görüntüler alınır.
Morfolojik bulguların ve kontrast tutuş paterninin bir arada değerlendirilmesi ve
seçilmiş olgularda konvansiyonel meme MRG‘ye spektroskopi, difüzyon ve perfüzyon gibi
özel sekansların eklenmesi yanlış pozitif tanı oranını azaltacak ve spesifisiteyi yükseltecektir
(28, 31).
2.2.5. ükleer Tıp
Meme sintigrafisi, meme kanserinin teşhisinde çeşitli radyonüklidler kullanılarak
gerçekleştirilen noninvaziv bir görüntüleme metodudur. Galyum 67, Tc99m MDP (metilen
difosfat) ve işaretli somatostatin analogları ile meme sintigrafisi günümüzde meme kanserinde
rutin olarak kullanılmaktadır (32, 33). Tc99m-MIBI (methoxyizobutylizonitril) meme
sintigrafisi yüksek sensitiviteye sahip olması nedeniyle meme kanserinin metastazının
görüntülenmesinde değerini korumaya devam etmektedir (33). Bu tetkik aynı zamanda palpe
edilebilir meme kitlesi olan hastalarda benign patolojilerin malign patolojilerden ayırd
edilmesinde de ek bilgi sağlamaktadır (34).
F-18-FDG-PET (flour-18-flourodeoxyglucose-positron emission tomography) sadece
primer tümörü değil aynı zamanda lenf nodu ve uzak metastazların varlığını da
gösterebilmesi, meme dokusu yoğunluğundan etkilenmemesi gibi nedenlerle diğer
görüntüleme metodlarına göre daha değerlidir. Fakat görüntülerin amacı hastalığı erken
safhada tespit etmektir. Bu nedenle bu tetkikte en büyük kısıtlayıcı faktör küçük meme
kanserlerini tespit etmedeki yetersizliğidir (33).
2.2.6. Termografi
Termografi, değişik nedenlerle memeden etrafa yayılan infrared ışımanın taranmasını
kapsar. Termografi meme tümörlerinin yaydığı ısının infrared ışınlara duyarlı bir kamera ile
kaydedilmesi temeline dayanır. Neoplaziler dışında inflamatuar ve hiperplaziler gibi benign
durumlarda da memede ısı artışına neden olacağı için yöntem spesifik değildir. Yüksek
13
oranda yalancı negatif ve yalancı pozitif değerleri nedeniyle rutin tarama amaçlı
kullanılmamaktadır (35).
2.2.7. Kistografi (Pnömokistografi)
Pnömokistografi, meme kist sıvısı aspire edildikten sonra kavite içine hava enjekte
edilerek yapılan mamografik incelemedir. Mamografide iç yapısı değerlendirilemeyen kistik
lezyonlar gösterilebilir. Đntrakistik papiller lezyonlar ortaya konabilir (36).
2.2.8. Galaktografi
Galaktografi, meme başı akıntısı olan hastaların değerlendirilmesinde kullanılan, özel
bir kateter aracılığıyla meme başından duktus içine kontrast madde verildikten sonra yapılan
mamografik inceleme yöntemidir (35). Meme başı akıntısı olan hastalarda intraduktal
patolojinin tanımlanmasını sağlayan tek yöntemdir (35, 36). Bu yöntem duktusu parsiyel veya
tamamen oblitere eden, mamografi veya klinik muayene ile belirlenemeyen çok küçük kitle
lezyonlarını gösterebilmektedir (37, 38). Ancak araştırmalar galaktografinin tamamen normal
olduğu durumlarda kanser varlığı dışlanmayacağı gibi lezyonların galaktografik özelliklerinin
benign-malign ayrım için yeterli düzeyde olmadığını göstermiştir. Galaktografide asıl amaç
intraduktal lezyonun tam lokalizasyonu ile cerrahi tercihin doğru olarak yapılmasına yardımcı
olmaktır (38).
2.3 Meme kanseri hakkında genel bilgiler
2.3.1 Đnsidansı, epidemiyolojisi, risk faktörleri
Đnsidansı
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür ve 40-44 yaş arası kadınlarda
kanser ölümlerinin başlıca nedenidir. Kadınlarda görülen kanserlerin %32’sini meme kanseri
oluşturur. Kadınlarda kansere bağlı ölümlerin %19’undan sorumludur ve meme kanserine
bağlı ölümler, akciğer ve kolorektal kanserlerden sonra üçüncü sırayı almaktadır (39,40).
Avrupa’da yılda 180 bin, Amerika Birleşik Devletlerinde (A.B.D) de yılda 184 bin yeni olgu
14
saptanmaktadır (39, 41). Meme kanseri otuz yaşından önce nadir olup, bu yaşı takip eden
reprodüktif yıllarda hızlı bir tırmanış gösterir. Bu artış menapoz sonrasında da yavaş eğimle
yükselmeye devam eder (42). ABD’de meme kanseri insidansında 1950 yılından beri sürekli
yükselme görülmüş ve mammografinin daha çok kullanılması nedeni ile bu yükselme
1980’den sonra daha da hızlanmıstır. Đnsidans yılda %1 oranında artmıştır. Öte yandan, meme
kanserinin mortalitesi, pek iyi bilinmeyen çeşitli nedenlerle, oldukça sabit kalmıştır; mortalite
1971’den beri 50 yaşın altındakilerde % 11 azalmış, 50 yaşın üzerindekilerde % 6 artmıştır
(43).
Bir kadının yaşamı boyunca meme kanserine yakalanma şansı en az 10 da 1 dir; yeni
değerlendirmelere göre belki de daha yüksektir; Amerikan Kanser Derneği’nin tahminine
göre, 9 kadından birinde yaşamı boyunca meme kanseri ortaya çıkmaktadır; bu oranın,
yüzyılın sonunda 7 de 1 olacağı ileri sürülmüştür (43). Çok nadir olmakla beraber erkeklerde
de görülebilir. Meme kanserinin görülme erkek kadın oranı 1/100-125 dir.
Özellikle son iki dekatta meme kanserinin öncelikle tanısında ve bunu izleyerek
tedavisinde yaşanan bilgi değişiklikleri ve ilerlemeler; hastaların sağkalımlarına, hastalıksız
yaşama sürelerine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Tedavi modalitelerinin artması, özellikle
de meme kanserinin tanısından itibaren sistemik bir hastalık olarak algılanmaya başlaması ile
“neo-adjuvan” ve “adjuvan sistemik” tedaviler gündeme girmiş ve bu tedavilerin hangi
hastalara uygulanacağı sorusunu da beraberlerinde getirmişlerdir. Böylece hastalar
evrelendirilmeye başlanmış, sağkalımla ilgili prognostik faktörler bulunmuş, bunların klinik
gözlem ve tedavilere uygulanması sağlanmıştır. Son yıllarda özellikle aksillası negatif olan
kadınlarda görülen nüks oranlarının fazlalığı araştırmacıları sekonder prognostik faktörler
denilen yeni işaretleyiciler üzerinde çalışmaya zorlamıştır (c-erbB-2, p53, cathepsin D...) (44).
Epidemiyolojisi
Meme kanseri dünya çapında bir epidemiyolojik problemdir. Batılı ülkelerde
kadınların en sık görülen kanseri meme kanseridir; özellikle ABD’de ve Kuzey Avrupa’da
büyük bir toplum sağlığı sorunudur. Mortalite oranları en fazla 27.7/100000 ile Đngiltere ve
Galler’den verilmektedir. Amerika’da 22.0/100000 ve en düşük mortalite oranları 2.6/100000
ile Güney Kore’den bildirilmektedir. Endüstriyel ülkelerde yaşayan kadınlarda gelişmemiş
ülkelerde yaşayan kadınlara oranla meme kanseri daha fazla görülmektedir, fakat Japonlar
istisnadır (43).
15
Türkiye, Avrupa ve Amerika’da kanserlerde birinci sırayı tutan meme kanseri Japon
kadınlarda çok az görülmektedir. Japonya’dan Amerika’ya göç eden ve orada yerleşen Japon
kadınlarında meme kanseri rastlantısı yıllar geçtikçe artmaktadır. Bundan başka bu kadınların
Amerika’da doğan ikinci kuşak kızlarında meme kanseri rastlantısı Amerika’ya Avrupa’dan
göç etmiş olan kadınlardaki rastlantıya hemen hemen eşit olmaktadır. Bu Japonya’daki Japon
kadınlarında meme kanserinin az görülmesinin sadece bir ırk etkenine bağlı olamayacağını
göstermektedir (45).
Risk faktörleri
1. Cinsiyet: Kadınlarda meme kanseri gelişim riskini artıran faktörler vardır. Meme kanseri
erkeklere göre kadınlarda 100-125 kat daha fazla izlenir.
2. Coğrafi etkiler: Meme kanseri insidansı dünyanın çesitli ülkelerinde farklıdır. Amerika
Birlesik Devletleri’ nde, Japonya ve Tayvan’a göre beş kat daha sıktır. Eskimolarda ise hemen
hemen hiç rastlanmamaktadır. ABD’de de etnik gruplar arasında farklar vardır; Amerika’nın
beyaz ve zenci populasyonlarında insidans en yüksektir. Bu farkların sadece genetik olmadığı,
göçmenlerde meme kanserinin insidansının da değişmesinden anlaşılabilir. ABD’ne göç eden
Japon kadınlarında meme kanseri insidansı kendi yaşamları süresince pek değişmez; ama
kendilerinden sonraki jenerasyonlarda insidans giderek artar ve beyaz Amerikan
kadınlarındaki insidansa ulaşır (45).
3. Genetik yatkınlık: Đyi tanımlanmıştır. Riskin büyüklüğü, meme kanseri olan yakın
akrabaların sayısı ve akrabalarda kanserin ortaya çıktığı yaş ile orantılıdır. Anne ya da
kızkardeşte meme kanseri öyküsü, riski 2-3 kat arttırır. Đkinci derece bir akrabasında meme
kanseri öyküsü olan kadın için risk iki kattan az artar. Birinci derece akrabalarından ikisinde
meme kanseri görülen, birinci derece akrabasında bilateral meme kanseri görülen ya da birinci
derece arabasında meme kanseri 40-45 yasından önce ortaya çıkan kadınlarda risk daha da
artar. Meme ve over karsinomları ile ailesel ilişki gösteren, belirgin otozomal dominant
geçişli seyrek yüksek riskli aileler vardır. Genellikle meme kanserlerinin % 10-15’i aile
öyküsüyle ilgilidir, bunların da küçük bir kısmında, dominant geçen meme kanserine egilim
genleri söz konusudur. Kalıtımla geçen hastalıkların birçoğu gibi meme kanserinin genetik
tipleri de hastalığın daha erken yaşta ortaya çıkması, bilateral oluşu ve yüksek bir
penetransyon ile karakterizedir (46-48).
