tarih 6 - TC MEB Açık Öğretim Daire Başkanlığı

advertisement
T.C.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI
AÇIK ÖĞRETİM OKULLARI
AÇIK ÖĞRETİM LİSESİ - MESLEKİ AÇIK ÖĞRETİM LİSESİ
TARİH
6
DERS NOTU
YAZAR
Erdoğan ERMAN
ANKARA 2014
MEB HAYAT BOYU ÖĞRENME GENEL MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI
AÇIK ÖĞRETİM OKULLARI DERS NOTLARI DİZİSİ
Copyright © MEB
Her hakkı saklıdır ve Millî Eğitim Bakanlığına aittir. Tümü ya da bölümleri izin
alınmadan hiçbir şekilde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Yazar
: Erdoğan ERMAN
Grafik
: Hatice DEMİRER
Kapak
: Güler ALTUNÖZ
& #' ! & " &
!&
" ) !(
! $ $
))&" &
&* ! ) # #
') ! " * &*& " * # "& !&
(" &*
&& & %&* &
!!)&&!
*&&*&&)')))*
%***&&
*$&!
" "
) # " *$
& $ !#$&*&*
&")(**#
!&" )
#
')$
İÇİNDEKİLER
1. ÜNİTE
TÜRKLERİN İSLAMİYET’İ KABULÜ
1. İSLAMİYET’İN DOĞUŞU VE İSLAM DİNİ_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 11
2. TÜRKLERLE MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ İLK İLİŞKİLER _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 24
3. TALAS SAVAŞI VE TÜRKLERİN İSLAMİYETE GİRİŞLERİ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 26
4. TÜRKLERİN İSLAMİYETE HİZMETLERİ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 30
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 34
ÜNİTE 2
İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ
1. TOLUNOĞULLARI _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 40
2. İHŞİDOĞULLARI _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 42
3. KARAHANLILAR _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 45
4. GAZNELİLER _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 52
5. BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 59
6. HARZEMŞAHLAR DEVLETİ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 83
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 89
ÜNİTE 3
TÜRK İSLAM DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK
1. TOPLUM YAPISI_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 94
2. DEVLET YÖNETİMİ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 98
3. ORDU _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 103
4. TOPRAK YÖNETİMİ_ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 108
5. HUKUK _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 110
6. DİL VE EDEBİYAT _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 113
7. EKONOMİK HAYAT _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 119
8. BİLİM VE SANAT _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 123
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 136
ÜNİTE 4
ORTA ASYA VE YAKIN DOĞU’DA KURULAN DİĞER DEVLETLER
1. FÂTIMÎLER _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 142
2. EYYUBİLER _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 147
3. MEMLUKLER _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 154
4. MOĞOL İMPARATORLUĞU _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 163
5. TİMUR DEVLETİ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 176
6. BABÜR DEVLETİ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 186
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 193
ÜNİTE SONU DEĞERLENDİRME SORULARI CEVAP ANAHTARI _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 195
SÖZLÜK _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 196
KRONOLOJİ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 203
KAYNAKÇA _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 206
1. ÜNİTE
TÜRKLERİN İSLAMİYET’İ KABULÜ
TARİH 6
NELER ÖĞRENECEĞİZ?
Bu ünitenin sonunda:
1. İslam dininin doğuşunu ve yayılışını kavrayacak,
2. Türklerin İslam dinini seçmelerinin nedenini öğrenecek,
3. Talas Savaşı’nın Türk tarihi açısından önemini kavrayacak,
4. Türk milletinin zekâ ve kabiliyetini, çalışkanlığını, ilim ve sanatseverliğini,
estetik zevkini, insanlık duygusunun yüceliğini öğreneceksiniz.
ANAHTAR KAVRAMLAR
BEDEVİ
CAHİLİYE
DEVRİ
HANİF
TALAS
HİCRET
HALİFE
10
MEVALİ
TARİH 6
GİRİŞ
Sevgili Öğrenciler,
İslamiyet, ilahi dinlerin en sonuncusu ve Hz Muhammed’in(SAV) peygamber
olarak tebliğ ettiği dinin adıdır. Ancak bu dar anlamının yanı sıra daha geniş manası
ile İslamiyet Allah tarafından ortaya konulan düzen ve kurallar anlamına da gelmektedir. Bu tanıma göre, bütün peygamberler Allah’ın varlık ve birliğini vurgulamış,
O’nun emir ve yasaklarını tebliğ etmiş olduğundan İslam Peygamberidirler. İslam
Tarihi kavramını dar manası ile son Peygamber Hz. Muhammed’in doğumu ile başlayıp günümüze kadar gelen bir süreç; geniş anlamı ile Hz Âdem’den günümüze
kadar insanlığın tarihi olarak anlamak mümkündür. Bu ünitemizde İslam Tarihi hakkında kısa bilgiler verilecektir.
1. İSLAMİYET’İN DOĞUŞU VE İSLAM DİNİ
YORUMLAYALIM
Yüce Allah’ın insanlık tarihi boyunca peygamber seçip göndermesi,
insanlara lütfetmiş olduğu en büyük
nimetlerinden biridir. Çünkü peygamberler insanlığa daima yol gösterici
olmuşlar, onların maddî ve daha ziyade manevî alanlarda kalkınmalarını
ve ilerlemelerini sağlamışlardır. Her
peygamber insanlığa yeni ufuklar açResim. 01.01: 1.500’lü Yıllarda Yapılan Bir Kâbe
Tasviri
mış, yenilikler getirmiş ve kendisine
inananların insanca yaşamaları için
onlara doğru yolu göstermiştir. Bunların sonuncusu, bütün insanlık için bir müjdeci, bir uyarıcı ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Hz. Muhammed’dir. Onu
peygamber (resul) olarak göndermesi, yüce Allah’ın tarihî olarak ilk müslümanlara,
evrensel olarak da bütün insanlara verdiği nimetlerin en büyüğüdür.
İslam’dan önce Araplar “Cahiliye dönemi” denilen karanlık bir dönem yaşadılar.
Bu dönemde insanlar maddi bakımdan geri kaldıkları gibi bilgi ve ahlak bakımından
da geri idiler. Cahiliye geleneklerine uyarak Allah’a ortak koşuyor, putlara tapıyorlar,
birbirlerini öldürüyorlardı. Ümmi idiler, yani okuma yazma bilmiyorlardı. Onları bu
gerilikten kurtaran hiç şüphesiz Hz. Peygamber olmuştur. Zira o, insanlara bir yandan kitabı yani Kur’an’ı, diğer yandan da “hikmet”i yani dinî konularla ilgili en doğru
bilgileri ve genellikle sünnet diye ifade edilen en güzel davranış biçimlerini öğretti.
Allah’ın gerek kendisine vahyettiği gerekse evrende yerleştirdiği âyetlerini okuyup
11
TARİH 6
açıklayarak insanları bilmedikleri konularda aydınlattı ve böylece aydınlanmanın
da yollarını açtı. Böylece Müslümanları, bilgi ve erdemlerle donatarak onların başarıdan başarıya koşmalarını sağladı, Müslümanlar Peygamber’in açtığı bu aydınlık
yolda ilerleyerek sonraki yüzyıllarda dinî ve dünyevi ilimlerde, bunların uygulamaya
geçirilmesinde insanlığa örnek ve önder olacak bir konuma yükseldiler. Kısaca Hz.
Peygamber, getirdiği kitap ve hikmet sayesinde geri kalmış bir toplumu eğiterek
kısa bir sürede lider ve örnek durumuna getirdi.
Kuran Yolu,1.Cilt,S,710,711
CEVAPLAYALIM
1. Peygamberlerin insanlık tarihindeki konumları açısından neler söylenebilir?
2. Hz. Muhammed’in(SAV) Arap toplumu açsından önemi hakkında neler söylenebilir?
3. Hz. Muhammed’in(SAV) insanlık tarihi açısından önemini nasıl ifade edebilirsiniz?
Arabistan, Asya’nın güneybatısında Basra Körfezi ve
Kızıldeniz arasında yer alan, kuzeyinde Irak ve Ürdün’ün bulunduğu çok büyük bir yarımadadır.
Arabistan’ın Hicaz bölgesinde
Mekke, Medine ve Taif şehirleri yer alır. Arapların kökeni Sami
ırkından gelmektedir. Samiler,
Arap Yarımadası’nda yaşamışlar,
zamanla buradan dağılarak İlk
Çağ’dan bu yana Mezopotamya,
Suriye, Filistin bölgelerinde etkin
rol oynamışlardır. Arabistan’da
İslamiyet’ten önce; Main, Saba,
Himyeri, Nebat, Tedmür, Lahmi ve
Gassani Devletleri kurulmuştur.
Harita 01.01: İslam Öncesi Arabistan
12
İslamiyet’in doğuşuna kadar, Arap Yarımadası’nda önemli
bir siyasi güç ortaya çıkmamıştır. Araplar genel olarak kabileler
hâlinde yaşarlardı. Her kabilenin
TARİH 6
başında şeyh ve emir gibi yöneticiler vardı. Mekke, içinde Kâbe olması nedeniyle
önemli bir merkezdi. Darun Nedve denilen danışma kurulu şehir yönetimiyle ilgili
konularda toplanır ve karar alırdı. Şehir V. yüzyılın ortalarından itibaren Kureyş kabilesi tarafından yönetiliyordu.
Resim 01.02: Mekke Şehrinin Eski Hâlinden Bir Görüntü
Arapların genel olarak hayat biçimleri göçebe ve yerleşik hayata dayalıydı.
Göçebe hayat süren Araplara “bedevi”, kentlerde yaşayanlara ise “medeni” denilirdi. Göçebelerin en önemli geçim kaynağı hayvancılık, yerleşiklerin ise tarım ve ticaretti. Kabile yaşamında kan bağı çok önemliydi. Arap Yarımadası’nda kan davası
ve sınır anlaşmazlıkları yüzünden savaşlar eksik olmazdı. Sadece yılın dört ayında
(muharrem, recep, zilka’da ve zilhicce) savaş yapmazlardı. Bu esnada bütün kabileler
güvenlik içinde seyahat edebildikleri için, genellikle büyük panayırlar kurulurdu. Hicaz bölgesindeki panayırların en önemlileri, Mekke civarında kurulmakta olan “Ukaz
Panayırı”ydı. Bu panayıra ülkenin dört bir yanından akın akın gelenler arasında satıcılar, şairler, hatipler ve çeşitli dinlere mensup birçok tüccar bulunurdu. Panayırda
alışveriş yapılır, eğlenceler düzenlenir, şiir yarışmaları tertip edilirdi. Beğenilip derece alan şiirler Kâbe’nin duvarına asılırdı. Erkeğin egemen olduğu bir aile yapısı vardı.
Çok eşli evlilikler yaygındı. Kadınların miras hakkı yoktu. İslamiyet öncesinde Arapların çoğu putlara taparlardı. Kâbe Araplarca kutsal sayılır ve içinde her kabilenin
putları bulunurdu. En büyük putlar Hübel, Lat, Menat ve Uzza idi. Araplar yılda bir
kez Kâbe’yi ziyarete giderler, putlar için kurbanlar keserlerdi.
13
TARİH 6
Resim 01.03: Ukaz Panayırı ile İlgili Temsilî Resim
Arabistan’da az da olsa Hıristiyanlık ve Museviliğe inananlar da vardı. Ayrıca
Araplar arasında kendilerine “hanif” adı verilen ve Hz İbrahim’in dinine inananlar da
vardı. Kısaca özetlenirse Hz Muhammed öncesinde Arap Yarımadası ve daha birçok yerde insanlar arasında adalet kaybolmuş, toplumlar insani, ahlaki, dinî, ekonomik yönden çöküntü içerisine girmişti. İşte bundan dolayı Hz. İsa’dan sonra Hz.
Muhammed’in gelişine kadarki döneme ‘Cahiliye Dönemi’ denmektedir.
?
“Cahiliye Dönemi”nin özelliklerini araştırınız.
YORUMLAYALIM
Hz.Ömer’e Göre Cahiliye Dönemi
Cahiliye döneminin bazı özelliklerini Hz. Ömer’in anlattığı bir hikâye üzerinden
değerlendirmek mümkündür. Hz. Ömer “Cahiliye Dönemi’nde yaptığımız şeylerden
biri var ki aklıma geldiğinde kendimi tutamaz ağlarım. Biri de var ki aklıma geldiğinde kendimi tutamaz, gülerim.” demektedir. Bunların neler olduğunun sorulması
üzerine Hz Ömer; ağladığı şeyin Cahiliye Dönemi’nde kız çocuğu sahibi olmayı bir
utanç ve eziklik olarak görmeleri ve bu sebeple kendi kızını diri diri toprağa gömmek olduğunu söyler. Hz. Ömer, kızını diri diri toprağa gömerken kızının Hz. Ömer’in
üzerindeki toz ve toprağı temizlemeye çalıştığını buna rağmen onu öldürdüğünü
söyleyip bunu hatırlayınca ağladığını ifade eder.
Hz. Ömer güldüğü şeyin ne olduğu sorulduğunda ise uzun yolculuklara çıkmadan evvel tapınmak için helvadan putlar yaptıklarını, sonra yolda acıkınca bu
putları yediklerini ve bunu hatırladıkça da güldüğünü ifade eder.
( Yazar tarafından düzenlenmiştir.)
14
TARİH 6
?
Cahiliye Dönemi’nde toplumun yapısı düşünüldüğünde İslam dininin önemi
hakkında neler söylenebilir?
Resim 01.04: Hz.Muhammed’in(SAV) Doğduğu Ev
Hz. Muhammed, 571 yılında Mekke şehrinde dünyaya geldi. Hz. Muhammed
Mekke’nin en asil kabilesi olan Kureyş kabilesindendir. Babası Abdülmuttalib’in oğlu
Abdullah, annesi Vehb’in kızı Amine idi. Dedesi ona çok öğülen anlamına gelen Muhammed ismini koydu. Hz Muhammed doğduğunda onun gelişini müjdeleyen mucizevi olaylardan bazıları şunlardır: İran hükümdarı Kisra’nın sarayının sallanması ve
on dört sütununun yıkılması, mecusilerin tapındığı ve bin yıldır sönmeyen ateşin
sönmesi, Kâbe’de bulunan putların yere yıkılması, İran’daki Sava Gölü’nün kuruması,
İran’daki Semave deresinin taşması.
?
Aşağıdaki şemadan Hz.Peygamberin soy ağacını inceleyiniz.Şerif ve seyyid unvanlarının nereden geldiğini söyleyiniz?
15
TARİH 6
Hz. Muhammed,
doğumundan evvel babasını, altı yaşında ise
annesini kaybetti. Sekiz yaşına kadar dedesinin yanında kalan Hz.
Muhammed’i
dedesi
ölünce amcası Ebu Talip
himayesine aldı.
Hz. Muhammed
on iki yaşına gelince
amcası ile ticaret yapmak için Suriye’ye gitti.
Busra denilen küçük bir
yerleşim yerine geldiklerinde Rahip Bahira Hz.
Muhammed’i görünce,
onun, geleceği haber
verilen son peygamber
olduğunu anladı. Rahip Bahira Hıristiyanlar
arasında saygı duyulan meşhur bir âlimdi.
Ebu Talip’e, yeğenini
hemen geri götür, Yahudiler çocuğu görüp
de benim gibi onu fark
ederlerse ona kötülükte bulunurlar, dedi. Hz.
Muhammed’in geleceği
Hz. İsa tarafından müjdelenmişti. Yahudiler de son peygamberin geleceğini biliyorlar ve onun kendi içlerinden çıkmasını istiyorlardı.
Hz. Muhammed daha önce olduğu gibi gençlik çağlarında da güvenilirliği,
dürüstlüğü ve doğruluğu ile ün saldı. Onun ününü duyan Hatice adındaki Mekkeli
bir tüccar, Hz. Muhammed’e ticaret kervanlarının sorumluluğunu verdi. Hz. Muhammed 25 yaşında iken Hz. Hatice ile evlendi.
Hz. Muhammed güzel huyluydu. Onda bütün güzel huyların ve özelliklerin
var olduğunu düşmanları dahi tasdik etmişti Cömertti, yardımseverdi, kin tutmazdı.
Putlara itibar etmez, onlara tapmanın yanlış olduğunu düşünürdü. Halk arasında
“güvenilir Muhammed” anlamına gelen “Muhammed’ül Emin” unvanıyla tanınmıştı.
16
TARİH 6
Hz. Muhammed yaşı ilerledikçe insanlardan uzak bir hayat yaşamaya başladı.
Zaman zaman Nur Dağı’nda bulunan Hira Mağarası’na gidip düşüncelere dalıyordu.
Bir gün bu mağarada düşüncelere daldığı bir sırada, Allah tarafından gönderilen
Cebrail adlı melek ona ilk vahyi getirdi. Bu vahiyde “Yaratan Rabbinin adıyla oku...
(Akık Suresi1) “ deniyordu. Bu ayetler Hz. Muhammed’in peygamberliğinin ve İslam
dininin de başlangıcıdır.
Hz. Muhammed ilk olarak en yakınındaki kişileri İslamiyet’e davet etti.
İslamiyet’i ilk kabul edenler Hz. Hatice, Hz.Zeyd, Hz.Ebubekir ve Hz. Ali olmuştur. Bu
insanlara ilk Müslümanlar denir. “Önce en yakın akrabanı uyar” ayeti gelince Hz. Muhammed ikinci olarak Abdulmuttalib oğullarını İslam’a davet etti. “Ey Peygamber!
İnsanlara emrolunduğunu açıkça tebliğ et.” ayetiyle tebliğin üçüncü aşaması başladı. Hz. Peygamber uzak- yakın, efendi- köle, her grup insanı açıkça İslam’a davet
etmeye başladı. O insanları tevhide yani Allah’ın birliğine çağırıyor, müşrikler ise atalarımızın dini dedikleri putperestlikte direniyorlardı. Gün geçtikçe Müslümanların
sayısının artması müşrikleri yani puta tapan Mekkelileri telaşa düşürdü. Müslümanlara baskı ve şiddet başladı. Gözleri önünde birçok kişi Müslüman olunca müşrikler
Hz Muhammed’i, amcası Ebu Talip’e şikâyet ettiler. Ebu Talip Hz. Muhammed’e artık
tebliğden vazgeçmesini söyleyince Hz. Muhammed “Ey amca! Güneşi sağ elime ayı
da sol elime verseler ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem.” diyerek kararlılığını ifade etti. Bundan sonra Müslümanlar üzerinde baskılar daha da arttı. Bu
baskılar sonunda Müslümanların bir kısmı 615 yılında Habeşistan’a göç etti.
619 yılında Kâbe’yi ziyarete gelen Medineli altı kişi ile Hz. Muhammed Akabe
denilen yerde görüşerek onları İslam’a davet etti. Medineliler de bu daveti kabul
ettiler. 621 ve 622 yıllarında iki görüşme daha yapıldı. Bu görüşmelere I.ve II. Akabe biatleri denilmiştir. Bu biatlerle Medineliler, Hz. Muhammed’e bağlı kalacaklarına
söz verdiler.
Bu arada Mekkeli müşrikler en son çare olarak Hz.
Muhammed’i öldürmeye karar verdiler. Hz. Muhammed
onların bu planı uygulamalarına fırsat vermeden yakın
dostu Hz. Ebubekir’le beraber
622 yılında Medine’ye göç
etti. Bu olaya, İslam tarihinde
“hicret” adı verilir. Her göç hicret olmadığı gibi Müslümanların Medine’ye gitmeleri de bir
Resim 01.05: Medine Şehri
kaçış değildir. İnandıkları din
uğruna yaptıkları fedakârlık örneğidir. Ayrıca bu olay Hz. Ömer’in halifeliği zamanında İslam dünyası için Hicri takvimin başlangıcı kabul edilmiştir.
17
TARİH 6
Müslümanlar hicretten sonra Medine’de ilk İslam devletini kurdular. Hz. Muhammed Medineli Yahudilerle vatandaşlık anlaşması olan Medine Sözleşmesi’ni
imzaladı. Medine’de bulunan Müslümanlarla Mekkeliler arasında Bedir (624), Uhud
(625), Hendek (627) savaşları yapıldı.
OKUYALIM
MEDİNE SÖZLEŞMESİ
Mekke’ye oranla her bakımdan geri kalmış bir yer olan Medine’de putperest,
Yahudi ve Hıristiyan bulunmaktaydı. Bir süre sonra Hz. Muhammed, Medine’de
yaşayanlarla bir sözleşme yaptı. Böylece Hz. Muhammed aynı topraklar üzerinde
yaşayan insanların dinleri, inançları ve idealleri aynı olmasa da uymaları gereken
evrensel kuralları bu sözleşmeyle ortaya koymuş oluyordu. Bu sözleşme, “Medine
Sözleşmesi” olarak bilinir.
Kırk yedi maddeden oluşan Medine Sözleşmesi’nin bazı maddeleri şunlardır:
t Diyetlerle fidyelere ait kurallara önceden olduğu gibi bundan sonra da
uyulacaktır.
t Museviler din hürriyetine sahip olacaktır.
t Yahudiler veya Müslümanlar üçüncü bir tarafa karşı savaş ilanına mecbur
kalırsa birbirlerine yardım edeceklerdir.
t İki taraf da kureyşli müşrikleri korumayacaktır
?
Medine Sözleşmesi’ni bugünün şartlara göre değerlendirdiğinizde nasıl yorumlarsınız?
YORUMLAYALIM
BEDİR SAVAŞI’NIN
ÖNEMİ
Bedir Savaşı’nda kazanılan zaferin büyüklüğü, Müslümanları yüreklendirmişti. Hz. Muhammed, Bedir’in
önemini biliyor ve onun için savaş
devam ederken Rabbi’ne yalvarıyordu: “Ya Rabbi! Eğer bu topluluk helak
olursa artık yeryüzünde sana ibadet
edecek kimse kalmaz.” Zafer, Müslümanların bağımsızlığını ve varlığını
18
Resim 01.06: Bedir Savaş’ı ile İlgili Temsilî Resim
TARİH 6
sürdürme kabiliyetini artırmış ve Kureyş’in sonunun yavaş yavaş yaklaşmakta olduğunu hissettirmişti.
İslam’ın geleceği açısından sağlam bir temel teşkil edecek olan bu savaşın
önemi açıkça anlaşılmaktadır. Bedir Savaşı’na katılan her Müslüman’a “Ehl-i Bedir”
denilmiştir. Bu isimlendirme de İslam tarihinde benzeri bulunmayan bir şereftir, diğer savaşlar için böyle bir ifade kullanılmamıştır. İslam’ın kazandığı ilk zafer namını
alan Bedir gazvesinde bulunmuş olmak, Bedir mücahitleri özellikle İslam zayıfken
zorlu yıllarda mücadele ettikleri için, bir asalet göstergesi sayılmıştı. Nitekim bu savaşta Müslümanlar yenilgiye uğrasaydı tarihin akışının değişmesi muhtemeldi.
Bu savaştan sonra Müslümanlar, Müslüman olmayan Araplara karşı farklı bir
konuma yükseldiler. Kureyş’e meydan okuyan ve Kureyş’in siyasi rolünü, prestijini
devralan bir topluluk oldular. Bu savaştan sonra Kureyşliler, Hz. Muhammed’i ve getirdiği dini ortadan kaldırmak için yeni taktikler düşünmeye devam ettiler.
İslam’ın birçok yeni hükmüyle Bedir Savaşı’nın yakın ilgisi vardır. Bu hükümlerden biri, Müslümanları ilgilendiren hayati konularda istişare etmekti, savaş sırasında
da bunun çeşitli örnekleri görülmüştü. Diğeri ise, Müslümanların savaşlarda maddi
hedeflerden sakınmaları ve niyetlerinin sırf Allah’ın kelamını yüceltmek olmasıydı.
Ali Çimen, Göknur Göğebakan, Tarihi Değiştiren Savaşlar,s,48
?
Bedir Savaşı’nın İslam tarihindeki önemiyle ilgili neler söylenebilir?
Resim 01.07: Hayber Kalesi
Müslümanlar Mekkeli müşriklerle 628 yılında Hudeybiye
Anlaşması’nı imzaladılar. 629 yılında Şam ticaret yolunun güvenliği
açısından önemli bir konumda olan
Hayber Kalesi’ni Yahudilerin elinden aldılar. 630 yılında ise Mekke’yi
fethettiler. Aynı yılda Huneyn ve
Taif seferlerini yaptılar. 631 yılında Bizanslılara karşı Tebük Seferi’ni
yaptılar. Tebük Seferi Müslümanların Arabistan dışına yaptıkları ilk
seferdir. Hazreti Muhammed’in öncülüğünde gittikçe sayıları artan ve
güçlenen Müslümanlar, Arabistan
Yarımadası’ndaki kabileleri İslamiyet
bayrağı altında topladılar. Hazreti
Muhammed’in 632 yılındaki vefatın19
TARİH 6
dan sonra Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali sırayla halife seçildiler. İslam
tarihinde bu döneme “Dört Halife Dönemi” denir. Dört Halife Dönemi’nin bazı olaylarını aşağıdaki tablodan inceleyiniz.
DÖRT HALİFE(HÜLAFA-İ RAŞİDİN) DÖNEMİNİN(632-661) BAZI
OLAYLARI
Yalancı peygamberler ortadan kaldırıldı.
Zekat vermek istemeyen ve isyan eden kabileler
Hz. EBUBEKİR(MS 632-634)
itaat altına alındı. Kuran-ı Kerim ilk defa kitap
hâline getirildi.
Hz. ÖMER (MS 634-644)
Mısır, Suriye, Irak, İran ve Azerbaycan
fethedildi. “Beytül Mal” kuruldu. Divan, adalet
ordu ve posta teşkilatları kuruldu. Hicri takvim
kullanılmaya başladı.
Hz. OSMAN(MS 644-656)
Horasan ve Harzem ülkeleri ile Tunus ve
Kıbrıs Adası fethedildi, Müslümanlar Kafkas
dağlarına kadar ilerleyerek Hazar Türkleri ile
komşu oldular. İlk İslam donanması oluşturuldu.
Kuran-ı Kerim çoğaltıldı. İlk defa iç karışıklıklar
başladı.
HZ. ALİ (656-661)
Cemel ve Sıffin savaşları yapıldı.
Müslümanlar arasında bölünmeler oldu. Müslümanların bilgi ve ilim sahibi olmaları için okul
kuruldu. Eğitime büyük önem verildi. Hz. Ali’nin
şehit edilmesi ile İslam tarihinde Dört Halife
Dönemi sona erdi.
?
1. Kuran-ı kerim ilk defa hangi halife zamanında kitap hâline getirilmiştir?
2. İslam fetihleri en çok hangi halife zamanında yapılmıştır?
3. Hz. Ali döneminin belli başlı olayları nelerdir?
20
TARİH 6
Harita 01.02: İslamiyet’in Yayılışı
Harita 01.03: Günümüzde İslam Dünyası
21
TARİH 6
?
Yukarıdaki haritaları incelediğinizde 7 ve 8. yüzyıllarda İslamiyet’in yayıldığı
yerlerle günümüz dünyasında İslamiyet’in hâkim olduğu yerler arasında hangi
benzerlik ve farklılıklar vardır?
YORUMLAYALIM
İSLAM PRENSİPLERİNİN İSLAM’IN YAYILMASINA ETKİLERİ
Resim 01.08: Hz Muhammed’in (s.a.v.)Mührü,
Topkapı Sarayı
Resim 01.09: llah ve Muhammed Yazılı Resim
Kur’an-ı Kerim, Arapların İslamiyet’e kitleler hâlinde girmesine sebep olan en
önemli unsurlardan biridir. Fakat Araplar dışındaki toplumlar, Türkler, İranlılar, Hind,
Çin, Endonezya ve Afrika insanları bu dine nasıl girdiler?
Ahmed Çelebi, «İslam Düşüncesinde Siyaset» isimli kitabında şöyle der:
«İslami hükümet, halkı için yaşar, onların mutluluğu için çalışır, halkın rahat
etmesi için yorulur. İslami hükümet halkın güven ve huzur içerisinde uyuması için
uykusuz kalır. Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Raşidin devrinde İslami hükümet böyle idi
veya bundan daha ileride idi»
Hz. Muhammed (SAV) ve Hülefa-i Raşidin İslam’ın getirdiği prensiplerin yaşaması için güçlüklere göğüs gerdiler. Bu prensipler onların kanlarına karıştı. Onlar
hayatın lezzet ve nimetini bu prensiplerde buldular ve ona uydular. Onlar bu lezzet
ve nimet uğruna İslam’ın prensiplerini tatbik etmede çok hassas davrandılar.
—
Eşitlik
—
Adalet
—
Fakir devlet başkanı
22
TARİH 6
Önce Arap Yarımadası’nda, daha sonra da cihan çapında kurulu düzeni ters
çevirip görüşleri değiştiren ve yolları İslam hakimiyetine açan işte bu kelimelerdir.
İslam, insanların eşitliğinden bahsettiği zaman yeryüzünün birçok yerinde insanlar
arasında sınıf ayrımı vardı.
İslam eşitlik ve adaleti getirmiştir. İslam’dan önce İran hükümdarları
damarlarında ilahî bir kan dolaştığını,
kendilerinin beşer tabiatının dışında bir
tabiata sahip olduklarını, derecelerinin
onlardan daha yüce ve durumlarının
daha üstün olduğunu iddia ediyorlardı.
İslam, Hz. Muhammed veya daha sonraki
Resim 01.10: Mukaddes Emanetlerden Kâbe
halifeleriyle idare edilenler arasında tam
Anahtarı- Topkapı Sarayı
bir eşitliği gerçekleştirdi. Farklılık sadece
takvada idi. Allah katında insan olarak herkes eşitti. Üstelik İslam bu eşitliği yalnız
Müslümanlar için değil, hükmettiği bütün insanlar için uyguluyordu.
Hz. Ömer bir gün kılıcını kaybetti. Bunu bir Yahudi buldu ve kılıcın
kendisinin olduğunu iddia etti. Halife
işi mahkemeye aksettirdi. Mahkemeye vardıklarında Hz. Ömer ve Yahudi
kadının huzurunda oturdular. Kadı,
Hz. Ömer’e sorduğunda Hz. Ömer
kılıcın kendisinin olduğunu söyledi.
Yahudi ise bunu inkâr ederek kılıcın
kendine ait olduğunu iddia etti. Kadı,
Hz. Ömer’den kılıcın kendisinin olduğuna dair delil göstermesini istedi. Hz.
Ömer, delil gösteremedi. Bunun üze- Resim 01.11: Mukaddes Emanetler İçinde Yer Alan
Sahabelere Ait Kılıçlar- Topkapı Müzesi
rine kadı kılıcın Yahudi’nin olduğuna
hüküm verdi. Yahudi, İslam’ın kudret sahibi bir halife ile başka dine mensup sade bir
vatandaş arasında gerçekleştirdiği eşitliğe, kadının huzurunda halifenin kendisiyle
beraber nasıl oturduğuna, sonra kadının Hz. Ömer’in sözünü kabul etmeyerek Yahudi’ nin lehine nasıl hüküm verdiğine hayret etti ve daha fazla dayanamayıp kılıcın Hz.
Ömer’e ait olduğunu belirtti ve Müslüman oldu.
İslam’ın geldiği zamanlarda bilinen şey, kralın mal biriktirip servetini artırması idi. Bir kısım Arapların kendisine Melikü’l-Mülûk “hükümdarların hükümdarı” dedikleri Hz. Muhammed ise elbisesini yamıyor, ayakkabısını dikiyordu. Hz. Ebû Bekir,
Müslüman olmadan önce zengindi. Sonra malının çoğunu Allah yolunda harcadı.
İran, Suriye ve Mısır’ı idaresi altına alan Hz. Ömer, küçük bir evde yaşıyor mescitte
uyuyor ve fukara elbisesi giyiyordu.
23
TARİH 6
Hz. Osman, Arap tüccarlarının en zenginlerindendi. Bütün malını Allah yolunda harcamıştır.
Hz. Ali, kendi ihtiyacı olduğu hâlde yanındaki yiyeceği fakirlere vermiş ve
hakkında: “İhtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler.» ayeti (Haşr
suresi,ayet 9) nazil olmuştur.
İnsanlar kendilerine, rüyada bile ulaşamayacakları ölçüde insani bir yapı sunan
ve haklar getiren bu dine girmek için adeta akın etmişlerdir. Tarihî kaynaklar açıklamaktadır ki İslam’ın yayılması kılıç ve kuvvetle değil, adalet ve eşitlikle olmuştur.
( Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,C,1, s 566-571’den özetlenmiştir.)
?
1. İslam dininin getirdiği prensiplerin günümüzdeki önemi hakkında neler söylenebilir?
2. İslamiyet’in farklı milletler tarafından benimsenmesinin sebepleri nelerdir?
3. İslam’ın geldiği dönemdeki yönetici anlayışını, İslam nasıl değiştirmiştir?
4. Metindeki bilgilerde Hz. Ali’nin hangi yönü vurgulanmıştır?
2.TÜRKLERLE MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ İLK İLİŞKİLER
Türklerin Müslüman olmaları, Türk ve İslam tarihinde olduğu kadar dünya tarihi
açısından da büyük bir olaydır. Türkler İslam dinini, İslam
devletinin siyasi hakimiyetinde kalarak değil, uzun bir tanıma evresinden sonra kabul
etmişlerdir.
Türkler ile Müslümanlar arasındaki ilk ilişkiler Hz.
Ömer zamanında 642’de yapılan Nihavend savaşından
Resim 01.12: Türkler’in İslama Girişleriyle İlgili Temsili
Resim
sonra İran’ın fethinin tamamlanmasıyla başladı. Ancak bu tarihten önce de, birbirinden çok uzak ülkelerde yaşayan Türkler ile Araplar, Sasanî İmparatorluğunun aracılığıyla birbirlerini az da olsa
tanıma imkânını bulmuşlardı. Cahiliye devri Arap şairlerinden Nabiga ez-Zubyanî,
Hassan B. Hanzala, Evs B. Ha-cer ve Şammah B. Zırâr’ın şiirlerinde Türkler’in askerî
24
TARİH 6
yönleri ve kahramanlıklarına yer vermişlerdi. Arap yazar El-Câhız, “Fezâ’il-Etrâk” adlı
eserinde Türklerin askerî kabiliyetlerini ısrarla belirtmektedir. Bütün bunlar göstermektedir ki Araplar, Türkler’i başlangıçta askerî yönleriyle tanımışlardır.
Hz. Ömer zamanında (MS 634-644) yapılan fetihler sonunda Müslümanlar, Horasan, bilhassa Maveraünnehir ile Kafkaslar da Türkler ile karşı karşıya gelmişlerdi.
Türklerle Araplar arasındaki mücadele Emevi Halifesi Muaviye (MS 661-680) zamanında hızlandı. Halife Muaviye’nin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad 674 yılında
İran ile Turan arasında tabi sınır olan Ceyhun Nehri’ni geçerek çeşitli Türk beyliklerinin hüküm sürdüğü Maveraünnehir’in önemli şehirlerinden Buhara’yı kuşattı. Şehrin
Türk asıllı melikesi Kabaç Hatun ile anlaşma yaptıktan sonra oradan aldığı 2000 Türk
askeri ile geri döndü. Köktürk Devleti’nin zayıflaması üzerine ortaya çıkan bağımsız
Türk beyliklerinin hakim olduğu Maveraünnehir’in fethi Kuteybe bin Müslim’in Horasan valiliği sırasında (MS 705-715) gerçekleşti. Kuteybe 706’da Mavcraünnehir’i,
711 de Harizm’i fethetti ve 713’te Buhara’ya ilk camiyi yaptırdı.
Emevilerin başta Türkler olmak üzere, diğer milletleri “mevali” yani köle olarak
görmeleri, fetihlerini tebliğ zihniyetinden çok, ganimet zenginliğini ölçü alarak yapmaları, Türkler’ in Abbasiler Dönemi’ne kadar İslamiyet’e kitleler hâlinde geçmelerini
engelledi. Emeviler zamanında Müslüman Araplar ile kuzeyde Hazar Türkleri arasında da çok çetin mücadeleler yaşandı.
653 yılında Abdurrahman bin Rabia komutasındaki İslam ordusu, Güney Hazar bölgesindeki Balancar’ da Hazarlar tarafından mağlup edildi.
707 yılında Mesleme idaresindeki Araplar, Hazarları Kafkasların kuzeyine, yani
Dağıstan’a ittiler.
718 yılında ise Hazarlar Kıpçaklar’la birleşerek, Arap kuvvetlerini Kür-Aras boyunda bozguna uğrattılar.
737’de ise Emevi halifelerinden II. Mervan 150.000 kişilik ordusuyla Hazar başkenti İtil’i kuşattı. Bunun üzerine Hazar kağanı barış istedi. Yapılan bu barış ile Hazarlar, kendilerine teklif edilen “Müslümanlığı” kabul ettiler. Hemen iki İslam âlimi ve
fakihi “İslam’ın esaslarını” öğretmek üzere Hazar kağanının nezdine verildi. Böylece
İslamiyet Hazar’ın batısında da yayılmaya başladı.
VII. yüzyılın ilk yarısındaki Müslüman-Türk münasebetleri, bazen ticari ve ekonomik olduysa da daha çok askerî çatışma olarak gelişme göstermişti. Bu devrede
bazı Türkler yeni dini tanıyıp Müslüman olmuşlardı fakat sayıları azdı. Yani “Türkler
Müslüman oldu.” hükmünü verdirecek çoğunluğa ulaşmamışlardı.
VIII. yüzyılın başlarında yeniden güçlenen Köktürkler, Müslüman Araplarla savaşmaya başladılar. Bu dönemde Kültigin, Maveraünnehir’de bazı yerleri geri aldı.
Türkler ile Müslümanlar arasındaki mücadeleler, Türgişler Devleti zamanında özellikle de Su-lu Han döneminde şiddetlenerek devam etti. Su-lu Han, Müslim Bin Said
25
TARİH 6
komutasındaki Arap kuvvetlerini Semerkant’a çekilmeye mecbur etti. Su-lu Han’ın
bu başarısı, bölgedeki Arap nüfuzunun kırılmasına ve Arap askerlerinin ileri harekatlarının da bir süre için durmasına sebep oldu. Su-lu Han’ın ölümü ve devletinin
zayıflamasıyla Maveraünnehir’de Emevilere karşı koyabilecek Türk devleti kalmadı.
750 yılında Emevi hanedanına muhalif olarak ülkenin doğusunda büyük
bir ayaklanma çıktı. Ayaklanmanın başında Horasanlı Ebu Müslim adında bir Türk
vardı. Ebu Müslim etrafına topladığı muhaliflerle Emevilere karşı yaptığı iki savaşı
da kazandı. Sonuçta Emevi hanedanını iktidardan uzaklaştırdı. Onların yerine Hz.
Muhammed’in amcası Hz.Abbas’ın soyundan gelen Abbasoğulları geçirildi. Böylece
İslam tarihinde Emeviler Dönemi sona erdi ve yeni bir dönem başladı.
?
1. Araplar Türkleri ilk önce daha çok hangi özellikleriyle tanımışlardır?
2. Kuteybe Bin Müslim’in valiliği sırasında Türk- Arap ilişkileri hakkından neler söylenebilir?
3. Su-lu Kağan kimdir? Maveraünnehir tarihindeki önemi nedir?
4. Abbasi Devleti’nin kurulmasında Türklerin katkıları hakkında neler söylenebilir?
3.TALAS SAVAŞI VE TÜRKLERİN İSLAMİYET’ E GİRİŞLERİ
Abbasilerin başa geçmesiyle birlikte hemen bütün cephelerde olduğu gibi
Türkler ile yapılan mücadeleler de hızını kaybetti. Maveraünnehr’de Türk-Arap mücadelelerinin devam ettiği sırada bazı Türk beyleri Abbasilere karşı Çin’den yardım
istemişlerdi. Türkistan’da hakimiyet kurmak için bu daveti iyi bir fırsat bilen Çin, 747
yılında büyük bir ordu ile batıya doğru ilerlemeye başladı. Ancak Çin’in sert tutumu
ve bilhassa Taşkent beyi Bagatur Tudun’un öldürülmesi, bu sefer de Türkler’i Horasan
valisi Ebû Müslim’den yardım istemeye sevketti. Ebû Müslim yardım teklifini derhal
kabul ederek Ziyad b. Salih komutasındaki bir orduyu Çin kuvvetlerine karşı gönderdi. Türklerle Müslüman Arapların müttefik kuvvetleri 751 yılında Talas suyu kıyısında
bugünkü Almaata yakınında Çin kuvvetleriyle karşılaştı.751 yılının temmuz ayında
beş gün devam eden savaşta Çinliler ağır kayıplar vererek savaş meydanını terk ettiler.
Talas Savaşının Sonuçları
1. Türkler ile Müslüman Araplar arasında ilişkiler yumuşadı ve savaşların yerini
dostluklar aldı.
2. İslam dini yavaş yavaş Türkler arasında tanınmaya başladı. Bunun sonucunda Türkler kitleler hâlinde Müslümanlığı kabul etmeye başladılar. Türkler arasında
26
TARİH 6
İslamiyet’in yayılması Orta Asya ve Horasan bölgesinde İslam kültürüne dayanan
yeni bir uygarlık ortamının oluşmasını sağladı. İslamiyet’i kabul eden ilk Türk topluluğu Karluklar oldu.
3. Orta Asya, Çinlilerin kontrolüne girmekten kurtarıldı.
4. Müslüman Araplar, Çinlilerden kâğıt imal etmesini öğrendiler. Kâğıt, tarih
boyunca bilginin korunması, nesilden nesile ve toplumdan topluma yayılmasında
en önemli araçlardan biri olmuştur. Bu bakımdan Talas Savaşı’nın dünya kültür tarihi
bakımından en önemli sonucu Arapların Çinlilerden kâğıt imal etmeyi öğrenmeleridir. Müslüman Araplar kâğıdı ilk kez Çin’in dışında üreterek medeniyetin bütün
dünyada hızla yayılmasına katkı yapmışlardır.
5. Abbasi Devleti yönetiminde Türkler görev almaya başladılar.
İslamiyet’i Karluklardan sonra , Yağma ve Çiğil boyları kabul ettiler. İslamiyet’i
kabul eden ilk Türk Devleti İdil (Volga) Bulgar Hanlığı, İslam ülkelerinin tamamen
uzağında idi ve bu dinin kabulüyle Bulgar toprakları İslam coğrafyasına katılmış,
Bulgar milleti de Abbasi hilafetinin manevi otoritesini kabul etmişti. İslamiyeti
devlet dini olarak kabul eden ikinci büyük Türk devleti Karahanlılardır. Karahanlılar İslamiyet’i kabul eden ilk büyük Müslüman Türk Devleti olarak kabul edilir. Karahanlı, Gazneli ve Selçuklular birer İslam devleti olarak ortaya çıktıkları ve varlıklarını
sürdürdükleri sürede, hem eski İslam topraklarından bazı bölgelere sahip olmuşlar
hem de çok geniş yeni bölgeleri İslam ülkesi
ÖĞRENELİM
İLK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETİ
Türkler arasında İslamiyet’i devlet dini olarak kabul eden ilk devlet İdil (Volga)
Bulgar Devleti’dir. 922’de mucizevi bir hidayet eseri olarak İslam’ı kabul eden Bulgar
hükümdarı (Ilteber) Almuş, Abbasi Halifesi Muktedir-Billah’a bir elçilik heyeti göndererek kendisine İslam dinini tebliğ edecek din bilginleri (fakihler), camii ve kale yapımına yardımcı olacak ustalar istemiştir. Halife Muktedir de bu isteği memnuniyetle
kabul edip istenen din adamları, usta ve parayı hakana göndermiştir. Sefaret heyeti
soğuğa karşı kalın Türk elbiseleri giyerek Oğuz, Peçenek ve Başkurt bölgelerinden
geçerek Etil kıyılarından İlteber Almuş’un otağına vardılar.
16 Mayıs 922 tarihinde toplanan Etil (İdil) Bulgar beyleri halifenin İslam’a davet
mektubunu büyük bir hürmetle ayakta dinlediler. Yeri göğü titreten tekbir sesleriyle Müslümanlığı kabul ettiler. Türkistan’da olduğu gibi burada da Müslüman olan
27
TARİH 6
İdil Bulgarları göçebe hayatı terk edip yerleşik hayata geçmeye başladılar. Böylece
İdil Bulgarları Müslümanların kuzeybatıdaki temsilcileri oldular. Başkurtlar gibi Batılı
Türk boylarının da İslamiyet’i kabul etmesinde önemli rol oynadılar. Bu elçilik heyetine kâtip olarak katılan İbn-i Fadlan bu seferle ilgili bir seyahatname kaleme almış
ve eser Türkçeye çevrilmiştir.
Abdülkerim Özaydın, Türklerin İslamiyet’i Kabulü, GTT Ansiklopedisi ,C 2,S,643,644
İslam Öncesi İnanış
İslam İnanışı
Gök Tanrıya inanılıyordu.
Tek Allah inancı vardır.
Hırsızlık, yalancılık, adaletsizlik
yasaklanmıştı.
Hırsızlık, yalancılık ve adaletsizlik
günah sayılmaktadır.
Ahiret, ucmağ( cennet) ve tamu
( cehennem) inancı vardı.
Ölümden sonra cennet ve cehennem
hayatı başlar.
Temizliğe önem veriliyordu.
“Temizlik imandandır.” ilkesi vardır.
Farklı inançlara hoşgörülü bir
bakış söz konusuydu.
İslamiyet hoşgörü dinidir.
Din adamlarının herhangi bir
üstünlüğü bulunmuyordu.
Din adamlarına ayrıcalık tanıyan
ruhban sınıfı yoktur.
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü gibi Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinde
inanç benzerlikleri etkili oldu.
Türkler Gök Tanrı’ya tapar ve onun yeri göğü yarattığına ve her şeyin hakimi
olduğuna inanırlardı. Ellerini gökyüzüne kaldırarak dua eder ve öldükten sonra iyilerin cennete, kötülerin ise cehenneme gideceğine inanırlardı. Ayrıca Türk töresindeki
hırsızlık yapmama, yalan söylememe, temizliğe önem verme, adaletli davranma ve
başka inanışlara hoşgörü gösterme gibi ilkeler İslamiyet’te de yer alıyordu. Diğer
yandan Türklerin cihan hakimiyeti ülküsü, İslamiyet’teki cihat anlayışı ile uygunluk
gösteriyordu. Bütün bu benzerliklerden dolayı Türkler İslamiyet’i kolayca benimsemişlerdir. Türkler bütün benlikleriyle İslam’ı kabul etmişlerdir. Bu hususu meşhur tarihçi Fahreddin Mubarekşah (XIII. yüzyılın ilk çeyreği)şöyle anlatır: “Başka kavimlerin
28
TARİH 6
Müslüman iken de gayri Müslim ana, baba ve yakınlarıyla ilişkilerini kesmedikleri
görüldüğü ve samimi bir Müslüman olmak için uzun bir zamana ihtiyaçları olduğu
hâlde Türkler Müslüman olduktan sonra Müslümanlığa öyle sarılırlar ki bir daha adlarını, yerlerini ve yakınlarını hatırlamazlar; hiçbir Türkün Müslüman olduktan sonra
din değiştirdiği de görülmemiştir”.(Nesimi Yazıcı, İlk Türk İslam Devletleri Tarihi ,s.66)
?
Fahreddin Mubarekşah Türklerin İslamiyet’i kabul edişleriyle ilgili hangi özelliklerini dile getirmektedir?
YORUMLAYALIM
Samanî Devleti’nin Maveraünnehir’den gelen göçmenlere yakın ilgi göstermeleri ve onları bozkırlardaki yeni kurulan şehirlere yerleştirmeleri de Türkler arasında İslamiyet’in yayılmasına katkı sağlamıştı. Oğuzların ellerinde bulunan Yenikent,
Cend ve Huvâr gibi şehirler ile Samanî hakimiyetindeki Talas şehri arasında ticari
münasebetler geliştirilmiş ve bu ticari faaliyetler de Türklerin İslamiyet hakkında bilgi edinmelerine ve Müslümanları daha yakından tanımalarına zemin hazırlamıştır.
İslam ülkeleriyle Türk ülkeleri arasında ticaretin en yaygın olduğu ve yoğunluk
kazandığı bölge Maveraünnehir idi. Bunun yanında Harezm de ticari hayatın canlı olduğu bölgelerden biri idi. Ticaret kafileleriyle gelen din bilginleri ve sufiler(tasavvuf
adamları) halk arasında da İslamiyet’in yayılmasına çalışıyorlardı. Harezmliler Hazar
ordusundan ücretli askerlerin esasını teşkil etmekle beraber onlar Müslümanlarla
yapılan savaşlarda görev almıyorlardı.
Müslümanlarla Türkler arasında iki asırdır devam eden askerî mücadeleler, siyasi ilişkiler ve ticari faaliyetler sonunda Türkler İslamiyet’e yakın ilgi duymaya başlamışlardı. Horasan ve Maveraünnehir’de İslamiyet’in yayılmasında dinî-kültürel ilişkilerin ve sufilerin de önemli rolü oldu. Ünlü mutasavvıf Şakik-i Belhî (ö. 174/790)
doğrudan Budist Türklerle görüşmüş ve onların İslamiyet’i seçmelerinde etkili olmuştur. Şakik-i Belhî zengin bir tüccar olduğu hâlde fakirler gibi yaşıyor servetini
yoksul insanlara dağıtıyordu. Halkı İslam’a davet maksadıyla Belh şehrinden kalkıp
Türkistan’a giden Şakik budistler arasında İslamiyet’i yaymaya çalıştı. Yine Belh şehrinden olan Sûfi ibrahim B. Edhem (ö. 783) de aynı şekilde Budist Türkler arasında
İslam’ı yaymak için çalıştı.
Abdülkerim Özaydın,Türklerin İslamiyet’i Kabulü,GTT Ansiklopedisi,C 2,S,642
?
Metindeki bilgilere göre Türkler İslamiyet’i nasıl tanımışlardır?
29
TARİH 6
4. TÜRKLERİN İSLAMİYET’E HİZMETLERİ
Türklerin İslamiyet’i kabulü, hem Türk tarihi, hem İslam tarihi ve hem de dünya tarihinin önemli olaylarından birisidir. Çünkü Türkler, İslamiyet’in korunup geniş
alanlara yayılmasında, İslam kültür ve medeniyetinin gelişmesinde önemli görevler
üstlendiler.
Türkler özellikle Abbasilerden itibaren halifelik orduları içinde yer aldılar. Tarihi kaynaklara göre ilk defa Türkleri devlet hizmetinde görevlendiren halife Cafer
el Mansur olmuştur. Halife Harun Reşid’in muhafız birliğinin tamamen Türklerden
meydana geldiği de bilinmektedir. Bizans sınırındaki Antep, Urfa, Tarsus gibi şehirlere yerleştirilen Türkler, İslam Devleti’ni Bizans tehlikesine karşı korudular. Türklerin
yerleştirildiği bu sınır şehirlerine “Avasım” adı verilirdi. Abbasiler dönemi’nde halifenin emrinde bulunan Türk komutanların bu devlete büyük hizmetleri olmuştur.
Halife Mansur, oğlu Mehdi’ye vasiyette bulunurken Türklerin önemini şöyle anlatır:
“Horasan halkından çok dost edin. Çünkü onlar bu devlet uğrunda mallarını ve canlarını feda etmiş, en büyük yardımcıların ve taraftarlarındır”.
Harun Reşid’in halife olan oğulları Memun ve Mutasım zamanında devlet içinde Türklerin ağırlığı artarak devam etti. Memun zamanında Bağdat’da ordu mensubu Türklerin sayısı 18.000’ i buldu. Hilafet ordusunda; Afşin, Aşnas et-Türkı, Baga
el-Kebir, Hakan Urtuc gibi beyler başlıca komutanlar olarak görev yapmaktaydı.
Halife Mutasım zamanında (833- 842), Türklerin durumu daha da sağlamlaştı. Hatta halife, Bağdat’ın kuzeyinde sadece Türklere ait Samerra şehrini kurdurdu.
Samerra’da bulunan Türk birlikleri; giydikleri elbiseler ve aldıkları ücretin farklı oluşu
sebebiyle diğer birliklerden daha imtiyazlı oldular. Türklere çok güvenen Mutasım,
hilafet merkezini bu şehre taşıdı. Böylece halife canını bile sadece Türklere emanet
etmiş oluyordu. İslam tarihine, Samerra Devri olarak geçen bu dönemde Türkler sadece orduda değil, siyasi ve idari sahada da büyük nüfuz kazandılar. Türkler, halifenin seçiminde bile söz sahibi hâline geldiler.
945 yılında Bağdat’ı işgal eden Büveyhîler, halifeyi adeta gözaltına aldılar. Abbasi Halifesi Kaimbiemrillah’ı bu durumdan Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey kurtardı.
Abbasi Halifesi, bu yardımlarından dolayı Tuğrul Bey’e doğunun ve batının sultanı
unvanını verdi. Böylece Türkler İslam dünyasının siyasiliderliğini ele geçirdiler. Türkler, uzun yıllar bir taraftan İslam dünyasındaki parçalanmaları önlediler bir taraftan
da Bizans’ın ve Haçlı ordularının saldırılarına karşı İslam dünyasını korudular.
Türkler tıp, astronomi, matematik, felsefe, coğrafya ve dinî ilimlerde de yetiştirdikleri bilim adamlarıyla, İslam medeniyetinin gelişmesinde büyük rol oynadılar.
Matematik alanında Harezmi, matematik, coğrafya ve astronomi alanında Birûni,
felsefede Farabi, tıp alanında İbn-i Sina ve kelam ilminde de Gazali çok önemli eserler yazdılar. Böylece Türkler İslam kültür ve medeniyetinin, doğuda Hindistan’a, batıda Avrupa içlerine kadar yayılmasını sağladılar.
30
TARİH 6
Resim 01.13: Farabi
Resim 01.14: İbni Sina
Resim 01.15: Biruni
ÖĞRENELİM
OSMANLI DEVLETİ VE İSLAM
Osmanlı
İmparatorluğu’nun İslam’a hizmetlerini Prof.
Bernard Lewis şöyle belirtmektedir:
«Osmanlı
İmparatorluğu kuruluşundan yıkılışına kadar İslam kuvvet ve imanının
ilerlemesine veya savunmasına adanmış bir devlet idi. Osmanlılar altı asır, başlangıçta
esas itibariyle başarılı olarak
Avrupa’nın geniş bir kısmında
İslam hakimiyetini kurma gayretiyle, daha sonra da Batının
Resim 01.16: Osmanlı Arması
amansız karşı saldırısını durdurmak ya da geciktirmek için uzun müddet ve devamlı bir şekilde Hıristiyan Batı ile
savaş hâlinde idi. Yüzyıllarca devam eden bu mücadele Türklerin Müslümanlığın ta
köklerindeki kaynaklarıyla, Türk toplumunun ve kurumlarının bütün yapısına tesir
etmiştir. Osmanlı Türkü için bütün ilk Müslüman memleketlerini içine alan imparatorluk, İslamiyet’in ta kendisi idi. Osmanlı kaynaklarında imparatorluğun toprakları
«memâlik-i İslam», hükümdarı «İslam padişahı» ve din işlerini yürüten kişi de «şey-
31
TARİH 6
hülislam» olarak isimlendirildi. İmparatorluk halkı kendini her şeyden önce Müslüman sayardı. Osmanlı Türkleri kendilerini Müslümanlık ile bir görmüşler, diğer her
hangi bir Müslüman milletinden çok daha büyük ölçüde hüviyetlerini İslamiyet içinde eritmişlerdi. Türk kelimesi Türkiye’de hemen hemen hiç kullanılmaz iken, Batı’da
Müslümanın eş anlamı hâline gelmesi ve Müslüman olmuş bir Batılıya, olay İsfehan
yahut Fas’ta olsa bile «Türk olmuş» denmesi dikkat çekmektedir.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,C 6,S,51
?
1. Batı’da niçin Müslüman denilince Türk anlaşılmıştır?
2. Abbasiler döneminde Türkler hangi özellikleriyle ön plana çıkmışlardır?
3. Genel olarak Türklerin İslamiyet’e hizmetleri hakkında neler söylenebilir? Bu hizmetleri örneklerle açıklayınız?
YORUMLAYALIM
İSLAMİYETİN TÜRK MİLLÎ VARLIĞINDAKİ ÖNEMLİ ROLÜ
Türkler, Müslüman olmadan önce, gerek Türkistan’da gerekse yayıldıkları ülkelerde, Budizm, Maniheizm, Musevilik ve Hıristiyanlık gibi dinleri kabul etmişlerdir.
Ancak bu dinleri kabul kısmen olmuş ve büyük Türk kitlesi, kendi Gök Tanrı dinlerine
bağlı kalmışlardır. Türklerin kısmen de olsa kabul ettikleri bu dinlerin ortaya koyduğu nizam, onların töre ve yaşayışlarına uymadığı için kısa zamanda millî benliklerini kaybetmişlerdir. Göktürk Hakanı Bilge Kağan, veziri Tonyukuk’tan, bir Budist
mabedinin yapılmasını istediği zaman, bilge vezirin ona verdiği “ Savaşı ve hayvan
eti yemeyi yasaklayan ve miskinlik telkin eden bu dinin kabulü, Türkler için felaket
olur.” cevabı, bunu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Büyük Vezir Tonyukuk’un
bu sözlerinin bir kehanet olmadığını tarih göstermektedir. Museviliği kabul etmiş
olan Hazarların, Hıristiyanlığı benimsemiş olan Bulgar ve Macarların bugün için
Türklüklerinden bahsedilemez.
İslamiyet’in kabulü, Türklere yeni bir ruh ve kuvvet vermiş, Asya steplerinden
Avrupa içlerine kadar uzanan sahalarda büyük ve uzun ömürlü devletlerin kurulmasında başlıca etken olmuştur. Müslüman Oğuzların, Hz. Muhammed(SAV)zamanından beri asırlarca gerçekleştirilemeyen Anadolu’nun fethinde ve burasının ikinci bir
Türk vatanı olmasında, Osmanlı Devleti gibi dünya tarihinin en büyük ve en uzun
32
TARİH 6
ömürlü devletlerden birinin kurulmasında İslam dininin oynadığı rol, son derece
önemlidir.
İslam dininin ortaya koyduğu nizam ile Türk töre ve yaşayışı birbirine uyduğu
ve birbirini tamamladığı için Türkler, millî varlıklarını devam ettirmişlerdir. İslam dinini kabul etmiş olan Türk boylarından hiçbiri, diğer dinleri kabul edenler gibi varlıklarını kaybetmemişlerdir.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi C : 6 sf: 53-54
?
1. İslamiyet’i kabul eden Türk boyları ile kabul etmemiş olan Türk boyları arasından
ne gibi farklılıklar olmuştur?
2. İslam dinini kabul etmelerinin Türklere katkıları hakkında neler söylenebilir?
33
TARİH 6
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Âdem’den itibaren gönderilmiş peygamberlerin
ortak özelliklerinden biri değildir?
A. İnsanlığa daima yol gösterici olmuşlardır.
B. İnsanların maddi ve daha ziyade manevi alanlarda ilerlemelerini
sağlamışlardır.
C. Her peygamber insanlığa yeni ufuklar açmıştır.
D. Sadece kendi yaşadıkları dönemde insanları etkilemişlerdir.
2. Aşağıdakilerden hangisi cahiliye döneminin özeliklerindendir?
A. Hukuk kuralları geçerliydi.
B. Kadın hakları gelişmişti.
C. Putlara tapıyorlardı.
D. Okuma -yazma oranı yüksekti.
3. İslamiyet’in geldiği ilk yıllarda Hz. Muhammed bazı Müslümanların Habeşistan’a
göç etmesini istedi. Hz. Muhammed bu uygulamasıyla aşağıdakilerden
hangisini amaçlamış olabilir?
A. Müslümanların inançlarını özgürce yaşamalarını
B. Müslümanları farklı yerlere yerleştirmeyi
C. İslam’ın cihat emrini yerine getirmeyi
D. Mekkelilerle mücadele etmeyi
4. Müslümanların Arabistan dışına ilk seferleri aşağıdakilerden hangisinin
döneminde yapılmıştır?
A. Hz. Ebubekir
B. Hz. Muhammed
C. Hz. Ömer
D. Hz. Ali
34
TARİH 6
5. Cemel ve Sıffin Savaşları yapıldı. Müslümanlar arasında bölünmeler oldu.
Müslümanların bilgi ve ilim sahibi olmaları için okul kuruldu. Bu gelişmeler hangi
halife zamanında olmuştur?
A. Hz.Ebubekir
B. Hz.Ömer
C. Hz.Ali
D. Hz.Osman
6. Çinlilerle Araplar arasında yapılan Talas Savaşı’nın Dünya Kültür Tarihi açısından
en önemli sonucu, aşağıdakilerden hangisidir?
A. Batı Türkistan’ın Çin baskısından kurtulması
B. Karlukların İslamiyet’i kabul etmesi
C. Türklerle –Araplar arasında dostlukların başlaması
D. Kağıt üretiminin Çin dışında da yaygınlaşması
7. Türkler ile Müslüman Araplar arasında ilişkilerin yumuşaması, savaşların
yerini dostlukların alması ve Türklerin kitleler hâlinde İslamiyet’i kabul etmesi
aşağıdaki savaşlardan hangisinin sonucudur?
A. Nihavend
B. Sıffin
C. Dandanakan
D. Talas
8. Türklerin İslamiyet’i benimsemelerinde;
I. Kurban, ahiret, cennet ve cehennem gibi İki din arasında
benzerliklerinin olması
inanç
II. İslamiyet’in ahlak anlayışı ile Türklerin ahlak anlayışının benzer olması
III. Emevilerden farklı olarak Abbasilerin hoşgörülü davranmaları
IV. Nihavend Savaşı sonucunda Müslümanların Türklerle sınır komşusu
olmaları
gibi gelişmelerden hangisi doğrudan etkili olmamıştır?
A. IV
B.III
C.II
D.I
35
TARİH 6
9. İslamiyet’i kabul eden ilk Türk boyu aşağıdakilerden hangisidir?
A. Hazarlar
B. Karluklar
C. Uygurlar
D. Avarlar
10. Türkler tıp, astronomi, matematik, felsefe, coğrafya ve dinî ilimlerde de
yetiştirdikleri bilim adamlarıyla, İslam medeniyetinin gelişmesinde büyük
rol oynadılar. Aşağıdakilerden hangisi matematik alanındaki başarılarıyla ün
kazanmıştır?
A. İbni Sina
B. Gazali
C. Harezmi
D. Farabi
36
2. ÜNİTE
İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ
Ahmet Yesevi Türbesi
TARİH 6
NELER ÖĞRENECEĞİZ?
Bu ünitenin sonunda:
1. Tarih boyunca kurulmuş büyük medeniyetler, insanlığa hizmet etmiş milletler ve devlet adamları hakkında genel bir tarih kültürü kazanacak,
2. Tarihte büyük medeniyetler kurmuş, köklü ve büyük bir geçmişe sahip büyük bir milletin evladı olduklarının sorumluluğunu kavrayacak,
3. Tarihi olaylara yön veren kişilerin, yerinde ve zamanında gösterdikleri uzak
görüşlülük, yüksek kavrayış, cesaret, fedakârlık ve kahramanlıkları veya
uzağı göremeyişleri ve bilinçsiz davranışları sebebiyle olayların ve tarihin
akışını nasıl etkilediklerini belirtecek,
4. Toplumu yönlendiren Atatürk ve diğer Türk büyüklerinin sadece millî değil,
evrensel yönlerini de kavrayıp takdir etmeyi öğreneceksiniz.
ANAHTAR KAVRAMLAR
TÜRKMEN
MAVERAÜNNEHİR
HORASAN
SULTAN
İHŞİD
NAİP
GAZA
VERASET
HİLAT
BÅTİNİLİK
38
TARİH 6
GİRİŞ
Sevgili Öğrenciler!
Türklerin, İslam milletleri camiasına girmeleri ve kısa bir zaman sonra bütün Arap
merkezlerinde boy göstermeleri iledir ki birçok milletlerin siyasi tarihlerinde yeni
bir devir başlamıştır. Tarihçiler bu yeni devri «İslam tarihinde Müslüman Türklerin
devresi» olarak nitelendirirler. Emeviler devri hariç, Abbasiler devrinde Hilafet ordularına Türklerin alınmasından bu yana yaklaşık olarak XII asır gibi çok uzun bir
devrede, Türkler aktif durumda bütün İslam milletlerinin tarih ve mukadderatlarına
hakim olmuşlardır. Bu ünitemizde ilk Müslüman Türk devletlerini, onların Türk ve
İslam tarihindeki yerlerini inceleyeceğiz.
OKUYALIM
Türk tarihinin çok
geniş bir devri, Türklerin İslamlığı kabul etmelerinden
Tanzimat’a kadar bin yıllık
bir devre İslam tarihi denilen umumi çerçeve içindedir. Dünyanın ve bilhassa
İslam dünyasının mukadderatı üzerinde büyük ve
devamlı bir tesir yapmış
olan Türklerin tarihini bilmeden, İslam tarihini anlamanın mümkün olmayacağı nasıl tabi ise, tarihî
Resim. 02.01: Buhara, Muğak Attari Cami (IX.-X YY)
çerçevesine sokmadan Ortaçağ tarihini anlamanın
da mümkün olamayacağı o kadar tabidir. On birinci asırdan başlayarak daha sonraki
devirlere kadar Türkler gerek Hıristiyan dünyası ve gerekse Hindistan’a kadar olan İslami fetihlerde önlerinde kimsenin duramayacağı kadar keskin bir kılıç olmuşlardır.
Zekeriya Kitapçı, Yeni İslam Tarihi ve Türkistan C,1,s,52
?
Verilen bilgilere göre Türklerin İslam tarihi içindeki önemi hakkında neler söylenebilir?
39
TARİH 6
1.TOLUNOĞULLARI(868-905)
Afrika kıtasının kuzey doğusunda bulunan Mısır, Nil Nehri ve bulunduğu yer
bakımdan oldukça değerli bir ülkedir. Dünyanın en uzun ikinci nehri olan Nil, burada denize ulaşırken büyük bir delta oluşturmaktadır. Bunun yanında, dünyanın
en büyük kıtası Asya ile Afrika’nın birbirine en yakın noktasındadır. Mısır Hz. Ömer
döneminde Amr bin el-As tarafından fethedilerek İslam hakimiyetine girdi. Alınışından itibaren valilerin idaresine bırakılan bölge, İslam Devleti’nde ortaya çıkan çeşitli
siyasi olaylara karışmıştı. Mısır’da, devlet kurmayı başaranlardan biri de Tolunoğlu
Ahmet’tir.
Devletin Kuruluşu ve Gelişmesi
Ahmet’in babası Tolun, Dokuzoğuz Türklerindendi. Tolun, dolunay demektir.
Tolun Samanoğullarının Horasan valisi, Nuh bin Esed’in memlukü (köle, uşak, kul)
idi. Esed onu Abbasi halifesi Memun’a göndermişti. Halifenin hizmetinde başarılı
olan Tolun, Bağdat’ta yüksek seviyeli Türk beyleri arasına katılmıştı. Tolunoğulları
Devleti’nin kurucusu Ahmet ise 829 yılında Bağdat’ta doğdu. Devrin en iyi askerlerini yetiştiren Samerra Türk askerleri arasında iyi bir asker olarak yetişti. İlk önemli
görevi, İslam Devleti’nin uç (sugur) teşkilat merkezlerinden olan Tarsus’ta yaptı. Bu
arada Abbasi halifelerinin otoritesi iyice zayıflamış, ileri gelen emirler ve valiler disiplinsiz hareket eder olmuşlardı. Örneğin, vilayetlere tayin edilen valiler görev yerlerine gitmiyor yerlerine naip (vekil) gönderiyorlardı. 868 yılında Mısır’a vali tayin edilen
Tolunoğlu Ahmet’in üvey babası Bayık Bey, görev yerine gitmeyerek yerine Ahmet’i
naip olarak gönderdi.
Bayık Bey’in 869 yılında öldürülmesinden sonra Mısır valiliği, Ahmet’in kayınpederi Yercuh et-Türki’ye verildi. Yercuh da yine naip olarak Mısır’a Ahmet’i atadı.
Mısır idaresini ele alan Ahmet, kendine bağlı kara ve deniz kuvvetlerinden oluşan
bir ordu kurdu. Mısır’da ve Suriye’de çıkan isyanları bastırmakla görevlendirildi ve
başarı sağladı.
