doktora tezi - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
METİN ÇELİK
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
DOKTORA
TEZİ
BİR ULUSLARARASI İLİŞKİLER MİTİ OLARAK
DEVLETLERİN EGEMEN EŞİTLİĞİ
METİN ÇELİK
TEMMUZ 2015
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI
TEMMUZ 2015
BĠR ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLER MĠTĠ OLARAK
DEVLETLERĠN EGEMEN EġĠTLĠĞĠ
Metin ÇELĠK
DOKTORA TEZĠ
ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLER ANABĠLĠM DALI
ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLER BĠLĠM DALI
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
TEMMUZ 2015
iv
BĠR ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLER MĠTĠ OLARAK DEVLETLERĠN
EGEMEN EġĠTLĠĞĠ
(Doktora Tezi)
Metin ÇELĠK
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
Temmuz 2015
ÖZET
Bu tez “devletlerin egemen eĢitliği” ilkesinin teorik muhtevası ile uluslararası
pratiğinin uyuĢmadığını iddia etmekte ve bu nedenle “devletlerin egemen eĢitliği” ilkesini
bir “Uluslararası ĠliĢkiler Miti” olarak değerlendirmektedir. Devletlerin egemen eĢitliği
ilkesi gerek uluslararası hukukun gerekse BM sisteminin temel ilkelerinden birisidir ve
devletlerin uluslararası hukuk karĢısında, uluslararası hak ve yükümlülüklerde, uluslararası
örgütlerin karar alma süreçlerinde eĢit olduklarını ifade etmektedir. Aynı zamanda, egemen
eĢitlik ilkesi devlet egemenliğinin doğal bir sonucudur ve devletlerin iç iĢlerine
karıĢılmayacağı, dıĢ iliĢkilerinde ise bağımsız oldukları anlamına gelmektedir. Ancak
uluslararası politikada büyük güçler/devletler, çoğu zaman, görece zayıf devletlerin iç
iĢlerine karıĢmakta, uluslararası örgütlerin karar alma süreçlerinde belirleyici olmakta,
uluslararası hukuk kurallarını ihlal etmektedirler. Dolayısıyla egemen eĢitlik ilkesi
uluslararası politikada ihlal edilmektedir. Ayrıca bu tez Uluslararası ĠliĢkiler disiplininde
egemenlik ve siyasî mit ile ilgili yanlıĢ anlaĢılmalara da değinmektedir. Egemen eĢitliğin
türediği kavram olan egemenliğin manasının doğru tespit edilmesi, siyasî mitin kapsamının
belirlenmesi egemen eĢitlik ilkesini daha doğru analiz etmeye imkan tanıyacaktır.
Bilim Kodu
Anahtar
Kelimeler
Sayfa Adedi
DanıĢmanı
:
:
:
:
: 1141.2.145
: Devletlerin egemen eĢitliği, Siyasî mit, Egemenlik, BM
sistemi, Uluslararası ĠliĢkiler.
: 279
: Prof.Dr. Hakan TAġDEMĠR
v
SOVEREIGN EQUALITY OF STATES AS A MYTH OF
INTERNATIONAL RELATIONS
(Ph. D. Thesis)
Metin ÇELĠK
GAZĠ UNIVERSITY
GRADUATE SCHOOL OF SOCIAL SCIENCES
July 2015
ABSTRACT
This thesis argues that the theoretical contents and the implementation of the
principle of “sovereign equality of states” in international politics does not match, thus,
this thesis considers the principle of “sovereign equality of states” as a myth of
international relations. The “sovereign equality of states” is one of the fundamental
concepts of international law and UN System. The principle refers to the equality of states
before international law, about international rights and obligations, and in decision-making
process of international organizations. Therewithal, the principle of sovereign equality is a
consequence of state sovereignty and means that non-interference and non-intervention in
domestic politics and independency in external relations. However, great powers usually
interfere in the domestic affairs of weaker states, violate the international law rules, and
determinate the decision-making process of international organizations in international
politics. Hence, the principle of sovereign equality is violated in international politics. This
thesis also reveals some misunderstandings associated with the meaning of sovereignty and
political myths. The principle of sovereign equality is derived from the concept of
sovereignty. Thus, the correct definion of sovereignty and the correct determination of the
scope of political myth will ensure that the correct analysis of the principle of sovereign
equality.
Science Code
Key Words
Page Number
: 1141.2.145
:
: Sovereign
:
equality of states, Political myths, Sovereignty, UN
System, International Relations.
: 279
:
Supervisor
: Prof.Dr.
:
Hakan TAġDEMĠR
vi
TEġEKKÜR
Tezin
hazırlanması
esnasında
çalıĢmanın
kapsamının
belirlenmesi
ve
sınırlandırılması, konunun provokatif yönü nedeniyle akademik bir üslubun korunması,
tezin konusu itibariyle Türkçe literatürde detaylı bir çalıĢmanın mevcut olmamasının neden
olduğu baskı hususlarında önemli zorluklar yaĢanmıĢtır. Ġlaveten yaĢanan diğer bazı
sıkıntılar nedeniyle tez yazım süresi uzamıĢtır. Bu zorluklara karĢılık danıĢman hocam
Prof.Dr. Hakan TAġDEMĠR‟e eleĢtirileri, yönlendirmeleri ve bilhassa sabrı için çok
teĢekkür ediyorum. Ayrıca çok değerli vakitlerini ayıran, eleĢtirilerini eksik etmeyen, üslup
ve içerik konusunda yardımlarını esirgemeyen Prof.Dr. Mehmet Emin ÇAĞIRAN‟a ve
tartıĢmalarımızda farklı ufukları görmemi sağlayan Doç.Dr. Mehmet Akif OKUR‟a
müteĢekkirim. Tez süresince değerli yardımlarını gördüğüm birçok arkadaĢım arasında
özellikle Ali Arda YÜCEYILMAZ ve Buğra SARI‟ya katkıları ve tartıĢmaları vesilesiyle
hassaten teĢekkür ediyorum. Benim için yardımları çok kıymetli olmuĢtur. Asıl teĢekkür
ise elbette ki aileme. Sonsuz sabırları, tebessümleri, destekleri ve duaları için minnettarım.
vii
ĠÇĠNDEKĠLER
Sayfa
ÖZET .................................................................................................................................... iv
ABSTRACT ........................................................................................................................... v
TEġEKKÜR .......................................................................................................................... vi
ĠÇĠNDEKĠLER ....................................................................................................................vii
KISALTMALAR .................................................................................................................. ix
1. GĠRĠġ............................................................................................................................... 1
2. TEZĠN ĠNġA EDĠLDĠĞĠ KAVRAMSAL ZEMĠN ........................................... 13
2.1. Mit ve Siyasî Mit TartıĢmaları .................................................................................. 13
2.1.1. Mit: Tanımı, özellikleri ve iĢlevleri ................................................................... 15
2.1.2. Siyasî mitin mahiyeti ......................................................................................... 29
2.2. Egemenlik: Tanımlanmaktan Ziyade TartıĢılan Kavram .......................................... 43
2.2.1. Hâkim egemenlik anlayıĢı.................................................................................. 48
2.2.2. Egemenlik tartıĢmalarının kapsamını belirlemek .............................................. 58
2.2.2.1. Egemenlik “özü” itibariyle süreklilik arzeder............................................. 59
2.2.2.2. Egemenliğin “mahiyeti” değiĢkendir .......................................................... 64
2.2.2.3. Egemenlik mutlak değildir .......................................................................... 68
2.2.2.4. Egemenliğin hukukî ve siyasî yönü ............................................................ 72
2.3. Westphalia BarıĢı ...................................................................................................... 74
2.3.1. Westphalian ortodoksi ....................................................................................... 80
2.3.2. Westphalian mit ................................................................................................. 88
3. EGEMEN EġĠTLĠK ĠLKESĠNĠN NORMATĠF BOYUTU .......................... 103
3.1. EĢitlik ve Adalet ĠliĢkisi .......................................................................................... 103
3.2. EĢitlik ve Hakkaniyet Ayrımı ................................................................................. 108
3.3. Egemen EĢitlik Ġlkesinin Kökeni ve GeliĢimi ......................................................... 122
viii
Sayfa
3.4. Egemen EĢitlik Ġlkesinin Muhtevası ....................................................................... 129
3.4.1. Aslî eĢitlik ........................................................................................................ 141
3.4.2. Hukukî eĢitlik vs. siyasî eĢitlik ........................................................................ 143
3.4.3. Hak ve yükümlülüklerde eĢitlik ....................................................................... 147
3.4.4. Uluslararası yargılamalarda tarafların eĢitliği .................................................. 149
3.4.5. Uluslararası örgütlerde karar alma sürecinde eĢitlik ........................................ 152
3.5. BM Bağlamında Egemen EĢitlik Ġlkesi ve Uluslararası Örgütler ĠliĢkisi ............... 157
4. EGEMEN EġĠTLĠK ĠLKESĠNĠN REALĠST BOYUTU ............................... 171
4.1. EĢitsizliğin KurumsallaĢması ve MeĢruiyet Kazanması ......................................... 171
4.2. Söylemde AnarĢik, Pratikte HiyerarĢik Sistem: Büyük-Küçük Devlet Ayrımı ...... 178
4.3. BM‟deki Anayasal ve Yapısal EĢitsizlikler ............................................................ 193
4.3.1. BM ġartı md. 2/7: “Müdahale etmeme” ilkesinin ihlali .................................. 194
4.3.2. BM ġartı md. 23/1: P5‟in daimi üyeliği........................................................... 204
4.3.3. BM ġartı md. 27/3: P5‟in veto hakkı ............................................................... 209
4.3.4. BM ġartı md. 106: P5‟in “eĢitler arasında birinci” olma hali .......................... 216
4.4. IMF Örneğinde Uluslararası Örgütlerde ĠĢlevsellik ve Hakkaniyet Tercihi ........... 220
5. SONUÇ ....................................................................................................................... 233
KAYNAKLAR .................................................................................................................. 243
ÖZGEÇMĠġ ....................................................................................................................... 279
ix
KISALTMALAR
Bu çalıĢmada kullanılmıĢ kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda sunulmuĢtur.
Kısaltmalar
Açıklamalar
a.g.e.
Adı geçen eser
a.g.m.
Adı geçen makale
AB
Avrupa Birliği
ABAD
Avrupa Birliği Adalet Divanı
ABD
Amerika BirleĢik Devletleri
AGĠK
Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği Konferansı
AGĠT
Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği TeĢkilatı
BM
BirleĢmiĢ Milletler Örgütü
BMDHS
BirleĢmiĢ Milletler Deniz Hukuku SözleĢmesi
BMGeK
BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu
BMGüK
BirleĢmiĢ Milletler Güvenlik Konseyi
çev.
Çeviren
DHM
Daimi Hakemlik Mahkemesi
DTÖ
Dünya Ticaret Örgütü
ed.
Editor
EPIL
Encyclopedia of Public International Law
IBRD
International Bank for Reconstruction and Development
ICC
International Criminal Court
ICJ
International Court of Justice
ICO
International Coffee Organization
ILO
International Labour Organization
IMF
International Monetary Fund
md.
Madde
MPEPIL
The Max Planck Encyclopedia of Public International Law (online)
NATO
North Atlantic Treaty Organization
P5
Permanent Five / Powers Five
PCA
Permanent Court of Arbitration
x
Kısaltmalar
Açıklamalar
PCIJ
Permanent Court of International Justice
RCADI
Recueil des cours de l'Académie de Droit International de la Haye
(Collected Courses of the Hague Academy of International Law)
Rep.
Report
RIAA
Reports of International Arbitral Awards
s.
Sayfa
SDR
Special Drawing Right
t.y.
Tarih yok
UAD
Uluslararası Adalet Divanı
UCM
Uluslararası Ceza Mahkemesi
UHE
Uluslararası Hukuk Enstitüsü
UHK
Uluslararası Hukuk Komisyonu
UNCIO
United Nations Conference on International Organization
USAD
Uluslararası Sürekli Adalet Divanı
vb.
Ve benzeri
vd.
Ve diğerleri
vol.
Volume
vs.
Versus
WTO
World Trade Organization
1
1. GĠRĠġ
Egemenlik hukukî ve siyasî muhtevasıyla uluslararası hukuk ve Uluslararası
ĠliĢkiler1 disiplinlerinin en önemli anahtar kavramı olmaktadır. Uluslararası hukuk
devletler arasındaki iliĢkilerin belirli kurallar çerçevesinde iĢlemesini sağlamayı,
Uluslararası ĠliĢkiler ise bu iliĢkileri anlamayı ve yönlendirmeyi amaçlamaktadır.
Dolayısıyla devlet her iki disiplin için temel analiz birimi, hukukî Ģahsiyet ve aktör olup,
egemenlik her iki disiplinin temel analiz birimi olan devletin temel unsurlarının baĢında
gelmektedir. Uluslararası hukukta devletin unsurları, yani kurucu öğeleri ülke, insan
topluluğu, siyasî otorite ve egemenlik olarak kabul edilmekte olup, egemenlik sınırları
belirli bir toprak parçası üzerinde (ülke) yaĢayan insan topluluğunu yöneten siyasî otoriteyi
anlamlı kılan temel yapı olmaktadır. Devlet bir insan bedenine benzetilecek olursa, bedeni
oluĢturan temel yapıları anlamlı kılan, bedene hayat kazandıran ruh egemenlik olarak
tahayyül edilebilir.
Uluslararası ĠliĢkiler için de egemenlik kurucu bir kavram görevi üstlenmektedir.
Uluslararası ĠliĢkiler‟de ilk otuz yıllık dönemde hâkim olan anlayıĢa göre, devlet anarĢik
uluslararası sistemdeki en üstün otoritedir ve bu üstünlük meĢru güç kullanma tekeli ile
birlikte egemenlikten kaynaklanmaktadır. Mutlak egemenlik perspektifinden tanımlanan
bu devlet merkezli anlayıĢ Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası dönemde uluslararası örgütlerin
daha yoğun bir Ģekilde sistemde yer almaya baĢlamalarıyla tartıĢılır hale gelmiĢtir.
TartıĢma Uluslararası ĠliĢkiler‟de devlet dıĢı aktörler bağlamında, ulus-devletin değiĢip
değiĢmediği yönünde gerçekleĢiyor olsa da, tartıĢmanın merkezinde devlet egemenliğinin
değiĢimi ve dönüĢümü yer almaktadır. Egemenliğin değiĢimine ve dönüĢümüne dair bu
tartıĢma, egemenliğin yirmi birinci yüzyılda hâlâ Jean Bodin‟in dört yüz elli yıl önce
kurgulamıĢ olduğu “mutlak” haliyle yorumlanması ısrarından kaynaklanmaktadır.
Uluslararası ĠliĢkiler‟deki genel kabullerden (ortodoksi) en önemlilerinden birisi iĢte bu
“Westphalian egemenlik” anlayıĢıdır. Westphalian ya da mutlak veya klasik olarak
1
Bu tezde baĢ harfleri büyük yazılan “Uluslararası ĠliĢkiler” ile küçük harflerle yazılan “uluslararası iliĢkiler”
ifadeleri bilinçli ve zaruri bir ayrımı iĢaret etmek için kullanılmaktadır. Uluslararası ĠliĢkiler ifadesi büyük
harflerle kullanıldığında (UĠ) Ġngiltere‟de 1919 yılında Aberyswyth Wales Üniversitesi‟nde kurulan
Woodrow Wilson Uluslararası Politika Kürsüsü ile baĢlayan (baĢladığı kabul edilen) ve kısa zamanda birbiri
ardına kurulan kürsülerle geliĢimini devam ettiren ve hâlihazırda geliĢmeye devam eden, bir disiplin haline
gelen Uluslararası ĠliĢkiler disiplini ifade edilmektedir. Ġfadenin küçük harflerle yazılan (ui) versiyonu ise
uluslar ya da belki daha yerinde bir kullanımla “devletler” arasında cereyan eden her nevi iliĢkiyi ifade etmek
için kullanılmaktadır.
2
adlandırılan egemenlik devletin iç iĢlerinde en üstün ve yegâne otorite, dıĢ iĢlerinde ise
diğer
devletlerle
eĢit
statüde
olduğunu,
devletlerin
birbirlerinin
iç
iĢlerine
karıĢamadıklarını, devletlerin baĢka devletlerin ya da örgütlerin mahkemeleri tarafından
yargılanamayacaklarını, egemenliğin mutlak, bölünmez, devredilemez olduğunu ifade
etmektedir.
Bu ortodoksiye rağmen, aslında egemenlik kavramı kullanıldığı ilk zamandan
günümüze, özellikle küreselleĢme sürecinin etkisiyle, muhtevasında ciddi değiĢimler
yaĢamıĢtır, yaĢamaya devam etmektedir. Bu değiĢimin ve dönüĢümün etkisiyle egemenlik
kavramı üzerinde siyasî bir uzlaĢma söz konusu olamamaktadır. Kavrama yüklenen
anlamların ideolojik kaygılarla Ģekilleniyor olması, kavramın “hayat verdiği” devlet
formunun değiĢen uluslararası sisteme ayak uydurmak amacıyla yapısını, kapasitesini,
yetkilerini ve önceliklerini değiĢtiriyor olması ve daha da önemlisi kavramın ilk kez
kullanıldığı kabul edilen on altıncı yüzyılın Ģartları hâlâ geçerliymiĢçesine dört asır önceki
tanımına atıf ve kıyas yapılarak tanımlanmaya çalıĢılıyor olması kavramın izahını içinden
çıkılmaz bir hale sokmaktadır. Buna rağmen egemenlik büyük ölçüde Bodin‟in yapmıĢ
olduğu tanımla kabul edilmektedir. Bu haliyle klasik egemenlikte devletin sınırlarının
içinde hiyerarĢik, dıĢında ise anarĢik bir yapı söz konusu olmaktadır. Bu anarĢik yapı
gereğince bütün devletler birbirleriyle eĢittir. Uluslararası ĠliĢkiler‟de hâkim olan bu
aksiyoma göre “devletler egemendir ve bütün egemen devletler eĢittir”.
Bu aksiyomun inĢasında Ġkinci Dünya SavaĢı önemli bir tarihî dönüm noktası
olmaktadır. Ġkinci Dünya SavaĢı sona erdiğinde insanlık, çoğu sivil yetmiĢ milyon ölü;
nükleer silahlar da dâhil olmak üzere kullanılan konvansiyonel, biyolojik ve kimyasal
silahların neden olduğu çevresel yıkımlar; sivil halk üzerinde uygulanan gayri ahlaki ve
gayri insani uygulamaların yol açtığı, etkileri uzun yıllar devam etmiĢ olan travmatik ve
psikolojik tahribatlar; ekonomileri iflas eden veya ciddi anlamda sarsılan devletlerden
oluĢan oldukça karanlık ve uzun bir yekûn listesi ile karĢı karĢıya kalmıĢtır. Her anlamda
yıkıma neden olmuĢ böylesi bir olayın tekrar yaĢanmaması amacıyla savaĢın galip
devletleri tarafından yeni bir uluslararası düzen kurma giriĢimi hâsıl olmuĢ, 24 Ekim
1945‟de BirleĢmiĢ Milletler Örgütü (BM) kurulmuĢtur. BM‟nin kurulması yeni bir
uluslararası sistemin baĢlangıcı olmuĢtur. BM‟nin merkezinde yer aldığı ve bu örgütün
kural koyuculuğu düsturuyla inĢa edilen yeni uluslararası sistem, beraberinde birçok fikrî,
3
hukukî ve siyasî değiĢimi gerekli kılmıĢtır. Çünkü 1945 öncesi sistemin gereksinimleri ve
ilkeleri, özelde ise mutlak egemenlik anlayıĢı, küreselleĢme süreci ile artık tarihi geçmiĢ,
günün Ģartlarına uymayan, demode bir kullanım haline gelmiĢtir. Devletlerin karĢılıklı
bağımlılığının arttığı, birbirleriyle yoğun bir Ģekilde ekonomik, sosyal, kültürel ve askerî
alanlarda iĢbirliği gerçekleĢtirdikleri yeni uluslararası sistemde Bodin‟in “devletlerin
mutlak egemenliğe sahip olduğu” düsturu iĢlevsiz hale gelmiĢtir. Bunun yerine BM
egemenliğin özellikle devletler arası iliĢkilerdeki tezahürüne yoğunlaĢmıĢtır. Bu bağlamda
uluslararası barıĢ ve güvenliğin korunması temel amacıyla kurulan BM‟nin üzerine inĢa
olduğu temel ilkelerin baĢında “devletlerin egemen eĢitliği ilkesi” yer almaktadır.
BM ġartı‟nda örgütün ilkelerinden bahsedilirken öncelikle “Örgüt, tüm üyelerin
egemen eĢitliği ilkesi üzerine kurulmuĢtur” (md. 2/1) denilmektedir. Bu ifade 1945 sonrası
yeni uluslararası sistemin anayasası hüviyetindeki BM ġartı‟nda örgütün ve dolayısıyla
uluslararası sistemin devletlerin egemen eĢitliği ilkesi üzerine kurulduğunu belirtmekte,
böylece egemen eĢitlik ilkesi sistemin kurucu unsuru haline gelmektedir. BM sonrası
kurulan Afrika Birliği Örgütü (1963) ve Amerikan Devletler Örgütü (1967) gibi birçok
uluslararası örgütün kurucu metinlerinde, Devletler Arasında Dostça ĠliĢkiler ve ĠĢbirliği
ile Ġlgili Uluslararası Hukuk Ġlkeleri Deklarasyonu (1970) gibi uluslararası resmî
dokümanlarda da yer alması ilkenin uluslararası sistemde kabul gördüğünü göstermektedir.
Sonuç itibariyle egemen eĢitlik ilkesi uluslararası sistemde devletler arası iliĢkileri
belirleyen hukukî ve siyasî bir ilkedir.
Devletlerin egemen eĢitliği ilkesi bütün devletlerin yüzölçümü, refah düzeyi,
ekonomik geliĢmiĢlik, nüfus büyüklüğü, askerî kapasite veya medeniyet seviyesi gibi eĢit
olmayan yönlerine karĢılık hukuk önündeki pozisyon, haklar ve yükümlülükler bahsinde,
uluslararası anayasal metinlerin hazırlanması ve kanunların yapımı sürecinde konumları
itibariyle, uluslararası örgütlerin karar alma süreçlerinde kullandıkları oylar ve temsil
hususunda eĢit olduklarını ifade etmektedir. Egemen eĢitlik ilkesi ile bir devletin diğer
devletler ile eĢit Ģartlarda iliĢki kurması, herhangi bir uluslararası otoritenin himayesine
mecburiyet duyulmaksızın kararlar alınabilmesi, devletler arası iliĢkilerin eĢitlik zemininde
mümkün olduğunca adil ve kabul edilebilir bir Ģekilde gerçekleĢmesi amaçlanmaktadır. Bu
yorum, tam olarak, devletlerin herhangi bir ayrımcılık ya da farklı muameleye
uğramaksızın eĢitlik zemininde iliĢkiler kurmalarını savunan Grotius‟un egemen eĢitlik
4
tanımı ile uyuĢmaktadır. Diğer bir ifadeyle, egemen eĢitlik ilkesinin referans noktası eĢitlik
ve egemenlik vurgusudur.
Egemen eĢitlik ilkesi hukukî ve teorik kısmı bakımından sağlam bir içeriğe sahiptir.
Ġlkenin oluĢumunu Antik Yunan dönemlerine, Stoa okuluna kadar götürmek mümkündür.
Antikite sonrası önce Vitoria, Grotius, Pufendorf, Vattel gibi doğal hukukçular, devamında
Duguit, Kelsen gibi pozitif hukukçular egemen eĢitlik ilkesini tartıĢmıĢtır. Zamanla birçok
uluslararası yargı kararında, uluslararası metinde, uluslararası örgütlerin anayasal
metinlerinde zikredilen ilke zengin bir içeriğe sahip olmuĢtur. TartıĢmalar neticesinde
ilkeye yüklenen anlamlar içerisinde bütün hukukçuların üzerinde mutabık olduğu anlam
“devletlerin uluslararası hukuk karĢısında eĢit” konumda olduklarıdır. Bunun dıĢında
ilkeye yüklenen haklarda ve yükümlülüklerde eĢitlik, uluslararası karar alma sürecinde
kullanılan oy sayıları ve ağırlıklarında eĢitlik, kanunlarının yapımında eĢitlik gibi
anlamlarda tartıĢmalar devam etmektedir. Bu tartıĢmalarda ilkenin hukukî ve siyasî
mahiyeti arasındaki farklılıkları tanımlayabilmek önemli olmaktadır.
Egemen eĢitlik ilkesinin bu zengin ve sağlam hukukî ve teorik muhtevasına karĢılık
uluslararası pratikler aksini göstermektedir, yani ilkenin teorisi ile pratiği örtüĢmemektedir.
Teorinin
pratikle
örtüĢmediği
ilk
uyuĢmazlık
Uluslararası
ĠliĢkiler‟in
önemli
ortodoksilerinden birisi olan uluslararası sistemin anarĢik olması bahsinde görülmektedir.
AnarĢik yapı bütün devletlerin eĢit olmasını gerektirmektedir. Ancak dünya siyasî tarihinde
de sayısız örnekleri olduğu üzere, uluslararası sistemde her zaman “büyük güçler” olarak
tabir edilen bir devlet grubunun var olduğu görülmektedir. Sistem bu büyük güçler
tarafından ve kendi lehlerine tasarlanmakta, küçük devletlerin büyüklerle eĢitliği pratiğe
yansımamaktadır. Büyük devletlerin adeta küçük devletlerin yaĢamalarına ve ölmelerine
karar verdikleri bu yapı söylemde anarĢik, pratikte ise hiyerarĢik olmaktadır. Büyük ve
küçük devletler arasındaki bu eĢitsizlik siyasî olsa da, hukukî eĢitliğe de tesir etmektedir.
Diğer bir uyuĢmazlık, uluslararası örgütlerin karar alma süreçlerinde yaĢanmaktadır.
Uluslararası sistemi temsil ediyor olması nedeniyle BM iyi bir örnek olmakta, BM‟nin iki
asli organı kıyaslandığında Ģu sonuç ortaya çıkmaktadır: BM Genel Kurulu‟nda (BMGeK)
yapılan oylamalarda her devletin bir oy hakkı vardır ve hiçbir devlet tek baĢına kararları
engelleme hakkına sahip değildir. BM Güvenlik Konseyi‟nde (BMGüK) ise on beĢ üyenin
beĢinin sahip olduğu veto hakkı nedeniyle, oylama her hangi bir daimi üyenin olumsuz
5
kararı ile aleyhte sonuçlanabilmektedir. Aynı örgütün iki organı ve iki ayrı devlet statüsü
yorumu: Birincisinde devletler birbirleriyle eĢit olarak yorumlanırken, ikincisinde bir kısım
devlet diğerlerinden daha üstün bir konuma tabi tutulmuĢtur, yani “eĢitler arası birinci”
(primus inter pares). Dolayısıyla BMGüK‟de devletlerin egemen eĢitliği ilkesi göz ardı
edilmektedir. Diğer bir örnekte ise, BM üyesi devletler BMGüK kararlarını kabul etme ve
uygulama konusunda görüĢ birliğine vardıkları (BM ġartı, md. 25) halde, bazı devletler
(Ġsrail) BMGüK kararlarına uymamakta ve kayıtsız kalmaktadır. Örneğin, Ġsrail‟in Filistin
ve Suriye topraklarını iĢgali üzerine akla ilk gelen 242 (1967) ve 338 (1973) sayılı
BMGüK kararlarına Ġsrail uymadığı halde herhangi bir yaptırıma tabi tutulmamıĢtır. Ġsrail
hakkında daha birçok karar olmasına rağmen Ġsrail‟in diğer devletlerden farklı tutulması,
kararlara karĢı kayıtsızlığının bir müeyyideye tâbi tutulmaması egemen eĢitlik ilkesinin
“eĢit hak ve yükümlülükler” ifadesiyle örtüĢmemektedir.
Yukarıda zikredilen pratik örnekler akla Hans Kelsen‟in itirazını getirmektedir.
Kelsen egemen eĢitlik ilkesine atfedilen anlamları en azından ilkenin kullanılmak
istenildiği ya da kullanıldığının iddia edildiği uluslararası sistemin yapısından kaynaklanan
noksanlıklar nedeniyle eleĢtirmektedir. Kelsen bazı devletlere tanınan bir takım
imtiyazların var olduğu bir sistemde “devletlerin egemen eĢitliğinden” bahsedilmesini
anlamsız ve içi boĢ bir giriĢim olarak değerlendirmektedir.2 Ayrıca yine yukarıda belirtilen
pratik örneklerden hareketle Ģu sorular akla gelmektedir: Egemen eĢitlik bir aksiyom
olarak kabul edilebilir mi? Egemen eĢitlik bir aksiyom ise, bu aksiyom realite tarafından
kabul edilmekte midir? Yoksa egemen eĢitlik aksiyomu kağıt üzerinde kalan bir ilke olup,
realitede farklı mı iĢliyor? Eğer ilkenin teorisi ile pratiği örtüĢmüyorsa, bu ilke neden var?
Neden temel uluslararası antlaĢmalarda ve hukukî metinlerde bu ilkeden ısrarla
bahsediliyor? Bir Ģey hem var, hem de yok olamayacağına göre, o halde egemen eĢitlik
ilkesinin mahiyeti nedir?
Bu ve benzeri sorular ile Kelsen‟in eleĢtirisi bu tezin temel çıkıĢ noktası olmaktadır.
Tezin temel argümanı “devletlerin egemen eĢitliği ilkesinin” teorik düzeyde kurgulanan
anlamının Uluslararası ĠliĢkiler pratiğinde pek de uygulanamıyor olduğudur. Kelsen‟in
eleĢtirisine yakın bir mantık gibi görünse de tez egemen eĢitlik ilkesini uygulanamıyor
olması nedeniyle “önemsiz” ve “geçersiz” görmemekte, aksine uluslararası iliĢkilere bir
2
Kelsen, H. (1951). The Law of the United Nations: A Critical Analysis of Its Fundamental Problems. New
Jersey: The Lawbook Exchange, 51-52.
6
“fiili eĢitlik” kazandırabilme ihtimali ve eĢitlik fikrini sistemde canlı tutması bakımından
ilkeyi önemli bulmaktadır.
Bu tezin diğer bir çıkıĢ noktası ve “özgün” yanı ise, devletlerin egemen eĢitliği
ilkesinin Türkçe literatürde pek çalıĢılmıĢ bir kavram olmamasının yol açtığı boĢluktur.
Doğrudan egemen eĢitlik ilkesini ele alan bir çalıĢma olmamakla beraber, hukukî kökeni
nedeniyle egemen eĢitlik ilkesi kısmen uluslararası hukuk kitaplarında irdelenmiĢtir. Bu
yönüyle uluslararası hukuk, devletler hukuku, devletler umumî hukuku, milletlerarası
hukuk baĢlıklı ve konulu çalıĢmalar incelendiğinde egemen eĢitlik ilkesinin ele alınması
bahsinde Ģöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır:
- Uluslararası hukuk alanındaki bazı çalıĢmalarda egemen eĢitlik ilkesine ya hiç
değinilmediği, ya da çalıĢma içerisinde “Westphalia düzeni, BM dönemi” gibi uluslararası
hukukun tarihî geliĢiminden veya BM sisteminden bahsedildiği kısımlarda bir iki cümlede
zikredildiği görülmektedir.3
- ÇalıĢmaların bir kısmında ise egemen eĢitlik ilkesine devletin kurucu unsurlarından
“egemenlik” bahsinde, egemenliğin dıĢsal yönü izah edilirken değinildiği görülmektedir.
Bu çalıĢmalarda egemen eĢitlik ilkesi
dıĢsal egemenliğin
değerlendirilmekte, ancak ilkenin muhtevası incelenmemektedir.
bir
sonucu olarak
4
- Geri kalan çalıĢmalarda ise egemen eĢitlik ilkesi ya devletin aslî hakları baĢlığı
altında, ya da uluslararası hukukun genel ilkeleri baĢlığı altında ayrı bir baĢlık dâhilinde ele
alınmaktadır. Bu çalıĢmaları da kendi aralarında ikiye ayırmak mümkün olmaktadır: Bir
kısmı egemen eĢitlik ilkesinin hukukî eĢitliği ifade ettiğini, bu hukukî eĢitliğin dayanağının
da BM ġartı olduğunu, her Ģeye rağmen uluslararası sistemde fiili bir eĢitsizliğin de
3
Akipek, Ö.Ġ. (t.y.). Devletler Hukuku: Devletler Hukukunun Şahıslarından Devlet, İkinci Kitap. (3. Bası).
Ankara: BaĢnur Matbaası; Akipek, Ö.Ġ: (1963). Devletler Hukuku: Başlangıç, Birinci Kitap. Ankara: Ġstiklal
Matbaası; Altuğ, Y., Nomer, E. (1977). Devletler Hukuku. (2. Baskı). Ġstanbul: Harp Akademileri Basımevi;
Toluner, S. (1996). Milletlerarası Hukuk Dersleri: Devletin Yetkisi. (Gözden geçirilmiĢ 4. Bası). Ġstanbul:
Beta Yayınevi; Bozkurt, E., Kütükçü, M.A., Poyraz, Y. (2001). Devletler Hukuku. (Gözden geçirilmiĢ 2.
Baskı). Ankara: Nobel Yayınları; Acer, Y., Kaya, Ġ. (2012). Uluslararası Hukuk: Temel Ders Kitabı. (3.
Baskı). Ankara: USAK Yayınları.
4
Çelik, E.F. (1962). Milletlerarası Hukuk: Temel Teoriler, Kaynaklar, Kişiler, Münasebetler ve Organlar.
Ġstanbul: Fakülteler Matbaası; Eroğlu, H. (1979). Devletler Umumi Hukuku: Cilt 1. Ankara: Kalite Matbaası;
Gündüz, A. (2003). Milletlerarası Hukuk: Temel Belgeler, Örnek Kararlar. (5. Bası). Ġstanbul: Beta
Yayınevi; Doğan, Ġ. (2013). Devletler Hukuku. (GeniĢletilmiĢ 2. Baskı). Ankara: Seçkin Yayınları.
7
olduğunu ifade etmekte5; diğer bir kısmı ise, yukarıda bahsi geçen analizleri bir nebze daha
detaylandırmakta, ancak kısıtlı bir çerçeveyi aĢmamaktadır.6
Türkçe literatürde hukuk kitapları dıĢında egemenlik baĢlıklı ya da konulu siyaset
bilimi kitaplarında da aynı ve hatta daha fazlasıyla noksanlık görülmektedir. Egemenlik
baĢlıklı ve konulu taranan siyaset bilimi kitaplarından yalnızca ikisinde egemen eĢitlik
ilkesine değinildiği tespit edilmektedir: “TartıĢılan Egemenlik”7 isimli kitapta ilkeden
yalnızca bir paragrafta bahsedilirken, “Mutlak MonarĢiden Günümüze Egemenlik
Kavramı”8 isimli kitapta egemen eĢitlik ilkesinden dört sayfa bahsedildiği görülmektedir.
Egemen eĢitlik ilkesinin Türkçe literatürde detaylı bir incelemeye tâbi tutulmamıĢ
olması, çalıĢmaların kapsamı gereği bir kısıtlamaya gitme mecburiyetinden kaynaklanıyor
olsa gerek. Aksi takdirde yerli ve yabancı çoğu hukukçu ve siyaset bilimci açısından
uluslararası sistemin ve devletler arası iliĢkilerin temel ilkesi olarak kabul edilen egemen
eĢitlik ilkesinin “önemsiz görülmesinden” kaynaklanmamaktadır. Uluslararası hukukun
temel ve kurucu ilkelerinden birisi olan egemen eĢitlik ilkesinin Türkçe literatürde
teferruatı ile incelenmemiĢ olması önemli bir noksanlık olmaktadır. Bu noksanlık aynı
zamanda tez üzerinde baskı oluĢturmaktadır.
Bu tezin son bir çıkıĢ noktası ise, tez konusunun ne olacağına dair araĢtırmaların
devam ettiği süreçte okunan bir kitap olmuĢtur. Jared Diamond‟un “Tüfek, Mikrop ve
Çelik”9 isimli kitabı insanların geliĢmiĢlik düzeyleri, dünyanın nimetlerinden faydalanma
5
Menemenlizade, E. (1935). Devletler Umumi Hukuku: Notlar. Ġstanbul: Türkiye Matbaası, 352-354; Berki,
ġ. (1968). Devletler Umumi Hukuku. Ankara: Yargıçoğlu Matbaası, 39-40; Meray, S.L. (1977). Uluslararası
Hukuk ve Uluslararası Örgütler. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 87-88; Ünal, ġ. (2005).
Uluslararası Hukuk. Ankara: Yetkin Yayınları, 226-228; Sur, M. (2006). Uluslararası Hukukun Esasları.
(GeliĢtirilmiĢ 2. Baskı). Ġstanbul: Beta Yayınevi, 109; Pazarcı, H. (1997). Uluslararası Hukuk Dersleri, 2.
Kitap. (Gözden geçirilmiĢ 5. Baskı). Ankara: Turhan Kitabevi, 25-26; Pazarcı, H. (2009). Uluslararası
Hukuk. (Gözden GeçirilmiĢ 8. Bası). Ankara: Turhan Kitabevi, 150; CaĢın, M.H. (2013). Modern
Uluslararası Hukukun Temel Esasları: Cilt 1. Ġstanbul: Legal Yayıncılık, 311-312.
6
Bilsel, C. (1941). Devletler Hukuku: Devletler, Birinci Kitap. Ġstanbul: Kenan Basımevi, 195-201; Alsan,
Z.M. (1955). Yeni Devletler Hukuku: Prensipler, Şahıslar, Birinci Cilt. (2. Baskı). Ġstanbul: Fakülteler
Matbaası, 395-397; Lütem, Ġ. (1959). Devletler Hukuku Dersleri: Mahiyet, Gelişme, Kaynaklar, Şahıslar,
Birinci Kitap. (Gözden GeçirilmiĢ 2. Baskı). Ankara: Balkanoğlu Matbaacılık, 510-512; Meray, S.L. (1968).
Devletler Hukukuna Giriş, Birinci Cilt. (Gözden GeçirilmiĢ 3. Bası). Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi,
304-305 ve 318-323.
7
Sunay, R. (2007). Tartışılan Egemenlik. Ankara: Yetkin Yayınları.
8
Hakyemez, Y.ġ. (2004). Mutlak Monarşiden Günümüze Egemenlik Kavramı: Doğuşu, Gelişimi, Kavramsal
Çerçevesi ve Dönüşümü. Ankara: Seçkin.
9
Diamond, J. (2008). Tüfek, Mikrop ve Çelik. (19. Baskı). Ankara: TÜBĠTAK Popüler Bilim Kitapları.
(Eserin orijinali 1997‟de yayımlandı).
8
imkânları bakımından neden “eĢit olmadıklarını” izah eden antropolojik bir eserdir.
Diamond 1972 Temmuz‟unda Yeni Gine‟ye yaptığı bir seyahat esnasında yerli bir
siyasetçinin Diamond‟un seyahat için beraberinde getirdiği kargoların çokluğunu
eleĢtirerek sorduğu bir soruyu aktarıyor: “Neden siz beyazların bu kadar çok kargosu var
ve biz siyahların kendi kargosu neden bu kadar az?”. Diamond‟a göre oldukça önemli ve
kapsamlı bir içeriği olan bu soruya karĢılık Diamond‟un aklında Ģu sorular oluĢuyor:
Neden Ģu anda Avrupalı ve Asyalı halklar zenginlik ve güç sahibi de baĢkaları değil?
Ġnsanlar neden farklı kıtalarda farklı hızda geliĢti? Bu soruları Diamond ciddi argümanlarla
cevaplamaya çalıĢmaktadır. Özetle bulduğu cevap: Bu eĢitsizliğin nedeninin zaman ve
mekan olduğuydu. Diamond‟a göre insanlar arasındaki eĢitsizlik biyolojik farklılıklarından
değil, yaĢadıkları anakaranın çevresel koĢullarından kaynaklanmaktaydı. Diamond‟un
insanlar arasındaki eĢitsizlik tespitinin devletler için uygulanması halinde Ģu sorular ortaya
çıkmaktadır: Netice itibariyle devletler birçok yönleriyle eĢit değillerdir, o halde “egemen
eĢitlik ilkesi” ne anlama gelmektedir? Uluslararası toplum neden egemen eĢitlik ilkesinde
ısrarcı davranmaktadır?
Egemen eĢitlik ilkesinin muhtevasının uluslararası pratikte uygulanamıyor olması
Uluslararası ĠliĢkiler‟de kimi kavramların, olayların ya da kurguların teorisi ile pratiğinin
örtüĢmediği durumlarda baĢvurulan “mit” kullanımını akla getirmektedir. Buradan
hareketle, devletlerin egemen eĢitliği ilkesinin kavramsal muhtevasının (teorisi)
uluslararası pratik uygulamalarıyla (gerçek) örtüĢmemesi bu tezde bir siyasî mit olarak
değerlendirilmektedir.
Bu tezde hâkim olan görüĢe göre Uluslararası ĠliĢkiler literatüründe “mit”
kullanımında bir özensizlik söz konusudur. ġöyle ki, hemen hemen teorisi ile pratiği
uyuĢmayan, örtüĢmeyen bütün kavramlar ve olaylar “mit” olarak değerlendirilmekte, mit
“hayal ürünü ve gerçek dıĢı efsanevi anlatımlar” anlamında kullanılmaktadır. Bu teze göre
bu anlamıyla mit hiçbir sosyal ve siyasî mefhumu anlamlandıramamakta, bu tarz bir
kullanım “mit” kavramını sıradanlaĢtırmaktadır. Eğer mit sıradan bir kavram ise
Uluslararası ĠliĢkiler‟in ortodoks anlayıĢına yönelik ciddi iddiaların yer aldığı eleĢtirilerde
mit kavramı kullanılmamalıdır. Çünkü kökleĢmiĢ kabul ve zihniyetler olarak
orotodoksilere yönelik eleĢtiriler güçlü argümanlar kadar güçlü “ifadelere” de ihtiyaç
duymaktadır. Bu tezde “mit” kavramı oldukça güçlü bir ifade ve sembol olarak kabul
9
edildiği için tercih edilmiĢtir. Ortodoks mit anlayıĢı yerine, mitin gerçekle bağları
olduğunu ifade etmekle tanımlamaya baĢlamak gerekmektedir. Mitte bahsedilen konu
gerçek dünyayla alakalıdır ve toplumu belirli bir konuda aydınlatmak veya yönlendirmek
maksadıyla anlatılır, yani bir amacı vardır. Bu amacı doğrultusunda toplum tarafından
kabul edilir ve uzun zaman zarfınca kullanılır. Böylece mit, yalnızca teori-pratik
uyuĢmazlığı olmayıp, aynı zamanda gerçekle bağı olmak, belirli bir süre var olmak,
tekrarlanmak, toplumda ortak bir tutum oluĢturmak gibi özelliklere de sahip olmaktadır.
Bütün bu izahattan sonra bu tezin argümanları Ģu Ģekilde özetlenebilir:
- Siyasî mitler birer kandırmaca ya da hayal ürünü unsurlar olmayıp, siyasî
kavramların ya da olayların toplum nezdinde kabulüne yardımcı olmaktadır ve toplumu
yönlendirmeyi amaçlamaktadır.
- Devletlerin egemen eĢitliği ilkesinin aksiyomatik gücüne rağmen uluslararası
pratiği teorik muhtevasıyla örtüĢmemektedir. Bu nedenle “devletlerin egemen eĢitliği” bir
siyasî mittir.
- “Devletlerin egemen eĢitliği miti” 1945 sonrası kurulan yeni uluslararası sistemin
uluslararası toplum nezdinde kabulünü ve hâlihazırda devamını sağlayan en önemli unsur
olmaktadır. Bunda uluslararası toplumun bu miti benimsemesi önemli olmaktadır. Büyük
güçler açısından bu mit kurmuĢ oldukları sistemin devamını sağlaması bakımından önemli
iken; küçük devletler açısından ise büyük güçlerle eĢitmiĢ gibi hareket edebildikleri
yapıların (BMGeK gibi) oluĢmasına yol açtığı için önemli olmaktadır.
-
Devletlerin egemen eĢitliği literatürde Westphalian egemenlik perspektifinden
tanımlanmaya çalıĢıldığı için “mutlak eĢitlik” Ģeklinde yorumlanmakta, mutlak eĢitliğin ise
uygulanabilir olmaması nedeniyle ilke haksız bir eleĢtiriye maruz kalmaktadır. Bu sebeple
mutlak egemenlik doktrini yerine egemen eĢitlik ilkesi tartıĢmalarında fayda sağlayacak
daha kapsamlı bir egemenlik tanımının yapılması gerektiği belirtilmektedir.
Egemen eĢitlik ilkesi devlet egemenliğinin bir yansımasıdır. Özellikle egemenliğin
dıĢsal yönünü ifade etmektedir. Bu nedenle ilkenin daha iyi anlaĢılabilmesi için egemenlik
kavramına iliĢkin disiplinde yaĢanan yoğun tartıĢmaları ve ardından tezde kabul edilen
10
egemenlik anlayıĢının tespiti gerekmektedir. Aynı tespit, yine disiplinde üzerinde
tartıĢmaların devam ettiği mit ve siyasî mit kavramları için de elzemdir. Bu nedenle tezin
birinci bölümünde, tezin üzerine inĢa edildiği temel kavramlar olan mit, siyasî mit ve
egemenlik kavramları açıklanmaya çalıĢılmaktadır. Tezin ikinci ve üçüncü bölümleri ise
siyasî mit analizi doğrultusunda Ģekillenmektedir. ġöyle ki, ikinci bölümde egemen eĢitlik
ilkesinin teorisi, yani normatif boyutu, üçüncü bölümde ise pratiği, yani realist boyutu izah
edilmeye, böylece kavramın teorisi ile pratiğinin örtüĢmediği ortaya konmaya
çalıĢılmaktadır. Bu esnada egemen eĢitlik ilkesinin bir mit olarak uluslararası sistemde
üstlendiği rol de izah edilmektedir. Sonuç kısmında ise tezin argümanlarına ve elde edilen
bulgulara kısaca değinilmektedir.
Tezin yönteminden de bahsetmek gerekmektedir. Yöntem olarak öncelikle
belirtilmesi gereken husus, Cemil Meriç‟in deyimiyle “müstağrip” olmamak için gereken
gayretin gösterilmesi olmuĢtur. Meriç Tanzimat sonrası müstağrip olmuĢ Türk aydınının
yakalandığı üç önemli arazdan bahseder: taklit, intihal ve tercüme.10 Tez hazırlanırken
elbette ki esinlenilen kaynaklar olmuĢ, ancak hiç birisi taklit edilmemiĢtir. Yine tezde
kullanılan kaynaklar doğrudan tercüme ürünü de değildir. Kaynaklar arasında mukayese
yapılmıĢ olup, özgün varsayımlar ortaya konulmuĢtur. Mümkün olduğunca tali kaynaklar
yerine temel kaynaklar kullanılmaya çalıĢılmıĢ, intihal ise söz konusu dahi olmamıĢtır. Tez
konusuyla alakalı yeterince Türkçe kaynak olmaması Ġngilizce ya da Ġngilizce‟ye çevrilmiĢ
diğer dillerden eserlerin kullanılmasını gerektirmiĢtir. Temel eserlere ulaĢmak hususunda
Gazi Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Bilkent Üniversitesi Kütüphanesi, ODTÜ
Kütüphanesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi
kütüphanelerinden, Ayrıca Gazi Üniversitesi Kütüphanesi üzerinden abone olunan
elektronik veri tabanlarından faydalanılmıĢtır.
Tezde konular analitik yöntemle ele alınmıĢtır. Bu sayede mit, siyasî mit, egemenlik
gibi kavramlar hakkında “özgün” anlamlandırmalar yapılabilmiĢ, egemen eĢitlik ilkesi bir
mit olarak değerlendirilebilmiĢtir. Bu teze göre kavramların anlamları üzerinde mutabakata
varılamamasının
üç
ana
nedeni
bulunmaktadır.
Öncelikle
bizatihi
“kavram”ın
epistemesiyle alakalıdır. Kavram, bir Ģey hakkında genel bir fikir ifade eden bir kelime ya
da kelime grubudur. Genellikle kavramın duyulduğu zaman akla ilk gelen ve aynı zamanda
10
Meriç, C. (1996). Bu ülke. Mahmut Ali Meriç (ed.). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 137.
11
kullanılan en yaygın anlamı “birincil anlam” olarak ifade edilmektedir ve “birincil anlam”
devamında ikincil ve daha fazla anlamının varlığına iĢaret etmektedir. Bir kavramın birden
fazla anlamının olmasına bir de kavramı kullananların ideolojik argümanları ve beklentileri
eklendiğinde kavrama onlarca değer ve anlam yüklenmiĢ olmaktadır. Ġkincisi, kavramları
sürekli belirli bir geçmiĢe göre/atıfla tartıĢma ısrarından kaynaklanmaktadır. Örneğin,
egemenlik kavramı üzerinde hâlâ tartıĢılıyor olması tartıĢmanın ısrarla Bodin‟in “mutlak
egemenlik” tanımına bağlı kalınarak yapılmasından kaynaklanmaktadır. Elbette ki bir
kavramın tarihî geçmiĢi onu tanımlarken göz önünde bulundurulması gereken bir
gerekliliktir, ancak o geçmiĢe saplanıp kalmamak gerekmektedir. Üçüncü ve son neden ise
bizatihi disiplinin kendisinin hâlâ tartıĢılıyor oluĢudur. Uluslararası ĠliĢkiler‟in kapsamı,
sınırları, katılımcıları, amaçları ve çalıĢma konularının neler olduğu hakkında tartıĢmalar
devam etmektedir. Disiplinin sınırlarının belirlenememesi ele alınan kavramın “nereye
kadar” veya “ne kadar” inceleneceğini zorlaĢtırmaktadır. Yukarıda açıklanan nedenler
dolayısıyla genellikle anlatan/yazan ve dinleyen/okuyan arasında cereyan eden iletiĢim
esnasında sıklıkla “açıklayıcı cümleler” kullanılmaktadır. Bu da anlatımda/yazımda
akıcılığı engellemekte, konu bütünlüğünü bozmaktadır. Bu nedenle yapılması gereken ilk
eylem, anlatılan/savunulan tezin temel kavramlarına “değer yüklemek” olmalıdır.