Son yıllarda yapılan genetik çalışmalar, özellikle premenapozal meme kanserinin
etyolojisinde genetik faktörlerin ön plana çıktığını göstermiştir. Mutasyona uğramış BRCA1
16
ve BRCA2 genlerini taşıyanlarda meme kanseri riski belirgin artmıştır. Bu genler 17 ve 13.
kromozomlar üzerinde yerleşmiştir ve genleri taşıyanlarda yaklaşık % 85 oranında meme
kanseri görülür. Tüm meme kanserlerinin % 5 ’inde de BRCA1 ve BRCA2 genleri pozitif
bulunmuştur.
13. Kromozomda bulunan resesif retinoblastoma geni bir tümör supressör gendir, bu
kromozomda heterojenitenin kaybı premenapozal meme kanserine neden olmaktadır. Kolon
kanserinde olduğu gibi 17. kromozomdaki P53 supressör geni de meme kanseri gelişmesinde
önemli bir gendir, genin kaybı ile meme kanseri arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Yine
erb-B-2 onkogeninin meme ve over kanseri prognozunu belirlemede önemli bilgiler verdiği
gösterilmiştir.
4. Đleri yaş: Yirmi yaşın altında meme kanseri oldukça nadirdir. 20 yaş sonrasında insidans
giderek yükselir ve 45-55 yaşlar arasında plato yapar. 55 yaşından sonra insidansta hızla
yükselme izlenmektedir.
Yaşlara göre kadınlarda meme kanseri görülme sıklığı şöyledir: 25 yaşında 19.608 kadından
birinde; 30 yaşında 2.525; 35 yaşında 622; 40 yaşında 217; 45 yaşında 93; 50 yaşında 50; 55
yaşında 33; 60 yaşında 24; 65 yaşında 17; 70 yaşında 14; 75 yaşında 11; 80 yaşında 10; 85
yaşında 9; 86 yaş ve üzeri yaşlarda 8 kadından birinde meme kanseri gelişecektir (National
Cancer Institude, Surveillance, Epidemiyology and Results Program & American Cancer
Society, 1993).
ABD’de meme kanserlerinin %95’i 40 yaşın üzerindeki kadınlarda görülür. Yaş ve
kanser arasındaki ilişkinin önemi genellikle kabul edilmekte ise de, memede fizyolojik
yaslanma proçesi ile meme kanseri riski arasındaki ilişki iyi incelenmemiştir. Memede
cereyan eden involüsyonun hızı ve derecesi meme kanseri riski bakımından önemli olabilir.
Memede yaşlanma proçesi çeşitli hormonların etkisindedir. Bu nedenle memede yaşlanma
proçesi öteki dokulardaki gibi olmayabilir (49).
5. Cinsel olgunluk süresi: Erken menarj ve geç menapozda risk artar. 13 yaşından önce adet
görmeye başlayan bir kadında meme kanseri rölatif riski, daha sonra adet görmeye başlayan
kadınlarınkinin iki katıdır. Doğal olarak menopoza 55 yaşından sonra giren kadınlarda riskin,
44 yaşından önce menopoza girenlerinkinin iki katı olduğu bildirilmiştir. Kadının ilk doğumu
yaptığı yaş da önemlidir. Đlk doğumu 19 yaşın altında yapan kadın için meme kanseri riski,
hiç doğurmayan kadının % 50’si kadardır (50).
6. Obesite: Artan risk yağ depolarındaki östrojen sentezine bağlanmaktadır.
7. Alkol: Meme kanseri riski ile en güçlü bağlantı alkol alınmasıdır. Çeşitli çalışmalardan
alınan sonuçlara göre günlük alkol alım miktarının artışı ile rölatif riskin de arttığını
17
görüyoruz. 30 yaşından önce alkol almanın, bir kadının meme kanserine yakalanması riski
bakımından daha sonraki yaşlarda alkol kullanmaktan daha önemli olduğu ileri sürülmüştür
(51).
8. Sigara: Sigara içmenin meme kanseri riskini arttırdığı da azalttığı da bildirilmiştir.
Azalmanın nedeni olarak sigara içenlerde serumda ve idrarda östrojenlerin azalması
gösterilmiştir. Riskin arttığını gösteren çalışmalar ise bunu sigara dumanındaki çeşitli
karsinojenlerle ilişkili bulmuşlardır.
9. Dışardan östrojen verilmesi: Günümüzde tartışmalıdır, fakat menopozal semptomların
tedavisinde kullanılan yüksek dozların orta derecede risk artışına yol açtığını gösteren bazı
kanıtlar vardır. Bu artış % l0’dan azdır ve istatistiksel anlamlı oluşu kuşkuludur. Ancak,
meme kanseri aile öyküsü olanlarda östrojen replasman tedavisi risk artışında daha etkili gibi
görünmektedir.
10. Oral kontraseptifler: Kesinliğe kavuşmuş bir risk artışı yoktur. Belirgin artış olmaması
son zamanlarda kullanılan yeni kuşak oral kontraseptiflerdeki östrojen ve progesteronun
dengeli içeriğine bağlanmaktadır.
11. Atipik epitelyal hiperplazi ile birlikte olan fibrokistik degisikliklerde risk 4,4 kat
artar. Selüler proliferasyon bulunan kadınlar için riskin orta derecede (1,6 kat) artmış olduğu
kabul edilmektedir. Nonproliferatif lezyonlarda, meme kanseri riski genel populasyondaki
kadınlarınkinden fazla değildir. Meme kanseri aile öyküsü olan bir kadında proliferatif pattern
atipik hiperplazi ile birlikte ise riskin dramatik bir biçimde (9 kat) arttığı bildirilmiştir (52,
53).
12. Daha önce meme kanseri geçirmiş olmak: Đnvaziv kanser nedeni ile mastektomi
yapıldıktan sonra diğer meme izlenirken, bu memede de bir kanser ortaya çıkma riski her yıl
için % 0,5-1’ dir. Bir in situ (duktal ya da lobular) kanser tanısından sonra da böyle bir meme
kanseri ortaya çıkması riski vardır.
13. Radyasyon: Kadın memesinin iyonize radyasyon etkisine kanser oluşumu bakımından
duyarlılığı, atom bombasından sonra sağ kalan Japonların ve tüberküloz ya da skolyoz
tedavisi için ya da selim hastalıklar için radyoterapi uygulanan kadınların incelenmesi ile
gösterilmiştir. Toraks duvarına yüksek dozda iyonize radyasyon meme kanseri riskini artırır.
Ancak, mammografiden korkulmaz, mammografik ekipman son yıllarda çok degişmiş, bu
bakımdan çok güvenli hale gelmiştir; bugün bir mammografi sadece 200-400 milirad
demektir (54, 55).
18
14. Đmmünosüpresyon: Đmmünosüpresyon yapılan hastalarda genellikle kanser insidansı
yüksektir. Ancak, immünosüpresyon yapılan kadınlarda meme kanseri insidansının düşük
olduğu bildirilmiştir (56).
15. Diyet: Diyetle yağ ve kolesterol alımı çok önemlidir. Kişi başına düşen yağ tüketimi ile
meme kanseri arasında direkt korelasyon bulunmuştur. Bu ilişki postmenopozal kadınlarda,
premenopozal kadınlara oranla daha şiddetlidir.
16. Herediter bazı sendromlar varlığında da (herediter meme-over kanseri sendromu,
bölgeye spesifik herediter meme kanseri, Li-Fraumeri sendromu, Cowden Sendromu, Muir
Sendromu) meme kanseri görülme sıklığı artar.
17. Pestisitlere maruz kalanlarda da meme kanseri riski artar.
2.3.2 Etyoloji
Birçok çalısma yapılmasına rağmen meme karsinomunun kesin etkeni ya da etkenleri
bilinmemektedir. Elimizdeki ipuçları genetik etkiler ve hormonal dengesizlikleri sorumlu
tutmaktadır. Eskiden onkojenik virus için duyulan ilgi oldukça azalmıştır, ancak günümüzde
de diyetin etkilerini savunanlar vardır.
Genetik predispozisyon mutlaka etkilidir. Ancak neoplazinin oluşumunda genetik
etkenlerin nasıl işlev gördüğü konusunda bir bilgimiz yoktur. Olasılıkla memenin epitel
hücrelerindeki hormon reseptörlerinin ortaya çıkışını etkilemektedir. Anne, kız ve
kızkardeşler arasında meme kanseri görülmesi oranı normal popülasyona göre iki kat daha
fazladır. Meme kanseri olan bir annenin kızı meme kanseri olacak olursa annesinden daha
genç yaşta hastalığa tutulabilmektedir.
Meme kanserindeki herediteyi 2 ayrı grupta incelemek uygundur:
1- Herediter meme kanseri
2- Familyal meme kanseri
Herediter meme kanserinde şüpheli gen otosomal dominant olarak intikal etmektedir.
Bu genetik tip, meme kanserlerinin sadece %7-8’iyle ilgilidir. Bu tipte etkilenmeyen
erkeklerdeki bu şüpheli gen kızlarına geçmektedir. Herediter meme kanseri daha genç
yaşlarda (40-45) ortaya çıkmakta ve bilateral olma şansı yüksek bulunmaktadır. Örneğin ilk
meme kanseri çıkışından 20 yı1 sonra diğer memede kanser görülme oranı %46’ya
ulaşmaktadır.
Familyal meme kanserinde ise bahsi geçen gen geçisi olmayıp kişinin iki veya daha
fazla sayıdaki birinci derece yakınında meme kanseri bulunması söz konusudur. Bu formda
19
meme kanserinin hayat boyu görülme riski normal populasyona oranla 3 misli daha fazladır.
Bu gibi hastaların, özellikle bu riskli durumlarını bilerek, erken yaşlardan itibaren kendi
memelerini periyodik olarak muayene etmeleri, 25 yaşından itibaren 35 yaşına kadar iki yılda
bir, daha sonra da yılda bir mammogram çektirmeleri uygun olur. Đdeal olarak bu hastaların
yılda iki kez hekim muayenesinden geçmeleri gerekir. Tedavilerinde parsiyel mastektomi +
radyoterapiden ziyade modifiye radikal mastektomi seçilmelidir. Bu hastalar radyasyon
karsinogenezine çok hassas olduklarından bunlarda radyoterapiden kaçınılmalıdır. Özellikle
herediter formda diğer organ kanserleri (örnegin over karsinomu) araştırılmalıdır (57, 58).