Halife Tolunoğlu Ahmet’e Mısır’ın mali kontrolünü verdi. Bundan sonra maliyeyi de düzelten Ahmet, Mısır’da idari ve sosyal faaliyetleri gerçekleştirdi.
Bu sırada Bağdat halifeliği, ülkenin çeşitli yörelerinde meydana gelen isyan
hareketlerinden dolayı zor durumdaydı. Bunun üzerine Halife Mutemit ile kardeşi
Muvaffak arasında iktidar mücadelesi başladı. Bu iktidar mücadelesinden faydalanan Ahmet, bağımsızlığını ilan ederek daha önce fiilen kurduğu devletini 875 yılında resmîleştirdi.
Tolunoğulları Devleti’nin merkezi bugünkü Kahire olan Fustat şehriydi. Tolunoğlu Ahmet, her yıl Bağdat’a ödenen vergiyi göndermeyerek büyük bir servet topladı. Bu servetle ülkesini bayındır hâle getirdi. Kurduğu güçlü ordusu ve donanma
ile ülkesinde çıkan isyanları bastırdı. Bingazi, Filistin ve Suriye’yi ele geçirdi.
40
TARİH 6
Tolunoğlu Ahmet, çok büyük gayretle elde etmiş olduğu tam bağımsız iktidarını fazla yaşatamadı. Tarsus sugurunda (uç) çıkan bir ayaklanmayı bastırmak
için sefere çıktığında burada hastalandı. Bir süre kara yürüyüşünden sonra gemi ile
Mısır’a döndü. 884 yılında vefat etti. Öldüğü sırada 50 yaşlarında olan Türk hükümdarı, Mısır’da 16 yıl hakimiyet sürmüştü. İktidarı sırasında Mısır’ı sosyal ve ekonomik
yönden kalkındırmış; sınırlarını Mısır’ın dışında Suriye, Antakya ve Tarsus’a kadar
uzandırmıştı. Çok iyi bir idare gösterdiğinden Mısır halkınca çok sevilmiş ve uzun
müddet hafızalarda yer etmişti.
Harita 02.01: Tolunoğulları
Humaraveyh Dönemi ve Tolunoğlu Devleti’nin Yıkılışı
Tolunoğlu Ahmet, 10 Mayıs 884’te ölünce yerine yirmi yaşındaki oğlu Humareveyh (884-896) geçti. Humareveyh, ağabeyi Abbas’ı ortadan kaldırdıktan sonra, babasından kendisine kalan ülkeleri koruyabilmek için orduya önem verdi. Askerlerin
eğitimi ve silahlarının tamamlanmasıyla yakından ilgilendi. Yılda 900.000 dinar harcadığı orduyu, değişik birliklere ayırmıştı. Ayrıca bedevilerden Muhtare adını verdiği
özel bir muhafız birliği kurmuştu. Babası gibi Müslümanlarla birlikte Hıristiyanların
da devlete bağlılığını sağlama yönünde gayret sarf ederek bunda da başarılı oldu.
Halife Muvaffak, Mısır’daki iktidar değişikliğinden yararlanmak istedi. Kuvvet
göndererek Tolunoğulları Devleti’ne son vermek niyetindeydi. Başlangıçta Abbasi
kuvvetleri başarılı oldular. Suriye topraklarını Tolunluların elinden aldılar. 886 yılında
41
TARİH 6
hazırlığını tamamlayan Humaraveyh, ordusunun başında Suriye seferine çıktı. Arka
arkaya kazandığı başarılardan sonra Suriye’yi aldı. Hatta Abbasi ordu komutanı İshak
Bin Kandac’ı Samerra’ya kadar takip etti. Bunun üzerine Abbasi Halifesi, Suriye’de ve
sugur denilen Adana Tarsus bölgesinde Tolunlu hakimiyetini yeniden tanıdı. 892
yılında Abbasi halifeliğinin başına Muvaffak’ın oğlu El-Mütemid geçmişti. Bu halife
döneminde Tolunoğulları ile Bağdat arasında çok iyi ilişkiler kuruldu. Humaraveyh’in
kızıyla halife evlendi. Bu dönemde Mısır’ın dışında Suriye’de, Sugur’da ve Kuzey
Irak’ta Tolunoğullarının hakimiyeti tanındı. Buna karşılık Mısır Türk Devleti, Bağdat’a
geçmişin vergileriyle beraber yüklü bir para ödedi.
Humaraveyh zamanında Bizanslılarla yapılan savaşlar sonucunda ülke sınırları
Toroslara, Musul hariç El-Cezire’ye; (Kuzey Mezapotamya), batıda da Bingazi’ye ulaştı. Fakat o, Suriye’ye yaptığı bir sefer sırasında yaklaşık 32 yaşında iken (18 Şubat 896)
öldürüldü. Sonraki on yıl içerisinde sıra ile yerine geçen oğulları Ceyş (Ö. 25 Temmuz
896), Harun (Ö. 31 Aralık 904) ve ancak dokuz gün tahtta kalabilen kardeşi Şeyban
devletin birliğini koruyamadılar. Önce Suriye’de Karmatilerle yıpratıcı bir mücadele
yapmak zorunda kaldılar. Bunda başarılı olamamaları, güçlerinden çok şey kaybettiklerini gösteriyordu. Bu sırada harekete geçen halifelik ordusu önce Suriye’ye daha
sonra da Mısır’a girerek Tolunoğulları Devleti’ne son verdi(10 Ocak 905).
?
1. Tolunoğlu Ahmet kimdir?
2. Tolunoğlu Ahmet’in Abbasi halifeleriyle ilişkileri hakkında neler söylenebilir?
3. Sugur ne demektir? Hangi bölgeleri kapsar?
4. Tolunoğulları devleti ne zaman, kimler tarafından yıkılmıştır?
2.İHŞİDOĞULLARI
Mısır’da Tolunoğulları Devleti’nin yıkılmasından sonra, İhşidoğulları Devleti’nin
kurulmasına kadar geçen dönemde yönetimde valiler bulundu. Valiler, Bağdat’tan
direkt olarak atandılar ve Abbasi Devleti’ne bağlı kaldılar. Ancak, Tolunoğulları devrindeki emniyet, refah ve huzuru devam ettiremediler.
İhşidoğulları Mısır’da kurulan ikinci Türk-İslam devletidir. İhşidlerin atası Cuff
adında Ferganalı bir Türk idi. O dönemde fergana hükümdarlarına “ihşid” derlerdi.
“ihşid,” prens veya hükümdar demektir. Bundan dolayı devleti kuranlara “İhşidiler”
denilmiştir.
Cuff, Halife Mutasım (833-842) zamanında İslam Devleti’nin hizmetine giren
Türklerdendi. Samarra’da yetişen Cuff, kabiliyeti ve faaliyetleri ile kısa zamanda hız-
42
TARİH 6
la yükselmiş ve çeşitli rütbeler almıştı. 861 yılında ölen Cuff’un oğullarından Toğaç
(Tugaç) Mısır’a giderek önce Tolunoğulları Devleti’nde, bu devletin yıkılması ile de
Abbasilerin hizmetinde bulundu. Fakat Bağdat’taki iktidar mücadeleleri sırasında
yakalandı ve hapsedildi. Hapisteyken de öldü.
Toğaç ‘ın oğullarından Muhammed, Suriye valiliğinden sonra 935 yılında Mısır
valiliğine tayin edildi. Mısır’ın idaresiyle beraber her türlü iktisadi kontrol yetkisi de
kendisine verildi. Halife, Muhammed’e hilat ve menşur vermekten başka önemli bir
unvan olan “ihşid” unvanını da verdi.
Mısır’da idareyi ele alan İhşid Muhammed, burada çok nüfuzlu bir aile olan Mazerailerle mücadele etti. Sonuçta onların nüfuzunu kırdı, mallarını da müsadere etti.
İhşid Muhammed, Bağdat’da halifelikten sonra en yüksek rütbeyi almış olan
Muhammed Bin Raik’le nüfuz mücadelesi yaptı. Bu mücadele özellikle Suriye hakimiyeti üzerinde oldu. Raik, bu mücadelede Suriye’nin bir kısmını elde ettiyse de
bir müddet sonra öldürüldü. Onun ölümü üzerine İhşid (943) Suriye’nin tamamına
tekrar hakim oldu. Bundan dolayı kendisine güveni artan İhşid Muhammed, Mısır’da
oğlu Ebu’l Kasım Unucur’u kendisinden sonrası için veliaht ilan etti. Bu kararını ayrıca bütün komutanlarını toplayarak kabul ettirdi. Abbasi Halifeliğine rağmen böyle
bir icraat onun dolaylı olarak bağımsızlığını ilan etmesi demekti. Halifelik bu duruma müdahâle etmemiş veya edememiştir.
Daha sonra ise iyi ilişkiler kurduğu Abbasi Halifeliği onun Mısır hakimiyetini
ve oğlunun veliahtlığını tanıdı. İhşid, 940 yılından itibaren Mısır’da kendi adına para
bastırmış ve paraya kendinden önce halifenin adını yazdırmıştı.
İhşid, hayatının son yıllarında El- Cezire’de (Suriye’nin kuzeyi) yeni bir siyasigüç olarak ortaya çıkan Hamdanilerle mücadele etti. Onlarla özellikle Suriye üzerinde hakimiyet mücadelesi yaptı. Hâlep’te yapılan savaşı kazandı. Böylece Suriye’deki
haklarını korumaya muvaffak oldu. Buradan Dımaşk’a döndü, orada hastalanarak
öldü.
İhşidoğulları Devleti’nin Yıkılması
İhşid’in ölümünden sonra yerine oğlu Ebu’l Kasım Unucur tahta oturdu. Unucur, tahta çıktığında on beş yaşındaydı. Devletin her tür sorumluğunu ve işlerini
babasının sadık bir adamı olan ve devlet işlerini çok iyi bilen Kâfur yürüttü. Kâfur
Muhammed bin Toğaç tarafından çocukları için saltanat naibi olarak görevlendirilmişti. Kâfur, İhşidoğulları Devleti’ni sadakat ve doğrulukla idare etti. Bazı tahrikçiler
yüzünden Unucur ile Kâfur’un arası açıldıysa da hükümdarın annesi aracılığıyla barıştılar. Kâfur idareciliği esnasında devletin içinde İsmaili propagandası ve eksik tahıl
üretiminin doğurduğu ekonomik güçlüklerle uğraştı. Dışta ise Karmatilerin, Sudanlıların, Hamdanilerin ve Fâtımîlerin baskılarıyla mücadele etti. Tarihçiler Kâfur için
“Mahir bir siyasetçi, anlayışlı, zeki, akıllı ve dâhi bir idareci” özelliklerini sayarlar.
43
TARİH 6
Harita 02.02: İhşidiler
Unucur’un 961 yılında ölümünden sonra devletin başına kardeşi Ebu’l Hasan
Ali geçti. Bu dönemde de devlet işlerini yürütmede yine Kâfur birinci planda yer aldı.
Fakat bu dönemde Mısır’da işler iyi gitmedi. Devlet, içerde ve dışarda çeşitli karışıklıklarla uğraşmak zorunda kaldı. Batıdan Fâtımîler, güneyden Nubyalılar, Suriye’den
Bizanslılar ve Karmatiler İhşid Devleti’nin topraklarına tecavüz ettiler. Ebu’l Hasan
Ali’nin saltanatının sonuna doğru Kâfur devlete iyice hakim oldu. 966 yılına Ebu’l
Hasan Ali’nin ölümünden sonra Kâfur, devleti üç yıl daha idare etti.
İhşidiler Devleti’nin başında bulunan en son hükümdar Ebu’l Hasan Ali’nin
oğlu Ebu’l-Fevaris Ahmed (968-969)’dir. Onun döneminde ülkede düzen bozulmuş
ve Kuzey Afrika’da uzunca bir süredir gözlerini buraya çevirmiş olan Şii Fâtımîlerin
beklediği fırsat çıkmıştı. Fâtımîlerin başarılı komutanları Cevher, Fustat’a girerek buraları Fâtımî Devleti hesabına zapt etmiş ve İhşidiler Devleti’ne son vermiştir. (2 Temmuz 969).
OKUYALIM
İHŞİDİLERİN TÜRK TARİHİNDEKİ ÖNEMİ
Otuz dört senelik kısa ömre sahip olan İhşidiler Devleti’nin millî tarihimiz açısından önemi, Tolunoğulları örneğinde olduğu gibi, ırk itibarıyla yabancı bir ülkede,
kuvvetli ve teşkilatçı bir Türk valinin devlet kurmuş olmasıdır. Bununla birlikte bu
44
TARİH 6
kısa dönemde Fustat, kaybetmiş olduğu başşehir olma özelliğine tekrar kavuşmuş,
İhşidiler Sünni olmaları dolayısıyla hilafet merkezini batıdan gelen Fâtımî tehlikesine karşı, dayanabildikleri sürece korumuşlardır. Bilindiği gibi 909’da İfrîkiye’de Ubeydullah El-Mehdi tarafından kurulan Fâtımî Hilafeti (909-1171) kendisi için istikbalin
doğuda olduğunu düşünüyordu ve baştan itibaren Mısır’ın fethini değişmez siyaseti yapmıştı. Nitekim bu yönde ilk iki silahlı girişim birinci halife Mehdi zamanında ve
913 ve 919 tarihlerindedir. Onun oğlu Kâim-Bi-emrillah (934-946) benzer girişimleri
devam ettirmiştir. Mısır’ın Fâtımîleradına fethi ise dördüncü halife Muiz-Lidinillah
(953-972) zamanında Cevher es-Sıkılli’nin eliyle mümkün olmuştur. Şüphesiz bu
gecikmede İhşidilerin Mısır’da kurmuş oldukları idarenin gücünü ve bölgeyi Fâtımî
tehlikesinden koruma azimlerini görmek gerekmektedir. İhşidilerle ilgili bir diğer
husus da, azat edilmiş bir köle olan Kâfur’un, idareyi ele geçirip yirmi sene naip olarak , iki sene de asaleten devleti yönetmiş olmasıdır.
İhşidiler Bağdat Abbasi halifeleri ile iyi geçinmişlerdir. Bu dönemde Mısır ve
Suriye’de hutbeler halife adına okunmuştur. Bu ülkelerde İhşidilerin hâkimiyetini de
Abbasiler kabul etmişlerdir. Hamdanilerle Suriye için savaş yapmışlardır. Aynı bölge
için Bizanslılarla da harp etmişlerdir. İhşidilerin savaş yaptıkları başka bir millet de
Nubya (Sudan)’lılardır.
Nesimi Yazıcı, İlk Türk İslam Devletleri Tarihi,S,105
?
1. İhşidilerin millî tarihimiz açısından önemi nedir?
2. İhşid unvanı ne anlama gelmektedir?
3. İhşid Muhammed hangi siyasi faaliyetlerde bulunmuştur?
4. İhşidoğulları hangi tarihte, kimler tarafından yıkılmıştır?
3.KARAHANLILAR(840-1212)
Karahanlıların Kökeni ve Devletin Kuruluşu
Karahanlılar Devleti, Orta Asya’da kurulan ilk Müslüman Türk devletidir. Hükümdar unvanları arasında “Kara” ve”Han” kelimelerine çok sık rastlanmasından dolayı bu Türk devletine “Karahanlılar” adı verilmiştir. Kara, eski Türkçede kuzey yönüne
verilen isim olduğu gibi büyüklük, güçlülük ve yüksekliği de ifade eder. Karahanlılara ayrıca İlek (İlig) Hanlar da denmiştir. Burada ilig; devlete, millete sahip çıkan
demektir. Yine bu hükümdar sülalesinde Türkistan Uygur hanları ve Türkistan hakanları adları da kullanılmıştır. Bundan başka Karahanlı hükümdarları, kendilerinin
Alper Tunga neslinden geldiklerini kabul etmelerinden dolayı, İranlılar onlara Al-i
45
TARİH 6
Afrasiyab (Afrasiyab oğulları) ismini de vermişlerdir.
Uygur Devleti’nin yıkılması üzerine (840) onlara bağlı olan Yağma Türkleri batıya çekilerek Kaşgar yöresinde bazı yerleri daha sonra da Çu ve İli vadilerini ele geçirdiler. Bu bölgelerde yaşayan Karluk ve Çiğil Türklerinin de birleşmesiyle Karahanlılar Devleti kuruldu (840). Balasagun alınarak devletin merkezi yapıldı. Türk töresine
uyularak devlet doğu ve batı olarak ikiye ayrıldı. Doğuda Arslan Kara Han unvanını
taşıyan büyük kağan, batıda ise Buğra Kara Han unvanlı Batı kağanı bulunmaktaydı.
Büyük hükümdar olan Arslan Kara Han, Kaşgar’ı alarak merkezi buraya taşıdı. Ona
bağlı olan Buğra Kara Han ise Talas’ta oturuyordu. Karahanlılar batıda genişleyince
başkent Semerkant olmuştur.
Karahanlı Devleti’ni tek başına Karlukların kurduğunu öne süren görüşler de
bulunmaktadır. Buna göre, Uygur Devleti’nin 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılmasından sonra Karluk yabgusu kendisini bozkırların hakimi ilan ederek Karahanlı
Devleti’ni kurdu. Bu devletin başındaki sülalenin unvanında yer alan “kara” sözcüğünden de Karahanlılar ismi doğdu.
Resim. 02.02: Karahanlıların Bilinen İlk Hükümdarı Bilge Kül Kadir Han
Karahanlıların bilinen ilk hükümdarı Bilge Kül Kadir Han’dır. Onun zamanında komşuları olan Samanoğulları ile mücadele edildi. Bu mücadelenin asıl nedeni, bu devletin Karahanlı Devleti’ne saldırarak bir kısım topraklarını almasıydı. Kadir
Han’dan sonra, oğulları Arslan Bazir ve Oğulcak da bu mücadeleyi sürdürdü.
46
TARİH 6
Harita 02.03: Karahanlılar
SATUK BUĞRA HAN
Amcası adına vergi toplamak üzere Artuç’a giden Satuk, burada camide namaz kılan Müslümanları görüp Ebu Nasr ve diğer Müslümanlardan İslam hakkında
bilgi aldı. “İbnü’l-Esir El-Kâmil Fi’t-Tarih” adlı tarihî kaynakta Satuk’un rüyasında gökten inen bir kişinin kendisine Türkçe olarak “Müslüman ol ki dünyada ve ahirette
esenlik bulasın” dediğini ve bunun üzerine Satuk’un sabahleyin İslam’ı kabul ettiğini
anlatır. Müneccimbaşı da “Camiüddüvel”de meseleyi benzer bir hikâye ile anlatmıştır. “Tarih-i Kaşgar” ve “Tezkire-i Satuk Buğra Han” adlı eserlerde yer alan menkıbevi
kayıtlara göre Satuk on iki yaşında Müslüman oldu. Bundan sonra Karahanlı hanedan mensuplarını gizlice İslam’a davet eden Satuk yirmi beş yaşına gelince amcası
Oğulçak Kadir Han ile mücadeleye girişti ve onu yenerek Kaşgar’ı ele geçirdi. Bundan sonra hakim olduğu sahalarda İslamiyeti resmi din olarak ilan etti. Hükümdarlarının önderliğinde Karahanlı Devleti’nin İslamiyeti kabul tarihi 954 yılı olarak tahmin edilmektedir. Satuk Buğra, İslam’ı yayma ideali ve heyecanıyla çok dinamik bir
faaliyete girişti. Özellikle Müslüman olmayan Türklere karşı siyasi- askerî faaliyetleri,
Karahanlıların merkezlerinden olan Balasagun üzerinde yoğun olmuştur. Sonuçta
Müslüman Karahanlılar Balasagun’a kesin olarak hakim oldular. Bütün bu mücadelelerde Abdülkerim Satuk Buğra Han, etraftan toplanan gönüllü gazilerin de desteğini gördü.
955 yılında vefat eden Abdülkerim Satuk Buğra Han Artuç’a defnedilmiş olup
mezarı hâlen bir ziyaret yeri durumundadır. Onun kişiliği, İslam’a girişi ve İslam’ı yaymak için yaptığı faaliyetleri anlatan “Tezkire-i Satuk Buğra Han” isimli eser menkıbe
tarzında olup Müslüman Türk destanlarının en önemlilerinden biridir. Bu destanda
47
TARİH 6
Hz. Muhammed’in Satuk Buğra Han’ı Miraç’ta gördüğüne dair bir hikâye şöyle anlatılmaktadır:
“Hz. Muhammed miraç esnasında bütün peygamberlerle birlikte Satuk Buğra Han’ı da görür. Onu tanıyamadığı için Cebrail’e kim olduğunu sorar. Cebrail de:”
Bu kişi peygamber değildir, sizin ölümünüzden 333 yıl sonra dininizi Türkistan’da
yayacaktır.”der Destana göre buna sevinen Hz Muhammed Satuk Buğra için dua etmiştir.
Satuk Buğra Han’dan sonra yerine oğlu Musa Tonga İlig geçti. Onun kısa süren
saltanatından sonra oğlu Baytaş Arslan Han Karahanlı tahtının sahibi oldu. Arslan
Han bölgede Müslüman olmayan Türk muhaliflerine karşı başarılı bir mücadele verdi. Bunun sonucunda Karahanlı Devleti’nin tamamını İslam dairesine katmayı başardı. Kaynakların belirttiğine göre bu devirde 200.000 çadırlık bir Türk halkı Müslüman
olmuştur.
Karahanlıların hakim oldukları bu sahalarda, Müslüman olanlar Yağma, Karluk,
Çiğil ve Tuhsi gibi Türk kavimleridir.
Karahanlı Devleti’nin Yükselişi
Baytaş’ın yerine oğlu Ebu’l Hasan Ali Arslan Han devletin başına geçti. Arslan
Han da ataları gibi Müslüman olmayan kavimlere karşı mücadele etti. Onun döneminde devletin batı kesimlerini idare eden kardeşi Kılıç Buğra Han Harun’du. Çeşitli
siyasi ve askerî faaliyetleriyle tanınan bir devlet adamıdır. Kılıç Buğra Han, zayıflamış
durumda olan Samanoğulları Devleti’yle mücadele etti. Onların bir kısım topraklarını alarak Karahanlı topraklarına kattı. Bu toprakların en önemlisi Samanlıların başkenti olan Buhara’dır. Ancak kısa bir süre sonra Kılıç Buğra Han öldü.
Kılıç Buğra Han’ın ölümünden sonra devletin batısından Samanlılara karşı mücadeleyi, Ali Arslan’ın oğullarından İlek Nasr yürüttü. İlek Nasr, Samanlı topraklarına
arka arkaya seferler yaptı. 992’den itibaren gerçekleşen bu seferler sırasında, bölgenin yeni siyasi gücü olan Selçuklular, Samanoğullarına yardım ettiler. Fakat Samanoğulları Devleti yıkılmaktan kurtulamadı. İlek Nasr, Gazneli Sultan Mahmut’la
yaptığı anlaşmayla Samanoğulları Devleti’ni paylaştırdı. Buna göre Samanoğullarının Maveraünnehir toprakları Karahanlılara, Horasan toprakları Gaznelilere verildi
(1001). İlek Nasr, Horasan’ı Gaznelilerde bırakmayı bir türlü içine sindiremedi. Gazne
hükümdarı Sultan Mahmut’un Hindistan seferinde bulunduğu bir sırada Horasan’a
girerek birçok yeri geri aldı fakat Sultan Mahmut’la Belh yakınlarında yaptığı mücadeleyi kaybetti. Sonunda Ceyhun Nehri iki devlet arasında sınır olarak kabul edildi (1008). Karahanlıların en geniş sınırları; kuzeyde Balkaş Gölü, batıda Aral Gölü,
güneyde Hindukuş Dağları ve doğuda Çungarya’ya kadar ulaştı. Nasr’ın Belh’deki
yenilgisi Karahanlı hanedan üyelerinin birbirine düşmesine neden oldu.
48
TARİH 6
Karahanlı Devleti’nin Zayıflaması ve Parçalanması
1012-1013 tarihinde İlek Nasr öldü. Bundan sonra Karahanlı hanedanı içinde
taht mücadeleleri dönemi yaşandı. Bu mücadelelerde Yusuf Kadir Han üstün gelerek
devletin başına büyük kağan olarak geçti. Buna kardeşleri Ahmet ile Ali Tekin itiraz
ettiler. Bu arada Ali Tekin Buhara’ya, Ahmet, Balasagun’a yerleşerek kendi devletlerini kurmuşlardı. Yusuf Kadir Han, Gazneli Mahmut’un yardımı sayesinde hükümdarlığını korudu. Hatta hakimiyetini genişleterek Özkent ve Balasagun’u hakimiyet
sahasına kattı. 1032 tarihinde Kadir Han öldü.
Yusuf Kadir Han’ın oğlu, Ali Tigin’e karşı Gazneli Sultan Mesut’tan yardım istedi. Mesut, Harzem (Harizm) Valisi Altuntaş’ı Ali Tigin’in üzerine gönderdi. İki kuvvet
arasında çetin mücadeleler yaşandı. Altuntaş’ın ölümü üzerine yerine geçen oğlu,
Gazneli Mesut’a karşı Ali Tigin ile anlaştı. Maveraünnehir’i aralarında paylaşmaya karar verdiler. Buna çok sinirlenen Sultan Mesut, Ali Tigin’i ortadan kaldırmaya karar
verdi. Ali Tigin, Gazneli Mesut’a karşı Selçuklularla anlaştığı bir sırada öldü. Bunun
üzerine Mesut’un planladığı sefer gerçekleşmedi (1034).
Ali Tigin’in yerine geçen oğlu Yusuf zamanında, Tuğrul ve Çağrı beyler komutasındaki Selçuklu ordusu Horasan’ı aldı. Bu durum Karahanlı Devleti’nin kesin olarak ikiye ayrılmasına neden oldu (1042).
Doğu Karahanlı Devleti
Doğu Karahanlılar; Talas, İsficab, Kaşgar, Özkent ve Doğu Fergana gibi topraklara hükmetmişlerdir. Devletin batı kısmı İlek Nasr’ın çocuklarının elinde kalınca
Yusuf Kadir Han’ın oğulları da ayrı devlet oluşturarak devletin doğu topraklarını sahiplendiler. Bu devletin ilk hükümdarı Yusuf Kadir Han’ın oğlu Süleyman Arslan Han
(1032-1056)dır. Süleyman, çok adil bir hükümdardı. Ülkesinde Müslüman Türklerin
yanı sıra gayri Müslim Türklerin de yaşamasına müsade etti. Bu sayede pek çok Türk,
Müslümanlığı kabul etti. Süleyman, kardeşi Muhammed’le yaptığı taht mücadelesini kaybetti. Ondan sonra Karahanlı saltanatında iktidarsızlık yaşandı.
Doğu Karahanlı hükümdarlarının en büyüklerinden birisi de Ebu Ali Hasan’dır.
1070 yıllarında Doğu Karahanlı Devleti’nin başına geçen Ebu Ali Hasan 1102 yılına
kadar saltanatta kaldı. Bu zaman içinde devleti iyi yöneten Ebu Hasan özellikle ilme
ve âlimlere büyük değer verdi. Örneğin “Kutadgu Bilig” ona ithaf edilerek yazılmıştır.
Ebu Hasan 1089’da bölgeye gelen Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın hakimiyetini
tanıyarak ona tabi oldu.
Ebu Ali Hasan’dan sonra yerine oğlu Ahmet’in geçtiği anlaşılmaktadır. Ahmet
Han’ın 1128’de devletin doğusundan gelen Karahitay saldırısını, onları yenerek bertaraf etmesi çok önemli bir hadisedir. Bu zaferi sayesinde hem Karahanlılar hem de
Selçuklular büyük bir tehlikeden kurtulmuşlardır.
49
TARİH 6
1141’de tekrar ortaya çıkan Karahitay tehlikesi aynı şekilde bertaraf edilememiştir. Bu devrede devletin başında bulunan II. İbrahim Han içeride çıkan bir isyanı
bastırabilmek için Karahitaylardan yardım istemişti. Karahitaylar yardım için geldikleri Başkent Balasagun’u işgal ettiler. Bir müddet sonra Batı Karahanlı topraklarını da
işgal eden Karahitayları çıkarmak Büyük Selçuklulara düşmüştü.
Ne var ki harekete geçen Büyük Selçuklu Sultanı Sancar, 1141’de Karahitaylarla Katvan’da yaptığı muharebeyi kaybetmişti. Bu muharebenin kaybından sonra
Doğu Karahanlıların bir müddet Karahitayların işgali altında kaldığı anlaşılmaktadır.
Karahanlıların çöküşü sırasında iş başına gelen hükümdarlar Karahitaylarla mücadele ettiler. Fakat ülkeye sonuçta Karahitaylar hakim oldular. Doğu Karahanlıların son
hükümdarı Muhammed’i Karahitay hükümdarı Kür Han, sarayında göz altına aldı.
1211 yılında Karahitaylar Doğu Karahanlılar Devleti’ne son verdi.
Karahanlı Devleti’nin parçalandığı sırada Batı Karahanlı Devleti’nin ilk hükümdarı olarak I. Muhammed görülmektedir. Devletin başlangıçtaki başkenti Özkent’ti.
I.İbrahim döneminde (1052-1068) başkent Semerkant oldu. İbrahim dönemi Batı
Karahanlı Devleti’nin en parlak dönemlerinden olmuştur. İbrahim, devletini gayet iyi
idare etti.Doğu Karahanlılardan bazı topraklan alarak devletini genişletti, İbrahim’in
1068’de ölümünden sonra yerine oğlu Nasr geçti. Nasr döneminde devlet Doğu
Karahanlılarla ve Selçuklularla mücadele etmek zorunda kaldı. Bu mücadeleler sonunda bazı topraklarını kaybetti. Nasr’dan sonra tahta, kardeşi Hızır geçti. Devlet
onun döneminde huzurlu bir dönem geçirdi. Hızır Han akıllı, adil ve siyaseti iyi bilen
birisiydi. Sanatkârları, özellikle şairleri himaye etti.
Hızır Han’ın iktidarının ne kadar sürdüğü belli değildir. Hızır Han’dan sonra
devletin başına geçen Ahmet Han döneminde devlet bir ara Büyük Selçukluların
hakimiyetine geçti. Sultan Melikşah 1089’da Batı Karahanlıları Selçuklulara bağlarken Ahmet Han’ı göz altında tutmak için yanında götürdü. Fakat Ahmet’in ülkesinde
isyan çıkarması üzerine onu ülkesine iade etti ve Batı Karahanlı Devleti, Selçuklulara
tabi hâle geldi. 1095 yılında Ahmet Han bizzat kendi ulemasının verdiği fetva sonucu bertaraf edildi. Bundan sonraki dönemde Batı Karahanlılar, siyasi iktidar bakımından zayıf bir döneme girdiler. İşbaşına gelen hükümdarlar genelde yetersiz
kaldılar ve devlet zayıfladı.
1136 yılında başlayan Karahitay istilası Batı Karahanlıların sonunu getiren en
önemli hadiselerden biri oldu. Daha sonraki Katvan Meydan Muharebesinde galip
gelen Karahitaylar bölgeye iyice yerleştiler. Kendilerine bağlı olarak Karahanlı soyundan İbrahim’i tahta çıkardılar ve on beş yıl kadar Batı Karahanlı Devleti’ni devam
ettirdiler. İbrahim Han da 1156 yılında Kartuklarla yaptığı bir muharebede yenilerek
öldürüldü. Batı Karahanlılar en sonunda Harzemşahlar Devleti hükümdarı Muhammed Harzemşah tarafından yıkıldı (1212).
50
TARİH 6
Fergana Hanlığı
Karahanlı Devleti’nin 1042’de ikiye ayrılmasından sonra Fergana bir süre Batı
Karahanlılarda kaldı. Daha sonra Doğu Karahanlılara geçen Fergana’da 1141’de Karahitayların Maveraünnehir’i istila etmelerinden sonra merkezi Özkent şehri olmak
üzere bağımsız bir Karahanlı Devleti daha kuruldu. Bunun hükümdarları genellikle
“Tuğrul Kara Hakan” unvanını taşıdılar.
Tarihini çok iyi bilmediğimiz bu devleti kuran sülalenin bazı hükümdarları da
tanınmamaktadır. İlk hakanları Batı Karahanlı hakanı Hasan Ali’nin üçüncü oğlu Hüseyin b. Hasan’dı. Bu hanedan hakkında oldukça yetersiz olan bilgiler, 1212’den sonra tamamıyla kesilmektedir.
Karahanlıların Türk Tarihindeki Önemi
t Karahanlılar, Orta Asya’da kurulan İlk Müslüman Türk devletidir. İslamiyet’in
Orta Asya’da yayılmasını sağlamışlardır.
t Karahanlılar Devleti İslam öncesi Türk devletlerinde görülen ikili yönetim
anlayışını devam ettirmiştir. Bu yönetim anlayışı güçlü bir merkezi otorite
kurulmasını engellemiştir.
t Karahanlı Devleti’nde, diğer Türk İslam devletlerinden farklı olarak halkın
tamamına yakını Türk’tür. Halkın çoğunluğunun Türk olması resmî dilin,
eğitim ve edebiyat dilinin Türkçe olması sonucunu ortaya çıkarmıştır.
t Türklere ait ilk İslami eserler bu dönemde meydana getirilmiş, böylece Türk
İslam kültürünün temeli atılmıştır. Kaşgarlı Mahmut’un Türkçenin Arapça kadar zengin olduğunu göstermek için yazdığı “Divanu Lügati’t-Türk,”
Yusuf Has Hacib’in Türk devlet anlayışının nasıl olması gerektiğini anlattığı
“Kutadgu Bilig,” Ahmet Yesevi’nin İslam tasavvufu ile ilgili bilgiler verdiği
“Divan-ı Hikmet” ve Edip Ahmet’in ahlaki öğütler verdiği “Atabet’ül Hakayık” kitapları bu döneme ait önemi eserlerdendir.
?
1. Karahanlı Devleti’ ne neden “Karahanlı” denilmiştir?
2. Karahanlıların kurucuları kimlerdir?
3. Karahanlılar ne zaman Müslüman olmuşlardır?
4. Orta Asya Türklerinin İslam’ı tanıması açısından Karahanlıların önemi hakkında
neler söylenebilir?
5. Karahanlılar ikiye ayrılmaları yönetim anlayışları ile nasıl ilişkilendirilebilir?
6. Fergana Hanlığı nasıl kurulmuştur?
51
TARİH 6
4. GAZNELİLER
Gazneliler, bugünkü Afganistan, İran’ın Horasan bölgesi ve Kuzey Hindistan’da
kurulmuş bir Türk devletidir. Gaznelilerin ismi, devletin başşehri Gazne şehrinden
gelmektedir.
Türkler IX-X. yüzyıllarda, başta Abbasiler olmak üzere, birçok İslam ülkesinde
eyaletlerde asker, vali ve diğer devlet görevlerinde hizmetlerde bulunmuşlardır.
İran’da kurulan Samaniler Devleti’nde (844-999) 912 tarihinden itibaren Türk vali ve
kumandanlar görev almaya başlamıştır. Bunlardan biri de Horasan orduları kumandanı Alp Tegin’dir.
Alp Tegin (891-963), Samani emiri Ahmed b. İsmail’in (907-914) hassa askeri olarak görev yaptı. Üstün özelliklere sahip olduğundan birlik komutanlığı ve
“hacibü’l- hüccablık”a (bütün saray idaresinin başı ) yükseldi. Ancak Samani emirlerinden Abdülmelik (954-961) ile arası açılınca Horasan valiliğine tayin edildi. Fakat
o, Horasan’dan Samanoğullarının merkezi Buhara’da olup bitenleri takip ediyordu.
Nihayet Mansur b. Nuh zamanında buradan da ayrılmak durumunda kalınca emrindeki çok az askerle Doğu Afganistan’daki Gazne şehrine gitti. Buranın hâkimi olan
Levikler hanedanını mağlup ederek bölgeden uzaklaştırdı ve şehirde hâkimiyeti ele
geçirdi. Böylece Gazneliler Devleti’nin temeli atılmış oldu (12 Ocak 963) .
Alp Tegin ölünce (13 Eylül 963) sırası ile Ebu İshak İbrahim, Türk komutanlardan Bilge Tegin, Böri Tegin ve Sebük Tegin ülkeyi yönetti.
Sebük Tegin’in başa geçmesiyle Gazneliler Devleti, hükümdarlığın babadan
oğula geçtiği bir hanedanın idaresi altına girmiş oldu. Bir diğer yönüyle Gazneliler
Devleti’ni kuruluş yıllarında yöneten Türk komutanların yerini artık bir hanedan almış oluyordu. Sebük Tegin (977-997) zamanına kadar Gazneliler, Samanilere bağlı
idi. Sebük Tegin, görünüşte Samanilerin bir valisi olarak hareket etmesine rağmen,
bağımsız Gazneliler Devleti’nin temeli onun zamanında atıldı.
Sebük Tegin zamanında devlet, kuzey ve doğuya doğru gelişmeye başladı.
Zebulistan, Büst ve Belucistan’a kadar olan yerler fethedildi. Diğer taraftan Sebük
Tegin, Kabil Nehri boyunca Peşaver’e kadar sefer düzenleyerek Hintlileri mağlup etti
ve Kuzey Hindistan’da İslam’ı yaymaya muvaffak oldu. Samani hakimiyetinde olan
Horasan’da isyan çıkınca Sebük Tegin ve oğlu Mahmut bu isyanın bastırılmasında
Samanilere yardımcı oldular. Sebük Tegin vefat ettiğinde yerine küçük oğlu İsmail’i
veliaht olarak tayin etti. Böylece Gaznelilerde babadan oğula geçen hanedanlık idaresi başlamış oldu.
52
TARİH 6
Sultan Mahmut ve Gazne Devleti’nin Yükseliş Dönemi
Sebük Tegin ölmeden önce yerine oğlu İsmail’i (997-998) veliaht göstermişti.
Fakat Mahmud onun hükümdarlığına razı olmadı. kardeşine karşı giriştiği taht mücadelesinden başarılı çıkarak Mart 998’de Gazne’de babasının tahtına oturdu. Tahta
geçtiğinde 28 yaşındaydı.
Mahmut çocukluğundan itibaren iyi bir dinî tahsil görmüş, Kur’an-ı Kerim’i
ezberlemişti. İslami geleneklere oldukça bağlıydı. Din uğruna her türlü fedâkarlığı
yapabilecek özelliklere sahipti. Geçmiş padişahlara ait haberleri dinlemeyi severdi.
Gençlik yıllarından itibaren devlet idaresinde farklı görevler almış, seferlere katılmış
ve bunlardan bazılarını bizzat yönetmişti. Mahmut, Gazne tahtına oturduğunda
üstlendiği görev için oldukça iyi bir alt yapıya sahipti. O, devletin başında bulunduğu otuz senenin üzerindeki bir sürede takip edeceği yol ve bu yolda gösterdiği
başarıyla çok önemli bir Türk-İslam kahramanı olarak adını tarihe yazdıracaktı. Ganeli Mahmut’un yetişmesinde çok önemli bir yere sahip olan babası Sebük Tegin’in
Mahmut’a verdiği öğüdün bir bölümünü aşağıda okuyunuz.
OKUYALIM
SEBÜK TEGİN’İN OĞLU MAHMUT’A ÖĞÜDÜ
Memleketinin idaresinde gafil olma. Ordu ve askerin durumundan, silahlardan ve maaşlardan ve iaşelerden haberdar ol.
Müstahak olanın hakkını ver. Yolları emin tut. Hak sahibinin hakkını iade edinceye kadar uyuma. Aksi hâlde Allah’ın sana kıyamet günü bundan dolayı hesap soracağını bilesin. Eğer gece yarısı senin memleketinde bir canlı aç uyursa Tanrı senin
cezanı verir. Hiçbir zaman zulmü uygun görme. Cömert ve merhametli olmalısın
ve senin affın öfkenden fazla olmalı ki, insanlar sana rağbet etsinler. Bir işi lâyık
olmayan bir kimseye buyurmamalısın. Padişahın en büyük düşmanının kendini beğenmişlik ve istibdat olduğunu bil. Her işte dostluğu denenmiş sadık insanların tavsiyelerini al ve o hususta kendi aklınla karar ver. Memleketin her tarafına casuslar ve
haberciler tayin etmelisin.
Nesimi Yazıcı, İlk Türk İslam Devletleri Tarihi, s 179
Gazneli Mahmut’un hükümdarlığı Gaznelilerin en parlak dönemidir. Gazneli
Mahmut, Karahanlılarla birlikte Samanoğulları devletine son verdi. Samanoğullarının yıkılması ile bu devletin topraklan Karahanlılar ve Gazneliler arasında paylaşıldı.
Horasan, Amuderya Nehri’ne kadar Gaznelilerin eline geçti.
Gazneli Mahmut, Samaniler tarafından tanınmamış bulunan Abbasi Halifesi’ne
53
TARİH 6
elçiler gönderdi ve onun adına hutbe okuttu. Halife Kadir-Billah (991-1031) da kendisine hilat, taç ve bayrak gönderdi. 1000 yılında bu olaydan duyulan memnuniyet
sebebiyle Gazne’de büyük bir tören yapılmıştı. Mahmut, halifenin kendisini onurlandırmasının karşışığında; İslam dinine yardım etmek ve İslam düşmanlarını söküp
atmak maksadıyla her yıl Hindistan’a sefer yapmayı vaat etmişti. Gazne Sultanı, bundan sonra Gazne’nin batısında bir ülke olan Sistan’a bir sefer yaptı. Saffari Hanedanının yönetiminde bulunan Sistan, Mahmut’un hakimiyetini tanımak zorunda kaldı.
OKUYALIM
GAZNELİ MAHMUT’UN HİNT SEFERLERİ
Sultan Mahmut Samani topraklarının önemli bir kısmına sahip olup kuzey
sınırlarını güvence altına aldıktan sonra Hint seferlerine başladı. O, daha önceden
babası ile Hindistan’a gitmiş ve bu ülkeyi tanıma fırsatı bulmuştu. Hint seferlerinin
sebeplerini, ülkenin zenginliği ve İslamiyet’i yayma düşüncesi oluşturmaktadır. Ayrıca kalabalık ve çeşitli unsurlardan oluşan orduyu hareket hâlinde tutup cihada
yönlendirme, ayrıca gönüllüler ve halkın ganimet edinme bakımından bu seferleri
desteklediği bir gerçektir.
Tahminen ilk Hindistan seferi 1000 tarihinde başlamış ve 1026’ya kadar on yedi
sefer yapılmıştır. İlk seferde Kabil’in doğusundaki bazı kaleler alındıktan sonra, 1001
tarihinde Hindistan düzlüğüne inilmiştir. Hindistan’ın coğrafi şartları çok engebeli
olduğundan seferlerde ilerlemek zor olmuş ve mahalli idareci racaların direnişleri
önemli bir engel oluşturmuştur. Ancak sekizinci Hint seferinde Multan (1010), dokuzuncu Hint seferinde Keşmir (1013) alınmıştır. En mühim seferlerden birisi Sumnat
Seferidir. Sumnat, Hindistan’ın batı sahilinde, Kathiavar Yarımadası’nda bir şehirdir.
Bu şehirde kutsal bir tapınak, tapınağın içinde kutsal bir put vardı. Hindistan’daki
bütün putların en büyüğü kabul edildiğinden, bu put için on bin köy vakfedilmişti.
Ziyaret için gelenler, en kıymetli eşyalarını, mücevherlerini kutsal puta sunuyorlardı. Hindu inancına göre Sumnat’taki put, Hint ülkesindeki diğer putların üstünde
olup Müslümanların fethettikleri topraklardaki putların başlarına gelenler Sumnat
putunun onlara verdiği bir ceza olarak görülmüştür. Sultan Mahmut bu inancı yıkmak için Sumnat seferini yapmış ve üç gün direnebilen Sumnat en sonunda teslim
olmuştur. Gazneli Mahmut şehri ele geçirdikten sonra büyük putu yerinden söktürdü. Put dört parçaya ayrılarak parçalardan ikisi Gazne’deki Ulu Cami ve sarayın
kapılarına konuldu. Diğer iki parça ise Mekke ve Medine’ye gönderildi. Halife Kadir
Billah bu başarısından sonra Mahmut’a Kehfüddevle Ve’l-İslam unvanını vermiştir.
Bu sefer Hindistan’daki batıl inançların zayıflaması ve İslam’ın yayılması açısından
oldukça önemlidir.
Hasan Karaköse,Orta Çağ tarihi ve Uygarlığı,s,139,140’dan yararlanılarak hazırlanmıştır.
54
TARİH 6
?
1. Gazneli Mahmut’un Hindistan’a seferler düzenlemesinin sebepleri nelerdir?
2. Gazneli Mahmut Hindistan’a kaç sefer yapmıştır?
3. Sumnat seferinin önemi hakkında neler söylenebilir?
Resim. 02.03: Gazneli Mahmut’un Askerleri İle Savaşmasını Gösteren Bir Minyatür
Sultan Mahmut’un 1000 yılında başlattığı Hint seferlerinin sonunda Hindistanın Pencap, Peşaver, Multan, Gücerat, Delhi ve Ganj vadisinin batı yakası Gazne
hakimiyetine geçti Gazneli Mahmut bu seferleri ile Hindistan’da sürecek olan Türk
İslam hakimiyetinin temellerini attı. Bu bölgelerde Müslümanlık yayılmaya başladı.
Bütün bu bölgeler Hindistan’ın en zengin yöreleriydi. Bunun yanında Gazne Devleti
siyasi, askerî ve ekonomik olarak büyüdü. Özellikle Hindistan’dan temin edilen filler
Gazne ordusuna hem güç
kattı, hem de değişik bir
özellik kazandırdı. Sultan
Mahmut’un bu seferleri
sayesinde Gazne Devleti,
devrinin en zengin devleti hâline geldi. Fethedilen
Kuzey Hindistan, Türklerin
uzun süre hüküm sürdükleri bölgelerden biri oldu.
Günümüz Pakistan devletinin temelleri Sultan
Mahmut’un Hint seferleri
ile atılmıştır.
Harita 02.04: Gazneliler
55
TARİH 6
Sultan Mahmut’un ilişki içerisinde olduğu devletlerden biri de Karahanlılardı.
Sultan Mahmut Hindistan seferine çıktığında Batı Karahanlı hükümdarı İlek Nasr,
Horasan’a ordular gönderdi. Fakat bu ordular Sultan Mahmut tarafından iki defa
mağlup edildiler (1006 ve 1008). Karahanlıların Horasan’ı almak için yaptıkları girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Karahanlıların bu mağlubiyetleri hanedan içinde
karışıklığa yol açtı. İlig Nasr, Horasan’ı Gazneli Mahmut’a bırakmak istemiyordu.
Horasan’ı almak en büyük hayali idi. Ancak 1013 tarihinde ölünce bu hayalini gerçekleştiremedi. İlig Nasr’dan sonra hükümdar olan Yusuf Kadir Han ile kardeşi Mansur, Horasan’ı almak için ordularını birleştirdiler. Fakat bu mücadelede, Belh’de ikinci
defa yenilgi aldılar (1019). Sultan Mahmut bir taraftan Karahanlılara karşı zaferlerine
devam ederken bir yandan da Harezm, Belh, Huttal, Tirmiz gibi yerleri topraklarına
kattı. Diğer taraftan Karahanlı hanedan ailesi arasında zaman zaman çıkan iç çekişmelerde arabulucuk yaparak bu ortamdan yararlanmasını bildi.
Afganistan’da Helmend vadisi ile Herat arasındaki dağlık bölgeye Gur denir.
Sürekli Gaznelileri rahatsız eden bölge halkına karşı Sultan Mahmut 1011 ve 1020
de iki defa sefer düzenledi. Ancak bölgenin bazı yerleri kontrol altına alınabildi. Fakat Gur bölgesi Gazneliler zamanında tam olarak kontrol altına alınamadı. Dağlık
bir yer olması bunda önemli bir etkendir. Bölge halkı 1150’lerden sonra zayıflamaya
başlayan devletin yıkılmasında önemli rol oynayacaktır.
Gazneli Mahmut devrinin önemli olaylarından biri de Gazne-Selçuklu
ilişkileridir. Bu sırada kuzeyde büyük bir
tehlike hâline gelen Selçuklu Oğuz Türkleri Horasan’a girmeye çalışıyordu. Sultan
Mahmut Selçuklular üzerine yürüyerek
onları mağlup etti. Ancak Selçuklular
yeni katılımlarla bölgedeki güçlerini artırmaya devam ettiler. Selçukluların yurt
edinme faaliyetleri Gazneli Mahmut’u
korkuttu. Mahmut, Selçuklu Yabgusu
Arslan’ı hile ile yakalatarak Hindistan’daki
Kalincar Kalesi’ne hapsettirdi.
Resim 02.04: Gazneli Mahmut
56
Irak’a yönelen Gazne hükümdarı,
Büveyhoğullarını yendi ve Bağdat’ta oturan Abbasi halifesini Büveyhoğullarının
baskısından kurtardı. Kendisine halife
tarafından sultan unvanı verildi. Türk tarihinde ilk defa sultan unvanını kullanan
hükümdar Gazneli Mahmut oldu. Sultan
TARİH 6
Mahmut, Irak topraklarını da alarak batıda en geniş sınırlara ulaştı. Irak seferinden
dönerken yolda hastalandı. Gazne’ye ulaşınca da vefat etti (1030).
Türk tarihinin en büyük hükümdarlarından biri olan Sultan Mahmut, Gazneliler Devleti’ni imparatorluk hâline getirdi. Hindistan fatihi Gazi Sultan Mahmut
Han’ın âlimleri himaye ettiği ve farklı şehirlerden âlimleri Gazne’ye davet edip onların ilminden faydalanmak istediği bilinmektedir. Sultan Mahmut çıktığı bazı Hint seferlerine meşhur âlim Biruni’yi de götürdü. Biruni “Kitabu Tahkiku’l-Mal li’l-Hind” adlı
eserini bu seferler sonrasında yazdı. Bu eser Hint inanç ve âdetlerini tarafsız olarak
ele alan ve İslam dünyasına tanıtan ilk eser olması bakımından önemlidir.
Gazneli Devleti’ni en geniş sınırlarına ulaştıran, âlimlere, kültüre ve edebiyata
değer veren Gazi Sultan Mahmut, ölümünün ardından âlemin aslanı ve zamanın
yeganesi olarak anılmıştır.
?
1. Gazneli Mahmut Karahanlılarla niçin mücadele etmiştir?
2. Gazneli Mahmut’un Selçuklularla ilişkileri hakkında neler söylenebilir?
3. Gazneli Mahmut’un İslam dünyasına hizmetleri hakkında neler söylenebilir?
Sultan Mesut Dönemi
Sultan Mahmut’un ölümünden sonra oğulları Muhammet ve Mesut arasında
taht kavgaları başladı. Bu mücadeleyi Mesut kazandı (1030).
Sultan Mesut tahta geçince veziri değiştirdi. Bazı vali ve komutanları görevlerinden alarak yerlerine kendi adamlarını görevlendirdi. Abbasi Halifesi Kadir Billâh’ın
yerine halife olan Kâim Biemrillah’ın adına hutbe okuttu ve onu tanıdı.
Sultan Mesut babasının ölümü üzerine kardeşi Muhammed ile taht kavgasına
başladığında kendi gücü ile tahta çıkamadı ve Ali Tegin’den yardım istedi. Ali Tegin’e
yapacağı yardım karşılığında Huttal topraklarını vereceğini vaad etti. Ancak tahta
çıkınca sözünü yerine getirmedi. Ali Tegin’in kendisine karşı savaş hazırlığı yaptığını
öğrenince Buhara’yı almak için ordu gönderdi. İki ordu Buhara-Semerkand arasındaki Debusiye’de karşılaştı. Her iki taraf birbirlerine üstünlük sağlayamadı ve bir anlaşma yapıldı (1032). Fakat Ali Tegin bundan sonra fazla yaşamadı ve 1034 tarihinde
öldü. Böylece Sultan Mesut, Ali Tegin’den kurtulmuş oldu.
Sultan Mesut babası gibi Hindistan seferlerine önem verdi. Hindistan’a yaptığı seferlerde başarı kazandı. Mesut döneminde Gazneliler için en büyük tehlike
Selçuklular idi. Sultan Mesut Maveraünnehir ve Horasan’a doğru ilerleyen Tuğrul ve
57
TARİH 6
Çağrı Beylerin emrindeki Selçuklular üzerine ordu gönderdi. Nesa yakınlarında 1035
yılında yapılan savaşta Gazne ordusu yenildi. Savaşı kazanan Selçuklular Horasan
bölgesinde gittikçe güçlendiler ve Belh şehrini ele geçirdiler. Bu haberi alan Sultan
Mesut yeniden ordu hazırlayarak Selçukluları Horasan’dan çıkarmak istedi. Selçuklular Serahs yakınlarında yapılan savaşta Gaznelilere karşı ikinci defa zafer kazandı
(1038). Tuğrul Bey bu başarıdan sonra Horasan’ın önemli bir şehri olan Nişabur’a
girdi.
Sultan Mesut, Gazne Devleti için gittikçe büyük bir tehdit oluşturan Selçukluları tamamen etkisiz kılmak amacıyla güçlü bir ordu hazırlayarak tekrar harekete geçti.
Fillerle güçlendirilen Gazne ordusu Dandanakan’da Tuğrul ve Çağrı beylerin komutasındaki Selçuklu ordusuyla karşılaştı. Savaş üç gün sürdü. Sultan Mesut kahramanca
savaşmasına rağmen yenildi ve savaş alanından kaçarak canını kurtarabildi.
Dandanakan Savaşı, hem Selçuklular hem de Gazneliler için bir dönüm noktası oldu. Bu savaşı kazanan Tuğrul ve Çağrı Beyler Büyük Selçuklu Devleti’ni kurdular.
Bu devlet kısa sürede güçlenerek büyük bir imparatorluk hâline gelirken Dandanakan Savaşı’nı kaybeden Gazneliler Devleti ise hızla zayıfladı. Sultan Mesut, daha
güçlü bir ordu hazırlayıp yeniden Selçuklular üzerine yürümek amacıyla ailesini ve
hazinesini alarak Gazne’den Hindistan’a hareket etti. Ancak Mesut, yolda ayaklanan
askerleri tarafından öldürüldü (1041).
Sultan Mesut’tan Sonra Gazne Devleti
Sultan Mesut’u öldüren Gazneli askerler, onun yerine kardeşi Muhammet’i
tahta çıkardılar fakat Mesut’un oğlu Mevdut amcası ile mücadeleye girerek tahtı
ele geçirdi. Onun döneminde Hindistan’da ayaklanmalar çıktı. Horasan’ı alan Selçuklular da güneye doğru ilerliyorlardı. Mevdut, Selçuklular üzerine yapacağı sefere
hazırlanırken öldü (1049). Ülkede on yıla yakın bir süre taht kavgaları yaşandı. Bu
kavgalar İbrahim’in sultan olmasıyla sona erdi (1059).
Sultan İbrahim Selçuklularla akrabalık kurdu ve onlarla iyi geçinmeye çalıştı.
Kuzeyden gelecek saldırılardan bu şekilde kurtulan İbrahim, Hindistan seferlerine
ağırlık verdi. Kırk yıllık hükümdarlığı döneminde devleti toparlayan Sultan İbrahim
1099’da öldü.
Gaznelilerin son büyük hükümdarı Selçukluların yardımıyla tahta oturan
Behram Şah oldu (1117). Onun döneminde Gazne Devleti artık bağımsız bir devlet olmayıp Selçuklu hakimiyetine girdi. Behram Şah, Hindistan’da çıkan ayaklanmaları bastırarak devlet işlerini düzene koydu. Gazne sultanı yıllık vergisini ödemeyince Selçuklu Sultanı Sencer Gazne üzerine sefer düzenledi (1136). Behram Şah,
Sencer’den özür dileyerek ona bağlılığını bildirdi.
Behram Şah’ın bir diğer siyasi faaliyeti de, Gurluların iktidar kavgalarına karışmak oldu. Bunun üzerine Gurlularla Gazneliler arasında büyük bir mücadele başladı.
58
TARİH 6
Sonunda Gurlular Gazne’ye kadar gelerek şehri yakıp yıktılar ve halkı kılıçtan geçirdiler. Bu sırada Behram Şah Hindistan’a çekilmişti. 1152’de Selçukluların Gurluları
yenmesi üzerine Behram Şah yeniden Gazne’ye hakim oldu.
Gazne Devleti’nin Yıkılması
Behram Şah ölünce yerine geçen oğlu Hüsrev Şah döneminde Gurlular, Gazne
Devleti’ni tehdit etmeye devam ettiler. Bu baskı özellikle Sultan Sencer’in 1157’de
ölümünden sonra daha da arttı. Hüsrev Şah, Gurluların baskılarına daha fazla dayanamayarak başkenti, Gazne’den Lahor’a taşıdı ve orada öldü (1160). Yerine geçen
oğlu Hüsrev Melik, devleti toparlayamadı. 1187 yılında Lahor’a giren Gurlular Gazne Devleti’ne son verdi.
?
1. Dandanakan Savaşı’nın Gazne tarihi açısından önemi nedir?
2. Gazneliler Dandanakan Savaşı’ndan sonra ikinci toparlanmayı hangi hükümdarları zamanında yaşamışlardır?
3. Behram Şah’ın siyasi faaliyetleri nelerdir?
5.BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ (1040-1157)
Selçukluların Kökeni
Türkler tarih boyunca farklı mekânlarda çeşitli devletler kurmuşlardır. İsimleri
başka başka olmasına rağmen bu devletler bir devamlılık göstererek bugüne kadar
gelmiştir. Türk tarihi bakımından bu devletlerin en önemlilerinden biri Büyük Selçuklu İmparatorluğu’dur.
Büyük Selçuklu Devleti, Oğuz Türkleri tarafından kuruldu. Devleti kuranlar
Oğuz komutanlarından Selçuk Bey’e bağlı olduklarından devlet bu adla anılır. Oğuz
kelimesinin Türkçede “ok” kelimesinden geldiği kanaati yaygındır. Türkçede “ok”
kelimesi boy karşılığı olarak kullanılmaktadır. “Z” sesi ise çoğul ekidir. Bu durumda
“ok-uz:boy-lar” olarak anlaşılmalıdır. Oğuz adına ilk kez Orhun Yazıtları’nda rastlandı. Oğuzlar daha önce Köktürklerin ve Uygurların hakimiyeti altında yaşamışlardı.
Oğuzlar, Uygurların yıkılmasından sonra batıya giderek Seyhun Nehri kıyılarına yerleştiler. Oğuzlar, X. yüzyılda Seyhun Nehri boylarıyla, Hazar Denizi’nin doğusu ve
Aral Gölü arasındaki bölgede yaşıyorlardı. Maveraünnehir çevresine yerleştikten
sonra hiçbir devlete bağlanmayan Oğuzlar, yabgu unvanı taşıyan bir hükümdarın
başkanlığında bir devlet kurdular. Başkentleri yenikent olan Oğuz Yabgu Devleti’nin
en önemli merkezleri Cend, Sugnak, Karaçuk, Kernak, Barçınlıkent ve Sütkent’ti. Yabgunun yardımcısına kül erkin, ordu komutanına subaşı denirdi. Devletin çeşitli ka-
59
TARİH 6
demelerinde görev yapan memurlara da tarhan ismi verilirdi. Oğuzların muntazam
bir boy teşkilatı vardı. Bu teşkilata göre Boz-oklar ve Üç-oklar olarak iki ana kola ve
yirmi dört boya ayrılıyorlardı. Bu yirmi dört boydan on ikisi Boz-okları, on ikisi de Üçokları meydana getiriyordu.
?
1. “Oğuz” adı hangi anlama gelmektedir?
2. ”Oğuz” adına ilk defa nerede rastlanmıştır?
3. Oğuzların Türk tarihindeki önemi hakkında neler söylenebilir?
60
TARİH 6
Selçuklu hanedanının atası Selçuk Bey, Oğuzların Kınık boyundandır. Selçukluların atası olarak kabul edilen ilk kişi “demir yaylı” unvanını taşıyan Selçuk Bey’in
babası Dukak’tır. Dukak Bey, Oğuz Yabgu Devleti’nde üst dereceli bir komutandı.
Selçuk, tahminen 900 yıllarında doğmuştu. Babası öldüğünde 17-18 yaşlarında idi.
Selçuk da babası gibi Oğuz yabgusunun hizmetine girdi. Yeteneği ve bilgisi sayesinde kısa zamanda kendisini gösterdi ve hızla yükseldi. Yabgu, onu en sonunda çok
önemli bir görev olan subaşılığa getirdi. Selçuk’un başarıları karşısında Oğuz hükümdarının Selçuk’a olan ilgisi gittikçe arttı. Bu durum diğer devlet ileri gelenlerinin
kıskançlığına yol açtı. Selçuk aleyhine tavır aldılar ve bu konuda yabgunun hatununu da etkilediler. Bir keresinde Selçuk’un bütün herkesi aşarak yabgunun yanı
başında oturması, Selçuk’un Oğuzlar Devleti’nden kopmasının başlangıcı oldu. Aslında bu davranışı bir protokol hatasıydı. Yalnız Selçuk’un bunu ne maksatla yaptığı
bilinmemektedir. Yabgunun hatunu, Selçuk’un bu yaptığı saygısızlığın büyük amaçları olabileceği şeklinde yabguyu ikaz etti. Selçuk aleyhtarlarına göre Selçuk Bey,
yabgunun yerine göz dikmişti.
Bu durumda Oğuz Yabgu Devleti’nde Selçuk Bey için huzursuz bir ortam doğdu. Gitgide kendinin ve yanındakilerin canının tehlikeye girdiğini gören Selçuk,
Oğuzlar Devleti’nden ayrılmaya karar verdi.
Selçuk Bey’in Cend’e Göç Etmesi
ve Müslüman Olması
Selçuk Bey gerek kendi hayatının emniyeti gerekse bazı ekonomik sebeplerden
dolayı Seyhun Nehri’nin Aral’a yakın sağ
kıyısındaki Cend şehrine göç etti. Selçuk
Bey’in liderliğindeki Kınık Türkleri Cend’e
geldiklerinde, burası Müslümanların sınır
kasabalarından biri idi. Hem göçebe hem
de yerleşik toplulukların yer aldığı bölgede
Maveraünnehir’den gelen Müslümanlar bulunmakta idi. Bölgeye gaza maksadıyla gelen
bazı gaziler gayrimüslim unsurlarla mücadele etmekte idi. Böyle bir ortama gelen Selçuk
Bey ve ona bağlı grup 985 ile 992 yılları arasında İslamiyet’i kabul etti. Selçuk Bey Müslüman olduktan sonra Oğuz Yabgu Devleti’nin
Resim 02.05: Selçuk Bey
vergi memurunu Müslümanların kafirlere vergi vermeyeceğini ileri sürerek kovdu. Bundan sonra gayrımüslimlerle mücadeleye
girişen Selçuk Bey, oğlu Mikail’i bu mücadelelerden birinde şehit verdi. Mikail, Selçuklu Devleti’nin kurucuları Tuğrul ve Çağrı Beylerin babasıdır. Onun ölümünden
61
TARİH 6
sonra Tuğrul ve Çağrı Beyleri dedeleri Selçuk bizzat kendisi yetiştirdi.
Cend’de başarılarından dolayı itibar bulan ve kuvvetlenen Selçuk Bey etrafında toplananların sayısının artmasıyla kısa zamanda kendisinden yardım istenecek,
güç hâline geldi. Nitekim Karahanlılar karşısında zor durumda kalan Samanoğulları,
Selçuklulardan yardım istemişti. Selçuk Bey de yardım göndermişti. Samanoğulları,
Selçukluların yardımıyla devletlerini geçici de olsa koruyabilmişlerdi. Böylece Selçuklular Buhara yakınlarında Nur kasabasına yerleştirilmişlerdi.
999’da Karahanlılar Samanoğullarına karşı yeniden harekete geçtiler. Selçuk
Bey, oğlu Arslan Yabgu’yu Samanoğullarına yardıma gönderdi. Fakat Samanoğulları Devleti yıkılmaktan kurtulamadı. Zira tek rakipleri Karahanlılar değildi. Güneydoğudan gelen daha büyük bir güç olan Gazneliler de ikinci bir rakip olmuşlardı.
Gazneli Sultan Mahmut, yaptığı başarılı askerî harekatla Samanoğullarının Horasan
topraklarını ele geçirdi. Maveraünnehir toprakları da Karahanlılar tarafından alındı.
Samanoğulları Devleti de böylece tarih sahnesinden çekildi.
Selçuk Bey, 1009 tarihinde vefat etti. Öldüğünde Musa, Yusuf, Arslan Yabgu
adında üç oğlu sağ idi. İdareye Arslan Yabgu geçti. Zaten Arslan Yabgu, babasının
yaşlılık yıllarında ailesinin fiili liderliğini üstlenmişti.
?
1.Selçuk Bey Oğuz Yabgu Devleti’nden niçin ayrılma gereği duymuştuır?
2.Selçuk Bey’in Cend bölgesine yerleşmesinin önemi nasıl açıklanabilir?
3.Selçuk Bey hangi siyasi güçlerle ilişki içerisine girmiştir?
Arslan Yabgu’nun Selçukluların Başına Geçmesi
Selçuk Bey’in ölümünden sonra yerine, oğlu Arslan Yabgu geçti. Onun zamanında Selçuklular 992’den önce göç etmeye başladıkları Maveraünnehir’de yaşamaya devam ettiler. Selçuk Beyin sağlığında ölen oğlu Mikail’in çocukları olan Tuğrul ve
Çağrı Beyler, Selçuklu Devleti’nde etkili görevler üstlendiler.
Karahanlı şehzadelerinden Ali Tigin, ağabeyi Yusuf Kadir Han’a karşı ayaklanıp Buhara’yı ele geçirerek hükümdarlığını ilan etti (1021). Ali Tigin’le Arslan Yabgu,
Karahanlı ve Gazne tehditlerine karşı iş birliğine girdiler. Bölgedeki bu güç birliği
Karahanlı ve Gazne hükümdarlarını bir araya getirdi. Gazneli Mahmut ile Yusuf Kadir
Han Semerkant yakınlarında bir araya gelerek Ali Tigin’in kurduğu devletin yıkılması
ve Arslan Yabgu tehlikesinin ortadan kaldırılması için anlaştılar. Gazneli Mahmut,
Arslan Yabgu’ya bir elçi göndererek Hindistan’daki kâfirler üzerine sefere çıkacağını ve Selçukluların bu konuda kendisine yardımcı olması gerektiğini söyledi. Arslan Yabgu yardım konusunu görüşmek için Gazneli Mahmut’un yanına gitti. Orada
hileyle yakalanarak Hindistan’daki Kalincar Kalesi’ne hapsedildi (1025). Tutsaklıktan
kurtulamayan Arslan Yabgu 1032 yılında öldü.
62
TARİH 6
Tuğrul ve Çağrı Beyler, babaları ölünce dedeleri Selçuk Bey’in yanında kalmışlardı. Her bakımdan çok iyi yetiştirilen bu iki kardeş zamanla Selçukluların kaderini
belirleyen kişiler oldular. Amcaları Arslan Yabgu zamanında ekonomik ve askerî yönden güçlerini artırmak için gazalar yaptılar. Tuğrul ve Çağrı Beyler, Arslan Yabgu’yu
lider olarak tanımalarına rağmen kendi başlarına hareket edip ayrı bir güç olarak
ortaya çıkmaya başladılar. Çağrı Bey’in Horasan, Kafkasya ve Anadolu’ya kadar uzanan seferleri başarılı geçti. 1015 yılında başlayan seferler daha çok keşif seferleri niteliğindeydi. Kafkasya’da Gürcülere, Anadolu’da Ermenilere karşı başarılı sonuçlar
alındı. Böylece hem ganimet elde edildi hem de bölge tanındı (1021).
?
Çağrı Bey’in Doğu Anadolu’ya gerçekleştirdiği seferin Selçuklular açısından
önemi hakkında neler söylenebilir?
Arslan Yabgu öldükten sonra yerine Musa Yabgu geçmişse de yönetim fiilen
Tuğrul ve Çağrı Beylerdeydi. Bu iki kardeş üstün özelliklerine rağmen bütün Selçukluları bir araya toplayamadılar. Arslan Yabgu’nun ailesi ve taraftarları onların liderliğini kabul etmediler. Bu aileden gelenler ile Mikail’in oğulları arasında Selçuklu tarihi boyunca sürecek bir düşmanlık başladı. Daha sonraki dönemlerde Arslan
Yabgu’nun oğullarından Kutalmış, Süleyman Şah ve I.Kılıç Arslan bu mücadeleler
sırasında hayatlarını kaybettiler.
