Günümüzde dİnî YaYıncılık Bağlamında Başkanlık YaYınları

advertisement
Aylık Dergi
Aralık 2015
Sayı 300
Günümüzde Dİnî Yayıncılık
Bağlamında Başkanlık Yayınları
Kuruluş Yıllarında Dİyanet İşlerİ
Başkanlığının Yayın Hİzmetlerİ
Dİyanet Gazetesİ’nden
Dİyanet Aylık Dergİ’ye
Mütevazı Bİr Aİle Mektebİ:
Dİyanet Aİle Dergİsİ
Çağımızda her alanda olduğu gibi yayıncılık
alanında da küresel ölçekte bir değişim ve
dönüşüm yaşıyoruz.
1950’ye kadar olan dönemde Reisliğin yayın hizmetleri, kitap yayın faaliyetleri ve diğer yayın hizmetleri
olarak iki kısımda ele alınabilir.
Diyanet Aylık Dergi’nin dünden bugüne uzanan uzun
soluklu yayın macerası, dinî yayıncılığın daha emekleme
dönemleri diyebileceğimiz 60’lı yıllara tekabül etmektedir.
Amacımız yuvalarımızın cennet bahçesi,
çocuklarımızın da dünya ve ahiret mutluluğumuz
olmasına mütevazı bir katkı sağlamaktır.
EDİTÖRDEN
Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşundan itibaren hizmetlerini sağlıklı dinî bilginin yol göstericiliğinde gerçekleştirmeyi önemsemiştir. Daha kuruluşunun ilk yılında merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin Ahlak Dersleri adlı
eseriyle başlattığı yayın faaliyetlerini zaman içerisinde basılı, süreli, sesli ve görüntülü yayınlarla zenginleştirmiş ve
toplumu daha etkin bir şekilde aydınlatmanın gayreti içerisinde olmuştur. Bugün ulaştığı yayın sayıları ve yayın
çeşitliliği ile dinî yayıncılık alanında önemli bir mesafe almıştır.
Başkanlık, kuruluş tarihi olan 1924 yılında başlattığı yayın faaliyetini 1956 yılında “Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası Ramazan Nüshası” (Diyanet İlmi Dergi), 1968 yılında Diyanet Gazetesi, 1979 yılında Diyanet Çocuk Dergisi
ile zenginleştirmiştir. İlmi Dergi ile akademik camianın bilimsel birikimlerini hizmet alanlarına taşıyan Başkanlık,
Çocuk Dergisi ile geleceğimiz olan çocukların seviyelerine uygun, alan uzmanlarının kalemiyle hazırlanan dinî
bilgilerle tanışmalarını, hem eğlenmelerini hem de öğrenmelerini hedeflemiştir.
Diyanet Gazetesi adıyla yayın hayatına başlayan, 1991 yılından itibaren yeni içeriği ve zengin görselliği ile yayınını
sürdüren Diyanet Aylık Dergi, başlangıcından itibaren gerek personelin mesleki açıdan gelişmelerinde gerekse
ülkemizin en uç noktalarında hizmet veren Başkanlığımızın, personeliyle kurumsal iletişimi sağlamasında oldukça
etkili olmuştur. Aylık Dergi her yıl okuyucuya daha iyi bir hizmet vermek amacıyla hep yenilenme çabası içinde
olmuştur. Günümüzde aile konusunda yaşanan problemleri dikkate alan Başkanlığımız, 2013 yılından itibaren
Aylık Dergi’yi “Aile” ekiyle daha da zenginleştirmiştir.
Dergicilik azim, sabır, gayret ve günceli takip ister. Aylık Dergi, yayın hayatına başladığı günden itibaren mütevazı ancak kararlı ve istikrarlı duruşuyla hep Kurumun sesi olmuştur. Kendi kulvarında her türlü zorluğa rağmen
ayakta kalabilmeyi başarmış, taşradaki personelimizin gözü, kulağı, vicdanı olmuştur. Ülkemizdeki süreli yayın
geçmişine bakıldığında 300 sayıya ulaşan ve yaklaşık yarım asır ayakta kalabilen dergi sayısının oldukça sınırlı
olduğunu belirtmek gerekir.
Toplumu din konusunda aydınlatmakla görevli olan Diyanet İşleri Başkanlığımız basılı ve süreli yayınlar yanında
radyo, televizyon alanında da mevcut imkânlarını geliştirme ve uluslararası ölçekte etkin bir din hizmeti sunmanın
gayreti içindedir.
Bu ay, büyük bir sevinçle ve gururla hazırladığımız 300. sayıyı beğeninize sunuyoruz. Dergimiz anısına “Dergicilik
ve Diyanet Aylık Dergi”merkezli hazırladığımız bu özel sayı, “Dinî Yayıncılık Bağlamında Başkanlık Yayınları”
başlıklı yazıyla başlıyor. Dr. Mehmet Bulut ise “Kuruluş Yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Yayın Hizmetleri”
adlı makalesinde Başkanlığımızın Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yayın faaliyetlerini dile getirdi. Kamil Büyüker,
“Mecmua’dan Dergi’ye -Sırat-ı Müstakim’den Diyanet’e- Süreli İslami Yayıncılığa Dair Notlar” isimli yazısında süreli yayıncılık hizmetinde bulunan dinî dergileri konu edindi. Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı
Dr. Faruk Görgülü de “Dinî Dergicilik ve Süreli Yayınlarımız” adlı makalesinde Başkanlığımızın dergicilik faaliyetinin dününü ve bugününü sizlere aktardı. Dergimizin koordinatörlerinden Dr. Lamia Levent Abul “Diyanet
Gazetesi’nden Diyanet Aylık Dergi’ye” başlıklı makalesinde yayıncılık faaliyetimizin 68-91 yılları arasındaki serencamından bahsetti. Yine koordinatörlerimizden Ali Aygün ve Muhammed Kâmil Yaykan elinizdeki derginin
hazırlık ve baskı sürecini “Bir Derginin Hikâyesi” yazısıyla tahkiye etti. Dr. Elif Arslan “Mütevazı Bir Aile Mektebi:
Diyanet Aile Dergisi” yazısı ile dergimizle size sunulan Aile ekini anlattı. Diyanet İşleri Eski Başkan Yardımcısı Halit
Güler “Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Gayret ve Samimiyet” yazısıyla yayın çalışmalarımızı değerlendirdi. Dini
Yayınlar Eski Daire Başkanı Abdullah Ceyhan da “Diyanet ve Aylık Dergi’nin 300. Sayısı Üzerine” başlıklı yazısıyla
duygu ve düşüncelerini bizimle paylaştı.
Bu sayıda ayrıca, eğitim merkezi müdürlerimizden müftülerimize, imam-hatiplerimizden Kur’an kursu öğreticilerimize kadar Başkanlığımızın değişik kademelerinde görev yapan pek çok din gönüllümüzün de Diyanet Aylık
Dergi hakkındaki görüşlerini sizlerle paylaşıyoruz.
Sizleri Aylık Dergi merkezli hazırladığımız “Özel Sayı” ile baş başa bırakırken, Başkanlığımızın kuruluşundan
bugüne kadar, yayının mutfağından yazarlarımıza ve ülkemizin her bir köşesindeki personelimize ve okurlarımıza
varıncaya kadar emeği, alın teri, fikrî çabası olan, katkılarıyla ve manevi destekleriyle yayınlarımızın bugünlere
gelmesini sağlayan herkese teşekkür ediyoruz. Bu hizmetleri başlatan ve bugünlere getiren bütün hocalarımıza ve
personelimize şükran borçluyuz. Ebediyete göçenleri rahmetle anıyoruz. Nice 300 sayılarda buluşmak dileğiyle...
lman
a
S
l
e
s
k
ü
Y
D r.
300
06
Dinî Yayıncılık Bağlamında
Başkanlık Yayınları
12
Kuruluş Yıllarında Diyanet İşleri
Başkanlığının Yayın Hizmetleri
18
Dr. Yüksel Salman
06
Dr. Mehmet Bulut
Mecmua’dan Dergi’ye
Sırat-ı Müstakim’den Diyanet’e
Süreli İslami Yayıncılığa Dair Notlar
Kâmil Büyüker
24
Dinî Dergicilik ve Süreli Yayınlarımız
28
Diyanet Gazetesi’nden Diyanet Aylık Dergi’ye
34
Bir Derginin Hikâyesi
38
42
Mütevazı Bir Aile Mektebi:
Diyanet Aile Dergisi
46
Diyanet Aylık Dergi’nin 300. Sayısı Üzerine
48
Mevlana’nın İnsana Bakışı
Dr. Faruk Görgülü
Dr. Lamia Levent ABUL
Ali AYGÜN - Muhammed Kâmil YAYKAN
Dr. Elif ARSLAN
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Gayret ve Samimiyet
Halit GÜLER
Abdullah CEYHAN
Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
Diyanet İşleri Başkanlığı Adına
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni
Dr. Yüksel SALMAN
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Dr. Faruk GÖRGÜLÜ
Mali İşler ve Dağıtım Sorumlusu
Mustafa BAYRAKTAR
2 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Yayın Koordinatörleri
Mustafa BEKTAŞOĞLU
Dr. Lamia LEVENT ABUL
Ali AYGÜN
Muhammed Kâmil YAYKAN
[email protected]
18
Tashih
Mustafa BEKTAŞOĞLU
Görsel Sorumlu
Burhan ÇİMEN
Arşiv
Ali Duran DEMİRCİOĞLU
İletişim
Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü
Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv.
No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara
Tel : 0312 295 86 61
Faks: 0312 295 61 92
[email protected]
facebook.com/diyanetaylikdergi
twitter.com/DiyanetDergisi
34
52
Kalbin Şaşılığı: Şirk
55
Biz O’nu Çok Sevdik
Çünkü O Bizden Biriydi
58
Şükür Üzerine
60
Bir Neslin Öncüsü:
Mahmut Bayram Hoca
64
Bunu Konuşalım
66
Nedir Özgürlük?
Muhammet Emin GÜRDAMUR
Prof. Dr. Ali KÖSE
Dr. İlhami AYRANCI
68
Değişim ve Beşerî İrade
70
Gökyüzü ve Merhamet
72
Diyanet Dergisi
Hayatımıza Yön Veriyor
73
Hayatımız Ezanla Başlar,
Salâyla Sona Erer
74
Kâbıd-Bâsıt Darlık da O’ndan Bolluk da
76
Hizmet Aşkını Son Nefesine Kadar
Koruyan İnsan: Hamdi Mert
79
Ailem
Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ
Rukiye Aydoğdu DEMİR
Nurettin MİDİLLİ
Mehmet KARATAŞ
Fatma BAYRAM
Alişan BAŞGÖNÜL
Ali AYGÜN
58
Kamil BÜYÜKER
Ali AYGÜN
Ercan ATA
60
Abone İşleri
Tel : 0312 295 71 96-97
Faks : 0312 285 18 54
e-mail: [email protected]
Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü’nün T.C. Ziraat Bankası, Ankara Kamu Girişimci Şubesi
IBAN: TR08 000 1 00 25 330 599 4308 5019 nolu hesabına yatırılması ve makbuzun fotokopisi ile abonenin hangi
sayıdan başlayacağını bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya e-mailin Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye
İşletmesi Müdürlüğü Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara adresine gönderilmesi gerekir.
Abone Şartları
Yurtiçi yıllık: 60.00 TL
Yurtdışı yıllık: ABD: 30 ABD Doları
AB Ülkeleri: 30 Euro
Avustralya: 50 Avustralya Doları
İsveç ve Danimarka: 250 Kron
İsviçre: 45 Frank
Temsilcilikler; Yurtiçi: İl Müftülükleri, İlçe Müftülükleri - Yurtdışı: Din Hizmetleri Müşavirlikleri, Din Hizmetleri
Ataşelikleri / Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tasarım: AralGroup / Mustafa Kemal Mahallesi 2141 Sokak No: 33/3 Çankaya, Ankara Tel: +90.312 433 2725 www.aral.org
Baskı: A4 Grafik Matbaa Yay. Rekl. Bilg. Hiz. Ltd.Şfi ti. Tel: 0212 452 40 99 Fax: 0212 639 50 49 mail: [email protected] www.a4grafik.com.tr
Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın, Diyanet Aylık Dergi (Türkçe)
Basım Tarihi: 14/12/2015 ISSN-1300-8471
Diyanet Aylık Dergi, Diyanet İşleri Başkanlığı yayın organıdır. Dergide yayımlanan yazı, konu, fotoğraf ve diğer görsellerin
her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden her türlü ortamda alıntı yapılamaz.
B A Ş M A K A L E
Prof. Dr. Mehmet Görmez
Diyanet İşleri Başkanı
Söz Medeniyeti
İslam medeniyeti bir söz medeniyetidir. Yüce Rabbimiz kelam sıfatıyla
tenezzül buyurarak insanlara vahiy göndermiş ve kerim kitabımız Kur’an,
okunan bir söz olarak vahyedilmiştir. Âdem (a.s.) bir söz ile yaratılmış ve
âlem “Ol” sözüyle var olmuştur. Âdem’e söz için varlıkların isimleri öğretilmiştir. Cenab-ı Hak, insanları farklı dillerde yaratmış ve bunu kendi
varlığının ayetlerinden biri olarak zikretmiştir. Kısaca söz, insanın evrene
açıldığı ve yüreğindekini dışarıya açtığı mucizevi bir ayettir.
Yüce Allah, ağızdan çıkan her sözün gözetici melekler tarafından kaydedildiğini ifade ederek (Kaf, 50/18.) sözün değerine işaret etmiştir. Sözde
aranması gereken ilk özellik, onun doğru, anlamlı ve faydalı olmasıdır.
Ayrıca sözün hakka, hakikate yaraşır güzellikte olması gerekir. Söz sadece insanın davranışını değil, aynı zamanda kişiliğini de belirlemektedir.
Bu sebeple “üslub-u beyan aynıyla insan”dır.
Söz, hakikat, ahlak ve estetik boyutu olmak üzere üç temel esas üzerine
bina edilir. Kur’an-ı Kerim’de sözle ilgili ayetler incelendiğinde sözün bu
üç boyutu üzerinde durulduğu görülür. Müslümanlar İslami ilimleri oluştururken sözün mana ve hakikat ile ilişkisi üzerinde özellikle durdukları
içindir ki bu ilimlerin neredeyse tamamı, sözün hakikat, hikmet ve ahlakla
ilişkisini ortaya koymak için var olmuştur. Nitekim usul-i fıkıhtaki delalet
bahsi sözün hakikat değerini ortaya koyarken, İslam felsefesi sözün hikmet boyutunu, edebiyat ise sözün estetik boyutunu ortaya koymaktadır.
Kur’an’da sözün karşılığı olan “kavl” kelimesini terkipleri ve türevleriyle
bir araya getirdiğimiz zaman, sözün hakikat, hikmet, ahlak ve estetik boyutu ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda kavl-i hasen/güzel söz, kavl-i maruf/
anlamlı ve olumlu söz, kavl-i adl/adaletli söz, kavl-i sedid/sağlam söz,
kavl-i tayyib/hoş söz, kavl-i kerim/gönül alıcı söz, kavl-i beliğ/açık söz,
kavl-i meysur/kolay söz, kavl-i leyyin/yumuşak söz gibi müspet anlamda
ve kavl-i su’/kötü söz, kavl-i münker/çirkin söz, kavl-i zȗur/yalan söz,
kavl-i lahin/eğri büğrü söz, kavl-i zuhruf/süslü söz gibi menfi anlamda
sıfatların kullanıldığı görülmektedir.
Günümüzde Müslümanlara
düşen görev, imajın ve görselliğin görüntüsüne kendimizi kaptırmadan sözü yüceltmeye devam etmek olmalıdır.
Din görevlileri olarak yapacağımız en önemli hizmetlerden
birisi, imaj ve görüntünün
büyüsüne kapılmadan, bütün
teknolojik imkânlarla birlikte
sözün değerine inanmaya
ve hikmetli sözü yüceltmeye
devam ederek, din-i mübin-i
İslam’ı anlatmaktır.
Söz estetiğini ortadan kaldıran her türlü unsur, kadim kaynaklarımızda dilin afetleri başlığı altında ele alınmıştır. Gazali’nin İhya’sında dilin
afetleri başlığı altında yer alan; boş konuşmalar, içi boş tartışmalar, husumet eseri söylenen sözler, alay etme, yalan, gıybet, iftira gibi hususlar
(İhya-u Ulûmi’d-din, 3/246), bugün de söz estetiğinin yitirilmiş olmasının bir
tezahürü olarak güncelliğini korumaktadır. Günümüzde konuşan her
insanın bu gibi afetlere maruz kalması, kitle iletişim araçları marifetiyle
her türlü estetikten yoksun sayısız sözün ortalıkta uçuşması, dahası bu
sözlerin görüntüye ve yazıya dönüştürülmesi pek çok afete yol açan bir
söz kirliliği oluşturmaktadır.
Söz ile davranışı/eylemi birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Sözün kendisi de bir davranıştır. Davranışı güzel olanın sözü de güzel olur. Kur’anı Kerim’de de bu gerçek şöyle ifade edilir: “Sağlam/doğru söz söyleyin.
Ta ki Allah, amellerinizi güzelleştirsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ahzap,
33/70.) Dine bağlılık da, dindarlık da kendisini sözden ziyade davranış olarak ortaya koymalıdır. İçinde insani ve ahlaki erdemlerin bulunmadığı
bir dindarlık, yanılgıdan ibarettir. Bu nedenle önemli olan kişinin dindarlığını sözde değil, özde yaşamasıdır. Sözü öze, özü söze feda etmeden
bilgi, ibadet ve ahlak eksenli bir dindarlık gayemiz olmalıdır.
Modern zamanlara gelindiğinde sözün değeri düşmüş, imaj yüceltilmiş,
görüntü ve görsellik öne çıkarılmıştır. Sözle imajın farkı anlatılamayacak
kadar büyüktür. Söz, hakikat terazisinde bir değere sahip iken, imajın
böyle bir değeri bulunmamaktadır. Dolayısıyla günümüzde Müslümanlara düşen görev, imajın ve görselliğin görüntüsüne kendimizi kaptırmadan sözü yüceltmeye devam etmek olmalıdır. Din görevlileri olarak
yapacağımız en önemli hizmetlerden birisi, imaj ve görüntünün büyüsüne kapılmadan, bütün teknolojik imkânlarla birlikte sözün değerine
inanmaya ve hikmetli sözü yüceltmeye devam ederek, din-i mübin-i
İslam’ı anlatmaktır.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
5
Dinî
Yayıncılık
Bağlamında
Başkanlık
Yayınları
Dr. Yüksel Salman
DİB Dini Yayınlar Genel Müdürü
Bir özeleştiri yapmak gerekirse, bugün dinî yayıncılık da tüketim dönüşümünün ve
popüler kültürün etkisinde kalmış, neredeyse kendi popüler kültürünü üretir hâle
gelmiştir. Bu durum, kendini televizyon programlarında, matbu ve dijital yayınlarda
gittikçe daha belirgin bir şekilde hissettirmektedir. Bugün, “yayın dünyasındaki hızlı
gelişime ve aktif sürece nasıl entegre olmalıyız?” sorusunu sormadan önce, bu
sürecin neye karşılık geldiğini iyi tespit etmeliyiz.
6 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Küresel ölçekte bir değişim
ve dönüşümün yaşandığı günümüzde yayıncılık, dünya ölçeğinde okuyucu kitlesi, sürekli
değişen ve gelişen yayın profili
ve yayın mecralarıyla pek çok
açıdan değişken bir yapıya sahip. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde artık yayının
dijitalleşmesi diye adlandırabileceğimiz bir süreci yaşıyoruz.
Özellikle yeni nesiller tabletlerle
ve akıllı telefonlarla büyüyorlar.
Bu alandaki gelişmenin boyutlarının nereye varacağını da tam
olarak kestirmek oldukça güç.
Yine gelişen mobil teknoloji ve
yaygınlaşan mobil internet kul-
lanımıyla birlikte, internet artık
her an hayatımızın bir parçası
olmuş durumda. Bugün internetin girmediği hiçbir ev, sanal
âlemin nüfuz etmediği hiçbir
platform neredeyse kalmamıştır.
Bu gelişmelerle bağlantılı olarak,
yayıncılık yapan tüm kuruluşlar;
dinî, siyasi, ideolojik yapılar, bu
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
7
GÜNDEM
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
fırsatı en iyi şekilde değerlendirmenin gayreti içerisindeler. Yapılan pazar araştırmaları sadece
Amerika Birleşik Devletleri’nde
dergi ve gazete tirajının büyük
bir kısmının artık dijital dağıtım
kanalları ile pazara sunulacağını
göstermektedir.
Bugün televizyon izleme oranının internet, akıllı telefon ve
sosyal medya kullanımının gerisinde kaldığı bir zaman dilimini
yaşıyoruz. Yine elektronik kitapların ve dergilerin hayatımıza girmesi ile yüzlerce kitaba, dergiye
aynı anda ulaşma imkânına sahibiz. Bu durumun, kitap kokusuna âşık olanlarla teknoloji odaklı
yaşayıp okuyucuya geniş fırsatlar
sunan elektronik yayın takipçileri arasında tatlı bir rekabet oluşturmasını bir tarafa bırakalım,
bilgiye ulaşımı kolaylaştıran bu
hareketli sürecin ne kadar sağlıklı bir zeminde seyrettiği ve ne tür
sorunları beraberinde getireceği
hususunda maalesef yeterli bir
öngörüye sahip değiliz. Bir internet sitesi kurabilen herkesin,
doğru olup olmadığına pek de
aldırmadan birçok bilgiyi paylaşabildiği bir ortamda sağlıklı bilgiden ne kadar söz edilebilir? Bu
bilgi kirliliğinin özellikle gençlerin ve halkın inanç, ibadet, ahlak
ve davranış biçimleri üzerinde
ne tür hasarlara sebebiyet verebileceğinin de henüz tam olarak
farkında değiliz. Ne yazık ki bu
konularda uyarıcı veya denetle-
8 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
yici mekanizmalar da bulunmamaktadır.
Dönüşümün cazibesi
Yayın dünyası içinde hâlen sınırlarını belirlemeye çalışan dinî
yayıncılığın bu dönüşüm süreci
karşısında savrulmadan ve temel dinamiklerini kaybetmeden
takınması gereken tavrın ne olacağı konusu, belki de cevabını
bulmamız gereken en önemli sorulardan biridir. Mevcut gidişata
bakıldığında dinî yayıncılığın da
bu dönüşümün cazibesine kapıldığını söyleyebiliriz. Dinî yayıncılığın giderek daha az kaynak
metinler üretmesi, medeniyetimizin ve kültürümüzün yeniden
Ramazan DAĞLI
Frankfurt Din Hizmetleri
Ataşesi
“Her Dergi Yeni Bir Hayattır”
der bir yazarımız. Bizler için
de Diyanet Dergisi’nin her
bir sayısı yeni bir hayat gibidir. Özellikle son dönemlerde
her sayıda işlediği dosyalar,
çok doyurucu ufuk açıcı ve
bilgilendirici olmuştur. İslam
Medeniyeti bir söz medeniyeti olduğuna göre dergimiz,
sözün değerini yüceltmeye
hep gayret etmektedir. Toplumun dinî, ahlaki ve manevi
değerlerini sürekli canlı tutmada dergimiz etkin rol oynamaktadır.
ihyasına zemin hazırlayacak muhallet eserlerin yeterince vücuda
getirilememesi ve giderek yüzeyselleşmesi, ticari, iktisadi unsurların devreye girmesi bu sürecin
göstergeleridir. Bir özeleştiri yapmak gerekirse, günümüzde dinî
yayıncılık da tüketim dönüşümünün ve popüler kültürün etkisinde kalmış, neredeyse kendi
popüler kültürünü üretir hâle
gelmiştir. Bu durum, kendini televizyon programlarında, matbu
ve dijital yayınlarda gittikçe daha
belirgin bir şekilde hissettirmektedir. Bugün, “yayın dünyasındaki hızlı gelişime ve dinamik
sürece nasıl entegre olmalıyız?”
gibi bir soruyu sormadan önce,
belki de bu sürecin neye karşılık geldiğini iyi tespit etmeliyiz.
Sonra da bu sürecin neresinde ve
nasıl durmamız gerektiğine karar
vermeliyiz. Aksi takdirde belirli
trendlerin arkasından sürüklenme gibi bir çıkmazla karşı karşıya
gelmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Doğru bilgiyi toplumla buluşturmak
Dinî yayıncılık faaliyeti, ticari
kaygı ve endişelerin etkisinde
kalmadan, İslam’ın doğru bilgisini ve insanlığa rehberlik eden
yüksek insani, ahlaki hasletlerini topluma ulaştırmak gibi ulvi,
bir o kadar da ağır sorumluluk
gerektiren bir alandır. Böylesine anlamlı ve mesuliyeti ağır bir
misyonu üstlenen yayıncı kuruluşlar okuyucu-erişimci kitlesiy-
İslam’ın sahih bilgisini ve insanlığa rehberlik eden yüksek insani, ahlaki hasletlerini
toplumla buluşturmak gibi önemli bir vazifeyi üstelenmiş olan yayıncılık faaliyeti,
her şeyden önce ticari kaygı ve endişelerin etkisinde kalmadan, İslam’ın doğru bilgisini topluma ulaştırmak gibi ulvi, bir o kadar da ağır sorumluluk üstlenmektedir.
le ahlaki bir ilişki içindedir. Dinî
yayıncılık, kaçınılmaz olarak ahlaka konu olan bir alandır. Çünkü yayın yapmak, özellikle de
din alanında topluma, insanlığa
bilgi aktarmada aracılık yapmak,
okuyucuyla ahlaki bir ilişkiye
geçmektir. Bu ilişkinin doğru ahlaki zemine oturması, okuyucuyu ciddiye almakla başlar. Tüketimin ve popüleritenin cazibesine kapılmadan bu ahlaki duruşu
sadece muhafaza etmeyi değil,
aynı zamanda güçlendirmeyi ve
yaygınlaştırmayı nasıl başaraca-
ğımız üzerinde de düşünmemiz
gerekmektedir. Dinî yayıncılık
alanında hizmet verenlerin bu
durum çerçevesinde hem okuyucu, hem de içinde yaşadığımız
çağın şartları karşısında yeniden
bir durum tespitine ve mevcut
durumu gözden geçirmesine ihtiyacı var.
Kuruluşundan bu yana hizmetlerini sahih dinî bilginin ışığında gerçekleştirmeyi ve doğru
bilginin toplumla paylaşılmasını önemseyen Diyanet İşleri
Basılı yayınlar alanında on ayrı
serideki yayın sayıları 1200’e
ulaşan Başkanlığımız, 2012 yılında Diyanet Televizyonu, 2013
yılında Diyanet Radyo ve 2015
yılında Diyanet Kur’an Radyo ile
yayıncılık konusundaki etkinlik
alanını genişletmiştir. Başlangıcından itibaren kurumun yayınlarının halk nezdinde kabul görmesinin en önemli sebebi güven
unsurudur. Artık küresel bir teşkilata dönüşen Başkanlığımızın,
bütün hizmet alanlarındaki etkinliğini sadece ülkemizin değil,
gönül coğrafyamızın da ihtiyaç
ve beklentilerini dikkate alarak
daha ileri noktalara taşıma zarureti vardır.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
9
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Başkanlığı, daha ilk yıllarından
itibaren başlattığı yayın faaliyetlerini zaman içinde sürekli
güncelleyerek ve geliştirerek
devam ettirmiştir. Özellikle son
yıllarda yayın çeşitliliğini artırmış, çocuklar, gençler, engelliler, halk ve aydınlar başta olmak
üzere bütün toplum kesimlerine
yönelik yayınlar hazırlamıştır.
2003 yılından bu yana gerçekleştirilen yayın kongreleri ve
ortak akıl toplantılarıyla da yeni
gelişmeler ışığında hem geleceğe
yönelik yayın planlamalarını hazırlamış hem de sivil yayıncılar
ve alan uzmanlarıyla ortak hedefler ve stratejiler belirlemeye
gayret etmiştir.
GÜNDEM
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Süreli yayıncılık geleneği
Süreli dinî yayıncılık geleneğinin
Tanzimat Dönemi’ne dayandığı
ifade edilir. Meşrutiyetin ilanından sonra yayınlanmaya başlayan
Sırat-ı Müstakim, Millî Mücadele
ve Cumhuriyetin ilk yıllarında
yayımlanan Sebilü’r-Reşat gibi
dergiler, dinî konularda yayınladıkları tartışmalı makalelerle
dergi geleneğinin kökleşmesine
önemli ölçüde katkı sağlamışlardır. Süreli yayınların yayın faaliyetleri içindeki yerini göz ardı
etmeyen Diyanet İşleri Başkanlığı,
1956 yılında “Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası Ramazan Nüshası”
adıyla bugün İlmi Dergi olarak bilinen ilk süreli yayınını neşretmiştir. 2003 yılı 39/2. sayısından bu
yana Yüksek Öğretim Kurulu’nun
“Hakemli Dergi” tanımına uygun
olarak yayınına devam ettiren
İlmi Dergi, uluslararası tarama
indekslerinde de yer almaktadır.
Dergiyle hem akademik çalışma
yapan ve sayıları gittikçe artan
kurum mensuplarının hem de
akademik camianın bilimsel birikimleri toplumla paylaşılmakta ve
Başkanlık hizmetlerinde istifade
edilmektedir.
İstikrarlı duruş
Başkanlığımız, 1968 yılında ülkenin en ücra köşesinde bile hizmet veren görevlileriyle kurumsal iletişimi sağlamak, o yılların
şartlarında personelini eğitmek
ve halkın ihtiyaç ve beklentileri-
Mustafa ERKAN
Sinop İl Müftüsü
1956 yılında Reislik Mecmuası adıyla yayın hayatına başladığından bugüne Diyanet Aylık Dergi, zamanla değişen ve gelişen
muhtevasıyla son derece faydalı ve yol gösterici bir yayın organı olarak yayın hayatına devam etmektedir. Paydaşları olan Diyanet İlmi Dergi, Diyanet Çocuk Dergisi ve Diyanet Aile Dergisi
ile bir bütün olarak ilmî hafızamızı tazeleyen yayın organlarımız,
kaliteli baskı ve muhteviyatıyla da göz kamaştırıyor. Kaybolmaya yüz tutan değerlerimizi toplumumuzun gündemine taşıyan
Diyanet Aylık Dergi, sürdürdüğü yayın politikasıyla da sağlıklı
insan ilişkileri, hak, hukuk, adalet, doğruluk, eşitlik, merhamet,
şefkat, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yüksek fazilet ve erdemleri, canlı tutmak adına üstlenmiş olduğu çok önemli bu görevi başarıyla yerine getirmeye
devam etmektedir. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
ni karşılamak amacıyla Diyanet
Gazetesi’ni çıkarmıştır. Diyanet
Gazetesi, 1991 yılından itibaren
yeni içeriğiyle Diyanet Aylık Dergi adıyla yayınını sürdürmüştür.
Her yıl yeni köşeleri ve zengin
görsel tasarımıyla kendini sürekli
yenileme çabasında olan Diyanet
Aylık Dergi, bu ay 300. sayıya
ulaşmıştır. Yarım asra yaklaşan
bir geçmişiyle her türlü zorluğa
rağmen mütevazı, ancak istikrarlı duruşuyla varlığını sürdürmüştür. Türkiye’deki süreli yayıncılık faaliyetleri açısından bakıldığında, bu kadar uzun süre ayakta
kalabilen dergi sayısının çok da
fazla olmadığını belirtmek gerekir.
Diyanet Aylık Dergi, Başkanlık
personeli yanında akademik çevreler, halk ve medya tarafından
da takip edilmekte, kendi kulvarında sürekli yenilenme çabasıyla
Başkanlık personelinin mesleki
açıdan gelişmelerine katkı sağlamaya ve halkımızı güncel dinî
konularda aydınlatmaya gayret etmektedir. Bugün basılı ve
elektronik ortamda okuyucuyla
buluşan Aylık Dergi, günümüzde aile konusunda yaşanan problemler dikkate alınarak 2013 yılından bu yana “Aile” ekiyle birlikte daha zengin bir muhtevaya
kavuşmuştur.
Başkanlığımızın hizmet alanları içinde en fazla önemsediği gruplardan biri çocuklardır.
Türkiye’de çocuk dergilerinin
Diyanet Aylık Dergi, Başkanlık personeli yanında akademik çevreler, halk ve
medya tarafından da takip edilmekte, kendi kulvarında sürekli yenilenme çabasıyla hem Başkanlık personelinin mesleki açıdan gelişmelerine katkı sağlamaya hem de halkımızı güncel dinî konularda aydınlatmaya gayret etmektedir.
Diyanet İşleri ilk Reisi Mehmet Rifat Efendi ve Diyanet İşleri Reisliği Heyeti.
yaygın olmadığı bir dönemde,
1979 yılında yayınlanmaya başlayan Diyanet Çocuk Dergisi,
yurt içinde ve yurt dışında çocukların seviyelerine uygun dinî
bilgilerle aydınlatılmasında basılı yayınlarla birlikte önemli bir
misyonu yerine getirmektedir.
Başkanlığımız çocukların seviyelerini, algı düzeylerini, ilgi ve
beklentilerini dikkate alarak alan
uzmanlarının desteğinde hazırladığı basılı ve süreli yayınlarıyla çocukları temel dini bilgilerle
buluşturmakta, onların ahlaki
açıdan gelişmelerine ve zararlı
alışkanlıklardan korunmalarına
katkı sağlamaya çalışmaktadır.
Kurumsal anlamda Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın 1960’lı yıllardan
itibaren yayımladığı dergiler,
akademik alanda veya bağımsız
gelişen ilmî ve fikrî tecrübeleri
kurumun tecrübe dağarcığına
katmaya çalışması bakımından
işlevsel bir öneme sahiptir. Günümüzde ulaştığı tiraj, etki alanı,
muhatap kitlesi ve içeriği açısından kurumun dergileri, toplumu
bilgilendirme yanında, Başkanlık görevlilerine görev alanlarına ilişkin güncel sağlıklı bilgiler
sunmakta, ufuk ve vizyon kazandırmaktadır. Ayrıca özel piyasaya ve akademik camiaya tecrübe
sunmaktadır.
Yayıncılık alanında ülkemizdeki
ve uluslararası piyasadaki yeni
gelişmeleri yakından takip etmek, yeni trendleri görmek, ihtiyaçları ve talepleri tespit etmek,
yeni girişimlerde bulunmak ve
en önemlisi, bu alanda var olmak, var olmak için de bütün
bu mecralarda üretilen yayınları
sürekli geliştirmek ve çeşitlendirmek kaçınılmazdır. Yayıncılığın
özel bir alanı olan dinî yayıncı-
lıkta da gözlemlenen bu hızlı değişim ve dönüşüm; söz konusu
dinamik süreci yönetmede ve
şekillendirmede özel çabaları gerekli kılmaktadır. Başkanlığımız
yayıncılık alanındaki hizmet kalitesini daha ileri seviyelere taşıma ve uluslararası standartlarda
nitelikli yayın üretme azmindedir.
Bu vesileyle, kuruluşundan bu
yana, başta yayın hizmetleri
olmak üzere Başkanlığımızın
bütün hizmet alanlarında aşkla, heyecanla ve sabırla çalışan,
bugünlere gelmemizde emeği,
alın teri, fikrî katkısı bulunan,
okumalarıyla, eleştirileriyle yayın
faaliyetlerimizin olgunlaşmasını
sağlayan ve halkımıza ulaştıran
bütün hocalarımıza ve personelimize şükran borçluyuz. Ebediyete göçenleri rahmet, minnet ve
hayır dua ile yad ediyoruz.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
11
GÜNDEM
Kuruluş Yıllarında
Diyanet İşleri Başkanlığının
Yayın Hizmetleri
Dr. Mehmet BULUT
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
DİB Başkanlık Müşaviri
Reisliğin kuruluşuna da önayak olmuş Büyük Millet Meclisinin bir kısım
üyeleri, kurdukları reisliği büyük bir teşkilat olarak niteliyor, ondan İslam
adına kısa ve uzun vadede çok önemli hizmetler bekliyorlardı. Reisliğin
yapacağı yayın faaliyetleri de bu önemli beklentiler arasındaydı.
Din-i mübin-i İslam’ın inanç ve
ibadetlerine dair bütün hüküm
ve işlerinin tedviri ve dinî müesseselerin idaresi için 3 Mart
1924’te “Cumhuriyetin makarrında” tesis edilmiş olan Diyanet
İşleri Reisliğinin, kuruluşundan
başlayarak şu veya bu şekilde
yayın hizmetinde bulunduğu
bir vakıadır. Mevzuat, işleyiş
ve yayın faaliyetleri açısından
benzerlik göstermesi nedeniyle,
1950’ye kadar dönemi “Kuruluş
Yılları” olarak kabul ederek Reisliğin bu yıllardaki yayın hizmetlerini incelemek istiyoruz.