Kavramlara değer yüklemek o kavramlara atfedilebilecek manalara bir çekidüzen vermek,
kavramın mahiyetini sınırlandırmak, çerçevesini belirlemek, anlatıcı açısından doğru
içeriğe sahip olmasını sağlamaktadır. Temel kavramları net bir biçimde belirlenmiĢ bir
metnin mahiyeti hakkında genel kabul ve ortak anlayıĢ oranı artacaktır. Ġçeriğe yönelik
tepkileri ve yorumları farklı olsa da anlatan/yazan ile dinleyen/okuyan aynı metinden aynı
anlamı çıkaracaktır. Aksi takdirde değer yüklenmeyen kavramlar tez için kaygan bir
zemine neden olur, dolayısıyla tezin meramı anlaĢılamaz. Diğer taraftan değer
yüklenmeyen kavramlar nedeniyle tez içerisinde kavramın geçtiği her yerde o kavramdan
kastedilen mana “tekrar ve tekrar” izah edilmeye çalıĢılır ki, hem tezin akıcılığını bozar
hem de kavramı daha da anlaĢılmaz hale getirebilir. Ezcümle, tezde kullanılan kavramların
ve bu kavramların üzerine inĢa edilen tezin doğru anlaĢılabilmesi amacıyla bu tezde
öncelikle tezin üzerine inĢa edildiği mit, siyasî mit ve egemenlik kavramları ele alınmıĢ,
kavramların sınırları belirlenmiĢ, tezde kavramlardan ne kastedildiği açıkça ortaya
konulmuĢ, kısacası kavramlara değerler yüklenmiĢtir.
12
Son olarak bu tezin özgün olma iddialarını belirtmek gerekmektedir:
- Devletlerin egemen eĢitliği ilkesi uluslararası hukukun temel ilkelerinden birisi
olmasına, BM sisteminin kurucu ilkelerinden birisi olmasına karĢılık, ilkeyle alakalı
Türkçe literatürde kapsamlı bir çalıĢma bulunmamaktadır. Tez literatürdeki bu boĢluğu
kapatmaya namzet bir çalıĢmadır.
- Egemen eĢitlik ilkesinin teorik muhtevasının zenginliğine rağmen pratikte pek de
uygulanmıyor oluĢunun yol açtığı sorunu çözmek amacıyla Uluslararası iliĢkiler‟de
kullanılan mit söylemine baĢvurulmuĢtur. Literatürde genellikle hayal mahsulü, rasyonel
olmayan ve modern toplumlarda geriletici etkileri olan basit anlatımlar Ģeklinde
tanımlanan siyasî mit yerine; tezde siyasî mit modern toplumları belirli bir amaç
doğrultusunda hareketlendiren, yönlendiren, kolektif katılım sağlayan itici güçler
anlamında kullanılmaktadır. Böylece egemen eĢitlik ilkesinin uluslararası iliĢkilerde
muhtevasına uygun bir biçimde uygulanmamasına karĢılık ısrarla uluslararası metinlerde
atıf yapılma nedeni, yol açtığı tezat “yeniden yorumlanan” siyasî mit kavramı ile ortaya
konulmakta, tezde özgün bir siyasî mit tanımı yapılmaktadır.
- Egemenlik kavramına dair ortodoksinin yirmi birinci yüzyılı tanımlamada yetersiz
kaldığı ortaya konularak, egemenliğin mahiyetinde yaĢanan değiĢimlerin farkına vararak,
egemenliğin mahiyetinden farklı olarak, bir de “öz”ünün olduğu ortaya konulmakta,
zamanın değiĢen Ģartlarına rağmen istikrarlı ve değiĢmez bir egemenlik tanımı yapılmaya
çalıĢılmaktadır. Egemenliğe iliĢkin bu yeni yorum ile mutlak egemenlikle sınırlandırılan
kısır tartıĢmalar aĢılmaktadır.
- Egemen eĢitlik ilkesi ya büyük güçler merkezli siyasî bir perspektifle eleĢtirel bir
biçimde ele alınmakta, ya da hukukî perspektifle “olması gereken” eĢitlikten
bahsedilmektedir. Bu tezde ise egemen eĢitlik ilkesi hem Uluslararası ĠliĢkiler, hem de
uluslararası hukuk disiplinleri bağlamında ele alınarak disiplinlerarası bir çalıĢma ortaya
konmaktadır. Ġlke hukukî ve siyasî mahiyetiyle ele alınarak teorisi ile pratiği arasındaki
iliĢki ortaya konulmaya çalıĢılmaktadır.
13
2. TEZĠN ĠNġA EDĠLDĠĞĠ KAVRAMSAL ZEMĠN
2.1. Mit ve Siyasî Mit TartıĢmaları
Uluslararası ĠliĢkiler‟de kavramsal ve kuramsal çerçevede oluĢturulan teoriler ile bu
teorilerin uygulamaları (praxis) uyuĢmadığı zaman11 “mit” söylemi kullanılagelmiĢtir. Bu
anlamıyla
mit
Uluslararası
ĠliĢkiler‟de
teoriler12, Uluslararası
ĠliĢkiler‟in temel
kavramları13, uluslararası sistemin yapısı14 ve Uluslararası ĠliĢkiler‟in önemli tarihi
olayları15 tartıĢılırken sürekli baĢvurulan bir kavram olmuĢtur. Devletlerin egemen eĢitliği
ilkesi de, Uluslararası ĠliĢkiler‟de teori ile pratik arasındaki uyuĢmazlığın önemli bir örneği
olarak, teorik düzeyde ihtiva ettiği anlamı karĢılayan bir pratiğe sahip değildir. Yani
devletlerin egemen eĢitliği ilkesinin kavramsal muhtevası (teori) ile ilkenin uluslararası
pratiğe aktarımı (gerçek) tam olarak örtüĢmemektedir. Bu yönüyle egemen eĢitlik ilkesi bu
tezde bir “mit” olarak tanımlanmaktadır. Ancak sadece teori-pratik uyuĢmazlığı egemen
11
Uluslararası ĠliĢkilerde teori ile pratik arasındaki farklılık, uyuĢmazlık ya da “boĢluk” ve bu boĢluğu
gidermeye yönelik yaklaĢımların yer aldığı geniĢ bir literatür mevcuttur. Uluslararası ĠliĢkiler‟de teori ile
pratik arasındaki uyuĢmazlıklar ve muhtemel öneriler hakkında yazılmıĢ önemli birkaç eser için bakınız:
George, A.L. (2001). Bridging the Gap: Theory and Practice in Foreign Policy. (5. Baskı). Washington:
United States Institute of Peace Press; Nincic, M., Lepgold, J. (2003). Being Useful: Policy Relevance and
International Relations Theory. (4. Baskı). Ann Arbor: The University of Michigan Press; Lepgold, J.,
Nincic, M. (2001). Beyond the Ivory Tower: International Relations Theory and the Issue of Policy
Relevance. New York: Columbia University Press; Biersteker, T.J. vd. (2007). International Law and
International Relations: Bridging Theory and Practice. London: Routledge; Nye, J.S. (2008). International
relations: The relevance of theory to practice. Reus-Smith, C., Snidal, D. (eds.). The Oxford Handbook of
International Relations. Oxford: Oxford University Press, 648-661.
12
Özellikle disiplininin baĢlangıcının tespiti ve Ġdealizm-Realizm tartıĢmalarında (Birinci Büyük TartıĢma)
sıklıkla mit kavramı kullanılmaktadır. Örneğin, Brian Schmidt disiplinin miladının 1919 olarak kabul
edilmesini ve iki savaĢ arası dönemde Ġdealizmin baskın teori olarak kabul edilmesini eleĢtirmekte ve bunları
“kurucu mitler” (foundational myths) olarak tanımlamaktadır. Bakınız: Schmidt, B. (1998). The Political
Discourse of Anarchy: A Disciplinary History of International Relations. New York: State University of
New York Press, özellikle 72, 149 ve 230. Ayrıca bakınız: Carvalho, B. vd. (2011). The big bangs of IR: The
myths that your teacher still tell you about 1648 and 1919. Millenium: Journal of International Studies,
39(3), 735-758; Wilson, P. (1998). The myth of the first great debate. Review of International Studies, 24(5),
1-16.
13
Osiander, A. (2001b). Sovereignty, international relations and Westphalian myth. International
Organization, 55(2), 251-287; Agnew, J. (2009). Globalization & Sovereignty. Lanham:
Rowman&Littlefield Publishers, 47-96; Carvalho vd., 2011, 735-758; Little, R. (2007). The Balance of
Power: Metaphors, Myth and Models. Cambridge: Cambridge Univerity Press; McDonald, L.C. (1969).
Myth, politics and political science. The Western Political Quarterly, 22(1), 141-150; Fitzgerald, T. (2011).
Religion and Politics in International Relations: The Modern Myth. New York: Continuum; Joyce, R.
(2004). The Myth of Morality. Cambridge: Cambridge University Press.
14
Lasswell, H.D. (1933). The problem of world-unity: In quest of a myth. International Journal of Ethics,
44(1), 68-93; Little, 2007; Schmidt, 1998, 123-150.
15
Hobsbawm, E.J. (1992). Nations and Nationalism Since 1780: Programme, Myth, Reality. (2. Baskı).
Cambridge: Cambridge University Press; Buffet, C., Heuser, B. (eds.). (1998). Haunted by History: Myths in
International Relations. Oxford: Berghahn Books; Osiander, 2001b, 251-287; Carvalho vd., 2011, 735-758;
Davy, R. (2009). Helsinki myths: Setting the record straight on the final act of the CSCE, 1975. Cold War
History, 9(1), 1-22.
14
eĢitliği bir mit olarak tanımlamaya yetmemektedir. Bu uyuĢmazlık dıĢında, bir sonraki
baĢlıkta izah edileceği üzere, birkaç husus daha gerekmektedir.
Türkçe Uluslararası ĠliĢkiler literatüründe mit kavramının kullanımına pek
rastlanılmıyor
olsa
da,
kavram
uluslararası
çalıĢmalarda
yoğun
bir
biçimde
kullanılmaktadır. Özellikle tartıĢılan konunun gerçekle ne ölçüde örtüĢtüğünün
açıklanmaya çalıĢıldığı, dahası gerçekte var olmadığını veya gerçekleĢme ihtimalinin
olmadığını ifade etmek amacıyla “mit” kavramı pejoratif bir anlamlandırma ile “realitenin
karĢıtı” olarak “gerçek olmayan, hayalî, farazî, illüzyon” anlamlarında kullanılmaktadır.
Bu kullanımı makalelerin ve kitapların isimlerinde sıklıkla “myth or reality”, “myth and
reality”, “myth vs. reality” ifadeleriyle görmek mümkündür.16 “Egemen eĢitlik ilkesi” de
bu tezde bir mit olarak nitelendirilirken bu kullanımlardan ve anlamlandırmalardan
esinlenilmiĢtir. ġöyle ki, bu tezde egemen eĢitlik ilkesinin ifade ettiği içeriğin uluslararası
politikada tam olarak uygulanabilir olmadığı savunulmakla birlikte, doktrinin önde gelen
çoğu yazarı tarafından kavrama yüklenen “gerçek dıĢılık” anlamı yerine mitin “gerçekle
bağlarının olduğu” iddia edilmektedir.
Tezin ilerleyen kısımlarında da anlatılacağı üzere mit, gerçek olayları açıklayan, bazı
durumlarda gerçeğin oluĢmasına etki eden bir faktördür. Dolayısıyla bu tezdeki hâkim
görüĢe göre mitin pozitif yönleri de bulunmaktadır. Bu görüĢe göre mit egemen eĢitlik
ilkesinin pratiğe aktarımında yardımcı iĢlevler üstlenmektedir. Yani mit kavramı bu tezde
pejoratif değil pozitif bir içerikle yorumlanmaktadır. Mit kavramının kullanımında ve
yorumlanmasında ortaya çıkan bu farklılık bir hata ya da tarafgirlik değil, kavramın ortaya
çıkıĢında ve hâlihazırda devam eden tarihi serüveninde kazandığı farklı tanımlamalardan
kaynaklanan olağan bir durumdur. Bu nedenle öncelikle mit kavramından ne anlaĢıldığı
veya ne anlaĢılması gerektiğinin saptanması gerekmektedir.
16
Eliade, M. (1963). Myth and Reality: Religious Traditions of the World. Illinois: Waveland Press; Layne,
C. (2009). The waning of US hegemony: Myth or reality?. International Security. 34(1), 147-172;
Rosencrance, R., Stein, A. (1973). Independence: Myth or reality?. World Politics. 26(1), 1-27; Thomas,
A.V.W, Thomas, A.J. (1951). Equality of states in international law: Fact or fiction. Virginia Law Review.
37(6), 791-823; Patrick, S. (2006). Weak states and global threats: Fact or fiction?. The Washington
Quarterly. 29(2), 27-53.

Mitler Uluslararası ĠliĢkiler ve siyaset bilimi disiplinlerinde genellikle siyasî hayata ve topluma olumsuz
etkileri olan, “gerçek olmayan” ve “hayal ürünü” unsurlar Ģeklinde tanımlanmaktadır. Bu yönüyle mit
pejoratif bir içeriğe ve kullanıma tâbi tutulmaktadır, ki bu tezde mitin bu tarz kullanımı olumsuz yani
“negatif” olarak değerlendirilmektedir. Buna karĢılık tezde mitin siyasî hayata ve topluma faydaları olan,
siyasetin ve toplumun ilerlemesine yardımcı olan, bu yönüyle faydalı yönlerinin de olduğu savunulmakta ve
mitin bu olumlu yönü “pozitif” olarak tanımlanmaktadır.
15
2.1.1. Mit: Tanımı, özellikleri ve iĢlevleri
Türkçe sözlüklerde tarih öncesine ve kahramanlık dönemlerine ait destansı ve
masalsı hikaye, hurafe, efsaneye karıĢmıĢ kavramlar veya kiĢiler17; geleneksel olarak
yayılan veya toplumun hayal gücünün etkisiyle biçim değiĢtiren üstün güçler (pagan
dinlerdeki Tanrı, Tanrıça gibi), evrenin doğuĢu ile ilgili hayalî, alegorik bir anlatımı olan
halk hikayesi18 gibi anlamları karĢılayan mit kavramı, Türkçe literatürde söz, rivayet,
masal, hikaye, kıssa, efsane, hurafe, söylence, anlatı, mitos, hatta Osmanlı Türkçesi‟nden
ustûre ve kelimenin çoğul hali olan esâtir ve benzeri kavramlarla ifade edilmektedir. Bahsi
geçen bu kavramlar aralarında nüanslar olmasına karĢılık, genellikle birbirleri yerlerine ve
gerçek olmayan olayları ve olguları tanımlamak ve karĢılamak amacıyla kullanılmaktadır.
Dolayısıyla mit kavramının Türkçe karĢılıklarında “hayalî, hurafe olma” zihniyeti
hâkimdir. Bu kavram çeĢitliliğinde bu tezde “mit” kavramının kullanması tercih
edilmektedir. Bu tercihte teze hâkim olan, mit kavramının hurafe, masal, efsane gibi
“gerçekdıĢı” ve “gerçek olmayan” anlamlarına gelen kavramlardan birtakım farklılıklar
içerdiği, gerçekle alakalı kısımlarının da olduğu ve bu anlamda önemli iĢlevleri olduğu
iddiası ve algısı etkili olmaktadır.
Mit kavramı kökeni itibariyle eski Yunanca muthos kelimesinden türemektedir.
Etimolojisi tam olarak bilinmeyen muthos ilk kullanıldığı zamanlarda “kiĢilerin yapmıĢ
olduğu her nevi konuĢmayı”19 ifade etmekteydi. Kavrama özel bir anlam yükleyen ilk
kiĢinin ise Homeros (M.Ö. sekizinci yüzyıl) olduğu genel olarak kabul görmektedir.
Homeros gücü elinde bulunduran otoritenin kamu önünde yapmıĢ olduğu uzun etkileyici
konuĢmaları, söylevleri muthos olarak isimlendirmiĢtir.20 Dolayısıyla Homeros muthosu
bir etkileme ve yönlendirme aracı olarak tanımlamıĢtır. Homeros‟un tirad yoğun,
belagat/retorik odaklı muthos kullanımı zamanla yerini Heredot‟un (M.Ö. beĢinci yüzyıl)
“hayalî kıssa”21 (mantıksız, inanılması güç) manasına bırakmıĢtır. Heredot‟a göre mitlere
konu olan olayların sebepleri ile olayların gerçekleĢme Ģekilleri ve sonuçları uyuĢmamakta,
17
Doğan, D.M. (2001). Doğan Büyük Türkçe Sözlük. Ankara: Vadi Yayınları, 923.
Türk Dil Kurumu (2005). Türkçe Sözlük. (10. Baskı). Ankara: Türk Dil Kurumu, 1403.
19
Stambovsky, P. (1996). Myth and the Limits of Reason. Amsterdam: Rodopi, 32; Cruz, L., Frijhoff, W.
(2009). Introduction: Myth in history, history in myth. Cruz, L., Frijhoff, W. (eds.), Myth in History, History
in Myth. Leiden: Brill, 3.
20
Morgan, K.A. (2004). Myth and Philosophy From the PreSocratics to Plato. Cambridge: Cambridge
University Press, 17; Powell, B.B. (2002). A Short Introduction to Classical Myth. New Jersey: Prentice Hall,
2.
21
Powell, 2002, 130.
18
16
aralarında bir bağlantı olmamaktadır. Bu nedenle mitler inanılması güç ve hatta imkansız
anlatımlar olmaktadır. Heredot‟un muthosa yüklediği bu anlam on dokuzuncu yüzyılın
sonlarına kadar kullanılmıĢtır. Zamanla mythos ve ardından da mit Ģeklinde kullanılmaya
baĢlanan kavram on dokuzuncu yüzyılda akademik ve bilimsel incelemelere ve
tartıĢmalara tâbi tutulmuĢtur. Antropologlar, edebiyatçılar, dil bilimciler, din bilimciler,
psikologlar ve siyaset bilimciler mit kavramını çeĢitli ekoller çerçevesinde incelemiĢler ve
kavramın anlamına, özelliklerine ve iĢlevlerine dair çıkarımlar yapmıĢlardır. Ancak, her ne
kadar mit on dokuzuncu yüzyıl itibariyle bir teorik çerçeve dâhilinde tartıĢılmaya
baĢlanmıĢ olsa da, günümüzde hâlâ Heredot‟un yüklediği anlamı aĢabilmiĢ genel bir kabul
söz konusu olmamıĢtır. Kavram gerçek dıĢı beyan ya da tahayyül edilen “Ģey” anlamında
(teze göre yanlıĢ bir muhtevayla) kullanılmaya devam etmektedir.22 Bu kabule göre
mitolojide tarih masallara, masallar ise tarihe dönüĢmektedir.23
Mit kavramı genellikle mitoloji kavramı ile karıĢtırılmaktadır. Mitoloji mit kavramını
kapsayan bir kavramdır.24 “Kıssa ve hikaye” ile “söz ve akıl” idealarından türeyen
Yunanca kelimeler olan “muthos” ve “logos” kelimelerinden türemiĢtir.25 Bir önceki
paragrafta da ifade edildiği üzere muthos‟un manası zaman içerisinde hayalî kıssa,
gerçekle uyuĢmayan Ģeyler anlamlarına dönüĢmüĢken, logos kanıtlanabilir gerçekler, yasal
kavramlaĢtırmalar, “Ģeylerin” rasyonel açıklamasını ifade etmeye baĢlamıĢtır.26 Dolayısıyla
muthos ile logos kavramları geçirdikleri değiĢimler sonrasında birbirlerine oldukça zıt iki
kavram olmuĢtur. DeğiĢim öncesi ise iki kavram bir arada kullanıldıklarında “akla uygun
hikaye” anlamında mitolojiyi (mythology) tanımlamaktaydılar.
Mitoloji mitlerin doğuĢlarını, anlamlarını yorumlayan, inceleyen bilimdir. 27 Ġlkel ya
da arkaik ilmî düĢüncelerin ilk denemelerini, sözlü kültür dâhilinde bile olsa kuĢaktan
kuĢağa aktarmaya çalıĢtığından dolayı “ilk bilim” olarak da savunulmaktadır ve hatta
toplumda toplum ile kutsal olarak nitelendirilen güçler arasındaki iliĢkiyi sağlayacak bir
22
Flood, C.G. (1996). Political Myth. New York: Garland, 6.
Müller, F.M. (1873). Introduction to the Science of Religion: Four Lectures Delivered at the Royal
Institution with Two Essays on False Analogies and the Philosophy of Mythology. London: Longmans,
Greens and co., 338.
24
Vernant, J.P. (1980). Myth and Society in Ancient Greece. Brighton: Harvester, 215.
25
Levin, H. (1960). Some meanings of myth. Murray, H.A. (ed.). Myth and Mythmaking. New York:
Braziller, 103; Vernant, 1980, 204.
26
Thomson, J.A.K. (1935). The Art of the Logos. London: Allen&Unwin, 17-19; Stambovsky, 1996, 33-34;
Doty, W.G. (1986). Mythography: The Study of Myths and Rituals. Tuscaloosa: University of Alabama Press,
3.
27
Türk Dil Kurumu, 2005, 1403.
23
17
düzen oluĢturduğu için ilk ideoloji olarak da kabul edilmektedir.28 Mitolojiyi mitlerin
toplamı ve bütünü anlamında “mitler manzumesi” olarak da tanımlamak mümkündür.
Mitolojinin en önemli özelliği, mit kavramının muhtevasını belirlemede yardımcı
olmasıdır. Mit kavramı tarihten felsefeye, sosyolojiden siyaset bilimine, antropolojiden
edebiyata ve benzeri birçok disiplinde farklı kullanım alanlarına sahiptir. Her disiplin
kendi araĢtırma konularına göre mit kavramını ele almakta, bu da oldukça fazla sayıda ve
birbirinden farklı mit tanımlarının ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Mitoloji bu dağınıklığı
nispeten toparlayabilmektedir.
Mitolojide Homeros ve Platon‟dan itibaren, Antikite mitleri sıklıkla dillendirilmiĢ,
gerçeklik olasılıkları tartıĢılmıĢ, on dokuzuncu yüzyılda ise özellikle etnograflar
eserlerinde
sıklıkla
yer
verdikleri
mit
kavramının
kullanım
alanını
daha
da
geniĢletmiĢlerdir. Ardından diğer birçok disiplinde uzmanlar miti kendi çalıĢma sınırları
kapsamında farklı Ģekillerde değerlendirmiĢlerdir. Bu uzmanların kimi mitolojiyi
karĢılaĢtırmalı dilbiliminin bir alt birimi olarak incelemiĢ, kimileri mitleri dinî inanıĢlar
olarak değerlendirmiĢ, kimileri ise psikolojik bir mit teorisi geliĢtirmiĢtir. Siyasî mit
tartıĢmalarında ilk akla gelen isimlerden Cassirer mitin önemli sembolik bir form olduğunu
iddia etmiĢ, Sorel mit kavramının toplumsal ilerlemeye olan faydasından bahsetmiĢ,
Malinowski‟den Lévi-Strauss‟a kadar uzanan sosyal antropologlar ise mit çalıĢmalarını
kendi bakıĢ açılarını ve analizlerini test etmek amacıyla kullanmıĢlardır.29 Bu liste daha
birçok ismin eklenmesiyle uzatılabilir. Çünkü mit kavramı, disiplinleri aĢkın yapısı ve
kullanım alanı ile her disiplinde, farklı amaçları analiz etmek, tanımlamak için
kullanılmakta, birçok düĢünür tarafından irdelenmekte ve yeni tanımlamalarla zengin bir
içeriğe sahip olmaktadır.
Mitler kimilerine göre dünyanın basit anlatımı30 ya da dramatik anlatımı31, günlük
yaĢama dair edebî bir anlatım32, gelecekte yapılacak eylemleri haklı çıkarmak adına
28
Bayat, F. (2005). Mitolojiye Giriş. Ġstanbul: Ötüken, 12.
Tudor, H. (1972). Political Myth. New York: Praeger Publishers, 13.
30
Buffet, C., Heuser, B. (1998). Introduction: Of myths and men. Buffet, Heuser, (eds.), Haunted by History,
viii.
31
Cassirer, E. (1979). Judaism and the modern political myths. Verene, D.P. (ed.). Symbol, Myth and
Culture: Essays and Lectures of Ernst Cassirer (1935-1945). New Haven: Yale University Press, 238;
Cassirer, E. (1946). The Myth of the State. New Haven: Yale University Press, 28.
29
18
geçmiĢ olayların kutsal anlatımı iken; kimilerine göre ise olayların sıradan anlatımı, hikaye
anlatımı ve dinî içerikli anlatımlar33, Ģiir, dil, ritim ve müziğin bir çeĢit harmanlanması34,
insana ait özelliklerin tabiata uyarlanması, insanların mevcudiyetine inandığı Tanrılar ve
ilahî kuvvetler hakkındaki hikayeler, yani animizm35; bazılarına göre ise büyünün, sihrin
sonucudur ve arkaik ritüelleri tasvir eder.36 Aynı zamanda mitler hatırı sayılır çoğunlukta
bir insan grubunun inandığı, bir realitenin bazı yönlerine iliĢkin belirledikleri ortak
görüĢler, spesifik konulara iliĢkin paylaĢtıkları ortak fikirlerdir.37 Bütün bu tanımlamalar
mitlerin geçmiĢten bugüne ve geçmiĢten geleceğe birer aktarım aracı olduğu konusunda
ortak bir paydaya sahiptirler.
Mitlerin gerçek dıĢı unsurları ifade eden söylemler olduğunu savunanlar açısından,
mitler doğaüstü varlıkların eylemlerinin öyküsünü oluĢturur ve bu öykü kesinlikle doğru ve
kutsal olarak kabul edilir. Mitler genellikle bir yaradılıĢla ilgilidir ve bir Ģeyin yaĢama nasıl
geçtiğini, ya da bir davranıĢın, bir kurumun, bir çalıĢma biçiminin nasıl ortaya çıktığını
anlatır. Ġnsanlar mitleri bilmekle nesnelerin kökenini de bilirler. Böylece nesnelere egemen
olmayı ve onları istediği gibi yönlendirip kullanmayı baĢarabilirler. Ayrıca insanlar mitleri
yeniden anımsatılan ve yeniden gerçekleĢme aĢamasına getirilen olayların kutsal, coĢku
verici gücünün etkisine girmek anlamında yaĢarlar.38 Mitler insanların akılla izah
edemedikleri, varlığını kabul edip ispat edemedikleri, gerçekleĢme olasılıklarının zayıf
olduğunu bildikleri halde içeriğinin pozitif anlamına binaen varmıĢ gibi kabullendikleri
olaylar, unsurlar, nesneler, kavramlar, varlıklar, kısaca “Ģeyleri” tanımlamak ve
adlandırmak için kullandıkları araçlardır.
Harold Lasswell, Homeros‟un muthos yorumuna benzer bir algılama ile mit
kavramının tarafsız bir biçimde sosyal gruplar tarafından toplumdaki yerlerinin korunması
ya da geliĢtirilmesi amacıyla kullanılan “her nevi ifadeyi” kapsadığını ifade etmektedir. 39
Bu algı mit kavramının mahiyetini netleĢtirmekte pek de yardımcı olmamaktadır, çünkü
32
Barthes, R. (1972), Mythologies. (Çev. A. Lavers). New York: Noonday Press. (Eserin orijinali 1957‟de
yayımlandı), 107-108.
33
Chase, R. (1949). Quest for Myth. Westport: Greenwood Press, 43-44.
34
Segal, R.A. (2004). Myth: A Very Short Introduction. Oxford: Oxford University Press, 81.
35
Segal, R.A. (1999). Theorizing About Myth. Boston: University of Massachusetts Press, 75.
36
Segal, a.g.e., 80.
37
Goldmann, K. (1971). International Norms and Wars Between States. Stockholm: Laromedelsförlagen, 11.
38
Eliade, M. (2001). Mitlerin Özellikleri. (Çev. Sema Rifat). Ġstanbul: OM Yayınevi. (Eserin orijinali
1963‟de yayımlandı), 28; Bayat, 2005, 25-26.
39
Lasswell, H.D. (1966). The Analysis of Political Behaviour. London: Routledge, 197.
19
“her türlü ifade”yi mit olarak tanımlamak, aslına bakılırsa mite karakteristik bir anlam
yüklememek anlamına gelmektedir ki bu bakıĢ tarzı, mit ile ağızdan çıkan her harf
kümesini eĢdeğer görmek anlamına gelmektedir. Eğer mit böylesine basit bir mefhum
olsaydı, üzerinde çalıĢma ve tartıĢma yapılmaya gerek görülmezdi. Oysaki mit özellikle on
dokuzuncu yüzyıldan günümüze değin yoğun bir biçimde tartıĢılan kavramlar arasında yer
almaktadır.
Bu konuda Friedrich ve Brzezinski‟nin mit yorumu kavrama bazı kıstaslar
kazandırması bakımından önemlidir. Friedrich ve Brzezinski mitleri geçmiĢ olaylarla
alakalı, o olaylara gelecekte özel anlamlar ve önem kazandıracak, belirli bir toplum
üzerinde
güç
kullanan
40
tanımlamaktadır.
otoriteleri
güçlendiren
bir
anlatım
yöntemi
olarak
Bu haliyle mitler bir eğlence ya da ritüel amacıyla söylenen “her türlü
söz” değil, pratik amaçları desteklemek maksadıyla kullanılan dramatik anlatımlar
olmaktadır ve böylece kavram Lasswell‟in algılamasına kıyasla daha önemli “bazı
özelliklere” sahip olmaktadır.
Mircea Eliade‟ye göre ise mit kutsal bir öyküyü anlatmaktadır ve her zaman bir
yaratılıĢın öyküsü olmaktadır. Kutsal olan bir Ģeyin nasıl yaratıldığını ya da nasıl var
olmaya baĢladığını, dünyaya etkilerini anlatmaktadır ve kutsal olan bu öykü gerçek bir
öyküdür, çünkü her zaman gerçekliklere baĢvurur.41 Mit, mit anlatıcısının kendisine göre
iyi ya da kötü, acı ya da umut verici gerçekler hakkındaki yorumudur ve insanların
gerçekle yüzleĢmek amacıyla kabul ettiği bir araçtır. Dolayısıyla insanlar bir miti doğru
olduğu için değil, doğruyu anlattığına inandıkları için, mitin doğru olduğuna iliĢkin bir
inanç taĢıdıkları için güvenilir bulurlar ve onu bir mit olarak kabul ederler.42
Malinowski‟ye göre ise mit, bir simge değil, nesnenin doğrudan ifadesidir; bilimsel
ilgiliyi doyurmaya yönelik bir açıklama değil, uzak geçmiĢteki bir gerçeğin anlatım
40
Friedrich, C.J., Brzezinski, Z. (1965). Totalitarian Dictatorship and Autocracy. Harvard: Harvard
University Press, 99.
41
Eliade, 2001, 15-16.
42
Tudor, 1972, 17.
20
biçiminde yeniden yaĢatılmasıdır. Bu bilgi derin dinî ihtiyaçların, ahlaki amaçların,
toplumsal bağlılığın karĢılanması için haklar, hatta pratik gerekler nedeniyle verilir.43
Mit kavramına siyasî bir içerik kazandırmaları bakımından Cassirer ve Sorel mitin
mahiyetini belirlemede oldukça önemli isimlerdir. Cassirer mitleri ilkel dünyalara ait
söylemler olarak tanımlamaktadır ve ona göre mit sadece konuĢmanın ve düĢünmenin basit
bir yolu değil, bir “yaĢam biçimidir” (form of life).44 Cassirer‟in mit kavramı
antropologların sihir, dinî inanıĢlar ve eylemler, ibadet ve ritüel olarak tanımladıkları
Ģeylerin bütününü kapsamaktadır.45 Bu bağlamda mit, ibadet ve ritüel arasında ayırt edici
herhangi bir alan kalmamaktadır. Dolayısıyla mit bütün bu inançların ve eylemlerin genel
ismi olmaktadır ve Cassirer‟in yaĢam biçimi olarak tanımladığı bu durum, ilkel toplumları
bir arada tutan önemli bir role sahiptir. Adeta ilkel toplumlar açısından bir “sosyal
çimento” vazifesi görmektedir.
Cassirer‟e göre modernleĢme sürecine bağlı olarak geliĢen toplumlarda mitsel
yapının yerini rasyonel bir yapı almaktadır. Durgun ve barıĢçıl zamanlarda, göreceli
güvenlik ve istikrar dönemlerinde, bu rasyonel yapı kolaylıkla sağlanabilmektedir. Bu yapı
bütün saldırılara karĢı güvenli bir yapı gibi görünmektedir, ancak, insanlar sosyal
yaĢamının bütün kriz anlarında, eski mitsel kavramlara karĢı direniĢ gösteren rasyonel
gücün varlığını uzun süre devam ettirememekte ve bu kriz anlarında mitler yeniden
kullanılmaktadır. Yani Cassirer‟e göre mitler gerçek bir yenilgi yaĢamamıĢ, aksine her an
kullanılmak üzere uygun zamanı beklemektedirler.46 Ancak Cassirer bu cevabın yine de
yeterli olmadığını düĢünmekte, rasyonel araçların mevcut olmaması nedeniyle mitlerin
yeniden kullanılır olması gibi bir cevabın, aslına bakılırsa, tatmin edici ve açıklayıcı
olmadığını savunmaktadır. Modern ve geleneksel toplumlar arasındaki en önemli farkın
mitsel inançlar olduğunu belirten Cassirer, toplulukların/cemaatlerin mitsel inanıĢlar ve
eylemlerle oluĢtuğunu, toplumların/cemiyetlerin ise iradeler ile oluĢtuğunu ifade
etmektedir.
43
Malinowski, B. (2002). Büyü, Bilim ve Din. (Çev. Saadet Özkal). Ġstanbul: Kabalcı Yayınları. (Eserin
orijinali 1948‟de yayımlandı), 98-99.
44
Cassirer, 1946, 40.
45
Bottici, C. (2007). A Philosophy of Political Myth. Cambridge: Cambridge University Press, 151.
46
Cassirer, 1946, 280.
21
Cassirer‟in ardından, bir Marksist olan ve proletaryan Ģiddeti tarihin gerçek
lokomotifi olarak gören Sorel ise miti Ģöyle tanımlamaktadır:
“Büyük sosyal hareketlere katılanlar bir sonraki eylemlerini, ulaĢmak istedikleri zaferi
güvence altına alacak savaĢ görüntüleri altında sunarlar. Tarihçiler açısından tanımlanmaları
oldukça önemli olan Ģu yapıları mit olarak adlandırmayı önerdim: Sendikacıların genel grevi ve
Marx‟ın korkunç devrimi mittir”.47
Sorel‟e göre büyük sosyal hareketlerde mitler gibi güçlü “itici güçler” olmazsa
eylemler insanlar tarafından gerçekleĢtirilemez.48 Ġnsanlar motivasyona ihtiyaç duyarlar.
Bu konuda pozitivist inadın yanlıĢ olduğunu düĢünen Sorel‟e göre, (pozitivist)
entelektüellerin safsataları tarafından açıklanamayacak oldukça fazla gerçek ve olgu
vardır.49 Örnek olarak Napolyon‟un askerlerinin hayatlarını Fransa için feda etmelerinin,
Yunanların ya da Romalıların savaĢarak ölmeyi bir onur olarak algılamalarının rasyonel
izahının mümkün olmamasını göstermektedir.50 Bu nedenle bu tip izahı zor meseleler
Sorel tarafından mit olarak tanımlanmaktadır.
Sorel‟e göre bir mitin niĢanesi, ham bilgiler yığını olsa da, bir gelecek vizyonu
sunmasıdır ve mit insanlara hislerini ve deneyimlerini izah edebilmeleri için bir dayanak,
destek noktası sunar. Öyle ki, sosyalistler için “genel grev” devrim yolunda önemli bir
destek noktası teĢkil etmekte ve bir gelecek vizyonu sunmaktadır.51 Ancak Sorel‟in mitler
konusunda sıkıntılı olduğu, anlam vermekte zorlandığı bir husus söz konusudur. Sorel‟in
kurgusunda mitler kimi zaman ütopik unsurlar içerebilmektedir. Fakat sadece bu neden
göz önünde bulundurularak mitler ütopik düĢünceler olarak değerlendirilmemelidir.
Ütopya, Sorel‟e göre, entelektüel bir çalıĢmanın ürünü olup, olayları inceleyip tartıĢtıktan
sonra toplumların içerdikleri iyi ve kötü unsurları değerlendirebilmek için karĢılaĢtırma
yapılmasını sağlayan bir model arayıĢında olan teorisyenlerin ve entelektüellerin
eseridirler.52 Yine Sorel‟e göre mitler insanları var olanı yok etmek için savaĢa hazırlarken,
ütopya reformlar programı sunar. Ütopya diğer sosyal yapılar gibi tartıĢılabilir ve
47
Sorel, G. (1925). Reflections on Violence. (2. Baskı). (Çev. T.E. Hulme). London: George Allen & Unwin
Ltd. (Eserin orijinali 1908‟de yayımlandı), 22.
48
Sorel, a.g.e., 32.
49
Sorel, a.g.e., 24.
50
Sorel, a.g.e., 24-25.
51
Sorel, a.g.e., 177.
52
Sorel, a.g.e., 32-33.
22
varsaydığı eylemler tarih sürecinde gözlemlenebilir, kıyas yapılıp gerçekle uygunluğu
denetlenebilir, netice itibarıyla çürütülebilir. Buna karĢılık mitler geleceği anlatırlar.
Olayların izahı değil, arzuların ifade edilmesidir ve mitler bir program ya da bir tahminin
veya kehanetin aksine çürütülemezler.53
Buraya kadar mit kavramının mahiyeti kısmen belirlenmiĢ olmaktadır: Mitler
toplumu belirli bir konuda aydınlatmak ya da yönlendirmek maksadıyla kullanılan
dramatik anlatımlardır. Diğer taraftan gerçek dıĢı anlatımlar ve amaçsız her nevi söylem
ise mit değildir. Kavram bu içerikle kısmen anlaĢılabilir olmaktadır, ancak mit üzerine
kesin yargılara varabilmek için yetersizdir. Bu bakımdan mit kavramının özelliklerini
belirlemek gerekmektedir. Mitin özelliklerinin tespit edilmesi yukarıda bir cümle halinde
ifade edilen kavramın mahiyetindeki boĢlukları dolduracak, kavramın manasını tam olarak
açığa çıkaracak ve kavram üzerine kesin analizler yapılabilmesine olanak sağlayacaktır.
Daha derli toplu ve genel geçer bir mit tanımı yapabilmek için mitlerin Ģu beĢ
özelliği göz önünde bulundurulmalıdır: 1. Mitler bir topluluğa has ya da evrensel ölçekte
kabul edilmiĢ inançlar koleksiyonudur. Diğer bir ifadeyle mit değindiği bir gerçeğin belirli
bir yönü hakkında ampirik ya da normatif fikirler ve kelimeler toplamıdır; 2. Mitler uzun
yıllar süresince oluĢturulan inançlar bütünüdür; 3. Mitler, ortak bir yanıt ya da ortak bir
algı oluĢturmadıkça mit olarak kabul edilemez. Kamusal bir ortak duruĢ söz konusu
olmalıdır, aksi halde birkaç kiĢinin inandığı ve baĢkalarına anlatılmayan, paylaĢımı
olmayan, dolayısıyla varlık süreleri yalnızca ona inanan birkaç kiĢinin ömrüyle kısıtlı
kalan anlatımlar mit olarak kabul edilemezler; 4. Bu ortak tutum genellikle tekrarlanma ile
oluĢur. Bu haliyle mitler sıklıkla duyulan ve konuĢulan, böylece devamlı hale gelen
içeriklerdir; 5. Mitlerin “gerçek” ile gevĢek bağları vardır.54
Dahl‟ın belirlemiĢ olduğu özelliklere altıncı bir özellik olarak, mitlerin sunî unsurlar
olduğu
eklenebilir.
Mit
çoğu
zaman
bilinçdıĢı
bir
aktivitenin
sonucu
ve
tahayyülün/imgelemin (imagination) özgür bir ürünü olarak tanımlanmaktadır. Ancak
Cassirer bu konuda farklı düĢünmektedir. Mitin bir plan çerçevesinde oluĢturulduğunu,
53
Sorel, a.g.e., 33.
Dahl, A.S. (1998). The myth of swedish neutrality. Buffet, Heuse (eds.). Haunted by History, 29-31.
Özellikle beĢinci maddede ifade edilen “gerçekle gevĢek bağların” olduğunu vurgulamak gerekmektedir.
Çünkü mitler, bu tezin de temel dayanaklarından birisi olduğu üzere, sıklıkla yapılan bir hata olan
“tamamıyla farazî, hayalî kurgular, gerçek dıĢı Ģeyler” değildirler.
54
23
yeni siyasî mitlerin özgür bir biçimde, kendiliğinden gerçekleĢmediğini savunmaktadır, ki
bu teze hâkim görüĢe göre de doğru bir analizdir. Ona göre mitler bir tahayyülün yabanıl
(kendiliğinden oluĢan) ürünleri değil, çok becerikli ve kurnaz zanaatçılar tarafından
üretilen yapay unsurlardır.55
Yukarıda sayılan altı özellikten hareketle, bu tezde kavramı tam olarak karĢıladığı
düĢünülen Ģöyle bir mit tanımı yapılmaktadır: Mit, toplumu belirli bir konuda aydınlatmak
ya da yönlendirmek maksadıyla belirli kiĢi ya da gruplar tarafından oluĢturulan, gerçek ile
zayıf da olsa bağları olan, toplumda ortak bir tutum oluĢturabilen, zamanla tekrar edilerek
ortak inançlar haline gelen dramatik anlatımlardır. Bu anlatımlar toplum tarafından kabul
edilip inanıldığı (meĢru görüldüğü) ölçüde mit olmaktadır. Bu teze göre mit bu tanımla
genel geçer kabul edilebilir bir mahiyete, evrensel bir konuma ve kullanıma sahip
olmaktadır.
Mit kavramıyla alakalı bu tezdeki yaklaĢıma iliĢkin önemli bir hususu daha belirtmek
gerekmektedir. Bu tezde kabul edilen yorumuyla mit sosyal, siyasî, ekonomik ve kültürel
hayata etkileri olan ve gerçekle bağları olan bir kavram olarak kabul edilmektedir. Burada
dikkat edilmesi gereken husus, gerek mite yüklenen pozitif anlam, gerekse mitlerin
gerçekle bağlarının olmasının mitte anlatılanların genel geçer “doğru” olduğu anlamına
gelmemesi olmaktadır. ġöyle ki, mit analizinde önemli olan mitin içeriğinin doğru ya da
yanlıĢ olmasından ziyade, mitin hitap ettiği kesim tarafından kabul edilmesi olmaktadır.
Bir miti var eden onun içeriğinin doğru ya da yanlıĢ olması değil, “doğru olarak kabul
edilmesidir”.
Mit kavramının farklı disiplinlere mensup ve hatta aynı disiplin içerisinde yer alan
kiĢilerce yapılan tanımlardaki çeĢitlilik farklı mit çeĢitlerinin varlığından kaynaklandığı
gibi, farklı mit çeĢitlerinin oluĢmasına da neden olmaktadır. Literatüre hâkim olan ve
sıklıkla kullanılan beĢ mit çeĢidi Ģu Ģekilde sınıflandırılmaktadır: 1. Mite konu olan
Ģeylerin kökenini açıklayan ve nedensellik içeren “etiyolojik mitler”56; 2. Mite konu olan
Ģeylerin sonlanmasını, insan yaĢantısını kökten değiĢtiren olayları ve dünyanın sonunu
55
Cassirer, 1946, 283.
Etiyolojik mitleri üç baĢlıkta incelemek mümkündür: i. Tanrının varlığı ve ne olduğuna iliĢkin “teogonik
mitler”; ii. Dünyanın kökeni ile ilgili “kosmogonik mitler”; iii. Ġnsanlığın kökeni ve geçmiĢini anlatan
“antropolojik mitler”. Bakınız: Beaulac, S. (2004). The Power of Language in the Making of International
Law. Leiden: Martines Nijhoff Publishers, 35.
56
24
açıklayan “eskatolojik mitler”; 3. Teolojik anlatılarda sıkça kullanılan, birçok dinde yer
alan dünyada ve ölüm sonrası kurtuluĢ kavramını ve müjdesini içeren “soteriyolojik
mitler”; 4. Ayin, tören anlatılarını içeren “ritüel mitler”; 5. Büyük baĢarı ve zaferleri
anlatan, kahramanlık ve destansı konuları iĢleyen “epik mitler”.57
Diğer bir mit tasnifinde ise mitler konularına göre genel ve özel olmalarına göre
sınıflandırılmaktadır. Genel kategori: 1. Dünyanın yaratılması ve evrenin oluĢumu
hakkında oluĢturulan “kozmogonik mitler”; 2. Ġlk insanın yaratılmasının övgü ile
anlatıldığı, ilk insanın yaratılıĢı mitleri; 3. Ġnsan topluluklarının, kabilelerin, soyların ve
boyların ortaya çıkıĢlarını anlatan “türeyiĢ mitleri”; 4. Kozmik mitlerin ilk dönüĢümü
niteliğinde olan ve evrenin yaratılmasıyla zamanın kodlanmıĢ olduğunu anlatan “takvim
mitleri”. Özel kategori: 1. Mitolojik zamanı aĢıp tarihi zamana dahil olan halklarda görülen
Tanrılara iliĢkin mitler olup ilkel yaĢam Ģartlarındaki kavimlerde görülmeyen “teogonik
mitler”; 2. Toplumların ve kavramların kökenlerini anlatan “etiyolojik mitler”; 3.
Dünyanın sonu ve kıyamet bahislerini içeren “eskatolojik mitler”; 4. Kavimlerin bir
hayvan, bitki veya cansız bir nesneye bağlandığı, ataların bir Tanrı olarak görüldüğü
“totem mitler”; 5. Kahramanlık mitleri.58
Mit olarak tanımlanan “Ģeyin” hangi yönüyle mit olarak değerlendirildiğinin
anlaĢılmasında mit çeĢitlerini bilmek, analiz kolaylığı sağlaması bakımından önemli
olmaktadır. Bir diğer önemi ise mit kavramının kullanım alanlarının kapsamını görmeye
imkan tanımasıdır. Yukarıdaki her iki tasnif modelinde de görüldüğü üzere, mit kavramı
Tanrı ve Tanrı olarak kabul edilen canlı/cansız tüm varlıkları, bitki, hayvan ve cansız
unsurlarıyla doğayı, dünyayı ve dünyanın sonunu, hatta ölümü ve ölüm sonrası yaĢamı,
insanlığı, medeniyetler tarihini, ortaya çıkıĢları ve yok oluĢlarıyla toplumları,
kahramanlıkları içeren tarihî olayları, tarihe mal olmuĢ ve tarihî süreçte gelenek haline
gelmiĢ ritüelleri ve hemen hemen bütün olguların, kavramların, davranıĢların ortaya
çıkıĢlarını, yani kökenlerini içine alan çok geniĢ bir kullanım alanına sahiptir. Her iki
tasnifte de bu tez açısından “etiyolojik mitler” önemli olmaktadır. Etiyolojik mitler
kavramların ve olayların kökenlerini nedensellik boyutuyla açıklamaktadır. Bu yönüyle
57
Day, M.S. (1984). The Many Meanings of Myth. Lanham: University Press of America, 21-27; Lawson, T.
(1978). The explanation of myth and myth as explanation. Journal of American Academy, 46(4), 507.
58
Bayat, 2005, 15-17.
25
“devletlerin egemen eĢitliği” ve “Westphalia BarıĢı” bu tezde birer etiyolojik mit olarak ele
alınmaktadır.
Mitlerin tanımını yaptıktan, özelliklerini belirledikten ve türlerini sıraladıktan sonra,
mitlerin iĢlevlerini de ifade etmek gerekmektedir. Mitlerin iĢlevleri denilince literatürde
genellikle Joseph Campbell‟in tasnifine atıf yapılmaktadır. Campbell mitlerin ortak ve özel
iĢlevlerinden bahsetmektedir. Bunlar, insana ruhani geliĢme yolunu gösteren “geliĢme
iĢlevi”, sosyal yapıyı ve toplumun üyeleri arasındaki alakayı kuran “sosyal iĢlev”,
insanlığın kozmostaki yerini ve kozmos karĢısındaki sorumluğunu belirten “kozmolojik
iĢlev” ve “dinî iĢlev”dir.59 Campbell‟in sıralamıĢ olduğu dört iĢlevi daha anlaĢılır kılmak,
“gerçekle bağları olan” mitin toplumlar üzerindeki etkilerini daha iyi kavrayabilmek adına
bu teze göre mitlerin beĢ önemli iĢlevi mevcuttur:
Mitler geçmişten bugüne ve geleceğe birer aktarım aracıdırlar. Mit bir eğitim
sistemi olarak deneyimlerin gelecek toplumlara aktarımını sağlamakta, adeta “tarih
yazıcılığı” rolü üstlenmektedir. Mitler ile geçmiĢte önemli roller üstlenmiĢ kiĢilerin ve
olayların unutulmaması, önemli olaylardan dersler çıkarılması, bu sayede tarihî bilinç
oluĢması ve benzeri kaygılarla geleceğe aktarılması sağlanmakta, bu aktarım iĢi duru bir
ifade yerine, kimi zaman Ģiirsel, kimi zaman ağdalı, çoğu zaman ise abartılı bir dille ve
bolca belagat ile gerçekleĢtirilmektedir. Ġfadenin Ģiirsel, ağdalı, abartılı olması ve belagat
ustalarınca
dile
getirilmesi
mitlerin
bir
ahenk
içerisinde
anlatılmalarını
ve
unutulmamalarını sağlamakta, kiĢiler ve toplumlar arasında kolaylıkla aktarılmalarına yol
açmaktadır. Toplumlar mitlerin unutulmaması sayesinde geçmiĢ olaylar ve kiĢiler
hakkında malumat sahibi olmuĢlardır, olmaktadırlar.