1030 yılında Gazneli Mahmut ölünce tahta oğlu Mesut geçti. Bu sırada Selçuklular, Karahanlıların Buhara hükümdarı olan Ali Tigin ile Gaznelilere karşı birleştiler. Sultan Mesut, Ali Tigin üzerine yapacağı sefer hazırlıkları içinde iken Ali Tigin
öldü (1034). Ali Tigin’in oğlu zamanında Selçuklularla olan dostluk ve iş birliği bozuldu. Gaznelilerin Harzem Valisi Harun ile Gaznelilerin hükümdarı Sultan Mesut’un
arası açılmıştı. Harun, Selçukluların yapacağı yardıma karşılık topraklarından bir
kısmını vermeyi vadetti. Bu nedenle Tuğrul ve Çağrı Beyler bir kısım kuvvetleriyle
Harzem’e göç ettiler. Onların Harzem’e gitmesini fırsat bilen Cent hakimi Şah Melik,
Maveraünnehir’de bulunan Oğuzlara saldırdı. Bu saldırıda pek çok Selçuklu Türkü
öldü. Diğerleri de Maveraünnehir’i tamamen boşaltmak zorunda kaldılar. Ancak
Harzem Valisi Harun’un bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine Şah Melik tehlikesi
yeniden başladı. Ali Tigin’in ölümünden sonra tahta geçen oğluyla da ilişkiler iyice
bozulunca Harzem’de barınamayacaklarını anlayan Selçuklular Horasan’a göç ettiler (1035).
Selçuklular bölgedeki diğer Türkmenlerin de katılmasıyla güçlendiler. Selçukluların Horasan’a girmesi Sultan Mesut’u telaşlandırdı. Onları topraklarından atmak
isteyen Sultan Mesut, Gazne ordusunu üzerlerine gönderdi. Gazne ordusu 1035
yılında Nesa’da, 1038 yılında da Serahs yakınlarında Selçuklulardan iki yenilgi aldı.
Selçuklular Horasan’ın merkezi durumundaki Nişabur’u alarak burada Tuğrul Bey’i
tahta çıkarıp adına hutbe okuttular (1038). Tuğrul Bey tahta çıktıysa da Selçukluların bütün kurumlarıyla devlet hâline gelmesi Dandanakan Zaferi (1040) ile gerçek63
TARİH 6
leşecektir.
Dandanakan Savaşı ve Büyük Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu
Gazneliler ordusunun arka arkaya iki defa yenilmesinden sonra durumun ne
kadar ciddi olduğunu anlayan Sultan Mesut, 300 savaş fili ile destekli 50 bin kişilik atlı ve yaya birliklerden meydana gelen ordusunun başına geçerek Selçukluların
üzerine yürüdü. Amacı Selçukluları tamamen Horasan’dan çıkarmaktı. Selçuklular,
başlangıçta bir meydan savaşını göze alamadılar. Gazneliler ordusunun ilerlemesi
karşısında devamlı çekilerek onları yıpratma savaşına giriştiler. Ara hücumlarla ve
aralıksız yaptıkları baskınlarla Gazneliler ordusuna önemli kayıplar verdirdiler. Ayrıca bu taktiğin bir gereği olarak bir taraftan Gazneliler ordusunu kendileri için uygun
yerlere çekerken diğer taraftan onların geçeceği yerlerdeki kuyuları kapatıyorlar,
her türlü yiyecek maddesini yok ediyorlardı. Böylece, Gazneliler ordusuna endişe ve
korku dolu zor günler yaşatıyorlar ve onları hem maddeten hem de manen çökertiyorlardı. Gerçekten de Selçukluların uyguladıkları taktik sonuç vermekte gecikmedi;
Gazneliler ordusunda panik ve yılgınlık baş gösterdi.
Sonunda Selçuklular, Merv yakınlarındaki Dandanakan Kalesi önünde meydan savaşını kabul ettiler. Son derece hareketli olan Selçuklu birliklerinin durmadan
tekrarladıkları vurma ve geri çekilme taktiği üç gün sürdü. Zaten bitkin olan Gazneliler ordusu, bu şiddetli saldırılar karşısında daha fazla dayanamadı, bozguna uğradı.
Selçukluların eline büyük ganimet geçti (23 Mayıs 1040).
Daha önceki çarpışmalarda olduğu gibi bu savaşta da zaferin kazanılmasında Çağrı Bey başlıca rol oynadı. Sultan Mesut ise, Hindistan istikametinde kaçarken
kendi adamları tarafından öldürüldü. Dandanakan Savaşı’nın kazanılmasında Çağrı
Bey’in çok önemli gayretleri olmuştu. Bu konuyla ilgili aşağıdaki metni okuyunuz.
OKUYALIM
SELÇUKLULARIN SAVAŞ TAKTİĞİ
Dandanakan Savaşı’ndan önce Gazne hükümdarı Selçuklular üzerine güçlü
bir ordu ile sefere çıkınca Tuğrul Bey batıya çekilmeyi önermişti. Çünkü henüz Gaznelilerle meydan savaşı yapacak güçte değillerdi. Çağrı Bey ise Gazneliler ile savaşmaktan yanaydı. Gazne ordusunu çöle çekip yıpratmayı ve küçük gruplar hâlinde sık
sık Gazne ordusuna saldırmayı planlıyordu. Sonunda Çağrı Bey’in görüşünü kabul
ettiler.
Selçuklular, Gazne ordusu yaklaştıkça köylerini boşaltıp yakıyorlar, su kuyularını kullanılmaz hâle getiriyorlardı. Bir süre sonra Gazne ordusunda erzak ve su
sıkıntısı başladı. Bu arada Selçuklular küçük gruplar hâlinde vurkaç taktiği ile Gazne
64
TARİH 6
ordusuna saldırıyorlardı. Sonunda Gazne ordusunda birlik bozuldu.
Artık Gazne ordusuna son darbeyi vurma zamanı gelmişti. Ancak atlar, fillerden
ürktükleri için bir türlü etkili bir hücum yapılamıyordu. Bunun üzerine Selçuklulur,
öküzlerin kuyruklarına odun parçaları ve ağaç dalları bağlayarak bunları ateşe verdiler ve bu öküz sürüsünü Gazne ordusu üzerine sürdüler. Arkalarındaki yangından
kaçan gözü dönmüş öküz sürüsü fillerin içine dalınca Gazne ordusunun da savunma
düzeni bozuldu. Böylece Selçuklular ummadıkları ölçüde büyük bir zafer kazandılar.
?
Selçukluların Dandanakan Savaşı’nı kazanmasını sağlayan etkenler nelerdir?
Türk-İslam tarihinin dönüm noktalarından biri olan Dandanakan Meydan
Muharebesi’nin sonuçları şöyle özetlenebilir:
t Büyük Selçuklu Devleti resmen kuruldu, Tuğrul Bey sultan ilan edildi.
t Gazneliler eski güçlerine bir daha kavuşamadılar ve yıkılış sürecine girdiler.
t Horasan toprakları kesin olarak Selçuklulara geçti.
t Selçuklular kısa bir süre sonra büyük bir imparatorluk hâline gelerek İslam
dünyasının lideri oldular.
t Bir süre sonra Karahanlılar ve Gazneliler, Selçuklulara bağlandılar.
t Türklerin batıya doğru ilerlemelerinin önü açıldı.
OKUYALIM
DANADANAKAN SAVAŞI’NDAN SONRAKİ GELİŞMELER
Dandanakan Zaferi’nden sonra Cuma namazını takiben yapılan toplantıda
Tuğrul Bey yeniden tahta çıkartılarak “Horasan emiri” sıfatıyla selamlandı. Bunun
yanı sıra Türkistan hanlarına, Ali-Tigin oğullarına, Böri-Tigine, Aynu’d-devleye ve
Türkistan ileri gelenlerine kazanılan zaferi bildiren mektuplar yazıldı. Kısa bir süre
sonra Merv’de toplanan kurultayda ise ortak idarenin devam ettirilmesi fikri benimsendi. Fethedilen topraklarla birlikte ileride fethedilecek topraklar, hanedan
üyeleri arasında paylaştırıldı. Buna göre, Merv merkez olmak üzere Serahs ve Belh
dâhil Horasan’ın Ceyhun ile Gazne arasında kalan doğu kısmı Çağrı Bey’e; Büst, Herat, İsfizar, Busene ve Sistan ile etrafında zapt edeceği yerler Musa Yabgu’ya; Nîşabur
merkez olmak üzere ileride fethedilecek olan batı toprakları da Tuğrul Bey’e verildi.
Musa Yabgu’nun oğlu Hasan Yabgu babasının yanında bulunmaktaydı. Çağrı Bey’in
büyük oğlu Kavurd Bey, Tabes ile Kirman taraflarını fethe memur edildi. Hanedanın diğer üyelerinden Tuğrul ve Çağrı Beylerin üvey kardeşi İbrahim Yınal, Arslan
Yabgu’nun oğlu Kutalmış ve Çağrı Bey’in oğlu Alp-Sungur Bey Yâkûtî, Tuğrul Bey’in
65
TARİH 6
yanında kaldılar. Tuğrul Bey, bunlardan İbrahîm Yınal’ı Hemedan ve Dinever, Yakuti’yi
Ebher, Zencan ve Azerbaycan, Kutalmış’ı ise Gurgan ile Damgan’a gönderdi.
Yine kurultayda, kurulan devletin tanınmasını sağlamak için Abbasi halifesine
mektup yazılmasına karar verildi. Hanedanı temsilen Tuğrul Bey tarafından yazdırılan
ve elçi Ebu İshak el-Fukka’i ile Bağdat’a gönderilen bu mektup, devletin daha kuruluşunda Sünniliğe ve Abbasi hilafetine bağlılığını göstermesi açısından önemlidir.
Dandanakan Zaferi’nin ardından artık Gaznelilerin Horasan’da tutunabilmesi imkânsızdı. Nişabur kısa sürede yeniden Selçuklu hakimiyetine girdi ve Tuğrul
Bey’in siyasi-idari merkezi hâline geldi. Tuğrul Bey, bürokratik işleri yürütmesi için
Amidu’l-Mulk el-Kunduri (Ö. 456/1064)’yi vezir tayin etti. Tuğrul Bey Nişabur’a yerleşirken Çağrı Bey de Gazneli Hacib Altuntak’ın idaresinde bulunan Belh şehrini ele
geçirmişti. Hakimiyetini kısa sürede daha da genişleten Çağrı Bey, Nişabur’un doğusunda kalan bölgelerde hutbeyi el-Meliku ‘l-mülûk unvanıyla kendi adına okuttu.
Osman Gazi Özgüdenli, Selçuklu Tarihi El Kitabı, Editör, Refik Turan s,55,56
?
1. Dandanakan Savaşı’ından sonra Selçuklularda ne gibi gelişmeler yaşanmıştır?
2. Toplanan kurultayda Selçuklu topraklarının idaresi hakkında nasıl kararlar alınmıştır?
Tuğrul Bey Dönemi(1040-163)
Selçuklu Devleti, Dandanakan Savaşı’nı takip eden ilk on
beş yıl içinde hızlı bir büyüme
gösterdi. Tuğrul Bey 1041-42 yılı
içerisinde önce Gurgan, ardından da Taberistan’ı ele geçirdi.
Mahalli hakim Anuşirvan ‘ın tabiiyetini arz etmesi ve 100.000
dinar ödemesi karşılığında barış
yapıldı. Ziyârî ve Bavendi hanedanları itaat altına alındı. Kardeşi Çağrı Bey ile birlikte ezeli
düşmanları Şah-Melik’in hakimiyetine giren Harezm’i Selçuklu
idaresine bağlayan Tuğrul Bey,
bundan sonra batıya yöneldi.
Resim 02.06: Tuğrul Bey
66
Selçukluların batı fetihlerinin kahramanı Tuğrul ve Çağrı
TARİH 6
Beylerin anne bir üvey kardeşleri, İbrahim Yınal idi. İbrahim Yınal Orta İran’ın önemli
merkezlerinden Rey şehrini 1042 yılında zorlanmadan ele geçirdi. Orta İran ve Batı
İran’ın Selçuklulara karşı koyabilecek siyasi birliktelikten yoksun olması, batıda Selçuklu fetihlerini daha da hızlandırdı. Rey şehrini hareket merkezi hâline getiren İbrahim Yınal, Bürucerd, Hemedan, Kazvin ve Zencan gibi Cibal bölgesinin önemli şehirlerini kısa süre içerisinde ele geçirdi. İbrahim Yınal’ın yanı sıra, Arslan Yabgu’nun
oğlu Kutalmış ve Çağrı Bey’in oğlu Alp-Sungur Bey Yakuti, Orta ve Batı İran fetihlerini yürüten diğer önemli hanedan üyeleriydi.
Tuğrul Bey, 1042 yılında İbrahim Yınal tarafından fethedilen Rey şehrine geldi. Tuğrul Bey başkenti Nişabur’dan Rey’e nakletti. Tuğrul Bey, Rey şehrinden gönderdiği elçilerle Orta ve Batı İran’a hakim olan mahalli hanedanlardan bir kısmı
Selçuklu Devleti’ne bağlandı. İbrahim Yınal, 1047-48 yılında Tuğrul Bey’in emri ile
Azerbaycan’a yürüdü.
Selçuklu hâkimiyeti Orta ve Batı İran’da yayılırken Türkmen boylarının kalabalık kitleler hâlinde Horasan üzerinden batıya akışı da devam etmekteydi. Bu geniş kapsamlı göç hareketi yerleşik İran coğrafyasında ciddi bir rahatsızlık yarattı. Bu
durumu dikkate alan Selçuklular, Türkmenleri Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya
yönlendirdiler. Bu siyaset neticesinde Dandanakan Savaşı’nı takip eden ilk on yıl
içerisinde, Türkmen boylarından önemli bir kitle Azerbaycan, el-Cezire ve Doğu
Anadolu’ya ulaştı.
Büyük Selçuklu Devleti kısa sürede doğuda İndus Nehri’ne, güneyde Umman Denizi’ne ulaştı. Batı yönünde yapılan akınlarda Bizans ve Gürcülere karşı da
önemli başarılar kazanıldı (1046). Bu sırada Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış ve Musa
Yabgu’nun oğlu Hasan Anadolu seferine çıktılar. Hasan bu sefer sırasında şehit düştü. Hasan’ın pusuya düşürülerek şehit edilmesi üzerine Kutalmış ile birlikte İbrahim
Yınal da Anadolu’da fetihler yapmak üzere görevlendirildi. Selçuklu ordusu, Bizans
ve Gürcü kuvvetlerinden oluşan düşmanı Erzurum yakınlarındaki Pasinler Ovası’nda
ağır bir yenilgiye uğrattı (18 Eylül-1048). Bu savaş, Selçukluların Bizans’la yaptığı ilk
önemli savaştır. Bu zafer sonucunda Gürcü Kralı Liparit esir düştü. Bizans’ın Doğu
Anadolu’daki askerî gücü önemli ölçüde kırıldı. Pek çok esir ve ganimet elde edildi.
Bu savaş sonunda Erzurum ele geçirildiği gibi Selçuklular Van Gölü’nden Trabzon’a
kadar olan alanda hakimiyet sağladılar. Tuğrul Bey, 1054 yılı başlarında güçlü bir orduyla Doğu Anadolu’ya girdi. Bargiri ve Erciş Kalelerini kısa süre içerisinde fethetti.
Ardından Malazgirt Kalesi’ni kuşattı. Kuşatma yaklaşık bir ay sürdü. Kaleyi ele geçirebilmek için Bitlis şehrinden büyük bir mancınık getirildi. Ancak mancınığın Rumlar
tarafından yakılması ve kışın yaklaşması üzerine askerî harekâta baharda devam etmek üzere kuşatma kaldırıldı. Bizans seferini yanda bırakmak zorunda kalan Tuğrul
Bey, Çağrı Bey’in oğlu Yakuti’yi Anadolu’ya seferler düzenlemekle görevlendirdi.
Bu sırada Irak ve Suriye üzerinde hakim olan Abbasi halifeleri oldukça güçsüz bir durumdaydı. Şii Büveyhoğullarının Bağdat üzerinde gittikçe artan bir baskısı
söz konusuydu. Ayrıca Abbasiler Anadolu üzerinden Bizans’ın, Mısır üzerinden de
67
TARİH 6
Fâtımîlerin baskısı altındaydı. Bu baskılardan kurtulmak isteyen Abbasi halifesinin
yardım istemesi üzerine Bağdat’a gelen Tuğrul Bey, Büveyhoğulları’nın hakimiyetine son verdi (1055). Halifeyi himayesi altına aldı. Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’ın ayaklanması nedeniyle Bağdat’tan ayrılmak zorunda kaldı. Tuğrul Beyin Bağdat’a girişi
sırasında kaçan Büveyhoğulları Devleti’nin Türk kökenli komutanı Arslan Besasiri
Fâtımîhalifesinin yardımıyla yeni bir ordu kurarak Musul’a girdi ve Fâtımîhalifesi adına hutbe okuttu. 1057 yılında harekete geçen Tuğrul Bey bütün Kuzey Irak’ı Büveyhoğullarından temizledi. Ancak, Arslan Besasiri Mısır’a kaçtı. Böylece Irak, Suriye ve
Hicaz toprakları Selçukluların kontrolüne geçti.
Halife el-Kâ’im, Tuğrul Bey’in 24 Ocak 1058 tarihinde Musul seferinden dönüşünde Tuğrul Bey’i kabul ederek bütün dünyevi yetkilerini sultana devretti. Tuğrul
Bey’e “hil’atler” ve “sancaklar” verildi, “taç” giydirilerek “altın kılıç” kuşatıldı. Siyasi gelişmeler Tuğrul Bey’i tartışılmaz bir şekilde “doğunun ve batının sultanı” konumuna getirmişti. Tuğrul Bey, bu konumunu hilafet makamına resmen tasdik ettirerek
meşrulaştırmayı başardı ve bizzat halife tarafından tahta oturtularak “doğunun ve
batının sultanı” (Sultânu ‘l-maşrik vel-magrib) ilan edildi.
Devletin doğusunda ise Çağrı Bey, Harzem bölgesini ele geçirmiş, oğlu Alp
Arslan’ın da yardımı ile Karahanlıları ve Gaznelileri yenmişti. Böylece Karahanlılarla
Ceyhun, Gaznelilerle de Hindikuş dağları sınır kabul edildi. Hayatının sonuna kadar
doğuda tüm yetkiyi elinde bulundurmuş olan Çağrı Bey, 1061 yılında öldü.
11 Şubat 1063’te Sultan Tuğrul, Abbasi Halifesi’nin kızıyla muhteşem bir düğünle evlendi. Ancak iki ay sonra Sultan Tuğrul, Kavurd’un isyanı ile ilgilenmek üzere
Bağdat’tan ayrıldı. Tuğrul Bey, Rey’e geldiği sıralarda hastalandı ve 4 Eylül 1063’te
vefat etti. Yaklaşık yirmi beş yıl hüküm süren Tuğrul Bey, vefat ettiğinde 70 yaşını
aşmış bulunuyordu. Ömrünü Cend’den Erzurum ve Nusaybin’e kadar yaklaşık 3.000
km genişliğinde bir coğrafyada bir askerî seferden başka bir askerî seferle geçiren
Tuğrul Bey; sabrı, metaneti, cesareti, sağlam muhakemesi ve bitmek bilmeyen enerjisiyle güçlü bir devletin temellerini attı. Askerî kabiliyetleri, siyasizekâsı ve teşkilatçılığı ile tarihte kabile reisliğinden büyük ve teşkilatlı bir devletin hükümdarlığına
yükselebilmeyi başaran nadir şahsiyetlerden biridir.
?
1. Çağrı Bey’in Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasına katkıları hakkında neler söylenebilir?
2. Tuğrul Bey zamanında hangi bölgeler fethedilmiştir?
3. Türklerin İslam dünyasının liderliğini ele geçirmeleri açısından Tuğrul Bey’in önemi
hakkında neler söylenebilir?
4. Pasinler Savaşı kimler arasında olmuştur? Önemi nedir?
5. Çağrı Bey hangi bölgeleri fethetmiştir?
6. Tuğrul Bey’in şahsi özellikleri ile ilgili neler söylenebilir?
68
TARİH 6
Harita 02.05: Büyük Selçuklu Devleti
Alp Arslan Dönemi (1063-1072)
Tuğrul Bey’in oğlu yoktu. Vezir El-Kündüri,
Çağrı Bey’in oğullarından ve Alp Arslan’ın kardeşlerinden Şehzade Süleyman’ı Büyük Selçuklu tahtına oturttu. Birçok Türk beyi bu cülusa
karşı çıktılar ve Alp Arslan’a bağlılıklarını bildirdiler. Alp Arslan da Süleyman’ın sultan olmasına karşı çıktı. Alp Arslan, Bağdat Halifesi Kaim
Biemrillah’ın topladığı bir mecliste sultan ilan
edildi.Bu sırada taht için hak iddia eden Kutalmış da Alp Arslan’a karşı ayaklandı. Bu ayaklanma hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı (1064).
Alp Arslan vezirliğe Büyük Selçuklu Devleti teşkilatının düzenlenmesinde, ülkenin iç ve
dış siyasetinin belirlenmesinde önemli rol oynayacak olan Nizamülmülk’ü getirdi. Alp Arslan
ilk seferini Tuğrul Bey’in batı siyasetine uygun
olarak Azerbaycan ve Kafkasya üzerine yaptı.
Resim 02.07: Sultan Alp Arslan’ın
Şirvan ve Gürcistan’ı alarak Bizans topraklarına
Temsili Resmi
girdi.1064 yılına kadar Ermeni krallığının merkezi olan Ani’yi fethetti(1064). Bizans’ın önemli kalelerinden olan Ani’nin fethi İslam
dünyasında büyük yankı uyandırdı. Abbasi halifesi Alp Arslan’a ebul feth(fetih babası) unvanını verdi.
Alp Arslan, ağabeyi Kavurd’un isyan etmesi üzerine Kafkasya seferini yarıda
69
TARİH 6
bırakarak Kavurd Bey’in bulunduğu Kirman’a sefere çıktı. Kavurd Bey beklemediği
bu durum karşısında şaşırdı ve Sultan’ı karşılamaktan başka çare bulamadı. Bağlılığını bildirerek af diledi. Böylece Kavurd’un ilk isyan girişimi çabuk kapandı(1064).
1065 yılında doğu seferine çıkan Alp Arslan, Hazar Denizi’nin Mangışlak Yarımadası civarında yaşayan Türkleri itaat altına aldı. Buradan atalarının daha önce
yaşamış olduğu Cend’e kadar giderek dedesi Selçuk’un mezarını ziyaret etti. Selçuklu topraklarına giren Batı Karahanlılar üzerine sefer düzenleyen Alp Arslan onları
anlaşma yapmaya zorladı. Dostluk ilişkilerinin devamı için oğlu Melikşah’ı Karahanlı
hanedanından olan Terken Hatun ile evlendirdi.
Alp Arslan 1067 yılı içinde bir taraftan Aral Gölü’nün kuzey ve doğusundaki Türk ülke ve boylarını itaat altına alırken emirlerinden bazı beyleri Anadolu’ya
akınlar yapmaya görevlendirmişti. Bunlardan Gümüştekin, Afşin ve Ahmetşah,
Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki Doğu Anadolu’da birçok zaferler kazandılar.
Anadolu’da Bizans sınırlarında “uç” bölgesi akıncı beyleri komutanı olan Afşin, Bizans İmparatorluğu’nun önemli bir kuvvetini Malatya civarında dağıtmış, Kayseri’yi
fethederek Gesi bölgesini ele geçirmişti. Afşin Bey, Orta Anadolu’ya, hatta Marmara
kıyılarına kadar akınlarda bulunduktan sonra, Kilikya (Çukurova) yoluyla geri dönmüştü. Alp Arslan 1068’de ikinci defa Aras Nehri’ni geçti ve Gürcistan’a girdi. Gürcü
kralı Bagrat, Sultan’a bağlılığını arz etti. Sultan Alp Arslan bundan sonra Horasan’a
döndü. Şehzadelerle beylerden bir kısmını Anadolu’ya gaza için gönderdi.
?
Alp Arslan’ın Selçuklu gazi ve beylerini Anadolu’ya yönlendirmesinin önemi
hakkında neler söylenebilir?
Malazgirt Meydan Savaşı (26 Ağustos-1071)
Sultan Alp Arslan, Büyük Selçuklu tahtına geçtikten sonra amcası Tuğrul Bey’in
bıraktığı yerden Anadolu akınlarına devam etti. Özellikle 1064-1071 yılları arasında
Anadolu’ya sık sık akınlar düzenlendi. Bu akınlar Anadolu coğrafyasında etkili güç
olan Bizans İmparatorluğu’nu rahatsız etti. Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes
(Romen Diyojen) (1067-1071) Anadolu’ya yavaş yavaş yerleşmeye başlayan Türkleri
bu coğrafyadan çıkarmak için istiyordu.
Bu amaçla IV.Romanos Diogenes, Balkanlar’da bulunan Peçenek, Uz (Oğuz),
Kıpçak ve Hazar Türkleriyle Slav, Got, Frank, Ermeni ve Gürcü kuvvetlerinden oluşan
büyük bir ordu hazırladı. Bu kuvvetle yola koyuldu.
Horasan’da bulunan Sultan Alp Arslan, Mısır’daki beylerden aldığı mektuplar
üzerine, burayı Şii Fâtımî halifelerinden temizlemek için hazırlığa başlamıştı. 1070
yılı ortalarında Azerbaycan’a geldi. Van Gölü’nün kuzeyinden geçerek Malazgirt
önlerine ulaştı. Vaktiyle amcası Tuğrul Bey’in alamadığı bu sağlam kaleyi kolayca
zaptetti. Güneye doğru yürüyüşüne devam ederek, Dicle’nin yukarı kolları ile Murat
70
TARİH 6
Suyu havzasında birçok kaleyi aldı. Daha sonra, Sultan Alp Arslan, Meyyafanrakin
(Silvan) ve Amid’e (Diyarbakır) geldi. Diyarbakır bölgesi hükümdarı olan Mervanoğullarından Nasr ve Said kardeşler sultanı karşılayarak itaatlerini arz ettikleri için yerlerinde bırakıldılar. Alp Arslan buradan El-Cezire bölgesine geçti ve başta Süveyda
olmak üzere birçok kaleyi fethetti. Urfa’yı elli gün kuşattıktan sonra Hâlep’e doğru
yola çıktı. Hâlep yakınlarında iken Bizans İmparatoru Romanos Diagenes’in çok güçlü bir ordu ile Doğu Anadolu’ya gelmekte olduğu haberini aldı. Bunun üzerine Mısır
Seferi’nden vazgeçen Alp Arslan, ordusu ile geri döndü. Fırat’ı geçti ve Diyarbakır
yoluyla Ahlat’a doğru ilerledi. Biraz önce gelmiş ve Malazgirt’i zaptetmiş olan imparator Romanos Diogenis ile Malazgirt Kalesi’nin 12 kilometre kadar güneydoğusunda bulunan sahada karşılaştı (26 Ağustos 1071).
Sultan Alparslan savaş meydanında Cuma namazı öncesinde ordusuna şöyle
seslenmişti: “Biz ne kadar az olursak olalım, onlar(Bizanslılar) ne kadar çok olurlarsa
olsunlar, bütün Müslümanların minberlerde bizler için dua ettikleri şu saatte kendimi onlar(düşman) üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer oluruz ya şehit olarak cennete gideriz. Ayrılmak isteyen ayrılsın. Bugün burada Sultan yoktur, ben de ancak
sizlerden biriyim…”(Mehmet Altay Köymen;Selçuklu Devri Türk Tarihi s 269 )
Savaş 26 Ağustos 1071 Cuma günü ilk olarak ok atışı ile başladı. Karşılıklı ilk
hücumun arkasından Selçuklu ordusu, yenilmiş görüntüsü vererek geri çekilmeye
başladı. Sayıca çok fazla olan Bizans ordusu “erken bir galibiyetin işaretleri görülüyor” zannıyla coşkuyla saldırdı. Geri çekilen Türk ordusunun üzerine gitti. Aslında
Selçuklular açısından uygulanan savaş planı “sahte ricat (kaçış)” denilen klasik Türk
savaşı taktiğiydi. Askerlik deyimiyle bu bir “çevirme harekatı”ydı. Kendine çok güvenen Romen Diyojen de bir bakıma taktiğe uyum gösterdi. Yeterli seviyede geri çekilen Selçuklu ordusu, uygun zamanda Alp Arslan’dan aldığı işaretle önce durdu, sonra karşı atağa geçti. Bu arada Bizans ordusundaki Uz ve Peçenek Türkleri de Bizans
ordusunu kendi hâline bırakıp Selçuklu saflarına geçti. Eş zamanlı olarak muharebe
alanının yan taraflarında görünmeden konuşlanmış Türk askerleri de savaşa katıldılar. Bizans askerleri kendinden küçük bu bozkır ordusunun ağzı kapanmamış çemberi içinde kaldı. Koca Bizans ordusu büyük bir şaşkınlık içindeydi. Yer yer saflar bozulmuş, irtibatlar kopmuştu. Artık Bizans’ın büyük güvenle kurduğu büyük ordunun
mağlubiyete doğru sürüklendiği gözleniyordu. Nitekim, ordunun başkumandanı ve
Bizans’ın dinamik hükümdarı Romen Diyojen’in de esir düşmesi, Bizans güçlerine
son darbe oldu. Harp alanında ayakta kalmış askerlere kaçıp canını kurtarmaktan
başka çare kalmamıştı. Savaş Bizans ordusu açısından dehşet bir bozgun, Selçuklular açısından da müthiş bir zaferle sonuçlanmıştı.
Savaşta Takdire Şayan Bir Ayrıntı
Sultan Alp Arslan savaşa Azerbaycan’ın Hoy şehrinde hazırlanmıştı. Bu hazırlıklar sırasında Vezir Nizamülmülk de kendisine yardım etmişti. Yapılacak savaşın daha
önceki savaşlardan daha zorlu ve önemli olacağının idrakinde olan komutanlar sa-
71
TARİH 6
vaşa katılacak askerleri son derece itina ile seçiyorlardı. Savaşacak orduya katılması
pek uygun görülmemiş bir asker, ısrarla kendisinin de orduya alınmasını istiyordu.
Aşırı ısrar sonucu konu vezir Nizamülmülk’e kadar getirildi. Biraz da çelimsiz olan
asker, Nizamülmülk’e de aynı ısrarlı tavrını sürdürdü. Yeterli heybeti gösteremeyen
ama oldukça sevimli olan bu asker için Nizamülmülk “Bu neferi de ordumuza alalım” dedi ve “Belki bize Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i esir alır, getirir.” diyerek
latife yaptı. Rivayete göre Romen Diyojen’i esir alan asker, bu askerdi. Tarihte büyük
savaşlar, hesaba katılmamış olaylar ve ince ayrıntılarla doludur. Bir bakıma bu ince
ayrıntılardan birisi daha Malazgirt Savaşı’nda gerçekleşmişti.
Refik Turan ,Selçuklu El Kitabı, s,132
OKUYALIM
Esir düşen Romanos Diogenes ile Alp Arslan arasında geçen tarihi
konuşmayı okuyalım.
NE KONUŞTULAR
SULTAN: “Dostluk kurmak üzere sana halifenin elçilerini göndermedim mi?
Sana düşmanlarımın iadesini istemek üzere Afşin ile elçi göndermedim mi? Fakat
reddettin. (Daha) dün akşam sana adam göndererek, dönmeni rica etmedim mi?
Fakat sen, para sarf ettim ordu topladım dedin ve üzerimize geldin. Serkeşliğinin
(kafa tutmanın) neticesini gördün mü?” halini
İMPARATOR: “Ülkelerini almak için her türlü kavimlerden oluşan askerler topladım, paralar sarf ettim. Memleketim ve kaderim elindedir. Bu durumda önündeyim. Tevbih(azarlama) ve takdiri bırak, ne istiyorsan onu yap!”
SULTAN: “Zaferi sen kazansaydın, bana ne yapardın?”
İMPARATOR: “Sen böyle karşımda olsaydın, ya başını kesmelerini yahut bir
darağacına asmalarını emrederdim.”
SULTAN:(Kendi Kendine) “Ah, vallahi doğru söyledi. Bundan başka türlü konuşsaydı yalan söylemiş olurdu. Bu adam akıllı, mert bir adamdır. Katli caiz değildir.
(sonra yüksek bir sesle) Sana ne yapacağımı zannediyorsun?
İMPARATOR: “Üç seçenek vardır: Birincisi beni öldürtürsün. İkincisi, üzerine
yürümekten bahsettiğin ülkelerinde beni teşhir edersin. Üçüncü seçeneğe gelince
yapmayacağın için söylenmesinde fayda yoktur.”
SULTAN: “Bu nedir?”
İMPARATOR: “Affedilmem, (takdim edeceğim) paraları kabul etmen, aramızda dostluk kurulması, beni bir kölen, kumandanlarından biri ve Rum’da bir Naib’in
olarak memleketime iade etmen. Zira beni öldürürsen sana bir faydası olmaz; benim yerime başka birisini tahta geçirirler.”
72
TARİH 6
SULTAN: “Hakkında aftan başka bir şey düşünmedim: Kendini satın al!”
İMPARATOR: “Sultan ne istediğini söylesin.”
SULTAN: “10 milyon dinar.”
İMPARATOR: “Hayatımı bana bağışladığın takdirde, Rum mülkünü bile istemekte haklısın. Lakin başlarına geçtiğimden beri ordular sevk etmek, savaşlar yapmak için Rûm’un paralarını sarf ettim, mallarını müsadere(el koyma) ettim, halkını
fakir düşürdüm.”
(Mehmet Altay Köymen; Selçuklu Devri Türk Tarihi, s.275-276, TTK)
?
Alp Arslan’ın Romen Diyojen’e davranışı siz de hangi duyguları oluşturmaktadır?
Savaşın Arkasından Tarihin Dönüşümü
Malazgirt Savaşı’nda
Romen Diyojen yenilmiş
ve esir düşmüştü. Sultan
Alp Arslan onu beklemediği bir şekilde misafir
etti. Bir anlaşma yaptı ve
tahtına iade etti. Ancak o
bir daha Bizans tahtına çıkamadı. Daha yolda iken
Bizans tahtına başka bir
hükümdar çıktı. Bundan
sonra olayların gelişmesi
çok hızlı bir seyir takip etti.
Anadolu’nun kapıları
Türk-Oğuz
boylarına
Resim 02.08: Malazgirtteki Alp Arslan Anıtı
ardına kadar açıldı. Oğuz
boyları Anadolu’ya çeşitli yönlerden girdiler. Binlerce Türk aşireti, oymağı, cemaati
Anadolu’nun boşaltılmış viran merkezlerine geldiler.
Oğuzların gelişi dev bir barajın yıkılan bentlerden sonra akan sularına benziyordu. Batılı bir kaynağın belirttiği gibi “Türkler Anadolu’ya randevulaşmışçasına geliyorlardı”. Gelenler bir daha geri dönmemecesine yerleşiyorlar, bulundukları mekânı
yurt tutuyorlardı. Anadolu’da arka arkaya Türk devletleri kurulmuştu. Erzurum’da
Saltuklu, Erzincan’da Mengücekli, Mardin-Diyarbakır’da Artuklu, Amasya-Niksar’da
Danişmendli devletleri öncelikli kurulanlardandı. Fakat bütün bu devletlerin en
73
TARİH 6
önemlisi Süleyman Şah’ın kurduğu Türkiye Selçuklu Devleti idi. Buna tarihçi Öztuna, Türkiye Devleti’nin kuruluşu diyordu. Tarih 1075 idi. Gerçekten Türkiye Selçuklu
Devleti’nin Malazgirt’ten 4 sene sonra kurulması, başlı başına tarihi bir hadiseydi.
Türkiye Devleti’nin başkenti İznik oluyordu. Bu da ayrı bir olağanüstü durumdu. Bu
durum, Anadolu’nun yüzde 80’inin Bizans’ın elinden çıkması anlamına geliyordu.
Anadolu gibi dünya jeopolitiğinin belki de en değerli yeri el değiştiriyordu. Bu el
değiştirme medeniyetler arası bir değişimdi. Yani Bizans medeniyetinden İslam medeniyetine geçiyordu. Kanaatimizce Anadolu’nun Müslüman Türklerin eline geçip
Türkiye olması tarihin büyük inkılâplarından birisiydi. Amerika kıtasında Amerika
Birleşik Devletleri’nin doğuşu kadar önemli bir gelişmeydi. Bütün bu gelişmeler,
yeni tarihi olayları peşi sıra getirmişti. Bizans’ı harekete geçirmiş, Haçlıları bölgeye
çekmişti. Fakat bütün bunlar dünyanın üç büyük devletinden birisi olan Osmanlı
Devleti’nin Türkiye üzerinde doğmasını önleyememişti. Batılılar için Doğu Meselesi
(Türk Meselesi) de başlamış oluyordu. Sonuç olarak bütün bunlar 26 Ağustos 1071
savaşının arkasından gelişen olaylardı. Yani Malazgirt, o zamanki dünyanın taşlarını
oynatmış, Ortadoğu’da dengeleri alt üst etmişti.
Refik Turan, Selçuklu El Kitabı s,132,133
Sultan Alp Arslan , Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun fethine bizzat
devam etmedi. Komutanlarını ve şehzadeleri bölgeye akın için görevlendirdi. Kendisi 1072 Mayıs ayında Mâverâünnehir’e Karahanlılar üzerine sefere çıktı. Bu sefer
sırasında esir aldığı bir kale kumandanı tarafından ağır şekilde yaralandı ve birkaç
gün sonra, henüz 40-45 yaşları civarında iken öldü.
Alp Arslan, yorulmak bilmez bir gayret ve şahsiyet sahibi önemli bir hükümdar
idi. Oğlu Melikşah’a Nizamülmülk gibi çok güçlü bir vezir, her tarafta güven sağlanmış muazzam bir devlet bıraktı. Selçuklu Devleti’nin sınırları kuzeyde Orta Asya’dan
başlayarak, Aral ve Hazar Denizleri’ne oradan Kafkas Dağları’na ve Karadeniz kıyısına
kadar uzanmış; batıda ise Anadolu’da Marmara kıyılarına kadar ulaşmıştır. Güneyde
bütün Arap yarımadası sakinleri, Büyük Sultan’a itaat etmişti. Doğuda da, Umman
Denizi kıyılarına kadar, bütün İran, Sind’e kadar Hindistan, Afganistan ve Türkistan
bu muazzam ülkenin hudutları içinde bulunmaktaydı.
?
1. Malazgirt Savaşının Türk ve dünya tarihi açısından önemi hakkında neler söylenebilir?
2.Alp Arslan zamanında Selçuklu ülkesine nereler dâhil olmuştur?
Melikşah Dönemi (1072-1092)
Alp Arslan, oğlu Melikşah’ı birinci Kafkasya seferinden döndükten sonra
1065’te veliaht olarak ilan etmişti. Melikşah, babasının ölümünden hemen sonra
Nizamülmülk’ün de desteği ile tahta çıktı. Fakat amcası ve Kirman meliki Kavurd
74
TARİH 6
onun sultanlığını tanımadı ve yapılan savaşı Kavurd kaybetti. Diğer taraftan hem
Alp Arslan’ın ölümü, hem de Kavurd meselesini fırsat bilen, Selçuklulara bağlı Karahanlılar ve Gazneliler, Selçuklu sınırlarına saldırıya geçtiler. Kavurd meselesini halleden Melikşah, her iki devlete sefer düzenledi. Yeniden bu devletler Selçuklu hakimiyetini tanımak durumunda kaldılar (1073). Melikşah bu seferden dönüşte daha önce
başkent olan Rey şehrini bırakıp kendisi için daha güvenli gördüğü İsfahan’ı devlet
merkezi yaptı.
Tuğrul Bey zamanından beri Anadolu’ya devam eden akınlara Melikşah döneminde de devam edildi. Türkmen reislerinden Artuk ve Tutak, Süleyman ve Mansur
Beyler, Batı Anadolu’ya kadar akınlar düzenleyerek buraları öğrenme fırsatı buldular.
(1074). Süleyman Şah, İznik şehrini Bizanslılardan alarak Büyük Selçuklu Devleti’ne
bağlı Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdu.
Alp Arslan zamanında Suriye’yi fethe memur edilen Atsız, bu görevi Melikşah
zamanında da sürdürdü. Atsız, kısa zamanda Kudüs ve Şam dâhil olmak üzere bütün
bölgeyi Fâtımîlerin elinden aldı. Ancak, Mısır üzerine yaptığı seferde Fâtımîordusuna
yenildi. Elindeki bir kısım toprakları da kaybederek Şam’a geri çekildi. Atsız’ın bu başarısız seferi, yerine Melikşah’ın kardeşi Tutuş’un getirilmesine neden oldu. Şam’ı ele
geçiren Tutuş, egemenliği altındaki topraklarda Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı olarak Suriye Selçuklu Devleti’ni kurdu (1079). Diyarbakır, Silvan Selçuklu yönetimine
girdi. Mervani devleti ortadan kaldırıldı (1085).
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah, Bizans İmparatorluğu
ile anlaşma yapıp ve devletinin batı sınırlarını emniyet altına aldıktan sonra (1082)
Suriye taraflarına sefere çıktı. Çukurova, Adana, Misis, Tarsus ve Antakya’yı Ermenilerden aldı. Daha da ileri giderek Hâleb’i kuşatınca Suriye meliki Tutuş’la karşı karşıya geldi. İki taraf arsında yapılan savaşı Süleyman Şah kaybetti ve şehit oldu (5 Haziran 1086). Hâleb emirinin şehrin anahtarını Melikşah’a vereceğini bildirmesi üzerine
Sultan Melikşah İsfaan’dan hareket etti. Musul, Harran, Hâleb üzerinden Antakya’ya
geldi. Buralara ve Urfa’ya emirler tayin etti. İdareyi düzene koyduktan sonra (10861087) Bağdat’a geçti. Parlak törenle karşılanan sultana halife tarafından “doğunun
batının hükümdarı” unvanı verildi (1087).
Melikşah, 1089 yılında Batı Karahanlılardan şikâyet gelmesi üzerine
Semerkant’a kadar uzanacak bir sefere çıktı. Bu seferinde Batı Karahanlı hükümdarı
Ahmet Han’ı işbaşından uzaklaştırıp bu devlete son verdi. Doğu Karahanlıları da
tâbi devlet hâline getirdi. Melikşah Anadolu’nun fethinde görevli bulunan Artuk
Beyi Arabistan yarımadasının Selçuklu hakimiyetine alınması için görevlendirdi. Artuk Bey kısa sürede Arabistan yarımadasının doğusunu alarak ülke topraklarına kattı. Hicaz, Yemen, Aden gibi yerler de diğer Türkmen beylerince Selçuklu sınırlarına
dahil edildi (1092).
Sultan Melikşah döneminin uğraştıran meselelerinden birisi de Bâtınilik oldu.
Mısır’da Darü’l-Hikme denilen yüksek okullarda yetişen Şii propagandacılar dış ülke-
75
TARİH 6
lere gönderilmişlerdi. Dai (davet eden) denilen bu propagandacılar, gittikleri ülkelerinde Mısır Fâtımî Devleti ideolojisine hizmet ediyor, taraftar toplamaya çalışıyorlardı.
Bâtınilik Şiiliğin en uç koludur. Bunlar Kur’an ayetlerinin hepsinde bir gizli (batın) mananın varlığına inanan insanlardır. Bunlar ayetleri kendilerince değişik yorumlamışlar ve ayrı bir mezhep hâline gelmişlerdir.
Bâtıniliği Selçuklu Devleti’ne taşıyan kişi Hasan Sabbah oldu. İranlı olan Hasan
Sabbah Mısır’da yetişmişti. 1081’de Selçuklu Devleti’nin topraklarına giren Sabbah,
hızlı bir propagandaya başladı. Özellikle ülke idaresinden memnun olmayan başı
boş insanlardan taraftar topladı. Hasan Sabbah’ın bu dinî-siyasi hareketi 1090’da
Alamut kalesini aldıktan sonra tehlikeli bir hal aldı. Hasan Sabbah, mevcut devlet
düzenine karşı çıkıyordu. Mülkiyette ortaklığı savunuyor, insanlara cennet ve cehennem vadediyordu. Propagandasını gayet gizli yürütüyor, kendisine mani olanları da
“fedai” denilen taraftarlarına hançerleterek öldürtüyordu.
Melikşah döneminde gelişme gösteren bu dinî-siyasihareket git gide toplumu bölecek bir sosyal yara hâline geldi. En nihayet Melikşah, Bâtıniler üzerine ordu
sevketti. Fakat önce vezir Nizamülmülk, Bâtınilerce öldürüldü. Sonra Melikşah öldü
(1092). Bunun üzerine Bâtıni hareketı sonuca ulaşamadı. Hasan Sabbah öldüğü
1134 yılına kadar saldırılarını sürdürdü.
Bâtınilere karşı bilhassa Sultan Sancar döneminde oldukça etkili tedbirler alındı. Ancak Bâtıniler ortadan kaldırılamadılar. Varlıkları Selçukluların yıkılışından sonra
bile devam etti. 1256’yılında Moğol hükümdarı Hulagü Han, Alamut Kalesi’ni yıkarak bütün Batinileri ortadan kaldırdı.
Melikşah öldüğünde Selçuklu sınırları Maveraünnehir’den Akdeniz’e,
Kafkasya’dan Yemen’e kadar uzanıyordu. Siyasi başarıların yanında devlet sosyal ve
ekonomik bakımdan en parlak dönemini bu hükümdar zamanında yaşadı. Başarılı
bir devlet adamı olan Nizamülmülk tarafından açılan medreselerde çok sayıda Müslüman bilim adamı ve sanatçı yetişti. Devlet Bâtınilik taarruzuna medreseyle karşı
koymaya çalışarak akıllı bir siyaset izlemişti. Devrinde her bakımdan zirveye çıkılan
bu yetenekli sultanın ölümü, Selçuklu tarihi ve bütün Türk tarihi için büyük kayıp
olmuştu.
?
1. Melikşah zamanında Selçuklu sınırları nerelere ulaşmıştır?
2. “Melikşah’ın ölümüne sadece Müslümanlar değil, Süryani, Ermeni ve diğer Hıristiyanlar da oldukça üzülmüştür”. Bu cümleye göre Melikşah’ın şahsi özellikleri
hakkında hangi çıkarımlarda bulunulabilir?
3. Nizamülmük’ün Selçuklu tarihindeki yeri ve önemi nedir?
4. Bâtıniler kimlerdir? Selçuklu-Bâtıni mücadelesinin sebepleri hakkında neler söylenebilir?
76
TARİH 6
Taht kavgaları ve Berkyaruk Dönemi
Büyük Selçuklu Devleti Melikşah’ın ölümüyle fetret devrine girdi. Melikşah’ın
eşi Terken Hatun, oğlu Mahmut’un tahta çıkmasını istiyordu. Melikşah’ın diğer oğlu
Berkyaruk ise bunu kabul etmedi. Berkyaruk, kardeşi Mahmut ve Terken Hatun’la
girdiği mücadeleyi kazanarak Rey şehrinde tahta çıktı (1093). Bu sırada Suriye’yi yöneten amcası Tutuş da tahtta hakkı olduğunu söyleyerek ayaklandı. Rey yakınlarındaki savaşı Berkyaruk kazandı ve Tutuş öldürüldü (1095).
Berkyaruk, kardeşi Sencer’i Horasan’a, diğer kardeşi Mehmet Tapar’ı da
Azerbaycan’a vali olarak atadı. Ancak bir süre sonra Mehmet Tapar Berkyaruk’a
karşı ayaklandı. İki kardeş arasındaki mücadele devlet büyüklerinin araya girmesi
ile antlaşmayla sonuçlandı (1104). Antlaşmaya göre ülkenin batı bölümü Mehmet
Tapar’da, doğusu (Bağdat dâhil) ise Berkyaruk’ta kalacaktı. Bu olaydan kısa bir süre
sonra Berkyaruk öldü (1104).
Taht mücadeleleri sırasında Avrupa’dan gelen büyük Haçlı taarruzuna, devlet gerekli tedbiri alamadı. Bu yüzden 1098 yılından itibaren Antakya, Urfa, Trablus,
Şam ve Kudüs gibi merkezler Haçlıların eline geçti. Haçlılarla büyük ölçüde Anadolu
Selçuklu Devleti mücadele etti.
Yine bu dönemde ülke içinde anarşik bir unsur olarak doğan Bâtınilik meselesi
büyüdü. Bunun sebebi hem bu gizli teşkilata yönelik tedbir alınamaması hem de
istismara açık ekonomik ve sosyal meselelerin artış göstermesiydi.
Mehmet Tapar Dönemi(1105-1118)
Berkyaruk ölünce tahta oğlu Melikşah geçti. Onun hükümdarlığını kabul etmeyen Mehmet Tapar kendi hükümdarlığını ilan ederek Melikşah üzerine kuvvetler
gönderdi ve onu yakalatıp öldürttü. Böylece, Mehmet Tapar rakiplerini etkisiz hâle
getirip devleti yeniden birleştirerek tek başına tahta oturdu (1105).
Mehmet Tapar’ın siyasi hedeflerinden birisi Bâtıniliği ortadan kaldırmaktı.
Siyasi hedeflerinden ikincisi ise Selçuklu topraklarında kurulan Haçlı devletlerini
ortadan kaldırmaktı. Kudüs Krallığı’na gönderdiği ordu başarısız oldu ve bir sonuç
alamadı (1115). Mehmet Tapar, Müslümanları Haçlılara karşı korumaya çalışan son
Büyük Selçuklu hükümdarı oldu. Mehmet Tapar ilk olarak Bâtınilerin elinde bulunan
Şahdiz ve Han incan Kalelerini aldı. Daha sonra Bâtınilere son vermek için bir orduyu
Alamut Kalesi’ni almaya gönderdi. Fakat sultanın ölmesi ve ölüm haberinin hızla
yayılması, ordunun dağılmasına sebep oldu (1118).
Sultan Sancar (Sencer ) Dönemi (118-1155)
Mehmet Tapar’ın ölümünden sonra oğlu Mahmut Selçuklu tahtına oturdu.
Mahmut tecrübesiz olduğundan devlete hakim olamadı. Devlet erkanının çoğu
77
TARİH 6
Sancar’ı desteklediğinden, Sancar tahta oturdu ve yeğeni Mahmut’a devletin batı
taraflarının idaresini verdi. Selçuklu Devleti’nin son büyük hükümdarı Sancar’dır.
Onun 1118 yılında hükümdar olmasıyla birlikte Berkyaruk’un idaresi ile başlayan
fetret devri sona erdi.
Devletin ağırlık merkezini Batı İran’dan, tekrar Merv şehrine taşıyan Sancar,
batıdaki bütün Selçuklu ülkelerini kendine bağlayarak, “en büyük sultan” unvanını
aldı. Bundan sonra Sancar, tıpkı meliklik zamanında olduğu gibi, doğudaki aktif faaliyetlerini devam ettirebilmek için batıdaki işleri yeğeni Mahmut’a bıraktı.
Sancar, Harezmşahlar, Karahanlılar ve Gaznelilerden sonra, Afganistan’da gelişmekte olan Gurluları da Selçuklulara bağlayarak (1121), devletin doğu sınırlarını
tamamen güvenlik altına aldı. Ayrıca o, zaman zaman Harezmşahların istiklâl hareketlerini başarıyla kırdığı gibi, Karluk kabilelerinin Karahanlılara çıkardıkları güçlükler yüzünden seferlere çıkıyordu. 1133 yılına gelindiğinde Sancar’ın gücü doruk
noktasına ulaşmıştı. Bu sırada o, Horasan, Maveraünnehir, Harezm’e doğrudan hükmediyor; Anadolu, Irak, Azerbaycan, Kirman, Kuzey Hindistan ve Hicaz bölgeleri de
onun üstünlüğünü tanıyorlardı.
Doğuda beliren Moğol Karahıtaylarının Maveraünnehir’e girmeleri ve burada gittikçe güçlerini artırmaları, Sancar’ı son derece telaşlandırdı. Çünkü, uzun bir
mücadele sonucunda meydana getirdiği emniyet çemberi Karahıtaylar tarafından
kırılmıştı. Bu sebepten, Selçuklu orduları ile Karahıtay orduları Maveraünnehir’in kaderini tayin için 1141’de Semerkand yakınlarındaki Katvan çölünde karşı karşıya geldiler. Sancar, ilk defa bu savaşta ağır bir yenilgiye uğradı ve Selçuklu ordusu bozgun
hâlinde dağıldı. Bütün ağırlıkları ile Selçuklu karargâhı Karahıtayların eline geçti.
Bundan sonra Karahıtaylar Maveraünnehir’e tamamen hakim oldular.
Katvan Savaşı’ndan sonra devletin göz kamaştırıcı parlaklığı birden sönmeye
başladı. Tâbi devletlerin Sancar’a karşı tutumları da temelden değişti. Bir taraftan
Harezmşahlar, diğer taraftan Gurlular harekete geçtiler; Sancar’ın başkentine varıncaya kadar her yeri talan ettiler. Sancar, kısa sürede tekrar mücadeleyi ele alacak
şekilde güçlenmeyi başardı. O, her iki devleti de yenerek, tekrar yüksek hakimiyet
haklarını tanıttı.
Karahıtayların baskısıyla Horasan’a çok sayıda Oğuz kitleleri gelmişti. Sultan
Sancar ile soydaşı Oğuzlar arasında vergi yüzünden anlaşmazlık çıktı. Oğuz isyanıyla
ilgili aşağıda verilen yazıyı okuyunuz.
Oğuz İsyanı ve Büyük Selçuklu Devleti’nin Yıkılışı
Bilindiği gibi Büyük Selçuklu İmparatorluğu Oğuzların bir kolu tarafından kurulmuştu. Kendi içlerinden çıkmış bir grubun devlet kurduğunu gören Oğuzlar, büyük kitleler hâlinde bu devlet sınırlarına göç etmişler, özellikle Anadolu’nun Türkleşmesine çok önemli katkıda bulunmuşlardır. Hemen bütün Selçuklu Sultanları, Oğuz
topluluklarının devletleri içerisinde uyumlu bir biçimde yer almalarına ilgi duy78
TARİH 6
muşlardır. Sultan Sencer döneminde Maveraünnehir’de bulunan mühim bir Oğuz
kütlesi, Katvan’daki mağlubiyet sonrasında, bölgelerine hakim olan Karahıtaylar ve
Karlukların baskısıyla buradan batıya, Horasan’a geçmek durumunda kalmışlardır.
Burada Sencer’in mutfağına yıllık 24.000 koyun vergi göndererek, oldukça serbest
bir biçimde yaşıyorlardı. Bu sırada vergi ödemekle ilgili bir mesele çıkmış, Sencer’in
Belh Valisi Kumac bunu büyüterek, on bin kişilik bir orduyla Üçok ve Bozok kollarından meydana gelen Oğuzların üzerine gitmiştir. Oğuzların antlaşma istekleri reddedildiğinde, savaşı onlar kazanmışlardır. Kumaç ve oğlu öldürülmüştür. Bu hadise
sonrasında Sencer’in çevresindeki kumandanlar, Oğuzların üzerine şiddetle gidilmesi gerektiğine onu ikna ettiler. Sencer Belh civarına geldiğinde, Oğuzlar ondan
af dilediler. Sultan bu soydaşlarını affetmeye hazır idiyse de, çevresindeki emirler
buna mani oldular. Sonuçta Belh civarında 1153 ilkbaharında 100.000 kişilik Selçuklu ordusuyla Oğuzların üzerine yürüyen Sencer, onlar karşısında mağlup oldu, esir
düştü. Sencer’in esareti üç yıl sürdü. Bu dönemde Oğuzlar başta Merv olmak üzere
Horasan’ın bütün şehirlerini yağmaladılar, talana tabi tuttular.
Oğuzların önünden
kaçabilen bazı Selçuklu
ileri gelenleri, Sencer’in
esareti sırasında devletin
başına önce yeğeni Süleymanşah B. Muhammed’i
sonra Karahanlı Arslan
Han ile kız kardeşinin oğlu
Mahmud’u
geçirdilerse
de bir başarı elde edilemedi. Bu sırada Müeyyed
Ayaba isimli biri , Sencer’i
kurtarmağa
muvaffak
oldu (Ekim-Kasım 1156).
Fakat artık o çok yorulmuş ve ruhen çökmüştü.
26 Nisan veya 9 Mayıs
Resim 02.08: Sultan Sancar’ın Türbesi, Merv, Türkmenistan
1157’de 71 yaşında vefat
etti. Merv’de sağlığında yaptırdığı ve Dâru’l-Ahiret adını verdiği türbesine gömüldü.
Onun ölümüyle Büyük Selçuklu İmparatorluğu da tarih sahnesinden çekilmiş oldu.
Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s,238,239.
OKUYALIM
Sultan Sancar’la ilgili verilen yazıyı okuyunuz.
79
TARİH 6
SULTAN SANCAR
En büyük sultan olarak Selçuklu devletini yöneten Sancar’ın saltanat zamanı
(MS 1118-1157), ünlü Türk tarihçisi M. Altay Köymen tarafından Selçuklu tarihinde
“İkinci İmparatorluk Devri” başlığı ile adlandırılmıştır.
Sultan Sancar’ın Selçuklular ve İslam tarihindeki mevkisini gösteren önemli
belgelerden biri onun, Atabey Müntecibüddin’in kalemiyle yazılan 1133 tarihinde
Abbasi halifesine gönderdiği mektubudur. Sancar, mektubunda Maveraünnehir,
Kaşgar, Talaz, Harizm, Bulgar, Çin, Hint hudutlarına kadar bütün hükümdarları itaati altına aldığından bahsettikten sonra, Cend havalisinde ve diğer yerlerde sayısız
kâfirleri kılıçtan geçirdiğini ve İslam ülkelerini bu şekilde muhafaza ettiğini anlatmıştır. Birbirini takip eden zaferler sayesinde Selçuklu Devleti’nin her geçen gün
genişlemekte olduğunu dile getirmiş olan sultan, batıdaki Selçuklu hükümdar ve
emirlerinin ise Haçlı ve Bizans taarruzları karşı yetersiz kaldıklarından yakınmıştır.
Sultan, ayrıca bu mektubunda “Tanrı bu dünyayı bizim tasarrufumuza ve emanetimize tevdi eyledi; emir ve hükümdarlar bizim nâib ve memurlarımızdır. Biz, Cihan
padişahlığını yine Cihan padişahı olan babamız Melikşah’tan ve verdiği sancak ile
Halifenin dedesinden miras aldık” demek suretiyle Türk Cihan Hakimiyeti şuurunu
taşıdığını da göstermiştir.
Sultan Sancar, meliklik yıllarından itibaren imar faaliyetlerine ağırlık vermiş,
âlimleri, bilginleri, din ve sanat adamlarını himaye etmiş, onların düşünce özgürlüğü
içinde bilimsel çalışma yapmalarına imkân tanımıştır. Pek çok İslam âlimi, bundan
cesaret alarak Selçuklu ülkesinde ikamet etmiş ve bu hanedan adına çok değerli
eserler kaleme almışlardır. Nitekim meşhur İslam âlimi İmam Gazzalî, “Nasîhatü’lMülûk” adlı eserini Sultan Sancar’a ithaf etmiştir. Devrin edip ve şairleri Sancar’ı
öven birçok kaside ve şiir yazmışlardır. “Mefâhiru’l-Etrâk” adlı eser de Sancar adına
yazılmıştır. Bu eser, Sancar’ın Türk ananelerini muhafaza eden bir karaktere sahip
olduğuna da işaret sayılmıştır.
Cevdet Yakupoğlu, Sultan Sancar Devri, Selçuklu El Kitabı,s,164-166
Büyük Selçukluların Yıkılma Nedenleri
Oğuz isyanı, Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasında çok önemli bir etkiye sahiptir. Bunun dışında devletin yıkılmasına etkili olan başka sebepler de vardır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
t Ülkenin hanedan üyelerinin ortak malı sayılması (veraset hukuku)
t Atabeylerin bölgelerinde güçlenmeleri ve bağımsızlıklarını ilan etmeleri
t Bâtınilerin zararlı çalışmaları
t Devlet idaresinin Farsların eline geçmesiyle Türkmenlerin küstürülmesi
t Abbasi halifelerinin eski siyasi güçlerine ulaşmak için aleyhte çalışmaları
t Birçok devletle savaşmak zorunda kalmaları
80
TARİH 6
?
1. Büyük Selçuklu Devleti’nde hangi hükümdarın ölümüyle birlikte taht kavgaları
başlamış ve fetret devrine girilmiştir?
2. Mehmet Tapar hangi tarihlerde hükümdarlık yapmıştır? Onun döneminin önemli olayları nelerdir?
3. Katvan Savaşı’nın sebep ve sonuçları nelerdir?
4. İmam Gazzali hangi eserini Sultan Sancar’a ithaf etmiştir?
5. Veraset hukuku Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasında nasıl etkili olmuştur?
Açıklayınız.
Büyük Selçuklu Devleti’nin Toprakları Üzerinde Kurulan Devletler ve Atabeylikler
Selçuklu Devleti’nde merkeziyetçi devlet anlayışının benimsenmemesi, ülkenin hanedanın malı sayılması ve fethedilen yerin fethedenin malı sayılması anlayışları nedeniyle hanedana ait devletler ve atabeylikler ortaya çıktı. Bu devlet ve atabeylikler şunlardır:
Irak ve Horasan Selçukluları (1119-1194)
Sultan Sencer, Mehmet Tapar ölünce Mehmet Tapar’ın oğlu Mahmut ile taht
mücadelesine girmişti. Sultan Sencer mücadeleyi kazandıktan sonra Irak topraklarını Mahmut’a verdi(1119). Devletin başkenti Merv’di.
Irak Selçukluları daha çok Abbasi halifeleri ve Harzemşahlarla mücadele etti.
Bir ara Horasan’ı da alan devlete Harzemşahlar 1194 yılında son verdi.
Kirman Selçukluları (1048-1187)
Çağrı Bey’in büyük oğlu olan Kavurd, Tuğrul Bey tarafından Kirman bölgesini
alması için görevlendirilmişti. Burayı fetheden Kavurd, Büyük Selçuklulara bağlı olarak Kirman Selçuklularını kurdu.
Kavurd, Alparslan’ın başa geçmesi üzerine isyan ettiyse de başarılı olamadı.
Bu isyandan sonra Kirman Selçukluları, Büyük Selçuklular yıkılıncaya kadar devlete
bağlı kaldılar. Daha sonraki dönemde önce atabeyler daha sonra ise Oğuzlar yönetimi ele geçirdi. Kirman Selçuklularına Oğuz beylerinden Melik Dinar 1187 yılında
son verdi.
Suriye Selçukluları (1069-1118)
Suriye Selçuklularını Atsız ve Şöklü Beyler 1069 yılında Suriye ve Doğu Akdeniz Bölgesi’nde kurdular. Başkentleri Şam’dı. Melikşah zamanında buraya Melikşah’ın
81
TARİH 6
kardeşi Tutuş vali olarak gönderildi. Tutuş, sınırlarını Doğu Anadolu ve Azerbaycan’a
doğru genişletti.
Tutuş öldükten sonra devlet Dımaşk (Şam) ve Hâlep olarak iki kola ayrıldı. Dımaşk koluna 1105 yılında Böriler, Hâlep koluna 1118 yılında Artuklular son verdiler.
Türkiye (Anadolu) Selçukluları (1077-1308)
Arslan Yabgu’nun torunu Süleyman Şah (Kutalmış oğlu) tarafından İznik merkez olmak üzere 1077 yılında kuruldu. Haçlılara karşı başarıyla mücadele eden devlet, 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı’yla zayıfladı ve 1308 yılında yıkıldı.
Atabeylikler
Atabeyler, Selçuklu şehzadelerini eğiten, onların iyi bir devlet adamı olmasına
yardımcı olan bilgili kimselerdi. Atabeyler merkezi otoritede boşlukların görülmeye
başlamasıyla küçük devletler kurdular.
Zengiler Atabeyliği
Irak Selçuklu hükümdarı Mahmut’un Musul valiliğine gönderdiği İmadeddin
Zengi tarafından 1127 yılında kuruldu. Merkezleri Musul’dur. İmadeddin Zengi’den
sonra Musul ve Hâlep olarak iki kola ayrıldı.
Hâlep atabeyi Nurettin Mahmut Zengi, Haçlılarla savaştı, Börililer (Şam)
Atabeyliği’ni ele geçirdi ve Fâtımîleri yıktı. Nurettin Mahmut Zengi’nin ölümüyle
toprakları Eyyubilere geçti (1171). Eyyübiler, Musul kolunu da yıktı (1186).
Börililer (Şam) Atabeyliği
Selçuklu atabeylerinden Tuğ Tekin’in oğlu Böri tarafından 1128 yıında Şam’da
kuruldu. Merkezleri Şam’dır. Suriye’deki Bâtınilerle ve Haçlılarla mücadele ettiler. Nurettin Mahmut Zengi atabeyliğe son verdi.
İldenizliler (Azerbaycan) Atabeyliği
Irak Selçuklularının Azerbaycan genel valisi olan Şemseddin İldeniz tarafından
1146 yılında Tebriz merkez olarak kuruldu. Sınırlarını İran içlerine kadar genişlettilerse de Celaleddin Harzemşah’a 1225 yılında yenilerek yıkıldılar.
Beg-Teginoğulları (Erbil) Atabeyliği
Zengiler Atabeyliği’nin Musul valisi Zeynüddin Ali Küçük tarafından Erbil merkez olarak kuruldu.
82
TARİH 6
?
1. Atabey ne demektir?
2. Büyük Selçuklu Devleti topraklarında farklı devlet ve atabeyliklerin kurulmasının
sebepleri nelerdir?
3. Kirman Selçukluları kim tarafından kurulmuştur?
6. HARZEMŞAHLAR DEVLETİ(1097-1231)
Harzem (Harezm), Ceyhun (Amuderya) nehrinin Aral Gölü’ne döküldüğü yerin
çevresidir. Bu ülkeyi yönetenlere Harzemşah denilirdi. Harzemşahlar hanedanının
bilinen atası Anuştigin’dir. Anuştigin’in Büyük Selçuklu emirlerinden Bilge Tigin tarafından Garcistan’da satın alınarak saray hizmetlerinde istihdam edildi. Zekâsı ve dirayeti sayesinde Anuştigin, Sarayın en önemli görevlerinden biri kabul edilen taştdarlık mevkiine kadar yükseldi. Bu sırada bu görevin tahsisatı Harzem’in gelirlerinden
ödenmekte olmasından dolayı Anuştigin aynı zamanda Harzem valisi sıfatını da taşımaktaydı. Fakat kendisinin merkezden ayrılması mümkün olamadığından, burada
naipleri bulunuyordu. Böylece sülalenin, bu dönemden itibaren Hârzem’le, dolaylı
da olsa ilgisi başlamış oluyordu. Ülkeyi Harzemşah lâkabının sahibi olarak Selçuklular adına idare eden İkinci B. Kaçkar’ın 1097’de ölümünden sonra Anuştigin’in büyük
oğlu Kutbuddin Muhammed Harizm’e vali tayin edilmiş, Harzemşahların Harzem’le
doğrudan ilişkisi de böylece başlamıştı. Harzemşahlar hanedanının hakiki kurucusu
da Kutbuddin Muhammed’dir.
Kutbuddin Muhammed Büyük Selçukluların umumî valisi sıfatıyla ve otuz yıl
süreyle Harzem’i idare etti(1097-1127).O İlmin ve dinin koruyucusuydu. Selçuklulara
karşı dürüst ve sadık kalarak Harzem’deki mevkiini, güçlendirdi, nüfuz ve kudretini
artırmaya çalıştı, bunda da başarılı oldu. Sultan Sencer’in sarayına bir sene kendisi,
ertesi yıl ise büyük oğlu Atsız gelir, bu sırada Harzem’in vergisini getirirler, ayrıca
gerekli hediyeleri takdim ederlerdi. Hükümdar da kendilerine iltifat ve hediyelerini
eksik etmezdi.
