INOCTE 2017 II. International New Tendencies Congress in

advertisement
INOCTE 2017
II. International New Tendencies Congress
in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Abstracts Book
KONYA-September-2017
INOCTE 2017
II. International New Tendencies Congress
in Ottoman Researches
Abstracts Book
©All rights reserved. No part of this book may be printed, reproduced or distributed
by any electronical, optical, mechanical or order means without the permission of
authors.
©Her hakkı saklıdır. Bu kitabın tamamı ya da bir kısmı, yazarlarının izni olmaksızın,
elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılamaz,
yayınlanamaz, depolanamaz.
All responsibility for the contents of this book belongs solely to the author.
Bu kitaptaki bilgilerin her türlü sorumluluğu yazara aittir.
ISBN: 978-605-2338-11-7
PALET YAYINLARI
Mimar Muzaffer Cad. Rampalı Çarşı No: 42 Meram / KONYA
Tel: 0 332 353 62 27
Sertifika No: 10418
Baskı & Cilt:
Aybil Dijital Baskı Reklam Mühendislik
Turizm Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi
Ferhuniye Mh. Sultanşah Cd. No:30/A KONYA
Tel: 0.332 350 21 71 Fax: 0.332 350 71 21
Sertifika No: 31790
KONYA-September-2017
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Değerli Meslektaşlar,
Siz değerli bilim insanlarını ilkini 07-09 2016 tarihleri arasında Bosna-Hersek’in
başkenti, Saraybosna’da gerçekleştirdiğimiz UluslararasıOsmanlı Araştırmalarında
Yeni Eğilimler Kongresi / International New Tendencies Congress in Ottoman
Researches kongresinin ikincisine davet etmekten onur duyarız.
Kongremiz 12-14 Eylül 2017 tarihlerinde Türkiye’den Selçuk Üniversitesi,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Türk Tarih Kurumu, T.C. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, Yunus Emre Enstitüsü ile Azerbaycan’dan
Devlet Pedagoji Üniversitesi, Hazar Üniversitesi ve Milli İlimler Akademisinin katılım ve
katkıları ile Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de gerçekleştirilecektir.
Kongremizin amacı, Osmanlı tarihçileri ile Doğu Türklüğü üzerine araştırma
yapan bilim insanlarını bir araya getirerek, hem Osmanlı tarihi çalışmalarının hem de
genel Türk tarihi üzerine yapılan araştırmaların tartışılacağı ve bilim insanlarının
deneyim ve birikimlerinin paylaşılacağı bir platform oluşturmaktır. Sizin katkılarınızla
kongrenin en güçlü akademik platformlardan birisi olacağına inanıyoruz. Sizi
Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de karşılamayı sabırsızlıkla bekliyoruz.
Kongre sunum dilleri Türkçe, İngilizce ve Rusçadır.
Saygılarımla
Prof. Dr. Alaattin AKÖZ
Kongre Genel Koordinatörü
3
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Organizasyon Kurumları
Selçuk Üniversitesi
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu
Yunus Emre Enstitüsü
Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi
Hazar Üniversitesi
Onur Kurulu
Prof. Dr. Mustafa Şahin, Selçuk Üniversitesi Rektörü, TÜRKİYE
Prof. Dr. Durmuş Deveci, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü, TÜRKİYE
Prof. Dr. Cafar Cafarov, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi Rektörü,
AZERBAYCAN
Prof. Dr. Hamlet İsaxanli, Hazar Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Refik Turan, Türk Tarih Kurumu Başkanı (TTK), TÜRKİYE
Kongre Genel Koordinatörü
Prof. Dr. Alaattin Aköz, Selçuk Üniversitesi, TÜRKİYE
Kongre Eş-Başkanları
Prof. Dr. İbrahim Solak, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Şahin Panahov, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
5
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Organizasyon Komitesi
Prof. Dr. Asef Zamanov, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Anisoara Popa, Danubius Üniversitesi, ROMANYA
Prof. Dr. Doğan Yörük, Selçuk Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Faruk Söylemez, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Glenn W. Muschert, Miami Üniversitesi, ABD
Prof. Dr. Kayako Hayashi, Tokyo Yabancı Araştırmalar Üniversitesi, JAPONYA
Prof. Dr. Osman Köse, Polis Akademisi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Redžep Škrijelj, Novi Sad Devlet Üniversitesi, SIRBİSTAN
Prof. Dr. Tufan Gündüz, Hacettepe Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Thomas Koch, Kindai Üniversitesi, JAPONYA
Yrd. Doç. Dr. H. Ahmet Şimşek, Selçuk Üniversitesi, TÜRKİYE
Aydin Kerimov, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Kongre Sekreteryası
Prof. Dr. Hüseyin Muşmal, Selçuk Üniversitesi, TÜRKİYE
Arş. Gör. Onur Kabak, Selçuk Üniversitesi, TÜRKİYE
Samirə Ramazanova, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Bilim Kurulu
Prof. Dr. Ahmet Aksın, Fırat Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Ahmet Taşkın, Necmettin Erbakan Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Arzu Terzi, İstanbul Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Bayram Ürekli, Selçuk Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Bilal Kuşpınar, Necmettin Erbakan Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Fahrettin Tızlak, Akdeniz Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Geza David, Eötvös Lorand Üniversitesi, MACARİSTAN
Prof. Dr. Han-Woo Choi, Kore Uluslararası Araştırmalar Üniversitesi,
GÜNEY KORE
Prof. Dr. Hilmi Bayraktar, Gaziantep Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. İlhan Şahin, İstanbul Aydın Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. İzzet Sak, Selçuk Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Kadyrali Konkobayev, Karaganda Devlet Teknik Üniversitesi, KAZAKİSTAN
6
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Prof. Dr. Kemal Özcan, Necmettin Erbakan Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Linda T. Darling, Arizona Üniversitesi, ABD
Prof. Dr. Markus Koller, Bochum Ruhr Üniversitesi, ALMANYA
Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal, Pamukkale Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Mehmet İpçioğlu, Necmettin Erbakan Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Mehmet Özkarcı, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz, Kastamonu Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Minna Rozen, Tel-Aviv Üniversitesi, İSRAİL
Prof. Dr. Musa Qasimlı, MM, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Mustafa Murat Öntuğ, Uşak Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Muzaffer Tepekaya, Celal Bayar Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Nehat Krasniqi, Priştine Albanoloji Enstitüsü, KOSOVA
Prof. Dr. Nenad Moacanin, Zagreb Üniversitesi, HIRVATİSTAN
Prof. Dr. Oqtay Sultanov, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Orhan Doğan, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Osman Gümüşçü, Çankırı Karatekin Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Solmaz Tohidi, Hazar Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak, TİKA Koordinatörü, MACARİSTAN
Prof. Dr. Şahin Fazil. Hazar Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Şahin Mustafayev, Hazar Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Veli Aliyev, AMEA, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Vladan Virijevic, Priştine Üniversitesi, KOSOVA
Prof. Dr. Yehoshua Frenkel, Haifa Üniversitesi, İSRAİL
Prof. Dr. Yılmaz Kurt, TÜRKİYE
Prof. Dr. Yunus Koç, Hacettepe Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Zafer Gölen, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Zeki Tekin, Karabük Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Alparslan Demir, Gaziosman Paşa Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Cemal Çetin, Selçuk Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Damir Matanovic, Osijek Üniversitesi, HIRVATİSTAN
Doç. Dr. Elnur Nesirov, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Doç. Dr. Ferda Asadov, Hazar Universitesi, AZERBAYCAN
Doç. Dr. Hossein Khoshbaten, Sarab Üniversitesi, İRAN
Doç. Dr. Iurii Averianov, Rusya Bilimler Akademisi, RUSYA
7
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Doç. Dr. Juiliette Dumas, Aix Marseille Üniversitesi, FRANSA
Doç. Dr. Liliana Elena Boscan, Bükreş Üniversitesi, ROMANYA
Doç. Dr. Nihada Delibegovic Dzanic, Tuzla Üniversitesi, BOSNA-HERSEK
Doç. Dr. Nikola Minov, Üsküp Kiril&Metodi Üniversitesi, MAKEDONYA
Doç. Dr. Rositsa Gradeva, American Üniversitesi, BULGARİSTAN
Doç. Dr. Bekir Direkçi, Akdeniz Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç.Dr. İrada Aliyeva, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Doç. Dr. İsmail Kıvrım, Gaziantep Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. M. Zahit Yıldırım, Sütçü İmam Universitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Naibe Ehmedova, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Doç. Dr. Receb Eliyev, Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Yrd. Doç. Arpad Horniyak, Peç Üniversitesi, MACARİSTAN
Yrd. Doç. Katerina Dalakoura, Girit Üniversitesi, YUNANİSTAN
Yrd. Doç. Silviana Rachieru, Bükreş Üniversitesi, ROMANYA
Dr. Anđelko Vlašıć, Hırvatistan Tarih Enstitüsü, HIRVATİSTAN
Dr. Mathieu Jestin, Paris Renouvin Üniversitesi, FRANSA
Dr. Michal Wasiucionek, New Europe College, ROMANYA
Dr. Nedim Zahiroviç, Bochum Ruhr Üniversitesi, ALMANYA
Dr. Paschalis Androudis, Selanik Aristotales Üniversitesi, YUNANİSTAN
Dr. Tatjana Paic-Vukic, Sanat ve Bilimler Akademisi, HIRVATİSTAN
Dr. Wojciech Szczepanski, Adam Mickiewicz Üniversitesi, POLONYA
Ali Shamil, AMEA, AZERBAYCAN
8
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
DOĞU - BATI TÜRKLÜĞÜNÜN DOĞUŞU VE ETKİLEŞİMİ
Abdullah GÜNDOĞDU*
ÖZET
Genel Türk tarihi çalışmaları içerisinde Doğu ve Batı Türklüğünün oluşumu ve etkileşimi
kendine özgü bir uzmanlık konusudur. İstemi Yabgu'nun batı siyaseti sonucunda 582 yılında
Göktürklerin ikiye ayrılması, zamanla etkilerini artırarak Türk dünyasının Doğu ve Batı Türklüğü
temelinde sosyal, siyasi, ikitisadi ve kültürel yönde ayrışmasına sebep olacaktır.
Doğu ve Batı Türklüğünün ortak yönleri olduğu kadar, aralarındaki ayrışma üzerinde
yeterince durulmamıştır. Doğuda at yetiştiriciliğini esas alan göçebe hayvancı iktisadiyat söz
konusu iken Batı'da, davar yetiştiriciliğini esas alan konar göçer hayvancı iktisadiyat geçerlidir.
Dil, folklor ve toplumsal yapı da bunun gibi ayrışarak gelişmiştir. Devlet geleneklerinde
Oğuznâme, Cengiznâme ayrışması bunun diğer bir göstergesidir. Siyasi olarak da Doğu ve Batı
Türklüğünün rekabeti her iki dünyada da dikkate değer etkiler bırakmıştır. Bu çalışmamızda biz
Doğu ve Batı Türklüğünün bu değişim çizgisini ele alacağız.
Anahtar Kelimeler: Doğu Türklüğü, Batı Türklüğü, Oğuzname, Cengizname, Göçebelik,
Konar göçerlik.
*
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, e-mail: [email protected], TÜRKİYE
9
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLININ ELM ADAMLARI
Abdullayeva MƏLAHƏT* Elmin NEMƏTLİ**
ÖZET
Elmin, təhsilin tarixi insanlıq tarixi qədər çox qədim dövrlərə gedib çıxır. Bütün tarixi
dövrlərdə olduğu kimi, Osmanlı İmperiyası dövründə də elm və təhsil sahələri sürətlə inkişaf
etmişdir. Bu inkişafa səbəb isə dövrün düşünən və zəkalı insanları, ömrünü elmi araşdırmalara,
tədqiqatlara, yeniliklərə sərf edən alimləri olmuşlar. Osmanlı torpaqlarında məktəb açan
missionerlərin öz məqsədlərini gerçəkləşdirməyə, xüsusilə xristyanlığın dünyaya yayılmasına
çalışdıqları bir zamanda dövrün geniş dünyagörüşlü, vətənpərvər insanları təbiət elmlərini, o
cümlədən riyaziyyat, fizika, kimya, astronomiyanı və texniki sahələri inkişaf etdirdilər, eyni
zamanda yeni üsullardan istifadə etməklə təhsilin yüksək səviyyədə olmasına nail oldular.
Osmanlı İmperiyası dövründə yaşayıb-yaratmış, elmi tədqiqatlarından bu gündə istifadə
etdiyimiz məhşur türk riyaziyyatçısı və astronomu Bursalı Kadızadə Rumi (1364 - 1436),
astronom, riyaziyyatçı və dilçi olan Ali Kuşçu (1403 - 1474), riyaziyyatçı-astronom Mirim Çələbi
(1450 - 1525), dövrünün məşhur riyaziyyatçısı, mühəndisi və astronomu Takiyüddin Bin Marufi (1521 - 1585), türk riyaziyyatçı Gelenbevi İsmayıl Əfəndi (1730 - 1790), riyaziyyatçı, astronom,
geoloq Hoca İshak Əfəndi (1774-1834) və riyaziyyatçı və dövlət adamı Hüseyin Tevfiq Paşa
(1832-1901) kimi alimlərin dünya elminə verdiyi töhvələr böyükdür.
İnkişafı eramızdan əvvəl başlayan elm və təhsil eramızdan sonrakı bütün ictimai
dövrlərdə də daim diqqət mərkəzində olmuşdur. Xüsusilə, riyaziyyatın inkişafı və onun digər
elmlərin öyrənilməsində tətbiqi ilə məşğul olan, bütün ömrünü elmi araşdırmalara sərf edən
alimlər və onların elmi kəşfləri Osmanlı İmperatorluğundan dövrümüzə gəlib çatan ən qiymətli
sərvətdir. Bu sərvəti hər bir elm qorumalı və gələcək nəsillərə ötürməlidir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı imperiyası, riyaziyyat, astronomiya, rəsədxana
*
Dr, Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu, email: [email protected] ,
AZERBAYCAN
** Azərbaycan Dövlət İqtisad Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
10
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE OSMANLI DONANMASI’NI ISLAH FAALİYETLERİ
Abidin TEMİZER
ÖZET
Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılda her alanda başlayan Batılı tarzda yenileşme hareketleri
doğal olarak Osmanlı donanmasında da görülmüştür. Özellikle yüzyılın ikinci yarısında Sultan
Abdülaziz döneminde bu konuda ciddi bir girişim görmekteyiz. Bunda özellikle Fransızların
Cezayir’i, İtalyanların Trablusgarp’ı, İngilizlerin Mısır’ı ve Rusların da boğazları deniz yoluyla
tehdit etmesi etkili olmuştur. Sultan Abdülaziz’in çabaları sonucu Osmanlı donanması dünyada
üçüncü sıraya yükselmiştir. Abdülaziz’in başlattığı ıslahat çabalarını Sultan II. Abdülhamid
devam ettirmiştir. 19. Yüzyıldan itibaren görüldüğü üzere Abdülhamid döneminde de
donanmada yapılan ıslahatlarda Batılı devletlerin etkisi yoğun bir şekilde görülmüştür. Sultan
Abdülhamid donanmaya bir taraftan yeni gemiler katarken diğer taraftan da mevcut gemileri
onarma yoluna gitmiştir. Personelin eğitimine önem vermiş, Tersane-i Amire ve Mekteb-i
Bahriye’de yeni bir teşkilatlanmaya gitmiştir.
Bu çalışmada söz konusu ıslah faaliyetlerinin yoğun olarak yapıldığı dönemlerden biri
olan II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı donanması incelenmiş ve donanmanın güçlendirilesi
için yapılan ıslahat faaliyetlerinin niteliği, niceliği ve Batı’nın etkisi tartışılmıştır. Çalışmada
Denizcilik Müzesi Arşivi, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Donanma Mecmuası ve literatürden
istifade edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Donanması, ıslahat, meşrutiyet

Doç. Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, e-mail:
[email protected], TÜRKİYE
11
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
III. SELİM DÖNEMİNDE EŞKİYALIK OLAYLARI VE EŞKİYALIKLA MÜCADELE
Ahmet AKSIN*-Emrah MARAL**
ÖZET
Osmanlı Devletinde meydana gelen eşkıyalık ya da halk hareketleri 16. yüzyılın
sonlarında ortaya çıkmaya başlamış ve her geçen dönem artarak devam etmiştir. 16. ve az da
olsa 17. yüzyıllardaki bu sosyal olaylar üzerine bazı çalışmalar yapılmış olsa da 18. yüzyılda
meydana gelen olaylar hakkında kesin bir malumat yoktur. Bu dönem üzerine yazılan eserler
veya makaleler ya genel bir değerlendirme ya da bölge tarihi açısından ele alınmaktadır. Bu
bağlamda biz de bu tebliğimizde 18. yüzyılın sonlarında tahta çıkan III. Selim (1789-1807)
döneminde meydana gelen eşkiyalık olayların sosyal ve iktisadi yansımalarını değerlendireceğiz.
Zikredilen dönemde eşkıyalıkla mücadele için şehirde bulunan yöneticiler tarafından
birtakım tedbirler alınmakta ve güvenliği tehdit eden eşkıyalık hareketleriyle mücadelede
taşrada görev alan idarecilerin işbirliği yapmaları merkez tarafından istenmekteydi.
Yöneticilerin ittifak halinde eşkıya ile mücadelesi büyük önem arz etmekteydi.
18. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’nde meydana gelen siyasi ve sosyal olayların
toplum düzenine ve sosyal hayata yansımalarının inceleneceği bu tebliğimizde, Osmanlı arşiv
kaynaklarından biri olan ve günümüze kadar hiç değerlendirilmemiş olan Tevziat Defterlerine
dayanarak (ağırlıklı olarak) bu olayları izah etmeye çalışacağız.
Tebliğimizi hazırlarken kullanacağımız ana kaynak olan tevziat defterleri dışında
Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan kalebend, mühimme ve mühimme-i mektum
defterlerinden ve tetkik eserlerden de istifade edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı, III. Selim, Eşkıyalık, Tevziat Defterleri
*
Prof. Dr. Fırat Üniversitesi, email: aksin23hotmail.com, TÜRKİYE
Arş. Gör., Sinop Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
**
12
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TÜRK ERMENİ İLİŞKİSİ
Ahmet EYİCİL
ÖZET
I. Kılıç Arslan (1092-1107) döneminde Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkiler dostane bir
şekilde devam etti. Türklerin hoşgörüsü karşısında Selçuklulara yaklaştılar. Fakat bu dönemde
Ermeniler, gizliden gizliye Haçlılarla işbirliği yapmaktan da çekinmediler.
Moğollar döneminde Ermeniler, Türklere karşı cephe aldılar. Daha sonra Moğolların
desteğini kaybedince Türklere karşı Haçlı Seferlerinin düzenlenmesini istediler. Bunun üzerine
Sultan Baybars 1266’da Ermenilerin yaşadığı Maraş merkezini ele geçirdi ve 1374’te
Memluklular, Kilikya Ermeni Prensliği’ni ortadan kaldırdı. Osmanlı döneminde, Maraş’ta
bulunan Ermeniler Türklerle birlikte barış içinde yaşadılar.
1862-1915 yılları arasında Maraş’ta yaşayan Ermeniler iki yılda bir devlete başkaldırdılar.
İsyanlara katılmayan Ermeniler ise huzur ve güven içerisinde yaşadılar. Maraş’ta Ermenilerin
ekonomik ve sosyal durumu çok iyi idi. Ermenilerin çoğunlukta bulunduğu mahalleler olmakla
birlikte şehrin diğer mahallelerinde Türklerle birlikte komşu olarak yaşıyorlardı. İki katlı evlerin
bir katında Türk bir katında Ermeni birlikte oturabiliyordu. Şehirde yaşayanların kiliseleri
camileri ve okulları ayrı idi. Bir Türk ile bir Ermeni mahkemede birbirlerini şahit veya vasi olarak
tayin edebiliyordu. Şehirde bulunan en güzel binalar, en verimli araziler ve en güzel bağlar
Ermenilerin elindeydi. Ermenilerin bu sosyal refahından Türkler rahatsız olmuyordu. Ermeniler
ticaret, sanat, kuyumculuk ve tarım gibi geliri yüksek olan işleri yapıyorlardı. Her birinin iyi bir
mesleği vardı. Türkler ise meslek edinemediklerinden fazla gelir getiren ciddi bir işe sahip
değillerdi.
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girince bütün vatandaşlarının sefere katılmasını
istedi. Bu davete katılmak istemeyen Maraş Ermenilerinin bir kısmı Zeytun (Süleymanlı)’da isyan
ettiler. Ekim 1914’te Süleymanlı’da başlayan isyan Nisan 1915’e kadar devam etti. Burada
tutunamayacağını anlayan Ermeni isyancıları Süleymanlı’dan kaçarak Maraş’ın güneyindeki
Fındıcak bölgesine geldiler ve burada isyana devam ettiler. Fındıcak’taki isyan Nisan 1915’ten
Ağustos 1915’e kadar devam etti. Fındıcak isyanı bastırıldıktan sonra isyana katılanların bir kısmı
Halep ve Deyrizor’a gönderildi. Ağustos 1915’te Maraş’ta 10294 Ermeni’nin kalmasına izin
verildi. Mesleği olanlarla tarım ve ticaretle uğraşanlara, yaşlı ve din adamlarına dokunulmadı.
Mondros Mütarekesi’nden sonra Halep ve Deyrizor’a gönderilen Ermeniler devletin desteğiyle
Maraş’a geri döndüler. Ermeniler Maraş’a gelince, Türkler kucak açarak ihtiyacı olanlara maddi
ve manevi yardımda bulundular. Böylece Türklerle Ermeniler arasında yeniden barış ve huzur
sağlandı. Ancak bu huzur ortamı fazla sürmedi. Fransızların Maraş’ı işgali sırasında Ermeni
askerleri Türkleri rahatsız etmeye ve fırsat buldukça da katletmeye başladı. Ermeniler birlikte
yaşadıkları Türklerin yerine işgalci Fransızların yanında yer aldılar. Bu nedenle Türkler
topraklarını savunmak için Fransız askerlerinden çok Ermeni askerleriyle savaştılar.
Anahtar Kelimeler: Türk, Ermeni, Fransız, İngiliz, Maraş, ilişkiler, isyan.

Prof. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim
Üyesi, E-mail: [email protected], TÜRKİYE
13
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
BİR İRAN ELÇİLİK HEYETİNİN MASRAF DEFTERİ
Ahmet GÜNDÜZ*
ÖZET
Osmanlı Devleti’nde elçilerin karşılanması ve payitahta kabul edilmeleri önemli protokol
kurallarına göre yapılmaktaydı. Elçiler, devletin sınırlarından içeri girer girmez, kendisini
İstanbul’a getirmek üzere görevlendirilen bir mihmândâr tarafından karşılanırdı. Ayrıca, Türk
topraklarına ayak basmalarından İstanbul’a gelinceye kadar bütün yol masrafları devlet
tarafından karşılanırdı.
Osmanlı ülkesine 1740 tarihinde elçi olarak görevlendirilen Hacı Han’ı ve 3000 kişilik
maiyetini karşılamak üzere dergâh-ı âli kapucubaşılarından Derviş Mehmed Ağa mihmândâr
olarak görevlendirmiştir. Ayrıca, Bağdad’dan İstanbul’a kadar yol üzerinde bulunan
beylerbeyleri, sancakbeyleri, kadılar vs. fermanlar gönderilerek İstanbul’a gelecek elçinin
günlük ihtiyaçları olan ekmek, et, pirinç, sadeyağ, arpa, saman ve odunun mihmândâr tayin
olunan Derviş Mehmed Ağa tarafından, lâzım gelen bahaları tekâliflerine takas olunmak üzere,
kazâlar
ahâlileri
tarafından
tedârik
olunması
için
fermân
çıkarılmıştır.
Ele aldığımız defter, muvakkat bir vazife ile gelen İran elçilik heyetine yapılan yol masraflarını
ihtiva etmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki Bâb-ı Defteri Başmuhâsebe Kalemi
Defterleri arasında D.BSM.MTE. d. 11072 no ile kayd edilmiş bulunan bu defter, 18x50 ebadında
olup, 8 varaktan müteşekkildir. Defterin ilk varakında yalnızca “Defter-i Mesârif-i İlçi Hâcı Hân”
kaydı yer almaktadır. 2 varak (s.2-3) ve 16. sahifeleri boştur. Defter, İran elçisi ile
maiyyetindekiler ve heyete refakat eden mihmandar ve muhafızlar için ne gibi yiyecek, zarurî
ihtiyaç maddeleri ve hayvan yemi satın alındığını, bunların miktarlarını, birim fiyatlarını ve
harcanan paranın tutarını ihtiva etmektedir. Ancak, Bağdat’tan İstanbul’a olan bütün yol
masraflarını değil, sadece Ruha (Urfa) Döğerli, Suruç, Birecik, Nizib, Kilis ve Azaz menzillerindeki
masrafları muhtevidir.
Anahtar Kelimeler: Elçi, Hacı Han, Osmanlı, İran, Menzil
*
Prof. Dr., Gaziantep Üniversitesi, E-mail: [email protected], TÜRKİYE
14
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OĞUZLARIN ORTAYA ÇIKIŞI HAKKINDA YENI DÜŞÜNCELER
Ahmet TAŞAĞIL*
ÖZET
Oğuz ismi, Gök Türk Devletinin özellikle 630’da merkezi hakimiyetinin çökmesiyle birlikte
Orta Asya tarihinde ön plana çıkmaya başlamıştır. Ancak çok dikkat etmek gerekir ki, Oğuz
kelimesi kabileler anlamına gelmektedir. Bundan dolayı Oğuzlar Üç Oğuz, Dokuz Oğuz gibi kabile
federasyonları gibi adlarla anılmışlardır. Nitekim kalabalık gruplar halinde
yaşadıklarından gerek Türk gerekse Çin kaynaklarında sık sık bahsedilmektedir.
Oğuz adı üzerine çok çeşitli açıklamalar yapılmış ise de artık “kabileler” anlamına geldiği
yani “ok+u+z “olduğu kabul edilmektedir. Zaten Batı Gök Türk Devletinde 634 yılını takip eden
hadiselerde On Okların ortaya çıkması ve Türgişlerin meydana gelmesi yönündeki tarihi olaylar
Oğuzlar konusundaki filolojik delilleri açık bir şekilde desteklemektedir. Gök Türk tarihinin 627
yılına kadar olan kısmında hiç Oğuz adının geçmemesi, her şeyden önce Kazakistan
bozkırlarında yaşayan Töleslerin çoğunluğunun, Oğuz öncesi fonksiyonunu icra ettiklerini
göstermektedir. Bir başka ifade ile 627 yılından sonraki süreçte Töles adı ve terimi önemini
kaybetmiş; Orta Asya’da yeni boy dalgalanmaları ve yapılanmaları görülmeye başlanmıştır.
Tarihi süreç açısından bakıldığında Türgişlerin devamı olarak Batı Oğuzlarını görmek
daha doğrudur. Bilindiği gibi 766 yılından sonra Uygurların baskısıyla Tanrı Dağları Isık GölYedisu-Çu-Talas havalisine gelen Karlukların sıkıştırmasıyla Türgişler (Oğuzlar) daha da batıya
Sır Derya boylarına ve daha kuzey batıya doğru kaymışlardır. Zaten bu bölge eskiden beri Töles,
Türgiş bölgesi idi. Muhtemelen 603 dolaylarında kaynaklarda adları verilen Töles boyları daha
sonra On Okları yani Seyhun Oğuzlarını oluşturdular. 9. yüzyıldan itibaren İslam kaynaklarında
Oğuzların varlığı artık iyice belirginleşmektedir. Bundan sonra İsficab şehrinden Hazar Denizine
kadar uzanan Mangışlak dahil geniş bir alan Oğuzların yurdu olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bildirimizde Oğuzların ortaya çıkışı ve Türk tarihinde aldıkları rol etraflıca ele
alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Oğuzlar, Oğuz adı, Türgişler, Oğuz yurdu
*
Prof. Dr., Yeditepe Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
15
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
XV-XVI YÜZYILDA YAŞAYAN ERENLERİN MENAKIPNAMELERİNDE DEVLET
ADAMLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Ahmet TAŞĞIN*
ÖZET
Bildiri, Osmanlı Devletinin Yıldırım – Timur arasındaki savaş sonrasında yaşadığı ara
dönemden sonra yaşayan erenlerin devlet idaresi ve padişaha yönelik değerlendirmelerini konu
edinmektedir. Bu çerçevede XV – XVI yüzyılda yaşayan erenler ve onların hayatlarını sonraki
yıllarda aktaran menakıpnamelerdeki verilerden yararlanılarak yazılı kaynaklar ve içerik
çözümlemesi yapılacaktır. Adı geçen dönem ve bu dönemde yaşayan erenlerin
menakıpnamelerinde Fatih Sultan Mehmet ve II. Beyazıt dönemine ilişkin yaygın bir
değerlendirme bulunmaktadır.
Bu eserler arasında Koyun Baba, Piri Baba, Otman Baba, Şücaaddin Veli, Kaygusuz Baba
bulunmaktadır. Bu erenlerin hayatlarından kesitlerin aktarıldığı menakıpnamelerde yapılan
tespitler müspet ve menfi olmak üzere uyarı şeklinde aktarılmaktadır.
Sonuç olarak erenlerin dilinden devletin idaresinde ve padişahların uygulamalarına
yönelik işaret ve yapılan eleştireler, ara dönemin meydana getirdiği değişim ve dönüşümün
anlaşılmasına da büyük katkı sunacaktır. Böylece menakıpnamelere yansıyan toplumsal
hoşnutsuzluk, hangi gereceklere bağlı oluşmakta ve nasıl bir öneride bulunmaktadır. Bütün
bunların görülmesini kolaylaştıracak ve tarihi bir metin olarak da sosyal tarih açısından önemli
birkaç başlığın görülmesini sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Menakıpname, Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıt, Koyun Baba, Piri
Baba, Otman Baba, Kaygusuz Baba, Şücaaddin Veli.
*
Prof. Dr., NEÜ Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, email: ahmetyt@hotmail. com, TÜRKİYE
16
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
HAYALLE GERÇEK ARASINDA BİR BEY/AŞİRET: BAYBURD BEY/
BAYBURDLULAR
Alaattin AKÖZ*
ÖZET
Karamanoğulları tarihine dair ilk kaynaklardan Dediği Sultan Menakıbnamesi ve Şikari
tarihinde bu hanedanla birlikte anılan ve beyliği oluşturan aşiretlerin en büyüklerinden biri
olarak zikredilen Bayburd Bey ve Bayburdlular hakkındaki bilgilerin sıhhati Osmanlı dönemine
geldikçe sıkıntılı bir hal almaktadır. Beyliğin ilk atası Nure Sufi ve ardıllarının yürüttüğü bütün
seferlerde adı zikredilen Bayburd Bey ve Bayburdlular, beyliğin diğer büyük kolu olan Turgud
Bey ve Turgudlularla birlikte anılmaktadırlar. Hatta 1277 yılında Konya’yı alıp, Selçuklu tahtına
Siyavuş’u geçiren Karamanoğlu Mehmed Bey’in Konya – Ankara arasındaki araziyi ikiye bölüp
yarısını Turgud Bey’e, diğer yarısını da Bayburd Bey’e verdiği zikredilmekte, bu idari tasarrufun
Osmanlı egemenliği dönemlerinde de devam ettiği anlaşılmaktadır. Ne var ki Karamanoğlu
beyliği bakiyelerinin -bey, aile, cemaat, aşiret- neredeyse tümü Osmanlı arşiv kaynakları
üzerinden takip edebilmekte iken bu bey ve aileye dair veriler yok denecek kadar azdır.
Osmanlının bölgeye dair ilk kaynağı olan 1465 tarihli ve sonraki yıllara ait tahrir defterlerinde
Karamanoğulları bey ve sipahileri bir şekilde yer alırken Bayburd Bey ve ailesinin hiç bir şekilde
zikredilmemiş olması, Bayburd isminin bütün kaynaklarda sadece idari taksimat içerisinde bir
yer adı olarak anılması bu ailenin farklı bir adla devam ettiği veya alttaki bir cemaat ünitesinin
başa geçmesiyle yapı değiştirdiği, böylece canlı bir hayalete dönüştüğü şeklinde yorumlanabilir.
Bu çerçevede Karamanoğlu beyliğinin önde gelen bey ve aşiretlerinden birinin gözle görünür
elle tutulurken zaman içindeki görünmez hale geliş seyri bildirimizin temelini teşkil edecektir.
Anahtar Kelimeler: Karamanoğlu, Turgut, Bayburd, aşiret, cemaat
*
Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, email: [email protected], TÜRKİYE
17
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TOKAT MÜZESİ DEPOSUNDAN AKADEMİK LİTERATÜRE BİR KATKI
Alpaslan DEMİR*
ÖZET
600 yıl hüküm sürmüş bir cihan devletinden geriye kendilerinin “hazine-i evrak” olarak
nitelendirdikleri milyonlarca evrak kalmıştır. Bu evrakların çoğunluğu Başbakanlık Osmanlı
Arşivi’nde olmak üzere Ankara ve İstanbul’da bulunan çeşitli kamu kuruluşlarına ait arşivlerde
saklanmaktadır. Bu belgelerin tasnif edilmiş olanları “Osmanlı Dünyası”nı anlamak için çalışan
araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır. Yakın dönem sayılabilecek 30-40 yıl öncesinde
taşrada bulunan Osmanlı dönemi evrakları da yapılan düzenlemelerle, “doğruluğu tartışmalı”,
İstanbul ve Ankara’da bulunan çeşitli arşivlere toplandı. Taşradan gelen bu evraklar hali hazırda
mevcut arşivlerin kataloglarında da yer alması sebebiyle araştırmacılar tarafından bilinmekte ve
rahatlıkla ulaşılabilmektedir. Bu bildirinin konusu ise Tokat müzesinden Osmanlı dönemi
evrakları Ankara’ya gönderilirken her nasıl olduysa deponun bir köşesinde unutulmuş olması
nedeniyle müze deposunda kalmış olan 18 defterin tanıtımıdır. Bu defterler gerek Tokat gerekse
Tokat çevresindeki bazı şehirlerin 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyılın başlarına kadar olan
devresine ait önemli evraklardır. Bu evraklar arasında nikah defterleri, şeriyye sicilleri, askeri
defterler, mahkemeye ait defterler ve vakıflara ait defterler bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Arşivi, Tokat, Amasya, Şeriyye Sicili, Nikah Defteri,
Mahkeme Kayıtları.
*
Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
18
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ROMANIAN CONTRIBUTIONS TO THE HISTORIOGRAPHY OF THE OTTOMAN
EMPIRE’S RELATIONS WITH THE ROMANIAN COUNTRIES – Gheorghe I.
Brătianu
Anişoara POPA
ABSTRACT
The purpose of this paper is to point out the contribution that the Romanian historian
Gheorghe I. Brătianu (1898-1953) had to the study of the Ottoman Empire's relations with the
Romanian Countries and with Romania (after 1862). His historiographical work, his historical
conception and method but also the historical argument for his social and political activity
during the Interwar Period and the Second World War are aspects that we have explored using
unedited archival documents, neglected works, and other primary source documentary. New
nuances of the Ottoman, Russian and Romanian rapports concerning Bessarabia and Dobrogea
are emphasized also in our paper.
Keywords: Dobrogea, Bessarabia, Ottoman Empire, Gheorghe I. Brătianu

Professor PhD at the Faculty of Communication and International Relations within Danubius University
of Galati, Romania, [email protected]
19
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI DEVLETİ’NDE KONARGÖÇERLERDEN TAŞIMACILIK HİZMETİ ALIMI:
KİRA DEVESİ USÛLÜ
Arif SARI*
ÖZET
Yol organizasyonun gelişmediği ve yolların atlı arabalar için uygun olmadığı sanayileşme
öncesi toplumlarda hem dayanıklılığı hem de yüksek yük taşıma kapasitesi nedeniyle taşımacılık
sahasının en önemli vasıtası deveydi. Tüccarlar büyük kervanlar oluştururken taşımacılık
hizmetini çok sayıda deveye sahip olan Türkmen aşiretlerinden kiralama usûlüyle
sağlamaktaydı. Konargöçerler taşımacılık sahasında o derece uzmanlaşmışlardı ki neredeyse
XIII. asırdan itibaren Anadolu’da transit ticarî taşımacılık onların tekelinde bulunuyordu.
Kerestenin tersanelere, madenlerin dökümhanelere, zâhirenin şehirlere ve limanlara, resmî
kurumlar ya da vakıflar için bina yapımında gerekli inşa malzemelerin icap eden mahallere ve
özellikle sefer sırasında askerî malzemenin menzile götürülmesi gibi devlet işleri de Osmanlı
hükumetinin Türkmenlerden kiraladığı develerle yapılırdı. Hac kafileleri dahi Türkmenlerden
kira devesi usulüyle taşımacılık hizmeti alınarak oluşturulabiliyordu.