Mitler sıradan anlatımlar olmayıp, semboller kullanarak bir amaca hizmet ederler.
Mitler gerçeği anlamayı kolaylaĢtırmakta, olayların ortaya çıkıĢını, geliĢimini ve sonucunu
sebep-sonuç illiyeti ile gerçekçi bir mantığa bağlamakta ve belirli bir hikaye, senaryo
çerçevesinde izah etmektedir. Mitlerin her halükarda bir amacı vardır60 ve mitler gerçeğin
karmaĢık yapısını anlaĢılır, makul, sembolik anlatımlara indirgemektedirler.61 Bunu
59
Campbell, J. (1986). The Iner Reaches of Outher Space: Metaphor as a Myth and as Religion. New York:
New World Library, 67.
60
Barthes, 1972, 108.
61
Krüger, P. (1998). Balance of power, european concert and integration. Buffet, Heuser (eds.). Haunted by
History, 3.
26
yaparken mitler kendi tarihlerini (hikayelerini) oluĢturmaktadırlar.62 Bu amaçla gerçekle
bağları olan semboller kullanılmakta ve bu sayede yürütülen “örtülü siyasette” (veil
politics) siyasî mitlerin devamlılığını sağlamaktadır.63 Mitler değerler paradigmasında
dünyayı algılamak ve Ģekillendirmek amacıyla semboller kullanmaktadır. Kısaca ifade
etmek gerekirse mitler hayatın ve olayların genelleĢtirilmiĢ modelidirler, bir nevi
“sembollerin Ģerhi” olmaktadırlar.64 Barthes‟e göre de mitler “semiyolojik sistemlerdir”65,
yani mitler semboller üzerine kurulu bir yapı olmaktadır. Barthes‟in yorumuna göre
mitlerde iki alt semiyolojik sistem söz konusu olmaktadır: Birincisi “dilbilimsel sistem”
(yazar “language-object” olarak adlandırıyor), yani mitin nüvesini teĢkil eden, kaynağı ve
hedefi olan dil; ikincisi ise mitin bizatihi kendisi (yazar “metalanguage” olarak
adlandırıyor). Kaynak belirli semboller eĢliğinde iletisini hedefe aktarmakta, hedef ise bu
sembollere yüklediği anlamlar ile iletiyi anlamaktadır. Semboller üzerine kurulu bu mit
yapısı semiyolojik bir sistem olmaktadır.66 Dolayısıyla mitler dilin güçlü bir biçimde
kullanılması ile mümkün olmaktadırlar.67
Bu yönüyle mitler toplumlarda yer edinmiĢ sembolik ritüellerin, inançların, kültürel
reflekslerin, toplum bilincinin ve toplumsal tepkilerin nerelerden kaynaklandığını, nasıl
oluĢtuğunu ve neden gerçekleĢtiğini izah eden, topluma açıklayan ve toplum içerisinde
varlıklarını devam etmelerini sağlayan önemli bir rol üstlenmektedir. Dolayısıyla mitler
birer mantık sistemidir. Olayları her ne kadar kimi zaman doğaüstü ve kutsal olarak
değerlendirmekte ise de gerçekçi bir mantığa bağlamaya çalıĢmaktadır. Olayların
kahramanları (genellikle) hayalî olsalar da kahramanların erdemleri, özellikleri, diğer
aktörlere ya da olaylara yönelik refleksleri insani davranıĢlara ve dürtülere benzemekte, bu
manada mantığa uygun olmaktadır. Bu mantık tutarlılığı nedeniyle mitler uzun yıllar
süresince anlatılmaya devam etmekte, varlıklarını sürdürmektedir.
Mitler toplumların kimliklerini oluşturmalarında, kendilerini tanımalarında,
dolayısıyla toplumların ortaya çıkışlarında ve toplum bilincinin oluşmasında yardımcı
olmaktadır. Malinowski‟ye göre mit önemli bir “sosyal kuvvettir”. Bu kuvvet toplumun
62
63
Cruz, Frijhoff, 2009, 8; Vernant, 1980, 211.
Wingo, A.H. (2003). Veil Politics in Liberal Democratic States. Cambridge: Cambridge Univeristy Press,
8.
64
Bayat, 2005, 12.
Barthes, 1972, 110.
66
Barthes, a.g.e., 113-115.
67
Müller, 1873, 355.
65
27
ortaya çıkmasını, onun normlarının yerleĢmesini sağlamakta, toplumun ahlaki değerlerini,
ritüel ve itikatlarını ifade etmekte ve kanunlaĢtırmakta, toplum içerisinde gelenek ve
göreneklere nüfuz kazandırmakta, insanların pratik faaliyetlerine rehberlik etmekte ve
insanlara davranıĢ kaideleri öğretmektedir.68 Mitler toplumlara inanç sistemleri, geçmiĢleri,
gelenekleri ve toplumsal yapılarının kökenleri hakkında önemli bilgiler anlatmaktadır. Bu
katkıları
nedeniyle
toplumlar
kendi
kökenlerini
anlatırken
etiyolojik
mitlere
baĢvurmaktadır. Özellikle kimliğin inĢasında “köken” önemli olmaktadır. Kökenin mitsel
anlatımı toplum tarafından kabul edilmesini, içselleĢtirilmesini kolaylaĢtırmakta, aynı
zamanda etiyolojik mitlerle kökenin kutsallaĢtırılması kimi toplumlarda dinî hayat ve inanç
sisteminin oluĢturulmasına da yol açabilmektedir.69 Bu inançlar toplumları bazı kavramları
kabullenmeye ve o kavramların içeriğine uygun davranmaya sevk edebilmektedir.70 Yine
mitler sosyal normlar ve kabul edilebilir değerler dikte etmekte, sosyal uyum ve grup
politikalarına dair sosyal bilinç oluĢturmaktadır.71 Uzun zaman dilimi sürecinde tekrar
edilmesi ile ritüel haline gelen davranıĢlar ve tutumlar toplumların kurucu değerleri haline
gelmekte, bu ritüeller toplum olma bilinci sağlayıp, insanları ortak bir kültür ve tarih
paydasında buluĢturmaktadır ki, bu da “ulus inĢasının” ilk adımları olmaktadır.
Mitler toplulukların bir amaç uğrunda kenetlenmelerini sağlamakta, toplumları
yönlendirmekte ve toplumlar arası ilişkileri etkilemektedir. Büyük ya da küçük bütün
toplumların birleĢtirici ya da ayrıĢtırıcı değerler ve tarihî olaylar neticesinde oluĢturduğu ve
kabullendiği mitler vardır.72 Örneğin; Ġspanya Ġç SavaĢı‟nın taraflarından cumhuriyetçiler
ve ulusalcıların ürettiği farklı mitler kendi amaçları doğrultusunda grup içi kenetlenmeyi
sağlamıĢtır.73 Ulusalcı tarafta hâkim olan “Phalonx-Franco SavaĢı” miti Ġspanya‟nın
geçmiĢindeki din savaĢlarını anımsatmıĢ ve Ġspanya‟nın Hıristiyanlığın kalesi olarak
algılandığı bir imajın oluĢturulmasını sağlamıĢtır. Bu imaj devrim arayıĢındaki
cumhuriyetçilere karĢı muhafazakar değerlere sahip ve bu değerleri ne pahasına olursa
olsun savunmak isteyen kitleleri “ulusalcılar” çatısı altında toplamıĢtır. Buna karĢılık
muhafazakar kesimin tutuculuğunu ve yönetimin otoriter politikalarını eleĢtiren
cumhuriyetçiler ise “devrim miti” ile faĢizme karĢı demokrasi savaĢı verdiklerini
68
Malinowski, 2002, 98.
Flood, 1996, 35.
70
Krüger, 1998, 3.
71
Cuthbertson, G.M. (1975). Political Myth and Epic. Michigan: Michigan State University, 157.
72
Vernant, 1980, 258.
73
Angoustures, A. (1998). The Spanish civil war: Betrayal by the bourgeois democracies. Buffet, Heuser
(eds.). Haunted by History, 53-64.
69
28
düĢünüyorlardı. Mevcut yönetimin otoriter politikalarına karĢı muhalif olan kitleleri bir
çatı altında toplayabilmek için ayaklanmaya “devrim” motifi katmıĢtır ve etkili de
olmuĢtur.74 Bu yönüyle mitler toplumları motive edici ve yönlendirici roller
üstlenebilmektedir. Her toplum için geçerli olabilecek bu durumda mitler bazen toplumlar
arası iliĢkilere etki etmekte ve toplumların içyapıları ile dıĢa yönelik davranıĢları arasında,
yani iç değerleri ile diğer toplumlarla davranıĢları arasında bağlar kurmalarına etki
edebilmektedir.
Mitler insanlara bir takım değer sistemleri aşılamakta, bazı inançları ve sunî
yapıları dayatmakta, olayların bireyler nezdinde meşruiyetini sağlamaktadır. Çoğu mit
teorisyeninin ilkel toplumlara atfettiği bu özellik modern toplumlarda da söz konusu
olabilmektedir. Yani mit insanların ya da siyasî aktörlerin hayata ve sisteme yönelik farklı
inançları benimsemelerine yol açabileceği gibi, mevcut inanıĢların daha çabuk idrakini ve
daha sıkı savunulmasını da sağlayabilmektedir. Bu inançlar toplumları bazı kavramları
kabullenmeye ve o kavramın içeriğine uygun davranmaya sevk edebilmektedir.
Dolayısıyla mit dinamik ve canlı bir yapıya sahiptir. Mitin ilkel kültürlerde vazgeçilmez
diğer bir iĢlevi de inancı derinleĢtirmek ve Ģifrelemek; ahlakı korumak ve ona güç vermek;
dinî ayinin üretkenliğine kefil olmak ve insan için örnek olacak pratik kuralları içermektir.
Böylece mit insan uygarlığının temel bir parçası olmaktadır. Mit değersiz bir anlatım
yöntemi olmayıp, zor elde edilen aktif bir güçtür. Ayrıca mit entelektüel bir açıklama ya da
sanatsal bir canlandırma değil, ilkel (aynı zamanda modern) inancın ve ahlaki bilgeliğin
bildirgesi olmaktadır.75 Diğer taraftan mitler tarihe mâl olmuĢ olayları, toplumun kurucu
unsurlarını, toplumlardaki siyasî ve sosyal hayatı yönlendiren bazı dinamikleri ve temel
değerleri toplumun fertlerine makul ve kabul edilebilir unsurlar olarak sunmaktadır.
Toplum mitin ifade tarzı, konuyu veya olayı ele alıĢ Ģekli, akla yatkınlığı ve tutarlılığı gibi
parametreleri göz önünde bulundurarak mitte bahsedilenin doğruluğunu sınamakta ve
makul görürse kabul etmektedir. Böylece mite konu olan “Ģey” toplum nezdinde meĢruiyet
kazanmaktadır. MeĢruiyet toplumun rızası ile gerçekleĢtiği için mitin sonraki nesillere
aktarımında da kolaylık sağlamaktadır.
Bu beĢ iĢlevi “devletlerin egemen eĢitliği” mitinde görmek mümkündür. Bir mit
olarak “devletlerin egemen eĢitliği ilkesi” geçmiĢten bugüne ve yarına “devletlerin eĢitliği
74
75
Angoustures, 1998, 62.
Malinowski, 2002, 99.
29
fikrinin” aktarımını sağlamakta, rasyonel uluslararası politikayı daha anlaĢılır kılmakta,
uluslararası organizasyonlardaki temsil ve karar alma mekanizmalarındaki yapıların
oluĢturulma Ģekli ve nedenlerini sebep-sonuç illiyeti ile bir mantığa oturtmaktadır. Ayrıca
uluslararası toplumun üyelerinden görece zayıf devletlerin kendilerini uluslararası
politikada
tanımlamalarına,
diğer
devletlerle
iliĢkilerini
“eĢitlik”
temelinde
gerçekleĢtirmelerine ve bu amaçla bir arada hareket etmelerine fikrî bir zemin
oluĢturmaktadır. Son olarak bu mit sayesinde devletler arası iliĢkiler kimi alanlarda
nispeten eĢitlik ilkesine uygun iĢlemekte, devletlerin birbirleriyle eĢit oldukları fikri
uluslararası bir meĢruiyet elde etmekte, “devletlerin egemen eĢitliği” ilkesi uluslararası
toplumun kutsal ve kurucu değerleri arasında yer almaktadır.
Devletlerin egemen eĢitliği ilkesini bir mit olarak değerlendirirken siyaset
bilimindeki “siyasî mit” kavramını kullanmak daha doğru bir tercih olacaktır. Siyasî mit
kavramı, Uluslararası ĠliĢkiler‟de daha ziyade “devlet” analizlerinde kullanılmaktadır. Bu
bakımdan siyasî mit tartıĢmalarına değinmek, egemen eĢitlik ilkesinin mitsel yönünü
ortaya koymak bakımından elzem olmaktadır.
2.1.2. Siyasî mitin mahiyeti
Siyasî mit kavramı ile anlatılmak istenilenin ne olduğuna iliĢkin tartıĢmalar
genellikle mit kavramının tanımlanması ile baĢlamaktadır. Ancak, her ne kadar tezin bir
önceki baĢlığı altında mümkün olduğunca kısa bir Ģekilde verilmeye çalıĢılmıĢ olsa da,
sadece mit kavramı üzerine yapılan tartıĢmalar dahi ciltlerle ifade edilebilecek bir literatüre
sahiptir. Bu nedenle tartıĢmaya mit kavramının en yaygın kullanılan tanımı ile baĢlamak
yerinde olacaktır. Yaygın ve bu teze göre yanlıĢ bir kullanım olarak mit, herhangi bir
gerçekle bağdaĢmayan, gerçekle dayanağı olmayan inançlar için kullanılmaktadır. Bu
anlamda mit, bir kurgu (fiction) ya da yanılsama (illusion) olarak fantezi ve hüsnükuruntu
ürünüdür. Hatırlanacağı üzere, bu tanım bir önceki bölümde anlatılmaya çalıĢılan mit
bahsinde muthos olarak adlandırılmıĢ ve “gerçek dıĢı kurgu, tahayyül edilen unsur” olarak
tanımlanmıĢtı. Her ne kadar mit iki bin beĢ yüz yılı aĢkın bir zamandır Heredot‟un “gerçek
dıĢı, hayalî kıssa” fikri doğrultusunda kullanılıyor ve anlaĢılıyor olsa da, bu anlamıyla mit
mevcut dünyayı anlamaya yarayan bir iĢleve sahip olmamaktadır, çünkü yaĢanılan dünya
“gerçek”tir. Mitlerin özelliklerinden ikincisi hatırlanacak olursa, mit gerçeğin karmaĢık
30
yapısını gerçekle bağları olan semboller kullanarak anlamlı kılmaktadır. Yeterince siyasî
olmuĢ bir dünyayı anlamak için de, siyasî figürler ve semboller kullanan, siyasî gerçeklerle
bağları olan siyasî mitlere ihtiyaç duyulmaktadır.
Siyasette mit kurucu bir değer taĢımaktadır. Ġster Homeros‟un Ġlliada‟sı ya da
Hesiodes‟in Theogonia‟sı, ister GılgamıĢ Destanı açısından bakılsın hemen hemen bütün
efsanelerin siyasî bir nitelik taĢımakta olduğu görülmektedir.76 Ancak sadece bu tanıma
bakılarak bütün mitler “siyasî mit” olarak tanımlanamaz. Siyasî mit bir siyasî fenomen
hakkında sosyal bir grup tarafından inanılan anlatımlardır. Bu açıklamaları geçerli kılan
mitin muhtevasının doğru olup olmaması değil, toplum tarafından inanılır (meĢru)
olmasıdır. Böylece siyasî miti anlamlı kılan en önemli unsur, bir toplum tarafından
inanılması ve kabul edilmesi, yani meĢruiyeti olmaktadır. Bu meĢruiyet sağlandığı ölçüde
siyasî mitler sosyal grupları, toplumları geçmiĢ olaylar, gündelik politikada gerçekleĢen
olaylar ve gelecekte yaĢanması muhtemel olaylar hakkında yönlendirmektedir.
Raymond Aron da miti bir “kurgu” olarak yorumlamaktadır, ancak ona göre bu
kurgunun gerçekle bağları olup, bir amacı vardır. “Aydınların Afyonu” 77 (The Opium of
the Intellectuals) isimli eserinde Fransız aydınların sağ-sol tartıĢmalarında ciddi bir
karıĢıklık yaĢadıklarını, sağ ve sol kavramlarının “asıl anlamlarından” farklı ve hatta
birbirleri ile iç içe geçmiĢ bir biçimde tartıĢıldığı tespitini yaptıktan sonra, Fransa‟daki
aydınları bu kaotik ortamda bazı mitlere sarılmakla eleĢtirmekte, “sol, ihtilal ve proletarya”
gibi siyasî mitlere baĢvurduklarını tespit etmektedir. Aron solun bu üç önemli kavramının
asıl
muhtevaları
ile
aydınların
belleklerindeki
muhtevalarının
ve
yorumlarının
örtüĢmediğini, hatta çok farklı olduklarını belirterek sol ideolojinin bu üç önemli
kavramını siyasî mit olarak değerlendirmektedir. Aron‟a göre solu üç fikir harekete
geçirmektedir: özgürlük, eĢitlik ve kardeĢlik.78 Ancak Aron‟a göre solun özgürlük arayıĢını
devlet tekeli ile gerçekleĢtirme merakı ve kardeĢlik/örgütlenme bilincini otoriter bir
mantıkla yerine getirmesi, ayrıca eĢitliği farklı coğrafya ve ideolojilere göre farklı
76
Sarıbay, A.Y., Öğün, S.S. (1997). Politikbilim. (2. Baskı). Ġstanbul: Alfa, 123. Eserlerinde “mit” yerine
“efsane” kavramını kullanılmıĢ, ancak bu tezin genel anlatımı çerçevesinde “mit” kavramının kullanması
tercih edilmektedir.
77
Aron, R. (1979). Aydınların Afyonu. (Çev. Ġ. Tanju). Ġstanbul: Tur Yayınları. (Eserin orijinali 1955‟de
yayımlandı).
78
Aron, a.g.e., 48.
31
yorumlaması solun en büyük çıkmazıdır.79 Bu nedenle Aron‟a göre “sol” bir siyasî mittir.
Hakeza, ihtilal ve proletarya aydınlar tarafından farklı, iĢçi sınıfı tarafından farklı
yorumlanmaktadır ve birer fantaziye dönüĢmüĢtür. Burada Aron Fransız sol düĢünürlerin
içinde bulundukları açmazı kaos olarak açıklamakta, bu kaostan çıkmak için baĢvurdukları
sol, ihtilal ve proletarya gibi kavramları birer siyasî mit olarak değerlendirmekte, aslına
bakılırsa onları eleĢtirmektedir. Ancak yine Aron solun bü üç önemli kavramının
muhtevasında
yaĢanan
kaotik
kargaĢaya
rağmen,
bu
kavramların
toplumları
sürüklediklerini de kabul etmektedir. Aron‟a göre proleter devrimin “özgürlük söylemi”
belleklerde bir umut oluĢturmakta, düĢüncede “kurtuluĢ” cazip gelmektedir.80 Aron sol,
ihtilal ve proleter devrim gibi kavramların topluma bir amaç sunmasını “siyasî iyimserlik”
olarak tanımlamaktadır.81 Dolayısıyla Aron‟un siyasî mit yorumu sadece bir kurgu değil,
bir amacı olan, toplumları yönlendiren etkili bir söylemdir.
Siyasî mitler hakkında en dikkat çekici ve yirminci yüzyılın ilk giriĢimi Georges
Sorel tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. Ancak, literatürde siyasî mit bahsi tartıĢılırken Ernst
Cassirer‟in mit analizini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Çünkü yirminci
yüzyılın ve devam eden yirmi birinci yüzyılın siyasî mit tartıĢmaları Sorel ile Cassirer‟in
mit analizlerinin kıyaslanması üzerine inĢa edilmektedir. Egemen eĢitlik kavramının bir
mit olarak değerlendirildiği bu tez, Sorel‟in analizine daha yakın (ancak tamamıyla
örtüĢmemektedir) bir mantık üzerine inĢa edilmektedir.
Ernst Cassirer “Devlet Miti” (The Myth of the State)82 isimli eserinde mitleri
rasyonel olmayan kıssalar olarak değerlendirmekte ve ilkel toplumlara ait “yaĢam
biçimleri” olarak tanımlamaktadır. Siyasî mitlerin modern döneme ait olmadığını
düĢünmekte, rasyonalitenin hâkim olduğu modern toplumların “gerçekle alakası olmayan”
79
Aron, a.g.e., 51.
Aron, a.g.e., 106.
81
Aron, a.g.e., 124.
82
Ernst Cassirer‟in “Devlet Miti” isimli eseri yazarın ölümü sonrasında basılmıĢ ve 1984 yılında “Devlet
Efsanesi” ismiyle Türkçe çevirisi yapılmıĢtır. Bakınız: Cassirer, E. (1984). Devlet Efsanesi. (Çev. Necla
Arat). Ankara: Remzi Kitabevi. (Eserin orijinali 1946‟da yayımlandı).
Cassirer Devlet Miti kitabında devlet yapısı içerisinde ve iĢleyiĢinde mitin oynadığı rolü analiz etmektedir.
Kitap siyasî mit kullanımından ve varlığından kurtulmak için Batı‟nın giriĢimlerini ve siyasetini yeniden
gözden geçirmesi gerektiğini vurgulamakta ve Batı‟nın duruĢunu yeniden yapılandırmayı amaçlamaktadır.
Kitap mitin bir yaĢam biçimi olduğunun anlatıldığı bir bölümle baĢlayıp, ardından siyaset felsefesi tarihinde
mite karĢı verilen mücadelenin ve yapılan tartıĢmaların anlatıldığı ve kitabın önemli bir kısmını (nerdeyse
üçte ikisi) oluĢturan bölümle devam etmektedir. Buna karĢılık, kitabın ismini teĢkil eden “devlet miti”
bahsine yalnızca son bölümde değinilmektedir. Bu bölüm Cassirer‟in modern siyasette mitin varlığını tespit
ettiği, miti bir sorun olarak tanımladığı ve bu soruna çözüm aradığı tek bölüm olmaktadır.
80
32
bu “hikayelerle” mücadele etmesi gerektiğini ifade etmektedir. Cassirer açısından siyasî
mit kendisiyle savaĢılması gereken kötü ve gerici/yoz bir Ģeydir. Bu anlamda mite karĢı
mücadelede felsefe oldukça önemli bir araç olmaktadır. Ona göre her ne kadar siyasî
mitleri yok etmek felsefenin gücünü aĢsa da, felsefe mücadele edilmesi gereken düĢmanın
(siyasî mit) anlaĢılmasını, nasıl mücadele edilebileceğinin fark edilmesini sağlamaktadır.83
Cassirer mitleri ortadan kaldırmanın imkansız olduğunu, mitlerin ussal kanıtlar ve
mantıksal çıkarımlarla çürütülemeyeceğini, bunun nedeni olarak da, siyasî mitlerin ilk
iĢitildikleri evrelerde modern toplumlarda ciddiye alınmamalarından kaynaklandığını
belirtmektedir.
Cassirer‟in siyasî mit analizinde tercihi mite negatif bir anlam kazandırmak
olmaktadır. Ona göre siyasî mitler “umutsuz araçlardır” (desperate means). ġöyle ki, siyasî
mitler rasyonel araçların kullanılamadığı derin kriz zamanlarında karĢılaĢılan zorluklar
karĢısında kullanılabilir olmaktadır. Burada Cassirer bir mecburiyetten bahsetmektedir.
Ona göre, umutsuzluk durumlarında insanlar çoğu zaman umutsuz araçlara baĢvururlar ve
günümüz siyasî mitleri de umutsuz araçlar olmaktadır.84 Cassirer Pozitivizm gölgesinde
inĢa edilen modern toplumun rasyonel araçlarla ilerlediğini ve bireylerinin hayatı
rasyonalite çerçevesinde yaĢadığını savunmaktadır. Ancak politikada rasyonel bireylerin
dahi anlam veremediği, umutsuzluğa kapıldığı zamanların olabildiğini ve rasyonel
bireylerin rasyonel olmayan yorumlara ve inanıĢlara yönelebildiğini de göz ardı
etmemektedir. Derin kriz zamanları olarak tanımladığı, rasyonel bireyin aciz düĢtüğü bu
umutsuzluk durumlarında siyasî mitlerin bir kurtuluĢ aracı olarak kullanıldığını
istemeyerek de olsa kabul etmektedir. Bu konuda Batı‟yı (özellikle de, kendisine göre
felsefenin kalbi olan ve medeniyetlerin en üstünü olan Batı Avrupa‟yı 85) bir çözüm önerisi
bulmaya
davet
etmekte,
yeni
kurallar
sistemlerinin
geliĢtirimesi
gerektiğini
düĢünmektedir.86 Ancak Cassirer‟in kendisi de eleĢtirdiği bu duruma bir çözüm önerisi
sunamamaktadır. Siyasî mitlerin modern toplumlarda olmaması gerektiğini savunmasına
rağmen bir Ģekilde varlığını kabul etmek zorunda kalan Cassirer, rasyonel bireyleri
83
Cassirer, 1946, 295-296.
Cassirer, a.g.e., 279.
85
Cassirer kitabının genelinde Batı Medeniyeti‟nin üstünlüğüne değinmekte, diğer medeniyetlerle ve
geçmiĢle kıyaslandığında “bizim bilimimiz, edebiyatımız, sanatımız ve dinimiz geçmiĢe nazaran en üstün
seviyededir” demektedir. Bakınız: Cassirer, 1946, 297. Bu üstünlük ve mükemmeliyetçilik fikri o kadar
yoğundur ki, eleĢtirdiği ve yerden yere vurduğu “siyasî mitlerin” hâlâ Batı Medeniyeti‟nde var olmasını
kabullenememektedir. Bu anlayıĢını kitabının birçok yerinde görmek mümkündür.
86
Cassirer, a.g.e., 292.
84
33
umutsuzluk durumlarından kurtaracak bir alternatif geliĢtirmek ve bir çözüm bulmak
yerine siyasî mitin pejoratif bir perspektifle ne olduğunu tanımlamaya çalıĢmakla
yetinmektedir.
Cassirer Aydınlanma çağının etkisiyle mitleri ilkel toplumlara mahsus bir tür
geriletici unsur olarak tanımlarken, Georges Sorel “ġiddet Üzerine” (The Reflections on
Violence)87 eserinde genel olarak siyasî mitleri dinî inançlardan ve hayat tarzlarından ayırt
ederek, onların modern toplumlarda da var olduğunu ve modern toplumlarda ilerletici bir
fonksiyon üstlendiğini ya da üstlenebileceğini savunmaktadır.88 Sorel de siyasî mitleri bir
araç olarak yorumlamaktadır, ancak farklı amaçları olan bir araç. Sorel meĢhur eserinde
genel olarak Ģu soruya yanıt aramaktadır: Ġnsanlar nasıl oluyor da çok az ya da hiçbir
kazanım elde edemeyeceklerini bildikleri halde hayatlarını riske atabiliyorlar? Sorel‟e
göre cevap oldukça basit ve aĢikardır: Ġnsanlar pragmatist düĢüncelerden etkilenmezler,
ancak insanlar büyük bir mitin “itici gücü” (pouvoir moteur/motive power) ile
etkilenebilirler.89 Sorel bir araç olarak gördüğü siyasî mitin itici gücüne vurgu yapmakta ve
itici gücün tesirini Ģöyle izah etmektedir: Büyük sosyal hareketlere katılanlar bir sonraki
eylemlerini, amaçlarına uygun mücadele görüntüleri eĢliğinde sunarak insanları çeĢitli
eylemler gerçekleĢtirmeleri konusunda ikna edebilmektedir.90 Dolayısıyla Sorel insanları
bir amaç doğrultusunda yönlendirebilen, motive edebilen siyasî mitlerin itici gücünü
“faydalı” bir iĢlev olarak tanımlamaktadır. ĠĢte bu aksiyomdan hareketle Sorel Marx‟ın
proleter devrim ve sendikacı bir kavram olan genel grev söylemlerini bir çeĢit siyasî mit
olarak değerlendirmektedir. Sonuç olarak Sorel‟in anladığı ve anlamlandırdığı siyasî
mitler, Cassirer‟in anladığı haliyle, yani insanların hiçbir rasyonel izah ve çözüm
bulamadıkları derin bunalım ve kriz anlarında “çaresizlik nedeniyle” baĢvurdukları
“umutsuz araçlar” değil, tam aksine insanların rasyonel bir çözüm arayıĢı sonucunda
87
Georges Sorel‟in “ġiddet Üzerine” isimli eseri 1908 yılında basılmıĢ olup, sendikacılık üzerine farklı
zamanlarda yazmıĢ olduğu makalelerinin bir derlemesidir. Kitapta siyasî mit teorisi dönemin tipik bir
fenomeni olan bir mücadeleye dayandırılmaktadır: Proletaryan mücadele. Sorel kitabındaki makalelerinde
kolektif psikolojiden kaynaklanan “kolektif mit” kavramını, sosyolojik alt yapısı olan “Ģiddet” kavramını ve
bu iki kavramla iliĢki kurduğu “genel grev” kavramını tartıĢmaktadır. Kitap 1990 yılında Türkçe‟ye de
çevrilmiĢtir. Bakınız: Sorel, G. (1990). Şiddet Üzerine Düşünceler. (Çev. A. Hazaryan). Ankara: Epos
Yayınları. (Eserin orijinali 1908‟de yayımlandı).
Eser ilk olarak Réflexions sur la Violence orijinal ismiyle 1906 yılında makaleler halinde yayınlanmıĢ,
ardından 1908‟de kitap olarak basılmıĢtır. Frankofonlar dıĢında eser daha ziyade 1914‟de yapılan Ġngilizce
çevirisiyle incelenmiĢ ve tartıĢılmıĢtır. Bunu Sorel‟den bahseden ve Sorel‟e atıf yapan eserlerin genelinde
görmek mümkündür. Bu nedenle Fransızca orijinal ismi yerine eser Ġngilizce ismiyle tanınmaktadır.
88
Sorel, 1925, 22-25.
89
Sorel, a.g.e., 4, 32 ve 189.
90
Sorel, a.g.e., 22.
34
çaresizlikten uzak ve hatta umutlu bir biçimde baĢvurdukları, insanları baĢarıya ve mutlu
sona yönlendiren araçlar olmaktadır.
Rasyonaliteye verdiği aĢırı önem nedeniyle Cassirer siyasî mit analizini ilkel-modern
toplum kıyaslaması üzerinden yapmaktadır. Cassirer‟e göre modern toplumlar rasyonel
düĢünen, iradeleri doğrultusunda hayatlarını devam ettiren modern bireylerden; ilkel
toplumlar ise irade kabiliyetine sahip olmayan, bir kiĢi ya da varlığa itaat eden, kendisine
dayatılan inancı ve hayatı yaĢamakla mükellef ilkel bireylerden oluĢmaktadır. Cassirer bu
varsayımını bir aksiyom olarak kabul etmektedir. Bu aksiyomdan hareketle siyasî mitlerin
“kiĢiselleĢtirilmiĢ kolektif arzular” (the collective desire personified) olduğunu ifade
etmektedir.91 Cassirer toplumların ilkelliğini veya modernliğini takvimsel bir yorumla
yılların tarihî kronolojisine bakarak değil, rasyonel mantığın toplumda yer alıp almamasına
göre belirlemektedir. Yani Cassirer‟in ilkel toplumu denilince akla sadece tarih öncesi
dönemlerde yaĢamıĢ topluluklar gelmemeli, modern dönemde yaĢayan kimi toplumlar da
ilkel toplum olarak değerlendirilebilmelidir. Bireylerin iradeleri ve rasyonel tercihleri
yerine bir otorite, lider, diktatör ya da bir tiranın kendi varlığında kiĢiselleĢtirdiği
arzularının söz konusu olduğu ve bu arzuların toplum tarafından benimsenip kolektif hale
geldiği bütün toplumlar Cassirer‟in nazarında ilkel toplum olmaktadır ve bireyciliğin değil
de kolektif yaĢamın hâkim olduğu bu toplumlar siyasî mitler aracılığıyla yaĢamlarını
devam ettirmektedir.92 Ancak burada bir paradoks söz konusu olmaktadır. Cassirer ilkel
toplumlara atfettiği bireyselcilik reddiyesini o toplumun liderini tanımlarken göz ardı
etmektedir. Nihayetinde ilkel toplumun kabul ettiği ve kolektif hale getirdiği
“kiĢiselleĢtirilmiĢ kolektif arzular” bir lidere aittir, yani bir bireyin kendi arzularıdır.
Demek ki Cassirer‟in ilkel toplum tanımını Ģu Ģekilde değiĢtirmek gerekmektedir: Ġlkel
toplumlarda bireysel değil kolektif arzular söz konusudur; ancak toplumun liderinin
arzuları hariç tutulmak kaydıyla. Bu tanımlama çabası Cassirer‟in analizindeki sorunlardan
yalnızca bir tanesidir.
Cassirer ısrarla ilkel toplumlara mâl ettiği siyasî mitleri gerçekle bağları olmayan
hurafeler olarak değerlendirmekte iken; Sorel‟e göre siyasî mit, asla gelecek hakkında
kehanette bulunan bir astrolojik almanak olarak değerlendirilmemeli, aksine Ģimdiki
91
92
Cassirer, 1946, 280.
Cassirer, a.g.e., 281.
35
zaman üzerinde etki oluĢturacak araçlar olarak değerlendirilmelidir.93 Dolayısıyla Sorel‟in
bakıĢ açısından mitlerin rasyonel olmayan hurafe yığınları veya bir düzmece olmadıkları
rahatlıkla savunulabilmektedir. Ancak Cassirer mitin içeriğiyle alakalı “gerçek dıĢıgerçek” tartıĢmasında kendisine yardımcı olacağını düĢündüğü bazı tekniklerden de
bahsetmektedir: Kelimelerin sihirli/cezbedici kullanımı, ritüellerin kullanımı, kehanete
baĢvurma gibi. Cassirer‟e göre dilin iki değiĢik kullanımı vardır. Bunlardan birincisi,
objektif bir durumu anlatmak için kullanılan semantik kullanım, diğeri ise belirli etkiler
oluĢturan veya oluĢturmayı amaçlayan sihirli/cezbedici (magical) kullanım. 94 Semantik
kullanımda noksanlıklar olmasa bile, ilkel toplumlarda cezbedici kelimeler büyük etkiler
oluĢturabilmektedir. Bu tip toplumlarda cezbedici kelimeler kullananlar, bir olayın gerçek
suretini değil, gerçeği değiĢtirerek insanlar üzerinde etki oluĢturacak farklı yönlerini, hatta
hiç var olmamıĢ yönlerini anlatmaktadır.95 Bu cezbetme o kadar etkili olmaktadır ki,
Cassirer hiçbir doğa olayının ve insan yaĢamının hiçbir anının mitsel bir yoruma tâbi
tutulmamasının mümkün olmadığına inanmaktadır.96 Ancak Cassirer yaĢadığı yirminci
yüzyılda cezbedici sözlerin ustaca kullanılmasının istenen etkiyi yapması için yeni
ritüellerle desteklenmesi gerektiğini de belirtmektedir.97 Ona göre siyasî liderler bu amaçla
oldukça baĢarılı yöntemler geliĢtirmiĢlerdir. Her siyasî eylemin kendine özgü bir töreni,
ritüeli vardır ve bu törenler ilkel toplumlarda rastlanılanlar kadar düzenli ve katı
olmaktadır. Ġlkel toplumlarda olduğu gibi buyrulmuĢ/zaruri tutulmuĢ törenlerden bir
tanesinin dahi gerçekleĢtirilmemesi, dert ve ölüm anlamına gelmekte, liderin ve devletin
ihtiĢamına karĢı iĢlenmiĢ bir suç haline gelmektedir.98
Yine Cassirer analizini desteklemek adına mitsel bilinç ve bilimsel bilinç ayrımı da
yapmaktadır. Ġki bilinç formu arasındaki temel fark önermenin nesnesi ve öznesi
arasındaki farkı ayırt edebilmekte yatmaktadır. Bir baĢka eseri “Sembolik Formlar
Felsefesi II: Mitik DüĢünme”de (Philosophy of Symbolic Forms II: Mythical Thought)
Cassirer bilimsel düĢüncede bilginin nesnesi ve öznesi arasında net olarak ayrım
yapılabilmesine karĢılık, mitsel düĢüncede bilginin öznesinin nesnesi tarafından
etkilendiğini, özne ile nesnenin aynı “Ģey” (alter ego) haline geldiğini belirtmekte, bu
93
Sorel, 1925, 135.
Cassirer, 1946, 282.
95
Cassirer, a.g.e., 283.
96
Cassirer, E. (1997). İnsan Üstüne Bir Deneme. (Çev. Necla Arat). Ġstanbul: Yapı Kredi Yayınları. (Eserin
orijinali 1944‟de yayımlandı), 95.
97
Cassirer, 1946, 284.
98
Cassirer, a.g.e., 284.
94
36
haliyle mitlerin cezbedici hale geldiklerini savunmaktadır.99 Bir diğer fark ise mite konu
olan olayın gerçekleĢtiği zamana/âna iliĢkindir. Mitsel bilinç yalnızca Ģimdiki zamana yani
âna bakar ve aktarır. Bilimsel bilinç gibi olayı öncesi ve sonrasıyla birlikte bir bütün olarak
ele almaz, yani âna öncesinden ve sonrasından bakmaz.100 Burada Cassirer‟in Aydınlanma
felsefesinden etkilenerek yapmıĢ olduğu mitsel bilinç ve bilimsel bilinç ayrımı da mitlerin
modern siyastteki fonksiyonunu açıklamada yetersiz kalmaktadır. Çünkü Cassirer
Aydınlanma
felsefesinin
modernite
kavramının
etkisiyle
mitleri
bir
“gerileme
aracı/geriletici form” olarak, bilimsel önermeler karĢısında olumsuz bir öğe olarak
tanımlamakta, pejoratif bir anlam yüklemektedir. Buna karĢılık siyasî mitlerin siyasî
yaĢama olumlu katkılarının olduğu savunan ve ispat çabası içerisinde olan çalıĢmalar da
mevcuttur. Bu tezde de “devletlerin egemen eĢitliği” uluslararası sistemde eĢitlik, adalet ve
hakkaniyete olumlu katkıları olan/olması muhtemel bir ilke olarak faydalı bir siyasî mit
olarak değerlendirilmektedir. Cassirer her ne kadar mit analizinin açıklarını kapatmaya
çalıĢsa da, analizini iki sütun üzerine inĢa etmekte ısrarcı davranmaktadır: Siyasî mitlerin
ilkel toplumlara ait olması ve siyasî mitlerin rasyonaliteye aykırı olması.
Cassirer‟in siyasî mit analizinde yaĢadığı en büyük sıkıntı kullandığı yöntem
olmaktadır. Cassirer siyasî miti oldukça yüzeysel bir ifadeyle tanımladıktan sonra asıl
gayreti siyasî mitin ne olmadığını izah etmek için sarf etmekte, dâhil olduğu modern
toplumda siyasî mitin yerinin olmadığını belirtmekle yetinmektedir. Bu reddiyesini bir
çözüm önerisi ile kuvvetlendirememekte, buna karĢılık siyasî miti bir öteki ilan ederek
mücadele edilmesi gereken yoz, gerici, ilkel bir mefhum olarak tanımladıktan sonra,
çözüm arayıĢını Batı Avrupalı düĢünürlere havale etmektedir. Bütün bu çabalarına rağmen
modern toplumlarda kimi zaman siyasî mitlere baĢvurulduğunu istemeyerek de olsa kabul
etmekle birlikte, bunu bir türlü anlamlandıramamaktadır. Bu açığını gidermek maksadıyla
sözün kullanım biçimi ve mitsel-bilimsel bilinç ayrımı gibi ekstra açıklamalar yapmaya
çalıĢmıĢ olsa da analizi günümüz gerçeklerine uymamaktadır. Bu yönüyle her ne kadar
Cassirer siyasî mit teorisyenleri arasında önemli isimlerden birisi olsa da, siyasî mitle
alakalı analizleri bir teoriden çok bir durum değerlendirmesi olmaktadır. Ancak bu durum
değerlendirmesi taĢıdığı bütün pejoratif içeriğe rağmen siyasî mit teorisine önemli bir katkı
sunmakta, Cassirer‟in analizindeki boĢluklar üzerine yapılan tartıĢmalar, daha makul ve
99
Cassirer, E. (2005). Sembolik Formlar Felsefesi II: Mitik Düşünme. (Çev. Milay Köktürk). Ankara: Hece
Yayınları. (Eserin orijinali 1925‟de yayımlandı), 75-76.
100
Cassirer, 1946, 65.
37
hatta daha doğru bir siyasî mit tanımının yapılabilmesi için uygun bir tartıĢma zemini
oluĢturmaktadır.
Sorel Cassirer‟in “negatif siyasî mit” anlayıĢına karĢılık pozitif nosyonlarla yüklü bir
siyasî mit analizi yapmaktadır. ġöyle ki, Cassirer‟in aksine Sorel siyasî mitlerin modern
siyasî yaĢamda geriletici değil “ilerletici, geliĢtirici” etkilerinin olduğunu savunmaktadır.
Ancak Sorel‟in mit anlayıĢında da kusurlar mevcuttur. Sorel aslına bakılırsa bir siyasî mit
teorisi geliĢtirmek gayreti içinde olmamıĢtır. Ancak siyasî hayatına yön verdiğini
düĢündüğü “proleter devrim”i daha anlamlı kılabilmek adına “gerçeğe” yakın bir analiz
yapmaya çalıĢmakta, bu amaçla siyasî mit yorumunu kullanmakta, siyasî mit analizlerine
önemli bir katkı sağlamaktadır. ġöyle ki, Sorel siyasî mitlerin Heredot gölgesinde
yorumlanmasına son vermekte, mitlerin gerçek dıĢı, hurafe söylemler olmadığını ve
toplumları yanlıĢ yönlendiren geriletici yoz unsurlar olmadığını savunmakta, aksine
rasyonel ve toplumun ilerlemesini sağlayan, toplumun menfaatine sonuçlar doğurabilen bir
motivasyon aracı olabileceğini ifade etmektedir. Sorel siyasî mitlerin yalnızca dünyanın
yapısını anlamaya çalıĢan hipotezler olmayıp, aynı zamanda mitlerin eylem yönünün de
olduğunu ifade etmektedir.101
Siyasî mit yorumları bakımından iki zıt kutbu temsil eden Sorel ve Cassirer‟in
analizleri yirminci yüzyıl ve sonrasında yapılan siyasî mit tartıĢmalarının fikrî zeminini
oluĢturmaktadır. Buraya kadar yapılan tartıĢmalar sonucunda siyasî mitlerin mahiyeti ve
iĢlevleri altı önerme halinde Ģu Ģekilde özetlenebilmektedir:
Siyasî mitler sıradan anlatımlar olmayıp, belirli amaçları, işlevleri ve toplumlar
üzerinde tesirleri olan, birer kurtuluş reçetesidirler. Mitler olayların dramatik anlatım
biçimidir. Bir kahramanı, baĢrol oyuncusu, baĢlangıcında, ortasında ve sonunda nedensonuç bağlantısı olan bir kurgusu vardır. Bazı mitler hiçbir Ģekilde var olmamıĢ, hatta var
olması mümkün olmayan konuları içerebilmektedir, ancak bu mitlerden daha fazlası,
özellikle de siyasî mitler, gerçekte var olmuĢ insanlar, yaĢanmıĢ olaylar ve gerçek
mekanlar ihtiva etmektedir. Bu mitlerdeki kavramlar, insanlar ve olayların gerçekleĢme
biçimleri tartıĢılabilir olsa da, asla birer kurgu/fiksiyon değildirler. Ancak siyasî mitler
sıradan hikayeler, basit anlatımlar, kıssalar da değillerdir. Belirli amaçları, iĢlevleri ve
101
Bottici, C., Challand, B. (2006). Rethinking political myth: The clash of civilizations as a self-fulfilling
prophecy. European Journal of Social Theory, 9(3), 329.
38
etkileri olan önemli anlatım yöntemleridir. Bottici siyasî mitleri sıradan anlatımlardan
ayıran üç temel ayırt edici özellikten bahsetmektedir: Siyasî mitler “anlamayı sağlayan”
anlatımlardır; bir grup tarafından paylaĢılıp defalarca kullanılır, yani “her an faal haldedir”;
bir grubun siyasî tutumlarını etkiler, yani “yönlendiricidir”.102 Bottici siyasî mitlere
atfettiği “anlamayı sağlama” özelliğinin esnek olduğunu, siyasî mitin bir olayı ya da
mefhumu kiĢiden kiĢiye ve hatta aynı bireye zaman içerisinde farklı Ģeklilerde
anlamlandırabildiğinden bahsetmektedir.103 Bottici‟nin yorumunda siyasî mitleri sıradan
anlatımlardan ayıran ikinci özellik Blumenberg tarafından “mitin iĢleyiĢi” (work on myth)
olarak tanımlanmaktadır. Blumenberg kitabının genelinde mitin bir kiĢinin tek taraflı bir
anlatımı olmayıp, karĢılıklı bir iliĢki halinde aktarıldığını ve yaĢatıldığını, dolayısıyla her
an faal olduğunu izah etmektedir.104 Bottici‟nin siyasî mitin yönlendirici olduğu iddiasını
da Campbell “mitin gücü” (the power of myth) Ģeklinde tanımlamaktadır. Campbell‟e göre
siyasî mitin en önemli özelliği bir grubun siyasî tercihlerinde ve tutumlarında belirleyici
olmasıdır.105 Bu özelliği ile siyasî mit insanların dünya görüĢlerini Ģekillendirmektedir.106
Zorlayıcı ve baskıcı yöntemler siyasî yaĢamda her an kullanılabilen yöntemler olup,
genellikle bir Ģeyleri yasaklamak ve dayatmak amaçlarıyla uygulanmaktadır. Ancak
Cassirer modern dönem siyasî mitlerinin bir farkla bu yöntemlerden ayrıldığını
düĢünmektedir. Ona göre yirminci yüzyılın modern siyasî mitleri belirli eylemleri
yasaklamak veya dayatmak ile değil, doğrudan özneye yönelerek, insanları değiĢtirmeyi
amaçlamaktadır. Böylece insanların eylemlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi daha
mümkün olmaktadır.107 Böylesi durumlarda mitler bir “kurtuluĢ reçetesi” sunarlar.
Cassirer modern siyasetçileri ilkel toplumlardaki sihirbazlara ve kahinlere
benzetmektedir. Ancak
bir farkla,
yeni
sihirbazlar/kahinler
yalnızca kelimeleri
büyüleyici/cezbettirici yöntemlerle kullanmamakta, aynı zamanda bütün dertlerin devası
olan bir kurtuluĢ reçetesiymiĢçesine sunmaktadırlar. Modern siyasetçi yani kahin yalnızca
her Ģeyin çaresini bulan değil, aynı zamanda Tanrıların isteklerini açıklayıp geleceği görüp
102
Bottici, 2007, 180-182; Bottici, Challand, 2006, 320.
Bottici, 2007, 124.
104
Blumenberg, H. (1990). Work on Myth. (2. Baskı). (Çev. R.M.Wallace). Cambridge: MIT Press. (Eserin
orijinali 1979‟da yayımlandı), özellikle 149-298 sayfaları arası. Kitabın ikinci bölümünü oluĢturan bu sayfa
aralığında Blumenberg mitlerin iĢleyiĢinin kuramsal boyutunu ele almaktadır. Kitabın üçüncü, dördüncü ve
beĢinci bölümlerinde ise bu kuramsal bilgiler örneklerle izah edilmektedir.
105
Campbell, J. (1988). The Power of Myth. New York: Doubleday. Özellikle kitabın birinci, ikinci ve
sekizinci baĢlıkları.
106
Bottici, Challand, 2006, 321.
107
Cassirer, 1946, 286.
103
39
bilen kiĢi de olmaktadır.108 Burada Cassirer modern ve ilkel toplumlar arasında Ģu
benzerliği ortaya koymaktadır:
“ġüphesiz artık ilkel türden falcılığımız yok, kader aracılığıyla gelecekten haber
vermiyoruz… Ama bilimsel ve felsefî olduğunu iddia eden geleceği haber
vermekte kullanılan nice yöntemler geliĢtirmiĢ bulunmaktayız. Ancak her ne kadar
yöntemlerimiz değiĢmiĢ olursa olsun, asıl önemli husus kesinlikle ortadan
kalkmamıĢtır. Modern siyasetçiler büyük kitleleri harekete geçirme konusunda
tahayyülün gücünün fiziksel gücün çok üzerinde olduğunu bilmektedirler… Siyasetçi
Ģimdi bir nevi kamusal kahin haline gelmekte ve kehanet yeni bir yönetme/idare etme
tekniği haline gelmektedir. Yerine getirilmesi çok zor, hatta imkansız sözler
verilmekte, milenyum (Cassirer Devlet Miti kitabının muhtelif yerlerinde “milenyum”
ifadesini müjdeleyici yeni bir dönem anlamında kullanmaktadır) tekrar ve tekrar
109
önceden müjdelenmektedir”.