Kutbuddin Muhammed, bağımsız bir hükümdar olamadı fakat Harzemlilerin bağımsız olabilmeleri için sağlam bir zemin hazırladı. Büyük Selçuklu imparatorluğun önemli bir parçası olması sayesinde, Harzem’de ticari ilişkiler arttı, bunun
sonucunda ülke zenginleşti, Kutbiddin de güç kazandı. Onun vefatı üzerine, Sultan
Sencer tereddüt etmeden bir menşurla büyük oğlu Kızıl Arslan Atsızı Harzemşah
(Harzem Valisi) tayin etti.
Atsız ilk sıralarda Sultan Sancar’a tam bir bağlılık ve sadakat gösterdi. Onunla
birlikte seferlere katıldı. Bir taraftan da kendi gücünü artırmaya çalışıyordu. Amacı şartlar oluştuğunda bağımsız olmaktı. 1138’de Sultan Sancar’a karşı ayaklanan
83
TARİH 6
Atsız, Cend ve Mangışlak gibi askerî yönden önemli olan yerleri ele geçirip ağır vergiler kaymak suretiyle bölge halkına kötü davranmaya başladı. Bunun üzerine Sultan Sancar Harzem’e sefer düzenledi ve Hezaresp civarında Atsız’ı yendi. Bölgenin
idaresini önce yeğenine veren Sancar bir müddet sonra kendisinden özür dileyen
Atsız’ı affetti ve ona tekrar valilik görevi verdi.
Atsız, Katvan bozgunundan sonra bir kere daha ayaklandı. Horasan’a gelerek
önce Selçukluların devlet merkezi Merv’i işgal etti.1142 ilkbaharında Nişabur’u alarak kendi adına hutbe okuttu. Sultan Sancar kısa zamanda devleti toparladıktan
sonra Atsız üzerine yeniden sefere çıktı. Atsız bir kere daha sultandan özür diledi ve
sultan da özrünü kabul etti. Atsız Harezm’de kaldı.
Atsız, bundan sonra bağımsız olma düşüncesini içinden atamamasına rağmen
Sancar’a bağlı kaldı. Hatta Oğuzların Sancar’ı esir almaları sırasında onu kurtarmak
için çaba gösterdi. Atsız 1156 yılında ölünce yerine oğlu İl Arslan geçti.
İl Arslan’ın, Harezm idaresine geçişinden hemen sonra, Selçuklu sultanı Sancar öldü. Dolayısıyla Harezmliler bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktılar. İl Arslan,
Büyük Selçuklu Devleti yıkılınca Horasan’ı kontrol altına aldı ve Harezm Devleti’ni
büyük bir devlet hâline getirdi. Böylece bir bakıma büyük Selçukluların mirasına
oturdu. Aynı iddiayı yapan Irak Selçuklularını dinlemedi ve İran’a sokmadı. Bununla
beraber her yıl Karahıtaylara vergi ödedi. Bir bakıma onlara tabi bir devlet olmayı kabul etti. İl-Arslan 1172 de öldü. Yerine kısa bir taht kavgasından sonra tahta Alaeddin
Tekiş geçti (1172-1200).
Harita 02.06: Harzemşahlar Devleti
84
TARİH 6
Harezmşahlar Devletinin Gelişmesi ve Büyümesi
Alaeddin Tekiş, Harezm Devleti’nin en kudretli hükümdarı oldu(1172-1200).
Onun zamanında Harezmlilerin sınırları çok genişledi. Saltanatının başında Karahıtaylara başkaldırdı ve onlarla mücadele etti. Karahıtayların Harezm ülkesine hücuma geçmesi üzerine değişik bir savaş yöntemi uyguladı. Savunma için Ceyhun
Nehri’ni kullandı. Nehrin yatağını değiştirerek araziyi bataklık hâline getirdi.Karahıtay ordusu bataklıkta ilerleyemedi ve geri dönmek zorunda kaldı. Böylece Karahıtay
baskısından kurtuldu. Daha sonra İran üzerinde Irak Selçuklularına karşı yaptığı mücadeleyi kazandı ve Irak-ı Acem’i (Fars Irakı) de ele geçirdi. Bu arada Abbasi Halifesi
Nasır Lidinillah da Selçuklular Dönemi’nde Abbasilerin kaybettiği siyasi yetkilerini
yeniden kazanmak istiyordu. Bunun için kendine ait bir ordu oluşturmuş ve Alaeddin Tekiş’le mücadeleye başlamıştı.
Mücadele sonunda Tekiş’le başa çıkamayacağını anlayan halife en sonunda
Irak, Horasan ve Türkistan topraklarının Harezm hükümdarlarına ait olduğunu kabul
etti. Böylece Alaeddin Tekiş, Maveraünnehir’den Azerbaycan’a kadar olan topraklara
hakim oldu. Alaeddin Tekiş, içerde Bâtınilerle mücadele ederken 1200 yılında öldü.
Alaeddin Tekiş’in yerine oğlu Alaeddin Muhammed (1200-1220) geçti. Muhammed iktidarı sırasında doğusunda güçlü bir devlet hâline gelen Gurlularla
mücadele etti. Gur Devleti bu mücedelede başarı sağladı. Harezm’e kadar girmeye
muvaffak oldular. Buna karşılık Muhammed, Karahıtay ve Karahanlılardan yardım
istedi. Daha sonra gelen yardım sayesinde ülkesini kurtardı. Karahıtay yardımının
kendisine pahalı olacağını bilen Harezm hükümdarı, Gurlularla barıştı. İnce bir siyasetle Müslüman Gurluları Müslüman olmayan Karahıtaylar aleyhine çevirmeye muvaffak oldu. Alaeddin Muhammed’in bu siyasi ve askerî başarısı onu bir anda İslam
dünyasının en büyük hükümdarı hâline getirdi.
Karahıtaylar karşısında önce mağlup olan Alaaddin Muhammed, Eylül 1210’da
çıktığı Maveraünnehir seferinde Endican civarında onları korkunç bir hezimete uğrattı ve Buhara’yı aldı. Aynı zamanda Karahanlıların Semerkant kolunu da ortadan
kaldırdı. Böylece Maveraünnehir’i kesin olarak Harzemşahlara bağlamış oldu.
Karahanlılardan önce de Mazenderan’daki Bavendilere son vermiş olan Alaaddin
Muhammed’in darbeleri ve takip ettiği siyaset sayesinde, Karahıtay Devleti de ortadan kalktı. Bundan sonra o, eski lakaplarına ek olarak İskender-i Sani (İkinci İskender) ve Sencer gibi yeni lakaplar aldı ve kendisinin Büyük Selçukluların varisi ve
İslam dünyasının en güçlü hükümdarı olduğunu kabul ettirdi. Bu arada Alaaddin
Muhammed. Gurlulara ait Gazne ve Firuzkuh’u devletine kattı (1215). Gurlular onun
ortadan kaldırdığı dördüncü devlet oluyordu. Daha sonra Tâceddin Ebu’l-Fazl ve
Melik Dinaroğulları yenilerek Kirman, Sistan ve Umman denizine kadar olan bölgeler de Harzemşahlara bağlanmış oldu.
Alaeddin Muhammed, Abbasi halifeliğiyle de nüfuz mücadelesi yaptı. Muhammed, halifenin her türlü siyasi yetkisini terk ederek sadece dinî lider olarak kalmasını
85
TARİH 6
istedi. Fakat halife, buna cevap vermedi. Üstelik Muhammed aleyhine çalıştı. Bazı
Müslüman hükümdarlara mektup yazarak Muhammed aleyhine birleşme teklif etti.
Hatta Bâtınilerle bile işbirliğine girişti. Buna karşılık Alaeddin Muhammed de halifeyi tanımadı ve ismini ülkesinde okunan hutbelerden kaldırdı. Arkasından Bağdat’a
bir ordu gönderdi. Fakat kötü kış şartlarından, ordu Bağdat’a giremedi. Perişan bir
hâlde geri döndü (1217). Bununla beraber batıda Muhammed’e karşı çıkabilecek bir
hükümdar kalmadı.
?
1. Harzemşahlar en güçlü dönemlerini hangi hükümdarları zamanında yaşamıştır?
2. Alaeddin Muhammed’e İskender-i Sanî(İkinci İskender) ve Sencer lakapları niçin
verilmiştir?
3. Abbasi Halifesi niçin Bâtınilerle ittifak yapma gereği duymuştur?
Moğol –Harzem Çatışması
XIII. yüzyıl başlarında Cengiz Han’ın kurduğu Moğol Devleti gittikçe gelişmiş
ve büyük bir askeri güç hâline gelmişti. Moğollarla iyi ilişkiler kurmak isteyen Sultan
Alâeddin harekete geçti. Karşılıklı gönderilen heyetlerin yaptığı görüşmeler sonucunda, iki devlet arasında dostluk ve ticarî ilişkiler içeren bir anlaşma imzalandı. Bu
anlaşma çerçevesinde Harzem ülkesine gelen Moğol kervanı Harzemlerin Otrar Valisi İnalcık tarafından casuslukla suçlanarak öldürüldü ve mallarına el konuldu (1218).
Bu olayla ilgili gelişmeleri aşağıdaki metinden okuyunuz.
Otrar Faciasının Sonuçları
Otrar katliamıyla ilgili haberler Cengiz Han’a ulaştığında o bu durumu “haince ahit bozma” şeklinde değerlendirdiyse de soğuk kanlılığı elden bırakmadı. Daha
önce babası Alaaddin Tekiş’in hizmetinde bulunmuş olan İbn Kefrece Boğra ve iki
Moğol’dan oluşan elçileri vasıtasıyla, faciayı Sultan nezdinde şiddetle protesto etti.
Elçiler Cengiz Han adına bu “kötü ve çirkin” işin doğrudan faili olan İnalcık’ın teslimini istediler. Sultan’ın bunu yapması, istese bile çok zordu. Halbuki o bir taraftan Moğollardan endişelenmekte, diğer taraftansa “sağlam ve eğilmez” görünmeyi
arzulamakta idi. Nihayet tedbirli davranmayı büsbütün elinden kaçırdı ve elçileri
öldürttü. Böylece de dönülmez bir yola girilmesini önleme çabasında bulunmak bir
yana, aksine olayların daha da vahamet kazanarak hızlanmasına sebep oldu. Artık
gelişmeler, ihtişamlı bir görünüme sahip büyük Harzemşahlar İmparatorluğu’nun,
ani ve korkunç bir şekilde yıkılmasıyla bile durdurulamayacak, yüzbinlerce günahsız Müslümanın ölümü, birçok mamur bölge ve beldelerin harabiyeti, kısacası İslam
dünyasının çok önemli bölgelerini kara bulutların kaplamasına neden olacaktır.Moğollar bir müddet sonra İslam ülkelerinde her türlü zulmü işleyeceklerdir.
Nesimi Yazıcı, İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi, s, 363,364
86
TARİH 6
Cengiz Han Harzemşahları cezalandırmak amacıyla 1220 yılında Harzem seferine çıktı. Moğol ordusu Harzem ülkesine girerek şehirleri yakıp yıkmaya başladı. Otrar şehri kuşatılarak yakılıp yıkıldı. Vali İnalcık yakalanarak öldürüldü. Sultan
Muhammed; Cengiz’e karşı güçlü bir orduyla meydan muharebesi yapmak yerine,
ordusunu küçük bölümlere ayırarak mücadele ettiyse de başarılı olamadı. Harzem
şehirleri birer birer Moğolların eline geçti. Alaeddin Muhammed, Hazar Denizi’nde
küçük bir adaya sığındı ve orada öldü (1220). Yerine oğlu Celaleddin geçti.
?
1.Cengiz Han Otrar faciasını nasıl karşılamıştır?
2.Otrar faciasının İslam dünyasına karşı olumsuz etkileri nelerdir?
Harzemşahlar Devleti’nin Yıkılışı
Alaeddin Muhammed’den sonra yerine oğlu Celaleddin Mengübirdi (Tanrıverdi) geçti.(1220-1231) Moğollarla mücadeleye başladı. Harzem’e kadar geldi. Fakat Moğollarla İndüs nehri kıyısında yaptığı muharebeyi kaybederek Hindistan’a
gitti. 3 yıl Hindistan’da kaldıktan sonra İran’a döndü. 1225’te Tebriz’i alarak burasını
kendisine yeni başkent yaptı ve Harzem Devleti’ni canlandırdı. Azerbaycan’ı ve İran’ı
ülkesine yeniden kazandırdı. Bu arada Horasan’da Moğollarla karşılaştı ve onları bir
kaç sefer yendi.
Celaleddin Harzemşah, Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykûbat’la da
iyi ilişkiler kurmuştu. Hatta Anadolu’daki Türk hükümdarıyla Moğollara karşı ittifak
için bile çalışmıştı. Fakat Celâleddin, bir müddet sonra Keykubat tavır aldı. Anadolu
Selçuklularına bağlı Ahlat şehrini kuşattı. Bölgenin en önemli kültür merkezi olan
Ahlat, uzun müddet kendini savundu. Ama en sonunda Harzemlilerce düşürüldü.
Şehir alınırken tamamen harap edilmişti. Arkasından Alaeddin Keykubat’a bağlı
bazı mahalli hükümdarların tahrikiyle Alaeddin’le Celaleddin birbirlerine amansız
bir düşman oldular.
En sonunda Harzemşah kuvvetleriyle Selçuklu kuvvetleri Erzincan civarında Yassı Çimen’de karşı karşıya geldiler. Muhaberenin sonunda Harzem kuvvetleri
büyük bir bozguna uğradı (1230). Celaleddin Harzemşah, Bozgundan sonra Doğu
Anadolu’da perişan bir şekilde gezerken Amed (Diyarbakır) dağlarında bir dağlı tarafından öldürüldü (1231). Böylece Harzemşahlar Devleti de kesin olarak tarih
sahnesinden çekildi.
Celaleddin iyi bir öğrenim görmüştü. Harp işlerinde cesurdu, buna karşılık
devlet idaresinde ve dış siyasette tedbir ve maharet sahibi değildi . Bununla birlikte
Moğol baskısına karşı mücadelesi ve Gürcüleri mağlup etmesi dolayısıyla bütün
87
TARİH 6
Doğu halk edebiyatlarında önemli bir şöhret kazanmıştı. Moğollar geniş İslam ülkelerini acımasızca baskı altına aldıklarında da, Celaleddin’in bütün eksik ve noksan
tarafları unutulmuş, halkın gözünde İslamiyet’in müdafaacıları arasında yerini almıştı. Nitekim Namık Kemal de meşhur piyesinde onu bu şekilde değerlendirmiştir. Celaleddin Harzemşah’ın “Mağlup olmak veya Galip gelmek Allah’ın takdiridir. Benim
görevim onun yolunda cihad ederek kendi üzerime düşeni yapmaktır.” sözü oldukça
meşhurdur. O, putperest Moğollara karşı başarılı olabilseydi İslam dünyasının ikinci
Selahattin Eyyubi’si olabilirdi. Ne var ki kader buna müsaade etmedi. Buna rağmen
onun ölümüne halk uzun süre inanmamış, hakkında birçok efsane yayılmıştır.
Harzemliler Devleti, Büyük Selçuklu Devleti’nin bıraktığı boşluğu büyük ölçüde doldurmuştur. Bu bakımdan bölge halkının daha büyük bir karışıklığa maruz
kalmasını önlemiştir. Zaten kendilerini Selçukluların mirasçısı olarak kabul etmişler,
Selçuklu topraklarından en büyük payı almışlardır. Harzemşahların hakim oldukları
geniş sahalarda, sosyal ekonomik ve kültürel yönden İslam medeniyeti gelişmesini sürdürmüştür. Bunun yanında Harzemşahlar Türk kültürünün çeşitli unsurlarını
daha fazla yansıtan bir devlet olarak dikkat çekmişlerdir.
Resim 02.09: Celaleddin Harzemşah
?
1. Harzemşahlar Devleti’nin yıkılmasında Moğolların etkisi nedir?
2. Harzemşahlar Devleti’nin Türk tarihi açısından önemi nedir?
3. Türkiye Selçukluları ile Harzemşahların ilişkileri nasıl bir tarihi seyir içerir?
4. Celaleddin Harzemşah hangi yönüyle İslam tarihinde meşhur olmuştur?
88
TARİH 6
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1. Aşağıdakilerden hangisi bulundukları yerde vali olarak görev yapan devlet
adamları tarafından kurulan devletlerden biri değildir?
A.
B.
C.
D.
Tolunoğulları
İhşidoğulları
Harzemşahlar
Karahanlılar
2. Aşağıdakilerin hangisi Tolunoğulları Devleti’nin Mısır’a katkılarındandır?
A. Kahire şehrini kurmaları
B. El Ezher Medresesini kurmaları
C. Süveyş Kanalını inşa etmeleri
D. Piramitleri inşa etmeleri
3. Karahanlılar Devleti’nn içinde geçen “kara” kelimesinin anlamı aşağıdakilerden
hangisidir?
A.
B.
C.
D.
Sancak
Büyüklük,Güçlülük
Güney
Uygar
4. Gazneliler Devleti’nin kurulduğu Gazne Şehri bugün hangi devletin sınırları
içerisindedir?
A.
B.
C.
D.
Türkmenistan
İran
Hindistan
Afganistan
5. Gazneli Mahmut’un Hindistan’a yaptığı seferlerin en önemli amacı
aşağıdakilerden hangisidir?
A.
B.
C.
D.
Baharat Yolu’nu ele geçirmek
Çin yolunu açmak
İslam dinini yaymak ve İslam coğrafyasını genişletmek
Selçukluların kuruluşunu engellemek
89
TARİH 6
6. Selçukluların atası Selçuk Bey Oğuz Yabgu Devleti’nde hangi görevde
bulunuyordu?
A.
B.
C.
D.
Subaşı
Tarhan
Yinal
Yabgu
7. Aşağıdakilerden hangisi Tuğrul ve Çağrı Beylerin siyasi mücadele verdiği
devletlerden biri değildir?
A.
B.
C.
D.
Gazneliler
Abbasiler
Karahanlılar
Büveyhoğulları
8. Aşağıdakilerden hangisi Sultan Alp Arslan’ın Malazgirt Savaşı öncesindeki
siyasi faaliyetlerinden biri olarak değerlendirilemez?
A.
B.
C.
D.
Türkmenleri Van Gölü çevresine yerleştirmesi
Kavurd’un isyanını bastırması
Ani Krallığına son vermesi
Karahanlılar üzerine sefere çıkması
9. Sultan Sancar’la ilgili aşaığıdaki lerden hangisi söylenebilir?
A. Gazneliler Devleti’ne son vermiştir
B. Katvan Savaşı’nda Karahitayları mağlup etmiştir
C. Selçukluların son büyük hükümdarıdır
D. Bâtınilerin faaliyetlerine son vermiştir
10. Otrar faciası Cengiz Han’a hangi fırsatı vermiştir?
A.
B.
C.
D.
90
Çin’i hakimiyet altına almasına
Moğol Kabileleri arasında birlik sağlamasına
Haçlılarla mücadele etmesine
Türk ve İslam dünyasını istila etmesine
3. ÜNİTE
TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE
UYGARLIK
TARİH 6
NELER ÖĞRENECEĞİZ?
Bu ünitenin sonunda:
1. Medeniyetin, insanlığın ortak malı olduğunu öğrenecek,
2. Tarihte büyük medeniyetler kurmuş, köklü bir geçmişe sahip büyük bir milletin evladı olmanın sorumluluğunu kavrayacak,
3. Türk milletinin dünya tarihindeki önemini, milletler ailesi içindeki şerefli
geçmişini ve yerini, insanlığa yaptığı hizmetleri öğreneceksiniz.
ANAHTAR KAVRAMLAR
KARLUK
YUĞRUŞ
DİRHEM
ÇİĞİL
SULTAN-I
AZAM
TUĞRA
ÇETR
VAKIF
ÖŞÜR
TÖRE
GULAM
KASİDE
92
RİBAT
KAŞGARLI
MAHMUT
KUTADGU
BİLİG
TARİH 6
GİRİŞ
Sevgili öğrenciler,
Hunlar ile başlayıp Kök Türkler ve Uygurlar zamanında büyük bir gelişme gösteren Türk kültür ve medeniyetinin X. yüzyıldan itibaren İslam kültür ve medeniyeti
ile karşılaşmaya başlamasıyla Türk-İslam Medeniyeti adı verilen tarihî gelişmenin temelleri atılmıştır. Bu aynı zamanda bir geçiş dönemidir.
Karahanlılar ile başlayan bu geçiş dönemi, Büyük Selçuklular ile olgun bir seviyeye erişmiştir. Türk kültür ve medeniyetinin temel özellikleri etrafında şekillenen
Büyük Selçuklu müesseselerinin izleri, daha sonraki Türk İslam devletlerinde de görülür. Bu sebeple Büyük Selçuklu Devleti Ortaçağ Türk tarihine damgasını vurmuş
bir devlettir. Bu ünitede İlk Müslüman Türk devletlerinin kültür ve medeniyetiyle ilgili bilgiler verilecektir.
TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK
ÖĞRENELİM
İslam dini ve medeniyeti çevresine girmeye başlayan Türkler,
yeni devletlerini de içine girdikleri
medeniyetin şartlarına uygun bir
şekilde kurdular. Onlar, temelde ve
özde Türklük özelliklerini koruyarak, İslami yönetim tarzını benimsediler; Orta Asya’dan getirdikleri
müesseselerin ve geleneklerin yanında Abbasiler, Samaniler ve Gaznelilerden aldıkları müesseselere
ve geleneklere de bünyelerinde yer
verdiler; Türkçe isim ve unvanlarının yanı sıra İslami isimler, unvanlar
ve lakaplar aldılar.
Kısaca söylemek gerekirse
onlar, engin tecrübeleri sayesinde
Resim 03.01: Türklerde Divan Toplantılarına Ait
Türk ve İslam geleneklerini birbiriyTemsilî Resim
le birleştirip kaynaştırarak, yeni bir
devlet tipi yarattılar. Fakat bu kaynaşma ve gelişme birden olmadı, uzun bir geçiş
dönemini gerektirdi. Bu geçiş döneminin ilk siyasiteşekkülünü Karahanlılar Devleti oluşturuyordu. Devlet yönetimi, ordu, sosyal hayat, sanat ve hukuk sistemi bakımından tamamen Türk olan bu devlet, dinî açıdan İslamiyet’i temsil ediyordu. Karahanlılar, devlet yönetiminde zamanla İslami geleneklere de yer vererek Türk-İslam
93
TARİH 6
devletine doğru bir köprü vazifesi gördüler. Bundan sonra, Gaznelilerle devam eden
gelişme, Selçuklularla tamamlandı ve olgunluk safhasına ulaştırıldı.
Türk-İslam devletlerinin ortaya çıkmaya başladığı sırada (X. yüzyılın ikinci yarısından sonra) İslam dünyasında tek hâkim değer vardı ki o da İslam dini idi. Fakat
bu sırada İslam dünyası hem siyasi hem de manevi (mezhep) bakımdan tamamen
bölünmüş, parçalanmış ve birliğini yitirmiş durumdaydı. Üstelik İslamiyet’in yayılması da durmuş bulunuyordu. Bundan dolayı, İslam dünyasının kenar bölgelerinde
kurulmuş olan Türk-İslam devletleri, büyük bir gayretle İslamiyet’in cihat ilkesine sarıldılar. Özellikle Karahanlılar, İslam dinini Orta Asya Türk toplulukları arasında yaymayı kendilerine başlıca gaye edindiler. Bu gaye ile Türkistan’ın önemli merkezlerinde İslam dinini yayan birçok kuruluş meydana getirdiler. Basmıl ve Uygur Türklerini
İslamiyet’e kazandırabilmek için başarılı savaşlar yaptılar. Orta Asya’nın çeşitli yerlerinden gelen ve eski Türk inancına mensup toplulukların, İslamlaşmaları için kendi
ülkelerine aldılar.
Sâlim Koca,İlk Müslüman Türk Devletlerinde Teşkilat,GTT Ansiklopedisi C 3, S 467,468
?
Karahanlıların Türk-İslam tarihindeki önemiyle ilgili neler söylenebilir?
TOPLUM YAPISI
X. yüzyılın ilk yarısında Türkler Hazar Denizi’nden Seyhun Irmağı’nın Orta yatağındaki Karaçuk ve Isficab’a kadar uzanan bir bölgede yaşıyorlardı. Yüzyılın ikinci yarsından başlayarak hızla Müslümanlaşan Türk toplumlarında eski yaşantılarının özellikleri devam ediyordu. İlk Müslüman Türk devletlerinde idareciler genelde
Türk’tü. Halk ise farklı ırk ve boylardan meydana gelmekteydi. Karahanlı Devleti’nde
toplum tamamen Türk’tü. Gaznelilerde Gurlular, Hindular gibi farklı unsurlar da yer
almaktaydı. Büyük Selçuklu Devleti’nde devleti kuran Türklerin yanı sıra İranlı ve
Arap unsurlar yer alırken Tolunoğulları, İhşidiler ve Memluklularda halkın büyük çoğunluğunu Arap, Rum, Berberi, Mısırlı vb. Türk olmayan unsurlar oluşturmaktaydı.
Türklerde halk sınıflara ayrılmamıştı. Avrupa’daki gibi asiller sınıfı, Hindistan’daki gibi kast sistemi de yoktu. Herkes kanunlar ve töreler karşısında eşit kabul edilmişti. Zaten aç halkı doyurmak, açık halkı giydirmek, toplumdaki adaleti sağlamak
Türk hükümdarlarının asli görevlerindendi. Hükümdar, ülkesinin geleceği, halkının
mutluluğu için her türlü çabayı gösterirken halk da hükümdara ve kanunlara itaat
eder, vergi verir ve asker olurdu. Türklerin İslamiyet öncesi ve sonrasında sınıfsız ve
imtiyazsız bir toplum olmasından dolayı, her ferdin en üst görevlere kadar yükselme
şansı vardı. Dürüstlük ve yetenek Türklerde çok önemliydi. İslamiyet’le zenginleşen
Türk toplum ve devlet yapısı yetenekli insanlara sınırsız fırsatlar hazırladı. Yerli halktan zeki ve yetenekli kişiler vezirliğe kadar varan devlet kademelerine getirildi.
Farklı inançları benimseyen bazı Türk boyları yalnız eski düşünce ve anlayış
94
TARİH 6
tarzlarını değil millî kimliklerini de kaybederek Türklükten uzaklaşmışlardır. Tabgaçların Budizm’i kabul etmeleri Çin kültürünü benimsemeleri ile sonuçlandı. Balkanlarda Uzlar, Kumanlar ve Peçenekler Hristiyan halk arasında kaybolup gittiler. Yöneticiler tarafından Museviliğin benimsendiği Hazarlar da benzer bir akıbete uğradılar.
Budist ve Maniheist Uygurlar kısa zamanda dağıldılar. Hristiyanlığı benimseyen Macarlar ve Bulgarlar ise Avrupa’da Osmanlılara karşı uzun süre rakip oldular.
Türklerin kabul ettikleri dinler arasında sadece İslamiyet, milletimize çok daha
büyük hamleler yapma imkânını sağladı. İslamiyet Türklerin manevi cephesini yeniledi ve tamamladı. İslamiyet’in insani ve ahlaki değerlerinin yanında herkesi çalışmaya, faaliyete, icabında cihada yani bedeni fedakârlığa teşvik etmesi mücadeleci
ve hareketli Türklerin ruhuna hitap etti. Türklerin içinde bulunduğu bu manevi ortamda Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlı Devleti doğdu, gelişti ve yaşadı.
OKUYALIM
TÜRK-İSLAM DEVLETLERİ DÖNEMİNDE EVLENME
XI. yüzyılda Türkler arasındaki evlenme işinde, genellikle “arkuçı” veya “savcı”
adı verilen aracılar vardı. Bunlar akrabalık kurmak isteyen dünürler arasında gidip
geliyorlardı. Görücü usulü ile ya da gençlerin birbirlerini görüp beğenmeleri sonucunda erkek tarafı kızı isteme işini gerçekleştiriyordu. Dünürler arasında iki gencin
evlenmesi kararı, Türkçe “aldum” ve “virdüm” kelimeleri ile ifade ediliyordu. “Aldum”
kelimesini dünür söylüyor, bununla nikâhın yapılmasını vaat etmiş oluyordu. “Virdüm” kelimesini ise kızın büyükleri söylüyor “bununla bu vaade bağlı kalacaklarını
bildiriyorlardı.
Daha sonra damat adayının ailesi (babası ve annesi), kız tarafına bir at veriyordu. Buna “başlık” deniliyordu ki, kızı yetiştiren babanın hakkı demekti. Yine kızın
annesine, süt hakkı olarak “sülük” denilen bir elbise verilirdi. Erkek tarafı ayrıca kızın
kardeşine “ağırlık” kız kardeşlerine ve kendisine ise “yandış” adı verilen elbiseler verirdi. Görüldüğü gibi bu ilk safhada sadece erkek tarafı hediye vermekte idi.
Evlenme sırasında düğün yapmak zorunluluğu vardı. Düğünde yerine getirilmesi şart olan bazı âdetler de mevcuttu. Bu âdetlerin başında “küden” adı verilen
düğün yemeği geliyordu. Hükümdarlar düğünlerde ve bayramlarda otuz arşın yüksekliğinde “kençliyü” adı verilen bir sofra hazırlatıyorlardı. Bu sofra Türk âdeti gereğince, yemekten sonra davetliler tarafından yağma edilirdi.
Düğün sırasında, bugün “saçı” adı altında hâlâ yerine getirilen bir âdet olan
para saçılıyordu. Gelin ve güveyinin başlarına para saçma işi gelişi güzel yapılmıyordu. Bunun için ayrılan özel bir yerde toplanılıyordu. Gelin ve güvey düğün sırasında
bol bol hediye alıp, hediye veriyorlardı. Gelin ve güveyin hısımlarına armağan olarak giydirdikleri elbiseye kezüt= giyit (giyecek elbise) deniyordu. Çeyiz o zaman da
95
TARİH 6
vardı. Evlenecek kızın hazırlığına “sep” (çeyiz) deniliyordu. Evlenecek kızın çeyizini
hazırlamak yalnız ana- babaya değil, bütün akrabalarına düşen bir görevdi. Akrabalar gelini donatmak için elbise ve mal yardımı yapıyorlardı. Ancak asıl çeyiz (kalıng)
damat tarafından hazırlanıyordu.
Mehmet Altay Köymen, Alp Arslan Zamanı, C 2,S.31-315 arasından özetlenmiştir.
?
Günümüzdeki evlilik adetleriyle ilk Türk İslam Devletleri dönemindeki evlilik
adetlerinde ne gibi benzerlikler vardır? Araştırınız.
Yusuf Has Hacip’in hükümdara Türk İslam toplumunu oluşturan çeşitli kesimlerle ilgili yaptığı tavsiyeler ve Türk toplumunu oluşturan sosyal sınıflarla ilgili verdiği
bilgileri aşağıdaki metinden okuyunuz
AVAM İLE İLİŞKİLER
Avam halkın tabiatı tamamen ayrıdır; onun bilgisi, aklı ve tavrı da tabiatı gibidir. Onlara karsı iyi muamelede bulun.
ÂLİMLER İLE İLİŞKİLER
Diğer bir zümre de âlimlerdir, onların ilmi halkın yolunu aydınlatır. Onları pek
çok sev ve onlardan hürmetle bahset; çok veya az onların bilgilerini öğren.
ÇİFTÇİLER İLE İLİŞKİLER
Başka bir zümre de çiftçilerdir; bunlar da lüzumlu insanlardır Sen bunlar ile de
temas et, İlişki kur ve böylece boğazın hususunda endişesiz yaşa.
SATICILAR İLE İLİŞKİLER
Bundan sonra gelenler satıcılardır; bunlar ticaret yaparak hayatlarını devam
ettirirler. Hayatlarını kazanmak için dünyayı dolaşırlar.
HAYVAN YETİŞTİRENLER İLE İLİŞKİLER
Bundan sonra hayvan yetiştirenler gelir; hayvan sürülerinin başında bunlar
bulunurlar. Bunlar doğru ve dürüst insanlardır, hiç bir gizli-kapaklı tarafları yoktur ve
kimseye de yük olmazlar.
ZANAATKÂRLAR İLE İLİŞKİLER
Başka bir zümre de bu zanaat erbabıdır; kendi hayatlarını kazanmak için, zanaat İle meşgul olurlar. Bunlarda sana lüzumlu insanlardır; ey yiğit, onları kendine
yakın tut, faydaları dokunur.
Yusuf Has Haclb, çev. Reşit Rahmeti ARAT, Kutadgu Bilig, s. 312-324 hazırlanmıştır.
96
TARİH 6
?
Okuduğunuz metinde Türk-İslam toplumunu oluşturan hangi gruplara yer
verilmiştir ve bunların görevleri nelerdir?
Türk-İslam devletlerinde, yaşayış şekilleri yönünden halkı üçe ayırmak
mümkündür. Bunlar:
a) Göçebeler
Selçuklu Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynayan göçebeler, Maveraünnehir, Horasan, Irak ve Azerbaycan yaylalarında yaşıyorlardı. Göçebelerin başlıca gelir
ve geçim kaynakları hayvancılıktı. Karahanlılar ve Gaznelilerde de halkın büyük kısmını göçebeler meydana getiriyordu. Göçebeler koyun, keçi, at, deve ve sığır sürüleri beslerdi. Yazın yaylalara çıkan göçebeler, kışın ovalara ve vadilere inerlerdi. Her
göçebe topluluğunun, yaylak ve kışlak yerleri ayrı idi.
b) Köylüler
Köylüler,
genellikle
çiftçilik yaparlar, bunun yanı
sıra, az sayıda hayvan da
beslerlerdi .
c) Şehirliler ve Kasabalılar
Şehir ve kasabalarda
yaşayanlar, özellikle, ticaret
Resim 03.02: Göçebe Hayatı İle İlgili Temsilî Resim
ve çeşitli zanaatlarla uğraşırlardı. Şehir ve kasaba
halkından bir kısmı da, tarla ve bahçelerde tarımla
uğraşırdı.
Büyük şehirlerde tüccarlar, demirciler, bakırcılar, dokumacılar gibi esnaf ve zanaatkârların yanı
sıra, devlet memurları ve askerler de şehir ve kasaba
halkının önemli bir kısmını meydana getiriyorlardı.
Semerkant, Buhara, Bağdat, İsfahan ve Herat,
büyük şehirler olup, bu şehirlerde kalabalık bir nüfus yaşıyordu.
Resim 03.03: Eğitimle İlgili Temsilî
Resim
97
TARİH 6
2. DEVLET YÖNETİMİ
Tarih sahnesine çıkışlarından itibaren Türkler, devletsiz bir dönem yaşamamışlardı. Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra devlet kurma özelliklerini daha da geliştirdiler. Devlet teşkilatına yeni kurumlar eklediler. Türklerin, Orta Asya’daki bütün
insanları yönetme fikri İslamiyet sonrasında da devam etti.
Orta Asya’da olduğu gibi Türk-İslam devletlerinde de yönetimde ilk unsur hükümdardı. Bu konuda hemen hemen bütün hükümdarları için “Han” unvanı kullanılan Karahanlılar bir geçiş dönemi oluşturmuşlardı.
Yeni bir dine girmelerine rağmen Türker, özellikle hâkimiyet anlayışında eski
geleneklerini devam ettirmişlerdi. Buna göre, Türk hükümdarlarına idare etmek hakkı Tanrı tarafından bir ilahî lütuf olarak bağışlanmıştır. Yani Tanrı istediği , kendisine
“Kut” (devlet, baht, iyi, talih ve kısmet) verdiği için hükümdardır, kut siyasihâkimiyet
gücü olarak anlaşılırdı. Bu hâkimiyet anlayışı Asya Hun İmparatorluğu zamanından
beri yüzyıllar boyunca Türk Devlet idaresinin temel unsuru olarak kaldı. Kut yoluyla
yeryüzündeki insanları idare etmekle vazifeli olduğuna inanan Türk hükümdarları
yetkilerini hiçbir kuruluşla paylaşmamışlardır.
ÖĞRENELİM
HÂKİMİYETİN KAYNAĞI
Sosyolojide kaynağı “Tanrı bağışına dayanan iktidar tipine “karizmatik iktidar”
denilmektedir. Eski Türk devletlerinde bu iktidar tipine rastlanmakla birlikte hükümdar hiçbir zaman olağanüstü varlık, yani “Tanrı-kral” sayılmamıştır. Hükümdarın diğer insanlardan farkı, sadece ilahî bağışa sahip olmasıdır. Ayrıca Türk kağanı
kendisini daima Tanrı’ya ve “Türk töresi”ne karşı sorumlu saymıştır. Bu düşünce tarzı
hükümdarın icraatlarının millet tarafından kontrolüne imkân sağlamıştır. Bu kontroller de meclisler vasıtasıyla yapılmıştır. Kısaca Türklerde iktidar hem “ilahi” hem de
“kanuni” bir temele dayanmaktadır.
Prof. Dr. Sâlim KOCA, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı”, Türkler Ansiklopedisi, C 2, s. 828
Türk-İslam devletlerinde ülke, hükümdar ailesinin ortak malı sayılırdı. Bu nedenle, aileden olan erkekler, tahta geçme konusunda aynı haklara sahiptiler. Tahta
geçme konusunda belli bir veraset sistemi yoktu. Hükümdarlar, çoğu zaman çocuklarından birini veliaht tayin eder, devlet büyüklerinden de, onu sultan olarak tanıyacaklarına söz alırlardı. Ancak hükümdarın ölümünden sonra, diğer çocukları, bunu
tanımazlar ve aralarında taht mücadelesi başlardı. Tahta geçmenin belli bir kurala
bağlanmamış olması, kardeş kavgalarına yol açmakta, bu kavgalar da Türk devletlerinin zayıflamasına ve kısa zamanda yıkılmalarına neden olmaktaydı.
Tolunoğulları ve İhşidoğullarında devlet teşkilatı Abbasi devlet teşkilatına bü-
98
TARİH 6
yük ölçüde benzerdi. Bu iki devlette de naiblik ve haciplik gibi makamlar bulunurdu.
Naib; tahtta hükümdar bulunmadığı, hükümdarın başkentte olmadığı veya hükümdarın çocuk yaşta oluşu nedeniyle, devlet yönetimini üstlenen kişidir. Tolunoğullarında, Tolunoğlu Ahmet’in ölümünden sonra çocuklarının küçük olması nedeniyle
devlet işlerinde, naibler görev almıştır. Devlet adamlarının ve halkın hükümdar ile
görüşmelerini ve onların huzura kabul edilmelerini düzenleyen görevlilere de hâcip
denirdi. Hacipler, hükümdara olan yakınlıklarından dolayı devlet yönetiminde de
söz sahibi olmuşlardı. Tolunoğulları, halkı Türk olmayan bir bölgede , devlet kurmuşlardı. Hükümdarın, yöneticilerin ve komutanların Türk olduğu bu devlette halkın
çoğu Arap idi. Bu yüzden devletin resmi dili de Arapça olmuştur.
Karahanlılar, tamamen Türk bölgelerinde kurulduğu için, devlet yönetiminde,
İran ve Arap etkileri pek görülmez. Karahanlılar, ülkeyi yönetmede ikili yönetimi benimsediler. Bu yönetim şekline göre, asıl devlet başkanı, doğuda oturan “Arslan Kara
Han” idi. Batıda oturana ise “Buğra Han” deniyordu. Arslan Han öldüğü zaman, yerine Buğra Han geçiyordu.
Gazneliler, devlet yönetiminde Sâmanoğullarından etkilenmişlerdi. Gazneli
Mahmut “Sultan” unvanını kullanan ilk Türk hükümdardır.
Büyük Selçuklular, devlet teşkilatını kurarken, Abbasileri ve Gaznelileri örnek almışlardı. Selçuklularda hükümdar, önce “yabgu”, Tuğrul Bey ile “sultan”, son
dönemlerde ise “sultan-ı âzâm” unvanını kullanmışlardır. Selçuklu sultanları, diğer
ülkelerin hükümdarları gibi sınırsız yetkilere sahip değillerdi. Meliklere, beylere ve
emirlere göre, bir derece üstün sayılırlardı.
Selçuklu sultanları, Tuğrul Bey’den itibaren Abbasi halifelerinin koruyucusu
oldular. Bunun sonucu, sultanlar din bakımından halifeye, halifeler de siyasiyönden
sultana bağlanmış oldular. Karşılıklı olarak sağlanan bu destek, halifelerin mevkiini
güçlendirirken, Selçuklu sultanlarının da İslam dünyasında ün ve saygınlıklarını artırmıştır.
Selçuklularda hutbe okutmak, para basmak, taht, taç ve bayrak, hükümdarlık sembolleriydi. Hükümdarların erkek çocukları şehzadeler, küçük yaşta yönetici
olarak vilâyetlere gönderilirlerdi. Şehzadelerin devlet yönetimi konusunda tecrübe sahibi olup yetiştirilmesine büyük bir önem verilirdi. Selçuklular zamanında bir
bölge veya eyaletin başına yönetici olarak tayin edilen şehzadenin yanına Atabey
unvanı taşıyan bir görevli verilirdi. Tecrübeli ve güvenilir devlet adamları arasından
seçilen atabeyler, yetiştirmekle görevlendirildikleri şehzadeleri idarecilik ve askerlik
konularında en iyi şekilde eğitirlerdi. Ancak merkezî iktidar gücünü kaybettiğinde
durumdan yararlanan bazı atabeyler, şehzadelere ait toprakları ele geçirerek bağımsız devletler kurabiliyordu. Bu devletlere atabeylik denilmiştir. Atabeylik kurumu Osmanlılar’da “lala”lık olarak devam edecektir. Bu anlayış, Memlukler dışındaki
bütün Türk devletlerinde görülür.
99
TARİH 6
Türk-İslam devletlerinde ülkenin bir bölgesini idare eden hanedan üyelerine
“melik” denirdi. Devlet başkanları çeşitli unvanlar kullanmışlardır. Karahanlı hükümdarları han, hakan, ilig Aslan, Buğra,Kadir gibi Türkçe unvanlar kullanmışlardır. Gaznelilerden itibaren İslami “sultan” unvanı kullanılmaya başlanmıştır.
Türk-İslam devletlerinde hükümdarın belirli hükümdarlık ve
hâkimiyet sembolleri vardı. Başlıca
hâkimiyet sembolleri Hutbe, sikke, tuğra, çetr (saltanat şemsiyesi),
nevbet (mehter), sancak, tuğ, otağ,
taht ,hilat (Hükümdar elbisesi) unvan ve lakaplar ve taç idi.Bunlardan bazılarını açıklarsak; Hutbe:
Cuma ve bayram namazları esnasında hükümdarın adının, unvan
ve lakaplarının “hatip” tarafından
zikredilerek kendisine dua edilmesidir. Tıraz: Abbasi halifelerinin hükümdarlara gönderdikleri elbisedir.
Hilat: Abbasi halifeleri tarafından
tıraz ile birlikte “külah, kemer, kılıç,
at, eğer takımı, askerî mızıka, bayResim 03.04: Sultan Sencer Bir Yaşlı Kadını Dinlerken
rak, para” gibi mal ve eşyaların hükümdara gönderilmesidir.
Türk-İslam devletlerinde hükümdar cesur, kahraman, akıllı ve bilge, halkı refah
içinde yaşatan, hukuk yoluyla halkı adil idare edip birlik ve dirliği sağlayan, devleti
emniyete alıp fetihler yapan, insan onurunu koruyan ve onlara eşit davranan biri
olarak nitelendirilmiştir. Hükümdar geniş yetkilere sahipti. “Saray”, “hükümet”, “ordu”
ve “adalet” olmak üzere dört müessesenin de başı olarak “yasama”( kanun yapma),
“yürütme” (icra) ve “yargı” yetkilerini de kendi şahsında toplamıştır.
Sultanın belirli kurallar dâhilinde bildirdiği emirler, kanun hükmünde olup
herkes itaat etmekle yükümlüdür. Ordulara kumanda etmek, vezirleri ve yüksek
memurları tayin etmek hükümdarın yetki ve görevleri arasındadır. Ayrıca sultan
“Divan-ı Mezâlim”e de başkanlık yapar ve zulme uğrayan halkın doğrudan kendisine
ulaşmasını sağlardı.
?
1. Türk hükümdarlarının belli başlı görevleri nelerdir?
2. Hutbe ve Tıraz ne anlamlara gelir?
100
TARİH 6
Saray
Saray teşkilatı, hükümdarın bizzat şahsına bağlı üst dereceli memur ve görevlilerden oluşuyordu. Saray, ülke yönetiminde hükümdarın arkasında en etkili kuruluştu. Sultanın hizmetinde bulunan saray görevlileri vardı.
Sarayda en önemli görevliler hatiplerdi. Haciplerin başkanına Hâcibu’l-hüccap
(hacipler hacibi) veya Has Hacip deniyordu. Has Hacip hükümdarlarla saray ve hükümetin irtibatını sağlıyordu.
Emir-i Candar; saray muhafızlarının başıydı. Emir-i silah; hükümdarın silâhını
taşıyan, aynı zamanda saray silâhhanesine bakan görevlilerden sorumlu kişiydi.
Emir-i alem; devlete ait bayrağı taşıyan görevlilerin (alemdarların) başıydı. Camedar; hükümdarın elbiselerini muhafaza ederdi. Şarabdar-ı has; hükümdarın her çeşit
içeceğiyle meşgul olan görevliydi. Taştdar veya Abdar; hükümdarın temizlik işleriyle
meşgul olan, ona ait temizlik eşyalarını taşıyan kişiydi. Emir-i ahur; hükümdarın ve
sarayın hayvanlarına bakan görevlilerin başıydı. Serhenk veya çavuş; sultan alaylarının önünde yer alan ve yol açan kişilerdi.
Karahanlılarda kapucubaşı, aşçıbaşı, ilbaşı (emir-i ahur) gibi farklı adlarla saray
görevlileri vardı. Harezmlilerde de birtakım yeni memuriyetlerin varlığı görülmekte idi. Bunlardan emir-i çaşnigir; hükümdarın yemeğinin yapılmasına nezaret eder
ve ondan önce tadına bakardı. Emir-i şikar; av işlerine bakan görevliydi. Devaddar;
hükümdarın yazı takımlarını muhafaza eder, kıssadar ise dilekçeleri kabul eder, perşembe akşamları hükümdara arz ederdi. Üstadü’ddar da saray harcamalarına bakan
kişiydi.
Bunların dışında sarayda, birtakım alt hizmetleri gören hadimler ve hasekiler vardı.
Hükümdarlar sarayda “kengeş”, “meşveret” gibi çeşitli meclisleri toplarlardı.
Önemli kararlar bu meclislerdeki tartışmalardan sonra çıkardı.
Resim 03.05: Selçuklu Sultanlık Sarayı Harabeleri –Merv,Türkmenistan
101
TARİH 6
Hükümet
Türk-İslam devletlerinde devlet yönetiminde hükümdardan sonra en etkili kişi
vezirdi. Hükümdar adına devleti yöneten vezir, Karahanlılarda “yuğruş”, Gaznelilerde “hâce-i buzurg” unvanını taşırdı. Tayini bizzat hükümdar tarafından yapılan vezir,
icraat ve faaliyetlerinde doğrudan doğruya ona karşı sorumluydu. Vezirlerin kendilerine ait divanları da bulunur ve buna “vezirlik divanı” dîvânü’l-vezâret” adı verilirdi.
Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklularda devlet yönetiminde vezir önemli bir
yere sahipti. Ancak Gaznelilerde vezir devlet yönetimiyle ilgili bütün konularla meşgul olmakla birlikte son karar hükümdara aitti. Hatta hükümdar isterse vezir tayin
etmek zorunda değildi.
Selçuklularda vezirler bilgi ve kültür bakımından iyi yetişmiş kimseler arasından seçilirdi. Sultanın en büyük yardımcısı sıfatıyla bütün memleket işlerinden sorumlu olan vezir, geniş yetkilere sahipti. Vezirlik divanından da tıpkı hükümdar gibi
fermanlar çıkarır; tayinler yapar ve gerektiği zaman azillerde bulunurdu. Savaş zamanlarında da hükümdarla birlikte savaşlara katılırdı.
Türk-İslam devletlerinde devlet meseleleri, “divan” adı verilen dairelerde görüşülerek karara bağlanırdı. Divanlar bir araya gelerek “büyük divan”ı yani hükümeti
meydana getirirdi. Vezir başkanlığında diğer divan başkanlarının oluşturduğu hükümette devlet idaresi ile ilgili alınan kararlar hükümdarın onayından geçtikten sonra
uygulamaya konulurdu.
Karahanlılarda büyük divana “meclis-i âli”, Selçuklular da ise “divan-ı saltanat”
adı verilmiştir. Divanı saltanat devlet yönetiminde oldukça etkiliydi; sultanın kendi
başına aldığı kararlar bile bu mecliste tartışılırdı. Gaznelilerde ise merkez teşkilatında beş ayrı divan bulunurdu. Selçuklularda başlıca divanlar şöyle sıralanır:
Büyük Divan (Divan-ı Saltanat): Büyük Divan’ın beş üyesi vardı. Bunlar; sultan,
vezir, müstevfî, müsrif ve arız idi. Bu divan üyelerinin de ayrıca birer divanları vardı. Büyük Divan’ın başkanı sultandı. Sultan olmadığı zaman, divana vezir başkanlık
ederdi. Divan’da ülke yönetimiyle ilgili işler görüşülür, savaşa ve barışa karar verilir,
halkın davalarına bakılırdı.
Vezaret Divanı: Bu divanın başkanı vezirdi. Vezir, aynı zamanda diğer divanların gördüğü işlerden de sorumlu olup hükümdarın mutlak vekiliydi.
İstifa (Maliye) Divanı: Bu divanın başkanı müstevfi olup devletin gelir ve giderleriyle uğraşırdı.
Tuğra Divanı: Bu divan, devletin çeşitli konulardaki yazışma işlerine bakardı.
İşraf Divanı: Bu divan, askerî ve hukuki işler hariç, devletin bütün işlerini denetleme yetkisine sahipti. Başkanı, müşrif idi.
Arz (Arz’ül Ceyş) Divanı: Bu divanın başkanına arız veya emir-i arız denirdi. Ordunun ihtiyacını karşılamak, askerlerin maaşlarını zamanında vermek başlıca göre102
TARİH 6
viydi.
Büyük divana bağlı bu divanların dışında, devlet içinde bağımsız divan ve kuruluşlar da vardı. Bunlar; posta ve haber hizmeti veren Divan-ı Berid ve yüksek dereceli adalet dairesi olan Emir-i Dad’lık kuruluşları idi. Gazneliler Devleti’nde bulunan
ve diğer devletlerde olmayan Divan-ı Vekalet hükümdar ailesine ait mali işlere bakardı. Başında vekil-i has bulunurdu.
Taşra Teşkilatı
Türk-İslam devletlerinde ülke çeşitli eyaletlere, eyaletler vilayetlere, vilayetler
kazalara, kazalar da köylere ayrılmıştı. Büyük Selçuklular yönetim bakımından ülkelerini 12 eyalete bölmüşlerdi. Eyaletlerin ve vilayetlerin başında bulunan askerî
görevlilerden hükümdar soyundan olanlara melik, diğerlerine de şıhne adı verilirdi.
Selçuklular eyaletlerin başına idareci olarak şehzadeleri de görevlendirmişlerdir. Yönetimden sorumlu sivil görevlilere âmid, vilayetlerin vergisini toplayan görevliye de
âmil denirdi. Ticari hayatı düzenleyen ve bugünkü belediye işlerini yürüten görevliye de muhtesip denirdi. Ayrıca vilayetlerde ulak adı verilen görevlilerin bulunduğu
güçlü bir posta teşkilatı da kurulmuştu.
Büyük Selçuklu Devleti’nde ülke iki unsurdan oluşmuştu. Bunlardan birincisi
metbu devlet yani büyük sultana bağlı, diğeri de tabi devletler idi. Anadolu (Türkiye Selçukluları, Irak Selçukluları, Kirman Selçukluları, Suriye Selçukluları, Gazneliler.
Karahanlılar, Saltuklular, Artuklular, Danişmentliler ve Mengücekliler tabi devletlerdendi. Bu devletler iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise büyük devlete bağlıydılar.
Dolayısıyla tabi devletlerin de kendilerine has ayrı teşkilatları vardı.
?
1. Selçuklu saray teşkilatının memuriyetleri nelerdir?
2. Türk –İslam devletlerinde hükümet teşkilatına verilen isimler nelerdir?
3. Tuğra ve müstevfi divanı hangi işlerden sorumludur?
4. Arız-ı sultan ve müşrif hangi divanların başkanıdırlar?
5. Büyük Selçuklularda bağlı tabi devletler hangileridir?
6. Büyük Selçuklularda vilayetlerdeki yüksek dereceli görevliler kimlerdir?
3. ORDU
Türkler, en eski dönemlerinden beri askerliğe büyük önem vermişlerdir.
Ordu, devletin en temel teşkilatlarından biri olmuştur. Türklerde ordunun önemi,
İslamiyet’i kabul ettikten sonra da devam etmiştir. Türklerin güçlü ordu teşkilatından yararlanmak isteyen Abbasiler ve Samanoğulları, ordularında Türk komutan ve
103
TARİH 6
askerlere yer vermişlerdir. İlk Müslüman Türk devletlerinden Tolunoğulları, İhşidler
ve Gaznelilerde yerli halktan da asker bulunmakla beraber, ordunun çoğunluğunu
Türkler oluşturmuştur.
İlk Türk İslam devletlerinde ordunun ortak özelliği; disiplin, teşkilat, eğitim ve
silâh yönünden mükemmel olmasıdır. Ayrıca bu devletlerin ordularının büyük çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. Türkler, yerleşik hayata geçip çeşitli mesleklerle
uğraşmalarına rağmen eski Türk ordu-millet bilincini her zaman korumuşlardır.
a. Karahanlı ve Gazneli Orduları
Karahanlılarda ordunun çekirdeğini Karluk ve Çiğil Türkleri oluşturmaktaydı.
Karahanlı ordusu saray muhafızları, hassa ordusu (doğrudan hükümdara bağlı askerler), şehzadelerin ve valilerin yönetimindeki eyalet askerlerinden meydana geliyordu.
Gazneli ordusu zamanın en güçlü ve teşkilatlı ordularından idi. Ordu gulam
askerleri, eyalet askerleri, ücretli askerler ve gönüllülerden meydana gelirdi. Gulam
askerleri gulam sistemi adı verilen bir usulle yetiştirilirdi. Bu uygulama Büyük Selçuklular, Eyyubiler, Memlukler ve Osmanlılar dâhil birçok Türk-İslam devletinde de
uygulandı. Gulam Farsçada “kul” demektir. Savaş esirleri arasından seçilenler ile toplanan küçük yaştaki çocukların yeteneklerine göre yetiştirildiği merkezlere gulamhane denirdi. En önemli gulam yetiştirme merkezi saraydı. Burada askerî konuların
yanında yönetim ve protokol kuralları ile ilgili eğitim de verilirdi. Gulamların çoğunluğunu Türkler oluştururdu. Sultanın özel muhafız ordusu olan gulamân-ı saray ile
hükümdarla birlikte savaşa katılan ve ayaklanmaları bastırmakla görevlendirilen
hassa ordusu da gulamlar arasından seçilerek oluşturulurdu. Eyalet askerleri iktalarda yetişmiş atlı askerlerle şehzade ve meliklerin kuvvetlerinden oluşurdu. Ücretli
askerler Oğuz, Karluk ve Yağma Türklerinden seçilirdi.
Gaznelilerde ordunun çoğunluğunu atlı birlikler oluştururdu. Ayrıca orduda
filler de bulunurdu. Filler, düşman kuvvetlerinin dağıtılmasında ve ağır yüklerin taşınmasında büyük yarar sağlıyordu
b. Tolunoğulları ve İhşidlerde Ordu
Mısır gibi halkı yabancı olan bir ülkede kurulan bu devletlere Türk devleti olma
özelliğini veren unsur, hanedanlarının ve ordularının Türk olmasıdır. Bu devletlerin
varlıklarını devam ettirebilmeleri için öncelikle kuvvetli bir orduya sahip olmaları
gerekiyordu. Ordunun ana unsurunu Kıpçak Türkmenleri oluşturuyordu. Tolunoğulları ordusunda Türkler, Sudanlılar ,Araplar ve diğer milletlerden oluşan intizamlı bir
kara ordusu vardı. Ayrıca denizden gelecek tehlikeleri önlemek için güçlü bir donanma yaptırmışlardı. Donanmada Türklerle birlikte Kıptiler, Yunanlı ve Berberiler görev
yapıyordu. İhidoğulları da hem kara hem de deniz gücüne sahipti. Donanmadan
Suriye seferleri için Nubyalılara karşı yapılan akınlarda Kızıldeniz ve Nil Nehri’nde
faydalanılmıştır.
104
TARİH 6
c. Harzemşahlarda Ordu
Harzemşahlar ordusunun esas dayanağı, Türkmen ve Kanglı -Kıpçak kabile reislerinin emrindeki askerler oluştururdu. Harzemşahların askerî teşkilatı tamamen
Büyük Selçuklulardan alınmıştır. Ordunun çekirdeğini ikta askerleri oluşturmuştu.
Orduya ait bütün işlere başında Emir’i Arız’ın bulunduğu Divan-ı arız bakardı. Orduda askerî ikta sistemi vardı. İkta askerlerinden başka hükümdarın doğrudan emri altında buluna ve merkezde oturan hassa ordusu vardı. Bu ordu öncelikle satın alınan
veya harplerde esir edilen kölelerden meydana geliyordu. Havass-ı Gulaman denilen askerler Hassa ordusundan seçilirdi. Bunlar sultanın güvenliğini sağlar, hayatını
korur ve savaşta sultanın yakın çevresinde bulunurlardı. Bunlardan başka hanedan
üyelerinin valilerin ve sınırlarda yaşayan komutanların da askerî birlikleri vardı.
d. Selçuklularda Ordu
Türk tarihinin olduğu kadar, İslam ve dünya tarihinin de en önemli imparatorluklarından birini temsil eden Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun bu güçlü konumunu oluşturan en önemli unsurlarından biri, mükemmel bir askerî teşkilata
sahip olmalarıydı. Gerçekten de Selçukluların kısa zaman içerisinde, daha önce Müslümanlara ait olan veya olmayan muazzam bölgeleri sınırları altında birleştirmeleri,
bu geniş coğrafyada Büyük Selçuklular veya devamı olarak üç asır süreyle yaşamaları ve İslam topraklarını güçlü Haçlı orduları karşısında koruyabilmelerini başka şekilde açıklamak da güçtür. Büyük Selçuklular devletlerini korumak ve kollamak kadar, topraklarını genişletmek için de ücretli ve profesyonel bir ordunun gerekliliğine
inanıyorlardı. Böylece esas olarak bir askerî devlet olan Büyük Selçuklular olgunluk
dönemlerinde, Orta Çağın en muntazam ve güçlü ordusuna sahip bulunmuş, silahlı
kuvvetlerinin oluşturulmasındaki nizam ve usuller yönünden, başta Osmanlılar olmak üzere, kendinden sonra gelmiş olan birçok devlete de örnek olmuşlardır.
Büyük Selçuklu ordusu Dandanakan Savaşı’na kadar tamamen göçebe Oğuzlara dayanıyordu. Bu savaştan sonra yerleşik İslam topluluklarıyla karşılaşan Tuğrul
Bey, yeni şartlara uygun düzenlemelere girişti. Öncelikle Gaznelilerin hassa ordusuna benzeyen özel birlikler meydana getirdi. Türklerin yanında yerli unsurları da
askerî teşkilat içine aldı. Çünkü fetihler için kalabalık orduya ihtiyaç duyuluyordu. Bu
dönemde Büyük Selçuklu ordusu, çağının en büyük askerî gücü durumuna geldi.
Büyük Selçukluların askerî sistemde yaptıkları en büyük yeniliklerden birisi,
Tuğrul Bey zamanında uygulamaya başlanan askerî iktalardır.
İkta sistemi ilk defa Hz. Ömer döneminde uygulanmıştır. Büyük Selçuklular
ikta sistemini kendilerine göre geliştirerek askerî bir şekil kazandırdılar. Bu sisteme
göre ülke toprakları vergi gelirlerine göre bölümlere ayrılırdı. Bu bölümlerin her birine ikta denirdi. İktalar askerî ve sivil devlet görevlilerine hizmetleri karşılığında verilirdi. Kendilerine ikta verilenler bu topraklarda oturur, memurlar aracılığıyla vergileri
toplarlardı. Bu vergilerin bir kısmı ile kendi geçimlerini sağlarlar, geri kalan kısmı ile
105
TARİH 6
de belli sayıda atlı asker beslerlerdi. Devlet görevlilerinin giderleri de bu vergilerden
karşılanırdı. İkta sahibi çağrıldığı zaman askerleriyle birlikte sefere katılırdı. Bu düzenlemeyle devlet, hazineden para harcamadan büyük ve güçlü bir orduya sahip
oluyordu. Ayrıca ikta sahipleri bulundukları yerlerde idareyi ve güvenliği sağlıyorlardı. Toprağı işleyen çiftçileri denetleyerek üretimin devamının sağlanması da ikta
sahiplerinin görevlerindendi.
Selçuklu Ordusunun Bölümleri:
Merkez Ordusu
Gulam ordusu, kulluk sistemi demek olan gulam sisteminde değişik milletlerin çocukları küçük yaşta alınarak özel olarak yetiştirilirler ve yeterli olgunluğa geldiklerinde askere alınırlardı. Sultanlar, kendilerine en yakın askerî birlikleri gulam
sisteminde yetişmiş askerlerden seçerlerdi. Gulam ordusu maaşlı, sultana bağlı eğitilmiş ve her an savaşa hazır askerlerdi. Gulam sistemi Osmanlılarda kapıkulu sistemi
adını almıştır.
Hassa ordusu, çeşitli Türk boylarından seçilerek oluşturulan atlı birliklerdir. Sultana bağlı olan bu orduya maaş yerine iktalardan elde edilen vergi gelirleri verilirdi.
Melikşah zamanında sayıları kırk altı bine ulaştı. Bununla birlikte vezirlerin ve ordu
komutanlarının da hassa askerleri bulunmaktaydı. Bu sistemde, askerlerin en alt kademeden komutanlığa kadar çıkabilme hakları vardı.
Eyalet Ordusu
Şehzade, melik ve eyaletlerdeki valilerin askerleri, şehzade, melik ve eyalet
valileri kendilerine bağlı atlı askerî birlikler oluşturmuşlardı. Bu birlikler daha çok
çeşitli Türk boylarından meydana geliyordu. Selçuklu Devleti’nde gelir durumlarına
göre topraklar yüksek dereceli devlet görevlilerine dağıtılırdı. Bu devlet adamları
ikta olarak gelir elde ettikleri toprakların karşılığında belli sayıda asker yetiştirmek
zorundaydılar. Melik ve valiler, sefer zamanlarında kuvvetleriyle birlikte merkez ordusuna katılırdı.
Sipahiyan (atlılar), kendilerine ikta verilen kişilerin topladıkları vergi karşılığında
yetiştirdikleri atlı askerlerdi. Bu askerlerin atları dâhil bütün masrafları ikta gelirlerinden karşılanırdı. Selçuklu ordusunun en büyük bölümünü meydana getiriyorlardı.
Türkmenler
Türkmenler Büyük Selçuklu ordusunun tamamlayıcı unsuruydular. Doğudan
devamlı büyük kitleler hâlinde gelen Türkmenler uçlara yerleştiriliyorlardı. Bu şekilde, hem yerleşik hayata geçirilmeleri ve üretimde bulunmaları sağlanıyor hem de
onlardan askerî alanda yararlanılıyordu. Kalabalık olarak yaşayan Türkmenler, baş-
106
TARİH 6
larındaki beylerin yönetiminde devamlı fetihler yapıyorlar ve sınırları koruyorlardı.
Bağlı Devlet ve Beyliklerin Askerleri
Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı olan devletlerden asker alındığı gibi, komşu
milletlerden de paralı asker toplanırdı. Abbasi halifesi ve Gürcü kralı, sultanın ihtiyaç
duyup çağırması üzerine asker gönderirlerdi. Zaman zaman Ermenilerden de orduya destek birlikler sağlanırdı.
İlk Türk-İslam devletlerinde askerî teşkilat içinde okçular, mızrakçılar, gürzcüler, sopacılar, neftçiler, lağımcılar, meşaleciler ve bayraktarlar ordunun savaşçı gruplarıydı.
Harem, hazine, silah ve hayvanların muhafızları; mutfak görevlileri, sakalar ve
muhafızlar ordunun yardımcı destek gruplarını oluşturuyorlardı. Bunlar savaş sırasında ordunun gerisinde yer alırlardı.
Savaşta kullanılan silahlardan ok, yay, kılıç, kalkan, mızrak, bıçak, hançer, kargı
hafif silahları; mancınık, kule, neft makinaları, koç başı denilen kale kapısı kırmaya
yarayan ağaçlar ve arabalar da ağır silahları oluşturuyordu.
Türk-İslam devletlerinde ordunun sefer emrini başkomutan olarak hükümdar
veriyordu. Ordu savaşlarda genel olarak merkez, sağ kol ve sol kol olmak üzere savaş düzeni alırdı. Sultan merkezde bulunur ve hassa ordusu onu korurdu. Sağ ve sol
kollarda ise meliklerin ve şehzadelerin komutasındaki eyalet askerleri bulunurdu.
Genellikle Turan taktiği uygulanırdı. Özellikle Dandanakan ve Malazgirt Savaşlarında bu taktik mükemmel bir şekilde uygulanmıştır.
Resim 03.06: Hilal Taktiği İle İlgili Temsilî Resim
107
TARİH 6
?
1. Türk –İslam devletleri genel olarak asker ihtiyacını nasıl sağlamışlardır?
2. Türk-İslam ordularının savaş düzeni nasıldır?
3. Türk -İslam devletleri ordularında hangi tür silahlar kullanılmıştır?
4. İkta sistemi ilk olarak ne zaman uygulanmıştır?
5. İkta sisteminin devlete faydaları hakkında neler söylenebilir?
6. Gulam sistemi ne demektir?
4.TOPRAK YÖNETİMİ
İslamiyet’te, Hz. Muhammed’in(SAV) Medine’ye hicreti ile başlayan ve daha
sonra da devam eden bir toprak taksimi söz konusu idi. Sınırların genişletilmesi,
yeni toprakların kazanılmasına bağlıydı. İslam Devleti’nde savaşlar sonucunda kazanılan topraklar öncelikle Müslüman gaziler arasında pay edilerek öşriyye oluyordu. Bunun dışında kalan topraklar ise üzerinde oturan eski sakinlerinin yani gayr-î
müslimlerin (Müslüman olmayanlar) elinde bırakılırdı. Bu tür topraklara arazi-i
haraciyye(Haraci) denirdi. Haraci toprak sahiplerinden haraç adı verilen arazi vergisi
alınırdı. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında daha belirgin hâle gelip, yerleşen ve gelişen bu toprak taksimatı ikta sistemi olarak adlandırılmıştı.
İkta kelimesi, Arapça “kesmek” fiilinden gelmektedir. Kelimenin sözlük anlamı
kesilmiş, sınırları belirlenmiş arazi parçası demektir. İkta; mülkiyeti devlete ait olan
toprakların gelirlerinin hizmet karşılığı verilmesi idi. Abbasi Devleti’nde de uygulanan ikta sistemi, diğer Müslüman devletler ile ilk Türk-İslam devletlerinde de bazı
değişikliklerle uygulanmıştı.
Büyük Selçuklularda ikta sisteminin oluşturulmasında ve uygulanmasında etkili olan faktörler şunlardır:
t Göçebe yaşayan Oğuzlar, zaman zaman yağma ve çapulculuk yaparak, yerleşik hayata geçen halkı zor durumda bırakıyorlardı. Kasaba ve köylerin bu tür
olaylardan korunması, huzur ve düzenin sağlanması için göçebe Oğuzların
yerleşik hayata bir an önce geçirilmesi gerekiyordu. İkta sistemi bu amacı gerçekleştirmede yardımcı olmuştur.
t Büyük Selçuklulardan önceki Türk-İslam devletlerinde, hükümdarların dostlarına mükafat olarak büyük topraklar verdikleri bilinmektedir. Büyük Selçuklu
veziri Nizamülmülk, memleketin harap olduğunu ve vergi toplanamadığını
görünce işlenmeyen bu büyük toprakları küçük parçalara bölerek ikta hâline
108
TARİH 6
getirmiş ve herkesin derece ve kıdemine göre askerlere ve sivil memurlara dağıtmıştır.
t İkta olarak verilen toprakların gelirine göre asker beslemek zorunda olan ikta
sahipleri sayesinde devlet, maaş ödemeden büyük ve disiplinli bir ordu oluşturmuştu. Sultan Melikşah zamanında 400.000 kişiye ulaşan ordunun 40.000’i
merkezî kuvvet, geri kalanı ise ikta sisteminde yetiştirilip eğitilen askerlerdi.