Türkmenler ticarî kervanlara deve kiralarken mesafe, yükün niteliği, hizmetin verileceği
mevsim, bedelin aynî veya nakdî olması gibi birçok unsura göre değişen tarifeler uyguluyorlardı.
Deve sürücüsü olarak kendileri de kervanlara katılan Türkmenler doğrudan ticarete de dahil
oluyorlar, bu yolla ikinci bir kazanç daha elde edebiliyorlardı. Bu nedenle Türkmenler ticarî
kervanlara deve kiralamayı tercih ederler ancak resmî hizmetler için deve vermekten uzak
durmaya çalışırlardı. Zira hükumete deve kiraladıklarında kira bedelini belirlemede yetkileri
yoktu ve çoğu zaman bedel vergilerine mahsup edilirdi. Bu keyfiyet hükûmet ve konargöçerler
arasında bazen ciddi anlaşmazlıklara da neden olurdu.
Bu çalışmada, Türkmenlerin taşımacılık sahasına deve kiralama yöntemiyle hizmet
sunmaları anlamına gelen kira devesi usûlünün, ticarî ve resmî alanda uygulanması üzerinde
durulacaktır. Osmanlı ticari taşımacılığında Türkmenlerin işgal ettikleri mühim mevki ve
aşiretlerin bu sahada elde ettikleri uzmanlığın ortaya konulması ile kira devesi uygulamasının
hükûmet-aşiret ilişkilerine etkisinin izahı bu bildirinin asıl konularını teşkil etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türkmenler, Devecilik, Taşımacılık, Kira Devesi, Ticaret
*
Dr., Gazi Üniversitesi, e-mail: [email protected], TÜRKİYE
20
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
KÜRDƏMİR, KÜRDƏMİŞ//KÜRDƏMİC VƏ KÜRDMAŞI TOPONİMLƏRİ
TƏDQİQAT MÜSTƏVİSİNDƏ (FƏRQLİ YANAŞMA)
Ayetxan İSGENDEROV*
ÖZET
Məqalədə Kürdəmir, Kürdmaşı, Kürdəmic və Kürdəmiş toponimlərinin etimologiy¬a¬ları
haqqında açıqlama verilir, adı çəkilən kəndlərin sakinlərinin soy-kök etibarı ilə kimliyi sualı
cavablandırılır. Tarixi faktlarla sübut olunur ki, Azərbaycanda Əhmədli adında toponimlərin
hamısı 1034-cü ildən başlayaraq XVII əsrə qədərki dövrlərdə Azərbay¬cana keçmiş türk
qövmlərinin (səlcuqların), tədqiqat predmeti götürülən inzibati ərazi vahidləri isə (Kürdəmir,
Kürdmaşı, Kürdəmic və Kürdəmiş) XVII əsrin II yarısında Osmanlı imperatorluğunun ilhaqından
sonra Azərbaycan ərazisinə keçmiş Qızıl Əhmədli xanlığının törəmələri olan səlcuqların
yaratdıqları kəndlərdir. Tədqiqat predmeti götürülən toponimlər (bir rayon mərkəzi, üç kənd)
tarixçilər, etnoqraflar və toponimçi alimlər tərəfindən zaman-zaman öyrəni¬lib, haqlarında
müxtəlif və əksərən də bir-birinin eyni, yaxud davamı olan, fəqət bəzi məqamlarına məhz bizim
fərqli yanaşdığımız mülahizələr yürüdülmüşdür.Fərqli nəticələrin mövcudluğunun səbəbləri də
elə bundadır: toponimlərin hər birinin fərd olaraq ayrıca öyrənilməsində və məhz bu səbəbdən
aralarındakı bağlılığı tədqiqatçıların görə bilmək imkanında olmamaqlarında. Ən ümdəsi isə,
sakin¬lərlə ünsiyyətdə olmadan həmin inzibati ərazi vahidləri haqqında tarixi-toponimik
mülahizələr yürüdülmə¬sində.Bizim tədqiqatımızda fərq (üstünlük) də elə bundadır:
toponimlərin öyrənilməsinə yanaşma tərzi¬mizdə, onları bir-biri ilə əlaqəli tədqiq etmək
cəhdimizdə.Adı çəkilən toponimlərin (rayon və kənd sakinlərinin “kimliyi”nin) öyrənilməsi işi
məsələyə iki baxiş-bucağdan yanaşılmanı (a) - toponimlərin komponentlərinin və b) ictimai
varlıq olaraq adı çəkilən inzibati ərazi vahidlərində yaşayanların Azərbaycan ərazisində hansı
vədələrdə və hansı səbəblərdən məskunlaşmalarının tədqiqini) tələb edir. Göründüyü kimi,
toponimlərin hər biri ayrı-ayrılıqda iki komponentdən ibarətdir: a) kürd və b) əmir (yaxud
dəmir), Maşı, Məmiş.I komponentlərdəki eynilik (“kürd” oykoni-mindən ibarət olması), bütün
istənilən haldan öncə, sakinlərin ictimai varlıq olaraq doğmalığının, ancaq zamanında
Azərbaycanda məskunlaşmış KÜRD etnosu ilə deyil, soy-kök etibarı ilə bir-birinə doğmalığı
yetən hövsələsiz, tez qızışıb özün¬dən çıxan, döyüşkən, cəsur, igid, pəhləvan, comərd insanların
bir-birinə doğmalığının göstəri¬ci¬sidir. Çünki, tədqiqatlara görə, Şirvan bölgəsində
ümumiyyətlə tarixən kürd yaşamayıb. Və deməli, buradakı kürd komponentinin kürd etnosu ilə
bağlılığından söhbət gedə bilməz. Burada kürd Azərbaycan, türk və fars dilində olub ümumi
mənası hövsələsiz, tez qızışıb özün¬dən çıxan, döyüşkən, cəsur, igid, pəhləvan, comərd
anlamın¬dadır.Hər bir toponimin etimologiyası haqqında məqam-məqam anlatma verilir, adı
çəkilən inzibati ərazi vahidləri sakinlərinin “kimliyi” məsələsi öyrənilir. Son olaraq belə bir
qənaət ifadə olunur ki, məhz Kürdəmir, Kürdmaşı və Kür¬də¬mic//Kürdəmiş toponimlərinə
“sahiblik edənlər” XVII əsrin II yarısında Ankaradan adlamaqla Azərbaycan ərazisinə keçmiş
səlcuqların Əhmədli (yaxud Qızıl Əhmədli) xanlığının, fikrimizi bir qədər də dəqiq ifadə etsək, üç
səlcuq qardaşın (Qızıl Əhmədli xanlığı zamanında əmir olmuş Dəmir adında bir şəxsin, habelə
Maşının və Məmişin) bəlkə səticələri, hələ bəlkə, səticələrinin səticələridirlər.
Anahtar Kelimeler: Əhmədli, Qızıl Əhmədli, toponim, səlcuq, Osmanlı imperatorluğu.
*
Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi, email: [email protected], AZERBAYCAN
21
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
SERVİ BOYLU YILAN SAÇLI SEVGİLİNİN BAŞKA BİR DÜZLEMDE OKUMA
DENEMESİ
Ayşe YILDIZ*
ÖZET
Klasik Türk şiirinde sevgiliye dair sık kullanılan benzetme unsurlarından servi boy ve yılan
saç, Türk şiirine modellik eden edebiyatlarda da aynı benzetme ilgisiyle var olmuştur. Klasik
edebiyatın benzetmeler dünyası açıklanmaya çalışılırken onun idealize bir edebiyat olduğu,
soyutlamayı ön planda tuttuğu, benzetme unsurları aynı olsa bile benzetme yönü ve hüsn-i talil
gibi şairin yeteneğini ön plana çıkaran alanlar ve üslup mükemmeliyetinin bu edebiyat
anlayışında öncelendiği dile getirilmiştir. Bu açıklamalar temelde yanlış olmamakla birlikte
benzetme unsurlarının kökeni, bu edebiyata kaynaklık ettiği kabul edilen metin ya da kültürlerin
çok daha öncesinde antik dünyanın kabullerinde/mitolojide berraklaşmaktadır. Sâbir’in
Hophopnâme isimli kitabındaki Dilber şiirinde yer alan ve klasik Türk şiirinin sevgili tipiyle alay
etmeyi amaçlayan servi ağacının üstünden sarkan yılanların yer aldığı çizim Abdülbaki
Gölpınarlı’nın Divan Edebiyatı Beyanındadır kitabına da aynen alınmış ve klasik Türk şiirinin
muarızlarınca sürekli bir eleştiri malzemesi olarak kullanılmıştır. Konuyla ilgili mevcut
tartışmaları değerlendirmek bu çalışmanın kapsamı dışındadır. Bu bildiride klasik Türk şiirinde
sevgilinin boyunun benzetileni olan servi ve saçının benzetileni olan yılanın idealize bir edebiyat
anlayışının ötesinde mitolojik ilişkiler eşliğinde farklı bir bağlamda okunabilmesi
amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Klasik Türk şiiri, benzetmeler dünyası, servi boy, yılan saç, mitoloji.
*
Doç. Dr., Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, e-posta: [email protected], TÜRKİYE
22
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI ŞAHNAMƏÇISI FƏTULLAH ARIFI ÇƏLƏBININ ÖMRÜNÜN SON ÜÇ ILI
Bilal DƏDƏYEV*
ÖZET
Azərbaycan Səfəvilər dövlətində də şahnaməçi kimi fəaliyyət göstərmiş Fətullah Arifi
Çələbi, 1514-cü ildə Çaldıran döyüşündən sonra Sultan Səlim tərəfindən Təbrizdən İstanbula
aparılmış, Osmanlı dövlətində şahnaməçi kimi işə başlasa da, babası İbrahim Gülşəni ilə bağlı
bəzi siyasi məsələlərə görə, bu fəaliyyətini davam etdirə bilməmişdir. Sonralar Qanuni Sultan
Süleymanın təqdirini qazanan Fətullah Arifi, atası Əcəm Dərviş Məhəmməd Çələbi ilə birgə
1540-cı illərdə Osmanlı dövlətinin xarici əlaqələrində divan katibliyi vəzifəsini yerinə yetirmişdir.
Arifinin atası Şah Təhmasibə qarşı üsyan qaldırmış Şirvan bəylərbəyi Əlqas Mirzənin yanına elçi
kimi göndərilmiş, o, özü isə 1547-ci ildə Osmanlı dövlətinə sığınan Əlqas Mirzənin "nişancısı"
olmuşdur. 1551-ci ildə ona Osmanlı dövlətinin ilk rəsmi şahnaməçisi vəzifəsi həvalə
olunmuşdur. Tam səkkiz il bu məsuliyyətli vəzifəni həyata keçirən Arifi Çələbi, ərsəyə gətirdiyi
əsərləri ilə Osmanlı şahnaməçilik sənətinin inkişafında çox böyük rol oynamışdır.
Onun həyat və yaradıcılığı haqqında kifayət qədər məlumat olsa da, həyatının bəzi
məqamları, xüsusilə də ömrünün son üç ili tədqiqatçılar üçün qaranlıq olaraq qalmaqda idi. Belə
ki, Arifi Çələbinin Qahirədə nə iş gördüyü və məzarının dəqiq yeri bilinmirdi. Əldə edilən yeni
mənbələr, xüsusilə də İbrahim Gülşəninin 1534-cü ildəki ölümündən sonra Qahirədəki Təkkəsi
üçün yazılmış 1541-ci il tarixli təkkə kulliyyəsinin (dərgahının) vəqfiyyə sənədi sayəsində onun
Misirdə keçirtdiyi ömrünün son üçillik fəaliyyətini öyrənmək və məzarının yerini dəqiqləşdirmək
mümkün olmuşdur. O, bu müddət ərzində babası İbrahim Gülşəni təkkəsinin vəqf işlərilə
məşğul olmuş və orada ona ayrılmış evində ailəsilə birlikdə yaşamışdır. Hicri 969 (1561-1562)cu ildə vəfat edən Fətullah Arifi Çələbi dərgahın içində Gülşəni məqbərəsinin sol və sağ
kənarlaında ibadət üçün tikilmiş 24 hücrənin altındaki zirzəmilərdən birində dəfn olunmuşdur.
Anahtar Kelimeler: Fətullah Arifi Çələbi, şahnaməçi, İbrahim Gülşəni təkkəsi.
*
Doç. Dr., Bakı Mühəndislik Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
23
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
GENERAL CHARACTERISTICS OF THE OTTOMAN PHILOSOPHICAL THOUGHT
Bilal KUŞPINAR*
ABSTRACT
There had been a commonly-held opinion by the late-nineteenth and early-twentiethcentury Orientalists that the Ottomans had no involvement in rational and philosophical
sciences, other than logic, and that therefore they made no contribution to the world of
knowledge in these fields. This view, which was based on pure speculation and without any
scientific justification, has continued to be literally echoed in the writings of the majority of the
Western scholars of the Ottoman history. Moreover, the same problematic and controversial
position appears to have been adopted even by some of the Muslim and Turkish historians until
the last quarter of the twentieth century. This eventually led to a dubious assumption or a hasty
false conclusion that such a long-lived Ottoman State, from the thirteenth to the twentieth
century of its glorious existence, had somehow remained closed or immune to all sorts of
thinking activities and rational developments, which can also be regarded as philosophical if
philosophy is defined as a thinking or rational activity. Thanks to the recently flourishing
remarkable researches and studies carried out by certain industrious Turkish intelligentsia, this
above-mentioned speculative view has proven utterly wrong and completely ungrounded. As
these newly emerging studies clearly demonstrate, the Ottomans, who had already inherited
all the philosophical, theological and mystical legacy of the classical Islamic civilization via their
immediate predecessors, i.e. the Seljuks, have continued to develop their own intellectual
edifice with their own original independent works, commentaries and critiques. Fortunately,
the intellectual heritage -philosophical, theological, mystical- of the Ottomans is now gradually
coming to fore in the academic studies of the Turkish scholars. In this paper, therefore, based
on our close examination into some of these works, we shall make an attempt to determine
the character, the scope and the extent of the Ottoman philosophical thought.
Keywords: Ottoman history, Philosophical though
*
Prof. Dr.,Department of Philosophy, Necmettin Erbakan University, email: [email protected],
TURKEY
24
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TÜRKOLOGİYANIN HAZİRKI VƏZİYYƏTİ VƏ GƏLƏCƏK İNKİŞAF YOLLARI
Buludxan XƏLİLOV*
ÖZET
Məqalədə türkologiyanın hazırkı vəziyyəti araşdırılır. Türk dillərinin tədqiqiq ilə bağlı
görülmüş işlərin hazırkı vəziyyəti analiz olunur. Eyni zamanda türkologiyanın gələcək inkişaf
yollarının ən vacib istiqamətləri diqqətdə saxlanılır. Xüsusilə, türk millətlərinin vahid latın
qrafikalı əlifbadan istifadə etmələrinin vacibliyi, qədim türk yazılı mənbələrinin yenidən çapı,
ortaq dəyərlərin qorunub saxlanılması və s. məsələlər türkologiyanın gələcək inkişaf yolları kimi
diqqət mərkəzinə gətirilir. Bundan başqa, ayrı-ayrı türkoloji mərkəzlərin əlaqələrinin
koordinasiyasıməsələsinin vacibliyi türkologiyanın gələcək inkişaf yollarından biri sayılır. Bir
sözlə, türkologiyanın ortaq problemlərinin koordinasiya edilərək araşdırılmasının əhəmiyyətli
rol oynadığı bugünkü reallığın tələbi kimi izah edilir.
Anahtar Kelimeler: Türk dilləri, latın qrafikalı əlifba, türkoloji mərkəzlərin əlaqələri,
ortaq problemlər, qədim türk yazılı mənbələri
*
Prof. Dr., Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected],, AZERBAYCAN
25
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TÜRKİYE'DEKİ AZERBAYCAN: AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİ, FAALİYETLERİ
VE AZERBAYCAN DERGİSİ
Bünyamin KOCAOĞLU*
ÖZET
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan itibaren, başta Azerbaycan olmak üzere Türk
dünyasına özellikle Doğu Türklüğüne büyük önem vermiştir.Rus emperyalizmine tepki gösteren
bir çok Azeri ve Doğu Türk'ü Türkiye'ye gelerek gerek Osmanlı döneminde gerekse Cumhuriyet
döneminde siyaset,toplum ve devlet hayatında önemli yer almışlardır.Atatürk döneminden
itibaren özellikle Doğu Türklüğü ile ilgili kurulan cemiyet ve dernekler ve faaliyetleri büyük
ölçüde desteklenmiştir.Bu çalışmada 1 şubat 1949da Ankara'da,Azerbaycan Kültür Derneği
adıyla kurulan derneğin faaliyetleri ve özellikle 1452den itibaren yayınlamaya başladığı ve 2003
yılına kadar yayın hayatını sürdüren Azerbaycan dergisi incelenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Mirza Bala, Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Kültür
Derneği
*
Prof. Dr., Gümüşhane Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
26
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
BİTLİS/AHLAT İLÇESİNDE OSMANLI İZLERİ (KÜLTÜR VARLIKLARI)
Celil ARSLAN*
ÖZET
Bitlis iline bağlı Ahlât ilçesi Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Murat-Van bölümünde yer
alır. Doğuda Süphan Dağı ve batıdaki volkanik Nemrut Dağı arasındaki geniş alana yayılmış
arazilere sahiptir. Van Gölü’nün kuzey batı tarafında, göle doğru eğimli platolar üzerine
kurulmuştur.
Ahlat; stratejik konumu, verimli toprakları ve doğal kaynaklarının zengin olması
hasebiyle ilk çağlardan bu yana birçok devletin hâkimiyeti altına girmiştir. Özellikle ortaçağda
büyük çekişmelere sahne olan Ahlat; Bizans, Mervanoğulları, Dilmaçoğulları, Ahlatşahlar,
Eyyubiler, Moğollar, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Celayirliler, Karakoyunlular, Akkoyunlular,
Sefaviler ve Osmanlılar’a kadar çeşitli devletlerin idaresinde kalmıştır. Yavuz Sultan Selim Han
döneminde Şah İsmail ile yapılan Çaldıran savaşı sonucunda Ahlat Osmanlıların hakimiyetine
girdi (1514). Bu tarihten sonra Ahlat için yeni bir dönem başladı. Yavuz burayı fethinden sonra
göl kenarına bir kale yaptırmıştır. Bu kale Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Irak seferleri
sırasında büyütülmüştür. Bu kalede Osmanlılardan kalma İskender Paşa Camii ve Hamamı ile
Kadı Mahmut Camii bulunmaktadır. Ayrıca bu kalenin içinde bulunan mahalle Kale Mahallesi
ismiyle anılmaktadır.
Mezarlıkları bakımından da Ahlat, bildiğimiz kadar, bütün Ortaçağ İslam dünyasında
müstesna bir yer işgal eder. Ahlat’ta muhtelif yerlerde görülen küçük mezarlıklardan başka
tarihi değer taşıyan ve büyük sahalar kaplayan altı mezarlık vardır.
1-) Harabe Şehir Kabristanı:
2-) Taht’ı Süleyman Kabristanı
3-) Kırklar Kabristanı
4-)Merkez Kabristanı (Kayı” yada “Kaya” Mezarlığı” olarak anılmaktadır.
5-)Kale Kabristanı (Osmanlı dönemi mezarlığı)
6-)Meydanlık Kabristanı
Bu çalışmada Ahlat’ta bulunan Osmanlı dönemi eserleri ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ahlat, Osmanlı, Mimari Eserler, Kale Mimarisi
*
Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi Sanat Tarihi, email: [email protected], TÜRKİYE
27
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
EVLİYA ÇELEBİ’NİN KALEMİNDEN OSMANLI DEVLETİ’NİN DOĞUSUNA DAİR
BAZI GÖZLEMLER: TEBRİZ ÖRNEĞİ
Cemal ÇETİN*
ÖZET
XVI. yüzyılın önemli simalarından Evliya Çelebi, ömrünün büyük bir kısmını seyahatle
geçirmiştir. Osmanlı coğrafyasının neredeyse tamamına yolculuk eden Evliya, çeşitli vesilelerle
komşu ülkeleri de gezerek bu süreçte gördüklerini, duyduklarını ve okuduklarını “Tarih-i Seyyah
Evliya Efendi” isimli on ciltlik eserinde toplamıştır. Seyahatnâme yalnızca fizikî ve beşerî
bilgilerin aktarıldığı sıradan bir gezi eseri değildir. Aynı zamanda hayat tarzı, yiyecek kültürü,
âdet ve görenekler, tanınmış kişiler, türbeler, yetiştirilen ürünler, icra edilen meslekler, tarihî
anıtlar, konuşulan dil, lehçe ve ağızlar, çeşitli acayip ve olağanüstü durumlardan da
bahsetmektedir. Yeni tanışılan kişilerle yapılan sohbetler, yaşanan tecrübeler ve bizzat iştirak
edilen savaşların da anlatılmasıyla, çok yönlü ve çok kapsamlı bir eser ortaya çıkmıştır. Evliya
Çelebi 1646 ve 1655 yıllarında olmak üzere, resmî görevlerinin bir gereği olarak, iki kez İran’a
da seyahat etmiştir. İlkinde Defterdarzade Mehmet Paşa tarafından sınırda yaşanan bazı
sorunlarla ilgili görüşme için Tebriz’e elçi olarak gönderilmiş, bu esnada Safevi hâkimiyetindeki
Azerbaycan, Şirvan, Dağıstan ve Gürcistan topraklarını gezmiştir. İkincisinde hamisi Van
Beylerbeyi Melek Ahmet Paşa tarafından Tebriz’e gönderilmiş, Evliya Tebriz’deki işini bitirdikten
sonra güneyindeki şehirleri de gezerek Bağdat’a ulaşmıştır. Türk tarihinde XI. yüzyıldan itibaren
önemli bir yer tutmaya başlayan Tebriz, XVI. yüzyılın başlarından XVIII. yüzyılın ortalarına değin
Osmanlı Devleti ile İran hanedanları arasındaki çekişmelerin odağında olmuştur. Evliya
Çelebi’nin Tebriz’e ilk olarak gittiği ve gözlemlerini kaydettiği 1646 yılı, Osmanlıların Kasrışîrin
Antlaşması (1639) ile Safevilere Tebriz’i yeni terk ettikleri bir döneme rast gelmektedir. Bu
bildirinin amacı Osmanlı-Safevi mücadelesine sahne olan, bu yönüyle de doğu-batı Türklüğü
arasında bir kesişme ve çatışma bölgesi olan Tebriz’i, Evliya Çelebi’nin notları üzerinden fizikî,
beşeri ve folklorik anlamda incelemektir. Ayrıca Evliya’nın yazdıkları üzerinden, Osmanlı elitinin
bölgeye bakışına dair de bir takım çıkarımlara ulaşılması hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Safevi, Evliya Çelebi, Tebriz, Zihniyet Tarihi, Osmanlı ve
Etrafındaki Dünya
*
Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
28
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
1916 KAZAK İSYANI
Ceyda Tuna BOZDOĞAN*
ÖZET
Kazaklar, Rus Hakimiyeti altında kaldıkları süre içerisinde kendilerine uygulanan gerek
koloni siyasetinden gerekse de bağımsızlıklarına kavuşma isteklerinden dolayı tarih boyunca bir
çok kez Ruslara karşı isyan etmişlerdir. Bu tarihi süreçte yaşanan isyanlardan biri de, I.
Dünya Savaşının yaşandığı süreçte meydana gelen Kazak İsyanı'dır.1916 Haziran ayında Rus
Ordusunun ağır bir yenilgiye uğraması ve geri hizmetlerde çalıştırılmak üzere asker açığının
meydana gelmesi sonucunda Çar, Kafkas Oblastlarında, Türkistan bölgesinde ve bozkır
bölgelerinde yaşayan ve Rus olmayan erkek nüfusun askere alınacağını ilan etmiştir. Çar'ın,
asker açığından dolayı seferberlik ilanı etmesi üzerine Türkistan bölgesinde yaşayan halkı
ayaklanmıştır. Bu çalışmada, 1916'da yaşanan ve tarihin en kanlı olaylarından biri olarak bilinen
Kazak İsyanı'nın nedenleri ve sonuçları ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kazak, Rus, Çar, I. Dünya Savaşı, Türkistan, İsyan
*
Yrd. Doç. Dr., Gümüşhane Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
29
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
AZERBAYCAN ŞEHİRLERİNE YAPILAN GÜRCÜ TAARRUZLARI (11 ve 12.
YÜZYILLAR)
Cihat AYDOĞMUŞOĞLU
ÖZET
Selçukluların Azerbaycan topraklarında görülmeye başlaması ile birlikte Türk-ErmeniGürcü milletleri arasında Kafkasya ve Azerbaycan merkezli yoğun bir mücadele başlamıştı. Tabii
Müslüman mahallî emirlikler de aslında çatışmaların tarafı oluyorlardı. Bu mücadelelerdeki
önemli aktörlerden biri de elbette Gürcüler olmuştur. Özellikle 1060 yılından sonra Tuğrul
Bey’in hâkimiyet yıllarında yoğunluk kazanan ilişkiler, Alp Arslan (1063-1072) ve Melikşah
(1072-1092) devirlerinde devam etmiş ve iki taraf arasında karşılıklı saldırılar düzenlenmiştir.
Büyük Selçukluların zayıflamasından sonra ise Irak Selçukluları ve onların görünüşteki tâbii
İldenizliler eliyle Gürcülere karşı durulmaya ve Azerbaycan bölgesi savunulmaya çalışılmıştır.
Tabii Selçuklu egemenliği öncesinde Azerbaycan’daki mahalli hanedanlar devrinde de
Gürcülerin Azerbaycan şehirlerine fırsat buldukları zamanlar saldırılarda bulunduklarını
biliyoruz. Gürcülerin saldırılarında Azerbaycan’ın verimli arazisi ve şehirlerinin ticarî potansiyeli
rol oynamış olmalıdır. Biz bu çalışmamızda, 11 ve 12. asırlarda Gürcülerin Azerbaycan
şehirlerine (Tebriz, Erdebil, Merağa, Şirvan, Şeki, Derbent, Arrân, Gence, Berdaa, Beylekan,
Merend) yaptıkları taarruzları incelemeye çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Gürcüler, Büyük Selçuklu Devleti, Irak Selçukluları,
Azerbaycan Atabekleri.

Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, [email protected], TÜRKİYE
30
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
MEHMED EMİN RESULZADE’NİN VEFATI VE TÜRK BASINI
Çağatay BENHÜR*
ÖZET
Mehmed Emin Resulzade, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk
cumhurbaşkanı olmanın yanı sıra, Müsavat Partisinin lideri, önemli bir yazı ve düşünce
adamıdır. 31 Ocak 1884 tarihinde Bakü’de doğan Resulzade, ilk makalesini çok genç
sayılabilecek bir yaşta, 1903 yılında yayınlamış ve bunun ardından ömrünün sonuna kadar yazı
dünyasından kopmamıştır. İran’da bulunduğu yıllarda, bu ülkedeki batılı tarzda ilk gazeteyi
çıkartmış (İran-ı Nev), 1911-1913 yılları arasında İstanbul Türk Ocağında görev yapmıştır. 1913
sonrası Bakü’ye dönen Resulzade, burada siyasi hayatına başlamış, 28 Mayıs 1918’de
Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan ederek Milli Şura Başkanı olmuştur. Azerbaycan’ın Sovyetlerce
işgal edilmesinin ardından tutuklanan Resulzade, sürgüne gönderilmiş ve Ankara’da 6 Mart
1955 tarihinde vefat etmiştir.
Türk dünyasının oldukça önemli bir siması, 20.yüzyılın en hareketli dönemlerinin öne
çıkan aksiyon adamlarından birisi olan Resulzade, yeni Türkiye Cumhuriyetinin başkentinde
vefat ettiğinde, iktidarda Adnan Menderes ve Demokrat Parti bulunmaktadır. Mehmed Emin
Resulzade’nin vefatı Türk kamuoyunda ne şekilde karşılanmıştır? Dönemin basını konuya yayın
politikaları açısından mı yoksa haber değeri yüksek bir bilgi olarak mı yaklaşmışlardır?
Bu çalışmada, Mehmed Emin Resulzade’nin vefatı ile birlikte Türk basınında
(gazetelerinde), onunla ilgili çıkan haber, makale, fotoğraf, çizim, tablo vb. materyallerin
değerlendirmesi yapılacaktır. Türk basınından taranacak gazeteler seçilirken dönemim farklı
görüş açılarından yayın yapanlar değerlendirmeye alınacaktır. Çalışmanın sonucunda, dönemin
Türk kamuoyunun Türk dünyasının önemli bir simasının ardından ne şekilde tavır aldığı ve
bunun nedenleri vurgulanmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Resulzade, Mehmed Emin, Azerbaycan, Müsavat, Bolşevik, Basın,
Demokrat Parti
*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
31
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI VƏ SƏFƏVI DÖVLƏTÇILIYINDƏ SUFIZMIN INKIŞAFINA DAIR
Dilavər ƏZIMLI*
ÖZET
Türk Dünyasının iki ən böyük dövlətlərindən sayılan Osmanlı və Səfəvi dövlətlərinin
yaranmasında sifizmin böyük rolu olmuşdur. Sufilik VIII-XV əsrlərdə özünün yüksəliş dövrünü
keçirmişdir. İndiyə qədər sufizmin dövlətçilik məsələlərində iştirakına dair müəyyən tədqiqatlar
aparımışdır. Amma bu məsələ Türkiyə və Azərbaycan tarix elmində fundamental şəkildə həllini
tapmayıbdır. Bunun əsas səbəbi kimi sufizmə olan münasibəti göstərirlər. Əslində, Şərq
aləmində XI əsrdən başlayaraq sufilik birbaşa dövlətçilik məsələlərində iştirak etmişdir.
Dövlətçilik məsələlərində böyük rola malik olan bu sistem daha çox ədəbi baxımdan öyrənilir və
tarixi yanaşmada ona əhəmiyyət verilmirdi. Hazırda bizdən fərqli olaraq bu problem artıq
qardaş Türkiyədə geniş şəkildə araşdırılmaqdadır.
Tədqiqatlar göstərir ki, Osmanlı imperiyasında mövcud olan və dövlətçilikdə iştirak edən
təriqətlərin əksəriyyəti Səfəviyyə təriqətinin çevrələrindən çıxmışdır. Bunlardan Xəlvətiyyə
təriqəti xüsusilə Osmanlı dövlətçiliyində xüsusi əhəmiyyət kəsb etmişdir. Səfəviyyə ilə qardaş
təriqət olan Xəlvətiyyə Zahidliyin iki şöbəsindən biridir. Xəlvətilik XVI yüz ilin əvvəllərindən
Osmanlı imperiyasının rəsmi təriqət halına gəlmiş, başda padşahlar olmaq üzrə yüksək dərəcəli
məmurların dəstəyini almışdır. Eyni zamanda Bəktaşilik və Mövləvilik təriqətləri də Osmanlı
iqtidarı tərəfindən dəstəklənmişdir. Məsələ onda idi ki, səfəvilərin tək hədəfinin dövlət qurmaq
olduğunu, Şah I İsmayılın bunu gerçəkləşdirmək üçün çalışdığını qisa zaman kəsiyində dərk edən
Osmanlı dövləti, Səfəvi təriqətinə bənzər təriqətləri dəstəkləməyə başladı. Bununla da Səfəviyə
təriqətinin Osmanlı idarəçiliyində olan ərazilərdə yayımlanmasının qarşısını almağa çalışırdı.
Qeyd edək ki, Osmanlı və Səfəvi kimi Türk dövlətlərinin yaranmasında sufizmin
öyrənilməsi bu gün baxımdan olduqca aktualdır. Türk dünyası həmişə azad fikrə, dünyagörüşə
açıq olmuşdur. Bu gün Osmanlı və Səfəvi dövlətlərinin yaranmasında sufizmin öyənilməsi bir
millət iki dövlət prinsipinə tam uyğun gəlir və bizlər üçün nümunəvi nəticələr ortaya qoyur.
Çünki tarixi təkcə yadda saxlamaq üçün deyil, nəticə çıxarmaq üçün öyrənirlər.
Anahtar Kelimeler: Türk, Osmanlı, Səfəvi, sufizm, xəlvətilik.
*
Doç. Dr., Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu, email: [email protected], AZERBAYCAN
32
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
GÜNEY KAFKASYADA OSMANLI - SAFEVİ NÜFUZUNUN GÜRCÜ KRAL VE
PRENSLERİNİN DİN DEĞİŞTİRMELERİ ÜZERİNE ETKİSİ
Doğan YÖRÜK* – Elvin VALİYEV**
ÖZET
Devletlerarası rekabet ve işbirliğinin her zaman çıkar eksenli olduğu bilinmekle birlikte
din ve mezhep birliği veya ayrılığının da etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Özellikle iki büyük güç
arasında sıkışan üçüncü ülkelerin, zaman zaman tarafını seçtiği büyük gücün siyasi, dini ve
mezhep tercihlerini de kabullenme yoluna gittikleri aşikârdır. Bu çerçevede, önce Safevi daha
sonra Osmanlı yayılma alanı içine giren Güney Kafkasya’daki Kahetya ve Kartli Gürcü kral ve
prensliklerinden itaatlerinin gereği olarak din değiştirmeleri beklenmiştir. Bu husus, bütün kral
ve prenslerden ziyade bazılarında görülmekte, 200 yıl boyunca din değiştirenlerin sayısı yaklaşık
10 civarında kalmıştır. Öyle ki Safevi nüfuzu sürecinde Müslüman olanlar şii, Osmanlı
nüfuzundakiler ise sünni ekolü benimsemişler, hatta Osmanlı-Safevi rekabetinde saf
değiştirenler de şiilikten sünniliğe – sünnilikten şiiliğe geçmişlerdir. Bu tür din ve mezhep
değişikliklerinin bütün Gürcü kral ve prenslerde görülmemesi bunun taht mücadelelerinde
avantaj sağlamak ve bireysel tercihlerin yanında Osmanlı padişahları ile Safevi şahlarının kişisel
siyasi anlayışlarıyla da alakalı olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
Sünni devletlerin hâkim olduğu bir zaman ve coğrafyada, Safevi varlığı ve yayılması şii
din anlayışı üzerinden şekillendiği için Safevi şahlarının ihtilaf ve ittifaklarını böyle bir merkeze
oturtmaları az çok anlaşılabilir bir durumdur. Buna mukabil, Osmanlı açısından şayet bu daimi
ve kalıcı bir politik anlayış ise acaba Erdel, Eflak ve Boğdan gibi imtiyazlı eyaletlerin başına
getirdiği yerel yöneticileri din değiştirmeye neden zorlamadı veya neden Hristiyanlar yerine
Müslüman olmuş kişileri yönetici olarak atamadığı sorulabilir. Muhtemelen bu husus her iki
coğrafi bölgenin barındırdığı siyasi ve stratejik şartlarla ilgiliydi. Bu minvalde, tebliğimiz bir
yandan Güney Kafkasya’da Safevi ve Osmanlı yayılmacılığı, diğer yandan da her iki devlet
arasındaki rekabetin Gürcü elitleri nasıl değiştirip dönüştürdüğü üzerine odaklanacak, buradaki
eğilimin Osmanlı ve Safevi devletlerinin kendine bağlı diğer topraklarındaki yönetim
anlayışlarıyla karşılaştırılarak bir sonuca varmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: III. Ahmed, Şah Abbas, İslamiyet, Hristiyanlık, İhtida
*
Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, email: [email protected] , TÜRKİYE
Doktora Öğrencisi, Selçuk Üniversitesi, TÜRKİYE
**
33
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
XVI ƏSRIN SONU-XVII ƏSRIN ƏVVƏLLƏRINDƏ SƏFƏVI – OSMANLI
MÜNASIBƏTLƏRI INGILISDILLI TARIXŞÜNASLIQDA
Əhməd Sabir oğlu QULIYEV*
ÖZET
II İsmayılın hakimiyyəti illərində (1576-1578) Osmanlı imperiyası ilə münasibətlərdə
1555-ci ildən etibarən müşahidə olunan sabitlik davam etmişdi. Lakin 1578-ci ildə Məhəmməd
Xudabəndənin taxta çıxması ilə vəziyyət dəyişdi. Şah Məhəmməd Xudabəndənin taxta çıxması
ilə yaranmış daxili çəkişmələr Osmanlı Sultanı III Murada (1574-95) Səfəvilərə qarşı hərbi
əməliyyatlara başlamaq üçün əlverişli şərait yaratdı. Bunun nəticəsində, 1586-1589-cu illər
ərzində Azərbaycanın bütün ərazisi Osmanlıların əlinə keçdi. Osmanlılar və Səfəvilər arasında
12 il davam etmiş hərbi münaqişə 1590-cı ildə İstanbul sülhünün imzalanması ilə başa çatdı. Bu
sülh Azərbaycanın Osmanlılar tərəfindən ilhaqını təsdiq etmiş oldu. Ölkə daxilindəki problemləri
yoluna qoyan I Şah Abbas (1587-1629) Xorasanda özbəkləri məğlub etdikdən sonra itirilmiş
torpaqları geri almaq üçün Osmanlılara qarşı hərbi əməliyyatlara başladı. I Şah Abbas 16031608-ci illərdə Azərbaycan ərazilərini Osmanlılardan geri ala bildi. 1612-ci ildə imzalanmış
İstanbul sülhü 1555-ci il Amasya sülh müqaviləsinə görə müəyyən edilmiş Osmanlı-Səfəvi
sərhədlərini təsdiq etdi.