Cassirer‟in ilkel toplumlarda kahinlere biçtiği rolü modern toplumlarda siyasetçilere
atfetmesi siyasî mitleri ilkel toplumlara ait görme ısrarına tezat oluĢturuyor olsa da,
yukarıda alıntı yapılan paragrafta önemli bir husus söz konusu olmaktadır. Siyasî mitler
toplumları belirli konularda harekete geçirmede ve onlara bir takım çözüm önerileri
sunmada kullanılan önemli bir siyasî araçtır. Zaten siyasî mit topluma çözüm önerileri
sunabildiği ölçüde toplum tarafından kabul edilecektir.
Siyasî mitler belirli bir amaç doğrultusunda oluşturulan sunî/yapay “bilinç
formudur”. Öncelikle tespit edilmesi gereken husus, siyasî mit teorisinin bakıĢ açısından
asıl problemin mitin bir “bilinç formu” olarak mı yoksa bir “yaĢam biçimi” olarak mı
analiz edileceğidir. Bu karmaĢıklık mitin, dinî inanıĢ ve eylemlerin, çeĢitli ritüellerin
birbirleriyle karıĢtırılmasına yol açmaktadır. Asıl olan, mit, din ve ritüelin birbirlerinden
farklı Ģeyler olduğudur. Öncelikle mit bir nevi dinî inanç değildir. Dindar insanlar
tebliğlerin mutlak doğru olduğuna inanırlar ve bundan etkilenirler, ancak mitler için
insanlar aynı tepkiyi, itikadı göstermezler, göstermeyebilirler. Ayrıca mitsel yapılar her
zaman rasyonel argümanlarla anlaĢılamazlar ve rasyonel argümanlar bu amaçla
kullanılmaya çalıĢılmamalıdır. Siyasî mitler bilimsel ürünler değildir ki rasyonel
108
109
Cassirer, a.g.e., 286.
Cassirer, a.g.e., 289.
40
sınamaları yapılabilsin. Oysaki Cassirer‟in modern mitler eleĢtirisi tam olarak tersini
göstermektedir. Her ne kadar Cassirer siyasî miti “kiĢiselleĢtirilmiĢ kolektif arzu” olarak
tanımlasa da ve her ne kadar Cassirer‟e göre mitler ilkel bilinç formlarına ait yapılar olsa
da, siyasî mitler kendiliğinden oluĢmamaktadır. Siyasî mitler oldukça yapay unsurlar olup,
becerikli ve zeki kiĢiler/otoriteler tarafından oluĢturulmaktadırlar. Aslına bakılırsa bunu
Cassirer de bilmektedir, çünkü modern dönem siyasî düĢüncede mitlerin var olmasını bir
türlü açıklayamamaktadır. Bu nedenle Cassirer anlam veremediği bu durumu, “içinde
bulunduğumuz
yeniçağ,
kendi
mit
tekniklerini
geliĢtirmektedir”110
sözleriyle
anlamlandırmaya çalıĢmaktadır.
Siyasî mitler ilkel toplumlara atfedilen ritüellerden farklı olup, geçmişten bugüne ve
geleceğe birer aktarım aracıdırlar. Mit ve ritüel kesin olarak farklı Ģeylerdir. Her eylem
türü ritüel değildir. Sadece belirli bir zümre tarafından gerçekleĢtirilen, tekrarlanarak
yapılan belirli eylemler ritüel olabilmektedir. Her ne kadar siyasî mitler ve siyasî ritüeller
iç içe geçmiĢ gibi görünse de, toplumda farklı sonuçlar doğurmaktadırlar. ġöyle ki, siyasî
ritüeller etkili olabilmeleri için değiĢikliğe uğramazlar, değiĢmezler; buna karĢılık siyasî
mitler çevredeki değiĢimlere bağlı olarak, yeni ihtiyaçlar ve deneyimlere göre yeniden
gözden geçirilmeye, müzakere edilmeye açık olmalıdırlar ve öyle olmaktadırlar. 111 Bu
sayede geçmiĢ ile gelecek arasında köprü oluĢturabilmektedirler. Siyasî mitler bir
toplumun belirli bir dönemde sahip olduğu kolektif hafıza ve geleneklerinin
ritüelleĢtirilmiĢ formu olup, geçmiĢ, bugün ve gelecek arasındaki sınırları ortadan kaldıran
bir iĢleve sahiptir. Mitler sayesinde geçmiĢ geleceğin sosyal gerçekliğinin önemli bir
bileĢeni olmaktadır, çünkü siyasî mitler bir toplumun geçmiĢ kutsal sembollerini bildirir ve
geçmiĢin bu siyasî anlamlarını/araçlarını geleceğe aktarmaktadır.
Siyasî mitlerin en önemli yapı taşı insandır. İnsanlar tarafından kabul gördüğü
ölçüde meşru, meşru olduğu ölçüde de işlevsel olabilmektedir. Siyasî mitler için insan hem
“kaynak”, hem “ileten”, hem de “hedef”tir. Siyasî mitleri oluĢturan, var eden insandır.
Amaçlarını belirleyen, ona anlamlar yükleyen, dilini belirleyen insan olduğu gibi, aktaran
da insandır ve nihayetinde siyasî mitin yönlendirildiği ve yönlendirdiği hedef de insandır.
Dolayısıyla siyasî mit her yönüyle insan odaklıdır. Bu nedenle siyasî mitlerin varlıklarını
devam ettirebilmeleri insan fıtratına ne ölçüde uygun oldukları ile yakından alakalı
110
111
Cassirer, 1946, 282.
Bottici, 2007, 158.
41
olmaktadır. Siyasî mit aracılığıyla geçmiĢten aktarılan önemli imajlar, otoritelerin
meĢruiyetlerinin kaynaklarını güçlendirmektedir. Burada aktarılan olay ve olayın pozitif
sonuçları önemli bir meĢruiyet kaynağı olmaktadır.112 MeĢruiyeti sağlama rolünde en
önemli etken ise siyasî mitin kahramanı ile toplum arasında karizmaya dayalı bir bağ
oluĢturmasıdır. Karizma siyasî mitlerin kabulü ve devamının sağlanmasında toplum
nezdinde siyasî aktörün önemini ve meĢruiyetini sağlamaktadır. Dolayısıyla mitin en
önemli yapı taĢı karizmatik özelliğe sahip olabilen “insan”dır. Ayrıca siyasî mitlerin
temelinde “sefa ve cefa”, “kazanma ve kaybetme” gibi temel insani mücadele dürtüleri yer
almaktadır. Dolayısıyla insanların bitmek bilmeyen eğilimleri mitleri beslemektedir. Bu da
mitler açısından insanın önemini ortaya koymaktadır. Ġnsanlar inandığı ölçüde siyasî mitler
varolabilmektedir.
Siyasî mit belirli bir grubun hegemonyasını, bir ülkenin egemenliğini,
egemen
eĢitliğini ve toprak bütünlüğünü iddia edebilmektedir. Burada da yine mitin ikna
fonksiyonu ve ardından meĢruiyeti ön plana çıkmaktadır. Ayrıca mitin kendisine inananlar
tarafından rızaya bağlı olarak kabulü de önemli olmaktadır ki egemen eĢitlik ilkesi
uluslararası toplum tarafından kabul edildiği, inanıldığı ölçüde varlığını devam
ettirebilmektedir. Mitin değeri siyasî davranıĢların mantık ötesi/bilinç dıĢı öğelerini
güçlendirdiği ve mobilize ettiği ölçüde değerlendirilebilmektedir. Bu da mitlerin kabul
edilebilirliğinin göstergesi olmaktadır. Ġnsanın geçmiĢe yönelik fıtrî bir saygısı yoksa eski
mitler dolaĢımda yer alamaz, tekrarlanamaz.113 Dolayısıyla mitler tek baĢlarına anlamlara
sahip olmayıp, onları anlatan kiĢilerin o mitlere verdiği değer nispetinde bir anlama sahip
olabilmektedirler ve ancak bu Ģekilde söylem hayatlarını devam ettirebilmektedirler.
Mitlerin toplum tarafından kabulünü mitleri kurgulayan politika yapıcıların inandırıcılığı
etkilemektedir. Cassirer‟in yorumunda bahsettiği, mitlerin siyasetçilerin toplumu
yönlendirmek amacıyla kullandıkları araçlardan birisi olduğu iddiası doğru ve önemli bir
tespittir. Ancak bu tezde Cassirer‟den farklı olarak siyasî mitlerin yok edilmesi gereken
yoz Ģeyler olduğu düĢünülmemektedir. Ayrıca siyaset yapıcıların her zaman kötü bireyler
olduklarını ve insanları kandırdıklarını düĢünmek de pek ahlaki olmamaktadır. Siyasetçiler
tarafından oluĢturulan siyasî mitler elbette ki insanları yönlendirmek amacıyla
kurgulanmaktadırlar. Ancak bu yönlendirme pekala toplum yararına olabilmektedir. Bu
112
113
Cuthbertson, 1975, 156.
Müller, F.M. (1992). Comparative Mythology: An Essay. Abram S. Palmer (ed.). London: Routledge, 17.
42
bağlamda egemen eĢitlik ilkesi uluslararası toplumu devletlerarası iliĢkilerin daha ahlaki ve
eĢit statülerde gerçekleĢebileceğine inandırdığı ve bu yönde davranmaya yönlendirdiği,
motive ettiği ölçüde faydalı ve uluslararası sistemin lehine bir siyasî mit olacaktır.
Siyasî mitlerin varlıklarını devam ettirebilmeleri için “itici güçlere” ihtiyaçları
vardır ve aynı zamanda siyasî mitlerin bizatihi kendileri insanların sosyal, kültürel,
ekonomik ve siyasî hayatlarında itici güç rolü üstlenebilmektedir. Cassirer‟in modern
toplumlardaki bireyselciliğine ve kolektif yaĢamın sadece ilkel toplumlara has olduğu
inancına
karĢılık,
Sorel
modern
toplumlarda
da
kolektif
yaĢam
emarelerine
rastlanılabileceğini, siyasî mitlerin toplumu bir bütün olarak itici güç iĢlevini kullanarak
motive ettiğini (Aron‟daki “siyasî iyimserlik”) ifade etmektedir. Burada kolektif bir
yönlendirilme söz konusu olmaktadır. Tıpkı uluslararası toplumun devletlerin egemen
eĢitliği ilkesini kabul etmesinde büyük güçler tarafından BM aracılığıyla yönlendirilmeleri
gibi. Egemen eĢitlik ilkesi evrensel düzlemde uluslararası toplumda eĢitlik fikrinin
yerleĢebileceğini iddia ettiği ölçüde taraftar kazanacak ve inandırıcı olacaktır. Bu
inandırıcılık söz konusu ilkenin pozitif yönlerinin farkına varılmasına, eleĢtirilmesine ve
taraftar kazanmasına neden olacaktır, olabilir. BM ġartı‟nda yer alıyor olması da egemen
eĢitlik ilkesi açısından önemli bir itici güç olmaktadır.
Siyasî mitler yeni bir siyasî rejim ya da sistem kurmayı amaçlayabileceği gibi,
mevcut statünün devamını sağlama (status quo) amacını da güdebilir. Burada siyasî mit
kurmaya çalıĢtığı ya da devamını sağlamak istediği sisteme ya da yapıya mantıklı, kabul
edilebilir bir içerik kazandırmayı amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda bireyleri ya da
uluslararası aktörleri söz konusu sistem ya da yapı etrafında bir araya getirmekte,
bütünleĢtirmekte114 ve böylece bir topluluk ve rejim inĢa etmektedir.115
Yukarıda altı madde halinde anlatılan iĢlevleri sonrasında siyasî mitin tanımı Ģu
Ģekilde yapılabilmektedir: Siyasî mit hedef kitleyi (insanlar, kurumlar, devletler vb.)
mevcut bir sistemi devam ettirmek ya da değiĢtirmek amacıyla yönlendiren veya bir olay
ya da olgu hakkında ikna edebilen, hedefi ikna edebildiği ölçüde meĢruiyetini sağlayan,
sadece fikri düzeyde kalmayıp kitleleri itici bir güç dâhilinde motive ederek hareket ettiren
ve kendisi de sürekli faal olan, gerçekle bağları olan dramatik anlatımlardır. Bu
114
115
Lacoue-Labarthe, P., Nancy, J.L. (1990). The nazi myth. Critical Inquiry, 16(2), 296.
Eliade, 1963, 6.
43
anlatımların siyasî mit olarak kabul edilmelerinde en önemli özellik ise, mit olarak
değerlendirilen kavram, olay ya da olgunun kavramsal boyutu (teori) ile pratiğe
aktarımının (gerçek) tam olarak örtüĢmemesi olmaktadır.
2.2. Egemenlik: Tanımlanmaktan Ziyade TartıĢılan Kavram
Devletlerin egemen eĢitliği ilkesi egemenliğin bir tezahürüdür. Egemenlik bahsinde
genel kabul devletlerin iç iĢlerinde otoriter, dıĢ iĢlerinde ise bağımsız ve dolayısıyla diğer
devletlerle egemenlik ve bağımsızlık bağlamında eĢit oldukları yönündedir. Bu genel kabul
klasik, Westphalian ve mutlak egemenlik olarak tanımlanmaktadır ve mutlak egemenlik
mutlak eĢitliği içermektedir. Mutlak eĢitlik ise fizikî, askerî, ekonomik, demografik vs.
birçok parametre bağlamında eĢit olmayan devletlerin yer aldığı bir uluslararası sistemde
gerçekleĢmesi mümkün olmayan bir iddia olmaktadır. Dolayısıyla egemen eĢitliği
anlayabilmek için mutlak egemenlik ortodoksisinin doğru tahlil edilmesi ve hangi
yönleriyle
uluslararası
politikada
uygulanamaz
olduğunun
ortaya
koyulması
gerekmektedir. Devamında ise egemen eĢitlik ilkesini doğru yorumlayabilmek için
egemenlik kavramını yeniden ele almak, uluslararası politikada uygulanabilir bir tanımını
yapmak gerekmektedir. Böylece egemen eĢitlik ilkesinin Uluslararası ĠliĢkiler ve
uluslararası hukuk baplamında doğru bir Ģekilde analiz edilmesi mümkün olacaktır.
Uluslararası ĠliĢkiler‟de sisteme iliĢkin hâkim görüĢ sistemin “devlet merkezli”
olduğudur. Bu genel kabule göre Westphalia ile baĢlayan bu sistemin temel aktörü ulusdevlettir. Westphalian ortodokside bu aktör ülkesel (territorial) sınırları içerisinde mutlak
egemen olup, iç iĢlerine hiçbir dıĢ gücün karıĢmasına müsaade etmemektedir, dolayısıyla
bağımsızdır. Ayrıca diğer devletlerle iliĢkilerini eĢitlik ilkesi zemininde gerçekleĢtirdiği
için de egemen eĢittir. Ancak 1960‟lı yıllarda artan etkisiyle küreselleĢme süreci ulusdevletin mahiyetinde önemli değiĢikliklere neden olmuĢtur. Ulus-devletin kendi halkının
ekonomik ve sosyal taleplerini karĢılamakta zorlandığı116, zaman içerisinde teknolojik ve
iktisadî alanlarda yaĢanan geliĢmelerle ulus-devletin mahiyetinin ve geleceğinin
sorgulandığı bir süreç baĢlamıĢ, özellikle 1990‟lı yıllara gelindiğinde bu süreç zirve
noktasına ulaĢmıĢtır.
116
Mitrany, D. (1943). A Working Peace System: An Argument for the Functional Development of
International Organization. London: Oxford University Press, 95.
44
KüreselleĢme kapitalizm, demokrasi, insan hakları, uluslararası iĢbirliği, hükümetdıĢı
örgütler, kolektif güvenlik ve uluslararası veya uluslarüstü siyasî ve ekonomik örgütler ile
uluslararası mahkemeler gibi ilkeleri, süreçleri ve yapıları da beraberinde getirmiĢtir.
Bütün bu hususlar devletlerin iç-dıĢ politika ayrımını ve dolayısıyla ulus-devletin ülkesel
egemenlik kabiliyetini zayıflatmıĢtır. Devletin sınırlarını kontrol etmesi zorlaĢmıĢ, ülke içi
ve dıĢı ayrımı ortadan kalkmıĢ, otarĢik ve otonom olma iddiaları anlamını yitirmiĢ,
uluslararası iĢbirliği ve uluslararası yükümlülükler iç iĢlerine müdahaleyi mümkün kılmıĢ
ve meĢrulaĢtırmıĢ, bazı devletler diğer bazılarına göre “daha eĢit” hale gelmiĢtir.
Dolayısıyla kürselleĢmenin ulus-devlet üzerinde önemli bir “dönüĢtürücü” etkisi söz
konusu olduğu açıktır. Ulus-devlet varlığını devam ettiriyor olsa da, Westphalian
mahiyetini kaybetmiĢtir. Dolayısıyla Westphalian egemenliğin sürekliliği konusunda
ısrarcı olmak da anlamını yitirmektedir.
KüreselleĢme ulus-devletin mahiyetini değiĢtirdiği gibi, ulus-devleti var eden, kurucu
unsurlarına (insan topluğu, ülke, otorite)117 “can veren” egemenliğin de epistemolojik ve
ontolojik dönüĢümüne neden olmuĢtur, olmaya devam etmektedir. Ancak egemenliğin
“bölünebilirliğinin ve paylaĢılabilirliğinin” tartıĢıldığı, Westphalian egemenliğin anlamını
yitirdiğinin dile getirildiği günümüzde hâlâ “Westphalian egemenlik” anlayıĢı tartıĢmaların
merkezi olmaktadır. Mevcut uluslararası sistemi eleĢtirenlerin çözüm arayıĢlarında ısrarla
sistemin miladı olarak kabul edilen Westphalia AntlaĢmalarını (1648) kullanmaları,
Wesphalia‟yı güçlü bir mit yapmaktadır. Hatta artık geçersiz kıldıkları Westphalia‟yı bir
“hayalete” dönüĢtürmektedir.118
117
Amerika Kıtası‟ndaki yirmi devlet tarafından 26 Aralık 1933‟de imzalanan Montevideo SözleĢmesi‟nde
devletin hukukî bir Ģahsiyet kabul edilebilmesi için dördüncü bir unsur olarak “baĢka devletlerle iliĢkiye
girme kapasitesi”nden de bahsedilmektedir (md. 1). Ġnternet: Convention on Rights and Duties of States
(Inter-American), 26 Aralık 1933, http://avalon.law.yale.edu/20th_century/intam03.asp adresinden 14 ġubat
2014‟de alınmıĢtır.

ÇalıĢmanın bu kısmından itibaren yalnızca “Westphalia” ifadesi kullanılacaktır.
118
Hayalet metaforunda ġaban H. ÇalıĢ‟ın “Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler” isimli çalıĢmasından
esinlenilmiĢtir. ÇalıĢ eserinde Jacques Derrida‟nın “Marx‟ın Hayaletleri” (Specters of Marx) isimli eserinde
Marx‟ı ve Marksizmi hayalet metaforunu kullanarak anlatmasından ilhamla, Osmanlı Ġmparatorluğu‟na
yönelik Türkiye Cumhuriyeti‟nin bir kesiminde var olan inkarcı ve olumsuz tutuma rağmen Osmanlı‟nın eski
hinterlandında hâlâ belleklerde yaĢadığını, Turgut Özal‟ın CumhurbaĢkanlığı döneminde Balkanlar
coğrafyasında yürütülen Türk dıĢ politikası ve bu politikaya yönelik bölge halkının olumlu refleksinin bunun
en güzel örneği olduğunu belirtmektedir. Her ne kadar “Osmanlı” belleklerden silinmeye çalıĢılsa da
Osmanlı‟nın gerek belleklerde gerekse eski hinterlandında varlığını bir “hayalet” misali devam ettirdiğini
savunmaktadır. Bakınız: ÇalıĢ, ġ.H. (2001). Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler: Neo-Osmanlılık, Özal ve
Balkanlar. Konya: Çizgi Kitabevi.
45
“Hayaletler bizimledir, çünkü ne tam ölüp ait oldukları yere gitmiĢlerdir, ne de
tam diri olup cesametle karĢımıza dikilirler. Arasat‟ta bir yerde ama hep bizimledirler
veya en azından her an bizi ziyaret edebilirler. Bizim peĢimizi bırakmaları için onlarla
yaĢamayı öğrenmek gerek; fakat bu her Ģeyden önce geride kalanların, buradan
göçenlere iliĢkin takındıkları tavra bağlıdır.”119
Westphalia her ne kadar eleĢtiriliyor olsa da eleĢtirenler tarafından defni
yapılmamaktadır. Bu teze göre bu davranıĢ bilinçli bir tercihtir. Çünkü Westphalia ile
iliĢkilendirilen egemen eĢitlik, ülkesel devlet, sistemin anarĢik yapısı gibi “devlet
merkezli” kavramlar mevcut uluslararası sistemin yapıtaĢlarıdır ve sistemin devamı
açısından varlıkları elzemdir. Çünkü henüz “devlet merkezli” sistemin bir alternatifi
geliĢtirilebilmiĢ değildir.120 Ayrıca böylesi bir paradigma değiĢimine milat olarak
Westphalia‟dan daha uygun bir baĢka tarih de pek mevcut değildir. BM‟nin kurulması dahi
Westphalia‟ya atfedilen muhteva ile kıyaslanamamaktadır. Bu nedenle Westphalian mitin
varlığı ısrarla devam ettirilmektedir.
Günümüzde devam eden egemenlik tartıĢmalarının nedeni sadece Westphalian
egemenlik üzerine yapılan tartıĢmalar olmamaktadır. Egemenlik kavramının muğlaklığı ve
sübjektifliği de önemli olmaktadır. Bu muğlaklık ise kavramın muhtevasından
kaynaklanmaktadır. Tanımlayanın ideolojik duruĢu ve siyasî beklentilerine, tanımlandığı
zamana ve mekana göre anlam kazanan egemenlik kavramı birçok ön ek ile kullanılmakta,
böylece kavrama farklı anlamlar yüklenmektedir. Egemenlik mutlak, bölünmez, kati gücü
tanımlarken “klasik/Westphalian”; bir devletin münhasır yetki alanını tanımlarken “iç”;
devletin uluslararası politikada sahip olduğu bağımsızlığını ve eĢitliğini vurgularken “dıĢ”
ön eklerini almaktadır. Ayrıca egemenlik; devlet sınırlarının harita üzerindeki çizgilerden
daha fazla bir anlam ifade etmediği küreselleĢme sürecinde, devletlerin sınır aĢan
hareketliliğini (transaction) denetleme yeteneğini ifade ederken “karĢılıklı bağımlı”;
devletlerin uluslararası sistemdeki konumlarını hukukî bazda tanımlarken “uluslararası
hukukî”; devletlerin bir üst otoritenin varlığını kabul ettikleri entegrasyon giriĢimlerinde
ise “topluluk veya paylaĢılabilir” vb. ön eklerle kullanılmaktadır. Bu öne ekleri çoğaltmak
mümkündür. Bu kullanım farklılıkları, kavramın ne denli esnek olduğunu göstermektedir.
119
ÇalıĢ, a.g.e., 25. Ġtalik vurgular ÇalıĢ‟a aittir.
Devlet merkezli sistemin vazgeçilmezliğini, Uluslararası ĠliĢikler disiplinine hâkim olan güçlü devletçi
mantığı teferruatlı bir biçimde ele alan faydalı bir çalıĢma için bakınız: Özlük, E. (2012). Uluslararası
İlişkilerde Devlet: Tanım, Teori ve Devlet İstisnacılığı. Konya: Çizgi Kitabevi.
120
46
Dolayısıyla ulus-devletin küreselleĢme ile mahiyetinin sorgulandığı ve muhtevasının
değiĢtiği bir zaman akıĢında egemenlik kavramı da değiĢkenliğini sürdürecektir. Bu
nedenle zaman-aĢan, genel geçer değiĢmez (yani eskimeyen) bir egemenlik tanımı yapmak
oldukça zor olmaktadır.
Egemenliği tanımlamada yaĢanan bu zorluğa rağmen ana hatlarıyla uzlaĢılabilir bir
tanım yapmak aslında mümkündür. Zorluğun nedeni on altıncı yüzyıl gereksinimleriyle
oluĢturulan mutlak egemenlik tanımının hâlâ “bağımsız değiĢken” olarak kabul edilmesi ve
egemenliğin mahiyetinde yaĢanan değiĢimlerin “bağımlı değiĢken” olarak mutlak
egemenliğe
göre
tanımlanmasından
ve
analiz
edilmeye
çalıĢılmasından
kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu zorluğu aĢmak için bağımsız değiĢkenin (mutlak
egemenlik) değiĢtirilmesi gerekmektedir, ki bu tezde bağımsız değiĢken olarak
“egemenliğin özü” önerilmektedir.
Egemenlik devletin temel yapı taĢları olan “insan topluluğu, ülke ve otorite”yi
anlamlı kılan ve var eden “can” ya da “ruh” olarak algılanabilirse “zaman içerisinde
değiĢmez” bir anlam kazandığı görülebilir. Bu üç unsuru birleĢtiren ve hayat veren bir
“ruh” olarak egemenlik, kullanımda oldukça yalın olsa da felsefî düĢüncede ve
uygulamada ebedî ve evrensel bir anlam kazanmaktadır. Teze göre kavram ebedî olduğu
gibi ezelîdir de. Egemenlik farklı isimlerle de olsa ilk insandan günümüze değin var olan
bir kavramdır. Bu yönüyle bu tezde egemenliğin bir özünün, ruhunun olduğu
savunulmaktadır. Bu öz ya da ruh farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde ve farklı
zamanlarda farklı kavramlarla tanımlanmakta olsa da aynı “Ģeyi” ifade etmektedir: üstün
olma, emredici olma, kural koyma, nihai kararı verme, itaat edilme gibi. Bütün bu anlamlar
bir öteki ile anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla egemenlik ötekiye göre tanımlanmakta ve
geçerli olmakta, hâkimiyet kurulacak bir öteki ile anlam kazanmaktadır.
Bu tezdeki hâkim görüĢe göre klasik egemenlik üzerine devam eden tartıĢmaların
sona ermesi gerekmektedir, çünkü günümüzde klasik egemenliğin gerçekleĢme ihtimali
neredeyse imkansız görünmektedir. Bu nedenle tartıĢma “sonucu olmayan” bir uğraĢtan
daha fazlası olmamaktadır. Ayrıca bu tartıĢmada ciddi bir sorun olarak “odaklanamama”
söz konusudur. TartıĢılan egemenlik midir, yoksa egemenliğin “ne tür bir egemenlik”
olduğu mudur? Egemenliğin türü ve mahiyetini tartıĢırken, egemenliği mutlak ve
47
bölünmez olarak yorumlamak yerine, yani “varlık ve yokluk” veya “siyah ve beyaz”
ayrımı ve arayıĢı yerine, devlet egemenliğinin “gri” olduğunu görmek gerekmektedir, yani
her halükarda devletin egemen olduğu gerçeğini. Aranması ve sorgulanması gereken ise
devletin egemenliğinin ne kadar gri olduğudur, yani gri‟nin tonudur, devletin egemenliğini
ne ölçüde paylaĢtığıdır. Devlet egemenliğinin rengi hiçbir zaman siyah olamaz (klasik
egemenlik), beyaz olması ise devletin egemenliğini yitirmesi anlamına gelmektedir, ki o
vakit ortada devlet kalmamaktadır. Diğer taraftan egemenliğin varlığının ve yokluğunun
tartıĢılması halinde ise cevap Ģu Ģekilde olmaktadır: Eğer bir “devlet” varsa o muhakkak
egemendir ve egemen olup olmadığı sorgulanamaz. Aksi halde, egemen olup olmadığını
sorgulamak devletin varlığını sorgulamak anlamına gelmektedir ki, küreselleĢme
neticesinde
egemenliğin
bulundurulduğunda
mahiyetinde
“Westphalian
meydana
egemenlik”
gelen
ısrarı
değiĢiklikler
yanlıĢ
göz
önünde
olmaktadır.
Devlet,
egemenliğini pekala baĢka otoritelerle paylaĢabilmekte, kimi egemenlik yetkilerini
devredebilmekte veya egemenliğinin kısmen ve belirli bir süreliğine ihlalini dahi kabul
edebilmektedir. Bütün bu devirlere, paylaĢımlara ve ihlallere rağmen devletler varlıklarını
devam ettirmektedirler.
Ezcümle, yukarıda kısaca ifade edilen ve teze hâkim olan anlayıĢ doğrultusunda
egemenliğin tanımını Ģu Ģekilde yapmak mümkündür: Egemenlik devlet aygıtının gerek iç
gerekse dıĢ politika alanında otoritesini hangi ölçüde gerçekleĢtirdiğini ifade etmektedir. Ġç
ve dıĢ politikada devletin egemenliğinin mutlak olmadığı aĢikâr olup, iç ve dıĢ politika
sahasındaki egemenlikler kıyaslandığında devletin iç politikadaki belirleyiciliğinin dıĢ
politikaya nazaran daha otoriter olduğu da muhakkaktır. Diğer taraftan, egemenlik
zamandan ve mekandan müstakildir ve bu nedenle tarihin belirli dönemlerinde olduğu gibi
farklı egemenlik tanımlamaları “aramak” yanlıĢtır. Egemenlik “üstünlüktür”. Ancak bu
üstünlük mutlak ve kusursuz olmayıp, “otorite” olarak düĢünülmelidir. Egemenliğin
paylaĢılması, kısmi devri, esnemesi gibi realitelere rağmen bir devletten bahsediliyorsa,
hangi açıdan bakılırsa bakılsın, o devlet “egemendir”.
Yukarıdaki tanım, klasik egemenlik doktrininin tartıĢılan kısımlarının irdelenmesi ve
egemenliğin makul bir tanımının yapılabilmesi için göz önünde bulundurulması gereken
“temel” ilkelerin belirlenmesi sonrasında yapılabilmiĢtir. Bu nedenle öncelikle klasik
egemenlik doktrininin mahiyetinin anlaĢılması, ardından egemenliğin tanımlanmasında
48
kullanılacak temel ilkelerin belirlenmesi gerekmektedir. Bu sayede “egemen eĢitlik”
ilkesinin hem kaynağı hem de sonucu olan egemenlik kavramı doğru argümanlarla
anlaĢılmıĢ olacaktır.
2.2.1. Hâkim egemenlik anlayıĢı
Egemenlikle alakalı çalıĢmaların neredeyse tamamının ilk cümlesinde genellikle
egemenliğin çok tartıĢmalı ve üzerinde mutabakata varılamayan bir kavram olduğu ifade
edilmektedir. Uluslararası ĠliĢkiler‟in kurucu ve temel unsuru olan egemenliğin121
literatürde genellikle Ġngilizce karĢılığı olan “sovereignty” kelimesi kullanılmaktadır.
“Sovereignty” kelimesinin kökeni eski Roma döneminde kullanılan “üstün” anlamına
gelen “super” ve bu kelimenin sonraki kullanımı olan “superanus” kelimesinden
türeyen122, Tanrı‟dan baĢka hiçbir Ģeye hesap vermeyen en üstün kural koyucu anlamına
gelen Fransızca “souverain” kelimesidir.123 Fransızca “souverain” kelimesinin Ġngilizce
“sovereignty”ye dönüĢümü uzun bir süreç içerisinde gerçekleĢmiĢtir. Kelime on üçüncü ve
on dördüncü yüzyıllar arasında “sovereyn”, “soverign”, “soveraynte”, “sovereignete” gibi
farklı kullanımlarla “sovereignty” haline dönüĢmüĢtür.124 Bu tanım zaman içerisinde klasik
egemenlik olarak kabul edilmiĢtir.
Egemenlik tartıĢmaları devletin gücünün ve yetkisinin diğer baĢka unsurlarca
sınandığı zamanlarda baĢlamıĢtır. Eski Yunan döneminde devlet egemenliği tartıĢmalarına
rastlanılmıyor oluĢu, bir de iktidarın kaynağının sorgulanmıyor oluĢu, o dönemlerde siyasî
unsur (polis/devlet) ile diğer unsurlar (dini zümre gibi) arasında yetki karmaĢasının veya
mücadelesinin olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle devletin gücünün mahiyeti
anlaĢılmamıĢ, tartıĢılmamıĢ, devletin gücünün kaynağı sorgulanmamıĢtır. Orta Çağ‟da ise
devletin formu ve yetkileri Kilise, Roma Ġmparatorluğu ve feodalite arasında bir
mücadeleye sebep olmuĢ ve egemenlik sorgulanmaya baĢlanmıĢtır. Ancak bu sorgulama
sadece Kıta Avrupası‟nda olmamıĢtır.
121
Bartelson, J. (1996). A Genealogy of Sovereignty. Cambridge: Cambridge University Press, 23.
Kleffens, N. van. (1953). Sovereignty in international law: Five lectures. RCADI, Vol. 82, 9.
123
Fowler, M.R., Bunck, J.M. (1995). Law, Power and the Sovereign State: The Evolution and Application of
the Concept of Sovereignty. Philadelphia: Pennsylvania State Universty Press, 4; Kleffens, 1953, 11.
124
Bacık, G. (2007). Modern Uluslararası Sistem: Köken, Genişleme, Nedensellik. Ġstanbul: Kaknüs, 85-86.
122
49
Modern egemenliğin tanımının 1576‟da Jean Bodin tarafından yapıldığı kabul
edilmektedir. “Batımerkezli” bakıĢ açısının bir sonucu olan bu değerlendirme Doğu‟daki
fikrî geliĢmeleri göz ardı etmektedir. Oysaki klasik egemenliğin ilk nüvelerini Bodin‟den
de önce, Ġslâm dünyasında baĢını Ġbn Haldun‟un çektiği bazı düĢünürlerce yazılan devlet
bahsine iliĢkin çalıĢmalarda görmek mümkündür.
Ġslâm‟ın devlet felsefesinde hâkimiyet yalnızca Allah‟a aittir. Halifeler, yani devlet
baĢkanları
da
Allah
tarafından
bu
hâkimiyetin
insanlara
yansıması
için
görevlendirilmiĢlerdir. MeĢhur düĢünürlerden Nizamülmülk (1018-1092) egemen unsuru
“sultan” ve “padiĢah” olarak tanımlamakta, sultanın Allah tarafından belirlendiğini Ģu
Ģekilde anlatmaktadır: “Allah her asır ve zamanda halkın içinden birisini seçerek onu
padiĢahlık sanatıyla övülmüĢ ve süslenmiĢ kılmıĢ, dünyanın iĢlerinden ve kulların
huzurundan onu sorumlu tutmuĢtur.”125 Bu sultan devletin iç iĢlerinden, diğer devletlerle
iliĢkilerden, ordunun düzeninden, halkın huzurundan mutlak sorumlu olmakta ve
“denetleyicilik” vazifesini yerine getirmektedir. Sultan Allah‟ın emirlerine riayet edilip
edilmediğini denetlemektedir.
ġeyzerî (on ikinci yüzyıl) de egemenliği devletin temel unsuru olarak kabul
etmektedir. Machiavelli‟den üç asır önce devlet baĢkanında bulunması ve bulunmaması
gereken
nitelikleri
“antropomorfik”
bir
anlatırken126,
yaklaĢımla,
o
da
devleti
birçok
siyaset
insana
bilimcinin
benzeterek
yaptığı
gibi
incelemektedir127:
“Devlet…bedene oranla baĢ gibidir. Nasıl ki baĢ olmaksızın beden yaĢayamazsa, bu temel
olmadan da bir devlet yaĢayamaz…Adı geçen temel, devlet baĢkanıdır”.128 ġeyzerî egemen
gücün (devlet baĢkanı) devleti yönettiğini ve devletin bu egemen güç olmaksızın varlığını
devam ettiremeyeceğini, devletin (egemenliğin diğer bir sureti) ise ülkesel bütünlüğün
(bedenin) devamı için elzem olduğunu ifade etmektedir. ġeyzerî‟de egemenlik ve devlet
125
Nizamülmülk. (2013). , Siyasetnâme (Siyeru’l-mülûk). (5. Baskı). (Çev. Nurettin Bayburtlugil). Ġstanbul:
Dergâh Yayınları. (Eserin orijinali 1098-1111 yılları arasında yayımlandı), 25.

Nizamülmülk Siyasetnâme‟de Sultanın görevlerini ve yetkilerini 51 fasılda teferruatlı bir biçimde ele
almaktadır. Bu fasılların çoğunda Sultanın veziri, kadıyı, emniyet reisini, orduyu, vergi memurunu, saray
çalıĢanlarını, saray eĢrafını, elçileri, teknik ihtiyaçları, hazineyi, halkı ve hatta köleleri hangi kurallara göre,
hangi amaçlarla ve nasıl denetlediğini açıklamaktadır.
126
ġeyzerî. (2003). Devlet Başkanının Nitelikleri. (Çev. Osman Arpaçukur). Ġstanbul: Ġlke Yayıncılık. (Eserin
orijinali on ikinci yüzyılda yayımlandı), 52-148.
127
Hatta insan bedeninin besin, yağ, kan, ilik ve kemik gibi temel yapıtaĢlarına ihtiyacı olduğu gibi devletin
de bakanlar, halk, güç ve otorite, savunma araçları gibi temel yapıtaĢlarının olduğunu ifade etmektedir.
Bakınız: ġeyzerî, a.g.e., 29, 31-51.
128
ġeyzerî, a.g.e., 29.
50
mutlakıyetçi yönetimlerdeki gibi adeta bütünleĢmektedir. Bu bütünleĢmeyi ġeyzerî Ģu
Ģekilde ifade etmektedir: “Devlet baĢkanı görevini gereğince yerine getirmezse beden
yapısının bütünlüğü bozulur ve ruh o bedeni terk eder”.129
Ġbn Teymiye ise (1236-1328) egemen unsuru “vali” ve “emîr” olarak
tanımlamaktadır. “Halk Allah‟ın kulları, valiler ise Allah‟ın kulları için seçtiği
naipleridir”130 diyerek, egemenliğin kaynağının Allah olduğunu ifade etmekte, bu kaynak
nedeniyle halkın valinin üstünlüğünü kabul ettiğini belirtmektedir. Zaten valiyi bir sürü
çobanı misali, insanların çobanı olarak adlandırmaktadır.131 Ancak valinin bu üstünlüğünü
yani egemenliğini devam ettirebilmesi için ehil ve mevcutların en iyisi olması gerektiğini,
kuvvet ve emanet niteliklerini birlikte barındırması gerektiğini de belirtmektedir.132
Nizamülmülk‟den Ġbn Teymiye‟ye uzanan egemenlik felsefesi Ġbn Haldun tarafından
daha analitik bir bakıĢ açısıyla ele alınmaktadır. Ġbn Haldun (1332-1406) “Mukaddime”
isimli eserinde egemeni “hâkim, hükümdar, vâzi, mâlik, melik”, egemenliği ise “mülk,
hâkimiyet” kelimeleriyle ifade etmektedir. Ġbn Haldun‟da mutlak egemenlik anlayıĢı
hâkimdir. Bir kavmi ya da milleti (asabiye) oluĢturan fertleri birbirlerine karĢı koruyacak,
yani düzeni kuracak bir caydırıcı gücün (vâzi) varlığını elzem gören Ġbn Haldun “bu
vâzi‟in diğer insanlar üzerinde bir galebesi sultası, kahir eli ve üstün bir hâkimiyeti
bulunacaktır…Hükümdarın (mülkün ve üstün otoritenin) manası iĢte budur”133 demektedir.
Yani Ġbn Haldun‟un tasavvurunda egemenin kendi halkı üzerinde mutlak otorite kuması
Ģarttır. Ġbn Haldun bu öncelikli Ģarta ilaveten egemende olması gereken özellikleri de
belirtmektedir: “Mülk-i hakiki (gerçek anlamda devlet veya egemen unsur), sadece
raiyyeyi istibdadı altına alan (halkını kontrolü altında tutan), mal ve vergi toplayan, elçiler
gönderen, hudutları koruyan ve gücünün üstünde kahir bir güç bulunmayan (kendisinden
üstün bir otoriteye bağlı olmayan) asabiyete (millete) mahsustur”.134 Görüldüğü üzere Ġbn
Haldun‟un egemenlik kıstasları oldukça nettir ve açıkça “mutlak egemenliği”
savunmaktadır. Çünkü yukarıdaki alıntının devamında “…(yukarıda bahsi geçen)
129
ġeyzerî, a.g.e., 30.
Ġbn Teymiye. (1999). Siyaset (es-Siyaset’üş-Şeriyye). (2. Baskı). (Çev. Vecdi Akyüz), Ġstanbul: Dergâh
Yayınları. (Eserin orijinali 1306‟da –bulunan en eski nüshası- yayımlandı), 37.
131
Ġbn Teymiye, a.g.e., 36.
132
Ġbn Teymiye, a.g.e., 33-40.
133
Ġbn Haldun. (2004). Mukaddime: Cilt I. (3. Baskı). Süleyman Uludağ (ed.). Ġstanbul: Dergâh Yayınları.
(Eserin orijinali 1375‟de yayımlandı), 215. Parantez içi açıklamalar orijinal metinde mevcut değildir.
134
Ġbn Haldun, a.g.e., 417. Parantez içi açıklamalar orijinal metinde mevcut değildir.
130
51
hususlardan bir kısmını yapma gücüne sahip olamayanın hükümdarlığı eksiktir”
demektedir.135 Ayrıca bu tezde alıntı yapılan Mukaddime eserinin Türkçe çevirisini yapan
Süleyman Uludağ hazırlamıĢ olduğu giriĢ kısmında, Ġbn Haldun‟un eserinde genel olarak
kabul ettiği ve egemen unsurun önemli özellikleri olarak, egemenin her türlü denetlemeden
(murakabe) ve yaptırımdan (müeyyide) istisna tutulduğunu ve dolayısıyla sorumsuz
olduğunu belirtmektedir.136 Sonuç itibariyle Ġbn Haldun‟un egemenlik yorumunun
mahiyetini Ģu Ģekilde özetlemek mümkündür: Egemen unsur: 1. Ġç politikada halkı
üzerinde tam bir otoriteye sahiptir; 2. Vergi toplamak suretiyle mali ve iktisadî anlamda
tam bağımsızdır; 3. Elçi gönderme suretiyle diğer devletlerle iliĢkiler geliĢtirmekte, onlar
tarafından tanınmakta ve dolayısıyla uluslararası meĢruiyetini sağlamakta ve tam bağımsız
olmaktadır; 4. Sınırlarını koruması bağlamında toprak bütünlüğünü sağlamakta ve
kendisinden üstün herhangi bir otoriteye bağlı olmamakta, dolayısıyla siyasî anlamda da
tam bağımsız olmaktadır.
Ġbn Haldun egemeni sınırları içerisinde tam otoriter, ülkesel bütünlüğünü sağlamıĢ,
diğer ülkelerle iliĢkilerinde de tam bağımsız bir güç olarak tanımlamaktadır, tıpkı Bodin‟in
kurguladığı “mutlak egemenlik” kavramı gibi. Ġbn Haldun‟un egemenlik yorumu
Bodin‟den iki asır önce ve çok uzak bir coğrafyada ve kendisinden üç asır öncesine kadar
uzanan bilgi birikiminin bir sonucu olarak oluĢmaktadır. Buradan hareketle egemenlik
kavramının
nüvesinin
zamana
ve
mekana
bağlı
olmaksızın
aynı
olduğu
söylenebilmektedir.
Bu nüveyi Jean Bodin‟de (1530-1596) de görmek mümkündür. Bodin “Devletin Altı
Kitabı” (Six Books of the Commonwealth) eserinde on altıncı yüzyılın siyasî Ģartlarına
uygun olarak egemenliği bir devletin sınırları içerisindeki mutlak ve sürekli güç olarak
tanımlamaktadır.137 Bodin egemenliği tanımlarken yaĢadığı tarihi ve coğrafyayı göz
önünde bulundurarak, Fransa Kralı‟nı içeride feodal beylere karĢı, dıĢarıda ise Papa ve
Kutsal Roma Ġmparatoru‟na karĢı güçlü kılmayı amaçlayan bir egemenlik tanımı yapmıĢtır.
Fransa Kralı‟nın bekasından yana olan Bodin için egemenlik bu nedenle mutlak, tek ve
135
Ġbn Haldun, a.g.e., 417. Parantez içi açıklama orijinal metinde mevcut değildir.
Uludağ, S. (2004). GiriĢ: Ġbn Haldun ve Mukaddime. Ġbn Haldun. Mukaddime, 109.
137
Bodin, J. (1955). Six Books of the Commonwealth. Tooley, M.J. (ed.). Oxford: Alden Press, 24. Ayrıca
bakınız: Bodin, J. (2004). On Sovereignty. (7. Baskı). Franklin, J.H. (ed.). Cambridge: Cambridge University
Press, 1.
136
52
bölünmezdir.138 Ne var ki Bodin egemenin ilahî hukuk, tabiî hukuk ve ülkenin temel
kanunlarına bağlı olduğunu da belirtmektedir.139 Bodin eserinin birinci kitap onuncu
bölümünde egemenin alametleri olarak da Ģunları sıralamaktadır: Yasama gücü, savaĢ ilanı
ve barıĢ yapma gücü, devlet kurumlarını kurma gücü, yargılama gücü, affetme gücü, vergi
koyma gücü ve para basma gücü.140 Bodin‟e göre bu alametler evrende tek bir Tanrı‟nın,
gökyüzünde tek bir güneĢin var olması gibi insanların da tek bir otoriteye bağlı olmaları
gerektiğini göstermektedir.141 Bodin yapmıĢ olduğu egemenlik analizi ile devletin Kilise,
Kutsal Roma Ġmparatoru ve feodal beylerle olan mücadelesini kesin bir biçimde tanımakta,
devlete ayırt edici vasıflar kazandırmaktadır.142
Thomas Hobbes (1588-1679) da Bodin‟in egemen güce atfettiği mutlak ve tek olma
özelliklerini benimsemektedir.143 Ancak Bodin‟in egemen gücü sınırlayan “ilahî ve tabiî
hukuk ile ülkenin temel kanunları” gibi kısıtlamaları kabul etmemekte, egemen unsuru
bütün kısıtlamalardan hariç tutmaktadır.144 Hobbes “Leviathan” isimli eserinde insanların
bütün yetkilerini bir kiĢiye ya da bir meclise devretmeleri ile oluĢacak yapıyı
Commonwealth, Civitas, Leviathan olarak tanımlamaktadır.145 Hobbes iki tür dünyevi
devletten bahsetmektedir. Birincisi olan “kazanılmıĢ devlet”te (Commonwealth by
acquisition) egemen gücün zorlama, tehdit, baskı, savaĢ gibi “doğal kuvvetler” kullanması
ile egemenliği elde etmesi söz konusu olmaktadır. Ġkincisi “sözleĢmeyle kurulmuĢ
devlet”te (Commonwealth by institution) ise egemen gücün tebaayı ikna etmesi, tebaanın
rızasını alması ile egemenliği meĢru bir biçimde tesisi söz konusudur.146 Ġkincisini tercih
eden Hobbes‟e göre insanların barıĢ içerisinde yaĢaması için ölümsüz Tanrı tarafından
“ölümlü Tanrı” yani Leviathan yaratılmıĢtır.147 Hobbes egemen gücü “ölümlü Tanrıya”
benzetmektedir. Ölümlüdür, çünkü insanların kendi rızalarıyla ve bir sözleĢmeyle
iradelerini teslim ettikleri egemen gücü temsil eden kiĢi ya da yapı ölebilmekte ya da
ortadan kalkabilmektedir; diğer taraftan Tanrıdır, çünkü bu egemen yapı hiçbir kurallar
138
Bodin, 2004, 1-4.
Bodin, a.g.e., 34.
140
Bodin, 1955, 40-50.
141
Bodin, a.g.e., 207.
142
Lütem, Ġ. (1956). Devletler Hukuku Dersleri I: Mahiyet, Gelişme, Kaynaklar, Şahıslar. Ankara:
Balkanoğlu Matbaacılık, 103.
143
Hobbes, T. (1998). The Leviathan: Or the Matter, Form & Power of a Common-wealth Ecclesiasticall
and Civill. Gaskin, J.C.A. (ed.). Oxford: Oxford University Press, 138.
144
Hobbes, a.g.e., 116.
145
Hobbes, a.g.e., 7 ve 114.
146
Hobbes, a.g.e., 114-115.
147
Hobbes, a.g.e., 114.
139
53
manzumesiyle sınırlı olmamakta ve kendisine mutlak itaat edilmektedir. Bu egemen gücün
emirleri mutlak olup, egemenliği bölünmez ve eylemlerinden dolayı cezalandırılamaz.148
Kanun yapma, değiĢtirme ve kaldırma ehliyetine sahip tek güç, “egemen” olmaktadır. 149
Hobbes‟e göre kanunun yegane kaynağı egemendir, yani kanun sadece egemen olanın
emridir.150 Hukukî pozitivizm olarak da tanımlanan “kanunun egemenin buyruğu olduğu”
iddiası da göstermektedir ki, Hobbes ile egemenlik en mutlak tanımına ulaĢmaktadır.