İkta sistemi sayesinde devletin masrafları azaldığı gibi, ülke bayındır hâle getiriliyor, üretim de artıyordu. İkta sahipleri ile reaya arasında uyumlu bir ilişki vardı.
İkta sahipleri, gelirlerinin azalmaması için iktalarında yaşayan reayanın tüm sorunu
ile ilgilenirler ve üretimin artması için de her türlü desteği sağlarlardı.
OKUYALIM
SİYASETNAMEYE GÖRE İKTA SAHİPLERİ VE ONLARIN HALKA
NASIL DAVRANDIKLARININ İNCELENMESİ
Kendilerine ikta verilen sipahilerin halka nasıl muamele edeceklerini bilmeleri
gerekir. Kendilerine bırakılan malı alınca eğer halka iyi muamele ederlerse ne âlâ.
Fena muamele ederlerse halkın bedeni, malı, evlâdı, tarlaları ve âletlerinin ondan
emin olması için malı elinden alınır. Sipahilerin bunlara el uzatmaya hakkı yoktur.
Halk padişahın sarayına gidip, halini anlatmak isterse onları, bundan men etme yetkileri yoktur. Bunun haricinde hareket eden sipahinin diğerlerine ibret olması için
elinden iktası alınarak cezalandırılır. Hakikatte onların, toprağın ve halkın sultanın
olduğunu bilmeleri gerekir. Sipahiler ve valiler onların başında emniyet müdürü
(şahne) gibidirler. Yaptıkları muamele ile halk padişahtan memnun olursa, onun
ceza ve azabından emniyette olur.
Nizamülmülk: Siyasetnâme S.fasıl Sayfa 58
Gazneliler, askerlerine ikta yerine maaş vermesi nedeniyle, bazen maaşları
ödemekte güçlük çekmiştir. Bu durumda komutanlar, vilayetlerdeki vergiyi kendileri için toplamaya kalkışınca, vilayetler harap oluyor, halk da bu kötü davranış ve
tutum karşısında memleketlerini terk etmek zorunda bile kalabiliyorlardı.
Türk-İslam devletlerinden Karahanlılarda ve Büyük Selçuklularda toprak devlete ait idi. Yani mirîydi. Büyük Selçuklularda, miri olan topraklar has, ikta ve haracî
olmak üzere üçe ayrılmıştır. Ayrıca vakıf ve mülk topraklar da vardı. Toprağın bölümlerini aşağıdaki tablodan inceleyiniz.
109
TARİH 6
HAS
İKTA
MÜLK
VAKIF
Geliri hükümdara ait olan arazidir.
Has arazi hükümdarın şahsına bağlıdır.
Emirlere, valilere,
komutanlara yaptıkları hizmet karşılığında maaş yerine
bu toprakların vergi gelirleri verilir.
Şahıslara ait arazilerdir. Arazi sahibi
isterse araziyi çocuklarına miras bırakabilir, satabilir
veya vakfedebilir.
Gelirleri cami,
medrese, imaret,
köprü gibi
sosyal hayır
kurumlarına bırakılan
topraklardır.
Türk-İslam devletlerinin başlıca gelirleri şöyle özetlenebilir:
Öşür: Müslümanlardan yetiştirdikleri tarım ürünlerinden onda bir oranında
alınan vergi.
Haraç: Müslüman olmayanların arazilerinden ve ürünlerinden alınan vergi.
Cizye: Müslüman olmayanlardan askerlik yapmadıkları için alınan vergi
Savaşta elde edilen ganimetlerin beşte biri.
Orman, tuzla ve maden işletmelerinden alınan vergi.
Ticaretten alınan gümrük vergisi.
Bağlı devletlerin gönderdikleri hediye ve vergiler.
?
1. Nizamülmülk hangi gerekçelerle büyük toprakları küçük bölümlere ayırma gereği duymuştu?
2. Has arazinin özellikleri nelerdir?
3. Vakıf arazi ne demektir?
4. Cizye, öşür ve haraç vergileri kimlerden alınır?
5.HUKUK
Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleriyle hukuk sistemlerinde de değişiklikler
oldu. Toplum ve devlet hayatında etkili olan törenin yanında şeri hukuk da uygulanmaya başladı. Şeri hukuk, İslam hukuku kaynaklarına yani Kur’an, sünnet, icma ve
kıyasa dayanır.
Türk-İslam hukukunda Karahanlılarla başlayan geçiş dönemi Selçuklularla en
gelişmiş hâline ulaştı. Türk-İslam devletlerinde adli teşkilat, şeri ve örfi yargı olmak
üzere ikiye ayrılıyordu. Şeri yargı; aile, miras, ölüm ve ticaret konularıyla ilgilenirdi.
110
TARİH 6
Şeri davalara kadılar bakardı. Hayır işleri ve vakıfların idaresi gibi görevleri de bulunan kadıların verdikleri kararlara itiraz edilirse dava ikinci kez Divan-ı Mezâlim’de
görüşülürdü.
Kadılar, aynı zamanda bulundukları yerlerde merkezî idarenin de temsilcisiydiler. Hükümdar tarafından ataması yapılan kadıların başı “kadi’l-kudat”, kadıların
tayin ve denetimini yapardı. Haklarında detaylı araştırma yapıldıktan sonra atanan
kadılar, hukuk alanında uzman, kültürlü ve halk tarafından güvenilir kişiler olmalıydı. Kadılar, rütbelerine ve hayat standartlarına uygun maaş alırdı.
Örfi hukuk genel olarak; yönetim, askerî ve mali hukuku ilgilendiren konuları kapsardı. Başında emir-i dad’ın(adalet bakanı) bulunduğu örfi mahkemelerin ağır
siyasi suçlar için verdiği kararlar, sultanın başkanlığındaki özel mahkemede hükme
bağlanırdı. Divan-ı Mezâlim, Türk-İslam devletlerinde adli teşkilatın temel organlarından biriydi. “Yasama, yürütme ve yargı” görevlerinin yanı sıra “idari, dinî ve mali”
alandaki görevleri de yerine getirirdi. Divan-ı mezâlimde kadıların kararlarına yapılan
itirazlar görüşülürdü. Siyasi suçlular ve devlet düzenini bozanlarla birlikte yüce divan
sıfatıyla şikâyetçi olunan devlet memurları da burada yargılanırdı. Sultanın başkanlığında haftanın belirli günlerinde toplanır, sultan olmadığı zaman vezir başkanlık
ederdi. Divan-ı Mezâlim, Müslüman Türk devletlerinde değişik isimler almakla birlikte, işlevlerini birbirine yakın şekilde devam ettirmiştir. Yargılama idari ve adli yargı
olmak üzere ikiye ayrılırdı. Mahkemede kararlar şeri ve örfi hukuka göre alınırdı.
Nizamülmülk Divan-ı mezâlimin önemini
şöyle açıklar: “Padişah için
haftada iki gün mezâlim
divanı kurup zâlimlerden
mazlumların haklarını almaktan, suçlulara ceza
vermekten başka çare
yoktur. Zulme uğrayanların da hükümdara dilekçe
vermeleri hükümdarın da
verilen her bir dilekçeye
yazılı emir vermesi gerekir. Zira sultanın mazlumları ve adalet isteyenleResim 03.07: Kadı Teftiş Yaparken
ri haftanın iki gününde
sarayına çağırıp onların
şikâyetlerini dinlediği memlekete yayılınca zâlimler, sultanın kendilerine vereceği
cezadan korkarak ellerini millet malından ve zulümden çekerler.”
Ordu mensuplarının davalarına ise kadıasker bakmaktaydı. Kadılara, görevlerinde ve aldıkları kararlarda herhangi bir baskı yapılmazdı
111
TARİH 6
OKUYALIM
İLK TÜRK-İslam DEVLETLERİNDEKİ ADALETE DAİR ÖRNEKLER
Karahanlılar döneminde yaşamış olan Yusuf Hâs Hâcib ünlü eseri Kutadgu
Bilig’de adalet kurumunu şöyle tanımlamıştır:
“Memleket tutmak için çok asker ve ordu gerektir. Askeri beslemek için de çok
mal ve servete ihtiyaç vardır. Bu malı elde etmek için halkın zengin olması gerektir.
Halkın zengin olması için de doğru kanunlar konulmalıdır. Bunlardan biri ihmal edilirse beylik çözülmeye yüz tutar.”
Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan halka adaletli davranırdı. Alp Arslan 1070 yılında Diyarbakır’a geldi. Bölgenin hâkimi Nasr Mervan onu karşıladı ve devrin âdeti
gereğince 100.000 altın sundu. Alp Arslan parayı aldı. Samimi bir havanın estiği kabulde Nasr’dan isteklerini sordu ve yerine getirdi. Ancak daha sonra Nasr’ın hediye
ettiği parayı halktan kanunsuz bir şekilde topladığını öğrendi. Bunun üzerine sultan;
altınları aldığı kimselere geri vermesi için Nasr’a iade etti. Böylece yapılan haksızlığın
izlerini sildi.
Gürcü ve Ermeni yazarlar Melikşah için de şunları yazmışlardı:
“Kalbi Hristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. Geçtiği ülkelerin halkına, halkı gibi
davrandı. Bu sebeple birçok il, 1086 yılında, kendiliklerinden onun yönetimi altına
girdiler.
Ermenistan ve Rum ülkeleri onun kanunlarını tanıdılar. Melikşah’ın ordusunun
askerleri İsfahan’dan Antakya’ya ve Bağdat’a yapılan seferlerde halkın malına asla
dokunamadılar.”
Harzemşahlar Devleti’nde adalet teşkilatı özellikle ilk devirlerde mükemmel ve
muntazamdı. Sultanlar genellikle halkın şikayetlerini yakından izlerlerdi. Bunu sağlamak için ülkede doğrudan doğruya sultana bağlı Kıssa-darlık makamı kurulmuştu.
Halktan herhangi bir kişi doğrudan doğruya kıssa-dara dilekçe verip şikayetini bildirebilirdi. Kıssa-dar bu dilekçeleri alır ve düzenli olarak sultana takdim ederdi.
Aydın Taner’i: Türk Devlet Geleneği Dün ve Bugün s. 156-160 arası
?
1. İslam hukukunun kaynakları nelerdir?
2. Örfi hukuk ne demektir?
3. Kadılar hangi şartlarda görev yaparlar?
4. Divan-ı Mezâlim nedir? Önemi nelerdir?
5. Türklerin adalet anlayışı onlara hangi katkıları sağlamıştır?
112
TARİH 6
6. DİL VE EDEBİYAT
İslam dinine giren Türkler bu yeni dinin kavramlarını ve kutsal kitabının dilinin
tesirini de benimsemek zorunda kaldılar. Uygur Türkleri de Maniheizmi kabul ettikleri zaman bu dinin kutsal dili olan Sogd lehçesini ve alfabesini benimsemişler, Kök
Türk alfabesini terk etmişlerdi. Bu yüzden İslam dinine giren Türkler de Arap-Acem
(İran) etkisinde gelişmiş olan İslam Medeniyetinin tesiri altına girdiler. Türkçede karşılığı olmayan İslami kavramları Arapça ve Farsçadan aldılar.
Türklerin İslam Medeniyet dünyasında söz sahibi olabilmeleri, üstünlüğü ele
geçirerek devam ettirebilmeleri için İslam Medeniyetini anlamaları ve bilmeleri lazımdı. Bunun için de İslam Medeniyetinin ilmini, sanatını meydana getiren dilleri en
iyi şekilde öğrenmeleri gerekiyordu.
Karahanlılar Döneminde Dil ve Edebiyat
Orta Asya’da İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılarda resmî dil, saray dili
ve halk dili Türkçe idi. Çünkü, Karahanlılar Devleti’nde halkın büyük çoğunluğunu
Türkler oluşturuyordu. Karahanlılar resmî işlerde ve halk arasında, Arap alfabesi yanında Uygur alfabesini de kullanmışlardı.
Karahanlı devri; Türk Edebiyatının, eski geleneklerle İslam kültürünü kaynaştırma çağı oldu. Özellikle Doğu Karahanlılar, Türk diliyle İslami bir edebiyatın gelişmesini teşvik ettiler. Böylece Türk İslam edebiyatı ortaya çıktı.
Karahanlı döneminde yaşayan Türk ilim ve
edebiyatının ünlü isimleri , Yusuf Hâs Hâcip, Kaşgarlı Mahmut ve Edip Ahmet Yüknekî idi.
Türklerin, İslamiyet’i kabullerinden sonra yazılan ilk İslami Türkçe eser Kutadgu Bilig’dir. Eser
Balasagunlu Yusuf tarafından 1069-1070 yıllarında
Hakaniye lehçesi ile yazıldı. Yusuf, eserini Doğu Karahanlı hükümdarı Buğra Karahan (Ebu Ali Hasan
Bin Süleyman Arslan Karahan) adına yazarak, hakana sunmuştur. Bundan hoşlanan hakan, Yusuf’u
Kaşgar sarayına hâs hâcip (yüksek seviyede protokol görevlisi) yapmıştır.
Resim 03.08: Yusuf Has Hacip
Temsilî Resim
Kutadgu Bilig’in orijinalinden epeyce sonra
yazılmış ve bugün ele geçmiş üç nüshası vardır.
Bunlar Uygur alfabesiyle yazılmış olan Viyana nüshası ile Arap alfabesiyle yazılmış olan Mısır ve Fergane nüshalarıdır. Kutadgu Bilig’de iyi bir devlet
idaresinin nasıl olacağı anlatılmaktadır. Eser Türk
113
TARİH 6
devlet düşüncesi, kanun, egemenlik anlayışı ve siyaset görüşü bakımından da çok
değerli bilgiler vermektedir. Kutadgu Bilig’de aynı zamanda insanların iki dünyada
da mutlu olmasını sağlamak amaçlanmaktadır. Eser, bu yönüyle de bir ahlak ve davranış kitabıdır.
Önsöz bölümünde; Tanrı’ya, Peygambere, dört halifeye, zamanın hakanına övgüler, birtakım ahlaki ve felsefi düşünceler, kitabın adı, konusu ve yazılış sebepleri
yer almaktadır. Kitabın, esas bölümünde ise; adaleti, devleti, aklı ve kanaati temsil
eden dört şahıs (Küntogdı, Aytoldı, Öğdülmiş, Odgurmış) arasında geçen konuşmalar, yazışmalar ve olaylar anlatılmaktadır. Yusuf Has Hacip bu olaylar arasında okurlarına vermek istediği bütün öğütleri ve bilgileri toplamıştır. Kutadgu Bilig’de ahlaki
davranışın ve mutluluğun temel şartı olarak bilgili olmak gösterilmiştir. Kitabında
ilmi güvenilir bir rehber olarak ele alan Yusuf Has Hacip, âlimlerin ilminin halkın yolunu aydınlatacağını belirtir ve ilmi gece yanan bir meşaleye benzetir.
Divanü Lügat -it- Türk
Divanü Lügat -it- Türk, Kaşgarlı Mahmut tarafından 1072-1077 yıllan arasında
yazılmıştır. Mahmut Arapça yazdığı eserini Bağdat’taki Abbasi halifesine sunmuştur
(O tarihlerde Irak topraklarına Büyük Selçuklular hâkimdi).
Divanü Lügat - it - Türk; Türkçenin ilk sözlük ve dilbilgisi kitabıdır. Ancak hazırlanışı ve içindekiler bakımından döneminin dili, edebiyatı, tarihi, coğrafyası ve sosyolojisi hakkında geniş bilgiler vermektedir. Bu yönüyle eser, zengin bir millî kültür
hazinesidir.
Kaşgarlı Mahmut,İbn-i Fadlan, Gerdizi,
Tahir Mervezî, Muhammed Avfi ve Beyhakî
gibi kendi döneminin Türk hayat ve cemiyetleri üzerine eğilen ünlü âlimleriyle birlikte Türk illerini adım adım dolaştı. Kaşgarlı
Mahmut, çalışmalarında Türkçeyi resmi dil
olarak kabul eden Karahanlı Devleti’nden de
büyük destek gördü.
Resim 03.09: Kaşgarlı Mahmut Temsilî
Resim
114
Türkçenin serpilip gelişmeye başladığı
o dönemde, Mahmut’la birlikte Balasagunlu
Yusuf Has Hacip de Türk diline büyük hizmet
etti. Bu iki Türk Âlimi, ortaya koydukları eserlerle Türk dil birliğinin sağlanmasına önemli
katkılarda bulundular. Aynı zamanda filolog,
etnograf ve ilk Türk haritacısı olan Kaşgarlı
Mahmut, Divanü Lügati’t-Türk adlı eserinde;
yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının kullandığı ağızları canlı olarak tespit etti.
TARİH 6
Oğuz Türklerinin 24 boyu ile ilgili şemayı da verdiği eserinde, Türkçenin zenginliğini ve Arapça ile Farsça yanındaki değerini ispata çalışan Mahmut, ayrıca Türkçeyi Araplara öğretmek gayesiyle Kitâbu Cevâhirü’n-Nahvi Lügati’t-Türk adlı gramer
kitabını yazdı.
Divan’ında Türk dilinin grameri yanında, Türk yer adları, Türk damgaları ve Türk
topluluklarını da etraflı şekilde anlatan Kaşgarlı Mahmut, ömrünün sonlarına doğru tekrar memleketi Kaşgar’a dönerek, tahminen 1090’da burada vefat etti. Doğu
Türkistan’da bulunan Kaşgar şehrine 35 kilometre uzaklıktaki Azak köyünde olan
kabri, 1983 yılı Temmuz ayında bulundu. Kaşgarlı Mahmut, kültür ve edebiyat tarihimizde belli bir yere sahiptir. Onun eserinin giriş kısmında milleti için yazdıkların bir
kısmı şunlardır: “Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğdurmuş olduğunu
ve onların mülkleri üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş bulunduğunu
gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın
hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin idarelerini onların ellerine verdi.
Kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi”.
Atabetü’I - Hakayık (Hakikatlerin Eşiği)
Edip Ahmet Yükneki tarafından yazılan Atabetü’I - Hakayık da, Karahanlılar
Dönemi Türk edebiyatı eserlerindendir. Uygur harfleriyle yazılmış olan eserin iki
nüshası bugün Ayasofya Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Onun doğduğu “Yüknek”
şehrinin nerede olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Edip Ahmet; XII. yüzyılın tanınmış bir şairi ve takdir edilmiş bir âlimidir. Onun adı, Türk illerinde yüzyıllarca
unutulmamış ve bazı mısraları atasözleri arasına girmiştir.
Atabetü’I - Hakayık’ın konusu tamamıyla dinî ve ahlakidir. Kitapta dindarlığın
faziletinden, ilmin saadete götüren yol oluşundan, cömertlikten, kibir ve ihtirasın
kötülüğünden bahsedilmektedir.
Satuk Buğra Han Destanı
Karahanlılar Dönemi’nden bugüne kadar gelebilen bir diğer eser de Satuk
Buğra Han Destanıdır. Eser dinî edebiyat ürünlerinden olup İslami-Türk destanlarının ilklerinden biridir.
Satuk Buğra Han, Karahanlılar Devleti’nin ilk Müslüman hükümdarıdır. Satuk
Buğra Han Tezkiresi (veya destanı)nde de bu hükümdarın hayatı, akınları, savaşları
ve İslam dinini kabul edişi efsanevi bir tarzda anlatılmıştır. Eser, daha çok Türk tarihindeki destan ruhunun İslam inanışları ile nasıl birleştiğini göstermesi bakımından
önemlidir.
Türklerde İlk Tasavvuf Hareketleri
Tasavvuf, gönlünü Allah sevgisine bağlama demektir. Mustasavvıf ise, tasavvufla uğraşan kişidir. Daha geniş tanımıyla mutasavvıf; kirden temizlenen düşünce
115
TARİH 6
ile dolan, Allah’a yönelen, yanında altın ve çamur eşit olan kimsedir. Türk tarihinde
birçok devlet adamı ve hükümdar tasavvuf ve tarikat şeyhlerine bağlanarak tasavvuf hareketini desteklemişlerdir.
Hoca Ahmet Yesevî
İlk Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevi’dir. Türkistan’ın Sayram şehrinde doğan Ahmet Yesevi, Türk illerinde daha çok destani şahsiyetiyle yaşamış ve yücelmiştir. Onun
hayatı hakkında bilgilerimiz azdır. Hakkındaki menkıbeler (hikâyeler) ise ciltler dolduracak kadar çoktur.
Ahmet Yesevi’nin hayatı iki şekilde anlatılmaktadır. Bunlardan biri menkıbelere dayanılarak anlatılan hayatı, diğeri ise tarihî hayatıdır. Menkıbelere dayanan
hayatında olağan üstülükler vardır. Bunlara göre 7 yaşındayken büyük kerametler
göstermiştir. Hızır Aleyhis-selam ile buluşmuş, Hz. Peygamber’in manevi işareti ile
Arslan Baba tarafından yetiştirilmiştir. Ahmet Yesevî, tarihî hayatında ise 7 yaşındayken babasını kaybetmiştir. Yesi şehrine gelerek ilk tasavvuf terbiyesini Arslan
Baha’dan almıştır. Daha sonra Buhara’ya giderek iyi bir medrese öğrenimi görmüştür. Çağının en büyük sofisi Şeyh Yusuf Hemedanî’nin müridi olmuştur. Şeyhinin ölümü üzerine de postuna oturmuştur. Tekrar Yesi’ye dönerek Yesevî Tarikatını kurmuş,
etrafında binlerce mürid toplamıştır, müridlerinin çoğu Türkmen olan Ahmet Yesevî,
onlara tarikatını anlatmak için Türkçe, ahlaki ve tasavvufi şiirler yazmıştır. Örnek bir
hayat yaşamıştır. İbadetten kalan zamanlarını tahtadan kaşık yontarak, kepçe yaparak geçirmiştir. Elde ettiği gelirle ihtiyaçlarını karşılamış, gelen hediyeleri ise muhtaç
olanlara dağıtmıştır.
Ahmet Yesevi 63 yaşına
gelince kendisine yer altında
bir hücre kazdırmış, kalan ömrünü günsüz güneşsiz orada
tüketmiştir. (Hz. Muhammed
63 yaşında vefat ettiğinden
Ahmet Yesevî’de ona olan derin bağlılığı sebebiyle dünyayı O’ndan daha fazla görmek
istememiştir). 1194 yılında
73 yaşında vefat eden Hoca
Ahmet Yesevi’nin türbesi
ölümünden yaklaşık iki yüz
yıl sonra Timur tarafından
yaptırılmıştır.
Günümüzde
Resim 03.10: Ahmet Yesevi Türbesi
Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bulunan türbe 1993 yılında Türkiye’nin girişimiyle onarılmış ve 2002 yılında da
Unesco tarafından dünya mirası tarih eserler listesine dâhil edilmiştir.
116
TARİH 6
Ahmet Yesevi kurmuş olduğu tarikatla Orta Asya Türkleri arasında İslam
imanının yerleşip, genişlemesini sağlayan bir din ve tasavvuf büyüğüdür. Ahmet
Yesevî’nin tarikatı, Seyhun kıyılarından Harzem’e, Asya sahralarına, Moğol istilâsı ile
de Horasan, Iran ve Azerbaycan’a yayılmıştır. Yesevî’nin Alp-Erenleri, Horasan Erenleri olarak Anadolu’ya girmiştir.
Ahmet Yesevi’nin yazdığı eserin adı “Divan-ı Hikmet”tir. “Divan-ı Hikmet”; daha
çok dinî ve ahlaki öğütler, hikâyeler ve tarikat usullerine ait öğretici şiirlerin yer aldığı sade bir ahlak kitabı niteliğindedir.
?
1. Karahanlılar Dönemi’nin kültür tarihimiz açısından önemi nedir?
2. Kutadgu Bilig, kim tarafından ne zaman yazılmıştır?
3. Kutadgu Bilig’de hangi konular üzerinde durulmakladır?
4. ürk dili açısından Divanü Lügat- it- Türk’ün önemi nedir?
5. Atabetü’l- Hakayık adlı eserde hangi konular işlenmiştir?
6. Ahmet Yesevi Türk toplumunu nasıl etkilemiştir?
7. Divan-ı Hikmet’in Türk dili açısından önemi nedir?
Gaznelilerde Dil ve Edebiyat
Gaznelilerde halkın çoğunluğunu başka milletler oluşturuyordu. Devletin
resmî dili Arapça, edebiyat dili de Farsça idi. Buna karşılık hükümdar ailesi ve ordu
Türk olduğu için saray ve ordu dili Türkçe idi.
Gazneliler döneminde de edebi alanda önemli eserler verilmiştir. Bunların başında, İranlı ünlü şair Firdevsî tarafından yazılıp, Gazneli Mahmut’a sunulan “Şehname” gelmektedir. Firdevsî, Şehnamede İran-Turan savaşlarını anlatmıştır. Firdevsî,
İranlı olduğundan, eserinde, daha çok İranlıları övmüştür. Bu nedenle Gazneli Mahmut, Firdevsi’ye, Şehname için vâadettiği parayı aynen vermemiş, şairi gücendirmiştir. Fırdevsî de bunun sonucunda, Gazneli Mahmut hakkında bir hicviye yazmıştır.
Gazneli Mahmut’a sunulan bir diğer eser de dönemin ünlü bilginlerinden biri
olan tarihçi Ütbi’nin yazdığı Tarih-i Yemin” adlı eserdir. Sistani, Menuceri, Şeyh Nizami Gazneliler dönemi edebiyatçılarındandır.
?
1. Firdevsi kimdir?
2. Gazneliler resmi olarak hangi dili kullanmışlardır?
117
TARİH 6
Büyük Selçuklular Döneminde Dil ve Edebiyat
Türk İslam devletlerinde Arap ve Fars kültürlerinin etkili olmasının sebepleri
özellikle Büyük Selçuklular için geçerliydi. Bu yüzden Selçuklu ülkesinde de Arapça
ve Farsça etkili oldu. Arapça ilim ve din dili, Farsça da edebiyat ve devlet dili kabul
edildi. Özellikle Fars edebiyatındaki gelişme hızlandı. Iran edebiyatı adeta altın devrini yaşadı.
Sultan Melikşah’dan başlayarak Selçuklu sultanları ve şehzadeleri İran kültürüyle ilgilendiler. Onların sarayları şairlerle doldu ve sultanların teşviki ile Farsça
birçok eser meydana getirildi. Melikşah döneminde yaşayan Ömer Hayyam, rubai
tarzında şiirler yazdı. Ünlü kasideci Enverî, büyük şairlerden Feridüddin Attar da Selçuklu döneminde yaşadı. Türk şairi Genceli Nizamî Hüsrevü Şirin ve Yusuf ve Zeliha
gibi zarif aşk hikâyelerini Farsça yazdı. Bu yüzden onun eserleri de Iran edebiyatına
maledildi.
Bu dönemde Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Siyasetname” (veya Siyeru’l-mülûk)
adlı bir eser yazmıştır. Nizamülmülk Siyasetnâme’de, devlet yönetimi hakkında
devrin sultanına yalnız nasihat vermekle kalmamıştır. Olayları nakletmiş, Selçuklu
Devleti’nin işleyişini ve aksayan taraflarını belirtmiştir. Alınması gereken tedbirler ve
yapılması gereken düzenlemeler hakkında da bilgiler vermiştir.
Selçuklular döneminde Türk diliyle söylenmiş bazı rubailer ve Türkçe-Farsça
manzumeler de vardı. Bunlar da bize, bu dönemde klâsik bir Türk şiiri olduğunu ve
Türkçenin bu yollarla denendiğini göstermektedir. Özellikle Hoca Ahmet Yesevî’nin
hikmetleri halk arasında çok tutulmuş ve tasavvuf akımı Türkler arasında yayılmıştır.
Yine Selçuklu döneminde Türk halkı her türlü yabancı tesirlere karış İslami bir halk
edebiyatı meydana getirmeye çalışmıştır. Türkçeyi aydınlarına kabul ettirmeye çalışırken en azından dilini unutturmamak yolunda önemli bir vazife görmüştür. Daha
öncede belirtildiği gibi Selçuklu medreselerinden yetişen kişilerle ilmi ve edebi
Türkçenin temeli atılmıştır.
?
1. “Siyasetname”de hangi konular işlenmiştir?
2. Büyük Selçuklu Dönemi’nin ünlü şairleri kimlerdir?
Harzemşahlar Döneminde Dil ve Edebiyat
Harzemşahlar döneminde bozkırlardan gelen yeni göçebe Türkmenlerle Harzem ve Horasan topraklarındaki Türk unsur kuvvetlenmiştir. Hükümdar ailesi ile Türk
boyları arasında evlilikler de yapılmıştır. Bunun sonucu olarak sosyal hayatta Türk
geleneklerinin bir kısmı daha canlandırılmıştır. Dolayısıyla Türk dili ve edebiyatının
Selçuklular döneminde başlayan gelişmesi, bu dönemde de devam etmiştir.
118
TARİH 6
Orduda, sarayda ve halk arasında Türkçe kullanılmıştır. Ancak diğer Türk-İslam
devletlerinde olduğu gibi Harzemşahlar Devleti’nde de resmî dil Farsça, ilim dili de
Arapça kabul edilmiştir.
Ahmet Yesevi ile başlayan tasavvuf cereyanı Harezm topraklarında gelişmiş,
pek çok sofi yetişmiştir. Moğol istilâsı sırasında şehit düşen Kübreviyye tarikatının
kurucusu Necmeddin Kübrâ da bunlardan birisidir. Yine Ahmet Yesevî’nin halifelerinin, özellikle de Hakim Süleyman Ata’nın Türk boylarının İslamlaşmasında önemli
tesirleri olmuştur. Ona maledilen başlıca eserler; Bakırgan Kitabı, Âhir Zaman Kitabı ve Meryem Ana Kitabı gibi eserlerdir. Hakîm Süleyman Ata’nın şiirleri de Ahmet
Yesevî’nin hikmetleri gibidir. Bunlarla birlikte Yesevî’nin Türkçe hikmetleri, halkın
dinî zevklerini okşamış ve samimi, bir karşılık bulmuştur.
Harzemşahlar döneminde hükümdarlar adına sözlüklerin yazılması, Türk dilinin kazandığı önemi göstermesi bakımından önemlidir. Bu sözlüklerden biri de
Celâleddin Harzemşah adına Muhammed bin Kays tarafından yazılmıştır. Tıbyanu
Lügati’t Türk Ala lisâni’l Kanglı adlı bu eser, Türkçe-Farsça sözlüktür. Bugün elde
bulunmayan eserlerin varlığı XIV. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
?
Harzemşahlar döneminde yapılan hangi çalışmalar Türkçeye verilen önemi
açıklar?
7.EKONOMİK HAYAT
İlk Müslüman Türk devletlerinde bir taraftan halkı zengin kılmaya yönelik önceki ekonomik anlayış devam ettirilirken diğer taraftan İslam dininin etkisiyle yeni
anlayışlar ekonomide uygulanmaya başladı. Bu uygulamalar; israftan kaçınma, devletin üretimden çok denetimle ilgilenmesi, servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması
ile gelir dağılımının adil olarak sağlanması olarak özetlenebilir.
Asya’da
kurulan
Karahanlılardan
Mısır’da kurulan Tolunoğullarına kadar bütün Türk-İslam devletleri, ilk Türk devletlerinde
olduğu gibi tarım ve
hayvancılıkla beraber
ticarete de büyük önem
vermiş,
özellikle ipek
Resim 03.11: İpekyolu’nda Bir Kervan
Yolu’nu kontrol altına
alarak ve ticaret yollarını emniyetli bir duruma getirmeye çalışmışlardır.
119
TARİH 6
Tolunoğulları döneminde Mısır’ın iktisadi durumu büyük bir gelişme gösterdi.
Tolunoğlu Ahmed, Mısır’ın refahının en önemli sebeplerinden birinin ziraat olduğunu görerek özellikle ziraatı geliştirmeye çalıştı. Bunun için de bir taraftan sulama
kanallarını ıslah ederken bir taraftan da yeni su kanalları ve kemerler yaptırdı. Gübresi için güvercin yetiştiriciliği, kümes hayvanları, küçük ve büyük baş hayvancılığı
geliştirildi. Bütün bu tedbirler tahıl tarımının, bağcılık ve bahçeciliğin gelişmesi, üretimin çeşitlenmesi ve artması, neticede refahın yaygınlaşması sonucunu doğurdu.
Tolunoğulları döneminde Mısır’ın ziraatıyla birlikte keten ve yünlü kumaş ile
pamuklu ve ipekli dokumacılığı da gelişti. Bunun yanında sabun ve şeker sanayi
ilerledi. Maden işlemeciliği, silah yapımı, yağ elde etme, süsleme ve küçük el sanatlarında önemli ilerlemeler oldu. Bir taraftan da maliye ıslah edildi .Vergi toplama esnasında halkın incinmemesi istendi ve alınan tedbirlerle vergi gelirleri arttı. Fustat,
Tinnis, Dimyat, İskenderiye önemli sanayi merkezleriydi.
Tolunoğulları döneminde ticarete de önem verildi. Afrika’dan gelip Mısır ve
Suriye’den geçen ticaret yollarının iyi işlemesi için gayret gösterildi. Kara yolları yanında deniz yoluyla ticaretin imkânları da geliştirildi. Böylece ülkenin dış ve iç ticareti artmıştır ki, bu alanda özellikle Yahudiler önemli rol oynamışlardır. Asuan, Fustat,
İskenderiye, Şam, Hâlep, Antakya başlıca ticaret merkezleriydi.
İhşidiler ziraatta Tolunoğulları kadar başarılı olamadılar. Bu durumun oluşmasına 940,949,952 ve 963 yıllarında Nil Nehri’n deki su eksikliğinin büyük etkisi oldu.
Dokumacılık, deri işlemeciliği, ağaç ve maden işçiliği başlıca sanayi kollarıydı. Ticaret
de oldukça gelişmiş durumdaydı.
Karahanlılarda hükümdarın vazifeleri arasında halkı refah içinde yaşatmak ve
malî istikrarı sağlamak vardı. Bunlara uyan Karahanlı hükümdarları sayesinde ülkede, gelişmiş bir ekonomik düzen kurulmuştu. Vergiler halkın ekonomik gücüne göre
alınıyordu. Verimli topraklar üzerinde halk tarımla uğraşıyor, hayvancılık yapıyordu.
El sanatları ve madencilik de gelişmişti. Maveraünnehir şehirlerinin pamuklu, yünlü kumaşları. Fergane’nin madenleri, altın ve gümüş işleri, silahları ünlü idi. Karahanlılar bütün bunları kendileri tükettikleri gibi diğer ülkelere de satıyorlardı. Onlar Çin Seddi yakınlarından, Ceyhun nehrine kadar uzanan topraklarda eski kervan
ticaretini de yeniden canlandırmışlardı. Ana yollar üzerinde ribat adıyla kurdukları
kervansaraylarda ticaretin gelişmesine yardımcı oluyorlardı. Hükümdarlar ticaret
kervanlarının güvenliğine önem veriyorlardı. Örneğin Karahanlı Tamgaç Han ticaret
mallarına zarar verenleri şiddetle cezalandırmıştır.
Gaznelilerin, özellikle Hindistan topraklarını ele geçirmeleriyle elde ettikleri
bol ganimet, ekonomilerini güçlendirmişti. Çin’den başlayan ve Gazne topraklarından geçen ticaret yolları sayesinde önemli gelir elde etmişlerdi. Onlar da tarım ve
ticaretin gelişmesi için çalışmışlar, topraklarındaki madenleri işletmişlerdi.
Selçuklularda iktisadi hayat, kervan yolları sayesinde parlak bir seviyeye erişmişti. Ticaret kervanları; Türkistan, Harezm, İran, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Anadolu
120
TARİH 6
istikametinde emniyetle sefer yapıyorlardı. Gazneliler devlet teşkilatından bir çok
şekilde faydalanan Selçuklular, ticaret yolları ile ilgili hususları da onlardan almışlardır. Meselâ Gazneliler gibi Selçuklular da, ticari kervanlara askerî muhafızlar koyarak,
kervanın emniyetini sağlarlardı. Ticaret yolları üzerinde çok sayıda kervansaray ve
han yapmışlardı. Bu yollarda gidip gelen kervanlar askerî kuvvetler tarafından korunurdu. Hatta zarara uğrayan bir kervancının zararı, devlet hazinesinden mevcut
hukuka göre karşılanırdı.
Selçuklular, ticarete ve ticaret yollarına büyük bir önem verdikleri gibi, ziraata
da değer vermişlerdi Devlet geniş topraklara sahipti. Sultan Melikşah ve Sultan Sencer tarafından Irak, Horasan ve Harezm’de açılan veya imar edilen sulama kanalları
sayesinde zirai üretim çok artmıştı. Üretilen ürünlerde ilk sırayı buğday alıyordu. Ayrıca pamuk tarımı ve meyvecilik de gelişti. Selçuklular tarım, ticaret ve hayvancılığın
dışında esnaf, zanaatkâr ve işçi olarak da ekonomik hayata katıldılar. Devletin başlıca gelirleri: öşür, haraç, cizye ve gümrük vergileri, madenlerin işletilmesinden elde
edilen gelirler ve ganimetler idi. Öşür, Müslüman halktan alınan ürün vergisiydi.
Müslüman olmayan halktan alınan ürün vergisine ise haraç deniyordu. Ayrıca yine
Müslüman olmayan halktan devletin koruması karşılığında cizye (baş vergisi) adı
altında bir vergi alınıyordu. Vergiler başkentteki Büyük Divanda belirlenirdi. Tespit
edilen miktarın üzerinde vergi alanlar cezalandırılırdı.
Selçuklu ülkesinde genellikle göçebe Türkler hayvancılıkla uğraşmışlardı. Onlar, sürüler hâlinde at, koyun ve sığır beslemişlerdi. Bu hayvanların etinden, sütünden ve derilerinden faydalanılmıştır.
Sanayi şehir hayatı içinde önemli bir yer tutmaktaydı. Kumaş dokuma
tezgâhları, demir fırınları, deri işleme atölyeleri, zamana göre en ileri sanayi olan
kâğıt imalâtı; yine çini, cam gibi maddeler üreten fırınlar ve imalathaneler, ülkenin
her tarafına yayılmıştı.
Abbasilerin kurduğu fütüvvet teşkilatı, Türklerde ahilik adını aldı. Esnafların
mesleki örgütü olan ahilik, ilgili meslek dalında dayanışmayı, üretimde kaliteyi ve
disiplini sağlıyordu. Müslüman olmayanlara kapalı olan bu örgüt, Türklerin yerleşik
hayat içindeki ekonomik etkinliklerde kendilerini geliştirmelerini sağladı.
Selçuklu sultanlarının bastırdığı madenî paralardan o devrin ekonomik düzeyi
hakkında bilgi edinmek mümkündür. Selçuklularda ilk parayı Tuğrul Bey bastırdı.
Tuğrul Bey’den sonra iktidara gelen Selçuklu sultanlarından Alp Arslan, Melikşah,
Kirman bölgesi meliki Çağrı Bey’in oğlu Kavurd’da altın para bastırdılar. Bastırılan
altın paraya dinar, gümüş paraya da dirhem adı verilmiştir.
Harezmşahlar Devleti’nde ekonomik durumu anlatan aşağıdaki metni okuyunuz.
Harzemşahlar’da İktisadi Durum
Harizm, tarihin çok eski dönemlerinden beri verimli bir tarım merkezi ve çok
önemli ticaret yollarının kesiştiği bölge olarak bilinir. Çöller arasından ilerleyen Cey121
TARİH 6
hun (Amuderya), Aral gölüne yaklaştığında bir yelpaze gibi kollara ayrılarak her türlü tarıma elverişli bir hayat kaynağını oluşturur. Bu hâliyle Harizm arazisi, tabiatın yer
yüzünde cömert davrandığı müstesna bölgelerden birisidir. Bu sebeple eski çağlardan beri kalabalık insan kitlelerini kendisine çekmiş, onları sinesinde barındırmıştır. Genel hububat tarımı yanında, pamuk ekimi, bahçecilik ve nihayet hayvancılık
Harizm’de gelişmiştir. Bölgenin ihraç malları arasında; kurutulmuş balık, ipekli ve
yünlü kumaşlar, süslü elbiseler, bal, peynir ve özellikle halifenin sarayına gönderilen
kavun, ayrıca sığır, deve, av kuşları, her çeşit deri, kürk, meşe, gürgen gibi orman
ürünleri, zırh, kılıç önemli yer tutardı.
Harizm’in, Çin, İran, Hindistan gibi Asya ülkeleriyle Sibirya düzlükleri, Güney
Rusya ve İskandinav ülkelerinin tam ortasında, buraların birbiriyle ilişkilerini en kolay şekilde sağladıkları büyük yolların kavşak noktasında bulunuyordu. Sayılan bütün bu diyarlardan gelen kalabalık ve zengin kervanlar, Harizm’de karşılaşıyorlar,
yüzlerce farklı malı onun pazarlarına indiriyorlardı. Böylece Harizm çok işlek bir ticaret merkezi olarak karşımıza çıkıyordu. Kuzey ve Doğu Avrupa ile Güney Rusya’da
faaliyet gösteren Harizmli tacirlerin gayretleriyle veya Kuzey Avrupa ve Bulgar tüccarları vasıtasıyla; Volga Bulgarlarından işlenmiş hayvan derileri, bal, mum, giyecek
eşyası, İskandinavya’dan balık dişi, tutkal, zırh ve kılıçlar, Sibirya steplerinden sığır ve
at sürüleri gibi çeşitli mallar getirilip Harizm pazarlarında satışa sunuluyordu.
Çin ve İç Asya ile Harizm arasındaki ticari ilişkiler de büyük öneme sahipti. Nitekim Moğollarla Harizmşahlar arasında ortaya çıkan ve sonuçta büyük bir savaşla
neticelenen gelişmelerde de ticaret önemli yer tut makta idi. Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz ki; Harizmşahlar döneminde, Harizm bölgesindeki ekonomik imkânlar,
burasının güçlü ve çok ülkeleri birleştiren bir devletin çekirdeğini oluşturmasıyla
daha da gelişmiştir. Bu sayede ticaret daha kolaylaşmış, sulama kanallarının düzenlenmesi üretimin artmasını, bütün bunlar da bölgede refah ve hayat seviyesinin
yükselmesini temin etmiştir.
Nesimi Yazıcı, İlk Türk İslam Devletleri Tarihi, s,380-382
?
1. Tolunoğulları döneminde Mısır’ın ekonomik durumu hakkında neler söylenebilir?
2. İhşidoğulları ziraat alanında niçin Tolunoğulları kadar başarılı olamamışlardır?
3. Gaznelilerin ekonomik faaliyetleri nelerdir?
4. Karahanlılar ticaretin gelişmesi için neler yapmışlardır?
5. Büyük Selçuklu Devleti’nde başlıca geçim kaynakları nelerdir?
6. Harzemşahlarda hangi özelliklerinden dolayı ticaret gelişmiştir?
122
TARİH 6
8.BİLİM VE SANAT
Bilim
Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra kendilerini gelişmiş bir İslam kültürü
içinde buldular; Türk-İslam devletlerinin hükümdarları, İslam kültürünün daha da
ileri gitmesi için her türlü gayreti gösterdiler. Bilim adamlarını himayeleri altına alıp
bilimsel çalışmaları destekleyerek bilimin gelişmesi için gerekli ortamı hazırladılar. Bu
dönemde medreselerden değerli bilim adamları yetişti Medreselerde İslami bilimlerin yanında tıp, astronomi, matematik, kimya, tarih ve coğrafya dersleride okutuldu.
Karahanlılar döneminde Semerkant, Buhara, Kaşgar en önemli bilim ve kültür merkezi hâline geldi. Karahanlılar ilmî çalışmaları destekleyip öğrencilere burs
vererek eğitimi yaygınlaştırmaya çalıştılar. Gazneliler döneminde eğitim ve öğretim
kurumları olarak birçok medrese açıldı. Gazneliler Devleti hükümdarlarından Sultan
Mahmut zamanında Nişabur’da kurulmuş olan medreseler dönemin en ünlü medreseleri arasındaydı. El Bîrûnî Hindistan’ın tarihi ve coğrafyası hakkında bilgiler veren
kitabını bu dönemde yazdı. Bazı eserlerini de Sultan Mahmut adına yazmıştır.
Selçuklu topraklarındaki Bâtınîlerin yıkıcı propagandalarını etkisiz kılabilmek
için bilgili insanlar yetiştirme ihtiyacı doğdu. Ayrıca, devlet içindeki din adamı ihtiyacını karşılamak İslamiyet’i yeni benimsemiş göçebe Oğuz topluluklarının dinî inançlarını pekiştirmek için de medrese açma gereği duyuldu. Her alanda gelişen devlet
için yetişmiş memurlara duyulan ihtiyaç ve yetenekli yoksul öğrencileri topluma kazandırma düşüncesi, Selçukluları medreseler açmaya yöneltti.
İlk Selçuklu medresesi Tuğrul Bey zamanında Nişabur’da açıldı. Alp Arslan zamanında Vezir Nizamülmülk Bağdat’ta Nizamiye Medresesini kurdu (1066). Nizamiye Medresesi’nde eğitim ve öğretim sistemli bir programa bağlanmıştı. Dinî ilimlerin
dışında matematik, felsefe, dil ve edebiyat gibi dersler de veriliyordu. Bu yüzden bu
medrese, dünyanın ilk üniversitesi sayılır. Bağdat Nizamiye Medresesi’nden sonra
Belh, Nişabur, Herat, İsfahan, Basra ve Merv’de pozitif bilimlere önem veren medreseler açıldı. Devrin önde gelen bilim adamları bu medreselerde görev aldı.
Selçuklu medreselerinde müderrislerin (öğretim elemanları) ilmî özgürlükleri
vardı. Bu medreselerde görev yapan müderrislerin çoğu, zamanın bilim otoritesi sayılan kişilerdi. Bunlardan Şirazî, Cüveynî, Gazali ve Feridüddin Attar en ünlüleriydi.
Bu medreselerin gelir kaynaklarını vakıflar oluşturuyordu. Medreselerin çevresinde
pek çok kuruluş bulunmaktaydı. Bunlar mescit, hamam, yatakhane, kütüphane ve
fakir halkın yararlandığı imarethaneler (aşevleri)di.
Büyük Selçuklularda hükümdarlar ve devlet adamları fikir ve vicdan hürriyetine son derece saygı duyarlardı. Bu durum, bilim ve düşünce alanındaki gelişmelerin
temel nedeni olmuştur.
Selçuklu medreseleri Türk-İslam dünyasının bilim ve fikir hayatında büyük rol
oynamışlar ve yetiştirdikleri birçok bilim adamı ile dünya medeniyetinin gelişme123
TARİH 6
sine katkıda bulunmuşlardır. Ayrıca Orta Çağ sonlarında Avrupa’da gelişen yüksek
okulları da etkilemişlerdir.
İlk Türk-İslam Devletleri Döneminde Yetişen Başlıca Bilim Adamları
Harezmi
Dokuzuncu yüzyılda yetişen cebir alanında ilk defa eser yazan Müslüman-Türk
matematik, coğrafya ve astronomi âlimidir. Adı Latinceye Alkhorizmi, Fransızcaya
Algorithme, İngilizceye ise Augrim şeklinde geçmiştir.
Harezmi, Hire bölgesinde bir Türk şehri olan Harezm’den ilim öğrenmek için
zamanın ilim merkezi olan Bağdat’a gitti. Burada kıymetli İslam âlimlerinden ders
aldı ve kendini yetiştirdi. Zamanın Abbasi Halifesi Me’mûn’dan (813-833) büyük destek gördü. Me’mûn kurduğu kütüphanenin idaresini Harezmi’ye verdi. O zamana
kadar olan matematik ve astronomi kaynaklarını inceleme imkanı bulan Harezmi,
Bağdat’taki ilimler akademisi olan Dârülhikme’de görev aldı.
Harezmî, matematik ilminin yanında astronomi ve coğrafya ilimlerinde de söz
sahibiydi. O, yeryüzünün yapısını inceleyerek, kendi buluşu olan bilgileri ortaya koydu. O zamanlar bilinen; şehir, dağ, nehir ve adaları inceledi.
Yeryüzünün çapını hesaplamak için Halife tarafından bir heyetle vazifelendirildi. Kitâbu-Sûret-il-Arz adlı enlem ve boylam kitabını, heyetin hazırladığı esere ilave
etti. Bu eserinde Nil Nehrinin kaynağını açıkladı. Batlamyus’ün astronomik cetvellerini tashih etti. Onun hazırladığı astronomi tabloları asırlarca ilim dünyasına rehberlik etti. Bu tablolar 16. asırda Avrupalı bilginlere rehber olmakla kalmamış başta
Endülüs âlimleri olmak üzere bütün Müslüman fen âlimleri tarafından incelenmiştir.
Harezmi’nin matematik, astronomi ve coğrafya alanlarında yazdığı
eserlerinden bazıları şunlardır: Kitâb
fil-Hisâb, Kitâbu Cedâvil-in-Nücûm
ve Harekâtihâ, Kitâb-ul-Muhtasar filHisâb-il-Hindî, Kitâb-ül-Muhtasar fi
Hisâb-il-Cebri vel-Mukâbele
İbni Türk (IX. yüzyıl)
Resim 03.12: Harezmi Temsilî Resim
124
İbni Türk, Hazar Denizi’nin güneyinde doğmuş Türk bilginidir. Harezmi kadar olmasa bile cebir ilminin
temelinin atılışında büyük hizmetleri
olmuştur. İlim ve faziletinin üstünlüğünden dolayı kendisine Ebû’l Fazl
denilmiştir. Çağdaşları İbn Türk için;
TARİH 6
“Matematik ilminde bilgili, bu alanda öncü, adı matematikçilerin dilinden düşmeyen bir hesaplama uzmanı” diyerek değerlendirme yapmışlardır.
Farabî (870 - 950):
Muhammed adında bir Türk komutanın oğlu olan Ebû Nasır Muhammed
Farabî; matematik, fizik, astronomi, felsefe, mantık ve siyaset alanlarında yetişmiş
büyük bilim adamıdır. Aristo’nun eserlerini inceleyip yeni yorumlar getirdiği için
ikinci öğretmen anlamına gelen Muallim-i Sâni unvanıyla anılmıştır. İhsaü’l Ulûm
adlı eserinde ilk defa bilimlerin sınıflandırılmasını yapmıştır. Eserlerinden birçoğu
Latinceye çevrilerek Avrupa’ daki üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuştur.
Batı dünyası onu Latince, Alfarabius olarak adlandırmıştır.
Farabî, eğitime ilişkin görüşler de ileri sürmüştür. Ona göre üç tür eğitimci vardır. Aile reisi; aile içindekilerin, öğretmen; çocuk ve gençlerin, hükümdar da milletin
eğitimcisidir. El Medine tü-l Fazıla (Erdemli kent) adlı eserinde devlet başkanında
bulunması gereken yetenek ve özellikleri sıralamıştır. Hükümdarın bilge olmasını ilk
şart olarak belirtmiştir. “Bilge olmayan bir hükümdarın ülkesi kalıcı olamaz” diyerek
bilginin önemi üzerinde durmuştur.
Farabî, havanın titreşimlerinden ibaret olan sesin mantıki izahını da yapmıştır.
Bunu deneylerle de ispatlamıştır. Böylece musiki aletlerinin yapımında gerekli olan
kuralları bulmuştur. Musiki üzerine yazdığı Kitab’ül Musik’ıl Ekâbir (Büyük müzik kitabı) adlı bir de eseri bulunmaktadır.
El- Biruni (Beyrunî) (973-1051)
Resim 03.13: Biruni’ye Ait Özgül Ağırlık Ölçüm
Aletleri
Harezm’de doğmuş, Gazneli
Mahmut’un himayesine girmiş ve
ondan destek görmüş büyük Türk
bilginidir. Farabî gibi çeşitli bilim dallarıyla ilgilenmiş ve geometri, coğrafya, matematik, astronomi, tarih, felsefe, fizik gibi konularda yüz ondan
fazla eser vermiştir. Fizik alanında
yaptığı çalışmalar sonucunda on altı
maddenin özgül ağırlıklarını gerçeğine yakın olarak tespit etmiştir.
Biruni, bilimlerin ilerlemelerinin
önündeki en büyük engelin “serbest düşüncenin olmayışı” olduğunu söyler. Enlem
ve boylam dairelerini de tespit eden Biruni, dünyanın güneş etrafında dönüşünün
bir yılda gerçekleştiğinden söz eder. Asârü’l-Bâkiye adlı ünlü eserinde Asyalı milletler hakkında bilgi vermekte ve astronomiden bahsetmektedir. Hint Tarihi kitabında
ise Hindistan’ın dini, bilimi ve coğrafyası hakkında bilgiler vermektedir.
125
TARİH 6
İbn-i Sina (980-1037)
Avrupa’da “Avicenna” diye tanınmıştır. Maveraünnehir’de doğmuş ve
felsefî konularda Farabî’nin etkisinde
kalmıştır. İbn-i Sina tıp, matematik, fizik, mantık, astronomi, ahlâk, felsefe,
botanik, zooloji konularında iki yüz
yirmi kadar eser vermiştir. Küçük yaşta hafız olan İbn-i Sina, doktor ve bilim
adamı olmasının yanı sıra siyaset adamı ve seyyah olarak da faaliyetlerde
bulunmuştur. Maceralı bir hayat yaşayan İbn-i Sina’nın yazdığı El Kanun fi’tTıp adlı eseri Avrupa’da asırlarca ders
kitabı olarak okutulmuştur.
Resim 03.14: İbn-i Sina Bir Hastaya İlaç Veriyor
Temsilî resim
İbn-i Sina kalp ve beyin üzerinde
çalışmış, küçük ve büyük kan dolaşımını keşfetmiş ve bu konulardaki hastalıkların tedavisi için ilaçlar yapmıştır.
Ayrıca ruh hastalıklarını sevgi, şefkat ve
müzikle tedavi etme yöntemleri geliştirmiştir.
OKUYALIM
İBN-İ SİNA’NIN ESERLERİ
İbn-i Sina’nın tıp sahasında en büyük eseri El-Kânun fıt-Tıb adlı kitabıdır. Beş
ciltten meydana gelen eser, öğrencilerin kolaylıkla anlayabilecekleri şekilde kısa
notlar ve özetler hâlinde yazılmıştır.
On ikinci asırda Latinceye tercüme edilen Kânun, Avrupa üniversitelerinde
ders kitabı hâline gelmiştir. On yedinci asrın ortasına kadar Fransa’da Montpellier
ve Belçika’da Louvain Üniversitelerinde mecburi ders kitabı olarak okutuldu. Batı
dillerine çevrilen Kânun ilk defa 1473 senesinde Milano’da basıldı. 1500 senesine
kadar Galen’in (Calinos’un) iki ciltlik eseri bir defa basılmasına rağmen, İbn-i Sina’nın
Kânun’u on altı defa basıldı.
On sekizinci asırda Sultan Üçüncü Mustafa zamanında, Mustafa bin Ahmed
adında Tokatlı bir doktor tarafından Türkçeye çevrildi. Bu esere, Tül-Mathûn adı verildi. Eserin el yazması, Ragıp Paşa Kütüphanesi 1542 numarada kayıtlıdır.
126
TARİH 6
Diğer eserlerinden bazıları şunlardır:
1.Eş-Şifâ: Ansiklopedik bir eserdir. Burada mantık ve matematikten başlayıp,
bütün tabiat ilimlerinden metafiziğe kadar çıkılmaktadır. On sekiz cilttir.
2.En-Necât: Üç cilt olup, Şifâ adlı eserin kısaltılmışıdır. 3.El-İşârât vet-Tenbihât,4.
Hikmet-i Arûzî, 5.Hikmet-i Meşrikiyye, 6.Esbâbu Hudûs-il-Hurûf, 7.Et-Tayr, 8.Esrâr-usSalât, 8.Lisân-ül-Arab, 9.En-Nebât vel-Hayevân,10.El-Hey’e,11.Esbâbu Râd vel-Berk
(Şimşek ve gök gürültüsünün sebepleri),12.Ed-Düstûr-ut-Tıbb 13.Aksâm-ül-Ulûm
14.El-Hutab.
Türk Bilim Adamları, Muhittin Öngüt, Eda Özdemir,s,120
Gazali
Asıl adı Hüccetü’l-İslam Ebû Hamid Muhammed bin Ahmed el-Gazzali’dir. Miladi 1058 yılında İran’ın Horasan bölgesinin Tûs şehrinde dünyaya geldi. İlk öğrenimine Tus’ta başladı. Daha sonra Nişabur’a giderek buradaki Nizamiye Medresesi’ne
girdi. Bu medresede Şafiî fıkhı, akaid ve mantık alanlarında güçlü bir âlim olarak
yetişti. Medrese eğitimini tamamladıktan sonra Bağdat Medresesi müderrisliğine
tayin edildi. Dört yıl süren müderrislik döneminde çeşitli eserler yazdı.
Büyük Selçuklular Dönemi âlimlerinden olan Gazali,Halife Muktedî Biemrillah’ın
ilgisine mazhar olmuş, şöhreti ve saygınlığı , vezirlerin ününü bile geride bırakmıştı. Gazali kendisini manevi alanda daha da geliştirmek amacıyla Şam’daki Emeviye
Camii’ne çekildi. Şam’da On bir yıl süren bir inziva hayatı oldu. Bu sırada en önemli
eseri olan İhyaü’l Ulûmiddin (Din ilimlerinin yeniden yapılanması) adlı eseri yazdı.
Bu eser Selçukluların özellikle Bâtınilerin zararlı ve bölücü fikirleriyle mücadele ettikleri bir dönemde yazılmış olması açısından oldukça önem taşır. Ayrıca bu eser
günümüzde de ününü korumaktadır. Gazali 1106’da tekrar medreseye döndü.
Üç yıl kadar müderrislik yaptıktan sonra , memleketi Tûs’a gitti. İmâm-ı Gazali
ömrünün son yıllarını ders okutmak, dinî sohbetlere katılmak ve eser yazmakla
geçirdi. 1111 tarihinde vefat etti. Kabri Tûs şehrindedir.
Ömer Hayyam (... 1123)
Selçuklular Dönemi’nin en ünlü bilgin ve şairlerindendir. Sultan Melikşah
zamanında matematik, tıp ve astronomi alanlarında çalışmalar yaptı. Muhammed
Beyhâki ile cebir, geometri konularında eserler yazdılar. Ömer Hayyam ve zamanın
bilim adamlarından oluşan bir heyet Takvim-i Melikşah veya Takvim-i Celâlî denilen
bir takvim düzenledi.
Hayyam’ın eserlerinden on sekiz tanesinin adı bilinmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır: 1.Ziye-i Melikşahi (Astronomi ve takvime dair, Melikşah’a ithaf edilmiştir) 2.Kitabün fi’l Burhan ül Sıhhat-ı Turuk ül Hind (Geometriye dair) 3.Risaletün
127
TARİH 6
fi Berahin İl Cebr ve Mukabele (Cebir ve
denklemlere dair) 4.Müşkilat’ül Hisab
(Aritmetiğe dair)
Harzemşahlar döneminde yaşayan âlim ve din adamlarının başında;
Şeyh Necmeddin Kübrâ, Safiyüd’din,
Fahrüddin Râzi ve Zamahşerî gelmekte
idi. Safiyü’ddin Şerefiyye adlı eserinde
Türk müziği hakkında çok mükemmel
bir inceleme yapmıştı. Eseri, batılı müzikologlar “düşünülmesi bile düşünülemeyecek kadar muazzam bir eser” diyerek övmüşlerdir.
Gazneliler dönemi tarih yazıcılığı
bakımından oldukça önemlidir. Meşhur
tarihçi Utbi yazdığı “Kitabu’l Yemini” adlı
eserinde Sebük Tegin ve Sultan Mahmut devri olaylarını anlatmıştır. Gerdizi
Resim 03.15: Ömer Hayyam
ve Ebû’l Fazıl Beyhakî de bu dönemin
diğer önemli tarih yazıcılarındandır.
Gerdizi’nin önemli eseri Zeyn el-Ahbar, Beyhakî’nin eseri de Tarih-i Mesûdî’dir. Selçuklu sultanları, tarih yazımını teşvik etmişlerdir. Bu dönemde Selçukluların kökeninden bahseden Meliknâme yazılmıştır. Risâle-i Melikşahiye, Tarih-i Al-î Selçuk,
Zinet’ül- küttâb dönemin tarih kitaplarıdır. Yine Ali Kaainî, Mefâhir’ül- Etrâk isimli
eserini Sultan Sancar adına Selçuklu döneminde yazmıştır.
İlk Türk- İslam devletleri döneminde vakıf yoluyla işletilen hastahaneler de
açılmıştı. Karahanlı hükümdarı Tamgaç Buğra Han 1065 yılında Semerkant’ta vakıf
yoluyla bir hastahane kurdurmuştu. Bu hastanede kimsesiz, yardıma muhtaç ve
ümitsiz hastalar tedavi edilmekteydi. Vakfın geliri bilim adamlarına, doktorlar ve diğer görevlilerin maaşlarına, hastaların ihtiyaçlarına, ilaçlarına ve hastanenin onarımı
ve bakımına harcanmıştır.
Hastanelerde tedavinin yanında tıp öğrenimi verilerek bilim adamı da yetiştirilmiştir. Tuğrul Bey’den itibaren Selçuklu Devleti de, eğitim-öğretim alanında olduğu gibi hazinesinden para harcamadan sağlık hizmetlerini yürütmeye çalışmıştır.
Selçuklu döneminde Şam’da kurulan Nureddin hastahanesi ile Tolunoğlu
Ahmet’in Kahire’de açtırdığı hastaneler oldukça ünlüdür. Tolunoğulları hastanesinde zengin, fakir, asker ve köle herkes tedavi görmüştür. Ayrıca akıl hastaları için de
tedavi uygulanmıştır.
128
TARİH 6
?
1. Türk-İslam devletlerinde yetişen bilim adamlarını söyleyiniz?
2. İlk Türk –İslam devletlerinde bilim adamları kimler tarafından desteklenmiştir?
3. Farabi’ye verilen unvanın adı nedir?
4. İbn-i Sina’nın en meşhur eseri nedir? Bu eserin özelliği nedir?
5. Utbi hangi alanda ün yapmıştır?
Sanat
Resim 03.16: Türk Halı Dokumacılığına Ait Bir Örnek
İlk Müslüman Türk
devletlerinde sanat alanında büyük gelişme
kaydedildi. Karahanlılar
Döneminde, Türk-İslam
sanatının temelleri atıldı ve bu dönemin mimari eserleri sonraki
döneme örnek oluşturdu. İlk Türk-İslam devletlerinde sanat eserleri
halka hizmet amacıyla
meydana getirildi. Bu
amaçla çarşı, han, hamam, çeşme, kervansaray, köprü, su kanalı,
hastane, medrese ve camiler inşa edildi. İlk
Türk-İslam devletleri döneminde ortaya konulan bu eserlerde hem Orta Asya Türk kültürünün, hem de İslamiyet’in etkileri görülür.
Türk sanatı zamanla diğer Müslüman ülkelerin sanatını da önemli ölçüde etkilemiştir.
Türklerde el sanatları İslamiyet’ten
önce gelişmişti. Özellikle kilim, halı, pamuk
ve ipek dokumacılığı ileri düzeydeydi. Geleneksel maden işçiliği de ev eşyaları, at koşumları, kemer işçiliği, kuyumculuk dallarında devam etmiştir.
Çin kökenli olan çinicilik İslamiyet döneminde oldukça yaygın hâle geldi ve mimari süslemelerde bolca kullanıldı. Çinicilik
Resim 03.17: Çini Örneği
129
TARİH 6
alanında seçkin ürünler meydana getirilmiştir.
El yazması kitap ve levhaların altın tozu ve boya kullanılarak çiçek ve nakışlarla süslenmesi sanatı olan tezhip, Türk-İslam devletlerinde başarıyla uygulanmıştır.
Arap harflerinin değişik şekillerde (sülüs, talik, rika, kûfî) süslü olarak yazılması sanatı
olan hat, cami, türbe ve saray gibi mimarieserlerde kullanılmıştır.
Yaş alçı sıva üzerine yapılan bir resim türü olan fresko, Uygurlar tarafından binaların süslenmesinde kullanılmıştır. Bir başka resim türü de kitap sayfalarına yapılan minyatürdür. Minyatürde cismin esas rengi, ışık ve gölge düşürülmeden verilir.
Derinlik ve perspektif düşünülmez. Figürlerde kişinin önemine göre büyüklük ve küçüklük vardır. Minyatür, Türk-İslam sanatında en çok kullanılan resim türüdür. Tarihte
en eski minyatürlere Orta Asya’da rastlanmaktadır. Minyatür, tüccarlar aracılığıyla
İran’a gelmiş ve kitaplar yoluyla Avrupa’ya yayılmıştır.
Heykelcilik, Türklerde İslamiyet’ten önce görülen bir sanat dalıydı. İslamiyet’ten sonra, dinin etkisiyle bu sanat dalından uzaklaşılmıştır.
Müzik, bir sanat dalı olmasının yanında Türkler
için bir hâkimiyet alameti idi. Halife tarafından sultanlara gönderilen hâkimiyet sembolleri arasında davul
da bulunurdu. Hükümdarların kapılarında beş defa
nevbet çalınırdı. Türklerin en eski müzik aletlerinden
biri kopuz idi. Türk-İslam devletlerinde kös, zurna, davul, zil gibi çalgılar da kullanılıyordu.
Resim 03.18: Minyatür Örneği
Müzik, Uygur müziği ile Oğuz müziğinin etkisi
altında Türklerin gittiği her ülkeden esinlenerek gelişmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Selçuklular zamanında yayılan tasavvuf akımı, müziği de etkilemiş;
Türk tasavvuf müziği doğmuştur.
İlk Türk- İslam devletleri döneminde musiki
hakkında çeşitli eserler yazılmıştır. Farabî’nin Kitab’ül Mûsık’ıl Ekâbir adlı eseri bunlardan biridir. Yine Harzemşahlar döneminde yaşayan Safiyü’d din “in, Şerefiyye adlı
kitabı Türk musikisi hakkında yazılmış önemli bir incelemedir.
?
1. İslamiyet öncesi Türklerde yaygın olan hangi sanat dalları İslam’dan sonra da
gelişerek devam ettirilmiştir?
2. Türklerde musiki alanlarında yazılan kitaplara örnekler veriniz. Bu kitaplar kimler tarafından yazılmıştır?
130
TARİH 6
Mimari
Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra, Türkistan, Harezm, Horasan, Afganistan, Kuzey Hindistan, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Anadolu’da cami, mescit, minare, türbe, kümbet, saray, medrese, hastane, han, hamam, şadırvan, çeşme, kale
ve köprü gibi birçok mimari eser bırakmışlardır. Bunların birçoğu zamanın yıpratıcı
etkisi ve istilalar yüzünden harap olmuş, pek azı bize ulaşabilmiştir.
Tolunoğulları, Mısır’da hüküm sürdükleri kısa zaman içinde bu ülkede büyük imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
Bu imar faaliyetlerinin başında Tolunoğlu
Ahmet tarafından kurulan El Katayi Şehri gelir. Bu şehrin merkezinde Tolunoğlu Ahmet’in sarayı ve hükümet daireleri
bulunuyordu. Her biri ayrı bir hizmet için
kullanılan ve o adla anılan pek çok kapısı olan bu sarayın inşası için Ahmet, elli
bin dinar harcamıştı. Ahmet’in sarayının
etrafında komutanların ikametgâhları ve
ordusunun kışlaları vardı.
Resim 03.19: Tolunoğlu Ahmet Camisi’nin
Minaresi
Ayrıca Tolunoğlu Ahmet Mısır’da
bir hastahane ve bugün hala ayakta duran bir su kemeri yaptırmıştır. Tolunoğlu Ahmet’in yaptırdığı Tolunoğlu Camii,
sağlam ve asıl mimarisi ile Kahire’de bugün de ayaktadır.
