1 İKİNCİ İNÖNÜ ZAFERİ 1921 Yılı’nın Şubat ve Mart ayları sakin geçti. Türk Ordusu geçen zaman içinde gerek sayı ve gerekse nitelik yönünden Yunan Ordusu ile savaşabilecek bir duruma getiriliyordu. Kuva-yı Milliye birlikleri devamlı olarak düzenli ordu içinde eritiliyordu. Bir yandan asker almaya devam edilmekte ve bir yandan da yeni birlikler kurulmaktaydı. Eğitime, eksiklikleri giderme gayretlerine, yiyecek ve cephane ikmalini düzene koyma işlerine ara vermeksizin çalışılıyordu. Yunan Ordusu, kuzeyde Bursa Grubu, güneyde ise Uşak Grubu olarak konuşlanmıştı. Bursa Grubu daha kuvvetliydi. Çünkü düşmanın Eskişehir ve Ankara’ya ulaşılması için, kuzeyden saldırması daha uygundu. Uşak Grubunda daha az kuvvet vardı. Türk Ordusu da bu duruma uygun olarak konuşlanmıştı. Kuvvetlerin çoğu Yunan asıl taarruzunu karşılayacak şekilde kuzeyde, daha az kuvvet de güneyde bulunduruldu. Kuzeydeki savunma, daha önce de olduğu gibi İsmet Paşa’nın komutasındaki Garp Cephesi’nin sorumluluğunda, güney savunması da Refet Paşa’nın komutasındaki Cenup Cephesi sorumluluğunda olacaktı. Orta bölgede, Kütahya civarında da yedek kuvvetler bulundurulacak ve gerektiğinde Alayunt ve Çöğürler istasyonlarından demiryolu kullanılarak bu kuvvetler kuzeye veya güneye kaydırılacaktı. Yunan kuvvetleri 23 Mart 1921 günü sabahı, Bursa ve ondan üç yüz kilometre güneydeki Uşak’tan aynı saatte doğuya, Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başladılar. İki bölgede de hava hafif yağmurlu ve soğuktu. Türk askerleri, kuzeyde İnönü ve güneyde Dumlupınar mevzilerinde bulabildikleri sapı kırık kazma ve küreklerle siperlerini kazmış, silahlarını yerleştirmiş, hazırlıklarını bitirmişlerdi. İki buçuk ay önceki Birinci İnönü Savaşındaki o telaş, mevziiye bir an önce yetişmek için o koşuşturmalardan şimdi eser yoktu. Yunan Bursa Grubu, harekete geçtiği ilk gün, Türk süvarilerini geriye atarak Yenişehir’i ve İnegöl’ü ele geçirdi. Güneydeki Uşak Grubu da Türk örtme kuvvetlerini atarak Dumlupınar mevzilerine ilerledi. 25 Mart 1921 günü akşamına kadar Yunan kuvvetleri, Bilecik’ten Söğüt’ün kuzeyine, İnegöl’den de Pazarcık’a geldiler. Bunun üzerine Türk kuvvetleri İnönü mevzilerine geri çekildiler. Harekâtın ikinci gününde, bütün gözler İnönü Cephesi’nde iken, beklenmedik bir şey oldu ve Yunanlılar Dumlupınar mevzilerini zorlamaya başladı. Yunan 1.Kolordusu, akşama doğru cepheyi yaracak bir durum aldı. Dumlupınar mevzilerini savunan 12.Türk Kolordusu, ağır hücumlar karşısında cephenin bazı kesimlerini kaybetmiş ve savunmanın bütünlüğü bozulmuştu. Kolordu Komutanı Albay Fahrettin Bey, kolordusunun kuşatılmasını önlemek için 24 Mart 1921 günü gecesi yirmi kilometre gerideki bir mevziiye çekilmeye karar verdi. Bu kadar ümit bağlanan Dumlupınar mevzileri, harekâtın daha ikinci gününde elden çıktı. 25 Mart 1921 günü 12.Kolordu, çekildiği bu hatta da tutunamadı ve Cenup Cephesi Komutanı Refet Paşa’nın emri ile daha doğudaki bir hatta çekildi. 26 ve 27 Mart 2 günleri Yunan birliklerinin ilerleyişi ve Türk birliklerinin geri çekilmesi devam etti ve 27 Mart 1921 günü akşamüzeri Yunanlılar Afyonkarahisar’ı işgal ettiler. Fahrettin Bey de birliklerini Afyonkarahisar’ın doğusuna çekerek Çay, Bolvadin hattında yeni bir cephe oluşturdu. Eskişehir-Afyonkarahisar hattını ele geçirmek üzere hareket eden Yunan Ordusu, böylece hedeflerinden birine ulaşmış oluyordu. Türk Genelkurmayı ise Afyonkarahisar’ın işgaline fazla önem vermiyordu. Çünkü stratejik değeri daha fazla olan Eskişehir’i elden çıkartmamak için önce İnönü’de Yunanlıları yenmeyi, sonra da Afyonkarahisar’a yönelerek ikinci zaferi burada sağlamayı düşünüyordu. 26 Mart 1921 günü akşamı İsmet Paşa, İnönü mevzileri önlerine gelmiş olan Yunan kuvvetlerine karşı taarruz emri verdi. Fakat ertesi sabah daha Türk kuvvetleri taarruza geçmeden bütün cephede Yunan saldırısı başladı. Yunan taarruzları Türk savunması karşısında gelişme gösterememiş ve öğleden sonra durmuştur. 27/28 Mart 1921 gecesi çok soğuktu ve herkes yarasını sarmakta, ertesi güne hazırlanmaktaydı. Kütahya’daki 1.Süvari Tümeni hızlı bir yürüyüşle savaş alanına yetişti. Yarbay Nazım Bey komutasındaki 4.Piyade Tümeni de Kütahya’dan üç tren katarıyla gelmişti. 28 Mart 1921 sabahı Yunan kuvvetleri piyade ateşine başladılar. Bu ateş yarım saat kadar devam etti. Daha sonra cephe boyunca ilerlemeye başladılar. Metristepe’ye doğru ilerleyen Yunanlılar, saat 15.00’te taarruza başladılar. Şiddetli bir muharebe başladı. Yunan uçakları çok alçaktan uçarak makineli tüfekleriyle taarruza katıldılar. Akşamüzeri Metristepe’deki Türk birlikleri düzensiz bir halde çekilmeye başladılar. Tepe Yunanlıların eline geçti. Cephenin sağ kanadı çökmüş sayılabilirdi. Birlikler mevzilerde tutunmakta zorluk çekiyorlardı. Kanlısırt ve Metristepe’nin Yunanlıların eline geçmesiyle, hemen her yerde süngüye dayanan ve yirmi iki kez tekrarlanan şiddetli Türk karşı taarruzlarının meydana getirdiği sarsıntı ve yılgınlık, Yunan Komutanlığına bu başarıdan yararlanmaya imkan vermedi. Nihayet İkinci İnönü Meydan Savaşı, 1 Nisan 1921 akşamı İnönü mevzilerinde, İsmet Paşa'nın komutasındaki Garp Cephesi kuvvetlerinin zaferi ile sonuçlandı ve Yunan kuvvetleri Bursa istikametine doğru geri çekildiler. İkinci İnönü Zaferinden sonra, Afyonkarahisar’a kadar ilerlemiş Yunan kuvvetlerinin durumu da güçleşti ve hemen Uşak’a doğru geri çekilmeye başladılar. Garp Cephesi kuvvetlerinin bir bölümü de Eskişehir üzerinden Kütahya’ya ve Altıntaş’a yönelerek Afyonkarahisar’ın doğusunda bulunan ve geri çekilmeye başlayan Yunan Uşak Grubu’nun geri çekilme yolunu kesmek üzere demiryolu ile Refet Paşa’nın emrine verildi. Yunan Ordusu Komutanı Papulas, İnönü'deki yenilgiden sonra, güneydeki tehlikenin farkındaydılar. Buradaki Yunanlı Komutan İnönü'deki yenilgi haberini alır almaz, Ordu Komutanından gelecek olan çekilme emrini beklemeksizin askerlerini Dumlupınar'a doğru çekmeye karar verdi. Savunulması kolay, doğal bir mevzii olan Dumlupınar'ın, Yunanlıların elinde kalması çok sakıncalıydı. Bu zamana karşı bir savaştı. Dumlupınar‟a daha önce gelen ordu, diğerine karşı önemli bir üstünlük sağlayacaktı. Bu nedenle Yunanlılar 3 7 Nisan 1921 günü on iki gün işgal ettikleri Afyonkarahisar‟ı boşaltarak, Dumlupınar'a doğru geri çekmeye başladılar. Akşamüzeri Türk askerleri Afyonkarahisar'a girdiler. Refet Paşa bunu öğrenir öğrenmez, avını elinden kaçırdığı duygusuna kapıldı ve İnönü Cephesi'nden gelecek olan diğer kuvvetleri beklemeden, elindeki üç tümenle taarruza karar verdi. 8 Nisan 1921 günü tümenler Kütahya‟dan hareket ettiler ve Altıntaş Ovası'nda toplandılar. 12.Kolordu da Afyonkarahisar'dan hareket etti. Öğleden sonra Yunan birliklerine rastlayıp, çarpıştılar. Fazla bir ilerleme olmadı ve akşam karanlığı ile birlikte harekât durdu. Refet Paşa'nın kuvvetleri ile Fahrettin Bey'in kuvvetleri arasında henüz bir bağlantı sağlanamadı. Fahrettin Bey'in tümenleri de Yunan kuvvetlerinin peşinden batıya doğru ilerlemekteydi. İki süvari tümeni, Dumlupınar mevzilerinin, dolayısıyla Birinci Yunan Kolordusu'nun arkasına inmesi için, Murat Dağı geçitlerinden Banaz'a gönderildi. Bir piyade tümeni, Dumlupınar mevzilerinin sol kanadını tutan Yunan alayına, bir başka piyade tümeni ise, Yunan çekilişini korumakla görevli alaya hücum edecekti. Fahrettin Bey'in Kolordusu da Afyonkarahisar'dan batıya doğru hızla ilerliyordu. Birinci Yunan Kolordusu kıskaca girmek üzereydi. 9 Nisan 1921 günü sabahleyin erkenden Refet Paşa kuvvetleri taarruza geçtiler. Yunanlıların durumu iyice tehlikeye girmişti. Afyonkarahisar‟dan gelen 12.Kolordu‟nun yavaş hareket ettiğini gören Yunan Komutanı, 12.Kolordu'ya karşı bir alay bırakarak, iki alayı ile hızla Dumlupınar'a koştu ve yaklaşan Türk tümenine taarruz etti. Bu beklenmedik cesur taarruz, Türk Cephesi'ni dalgalandırdı. Taarruza uğrayan Türk Tümeni geri çekildi. Bu sayede zaman kazanan Birinci Yunan Kolordusu, çekilmeyi sürdürdü. Fakat artık geç kalınmıştı. Yunan kuvvetleri Aslıhanlar bölgesinde mevzilerine yerleştiler ve Uşak'tan takviye kuvvetler aldılar. Bu güçle Yunanlılar taarruza geçtiler. Akşama kadar karşılıklı hücumlar ve süngü savaşları ile devam eden mücadele, iki tarafa da ağır kayıplar verdirmişti. Bu arada 12.Kolordu kuvvetleri de Aslıhanlar'a ulaştılar. 10 Nisan 1921 günü de savaş, karşılıklı taarruzlarla akşama kadar sürdü, ama bir sonuç alınamadı. Refet Paşa, Yunanlıların kuvvetli bir savunma yapacaklarını ve parça, parça gelen yorgun kuvvetlerle taarruz edilemeyeceğini anlamıştı. Tersine, İnönü yenilgisinin acısını çıkartmak için büyük bir Yunan taarruzu bile olabilirdi. Refet Paşa'nın önerisi üzerine Genelkurmay taarruzun durdurulması için emir verdi. Ertesi gün sakin geçti. iki taraf mevzilerinden dışarı çıkmadılar. Gece yarısı Yunanlılar Aslıhanlar mevzilerinde kuvvetli artçılar bırakarak daha gerideki Dumlupınar sırtlarına çekildiler. 12 Nisan 1921 günü, bu çekilmeden habersiz, Türk kuvvetleri de savunma durumu aldı. Aslıhanlar Savaşı olarak adlandırılan ve beş gün süren savaş böylelikle sona erdi. Cenup Cephesi Komutanı Refet Paşa, Yunanlıların Aslıhanlar mevzilerinden, Dumlupınar sırtlarına doğru çekildiklerini öğrenince tekrar taarruz emri verdi. 13 Nisan 1921 günü Türk birlikleri, Aslıhanlar’da artçı olarak bırakılan 4 Yunan birliklerini önüne katarak Dumlupınar mevzilerine kadar ilerledi. Savaş 13 Nisan’dan, 15 Nisan’a kadar üç gün sürdü. Çoğu İnönü cephesindeki savaşa katılmış, eksiklerini ve kayıplarını bile daha doğru dürüst giderememiş, hatta cephesini bile tamamlayamamış, yorgun birliklerle yapılan Türk taarruzları, yeni kayıplardan başka bir sonuç vermemiştir. Sarp ve çalılık, taarruza zorluk veren bir arazide kuvvetli Yunan mevzilerini ele geçirmek mümkün olamamıştır. Bu savaşta da başarı, Aslıhanlar Savaşı’nda olduğu gibi, Yunanlıların olmuştur. Kütahya, Eskişehir ve Afyonkarahisar‟da 23 Mart 1921 günü başlayan mücadele, 16 Nisan 1921 günü Dumlupınar sırtlarında sona erdi ve her iki taraf ta büyük kayıplar verdi. Kuzeyde İnönü‟de Yunanlılar acı bir yenilgi aldılar, fakat güneyde Dumlupınar‟ı ele geçirdiler ve elde tuttular. 24 MART 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, YUNANLILARIN TEKRAR TAARRUZA BAŞLADIKLARINA DAİR BEYANATI (1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 11.Birleşim, Gündem: 7/2) Yunan kuvvetleri bir gün önce Bursa ve ondan üç yüz kilometre güneydeki Uşak’tan aynı saatte doğuya, Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başladılar. Türk askerleri, kuzeyde İnönü ve güneyde Dumlupınar mevzilerinde bulabildikleri sapı kırık kazma ve küreklerle daha önceden siperlerini kazmış, silahlarını yerleştirmiş, hazırlıklarını bitirmişlerdi. İki buçuk ay önceki Birinci İnönü Savaşı’ndaki o telaş, mevziiye bir an önce yetişmek için o koşuşturmalardan şimdi eser yoktu. FEVZİ PAŞA (Milli Savunma Vekili): Efendim, Yunanlıların bir hayli zamandan beri beklemekte olduğumuz taarruzları dün başlamıştır. (kahrolsun sesleri) Tabii buna karşı lazım gelen tertibatı biz de aldık ve muharebenin muhtelif safhaları henüz başlamadığı için müsaadenizle burada fazla tafsilat vermeyeceğim. Yalnız düşmanın hangi mıntıkalarda taarruz etmekte olduğunu arz edeceğim, bunda bir mahzur yoktur. Düşman bütün cephelerde taarruza geçmiştir. Evvela Sarayköy güneyinden küçük bir kuvvetle taarruza geçmiş, büyük bir kol ile Uşak'tan İslam Köyü’ne doğru hareket etmiştir. Dünkü vaziyet böyledir. Diğer bir kol ile İnegöl'e yürüdü, diğer bir kol ile Yenişehir'e yürüdü ve diğer bir kol ile İznik'e yürüdüler. Bundan başka çetelerle Sapanca’ya doğru harekâta devam ettiler ve Sakarya'ya doğru Adapazarı kuzeyinde harekâta başladılar. Bu şekilde bütün cephede, kuzeyden, güneye kadar taarruza geçtiler. Bunların dünkü hareketleri İznik, Yenişehir, İnegöl batısında ilerledi. Bir alay kadar kuvveti Köprühisar'a geldi, ateş ile geri atıldı. Diğer bir tümen kadar kuvvet, kuvvetlerimizle temasa geçti, akşama kadar tevkif kuvvetlerimiz o kuvveti yayılmaya mecbur etti. Vakit kazanıldı, geri çekildiler. Diğer bir Yunan kuvveti İnegöl'den ilerledi. Onu da topçumuz yaymaya mecbur etti. Dünkü vaziyette İnegöl'den ilerlemelerini durdurduk. Bu sabah bu hattan doğuya doğru hareketlerine devam ettiler. Bir kısım kuvvetle Köprühisar ve 5 kuzeyindeki mevzilerimize yanaştılar, topçu muharebesi başladı. Diğer bir kol Nazifpaşa mevkiine yanaşıyordu, orada da topçu muharebesi oluyordu. Güneyden İslam Köyü'nden gelen bir koldan başka, bunun güneyinden üç kol ile düşman kuvvetleri Dumlupınar mevzilerinden taarruza geçtiler. Fakat henüz muharebe başlamamıştı. Şimdi muharebenin safahatını anlamakla uğraşıyordum, rapor alamadık. Fakat bu taarruz büyük bir cephede başladığı için şüphesizdir ki günlerce sürecektir. Ümit ederim ki gelecek hafta Milletimiz için inşallah hayırlı haberler veririm. (inşallah, Allah muvaffak etsin sesleri) DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celseyi kapatıyorum. Cumartesi günü saat 1 ikide toplanır, devam ederiz. 2 NİSAN 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, İKİNCİ İNÖNÜ SAVAŞI HAKKINDAKİ BEYANATI (1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 15.Birleşim, Gündem: 5/1) Yunan kuvvetleri 23 Mart 1921 günü sabahı, Bursa ve ondan üç yüz kilometre güneydeki Uşak’tan aynı saatte doğuya, Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başladılar. İkinci İnönü Meydan Savaşı, Yunan Bursa Grubu' nun hareketi ile başladı, Bir hafta süren mücadele 1 Nisan 1921 akşamı İnönü mevzilerinde, İsmet Paşa'nın komutasındaki Garp Cephesi kuvvetlerinin zaferi ile sonuçlandı. Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa bu Zaferi Meclise duyurdu. Dumlupınar önlerinde savaş hala devam ediyordu. HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Celse açılmıştır Efendim. Söz Milli Savunma Vekili ve Genel Kurmay Başkan Vekili Fevzi Paşa Hazretlerinin. FEVZİ PAŞA (Milli Savunma Vekili ve Genel Kurmay Başkan Vekili): Londra Konferansına davet edildiğimiz sıra Yüce Heyetinize açıklamalarda bulunmuştum. Düşmanlarımızın son defa olmak üzere bir kere daha askerlikçe muvaffakiyet elde etmek isteyeceklerini ve hazırlıkta bulunduklarını arz etmiştim. Malumatınız olduğu gibi Konferans, Yunanlıların engellemesi ile neticelenemedi. Bunu askeri muvaffakiyetle telafi etmek istediler. Takriben on bir gün evvel Sakarya ağzından Menderes Vadisine kadar dört yüz kilometrelik cephede yüz bin kişilik bir ordu ile taarruza geçtiler. Bu ordunun altı piyade ve bir süvari tümeni Bursa ve İnönü Cephesinden ve kuzeyden, üç piyade ve bir süvari tümeni Uşak-Afyonkarahisar hattı güneyinden taarruz ediyorlar. Tabii buna karşı bizim yaptığımız tertibatımızı aldık. Düşman pek ümitli bir surette ilerlemeye başladı. Muharebeyi nerede kabul edeceğimizi bilmediği için harekâtında tereddütlü görünüyordu. Efendiler, düşmanlarımızın planı, bizi dört beş gün içerisinde tamamıyla mağlûp edip, Sevr 1 TBMM Zabıt Ceridesi (24 Mart 1921), 1.Dönem, c.9, s.229-230, http://www.tbmm.gov.tr/ 6 Antlaşmasını ve belki de daha ağır bir antlaşmayı cebren kabul ettirmek idi. (kahrolsun sesleri) Dört beş gün içinde Eskişehir'e gireceklerini ve bir aya kadar Ankara'ya girip büsbütün Anadolu'yu istila edeceklerini bildiriyorlardı. Bütün kurdukları plan, bizim ordularımızı büyük çevirme hareketleriyle, büyük baskılarla ve büyük bir kuvvetle Anadolu'nun asıl içinden ayırıp batıya doğru atmak ve Ordumuzu tamamıyla mahvetmek, ondan sonra önlerinde müdafaasız kalacak olan Anadolu'yu kolaylıkla istila etmekti. Bunu gerek düşmanın harekâtından ve gerekse evvelce alınan malumattan anlayan Kumandanlık lazım gelen tertibatı aldı. Cephe kanatlarını daima kuvvetli bulunduruyordu ve çevirme harekâtına karşı büyük süvari kıtalarıyla hareketi düşünüyordu. Filhakika Dumlupınar mevziine yapılan ilk taarruzda iki piyade ve bir süvari tümeniyle Afyonkarahisar arasına girmek istediği görüldü. Buna karşı orada bulunan süvarilerimiz daima işgal mahiyetinde hareket ettiler. Düşman hiçbir şey kazanamadı. Hatta bunu resmi tebliğlerinde, Milli Ordu kati muharebe kabul etmeyerek bizi yormak istiyor, ama biz kendilerine lazım gelen dersi vereceğiz, diye yazıyordu. Bu suretle düşmanlarımızın taarruz planları muvaffakiyetsizliğe uğradıktan sonra bizim Orduyu mağlup ve perişan etmek fikri suya düştü. Bu muhabere bizim de arzu ettiğimiz gibi İnönü mevzilerinde vuku buldu. Yunan tarihinde emsali görülmemiş olan yedi gün, yedi gece devam eden muharebelerde düşman mağlubiyete uğradı ve geri çekildi. (alkışlar) Bugün Söğüt ve Bozüyük tamamıyla elimize geçmiş, düşman Pazarcık, Bilecik'e doğru geri çekilmiştir. Bu suretle düşmanlarımızın mağlubiyetine sebep olan doğrudan doğruya askerlerimizin kudret, cengaverlikleri, subay ve kumandanlarımızın manevra kabiliyetinden ibarettir. NEŞET