BRCA I, meme ve over kanserlerine eğilimi çok arttıran spesifik bir gendir, 1995’te izole
edilmiştir. Kalıtımla geçen meme kanserlerinin önemli bir kısmından sorumlu bu gen
kromozom 17q12-21’ de lokalize edilmiştir. Mutasyona uğrayan bu tümör süpresör gen
otozomal dominan biçimde geçer. 300 kadından biri bu geni tasır. Tüm yaş gruplarını ele
alırsak bu gen meme kanserlerinin % 4’ü ile ilgilidir; fakat 40 yaşın altındakilerde ortaya
çıkan meme kanserlerinin % 25’iyle ilgilidir. BRCA I genini taşıyanların 50 yasına gelinceye
kadar meme ve/veya over kanserine yakalanma olasılığı % 60, 70 yaşına gelinceye kadar
%85’tir. Son yıllarda meme kanserine eğilim genlerinden ikincisi BRCA 2, 13. kromozomda
lokalize edilmistir. BRCA 2’deki mutasyonların, BRCA I ile ilgili olmayan kalıtımsal meme
kanserlerinin % 70’inden sorumlu olduğu ve erkek meme kanserinde de risk artışı ile ilişkili
olduğu düşünülmektedir (59).
Endojen östrojen fazlalığının da anlamlı bir rol oynadığı düşünülmektedir, daha önce
belirttiğimiz risk faktörlerinin çoğu; yaşamın cinsel olgunluk döneminin uzun sürmesi,
nulliparite ve ilk doğum yaşının geç olması, menstrüasyon siklusu sırasındaki östrojen
yükselmelerine aşırı maruz kalmaya bağlıdır. Östrojenlerin nasıl rol oynadığı konusunda bazı
kanıtlar vardır. Normal meme epitelinde östrojen ve progesteron reseptörlerinin bulunduğu
bilinmektedir. Progesteron reseptörleri östrojen bağlayan reseptörlerin düzeyi ile kontrol
edilmektedir. Östrojen reseptör-hormon kompleksi nukleusa taşınabilir ve burada hormonlar,
hücre bölünmesiyle, progesteron reseptörünün sentezini sağlayan genleri harekete geçirirler.
Bazı meme kanserlerinde steroid reseptörleri tanımlanmıştır, bu da dengesiz östrojenik
uyarıların karsinojenik süreçte promotor rolü oynayabileceği seklinde akla yatkın bir
mekanizmayı düşündürmektedir (60).
Bir meme tümör virüsünün (MTV) farelerde meme kanserine neden olduğu 1936’da
gösterildi. Daha sonra, insanlardaki meme kanserinde benzer bir virusun varlığına ilişkin
birçok kanıt ortaya konmuştur. Günümüzde bulgular pek kesin olmamakla birlikte umut verici
20
sonuçlar vardır (Örneğin kanser hücrelerindeki bir proteinin MTV ile oluşturulan bir proteine
benzediği gibi) (61).
Diyetin etkileri yıllardır konuşulmuştur, fakat günümüzde de tartışmalıdır. Her şeye
karşın, diyetteki yüksek yağ oranının belirgin bir hazırlayıcı etki oluşturduğu bildirilmiştir
(62). Meme kanseri günde 140 gr yağ tüketilen Batı Avrupa ve Kuzey Amerika toplumlarında
daha sık görülmektedir. Beslenmeleri esas olarak pirinç ve deniz ürünlerine dayanan Japon
toplumu ile karsılaştırıldığında bu yağ miktarı 5 misli fazladır. Buna paralel olarak meme
kanseri Japon kadınlarına oranla 3-4 misli daha fazla görülmektedir. Deneysel
olarak ratlarda, diyetteki kalorinin % 40’nın yağlardan sağlanması halinde meme tümörü
olusturulabilmektedir. Yine deneysel çalımsalar, bazı esansiyel yağ asitlerinin tümör
büyümesini inhibe ettiğini göstermiştir. Bunlardan linoeik asid, linolenik asid ve araşidonik
asidin skuamöz özofagus karsinomu, hepatoma, osteojenik sarkomun yanısıra meme
kanserinin de büyümesini inhibe ettigi invitro olarak gösterilmiştir. Bu nedenle risk grubuna
giren kadınlara düşük yağ içeren diyet önerilmektedir. Ayrıca bazı yağ asitlerine (linoeik asid,
linolenik asid) ağırlık vermek, bunu sağlamak için de diyette hayvansal yağları azaltıp daha
çok deniz ürünleri bulundurmak, bazı özel esansiyel yağ asidlerini de kullanmak uygun olur.
Bulguların çoğu epidemiyolojik araştırmalardan kaynaklanmaktadır. Bunlar kısaca bazı
ülkelerde diyetle hayvansal yağ alımı ile meme kanseri sıklığı arasındaki doğru orantıdan
oluşmaktadır. Ancak, kuşkusuz neoplazmın başlangıcı ile gelişmesi arasında uzun bir zaman
geçmektedir ve diyetin bugünkü analizinin etkinliği ve diyete ilişkin eski verilere güvenilip
güvenilemeyeceği soruları gündeme gelmektedir. Kahve alışkanlığının riski arttıracağına
ilişkin herhangi bir değerli kanıt yoktur.
2.3.3 Patoloji
Memedeki malign tümörlerin %90’nı duktus epitelinden %10’nu ise lobül epitelinden
köken alır. Duktal ve lobüler kanserlerin her ikisi de noninvaziv (bazal membranı penetre
etmeyenler) ve invaziv olanlar (bazal membranı penetre edenler) olmak üzere ikiye ayrılır (3,
4). Đnvaziv duktal kanser %80, invaziv lobüler kanser %10 oranında görülür. Bu iki ana
histolojinin prognozu benzerdir. Diğer özel tip kanserler; (medüller kanser, tubuler kanser
gibi) çok nadir gözükmekle birlikte daha iyi prognoz taşırlar. Kanser dışındaki maligniteler
(sistosarkoma filloides gibi) sarkom gibi tedavi edilir. Dünya Sağlık Örgütü’nün önerisine
göre memenin habis tümörleri aşağıdaki gibi sınıflandırılmaktadır.
21
Memenin habis tümörleri
A. Karsinom
1. on invaziv
a. Duktal karsinoma in situ
b. Lobüler karsinoma in situ
2. Đnvaziv
a. Đnvaziv duktal karsinom
b. Đnvaziv lobüler karsinom
3. Özel histolojik tipler
a. Medüller karsinom
b. Papiller karsinom
c. Kolloid karsinom (musinöz karsinom)
d. Tubüler karsinom
e. Adenoid kistik karsinom
f. Sekretuvar karsinom
g. Metaplastik karsinom
4. Meme başının Paget karsinomu
B. Sarkom
C. Karsinosarkom
D. Sınıflandırılamayan tümör
Duktal Karsinoma in situ (DCIS): Memenin primer malign neoplazmıdır. DCIS tüm meme
kanserlerinin %0.8-5’ini oluşturur. Tanı konulduğunda genellikle klinik olarak palpe edilebilir
dönemdedir. Bu lezyonlar duktusun içerisinde çoğalarak duktus boyunca yayılırlar ve bazal
membranı aşmazlar. Đntraduktal karsinomların %60’ı kalsifikasyon içerir.
Tümöral epitel hücrelerindeki farklılıklara göre komedo, kribriform ve papiller
olmak üzere üç tipe ayrılır. Bu üç tip içinde komedokarsinom en maligni olup
mikrokalsifikasyon daha sıktır (2,3, 4, 7).
Lobüler karsinoma in situ: Histopatolojik olarak terminal duktuslarda ve asinüslerde
proliferasyonla beraber kohezyon (hücrelerin bir arada durması) kaybı ve az sayıda mitoz
gösteren oval veya yuvarlak çekirdekli hücrelerdir. Lobüler karsinoma in situ çoğunlukla
22
benign veya malign bir lezyona yönelik yapılan meme biyopsilerinde tesadüfen saptanır. Tüm
kanserlerin %1-6’sını, noninvaziv kanserlerin %30’unu oluşturur. Multifokal ve bilateral olup
genellikle mamografik ve klinik bulgu vermezler. Lobüler karsinoma in situ saptanan
hastalarda infiltratif duktal ve infiltratif lobüler karsinom gelişme riski normal populasyona
göre dokuz kat daha fazladır (2, 3, 4).
Đnvazif duktal karsinom (skiröz karsinom): Epitelyal ve stromal komponentlerden oluşan
duktal karsinomlar bazal membranı tahrip edip geçtiğinde infiltratif karsinom olarak
adlandırılır. Meme kanserlerinin % 65-75’ inden fazlasını oluşturur (2, 3, 4, 9). Prognozu en
kötü olan meme kanseridir. Multisentrik veya bilateral olabilir. Fibröz stromal komponent
tümörün karakteristik klinik ve mammografik özelliklerini verir. Mammografide spiküler
uzantıları bulunan kitle lezyonu şeklinde izlenir. Đnfiltratif duktal karsinom gross
görünümlerine
göre
genel
olarak
ikiye
ayrılır;
Stellat
ve
sınırlı.
Stellat (yıldız şeklinde) karsinomlarda aksiller metastazların daha sık olduğu saptanmıştır.
Đnfiltratif duktal karsinomların güneş şeklindeki görünümleri daha tipiktir ve tümörün
çevresindeki fibrotik yanıttan dolayı bunlar skirro karsinom olarak adlandırılmaktadır. Skirrö
karsinomda fazla miktarda fibröz stroma ile elastin bulunur. Mammografilerde izlenen
spikülasyonların bir kısmını bunlar meydana getirmektedir. Đnfiltratif duktal karsinomlar
klasik olarak US de düzensiz ve belirsiz konturlu, heterojen ve düşük ekolu kitle şeklinde
izlenir. % 40-60 oranında posterior akustik gölgelenme vardır.
Đnvazif lobüler karsinom: Meme malignitelerinin % 7-10 unu oluşturur. Bilateral ve
multisentrik olma sıklığı infiltratif duktal karsinomdan iki kat fazladır, % 20 oranında
bilateraldir. Mammografilerde daha çok parankim yapısında bozukluk şeklinde görülür.