Karahanlılarla Türk-İslam mimarisinin temelleri atılmıştır. Bölgede (Türkistan)
çok az taş bulunduğundan ilk camiler kerpiçten yapılmıştır. X.yüzyılda kerpiçten yapılan Şir Kebir Camii şaşılacak bir sağlamlıkla ayakta kalabilmiştir. Bu caminin içi alçı
süslemelerle kaplıdır. Karahanlılarda kerpiçten, tuğla mimarisine geçiş birdenbire
olmamıştır. Buhara yakınlarındaki Kışlak Camii’nde kerpiç ve tuğla karışık olarak kullanılmıştır. XI. yüzyılda Merv’de yapılan camide ise malzeme olarak tamamen tuğla
kullanılmıştır.
Karahanlılar, cami minarelerini tuğla kullanarak çok yüksek yapmışlardır. Bugün Türkistan’da ayakta kalabilen minarelerin pek çoğu Karahanlılara aittir.
Türbelerin de mimaride önemli yeri vardır. Türbeler; sultanlar, emirler, tarihi
ulu kişiler için yapılan anıt mezarlardır. Karahanlılarda da türbeler yapılmıştır. Bunlar genellikle dört duvar üzerinde tek kubbeli olarak planlanmıştır. İlhamını Türk çadır tipinden alan kubbe, başta türbeler olmak üzere cami ve medrese gibi mimari
eserlerde hâkim görünüm kazanmıştır. Özellikle, kubbe-eyvan birleşmesi de, daha
önce görünmeyen Türklere özgü bir mimari stilidir. Birbiriyle güç kaynaşan unsurları
131
TARİH 6
bir araya getirip bunları bir senteze ulaştırmada son derece başarı gösteren Türkler,
kubbelerle birleştirilmiş dört eyvanlı birçok medrese ve cami inşa etmişlerdir. Ayrıca, silindirik ve ince minareler de, Türk-İslam sanatının emsalsiz örnekleri olarak
kabul edilmektedir. Karahanlılardaki en eski türbe örneği Arap Ata Türbesi’dir. Ayşe
Bibi ve Balaca Hatun Türbeleri de günümüze kadar gelebilmiştir. Türbelerin duvarları XII. yüzyıl sonlarından itibaren bitki motifleriyle süslenmiştir.
Resim 03.20: Karahanlılar Dönemine Ait Bir Türbe ve Türbede Kullanılan Tuğla Süslemeler
Bu dönemde göze çarpan mimari eserlerden birisi de kervansaraylardır. Ticaret kervanlarının konaklaması ve ihtiyaçlarının giderilmesi için yapılan kervansaraya
ribat adı da verilmiştir. Buhara-Semerkant yolu üzerindeki Ribat-ı Melik günümüze
kadar gelebilmiştir. Yapının malzemesi kerpiç üzerine tuğladır. Köşelerde yuvarlak
takviye kuleler de yapılmıştır. Karahanlı dönemine ait diğer kervansaray örnekleri
ise Akçakale Kervansarayı ile Dehistan Kervansarayı’dır.
Gazne Devleti’nin başkenti olan Gazne, Sultan Mahmut ve oğlu Mesut zamanında İslam dünyasının kültür ve sanat merkezi oldu. Fethedilen yerlerden getirilen
hazinelerle bu şehirde saray, cami ve medrese gibi binalar yapıldı.
Gaznelilerden günümüze kadar ulaşabilen önemli mimari eserler arasında en
ünlüleri Sultan Mahmut’un ve Sultan Mesut’un yaptırdığı Zafer Kuleleri’dir. Yapıldıklarında yükseklikleri 40-45 metreyi bulan bu kulelerin alt kısımları hâlen ayaktadır.
Leşker-i Bâzar Ulu Camii ile Sultan Mahmut’un yaptırdığı Arusü’l-Felek Camii de Gazneliler döneminden kalan önemli yapılar arasındadır.
Sultan Mahmut zamanında Gazne şehri Türk-İslam ve Hint mimarisinin birleştiği önemli bir şehir hâline gelmişti. Yapılarda ana özellikleriyle, ağaç direkler kullanılması ve kemerlerin bunlar üzerine bina edilmesi, sonraki Selçuklu ve Anadolu
mimarisine öncülük etmiştir. Gazneli Mesut Gazne’de köprü ve saray yaptırmıştır.
132
TARİH 6
Yaptırdığı sarayın planını kendisi çizmiş ve inşaat sırasında bizzat bulunmuştur. Büst
şehrinde ortaya çıkarılan saray harabesi Gazneli saraylarının zenginlik ve ihtişamını
göstermesi açısından önemlidir. Sebuk Tekin ve Sultan Mahmud’un türbeleri zamanımıza kadar gelmiş önemli sanat eserlerindendir. Bunların yanında Gaznelilerin Tus
Valisi Arslan Cazib’in türbesi en güzel mimari özellikleri taşımaktadır. Gazne saraylarının yanında ayrıca Sultan Mahmut Şehname yazarı Firdevsî anısına Serahs yolu
üzerinde Ribât-ı Mâhî isminde bir kervansaray yaptırmıştır.
Selçuklular mimariye birçok yeni unsur getirmişlerdir. Bunların başlıcaları: Üst
üste çift kubbe, köşeli çatı, sivri kemer, katlar hâlinde pencereler, kubbe yapımında
Türk üçgenleri, demet sütun, baklavalı sütun başlığı, silindirik, bazen yivli yüksek ve
ince minare, dikdörtgen veya beş köşeli mihraptır. Selçuklular bu unsurları en güzel
biçimde bir arada kullanabilmişlerdir. Eyvanlar kubbeli mekanla birleştirilmiştir. Böylece dört eyvanlı cami ve medreseler yapılmıştır. Ortaya çıkan klAsik cami planı daha
sonraki dönemlerde de cami mimarisine hâkim olmuştur. Selçuklu Dönemi’nin en
önemli camilerinden biri Melikşah tarafından İsfahan’da yaptırılan Mescid-i Cuma
(Ulu Cami) dır. Caminin orijinal tarafı mihrap önü kubbesidir. Gülpayegân Mescid-i
Cuma’sı, Kazvin Mescid-i Cuma’sı Kazvin Haydariye Mescidi ve Sultan Sencer Cami’si
Selçuklulara ait cami örneklerindendir.
Resim 03.21: Cuma Camii, İran’da Hala Ayakta Kalan En Eski Camilerden Biridir.
Selçuklular camilere kendi zevklerine uygun ince uzun, silindirik minareler
yapmışlardır. Bunların en eskisi Damgan Mescid-i Cumasındaki minaredir. Tuğrul
133
TARİH 6
Bey zamanından kalma Damgan Minaresi çinilerle süslüdür. Selçukluların ilk çinili mimari
eseri olması bakımından önemlidir.
Resim 03.22: Tuğrul Bey’in Rey
Kenti’ndeki Türbesi
Selçuklu türbeleri, içten kubbe ile dıştan
şekillerine göre piramit veya koni biçimli külahla örtülüdür. Türbeler dönemin önemli mimari
eserleri arasındadır. Selçuklu türbeleri genellikle dört köşeli, çok köşeli ve yuvarlak biçimde
yapılmışlardır. Türbelerin çoğu da iki katlıdır.
Merdivenle inilen bodrum, mezar mahzenidir.
Yine merdivenli çıkılan ve çoğunda birer mihrap bulunan üst kat ise mescittir. Çok fazla olan
Selçuklu türbelerinden bazıları:Rey’deki Tuğrul
Bey, Merv’deki Sultan Sancar, Tus’daki İmam
Gazzâli, Nahcivan’daki Mümine Hatun türbeleridir. Tus civarındaki Radkan’daki türbe ise çok
güzel firuze renkli dikdörtgen çinilerle kaplıdır.
Medreseler, bina tipi olarak İslam’ın doğuşundan birkaç yüzyıl sonra şekil kazanan bir kurumdur. Başlangıçta, Hz. Peygamber, halifeler ve din âlimlerinin eğitici
konuşmaları mescit içinde yapılırken, hoca etrafında toplanan ve adına halka denilen bu cami okulları daha sonra bağımsız binalara dönüşmüştür.
Medreseler, “ders okunan veya çalışılan yer” anlamında, çeşitli derecelerde eğitim veren kuruluşlardır. Dinî ilimler yanında bir çeşit mesleki eğitim de yapıldığından devlet memuru, elçi ve hakimler de burada yetiştirilmekteydi.
Selçuklular döneminde ilk medrese Tuğrul Bey zamanında Nişapur’da yapılmıştı. Alp Arslan’dan itibaren
ise ülkede pek çok medrese
açılmıştır. Ancak bunlardan
zamanımıza harabe hâlinde
sadece Melikşah döneminde
yapılan iki medrese kalmıştır.
Bunlar, Horasan’daki Hargird
Medresesi ile Rey’deki küçük
bir medresedir. Rey’deki medresenin duvarları motiflerle
süslüdür.
Karahanlı ve Gaznelilerde görülen kervansaray
mimarisi Selçuklularla gelişti-
134
Resim 03.22: İsfahan Medresesi
TARİH 6
rilmiştir. Onlar da ticaret yollarının güvenlik ve rahatlığına önem vermişlerdir. Bunun
için ana yollar üzerinde mimari açıdan çok güzel konaklama yerleri yapmışlardır.
Bunlardan biri olan Ribat-ı Anuşirvan Tuğrul Bey zamanında yapılmış olup, hâlen
ayaktadır. Melikşah döneminde yapılan Ribat-ı Zafaranî ise tamamen yok olmuştur.
Asıl adı bilinmediği için Ribat-ı Şerif olarak tanınan kervansaray da Meşhed -Serahs
arasında yapılmıştır. Bu eser, Selçuklu kervansaray mimarisinin bütün zenginliğini
ortaya koymaktadır.
Selçukluların başarıyla uyguladıkları cami, medrese ve kümbet gibi yapı tipleri, kendi devresi için klasik biçimler kazanmış, süsleme ve el sanatları bu devrede
belirli ölçü ve esaslara kavuşmuştur. Moğol ve Timur istilalarının getirdiği yıkım ve
Safevî Devri’nin yoğun yapı faaliyeti, Büyük Selçuklu eserlerini silememiştir. Bunda,
seçilen malzemenin ve uygulanan sağlam tekniğin rolü büyüktür. Moğol ve Timur
istilalarına rağmen, yalnızca İran’da yirmi beş kadar kümbet günümüze kadar ulaşabilmiştir. Diğer eserler; Afganistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Irak ve hatta Anadolu’ya kadar uzanan topraklar üzerine yayılmıştır. Eserlerin inşaatında tuğla malzemelerinin kullanılmış olması bölgedeki ham madde imkânlarıyla açıklanabilir.
Harezmşahlar Devleti’nin merkezi Gürgenç bir ilim ve kültür merkeziydi. Pek
çok mimari esere sahipti. Ancak Moğol istilası ile devlet yıkıldığında Gürgenç ve
diğer şehirlerdeki eserler de ortadan kaldırıldı. Pek az eser ayakta kalabildi. Güney
Harezm’deki Aksaray-Ding Kümbeti, Gürgenç’teki Fahrü’ddin Razî ve Sultan Tekiş
kümbetleri bunlar arasındadır.
?
1. Karahanlıların Türk-İslam sanatı açısından önemi nasıl yorumlanabilir?
2. Karahanlılar dönemine ait mimari eserlere örnekler veriniz.
3. Gaznelilere ait ünlü mimari eserler nelerdir?
4. Selçuklular medrese yapımına niçin önem vermişlerdir?
5. Harezm eserleri niçin günümüze kadar ulaşamamıştır?
135
TARİH 6
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1. İlk Türk İslam devletleriyle ilgili aşağıda verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
A. Devletlerini içine girdikleri medeniyetin şartlarına uygun bir şekilde
kurdular.
B. Türkçe isim ve unvanlarının yanı sıra İslami isimler, unvanlar ve lakaplar
aldılar.
C. Abbasiler ve Sâmânîlerden aldıkları müesseselere ve geleneklere
bünyelerinde yer verdiler
D. Orta Asya’dan getirdikleri müesseseleri ve gelenekleri tamamen
unuttular.
2. Orta Asya’da kurulan ve İslam dinini Orta Asya Türk toplulukları arasında yaymayı
kendilerine başlıca gaye edinen ilk Türk-İslam devleti aşağıdakilerden hangisidir?
A. Gazneliler
B. Samanoğulları
C. Abbasiler
D. Karahanlılar
3. Aşağıdakilerden hangisi ilk Türk -İslam devletlerinde evlilik adetleriyle ilgili
kavramlardan biri değildir?
A. Arkuçı
B. Ağırlık
C. İlteber
D. Küden
4. Aşağıdaki kavramlardan hangisi Hun Türklerinden itibaren devlet yönetiminde
siyasi hâkimiyet gücünü ifade eder.
A. Töre
B. Kut
C. Tanrı-Kral
D. Naip
5. Selçuklularda Hükümdarların erkek çocukları olan şehzadeler, küçük yaşta
yönetici olarak vilayetlere gönderilirlerdi. Şehzadelerin devlet yönetimi
konusunda tecrübe sahibi olup yetiştirilmesine büyük bir önem verilirdi. Bir
bölge veya eyaletin başına yönetici olarak tayin edilen şehzadenin yanına
onları tecrübeli bir şekilde yetiştirmek amacıyla gönderilen görevlinin unvanı
aşağıdakilerden hangisidir?
A. Atabey
B. Naip
C. Emir-i Silah
D. Hacip
136
TARİH 6
6. Harzemşahlarda, hükümdara verilen dilekçeleri kabul eden ve perşembe
akşamları hükümdara arz eden saray görevlisi aşağıdakilerden hangisidir?
A. Üstadüddar
B. Kıssadar
C. Emir-i Şikar
D. Emir-i Çaşnigir
7. Tolunoğullarında ordunun ana unsurunu aşağıdakilerden hangisi oluşturmuştur?
A. Sudanlılar
B. Karluklar
C. Kıpçaklar
D. Berberiler
8. Selçuklularda emirlere, valilere, komutanlara yaptıkları hizmet karşılığında maaş
yerine hangi toprakların vergi gelirleri verilirdi?
A. Has
B. Vakıf
C. Mülk
D. İkta
9. Aşağıdakilerden hangisi ilk Türk-İslam devletlerinde adalet sistemiyle ilgili
kavramlardan biri değildir?
A. Gulam
B. Kad’il Kudat
C. Divan-ı Mezâlim
D. Emir-i Dad
10. Selçuklular zamanında ilk medrese aşağıdaki hükümdarlardan hangisinin
zamanında yapılmıştır?
A. Alp Arslan
B. Melikşah
C. Tuğrul Bey
D. Mehmet Tapar
137
4. ÜNİTE
ORTA ASYA VE YAKIN DOĞU’DA KURULAN DİĞER
DEVLETLER
Mısırda Camii Önünde Alışveriş Yapan İnsanlara Ait Yağlı BoyaTablo
Kudüs’te Bulunan Mescidi Aksa’ ya Ait Yağlı Boya Tablo
TARİH 6
NELER ÖĞRENECEĞİZ?
Bu ünitenin sonunda;
1. Tarihî olayların sosyal, hukuki, ekonomik, dinî, fikrî sorunlar bütünü olduğunu kavrayacak,
2. Türklerin çeşitli zamanlarda ve yerlerde ayrı ayrı devletler kurmalarına rağmen, kendilerine özgü kültür ve medeniyetlerini bozmadıklarını, gittikleri
yerlerde de yaydıklarını ve günümüze kadar uzanan millî bir kültür meydana getirmiş olduklarını görecek,
3. Tarihî olaylara yön veren kişilerin, yerinde ve zamanında gösterdikleri uzak
görüşlülük, yüksek kavrayış, cesaret, fedakârlık ve kahramanlıkları veya
uzağı göremeyişleri ve bilinçsiz davranışları sebebiyle olayların ve tarihin
akışını nasıl etkilediklerini öğreneceksiniz.
ANAHTAR KAVRAMLAR
ŞİİLİK
DARÜL HİKME
BATİNİ
HITTİN
KUDÜS
TEMUÇİN
DİNAR
ALİ KUŞÇU
KÖLEMEN
TAÇ MAHAL
RASATHANE
SEMERKANT
140
NEVRUZ
TARİH 6
GİRİŞ
Sevgili Öğrenciler!
Bu ünitede; II. ünitede öğrenmiş olduğunuz Türk-İslam devletlerinden başka
Orta Asya ve Yakın Doğu’da kurulmuş olan FâtımîlerEyyubiler, Memlukler, Moğol
İmparatorluğu, Timur ve Babür devletlerinin siyasi tarihleri ile kültür ve uygarlıkları
hakkında bilgi edineceksiniz.
OKUYALIM
Abbasi Hilafet’inin zayıflamasıyla birlikte kurulan bağımsız devletler, fikrî hareketin canlanmasını ve kültür faaliyetlerinin yoğunlaşmasını temin etmişlerdir. Bu
asırda Yunanca, Farsça ve Hintçeden önemli tercümeler yapılmış, bunun yanı sıra
telif eserlerde de önemli bir canlılık görülmüştür. Öyle ki, bu asırda İslami düşünce
gıpta edilecek duruma gelmiştir. Bunda idarecilerin, ilim ve ilim ehline destek olmaları ve yeni fetihlerin de payı büyük olmuştur. Doğuda Samanoğulları, Gazneliler,
Büveyhîler ve Hamdanîler; Mısır’da Tolunoğulları, İhşidiler ve Fâtımîler; Endülüs’te
de Emevîler, bu konuda gelişmiş devletlerdir.
İslam âleminde genel bir dağınıklık ve çözülmüşlük olmasına ayrıca ; Abbasilerin zayıflığına rağmen, bağımsız devletlerdeki iktisadi bolluk, yerleşik hayatın yaygınlaşmasına ve ilmin gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Bu konuda İbn Haldun şunları kaydetmektedir:
İlim ve teknikte ilerleme; ülkenin imarı, ekonomik durumu, yerleşik ve sosyal hayatı ilme paralellik arzeder. Bunun sebebi, öğretimin kabiliyet ve sanatla ilgili olmasıdır. Kabiliyet ve medeniyet özellikle şehirlerde gelişir. Şehirlerin nüfusu,
bayındırlığı, yerleşik ve içtimai hayatın itiyat ve icaplarının halk arasında yayılması
oranında kültür gelişir ve değişik ilimler de o nispette ilerleme imkânı bulur. Çünkü
medeni ve içtimai hayatın icapları, geçinme için gereken nesnelerden olmayıp, ek
şeylerdendir. Cemiyet fertlerinin emek ve çalışmaları, geçinmeleri için gereken miktardan fazla kazanç temin ederse, o cemiyetin fertleri geçinmelerinden artan vakit
ve emeklerini ilim, fen ve sanatı öğrenmeye sarfedebilirler.
(Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi C,5 s,247)
?
1. Abbasilerin zayıflamasıyla birlikte ortaya çıkan devletlerin İslam tarihindeki ilmî
hareketler açısından katkıları hakkında neler söylenebilir?
2. İbni Haldun’a göre ilim,sanat ve fennin gelişmesi hangi unsurlara bağlıdır?
141
TARİH 6
1. FÂTIMÎLER
Fâtımîler 909-1171 yılları arasında Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye’de hüküm süren
bir Şii devletidir. Hanedan adını Hz. Fâtıma’dan alır. Devletin kurucuları kendilerinin
Hz. Fâtıma ve Hz. Ali yoluyla Hz.Peygamber’in soyundan geldiklerini iddia ederler.
Bu iddianın doğruluğu eski ve yeni tarihçiler arasında tartışma konusu olmuş ve kesin bir hükme ulaşılamamıştır. Fâtımî Devleti’nin esası İsmâilîlik hareketine dayanır.
Bu hareket, altıncı imam Ca’fer es, Sâdık’ın çevresinde başlatılan tartışmalarla ortaya
çıktı. İsmâilîler Ca’fer es Sâdık’ın, oğlu İsmail’i kendisnden sonra halife tayin ettiğini
kabul ederler.
İsmâilîler Abbasiler
döneminde oldukça güçlendiler. Hz. Ali ve oğullarının yaşadıkları olayları
sürekli olarak gündeme
getirirek ve bu olayları istismar ederek Kuzey Afrika’da
bir çok taraftar topladılar.
Bu propagandalalarla güçlenen İsmâilî mezhebinin
o zamanlardaki lideri durumunda olan UbeydulHarita 04.01: Sasaniler ve Komşuları
lah Tunus’taki Ağlebiler
Devleti’ni yıkarak Fâtımîler Devleti’ni kurdu(909).Ubeydullah “Mehdi Lidinillah “ ve
“Emirül müminin unvanlarını alarak halife ilan edildi.Ubeydullah Doğu İfrikiyye sahilindeki bir yarımadada Mehdiyye adıyla anılan bir şehir kurdu ve burayı başkent yaptı.
Fâtımîler ilk dönemlerinde birçok güçlükle karşılaştılar. Kuzey Afrika Ehl-i sünnet ile (özellikle Mâliki mezhebine mensup olanlar) Haricîler arasında paylaşılmıştı.
İsmâilî mezhebi bölgede mevcut olan karışıklığı daha da arttırdı.Bölgede aynı zamanda iki siyasi güç daha vardı.Bunlar Rüstemiler ile Fas’taki Alevî İdrisi Devleti’ydi.
Bu dönemde Fâtımîleri en çok uğraştıran, Haricîlerin büyük kısmının desteğini alan
Ebu Yezid’in isyanı idi. Birçok Fâtımîşehrini işgal eden Yezid, başkenti kuşattı. Halife
Ubeydullah bu sırada öldü. Halife Ubeydullah’ın oğlu Mansur’un Ebu Yezid’i bir savaş sırasında öldürmesi ile iç karışıklıklar sona erdi.
Fâtımî Halifeliği Kuzey Afrika’da hedeflerini gerçekleştiremeyeceğini anladı.
Çünkü eldeki imkânlar çok azdı ve Mâlikî âlimleri de onlara karşı direniyordu. Ayrıca
Kuzey Afrika’nın dağlık coğrafi yapısından kaynaklanan zorluklar burayı ele geçirmeyi güçleştiriyordu. Fâtımîler İslâm dünyasına hakim olabilmek için doğuya hakim
olup özellikle Mısır’ı ele geçirmekten ve doğuya doğru yayılmaktan başka çarelerinin olmadığını biliyorlardı.
142
TARİH 6
Fâtımîler Mısır’a birçok akın düzenlemişlerse de İhşidoğullarının şiddetli direnişi ile karşılaşmışlar, Mısır’ı almayı başaramamışlardı. İhşidilerin son güçlü valisi
Kâfur’un ölümünden sonra Mısır’da başgösteren iç karışıklıklar Fâtımîler için yeni
bir fırsat oldu.Temmuz 969 yılında Fâtımîler herhangi bir direnişle karşılaşmadan
Mısır’ı ele geçirdiler. Böylece Mısır’da İhidoğullarının yerini Fâtımîler aldı. Bu sırada
Fâtımî Halifesi Muiz Lidinillah’tı.
Mısır’ı alan Fâtımîler, Müslümanların kutsal şehirleri Mekke ve Medine’yi
de almak için harekete geçtiler. Çünkü İslam aleminde hakimiyetin Mekke ve
Medine’de(Harameyn) adına hutbe okunan kimseye ait olacağına inanıyorlardı.
Fâtımîler bu şehirleri kolaylıkla aldılar. Daha sonra Suriye’ye yönelerek Şam’ı ele
geçirdiler (988).
Fâtımîlerin başında 996- 1021 yıllrında El hakim Biemrillah bulundu.1021
-1036 yıllarında ise ez zahir Lizazi Dinillah halifeydi. Fâtımîler Devleti MüstansırBillâh’ın zamanında (1036-1094) en geniş sınırlarına ulaştı. Mısır, Güney Suriye bölgesi, Kuzey Afrika, Sicilya, Afrika’nın Kızıldeniz sahilleri, Hicaz ve Yemen bu devletin
sınırları içindeydi. Fâtımîler Müslümanlarla Rumların çekişme alanı alanı olan Sicilya
Adası’na hakim olmak için Bizanslılarla karada ve denizde mücadele ederek onları
yenilgiye uğratmışlardır.
Müstansır-Billâh döneminde devlete karşı iç isyanlar da çıkmaya başladı. Fâtımîler Bağdat’ta kendileri gibi Şii olan Büveyhoğullarını Abbasi Halifesi’ne karşı desteklediler. Fakat Tuğrul Bey, Büveyhoğullarını Bağdat’tan çıkararak Abbasi
Halifesi’ni onların baskısından kurtardı. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ülkesine döndüktan sonra Türk kumandanlardan Arslan Besasiri Bağdat’a girip hutbeyi Fâtımî
halifesi adına okutunca, Tuğrul Bey ikinci defa Bağdat’a gelerek Arslan Besasiri’yi
etkisiz hâle getirdi (1055). Büyük Selçuklu sultanlarından Alp Arslan da Fâtımîlere
son vermek için Suriye’ye girdi ve Hâlep’i aldı. Bu sırada , Bizans İmparatoru Romen
Diyojen’in Anadolu’ya yürümesi ile Alp Arslan’ın Suriye seferi yarım kaldı (1071).
I. Haçlı Seferi sonunda Hristiyan Avrupalılar Kudüs’ü alarak burada bir krallık
kurdu. Fâtımîler, Haçlılarla zaman zaman iş birliği yapmakla birlikte, onlarla mücadeleye de girdiler fakat başarılı olamadılar. Fâtımîler son dönemlerinde Kudüs
Krallığı’nın saldırıları ile karşılaştılar.Bu sırada görevden alınan Fâtımî Veziri Şaver,
Musul Atabeyi Nureddin Mahmut Zengi’den yardım istedi. Amacı, vezirlik makamına
yeniden kavuşmaktı. Mahmut Zengi, komutanlarından Şirkuh’u bir ordu ile Mısır’a
gönderdi. Şaver’in ölümünden sonra vezirliği Şirkuh ele geçirdi. Şirkuh ölünce ordusunda yer alan yeğeni Selahaddin onun yerini aldı. Selahaddin 1171 yılında Fâtımî
Devleti’ne son vererek Mısır’da Eyyubi Devleti’ni kurdu. Hutbeyi Abbasi halifesi adına okuttu. Böylece Mısır’da Fâtımî Devleti sona ererken onların yerini Eyyubiler aldı.
143
TARİH 6
Fâtımîlerde Kültür ve Uygarlık
Devlet Yönetimi
Fâtımî Devleti hakimiyetindeki topraklarda çeşitli ırklara mensup ve değişik
sosyal yapılara sahip kavimler yaşıyordu. Fâtımîler başta Mağribliler, Türkler, Deylemliler, Sudanlılar ve Ermeniler olmak üzere birçok kavimden faydalanmışlardır.
Zimmîlerin tecrübelerinden ve özellikle mali konularda Kıptîler’den istifade etmişlerdir. Devletteki bu tür görevlere onlar getirilmiş ve Sünni Müslümanlar buralardan
uzaklaştırılmıştır. Fâtımîler Mısır’da merkeziyetçi bir yönetim sistemi kurdu. Buna
göre devletin başında bulunan halife (imam) Şii İsmâilîler’e göre Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi kabul edilir ve bütün otorite ona aittir.Halifeler çoğunlukla veraset
yoluyla başa geçtiler. Ülke, ilk halifeler zamanında çok iyi yönetildi. Çocuk yaştaki
halifelerin görev yaptığı zamanlarda yönetim vezirlerin ve güçlü komutanların eline
geçti. Bunların bazıları başarılı olarak devletin ömrünü uzatmayı başardılar. Mısır’da
Fâtımîler döneminde vezir tabiri ilk defa Halife Azîz-Billâh döneminden itibaren kullanılmaya başlandı. Vezirlerin çoğu Hıristiyandı.
Ordu
Fâtımî ordusu Türkler, Rumlar, Sicilyalılar, siyah köleler, gibi güçlerden oluşuyordu. Fâtımî ordusunun idaresi Dîvânü’l-Ceyş diye bilinen bir divana bırakılmıştır.
Fâtımî ordusunda piyade ve süvari birlikleri vardı. İlk dönemlerden itibaren Fâtımî
donanması Akdeniz’de önemli rol oynamıştır. Donanmaya önem verilmesi Akdeniz
tamamına hakim olma maksadına yöneliktir. Fâtımîler Mısır’da iki tersane kurmuşlardır.Burada donanmanın ve devletin mallarını taşıyacak gemiler yapılırdı. Büyük harp
gemileri Fustat, İskenderiye ve Dimyat’ta inşa edilirdi. Donanmayı Dîvânü’l-Cihâd
kontrol ederdi, bu divan aynı zamanda Dîvânü’l-Amâir diye de bilinirdi.
Ekonomi
Mısır Orta çağ’da uzun müddet milletlerarası ticaretin önemli merkezi durumundaydı ve İslam beldelerinin dışından gelen tüccarlarla dolup taşıyordu.Mısır
bu özelliğini Fâtımîler zamanında da devam ettirdi. Avrupa’dan ve Bizans’tan gelen
tüccarlar İskenderiye’ye ulaşır, bazen de Dimyat ve Tinnis’e kadar giderlerdi. Yabancı
tüccarlara ayrılan misafirhane Dârü Mânik adıyla bilinirdi.
Fâtımîler zamanında Mısır’ın gelir kaynakları iki kısma ayrılmıştı: 1. Harâcî Mal
(Hububat, hurma, üzüm ve meyve yetiştiricilerinden alınan yıllık vergilerle çiftçilerden alınan hediyelerdir) Hilâlî Mal (İş yerleri, dükkânlar, hamamlar, fırınlar, değirmenler vb. yerlerden aylık olarak alınan gelirlerdi.) Aynı şekilde ülkeye giren bütün
mallardan gümrük vergisi alınırdı. Fâtımîler döneminde hiçbir ürün, sanat ve meslek
vergiden muaf tutulmamıştır.
Fâtımî Devleti’nin en önemli gelir kaynağı “cevâlî” veya “cizye” denilen vergi
idi. Bu vergi zimmilerden alınırdı. Hazinenin gelir kaynaklarından biri de mirasçı bırakmaksızın ölen kimselerin geride kalan mallarıdır. Fâtımîler döneminde haraç ve
144
TARİH 6
arazi vergisi iltizam usulüyle toplanırdı. İltizam açık arttırma yoluyla en yüksek parayı verende kalırdı. Devlet gelirleri; yöneticiler, komutanlar ve memurlar arasında
paylaştırılırdı. Bunlar, bolluk ve lüks içinde yaşıyorlardı. Halk ise yoksuldu. Ülkede sık
sık iç isyanlar çıkmasının sebebi de buydu.
Sanat
Fâtımîler İslam sanatına bir yandan Kuzey
Afrika diğer yandan İran
sanat anlayışının girmesine hizmet ettiler. En
ünlü Fâtımî eserlerinden birisi Kahire’deki
El-Ezher Camiidir. CamiResim 04.01: Ezher Cami’siyle İlgili Bir Görüntü Kahire-Mısır
de İran sanatının etkileri
belirgindir. Kahire surları da günümüze kadar ulaşan Fâtımî eserlerinden biridir.
Fâtımî sanatı, İslam sanatı içinde özel bir yere sahiptir. Yapıların dış yüzeylerini
niş (camilerdeki kubbelerde bırakılan küçük yuvarlak açıklık girintilerle süslemişlerdir. Mimaride çini kullanımı ileri bir düzeyde idi. Fâtımî camilerinde görülen kırık
kemerler Batı’dan da etkilenildiğini gösterir.
Resim 04.02: Fâtımîler Dönemine Ait Seramik Vazo ve Sırlı Kap
Bilim ve Kültür Hayatı
Fâtımîler eğitim ve öğretime önem verirlerdi. Bu dönemde Kahire’de Darû’l
Hikme adıyla bir medrese açıldı. Bu medresede okuma salonları, kütüphaneler ve
çok sayıda ders çalışma odaları mevcuttu. Bütün bilimlerin okutulduğu bu medresede, birçok bilim adamı çalışıyordu. Kahire Üniversitesi binası (El-Ezher Camii) bu
dönemde kuruldu. Fâtımîler devrinde okutulan başlıca ilimler tefsir, kıraat, hadis,
fıkıh, kelâm, nahiv, lügat, beyân ve edebiyat gibi naklî ilimlerle felsefe, hendese, ast-
145
TARİH 6
ronomi, musiki, tıp, kimya, sihir, riyâziyyât, tarih ve coğrafya gibi akli ilimlerdir.
Fâtımîler’in kütüphaneleri bazı tarihçilerin ifadesiyle tam bir “dünya harikası”
idi. O dönemde İslam dünyasının hiçbir yerinde Kahire Sarayı’ndaki kadar çok kitap
yoktu. Bu kütüphane Selâhaddîn Eyyubi’nin idareyi ele geçirmesinden sonra satışa
çıkarılmış ve haftanın iki günü yapılan satışlar tam on yıl devam etmiştir.
FÂTİMÎLERİN TARİHTEKİ ÖNEMLERİ VE BÂTINİLIK
PROPAGANDALARI
Fâtımîlerin, İslam tarihindeki etkileri büyüktür. Çünkü İslam dünyasındaki ayrılıklarda onlar büyük rol oynadılar.
765 yılında Hz. Ali soyundan olan 6.İmam Cafer Sadık ölmüştür. Yerine büyük
oğlu İsmail’in imam olması kararlaştırılmış ancak tam bilinmeyen sebeplerden dolayı bundan vazgeçilmiştir. İsmail’in küçük kardeşi Musa’nın imam yapılması Şiiler
arasındaki ilk kesin ayrılığa sebep olmuştur. Musa’nın tarafını tutanlar, Şiiliğin ılımlı
bir kolunu teşkil etmişlerdir. İsmail’in tarafını tutanlar ise “İsmaililik” adı altında toplanmışlardır.
İsmaililer, Kur’an-ı Kerim’in açık manalarına inanmayıp kendilerine göre başka manalar çıkarmışlardır. Onlara göre Kur’an’ın, görünen açık manaları yanında bir
de bâtın yani iç, gizli manaları vardı. Bu çerçevede Kur’an’a tamamen ters ve sapık
inançlarla hareket eden İsmaililere Bâtıniler de denmiştir.
IX. yüzyılın ikinci yansından itibaren Bâtıniler, fikirlerini yaymak için her tarafa dâiler (propagandacılar) gönderdiler. Onlar vasıtasıyla İslam dünyasında taraftar
kazanmaya çalıştılar. Şiilerin (Bâtınilerin) ilk büyük başarıları da fazlaca taraftar buldukları Kuzey Afrika’da Fâtımî Devleti’ni kurmaları oldu. Fâtımî Devleti’nin kuruluşu
ile İslam dünyası fikri akımlar yanında, fiilî olarak da ikiye ayrıldı. Çünkü Sünniliğin
temsilcisi olan Abbasi Devleti gibi, Fâtımîler de halifeliği kendilerinin temsil ettiklerine inanıyorlardı.
Fâtımîler, Şiiliği yaymak için propagandacılar yetiştirmek üzere Dârül-Hikme
adında yüksek öğretim müesseselerini kurdular. Dâilerini de daha ziyade Sünniliği ve dolayısıyla Abbasi Halifeliğini tutan Selçuklu ülkelerine gönderdiler. Selçuklu
Devleti de Fâtımîlere aynı metodla karşılık verdi. Ülkede çok sayıda medreseler açtı.
Hatırlanacağı gibi, Selçuklularda medreselerin kurulma sebeplerinden birisi de onların çevrelerindeki dinî-siyasi propagandalara karşı koymak ihtiyacı duymaları idi.
Bâtınilik görüşünü benimseyen en ünlü dâilerden birisi Hasan Sabbah’tır. İran’lı
olan Hasan Sabah 1072 yılında özel surette yetiştirilmek üzere Fâtımî Halifesi’nin
yanına gönderilmiştir. Hasan Sabbah 1081 yılında İran’a geri dönmüştür. Özellikle Alamut Kalesi’ni ele geçirdikten sonra faaliyetini artırmıştır. Hasan Sabbah,
Fâtımî Devleti’nin dıştan yaptığı mücadeleyi Selçuklu ülkesinin içine nakletmiştir.
Fâtımîlerle ilgilisini kesen Hasan Sabbah, Selçukluların kurdukları siyasi ve sosyal
146
TARİH 6
düzeni yıkmak için çalışmıştır. Bâtıniliğin yayılmasını önlemek için çalışan devlet
adamlarını hançerleterek öldürtmüştür. Bu yönüyle, gizli ve sert metotları ile Bâtıni
hareketi ihtilalci bir karakter kazanmıştır. Hasan Sabbah, adamlarının cesaretlerini
artırmak için onlara haşhaş (afyon) içirerek her istediğini yaptırmıştır. Bu yüzden
Bâtıni hareketi taraftarlarına Haşhaşiler de denilmiştir.
Selçuklu sultanları ve vezir Nizamülmülk, Bâtınilere karşı büyük mücadele vermişlerdir. Çünkü Bâtıniler, büyük şehirlerde fakir halk üzerinde etkili olarak sosyal
düzeni sarsmaya başlamışlardır. Sultan Sancar döneminde, Bâtınilerle mücadele devam etmiştir. Ancak bu dönemde Bâtınilik bir mezhep olarak da kabul edilmiştir. Bunun sonucunda halk Şiiler ve Sünniler olarak iki düşman sınıfa ayrılmıştır. Bu durum
ise Selçuklu Devleti’nin yıkılmasında büyük rol oynamıştır.
Bu bilgilerde anlatıldığı gibi Fâtımîlerin propagandaları, Büyük Selçuklu
Devleti’ni de etkilemiştir. Bâtıniliğin beyni ve yayılma merkezi olan Alamut Kalesi
ise, Moğollar zamanına kadar yaşamıştır. İlhanlı Hakanı Hülâgü 1256 yılında kaleyi
zapt edip Bâtınilerin faaliyetlerine son vermiştir.
?
1. Fâtımî devleti kimin tarafından nerede kurulmuştur?
2. Fâtımîler en güçlü zamanlarını hangi halife zamanında yaşamışlardır?
3. Fâtımî sınırları nerelere kadar genişlemiştir?
4. Fâtımîler dâi adını verdikleri propagandacıları niçin yetiştirmişlerdir?
5. Fâtımîlere hangi siyasi güç son vermiştir?
2. EYYÛBİLER(1174-1250)
Eyyubiler isimlerini hanedanın kurucusu Selahattin Eyyubi’nin babası Necmeddin Eyyûb’dan almıştır. Devletin kurucusu Selahaddin Eyyubi’dir. Eyyubiler’in
tarih sahnesindeki önemli rolleri 1164-1169 yıllarında yapılan Mısır seferleriyle başladı. Mısır seferleri şöyle başlar; Mısır’da vezirlikten uzaklaştırılan FâtımîVeziri Şâver,
Musul Atabeyi Nûreddin Mahmud Zengiden yardım istedi. Nûreddin Mahmud
Zengî 1164 yılında Şîrkûh’u bir birliğin başında Mısır’a gönderirken yanına yardımcı
olarak yeğeni Selahaddin’i verdi. Haçlılar’ın Mısır’ı işgale teşebbüs etmeleri üzerine (1168-69) Fâtımî Halifesi Âdıd-Lidînillâh ve veziri Şâver, daha önce olduğu gibi
Nûreddin Zengî ile Şîrkûh’tan yardım istediler. Büyük çoğunluğu Türkler’den oluşan
7000 civarındaki süvari birliğiyle Mısır’ın yardımına giden Şîrkûh Mısır’da idareyi ele
geçirdi ve Fâtımî Halifesi tarafından vezir tayin edildi. İki ay sonra da öldü. Bunun
üzerine yeğeni Selahaddin ordu kumandanları tarafından başkumandan seçildi. Ayrıca Halife onu amcasının yerine vezir tayin etti. Böylece Selahaddin, 26 Mart 1169
tarihinde hem Fâtımîveziri hem de Nûreddin Zengi’nin Mısır ordusu başkumandanı
oldu. Ancak tabi olduğu asıl hükümdar Nûreddin Zengi idi.
147
TARİH 6
Selahaddin önce Fâtımî ordusunu ve taraftarlarını idareden uzaklaştırdı.
1169 yılı sonlarında Dimyat’ı kuşatan Bizans-Haçlı kuvvetlerini başarısızlığa uğrattı.
İki asır devam eden Şii-Fâtımî idaresine rağmen Sünni kalabilen Mısır halkı Sünni
olan Eyyubiler’i destekledi. Selahaddin, bir süre sonra Fâtımî hilafetini ortadan kaldırıp Mısır’da Abbasiler adına hutbe okuttu (13 Eylül 1171). Bu arada Kudüs Haçlı
Krallığı’na karşı başarılı seferler tertip etti ve Eyle’yi aldı. Daha sonra Nûbe (Kuzey
Sudan), Yemen ve Libya’ya seferler düzenledi ve bu ülkeleri Nûreddin Zenginin devletine bağladı (1173-1174). Bir taraftan da Bizans ve İtalyan şehir devletleriyle ikili
anlaşmalar yaparak dış münasebetlerini geliştirdi. Mısır’ın ticari ve iktisadi durumunu düzeltti. Donanmaya önem verdi. Mısır’da az bulunan demir, kereste, zift gibi
stratejik maddeleri temin etmeye çalıştı.
Nûreddin Zengi’nin Dımaşk’ta ölümü üzerine (1174) yerine on bir yaşındaki
oğlu el-Melikü’s-Sâlih Nûreddin İsmail geçti.Bunun üzerine Selahaddin bağımsızlığını ilan etti(1174).Devletin başşehri Kahire idi.
Selahaddin Eyyubi Dönemi
Nurettin Mahmut’un ölümü üzerine hükümdarlığını ilan eden Selahaddin,
önce Suriye’yi ele geçirdi. Daha sonra Irak topraklarının önemli bir kısmını fethetti. Selahaddin’i ünlü yapan olay Kudüs’ü Haçlılardan almasıdır. Kudüs I. Haçlı Seferi
sonunda Haçlılar tarafından ele geçirilmişti (1099). Filistin’e yönelen Selahaddin, Kudüs kralını Hıttin’de ağır bir yenilgiye uğrattı (1187). Eyyubiler, Hıttin zaferi ile Kudüs
ve Filistin’i ele geçirdiler. Bu olay bütün İslam dünyasında ve Batı’da Selahaddin’e
büyük ün kazandırdı. Kudüs’ün Müslümanlarca geri alınması, III. Haçlı Seferi’nin düzenlenmesine neden oldu. Bu sefere Alman imparatoru ile İngiltere ve Fransa kralları katıldılar. Alman imparatoru, Tarsus yakınlarında öldü. Ordusu dağıldı. İngiltere ve
Fransa kralları Akka
Kalesi’ni kuşattılar. Müslümanlar,
Akka’nın Haçlılar
tarafından alınmasını önleyemediler.
Haçlılar daha sonra
Kudüs’ü kuşattılar.
Kuşatma üç ayı aşkın bir süre sürdü.
Fakat Haçlı ordusu
bir sonuç alamadı.
Resim 04.03: Şam’daki Selahaddin Eyyubi Anıtı
İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar Selahaddin Eyyubi ile bir antlaşma yaparak Avrupa’ya döndü. Antlaşmaya göre, Hristiyan Avrupalılar Kudüs’ü serbestçe ziyaret edebileceklerdi.
148
TARİH 6
OKUYALIM
“Hz.Peygamberin miraca çıktığı Mescid-i Aksa Hıristiyanların
elindeyken ben nasıl uyurum. “ (Selahattin Eyyubi)
Selahaddin Eyyubi
1174’te Nureddin’in ölümünden sonra, Müslüman dünyası içinde çıkan iktidar kavgalarını kazanarak Zengi’nin topraklarında tekrar İslam birliğini sağlayan
komutan, Suriye ve Mısır Hükümdarı Selahaddin Eyyubi olacaktı. Berka çöllerinden
Dicle kıyılarına kadar uzanan hâkimiyet sahası ile haçlıların topraklarını bir çember
içine almıştı. Latin Krallığı ile Selahaddin Eyyubi arasındaki mücadeleyi iyice geren
isimse, Müslümanlara yaptığı zulümle kötü bir şöhret edinen el-Kerak Kalesi Komutanı Renaud de Chatillon’du. Selahaddin ve komutasındaki 12 bin civarında asker, 4
Temmuz 1187’deki Hıttin Savaşı’nda, 80 bin Frenki bozguna uğrattı. Krallığın ortaya
çıkarabildiği en büyük ordu imha edilmişti. Sultan Selahaddin’in bu zaferinin ardından 2 Ekim’de Kudüs’ün teslim alınması ile şehirdeki Haçlı hâkimiyeti de sona eriyordu. Selahattin’in fetihleri, Doğu’nun mücadele gücünü ortaya koymak açısından
önemliydi.
Selahaddin, muzaffer ve kahraman ordusuyla Kudüs’e dahil olduğu zaman
bütün haçları ve çanları yıktırmış, camilere buhurlar ve gül sularıyla ıtırlı kokular saçmıştı. Bir zamanlar Hz. Ömer’in fazl ve büyüklüğüne şahit olan bu yerlerde şimdi
yine Ezan-ı Muhammedi okunmaya başlamıştı. Herkes, hakkın zulüm ve taassuba
galip gelmesini büyük bir coşkuyla alkışlamıştı.
Ali Çimen- Göknur Göğebakan,Tarihi Değiştiren Savaşlar s 124 ten de yararlanılarak yazar tarafından hazırlanmıştır.
?
Kudüs’ü alması Selahaddin Eyyubi’ye nasıl bir itibar kazandırmış olabilir?
Resim 04.04: Selahaddin Eyyubi Türbesi-Şam
149
TARİH 6
Haçlılarla yaptığı barışın ardından ülkesinin savunma tedbirlerini almakla meşgul olan ve daha sonra devlet yönetimini yeniden düzenlemek isteyen Selahaddin 4
Mart 1193 tarihinde Dımaşk’ta vefat etti. Bu sırada devletin sınırları Trablusgarp’tan
Hemedan ve Ahlat’a, Yemen’den Malatya’ya kadar uzanıyordu.
Selahaddin Eyyubi, sağlığında ülkesini oğulları ve kardeşleri arasında paylaştırmıştı. Onun ölümüyle ülke topraklarında dört ayrı devlet kuruldu. Kardeşi Turanşah
Yemen’de, diğer kardeşi Melik Adil Ürdün ve Kuzey Mezopotamya’da, Selahaddin’in
oğullarından el-Aziz Mısır’da, el-Zahir de Hâlep’te (Suriye) kendi devletlerini kurdular.
Harita 04.02: Eyyubiler
Eyyubi Devleti’ninYıkılışı
Selahaddin’in oğulları birbirleriyle mücadeleye girdiler. Bundan yararlanan
Selahaddin’in kardeşi Melik Adil, yeğenlerini mağlup ederek Şam Eyyubilerini ortadan kaldırdı. Halep Eyyubilerini de kendisine bağladı. Ülkede birlik ve düzeni sağladı. Halk, onun yönetiminde huzur içinde yaşadı.
Melik Adil, Haçlılarla da başarılı savaşlar yaptı. Haçlıların Dimyat’a saldıracakları haberini alınca gerekli hazırlıkları yaparken öldü (1218).
Melik Adil de kardeşi Selahaddin gibi ülkeyi oğulları arasında paylaştırdı. Birçok sayıda Eyyubi Devleti kuruldu. Bunlardan en ünlüleri Mısıra hâkim olan Kâmil
ve Şam’a hâkim olan Eşrefin kurduğu devletlerdir. Bu devletler kendi aralarında devamlı savaştıkları için hiçbir Eyyubi hükümdarı birliği sağlayamadı. Bunlar, bu dönemde Anadolu’ya hâkim olan Türkiye Selçukluları ile iyi ilişkiler kurdular. Kamil’in
yerine oğlu Salih geçti. Eyyubileri eski gücüne kavuşturmak için Kıpçak Türklerinden
bir ordu kurarak ülkede birliği sağlamaya çalıştı. Bu sırada VII. Haçlı Seferi’nde Dimyat Haçlıların eline geçti.
Ordusuyla Dimyat üzerine yürüyen Salih yolda hastalanarak öldü. Yerine oğlu
Turan Şah geçti. Onun döneminde Saint Louis (Sen Lui) komutasındaki Haçlı ordusu
ile Mansure’de yapılan savaşta büyük başarılar elde edildi. Sen Lui esir alındı. Turan
Şah, Sen Lui ile antlaşma yaparak Dimyat’ı geri aldı. Ayrıca Sen Lui, büyük miktar150
TARİH 6
da kurtuluş parası ödedi. Turan Şah’ın Haçlılarla antlaşma yapması ordu içerisindeki
Memluklerin (Kıpçak Türklerinin) harekete geçmesine neden oldu. Memluk komutanı Aybek, Turan Şahı yakalatarak öldürttü (1250).
Bu olay, Eyyubi Devleti’nin yıkılışı olarak kabul edilmektedir. Eyyubi Devleti’nin
yıkılmasından sonra Mısır toprakları üzerinde Memluk Devleti kuruldu. Eyyubi
Devleti’nin kolları olan Şam, Hama, Humus, Hâlep, Silvan, Yemen, Kerek Moğollar ve
Memlukler tarafından ortadan kaldırıldılar. Bunlar içinde en uzun yaşayan kol olan
Hısn-ı Keyfa Eyyubileri ise Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılmıştır(1524).
Eyyubilerin Tarihi Önemi
Selahaddin Eyyubi, Fâtımî Devleti’ne son vererek Müslümanlar arasındaki
mezhep kavgalarını önemli ölçüde önledi. Haçlılardan Kudüs’ü alarak İslam dünyasına kazandırdı. Suriye ve Filistin üzerindeki Hristiyan üstünlüğüne son verdi. Mısır’ın
imarına önem veren Eyyubiler burada önemli eserler meydana getirdiler. Avrupalı
şövalyeler arma sistemini Eyyubilerden almışlardır.
Eyyubilerde Kültür ve Uygarlık
Devlet Yönetimi
Eyyubi Devleti merkeze bağlı vilâyetlerden, eyaletlerden, emirliklerden ve
tabi hükümdarlıklardan meydana gelen bir sultanlıktı. Devlet şeriat hükümleri, “elahkâmü’s-sultâniyye” denilen devlet adamlarının idari kararları, örf ve âdetlerden
meydana gelen bir hukuk sistemiyle yönetiliyordu. Devlet teşkilatının başında büyük sultan, hanedana mensup melikler, emirler (beyler) ve vezirler vardı.
Eyyubiler, sarı zemin üzerinde kırmızı kartal arması taşıyan bayrağı Zengilerden almışlardı. Devlet her yönüyle bir Türk devletiydi. Bu hususa Selahaddin’e yazılan iki kasidede açık olarak işaret edilmiştir. Bunlardan biri, Hâlep’in fethi dolayısıyla
yazılan, “Arap milleti Türkler’in devletiyle yüceldi. Ehl-i salîbin davası Eyyûb’un oğlu
tarafından perişan edildi” beytiyle başlayan kaside, diğeri ise Akkâ’nın fethi münasebetiyle yazılan ve, “Allah’a hamdolsun ki Haçlı devleti zelil oldu. Türkler’le İslam dini
yüceldi” beytiyle başlayan kasidedir.(İslam Ansiklopedisi C 12 s 24)
Eyyubiler’de devlet hanedanın ortak mülkü sayılıyordu. Hanedan mensubu
emîrler melik unvanı alıyor, protokolde tâbi hükümdarlarla aynı seviyede tutuluyordu.
Sultanın parada ve hutbede adı geçtiği gibi sarayının kapısı önünde günde
beş defa nevbet çalınırdı. Sultanın çıkardığı emirler kanun hükmündeydi. Ancak
yetkileri şeriatla ve idari geleneklerle sınırlıydı. Sultan savaşlarda başkumandanlık
yapar, haftada iki defa şikayetleri dinlerdi. Önemli kararları ulemadan fetva alarak ve
istişare meclisine danışarak alırdı.
Saraydaki görevlilerin en önemlileri üstâdüddâr, hâcib, silâhdar, mîrâhur,
devâdâr, taştdâr ve çavuştur. Sultanın idaredeki en büyük yardımcısı veziriydi. Vezir151
TARİH 6
ler genellikle bürokratlardan tayin edilirdi. Vezirliğin alametleri arasında divit, hokka
ve sarık bulunurdu. Sultandan başka ikinci derecede hükümdarların da vezirleri vardı.
Devletin yazışmaları Dîvân-ı İnşâ tarafından yapılırdı. Sultanın fermanları,
menşurları, mektupları bu divandan çıkardı. Tayin ve görevden almalar, istihbarat
ve posta işleri de Dîvân-ı İnşâ’ya bağlıydı. Eyyubiler’de kuvvetli bir haberleşme ve
posta teşkilatı mevcuttu. Bütün mali işlerden de Mal Divanı sorumluydu.
Sivil idaredeki önemli görevlilerden biri de sultanın hazinedarıdır. Hazinedar
has hazine ile ilgilenirdi. Buradan sultan tarafından dağıtılan bahşişler, hil’atler, hediyeler ve saray masrafları karşılanırdı.
Kale kumandanlığı yapan valiler bu devirdeki önemli görevliler arasında yer
alıyordu. Bunlar askerlerden tayin edilirdi. Reisler de bu dönemdeki önemli memurlardandır. Her cemaatin ve her meslek erbabının bir reisi vardı. Bu reislerin en önemlileri, seyyidlerin ve şeriflerin reisi olan nakîbüleşraf ile reîsü-letıbbâ idi.
Şahneler ve muhtesibler de önemli devlet görevlilerindendi. Bugünkü polis
ve jandarma görevi yapan teşkilatın başı olan Şahne emîrler arasından, bugünkü
belediye reisi görevini yapan muhtesib ise sivillerden tayin edilirdi.
Bu dönemdeki önemli idari memurluklardan biri de elçilikti. Elçiler genellikle
ilmiyeye mensup kişilerden seçilirdi.
Ordu
Selahaddin cihat fikrini canlı tutmak ve Kudüs’ü Haçlılar’dan geri almak için
kuvvetli bir ordu bulundurmuş, devletin gelirinin çoğunu askerî maksatlar için harcamıştır. Eyyubiler dönemi boyunca Haçlı tehlikesi daima mevcut olduğundan hiçbir hükümdar ordu mevcudunu azaltamamıştır. Selahaddin kara ordusunun yanında donanmaya da büyük önem vermiştir. Onun devrinde donanmanın mali işleriyle
uğraşan Dîvânü’l-üstûl kurulmuştur.
Askerler, daimî askerler ve gönüllüler olarak ikiye ayrılırdı. Eyyubi ordusunun
çoğunluğunu Kıpçak Türkleri oluştururdu.
Kara ordusunun esasını iktalı süvari birlikleri meydana getiriyordu. Bu süvariler “tavâşî” (Memluk) ve “kara gulâm” diye iki kısma ayrılıyordu. Hepsi süvari olan
memlükler Eyyubi ordusunun muharip sınıfını meydana getiriyordu. Askerlere iktalarını Dîvânü’l-ceyş denilen askerî maliye teşkilatı dağıtırdı.
Ordu “tulb” denilen birliklere ayrılırdı. Her tulb 100 kişi civarında olup ayrı kösü
ve sancağı vardı. Savaş anında ordu öncüler, sağ ve sol kanatlar, merkez, artçılar
olmak üzere beş kısma ayrılırdı. Hücum müfrezelerine “câlîşiyye”, düşmanla temas
hâlinde olan öncülere “yezek” denirdi Savaştan kaçanların iktaları ellerinden alınırdı.
Ordunun “zerdhâne” denilen bir silah deposu ve bir de çarşısı bulunmaktaydı.
Bu dönemde ateşli silah olarak neft kullanılırdı. Kaplar içinde ve el bombası
şeklinde atılan neftin uçan çeşitleri de vardı. Orduda kullanılan diğer silahlar;ok, yay
152
TARİH 6
,kılıç,kalkan,gürz,topuz,sapan,mancınık,arrade,hücum kuleleri, ve koçbaşı idi.
Adli Teşkilat
Adliye teşkilatının başında kâdılkudât bulunurdu. Kâdılkudât sultan tarafından tayin edilir, o da diğer kadıları tayin ederdi. Kadilkudât ülkedeki bütün kadıların
başkanı idi. Genellikle bütün mezhep mensuplarının kadıları vardı. Başkadılar Şafiî
mezhebine mensuptu. Adalet teşkilatına hükümdar dahil hiç kimse baskı yapamazdı. Ordu içinde meydana gelen davalara askerî mahkemeler bakardı. Bu mahkemelerin başkanı ise kadıasker idi.
Adalet teşkilatında ayrıca başkanlığını sultan ya da naipin yaptığı mezâlim
mahkemesi vardı. Bu mahkeme haftada iki gün toplanır, halkın şikâyetlerini dinler
ve önemli davaları görüşürdü.
Dil ve Edebiyat
Eyyubiler Devleti’nde dil ve edebiyat çalışmaları, özellikle Arap dili ve edebiyatı üzerine olmuştur. Bu devirde Arap nesri ve şiiri en parlak dönemlerinden birini yaşamıştır. Şiir, şairlerin geçim kaynağı, hükümdarların ise propaganda aracı olmuştu.
Maliye ve Ekonomi
Eyyubi Devleti’nin tüm mali işleri, Mâl Divanı tarafından yürütülürdü. Devletin
başlıca gelir kaynakları: haraç, cizye, öşür, zekât, ganimetlerin beşte biri, bağlı devlet
ve beyliklerden alınan vergiler ve hediyelerden oluşurdu. Para olarak altın para kullanılırdı. Hâlep ve Şam gibi önemli merkezlerde darphaneler kurulmuştu. Devletin
yanında özel kişiler de para bastırabilirdi. Devletin elde ettiği gelirler görevlilerin
maaşlarının ödenmesi, ulaşım için gerekli yolların bakımı ve onarımı, bayındırlık hizmetleri, savaş giderlerinin karşılanması gibi çeşitli işlerde harcanırdı.
Eyyubiler, tarım ve ticarette ileri bir düzeye ulaştılar. Tarımın gelişmesinde, Nil
Nehri’nin ve bu nehrin üzerine kurulan sulama kanallarının önemi büyüktü. Ticaretin gelişmesinde ise Mısır’ın Baharat ve İpek yollarının kavşak noktasında bulanmasının etkisi vardı. Ticari emniyetin sağlanmasına da büyük önem verilmişti.
Eyyubilerde tüccarlar ve sanatkârların sorunları ile ilgilenen lonca adlı meslek
örgütleri vardı. Eyyubiler dokumacılıkta, silah ve madenî eşya yapımında da ileri bir
düzeye ulaştılar. Bizans ve diğer Avrupa devletleri ile yapılan ticari antlaşmalar sayesinde ekonomi gelişmişti. Avrupa’ya cam eşyalar ve silahlar ihraç edip onlardan
kereste, demir ve zift gibi mallar alıyorlardı.
Bilim ve Sanat
Eyyubiler, bilginleri ve sanatçıları koruyarak onlara büyük önem verdiler.
Bu dönemde monografi ve Genel İslam Tarihi konularında değerli eserler yazıldı.
153
TARİH 6
Abdüllâtif el Bağdadî, İbn Şeddat, İbn Asakir,el İsfahani gibi ünlü tarihçiler yetişti.İbn Asakir seksen ciltten oluşan ve en büyük şehir tarihi olan
Dımaşk şehri tarihini yazdı. Dönemin ünlü felsefe
âlimi Şahabeddin el Suhreverdi, Hikmet el İşrak
adlı eserini yazdı. Ayrıca fıkıh, tasavvuf, kelam gibi
İslami ilimler ile ilgilenen çok sayıda âlim yetişti.
Eyyubiler devrinin ünlü tıp bilgini İbn Meymun matematik, astronomi, felsefe alanlarında
da birçok eserler vermiştir.
Resim 04.05: Eyyubilerden Kalma
Hâlep Kalesi’nin Giriş Kısmı
Eyyubilerde kuyumculuk, oymacılık, bakır
ve cam işçiliği, kâğıt ve silah yapımı da ileri bir
düzeye ulaşmıştır. Bu sanat dallarında günümüze
ulaşan çok sayıda eser, dünyanın ünlü müzelerinde sergilenmektedir.
Eyyubiler, mimari alanda da ileri bir düzeyde idiler. Selçuklu mimarisi örnek alınarak çok sayıda cami, medrese, hastane inşa
edildi. Yapılarda genellikle tuğla kullanıldı. Kudüs Haçlılardan geri alındıktan sonra
Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa yeni baştan tamir ettirildi. Kale, sur, burç, gözetleme kulesi gibi askerî amaçlı mimari yapılarda birçok yenilikler gerçekleştirildi. Eyyubiler, Nil Nehri ve bunun kolları üzerinde çok sayıda köprüler inşa ettiler.
Bu dönemden günümüze ulaşan en önemli mimari eserler: Sultan Salih Necmettin Eyyüp Medresesi, Ebu Mansur İsmail Türbesi ve İmam Şafi Türbesi’dir.
?
1. Eyyubi Devleti’nin kuruluşu ile Tolunoğulları Devleti’nin kuruluşu arasında nasıl
bir benzerlik vardır?
2. Dîvânü’l-üstûl ne demektir, hangi amaçla kurulmuştur?
3. En büyük şehir tarihi olan Dımaşk şehri tarihini kim hangi dönemde yazmıştır?
4. “Allah’a hamdolsun ki Haçlı devleti zelil oldu. Türkler’le İslam dini yüceldi” beytiyle başlayan kaside hangi hükümdarın hangi başarısı üzerine yazılmıştır?
3. MemlukLER(1250-1517)
I. Memluk Devleti’nin Kurulması
Memluk Arapça meleke fiili kökünden türemiş olup, sözlük manası “efendisinin tasarrufu altında bulunan esir” demektir. Memluk kelimesi zamanla İslam Tari-
154
TARİH 6
Harita 04.03: Memluk Devleti
hinde “harplerde esir düşerek veya tüccarlardan satın alınarak köle olan beyaz insanı”
ifade eder olmuştur. Bu manası ile Memluk
“hükümdar veya emirlerin muhafız birliklerinde görev yapan belli bir statüye sahip
ücretli askeri” ifade etmektedir. Bunların
kurdukları devlete de Devletü’l-Memâlik
(Memluk Devleti) denilmiştir. İslam tarihinde ilk defa Memluk (Beyaz Köle) kullananlar
Abbasi halifeleri olmuşlardır. Onlar, Türklerden askeri birlikler oluşturdular. Küçük yaşta ülkelerinden getirilip, efendilerinin lütfü
ile hürriyetlerine kavuşturulan bu Memlukler, zamanla nüfuzlarını artırarak, yeni vatan
edindikleri topraklar üzerinde idareyi ellerine almaya başladılar. Örneğin Tolunoğlu
Ahmet de Memluk sisteminden yetişmiş bir
askerdir. Zamanla Abbasi ordusunda yükselerek Mısır Valisi oldu.
Eyyubiler de Abbasiler gibi Türklerden yararlanmışlardır. Özellikle Eyyubi Sultanı Salih zamanında Kafkasya’daki Kıpçak Türklerinden çok sayıda köle satın alınarak Eyyubi ordusunda görev verildi. Eyyubiler, bu Türk askerlere Memluk (kölemen)
adını vermişlerdir.
Eyyubi ordusundaki Türk askerleri(Memlukler) çok geçmeden Eyyubi ordusunun en önemli unsuru hâline geldiler. Eyyubilerin Fransa Kralı IX. Louis liderliğindeki Haçlı ordusuna karşı gösterdikleri başarılı savaşlarda en büyük rolü bu askerler
oynadı. Ancak yeni Eyyubi hükümdarı Turan Şah onların başarısını kıskandı ve liderlerini tahtının ortakları gibi görüp görevlerinden almaya başladı.
Turan Şah’ın Türk askerlerine kesin tavır alması üzerine 1249 yılında kanlı bir
ayaklanma başlatan Memlukler şahı öldürerek iktidarı ele geçirdiler. Eski sultanlardan Melik Necmettin Salih’in dul karısı Şecer-üd-Dürr’ü sultan ilan ettiler. Ordu komutanlığına ise bir memluk komutanı olan İzzeddin Aybek getirildi. Kısa bir süre
sonra Şecer-üd-Dürr, Aybek’le evlenerek sultanlığı ona devretti.Aybek’in sultan olmasıyla Mısır’da 250 yıldan fazla sürecek olan Memluk Devleti resmen kurulmuş
oldu (3 Temmuz-1250). Arapça kaynaklarda Türkiye Devleti (el-Devletü’t Türkiye)
olarak adlandırılan Türk Memlük Devleti (Kölemenler), Bahrî Memlükleri (Bahriyye,
Birinci Memlükler; 1250-1382) ve Burcî Memlükleri (Burciyye, İkinci Memlükler; Çerkez Memlukleri 1382-1517) olmak üzere iki dönemde incelenebilir.
(Türk Memluk Devleti’nin Gelişmesi:) Memluk Devleti’nin kurucusu olan Aybek, Suriye ve Filistin dolaylarında kurulan Eyyubi Devletleri ile mücadele etti.
Mısır’da, Memluk Devleti’ne karşı başlatılan Arap isyanını bastırdı. Eyyubi emirleriy155
TARİH 6
le ikinci bir barış yaparak yönetimde istikrarı sağladı. Bu
arada Musul Emİri Bedreddin Lü’lü’ün kızıyla nişanlanması
yüzünden hanımı Şecerüddürr’ün emriyle bir suikast sonucunda öldürüldü (9 Nisan 1257).
Aybek’in ölümünden sonra (1257) yerine on beş yaşındaki oğlu Ali geçti. Bu sırada İslam tarihinin en kritik
dönemlerinden biri yaşanıyordu. Moğollar Bağdat’ı işgal
ederek Abbasi halifeliğine son vermişler (1258) ve Suriye
şehirlerini ele geçirmişlerdi. Moğol tehlikesinin önlenemeyeceği anlaşılınca çocuk yaştaki Memluk Sultanı Ali,
Resim 04.06: Memluk
tahttan indirildi. Kutuz, sultan ilan edildi (1259). Kutuz, bu
Kılıçları
sırada Filistin’e giren İlhanlıları durdurmak amacıyla ordusunu toplayarak onların üzerine yürüdü. İki ordu Ayn-ı Calût denilen yerde karşılaştı
(1260). İlhanlılar bu savaşta yenilerek geri çekilmek zorunda kaldılar. Sultan Kutuz
bu zaferle Suriye ve Mısır’ı Moğol istilâsından kurtardı.
Ayn-ı Calût zaferinin kazanılmasında önemli rol oynayan komutanlardan biri
de Baybars idi. Kutuz, bu savaş sırasında Baybars’a Hâlep Valiliğini vaad etmişti. Fakat savaş sonrası vaadini yerine getirmeyince Baybars, Sultan Kutuz’a karşı siyasimücadeleye girişti. Kutuz’u yenen Baybars Memluk Sultanı oldu (1260).
Baybars, Moğollardan kaçıp Mısır’a sığınmış olan Abbasioğullarından El
Mustansır’ı Kahire’de halife ilan etti. Böylece hilafetin koruyucusu sıfatıyla bütün
İslam ülkelerinde nüfuz sahibi olmak istiyordu. Mekke Şerifi’nin güvenini sağlayarak mukaddes bölgeyi ve Kızıldeniz’i hâkimiyeti altına aldı. Baybars’ın amacı, bütün İslam ülkelerini, Memlüklerin çevresinde toplamak ve İslam dünyası üzerinde
hâkimiyet kurmaktı. Baybars, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey gibi, dünya işleri ile din
işlerini birbirinden ayırdı. Halifeler, din işleriyle uğraşacaklar ve sultana bağlı kalacaklardı.
Resim 04.07: Memluk Sultanlarının Kabirlerini
Gösteren Bir Fotoğraf
156
Baybars, Ermeni Krallığı’nı
ve Nûbe Krallığı’nı yıllık vergiye
bağladı. Antakya Haçlı Prensliği’ni
ortadan kaldırdı. Bâtıniler’i itaat
altına aldı. Altın Ordu Devleti’yle
anlaşarak Moğol istilasını önlemeye
çalıştı. Bu sırada Anadolu Selçuklu Devleti tamamen İlhanlı (Moğol) hâkimiyetine girmişti. Bunu
kabullenemeyen bir kısım Türk
beyleri, Memluk Sultanı Baybars’ı
Anadolu’ya davet ettiler. Bunun üzerine ordusuyla Anadolu’ya yürüyen
TARİH 6
Baybars, Elbistan Savaşı’nda Moğol ordusunu yenerek Kayseri’ye kadar geldi ve burada adına hutbe okuttu. Ancak kendisinden yardım isteyen Türk beyleri Baybars’la
iş birliği yapmaktan kaçındılar. Baybars Mısır’a geri dönmek zorunda kaldı. Bir süre
sonra da öldü (1277).