Məqalənin məqsədi XVI əsrin sonu-XVII əsrin əvvəllərində Cənubi Qafqaz uğrunda
Səfəvi-Osmanlı rəqabətinin ingilisdilli tarixşünaslıqda öyrənilmə səviyyəsini araşdırmaqdır.
İngilisdilli tarixşünaslıqda tədqiq olunan dövrdə Cənubi Qafqaz uğrunda Səfəvi-Osmanlı
rəqabətini şərtləndirən amillər, bu rəqabətin bölgənin geo-siyasi və iqtisadi vəziyyətinə təsiri ilə
bağlı dəyərli mülahizələr yürüdülmüş və elmi nəticələr əldə edilmişdir. Bununla belə, bu
tədqiqatlar nöqsalardan da xali deyil. Bir sıra Qərb tarixçiləri dövrün siyasi hadisələrinin elmi
izahını verərkən Səfəvilər dövlətinin siyasi həyatında, Osmanlılarla münasibətlərində və dövlət
idarəçiliyində Qızılbaşların əhəmiyyətini azaldır, əksinə İran və qeyri-qızılbaş elementinin rolunu
şişirtməyə çalışırlar.
Anahtar Kelimeler: Səfəvilər, Osmanlı imperiyası, I Şah Abbas, III Sultan Murad, SəfəviOsmanlı münasibətləri
*
Dr., Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu, email: [email protected],
AZERBAYCAN
34
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI-SƏFƏVI SIYASI ƏLAQƏLƏRINDƏ ROLU OLMUŞ ÜÇ AZƏRBAYCANLI
ELM ADAMI
Elnur NƏSIROV*
ÖZET
XII əsrdə Kiçik Asiyanın fəthindən sonrakı dövrdə bu torpaqların türkləşməsi və
İslamlaşması prosesində Azərbaycanın böyük rolu olmuşdur. Səlcuqlu dövləti ilə başlayıb,
Anadolu bəylikləri dövrü ilə davam edən Azərbaycanla Anadolu arasındakı siyasi, mədəni və
iqtisadi əlaqələr Osmanlı dövləti dövründə yeni inkişaf mərhələsinə qədəm qoymuşdu. Daha
əvvəlki dövrlərdə olduğu kimi Osmanlı dövründə də Azərbaycanla Anadolu arasında elmimədəni əlaqələrin qurulması və inkişaf etdirilməsində Azərbaycanlı elm və sənət adamlarının
müstəsna xidmətləri olmuşdur. Bu şəxsiyyətlərdən bəzilərinin Osmanlı Dövləti ilə Səfəvilər
Dövləti arasındaki siyasi əlaqələrdə mühüm rolü olmuşdur. Bu məruzədə bu şəxslərdən üçünün
elmi və siyasi fəaliyyəti haqqında məlumat verəcəyik. Haqqında məlumat verəcəyimiz, OsmanlıSəfəvi siyasi əlaqələrinə təsir etmiş Azərbaycanlı elm adamlarının ilki Sinanəddin Gəncəvidir.
Amasya canişini olmuş Osmanlı şahzadəsi Əhmədin yaxın adamlarından biri olan Sinanəddin
Gəncəvi Amasya müftüsü olmuşdu. Bir sıra əsərlərin müəllifi olan Sinanəddin Gəncəvi şahzadə
Əhməd ilə onun Trabzon canişini olan qardaşı şahzadə Səlim arasındaki siyasi çəkəşmələrin
qurbanı olmuşdu. Mənbələrin verdiyi məlumata görə Sinanəddin Gəncəvi müəmmalı şəkildə
öldürülmüşdü.
Haqqında məlumat vermək istədiyimiz digər şəxs Mövlana Zəhirəddin Ərdəbilidir.
Osmanlı sultanı Yavuz I Səlim (1512-1520) Çaldıran döyüşü və Təbrizin alınmasından sonra geri
qayıdarkən Zəhirəddin Ərdəbilini də özü ilə aparmışdı. Zəhirəddin Ərdəbili farsca “Qəzəvatisultan Səlim” adlı kitabın da müəllifi idi. Misir canişini Əhməd Paşa Qanuni sultan Süleymana
qarşı qiyam qaldırıb Misirdə öz hakimiyyətini bərqərar edərkən Zəhirəddin Ərdəbilinin
Səfəvilərlə Əhməd paşa arasında əlaqələrin qurulması üçün vasitəçilik etdiyini bildirilir. Bu
fəaliyyəti Zəhirəddin Ərdəbilinin 20 fevral 1524 Qahirədə boynu vurularaq edam edilməsinə
səbəb olmuşdu.
Elmi və siyasi fəaliyyətləri haqqında məlumat vermək istədiyimiz dəgər bir şəxs isə
Mövlana Hüseyn Şirvanidir. Osmanlı ölkəsində yaşayan və Qanuni Sultan Süleymana (15201566) yaxınlığı ilə tanınan alimlərdən biri olan Hüseyn Şirvani Səfəvilər dövləti və qızılbaşlarla
bağlı bir sıra əsərlərin müəllifi idi. O, qələmə aldığı “Əhkam əd-Diniyyə fi Təkfiri Qızılbaş” adlı
əsərini Osmanlı sultanı Qanuni I Süleymana təqdim etmişdi və bu kitab Səfəvilərlə müharibə
elan etməyin vacibliyini vurğulayan bir çox fətvanı ehtiva edirdi.
Anahtar Kelimeler: Gəncəvi, Şirvani, Ərdəbili, Amasya, Misir, Osmanlı, Səfəvi
*
Doç. Dr., Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
35
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ERMENİLERİN ZAMAN ZAMAN BATI AZERBAYCANDA YAPTIKLARI
ADDEĞİŞME, ETNİK TEMIZLEME VE SOYKIRIMLAR
Elvan CAFAROV*
ÖZET
Yirminci yüzyılın başından sonuna kadar Ermeniler Batı Azerbaycan'daki Azerbaycan
Türklerinin yaklaşık 30 bin evini yıkmış, ihtiyar, çocuk ve kadınların da dahil olduğu 140 bin
insanı vahşicesine katletmiştir. 750 binden fazla Azerbaycan Türkü Batı Azerbaycan'dan göç
edilmiş, son kovulmalar zamanı, 1988 yılında ise 220 binden fazla Azerbaycan Türü Ermeni
vahşetleri sonucunda baba yurtlarından göç edilmişler. Böylece Ermeniler Batı Azerbaycan'dan
Azerbaycan Türklerinin izini kaybetmek üzere buradaki tüm Türk kökenli yurtların adını
değiştirmiş, bir çok anıtları darmadağın ederek imha etmiştir.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan Türkleri, Batı Azerbaycan, Sınır dışı tehcirler, Ermeni
vahşetleri, Soykırımlar.
*Araştırmacı,
Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi-Dede Korkut ETL, email: [email protected],
AZERBAYCAN
36
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI DEVLETİ’NİN ŞARK SEFERLERİNE DAİR ÖNEMLİ BİR KAYNAK:
TİMAR RUZNAMÇE DEFTERLERİ
Emine ERDOĞAN ÖZÜNLÜ*
ÖZET
Timar ruznâmçe defterleri, mufassal tahrir defterleri, icmal defterleri ve derdest
defterleri ile birlikte Defterhâne-i Âmire’nin önemli defter serilerinden birini oluşturmaktadır.
Timar ile ilgili devlet kayıtlarının günlük faaliyet raporlarını ihtiva eden bir diğer ifadeyle timar
tahsislerinin kronolojik kayıtlarını içeren timar ruznâmçe defterlerinde, timar almaya hak
kazanmış kişinin berat alabilmesi için defterhâne tarafından verilen tezkire suretleri
bulunmaktaydı. İbtidadan timar verme, terfi, nakil, becayiş gibi sebeplerle timar kayıtlarının
günü gününe tutulduğu, iki tahrir arasındaki günlük işlemleri kapsayan bu kaynak grubunda
vilâyetlere ait timar işlemleri hakkındaki belgeler, tezkireler, mülk ve timar sahiplerinin isimleri,
timar hasılları, timar sahipleri ile timara talip olanlar hakkında geniş biyografik bilgi, dirlik
sahiplerinin menşeleri, üst makamlarla şahsi ilişkileri, dirlik gelirlerinin bir başka kişiye
aktarımının şartları ve askerî faaliyetler ile ilgili bir takım veriler bulunmaktaydı. Bu defterleri
İstanbul Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Timar Ruznâmçe Defterleri Katalogu’nda ve Maliyeden
Müdevver Defterler Katalogu’nda bulunmaktadır. Ancak bu defterlerin önemli bir külliyatı
Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde bulunmaktadır.
Bu defter türünün en dikkat çekici yönü, timarlı sipahilerin katıldıkları seferlere dair
verilerin bulunmasıdır. Özellikle de Kanuni dönemi ve sonrasında yapılan doğu seferleri bu
anlamda dikkat çekicidir. Defterlerde geçen Şirvan, Gence, Şark (Bağdad), Tebriz, Revan
seferleri ve bu seferlere katılan timarlı sipahilerin seferlerde üstlendikleri roller, dirlik sahibi
olmalarını veya terakki almalarını sağlayan yararlılıkları bu bildirinin ana konusu olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Şark Seferleri, Timar Ruznamçe, Timarlı Sipahi
*
Doç. Dr., Hacettep Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
37
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ESKI KÖK TÜRK ÇAĞINDAKI TATARLAR
Enkhbat AVIRMED*
ÖZET
Kök Türk çağındaki Tatarlar hakkında bilgilere biz sadece Orkun kitabelerinde
rastlamaktayız. Bu döneme ait bize değerli malumatlar veren Çin kaynaklarında Tatar adı, üç
defa zikredilmektedir. Ama kavim, boy veya şahsı ismi olarak değil, bir türlü ok ve müzik ismi
olarak geçmektedir.
Kök Türk çağına ait Çin kaynaklarında Tatarların kabile ismi şeklinde geçmemesinin
sebebi, bu tarihlerde Tatarların Kök Türklerin sıkı kontrolü altında bulunmaları ve bu yüzden
onların Kıtan, Hi ve Shi-weiler gibi Çin’e elçi gönderme fırsatı yakalayamamalardır. Ayrıca Çinliler
büyük bir ihtimalle onları Kök Türklerin bir parçası olarak sayıyorlardı.
Anahtar Kelimeler: Tatarlar, Kök Türk, Orkun, Tarih
*
Dr., Moğolistan Bilim Teknoloji Üniversitesi, email: [email protected], MOĞOLİSTAN
38
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
SIMILARITIES IN HUNGARIAN AND TURKIC FOLK LITERATURE
Eva CSAKİ*
ABSTRACT
It is a well known fact, that Hungarians had used to live surrounded by Turkic tribes
before they settled in the Carpathean Basin in 896. This period is mentioned as the centuries
of nomadism. While we have ample studies on linguistic interactions, little had been done on
the field of folk literature.
Examining proverbs, translating hundreds of folksongs I discovered many similarities
that are reflected and can be documented. Interaction took place between the neighbours
naturally and friendly. Many different technics were introduced by Turks on the field of
agriculture the vocabulary of which is still present in modern Hungarian language.
Hungarian epos got lost and we have only hints of the early period of our history. Yet we
see how old genres survive in newer ones or change a route to find new forms like ballads or
folktales, even Sufi miracles or myths.
We have the names of the heroes in folktales or the events they face similar to Turkic
(Azeri, Turkish, Karachay, etc.) ones.
It is important to compare the corpus of both sides in order to see the influences. Apart
from language that can be considered the main part of any culture, there are many other fields
like music, religion, traditions etc. that can be compared and serve as proofs backing each other
in order to understand the connections.
Keywords: Comparative folklore studies, Hungarian - Turkic connections
*
Assoc. Prof., Peter Pazmany Catholic University, email: [email protected], HUNGARY
39
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI-İRAN SAVAŞLARINDA KARS VE ERZURUM’UN ZAHİRE
TEDARİKİNDEKİ ROLÜ (1730-1732 ÖRNEĞİ)
Fadimana FİDAN*
ÖZET
Osmanlı Devleti ve İran arasındaki dinî, iktisadî ve siyasî gerilimler iki devleti sık sık karşı
karşıya getirdi. Osmanlı Devleti bu nedenlerle 18. Yüzyılda Doğu’da birbiri ardına sefere çıktı.
Bunlardan 1730-1732 seneleri arasında meydana gelen savaş birden fazla kola ayrıldı ve gerekli
zahirenin eksiksiz ve zamanında nakliyatı ile ilgili sıkıntılar ortaya çıktı. Seferin uzun sürmesi,
mesafenin uzaklığı ve çeşitli devlet görevlilerinin suiistimalleri sorunun büyümesine neden oldu.
Osmanlı Devleti bu sorunlara cevap verebilmiş ve bu anlamda birkaç şehir ön plana çıkmıştı.
Bunlardan birincisi Doğunun Tahıl Ambarı Erzurum, diğeri Serhat Şehir Kars idi. Bu şehirler
gerek çevrelerinden gerekse Balkan şehirlerinden desteklenmek suretiyle Tebriz, Gence, Revan
taraflarında bulunan askerin zahire ihtiyacına cevap verebilmek için çalışan iaşe merkezleri
olmuşlardı. Bu iki şehrin savaş bölgelerine yakınlığı seferin düzenli bir şekilde devam edebilmesi
için önemli görevler yüklenmelerine sebep olmuştu. Her menzilde bir kat daha artan Osmanlı
askerî gücünün gidecekleri yerde sıkıntıya düşmemesi burada biriktirilecek ve nakliyatı
yapılacak zahireye bağlıydı.
Bu bildiride savaşın yönünü değiştirebilecek bir güce sahip, zahire tedariki Kars ve
Erzurum odaklı kaleme alınmaya çalışılacaktır. Bu minvalde hem şehirlerin tarihî rollerinden
birine değinilmiş olacak hem de Osmanlı-İran savaşlarının bir bölümü sunulmaya çalışılacaktır.
Çalışmanın kaynaklarını Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden alınmış olan MAD., D. MKF.d ve çeşitli
belge fonları oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, İran, Erzurum, Kars, Zahire
*
Yrd. Doç. Dr., Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
40
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
SANATIN SİMGELEŞTİĞİ ÇAĞDAŞ İKİ BÜYÜK ÖRNEK: OSMANLILAR VE
BABÜRLÜLER
Fadime ÖZLER*
ÖZET
Aynı dönemde dünyanın farklı bölgelerinde fakat çok geniş coğrafyalara hâkim olan ve
önemli mimari organizasyonlara imza atan, çağdaş oldukları bu dönemlerde sanat ve mimari
alanlarında özgün eserler ortaya koyan iki büyük Türk Devleti: Osmanlılar ve Babürlüler.
Osmanlılar (1299-1921) Kayı boyuna bağlı küçük bir beylik iken; kısa sürede hızla ilerlemiş ve
geniş coğrafyalara asırlarca hükmetmiş önemli bir Türk devleti iken; Babürlüler (1526-1858) de;
Hindistan’da Delhi Türk Sultanlıkları (1206-1526) sonrasında, 18. Yüzyılın başlarına kadar Türk
hâkimiyetini sürdüren ikinci önemli Türk devletidir. Osmanlı İmparatorluğunun yükseliş
dönemiyle çağdaş olarak Hint topraklarında hüküm sürmüş olan Babürlü İmparatorluğu,
birbirleri ile dünya hâkimiyeti için kıyasıya mücadeleden ziyade vermiş oldukları sanat eserleri
ile adeta yarışır bir görüntü ortaya koymuşlardır. Osmanlılarda; Fatih Sultan Mehmet ile
başlayan evrensel anlayışta yönetim ve yapılaşma faaliyetleri Kanuni Sultan Süleyman
döneminde klasik evresine ulaşmıştır. Babürlü mimarisinde ise; en önemli imar faaliyetleri
Ekber Şah döneminde başlatılmış ve ondan sonra gelen Cihangir Şah ve Şah Cihan dönemlerinde
yoğun bir şekilde devam ettirilmiştir. Her iki Türk devletinin de coğrafi şartlar ve etkileşimde
bulundukları kültür çevreleri arasında ön plana çıkan farklı uygulamaları, dünya kültür
mimarisine kattıkları simgesel yapıları önem taşımaktadır. Babürlü ve Osmanlı devletlerinin,
çağdaş oldukları bu dönemlerde mimari etkileşimlerinin olmaması mümkün değildir. Bu
dönemde Türk mimarisindeki gelişim seyri ivme kazanmıştır. Bu araştırmada; Osmanlı ve
Babürlü imar faaliyetlerindeki benzerlik ve farklılıklar, mimari ve süslemede özellikleri dikkate
alınarak farklı bir bakış açısı ile değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Babürlü, Osmanlı, Çağdaş, Mimari, Bezeme
*
Arş. Gör., Erciyes Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
41
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
EDİGEY DESTANINDAN ÇUKUROVA’YA “SIRKINTI (SARKINTI)” KELİMESİ VE
SIRKINTI (SARKINTI) AŞİRETİ ÜZERİNE BAZI DEĞERLENDİRMELER
Fahri DAĞI*
ÖZET
Anadolu sahasında çok bilinmemekle birlikte Hazar’ın doğusunda yaşayan Türk soylu
halklar arasında (Kırım ve Kazan Tatarları, Başkurt, Nogay, Kazak, Kırgız, Özbek, Altay,
Karakalpak) oldukça yaygın bir şekilde anlatılan Edigey Destanı, Türk destancılık geleneğinin
güzel örneklerinden biridir. Destanlar bünyelerinde mensubu oldukları milletin kültür kotlarını
taşırlar ve onları gelecek kuşaklara aktarırlar. Edigey Destanı da Anadolu sahasında çok
bilinmese de Doğu-Batı Türklüğünün ortak kotlarıyla bezenmiştir. Bu kotlardan biri de
Anadolu’da 16. yüzyıldan itibaren bir Türkmen aşiretine ad olmuş sırkıntı (sarkıntı) kelimesidir.
Destanda han sarkıtı (han sırkıntı) olarak gördüğümüz tören ile Çukurova’da yaşayan Sırkıntı
aşiretine ad olmuş kelime arasında etimolojik benzerlikler vardır. Kelimenin anlamı eski
Türkçeden günümüze doğu ve batı Türklüğünde değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca
Edigey Destan’ındaki geçen han sarkıntısı ritüeli ile divan edebiyatında pir-i mûgân ve
tasavvuftaki kırklar şerbeti töreni ortaklıklar arz etmektedir. Bu ortaklıklar Pir-i Türkistan Ahmet
Yesevî dergahından bu günlere ortak Türk kültürünün en güzel örnekleridir. Bu bildirimizde
kökeninin çok eski çağlara ait olduğunu düşündüğümüz “sırkıntı” kelimesinin Türk kökenli
halklar (Tatar ve Anadolu Türklüğü) arasındaki ortak düşünüş ve uygulamaları üzerine bazı
görüşler ortaya koymaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Türk, Edigey destanı, Çukurova, Sırkıntı
*
Yrd. Doç. Dr., Karabük Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
42
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ANADOLU’DAKİ KONARGÖÇER AŞİRETLERDE ORTA ASYA TÜRK KÜLTÜR
İZLERİ
Faruk SÖYLEMEZ*
ÖZET
Osmanlılar döneminde Anadolu’da bulunan konargöçer aşiretler üzerine son yıllarda az
da olsa birtakım çalışmalar yapılmaktadır. Ancak aşiretlerin bölge bölge ele alınarak kültürel
yapıları ve gündelik hayatları ile ilgili çalışmaların yapılması ve hatta bunların Türkiye dışındaki
ve özellikle Orta Asya’daki Türklerin konargöçer kültürleri ile karşılaştırılması Türk kültür
birliğinin sağlanmasında önemli katkılar sağlayacaktır. Böylece aynı kültür değerlerine sahip
Türk topluluklarının birbirlerine yabancılaşmasının da önüne geçilmiş olunacaktır.
Bu çalışmada, Anadoluda konargöçer olarak hayatlarını sürdüren aşiretlerin kültürleri
ele alınarak bu kültür unsurlarının Orta Asya Türk kültür değerlerinden taşıdıkları izler üzerinde
durulmaktadır. Özellikle Orta Anadolu ve Güneydoğu Toroslarda yaşayan aşiretlerin gündelik
hayatlarını ele alarak koyunculukla ilgili birtakım inanışlar ve uygulamalar ile halı-kilim
dokumaları, giyim-kuşam kültürü, evlenme adetleri ve özellikle “kalın” kavramı ve bu kavramı
mehir ile başlık arasındaki farklar tartışılacaktır. Ölen kardeşin dul kalan eşiyle diğer kardeşin
evlenmesi, aşiret boy beylerinin seçimi, düğün adetleri gibi Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk
boylarının taşıdıkları ve günümüze kadar yaşatılan birtakım adet ve gelenekler ele alınacaktır.
Bunun yanı sıra kışlaktan yaylağa ve yaylaktan kışlağa yapılan göçler ve bu göçler esnasında
“bahargâh ve güzlek” olarak adlandırılan ara bölgelerde konargöçerlerin konaklamaları da ele
alınacaktır. Konargöçer aşiretlerin gerek kendi içerinde gerekse diğer aşiretlerle aralarında
meydana gelen anlaşmazlıkların halledilmesinde ortaya koydukları çözümlere de yer
verilecektir. İki grup arasında meydana gelen kavgalarda kavganın büyümesini önlemek ve kan
dökülmesini önlemek amacıyla bir kadının başındaki örtüyü her iki grubun ortasına atarak onları
durdurması gibi Türk kültüründe eskiden beri var olan geleneklerin günümüzde de Anadolu
aşiretlerinde yaşatılıyor olması önemli noktalardan birini oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Aşiret, Kültür, Orta Asya, Anadolu, Konargöçer.
*
Prof. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
43
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI TOPLUMUNDA YÖRÜKLERİN SOSYO KÜLTÜREL YAPISI
Fatih USLU*
ÖZET
Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişmesinde, yeni fethedilen yerlerin Türkleştirilmesinde ve
boş yerlerin şenlendirilerek ekonomik hareketliliğin sağlanmasında konargöçer aşiretlerin
önemi büyüktür. Konargöçer yaşam tarzının yapısında bulunan özerklik ve özgürlük, ayrıca
konargöçerlere sağlanan bazı ayrıcalıklar ve korumalar bu yaşam biçimini imparatorluk
coğrafyasında çekici hale getirmiş, bu yüzden Yörük aşiretleri kayıt altına alınmaya ve iskâna her
zaman direnmişlerdir. Osmanlı döneminde 18.yüzyıla gelinceye kadar ayrıcalıklı bir konumda
olan Yörükler, fetihlerin sona ermesi ve toprak kayıplarının başlaması ile ayrıcalıklarını
kaybetmiştir. Osmanlılar döneminde yaşayan Yörüklerin çoğu Anadolu’da bir kısmı da
Rumeli’de bulunuyordu. Bu aşiretleri nizam ve inzibat altında almak ve güçlerinden yararlanmak
için kanunlar hazırlanmış gerek Fatih Kanunnamesinde gerekse Kanuni Sultan Süleyman’ın
Kanunnamesinde Türk aşiretleri hakkına maddeler yer almıştır. Osmanlılar Yörükleri sistemli bir
şekilde toprağa yerleştirmeğe çalışmışlardır. Göçebeler Osmanlılar devrinde de orta Asya’dan
getirdikleri koyun ve atı besliyor yine onlar gibi deveyi taşıma vasıtası olarak kullanıyorlardı.
Osmanlı devletinin de seferlerde askerin azığını develer ile taşıttığı bildirilmektedir.
Anadolu’nun pek meşhur atlarını yetiştirenler halılarını dokuyanlar bunlar idi. İrsi reislerinin
idareleri altında yaşayan bu aşiretlerin yaylak ve kışlakları belli idi. Fakat göç yolları üzerindeki
köylere zarar vermekten geri durmuyorlardı. Anadolu Türklüğünün en canlı unsurunu teşkil
eden ve devlet kavramına yabana olan bu kitlelerin bu hareketlerinin temelinde bazı amilleri
vardı. Bazen vergi tahsildarlarının açgözlülüğü bazen aşiret reislerinin hırs ve menfaati bazen de
yoksulluklarıdır.
Anahtar Kelimeler: Yörük, Konargöçer, Evlad-ı Fatihan, Osmanlı.
*
Yrd. Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
44
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
XIX ƏSRIN II YARISINDA VƏ XX ƏSRIN ƏVVƏLLƏRINDƏ TÜRKIYƏDƏ TƏHSIL
Fərrux RÜSTƏMOV*
ÖZET
Məqalədə XIX əsrin II yarısında və XX əsrin əvvəllərində Türkiyədə məktəb təhsiilinin
inkişaf xüsusiyyətləri təhlil edilir, yeni açılan məktəblərdə təhsilin təşkili məsələləri araşdırılır.
Anahter Kelimeler: Türkiyədə təhsil, Hərbi mühəndislik məktəbi, tənzimat dövrü,
rüşdiyyə məktəbləri, “Yeni osmanlılar”
*
Prof. Dr., Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
45
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ERMENİ MESELESİNİN TÜRKİYE VE AZERBAYCAN BAKIMINDAN TARİHÎ
TEMELLERİ
Ferudun ATA*
ÖZET
Ermeni meselesi, Anadolu’da ve Kafkaslarda Türk Milletine karşı emperyalist güçlerin
kullandığı “şark meselesinin” plânlı bir tezahürüdür. Ermeni meselesinin uluslararası bir hüviyet
kazanması daha çok 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra ortaya çıkmış ise de bunun
temelinin daha evvelden atılmış olduğu bir vakıadır. Türkiye ve Azerbaycan olarak, Anadolu ve
Kafkas Türklüğü bu konuda daima çift yönlü bir taarruzla karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı
Devleti’ni yıkmak için Batılı devletler önce Balkanlarda sonra Anadolu’da Hıristiyan unsurları,
özellikle de Ermenileri daima maşa olarak kullanmışlar, siyasi ve ekonomik hedeflerine ulaşmak
için, yüzlerce yıldır huzur ortamında yaşamakta olan Ermeni milletini misyonerlik faaliyetleri ve
milliyetçilik anlayışının sonucu olarak içinde yaşamış oldukları devlete karşı tahrik etmişlerdir.
Anadolu’da Katolik ve Protestan bir Ermeni cemaati oluşturmak suretiyle kendi içlerinde
parçalamayı başararak Osmanlı Devleti için çıbanbaşı haline getirmişlerdir.
Batılı güçlere ilaveten Ermenileri Türk Milletine karşı kullanan bir diğer devlet ise Ruslar
olmuştur. Onlar da Kafkaslarda özellikle 18. Yüzyılın başlarından itibaren sıcak denizlere ulaşma
siyasetlerinin bir parçası olarak Müslümanlara karşı, Müslüman olmayan Gürcü ve
Ermenilerden faydalanmayı siyasi ve ekonomik hedeflerinin bir parçası olarak görmüşlerdir.
Ermenilere bir vatan inşa etmek için Azerbaycan topraklarının işgal ve istila edilmesine yardım
etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına paralel olarak Rus Çar’ı Petro 18. Yüzyılın
başlarından itibaren Kafkaslarda uyguladığı işgal ve istilâ faaliyetleri gittikçe arttırmış, kadim
Türk topraklarına İran’dan, Anadolu’nun doğusundan Ermeni nüfusu getirmek suretiyle
bölgenin Türklerin-Müslümanların elinden çıkması için her türlü katliam ve mezalime destek
vermiştir. Rusya 19. Yüzyıl boyunca ve 20. Yüzyılın başlarında da Kafkaslara ve Azerbaycan
topraklarına Ermenileri yerleştirerek Ermenisiz topraklarda bir Ermenistan devletinin
kurulmasını sağlamışlardır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında da gerek Batılı devletlerin gerekse Rusya’nın desteğiyle
Anadolu’nun doğusunda ve Kafkaslarda milyonlarca Müslüman-Türk katliamı
gerçekleştirmelerine rağmen Ermeniler hâlâ haklı gösterilmeye çalışılmakta, Ermeniler öz Azeri
topraklarında işgalci olarak bulunmaya devam etmektedirler. Keza aynı emperyalist güçler
günümüzde Osmanlı Devleti’ni, dünya savaşı içinde Ermenileri geçici olarak ülke içinde başka
yerlere göç ettirdiği için “soykırımcı” ilan etme çabasındadırlar. Oysa Osmanlı Devleti isyan eden
ve düşmanlarıyla işbirliği yapan Ermenilere sadece güvenlik amacıyla tehcir kararı uygulamıştı.
Bütün bu suçlamalar karşısında Türkiye ve Azerbaycan Batılı devletlerden ve Ruslardan gelen
bu suçlamalar karşısında her platformda ortak hareket etmelidir. Siyasi, askerî ve ekonomik
güçlerini birleştirmek suretiyle hem bu iddiaların gündemden kalkmasını sağlamalı hem de
Ermenilerin işgal altında bulundurduğu Azerbaycan topraklarından bir an önce terk etmesinin
çarelerine bakmalıdırlar.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Türkiye, Azerbaycan, Ermeniler, Kafkasya, Rusya
*
Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, email:[email protected], TÜRKİYE
46
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI IMPERIYASININ GEOOLITIKASI: ƏNƏNƏVI GEOPOLITIKA
Fərzəli VƏLİYEV*
ÖZET
Məqalədə Osmanlı imperiyasının geopolitikası 3 müxtəlif dövrün müqayisəli təhlili ilə öz
əksini tapmışdır. Müstəmləkəçi imperiyaların mövqeyi və Osmanlı imperiyasının zəifləməsinin
daxili səbəbləri ətraflı şəkildə göstərilmiş. Tənzimat dövrünün Osmanlı geosiyasətinə təsiri.
1876-1908-ci illərdə Osmanlı imperiyasının geosiyasətinin mahiyyət baxımından dəyişməsi.
Anahter Kelimeler: Osmanlı imperiyası, ənənəvi, geosiyasət, müstəmləkəçilik, Tənzimat
dövrü, milli dövlətlər, transformasiya, modernləşmə, İstambul, dəniz qüvvəsi, millətçilik
*
Bakı Slavyan Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
47
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ƏHMƏD YASƏVİ İDEYALARINDA MƏNƏVİYYAT
Firida MUSTAFAYEVA*
ÖZET
Əhməd Yəsəvi - XI əsrin məşhur mütəfəkkir-şairi, ortaq türk ədəbiyyatında ilk
mütəsəvvüflərdən, türk dilində sufizm ədəbiyyatının ilk yaradıcılarından sayılır. Əhməd Yəsəvi
Türküstanın Çimkənd şəhəri yaxınlığındakı Sayram qəsəbəsində dünyaya gəlmiş, ilk təlim və
tərbiyəsini Yəsi şəhərində almış və bu şəhərin adını da özünə təxəllüs götürmüşdür.
Əhməd Yəsəvi mürşid- mürid, bu günkü dillə desək müəllim- tələbə münasibətlərini
açıqlamış və bu münasibətlər bu gün pedaqogika elminin tələb etdiyi qaydalara çox uyğundur.
Onlar aşağıdakılardır: 1. Ustadına daim hörmətlə yanaşmalı, onun dediklərini diqqətlə dinləməli
və əməlində yerinə yetirməlidir. 2. Mürid həmişzə ayıq-sayıq olmalı, həvəslə təlimə yanaşmalı,
müəlliminin sözlərindən, rəmz və işarətlərindən həmən anlamalıdır. 3. Müəllimin bütün
sözlərini, öyüd və nəsihətlərini dinləməli, ondan razı olmalı və ona itaətkar olmalıdır. 4.
Müəlliminin xüsusi xidmətində olmalı, bildirdiyi bir xidməti yerinə yetirərkən diqqətli və
ağırbaşlı olmalı, lakin ağırcanlı olmamalıdr. İstəksizlik müəllimin rizasızlığına səbəb olar, onun
rizasızlığı isə silsilə yolu ilə Peyğəmbərə və Allaha çatar. 5. Sözündə bütöv, etibarlı, vədinə sadiq
olmalıdır. Müəllimin böyüklüyü xüsusunda heç bir şəkk -şübhədə olmamalıdır. 6. Müəlliminə
qarşı həmişə böyük hörmət və diqqət göstərməlidir. 7. Müəllimin tapşırığını yerinə yetirməkdə
kiçik bir tərəddüd belə olmamamlıdır. 8. Müəlliminə aid xüsusi hal və sirləri gizli saxlamalı və
heç kimə bildirməməlidir. 9. Müəlliminin bütün hərəkətlərini təqib etməli, sözlərinə,
nəsihətlərinə əməl etməli və onu özünə bir örnək qəbul etməlidir. 10. Müəllimini sevməli ona
hörmət göstərməli və onun yolunda hər cür fədakarlıq etməyə hazır olmalıdır. Onu sevənləri
sevməli, sevməyənləri zəhər bilməlidir.
Əhməd Yəsəvi tələbələrinə deyirdi ki, hər cür bəlanın kökündə cahillik durur, ondan uzaq
olun və cahillərlə dostluq etməyin, mənəviyyatı zənginləşdirin.
Məhəmməd Peyğəmbəri böyük məhəbbətlə sevən Əhməd Yəsəvi bu məhəbbət və sədaqətin rəmzi olaraq Rəsulullahın 63 yaşında vəfatı səbəbiylə o da ömrünün 63-cü ilində təkkəsinin qarşısında dərin məzar qazdıraraq həyatının qalan hissəsini həmin çala- məzarlıqda
uzun həyat sürmüşdür.