Histolojik
veya
mammografik
olarak
infiltratif
duktal
karsinomu
taklit
edebilir.
Mammografide özellikle belirgin kontur çizmeyen asimetrik dansiteler şeklinde görülmekle
beraber parankimal distorsiyon veya silik düzensiz sınırlı tümöral kitleler olarak ta karşımıza
çıkabilirler. Bu kanser türünde bazen mammografik olarak bulgu saptanamayabilir, ayrıca
hastalar klinik olarak asemptomatik olabilir, böylece fizik muayene ve mammografi
incelemelerinde gözden kaçırılabilir. Bu gibi durumlarda ultrasonografi gibi diğer teknikler
kullanılmalıdır. Okkült lobuler kanserlerde son zamanlarda MR görüntüleme yöntemi ile
lezyon gösterilebilmektedir (2, 3, 4, 9).
23
Meduller Karsinom: Tüm meme kanserlerinin % 5-7’ sini oluşturur. Mammografide iyi
sınırlı kitle görünümündedir. Duktal tip kanserlere göre daha genç hasta grubunda görülür. 35
yaşından genç kadınlarda görülen meme tümörlerinin % 11’ i meduller kanserdir. Düşük
grade’li ve iyi prognozlu tümörlerdir. Mammografik olarak meduller karsinomlar genellikle
yuvarlak ve oval, lobüle konturlu, kalsifikasyon içermeyen homojen dansitede kitlelerdir.
Ultrasonografik incelemede lobüle konturlu ve yer yer silik sınırlı olup, nisbeten homojen eko
patterninde, posterior akustik şiddetlenme gösterirler. Aksiller lenf nodları meduller
karsinomlarda reaktif olarak büyüyebilirler ve bu durum klinik evrelendirmede yanıltıcı
olabilir (2, 3, 4, 7, 9).
Kolloid karsinom (müsinöz karsinom): Genellikle ileri yaş kadınlarda görülürler. Tüm
meme kanserlerinin % 1-7’ sını oluşturur. Genç yaş grubunda %1, 75 ve üzeri yaş grubunda
ise % 7 oranında görülür. Tümör yavaş büyür ve gelişir, prognozu iyidir ve lenf nodu
metastazı hemen hiç görülmez. Mammografilerde oldukça iyi sınırlı kitleler şeklinde izlenir.
Düzgün konturlu, kalsifikasyon veya desmoplastik reaksiyon göstermeyen kitlelerdir.
Patolojik olarak tümör bol miktarda müsinöz materyal ile çevrili karsinom hücrelerinden
oluşur. Kolloid kanser kitleleri ultrasonografide düzgün veya hafifçe düzensiz konturlu,
posterior akustik şiddetlenme gösteren homojen veya nonhomojen yapıda hipoekojen
lezyonlardır (3, 4, 7, 9).
Đnfiltratif Papiller Karsinom: Tüm meme kanserlerinin % 1-2’ sini oluşturur. Ortalama yaş
63-67 dir. Mammografide geniş ve iyi sınırlı kitleler halinde izlenirler, makrolobülasyon
izlenebilir, tek veya multiple sahalarda mikrokalsifikasyonlar sıktır. Ultrasonografide ise
kompleks kistik kitle görülür.
Tubüler Karsinom: Meme kanserlerinin % 2 sini oluşturur. Tümör dokusunun % 75’i
tubüler yapılardan oluşan infiltre duktal karsinomadır (3, 4) . Tümör içerisinde tubül
formasyonu
izlenir
(3,
4).
Prognoz
oldukça
iyidir.
Uzun
spikülasyonlar
ve
mikrokalsifikasyonlar içeren küçük tümörlerdir ve boyut ortalaması yaklaşık 1 cm
bulunmuştur. Histopatolojik olarak tümör, yoğun elastik stroma içinde dağınık yerleşimli
tubüllere benzeyen iyi diferansiye tümöral yapılardan oluşmuştur. Tubüller % 60 oranında
mammografik olarak tespit edilen mikrokalsifikasyonlar içerirler. Tubüler karsinomların
aksiller lenf nodu metastazları daha az görüldüğünden ve prognozu daha iyi olduğundan bu
tip meme kanserlerinin erken teşhisi özellikle önemlidir (3, 4).
24
Adenoid Kistik Karsinom: Adenoid kistik karsinoma genellikle tükrük bezlerinde görülen
adenokarsinomanın nadir bir varyantıdır. Ancak bu formdaki tümörler meme, trakeo-bronşial
ağaç, uterin serviks, larenks ve bartolin bezinde de görülür. Meme kanserlerinin % 1 den
daha küçük bir bölümünü oluşturur. Aksiller lenf nodu tutulumu ve uzak metastazlar nadir
görülür. Mammografide diğer benign ve malign tümörlere benzer yuvarlak, lobule nodüller
şeklinde görülür (3, 4).
Paget Hastalığı (Meme başı karsinoması): Paget hastalığı meme başının kronik ekzamatoid
görünümü ile beraber santral duktal karsinomun bulunmasıdır. Paget tüm meme kanserlerinin
% 1-5’i oranında izlenir. Genellikle unilateraldir. Meme başında yanma, kaşınma ve ağrı ile
başlar. Hiperemi ve ülserasyon meydana gelir. Cilt lezyonu genelde derinde bulunan infiltratif
veya intraduktal meme kanseri ile ilişkilidir. Đleri yaşlarda sıktır. Mammografilerde meme
başı ve areolada kalınlaşma, subareoler kitle, meme başında kalsifikasyonlar izlenir. Meme
başının altındaki duktuslar dilatedir. Sıklıkla menapozal veya perimenapozal kadınlarda
görülür (2, 3, 4, 9).
Metaplastik kanserler: Skuamöz ve sarkomatöz metaplaziler en sık invaziv duktal
karsinomlarda, primer meme sarkomlarında ve phylloid tümörde görülebilen yassı hücreli,
spindle hücreli ya da heterolog mezenkimal büyüme gibi patolojik bulgulardır. Genellikle az
diferansiye tümörlerde görülürler ve kötü prognoz gösterirler. Meme kanserlerinde
metaplastik değişiklikler seyrektir.
Đnflamatuar Meme Kanseri: Meme kanserleri içerisinde en letal form olan inflamatuar
meme kanseri ilk olarak 1814 yılında Charles Bell tarafından memede kitle, ağrı ve kitlenin
üzerindeki ciltte renk değişikliği olarak tanımlanmıştır. Dermal lenfatiklerde invazyon vardır.
Primer ve sekonder olmak üzere iki tipte görülür. En karakteristik mammografik görünümü
memede diffüz olarak artmış doku dansitesidir, cilt ve ciltaltı dokularının kalınlığında artış
izlenir. Meme başı retraksiyonu veya aksiller lenfadenopatiler izlenebilir.
Lenfoma ve Lösemi: Memenin primer non-hodgkin lenfoması memenin malign lezyonlarını
% 0.1-0.5 ini oluşturur. Lenfomatöz veya lösemik depozitler genellikle dissemine ve
multisentrik hastalığın infiltrasyonlarıdır. Mammografilerde stromal dansitede diffüz artış,
ciltte kalınlaşma, parankimal nodüler kitleler ve aksiller lenfadenomegaliler görülür.
25
Lenfomalar aksiller veya intramammer lenfadenopatiler oluşturabilir ya da iyi veya kötü
sınırlı meme nodülleri şeklinde görülebilirler (4, 7, 9).
Sarkomlar: Fibrosarkomlar en sık primer meme sarkomlarıdır. Fibroadenoma benzerler,
ancak düzensiz konturlu, lokal infiltrasyon gösteren ve çok hızlı büyüyen kitlelerdir (4, 9).
Metastatik Meme Lezyonları: Memeye metastazlar, meme malignitelerinin % 1-2 sini
oluşturur. Mammografik görünümleri fibroadenoma benzeyen iyi sınırlı bir kitle şeklinde
olabilir. Memeye en sık karşı memeden, lenfoma, melanom, yumuşak doku sarkomları,
granülositik sarkoma,
akciğer bronş karsinomu, mide, prostat, over ve serviks
malignitelerinin metastazları görülür. Daha az sıklıkla memeye metastatik tranzisyonel hücreli
karsinoma metastazı bildirilmiştir. Metastazlar en sık soliter ve düzensiz konturlu kitleler
şeklinde görülür. Memeye metastazların % 85’ i soliter ve unilateraldir, mammografide
metastazlar
yuvarlak,
çok
sayıda,
düzensiz
kenarlı
kitleler
şeklinde
izlenirler.
Ultrasonografide çok sayıda hipoekoik solid kitleler görülür. Meme kanserlerinin kendi
metastazları ise sıklıkla, akciğer, karaciğer, kemik, plevra, sürrenal ve böbreklere olmaktadır.
Daha az sıklıkla metastazlar dalak, pankreas, over, beyin, temporal kemik ve tiroidde
izlenmektedir (4, 9).
2.3.4 Prognostik faktörler
1- Hasta yaşı: 50 yaş üzeri ve 35 yaş altı hastaların kötü prognoza sahip olduğu bulunmuştur
(63).
2- Nodal metastaz: Mastektomi ile tedavi edilen invaziv karsinomlu hastalarda, pozitif aksiller
lenf nodu en önemli prognostik faktördür. Hastalıksız yaşam süresi, rekürrens, rekürrens hızı
ve tedaviye yanıtsızlık pozitif aksiller lenf nodu sayısı ile orantılıdır (64).
Ayrıca lenf nodu metastazında ekstranodal yayılımın varlığı da kötü bir prognostik faktördür
(65).
3-Stromal invazyon: Morfololojik parametreler içinde en önemli prognostik belirleyicidir
(63).
4- Tümör çapı: Evreleme sisteminde kullanılan bağımsız bir prognostik faktördür. Primer
tümörün çapı, nodal metastaz insidensi ve survi ile iyi korelasyon gösterir (64, 66).
5- Tümör tipi: Klasik duktal ve lobüler karsinom arasında anlamlı prognostik bir farklılık
yoktur. Tubüler karsinom, kribriform karsinom, müsinöz karsinom, papiller karsinom ve
26
adenoid kistik karsinomda prognoz daha iyi, taşlı yüzük hücreli karsinom ve karsinosarkomda
prognoz oldukça kötüdür (64, 66, 67).
6- Grade: Đnvaziv duktal karsinom ve diğer tüm invaziv tümörler, tubül/gland formasyonu,
nükleer pleomorfizm, mitotik sayıya göre "grade"lendirilir (66).