BEY (Üsküdar): Paşam, senin de imanın... NECİP BEY (Ertuğrul): Allahın da lütfü... FEVZİ PAŞA (Devamla): Malumunuzdur ki düşman bu muharebeyi kati bir safhaya getirmek ve mutlaka galip gelmek arzusuyla uğraşıyordu. Hatta Başkumandanları Papulas Karaköy'e kadar gelmiş ve alaylarını birbiri arkasından hücum ettirmiş ve daima yanlarımızdan taşarak, bir taraftan gerilerimize doğru sarkmak planını takip ettiği halde, bir taraftan ihtiyat kuvvetleriyle merkezimizi iki tümen kuvveti ile yarmak istemiştir. Başkumandanının gözü önünde muharebe eden Yunanlılar kabiliyetlerini son derecedeki fedakarlıklarını ispat etmişlerdir. Lakin bunların gayretleri, yılmaz olan Türk safları önünde tamamıyla kırılmıştır. (alkışlar) Geri çekilen düşman üzerine tayyarelerimiz tarafından bombalar atılmış ve bunların gerilerine de süvari kuvvetlerimiz sevk olunmuştur. Bugün efendiler, Bozüyük'e kadar trenlerimiz işlemeye başlamıştır. Buraya kadar arz ettiğim safha birinci safhadır. Düşmanın bir kısmının mağlubiyetiyle neticelenmiştir. Bundan sonra ikinci safhaya geçiyoruz. Müsaadenizle bundan bahsetmeyeyim. Henüz askeri harekât devam ediyor. Fakat Cenabı hakkın daima haklılara yardım ettiğine iman ettiğimden, ümit ederim ki kati netice bizim tarafta bulunması lazım gelecektir. Yalnız şunu da arz etmek isterim ki bu muharebede bütün Milletin 7 göstermiş oldukları, özellikle yaralılarımıza ve askerlerimize bütün Milletin el birliğiyle yaptıkları hizmet ve yardım şayanı takdirdir. Hatta silah ve cephane taşıyan bazı deveciler dahi para almak hususuna tenezzül etmeyerek, biz para almak için değil Vatan için çalışıyoruz, diye para almıyorlar. Millet bu dereceye kadar muharebeye yardımcı bulunuyor. (bravo sesleri) Muharebeye devam etmek için Anadolu'nun sinesinden kopup gelen yardım kolları hepinizin gözü önünde sevinçle gidiyorlardı ve bunun daha arkası alınmamıştır. Düşmanlarımız bu harbi bir ayda bitireceklerini zannediyorlardı. İnşallah onların zannettiği zamanda bitecektir. Fakat bizim lehimize bitecektir. (alkışlar) (Genel Kurul sevinçten ve mutluluktan coştu. Milletvekilleri söz aldılar. Fevzi Paşa’ya ve Orduya teşekkürlerini ve şükranlarını sundular. Fevzi Paşa da iltifatlarından dolayı onlara teşekkür etti. Her gün tartışan, birbirleriyle mücadele eden Meclis, bir anda tek bir vücut, tek bir yürek olmuştu. Kayseri Milletvekili Âlim Efendi tarafından dua okundu.) ABDULLAH AZMİ EFENDİ (Eskişehir): Reis Bey, bir önerge vardır. HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bir önerge vardır. TBMM Başkanlığına Milli istiklal ve kurtuluşumuzun temini yolunda bilhassa bu defa vatanperver hizmetlerinden dolayı Milli Savunma Vekili Fevzi Paşa Hazretlerinin bir derece rütbe terfi verilmesi hususunu teklif ederiz. 2 Mart 1921 Üsküdar Mebusu Neşet Saruhan Mebusu Avni Lazistan Mebusu Osman Nuri Mersin Mebusu Yusuf Ziya Yozgat Mebusu Ahmet Ertuğrul Mebusu Ahmet Hamdi (çok uygun, kabul sesleri) HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, müsaade buyurunuz, önerge kabul edilmiştir. Fakat bunun muamelesi vardır. Bu muamelenin tamamlanması için 1 Hükümete gönderelim. 1 TBMM Zabıt Ceridesi (2 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.321-330, http://www.tbmm.gov.tr/ 8 4 NİSAN 1921: YUNAN ZULMU HAKKINDA VERİLEN SORU ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ AHMET MUHTAR BEY’İN CEVABI (1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 16.Birleşim, Gündem: 6/2) Yunanlıların ikinci ileri harekâtında da ilk harekâtta olduğu gibi silahsız ve savunmasız Türk halkına karşı yapmış oldukları vahşet ve zulümler çok fazladır. Yunan askerlerinin bu zulmünde İtilaf devletlerinin de katkıları olduğu göz ardı edilemez. Özellikle İngilizlerin tahrik ve kışkırtmasıyla hareket eden Yunanlılar, destekledikleri Anadolu Rumlarının meydana getirdiği çeteler vasıtasıyla katliam ve tecavüz hareketlerine geri çekilirken de devam etmişlerdir. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi Bey’in Dışişleri Vekiline bir soru önergesi var. Dışişleri Vekâleti de hemen bugün cevap vermeyi arzu ediyor. Soru önergesi okunsun, Muhtar Beyefendi cevap vereceklerdir. (pekâlâ sesleri) AVNİ BEY (Saruhan): Harp hakkında da izahat versinler. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bunu evvelce söyleyeydiniz, Fevzi Paşa Hazretleri cevap verirlerdi. Kendileri burada yoktur. TBMM Başkanlığına Yunanlıların gerek işgalleri altında bulunan ve gerek daha sonra harp ve geri çekilme sahalarını teşkil eden arazimizde icra ettikleri ve hâlâ da etmekte bulundukları zulüm ve tahribatın mümkün mertebe önüne geçilmek üzere ne gibi siyasi ve diplomatik tedbirler alınmış olduğunun Dışişleri Vekâletinden cevaplanmasını teklif ederim. Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi NEBİZADE HAMDİ BEY (Trabzon): Efendim, vakit geç. Birkaç kelime söyleyeceğim. Mondros Ateşkesinden beri ne vakit Avrupa'ya karşı hakkımızdan başka bir şey istemiyoruz dedikse, onlar devamlı Ermeni meselesini başımıza vurdular. Ermenileri tehcir ettiniz dediler. Ondan evvel geçmiş olan hadiseleri hiç hatırlamadılar ve düşünmediler ki ne Erzurum, ne Van ve ne de Bitlis kalmıştır. Oradaki Müslümanlar perişan olmuştur. Onları düşünmediler. Bugün aynı hadise karşısında bulunuyoruz. Yunanlılar işgalleri sahasında bulunan yerlerde yapmadık zülüm bırakmadılar. Kesiyorlar, ırza, mala tecavüz ediyorlar, tahribat yapıyorlar. Hepimiz işitiyoruz, ne Bilecik kalmış, ne Söğüt kalmış, ne türbelerimiz kalmış ve ne de mescitlerimiz kalmış. Hiç bir şey kalmamıştır. Geri çekilirken tahribat yapıyorlar. Bu yaptıkları tahribata karşı elbette Millet intikamını alacak. Fakat Ordumuzun varamadığı yerler vardır ve oradaki kardeşlerimizi düşünmek mecburiyetindeyiz. Bunlara karşı ne yapmalıyız? Halkımızın fevkalade galeyan ve 9 heyecanda olduğunu ve işgal sahasından atılan düşmanların arkasından gidecek olan Ordumuzla beraber yerlerine varacak olan ahalimizin bu intikamı almak için yapacaklarının mesuliyetini kabul edemeyeceğimizi Avrupa'ya bildirmektir. Halk Ordunun arkasından gidince evinin yıkılmış olduğunu, camimin yok olduğunu görürse yapacağını bilir ve yapar. Bunu Avrupa'ya bildirmeli. Dışişleri Vekâletinden bunu soruyorum. AHMET MUHTAR BEY (Dışişleri Vekâlet Vekili): Efendiler, Yunan Ordusunun son taarruzunda ve onu takip eden günlerde Müslüman ahaliye yaptığı zulüm hakikaten yürek parçalayıcıdır. Daha önceki Yunan zulmü hakkında İtilaf devletlerine protesto gönderdiğimizi arz etmiştim. Bizi Londra Konferansına davet ettikten sonra bu haince hareketi tertip eden İngilizlerin, bu himayesinden yüz bulan Yunanlılar şimdiye kadar kendileri haince hareketlerin en şiddetlisini tatbikten çekinmemişlerdir. Yunan orduları kafalarını çarparak kırıldığı İnönü mevziine gelinceye kadar geçtikleri yerlerde birçok Müslüman köylerini yakıp yıktıkları gibi bu defa da çekilirken ahaliyi katlediyorlar ve bütün köyleri yakıyorlar. Hatta Söğüt ile Yenişehir arasında bulunan köyleri ve bunların içerisinde bulunan bütün camileri yakıp yıkmışlardır. (kahrolsun sesleri) İnşallah Ordumuz azim ve şiddetle takip ettiği maksadını elde ettikten sonra, bu vahşi cinayetleri yapanları eğer ele geçebilirse, failleri hakkında aynı şiddet ve tedbirleri alacağına şüphe yoktur. Fakat o mesut anın meydana gelmesine kadar Hükümet de tabii kendisine ait olan siyasi vazifeleri yapacaktır. Bunun için Londra Konferansına gönderilmiş olan Delege Heyetimize ve İtalya'da bulunan siyasi temsilcilerimize, bu vahşi cinayetleri şiddetli bir şekilde protesto etmeleri için lazım gelen tebligat derhal yapılmıştır. Eğer Yüce Heyetiniz uygun görürseniz, tutanağa geçmesi ve bütün halk ve bütün Dünyanın görmesi için bunlardan bazılarını okumak isterim. (hay hay sesleri) Hatta bunların nasıl şeytanca tertipler kurarak bizi tuzağa düşürdükten sonra, Yunanlıları aleyhimize taarruz ettiren ve cephe gerisi hizmetleri kendi askerine veren İngiliz Dışişleri Nezaretine yazmış olduğum şiddetli protestoyu okumak isterim. (dinleyelim sesleri) Bekir Sami Bey’e Genel Kurmay’dan gelen bir tezkerede, Kasaba Kazası eski Ceza Reisi Hasan ve Müftü Basri efendileri Yunan Kumandanı huzuruna bizzat çıkartarak, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile Osmanlı Hükümetinin zulmünden bahseden ve Yunan Ordusundan memnun olduklarını ifade eden bir yazı alındığı, ifade edilmektedir. Kasaba’nın işgali sırasında Yunan çetelerinin taarruzlarına uğramadıklarına dair diğer bir yazıyı da zorla, şiddetle ve rızaları olmadan imza ettirilmiş olduğu ve buna uymayan masum Müslüman ahalinin hapis ve çeşitli zülüm ve işkenceye maruz kalmakta bulunduğu bildirilmektedir. Öteden beri devam ede gelmekte olan bu zülüm ve işkence siyasetinin, bilhassa son zamanlarda böyle şiddet ve zor ile elde edilen yazılarla Londra 10 Konferansında hak kazanmak emeliyle çok fazla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu hususun İtilaf hükümetleri ve tarafsız hükümetler nezdinde tesirli bir şekilde protesto edilmesi rica olunur. Bu hadiseler, İtilaf devletlerinin İzmir için halkoylaması usulüne bizi razı etmeye çalışmakla nasıl bir tuzak hazırladıklarını kâfi derecede ispat etmektedir. 28 Şubat 1921 Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar AHMET MUHTAR BEY (Devamla): İstihbarata dair meselelerde birçok şeyler vardır, isterseniz okuyalım. (hay hay sesleri) Bekir Sami Bey’e Zorla Müslüman ahaliden yazılar almaktadırlar. Fransızların Müslüman ahaliye reva görmekte oldukları pek hunharca zulümler hakkında haberler almaktayız. Bu haberler burada gerek Büyük Millet Meclisince ve gerek bütün Anadolu halkınca heyecanı sebep olmaktadır. Bu kötü vaziyete biran evvel nihayet verilmesi hususunda orada icap eden makamlara tesirli teşebbüslerde bulunulmasını rica ederim. 1 Mart 1921 Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar EMİN BEY (Ergani): Nisanda yazılmış bir şey var mı Efendim? AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Var, efendim. Rumeli muhacirlerinin mülklerinin muhafazası hakkında Saruhan Mebusu Avni Bey’le arkadaşları tarafından verilen önerge ve Batı Trakya Heyeti adına Sabuncuzade Bedrettin imzalı mektup gönderilerek, bu mesele hakkında dikkat çekilmiştir. Sabuncuzade’nin mektup özeti şöyledir. Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Delege Heyetimizin Londra Konferansında hudutlarımız hakkında verdikleri beyanatta, Rumeli’ye ait kısmında 1913 hududunun esas gösterilmesi ve Batı Trakya'ya dair bir açıklık olmaması bizi şu hususu arz etmeye mecbur eyledi. İstanbul Antlaşmasıyla Anavatandan zorla ayrılan üç yüz bin Türkün yaşadığı Dedeağaç ve Gümülcüne sancakları Türktür ve ebediyen Türk kalacaktır. Bugünkü Milli Anadolu üç yüz bin öz Türk kardeşini feda edemez. Paşa Hazretleri Trakya bölünmez bir bütündür. Bu iki sancak Anavatana iltihak için tekrar birçok kanlar dökecek ve bunun mesuliyeti Türkün hakkını vermeyen Batı’ya ait olacaktır. Avrupa, Dedeağaç ve Gümülcüne'nin doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine katılmasını kabul edemiyorsa, idare şeklinin tayinini kendisine bıraksın. Batı Trakya Ahalisi adına Sabuncuzade Bedrettin 11 Bekir Sami Bey’e İzmir’de ve Yunanistan'da bulunan esirlerimizin aç bırakıldıkları, güçlerinin üstünde ağır işlerde çalıştırıldıkları ve birer birer öldürülmekte oldukları ciddi kaynaklardan haber alınmış olduğu Genel Kurmay’dan bildirilmektedir. Esirlerimizin bu kötü vaziyetlerden kurtarılmaları için icap eden teşebbüslerde bulunarak neticenin mümkün olan süratte bildirilmesi rica olunur Efendim. 13 Mart 1921 Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar Bekir Sami Bey’e Genel Kurmay’dan edindiğimiz şu haber, malumat olarak arz olunur. Alınan istihbarata göre Yunan Hükümeti tarafından Venizelos taraftarları aleyhinde ilan edilen sıkıyönetimin icraatı Müslümanlar aleyhine çevrilmiş ve Tekirdağ, Çorlu, Uzunköprü, Dimetoka, Kırklareli ve bu gibi yerlerdeki Müslümanların birçoğu tevkif edilerek Edirne'ye sevk olunmuştur. Yunan Hükümetinin bu yaptıklarına misilleme olarak üstü kapalı bir protestonun iyi tesir bırakacağı muhtemel olmakla bilgilerinize arz olunur Efendim. 13 Mart 1921 Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar AHMET MUHTAR BEY (Devamla): İngiltere Hükümeti Dışişleri Nezaretine gönderilen 31 Mart 1921 tarihli notayı okuyorum. İngiltere Dışişleri Nezareti Yüksek Makamına Londra Müzakereleri sırasında İtilaf devletleri tarafından sözü edilen teklifi Yunan delegelerinin kabul etmemeleri halinde, Küçük Asya’daki harbin bir Türk-Yunan mücadelesi şeklini alacağı beyan edilmişti. Hakikaten İngiliz resmi kaynakları tarafından 27 Mart 1921 tarihli İstanbul gazetelerinde yayınlanan bir beyannamede, İngiliz Hükümetinin takip ettiği tarafsızlık siyasetine göre General Harding’in Birinci Yunan Tümeni Kumandanlığından çektiğini ilan etmesi, İtilaf idarecilerinin bu beyanatının bizde ortaya çıkaracağı yanlış düşünceyi düzeltecek mahiyetteydi. İngiltere Hükümeti bize karşı bu aldatıcı beyanatta bulunurken, diğer taraftan Yunan Ordusu geri hizmetleri İngilizler tarafından yapılmakta ve huduttan uzak mıntıkalardaki Yunan garnizonlarının İngiliz kıtaları tarafından değiştirilmesine müsaade edilmektedir. Bu şekilde serbest kalan Yunan 12 Ordusu bütün mevcudiyetiyle Kral Konstantin'in dokuz günden beri aleyhimize başlattığı şiddetli taarruzuna imkân kılmıştır. Nitekim İzmit'te bulunan Yunan Manisa Tümeni umumi taarruzun arifesinde bir İngiliz Tümeni tarafından değiştirilmiş ve bu Yunan Tümeni bu şekilde gerisi İngilizler tarafından emniyete alındığından dolayı Geyve geçidine ve Kocaeli Yarımadası’na taarruz edebilmiştir. İşte, Hükümetinizin ve devlet adamlarınızın tarafsızlık beyanatını takip eden hadise budur. Çanakkale Boğazı’nın İngiltere Filosuna açılmasını müteakip nefret edici bir şekilde parçalanan Mondros Ateşkesinden, İzmir'in işgalinden ve bunu takip eden günlerde yapılan kötülük ve zulümlerden, İstanbul'un işgali ve Mebuslar Meclisinin kapatılmasıyla Türk vatanseverlerinin sürgün edilmesinden ve nihayet 1920 senesi Nisanında Damat Ferit Paşa gibi hainlerin İngiliz altınlarına tamah edip Memleketimizde Türkü Türk’e, Müslümanı Müslüman’a kırdıran kanlı isyanlardan, ırz ve dinimize karşı İngiltere Hükümetinin beslediği hain ve inatçı kin ve hıncın bütün bu delillerinden sonra bize son darbeyi indirmek için tertip edilmiş son bir manevraya şahit olmak kalıyordu. Bize sulh ümidi vererek Londra'da müzakereye davet ettiğiniz halde, diğer taraftan el altından ücretle istihdam ettiğiniz Kostantin'e, geri hizmet veren kıtalarınızın yardımıyla, bize hücum emrini verdiniz ve aynı zamanda en hırslı vaatlerle bizi uyutmaya çalıştınız. Türk Milleti ve kalben kendisiyle beraber olan bütün Müslümanlar, Londra Hükümetinin bu hareketini asla unutmayacaklar ve esir olmayı şiddetle reddettiklerinden dolayı affedilemez bir cinayet işlemiş olanlara karşı İngiltere Hükümetinin ücretli köleleri olan Yunanlılar vasıtasıyla yaptırdığı katliam ve tahribatı her zaman hatırlayacaklardır. Şunu da ilave edebilirim ki üzerimize gönderilen bu darbe, muvaffakiyet ile neticelenerek biz mağlup da olsak, bu hal hür ve bağımsız bir hayata olan hakkımız tanınıncaya kadar karşı koyma hususundaki kırılmaz azim ve irademize hiçbir şekilde tesir etmeyecektir. Bir kavmin hürriyeti, bir harbin kazanılmasına veya kaybedilmesine tabi değildir. Siz kadınlarımızı, çocuklarımızı evvelce Venizelos'un, şimdi de Kostantin'in sürülerine katlettirmekle bize Batı Emperyalizmi boyunduruğunu kabul ettirmeye muvaffak olamayacaksınız vesselam. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Bu notanın diğer suretleri de İtilaf devletlerine gönderilmiştir. TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Müsaade et de ruhum seni alnından öpsün. 13 DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bir önerge daha var, Muhtar Bey’den bir şey soruluyor. REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, bunlar ültimatom mu, yoksa protesto mudur? AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Protestodur, Londra'ya gitti ve bütün devletlere gitmiştir Efendim. REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, bu çok sert yazılmıştır. ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Reis Bey, söz istiyorum Efendim. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Hayır Efendim, kâfi görüp görmediğini soru önergesi sahibine soracağız. Müzakere edilecek bir şey yoktur. ALÎ ŞÜKRÜ BEY(Trabzon): O halde bunun üzerine gensoru teklif edeceğim. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Bilecik Kasabasında Müslüman malları ile Ertuğrul Türbesinin imha edilmiş olduğuna dair bir önerge var. Bunun hakkında malumat istiyorlar. AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Bunun hakkında malumatım vardır. Fakat resmi değildir. REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Efendim, delegelerimizin bir ay sonra tekrar Sulh Konferansına çağırılma ihtimali var. Çağırılırsak tekrar Konferansa gitmeyecek miyiz? AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Dışişleri Vekili olarak şahsi kanaatimi söyleyeceğim. İlerde zamanı geldiği vakit tetkik etmek ve uygun görüp, görmemek Yüce Heyetinize aittir. Şahsi kanaatim, bundan sonra bir Konferansa gitmemektir. Düşmanlarımız bizimle ayrı ayrı sulh yapmak isterlerse buraya buyururlar, sulh yaparız. Çünkü birçok devlete ait delegelerin karşısına gidince gayet zayıf kalıyoruz. ABDULLAH EFENDİ (İzmit): Düşman bizim Memleketimizden çıkmadıktan sonra hiçbir sulh konferansına gitmeyeceğiz. AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Bunu şahsi bir kanaat olarak arz ediyorum. SELAHATTİN BEY (Mersin): Bu nota yazılırken Hükümet ile görüşüldü mü Efendim? AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Rica ederim Efendim, ben Dışişleri Vekiliyim ve ben mesuliyetini kabul ediyorum. SELAHATTİN BEY (Mersin): Bendeniz bunu yanlış buluyorum. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Soru bitti Efendim. 14 AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Yalnız şurasını arz etmek isterim, bunun hazırlanmasında Genel Kurmay’ın malumatı, muvafakati ve talebi vardır. CELALETTİN ARİF BEY: Fakat siyasi üslubu da bir parça düşünmelisiniz. AHMET MUHTAR BEY (Devamla): Siyasi üslubu biz biliriz. CELALETTİN ARİF BEY: Tebrik ederim, çok iyi bilmişsiniz. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendim, Ali Şükrü Beyin bir gensoru önergesi var. TBMM Başkanlığına Dışişleri Vekili Muhtar Beyefendinin okuduğu protesto notasını Memleketin menfaatlerine katiyen uygun göremediğim için Hamdi Bey arkadaşımızın soru önergesinin gensoru önergesine dönüştürülmesini teklif ederim. Trabzon Mebusu Ali Şükrü (kabul sesleri) DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Soru önergesinin gensoruya çevrilmesi teklif ediliyor. (ret sesleri) ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Önergem hakkında izahat vereceğim, Efendim. REFİK ŞEVKET BEY (Saruhan): Ali Şükrü Bey şimdi, soru sahibi olan Hamdi Bey’in soru önergesinin gensoruya çevrilmesini istiyor. Yani Hamdi Bey’den bir temennide bulunuyor. O, Hamdi Bey’in bileceği bir şeydir. Kendisi kabul ediyorsa olur. ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Gerekçesini söylüyorum. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Gensoru önergesi verme hakkınız daima vardır. Yalnız, geçen gün de burada aynı şey oldu. İç Tüzükte açıklık var. Gerekçeli bir gensoru önergesi vermeniz lazımdır. ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Gerekçe, Dışişleri Vekilinin okuduğu protesto notasının üslubudur. Bu siyasi lisan ile katiyen kabul edilemez. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): O da ayrı bir meseledir Efendim. Yüce Heyet vereceğiniz gensoru önergesini kabul ederse bir günü tayin edilir. Şimdi efendim, bu önergeyi oya koyuyorum. ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Önce izah edeyim, sonra oya konması lazım gelir Efendim. 15 DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Niçin böyle söylüyorsunuz Efendim? O zaman, izah ettikten sonra mesele kalmaz ki. Mesele gayet açıktır, gerekçe yazılmalıdır. Önergeyi kabul edenler lütfen el kaldırsın. (ret sesleri) Kabul eden yirmi dokuzdur, 1 kabul edilmedi. (Üç gün sonra 7 Nisan 1921 tarihinde Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar Bey hakkında Meclise bir gensoru önergesi verildi.) HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Erzurum Mebusu Celalettin Arif Bey ve arkadaşlarının bir gensoru önergesi var. TBMM Başkanlığına Dışişleri Vekâleti Vekili Muhtar Beyefendi, geçen celsede Yunan zulmüne dair yaptığı konuşma sırasında Devletin sulhseverliği hakkında yabancı kamuoyunda kötü tesir yapacak bazı şahsi ifadeler kullanmıştır. Muhtar Bey’in bu hareketi kabul edilemez olduğundan, Meclis soruşturması açılmasını teklif ederiz. 7 Nisan 1921 Erzurum Mebusu Celâlettin Arif Burdur Mebusu Veliyettin Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi (pek uygundur sesleri) HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Bu gensoru önergesini kabul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edildi. İç Tüzüğe göre Dışişleri Vekâletine tebliğ ederiz. İzahat vereceği günü tayin eder. (bugün sesleri) Efendim müsaade buyurun, tabii kendilerinin bir hakkı vardır. Fakat bir kere kendisine tebliğ edeceğiz ve ne gün izah edeceksiniz diye soracağız, ondan cevap aldıktan sonra gündeme alacağız. 2 (uygundur sesleri) 1 2 TBMM Zabıt Ceridesi (4 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.364-368, http://www.tbmm.gov.tr/ TBMM Zabıt Ceridesi (7 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.378, http://www.tbmm.gov.tr/ 16 7 NİSAN 1921: YUNANLILARLA BİRLİK OLAN ABAZALAR HAKKINDA DÜZCELİ ABAZALARIN MECLİSE GÖNDERDİĞİ TELGRAF (1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 17.Birleşim, Gündem:8/4) İkinci İnönü Savaşı başladığı sırada İtilaf devletlerinin işgali altında bulunan Kocaeli Yarımadasında Yunan kuvvetleri bulunuyordu. İngilizler dolaylı yoldan Yunanlılara yardım için kendi kuvvetlerini buraya gönderdiler. Böylece Yunan kuvvetleri boşta kalarak Adapazarı’na doğru taarruza geçtiler. Bu sırada o yöredeki bazı Abaza çeteleri de onlara yardım etti. O yöredeki Abazalar bunu şiddetle protesto ettiler ve Ankara’ya bağlılıklarını bildiren telgraf gönderdiler. HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Yunanlılarla beraber faaliyet gösteren Abazaların telin edilmelerine dair Düzce Abaza eşrafından gelen telgraf var. TBMM Başkanlığına Asırlardan beri Kuranı Kerimi yeryüzünden kaldırmak, İslamiyet binasını yıkmak, dört yüz milyon Müslümanın koruyucusu olan Osmanlılığı haritadan silmek kastındaki düşmanlarımız, bu melun maksatlarını Dünya Harbinde ve Mondros Ateşkesi esnasında ispat etmişlerdir. Bugüne kadar dinimize, namusumuza, mukaddesatımıza, hayat hakkımıza kastederek tarihin kaydettiği zulüm ve faciayı biz Müslümanlar hakkında reva görmüş olan İngiltere ve hempalarına karşı, din ve vatan uğrunda silahı mücadeleye sarılan Büyük Millet Meclisini bütün mevcudiyetimizle destek veririz. Bu milli maksat ve din uğrunda bugün bütün Müslümanlar birlik içinde iken, İzmir, Bursa, Adana, Antep, İzmit, İstanbul, Edirne ve her tarafta böyle binlerce dindaşlarımız alçak Yunanlıların, hain Ermenilerin, İslam ve insaniyet düşmanı İngiltere ve hempalarının gaddar süngüleri altında parçalanırken, yüzlerle Müslüman kadın ve kızlarının namuslarına taarruz olunurken, Beyti Muazzam ve Resulullah ashabı kan ağlarken, hasis menfaatlerini Dinin, Vatanın yıkılışında arayan hıyanet sahiplerini, Abazalık ve Müslümanlık adına protesto ederiz. Müessif Düzce hadisesinde, Din ve Vatanla alakadar olmadıklarını ispat eden bazı soysuzların İzmit ve civarında düşmanlarla birlikte yaptıkları kötülükleri haber alan ve asırlardan beri Osmanlılığına sadık olarak hizmet etmiş ve Vatanın öz evladı olan biz Abazalar, bu namussuzları ve din hainlerini telin ederiz. Bu namussuzların Abazalıkla, Müslümanlıkla alakaları yoktur. Bugün zerre kadar dini, imanı olan bir Müslüman bu gibi hıyanet ve kötülüğü yapmaz. Din gayreti ve Vatan hizmetinden mahrum olarak düşmanın gayelerine hizmet edenler, Dünyanın en namussuz insanlarıdır. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi uğrunda canlarını feda etmeye karar veren biz Düzce Abazaları, Abaza adı taşıyan bu gibi hainleri, alçakları telin eder ve Büyük Millet 17 Meclisi uğrunda her türlü fedakârlığa hazır olduğumuzu arz eyleriz. Düzce'den EbuzbekzadeRauf Bıçkı Köyünden Şahin DerdinKöyünden Mehdi Sazlık Köyünden Hafız Murat Saz Köyünden Sait Derdin Köyünden Ali Darıbezi Köy. HasabeyzadeArif Çiço'nun Mahdumu Ahir Çiçönk Köyünden Ulemadan Musa Efti Köyünden Ulemadan Hafız Kasbek Köy. Tahir Muratbey Köy, Ahmet Bıçkıobur Köy. Arslan Mamikoğlu Kâmil Efti Köyünden Hacı Duk Nuhviranlı Köy. Kamil Nuhviranlı Köy. Mustafa MÜFİT EFENDİ (Kırşehir): Bu telgrafı Ali Kemal işitmeli. HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Tutanak aynen yayınlanacaktır. Tabii ki İstanbul da haberdar olur. İSMAİL FAZIL PAŞA (Yozgat): Bunların yaptıklarına karşı lazım gelen cezanın verilmesi için Hükümete havale ediniz. EMİR PAŞA (Sivas): Bu Abazalar meselesi hakkında Ethem Bey’in ve Refet Paşa’nın bunlar hakkında birtakım muameleleri var. Dağa çekilmeleri hususu izaha muhtaçtır. Müsaade ederseniz biraz izahat vereyim. (lüzum yok sesleri) Yazıktır bu Millete, çünkü yapanlar başkadır. HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Müzakere açmak istiyor musunuz? (hayır, sesleri) Hükümete havalesi için bir teklif var, kabul ediliyor mu? (uygundur sesleri) 1 Hükümete havalesini kabul buyuranlar ellerini kaldırsın. Kabul edildi. 1 TBMM Zabıt Ceridesi (7 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.375-376, http://www.tbmm.gov.tr/ 18 7 NİSAN 1921: BURSA MİLLETVEKİLİ OPR. DR. EMİN BEY’İN İNÖNÜ CEPHESİNDE GÖRDÜKLERİNE DAİR BEYANATI (1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 17.Birleşim, Gündem: 9/1) Daha önce Gediz ve Birinci İnönü Savaşlarında olduğu gibi bu savaşta da bazı mebuslar cepheye görevli olarak gitmişlerdi. Onlar Ankara’ya dönünce Genel Kurula gördüklerini anlattılar. Anadolu’ya medeniyet getireceğini iddia eden Yunan Ordusu, İnönü mevzilerinden yenilip geri çekilirken, büyük bir kin ve öfkeyle İnönü’den Bursa’ya kadar köyleri, kasabaları yakmış ve yıkmıştı. Bozüyük’ün dörtte üçü yakılmış ve yağma edilmiştir. Aynı şeyler Bilecik ve İnegöl’de de meydana gelmişti. OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Arkadaşlar, Ordumuzun kazandığı şu parlak zaferden dolayı cümlenizi tebrik ederim. Cümlenizin gazası mübarek olsun. Çünkü arkadaşlar, Ordumuzun anası da babası da sizsiniz. Orduyu siz doğurdunuz, siz büyütüyorsunuz. Onun bütün şan ve şerefi size aittir. Binaenaleyh onun kazanmış olduğu gaza da size aittir. Tekrar ediyorum, gazanız mübarek olsun. Taarruz haberini alır almaz cepheye gitmek üzere Reisimiz Paşa Hazretlerinden izin almıştım. Hemen gidemedim geciktim. Yani tren bulamadığımdan dolayı gidemedim. Ayın yirmi altıncı günü buradan ayrıldım ve ertesi günü Eskişehir'e öğle üzeri vardım. Eskişehir'e çıkar çıkmaz ilk yaralı kafilesinin geleceği haberini aldık ve derhal İstasyona iner inmez vazifeye başladık. Yaralılar bir taraftan trenle bir taraftan karadan arabalarla sevk olunuyordu. Düşmanın yapmış olduğu faciadan dolayı köylerini, evlerini, barklarını terk ederek Eskişehir'e iltica eden pek çok Müslüman ahali mevcut idi. Bundan dolayı Eskişehir'de büyük bir izdiham vardı. Bütün oteller ve evler lebalep dolmuş bir halde idi. Fakat yaralılar için de lazım gelen yerleri tedarik etmek mecburiyeti vardı. Bu izdihama rağmen ahalinin bir kısmını daha bir miktar sıkıştırarak bütün otelleri işgal ettik. Her ihtimale karşı hastanelerin yataklarını hazırladık ve yaralılarımızı oralarda barındırmaya başladık. Tabiidir ki cepheden mütemadiyen yaralı geliyordu, onların ameliyatı yapılmak, yaraları sarılmak, iskan etmek bunlar pek güç şeylerdir arkadaşlar. İki üç gün kadar sırf onların tedavisi, onların barındırılması, onların yerleştirilmesi ile uğraşıldı. Bu maksadı temin için İstasyon Binası da işgal olundu. Trenle gelen yaralılar doğruca istasyona giriyor, orada Kızılay tarafından kendilerine sıcak bir çay, çorba içiriliyor, yaraları istasyon binasında sarılıyor, oradan yaraları hafif olan yaralılar Ankara'ya, Polatlı'ya, Sivrihisar'a yani hat üzerindeki hastanelere sevk olunuyorlar. Ağır olanları derhal ameliyat yapılmak üzere ameliyathaneye sevk olunuyordu. Bu tedbirleri yapmak için Memlekette mevcut askeri ve mülki bütün sağlık personelini topladığımız gibi Öğretmen Okulunun, muallim ve talebelerini de vazifeye davet ettik. Onlar hasta bakıcı olarak geceli gündüzlü bize yardım ettiler (Allah razı olsun, sesleri) Sizi temin ederim ki, çok geceler sabahlara kadar gerek sağlık personeli, gerek hasta bakıcılar yaralılarımızı, gazilerimizi layık oldukları ihtimam ile tedavi ettiler. Bütün Eskişehir halkı da yardımda bulunmuştur. Kimisi yatak, kimisi yorgan, yastık getirmek suretiyle yaralıların bütün ihtiyaçlarını temin 19 ettiler. (Allah razı olsun, sesleri) Yani Eskişehir halkının askeri ve sivil kuruluşlara yaptıkları yardım her takdirin üzerindedir. Yaralılarımızın gayet şen ve şakrak bir vaziyette olduklarını da ilaveten arz edeyim. Arkadaşlar, içlerinde en ağır yaralı olanlar bile yaralandıklarına üzgündüler ve biran evvel cepheye dönmeye arzu ediyorlardı. Hatta pek çoklarını ismen de sizlere arz edebilirim, fakat çok vakit alır. Gerek subay, gerek erlerden ağır yaralı olarak Eskişehir'e kadar gelmiş olanlar vardı. Bunlardan bazılarının ölürken bile son sözü ve daima tekrar ettiği söz olarak, düşman seni tırnaklarımla yiyeceğim, melun düşman seni tırnaklarımla yiyeceğim, diyorlardı. Koma halinde olan muhterem gazilerimizden bazısının mırıldandığı, söyleyebildiği sözler daima bu gibi sözler idiler. BİR MEBUS BEY: Cepheye dair malumat isteriz. OPERATÖR EMİN BEY (Devamla): Cepheye gelince, tabii bendeniz doğrudan doğruya cepheye gitmedim. Yalnız bir gece karargâha misafir olarak gitmiştim. O da Eskişehir'deki vazifem hafifledikten sonra idi. Arkadaşlar, askerimiz gayet iyi bir harp yapmıştır. Bununla bütün Milletimiz iftihar edebilir ve iddia edebilirim ki bu harp Çanakkale Harbinden aşağı bir harp değildi. Gerek asker itibariyle, gerek silah ve cephane itibariyle düşman hemen hemen iki misli kuvvette idi. Müthiş taarruzlar yapıyor, askerimiz tabii birçok ileri geri yapıyorlardı. Mesela bir yeri terk ediyor, tekrar onu süngü hücumuyla alıyor, düşman bir karşı taarruz yapıyor, çekiliyor, ilerliyor. Bunları söylemek kolaydır arkadaşlar, fakat yakından tetkik pek güç şeylerdir. Tabii bunlara karşılık veren, askerin manevra kabiliyetidir. İlerlemek gerilemek çok güç şeylerdir. Bunları askerimiz çok iyi bir şekilde ifa etmiştir. Bilhassa subaylarımız fevkalade fedakarlık göstermiştir. Yaralanan subaylarımızın çoğu göğsünden ve karnından yaralanmıştır. Yani bu, tıbben demektir ki subaylarımız ayakta yaralanmışlardır. Yani siperlere şuraya buraya koşarken vücutlarını saklamamışlar, kurşuna maruz kalmışlardır. Düşman hakkında da birkaç söz söyleyeyim. Ordumuz bu dalgalanma esnasında pek yakından düşmanın hunharlıklarına şahit olmuştur. Birkaç misal ile izah edeyim. Askerlerimiz Gündüzbeyli köyünü terk ettikleri zaman Yunanlılar bir baskınla sabahleyin erken köye giriyorlar. Askerimiz Oluklu'ya çekiliyor. O esnada on iki asker bir odada yatıyormuş. Zavallılar kaçamamış, Yunanlılar oraya girdiği zaman bu zavallıları uykuda iken yakalamışlar, on ikisini de ayni oda içerisinde şakaklarından ve gözlerinden süngü sokmak suretiyle şehit etmişlerdir. YAHYA GALÎB B. (Kırşehir): Allahın gazabına rast gelsinler. OPERATÖR EMİN BEY (Devamla): Keza Yunanlılar Gündüzbeyli’de birçok yaralılarımızı, bittabi bunlar elinden ayağından yaralanmış kımıldayacak bir halde değiller, evlerin duvarına dizmiş, yaylım ateş etmiş ve onları öldürmüşlerdir. İnönü tarafında birçok ağır yaralılarımızı süngülemek suretiyle şehit etmişlerdir. Düşman pek çok hunharlık göstermiştir. Medeniyet Âlemi bunların yaptığı fenalıktan, vahşetten utansın. Biz ise Yunanlılardan aldığımız yaralı esirleri ihtimam ile tedavi ettik. Yunanlıların yapmış olduğu bu kötülükleri protesto ediyorum. Esire, yaralıya 20 hiçbir şey yapmamak Lâhey Sulh Konferansı hükümlerinden ve hatta en ilkel toplulukların insaniyet anlayışından iken Yunanlılar yaralılarımızı ve esirlerimizi süngülemişlerdir. Efendiler, birkaç defadır yani harp oldukça cepheye gittim. En kanlı harp tabii bu harp olmuştur. Demek isterim ki şimdiye kadar yaptığımız harpler muntazam bir harp değildi. Kuvvetlerimiz milis ve asker olarak karışıktı. Bu zafer ise Ordumuzun ilk zaferidir ve malumdur ki Ordumuz bugün henüz büyüme halindedir ve daha böyle pek çok zaferlere nail olacaktır. (inşallah sesleri) Yaralılarımız hakkında muhtelif şeyler işittiğim için arkadaşlarımın tereddüdünü gidermek istiyorum. Esasen şimdiye kadar hiçbirini saklamadım. Hususi olarak arkadaşlarımla görüştüğüm zaman, gerek ilk İnönü Harbinde, gerek Gediz Harbinde hepsini açık olarak arz etmiştim. Bir mahzur görmüyorum, size şimdi de her hakikati açık olarak arz edeceğim. Bu harpte elimizden geçen 2600 yaralımız vardır. Bunların 2000’i gayet hafif olduğu için Ankara'ya sevk ettik. İnşallah bunlar beş on gün sonra yine vazifeleri başına gideceklerdir. Diğer 600’ün içinden bir yarısı kadar ağır yaralılar vardır ki bunların hepsi ameliyat yapılmıştır. Bu ağır yaralılardan ameliyatı yapılanlar içerisinde de inşallah yarısı kurtulacaktır. Bunların içerisinde belki ufak tefek bir sakatlık ile malul olanlar kalabilir. Şehitlerimizin miktarına gelince... ZAMİR BEY (Adana): Söylemeseniz daha iyi olur. OPERATÖR EMİN BEY (Devamla): Yok, saklayacak bir şey yok, bunu da açık olarak arz edeceğim. Bunlar yedi sekiz yüz kadardır arkadaşlar. Bunu açık söylüyorum. Fakat alt tarafını da dinlemenizi rica ederim. Yedi, sekiz yüzdür, bendeniz bunu bine çıkarıyorum. Fakat buna mukabil arkadaşlar size şu kürsüden ve hepinizi şahit tutarak söylüyorum, düşmanın 15.000 kaybı vardır. İnanmayan arkadaşlarımız varsa rica ederim, lütfen teşrif buyursunlar ve hesap etsinler. Bu benim söylediğim en azıdır. Bunların yirmi bine çıkmış olması pek muhtemeldir. Bunların en az on beş bin yaralısı da vardır. Karşımıza gelen kuvvet 60.000 civarındadır. Kendi esirlerinin de ifadesiyle sabittir ki 180-200’den ibaret olan bölük mevcutları dört fırkada yani Girit Fırkasında, Adalar Fırkasında, Trikopi dedikleri Fırkada ve İzmir Fırkasında bölük mevcutları 25-30’a inmiştir. Bu ne demektir? Onda yedisini kaybetmiştirler. Düşmanın yediği darbe pek büyüktür. Zaten askerlikte gaye orduyu ezmemektir. Arkadaşlar, emin olabilirsiniz ki Ordumuz istemiş olsaydı Bursa'ya değil, Bandırma'ya kadar sarkabilirdi. Fakat kumandanlarımız Orduyu yıpratmak istemiyorlar. Onların yaptıkları bir müdafaa harbidir. Düşmanın, inşallah bugünlerde Bursa Cephesinde olduğu gibi Afyonkarahisar Cephesinde de büyük bir mağlubiyete uğratacağımıza şahit olacağız arkadaşlar. (inşallah sesleri) İki üç gün daha müsaade ederseniz her şey bitmiş olacaktır. İSMAİL FAZIL PAŞA (Yozgat): Siz tıbbi vazife yaptığınız gibi askerlikle ilgili durumu da açıkladınız. Bir doktor bu kadar askeri durumumuza vakıf olamaz, bundan dolayı sizi tebrik ederim. 