Anahtar Kelimeler: Əhməd Yəsəvi, təsəvvüf, təkkə, Divan-i hikmət, müəllim - tələbə
münasibətləri
*
Dr, Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
48
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
BOSNA’DAN OSMANLI SARAYINA, OSMANLI SARAYINDAN KLASİK TÜRK
ŞİİRİNE DEVŞİRİLENLER: POTUR OĞULLARI
Gamze AYDIN*
ÖZET
Osmanlı Devleti askerî birliklerinden yeniçeriler, uzunca bir süre merkezi otorite için
önemli bir güç kaynağı olmuştur. Sultan I. Murad zamanında kurulan Acemi Ocağı’nda, asker
ihtiyacı ilk zamanlar savaş esirleriyle karşılanmış, acemiler iki akçe ile yeniçeri yapılmış ve
ardından savaşa gönderilmiştir. Sonrasında devşirme sistemi kanunlaşarak asker alımında yeni
düzenlemeler yapılmıştır. Hristiyan esirlerden seçilen devşirmeler, görünüş, karakter ve
yetenekleri ölçüsünde ocağın çeşitli bölümlerinde görevlendirilmiştir. Fatih Sultan Mehmed
devrinde, devşirmelerin ocağa kaydedilmeden önce bir Türk aileye verilmesi koşulu gerekli
görülmüş, Bosna’nın fethedilip halkın İslamiyet’i kabul etmesiyle ise, Poturlar veya Potur
oğulları olarak adlandırılan Bosna’daki Müslüman oğlanlar doğrudan sarayda ya da Bostancı
Ocağı’nda hizmete başlayarak ilk kez Müslümanlar da devşirilmeye başlamıştır. Klasik Türk
şiirinin en önemli kaynaklarından biri tarihî hadiseler ve kişilerdir. Dîvân şairleri, tarih
sahnelerini, tarihte yer almış kişi ya da toplulukları, bilgi ve sosyal çevrelerinden edindikleri
izlenimleri neticesinde eserlerine yansıtmıştır. Çevresel faktörlerden soyutlanma ve onları
eserlerinde işlememe gibi bir ihtimali olmayan şairler, bu vesileyle övgü, takdir, yergi ya da
eleştirilerini de dile getirmiştir. Dolayısıyla, özellikle bizzat şahit oldukları olayları şiir potasında
eriterek, hem şiirine zenginlik katmış hem de eserleriyle geçmiş zamana ışık tutmuşlardır. Bu
çalışmada, kaynaklarda Boşnak devşirmeler ile ilgili değerlendirmelerden bahsedilerek, potur
kelimesinin kökeni, anlamları, Poturların Klasik Türk şiirinde nasıl bir yaklaşımla ve hangi
yönleriyle ele alındığı üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Klasik Türk şiiri, sosyal hayat, Bosna, devşirme, potur oğulları
*
Doktora Öğrencisi. Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı,
email: [email protected], TÜRKİYE
49
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
SUFIZM VƏ OSMANLI DÖVRÜ TÜRK BƏDII TƏFƏKKÜRÜ
Gülşən Əliyeva-KƏNGƏRLI*
ÖZET
Avropa düşüncə tərzindən fərqli olaraq Şərq, o cümlədən türk-islam xalqlarının təfəkkürü
üçün sıçrayışlı yox, təkamülü (evolyusion) inkişaf tərzi xarak terikdir. Burada bir bədii sistem, yaxud
hər hansı bir cərəyan öz bətnində özündən sonra gələni hazırlayır. Ona görə də Şərqdə heç bir bədii,
yaxud nəzəri sistem itmir, məhv olmur, az və ya çox dərəcədə özündən sonra gələnin mahiyyətində
yaşamaqda davam edir. Ona görə də Şərq - Azərbaycan bədii-fəlsəfi cərəyanlarına çoxcəhətlilik,
müxtəlif məzmunluluq, sinkretizm xasdır. Bu baxımdan bütün Şərqdə yaranıb, dünya sivilizasiyasını
məşğul edən sufizm (təsəvvüf) dünyada analoqu olmayan unikal bir təfəkkür hadisəsidir. Təfəkkür
hadisəsi dedikdə, fəqət sufizmə təkcə təfəkkür hadisəsi kimi baxmaq olmaz. Təfəkkür hadisəsi sufizm
haqqındakı elmdir. Sufizm özü isə ilahi tərəfindən insana yer həqiqətlərini dərk etmək üçün bəxş
edilmiş təfəkkürlə sonadək dərk edilə bilməz. Sufizm kainatı bəsirət gözü ilə görməyi bacaranların
getdiyi yol və bədii-fəlsəfi təlimdir. Sufinin gücü ruhundadır. Ruhu insana Allah verir, ruh Allah
əmanətidir, əqli isə insan özü qazanır.Sufizmin çoxsaylı təriqətlərinin tarixini, nəzəri-fəlsəfi
mahiyyətini, bu təriqətlərin münasibətlərini araşdırmaq mürəkkəb bir problemdir. Nəinki bir insan
ömrü boyu, hətta bir universitet bir əsr araşdırma aparsa belə bu işin öhdəsindən gələ bilməz. Bu
olduqca adi və müxtəsər qeydlərdən sonra biri digərini tamamlayan iki məsələyə qısa-eksklüziv nəzər
salsaq güman edirik ki, onu bir bədii-fəlsəfi cərəyan kimi adi oxucu səviyyəsində təqdim etmiş olarıq.
Birincisi, sufizmin intişarında (təkamülündə) bədii ədəbiyyatın rolu nədən ibarətdir; ikincisi sufizm
(təsəvvüf) ədəbiyyatın poetikasını hansı səviyyədə təkmilləşdirdi. Sufi ədəbiyyatda, təbii ki, əsasən
poeziyada dini (mistik) fəlsəfi məzmun özünün ifadəsi üçün poetik mükəmməllik tələb edirdi. Çünki
sufizmdə (sufi üçün) poeziya Allaha qovuşmaq üçün vəcdə gəlməyin əsas vasitələrindən biri idi.
XIII-XIV əsrlərdə Azərbaycanda Şeyx Mahmud Şəbüstəri (1287-1320) sufi fəlsəfə və poeziyanı
sintez etdi, Anadoluda Mövlanə Cəlaləddin Rumi (1207-1273) sufi fəlsəfənin yüksək poeziyasını
yaratdı. Mövlanənin poeziyası türk sivilizasiyasında sufizmə bəraət qazandırdı, bədii-fəlsəfi cərəyan
kimi onun təşəkkülünü təmin etdi.Ümumtürk ədəbiyyatında sufizmin ilk korifeylərindən biri Mövlanə
Cəlaləddin Rumi (30 sentyabr 1207, 17 dekabr 1273) hesab olunur. Mövlanə 30 sentyabr 1207-ci ildə
indiki Əfqanıstan ərazisinə daxil olan, o zaman çox böyük və Şərqdə məşhur Bəlx şəhərində anadan
olub. Bahauddin Vələd adı ilə məşhur olan atası Məhəmməd ibn Hüseyn əl-Xətibi, əl-Bəlxi (11481231) dindar alim idi və təbii ki, oğluna – Cəlal əd-din Məhəmməd Mövləvi Bəlxi Rumiyə də yüksək
təhsil vermişdir. Onun atası “alimlərin sultanı” adını qazanmışdır. Mövlanə 1212-1220-ci illərdə
Nişanurda, Bağdadda, Dəməşqdə yaşayıb. Mədrəsə təhsili alıb. Ailəsi ilə birlikdə birdəfəlik Konya
şəhərinə köçüb (1220). 1244-cü ildə onun həyatını dəyişdirən bir hadisə baş verib. Rumi böyük sufi
mütəfəkkir Şəms Təbrizi ilə görüşüb. İki il onun təsiri altında qalıb, Mövləviyyə təriqətini yaradıb, bu
ilahi dostluq sayəsində “Divan – Şəms Təbrizi”ni yazıb. Rumi əl-Qəzalinin davamçısı, böyük sufi
Nəcməddin Kübra ilə yaxınlıq edirdi.
Anahter Kelimeler: Sufizm, fəlsəfi məzmun, Osmanlı dövrü, sufizmdə poeziya, türk bədii
təfəkkürü
*
Prof. Dr., Azərbaycan Dövlət Mədəniyyət və İncəsənət Universiteti, email: [email protected],
AZERBAYCAN
50
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
İPEK YOLUNDA DİNLER
Hacı Ahmet ŞİMŞEK*
ÖZET
Çin'den Anadolu'ya kadar uzanan binlerce kilometre güzergâhında birçok din etkisini
göstermiştir.
Bunların bazıları millî din, bazıları semâvî dindir. Bu dinler tıpkı kültürel etkileşimde
olduğu gibi milletleri ve toplumları etkilemiş ve barışa katkıda bulunmuştur. Bu barış
öncülüğünde de İpek Yolu ticareti süre ve kapasite olarak devamlılık göstermiştir. İpek Yolu'nun
iki önemli kahramanı Çinliler ve Türklerdir. Çinliler o günden bugüne tek bir devlet oldukları
halde Türkler, günümüzde 7 bağımsız devlet olarak kendini göstermektedir. Bu bildiride İpek
Yolu'nda doğan ve devam eden dinler üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: İpek Yolu, Din, Çin, Türk
*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
51
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
XIX. YÜZYILDA AZERBAYCAN ÜZERİNDE RUS-İRAN MÜCADELESİNİN
GÜNÜMÜZE YANSIMALARI
Halil AYGAN*
ÖZET
Azerbaycan coğrafyası Selçuklu Sultanı Muhammed Tuğrul’un Bağdat’ı Büveyhilerden
almasından başlayıp 1920’li yıllara kadar Türk hanedanlarının hâkimiyetinde kalmıştır. Böyle
olmakla birlikte Azerbaycan coğrafyası belirtilen süreç içerisinde muhtelif karışıklıklara sahne
olmuştur. İran’da, Nadir Şah’ın öldürülmesinden sonra Azerbaycan’da mevcut olan kargaşa
daha da artmıştır. Bu kargaşayı fırsat bilen Rusya 1804’ten itibaren İran’ın Azerbaycan bölgesine
saldırılarda bulunmuştur. Bunun neticesi olarak Revan, Nahcivan, Gence, Karabağ, Bakü vb.
hanlıklar Rus hâkimiyeti altına girmiştir. İran bu işgale karşı verdiği mücadeleyi kaybettikten
sonra 12 Ekim 1813’te Rusya ile imzaladığı Gülistan Antlaşmasıyla Azerbaycan Hanlıklarını
Rusya’ya terk etmek zorunda kalmıştır. Rusya bununla da yetinmeyerek 1 Ekim 1927’de Tebriz
ve çevresini de işgal etmiştir. Rus baskısından iyice bunalan İran, Azerbaycan’ı ikiye bölecek olan
Türkmençayı Antlaşmasını Rusya ile imzalamak zorunda kalmış ve sonuçta Aras nehrini İran ile
Rusya arasında hudut kabul etmiştir. Türkmençayı antlaşması siyasi sınırları yönünden büyük
bir değişikliğe uğramadan zamanımıza kadar gelmiştir.
Türkmençayı Antlaşması ile Azerbaycan ikiye bölündü. 1827 yılında nüfusunun % 76’sı
Türk % 24’ü Ermeni olan Revan (Erivan) da 1870’li yıllara gelindiğinde artık hiç Türk kalmamıştır.
Ruslar Osmanlı Devleti’nde ve İran’da Ermeniler üzerinde kışkırtmalarda bulunarak kargaşalar
çıkarmış, Ermenilerin hem Osmanlı hem de İran’dan Erivan bölgesine göçmesini sağlamışlardır.
Böylece Ruslar buralardaki Türk nüfusun kalanlarının bölgeyi terk etmelerine sebebiyet
vermişlerdir.
Rusya’nın Güney Kafkasya bölgesinde çıkardığı bu karışıklık ve kargaşa Osmanlı
Devleti’ne ve İran’a hem siyasi hem kültürel hem de etnik hususlarda büyük zararlar vermiştir.
Bu bölgede tarih boyunca ilk defa Ruslar tarafından bir etnik kargaşa ortaya çıkarılmıştır. Bu
etnik ve siyasi problem günümüzde bölgede bulunan devletlerde de zaman zaman çeşitli
sıkıntılara sebebiyet vermektedir.
Anahtar Kelimeler: İran, Azerbaycan, Rusya, Türkmençayı Antalşması, Revan
*
Öğr. Gör., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
52
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
17. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ’NİN MALATYA SANCAĞI’NDAN TALEP
ETTİĞİ AVARIZ-I DİVANİYE TÜRÜ YÜKÜMLÜLÜKLER
Hasan ARSLAN*
ÖZET
Malatya, coğrafi konumu itibariyle önemli yolların kavşak noktasında bulunduğundan
tarih boyunca çeşitli kavimlerin ilgisini çekmiş ve onlar tarafından iskân edilmiştir. Miladi 638
tarihinde ilk kez Müslümanların eline geçen şehir, 11. yüzyılın ortalarından itibaren Türklerin
akınlarına maruz kalmıştır. Malatya ilk olarak 1399'da Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı
hâkimiyeti altına alındıysa da bu uzun süreli bir hâkimiyet olmamış, Timur, tarafından 1400
tarihinde tekrar ele geçirilerek yönetimi, Akkoyunlu hükümdarı Kara Yölük Osman’a
bırakılmıştır. Osmanlıların şehri kesin ilhakı, Yavuz Sultan Selim tarafından gönderilen Hadım
Sinan Paşa eliyle 28 Temmuz 1516 tarihinde olmuştur. Bu tarihten sonra kısa süreli olarak Arap,
Rum ve Rum-ı Hadis eyaletlerine bağlı bir sancak olarak teşkilatlandırılmışsa da 16. yüzyılın ikinci
yarısından 19. yüzyıla kadar Dulkadir/Maraş eyaletine bağlı bir sancak olarak idare edilmiştir.
Sancak, araştırmaya esas dönemde Malatya, Kâhta, Gerger, Taş-abâd, Behisni ve Hısn-ı
Mansur-Samsad-Beziki kazalarından meydana gelmekteydi.
Avarız-ı Divaniye, tekâlif-i örfiye adıyla Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinden itibaren
olağanüstü hallerde ve özellikle savaş masraflarına karşılık halktan zorunlu olarak talep edilen
her türlü hizmet, eşya ve para şeklindeki tekâliftir. Ancak, 16. yüzyılın sonlarından itibaren
avarız/avarız akçesi, sürsat, nüzul, iştira, beldar bedeli gibi isimlerle avarızhane denilen itibari
haneler üzerinden alınmaya başlanan bu tür talepler, malî, askerî ve ekonomik zaruretlerden
dolayı hem süreklilik kazanmış, hem de miktar olarak ağırlaşmıştır.
Bu çalışmada, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki belgeler esas alınarak, özellikle Osmanlı
Devleti’nin doğuya yaptığı seferlerde önemli bir güzergâh olan Malatya Sancağı’ndan anılan
dönem boyunca talep edilen avarız-ı divaniye türü tekâliflerin mahiyeti, miktarı, tarh, tahakkuk
ve tahsil usulleriyle bunların halk üzerindeki etkilerine değinilecektir.
Anahtar kelimeler: Osmanlı Devleti, Malatya Sancağı, Avarız-ı Divaniye, avarızhane,
sürsat, nüzul, avarız akçesi, iştira, beldar bedeli.
*
Yrd. Doç. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
53
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ALMANYA’DA ÖTEKİ OLGUSU VE TÜRKLERİN UYUM SORUNU
Hüseyin KÖFTÜRCÜ*
ÖZET
Almanya’da yaşayan Müslümanlar arasında Türkler, tarihi kimlikleri ve sahip oldukları
nüfus yoğunluğu hasebiyle İslam’la özdeşleştirilmiştir. Ekonomik zorluklar sebebiyle
gerçekleşen Türk işgücü göçü, Almanya’daki ikametin devamlılığı sebebiyle dini ve kültürel bir
yaklaşıma dönüşmüştür. Türkler göçü başlangıçta bir yaşam biçimi olarak algılarken Almanya’ya
yerleşerek kök salmışlar, vatandaş olarak toplumla bütünleşmeye gayret etmiştir.
Tarihi anlamda uzun bir geçmişe sahip olan Almanya’daki Türk varlığı uyum konusunda
beklenen başarıyı sağlayamamıştır. Bu durum, gettolaşma, Alman toplumundan farklı oluşan
paralel yaşam şekli, dil hâkimiyetinin yetersizliğinden doğan iletişimsizlik, eğitimsizlik,
yabancılaşma ve kimlik bunalımı gibi konularla kendini ortaya koymuş, dini ve milli duyguların
artmasına sebep olmuştur. Almanlar uyum konusundaki başarısızlığın sebebini farklı din ve
inanç unsurları olarak görmüştür. Çözüm olarak sunulan entegrasyon görünümündeki
asimilasyon politikaları, durumu daha da zorlaştırmıştır. Tüm yük ve sorumluluğu göçmenlere
yükleyen bu anlayış, meseleye sosyal ve ekonomik yapıda etnik bir bakışla yaklaşmıştır.
Almanya’da göçmenler genellikle medya aracılığıyla uyumsuzluk ve şiddet gibi olumsuzluklarla
gündeme getirilmiş, yabancılıktan kurtulamamışlardır. Diğer yandan güçlenen aşırı ırkçı sağ
politikalar, artan İslam korkusu ve ötekileştirme uyum çalışmalarını daha da zorlaştırmıştır.
Almanya’da Türklerin uyumu ile ilgili çalışmalar, diğer Avrupa ülkelerine göre daha geç
başlamıştır. Göç ülkesi olduğunu kabul etmeyen Almanya, Müslümanları dini bir cemaat olarak
kabul etmemiş, tüm Müslümanların temsil edilmediği gerekçesiyle başvuruları reddetmiştir.
Almanya’da uyum hala devam eden bir süreçtir. Türkler ekonomik birikim ve yatırımlarını
burada yapmışlar ve Almanya’yı vatan olarak kabul etmişlerdir. Fakat başarısız uyum
politikaları, gündemini koruyan yabancılık duygusu ve ötekileştirme olgusunu canlı tutmuştur.
Almanya’da tek taraflı uyum anlamına gelen asimilasyon dayatmasından vazgeçilmesi,
ortak yaşam bilincinin geliştirilmesi, önyargıdan uzak karşılıklı saygı ve güvenin oluşturulması
uyum konusunda başarının önünü açacak ve ötekileştirme denilen müzmin rahatsızlığa çare
olabilecek seçeneklerdir.
Anahtar Kelimeler: Almanya, Ötekileştirme, Asimilasyon, Uyum
*
Yrd. Doç. Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
54
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
İÇERİŞEHİR'İN OLUŞUMU VE GELİŞİMİ ÜZERİNE BAZI DEĞERLENDİRMELER:
BEYŞEHİR ÖRNEĞİ
Hüseyin MUŞMAL*
ÖZET
Tarihî kayıtlar, vakfiyeler ve kitabelerden anlaşılmaktadır ki, Beyşehir, Eşrefoğulları
döneminde kurulmuş ve geliştirilmiş bir şehirdir. Şehrin çekirdeğini bugün İçerişehir olarak
bilinen mahalle oluşturmaktadır. Kuruluş döneminde, güvenlik ve savunma gerekçeleri ile
yerleşim alanı olarak seçilen bölgenin etrafına sur yapılmıştır. Bu süreçte, yerleşim ve iskân
büyük oranda sur içinde gerçekleştirilmiştir. Zamanla özellikle güvenlik sorunlarının ortadan
kalkması ile birlikte sur dışında bulunan yerleşim alanları da önemli oranda gelişim göstermiştir.
Bu nedenle şehrin çekirdeğini oluşturan sur içindeki alan zamanla İçerişehir olarak anılmaya
başlanmıştır.
Beyşehir’de İçeri şehir mahallesi etrafında bulunan yerleşim alanı, fizikî, mimari, sosyal
ve ekonomik açıdan sürekli değişim ve dönüşüm geçirmiştir. Bu çalışmada, Beyşehir örneğinde
Eşrefoğullarından günümüze kadar süren kesintisiz yerleşim sürecinde İçerişehrin oluşumu,
gelişimi ve dönüşümü üzerinde bazı değerlendirmeler yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: İçerişehir, Beyşehir, Osmanlı
*
Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, email:[email protected], TÜRKİYE
55
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
XVI. YÜZYILDA MARAŞ ZAVİYELERİ
İbrahim SOLAK*
ÖZET
Zâviye, şehir, kasaba ve köylerde veya yollar üzerinde (derbent ve geçitlerde) kurulan,
içerisinde belli bir tarikata mensup şeyh ve dervişlerin yaşadığı, ayende ve revendenin, yani
gelip geçen yolcuların herhangi bir ücret talep edilmeden misafir edildikleri binalara veya
külliyelere denilmektedir. Osmanlılar öncesinde ve Osmanlılar zamanında Anadolu ve
Rumeli’nin Türkleşip-İslamlaşmasında zâviyelerin çok önemli rolünün olduğu bilinmektedir.
Zâviyelerin, ıssız ve tenha yerlerin şenlendirilip, yaşanabilir hale getirilmesi, buralarda yerleşim
yerlerinin açılıp, yeni gelenlerin iskân edilmesi, zâviyedeki şeyh aracılığıyla dirlik ve düzenin
sağlanması gibi önemli işlevleri bulunmaktadır. 1522 tarihinde Dulkadirli Beyliği Osmanlı
topraklarına ilhak edildi ve bu tarihten itibaren bu bölgede Dulkadirli Eyaleti kuruldu. Maraş
Sancağı eyalet merkezi ve paşa sancağı oldu. Bu tebliğde XVI. Yüzyıl içerisinde Maraş Sancağına
bağlı olan Maraş, Elbistan, Zamantu ve Hısn-ı Mansur (Adıyaman) kazaları içerisinde yer alan,
bulunan zaviyeler incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Zaviye, Maraş, Elbistan, Zamantu, Hısn-ı Mansur
*
Prof. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
56
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
GÖÇEBELİĞİN ASKERÎ VE SOSYAL YAPILANMASI BAĞLAMINDA ORDO (ORDA
/ ORDUĞ / ORDU) TERİMİ VE BUNUN ANADOLU'DAKİ İZLERİ
İlhan ŞAHİN*
ÖZET
Bundan yaklaşık elli bin yıl önce Avrasya coğrafyasında doğan ve insanlık tarihinin
yarısından fazlasını teşkil eden göçebelik, şüphesiz kendine has kültür ve uygarlık değerlerine
sahiptir. Bu durum insanlık tarihinin gerçek anlamda ortaya konulabilmesi için, göçebelik
tarihinin ve onun kültür ve uygarlık değerlerinin iyi bilinmesi ve bu değerlerle ilgili nokta konular
üzerinde derinlemesine araştırmalar yapılması gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Bu bakımdan
bildirimizde, göçebeliğin önemli bir askerî ve sosyal yapılanması olarak karşımıza çıkan ordo
(orda, orduğ, ordu) teriminin tarihî kökleri üzerinde durmak ve bu bağlamda söz konusu terimin
Kırgız ve Moğol göçebeliği üzerindeki yerini ele almak ve bunun Osmanlı dönemi
göçebeliğindeki izleri hakkında mukayeseli olarak bilgi vermek istiyoruz. Bildirimizin kaynağını
hem yazılı eserler ve Osmanlı arşiv malzemesi hem de sözlü tarihe dayalı tespitler ve gözlemler
teşkil etmektedir.
*Prof. Dr., İstanbul Aydın Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, İstanbul, email:
[email protected], TÜRKİYE
57
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
AZƏRBAYCANDA QADIN SIYASƏTI:MIFLƏR VƏ REALLIQLAR
İradə ƏLİYEVA* Dilguşə SÜLEYMANOVA**
ÖZET
Onlar yüz illər boyu inkişafdan uzaq, köhnə adət-ənənələrin hökm sürdüyü bir qaranlıq
mühitin çevrəsində yaşamış, yalnız ana və evdar qadın olmaq vəzifəsini icra etdikləri bu mövcud
çevrədən 20 yüzillikdə xilas olaraq ictimai-siyasi həyata qoşula bilmişlər. Əgər bəşəriyyətin
mövcudluğundan içində olduğumuz 21-ci yüzilliyə qədər keçdiyi yola bir tarixi baxış keçirsək,
qadın statusunun minilliklər boyu məruz qaldığı dəyişiklikləri müşahidə etmiş olarıq. Bir az da
incələsək, ailə adlanan bir qurum 2 tərəfdən-qadın və kişidən ibarətdir. Dövlət də bir ailə olaraq
qadın və kişilərin toplumudur desək, yanılmarıq. Qadın, ilk növbədə ana, tərbiyəçidir. Amma
tarixin yetişdirdiyi bir çox güclü qadınlar böyük işlər görərək öz varlıqlarını, bilik və
bacarıqalrının yetərliliyini, qabiliyyətlərinin kişilərlə bir səviyyəyə çatdığını öz əməllləri ilə
sübuta yetiriblər. Azərbaycan tarixinin Manna, Atropatena dövlətlərində, Səlcuqlar, Səfəvilər
dövrlərində, Xalq Cumhuriyyəti dövründə, son olaraq müstəqillik dövrlərində qadınlara etimad
göstərilmiş, ilk dəfə olaraq müsəlman Şərqində qadına seçmək, seçilmək hüququ verilmişdir.
Xalqımızın tarix kitabını səhifələyib qadınların inkişafimizdakı rolunu araşdırsaq, hələ Orta
əsrlərdə Azərbaycan hökmdarlarından Qızıl Arslanın arvadı Qətibə xanım, Özbək xanın arvadı
Mehrican xanım, Uzun Həsənin anası Sara xatun, Şah İsmayıl Xətainin qızı Məhinbanu Sultan,
Şirvanşah Xəlilullanın arvadı Pəri xanım, Şah Abbasın anası Xeyransa bəyim, əfsanəvi Tuti Bikə
və başqalarının görkəmli siyasi və dövlət xadimləri kimi tanındıqlarının və ölkənin tarixində
böyük iz qoyduqlarının şahidi olarıq. Tarixin müxtəlif dövrlərində qadınlar xüsusi mövqeyə malik
olub.Əgər müxtəlif zamanları, dövrləri adlayıb Osmanlı dövrünə nəzər salsaq, Osmanlı
sultanlarının xanımlarının oynadıqları tarixi rola heyrətlənmək olar. Osmanlı sultanları
izdivaclarında da dövlətin maraqlarını, öz ölkələrinin inkişafını və torpaqlarının
genişləndirilməsini nəzərdə tuturdular. Bu mövqeni təsdiqə təkcə I Murad Bursaya dönüb oğlu
I Bəyazidi Süleyman Şahın qızı ilə evləndirməsi kifayətdir. Çünki buizdivac nəticəsində Kütahya,
Tavşanlı, Simav və Əmət torpaqları gəlinin çehizi olaraq Osmanlılara verildi. Bu da qadınların
siyasətə xidmətinin bir nümunəsidi. Orta əsrlərdə Azərbaycan hökmdarlarından Qızıl Arslanın
arvadı Qətibə xanım, Özbək xanın arvadı Mehrican xanım, Uzun Həsənin anası Sara xatun, Şah
İsmayıl Xətainin qızı Məhinbanu Sultan, Şirvanşah Xəlilullanın arvadı Pəri xanım, Şah Abbasın
anası Xeyransa bəyim, əfsanəvi Tuti Bikə və başqaları kimi görkəmli siyasi və dövlət xadimləri
ölkənin tarixində böyük iz qoymuşdur. Bu gün dəAzərbaycan qadınları müstəqillik uğrumda
gedən mübarizələrin ön sıralarındadırlar.
Azərbaycanda qadınların rəsmi olaraq kişi ilə hüquqları bir olsa da, sosial diskriminasiya
hələ də problemdir. Ölkənin kənd ərazilərində ənənəvi sosial normalar və iqtisadi inkişafın zəif
olması, iqtisadiyyatda qadının rolunu məhdud olmasına səbəb olur və cinsi diskriminasiyaya
görə qadınlar qanuni hüquqlarından istifadə etməkdə çətinlik çəkir. Azərbaycanın birinci xanımı
Mehriban Əliyeva Azərbaycan Respublikasının Birinci Vitse-prezidenti təyin edilib.
Anahtar Kelimeler: qadın siyasəti, zərif güclülər,izdivac maraqları
*
Doç. Dr.,Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti email: [email protected], AZERBAYCAN
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
**
58
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
SOVET RUSIYASININ OSMANLI IMPERIYASI ILƏ ZAQAFQAZIYA VƏ
AZƏRBAYCAN UĞRUNDA DIPLOMATIK MÜBARIZƏSI (OKTYABR 1917- MAY
1918)
İsaməddin MUSAYEV*
ÖZET
Məqalədə oktyabr çevrilişindən sonara sovet diplomatiyasının dağılmış imperiyanı
yenidən bərpa etmək, Qafqaz və Azərbaycanı tutmağa yönəldilən diplomatik fəaliyyəti
araşdırılır.
Anahtar Kelimeler: Tpabzon konfransı,Batum konfransı.
*
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
59
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
17. YÜZYIL VEZİRİAZAMLARINDAN LALA MEHMED PAŞA VE MUHALLEFATI
İsmail KIVRIM*
ÖZET
I. Ahmed devrinin sadrazamlarından Lala Mehmed Paşa Bosnalı Şahinoğlu ailesinden
olup Yayça’da (Jajce) doğmuştur. Bazı kaynaklarda Sokullu Mehmed Paşa ile akraba olduğu
belirtilir. Lala Mehmed Paşa 5 Ağustos 1604 (9 Rebiyülevvel 1013) tarihinde sadrazamlığa
atanmıştır. Avusturya cephesinde pek çok başarılar elde etmiş olan Lala Mehmed Paşa
Macaristan’ı kesin olarak Avusturya istilasından kurtarmaya hazırlandığı sırada, Anadolu’da
Celâli isyanları tehlikeli boyutlara ulaşması ve İran cephesinde de işlerin kötüye gitmesi üzerine
I. Ahmed, bazı hususları görüşmek üzere İstanbul’a gelmek için izin isteyen veziriazama ya İran
serdarlığını üzerine alması ya da sadaret mührünü göndermesi şartıyla gelmesine izin verdi.
İstanbul’a gelen Mehmed Paşa, padişahı, İran cephesine başkasının gönderilmesi ve kendisinin
de Avusturya meselesini nihayete erdirmek için tekrar Macaristan’a dönmesine ikna etmeye
çalıştıysa da muvaffak olamadı. Nitekim I. Ahmed kendisini ölümle tehdit edince İran cephesine
gitmek için Üsküdar’a geçti. Fakat Haziran 1606’da burada üzüntüsünden vefat etti.
Lala Mehmed Paşa, hatırı sayılır bir servete sahipti. Nitekim hastalandığında vefat
edeceğini anladığında yanındakilere ailesinin ve çocuklarının korunmasını vasiyet etmişti.
Öldüğünde de geride kalan askerî malzemenin yanında başta nakit varlığı olmak üzere kırkı aşkın
samur kürk, elbiseler ve çeşitli değerli eşyaları bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Veziriazam, Lala Mehmed Paşa, Muhallefat
*
Doç. Dr., Gaziantep Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
60
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TUNA VİLAYETİ’NDE ORAK VE HARMAN MAKİNESİ
Kadir ACAR
ÖZET
19. yüzyılda Avrupa çiftçisi ziraat alet ve makinelerinden faydalanarak daha verimli
çalışabiliyor, mahsulünü kısa sürede toplayabiliyordu. İnsan ve hayvan gücüyle üretim yapan
Osmanlı çiftçisi mahsülünü gereken sürede toplayamıyordu. Toplanamayan mahsül tarlada terk
ediliyor veya orakçılara bırakılıyordu. Bu sebeple Tuna Vilayeti’nde de üretimi artırmak için
ziraat alet ve makineleri kullanılmasına teşebbüs edildi. 1866’da Rusçuk’da tecrübe edilip
neticeye göre diğer kazalara da alınmak üzere bir harman makinesi getirtildi. Ertesi yıl bir
harman makinesi daha ve bazı ziraat edevatı da satın alındı. Bu harman makinelerinden birisi
de buhar gücüyle çalıştırılıyordu. 1867’de bunların Rusçuk’taki numune çiftliğinde tecrübe
edildikten sonra diğer yerlerde de kullanılması kararlaştırıldı. Verim alınınca finansmanı menafii umumiye sandıklarından karşılanmak üzere 1868 yılında uygun olan kazalar için birer orak
makinesi ve her sancak için de birer harman makinesi alınmasına karar verildi. Orak makineleri,
kullanacak kişilere eğitim verilerek kazalara gönderildi. Bu makineler sayesinde mahsulde atış
olduğu görüldü.
Anahtar Kelimeler: Orak Makinesi, Harman Makinesi, Menafi Sandıkları, Vilayet
Yönetimi, Osmanlı’da Ziraat

Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, email: [email protected], TÜRKİYE
61
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
THE CIRCASSIANS – AN ETHNIC GROUP PERISHED FROM DOBRUDJA
Liliana BOŞCAN*
ABSTRACT
During the nineteenth century, Dobrudja experienced significant population
movements. In former times, the Circassians also lived in this ethnic conglomerate of Dobrudja,
a genuine mosaic of nationalities.
The Circassians emigrated from Russia to the Dobrudja and the other Turkish provinces
between 1862 and 1865. According to Eugen Pittard, in 1864 and beyond, about 400,000
Circassians fleeing from the Russians asked the Ottoman Empire to grant them assylum, which
allowed them to settle in the Balkan Peninsula and Western Asia. In Dobrudja, besides Slava
Cerchezească, Babadag Plasa, they also settled in other localities, such as Armutlia, Ortachioi,
Canlâ-Bugeac, Camber, Isaccea, Accadân, their number being around 10,000 persons. Until the
Independence War of 1877, villages of the Circassians, who preferred especially “the places
under the slopes or the wooded spots around the springs rich in drinking water” were
scaterred hither and thither all over Dobrudja. After the war, the Romanian government
encouraged the returning to Dobrudja of the other Muslim populations who had emigrated,
such as the Turks and the Tatars, and withheld the returning of the Circassians to their homes.
First, the study will focus on the descriptions of various authors, regarding the life, living,
traditional clothing, and traditions of the Circassians, as well as their relations with the other
populations in Dobrudja. Secondly, the paper will represent a statistical analysis of the
Circassians in the territory of Dobrudja and, last but not least, the political context that led to
the Circassians’ emigration after the Independence War. The paper is based on unpublished
documents found in the Romanian diplomatic and national archives, namely the memoirs of
the Romanian elite, and also the Romanian press.
Keywords: Emigration, Dobrudja, Circassians
*
Assoc. Prof., Bucharest University Faculty of History, email: [email protected], ROMANIA
62
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ŞIRVAN VILAYƏTI XVI ƏSRIN 30-80-CI ILLƏRINDƏ
Mayıl Sədyar oğlu ALICANOV*
ÖZET
Mərkəzi Şamaxı olan Şirvan bəylərbəyiliyi Kürdən Dərbəndə qədər ərazini əhatə edirdi.
Şirvan bəylərbəyi Salyan, Quba, Ərəş və Şəki, Dərbənd, Alpout ulkası, Bakı, Cəmişkəzək və Ağdaş
mahallarına bölünürdü. Fərrux Yasarın ölümündən (1500) sonra Şirvan öz müstəqilliyini itirərək
Səfəvi dövlətinə tabe olsa da bir müddət yerli sülalənin daxili müstəqilliyi Səfəvilər tərəfindən
saxlanılmışdı. 1538-ci ildə Şirvan Səfəvilər tərəfindən tutulandan sonra Şirvan Səfəvilərin
tərkibində bəylərbəyliyə çevrildi. Şirvanın daxili müstəqilliyi ləğv edilsə də, Şirvanşahlar
sülaləsinin varisləri demək olar ki, bütün XVI əsr boyu öz müstəqilliklərini bərpa etmək üçün
Səfəvilərə qarşı mübarizəni dayandırmamışdılar. H.951-ci ildə Əlqas Mirzənin bəylərbəyliyi
zamanında Şahruxun əmisi oğlu Burhanəddin, uzun müddət Səfəvilərə qarşı qiyam təşkil
etmişdi. Bu proses İsmayıl Mirzənin bəylərbəyliyi dövründə davam etmişdi. Şirvanda Səfəvilər
əleyhinə növbəti qiyam Şirvanşahlar nəslindən olan Qasım adlı bir nəfərin başçılığı ilə 1554-cü
ildə baş qaldırmış, lakin, nəticəsiz qalmışdı. 1576-1577-ci illərdə Şah I Təhmasibin vəfatından
sonra mərkəzdə baş verən qarşıdurmadan istifadə edən Burhanəli Mirzənin bacısı oğlu Qavus
Mirzə 1577-1578-ci illərdə Şirvanda üsyan qaldırmışdı. Aras xan Rumlunun Şirvanda növbəti
bəylərbəyliyi dövründə Səfəvilər zəifləmiş və buralara Osmanlı yürüşləri təşkil edilmişdi. Daha
sonra Şirvana bəylərbəyi təyin edilmən Peykər xan xəstəlikdən vəfat etdi və onu əvəz edən
Xəlifə Ənsar Qaradağlı Şirvanda heç bir uğur əldə edə bilməyərək öldü. Bundan istifadə edən
Osman paşa Dərbənddən Şamaxıya gələrək bölgədə Osmanlı hakimiyyətini yenidən bərqərar
etdi. Beləliklə, faktiki olaraq 1582-ci ildən 1607-ci ilə qədər Şirvan Osmanlı hakimiyyəti altında
qaldı. Bu illər ərzində baş vermiş hadisələri təhlil edərək belə nəticəyə gəlmək olar ki, Səfəvi
imperiyası tərkibinə qatılan Şirvanşahlar illərlə qoruyub saxlamış olduğu dövlətçilik ənənələrini
bərpa etməyə bir neçə dəfə cəhd etmişdi və bu prosesdə Osmanlı imperiyası onlara bir sıra
köməklilər etmişdi.