Reisliğin kurulduğu yıllar ve “Müslümanlık Meclisi”nin mühim kararı
Diyanet İşleri Reisliğinin kurul-
12 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
duğu 1924 ve sonraki bir-iki yıl,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde
İslami heyecanın henüz nispeten
sürdüğü yıllardır. Bu düşünceyi
destekleyen en önemli olay, Diyanet İşleri Reisliğinin 1925 yılı
bütçesinin 21 Şubatta görüşülen
müzakeresi sırasında devletçe
ayrılacak özel ödeneklerle tefsir
ve hadis tercümesi kitapları yayınlanmasına ilişkin vaki önerge
üzerine yapılan konuşmalardır.
Mesela, din ve diyanet hizmetlerine destek olmayı kendileri
için bir vecibe olarak gören bir
mebus, TBMM’nin bir “Müslümanlık meclisi” olduğunu söylüyor, buna delil olmak üzere
Meclis duvarında asılı levhaya
işaretle, “Çünkü” diyordu, “Ba-
şımızda bakın ‘ve emruhum şûrâ
beynehum’ nazm-ı celili vardır.
Bu Meclis’in ‘Müslümanlık meclisi’ olduğunu bu nazm-ı celil-i
ilahî ispat ediyor. Bunun hilafında hareket olunamaz. İşte ‘ve
emruhum şûrâ’nın manası da
Müslümanların işleri meşveretle
meydana gelir, meşverete istinat
eder.”
Reisliğin kuruluşuna da önayak
olmuş Büyük Millet Meclisinin
bir kısım üyeleri, kurdukları reisliği büyük bir teşkilat olarak
niteliyor, ondan İslam adına kısa
ve uzun vadede çok önemli hizmetler bekliyorlardı. Reisliğin
yapacağı yayın faaliyetleri de bu
önemli beklentiler arasındaydı.
GÜNDEM
memişse de tefsir ve hadis tercümeleri yaptırılmak üzere talep
edilen 20 bin lira ödeneğin ayrılması uygun görülmüştür. Elmalılı Hamdi Yazır’ın hazırladığı
Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirle
Ahmet Naim Bey ve Prof. Kamil
Miras tarafından tercüme edilen
Özetle belirtmek gerekirse, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
21 Şubat 1925 tarihli
oturumunda, Eskişehir Mebusu Abdullah
Azmi Efendi ve 52 arkadaşının imzasını taşıyan bir önerge Meclise sunularak, Reislikçe başta tefsir ve hadis
tercümeleri, ilmihal
ve hutbe kitapları
3 Mart 1924 tarihinde TBMM’de kabul edilen
olmak üzere ihtiyaç
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Kanunu
duyulan dinî eserleri
yayınlamak üzere bir dinî yayın
Tecrid-i Sarih Tercemesi işte bu
kurulunun oluşturulması ve yaMeclis kararının sonucunda vüpılacak yayınlar için de Diyanet
cut bulmuştur. (Konunun aybütçesine 20 bin lira özel ödenek
rıntıları için bkz. Mehmet Bulut,
konması talep edilmiştir. Yapılan
“İlk Cumhuriyet Meclisinde Dinî
tartışmalar sonucu, yayın kurulu
Yayıncılık Hakkında Tarihî Bir
oluşturulması fikri kabul edilKarar”, Diyanet İlmî Dergi, c. 28,
sayı: 1 (Ocak - Şubat - Mart 1992), s. 139149.)
Reisliğin sözü edilen bütçe müzakeresinde serdedilen düşüncelilere bir bütün olarak baktığımızda nasıl bir dinî yayın faaliyetinin
arzu edildiğini öğrenebiliyoruz.
Şöyle özetleyebiliriz:
* Hazırlanacak eserlerle
topluma sahih bir İslam
bilgisi
kazandırılmalı.
Bunun için Kur’an ve
sünnetin doğru anlaşılmasına yönelik yayınlara
öncelik verilmeli.
* “Zamanın İslam’a yönelik itirazlarına” cevap
verecek nitelikte eserler
yayınlanmalı.
* “Memalik-i ecnebiyede
din-i İslam aleyhine veya
hata-âlud olan neşriyata
karşı mukabele” edilmeli.
* İhtiyaç duyulan Arapça
temel kaynak eserler dilimize çevrilmeli.
* Köylü, asker, çocuk
gibi özel gruplara yönelik
kitaplar da neşredilmeli.
* Tefsir ve hadis kitapları
münferiden değil, “erbab-ı ihtisastan” oluşan bir heyet tarafından yapılmalı.
* Yazılacak tefsir ve diğer eserlerle İslam, hurafe ve batıl inanışlardan arındırılmalı.
* Hazırlanacak eserlerde çağın
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
13
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Bu cümleden olarak, Reisliğin bel
verdiği Şer’iye ve Evkaf Vekâleti
bünyesinde yayın hizmetinde
bulunmak üzere kurulmuş olan
Tetkikat ve Telifat-ı İslamiye
Heyeti gibi bir kurulun –çünkü
o örneği biliyorlardı, bir kısmı
bizzat o teşebbüsün içinde yer
almışlardı- Diyanet İşleri Reisliği bünyesinde de oluşturulmasını,
yayınlanması
teklif
edilen tefsir ve hadis
kitapları yanında diğer
dinî yayın faaliyetlerinin bu heyet maharetiyle yürütülmesini
arzu ediyorlardı.
GÜNDEM
Diyanet İşleri 3. Reisi Ahmet Hamdi Akseki ve beraberindeki heyetle bir ev ziyaretinde.
getirdiği problemler göz önünde
tutulmalı, eski zamanlarda kalmış tartışmaları yeniden gündeme taşımaktan sakınılmalı.
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
* Eserler konunun uzmanlarınca
hazırlanmalı, günün ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte olmalı, halkın anlayacağı sade bir
dil ile yazılmalı.
* Yayın faaliyetlerinde arzu edilen her şey yapılamasa bile yapılabileceklerden de sarfınazar
edilmemeli; bu hususta, “Bir
şey tamamıyla yapılamazsa bile
tamamıyla terk edilmez (Mâ-lâ
yüdrek küllühu lâ yütrek külluhu) prensibi esas alınmalı.
* Unutulmamalıdır ki, İslam
adına yayınlanan hatalı, bozuk
düşünceli, niteliksiz yayınların
önüne geçmenin en sağlıklı yolu,
insanların eline sahih ve nitelikli
olanı vererek onları yanlış olandan uzaklaştırmaktır.
Yasal düzenlemelerde
dinî yayın faaliyetleri
Kuruluşuyla birlikte fiili olarak
yayın faaliyetinde bulunduğu
hâlde 1924’ten 1950’ye kadar
geçen süre içinde Reislikle ilgili
yapılan yasal düzenlemelerde yayın hizmetleriyle ilgili hükümler
yer almadığı gibi bu hizmetler
için teşkilatta özel bir birim de oluşturulamamıştır. Ancak 3 Mart
1924 tarih ve 429 sayılı “Şeriye
ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i
Umumiye Vekâletlerinin İlgasına
Dair Kanun”un Reisliğin görev
14 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
ve kuruluş amacını ifade eden
ilk maddesinde geçen “itikadat
ve ibadata dair bütün ahkâm ve
mesalihinin tedviri...” şeklindeki
ibarenin, diğer hizmetler yanında teşkilata, halkı dinî konularda
aydınlatmak üzere yayın faaliyetlerinde bulunma görevini de
yüklediği, kurucu nesil tarafından ifade edilmiştir. Onlara göre
bu kayıt, “Milletin itikadatına,
âdâtına müteallik olan ahkâm-ı
İslamiyeyi milletin anlayabileceği
derecede birtakım resail neşrederek onlara okutturmak ve onların
İslami olan maneviyatını yükseltmek” anlamına gelmekteydi.
bütçelerine ödenekler konulmaya başlanmış, aynı kanunla bu
tarihe kadar ücretsiz dağıtılan
Başkanlık yayınlarının bundan
böyle parayla satılması kararlaştırılmıştır.
23 Mart 1950 tarih ve 5634 sayılı ek kanunla ilk kez merkez
birimleri arasında bir müdür ve
iki memurdan oluşan bir Yayın
Müdürlüğüne yer verilmiştir.
Öte yandan 2 Temmuz 1951’de
kabul edilen 5806 sayılı Dini
Yayınlar Döner Sermayesi Kanunuyla, yayın faaliyetlerinde
kullanılmak üzere Başkanlık
Kuruluş yıllarında Başkanlığın
yayın faaliyeti olarak sadece basılı/kitap yayınlarından söz edebiliyoruz. Kısaca belirtmek gerekirse, Başkanlık 1950’ye kadar 23
civarında eser yayınlamıştır. Sayı
itibarıyla az olsa da, bütün tarihi
boyunca Başkanlığın başyapıtları durumunda olan ve devlet
desteğiyle vücut bulan Hak Dini
Diyanet İşleri Reisliğinin
yayın hizmetleri
“Kuruluş yılları” olarak nitelendirdiğimiz 1950’ye kadar olan
dönemde Reisliğin yayın hizmetleri, kitap yayın faaliyetleri ve
diğer yayın hizmetleri olarak iki
kısımda ele alınabilir.
Yayınladığı Kitaplar
1925 yılı bütçe müzakereleri sırasında verilen bir başka önerge ile müsabaka yoluyla Diyanet İşleri Reisliğinin Türkçe bir hutbe mecmuası hazırlatıp yayınlaması ve bu Türkçe
hutbelerin okunmasının mecbur tutulması talep edilmiştir.
Kur’an Dili ile Sahih-i Buhari
Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi adlı eserlerin bu dönemde
yayınlanmış olması son derece
önemlidir. TBMM’de alınan bir
karar ve ayrılan özel ödeneklerle
yayınlanabilen söz konusu eserlerin basımı konusunda yine de
Başkanlık yetkililerinin birçok
zorluğa göğüs germek zorunda
kaldıklarını ve bilhassa merhum
Ahmet Hamdi Akseki’nin sabır,
azim ve özverili çalışmalarıyla
sonuca ulaşıldığını hatırlatmamız gerekir. 1925 yılında hazırlanmaya başlanan 7 bin küsur sayfa tutarındaki Hak Dini
Kur’an Dili’nin ilk cildi 1935’de;
2, 3, 4, 5, 6. ciltleri 1936’da; 7, 8
ve 9. ciltleri de 1938’de yayımlandı. 12 ciltlik Tecrid-i Sarih
Tercemesi, 1926 yılından itibaren fasiküller ve bilahare ciltler
hâlinde yayınlanmaya başlamış
1948’de yayınlanan 12. ciltle tamamlanmıştır.
1925 yılı bütçe müzakereleri sırasında verilen bir başka önerge
ile müsabaka yoluyla Diyanet İşleri Reisliğinin Türkçe bir hutbe
mecmuası hazırlatıp yayınlaması
ve bu Türkçe hutbelerin okunmasının mecbur tutulması talep
edilmiştir. Bunun üzerine Reislik, yarışma yoluyla değil; ama
kurum olarak “Türkçe Hutbe”
adıyla bir hutbe mecmuası hazır-
lamış ve 1927’de yayınlamıştır.
Bu üç eser dışında bu yıllarda yayınlanan Ahmet Hamdi Akseki’ye
ait Ahlak Dersleri, Askere Din
Dersleri (Genelkurmayın talebi
üzerine hazırlanmıştır), İslam
Fıtri Tabii ve Umumi Bir Dindir adlı kitaplar; Abdurrahman
Azzam’dan çevrilen Allah’ın Peygamberlerine Emanet Ettiği Ebedi Risalet; Muhyiddin Nevevi’den
tercüme edilen Riyazü’s-Salihin;
Fuat Sezgin’in tercüme ettiği İslam Düşüncesinin İlahi Tarafı
adlı eserler önemlidir. Öte yandan, bu yıllarda Reisliğin bir süreli yayını olmadığını belirtmek
isteriz.
Müşavere Heyeti bağlamında Reisliğin diğer yayın hizmetleri
Eser inceleme
Bülent ACUN
Mersin Tarsus Müezzin-Kayyım
Her dergi bir ihtiyaçtan doğar ve önemli bir boşluğu doldurur.
Bugün itibarıyla ilim, kültür, sanat ve edebiyat alanlarında tebarüz
etmiş hemen her şahsiyetin ya okur ya da yazar olarak beslendiği
bir dergi var.
Hatta öyle dergiler var ki bir neslin yetişmesine öncülük etmiş.
Dergicilik tarihine bakıp şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir derdimiz
varsa, bir de dergimiz var demektir.
1991 yılında yayın hayatına başlayıp bugün itibarıyla 300’üncü sayıya ulaşan Diyanet dergisi kurumsal dinî yayıncılığın öncüsüdür.
Diyanet İşleri Başkanlığının vizyon ve misyonunun istenen seviyeye gelmesinde Diyanet dergisinin önemli bir rol üstlendiği aşikâr.
Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal bir görevi olan “Halkı din konusunda aydınlattığı meşalelerden birisi de Diyanet Dergisi’dir.”
1950’ye kadar olan süreçte dinî
yayın konusu da dâhil, Reisliğin
hemen bütün hizmetleri Müşavere Heyeti tarafından yerine
getirilmeye çalışılmıştır. Hatta
Heyetin en önemli görevlerinden birinin eser tetkiki olduğunu
söyleyebiliriz. Nitekim dönemin
siyasi yetkililerinin değerlendirmelerine göre de, tefsir ve
hadis kitapları da dâhil olmak
üzere, ihtiyaç duyulan eserleri
hazırlamak veya hazırlatmak,
dinî yayınları murakabe etmek,
incelemek bu heyetin görevleri
arasında idi; hatta bu heyet bu
amaçla kurulmuştu. Müşavere
Heyetinin 2 Ekim 1947 tarih ve
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
15
276 sayılı mütalaasında da, dinî
nitelikli yayınlarda görülen hataların düzeltilmesinin Reisliğin
üzerine bir vecibe olduğuna işaret edilmiştir.
Heyetin bu yıllardaki yayın inceleme faaliyetleri üç grupta
toplanabilir: Reislikçe basımı düşünülen eserler hakkında karar
ittihazı; Cumhuriyet Savcılıkları,
Basın Yayın Umum Müdürlüğü,
Emniyet Genel Müdürlüğü gibi
resmî kurumlardan gönderilen
basılı ve süreli yayınların incelenerek haklarında mütalaada
bulunması ve Reisliğe, basılması veya satın alınması talebiyle
gönderilen eserlerin incelenerek
karara bağlanması. Ayrıca Heyetin dine, mukaddesata hakaret ve
saldırı niteliğindeki yayınlar için,
emniyet birimlerine gönderilmek
yahut kamuoyunu bilgilendirmek üzere raporlar ve beyannameler hazırlaması da bu kapsamda değerlendirilebilir.
Uygulamaya göre Müşavere Heyeti, gelen kitap ve diğer mevkuteleri inceliyor ve bunların dinî
açıdan mahzurlu olup olmadığına ilişkin mütalaa ve kararlarını
ilgililere ulaştırmak üzere Reislik
Makamına takdim ediyordu.
Bu yıllarda Reisliği en çok meş-
16 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
gul eden husus, İslam’ı tahrif niteliğindeki yayınlar (maksatlı hazırlanmış hatalı Kur’an tercümeleri, dinde reform iddialı kitaplar
vb.) başta olmak üzere özellikle
1930’lu yıllardan itibaren Latin
harfleriyle yazılmış Mushaf veya
ayet ve sureleri ihtiva eden kitaplar olmuştur.
Kütüphane tesisi: 1930’larda
zengin bir kütüphanenin temelleri
atılıyor
Elimizde şimdilik bir kayıt bulunmamakla birlikte, Şer’iye
ve Evkaf Vekâleti Tetkikat ve
Telifat-ı İslâmiye Heyeti kütüphanesinin Diyanet İşleri Reisliğine intikal etmiş olduğunu
tahmin edebiliriz. 12 Eylül 1933
tarih ve 206 sayılı Müşavere Heyeti kararında “Reislik Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü”nden
söz edilmesi, 1934’te Reislik Kütüphanesi kayıt defterlerinden
bahsedilmesi de buna işaret etmektedir. Kaynaklarımızda kütüphaneden söz edilirken bazen
Reislik Kütüphanesi, çoğu kez
de Müşavere Heyeti Kütüphanesi
şeklinde zikredilmektedir.
Müşavere Heyeti kararlarından,
1934’ten itibaren Heyetin, zaman zaman Reislik Makamına
müracaat ederek bazı eserlerin
Kütüphaneye satın alınmasını
talep ettiğini görüyoruz. Talep
edilen kitapların çoğu, bilhassa
Müşavere Heyetinin ihtiyaçlarını
karşılayacak Arapça temel dinî
eserlerdir. Satın alınması talep
edilen eserlerin büyük çoğunluğunun başka ülkelerde basıldığını söylemeye gerek olmadığını
düşünüyorum. Bir Müşavere Heyeti yazısından, ithal edilecek kitaplarla ilgili işlemlerin İstanbul
Müftülüğü tarafından yapıldığı
anlaşılmaktadır (21 Haziran 1934 tarih
ve 42 sayılı mütalaa).
Heyet, kitap yanında bazı mevkutelerin satın alınmasını da
talep edebilmiştir. Mesela, 25
Aralık 1947 tarih ve 348 sayılı Müşavere Heyeti kararında,
Abdürrahim Zapsu tarafından
neşredilen haftalık Ehli Sünnet
Gazetesi’nin her nüshasından
100’er adedinin Reislikçe satın
alınması uygun görülmüştür.
Başka bir örnek yine o yıllarda
fasiküller hâlinde yayımlanan
İslam-Türk Ansiklopedisidir. Bir
diğer örnek de Kahire’de münteşir Arapça Mecelletü’l-Ezher dergisidir. Heyet, bu derginin 1939
yılı itibarıyla çıkmış sayılarının
satın alınması için Reislik makamına müracaatta bulunmuştur
(13.12.1939, Karar No: 630).
Reislik için kütüphane kurma
çalışmalarında merhum Ahmet
Hamdi Akseki’nin hususi gayretlerini burada zikretmemiz
gerekir. Kuruluşundan itibaren
GÜNDEM
onun bu doğrultudaki çabaları,
Reislik makamını ihraz etmesiyle daha da kesafet kazanmıştır.
Vefatından sonra Diyanet İşleri
Başkanlığı Kütüphanesine intikal
eden kitaplarından da anlaşılacağı gibi, o, Doğu’da-Batı’da yayınlanan İslami eserleri takip etmiş,
bunların önemlilerini hem kendi
satın almış hem de Reislik kütüphanesine kazandırmıştır.
olana takınılan yeni tavır, maddi
imkânsızlıklar, mevzuatın elvermemesi gibi durumlar, Başkanlığa ciddi anlamda bir yayın faaliyeti imkânı vermemiştir. Bu süreçte Reislikten ileri düzeyde bir
yayın hizmeti beklemek bir yana,
1950’lere gelinceye kadar teşki-
Değerlendirme ve sonuç
Kuruluş yıllarında Diyanet İşleri Reisliğinin yayın hizmetlerini
şöylece değerlendirmek mümkündür: 1925 yılını hemen takip eden süreçte ülkemizde dinî
Ramazan BOZKURT
İzmir-Tire Eğitim Merkezi
Müdürü
Odanda bir dergi/n var biliyorum, ya masanın ya da
sehpanın üzerinde, okumanı bekliyor, okursan seni
hem bilgi hem de fikir sahibi edecek/etmeye yetecek
bir dergi Diyanet… Neye/
nereye mensup olduğunu,
neden/niçin mesul olduğunu ve ne ile nasıl meşgul
olman gerektiğini sana hatırlatan bir dergi Diyanet…
300. defadır kapımıza gelecek olan dergimizi sadece
evimize değil elimize de alalım, hatta elimize almakla
da kalmayıp neleri ele aldığına da bir bakalım.
Ömrünün uzun olması ümidi ve duasıyla yayınında, yazımında ve diğer her aşamasında emeği geçen herkese
sonsuz teşekkürler…
Bu yıllarda Mushaf, meal, ilmihal gibi temel kitapların basımının yapılamaması (Başkanlık
ilk Mushaf basımını 1959’da;
üç ciltlik bir Kur’an mealini de
1961’de yayınlayabilmiştir), diğer sebepler yanında, kanaatimce bu yıllarda mevzuat gereği
yayınlarını ücretle satamayışı
etkili olmuştur. On binlerce nüsha Mushaf, meal, ilmihal basıp
bunları ücretsiz dağıtmak o günkü şartlarda herhâlde mümkün
olmazdı. Nitekim bu yıllarda
Müşavere Heyetince incelenip
yayını faydalı görüldüğü hâlde
maddi imkânsızlıklar sebebiyle
basılamayan onlarca eser vardır.
Her şeye rağmen, geriye dönüp
baktığımızda ilk yıllarında Reisliğin yayın faaliyetlerinde günümüz için de güzel örnek ve hatıralar bulabiliyoruz.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
17
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Yayın konusunda Diyanet İşleri
Reisliğinin önünde iki önemli
tecrübe olan, Meşihat Makamına
bağlı Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye
ile Şer’iye ve Evkaf Vekâleti bünyesinde oluşturulan Tetkikat ve
Telifat-ı İslâmiye Heyeti’nin ana
yayın hedefi, “Hakaik-i diniyye
ve meâli-i İslamiyyeyi neşir ve
tamim” şeklinde formüle edilmişti. Bu, özellikle Batı’ya karşı
İslam’ın yüceliklerini anlatmayı
önceleyen bir yayın hedefiydi. Bu
hedef, sözü edilen 1925 yılı bütçe müzakeresi sırasında dönemin İslami hassasiyetli mebusları
tarafından Reislik için de yayın
hedeflerinden biri olarak öngörülmüştü; ancak Diyanet için
bilahare bu hedefin “halkı din
konusunda aydınlatma”ya doğru
evrildiğini görüyoruz.
lat mensuplarının ve halkın dinî
yayın ihtiyacına asgari düzeyde
olsun cevap vermek mümkün
olmamıştır. Bu eksiklik, sonraki yıllarda da kolay telafi edilememiştir. Buna rağmen sözünü
edegeldiğimiz tefsir ve hadis
kitapları, Başkanlığın yayıncılık
tarihinde yakın zamana kadar aşılamamış bir yayıncılık olayıdır.
Şu var ki, her iki yayın da ilmî birer eser olmaları sebebiyle halkın
genelinin değil; müftü, vaiz gibi
Başkanlık mensuplarının ve belli
bir kültür düzeyindeki kişilerin
istifadesine uygundu.
GÜNDEM
Mecmua’dan Dergi’ye
Sırat-ı Müstakim’den Diyanet’e
Süreli İslami Yayıncılığa Dair Notlar
Kâmil BÜYÜKER
Polemikleri, sansasyonel
kapanış ve çıkışlarıyla
da dikkati çeken Büyük
Doğu, Türkiye’de İslamcı
harekete yol açan belli
başlı yayın organlarından
biri durumundadır. Dinî
yayınların hemen hiç
bulunmadığı bilhassa
1950 öncesinde gençlerin
dinî kültüre yönelmesinde
oldukça önemli bir rol
üstlenmiştir.
18 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Bugün için bir İslami dergicilik tarihi yazılmak istenirse ve yazılacaksa uzun bir zaman dilimine damgasını vurmuş ve tesiri hâlâ devam
etmekte olan Sırât-ı Müstakim mecmuasını esas almak iktiza eder.
İçinde yaşadığımız yüzyıldan
geriye dönüp baktığımız vakit
bugünkü karşılığı “dergi” olan bir
“mecmua” karşımıza çıkar. Bugünün İslam düşüncesi ve fikriyatının
oluşmasında büyük ölçüde emeği
olan simaların çıkardığı ve yazdığı
bu mecmua Sırât-ı Müstakîm’dir.
Sonraları Sebilürreşad adını alacak
olan mecmua 1966 yılına kadar
müstakim bir düşünce etrafında
dinî, içtimai, fikrî, felsefi, siyasi yayınlar yapar. Bugün için bir İslami
dergicilik tarihi yazılmak istenirse
ve yazılacaksa uzun bir zaman dilimine damgasını vurmuş ve tesiri
hâlâ devam etmekte olan bu mecmuayı esas almak iktiza eder.
Sıratımüstakim’den Sebilürreşad’a
Sıratımüstakim mecmuası Meşrutiyet’in ilanından otuz beş gün
sonra 14 Ağustos 1324/27 Ağustos 1908 Perşembe tarihi ile
İstanbul’da yayınlanmaya başlar.
Kurucu ve imtiyaz sahibi olarak
iki isim görülmektedir. İstanbul
Hukuk Fakültesi Profesörlerinden
Ebu’l-Ulâ Mardin (1881-1957) ve
Hukuk doktoru Hafız Eşref Edip
Fergan (1883-1971).
Derginin ilk yayınlandığı günleri
Eşref Edip Bey şu cümlelerle nakleder:
“İlk çıktığı günlerin heyecanını hiç
unutmuyorum. Yıllarca hasretini
çektiğimiz hürriyet güneşi doğar
doğmaz matbaalara koştuk. “Sıratımüstakim” ünvanıyla ilk nüshamız çıkınca Bâbıâli alt üst oldu.
Müvezzilerin
“Sıratımüstakim,
Sıratımüstakim” âvâzeleri caddeleri kapladı. 24 saat sürmedi, on
binlerce nüshası yağma oldu. Tekrar bastık, yine bitti. Arkasından
ikinci nüsha yetişti. Memleketin
her tarafından telgraflar yağmaya
başladı. Matbaalar gece gündüz
çalıştığı hâlde yetiştiremez oldular.
Az zamanda İşkodra’dan Bağdat’a
ve Yemen’e kadar bütün memleket
Sıratımüstakim’le doldu ve bütün
İslâm dünyasına taşmaya başladı.
Bütün âlimlerin, kudretli üstatların eserleriyle, kıymetli şiirleriyle
Sıratımüstakim en birinci mecmua
halini aldı. Hele Âkif’in şiirleri bütün gönüllere öyle heyecanlar verdi ki…” (Sıratımüstakim Mecmuası, C-1,
Haz. Ertuğrul Düzdağ, Bağcılar Bel. Yay. 2013,
s. IX, X.)
Mecmua bu kuvvetli düşünce ve
hissiyatla çıkarken Osmanlı bakiyesi coğrafyalarda da makes bulur.
Mecmuanın bir diğer ayırt edici
hususiyeti hiç şüphesiz Mehmet
Âkif’in başyazar olmasıdır. Âkif
derginin ikinci dönemi olan 8
Mart 1912 tarihinde 183. Sayıyla
Sebilürreşad ismiyle devam edecek
olan mecmuada yine başyazılarına
devam eder. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi birbirinin devamı olan
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
19
GÜNDEM
her iki mecmuada da zengin bir
kadro vardır: İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Hamdi Yazır, Mehmet Ali Ayni, Ferid Kam, Kâmil
Miras, Şeyhülislam Musa Kazım,
Manastırlı İsmail Hakkı, Tahirü’lMevlevi, Şeyhülislam Mustafa Sabri bu isimlerden bazılarıdır.
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Sebilürreşad çıkarıldığı dönemde
farklı gerekçelerle kapatılır, İstanbul dışında (Kastamonu, Ankara,
Kayseri) yayınlanmaya mecbur
edilir. Derginin son sayısı 2. Dönemde yani Şubat 1966 tarihinde
ve 362. sayı ile son bulur.
İslami Dergicilikte
“Hareket”li yıllar
İslami neşriyata karşı devlet eliyle
sistematik olarak yapılan zulümler
(yayınları toplatma, mesullerini
ve yazarlarını tutuklayıp sindirme
gibi) devam ederken ilk defa muhalif bir sada ile yayın yapan bir
dergi çıkar. Adı “Hareket”tir. Sor-
Nuriye Yıldırım Sarısaman
Sarıyer Valide Adle Kur’an Kursu Öğreticisi
Diyanet teşkilatı, hiç kuşkusuz gerek ulusal gerekse evrensel
boyutta ilahî mesaja aç ve muhtaç insanların dinî ve ahlaki
değerlerine coşku ve heyecan ile hizmet eden bir görev icra
etmektedir. Bu yüzden Diyanet camiasının sesinin güçlü ve
gür bir şekilde çıkması önem teşkil etmektedir. Bu zaruriyet,
bünyesinde neşrettiği Diyanet dergisi yoluyla hâsıl olmaktadır.
Nasıl ki güçlü toplumlar edebiyat ve sanata verdikleri değer
ölçüsünde ön plana çıkmışlarsa, teşkilatımızın edebî ve sanatsal yansıması olan Diyanet dergisi de teşkilatımızın gücünü ve
değerini simgeleyen bir yapıt konumundadır. Diyanet dergisi,
kurumumuzun sahip olduğu itibarın da bir göstergesidir. Bu
yüzden diyanet camiası olarak aidiyat hissimizin verdiği duyarlılıkla dergimizi sahiplenmeli ve daha da güçlenmesi için
gerekli desteği sergilemeliyiz.
300. sayısı yayınlanan dergimize, daha nice kişi ve kuşakların
yararlanmaya devam edeceği sayı dileklerimizle…
20 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
bonne Üniversitesi’nde doktorasını verip 1934’te Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Galatasaray
Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yapan bir genç adam Nurettin Topçu, “Hareket” adını verdiği dergisini İzmir Atatürk Lisesi’ne tayin
edildiği sırada çıkarmaya başlar.
Tarihler Şubat 1939’u göstermektedir. 1981 yılına kadar belli aralıklarla yayın yapan derginin tescillenen son ismi “Fikir ve Sanatta
Hareket” olmuştur. Basın hürriyetinin sınırlı olduğu bir devirde
Hareket dergisi ilk sayılarından
itibaren din, milliyetçilik, sosyal
nizam ve inkılap gibi kavramlara
resmî görüşün dışında yeni anlamlar yüklemesi bakımından önem
taşır. Hatta devrin, ılımlı seviyede
de olsa yönetime muhalefet gösteren tek dergisi olma özelliği dikkati çeker. (Orhan Okay, “Hareket”, DİA, 1997,
c. 16, s. 123.) İlk dönem yazılarında
doğrudan doğruya İslâm’dan bahsedilmediği, buna karşılık ahlak,
mesuliyet, hizmet, hakikat, vicdan,
sonsuzluk, ebedîlik, iman, irade,
diğerkâmlık gibi kavramlar altında bir İslam nizamı düşüncesinin
verilmek istendiği görülür. Kırk yıl
gibi uzun bir zaman diliminde ve
sistemli bir düşünce etrafında yayınını devam ettiren dergide Nurettin Topçu’nun yanında Mehmet
Kaplan, Cahit Okurer, Hüseyin
Batu, Ali Münif İslamoğlu, Remzi
Oğuz Arık, Ahmet Kabaklı, Hasan
Basri Çantay, Hilmi Ziya Ülken,
Emin Işık, Ayhan Yücel, Hüseyin
Hatemi, Hüsrev Hatemi, Ayhan
Songar, Orhan Okay, Ezel Erverdi, Emel Esin, Mustafa Kara, Aclan
Eylül 1943’ten başlayarak çeşitli aralıklarla Mayıs 1978’e kadar yayımlanan fikrî, edebî, siyasi ve dinî muhtevalı Büyük Doğu Dergisinin başyazarı
ve dergi etrafında oluşan düşüncenin ideoloğu Necip Fazıl Kısakürek’tir.
Sayılgan, Cemil Meriç, İsmail Kara,
Sadettin Elibol, Süleyman Uludağ,
Beşir Ayvazoğlu, Tarık Buğra,
Mustafa Kutlu gibi pek çok şair,
hikâyeci, mütefekkir, ilim adamı
yazılar yazmıştır.
Bir büyük ideolog ve dergisi: “Büyük
Doğu”
Salih Zeki Aktay, Nizamettin Nazif ve Şükrü Baban gibi isimler yer
almıştır.
İslami dergicilikte
farklı renkler ve sesler
İslami dergiciliğin sahaya indiği
ve daha yüksek sesle ve farklı çeşitlilikte yayın yapılmaya başlandığı dönemler ise 1945’li yıllardan sonraya tekabül etmektedir.
1945’li yıllarda yaşanan kısmî özgürlük ortamı İslami dergicilikte
de kıpırdanışa ve çeşitliliğe sebep
olmuştur. Birbirini tamamlayan
ve tevarüs ettikleri geleneği farklı
bir üslupla taşımayı deneyen bu
mecmua/dergiler arasında Yeni Selamet (Yayınlayan: Ömer Rıza Doğrul,
1947-1949), Ehl-i Sünnet (Yayınlayan: Abdurrahim Zapsu, 1947-1953),
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
21
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
İslami dergiciliğin bir başka sembol
yayını ise “Büyük Doğu” olmuştur.
Eylül 1943’ten başlayarak çeşitli
aralıklarla Mayıs 1978’e kadar yayımlanan fikrî, edebî, siyasi ve dinî
muhtevalı derginin başyazarı ve
dergi etrafında oluşan düşüncenin
ideoloğu Necip Fazıl Kısakürek’tir.
Polemikleri, sansasyonel kapanış
ve çıkışlarıyla da dikkati çeken
Büyük Doğu, Türkiye’de İslamcı
harekete yol açan belli başlı yayın
organlarından biri durumundadır.
Dinî yayınların hemen hiç bulunmadığı bilhassa 1950 öncesinde
gençlerin dinî kültüre yönelmesinde oldukça önemli bir rol üstlenmiştir. (Orhan Okay, “Büyük Doğu”, DİA,
1992, c. 6, s. 513.) Haftalık, günlük ve
aylık olarak toplam 512 sayı çıkmış olan derginin yazar kadrosunda da Necip Fazıl Kısakürek’in yanında Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ziya
Osman Saba, Sabahattin Kudret
Aksal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Sait
Faik, Mahmut Yesari, Zahir Güvemli, Oktay Akbal, Samiha Ayverdi, Hüseyin Cahit Yalçın, Burhan Toprak, Salih Murat Uzdilek,
Fikret Adil, Reşat Ekrem Koçu,
Nurullah Berk, Ahmet Adnan
Saygun, Hilmi Ziya Ülken, Kâzım
Nami Duru, Mustafa Şekip Tunç,
GÜNDEM
Diyanet İşleri Reisliğinin ilk personeli.
İslâmın Nuru (Yayınlayan: Ali Kemal
Belviranlı, 1951-1953), İslam (Yayınlayan: Kemalettin Şenocak, 1956-1965),
Selamet (Yayınlayan: Halim Baki Kunter, 1962-1963), Hilal (Yayınlayan: Salih Özcan, 1958-1992) gibi dergiler
özellikle göze çarpmaktadır. 194560 yılları arasında yaşanan bu hareketlilik, bir başka kurumu da bu
alanda söz söylemeye iter.
Diyanet İşleri Reisliği’nin
ilk mecmuası
Öyle ki 1956 yılının Ramazanı
Nisan ayında merhum Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun Diyanet İşleri
Reisliği döneminde “Diyanet İşleri
Reisliği Mecmuası (Ramazan Nüshası)” gibi bir mecmua çıkarmak
hem kurumsal anlamda hem de
22 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
İslami düşünce ve fikrin yayılması
anlamında çok önemli bir merhaledir. Mecmua, “Mukaddime” bölümünde; “öteden beri halkımıza bu
arada bilhassa gençlerimize faide
sağlayacak bir mecmuanın neşrini
düşünen Diyanet İşleri Reisliği hazırlıklarını tamamlıyarak şu mecmuayı okuyucuların istifadesine
arzetmiş bulunmaktadır.” cümlesi
ile yayın hayatına girmiştir. Aynı
bölümde âdeta bir manifesto da
sayılacak ifadeler de yer almaktadır
ki, bunlar bir nev’i reislik/Başkanlığın da kırmızı çizgileri demekti:
“Mecmua Tevhit akidesini, İslam
dininin üstün hakayıkını aksettirmeğe, onun büyük Peygamberinin
engin fezailini nakle vasıta olacaktır. (…). Mecmua; ilmilikten ayrıl-
GÜNDEM
mayacaktır. (….) Mecmua: indi ve
ferdi düşüncelerin değil, müstekar
kanaatlerin aynası olacaktır. (…)
Mecmua; polemikten, dedikodudan, şahsiyattan, her türlü siyasi
cereyanlardan, ifrattan, ayırıcı,
zedeleyici, kırıcı yazılardan uzak
kalacaktır. İlhamını Hak’tan hakikatten, millet ve memleket menfaatinden alacaktır.” (“Mukaddime”,
Diyanet İşleri Reisliği Mecmûası (Ramazan Nüshası) (1956), Güzel Sanatlar
Matbaası, 64 s.)