21 OPERATÖR EMİN BEY (Devamla): Estağfurullah Efendim, Yüce Heyetiniz adına her vakit cepheye gidip vazife yapıyorum, Paşam. Biliyorsunuz ki sizin vazife yaptığınız zamanda Ordunun sıhhiye durumu hakkında teklif edilen fahri bir vazifeyi kabul etmiştim. Onun için Ordunun bu harekâtından haberdar olmam lazım geliyor ve bunlar resmi tahkikatla hemen aynıdır. İtimat buyurmanızı tekrar rica eylerim. Aman efendim, müsaade buyurun bir şey daha arz edeceğim. Trenlerimizin bu harpte gösterdiği düzen ve fedakarlık da her takdirin üstündedir. Geçen sene 20-22 saatte Eskişehir'e giden trenler, bu defa 14 saatte gitmiştir. Şu halde trenlerimiz dahi pek güzel vazife yapmakta ve gittikçe tekemmül etmektedir. Ona da şükranlarımızı sunarız. (Allah razı olsun sesleri) HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, iki önerge var. Okutuyorum. TBMM Başkanlığına İkinci İnönü Meydan Harbinin yapıldığı yerlerdeki köy ve kasabalarda Yunanlıların her türlü milletlerarası hükümlere ve insaniyete aykırı olarak yağma ve zulüm yaptığı öğrenilmiştir. Memleketimizdeki yabancı heyetlere dağıtmak için, Mecliste kurulacak bir heyet ile fotoğrafların çekilmesini, bunlarla bir broşür hazırlanmasını arz ve teklif eylerim. Kayseri Mebusu Rıfat TBMM Başkanlığına Yunan Ordusunun yaptığı zulüm ve kötülüklerin derecesi insanlık dışı bir vahşet olduğu için bunların tespit ettirilerek delegelerimizin Avrupa kamuoyuna arz etmesini gerekli gördüğümüzden Genel Kurul Kararıyla bir heyetin teşkilini teklif ve talep eyleriz. Lazistan Mebusu Saruhan Mebusu Bolu Mebusu Esat Necati Fuat OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Efendim, bir şey arz edeyim. Ordu bu meseleyi yapıyor. Bendeniz Garp Cephesi Karargâhına gittiğim gün yalnız Söğüt Cephesinden kırk muhtelif fotoğraf alınmıştır. Ordu ve Hükümet bu vazifeyi yapıyor zannederim. MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Yunan Ordusunun yaptığı zulüm hakikaten vicdanları ürpertecek derecede büyüktür. Avrupa adına hareket eden bu vahşi Ordunun Memleketimizde yaptığı cinayet ve zulmü bütün Dünyaya göstermek bizim vazifemizdir. Kasabaları yakan, türbeleri yıkan, bu zalim Ordu hakkında tabiidir ki Dünyayı ayaklandırmak ve aynı zamanda yapılan zulmün derecesini göstermek her halde lazımdır. Mademki arkadaşlarımızdan Bilecik mebusları mevcuttur ve diğer mebuslar da gidecektir. Bu vazifeyi bunlara verelim. Meclis 22 adına bu arkadaşlarımız orada vazife görsünler ve bunları tespit etsinler. Oraya Meclisten izinli olarak gideceklerine Meclisten vazifeli olarak gitsinler ve bu vazifeyi resmi olarak yapsınlar. Milletimiz de gösterilen bu hareketten memnun olur ve Ordu da kendisinin hareketine katılmalarından dolayı teşekkür eder. Onun için bu arkadaşlarımızın vazifeli sayılmalarını teklif ederim. CEMİL BEY (Kütahya): Efendim, bendeniz tesadüfen İçişleri Vekâletinde bulunuyordum. Vekâlet cepheye memur gönderiyor, fotoğrafçılar gönderiyordu. Binaenaleyh tekrar bizden, yani mebus arkadaşlardan gönderilmesine lüzum yoktur. REFİK B. (Konya): Maksat oradaki zulmün tespitidir. CEMİL BEY (Kütahya): Biz diyoruz ki Yunanlıların vahşet ve zulmünü medeniyet nazarında ispat için çalışalım. Medeniyet Âlemi bugün İslam Dünyasıyla, bizimle mutabık kalan Rusya'dan başkasını gösteriniz de orada ispat edelim. Avrupa’da medeniyet bugün yoktur, Efendim. (vardır sesleri) Yine tekrar ediyorum yoktur Efendim. HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, bu meseleye dair İçişleri Müsteşarı Refet Beyefendi malûmat verecektir. REFET BEY (İçişleri Vekâleti Müsteşarı): Efendim, İçişleri Vekâleti bunu tamamıyla dikkate almıştır. Yüce Heyetinizin arzusu yerine getirilecektir. Vekâletimiz bir heyet hazırladı, lazım gelen tahkikatı hazırladı. Mümkün olursa bu heyet yarın hareket edecektir. MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri): Müsteşar Bey’den bir sual soracağım. Bilecik ve havalisinde bütün resmi dairelerin yandığı, yıkıldığı ve ahalisinin tamamen açıkta kaldığını haber alıyoruz. Fotoğraf almak filan bunlar iyi de fakat bendeniz soruyorum ki açıkta kalan zulüm edilen ahaliye İçişleri Vekâleti ne yapıyor? Ne yapmıştır? Yaralı olanlara İçişleri Vekâleti ne yapıyor? Rica ederim. Buna dair malumat veriniz. REFET BEY (İçişleri Vekâleti Müsteşarı): Efendim, bu meseleyi üç şekilde düşündük ve üç safhaya ayırdık. Evvela açıkta kalan ve bugün iaşeden mahrum kalan kısım vardır ki bunlar için Muhacirler Umum Müdürü hareket etmek üzeredir. Eskişehir Mutasarrıflığına lazım gelen tebligat yapılmıştır. Oraya trenle un ve buğday gönderdik, ahaliye dağıtılacaktır. Yani meselede bir defa açıkta kalan, iaşeden mahrum olan halkın iaşe sağlanması meselesi vardır. Zulme uğrayanların tespiti için de ayrıca bir heyet gidecektir. Sonra meselenin üçüncü safhası vardır ki bu da zirai faaliyetten mahrum kalan, evsiz kalan ahali için yeniden köyler teşkil etmek ve harap olan kısmını imar etmek, sermaye temin etmek, kendilerine tohumluk vermek, zirai aletler temin etmek, hayvan temin etmek meseleleri vardır. Bunu da ayrıca dikkate alacağız. 23 ATIF BEY (Beyazıt): Muhacirler Müdüriyetinden heyet gideceğini buyuruyorsunuz, ne miktar tahsisat veriyorsunuz? REFET BEY (İçişleri Vekâleti Müsteşarı): Malumunuz bir avans vardır. Şimdiki halde bu avanstan bu husus için ayrılan miktardan büyük bir kısmını harcayacağız. Tabiidir ki yetmezse Yüce Heyetinize geleceğiz, yeniden tahsisat isteyeceğiz. (izahat kâfidir sesleri) HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Okunan önergeler bir heyet kurulmasından ibarettir. (heyete lüzum yoktur sesleri) Reyinize arz ediyorum. DR. FUAT BEY (Bolu): Ayrıca heyet gidecek değildir Efendim. Zaten mebus arkadaşlarımız gidecektir. Onlar vazifelendirilsin. (hayır, Hükümet yapsın sesleri) Söğüt mebuslarıyla beraber gitsinler Efendim. TEVFİK EFENDİ (Çankırı): Vazifelendirmeye lüzum yoktur. (Hükümet yapsın sesleri) HASAN FEHMİ BEY (Başkan Vekili): Efendim, okunan iki önergenin Hükümete 1 havalesini kabul edenler lütfen el kaldırsın. (ret sesleri) Kabul edilmedi. 13 NİSAN 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, DUMLUPINAR SAVAŞI HAKKINDAKİ BEYANATI (1.Dönem, 1.Yasama Yılı, 20.Birleşim, Gündem: 10/1) Yunan Ordusu’nun İnönü'deki yenilgiden sonra, Afyonkarahisar’a kadar gelen kuvvetleri Dumlupınar'a doğru geri çekilmeye başladılar. Dumlupınar’a daha önce gelen ordu, üstünlük sağlayacaktı. Cenup Cephesi Kuvvetleri Komutanı Refet Paşa önce Aslıhanlar’da Yunanlıları yakaladı. Ama Yunan kuvvetleri Dumlupınar’a çekildiler ve mevzilere yerleştiler. Yunanlıların Afyon’u boşaltması Refet Paşa için önemli bir başarıydı ama Dumlupınar mevzilerinin kaybı bir önemli bir kayıptı. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Celse açıldı. Söz Milli Savunma Vekili ve Genel Kurmay Başkan Vekili Fevzi Paşa Hazretlerinin. (sürekli alkışlar) FEVZİ PAŞA (Milli Savunma Vekili ve Genel Kurmay Başkan Vekili): Efendiler, geçen ki müzakerede İnönü Meydan Muharebesinin Ordumuzun muzafferiyetiyle nihayet bulduğunu arz etmiş ve harekâtın ikinci safhasına geçildiğini bildirmiştim. Malumunuz İnönü’den çekilen düşman az bir kuvvetler takip edildi. Düşman bunu bizim gayet yorgun olduğumuzu ve takip etmeye kudretimiz olmadığımızı 1 TBMM Zabıt Ceridesi (7 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.380-382, http://www.tbmm.gov.tr/ 24 düşündü. Nisanın birinci ve ikinci günlerinde Nazifpaşa-İnegöl doğru yürüyüş yapan düşman İnegöl'de yakaladı. Meydana gelen muharebede hiç beklemediği bir anda perişan olarak ellerindeki makineli tüfekleri atarak kuzeye doğru kaçmaya başladı. (kahrolsun sesleri) Aynı günde Köprühisar-Yenişehir Cephesine hücum eden kuzey kıtalarımız da düşmanı o hezimete uğratmışlardır. Ertesi günü bunların ortasından çekilmekte olan ve Kocaçay’ı geçmekte olan diğer bir düşman birliği aynı şekilde yakalanarak Kocaçay istikametine ve Yenişehir ovasına atıldı ve süvarilerimizin ovada yaptıkları bir taarruz neticesinde perişan edilerek Bursa'ya atılmıştır. Cenup Cephesi Ordusu da düşmanın takibine başladı. Düşman bu sırada Konya havalisinden firar etmiş olan bazı eşkıya yardımıyla Antalya ve Alanya havalisine çıkartmak istediği ufak tefek çetelerle bir isyan çıkartmak ümidiyle Bolvadin'e doğru ilerledi. Halbuki buna karşı hususi tedbirler alınmakla beraber, düşmanın gerilerine kuvvetler sevk olunuyordu. Düşman, bir muvaffakiyet ümidiyle ilerlemekte iken önünü kestiğimiz için geriye çekildi. Afyonkarahisar’ın kuzeyinde meydana gelen çatışmada düşman Şehri tahrip etmeye fırsat bulamadan batıya atıldı. Afyonkarahisar kurtarıldı. Hatta İstasyona koyduğu dinamitleri ateşleyemeden kaçtı. Kıtalarımız Afyonkarahisar'da durmaksızın arkalarından şiddetle takip etti. Düşman Dumlupınar’ın güneyinde hazırlamış oldukları tahkimata sığınarak bütün ağırlıklarını kurtarmak istedi. Kuzeyden gelen birliklerimiz tarafından bu siperlerin büyük bir kısmı zapt olundu ve gerilerine sevk olunan süvari kıtamız Yunanlıları gayet kötü bir vaziyete düşürmüş oldular. Fakat düşman bu vaziyetin kendisi için gayet ağır olduğunu idrak ettiğinden daha evvelce Yunanistan'dan sevk etmekte olduğu kıtaları ve gerilerde bulundurduğu diğer bütün alaylarını demiryolu yardımıyla süratle cepheye yetiştiriyordu. Bu suretle aldığımız esirlerin ifadelerinden anlaşıldığına göre Yunanlılar Dumlupınar Meydan Muharebesinde dört tümen kadar asker yığdı ve sonra bizim kıtalarımıza durdurmak üzere umumi cephede taarruza geçti. Düşmanın sabahtan akşama kadar devam eden bu karşı taarruzu kanlı zayiat ile önlendi. Aynı zamanda süvarilerimiz tamamıyla düşmanın Banaz ve Derbent arasında perişan etmiştir. Sandıklı'dan ilerleyen diğer kuvvetlerimiz de İslamköy’de bulunan düşman ağırlıklarını yakmışlar ve perişan etmişlerdir. Bu cephe ilerisinden ve gerisinden düşman geri çekilmeye başladı. Bugün yine çekilmekte ve kıtalarımız tarafından takip olunmaktadır. Şimdiye kadar meydana gelen muharebelerde düşmanın her iki ordusu, Kuzey ve Güney orduları mağlup edilmiş ve kısmen mağlûp bir halde ancak gerilere kaçarak kurtulabilmişlerdir. Malumunuzdur ki düşman harekâta başladığı sırada beş haftada Ankara'ya geleceğini bildirmişti. Fakat biz bu düşüncesini iki haftada iki büyük meydan muharebesi kazanmakla tekzip ettik. (elhamdülillah sesleri) Bu meydan muharebelerinin her birisi birer hafta sürmüş ve birisi düşmanın taarruzlarına mani olmuş ve ileride ise kıtalarımızın düşmanın mevzilerine bizim tarafımızdan yapılan taarruzlar yine muvaffakiyetle neticelendiği için Ordumuzun gerek müdafaa ve gerek taarruz kabiliyeti düşman nazarında ve bütün âlem nazarında ispat edilmiştir. (şiddetli alkışlar) Efendiler, bu muvaffakiyetin meydana gelmesine en 25 büyük sebep, Milletin tamamıyla uyanmış olan istiklal azmi ve bu azmin bütün Anadolu’yu baştanbaşa sarmasıdır. Her halde düşmanın şimdiye kadar Anavatanından getirmiş olduğu kuvvetlere ilave ettiği yeni Yunanistan adı verdiği işgal bölgesinde aldığı düşman kuvvetlerinin maneviyatı sarsılmış bir halde bulunuyor. Elimize düşen Yunan esirleri şikayet ediyorlar ve artık muharebenin muvaffakiyetle neticeleneceğinden ümitlerini tamamıyla kaybetmiş bulunuyorlar (inşallah sesleri) Muharebe bitmiş değildir. Fakat bundan sonra daha inançla ilerleyeceğiz ve düşmanın başlamış olan mağlubiyetlerini tamamıyla bitirmeye çalışacağız. (Allah muvaffak etsin sesleri) Sarsılmaz bir Orduya ve sarsılmaz ve yekpare bir Vatana ve sarsılmaz bir bütün olan Meclise dayanarak Milletimiz bundan sonra Avrupa’ya karşı hakkını daha yüksek sesle müdafaa edecek ve Doğu milletlerine de ümit ve iman nurları saçacaktır. (alkışlar) (Fevzi Paşa’nın açıklamalarından sonra milletvekilleri söz aldılar. On gün önceki oturumda olduğu gibi tekrar Fevzi Paşa’ya ve Orduya teşekkürlerini ve şükranlarını sundular. Kırşehir Milletvekili Müfit Efendi tarafından dua okundu.) DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Efendiler, on günle iki meydan muharebesini kazanan ve Memlekete iki mühim zafer temin eden bu Ordunun ve temin ettiği zaferin şerefine Cumartesi günü toplanmak üzere celseyi tatil ediyorum. (şiddetli 1 alkışlar) (İnönü Zaferi’nin yankıları Anadolu’yu dalga dalga kapladı. İstanbul ve Anadolu basını her zamankinden daha güçlü, daha güvenli, daha heyecanlı bir şekilde Milli Mücadeleyi desteklediler, halkı da desteklemeye teşvik ettiler. Milli bir heyecan ve düşmana karşı bir galeyan uyandırdılar. Bu heyecanla yazılar, şiirler yazıldı, mitingler düzenlendi, bütün Anadolu Türk halkı tek yumruk haline geldi. Kütahya’da kutlamalar yapıldı, mevlitler okundu ve hatimler indirildi. Fakat Dumlupınar mevzilerinin Yunanlıların eline geçmesi yüzünden, Ankara Hükümeti'nin Refet Paşa'ya pek güveni kalmamıştı. Durumu yerinde incelemek üzere Ankara'dan Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, Eskişehir'den de İsmet Paşa, Alayunt'a Refet Paşa‟nın karargâhına gittiler. Durumu yerinde incelediler. Refet Paşa'nın Cenup Cephesi Komutanlığı'nda kalmasını uygun görmediler. Cenup Cephesi, Garp Cephesi ile birleştirildi ve İsmet Paşa'nın komutası altına girdi. Refet Paşa'ya da, bir görev verilmek üzere, Ankara'ya gitmesi bildirildi.) 1 TBMM Zabıt Ceridesi (13 Nisan 1921), 1.Dönem, c.9, s.474-477, http://www.tbmm.gov.tr/ 26 30 HAZİRAN 1921: DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN YUNAN ZULMÜNÜN DÜNYAYA DUYURULMASI HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARI (1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 44.Birleşim, Gündem:7/1) İkinci İnönü Savaşında iki binden fazla Türk yaralanmış, bin kadar asker de şehit düşmüştü. Türklerin cephe gerisinde de kaybı fazla idi. Çünkü yenilen Yunan askerleri eski mevziilerine çekilirken, şehir, kasaba ve köyleri yakmış, yıkmış, pek çok insanı öldürmüştü. Yunanlılar vahşet ve hunharlıklarını sönmek bilmeyen bir kin ve intikam hırsıyla açıkça yapıyorlardı. Bu derece geniş bir şekilde imha hareketinin gizli kalmasına imkân yoktu. Türk Dışişleri Bakanlığı bu vahşeti bütün Dünya’ya duyurdu. DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Aydın Mebusu Esat Efendi’nin Yunan Zulmüne dair vermiş olduğu soru önergesini ve Dışişleri Vekâletinin yazılı cevabını okuyoruz. TBMM Başkanlığına Seçim Bölgemin Yunan işgali altında bulunan yerlerinde Müslüman ahalinin halen şehit edilmekte olduğunu aldığım telgraflar ve çıkan gazetelerden öğrendim. Dışişleri Vekâletince acil tedbirler alınmasını ve bu hususta ne gibi icraatlar yapıldığının bildirilmesini arz ve teklif eylerim. 5 Mayıs 1921 Aydın Mebusu Esat TBMM Başkanlığına Aydın Mebusu Esat Efendi’nin Vekâletimize verdiği soru önergesinde, Yunan zulmü hakkında ne gibi teşebbüslerde bulunduğumuz sorulmuştur. Bu hususta elde edilen neticelere dair malumat aşağıda arz olunmuştur. 14 Mayıs 1921 Dışişleri Vekili Yusuf Kemal 23 MART 1921 TARİHİNDE BAŞLAYAN YUNAN TAARRUZUNDAN BUGÜNE KADAR DEVAM EDEN YUNAN ZULMÜ HAKKINDA, DIŞİŞLERİ VEKÂLETİ TARAFINDAN YAPILAN TEŞEBBÜSLER VE NETİCELERİ: 1. İtilaf devletleri başvekillerine, İstanbul'da bulunan Fransız, İngiliz ve İtalyan fevkalâde komiserliklerine verilen notada, Yunanlıların yaptıkları mezalim şiddetle protesto edilmiştir. Bu notanın tercüme edilmiş sureti ektedir. 