Anahter Kelimeler: Şirvan, Səfəvi, Osmanlı, vilayət
*
Doç. Dr., Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
63
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
MÜHİMME DEFTERLERİNE GÖRE ÖZDEMİROĞLU OSMAN PAŞA’NIN İRAN
SEFERLERİ
Mehmet Ali ÜNAL*
ÖZET
16. yüzyılın büyük askerlerinden biri olan Özdemiroğlu Osman Paşa Osmanlı tarihinin de
en mümtaz simalarından biridir. İran seferleri ve kazandığı zaferlerle Osmanlı tarihine adını altın
harflerle yazdırmıştır. Osman Paşa’nın seferleri ve fetihleri üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır.
Osman Paşa’nın seferleriyle ilgili muhtelif kaynaklar ve birçok arşiv belgesi bulunmaktadır.
Ancak Osmanlı arşiv belgeleri arasında önemli bir yer işgal eden mühimme defterleri üzerinde
Osman Paşa’nın seferleri ile ilgili müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Tebriz seferinde veziriazam
ve serdar-ı ekrem olarak vefat eden Özdemiroğlu Osman Paşa’nın bilhassa bu son seferi ile ilgili
mühimme defterlerinde pek çok belge ve bilgi bulunmaktadır. Bildirimizde başta mühimme
defterleri olmak üzere, kronikler ve konuyla ilgili özel yazılmış eserlere göre Özdemiroğlu
Osman Paşa’nın seferlerine ışık tutmaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Özdemiroğlu Osman Paşa, İran Seferleri, Kafkasya Fetihleri
*
Prof. Dr., Pamukkale Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
64
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
GÜMRÜK TARİFE DEFTERLERİNE GÖRE 19. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA
İTALYAN TÜCCARLARIN İHRAÇ VE İTHAL ETTİKLERİ ÜRÜNLER
Mehmet İPÇİOĞLU*
ÖZET
1801 yılında İngiltere ve Fransa, Rusya, İtalya, Avusturya, Prusya, Danimarka, Amerika,
İsveç, Norveç, İspanya, Belçika, Hollanda devletleri ile ticari imtiyaz ve muafiyetleri de içine alan
ahidnamalerini 1861 senesinde Sultan Abdülaziz’in tahta çıkışı münasebetiyle yenileyen
Osmanlı Devlet adamları bu devletlerin sefaretlerince tayin edilen memurların da katılımıyla
her bir devlete ait tecdit edilmiş yeni gümrük tarifeleri hazırlamıştır.
Bu çalışmada söz konusu tarifenamelerden İtalya Devletine ait olanlar incelenmiş, 19
yüzyıl Osmanlı iktisadi hayatını etkileyen İtalyan malları nicelik ve nitelik açısından irdelenmeye
çalışılmıştır. Anlaşmaya göre İtalyan tüccarların ihraç ve ithal ettikleri malların gümrük vergisi
birinci sene yüzde 8, sonraki senelerde her sene yüzde 1 azalarak sekizinci senenin sonunda
yüzde 1 e düşecek ve bu seneden sonra yüzde 1 olarak devam edecektir. Altın ve gümüş hesabı
üzerinden yapılan ödemeler peşinen alınacaktır. Buna göre yüzlük mecidiye altını yüz
guruş, beş aded gümüş mecidiye bir altın mecidiyeye karşılık gelmektedir. Tüccarlar altın ve
gümüş yerine kaime ile ödeme yapmak istedikleri takdirde mecidiye kaimesinin borsadaki
değeri üzerinden ödeme yapabilmektedir. Söz konusu tarifenamedeki verilerden çıkarılan
gümrüğe tabii ticari emtiayı; sanayi ürünleri ve tarımsal ürünler olarak iki ana kategoriye
ayırmak mümkündür. Çalışmamızda sanayi ürünleri; İnşaat malzemeleri, mutfak malzemeleri,
temizlik ve tekstil ürünleri alt kategorisinde incelenirken, tarım ve hayvancılığa dair ürünler,
hububat, baharat, kahve, tütün, şarap ve zeytinyağı, büyükbaş hayvan ve domuz eti ve diğerleri
şeklinde kategorize edilmiştir. Çalışmanın sonunda İtalyan tüccarların ithal ürünleri olan İtalyan
malları ile Osmanlı’dan İtalyan ve diğer Akdeniz kentlerine götürdükleri ihraç ürünleri arasında
bir kıyas yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Levanten, Osmanlı Gümrüğü, İtalyan Tüccarları, İtalyan İithal
Ürünleri, Osmanlı İhraç Ürünleri
*
Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
65
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
KAHRAMANMARAŞ’TA OSMANLILAR DÖNEMİNDE İNŞÂ EDİLEN
MEDRESELER
Mehmet ÖZKARCI*
ÖZET
Kahramanmaraş; coğrafi konumu, tarihi ve tabii güzellikleriyle tarih boyunca önemli bir
uygarlık ve ticaret merkezi olmuştur. Maraş, 1071 yılındaki Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu
Selçuklu Devleti ve Dulkadir Beyliği’nin hâkimiyetinde kaldıktan sonra 1522 yılında Osmanlı
Devleti’nin topraklarına katılmıştır. Maraş günümüzde de “Osmanlı-Türk Şehri” kimliğini büyük
ölçüde muhafaza etmektedir. Yakın geçmişe kadar tarihî özelliklerini koruyan şehir dokusu, son
yılların hızlı gelişme ve yapılaşması ile pek çok şehirde olduğu gibi, Kahramanmaraş’ta da bu
dokuyu tahrip etmeye başlamıştır.
Kahramanmaraş şehir merkezinde, Osmanlılar döneminde toplam yirmidört (24) adet
medrese inşâ edildiğini tespit ettik. Ayrıca Dulkadir Beyliği döneminde de Maraş’ta çok sayıda
medrese yapılmış olup, bu medreseleri çalışmamıza dâhil etmedik. Şehirde önemli oranda
medrese yapılması, Maraş’ta eğitim ve öğretimin ileri düzeyde olduğunu göstermektedir.
Osmanlılar döneminde inşâ edilen medreselerden sadece 3 tanesi günümüze gelmiş olup, 21
tanesi yıkılmıştır. Yıkılan medreseler hakkında ise arşiv belgelerinden bilgi sahibi olmaktayız.
Bu bildirimizde; mevcut olan Acemli (İskender Bey-Şehit Evliya) Medresesi, Divanlı
Medresesi ve Duraklı (Ali Bey) Medresesi mimarî özellikleri açısından tanıtılacaktır. Günümüze
gelmeyen yapılardan; İsa Divanlı Medresesi, Bayazıtlı (Hacı Abdullah Bey) Medresesi, Şekerli
Medresesi, Nakip Medresesi, Timur Paşa Medresesi, Restebaiye (Küçük Çavuşlu) Medresesi,
Fıkhıye-i Rıdvaniye Medresesi, Nebeviye-i Rıdvaniye (Dârü’l-Hadîs) Medresesi, Rıdvaniye
Medresesi, Kalender Paşa Medresesi, Hatipzâde Medresesi, Sarayaltı (Hacı Mustafa Efendi)
Medresesi, Hacı Hüseyin Medresesi, Kayabaşı Medresesi, Çiçekli Medresesi, Nuh Medresesi,
Çarşıbaşı Medresesi, Alacalar Medresesi, Selvili Medresesi, Şıralı Medresesi ve Kanadıkırık Zâde
Ökkeş Efendi Medresesi hakkında ise, vakfiye ve arşiv belgeleri ışığında bilgi verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kahramanmaraş, Acemli Medresesi, Divanlı Medresesi, Duraklı
Medresesi
*
Prof. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
66
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ŞEYHÜLİSLÂM HAYDARİZÂDE İBRAHİM EFENDİ VE TERKİB-İ BEND’İ
Mehmet ÜNAL*
ÖZET
Klasik Türk Edebiyatı, varlığını yüzyıllarca devam ettiren ve bugün çerçevesi net bir
şekilde ortaya konulamayan sayısız kıymetli eserin ortaya çıkıp bugüne ulaştığı, bu topraklardaki
kültür ve medeniyeti oluşturan büyük bir mirası ifade etmektedir. Kuşkusuz beslendiği
kaynaklar da Kur’ân, hadîs, İslâm tarihi, tasavvuf, mitoloji, astronomi, tıp, sosyal çevre, gelenekgörenek, tarih ve kültür unsurları gibi çok geniş ve derin değerlerden oluştuğu bilinen bir
gerçektir. Divân Edebiyatı farklı kültürlerin birleşimiyle oluşan, yüz binlerce sanatçı yetiştiren ve
uzun bir tarihi döneme ad olan bir edebiyattır. Bu edebiyat süreci içerisinde bir takım sanatçılar,
şairler, farklı söyleyişleriyle, anlatım güçleriyle divan edebiyatı bünyesinde üstat haline
gelmişler, diğer sanatçılar, şairler ise onlara oranla daha geri planda kalmıştır. Bu isimlerin gerek
edebî yönden zayıflığı, gerek haklarındaki bilgi azlığında gündeme gelememişler ve eserleri
üzerinde çalışma yapılmamıştır. Bu şairlerin bir zümresini de şiirle iştigal eden Şeyhülislam
görevinde olan kişilerdir. Bu şahıslar eserlerinde çok fazla tasavvufi ibareleri ve dini konuları ele
almışlardır. Uzunca bir dönemde, çok çeşitli şekil ve türlerde verilen ürünleri içine alan Klasik
şiirimizde Terkib-i bend yazma geleneği, şairlerin değişik vesilelerle dahil oldukları, bir bakıma
önemli bir faaliyetleridir. Şiir incelemelerinde de çok yol almamız gerektiği dikkate alınırsa, bu
tür metin çalışmalarına olan ihtiyacın önemi daha iyi ortaya çıkmaktadır.
Bu çalışmada, ailesinde birçok bilgin yetişmiş Bağdat’ın tanınmış ailelerinden
Haydarizâde Asım Efendinin oğlu olan ve Osmanlı Padişahı VI. Mehmed Vahdeddin’in ve
Osmanlı devrinin Şeyhülislâmı olan Haydarizâde İbrahim Efendinin Terkib-i bend’ini şekil ve
muhteva açısından inceleyerek günümüz Türkçesine aktararak, şairin okuyucuya dönemin
hangi olaylarını ne şekilde aktardığı etraflıca irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Terkib-i Bend, Haydarizâde İbrahim Efendi, Şeyhü’l-islam, 20. yüzyıl
*
Yrd. Doç. Dr., Uşak Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
67
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ÇOK ULUSLU OSMANLI MÜSLÜMANI BİR MÜNEVVER: ŞEYHÜLİSLÂM
HAYDARİZÂDE İBRAHİM EFENDİNİN IRAK ORDUSUNA MANZUM HİTABESİ
Mehmet ÜNAL*
Nurettin ÇALIŞKAN**
ÖZET
Osmanlı-Türk edebiyatı, Orta Asya’dan Balkanlara, Tataristan’dan Yemen’e Horasan’dan
Kuzey Afrika’ya yalnız Türklerin değil; aynı coğrafyada Müslim ve gayr-i Müslim farklı milletlerin
de katkısı ile oluşmuş kültür mirasıdır. Üç kıtada yetişen edibler ve ilim adamları insanı
ilgilendiren her konuda manzum veya mensur sayısız eser meydana getirmişlerdir.
Türk edebiyatının önemli sahalarından biri olan ve 600 yıldan fazla bir ömür süren Klasik
Türk edebiyatı sahasında eser veren şairler, çok çeşitli nazım şekilleriyle eserlerini kaleme
almışlardır. Bunlar bazen müstakil eserler şeklinde, bazen de bir Divan içinde bir araya
toplanmış olarak görülmektedir. Klasik Türk edebiyatı, yetiştirdiği çok değerli sanatçılara ve bu
sanatçıların meydana getirmiş olduğu değerli eserlere rağmen henüz tam olarak değerlendirilip
anlaşılabilmiş ve anlatılabilmiş değildir. Klasik Türk şiirinin hak ettiği değeri bulabilmesi, anlaşılıp
anlatılarak gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için önce bütün sosyal, kültürel, siyasi özellikleri ile
devirlerin, bunun ardından o devirde yetişmiş olan ve tezkirelerde adı geçen şairlerin hayatları
ve eserleriyle birlikte çok iyi bir şekilde incelenerek değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bugüne kadar Klasik Türk edebiyatı sahasında metin şerhi ve tenkidi itibariyle çeşitli
çalışmalar yapılmış; pek çok şair-yazar kişiliğin ve eserlerinin edebiyat tarihindeki yeri ve önemi
tespit edilmeye çalışılmıştır. Ne var ki tezkirelerde veya diğer kaynaklarda ismi geçen ama
hayatı ve eserleri hakkında henüz herhangi bir inceleme yapılmamış pek çok şair-yazar
mevcuttur. Bunların da incelenip ilim âlemine kazandırılması, edebiyat tarihimizdeki yerleri ve
önemlerinin tespit edilmesi milli hafızamızın derinliğinin ve kalitesinin artmasına hizmet
edecektir.
Gün ışığına çıkmayı bekleyen pek çok eser, yalnızca yeni harflere aktarılarak yayımlanmış
da olsa, sahayla ilgili diğer ilmi çalışmalara kaynak oluşturabildiği gibi eski yazımızı bilmeyen
bugünkü neslin de eserleri ve sanatçılarını tanımasına imkân sağlamıştır. Üzerinde henüz
çalışılmamış çok sayıdaki eserin, şiir mecmualarında dağınık bir halde bulunan şiirlerle, Klasik
Türk edebiyatı sahasında verilmiş manzum ve mensur diğer bütün metinlerin de bugünkü yazı
dilene aktarılması milli kültürümüz açısından büyük önem arz etmektedir. Bu eserlerden biri de
Haydarîzâde İbrahim Efendinin Irak Ordusuna yazdığı hitabıdır. Haydarîzâde, bu eserinde
Bağdat'ın eski ihtişamına, bir Osmanlı eyaleti olarak Irak'ın gösterdiği parlak gelişmeye ve
bölgenin İngiliz işgaline uğramasına temas ettikten sonra Osmanlı halifesinin Irak halkına ve
Osmanlı ordusuna yaptığı hitabını duygulu mısralarla ifade etmiştir.
*
Yrd. Doç. Dr., Uşak Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
Yrd. Doç. Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İlahiyat Fak, email: [email protected]
TÜRKİYE
**
68
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Bu çalışmada, ailesinde birçok bilgin yetişmiş Bağdat’ın tanınmış ailelerinden
Haydarizâde Asım Efendinin oğlu olan ve Osmanlı Padişahı VI. Mehmed Vahdeddin’in ve
Osmanlı devrinin Şeyhülislâmı olan Haydarizâde İbrahim Efendinin “Irak Ordusuna Hitab” adlı
eseri günümüz Türkçesine aktarılarak, şairin okuyucuya dönemin hangi olaylarını ne şekilde
aktardığı etraflıca irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Irak Ordusu, Haydarizâde İbrahim Efendi, Şeyhü’l-islam, 20. Yüzyıl
69
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ŞAH MURAD DÖNEMİNDE OSMANLI-BUHARA İLİŞKİLERİ (1785-1800)
Mehmet YILMAZ*
ÖZET
1785 yılında ölen babası Danyal Biy’in yerine Atalık (Sadrazam) olan Şah Murad, 1789
senesinde son Cengizi kukla han Ebu’l-Gazi’yi tahtından indirmiştir. Bu sırada eşlerinden
birisinin Cengizi olmasından faydalanarak, Buhara’da Canoğulları sülalesine son vermiş ve
yerine Mangıt hanedanını kurmuştur. Oldukça dindar ve karizmatik bir şahsiyet olup, hem
Altınorda kökenli hanlıklar arasında ‘han olmak için Cengizi olmak gerekir’ geleneğini yıkmış,
hem de dağılma tehlikesi geçiren Buhara’da birliği sağlamıştır. Gençliğinde aldığı sağlam tahsilin
etkisiyle alimleri korumuş ve onun zamanında medreseler yeniden ihya edilmiştir. Çoğu Tatar,
Başkurt ve Buhara dışından gelen Türkistanlı talebeler olmak üzere bu medreselerde okuyan
öğrencilerin sayısı 30.000’i bulmuştur.
Halifeye yakın olmanın, sözde Cengizi beylerin başlattıkları meşruiyet tartışmalarına
karşı kendisine güç vereceğini düşünen Şah Murad, devletin başına geçtikten hemen sonra
Osmanlı ile yakınlaşmaya çalışmıştır. Şah Murad’ın bu tutumu, Kırım’ın Ruslar tarafından
ilhakıyla kendisini yalnız hisseden Osmanlı’yı çok memnun etmiştir. İstanbul’da sanki Şah
İsmail’e karşı, Yavuz Sultan Selim ile Muhammed Şeybani Han arasında kurulan ittifak havası
terennüm edilir olmuştur. Şah Murad’ın teklifi ile heyecanlanan ve Türkistan’ın siyasi yapısını
pek tanımayan I. Abdülhamit, Ruslara karşı Turan ülkeleriyle bir ittifak hayal etmeye başlamıştır.
Fakat 1788 yılında ülkesinde İslamiyet’i tanıyarak karşı atağa geçen II. Katerina, Rusya
Müslümanlarına verdiği bazı önemli dini haklar ve Türkistan’a karşı gösterdiği özel ilgi ile I.
Abdülhamit’in Turan birliği düşüncesini daha doğmadan yok etmiştir. Bu sırada Maveraünnehir
ülkelerinin İran ile ilişkileri bozuk olduğundan Türkistanlıların haç yolu Rusya topraklarına doğru
kaymıştır. Buharalı hacılar önce Kızılsu ve Astrahan üzerinden Azak veya Anapa’ya inerek,
Karadeniz yoluyla İstanbul’a ulaşmaya başlamıştır. Osmanlı, başkentteki Özbek tekkelerini
dolduran Türkistanlı hacıların ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmıştır.
Arşiv kayıtlarına dayanarak hazırlayacağımız bu tebliğimizde öncelikle Şah Murad
döneminde Osmanlı ile Buhara arasındaki siyasi ilişkiler ve sonuçları, değişen haç yolu, Özbek
hacıların karşılaştıkları sorunlar ve Türkistanlı hacılara yapılan yardımlar ele alınacaktır.
Hazırlayacağımız özgün haritalar ile konuya açıklık getirilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Buhara Hanlığı, Buhara Emirliği, Mangıt Hanedanı, Özbek, Türkistan,
Turan
*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
70
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI DEVLETİ’NE NADİR ŞAH AFŞAR DÖNEMİNDE CAFERİLİĞİN BEŞİNCİ
MEZHEP OLARAK KABULÜ TEKLİFİ VE GÖRÜŞMELERİ
Mehmet Zahit YILDIRIM*
ÖZET
XVIII. Yüzyılın ilk yarısı Osmanlı Devleti’nin tarihinde çok önemli olayların yaşandığı bir
tarihtir. Osmanlı Devleti bir taraftan Avrupa ile uğraşırken diğer taraftan da doğuda İran’la baş
etmek durumundadır. Bu bağlamda, Osmanlı Devleti, 1723’te başlayıp 1740’ların sonlarına
kadar İran’la harpler yapmıştır. Ancak Nadir Şah’ın İran’da tahta çıkması ve tahta çıkarken de
İran coğrafyasında iki asırdır devam eden sünni-şii ihtilafında İranlılarca sahabe ve üç büyük
halifeye yapılan sebb’in terk edilmesini istemesi ve İran’da etkili olan kişilere bunu kabul
ettirmesi Türk Dünyasında çok önemli bir gelişmenin ve birleşmenin gerçekleşmesine yol
açabilirdi. Ancak Nadir Şah’ın bir suikast sonucu öldürülmesi bu ihtimalin ortadan kalkmasını
sağlamış ve arkasından da dönemin üç büyük siyasi gücü olan Osmanlı-İran ve Hindistan Babür
İmparatorluğunun çöküşünün başlangıcı olmuştur. Bu tebliğde Nadir Şah tarafından Osmanlıya
sunulan ve Osmanlı-İran yetkililerince sekiz defa görüşülen Caferiliğin Beşinci Mezhep olarak
Kabul edilmesi ve bunun etrafındaki diğer istekler değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı, İran, Nadir Şah, Beşinci Mezhep, Caferilik
*
Doç. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tarih Bölümü, email: [email protected],
TÜRKİYE
71
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
"ОСМАНСКАЯ ИМПЕРИЯ В ПЕРВОЙ МИРОВОЙ ВОЙНЕ"
Məmmədova AYGÜN*
ÖZET
В стать рассказывается о положении Османской империи в периоды начала
Первой мировой войны и участия Османской империи в Первой мировой войне
освещаются подробности движения «младотурков». Главным врагом для Турции в 19141916 гг. являлась Россия. Сначала Русские войска отступали, но в итоги под Сарыкамышем
нанесли туркам поражение. Естественно это привело на данном участке фронта к
значительной потере турецких войск.
В основном отмечаются подробности партии «Единение и прогресс», которое
являлась главенствующей партией. Несмотря на их активную роль в этот период истории
Османской империи, они не смогли обеспечить стабильность в государстве.
Цель статьи указывать на то, как Османская империя была вовлечена во Первую
мировую войну и как было окружена врагами. В том плане, как мировая империя хотела
развала Османской империи. Как пало это империя, но вместо Османской империи
образовалась сильное Турецкое государство. Подъем национально освободительного
движения в Турции привело к подписанию к Лозаннского мирного договора (24 июля
1923 году), который закрепил границы современной Турции.
Ключевые слова: Османская империя, младотурки, Первое мировая
Турция, Балканская война
*
война,
Dr., Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu, email: [email protected], AZERBAYCAN
72
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLILARDA DİL BİLİM EĞİTİMİ VE ÇALIŞMALARI
Meriç GÜVEN*
ÖZET
Dil bilimi, multidisipliner “çok alanlı” bir bilim olarak Osmanlı döneminde önemsenmiş,
yapılan çalışmalar ve ortaya konan eserler ile alet ve vasıta biliminden, gaye bilimi ve yüksek
biliml mesabesine yükseltilmiştir. Arapların “Acemceye karışarak bozulanl dilleri”ni düzeltme
çalışmalarıyla başlayan ve ilk örneklerini nahiv, sarf, belâgat ve lügat alanında veren Arap dil
bilimi, ortak İslâm medeniyet ve kültürünün etkisiyle Osmanlı dil eğitimi-öğretimini etkilemiş;
Osmanlı dil bilimi gelişimini asırlarca Arap dil biliminin etkisinde sürdürmüştür. Arap dilinin
kuralları esas alınarak oluşturulan ve “Muhtasarât” kabul edilen yüksek gayeli bu bilimler
“İslâmî bilimlerin fıkıh ve kelam gibi temel derslerine hazırlayıcı ve yardımcı olacak biçimde
tertip ve tanzim edilmiştir. Ulûm-ı âliye sınıfından olan bu bilimlere ait dersler, her seviyedeki
öğretimde temel kabul edilmiş ve medreselerdeki diğer derslerin eğitim-öğretimine ancak bu
dersler öğrenildikten sonra geçilebilmiştir. Osmanlı dil bilimi, Osmanlının kuruluşundan
Tanzimata kadar medrese ve Tanzimattan harf inkılabına kadar mektep usulüne dayalı öğretimi
ile gelişimini sürdürmüştür. Süreçte medreselerde dil bilimi ile ilgili sarf, nahiv ve belâgat
derslerinden: Sarf'ın Merah ve Şâfiye, Nahvin “Kafiye” ve "Molla Cami”, belâgat’ın Me’âni
şerhleri ve haşiyeleri en yüksek ve akademik kitaplar olarak okutulmuş; dersler ezber, tekrar,
imlâ ve müzâkere metotlarına göre aşamalı olarak öğretilmiştir. Dil eğitim-öğretimi ve ortaya
konan eserleri açısından Osmanlı dil biliminin Türkçe yönünden en velut ve en verimli devresinin
Tanzimat dönemi olduğu söylenebilir. Batılı tarzda okulların açılması, dil bilimiyle ilgili alt
disiplinlerin gelişmesi, eleştirel bakış açısının yerleşmesi ve Türkçe ile bilim yapılmasıyla birlikte
dil bilim alanında Arapçanın yanında Türkçe orijinal ve özgün eserler de verilmeye başlanmış;
asırlarca Arap dil biliminin hakimiyeti altında varlığını sürdüren Osmanlı dil bilimi bu dönemde
yazılan Kavâid, Emsile, Sarf-Nahiv ve belâgat kitapları ile milli bir kimlik ve söyleyiş kazanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı, eğitim, öğretim, dil bilimi, sarf-nahiv, belagat
*
Yrd. Doç. Dr., Uşak Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
73
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
MÜASIR DÖVRDƏ COĞRAFIYA FƏNNININ TƏDRISINƏ MƏNFI MÜNASIBƏT
GƏNCLƏRIN ŞƏXSIYYƏTYÖNÜMLÜ FORMALAŞMASININ ƏN MÜHÜM
PROBLEMIDIR
Mirvari VERDIYEVA*
ÖZET
Birləşmiş Millətlər Təşkilaytı XXI əsri “Təhsil əsri” elan etmişdir. Aydın həqiqətdir ki,
yüksək intellektə malik insan kapitalının formalaşmasında, davamlı inkişafa zəmin yaradan
güclü iqtisadiyyatın qurulmasında təhsilin rolu mühüm əhəmiyyətə malikdir. Dünyada ölkələrin
uğurlu gələcəyi müasir dövrdə məhz təhsilin səviyyəsi ilə müəyyən edilir. Müstəqillik dövründə
təhsilin inkişafı ilə bağlı bir sıra dövlət sənədləri qəbul olunmuşdur və hər bir sənəd təhsil sistemi
qarşısında xüsusi və konkret tələblər qoymuşdur. Ölkəmizdə cəmiyyətin tələbatı təhsilin
inkişafını sürətləndirmiş, elmi və texnoloji nailiyyətlər isə təhsil sistemi qarşısında həlli vacib
olan mürəkkəb vəzifələr qoymuşdur. Dünyada baş verən həbi-siyasi-iqtisadi münasibətlər onu
göstərir ki, zəngin kapitalı, qüdrətli hərbi gücü və inkişaf etmiş iqtisadiyyata malik olanlar deyil,
məhz biliyi güclü olan dövlətlər qalib gəlir. Elə buna görə də hər bir ölkə vətəndaşının müasir
dünyanın tələbatını ödəyə biləcək biliyə sahib olmasını təmin etmək zəruridir. Coğrafi bilik və
bacarıq ixtisasından, peşəsindən asılı olmayaraq hər bir ölkə vətəndaşına hava və su kimi
lazımdır. Coğrafi bilik və bacarığa sahib olmaq real həyatın özünü lazım olan istiqamətə
yönəltməyi və ondan səmərəli, mühafizəkarcasına istifadə etməyi təmin etmək deməkdir.
Anahter Kelimeler: Coğrafi biliyin əhəmiyyəti, şəxsiyyətyönümlülük prinsipi, vətəndaş
tərbiyəsi.
*Doç.
Dr., Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
74
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TÜRKİSTAN TARİHİNDE TARİKAT-SİYASET İLİŞKİLERİ: YARKEND HANLIĞI
ÖRNEĞİ
Muhammed Bilal ÇELİK*
ÖZET
Türkler’in İslam’ı kabulü başlangıçta yavaş bir seyir izlese de zamanla toplu halde bu dine
geçişler olmuştur. İlerleyen süreçte İslam dini Türk devlet ve toplum hayatında derin izler
bırakmış, töre veya yasa olarak isimlendirilen geleneksel kuralları derinden etkilemiştir. İslam
dininin tebliği ve yaygınlaşması ile ilgili önemli bir misyon üstlenen cemaat ve tarikatlar da dinsel
bir figür olarak devlet ve toplum hayatına nüfuz etmişlerdir. Hatta Türk tarihinde Safevi Devleti
ve Yarkend Hanlığı örneklerinde olduğu gibi devlet yönetimine doğrudan müdahale de söz
konusudur. Bu tebliğde Hocalar Cemaati olarak anılan ve Maveraünnehr topraklarında doğan
İslami bir hareketin Doğu Türkistan’da kurulan ve 16. yüzyıl ile 17. yüzyıl boyunca hayatiyetini
devam ettiren Yarkend Hanlığı’nda yayılması ve devleti ele geçirme süreci ele alınacaktır.
Dönemin ana kaynakları olan vakayinamelerin yanı sıra seyahatnameler araştırma eserlerden
yararlanılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yarkend Hanlığı, Hocalar Cemaati, İslam, Tarikat
*
Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
75
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TÜRKİYE VE GÜRCİSTAN KAYNAKLARINDA TÜRK-GÜRCÜ İLİŞKİLERİ
Murat ESEDOV*
ÖZET
Kafkasya cografyası içinde yer alan insan topluluklarının tarihi paleolit çağlarına kadar
inmektedir. Gürcülürin bu coğrafiya içinde m.ö II binlerden itibaren doğulu doğulu halklarla
ilişkiler içinde olmuşdur.
Gürcülər, Kafkasya’nın yerli halklarından olup “Kartveli” adıyla anılmışdır. Tarihsel
süreçde Kartlar, Megrel-Çavanlar ve Savanlar olmak üzere üç kol olmuşlar. Grek ve Roma gibi
antik dönemlerde demir işçiliği ile bilinen Gürcüler, Asıyalı kavimlerin siyasal ve kültürel etkileri
altında uluslaşma sürecinde Kartlar gibi adlanmış ve belirleyici rol oynamıştır. Gürcüler Kafkas
dillerinin Kartveli dil grubu olup, oldukça zengin bir ses sistemine sahibtirler.
Gürcüler Kafkasya’da olan eski Asya kökemli kavimlerle iç içe yaşamışlardır. Bu
dönemlerde ise genelde Transkafkasya ve bu arada da Gürcüler, sırasıyla Bizans, Arap, Selçuklu
ve Moğol işgallerini yaşamışdılar. Türk-Gürcü ilişkileri Selçukluların Kafkasya’ya gelişi ile
başlamıştır. 1060’lardan itibaren bölgeye Selçuklu boyları gelmeye başlamıştır. 1067-1068’de
Sultan Alpaslan zamanında Horasan’dan büyük bir ordu ile Kafkasya’ya gelmiş ve Gürcistan
torpaklarını işgal etmiştir. Sultan Alp Arslan döneminde başlatılan Kafkasya’nın fetihleri oğlu
Melikşah (1072-1092) tarafından başarıyla devam ettirilerek pekiştirildi. Tarihin ilk devirlerine
kadar dayanan Türk-Gürcü münasebetlerinin Selçukluların ortaya çıkmasından sonra daha
yoğun hissedildiği görülmektedir. Ortaçağda, Gürcüler, sadece Selçuklular ile değil, birçok Türk
ve Müslüman devletle siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik münasebetlerde bulunmuştur.
Türk-Gürcü ilişkileri Selçuklu döneminden başlasada Osmalıların 1578’de Güneybatı
Gürcüstanın ilhakı ile yoğun olmuştur. Bu tarihden itibaren Gürcüler arasında Müslümanlık
yayılmaya başlarken, bu aynı zamanda Türkiye Gürcüleri’nin de tarihi başlanğıcı olmuştur.
Osmanlı döneminden Müslümanlığı beninseyen Gürcistan’ın Güneybatı’sı gederek
Hıristiyan Gürcülerden kopmuşlardı. Bu dönemden beri Anadoluya köç edən Müslüman
Gürcüler daha çok Karadeniz ve Anadolu’nun yüksək yerlərinde yerleşmişlerdir.
Gürcülerin tarihi ve kültürel bilgi ve birikimleri, hem dünya tarihi açısından hem de Türk
tarihi açısından çok büyük önem arz etmektedir.Bu çalışmada Türk-Gürcü ilişkilerinin tarihi,
Selçuklu, Osmanlı ve Cümhuriyet döneminde Türk-Gürcü ilişkileri, Sovetler Birliyinin dağılması
sonrası Tükiye-Gürcistan ilişkileri incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Gürcistan, Sovetler Birliyi, Osmalı, Selçuklu
*
Arşivist, Bakü Devlet Üniversitesi, email: [email protected], AZERBAYCAN
76
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
SINDIRGI KAZÂSI AVÂRIZ-HÂNE DEFTERİ
Murat Mustafa ÖNTUĞ*
ÖZET
XVI. ve XVII. yüzyıllarda Anadolu Eyâleti’nin Karesi Sancağı’na bağlı olan Sındırgı Kazâsı
bu özelliğini uzun yıllar sürdürmüştür. Günümüzde ise Balıkesir iline bağlı bir ilçedir. Bu
incelemede XVII. yüzyıl demografik ve iskân çalışmalarının temel kaynaklarından olan bir avârızhâne defteri esas alınarak Sındırgı Kazâsı’nın iskân ve nüfusu ortaya konulmaya çalışılacaktır.
1683 yılında yaşanan Viyana bozgunu sonrasında Avrupa’da uzun yıllar devam eden savaşlar
sonrasında Osmanlı Devleti’nin hemen her bölgesinde önemli nüfus değişimleri meydana
gelmiştir. Sındırgı Kazası da bu süreçten olumsuz şekilde etkilenmiştir. Sındırgı ahalisinin ve
kazanın ileri gelenlerinin merkeze yaptıkları müracaat üzerine Karlofça antlaşması sonrasında
XVIII. yüzyılın hemen başında bölge tahrir edilmiştir. Yapılan tahrir neticesinde 1700 yılında
kazanın toplam 54 köyünün 12’si eşkıya istilasından harap olup ahalisinin dağılmış olduğu ve
diğer 42 köyünde ise önemli nüfus azalması meydana gelmiş olmasından dolayı tahrir öncesi
170 avârız-hânesi, 114 hâneye düşürülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Sındırgı kazâsı, Karesi sancağı, Avârız-hâne, Nüfus, İskân
*
Prof. Dr., Uşak Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
77
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
KİTABİ –DƏDƏ QORQUD” DASTANINDA QOPUZUN TƏSVIRI
Musayeva Türkən XƏLİL*
ÖZET
Türk xalqlarının, o cümlədən azərbaycanlıların ana kitabı sayılan "Kitabi-Dədə Qorqud"
dastanlarının tarixi və mədəni əhəmiyyəti çox böyükdür. Eyni zamanda "Kitabi-Dədə Qorqud"
boyları o zamanlar musiqi sənətinin inkişaf səviyyəsi, ictimai vəzifələri və təsir qüvvəsi haqqında
da müəyyən təsəvvürlər oyadır, qədim çalğı alətlərini, musiqi ilə bağlı maraqlı ifadə və deyimləri
canlı şəkildə əks etdirir.
"Qopuz" adı ilkin ibtidai mərhələdə türk arealında ümumiyyətlə musiqi aləti məfhumunu
ifadə etmişdir. Oğuz Ozanlarının əsas musiqi aləti qopuz idi və mifoloji rəvayətlərə görə bu aləti
icad edən və onun gözəl ifaçısı da Dədə Qorqud olub. Bu qopuza çox vaxt “Dədə Qorqud”
qopuzu da deyirdilər. Yaranma tarixi eramızdan çox əvvəllərə dayanan qopuzun iki növü var:
Ozan qopuzu və Rum qopuzu. Dədə Qorqud qopuzu oğuz igidlərinin arasında müqəddəslik
rəmzinə çevrilmişdi.“Kitabi-Dədə Qorqud”da qopuzdan başqa, müxtəlif hadisələr, əhvalatlar,
vuruşlarla bağlı bir sıra digər musiqi alətlərinin də adı çəkilir.