7- Hormon reseptörleri (östrojen ve progesteron reseptörleri)
8- Tümör proliferasyon hızı (mitoz sayısı, Timidin işaretleme indeksi, S-faz reaksiyonu,
immün histokimyasal işeretleyiciler)
9- Moleküler prognostik faktörler (enzimler, cerb- B2, onkosüpresör genler)
Bugün için en önemli prognostik faktörler lenf bezi metastazı ve tümörün
büyüklüğüdür. Bu iki parametre kullanılarak tüm hastalarda tedavi planı yapılabilir. Bu iki
prognostik faktör hastanın adjuvan tedaviye gereksinimi olup olmadığını gösterir ve sağ kalım
hakkında bilgi verir. Bunlardan sonra gelen üçüncü sıradaki prognostik faktör histopatolojik
grade’dır. Histolojik grade ve nükleer grade “iyi”, “orta”, “az” diferansiye olarak üç sınıfa
ayrılırlar. Diferansiyasyon azaldıkça tümörün nüks etme ve metastaz yapma riski artar. Bu
nedenle erken evredeki tümörlerde dahi eğer diferansiyasyon azsa (yüksek gradeli) adjuvan
tedavi yapılması faydalı olur. Sistemik tedaviye gereksinimi olduğuna karar verilmiş hastada
hangi sistemik tedavinin (kemoterapi mi, endokrin tedavi mi) daha yararlı olabileceğini
gösteren prediktif faktörler ise hormon reseptör durumu ve hastanın yaşıdır. Hormon
reseptörü (östrojen reseptörü ya da progesteron reseptörü) içeren tümörlerde ve postmenopoze
kadınlarda toksisitesi daha düşük olan endokrin tedavilerin kullanılması, sistemik tedavi
olarak erken evrede yeterli olabilir.
Tümöründe hormon reseptörü yoğun bulunan ve yaşlı bir kadında, eğer kanserde erken
evrede yakalanabilmişse, kemoterapi gibi toksik bir tedaviye gerek duyulmaz; çünkü böyle
olgularda endokrin tedavi yanıt sağlar. Bu beş parametre (lenf bezi, tümör, grade, reseptör,
yaş) standart tedaviyi yönlendirmede yeterlidir. Ancak prognostik faktörler konusu çok
araştırılmakta olup, yeni ve ümit verici olan diğer prognostik faktörler incelenmektedir.
Bugüne kadar yapılmış olan yüzlerce araştırmaya rağmen lenf bezi metastazı en önemli
prognostik faktör olarak yerini korumaktadır.
Aksiller lenf bezlerinde histopatolojik olarak metastaz bulunmayan hastalarda 10 yıllık
sağ kalım beklentisi en az %70’dir. Metastazla tutulmuş lenf bezi adedi arttıkça prognoz
kötüleşir. Bir ile üç lenf bezinde metastaz varsa 10 yıllık sağ kalım %48-63 arasında
27
bildirilmektedir; 4-9 lenf bezinde metastaz varsa sağ kalım %28’e ve 10’dan fazla lenf
bezinde metastaz varsa %18’e inmektedir. Tümörün çapı büyüdükçe lenf bezine metastaz
yapma oranı artar; ancak buna rağmen aynı lenf bezi metastazı katagorisi içerisinde tümör
çapı bağımsız prognostik faktördür. Örneğin, lenf bezi metastazı bulunmayan hastalar
içerisinde tümör 1 cm’den küçükse mortalite %7 bulunmuştur; oysa tümör 1-2 cm arasındaysa
mortalite %14 olmuştur.
2.3.5 Evreleme (WHO Sınıflaması)
Meme kanserli hastalar doktora başvurduklarında kanserleri çeşitli yaygınlık derecelerinde
bulunabilir. Kanserin yaygınlığını gösteren sınıflamaya evreleme denmektedir. Evreleme
yapmanın üç yararı vardır:
1. Tedavi önerileri evrelere göre yapılmıştır, bu nedenle tedavi seçimi ve planlaması
kolaylaşır,
2. Hastanın prognozu hakkında bilgi edinilir,
3. Bir hasta serisinde tedavi etkinliğinin değerlendirilmesi evre gruplarına göre yapılırsa, diğer
bildirilmiş serilerdeki sonuçlarla karşılaştırılması doğru şekilde yapılabilir.
Evreleme klinik ve patolojik olarak ikiye ayrılabilir. Klinik evrelemede palpasyon,
inspeksiyon ve radyolojik bulgular kullanılarak tümör ve periferik lenf bezlerinin durumu göz
önüne alınır.
Patolojik evrelemede tümörün boyutu ve aksiller disseksiyonla çıkartılan lenf bezlerinin
metastazla tutulmuş olması makroskobik ve mikroskobik olarak değerlendirmeye alınır.
Bugün evrelemede en sık kullanılan sistem UICC (Union International Contre le Cancer) ve
AJCC (American Joint Committee on Cancer) tarafından benimsenmiş olan TNM
sınıflamasıdır. T, primer tümörü; N, periferik lenf bezlerini; M, uzak metastazı temsil eder.
Klinik ve patalojik T evresi aynı kriterlere dayanır; klinik evrelemede palpasyon ve radyolojik
bulgular patolojik evrelemede ise piyesdeki tümörün makroskobik ölçümü kullanılır. N
evrelemesinde, klinik evreleme için aksilla ve mammaria interna bölgesindeki palpasyon
bulguları kullanılırken, patolojik evrelemede disseke edilmiş gangliyonların mikroskobik
incelenmesi sonucunda elde edilen bulgular geçerlidir. Klinik evreleme, hastanın
operabilitesini göstermek bakımından ameliyat öncesinde yapılırsa değerlidir. Patolojik
evreleme ise postoperatif olarak yapılır ve adjuvan tedaviye gerek olup olmadığını gösterir.
28
Benzer prognoza sahip çeşitli TNM evreleri bir araya getirilerek evre grupları oluşturulur.
Evrelemede TNM sınıflaması aşağıda gösterilmiştir.
Meme kanserinde primer tümörün, lenf nodlarının ve metastazların klinik sınıflaması
Primer tümör: T
TX: Primer tümör değerlendirilememiş
TO: Primer tümör bulgusu yok
Tis: Tümör bulgusu olmayan Paget hastalığı veya in situ tümör
T1: Tümör 2 cm veya daha küçük
T1mic: Mikroinvazyon tümör 0,1 cm’den küçük
T1a: Tümör 0.5 cm veya daha küçük
T1b: Tümör 0.5 cm’den büyük, fakat 1 cm’yi aşmamış
T1c: Tümör 1 cm’den büyük, fakat 2 cm’yi aşmamış
T2: Tümör 2 cm’den büyük, fakat 5 cm’yi aşmamış
T3: Tümör 5 cm’yi aşmış
T4: Tümörün boyutu ne olursa olsun deri ya da toraks duvarına doğrudan ulaşmış
T4a: Toraks duvarına ulaşmış
T4b: Meme derisindeki ödem (“portakal kabuğu” dahil), deride ülserasyon, tümörlü
memede satellit deri lezyonları
T4c: T4a+ T4b
T4d: Đnflamatuvar kanser: Klinikopatolojik bir bulgudur, deride yaygın endurasyon ile
erizipeloid görünüm vardır. Genellikle ele kitle gelmez. Radyolojik olarak kitle olabilir ve
meme üzerindeki deride karakteristik bir kalınlaşma vardır. Bu klinik görünüm dermal
lenfatiklerde tümör embolisi ile oluşmaktadır. Paget hastalığında kitle varsa T’yi kitlenin
büyüklüğü tayin eder. T ölçümünde tümörün en büyük boyutu göz önüne alınır.
Bölgesel lenf bezleri: X: Bölgesel lenf bezleri değerlendirilememiş (Daha önce çıkartılmış olanlar da dahil).
O: Bölgesel lenf nodu metastazı yok.
1: Aynı taraf koltuk altında bir ya da fazla mobil lenf bezinde metastaz
2: Aynı taraf koltuk altında bir ya da fazla lenf bezinde metastaz, fakat bu lenf bezleri
birbirlerine ya da etraf dokulara yapışık, paket oluşturmuştur.
3: Tümörün bulunduğu taraftaki mammaria interna lenf bezi grubuna metastaz
29
Uzak metastazlar: M
Mx: Uzak metastazların varlığı değerlendirilememiş
Mo: Uzak metastaz yok
M1: Uzak metastaz var (aynı taraftaki supraklaviküler lenf bezlerindeki metastazlarda uzak
metastaz olarak nitelenir).
Klinik evrelemede dikkate alınacak bazı özel durumlar şunlardır:
- Makroskopik incelemede rezeksiyon sınırında tümör saptanırsa primer tümörün genişliği
değerlendirilemediğinden bu durum Tx olarak kabul edilir.
- Mamografi ile saptanmış non palpabl tümörlerde mamografi üzerinde kitlenin en büyük çapı
ölçülmeli ve biopsi sonrasında uygun bir T kategorisi belirlenmelidir.
- Multipl, aynı tarafta, invaziv simultane kanserler olduğu zaman T boyutu için en büyük çaplı
tümör esas alınmalıdır.
- Simultane bilateral kanserler ayrı ayrı evrelendirilmelidir.
- Tümörün deriye doğrudan yayılımı dışında meme başı çekintisi ve derinin içe doğru
çökmesi gibi faktörler T evrelemesini değiştirmez. T evresini değiştirerek T4b düzeyine
getiren cilt değişiklikleri ise portakal kabuğu şeklindeki ödem, ülserasyon, derinin fiksasyonu
ya da derideki satellit lezyonlardır.
- Đnflamatuar karsinomda altta palpabl kitle bulunsun ya da bulunmasın deride ortaya çıkan
endurasyon ve erimatöz değişiklikler T4d bulgusu olarak kabul edilmektedir.
- Kitle yada invaziv kanser olmadığında meme başının Paget hastalığı Tis olarak kabul edilir.
Kitle olduğunda ise evreleme bu tümörün boyutuna göre yapılır.
- Göğüs duvarı tutulumu ile kast edilen pektoral kasların tutulumu değil, kostaların,
interkostal kasların ve anterior serratus kaslarının tutulumudur.