Mecmuanın ilk sayısında seçilen
isimler ve yazılar dikkat çekicidir:
Şahabeddin Ergin “Oruç”; Dr. H.
Fehmi Gökalp “Orucun Sıhhî Faydaları”; Ö. Nasuhi Bilmen “Teravih
Namazı”; Ali Rıza Sağman “Mevlid
Manzumesi ve Mevlid Törenleri”;
A. Hamdi Kasapoğlu, M. Ş. Özmen
“Hurafe ve Batıl İnanışlar”; A. Cevad Çelebioğlu “Tevazu”; Hayrullah Hamîdî “İsraf ve Tebzir”; Prof.
Şakir Berki “İçki ve Kumar”; Prof.
Dr. Celal Saraç “İslâm Dünyasında
Hesab İlmi”. Ayrıca Merhum Babanzade Ahmed Naim’in Cibril ve
Niyet hadisleri tercümeleri yer alırken, derginin son bölümünde ise
o yıllarda Diyanet İşleri Reisliği’nin
Müşavere ve Dinî Eserleri İnceleme
Kurulu azalarından 1955 yılının
Ağustos’unda vefat eden Kıvameddin Burslan için; “Çok Acı Bir Ziyâ”
başlığı altında yazılmış biyografi
yazısı da dikkat çekmektedir.
Mecmua 64 sayfa olarak hazırlanmış ve dönemi itibarıyla görsellikten uzak, daha çok okunmaya matuf bir tasarım ile okuyucu karşısına çıkmıştır. Diyanet İşleri Reisliği
bu sayıdan sonra Mecmua’yı çıkarmamış, ancak “Dergi” formatında
1960-61 yılında “Diyanet İşleri
Reisliği 1960 Yıllığı” adı altında bir
sayı olarak çıkmış ve 1962 yılından sonra düzenli olarak Diyanet
İlmi Dergi olarak yayınlanmıştır.
Onu takiben yıllarda yayınlanan
Diyanet Gazetesi, Diyanet Çocuk
Dergisi, Diyanet Aylık Dergi ve Diyanet İlmi Dergi ile bu hizmet alanı
süreklilik ve çeşitlilik arz etmiştir.
Dergiciliğin fikrî anlamda yeniden inşası ya da dünü doğru okumak
Başta Diyanet Mecmuası/Dergisi olmak üzere ilhamını ve fikri
yürüyüşünü Sıratımüstakim’den
alarak yayına başlamış İslami mecmua ve dergilerinin bugün gelinen
noktada çok ciddi mesafe aldığı
aşikârdır. Bugün düne nazaran
süreli yayıncılıkta çeşit ve farklı
soluklar çoğalmış, imkânlar o nispette artmıştır. Ancak bunun yanında Sıratımüstakim’in fikri çizgisini ve onun devamı niteliğindeki
köklü İslami mecmua ve dergileri
düşünce anlamında yeniden okuyup yorumlama noktasında ciddi kayıplarımız ve kırılmalarımız
olduğu da bir hakikattir. Çağdaş
İslami bir düşünüş sadece devrin
imkânlarını çok iyi kullanmakla
değil, eskiyi (ya da eskimeyeni) anlayıp, yorumlamakla mümkün olacaktır. O yüzden merhum Babanzade Ahmet Naim’in sözünü tekrar
etmekte fayda var: “Vazifemiz vaz’ı
cedid değil, keşf-i kadimdir.”
Bugün düne nazaran süreli yayıncılıkta çeşit ve
farklı soluklar çoğalmış,
imkânlar o nispette artmıştır. Ancak bunun yanında
Sıratımüstakim’in fikri çizgisini ve onun devamı niteliğindeki köklü İslami mecmua ve dergileri düşünce
anlamında yeniden okuyup
yorumlama noktasında ciddi
kayıplarımız ve kırılmalarımız
olduğu da bir hakikattir.
Çağdaş İslami bir düşünüş
sadece devrin imkânlarını
çok iyi kullanmakla değil,
eskiyi (ya da eskimeyeni)
anlayıp, yorumlamakla
mümkün olacaktır.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
23
GÜNDEM
Dinî Dergicilik ve
Süreli Yayınlarımız
Dr. Faruk GÖRGÜLÜ
DİB Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Süreli yayıncılık alanı, uzun soluklu ve hiç
bitmeyen bir heyecandır. Yorucu olmasının
yanında kitaplara göre etki alanı daha geniştir ve süreklilik arz eden bir yayın organı
olma özelliğine sahiptir.
Toplumsal bir varlık olan insanın, birlikte yaşamanın bir gereği olarak çevresindeki bireylerle
iletişim kurma zorunluluğu vardır.
Bu hayatın bir gerçeğidir. Günlük
hayatımızda iletişim ihtiyacımızı
gidermede, duygu ve düşüncelerimizi geliştirmede ve değiştirmede etkin bir biçimde rol oynayan
unsurların başında hiç şüphesiz
insanlarla kurduğumuz iletişimin
yanı sıra okuduğumuz kitaplar/
dergiler gelir. Zira kitaplar/dergiler düşüncelerimizi, duygularımızı, kültürümüzü ve değerlerimizi
topluma aktarmada, bizden sonra
gelecek olan kuşaklara bilgiyi ulaştırmada etkin bir rol oynar.
24 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Toplumun hızla değişip dönüştüğü ve kitle iletişim araçlarının
etkisinin kendisini her alanda gösterdiği bir ortamda halkımızı sahih
dinî bilgi ile aydınlatmanın önemi
yadsınamaz bir gerçektir. Anayasal
olarak toplumu din konusunda
aydınlatma görevi kendisine tevdi
edilen Başkanlığımız, kuruluşundan bu yana hizmetlerini doğru
dinî bilginin ışığında gerçekleştirmeye ve bu bilginin toplumla
paylaşılmasına önem vermiştir.
Bu çerçevede Başkanlığın topluma
götürdüğü hizmetlerin başında hiç
şüphesiz dinî yayıncılık alanında
gerçekleştirdiği hizmetler gelmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşundan itibaren yayın dünyasının içinde olmuştur. Bir başka
deyişle Başkanlığımızın yayın
faaliyetleri kuruluşuyla yaşıttır.
Bu amaçla merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin 1924’te neşredilen
“Ahlak Dersleri”ni, sonraki yıllarda “Askere Din Kitabı”, “Türkçe
Hutbe” adlı eserleri, 1925 yılında
TBMM’nin aldığı tarihî kararla
özel ödenek ayrılarak hazırlanan Babanzade Ahmet Naim’in
“Tecrid-i Sarih” ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın “Hak
Dini Kur’an Dili” tefsiri bunun en
somut örnekleridir.
Başkanlığın kuruluşundan 1950
yılına kadar otuz adet eser basılmış ve bunlar halka ücretsiz olarak
dağıtılmıştır. 1950 yılından sonra
değişik dokuz seride yayınlanan
eser sayısı 1996 yılında 344 iken
bugün gelinen noktada Başkanlığımızın 11 seride yayımladığı basılı yayın sayısı 1202’ye ulaşmıştır.
Başkanlığımız yayıncılık alanındaki hizmetlerine 2012’de bir yenisini eklemiş ve Diyanet TV ile televizyon yayıncılığı alanına girmiştir.
Yine bir yıl sonra 2013 yılında da
Diyanet Radyo ile bu alandaki hizmetlerini genişletmiştir.
Diğer taraftan dinî yayıncılık alanında dergiler her zaman önemli
bir misyon yüklenmişlerdir. Çünkü İslam toplumlarında düşünce
hayatının gelişmesinde dergiciliğin/süreli yayınların önemli bir rolünün olduğu bir gerçektir. Sırat-ı
Müstakim, Sebilürreşat ve Büyük
Doğu gibi dergiler bunun en somut örnekleridir.
Süreli yayıncılık alanı, uzun soluklu ve hiç bitmeyen bir heyecandır.
Yorucu olmasının yanında kitaplara göre etki alanı daha geniştir ve
süreklilik arz eden bir yayın organı
olma özelliğine sahiptir. Dergicilik
aynı zamanda uzun soluklu bir
yürüyüştür. Bu yürüyüş sırasında
ne ile karşılaşılacağı bilinemeyebilir. Dergilerin iki kapağı arasında
yer alan makaleler, günün birinde
toplumların müracaat ettiği/başvuracağı kaynaklar olabilir. Nitekim
sadece bilimsel araştırmalar için
değil bunun yanında toplumsal olayları okuma ya da karşılaştığımız
sorunlara çözümler bulma adına
zaman zaman önceki dönemlerde
neşredilen dergilere bakmak bir
ihtiyaç olabiliyor. Kısaca dergicilik
bir anlamda tarihe not düşme, zamanı o günün şartları içinde okuyabilme buna yönelik refleksler
geliştirebilme çabasıdır.
Başkanlığımız, dergicilik alanında
1950’lere uzanan bir tecrübeye
sahiptir. Süreli yayınların toplumu din konusunda aydınlatma-
daki fonksiyonunu göz önünde
bulunduran Başkanlık, bu heyecanı 1956’da ilk kez Diyanet
İlmi Dergi’yi yayınlayarak yaşadı.
1968’de Diyanet Gazetesi, 1979’da
Diyanet Çocuk Dergisi ve ardından 1991’de Diyanet Aylık Dergi
ve 1999’da yayın hayatına başlayan Diyanet Avrupa Dergisi ile bu
heyecan katlanarak devam etti.
Buna bir de 2013 yılında iki ayda
bir, 2014 yılından itibaren de her
ay düzenli olarak neşredilmeye
başlayan Aile Dergisi katıldı.
1956 yılında “Diyanet Mecmua” ismiyle senede bir defa neşredilmek
üzere yayın hayatına başlayan ve
bugüne kadar önemli çalışmaların
yayınlandığı Diyanet İlmi Dergi,
1962 yılı Haziran ayından itibaren üç aylık dönemlerde yılda dört
sayı olarak neşredilmiş ve 2003 yılında Yüksek Öğretim Kurulunun
“Hakemli Dergi” tanımına uygun
olarak yayınlanmaya devam etmiştir. Söz konusu dergi, 2013 yılının
ilk sayısından itibaren uluslararası
EBSCO HOST ve ulusal TÜBİTAK
ULAKBİM veri tabanları tarafından
indekslenmeye başlamıştır.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
25
GÜNDEM
Diyanet hizmetlerinin daha etkili
ve verimli olabilmesi için personele dinî ve mesleki genel kültür kazandırmak ve halkı dinî konularda
aydınlatmak amacıyla ilk olarak 22
Kasım 1968 tarihinde yayın hayatına giren Diyanet Gazetesi, 1991
yılından itibaren ayda bir yayınlanmak üzere Diyanet Aylık Dergi
olarak farklı bir logoyla yayın hayatına devam etmiştir.
İnsanlık tarihi boyunca ortak bir
değer olarak toplumun temelini
oluşturan en önemli unsurların
başında aile kurumu gelir. Aile
topluma sağlıklı bireylerin yetiştirilmesinde, manevi değerlerimizin/
kültürel mirasımızın yeni kuşaklara aktarılmasında, onların içinde
yaşadıkları topluma faydalı, üret-
26 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
ISSN 1300-8498
ELMALILI MUHAMMED HAMDI YAZIR
(SPECIAL ISSUE)
ÜÇ DEVİR, ÜÇ HAMDİ EFENDİ
THREE PERIODS AND THREE HAMDI EFENDI
İSMAİL KARA
ELMALILI’NIN TEFSİR METODOLOJİSİ
METHODOLOGY OF ELMALILI IN HIS COMMENTARY
MUSTAFA ÖZEL
ELMALILI’NIN MEALİNDE ÇOK ANLAMLILIK PROBLEMİNE YAKLAȘIMI
(LAFIZ-MANA İLİȘKİSİ)
THE APPROACH OF ELMALILI TO POLYSEMY PROBLEMS IN HIS TRANSLATION
(RELATİON BETWEEN WORDS AND MEANING)
ZÜLFİKAR DURMUȘ
ELMALILI M. HAMDİ YAZIR’IN İLMÎ TEFSİR ANLAYIȘI
ELMALILI HAMDI YAZIR’S UNDERSTANDING OF SCIENTIFIC EXEGESIS
MESUT OKUMUȘ
HAK DİNİ KUR’AN DİLİ ADLI ESERDE ELMALILI HAMDİ YAZIR’IN HADİSE YAKLAȘIMI
ELMALILI HAMDI YAZIR’S APPROACH TO THE HADITH IN HAK DINI KUR’AN DILI
SAMİ ȘAHİN
ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR
(ÖZEL SAYI)
HAK DİNİ KUR’AN DİLİ BAĞLAMINDA BİR HUKUKÇU OLARAK ELMALILI M. HAMDİ YAZIR
ELMALILI HAMDI YAZIR AS A JURIST IN THE CONTEXT OF (HAK DINI KURAN DILI)
ABDULLAH ÇOLAK
ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR’IN TASAVVUF ANLAYIȘI
SUFISM UNDERSTANDING OF ELMALILI MUHAMMED HAMDI YAZIR
HÜSEYİN KURT
ELMALILI HAMDİ YAZIR’IN POZİTİVİZME KARȘI DİNÎ ARGÜMANLARI
ELMALILI HAMDI YAZIR’S RELIGIOS ARGUMAENTS AGAINST POSITIVISM
İBRAHİM COȘKUN
ELMALILI HAMDİ YAZIR DÜȘÜNCESİNDE DİN-FELSEFE İLİȘKİSİ
RELATIONSHIP BETWEEN PHILOSOPHY AND RELIGION IN THOUGHT OF
ELMALILI HAMDI YAZIR
ALİYE ÇINAR KÖYSÜREN
ELMALILI HAMDİ YAZIR’DA AHLAKIN DİNİ TEMELİ
THE RELIGIOUS BASIS OF ETHICS IN THE THOUGHT OF ELMALILI M. HAMDI YAZIR
HATİCE TOKSÖZ
ISSN 1300-8498
CİLT: 51 • SAYI: 3 • TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2015
Diyanet İşleri Başkanlığının süreli yayınlarını daha geniş kitlelere
ulaştırmak ve işlevsel statü kazandırmak amacını güden yeni yayın
politikasıyla Diyanet Aylık Dergi
Nisan 2003 tarihinden itibaren
farklı bir tasarım ve içerikle okurlarının karşısına çıkmıştır. Din ve
insanın buluştuğu bütün alanları
gündem konusu olarak belirleyen
Diyanet Aylık Dergi, her bir sayısıyla toplumumuzun ilmî ve kültürel hayatının inşasına katkıda
bulunmuştur.
kadına ve çocuklara yönelik şiddet, töre ve namus cinayetleri, hak
ihlalleri, kötü ve zararlı alışkanlıklar, kız çocuklarının uğradıkları
her türlü ayrımcılık, küçük yaşta
zorla evlendirilmeleri, aile içi çatışmalar, bakıma ve yardıma muhtaç
yaşlıların yalnızlığa itilmesi, çocuk
istismarı, boşanmalar gibi ortak
bir duyarlılık ve çözüm gerektiren
sosyal konularda dini bilgi açısından topluma rehberlik etmeyi, bu
ken ve çalışkan bir fert olarak yetiştirilmesinde ailenin katkısı asla
yadsınamaz. Aile temelleri zayıflamış/sarsılmış bir toplumun, büyük
kayıplar yaşayacağı ve bu durumun toplumların temel dinamiklerini sarsacağı bilinen bir gerçektir.
Bilginin büyük bir hızla geliştiği/
değiştiği, kentleşmenin, göç olgusunun arttığı günümüzde bunlara
bağlı olarak toplumsal alanda da
pek çok değişim ve dönüşüm ya-
CİLT: 51 • SAYI: 3 • TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2015
Diyanet İlmi Dergi yayın hayatına
başladığı günden itibaren akademik ve kültür hayatımızda yankı
uyandıran Kur’an, Gazali, Mehmet
Akif, İbn Rüşd, Serahsi ve İbn Sina
gibi 16 adet özel sayıyı okuyucularıyla buluşturmuştur.
Fiyatı: 7,5
şanmakta, aile yapısında da önemli
değişiklikler olmaktadır. Gelişmiş
ülkelerle kıyaslandığında güçlü bir
aile yapımızın olduğu görülmekle
birlikte; bu yapıyı sarsan faktörlerin varlığı da ciddi bir problem
olarak önümüzde durmaktadır.
Bugün özellikle toplumun manevi
hayatını olumsuz yönde etkileyen
alanda var olan yanlış algıyı düzeltmeyi gerekli kılmaktadır. İşte Aile
Dergisi bu temel gerekçelerle süreli
yayın ailemize katılmıştır.
1979 yılında süreli yayınlar ailesine katılan Diyanet Çocuk Dergisi
yaklaşık 37 yıllık süre zarfında çocukların uykularına eşlik eden bir
başucu kaynağı olmuştur. Diyanet
Diyanet İşleri Başkanlığının süreli yayınları, sahih dinî bilgiyi zamanında ve uygun bir şekilde topluma aktarmak, bilgi merkezli,
ahlak eksenli ve estetik duyarlılığı olan dindarlığın gelişmesine
katkı sağlamak gibi önemli bir misyonu yüklenmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığının süreli
yayınları, sahih dinî bilgiyi zamanında ve uygun bir şekilde topluma aktarmak, bilgi merkezli,
ahlak eksenli ve estetik duyarlılığı
olan dindarlığın gelişmesine katkı
sağlamak gibi önemli bir misyonu
yüklenmektedir. Diyanet Süreli
Yayınlar ailesi bu sorumluluğun
bilinciyle dergileri hem vazife, hem
ahiret sermayesi hem de gönül verdiği bir iş olarak görmektedir.
Her ay yeni bir gündemle okuyucusunun karşısına çıkan ve
Türkiye’nin dört bir tarafına ulaşan
dergilerimiz, iki kapak arasındaki
yazılı ve resimli sayfalar olmanın
ötesinde derin anlamlar taşır. Çalışanları için dergilerimiz, Allah’ın
rızası ve Rasulünün sevgisi de-
mektir. Aynı zamanda Türkiye’nin
dört bir yanına kurulan adeta bir
vaaz kürsüsü, din gönüllüleriyle
bir buluşma ve kaynaşma vasıtası
demektir. Yurdun her bir köşesine uzatılan bir dostluk elidir o. Bu
yüzden her dergi yeni bir heyecandır, dergideki her bir sayfa, her bir
satır, her bir görsel malzeme yeni
bir umuttur, mutluluktur. Ve henüz bir dergi baskıya gönderilmeden bir sonraki derginin hazırlık
telaşı başlamıştır bile.
Dergilerimizin yayın hayatına başlamasından günümüze kadar her
kademede pek çok kişinin bu hiz-
metlere katkısı oldu. Zaman içinde
çalışanlar değişti ama bir bayrak
yarışı olarak görülen yayıncılık
faaliyeti enerjisini ve heyecanını
hiç kaybetmeden devam etti. Her
zaman daha iyisi, daha güzeli için
çaba harcandı. Başlangıcından itibaren büyük bir özveri ve gayretle
çalışarak dergilerimizi bugünlere
taşıyan ve emeği geçen herkese
teşekkür ediyor, vefat edenlere
Cenab-ı Hak’tan rahmet, hayatta
olanlara sağlık ve afiyetler diliyorum. 300. sayısına ulaştığımız
Diyanet Aylık Dergi’nin daha nice
sayılarına ulaşmak dileğiyle…
Saliha BİLGİÇ
Konya İl Müftü Yardımcısı
Diyanet Dergisinin gönül erleri ilminin, kaleminin, kelamının
imkânlarını kullanarak ümmetin ve insanlığın derdiyle dertlenip, toplumun bu günkü marazını, yaralarını, handikaplarını,
güncel bir şekilde tespit edip, hak dinimizin hak ölçülerini bir
ilaç gibi, ışık gibi bize sunmaktalar. Özellikle yetkin kalemlerin; “Şiddet Sarmalında İslam, Modern Çağın Kimsesizleri
Mülteciler, Peygamberlerin Ortak Mirası Kudüs, Medya ve
Din, Modern İnsanın Çıkmazı, Mekândan Daha Fazlası Ev,
Mahremiyet, Tasarruf, İyilik...” gibi kapak konularıyla, günümüz problemlerine gerek ana dergide gerekse, aile ve çocuk
eklerinde oldukça nitelikli, çözüm üretici bir şekilde irdelenmesi takdire şayan.
Milletimize hakikati ve hayrı ulaştırma da Diyanet Dergilerinin
bütün kademelerindeki çalışanlarının yüreklerine, kalemlerine, kelamlarına, ellerine sağlık, Rabbim bundan sonraki sayılarınızı, bundan önceki sayılarınızdan daha hayırlı faydalı ve
bereketli kılsın, dualarımla…
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Çocuk Dergisi okuyarak büyüyen
anne babalar bugün çocuklarına
Diyanet Çocuk Dergisi okumaktadır. Çocukların din eğitimine katkı sağlamak ve onların dünyaya
bakış açısını geliştirmeyi gaye edinen Diyanet Çocuk Dergisi, gökkuşağı gibi nesilleri birbirleriyle
buluşturan bir değer olarak günümüze kadar var olagelmiştir. İçeriğinde yer alan karikatür, hikâye,
bulmaca ve görsellerle sadece
çocukların hayal dünyasını geliştirmek ve onların zihin dünyasını
inşa etmek gibi mühim bir görevi
icra etmekle yetinmeyen Diyanet
Çocuk Dergisi ahlaktan tarihe kadar geniş bir yelpazede belirlediği
gündem konularıyla ülkemizin
geleceğini aydınlatan bir kandil
misyonu üstlenmektedir.
GÜNDEM
Diyanet Gazetesi’nden
Diyanet Aylık Dergi’ye
Dr. Lamia Levent Abul
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Diyanet İşleri Uzmanı
Dünya büyük
değişimlerin içerisinde
iken, duvarlar yıkılıp,
savaşlar biterken ve on
yıllardır devam eden iki
kutuplu dünya gerilimi
sona ererken Diyanet
Dergi de bu değişimden
nasibini aldı. 1991
yılının Ocak ayında
yayınlanan ilk sayısında
yaşanan bu değişimi
yakından müşahede
etmek mümkün.
28 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Dergi, hür tefekkürün kalesi…
Cemil Meriç kitap ve dergiyi kıyasladığı yazısında dergiyi hür tefekkürün kalesi olarak adlandırır
ve şöyle der: “Dergi belki serseri
ama taze ve sıcak bir tefekkür.
Kitap, çok defa tek insanın eseri,
tek düşüncenin yankısı; dergi bir
zekâlar topluluğunun. Bir neslin
vasiyetnamesidir dergi; daha doğrusu mesajı…” Meriç’in de ifade
ettiği üzere taze bir tefekkür olarak raflardaki yerini alır dergiler.
Aradan on yıllar geçtikten sonra
bile elinize aldığınızda dönemin
düşünce ve kültür dünyası hakkında bir fikir edinirsiniz. Gündemin hemen içinden ve yaşananlar
daha çok yeni ve sıcak iken dergiye konu olduğundan o dönemin ruhunu dergilerden yakalamak mümkündür. Diğer taraftan
farklı anlayışların ve kalemlerin
oluşturduğu zenginlikten her ruh
imtizaç edeceği kelimeleri yakalayabilir. Bundan mülhem dergiler
zekâlar topluluğunun eseri ve hür
tefekkürün kaleleridir.
Dinin sahih bilgisini ve ondan neşet eden kültür, sanat ve edebiyat
birikimini okurlarıyla paylaşmayı
hedef edinen Diyanet Aylık Dergi,
40 yılı aşan dergicilik serüveninde
dinî tefekkürün önemli bir dönemecini temsil etmesi bakımından
dikkate değer… Diyanet Aylık
Dergi’nin dünden bugüne uzanan
uzun soluklu yayın macerası, dinî
yayıncılığın daha emekleme dönemleri diyebileceğimiz 60’lı yıllara tekabül etmektedir. Esasında
dergimizin yayın macerası bir anlamda Türkiye’nin içinden geçtiği
süreçlerle de yakından ilişkili bir
tabloyu oluşturmaktadır.
50’li ve 60’lı yıllar ülkemizin geçmişi ve tarihiyle yaşadığı derin
kopuşun izlerinin hâlâ çok taze
olduğu zamanlardı. Sayıları az
bile olsa zaman zaman bastırılan, yasaklanan ve kontrol altına
alınmaya çalışılan ilmî ve fikri faaliyetler inkişaf edecek bir mecra
arayışındaydı. Halkın dinî neşriyata âdeta susadığı zamanlarda
Başkanlığımızın ilk süreli yayını
“Reislik Mecmuası” adı altında
1954 yılında yayın hayatına başladı. Dinî yayıncılık açısından çok
da verimli olmayan böyle bir za-
manda Başkanlığın bu yayınının
heyecan uyandırdığını söyleyebiliriz. Zira ilk olmak zordur ancak
böylelikle yeni hizmet alanlarına
hayırlı bir yol açılmış oldu.
Bu ilk çıkarılan neşriyatın açtığı
yolun izinden Nisan 1956’da da
“Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası
Ramazan Nüshası” logosuyla bir
sayı daha yayınlandığını görüyoruz. Mecmuanın mukaddimesinde, derginin halka ve özellikle de
gençlere faydalı olmak gayesi ile
çıktığı ifade edilerek şu hususlara yer verileceği vurgulanmıştır:
“Mecmua: Tevhit akidesini, İslam
Dini’nin üstün hakayikını aksettirmeğe, onun büyük Peygamberinin engin fezailini nakle vasıta
olacaktır; bu konuda duyulagelen
ihtiyacı gidermeğe çalışacaktır.”
(Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası, Sene 1, Sayı
1, 1956.)
Ömer Nasuhi Bilmen, Prof. Dr.
Şakir Berki, Prof. Dr. Celal Saraç
ve Kemal Edip Kürkçüoğlu gibi
dönemin ilim ve fikir adamlarının
yazılarıyla yer aldığı neşriyatın,
1960 ve 1961 yıllarında yıllık olarak “Diyanet İşleri Reisliği Mecmuası” başlıklarıyla yeni sayıları
yayınlandı. Ayrıca 1963’te sadece
tek bir sayı olarak “Yeni Köy Hocası Gazetesi” adlı bir mevkute
ile süreli yayınlara âdeta hazırlık
mahiyetinde olacak neşriyatlarla
süreli yayın hizmetlerine devam
edildi.
Elbette aylık olarak yayınlanacak
süreli bir yayının başlatılması ve
devam edilmesi o günün koşulları
göz önüne alındığında önemli bir
yayın hizmeti olarak görülmelidir. Zira Diyanet İşleri Başkanlığının haiz olduğu kısıtlı imkânlar
ve ülkenin içerisinde bulunduğu
çalkantılı siyasi şartlar açısından
böylesi bir dinî neşriyata başlamanın ve sürdürmenin oldukça
güç olduğunu söyleyebiliriz.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi
dönemin zorlu koşullarında 1962
yılının ocak ayında Diyanet İşleri başkanlığı, şimdiki Diyanet
dergimizin nüvesini oluşturacak
olan uzun soluklu bir yayının ilk
temellerini attı. Aylık periyotlarla
yayına başlayan Diyanet Dergi,
dinî neşriyat alanına taze bir soluk getirdi. 1962 yılında yayın
hayatına başlayan Diyanet Dergisi, 1991 yılına kadar bu adla
yayın hayatına devam etti. 1991
yılından itibaren ise isim değişikliğine giderek “Diyanet İlmi
Dergi” adını aldı ve halen üç aylık
hakemli ilmi dergi olarak yayınlanmaktadır.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
29
1956 yılında yayınlanan Diyanet İşleri Reisliği
Mecmuası’nın takdim yazısı.
Diyanet’in Sesi: Diyanet
Gazetesi
O dönemki adıyla Diyanet İşleri Reisliği’nin süreli bir yayına duyduğu
ihtiyaç devam ediyordu.
Diyanet Dergisinin yanı
sıra daha kısa periyotla
çıkacak bir gazete ile bu
ihtiyacın giderilebileceği düşünüldü. Aradan
geçen 5-6 yıllık süreçte
dergicilik alanında bir
tecrübe kazanılmış ve
ikinci bir yayın ile süreli
yayınları güçlendirmenin de zamanı gelmişti.
300. sayısını çıkardığımız Diyanet Aylık Derginin serencamı esasında Diyanet İşleri
Reisliğinin 15’er günlük periyotlarla çıkardığı “Diyanet Gazetesi”
ile başlıyordu. 22 Kasım 1968
yılının Ramazan ayına denk gelen ilk sayısının baş makalesini
kaleme alan dönemin Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan, dinî ve
ahlaki esasların en iyi ve en geniş
çapta halka ulaştırmanın vasıtasının neşriyat olduğunu belirtirken, şimdiye kadar din görevlileri
vasıtasıyla yapılan bu vazifenin
bundan sonra matbuat yoluyla da yapılacağını zira cemiyetin
düşünce seyrini ancak matbuatla
yükseltileceğini ifade ediyor ve
gazetenin gayesini şöyle dile getiriyordu: “Dinimizin iman, ibadet
ve ahlak düsturlarını, helal ve haramlarını, bütün buyruklarını ve
30 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
yasaklarını, yurdumuzun en ücra
köşelerinde yaşayan vatandaşlarımıza kadar duyurmak, maddi
ve manevi yönden faydalı olmak
maksadiyle, onbeş günde bir ve
onaltı sahife olarak yayınlanması
kararlaştırılan DİYANET GAZETESİ bunu gerçekleştirmek üzere
çıkacaktır.”
Gazetenin Sorumlu Yazı İşleri
Müdürü Orhan Balcı Diyanet Gazetesinin 382. son sayısında bu
gazetenin yayına hazırlanmasında
M. Asım Köksal ve Talat Karaçizmeli hocaların büyük emeği olduğunu ifade ediyor. (Diyanet Gazetesi,
Yıl 1990, Sayı 382, s. 3.)
Diyanet Gazetesinin ilk sayısına
baktığımızda Diyanet başlığının
altında “Onbeş günde bir yayınlanır” ibaresini görüyoruz. İlk
sayfada Diyanet İşleri Başkanı
Lütfi Doğan’ın makalesinin yanı sıra ramazan tebriki ve mesajı,
Malezya’da yapılacak
olan Kur’an-ı Kerim
Okuma Müsabakası,
İmam Hatiplerin artık
üniversitelere girebilecekleri ve Filibe Fuarı
haberlerinin yer aldığını görüyoruz. Sonraki
sayfalarda ise Dr. Süleyman Ateş’in iman ve
ibadet konularını ele aldığı Din Bilgisi adlı köşesi, M. Asım Köksal’ın
Hz. Peygamber’in Hayatı konulu köşesi, dinî
kavramların yer aldığı
köşe, Diyanet İşleri Başkan Yrd.
Yaşar Tunagür’ün Ramazan-ı Şerif konulu yazısı ile İslam Medeniyeti Tarihi başlıklı bölümlere
yer verilmiş. Kadir Gecesi konulu hutbe, Prof. M. Tayyip Okiç
Hoca’nın kaleme aldığı İslam
Büyükleri, Diyanet İşleri Başkanlığınca teşkil edilen heyetçe
hazırlanan Kur’an-ı Kerim Meali
ve Tefsiri, Veli Ertan’ın Ahmet
Hamdi Akseki portesi, Mahir İz
Hoca’nın Mehmet Akif ve Safahat’ını tanıttığı edebiyat köşesi, sağlık köşesi, tarım köşesi ile
Kocatepe Camii’nin temel atma
merasiminin ayrıntılı olarak ele
alındığı cami inşaat ve projesinin
de görsel olarak yer aldığı haber,
Diyanet Gazetesinin ilk sayısında
öne çıkan köşe ve yazıları oluşturuyor.
GÜNDEM
Daha sonraki sayılarda da bu köşelerin devam ettiğini ve 1981 yılına kadar bu formatın devam ettirildiği gazete, 1981 yılında sayfa
sayısını 32’ye çıkararak ayda bir
yayınlanmaya başladı. Dinî bilgileri ihtiva eden köşelerin yanı sıra
kültür, sanat, edebiyat sayfalarının arttığı, tarih, gençlik, kadın
ve çocuk köşeleri ile zenginleştirilen aylık gazetede görsel olarak da farklılık göze çarpmakta.
İkinci büyük değişiklik ise 1990
yılında 382. sayısını çıkardığı
aralık ayında yapılan değişiklik
oldu. Esasında gazeteden ziyade
artık bir dergi formunu yakalayan
Diyanet Gazetesi ilerleyen süreçte
hep daha iyiye doğru değişerek ve
gelişerek ilerledi.
0cak 1991 yılında hem şekil hem
muhteva hem de isim olarak de-
ğişikliğe giden bu süreli yayın,
Diyanet Aylık Dergi adıyla dinî
neşriyata yeni bir soluk getirerek
kaldığı yerden yayın hayatına devam etti.
bilgisini ulaştırmak gibi yüce bir
gaye için yola çıkan dergi, her geçen sayıyla bu amaca daha etkin
bir şekilde hizmet etmenin uğraşısı içinde oldu.
Diyanet Gazetesi’nden
Diyanet Aylık Dergi’ye
Dünya büyük değişimlerin içerisinde iken, duvarlar yıkılıp,
savaşlar biterken ve on yıllardır
devam eden iki kutuplu dünya
gerilimi sona ererken Diyanet
Dergi de bu değişimden nasibini
aldı. 1991 yılının Ocak ayında
yayınlanan ilk sayısında yaşanan
bu değişimi yakından müşahede
etmek mümkün. Yayına başladığı
1968 yılından 1990 Aralık ayına
kadar tabloid gazete ebadında ve
“Diyanet Gazetesi” adıyla çıkan
yayın, değişim rüzgârının tüm
dünyayı kasıp kavurduğu bu
aralıkta işe ismini “Diyanet Aylık
Dergi” olarak değiştirerek ve yeni
içeriği ve tasarımıyla tamamen
değişerek başladı. Dönemin Başkan Yardımcısı Hamdi Mert söz
konusu değişimin sebebini son
sayıda şöyle açıklıyordu: “Diyanet Gazetesi bildiğiniz şekli ile
22 yıldan buyana -hemen hemen
kesintisiz- yayınlana geldi. Alışmıştık… Ocak ayından itibaren
ise yeni bir ebat, yeni bir muhteva
ile çıkarılması düşünülüyor. Bu
değişiklik ihtiyacı nereden doğdu? Basım-yayın dünyasına yeni
teknikler, yeni anlayışlar geldi.
Buna bağlı olarak da, insanımızın zevkleri, beklentileri değişti.
Asıl önemlisi, ülkemizde giderek
artan bir kavram kargaşası yaşanıyor. Doğrularla-yanlışlar, ol-
Önceleri on altı sayfa ve on beş
günlük periyotlarla ve tabloid gazete ebadında çıkan Diyanet Gazetesi 382 sayıdan itibaren köklü
değişiklikler yaparak “Diyanet
Aylık Dergi” adıyla aylık süreli yayın olarak okuyucusunun karşısına geçti. Diyanet İşleri Başkanlığının 1950’lilerde başlayan süreli
yayın macerası 1991 yılının ocak
ayında yeni bir döneme evriliyordu. Yayın hayatına başladığı ilk
günden bu yana halka dinin sahih
Dr. Serpil BAŞAR
İzmir Bayraklı Uzman Vaizi
Diyanet Aylık Dergi, bugünlere ulaştığı yayın yolculuğunda, “emek, özen ve
sorumluluk duygusu” üçgenini düşündürüyor bana.
Açık, anlaşılır, algılamaya
elverişli üslubuyla, araştırma etiğine verdiği önem ile
her ay entelektüel dünyamızı besleyen önemli bir kaynaktır. Nice güzel yıllara…
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
31
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Gazetenin köşe ve yazılarını değerlendirdiğimizde gazete ile başyazıda da ifade edildiği şekilde
İslam dinin emir yasaklarını yurdun dört bir yanındaki vatandaşa
duyurmanın yanı sıra personelin
ilmî açıdan geliştirilmesi ve teşkilatla iletişiminin kuvvetlendirilmesi amaçlarının da gözetildiğini
söyleyebiliriz. Hem teşkilat içerisinden hem de teşkilat mensuplarının ilgi alanına giren haberlere
yer verilmesi personelin yaşanan
gelişmelerden haberdar olması
amacına matuf. Ayrıca edebiyat,
tarım ve sağlık köşeleri ile de
okuyucuyu farklı alanlarda bilgilendirmeyi amaçlıyor.
GÜNDEM
ması gerekenle-gerekmeyen bir
arada... Basın, hemen her gün,
bizi üzen bu tür yeni yanlışlarla
dolu... Bir yanı da kutsal “Din”e
uzanan bu tür yanlışları kim düzeltecek? Kanuni görevi “toplumu din konusunda aydınlatmak”
olan bir teşkilat olarak, bu konuda kendimizi vazifeli saydık.