Türkə məxsus simli musiqi aləti qopuz qədim musiqi alətlərindən biri kimi zaman-zaman
təşəkkül etmiş, formalaşmış, əsasında yeni çeşidləri yaranmış, müxtəlif türk xalqları arasında
fərqli adlarla tanınmışdır. Sənətin tarixi mənzərəsi göstərir ki, qopuz ayrı-ayrı bölgələrdə bir sıra
digər adlar da qazanmışdır. Bunlardan ən çox yayılanı tanbur və onun çeşidli variantlarıdır:
tambur, dombra, domrik və s.
Qopuz bir çox xalqların musiqisində indi də mövcuddur, onun müxtəlif növləri yaşayır,
səslənir.
Anahter Kelimler: Dədə Qorqud, qopuz, musiqi, şeir, dastan.
*
Azərbaycan Milli Konservatoriyası, email: [email protected], AZERBAYCAN
78
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
BİR TÜRK ESİRİNİN TASAVVURUNDA ‘TURAN’
Mustafa ARIKAN*
ÖZET
Faik Tonguç (1889-1968) Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesinde savaşmış ve burada
1916’da Ruslara esir düşmüş bir ihtiyat zabitidir. İki yıla yakın bir süre Kostruma vilayetinin
Vetluga kasabasında bulunan esir kamplarında kalmıştır. Vetluga’da arkadaşları ile birlikte Niyet
isimli bir gazete çıkarmışlardır. Otuz yedi sayı çıkan bu gazetenin yazarlarından birisi de Çorumlu
Faik Tonguç’tur.
Savaş yılları öncesinde ilmi, edebi yönlerden gelişmesini tamamlayan ve siyasi tavrını da
ortaya koyan Türkçülük, Balkan Savaşının hemen öncesi ve sonrasında artık örgütlü bir
harekettir ve mekteplerdeki hâkim düşünce Türk milliyetçiliğidir. Özellikle ihtiyat zabitlerinin
esarette çıkardıkları gazeteler, günlükleri ve hatıratlarında Türkçü kimliklerinin akisleri
görülmektedir.
Faik’in Vetluga esir kampında Niyet’te kaleme aldığı “Turan” başlıklı makale, onun
Meşrutiyet sonrasında içinde bulunduğu fikir hareketinin siyasi tarafının bir ifadesi olan Türk
Birliği/Turan düşüncesini ele almaktadır. Makaleye göre; Rönesans-Reform devirlerinden bu
yana önemli bir değişim yaşayan Avrupa’nın güçlü devletlerinin hepsi bir mefkûre peşinde
koşmaktadırlar. Türk milletinin ve gençliğinin de milli mefkûresi Turan olmalıdır. Çarlık
Rusya’sının yıkılmasıyla Türk dünyasının önündeki engel ortadan kalkmış olacaktır. Turan, siyasi
değil; kültürel, ilmi ve iktisadi bir birliğin ifadesidir. Büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkler
arasında oluşacak birliğin en önemli vasıtalarından birisi de İslam’dır.
Makalede, anayurttan dünyanın değişik yerlerine göç ederek devletler kuran Türk
milletinin tarihi macerası da kısaca ele alınmaktadır. Turaniler olarak ifade edilen Türk milleti
Türkler ve Tatarlardan müteşekkildir. Aynı milletin mensupları arasında unutulmuş ve kopmuş
kardeşlik duygu ve bağlarının yeniden tesisi mümkündür.
Yazar, makalesine ayrıca bir de Turan Ağacı adını verdiği, Türklüğün kollarını gösteren
bir şema eklemiştir.
Söz konusu gazetenin ilk ve Turan makalesinin yer aldığı sayıları, o sıralarda Rusya’da bir
vazife sebebiyle bulunan Yusuf Akçura’ya takdim edilmiş ve onun tarafından Türk esirlerinin bu
gayretleri takdirle karşılanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türklük, Turan, Türkçülük, Faik Tonguç, Rusya’da Türk Esirleri, Esir
Gazeteleri
*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, email:[email protected], TÜRKİYE
79
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI’DA RABBANİ YAHUDİLER
Mustafa Sami BAYBAL*
ÖZET
Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaki toplulukları, din ya da mezhep esasına göre
örgütleyerek yönetmesine “Millet Sistemi” denilmektedir. Osmanlı Devleti’nde Müslümanlar ve
zimmet kurumuna uygun olarak zimmîler (gayrimüslim tebaa) vardı. Osmanlı egemenliği
altındaki zimmîler, mezhep ya da dinlerine göre Osmanlı yönetimi tarafından gruplandırılmış ve
bu gruplara “millet” adı verilmişti. Şu halde “Millet”, Osmanlı Devleti’nde dinî toplulukların
ismidir.
Osmanlı’nın sosyal hayatında karşımıza çıkan gayrimüslim gruplardan biri de Yahudi
Milleti’dir. Osmanlı yönetiminin hoşgörülü ve akılcı siyaseti sayesinde Avrupa’nın muhtelif
bölgelerinden göç edenlerle birlikte, imparatorluk bünyesindeki Yahudiler’in sayısı giderek artış
göstermiştir. Yahudiler Osmanlı Devleti’nde mazhar oldukları himayeyi dünyanın hiçbir
ülkesinde görmemişlerdir.
İşte Osmanlı himayesinde varlığını sürdüren Yahudilerin büyük bir çoğunluğunu Rabbani
Yahudiler oluşturmaktaydı. Rabbani Yahudiler, menşe’lerine, dil ve geleneklerine göre dört
gruba ayrılıyorlardı. Bu gruplardan Romaniotlar (Romalılar), Roma döneminden kalan Yahudiler
idi. Eşkenazlar, Almanca konuşulan bölgelerden göç edenlerden meydana geliyordu. 15. yüzyıla
kadar İspanya ve Portekiz’de büyük zulümlere maruz kalarak Osmanlı’ya sığınanlara Sefaradlar
deniyordu. Son halkayı ise Musta‘ribeler (Araplaşmış) oluşturuyordu. Bunlar, Arapların yaşadığı
bölgelerin fethiyle Osmanlı Devleti sınırlarına dahil olan Yahudiler idi.
Anahtar Kelimeler: Millet Sistemi, Rabbani Yahudiler, Romaniotlar, Eşkenazlar,
Sefaradlar, Musta‘ribeler
*
Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, email: [email protected], TÜRKİYE
80
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANI SULTANI III MURAD VƏ III MEHMEDIN AZƏRBAYCANIN ZƏYƏM
ADLI TARIXI ŞƏHƏRINDƏ ZƏRB ETDIRDIYI YENI SIKKƏ TIPLƏRI
Mustafa ŞABANOV*
ÖZET
XVI əsrdən etibarən Osmanlı sultanları və Səfəvi şahları arasında Cənubi Qafqaza sahib
olmaq uğrunda mübarizədə bir sıra şəhərlər müxtəlif zamanlarda Osmanlı hakimiyyətinə
keçmişdir. Bu şəhərlərdən Zəyəm az bilinənlərdən olmaqla bərabər, zəngin tarixə sahib olması,
mədəni və ticari xüsusiyyətləri ilə dövrünün önəmli şəhərlərindən idi. Məqalədə Zəyəm
şəhərinin coğrafiya və tarixindən, həmçinin Osmanlı iqtisadiyyatında bu dövrün sikkə
islahatlarından da bəhs edilərək, burada zərb edilən, lakin bu günədək bilinməyən və heç yerdə
işıq üzü görməyən bəzi Osmanlı gümüş sikkə tipləri tədqiq olunmuşdur.
1555-ci ildə Səfəvi-Osmanlı arasında bağlanan Amasya sülh müqaviləsindən sonra bu iki
dövlət arasındakı münasibətlər 1578-ci ildə Osmanlı sultanı III Muradın ordusunun Səfəvi
torpaqlarına hücumu ilə yeni mərhələyə qədəm qoydu. Belə ki, III Muradın əmri ilə baş vəzir
Mustafa Lələ Paşanın komandanlığı altında Osmanlı ordusu Tiflis, Dağıstan və Şirvan
istiqamətində hərəkətə keçərək Gürcüstan və ətraf əraziləri ələ keçirdi. Beləliklə, Səfəvilərin
vassalı olan Kaxeti kralı Aleksandr Osmanlıya tabe olmağa məcbur oldu. Bu vaxtdan etibarən
burada, xüsusilə də, əsas ticarət şəhəri olan Zəyəmdə Osmanlı sultanlarının adlarına sikkə
kəsilməyə başlandı. Bu sikkələr hazırda olduqca nadir olmaqla bərabər, özündə həm Osmanlı,
həm də Səfəvi sikkələrinin xüsusiyyətlərini birləşdirməkdədir. Bəhsedilən sikkələr, üzərindəki
element, bəzək və yazılarla Osmanlı sikkələrindən fərqlənmir, lakin çəki, ölçü və pul vahidi kmi
müəyyən xüsusiyyətlər baxımından da Səfəvi sikkə sistemini xatırladır.
Müəllif tədqiq olunan sikkələrin detallı bilgilərini, o cümlədən, ərəbcə və Azərbaycanca
transkripsiyasını, çəki və ölçülərini, foto və cizgilərini məqaləyə əlavə edərək, bu istiqamətdə
aparılan bəzi tədqiqatlara da diqqət çəkmişdir.
Anahter Kelimeler: Zəyəm, Osmanlı, Səfəvilər, III Murad, III Mehmet, sikkə
*
email: [email protected], AZERBAYCAN
81
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
AZƏRBAYCAN SƏFƏVİ DÖVLƏTİ İLƏ MİSİR MƏMLÜK DÖVLƏTİ ARASINDA
SİYASİ MÜNASİBƏTLƏRDƏ OSMANLI AMİLİ
Mübariz Zahid oğlu AĞALARLI*
ÖZET
XVI əsrin əvvəllərindən başlayaraq, dünyada baş verən siyasi və iqtisadi dəyişikliklər,
Yaxın və Orta Şərqdə də ciddi hadisələrlə müşahidə olunurdu. Bu dövrdə öz siyasi coğrafiyasını
genişləndirməkdə olan Osmanlı imperiyası, Azərbaycan, Şərqi Anadolu, İraqi-Ərəb, İraqi-Əcəm,
Fars və Xorasan vilayətlərini öz hüdudlarında birləşdirən Azərbaycan Səfəvi dövləti,
Mavərənnəhr bölgəsində hakim olan Şeybanilər, Misir, Suriya, Hicaz ərazilərini əhatə edən
Məmlük dövləti baş verən hadisələrin subyektlərini təşkil edirdilər.
Bu dövrdə, hələ əsası XIII əsrdə qoyulan Misir Məmlük dövləti (1250-1517) bölgədə baş
verən siyasi hadisələrdə fəal iştirak edirdi. Məmlük hakimiyyəti şimalda möcud olan Osmanlı
təhlükəsi, Hind okeanında isə Portuqaliya ilə başlanan hərbi-siyasi mubarizədə öz siyasi varlığını
qoruyub saxlamaq üçün iqtisadi və siyasi tədbirlər həyata keçirməyə çalışırdı.
Azərbaycanda Səfəvilərin
hakimiyyətə gəlməsi (1501) ilə dövlətin xarici siyasi
əlaqələrində canlanma müşahidə olunmağa və qonşu dövlətlərlə siyasi və diplomatik
münasibətlər inkişaf etməyə başladı. Bu dövrdə dövlətin sərhədlərinin genişləndirilməsi, qonşu
dövlətlərlə iqtisadi-ticarət və diplomatik əlaqələrin inkişafı Səfəvi hakimiyyətinin xarici
siyasətinin əsasını təşkil edirdi.
Əsası Cəlairilər sülaləsinin Azərbaycanda hakimiyyəti dövründə qoyulan AzərbaycanMəmlük əlaqələri, Qaraqoyunlu və Ağqoyunlu sülalələrinin hakimiyyəti zamanında da mövcud
olmuş və Səfəviər sülaləsin Azərbaycan iqtidarına sahib olduqdan sonra da bu əlaqələr davam
etmişdir.
Səfəvilərin hakimiyyəti dövründə Azərbaycanın xarici siyasətində Misir Məmlük dövləti
ilə siyasi münasibətlər mühüm yerlərdən birini tuturdu. Çünki bu dövrdə bölgədə aparıcı
dövlətlərdən biri olan Məmlük dövləti baş verən siyasi hadisələrdə yaxından iştirak edirdi. Bu
amil Səfəvi hakimiyyətinin xarici siyasətində mühüm rol oynayırdı. Bu dövrdə bölgədə Osmanlı
dövlətinin siyasi və iqtisadi rəqabəti səfəvi və məmlük hakimiyyətlərini müttəfiqə çevirirdi. Bu
dövrdə Səfəvilərə və Məmlüklərə qarşı Osmanlı təhdidi səfəvi-məmlük müttəfiqlik
münasibətləri ilə nəticələnmişdir.
Anahtar Kelimeler: Azərbaycan Səfəvi dövləti, Misir Məmlük dövləti, siyasi
münasibətlər, hegemonluq uğrunda mübarizə, Osmanlı amili
KİTAP SANATLARINDA SAFAVİ VE OSMANLI ETKİLEŞİMİ İLE KONYA
*
Dr. Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu, email: [email protected], AZERBAYCAN
82
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
MEVLÂNA MÜZESİNDE BULUNAN SAFAVİ DÖNEMİNDE TEBRİZ'DE
HAZIRLANMIŞ MİNYATÜRLÜ ŞÂH'U DERVİŞ VE SUBHATÜL EBRAR
NÜSHALARI
Naci BAKIRCI*
ÖZET
Ünlü düşünür ve mutasavvıf Mevlâna Celeleddin Rumi'nin vefatından sonra oğlu Sultan
Veled'in gayretleriyle kurulan Mevlevilik tarikatı Konya merkez olmak üzere XV. yüzyılda tüm
Osmanlı coğrafyasında yayılma alanı bularak teşkilatlanmış ve 170 kadar Mevlevihane ile 1925
yılında tekke ve zaviyelerin kapatıldığı tarihe kadar Osmanlı kültür hayatında etkileri olmuştur.
Mevlâna'nın 1273 yılında vefatından sonra mezarı üzerine yaptırılan türbesinin etrafında
gelişen yapılarla Mevleviliğin merkez asitanesi olan Konya Mevlâna Dergahında Devlet adamları
ve Mevlana muhiplerince hediye edilen ve dergahta üretilen el yazması kitaplarla zaman
içerisinde zengin bir el yazması kütüphanesi oluşturulmuştur. Kütüphanede Selçuklu,
Karamanoğulları, Osmanlı, Memluklu, Safaviler ile Akkoyunlular döneminde hazırlanmış el
yazması örnekleri bulunmaktadır.
Sempozyumda
tanıtacağım
kitaplardan
birisi
Safeviler
döneminde
Tebriz'de hazırlanmış Bedreddin Muhammed Hilâli el Esterâbâdi'nin tasavvufla ilgili eseri Şâh
u Derviş nüshası ile Abdurrahman Câmî'nin Subhatül Ebrar isimli minyatürlü el yazmasıdır.
Şâh u Derviş ilk olarak hazırlandığında Timuri sultanı Hüseyin Baykara'nın oğlu
Bediüzzaman Miryaza sunulmuştur. Bir derviş ile adı Şah olan bir şehzade arasındaki sevgiyi
anlatan kitapta Tebriz minyatür ekolünde hazırlanmış üç konu resimlendirilmiştir.
Diğer el yazması kitap Nureddin Abdurrahman Câm'i'nin Subhatü'l Ebrâr dır. Câmî
(1414-1492) Timurlu döneminde Herat ve Semerkant'ta yetişmiş bir şair, düşünür ve bilim
adamıdır. Yaşadığı dönemde Türkmen ve Osmanlı hükümdarları tarafından sık sık davetler
almıştır. İslam dünyasında çok ünlenmiş olan eseri Subhatü'l Ebrâr'ın pek çok nüshası günümüzü
gelmiştir. Mevlana Müzesinde bulunan nüshası 1535-1540 lı yıllarda Safevi yönetimindeki
Tebriz nakkaşhanelerinde hazırlanmış ve 5 minyatürle resimlendirilmiştir.
Safavi dönemi kitap sanatlarında Tebriz ve Safevi üslubunu taşıtan bu iki eser Safevi ve
Osmanlı kitap sanatlarının etileşimini ve o dönemin süsleme ve minyatür anlayışını göstermesi
bakımında kıymetli iki örnektir.
Anahtar Kelimeler: Tebriz, safevi, kitap sanatları
*
Dr., Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya Müze Müdürlüğü, email: [email protected], TÜRKİYE
83
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ПЛЕМЯ РУМЛУ: ОТ АНАТОЛИЙСКИХ СУФИЕВ ДО ПРЕДСТАВИТЕЛЕЙ
КЫЗЫЛБАШСКОЙ ЗНАТИ
Nərgiz AXUNDOVA*
ÖZET
В начале XIV в. почитавшийся святым суфийский1 шейх Сефи ад-дин Исхак
Ардебили основал знаменитый орден Сефевийе, дав ему имя и положив начало фамилии
ардебильских шейхов» . По сути своей этот орден и явился зародышем основания в
начале XVI в. одного из могущественных государств средневекового Востока –
Сефевидской империи.
Главную силу этого ордена – армии приверженцев-мюридов - составляли
кызылбашские племена. Все они были «достаточно весомые и почти без исключения
тюркские». Слово кызылбаш получило своё название от красных колпаков, которые
надевали мюриды Сефевидов. История этих колпаков связана с именем Хайдара Сефеви,
поэтому часто их называют tac-i Haydar.
«Основу кызылбашской армии составляли 7 племён: Румлу, Шамлу, Мосуллу, др.»
- писал Э.Браун в возрасте 13 лет с приверженцами из племён Каджар, Караманлу,
Хынышлу, Кыпчак, Шамлу и Авшар. Затем снова покинул Ардебиль …В Эрзинджане он
объединился с суфийскими всадниками из племён Устаджлу, Шамлу, Румлу, Текеллю,
Зулькадар, Афшар, Каджар и Варсаг». Это число тюркских племён совпадает и с данными
З.Байрамлы, правда последний добавляет к ним название ещё одного, девятого племени:
Караджабаг (Qaracabağ).
В этническом плане кызылбаши, по определению Г.Рёмера, представляли
собой «туркманские племена, благодаря которым Сефевиды пришли к власти».
История же одного из этих знаменитых кызылбашских племён Румлу имеет давние
корни и связана с именем сефевидского шейха Ходжи Али – внука шейха Сефи ад-дина
Исхака Ардебили. Так, по сообщению В.Хинца, «Тюркский правитель Тимурленг в 1402 г.
возвращаясь с анатолийского похода после победы над Баязидом Молниеносным,
посетил завийе шейха Ходжи Али в Ардебиле. Благословенный (Мübarek zat) оказал
настолько глубокое впечатление на Тимура, что Властелин (Cihangir) весь Ардебиль в
качестве вакфа вместе с его сёлами и всей территорией подарил Сефевидам, а также дал
согласие на то, чтобы Теккэй стала убежищем даже для самых лютых преступников [Шейх
Ходжа Али обратился к Тимуру с просьбой отпустить румских пленников – Н.А.]. Эта
концессия действовала на протяжении веков: ровно два века спустя указанные вакф-наме
были найдены солдатами шаха Аббаса I на территории Западного Туркестана…»
Отсюда и пошла история анатолийских суфиев. По утверждению В.Хинца, «…
численность этих [румских – Н.А.] пленных составляла, кстати, 30000 человек. Тогда эмир
*
Prof. Dr., Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu email: [email protected],
AZERBAYCAN
84
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Тимур вручил пленных Ходже Али, а тот, в свою очередь, отпустил их на свободу. Часть
этих пленных вернулась на родину, а для размещения другой части Ходжа Али выделил
отдельный район. Впоследствии в XVII в. внуки этих анатолийских тюрок стали
именоваться анатолийскими суфиями», они же составили основу известного
кызылбашского племени Румлу.
В дальнейшем кызылбаши составляли военную аристократию Сефевидского
государства, «людей меча» по традиционной исламской терминологии». Они
заполняли наиболее важные государственные посты, занимали ведущие позиции, как
в политической, так и военной областях. О некоторых из представителей этой
«туркманской знати» и пойдёт речь в настоящей статье.
85
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
I DÜNYA MÜHARIBƏSI DÖVRÜNDƏ OSMANLIDAN QAFQAZA ERMƏNI
MIQRASIYASI: TARIXŞÜNASLIĞA DAIR
Nərmin XANMƏMMƏDOVA*
ÖZET
I Dünya müharibəsinədək olan dövrdə Osmanlı imperiyasından Rusiyaya, əsasən
Qafqaza erməni miqrasiyası müəyyən mərhələlərdən keçmişdir. XIX əsrin 90-cı illərinədək
siyasi-hüquqi baxımdan bu, əsasən, təşkil edilmiş köçlər olmuşdur. 1894-1896-cı illərdə
ermənilərin dövləti əleyhinə üsyanlarının yatırılmasından sonra, ermənilər anti-dövlət
fəaliyyətindən qurtulmaq məqsədi ilə Osmanlıdan kütləvi şəkildə qaçmağa başlamış, beləliklə,
miqrasiyada yeni meyllər yaranmışdı. I Dünya müharibəsi dövründə Osmanlıdan Qafqaza
erməni miqrasiyası əvvəlkilərdən fərqli olan son mərhələsinə qədəm qoymuşdu. Bu problemin
öyrənilməsi həm elmi, həm də “erməni genosidi” adı ilə aparılan təbliğata qarşı cavab verilməsi
baxımından mühüm əhəmiyyət kəsb edir. Bunun üçün ilk əvvəl tarixşünaslıq tədqiqat predmeti
kimi seçilmiş və əsasən, problemə dair yerli tarixşünaslıq (rus, erməni, türk, Azərbaycan və
gürcü) nəzərdən keçirilmişdir. I Dünya müharibəsinin Qafqaz cəbhəsində hərbi əməliyyatlar və
Osmanlının ermənilərin düşmənçilik fəaliyyətinə qarşı dövlət tədbirləri ilə müşahidə olunan
erməni miqrasiyası ilk vaxtlardan rus-erməni müəlliflərinin diqqət mərkəzində olsa da, sonra
uzun müddət araşdırılmadan kənarda qalmışdır. Türk, Azərbaycan və gürcü tarixşünaslığında da
problemin bəzi aspektlərinə toxunulmuşdur. Rus-erməni tarixşünaslığı problemi obyektiv
araşdırmaq əvəzinə “erməni soyqırımı” konsepsiyasından çıxış edərək tendensiyalı mövqe
tutmuşdur. Tədqiqat nəticəsində müəyyən edilmişdir ki, problemin əhəmiyyətinə baxmayaraq,
I Dünya müharibəsi dövründə Osmanlı dövlətindən Qafqaza erməni miqrasiyası nəinki,
kompleks şəkildə araşdırılmamış hətta, problemin mahiyyəti aydın şəkildə müəyyən
edilməmişdir. Bununla əlaqədar olaraq, problemə dair yeni elmi tədqiqat istiqamətləri
müəyyən edilmiş, onun hərtərəfli öyrənilməsinin bir sıra məsələlərə, o cümlədən “erməni
genosidi”nin həqiqətə uyğun olmamasına aydınlıq gətirəcəyi qeyd olunmuşdur.
Anahtar Kelimeler: I Dünya müharibəsi, Osmanlı dövləti, erməni miqrasiyası, erməni
qaçqınlar, tarixşünaslıq.
*
Doktorant, Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu, [email protected],
AZZERBAYCAN
86
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI-AZERİ İLİŞKİLERİNDE İPEK YOLUNUN ÖNEMİ
Orhan DOĞAN
Hadi AVA
ÖZET
Azeri toprakları, yerüstü ve yeraltı kaynakları, coğrafi konumu dolayısıyla İpek yolunun
orta koridor güzergâhında yer alması nedeniyle tarih boyunca Osmanlı, Safevi ve Çarlık Rusya
gibi bölgesel ve küresel güçler için iktisadi önem taşımıştır. Kafkas geçidinde yer alan Azeri
toprakları İpek yolu vasıtasıyla Asya-Avrasya ve Asya- Anadolu ticaretinde köprü vazifesi
görmüştür. Osmanlı Devleti kuruluş devrinden itibaren bölgeyi yakından izlemiş, özellikle XV.
yüzyıldan sonra, doğrudan ve dolaylı yollarla bölge ile bağını güçlendirmiştir. İki bölge arasında
İpek yolu üzerinden gelişen yoğun iktisadi ilişki ağı, Osmanlı-Azeri kültürünü genel Türk kültürü
içinde bütünleşmesine katkı sağlamıştır. Fakat siyasi ve askeri ilişkiler kültürel bağlar kadar
yoğun ve bütünleşik olamamıştır. Bu çalışmada İpek yolu vasıtasıyla yoğunlaşan Osmanlı- Azeri
ekonomik ilişkilerinin kültürel, siyasi ve askeri ilişkilere etkisi incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Çarlık Rusya, Safevi Devleti, Azerbaycan, İpek Yolu

Prof. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,
[email protected], TÜRKİYE
Arş. Gör., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,
[email protected], TÜRKİYE
87
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
18. ASIRDA KAFKASYA'DA RUS İLERLEYİŞİ KARŞISINDA OSMANLI DEVLETİNİN
İZLEDİĞİ POLİTİKA
Osman KÖSE*
ÖZET
Rusya, 16. asırda başladığı doğuya doğru yayılma siyasetini daha sonraki asırlarda da hiç
ara vermeden devam ettirdi. 18. asırda Kafkasya, Rusya'nın en yoğun askeri, siyasi ve iktisadi
faaliyet alanlarından bir yer oldu. Rusya'nın bu faaliyet ve yayılmasına karşı ilk muhatap olanlar
ve direniş gösterenler yerel güçler ise de, bu yeni duruma temelden karşı çıkan ve önlemler alan
asıl güç Osmanlı devletiydi.
Bu tebliğde, modern dönemde Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ı da içine alan
Kafkasya'nın tamamına yönelik olarak gelen Rus tehlikesine karşı Osmanlı devletinin yaklaşımı
ve aldığı önlemler ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı devleti - Rusya - Kafkasya - Gürcüler - Azerbaycan Gürcistan - Çerkesler - Şeyh Mansur
*
Prof. Dr., Polis Akademisi, email:[email protected], TÜRKİYE
88
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
DOĞUMUNUN 135. YILINDA AZERBAYCANLI ŞAİR HÜSEYİN CAVİD’İN TÜRK
EDEBİYATINA ETKİSİ VE YÂD-I MÂZİ ŞİİRİNİ İNCELEME
Ömrüm Işıkay GÜRBÜZ*
ÖZET
24 Ekim 1882’de Nahçıvan’da doğan Azerbaycanlı sanatkâr Hüseyin Câvid, 5 Aralık 1941
yılında Sibirya’da vefat etmiştir. Kısa ömrüne çok değerli eserler sığdıran edebiyatçı, dönemin
önemli şair ve drama yazarları arasında yer alır. Aynı zamanda ilk romantik dramayı da yazan
şair, toplumun öncüsü konumundadır. 1905-1909 yılları arasında Dârü’l-fünûn’un Edebiyat
Fakültesinde eğitim alan şair, dönemin önemli şair ve yazarlarıyla bir araya gelir. Hatta bu
sanatçılarla aynı dergide eserlerini neşreder. Türk edebiyatına ve İstanbul şivesine hâkim olan
şair, İstanbul şivesini Azerbaycan edebî şivesine yakınlaştırmaya çalışır. Eserleri, bu amaç
doğrultusunda oluşturulmuştur, denilebilir. İstanbul’daki eğitiminin de etkisiyle millî duygu ve
düşünceleri şiirlerine yansıtarak ideal olanın peşine düşer. Sanatçının şiir yazmaya 1905 yılından
itibaren başlayan Hüseyin Câvid, 1913’e kadar kaleme aldığı birçok şiiri ‘Geçmiş Günler’ adlı
kitabında toplar. Ayrıca şair, Edebiyât-ı Cedîdeciler gibi dönemin istibdadını derinden hisseder.
Ferdin hülyası ve toplum gerçekliği arasında kalan büyük bir farklılık vardır. 24 yaşında yazmaya
başladığı ilk şiirler daha çok Edebiyât-ı Cedîdecilerin bir izdüşümüne benzer. Bedbinlik ve hüzün
Yâd-ı Mâzi adlı şiirinde de ortaya çıkmaktadır. Azerbaycan Edebiyatının romantizmin temsilcisi
olan şair, Stalin’in yaptıkları ve halkının yaşadığı zulümler karşısındaki dik duruşunu şiirlerinde
milliyetçilik ve hürriyet teması ile sunar. Türk milletiyle ilgili birçok eser neşretmesi, dönem
hükûmeti tarafından sürülmesine sebep olur. Bu çalışmada şairin Yâd-ı Mâzi şiiri konu, izlek,
düşünce, olay, varlık, duygu, görüntü ve anlam bağlamında incelenmiştir. Kişi ve dönem
perspektifinin de bu inceleme bağlamında ele alındığı bir çalışmadır.
Anahtar Kelimeler: Hüseyin Câvid, edebiyat, şiir, Yâd-ı Mâzi
*
Okutman, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
89
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
SƏFƏRI-OSMANLI DÖVLƏTLƏRININ QAFQAZ MÜNASIBƏTLƏRI (XVI – XVII
ƏSIRLƏR)
Rəcəb ƏLİYEV*
ÖZET
Problemin aktuallığını XVI-XVII əsrlərdə Qafqazda Səfəri-Osmanlı dövlətləri arasında
gedən qanlı müharibələrin əsas səbəbi dünyada ən güclü strateji mövqeyə malik olan Qədim
Qafqaz ərazisinə sahib olmaq idi. Bu istiqamətdə siyasi məqsədlərini reallaşdırmaq üçün dil, din,
adət ənənə, milli mentalitetləri eyni olan xalqların öz siyasi – iqtisadi maraqları baxımından
tarixdə 10 yaxın böyük müharibələr etdilər. Bütün bunların nəticəsi isə hər iki müsəlman
dövlətinin Qafqazda hərbi mövqelərinin zəifləməsinə gətirib çıxarmış oldu. Son nəticədə isə çox
xalqlı Qafqaz xalqlarının Rusiya dövlətinə meyl etməsini sürətlənirdi. Yaranmış vəziyyətdən
məharətlə istifadə edən Rusiya Qafqazın asanlıqla işğalını təmin etdi.
Anahtar Kelimeler: Qafqaz, Səfəvi – Osmanlı, Krım xanlığı, Gürcüstan, Dagıstan,
Dərbənd, Kabarda, Şimalı Qafqaz, Türkiyə, feodallıqlar.
*
Doç. Dr., Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
90
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TUNA VİLAYETİ VE RUMELİ’NİN DİĞER VİLAYETLERİNDE ÇERKESLER
ARASINDA KÖLELİK İZLERİ
Redzeb SKRİJELJ*
ÖZET
Araştırmamızın konusu, Çerkes muhacirlerin Tuna çatalağızı bölgesine yerleşmesi
sürecidir. Tuna Vilayeti’ne yerleşme (1864-1878) en büyük derecede Dobruca bölgesinde ve
Köstence kırsalında gerçekleşmiştir ki burada, Kafkas mültecileri ve diğer muhacirler tarafından
Mecidiye şehri kurulmuştur. Tulça Sancak’ında kurulan bu yerleşim birimi ziyade Vilayet’in
kalan 6 sancağında da yerleşme süreci devam etmiştir. Muhacir hizmetleri tarafından 1864 yılın
sonuna kadar 1000 ev inşa edildikten sonra şehirdeki muhacirlerin sayısı 15-20.000 kişiye
ulaşmıştır. Çerkesler göçün devam ederken kölelerin sayısı da artış göstermiştir. Bunun sebebi
de aile reislerin ve velilerin savaş esnasında büyük zarar görmesiydi. Bu şekilde büyük sayıda
yetim kölelik durumuna gelmiştir ki genelde Osmanlı bakanlıkların yükümlülüğü altına
alındıktan sonra ‘çiftlik hayvanları’ misali bir bölgeden diğer bölgeye taşınmışlardır. Bu şartlar
altında Osmanlı Devleti, 24 Temmuz 1864 tarihinde serbest vatandaşlık hakkını kaybeden veya
kölelik durumunda bulunan kişilerle ticaretin gözden geçirilmesini öngören özel karar
getirmiştir. Çerkeslerin yerleşmesiyle birlikte kölelik ticareti sadece ‘dış ticaret’ olmaktan ziyade
çokaşiretli toplumun iç etkinliğine dönüşmeye başlamıştır. Anavatanlarında bile köleliğin gerçek
anlamda gelişmemiş olmasına rağmen, Sadrazam’ın Sultan’a 30 Mart 1867 tarihinde yazmış
olduğu mektuba göre savaş sonucu olarak kovulan 150 bin Çerkes kölelik durumuna
getirilmiştir. Bu korkunç durum, köle tüccarları ve diğer ahlaksız bireyler tarafından insafsızca
kullanılmıştır ki böylece büyük sayıda ebeveyn kendi çocuklarını köleliğe indirgemiştir. Köle
ticareti ve kölelerin akıbeti tarih bilim adamları tarafından uzun zaman boyunca
incelenmemiştir. Yetkili Osmanlı görevlileri mültecilerin yeni olagelen, özellikle kandırılmış
çocukların durumunu gözden geçirmek ve evlerine geri dönmek konusunda yardım etmek için
devlet tarafından üstlenmiştir. Maalesef, Çerkes ailelerin Bâb-ı Âli adresine göndermiş oldukları
itirazların içeriğine göre köle tüccarları değişik sahtecilik vasıtasıyla önceden andığımız
komutanın etkili şekilde uygulamasını önermeye başarmışlardır. Gönderilmiş itirazlarda
komutanın suistimali anlaşılmaktadır: ‘özgür mühacirler pazarlarda kurbanlar gibi satın alınıyor
ve satılıyor’. İtirazcılar köle tücarlarının en ciddi şekilde cezalandırılmasını istemişlerdir.
Hükümet, çocuklarını isteyerek, Şeriyat ilkelerine tamamen aykırı olarak satan velilerin bu kötü
uygulamalarını yasallaştırmaya çalışmıştır. Büyük sayıda kölenin muhacirlikten önce özgür
olduğunu kanıtlamak sürecinde Şeriyat mahkemelerinde yüce sorunlar yaşanmıştır. Bu
sebeplerden ötürü 1866 yılın Eylül ayında yeni kanun getirilmiştir. Bu yasaya göre ailesi ve
akrabaları özgür olan her köle serbest edilecek.Devlet, olagelmiş herhangi bir vakayı köle
sahipleri lehine çözmeye yatkınlık gösteren ve bu kişilere sürekli destek veren Şeriyat
mahkemeleri elinden karar getirme yetkisini kaldırmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bileşik
siyasi ve iktisadi durumu, Batı Rumeli bölgesinde, özellikle Kosova’da büyük sayıda köle
*
Prof. Dr., Novi Pazar Devlet Üniversitesi, Sancak, email: [email protected], SIRBİSTAN
CUMHURİYETİ
91
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
sahiplerin yeni oluşmasıyla ilaveten ağırlaşmıştır. Balkanlar’daki Çerkes muhacir topluluğu
arasında kölelik izleri Osmanlı iktidarın sonuna kadar görünmeye devam etmiştir (1912/1913).
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Çerkesler, kölelik izleri, Tuna Vilayeti, Kosova
Vilayeti
92
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
BAKI MILYONÇUSU, MAARIFPƏRVƏR XEYRIYYƏÇI HACI ZEYNALABDIN
TAĞIYEVIN TÜRK SULTANINA HƏDIYYƏSI
Rüfət Lətif oğlu HÜSEYNZADƏ*
ÖZET
XX əsrin əvvəllərində 1907-ci ildə müqəddəs Qurani-Kərimin təfsirini Azərbaycan dilinə
tərcümə etdirən Bakı milyonçusu, xeyriyyəçi, maarifpərvər şəxsiyyət Hacı Zeynalabdin Tağıyev
olmuşdur. Quranın təfsirini tərcümə edənlər Bakı Quberniya Qazisi Məhəmməd Kərim
Cəfərzadə və məşhur din xadimi Axund Əbu Turab olmuşdur. Bu təfsir üç cilddə - "KəşfülHəqayiq" ("Həqiqətlərin Kəşfi") adı ilə "Kaspi" mətbəəsində çap edilmişdir.