2. Yunan ordularının yaptıkları tahribatı müşahede etmek üzere tarafsız bir 27 heyetin harp bölgesini ziyaretlerini talep edeceğimizden ve yapılan incelemede bütün zarar ve ziyanların karşılanmasını isteyeceğimizden bahis bulunan bir nota gönderilmiştir. Sureti ektedir. 3. Yunan zulmü hakkındaki protestolar Washington ve Moskova dışişleri nezaretlerine gönderilmiştir. 4. Fransız gazeteci Madam Goulis hususi olarak Anadolu'ya davet edilmiş ve harp mıntıkasında gördüğü zulüm ve haksızlıklara dair Paris'e birçok telgraflar çekilmiştir. Madam Goulis'in gönderdiği telgraflarla, Garp Cephesi tarafından Yunan zulmünü anlatan resimli kitap basılacaktır. 5. Dışişleri Vekâletince icra edilen teşebbüsler ve bilhassa itilaf devletleri başvekillerine gönderilen telgraflar neticesi olarak İngiliz, Fransız, Japon ve İtalyanlardan meydana gelen bir inceleme heyeti harp mıntıkasını gezmek üzere İstanbul'a gelmişlerdir. Fakat İngiliz, Fransız ve İtalyanlarla henüz harp halinde bulunduğumuzdan, bunların incelemelerini kabul etmeyeceğimizi ve ancak tarafsız devletler tarafından gönderilecek heyetleri kabul edebileceğimiz bildirdik. 6. Vatandaşımız olan Rumları Yunan Ordusu kadroları dâhiline katarak bizimle harbe sevk etmekte olduğu istihbaratı alınması üzerine Devletler Hukukuna muhalif olan bu hareketi protesto ederek Ordumuz eline geçecek olan Rumlara esir muamelesi yapılamayacağını ve derhal idam edileceklerini bildirdik. İtilaf devletleri de buna hakkımız olduğunu tasdik ettiler. Yunanistan Dışişleri Vekâletine İnönü'de mağlup olan istilacı Yunan Ordusu, geri çekilme esnasında insanlığın vicdanlarını titreten zulüm, katliam ve tahribatta bulunmuştur. Bu Memleketi tahliyeye mecbur olan ordular asla böyle tahribat icra etmemişlerdir. Bilecik ve Söğüt gibi binlerce evi yakılan ve yıkılan mahalleler şimdi enkaz yığınından başka bir şey değildir. Buralardan ormanlara ve dağlara kaçamayan halk müthiş işkencelerden sonra yaş ve cinsiyetleri ayrılmaksızın katledilmişlerdir. Tatbik ettiğiniz harp usulüne şahit olmak üzere yabancıların ve bilhassa tarafsızların bu havaliyi ziyaret etmelerini rica edeceğiz. Hükümetim, Ordunuz tarafından meydana getirilen tahribatı incelemek ve tahrip edilen yerlerdeki halkın maruz kaldıkları zarar ve ziyanın tespit etmesini bir komisyonuna havale etmiştir. Hesap günü geldiğinde vahşi ve istilâcı Ordunuzun sebebiyet verdiği veya vereceği bütün zarar ve ziyanın tamamen tamirini talep etmesini bileceğiz. Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar 28 İstanbul'daki İtalyan, Fransız, İngiliz ve Japon komiserlikleri ile İspanya Büyükelçisine ve Hint Müslümanları Cemiyetine Anadolu'da Yunanlılar tarafından yapılan harp, günden güne bir yıkım ve tahrip harbi şeklini almaktadır. Eskişehir ve Karahisar muharebelerindeki hezimetlerini takip eden günler zarfında yaptıkları zulüm yetmiyormuş gibi henüz Ordumuz tarafından kurtarılamayan yerlerdeki Müslüman halkı yaş ve cinsiyet gözetmeksizin katletmeye devam ve geri çekilmeye mecbur oldukları vakit oralarda hiçbir şey bırakmamak şartıyla cephe gerisini tahrip ediyorlar. Dünya kamuoyunun bu zulüm ve vahşete ilgisiz kalacağını kesinlikle zannetmiyoruz. Yunan Hükümet ve Ordusunun Müslümanlara karşı uyguladığı bu yok etme ve tahrip siyasetindeki yegâne gayesi, Memleketimiz Müslümanlarını misilleme yapmaya sevk etmek suretiyle, Hıristiyan Dünyasının kamuoyunu aleyhimize çevirmektir. Devletlerin müdahalesinin bu faciaya nihayet vermediği takdirde bundan ortaya çıkacak neticeden katiyen mesuliyet kabul etmeyeceğimizi arz eder ve yapacağınız müdahale ve teşebbüsün hayırlı neticeye varacağı ümidiyle bu notayı takdim eylerim, Efendim. Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar İstanbul’daki İspanya Büyükelçiliğine, Amerika, Fransa, İtalya Komiserliklerine Bütün dünyaca tanınmış Devletler Hukuku esaslarına aykırı olarak Yunanlılar Anadolu'da işgal ettikleri yerlerde Osmanlı vatandaşı olan Rumları kendi ordularına katmaktadırlar. Bu hareketi şiddetle protesto eder ve anavatanlarına karşı silâh çekmeye davet ettiği Rumların, Devletler Hukuku prensiplerine göre cezalandırılacaklarının Yunan Hükümetine lütfen hatırlatmanızı zatıâlilerinden rica ederim. Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar Fransa, İngiltere, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Sovyet Rusya Dışişleri Nazırlıklarına Yunan Ordusu ilk geri çekilmesinde yaptığı gibi bu defa da tahliyesine mecbur olduğu yerlerde yağma ve talan ediyor, yakıp yıkıyor ve yaş ve cinsiyet ayırmaksızın bütün ahaliyi kılıçtan geçiriyor. Söğüt ile Bilecik arasında düşman tarafından tamamen tahrip edilmemiş bir tek köy yoktur. Bilecik Yunanlılar tarafından tamamen yakılmış ve tahrip edilmiştir. Halktan zamanında dağlara kaçamayanlar katledilmiştir. Söğüt'te Osmanlı İmparatorluğunun ilk Padişahı Osman Gazi’nin ve babası Ertuğrul Gazi’nin türbeleri dinamitle yıkılmıştır. Geri çekilme mecburiyetinden adeta deliye dönen katil ve tahrip illetine kapılmış 29 düşmanın vahşetini, tarihi bir türbeye tecavüze kadar vardırmasına karşı son şiddetle protesto ederiz. Askerlerinin vahşetini teskin hususunda Yunan Hükümeti üzerinde baskı yapmanızı rica eder, aksi takdirde Yunanlıların zulüm ve vahşeti karşısında Milletimizde galeyan eden hissiyatın önüne geçmek kabil olamayacağını arz eder ve Memleketimizde yaptıkları tahribatın tazmininin talep hakkını muhafaza ettiğimiz ilâve eylerim. Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar İstanbul'daki Fransa, İtalya, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri Fevkalade Komiserlikleriyle, İspanya Büyükelçiliğine Muhtelif askeri hastanelerden her gün gelen raporlar, birçok askerlerimizin Yunan askerleri tarafından kullanılan domdom kurşunlarıyla yaralanmış olduklarını göstermektedir. Yunan kıtaatını bu hareketlerinden dolayı şiddetle protesto eder ve bu kurşunların kullanılmasını nihayet vermek için teşebbüste bulunacağınızı ümit ederim. Milletlerarası Kızılhaç Cemiyetinin durumdan haberdar edilmesi için bu kurşunlardan birkaç numune İstanbul'da Kızılay Cemiyeti Merkezine gönderilmiştir. Bu kurşunların kullanımına mani olunmasının teminine yardım edeceğiniz ümidi ile saygılarımızı takdim eylerim efendim. 15 Mayıs 1921 Dışişleri Vekili Fevzi DR. ADNAN BEY (Başkan Vekili): Dışişleri Vekâletinin cevabı bundan ibarettir. 1 1 TBMM Zabıt Ceridesi (30 Haziran 1920), 1.Dönem, c.11, s.88-90, http://www.tbmm.gov.tr/ 30 9 TEMMUZ 1921: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN, YUNAN ZULMÜ HAKKINDAKİ BEYANATI (1.Dönem, 2.Yasama Yılı, 48.Birleşim, Gündem: 2/1) Barış görüşmelerinden bir sonuç çıkmaması ve Ankara Hükümetinin İtilaf devletlerine gönderdiği barışla ilgili karşı notaya cevap verilmemesi, yeni bir Yunan taarruzu beklentisi yarattı. Yunanlılar da işgal ettikleri yerlerde baskıyı giderek artırdılar. Korkulan oldu ve Yunan Ordusu iki koldan, Bursa ve Uşak’tan Eskişehir, Kütahya ve Afyonkarahisar istikametine doğru ilerlemeye başladı. Bu harekâttan habersiz olan Milletvekilleri, Mecliste Yunan zulmünün önlenmesi çarelerini arıyorlardı. MUHİTTİN BAHA BEY (Bursa): Muhterem efendiler, daima Vatanın yaralarına Milletin menfaatlerine yönelmiş olan dikkatlerinizi bir dakika için geçmişe götürürseniz, görürsünüz ki bundan bir yıl evvel, 650 seneden beri düşman ayağı değmemiş olan Bursa'ya Yunanlılar gibi kuvvetleri itibariyle sefil, ahlâkları itibariyle sefil, tarihileri itibariyle sefil bir millet sahip olmuştur. Efendiler, bütün ömründe mağlubiyetin ne olduğunu bilmeyen, bir dakika için mağlubiyetin ne olduğunu tanımamış olan, bir dakika için mukaddesat ve hukukundan en küçüğünü çiğnetmemiş olan Sultan Osman'ın türbesini biz efendiler bir sene evvel düşman ayakları altında bıraktık. Efendiler; 365 gün evvel Osmanlı tarihinin en yüksek servetlerini, en yüksek hatırasını, en büyük adamlarını, Müslümanlığın birçok evliyasının türbelerini Yunanlıların ayakları altında görmek talihsizliğine uğradık. Yunanlılar yalnız Bursa'yı almak şeref ve saadetine ermediler. (şeref yok, sesleri) Onlar için gururlarını tatmin etmek, intikamlarını almak, Müslümanları küçük düşürmek için ellerinden ne geldiyse yaptılar. Ordularının önünde nankör bir Rum’un eline Bayrağımızı verdirerek kumandanlarının atlarının ayakları altında çiğnettiler. Efendiler, Venizelos'un melun veledi, Sultan Osman'ın Türbesi üzerine ayağını basarak, gözlerini bütün Müslümanlığa, bütün Türklüğe dikti, demek istiyordu ki ben sizin tarihinizi ayağımın altında çiğniyor ve eziyorum. Bu zamandan beri, bugünden beri efendiler bir sene geçti. Onlar mağrur, onlar kibirli, onlar her şeyi yapacaklarına muktedir bir zihniyetle Anadolu'yu baştanbaşa istilâ etmeye kalkışırken, sizin temsil ettiğiniz Büyük Millet zaten anlamış olduğu bu acının ne olduğunu bir daha şiddetli olarak anladı. Efendiler, bir sene evvel Bursa'dan ağlaya, ağlaya ayrıldık. Onlar güle, güle girerken tam bu saatte biz Bursa'nın bedbaht evlâtları önümüze baka, baka 650 senelik tarihin yükünü omuzlarımızda ve kalplerimizde taşıya taşıya size doğru geliyorduk. DURSUN BEY (Çorum): Reis Beyefendi, bundan maksat ne, ne münasebeti var? MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Efendiler, anlamayanlara anlatmak için, bu maksadı anlamayanlara anlatmak için... (gürültüler, devam sesleri) Rica ederim, ne demek istiyorsunuz, Beyefendi, bu sözü söylerken ağlamak kabahat midir, utanmaz... 31 DURSUN BEY (Çorum): Sensin utanmaz, reddederim. MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Efendi, Bursa yanıyor, ben ağlıyorum. DURSUN B. (Çorum): Hepimiz ağlıyoruz. MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Efendi biliyor musun ki bizim... (söyleyin dinliyoruz, devam sesleri) Efendiler bir şey söylemek istemiyorum. Yalnız sizden bir ricam var. Bunu söyleyip sözüme son vereceğim. (dinliyoruz, sesleri) Efendiler, bu bir sene zarfında, bu Efendinin ağlamayı çok gördüğü, Bursa'da o kadar perişanlık, o kadar sefalet hüküm sürdü ki... (dışarı çıkarınız sesleri, gürültüler) BİR MEBUS BEY: Bursa için ağlamayanın burada yeri yoktur. (çık dışarı, sesleri) NEŞET BEY (İstanbul): Milli hisleri olmayanın burada yeri yoktur. Hep beraber ağlayacağız. YASİN BEY (Gaziantep): Beyefendi mevzuu değiştirmeyeceksin, söyleyeceksin, hep beraber ağlayacağız. MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Bir seneden beri Bursa ovasında yıkılmadık köy kalmadı. Hayatlarını kurtarabilen ihtiyarlarımız bu Anavatanın ötesinde, berisinde belki dileniyor, kadınlarımız ağlıyor. Gençlerimiz sizden ümitlenerek, yaptığınız fevkaladeliklerden ümitlenerek düşünüyor, düşünüyor ve bekliyor efendiler. Yanan köylere acımıyorum efendiler, yanan köylere acımıyorum. Bu Millet onu yeniden yapacak. Gelecek olan bir tehlikeden korkuyorum ve titriyorum, efendiler. Bursa'yı yakmak istiyorlar. Tarihimizi yakmak istiyorlar. Bursa, o kadar güzel olan Bursa'ya, zümrüt ovaları, muazzam dağlarıyla güzel olan Bursa'ya bir şey yapamazlar. Evlerimizi yaksınlar efendiler, çocuklarımızı isterlerse öldürsünler, fakat tarihimize dokunmasınlar. Padişahlara ait o kıymeti bulunmaz türbelerin esası yıkılmasın. Efendiler yıkacaklar, yıkmaya hazırlanıyorlar. Yapacakları şey budur. Ordularımız kafalarına vurup da parçaladıkça kudurmuş, melun bir hiddetle zavallı esir, silâhsız evlâtlarımıza, kardeşlerimize eziyet ediyorlar. Efendiler gelen ordu, ordu değil, bir eşkıya alayıdır. (Avrupa medeniyeti, sesleri) Efendiler hırsızlığın resmi bir şeklini görmediyseniz görün. Bursa'da sıkıyönetim ilân edip gece dokuzdan sonra kimsenin dışarı çıkmamasını emrediyorlar. O zaman silahlı askerler evlere giriyorlar, halkın parasını, malını, alıp evden çıkarken kadınlar bağırırsa yanındaki komşular duyduğu halde sokağa çıkamıyor. Çıkarsa sıkıyönetime muhalif hareket ediyor, kanuna aykırı hareket ediyor diye vuruyorlar. Yakında Bursa'dan gelen biri diyor ki Bursa'yı yakmaya hazırlanıyorlarmış. Bir Yunan doktoru, yakacaklar, haklarıdır demiştir. Bunu biz değil, bütün dünya biliyor. Nerede o Amerika ki Dünyaya din ve insaniyet yaymak için misyonerlerini dağıtmıştır. Nerede o İngiltere ki harbi adaletin tesisi için yaptığını utanmadan ilân etmiştir. Nerede o medeni Fransa ki medeniyim diye her yerde ve her gazetede bağırıyor. Efendiler Dünyaya bağırmak lâzımdır. Bugün bu kürsüden sizin adınıza ve Milletin adına bağırmak istiyorum ki bilsinler, haberleri 32 olsun. Bilmiyoruz demesinler. Bursa'yı yakmak için hazırlanan alçaklar vardır. (kahrolsunlar sesleri) Hazırlanmışlardır, yakmaya teşebbüs edeceklerdir. Efendiler, bu yangınlara, bu katliamlara mâni olmak için acele etmeli, bunun için ne yapmak lazımsa yapmalıdır. Eskişehir'de bulunan, bir seneden beri kalpleri, Milletin, sizin delâletinizle, sizin fedakâr rehberliğinizle gösterdiği harikalara bakarak minnet ve şükran yaşlarıyla dolan ve ümitleri gittikçe büyüyen Bursalılar, Yüce Meclisinize minnet ve şükranlarını arz etmek için bir telgraf çekmişlerdir. Müsaade ederseniz okuyacağım. TBMM Başkanlığına Sızlayan kalplerimizle, bükük boyunlarımızla Bursa'nın işgalinin birinci yılında matemi yaşarken, hâlâ esarette bulunan ailelerimizin, kardeşlerimizin kederli fakat gittikçe ümitli vaziyetinin ve tarihi Bursa'nın işgalini şimdiye kadar olduğu gibi bundan böyle de birlik içinde Milli Mücadelemize devam edeceğimiz için azim ve imanınızı tezyit edeceğine kanaatimizin olduğunu Büyük Millet Meclisine arz etmeyi bir vatani vazife biliriz. Eskişehir'deki Bursalılar adına Nevres, Ali, Nuri (Allah muvaffakiyetler ihsan eylesin, âmin sesleri) YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Allahın yardımıyla inşallah yakında kavuşuruz. MUHİTTİN BAHA BEY (Devamla): Efendiler, hiçbir zaman müteessir, daha doğrusu hiçbir an için kederli olmadık. Yarın sizin yardımlarınızla, Ordunun göstereceği fevkalâdeliklerle Bursa'ya da, İzmir'e de gireceğiz. (inşallah, sesleri) Maddi zararlar hiçbirimizin hatırında değildir. Fakat düşündüğümüz, düşünmek istediğimiz manevi zararlardır. Bunun himayesini Yüce Meclisinizden, bütün Bursa adına ve bütün tarih adına rica ederim. FAİK BEY (Başkan Vekili): Efendim, Edirne Mebusu Şeref Bey’in bir önergesi var. Dışişleri Vekilinin derhal buraya gelmesini teklif ediyorlar. (Uygundur, sesleri) TBMM Başkanlığına Bursa'yı Yunanlıların yakacakları anlaşılıyor. Hemen Dışişleri Vekilinin Meclise gelerek izahat talebini rica eylerim. 9 Temmuz 1920 Edirne Mebusu Şeref (Kabul sesleri) FAİK BEY (Başkan Vekili): Pekâlâ, kendilerine tebliğ edelim. Vekil Bey gelinceye kadar da gelen yazıları müzakere edelim. 