Bugüne kadar kararlı bir şekilde
sürdürdüğümüz geleneksel-ilmî
neşriyatımıza bir de “aktüalite”yi
katmak istedik…”
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Merhum Başkan Yardımcısı Hamdi Mert’in de ifade ettiği gibi deği-
şim artık şart olmuştu. Esasen Diyanet Gazetesi’nin Aralık 1990’da
çıkan son sayısına baktığımızda
bir gazeteden fazlasını görürüz.
Dönemin yazar ve ilim ve fikir
erbabının katkılarıyla zengin içerikli bir dergi ile karşılaşırız. Bu
son sayıda dinî muhtevalı yazıların yanı sıra dünyayı ve yaşanan
gelişmeleri anlamaya ve analize
yönelik makalelere yer verilmiş.
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın Diyanet İşleri Başkanlığının organize ettiği “Ortadoğu’daki Son Gelişmeler Işığında Türkiye” konulu
Hüseyin OKUŞ
Suluova İlçe Müftüsü
Personelimizle beraber Diyanet Aylık Dergi’yi takip etme ve her
ay dergide işlenen konulardan biri üzerinde mütalaa etme kararı
aldık. Müftülük olarak “Dergimi Okuyorum Okunmasını Sağlıyorum ve İnsanlara Ulaştırıyorum’’, projesini uyguladık. Attığımız
adımdan emin olarak bu dergileri her bir eve, esnafa, kurumlara
ve okullara ulaştırmayı hedefledik. Öyle ki, ilçemizde dergimizin
ulaşmadığı esnaf kalmadı. Aynı zamanda okuma kampanyaları
düzenleyerek teşvik ödülleri dağıttık. (kitap ve dergi vb) Haklımızdan aldığımız geri bildirimler bizleri daha da teşvik etti. Abone
sayımız ilk yıl 600’ü, takip eden yıllarda 1000’i aşan personel dışı
abonelerimiz oldu. Bu süreçte destek olan tüm personelimize canıgönülden teşekkür ediyorum.
Bu duygu ve düşünce ile “Diyanet” aylık dergimizin her aşamasında emeği geçen herkese teşekkür ediyor bu ulvi görevlerinden
dolayı tebrik ediyorum. Nice sayılarda buluşmak ümidiyle…
32 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
konferansının dökümü de yer
alıyor.
Değişimin sonucu:
Diyanet Aylık Dergi
1991 yılının Ocak ayı Dini Yayınlar Dairesinde heyecan ve telaş
dolu günler yaşanıyordu. Uzun
zamandır hazırlıkları yapılan ve
yayın hayatına başlayacak olan
Diyanet Dergisi nihayet çıkıyordu. İlk sayıyı elimize aldığımızda
hemen dikkati çeken “Diyanet”
başlıklı logonun köşeli, sert yazı
karakterinin yuvarlatılıp, yumuşatılması oluyor. Büyük puntolarla yazılan “Diyanet” başlığının
hemen altında daha küçük punto
ile “Aylık Dergi” ibaresini görüyoruz. Bu yeni tasarlanan başlık,
değişimin âdeta habercisi oluyor.
Kapak ise önceki sayıda Merhum
Hamdi Mert’in “geleneksel-ilmî
neşriyatımıza bir de “aktüalite”yi
katmak istedik” sözleriyle haber
verdiği üzere güncel bir konuyla
okuyucu karşısına çıkıyor: “Bloklar Yıkılırken 21. Yüzyıl Ne Getirecek?” Daha önceki sayılarda
gazete sayfalarına taşınan aktüel
konular şimdi derginin kapağına
taşınmış ve günümüze göre değerlendirdiğimizde oldukça siyasi
konuların gündem yapıldığını görüyoruz. Mesela şubat sayısı “Düşünce Suç Olur mu?”, mart sayısı
“Yeni Bir Dünya ve… Türkiye
Gerçeği”, mayıs sayısı “Uluslararası Terörizm”, kasım sayısında
“Sovyetler ve Balkanlarda Bağımsızlık Hareketleri Çığ Gibi Büyür-
ken Müslümanlar Ne yapacak?”
gibi çarpıcı ve güncel konular
gündem olarak kapakta yer almış.
Gerçekten dergi logosundan başlamak üzere, ebat, içerik ve tasarım olarak çok farklı bir yüzle yayın hayatına başlıyordu. Dergide
yer alan konulara göz attığımızda
ise başyazıdan hemen sonra Kapak/Gündem başlığı altında kapak konusunun farklı makalelerle
ele alındığını görüyoruz. Ekonomi köşesinde İslam İktisadı, Aile
köşesinde ise I. Aile Şurası konu
edilmiş. Bilim Adamı Gözüyle köşesinde ise yine gündemin
sıcak tartışma konularından birini görüyoruz: “Din üzerinden
yeni gerginlikler mi üretiliyor?”
sorusuna cevap aranıyor ve bu
konuda farklı isimlerle yapılan
bir soruşturmaya yer verilmiş.
İnceleme-Araştırma köşesinde ise
Diyanet Gazetesi Edebiyat Köşesi.
İmam-Hatip Liseleri masaya yatırılmış.
Çevre, Sanat, Kitap Tanıtım köşeleri ile teşkilat haberlerinin yer aldığı Ayın İçinden köşesi derginin
diğer bölümlerini oluşturuyor.
Yazıların hem tasarımı hem de
görsellerle zenginleştirilmesi dergiyi önceki hâlinden ayıran temel
özellikler olarak ön plana çıkıyor.
Yine yeni yeniden: 300. Sayı
1991 yılının Ocak sayısında Dini
Yayınlar Dairesinin yaşadığı heyecan ve mutluluğu bugün bizler
yaşıyoruz. Süreli Yayınlar alanında kırk yılı aşan bir tecrübeyi
bugün 300. sayısını çıkardığımız
dergimizde ortaya koymak gibi
ağır bir mesuliyeti de taşıyoruz.
Ancak bu ağır mesuliyetin yanı
sıra bugün 1991 yılında Diyanet Gazetesi’nden Diyanet Aylık Dergi’ye dönüşen dergimizin
300. sayısını çıkarmanın heyecan
ve gururunu yaşıyoruz. O günden
bu yana geçen 24 yıllık zaman diliminde dergide hem içerik hem
de tasarım anlamında pek çok değişiklikler ve yenilikler oldu. Ancak “Toplumu din konusunda sahih kaynaklara dayalı doğru bilgi
ile aydınlatmak” her zaman ana
hedef olarak önümüzde durdu.
Bu hedefe ulaşma ve toplumun
her kesimine dinin sahih bilgisini ulaştırmak gibi ulvi bir gaye ile
bugünlere geldik…
Bugün Diyanet Aylık Dergi, toplumun ihtiyaç duyduğu bilgi
ve fikir üretiminin yapıldığı bir
mektep konumundadır. Özellikle
okuyucularımızın büyük çoğunluğunu oluşturan din görevlilerimiz ve teşkilatımız mensuplarının
istifade edeceği zengin bir kaynak
olarak yayın hayatına devam eden
dergimiz, din görevlilerimizin/
gönüllülerimizin ve değerli okuyucularımızın destek ve katkıları
ile daha etkili ve faydalı bir dergi
olmanın gayreti içerisinde yoluna
devam etmektedir.
Her gün yenilenerek, değişerek
ama şaşmaz ve değişmez ölçümüz
olan din-i mübin-i İslam’ın ilkeleri doğrultusunda bir yayıncılık
anlayışı ile gelecek nesillere bırakılacak önemli bir mirastır Diyanet Aylık Dergi. Hz. Mevlana’nın
ifadesi ile bir ayağı sabit, diğer ayağı ile farklı coğrafyalara uzanan
pergel misali yüce gayemize hizmet etme bilinci içerisinde daha
nice 300. sayılara diyoruz.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
33
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Kapaktan hemen sonra gelen başyazıda dönemin Diyanet İşleri
Başkanı M. Said Yazıcıoğlu hoca
derginin çıkış hikâyesini şöyle anlatıyor: “22 yıldan bu yana yayınlanmakta olan “Diyanet Gazetesi”
ebat ve muhteva bakımından artık bekleneni tam olarak veremez
olmuştur. Bilinen ebatta ve aylık
bir “Gazete”, günümüzdeki yayın
anlayışının çok gerisinde kalmıştır. Artık yeni bir ebat ve yeni bir
muhtevanın zamanı gelmiştir.
1991 yılı ile beraber okuyucularımızın karşısına bu yeni şekil
ile çıkmak bir zaruretin sonucu
olmuştur.”
Bir Derginin Hikâyesi
Ali AYGÜN – Muhammed Kâmil YAYKAN
Ben Diyanet Aylık Dergi. Dergi
diyorum ama 1968-1991 yıllarında gazete olarak yayımlandım.
1991’den beri de dergi olarak devam ediyorum yayın hayatıma.
Dile kolay üç yüzüncü sayım yayımlanıyor. Benimle nice başkan,
başkan yardımcısı, daire başkanı,
editör ve kurum personeli çalıştı.
Gök kubbede hoş bir seda bıraktılar benim aracılığımla, niceleri de
bırakmaya devam ediyor, edecek
de...
34 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Her ay bir “Gündem” ile çıkarım
karşınıza. Bu gündemle okuyucumu gündelik gerçekliğe doğrudan
bağlarım. Okuyucularımı İslam’ın
temel referanslarıyla buluşturan
metinlerim de vardır yazılarımın
arasında. “Vahyin Aydınlığı” ile
Kur’an’ı, “Hadislerin Işığında” ile
hadisleri anlatır; “En Güzel İsimler” ile O’nu bildirmeye, “Müslüman Bilginler” bölümümde ise
O’na ve dinine hizmet edenleri
unutturmamaya çalışırım.
Dini içeriğe sahip kurumsal bir
dergi değilim sadece. Ben, aynı
zamanda sanat ve edebiyat dergisiyim. “Kültür-Sanat-Edebiyat”
sayfalarımda denemeden öyküye, hatıradan biyografiye kadar
pek çok edebî türü görebilirsiniz.
“Sözün Yankısı”yla sesimizi değil
sözümüzü de yükseltiriz Yunusça
bir olgunlukla:
“Kişi bile söz demini demeye
sözün kemini
Bu cihan cehennemini
sekiz uçmağ ede bir söz”
Fikir, bir tohum gibidir. Toprağa düşen tohumun işi büyümek, serpilmektir. Belirlenen gündemin görünür hâle
gelmeye başladığı merhaledeyim artık. Yayın koordinatörlerimin aktif bir performans gösterdiği merhale.
“Şehir ve Kültür”le yaşadığımız
çağa dokunur, “Geçmiş Zamanın
İzinde” ile tarihe yolculuk edersiniz. Geçmiş ile gelecek bu sayfalarda birbirine mezcolmuş, bir
imtizacat-ı renk oluşturmuştur.
Üstat Yahya Kemal’in ifadesiyle
bu bölümler birer “imtidat”tır:
“Ne harabiyim ne harabatiyim
Kökü mazide olan atiyim.”
şuuruyla diriltir okuyucumu.
Ben Diyanet dergisiyim;
Yine karşınızda, yine ellerinizdeyim…
Üç yüzüncü kez…
1991’de başladı serüvenim. 25 yıl
olmuş, dile kolay…
Neleri anlatmadım ki size… Neler
mek geliyor oluşum sürecimin başında. Belki de en zor süreç bu aslında. Çünkü kuşatıcı, ilgi çekici
ve öğretici bir gündemle karşınıza
çıkmalıyım.
Ben Diyanet dergisiyim… Diyanet
Aylık Dergi…
Bir gündem öyle kolay kolay tespit edilmiyor, rahatlıkla seçilmiyor tabii. Çünkü daha en soyut aşamasındayım derginin. Fikirlerin
çeşitlilik arz ettiği, hangi konunun
hangi açıdan ele alınması gerektiği
aşamada. Bu aşamada yayın ekibi
bir toplantı yapıyor, adı gündem
toplantısı. Ekipteki herkes gündem yapılabilecek konuları belirliyor ve toplantıda sunuyor. Yüzlerce konudan söz ediyorum. Kim
bilir daha nicesi var ama bunca
konu derleniyor, toplanıyor ve
içinden en güncel konular seçiliyor. Gündem belirleniyor ve saha
işçiliği başlıyor.
Bu yazı şimdiye kadarkilerden
farklı olacak biraz. Yazının yazgısını, derginin oluşum sürecini anlatacağım size. Bu elinizdeki dergi
nasıl oluşuyor, bir fikir bir dergiye
nasıl dönüşüyor onu paylaşacağım sizinle. Öğrenmek isterseniz
derginin mutfağını, malzemelerini, ocağını buyurun okumaya...
Gündemli bir dergiyim ben. Her
ay bir konuyu dosya edinen, o
konu hakkındaki çeşitli görüşleri
farklı perspektiflerden ele alan bir
dergi. Bu yüzden gündem belirle-
Fikir, bir tohum gibidir. Toprağa düşen tohumun işi büyümek,
serpilmektir. Belirlenen gündemin görünür hâle gelmeye başladığı merhaledeyim artık. Yayın
koordinatörlerimin aktif bir performans gösterdiği merhale. Koordinatörlerim seçilen gündem
hakkında çalışmaya başlar. Bu
gündem ile ilgili kimlere yazı yazdırılabileceğini belirler ve konularında uzman olan kişilerle iletişime geçerler.
Eskiden posta ile gelmesi beklenen yazılar şimdi e-posta ile kolayca ulaşıyor her yere. Yazarına
konusu ve üzerinde durulması
gereken hususları belirtilen yazı,
kısa bir süre içinde koordinatör-
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
35
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Ama bu sefer biraz farklı…
işlemedim ki dimağınıza… Hepsi
benim de hatırımda, hatıramda…
Binlerce yazı yazıldı bugüne kadar sayfalarımda… Binlerce kez
okundu her biri… Defalarca…
lerime geliyor ve okunma süreci
başlıyor. Bu süreçte ise yayın komisyonu devreye giriyor. Koordinatörlerim kendilerine ulaşan
yazıları -önce kayıt altına alarakkomisyona sevk ediyor. Burası
önemli. Çünkü Diyanet İşleri
Başkanlığı hassasiyetleri olan bir
kurum. Dergisi de -tabii ki- bu
hassasiyetleri ön planda tutmalı.
Dolayısıyla komisyon ince eleyip,
sık dokuyor. Yazı ile ilgili görüşler
belirtiliyor ve yazının dergiye uygunluğu tespit ediliyor. Kimi yazı
doğrudan geçerken komisyondan, kimisi kısmi olarak düzenleniyor ve öyle geçiyor. Unutmadan
belirtmem gerek. Yazıda bir nokta
dahi değişse yazarın haberi oluyor.
Komisyon sürecinden sonra somutlaşma kendini göstermeye
başlıyor artık. Çünkü tasarım sürecim başlıyor. Koordinatörlerim
yazıyı bu sefer de tasarımcıma
gönderiyor. Tasarımcım da başlıyor mizanpaja…
malumudur. Bu yüzden sayfa
tasarımı çok önemlidir. Öyle tasarlanmalıdır ki bir sayfa, okuyucusunu hiç sıkmasın onu içine
çeksin. Okundukça okunsun,
okundukça anlaşılsın sayfadaki
her kelime, her cümle.
Bir yazı, görünümünün güzelliği
ile kendini okutur. Bu herkesin
Uğraşısı çoktur vesselam tasarımın. Tasarımcının da mesaisi aynı
oranda… Zaten bir dergiyi yani
beni güzel yapan da bu değil mi?
Mesaiye sığacak kadar kısa ve basit değildir dergicilik. İster yazıyla alakalı olsun fikir ister görselle
isterse de kapakla; geliverir bir
anda aklına insanın; ya gece vakti
yatağında veya bir pazar kahvaltısında…
Sacit EKERİM
Eğirdir İlçe Müftüsü
Her geçen gün geniş halk
kitleleri tarafından okunan,
ideal din görevlisinin profiline katkı sağlayan, bizi bizce ifade eden Diyanet Aylık
Dergi, artan kalitesi, deruni
yazılarıyla gergef gergef yeni
bir insanlık imajı inşa etmekte; bu uğurda beraber yürüyenlere ne mutlu!
36 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Tasarımcım hazırlar sayfalarımı,
gün yüzüne çıkacak kıvama getirir. Bir sonraki merhale de işte
tam bu noktada başlar. Taslak
hâlim koordinatörlerime geri döner. Harf harf, satır satır dokunmuş her yazı bir araya gelerek
bir bütün teşkil eder bu taslakta.
Koordinatörler alır bu taslağı ve
mülahazalar dediğimiz süreci başlatırlar. Görsel sorumlumla birlikte koordinatörler inceler görsellerimi acaba mesajı verebiliyor mu
veya yazı ile uyumlu mu diye. En
çok değişikliğe uğradığım süreç
tam olarak burasıdır. Kimi aylarda
on defa kimisinde daha fazla mülahaza aktarılır tasarımcıya. Hatta
öyle olur ki bazı zamanlar ilk taslağım tastamam değişiverir, daha
da etkileyici olmam amacıyla.
Buradan sonra dosya teslimi denilen kısım gelir. Koordinatörlerim
yazarlarımın kaleme aldığı tüm
yazıları komisyondan geçmiş son
halleri ile musahhihe bir dosya
hâlinde teslim eder. Adı üstünde
dosya teslimi…
En sevdiğim kısımlardan birisi de
tashih süreci aslına bakarsanız.
Çünkü musahhih bir derginin
makyözüdür desem abartmış olmam. O benim son rötuşlarımı
yapar, budaklarımı temizler, hem
göze hoş görünmemi sağlar hem
de sizlerin karşısına kusurlu bir
GÜNDEM
şekilde çıkmamı engeller. Musahhih alır eline kalemi, başlar yazılarımı düzenlemeye. Sadece imla ve
noktalamam ile ilgilenmez anlam
kaymalarını ve yanlış anlaşılabilecek kısımlarımı da düzenler, törpüler ve son şeklimi verir bana.
Bu süreç böyle devam ededururken tasarımcım bir yandan da
hâlime ozalit deniyor; baskıya girip sizin elinize ulaşmadan önceki
son şeklim. Daire başkanım inceliyor önce beni ardından Dini Yayınlar Genel Müdürü’ne arz ediliyorum. Onun da onayı alındıktan
sonra daire başkanım atıyor imzasını ozalitime. Bu imza, hayata
resmen ve resmî bir şekilde başladığımın resmi oluyor bir bakıma.
zında en çok tirajı da elimde tutuyorum bu rakamla.
Baskı sürecimi takip eden musahhih karşılıyor beni. Matbaadaki
ekip dergilerin bir kısmını buraya
getiriyor üzerinde Hizmet İşleri
Kabul Teklif Belgesi yazan evrakla. Dairedekiler son kez inceliyor
beni baskım güzel olmuş mu,
renklendirmem düzgün yapılmış
mı diye. Son kontrolden sonra
yine imzalar atılıyor ve dağıtıma
çıkıyorum Anadolu’nun dört bir
yanına…
kapağımı hazırlar. Kapak demişken sır vereyim size. Elinizde tuttuğunuz dergi kapağı var ya, tek
bir çalışmadan müteşekkil değil
aslında. Farklı varyasyonlar, farklı
görseller ve tasarımlar arasından
tabii ki en güzeli ve en dikkat çekicisi bu. Bazı sayılarda olduğu
gibi en derini bazılarındaki gibi
en hüzünlüsü…
Kapaklar, iç kapaklar, içindekiler,
başyazı ve editörden yazısı da eklenmiş ilk prototipim gelir Süreli
Yayınlar ve Kütüphaneler Daire
Başkanlığına. Artık daire başkanına sunulma vaktim gelmiştir. Bu
E malum kurumsal dergiyim ben.
İmzaları attıktan sonra geri dönüş
mümkün mü?
Musahhih tekrar alıyor imzalı ozalitimi ve baskı sürecimi başlatıyor.
Ozalitim matbaaya ulaştırılıyor ve
makinelerle buluşuyorum. Forma, baskı, cilt ve pek çok farklı işlemden geçip paketlenerek kocaman bir tıra bindiriliyorum. Binlerce, hatta on binlerce adedimle
çıkıyorum yola. İstikamet evim
yani Süreli Yayınlar Binası ikinci
kat. Yeri gelmişken belirtmek de
isterim 105.000 adet basılıyorum
her ay. Türkiye’de aylık dergi ba-
Sonra ne mi oluyor? Sonra size
ulaşıyorum. Sıcacık evlerinizin,
farklı kurumlardaki odalarınızın,
camilerin, Kur’an kurslarının,
müftülüklerin kısacası baştanbaşa
tüm memleketin misafiri oluyorum. En mutlu olduğum anı sorsanız bana, şüphesiz “Beni elinize
aldığınız an.” derim.
Fikirdim, dergiye dönüştüm kozasından çıkan kelebek misali…
Şimdi çevirin sayfalarımı, okuyun
beni… Ben Diyanet dergisiyim…
Diyanet Aylık Dergi; Yine karşınızda, yine ellerinizdeyim… Ama
bu sefer biraz farklı… Üç yüzüncü kez…
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
37
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Dağıtım sürecimi Döner Sermaye üstleniyor. Buradaki personel
dergilerin kime, nereye ve kaçar
tane gideceğini biliyor ve ona göre
başlıyorlar beni dağıtmaya. Kimine posta ile gidiyorum kimine
kargoyla…
Mütevazı Bir Aile Mektebi:
Diyanet Aile Dergisi
Araştırmalar, beyin fırtınaları, başka birimlerden ve alanlardan isimlerle, yayıncılarla istişareler, toplantılar dolu ve rüyalarımıza kadar giren bir sürecin nihayetinde 2013 yılının ocak ayında ilk sayımızla okuyucularımıza merhaba dedik.
Dr. Elif Arslan
Diyanet İşleri Uzmanı
38 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
GÜNDEM
1991 yılından bu yana yayın hayatında olan Diyanet Aylık dergi,
ele aldığı dinî, ahlaki ve toplumsal konuların yanı sıra toplumun
önemli bir birimi olan aileyle ilgili
yazılara da sayfaları arasında yer
vermiştir. Ancak çoğunlukla bir
ya da iki yazıdan ibaret olan bu
yazılar, değişen dünyada aileyle
ilgili meselelerin gittikçe çeşitlenmesi, toplumda meydana gelen
değişim ve dönüşümlerle birlikte
ailede de yaşanan dönüşümlerin
ortaya farklı problemler çıkarma-
Araştırmalar, beyin fırtınaları,
başka birimlerden ve alanlardan
isimlerle, yayıncılarla istişareler,
toplantılar dolu ve rüyalarımıza
kadar giren bir sürecin nihayetinde 2013 yılının ocak ayında ilk
sayımızla okuyucularımıza merhaba dedik. Daha büyük hacimli bir dergiydi hayalimiz ancak
mevcut imkânlarla Diyanet Aylık
Dergi’nin yılda altı kere verilecek
eki olarak iki forma yani otuz iki
sayfayla yayın hayatına başladık.
Diyanet İşleri Başkanımız Prof.
Dr. Mehmet Görmez bu ilk sayımızdaki “Niçin Aile?” başlıklı
makalesinde “…Diyanet İşleri
Başkanlığı olarak, değişen dün-
ya şartlarında aile konularını ele
alacak, aile değerlerine vurgu
yapacak, aileyi bir bütün olarak
gören ve onun bütün fertlerinin
kendisini bulabileceği bir aile eki
çıkarmayı görev olarak addettik.”
diyerek dergimizin amacını ve
hedef kitlesini özlü bir şekilde ortaya koymuştu.
Aliye ARSLAN
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
sı gibi sebeplerle yayın ekibimiz
tarafından zamanla yetersiz görülmeye başlamıştı. Bir taraftan
yayın ekibi olarak bizler aileyle
ilgili konuları daha etraflıca ele
alabilme isteği içindeyken diğer
taraftan da okuyucularımızdan
Genel Müdürlüğümüze sık sık
bu yönde talepler ulaşmaktaydı.
Bir süre sonra yapılan hemen her
toplantıda dile getirilmeye başlanan bu husus, süreç içerisinde
zihinlerimizde de iyice şekillendi.
Başkanlığımızın Süreli yayınları
arasından bir aile dergisi mutlaka
çıkmalıydı. Bu konu artık tartışmasız bir şekilde kabul ediliyordu. Sayı olarak çok az ama iştiyak ve istek bakımından oldukça
güçlü olan ekibimiz aile dergisi
için hummalı bir çalışmaya başlamıştı.
Denizli İl Vaizi
26 yıl önce, göreve ilk başladığımda. Diyanet dergisini
sadece kurumumuzun yayını olduğu için aldığımı itiraf
ediyorum. Her yazıyı okumazdım o zamanlar. Fakat
zaman geçtikçe, dergimizin
gerek konuları işleyiş tarzı,
gerekse görüntüsü yavaş
yavaş değişmeye başladı.
Âdeta kucağımızda büyüttüğümüz bir çocuk gibi, serpildi, gelişti, günden güne, yıldan yıla daha bir güzelleşti.
Artık her sayfasını didik didik
ettiğimiz, satırları arasında
gezinirken sadece aklımızın
değil, ruh ve gönül dünyamızın da doyduğu, daha
ayın ilk haftasında biten bir
güzellik oldu dergimiz. Nice
300’lü sayılara…
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
39
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
GÜNDEM
Sayfa sayımızın az, yayın ekibimizin sayıca az olması bize hiçbir
zaman küçük veya önemsiz bir iş
yaptığımızı düşündürtmedi. Tam
tersine görevimizin, sorumluluğumuzun bu sayıyla ters orantılı
olarak kat kat arttığını fark ettik.
O otuz iki sayfayı öyle bir doldurmalıydık ki her ay, okuyanlar bir
sonraki sayıyı iple çeksin. Öyle
bir çalışmalıydık ki kocaman bir
yayın ekibinin yaptığı işleri yapalım, Başkanlığımızın bu iş için
ayırdığı bütçe, verilen emekler ve
her şeyden önce bizlerden aile
için bir şeyler yapmamızı bekleyen okuyucularımızın talepleri,
beklentileri karşılığını bulsun. Bu
duygu ve düşüncelerle, bir derginin çalışmaları bitmeden iki üç
40 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
sayı sonrası için yeniden Bismillah dedik.
İlk sayımızdan bu yana mümkün
olduğunca ailenin bütün fertlerine hitap eden yazılara yer vermeye gayret gösterdik. Pencere bölümümüzde aileyle ilişkili olan veya
bazı yönleriyle aileyi ilgilendiren
konulara bir “pencere açma”ya,
ufuk turu yapmaya gayret gösterdik. Söyleşi yaptığımız kişilerle
aile üzerine keyifli ve özel mesajları olan sohbetler gerçekleştirdik. Bilgelik Hikâyeleri ile gönüllere hitap ettik, Saadet Asrının
Hanımları ile Efendimizin hanım
sahabelerini buyur ettik yuvalarımıza. Ailem başlığı altında aileyle
ilgili psikolojik temelli konulara
yer verirken Biz Bize bölümünde
ailede dinî hayatla ilgili konuları paylaştık okuyucularımızla…
“Evimiz”de dekorasyondan çeyiz
kültürümüze kadar farklı konulara değindik. Gençlerle Başbaşa
ve Sağlık bölümlerine de yer verdiğimiz dergimizde, Kısa Kısa ve
Kırk Ambar gibi başlıklar altında
da ilgi çekici konuları farklı bir
üslupla ele aldık.
Bir yıl bu şekilde yayınladığımız
dergimiz,
okuyucularımızdan
gelen teveccühten de aldığımız
güçle 2014 yılının ocak ayından
itibaren üç forma, kırk sekiz sayfa olarak ve her ay yayınlanmaya
başladı. Böylece ele aldığımız konulara ayırabildiğimiz sayfa sa-
yısının artmasının yanı sıra yeni
bölümler de açmış olduk. Mesela
bir konu hakkında gençlerin ve
ailelerin görüşlerinin yanı sıra uzman görüşüne de yer verdiğimiz
“Serbest Kürsü”, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın aileyle ilgili konularda yaşadığı sıkıntıları
ele aldığımız “Gurbetten Notlar”,
sanatla ilgili meselelere yoğunlaştığımız “Hayatın İçinden”, kültürel tarihimiz hakkında güzel kapılar açan “Geçmiş Zaman Olur
Gayret bizden, tevfik
Allah’tan düsturuyla aynı
tevazu ile çalışmaya devam ederken dergimizin,
aileyle ilgili sorularımıza
cevap bulabileceğimiz,
bu konulardaki farkındalığımızın artmasına katkı
sağlayacak bir başucu
kaynağı olması için gayretli çalışmamızın iddialı
bir şekilde her ay yeniden
başladığını ifade edebiliriz.
Günümüzde bilgi edinme yollarının hızla farklılaşmasıyla birlikte, her gün dergi vb. yayın organları güç kaybetse de dergiler
asli misyonunu az da olsa devam ettirmektedir. Türkiye’nin yakın dönemine damgasını vurmuş, Necip Fazıl’ın çıkardığı büyük
doğu, Sezai Karakoç’un çıkardığı Diriliş, Nuri Pakdil’in çıkardığı
Edebiyat, Nurettin Topçu’nun çıkardığı Hareket gibi fikri ve edebi sahadaki dergilerde, okur formasyonunu tamamlamış kimi
okurlar için okur olmak, dergiciliğin önemli ayaklarından biri
olarak görülür. Hatta metnin tamamlayıcı unsurdur. Daha da
ötesi harfi harfine bir üretimdir. Anadolu’nun ücra bir yerinde,
bu dergilerde yazılanların sessiz ama kalıcı fikri yankısını bulmak ıskalanacak şey değildir.
Dergimizin ciddi anlamda bir muhteva zenginliğiyle kendi kurumsal yapısı içerisinde bir bilinç düzeyi oluşturduğunu düşünerek bir okur hassasiyetiyle emeği geçenlere şükranlarımı
sunarım.
ki”, gündelik hayat içindeki pek
çok konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşan “Gülümseten Yazılar”
gibi farklı pek çok bölümle 2015
yılına geldik ve bu yıl da aynı heyecan, çalışma azmi ve biraz daha
genişleyen, zenginleşen ekibimizle dergimizi yayınlamaya devam
ediyoruz. Bu yıl “Gülümseten
Yazılar”ımıza “hem yuvarlak hem
köşe olabilir” diyen okuyucularımızla hoşça muhabbetin adı olsun diye “Yuvarlak Köşe” dedik.
Sadece hanım sahabeleri anlattığımız bölüm yerine ise sahabe
hayatlarına yer verdik.
Başlarken “Amacımız yuvalarımızın birer cennet bahçesi, çocuklarımızın da dünya ve ahiret
mutluluğumuz ve göz aydınlığımız’ olmasına mütevazı bir katkı
sağlamak” olduğunu söylemiştik.
Gayret bizden, tevfik Allah’tan
düsturuyla aynı tevazu ile çalışmaya devam ederken dergimizin,
aileyle ilgili sorularımıza cevap
bulabileceğimiz, bu konulardaki
farkındalığımızın artmasına katkı sağlayacak bir başucu kaynağı
olması için gayretli çalışmamızın
iddialı bir şekilde her ay yeniden
başladığını ifade edebiliriz. Aramıza yeni katılanlar, gönlünü vererek çalışıp zamanla aramızdan
ayrılanlar, gönüllü destekçilerimiz ve okuyucularımızın katkılarıyla “Diyanet Aile”, bir aile olarak okuyucusuyla birlikte olmaya
devam edecek inşallah.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
41
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Erdal SARI
Mersin/Silifke Balandız Mahallesi Camii İmam Hatibi
GÜNDEM
GÜNDEM
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Gayret ve Samimiyet
Halit GÜLER
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Diyanet İşleri Emekli Başkan Yardımcısı
Diyanet İşleri Başkanlığı
yayınlarında İslami ve ilmî içeriğin dışında iki şey dikkat
çeker: Gayret ve samimiyet.
Bu çalışmalarda öne çıkan
bu iki unsur, Diyanet yayınlarını başlatmış, başarıya
ulaştırmış ve çeşitlenmesini
sağlayarak yaşatmıştır. Esasen bu iki unsura kabiliyet,
cesaret, teknik, bilgi ve estetiği de eklemek gerekir.
Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarının her türünü, Diyanet Gazetesi’nin çıkmaya
başladığı tarihten (22 Kasım
1968; 1 Ramazan 1388)
beri bıkmadan, usanmadan
zevkle ve onurla takip ettim
ve hâlen de takip ederim.
Takip etmekle kalmadım,
çok şükür bir dönem yayını bilen
seçkin bir kadro ile sorumluluğunu da yüklendim. Diyanet Gazetesi neşre başlayalı neredeyse yarım
asra yakın bir zaman olmuş. Az bir
zaman değil. Allah nasip ederse
Diyanet Gazetesi’nin (Şimdi dergi) 300. sayısı da çıkmış olacak.
Bu zamanda çok iş yapılabilirdi
42 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Başkanlığından Lütfi Doğan, Diyanet İşleri Başkan
Vekili imzalı bir yazı aldım.
Bu yazıda; Diyanet İşleri
Başkanlığının 15 günlük bir
gazete çıkartmayı düşündüğünden bahsediliyordu.
Teşkilatın nabzını yoklama
ve bilgi toplama amaçlı bu
yazıda gazetenin içeriğinin
nasıl olacağından ve hangi
konulara yer verileceğinden
bahsediliyor ve benim bu
gazete hakkındaki tavsiyelerim ve görüşlerim öğrenilmek isteniyordu.
Diyanet Gazetesinin ilk sayısı (22 Kasım 1968)
ve çok şükür yapıldı da. Yayınla
uğraşanlar veya uzmanlık alanı
yayın olanlar bilirler ki bu sahada
iş yapmak, hizmet etmek ve her
anlamda tutunmak kolay değildir.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu zoru
başaran ve geçmişinde iz bırakan
resmî kurumların başında gelir.
15 Ağustos 1968’de Diyanet İşleri
Diyanet İşleri Başkanlığının
bana böyle bir yazı göndermesinden son derece memnun olmuştum ve böyle bir
gazeteye ihtiyaç duyulmasına da sevinmiştim. Demek ki
Başkanlık; teşkilat mensuplarının
gazete hakkında neler düşündüklerini ve nasıl bir gazete istediklerini merak ediyordu, öğrenmek istiyordu ve kendilerine soruyordu.
Demek ki Başkanlık bazı görevlilerinin düşüncelerini almak suretiyle
merakını gidermek, bilgi toplamak
Başkanlık 1950’ye kadar 23 civarında eser yayınlamıştır. Sayı itibarıyla az olsa da,
bütün tarihi boyunca Başkanlığın başyapıtları durumunda olan ve devlet desteğiyle
vücut bulan Hak Dini Kur’an Dili ile Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih
Tercümesi adlı eserlerin bu dönemde yayınlanmış olması son derece önemlidir.
ve bir genel kanaate varmak istiyordu.
Ben de o zamanlar Başkanlıktan
gelen yazıya aşağıdaki cümleleri de
ihtiva eden bir cevap vermiştim:
O zaman Beyoğlu Merkez Vaizi
olarak böyle bir cevap yazmışım.
Şimdi olsaydı aynı cevabı yazar
mıydım bilemiyorum. Mutlaka
Başkanlığın yazısına cevap verirdim de; herhâlde daha değişik
şeyler yazardım. Benim yukarıdaki
cevabımdan bir müddet sonra Başkanlıktan Orhan Balcı İstanbul’a
geldi. Ülkemizde o zamanlar her
türlü yayının merkezi İstanbul idi.
Nasıl bir gazete çıkarılması konusunda araştırmalar ve bazı kimselerle görüşmeler yaptı. Tabii ki bu
ön çalışma çok faydalı oldu, hem
güzel bir gazete çıkarıldı ve hem de
uzun ömürlü oldu.
Ben o tarihlerde İstanbul Beyoğlu
Müftülüğünde vaiz olarak çalışıyordum. O göreve imamlıktan
geldiğim için teşkilatın yabancısı sayılmazdım. Yalnız imamlık
yaptığım yıllarda Diyanet’in böyle
bir yayını yoktu. Bu bir eksiklikti. İstanbul’da bulunmam sebebiyle Cağaloğlu merkezli yayınla
Gazeteyi çıkartma görevini yüklenenlerin İstanbul’a yönelmeleri, o
mahalde araştırma yapmaları ve
kalem sahipleri ve yayında tecrübesi olanlarla istişare etmeleri isabetli
bir karardı. O günlerde İstanbul’a
gelip gidenlerden ve bu hayırlı işle
canla başla uğraşanlardan birisi de
Orhan Balcı idi. Orhan Balcı işi
bilen bir arkadaşımızdı. Temeli
sağlam atıldığı ve iyi düşünüldü-
ğü için Diyanet Gazetesi gelişerek
yayınını sürdürdü ve çizgisini hiç
değiştirmeden, taviz vermeden,
bürokratik ve akademik çevrelerin baskılarına aldırmadan uzun
ömürlü oldu, parlak ve başarılı bir
görüntü ile bugünlere ulaştı.