30
Lenf bezlerinin patolojik evrelemesi
Px: Bölgesel lenf bezi metastazı değerlendirilememiş (Daha önce çıkartılmış olanlar da
dahil)
pO: Bölgesel lenf bezi metastazı yok.
p1: Aynı tarafta bir ya da daha fazla mobil lenf bezi metastazı
pN1a: Metastazlar mikrometastazdır (hiçbiri 0.2 cm’den büyük değil)∗
pN1b: Bir yada daha fazla lenf bezinde metastaz, bunlardan herhangi biri 0.2 cm’den
büyük
pN1bi: 1-3 lenf bezinde metastaz mevcut, herhangi bir metastazın boyu 0.2 cm’den
büyük
pN1bii: 4 ya da fazla gangliyonda metastaz; bunlardan biri 0.2 cm’den büyük ancak
lenf nodları 2 cm’den küçük.
pNl biii: 2 cm’den küçük nodlarda ekstrakapsüler invazyon
pN1biv: En büyük çapı 2 cm ve üzerinde olan lenf nodu metastazı.
p2: Birbirine ya da başka dokulara fikse aynı taraftaki lenf nodlarma metastaz
p3: Aynı taraftaki intemal mammarian lenf nodu ya da nodlarına metastaz
∗ Ölçü en büyük boyuta göre verilir.
TM evre grupları
Evre 0:
Tis No Mo
Evre I:
T1 No Mo
Evre IIA: TO N1 MO
T1 N1 MO
T2 NO MO
Evre IIB: T2 N1 MO
T3 NO MO
Evre IIIA: To N2 MO
T1 N2 MO
T2 N2 MO
T3 N1 MO
T3 N2 MO
Evre IIIB: T4 Herhangi N MO
Herhangi T N3 MO
Evre IV:
T ve N ne olursa olsun M1 içeren tüm hastalar
31
3- GEREÇ ve YÖTEM
a-Olgu Seçimi:
Prospektif olarak planlanan bu çalışmada olgular, Kasım 2007- Haziran 2009 tarihleri
arasında Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Meme
Polikliniğine başvuran ve kliniğimizde mamografi
incelemesi
yapılarak BIRADS
klasifikasyonuna göre malign kitle kuşkusu nedeniyle kategori 4 olarak değerlendirilen
olgular arasından seçildi. Lezyon boyutları 4 cm’in üstünde olan olgular, adjuvan kemoterapi
ve radyoterapi alabilme olasılığı açısından ve tek memede çok sayıda solid kitlesi olan
olgular, patolojik bulgularda karışıklığa neden olma olasılıkları yüzünden çalışma dışı
bırakıldı. Mamografi sonrası US, MR ve US eşliğinde ĐĐAB yapıldı. Bu incelemeleri ve
çalışmaya katılmayı kabul ettiğine dair her olgudan yazılı onam alındı.
32
b- Radyolojik Đnceleme Yöntemleri:
Dijital Mamografi: Hastanemiz Genel Cerrahi Meme Polikliniğinden gelen olgulara
Siemens Mammomat Novation DR (Siemens USA) dijital mamografi cihazı ile standart CC
ve MLO pozisyonunda mamografi incelemeleri yapıldı. Lezyon lokalizasyonlarına göre
gereken olgularda lezyon sınırlarını net görebilmek amacıyla ekzajere CC veya ekzajere MLO
grafiler eklenerek iki düzlemde malign şüpheli lezyonun en büyük boyutu ve bu boyuta dik
ikinci boyutu ve diğer projeksiyonda üçüncü boyutu ölçüldü.
Resim 1. MLO ve CC pozisyonlarda kitle boyutlarının ölçümü
33
Ultrasonografi: Dijital mamografide tespit edilen lezyona yönelik aynı günde
birimimizdeki General Electric Logiq 9 cihazının lineer 10 mHz’lik probu ile yapılan US
incelemede ekran ikiye bölünerek birbirine dik iki düzlemde donmuş görüntü oluşturuldu.
Lezyonun en büyük boyutu ve buna dik ikinci boyutu ve diğer düzlemde üçüncü boyutu
ölçüldü.
Resim 2. Ultrasonografi incelemesinde kitlenin en büyük boyutuna
paralel ve dik planlarda boyut ölçümü
34
Manyetik Rezonans Görüntüleme: Mamografi ve US incelemeleri yapılan olgulara en geç
üç gün içinde 1,5 T Siemens Avanto (Erlangen Germany) marka cihazı ile dinamik meme MR
incelemesi yapıldı. Standart olarak olgulara meme coil ile her iki memeye yönelik aksiyel
gradient T1, aksiyel T2, iv MR kontrast uygulamasını takiben 5 ayrı fazda gradient T1
ağırlıklı dinamik substraction MR inceleme gerçekleştirildi. Standart incelemeye ek olarak
olgulara sagital planda T1 ağırlıklı gradient ek sekans uygulandı. Đnceleme sonucu patolojik
kitlenin aksiyel ve sagital plandaki en büyük boyutu ve buna dik ikinci boyutu diğer düzlemde
üçüncü boyutu alındı.
Resim 3. MR incelemede kitlenin sagital ve aksiyel planlarda boyut ölçümü
35
US Eşliğinde Đnce Đğne Aspirasyon Biopsisi: Tüm radyolojik incelemeleri takiben olgulara
operasyon planlaması açısından lezyon boyutununda oluşabilecek değişikliğin gözardı
edilebileceği düşüncesiyle US eşliğinde ĐĐAB ile patolojik tanı amaçlı biopsi yapıldı. Çoklu
ĐĐAB uygulanan veya yetersiz materyal nedeniyle tru-cut inceleme istenen olgular çalışma dışı
bırakıldı.
c-Patolojik Değerlendirme:
Operasyon sonrası yapılan kitle eksizyonu veya lumpektomi veya mastektomi
materyali hiçbir koruyucu solüsyona konmadan patoloğa gönderildi. Patolog en büyük boyut
ve bu boyuta dik diğer iki boyutu ölçtükten sonra diagnostik çalışmalarını gerçekleştirdi.
d-Đstatistik Değerlendirme:
Mamografi, US, MR ve postoperatif patoloji sonucu memede saptanan malign kitlenin
birbirine dik üç ayrı düzlemde boyutları alındı. Malign lezyonların genel olarak sferik
olabileceklerinden hareketle dört yöntemle de volüm hesaplaması yapıldı (üç boyutun çarpımı
sonucu x 0.51). Ayrıca tüm incelemelerde en büyük boyut ayrı olarak not edildi. Postoperatif
patolojide elde edilen bulgular “gold standart” kabul edilerek “lezyonun en büyük boyutu” ve
“lezyonun volümü” açısından; tüm radyolojik modalitelerden hangisinin gerçeğe en yakın
sonucu verdiği istatistiksel yöntemler aracılığıyla tespit edilmeye çalışıldı.
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için NCSS
2007&PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA) programı kullanıldı. Çalışma verileri
değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (ortalama, standart sapma) yanısıra
niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin grup içi
karşılaştırmalarında paired sample t test, normal dağılım göstermeyen parametrelerin grup içi
karşılaştırmalarında ise Wilcoxon işaret testi kullanıldı. Anlamlılık p<0.05 düzeyinde
değerlendirildi.
36
4- BULGULAR
Çalışma Kasım 2007- Haziran 2009 tarihleri arasında Dr. Sadi Konuk Eğitim ve
Araştırma Hastanesi radyoloji servisinde toplam 23 kadın olgu üzerinde yapılmıştır.
Tablo 1: Volüm ölçümlerinde patoloji sonuçları ile US, MR ve mamografi sonuçları
değerlendirmesi
p
Volüm
Ortalama±SD (mm3)
Medyan (mm3)
Patoloji
3190.96±2623,69
3187,50
Pat-Mamografi:0,935
Mamografi
3252,89±2889,11
2423,52
Pat-MR: 0,200
MR
3868,35±3465,40
3190,56
Pat-US: 0,007**
Ultrason
2610,93±2213,03
2170,56
Wilcoxon Signed Rank test kullanıldı
**p<0,01
Patoloji sonucu bulunan volüm değerleri ile mamografi sonuçları arasındaki ortalama
61,93 birimlik fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05).
Patoloji sonucu bulunan volüm değerleri ile MR sonuçları arasındaki ortalama 677,39
birimlik fark ta istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05).
Patoloji sonucu bulunan volüm değerleri ile ultrason sonuçları arasındaki ortalama 580
birimlik düşüş ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,01).
37
Volüm
**
8000
7000
6000
5000
4000
3000
2000
1000
0
Patoloji
Mamografi
MR
Ultrason
Şekil 1: Volüm ölçümlerinin dağılımı
Tablo 2: En büyük boyut ölçümlerinde patoloji sonuçları ile US, MR ve mamografi
sonuçları değerlendirmesi
En büyük boyut
p
Ortalama
SD
Patoloji
21,35
7,22
Pat-Mamografi:0,567
Mamografi
20,96
6,40
Pat-MR: 0,154
MR
22,57
8,17
Pat-US: 0,010*
Ultrason
19,52
7,36
Paired Samples test kullanıldı
*p<0,05
Patoloji sonucu bulunan en büyük boyut değerleri ile mamografi sonuçları arasındaki
ortalama 0,39 birimlik fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05).
Patoloji sonucu bulunan en büyük boyut değerleri ile MR sonuçları arasındaki
ortalama 1,21 birimlik fark ta istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05).
38
Patoloji sonucu bulunan en büyük boyut değerleri ile ultrason sonuçları arasındaki
ortalama 1,82 birimlik fark ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05).
En Büyük Boyut
ort+SD
35
*
30
25
20
15
10
5
0
Patoloji
Mamografi
MR
Ultrason
Şekil 2: En büyük boyuta göre dağılımlar
39
5- TARTIŞMA
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür ve kadınlarda kanserin sebep
olduğu ölümlerde ikinci sırada yer alır. Her 9 kadından birinde meme kanseri gelişir.
Günümüzde 40 yaş üstünde rutin tarama protokollerinde mammografi ek incelemeye ihtiyaç
duyulmadığı sürece tek radyolojik seçenek iken meme kanseri tanısında mamografi, US ve
MR birbirlerini tamamlayıcı incelemeler olarak kullanılmaktadır.
Meme kanserinin gerçek boyutlarını saptamak, evreleme, tedavi protokolünün
belirlenmesi ve prognoz tayini için önemlidir. Preoperatif evreleme ve prognoz tespiti dışında
tümörün cerrahi rezeksiyonunun yapılamadığı durumlarda da (neoadjuvan kemoterapi ve
cerrahi olmayan tümör ablasyonu gibi) tümör boyutunun görüntüleme yöntemleriyle ölçümü
gereklidir. Literatürde malign meme kitlelerinin boyutlarının belirlenmesinde palpasyon ve
radyolojik görüntüleme yöntemlerinin yer aldığı değişik çalışmalar yapılmıştır (68-73).