Bodin‟in ve Hobbes‟in tanımladığı egemenlik zamanla “klasik egemenlik” anlayıĢını
oluĢturmuĢtur. Bu egemenlik anlayıĢına göre egemenlik en üstün otorite olmaktadır151 ve
hiçbir dünyevi otoriteye de bağlı olmamaktadır.152 Vattel de aynı düĢüncede olup herhangi
bir dıĢ güce bağlı olmayan egemen devletler üstünde hiçbir güç ve otorite olmadığını
savunmaktadır.153 Bodin ve Hobbes‟in tesiri ile klasik egemenlik itiraz edilemez,
bölünemez, paylaĢılamaz, azaltılamaz ve sınırlandırılamaz (Bodin‟de bazı sınırlamalar
mevcut) bir otorite olarak tanımlanmaktadır.154 Bodin ve Hobbes gibi Hegel‟e göre de
devletler diğer devletlerle iliĢkilerinde bağımsız olup, (mutlak) egemen güç, yani devlet,
yeryüzündeki mutlak güçtür155 ve hatta Tanrı‟nın yeryüzündeki yürüyüĢüdür.156
Klasik egemenliğin göstergesi sınırları belirlenmiĢ bir toprak parçası olup, bu sınırlar
içinde mutlak egemenlik, dıĢında ise anarĢi söz konusu olmaktadır.157 Klasik egemenlikte
iç-dıĢ ayrımı devletlerin sınırları bağlamında ülkesel bir tanımlamadır.158 Egemenlik bir
148
Eserin 18. bölümünün genelinde egemen gücün haklarından bahsedilmektedir. Bakınız: Hobbes, a.g.e.,
115-122.
149
Hobbes, a.g.e., 259.
150
Hobbes, a.g.e., 191.
151
Hinsley, F.H. (1986). Sovereignty. (2. Baskı). Cambridge: Cambridge University Press, 36; Wheaton, H.
(1916). Wheaton’s Elements of International Law. (5. Ġngilizce Baskı). Coleman Phillipson (ed.). London:
Stevens and Sons Limited, 34.
152
Jennigs, R., Watts, A. (eds.). (1993). Oppenheim’s International Law - Vol. I: Introduction and Part I. (3.
Baskı). London: Longman, 122; Gross, L. (1948). The peace of westphalia, 1648-1948. American Journal of
the International Law, 42(1), 20; Gross, L. (1993).Essays on International Law and Organization: Cilt 1.
Ferry, D. (ed.). London: Martinus Nijhoff Publishers, 3.
153
Vattel, E. de (2008). The Law of Nations: Or, Principles of the Law of Nature Applied to the Conduct and
Affairs of Nations and Sovereigns. (eds. B. Kapossy, R. Whatmore). Indianapolis: Liberty Fund. (eserin
orijinali 1758‟de yayınlanmıĢtır), 83.
154
Zick, T. (2005). Are the states sovereign?. Washington University Law Quarterly, 83, 240; Hinsley, 1986,
26.
155
Hegel, G.W.F. (2003). Elements of the Philosophy of Rights. (8. Baskı). Allen W.Wood (ed.). (Çev. H.B.
Nisbet). Cambridge: Cambridge University Press. (Eserin orijinali 1821‟de yayımlandı), 367.
156
Hegel, a.g.e., 279.
157
Walker, R.B. (1993). Inside/Outside: International Relations as Political Theory. Cambridge: Cambridge
University Press, 170-171.
158
Yalvaç, F. (2005). Devlet. Atila Eralp (ed.). Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar.
Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 20-22.
54
ülkesel alanda bir aktör ya da grubun mutlak otoritesidir.159 Sadece ülkesel alanın
içerisinde değil, dıĢında da üstün ve bağımsız olmaktır.160 Bu yönüyle egemenlik
bağımsızlık ve eĢitliği de içinde barındırmaktadır.161 Devletin egemen olması, onun
bağımsız olması ve herhangi bir devlete bağımlı olmaması anlamına gelmektedir. Ancak
egemenlik kavramı bağımsızlık kavramı ile aynıymıĢ gibi, ikame olarak kullanılmamalıdır.
Birincisi hukukî bir kavram iken, ikincisi hukukî olmayıp daha ziyade hissi (emotive) bir
kavramdır.162 EĢitlik kavramı ile de eĢdeğer değildir.
Klasik egemenliğin en önemli yazılı kaynaklarından birisi olarak kabul edilen 1791
Fransa Anayasası‟nda egemenlik “tek, bölünemez, devredilemez ve sürekli” olarak
tanımlanmaktadır.163 Bu dört ilkenin ilk üçü zamanla sınanmıĢ kavramlar olup, uluslararası
hukukta da yer alırken, dördüncüsü yani egemenliğin zamana meydan okuyan yönü
uluslararası hukukta yer almamaktadır.164 Egemenliğin “tek” olması devletlerin ulusal
hukukunda en üst ve biricik yargılama hakkına sahip olması, “bölünemez ve
devredilemez” olması devletin egemenliğini herhangi baĢka bir siyasî otorite ya da devlet
ile paylaĢmaması, “sürekli” olması ise egemenliği temsil eden yapıların değiĢmesine
rağmen egemenliğin bir ilke olarak varlığını devam ettireceği anlamlarına gelmektedir.
Egemenlik
hakkındaki
eserler
göstermektedir
ki,
klasik
egemenliğin
tanımlanmasında iki farklı yaklaĢım söz konusudur. Birincisine göre egemenlik devletin
iktidarının ya da gücünün bir niteliği olmaktadır. Bu yaklaĢıma göre devlet herhangi bir üst
otoriteye tâbi olmayıp, ülkesel alanları içerisinde mutlak egemen, ülkesel alanları dıĢında
ise tam bağımsız olmaktadır. Ġkinci bir yaklaĢıma göre ise, egemenlik devlet kudreti ile
159
Wendt, A., Friedheim, D. (1996). Hierarchy under anarchy: Informal empire and the east German state.
Biersteker, T.J., Weber, C. (eds.). State Sovereignty as Social Construct. Cambridge: Cambridge University
Press, 247; Philpott, D. (2001). Revolutions in Sovereignty: How Ideas Shaped Modern International
Relations. Princeton: Princeton University Press, 16.
160
Jackson, R. (1999). Sovereignty in world politics: A glance at the conceptual and historical landscape.
Political Studies. 47(3), 432.
161
Shaw, M.N. (2003). International Law. (5. Baskı). Cambridge: Cambridge University Press, 189.
Kleffens‟e göre de bu üç kavram arasında ciddi bir geçiĢkenlik vardır. Her ne kadar üç kavram birbirinden
farklı olsa da egemenlik eĢitlik ve bağımsızlığı da kapsayan ve hatta daha fazlası olan bir kavramdır. Bakınız:
Kleffens, 1953, 88.
162
Malanzcuk, P. (1997). Akehurst’s Modern Introduction to International Law. (7. Gözden geçirilmiĢ
baskı). London: Routledge, 17-18.
163
1791 Fransa Anayasası‟nın ilgili maddesinin Ġngilizce metni: “Sovereignty is one, indivisible, inalienable,
and imprescriptible” (3. BaĢlık, 1. madde). Bakınız: Ġnternet: French Constitution of 1791,
http://www.duke.edu/web/secmod/primarytexts/FrenchConstitution1791.pdf adresinden 12 ġubat 2013‟de
alınmıĢtır.
164
Kleffens, 1953, 85.
55
aynı
olmaktadır
ve
özellikle
Bodin‟in
ve
Hobbes‟in
egemenlik
analizlerinde
görülmektedir. Bodin‟de mutlak kral, Hobbes‟te ise Leviathan bizatihi “egemenliğin”
beden bulmuĢ halidir. Bu yaklaĢımı Fransa kralı XIV. Louis‟de görmek mümkündür. XIV.
Louis meĢhur “devlet benim” sözüyle egemenliğin bizzat kendi bedeninde vücut
bulduğunu ifade etmektedir.* Bu hususta bir sıkıntı söz konusu olmaktadır: Eğer egemen
güç kral ise, kralın ölümüyle egemenliğin yitirilmesi gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır, ki
egemenliğin sürekliliği ilkesine ters olmaktadır. Bu ikilem “kralın iki bedeni” teorisiyle
aĢılmak istenmiĢtir. Bu teoriye göre egemenlik soyut olarak devlete (siyasî beden), somut
olarak krala (doğal beden) aittir. Bu durumda ölen yalnızca kralın doğal bedenidir, ancak
kralın siyasî bedeni varlığını devam ettirmektedir.165
Buraya kadar yapılan açıklamalar göstermektedir ki klasik egemenlik mutlak, tek,
bölünmez, devredilemez, sürekli, aslî ve bağımsız olarak nitelendirilmektedir. Bu genel
kabule göre, egemen güç mutlaktır, çünkü ülkesel alanları içerisinde hukukun kaynağı
olup166, yargılama, kanun yapma, değiĢtirme, kaldırma yetkilerine sahip olmaktadır.167
Egemenin iradesi tâbi olanların iradelerinden üstün olmakta, tebaa egemenin buyruklarını
gönüllü olarak (bazen de zoraki bir biçimde) yerine getirmekte ve (çoğu zaman)
sorgulamamaktadır. Dolayısıyla egemen unsur gerçekleĢtirdiği eylemler nedeniyle
herhangi bir otoriteye hesap vermemektedir. Bir ülkede sadece “bir” egemen unsur söz
konusu olabilmektedir, dolayısıyla egemenlik tektir. Tek olması egemenliğin baĢka
birimlerle paylaĢılmaması, yani bölünmemesini de beraberinde gerektirmektedir. ġöyle ki,
“egemenlik evlilik gibidir, ya evli olunur ya da olunmaz. Yüzde 75 evli olunamayacağı
gibi yüzde 75 egemenlik de olmaz”.168 Egemenliğin devredilmemesi ise egemen otoritenin
tek olması ve bölünmemesinin bir sonucu olmaktadır. Egemenliğin devri, yani bir
otoriteden baĢka bir otoriteye aktarılması (birinci otorite açısından) egemenliğin yitirilmesi
anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda ise egemen birimden söz etme imkanı
*
Aslına bakılırsa XIV. Louis‟in “devlet benim” (L‟État, c‟est moi) dediğine dair somut bir kanıt mevcut
değildir. Aynı Ģekilde XIV. Louis‟in ölümü esnasında “ben gidiyorum, ancak devlet baki kalacaktır” (“Je
m'en vais, mais l'État demeurera toujours) dediği de iddia edilmektedir. Her ne kadar her hangi bir kanıt
mevcut olmasa da, XIV. Louis‟e mâl edilen “devlet benim” sözü yaygın bir kabul görmektedir.
165
Kantorowicz, E.H. (1997). The King’s Two Bodies: A Study in Mediaeval Political Theology. (7. Baskı).
Princeton: Princeton University Press, 13.
166
Laski, H.J. (1967). A Grammar of Politics. (5. Baskı). London: George Allen and Unwin Ltd., 21.
167
Kelsen, H. (1949). General Theory of Law and State. (Çev. Anders Wedberg). Massachusetts: Harvard
University Press. (Eserin orijinali 1945‟de yayımlandı), 190.
168
Sorensen, G. (1999). Sovereignty: Change and continuity in a fundamental institution. Political Studies,
47(3), 593.
56
kalmamaktadır. Egemenliğin sürekli olması, egemen birimi yöneten kiĢi ya da siyasî
grubun değiĢmesi ile egemenliğin mahiyetinde herhangi bir değiĢikliğin gerçekleĢmemesi,
egemenliğin yitirilmemesi anlamına gelmektedir. KiĢi veya gruplar değiĢse dahi egemen
birim yani devlet bâki kaldığı sürece “egemenlik” de devam edecektir. Egemenliğin aslî
olması ise egemenliğin baĢka bir otorite tarafından verilmemesi, egemenliğin
kendiliğinden var olması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla klasik egemenlikte devletlerin
egemenliklerini “tanınma ile kazandıkları” varsayımı kabul edilmemektedir. Bağımsız
olma ise egemenliğin dıĢsal yönüdür ve egemen birimin diğer egemen birimlerle eĢit
statüde iliĢki kurmasını ve diğer egemen birimlerin kendi iç iĢlerine karıĢmamasını ifade
etmektedir.169 Doktrinde “egemen eĢitlik” olarak geçen bu durumda170 egemen eĢit
devletler uluslararası iliĢkilerin meĢru ve temel aktörü olmaktadır.171
Klasik egemenlik “Westphalian egemenlik” olarak da tanımlanmaktadır. Özellikle
Westphalia AntlaĢmaları‟nın (Münster AntlaĢması‟na göre) 65. ve 67. maddelerinde geçen
kanun yapma, askere çağırma, savaĢ ilan etme, vergi toplama, sınırları içerisinde tam bir
yargılama yetkisine sahip olma gibi172 hak ve yetkiler Bodin‟in egemen güce atfettiği
yetkilere iĢaret etmektedir. Ayrıca 65. ve 67. maddelerle birlikte yine 64. maddesinde
geçen, siyasî birimlerin sahip oldukları hakları, imtiyazları ve kazanımları ülkesel
alanlarında özgürce yerine getirebilecekleri ve hiçbir dıĢ müdahaleye uğramayacakları
hükmü de klasik egemenliğin “iç egemenlik” tanımına dayanak olarak kabul edilmektedir.
Diğer taraftan Westphalia sonrası gerek Kutsal Roma Ġmparatorluğu‟nun zayıflamıĢ
olması, gerek Alman prensliklerinin nispeten (Westphalian ortodoksiye göre ise “tam
olarak”) birbirlerine eĢit güç ve kapasitelerde varlıklarını devam ettirmeleri nedeniyle
devletler arasındaki iliĢkiler de eĢitlik çerçevesinde gerçekleĢmiĢtir. Dolayısıyla
birbirleriyle eĢit statüde iliĢkiler gerçekleĢtiren devletler “egemen eĢit” birimler olarak
“bağımsız” idi. Bu da klasik egemenliğin “dıĢ egemenlik” tanımına dayanak olmaktadır.
169
Pharant, D. (1994). Perspectives on sovereignty in the current context: A canadian viewpoint, CanadaUnited States Law Journal. 20, 14.
170
Brownlie, I. (1990). Principles of Public International Law. (4. Baskı). Oxford: Oxford University Press,
287.
171
Philpott, D. (1999). Westphalia, authority and international society. Political Studies, 47(3), 581.
172
Ġnternet: Treaty of Westphalia, http://avalon.law.yale.edu/17th_century/westphal.asp adresinden 11 Kasım
2012‟de alınmıĢtır.
57
Kısaca, Westphalian egemenlik devletin ulusal alanda yetkin (dominium), uluslararası
alanda ise hâkim (imperium) olması anlamına gelmektedir.173
Egemenliğin iç ve dıĢ olarak ikili ayrımı klasik egemenliğin temel egemenlik
anlayıĢını göstermektedir.174 Klasik egemenlik anlayıĢı ülkesel mahiyet içermektedir, yani
egemenlik ülkesel sınırlara göre tespit edilmektedir. Devletin belirli sınırlarla çevrili bir
coğrafi alanda ve o alanda yaĢayan halk üzerindeki hükmetme yetkisi “iç egemenlik”
olarak tanımlanmakta175, devlet bir siyasî toplumdaki mutlak ve nihai otorite olmaktadır.176
Ancak Hinsley “siyasî toplum”u yani devleti özellikle vurgulamaktadır. Ona göre
egemenlik kavramı ancak bir devletin varlığı ile anlam kazanmaktadır. 177 DıĢ egemenlik
ise egemenliğin uluslararası sistem yani devletler arası iliĢkilerdeki boyutudur. DıĢ
egemenlik devletlerin verili olarak eĢit oldukları kabulü üzerine, birbirlerinin iç iĢlerine
karıĢmamaları, dıĢ iliĢkilerinde fiili bir özerkliğe sahip olmaları178 veya “bağımsız”
olmaları ve uluslararası hukukun hak ve yükümlülükleri bahsinde eĢit kazanım ve
mesuliyetleri olduklarını izah etmektedir. DıĢ egemenliğin uluslararası sisteme yansıması
“egemen eĢitlik” Ģeklinde olmaktadır.
Ġç ve dıĢ egemenlik Ģeklindeki ayrımın egemenlik analizlerinde yetersiz olduğunu
düĢünen Krasner ise dört egemenlik türünden bahsetmektedir: Westphalia ile ortaya çıkan,
sınırları belirli modern devletlerin iç politikada yegane otorite olduklarını, dıĢ otoritelerin
iç politikaya müdahale edememelerini ifade eden “Westphalian egemenlik”; devletin
belirli bir alanda ve o alanda yaĢayan halk üzerindeki nihai ve mutlak otoritesini ifade eden
“iç egemenlik”; devletlerin sınır hareketlerini denetim altında tutma becerilerini
tanımlamak için kullanılan, devletlerin daha fazla birbirleriyle temas kurmasının ve
bağımlılıklarının arttığını ifade eden “karĢılıklı bağımlı egemenlik”; devletlerin birbirlerini
karĢılıklı olarak tanımalarını, böylece uluslararası sistemde bir siyasî varlık olarak
belirmelerini ifade eden, devletlerin haklarının uluslararası hukuk tarafından güvence
173
Brownlie, 1990, 108-109.
Malanzcuk, 1997, 17.
175
Hoffman, J. (1998). Sovereignty. Buckingham: Open University Press, 16; Hoffman, J. (2007). A
Glossary of Political Theory. Edinburg: Edinburg University Press, 172.
176
Hinsley, 1986, 26.
177
Hinsley, a.g.e., 22.
178
Krasner, S.D. (2001a). Sovereignty: Organized Hypocrisy. Princeton: Princeton University Press, 23.
174
58
altına alındığını ifade eden “uluslararası hukukî egemenlik”.179 Krasner‟in tasnifindeki son
iki egemenlik türü klasik egemenlikteki “dıĢ egemenlik” yorumunu revize etmektedir.
Krasner tam bağımsızlık anlamındaki dıĢ egemenlik yerine, devletlerin küreselleĢme ile
birbirlerine daha da bağımlı hale geldiklerini ve uluslararası hukukun yönlendirmesine tâbi
olduğunu savunmaktadır.
2.2.2. Egemenlik tartıĢmalarının kapsamını belirlemek
Uluslararası ĠliĢkiler‟de egemenlikle ilgili tartıĢmalarda son yirmi yıllık dönemde
hâkim olan konu egemenliğin değiĢimi ve dönüĢümü tartıĢmasıdır. Egemenliğin değiĢimi
ve dönüĢümü tartıĢması egemenliği bir siyasî dinamik olarak ortaya çıkaran Westphalia
sisteminin öngördüğü egemenlik anlayıĢının değiĢtiği ya da değiĢmesi gerektiği varsayımı
üzerine inĢa olmaktadır. Egemenliğin değiĢiminin Uluslararası ĠliĢkiler literatüründe bu
denli yoğun tartıĢılması, egemenliğin Uluslararası ĠliĢkiler‟in temel yapı taĢlarından birisi
olmasıyla alakalıdır. Bu nedenle egemenlik kavramının mahiyetinde meydana gelebilecek
herhangi bir değiĢim uluslararası iliĢkiler sistemi için de oldukça önemli olmaktadır.
Uluslararası ĠliĢkiler‟de yaĢanan tartıĢmaların büyük çoğunluğunda görünürde
olmasa da, muhtevasında egemenlik yatmaktadır. Bu tezde analiz edilmeye çalıĢılan
“devletlerin egemen eĢitliği” ilkesi de Westphalian anlayıĢtaki dıĢ egemenliğin bir
sonucudur. Dolayısıyla egemenliği anlamak sistemde meydana gelen değiĢimleri,
devletlerin birbirlerine hangi yönleriyle eĢit olduklarını anlamayı kolaylaĢtıracaktır. Bu
nedenle tartıĢmanın kapsamının belirlenmesi gerekmektedir, hatta elzemdir. Ayrıca
egemen eĢitlik ilkesinin Westphalian perspektifle ele alınması mutlak egemenlik gibi
mutlak eĢitlik algısına yol açmaktadır. Devletler arasında hiçbir Ģekilde gerçekleĢmesi
mümkün olmayan mutlak eĢitlik sebebiyle de egemen eĢitlik ilkesi yanlıĢ ve yanıltıcı bir
zeminde tartıĢılmaktadır. Bu sebeple mutlak egemenlik yerine daha genel geçer ve zaman
aĢan bir egemen tanımı arayıĢı söz konusu olmaktadır. Böylece doğru bir zeminde ele
alınan egemen eĢitlik ilkesine iliĢkin doğru sonuçlara ulaĢma imkanı hasıl olmaktadır.
179
Krasner, a.g.e., 9-25; Krasner, S.D. (1995). Compromising Westphalia. International Security, 20(3), 118119; Krasner, S.D. (2001b). Abiding sovereignty. International Political Science Review, 22(3), 231.
59
Bu amaçla bu teze göre egemenlik tartıĢmasının kapsamını belirlemek ve klasik
egemenlik anlayıĢı yerine daha genel geçer makul bir egemenlik tanımı yapabilmek
amacıyla egemenlikle alakalı dört ana önerme söz konusu olmaktadır.
2.2.2.1. Egemenlik “özü” itibariyle süreklilik arzeder
Uluslararası ĠliĢkiler‟e hâkim genel kabullerden birisi egemenliğin modern dönemin
bir icadı olduğudur. Bu kabulde kastedilen Westphalian egemenlik ise, önermenin doğru
olduğu düĢünülebilir. Çünkü Westphalian egemenlik olarak da adlandırılan klasik
egemenlik Westphalia‟ya atıfla isimlendirilmekte ve tanımlanmaktadır. Ancak önermede
kastedilen herhangi bir ön ek ve tanımlama olmaksızın kullanılan “egemenlik” kavramının
bizatihi kendisi ise ve bu haliyle egemenliğin Westphalia öncesinde herhangi bir surette
var olmadığı iddiasını taĢıyor ise, bu iddiaya katılmak mümkün değildir. Çünkü egemenlik
her halükarda var olmuĢtur. Antikite‟den ve hatta insanın yaradılıĢından günümüze değiĢik
isimlerle egemenliğin nüvesi ya da özü ilkel toplumlardan geliĢmiĢ toplumlara kadar her
toplumda ve her tarihî dönemde var olmuĢtur. Mehmet Ali Ağaoğulları‟nın deyimiyle,
“egemenliğin monarktan halka geçiĢi isim sahipliği düzeyinde olur, yoksa merkezi egemen
gücün özüne dokunulmaz”.180
Antik Yunan düĢüncesinde Sokrates öncesi doğa felsefesinde, var olan her Ģeyin
kendisinden doğduğu ilk madde yani töz arkhe olarak tanımlanmaktadır. Arkhe ezeli ve
ebedidir, yani zaman içerisinde bir baĢlangıcı ve sonu yoktur, hep var olmuĢtur ve var
olacaktır.181 Arkhe, Aristo‟da “töz” ya da “cevher” (ousia)182, Descartes‟de “düĢünme”
(cogito), Hegel‟de “ide, ruh, tin” (geist) olarak karĢımıza çıkmaktadır. Aristo “maddi
olmayan ancak aynı zamanda gerçek olan” Ģeylerin varlığından bahsetmektedir: Tanrı,
Tanrının harekete geçirdiği cisimleri (gezegenleri) hareket ettiren varlıklar ve insanın
ölümü sonrasında dahi varlığını devam ettiren insan aklının faal unsuru.183 Her üç Ģeyin ne
bir baĢlangıcı ne de bir sonu mevcuttur. Varlığına inandığı ancak maddi olarak
tanımlayamadığı bu ezeli ve ebedi formları “töz” olarak tanımlamaktadır. Ġnsan
180
Ağaoğulları, M.A. (1986). Halk ya da ulus egemenliğin kuramsal temelleri üzerine birkaç düĢünce. A.Ü.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi. 41(1-4), 141.
181
Cevizci, A. (2000). Paradigma Felsefe Sözlüğü. (4. Baskı). Ġstanbul: Paradigma, 83.
182
Aristoteles. (2002). Kategoriler. (Çev. S. Babür). Ġstanbul: Ġmge Yayınevi, 11; Aristoteles. (2010).
Metafizik. (Çev. A. Arslan). Ġstanbul: Sosyal Yayınlar, 307. Kategoriler kitabında “ousia” kavramı “varlık”
Ģeklinde kullanılmaktadır.
183
Aristoteles, 2010, 1069a30-1069b2.
60
bedeninden örnek vererek, insan aklının faal unsuru insan doğmadan önce de, insanın
yaĢamı esnasında da, insanın ölümü sonrasında da varlığını devam ettirmektedir. Töz
değiĢimlere bakmaksızın varlığını korumaktadır. Descartes de benzer bir mantıkla,
“düĢünüyorum, öyleyse varım”184 (cogito ergo sum) sözünde geçen “düĢünme” yani
“cogito”ya özel bir önem atfetmektedir. Descartes‟e göre “ben” düĢündüğü ölçüde var
olacaktır. Yani varlığı ve yokluğu belirleyen “düĢünce” (cogito) var olmanın özü
olmaktadır: DüĢünüyorum, öyleyse varım. Varım, öyleyse düĢünüyorum. Descartes‟e göre
bir “zihin ya da ruh” bir de “madde” vardır. Birincisinin özü ise düĢünmektedir. Ġnsanın
fiziki yapısı ne olursa olsun (ayık, baygın, hasta, komada vs.) insan düĢünmeye devam
etmektedir. Bir süreklilik söz konusudur. Hegel‟in diyalektik sisteminde ise tez-antitezsentez döngüsünde sürecin sonunda ortaya çıkan tez, zaman içerisinde tekrar bir antitezle
kıyaslanmakta, her iki tez birleĢerek bir sentez oluĢmakta, nihayetinde yeni bir tez elde
edilmektedir. Bu süreçte tezler sürekli değiĢse de ide ya da ruh aynı kalmaktadır. Sonuç
olarak, egemenliğin özü, tözü veya nüvesi ile anlatılmak istenen tam olarak budur. Tarihî
süreç içerisinde değiĢen siyasî Ģartlara göre yeni egemenlik tanımları yapılıyor olsa dahi,
egemenliğin özü aynı kalmaktadır.
Egemenliğin özü insanlık tarihi ile eĢdeğer bir ömre sahiptir. Egemenlik Westphalia
veya herhangi baĢka bir tarih ya da olayla ortaya çıkmayıp, her halükarda egemenlik
mefhumu var idi. Egemenlik farklı tarihlerde, farklı dillerde, farklı kültürlerde ve farklı
coğrafyalarda farklı kavramlarla ifade edilmesine karĢılık aynı anlamı ifade etmekteydi.
Latince “maiestas”, Yunanca “akra exousia, kurion arche, kurion politeuma”, Eski
Roma‟da “super ve liber”, Fransızca “souverain”, Ġtalyanca “segnioria”, Arapça “hâkim,
hükümdar, vâzi, mâlik, melik, sultan”, Türkçe “hakan, han, kağan, reis” kavramları “tam
kontrole sahip kiĢi” anlamında “egemen” yerine kullanılmıĢ; Ġbranice “tomech shévet”,
Fransızca “souveraineté”, Arapça “siyade, hâkimiyye”, Latince “supremacy”, Eski
Roma‟da “imperium, superanus ve liberanus” kavramları ise “en üstün hükmetme gücü”
anlamında “egemenlik” kavramının karĢılığı olarak kullanılmıĢtır.185 Zamanında Tanrı‟ya
ait olan bu güç ya da kapasite, sonraları Tanrı‟nın izniyle insanoğluna, ilk olarak da krala
184
Descartes “düĢünüyorum, öyleyse varım” ifadesini ilk kez Fransızca haliyle “Je pense donc je suis”
Ģeklinde “Metot Üzerine” isimli eserinde kullanmıĢ, “cogito ergo sum” Ģeklindeki Latince haline ise ilk kez
“Felsefe Ġlkeleri” eserinde yer vermiĢtir. Bakınız:
185
Bu kavramlar için bakınız: Bodin, 2004, 1; Türcan, T. (2001). Devletin Egemenlik Unsuru ve
Egemenlikten Kaynaklanan Yetkileri. Ankara: Ankara Okulu, 77-78; Korowicz, M.S. (1961). Some present
aspects of sovereignty in ınternational law. RCADI, Vol. 102, 7.
61
veya hükümdara, sonra halka ve ardından da insanlar tarafından kurulan devlete ve son
olarak da uluslarüstü yapılara ait olmuĢtur.
Ġnsanlık tarihi dini inançlar ekseninde geliĢmektedir. Tek Tanrılı dinlerden, çok
Tanrılı ve pagan kültürlere kadar insanlar yaĢam biçimlerini inandıkları yüce varlık ya da
varlıklara göre Ģekillendirmektedir. Uygarlıklar tarihinde inancın oynadığı bu rol oldukça
önemli olmaktadır. Siyasî, sosyal, kültürel ve gündelik hayat ya kutsal metinlere, ya
sembollere, ya da Tanrı‟nın buyruklarını halka anlatan, halk adına Tanrı‟yla temas kurup
ilahî hükümleri bildiren din adamlarının sözlerine göre gerçekleĢmekte, yaĢanmaktaydı.
Halkı bir arada tutan ve yöneten yöneticilerin tespiti, görevleri, yetkileri de ilahî kurallara
göre belirlenmekteydi, yani egemenliğin kaynağı teokratik idi.186 Dinin her alanda
belirleyiciliğini
Schmitt
“modern
devlet
kuramının
bütün
önemli
kavramları
dünyevileĢtirilmiĢ ilahiyat kavramlarıdır” ifadesiyle yerinde bir tespitle ifade etmektedir. 187
Semavî dinlerden Ġslâmiyet‟te mülk, hâkimiyet, egemenlik Allah‟a aittir: “…Ey
mülkün sahibi olan Allah‟ım! Sen mülkü dilediğine verirsin…” (Âl-i Ġmrân 3/26),
“…Doğu da, Batı da Allah‟ındır…” (Bakara 2/142). Ayet meallerinden de anlaĢılacağı
üzere, Ġslâmiyet‟e göre her Ģeyin sahibi her Ģeye gücü yeten Allah mutlak egemendir ve
halifeleri de “Allah‟ın yeryüzündeki gölgesi” olarak tanımlanmaktadır.188 Tanrı‟ya ait olan
egemenlik zamanla Tanrı-krallar tarafından paylaĢılmaya çalıĢılmıĢtır.189 Eski Mısır
medeniyetinde bütün Mısır toprakları ve hatta Mısır halkının hayatları Tanrı-kral
Firavun‟un tasarrufundaydı. Firavunun egemenliği mutlaktı ve asla sorgulanamazdı.190
Tanrı-krallar sonrasında kendilerinde tanrısal güçler olduğunu iddia etmeseler de, Tanrı
tarafından seçildiklerine inanan egemenler ortaya çıkmıĢtır. Eski Türklerde yönetici olan
186
Teokratik yani ilahî menĢeli egemenlikler doğaüstü ve mukaddesatçı (providansiyel) ilahî hukuk doktrini
olarak iki baĢlık altında incelenmektedir. Her ikisinin kaynağı Tanrı olsa da, birincisinde dünyevî egemen
unsur Tanrı tarafından bizzat seçilirken, ikincisinde Tanrı‟nın doğrudan seçmesi söz konusu değildir.
Bakınız: Gözler, K. (2002). Anayasa Hukukuna Giriş. (2. Baskı). Bursa: Ekin Yayınları, 51.
187
Schmitt, C. (2002). Siyasi İlahiyat: Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm. (Çev. Emre Zeybekoğlu).
Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. (Eserin orijinali 1922‟de yayımlandı), 41.
188
Ebu Süleyman, A.A. (1985). İslâm’ın Uluslararası İlişkiler Kuramı. (Çev. Fehmi Koru). Ġstanbul: Ġnsan
Yayınları. (Eserin orijinali 1973‟de yayımlandı), 48; Uludağ, 2004, 109.
189
Ağaoğulları, M.A., Köker, L. (2001). Tanrı Devletinden Kral-Devlete. (3. Baskı). Ankara: Ġmge Kitabevi,
23-36.
190
McNeill, W.H. (2001). Dünya Tarihi. (5. Baskı). (Çev. Alaeddin ġenel), Ankara: Ġmge Kitabevi. (Eserin
orijinali 1967‟de yayımlandı), 55-56.
62
han ya da kağanın siyasî egemenlik haklarının (kut) Gök Tanrı tarafından verildiğine
inanılırdı ve böylece kağan egemenliğin mutlak sahibi kabul edilirdi.191
Egemenliğin Tanrı tarafından bahĢedilmesi en mutlak ve aĢırı haliyle Katolik Kilisesi
tarafından yorumlanmıĢtır. Öyle ki, Papa VI. Alexander coğrafi keĢiflerin en önemli iki
ülkesi Ġspanya ve Portekiz arasındaki münakaĢayı gidermek amacıyla taraflar arasında
hakem olmuĢ ve 1494 yılında Tordesillas AntlaĢması‟nın imzalanmasını sağlamıĢtır.
AntlaĢma hükümlerince Papa Atlas Okyanusu‟ndaki Cape-Verde Adaları‟nı ortalayacak
Ģekilde kuzey-güney doğrultusunda bir çizgi belirleyip çizginin doğusunda kalan (Avrupa
dıĢındaki) bütün dünyanın (adalar, ana karalar vb.) keĢif hakkını Portekizlilere, çizginin
batısında kalan dünya parçasının keĢif hakkını da Ġspanyollara devretmiĢ (md. 1), Portekiz
ve Ġspanya‟nın diğer tarafın hâkimiyet alanına girmesini, ticaret yapmasını ve keĢiflerde
bulunmasını yasaklamıĢtır (md. 2).192 Yani Papa sadece Hıristiyan dünyasının ya da
Avrupa‟nın değil, bütün dünyanın ve bütün medeniyetlerin en üstün otoritesi olduğunu
düĢünmüĢtür, ki kendisini dünyayı paylaĢtırmaya muktedir görmüĢtür.
Orta Çağ Avrupası‟na hâkim olan felsefe bütün iktidarların Tanrı‟dan geldiği (omnis
potestas a Deo) ve Papa‟nın bu iktidarın dünyadaki uzantısı olduğu, dünyevî iktidarın
üzerinde, onu belirleyen bir kudrete sahip olduğu (plenitude potestatis) Ģeklinde
olmuĢtur.193 Ancak papaların kural koyuculuğu, yani hiyerokratik sistem uzun sürmemiĢtir.
Önce Augsburg AntlaĢması ardından ise Westphalia AntlaĢmaları ile Papaların mutlak
üstünlüğü bir daha geri dönülemeyecek Ģekilde aĢınmıĢ, egemenlik Tanrı‟dan Kral‟a
geçmiĢ, sınırları belirli yani ülkesel bir siyasî yapı olan “devlet” ile anılmaya baĢlanmıĢ194
olup, günümüze değin devam etmiĢtir.
Görüldüğü üzere egemenlik 1576‟da Bodin‟in kavramı siyasî amaçları doğrultusunda
kullanması ile ortaya çıkmamıĢtır. Farklı kelimelerle, fakat aynı manada, yani yöneten,
üstün güç, kural koyan ve benzeri anlamlarında Ġlk Çağlardan itibaren kullanılmaktadır.
191
Ögel, B. (1982). Türklerde Devlet Anlayışı 13. Yüzyıl Sonlarına Kadar. Ankara: BaĢbakanlık Basımevi,
40; Taneri, A. (1981). Türk Devlet Geleneği. Ankara: Töre Devlet Yayınevi, 43.
192
Tordesillas AntlaĢması için bakınız: Ġnternet: Treaty Between Spain and Portugal Concluded at
Tordesillas: June 7, 1494, http://avalon.law.yale.edu/15th_century/mod001.asp adresinden 15 Aralık 2012‟de
alınmıĢtır.
193
McCready, W.D. (1973). Papal plenitudo potestatis and the source of temporal authority in late medieval
papal hierocratic theory. Speculum, 48(4), 654-674.
194
Ağaoğlu, Köker, 2001; Hardt, M., Negri, A. (2001). İmparatorluk. (Çev. Abdullah Yılmaz). Ġstanbul:
Ayrıntı Yayınları. (Eserin orijinali 2000‟de yayımlandı), 114-130.
63
607 yılında, yani Bodin‟in kavramı kullanmasından yaklaĢık bin yıl kadar önce, Japonya
Prensinin Çin Ġmparatoruna gönderdiği bir mesajda Ģöyle yazmaktadır: “GüneĢin doğduğu
egemen topraklardan, güneĢin battığı egemen topraklara”.195 Aynı zamanda egemenliğin
Roma‟da mevcut olduğunu kim inkâr edebilir196 ya da kullanılan “imperium” kavramının
egemenliğe tekabül etmesi, aksi halde nasıl açıklanabilir?197
Tarihî örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bütün örneklerde egemen unsurun
özü aynı olacaktır. Uluslararası sistemden kendisini izole etmiĢ, modern uluslararası
sistemin insan hakları, ortak insanlık mirası, uluslararası iĢbirliği, kolektif güvenlik gibi
ulusları aĢan değerlerini önemsemeyen ve kabul etmeyen bir ülke ile (Kuzey Kore gibi), bu
değerleri kabul eden ve egemenliğini uluslararası yapılarla paylaĢan bir ülkenin (Fransa
gibi) egemen gücü özü itibariyle aynıdır: iç politikada nihai karar veren otorite, dıĢ
politikada ise ülkeyi temsil eden otorite. Fransa ilginç bir örnektir, çünkü mutlak
egemenlik doktrininin ortay çıktığı yer, doktrinin fikir babalarının yurdu olması
bakımından on altıncı yüzyılda da egemen idi, yirmi birinci yüzyılda da egemendir. Ancak
on altıncı yüzyılda egemenliğini mutlak olarak yorumlarken, yirminci yüzyıl itibariyle ise
egemenliğini uluslararası yapılarla paylaĢabilen, AB üyeliği esnasında bir takım
egemenliklerini AB‟ye devredebilen bir Fransa. Dolayısıyla egemenliğin özü sabittir,
değiĢen egemenliğe özü dıĢında yüklenen anlamlardır, yani mahiyetidir. Egemenliğin özü
itibariyle değiĢmediğini bilmek, değiĢen uluslararası konjonktürde türetilen egemenlik
kavramlarını anlamayı kolaylaĢtıracaktır. Uluslararası antlaĢmalar, ittifaklar ve örgütlere
üyelikler neticesinde bir ülkenin bazı egemenlik haklarından taviz vermesinin
“egemenliğini yitirdiği” anlamına gelmediği algılanabilecektir. Bu çerçevede devletlerin
egemenliğinin değiĢimi ve dönüĢümü tartıĢmalarının bir durum tespiti olmaktan daha
fazlası olmadığı, sistemin yapısını değiĢtirecek düzeyde önemli bir tartıĢma olmadığı
anlaĢılacaktır. Sonuç itibariyle, egemenlik haklarında kısmi devirler, paylaĢımlar,
aĢınmalar söz konusu olsa da eğer bir devletten bahsediliyorsa, o devlet egemendir.
Sınırları içerisinde mutlak otorite, sınırları dıĢında ise diğer devletlerle temsil kabiliyetinde
eĢittir.
195
Fowler, Bunck, 1995, 21.
Hudson, W. (2008). Fables of sovereignty. Jacobsen, T. vd. (eds.). Re-Envisioning Sovereignty: The End
of Westphalia. Hampshire: Ashgate Publishing, 25.
197
Duguit, L. (1954). Kamu Hukuku Dersleri. (Çev. Süheyp Derbil). Ankara: A.Ü. Hukuk Fakültesi
Yayınları. (Eserin orijinali 1901-1903‟de yayımlandı), 56.
196
64
2.2.2.2. Egemenliğin “mahiyeti” değiĢkendir
Egemenliğin özü ile mahiyeti arasındaki farkı görmek önemlidir. Özü itibariyle sabit
olan egemenliğin mahiyeti sürekli değiĢmiĢ, zaman içerisinde değiĢmeye devam
etmektedir. Özü itibariyle her tarihî dönemde ve her siyasî ve sosyal çevrede “yöneten
üstün güç” ve “nihai karar verme gücü” olan egemenlik, değiĢen siyasî değiĢimlere bağlı
olarak farklı içeriklere sahip olmaktadır. Kısaca, egemenlik mahiyeti itibariyle koĢullu
olmaktadır.
Bu koĢulluluğun üç sebebi mevcuttur: Egemenlik kavramının tanımlandığı dönem ve
dönemin siyasî Ģartları, kavramı tanımlayan kiĢinin ideolojik görüĢü ve beklentileri,
uluslararası konjonktürel yapı. Ġlk iki sebep birbirini tamamlar niteliktedir. Gerek Bodin‟in,
gerekse Hobbes‟in egemenlik tanımları her iki örneğe de uymaktadır. Ayrıca her iki örnek
de kendi içerisinde hem dönemin Ģartlarını, hem de yazarların ideolojik beklentilerini
içermektedir. Bu nedenle birinci sebep izah edilirken Bodin, ikinci sebep izah edilirken ise
Hobbes‟ten örnek verilecektir.
Dönemin Şartları: Egemenliğin mahiyetinde yaĢanan değiĢim sürekli olup, tarihî ve
çevresel koĢullara göre kavram sürekli yeniden tanımlanmaktadır.198 GeçmiĢte böyle
olmuĢtur, günümüzde de böyle olmaya devam etmektedir. Dönemin Ģartlarının egemenlik
kavramının muhtevasına ne gibi etkileri olduğunu Bodin‟de görmek mümkündür.
Jean Bodin‟in 1576‟da “mutlak egemenlik” kavramını tanımladığı dönem
Avrupa‟nın en sancılı dönemlerinden birisidir. On beĢinci ve on altıncı yüzyıl Avrupası
dinî reformların tartıĢıldığı ve çatıĢmaların yaĢandığı bir dönemdir. Reform Dönemi‟nde
Katolik Kilisesi‟nin otoritesi monarklar ve zenginler nezdinde azalmaya baĢlamıĢ, halk
kilisenin baskıcı politikalarından yılmıĢ, yeni ve özgürlük vadeden dinî söylemler taraftar
bulmaya baĢlamıĢtır. Özellikle Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm mezhepleri
taraftar bulmaya baĢladıkça, Katoliklerin müdahaleleri de sertleĢmiĢtir. Bu müdahaleler
arasında 23 Ağustos 1572 gecesi gerçekleĢen St. Barthélémy Katliamı müdahalelerin en
kanlılarından birisi olmuĢtur. Bir gecede yirmi bin Kalvenist (Huguenot) Paris‟te
198
Jackson, 1999, 433; Laski, 1967, 46.
65
katledilmiĢtir.199 Katliam sonrasında Protestanlar tarafından Katoliklik ve Kral aleyhine
eserler yazılmaya baĢlanmıĢtır. Ayferi Göze‟ye göre Jean Bodin‟in “Devletin Altı Kitabı”
eseri Protestan yazarlarca yayınlanan bu eserlere cevap niteliğinde ortaya çıkmıĢtır.200
Krasner da Bodin‟in 1572‟de Paris‟te “kendisini ölmüĢ gibi hissettiğini” ifade ederek,
katliamın Bodin üzerindeki tesirini göstermektedir.201
Bodin feodaliteye karĢı Fransa monarĢisini savunmakta, protestocuların devrim
kalkıĢmasına karĢı çıkmaktadır. Feodal sistemde her ne kadar hiyerarĢik bir yapı söz
konusu olsa da, alt siyasî birimler savaĢa katılmak ve vergi vermek dıĢında kendi
politikalarını uygulamakta serbest idiler. Yüzlerce küçük prenslikten müteĢekkil olan
feodal yapı heterojen ve dağınık bir otoriteyi de beraberinde getirmektedir. Ayrıca toprak
sahibi prensler dıĢında Papa ve Kutsal Roma Ġmparatoru‟nun hâkimiyeti de söz
konusuydu. Bu Ģartlar altında Bodin monarĢinin devamının ancak kurulacak bir merkezi
otorite ile sağlanacağına karar vermiĢ ve bu bağlamda egemenlik kavramını tanımlamıĢtır.
Bodin irili ufaklı yüzlerce prensliğin oluĢturduğu dağınıklığı, bu dağınıklığın neden olduğu
otorite boĢluğunu gidermek, siyasî birimler arasında bütünlüğü sağlamak ve yaĢanan
mezhep çatıĢmalarını sona erdirmek amacıyla egemenliği “mutlak, sürekli, parçalanamaz”
bir güç olarak tanımlamıĢtır. Mutlak olması Fransa Kralı‟nın koyduğu yasaların itiraz
edilmeksizin uygulanması, hiyerarĢik yapının alt siyasî birimlerince tartıĢılmaması, Papa
ve Kutsal Roma Ġmparatoru‟nun Fransa Kralı‟na müdahale edememeleri anlamlarına
gelmektedir. Sürekli oluĢu ise Kralın değiĢmesi halinde dahi, MonarĢinin egemenliği
elinde bulundurmaya devam edeceğini ifade etmektedir. Mutlak egemen olan Fransa Kralı
Papa ve Ġmparatora herhangi bir suretle bağlı olmamakta, iktidarını kimseden almadığı gibi
yeryüzündeki hiçbir otoriteye karĢı da sorumlu olmamaktadır. Feodal sistemi ortadan
kaldıran mutlak egemenlik ulusal birliği de sağlamaktaydı. Yine Bodin‟e göre egemenlik
aynı zamanda parçalanamaz ve paylaĢılamaz bir güç olmaktadır. Böylece egemen güç
sahip olduğu kudreti baĢka krallar, prensler, Papalık veya halkla paylaĢmayacak, monarĢi
199
Davies N. (2006). Avrupa Tarihi: Doğu’dan Batı’ya, Buz Çağı’ndan Soğuk Savaş’a, Urallar’dan
Cebelitarık’a Avrupa’nın Panoraması. (Çev.Ed. M.A. Kılıçbay). Ankara: Ġmge Kitabevi. (Eserin orijinali
1996‟da yayımlandı), 544. “Huguenot” Fransa‟daki Kalvenistlere verilen isimdir.
200
Göze, A. (2000). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler. (9. Bası). Ġstanbul: Beta, 125.
201
Krasner, 2001b, 231.
66
sağlam bir Ģekilde varlığını devam ettirecektir: “Evrende tek bir Tanrının, gökyüzünde de
tek bir güneĢin olması gibi insanlar da tek bir otoriteye bağlı olmalıdırlar”.202
On yedinci yüzyıla gelindiğinde ise monarĢi yönetim modeline itirazlar yükselmeye
baĢlamıĢ, mutlak otorite yerine Toplum SözleĢmelerinden bahsedilmeye baĢlanmıĢtır.
Otoritenin bir merkezden zamanla halka geçiĢinin tartıĢıldığı bir siyasî ortamda John
Locke, Jean Jacques Rousseau gibi düĢünürler değiĢen Ģartları göze alarak daha esnek
egemenlik yorumları yapmıĢlardır. Sonuç itibariyle egemenlik kavramının muhtevası
tanımlandığı dönemin siyasî yapısından doğrudan etkilenmektedir.
Tanımlayanın İdeolojisi ve Beklentileri: Schmitt‟e göre bütün hukukî kavramlar
arasında en çok egemenlik kavramı güncel çıkarların hükmü altındadır.203 Bodin örneğinde
de görüldüğü üzere, Bodin‟in Fransa MonarĢisi‟nin yanında yer alması, Papa, Ġmparator,
küçük prenslikler ve muhalif mezheplere karĢı Fransa Kralı‟nın bekasını savunuyor olması
egemenliği Fransa Kralı lehine mutlak, sürekli ve bölünmez olarak tanımlamasında etkili
olmuĢtur. Benzer bir etkilenmeyi Thomas Hobbes‟da Ġngiltere adına görmek mümkündür.
Bodin gibi feodalitenin dağınık, parçalanmıĢ yönetim yapısına karĢılık monarĢinin
bütünleĢtirici ve otoriteyi tek elde toplayan yapısını savunan Hobbes, iç savaĢlar ve din
savaĢları
karĢısında
Ġngiltere‟nin
güçlü
bir
otoriteye
sahip
olması
gerektiğini
düĢünmektedir. I. Elizabeth dönemindeki merkantilist politikalar güçlü bir Ġngiltere‟yi
gerektirmekte, güç ise merkezi bir otoriteyi elzem kılmaktaydı. Bu amaçla Hobbes kudretli
Leviathan‟ı icad etmiĢtir. Hobbes Leviathan‟ı aynı zamanda Commonwealth ve Civitas
olarak da adlandırmaktadır.204 Ġngiltere‟nin merkantilist politikasını gerçekleĢtirmek için
hem sınırları içerisinde, hem de sömürgeleĢtirdiği topraklarda mutlak egemen olması
gerektiğini düĢünen Hobbes, egemenin özelliklerini bu çerçevede Ģu Ģekilde sıralamıĢtır:
Devlet (commonwealth) insanlar tarafından oluĢturulmuĢtur, ancak insanların devletin
yapısını değiĢtirmeye hakları yoktur205; egemen güç cezalandırılamaz206; egemenlik
bölünemez, parçalanamaz207; yasaları yapan, değiĢtiren ve kaldıran yegane güç
202
Bodin, 1955, 207.
Schmitt, 2002, 23.
204
Hobbes, 1998, 7 ve 114.
205
Hobbes, a.g.e., 18. bölüm, 1. ve 3. maddeler, 115.
206
Hobbes, a.g.e., 18. bölüm, 4. madde, 116.
207
Hobbes, a.g.e., 18. bölüm, 16. madde, 120.
203
67
egemendir.208 Böylece Hobbes‟in iç savaĢların, din savaĢlarının, coğrafi keĢiflerin ve
sömürgeciliğin yoğun bir Ģekilde iç içe geçtiği bir dönemde güçlü bir Ġngiliz Krallığı
olması gerektiğini düĢündüğü için, egemenlik kavramını tanımlarken bu beklentilerinden
etkilenmiĢ olduğu aĢikardır.