Güzel bir rastlantı Diyanet Gazetesi mübarek ramazan ayında yayına
başlıyordu. O yıl ramazan ayının
Diyanet’e kazandırdığı veya emanet ettiği nimetlerden ve güzelliklerden birisi de Diyanet Gazetesi
olmuştu. Diyanet İşleri Başkanlığı
bu değerin, vereceği hizmetin farkında ve şuurunda idi. Ülkemizde Diyanet tarafından çıkartılacak
böyle dinî amaçlı, ileri görüşlü,
teknik üstünlüğe sahip, sempatik
bir yayına gerçekten ihtiyaç vardı. Nitekim Diyanet İşleri Başkan
Mikail ALTIOK
Van Tuşba Bediüzzaman Camii İmam-Hatibi
25 yıl önce dergimizin sadece Diyanet mensuplarına hitap etmesi, daha geniş okuyucu kitlesine ulaşma olanağını kısıtlanmıştı.
Fakat 2003 yılından itibaren içerik ile ilgili yapılan yenilikler derginin her yaş kitlesine hitap etmesini sağlayarak geniş bir okur
kitlesine ulaşmasını sağlamış, dergiyi daha da işlevsel hale getirmiştir. Artık gündemi takip eden hatta gündem belirleyen, konuları alanında uzman şahsiyetlerin güzel yorumlamalarıyla âdeta
yeniden vücut bulmuş dergimiz, her geçen gün okuyucu yelpazesini genişletmektedir. Temennimiz her geçen sayıda ele aldığı ve
alacağı konular itibariyle bu okur kitlesinin daha da büyümesidir.
Daha nice sayıya, nice güzelliğe...
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
43
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
“Basının fikir hayatımızda ve içtimai yapımızda oynadığı mühim
rolü düşünerek bu teşebbüsten
memnuniyet duydum. İslamiyet’in
çeşitli iftiralara ve hücumlara uğradığı, Müslümanların gericilikle
suçlandıkları şu günlerde; yetkili
kalemleri bünyesinde toplayarak
gerçekleri umumi efkâra duyuracak, genç nesilleri uyaracak polemikler üstü bir neşir organının 15
günde bir de olsa sağlayacağı fayda
büyük olacaktır.”
da ilgim vardı. Diyanet Gazetesi
Ankara’da çıkarılacaktı, ama o yıllarda ülkemizde yayının merkezi
İstanbul olduğu için bu Osmanlı
şehrinden yardım bekleniyor ve
medet umuluyordu. O sebeple
gazetenin ilk sayılarında neşriyat
müdürü İstanbul’dan güya bu işi
bilen teşkilatımızla hiçbir ilgisi olmayan iyi niyetli bir zattı.
Diyanet İşleri Başkanlığı camilerin ve Kur’an kurslarının dışında halkımızı
yurt içinde ve yurt dışında kütüphanelerimizde büyük bir eksikliği gideren
kitaplarıyla, süreli yayınlarıyla, her yıl yayınlanan namaz vakitlerini dinî bilgileri ihtiva eden takvim çeşitleriyle hizmet vermeye devam etmektedir.
Vekili Lütfi Doğan, birinci sayfada
yer alan (Çıkarken) başlıklı güzel
yazısında bu ihtiyaca değindikten,
tebrik ve teşekkürden sonra özetle
şunları söylüyordu:
“Başkanlığımız bu şerefli vazifeyi
(yurt içinde ve yurt dışında din
hizmetini) şimdiye kadar gerek
din görevlileri ile gerek neşrettiği
telif ve tercüme eserlerle yapmaya
çalışmıştır. (Yapmıştır)
Dinimizin iman, ibadet ve ahlak
düsturlarını, helal ve haramlarını,
bütün buyruklarını ve yasaklarını,
yurdumuzun en ücra köşelerinde yaşayan vatandaşlarımıza kadar duyurmak, maddi ve manevi
yönden faydalı olmak maksadıyla
on beş günde bir ve on altı sahife
olarak yayınlanması kararlaştırılan
Diyanet Gazetesi, bu hedefleri gerçekleştirmek üzere çıkacaktır.
Büyük bir gaye ile neşredilen Diyanet Gazetesi’ne başta teşkilatımız
mensupları olmak üzere en ücra
köyümüzde bulunan vatandaşımıza kadar milletimizin her ferdinin
yakın ilgi duyacağı şüphesizdir.
İşte bu sahada Diyanet’e düşen vazife büyüktür.
Diyanet Gazetesi’nin ilk sayısının
ramazan-ı şerif gibi bol nimetli ve
bereketli bir ayın başlangıcına rastlamasını hayırlı sayar, onun milletimiz için hayırlı ve uzun ömürlü,
milletimize iyi hizmetle başarıya
erişmesini Cenab-ı Hak’tan dileyerek mümin kardeşlerimin ramazanı şeriflerini tebrik ederim.”
Çok şükür her şey muhterem Lütfi Doğan’ın belirttiği ve temenni
ettiği gibi oldu, Diyanet Gazetesi
samimi ve gayretli gençler sayesin-
44 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
de büyüklerinin dualarıyla, kalem
sahibi ilim adamlarının fikir ve düşünceleriyle başarıya ulaştı.
Ben başlıkta böyle bir terim geçmediği hâlde Diyanet Gazetesi
diyorum. Mevkutenin bir yerinde gazetemiz tabiri kullanıldığı
için ben de Diyanet Gazetesi diye
yazdım. İleride ne olur belli olmaz
şimdilik gazete 15 günde bir çıkacak. Sonraki güzel gelişmeleri de
hep beraber yaşadık ve gördük.
Diyanet yayınları deyince de hemen Diyanet Gazetesi akla gelir.
Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı
yayınları arasında çok değerli kitapların da yayınlanmış olduğunu
unutmamak ve inkâr etmemek
gerekir. Ne yazık ki Türkiye’de
yayıncılık veya yayın gazete ile
özdeşleşmiştir. Yayın denilince
hemen gazete akla gelir. Günlük
gazetesi olmayan ne yaparsa yapsın hemen hemen yayını da yok
hükmündedir. Medya kelimesi
bu işi biraz gazetenin tekelinden
kurtardı. Zamanımızda medya denince yayın türünün canlı cansız,
görüntülü görüntüsüz, sesli sessiz, süreli süresiz her çeşidi akla
geliyor. Medya kelimesi hepsini
kanadının altında topladı.
Türkiye’nin yayın hayatını takip
etmek, öteden beri benim âdetim,
tutkum ve alışkanlığımdır. Memleketimizin geleceğinin önünün
açık ve parlak olmasının, milletimin birlik ve beraberliğinin yayınla mümkün olacağına inanan bir
insanım. Diyanet İşleri Başkanlığının da yarım asır öncesinden konuya böyle baktığı ve meselenin
ve yayın hizmetinin önemini kavradığı anlaşılıyor. Elli sene önce
yayına başlayan Diyanet Gazetesi
böyle tükenmeyen bir samimiyet
ve gayretin ürünüdür.
Takdir edersiniz ve bilirsiniz ki
büyük bir ihtiyaca cevap veren Diyanet Yayınları, yalnızca Diyanet
Gazetesi’nden ibaret değildir. Şu
hususu unutmamak gerekir ki; her
din görevlisinin nerede olursa olsun eline ulaşan, minber ve kürsüsüne çıkan, sohbetlere konu olan
ve çantasına giren yayın odur.
Diyanet yayınları arasında Diyanet
Gazetesi’nin dışında aynı statüde,
çok az farkla aynı ömürde ve aynı
usulde yayınlanan iki mevkute
daha vardır. Birisi üç aylık İlmi
Dergi, diğeri de ayda bir muntazam yayınlanan Diyanet Çocuk
Dergisi’dir. Çocukların zevkle takip ettikleri, arkadaş gibi beraber
oldukları, renkli sayfalarında kendilerini buldukları, yazıp çizdikleri
bir dergidir. Üç aylık İlmi Dergi’nin
yayınında zaman zaman aksamalar
olmuş, ama Diyanet Çocuk Dergisi türünde örnek teşkil edecek ve
teşvik görecek şekilde aksamadan
çıkmıştır. Şu anda bu saydığım süreli yayınlara ek bir de Diyanet Aile
Dergisi yayınlanmaktadır. Diyanet
Haber Bülteni de her ay merkez
ve taşranın aynası olarak elimize
ulaşmaktadır. Görülüyor ki Diyanet İşleri Başkanlığında zengin bir
süreli yayın çeşidi var. Bu neyin
eseri; yukarda da işaret ettiğim gibi
gücünü hizmet azminden ve aşkından alan samimiyet ve gayretin!
Süreli yayınların dışında kitaplar
konusuna ve bu çalışmalarda Din
İşleri Yüksek Kurulunun katkılarına girmek istemiyorum. O zaman
iş çok uzar ve bir makale hacminin ve içeriğinin çok dışına çıkar.
GÜNDEM
Esasen Diyanet İşleri Başkanlığı
yayınları bir araştırma ve tez konusu olacak zenginlikte ve seviyededir. Hatırladığıma göre bu konuda
üniversitelerimizde tez çalışmaları
yapanlar da olmuştu. Yine de yapılabilir ve yapılacaktır da.
Muhammet Emin GÜRDAMUR
Ordu/Ünye İmam-Hatip
Yedi yıllık meslek hayatım boyunca şahit olduğum çarpıcı kapakları ve doyurucu muhtevasıyla Diyanet dergisi, güncel olanı
ona teslim olmadan ağırbaşlı bir mesafeden takip eden, işlediği
akademik bahislerle arşivlenmeyi fazlasıyla hak eden bir mecmua
olarak müktesebatımda anlamlı bir yere sahiptir. Biz Diyanet personelini hem ortak bir dil, entelektüel bir aidiyet etrafında kenetlemek, hem de merkezden taşraya her ay yenilenen bir heyecan
dalgası altında bırakıp yenilemek suretiyle hayati bir işleve sahip
olan dergiye bu zamana kadar emeği geçen herkese, isimleri bilinen veya bilinmeyen hocalarıma, bütün okurlar adına teşekkürü
borç biliyorum.
Süreli süresiz, sesli sessiz hizmette yayının önemini ve lüzumunu
kavrayan kurumların başında Diyanet İşleri Başkanlığı gelmektedir.
Bu hizmetin süreli yayınlarla hızlandığını ve dikkat çekecek şekilde
devreye girdiğini düşünecek olursak elli seneden fazla bir zamanı
dikkate almak gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığı camilerin ve Kur’an
kurslarının dışında halkımızı yurt
içinde ve yurt dışında kütüphanelerimizde büyük bir eksikliği gideren kitaplarıyla, süreli yayınlarıyla,
her yıl yayınlanan namaz vakitlerini dinî bilgileri ihtiva eden takvim
çeşitleriyle hizmet vermeye devam
etmektedir. Son günlerde ilmi Başkanlıkta çevrelerin ciddi manada
ilgisini ve dikkatini çeken, takdirini toplayan yayınlar yapılmaktadır. Televizyondaki Diyanet kanalını da dikkate alırsak Başkanlık
yayın hizmetlerine yeni atılımlarla
devam edeceği ümidini kuvvetlendirmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığının yayınlarını takip edenler bu hizmeti benim anlatmaya çalıştığımdan daha
iyi anlayacak ve kavrayacaklardır.
Diyanet İşleri Başkanlığı iş birliğiyle hazırlanan Türkiye Diyanet
Vakfı yayınlarını ve özellikle İslam
Ansiklopedisini de dikkate alırsak
dinî alanda yayın hizmetinin nerelere gelmiş olduğunu daha iyi anlamış oluruz.
Diyanet dergisini 300. sayıya ulaştıranları içtenlikle tebrik eder, şimdiye kadar hizmeti geçenleri şükranla ve saygı ile anar, Başkanlığımıza yayında hizmet yolunun açık
olmasını Allah’tan dilerim.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
45
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Yayın, Diyanet İşleri Başkanlığında özel sektörde bile az görülen bir
istek, bir heyecan ve bir gayretle
samimi olarak ele alınmıştır. Amatör ruhla işe sarılan her seviyeden
görevliler hizmeti ve işi sanki profesyonel bir ruhla yürütmüşlerdir.
Diyanet İşleri Başkanından tutun
da aşağı derecede ve seviyede çalışan kadroya varıncaya kadar yayınla ilgilenen her insan bu heyecanı duymuş ve işe dört elle sarılmıştır. Ben bu birimde uzun süre
sorumluluk yüklenmiş ve görev
yapmış bir kimse olarak vaktiyle
böyle bir ekiple çalışmış olmanın ve bu zevki yaşamanın tadını
halen duyuyorum ve heyecanını
yaşıyorum. Beraber çalışmak şere-
fine erdiğim Başkanların hepsinin
yayına büyük ilgi gösterdiklerine
bizzat şahit olmuşumdur. Yayına omuz verenleri, yeni hamleler
yapılmasına yürekleriyle vesile
olanların hepsinin burada zikredilmesi mümkün değildir. Hiç değilse yayınlarda hizmeti geçenleri
temsilen bir iki isimden burada
minnet ve şükranlarımızla bahsetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Diyanet dergisine bugünkü
şeklini veren ve bunu bir çocuk
sevinç ve heyecanıyla takip eden
merhum Hamdi Mert’i unutmamak lazım. Rahmetle anıyorum.
Çocuk Dergisi’nin çıkartılmasında
ve yayına devamının sağlanmasında Mehmet Kervancı’yı ve ekibini
şükranla hatırlamak gerekir. Diyanet yayınlarına hizmeti geçen
ve bu hizmetin yüceliğine ve lüzumuna inanan arkadaşlarımın
tamamının zihnimde çok seçkin
yerleri ve saygınlıkları var. Hepsini takdirle anıyor ve hizmetlerinin
boşa gitmeyeceğine inanıyorum.
Bendeniz 1993–1998
yılları arasında Diyanet
teşkilatında 6 yıl civarında
Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı yaptım. Bu süre zarfında ve imkânlar nispetinde,
Diyanet’in yayın politikası
doğrultusunda ve seleflerimizden bize intikal eden güzellikleri de göz ardı etmeden görev
yapmaya özen gösterdik.
Yine bu dönemde şeyhülislamlıktan, Diyanet İşleri Başkanlığına
geçiş tarihi itibarıyla Diyanet’in
yayın konusunda yapmış olduğu hizmetleri inceleme imkânım
oldu. Çünkü hâlen yapılan işlerin
evveliyatı bilinmediği takdirde
sağlıklı ve faydalı bir çalışma yapılamayacağı ve ilerleme olmayacağı
düşüncesindeyim.
Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart
1924 tarihinde kurulduğunda,
teşkilat, bir Başkan’ın yönetiminde Müşavere Heyeti, Mushafları
Tetkik Heyeti, Dini Müesseseler
Müdüriyeti, Memurin ve Sicil Müdüriyeti, Levazım Müdüriyeti ve
Tahrirat Müdüriyeti ile Türkiye
çapında 391 müftülük ve toplam
5668 çalışan personelden ibaretti.
Hatta 1950 yılına kadar Başkanlıkta yayın işlerini yapan bir birim
bile yoktu. Ancak 1950 senesinden itibaren Diyanet’in yayın işlerini, Zat İşleri Müdürlüğü üstlenmişti.
Oysaki Diyanet’in kuruluşuyla bir-
46 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Dergi’nin
0
0
3
Aylık
Diyanet
ZERİNE
SAYISI Ü
likte toplumu din
konusunda aydınlatmak ve ibadet
yerlerini yönetmek görevi yasa ile
Diyanet’e verilmişti. Hatta teşkilatın göreviyle ilgili olarak geniş çaplı bir oluşuma ihtiyacı bulunuyordu. Fakat nedense bu teşkilatlanma olmadı veya çok yavaş ilerledi.
Bu durum 1965 yılına ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
çıkana kadar sürdü. Söz konusu
kanunla birlikte yeni birimler kurulmuştu. Bu birimlerden birisi de
Din Hizmetleri ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığı idi. Diyanet İşleri Başkanlığının
yayın işlerini yürütmek üzere de
Derleme ve Yayın Müdürlüğü kurulmuş ve bu Daireye bağlanmıştı.
Zamanla 633 sayılı Teşkilat Kanununun bazı maddelerine çeşitli
itirazlar yapılmış, bunun üzerine
mahkemeler de bu maddeleri iptal
cihetine gitmişti. Dolayısıyla bir
süre sonra Diyanet yönetilemez
hâle gelmişti. Onun için Diyanet
uzunca bir müddet tüzük, talimat
ve yönetmeliklerle idare edilmeye
Abdullah CEYHAN
Dini Yayınlar Dairesi Eski Başkanı
çalışıldı. Bilahare Bakanlar
Kurulu’nun 18.07.1984
gün ve 8360 sayılı kararıyla 190 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’de
Dini Yayınlar Dairesi
Başkanlığı, ana hizmet
birimlerinden kabul
edilerek yeniden düzenlendi. Yayınlarla ilgili 4 ayrı
Şube Müdürlüğü de Dini Yayınlar
Dairesi Başkanlığına bağlandı.
Dâhili ve ufak tefek bazı tedbirlerle
Diyanet ihtiyaçlarını gideremeyince bu sefer öncelikle Başkanlar,
Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanları ve Başbakanlar yeni görevlerine başlar başlamaz hemen
Diyanet’in Kanununu çıkarmaktan
bahseder olmuşlardı. Ama yine
de verdikleri sözlerinde hiçbirisi
başarılı olamadı. Ancak Teşkilat Kanununda değişiklik yapan
01.07.2010 tarihli ve 6002 sayılı
Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
çıkarılarak 13 Temmuz 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmesiyle
kısmen giderilebildi.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu yeni
Yasa ile Genel Müdürlük seviyesinden Müsteşarlık seviyesine
çıkarıldı. Yasaya göre teşkilat, 2
sürekli Kurula ilave, 9 adedi Genel
Müdürlük olmak üzere 14 birimden oluşturuldu.
Diyanet yeni imkân ve birimleri
GÜNDEM
sayesinde, bizim hayalini kurup
daha önce üzerinde çalıştığımız fakat netice alamadığımız yayın işlerini daha kolayca ve kaliteli olarak
yapma fırsatını yakalamış oluyordu. Oysa bu fakir Daire Başkanlığı
öncesi dönemde Döner Sermaye
imkânının yetersizliği nedeniyle
bazı kitapların bastırılamadığını iyi
biliyordu. Diyanet’in bir televizyon
kanalına sahip olarak kendi yayınını bizzat yapmak istemesine hatta
bu konuda ilgililerin çalışmasına
rağmen bu istek de gerçekleşmedi.
Diyanet olarak hazırlanan dinî,
kültürel ve sosyal muhtevalı paket
programlarımız yine de TRT mevzuatı gereği Kurum denetiminden
geçmek zorundaydı. Bununla birlikte Yayın Dairesi tarafından Başkanlık adına bastırılan kitap ve
dergilerin ücretsiz dağıtımı, günümüzde yapılanların aksine oldukça
sınırlıydı. Hatta süreli yayınlar ve
kitaplar kalitesiz de olsa kâğıt bulunabilirse bastırılıyordu.
Diyanet 1961 yılında Diyanet
Dergisi’ni (Diyanet İlmi Dergi), 22
Kasım 1968 tarihinde, 15 günde
bir çıkarılan Diyanet Gazetesi’ni
(Diyanet Aylık Dergi), 1979 yılında da Diyanet Çocuk Dergisi’ni
çıkarmaya başlamıştır. Söz konusu
dergiler ücretsiz dağıtılan çeşitli
ekleriyle ve Özel Sayı olarak güzel kâğıtlara basılmaktadır. Diyanet Aylık Dergi’nin 300. sayısı ise
2015 yılı, Aralık ayında basılacaktır. Diyanet Aylık Dergi’nin 1968
yılından bu yana basılmaya devam
etmesi çok önemlidir. Doğrusu
dergiyi çıkaranları kutlamak istiyorum.
Bildiğim kadarıyla estetikten anlayanlara göre güzelliklerde sınır
yoktur. Güzelliğin resmini çizmeye çalışanlar, çizdiklerine ve yazdıklarına ruh katmalılar. O zaman
ne güzel olur, değil mi? İşin inceliğine vakıf değilseniz, güzellik izafidir der geçersiniz. Yine de buna
rağmen yazar ve çizerler, yayın işi
yapanlar “her işi ilk defa biz yaptık” dememelidir. Çünkü her şeyin
bir evveliyatı vardır.
Diyanet Aylık Dergi’yi bugüne kadar getirenleri minnet ve şükranla
anıyor, vefat edenlere Allah’tan
rahmet niyaz ediyorum. 300. sayı
hayırlı olsun…
Hızır KETANCI
Kasarcılar Camii İmam-Hatibi/Rize
Dergimizin bence bir tek eksiği var: O da tanıtımının iyi yapılmaması. Camiamızın büyük bir bölümü dergiye karşı oldukça
mesafeli ve önyargılı. Tam bu noktada kendi adıma bir itirafta
bulunayım. Ben de senelerce dergiye karşı mesafeli duranlardan
birisiydim. Sonra nasıl olduysa günlerden bir gün elime geçen
dergilerden birini okumaya başladım. Okudukça beni cezbetmeye ve içine çekmeye başladı. Kısa sürede fikrimin tamamen değiştiğini gördüm. Gündemi ve güncel olanı takip etmede çok
işime yarayan bir dergimiz var.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
Bilgiden Hikmete Uzanan Yol
Onun üzerine biz ikinci alternatifi devreye sokmuştuk. Şöyle ki
17.09.1997 tarihinde TRT Genel
Müdürü Sayın Yücel Yener ve Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz bir protokol imzalamışlardı.
Bizim hazırladığımız bu protokole
göre TRT 4’te cumartesi akşamları
120 dakika süreli “Diyanet Saati”
adıyla dinî bir program yapacaktık. Nihayet 01 Kasım 1997 tarihinde ve cumartesi günü akşamı
ilk yayınımızı başlattık.
Ama günümüzde görüyorum ki
Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü
tarafından çok sayıda kitap ve dergi basılıyor, dağıtılıyor ve satılma
endişesi taşınmıyor. Üstelik kitap
ve dergilerin basımında en kaliteli
kâğıtlar kullanılıyor. Diyanet TV
kanalı yoluyla Başkanlık kendi hazırladığı dinî programlarını istediği
biçimde yayınlıyor. Bunların kadri
ve kıymeti çok iyi bilinmeli ve şükredilmelidir.
DİN DÜŞÜNCE YORUM
Mevlana’nın
insana
bakışı
Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı
Mevlana’ya göre insan; ulvilik ve süfliliğin, akıl ve
şehvetin buluşma noktası olup, bütün problemlerine
rağmen varlıkların en değerlisidir.
48 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
İnsan sözcüğü, Arapça bir kelime olup “üns” ve “nesy” terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns
yabaniliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alaka anlamlarına
gelir. (İsfehani, Ragıb, el-Müfredat fi Garibi’lKur’an, İstanbul 1986, s. 34.) Bu duygu
insanın hemcinsleriyle ve yaratıcısıyla kolayca kurabi¬leceği ilişki ve
iletişimi ifade eder. Nesy ise, hayvaniliğin aksine; gaflet, bildikten
sonra unutmak, anlamamak, hata
etmek (İsfehani, age. s. 748.) gibi manaları kapsamakta olup, insanın “ilk
misak”ı (bkz. Kur’an-ı Kerim, el-A’raf, 7/172:
“Hani rabbin Ademoğlunun sırtlarından zürriyetlerini almış ve kendilerine şahit kılmıştı: ‘Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) ‘Evet,
(sen bizim Rabbimizsin) şahidiz’ demişlerdi.
Kıyamet gününde “Biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye.” (Dünyaya gelen ve gelecek olan
her insanda İslam’ın mührü Rabbimiz tarafından
vurulmuştur.) her zaman örtebileceği,
yani yaratıcısına başkaldırıp ilişkiyi koparabileceğini vurgulamakla
birlikte psikolojiye konu olan hafıza kaybı, unutkanlık manasına
da gelmektedir. İşte insan kelimesinin etimolojisinde her iki anlamı
da içeren bu tanım, Mevlana’nın
tanımıyla örtüşür. Ona göre insan; ulvilik ve süfliliğin, akıl ve
şehvetin buluşma noktası (Mevlana,
Mesnevi, (çev. Veled İzbudak), İstanbul 2004,
olup, bütün problemlerine
rağmen varlıkların en değerlisidir.
Mevlana, insanı tanımada Kur’an’a
başvurulmasını öğütler ve şu ayete
dikkatleri çeker: (Mevlana, Mesnevi, VI,
87.) “Biz insanı en güzel bir biçimde
yarattık.” (Tin, 94/5.)
IV, 128.)
Yukarıdaki ayette vurgulandığı
gibi, varlıklar içerisinde yaratılı-
Yüce Allah, kendisinde
bulunan birtakım sıfatları
mahiyet farkını dikkate
almak şartıyla, mecazi
manada insana da
vermiştir. Mevlana, bu
hususu şu şekilde dile
getirir: “Allah, bizim
huyumuzu/ahlakımızı da
kendi huyuna/ahlakına,
kendi suretine göre yarattı,
bizim vasfımız da O’nun
vasfından bir örnektir.”
şı en güzel olan insandır. Ayette
geçen “ahsen-i takvim” pasajı, insanın gerek boyunun posunun
doğruluğu ile günden güne artan
görünen şeklinin güzelliği ve gerek aklının, zihninin hak ve hayır
ayetlerini ve hatırlatılan güzellik
ve yücelikleri idrak edebilecek şekilde güzel kabiliyeti ve gerek ilahî
ahlak ve niteliklerle ahlaklanıp
derece derece gelişme ve olgunlaşmaya elverişli olan ahlak güzelliği
gibi maddi ve manevi her türlü
gü¬zelliği kapsar. İnsanın güzelliği, salt duygusuz olan şekil ve
suretinde değil, asıl duygu ve maneviyatında ortaya çıkar. İşte Mevlana, Tin suresinin beşinci ayetine
vurgu yapmakla, insanın yaratılış
bakımından hem zahiri ve hem de
batıni/manevi güzelliğine dikkat
çekmiş olmaktadır. Çünkü varlıklar içerisinde şekli, en güzel olan
insandır. İnsan şekli, Arş’tan üstündür, düşünceye sığmaz (Mevlana,
Mesnevi, VI, 87.) diyen Mevlana, insanın fizik ve metafiziği birlikte sentezleyerek ulviliği yakalayabilece-
ğine işaret etmektedir. Çünkü arş,
bir varlık mertebesidir. İnsan, bu
varlık mertebelerinin içinde ulvi
bir konuma sahiptir. Bu sebeple
insan, varlık mertebelerini özünde
taşıdığı ilahî cevherle aşabilir. Bir
başka ifade ile Mevlana’nın düşünce sisteminde insan, Yüce Allah’ın
nefes-i ilahîsinin bir eseridir. (bkz.
Secde, 32/7-9; Hicr, 15/29.)
Yüce Allah, kendisinde bulunan
birtakım sıfatları mahiyet farkını
dikkate almak şartıyla, mecazi manada insana da vermiştir. Mevlana,
bu hususu şu şekilde dile getirir:
“Allah, bizim huyumuzu/ahlakımızı da kendi huyuna/ahlakına,
kendi suretine göre yarattı, bizim
vasfımız da O’nun vasfından bir
örnektir.” (Mevlana, Mesnevi, IV, 106.)
Mevlana bu düşüncesiyle İmam-ı
Gazali’nin (ö. 505/1111) “Kitabü’l-Esna
fi Şerhi Esmaillahi’l-Husna” adlı eserine de isim olan: “Allah’ın ahlakı
ile ahlaklanınız” (bkz. Gazali, Ebu Hamid
Muhammed b. Muhammed, el-Maksadu’l-Esna
fi Şerhi Esmaillahi’l-Husna, Mısır, ts., s.110.)
rivayetine vurgu yapmıştır. İşte
Allah’ın en güzel isimleri manasına gelen el-esmaü’l-husnayı böyle
anlayacağız. Bir nevi bu isimler,
davranış planında bizde hayat bulacaktır. Örneğin; Allah kerimdir,
cömerttir, biz de cömert olacağız.
O, affedicidir, biz de affedici olacağız. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Mevlana bu hususu açıklarken
yaratıcı der, nasıl ki kendisinin
övülmesini ve teşekkür edilmesini istiyorsa, aynı şekilde insan da
kendisinin övülmesini ve takdir
edilmesini ister. (Mevlana, Mesnevi, IV,
106.)
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
49
DİN DÜŞÜNCE YORUM
İnsanı diğer varlıklardan
ayıran özellikler
Öte yandan, insan; “küçük bir
âlem, ama hakikatte en büyük
âlemdir.” (Mevlana, age. IV, 57.) diyen
Mevlana, onu, diğer varlıklardan
üstün kılan vasıflarla mukayeseler yaparak anlatır. Amaç, insanın, ulvilik ve süflilik nitelikleri
arasındaki temel ayıraç noktalarını
ortaya koymaktır. Bu bağlamda
Mevlana’ya göre varlıklar yaratılış
mahiyetleri bakımından üç kategoriye ayrılır:
50 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
1) Melekler: Nurdan yaratılmışlardır. Onlar, akıl, bilgi ve cömertlikle donatılmışlardır. Secdeden
başka bir şey bilmezler. Yaratılışlarında hırs ve heva yoktur. Mutlak
nurdan olup, Allah aşkıyla yaşamaktadırlar.
2) Hayvanlar: Bilgisizdirler,
içgüdüleriyle hareket ederler.
Ottan başka bir şey görmezler.
Kötülük, yücelik ve iyilikten gafildirler. Hayvanlar; yer, içer ve
arzularını tatbik etmekle uğraşırlar.
3) Âdemoğulları/insanlar: Bunlar
yarı yaratılışları bakımından melek, yarı yaratılışları bakımından
hayvan gibidirler. Behimi olan
yarıları, aşağılığa meyleder, öbür
yarıları da akla meyleder. (Mevlana,
Mesnevi, IV, 124.) Mevlana’nın da vurguladığı gibi, insanda akıl/bilgi
kuvvetinin yanında öfke ve şehvet kuvveti de vardır. Eğer insanda şehvet kuvveti akıl kuvvetine
hâkim olursa, böyle bir insandan
haksızlık gibi kötülükler; eğer akıl,
şehvet ve öfke kuvvetlerine hâkim
olursa böyle bir insandan da iffet,
DİN DÜŞÜNCE YORUM
şecaat ve adalet gibi erdemli davranışlar meydana gelir. (Mevlana, age.
IV, 128.)
Mevlana’ya göre melekler ve hayvanlar; savaştan, kavgadan anlamaz; istirahat ve huzur içindedirler. İnsan ise, melek ve hayvanlardan irade yönüyle ayrılmıştır diyen
Mevlana, insanları kendi içinde şu
şekilde sınıflandırır: (bkz. Mevlana,
Mesnevi, IV, 128–129.)
1) İnsanlardan bir kısmı, hayatlarının tümünü Allah’a adamışlardır. Bunlar, bir çeşit, pratik iman
ve Müslümanlığı gündelik hayatlarında davranış kalıplarına dökmek suretiyle Hz. İsa gibi irfani
ve ruhani bir sürece katılanlardır.
Mevlana’nın tabiriyle yine bunlar,
surette insan, hakikatte Cebrail gibidirler. Öfke, dedikodu, heva ve
hevesten kurtulmuşlardır. Oruç,
bunu çok güzel sembolize eder.
Çünkü oruç tutan bir Müslüman,
gün boyunca yemeden, içmeden
ve nefsanî arzulardan uzak durmakla melekleşme yanını öne çıkarır. Elbette, diğer ibadetler de
manevi açıdan insanı yüceltir, iradesini kuvvetlendirir, duygularını
inceltir, meleki niteliklere bürünmeye ve hatta onları aşmaya sebep
olur. Mevlana’nın tabiriyle, Miraç
Gecesi’nde Hz. Peygamberle birlikte yaptıkları manevi yolculukta
melek Cebrail’in belli bir noktadan
sonra öteye geçememesi buna çok
güzel örnektir.
2) İnsanların bir kısmı da
Mevlana’nın ifadesiyle eşeklere
katılmış olanlardır. Bunlar; kızgınlığın ta kendisi olmuşlar, tepeden
tırnağa kadar şehvet kesilmişler-
dir. İnsanın dışındaki diğer mahlukat gibi, sırf bedenî ihtiyaçlarını
karşılamak için yerler, içerler ve
behimi arzularını tatmin ederler.
Allah’la ilişkileri kopuk olduğu
için, bunlarda meleklik/ruhanilik
sıfatı yoktur. Mevlana’nın bakış
açısında canı/imanı olmayan adam
manen ölüdür. Bu gerçeği Mevlana
şu ayetle temellendirir: (bkz. Mevlana,
Mesnevi, IV, 124–125.) “Ey inananlar!
(Allah rasulü) hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın
çağrısına uyun!” (Enfal, 8/34.) Dolayısıyla insan, kendisine hayat vere-
dır. İnsan hem iyiliğe ve hem de
kötülüğe karşı kabiliyetli yaratılmıştır. Dolayısıyla insan, sahip
olduğu özgür iradesiyle yeteneklerini iyinin ve doğrunun mücadelesi yönünde kullanabilir. İnsanın
genetik şifresi olan DNA’sına bu
duygu yerleştirilmiştir. Bu bağlamda Mevlana’ya göre insanı insan
yapan salt, fiziki güzellik ya da
varlıklı olmak değil, manevi güzelliktir. O, “Eğer insan, suretle insan
olsaydı Ahmet’le Ebu Cehil eşit
olurdu.” görüşüyle, materyalist in-
İnsan, sahip olduğu özgür iradesiyle yeteneklerini iyinin ve
doğrunun mücadelesi yönünde kullanabilir. İnsanın genetik şifresi olan DNA’sına bu duygu yerleştirilmiştir.
cek olan vahiyden kopmamalıdır.
İnsan vahiyle irtibatını kopardığı
zaman, bunalıma düşer. Bu sebeple Mevlana, bütün zamanların yolunu şaşırmışlarına “kendine aklı
ve dini kılavuz et” (Mevlana, age. IV, 53.)
demek suretiyle izleyecekleri yöntemi göstermiştir.
Sonuç olarak söylemek gerekirse,
Mevlana’ya göre her insan büyük
bir âlemdir. İnsan, düşünceden
ibarettir, geri kalan et ve sinirdir.
Her şey insandadır. Varlıklar içerisinde, Allah’ın bütün sıfatlarına
mazhar olan yegâne varlık insan-
san telakkisinin tutarsızlığına karşı
koymuştur. Mevlana’nın dediği
gibi, insanda o kadar büyük bir
aşk, hırs, arzu ve üzüntü vardır ki,
yüz binlerce âlem kendisinin olsa,
yine huzur bulmaz. Bu zevklerin,
arzuların hepsi bir merdivene benzer. Merdiven basamakları oturup
kalmak için elverişli değildir; üzerine basıp geçmek için yapılmıştır.
O halde insan huzur ve sükûneti
merdiven basamakları durumunda
olan salt arzu ve isteklerde değil,
Allah’a imanda aramalıdır.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
51
Kalbin Şaşılığı:
Şirk
Muhammet Emin Gürdamur
Şirk bir vehimdir. Çünkü
Allah’ın eşi ve benzeri yoktur.
Fakat şirk sadece puta tapıcılığa
indirgenirse Kur’an’ın bu konuyla ilgili bütüncül bakışı göz ardı
edilmiş olur. Çünkü Kur’an bize,
nefsin hevasının dahi ilah edinilebileceğini (Furkan, 25/43.), arzular ve ihtiraslarla da şirk batağına
düşülebileceğini doğrudan söylemektedir. Bu demek oluyor ki
şirk dediğimiz zaman insan kadar
girift, insan kadar tarazlı ve insan
kadar çok boyutlu bir olguyla karşı karşıyayız.
İnsanı dünyadaki sorumlu yürüyüşünden alıkoyacak, onun
istikametini cennetten başka taraflara çevirecek her oluşun ve
yönelişin, yolları ikilemesi bakımından bir şirk biçimi olabile-
52 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
ceğini, en azından içinde onun
şaşılık veren zehrinden damlalar
barındırabileceğini anladığımız
anda hayatın her alanına nüfuz
edebilecek sinsi bir tehlikeyle
karşı karşıya olduğumuzu da
fehmetmiş oluyoruz.