H.Z.Tağıyev üç cilddə nəşr etdirdiyi bu müqəddəs kitabı 1907-ci ildə bir nüsxəsini türk
sultanı Sultan Əbdül Həmidə hədiyyə olaraq göndərmişdir.
Sultana göndərilən bu hədiyyyə, xüsusi nüsxə olaraq qızıl suyu ilə yazılmış, almaz qaşlarla
bəzədilmiş və qalın gümüş qutuda yerləşdirilərək Xeyriyyə Cəmiyyətinin üzvü müəllim və
pedaqoq, görkəmli şair, ictimai xadim Abdulla Şaiqin qardaşı Axund Yusif Talıbzadə (Yusif Ziya
adı ilə də məşhurdur) tərəfindən 1907-ci ilin 19 avqustunda Sultan Əbdül Həmidə çatdırılmışdır.
Axund Yusif Talıbzadə İstanbulda olduğu qısa müddət ərzində hökümət tərəfindən onu
gəzdirmək üçün İstanbulda yaşayan ziyalı Cəlal Ünsizadə bələdçilik etmişidr. Qonaq elm,
təhsil və mədəniyyət ocaqlarında olmuş, qız və oğlan məktəblərini, tibb institutunu, digər
mədəni-maarif müəssisələrini ziyarət etmişdir.
İstanbula edilən bu ziyarət Bakı “Xeyriyyə” cəmiyyətinin İstanbul təşkilatları ilə sıx
əlaqə və əməkdaşlığına təkan vermiş və deyə bilərik ki, iki qardaş ölkənin gələcək
münasibətlərinin qurulması üçün bir təməl olmuşdur.
Anahtar Kelimeler: H.Z.Tağıyev, Əbu Turab, Məhəmməd Kərim Cəfərzadə, Quran,
tərcümə, Axund Yusif Talıbzadə, Sultan Əbdülhəmid.
*
Prof., Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
93
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
16. YÜZYILDAN 19. YÜZYILA KADAR OSMANLI TOPRAKLARINDAN GÜNEY
KAFKASYA’YA KERVAN TİCARETİ (YOLLAR, KERVANLAR, TÜCCARLAR,
MALLAR, GÜMRÜKLER).
Sadık Müfit BİLGE*
ÖZET
16. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı toprakları ile Güney Kafkasya
arasındaki ulaşım, ticaret ve haberleşme develer, atlar ve eşekler tarafından taşınan yük ve
insan kafileleri olan kervanlara bağlıydı. Başlangıç ya da bitiş noktası İstanbul, İzmir, Trabzon ve
Halep gibi önemli liman ve ticaret merkezleri olan kervanlar, Tokat ve Erzurum gibi ticaret ve
gümrük merkezlerine uğramak suretiyle Tiflis, Revan, Gence gibi Güney Kafkasya şehirlerine
ulaşmaktaydı. Osmanlı tebâsı Müslüman, Ermeni, Yahudi ve Rum tüccarlar ve çoğunluğu Ermeni
olan Acem tüccarları yüzlerce hayvandan oluşan Anadolu’da belirli güzergâhları takip ederek
ilerleyen kervanlarla, ipek ve kök boya başta olmak üzere çok çeşitli malları bir yerden bir yere
taşımaktaydılar. Osmanlı topraklarından Güney Kafkasya’ya yönelik kervan ticareti zorlu iklim,
yol ve hava şartları, savaşlar, isyanlar, iç çatışmalar ve dünya ticaret yollarında yaşanan büyük
ve küresel değişmelere rağmen demiryollarının bölgeye ulaştığı 19. yüzyılın ortalarına kadar
sürecekti. Bildiride söz konusu kervan ticaretinde kullanılan yollar, kervanların organizasyonu,
faaliyeti gerçekleştiren tüccarlar, taşınan mallar ve bunların gümrüklendirilmesi Osmanlı
belgeleri ve çağdaş seyahatnameler gibi kaynakların ışığında ortaya konmaya çalışılacaktır
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Güney Kafkasya, Ticaret, Kervan, Gümrük,
Vergilendirme
*
Araştırmacı, Başbakanlık (E.), Yeni Yüzyıl Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
94
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
СУЛТАН СУЛЕЙМАН I КАНУНИ
Sahibə Xəlil qızı MUSAYEVA*
ÖZET
Сулейман I — сын Селима I Грозного (Явуза) — был
известнейшим турецким султаном. Великолепный» для Запада, султан Сулейман для
своих собственных подданных-османов был «Законодателем». Он родился в 1495 г.
в Трабзоне.
Сулейман I отличался незаурядным талантом администратора. Во время его
правления были составлены кодексы с целью упорядочения военно-административного
устройства и финансов; выстроена настолько целостная система управления
государством, что турецкие султаны после его смерти издавали не законы, а лишь «указы
справедливости» — адалет-наме.
Турецкий правитель умело руководил внутренней и внешней политикой
государства. Он издал кодекс законов, в котором закрепил права феодалов на землю и
крестьян, повинности работников, предоставил собственникам право возвращать беглых
рабов в свои владения. Султан Сулейман, составитель ряда совершенно новых и
действенных законов, был горд своим Величием.
Благодаря хорошо продуманным законам о финансах и налогах в казну
бесперебойно поступали деньги. Сулейман повелел создать специальный фонд, в
который передал часть своих владений.
Расширяя систему образования, созданную Мехмедом Завоевателем Сулейман
проявил себя щедрым основателем школ и колледжей, во время его правления число
начальных школ, или мектебов, имевшихся в столице, увеличилось до четырнадцати.
Мировая история обозначает период правления Султана Сулеймана, как
«Тюркская эпоха», так как Османская Империя считалась наиболее развитой
цивилизацией 16-го века. Звание «Великолепный» Султан Сулейман получает, как
правитель, достигший наивысшего расцвета для своей Империи.
Ключевые слова: Султан Сулейман, «Тюркская эпоха», законодатель, политика,
Османская империя
*
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
95
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE POLİS TEŞKİLATINDA REFORM
Salih KIŞ*
ÖZET
Yenileşme hareketlerinin yoğun olarak yaşandığı XIX. yüzyıl, Avrupa kültüründe
şekillenen yönetim biçimlerinin Osmanlı’da uygulamaya konulduğu bir dönemdir. Bu yönetim
biçimlerinden biri de iç güvenlik teşkilatlarıdır. Osmanlı Devleti’nde iç güvenlik teşkilatı olan
Zaptiye Müşiriyeti’nin kurulması, Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra 1846 yılına tesadüf
etmektedir. Bu süreçte gelişim gösteren Zaptiye Müşiriyeti, 1879 tarihinde nezarete
dönüştürülmüştür. Sultan II. Abdülhamid ile birlikte nezaret içinde iki ayrı birim halinde
dönüşüme uğrayan polis ve jandarma teşkilatı, ilerleyen zaman içinde teşkilatlarda bazı
reformlar hayata geçirilmiştir.
Avrupa Devletlerinin Osmanlı’nın güvenlik teşkilatını ıslah etmesi için yaptıkları baskılar
sonucunda yabancı uzmanların istihdam edilmesi süreci başlamıştır. Özellikle 1884-1897 yılları
arasında Osmanlı polis teşkilatında önemli hizmetleri bulunan Fransız Celestin Bonnin’in
faaliyetleri dikkat çekicidir. Polis teşkilatının ilgili alanlarında yazmış olduğu raporların sonraki
dönemde nizamname olarak hayata geçirilmesi Osmanlı polis teşkilatının modernleştirilmesi
anlamında kayda değerdir. Sonraki süreçte Sultan II. Abdülhamid polis teşkilatında reform
yapmak için Almanlara müracaat etmiştir. Almanların, Osmanlı polis teşkilatında istihdam
edilmeleri Türk-Alman yakınlaşmasının bir sonucudur. Alman uzmanların daha önce
gerçekleştirilen ordu ve merkez teşkilatında görevlendirilmelerine ek olarak Zaptiye
Nezareti’nde de faaliyet göstermeleri ve bu kurumu modernleştirmeye çalışmaları bu bildirinin
konusunu teşkil etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Almanya, Reform, Polis, İç güvenlik
*
Dr., Selçuk Üniversitesi, email:[email protected], TÜRKİYE
96
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
AZERBAYCAN COĞRAFYASININ TÜRK TARİHİNDEKİ YERİ
(XVII. YÜZYIL’A KADAR)
Samet ALIÇ
ÖZET
Azerbaycan coğrafyası tarihin en eski devirlerinden günümüze kadar birçok medeniyete
ev sahipliği yapmış; birçok devletin kurulup yıkıldığı, stratejik öneme sahip bir coğrafyadır.
Türklerin Azerbaycan bölgesine ilk gelişi muhtemelen milattan önceki eski Türk göçleri ile
olmuştur. Sakaların göçleri esnasında Kıpçak, Bulgar ve Oğuzlardan bazı guruplar Azerbaycan’a
geldi. Milattan sonraki Hun Türklerinin göçleri sırasında değişik Türk topluluklarının
Azerbaycan’a geldikleri bilinmektedir. II-VI. yüzyıllar arasında Hunlar, Sarı Uygurlar ve Sabirler
bölgedeki Türk nüfusunu arttırdı. Daha sonra Göktürkler ve Hazarlar bölgede hakimiyet
sağlayarak burada ikamet ettiler.
XI. yüzyılda Azerbaycan, Büyük Selçukluların idaresine girdi ve Büyük Selçuklular
bölgenin Türkleşmesine oldukça katkı sağladı. XII. yüzyılda Azerbaycan coğrafyası, Irak
Selçukluları ve İldenizlilerin etki sahasına girdi. XIII. yüzyılın ortasından itibaren Moğollar
Azerbaycan’a hâkim oldu. Bu dönemde de bölgenin Türkleşmesi devam etti. XIV-XVI. yüzyıllar
arasında bölge sırasıyla Timur, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevî devletlerinin idaresine girdi.
Özellikle Akkoyun, Karakoyun ve Safevî dönemlerinde bölgedeki Türk nüfusu çok arttı.
Akkoyunluların ve Safevîlerin Anadolu’daki siyasi rakiplerine karşı Anadolu Türkmenlerini
Akkoyunlu topraklarına çekmeye çalışması bölgedeki Türkmen varlığını ve kültürünü oldukça
etkiledi. Karakoyunlulardan itibaren Azerbaycan coğrafyası klasik Türkmen hayatının yaşandığı
bir coğrafya oldu. XVI. yüzyılda Osmanlılar da Azerbaycan coğrafyasına ilgi duydu ve bu bölgede
Safevilerle üstünlük mücadelesi yaptı.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Coğrafya, Türk, Türkmen.

Yrd. Doç. Dr. KSÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
97
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ERMENİ TERÖRÜNÜN DOĞU BAYEZİDE YANSIMALARI
Sami AĞAOĞLU*
ÖZET
Rusya ve İran’a ulaşan yolların kavşağında, stratejik öneme haiz Doğu Bayezid, Ermeni
parti ve örgütlerinin devamlı ilgi odağı olmuştur. Bölge sınırları silah ve mühimmat kaçakçılığı,
haberleşme ve insan sevkiyatında aktif olarak kullanılmıştır. Hınçak Komitesinin 1894-1895
yıllarında Osmanlı Devleti genelinde başlattığı ayaklanma ve terör faaliyetlerinin
merkezlerinden biri olmuştur.
1896’dan 1918’e kadar bölgedeki terör faaliyetlerinden Ermeniler sorumludur.
Ermenilerin vatandaşı oldukları Osmanlı Devletine ihanetleri sonucu 15 Mayıs 1915 tarihinde
Ağrı ve Doğu Bayezid işgal edilmiştir. İşgal karşısında zulüm gören Müslüman halk, can ve
namuslarını kurtarmak için işgal edilmeyen bölgelere göç etmek zorunda kalmış, böylece
Müslüman halka, özellikle Türklere tehcir uygulanmıştır. Doğu Bayezid’de Ermeni ve Ruslar
tarafından Dünya tarihinde çok az rastlanan medenî ve insanî bir vahşet sergilenmiştir. Binlerce
yılda oluşan mimarî yapılaşma ve medeniyet unsurlarının tahrip edilmesi Rus ve Ermenilerin
eliyle olmuştur .
Osmanlı Devleti, bu terör faaliyetlerine karşı hukuku ve kanunları etkili kullanamamıştır.
Teröristlerin etkili cezalara çarptırılamaması, verilen cezaların uygulanamaması, hatta zamanla
yapılan af ilanları nedeniyle olaylar sonuçlandırılamadığı gibi önü dahi alınamamıştır. Böylece
terörist faaliyetler genişleyerek artmış, günlük yaşantının doğal bir sonucu gibi görülmeye
başlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Doğu Bayezid, Ermeni, Terör, Katliam, Tehcir
*
Yrd. Doç. Dr., Karabük Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
98
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TÜRK DILLƏRI TARIXI INKIŞAFINA QISA NƏZƏR AZƏRBAYCAN-OSMANLI
TÜRKCƏSI
Səkinəxanım Akif qızı XASIYEVA*
ÖZET
Türk birliyi, türk mədəniyyəti və türk dili bəşər tarixində hər zaman öz təkrarsızlığı,
möhtəşəmliyi ilə diqqət mərkəzində durmuşdur. Bu faktı bütün türk xalqlarının birgə maddimədəni abidəsi sayılan və bu xalqların milli düşüncə tərzini, mənəvi dünyasını, çox zəngin dil
tarixini özündə əks etdirən qədim türk yazılı abidələri təsdiq edir.
Bu abidələr əsasında bütün türk uluslarının dilini, tarixini, adət-ənənələrini araşdırmaq,
tədqiq etmək mümkündür. Dil, mədəniyyət yaxınlığı türk xalqlarını hər zaman bir arada tutmuş,
onları bir-birinə bağlamışdır. Çağdaş dövrümüzdə də bu birliyi qorumaq üçün, türkçülük,
turançılıq ideyalarını yaymaq üçün bir sıra tədbirlər görülür. Türkoloji qurultaylar keçirilir. Bu
toplantıların ən ali məqsədi türk xalqlarının ortaq milli-mənəvi dəyərlərinin qorunması və ən
əsası ortaq ümumtürk dili, əlifbası yaratmaq və bu istiqamətdə bir sıra zəruri tədbirlər
görməkdir.
Azərbaycan və Türkiyə Cümhuriyyəti arasında demək olar ki, bütün sahələrdə qarşılıqlı
əlaqələr mövcuddur. Bu əlaqələr hər iki dövlətin dilinə də təsirsiz ötüşməmişdir. Azərbaycan
türkcəsi və Osmanlı türkcəsi arasında dilin bütün səviyyələrində daha çox uyğunluğun olması
hər iki dilin oğuz qrupu türk dillərinə daxil olması ilə də bağlıdır.
Lakin dillər arasında bir sıra fərqli xüsusiyyətlər də mövcuddur. Belə ki, VIII əsrdə ərəb
işğalları dövründə ərəb dilinin, XI-XIII əsrlərdə fars dilinin şeir-sənət dili kimi geniş yayılması, bir
çox klassik şair və yazıçıların fars dilində yazıb yartmaları nəticəsində Azərbaycan türkcəsi ərəb,
fars dilinin təsirinə düşərək bu gün də dilimizdə işlənən ərəb, fars mənşəli alınma sözlərlə
zənginləşdi. 1929-cu ildə ikiyə- şimal və cənuba bölünən Azərbaycanın şimal hissəsi Rusiyanın,
cənub hissəsi isə İranın əsarəti altında qaldı. SSRİ-nin tərkibinə daxil olan Şimali Azərbaycan
ərazisində işlənən azəri türkcəsi rus dilinin və qərb dövlətləri dilinin təsirinə məruz qaldı. Bütün
bu sadalanan səbəblərə görə, Osmanlı türkcəsi və Azəri türkcəsi arasında fərqlərin meydana
gəlməsi təsadüfi deyil.
Anahtar Kelimeler: Türk abidələri, Türk dilləri tarixi, dil- mədəniyyət birliyi, Azeri
türkcəsi, Osmanlı Türkcəsi.
*
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
99
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
BAHTİYAR VAHAPZADE’NİN ŞİİRLERİNDE KÜLTÜREL SOYKIRIMA BAŞ
KALDIRIŞ
Selçuk PEKER*
ÖZET
Türkistan Türkleri, tarihin çeşitli dönemlerde Karadeniz'in kuzeyinden ve güneyinden
olmak üzere iki ana koldan Batıya göç etmişlerdir. Bu göçler esnasında bugünkü Azerbaycan ve
İran siyasi sınırları içerisinde büyük bir Oğuz yerleşimi gerçekleşmiştir. Akkoyunlu, Karakoyunlu,
Safevi ve Osmanlı devletlerinin siyasî kimliği içerisinde vücut bulan Azerbaycan Türkleri,
yüzyıllar boyunca Fars dili ve kültüründen etkilenmişlerdir. 19 ve 20. yüzyıllarda Rus kültürünün
özellikle Şimal Azerbaycan’da etkili olduğu görülürken aynı coğrafyada 1991 yılındaki
bağımsızlıktan sonra İngiliz dili ve kültürü yeni bir etki sahası oluşturmaya başlar.
Bahtiyar Vahapzade, Türk dünyasının 20. yüzyılda yetiştirdiği büyük fikir ve edebiyat
adamlarından birisidir. Şuurlu bir tarih bilgisine sahip olan şair, Fars ve Rus kültürlerinin özellikle
dil ve tarih konularındaki dayatmacılığını ve bu dayatmacılık sonucunda Azerbaycan Türkleri
arasında oluşan sosyokültürel manzarayı çok iyi gözlemler. Hemen her konuda kalem oynatan
şairin bazı şiirlerini sadece dil ve tarih konuları oluşturur. Bu çalışmada bir Azerbaycan Türkü
olan Bahtiyar Vahapzade’nin millî dil ve millî tarih konusundaki hassasiyetine vurgu yapılacak,
milletine uygulanan dil ve tarih soykırımına itirazları üzerinden bir takım tespitlerde
bulunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Bahtiyar Vahapzade, Azerbaycan edebiyatı, Türkçe, Farsça, Rusça,
Tebriz
*
Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
100
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
KURULUŞ AŞAMASINDA ORTA ASYA İLE İLİŞKİLER: TBMM VE BUHARA
CUMHURİYETİ İLİŞKİLERİ
Süleyman KIZILTOPRAK*
ÖZET
Fransız İhtilali ve ardından gelen Napolyon Savaşları dünya tarihini yeni bir yöne
çevirmiştir. Napolyon Savaşları ile Avrupa’da hızla yayılan milliyetçilik akımı Fransız ordusunun
ele geçirmede başarısız olduğu Moskova’da durmamış Çarlık Rusyası’nın egemenliği altındaki
topraklara da sıçramıştır. 19. Yüzyılın sonlarına doğru Kırım’da ortaya çıkan ve tüm Türk
dünyasını etkileyen Gaspıralı İsmail Bey’in öncülük ettiği uyanış hareketi hem Buhara’da hem
de Paris’te eğitim gören veya herhangi bir nedenle orada toplanıp ülkelerinin kötüye giden
kaderini olumlu yöne sevketmek düşüncesinde olan Jön Türkler vasıtasıyla başta İstanbul olmak
üzere Osmanlı toprakalrında da akis buldu. Ancak araya giren Birinci Dünya Savaşı, bir yandan
Türkçülük adı altında büyüyen bu hareketlerin örgütlenmesine sekte vurdu ama bir yandan da
özellikle savaşın sonlarından itibaren savaşın yol açtığı sorunlar ve belirsizliklere karşı ideolojik
bir payanda oldu.
Savaş sonrasında yıkılan Osmanlı Devleti ile birlikte payitaht olarak işgal altında kalan
İstanbul’un yerine Türk Milletinin kaderini belirlemede Ankara önem kazandı. 23 Nisan 1920’de
açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da faaliyete başlayıp Kurtuluş Savaşı’nı yönetirken
Türkistan’daki Türkçüler 1920 yılında Buhara merkezli bağımsız Buhara Cumhuriyeti’ni kuruldu.
Bu Cumhuriyetin Anayasası’nda resmi dili Türkçe idi. Türkiye’nin de aralarında olduğu 5 ülke söz
konusu bağımsızlık ilanını tanıdı. Hatta, TBMM Buhara Cumhuriyeti ile diplomatik ilişki kurmak
maksadıyla hemen harekete geçti. Bu tebliğde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Orta Asya’nın
kaderinin Moskova tarafından belirlenmesine kadar geçen birkaç yıllık süre çerçevesinde
Ankara ve Buhara arasındaki ilişkilerin seyri değerlendirilecektir. Cumhuriyet ve Osmanlı Arşivi
belgeleri merkez alınarak sunum yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, TBBM, Ankara, Buhara, Milliyetçilik
*
Prof. Dr., MSÜ/TİKA-Macaristan Koordinatörü, email: [email protected], TÜRKİYE
101
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
İSLAM DİNİNDƏ TEİZM DÜNYAGÖRÜŞÜNÜN ƏXLAQİ DƏYƏRLƏRİ
Şasəddin Sabir oğlu MİKAYILOV*
ÖZET
Bütün dinlərdə Tanrının varlığı məsələsi dinindən, irqindən, milliyyətindən, ölkəsindən,
mədəniyyətindən aslı olmayaraq bütün insanları düşündürən bir məsələdir. Bu problemə təkcə
fəlsəfi və teoloji nəzəriyyələrdə deyil, ədəbi-bədii əsərlərdə, roman, povest və şeirlərdə geniş
yer verilmişdir.
Bu problemin müzakirəsi fəlsəfi aspektdən bir-birinə əks olan ikili dünyagörüşə əsaslanır;
materializim (ateizm), idealizm (teizm). İnsanların böyük əksəriyyəti Tanrıya inanmış, lakin sovet
ideologiyası olan ateizm 70 ildən çox bir dövrdə cəmiyyətin dini dünyagörüşünə mənfi təsir
göstərmişdir.
Fəlsəfi müzakirələrdə özünə yer tapa bilməyən ateizm dünyagörüşü elmi fərziyyələrdən
istifadə etmək qərarına gəlmişdir. Sübut ediləsi mümkün olmayan bu nəzəriyyə artıq təsirini
çoxdan itirmişdir. Buna misal Kontun pozitivizmini, Feyerbaxın antropologiyasını, Marksın
sosial-siyasi nəzəriyyələrini və digərlərini göstərə bilərik.
Tanrı inancını dərk edə bilməyən insanlar mənəvi dünyagörüşündə Tanrının insanlara
bəxş etdiyi humanist dəyərləri qiymətləndirə və görə bilmir. Müqəddəs kitabımız olan QuraniKərimdə insanlara həmişə əxlaqlı, şəxsiyyətli və humanist olunmaq tövsiyə edilir. Göstərilir ki,
Tanrı insanı əxlaqlı və ədalətli yaratmışdır. Hansı şərаitdə və vəziyyətdə olursa olsun insan üçün
xoşbəxt yaşаmağın heç bir mənası yoxdur.
İnsanların Tanrıya inamı təkcə öz xoşbəxtlikləri naminə deyildir. Çünki Tanrıya psixoloji
cəhətdən inanmaq olmaz. Əlbəttə xoşbəxtlik, daxili rahatlıq və.s. kimi mənəvi kefiyyətlər
Tanrının insana verdiyi ən böyük nemətdir. Tanrı inancında olan insanların ruhi vəziyyəti daha
sağlam, sabit və dözümlü olur. Tanrı insanlara sevincli, kədərli anlarda belə, xeyir və şər
anlamında bərabərliyi saxlamaqdadayaq olur.
Anahtar Kelimeler: Din, humanist, teizm, dünyagörüşü, teologiya, əxlaq
*
Prof. Dr., Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
102
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TANZİMAT DÖNEMİ ERZURUM İMAR MECLİSİ (1845-1846)
Tahir BİLİRLİ*
ÖZET
Tanzimat'la birlikte, Osmanlı Devleti'nin yeniden kalkınmasını gerçekleştirmek, öncelikle
ülkenin içinde bulunduğu durumun genel olarak bilinmesine bağlıydı. Bu çerçevede 1845 yılının
başında devlet, taşranın çeşitli bölgelerinden ikişer vücuh ve kocabaşı Dersaadet'e çağırarak
bölgelerinin durumları hakkında detaylı bilgiler almıştır. Vücuh ve kocabaşların verdiği bilgilerin
yerinde incelenerek belirlenmesi için de Tanzimat'a dahil olan bölgelerde 1845 yılında İmar
Meclisleri adı altında meclisler oluşturulmuştur. Beşi Anadolu'da beşi Rumeli'de olmak üzere
toplam 10 adet kurulan İmar Meclisleri gittikleri bölgelerin nüfus, tarım, ticaret, hayvancılık,
madencilik, evlilik, eğitim, sağlık ve bayındırlık gibi durumlarını araştırıp, bunları rapor olarak
Meclis-i Vâlâ'ya sunacaklardır.
Anadolu'da kurulan İmar Meclisleri'nden birisi de Erzurum İmar Meclisi'dir. Bu meclis
görev bölgesi dahilinde olan Erzurum ve bağlı kazalarının imar durumuna dair raporlar hazılayıp
Meclis-i Vâlâ'ya sunmakla görevlendirilmişlerdir. Ancak bu meclis mesaisinin çoğunu Tanzimat’a
karşı Van’da çıkan isyanı yatıştırmak için ve Tanzimat’ın doğru bir şekilde halka anlatılması için
harcamıştır. Bu çalışmada İmar Meclisleri hakkında genel bir bilgi verilerek Erzurum İmar
Meclisi’nin çalışmalarına değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: İmar, Meclis, Erzurum, Tanzimât, İsyan
*
Yrd. Doç. Dr., Karabük Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
103
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
14–15. YÜZYILLARDA AZERBAYCAN-AVRUPA EKONOMIK İLIŞKILERI
AÇISINDAN KARADENIZ TICARETININ ROLÜ
Tofiq Hümbət oğlu NƏCƏFLİ*
ÖZET
XIV-XV yüzyıllarda Azerbaycan'ın Batı Avrupa ülkeleri ile ilişkileri daha da genişlenmekde
idi. Azerbaycan tüccarları Avrupa-Asya ekonomik ilişkilerinin hayata keçirildiyi başlıca
bölgelerden biri olan Karadeniz kıyılarındaki ticaret merkez-lerinde kızgın ticaret yapıyorlardı.
Burada Avrupalılar çeşitli Doğu ülkelerinden, özellikle Azerbaycan'dan gelmiş tacirlərdən türlü
zarif ipek kumaşlar, ham ipek, çeşitli baharat şeyleri, nadir mücevher ve diğer Doğu malları alır,
sonra bu ürünleri Batı ülkelerinde kat kat pahasına satıyorlardı. Bu ürünleri hala XIII-XIV
yüzyıllarda Fransa'daki ünlü Şampanya yarmarkalarına ve Batı'nın başka ticaret merkezlerine
Avrupa-Asya ticaretinde aracılık eden İtalyan tüccarları götürüyor. XIV-XV yüzyıllarda
Azerbaycan'ın Batı ile ekonomik ilişkilerinde Küçük Asya'nın kuzeyinde - Karadeniz kıyısında çok
elverişli konumda bulunan Trabzon limanı önemli rol oynuyordu. Karadeniz'in Avrupa-Asya
ticaretinde önemli rol oynadığı dönemde Trabzon şehri Batılı ülkelerin Doğu ile ticari ilişkilerin
hayata keçirilmesinde önemli yer tutuyordu. Karadeniz ticaretinde yer alan ülkeler Trabzon Tebriz ticaret yolu ile Azerbaycan, İran, Orta Asya, Hindistan ve Çin'le ticaret ilişkisi
yaratıyorlardı. Trabzon bu işte, hatta, Karadeniz ticaretini kendi inhisarında barındıran Genuya
Cumhuriyeti ile rekabet götürüyordu. Avrupa tüccarları işte Trabzon'dan Tebriz'e inen yol
vasıtasıyla bütün Asya'ya yayıldılar. XV yüzyılın başlarında Trabzon Avrupa - Doğu ticaretinde
vasiteçilikden yılda 700 bin dukata kadar gelir elde ediyordu. Evveller genuyalılar, sonra
venesiyalılar Trabzon'da geniş ticaret imtiyazları ele keçirmişdiler. Trabzon-Bayburt-ErzurumTebriz kervan yolu XIV-XV yüzyıllarda en mühim ticaret yolu olarak kendi önemini koruyup
bulundurmuştur. Trabzon'un bu konum ¬ yini dayandıran başlıca husus onun Akdeniz ile
Avrupa'ya bağlandığı gibi, Rusya ve diğer Avrupa ülkelerine giden ticaret yollarının kavşağında
yerleşmesi idi. Bu dönemde Karadeniz'in uluslararası ticarete dahil edilmesinde İtalya şehir
devletleri olan Venedik ve Genuyanın büyük rolü olmuşdur.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Avrupa, Karadeniz ticareti, Trabzon, Tebriz.
*
Doç. Dr., Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu, email: [email protected],
AZERBAYCAN
104
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI TAŞRASINDAKİ DİVAN ŞİİRİNİN OLUŞUMUNDA MEVLEVİLİĞİN
ROLÜ: BELGRAD VE KIBRIS ÖRNEĞİ
Tuba Işınsu DURMUŞ*
ÖZET
Merkez olarak sarayın ve civarındaki merkezin küçük modelleri olarak
nitelendirilebilecek şehzade sancakları, beylerbeyliği merkezleri gibi saraya bağlı küçük
yönetimlerin Osmanlı sanatının yön bulmasındaki etkin konumları bilinmektedir. Bunun
yanında Osmanlı şehirlerinin kültürel altyapılarını oluşturan tekkelerin de şair/yazarların
şekillenmesinde önemli işlevleri vardır. Bunlar arasında Osmanlı divan edebiyatının doğuş ve
gelişim tarihi içinde özellikle Mevlevi tekkelerinde oluşan edebi muhitin dikkat çektiği
kaynaklarda kaydedilmiştir. Bununla birlikte merkezden uzaklaşıldığında bu etkinin varlığı daha
gerçekçi bir şekilde görülmektedir. Bu çalışmada Osmanlı taşrasındaki divan şiirinin oluşumunda
Mevleviliğin ne ölçüde rol aldığı üzerinde durulacak; özelde Belgrad ve Kıbrıslı divan şairleri
üzerinden bu etki değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı edebiyatı, mevlevilik, Belgrad, Kıbrıs
*
Doç. Dr., TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
105
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
ŞAH İSMAİL KİMDİR?
Tufan GÜNDÜZ*
ÖZET
Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olan Şah İsmail'in dinî, siyasî ve etnik kimliği
üzerinde süregelen tartışmalar onu İran, Azerbaycan ve Türkiye tarihinin arasına sıkışmış gibi
göstermektedir. Halbuki o, baba tarafından Safevi kaynaklarının açık bir şekilde Türk genci diye
tarif ettiği Safiyüddin Erdebilî'nin; anne tarafından ise Türkmen padişahı Uzun Hasan'ın
soyundan gelmektedir. Bununla birlikte Safvetü's-Safa'nın nüshalarının birinde Şeyh
Safiyüddin'in soy şeceresi arasına sıkışmış bulunan el-Kürdi sıfatından hareketle onun etnik
olarak Kürt kökenli olduğu iddiası da dillerden düşmemektedir. Oysa İran/İslam tarihçilik
geleneğinde sıklıkla yer bulan şecere geleneğinin yapısal özelliklerinin dikkatle gözden
geçirilmesi icap etmektedir. Bu yönüyle bakıldığında bahsi geçen eserde verilen şecerenin daha
başlangıçtan itibaren sorunlu olduğu derhal görülmektedir.
Şah İsmail'in siyasî ve dinî kimliği ise birbiri ile iç içe geçmişlik hali gösterir ve hangisinin
daha önce zikredilmesi gerektiği hususunda tercihler yanıltıcı olabilir. Çünkü onun hayat
hikayesi, dinî bir kimlik olarak başlayıp, kısa süre zarfında siyasî bir yapıya
dönüşmüştür. Böylece o bir yandan Kızılbaşların Hataî'si, diğer yandan Safevîlerin şahı'dır.
Anahtar Kelimeler: Şah İsmail, etnik, Şeyh Safiyüddin, Kızılbaşlık, Şia, Safeviler
*
Prof. Dr., Milli Savunma Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
106
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİNDEKİ KARŞILAŞTIRMALARDA DOĞU
TÜRKLÜĞÜNE AİT TEMEL DEĞERLER VE TÜRKİSTAN ALGISI
Turan GÖKÇE*
ÖZET
Aldığı eğitimle geniş bir bilgi birikimine dayalı hayal gücü, dil ve üslûp zenginliği ile ifade
kabiliyetine sahip olan Evliyâ Çelebi, 1640 yılında, yaşadığı şehir olan İstanbul’un tetkiki ile
başlattığı seyahatlerini hayatının son demlerine kadar sürdürdü. Kırk yılı aşkın bir zaman
zarfında bütün Osmanlı coğrafyasını ve civar memleketleri gezen Evliyâ Çelebi, 1685’de vefat
ettiğinde geride Dünya edebiyatında eşi bulunmayan on ciltlik bir eser bıraktı.
Bildiri şeklinde tasarlanmış olan bu çalışmada, seyahatnamenin önemli bir özelliğine
dikkat çekilerek, Evliya Çelebi’nin başka hiçbir seyahatnamede karşılaşılamayacak kadar
maharetle tatbik ettiği karşılaştırmalar mercek altına alınarak, bu çerçevede Doğu ve Batı
Türklüğüne ait değerlerin nasıl harmanlandığı ortaya konulmaya çalışılacaktır. On ciltlik
seyahatnamede yer alan bütün karşılaştırmaların ve Türkistan ve Doğu Türklüğü ile ilgili
kayıtların tespit ve değerlendirmesi mümkün olmayacağından, genel bir fikir verebilmek için
yoğun olarak üzerinde durulan unsurlar seçilerek incelenecektir. Böylelikle aynı zamanda bir
Osmanlı münevverinin gözünde Türk dünyasının nasıl algılandığına dair bir fikir verilmeye
çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: 17. Yüzyıl, Evliya Çelebi, Seyahatname, Doğu Türklüğü
*
Prof. Dr., İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
107
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
SİYASİ VƏ SOSİAL HƏYATDA QADINLAR
Tünzalə YUSIFOVA*
ÖZET
Azərbaycan qadını tarix boyu sosial həyatda şərəfli, ləyaqətli və fəal mövqe tutmuş,
kişilərlə bərabər hüquqlara malik olmuş, sosial və siyasi həyatda birgə fəaliyyət göstərmişdir.
Hələ VII əsrin möhtəşəm abidəsi olan "Kitabi-Dədə Qorqud" dastanında qadına yüksək
qiymət verilmiş və dastanda "Ana haqqı"-"Tanrı haqqı" kimi qəbul edilir.
1918-ci il may ayını 28-də Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin qəbul etdiyi İstiqlal
Bəyannaməsi qadınlara bərabər hüquq prinsipini, habelə seçmək və seçilmək hüququnu təsbit
etmişdir. Bunun, nəticəsində Azərbaycan Şərqdə ilk dəfə olaraq qadınlara seçmək və seçilmək
hüququ vermiş, Türk dünyası tarixində qadın ilk dəfə olaraq kişilərlə bərabər hüquqa malik
olmuşdur.
Şərqdə ilk dəfə olaraq qızlara, qadınlara təhsil verilməsi, onların savadlandırılması,
maarifləndirilməsi, ictimai-mədəni, sosial həyata cəlb edilməsi də Azərbaycana məxsus
olmuşdur. Azərbaycanın görkəmli xeyriyyəçisi, mesanant maarifpərvər Hacı Zeynalabdın
Tağıyevin təşəbbüsü ilə Şərqdə ilk qız məktəbi Azərbaycanda - Bakıda 1901 ci il 7 oktyabrda
açılmışdır.
Müasir müstəqilliyimizin qurucusu, memarı, ümummilli liderimiz Heydər Əliyev ölkəyə
rəhbərlik etdiyi bütün dövrlərdə qadınlarımıza yüksək qiymət verərək demişdir: Qadınlar
cəmiyyətin bəzəyidir, gözəlliyidir. Qadınsız cəmiyyət ola bilməz, qadınsız həyat ola bilməz.