33 (Dışişleri Bakanlığına haber gönderilir. Bu arada Genel Kurulda diğer gündem maddeleri görüşülür. Bir süre sonra Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey Genel Kurul’a gelir.) FAİK BEY (Başkan Vekili): Efendim, Bursa işgalinin birinci yılını doldurması münasebetiyle Dışişleri Vekilinden izahat alınmak üzere verilen bir soru önergesi vardır. Şeref Bey tarafından verilmiştir. Buyurunuz Şeref Bey. ŞEREF B. (Edirne): Efendiler, Osmanlılar silâhları elinde olduğu halde Ateşkesi selâmladıktan sonra, bütün Dünyaya sulh ve huzur getirmek vaadinde bulunan İtilâf hükümetleri, imzalarına sadık olmaları lazım iken ona riayet etmediler. Fakat bütün Dünya Harbi zamanında, beklemekten ve hiçbir şey yapmamaktan başka bir iş yapmamış olan Yunanlılar, Ateşkesten sonra Türk’ü ölmüş sanarak Memleketimizi istilâya başladılar. Öyle bir halde ki Anadolu'nun verimli sahalarını, Rumeli'nin zümrüt ovalarını, Türk'ün kahraman atalarından yadigâr kalan bu kıymetli yerleri, İtilâf devletlerinin kendilerine vaat ettiği iddiasını ortaya sürerek bu güzel Yurdumuza doğru yürüdüler. Fakat nasıl? Bütün Türk Ordusunun elinden silâhı alındıktan sonra, Ateşkesi imzalayıp koynuna koyarak işte sulh konferansına namuslu bir Devlet, namuslu bir Millet olarak gitmek istediği sırada bir de baktık ki harp bitti denecek bir zamanda, harp yine başladı. Fakat gelen ise yalnız bir millettir. Öyle bir millet ki tarihin yüzü kızarsın, insanlığın bütün varlığı, bütün mevcudiyeti utansın, mazlum insanları kesmekten bir zevk duyan, Yunan gibi ……… ve daima ………. olan bir milleti üzerimize saldırdılar. (bravo sesleri, alkışlar) İşte Yunanlıların yaptığı bundan ibarettir. Bir uydu gibi İtilâf hükümetlerinin etrafında dolaşarak, Türk’ün öz diyarı ve ebedi yadigârı olan mukaddes topraklara ve Oruç Paşa’nın bize yadigâr ettiği güzel İzmir'e gelip girdiler. İzmir'in etrafını ve İzmir'in sokaklarını Türk kanı ile bulaştırdılar. Şimdi işte oradan doğan varlık, bugün o büyük ve muazzam tarihi temsil eden sizleri burada, İzmir'de dökülen, Trakya'da dökülen, her tarafta dökülen masumların kanlarını ve onun şan ve şerefini düşünürken, üzülürken itimat ediniz ki şehitlerimizin ruhları sizin vereceğiniz kararı dinliyorlar. Türk Ordusu katiyen vazifesini ihmal etmemiştir. Fakat ne yapalım ki, namusluca verdiğimiz sözü tutmak için elimizden silâhımızı bıraktığımız zaman yalnız sulhu selâmlamak ve sulha talip olduğunu ispat için o silâhlarını bırakmışlardı. Yoksa itimat ediniz ki Anadolu ve Rumeli Türkü şimdiki Yunan kuvvetinin yirmi misli kadar olsa onu avlu kazığı ile kovabilir. Nitekim ispat ettik ki işte bütün silâhlarımız elimizden alındığı halde, imanından başka hiçbir şeyi yok iken doğurduğu şu Ordu Yunan'a ne olduğunu iki üç darbede anlattı ve itimat ediniz ki daha çok harikalar gösterecektir. Yunan işte orada birikmiş, yalnız silâhları olmayan beş, on masum Müslüman’ın kanını dökmekten başka bir şey yapamıyor. Fakat biraz ileri atılsa Türk'ün daima ve daima muzaffer kalan kılıcı onun ensesinde parlayacaktır, onun için gelemiyor. Erkekler gibi yürüyemediği yerlerde, ………… gibi oradaki biçarelerin kanlarını dökmekten başka bir şey yapmayacaktır. (kahrolsun sesleri) Bu muazzam Millet, bu büyük milleti meydana getiren atalarımızın kanı ile yoğrula, yoğrula ortaya 34 attığı bu varlık nihayet Bursa gibi, İzmir gibi, Edirne gibi, Türküm ve Türk kalacağım, burada İslam’ın imanı yaşamış ve yaşayacaktır diyen yerlerin bugün Yunan’ın, kirli ayaklarıyla çiğnendiğine tahammül edebilmenin imkânı kalmamıştır. Sabrın bir derecesi vardır. Ben bir fotoğraf gördüm. Bu Devleti kuran Sultan Osman'ın Türbesi üzerine Venizelos'un oğlu elini dayamış fotoğraf çektirmiş. Sorarım size. Hangi bir Türk bir memlekete gittiği vakitte, gitmiş de o memleketin mukaddesatından sayılan bir yere bu hakareti yapmıştır? YASİN BEY(Gaziantep): Türk namusludur, onu yapmaz. ŞEREF BEY (Devamla): İşte medeniyet iddiasında bulunan Yunanlıların bunlar daima yaptığı şeylerdir. Anadolu'nun sinesinden doğan Anadolu evlâdını bugün meydana getirdiği bu şanlı mücadelede bu şanlı azim ile Yunanistan'ı Anadolu'dan tamamıyla kovacaktır. Düşman onu idrak ettiği içindir ki gittiği yerlerde kin ve ateşten başka bir şey bırakmıyor ve orada Türk ve İslam unsurunu tamamıyla imha ediyor. Bu kıyamları, bu fesatları yapmaktadır. YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): İnsan değil onlar, canavar. ŞEREF BEY (Devamla): Fakat canavarda da bir his vardır. Efendiler, dikkat ediniz canavar bile dişisini okşarken, bir dişi mahlûka doğru gelirken ona hücum etmez ve güler. Fakat bunlar öyle bir şeydir ki en evvel dişi olan biçare kadınlara taarruz ediyorlar, onları öldürüyorlar. Tarih bu facianın bir mislini daha kaydetmemiştir. Benim yüreğimi titreten, en korktuğum şey bugün hüzünlü bir seda ile minarelerinden ezan sesi duyulmayan Edirne'deki Sultan Selim, Bursa'daki Yeşil Cami gibi atalarımızın bize yadigâr olarak bıraktığı ve bir mislini artık değil bizim bütün dünya sanatkârlarının meydana getirmesinin imkânı olmayan o güzel abidelere karşı göz dikmişler. Oralarda ırkımızı imha etmek için çalışıyorlar, oralarda Türk tarihini yaşatan abideleri de mahvetmek istiyorlar. İşte benim Milli Meclisten istirham ettiğim, böyle namussuzcasına mukaddesatımıza hücum ve taarruz eden bu alçak, ………. milletin yapmakta olduğu kötülükleri ve zulmü bütün insanlığa protesto etmek ve anlatmak için bir karar kabul etmenizdir. Bunun için efendiler, bir ikinci teklifim daha var. Fatih İstanbul'a girdiği vakitte kendi bindiği beyaz atına Patriği bindirerek kendisine imtiyazlar bahsetmişti. Ben işte Fatih'in yapmış olduğu büyüklüğü bilmem bugün küçüklük sayan bir kişi var mıdır, yok mudur? Fakat ben bunu gayet büyük bir zaaf olarak telâkki ederim. Bu zaaf ile bizim Rum kiliselerine verdiğimiz birçok imtiyazlar var. Biz o kadar âlicenap, o kadar büyüktük ki ve hiç birimizin hatırına gelmemiştir ki bir gün, Fatih Sultan Mehmet’in kendi atına bindirerek şenlikle Patrikhaneye göndermiş olduğu Patrik Efendi, ondan altı asır sonra, üç kıtada bin beldeye sahip olmuş ve bir devlet meydana getirmiş bir ırkın evlatlarını kendisinin velinimeti iken, elinde kılıcı, önüne düşerek müdafaadan mahrum olan biçare Müslümanları kestirsin. Evet, ben Fatih'in Türbesine girip diz çökerek, Ey Hakan, işte 600 sene evvel senin yapmış olduğun bir hatanın cezasını, evlatların çekiyor, diye bağırmak istiyorum. Bunun için bana kimse iddia edemez ki bir gün bir Müslüman evlâdı kilisesine gitmek 35 üzere olan bir Rum’un, bir Hıristiyan’ın önüne çıkıp da sen hayır kiliseye gitmeyeceksin, demiş olsun, gösteriniz. (Türk yapmaz bunu, yoktur, sesleri) Zalim denilen, hunhar denilen, medeniyetsiz denilen bu Milletin bir ferdini bulamazsınız ki bir gün bir Hıristiyan Dinine, mezhebine taarruz etmiş olsun. Böyle olduğu halde biz onlara verdik, her şeyi verdik. Eyvah, o kadar verdik ki bir küçük kazadan bahsedeyim. Kütahya’nın Simav Kazasını belki bilenler vardır. Bendeniz oraya 1911 senesinde gitmiştim. Reji memuru olarak oraya bir tek Rum gelmiş, nihayet Rumlar arı gibi üşüşmüşler. Bir mahalle teşkil etmişler ve nihayet taşıyla, toprağıyla, bütün mevcudiyetiyle Türk ve Müslüman olan Simav'ın hayatını emmişler. İşte bugün Simav'ı yakan onlardır. Benim memleketimde ne yanmış ne yakılmış ve ne yıkılmış ise hepsini Rumlar yapmışlardır, başkaları değildir. Efendiler, hissinizle değil, çok yalvarırım kafanızla düşününüz. Merhametli olmak insanların vasıflarındandır. Fakat karşınızdaki canavardır, hunhardır, zalim olanlara karşı merhamet etmek, kendini tehlikeye atmak demektir. Kendini tehlikeye atmayı ise bizim dinimiz meneder. Bunun için acımayalım. O sebeple diyorum ki biz şimdiye kadar onların kiliselerine hürmet ettik fakat bugün hürmet edemeyecek derecedeyiz. Çünkü mabetlerimizi yıkmak, orada insanları kesmek, maksatları imha etmektir, mahvetmektir ve Türk'ün bütün varlığını o güzel yerlerde kırmaktır. Bu sebeple onların Rum kiliselerine karşı, bugün Hükümetin koruma tedbirlerini gözden geçirmesini rica ederim. (bravo sesleri) İtimat ediniz ki fevkalade zamanlarda, fevkalade tedbirler alınır. Siz, fevkalâde yaratılmış zaman için fevkalâde devrin fevkalâde evlâdısınız ve yapacağınız işler fevkalâde olacaktır. Onun için teşkil ettiğiniz Hükümet de, hiçbir hukuku esasa ve hiçbir kitapta olmayan bir şekilde fevkalâde bir Hükümettir ve çünkü zaruretten doğmuştur. O halde bizim vekillerimiz kabine vekili değildir. Yüce Meclisinizin verdiği karara harfiyen uymak mecburiyetindedirler. Orduya gelince ki Ordu vazifesini hakkıyla yerine getiriyor. Ordunun umumi plânları vardır, Ordunun umumi harekâtı üzerine, şöyle yapsın, böyle yapsın denemez ve bu salahiyete haiz değiliz. Ordu İzmir'e veya falan yere, falan yere gitsin denemez. Onun için müdahale doğru değildir. Bu doğru olmamakla beraber biz Ordumuzdan da rica ediyoruz. Mesela İzmit'i mutlaka zapt etmek istendiği takdirde Ordumuza birtakım hafif kuvvetler ayırarak, o hafif kuvvetlerle düşmanın tahliye edebilecekleri yerlerde düşmanın fenalık yapmasına imkân vermeden oralarını işgal etmiş olsunlar. Efendiler, Milli Meclisten diğer bir istirhamım var. Burada yaşayan ve her refah içinde Rumlar hakkında galeyan ve hissiyat son derecededir. Bunun önüne geçmenin imkânı da, ihtimali de yoktur. Bunun için, bu hissiyatın önüne geçmek mümkün olmayınca, bunu bütün Avrupa'ya ve Amerika’ya resmi olarak bildirmek lazımdır. Yunan vahşetinin de söylemesini ve Hükümete emredilmesini teklif ediyorum. Netice olmak üzere şunu da arz edeyim ki milli davamız için sonuna kadar mücadele edeceğimize imanım vardır. Çünkü efendiler ölmesini bilen bir millet, yaşamak hakkına sahiptir. Altı asrın tarihini sinesinde yaşatan Türk Milleti, bir sürü ……… ibaret olan Yunan sürüsüne, erkek Türk'ün azmini göstereceğine de imanım vardır. (alkışlar) 36 FAİK BEY (Başkan Vekili): Hükümet bir şey söyleyecek mi Efendim? YUSUF KEMAL BEY (Dışişleri Vekili): Dünya Harbi zamanında hudutlarımız her taraftan kapalı iken ve Memleketimizde istediğimiz gibi hareket ettiğimiz anlarda, zamanlarda Türklerin Rumlara karşı gösterdiği insani hareketlerin, bugün Yunan Hükümetinden pek güzel bir karşılığını görüyoruz. Türkler, arkadaşımız Şeref Bey’in buyurduğu gibi Fatih zamanından beri Rum ırkına karşı ne kadar insani bir surette hareket etti iseler, şimdi bahis mevzuu olan Rumlardır. Bugünkü Yunanlılarla onlar dün bizim tebaamızdı, onlara karşı ne kadar insani muamele ettik isek bugün elinde silahı olmayan zavallı Türklere karşı yapılan bu vahşet, bize karşı yarım medenidirler diyenlere karşı pek güzel bir misal teşkil ediyor. Medeniyet Dünyası görsün, anlasın, Anadolu'da oturanlar etrafını çevirmişler, hiçbir şeyden anlamazlar, yakarlar, yıkarlar mı? Yoksa onların himayesi altında, onların verdiği silahla hareket eden Yunanlılar, Türk hukukuna kahpece, insanca olmayarak hücum ederler mi? Görsünler. Malûmunuz Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Meclisin verdiği kararlara göre siyasetini idare etmektedir. Şüphesiz Hükümet, ilk günden beri Yüce Meclisinizden aldığı fikirlerle hareket etmiştir Şimdiye kadar Dışişleri Vekâleti de o şekilde hareket etmiştir. Onun için arzu ediyorsanız Dışişleri Vekâletinin bu hususta muhtelif yerlere yazmış olduklarını okuyalım. Belki bunlardan daha evvel malûmatınız varsa söylersiniz başınızı ağrıtmam. (dinleriz, sesleri) Vekâletimiz Yunan Dışişleri Nezaretine 23 Nisan 1921 tarihinde şunu göndermiştir. Yunanistan Dışişleri Nezaretine İnönü'de mağlup olan istilacı Yunan Ordusu, geri çekilme esnasında insanlığın vicdanlarını titreten zulüm, katliam ve tahribatta bulunmuştur. Bu Memleketi tahliyeye mecbur olan ordular asla böyle tahribat icra etmemişlerdir. Bilecik ve Söğüt gibi binlerce evi yakılan ve yıkılan mahalleler şimdi enkaz yığınından başka bir şey değildir. Buralardan ormanlara ve dağlara kaçamayan halk müthiş işkencelerden sonra yaş ve cinsiyetleri ayrılmaksızın katledilmişlerdir. Tatbik ettiğiniz harp usulüne şahit olmak üzere yabancıların ve bilhassa tarafsızların bu havaliyi ziyaret etmelerini rica edeceğiz. Hükümetim, Ordunuz tarafından meydana getirilen tahribatı incelemek ve tahrip edilen yerlerdeki halkın maruz kaldıkları zarar ve ziyanın tespit etmesini bir komisyonuna havale etmiştir. Hesap günü geldiğinde vahşi ve istilâcı Ordunuzun sebebiyet verdiği veya vereceği bütün zarar ve ziyanın tamamen tamirini talep etmesini bileceğiz. Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Sonra İstanbul’daki İspanya Büyükelçisine, Amerika, Fransa, İtalya fevkalâde komiserlerine ve İslam Cemiyetine şu protesto notası gönderilmiştir. 37 İstanbul'daki İtalyan, Fransız, İngiliz ve Japon komiserlikleri ile İspanya Büyükelçisine ve Hint Müslümanları Cemiyetine Anadolu'da Yunanlılar tarafından yapılan harp, günden güne bir yıkım ve tahrip harbi şeklini almaktadır. Eskişehir ve Karahisar muharebelerindeki hezimetlerini takip eden günler zarfında yaptıkları zulüm yetmiyormuş gibi henüz Ordumuz tarafından kurtarılamayan yerlerdeki Müslüman halkı yaş ve cinsiyet gözetmeksizin katletmeye devam ve geri çekilmeye mecbur oldukları vakit oralarda hiçbir şey bırakmamak şartıyla cephe gerisini tahrip ediyorlar. Dünya kamuoyunun bu zulüm ve vahşete ilgisiz kalacağını kesinlikle zannetmiyoruz. Yunan Hükümet ve Ordusunun Müslümanlara karşı uyguladığı bu yok etme ve tahrip siyasetindeki yegâne gayesi, Memleketimiz Müslümanlarını misilleme yapmaya sevk etmek suretiyle, Hıristiyan Dünyasının kamuoyunu aleyhimize çevirmektir. Devletlerin müdahalesinin bu faciaya nihayet vermediği takdirde bundan ortaya çıkacak neticeden katiyen mesuliyet kabul etmeyeceğimizi arz eder ve yapacağınız müdahale ve teşebbüsün hayırlı neticeye varacağı ümidiyle bu notayı takdim eylerim, Efendim. Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar NECATİ BEY (Bursa): Tarihi nedir Efendim, bunun? YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Bunun tarihi, o günlerde çekilmiştir Efendim. NECATİ BEY (Bursa): Asıl mezalim Efendim, bu tarihten sonra, bunlar verildikten sonra başlamıştır, Beyefendi. YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Biz yazılan şeyleri arz ediyoruz, Efendim. Sonra Fransa, İngiltere, İtalya, ABD Dışişleri Nezaretlerine ve Moskova Dışişleri Komiserliğine yazdığımız da şudur. Fransa, İngiltere, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Sovyet Rusya Dışişleri Nazırlıklarına Yunan Ordusu ilk geri çekilmesinde yaptığı gibi bu defa da tahliyesine mecbur olduğu yerlerde yağma ve talan ediyor, yakıp yıkıyor ve yaş ve cinsiyet ayırmaksızın bütün ahaliyi kılıçtan geçiriyor. Söğüt ile Bilecik arasında düşman tarafından tamamen tahrip edilmemiş bir tek köy yoktur. Bilecik Yunanlılar tarafından tamamen yakılmış ve tahrip edilmiştir. Halktan zamanında dağlara kaçamayanlar katledilmiştir. Söğüt'te Osmanlı İmparatorluğunun ilk Padişahı Osman Gazi’nin ve babası Ertuğrul Gazi’nin türbeleri dinamitle yıkılmıştır. Geri çekilme mecburiyetinden adeta deliye dönen katil ve tahrip illetine kapılmış düşmanın vahşetini, tarihi bir türbeye tecavüze kadar vardırmasına karşı son şiddetle protesto ederiz. Askerlerinin vahşetini teskin hususunda Yunan 38 Hükümeti üzerinde baskı yapmanızı rica eder, aksi takdirde Yunanlıların zulüm ve vahşeti karşısında Milletimizde galeyan eden hissiyatın önüne geçmek kabil olamayacağını arz eder ve Memleketimizde yaptıkları tahribatın tazmininin talep hakkını muhafaza ettiğimiz ilâve eylerim. Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar YUSUF KEMAL BEY (Devamla): İşte buna benzer şeyler yazılmıştır. SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat): Son olarak ne yazılmış ise onu dinliydim, Efendim. YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Son olarak Efendim, İzmit katliamı hakkında bir protesto çektik. Yunanistan Dışişleri Nezaretine Yunan Ordusu İzmit'i tahliyeden evvel üç yüz Müslüman’ı katletmiş ve Sultan Camii etrafında bulunan mağazaları da yakmıştır. Katledilen vatandaşlarımızın fotoğrafları şehirde bulunan Amerikalılar tarafından çekilmiştir. Zati âlilerine bu cinayetleri bildirmekle beraber, Hükümetinizi nefretle protesto ettiğimizi bildiriyoruz. Yunan Ordusunun tahliye etmek mecburiyetinde kaldığı havalide bir plân dâhilinde yaptığı bu faciayı, Ankara Hükümeti olan bizler, Milletimizin heyecanını teskin edebilmek için pek müşkül bir vaziyette kaldığımızı ilâve ederek bildiririz. Dışişleri Vekili Ahmet Muhtar ABDÜLGAFUR EFENDİ (Karesi): Efendim, sorulara iştirak etmek suretiyle biz de söz isteriz. FAİK BEY (Başkan Vekili): Bir soru önergesi de siz verirsiniz, Efendim. MUSTAFA KEMAL BEY (Ertuğrul): Bu hepimizin hissiyatıdır, Efendim. Herkes söyleyebilir. YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Sonra Efendim, evvelki gün İstanbul'a bir telgraf gönderdik, İstanbul'da lâzım gelen yerlere bildirilmek üzere. İstanbul'daki İtalyan, Fransız, İngiliz komiserliklerine Batı Anadolu ve Trakya 'da Yunanlıların icra ettikleri zulüm, bilgileriniz dâhilindedir. Birçok vatandaşlarımız bulundukları yerlerden Yunanistan'a nakledilmiş olup orada sefil ve perişan bir halde sürünmektedirler. Bunlardan asker haricinde bulunanlarla yaralı ve kadınların kurtarılması için Kızılay Cemiyeti vasıtasıyla Kızılhaç nezdinde teşebbüste bulunulmasını ve Yunanistan'da kalacak harp esirlerimize daha insani bir surette muameleyi 39 temin etmek için Kızılay Cemiyetinin bir inceleme heyeti göndermesini temin buyurmanızı bilhassa rica eder ve bu husustaki cevabınızı sabırsızlıkla bekleriz, Efendim. 7 Temmuz 1921 Dışişleri Vekili Yusuf Kemal DURAK BEY (Erzurum): Cevap aldınız mı? YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Hayır Efendim. Yalnız öğrendiğimiz bir habere göre, bundan zannederim yedi, sekiz gün önce İngiliz Fevkalâde Komiserliğinden, İstanbul Hükümetine verilen bir notada, Müslümanlara karşı yapılan zulme pek üzüldüklerini bildirdiklerini işitiyoruz. (çok işittik, lâftır, sesleri) Şimdi Efendim, soru önergesine cevaben Dışişleri Vekâletinden yapılmış şeyleri arz ettim. Başta da arz ettim ki biz Yüce Meclisinizin vereceği kararlara göre her türlü vazifeyi yerine getiririz. Daha güzel yol, daha tesirli yollar gösterilirse onları da yapmaya hazırız. İHSAN BEY (Cebelibereket): Beyefendi müsaade buyurursanız bir şey soracağım. Medeniyet Âlemi dediğiniz Avrupa'nın Türk ve Müslümanlar üzerinde yaptığı zulmün, bu heyet Balkan Harbinden beri şahididir. O zamandan itibaren de gerek bugünkü Hükümetimiz gerek ondan evvelki hükümetler daima bu siyaseti takip etmişlerdir. Protesto ile vakit geçirilmiştir. Türkiye'de tüten bir ocak ve gezinir bir Türk kalmayıncaya kadar bu vahşilerden vahşet mi bekleyeceğiz? Mahvolmamız için zulümde devam edenlere karşı, yakıp yıkanlara karşı yine mi protesto ile vakit geçireceğiz, ne yapacağız? (bravo sesleri, alkışlar) YUSUF KEMAL BEY (Devamla): Arz ettim Efendim. Soru Dışişleri Vekâletinedir. Dışişleri Vekili olarak ben cevap veriyorum. Cevap Hükümetten değildir. Dışişleri Vekâleti ancak bunu yapabilir, bunu yapabilmiştir. Başka bir şey yapamaz. TBMM Başkanlığına Yunan zulmü hakkında umumi müzakere açılmasını teklif ederim. Bursa Mebusu Muhittin Baha (uygundur, sesleri) FAİK BEY (Başkan Vekili): Efendim, Yahya Galip Bey’in de aynı mevzuda bir önergesi vardır. Kabul edenler, lütfen ellerini kaldırsın. Kabul edilmiştir, Efendim. Buyurun, Rasih Efendi. YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Evvelâ ben söz istedim, Efendim. HAMDİ NAMIK BEY (İzmit): On gün evvel bir soru önergesi vermiştim. Neden söz vermiyorsunuz? 