Bodin ve Hobbes egemenlik literatürünün aslî kaynaklarındandır. Bu yönleriyle
egemenlik kavramının muhtevasına iliĢkin yaklaĢımlarını bilmek büyük önem arz
etmektedir. Kavramın muhtevasının tanımlandığı zamana ve koĢula, tanımlayan kiĢinin
dünya görüĢüne ve beklentilerine ne ölçüde bağlı olduğunu, haliyle koĢullu olduğunu
ortaya koymaları açısından iki önemli örneği teĢkil etmektedirler.
Konjonktürün Değişmesi: Egemenlik kavramının muhtevasına iliĢkin konjonktürel
değiĢimin etkisini özellikle küreselleĢme süreci bağlamında görmek mümkündür.
KüreselleĢme süreci ile hâkim egemenlik anlayıĢı önemli eleĢtirilerle karĢılaĢmıĢtır. Klasik
egemenliğin mutlak, bölünmez, devredilmez gibi özellikleri küreselleĢme sürecinde
yıpranmıĢtır. Klasik egemenliğe göre devletler sınırları içerisinde mutlak egemen, sınırları
dıĢında diğer devletlerle eĢit, hiçbir uluslararası ya da uluslarüstü yapının denetimini kabul
etmeyen siyasî yapılardır. Ancak küreselleĢme süreci, imzalanan uluslararası antlaĢmalar,
üye
olunan
uluslararası
örgütler,
yeni
uluslararası
hukuk
ilkeleri
devletlerin
“dokunulmazlıklarına” son vermektedir. Devletlerin iradeleri yani egemenlikleri ile bir
takım egemenlik haklarını rızayla ya da mecburen devretmeleri veya paylaĢmaları artık
kaçınılmaz bir hale gelmiĢtir. Bu sebeple sistemde meydana gelen her değiĢim, mutlak
egemenliğin yeniden sorgulanmasına ve yeni egemenlik tanımlarının yapılmasına yol
açmaktadır. Örneğin Krasner devletlerin karĢılıklı bağımlılığının arttığı bir uluslararası
sistemde Westphalian egemenliğin tek baĢına doğru bir analiz olmadığını ortaya koyarak,
“karĢılıklı bağımlı egemenlik” kavramını türetmiĢtir.209 Diğer taraftan birçok uluslararası
örgüt klasik egemenliğin mahiyetini değiĢtirmiĢtir. Avrupa Konseyi‟ne bağlı bir kuruluĢ
olan Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi üye devletlerin iç hukuk kararlarını da aĢan kararlar
alabilmektedir.
Mahkeme‟nin
vermiĢ
olduğu
karara
üye
devletler
uymak
mecburiyetindedir. Diğer taraftan Avrupa Birliği (AB) üye devletlerin ulusal politikalarına
karıĢabilmekte, tarımdan, hayvancılık ve balıkçılığa, eğitimden asayiĢe kadar devletlere
politikalar dikte edebilmektedir. Böylesi bir durumda devletlerin klasik egemenliğinden
208
209
Hobbes, a.g.e., 26. bölüm, 5., 7., 9., 16., 17. ve 20. maddeler, 176-183.
Krasner, 2001a, 9-25.
68
bahsetmek imkansız, demode olmaktadır. Bu sebeple paylaĢılan egemenlik, topluluk
egemenliği gibi egemenliğin paylaĢılabilirliğinin savunulduğu yeni egemenlik kavramları
geliĢtirilmektedir. Velhasıl, egemenliğin mahiyeti değiĢen konjonktüre uygun bir Ģekilde
değiĢmektedir.
Keohane de değiĢen her konjonktürde yeni bir egemenlik tanımının yapılmasını,
tanımlanmaktan ziyade tartıĢılan bir kavram olan egemenliğinin üzerinde uzlaĢılan ortak
bir tanımının yapılamamasının en önemli sebebini kavramın sürekli bir ön ek ile birlikte
kullanılması olduğunu düĢünmekte, kavramın tek baĢına bir anlam ifade etmediğini iddia
etmektedir.210 Burada Keohane egemenliği içi boĢ bir kavrammıĢ gibi görüyor olsa da
aslına bakılırsa kavramın kendisi tek baĢına da kullanılabilen ve anlam ifade edebilen bir
yapıya sahiptir. Netice itibariye egemenliğin bir özü vardır. Ancak Keohane‟nin haklı
olduğu bir husus var ki, egemenlik genellikle kendisini niteleyecek bir sıfat veya ön ek ile
birlikte kullanılmaktadır. Kavramın kullanımına ve pratik geçmiĢine bakıldığında mutlak,
bölünemez, bölünebilir, iç, dıĢ, paylaĢılan, göre(ce)li, ulusal, anayasal, hukukî, politik,
geçiĢken vb. gibi ön eklerle birlikte kullanıldığı görülmektedir. Bu ön ekler kavramın
değiĢen siyasî ve sosyal çevreye yönelik tepkisinin bir sonucudur.
Egemenlik kavramının tanımlandığı dönemin Ģartları, tanımlayanın ideolojisi ve
zaman içerisinde konjonktürde meydana gelen değiĢiklikler egemenliğin mahiyetini
değiĢtirmektedir. Bu, doğal ve normal bir süreçtir. Her kavram zamanın ihtiyaçlarına
uygun bir Ģekilde anlamlandırılmaktadır. Egemenlik de ilk insandan günümüze değin
birçok defa farklı içeriklere sahip olmuĢtur. Mahiyetindeki bu değiĢikliğe rağmen, özü ise
hep aynı kalmıĢ, egemenlik her zaman diliminde yöneten üstün güç olarak kabul edilmiĢtir.
DeğiĢen, bu “üstünlüğün” kapasitesidir.
2.2.2.3. Egemenlik mutlak değildir
Egemenliğin mutlak olduğu iddiası kavrama yönelik teolojik bir yorumun ürünüdür.
Mutlak egemenlik kavramının tanımlandığı dönemde egemenliğin Tanrısal kaynaklı
olduğu ve egemen gücün meĢruiyetini Tanrı‟dan aldığı kabulü, egemen güce bir
“dokunulmazlık” sağlamaktaydı. Çünkü egemen güç “Allah‟ın yeryüzündeki gölgesi” ya
210
Keohane, R.O. (1993). Sovereignty, interdependence, and international institutions. Miller, L.B., Smith,
M.J. (eds.). Ideas and Ideals: Essays in Honor of Stanley Hoffman. Boulder: Westview, 92-97.
69
da “Tanrı‟nın yeryüzündeki yürüyüĢü” olarak kabul edilmekteydi. Bu üstün ilahî menĢei
nedeniyle egemenliğe, özellikle de klasik egemenliği savunanlar tarafından ulvi bir anlam
yüklenmekte211, egemenlik adeta ulus-devletin bekâretiymiĢ gibi kabul edilmekte,
egemenliğe yönelik her türlü eleĢtiri ve müdahale tecavüz olarak değerlendirilmekteydi.212
Bu bakıĢ tarzına göre aynı anda ve aynı mekanda birden fazla egemen unsur olamaz,
egemen gücün yetkileri herhangi bir baĢka güç tarafından sınırlandırılamaz ve
sorgulanamaz, egemen unsur egemenliğini hiçbir surette bir baĢka otorite ile paylaĢmaz.
Mutlak egemenliğin Uluslararası ĠliĢkiler‟deki yansımasını Realizm‟de görmek
mümkündür. Realizm‟e göre devlet Uluslararası ĠliĢkiler‟in temel aktörüdür ve modern
devletler sisteminde egemenliğin bölünebilmesi olanaksızdır.213 Morgenthau‟ya göre
uluslararası örgütlere üyelik süreci gibi bazı durumlarda egemenliğin paylaĢılması tezi
egemenliğin kısıtlanması anlamına gelmektedir. Bu durumda “egemenimsi” (quasi
sovereign) ya da “yarı egemen” gibi kavramlar ortaya çıkmaktadır ki, bu kabul
edilemez.214 Kenneth Waltz da egemeni mutlak otorite olarak görmektedir ve ona göre
uluslararası
sistemin
temelini
egemenlik
oluĢturmaktadır.215
Realizmin
bütün
fraksiyonlarında egemenlik sistemin temel unsuru olarak kabul edilmektedir. Egemenliğe
verilen bu değer, egemenliği mutlak olarak kabul etmeye de yol açmaktadır.
Egemenliğin mutlaklığı ve bölünmezliği ilkelerinin gerçeği yansıtmadığını belirtmek
gerekiyor. Çünkü egemenlik bölünebilir bir fenomendir ve uluslararası hukuka uygun
olarak birçok Ģekilde egemenliğin bölünmesi, taraflar arasında paylaĢtırılması, zayıflaması
söz konusu olabilmektedir. Kelsen uluslararası hukukun mevcut olduğu bir sistemde
mutlak egemenliğin söz konusu olamayacağını ifade etmektedir. Kelsen‟e göre uluslararası
hukuk devletten üstündür ve devlet bu hukuka uymak zorundadır. Eğer uluslararası hukuk
olmasaydı devlet egemenliği “en yüksek hukukî otorite” olarak tanımlanabilirdi belki, ama
uluslararası hukuk vardır ve devlet egemenliği uluslararası hukukun sınırlandırdığı ölçüde
211
Henkin, L. (1994). The mythology of sovereignty. Macdonald, R.J. (eds.). Essays in Honour on Wang
Tieya. Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 351-358; Elshtain, J.B. (1996). Rethinking sovereignty. Beer,
F.A., Hariman, R. (eds.). Post-Realism: The Rhetorical Turn in International Relations. New York:
Michigan State University Press, 175.
212
MacCormick, N. (2001). Questioning Sovereignty: Law, State and Nation in the European
Commonwealth. Oxford: Oxford University Press, 126.
213
Morgenthau, H.J. (1948a). Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace. New York: Alfred
A. Knoph, 259.
214
Morgenthau, a.g.e., 258-259.
215
Waltz, K.N. (1959). Man, the State and War: A Theoretical Analysis. New York: Columbia University
Press, 178.
70
var olabilir, ki bu haliyle egemenlik “devletin hareket etme özgürlüğü” olarak
tanımlanabilmektedir.216 Ancak Kelsen devletlerin ülkesel egemenliklerinin mutlaklık
olarak düĢünülebileceğini de belirtmektedir. Ona göre egemen kendi sınırları içerisinde
hukuk kurallarını belirleme yetkisine sahip siyasî organizasyondur.217
Oppenheim da devletin ancak kendisinden üstün bir hukukî otoritenin olmadığı bir
sistemde “en üstün güç” olabileceğini belirtmekte, egemenliği “bir ülkenin sınırları içinde
ve dıĢında tamamen bağımsız olması” olduğunu ifade etmektedir.218 Oppenheim bu
nedenle egemenliği “tam” ve “kısmî” Ģeklinde ikiye ayırmaktadır. Çünkü egemenliğin
uluslararası sistemin yapısı ve gereksinimlerine göre devletlerin kendi rızası dahilinde
kısmen, geçici olarak veya neredeyse tamamen baĢka hukukî otoritelere devredebildiğini
düĢünmektedir. Oppenheim teorik olarak bir toprak parçasında bir egemen unsurun olması
gerekmesine karĢılık, pratikte birtakım farklılıkların yaĢanabildiğini ifade etmektedir ve
altı farklı pratikten bahsetmektedir. Bunların üçü egemenliğin mutlaklığıyla alakalıdır. Bu
pratiklerden ilki, iki ya da daha fazla devletin bir toprak parçası üzerinde ortak hâkimiyeti
olan kondominyumdur (condominium). Ġkincisi ise, manda veya vesayet sistemidir.
Üçüncü pratik ise, federal devletlerde yetkilerin federal birim ile federe devletler (üye
birimler) arasında paylaĢılmasıdır.219
Bunlar dıĢında yine mutlak egemenliğin ihlali anlamında, doğrudan iliĢki kurulamasa
da dolaylı bir biçimde, egemenliğin devredilebilir olduğunu gösteren, Oppenheim‟ın
tasnifindeki diğer üç uygulama da Ģu Ģekildedir: Birincisi, bazen hukukî yollarla bir ülke
kendi toprak parçasını rızası ile baĢka bir devletin yönetimi altına geçici bir süreyle
devredebilmektedir; örneğin, Osmanlı Ġmparatorluğu 1878-1914 yılları arasında Kıbrıs
adasını geçici bir süreliğine Ġngiltere Krallığı‟nın idaresine, 1878-1908 yılları arasında ise
Bosna ve Hersek‟i Avusturya-Macaristan Krallığı idaresine bırakmıĢtır. Ġkincisi, bazen de
devletler kendi toprak parçasını belirli bir süre için baĢka ülkelere kiralayabilirler; örneğin,
Çin Hong-Kong bölgesini 1898 yılında doksan dokuz yıllığına Ġngiltere Krallığı‟na
216
Kelsen, 1949, 343.
Kelsen, a.g.e., 190.
218
Jennigs, Watts (eds.), 1993, 122.
219
Jennigs, Watts (eds.), a.g.e., 565-571. Duguit de mutlak egemenlik anlayıĢıyla ABD gibi federal yapıların
izahının mümkün olmadığını ifade etmektedir. Ona göre bir Amerikan vatandaĢının hem ABD federal
otoritesine, hem de yaĢadığı eyaletin federe otoritesine tabii olması, anı anda iki farklı egemen güce tabii
olması anlamına gelmektedir ve bu haliyle mutlak egemenliğin “bir tek otorite vardır” önermesiyle
uyuĢmamaktadır. Bakınız: Duguit, L. (2000). Egemenlik ve özgürlük. (Çev. Didem Köse, Sedef Koç). Akal,
C.B. (ed.) Devlet Kuramı. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları (Eserin orijinali 1922‟de yayımlandı), 386.
217
71
kiralamıĢtır. Üçüncüsü, devletler bazen geçici süreliğine bir takım faaliyetler için belirli
toprak parçalarını baĢka devletlerin hâkimiyetine devredebilirler; örneğin, Panama
Cumhuriyeti, Panama Kanalı‟nın imarı ve yönetimi amacıyla on mil geniĢliğinde toprak
parçasını 1903-1977 yılları arasında ABD hâkimiyetine devretmiĢtir.220
Aron da devletin her Ģeyden önce egemen olduğunu, kendi sınırları içerisinde ve
sınırları dıĢında kendisinden üstün bir otorite tanımadığını iddia etmektedir.221 Ancak Aron
dıĢ egemenlik bahsinde “imperium” olma yani bağımlı olmama bahsinde önemli bir
çeliĢkiye dikkat çekmektedir: Eğer devletler egemen ise, bundan onların uluslararası
hukukun
yükümlülüklerine
tabi
olmadıklarını
mı
anlamak
gerekir?
Eğer
bu
yükümlülüklere tabi iseler, onların hâlâ egemen, yani en üstün otorite olduklarını söylemek
mümkün müdür?222 Uluslararası toplumun düzenleyici normları olmaları ve devletlerin
uluslararası hukuk Ģahısları olmaları nedeniyle elbette ki devletler uluslararası hukukun
yükümlülüklerine uymalıdırlar, ancak uluslararası hukukun iç hukuka müdahalesi devletin
egemenliğini ortadan kaldırmamaktadır. Egemenlik sahip olunan ya da kaybedilen bir
bekâret değildir.223 Burada Aron‟un iĢaret ettiği çeliĢkinin nedeni kendisinin de egemenliği
eserlerinde “mutlak” olarak algılamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle egemenliğin
mutlaklığı yorumu, küreselleĢen ve dolayısıyla birbirleriyle bağımlı iliĢkiler kuran
devletlerden
müteĢekkil
olan
günümüz
uluslararası
sisteminde
geçerliliğini
kaybetmektedir.
Elbette ki iç ve dıĢ egemenliğin mutlaklığı ve müdahale edilmezliği, daha doğru bir
ifadeyle
devletlerin
egemenliklerinin
sınırlandırılıp
sınırlandırılamayacağı
konusu
tartıĢmalıdır, öyle ki, uluslararası davalara iliĢkin kararlarda dahi her iki yorumu destekler
örnekler görmek mümkündür. Lotus Davası (1927) karar metninde bağımsız bir devlet
üzerinde kısıtlamaların kabul edilemeyeceği belirtilmekte224 iken, Wimbledon Davası
(1923) karar metninde ise “…bir antlaĢmanın sonucu olarak bir devletin bir davranıĢta
bulunma veya bulunmama konusunda yükümlülük altına girmesi egemenliğinin devri ya
220
Jennigs, Watts (eds.), 1993, 565-571.
Çağıran, M.E. (1998). Raymond Aron ve uluslararası hukukun hukuk niteliği. İ.Ü. Hukuk Fakültesi
Mecmuası, 56(1-4), 73.
222
Çağıran, a.g.m., 75.
223
Keohane, R.O. (2002). Ironies of sovereignty: The European Union and the United States. Journal of
Common Market Studies. 40(4). 748-749.
224
Ġnternet: Lotus Davası (1927) (Fransa/Türkiye), PCIJ, Series A, No. 10, 1927, 18, http://www.icjcij.org/pcij/serie_A/A_10/30_Lotus_Arret.pdf adresinden 14 Kasım 2012‟de alınmıĢtır.
221
72
da ortadan kalkması anlamına gelmemektedir… (aksine) bir devletin uluslararası
yükümlülükler altına girmesi devlet egemenliğinin bir iĢaretidir” denilmektedir.225
Her ne kadar sistem “devlet merkezli” olmaya devam etse de, küreselleĢme ile uzun
bir süre zarfınca uluslararası aktör olma konumunda devlete atfedilen tekel ve yegane olma
hali, yani “devlet tekelli sistem” analizine yönelik ciddi tartıĢmalar yaĢanmakta, bu da
uluslararası sistemi düzenleyen temel ilkelerden birisi olan egemenliğin daha fazla
tartıĢılmasına neden olmaktadır. Diğer bir ifadeyle, modern devlet sisteminin ulusal sınırlar
ve otarĢi gibi bazı “mutlak egemenlik algılamaları” ekonomi ve teknoloji alanlarında
yaĢanan değiĢimlerden dolayı tartıĢılır hale gelmiĢtir. YaĢanan bu değiĢimlerle birlikte
daha sıklıkla dile getirilen ve tartıĢılan insan hakları, küresel değerler sistemi, karĢılıklı
bağımlılık gibi yeni düĢünceler geleneksel ulus-devlet kavramını dönüĢtürmektedir.
Avrupa Birliği örneğinde, uluslarüstü kurumlar ulusal para, ulusal eğitim ve ulusal kimlik
gibi pek çok geleneksel kavramı dönüĢüme uğratmıĢtır. Bu değiĢim ve dönüĢüm süreci
mutlak egemenliği tartıĢılır kılmaktadır.
2.2.2.4. Egemenliğin hukukî ve siyasî yönü
Daha önceki kısımlarda da belirtildiği üzere, egemenlik analizlerinde birçok
egemenlik sınıflandırması ve tanımı yapılmaktadır. Bu tanımlama zenginliği konjonktürel
değiĢimlerden kaynaklanıyor olsa da, kavramın analizini kolaylaĢtırmamakta, aksine fikir
kirliliği ve bulanıklılığına da sebep olup, egemenlik tartıĢmalarını içinden çıkılmaz bir
karmaĢıklığa sürükleyebilmektedir. Bu sıkıntıları aĢmak amacıyla bu tezde özü itibariyle
değiĢmeyen egemenliğin mahiyetinde meydana gelen değiĢimlerin “hukukî ve pratik”
egemenlik tasnifi ile daha anlaĢılır olabileceği düĢünülmektedir. Ayrıca tez açısından,
devletlerin egemen eĢitliği ilkesi tartıĢılırken “hukukî ve politik” ayrımının daha doğru,
egemen eĢitlik ilkesinin teorik ve pratik yönlerini belirlemede daha makul olduğu
düĢünülmektedir.
Hukukî egemenlik, sınırları belirlenmiĢ bir coğrafyada yaĢayan nüfus üzerinde nihai
karar verme yetkisine ve kabiliyetine sahip olan egemenin otoritesidir. Bu hukukîlik,
225
Ġnternet: Wimbledon Davası (1923) (Ġngiltere, Fransa, Ġtalya, Japonya/Almanya), PCIJ, Series A, No. 1,
1923, 25, http://www.icj-cij.org/pcij/serie_A/A_01/03_Wimbledon_Arret_08_1923.pdf adresinden 14 Kasım
2012‟de alınmıĢtır.
73
devletlerin uluslararası sisteme katılım konusunda eĢit seviyede yer almaları, uluslararası
antlaĢmaların onaylanması sürecinin cebren değil devletlerin rızasıyla olması, devletlerin
diğer devletlerin kendi iç iĢlerine karıĢmasına engel olması, devletlerin kendi sınırları
içerisinde bağımsız bir yönetim sergileme ve sınırlarını kontrol etme hakkının olması gibi
unsurları içermektedir ve egemenliğin teorik yönünü ifade etmektedir.
Siyasî egemenlik ise, devletlerin hukukî egemenliğinin öngördüğü otoritesini ne
derece uygulayabildiği ile alakalıdır ve egemenliğin teoriden pratiğe tezahürü olmaktadır.
Siyasî egemenlik uluslararası sisteme katılma kabiliyeti, devletlerarası rıza temelinde
uluslararası antlaĢmalar yapma hakkı, uluslararası iliĢkilerde devletlerin egemen eĢitliği
ilkesi doğrultusunda faaliyet göstermek, diğer devletleri iç iĢlerine karıĢtırmamak gibi
etmenleri barındırmaktadır. Bir devletin siyasî egemenliği “kapasite” olarak tanımlanabilir.
Yani devletin hukukî egemenliğini uygulayabilme kapasitesi. Bütün devletler bakımından
hukukî egemenlik mevcut iken, siyasî egemenliğin uygulanmasında kısıtlılıklar
olabilmekte, bazı devletler uluslararası hukukî yetkilerini ve etkinliklerini gereğince yerine
getirememektedir.
Literatürde hukukî-siyasî ayrımına benzer tasnifler de mevcuttur: “hukukî ve fiili
egemenlik”226, “de jure ve de facto egemenlik”227, “statü ve ehliyet egemenliği”228,
“hukukî/formal ve operasyonel egemenlik”229, “hukukî ve davranıĢsal egemenlik”230 gibi.
Bu ikili tasniflerden birinci kavramlar “hukukî egemenliği”, ikinci kavramlar ise “siyasî
egemenliği” karĢılamaktadır. Siyasî bir kavram olan egemenliğin hukukî boyutunun siyasî
alanda uygulanması, egemenliğin siyasî boyutudur.
Hukukî egemenlikle örtüĢen bir siyasî egemenlikten bahsedebilmek için bir devletin
Ģu özelliklere sahip olması beklenmektedir: Temel gelir kaynaklarına sahip olması,
toprakları içerisinde otoritesini kullanmasına yardımcı olacak polis gücünün olması,
antlaĢmalar ve diğer hukukî konularda yardımcı olabilecek iyi geliĢmiĢ bir yargı sisteminin
olması, ekonomide dıĢ kaynaklı zararları düzenleyebilecek, kamu mallarını tedarik
226
Schmitt, 2002, 25.
Keating, M. (2003). Sovereignty and plurinational democracy: Problems in political science. Walker, N.
(ed.). Sovereignty in Transition. Oxford: Hart Publishing, 195-196.
228
Zick, 2005, 237-238.
229
Litfin, k.t. (1997). Sovereignty in world ecopolitics. Mershon International Studies Review. 41(2), 171172.
230
Steinberg, R.H. (2004). Who is sovereign?. Stanford Journal of International Law. 40(2), 341.
227
74
edebilecek ajanslarının olması, ekonomik düzenlemeler esnasında sosyopolitik istikrarı
temin edecek bir sosyal güvenlik ağının olması.231 Kısaca, devletin her alanda otarĢik
olması gerekmektedir. Dolayısıyla, güçlü devletler zayıf devletlere göre siyasî
egemenliğini uygulamaya daha yatkındır. Siyasî egemenlik devletler için tek tip değildir,
devletlerin siyasî konumları ve diğer ülkelerle iliĢkilerine göre Ģekillenen, değiĢken bir
durumdur ve devletlerin finansal ve uluslararası siyasî kabiliyetlerine göre değiĢkenlikler
göstermektedir.
2.3. Westphalia BarıĢı
Devletlerin egemen eĢitliği ilkesini tartıĢırken hem ilkenin kökenini teĢkil eden (içdıĢ ayrımı ile) mutlak egemenlik doktrininin çıkıĢ noktası olması, hem de bir siyâsi mitin
Uluslararası ĠliĢkiler‟de nasıl rol oynadığını kavrayabilmek amacıyla Westphalia
AntlaĢmaları‟nı incelemek ve anlamak gerekmektedir. Bu sebeple Westphalia‟nın hem
genel kabul gören önemine, hem de hangi yönleriyle bir mit olduğuna ve bir mit olarak
Uluslararası ĠliĢkiler‟de nasıl bir rol üstlendiğine değinilmesi gerekmektedir.
Uluslararası ĠliĢkiler çalıĢmalarında genellikle egemen devletlerden müteĢekkil
modern uluslararası sistemin Westphalia AntlaĢmaları (1648) ile baĢladığı kabul
edilmektedir. Westphalia AntlaĢmaları ile baĢlayan süreç Westphalia barıĢı, Westphalian
sistemi, Westphalian paradigması, Westphalian rejimi olarak da adlandırılmaktadır.232 Bu
genel kabule, yani ortodoksiye göre Westphalia dünya tarihinin ve uluslararası siyasetin en
önemli dönüm noktalarından bir tanesidir ve Westphalia ile bir çağ kapanıp yeni bir çağ
açılmıĢ, eski hiyerarĢik siyasî yapılar yerine bağımsız ve otonom siyasî yapılar (devlet)
teĢekkül etmiĢ, sistemin geneline hükmeden üstün bir otoriter yapı yerine siyasî aktörlerin
birbirleriyle eĢit oldukları yeni bir sistem baĢlamıĢtır.
Uluslararası ĠliĢkiler‟de kendisine atfedilen önem nedeniyle bir siyasî figür olduğu
kadar, tarihî bir gerçeklik de olan Westphalia Otuz Yıl SavaĢları (1618-1648) sonunda
231
Steinberg, a.g.m., 345.
Ġnternet: Grote, R. (2006). Westphalian System. MPEPIL (The Max Planck Encyclopedia of Public
International
Law)
(online
edition,
www.mpepil.com),
2-5.
http://opil.ouplaw.com/view/10.1093/law:epil/9780199231690/law-9780199231690-e1500?rskey=507LIp&
result=1&prd=EPIL adresinden 13 Mart 2011‟de alınmıĢtır; Fassbender, B. (2011). Westphalia, Peace of
(1648). MPEPIL, 1-3. http://opil.ouplaw.com/view/10.1093/law:epil/9780199231690/law-9780199231690e739?rskey=507LIp&result=2&prd=EPIL adresinden 13 Mart 2011‟de alınmıĢtır.
232
75
imzalanmıĢtır. Otuz Yıl SavaĢları hiyerarĢik yapılanmalara karĢı giriĢilen önemli bir tarihî
olaydır. Gerek savaĢlar sonucunda imzalanan Westphalia hükümleri doğrultusunda uzun
zaman zarfınca Uluslararası ĠliĢkiler‟in yegane aktörü kabul edilen ulus-devletlerin ortaya
çıkması ve yeni bir uluslararası sistemin tesis edilmesi, gerekse hegemonik mücadelenin
ilk örneklerinden birisi olması nedeniyle Otuz Yıl SavaĢları Uluslararası ĠliĢkiler
çalıĢmalarında teorisyenler tarafından oldukça önemli görülmüĢ tarihî olaylardan birisidir.
Otuz Yıl SavaĢları öncesi ve esnasında Avrupa‟da feodalite hâkimdir. Süzeren ve
vassal iliĢkisi üzerine kurulu bu yapıda vassal feodal beye (süzeren) ait fiefi (toprak)
iĢletmekte, bunun karĢılığında feodal beye vergi ödemekte ve feodal beyin askerî güç
ihtiyacını karĢılamaktadır. Feodal bey de bir üst prense ya da Ģövalyeye tâbi olmakta, bu
tâbiyet zinciri hiyerarĢik olarak nihayetinde Papa ve Kutsal Roma Ġmparatoru‟na kadar
uzanmaktadır. Hedley Bull bu yapıyı Ģöyle tanımlamaktadır: Bu sistemde Hıristiyan
toplum üzerinde ya da sınırları “kesin” olarak belirlenmiĢ bir toprak parçası üzerinde
mutlak hâkimiyet kurmuĢ bir yönetici ya da devlet söz konusu değildir. Her bir siyasî yapı
otoritesini süzereni, Papa ve Kutsal Roma Ġmparatoru ile paylaĢmak zorundadır.233 Bu Orta
Çağ yönetim biçiminde otoriteler birbiriyle kesiĢmekte, iç içe geçmekte, ayrıca bu
otoritelere paralel bir biçimde birçok itaat odağı (bir üst otorite) da mevcut olmaktadır.234
ġöyle ki, bu yönetim biçiminde sınırlar kesin olarak belirlenmediği gibi, bir toprak parçası
ya da prenslik üzerinde hâkim otorite değiĢkenlik gösterebilmektedir. Yani bir prenslik
birden fazla üst otoriteye tâbi olabilmekte ya da bir prenslik prense danıĢılmadan feodal
beyler arasında el değiĢtirebilmektedir. Bu sebeple Philpott “Orta Çağ düzeninde kimse
egemen değildi” demektedir.235 Ancak Bull‟un “kimse” ifadesinin Papa ve Ġmparatoru
kapsamadığını belirtmek gerekmektedir.
Orta Çağ Avrupası‟nda zirvesinde Papalık ve Kutsal Roma Ġmparatorluğu‟nun yer
aldığı hiyerarĢik bir yapılanma söz konusudur ve bu yapı teokratiktir. Papa uhrevî otoriteyi
temsil etmekte ve dünyevî otoriteyi yani Kutsal Roma Ġmparatoru‟nun hükümranlığını
Tanrı adına meĢru kılmakta ve denetlemektedir. Bunun karĢılığında Ġmparator, Tanrı adına
kendisine bahĢedilmiĢ hükümranlık yetkisini Papa‟nın izniyle yerine getirmektedir. Papa
233
Bull, H. (2002). The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics. (3. Baskı). London:
Macmillan, 245.
234
Friedrichs, J. (2001). The meaning of new medievalism. European Journal of International Relations,
7(4), 475.
235
Philpott, 2001, 80.
76
ile Ġmparator arasındaki bu (görünürde) “karĢılıklı saygıya” dayalı iliĢkinin arkasında ise
ciddi bir otorite mücadelesi sçz konusu olmaktadır. Bu hâkimiyet mücadelesi yalnızca
uhrevî ve dünyevî otoriteler arasında cereyan etmeyip, aynı zamanda dünyevî yani seküler
otoriteler arasında da söz konusu olmaktadır.
Dönemin en büyük dünyevi otoritesi Kutsal Roma Ġmparatorluğu idi ve büyük bir
konfederasyon benzeri yapıya sahiptir. Ġmparatorluğun bileĢenleri yani hâkimiyeti
altındaki devletimsi yapılar dört ana baĢlıkta sınıflandırılmaktadır: Kiliseye ait devletler
(ecclesiastical states), Ġmparatora ait devletler (imperial states), Ġmparatorun Kontlarına ve
ġövalyelerine ait siyasî yapılar ve seküler devletler (secular states). Kiliseye ait devletler
ile Ġmparatora ait devletler Ġmparatorluk nüfusunun sadece yüzde ikisini oluĢturmaktadır
ve hiyerarĢik sistemde Papa ve Kutsal Roma Ġmparatoru‟ndan sonra gelmektedir. Kontlara
ve ġövalyelere ait devlet yapıları ise (günümüz Avrupa haritasına göre) Almanya‟nın batı
ve güneyinde yer almakta ve Ġmparatorluğun askerî ve ekonomik gücünün önemli bir
kısmını oluĢturmaktadır. Seküler devletler ise (günümüz Avrupa haritasına göre)
Almanya‟nın doğusu ve kuzeyinde yer almaktadır ve sayıca en fazla yekûnu
oluĢturmaktadır.236 Bu siyasî birimlerin ilk üçü Otuz Yıl SavaĢları‟nda Ġmparatoru
desteklemiĢken, dördüncüsü yani bir diğer tanımlamayla Alman prenslikleri Ġmparatora,
Ġspanya Kralı‟na ve Papa‟ya karĢı savaĢmıĢtır.
Görüldüğü üzere Orta Çağ Avrupası birbirleriyle eĢdeğer olmayan ve hâkimiyet
sahaları birbirleriyle iç içe geçmiĢ siyasî aktörlerden oluĢmaktadır, yani sistem
heterojendir.237 Bu heterojen ve hiyerarĢik sistemde 1500‟lü yıllarda beĢ yüzü aĢkın siyasî
birimin var olduğu iddia edilmektedir.238 Her ne kadar sistem hiyerarĢik olsa da beĢ yüzü
aĢkın siyasî birimin aynı kaderi paylaĢmaya razı oldukları söylenemez. Özellikle on
beĢinci yüzyılda baĢlayan Reform Hareketleri Ġmparatorluk içerisindeki farklı görüĢlerin
açığa çıkmasında etkili olmuĢ, özellikle on altıncı yüzyılın ortalarından itibaren
Protestanlık Alman Prenslikleri arasında yaygınlaĢmıĢ ve zamanla gerek prenslikler
arasında, gerekse hiyerarĢik yapılanmalar arasında mezhep farklılıklarından kaynaklanan
236
Krasner, S.D. (1993). Westphalia and all that. Goldstein, J., Keohane, R.O. (eds.). Ideas and Foreign
Policy: Beliefs, Institutions and Political Change. Ithaca: Cornell University Press, 247-248.
237
Orta Çağ Avrupası‟nın dinî, siyasî ve ekonomik heterojen yapısının detaylı bir anlatımı için bakınız:
Bacık, 2007, 21-53.
238
Tilly, C. (1975). The Formation of National States in Western Europe. Princeton: Princeton University
Press, 24.
77
sürtüĢmeler yaĢanmaya baĢlamıĢtır. Bu sürtüĢmeler 1618 yılında Otuz Yıl SavaĢları‟nın
baĢlamasına neden olmuĢtur.
Birçok savaĢta olduğu gibi nedenler her ne kadar derin siyasî, dinî, ekonomik ve
kültürel çekiĢmelerle dolu olsa da savaĢların baĢlangıcı için çoğu zaman bir kıvılcım, anlık
bir olay gerekmektedir. Otuz Yıl SavaĢları‟nın kıvılcımı da 23 Mayıs 1618‟de Prag‟da
gerçekleĢen küçük bir ayaklanma (Defenestration of Prague) olmuĢtur. Bu ayaklanmada
Katoliklerin dinî özgürlüklerini kısıtladıklarını ve kendilerine karĢı Ģiddet uyguladıklarını
iddia eden bir grup Protestan, Ġmparatorluk saraylarından birisini iĢgal etmiĢ, kendilerine
direnen iki Katoliği bu sarayın penceresinden aĢağı atmıĢ ve ölmelerine sebep olmuĢtur.239
Böylece Katolik-Protestan münakaĢaları ile baĢlayan ve bu yönüyle mezhepler veya dinler
arası bir mahiyeti olan, ardından hegemonya savaĢına dönüĢen yirminci yüzyıla kadar Kıta
Avrupası‟ndaki en kanlı savaĢ baĢlamıĢtır.
Otuz Yıl SavaĢları‟nda taraflardan birisi Roma Kilisesi‟ne bağlı, Papa‟nın otoritesini
kabul
eden,
Papa‟yı
iktidarlarının
meĢruiyet
kaynağı
olarak
gören
Habsburg
Hanedanlığı‟nın iki üyesi (Kutsal Roma Ġmparatoru ve Ġspanya Kralı) önderliğinde
Kilise‟ye ve Ġmparatora ait devletler, Kontlar ve ġövalyeler ile Katolik Alman
Prenslikleri‟nden oluĢmakta iken, diğeri ise Habsburg‟un hegemonik ihtiraslarına karĢı
çıkan, ferdî olarak mücadele eden Ġsveç liderliğindeki Danimarka, Hollanda Cumhuriyeti
ve diğer Alman Prenslikleri‟nden müteĢekkil olmuĢtur.240 1635‟de ise Fransa Habsburg
hegemonyasına karĢı oluĢan bloğa dahil olmuĢtur241 ve Ġsveç yerine liderlik vazifesini
üstlenmiĢtir. Aslına bakılırsa savaĢ önce Kutsal Roma Ġmparatorluğu sınırları içerisindeki
Alman prenslikleri arasında yaĢanırken, sonradan (kısa bir zaman içerisinde) çevredeki
siyasî yapıları da etkilemiĢtir. Dolayısıyla savaĢla ilgili Ģu tespit yapılabilir: Otuz Yıl
SavaĢları bir Katolik-Protestan mücadelesi özelinde Alman prenslikleri arasındaki bir iç
savaĢtır. Aynı zamanda Kutsal Roma Ġmparatorluğu ile bağımsızlıklarını kazanmak için
mücadele eden “bağlı devletleri” arasında cereyan etmesi bakımından da bir iç savaĢtır.
Diğer taraftan ise, Fransa, Ġspanya, Ġsveç, Hollanda ve Danimarka gibi Kutsal Roma
239
Beaulac, 2004, 81.
Osiander, 2001b, 252; Osiander, A. (1995). The States System of Europe, 1640-1990: Peacemaking and
the Conditions of International Stability. Oxford: Oxford University Press, 17.
241
Parrot, D. (2004). Richelieus’ Army: War, Government and Society in France, 1624-1642. Canbridge:
Cambridge University Press, 111; Watson, A. (1992). The Evolution of International Society. London:
Routledge, 183.
240
78
Ġmparatorluğu hinterlandı dıĢındaki siyasî unsurların müdahalesi nedeniyle de bir
uluslararası savaĢtır.
30 Mayıs 1635‟de Protestan bloğun lideri konumundaki Saxon Prensi, Kutsal Roma
Ġmparatorluğu karĢısında mağlup olduklarını kabul etmiĢ ve Prag BarıĢı‟nı imzalamıĢtır.242
Bu barıĢ ile Ġsveç Ġmparatorluk bünyesinde yer alan Alman prensliklerin Ġmparatorluk
dıĢındaki siyasî unsurlarla ittifak yapmalarının yasaklanmasını ve prensliklerin ordularının
Ġmparatorun otoritesi altında birleĢtirilmesini kabul etmiĢtir.243 Bu tarihe kadar savaĢın fiili
olarak dıĢında yer alan Fransa, Kıta Avrupası‟nda güç dengesinin aleyhine değiĢtiğini
düĢünerek, Katolik olmasına rağmen Kutsal Roma Ġmparatorluğu‟na karĢı Protestan ittifak
içerisinde yer almıĢtır. 1635 yılına kadar “mezhepler arası bir din savaĢı” olarak cereyan
eden savaĢ Fransa‟nın savaĢa fiili olarak girmesi ile mahiyet değiĢtirmiĢ, Kıta
Avrupası‟nda bir güç mücadelesine, bir “hegemonya savaĢına” dönüĢmüĢtür. Dolayısıyla
çoğu zaman literatürde Katolikler ile Protestanlar arasında cereyan eden bir din savaĢı
olarak tanımlanan Otuz Yıl SavaĢları‟nın bir bütün olarak iki farklı mezhep arasında
gerçekleĢtiği iddiası yanıltıcı olmaktadır. 1635 yılı itibariyle her iki tarafın güçlü unsurları
olan Kutsal Roma Ġmparatorluğu ve Fransa Katolik‟tir. Bu nedenle aynı dine ve hatta aynı
mezhebe mensup dönemin iki süper gücünün liderliğinde gerçekleĢen savaĢın bir “din
savaĢı” olarak değil, bir güç mücadelesi ve “hegemonya savaĢı” olarak tanımlanması daha
doğru bir değerlendirme olacaktır. Literatürde de Otuz Yıl SavaĢları‟nı bir hegemonya
savaĢı olarak tanımlayan değerlendirmeler görmek mümkündür.244 Bu yönüyle Westphalia
BarıĢı Kutsal Roma Ġmparatorunun ve Papalığın (bütün Avrupa‟yı tek bir otorite altına
alacak ve bu yönüyle hegemon) bir Hıristiyan Ġmparatorluğu kurma emellerini sona
erdirmiĢtir.245
Otuz
Yıl
SavaĢları
Protestanlar
lehine
sona
erdiğinde
Kutsal
Roma
Ġmparatorluğu‟nun otoritesi zayıflamıĢ, zaten heterojen bir yapısı olan Ġmparatorluğun iç
feodal çekiĢmeler nedeniyle kıta Avrupası‟ndaki kazanımları ve hegemonik konumu
242
Bireley, R. (1976). The peace of Prague (1635) and the counterreformation in Germany. The Journal of
Modern History, 48(1), 31.
243
Osiander, 2001b, 258.
244
Boucher, D. (1998). Political Theories of International Relations. Oxford: Oxford University Press, 290;
Bull, 1977, 32; Evans, G., Newnham, J. (1990). The Dictionary of World Politics: A Reference Guide to
Concepts, Ideas and Institutions. Hemel: Harvester Wheatsheaf, 420; Holsti, K.J. (1991). Peace and War:
Armed Conflicts and International Order 1648-1989. Cambridge: Cambridge University Press, 34.
245
Sheehan, M.J (1996). The Balance of Power: History and Theory. London: Routledge, 38. Parantez içi
açıklama orijinal metinde yer almazken, orijinal metnin genelinde zikredilen hususlardır.
79
sarsılmıĢ, Ġmparatorluğun yerini tekrar büyük ölçüde Fransa almıĢtır. Protestanlar ve
Katolikler arasında cereyan eden Otuz Yıl SavaĢları ile birlikte Hollanda Ġsyanı olarak da
anılan, Hollanda prenslikleri ve Habsburg Ġmparatorluğu arasında yaĢanan Seksen Yıl
SavaĢları‟nı (1568-1648) da sonlandıran, Osnabrück (ya da Osnabrug) ve Münster
AntlaĢmaları imzalanmıĢtır.246 Gerek Protestanlar gerekse Katolikler barıĢ görüĢmelerinde
bir arada bulunmayı reddettikleri için görüĢmeler Westphalia‟ya bağlı Münster ve
Osnabrück kasabalarında eĢzamanlı gerçekleĢtirilmiĢtir. Osnabrück‟deki görüĢmelere
(1645-1648)
Protestanlar,
Münster‟deki
görüĢmelere
(1644-1648)
ise
Katolikler
katılmıĢtır. GörüĢmeler sonucunda Osnabrück AntlaĢması Protestan Ġsveç Kraliçesi ve
müttefikleri ile Kutsal Roma Ġmparatoru arasında, Münster AntlaĢması ise Katolik Fransa
Kralı ve müttefikleri ile Kutsal Roma Ġmparatoru arasında imzalanmıĢtır.247 Bu
antlaĢmalara genel olarak Westphalia AntlaĢmaları ya da Westphalia BarıĢı denilmektedir.
Westphalia ile Kutsal Roma Ġmparatorunun diğer bütün siyasî otoritelerin/prensliklerin
temsilcilerinin rızası olmaksızın asker toplayamayacağı, kanun yapamayacağı, savaĢ
ilanında bulunamayacağı ve barıĢ antlaĢmaları imzalayamayacağı kabul edilmiĢtir.248 Her
iki antlaĢmada da ortak vurgu Hıristiyan âlemine duyulan yüksek sadakat ve saygı
olmuĢtur. Osnabrück AntlaĢması‟nın dibacesinde “taraflar Tanrının zaferini ve Hıristiyan
dünyasının güvenliğini kabul ederler” denilmekte iken, Münster AntlaĢması‟nın
dibacesinde de “taraflar Tanrının zaferini ve Hıristiyan dünyasının yararını kabul ederler”
ifadesi geçmektedir.249
Westphalia‟da dönemin diğer antlaĢmalarından farklı olarak Papalık temsilcisi
dinlenmediği gibi, antlaĢmalar Papa‟ya onaylatılmamıĢtır. Hem bu nedenle hem de
prensliklere tanınan “kendi dinlerini seçme hakları” nedeniyle Kilise‟nin otoritesi
sınırlandırılmıĢ, Augsburg BarıĢı‟nın (1555) hükümleri yenilenmiĢ, Kutsal Roma
Ġmparatorluğu sınırları içerisinde Katoliklik, Protestanlık ve Kalvenizm geçerli dinler
246
Westphalia‟da gerçekte üç antlaĢmanın imzalandığını, buna karĢılık sadece Münster ve Osnabrück‟den
bahsedildiği de iddia edilmektedir. Bakınız: Philpott, 2001, 82. Ancak üçüncü antlaĢma olarak bahsedilen
Pyrenees AntlaĢması Westphalia‟dan on bir yıl sonra (1659) imzalanmıĢtır ve antlaĢma maddeleri
Westphalia‟dan farklılıklar arzetmektedir.
247
Krasner, 1993, 240.
248
Knutsen, T.L (2006). Uluslararası İlişkiler Teorisi Tarihi. (Çev. Mehmet Özay). Ġstanbul: Açılım Kitap.
(Eserin orijinali 1992‟de yayımlandı), 119.
249
Münster ve Osnabrück AntlaĢmaları için bakınız; Ġnternet: The Westphalian Treaties from October 24th,
1648: Texts and Translations, http://www.pax-westphalica.de/ipmipo/indexen.html; ayrıca Münster
AntlaĢması‟nın (Westphalia AntlaĢması olarak tanımlanmıĢtır) baĢka bir Ġngilizce çevirisi için bakınız:
Ġnternet: Treaty of Westphalia, http://avalon.law.yale.edu/17th_century/westphal.asp adreslerinden 11 Kasım
2012‟de alınmıĢtır; Osiander, 1995, 27-30.
80
haline gelmiĢtir. Üçüncü bir husus olarak, Kutsal Roma Ġmparatorluğu‟nun parçalanmıĢ
yapısı teyit edilmiĢtir.250
Sonuçları itibariyle Otuz Yıl SavaĢları‟nı sona erdiren Westphalia‟ya Uluslararası
ĠliĢkiler‟de atfedilen anlam ve konum son yıllarda artan bir Ģekilde tartıĢılmaktadır.
Westphalia‟yı kendisinden önceki Orta Çağ feodalite ve imparatorluk dönemlerine göre
yeni bir siyasî otorite biçimi sunması bakımından yeni bir çağın ve uluslararası sistemin
baĢlangıcı olarak kabul eden, modern uluslararası sistemin, ulus-devletlerin ve Bodin‟in
kurguladığı egemenliğin Westphalia ile mümkün olduğunu, toprak bütünlüğü ve mutlak
egemenliğin Westphalia ile anlam kazandığını savunan “geleneksel” bir yaklaĢımla
birlikte; Westphalia‟ya biçilen bu “tarihi rolü” abartılı bulan, Westphalia‟nın dikkatli bir
analize tabi tutulmadığını, antlaĢmaların hükümlerinin yanlıĢ yorumlandığını ve aslına
bakılırsa modern uluslararası sistemin baĢlangıcı için daha uygun baĢka tarihlerin mevcut
olduğunu iddia eden “eleĢtirel” yaklaĢımlar da mevcuttur.
2.3.1. Westphalian ortodoksi
Uluslararası
ĠliĢkiler
teorisyenlerinden
akademisyenlerine,
uygulayıcılarından
öğrencilerine kadar genel kabul görmüĢ, disiplinin üzerine inĢa edildiği bazı aksiyomlar,
genel kabuller, ortodoksiler vardır. Westphalia bunlar arasında disiplinin aktörlerini,
konularını ve sınırlarını belirlediğine dair genel kabul nedeniyle en önemlisi olmaktadır.
Bir ortodoksi olarak Westphalia akademia genelinde kabul gören, Uluslararası ĠliĢkiler‟in
baĢladığı “an” kabul edilen, klasik egemenliğin baĢlangıç tarihi olarak kayda geçen bir
dönüm noktasıdır. Westphalia ile bağımsız ulus-devletlerin oluĢturduğu modern
uluslararası iliĢkiler tesis edilmiĢ, anarĢik uluslararası sistem kurulmuĢtur.
Tarihî bir olay olan Westphalia‟yı siyasî yönleriyle ele alan ve Uluslararası ĠliĢkiler
literatüründe aslî bir yapı taĢı olarak kurgulayan Leo Gross, Westphalia‟yı ulus-devletlerin
baĢlangıç noktası olarak tanımlayan ve bu yönüyle tarihin ve Uluslararası ĠliĢkiler‟in en
önemli dönüm noktalarından birisi olduğunu savunan önemli düĢünürlerden birisi, hatta en
önemlisidir. Zaten bu sebeple Wesphalia ile ilgili ilk çalıĢma olmasa da, Westphalia‟nın
önemini vurgulayan veya Westphalia‟nın abartıldığını düĢünen bütün çalıĢmalarda
250
Sander, O. (2007). Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e. (16. Baskı). Ankara: Ġmge Kitabevi, 100.