Boetes ve arkadaşlarının mastektomiye giden 60 meme kanserli olguyla yaptığı ve
1995’te yayınladıkları çalışmada mamografi, US ve MR’da tespit edilen kitle boyutlarını
patolojik sonuçlarla karşılaştırmışlar ve sonuçta MR incelemeyle kitle boyutlarının patolojik
boyutlara en yakın sonucu verdiğini iddia etmişlerdir. Bu çalışmada %10 olgunun
mamografide, %15 olgunun US’de boyutlarının değerlendirilemediğini söylemişlerdir (68).
Davis PL ve arkadaşlarının 13 meme kanserli olgu ile yaptığı ve 1996’da
yayınladıkları çalışmada mamografi, US ve MR’da tümörün en büyük boyutunun postoperatif
patoloji piyesindeki en büyük boyut ile karşılaştırılmasında MR’ın diğer radyolojik
yöntemlere göre en doğru sonucu verdiğini savunmuşlardır (69).
Golshan ve arkadaşlarının yaptığı ve 2004’te yayınladıkları bir çalışmada Evre I ve
Evre II meme kanserli 202 olguda tümör boyutu mamografi, USG ve kor biyopsi ile
karşılaştırılmış ve boyut ölçümünde en etkili metod olarak mamografi bulunmuştur. Bu
40
çalışmada boyut değerlendirmesinin duktal tümörlerde lobüler tümörlere göre daha etkili
olduğu bildirilmiştir (70).
Bosch AM ve arkadaşlarının 2003’te yayınladıkları prospektif bir çalışmada 96
kadında tespit edilen 105 invaziv meme kanseri boyutlarının değerlendirilmesinde 73 olgu
incelemeye
dahil
edilmiştir.
73
kadında
yapılan
palpasyon,
mamografi
ve
US
değerlendirilmesi sonucu patolojik boyutlarla en iyi korelasyon gösteren incelemenin US
olduğunu bulmuşlardır (71).
Verma R. ve arkadaşlarının 2008’de yayınladıkları bir diğer çalışmada palpasyon,
mamografi ve US ile tümör boyutları tesbit edilmiş ve sonuçlar kıyaslanmıştır. Tümör hacmi
genellikle palpasyonla gerçek tümör hacminden daha büyük bulunmuştur. Bu genellikle
derinin ve sağlıklı meme dokusunun palpasyona katılmasıyla olur. Mamografi ve US
palpasyona göre daha doğru sonuçlar vermiştir. Ama US genel olarak boyutları daha düşük
ölçmeye eğilimlidir (72).
J. Silva ve arkadaşlarının 2009’da yayınladıkları çalışmada ise bizim çalışmamıza
benzer bir şekilde MR, mamografi ve US’ye ek olarak memedeki kitlenin boyutunu ölçmek
için kullanılmış ve postoperatif patoloji sonuçları ile karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada MR
tümör boyutlarını ortalama olarak 3,5 mm büyük ölçmüştür, mamografi ve US ise kitle
boyutlarını postoperatif patoloji sonuçlarına göre ortalama olarak sırasıyla 6,5 ve 8,2 mm
daha küçük olarak ölçmüştür. Çalışmacılar MR incelemenin memedeki kitlenin ölçümünde
diğer yöntemlere göre üstün olduğunu savunmaktadırlar (73).
Ocak 2009 San Antonio Breast Cancer Symposium (SABCS)’da katılımcı otoriteler
“MRI No Better in Breast Cancer Staging than Mammography” oturumunda konservatif
meme cerrahisi kararını vermede mamografi ve US incelemelerine meme MR incelemesinin
eklenmesinin katkı sağlamadığını vurgulamaktadır.
Biz çalışmamızda USG ve mamografiye ek olarak meme MR görüntülemesini de
ekledik ve sonuçlarını gold standart olarak kabul ettiğimiz postoperatif patoloji sonuçlarıyla
karşılaştırdık. Hem volümetrik değerlendirmede hem de tümörün en büyük boyutunun
değerlendirilmesinde postoperatif patoloji sonuçlarına en yakın değerler mamografik
incelemeden elde edilidi. MR değerleri de mamografi değerlerine benzerlik gösteriyordu ve
ikisinin arasında istatiksel olarak bir farklılık yoktu. Meme ultrasonu ile yapılan ölçümlerde
ise sonuçlar tümör boyutlarına göre daha düşük çıkma eğilimindeydi ve postoperatif patoloji
41
sonuçlarıyla istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı. Biz çalışmamız sonucunda preoperatif
meme kanserinin boyutunun doğru tespitinde kolay ulaşılabilir ve standart inceleme olan
mamografinin kullanımının yeterli olacağı sonucuna vardık. Seçilmiş olgularda (tanıda güçlük
çekilen dens memelerde, operasyon ve radyoterapi sonucu oluşan skar dokuları ile tümör
rekürrenslerinin ayrımında, implante memelerin değerlendirilmesinde, meme koruyucu
cerrahi uygulanacak olgularda çok odaklı ve küçük tümörlerin tespitinde, göğüs duvarına
yerleşen kitlelerde çevre dokulara invazyonun değerlendirilmesinde) meme MR incelemenin
eklenmesi olguya yaklaşımı ve tedavi planlamasını kolaylaştırabilir.
42
6- SOUÇ
Sonuç olarak meme kanserlerinde tümör boyutunun doğruya en yakın şekilde
ölçülmesi özellikle tümörün preoperatif evrelendirilmesinde büyük önem taşır. Meme
kanserlerinde tümör boyutunun doğru tespitinde yapılan bazı çalışmalarda mamografinin, bazı
çalışmalarda ultrasonun, bazı çalışmalarda MR’ın daha iyi olduğu iddia edilmiştir. Ancak tüm
çalışmalar radyolojik görüntüleme yöntemlerinin palpasyona göre daha etkili olduğunu
savunmaktadır.
Bizim çalışmamızda meme kanserinin boyutunun doğru tespitinde mamografi
incelemesinin diğer yöntemlerden (MR ve USG) daha üstün bulunmuştur. Ancak istatiksel
olarak MR ile arasında anlamlı fark olmadığından boyut değerlendirilmesinde MR
incelemenin de alternatif bir yöntem olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
43
7-ÖZET
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür ve 40-44 yaş arası kadınlarda
kanser ölümlerinin başlıca nedenidir.
Günümüzde 40 yaş üstünde rutin tarama protokollerinde mammografi ek incelemeye
ihtiyaç duyulmadığı sürece tek radyolojik seçenek iken meme kanseri tanısında mamografi,
US ve MR birbirlerini tamamlayıcı incelemeler olarak kullanılmaktadır.
Meme kanseri tanısı konduktan sonra hastaya özel olarak en doğru tedavi seçeneğini
belirleyebilmek için preoperatif evreleme çok önemlidir ve bu aşamada en önemli
parametrelerden biri tümör boyutunun doğru şekilde belirlenebilmesidir.
Çalışmamızda memede saptanan malign kitlelerin boyutunun tespitinde preoperatif
dönemde kullanılan radyolojik görüntüleme yöntemlerini (ultrasonografi, dijital mamografi ve
manyetik rezonans görüntüleme), postoperatif patoloji sonuçları ile karşılaştırarak hangi
radyolojik inceleme yönteminin gerçek ölçüme en yakın sonuç verdiğini bulmayı amaçladık.
Çalışmamız sonucunda preoperatif meme kanserinin boyutunun doğru tespitinde kolay
ulaşılabilir ve standart inceleme olan mamografinin kullanımının yeterli olacağı sonucuna
vardık. Seçilmiş olgularda (tanıda güçlük çekilen dens memelerde, operasyon ve radyoterapi
sonucu oluşan skar dokuları ile tümör rekürrenslerinin ayrımında, implante memelerin
değerlendirilmesinde, meme koruyucu cerrahi uygulanacak olgularda çok odaklı ve küçük
tümörlerin tespitinde, göğüs duvarına yerleşen kitlelerde çevre dokulara invazyonun
değerlendirilmesinde) meme MR incelemenin eklenmesi olguya yaklaşımı ve tedavi
planlamasını kolaylaştırabilir.
44
8- KAYAKLAR
1. Moore KL, Persanal TVN. Yıldırım M, Okar Đ, Dalçık H, (Çev ed.) Klinik Yönleri Đle
Đnsan Embriyolojisi, Türkçe Birinci Baskı. Đstanbul, Nobel Tıp Kitabevi, 2002; 520-522.
2. Sayek Đ, Temel Cerrahi, Đkinci Baskı. Ankara, Güneş Kitabevi, 1996; 835-892.
3. Kuzey GM. Temel Patoloji. I.Baskı. Ankara, Güneş Kitabevi, 2007.
4. Stavros AT. Breast Ultrasound, Philadelphia, USA, Lippincott Williams, Wilkins, 2004.
5. Junqueira LC. Carneiro J, Kelley RO, Basic Histology. Aytekin Y, (Çev ed). Temel
Histoloji, Đstanbul, Barış Kitabevi, 1998; 444-447.
6. Oğuz M, Aksungur E. H, Bıçakçı Y.K, Çeliktaş M, Ultrasonografi, Birinci Baskı. Adana,
Nobel Tıp Kitabevi,1997; 3-21.
7. Sutton David. Textbook of Radiology and Imaging: In the Breast. Michael JM. Seventh
Edition. 2002; 1451-1488.
8. Rumack CM, Wilson SR, Charboneau JW, Johnson JAM. Diagnostic Ultrasound. Third
Edition. 2005; 795-847.
9. Üstün EE. Mamografi Atlası. Đzmir, Güven-Nobel Tıp Kitabevleri.2000; 3-105.
10. Oyar O, Gülsoy U.K, Tıbbı Görüntüleme Fiziği. Ankara, Tisamat Basım, 2003.
11. Tükel S. Dijital mamografi. Tanısal ve Girişimsel Radyoloji.2002; 8:222-227.
12. Tailler R. The Rol of Tc 99m sestamibi end ather conventional radiopharmaceuticals in
breast cancer diagnosis. Semin Nucl Med. 1999; 29:16-40.