40 FAİK BEY (Başkan Vekili): Soru önergesi bahis mevzu değildir. Umumi müzakere kararı verildi, Efendim. İstediğiniz kadar söz vereceğim. RASİH Efendi (Antalya) : Muhterem arkadaşlar, İçişleri Vekili Beyefendi Hazretlerinin buyurdukları gibi elinde silâh olan Rumlar, Yunanlılar karşılarındaki Türklerden ne alacaklarını nasıl mukabele göreceklerini pekâlâ bilirler ve Türkler de onlara karşı verecekleri cevabı bilirler. Bizi en çok üzen, en çok düşündüren, bugünkü bu heyecanımıza sebep olan, Ateşkesten beri şahit olduğumuz vaziyettir. Bilirsiniz ki işgal edilen yerlerde atalarımızdan kalan abidelerimiz birer, birer imha edilmekte, Türk'e ait ne varsa onu yıkmak, onu mahvetmek emeli ile bugün kendilerine yalnız protesto ile müracaat ettiğimiz o muazzam devletlerin gözlerinin önünde bütün bu facia sürüp gitmektedir. Adalet, hürriyet için harp ettik diyen o muazzam devletlerin gözleri önünde bunlar olmaktadır. (gözleri kör olsun, sesleri) Müslümanların ne malı kaldı, ne tecavüz edilmedik haysiyeti kaldı, ne de mukaddesatı kaldı. Efendiler, düşman Trakya'da, Akdeniz sahillerinde, Marmara sahillerinde mevcut olan Türk ve İslam nüfusu imha etmek üzere bulunuyor. Ateşkesten sonra her gördükleri gazetecilere Dünya Harbinde Türklerin zulüm yaptığını söyleyen bizim İstanbul'daki adamlarımız, Hilâfetin Makamını muhafaza ediyorum diyen o adamlar, her gördüğü Avrupalıya bizim zulüm yaptığımızı söylemekten utanmazken, iki senedir kendisinin haklarını muhafaza etmekle mükellef bulunduğu Müslümanlara karşı yapılan tecavüzlere karşı hâlâ ağzını açmıyorlar efendiler. Arkadaşlar İstanbul'un rıhtımlarına her gün dökülen sefillerin hali nedir, ne oluyor, bunlar nereden geliyorlar? Bu kin ve öfke İslamadır, diye hâlâ kimse ağzını açmıyor. SIRRI BEY (İzmit): Hoca, merak etme sonları yakındır. RASİH EFENDİ (Devamla): Zaten İslâm Âlemi eninde sonunda hakkını elde eder. Fakat arkadaşlar asıl üzüldüğüm nokta, bugün Marmara sahilinde Akdeniz sahilinde, Trakya 'da Müslüman kalmıyor. Yoksa Yunanlılardan intikam almak, Rum'lardan intikam almak değil. Bu Millet Yunanlılardan intikamını almasını bilir ve onu her vakit için alacaktır. Yunanlıların bu Milletten yumruk yemek, dayak yemek hakları olsun, istedikleri olsun. Arkadaşlar, Bursa'da Osman Gazi’nin Türbesi üzerine Venizelos'un oğlu ayak basarak fotoğraf çektirmesini seyirci kalan Vahdeddin değil ……………..’dir. (bravo sesleri, alkışlar) …………… olduğunu duysun, (şiddetli alkışlar, kahrolsun sesleri) Irz, namus, can ayaklar altına alınırken ve küme küme mülteciler İstanbul'a sefil bir halde akın ederken neden susuyor? Sormuyor bile arkadaşlar. Arkadaşlar, Ermeni yetimleri için malikâne hediye eden, binlerce lira hediye eden herif hiç olmazsa bu gelenlere kimdir, nedir, diye bile sormuyor. NEŞET BEY (İstanbul): Bunu yaptıran o ……………. dur. RASİH EFENDİ (Devamla): Arkadaşlar, bunun zamanı ne vakte kadar acaba? Arkadaşlar, bir teklifim vardır. Şimdi o noktaya geliyorum. Malumunuz bir kısım 41 padişahlar çeşitli sebeplerle Memleketimizde bizimle beraber tebaa olarak kabul ettiğimiz insanları meslek itibariyle birtakım imtiyazlar vermişlerdi. Arkadaşlar, bunların zamanı, bunların hükmü, son bulmuştur. Bu Yüce Meclis karar vermelidir. Ateşkesten sonra hangi memlekette serbestçe milli hissiyatımızı rencide edilmeksizin gezebildik. Karşımızda Yunan Kızılhaç’ının rozetlerini taşıyanları, Yunan askerî üniformalarını giyen yerli Rumları gördük. Arkadaşlar, size şunu arz edeyim ki biz Antalya Hükümet Konağında bir Yahudi’nin bile, ey Türkler şimdi eski zaman değildir, dediğini duyduk. Şimdi bu Rumlar isyan etmişlerdir. Binaenaleyh, bu suretle Hükümete karşı isyan eden azınlıklar neden bizden daha fazla bir imtiyazla bu memlekette yaşamaya hakları olsun? Binaenaleyh, bunların Antalya’da 225.000 nüfus vardır. Bunların 215.000’i Müslüman, 10.000 kadar Rum varken, Hususi İdare Meclisinde benim ile beraber iki Müslüman üye, iki de Hıristiyan üye bulunuyor. Eğer bu temsil ise bunda temsil esası yoktur. Eşitlik hukuku da yoktur. Hususi İdare Meclisinde üye olan bir adam var. Vaktiyle Nurettin Paşa İzmir'de vali iken Ateşkesten sonra, İzmir'in işgalinden on gün evvel, Nurettin Paşa gibi bir adamı hâlâ İzmir'de vali olarak tutuyor musunuz, diyor. Onlara ihtarda bulunuyor. (ismini söyleyiniz, sesleri) Georgi isminde bir Rum. Böyle adamların bugün bizimle hâlâ alâkaları var. Binaenaleyh arkadaşlar, zamanı gelmiştir. Bunların mahkemelerde, ne de idare meclislerinde temsil hakları yoktur. Çünkü isyan etmişlerdir. Arkadaşlar, rica ederim, işgal altındaki hangi memleket gördük ki Rumlar gelen düşman kuvvetine iltihak etmesin? Ermeniler, Yahudiler iltihak etmesin? Bugün işgal altında olmayan ve kendi kuvvetlerimizin işgali altında bulunan yerlerdekilerin sükûnet mi bizi aldatıyor? O geçici sükûnet bizi aldatmamalı. Çünkü neresi işgal edilmişse görüyoruz orada neler oluyor. Müslümanları katleden, evini yakan, Yunan kuvvetinden evvel yerli Rum kuvvetler olmuştur. İşte önümüzde Söğüt, Bilecik var. Oralarını yakanlar, Müslümanları katledenler, tehdit edenler, yerli Rumlardır. Binaenaleyh, bunlar hakkında Meclisin Lâzım gelen kararını vermesini rica ederim. YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Müzakere usulü hakkında söyleyeceğim. Efendim, bu muhakkaktır ki Hıristiyanlar İslam Âlemini ortadan kaldırmak isterler. Bunun için ellerinden gelen fenalığı yapmaktan çekinmezler. Fakat asıl mesele, bu Hıristiyanları Müslümanlar üzerine saldıran bu melunlara lanet ettikten sonra, Avrupa destekçileri bilmelidirler ki kendi işi ile meşgul olan sabırlı ve vakur Türkler, bir dereceye kadar sabrederler. Fakat dereceyi aştıktan sonra meydana gelecek galeyan neticesi, zannedersem bu Memlekette bir tek Hıristiyan bulamazlar ki onu numune olarak göstersinler. Şu halde bu fenalığın neticesinden mesul yine o Avrupa destekçileri olacaktır. Avrupa bizim hakkımızda yapılan her bir fenalığı biliyorlar. Bildikleri halde gözlerini kapıyorlar ve onun için şimdi Dışişleri Vekili Beyefendi onlara telgraf yazsa, onların kulağına girmez. Ne kadar söz söylese bunların kulakları işitmez. Şimdi, netice olarak gayet sert bir nota verilmeli ve bu notada denilmeli ki Yunanlılar eğer bizim ile harp ediyorlarsa, usulü dairesinde harp etsinler. Ya onlar bizi mağlup ederler, ya da biz onları mağlup ederiz. İki ordu 42 yekdiğeriyle vuruşur. Fakat silahsız halka saldırmak, onların ırzlarını heder etmek veya onların malını yağma etmek, insanlık dışıdır. Mademki insanlık dışı olan bir şeyi, Müslüman’dır diye yapıyorlar, biz de onların yaptıkları fenalığı misliyle mukabele ederek biz de Hıristiyanlara karşı aynı vaziyeti almak mecburiyetinde kalacağımızı onlara ihtar etmeliyiz. Benim fikrim budur, Efendim. NEŞET BEY (Üsküdar): Ya şimdiye kadar olanları feda mı edeceğiz? HAMDİ NAMIK BEY (İzmit): Efendim, arkadaşlarımın heyecanlarla tasvir ettikleri bu facia hakkında bendeniz on gün evvel bir soru önergesi takdim etmiştim. (o mesele başkadır, mevzu haricidir, sesleri) Nasıl mevzu haricidir, rica ederim? Şimdi Dışişleri Vekili Yusuf Kemal Beyefendinin verdiği izahatı kâfi görmüyorum. Yusuf Kemal buyurdular ki biz defalarca bunları protesto ettik. Fakat bu zannederim ki kâfi değildir. Efendiler İzmit'te üç yüz küsur Müslüman şehit edilmiştir. Müslümanları kandırarak, telâş yoktur, heyecana mahal yoktur, dükkânlarınızı açınız demişler ve bunun üzerine cümlesini şehit etmişlerdir. Adapazarı'nda yirmi bir gün mütemadiyen vagonlarla halkın zahirelerini ve eşyalarını nakletmişlerdir. Karamürsel'e giden tetkik heyeti, orada hastalığından dolayı firara muvaffak olamayan bir Yunan askerinin itiraf ettiği gibi Ordularına oradan Çanakkale'ye kadar bütün yerleri yakmak için emir verildiğini söylemiştir. İznik'i evvelce kâmilen yakmışlar, yalnız yirmi yedi hane kalmıştır. Binaenaleyh bunların takip ettikleri gaye, bütün Müslümanları öldürmek, Müslüman memleketlerini yakmaktır. Buna karşı yalnız bir nota ile protesto ile yetinmek zannederim ki doğru değildir. Bendenizin düşündüğüm, Hükümet bu tarzda değil, şiddetli bir şekilde hareket ederek, bir hafta zarfında bu faciaya nihayet verilmediği takdirde Anadolu dâhilinde bulunan Rumların hayatları tehlikededir, demelidir. İslâmlığın bu galeyanı karşısında buna mâni olmanın imkânı yoktur. Hükümetin de buna kuvveti ve kudreti kâfi değildir. Binaenaleyh bütün mesuliyet size aittir, demek lâzımdır. Son ve katî bir çare olarak Orduyu taarruza geçirmektir ve bir an evvel Müslümanları kurtarmaktır. (o başka, Orduya karışılmaz, sesleri) Bendenizin teklifim bundan ibarettir. SIRRI BEY (İzmit): Arkadaşlarım feci hadiseleri izah ettiler. Benim hitabetim izahata müsait olmadığı için yalnız bildiğim birkaç şeyi izah edeceğim. (Estağfurullah, sesleri) Teveccühünüze teşekkür ederim. Zannediyorum ki... (müzakere usulü hakkında konuşunuz, sesleri) Söz söylemek sırası geldiği için söylüyorum. (devam, sesleri) TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Sükûnetle dinlemek icap eder. SIRRI BEY (Devamla): Zannediyorum ki galeyanla gelip, mevzu dışına çıktık. Dışişleri Vekilini buraya getirmekteki maksadımız başka idi. Bursa’nın yanmaması için ne gibi tedbirler alınması mümkündür ve ne yaptınız diye bunu sormak için çağırdık. Fakat bunu hiç sormadık. Dışişleri Vekili söz söyledi. Hiçbirimizin hatırına gelmedi ki, bu şeyi kendisinden soralım. Onun için bu maddeyi unutmayalım, 43 zaten bu celsenin, bu müzakerenin mevzusu bu idi. Bunu şimdiki halde Dışişleri Vekilinin dikkatine arz ediyorum, bize lâzım gelen cevabı versinler. Sonra Yunanlıların Dünya Harbinde bir şey yapmadıklarını söylediler. Bilâkis İkdam gazetesinin yazdığı gibi onlar çerçöp topladılar. Birisinin artıklarını yiyen mahlûklar ne ise onlar da Dünya Harbinin artıklarını yiyen bir mahlûk gibiler. Onun için bir şey yapmadılar demek doğru değildir. Sonra protesto meselesi, bendeniz Delege Heyeti ile Londra'da bulunduğum zaman Edirnelilerin Bekir Sami Bey’e bir protestosu gelmişti. Edirne'de Yunanlıların yaptıkları zulmün Konferansa bildirilmesi rica olunmuştu. Bekir Sami Bey Lloyd George’a bunu söyleyince, o da Yunanlılar da sizin zulmünüzden şikâyet ediyorlar, demişti. Onun için bizim protestolarımızın, Lloyd George ve diğerlerinin nazarında pek tesirli olmayacağı anlaşılıyor. YAHYA GALİP BEY (Kırşehir): Kanla yazılırsa iyi anlaşılır. SIRRI BEY (Devamla): Şu söylediğim söz kâfidir. Binaenaleyh böyle protesto ile vakit geçirilmesin, fiilen ne yapmak lâzım ise onu yapalım. Hoca Efendi bize Ateşkes zamanında ve halen bize nankörlük eden milletleri sayarken Yahudileri de saydılar. Buna iştirak etmeyeceğim ve bir misal ile size ispat edeceğim. HASİB BEY (Maraş): Yahudilerin Filistin’e yaptıklarını unuttunuz mu? SIRRI BEY (Devamla): Biz gemi ile İngiltere’ye geçerken bir salona girdik. Orada birkaç kadın oturuyordu. Bize tahsis edilen bu salondan kadınların çıkarılması için Türkçe konuşuyorduk. Zannettik ki yanımızdaki kadınlar anlamıyorlar. Çünkü orada bir şapkalı kadının Türkçe bilmesine imkân tasavvur etmedik. Sonra yanımıza birisi geldi, hürmetle bir kutu çikolata verdi. Sizin Türk olduğunuzu anladım, siz İzmir'i kurtarmak için gidiyorsunuz. Ben de İzmirliyim, size bu çikolatayı bir şükran borcu olmak üzere takdim ediyorum dedi. Orada söylenen sözlerin İngiltere’ye giden bir vapurda ifade edilmesi samimiyetinden şüphe etmek doğru değildir. Sonra arkadaşlar, Hahambaşı Naum Efendi’nin Memleketimize ettiği hizmeti unutmayalım. TUNALI HİLMİ BEY (Bolu): Arkadaşlar yeryüzünde Hıristiyan bir devlet olarak en çok Müslüman vatandaşa sahip olan ve ismini bütün kinimi ortaya koyarak söylediğim devlet İngiltere’dir. Binaenaleyh arkadaşlar, Batı Türk’ün, Müslüman’ın düşmanı ise o Batı’nın da en azılı, en kudurgan düşmanı ve cehennemlerde boğulması lâzım gelen düşmanı İngiltere'dir. MUSTAFA BEY (Gümüşhane): Bunu kim bilmiyor, azizim. TUNALI HİLMİ BEY (Devamla): Şu halde arkadaşlar, Yunanlılara hiç tenezzül etmeyerek, Batı’da İngilizler aleyhine propaganda yapmalıyız. Zira biz eğer Batı’nın İngiliz aleyhinde zaten mevcut olan hissiyatını kazanırsak biliniz ki, son derece kazanırız. O Batı, İngilizler aleyhinde bulunuyor. Fakat kahpece olan siyasetleri neticesi olarak edindiği kuvvetler karşısında hepsi aciz bir halde 44 bulunuyorlar. İstiyorlar kurtulamıyorlar. ki, İngilizlerin pençesinden kurtulsunlar. Fakat VEHBİ EFENDİ (Konya): Lloyd George'un sarf ettiği söze karşı ona birkaç soru soracağım. Şu memleketler yedi yüz senedir Osmanlılar elindedir. İki yüz sene daha evvel de Selçukluların elindeydi. Demek ki dokuz yüz, bin senedir şu kasabalar İslâm elindedir. Bunların içinde Hıristiyan olarak yüzde bir ve İslâm olarak yüzde doksan dokuz nüfus bulunduğu halde şu Hıristiyanları, bu Müslümanlar altın kutu içerisinde mücevher gibi saklayıp bugüne kadar beslemiştir. Köyler, kasabalar tamamıyla Müslüman olduğu halde Müslümanlar şu vakte kadar onları muhafaza ede gelmişlerdir. Mademki bu Doğu’nun ahlâkı meselesidir, diyor Lloyd George şimdi ben de ona soruyorum. Bundan iki yüz sene evvel veyahut biraz fazla veya eksik Endülüs’te yirmi milyon Müslüman terk ettik. Bugün Lloyd George Avrupa ahlâklı olduğundan dolayı acaba yirmi tane Müslüman evini bize orada gösterebilir mi? (bravo sesleri, şiddetli alkışlar) O Müslümanlar onların ellerinde emanet değil miydi? O emanete ne yaptılar? Emanete hıyanetlik eden şimdi kimdir? Ondan sonra 1877 tarihinde Yunan Yarımadasında bir milyona yakın Müslüman terk ettik. Hunhar Yunan elinde acaba bugün bir milyon Müslüman’dan bir tek Müslüman gösterebilir mi? Lloyd George bize mademki Doğu’nun ahlâkı bozuk, Batı’nın ahlâkı düzgülüdür diyor, orada terk olunan Müslümanları, biz nasıl ki Hıristiyanları muhafaza ediyorsak onların da o Müslümanları muhafaza etmesi Batı’nın ahlâkının neticesi olacaktı. Efendiler o bozuk ahlakı Doğu’da aramasın, Batı’da arasın. (alkışlar) Bundan 1 sonra biz Mr. Wilson’un adalettir, diye âleme ilân ettiği on dört maddeyi kabul ederek elimizde silâhımızla ateşkesi kabul etmiştik ve ateşkes şartlarına göre Yunanlılara İzmir verilmemişti. Orası bizim memleketimiz, vatanımız, yurdumuz olduğu halde nasıl oluyor da orayı Yunanlara veriyorlar ve bu suretle yüzlerce, binlerce Müslüman kanı dökülüyor da Avrupa âlemi on dört maddeyi unutarak bunlara seyirci kalıyor. Şimdi ahlâk onlarda mıdır? Bizlerde midir? Efendiler şunu da arz ederim ki... MAHMUT CELAL BEY (Saruhan): Şunu da sözlerinize ilâve ediniz. Avrupa'dan bir inceleme heyeti gelmiş ve bütün Yunan zulmünü gördükleri halde, insanlık âleminden saklamak densizliğini, rezaletini yapmışlardır. VEHBİ EFENDİ (Devamla): Müslümanlığın kaidelerinden biri de herkese sevgi ve saygı göstermektir. Her zaman vatandaşlığı kabul edenleri muhafaza etmektir ve 1 Wilson İlkeleri, dönemin Amerika Birleşik Devletleri başkanı Woodrow Wilson'ın 8 Ocak 1918 günü ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada bahsettiği ilkelere verilen addır. Bu ilkelerden biri de Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin oturdukları, çoğunluk sağladıkları bölgelerin bağımsızlığının sağlanması, şeklindedir. 