81
kendisine sıklıkla atıf yapılmaktadır. Bu yönüyle Gross Westphalian mitin “Homeros‟u”
olarak da tanımlanmaktadır.251 Gross Westphalia‟nın üç yüzüncü yıl dönümüne binaen
yazdığı “Westphalia BarıĢı”252 (The Peace of Westphalia: 1648-1948) isimli makalesine
Westphalia ile BM ġartı arasında analoji kurarak baĢlamaktadır. Her iki metni de yeni bir
uluslararası sistem kurması bakımından birbirlerine benzetmektedir. Ancak eĢdeğer de
görmemektedir. Zira Gross‟a göre Wesphalia dünyanın en büyük ġartı‟dır.253
Gross‟un 1948‟de kaleme aldığı makalesi özellikle Westphalian ortodoksinin en
önemli nüvesi olan “egemen devleti” tanımlaması bakımından önemli olmaktadır. Gross‟a
göre Westphalia‟nın iki anahtar kavramı vardır: Egemenlik ve diğer devletlerin iç
meselelerine karıĢmamak. Gross‟a göre egemenlik, sınırları belirli bir bölge içerisinde
(territory) kural koyucuya eĢ bir baĢka gücün olmaması ve dıĢarıda da kendisinden üstün
bir otoritenin olmamasıdır. Westphalian egemenliğin göstergesi ve belirleyicisi sınırları
kesin bir biçimde belirlenmiĢ olan topraktır. Egemenlik-toprak iliĢkisi Westphalian
ortodokside o derece iç içe düĢünülmektedir ki, gerek Morgenthau gerekse Hertz toprak
kaybını egemenliğin kaybıyla eĢdeğer görmüĢlerdir.254 Bu toprak merkezli yani ülkesel
(teritoryal) yorum egemenliği siyasî coğrafya bakımından yorumlamaktadır.255 Bu yorumu
doğrulayan uluslararası mahkeme kararları da mevcuttur. Örneğin, Daimi Hakemlik
Mahkemesi (DHM) (Permanent Court of Arbitration) 7 Eylül 1910 tarihinde “Kuzey
Atlantik Kıyısı Balıkçılık Davası” davasına iliĢkin kararında egemenliğin belirli bir ülkesel
alanda uygulanmasını egemenliğin aslî unsurlarından birisi olarak tanımlamıĢtır.256
Mekanın siyasallaĢması olarak tanımlanabilecek bu durum, yani egemenliğin sınırları
belirli bir toprak parçası içerisindeki en üstün güç olması ve sınırları içerisine herhangi bir
dıĢ otoritenin müdahale edememesi literatürde “Westphalian egemenlik” olarak
tanımlanmaktadır. Bu yönüyle modern uluslararası hukuk sisteminde yer edinen önemli
ilkelerden “her devletin hükümetinin kendi ülkesel yetki alanında açık bir Ģekilde yegâne
egemen unsur olduğu” ve “devletlerin birbirlerinin iç iĢlerine karıĢmayacağı” ilkelerinin
251
Larkins, J. (2010). From Hierarchy to Anarchy: Territory and Politics before Westphalia. New York:
Palgrave Macmillan, 3.
252
Gross, 1948, 20-41.
253
Gross, 1948, 20.
254
Bartelson, 1996, 30-31.
255
Thomson, J.E. (1995). State sovereignty in international relations: Bridging the gap between theory and
empirical research. International Studies Quarterly, 39(2), 227.
256
Ġnternet: Kuzey Atlantik Kıyısı Balıkçılık Davası (1910) (Ġngiltere/ABD), RIAA, Vol. XI, 7 Eylül 1910,
180, http://untreaty.un.org/cod/riaa/cases/vol_XI/167-226.pdf adresinden 10 Kasım 2012‟de alınmıĢtır.
82
Westphalia ile baĢladığı kabul edilmektedir.257 Westphalia ile tarihî bir dönüĢüm
gerçekleĢmiĢtir. Bir yandan Otuz Yıl SavaĢları sona ermiĢ, diğer yandan belirli sınırlarla
çevrili ülkesel yapılar olarak egemen devletler tarih sahnesine çıkmıĢtır.258
Morgenthau Otuz Yıl SavaĢları‟nın bitmesi ile belirli bir toprak parçası üzerindeki en
üstün güç anlamındaki egemenliğin siyasî bir gerçeklik olarak ortaya çıktığını ve
Westphalia‟nın hem Papa‟nın ve Ġmparator‟un (Kutsal Roma Ġmparatoru) evrensel otoritesi
karĢısında, hem de feodal beylerin Ģahsî istekleri karĢısında ülkesel prenslerin önemli bir
zaferi olduğunu ifade etmektedir.259 Ayrıca bu iddia önemli sayıda Uluslararası ĠliĢkiler
teorisyeni tarafından da benimsenmektedir.260 Bu iddianın devamı olarak 1648‟de
Westphalia ile kurulan yeni düzende Papa‟nın ve Ġmparator‟un gücü oldukça azalmıĢ,
ülkesel devletler (ulus-devlet) fikri Avrupa‟da geniĢ kabul görmüĢ261, ülkesel sınırlar ve
devletlerin egemenliği ilkeleri uluslararası politikada ön plana çıkmıĢtır.262 Sonuç olarak
kendi sınırları içerisinde en üstün güç olan modern egemen devletlerin263 Otuz Yıl
SavaĢları sonrasında imzalanan Westphalia ile kurulduğu264 kabul edilmektedir.
Westphalia ülkesel egemenlik ilkesi üzerine kurulmuĢ devletlerden oluĢan
uluslararası toplumu inĢa etmiĢ265, bunu da hiyerarĢik kontrolden bağımsız yönetimlere
geçiĢ fikri ve egemenlik ilkelerini meĢrulaĢtırarak gerçekleĢtirmiĢtir.266 Westphalia,
egemenlerin (devletlerin), herhangi bir dıĢ müdahale olmaksızın ve herhangi bir dıĢ
menĢeli dinî, siyasî, hukukî talebe mahal vermeksizin, kendi halkını yönetme hakkını
257
Brown, S. (1992). International Relations in a Changing Global System: Toward a Theory of the World
Polity. Boulder: Westview, 74.
258
Lyons, G.M., Mastanduno, M. (eds.). (1995). Introduction. Lyons, G.M., Mastanduno, M. (eds.). Beyond
Westphalia?: State Sovereignty and International Intervention. Baltimore: Johns Hopkins University Press,
5; Kratochwill, F. (1995). Sovereignty as dominium: Is there a right of humanitarian ıntervention?. Lyons,
Mastanduno (eds.). Beyond Westphalia?, 25.
259
Morgenthau, H.M. (1948b). The problem of sovereignty reconsidered. Columbia Law Journal, 58, 341.
260
Holsti, K.J. (2001). Dealing with dictators: Westphalian and American strategies. International Relations
Asia-Pasific. 1, 51; Osiander, 2001b, 251; Krasner, 1993, 235; Fagelson, D. (2001). Two concepts of
sovereignty: From Westphalia to the law of peoples. International Politics, 38(4), 499; Philpott, 2001, 117.
261
Knutsen, 2006, 119-120.
262
Viotti, P.R, Kauppi, M.V. (2007). International Relations and World Politics. (3. Baskı). New Jersey:
Pearson Prentice Hall, 64; Shimko, K.L. (2010). International Relations: Perspectives and Controversies. (3.
Baskı). Boston: Cengage Learning, 217.
263
Zacher, M.W. (1992). The decaying pillars of Westphalian temple: Implications for international order
and governance. Rosenau, J.N, Czempiel, E.O. (eds.). Governance without Government: Order and Change
in World Politics. Cambridge: Cambridge University Press, 59.
264
Shimko, 2010, 4.
265
Evans, Newnham, 1990, 420.
266
Holsti, 1991, 39; Watson, 1992, 186.
83
meĢrulaĢtırmıĢtır.267 Ayrıca Westphalia din savaĢlarını sona erdirmiĢ ve ülkesel devleti
modern devletler sisteminin yapıtaĢı yapmıĢtır.268 Sonuç itibariyle Westphalian devlet
kesin olarak sınırları belirlenmiĢ bir toprak ve otonomi üzerine inĢa edilmiĢ siyasî bir
yapıdır.269 Westphalian devlet anlayıĢını, yani ulus-devletin “ulus” kısmını ele alan
Polisensky‟ye göre Westphalia‟nın uluslararası sisteme en büyük katkısı “milliyetçilik”
fikrinin ilk nüvelerini içeriyor olmasıdır. Polisensky milliyetçilik fikri sayesinde ulusdevletlerin sınırlarını belirleyebildiklerini, bu sayede iç ve dıĢ egemenliklerini kurup
sağlamlaĢtırabildiklerini ifade etmektedir.270
Egemen devlet ya da ulus-devlet ifadesi Westphalia‟da açıkça yer almamaktadır.
Ancak antlaĢmaların hükümleri egemenliğin varlığına iĢaret etmektedir:271
“…bütün siyasî birimler daha önce sahip oldukları haklarını, imtiyazlarını,
özgürlüklerini ve kazanımlarını ülkesel hakları çerçevesinde özgürce yerine getirirler… bu
hakları sebebiyle herhangi bir tacize (dıĢ müdahaleye) uğrayamazlar.” (Münster
md.64/Osnabrück md.8.3)
“…bütün siyasî birimler kanun yapma, askere alma, savaĢ ilan etme, vergi toplama,
kendi sınırlarını güçlendirecek istihkamlar kurma hakkına sahiptir.” (Münster md.65
/Osnabrück md.8.4)
“…siyasî birimler… herhangi bir taciz (dıĢ müdahale) olmaksızın gümrüklerini,
yıllık kazançlarını, özgürlüklerini ve kazanımlarını koruma… sınırları içerisinde tam bir
yargılama hakkına sahiptir.” (Münster md.67/Osnabrück md.9.1)
“…bütün siyasî birimler ticaret özgürlüğüne sahiptir… birbirlerinin sınırlarını ticarî
amaçlarla özgürce geçebilirler.” (Münster md.70)
267
Janis, M.S. (1994). Sovereignty and international law: Hobbes and Grotius. Macdonald, R.J. (ed.). Essays
in Honour of Wang Tieya. Doradrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 393.
268
Morgenthau, 1948a, 254.
269
Krasner, 1995, 115.
270
Polisensky, J. (1971). The Thirty Years War. Berkeley: University of California Press, 257. Polisensky
eserinde milliyetçiliği daha ziyade “ulus bilinci” anlamında kullanmaktadır.
271
Ġnternet: The Westphalian Treaties from October 24th, 1648: Texts and Translations, http://www.paxwestphalica.de/ipmipo/indexen.html;
Treaty
of
Westphalia,
http://avalon.law.yale.edu/17th_century/westphal.asp adreslerinden 11 Kasım 2012‟de alınmıĢtır.
84
Bu maddelerde geçen sınırların belirlenmiĢ olması yani ülkesel bir yapının olması,
bu yapıya dıĢarıdan müdahale edilememesi, bu yapının vergi koyma, kanun yapma,
yargılama, askere çağırma, savaĢ ilanı ve kendi ticari yapısını belirleyebilme gibi günümüz
modern devletlerinin sahip oldukları yetkilere iĢaret eden ifadeler, Westphalia‟nın
“egemen devlet” formunun bahsedildiği ilk antlaĢmalar olduğuna dair kabule neden
olmaktadır. Ayrıca 70. madde nedeniyle Westphalia “kapitalist sistemin” de baĢlangıcı
olarak kabul edilebilmektedir.
Westphalian ortodoksinin diğer bir önermesi ise mevcut devletler sisteminin
oluĢmasında ve geliĢmesinde paradigma kaymasına yol açan, devletler sistemine meĢruiyet
kazandıran en önemli olayın Westphalia olduğudur.272 Westphalia Papa ve Kutsal Roma
Ġmparatoru‟nun zirvesinde yer aldığı hiyerarĢik düzen yerine, egemen devletlerin kontrol
ettiği yeni bir siyasî düzen tesis etmektedir.273 Bu yönünle Westphalia manevî alanda
Papa‟nın uluslararası otoritesine karĢı kamusal bir baĢkaldırı iken, siyasî alanda hiyerarĢik
yapılı bir toplum yerine kendi sınırları içerisinde egemen, birbirleriyle eĢit ve bağımsız
devletlerden müteĢekkil çoklu devlet yapısının inĢa edilmesi anlamlarına gelmektedir.274
Westphalia ile devletlerarası sistem (Papa ve Ġmparatorluk denetimindeki) merkezi
yapıdan uzaklaĢmıĢ, devletlere etki edecek dıĢ otoriteler ve uluslararası örgütlenmeler
ortadan kalkmıĢ, devletlerarası sistem yalnızca devletlerin etkili olduğu bir alan haline
gelmiĢtir.275 Gross, Alman Diet‟ini (German Diet) örnek göstererek276, Westphalia
öncesinde sayıları dokuz yüzü bulan prensliklerin daha üst otoritelere ve nihayetinde
Kutsal Roma Ġmparatoru‟na bağlı olarak varlıklarını devam ettirdiklerini, yani hiyerarĢik
bir sistemin mevcut olduğunu, Westphalia sonrasında ise oluĢturulan makul sınırlar ile
sayıları üç yüz civarına düĢen277 prensliklerin birbirleriyle eĢit siyasî birimler olarak “güç
dengesine” uygun bir siyasî yapıda, yani anarĢik bir uluslararası sistemde varlıklarını
272
Falk, R.A. (2002). Revisiting Westphalia, discovering post-Westphalia. Ethics, 6(4), 312-313; Poggi, G.
(2007). Modern Devletin Gelişimi: Sosyolojik Bir Yaklaşım. (4. Baskı). (Çev. ġule Kut ve Binnaz Toprak).
Ġstanbul: Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. (Eserin orijinali 1978‟de yayımlandı), 110 ve 136.
273
Holsti, 1991, 25.
274
Gross, 1993, 11; Gross, 1948, 28-29.
275
Müllerson, R. (2000). Ordering Anarchy: International Law in International Society. The Hague:
Martinus Nijhoff Publishers, 100. Uluslararası ĠliĢkiler teorilerinde bahsedilen “anarĢi hali” tanımlanıyor
adeta.
276
Gross, 1948, 22.
277
Morgenthau Westphalia sonrası Alman prensliklerinin sayısını net bir biçimde 355 olarak vermektedir.
Prensliklerin zamanla sayısal olarak azalmaya devam ettiğini ve nihayetinde Napolyon SavaĢları sona
erdiğinde (1815) sekiz devlet yapısının kaldığını söylemektedir. Bakınız: Morgenthau, 1948a, 270.
85
devam ettirmeye baĢladıklarını ifade etmektedir.278 Katolik ve Protestan prensliklerden
müteĢekkil olan Alman Diet‟i Westphalia öncesinde olduğu gibi sonrasında da “daha zayıf
bir bağla” devam etmiĢtir. Ancak Westphalia öncesinde Katolik ve Protestan prenslikler
arasında üst otoritelere ve Ġmparator‟a bağlı olup olmaları bakımından bir farklılaĢma söz
konusu iken, sonrasında bu prenslikler Gross‟a göre nispeten türdeĢ, egemen eĢit hale
gelmiĢtir.279
Egemen
eĢit
devletlerin
dıĢ
politikalarını
anarĢik
bir
sistemde
gerçekleĢtirdiklerini savunan Gross‟a göre, eĢit siyasî birimler arasındaki muhtemel
iliĢkiler “güç dengesine” uygun iĢlemektedir ve Westphalia ile tesis edilen güç dengesi
sistemi Kıta Avrupası ölçeğinde daha büyük bir alanda gerçekleĢtiği için bir ilki
oluĢturmaktadır.280
Devletlerin karĢılıklı hak ve yükümlülükler çerçevesinde uluslararası sistemde yer
almaya baĢladıkları281, hiyerarĢiden otonomiye geçiĢ fikrinin meĢruiyet kazandığı282 bu
yeni sistem “Westphalian Sistem” olarak tanımlanmaktadır. Önceleri dar anlamda
Avrupa‟ya ait veya Avrupa‟nın yeni sistemi olarak kabul edilmekte283 iken, sonradan
devletler arası iliĢkileri uluslararası hukuk ve güç dengesi ilkeleri üzerine inĢa etmesi284 ile
geniĢ bir yorumla evrensel ölçekte de kabul edilmeye baĢlamıĢtır. Böylece Westphalia
devletlerin iç iĢlerinde mutlak egemen, dıĢ iĢlerinde ise bağımsız oldukları modern
uluslararası sistemi izah etmek için kullanılmaya baĢlanmıĢtır.
Westphalia‟nın tarihî ve siyasî yönleriyle önemli bir dönüm noktası olduğu iddiası da
üzerinde adeta uzlaĢma sağlanmıĢçasına genel olarak kabul görmektedir. Mevcut
uluslararası iliĢkiler sisteminin inĢasında önemli bir dönüm noktası olarak Westphalia,
egemenleri en önemli siyasî yapı olarak kabul etmekte ve dıĢarıya karĢı bağımsız, iç
yetkiler bakımından yegane güç erki haline getirmekte, iyi ya da kötü, bir çağı sona erdirip
yeni bir çağı baĢlatmaktadır.285 Gross‟a göre kapanan çağ Papa ve Ġmparator‟un hâkimiyeti
altında ĢekillenmiĢ hiyerarĢik bir sistem iken, yeniçağ eĢit devletlerden müteĢekkil anarĢik
278
Gross, 1948, 27.
Gross, a.g.m., 28.
280
Gross, a.g.m., 27.
281
Winfield, P.H. (1941). The Foundations and The Future of International Law. Cambridge: The University
Press, 18.
282
Holsti, 1991, 39.
283
Abi-Saab, G. (1994). International law and the international community: The long road to universality.
Macdonald, J.R. (ed.). Essays in Honour of Wang Tieya. Doradrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 31-32.
284
Stallybrass, W.T.S. (1918). A Society of States: Sovereignty, Independence and Equality in a League of
Nations. London: Georfe Routledge & Sons Ltd., 28.
285
Gross, 1948, 28.
279
86
bir sistemdir. Sistemin yapısında meydana getirdiği bu köklü değiĢim nedeniyle
Westphalia bir devrin kapanması ve yeni bir devrin baĢlaması olarak kabul edilmekte286,
kısaca Uluslararası ĠliĢkiler‟in big bang‟i olarak tanımlanmaktadır.287 Polisensky de
Westphalia‟nın önemli bir dönüm noktası olduğunu savunmaktadır. Her ne kadar
Westphalian ulus-devlet sınırlarının Kutsal Roma Ġmparatorluğu‟nun 1806 yılında çökmesi
ile gerçek anlamda oluĢmaya baĢladığını, yani değiĢimin birden gerçekleĢmediğini ifade
etse de288, Polisensky Westphalia‟yı Osmanlı hâkimiyetindeki topraklar hariç bütün
Avrupa‟yı etkileyen ve değiĢtiren önemli bir olay olarak değerlendirmektedir.289
Westphalia‟ya atfedilen bu önem aynı zamanda kendisinden sonraki dönemde Uluslararası
ĠliĢkilere yön vermesinden de kaynaklanmaktadır.290 Özellikle Uluslararası ĠliĢkiler‟in
halihazırda hâkim teorisi olan Realizm* Uluslararası ĠliĢkileri “Westphalian gözlükle”
okumakta, Westphalia‟nın “egemen devlet” merkezli doğasını teorik önermelerinde esas
olarak kabul etmektedir. Devletin iç iĢlerinde mutlak egemen, dıĢ iĢlerinde ise bağımsız
olması, devletin uluslararası sistemin en önemli aktörü olması, uluslararası sistemin
anarĢik olması ve güç dengesi ilkesine uygun bir biçimde iĢlemesi gibi Realizmin temel
ilkeleri Westphalian izler taĢımaktadır. Bu nedenle Realizm açısından Westphalia oldukça
önemlidir. Muhtemeldir ki bu sebepten Westphalia ile bütünleĢen devlet, egemenlik, eĢitlik
ve uluslararası sistemin anarĢik yapısı gibi netameli ve tartıĢmalı kavramların ve yapıların
muhtevalarında meydana gelen değiĢimlere rağmen Realizm ve dolayısıyla Uluslararası
ĠliĢkiler, geleneksel Westphalia anlayıĢını savunmaya devam etmektedir.
Westphalian ortodoksinin önemli bir iddiası da Westphalia‟nın kendisinden önceki
antlaĢmalardan farklı olarak seküler bir niteliğe sahip olmasıdır. Orta Çağ Avrupası‟nda
siyasî birimler arasında yapılan antlaĢmalar Kilise‟nin onayı ile geçerli olmakta ve Kilise
aynı zamanda antlaĢmaların garantörü olmaktadır. Ancak Münster ve Osnabrück
kentlerinde
gerçekleĢtirilen
müzakerelerde
Papalık
temsilcileri
yer
almamıĢtır.
Müzakerelere çağırılmadıkları gibi antlaĢmaların imzalanması sürecine de davet edilmeyen
Papalık Westphalia sürecini eleĢtirmiĢ ve hatta “din dıĢı bir giriĢim” olarak
286
Stallybrass, 1918, 28; Janis, 1994, 392.
Carvalho, vd., 2011, 737.
288
Polisensky, 1971, 255.
289
Polisensky, a.g.e., 258.
290
Lee, S.L. (2005). Aspects of European History: 1494-1789. London: Routledge, 91.
*
Burada Realizm ile sadece Klasik Realizm değil, Realizmin bütün formları ifade edilmektedir.
287
87
değerlendirmiĢtir.291 Papa X. Innocent teamüle aykırı gerçekleĢtirilen bu müzakereler ve
antlaĢmaların imzalanmaları sürecini, dolayısıyla Westphalia‟yı ilahî otoriteye karĢı bir
hareket olarak nitelendirmiĢ ve 26 Kasım 1648‟de Westphalia görüĢmelerini boĢ ve
geçersiz ilan eden “Zelo Domus Dei” isimli deklarasyonu yayınlamıĢtır. 292 Bu deklarasyon
Papalığın siyaset üzerindeki etkinliğini yitirmeye baĢladığının ilk iĢareti kabul
edilmektedir. Tam da bu nedenle Gross Papalık karĢısında seküler otoritelerin ilk kez güç
kazanımı elde ettikleri olayın Westphalia olduğunu ileri sürmektedir.293 Dolayısıyla
Gross‟a göre Westphalia hem siyasî alanda yeni devletler arası sistemin teĢekkülü, hem de
manevi alanda Papa‟nın uluslararası otoritesine karĢı kamusal bir baĢkaldırı anlamına
gelmektedir.294
Westphalia‟nın egemen ve eĢit devletlerden müteĢekkil devletler arası sistemin
baĢladığı an olduğuna dair genel kabulün devamı olarak, Westphalia aynı zamanda yeni
uluslararası sistemin iĢleyiĢ kurallarını belirleyen modern uluslararası hukukun da
baĢlangıcı olmaktadır.295 Morgenthau ise Gross kadar iddialı olmamak kaydıyla
uluslararası hukukun Westphalia öncesinde de var olduğunu ancak gerçek anlamda
Westphalia ile oluĢmaya baĢladığını ifade etmektedir.296
Westphalia‟nın iki küçük kasabası Münster ve Osnabrück‟de 1644-1648 yılları
arasında gerçekleĢtirilen müzakereler ve ardından imzalanan antlaĢmaların katılımcıları ve
imzacıları dünya siyasî tarihinde ve uluslararası politikada bu denli bahis konusu
olacaklarını ve Westphalia‟ya atfedilen değeri tahmin edemezlerdi. Öncelikli amacı
Katolik ve Protestan mezheplerine mensup taraflar arasında yaĢanan çatıĢmalara ve Kutsal
Roma Ġmparatorluğu ile Kilise‟nin mutlak hâkimiyetine son vermek ya da en azından
zayıflatmak olan Westphalia, özellikle yirminci yüzyılın baĢlarında hukukî ve siyasî
yönleriyle daha fazla analiz edilmeye baĢlanmıĢ, devletler arasında cereyan eden iliĢkilerin
tespitinde sürekli atıf yapılır hale gelmiĢtir. Zamanla Bodin‟in kurguladığı ve Hobbes‟in
yücelttiği egemenlik kavramı ve egemenlik kavramının bir devamı olan egemen eĢitlik
kavramı, bu kavramlar üzerine inĢa edilen anarĢik uluslararası sistem Westphalia ile anılır
291
Evans, M. (1997). Religious Liberty And International Law in Europe. Cambridge: Cambridge University
Press, 50.
292
Nussbaum, A. (1954). A Concise History of the Law of Nations. New York: Macmillan, 116.
293
Gross, 1948, 28.
294
Gross, a.g.m., 28-29; Gross, 1993, 11.
295
Gross, 1948, 26.
296
Morgenthau, 1948a, 294.
88
olmuĢtur. Nihayetinde Westphalia modern devletler sisteminin baĢlangıcı olarak kabul
edilmektedir. Westphalia ile dünya kendilerinden üstün herhangi bir otorite kabul etmeyen
egemen devletlere bölünmüĢ; hukuk yapmak, hukuku uygulamak ve çatıĢmaları
sonlandırmak birbiri ile güç ve çıkar mücadelesi içerisindeki devletlere atfedilmiĢ;
devletler arasındaki mücadeleler güç mücadeleleri ile çözülmeye baĢlanmıĢ; bütün
devletler hukuk önünde eĢit olmuĢ; uluslararası hukuk bir arada yaĢamayı gerektirecek
Ģekilde oluĢmuĢtur.297 Bu genel kabul Uluslararası ĠliĢkiler‟in en önemli ortodoksilerinden
birisi haline gelmiĢtir.298
2.3.2. Westphalian mit
Bütün bu genel kanıya rağmen, Westphalian ortodoksiyi eleĢtiren önemli çalıĢmalar
da mevcuttur. Bu çalıĢmalar ana hatlarıyla “Westphalia‟nın anlatıldığı gibi olmadığına”
iĢaret etmekte ve bu yönüyle eleĢtirilerini “Westphalian mit” ifadesiyle tanımlamaktadır.
Ancak Westphalia‟nın mitsel yönünü ele alan bu çalıĢmalarda önemli bir analiz sorunu söz
konusudur. Westphalia‟yı bir mit olarak değerlendiren çalıĢmaların neredeyse tamamı
Westphalian ortodoksinin reddi ya da noksanlıkları üzerine kurgulanmaktadır. Bu
çalıĢmalar açısından geleneksel Westphalia‟nın temel varsayımlarının uluslararası sistemde
gerçekleĢmiyor olması ya da bazı noksanlıklar içermesi Westphalia‟nın bir mit olarak
değerlendirilmesi için yeterli olmaktadır. Bu değerlendirme bu tezde mit bahsinin
anlatıldığı kısımda da belirtildiği üzere noksan ve yanlıĢtır. Bir olay ya da kavramı siyasî
mit olarak değerlendirebilmek için o olay ya da kavramın teorisi ile pratiğinin
uyuĢmamasına ilaveten, sunî bir ürün olup belirli bir amaca hizmet ediyor olması da
gerekmektedir, hatta elzemdir. Bu anlamda Westphalia‟yı bir mit olarak değerlendiren
çalıĢmaların temel argümanı olan Westphalian ortodoksinin içeriği ile reel uluslararası
iliĢkilerdeki uygulamalarının örtüĢmediği analizi doğrudur, ancak Westphalian‟ın mitsel
yönü, bu teori-pratik uyuĢmazlığına ilaveten asıl olarak Westphalian paradigmanın
uluslararası sistemin bekası açısından oynadığı roldür. Bu tez Westphalian ortodoksinin
sistemin genelinde kabul edilmesi ve bu ortodoksi ile devlet merkezli sistem anlayıĢının
hâlâ kabul edilebilir tek sistem olması nedeniyle Westphalia‟yı bir siyasî mit olarak
297
Held, D. (1992). The development of modern state. Hall, S., Gieben, B. (eds.). Formations of Modernity:
Understanding Modern Societies: An Introduction. Cambridge: The Open University, 86.
298
Beaulac, 2004, 69; Beaulac, S. (2000). The Westphalian legal orthodoxy: Myth or reality?. Journal of
History of International Law, 2(2), 148.
89
değerlendirmektedir. Her ne kadar bahsedilen çalıĢmalar Westphalia‟ya “mit teĢhisinde”
kuramsal olarak sorunlu olsalar da, Westphalian mitin açıklanmasında önemli argümanları
içermeleri nedeniyle dikkate alınmaları ve incelenmeleri gerekmektedir.
Geleneksel Westphalian anlayıĢa yönelik, en önemli olmasa bile, öncelikle ele
alınması gereken nokta Westphalia‟ya giden süreçte öncesi ve sonrasıyla Otuz Yıl
SavaĢları‟nın mahiyetidir. Gerçekten de Otuz Yıl SavaĢları bir din savaĢı mıdır ve savaĢlar
sonrasında Kutsal Roma Ġmparatorluğu yıkılmıĢ olup yeni bir sistem mi kurulmuĢtur?
Osiander‟e göre Otuz Yıl SavaĢları yanlıĢ parametrelerle analiz edilmektedir. Genel
kabulün aksine Westphalia öncesi dönemde Habsburg‟un kendi hanedanlık toprakları
dıĢında, aslına bakılırsa diğer prenslikler ve Ģehirler doğrudan Habsburg tarafından
yönetilmemekteydi. Kutsal Roma Ġmparatorluğu‟nun alt birimlerinden Ġmparatora ait
devletler ile Kontlara ve ġövalyelere ait siyasî birimler doğrudan Habsburg‟a bağlı iken,
seküler devletler olarak tanımlanan alt siyasî birimler Ġmparatorluğa belirli bir vergi ödeme
karĢılığında kendi siyasetlerini ve diğer alt siyasî birimlerle iliĢkilerini kendileri
belirleyebiliyordu, yani doğrudan bir tâbiyet söz konusu değildi. Ayrıca Kiliseye ait
devletler de Ġmparatorluğa karĢı kısmi-bağımsız olmaktadır. Buna rağmen Kutsal Roma
Ġmparatorluğu‟nun emperyal emelleri diğer prenslikleri tedirgin etmiĢ, zamanla bu
tedirginlik Habsburg karĢıtlığı düzeyine yükselmiĢ, nesiller boyunca anti-Habsburg
algılamanın artarak devam etmesine yol açmıĢtır.299 Sonuç olarak, Otuz Yıl SavaĢları
aslında Habsburg aleyhine bir propaganda savaĢıdır300, Westphalia da bu propaganda
savaĢının bir sonucudur. Osiander‟e göre Otuz Yıl SavaĢları‟nda ve Westphalia‟da
yaĢananların ve sonuçlarının doğru değerlendirilebilmesi için Westphalia‟nın bu yönü göz
önünde bulundurulmalıdır.
SavaĢın baĢladığı tarihlerde Kutsal Roma Ġmparatorluğu oldukça zayıf bir halde,
siyasî ve askerî kapasitesi Katolik ittifak (the League) ve anti-Katolik yani Protestan ittifak
(the Union) arasında bölünmüĢ vaziyettedir.301 BaĢını daha sonra Bohemya Kralı olacak
olan Prens Palatine‟nin çektiği Protestan Alman prenslikleri (seküler devletler) “the
Union” çatısı altında birleĢmiĢken, Kiliseye ve Ġmparatora ait devletler ile Kontlara ve
ġövalyelere ait siyasî birimler bu ittifaka karĢı Ġmparatorun safında yer alarak “the
299
Osiander, 2001b, 264.
Osiander, a.g.m., 261.
301
Carvalho, vd., 2011, 741.
300
90
League” ittifakını kurmuĢtur.302 Bu bölünmüĢlük Otuz Yıl SavaĢları‟nın Kıta Avrupası‟nda
cereyan etmesine rağmen, Ġmparatorluk içerisindeki bir hegemonya mücadelesi olduğunu
göstermekte, dolayısıyla savaĢ bir iç savaĢ olarak da değerlendirilmektedir. Bu savaĢın
analizinde önemli bir nokta da, yenilmiĢ olmasına rağmen Kutsal Roma Ġmparatorluğu‟nun
sona ermemiĢ olmasıdır. Ayrıca savaĢlara sonradan dahil olan Fransa‟nın Katolik olmasına
rağmen “the League” yerine Protestan blok olan “the Union”a dahil olması da savaĢların
mezhepler arası bir din savaĢı olmadığını göstermektedir. Bu yönüyle Fransa‟nın Habsburg
hâkimiyetini ortadan kaldırmak amacıyla savaĢlara dahil olduğu rahatlıkla ifade
edilebilmektedir. SavaĢlar neticesinde “Alman Diet” küçük devletlere bölünmüĢ, böylece
Kıta Avrupası‟nda yeni güç merkezi Fransa olmuĢtur. Bu da savaĢın bir din savaĢı yerine
bir hegemonya savaĢı olarak değerlendirilmesini pekiĢtirmektedir. Son olarak Weinert‟e
göre Westphalia ile 1618‟de baĢlayan Otuz Yıl SavaĢları değil, 1517 yılında baĢlayan
Mezhep savaĢları son bulmuĢtur.303
Westphalian ortodoksiye yönelik en önemli eleĢtiri Westphalia‟nın bir “dönüm
noktası” olmadığıdır. Bu eleĢtiriye göre Westphalia‟yla ilgili “tarihî dönüm noktası”304,
“bir çağ kapatan, yeni bir çağ baĢlatan”305, “Uluslararası ĠliĢkiler‟in baĢladığı an”306 gibi
kabuller gerçeği yansıtmaktan ziyade Westphalia‟yı uluslararası sistemde “biricik”
gösterme gayretinin bir ürünü olmaktadır. Westphalia‟nın bir dönüm noktası olarak kabul
edilmesinin gerekçeleri “ulus-devlet” formunun Westphalia ile tarih sahnesine çıkması ve
bu devletin ülkesel, iç iĢlerinde mutlak egemen, dıĢ iĢlerinde ise bağımsız yani diğer
devletlerle eĢit olması konularındaki genel kabuldür. Westphalian ortodokside zikredilen
devlet farklı eserlerde Westphalian devlet, ulus-devlet, egemen devlet, modern devlet,
ülkesel devlet, mutlakıyetçi devlet ya da Weberyen devlet olarak isimlendirilmektedir.
Farklı isimler tercih ediliyor olsa da bahsedilen devlet yapısı aynıdır: Sınırları kesin bir
biçimde belirlenmiĢ, sınırları içerisinde mutlak egemen, iç iĢlerine hiçbir siyasî yapının
müdahale edememesi itibariyle bağımsız, diğer devletlerle iliĢkilerinde ise eĢit bir devlet.
Bu devletlerin oluĢturduğu sistemde siyasî birimlerin otoriteleri merkezileĢmiĢtir ve
302
Osiander, 2001b, 253.
Weinert, M.S. (2007). Democratic Sovereignty: Authority, Legitimacy and State in a Globalizing Age.
Oxon: UCL Press, 24.
304
Stallybrass, 1918, 28; Janis, 1994, 392.
305
Gross, 1948, 28; Philpott, 1999, 567.
306
Carvalho, vd., 2011, 737.
303
91
kendilerinden üstün herhangi bir otorite söz konusu olmamaktadır.307 Westphalian devletin
Westphalia ile tarih sahnesine çıktığı iddiası eğer doğru ise, Westphalia gerçekten de bir
dönüm noktasıdır ki, Westphalia‟yla alakalı genel kabul böyledir.
Westphalian devlet genel kabul odur ki “evrenseldir”.308 Yani Kutsal Roma
Ġmparatorluğu sınırlarını ve Avrupa sınırlarını aĢar bir halde, bütün dünya için geçerli bir
devlet formudur. Ancak Westphalia‟nın bütün zaman ve mekanları kapsar Ģekilde bir
uluslararası sistem olduğuna dair güçlü ve genel kabul, “Westphalian deli gömleği”
(Westphalian Straitjacket) Ģeklinde eleĢtirilmektedir.309 Bu eleĢtiri uluslararası politikayı
yorumlarken geçmiĢ ile günümüz arasında değiĢiklik olmadığını savunmanın yanlıĢ
olduğunu, böylesi bir genel kabulün tarih dıĢı olduğunu ve Avrupa merkezcilik
kaygısından kaynaklandığını belirtmektedir.310 Bu deli gömleği Uluslararası ĠliĢkiler
çalıĢmalarını kısıtlandırmaktadır ve her değiĢimi “geçmiĢe bakarak” çözmeye, daha
doğrusu bütün değiĢimlerin ve yeniliklerin doğruluğunu “Westphalia‟ya bakarak”
değerlendirme yanlıĢına neden olmaktadır. Aslına bakılırsa burada Westphalia değil, onu
bir ortodoksi haline getirenler eleĢtirilmektedir.
Westphalian devletin ülkesel yönü, yani sınırların kesin bir biçimde belirlenmiĢ
olması ve bu sınırlar içerisinde tek bir otoritenin mevcut olması fikri de eleĢtirilmekte ve
bu kabulün uluslararası sistemdeki bazı siyasî yapıları anlamlandıramadığı, bu nedenle
sistemi bir çıkmaza sürüklediği de düĢünülmektedir. “Westphalian Çıkmaz Yol”
(Westphalian Blind Alley) olarak ifade bulan bu eleĢtiri Westphalian egemenliği ele
almakta, tek bir ülkesel yapı içerisinde hiyerarĢik yapılanmalara binaen birden fazla siyasî
otoritenin mevcut olabileceğini ifade etmektedir.311 Burada Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndaki
Mısır Hidivliği‟ni örnek gösterilmektedir.312 Mısır Hidivliği Ġmparatorluğun bir parçası
olmasına rağmen diğer devletlerle bağımsız bir siyasî birimmiĢ gibi antlaĢmalar
yapabilmekte, hatta Ġmparatorluk ile eĢit statüdeymiĢçesine tartıĢabilmekte ve muhatap
olabilmektedir. Bununla beraber Mısır Hidivliği bağımsızlığını ilan etmemiĢtir, dolayısıyla
307
Krasner, 1995, 115; Jennigs, Watts (eds.), 1993, 122; Gross, 1948, 20; Gross, 1993, 3.
Badie, B. (2001). From sovereignty to the capacity of the state. Smouts, M.C. (ed.). The New
International Relations: Theory and Practice. London: C.Hurst Publishers, 19.
309
Buzan, B., Little, R. (2001). Why international relations has failed as an intellectual project and what to do
about it?. Millenium: Journal of International Studies, 30(1), 25.
310
Buzan, Little, a.g.m., 26.
311
Paul, D.E. (1999). Sovereignty, survival and the Westphalian blind alley in international relations. Review
of International Studies, 25(2), 218-219.
312
Paul, a.g.m., 226-227.
308
92
Mısır toprakları Osmanlı Ġmparatorluğu‟na bağlıdır, yani bu toprakların egemen unsuru
PadiĢahtır. Dolayısıyla Mısır‟ın de jure Osmanlı Ġmparatorluğu‟na bağlı olması, buna
karĢılık Mısır Hidivi‟nin de facto egemenlik hakkını kullanıyor olması, Westphalian
egemenliğe ve Westphalia‟yı kendisine dayanak olarak kabul eden “devletçi yaklaĢımın”*
devlet formuna uymamaktadır. Weber‟in devleti tanımlamak için kullandığı “sınırları
belirli bir coğrafyada fiziki güç kullanma tekeline sahip otorite”313 tanımını kabul eden
devletçi yaklaĢımın ülkesel devlet yapısını Westphalia ile iliĢkilendirmesi, tarih içerisinde
ve günümüzde de aynı devlet formunun devam ettiğini iddia etmesi eleĢtirilmektedir.
Çünkü Westphalian devlet fikri tarih içerisinde varlığını devam ettirmiĢ Ġmparatorluk
yapılarını izah etmekte yetersiz kalmakta, günümüz uluslararası sistemindeki mevcut bazı
uluslararası ve ulusüstü yapıları analiz etme hususunda sistemi çıkmaz bir yola
sürüklemektedir.
Westphalia‟ya yönelik diğer bir eleĢtiri “egemenlik” ve “egemen eĢitlik” ifadelerinin
Westphalia‟da bahsedilmemesine rağmen modern Uluslararası ĠliĢkiler‟in kurucu bu iki
unsurunun
Westphalia
ile
ortaya
çıktığı
iddiasıdır.
Osnabrück
ve
Münster
AntlaĢmaları‟ndaki bazı maddeler, modern ulus-devletlerde olması gereken bir takım
özelliklerden bahsetmektedir: Devletin ülkesel yapısı (Münster md.64/Osnabrück md.8.3),
kanun yapma, vergi toplama, askere alma hakları (Münster md.65/Osnabrück md.8.4),
sınırları içerisinde yargılama hakkı ve bu konuda dıĢ müdahalenin olamayacağı (Münster
md.67/Osnabrück md.9.1), ticaret özgürlüğü (Münster md.70) gibi. Ancak Westphalian
ortodoksinin en iddialı söylemleri olan “devletlerin egemen eĢitliği”, uluslararası sistemin
anarĢik yapısı gibi ilkelerden Westphalia‟da bahsedilmemiĢtir. Bu ilkeler Westphalia ile
“zorla” ve bir amaç doğrultusunda iliĢkilendirilmektedir: “Devlet merkezli” sistem
anlayıĢına tarihî bir dayanak ve meĢruiyet sağlama amacı. Westphalia‟yı bir mit olarak
değerlendirirken bu amaç asıl belirleyici unsur olmaktadır.
Westphalian egemenlikle ilgili, Westphalia‟nın sembolik bir milat olduğunu iddia
eden Weinert‟e göre ise, Westphalia‟ya atfedilen daha önce Kutsal Roma Ġmparatoru ve
Papa‟nın tekelinde bulunan savaĢ yapma, ittifak kurma ve antlaĢma yapma yetkilerinin
*
Bu ifade ile Uluslararası ĠliĢkiler teorilerinde devleti merkeze alan ve sistemi devlete göre kurgulayan
yaklaĢımlar ifade edilmektedir.
313
Weber, M. (1946). Politics as a vocation. Gerth, H.H, Mills, C.W. (eds.). From Max Weber: Essays in
Sociology. New York: Oxford University Press, 78.
93
merkezi otoriteyi elinde bulunduran yeni egemen birimlerde toplanması hususu
Westphalia‟dan önce zaten mevcut idi. Ayrıca “egemenliğin” göstergesi olarak
Westphalia‟da Hollanda, Ġsviçre ve birçok Alman Prensliği‟nin egemen birimler olarak
tanınması da Westphalia‟nın değil Otuz Yıl SavaĢları‟ndaki galibiyetlerinin doğal bir
sonucudur. Yani Westphalia olmasaydı da savaĢın galibi olarak Avrupa‟da muhatap kabul
edileceklerdi.314
Krasner ise devletlerin kendi sınırları içerisinde herhangi bir kısıtlama olmaksızın en
üstün ve mutlak otorite olduğu ilkesi üzerine kurulu egemenlik algısını ve Westphalia
sistemini tarihî bir yanılgı, tarihî bir miyop olma hali olarak değerlendirmektedir.315
Krasner‟in “miyop olma hali” ifadesi tarihî hafıza ve siyaset ile örtüĢen bir
değerlendirmedir. Zira tarih boyunca zayıf devletler görece daha güçlü devletlerin rızaya
dayanmayan, zorlayıcı etkilerine ve eylemlerine maruz kalmıĢlar, gerek ülkesel sınırları,
gerek ekonomi ve dıĢ politikaları, gerekse iç politikalarında tavizler vermiĢtir. Kısacası
Westphalian sistemin öngördüğü “mutlak ve bölünmez egemenlik” ki birçok kaynakta
“Westphalian egemenlik” olarak adlandırılmaktadır, gerçekleĢme imkanı bulamamıĢtır.
Egemenlik kimi zaman dıĢ menĢeli zorlamalarla, kimi zaman ise devletin kendi rızasıyla
paylaĢılabilmekte ve askıya alınabilmektedir. Krasner Westphalian egemenlik algısının bu
nedenle mümkün olamadığını ifade etmekte ve bu durumu “Westphalia‟dan taviz vermek”
(compromising Westphalia) Ģeklinde tanımlamaktadır.316 Krasner‟e göre egemenlikte
meydana gelen paylaĢılma, bölünme, esneklik ya da taviz dört Ģekilde meydana
gelmektedir. Bunlar; devletlerin imzaladıkları insan hakları düzenlemeleri gibi evrensel
antlaĢmaları kapsayan “konvansiyonlar”; devletlerin diğer devletlerle imzalamıĢ oldukları
dıĢ borçlanmalar vb. konularla alakalı “sözleĢmeler”; güçlü devletlerin zayıf devletleri
kendi doğruları doğrultusunda angaje ettikleri “zorlama”; güçlü devletlerin zayıf devletleri
bazı konularda yönlendirmesi, yani “empoze etme”.317 Krasner‟in tasnifi tartıĢılabilir,
ancak iddiası önemlidir ve yerindedir. Yani devletlerin egemenliklerinin mutlak ve
bölünmez olmadığı bir gerçeklik olup, devletler çoklu iliĢkileri çerçevesinde imzaladıkları
sözleĢmeler, mutabakatlar, uluslararası antlaĢmalar gibi belgelerde egemenliklerini
ilgilendiren bazı kısıtlamaları, kayıpları ve devirleri kabul edebilmektedir. Ancak
314
Weinert, 2007, 21-24.
Krasner, 1995, 150.
316
Krasner, a.g.m., 115-151.
317
Krasner, a.g.m., 117.
315
94
egemenlikte verilen tavizler kimi zaman devletler lehine de olabilmektedir. Bazı devletler
kendi toprak bütünlüklerini koruma kapasitesine sahip olamayabilmekte ve daha güçlü
devletlerden
ya
da
uluslararası
örgütlerden
kendi
topraklarını
korumalarını
isteyebilmektedir (Westphalian anlamda ülkesel bütünlük ihlali), ya da bazı devletler kendi
nüfuslarının ihtiyaçlarını karĢılamakta yetersiz olabilmekte (En az GeliĢmiĢ Ülkeler gibi),
BM uzmanlık kuruluĢlarından ya da bölgesel veya küresel güçlerden veya örgütlerden
yardım alabilmekte318, iç politikalarına yardımcı olmalarını isteyebilmektedir.
Westphalian egemenliğin dıĢsal boyutu olarak, Westphalian devletin diğer
devletlerle iliĢkilerinde eĢit olduğu kabul edilmektedir. Bu da Westphalian kabule yönelik
önemli eleĢtirilerden bir diğeridir. Bu eleĢtiriye göre Westphalian egemenlik kavramının
zorunlu bir sonucunu oluĢturan eĢitlik ilkesi bir fiksiyondan ibarettir.319 Bu eleĢtiriden
türetilebilecek bir diğer eleĢtiri de, Westphalia‟ya atfedilen “devletlerin egemen eĢitliği”
ilkesinin sadece büyük güçleri kapsadığını ve barıĢ görüĢmelerine katılan güçler arasında
gelecekte ortaya çıkması muhtemel çatıĢmaları önlemek amacıyla kurgulanıldığıdır.320
Westphalian düzenin kurucu ilkelerinden olan egemen eĢitliğin aslında Westphalia‟dan
itibaren egemen eĢitsizlikle bir arada olduğunu savunan Donnelly‟e göre, bazı egemenler
hukukî olarak eĢit değildir, çünkü “kanun dıĢı devletlerdir” (outlaw states). Diğer taraftan
hukukî olarak egemen eĢit görünen bazıları ise, en azından güç/kapasite bakımından eĢit
değildir. Ayrıca eĢit olduğu iddia edilen egemenlik de, Westphalian iddianın aksine pekala
bölünebilir.321 Osiander de Westphalia BarıĢı görüĢmelerinde tarafların birbirlerini
diğerleriyle eĢit olarak gördüğünün ve eĢitlik ilkesinin görüĢmelerde geçerli olduğunun
söylenemeyeceğini belirtmektedir.322
Westphalian ortodoksinin en önemli iddialarından birisi olan “Westphalia‟nın bir
dönüm noktası” olmasını sistem açısından eleĢtirenler de mevcuttur. Bu eleĢtirilere göre
Westphalia sistemde köklü bir değiĢime neden olmamıĢtır. Westphalian ortodokside geçen
egemenlik, egemen eĢitlik, devletlerin eĢit olması, sistemin anarĢik yapısı gibi ifadelerin
318
Akgün, B., Çelik, M. (2007). KüreselleĢme çağında „üçüncü dünya‟yı yeniden okumak. Avrasya Etüdleri,
13(31-32), 65-67.
319
Minkkinen, P. (2006). The ethos of sovereignty: A critical appraisal. Human Rights Review, 8(2), 34.
320
Kelly, M.J. (2005). Pulling at the threads of Westphalia: Involuntary sovereignty waiver revolutionary
international legal theory or return to rule by the great powers?. UCLA Journal of International Law and
Foreign Afairs, 10(2), 366.
321
Donnelly, J. (2006). Sovereign inequalities and hierarchy in anarchy: American power and international
society. European Journal of International Relations, 12(2), 145-147.
322
Osiander, 1995, 82.
95
Westphalia‟da geçmemesini, Westphalian‟ın sistemde köklü bir değiĢime neden olmayıp,
Kutsal Roma Ġmparatorluğu‟nu sona erdirmediği gibi, yaklaĢık olarak yüz elli yıl daha
devam etmesine yol açması “Westphalia aldatmacası” (Westphalian Fallacy) olarak da
tanımlanmaktadır.323 Keating özellikle Westphalian ortodokside geçen dıĢ egemenlik
bahsini ele almakta ve büyük güçlerle diğer devletlerin hiçbir surette eĢit olarak kabul
edilemeyeceklerini, devletlerin sahip oldukları hukukî egemenlikleri (de jure egemenlik
olarak tanımlamaktadır) ile bu egemenliklerinin uluslararası pratiğe aktarımının (de facto
egemenlik olarak tanımlamaktadır) farklı olduğunu, devletlerin hukukî egemenliklerinin
pratikte birçok kısıtlamaya maruz kaldığını, devletlerin diğer devletlerle iliĢkilerinde eĢit
statüde davranamadığı gibi, iç iĢlerinde de tam bağımsız olmadıklarını, dolayısıyla
Westphalia‟nın büyük bir aldatmaca olduğunu savunmaktadır.324
Westphalian sistemin zaman aĢan yapısı ve evrenselliği iddiası da ciddi eleĢtirilere
maruz kalmıĢtır. On yedinci yüzyıl Ģartlarına göre hazırlanan Westphalia‟nın modern
uluslararası politikayı Ģekillendirdiği iddiasını ele alan Susan Strange, böylesi bir iddianın
doğru olması halinde dahi sistemin “baĢarısız” olduğunu ifade etmektedir. Strange,
Westphalian sistemi uzun vadede sürdürülebilir olmaması nedeniyle baĢarısız bulmaktadır,
hatta
Westphalia‟nın
küresel,
hümanist
ve
ekonomi
siyasî
bakıĢ
açılarından
değerlendirildiğinde hezimete uğradığını iddia etmekte, Westphalia‟yı “Westfailure
Sistem” (Westfailure System) olarak tanımlamaktadır.325 Ancak Westphalia‟nın hezimete
uğramasından kastının Westphalia‟nın çöktüğü anlamına gelmediğini de eklemektedir.326
Strange, Westphalia‟nın yeni bir sistem getirdiğini kabul etmektedir, ancak bu sistemin
sürdürülebilir olmadığını gösteren üç ana göstergeden de bahsetmektedir. Birincisi
Westphalian sistemin çevresel tehditleri ve tahribatları engelleyememiĢ olmasıdır (ekolojik
baĢarısızlık). Ġkincisi, devletle birlikte var olduğu kabul edilen kapitalist düzende devletin
ekonomik geliĢmeleri kontrol edememiĢ olmasıdır, 1997 Asya krizi gibi (finansal
baĢarısızlık). Üçüncüsü ise, Westphalia‟nın gerek küresel ölçekte gerekse ulusal ölçekte
sosyo-ekonomik dengesizlikleri giderememiĢ, zengin-fakir makasını kapatamadığı gibi,
daha fazla açılmasını engelleyememiĢ olmasıdır (sosyal baĢarısızlık).327 Ancak Strange bu
323
Keating, 2003, 194.