Azərbaycan qadınları öz zəkalarına, ağıllarına görə, biliklərinə, istedadlarına, eyni zamanda
gözəlliklərinə görə dünya qadınları içərisində özünəməxsus və çox yüksək yer tuturlar. Ona
görə də biz qadınlarımızla fəxr edirik".
Azərbaycan qadını hər zaman olduğu kimi, bu gün də ölkəmizi bütün dünyada ləyaqətlə
təmsil edir, mötəbər kürsülərdən çıxışlar edir. Azərbaycanın birinci xanımı, Heydər Əliyev
Fondunun prezidenti, YUNESKO-nun xoşməramlı səfiri, Ölkə Prezidentinin Vitse Prezidenti,
Millət Vəkili Mehriban xanım Əliyeva beynəlxalq miqyaslı ictimai -siyasi xadim, təhsil və
mədəniyyət təəssübkeşi kimi geniş fəaliyyət göstərir. Mehriban xanım Əliyevanın ölkənin
ictimai - siyasi, sosial həyatında uğurlu fəaliyyəti dövlətimizi və dövlətçiliyimiz naminə, xalqın
rifahı üçün gördüyü işlər, xeyirxah əməllər beynəlxalq aləmdə tanınır, yüksək qiymətləndirilir
və bu gün Azərbaycan qadınının nə qədər fəal və böyük uğurla fəaliyyət göstərməsinin bariz
nümunəsini göstərir.
Anahtar Kelimeler: Azərbaycan qadını, qadın hüquqları, qadın təşkilatı, qız məktəbi,
qadının sosial və siyasi həyatda mövqeyi.
*
Doç. Dr., Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
108
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OHANNES APRESYAN’IN BELGESEL BİYOGRAFİSİNDE ‘AZERBAYCAN
OLAYLARI’ VE SOSYOLOJİK TESPİTLER
Türkan ERDOĞAN*
ÖZET
Bu bildiride Amerikalı yazar Leonard Ramsden Hartill’in Ermeni subay Ohannes
Apresyan’ın hem hayat öyküsünü hem de onun 1905 yılından 1922 yılına kadarki geçen zaman
zarfında Azerbaycan coğrafyasında tanıklık ettiği siyasi, ekonomik ve kültürel olayları içeren
eseri, edebiyat ve kültür sosyolojisi açısından analiz edilecektir. Nitel içerik analizi tekniğinin
kullanılacağı çalışmada tematik bir çözümleme yapma yoluna gidilecektir.
Çalışmamıza konu edindiğimiz eser, edebiyat sosyolojisi açısından “belgesel biyografi”
denilen türün örnekleri arasındadır. Belgesel biyografiler belli bir kişinin hayat öyküsünü
aktarmanın yanı sıra aynı zamanda sözkonusu kişinin yaşadığı dönemin ve toplumunun tarihsel,
siyasal, ekonomik ve sosyo-kültürel koşulları ve yaşanılan toplumsal olaylar hakkında da bilgi
verici nitelikte olup bir anlamda birer “sosyal belge” olma değerine de sahiptir. İnceleyeceğimiz
eser, Amerika’da 1928 yılında “Men Are Like That” adıyla yayınlanmıştır. Türkçe çevirisi ise 1990
yılında “Bir Ermeninin Anılarında Azerbaycan Olayları (1918-1922)” adıyla yayınlanmıştır. Eserin
Türkiye’de yayınlandığı tarih aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı ve Doğu
bloğunun çöküşe geçtiği bir yıl olması bakımından ayrıca önem arz etmektedir. Eserden
hareketle bildiride 1905 Rus Devrimi ile 1917 Rus Devriminin (Ekim Devrimi/Sovyet İhtilali/
Bolşevik İhtilali) Azerbaycan coğrafyasında yaşayan Ermeni ve Türk nüfusunu nasıl ve ne şekilde
etkilediği, göçün sosyal hayat üzerindeki etkisi, Ermeni kültüründe Türk imgesini belirleyen
etmenler ve Çarlık Rusya’nın Osmanlı coğrafyasına yönelik resmi politikası, 1917-1922 yılları
arasında süren iç savaşın toplumsal sonuçları, 1905 olayları, 1917-1922 yılları arasında süren iç
savaş, Menşevik ve Bolşevikler arasındaki politik mücadelenin farklı milletlere mensup
topluluklar üzerindeki etkisi, sürgünler, kitlesel göçler gibi hususlar çalışma kapsamında ele
alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Belgesel biyografi, Ohannes Apresyan, Azerbaycan, Leonard
Ramsden Hartill, Edebiyat sosyolojisi
*
Prof. Dr., Pamukkale Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
109
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
MEDENİYETİN MİLLİ SECİYE İLE İLİŞKİSİ ÜZERİNE (PAYLAŞMANIN MİLLİ VE
DİNİ TEMELLERİ ÜZERİNE PERSPEKTİF DENEMESİ
Veli ATMACA*
ÖZET
İyilik Yapmanın, diğerleri gibi insancıl bir duygu ve fıtrî olduğuna inanıyoruz. Çünkü hiçbir
insan kötülük yapmak istemez. Buna rağmen herkes iyilik yapmayı tercih eder. Ancak içinde
büyüdüğü kültürün ve şartların tesiriyle, iyilik yapmanın amacı, şekli ve yöntemi gibi konular
yöresel ve kültürel farklılıklar arzeder. Ama ne olursa olsun, eğer toplumun mânevi kuralları
veya yazısız kânunları denilen kültürel ve örfi yapısında iyilik yapma düşüncesi ve niyeti
yerleşmişse, o milletin geçmişinde kurumsallaşmış hatta destanlaşmış olan birçok iyilik şekline
rastlarız.
Öbür yandan bir toplumun kültüründe insana ve diğer varlıklara pragmatik ve oportünist
bakış açısı hakimse; hakimiyet ve baskı, insanı köleleştirmek ve onu sadece güç elde etmek
üzere rant aracı görme düşünce ve duyguları egemen ise bu toplumda, bazı yardımlaşma
örneklerine misaller verilebilirse de, esasen vahşet, zulüm ve şiddet boy gösterebilir.
Netice olarak medeniyet denilen değerler bütünü, güzel ahlâk ve insan başta olmak
üzere bütün varlıklara karşı saygı ve sevgi temeline dayanmaya mecburdur. Şiddet ve zulmün
medeniyet kurduğundan söz edilemez.
Anahtar Kelimeler: Vakıf, İştişare, İyilik, Medeniyet, Seciye
*
Prof. Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, email: [email protected],
TÜRKİYE
110
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
OSMANLI- AZƏRBAYCAN DÖVLƏTLƏRİ: ETKİLEŞİM VƏ ORTAQ DƏYƏRLƏR
DASTANLAR, NAĞILLAR, ƏFSANƏLƏR, MİFLƏR
Xəndanə BABAZADƏ*
ÖZET
Osmanlı döneminde gelişen Türk edebiyatı varlığını 13. yüzyıl sonlarından 19. yüzyılın
ortalarına kadar sürdürmüştür. 6 asırlık bir tarihi dönem boyunca, Osmanlı edebiyatı diğer Türk
halklarının edebiyatına etkisiz kalmamıştır. Osmanlı edebiyatının etkilediği Türklerden biri de
Azərbaycan türkcəsidir.13, 14, 15- yüzyıl Azerbaycan ve Osmanlı edebiyatı arasında çok farklılık
dikkate çarpmır.Türk halklarının edebiyatı için bir çok ortaq motif mevcuttur. Türk destanları
için ortak olan motiflere dikkat edelim:
Türk destanları için ortak olan motiflerden biri at motividir.Dastanlarda kahramanların
adı atları ile birlikte çekilir. Bu atlar efsaneleşmiş yaratıklara dönüşüyor, yaralanan
kahramanların yanından ayrılmazlar. Kahramanlar atları ile birlikte doğar ve ölürler.
Türklerin birçok eski inançlarına mitolojide, masallarda, edebiyat örneklerinde
rastlıyoruz. Türklerin eski dini inançları ve temasta olduğu dinlər- zerdüştlük, şamanizm,
tenqriçilik, Budizm, mani gibi inançlar türk edebiyatında iz bırakmışdır.Buna örnek olarak bir çok
Türk masalında yer alan ejderha, div motivini gösterebiliriz. Eski Türk inançlarında dünyanın bir
ya da birkaç ejderha tarafından döndürüldüyünə inanılıyordu. Bu ejderha da "evirən"
adlandırılıyordu.
Her birinin kendine has özelliklere sahip olmasına rağmen, tüm Türk halkları ve de
Azerbaycan Türkçesi ve Osmanlı Türkçesi için ortak özelliklere sahip janrlardan biri də masal
janrıdır. Masal türünde olan benzer motifler de Türklerin ortak inançlarından oluşan
motivlərdir.Biz Azerbaycan halk masalı olan "Məlikməmməd" masalı ile Türk halk masalı "Küçük
oğlan ve Zümrüdü Anka kuşu" masalı arasındaki benzerlikten yararlanarak, tüm Türk ve
Azerbaycan halklarının masalları arasındaki ortak özellikleri göstereceğiz.
Ayrıca Azerbaycan ve Türkiye masalları dil ve üslup yönünden de hemen hemen aynıdır.
Azerbaycan ve Türkiye masallarını karşılaştırırken giriş bölüme dikkat edelim.
Anahtar Kelimeler: Ortaq motivlər, Osmanlı-Azərbaycan dövlətləri-mifologiya, OsmanlıAzərbaycan dövlətləri-nağıl, Osmanlı-Azərbaycan dövlətləri-dastan, Ortaq yazarlar
*
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
111
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
YUSİF BALASAQUNLU VƏ AZƏRBAYCAN MƏDƏNIYYƏTI
Xeyirbəy QASIMOV*
ÖZET
Azərbaycan xalqının zəngin, bənzərsiz tarixi və mədəniyyəti XI əsrdə də qlobal və
regional hadisələrlə, proseslərlə bağlı olmuşdur. Xalqımızın orta əsrlər tarixi təsdiq edir ki,
«təcrid olunmuş ölkə olmamışdır və yoxdur: yalnız bir ölkənin tarixi ağlasığmazdır». X-XII əsrlər
ərəb-müsəlman ədəbiyyatının (ümumiyyətlə mədəniyyətinin) təkamülü tarixində «ən
məhsuldar dövrlərdən biri» kimi dəyərləndirilir. IX əsrdən etibarən Ərəb Xilafətinin tənəzzülü
prosesi ilə bağlı olaraq «Şüubilik» meyilləri daha da gücləndi. «İran» tarixinə, ədəbi irsinə, fars
dilinə ədəbiyyatda «qayıdış» faktları artmağa başladı. XI-XII əsrlərdən bizə Azərbaycan
türkcəsində yazılmış əsər çatmamışdır. Lakin bir sıra qaynaqlarda buna dair işarələr vardır.
Məsələn, Məsud ibn Namdarın (XI əsrin II yarısı – XII əsrin əvvəli) ərəb və fars dilləri ilə yanaşı
«türkcə və zimmicə şeirlər yazdığına» dair mənbə məlumatı bunu təsdiqləyir. Şirvanşah I
Axsitanın Nizami Gəncəviyə «Leyli və Məcnun» əfsanəsini «türkcə deyil, farsca və ya ərəbcə
yazmasını sifariş etməsi» də təsdiqləyir ki, həmin dövrdə türkcə bədii əsərlər yazılması ənənəsi
də mövcud olmuşdur. Yusif Balasaqunlu «türk xalqlarının poeziyasına əruz vəznini ilk dəfə
gətirmiş ədib» kimi tanınmışdır. «Qutadğu bilig» poemasında folklor motivlərindən, xalq həyatı
və məişəti ilə bağlı olan bədii obrazlardan və bənzətmələrdən geniş istifadə edilmişdir.
Anahtar Kelimeler: Azərbaycan, Məsud ibn Namdar, Yusif Balasaqunlu, Lelyi və Məcnun,
Şirvanşah
*
Dr., Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu, email: [email protected], AZERBAYCAN
112
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
SADIK RIFAT PAŞA VE AVRUPA AHVALİNE DAİR RİSALESİ
Yaşar SEMİZ*-Güngör TOPLU**
ÖZET
Sadık Rıfat Paşa 22 Şaban 1222 (1808’de) İstanbul’da doğdu. Enderun Mektebinde
eğitim gördü. Mezun olduktan sonra devlet kademelerinde çalışmaya başladı. 1837-1839 yılları
arasında Avusturya’nın başkenti Viyana’da büyükelçi olarak görev yaptı. Sadık Rıfat Paşa bu
görevde iken edindiği bilgileri “Avrupa Ahvâline Dair Risâle” adındaki eserinde kaleme aldı.
Sadık Rıfat Paşa, tıpkı kendisinden önce Avrupa’ya sefir olarak gönderilen büyükelçiler
gibi, İmparatorluğu’na “sefaretnameler “ göndererek gittiği ülkelerde gördüklerini yazmıştır.
Fakat Rıfat Paşa’nın gördükleriyle diğerlerinin gördükleri arasında büyük farklar vardır. Devletin
sorunlarını aldığı görevler sayesinde yakından biliyordu. Bu sebeple Viyana’ya gittiği zaman
batının sadece dış görünüşü ile ilgilenmedi. Sadık Rıfat Paşa’nın bu bağlamda “Avrupa Ahvâline
Dair Risâlesi” büyük öneme sahiptir. Risâlede dile getirdiği düşünceleri dönemin sadrazamı
Mustafa Reşit Paşa’yı etkilemiştir.
Sadık Rıfat Paşa, eserlerinde adalet vurgusu ön plandadır. Paşa adaletsizliğin ve
haksızlığın önüne geçilerek keyfi idarenin kaldırılıp adalet sağlanması durumunda halkın
hükümdarlarına bağlanacağını ileri sürmekte ve görüşünü şu sözleriyle de destektedir;
”Adaletten yoksun olan bir devlette, hürriyet de refah da yoktur.”
Avrupa Ahvaline Dair Risale’sinde Avrupa’da “kanun”un ve hukuk devletinin önemi
üzerinde ısrarla duran Paşa, Avrupa’da hükümdar ve devlet erkânının, kanunlara uymakta
olduğunu, kanunlara aykırı işlem yapılmadığını belirtmektedir. Bir ülkede adalet, “kanun
devleti” kurularak sağlanabilir. Ona göre devlet bir hukuk devleti niteliğinde olmalıdır. Bu
konuda, çağdaşlarına oranla bir adım daha ileri giden Sadık Rıfat Paşa, hükümetlerin halk için
kurulduğunu, halkın hükümetler için yaratılmadığını söyler.
Sosyal konulara da değinen Paşa, batıdaki vatandaşların genel olarak ekonomik
durumlarının iyi olduğunu ve boş zamanlarını eğlence ile geçirdiklerini, bundan dolayı fitne ve
fesada vakit bulamadıklarını belirtir. Her şeye rağmen olay çıkaranlar olursa, onların da polis
tarafından derhal alıkonulduğunu; fakat gerekli soruşturmaları yapılmadan herhangi bir cezai
işlemin uygulanmadığını belirtmiştir.
Fakir, sakat, sokaklarda dolaşan serseriler ve meczuplar için imarethane ve
tımarhanelerin bulunduğunu, fakir vatandaşları da fabrikalarda görevlendirdiklerinden sokakta
kötü durumda hiç kimsenin görünmediğini belirtmesi dikkat çekicidir.
Paşa’nın görüşlerini belirttiği bir diğer önemli eser; Risale-i Ahlak’tır. Paşa, kitabı oldukça
kısa ve sade dille “çocuğa baba nasihati” olarak yazmıştır.
Bu çalışmada Sadık Rıfat Paşa’nın Avrupa Ahvaline Dair Risale’si ve buradaki görüşlerinin
Osmanlı Devletinin Batılılaşma çabaları içerisindeki yeri önemi üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sadık Rıfat Paşa, Osmanlı Devleti, Avrupa, Yenileşme
*
Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
Okutman, Selçuk Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
**
113
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
DUYUN-I UMUMİYE İDARESİNİN KURULUŞU VE OSMANLI EKONOMİSİNE
ETKİLERİ
Yaşar SEMİZ*- Yusuf KODAZ**
ÖZET
Osmanlı Devleti 19. yüzyıl ortalarına kadar giderlerini herhangi bir dış borçlanmaya
başvurmadan karşılamayı başarmıştır. Bu dönemde zaman zaman ortaya çıkan bütçe açıklarını
da Galata’daki Rum ve Ermeni bankerlerine borçlanarak kapatmıştır.
1876 yılına gelindiği zaman Osmanlı Devleti aldığı borçları ödeyemez duruma gelmiştir.
Bunun üzerine Osmanlı Devleti başta Fransa, İngiltere, Avusturya ve Almanya olmak üzere
alacaklıların temsilcileriyle görüşmelere başlamıştır. 1877- 78 Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle bir
ara kesintiye uğrayan görüşmeler 20 Aralık 1881’de (Hicri Takvime göre Muharrem ayında)
imzalanan bir antlaşma ile sonuçlanmıştır. Muharrem kararnamesi olarak adlandırılan bu
antlaşma ile dış borçların miktarı indirilmiş ve ödeme şartları yeniden düzenlenmiştir. Buna
karşılık Osmanlı Devleti, İmparatorluk içinde yabancı alacaklıların temsilcisi olarak çalışacak,
devletin vergi gelirlerinin bir bölümünü alacaklılar adına toplayarak Avrupa’ya aktaracak yeni
bir müessesesin kurulmasını kabul etmiştir. Muharrem kararnamesinin 15. maddesine göre
kurulan bu müessesenin adı “Duyun-ı Umumiye-i Osmaniye-i Meclis-i İdaresi”dir. Merkezi
İstanbul’da olan yedi kişilik bu meclis İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Avusturyalı, Osmanlı ve
kendilerine öncelik tanınan Galata bankerlerinin bir temsilcisinden oluşmuştur.
Bu çalışmada Duyun-ı Umumiye İdaresinin nasıl kurulduğu, II. Meşrutiyet’e kadar olan
dönemdeki çalışma şekli ve kurumun Osmanlı ekonomisi üzerindeki etkisi değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimler: Duyun-ı Umumiye İdaresi, Osmanlı Ekonomisi, Galata Bankerleri, Dış
Borç
*
Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
Okutman, Selçuk Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
**
114
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
1721 TARİHLİ CEBEL-İ KOZAN MUFASSAL TAHRİR DEFTERİ
Yılmaz KURT*
ÖZET
Bu tebliğde Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde yer
alan 102 numaralı Cebel-i Kozan Tahrir Defteri’ni değerlendireceğiz.
Adana eyaletinin Sis (Kozan) sancağında Kozan Dağı’nda yaşayan konar-göçer cemaatlerin kayıt
edildiği 10 L 1133/ 4 Ağustos 1721 tarihli bu defter geç mufassallar serisine eklenmesi gereken
nadide bir örnektir. Bu tarihlerde Revan’da yeni tahrir yapıldığını bilmekteyiz. Ancak
Anadolu’da 1604’lerden sonra bu türden tahrirleri pek göremeyiz. Belli ki defter 1691’de
Çukurova’da gerçekleştirilen başarısız iskân teşebbüsünün ardından yeni bir tahrirle Kozan
Dağı’ndaki cemaatlerden vergi ve asker alabilmek amacıyla hazırlanmıştır. Defterde kayıtlı ilk
cemaat 21 bennak vergi nüfusuna sahip olan Arıklı cemaatidir. XVI. Yüzyıl tahrirlerinden farklı
olarak kişi isimlerinin altında sahip oldukları koyun sayısı da bildirilmektedir. Seyyidlerin sayısı
çok olduğu bunlar reayadan sonra ayrı başlık altında kayıt edilmişlerdir. XVI. Yüzyılda Kozan’da
yaşayan konargöçer cemaatlerin Afşar, Kavurgalu, Farsak gibi boylara mensup öz-be-öz
Türkmen toplulukları olduğunu bilmekteyiz. 1721 yılında karşımıza çıkan nüfus tablosunda ise
bu Türkmenler içerisinde büyük bir “seyyid” kitlesi yaşamaya başlamıştı. Defterde verilen
rakamlarla ifade etmek gerekirse 931 evli; 129 bekar reayaya karşılık 361 neferlik bir seyyid,
şahinci, güherçileci muaflar topluluğunu görmekteyiz. Bu kadar büyük orandaki muaflar
topluluğunu, zor durumda olan devletin vermek zorunda kaldığı bir taviz olarak değerlendirmek
mümkündür.
Anahtar Kelimeler: Adana, Cebel-i Kozan, Kozan Dağı, Tahrir, Seyyidlik
*
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi, email: [email protected], TÜRKİYE
115
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
İSMAİL FAZIL PAŞA’NIN AZ BİLİNEN BİR ESERİ: MEŞÂHÎR-İ ASKERİYEMİZDEN
BİR SAHÎFE
Zafer GÖLEN*
ÖZET
Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarının çoğu 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından
elinden çıktı. İsmail Fazıl Paşa bu sürece tanıklık etmiş, devletin hemen hemen her kademesinde
görev almış bir askerdir. Paşa askerliğin yanında dönemini aydınlatan birçok da eser vermiştir.
Eserlerinin bazıları kamuoyu ve araştırıcılar tarafından çok iyi bilinirken bazıları tarihin tozlu
raflarında kalmıştır. Bu tebliğde Paşa’nın Meşâhir-i Askeriyemizden Bir Sahîfe adlı pek
bilinmeyen bir eseri konu edinilmiştir. Eserde 1876 Karadağ Savaşı sırasında görev almış çeşitli
kademelerdeki altı askerin kahramanlıkları anlatılmıştır. Ancak eseri kıymetli kılan husus İsmail
Fazıl Paşa’nın olayları ya tanık olarak ya da görgü tanıklarına dayanarak kaleme almış olmasıdır.
Tabi olarak eserde yer alan bilgiler başka herhangi bir kaynakta yer almaz. Bildiri eserin
değerlendirme ve tam metin transkripsiyonundan oluşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Ferik Mustafa Celâleddin Paşa, Ferik İskender Paşa,
Kaimmakam İbrahim Bey, Kolağası Hüseyin Ağa, İbrahim Çavuş, Onbaşı Ramo, İsmail Fazıl Paşa,
1876 Osmanlı-Karadağ Savaşı
*
Prof. Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
116
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
XVIII. YÜZYIL KAYNAKLARINDA OSMANLI-SAFEVİ İLİŞKİLERİ
Zehra İSLAMOVA
ÖZET
XVIII. yüzyılda Safeviler, siyasi, askeri, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan çöküş ve kriz
dönemine adım atmışlardı. Safevilerin içinde bulunduğu durum, komşu devletlerle, özellikle
Osmanlı ile ilişkilerinde gerginliğe, hatta düşmanlığa neden olmaktaydı. Şüphesiz Batılı devletler
ve Rusya’nın ikili siyaseti de, iki Türk devleti arasındaki ilişkileri önemli ölçüde etkilemekteydi.
Söz konusu dönemde Azerbaycan arazisine Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ve Batılı
devletlerden önemli diplomatik elçilikler, büyükelçilerle birlikte gizli görevlerle tüccar ve
seyyahlar da gelmişlerdi. Onların amacı gittikleri bölgenin siyasi-askeri durumunu açıklığa
kavuşturmak, ekonomik ticaret potansiyelini öğrenmekti. Elbette ki ekonomik ve ticari ilişkilerin
istikrarını korumak ve hatta gelişimi için adımlar atmalı, ayrıca onlar gözlemler aparmalı, her
gördükleri, her tanık ve taraf olduğu olayları, hem de duyduklarını gündəliklərinə kayıt etmeli
idiler. Bu seferler sırasında ve sonrasında düzenlenen rapor, mektup ve seyahatnamelerde,
dönemin dikkat merkezinde bulunan birtakım ciddi siyasi meseleler arasında Safevi-Osmanlı
ilişkileri ilk sıralardaydı.
XVIII. yüzyıl kaynaklarında Safevi-Osmanlı ilişkilerinin aşağıda kaydettiğimiz meseleleri
özellikle dikkat çekicidir.
1. Safevi-Osmanlı ilişkilerinin her iki devlet için önemi.
2. Emperyalist Rusya ve Batılı devletlerin bu ilişkilere etkisi.
3. İki imparatorluk arasındaki ilişkilerde Azerbaycan’ın yeri ve rolü.
4. Bu dönemde Azerbaycan’ın siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan durumu.
Özetle, XVIII. yüzyıl diplomatlarının ve seyyahların rapor ve seyahatnameleri, SafeviOsmanlı ilişkilerinin son aşamasının araştırılması için temel kaynaklardır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Safeviler, Azerbaycan, diplomatik ilişkiler,
büyükelçi.

Doktora Öğrencisi, Bakü Devlet Üniversitesi, email: [email protected], AZERBAYCAN
117
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
RUSYA DEVLETİ'NDE OLUŞTURULAN EKİNCİ VE ASKERİ KOLONİLERİN YAPISI
Zeki TEKİN*
ÖZET
Fransa Kralına takdim edilen bir layihada Avrupada toplumsal hayatı olumsuz yönde
etkileyen dilencilik, serserilik, amelmande denilen işten kalmış kişiler ile işsiz-güçsüz kişilerin
topluma kazandırılması maksadı ile ülke içindeki bataklık , çalılıkve hali toprakların ziraate
açılarak bu gurupların topluma kazandırılması ve ülke ekonomisine katkı sağlamaları amacıyla
tüm Avrupa'da ekinci koloniyaları oluşturulmuştur. Biz bu layihadan hareket ederek Rusya'da
meydana getirilen ekinci koloniyalarının yapısı ve durumu hakkında bilgi vereceğiz. Rus Çarı
Aleksandr'ın uygulaması olan askeri koloniyalar oluşturma fikri ve bunun ülke genelindeki
uygulamalarına da değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: Rusya, ekinci, koloniya, askeri, sultad, iskan, ziraat, hane
*
Prof. Dr., Karabük Üniversitesi, email: [email protected], TÜRKİYE
118
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
TÜRKDILLI XALQLARIN MƏDƏNIYYƏTININ BÖYÜK HAMISI-HEYDƏR ƏLIYEV"
Zülfiyyə VƏLIYEVA*
ÖZET
Böyük dövlət xadimi, ulu öndərimiz. Heydər Əliyev dövrün və zamanın gərdişini gözəl
bilən dövlət rəhbəri kimi Azərbaycanın beynəlxalq aləmdə, o cümlədən türk dünyasında aparıcı
mövqelərə çıxması, ümumtürk həmrəyliyinin təmin olunmasında böyük rol oynamışdır. Ən
qədim zamanlardan Avrasiya məkanının çox böyük hissəsində yaşayaraq bəşər mədəniyyətinə
misilsiz töhfələr vermiş türkdilli xalqlar onu daim zənginləşdirmişlər. Bəşər tarixi sübut etmişdir
ki, hər bir xalqın milli-mənəvi dəyərlərini, mədəniyyətini yaşadan, inkişaf etdirən onun dilidir.
Uca Tanrının ona bəxş etdiyi nadir keyfiyyətlər sayəsində ümummilli liderimiz Heydər Əliyev
tarixi hadisələrin gedişini irəlicədən görə bilmiş, olduqca böyük əhəmiyyət daşıyan qərarlar
qəbul edilən anda əsl vətənpərvərlik mövqeyi nümayiş etdirmişdir. Türk xalqlarının birliyini
möhkəmləndirmək, mənəvi körpüləri qorumaq, milli kökə qayıdış, ortaq dəyərlərimizi
birləşdirmək ulu öndər Heydər Əliyevin fəaliyyətinin əsas məqsədlərindən olmuşdur. Tibbi
bilogiya elmləri doktoru Y.S.İbadov “Kitabi – Dədə - Qorqud” un 1300 illik yubleyi ərəfəsində
Dədə - Qorqudun şəxsiyyət və avtobioqrafiyası haqqında özünəməxsus rəmzlərlə verilmiş kodlu
məlumatlar açıqlanmış və onun mifik obraz deyil, tarixi şəxsiyyət olması faktı bu metodla bir
daha təsdiqlənmişdir. Ulu öndər Heydər Əliyevin fəaliyyəti türk xalqları arasında əlaqələrin
konkret şəraitdə inkişafına xidmət etdiyindən böyük tarixi əhəmiyyət daşımışdır.Şübhəsiz bütün
türk dünyası ona bu xidmətlərinə görə minətdar olmalıdır.Bu gün eyni məqsəd və məram
əqidəsinə sadiqliyi ilə hörmət və ehtiram qazanmış ulu öndərin siyasi kursunun davamçısı
Prezident İlham Əliyev tərəfindən ləyaqətlə yerinə yetirilir.
Anahtar Kelimeler: Türk xalqları, türk dünyası, milli, mənəvi dəyərlər, mədəniyyət
*
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti, email: [email protected], AZERBAYCAN
119
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
KATILIMCILAR
Araştırmacı Sadık Müfit Bilge
Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Arş. Gör. Emrah Maral
Fırat Üniversitesi
Arş. Gör. Fadime Özler
Erciyes Üniversitesi
Arş. Gör. Hadi Ava
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Arşivist Murat Esedov
Bakü Devlet Üniversitesi
Assoc. Prof. Eva Csaki
Pazmany Peter Catholic Üniversity
Assoc. Prof. Liliana Boşcan
Bucharest University
Ayetxan İsgenderov
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Dilguşə Süleymanova
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Doç. Dr. Abidin Temizer
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Doç. Dr. Alpaslan Demir
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Doç. Dr. Ayşe Yıldız
Gazi Üniversitesi
Doç. Dr. Bilal Dədəyev
Bakı Mühəndislik Universiteti
Doç. Dr. Celil Arslan
Erciyes Üniversitesi
Doç. Dr. Cemal Çetin
Selçuk Üniversitesi
Doç. Dr. Cihat Aydoğmuşoğlu
Ankara Üniversitesi
Doç. Dr. Dilavər Əzimli
Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu
Doç. Dr. Əliyev Rəcəb
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Doç. Dr. Elnur Nəsirov
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Doç. Dr. Emine Erdoğan Özünlü
Hacettepe Üniversitesi
Doç. Dr. İradə Əliyeva
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Doç. Dr. İsmail Kıvrım
Gaziantep Üniversitesi
Doç. Dr. Mayıl Sədyar oğlu Alıcanov
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Doç. Dr. Mehmet Zahit Yıldrım
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Doç. Dr. Mirvari Verdiyeva
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Doç. Dr. Muhammed Bilal Çelik
Sakarya Üniversitesi
Doç. Dr. Selçuk Peker
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Doç. Dr. Tofiq Hümbət oğlu Nəcəfli
Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu
Doç. Dr. Tuba Işınsu Durmuş
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi
Doç. Dr. Tünzalə Yusifova
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Doç. Dr. Naibə Əhmədova
Doktorant Elvin Valiyev
Selçuk Üniversitesi
Doktorant Gamze Aydın
Gazi Üniversitesi
Doktorant Müjgan Şahinkaya
Selçuk Üniversitesi
Doktorant Nərmin Xanməmmədova
Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu
121
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Doktorant Zehra İslamova
Bakü Devlet Üniversitesi
Dr. Abdullayeva Məlahət
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Dr. Arif Sarı
Gazi Üniversitesi
Dr. Əhməd Sabir oğlu Quliyev
Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu
Dr. Əliyev Rəcəb Əhməd oğlu
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Dr. Enkhbat Avırmed
Moğolistan Bilim Teknoloji Üniversitesi
Dr. Firida Mustafayeva
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Dr. Məmmədova Aygün
Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu
Dr. Mübariz Zahid oğlu Ağalarlı
Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu
Dr. Naci Bakırcı
Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya Müze Müdürlüğü
Dr. Nərgiz Axundova
Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu
Dr. Salih Kış
Selçuk Üniversitesi
Dr. Xeyirbəy Qasımov
Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Tarix İnstitutu
Elmin Nemətli
Azərbaycan Dövlət İqtisad Universiteti
Elvan Cafarov
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Fərzəli Vəliyev
Bakı Slavyan Universiteti
İsaməddin Musayev
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Musayeva Türkən Xəlil
Azərbaycan Milli Konservatoriyası
Mustafa Şabanov
Azərbaycan
Okt. Güngör Toplu
Selçuk Üniversitesi
Okt. Ömrüm Işıkay Gürbüz
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Okt. Yusuf Kodaz
Selçuk Üniversitesi
Öğr. Gör. Halil Aygan
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Prof. Buludxan Xəlilov
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Prof. Dr. Osman Köse
Polis Akademisi
Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu
Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet Aksın
Fırat Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet Eyicil
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet Gündüz
Gaziantep Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet Taşağıl
Yeditepe Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet Taşğın
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Prof. Dr. Alaattin Aköz
Selçuk Üniversitesi
Prof. Dr. Anisoara Popa
Danibius Üniversity
Prof. Dr. Bilal Kuşpınar
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Prof. Dr. Buludxan Xəlilov
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Prof. Dr. Bünyamin Kocaoğlu
Gümüşhane Üniversitesi
122
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Prof. Dr. Doğan Yörük
Selçuk Üniversitesi
Prof. Dr. Faruk Söylemez
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Prof. Dr. Fərrux Rüstəmov
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Prof. Dr. Ferudun Ata
Selçuk Üniversitesi
Prof. Dr. Gülşən Əliyeva-Kəngərli
Azərbaycan Dövlət Mədəniyyət və İncəsənət Universiteti
Prof. Dr. Hüseyin Muşmal
Selçuk Üniversitesi
Prof. Dr. İbrahim Solak
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Prof. Dr. İlhan Şahin
İstanbul Aydın Üniversitesi
Prof. Dr. Mais Əmrahov
Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal
Pamukkale Üniversitesi
Prof. Dr. Mehmet İpçioğlu
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Prof. Dr. Mehmet Özkarcı
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Prof. Dr. Mustafa Murat Öntuğ
Uşak Üniversitesi
Prof. Dr. Mustafa Sami Baybal
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Prof. Dr. Orhan Doğan
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Prof. Dr. Redzeb Skrijelj
Novi Pazar State University
Prof. Dr. Refik Turan
Türk Tarih Kurumu Başkanı
Prof. Dr. Rüfət Lətif oğlu Hüseynzadə
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Prof. Dr. Saadettin Yağmur Gömeç
Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak
Prof. Dr. Şasəddin Sabir oğlu
Mikayılov
Prof. Dr. Tufan Gündüz
Mimar Sinan Üniversitesi, TİKA
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Prof. Dr. Turan Gökçe
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi
Prof. Dr. Türkan Erdoğan
Pamukkale Üniversitesi
Prof. Dr. Veli Atmaca
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Prof. Dr. Yılmaz Kurt
Emekli
Prof. Dr. Zafer Gölen
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Prof. Dr. Zeki Tekin
Karabük Üniversitesi
Sahibə Xəlil qızı Musayeva
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Səkinəxanım Akif qızı Xasıyeva
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Tuğba Muzır
Selçuk Üniversitesi
Xəndanə Babazadə
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Yrd. Doç. Dr. Ceyda Tuna Bozdoğan
Gümüşhane Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Çağatay Benhür
Selçuk Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Fadimana Fidan
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Fahri Dağı
Gaziantep Üniversitesi
Milli Savunma Üniversitesi
123
Inocte 2017
International New Tendencies Congress in Ottoman Researches
September 12-14, 2017 Baku
Yrd. Doç. Dr. Fatih Uslu
Akdeniz Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Hacı Ahmet Şimşek
Selçuk Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Hasan Arslan
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Köftürcü
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Kadir Acar
Dicle Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ünal
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yılmaz
Selçuk Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Meriç Güven
Uşak Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Arıkan
Selçuk Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Nurettin Çalışkan
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Samet Alıç
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sami Ağaoğlu
Karabük Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Tahir Bilirli
Karabük Üniversitesi
Zülfiyyə Vəliyeva
Azərbaycan Dövlət Pedaqoji Universiteti
Zeynelabidin Türkoğlu
Tapu ve Kadastro Gn. Müd. Arşiv Dairesi Başkanı
Uzman Naim Yavuz Ünlü
Türk Tarih Kurumu
Yusuf Oğuz
Türk Tarih Kurumu
Semih Erdal
Türk Tarih Kurumu
Mehmet Yıldırır
Tapu ve Kadastro Gn. Müd.
Mustafa Naci Zeybek
Tapu ve Kadastro Gn. Müd.
Murat Çalık
Tapu ve Kadastro Gn. Müd.
Seher Yılmaz
Tapu ve Kadastro Gn. Müd.
124
Download