İslam’ın ısrarla dikkat çektiği,
bütün imkânlarıyla tıkamaya çalıştığı bir gedik olarak şirk, insanı da, toplumu da topyekûn ifsat
edebilecek mahiyettedir. Büyük
insanlık yürüyüşü boyunca vahiy tam da bu batışı engellemek,
insanı bu çalkantılı denizde dengede tutmak ve yaratılış amacına
uygun olarak sapasağlam Rabbine
dönmesini sağlamak gibi eşsiz bir
rehberliğin adıdır.
Şirk ilk düğmeyi yanlış ilikle-
mekle eşdeğer bir bilinç sapmasıdır. İnsanın kendisini var
eden iradenin karşısında kibre
kapılıp kendi kendine yeteceği
yanılgısına düşmesi de, hayatı
Allah’ın sözünün geçtiği ve geçmediği cüzlere ayrıştırması da ve
Allah’ın ona yüklediği sorumluluğu inançsızlık girdabına kapılıp reddetmesi de özünde şirkten
nüveler taşıyan savrulmalardır.
Çünkü şirk sadece Allah’a ortak
koşmak şeklinde değil, onun
emirlerine, beşeriyetin önüne
koyduğu kurtuluş köprüsüne şerikler çıkarmak suretiyle de tezahür edebilmektedir. Elbette yeryüzündeki insan sayısınca O’na
giden yollar vardır. Lakin bu
yollar vahyin koridorundan taşmamakla mükelleftir. Aksi hâlde
DİN DÜŞÜNCE YORUM
yolun ucunun insanın kendi vehminde yontup büyüttüğü putlara
çıkması kaçınılmazdır.
Allah’a (c.c.), kayalardan yontulan putlara tapmak suretiyle
ortak koşmak bir klasik dönem
şirki olarak büyük ölçüde miadını doldurmuşa benziyor. Peşinden insan aklının kendi kendine
yetebileceği yanılsaması üzerinde
yükselen ve sırtını pozitivizme dayayan, modern şirk biçimleri arzı
endam etti. Farklı gözükmekle
birlikte bu iki şirk türü de aynı
bataklıktan beslenir. Özgeci
Simone Weil, puta tapıcılığın
ruh kökünde doğaüstü dikkati gösterememenin ve bu
dikkatin gelişmesi için gerekli olan sabra sahip olamamanın yattığına isabetle dikkat
çeker. Putperest, kutsal olana
dokunmak, hem de hemen
şimdi, burada dokunmak, onu göz hapsine
almak, ihata etmek ister. Bu bize pozitivizmin konumlandırıcı,
anlayamadığını reddedici niteliğini hatırlatıyor. Hâlbuki insan
görebildiği, dokunabildiği ve tastamam anlayabildiği bir kutsal karşısında ilk olarak kulluğunu
yitirecektir, yani insanlığını…
Modern zamanlarda daha çok bir
entelektüel savruluş olarak karşımıza çıkan şirk, bu paradoksal
dünyada vahyin ışığında yürümek
ve cennete bir yol bulmak için
insana bahşedilen aklı putlaştırıp onun kavrayamadığı her şeyi
inkâr etmek yoluna gitmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in, Allah’a ortak
koşan kişileri gökyüzünden düşüp parçalanan, kuşlar tarafından
didiklenen veya rüzgârla uzak bir
köşeye sürüklenen şeye benzetmesi idraklerimize güçlü ve hikmetli
bir metaforla kazınmaktadır. (Hac,
22/31.) Müşrik, bilincini semadan
yeryüzüne düşüren kişidir. Orada akbabalarca parçalanması ve
nihayet uçurumların kenarına sürüklenmesi kaçınılmazdır.
uyanık tutan bu ibadetlerde, insanın mekânla, mekânın kutsalla,
kutsalın tekrar insanla ilişkisini
gönyede tutan ince, ürpertici bir
tevhit rikkati de görüyoruz. Ve
bunu yalnızca İslam’da görüyoruz. Diğer bütün inanç ve ahlak
sistemleri panteizmle materyalizm
aralığında, kimi içe kimi dışa doğru muvazenesizliklerle ama bir şekilde tevhidî merkezlerini yitirmiş
sistemler olarak karşımıza çıkıyor.
Örneğin burada durup düşünüyoruz, Müslüman için mihver
teşkil eden kutsal mekânlar ve
özellikle hac ibadetinde sembolik anlamları ağır basan ibadetler,
nasıl oluyor da insanın somutlamaya meyyal tarafına teslim
olmuyor? Mekân ve kutsal sembollerle terbiyeli bir mesafeyi hep
Kitabımız Kur’an, şirkin en büyük
“zülüm” olduğunu beyan ederek,
filozofların uzun yıllar eteğinde
gezindiği kötülük ve teodise sorununa da şümullü bir açıklık getiriyor. Kur’an’ın yeryüzündeki kötülük ve zulüm meselesini de ihata
eden külli ve aşkın bakışı bize,
tevhidin korunmasını sağlayan
ufukların önemini gösteriyor.
Orada, Allah’ın âlemlere zulüm
murad edici olmadığını (Âl-i İmran, 3/108.), zulmün büyüğü olarak ise şirkin gösterildiğini
görüyoruz. (Lokman, 31/13.)
Soruyu yutan bu cevaplar, bir bakıma idraklerimizi yeryüzündeki bütün
kötülüklerin, fesatların
ve yıkımların ruh köküne yöneltiyor. Kâinatın
muhteşem kaosu, bu
kaosun içindeki tüyler ürpertici ahenk ve insanın ahlaki
tekâmüle istidadı, tevhit nazarıyla bakıldığı zaman kozmolojiyi
ve biyolojiyi aşan bir anlam alanına açılıyor. Mahlûkatın tümü,
bir tevhit tecellisinin enstrümanı
olarak kendisine emredilen dairede hüviyetini devam ettirirken,
sadece insanın, bir imtihan üzere
dünyaya gönderilen insanın, bu
dairenin dışına çıkabilmek “hür-
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
53
DİN DÜŞÜNCE YORUM
riyetiyle” sorumlu tutulduğunu
görüyoruz. Bu hürriyet müthiş,
müthiş olduğu kadar korkunçtur.
Beşerî insiyakımızla empati kuramayacağımız bir iradenin, ancak
varlığı aşkın bir iradenin yaratabileceği bir hürriyet...
Dünya ve içindekileri, Mevlana’nın
meşhur fil metaforunda olduğu
gibi, parçalayarak okumaya devam ettiğimiz sürece bilinç yarılması da denebilecek demagojiler
devam edecek. Kant’ın yaptığı
gibi, herkes kendi diyalojik metni
üzerinden bir teodise mahkemesi
kuracak ve istediği tarafı gülünç
duruma düşürecek. İlk kez fille
Şirk kalbin şaşılığıdır,
o yüzden tamiri kalpten gerektir. Zamanı,
mekânı, cümle eşyayı ve
dahi yokluğu yaratan Allah Azze ve Celle, insanı
hakikate şahit kılmıştır.
Tefsir âlimleri, Kur’an’da
Hz. İbrahim’le (a.s.)
ilgili zikredilen “kalb-i
selim” ifadesini, onun
putperestlikle mücadelesinden mülhem, şirkten
uzak duran, tevhidin
gölgesinde çarpan kalp
anlamına geldiğini
söylemişler.
54 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
karşılaşan insanların karanlık bir
ahırda onu elleriyle müşahede etmek isteyişleri gibi, insanın hayat
ve onun anlamı üzerinde patinajları sürecek. Hortumunu tutan
onu oluk, kulağını tutan yelpaze,
bacağını tutan sütun zannedecek.
Bu zannedişler devam ettiği sürece savaşlarla, afetlerle, trajedilerle
ilgili parçalanmış zihinler oksijensiz kalmaya mahkûm olacak.
Allah’a (c.c.) şirk koşan kişi her
şeyden evvel kendi hikâyesine
gölge düşürmüştür. Bir katilin
maktulden önce kendi insanlığını öldürdüğü, bir zalimin mazlumdan önce kendi kulluğuna
gadrettiği gibi... Allah’a ortak
koşmanın en zorba şekli budur.
Yeryüzündeki kötülükler, hayatın
aksi içinde bin bir suret alıyor ve
bizi bambaşka sonuçlara götürüyor, fakat kötülük tezahürlerinin
izini sürüp yaşamı çeşitlendiren
prizmanın ardına kadar uzandığımız vakit orada tek bir kötülük
buluyoruz; şirk! Kendi kendine
yetip artacağını zanneden insanın
yaşamı anlamlandırmak için kendinden başka bir varlığa ihtiyaç
duymayı reddedişi! Ki bu seküler
eşik, kutsalı karşısında tutan, görülebilir bir alanda, öngörülebilir
işlerliğe hapseden klasik dönem
putperestliğinin üvey kardeşi değil de nedir?
Beşer aklının, önce kendini sonra
maddeyi yaratılış amacının dışına iterek geçtiğimiz yüzyılı nasıl
kan gölüne çevirdiği ve bugün
de çevirmeye devam ettiğine dair
şaşkınlık, Epüküros’tan Kant’a,
Hume’dan Camus’ya kadar inananlara yöneltilen demode kötülük sorunu’nun altında kalacak
cinsten değildir. Ondokuzuncu
yüzyıl pozitivizminin dünyayı kasıp kavurduğu, evrendeki her bir
şeyin arkasındaki sırrın pek kısa
zamanda çözüleceğinin zannedildiği o agresif akıl çağında değiliz.
Bugün teodise üzerine edeceğimiz
hiçbir söz, şahadet parmaklarımızı, yörüngesinden çıkmış ve ardında milyonlarca ceset bırakarak
kendi hikâyesinin sonuna gelmiş,
“insan aklına” doğru uzatıp susmaktan daha güçlü bir anlatıma
sahip olmayacak.
Şirk kalbin şaşılığıdır, o yüzden
tamiri kalpten gerektir. Zamanı, mekânı, cümle eşyayı ve dahi
yokluğu yaratan Allah Azze ve
Celle, insanı hakikate şahit kılmıştır. Tefsir âlimleri, Kur’an’da
Hz. İbrahim’le (a.s.) ilgili zikredilen “kalb-i selim” ifadesini, onun
putperestlikle mücadelesinden
mülhem, şirkten uzak duran,
tevhidin gölgesinde çarpan kalp
anlamına geldiğini söylemişler.
İnsanoğlunun tevhidin gölgesinden başka inşirah bulacağı, felaha
ereceği yeri yoktur. Çünkü her
şeyin maliki O’dur. Dönüp varacağı O’dur. Yaşarken sığınacağı,
ölünce huzuruna çıkacağı O’dur.
Kimse O’ndan kaçamaz. Kaçılacak
yerler O’nundur. Gözünü kapayan da, kısıp ufku delmeye çalışan da O’ndan başkasını göremez.
O her yerdedir. Ve O her şeyden
münezzehtir. Ve O’nun huzuruna nasıl çıkmamız gerektiğini
Bağdatlı Ruhi, gönlü vahiyle atan
dizelerinde ne güzel ifade etmiştir:
“Sanma ey hâce ki senden zer ü
sîm isterler.
’Yevme la yenfeu’da kalb-i selîm
isterler.”
DİN VE SOSYAL HAYAT
Biz O’nu Çok Sevdik
Çünkü O Bizden Biriydi
Prof. Dr. Ali KÖSE
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı
O…
Kızı Fatıma’ya şefkatli bir baba,
Enes’in başını okşayan bir yoldaş;
Kuşu ölen çocuğa başsağlığına giden bir arkadaş;
Yahudi komşusunu hasta yatağında ziyaret eden bir komşu,
“Beni seviyor musun?” diyen eşine, “ilk günkü gibi” diyen bir eş;
Ağlayan torununu kucaklamak
için cuma hutbesinden inen bir
dede;
Kervan ticaretine katılan bir tüccar;
Bedir’i de Uhud’u da yaşayan bir
kumandan;
Medine pazarında ıslak buğday
satan tüccara, “Bizi aldatan bizden
değildir.” diyen bir müşteriydi…
O semavi bir hayat değil, yeryüzü hayatı yaşadı. Baba oldu, dede
oldu, komşu oldu. Savaştı, barıştı,
şakalaştı.
Mekke müşrikleri arasındaki
lakabı Muhammedü’l - Emin’di.
Mekke eşrafı Kâbe’yi tamir ediyordu. Hacerü’l-Esved’i tekrar
yerine kimin koyacağı konusunda ihtilafa düşmüşlerdi. Sonra
dediler ki, Beni Şeybe kapısından ilk geleni hakem tayin edelim. O gelen iki cihan serveriydi.
“Muhammedü’l-Emin geldi” dediler. Hem emin hem zeki idi. İhtilafı hemen çözdü. Bir örtü istedi
Hacerü’l-Esved’i örtünün üzerine
koydurttu ve her kabilenin temsilcisinin örtünün bir ucundan
tutmasını istedi.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
55
DİN VE SOSYAL HAYAT
Cahiliye Mekkesinde haksızlıklara, zulümlere karşı koymak üzere
kurulan Hılful Fudûl’ün (Erdemliler Birliği) bir üyesiydi. 20’li yaşlardaydı…
Ebu Cehil elinde bir üzüm salkımıyla karşısına dikildi. “Söyle ya
Muhammed bu benim nasibim mi
değil mi!” dedi. Kötü niyeti hissetti. Nasibin dese yere atıp ayağıyla
üzümü çiğneyecek, nasibin değil
dese yiyecekti. “Yersen nasibindir,
yemezsen nasibin değildir, ey Ebu
Cehil!” dedi.
İlk vahiy geldiğinde şaşkınlık
içindeydi. Doğruca Hz. Hatice’ye
koştu. Hz. Hatice şu sözlerle teskin etti: “Allah se¬ni hiçbir zaman
yalnız bırakmayacaktır. Çünkü
sen doğrusun, emanete riayet
eder¬sin, akrabanı gözetirsin,
merhametlisin ve güzel ahlaklısın.” Ne kadar güzel bir övgüydü
bu. Bir insanı en iyi eşi tanıyabilirdi ve o eş ne kadar da güzel anlatmıştı onu.
O Eşrefü’l-Enbiya idi. İnsanların
en yücesiydi. Hayatını hem bir
nebi hem bir insan olarak yaşadı. Onun da hataları vardı, ama o
hatalar ilahî ikaza muhataptı. Bir
gün Mekke eşrafıyla buluşmuştu. Onların Müslüman olma ihtimalini çok önemsiyordu. Çünkü Mekke eşrafından birilerinin
İslamiyet’i seçmesi onun ferahlamasına neden olacak, davasını
kolaylaştıracaktı. Bu arada fakir
ve âmâ bir sahabe olan Abdullah
ibn Ümmü Mektum çıkagelmişti.
Mekke eşrafıyla uğraştığı bir anda
56 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
onun gelmesinden pek hoşlanmamış ve yüzünü ekşitmişti. Bunun
üzerine Abese suresi nazil olmuştu. Surenin adını aldığı Abese kelimesi “yüzünü ekşitme” anlamına
geliyordu. “Kendisine âmâ geldi
diye peygamber yüzünü ekşitti”
diye başlıyordu sure. Devamında
da âmânın Mekke eşrafından daha
kıymetli olabileceğine işaret ediyordu. Hatasını anlamıştı. Artık
Abdullah ibn Ümmü Mektum’u
her gördüğünde ona iltifat edip
ikramda bulunuyor ve “Ey kendisinden dolayı rabbimin beni
azarladığı zat, merhaba” diyerek
yanına çağırıyordu.
Tebliğ vazifesine Kureyşlileri Safa
tepesinin eteklerinde toplayarak
başladı. “Ey Kureyş! Şu dağların
arkasında size karşı hazırlanan bir
ordu var desem bana inanır mısınız?” diye sordu. “Evet” dediler
ve eklediler: “Evet, çünkü senden
hiçbir yalan söz işitmedik!”
Taif’e gitmişti tebliğ için. Orada
kendisini taşladılar. Ama o rahmetle karşılık verdi. “Onlar bilmiyorlar, Sen onları hidayete erdir,
Ya Rab!” diye dua etti. Hep Rabbinin rızasını aradı. Taif’ten sonra:
“…Ey merhametlilerin en merhametlisi Allah’ım. Sen bana karşı
öfkeli değilsen, çektiğim sıkıntı ve
zorluklar benim için hiç önemli
değil!” diye dua etmişti.
“Onlardan biri, kız çocuğu ile
müjdelendiği zaman, öfkelenerek
yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden
halktan gizlenir. Şimdi onu ya-
O Eşrefü’l-Enbiya idi. İnsanların en yücesiydi. Hayatını hem bir nebi hem
bir insan olarak yaşadı.
Onun da hataları vardı,
ama o hatalar ilahî ikaza
muhataptı. Bir gün Mekke
eşrafıyla buluşmuştu.
Onların Müslüman olma
ihtimalini çok önemsiyordu. Çünkü Mekke eşrafından birilerinin İslamiyet’i
seçmesi onun ferahlamasına neden olacak,
davasını kolaylaştıracaktı.
DİN VE SOSYAL HAYAT
nında mı tutsun yoksa toprağa
mı gömsün? Yazıklar olsun. İzledikleri yol ne kadar da kötüdür.”
(Nahl, 58-59.) ayeti onun toplumuna inmişti. Ama onun en sevgilisi
kızı Fatıma idi.
Hutbe irat ederken torunları mescide geldiler. İçeri girerken birisi
düştü ve ağlamaya başladı. Efendimiz hutbeye ara verip torununu
kucakladı ve sahabeye dönerek
“Kıyamadım yavrucağa” buyurdu.
Hz. Aişe validemiz bir gün “Beni
seviyor musun Ya Rasulallah!”
diye sordu. Efendimiz, “Kördüğüm gibi ya Aişe” buyurdu. Aişe
validemiz arada bir yoklardı Efendimizi “Kördüğüm nasıl gidiyor
Ya Rasulallah?” diye. Efendimiz
de “İlk günkü gibi ya Aişe, ilk
günkü gibi.” cevabını verirdi.
Veda Hutbesi’nde, “Kadınlar
Allah’ın size emanetidir.” buyur-
du ve devam etti: “Sakın benden
sonra eski sapıklıklara dönüp de
birbirinizin boynunu vurmayın…
Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap’a üstünlüğü
yoktur… Faizin her çeşidi kaldırılmıştır… İlk kaldırdığım faiz
amcam Abbas’ın faizidir… Kan
davaları tamamen kaldırılmıştır.
Kaldırdığım ilk kan davası amcazadem Rebia’nın kan davasıdır…”
Özüyle sözü birdi. İslam’ın nasıl
yaşanılacağını 23 yıllık nübüvvet
hayatıyla sahabeye öğretti, Kur’anı Kerim’i somutlaştırdı. Yaşayan
Kur’an oldu… “Yarın beni sizden
soracaklar, ne diyeceksiniz?” diye
sordu. Sahabe-i kiram hep birden
şöyle dediler: “Allah’ın elçiliğini
ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet
ederiz!” Bunun üzerine şehadet
parmağını kaldırdı ve “Şahit ol ya
Rab! Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya
Rab!” buyurdu.
Rabbin şehadetiyle, rızasıyla hitam
bulan bir hayat… Rasulüllah’ın,
Habibullah’ın hayatı. Vahye muhatap olan en sevgili kulun hayatı… “İslam peygamberi”nin hayatı…
Bilmeye, hissetmeye, tatbik etmeye en fazla muhtaç olduğumuz
hayat… Âlemlere rahmet olan bir
hayat, tüm insanlığa model olan
bir hayat…
Toplumumuzun peygamber sevgisi her türlü kıyasın ötesinde
eşsiz bir aşktır. Bizim bir süt-
çümüz var. Hafta sonları bize
süt getirir. İsmi de Muhammet.
Yine bir hafta sonu geldi. Kapıyı
açtım, sütü aldım. “Muhammet
Abi” dedim, “haftaya süt getirmeyin, biz umreye gideceğiz.”
Bir anda gözlerinden yaşlar süzüldü ve yutkunarak, “Efendimize selam götürün.” dedi. Necip
Fazıl rahmetlinin Büyükdoğu’da
yayınladığı bir yangın resmi vardı. Görüntü o ki, saatler süren
bir yangın ve itfaiye erleri biteviye çalışıyorlar. Bir itfaiye eri de
bir kenarda namaz kılıyor. Belli
ki vakit daralmış. Necip Fazıl
bu resmin altına şöyle yazmıştı: “Objektif icat edildiğinden
bu yana yakaladığı en müthiş
görüntü…” Muhammet abinin
gözünden akıttığı damlalar da
gözyaşının akmaya başladığı
günden bu yana akan en değerli
damlalardı sanki...
Biz onu çok sevdik. Onu çok sevenler, naatlar, beyitler, dizeler
yazdılar hakkında… Ama şu anonim beyte kulak verin ne olur:
“Basmasa mübarek kademin ruy-i
zemine
Pak itmez idi kimseyi hâk ile teyemmüm.”
“Ey Rasül, senin o mübarek ayağın yeryüzü toprağına değmeseydi,
Hiç o toprakla yapılan teyemmüm
abdest yerine geçer miydi?”
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
57
DİN VE SOSYAL HAYAT
Şükür
Uzerine
Dr. İlhami AYRANCI
58 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Elli yıl önceki Türkiye bugün ile
kıyas bile edilemez. Herkesin
mümkün mertebe kendi yağı ile
kavrulduğu, harcamaların olabildiğince kısıtlı tutulduğu bir zaman dilimidir o günler. Bizim
çocukluk yıllarımızda Anadolu
insanı kendi yetiştirdiği buğdaydan elde ettiği bulgur pilavı yer,
pirinç pilavı ise ancak özel zamanların lüks yiyeceği olarak düşünülürdü. Bu sebeple olsa gerek,
çocukluk yıllarımın unutamadığım anılarından birisi de şehre
geldiğimizde lokantada yediğimiz
yemeklerdir. Lokantada hangi yemek yenilirse yenilsin ardından
pirinç pilavı yemek şart diye düşünürdüm o yıllarda. Garsonların
lokantanın bir başından öbür yanına “Çek bir pilav” deyişleri hâlâ
kulaklarımdadır. İşlerini o kadar
hareketli, o kadar sükseli yaparlardı ki seyrine doyum olmazdı.
Kabuğu ayıklanmamış pirince
çeltik denildiğini bilirsiniz. Garsonun “çek bir pilav” diye haykırdığı ve insanların da birkaç
dakika içerisinde yiyip tükettiği
çeltiğin toprağa ekilişinden sofralarımıza pirinç pilavı olarak
gelme aşamasına kadar altı aylık
bir süreden daha fazla bir zamana
ihtiyaç duyulduğunu bilmezdim
Gönül dünyasında huzur bulmak isteyen de, ahiret yurduna
azık hazırlamak isteyen de şükrü ihmal etmemelidir. Çünkü
şükür, bu dünyanın tutunabileceğimiz en sağlam kulpu, ahiret
yurdunun da en önemli azığıdır.
o zamanlar. Sürekli su altında yetişen bir bitki olan çeltiğin yeterli
suyu tutabilecek biçimde setlerle
çevrili ‘tava’ adı verilen toprak
bölmeler içerisinde yetiştirildiğini, tohumların ekiminden önce
iki gün boyunca su içine konulup
ön çimlendirme yapıldıktan sonra o zorlu merhalenin başladığını
kısa bir zaman önce öğrendim.
Çeltiği bulanık sulara bata çıka
eken, çamurun içinde bin bir zahmetle bakımını yapıp yetiştiren
nasırlı ellere şimdilerde daha bir
saygı duyuyorum.
Bütün bunları öğrenince, pirinç
gibi kadrini kıymetini bilmediğimiz nice nimetin, nice değerin olduğunu, sayılı günlerle sınırlı ömrümüzü hoyratça bir tutum içerisinde geçirdiğimizi düşündüm.
Her birimizin kendine göre bir
meşgalesi var. Bu telaş içerisinde
hayatımızın anlamı olarak nitelediğimiz ve kendimize koyduğumuz hedeflerin peşinde kim bilir
neleri ıskalıyor, hangi ihmalleri
yaşıyoruz. Başlangıçta insani bir
duygu gibi algılanan ama bir türlü bitip tükenmeyen bu arzular,
gemlenemeyen ve her zaman diliminde bizi insanlığımızdan biraz
daha uzaklaştıran ihtiraslara dönüşüyor. Artık otokontrolü kaybettiğimiz için durulacak yeri de
bilemeyecek hâle gelebiliyoruz.
Merhum Ali Fuat Başgil, “Gençlerle Başbaşa” isimli eserinde; “Çalış
fakat haris olma. Haris insan eğeyi
yalayan kediye benzer. Dilinden
akan kanı yalar da haberi olmaz.”
der ihtirası tanımlarken.
İhtiras ve tamah manevi bir hastalıktır. İnsanların çoğu rızık endişesi ve şeytanın fakirlikle korkutmasına kanarak bu hastalığa
tutuluverir. Doğrusunu isterseniz,
tüketim toplumunda bu imtihandan yüz akıyla çıkmak çok da kolay değildir. Söz konusu bu rahatsızlığın ilacı ise şükür ve kanaattir.
Ancak şükür ve kanaattir ki insanı
rahatlatır, endişelerini giderir. Hiç
aklımızdan çıkarmamamız gereken husus, Rabbimizin Rezzak-ı
Âlem olduğu ilahî gerçeğidir. O,
rızka kefildir. İnsana düşen, elinden geleni, yani görevini yaptıktan sonra O’na tevekkül etmektir.
Rezzak olan Allah, (c.c.) biz insanoğluna bildiğimiz bilmediğimiz
nice nice nimetler vererek kendisine şükredilmesini istemiş, nankörlük edilmemesi konusunda
uyarmıştır. (Bakara, 2/152.) Ne var ki
insanların çoğu şükürden uzaktır.
(Bakara, 2/243; Neml, 27/73.)
Peki, şükür ne demektir? Şükür,
nimetin kadr ü kıymetini bilmek,
nimet sahibine minnet duymak,
nankör olmamak demektir. Kul,
Allah’ın lütuf ve nimetlerini dile
getirir, nimetin gereğini yaparsa,
şükretmiş olur. Bir kimsenin gördüğü nimete/iyiliğe karşı şükretmesi, bir kulluk görevi olmakla
birlikte her şeyden önce İnsani ve
ahlaki bir görevdir.
Bir düşünelim; altı aydan daha
uzun bir sürede bin bir zahmetle
üretilip özenle hazırlanarak soframıza gelen ve arka planını hiç düşünmeden bir iki dakikada tükettiğimiz pirinç misali değerini layıkı ile takdir edemediğimiz daha
neler var hayatımızda? Mülkün
sahibi, iman, akıl, onur ve sıhhat
başta olmak üzere istediğimiz her
şeyi verdi bize. Bizi yaratılmışların en üstünü olarak gönderdi bu
âleme. Onun bütün nimetlerini
saymaya kalksak sayamayız. Ancak yine de nankörlük ediyoruz.
(İbrahim, 14/34.) Çünkü insan nankördür Rabbine! (Adiyat, 100/6; Abese, 80/17.) Oysa kazanacak olanlar,
nimetin şükrünü eda edebilenlerdir. Çünkü Rabbimiz şükredenleri mükâfatlandıracağını müjdelemektedir. (Âl-i İmran, 3/144,145.)
Peki, sahip olduklarına şükredemeyenlerin gönül huzuru duyabilmesi mümkün müdür?
Kim ne derse desin, mali durumu,
makamı, yaşı, cinsiyeti ne olursa
olsun; şükür lezzetini tatmadan
bir kimsenin mutlu olacağına,
huzurlu olacağına, sağlıklı olacağına, güzel bir hayat yaşayacağına
ve çevresine faydalı olabileceğine
inanmıyorum ben.
Gönül dünyasında huzur bulmak
isteyen de, ahiret yurduna azık
hazırlamak isteyen de şükrü ihmal etmemelidir. Çünkü şükür,
bu dünyanın tutunabileceğimiz
en sağlam kulpu, ahiret yurdunun da en önemli azığıdır.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
59
MÜSLÜMAN BİLGİNLER
MAHMUT BAYRAM HOCA
iMAM ve MUALLiM
BİR NESLİN ÖNCÜSÜ:
(1914-1997)
Kamil BÜYÜKER
Onu anlatacak o kadar çok güzel vasfı var ki… Ancak ona en
çok yakışan vasıf muallimlik ve
imamlık olmuştur. Bu iki vasfı
sebebiyledir ki bir neslin inşası
için zaman ve mesai kavramı gözetmeksizin çalışmıştır. Bu güzel
isim Mahmut Bayram hocadır.
Hüsrev Aydınlar hocanın rahle-i
tedrisinde
Bu toprakların tarihini irdeleyenler yakın tarihimizin sancılı yılla-
60 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
rını, bir kuşağın iç burkan hatıralarını okurlar. O nesil için sıkıntılı zamanlarda gül yetiştirmek
hiç de kolay olmamıştır. İmam
Hatipler, Yüksek İslam Enstitüsü ve sonrasında ilahiyatlar aynı
neslin gayreti ile yeşermiş, yine
o gayretle bu topraklarda neşv
ü nema bulmuştur. Bu işin çilesini çeken isimlerin başında hiç
kuşkusuz Mahmut Bayram hoca
gelmektedir. Kendisini yetiştiren
Hüsrev Molla (Aydınlar) onlara
şöyle dermiş: “Sizden hoca olmaz
ama zaman sizi hoca yapacak.”
Nitekim Fatih cami minberi ve
mihrabı arasında sayısı 15-20
kişiyi bulan bir küçük talebe
topluluğu son devir dersiamlarından Hüsrev Molla’nın rahle-i
tedrisinden geçmekte ve
kim bilir farkında olarak
ya da olmayarak istikbale
hazırlanmaktadırlar. Hüsrev hocanın ders verdiği
hususi talebeler içinde: Abdullah Naim Şener, Salih
Şeref, Abdülhalim Akkul,
Yaşar Tunagür, Salih Tuğ
hocanın babası Mehmet
Tuğ, Yozgat Akdağmadeni
Müftüsü Sadık hoca, İbrahim Vardar (Sabahattin
Zaim’in amcası), Mahmut
Bayram ve tamamlayamadığımız diğer isimler yer
alıyor. Bu halkanın içinde
yer alan Mahmut Bayram
hocanın ismi ise neredeyse
Hüsrev Hoca ile hep birlikte anılır olmuştur. Hocasının hassasiyetleri, ilim öğretme
aşkı, bitmek tükenmez gayreti
aynen talebesi Mahmut Bayram
hocaya da aksetmiştir. Öyle ki
Hüsrev hocanın ilim yolundaki
gayretini Mahmut Bayram hoca
şu örnekle anlatır: “Hocam Hüsrev Efendi’nin kızı hastalanmıştı.
Kullanacağı ilaç o günün parası
ile 60 lira idi. Hocanın maddi
durumu müsait değildi, alamadı. Çocuk da tüberküloz hastalığından kurtulamadı ve vefat etti.
Hoca kızının öldüğü gün derse
geldi. Mezarlığa dersi bitirip gitti. Mezarlıktan döndükten sonra
da yine derse geldi. Üzgündü.
Gözlerinden yaşlar süzüldüğünü
görüyorduk. Dersi tatil etsek mi,
diye soracak olduk. “Yok” dedi.
“Ders tatil edilmez.” Ben Hüsrev
hocanın bir gün “işim var, derse
gelmeyin” dediğini işitmedim.”
(“Mahmut Bayram Hoca’nın Sohbetinde”, Altınoluk Dergisi, sayı: 19, Eylül
1987.)
Hocasını bu vasıfları ile anlatan
Mahmut Bayram hoca kendisi de
talebelerine “ben derse gelmediğim zaman mutlaka cenazeme
gelin.” demiştir. O her sabah erken bir saatte çıktığı evine, değişik yerlerde ders vererek gece geç
vakitlerde döner, ama bu yorucu
ve tempolu çalışmadan hiçbir zaman şikâyetçi olmazdı. Hatta bir
gün ders okuttuğu bir sırada Ona,
evdeki çocuğunun kaynar suyla
haşlandığı haberi telefonla ulaştığında: “Doktora götürüldü mü ?”
diye sormuş, “götürüldü” cevabını aldıktan sonra kaldığı yerden
dersine devam etmiş ancak dersi
bittiğinde evine dönüp gitmişti.
Bu yönüyle de hocasının gösterdiği mütevekkil çizgiden ve istikametten asla sapmamıştır.
“Benim Mahmut hocada en çok
dikkatimi çeken şey onun klasik
bir “namaz kıldırma memuru”
olmamasıydı. Onun imamlık görevinden anladığı şey namaz kıldırmakla bitmiyordu. Görevinin
asıl önemli boyutu sosyal sorumluluktu. Mahalle sakinleri arasında insanların her türlü şikâyetleri,
sorunları, ailevi problemlerini,
Onu anlatacak o kadar
çok güzel vasfı var ki…
Ancak ona en çok yakışan
vasıf muallimlik ve imamlık olmuştur. Bu iki vasfı
sebebiyledir ki bir neslin
inşası için zaman ve mesai kavramı gözetmeksizin
çalışmıştır. Bu güzel isim
Mahmut Bayram hocadır.
Kızıl Minare Akademisi
Mahmut hoca 20 yıla yakın İmam
Hatip Okulu’nda derslere girmiştir. Ancak görev yaptığı Kızıl Minare (Horhor) camisi de bir mektep vazifesi yapmış, yaz kış talebeler camiye akın etmiştir. En yakın
talebelerinden aynı zamanda babasının da dostu olan Prof. Dr.
Salih Tuğ, iki sene boyunca sabah
namazlarından sonra Kızıl Minare
camisinde, kendisinden Arapça
dersi aldığını ifade ediyor. Camisini hayatın merkezi hâline getirmiş
olan Mahmut Bayram hocanın bir
başka hususiyetini de naklediyor:
ve hizmetleri olmuştur. (Muallimliişleriyle ilgili sıkıntılarını dinlerdi.
Her türlü meseleleriyle ilgili onları aydınlatmaya çalışır, onlara yol
gösterirdi, rehberlik ederdi. Onun
bu faaliyetlerinden bazılarına bizzat şahit olmuşumdur. Onun aynı
zamanda cami, okul ve Kur’an
kursu gibi pek çok hayır kurumunun inşasında ve hizmete sunulmasında hatta işletilmesinde bir
öğretmen sıfatıyla büyük emek
ğe Adanan Bir Ömür Mahmut Bayram
Hoca, Haz. İsmail Kara, İBB. Yay. 2012,
s. 5.)
Mesai kavramı tanımadan ilim yolunda bir ömür
Mahmut Bayram hocanın İmam
Hatip Okulunda iken talebesi
olmuş ve kendisine Arapçayı sevdiren adam olarak tanıttığı hocayı anlatan Prof. Dr. İsmail Ka-
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
61
MÜSLÜMAN BİLGİNLER
raçam, “Talebelerini yetiştirmek
için onun katlanamayacağı bir
fedakârlığı düşünmek mümkün
değildir. Onun için ilim öğrenme
ve öğretme bahis konusu olunca
zaman mefhumu diye bir şey söz
konusu olamaz. Öğrenmek niyetiyle onun kapısına gelip de geri
çevrilen bir Allah’ın kulu düşünemezsiniz.” demiştir. Camisini
neredeyse bir ilim akademisine
dönüştüren Mahmut Bayram hocayı ve hocanın yukarıda saydığı
hususiyetleri İsmail Karaçam hoca
yaşadığı bir hatıra ile de dile getirmiştir: “Galiba Bursa İmam Hatip Okulunda hoca idim. Bir işim
dolayısıyla İstanbul’a gelmiştim.
Tabii hocamı da ziyaret etmek
istedim. Kızıl Minare Camii’ne
vardım. Baktım ki cami karınca
yuvası gibi kaynıyor. Hocaefendiyi sordum, biraz önce evine
çıkmış. Evine gitmek için biraz
yürüdüm, bir de baktım hocam
karşımda. Büyük bir sevgi ve muhabbetle karşıladı beni. Hocamın
elini öpüp hâlini hatırını sordum.
Mevsim yaz idi yani okulların tatil
olduğu bir zaman. Ama hocaefendinin okulu devam ediyor, hem
de en büyük hızıyla. Hocaya “nasılsınız hocam?” deyince, bana:
“Görüyorsun İsmail hoca, sabah
namazından sonra başlıyor bu
çalışma, yatsı sonuna kadar devam ediyor, Allah’a hamdolsun,
günaha girecek zaman yok.” dedi.
(Hatıralar, Prof. Dr. İsmail Karaçam,
Çamlıca yay. 2015, s. 153.)