Baybars Moğollar karşısında durabilen tek komutandı. Sultan Baybars’ın ölümü Türk dünyası için büyük
bir kayıp oldu. Baybars’ın 1277 yılında ölümünden
sonra, yerine iki oğlu geçti. Ancak bir süre sonra Atabey Kalavun, tahtı ele geçirdi (1279). Kalavun, Moğolları yenerek onları Suriye’den çıkardı. Haçlılarla savaştı.
Akka Kalesi elinde bulunduran Haçlılar üzerine yürüyerek kaleyi kuşattı. Kuşatma sırasında ölünce (1290)
onun soyundan gelenler, Türk Memlukleri Devleti yıkılana kadar (1382) ülkeyi yönettiler. Memluk ordusu
içindeki emirler ancak, kendi yetenekleri ve ordunun
Resim 04.08: Baybars Camidesteğiyle
sultan olabiliyorlardı. Bunun için Türk MemKahire
luk Devleti’nde Kalavun’a kadar hanedanlık kurulamadı. Kalavun’un soyundan gelenler, Akka Kalesi’ni alarak Suriye ve Filistin’den Haçlıları
tamamen çıkardılar. Ermenilerle de mücadele ederek Küçük Ermeni Krallığı’na son
verdiler. Fakat devlet içindeki taht kavgaları ülkenin zayıflamasına neden oldu. Berkuk adlı bir Çerkez, Türk Memlukleri dönemine son verdi (1382).
Çerkez Memlukleri:
Çerkez Memlukleri döneminin ilk sultanı olan Berkuk (1382-1399) Türk asıllı
emirlerin isyanlarıyla karşılaştı ve 1387 yılında tahtını bırakmak zorunda kaldı. Ancak
mücadeleyi bırakmadı, sekiz ay sonra tahtını geri almayı başardı ve ülkesine istikrarlı
bir dönem yaşattı. Timur’a karşı Osmanlılar ve diğer Müslüman devletlerle ittifak
kurdu. Celâyir hükümdarını destekleyerek Timur’a meydan okumaktan çekinmedi.
Berkuk’un yerine oğlu Ferec geçti (1399-1412) .Bu dönemde Timur Suriye’yi
istila ederek şehirleri tahrip etti. Ardından Memluk gruplarının çıkardığı isyanlar yüzünden ülkede istikrar bozuldu. Ferec’in bir isyan sonucu öldürülmesinin ardından
Memluk Devleti’nde ilk ve son defa halifelikle sultanlık aynı şahısta birleştirildi.
Memluk Devleti’nin Yıkılması
Memluk-Osmanlı ilişkileri ilk defa Fatih zamanında bozuldu. Fatih, Dulkadiroğulları Beyliği’nin topraklarını ele geçirmek istiyordu. Ayrıca onun Hicaz yolu üzerindeki su kuyularını tamir ettirmek istemesi, Memluk Hükümdarlarınca iç işlerine
müdahâle kabul edilip reddedildi. Bu nedenlerden dolayı Memluk-Osmanlı ilişkileri
gerginleşti.
157
TARİH 6
II. Bayezıt döneminde, Memluklerin kardeşi Şehzade Cem’i desteklemeleri, iki
devletin arasının iyice açılmasına sebep oldu. Bunların sonucunda Osmanlılar ve
Memlukler altı yıl sürecek olan bir mücadeleye girişti (1485).Bu savaşlarda Osmanlılar, Tarsus ve Adana’yı aldılar. Dulkadiroğulları bu savaş sırasında Memluklerin yanında yer aldı. Bu mücadele sonucunda her iki taraf da üstünlük sağlayamayınca anlaşmaya vardılar (1491). Bu sırada Memluklerin başında yirmi sekiz yıl saltanat süren
ve Memluklerin en büyük sultanı olarak kabul edilen Kayıtbay vardı (1468- 1496).
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim İran Seferi sırasında düşmanca bir tavır
takınan Dulgadiroğulları Beyliği’ni 1515 yılında ortadan kaldırınca Osmanlı –Memluk ilişkileri tekrar bozuldu.
Yavuz Sultan Selim İran Seferinden sonra Suriye ve Mısır seferine çıktı.Bu seferin esas sebebi Ümit Burnu’nu dolaşarak Hint Okyanusu’nda etkili bir güç olmaya
başlayan Portekizlerin Arap Müslüman ticaretini yok etmeye çalışmaları ve İslam’ın
mukaddes şehirleri Mekke ve Medine’yi tehdit etmeleriydi.1509 yılında Portekizler
Kızıldeniz’de Memluk donanmasını yaktıkları zaman,Memlukler Osmanlılardan yardım istemişti. Osmanlılar Memluklere yardım etmişti ama bu yardımlar Memlukler
için yeterli olmadı.O zamanlar İslam topraklarını Portekizlere karşı koruyabilecek en
etkili güç Osmanlılardı.1516 yılında Mekke ve Medine’nin idarecileri Yavuz Sultan
Selim’den yardım istemek için bir heyet göndermek istediler fakat Memlukler buna
müsaade etmedi. Bunun üzerine Osmanlılar Memluklerin zulmüne son vermek ve
bir İslam devleti olarak, İslam dünyasını Portekizlere karşı korumak amacıyla harekete geçtiler. Yavuz, Memluklere karşı Mercidabık(1516) ve Ridaniye savaşlarını kazandı(1517).Mercidabık Savaşı’ndan sonra kaybolan Sultan Gavri’den sonra başa geçen
Son Memluk sultanı Tomanbay da Ridaniye savaşından sonra idam edildi.Böylece
Memlükler Devleti tarihe karıştı ve toprakları Osmanlılar’ın eline geçti.
?
1. ”Memluk” kelimesi ne anlam gelir?
2. Sultan Baybars Dönemini’nin İslam tarihi açısından önemi nedir?
3. Osmanlı-Memluk ilişkileri hangi sebeplerden dolayı bozulmuş ve savaşla sonuçlanmıştır?
Kültür ve Uygarlık
Devlet Yönetimi
Memlukler, merkeze bağlı vilayet ve eyaletlerle tabi emirlik ve hükümdarlıklardan meydana gelen bir sultanlıktı. Devlet teşkilatının başında mutlak hükümdar
olan sultan bulunurdu. Memlukler, merkeze bağlı vilayet ve eyaletler, tabi emirlik ve
hükümdarlıklardan meydana gelen bir sultanlıktı. Devlet teşkilatının başında mutlak hükümdar olan sultan bulunurdu. Çocuk sultanlar döneminde devlet üst rütbeli
158
TARİH 6
kumandanlar tarafından yönetilirdi. Baybars’ın Kahire’de Abbasi Halifeli’ğini devam
ettirmesinden itibaren Sünni İslam dünyasının merkez devleti hâline gelen ülkede
sultanlar dinî meşruiyetlerini halifenin onayıyla kazanıyorlardı. Uygulamada sultanın maiyetinde bir memur durumunda olan halife her yeni sultana onay vermek ve
onun emirlerine uymak zorundaydı.
Memluk sultanları Kahire’de Kal’atülcebel’deki saraylarında otururlardı.Sultanlar sağlıklarında oğullarından birini veliaht tayin etseler de bu veraset sistemi
pek uygulanmadı. Genelde muhafız birliklerinde yetişen emirler(askerler) arasından
sultanlar çıktı. Memluk sultanları, ikta dağıtımı ve üst seviyedeki görevlilerin tayini
hususunda tek yetkili kişilerdi. Savaş ve barış kararlarını ise istişare meclisine danışarak alırlardı.
Eyyubiler’den devralınan idari, siyasi ve iktisadi görevler Memlükler’de büyük
ölçüde askerileştirildi ve bu vazifeler emirler tarafından yürütüldü. Dinî ve adli görevlerle divan görevleri, halk kesimine mensup ilim adamlarına verilirdi. Divanlarda
bilhassa muhasebe işlerinde gayri müslimler de görevlendirilirdi. Eyalet ve vilayetler
Memluk naib ve valileri tarafından yönetiliyordu. Merkez teşkilatında görevli emirlerin başında ilk defa Memlukler döneminde görülen “naib-i saltanat” bulunurdu. Sultan naipliği görevinin kurulmasıyla önemini kaybetmiş olan vezirin yetkileri sadece
mai işlerle ilgiliydi.
Devlet yazışmalarını yürüten Dîvân-ı İnşâ, kâtibüssır başkanlığında çalışırdı.
Bu göreve ulema sınıfına mensup, üslubu güzel edipler seçilirdi. Devletin istihbarat ve posta işleri de aynı divan tarafından yürütülürdü. Nâzır-ı hâs yönetimindeki
Dîvân-ı Hâs sultanın mal varlığıyla ilgili işlere bakardı. Dîvân-ı Ceyş askerlerle ilgili
işleri yönetirdi. Ayrıca devlet işlerinin yürütüldüğü pek çok memurluk vardı.Bunlardan bazıları;Sultanın silahlarını taşıyan ve silahhaneyi koruyan emir-i silah, askerler
arasındaki davalara bakan Hâcibü’l-Hüccâb, devlet sekreteri gibi çalışan Devâdâr-ı
Kebîr, sultan Memlüklerinin başkumandanı Re’sü Nevbeti’n-nüvvâb, divan toplantılarının gündemini belirleyen(Protokol görevlisi) Emîr-i Meclis,sultanının atlarına
bakan Amir-i Ahurdur.
Devlet yönetiminde sivil memurluklar da mevcuttu. Bunlara genel olarak erbab-ı
kalem adı verilirdi. Bunlar maliye, vakıf (evkaf) ve yazı işlerini yürütürlerdi. Vezir, devletin mali işlerini yürütür, sultanın fermanlarına tuğrasını çekerdi. Sır kâtibi önemli bir
sivil memurluk idi. Bilginler arasından seçilir ve sır saklamasını iyi bilmesi gerekirdi.
Tayin kararnameleri, elçilik yazışmaları, yazıların ilgili dairelere yollanması sır kâtibinin
görevleri arasında idi. Nazır-ı Ceyş; Hassa kuvvetlerinin giyim, kuşam ve maaşları ile
ilgilenirdi. Devlet dairelerinde işlerin düzenli yürüyüp yürümediğini, işlerin kanunlara
uygun yapılıp yapılmadığını kontrol etmek Müşrif-i Memalikin görevi idi.
Memlukler, ülkeyi idari yönden eyaletlere ayırmışlardı. Eyaletlerin en önemlileri, Şam, Hâlep, Trablusşam ve Hama idi. Bunların başında, sultan tarafından tayin
edilen Nâib-i Sultan (genel vali) bulunurdu. Eyaletler, sancaklara ve kazalara ayrılırdı.
159
TARİH 6
Ordu
Tarihî önemini Moğollar ve bölgedeki Haçlılar karşısındaki başarılarından alan
Memlukler, kuvvetli bir kara ordusuna ve güçlü denilebilecek bir donanmaya sahip
bulunuyordu. Ordu köle pazarlarından satın alındıktan sonra asker olarak yetiştirilen Türk, Çerkez, Kürt, Rum ve Kafkas asıllı askerlerden meydana geliyordu. Memluk ordusu sultanın muhafız birliği; tımarlı askerler, emirlerin askerleri ve yardımcı
kuvvetlerden meydana geliyordu. Memluk ordusunda sultan ve subay çocuklarının
oluşturduğu, “Evlâdü’n-Nâs” diye isimlendirilen bir ihtiyat grubu daha vardı.
Memlukler’de asıl olan süvari birliklerinden oluşan kara ordusuydu. Kıpçak
bozkırlarından ve Kafkasya’dan getirilen Memluklerin çoğunluğu oluşturduğu bu
birlikler, binicilik ve silah kullanmaktaki maharetleriyle savaşların kaderini belirleyen
klasik tarzdaki süvari birliklerinin ilk örneği oldu. Memlukler mükemmel okçulukları,
şaşırtıcı mücadele ve çevirme teknikleri, başarılı pusu ve yüksek manevra kabiliyetleriyle ün yapmışlardı. Kuşatma silahları olarak ateş çanakları, mancınık ve debbâbe
kullanılıyordu. Kuruluş yıllarından itibaren barutu bilmelerine ve topu ilk kullanan
devlet olmalarına rağmen yeni ateşli silahlardan geniş çapta ancak XV. yüzyılın sonlarında faydalanmaya başladılar.
XIII. yüzyılın sonlarında Haçlı saldırılarının deniz saldırılarına dönüşmesi sebebiyle donanma savunma ve taarruz açısından güçlendirildi. Barsbay Dönemi’nde
Kıbrıs’ın fethedilmesiyle önemli bir donanma gücüyle önemli bir başarı kazanıldı.
Ancak Memluk deniz kuvvetleri, son zamanlarda Kızıldeniz’de ve Hindistan sahillerinde güçlü Portekiz donanması karşısında bir varlık gösteremedi. Kansu Gavri,
Osmanlılar’dan yardım alarak donanmayı güçlendirdi ama bu da yeterli olmadı.
Toprak Yönetimi
Memluk Devleti’nde çöller, bataklıklar, tarıma elverişli olmayan araziler ile
mülk arazileri dışında kalan topraklara “devlet toprağı” anlamına gelen arazi-i
emirîye denirdi. Bu arazilerin mülkiyeti tamamen devlete aitti. Bu topraklar, askerlere geçimlerini sağlamak amacı ile dirlik olarak verilirdi. Toprakların bir kısmı da
vakıf arazileri idi. Vakıf arazileri hanedan üyeleri ile varlıklı kişilerin hayır amacıyla
vakfettikleri topraklardı. Bu topraklar satılamaz, devredilemez ve amacının dışında
kullanılamazdı. Mülk arazisi de sultanın başarılı gördüğü yöneticilere mirî araziden
verdiği topraklardı. Bu topraklar kişilerin malı sayıldığından alınıp satılabilir ve miras
olarak bırakılabilirdi.
Memluk topraklarının büyük bir kısmı has ve tımarlara ayrılır; hükümdar, emir,
bey ve reislere dirlik olarak verilirdi. Bunlara sahib-i arz denirdi. Dirlikler, sahib-i arza
ya ömür boyu ya da belli bir süre için verilirdi. Dirliklerde yaşayan halk, öşür adı verilen vergilerini dirlik sahiplerine verirlerdi.
XIV. yüzyıl ortalarından itibaren askerî ikta sistemi bozuldu. Çünkü iktaların
alım ve satımı başlamıştı. Bu durum Memluk odusundaki asker sayısını azalttı. Dev160
TARİH 6
lete ait olan toprakların şahıslar eline geçmesine sebep oldu. Dolayısıyla devletin
geliri azaldı, İktaları alan ve satan kişilerin hazineye para ödemeleri çeşitli yolsuzlukların yapılmasına yol açtı.
Adalet Teşkilatı
Memluk Sultanları, haftanın belli günlerinde Divân-ı Mezâlim (Dârül adi) de
bulunurlardı. Burada halkın şikâyetlerini ve davaları dinlerler hüküm verirlerdi.
Dârüladl, Memluklarda en yüksek mahkeme idi. Bu mahkemeye Şafii, Hanefi, Maliki
ve Hanbeli mezheplerinin imamları da katılırdı. Bunlara Kadılkudat denirdi. Kadılkudatlık, en yüksek dinî makamdı. Kadılkudatlar şer’i ve hukuki işlerle ilgilenirlerdi.
Görevleri davaları dinlemek ve karara bağlamaktı. Ayrıca yerlerine naip tayin ederek
onlan vasıtasıyla işlerini yürütürlerdi. Dârüladlde, dört mezhep müftüsü de bulunurdu. Müftüler, Divân-ı Mezâlim de şer’i işler hakkında fetva verirlerdi. Müftüler ve kadı
askerler sultan sefere çıktığında onunla birlikte sefere katılırlardı. Kadı askerlerin görevi, orduda askerler arasındaki davalara bakmaktı.
Dil ve Edebiyat
Memluk Devleti’nde resmî dil Arapça idi. Sarayda ve orduda Türkçe konuşulurdu. Halkın çoğunluğu Arap olduğu için Arapça en çok konuşulan dildi. Bu dönemde
Suriye’de ve Mısır’da Türkçe yaygın bir dil hâline gelmişti.
Ekonomi
Memluk Devleti’nin gelirlerini; emlak vergisi, öşür, cizye (baş vergisi) ticaretten
alınan vergiler oluşturuyordu. Devlet, savaş zamanlarında ve ekonomik açıdan zor
durumda kaldığında vatandaşların mallarına el koyabiliyor, bu malları istediği fiyattan alabiliyordu. Devletin genel gelirleri askerlerin ve memurların maaşlarının ödenmesi, ulaşım yollarının düzenlenmesi, köprülerin yapılması, su kaynaklarının geliştirilmesi, savaş giderlerinin karşılanması ve mimari eserlerin yapılmasına harcanırdı.
Memluk ekonomisinin en önemli gelir kaynağı ülkeler arası ticaretti. Moğol
İstilası sırasında Doğu - Batı arasındaki ticarette tek emniyetli yol olarak Kızıldeniz
ve Mısır üzerinden geçip deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşan ticaret yolu kalmıştı. Bu
durum Memluk devlet adamlarını dış ticareti geliştirmeye şevketti. Ticaret merkezi
hâline gelen büyük şehirlerde geniş çarşı ve pazarlar yanında yabancı tüccarlar için
hanlar, oteller, temsilcilik büroları kuruldu. Memluk ekonomisi 1347 yılındaki veba
salgını yüzünden büyük bir kriz yaşadı. Ekonomik sıkıntılar, XV. yüzyılın başında
Suriye’yi bir harabeye çeviren Timur işgaliyle iyice şiddetlendi. Ağır vergiler iç ve dış
ticaret için büyük bir darbe oldu. Ümit Burnu’nun keşfedilmesiyle Avrupalılar deniz yoluyla Hindistan’a ulaşmayı başarınca Mısır ve Suriye’nin dış ticareti bütünüyle
çöktü. İktisadi hayatın istikrarsızlığı maaşları ödenemeyen huzursuz askerî gruplar
arasındaki mücadeleyi daha da şiddetlendirdi.
161
TARİH 6
Endüstri alanında savaş aletleri ve harp gemileri yapımı yanında; dokumacılık,
madencilik, camcılık, çömlekçilik ve ahşap işlemeciliği ilerlemişti. Mısır yün, ipek, keten ve pamuk kumaşlarıyla meşhurdu. Bronz ve bakırın gümüş ve altınla kaplanması
usulü gelişmişti. Saraciye işleri göz kamaştırıcı bir durumdaydı.
Bilim ve Sanat
Memluklerde ülkenin bayındır hâle gelmesine önem verilerek çok sayıda köprü, hastane, türbe, cami, medrese, hamam, çeşme gibi eserler inşa edildi. Bunların
en ünlüleri: Kahire yakınlarındaki Kalatü’l Cebel Sarayı, Baybars Camii, Kalavun Camii, Sultan Hasan Camii, Kayıtbay Camii, Berkuk Türbesi, Kayıtbay Türbesi, Hâlep,
Şam, Trablusşam Camileri gibi eserlerdir.
Bilime önem veren sultanlar ve devlet adamları, açtıkları medreseler sayesinde bilimin gelişmesini sağladılar. Sultan Baybars’ın yaptırdığı Zahiriye Medresesi
çok ünlü idi. Baybars medresenin yanına bir de kitaplık yaptırmıştı. Medreselerdeki
fakir öğrencilerin her türlü ihtiyaçları vakıflar tarafından karşılanırdı.
Sultan Kalavun’un yaptırdığı “Bimarhane” adıyla ün kazanan Kahire’deki hastahanede sağlık hizmetleri veriliyordu.
Resim 04.09: Kayıtbay Külliyesi ve Sultan Hasan Medresesinin Merkez
Avlusundan Bir Görünüş
?
1. Memluklerde veraset sistemi niçin işlememiştir?
2. Naib-i Saltanatın görevi nedir?
3. Memluk toprakları hangi bölümlere ayrılmıştır?
4. Memluklerde yüksek mahkemeye Şafii, Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheplerinin
imamları da katılmaktaydı. Bu uygulamanın nedenine ilişkin neler söylenebilir?
162
TARİH 6
4. MOĞOL İMPARATORLUĞU
Moğollar, Ortaçağ’da dünya tarihinde önemli rol oynamış,özellikle İslam dünyasında yaptıkları katliam ve tahribatlarla tanınmışlardır.
Arkeolojik kazılardan elde edilen bilgilere göre Moğollar, MÖ iki bin yılında
Tula nehrinin doğduğu yerlerden Mançurya’nın batı ve güneybatısına kadar yayılmışlardı. Hunlar’dan itibaren Moğollar ile Türkler arasındaki temaslar sıklaştı. VI.
yüzyılın ortalarından itibaren önce Kök Türk, daha sonra Uygur hâkimiyetine giren
Moğollar bu dönemde Türk kültürü ve devlet geleneklerinden önemli ölçüde etkilendiler.
Moğollar’ın dünya tarihinde önemli
rol oynaması, ancak
XIII. yüzyılın başlarında Timuçin’in kurduğu
Moğol İmparatorluğu
ile olmuştur. Timuçin,
uzun mücadelelerin
ardından bütün Moğol
aşiretlerini tek bir devlet çatısı altında toplamayı başardı. Moğol
adı, devlet ve hanedan
adı olarak Cengiz Han
zamanında, millet adı
olarak ise çok daha
sonra
kullanılmıştır.
1206’da Cengiz (ÇinResim 04.10: Cengiz Han’ın Kurultayı
giz) Han unvanını aldıktan sonra 1209 yılına kadar sırasıyla Kırgız, Merkit, Nayman ve Uygurlar’ı idaresine aldı. Daha sonra
Karahıtay topraklarını ele geçirdi (1218).
Karahıtay topraklarını ele geçirmesi Cengiz Han’ı batıda Harezmşahlar’a
komşu yapmıştı. 1218 yılında Cengiz Han’ın Harezmşahların ülkesine gönderdiği
ticaret heyetinin öldürülmesi, iki devlet arasında savaşa yol açtı. Moğollar Buhara
ve Semerkand’ı alarak Harezmşahlar Devletine son verdiler (1220). Harezmşahlar
Devleti’ni devam ettirmeye çalışan, Celâleddin Harezmşah, Moğollara karşı bazı direnmeye ve karşı koymaya çalıştı. Celâleddin’in son önemli direnişini 1228 yılında
İsfahan şehri önlerinde kıran Moğollar, kendi hâkimiyetlerini tanıyan Fars Atabegleri idaresindeki Güney İran dışında bütün Orta ve Batı İran’ı ele geçirdiler. Halkının
önemli bir kısmını öldürüp harabeye çevirdikleri ülkeyi birkaç yıl kendi kaderine terkettiler.Bundan sonra Moğollar ciddi bir direnişle karşılaşmadan Kuzey İran’da ilerle163
TARİH 6
diler. Oradan da 1223 yılında Tiflis üzerinden Kafkasya’yı geçerek Kiev civarına ulaştılar.
Cengiz Han daha sonra Horasan ve Gazne üzerinden indus kıyılarına inerek Pencap’ı
istila etti. Cengiz Han Moğolistan’a döndükten sonra 1227 Ağustosunda öldü.
Cengiz Han’ın oğulları: Ögeday, Cuci, Çağatay ve Tuluy idi. Cengiz Han ölümünden önce Ögeday’ın hükümdar olmasını istemişti. Kurultay bu vasiyete uyarak
Ögeday’ı kağan seçti.
Ögedey Han zamanında (1227-1241) Çin’in önemli bir kısmı ile Kore zaptedildi. Batıya seferler düzenlenerek, İran ve Azerbaycan’daki Moğol hâkimiyeti daha da
güçlendirildi. Ögedey’in oğulları başta olmak üzere pek çok şehzadenin katıldığı,
bir seferde Moğol ordusu ciddi bir direnişle karşılaşmadan Doğu ve Orta Avrupa’yı
istila etti (1237-1241). 1241-1242 yılında Afganistan’a gönderilen bir ordu da Herat,
Sîstan ve Lahor’u ele geçirdi.
Ögedey’in ölümünden sonra idareyi naibe sıfatıyla karısı Töregene Hatun ele
aldı (1241 -1246). Daha sonra tahta çıkan Güyük Han (1246-1248) Batu ile mücadeleye hazırlandığı sırada öldü. Mengü Han (1251 -1259) tahta çıktığında kardeşi
Kubilay’ı Çin’e gönderdi. Diğer kardeşi Hülâgû’yu da “ilhan” olarak İran, Irak, Suriye,
Mısır, Kafkasya ve Anadolu’ya tayin etti. Bu taksimat, hanedan içerisindeki anlaşmazlıkların artması sonucunda Moğol hâkimiyetinin zamanla birbirinden bağımsız
parçalara ayrılmasına zemin hazırladı.
Hülâgû 1255
yılında Ceyhun’u
geçerek Horasan’a
girdi. Hülâgû önce
1256 yılında Alamut Kalesini ele
geçirip buradaki
İsmâilî(Bâtıniler)
hâkimiyetine son
verdi ve kale halkını tamamen yok
Harita 04.04: Moğol İmparatorluğunun En Geniş Sınırları
etti;1258 yılında da
Bağdat’a girerek
Abbasi Halifeliği’ni yıktı. Böylece Hazar denizinin güney sahilleri hariç bütün İran’da
siyasibirliği yeniden kurdu. Ardından askerî harekâtı Suriye üzerine yönlendirdi. Ancak Suriye istikametindeki Moğol ilerleyişi ilk defa Memlükler tarafından 1260 yılında Aynicâlût Savaşı ile durduruldu. Moğol yayılması, batıda Anadolu Selçukluları’nın
Kösedağ Savaşı’nda yenilmesinden sonra (1243) Bizans sınırlarında sona erdi. Anadolu Selçukluları bu savaştan sonra İlhanlılar’a bağlanarak vergi vermeye başladı.
İran, Azerbaycan, Anadolu ve Irak’ın idaresi yaklaşık bir asır boyunca İlhanlılar’ın
hâkimiyetinde kaldı.
164
TARİH 6
Moğol İmparatorluğu’nun Parçalanması
Cengiz Han hayatta iken Moğol Devleti’ni, Türk geleneklerinden etkilenerek oğulları arasında paylaştırmıştı. Bu paylaştırmada büyük oğlu Cuci’ye, Batı Sibirya ve Kıpçak bozkırları ile Harzem ve Karadeniz’in kuzey bölgelerini; Çağatay’a,
Türkistan’ı; Ögeday’a, Moğol ülkesinin doğu bölgelerini: küçük oğlu Tuluy’a ise Moğol İmparatorluğu’nun merkez topraklarını, yani asıl Moğolistan’ın yönetimini vermişti.
Cengiz Han’ın oğulları, merkeze bağlı kalarak bulundukları bölgeleri yönettiler. Devlet zayıfladıkça bu bölgeler merkezden ayrıldılar ve ayrı birer devlet hâline
geldiler. Böylece Moğol İmparatorluğu topraklarında;
1. Çin ve Moğolistan’da Kubilay Hanlığı,
2. Türkistan’ da Çağatay Hanlığı,
3. Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyindeki yerlerde Altın Orda Devleti,
4. İran’da İlhanlılar Devleti kuruldu.
Kubilay Hanlığı(1280-1368)
Harita 04.05: Moğol İmparatorluğunun Parçalanması
Büyük kağan Mengü’nün
ölümünden sonra
(1259) yerine geçebilecek kardeşleri Kubilay, Hülâgü ve Arık Buğa
idi. Kubilay ve Arık
Buğa arasındaki,
kağan olma mücadelesini Kubilay
kazandı.
Çin’e yerleşen Kubilay, Çin âdetlerini benimsedi. Merkezi Karakurum’dan
Pekin’e taşıdı. Kubilay, Japonya, Birmanya ve Kamboçya’ya seferler düzenleyerek ülkesinin sınırlarını genişletti.
Kubilay, büyük kağan olarak diğer Moğol topraklarını da kendine bağlı kabul
ediyordu. Ancak onun Çin’den dışarı çıkmaması, diğer Moğol hanlarının hoşuna gitmiyordu. Bu yüzden Kubilay’a karşı başlatılan savaşlar onun ölümünden sonra da
(1294) devam etti. Altın Ordu ve İlhanlı Devletleri ile Çağatay Hanlığı tamamen bağımsız devletler olarak harekat etmeye başladılar. Böylece Kubilay Hanlığı’na olan
bağlılık sona erdi.
165
TARİH 6
Kubilay Hanlığı 1368 yılına kadar devam etti Çin vatan severlerinin. Moğollara
karşı başlattıkları mücadele sonunda Çin’deki Moğol hâkimiyeti sona erdi.
Kubilay Hanlığı’nda, Budizm ve Hristiyanlığın Nasturi ve Katolik mezhepleri yayıldı. Venedikli gezgin Marko Polo (Marco Polo), Papa’nın mektubunu Kubilay Han’a
götüren babası ve amcası ile birlikte Çin’e geldi. Uzun süre Moğolların diplomatı ve
elçiliklerinde üye olarak Kubilay Han’a hizmet etti. 20 yıla yakın Çin’de kalan Marko
Polo, Çin’i gezme imkânını buldu. 1295 yılında Venedik’e döndükten sonra ünlü seyahat eserini yazdı. Marko Polo seyahatnamesinin Kubilay Hanlığı’nı tanıtan bölümü
Kubilay Hanlığı tarihi açısından oldukça önemlidir.
Çağatay Hanlığı(1227-1369)
Cengiz Han ülke topraklarını paylaştırdığında oğlu Çağatay’a Türkistan toprakları verilmişti.Maveraünnehir, Balkaş Gölü çevresi ile Uygurların ülkesi olan
Beşbalık’ın batı kısımları Türkistan Bölgesi sınırlarını oluşturuyordu. Çağatay ve ailesi ilk yıllarda Türkistan’ı idare etmiyordu. Türkistan, gelirlerinden bir kısmını Çağatay
ailesine veren büyük hana bağlı idi. Ögeday zamanında Mahmut Yalavaç, Türkistan
hükümdarlığına getirilmişti. Buralar 1264 yılına kadar Karakurum’daki büyük kağana bağlı olarak idare edildi.
Algu Han zamanında Çağataylar bağımsız hâle geldiler. Onun ölümünden
sonra (1266) başlayan taht kavgaları devleti sarstı. Tarma Şirin zamanında (13261333) İslamiyet’i kabul ettiler, İslam ülkeleri ile olan ilişkiler arttı.İslam Dini’ni kabul
eden Çağataylar hızlı bir şekilde Türk Devleti hâline geldiler. XIII. yüzyılın sonlarında
ise Çağatay halkı, Türkçeyi kullanmaya başladı.
Çağatay Hanlığı’nda 1346 yılından sonra, hanlar ile komutanlar arasındaki
mücadeleler, merkezî otoritenin zayıflamasına neden oldu. Devletin başında Cengiz
ailesine mensup bir han bulunmakla beraber, yönetim, gerçekte emirlerin ve komutanların eline geçti. Çağatay Hanlarından İlyas Hoca zamanında Timur, 1369’da
Maveraünnehr’e hâkim olmasıyla, Çağatay toprakları da Timurluların hâkimiyetine
girdi. Timur, Cengiz soyundan olmadığı için Çağatay soyundan gelen Suyurgutmuş’u
tahta çıkardı ve ona şeklen bağlı kaldı. Suyurgutmuş’un ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Mahmut, her ne kadar Timur tarafından han ilan edilmişse de, Timur’un bir
komutanı olmaktan ileri gidemedi. Çağatay Hanlığı’nın elinde kalan son topraklar
olan Kaşgar Bölgesi’nin, 1757 yılında Çin tarafından işgal edilmesiyle Çağataylı ailesinin varlığı sona erdi.
?
1. Çağatay Hanlığı hangi bölgelerde kurulmuştur?
2. Çağatayların İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte hayatlarında ne gibi değişiklikler meydana gelmiştir?
166
TARİH 6
Altın Orda Devleti (1227-1502)
Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzey bölgelerinin yönetimi ile görevlendirilen
Cuci, babası Cengiz Han’dan önce ölmüştü. Babalarının ölümünden sonra Cengiz
Han’ın yanına giden Cuci’nin oğulları Orda ile Batu, Cengiz’den hanlık makamı için
bir tercih yapmasını istediler. Cengiz Han, altın aksamlı Ak Orda’yı (hükümdarlığı
temsil eden çadır) Batu için kurdurarak tercihini gösterdi. Bu tercihe göre hanlık makamına gelen Batu Han’ın sembolü Ak Orda olduğundan devletin adı da bu oldu
(1227). Batu Han’ın ak otağının altın yaldızlı olması sebebiyle bu devlete zamanla
Altın Orda denmiştir.
Moğolların Rusya ve Doğu Avrupa’yı istila ettikleri 1237-1241 tarihleri arasındaki batı seferi, Cengiz’in torunu vc Cuci’nin oğlu Batu idaresinde gerçekleşmişti. Bu
seferle kazandığı büyük başarılardan sonra Batu, 1241 yılında İdil Nehri’nin aşağı kısmında Saray (Orda) şehrini kurdu. Moğolların büyük kağanı olan Ögedey’in 1241’de
ölümü ile hanedanın en yaşlı üyesi hâline gelen Batu, merkezle bağını gevşetti. Böylece, Kıpçak ülkesinde merkezi Saray şehri olan Altın Orda devleti kuruldu.
Batu Han zamanında , ülke sınırları Aral Gölü’nden Macaristan ortalarına kadar genişletildi (1257).İtil Bulgar Devleti ortadan kaldırıldı. Rus ve Lehlerle savaşlar
yapıldı, Moskova fethedildi. Don ve Dinyeper bölgeleri ile Kiev ele geçirildi. Altın
Orda Devleti’nin egemen olduğu yerlerde halkın büyük bölümü, Müslüman Türk’tü.
Bölgede başta Kıpçaklar olmak üzere pek çok Türk boyu yaşıyordu.
Batu Han’ın ölümünden sonra yerine Berke Han (1255-1266) geçti. Berke
Han’ın (1255-1266) Müslüman olmasıyla Altın Orda Devleti’nde tam anlamıyla Türkİslam kültürü benimsendi. Berke Han döneminde devlet, en parlak zamanını yaşadı. Devlet kademelerinde ve orduda çoğunlukla Türkler görev aldı. Devletin içinde
yaşayan az sayıdaki Moğol, Türk-İslam kültüründen etkilenerek Türkleşti. Berke Han
kendi adına para bastırdı. Onun döneminde Altın Orda Devleti, Moğolistan’daki büyük kağanlıktan ayrılarak bağımsız bir devlet durumuna geldi.
Altın Orda Devleti, Mengü Timur, Özbek Han ve Canibek zamanlarında da gücünü korudu.Özbek Han zamanında bütün Altın Orda halkı Müslüman oldu. İlhanlılara karşı başarılı savaşlar yapan Canibek’ten sonra taht kavgaları sonucu devlet
zayıfladı. Bu dönemde Lehistan ve Litvanya Altın Orda Devleti’nden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Canibek Han’ın öldürülmesinden sonra Altın Orda Devleti zayıflamaya başladı (1357). Beyler arasında anlaşmazlıklar çıktı. Ülke uzun süre karışıklık içinde kaldı.
Toktamış Han (1376-1397), Timur’un yardımıyla yönetimi ele geçirdi. Toktamış Han
döneminde devlet yeniden güçlendi. Bu dönemde, doğuda kurulan Timurlular Devleti ile Altın Orda Devleti arasında Maveraünnehir bölgesi yüzünden anlaşmazlık
çıktı. Altın Orda topraklarını işgal eden Timur yaptığı savaşlarla Toktamış Han’ı mağlup etti (1395). Bu yenilgiler sonrası ülkede taht mücadeleleri başladı. Bu mücadeleler sırasında Lehlilerin ve Rusların saldırılarıyla devlet parçalanma sürecine girdi.
167
TARİH 6
Bu topraklarda Kırım, Kazan, Nogay, Ejderhan, Kasım, Küçüm gibi yeni hanlıklar kuruldu. 1502 yılında Kırım Hanı Mengli Giray, başkent Saray’ı ele geçirerek bu devlete
son verdi. Altın Orda Devleti’nin yıkılışı Türk dünyası için büyük tehlike oluşturan
Rusların güneye ve doğuya yayılmalarında serbest kalmalarına neden olmuştur.
?
Altın-Orda Devleti Türk-İslam tarihi açısından hangi olumsuz duruma sebep
olmuştur?
İlhanlılar Devleti (1256-1336)
İlhanlı Devleti, Cengiz Han’ın torunu Hülagü tarafından, başkenti Tebriz olmak
üzere, İran’da kuruldu.
1256’da Ceyhun nehrini geçen Hülagü İran ve Kafkasya’deki yerli beylere
egemenliğini kabul ettirdi. İslam dünyasında cinayetleriyle korku salan Bâtınileri,
merkezleri olan Alamut kalesini alıp ortadan kaldırdı. İran’ı aldıktan sonra, 1258’de
Bağdat’ı işgal etti. Şehri yağmalatıp yaktırdı. Daha sonra, halife Müstâsım’ı öldürtüp
Abbasi devletine son verdi. Bağdat’ın zaptından sonra Suriye’ye yürüyen Moğollar,
1260’da Kudüs yakınlarında Ayn-ı Câlût’da, Baybars komutasındaki Memluk ordusu
tarafından büyük bir hezimete uğratıldı.
Hülagü’den
sonra yerine geçenler, Altın Orda
ile mücadelelerde
bulunup, Memluk
Devletine
karşı
Hıristiyan Avrupa
devletleriyle ittifak kurmaya çalıştılar. İslamiyet’i
kabul eden Ahmed Teküdar devrinde (1282-1284)
İlhanlılar arasında
Müslümanlık yaHarita 04.06: XIII. Yüzyılda Moğol İstilası
yılmaya başladı.
Müslümanların yardımıyla tahta geçen ve Mahmud ismini alan Gazan Han zamanında, İlhanlıların geri kalanları da Müslüman oldular. Ebu Said Bahadır Han (13161335) döneminde başlayan taht kavgalarının onun ölümünden sonra büyüyerek
devam etmesiyle devlet yıkıldı.
1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’da başlayan Moğol hâkimiyeti,
İlhanlı Devleti’nin yıkılmasına kadar devam etti. Bu zaman zarfında Moğollar,
168
TARİH 6
Anadolu’nun zenginliklerini yağmaladılar. Ülkeyi tahrip edip, korkunç katliamlar
yaptılar. Yaklaşık yüzyıl kadar süren bu dönem, Türkiye Türklüğü için, ızdıraplarla
dolu bir felaketler devri olmuştur.
OKUYALIM
MOĞOLLARIN DÜNYA TARİHİNDEKİ YERLERİ
Kısa sürmesine rağmen Moğol hâkimiyeti Yakın Doğu’da pek çok olumsuz
iz bırakmıştır. İstila sırasında Maveraünnehir, İran, Irak ve Anadolu şehirleri büyük
zarar görmüş, kaynakların rivayetlerine göre milyonlarca insan öldürülmüştür. Tarihçiler arasındaki yaygın kanaate göre İslam tarihinde Moğol istilası ile mukayese
edilebilecek başka bir felaket yoktur. Moğollar İslam kültür ve medeniyetini çiğneyip tahrip etmişler ve İslam ülkelerini harabeye çevirmişlerdir. Mescidler ahır hâline
getirilmiş, mushaf sayfaları hayvanların ayakları altına serilmiş, İslam kültür mirasına dair kıymetli eserler yakılmış veya nehirlere atılmıştır. Bu istilayı bizzat yaşamış
kişilerle görüşen Orta Çağ’ın en güvenilir tarihçilerinden İbnü’l-Esîr, Tatar istilasının Hz. Âdem’den beri insanoğlunun maruz kaldığı en büyük felaket olduğunu ve
Buhtunnasr’ın İsrâiloğulları’na yaptığı katliamla Kudüs’teki tahribatın bu korkunç
musibetle asla karşılaştırılamayacağını söyler (el-Kâmil, XII, 316-317).
Moğol istilâsı Çin, Orta Asya, Yakın Doğu ve Doğu Avrupa’nın etnik ve kültürel yapısının yeniden şekillenmesinde önemli rol oynadı. Özellikle Türk dünyasının
etnik yapısı kökünden yıkıldı; Uygur, Karluk, Kıpçak gibi Türk kavimleri parçalanıp
Moğol topluluklarının alt tabakalarını oluşturdular. Irak Bölgesi siyasal ve kültürel üstünlüğünü kaybetti. Memluk Türkleri sayesinde Mısır ve Suriye onun yerini
aldı. Moğollar karşısında tutunamayan pek çok Türk boyu İran yaylası üzerinden
Anadolu’ya göç etti. Yeni gelen kalabalık kitleler, uçlara doğru çekilip Anadolu’nun
Türkleşmesi’nde ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılıp Türkmen beyliklerinin kurulmasında önemli rol oynadı. Türkmen kitlelerinin yanı sıra memleketleri yakılıp
yıkılan pek çok İranlı da Anadolu’ya sığınarak Selçuklu Devleti’nin hizmetine girdi.
Bu gelişmeler, XIII-XIV. yüzyıllarda Anadolu şehir hayatını İran kültür sahasının tesirlerine sokarken uçlarda da Türkmenlerin etkinliklerini arttırmasına zemin hazırladı.
Öte yandan bütün Yakındoğu’da göçebe kültür ağırlık kazandı. Türk-Moğol giyim
tarzı Moğol hâkimiyetine girmeyen Suriye ve Mısır gibi ülkelerde dahi taklit edildi. İstilanın meydana getirdiği karanlık tablo toplumun psikolojisini de etkiledi. Bu
etki insanlarda dünyevi hayattan kaçış şeklinde ortaya çıktı. Moğollar’ın zulüm ve
baskılarına maruz kalan halkın dinî eğilimleri arttı. Bu durum İslam dünyasında akli
ilimlerin gerilemesine yol açarken dinî-tasavvufi hareketlerin güçlenerek gelişmesi
için uygun bir zemin hazırladı.
Moğol hâkimiyeti, özellikle ilk yarım asırdaki katliam ve tahrip döneminden
sonra Yakın Doğu’da bazı olumlu izler de bıraktı. İlhanlı hakimiyetinin merkezi olan
Azerbaycan’da Gâzân Han zamanında Ucan ve Şenbigâzân, Olcaytu döneminde
169
TARİH 6
Rab’ıreşîdî ve Sultaniye gibi yeni yerleşim merkezleri kuruldu. Bunun yanı sıra Tebriz
ve Merâga gibi İlhanlı hükümdarlarının devamlı temas hâlinde bulundukları büyük
şehirlerde önemli imar faaliyetleri yürütüldü. İran tarih yazıcılığının en büyük eserleri İlhanlı Sarayı ile irtibatta olan tarihçiler ya da bu devletin hizmetinde çalışan
bürokratlar tarafından kaleme alındı. İlhanlı vergi ve maliye usulü bu coğrafyada
daha sonra kurulan mahallî idareler tarafından aynen benimsendi. Ön Asya’dan
Çin’e kadar bütün toprakların bir tek devletin sınırları içerisinde birleştirilmesi, doğu-batı ticaretinin gelişmesi ve Çin kültürünün Yakın Doğu’ya taşınması için zemin
hazırladı. Bu dönemde pek çok eser Çince’den Farsça’ya çevrildi. Aynı tesirler başta
minyatür olmak üzere güzel sanatlar alanında daha belirgin hissedildi. Moğol hükümdarları astronomi ilmine ilgi duydular ve bu yöndeki çalışmaları teşvik ettiler.
İslam dünyasının en büyük rasathanelerinden biri olan Merâga Rasathanesi’nin yanı
sıra Tebriz’de de bir rasathane kuruldu.
Moğollar, XVI. yüzyıldan sonra anayurtları olan Moğolistan topraklarında
muhtelif kabile ve kabileler federasyonu hâlinde çok defa birbirleriyle savaşarak yaşamaya devam ettiler. Kuzey Çin’deki Moğollar 1691’den itibaren Çinlilerin hakimiyeti altına girdiler. Bu durum 1921’de Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nin (1992-den
beri Moğolistan Cumhuriyeti) kurulmasına kadar devam etti. Bugün Moğolistan
Cumhuriyeti’nin yanı sıra Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Mançurya, Tibet ve Afganistan’da da az miktarda Moğol yaşamaktadır.
(Osman Gazi Özgüdenli,Moğollar,İslam Ansiklopedisi C 30, S 228-229)
?
1. Moğolların Türk-İslam tarihindeki olumsuz etkileri nelerdir?
2. Moğol istilası Anadolu’nun Türkleşmesini nasıl etkilemiştir?
3. Moğol istilası tarihte hangi olayla kıyaslanmıştır?
4. İlhanlılar hangi kültürel faaliyetlerde bulunmuştur?
Moğollarda Kültür ve Uygarlık
Devlet Yönetimi
Moğol hükümdarına “kağan”veya “Han” denirdi. Kağanlar, kurultay tarafından
seçilirlerdi. Moğollarda devlet yönetimi, Orta Asya Türk devletlerinin yönetimine
benzerdi. Moğol İmparatorluğu, Cengiz Han tarafından yapılan ve “Cengiz Yasası”
diye bilinen yasalara göre yönetildi. Bu yasanın esasını, katı bir disiplin ve ahlak anlayışı oluşturuyordu. Bu yasa ile Moğol kabileleri arasındaki kavgalar kesin olarak
yasaklandı.
Gerek Moğollarda gerekse Türk-Moğol devletlerinde hükümdarlık, baba-
170
TARİH 6
dan
oğula
geçerdi. Bu,
Tanrının hükümdar olan
kimseye kut
bahşettiği ve
bu yetkinin
kan yolu ile
oğula geçtiği şeklindeki
Resim 04.11: Moğollar Cengiz Han’a Saygı Sunarken
eski Türk anlayışından kaynaklanmaktadır. Moğollarda baş hatunun çocuklarının hepsinin tahta geçme hakkı vardı. Hükümdarın çocuklarından hangisi güçlü ise tahta o çıkardı.
Türklerde olduğu gibi Moğollar’da da en önemli devlet organı kurultaydı. Kurultayın
başkanı hükümdardı. Savaş, barış konuları ve halktan toplanacak vergiler kurultayda görüşülüp karara bağlanırdı.
Moğollarda, aileye yasun deniliyordu. Yasunlar birleşerek aymag ve obaları,
obalar birleşerek irgen denilen aşiretleri (boyları) meydana getiriyorlardı. Boyların
birleşmesiyle de millet (el) ortaya çıkıyordu. Millet ise devleti meydana getiriyordu.
Moğol Boyları, imparatorluk kurulmadan önce, büyük ve küçük topluluklar
hâlinde dağınık olarak yaşıyorlardı. Cengiz 1206 yılında kağan olunca sosyal birlikleri aynı zamanda askerî birer birlik şeklinde teşkilatlandırdı. Yasun ve obaları noyanlar
idare ederlerdi. Noyanlar; kabiliyet, cesaret ve beceriklilikleri dolayısıyla sivrilmiş kişiler arasından seçilirdi. Noyan önceleri hem sivil, hem askerî idarecileri ifade ederken daha sonraları, genellikle komutan anlamında kullanıldı. Noyanların yardımcılarına nöker denirdi. Kağan ve köbegün denilen prensler, noyanları görevlerinden
alabilirlerdi. Ancak noyanlar kendi isteklerine göre görevlerini bırakamazlardı.
Moğollarda, devlet, hanedanın ortak malı idi. Topraklar kağan tarafından hanedanın erkek üyelerine (köbegün = prens) kısım kısım ve tımar olarak verilebilirdi.
Bunlar, emirleri altındaki noyanlarla büyük hana bağlı olarak aldıkları toprakları yönetirlerdi. Kumanda zinciri; kağan-köbegün- noyan- nöker şeklindeydi. Köbegünler,
kendilerine verilen toprakların sahibi olmakla birlikte vergi toplayamazlardı. Vergi
ve maliye işlerine kağan tarafından tayin olunan darugaçin adlı memurlar bakardı.
Darugaçinler topladıkları verginin belli bir miktarını köbegüne verirlerdi.
Adalet işlerine yargucı denilen hakimler bakardı. Cinayet, hırsızlık, zina, büyü
ve çalınmış mal saklamanın cezası idamdı.
Moğol devlet yönetiminde Kağana, devlet idaresinde divan adı verilen meclis
yardım ederdi. Vezir, hakanın yardımcısı idi. Moğol devletlerinde elçilik kurumuna
da önem verilmişti. Kağanın ve önemli devlet görevlilerinin elçileri bulunmaktaydı.
171
TARİH 6
Moğollarda Ordu
Moğol ordu teşkilatı, Büyük Hun Hükümdarı Mete Han tarafından kurulmuş
olan onlu sisteme göre düzenlenmişti. Ordunun çoğunluğu, atlı birliklerden meydana geliyordu. Ordu komutanlarına “Noyan” deniliyordu. Noyanlar, hükümdar fermanı olan “yarlık” ile göreve getirilirlerdi.
Moğollar, savaşlarda Türklerin turan
taktiğini uygularlardı.
Kuşatma sırasında direnen şehirler ele geçirilince, yağmalanır ve
halkı kılıçtan geçirilirdi.
Başlıca silahları ok, yay,
kılıç, balta, demir, gürz
ve mızraktı.
Resim 04.12: Moğol Komutan ve Askerleri
Bilim, Dil ve Edebiyat
Moğollar ilk dönemlerinde resmî dil olarak Moğolcayı kullandılar. Moğolların
Türk ülkelerine yayılarak, kısa sürede Türkleşmeleri sonucunda, Türkçe kullanılmaya
başladı. Cengiz’in oğlu Çağatay’ın topraklarında gelişen Türkçeye Çağatay Lehçesi
denildi. Çağatay Lehçesi, Orta Asya Türkçesinin, kısmen Moğolca ile birleşmesiyle
ortaya çıktı. Çağatayca Orta Asya, Doğu Avrupa ve Ön Asya’da her yerde anlaşılan
dil oldu.
Moğollar, Cengiz Han döneminden başlamak üzere en çok Uygur alfabesini
kullandılar.İlhanlı Moğollarının topraklarında Türk dili, Türk tarihi ve genel olarak
Türk kültürü açısından önemli eserler meydana getirildi. İlhanlılar İslam Dini’ne girdikten sonra, Moğol dilinde bir edebiyat meydana getirmeye çalıştılar. Müslüman
Hint hikâyeleri olan Kelile ve Dimne Moğalcaya tercüme edildi.
XIII. yüzyılda Moğollar tarafından idare edilen Türkler arasında Cengiz Destanı
(Cengiznâme) doğdu. XV. yüzyılda yazıya geçirilen destan da, Cengiz’in hayatı, şahsiyeti ve fetihleri işlenmişti.
Çağatay Hanlığı döneminde yaşayan Rabguzi, Harzem bölgesinin önemli yazarı idi. Kısasü’l-Enbiyâ adlı eserinde peygamberlerin hayat hikâyelerini anlatmıştı.
Altın Ordu Devleti döneminde yazılan Husrev’ü Şîrin Mesnevisi de, Moğol devri edebiyatının bir diğer örneğidir.
Moğollar zamanında, tarih ilmi önem kazandı ve gelişti. İlhanlı veziri Reşîdüddin
(1248-1318), Cami-üt-Tevarih adıyla bir Dünya tarihi yazdı. Eserde; Türk, Moğol, Çin,
172
TARİH 6
Hint, ibrani ve Batı Avrupa kavimlerinin tarihleri anlatıldı. Cami -üt- Tevarih’te Oğuz
Kağan Destanı’ndan da bahsedilmişti. Moğol diliyle yazılan eserin, sonra Farsça ve
Arapça nüshaları meydana getirildi. Eserlerini Moğol diliyle, Farsça veya Arapça yazan Cüveynî de bu dönemde yaşadı ve üç ciltlik Tarih-i Cihankûşa adlı eseri Farsça
olarak yazdı. Eserin birinci cildinde Moğolları, ikinci cildinde Harzemşahlarla Karahitaylar arasındaki mücadeleleri anlatır. Üçüncü ciltte ise Hülagu’nun İran’a gelişinden
ve Bâtınilerle ilişkilerinden söz eder.Tarih-i Cihankûşa’da, Orhun Kitabeleri’nden de
söz edilmektedir.
Moğollarla ilgili önemli eserlerden biri de “Moğolların Gizli tarihi” adlı eserdir.
Ögeday Kağan döneminde yazılan bu eserde Cengiz Han’ın hayatı anlatılmaktadır.
Moğollar, İslam dinine girinceye kadar din bilimleriyle uğraşmadılar. Bunun yanısıra tıp, matematik, astronomi ve kimya bilimleri bu dönemde gelişti. Hülâgü Han,
Azerbaycan’ın Meraga şehrinde zamanın en modern aletleriyle donatılmış bir rasathane yaptırdı. Nasîrûddin Tûsi ve diğer bilim adamları burada çalıştılar. Bu dönemde açılan medreselere her taraftan birçok öğrenci gelerek öğrenim gördüler.
Tusî’nin yaptığı ilmi faaliyetlerin en önemlilerinden
biri trigonometriyi ayrı bir
ilim dalı hâline getirmesidir.
O zamana kadar bu ilim dalı
astronominin bir dalı olarak
görülmekteydi. Ayrıca, bu ilim
dalıyla ilgili eser de yazdı. GeResim 04.13: Nasîrûddin Tûsi’ye Ait Astronomi Aleti ve
ometride önemli bir otorite
Tusi’nin İlk Rasathane Planı
hâline geldi ve kendisinden
sonra gelen bilim adamları, ileri sürmüş bulunduğu tezlerin üzerine herhangi bir
ilave yapamadılar
Sosyal ve Ekonomik Hayat
Moğol toplum yapısı eski Türk topluluklarında olduğu gibi askerî bir düzene
dayanıyordu. Savaş esnasında halkın tamamı uyum içinde üzerine düşen görevi
yerine getirirdi. Önceki bölümlerde ifade edildiği gibi toplum yapısının en küçük
birimi olan aileye yasun denirdi. Birkaç yasunun birleşmesinden aymak (oymak), aymakların birleşmesinden oba meydana geliyordu. Savaş esirleri ise köle olarak kullanılıyordu.
Moğollar göçebe olarak yaşadıkları dönemde, çobanlık ve avcılıkla geçinmişlerdir. Göçebeler genelde sığır, koyun, keçi ve at beslerlerdi. Türklerde olduğu gibi
Moğollarda da atın önemli bir yeri vardı. Moğollarda ekonomik hayatın temelini
hayvancılık oluşturmaktaydı. Moğolların başlıca serveti at sürüleri idi. Moğollar atı
ulaşımda, savaşta ve avda kullanırlardı. Keçe, kayış, urgan, araba, kap kaçak gibi bazı
eşyaları kendileri yapan Moğollar aynı zamanda eyer, koşum takımları, ok, yay, kılıç,
173
TARİH 6
zırh, süngü gibi savaş araç ve gereçleri de yaparlardı.
Moğol İmparatorluğu’nun kurulmasından sonra Moğolistan’ın ekonomisi de
değişti. Moğollarda savaşlardan elde edilen ganimetlerin ülke ekonomisinin gelişmesinde önemli bir payı oldu. Cengiz Han Dönemi’nden itibaren ticaret de gelişmeye başladı. Savaşlar ve istilalar nedeniyle önemini kaybetmiş olan “İpek Yolu”
yeniden canlandırıldı. Ticaret yolları üzerinde güvenlik önlemleri alındı. Köprüler ve
kervansaraylar yaptırıldı. Moğollar, yabancı tüccarlara hoşgörülü davranmışlar ve
onlara bazı ayrıcalıklar tanımışlardı. Bunun sonucu olarak, Moğol İmparatorluğu ile
Avrupa ülkeleri arasında ticaret gelişti.
Uygurlardan kâğıt para, çek kullanmasını ve ortaklık kurmasını öğrenen Moğollar, Avrupa ülkeleri dışında Çin, Hindistan ve İran ile de ticaret yaptı. Moğollar,
ticaretin yanı sıra sanayi ve tarıma da önem verdiler. İlhanlılar tarımın gelişmesi için
her türlü önlemi aldılar. Sulama kanalları açarak köylüye tohumluk verdiler.
İlhanlı hükümdarları İpek Yolu’nda güvenliği sağlayarak kervan ticaretini canlandırdılar. Bu yoldan Müslümanların yanında Avrupalılar da faydalandılar.
?
1. Noyan ve nöker hangi görevleri yaparlar?
2. Moğol ordusu nasıl teşkilatlanmıştır?
3. Moğol devletlerinde, Türkçenin en çok konuşulan dil olmasının sebepleri nelerdir?
4. Reşîdüddin’in yazdığı eserin adı nedir? Eserde nelerden bahsedilmiştir?
Toprak Yönetimi
Moğollarda, askerî ikta olarak ayrılan topraklarla mülk olarak verilen topraklara “suyurgal” denirdi. Ayrıca boyların kendi mülkleri sayılan ve adına nutuk (yurd)
denilen topraklar vardı. Boyların yaylak ve kışlakları bu topraklar üzerinde bulunurdu. Yeni fethedilen topraklar kağanın mülkü kabul edilirdi. Kağanların, hanedan
üyelerine idare etmek üzere verdikleri topraklara inçü (inci) denirdi. Hanedan üyeleri bu toprakların vergilerini toplayamazlardı.
Kağanlar, komutanlara ve başarılarını gördükleri kişilere, mükâfat olarak toprak verebilirlerdi. Bu araziye de “kopı” denirdi.
Askerî ikta sistemi, Moğollarda da uygulanmıştı. Askerî iktalara “çerig yurdu”
adını veren Moğollar bu toprakların gelirlerinden askerî birliklerin at, cephane, silah,
yiyecek, çadır gibi ihtiyaçlarını karşılarlardı.
Askerler, belirli vergi haricinde köylünün ürününe ve malına el uzatamazlardı.
Askerî iktalardaki düzeni “bitikçi” denilen görevliler kontrol ederdi.
Halktan alınan vergilerin başında arazi ve emlak vergileri vardı. Halk önceleri
174
TARİH 6
vergisini, hububat ve kumaş gibi şeylerle öderdi. Vergi nakdî değildi. Çiftçilerden
ürünün onda biri olarak alınan vergiye “Kalan” denirdi. Göçebe halktan alınan vergiye de kopçur denirdi.Bu vergi yüz koyundan bir koyun almak suretiyle toplanırdı.
Tüccarlardan ve pazara getirilen mallardan alınan vergiye “Tamga” vergisi denirdi.
Din ve İnanış
Moğollar Cengiz Han’dan önce ve Cengiz döneminde Şamanizm, Budizm, Hıristiyanlık ve Putperestlik gibi inançlara sahiptiler. Cengiz Han’dan itibaren Moğollar
arasında eski Türk inançları ön plana çıkmıştır. Bunlar tabiat güçlerine inanma, atalar
kültü ve Gök Tanrı inancından oluşmaktadır. Gök Tanrı inancına göre, Güneş’e, Ay’a
ve yeryüzüne saygı gösterilirdi.
Cengiz Han’ın ölümünden sonra kurulan devletler, yavaş yavaş İslamiyet’in
etkisine girdiler. XIII. yüzyılda Altın Orda ve Çağatay, XIV. yüzyılda da İlhanlı Devleti Müslüman oldu. Moğolların büyük bir kısmı Müslüman olduktan sonra zamanla
Türkleştiler.
Sanat
Moğollar, istila hareketlerinin durmasından
sonra istilalar ve savaşlar
nedeniyle yıkıma uğrayan
Orta ve Ön Asya’daki şehirlerin yerine yenilerini kurdular. Tebriz şehri onarıldı.
Tebriz ve Tarhan arasında
Sultanîye adıyla yeni bir şehir kuruldu.
Resim 04.14: Sultaniye Şehri
XIV. yüzyılda Moğollar, İslam mimari tarzını
kendilerinin katkıları ile devam ettirdiler. Türbeler, Budist mabetler, kervansaraylar,
sulama kanalları, köprüler, medreseler ve camiler inşa ettiler.
Sultanîye’de Olcaytu Han Türbesi, Tebriz’de Vezir Alişah Mescid’i, Meraga yakınlarında Serçem Kervansaray’ı Moğollar dönemine ait önemli mimari eserlerdendir.
Sanatkârlar ve mimarları teşvik eden İlhanlılar mimaride belirgin bir üslubun
ortaya çıkmasını sağladılar. İlhanlıların Hıristiyan Avrupa ve Çin gibi değişik kültürler
ile temasta bulunmaları düşünce, ticaret ve sanat alanlarında taze ve canlı tesirler
meydana getirdi. Gazan Han’ın yaptırdığı medreselerde; tıp, astronomi, kimya ilimleri ve el sanatları öğretildi. Ayrıca Tebriz civarında kurduğu rasathanenin yanında,
fen ilimlerinin okutulması için bir de medrese yaptırdı. Tebriz’de Gazan Mahmûd
175
TARİH 6
Han tarafından yaptırılan, etrafı on iki
büyük medreseyle çevrili Büyük Câmi,
eşi görülmemiş büyüklükte ve çok kıymetli bir sanat eseridir.
Bu dönemde yapılan resimlerde
Çin ve Uygur etkisi görülür. Yine Moğol dönemi çiniciliğinde, Uygur ve Karahanlı tesirleri görülür. Özellikle XIII.
ve XIV. yüzyıllarda yapılan tabaklar ve
duvar çinileri çok güzeldi.
Resim 04.15: Olcaytu Türbesi-Sultaniye Şehri
?
1. Moğollarda nutuk,İnçü ve çerik kavramları hangi anlamlara gelirdi?
2. Moğollar tarih boyunca hangi dinlere inanmışlardır?
3. Moğollar döneminde mimari alanda hangi eserler yapılmıştır?
4. İlhanlılar sanat alanında hangi kültürlerin etkisinde kalmışlardır?
5. TİMUR DEVLETİ(1369-1507)
Timur veya Batıda bilinen ismiyle Timurlenk, Büyük
Timur İmparatorluğu’nun kurucusudur. Timur, 1336 yılında
Semerkant yakınlarındaki Keş şehrinde doğdu . Timur’un
babası olan Turagay, Çağataylılar içerisinde yer alan Barulas (Barlas) boyunun beyi idi. Timur’un doğduğu yıllarda
Çağatay Hanlığı karışıklıklar içinde idi. Ülkenin hakimiyeti
Çağatay soyundan gelen emirlerin elinde bulunuyordu. Bu
emirlerden birisi olan Emir Kazgan Semerkant’a tamamen
hakimdi. Timur’da bu sırada Emir Kazgan’ın emrinde bulunuyordu.
XIV. yüzyılın ikinci yarısında Maveraünnehir Bölgesi, hanlar arasındaki mücadeleye sahne olmuştu. Doğu
Türkistan’da hüküm süren Tuğlak Timur Han, bu durumdan
yararlanarak Maveraünnehir’i işgal etmiş, bunun üzerine
Resim 04.16: Timur
Timur’da Tuğlak Timur’a bağlılığını bildirerek onun hizmetine girmişti. Daha sonra Timur, Keş şehrinin emirliğine getirilmiştir. Bir süre sonra,
Maveraünnehir’de tekrar karışıklıkların çıkması üzerine Tuğlak Timur Han, yeniden
Maveraünnehir’e gelerek oğlu İlyas Hoca’yı bu bölgeye vali tayin etmiş, Timur’u da
onun atabeyi yapmıştı. İlyas Hoca’nın emrine verilen Timur, onun zâlimce davranış-
176
TARİH 6
ları karşısında kayınbiraderi Emir Hüseyin ile
birlikte Horasan’a gitmiştir. Büyük bir devlet
kurma arzusu Timur’u
Maveraünnehir’e
geri
döndürmüştür. Timur,
Emir Hüseyin ile birleşerek Keş şehrini ele geçirip Maveraünnehir’e
hakim olmuşlarsa da,
daha sonra Timur’un
Emir Hüseyin ile arası
Resim 04.17: Şehri Sebz’de Arkada Timur’un Yazlık Sarayı, Önde açılmıştır. Bunun üzerine Belh’i kuşatan Timur,
Büyük Timur Anıtı
Emir Hüseyin’i etkisiz
hâle getirerek kendisini emir ilan etmiş ve hükümdarlık tahtına oturmuştur (1369).
Tarihin gördüğü en büyük askeri ve siyasi dehalardan biri olarak kabul edilen Timur,
sağ ayağı aksak kalacak şekilde darbe aldığından dolayı kendisine Farsça Timurlenk,
Türkçe olarak ise Aksak Timur denilmiştir.
Timur’un Fetihleri
Timur, devletini kurduktan sonra ilk seferini, Çağatay Hanlığı’na bağlı Harezm (Harzem) üzerine yapmıştır. 1371-1379 yıllarında arasında yaptığı seferlerle
Harezm ve Horasan’ı topraklarına katmıştır. Timur’un Harezm ve Horasanı alması,
Altın-Orda hükümdarı Toktamış ile arasını açtı. Toktamış, Timur’un seferde olmasından yararlanarak Maveraünnehir’i işgal etmiştir. Bu durumu öğrenen Timur, derhal Semerkant’tan hareketle bölgeye gelerek Toktamış’la mücadeleye başlamıştır.
Timur, 1391 yılında Ural Nehri’nin batısında Kondurca’da Toktamış’la yaptığı savaşı
kazanmıştır. Toktamış Han’ın Timur’a karşı yaptığı mücadeleden vazgeçmemesi üzerine Timur, 1395’de Altın Orda üzerine ikinci defa sefere çıkmıştır. Terek’te yapılan savaş sonunda Altın Orda Devleti parçalanmıştır. Altın Orda Devleti’nin parçalanması
Rusların işine yaramış ve Rusların güçlenmesine sebep olmuştur.
Timur, 1393 yılında İran’da İlhanlılardan sonra kurulmuş olan Muzafferoğulları
Devleti’ni ortadan kaldırmıştır. Yine aynı yıl Bağdat’ı alarak buradaki Celâyirlilere de
son vermiştir. Bu faaliyetlerinin sonunda Timur, İran, Kafkasya ve Azerbaycan’ı ele
geçirerek topraklarına katmıştır.
1398 yılında Hindistan üzerine sefere çıkan Timur, Delhi’ye kadar uzanan toprakları fethederek pek çok ganimet ve fil ele geçirmiştir. Bu arada Celâyirliler Bağdat’ı
tekrar ele geçirmişlerdi. Bunun üzerine Timur, Bağdat’a ikinci bir sefer düzenleyerek
burayı tekrar topraklarına katmıştır.
177
TARİH 6
Timur, Karakoyunlu Devleti’nin topraklarını ele geçirince, Celâyir
hükümdarı Ahmet ve
Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf, Osmanlı
Devleti’nin hükümdarı
Yıldırım Bayezid’e sığınmışlardı. Timur, 1400
yılında Anadolu’ya geçerek Sivas’ı almış ve
tahrip etmiştir. Bu arada
Harita 04.07: Timur Devleti’nin En Geniş Sınırları
Memlukler iç karışıklıklar içinde idi. Bu durumdan yararlanmak isteyen Timur, güneye yönelerek Hâlep, Hama, Humus ve Şam’ı
ele geçirerek Suriye’yi topraklarına katmıştır. Daha sonra Kahire üzerine yürümekten
vazgeçen Timur, Bağdat üzerinden Tebriz’e geri dönmüştür.
Sivas’ın
tahrip
edilmesinden dolayı
Timur’la arası açılan
Yıldırım Bayezid, Sivas’ı
yeniden ele geçirerek
Erzurum’a kadar ilerledi. Timur, Suriye Seferi sırasında Yıldırım
Bayezid’e gönderdiği
mektuplarda bazı isteklerde bulunarak; kendi
hakimiyetini tanımasını, Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf’un
kendisine teslim edilResim 04.18: Timur’un Türbesi-Semerkant.Tümur’un İki Oğlu
mesini, şehzadelerden
birinin rehine olarak Şahruh ve Miranşahİle Torunu Uluğ Bek ve Şah Hoca da Burada
Gömülüdür.
kendisine gönderilmesini ve Anadolu beylerinden alınan toprakların eski sahiplerine geri verilmesini bildirmişti. Timur’un isteklerini Yıldırım Bayezid’in reddetmesi üzerine Timur, büyük bir ordu ile Anadolu’ya
girmiş, Kayseri ve Kırşehir üzerinden Ankara’ya gelerek şehri kuşatmıştır. Bayezid’de
Osmanlı ordusu ile Ankara’ya doğru harekete geçti. Bunun üzerine Ankara kuşatmasını kaldıran Timur, Ankara yakınlarındaki Çubuk Ovası’na gelerek burada savaş
düzeni aldı. İki ordu arasında yapılan savaşı Timur kazanmıştır (28 Temmuz 1402).