13. Bone B, Apselin P, Bronge L, Veress B. Contrast enhanced MR imaging as a
prognostic indicator of breast Cancer. Acta Radiol. 1998; 39:279-284.
14. Habbema JD, Van Oortmarssen GJ, Putten DJ, Lubbe JT,Van der Mass PJ. Age
specific reduction in results of healt insurance plan of Greater New York study. J Natl
Cancer Inst. 1986; 77:317-320.
15. Anderson I. Mammographic screening and mortality from breast cancer: malmö
mammographic screening trial. Brit J Med. 1998; 943-948.
16. Frisell J, Eklund G, Helström L, at al. Randomized study of mammography
screeningpreliminary report on mortality in the Stockholm Trial. Breast Canser Research and
Treatment. 1991; 18: 49-56.
17. Miller AB, Baines CJ, To T ve ark. Canada National Breast Screening Study. Can Med
Assoc J. 1992; 147: 1459-1476.
18. Lannin DR, Haris RP, Swanson FH, Edwards MS, Swanson MS, Pories WJ.
Diffuculties in diagnosis of carsinoma of the breast in patient less then fifty years of
45
age. Surc Gynecol Obstet. 1993; 177: 457-476.
19. Pollei SR, Metler FA, Barstow SA, Moradin G, Moskowita M. Occult breast cancer:
prevalence and radiographic detectablity. Radiology. 1987; 163: 459-462.
20. Kim Sj, Kim IJ, Kim YK, Kim DS. Comparison of quantative and visual analysis of Tc99m MIBI scintymammography for detection of primer breast cancer. EJR. 2004; 1-7.
21. Bird RE, WallaceTW, Yankaskas BC. Analysis of cancers missed at screenign
mamography. Radiology.1992; 184: 613-617.
22. Cutrone JA, Khalkhali I, Yospur LS, ve ark. Tc.99m Sestamibi scintymammography
fort he evaluation of breast masses in patients with radiographically dense breasts.
Breast J. 1999; 5: 383-388.
23. Poplack SP, Tosteson AN, Groove MR, Wells WA, Carpney PA. Mammography in 53,
803 women from the new hampshire Mammography Network. Radiology 2002; 217: 832840.
24. Moon WK, Đm JG, Noh DY, Han MC. Nonpalpable breast lesions: evaluation with power
Doppler US and a microbubble contrast agent–initial experience. Radiology 2000; 217: 240246.
25. Cosgrove D. Tumor vascularity. Angiology 1996; 7:55-62.
26. Tozaki M, Toi M, Miyamoto Y, Fukuda K. Power Doppler sonography of breast masses:
correlation of Doppler spectral parameters with tumor angiogenesis and histologic growth
pattern. J Ultrasound Med 2000; 19:593-600.
27. Kook S-H, Park HW, Lee YR, et al. Evaluation of solid breast lesions with power Doppler
sonography. J Clin Ultrasound 1998; 27:231-237.
28. Balcı P. Đleri MR uygulamaları: Meme. Türk Radyoloji Derneği. 27. Ulusal Radyoloji
Kongresi Kurs Kitabı. 2006; 125-129.
29. Rankın SC. MRI of the breast. Br J Radiol. 2000; 73: 806-818.
30. Karahan Ö.Đ, Tuluş A, Kula M, Coskun A, Cangöz Ö, Yılmaz Z. Palpabl lezyonların
benign ve malign ayrımında kontrastlı dinamik MRG ve Tc99m tetrofosmin planar
sintimammografinin etkinliğinin karşılaştırılması. Tanısal ve Girişimsel Radyoloji
2001; 7: 170-176.
31. Lee CH. Problem Solving MR imaging of breast. Radiol Clin North Am.
2004; 42: 919-934.
32. Rachel F. Brem, Jocelyn A. Rapelyea, Gilat Zisman, Kevin Mohtashemi, Joyce Raub,
Christine B. Teal, Stan Majewski, and Benjamin L. Welch.Occult Breast cancer:
46
scintimammography with high-resolution breast-specific gamma camera in women at
high risk for breast cancer. Radiology 2005; 237: 274-280.
33. Erdoğan S. Meme kitlelerinin değerlendirilmesinde nükleer tıp yaklaşımı. Cerrahpaşa J
Med. 2003; 34: 219-225.
34. Burak Z, Argon M, Memiş A, et al. Evaluation of palpable masses with Tc99m MIBI: a
comparative study with mammography and ultrasonography. Nucl Med Comm.
1994; 15:604-612.
35. Sutton David. Textbook of Radiology and Imaging: In the Breast. Michael JM. Seventh
Edition. 2002; 1451-1488.
36. Fajardo LL, Jackson VP, Hunter TB. Đnterventional prosedures in disease of the
breast. American Journal of Radiology. 1990; 155: 977-981.
37. Slawson SH, Johnson BA. Ductograph: How to and what if? Radiographics.
2001; 21: 133-150.
38. Doğan BE, Tükel S. Meme akıntısında radyolojik yaklaşım. Tanısal ve Girişimsel
Radyoloji. 2002; 8: 364-371.
39. Baring CC, Squires TS, Tang T. Cancer Statistics 1993. CA. Cancer J Clin.
1993; 43: 4-26.
40. Silvenberg E, Lubera J: Cancer Statistics 1987, CA Cancer J Clin.1987; 37: 19.
41. Greenlee RT, Murray T, Bolden S, et al. Cancer Statistics, 2000. CA Cancer J. Clin.
2000; 50: 7-33.
42. Hoover R. Breast Cancer: Geographic, Migrant, and Time-Trend Patterns. In: Fortner JSP,
ed. Accomplishments in cancer research. New York: Lippincott-Raven;1996; 199403-25.
43. From the Centers for Disease Control and Prevention. Deaths from Breast Cancer-United
States, 1991. JAMA 1994; 1395-7.
44. Rosen PP et al. Immunohistochemical detection of HER-2/neu in patients with axillary
lymph node negative breast carcinoma cancer.1995; 75: 1320-6.
45. Weiss SE. Ethnic differences in risk and prognostic factors for breast cancer. Cancer
1995; 76: 268-74.
46. Kalache A, Vessey M. Risk factors of breast cancer, Clin. Oncol.1982; 1:661.
47. Rico M. Breast cancer. Risk factors and etiology. Mt. Sinai J. Med.1984; 51: 300.
48. The Cancer and Steroid Hormone Study of the Centers for Disease Control and the
National institute of Child Health and Human Development: Oralcontraseptive use and the
risk of breast cancer. N. Engi. J. Med.3 1986; 15:405.
49. Henson DE. On the possible role of involution in the natural history of breast cancer.
47
Cancer 1993; 71: 2154-6.
50. Korzeniowsky S. Reproductive history and prognosis in patients with operable breast
cancer. Cancer 1994; 74: 1591-94.
51. Herrington LJ. Do alcohol intake and mammographic densities interact in regard to the
risk of breast cancer? Cancer 1993; 71: 3029-35.
52. Dupont WD. Breast cancer risk associated with proliferative breast disease and atypical
hyperplasia. Cancer 1993; 71: 1258-65.
53. Bodian CA. Prognostic significance of benign proliferative breast disease. Cancer 1993;
71: 3896-907.
54. Feig SA (Editonal). Assessment of radiation risk from screening mammography. Cancer
1996; 77: 818-22.
55. Mettler FA. Benefit versus risk from mammography. A eritical assessment. Cancer 1996;
77: 903-9.
56. Stewart T. Incidence of de-novo breast cancer in women chronicaliy immunosuppressed
after organ transplantation. Lancet 1995; 346: 796-8.
57. Offit K (Editorial). BRCA_. A new marker in the management of patients with breast
cancer. Cancer 1996; 77: 599-60 1.
58. McKinley AG. Hereditary breast cancer and linkage analysis to BRCA. BrJSurg 1995;
82: 1086-8.
59. Marcus JN. Hereditary breast cancer. Pathobiology, prognosis, and BRCA1 and BRCA2
gene linkage. Cancer 1996; 77: 679-709.
60. Witliff JL. Steroid hormone reseptors in breast cancer. Cancer.1984; 53:630.
61. Bittner JJ. Some possible effects of nursing on mammary gland tumor incidence in mice.
Science.1936; 84:162.
62. Wynder EL, Rose DP. Diet and breast cancer. 1-Iosp. Pract. 1984; 19:73.
63. Filho S.J, Path MRC.Basal like breast cancers: From pathology to mouse models
and beyond. Breast Cancer Research Centre, London, UK
64. Tavasolli FA. Pathology of the Breast. 2nd edition. Connecticut, Appelton and
Lange, 1999.
65. Clayton F, Hopkins CL. Pathologic corerelates of prognosis in lymph node positive
breast carcinomas. Cancer. 1993; 71: 1780-1790.
66. Tavasolli FA, Devilee P. World Health Organition Classification of Tumours.
Pathology and Genetics of the Breast and Female Genital Organs. Lyon , IARC
Press, 2003;9-113.
48
67. Stenberg SS. Diagnostic Surgical Pathology, 3rd ed. Vol I Philedelphia, Lippincot
Williams and Wilkins,1999;319-379.
68. Boetes C et al. Breast tumours: comparative accuracy of MR imaging relative to
mammography and ultrasound for demonstrating extent. Radiology 1995; 197: 743-747.
69. Davis PL et al. Breast cancer measurements with magnetic resonance imaging,
ultrasonography, and mammography. Breast Cancer Research and Treatment 1996; 37: 1-9.
70. M. Golshan, B. B. Fung, E. Wiley, J. Wolfman, A. Rademaker and M. Morrow Prediction
of breast cancer size by ultrasound, mammography and core biopsy. The Breast 2004; 13:
265-271
71. Bosch AM, Kessels AG, Beets GL, et al. Preoperative estimation of the pathological
breast tumour size by physical examination, mammography and ultrasound: a prospective
study on 105 invasive tumours. Eur J Radiol 2003; 48 (3): 285-292.
72. R. Verma, R. Mathur, R. Raikwar, M. Kaushal, H. Miishra, R. Shukla, S. Verma, A.
Bhattacharya, V. Yashikar & B. Ratnani. Comparison Of Clinical Assessment,
Mammography And Ultrasound In Pre-Operative Estimation Of Primary Breast-Cancer Size:
A Practical Approach. The Internet Journal of Surgery ISSN: 1528-8242.
73. J. Silva, A. Martinez-Velasco. Correlating MRI, mammogram, and ultrasonography
(USG): Which study most accurately predicts breast cancer size. J Clin Oncol 2009; 27.
49
Download