11 Eylül 1978 tarihinde Mahmut
Bayram hoca resmen emekli olur
62 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
ama onun lügatinde emekliliğe
yer yoktur. Emeklilik dilekçesinde 32 hizmet yılımı doldurduğumdan ifadesi yer almakta, ayrıca aynı camide hizmete devam
etmek istemektedir. Fiilen emekli
olduğu yıllarda dahi İstanbul’da
Ihlamur, Tuba, Fazilet
gibi kız Kur’an kurslarında Arapça başta olmak üzere, dini ilimler
okutmaya devam etmiş, burada da sayısız
hanım talebe yetiştirmiştir. (Kara, s. 7.)
Çimen, Ensar Vakfı Haber Bülteni,
Şubat-Nisan 1995.) Bugün Kur’an
kurslarında rastlamadığımız ilimleri de Mahmut Bayram hoca
kurslarda talebelere okutmuş.
Özellikle Arapça ve Osmanlıca
yanında İlm-i Kelam derslerini
Kız Kur’an kursundaki
talebelerine
önemli
tavsiyeler
Kız Kur’an kurslarında
hizmetlerine devam
ederken, kız çocuklarının ev hayatına, anneliğe de hazırlanması
gerektiğinin vurgusunu çokça yapmış. Hatta kendisiyle yapılan
bir mülakatta şunları
söylemiştir: “Ben kız
çocuklarına hep şunları söylerdim: Sizin
en büyük tahsiliniz
mutfaktır, bulaşık yıkamaktır, erkeğe hizmet
etmektir, pantolonunu ütülemektir. On tane fakülte bitirseniz değeri yok bir noktada. Evde ananızı mutfağa sokmayacaksınız. Sonra hayatta çok zahmet çekersiniz.
Mesut olamazsınız. Sizin mesut
olmanız kadınlık vazifesini iyi
bilmenizle olur.” (Mahmut Bayram
Hoca ile Söyleşi, Haz. Abdullah Emin
Manastırlı İsmail Hakkı’nın İlm-i
Kelamla ilgili Telhisu’l-Kelâm adlı
eserinden okutmuştur.
Zor zamanlarda talebe okutmak
Mahmut
Bayram
hoca,
Türkiye’nin 1960 ihtilalli yıllarında ve daha sonraki muhtıra
zamanlarında talebe okutmaktan
asla vazgeçmemiştir. Hatta ders
(Mahmut Bayram Hoca ile Söyleşi, Haz.
Abdullah Emin Çimen, Ensar Vakfı Haber Bülteni, Şubat-Nisan 1995.)
Mahmut Bayram hocanın
İmam Hatip Okulunda
iken talebesi olmuş ve
kendisine Arapçayı sevdiren adam olarak tanıttığı
hocayı anlatan Prof. Dr.
İsmail Karaçam, “Talebelerini yetiştirmek için
onun katlanamayacağı
bir fedakârlığı düşünmek
mümkün değildir.
okutanların takibata uğradığı, hapislere atıldığı bu dönemde Mahmut Bayram hoca ilkelerinden ve
öğretme aşından asla taviz vermemiştir. Yine kendi anlatımında
şunları ifade etmiştir:
“İmam Hatip Okulunda iken İzhar, Kâfiye ve Katru’n-neda gibi
klasik Arapça kitapları okutuyordum. O zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar Edirnekapı’da
camide elli-altmış çocuk görmüş.
Bağırmış, çağırmış ve çocukları
da dağıtmış. Hemen bana haber
geldi. Hocam işler kötü, bu aralar
Arapça okutmayın, tedbir alın.
Ben de buna karşı çıktım. Celal
Bayar bile gelse bu Arapça kitaplarını okutmaya devam edeceğim.
Beni korkutmayın. Ben hırsızlık
yapmıyorum dedim. Onlara bu
ikazlarımdan dolayı teşekkür ettim sadece. Zerre kadar taviz vermedim. Büyük bir cesaretim vardı. Allah’ın işine bakın ki bir sefer
bile mahkemeye verilmedim.”
Yine aynı sıkıntılı dönemlerde
(1960 ihtilali sonrasında) talebesi
Salih Tuğ hoca, şunları naklediyor: 1960 ihtilali sonrası dönemin
hem İstanbul valisi, hem de belediye başkanı olan Örfi İdare Komutanı özellikle Fatih çevresindeki imamları toplar ve kendilerine
Fatih çevresinde dışarıda çarşafla
gezenler olduğunu ve artık bundan sonra çarşafla gezinmenin yasak olduğunu ifade eder. Çarşafa
alternatif olarak getirdiği mantoların giyileceğini söyledikten sonra bunları bütün imamlara dağıtmaya başlar. Sıra Mahmut Bayram
hocaya gelince der ki, “Efendim
ben şimdi bu mantoyu alıp, eve
götürüp refikama, “çarşafı çıkar,
bunu giy” deme hakkını kendimde göremiyorum. Eğer bu işi siz
yapabilirseniz, buyurun siz yapın.” der ve bu teklifi reddeder.
Müstakim bir duruş sahibi Mahmut Bayram hoca ömrünün son
demlerinde dahi ders vermeye
devam etmiştir. Talebeleri o vakitlerde dahi hocanın kollarına girip ders okutmaya götürürlermiş.
Nihayet büyük bir ilim yolcusu,
hoca, muallim Mahmut Bayram
hoca 16 Ocak 1997 tarihinde
bir ramazan günü vefat etmiştir.
Cenazesi 17 Ocak 1997 Cuma
günü Fatih Camii’nden mahşeri
bir kalabalık eşliğinde kaldırılmış,
Topkapı Çamlık Mezarlığı’na defnedilmiştir.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
63
Fotoğraf: Muhammed Kamil YAYKAN
BUNU KONUŞALIM
Döner Sermaye İşletme Müdürü Mustafa Bayraktar:
“Böyle bir dergiye sahip olmak teşkilatımız
adına bizim iftiharımız olmalıdır.”
Söyleşi: Ali AYGÜN
Sayın hocam, Diyanet Aylık
Dergi’nin 300. sayısını çıkarmamız vesilesiyle duygu ve düşüncelerinizi bizimle paylaşır
mısınız?
Diyanet İşleri Başkanlığı Aylık
Dergisi, dergi olmadan önce Diyanet İşleri Başkanlığı Gazetesi
idi. Dergi gazeteden dergiye dönüştükten sonra her geçen gün
aşama kaydederek, gelişerek bugünlere geldi. Söz konusu yayınımız dergi ismini almadan önce de
82-84 yılları arasında yine Döner
Sermaye İşletme müdür yardım-
64 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
cısı sıfatıyla da Diyanet gazetesiyle bir aradaydım.
Başkanlığımızın dergisi esasında
il ve ilçe müftülerimizin önderliğinde görevlilerimiz tarafından
ciddiyetle takip edilmesi gereken
bir konumdadır. Zira bu dergi o
hale gelmiştir ki toplumun bir yarasını bir derdini dini zaviyeden
ele alıp incelemekte ve buna hal
çareleri sunmaktadır. Dergi ilk
yıllarda müstear isimlerle yazılan
yazılardan bugün çok ciddi yazarların kaleminden çıkan yazılarla neşredilir hale gelmiştir. Bil-
hassa Diyanet İşleri Başkanı’nın
başmakalesini yazdığı bir dergi
teşkilat tarafından dört gözle beklenen ve Diyanet İşleri Başkanlığı
konu ile ilgili ne diyor diye herkesin kulak kabarttığı bir dergi
olmuştur. Zira dergimiz, bugün
İslam âleminin içinde bulunduğu
problemlerin birçoğuna temas etmekte ve onlara çözüm teklifleri
sunmaktadır. Böyle bir dergiye
sahip olmak teşkilatımız adına
bizim iftiharımız olmalıdır.
Diyanet Aylık Dergi’nin ücretsiz eki “Aile” ve “Haber
Bülteni”mizle ilgili değerlendirmeniz nelerdir?
Başkanlığımızın süreli yayınlarından; Diyanet Haber Dergisi,
Diyanet İşleri Başkanlığı’nda
Başkanlık tarafından yürütülen
başta Sayın Başkan’ın içinde olduğu faaliyetleri haberleştiriyor.
Ayrıca yurt içi ve yurt dışı teşkilatlarında yürütülen hizmetleri;
Diyanet’teki terfileri, atamaları
ve vefat eden personelimizin
kısa bilgilerini takipçilerine ulaştırıyor. Aslında Diyanet Aylık
Dergi’nin eki mahiyetinde gözüken Haber dergisi başlı başına
bir hizmeti ifa etmektedir. Aynı
zamanda Haber dergimiz Diyanet emeklilerinin de Diyanet’te
olup biten şeylerden haberdar
edildiği bir dergi hüviyetini taşıyor aynı zamanda.
Yine süreli yayınlarımız içinde
bir Aile dergisi var ki; topluma
alabildiğine munis, sıcak gelen
bir dergidir. Gerek yazıları gerek
konuları gerekse de sunuş tarzı
bakımından oldukça sıcak, ailelerin ilgi duyduğu; bilhassa da din
görevlisi ailelerinin ilgi ile takip
ettiği bir dergi haline gelmiştir.
Dergilerimizin uzun yıllardır
satış ve dağıtımını siz sağlıyorsunuz, bu konuda neler söylersiniz?
Dergilerimiz Başkanlığımızdaki
farklı birimlerin belli bir ahenk
içinde çalışması ile okurlarımıza
ulaştırılmaktadır. Diyanet İşleri
Başkanlığı Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü’ne gelince; bu
dergiyi hazırlayan Dini Yayınlar
Genel Müdürlüğü Süreli Yayınlar
Daire Başkanlığı ile Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü müştereken bir görev ifa etmektedir. Derginin dağıtımını, satışını ve abonelik işlemlerini Döner Sermaye
İşletme Müdürlüğü yapmaktadır.
Son olarak söylemek istediğiniz
bir şey var mı?
Bu hayırlı hizmete emeği geçenlere şahsım adına teşekkür ediyor,
yaşayanlara sağlık ve afiyet; aramızdan ayrılanlara da Allah’tan
rahmet diliyorum.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
65
kültürsanat edebiyat
Özgürlük bizim sığınağımızdır.
Varoluşumuz biraz da onunla ilintilidir. Dünyaya gelen her insan
onu kana kana içmek ister. Fakat
çoğu zaman mümkün olmaz bu.
Bir bedel ister bizden. Birçokları da
bedelini göze alamadığından o da
ellerimizden bir güvercin edasında
uçuverir.
Dünyaya bir imtihan gayesiyle
gönderilen insanoğlu, irade sahibi
olarak özgürlüğüne sahip çıkmak
ve onu doğru kullanmakla mükelleftir. Bunu da daha çok aklını
kullanarak gerçekleştirebilir. Aklını layıkıyla kullanamayan insanın
rüzgârın önünde savrulan yapraklardan bir farkı yoktur. Kendine ait
bir edası, tavrı, hayat görüşü yoktur. Orijinal ve müşahhas fikirlere
sahip değildir. Çoğu kez kendini
66 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Nedir
Özgürlük?
Ercan ATA
Sınır tanımama konusunda son derece rahat olan
çağımız insanı, artık nerede durması gerektiğine
bir an önce karar vermeli. Sınırlar zorlandıkça
felâketlere davetiye çıkarıldığını da asla unutmamalı.
savunmaktan bile acizdir. Kim nereye çekerse oraya sürüklenir.
Peki nedir özgürlük? Prangalarımızdan kurtulmak, gereksiz ağırlıklarımızı söküp atabilmektir yeri
geldiğinde. Bizi dünyaya bağlayan
unsurlarla mümkün olduğunca
ilişkimizi kesmektir. Dikkatli düşünülürse bize ayak bağı olan o
kadar çok şey var ki etrafımızda.
Tıpkı atmaya kıyamayıp biriktirdiğimiz eski eşyalar gibi. Ve bir
süre sonra insan, eşyaların ve teknolojinin bendesi oluyor farkına
varmadan. Joe Luis Borges, “Hiçbir yere yanında termometre, su,
şemsiye ve paraşüt almadan gitmeyen insanlardandım ben. Yeniden
başlayabilseydim eğer, hiçbir şey
taşımazdım.” diyor. Günlük hayatımızda arabamızdan akıllı telefona,
kremlerden deodorantlara kadar
vazgeçemediğimiz o kadar çok şey
var ki... Hâlbuki otuz kırk yıl önce
bu ürünlerin hiçbiri yoktu. Ve hayat pekâlâ güzel devam ediyordu.
Özgürlüğün diğer bir çeşidi de
vatanımızın bağımsızlığıdır. Şanlı
bayrağımızın gönderde, göklerde
dalgalanması. Yüce dağ başlarında, kalelerin burçlarında, kartal
gibi süzülerek halkı selamlaması.
O bayrağın altında hür yaşamanın
bizlere verdiği mutluluk hiçbir şeye
değişilmez. Ancak günümüz insanı
bunun pek de bilincinde değilmiş
gibi görünüyor. Hürriyet kalesine
kolayca vasıl olunduğu varsayılıyor. Onun için ödenen bedelleri
birçoğu düşünmüyor bile. Özgürlük uğrunda Çanakkale’de yüz binlerce askerimiz, yedi düvele karşı
KÜLTÜR-SANAT-EDEBİYAT
savaşmak zorunda kaldı. Onların
kahramanlık hikâyelerinin benzeri
hâlen dünya üzerinde yazılmış değildir. Onların tek gayeleri vatanın
özgürlüğüydü sadece.
Özgürlük hem genlerimizde hem
de fıtratımızda var olan bir şey aslında. Öğrenciler bile çok iyi geçen
bir dersten sonra koşarak kendilerini bahçeye, oyun alanlarına atmıyorlar mı? Evimiz ne kadar güzel,
konforlu olursa olsun bir süre sonra dışarıya çıkmak istemiyor muyuz sahiden?
Bir şeyin değerini ancak onu yitirdiğimizde anlayabiliyoruz. Günlük
hayatta kolayca ulaşabildiğimiz ekmeğin değerini aç insanlara, suyun
kıymetini susamışlara sormaya ne
dersiniz? Çölde uzun süre yürüyen
yolcu bir yudum su için çok yüksek
bedeller ödemeye çoktan razı olmuştur bile. Bu bağlamda özgürlüğü en iyi anlayan ve en çok ihtiyaç
duyan insanların hapishanedekiler
olduğunu söylemek yanlış olmasa
gerek. Onlar, birazcık daha ışık,
biraz daha gökyüzü için nelerini
vermezler ki… Ama hükümlülük
süreleri dolmadan asla vasıl olamayacaklarını da bilirler ay yüzlü sevgiliye. Bir umut beklemekten başka
bir şey gelmez ellerinden. Akrebin
zehri sanki beyinlerinde dağılıyor
gibidir. Artık ne yapsalar boştur.
Özgürlük bir hayal olarak döner
durur belleklerinde. Belki bir gün
ona kavuşabileceklerdir.
Bazen de elimizdekilerin kıymetini hiç bilemiyoruz. Her sabah
ailenizle yaptığınız kahvaltıları bir
düşünün. Bedenimizi, kusursuz
işleyen organlarımızı… Ne kadar
olağan ve sıradan değil mi? Tam da
olması gerektiği gibi. Bir de bunun
tam tersini düşünün. Ailenizden
uzakta olduğunuzu, gurbette bulunduğunuzu... Zor şartlar altında
yaşamakta olduğunuzu, ailenizde
ağır hastaların olduğunu... Olduk-
ça kötü ve üzücü bir durum olmaz
mıydı sizce?
Yine kişinin sağlığının bozuk olmasının da özgürlüğün önündeki en
büyük engellerden biri olduğunu
söyleyebiliriz. Yoğun bakımdaki insanın kayak yapmaya gidecek hâli
yok. O yüzden sağlığımızın kıymetini iyi bilmeli, sağlığımız yerindeyken bize bahşedilen imkânlardan
azami ölçüde istifade etmeliyiz. Ve
de şükretmeliyiz.
Bazıları da özgürlüğü maddi zenginlikte aramaktadırlar. Evet, varlıklı olmak belli oranda insanların
kişisel özgürlüklerini daha rahat
yaşamalarına imkân sağlamaktadır.
Örneğin daha fazla seyahat edebilmek için belli bir maddi birikime
ihtiyaç vardır. Ancak her şeyde
olduğu gibi bunda da ifrata kaçılmamalıdır. Belli bir süre sonra para
kazanmak ve biriktirmek, araç olmaktan çıkıp amaç haline gelebilmektedir. Zekâtla temizlenmemiş
veya haram yollardan elde edilmiş
maddi gelir, kişinin felaketine sebep olabilmektedir bir süre sonra.
Doyumsuzluk hastalığına yakalanmış, gözlerini hırs bürümüş çağımız insanını artık değme özgürlükler bile kesmiyor. O, sınırlarını
sonuna kadar zorlamakta kararlı
görünüyor. İllaki “atı, katı, yatı”
olacak. Yaz tatillerini güneyde geçirecek. Dağlara tırmanacak, su
kayağı yapacak, hızlı yaşayacak.
Önümüzdeki on yıllarda uzaya çıkmanın yollarını arayacak ama bu
arada önündeki çukuru görmekten
aciz olacak.
Gerçek özgürlük içimizdedir. İçimizde olmayan özgürlüğü hiçbir
yerde bulamayız. Kalbin emrine
girmeyen bir beden ne yaparsa
yapsın sükûna, itminana ulaşamayacaktır. Maddi imkânlar belki bir
dereceye kadar insanı teselli edebilir ama ruhun en büyük gıdası
manevi doyumdur. Aslolan insa-
nın haddini ve kendini bilmesidir.
Kendi hayat serüveninin başrol
oyuncusu olan insan, sınırsız özgürlüklerini ararken gerçekte kendini bulmakla da yükümlüdür. Ölmeden önce görmemiz gereken beş
yerden, gerçekleştirmemiz tavsiye
edilen on etkinlikten önce bunun
peşine düşmeliyiz. Mevlana hazretlerinin “Hamdım, piştim, yandım.”
sözündeki gibi kendi içsel yolculuğumuzu –bize çok uzak olduğunu
varsaydığımız- ölüm anı gelmeden
önce mutlaka tamamlamalıyız. Olgunlaşma -kemâle erme- gerçeğine
bir an önce ulaşmalıyız.
Peki, özgürlükle mutluluk arasında
nasıl bir ilişkiden söz edilebilir? Bir
açık önerme olarak özgür insan,
mutlu insandır diyebiliriz çoğunlukla. Özgür insan çevresindeki
güzelliklere daha hızlı ve kolay
ulaşır. Dünya nimetlerinden daha
fazla istifade eder. Neşe şerbetinden içen insan kendini daha mutlu
hissedecektir doğal olarak. Pek çok
kaygıdan da azade olduğunu düşünecektir.
Peki, özgürlüğümüzün sınırları ne
olmalıdır? Komşusunun açık kapısından içeriyi gözlemek, kavga
etmek, hırsızlık yapmak, adam öldürmek gibi fiiller de özgürlüğün
sınırları içinde yer almaz her hâlde.
Bizim özgürlüğümüzün sınırları
başkalarının özgürlünün başladığı
yerde biter, demişler. Sınır tanımama konusunda son derece rahat
olan çağımız insanı, artık nerede
durması gerektiğine bir an önce
karar vermeli. Sınırlar zorlandıkça
felâketlere davetiye çıkarıldığını da
asla unutmamalı.
Özgürlük bizim en güzel elbisemizdir. Dünya, onunla güzelleşir.
Var olmak, onurlu bir hayat sürmek için ekmek, su kadar ona da
ihtiyacımız var. Özgürlüğümüz en
büyük zenginliğimizdir. Özgürlük
bizim yegâne yol arkadaşımızdır.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
67
VAHYİN AYDINLIĞINDA
Değişim ve Beşerî İrade
“Şüphesiz ki, bir toplum kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe
Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 13/11.)
Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ
DİB Başkanlık Müşaviri
Efesli filozof Herakleitos (ö. MÖ 435),
“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”
demiş. Şüphesiz bu, tecrübe ve gözleme dayalı bir hüküm ve elbette gereceği yansıtıyor.
Mevlana da, “Şu akıp giden kum seline bak; ne
durması var, ne dinlenmesi. “Bak birdenbire
nasıl bozuluyor dünya, nasıl atıyor bir başka
dünyanın temelini...” diyor.
Değişim olgusu dünya ve evren ekseninde tabii bir akış içinde gerçekleşirken insan ve sosyal hayat alanında bireylerin iradesi üzerinden
yani değiştirebilme imkân ve yeteneği üzerinden ortaya çıkıyor. İnsanın ilahî nizam karşısındaki sorumluluğu da bu yetki ve yeteneğe
dayanmaktadır. Değişimin yönünü salahtan,
iyiden ve iyilikten yana gerçekleştirmek, kötüye yönelik değişimlerin kaynağı olmamak
sorumluluğunda insan. Kendisinin etken
olmadığı kötü akışlara da sırt çevirme lüksü
yok. Fakat o bu sorumluluğu nasıl yerine getireceğini doğrudan akıl yolu ile bulma imkâna
sahip değildir. İşte burada ilahî mesajın yani
din olgusunun rehberliği söz konusudur.
İnsanın benliğine hâkim olan durum iyi ve
kötü nitelikli olmak üzere çift yönlü bir yapı
taşıyor. Buna göre baştaki ayetin genel ifadesi
şöyle anlaşılmaya müsaittir: “Bir toplum sahip
olduğu iyiye yönelme ve kötülüklerden kaçınma tutumunu kendi iradesi ile terk edip fesat
ve yozlaşma içine düşmedikçe Allah onların
durumunu kötüye vardırmaz, yardım ve desteğini üzerlerinden çekmez.” Bu anlam, “Bir toplum kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe
Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez.” (Enfal,
8/53.) ayetinde de açıkça ifadesini bulmuştur.
68 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Nimet kavramı en geniş anlamı ile insanın -farkında olsun olmasın- yararlandığı her şeyi ifade diyor. “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayıp bitiremezsiniz.” (İbrahim, 14/34.) ayeti
nimet kavramının bu geniş kapsamına işaret
ediyor. Kur’an ve sünnet bu kavramı daima,
nimetleri veren Allah’ı hatırlama ve buna göre
bir hayat sürme bağlamında gündeme getirir.
Nimetleri verenin devre dışı bırakılması doğrudan ya da dolaylı şekilde kulluk ilişkisinden
soyutlanmakla sonuçlanabilmektedir. Böyle
olunca da ilişki kesme tek taraflı olmaktan çıkar ve nimeti veren kudret de onu kısıtlar ya
da bütünüyle geri çeker.
Toplumda kötü bir süreç yaşanıyorsa bunun
sebebi insanın tutum ve yönelişleridir. Kötü
gidişi durmak için sebebi ortadan kaldırmak
yani tutum ve davranışları iyileştirmek gerekir. Toplumsal değişim toplumsal değerler ile
doğrudan bağlantılıdır. Değişimin iyi ya da
kötü yönde oluşunu bu toplumsal değerlerin
değişim yönü belirler. Değerlerin yitirilmesi
ya da aşınmaya uğraması toplumsal yapıdaki
bozulmayı ve bunun olumsuz yanaşmalarını
kaçınılmaz kılar. Şu hadis-i şerif bu gerçeğe
dikkat çekiyor: “Allah Teala benî İsrail peygamberlerinden birine şöyle vahyetti: İyi hâl
üzere olan bir şehir ya da ev halkı yoktur ki
günah işleyen bir topluma dönüşsünler de Allah onları sevmedikleri bir hâle dönüştürmesin. ‘Bir toplum...’ diye başlayan ayet (Enfal, 8/53.)
bu gerçeği ifade etmektedir.” (İbn Ebi Hatim, Tefsir)
Toplumlarda kötüye gidişin temel sebeplerinden biri de benlik yitirme ve kendine yabancılaşmadır. Bu tür savrulmalardan yerli ve öz
değerler dolaşımdan kalkar. Kimlik krizleri
baş gösterir. Yabancılık ve kan uyuşmazlığı
söz konusu olsa da güçlü olanı yeğleme eğilimi güçlü bir etken olarak varlığını hissettirir. Kültürler arası farklılıklar onlar arasındaki
etkileşime engel değildir; hatta bu etkileşim
kaçınılmazdır. Sakınılması gereken, bir kültürün kendi dokusunu yitirecek şekilde temel
yapı taşlarının değişime uğrayacağı etkileşimdir. Bu akıbete uğrayan kültürün mensupları baskın kültürün boyasıyla boyanır, onu
benimser. “Bir topluma benzemeye öykünen
kimse onlardandır.” (Ebu Davud, Libas, 5.) hadisi
bu sosyopsikolojik gerçeğe işaret ediyor.
Toplumsal hayat iyi bir çizgi takip ediyorsa
bunun bilincinde olup devamının sağlanması
ve daha iyiye gidişin yollarının aranması; kötü
bir gidiş söz konusu ise bunun düzeltilmesi
yönünde çaba harcanması toplumsal salahın
olmazsa olmaz şartıdır. Kur’an söylemi ile ifade etmek istersek diyebiliriz ki bunun yolu
da inancı, itaati, şükrü, kulluk bilincini yitirmeksizin daima “sa’y ü gayret” yönelişi içinde olmaktır. Bu yapılabilirse sağlık, güvenlik,
bolluk, huzur ve istikrar gibi nimetlerden
mahrum kalınmaz.
Hiçbir sosyolojik değişme bıçakla keser gibi
birden bire gerçekleşmez. Kötüye gidişler
kendini fark ettirmeden yavaş yavaş ama
köklerini gittikçe toplumların ruhuna işleterek ilerler. Durum fark edilip düzeltilmek,
iyi yönde değişim sağlanmak istendiğinde de
aynı sosyolojik gerçek etkili olur. Bozulma sırasında yaşanan zamansal süreç ıslah ve tamir
yönünde de yaşanır. İslam’ın gelişi ile müşrik
Arap toplumu kısa zamanda hayret verici bir
değişim yaşamış ise de bu durum, sonuca ulaşma yolunda vahyin belli bir zamana yayma
süreci geçirdiği gerçeğini gölgede bırakmaz.
Bireyler gibi toplumlar da öteden beri alışageldikleri, doğru bildikleri düşünce, yaşayış
biçimini, tutum ve davranışları benimseyip
özümserler. Her toplum kendi inanç, düşünce ve hayat tarzından memnun bir tavır içinde
olur. Öyle ki bunlar kişiliklerinin yapı taşları
hâline gelir. Kur’an’ın ifadesi ile artık “Her bir
grup kendi inanç ve anlayışı ile sevinçlidir.”
(Rum, 30/32.)
Kabullerimiz ve memnuniyetlerimiz, gerek-
tiğinde alışkanlıklarımızı, tutum ve yaşayış
tarzımızı, içinde bulunduğumuz durum ve
çevreyi değiştirmemizi zorlaştırıyor. Böyle de
olsa gerçekte bir değişim ihtiyacı hep hissedilir. “Hiç kimse değişime karşı değildir, yeter ki
ucu kendisine dokunmasın.” (Ahmet Hamdi
Tanpınar). Gerekli ama ben değil, başkaları
yapsın demeğe getirilir. Bu gerçeği dillendiren hoş bir karikatür görmüştüm: Konuşmacı
dinleyenlere “Kim değişim ister?” diye sorunca herkes mütebessim yüzlerle el kaldırıyor.
“Peki, kim kendini değiştirmeyi ister?” sorusu
karşısında ise bütün suratlar asık, başlar önde
ve bir tek kalkan el yok; büyük bir sessizlik.
Ortamdaki tek hareketli varlık havada uçan
bir sinek...
Kötüye gidişler içimizdeki negatif eğilimlerin desteği ile “kendiliğinden” yahut kolayca
ortaya çıkarken, iyiye yönelişler özel bir gayret, plan ve fedakârlık istiyor. Hz. Peygamber
(s.a.s.)’in “büyük cihat” (Münavi, Feyzü’l-Kadir, [Beyrut, 1994,] III, 211.) diye nitelediği hayat algısını
kast ediyorum.
İslam dünyasının yaşadığı sarsılma, örselenme
ve çöküşler Kur’an’ın dikkatleri üzerine çektiği
değişim kanunu çerçevesinde vuku buluyor.
Ancak, Kur’an inananlarını içinde bulundukları kötü durumla baş başa ve ümitsizlik içinde bırakmıyor. Onlara ümit aşılıyor, iyiye değişimin gereğini yerine getirmeleri konusunda
teşvik ediyor ve nihai hâkimiyetin “iyilere ait
olacağını müjdeliyor: “And olsun, Tevrat’tan
sonra Zebur’da da, ‘Yeryüzüne muhakkak benim iyi kulların varis olacaktır’ diye yazmıştık.” (Enbiya, 21/105) “Eğer siz (dininin ilkelerini
yaşmak sureti ile) Allah’a yardım ederseniz o
da size yardım eder.” (Muhammed, 47/7.) “Ve Allah size yardım ederse artık size galip gelecek
kimse olmaz.” (Âl-i İmran, 3/160.)
İhmal ettiğimiz görevlerimizi yerine getirme,
günahları terk etme, kulluk davranışlarında
sebat gösterme, içimizdeki kin, nefret, kibir,
başkalarını küçük görmek gibi kötü duyguları
iyileri ile değiştirmeye ihtiyacımız var. İnsanlarla iyi geçinme, başkalarının iyiliğini düşünme, mütevazı ev, uyumlu insanlar olma yönünde atılacak her adım ruhumuzu yükselten
basamaklara dönüşecektir.
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
69
HADİSLERİN IŞIĞINDA
Gökyüzü ve Merhamet
Abdullah b. Amr’dan (r.a.) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Merhamet edene Rahman da merhamet eder. Siz yerdekilere
merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 58.)
Rukiye Aydoğdu Demİr
Diyanet İşleri Uzmanı
Kuş sesleriyle uyanırken biz kendi dünyamıza, her şey olağandışı bir şekilde yolunda giderken, keyfimize diyecek yokken, kendimizi şımartırken, kendimize
yatırım yaparken, kendi(liği)mizi muhkem kaleler hâline getirip sadece onun
içinde yaşarken, yaşam kalitemizi yükseltip konforumuza konfor katarken, zevkimizi inceltirken, inceliğimizle övünürken,
güneş sayısız kez tüm bunların üzerine
doğup batarken, çocuklar sessiz sedasız
dünyamızı terk etti… Üstelik kimseye
hissettirmeden yaptılar bunu. Vicdanlarımızı rahatsız etmemek için ayaklarının
ucuna basarak, içimizde uyuttuğumuz
duygularımızı uyandırmadan, usulca gidiverdiler. Ve dünyamızdan ayrılan her
bir çocukla birlikte, yerle göğü birleştiren
milyonlarca görünmez ipten bir tanesi
görünmez bir makasla kesiliverdi. Yerle
göğü birleştiren iplerin geri kalanı, çocuklarının cansız bedenini kucaklarında
taşıyan annelerle birlikte bizi terk etti. Bir
kısmı çocuklarıyla birlikte karanlık suların derinliklerine doğru yol alan babalarla
birlikte bizi terk etti. Bir kısmı çocuklarla
anne babaları arasına dikenli teller çekildiğinde bizi terk etti. Bir kısmı kucağında
çocuğuyla birlikte yeryüzünden kovulan,
koskoca gezegende kendisine sığınacak
bir yer bulamayan babaların gözyaşlarıyla
bizi terk etti. Bir kısmı henüz annesinin
karnındaki minik bir bebeğin minik be-
denine dünyamıza ait bir kurşunun isabet
etmesiyle bizi terk etti. Bir kısmı sahilde
oynayan çocukların üzerine bombalar
yağmaya başlayınca bizi terk etti. Bir kısmı dünyamızın kıyılarına çocuklar vurmaya başlayınca bizi terk etti…
Hâsılı göklerden yeryüzüne uzanan sayısız görünmez ip bir anda görünmez bir
makasla kesildi ve yağmurlar dindi. Öyle
susuz öyle kurak kalakaldı topraklarımız.
Rahmet damlaları yeryüzünde kirleneceklerini düşünmüş olacaklar ki yağmaktan
vazgeçtiler üzerimize. Sadece yağmur mu?
Göklerle irtibatımızı kestiğimizden beridir
yüreklerimiz çorak topraktan daha çelimsiz hale geldi, hiçbir canlıya yer kalmadı
üzerinde. Oysa Peygamber (s.a.s.) bu
duruma düşmememiz için tüm samimiyetiyle uyarmıştı bizi. Yeryüzündeki rahmeti muhafaza etmediğimizde, yüreğimizi
merhametle yeşertmediğimizde, yağmurların bize küseceğini, bereketin bizi terk
edeceğini, Rabbimizin rahmetini bizden
esirgeyeceğini haber vermişti. Ateşe giden
pervaneler gibi üşüşmüştük ateşin etrafına da o bizi tutup engellemişti. Göklere
kapılarımızı açmamızı, göklerle irtibatımızı koparmamızı istemiş ve bu şekilde
Rahman’ın rahmetine nail olabileceğimize
işaret etmişti: “Merhamet edene Rahman
da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet
etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 58.)
Yerdekilere rahmet ettikçe göğün rahmetinden nasiplenebileceğimizi söylemişti
Nebi (s.a.s.) ancak dünyamız o kadar kirliydi ki onun tertemiz sözlerini hayatımıza
dâhil edemedik. Merhamet diyordu Nebi
(s.a.s.), acıları tatlandırmaktan bahsediyordu, biz acıları yarıştırmayı tercih ettik.
Şefkat diyordu Nebi (s.a.s.), can taşıyan
her bir varlığa cinsi, kimliği, rengi ne
olursa olsun yürekte yer açmaktan bahsediyordu, biz şefkati yalnız biz ve bize
benzeyenler için hissetmeyi tercih ettik.
Merhamette seçici davranıp sadece bize
benzeyenin acısını işittik, başkalarının
acısına sağır kalmayı seçtik. Ateşin sadece
düştüğü yeri yakması sevindirdi bizi, yanan haneleri söndürmeye gayret etmedik.
Düşene el uzatmaktan, başkalarının yarasını sarmaktan çekindik. Kendimizi ötekinin yerine koymayı, ona kendimizmiş gibi
bakmayı ve onda kendimizi görmeyi hiç
denemedik. Neticede kendimize hapsolduk kaldık. Oysa biz biraz da başkaları ile
biz olabiliriz. Kendimiz olabilmek ancak
kendimizi aşıp başkalarının dünyasına
dâhil olmakla mümkün. O zaman kendimizi yüceltebilir, yüce bir gönle sahip
olabiliriz. O zaman ayaklarımız yerden
kesilir ve göklerin kapısını aralayabiliriz.
Rahman’ın rahmetinden o zaman ümitvar
olabiliriz.
- Ne zaman?
- Merhametin sıcaklığını içimizde, başkalarının sorumluluğunu da omuzlarımızda
hissettiğimiz zaman.
- Merhametli olmak için onu kalbimizde
hissetmek yetmez mi?
- Hayır tabii ki! Merhamet kalbe hapsedilemez.
- Kim söylüyor bunu?
- Kalbin türlü hâllerini, hastalıklarını ve
dahi şifasını yazan âlim, kalplerin kâşifi,
Gazali.
- Ne diyor peki?
- Merhametli olmak için merhamet duymak, acımak yetmez der Gazali, kalbinde
ılıklığını sırtında yükünü hissetmeli insan.
İhtiyacını karşılamalı âcizin, yoksulun,
mazlumun. Üstelik kendisini rahatlatmak, vicdanını susturmak, acımanın verdiği elemden kendisini kurtarmak için de
yapmamalı bunu; muhtacı, çaresizi rahata
kavuşturmak olmalı amacı. O zaman kemale erer merhameti.
Hayır, Gazali zorlaştırmamış, elinde merhamet lambasıyla şehrin bütün sokaklarını gezerek bütün bir şehri aydınlatması kolay değildir insanın evet, ancak
aydınlanmaya değmez mi? Zordur merhamet etmek, rahatını kaçırır insanın.
Gözlerinde yaşlar birikir, boğazı düğümlenir. Merhamet, kişinin başkasının yerine kendisini koyabilmesini gerektirir
ve bu bazen insana omuzlarına tonlarca
ağırlık koymasından daha zor gelir. Eğer
“Allah’ın doyurmadığını biz mi doyuracağız?” (Yasin, 36/47.) diyenlerdenseniz işiniz
çok daha zor demektir. Zira ‘insan’ olabilmek zordur. İnsanlığımızdan merhameti
çıkardığımızda ise bizden, yeryüzünün
en şerefli varlığından geriye seyyar bir
suç makinesi, ayaklı bir şiddet ve terör
aleti kalır. Acımasızlığı ve saldırganlığı ile
hayvanları ürkütür o zaman insan. Merhametli olduğunu zannetse de sadece bir
avuntudur onunki. Merhametli olduğunu
düşünerek merhametli olunmaz; acıyarak
acılara son verilmez. Merhameti bir lütuf
gibi sunarak, başkalarının yüzüne hayasızca çarparak da merhametli olunmaz.