178
TARİH 6
Ankara Savaşı’nın sonunda Anadolu Türk birliği bozulmuş, Bizans İmparatorluğu elli
yıl daha varlığını sürdürme fırsatı bulmuştur. Ayrıca Osmanlıların Balkanlarda yaptığı fetihler durmuş, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında taht kavgaları başlamış ve
Osmanlı Devleti fetret devrine girmiştir.
Timur, Anadolu’daki beylikleri ve Osmanlı Devleti’ni kendine bağladıktan sonra Yıldırım Bayezid’in oğullarından Şehzade Mustafa’yı da yanına alarak başkent
Semerkant’a dönmüştür. 1405 yılında Timur, Çin seferine hazırlanırken Otrar’da ölmüştür. Timur’un türbesi Semerkant’tadır .
Timur, Türk tarihindeki büyük cihangirlerden biri idi. Aynı zamanda zekâsı ve
teşkilatçılığı ile de ün yapmıştı. Timur zamanında devletin sınırları batıda Bursa ve
İzmir’e, güneydoğuda Delhi’ye ve kuzeyde de İrtiş Nehri’ne kadar uzanıyordu.
Timur Devleti’nin Parçalanması
Timur’un Cihangir, Ömer Şeyh, Miranşah ve Şahruh adında dört oğlu vardı.
Timur’un büyük oğlu Cihangir ile diğer oğlu Ömer Şeyh kendisinden önce ölmüşlerdi. Bu yüzden Timur’da kendinden sonrası için, Cihangir’in oğlu Pir Muhammed’i
veliaht göstermişti. Bu sırada ülke içinde iç karışıklıklar çıkmış, Timur’un oğulları ve
torunları arasında da taht mücadeleleri başlamıştı. Yapılan bu taht mücadelelerini Timur’un oğlu Şahruh kazanmış ve devleti toparlayarak Timur tahtına çıkmıştır
(1405-1447). Şahruh, iktidarı süresince Orta ve Güney İran’a seferler düzenleyerek
hakimiyetini genişletmiştir. Şahruh’un ölümünden sonra da taht kavgaları tekrar
başlamıştır. Şahruh’tan sonra yerine oğlu Uluğ Bey (1447-1449) geçmiştir. Uluğ Bey
döneminde Semerkant büyük bir kültür merkezi durumuna gelmiştir.
Uluğ Bey zamanında Maveraünnehir, Cuci soyundan olan Özbeklerin akınlarına uğramıştı. Diğer taraftan Timurlular, Akkoyunlu ve Karakoyunlularla da savaş hâlinde idiler. Doğuda ise Çağatay Moğollarının Timurlulara karşı baskıları
artmıştı. Uluğ Bey’den sonra Ebu Said iktidara geçerek durumu düzeltmeye çalışmışsa da başarılı olamamıştır. Timurlulardan sadece Hüseyin Baykara, Horasan ve
Maveraünnehir’de tutunabilmiştir. Bu dönem daha çok sanat ve edebiyatın gelişme gösterdiği bir dönem olmuştur. Kendisi de büyük bir şair olan Hüseyin Baykara,
Türkçe yazdığı şiirlerle ün yapmıştır. Hüseyin Baykara’nın ölümünden sonra Özbekler (Şeybanîler) Horasan’ı ele geçirerek 1507 yılında Timurluların saltanatına son vermişlerdir.
?
1. Timur kendi adıyla anılan devletini nasıl kurmuştur?
2. Timur hangi devletlerin varlığına son vermiş veya kendine bağlamıştır?
3. Ankara Savaşı’nın Türk –İslam tarihi açısından önemi hakkında neler söylenebilir?
179
TARİH 6
Timurlularda Kültür ve Uygarlık
Devlet Yönetimi
Timur, devlet teşkilatını eski Türk ve Moğol geleneklerine göre oluşturmuştu.
Timur, devletini bir dünya hakimiyeti fikri çerçevesinde tasarlamıştı ve dünyanın iki
hükümdara yetecek kadar büyük olmadığını söylüyordu. Timur Cengiz soyundan
gelmediği için han unvanı alamamış, ölünceye kadar Cengiz Han soyundan birini
şeklen han sıfatıyla yanında bulundurmuş, kendisi bey unvanı ile yetinmişti.
Diğer Türk devletlerinde görüldüğü gibi Timurlular da da belli bir veraset usulü yoktu. Ülke hanedanın ortak malı kabul ediliyordu. Hanedan üyelerine “mirza”
denirdi. Bir eyalet merkezine gönderilen mirza orada devlet merkezindeki saray ve
idare teşkilatını aynen kurar, âdeta bir hükümdar gibi bölgeyi idare ederdi. Mirzaların hukuki durumları ve devletin hanedanın ortak mülkü kabul edilmesi sık sık ayaklanmalara ve taht mücadelelerine yol açmıştır.
Timurlularda, şehir ve bölgelerin idari ve askerî işlerinden darugalar (hakimler)
sorumluydular. Darugaların başlıca görevleri arasında bulundukları yerlerdeki adli
işleri yürütmek, savaşa katılmak, bazen de vergi toplamak vardı. Büyük merkezlerde
kale komutanı görevinde bulunan “kutvaller” bulunurdu. İslamiyet’in kabulünden
sonra kurulan Türk devletlerinin saray teşkilatlarında görev yapan memurların çoğu,
Timurluların saray teşkilatında da bulunuyordu.
Timurlular’da devlet merkezinde askerî ve idari-mali işlere bakan başlıca iki divan vardı. Tavacı Divanı adı da verilen Dîvân-ı Büzürg-i Emâret’in beyleri diğer bütün
görevlilerin önündeydi. Türkler ve Türkleşmiş Moğollar’la ilgilenen bu divana Türk
Divanı da deniliyor, kâtiplerine ise “bahşı” veya “nüvîsendegân-ı Türk” adı veriliyordu.
Divanın başında bir divan beyi bulunuyordu, ayrıca pek çok tavacı emîri mevcuttu.
Geniş yetkilere sahip tavacılar askeri topluyor, ordunun nizam ve inzibatı ile uğraşıyor, ganimeti paylaştırıyor ve hükümdarın önünde geçit resmi yaptırıyordu.
Mali konularla ve halkın işleriyle ilgili ikinci divan Dîvân-ı Mâl idi. Divanın başında bir divan beyi bulunuyor, kâtiplerine “vezir” veya “Nüvîsendegân-ı Tacik” deniliyordu. Başlıca görevleri vergi işlerini yürütmek, tarım üretimiyle ilgilenmek,şehirlerin
imarıyla uğraşmak ve gelirlerin arttırılmasını sağlamaktı. Para bastırılması, hesapların tutulması, vergilerle ilgili yolsuzluklara dair şikâyetler de bu divanın görev alanına giriyordu.
Ordu
Timur Devleti’nde ordu,onlu,yüzlü,binli ve on binli birliklerden oluşuyordu.
On bin kişiden oluşan en büyük birliğe “tümen” denirdi. Ordu sağ kanat, sol kanat ve
merkezle öncü ve artçı denilen kısımlara ayrılıyordu. Timurlularda savaşlarda kahramanlık gösterenlere “suyurgal” denilen ikta verilirdi. Soyurgal sahibi tüm vergilerden muaf tutulurdu. Kendisine ikta verilen komutanlar belli sayıda asker beslerler180
TARİH 6
di. Timur, Hindistan Seferi’nden sonra
ordusunda fil de kullandı. Hükümdarın bu dönemde kendine bağlı “kavçin
bölüğü” denilen bin kişiden oluşan
hassa alayı vardı. Ordunun büyük bir
bölümü süvarilerden meydana gelirdi.
Ordunun silah ihtiyacı cebehâne denilen merkezlerden karşılanırdı. Başkent
Semerkant’ta devamlı zırh, kalkan, ok
ve yay yapan zanaatkârlar vardı.
Resim 04.19: Timur’un Ordusuyla İlgili Temsilî
Resim
Dil ve Edebiyat
Timur Devleti zamanında dil olarak Çağatay Türkçesi,
alfabe olarak Uygur Alfabesi kullanıldı. XV. yüzyılın ilk yarısından sonra devletin siyasi ve kültür hayatına damgasını vuran
iki önemli şahsiyet Sultan Hüseyin Baykara ve veziri Ali Şîr
Nevaî’dir.
Sultan Hüseyin Baykara (1469-1506) ilim, sanat ve edebiyat alanında büyük üne kavuştu. Hüseyin Baykara aynı zamanda değerli bir Türk şairiydi. Bu devirde Osmanlı sarayı ve
bilginleriyle bu bölge sanatçıları arasında sıkı bir iş birliği vardı. Timur Devleti’nin dili Türkçe idi.
Resim 04.20: Hüseyin
Baykara
Yalnız Timurlularda değil, Türk dünyasının her yerinde
anılan Ali Şîr Nevaî (1440-1501) Herat’ta doğmuştur. Muhakemet’ül Lûgateyn isimli
eserini Türkçenin Farsçadan daha zengin olduğunu ispatlamak amacıyla yazmıştır.
Ali Şîr Nevaî bu eserinde iki dilin karşılaştırmasını yapmıştır. Divanları ve mesnevileri
dışında tarih, edebiyat, ahlak ve tasavvuf dallarında pek çok eser yazmıştır. Ali Şîr
Nevaî, Çağatay Türkçesi’nin en büyük şairi olarak kabul edilir.
Sultan Hüseyin Baykara ise Hüseynî mahlası ile Farsça ve Türkçe şiirler söylemiş ve yazmıştır.
Bunların dışında Kadızâde-i Rumî, Kaşhanlı Cemşid, Ebul Gazi Bahadır Han,
Şekkaki ve Lütfî bu dönemin ünlü şair ve yazarlarındandır. Lutfî’nin en ünlü eseri Gül
ve Nevruz adlı mesnevidir.
Maliye ve Ekonomi
Timur Devleti’nde maliye ile ilgilenen divana Divan-ı Mal denirdi. Bu divanın
başında divan beyi bulunurdu. Görevi vergi işlerine bakmak, üretimi artırıcı tedbirler almak, şehirlerin imarını sağlamak, para bastırmak, gelir gider hesaplarını tutmak
181
TARİH 6
ve bu konularla ilgili şikâyetleri çözümlemekti.
Timur Devleti’nin resmî para birimi “tümen”di. Ancak bunun dışında dinar ve
dirhem gibi para birimleri de kullanılmıştır. Devletin başlıca gelir kaynakları öşür,
haraç, cizye ile tüccar ve sanatkârlardan alınan tamga adındaki vergi idi. Timur
İmparatorluğu’nda şehirler kurulup imar edilirken tarım da ihmal edilmemiştir.
Timur, fethettiği yerlerin halkını başka yerlere göç ettirerek boş olan pek çok
sahayı iskâna açmıştır. Su kanalları yaptırmak suretiyle yeni tarım olanları oluşturmuştur. Timurlular tahılın yanı sıra pamuk, pirinç, elma, üzüm, erik, kavun, şeker
kamışı ve portakal da yetiştirmişlerdir. Büyük Timur İmparatorluğu, Çin’den batıya
doğru uzanan İpek Yolu’nun güzergâhında bulunduğu için ticaret de gelişmişti. Kervanlardan alınan vergiler, ülkenin en önemli gelir kaynağını oluşturmaktaydı. Hazar
Denizi kıyılarından Tebriz’e getirilen ipekler İranlı, Cenevizli ve Venedikli tüccarlar
eliyle Suriye, Anadolu ve Karadeniz’e ulaştırılıyordu. Hürmüz ve civarındaki adalar
ise uluslararası ticaretin merkezi idi. Farklı dinlere mensup tüccarlar buraya gelerek
mal alıp satıyorlardı. Küçük sanayi olarak dericilik, dokumacılık, şeker üretimi ve taş
işçiliği gelişmişti. Firuze, elmas, demir ve kurşun işletilen madenler arasında idi.
Bilim ve Sanat
Timur Devleti döneminde bilim ve sanat alanında da büyük bir
gelişme
yaşandı.
Fet-hedilen şehirlerdeki bilim adamları ve sanatkârlar
Semerkant’a
getirilerek, bunların
çalışmaları hükümdarlarca korunarak
desteklendi. Astronomi bilimi en parResim 04.21: Semerkant’taki Uluğ Bey Rasathanesi
lak devrini Timur’un
torunu Uluğ Bey
döneminde yaşadı. Uluğ Bey’in kendisi de astronomi bilgini idi. Semerkant’ta kurduğu rasathanede astronomi ile ilgili gözlemlerde bulunmuş ve Yıldızların Fihristi
Cetvelleri adlı eserini yazmıştır.
Devrin bilginlerinden Ali Kuşçu’da Uluğ Bey’in öğrencisi idi. O da önemli bir
matematik ve astronomi bilgini idi. Daha sonraları Fatih Sultan Mehmet Han döneminde İstanbul’a gelerek Osmanlı hizmetine girmiş ve pek çok öğrenci yetiştirmiştir.
182
TARİH 6
OKUYALIM
ALİ KUŞÇU
Ben, Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam âlimi olan Ali Kuşçu.
1403 yılında Semerkant’ta doğdum. Maveraünnehir’de yetişen bilginlerin sonuncusuyum. Büyük araştırmalar yaptım. Orta Asya’da birçok devleti ziyaret ettim. Son
olarak Büyük Şanlı Osmanlı Devleti’ne hizmette bulundum.
Resim 04.22: Fatih Sultan Mehmet ve Ali
Kuşçu
Üstadım Uluğ Bey’in kurmuş olduğu Semerkant Gözlem Evi’nin kadızadesi ölünce ben rasathaneye müdür oldum.
Üstadım Uluğ Bey bir ihanet sonucu şehit
olunca şehri terk ettim. Düştüm yollara.
İlk olarak Azerbaycan’a, oradan da Tebriz’e
geldim. Burada Uzun Hasan tarafından çok
iyi karşılandım ve onun elçisi oldum. Uzun
Hasan, elçi olarak beni Osmanlı Devleti’ne
gönderdi. Burada büyük padişah Fatih Sultan Mehmet’le tanışma şerifine nail oldum.
Beni çok sevdi ve bilgime hayran kaldı.
İstanbul’da kalmam için teklifte bulundu.
Ben de bu büyük devlette çalışmalarımı sürdürmeye karar verdim ve teklifi kabul ettim.
Ailemi yanıma alarak çalışmalarımı burada
sürdürdüm. Fatih Sultan Mehmet beni Ayasofya Merdesesi’ne müderris olarak atadı.
İstanbul’da Fatih Camii’ne Güneş Saati yaptım. İstanbul’un ilk enlem ve boylamlarını ben hesapladım. Ondalık kesir sayıları, “Türk Sayısı” adıyla benim vasıtamla
Batı’ya geçmiştir.
Bir kaç eserimin ismini size de söylemek istiyorum:
1.Hallu Eskâli’l-Kamer 2.Meserretu’l-Kulûb 3.Risâletu’l-Fethiyye
Ali Kuşcu 1474’te İstanbul’da vefat etti.
Hazırlayan: H. Sefa AYSEL
Kaynak: Prof. Dr. Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik 5 cilt, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
183
TARİH 6
Timurlular döneminde mimari, resim, süsleme sanatları ve müzik alanlarında da gelişmeler sağlanarak güzel eserler ortaya konmuştur. Timur Devleti’nde mimarideki gelişme, Avrupa’da
Timurlu Rönesans’ı deyiminin ortaya çıkmasına
sebep olmuştur. Bu dönemde İslam mimarisine
yenilik olarak kazandırılanlar binaların yüksek
yapılması ve bütün yüzeylerde renkli çinilerin
kullanılmasıdır. Binaların görülebilen bütün yüzeylerinde renkli çiniler kullanılmış, kubbe ve
minarelerin iç hacimleri de geniş tutulmuştur. Armut şeklinde kubbeler yapılmıştır. Yapılan mimari eserlerin başlıcaları: saraylar, camiler, medreseler, kervansaraylar, türbeler, köprüler, hamamlar
ve hastanelerdir.
Timur, Semerkant’ta şehrin bir ucundan diğer ucuna uzanan bir cadde yaptırmıştı. Bu caddenin iki yanına da dükkânlar yaptırılarak ticaretin gelişmesi teşvik edilmiştir. Bibi Hanım Mescidi adı verilen Semerkant Camisi ve
türbesi şehirdeki yapıların en güzeli idi.
Resim 04.23: Bibi Hanım Cami
Semerkant (1399-1404)
Gök Saray da Timur
tarafından yaptırılan eserlerden birisidir. Burası daha
çok devlet hazinesinin saklanması yanında, hapishane olarak kullanılıyordu.
Timur’un Keş şehri yakınlarında yaptırdığı Ak Saray,
çinileri ve altı metre yüksekliğindeki kapısı ile tanınmaktadır.
Timurlular döneminde imar edilen diğer bir
Resim 04.24: Şah-ı Zinde Külliyesi-Özbekistan
şehir de Herat idi. Şahruh
burada bir hastane yaptırmıştır. Karısı Gevher şad da Meşhed’de bir cami, Herat’ta
da medrese ve türbe inşa ettirmiştir. Şahruh’un oğlu Uluğ Bey’de, kendi adıyla anılan bir medrese yaptırarak bütün bilim dallarının tanınmış bilginlerini Semerkant’ta
toplamıştır. Ali Şir Nevaî’de Herat ve Horasan’da üç yüz yetmiş hayır müessesesi yaptırarak, bunların işletilmesi için büyük bir servet vakfetmiştir. Ayrıca Özbekistan’daki
Şah-ı Zinde Külliyesi Timurlular döneminden kalma önemli eserlerden birisidir.
184
TARİH 6
İslam dünyasında resim sanatı, Bağdat, Tebriz ve Şiraz okullarında geliştirilmişti. Timur, buraları alınca sanatkârları Semerkant’a götürdü. Daha sonra Herat’da
İslam minyatürcülüğü çok ilerledi. Sanatçılar Hüseyin Baykara ve Ali Şir Nevâi tarafından korundu.
Kemaleddin Bihzad, tabiat manzaralarını gelenekçi unsurlarla birleştirerek
kitap ressamlığına yenilik getirdi. Çini sanatında renkler uyum içinde kullanıldı.
Mimari eserlerin ön yüzeylerinde ayetlere
ve bitki motiflerine yer verildi. Yazma eserlerde ve yazı levhalarında tezhip sanatından çok güzel yararlanıldı. Arap alfabeli
yazının, en güzel şekilde yazılması olan
hat sanatı da bu dönemde gelişti.
Resim 04.25: Bir Hat Yazısı Örneği
Timur’un Semerkant’a gönderdiği
sanatkârlar arasında çalgıcılar ve okuyucular da vardı. Bu dönemde musikinin iki
ünlü siması, Endicanlı Yusuf ve Meragalı
Abdülkâdir idi.
Endicanlı Yusuf, çalgıcılıkta ve şarkı
söylemekte meşhurdu. Meragalı Abdülkâdir
ise musiki nazariyeleri ilminde kendini göstermişti. O, Timur’un Bağdat’ı ele geçirmesi
üzerine Semerkant’a gönderilen sanatkârlar
arasında idi. Herat’ta Şahruh adına ünlü eseri
Câmiü’l-Elhân’ı (1415) yazdı.
Abdülkâdir Meragi, eserlerinde, Doğu
Türkistan’da pek çok şarkı ve türkünün olduğunu belirtmektedir. Küğ denilen bu şarkılardan birinin her gün hükümdar huzurunda
çalındığını ve bunlardan dokuz tanesinin çok
önemli olduğunu da kaydetmektedir.
Şahruh zamanında yaşayan Ahmedî,
Doğu Türkçesi ile “Sazlar Münazarası” adlı bir
eser yazmıştır. Bu eserde, Timurlular devri
musiki aletleri hakkında bilgi verilmiştir.
Resim 04.26: Geleneksel Çalgı AletleriKokand Müzesi
185
TARİH 6
?
1. Timur niçin Han unvanı kullanmamıştır?
2. Timurlular devlet yönetiminde hangi kültürlerden etkilenmişlerdir?
3 Timur döneminde yetişmiş ünlü edebiyatçılar kimlerdir?
4. Avrupa’da söylenen Timurlu Rönesans’ı deyimi hangi alandaki gelişmeyi ifade
eder?
6. BABÜR DEVLETİ (1526-1858)
Babürlüler 1526-1858 yılları arasında Hindistan’da hüküm süren bir Türk devletidir. Devletin kurucusu Zahîrüddîn Muhammed Babür 1483 yılında Fergana’da
doğdu. Babası Timur’un torunlarından Fergana hakimi Ömer Şeyh, annesi Cengiz’in
torunlarından Yûnus Han’ın kızı Kutluğ Nigâr Hanım’dır.
Babür, Fergana valisi olan babası Mirza Ömer’in ölümünden sonra yerine geçti (1494). Babür, başa geçtiğinde, akrabalarının saldırılarıyla karşılaştı. Amcası Sultan
Ahmet ile dayısı Mahmut Han’ı yenilgiye uğrattı. Daha sonra Özbeklerin saldırısına
uğrayan Babür, Afganistan’a çekildi. 1504 yılında, savaşmadan, Kabil’i ele geçiren
Babür, burayı başkent yaparak küçük bir devlet kurdu.
Resim 04.27: Babür’ü Kitap Okurken ve Av Yaparken Gösteren Bir Minyatür
Babür’ün amacı, Hindistan’ı ele geçirmekti. Yıllarca süren hazırlıklardan sonra,
Hindistan üzerine yürüyen Babür, Delhi Sultanı İbrahim Lodi’yi, Panipat Savaşı’nda
yenilgiye uğrattı (1526).Böylece Babür Hindistan’da kendi adıyla adı ile anılacak olan
bir devlet kurdu ve Agra şehrini başkent yaptı.Babür 1527 yılında Kanav’da savaşçılıkları ile ünlü olan Racputları mağlup ederek Hindulara ağır kayıplar verdirdi.Kısa
186
TARİH 6
zamanda Bengal’a kadar ilerleyerek Kuzey Hindistan’ın fethini tamamladı. 1530’a
doğru Babür’ün sağlık durumu bozulmaya başladı. Devrin ileri gelenlerini yanına
çağırtarak oğlu Hümâyun’un hükümdarlığını kabul ettirdikten kısa bir süre sonra 26
Aralık 1530’da Agra’da vefat etti.
Bâbür’den sonra oğlu Hümâyun (1530-1540) Agra’da tahta çıktı. Devletin o sırada önde gelen rakibi Afganlar’dı. Humayun Afganların eline geçmiş olan Cavnpûr
şehrini ele geçirdi. Hümâyun daha sonra Gücarat seferine çıkarak Kambay körfezine
kadar ilerledi ve Gücerat’ı topraklarına kattı (1535). Bu sırada Hümayun iç karışıklıklarla da uğraşıyordu. Kardeşleri Hindal Mirza ve Kâmrân Mirzan tahtta hak iddia
ederek ayaklanlanmışlardı. O sırada Bihar Sultanı’nın atabeyi olan Şîrşah, Ganj Nehri
boyunca batıya doğru nüfuzunu yaydığı gibi Benâres’i de topraklarına kattı. Şîrşah
27 Haziran 1539’da Çavsa’da gece baskınıyla Hümâyun’u beklenmedik bir şekilde
ağır bir mağlubiyete uğrattı.
Harita 04.08: Safeviler, Kazak Hanlığı ve Babürlüler
Bu mağlubiyetten
sonra
Hindistan’ı
terk
ederek Safavilere
sığınan Hümâyûn,
onlardan
aldığı
kuvvetlerle tekrar
Hindistan’a döndü. Delhi’yi tekrar alarak Babür
İmparatorluğu’nu
canlandırdı.
Hümayun’un yerine geçen oğlu Ekber (1556-1605), imparatorluğun en büyük
hükümdarı idi. Ekber, hakimiyetini sağlamlaştırmak için, ülkeyi yeniden ele geçirmek zorunda kaldı. Gücerat, Ganj vadisi, Bengal, Kabil, Keşmir, İndus ve Kandahar’ı
aldı. Ülkede dirlik ve düzenliği sağladı. Herkese eşit davrandı. Halka dinî hoşgörü ile
yaklaştı. Ekber, ekonomi alanında yeni düzenlemeler yaptı. Safavilerle, Özbeklerle,
Osmanlılarla ve Portekizlilerle ilişkiler kurdu.
Sultan Ekber’den sonra oğlu Selim “Cihangir” unvanı ile tahta çıktı.Cihangir,
babası Ekber’in aksine zayıf ve zevke düşkün bir hükümdardı. Onun zamanında İngilizler, Hindistan ticaretine el atmışlardı. İngilizler, Gücerat’ın Surat limanında tüccarlarının yerleşeceği bir yer almayı başarmışlardı (1613). Portekizlilerin ise Agra’da
daima adamları bulunmakta idi.
Cihangir’in ölümünden sonra oğlu Hurrem, Şah Cihan adı ile hükümdar oldu.
Onun zamanında imparatorluk, özellikle sanat ve mimari alanlarında en parlak dönemini yaşadı. Bu dönemde Tibetliler yenildi. Sınırlar daha da genişletildi. Cihan Şah,
Safevilere karşı Osmanlı padişahı IV. Mehmet’e iş birliği teklif etti. Osmanlılar, siyasi
187
TARİH 6
destek veremedilerse de Tac Mahal’in kubbesinin yapımı için mimarlar gönderdiler.
I.Alemgir (Evrengzib), babası Şah
Cihân’ın ölümü üzerine kardeşleri ile yaptığı mücadeleyi kazandı. İngilizlerden sonra Hollandalılar da Gücerat limanlarında
ticari imtiyazlar elde etmişlerdi. Alemgir,
buradaki yabancı şirketlerin sömürücü
tutumlarını önlemeye çalıştı. Gümrük vergilerini artırdı. Dinî meselelerle yakından
ilgilendi. Müslümanların, Hindulaşmasını
önlemek ve devletin temeli sayılan Müslüman unsuru çoğaltmak için mücadele
etti. Şah Cihan’dan sonra Babürlülerin son
Resim 04.28: Şah Cihan’ı Tasvir Eden Bir
büyük hükümdarı kabul edilen Evrengzib
Minyatür.
iyi bir Müslüman, cesur bir komutan, ideal
bir idareci ve devlet adamıydı fakat devrinde Hindistan ticaretinin, İngiliz ve Hollandalıların eline geçmesine engel olamadı.
I. Alemgir’in 1707 yılında ölümü ile yine taht kavgaları başladı ve ülke 1723’te
Delhi ve Haydarabad şahlıkları olmak üzere ikiye ayrıldı. Safevi Hükümdarı Nadir
Şah 1739’da Delhi’yi zaptetti ve imparatorluk hazinesinin büyük bölümüne el koydu. 1748 yılında Afgan hükümdarı Hindistan’a girerek bir çok eyaleti ele geçirdi.
1760’ta II. Alemgirşah ‘ın yerine II. Şah Alem geçmiş bu dönemde İngilizlerle 1764
Baksar Savaşı yapılmış ancak yenilgiye uğranınca İngilizler Hindistan’da hüküm sürmeye başlamışlardır. 1766 Allahabad Antlaşması ile İngiliz hakimiyeti daha da arttı.
1857 yılında çıkan Sipahi İsyanı’nı da bastıran İngilizler 1858’de son Babür İmparatoru II. Bahadır Şah’ı tahttan indirip çocuklarını da öldürdüler. Böylece Hindistan’daki
Timur Hanedanlığı sona erdi ve Hindistan İngiliz İmparatorluğu’na katıldı. 1877’de
ise İngiliz Kraliçesi Victoria, resmen Hindistan İmparatoriçesi ilan edildi.
1526’da Muhammed Babür’ün kurduğu büyük Türk-Hint İmparatorluğu, 332
yıl yaşadı ve 1858’de tarih sahnesinden çekildi. Babürlü İmparatorluğu’nun sınırları
içinde bugün Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan devletleri bulunmaktadır.
Babür Devleti’nde Kültür ve Uygarlık
Devlet Yönetimi
Babür Devleti’nin başında bulunan hükümdarlar için padişah, şehinşah, şah
ve hakan unvanları kullanılmıştır. Babürlerde hükümdardan sonra devlet işlerinde
en yetkili kişi vekil-i mutlak denilen hükümdar vekili idi. O, bütün sivil ve askerî işlerde hükümdarın vekili durumundaydı. Devletin gelirlerine, arazi işlerine ve çalışanların maaşlarının ödenmesine bakan kişiye vezir denirdi. Vezir en büyük divan
olan Divan-ı âlânın da başkanıydı. Divan-ı âlânın görevi devletin genel giderlerini
188
TARİH 6
denetlemek, devletin gelir ve gider defterinin tutulmasını sağlamak ve hükümdarı
bu konularda aydınlatmaktı. Babür Devleti yönetim bakımından vilayetlere (şube)
ayrılmıştı. Bu vilayetlerin başında hem vali hem de komutan görevi gören şubedarlar bulunurdu. Şubeler, “kazalara” (serkar); kazalar da kasabalara (pergene) ayrılmıştı.
Şehirlerin emniyetini kutval denilen askerî görevliler sağlardı. Ayrıca ordunun yönetiminden ve mali işlerinden sorumlu olan görevliye “mîr bahşı” (bakşi) denilirdi.
Ordu
Babür ordusunun büyük bir kısmı, tuyul (ikta) sahibi kişilerin sipahilerinden
oluşuyordu. İkta sahipleri belirli sayıda asker beslemek ve onları devamlı savaşa
hazır tutmak zorundaydı. Ayrıca Timur Devleti’nde olduğu gibi hükümdarların güvendiği kişilerden oluşan hassa askerleri de vardı. Yayalar, süvariler ve filler savaşta
önemli rol oynarlardı. Zamanla top ve tüfek kullanımı yaygınlaşınca ordudaki fillerin
sayısı azaltıldı. Babür Devleti, yaklaşık iki yüz bin kişilik bir orduya sahipti.
Toprak Yönetimi
Babür Devleti’nde doğrudan doğruya hükümdarlara ait topraklara “halise”
topraklar, hizmetleri karşılığında çeşitli idarecilere ikta olarak verilen topraklara da
“tuyul” topraklar denilmiştir. Halise ve tuyul topraklar dışında ilimle uğraşanlara ve
yoksullara geçici hizmet karşılığında verilen “suyurgal” toprakları da vardı. Babür
Devleti’nin başlıca gelir kaynakları bağlı devlet veya beylerin ödedikleri vergiler ile
tuzla, gümrük, cizye ve topraktan alınan vergilerdi.
Din ve İnanış
Babür hükümdarları Hindistan’da İslamî yaşayışa ve bu dinin yayılmasına büyük önem verdiler. Din adamlarına karşı saygılı oldular. Onların bilgili yetişmesine
gayret gösterdiler. Dinî konularda hoşgörüleri ile tanınan Babür hükümdarları, şer’i
hukukun yanında örfi hukuka da yer verdiler. Babür Devleti’nde din işlerine sadr
denilen din adamları bakardı. Bunların başındaki kişiye ise “sadrü’s südûr” denirdi.
Bunlar vakıf işlerini de düzenler ve yürütürlerdi.
Adliye
Devletin merkezinde adalet işlerinin başında “Kadı-ül- kuzzat” bulunurdu. Her
şube (vilayet) merkezinde ve kazalarda kadılar vardı. Bunlar davaları şeriata göre
sonuçlandırırlardı. Hükümdarlar da belli günlerde davalara bakarlar, yanlarındaki
kadılara danışarak hükümler verirlerdi.
Bilim Dil ve Edebiyat
Babür hükümdarları, etraflarında bilgin, şair ve sanatçıları toplamışlar, onları
korumuşlardı. Özellikle Ekber, eğitime büyük önem vermişti. Onun zamanında bir189
TARİH 6
çok medrese açılmıştı. Mektep ve medreselerde; ahlâk, matematik, tarım, ölçme bilgisi, astronomi, ev idaresi, genel idarecilik, siyaset, tıp, mantık, tarih ve dinî bilimler
öğretilirdi. Ekber, bilim adamlarıyla tartışmalar düzenlerdi. Bilgi ve mantığıyla karşısındakini yenmiş olanı ödüllendirirdi.
Ekber döneminde pek çok eser Farsçaya çevrilmişti. Tarihçi Ebul-Fadl Allâmî,
Ekber adına hatta onun ağzından yazmıştı. Ünlü eserleri, Ekbernâme ve Ayin-i
Ekberî idi. Hoca Nizamüd-Din Ahmed ise tarafsız olarak tarihî olayları kaydetmişti.
“Tabakatı Ekberî” adlı eseri Hindistan tarihlerinin en önemlilerinden biridir.
Babür İmparatorluğu’nda resmi dil Farsça idi. Saray ve ordu da ise Türkçe konuşulurdu. Bu dönemde Türk diline ait sözlük ve gramer kitapları yazılmıştı. İmparatorluğun, kurucusu Babür, şair ve aynı zamanda Doğu Türkçesinin nesir dalındaki
ünlü siması idi.
Babür’ün, Doğu Türkçesi ile kaleme aldığı
seyahat ve hatıra kitabına “Vekayi,” genellikle de
“Babürname” denilmektedir. Eser sade, tabii, yaşanılan hayata uygun, samimi bir ifade ile yazılmıştır.
Babür eserinde idari, ahlaki, fikrî ve edebî hayatını
anlatmıştır. Ayrıca gezip gördüğü tanıdığı yerlerin
sosyal ve kültürel özelliklerini de belirtmiştir.
Resim 04.29: Babürnamede Bir
Bahçenin Babür Kontrolünde
Düzenlenmesini Gösteren Bir
minyatür.
Babür’ün, Vekayi’den başka Aruz Risalesi
ve Divanı vardır. Aruz Risâlesi’nde, aruz ile yazılan, Türklere mahsus bazı nazım şekilleri hakkında bilgiler verilmektedir. Şair hükümdarın Divan’ı
ise; onun yalnız sanatını değil, hayatını, olaylar
karşısındaki duygu ve düşüncelerini ortaya koyan önemli bir eserdir. Babür’ün şairliğinde Ali Şir
Nevâ’inin etkisi görülmektedir.
Ekonomi
Babürlüler, Hindistan’ı bayındır hâle getirmek, ticareti canlandırmak ve tarım üretimini artırmak için tedbirler almışlardır.
Topraklar işlenmiş, sulama kanallarının yardımıyla tarımsal üretim artırılmıştır. Babür Devleti’nde üretilen başlıca tarım ürünleri buğday, pirinç, pamuk ve darıdır.
Avrupa’ya ihraç ettikleri tarım ürünleri ise afyon, çivit, biber ve çeşitli baharatlardır.
Babür Devleti’nde pamuklu dokuma, gemi yapımı, şeker ve yağ sanayisi ile kuyumculuk, altın, gümüş, fil dişi ve oymacılık gibi el sanatları da gelişmişti.
Babür Devleti güçlü bir ihracat potansiyeline sahip bir ülke idi. Barut yapımında kullanılan güherçile, ihraç edilen malların başında geliyordu. Altın ve gümüş
gibi değerli madenler Hindistan’da az olmasından dolayı dışarıdan temin edilmiştir.
190
TARİH 6
Ordunun ihtiyacını karşılamak için Türkistan, İran ve özellikle de Arabistan’dan çok
sayıda at getirilmiştir.
Babür Devleti’nde kara ticareti Türkistan, Horasan ve İran ile Lahor, Kabil, Kandahar üzerinden kervanlarla yapılırdı. Coğrafi keşifler sonucu Ümit Burnu yoluyla
Hindistan’a ulaşılınca, bu kervan yolu eski önemini yitirmiştir. Daha sonraları Avrupalı
tüccarlar Hindistan ticaretinde etkili olmuşlardır. Özellikle İngilizler, tüccarları için Faktory (Fektori) denilen bölgeler elde ederek, buralarda yerli tüccarlardan aldıkları malları depoluyorlar, ticari gemileri gelir gelmez de bu malları gemilerine yüklüyorlardı.
Önceleri ticari amaçla Hindistan’a yerleşen İngilizler, daha sonralarda ise Hindistan’ı
İngiliz Sömürge İmparatorluğu’nun bir parçası durumuna getirmişlerdir.
Sanat
Babürlüler Hindistan’da kültür ve medeniyetin gelişmesinde büyük rol oynamışlardır. Kendilerine has bir mimari tarz geliştirdikleri gibi ülkenin her tarafını önemli
eserlerle süslemişlerdir. Yaptıkları eserlerde
yontulmamış kırmızı kum taşı ve ak mermeri bolca kullanmışlardır. Sultan Babür,
Hindistan’da beş yıl gibi kısa bir süre bulunmasına rağmen, birçok eser yaptırmıştır.
Panîpat Zaferini ebedileştiren Kabil Şah Camii, Sambhal Camii ile Agra Camisi bunlardan bazılarıdır. Sultan Hümayun devrinde
birçok eser yaptırılmışsa da, bugün bunlardan çok azı ayakta kalabilmiştir. Sultan Hümayun, Agra’da yıkık bir cami ile Fethâbât
Camisi’ni inşa ettirmiştir.
Sultan Ekber, uzun süren saltanatı sırasında pek çok mimari eser yaptırmıştır. Bu
eserlerin başlıcaları, Hümayun Türbesi, ŞemResim 04.30: Agra Camii Zemini
seddin Eteke Han Türbesi, Agra Kalesi, Lahor
Kalesi, Givalyor’da Muhammed Gavs Türbesi, Cavnpur Köprüsü ve Agra’nın batısında yaptırdığı Fetihpur Sikri Şehri’dir. Fetihpur
Sikri, her türlü ihtiyacın karşılandığı bir şehir olup, içinde camiler, türbeler, hanedan
hanımları için saraylar yapılmıştır.
Sultan Cihangir’in mimarlık alanındaki çalışmaları, diğerlerine göre azdır.
Onun döneminde yapılan eserler arasında Lahor’da Motî Mescid (İnci Cami) ile tamamına yakını beyaz mermerden inşa edilmiş olan, kayınpederi İtimâd ed-Devle
için Agra’da yaptırdığı türbesidir.
191
TARİH 6
Şah Cihan devrinde Babürlü mimarisi en parlak devrini yaşamıştır. Bu
devirde yapılan eserlerin en önemlisi Tac
Mahal’dir. Şah Cihan,
ölen karısı Mümtaz
Mahal (Ercümend BaResim 04.31: Fetuhpur Sikri’nden Bir Görünüş
nu Begüm) için yaptırmıştır. Tac Mahal’in çok güzel bir bahçesi ve yakınında da bir camisi vardır.
Şah Cihan devrinin
en önemli eserlerinden birisi de Delhi Kalesi’dir.İstanbul’daki Topkapı Saraylar
topluluğunun bir benzeridir. Sultan Alemgir devrinde mimari yönden bir çöküş başlamış olsa da buna
rağmen yine de bazı eserler yaptırılmıştır. Bunlar
Lahor’daki Padişahî Cami’si
ve Delhi kalesindeki Motî
Mescit’idir.
Resim 04.33: Delhi Kalesi
Babürlerde minyatür sanatı da çok gelişmiştir.
192
Resim 04.32: Tac Mahal
Babür Devleti’nde süsleme sanatları
içerisinde
özellikle kakmacılık
çok gelişmiştir. İnşa
edilen mimari eserlerin iç ve dış yüzeyleri,
genellikle mermere
kakılan renkli değerli
taşlarla çeşitli şekiller
meydana getirilerek
süslenmiştir. Ayrıca
TARİH 6
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1. Aşağıdakilerden hangisi Fâtımîlerin kuruluşu sırasında varlığını sürdüren devlet
veya hanedanlardan biri değildir?
A.
B.
C.
D.
İdrisiler
Abbasiler
Rüstemiler
Büyük Selçuklular
2. Aşağıdaki devletlerden hanginin kütüphaneleri “bir dünya harikası” olarak
nitelenmiştir?
A.
B.
C.
D.
Eyyubiler
Memlukler
Babûr İmparatorluğu
Fâtımîler
3. Eyyubi Devleti’ne son vererek Mısır’da Memluk Devleti’ni kuran kölemen emiri
aşağıdakilerden hangisidir?
A.
B.
C.
D.
Berkuk
Kalavun
Baybars
Aybek
4. Aşağıdakilerden hangisi Memluklularla ilgili bir gelişme değildir?
A. Moğolları Ayn-ı Calut Savaşı’nda mağlup ettiler.
B. Halifelik makamını devam ettirdiler.
C. Suriye ve Filistin’den Haçlıları çıkardılar.
D. Kudüs’ü Haçlılardan geri aldılar.
5. Aşağıdakilerden hangisi hangisi Moğol boylarından biri değildir?
A. Naymanlar
B. Çiğiller
C. Keraitler
D. Merkitler
193
TARİH 6
6. Otrar Olayı Cengiz Han’ın aşağıdakilerden hangisiyle savaşmasına neden
olmuştur?
A. Turfan Uygurları
B. Karluklar
C. Harzemşahlar
D. Çinliler
7. Batu Han,Berke Han,Özbek Han,Toktamış Han
Yukarda isimleri verilen hükümdarlar hangi Moğol devletinde görev yapmışlardır?
A. Kubilay Hanlığı
B. Çağatay Hanlığı
C. Altın Orda Devleti
D. İlhanlı Devleti
8. Aşağıdakilerden hangisi Timur’un savaştığı devletlerden biri değildir?
A. Karakoyunlular
B. Muzafferoğulları
C. Osmanlılar
D. Safeviler
9. Camiül Ezhan adlı eseri yazmıştır. Eserlerinde, Doğu Türkistan’da pek çok şarkı
ve türkünün olduğunu belirtmektedir. Küğ denilen bu şarkılardan birinin her
gün hükümdar huzurunda çalındığını ve bunlardan dokuz tanesinin çok önemli
olduğunu da kaydetmektedir.
Yukarıda verilen bilgiler Timurlular dönemindeki hangi sanatçıya aittir?
A. Abdülkadir Meragi
B. Ahmedi
C. Kemalettin Bihzad
D. Endicanlı Yusuf
10.
I. Kuzey Hindistan’ı fethetmiştir
II. Delhi ve Agra şehirlerini almıştır
III. 1530 yılında ölmüştür
Verilen bilgiler Babür hükümdarlarından hangisiyle ilgilidir?
A. Sultan Ekber
B. Babür Şah
C. Cihangir
D. Şah Cihan
194
TARİH 6
ÜNİTE SONU DEĞERLENDİRME SORULARI CEVAP ANAHTARI
1. ÜNİTE
1.D
2.C
3.A
4.B
5.C
6.D
7.D
8.A
9.B
10.C
2. ÜNİTE
3. ÜNİTE
1.D
2.D
3.C
4.B
5.A
6.B
7.C
8.D
9.A
10.C
4. ÜNİTE
1.D
1.D
2.A
2.D
3.B
3.D
4.D
4.D
5.C
5.B
6.A
6.C
7.B
7.C
8.D
8.D
9.C
9.A
10.D
10.B
195
TARİH 6
SÖZLÜK
A
akın
alem
alp
amid
amil
antlaşma
aristokrat
ariz
asa
asil
aşar
aşiret
atabey
avasım
ayet
ayin
azat etmek
196
: Düşman
topraklarına,
tedirgin etme, yıldırma,
keşif gibi amaçlarla toplu
olarak yapılan baskın.
: Bayrak, sancak.
: Yiğit,kahraman
: Komutan ,askerî vali
: 1- Mülki amir, eyaletin alt
birimi. 2- Sebep, etken,
faktör,
: Barış.
: Siyasiiktidarı elinde tutan soylu sınıf.
: Selçuklularda Arz Divanı’nın başkanı.
: Hükümdarın güç simgesi olarak törenlerde taşıdığı bir tür değnek.
: Soylu
: Müslüman
ülkelerde
Müslüman
çiftçilerin
ürettiği mahsullerden
onda bir oranında alınan
vergi
: Bir ataya bağlı insanlardan meydana gelen
büyük bir aile; göçebe
toplulukları anlamına da
gelir.
: Selçuklularda, vali olarak
tayin edilen şehzadelerin yanına gönderilen,
yaşlı ve tecrübeli devlet
adamı.
: Sınır şehirleri
: Kur’an-ı Kerim’de yer
alan her bir cümle.
: Dinî tören.
: Köle ve cariyelere özgürlüklerini geri vermek.
bahşı
:
basiret
baskın
Bâtınilik
:
:
:
biat
:
boy
:
bozkır
Budizm
:
:
burç
:
cemaat
:
cihat
:
B
Moğolların Uygurlu öğretmenlere verdikleri ad.
Uzak görüşlülük
Anî saldırı.
Kuran ayetlerinin asıl
mânâsı yerine, mecaz
yolu ile birtakım mânâlar
vererek dinî emirleri başka türlü yorumlayan aşırı
bir mezhep.
Bir kimsenin devlet başkanlığı veya hükümdarlığını tanımak.
Ortak bir sosyal düzen
içinde bir arada yaşayan
ve aynı soydan gelen
insanların meydana getirdiği topluluk,sülaleler
birliği
Ağaçsız ve susuz ova.
Tabiatüstü kişileşmiş bir
tanrı düşüncesi yerine,
salt varlığı koyarak onun
insanda arzu biçiminde
belirdiğini, bundan da
ıstırabın doğduğunu, ıstıraptan kurtulmak için
var olmaktan vaz geçmek gerektiğini söyleyen
Budha’nın ileri sürdüğü
mistik dünya görüşü ve
din.
Kale duvarlarından daha
yüksek, yuvarlak, dört
köşe kale çıkıntısı..
C–Ç
İnsan kalabalığı, bir dinden veya bir soydan olan
insan topluluğu.
İslamiyette din uğruna
yapılan savaş.
TARİH 6
cizye
çek
çetr
darüşşifa
derebeylik
dergâh
derviş
destan
divan
ebedi
ecdat
edebi
edep
efsane
: İslam ülkelerinde Müslüman olmayan erkeklerden askerlik görevi
ve devletin korunması
karşılığında alınan vergi.
: Karşılığında para alınmak üzere verilen değerli kâğıt.
: Şemsiye, güneşlik; eskiden hükümdarların başı
üstüne tutulan gölgelik.
D
: Şifa bulunan yer, hastahane.
: Özellikle Batı Avrupa’da
toprağı ve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir
kimsenin malı sayan
Orta Çağ siyasidüzeni,
feodalite.
: Aynı tarikata mensup
olanların
barındıkları,
ibadet ve törenler yaptıkları yer, tekke.
: Bir tarikata girmiş, onun
yasa ve törelerine bağlı
kimse,
: Bir kahramanlığı, bir zaferi, bir aşk macerasını
manzum şekilde anlatan
eser.
: Abbasilerden itibaren
Müslüman devletlerinde
hükümet işlerinin görüşüldüğü yer.
E
: Sonsuz, sonu olmayan,
: Atalar, dedeler,
: Edebiyatla ilgili,
: Toplum töresine uygun
davranma,incelik.
: Ün salmış, dillere düşmüş
olağanüstü olay.
egemenlik
emir
entrika
ensar
eren
etnik
evrensel
eyalet
eyer
eyvan
ezel
fatih
federal
ferman
fetihname
: Buyruğunu
yürütme
hakkı, hakimiyet.
: Araplarda ve başka Müslüman ülkelerde bir kavim, şehir veya ülkenin
başı.
: Hile, oyun, dolap, düzen.
: Yardımcı,
Mekke’den
Medine’ye göç eden
Müslümanlara yardım
eden Medineliler.
: Kendini Allah’a adamış,
evliya, veli.
: Kavimle ilgili, budunsal,
kavmî.
: Evrenle ilgili, bütün insanlığı ilgilendiren, dünya çapında.
: Çoğunlukla valilerce yönetilen ve yönetim bakımından bir tür bağımsızlığı olan büyük il.
: Binek hayvanlarının sırtına konulan, oturmaya
yarayan nesne.
: Avluda bir tarafı dışarıya
açık olan oda
: Başlangıcı olmayan zaman, öncesizlik.
F
: Müslümanların büyük
bir Hıristiyan ülkesini
alan hükümdara ve komutana verdikleri unvan
: Birçok siyasal topluluktan oluşan ve bu toplulukların üstünde yer alan
devlet yapısına verilen
isim.
: Hükümdar
tarafından
verilen yazılı emir, buyruk.
: Bir zafer kazanıldığını
veya bir ülkenin alındığını bildiren resmî yazı.
197
TARİH 6
: İki olay arasındaki süre.
Hükümet gücünün gevşediği bir yerde düzenin
yeniden kurulmasına kadar geçen süre.
fıkıh
: İslam hukukunda din
ve dünya işleri ile ilgili
Kur’anı kerim ve hadislerden yararlanarak konulmuş olan hukuk kurallarının tümü.
figür
: Resim ve heykel sanatlarında insan ve hayvan
biçimi.
fresk
: Yaş duvar sıvası üzerine
kireç suyunda eritilmiş
madeni boyalarla resim
yapma yöntemi, bu yöntemle yapılmış duvar
resmi.
fütüvvet
: Delikanlılık, gençlik, yiğitlik cömertlik.
G
ganimet
: Savaşta ve yağma sırasında ele geçirilen mal.
gayrimüslim : Müslüman olmayan.
gaza
: İslam dinini korumak ya
da yaymak amacıyla İslam olmayanlara karşı
yapılan savaş, kutsal savaş.
gulam
: Köle. Küçük yaşlarda saray adına satın alınan
veya toplanan, sonra
askerî ya da göreceği
diğer hizmetler için özel
olarak yetiştirilen köleler.
H
yerine devlet başkanı
olan kimse.
fetret
hâlef
halife
198
haraç
: Müslüman bir devletin
başka bir devletten ya da
ülkesindeki müslüman
olmayan halktan aldığı
vergi.
hassa
: Hükümdarı korumakla
görevli askerî sınıf
: Tekke, zaviye
: Hükümdar veya devlet
büyüğü gibi bir kişiye
dayanan büyük aile, soy.
: Çizgi, yazı.
: Arap harfleri ile güzel
yazı yazan sanatçı.
hankah
hanedan
hat
hattat
hendese
hiciv
hicret
: Geometri.
: Yergi.
: Hz. Muhammed’in 622
yılında Mekke’den Medine’ye göçü.
hilat
: Eskiden sultanlara giydirilen süslü elbise, kaftan.
Hükümdarlık alametlerindendir.
hutbe okutmak:Bir hükümdarın yönetimi altındaki ülkelerin camilerinde cuma namazı
sırasında adının ve unvanının okunması. Hüküm
sürme, hakim olma durumu.
hükümranlık : Hüküm sürme.
I-İ
ırak-ı acem : Dicle nehrinin doğu tarafında kalan ırak toprak: Birinden sonra gelen, bilarına verilen ad.
idrak
: Anlayış, akıl erdirme.
rinin yerine geçen.
ideal
: Ülkü.
: Vekil, Hz. Muhammed’in ihtiva
: İçine alma, içinde bulunölümünden sonra onun
durma.
TARİH 6
ihtişam
ikbal
ikta
istila
ittifak
iman
imaret
imha
imtiyaz
intikal
ithalat
ittifak
kabartma
kabile
kadı
katliam
kelâm
: Göz alıcı ve gösterişli
olma hali, muhteşem.
: Baht açıklığı, istek, arzu.
: Devlet topraklarından
bir bölümünün gelirinin,
bir görev karşılığında, bir
kimseye verilmesi.
: Bir yeri ele geçirme.
: Uyuşma, birlikte hareket
etmek üzere anlaşma,
sözleşme
: Din inancı, kutsal inanç.
: Yoksullara yiyecek dağıtılmak üzere kurulmuş
hayır evi.
: Yok etmek.
: Başkalarına tanınmayan
özel, kişisel hak.
: Bir yerden başka bir yere
geçme; göçme. babadan
kalma miras.
: Başka bir ülkeden mal
getirme veya satın alma,
dış alım.
: Anlaşma, uyuşma, bağlaşma.
K
: Bir biçimin ya da süslemenin dış yüzey üzerindeki çıkıntısı.
: Boy, aynı kökten aynı
ülkede yaşayan, bir
başkasının yönetimi altında bulunan aileler
topluluğu.
: Şeriat hükümlerini uygulayan hakim.
: Bir yerdeki insanları topluca öldürme.
: İslamiyet’te, Allah’ın varlığını ve birliğini, akıl,
mantık ve hikmet yoluyla ispatlamak.
kervansaray : Yolcuların konakladığı
büyük han.
keşif
: Düşmanın durumunu
anlamak üzere gönderilen kol.
kışlak
: Göçebelerin, kışı geçirmek üzere, yayladan inip
kondukları yer.
koloni
: Bir ülkenin sınırları dışında işgal ettiği ve yönettiği, ana vatana bağlı yer.
kopuz
: Türk şairlerinin kullandıkları saz.
konar-göçer hayat: Göçebe hâlinde yaşayan bu toplulukların
yazın yaylalara, kışın ovalara göçmesi.
koşum takımı : Arabaya koşulan hayvanın kayış takımı.
kös
: Savaşlarda alaylarda at,
deve veya araba üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul.
kurultay
: Yılın belli zamanlarında
toplanan, devletin ana
meselelerinin görüşüldüğü meclis.
kut
: Tanrı tarafından hükümdara verildiğine inanılan
yönetme hakkı ve gücü.
kültür
: bir milletin tarihi boyunca meydana getirdiği
maddi ve manevi değerlerin hepsi.
külliye
: Cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret,
sebil, kitaplık, hastahane gibi çeşitli yapıların
tümü.
kümbet
: Kubbe, üstü yuvarlak şekilde olan bina. kubbeli
mezarlara kümbet de
denilmektedir.
199
TARİH 6
L
lehçe
: Bir dilin tarihî, bölgesel
ve siyasisebeplerden dolayı ses, yapı ve söz dizimi özellikleri ile ayrılan
kolu.
levazım
: Ordunun, silâh ve cephanesinin dışında kalan
yiyecek, giyecek gibi ihtiyaçlarını sağlayan askeri sınıf.
lonca
: Zanaat sahiplerinin aralarında kurdukları teşkilat, esnaf teşkilatı.
M
mabed
: İbadethane.
malik
: Sahip, sahip olmak
manzum
: Nazım ifade şekli ile ölçülü ve uyaklı biçimde
yazılmış eser.
Maveraünnehir: Seyhun ve ceyhun ırmakları arasında kalan
verimli topraklar.
melik
: Padişah, hakan, hükümdar.
memluk
: birinin malı olan kul,
köle.
menşe
: Kök, esas kaynak.
menşur
: Hükümdarlık sembollerinden, ferman, halifenin
onayını belirten ferman.
mesnevi
: Her beyti ayrı uyaklı bir
divan edebiyatı nazım
biçimi, bu türdeki eserlerin genel adı.
meşru
: Yasal, kanunen doğru.
meşveret
: Bir konu hakkında danışma.
mihrap
: Cami, mescit gibi yerlerde kabe yönünü gösteren duvarda bulunan ve
imama ayrılmış bulunan
oyuk veya girintili yer.
200
motif
muhasara
mutasavvıf
mübadele
müderris
naib
nesil
nevbet
nihai
nüfuz
Orta doğu
: Bir çoğu yan yana gelerek bir bezeme işini meydana getiren unsurlardan her biri.
: Çevirme, kuşatma.
: Tasavvuf inançlarını benimseyerek
kendini
tanrı’ya adamış kimse,
sofi.
: Değiş-tokuş etme.
: Medreselerde ders veren
hoca.
N
: Tahtta hükümdar olmadığı zaman veya hükümdarın çocukluğu sırasında devleti yöneten
kimse.
: Soy, kuşak.
: Resmî yerlerde muayyen zamanlarda çalınan
davul, dümbelek gibi
şeyler,bando, mızıka.
: İşi sona erdiren, işi bitiren.
: Güç, söz geçirme
:
organizasyon :
otağ
:
otorite
:
ozan
ön asya
:
:
O–Ö
Asya’nın güneybatısından mısır dahil olmak
üzere afrika’nın kuzey
doğusuna uzanan topraklar,
Düzen, tertip, kuruluş,
Büyük ve süslü çadır.
Yeterliğine herkesi inandırarak bir kimsenin
kendine sağladığı itaat ve
güven, yönetme yeteneği,
Halk şairi.
Orta doğu için kullanılan
eski tabir.
TARİH 6
örf
örfi
öşür
özerk
:
:
:
:
paye
:
putperestlik :
rasathane
:
reaya
:
rivayet
:
Rönesans
:
rubai
:
ruhban
:
saltanat naibi :
sanat
sanayi
:
:
sofi-sufi
:
sosyoloji
:
Adet.
Adetle ilgili.
Onda bir alınan vergi.
Özerklikle
yönetilen,
muhtar.
P
Rütbe, derece,
Putlara tapma hâli.
R
Astronomi
veya meteoroloji gözlemlerine
uygun şekilde donatılmış müessese,
Bir hükümdar idaresi altında bulunan ve vergi
veren halk.
Söylenti, bir haber, söz
veya hadisenin hikâyesi.
Avrupa’da xv. ve xvı. yüzyıllarda edebiyat, güzel
sanatlar ve bilim alanındaki yeni gelişmelerin
hepsine verilen ad.
Şekilli vezinle yazılan
dört mısralık şiir.
Evlenmeyen papazlar.
S–Ş
Sultandan sonra gelen
en yetkili kişi.
Bir duygunun, tasarının
ya da güzelliğin kişiyi etkileyen anlatımı. zanaat.
Ham maddelerin veya
yan işlenmiş maddelerin
işlenerek tüketim maddelerine dönüştürülmesi
için kullanılan araçların
tümü. endüstri.
Tasavvuf felsefesine bağlı olan kimse, tasavvuf
ehli.
Toplum bilim.
sünni
şimal
şeri
şirket
şeriat
şuur
şümul
tabir
tabi
tarikat
tasvir
tebaa
teçhizat
tefsir
tekke
tekel
tevcih
tezhip
tımar
: Sünnet ehlinde olan
kimse.
: Kuzey.
: Şeriatla ilgili.
: Ortaklık.
: Doğru yol, allah’ın emri.
ayet, hadis esaslarına dayanan İslam yasası.
: Anlama, anlayış, hissetme, duyma.
: İçine alma, kaplama. ait
olma, manaları arasında
bir manası daha olma.
T
: Deyim.
: Boyun eğen, bağlı kalan,
birinin emrinin altında
bulunan.
: Gidilen yol. mezhep de
tutulan yol.
: Resmini yapma. Resim,
figür, portre yazı ile tarif
etme.
: Uyruk.
: Donatım.
: Kuran’ı anlama ve yorumlama ilmi.
: Başında şeyh ve ona bağlı dervişlerin bulunduğu
tarikatlarına ait yapı.
: Bir malın tek elden satılması.
: Rütbe, mevki verme.
devlet memurlarının tayinle dâir kararlar.
: El yazması kitaplarla, yazı
levhalarının genellikle
tozu ile doldurulan çiçek
ve nakışlarla süslenmesi
sanatı.
: 1. osmanlılardaki toprak
sistemine verilen ad. 2.
osmanlı yıllık geliri yirmi
201
TARİH 6
bin akçeye kadar olan
dirliklere verilen ad.
töre
: Eski türk sosyal hayatını
düzenleyen bütün hukuki kaideler.
turan
: Eski iranlılar tarafından
türk diyarına verilen ad.
Türk üçgenleri : Kubbe inşaatında selçukluların ortaya koydukları önemli yeniliklerden biridir. ana
duvarlardan
kubbeye
geçiş üçgen sahalar ile
sağlandığından mimarî
tarihinde bu tarza türk
üçgenleri
denilmiştir.
Osmanlılarda türlü şekiller alarak gelişmiştir.
U–Ü
ulema
: Bilginler.
Unesco(unesko): Birleşmiş milletler eğitim, bilim ve kültür teşkilatı.
unvan
: Askerî ve sivil devlet görevlilerine verilen derece
seviye ifade eden adlandırma.
ümmet
: Bir peygambere inanıp,
bağlanan topluluk.
üs
: Bazı görevleri yürütebilmek amacıyla kurulan,
özel yapıları, donatımları, işlikleri, onarım yerleri,
servis alanları olan sürekli veya geçici olarak konaklanılan yer. harekâtın
yürütülebilmesi için gerekli birliklerin, her türlü
gereçlerin tamamlandığı, teçhizatın toplandığı,
dağıtıldığı bölge.
202
vakıf
:
veliaht
:
veraset
:
vesile
vicdann
:
:
yağma
:
yargucı
yarlık
:
:
yuğruş
:
zanaat
:
zanaatkar
:
zaviye
:
V
Bir hizmetin gelecekte
de yapılması için belli
şartlarla ve resmî bir yolla ayrılarak bir kimse tarafından bırakılan mülk
veya para.
Bir hükümdarın tahtına
geçmeye aday olan erkek çocuğu veya kardeşi.
Varislik, mirasçılık. mirasta hak sahibi olma.
Sebep,neden
Kişinin kendi niyetlerini
eylemlerini ahlak bakımından iyi yada kötü
bulması, aynı zamanda
doğruyu ve iyiyi yapma
yükümünü de tanıması.
Y
Birçok kişinin zor kullanarak ele geçirdikleri malları alıp kaçması.
akıncıların düşman topraklarına yaptıkları baskın
Hakim, hakim heyeti.
Ferman, berat karşılığında kullanılan tabir.
Karahanlılarda vezirlik ve
divan başkanlığı yapan
kişiye verilen unvan.
Z
Tecrübe ve ustalık gerektiren iş.
Belli bir zanaatı meslek
edinmiş kimse.
Küçük tekke.
TARİH 6
KRONOLOJİ
571
: Hz. Muhammed’in doğumu
622
: Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti
624
: Bedir Savaşı
625
: Uhud Savaşı
627
: Hendek Savaşı
628
: Hudeybiye Barışı
629
: Hayber’in Fethi
630
: Mekke’nin Fethi
632
: Hz. Muhammed’in veda haccı, vefatı, Hz. Ebubekir’in halife olması
634
: Hz. Ömer’in halife olması
637
: Kudüs’ün Hz. Ömer tarafından teslim alınması
642
: İran ve Mısır’ın Müslüman Araplar tarafından fethi
644
: Hz. Osman’ın halife olması
656
: Hz. Ali’nin halife olması
657
: Sıffîn Savaşı
661
: Hz. Ali’nin şehit edilmesi
680
: Kerbela olayı
681
: II. Göktürk Devleti’nin kurulması
750
: Emevîler Devleti’nin sona ermesi, Abbasiler Devleti’nin kurulması
751
: Talas Savaşı
868
: Tolunoğulları Devleti’nin kurulması
905
: Tolunoğulları Devleti’nin yıkılması
935
: Ihşidiler Devleti’nin kurulması
963
: Gazneliler Devleti’nin kurulması
969
: Ihşidîler Devleti’nin yıkılması.
999
: Samanoğulları Devleti’nin yıkılması
1015
: Çağrı Bey’in Anadolu’ya gelmesi
1040
: Dandakan Savaşı, Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşu
1048
: Pasinler Savaşı
203
TARİH 6
1054
: Tuğrul Bey’in Anadolu’ya seferi
1063
: Tuğrul Bey’in ölümü
1064
: Alp Arslan’ın Anadolu seferi
1071
: Malazgirt Savaşı
1072
: Sultan Alp Arslan’ın ölümü, Melikşah’ın sultan olması
1077
: Türkiye Selçukluları Devleti’nin kurulması
1092
: Melikşah’ın ölümü
1096
: Haçlı Seferlerinin başlaması
1097
: Harzemşahlar Devleti’nin kurulması
1099
: Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmeleri
1141
: Katvan Savaşı
1157
: Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılması
1174
: Eyyubiler Devleti’nin kurulması
1187
: Gazneliler Devleti’nin yıkılması
1211
: Doğu Karahanlı Devleti’nin yıkılması
1212
: Batı Karahanlı Devleti’nin yıkılması
1220
: Alaeddin Keykubat’ın hükümdar olması
1227
: Cengiz Hanın ölümü
1230
: Yassıçimen Savaşı
1243
: Kösedağ Savaşı
1250
: Eyyubilerin yıkılışı, Memlukler Devleti’nin kuruluşu
1258
: Abbasi Devleti’nin yıkılışı
1260
: Ayn-ı Calud Savaşı
1261
: Abbasi halifeliğinin Mısır’da yeniden başlaması
1308
: Türkiye Selçukluları Devleti’nin yıkılması
1369
: Timurlular Devleti’nin kuruluşu
1402
: Ankara Savaşı
1405
: Timur’un ölümü
1507
: Timurlular Devleti’nin yıkılışı
1514
: Çaldıran Savaşı
204
TARİH 6
1515
: Dulkadıroğulları Beyliği’nin sona ermesi
1516
: Mercidabık Savaşı
1517
: Ridaniye Savaşı
1526
: Babür Devleti’nin kurulması
1552
: Kazan Hanlığı’nın yıkılması
1557
: Ejderhan Hanlığı’nın yıkılması
1596
: Şeybanilerin Devleti’nin yıkılışı
1681
: Kasım Hanlığı’ nın yıkılması.
1736
: Safeviler Devleti’nin yıkılışı
1783
: Kırım Hanlığı’nın Rusya’ya katılması
1858
: Babürler Devleti’nin yıkılışı
1947
: Hindistan’ın bağımsız olması
1991
: Azerbaycan’ın bağımsız olması
1991
: Kırgızistan’ın bağımsız olması
1991
: Türkmenistan’ın bağımsız olması
1991
: Özbekistan’ın bağımsız olması
1991
: Kazakistan’ın bağımsız olması
205
TARİH 6
KAYNAKÇA
Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi, Pegem yayıncılık, Ankara, 1977.
Banarlı, Nihat Sami. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi 1.Millî Eğitim Basımevi, İstanbul,1998.
Bayındır, Y.Hikmet. Hindistan Tarihi, C.II. ,1947.
Boyunağa Yılmaz, Genel Tarih II.YÖK. Yayınları, Ankara,1977.
Çağatay, Neşet. İslam Tarihi, TTK, Ankara, 1993.
Devlet, Nadir. İpek Yolu, Türk Tarih Kurumu Basımı Ankara,1999.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi 1,5, 6 ve 7. Cilt Çağ Yayınları, İstanbul, 1987.
Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi, Cilt1,2,3,4, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
Göngör, Erol. Tarihte Türkler, Ötüken Yay. İstanbul, 1997.
Gürün, Kamuran, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 1984.
Hamidullah,Muhammed, Hz.Peygamber’in Savaşları, Çev.Salih Tuğ Yağmur yayıncılık, İstanbul, 1981.
İslam Ansiklopedisi Cilt 4,5, 12,29,30,40,41 Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, 1995.
Kafesoğlu, İbrahim. Türk Millî Kültürü, Ötüken Yay. İstanbul, 1997.
Karaköse, Hasan. Orta Çağ Tarihi ve Uygarlığı, Nobel Yayıncılık, Ankara, 2009.
Kitapçı, Zekeriya. Yeni İslam Tarihi ve Türkistan C,1, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1991.
Köymen, Mehmet Altay. Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTK Yayınları.
Köymen, Mehmet Altay. Alp Arslan Zamanı C.II, Ankara, 1983.
Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir, Cilt 1, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006.
Merçil, Erdoğan. Gazneliler Devleti Tarihi, TTK, Ankara, 1989.
Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara,1989.
Nizamülmülk, Siyasetnâme, İstanbul,1987.
Ögel, Bahattin. Türk Kültür Tarihi, TTK, Ankara, 1991.
Öztuna Yılmaz. Türk Tarihinden Yapraklar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998.
Selçuklu El Kitabı, Editör, Refik Turan, Grafiker Yayınları, Ankara, 2012.
Taneri, Aydın. Türk Devlet Geleneği Dün ve Bugün, Ankara, 1975.
Türk Bilim Adamları. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2009.
Yazıcı, Nesimi. İlk Türk İslam Devletleri Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2011.
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, TTK. Ankara, 1988.
206
GÜNEY KIBRIS
RUM YÖNET‹M‹
NÖC: Nahcivan Özerk Cumhuriyeti
(Azerbaycan)
İl merkezleri
Başkent (Ankara)
(A
ZE N
RB .Ö
AY .C
CA
N)
Download