45 mukaddesatlarını korumaktır. Ankara Hükümeti de bu yolda hareket etmektedir. Onların bu kadar zulmüne karşı bizim hiçbir karşılığımız yoktur. Zulüm olarak bir şey yapmadık Ve yapmayacağız. OPERATÖR EMİN BEY (Bursa): Vehbi Efendi hazretlerinin Lloyd George hakkında söylediklerinin bütün medeni Dünyaya fotoğraflar ile birlikte ilânını teklif ediyorum. SITKI BEY (Malatya): Efendiler, amansız düşmanımız İngilizler, Yunanlıları teşvik ederek ve destekleyerek sevgili İzmir'imizi, Yeşil Bursa'mızı işgal ettirdi. Hain düşmanlar, Vatanımızın en güzide evlatlarını birer bahane bularaktan şehit ettiler. Kız kardeşlerimize, validelerimize etmedikleri zulüm, vahşet bırakmadılar. Efendiler, Efendiler, biz geçen sene ne haldeydik, bu sene Cenabı Hak ne halde muzafferiyet ihsan etti? Emin olalım ki bizim düşmanlarımız olan Yunanlılardan intikamımızı alacağız. İntikam kelimesini büyük kelime ile levha olarak yazalım ve onu daima karşımızda bulunduralım. Ondan sonra çocuklarımıza intikam şarkısı öğretelim ve bizim Cenabı Hakkın yardımıyla çelik kaleden daha metin olan sinelerimiz, bükülmez kollarımız vardır. Efendiler, korkmayalım, istikbal bizimdir. Cenabı Hakkın yardımı bizimle beraberdir, inşallah. (inşallah sesleri) VEHBİ BEY (Karesi): İşgal altında bulunan bedbaht bir memleketin felâketzedelerinden olmak sıfatıyla bendeniz de size birçok acı şeyler hikâye edebilirim. Fakat arkadaşlarım bu acı sayfaları birer birer ve kâfi derecede okudu. Sözün kısasını söyleyeceğim. Bizim süngümüzün İzmir Kordonuna gidip sulh kelimesini yazmasıyla sulh olacaktır. O güne kadar bize karşı her yapılanlar birer hile, desiseden ibarettir. Fakat Ordunun vazifesi olan bu ise, Meclisin veyahut salahiyeti olmayan kimselerin mütalâa etmesi tabii ki doğru bir şey değildir. Bizim burada yapacağımız, başka işlerdir. Birincisi, gerek Avrupa, gerek Asya hükümetlerine ve gerek Amerika Birleşik Devletine Hükümetin resmi protesto notalarını göndererek, tarafsız hükümetlerden işgal yerlerine inceleme heyetleri göndermelerini talep etmektir. İkincisi, bendenizin kanaatime göre, bütün Dünyanın insanları hangi millete mensup olursa olsunlar canavar tabiatlıdır, diyemem. Milletler içinde yapılan propagandaların çok büyük tesiri olacaktır. Burada yine bu mesele bendenizin önergem üzerine, bundan yedi sekiz gün evvel bahsedilmişti. O zaman Hükümetin bir sinema makinesi getirterek bu faciayı sinemaya alınmasından bahsetmiştim. Bunun yalnız hariçte değil, dâhilde de pek büyük bir tesiri olacaktır. Gayet ehemmiyetsiz bir şey olduğu halde bir sinema makinesinin şimdiye kadar temin edilememesi hayret ve teessürdür. Bu, yalnız bizim için değildir. Efendiler, evlâdımıza da yadigâr olarak kalacaktır. İdaremiz dâhilinde bulunan Rumlar hakkında yapılacak tedbire gelince. Bendenizin kanaatime göre bir tedbir almalıyız. Biz onları kendimiz besliyoruz. Binaenaleyh beslemezsek onlar bize boyun eğeceklerdir. Bunun haricinde bir de Hükümetin yapacağı iş vardır ki o da sulhun imzalanmasına kadar azınlıklara siyasi haklarından mahrum etmektir. Başka hiçbir tedbir istemez. Bendeniz bunların 46 haricinde yapılması lâzım gelen şeyler hakkında söylenilecek sözlerin, lüzumsuz sözlerden başka bir şey olmadığına inanıyorum. RAGIP BEY (Kütahya): Efendiler, malûmunuzdur ki düşmanın işgali altında bulunan yerler Anadolu'nun dörtte birisidir, ama varlık itibariyle yarısından fazlasıdır. Düşman, işgal ve istilâsına aldığı yerlerde akla, hayale gelmedik ve tarihte görülememiş facia sergiliyor. Buna karşı Ankara Hükümetinin Dışişleri Vekâletinin yaptığı şeyler, üç beş protestodan ibarettir. Fakat son zamanlarda düşman bilhassa şu bir hafta zarfında öyle müthiş azgınlık gösteriyor ki ajansların verdiği habere göre Uşak havalisinde ve bütün cephe gerilerindeki köyler yanıyor, ateşler içerisindedir. Bu dakikada belki bugün Bursa yanıyor. Belki şu dakikada Uşak yanıyor, belki Alaşehir ve Salihli'ye doğru yangın yürüyor. Şimdi buna karşı en kısa bir zamanda ateşin ve katliamın önüne geçmenin çaresi nedir? Hükümet düşmanın son zamanlardaki azgınlığına karşı ne düşünüyor? Zannederim ki Hükümet Reisi Fevzi Paşa Hazretleri buradadır. Buna karşı ne yapacağız? Efendiler Avrupa'ya protesto edelim. Bütün Dünyaya anlatalım. Fakat biz bütün Dünyaya dert anlatıncaya kadar, düşmanın istilâsı altında bulunan yerlerde ne bir dikili ağaç, ne bir canlı fert kalacaktır. Buna karşı ne yapacağız? Şimdi ne oluyor? İşte ajanslar bugün de, dün de haber veriyor. Bütün cephe gerilerinde, bütün köyler ateşe verilmiştir ve bu ateşe verilen köylerde bir tek şahıs dışarı çıkarılmıyor. Evlerinin içerisinde bulundukları halde etrafı süngülerle çevriliyor ve o suretle içerisinde yakılıyor. Şimdiye kadar belki üç, dört bin köy yanmıştır. Buna karşı ne yapmak lâzımdır? Hükümetimiz ne yapmıştır? Bir kere de Hükümetimizi dinliydim. Efendiler alınan tedbirler ne ise müzakere yapalım. Yoksa protestolarla, morotestolarla iş bitmez ve bütün bunların önünü bu suretle almak uzun zaman alır ve zaman kalmamıştır, efendiler. ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Efendiler, bendenizden evvel söz söyleyen arkadaşlarım, hain düşmanın yapmış olduğu facia hakkında lâzım olduğu kadar hepsini söylediler. Binaenaleyh bunlara ilâve edilecek başka bir şey kalmamıştır. Tedbirlere gelince, bunun için de, zannediyorum ki Meclisteki arkadaşlarımızın göstermiş ruh hali, Hükümete takip edeceği yolu göstermeye kâfidir. Biz onu burada açık bir şekilde Hükümete söyleyecek bir vaziyette değiliz ve doğru da olamaz. Yalnız bazı arkadaşlar söz söylerken heyecanlarından zannediyorum, her halde söylenmesi bendenizce menfaatimize olmayan bazı sözler söylediler. Bundan her fert kadar şahsen ben de mesul olduğum için söylemeye mecburum. İnsanın yapılan fenalıktan dolayı hissiyatı galeyana gelir. Fakat bilirsiniz ki hissiyatla hareket etmek, pek de her vakit için faydalı değildir. Marifet soğukkanlılıkla düşünmek ve ona göre tedbirler almaktır. Şimdi bendeniz rica ederim, yanlış anlaşılmasın. Arkadaşlarımın heyecanını haklı buluyorum. Düşmanın yaptığını gayet feci görüyorum. Fakat yalnız bundan meselâ beş, altı gün önce okumuş olduğum bir yazıda ki İstanbul'da satılan bir İngiliz gazetesinde okumuştum... 47 İHSAN BEY (Cebelibereket): Okumaz olaydın o gazeteyi ve gelmez olaydın! ALİ ŞÜKRÜ BEY (Trabzon): Sen okumaz olaydın ve gelmez olaydın, anladın mı? Avrupa gazetelerinde, buradaki aleni celselerde söylenenler açık açık yazılıyor. Bu celsedeki hissi havaya benzer şekilde, düşmanlarımız güya Millet Meclisinde birçok galeyanlı celseler oluyor, diye düşünüyorlar. Hulâsa Dünyada herkes düşman, yegâne biz yaşayacakmışız gibi birtakım sözler söyleniyor ve bu sözleri, mal bulmuş mağribi gibi birçok ajanlar, Avrupa'nın her tarafına gönderiyor ve gazetelerle yayınlanıyor. Şimdi efendiler, ne için bu zulmü Rumlar yapıyor? Bugün mümkün olsa kökünden katletmek istediğimiz bir millet varsa o da Rumlardır. Bu Rumlar niçin böyle yapıyor, efendiler? Biliyorsunuz ki Dünya Harbi zamanında, Avrupa'da aleyhimize birçok propaganda yapıldı. Bu propagandaların tesirleri üzerine, Rumları himaye ettiklerini iddia eden devletler, her şeyi bize kabul ettireceklerini düşündüler. Fakat bu düşüncelerinde aldandılar. Ateşkesten sonra bizimle temasları artınca hakikati anlamaya başladılar. Vehbi Bey’in söylediği gibi, bütün Avrupalılar aynıdır diye düşünmek mümkün değildir. İçlerinde bazıları, insani hisler taşıyor olanlar, Türklere yapılan işlerin zulüm olduğunu gördüler. Bu hususta da lâzım gelen ufak tefek açıklamalarda da bulundular. Hatta bilhassa bizim kuyumuzu, mezarımızı kazan İngilizler, bundan o kadar ürktüler ki Ateşkesten dört ay sonra Türkiye'de bulunan subaylarına resmen emir verdiler, hiçbir İngiliz subayı Türklerle temas etmeyecek diye. Çünkü Türklerle temas etmiş olan İngiliz subayları, memleketlerine yazmış oldukları mektuplarıyla İngiliz kamuoyuna evvelce yapılan propagandanın yanlış olduğunu anlatıyordu. Bu itibarla İngiliz Hükümetini gittiği yoldan vazgeçireceklerdir diye bundan korkularından, Türklerle İngilizlerin temasını yasakladılar. Şimdi efendiler, hakikat bu dereceye kadar anlaşılmıştır. Buna benzer daha birçok vaziyet, İngiltere'yi istediği şekilde bizi ezecek bir vaziyetten çıkarmıştır. Şimdi bugün İngilizler Yunan kuvvetiyle bizi ezmek istiyorlardı ama buna muvaffak olamadılar. İngiliz Hükümeti Yunanlılara silah yardım etmeyi arzu ediyordu. Fakat birçok sebepten dolayı bu olmadı. İşte efendiler, şurası yanıyor, burası yanıyor, İzmit yanıyor, doğrudur. Fakat bazı arkadaşlar ne yazık ki düşünmeden hislerine kapılarak söylemek 1 isteyip de söylemediklerini söylesinler de ikinci bir Ehlisalip getirsinler ve burada bizi ezdirsinler. (şiddetli gürültüler, ne yapacaklar, ne yapabilirler, devam sesleri) Benim düşüncem budur, müsaade buyurun efendiler, rica ederim. Zonguldak'ta bir bombardıman oluyor, biliyorsunuz. İnebolu'da bir bombardıman oluyor. Buna mukabil bütün Avrupa'ya telgraflar yağıyor ve deniliyor ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin görevlendirmiş olduğu Topal Osman Ağa, her kesilen bir 1 Kudüs'ü Müslümanların elinden alarak, onların kuvvet ve saltanatlarına son vermeyi amaçlayan, bunun için de bir kısım Avrupa hükümdarlarıyla derebeylerinin komutasında toplanarak zaman zaman İslam ülkelerine hücum etmiş olan Hıristiyan topluluklarına verilen addır. Bunların hücumları tarihte Haçlı Seferleri olarak adlandırılmıştır. 48 Müslüman’a karşı kendi eliyle üç, beş Hıristiyan kesiyor, deniliyor. Böyle bir şey olmadığı halde, olmuş gibi gösteriliyor. Maksat Hıristiyanların hislerini galeyana getirmektir. Bugün en ciddi bilinen Avrupa gazetelerinde göreceksiniz ki Hıristiyanları galeyana getirmek için, Avrupa kamuoyunun hissiyatını okşamak için ne lâzım gelirse onu yapıyorlar. (gürültüler) Mesela geçen gün şurada bir arkadaşıma gösterdim. Yunan Kralı teftiş için İzmir'e çıktığı zaman bir makale yazılıyor ve deniliyor ki işte Ehlisalip’ten beri ilk Anadolu toprağına ayak basan kral budur. İşte Ehlisalip orduları kumandanlarından biri bulunan Aslan Yürekli Richard'ın çıkmış olduğu noktaya adım atmıştır. Onlar bu kadar her fırsattan istifade ederlerken, Hıristiyanların hissiyatını galeyana getirmek istiyorlar. Efendiler, hissiyat ile biz her şeyi yaparız. Fakat bizler bence bugüne kadar ne yazık ki mertliğimizin cezasını çektik. Bizim şimdiye kadar tarihte emsali görülemez ki yazdığımız yazıyı, verdiğimiz imzayı bozmuş olalım. Fakat biz malûm ya mademki Müslümanız, düşmanın hücumuna karşı silâhlanmak mecburiyetindeyiz. Düşmanın siyaset üzerinde kullanmış olduğu her türlü yolu bizim de kullanmamız şarttır. Efendiler yalnız hissiyat ve mertlik üzerine gelsin öldürsün denemez. Rica ederim senin kendi şahsın adına bütün cihanı aleyhimize kaldıracak ve bize gizli, kapaklı hiçbir fayda temin etmeyecek birtakım tedbirleri gizli, kapaklı yapıyor görünmek bence uygun değildir. Ölmek isteyen cepheye gider. Fakat burada yaşayacak kadın, çocuk ve masum ahali vardır. Efendiler bu bizim menfaatimize uygun değildir. MUSTAFA NECATİ BEY (Saruhan): Efendiler, bütün Hıristiyan milletlerin donanmaları İzmir Körfezinde bulunurken, düşman gemileri önünde, düşman süngüsü Türk kumandanı Albay Fethi Bey’i süngüledi. İlk süngü bütün insan tanınan ve medeni tanınan o milletlerin bayrakları karşısında ve gemileri karşısında bir büyük kumandanın kalbine saplandı. Niçin saplandı bilir misiniz 1 efendiler, Türk kumandanı hiçbir vakit “zito” demez diye. Söylemesi istenilen zitoyu katiyen reddetti ve bunun için süngülendi. Efendiler, imanından, kalbinden kopan sese, süngü ile karşılık gördü. Efendiler sonra üç, dört bin Müslüman üç, dört saatte kesildi. O medeni milletlerin gemileri, adamları vardı, işte buradan başlayan bu dehşetli katliam, bu müthiş cinayet, bu müthiş felaket ta Eskişehir kapılarına kadar gelmiştir. Efendiler, devamlı olarak yıktı ve yıkıyor, eziyor, asıyor ve kesiyor. Medeniyet Âlemi, Hıristiyan Âlemi bundan mutlaka haberdardır ve görmüştür, görüyor. Çünkü gözlerinin önünde yapıyorlar. Fakat işine gelmeyen ve kabul etmediği yalnız bir nokta vardır. Asırlardan beri Müslüman kalmış bir Türk Milleti vardır. Bu Milleti öldürmek, bu milleti mahvetmek, kendi programlarının birinci maddesini teşkil ediyor. Çünkü Hıristiyanlığın kabul ettiği, İslâmiyet isyan etmiştir bu itibarla Müslümanlığı mahvetmek lâzımdır ve bunu mahvetmek ise Türkleri mahvetmekle mümkündür. Müslümanlığı öldürmek ve Türkü öldürmek için 1 Yunanca, Yaşa demek. 49 verdikleri emirleri yalnız Yunanistan yerine getiriyor. Yunanistan'dan başka da hiçbir millet bu vazifeyi yapmıyor. Efendiler, gazetelerde okumuştunuz. İngiltere Avam Kamarasında Dışişleri Müsteşarına soru soruluyor. Deniyor ki, İzmit'te katliam olmuş mudur? Dışişleri Müsteşarı resmi bir kürsüden cevap veriyor ve hayır, diyor. Çünkü efendiler Müslümanlar kesiliyor. Onların nazarında bunlar katliam değildir. Hâlbuki oraları mahvolmuştur. Binaenaleyh biz ne bedbaht insanlarız ki bizi öldürmeye karar veren ve bizi öldürmek isteyen milletlere protesto çekmekle yetiniyoruz. Ne protestosu, Yunan'a verilen bir plân var, verilen bir karar var, bu plân dâhilinde çalışıyorlar. Binaenaleyh yapılacak işler nedir ve ne yapmak lâzım gelir? Efendiler, Arkamızda koca bir Türkistan kıtası ve üç yüz milyondan fazla Müslüman âlemi vardır. Onlara hitap edelim, bizi kesiyorlar ve öldürüyorlar, kalkınız, ayaklanınız, işte fotoğraflar, sinemalar, vesikalar diyelim. Bunu yaptığımız gün efendiler üç yüz milyon Müslüman kalkacaktır. İslâm âlemine ve Türk âlemine bağırmak lâzımdır. Efendiler artık mücadele devresine girmiş bulunuyoruz. Onlar da mücadeleye başlayacaklardır ve bütün yapılacak şey budur. O davanın biz lideriyiz. (şiddetli alkışlar) Şimdiden o davaya başlayalım. FEVZİ PAŞA (Vekiller Heyeti Reisi): Efendim, Yüce Meclisinizin şimdiye kadar cereyan eden müzakeresinden bir netice çıkmadı ve çıkmayacak. Bunun için bendeniz bir şey teklif edeceğim. Verilen önergeler Hükümete havale edilsin, inceleyelim ve bilahare size arz edelim. (kaç güne kadar, sesleri) Bir müddet söylersiniz, yirmi dört saat veya kırk sekiz saat sonra, bu müddet zarfında karar veririz, arz ederiz. (yarın, sesleri) FAİK BEY (Başkan Vekili): Efendim, Paşa hazretlerinin teklifleri müzakerenin yeterliliği merkezindedir. Müzakereyi kâfi görüyorsanız... (kâfi değil, sesleri) REFİK BEY (Konya): Şimdiye kadar cereyan eden müzakere üzerine önergelerin Hükümete havale edilip ve alınacak malûmattan sonra müzakerenin devamını teklif ediyorum. Bendeniz öyle zannediyorum ki, müzakere Pazartesi günü devam edecektir. FAİK BEY (Başkan Vekili): Şimdi efendim, Paşa Hazretlerinin teklifleri müzakerenin yeterliliği merkezindedir. (kâfi değildir, sesleri) Efendim anladım, devamını söyleyeyim, niçin telâş ediyorsunuz? Paşa Hazretlerinin teklifleri, müzakerenin yeterliliği merkezindedir. Hâlbuki üyelerimizden yirmi üye var ki söz almış ve sözünü söylememiştir. Binaenaleyh eğer arzu buyrulursa bugün için bu müzakereyi kâfi görürüz. Verilen önergeler elli kadardır. Bunları Hükümete havale ederiz, Hükümet bir karar verir, Pazartesi günü buraya gelirler, müzakereyi yeniden açar ve devam ederiz. (hay hay sesleri) Bunu kabul edenler lütfen el 1 kaldırsın. (kabul sesleri) Kabul edilmiştir. 1 TBMM Zabıt Ceridesi (9 Temmuz 1921), 1.Dönem, c.11, s.187-217, http://www.tbmm.gov.tr/ 50 (Haziran Ayı sonlarında Kral’ın başkanlığında Atina’da toplanan Savaş Konseyi, Afyonkarahisar, Kütahya ve Eskişehir’in işgali ve Anadolu’daki Türk Ordusu’nun yok edilmesi kararını aldı. Yunan komuta kademesi, İnönü savaşlarından gerekli dersi almışa benziyordu, artık aynı hataya düşmeyeceklerdi. Ellerinde bulunan bütün kuvvetleri savaşa sokacaklardı. Kuvvetlerinin büyük bir bölümünü Kütahya-Eskişehir bölgesinde bulunduran Türk Ordusu’nu, zayıf Bursa Grubu ile oyalayarak, kuvvetli Uşak Grubu ile Ankara’ya doğru çekilmesini fırsat vermeden, güneyden kuşatıp imha etmek, Yunan Genelkurmayı’nın yeni stratejik planıydı.) İÇİNDEKİLER 24 MART 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, YUNANLILARIN TEKRAR TAARRUZA BAŞLADIKLARINA DAİR BEYANATI..................................5 2 NİSAN 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, İKİNCİ İNÖNÜ SAVAŞI HAKKINDAKİ BEYANATI ..........................................................................6 4 NİSAN 1921: YUNAN ZULMU HAKKINDA VERİLEN SORU ÖNERGESİNİN GÖRÜŞÜLMESİ VE DIŞİŞLERİ BAKAN VEKİLİ AHMET MUHTAR BEY’İN CEVABI ....................................................................................................................9 7 NİSAN 1921: YUNANLILARLA BİRLİK OLAN ABAZALAR HAKKINDA DÜZCELİ ABAZALARIN MECLİSE GÖNDERDİĞİ TELGRAF ..............................................17 7 NİSAN 1921: BURSA MİLLETVEKİLİ OPR. DR. EMİN BEY’İN İNÖNÜ CEPHESİNDE GÖRDÜKLERİNE DAİR BEYANATI .............................................19 13 NİSAN 1921: MİLLİ SAVUNMA BAKANI FEVZİ PAŞA’ NIN, DUMLUPINAR SAVAŞI HAKKINDAKİ BEYANATI ........................................................................24 30 HAZİRAN 1921: DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN YUNAN ZULMÜNÜN DÜNYAYA DUYURULMASI HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARI ...................................................27 9 TEMMUZ 1921: DIŞİŞLERİ BAKANI YUSUF KEMAL BEY’İN, YUNAN ZULMÜ HAKKINDAKİ BEYANATI ......................................................................................31 51 http://www.cengizcetintas.com/index.html [email protected] Bu kitabın her hakkı Cengiz Çetintaş' a aittir. Bilgiler kaynak gösterilmek koşuluyla eposta, fotokopi vb yoluyla gönderilebilinir veya çoğaltılabilinir. Ancak bilgilerin tümü dergi, kitap veya benzer şekillerde yayımlanamaz. 52