Ekranların karşısında merhameti kabarıp
kabarıp kılını kıpırdatmamak da insanı
merhamet sahibi yapmaz. Yorulur sadece, merhamet yorgunluğundan bitap hâle
gelir ama sadra şifa olmaz. Yalnızca aynı
mahalleyi paylaştığı kimselere değil bütün
bir gökkubbeyi paylaştığı varlıklara şefkat
gösterebildiğinde şefkatli olabilir ancak
insan. O zaman göklerle yerin irtibatının
kesilmediğini fark eder. Gökyüzünden
yeryüzüne indirilen engin rahmeti o zaman hisseder. Elleri yağmurla ıslanır o
zaman…
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
71
HATIRA DEFTERİNDEN
Diyanet Dergisi Hayatımıza Yön Veriyor
Nurettin MİDİLLİ
Göreve ilk başladığım yıllarda
Diyanet Gazetesi vardı. O zamanları da en ücra yerde görev yapan
din gönüllülerine kadar ulaşırdı.
Aylık toplantılarda heyecanla dağıtılmasını beklerdik. Sonra bir
çırpıda okurdum. O dönemlerde
taşradaki bir görevli için böyle bir
yayının eve kadar ulaşması çok
daha anlamlı ve önemliydi.
1991 yılının ilk aylarında yapılan
bir toplantıda Diyanet Gazetesi
yoktu. Bu defa farklı bir format,
zengin bir içerik ve tasarımla yeni
bir yayın, aylık dergi olarak bize
ulaşmıştı.
Gündem oluşturan ana konuları, toplumun ihtiyaçlarına cevap
veren temel hususları ele alışıyla
dergimiz, irşat hizmetlerimize de
ciddi bir katkı sağlıyordu. Diyanet
İşleri Başkanlığı Süreli Yayınları
görev sürecimin her aşamasında,
özellikle çocuklara ve gençlere
yönelik yaptığımız eğitim eksenli
faaliyetlerde başucu eseri oldu.
Yıllar içerisinde her yılın dergilerini ayrı ayrı cilt yaptırıp, kütüphanemde muhafaza ettim. Dergide
yer alan yazıların konu başlıkları
ve yazar isimlerinin de yer aldığı
bir liste yapıp, önemli bir arşiv
ve kaynak oluşturdum. Sonraki
yıllarda bunu bilgisayarıma kaydettim. Artık bir konu hakkında
araştırma yaptığımda, kaynak olarak kolayca ulaşabileceğim önem-
72 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
li ve güçlü bir veri daha vardı.
Diyanet Aylık Dergimiz görev hayatım süresince daima önemli bir
rehber ve kaynak oldu. Özellikle uzun bir süre görev yaptığım
Avrupa’daki cami ve cemiyet eksenli hizmet ve faaliyetlerimizde
de bize bir yol haritası sundu.
Zira dinî yayıncılık, bu bağlamda
özellikle de Diyanet İşleri Başkanlığımız süreli yayınları irşat
hizmetleri için büyük önem arz
etmektedir.
Yurt dışı görevinde gençlerle, bayanlarla yaptığımız haftalık sohbet ve programlarda dergimizde
yer alan konuları irdeliyor, bu
çerçevede millî ve manevi değerlerin kazanımı ve muhafazasında
verimli sonuçlara ulaştığımızı görüyordum. Haftalık buluşmalarda
dergide yer alan ana konulardan
birini seçerek, o konu üzerinde
müzakereler yapıyorduk. Dergimizde yer alan her ayın gündem
konuları bu buluşmalara ayrı bir
nitelik kazandırıyordu. Hatta zaman zaman dergide yer alan konuların müzakeresi sonrasında,
özet notlar dağıtmak suretiyle ve
mini testler yaparak bilgileri daha
da kalıcı kılmaya çalıştım.
Bu çerçevede görev yaptığım bölgede bu eksende bir farkındalık
oluşturmaya gayret ettim. Bu çalışmalarla dergimizden istifade
eden ve ilgi gösteren kardeşlerimizi abone yapmak suretiyle bir
süreklilik de sağlamış oldum.
Diyanet Dergimizin eklerini de
dikkate aldığımızda her kesimden insanımıza hitap eden yönleri
vardı. Gurbetteki insanlarımızı
dergimizin bilgi ve hikmet yüklü mesajlarıyla ve güzellikleriyle
buluşturmaya çalıştım. Bizi biz
yapan değerlerin muhafazası gurbette ayrı bir önem arz ediyor.
Bu bağlamda derginin önemli bir
misyonu ve katkısı olduğu kanaatindeydim.
Fırsat buldukça da derginin
daha önceki sayılarını evlere ve
işyerlerine ulaştırarak daha çok
okunmasına vesile olmaya çalıştım. Çünkü dergimizde işlenen
gündem konuları çerçevesindeki
yazılarda bireysel ve toplumsal
sorunlarla ilgili çözüm önerileri
bulmak mümkündü.
Ana gündem dışı sayfalarda yer
alan yazılar ve konular da ayrı
ayrı öneme sahip. Dergi sayfalarına kendinizi bıraktığınızda bilgi
ve hikmet yolculuğu da başlamış
oluyor. Her kesimden ve bilgi seviyesinden insanımızın ilgi
alanlarına göre yazılar, makaleler
mevcut.
Bilgi ve hikmet yüklü birikimiyle,
Türkiye’de en uzun soluklu süreli
yayın oluşu ve baskı sayısı itibarıyla daima zirvede olan Diyanet
Aylık Dergi hayatımıza değerler
katmaya devam ediyor. Millî ve
manevi değerlerimizin kazanılmasında ve muhafazasında önemli bir işlev görüyor.
Diyanet Dergimiz; muhtevası, daima gündemi ve günceli yakalayan yayın anlayışı, sürekli kendini
yenileyen çizgisiyle hayatımıza
yön vermeye devam ediyor.
HATIRA DEFTERİNDEN
Hayatımız Ezanla Başlar,
Salâ ile Sona Erer
Mehmet Karataş
Malatya Kale Mahmut Dursun Mah.
Camii İmam-Hatibi
Mevsim sonbahardı... Soğuk hava iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. Mevsim, tefekkürü ve taakkulü
emreden bir dinin mensupları olarak bizleri bir kez
daha idrake davet ediyordu. Bir sabah namazı sonrası camimizin müdavimlerinden olan 60-65 yaşlarındaki Ahmet Amca benimle musafaha ettikten sonra
hocam dedi ve yutkundu... Âdeta kelimeler boğazına düğümlenmişti. “Vaktiniz var mı?” hocam dedi.
Buyrun Ahmet Amca dedim. İmam odasına geçtik.
Hocam, nereden nasıl başlayacağımı bilemiyorum.
Ben, anne ve babamı görmedim. Sosyal hizmetler
ve çocuk esirgeme kurumunda büyüdüm. Kaç bayram geldi geçti sayısını da unuttum. Her bayramda
annemin ve babamın gelip beni almasını umutla
bekledim. Görmediğim ailemin sevgisine hasretimi
ekleyerek yollarını gözledim.
“De ki; ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz
Allah, bütün günahları affeder.” (Zümer, 39/53.)
Yalnızlığımı, çaresizliğimi, umutsuzluğumu, yenilgimi, savruluşumu her gecenin karanlığında yatağımı
üzerime çekerek gözyaşlarıma gömdüm. Hocam,
kısaca benim de yaşadığım tüm yetimlerin başlarına
gelenler ve maruz kaldıkları durumlar vicdan sahibi her insanın gönlünü burkacak cinsteydi. 18 yaşında kurumdan ayrıldım. Bir vesileyle Almanya’ya
çalışmaya gittim. Evlendim ve iki çocuğum olmuştu. İstemediğimiz şekilde eşim üçüncü çocuğumuza
hamileydi. Bu çocuğu istemedik. Almanya’da kürtaj
yasak olduğu için eşimi Türkiye’ye gönderdim. Eşim
kürtaj oldu. Ve arkasından felç kaldı. Nasıl basiretim
bağlanmıştı. Yaşadığım onca zorluğu nasıl da unutmuştum. Rızka Yüce Yaradan’ın kefil olduğunu nasıl
da düşünememiştim. Kürtajdan iki sene sonra eşim
vefat etti. Bunları anlatırken Ahmet Amca’nın gözyaşları hiç durmuyordu. Hocam, ben artık yaşayan
bir ölüye dönmüştüm. İki çocuğum da hem yetim,
hem de öksüz kalmıştı. Yıllarca kendimi affedemedim. Pişmanlığımın zirvesindeydim. Günahlarıma
nasıl tövbe ederdim. Allah (c.c.) beni affeder mi? Ta
ki camimizdeki Diyanet dergisindeki ümitsizlikle alakalı yazıyı okuyup da şu ayete rastlayıncaya kadar:
Değerli, seçkin ve alanında uzman hocalarımızın
gönlünden kalemine dökülen Diyanet dergisi yurdumuzun en ücra köşelerine imam-hatiplerimiz vasıtasıyla ulaşmaktadır. İlk olarak biz görevlilerin dinî
algılayış biçimini tekrar gözden geçirip daha verimli
ve etkin din hizmeti sunmamıza önemli ölçüde katkı
sağlamaktadır.
Hocam, bu ayet beni içine düştüğüm müşkül durumdan çıkardı. Size ve şahsınızda Diyanet dergisinin yayına hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür ediyor ve Allah razı olsun diyorum. Yavaş adımlarla yanımdan uzaklaşıp gitti.
Yıllardır okuduğum Diyanet dergisinin böylesine
hayati bir derecede önemli bir görevi üstleneceğini
belki de hiç düşünememiştim. Allah (c.c.) Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyuruyor: “Sizden, hayra çağıran,
iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i
İmran, 3/104.)
Aylık Dergi’nin ele aldığı konular toplumumuzun
da dikkatini celbetmektedir. Özellikle yaşlılar, yetimler, engelliler, hoşgörü anlayışı, toplumsal ahlak
gibi... Hayatımız bir ezanla başlayıp, bir sala ile son
bulmaktadır. DİB personeli olarak bizler tüm yurttaşlarımızın doğumundan ölümüne kadar olan din
hizmetlerini en iyi şekilde yerine getirirken Diyanet
Aylık Dergi’nin desteğini her zaman yanı başımızda
hissetmişizdir.
Diyanet Dergi’nin nice yanık gönüllere, imana susamış gençlere, ümitle yolları bekleyen yaşlılara, şefkate ve merhamete susamış yetimlere, iyilik perver
insanlardan yardım uman engellilere, insanların yüzünden bir tebessüm arayan nice mültecilere işlediği
konularla yardımcı olması temennisi ile...
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
73
Kâbıd-Bâsıt
Darlık da O’ndan Bolluk da
Fatma BAYRAM
Rabbimizin isimleri arasında yer
alan Kâbız ve Bâsıt isimleri, sıkan
ve genişleten, daraltan ve açan anlamında birbirine zıt -öyle olduğu
için de birbirini tamamlayan- iki
isimdir.
Bu isimlerin kapsamı hayatın bütün olaylarını içine alacak kadar
geniştir. Ruhların verilip alınmasından, rızıkların dağıtılmasına
kadar her alanda kabz veya bast
hâlini müşahede edebiliriz. Sadreddin Konevi’nin güzel tarifiyle
Kâbıd eşyayı kabzasında tutan,
Bâsıt ise yayandır. O dürdüğünde
hiçbir kuvvet işe yaramaz; yaydı-
74 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
ğında ise hiçbir şeye ihtiyaç kalmaz.
Esma-i Hüsna listelerinde “Kâbıd
ve Bâsıt” olarak isim formunda oldukları hâlde ilginçtir ki Kur’an’da
daima fiil olarak gelmişlerdir. Bu
durum bizlere bolluk ve darlığın
sürekli ve mutlak bir kanun olmadığını, hayatın çeşitli dönemlerinde birinin veya ötekinin yaşanacağını gösterir. Bu da Yüce Allah’ın
Kâbız ve Bâsıt isimleri arasındaki
denge ve ahenge işaret eder. İslam
âlimleri zıt anlamlı isimlerdeki bu
denge ve ahenk sebebiyle bu tür
isimlerin daima bir arada düşünülmesi gerektiğine dikkat çekmişlerdir.
Bu dünyada kabz hâli de bast hâli
de sınırsız ve sonsuz değildir. Her
ikisi de gelip geçicidir. Asıl tehlike
insanın maruz kaldığı böyle gelip
geçici darlık günleri değil, aslında
azabı hak etmiş olanların önüne
dünya nimetlerinin yayılmasıdır.
Zira Rabbimiz bu durumda olanlara verilen nimetlerin yalnızca
azaplarını artırmak için verildiğini
söylemektedir. (Âl-i İmran, 3/178.)
Kabz kötülüklerin ortaya çıkmasıyla olabileceği gibi bir hayrın
ortadan kalkmasıyla da olur. Mümin bunların her birinde bir hikmet olduğuna iman eder. Çünkü
Allah hakimdir; vermeyişinde
de, verişinde de bir hikmet vardır. Hakk’ın katından olan hiçbir
şey şer olmaz. Biz onu şer olarak
görürüz. Zira kabz hâlinde hamdeden rızaya ulaşır; bu durumda
da şer görünenin içinde gizlenen
hayrı ortaya çıkarıp imtihanı geçmiş olur ki işte asıl başarı budur.
EN GÜZEL İSİMLER
Çünkü Rabbimizin huzurunda
bize değer kazandıracak olan şey
başımıza gelenlere verdiğimiz tepkilerdir.
Tasavvufta Kabz, kişinin manevi tutukluk hâlinde bulunmasını
ifade eden bir terimdir. Kişi bazen
tutuk ve tedirgin olur, aklına hiçbir şey gelmez, zihni boştur; bazen
de neşeli ve kendinden emindir,
zihni açık, gönlü geniştir, hiç bir
şey onu sıkmaz. Her iki durum da
Allah’tandır. Her insanın kabz ve
bast hâlleri de kendisine göredir
ve çoğu zaman sebebi de bilinmez.
Sufilere göre bunların gelişi kesb
ile olmadığı gibi gidişi de cehd ile
değildir. Bu nedenle sufiler kabz
hâlinden çıkmak için kişinin kendini zorlaması yerine bunu bir imtihan olarak görüp bu hâl geçene
kadar sabır göstermek gerektiğini
söylerler. Zoraki hareketlerle bunu
geçirmeye çalışmak hem tasavvuf
yolunun edebine aykırıdır hem de
kabz hâlini daha da artırır. Üstelik
bu hâl, içimize dönüp yaşadıklarımızı anlamlandırmak, istiğfara
yönelmek ve yaratılmıştan biraz
uzaklaşıp Yaratıcı ile yakınlığı artırmak için kendiliğinden gelen
bulunmaz bir fırsattır. Birden bire
gelen bast hâlinde de sükûneti ve
edebi muhafaza etmek, taşkınlıklardan özenle kaçınmak gerekir.
Esma-i Hüsna müellifi Ali Osman
Tatlısu’ya göre kula yaraşan şey
kabz vaktinde elden çıkan nimetlerden dolayı müteessir olsa bile,
kendini şaşırmamak ve sabır deni-
len fazileti bütün bütün kaybedecek derecede yerinmemek olduğu
gibi bast vaktinde de şımarıp gurur
ve heyecana kapılmamak, şükrü
unutacak derecede sevinmemek
ve bu hâllerin hepsinin Allah’tan
geldiğini ve nice gizli hikmetleri
bulunduğunu düşünmek, her iki
hâlde de gönlü-nü Allah’ın hoşnutluğuna bağlayarak kulluk vazifelerini yerine getirmekten uzaklaşmamaktır.
olmayan ve hak etmeyen kimselere mal, ilim, hikmet ve mevkileri
dağıtarak onlara zarar vermeme
konusunda dikkatimizi çekmektedir. Zira hak etmeyene verilen her
türlü ikram onun sapmasına yol
açacağı için ona bir kötülük olduğu gibi bu durumdan etkilenecek
nice insanlara da dolaylı olarak
kötülük etmek demektir. İşte bu
nedenle de bazen vermemek bir
iyiliktir.
Bunu başarmak insanı pek çok
hastalıklı durumlardan da muhafaza eder. Çünkü; Psikolojinin
bize söylediğine göre çeşitli nedenlerle kullanılmayan beceri ve
kapasiteler ya hastalık üretir ya da
işlevini yitirerek ortadan kalkar ki
bu da kişiyi kısıtlayan bir durumdur. Bu nedenle hayat devam ettiği
müddetçe kabz hâlinin geçiciliğini
bilmek ve asla ümidi kaybetmemek hem inancımız hem de ruh
sağlığımız açısından büyük önem
taşır.
Hitabette her şeyin devamlı iyi
yahut devamlı kötü yönlerine dikkat çekilmesi yani safça bir iyimserlikle müzmin bir kötümserlik
uyanıklığı ve dikkati zayıflatır. Bu
nedenledir ki Hz. Peygamber nasihatlerinde kabz ve bast yöntemlerinin yalnız birinde ısrar etmeyip
ikisini de yeri geldikçe kullanmış
ve dualarında da her iki hâlin
Allah’tan olduğunu ikrar ettikten
sonra her durumda genişlik talep
etmiştir. Onun sık yaptığı dualardan biri bizim de bu bahiste son
sözümüz olsun:
Bazı kullar Yüce Allah’ın Basıt isminin tecelligâhıdır. Allah onlar
vasıtasıyla diğer kullarını ferahlatır. İçimizin sıkkın olduğu bir anda
bir şakayla yüzümüzü güldüren,
bir sözüyle bizi rahatlatan dostlarımız bu gruptandır. Peygamberimizin ashabından bu hâlleriyle öne
çıkan Hz. Nuayman b. Amr gibi...
Bâsıt ismi Allah’ın yaratıklarının
ihtiyaçlarını giderip onları ferahlandırma konusunda bize rehberlik ederken Kâbıd ismi de ehil
“Allah’ım! Senin bol bol ihsan ettiğini azaltacak, azalttığını artıracak,
saptırdığını hidayete erdirecek,
doğru yola yönelttiğini saptıracak,
vermediğini verecek, ihsan ettiğine
engel olacak, rahmetinden uzak
kıldığını yakınlaştıracak, rahmetine yaklaştırdığını da bu nimetten
mahrum bırakacak hiçbir kimse
yoktur. Allah’ım! Bize rahmetinden, lütfundan, bereketinden ve
geniş rızık hazinelerinden bol bol
ihsan eyle!”
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
75
PORTRE
Hizmet Aşkını Son Nefesine Kadar Koruyan İnsan
Hamdi Mert
Alişan BAŞGÖNÜL
Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri
Gençliğinde idealist, orta yaşlarında yapıcı, uzlaşmacı; ömrünün
son demlerinde ise mütevekkil
ve dingin bir hayat çizgisi… Hep
inandığı gibi yaşamayı düstur edinmiş; ilkeli, duruşu olan bir insan…
Yolda kalmışlara biletlerini alıp
menzillerine ulaştıracak kadar eli
açık; yanında çalışanların çocuklarının düğünlerinde çeyizlerini
temin edecek kadar babacan…
76 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
Babası, “Bizi Yaşatanlar” kitabının
kahramanı Ahmet MERT… Nam-ı
diğer “Ahmet Ağa.” Savaşta tek kolunu kaybetmiş bir gazi. Okuldan
camiye, yoldan çeşmeye, bölgenin
imarında öncü olmuş. Anamur’a
ilk muz fidesini o getirmiş. Babasının asilliği, hayatı boyunca onun
ruh dünyasını şekillendirmiş,
onun davranışlarına yön vermişti.
73 yıllık fani hayatı birçok yönden
dolu dolu yaşayan Hamdi Mert,
1942 yılında Mersin´in Anamur ilçesi Bozyazı kasabasında dünyaya
geldi.
İlköğrenimini Bozyazı Bölge İlkokulunda, ortaöğrenimini Adana
İmam-Hatip Lisesinde okudu. Lise
yılları onun gençlik heyecanının
tavan yaptığı, kabına sığmayan bir
delikanlılık dönemidir. O yıllarda
yazdığı makale ve şiirlerle dikkatleri üzerine çekti. 1962 yılında Adana İmam Hatip Lisesini bitirdikten sonra üniversiteye gidebilmek
için, Nazilli Lisesinden de diploma
aldı. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde okurken, bir yandan da
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine devam etti.
Kısa bir dönem Ankara Barosuna
bağlı olarak avukatlık yaptıktan
sonra, 1967 yılında Denizli’de öğretmen olarak memuriyete adım
attı. Sonra 1969-1973 yılları arasında Ankara İmam Hatip Lisesinde meslek dersleri, 1974 yılında
Ankara Yıldırım Beyazıt Ortaokulunda Din Bilgisi öğretmenliği
yaptı. Aynı yıl Diyanet İşleri Eski
Başkanı Sayın Tayyar Altıkulaç’ın
davet ve teşvikiyle, Diyanet İşleri
Başkanlığında Hukuk Müşavirliği
görevine başladı.
1978 yılında Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına getirildi. 1992
yılında Hollanda-Lahey Büyükelçiliğine Din Hizmetleri Müşaviri
olarak tayin edildi. 1998 yılında
Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı
kadrosundan emekli oldu. Emeklilik sonrası kısa bir dönem Hoca
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-
Hastanede tedavi gördüğü
son zamanlarında da yayın
hayatından kopmamış,
kitap ve dergi çalışmalarına ara vermemişti. Bu
çalışmalarda ona yardımcı
olan bir arkadaşımız, onun
sadece tek kolunu ve başını hareket ettirebildiği bir
süreçte nasıl bir heyecan
içerisinde olduğunu, yazıları kendisine okuturken
nasıl duygulanarak gözyaşı döktüğünü anlatırken
duygularını ifade etmekte
oldukça zorlanmıştı.
Kazak Üniversitesinde değişik kademelerde görev yaptıysa da, kendisini hep Diyanet personeli gibi
gördü.
Cömert bir insandı
Hamdi Mert hocamızın olaylara
bakışı, insanlara davranışı farklıydı. Yakınında çalışan arkadaşlar
onu, lügatinde “hayır” kelimesi bulunmayan, yapıcı bir insan olarak
tanımlardı.
1984 yılında Diyanet Gazetesi’nde
yazdığım bir yazı vesilesiyle tanıştığım ve vefatına kadar irtibatı kesmediğimiz Hamdi Mert hocamızla
4 yıl Hollanda’da birlikte çalıştık.
Hangi kurumdan olursa olsun,
Türkiye’den Hollanda’ya gelip de
Hamdi Bey’in sofrasına oturmamış
kişi azdır. Çok kişi masrafların vakıf hesabından ödendiğini zanne-
derdi. Nice harcamaları, talimatıyla onun banka kartından ödediğim
çok olmuştur. Hollanda’ya gelip
parasız kalan bir grup Azerbaycanlı sanatçının, uçak biletlerini
almasına tepkimi, “asalet budalalığı say” diyerek dindirmek istediğini ve gülüştüğümüzü hatırlarım.
Türkiye’ye dönerken, Anamur’da
babadan kalma triplex dairelerini
satıp döndüğünü biliyorum.
Duygusal ve şair ruhluydu
Adana İmam Hatip Okulunda okurken şiir yazmaya başlamış, yazdıkları şiirleri “Nereye Bu Gidiş?”
adlı şiir kitabında toplamıştı.
En çok sevdiği şairler Arif Nihat
Asya ve Nurullah Genç’ti. İkisinin
de naatlarını defalarca dinlemişimdir kendisinden.
Tercüman Gazetesi, Ortadoğu
Gazetesi, Ayyıldız Gazetesi, Yeni
Düşünce Dergisinde köşe yazıları
yazdı. Diyanet İşleri Başkanlığının
süreli yayınları arasında yer alan
Diyanet Gazetesinin gelişmesinde
çok büyük katkıları vardır. Diyanet
Gazetesinin Diyanet Aylık Dergiye
dönüşmesi de yine onun eseridir.
Bir İnsan Hakları Savunucusu
Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu,
İslam’da Hoşgörünün Simgesi:
Hacı Bektaş Veli, Bilimi Öne Alan
Din Anlayışının Temsilcisi: Ahmet
Yesevi, Yolumuzu Aydınlatanlar, Ansiklopedik İslam İlmihali,
İslamiyet’te Ağaç ve Orman, Bizi
Yaşatanlar, Nereye Bu Gidiş, Bir
Ülkenin Dönüşümü ve İmam Hatip Liseleri basılmış kitaplarından
bazıları…
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
77
PORTRE
Hastanede tedavi gördüğü son
zamanlarında da yayın hayatından kopmamış, kitap ve dergi
çalışmalarına ara vermemişti. Bu
çalışmalarda ona yardımcı olan
bir arkadaşımız, onun sadece tek
kolunu ve başını hareket ettirebildiği bir süreçte nasıl bir heyecan
içerisinde olduğunu, yazıları kendisine okuturken nasıl duygulanarak gözyaşı döktüğünü anlatırken
duygularını ifade etmekte oldukça
zorlanmıştı. Yine aynı arkadaşımızın anlattığına göre, telefonda konuşurken söyledikleri onun hayatında yayıncılığın ne anlam ifade
ettiğini âdeta özetler gibiydi: “Şu
hasta yatağımda dört gözle yaptığın çalışmaları bekliyorum. Bir
hasta yatağında kapıdan girecek
doktoru nasıl beklerse işte ben de
seni öyle bekliyorum.”
Hayatını din-devlet kaynaşmasına
adamıştı
“Din-devlet ilişkilerinde görülen
bulanıklık/kaos ve çatışma bu iki
değerin müfredatından, fonksiyonlarından ve öğretilerinden değil,
bizim bu değerlere yüklediğimiz
suni rolden kaynaklanmaktadır.”
derdi. Bu bağlamda, “millî ve resmî
değerlerimizi birbiriyle tokuşturmadan, sosyal dokusu sağlam bir
mutlu toplum inşasının, vahiy ile
aklı buluşturan evrensel çizgiden
geçeceğini” söylerdi.
“Millet bütünlüğünün sağlanması
gibi vazgeçilmez bir fonksiyonu
sırtında taşıyan sessiz ve çilekeş
zümre” dediği imamların eğitim
ve özlük haklarındaki iyileştirmeye
78 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
özel ilgi gösterir, çaba sarf ederdi.
Son nefesine kadar, ulvi bir gayretin, idealizmin, fedakârlığın canhıraş takipçisi oldu. Son günlerinde,
hastanede yatarken, MİHVAK (Ankara Merkez İmam-Hatip Lisesi
Öğrencileri ve Mezunları Vakfı)
tarafından bastırılan, “Türkiye’nin
Dönüşüm Sürecinde İmam Hatip
Liseleri” isimli kitabını eline aldığında, ayağa kalkacakmış gibi nasıl
heyecanlandığını, değerli eşinden
dinlemiştim.
26 Temmuz 2015’te vefat eden
Hamdi Mert’in cenaze namazını
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez kıldırdı.
“Bir umutla çıktım yola, bilmediğim diyarlara, bir gün döneceğim
sana, sevgili, memleketim” dediği
Bozyazı’ya defnedildi. Ruhu şad,
mekânı cennet olsun...
KİTAPLIK
Ali Aygün
Aile; sevinç ve kederi paylaşmanın, birlikte yaşamanın ve zorluklara birlikte göğüs germenin
adıdır. Mutlu aile modeli de geleceğe güvenle bakabilen, huzurlu
ve güvenli bir toplum demektir.
Ailedeki birlik duygusunun zedelendiği, aile bağlarının gevşeyip
insanın yalnızlığa itildiği modern
zamanlarda yaşıyoruz. Aile bireyleri, türlü gerekçelerle birbirlerinden uzaklaşmış durumdalar.
Oysa aile bireyleri birbirlerine
hem maddi hem de manevi anlamda muhtaçtır.
Ailenin kurulması, korunması,
güçlenmesi için sosyal bilimlerin
ve dinî kaynakların danışmanlığına müracaat etmeyi, bir yuvanın
karşılaştığı risk alanlarını dikkate
alarak sorunlara dair çözüm önerileri sunmayı amaçlayan “Ailem”
adlı eserde on bir yazar, on bir
farklı bölümü kaleme alıyor.
Birinci bölüm “Ailem ve Ben”de
Doç. Dr. Huriye Martı, aile bütünlüğünün korunmasının, ancak
aileye değer ve emek vermekle,
aileyle birlikte zaman geçirmekle
mümkün olduğunu dile getiriyor.
İnsanın evlenince hem bedenen
hem de ruhen sağlam bir sığınağa kavuşacağını belirtiyor. Aile
bireylerinin birbirlerine hesapsız
ve şartsız bir sevgi büyütmelerini,
engin bir sevgi beslemelerini söyleyen Martı: “Ailenize güvenin,
güven verin.” diyor.
Fatma Dönmez’in kaleme aldığı “Ailemde Bir Çocuk Var” adlı
ikinci bölümde çocuğun “göz aydınlığı”, ilahî ikramın adı, nimetin tadı, erkek ve kadının neslini
başka hiçbir şeyin dolduramayacağı dile getiriliyor.
Beşinci bölüm “Ailemde Bir Engelli Var”da Halime Karabulut, insan olmanın, “engelsiz” bir hayatı
hak etmek olduğunu belirterek
engellilerin haklarını, engellilere
karşı nasıl davranmamız gerektiğini ve engelli ailesinin yaşadıklarını aktarıyor.
sürdürme arzusu olduğu vurgulanıyor. Çocukların yetişkinlerden
farklı olduğu bilinciyle çocuklarla
iletişimde nelere dikkat edilmesi,
çocukların da haklarının olduğunun unutulmaması gerektiğinin
altı çiziliyor.
Üçüncü bölüm “Ailemde Bir Genç
Var”da Dr. Fatma Bayraktar Karahan İslam’ın, bir gencin evinde
filizlendiğini, Allah Rasulü’nün
gençlere güvenip onlara önemli
görevler vererek kendilerini geliştirme ve topluma hizmet etme
imkânı verdiğini belirterek gençlerin haklarını, yetişkinlerden neler beklediklerini ifade ediyor.
Mürüvvet Aktaş’ın yazdığı “Ailemde Bir Yaşlı Var” adlı dördüncü bölümde yaşlılığın ne olduğu,
yaşlıların beklentileri, onlara nasıl
davranmamız gerektiği anlatılıyor. Yaşlıya gösterilecek ilgi ve
sevginin ilk adresinin aile olduğu
vurgulanıyor. Ailedeki sıcaklık,
dostluk ve güven ortamının yerini
Doç. Dr. Yaşar Yiğit ise “Akrabalarım Var” başlıklı altıncı bölümde
sılayırahmin ne olduğunu anlatarak yakınlarla sılayı, “Yaratan”la
sıla zemininde okumak gerektiğini vurguluyor ve bizlere şunları
tavsiye ediyor: “Akraba ve dost
ziyaretlerini asla küçümsemeden
sılayırahmi, Rabbimizin rızasını
kazanmamıza ve toplumsal birliğimizi güçlendirmemize vesile
olacak bir adım olarak görelim.
Akrabalarımıza karşı tatlı dilli,
güler yüzlü, sabırlı ve hoşgörülü
olalım.”
Yedinci bölüm “Ailemin İletişim
Dili”nde Hüseyin Öresin, sağlıklı
bir iletişim dilinin kullanıldığı ailede herkesin birbirinin varlığına
saygı duyacağını söylüyor. Aile içi
iletişim sürecini “gönül dili, değer
dili, teşekkür dili, özür dili, dua
dili ve sükût dili” olmak üzere altı
dil üzerine bina ediyor. Böylece
özümüzdeki güzellikleri sözümüze ve gözümüze yansıtma becerimizin gelişmesine katkı sağlamayı
umuyor.
Mehmet Dinç’in yazdığı “Teknolojiyi Bilinçli Kullanıyorum” başlıklı sekizinci bölüm, teknolojinin
önemini göz ardı etmeden ya da
abartmadan ondan faydalanma-
ARALIK 2015 DİYANET AYLIK DERGİ
79
KİTAPLIK
nın yollarını gösteriyor. Teknoloji
bağımlılığının ne olduğunu ele
alan Dinç, teknoloji kullanımı konusunda anne babalara önerilerde bulunuyor: “Sözlerinizin etkili
ve kalıcı olması için teknolojiye
alternatif faaliyetler üretme konusunda örnek olmalısınız. Çünkü
çocukları zararlı teknoloji kullanımından korumanın en önemli
adımı iyi bir model olmaktır.”
Dokuzuncu bölüm “Ailemi Bağımlılıktan Koruyorum” İsmail
Özgören tarafından kaleme alınmış. Aile birliğinin güçlendirilmesi ve aile fertlerinin zararlı
alışkanlıklardan korunması için
madde bağımlılığı ile mücadele
hakkında farkındalık kazanılmalı, bilgi edinilmeli diyen yazar
ailelerin; çocukların sigara, alkol
ve uyuşturucuyla tanışmalarına
zemin hazırlayan teklif ve tehditlere karşı uyanık olmalarını sağlamasını istemektedir.
Dr. Elif Arslan’ın “Ailemde Merhamet İstiyorum” başlıklı yazısı
kitabın onuncu bölümünde yer
alıyor. Yazar, şiddetin kavurucu sıcağından, öfkenin yok edici fırtınasından kaçan her can,
aile yuvasının merhametli çatısı
altında huzur ve güven bulmalı
diyor. Tüm benliğimizle merhameti benimsemek, ailemizde
şefkat ve adaleti yaşanır kılmak
her geçen gün daha da önem
kazanıyor diyen Arslan, şiddetin
sadece fiziksel değil, ekonomik,
psikolojik, cinsel ve sosyal boyutlarıyla da ailemizi tehdit eden
ciddi bir problem olduğunu ortaya koyuyor. Ailede kadın, çocuk, yaşlı, hiç kimsenin şiddet
görmemesini, ailenin merhamet
ocağına dönüşmesi gerektiğini
vurguluyor.
80 DİYANET AYLIK DERGİ ARALIK 2015
“Ailem” kitabının on birinci ve
son bölümünü Ayşenur Özkan
“Ailem Dağılmasın” başlığıyla ele
alıyor. Nikâhla başlayan sağlam
ve uzun soluklu bir birlikteliğin,
Peygamberimizin önerdiği hayat
tarzına da uygun olduğunu, sevgili Peygamberimizin yalnızlığa
değil, aile hayatına teşvik ettiğini
vurguluyor. Peygamberimizin,
bekârları evlenmeleri yolunda
cesaretlendirirken, boşanma konusunda daima temkinli davrandığını belirtiyor. Yazar, Allah’ın
hoşlanmadığı bir helal olan boşanmanın ilk evresinin “duygusal boşanma” olduğunu, bunun
aşılamamasının, eşleri “hukuki
boşanma”ya götüreceğini söylüyor. Erkek ve kadın için de boşanma kararı almadan önce bir
kez daha düşünmenin ve haklar
kadar sorumlulukları da hatırlamanın en akıllıca yol olduğunun
altını çiziyor. Boşanma sürecinde
eşlerin düşünmesi gereken en
önemli konu, anasız veya babasız
yaşamak zorunda kalacak çocuklar olmalı diyen Özkan, “sosyal
boşanma” adı verilen, eşlerin
karı koca olmaktan çıktıkları
yeni dönemde şu olumsuzluklardan en az birkaçının yaşandığını
söylüyor: sevgisizlik, değersizlik,
ilgisizlik, eziklik, yalnızlık, isyan, suçluluk hissi, boşluk, artan
maddi sorumluluk, çaresizlik,
güvensizlik, dışlanmışlık, öfke ve
kin, rekabet.
“Ailem” adlı eser, çözüm önerileri sunarken okuyucuyu yüreklendiriyor, aile değerlerimizi
hatırlamaya, ailemiz hakkında
sorumluluk üstlenmeye, daha
mutlu, daha güvenli, daha sağlıklı yuvalar için emek vermeye
davet ediyor.
Vahyin Aydınlığında Yürümek
Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Ankara, 2015
İmam Ebû Hanîfe ve
Hanefî Mezhebi
Prof. Dr. Ahmet Özel
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Ankara, 2015
Ahlak ve Hukuk Ekseninde
Aile Hayatımız
Prof. Dr. Ahmet Yaman
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Ankara, 2015
Kur’an-ı Kerim Harflerini Yazmayı Öğreniyorum
Komisyon
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları​
Ankara, 2015
Y e n İ Y ayı n l a r ı m ı z
Yurt içinde Diyanet Yayınları satış
yerlerinden, yurt
dışında Müşavirlik ve Ataşeliklerimizden temin
edebilirsiniz.
Sünnetin Işığında
İslam Ahlakının Esasları
ww.diyanet.gov.tr
Allah hikmeti
dilediğine verir. Kime
hikmet verilmişse,
şüphesiz ona çokça
hayır verilmiş
demektir. Bunu ancak
akıl sahipleri anlar.
(Bakara, 2/269.)
FİYATI: 5TL
Download