Keating, a.g.m., 195-196.
325
Strange, S. (1999). The Westfailure system., Review of International Studies, 25(3), 345.
326
Strange, a.g.m., 346.
327
Strange, a.g.m., 346.
324
96
baĢarısızlıklara rağmen Westphalian sistemin devam ettiğini ifade etmektedir, çünkü ona
göre Westphalia‟nın alternatifi henüz geliĢtirilememiĢtir.
Westphalia‟ya atfedilen özelliklerin bir dönüm noktası olarak görülebileceğini kabul
eden, ancak tarihin yanlıĢ saptandığını savunan görüĢler de mevcuttur. Ulus-devlet
yapısının Westphalia‟dan sonra, 1688‟de gerçekleĢen “ġanlı Devrim” (Glorious
Revolution) sonrasında Ġngiltere‟de görüldüğünü savunan Benno Teschke‟ye göre, modern
devlet yapısı Westphalia‟da yoktur, çünkü Westphalia sonrası devlet yapıları hâlâ
hanedanlık esaslarına göre yönetilmektedir. Devrim sonrası Ġngiltere‟de kurulan
parlamenter sistem ile gerçek anlamda uluslararası iliĢkilerin doğasının ve iĢleyiĢinin
değiĢtiğini ifade eden Teschke bunu kapitalizmin yükseliĢiyle izah etmekte, devletler arası
iliĢkilerin yani dıĢ politikanın ise Utrecht AntlaĢması (1715) ile daha önceki uygulamalara
göre değiĢiklik gösterdiğini savunmaktadır.328
Modern uluslararası sistemin daha geç bir tarihte, Fransız Devrimi (1789) ile gerçek
anlamda baĢladığı da savunulmaktadır. Westphalia‟nın gerçek bir sistem oluĢturmayıp
kaosa neden olduğunu, hanedanlık sistemini sona erdirmeyip 1648 öncesi siyasî
formasyonun (ancien régime) devam ettiğini329, buna karĢılık Fransız Devrimi ile
hanedanlık sistemi yerine “halk egemenliğine” dayalı yeni bir sistemin kurulduğunu330
savunan bu eleĢtiriye göre Fransız Devrimi hanedanlığa ait ülkesel devletten ulus-devlete
geçiĢi sağladığı için modern uluslararası iliĢkilerin baĢladığı tarih olarak kabul
edilmelidir.331 Bu eleĢtiri Westphalian ortodoksiyi savunanlar tarafından eleĢtirilmekte,
Fransız Devrimi Westphalian düzeni bozmakla ve tehdit etmekle itham edilmekte332,
Westphalia‟dan itibaren görülmeyen evrenselci ve ideolojik çatıĢmaların yeniden
baĢlamasına neden olmakla suçlanmaktadır.333 Ancak Bukovansky‟nin eleĢtirisi oldukça
tutarlıdır. Fransız Devrimi “ulus” bilincinin yayılmasına ve neredeyse homojen yapılı ulusdevletlerin oluĢmasında önemli bir artıĢa neden olmuĢtur. Yani Fransız Devrimi ile
uluslararası sistemde yapısal bir değiĢim yaĢanmıĢtır. Ayrıca yine Westphalian ortodokside
328
Teschke, B. (2002). Theorizing the Westphalian system of states: International relations from absolutism
to capitalism. European Journal of International Relations, 8(1), 14.
329
Bukovansky, M. (1999). The altered state and the state of nature: The French revolution and international
politics. Review of International Studies, 25(2), 203.
330
Bukovansky, a.g.m., 197.
331
Bukovsky, a.g.m., 200.
332
Armstrong, J.D. (1993). Revolution and World Order. Oxford: Clarendon Press, özellikle 3. bölüm.
333
Bull, 1977, 41.
97
bahsedilen “güç dengesinin” Avrupa Uyumu gibi en açık uygulamaları Fransız Devrimi
sonrasında gerçekleĢmiĢtir.
Westphalia yerine farklı tarih önerilerinden bir kısmı da 1648‟den daha öncesine
aittir. Krasner, önceleri Westphalia‟nın hem dönüm noktası olarak hem de modern
uluslararası iliĢkilerin miladı olarak kabul edilmesini eleĢtirmiĢ334, ancak daha sonra bu
eleĢtirisini biraz yumuĢatmıĢ, her ne kadar modern uluslararası iliĢkilerin Westphalia ile
baĢladığını halen reddetse de, Westphalia‟nın modern uluslararası iliĢkilerin geliĢiminde
önemli bir basamak olduğunu kabul etmiĢtir.335 Westphalia‟nın çoğu akademisyen
tarafından hâlâ tam olarak anlaĢılamadığını, Westphalia‟nın sistemik bir değiĢime yol
açmadığını, sadece Hıristiyanlık âleminden güç dengesi ve devlet olma haline dönüĢümü
baĢlattığını da iddia etmektedir.336 Ayrıca Krasner özellikle dinî özgürlükler bağlamında
siyasî birimlerin belirleyici olma haklarını (cuius regio, eius religio/yöneticinin dini,
devletin dinidir) egemenliğin bir parametresi olarak değerlendirmekte, bu bakımdan bu
ilkenin ilk geçtiği Augsburg AntlaĢması‟nın (1555) Westphalia‟dan daha önemli bir tarih
olduğunu savunmaktadır.337 Ancak burada Krasner‟in eleĢtirisinde önemli bir noksanlık
söz konusudur. “Cuius regio, eius religio” ilkesinin Westphalia‟dan önce Augsburg‟da
geçtiği doğrudur, ancak bu hak Augsburg‟da sadece Katolikler ve Protestanlar için
tanınmıĢtır. AntlaĢmanın 17. maddesinde “yukarıda bahsedilen iki din (Katolik ve
Protestan) dıĢındaki inançlar bu barıĢ kapsamında değildir”338 ifadesi yer almıĢ, böylece
barıĢ sadece Katolik ve Protestan inançları için geçerli olmuĢtur. Westphalia‟da ise
herhangi bir inanç ismi belirtilmeden “herkesin kendi dininin gereklerini evinde ya da
belirtilen saatler dahilinde kamusal kiliselerde özgürce ifa edebilecekleri” (Münster
md.28/Osnabrück md.4.20 ve 4.22) ifade edilmiĢtir.
Modern devlete benzer yapıların Westphalia‟dan daha önce olduğunu iddia eden
çalıĢmalardan bir diğerinde ise, Jeremy Larkins on ikinci ve on dördüncü yüzyıllar
334
Krasner, 1993, 235.
Krasner, 2001a, 82.
336
Krasner, a.g.e., 82.
337
Krasner, 1995, 141; Krasner, 1993, 235. Osiander de aynı fikri paylaĢmaktadır. Bakınız: Osiander, 2001b,
271. Benzer bir iddia için bakınız: Rial, J.M.C. (1987). States, sovereign equality. Bernhardt, R. (ed.). EPIL:
States, Responsibility of States, International Law and Municipal Law, Vol. 10. Amsterdam: North-Holland,
478.
338
Ġnternet:
Resolution
of
the
Imperial
Diet
of
Augsburg,
1555,
http://pages.uoregon.edu/dluebke/Reformations441/441PeaceofAugsburg1555.htm; The Religious Peace of
Augsburg, 1555, http://pages.uoregon.edu/sshoemak/323/texts/augsburg.htm adreslerinden adreslerinden 9
Ekim 2012‟de alınmıĢtır. Parantez içi açıklama orijinal metinde bulunmayıp, sonradan eklenmiĢtir.
335
98
arasında Kuzey Ġtalya‟daki Ģehir devletlerinin ticaret serbestlikleri, para sistemleri, sınır
bilinci gibi yönleriyle Westphalia‟dan çok önce de modern devletlere benzer yapıların
mevcut olduğunu belirtmektedir.339 Larkins 1300‟lü yıllarda Ġtalyan Ģehir devletlerinin
Fransa MonarĢisi kadar egemen yoğun olduklarını ve halkı üzerinde hâkimiyet
kurduklarını belirtse de, Ġtalyan Ģehir devletlerinin sınırları içerisinde özerk ve bağımsız
bölgelerin bulunduğu ve Ģehir devletini yöneten prensin bu bölgelere karıĢamadığı da bir
gerçekti. Ancak her ne kadar Ģehir devletleri sınırları kesin bir biçimde belirlenmiĢ ve
sınırları içerisinde mutlak egemen yapılar olmasalar da, egemen devletlerin birçok
özelliklerini içermeleri nedeniyle Larkins tarafından Westphalia‟ya göre modern
devletlerin baĢlangıcı için daha uygun bir tarih olmaktadır.
Papalık karĢısında seküler ve ülkesel otoritelerin ilk güç kazanımının Westphalia
olmadığına iliĢkin ciddi tarihler ve olaylar da mevcuttur. On ikinci yüzyılda Avrupa‟da
oldukça önemli iki konkordato imzalanmıĢtır: Londra Konkordatosu (1107) ve Worms
Konkordatosu (1122). Her iki konkordato da Orta Çağa hâkim olan “Kilisenin üstünlüğü”
anlayıĢına karĢı ilk önemli giriĢimler olup, kilise otoritesi-sivil otorite ayrımında340 (KiliseDevlet düalizmi) sivil otorite lehine kazanımlar sağlanmasına neden olmuĢtur. ġunu ifade
etmek gerekmektedir ki, bu düalizm her iki otorite arasında düĢmanlık olduğu Ģeklinde
yorumlanmamalıdır. Aksine Kilise, otoritesini ve faaliyetlerini kendisini koruyan ve
kurallarını kabul eden bir Ġmparator gölgesi altında daha rahat gerçekleĢtirmekte,
Ġmparator ise Kilisenin dinini kabul eden vatandaĢları karĢısında “meĢruiyetini” elde
etmekteydi. Ancak bu karĢılıklı menfaat iliĢkisi on birinci yüzyıl baĢlarında bozulmaya
339
Larkins, 2010, 9-12.
Siyaset Biliminde “iki kılıç kuramı” ya da “çifte kılıçlar kuramı” tartıĢmalarında geçen bu ayrım, St.
Augustine ve St. Ambrosso gibi dördüncü yüzyıl düĢünürleri tarafından geliĢtirilmiĢ, Papa I. Gelasius (492496) tarafından sistematik bir forma büründürülmüĢ ve bu nedenle de “Gelasius düalizmi” olarak da
adlandırılmaktadır. Kuram özetle dünyada iki otoritenin varlığından bahsetmektedir: Kilisenin temsil ettiği
“uhrevi otorite” ve Kralın/prensin ya da devletin temsil ettiği “dünyevi otorite”. Her iki otoritenin amacı
insanlığın huzurunu temin etmektir. Dünyevi otorite barıĢ ve düzeni tesis ederek, insanların Tanrı‟ya en iyi
biçimde hizmet edebilmelerini sağlayacak; uhrevi otorite de insanlara Cennet yolunda kılavuzluk yapacaktır.
Kuramı kurgulayanlar, dünyevi meselelerle uğraĢması nedeniyle yanılgıya düĢme ihtimali fazla olan Kral
yerine, Tanrıyla olan sıkı bağı nedeniyle Kiliseyi daha güvenilir görmüĢ ve ikinci otoritenin birinci otoriteden
daha üstün olduğu yorumunu yapmıĢlardır. Bu yorum Orta Çağı Ģekillendiren “Kilisenin üstünlüğü” algısının
temelini oluĢturmuĢtur. Bakınız: Tannenbaum, D., Schultz, D. (2005). Siyasi Düşünce Tarihi: Filozoflar ve
Fikirler. (Çev. Fatih Demirci). Ankara: Adres Yayınları. (Eserin orijinali 1998‟de yayımlandı), 102-106;
Weithman, P. (2001). Augustine‟s political philosophy. Stump, E. (ed.). The Cambridge Companion to
Augustine. Cambridge: Cambridge University Press, 235-237. Daha sonra “Gelasius düalizminden” “iki kılıç
kuramına” geçiĢ söz konusu olmuĢtur. Böylece Gelasius‟un öğretisindeki kesin ayrım ortadan kalkmıĢ,
dünyevi iĢler her ne kadar Krala bırakılmıĢ olsa da, Kilise‟ye Kralı yönlendirme özerkliği sağlanmıĢtır.
Bakınız: Ağaoğulları, M.A., Köker, L. (1991). İmparatorluktan Tanrı Devletine. Ankara: Ġmge Kitabevi,
180-183.
340
99
baĢlamıĢtır. Topraklarının çoğunu elinde tutan soylular Kilise ve manastırlara ait
taĢınmazlara sahiptiler ve dinî yapılarda görev yapan din adamlarının tespit edilmesinde
karar verici konumdaydılar. On birinci yüzyılda Kilise “kilise özgürlüğü” adı altında,
kilisenin dünyevî otoritenin hükümranlığından çıkıp, kendi görevlilerinin bizzat kilise
tarafından tespit edilmesini ve atanmasını amaçlayan bir karĢı duruĢ sergilemiĢtir.
Özellikle 1103-1107 yılları arasında yoğunlaĢan bu tartıĢma “Atama UyuĢmazlığı”
(Investiture Controversy/Investiture Struggle) olarak adlandırılmaktadır.341 YaĢanan
uyuĢmazlık özetle, din adamlarının Ġmparatora mı yoksa Papa‟ya mı bağlı olacağına iliĢkin
Kilise ve Ġmparatorluk arasında yaĢanan fikir ayrılığıdır ve her iki otorite de din
adamlarının kendi otoritelerine bağlı olmasını savunmaktadır. Bu tartıĢmalar Worms‟ta
toplanan bir konferansta ele alınmıĢ ve varılan uzlaĢma sonucu imzalanan Worms
Konkordatosu (the Concordat of Worms-1122) din adamlarının/papazların atanmasında
monarklara haklar ve yetkiler vermiĢtir. Bu da Westphalia‟nın papalık yetkilerinin
kısıtlandığı ilk antlaĢma olmadığını ortaya koymaktadır.342
Westphalia‟nın “bir dönüm noktası” olarak kabul edilmesi, yukarıda da izah
edilmeye çalıĢıldığı gibi oldukça ciddi eleĢtirilere maruz kalmıĢtır. Ancak eleĢtirilerin
tamamı bu iddiayı külliyen reddetmemekte, Westphalia‟yı önemli değiĢikliklerin baĢladığı
bir tarih olarak kabul etmekte, ancak değiĢikliğin ya da dönüĢümün birden olmadığını
belirtmektedir. Bu eleĢtirilerin temel argümanı Ģu Ģekilde izah edilebilir: Westphalia hiçbir
Ģeyi yoktan var etmediği gibi, var olan hiçbir Ģeyi de bir anda yok etmemiĢtir. Westphalia
ile ortaya çıkan sistemin de birden oluĢmadığı, üç yüz yıllık bir dönüĢümün nihai sonucu
olduğuna dair iddialar olduğu gibi343, Westphalia ile eski sistemin ortadan kalkmadığı,
Kutsal Roma Ġmparatorluğu‟nun 1806 yılına kadar, yani Westphalia‟dan yüz elli yıl
sonrasında kadar varlığını devam ettirmesi itibariyle aĢikardır.
Westphalia elbette ki önemli bir tarihtir, ancak feodal dönemden modern döneme
geçiĢ Westphalian ortodokside anlatıldığı gibi bir anda oluvermemiĢtir. DeğiĢim bir süreç
ister, öyle ki, Osiander‟e göre Westphalia‟ya atfedilen modern uluslararası iliĢkiler on
341
Mesquita, B.B. de. (2000). Popes, kings and endogenous institutions: The concordat of worms and the
origin of sovereignty. International Studies Review, 2(2), 94 ve 97; Gönenç, L. (2008). Orta çağ
Avrupası‟nda anayasacılığın düĢünsel ve kurumsal temelleri. Yazıcı, S. vd. (eds.). Prof.Dr. Ergun Özbudun’a
Armağan: Cilt II: Anayasa Hukuku. Ankara: Yetkin Yayınları, 278.
342
Caporaso, J.A. (2000). Changes in the Westphalian order: Territory, public authority and sovereignty.
International Studies Review, 2(2), 3.
343
Philpott, 2001, 77.
100
sekizinci yüzyılda dahi istenilen ölçüde gerçekleĢememiĢti.344 Westphalia bu değiĢim
süreci içerisindeki basamaklardan yalnızca bir tanesidir. Westphalia‟nın imzalandığı gün
ile bir sonraki gün arasında mucizevi bir farklılık beklemek hata olur. 345 DeğiĢimin bir
anda gerçekleĢmediği, modern uluslararası sistemin doğuĢunun Westphalia ile Utrecht
AntlaĢması arasında gerçekleĢtiği iddiaları da mevcuttur.346
Burada Osiander‟in “bir anlık değiĢim itirazı” önemlidir. Modern uluslararası
iliĢkilerin doğuĢu ve geliĢimini bir olaya, hatta bir âna bağlamak yanlıĢ bir yaklaĢım
olmaktadır. Bunun yerine Krasner‟in iĢaret ettiği Augsburg‟dan baĢlayıp Westphalia ve
Utrecht‟i, hatta Fransız Devrimi‟ni de aĢıp Viyana Kongresi‟ne kadar geçen iki yüz elli
yıllık süreci göz önünde bulundurmak daha gerçekçi ve makul bir yaklaĢım olabilir.
Bütün bu eleĢtirilere rağmen genel kabul olduğu üzere Westphalia Uluslararası
ĠliĢkiler‟in geliĢimini ve geliĢiminin temel aktörü olan devleti analiz ederken tercih edilen
en uygun baĢlangıç noktasıdır, analiz esnasında tespit edilen aksiyomların dayanak
noktasıdır. Westphalia‟ya atfedilen bazı özellikler abartılı olsa da, sahip olduğu bazı
parametreler nedeniyle kendisine biçilen rol yerindedir ve aslına bakılırsa disiplini
çalıĢırken daha uygun bir baĢka baĢlangıç noktası bulmak oldukça güçtür. Westphalia
olarak adlandırılan antlaĢmaların imzalanma süreçleri, o zamana kadar açıkça
zikredilmeyen ve her ne kadar Münster ve Osnabrück‟te de zikredilmemesine rağmen ima
edilen ülkesel devlet, egemenlik, egemen eĢitlik gibi modern uluslararası iliĢkilerin yapı
taĢlarına antlaĢmalarda
yer verilmiĢ
olması
Westphalia‟ya önemli
bir konum
kazandırmaktadır.
Westphalia gerçek bir olaydır, ancak kendisine kazandırılan, atfedilen anlamlar ve
içerik olması gerekenden daha fazlasını sunmaktadır. Westphalia‟ya atfedilen mahiyet ile
uluslararası pratik uyuĢmamaktadır. Buna ilaveten, bu tezde Westphalia‟nın bir mit olarak
“devlet merkezli bir sistem” anlayıĢını meĢru kılmak ve bu anlayıĢın kabul edilmesini
sağlamak adına ısrarla kullanıldığı iddia edilmektedir. Leo Gross‟un makalesi hariç
344
Osiander, A. (2001a). Before sovereignty: Society and politics in ancien régime Europe. Review of
International Studies, 27(5), 121.
345
Sorensen, 1999, 591; Zacher, M.W. (2001). The terriorial integrity norm: International boundaries and the
use of force. International Organizations, 55(2), 216.
346
Teschke, B. (2003). The Myth of 1648: Class, Geopolitics and the Making of Modern International
Relations. London: Verso, 3.
101
Westphalian mit çalıĢmalarının 1960‟lı yıllar itibariyle yoğunlaĢtığı düĢünüldüğünde 347, bu
mitin Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası kurulan sistemi koruma amacıyla kullanıldığı aĢikardır.
1945‟de Batı (değerleri) merkezli kurulan “devlet merkezli” sisteme 1960‟lı yıllar
itibariyle önemli eleĢtiriler getirilmeye baĢlanmıĢtır. Bu eleĢtiriler zamanla Uluslararası
ĠliĢkiler‟de “karĢılıklı bağımlılık” yaklaĢımını merkezine alan Plüralizm perspektifini
güçlendirmiĢ348, böylece Uluslararası ĠliĢkiler gündemine “kuzey-güney” ve “merkezçevre” gibi tartıĢma blokları dahil olmuĢtur. Kuzey ve merkez eski sömürgeci yeni
modern/geliĢmiĢ devletler iken, güney ve çevre eski sömürge yeni azgeliĢmiĢ/üçüncü
dünya devletleri olmaktadır. Ayrıca Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında yüz civarında yeni
ülke dünya sahnesinde yerini almıĢ, uluslararası sistem Avrupa merkezli olmaktan
uzaklaĢmaya baĢlamıĢtır.349 Bu nedenle bu teze hâkim olan görüĢe göre, yeni
bağımsızlığını kazanan ülkeleri sisteme dahil edebilmek ve sistemi meĢru kılabilmek
amacıyla Westphalian ortodoksi söylem sıklıkla kullanılmaktadır. Böylesi bir amaçla
birlikte teorisi ile pratiği uyuĢmayan Westphalia bir siyasî mit olmaktadır. Burada Sorel‟in
“itici güç”, Aron‟un “siyasî iyimserlik” kavramları akla gelmektedir. Westphalia eski
sömürge devletlerinin eski sömürgecileriyle iliĢki kurabilmelerini, onların kurdukları
uluslararası sistemi kabul etmelerini* ve sistemin devamı açısından “bağlantısızlık
hareketi”ni uygulamalarını sağlayabilmiĢtir. Bu yönüyle Westphalia, BM sisteminin “itici
gücü” olmuĢtur, olmaya da devam etmektedir.
Westphalia‟nın mutlak egemenlik, egemen eĢitlik, ülkesel devlet gibi temel
kavramların baĢlangıcı olması tartıĢılabilir olsa da, bu kavramlar bugün hâlâ kullanılmakta
ve her tartıĢmada Westphalia‟ya atıf yapılmaktadır. Özellikle devletlerin egemen eĢitliği
ilkesinin modern dönem uluslararası sistemde var olabilmesi adına Westphalia gibi bir itici
güce ihtiyaç duyulmaktadır. Westphalia miti Sorel‟in iddia ettiği gibi uluslararası toplumu
kanalize eden, egemenlik, egemen eĢitlik gibi temel ilkelere uluslararası toplum nezdinde
meĢruiyet kazandıran, BM sistemi lehine tesirleri olan bir mittir. Bu bakımdan Cassirer‟in
pejoratif bakıĢı gibi değersiz, kandıran, içi boĢ, hurafe ve baĢarısız bir fenomen olmayıp,
347
Schmidt, S. (2011). To order the minds of scholars: The discourse of the peace of Westphalia in
international relations literatüre. International Studies Quarterly, 55(3), 602.
348
Holsti, K.J. (1989). Mirror, mirror on the wall: Which are the fairest theories of all. International Studies
Quarterly, 33(3), 255; Lapid, Y. (1989). The third debate: On the prospects of international theory in a postpositivist era. International Studies Quarterly, 33(2), 239-244.
349
Akgün, Çelik, 2007, 50.
*
Eski sömürge devletlerinin yirminci yüzyılda oluĢturduğu “Üçüncü Dünya” G-77 çatısı altında BM Genel
Kurulu‟nu ve UNCTAD‟ı en aktif biçimde kullanan devletler grubu olmuĢtur.
102
kendisinden dört asır sonra dahi tartıĢılan ve tartıĢılmasına rağmen uluslararası meĢruiyeti
olan, tartıĢanlar tarafından dahi disiplinin tarihî ve temel kavramları analiz edilirken atıf
yapılan, günümüz uluslararası sisteminin yapı taĢları olan kavramları ve ilkeleri
üretebildiği için önemli bir mittir. Bu nedenle klasik yoruma göre üzerinde mit olduğuna
dair tartıĢmalar “olsa da”, teze göre “bilhassa siyasî bir mit olduğu için” Westphalia‟nın
disiplindeki önemi azalmamıĢtır.
103
3. EGEMEN EġĠTLĠK ĠLKESĠNĠN NORMATĠF BOYUTU
3.1. EĢitlik ve Adalet ĠliĢkisi
Egemen eĢitlik ilkesinin Westphalian mitte geçen egemenlik algısının bir sonucu
olduğuna dair genel kabul tezin bir önceki bölümünde anlatılmaktadır. Bu genel kabule
göre egemenliğin dıĢsal boyutu diğer devletlerle eĢit düzeyde iliĢki kurulmasını
gerektirmektedir. Dolayısıyla devletlerin eĢitliği egemenliklerinin bir sonucu olmaktadır.
Tesrten bir okumayla da, devletlerin egemenliği eĢit olmalarını gerektirmektedir.
Egemenlik ve eĢitlik arasındaki bu karĢılıklı ve içiçe iliĢki egemen eĢitlik ilkesinin içeriğini
oluĢturmaktadır.
EĢitlik tıpkı egemenlik gibi üzerinde mutabakata varıldığı zannedilen, ancak
tartıĢıldığında birbirinden farklı tanımların ortaya çıktığı, birçok disiplinin önemli yapı
taĢlarından bir tanesidir. Genellikle adalet, hakkaniyet, denklik, benzerlik gibi ifadelerle
birlikte ya da birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Matematik kökenli bir kavram olan
eĢitlik iki ya da daha fazla “Ģey”in belirlenen ya da verili bir takım özelliklere göre
birbirleriyle aynı olduklarını ifade etmektedir.350 EĢitlikten bahsedilebilmesi için, eĢit
olarak “tanımlanan” unsurların neye göre, hangi koĢullarda ve hangi bakımlardan eĢit
olduklarının net bir biçimde belirtilmesi gerekmektedir. Üç adet A ile üç adet B rakamsal
değer bağlamında eĢittir, ancak A ve B Ģekil, ses, ifade ve anlam bakımından farklıdır.
Dolayısıyla eĢitlik benzer olmak değil, belirlenmiĢ kriterler bağlamında aynı olmaktır.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde “eĢit”, yapı, değer, boyut, nicelik ve nitelik
bakımından birbirinden ne artık ne eksik olmayan iki veya daha çok Ģey; aynı haklardan
yararlanan, aynı düzeyde olan Ģey351; eĢitlik ise iki veya daha çok Ģeyin eĢit olması
durumu, denklik, müsavat; kanunlar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmaması
durumu; bedensel, ruhsal baĢkalıkları ne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasî
haklar bakımından ayrım bulunmaması durumu olarak tanımlanmaktadır.352 Diğer bir
sözlükte ise eĢit, birbiriyle aynı olan, fark göstermeyen, eĢ olan, müsavi olan; aynı haklara
350
Kooijmans, P.H. (1964). The Doctrine of the Legal Equality of States: An Inquiry into the Foundations of
International Law. Leyden: A.W.Sythoff, 7.
351
Türk Dil Kurumu. 2005, 657.
352
Türk Dil Kurumu, a.g.e., 657.
104
sahip olan353; eĢitlik ise birden fazla Ģeyin birbirinin aynı olması, eĢit olması hali, müsavat
olarak tanımlanmaktadır.354 Kavramın felsefî kökenleri göz önünde bulundurulduğunda
eĢitlik ahlâkî ve toplumsal bir ideal olarak, insanların birbirleriyle aynı fıtrata sahip
olmaları bakımından aynı konum ve değerde olmaları hali; insanların birbirleriyle
eĢdeğerde olduğunu, bundan dolayı insanlar arasında ayrım gözetilmemesi gerektiğini dile
getiren ilke olarak tanımlanmaktadır.355 Siyaset bilimi nazarında ise eĢitlik, diğerleriyle
değer, rütbe ve ayrıcalıklar bakımından eĢit olma hali; güç, yetenek, baĢarma ve üstünlük
bakımından eĢit olma hali; adalet, tarafsızlık, orantılılık Ģeklinde tanımlanmakta356,
kurumsal eĢitlik, biçimsel eĢitlik, fırsat eĢitliği, çıktı eĢitliği gibi çeĢitli siyasî eĢitliklerden
bahsedilmektedir.357
EĢitlik ilkesi zıttı olan eĢitsizlik ile bir anlama kavuĢmaktadır. EĢitlik, kısaca, iki ya
da daha fazla unsurun bir takım parametrelere göre kıyaslanması ve netice itibariyle aynı
muhtevaya sahip olmalarını ifade etmektedir. EĢitsizlik ise belirlenen kriterler bağlamında
karĢılaĢtırma yapılan unsurlar arasında tam bir örtüĢmenin, aynılığın olmaması durumudur.
EĢitsizlik eĢitlik ilkesinin bir sonucu olarak düĢünüldüğünde, eĢitlik ilkesinin ihlali ya da
gerçekleĢmemesinin bir sonucu olmaktadır. Diğer taraftan, eĢitsizlik eĢitlik ilkesinin bir
kurum
ya
da
yapı
tarafından
reddedilmesi
veya
uygulanmaması
halinde
de
gerçekleĢebilmektedir. Kısaca, eĢitlik eĢitsizlik ile aynı kaynaktan beslenmekte olup,
aralarındaki farklılık onları niteleme usulünden kaynaklanmaktadır.358
Görüldüğü üzere özünde matematik kökenli bir kavram olan eĢitliğe siyaset, felsefe
ve hukuk gibi birbiriyle yakın, hatta iç içe geçmiĢ disiplinlerde farklı anlamlar
yüklenmektedir. Kavrama dair farklı içerikler eĢitlik kavramını tanımlarken kullanılan
parametrelerin farklılığından kaynaklanmaktadır. Bu farklılık ise her disiplinin “hangi
kritere göre eĢit?” sorusuna cevap verirken kullandığı farklı nirengi noktalarından
kaynaklanmaktadır. Bu farklı parametreler nedeniyle eĢitlik kavramı genelde bir ön
niteleme ile kullanılmaktadır. Böylece neye göre eĢitlikten bahsedildiği belirtilmiĢ
353
Doğan, 2001, 401.
Doğan, a.g.e., 401.
355
Cevizci, 2000, 342.
356
Sills, D.L. (ed.). (1968). Encyclopedia of the Social Sciences: Volume 5. USA: The Macmillan
Company& The Free Press, 108.
357
Heywood, A. (2012). Siyasetin Temel Kavramları. (Çev. H.Özler). Ankara: Adres Yayınları. (eserin
orijinali 2000‟de yayınlanmıĢtır), 174.
358
Brunner, E. (2002). Justice and Social Order. (Tıpkı Basım). (Çev. M.Hottinger). Cambridge: The
Lutterworth Press. (eserin orijinali 1945‟de yayınlanmıĢtır), 35-46.
354
105
olmaktadır: hukukî eĢitlik, siyasî eĢitlik, sosyal eĢitlik, ekonomik eĢitlik, fırsat eĢitliği,
Ģartlarda eĢitlik, sonuçlarda eĢitlik, sınıfsal eĢitlik, insanların eĢitliği, devletlerin eĢitliği
gibi. Dolayısıyla eĢitlik amorf, yani biçimsiz bir kavramdır.359 Tanımlandığı zamana ve
mekâna ya da çerçeveye göre farklı kullanımlara ve muhtevalara sahip olmaktadır.
Dolayısıyla
eĢitlik
asla
tek
tip
veya
bütün
yönleriyle
aynı
olma
olarak
düĢünülmemelidir.360 Matematikte olduğu gibi siyasette ve hukukta da eĢitlik, yüklenen
anlama göre ele alınmaktadır. Örneğin, insanlar eĢittir demek, insanların farksız oldukları
anlamına gelmemektedir. Ġnsanlar beyaz, zenci, esmer, sarı ırktan olmaları; Müslüman,
Hıristiyan, Budist olmaları; uzun, kısa olmaları gibi farklılıklarına rağmen “hukuk
karĢısında” eĢittir. Burada eĢitliğin bütün diğer eĢit olmayan özelliklere rağmen “hukuk
alanında” olduğu belirtilmektedir. Netice itibariyle, eĢitliği tartıĢırken eĢit olarak addedilen
özellik(ler) kesin bir biçimde belirtilmelidir.
EĢitlik tartıĢmalarının epistemolojik ve teorik zemini genellikle Aristo‟ya
dayandırılmaktadır. Bütün eĢitlik tartıĢmaları Aristo‟nun genel-özel adalet (birincisi
kamusal eĢitlik ya da hukukî eĢitliği, ikincisi ise bireysel eĢitliği ifade etmektedir) ve
dağıtıcı-denkleĢtirici adalet kavramları üzerine inĢa edilmektedir. Aristo‟nun yorumuyla
insanlar hem eĢittir hem de değildir. Ġnsanlar bir Tanrı tarafından “insan” olarak yaratıldığı
için eĢit iken, diğer taraftan bir “erkek ve kadın” olarak yaratıldığı için, farklı kiĢilikler
tahsis edildiği için eĢit değildir.361 Peki aynı kaynaktan beslenen bu iki kavramı farklı kılan
nedir? Bu soruya verilecek cevap oldukça önemli bir baĢlangıç olmaktadır. Ġnsanlara
yönelik “hem eĢit, hem de eĢit değil” ifadesinde farkı insanlara atfedilen nitelik
oluĢturmaktadır. Nitelik “yaradılıĢ” olduğunda bütün insanları eĢit olarak addetmek
mümkün olmaktadır. Lakin nitelik “cinsiyet” olduğunda erkek ve kadın (hatta günümüzde
daha da fazla cinsiyet çeĢidiyle) ayrımı ortaya çıkmaktadır ve bu durumda da eĢit
olmadıklarını addetmek mümkün olmaktadır. Dolayısıyla nitelik ya da kriter değiĢtikçe
eĢitlik yorumu da değiĢmektedir. Aristo‟nun denklemi türetilecek olursa, insanların
cinsiyetlerinden baĢka ırk, dil, din, boy ve akla gelebilecek birçok niteliğe kıyasla
eĢitlikleri sorgulanabilir hale gelmektedir.
Genel kabule göre eĢitlik kavramı hukukî bağlamda iki önemli ilkeyi nitelemektedir:
359
Jenks, C.W. (1964). The Prospects of International Adjudication. New York: Oceana Publication, 318.
Thomson, D. (1949). Equality. Cambridge: Cambridge University Press, 3.
361
Kooijmans, 1964, 26.
360
106
Hukuk önünde eĢitlik, yani hukukun eĢit koruyuculuğu ve haklarda eĢitlik, yani hakların
kullanımında eĢitlik.362 Egemen eĢitlik ilkesinin de iki önemli yorumu olan bu eĢitlik
ilkeleri
Aristo‟nun
düzenleyici
ve
dağıtıcı
adalet
tasnifine
dayandırılarak
tanımlanmaktadır. Klasik hukuk metinlerinin çoğunda uluslararası hukukta eĢitlik
kavramına dair geleneksel bakıĢın Aristo‟nun nazarıyla Ģekillendiği kabul edilmektedir.
Aristo Nikomakyen Etik (Nicomachean Ethics) adlı eserinin beĢinci kitap, onuncu
bölümünde eĢitlikten Ģu Ģekilde bahsetmektedir: “EĢitlik, hukukun belirsizliğinden
kaynaklanan eksiklikleri gidermek amacıyla hukukun düzeltilmesidir”.363 “EĢit olana eĢit
davranılır” düsturuyla Aristo eĢitliği sağlayabilmek için adil ve hakkaniyetli davranmayı
savunmaktadır.
Aristo için adalet önemli bir kavramdır ve eĢitlik ile adalet kavramları arasındaki
iliĢkiyi Ģu Ģekilde ifade etmektedir: “Mutlak olarak birbiriyle aynı olmayan, ancak genel
olarak da birbirlerinden farklı olmayan iki unsur. EĢitlik hukukî adaleti düzenleyen ve
doğrulayan bir iĢleve sahiptir. Hukukun adil bir biçimde iĢleyebilmesi için eĢitliğe ihtiyaç
vardır; eĢitliğin var olabilmesi için de adalete”.364 Dolayısıyla Aristo eĢitlik yerine adalet
kavramını kullanmayı yeğlemektedir. Adalet kavramının her ne kadar kesin bir tanımının
yapılması zor olsa da365, oldukça zengin bir tarihî geçmiĢi ve geliĢimi olan kavrama dair
hukukî, siyasî ve felsefî tartıĢmalar eĢitlik kavramında olduğu gibi daha ziyade Aristo‟ya
atıfla baĢlamaktadır. Aristo adalet kavramını adaletsizlik kavramı ile birlikte ele
almaktadır.366 Adaleti yasalara uygun davranmak ve eĢitliği bozmamak; adaletsizliği ise
362
Dickinson, E. (1920). The Equality of States in International Law. Cambridge: Harvard University Press,
3-4.
363
Aristotle. (2004). Nicomachean Ethics. (ed. R. Crisp). Cambridge: Cambridge University Press. (Eserin
orijinali M.Ö. 330‟da yayımlandı), V. Kitap, X. Bölüm.
364
Aristotle, a.g.e., V. Kitap, X. Bölüm, 99-100.
365
Kelsen‟e göre kavramın herkesçe kabul edilen net bir tanımının yapılması oldukça zordur. Bu sebeple
Kelsen adaleti tanımlarken “benim adaletim…” ifadesiyle tanıma baĢlamaktadır. “My Justice is the justice of
freedom, the justice of peace, the justice of democracy-the justice of tolerance”. Bakınız: Kelsen, H. (1960).
What is Justice: Justice, Law and Politics in the Mirror of Scene: Collected Essays. (2. Baskı). Berkeley:
University of California Press, 24.
ÇağdaĢ hukukçulardan, son yirmi yıllık zaman diliminde “adalet” üzerine verdiği derslerle ve yaptığı
çalıĢmalarla tanınan Prof.Dr. Michael J.Sandel da adalet kavramını tanımlamanın zorluğuna değinmektedir.
MeĢhur eserinde onlarca örnek vererek adaleti tanımlamaya çalıĢan Sandel özellikle üç adalet yorumunun
önemine değinmektedir: Bentham‟ın faydacı adaleti, Kant‟ın hakların adaleti ve Aristo‟nun hak edilen
adaleti. Aristo‟nun adalet kuramına daha yakın bir tercihte bulunan Sandel Aristo‟nun “her bireye hak ettiği
Ģeyi vermek” yorumunun yaĢanan dünyada daha uygulanabilir olduğunu savunmaktadır. Bakınız: Sandel,
M.J. (2013). Adalet: Yapılması Gereken Şey Nedir?. (2. Baskı). (çev. Mehmet Kocaoğlu). Ankara: BigBang
Yayınları. (Eserin orijinali 2009‟da yayımlandı).
366
Aristotle, 2004, V. Kitap, I. Bölüm, 81.
107
yasalara uymamak, böylece eĢitsizliğe yol açmak Ģeklinde tanımlamaktadır.367 Aristo‟ya
göre adalet devletin vazifelerinden birisi olup, hukuk adaletli olanı ifade etmektedir.368 Bu
aksiyomdan hareketle, eğer adaleti belirleyen ve tanımlayan kanun ise adalet kanuna
uygun olandır. Yine, eğer adalet eĢitlik ise, bu eĢitlik sadece hukuk önünde söz konusu
olmaktadır.369 Aristo adalet ve hukuk arasındaki bağı göstermek için Ģunu da eklemektedir
ki, adalet yalnızca karĢılıklı iliĢkileri hukuk tarafından belirlenen bireyler için geçerlidir.370
Dolayısıyla adaletten ve eĢitlikten bahsedebilmek için Aristo‟ya göre hukukî bir zemin
gerekmektedir.
Aristo‟ya göre adalet insanlara hak ettikleri Ģeyi vermektir ve özellikleri bakımından
eĢit olan kiĢilere eĢit dağıtım yapılması gerekmektedir.371 Aristo‟nun bu adalet veya eĢitlik
tanımı daha sonra dağıtıcı adalet Ģeklinde tanımlanacaktır. EĢitlik tartıĢmalarındaki “hukuk
önünde eĢitlik” ile “haklarda eĢitlik” tartıĢmasını anlayabilmek için Aristo‟nun dağıtıcı
adalet ile birlikte denkleĢtirici adalet kavramına da değinmek gerekmektedir.
Dağıtıcı (distributive) adalette, toplum içerisinde onur, varlık ve diğer unsurların eĢit
ve eĢit olmayanlara farklı Ģekillerde dağıtımı söz konusu olmaktadır. Orantısal eĢitlik
olarak da tanımlanan dağıtıcı adalette, eĢit kiĢiler arasında eĢit dağıtım, eĢit olmayan kiĢiler
arasında ise bu eĢitsizlikle orantılı olacak Ģekilde bir dağıtım söz konusu olmaktadır
(geometrik dağıtım). Aristo‟ya göre adaletin sağlanması için “iki eĢit kiĢi ve iki eĢit pay”
Ģeklinde en az dört koĢul gerekmektedir. KiĢiler birbirleriyle eĢit olduğu için paylar da eĢit
olacaktır; eĢit olmayan kiĢilerin payları da buna bağlı olarak eĢit olmayacaktır. 372 Bu adalet
çeĢidinin amacı kiĢi ile toplum ve devlet arasındaki iliĢkileri düzenlemek olup, paylaĢımın
taraflarının her birinin hak ettikleri oranda yani kabiliyetleriyle doğru orantılı olarak
paylarına düĢeni almalarını ifade etmektedir.373
DenkleĢtirici (commutative) adalet ise kiĢiler arasındaki iliĢkileri düzenleyen
hizmetlerin aritmetik bir eĢitliğe uygun Ģekilde dağıtılmasını ifade etmektedir. KiĢilerin
367
Aristotle, a.g.e., V. Kitap, IV. Bölüm, 87.
Aristotle. (1998). Politics. (Çev. H. Rackham). Cambridge: Harvard University Press. (Eserin orijinali
M.Ö. 350‟de yayımlandı), I. Kitap, II. Bölüm.
369
Kelsen, 1960, 128.
370
Aristotle, 2004, V. Kitap, VI. Bölüm, 92.
371
Aristotle, 1998, III. Kitap, XII. Bölüm.
372
Aristotle, a.g.e., V. Kitap, III. Bölüm, 86.
373
Kelsen, 1960, 127.
368
108
farklılıklarına rağmen her Ģeyin aritmetik olarak eĢit dağıtılması anlamına gelen bu adalet
çeĢidi hukukî adalet olarak da tanımlanmaktadır. Burada orantılı, yani nısbî bir dağıtım
değil, aritmetik bir dağıtım söz konusu olup paylaĢımın büyüklük-küçüklük fark
etmeksizin eĢdeğer oranlarda yapılmasıdır.374 Amaç, bozulan adaleti yeniden düzeltmek
amacıyla bir eĢitleme ve denge kurma çabası olmaktadır. Bu adalet çeĢidinde kanun
koyucu kanunları genel hatlarıyla oluĢturmaktadır.
Aristo‟nun dağıtıcı ve denkleĢtirici adalet kavramları eĢitlik kavramının hukukî
mahiyetinin temelini oluĢturmaktadır. Hukuk önünde eĢit olmak ile hakları kullanma
kapasitesi bakımından eĢit olmak arasındaki tartıĢma ve ayrım Aristo‟nun bu adalet
ayrımına göre Ģekillenmektedir. Bu ayrım ıĢığında eĢitliğin hukukî mahiyetine iliĢkin
tartıĢmalar da eĢitlik ve hakkaniyet kavramları etrafında gerçekleĢmektedir.
3.2. EĢitlik ve Hakkaniyet Ayrımı
Devletlerin eĢitliğine iliĢkin tartıĢmalarda egemen eĢitlik ilkesinin özellikle siyasî
yorumlarında eĢitlik ve hakkaniyet ilkeleri genellikle karıĢtırılmaktadır. Devletlerin eĢit
olduklarına veya olmadıklarına iliĢkin tartıĢmaların çoğu zaman hakkaniyet çerçevesinde
gerçekleĢiyor olması sebebiyle eĢitlik ve hakkaniyet arasındaki ayrımın açıkça yapılması
gerekmektedir.
EĢitlik (equality) ve hakkaniyet (equity) kavramları uluslararası hukuk metinlerinde
sıklıkla bir arada ve hatta yanlıĢ bir biçimde kısmen de olsa birbirleri yerine
kullanılmaktadır. Uluslararası hukukta baskın dil olan Latince‟de aequalitatem (eĢitlik) ve
aequitate (hakkaniyet) kavramlarının aynı Latince kökten (eĢit anlamına gelen aequus ve
aequalis) türemiĢ olmaları, ayrıca yazılıĢ ve okunuĢ olarak birbirlerine benzemesi eĢitlik ve
hakkaniyet kavramlarının kullanımlarında ve yorumlanmalarında bazı tartıĢmaları da
beraberinde getirmiĢtir. Ġki kavram arasındaki farklılıklara iliĢkin tartıĢmaların geçmiĢi
daha eskilere dayanmakla birlikte, özellikle Birinci Dünya SavaĢı sonrasında imzalanan
barıĢ antlaĢmalarının adil olmayan hükümleri, mağlup tarafları daha da ezen yaptırımları
ve uluslararası hukuk ilkeleriyle çatıĢan bazı hükümleri içermesi eĢitlik ve hakkaniyet
konularında önemli tartıĢmaların baĢlamasına neden olmuĢtur. Hukukî temelli bu
374
Aristotle, 2004, V. Kitap, IV. Bölüm, 87.
109
tartıĢmalar doğal hukuk ve pozitif hukuk düĢünceleri arasında cereyan etmiĢtir. Doğal
hukukta eĢitlik kadar ve hatta daha fazla bir biçimde hakkaniyet kavramı uluslararası
hukukun daha adil bir Ģekilde uygulanması için önemli bir kavram olarak
tanımlanmaktadır. Pozitif hukukta ise eĢitlik genel geçer ilke olup, hakkaniyet hukuk
kurallarından uzaklaĢma olarak yorumlanmakta, devlet egemenliğine müdahaleyi
meĢrulaĢtırmaktadır.
Devletlerin egemen eĢitliği ilkesini izah edebilmek, uluslararası hukukun teorik
tartıĢmalarında ve doktrinlerinde karĢılığını anlayabilmek, uluslararası mahkemelerde ve
hakemliklerde ilke ile alakalı kararları, görüĢleri ve yorumları kavrayabilmek için eĢitlik ve
hakkaniyet ilkelerini doğru bir Ģekilde tahlil etmek gerekmektedir. Egemen eĢitlik ilkesine
dair teorik tartıĢmalar genellikle eĢitlik kavramı çerçevesinde cereyan ederken, egemen
eĢitlik ilkesinin uluslararası pratikleri, özellikle de uluslararası yargılama süreçleri daha
ziyade hakkaniyet kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır.
Daha önce de belirtildiği üzere uluslararası hukukta genel kabule göre iki eĢitlik
çeĢidi mevcuttur: Hukuk önünde eĢitlik ve hakların kullanımında eĢitlik.375 Hukuk önünde
eĢitlik ilkesinin temelinde hukukun düzen koyucu ve kural oluĢturucu bir kavram olması
yatmaktadır. Hukuk önünde eĢitlik hiçbir ayrım yapılmaksızın hukukun bütün bireylere
eĢit bir biçimde uygulanması anlamına gelmektedir.376 Aristo‟nun denkleĢtirici adalet
kavramının hukukî yorumu olan hukuk önünde eĢitlik herhangi bir ayrım yapılmaksızın
hukukun herkes için aynı olması, yani hukukun koruyuculuğunda eĢitlik anlamına
gelmektedir. Hakların eĢit kullanımı, yani haklarda eĢitlik ise eĢit olarak kabul edilen
tarafların aynı haklara sahip olduklarını değil, ancak haklarını kullanmada ve uygulamada
aynı ehliyete sahip olduklarını ifade etmektedir.377 Birincisi, bütün hukuk sistemlerinde yer
almakta olup ve üzerinde mutabakat söz konusu olup, devletlerin hak ve yükümlülüklerde
eĢit olmalarını ifade etmekte iken; ikincisi, devletlerin haklarını kullanmalarında ve
yükümlülüklerini yerine getirmelerinde eĢit olduklarını, her devletin aynı haklara sahip
olmasa da, hakların kazanımında aynı kapasiteye sahip olduklarını vurgulamaktadır.
375
Dickinson, 1920, 3-4, 334-335; Goebel, J. (1923a). The Equality of States: A Study in the History of Law.
New York: Columbia University Press, 2. Goebel‟in kitabı ardı ardına yayınlanan üç makalesinin
birleĢtirilmiĢ halidir. Bakınız: Goebel, J. (1923b). The equality of states. Columbia Law Review, 23(1), 1-29;
Goebel, J. (1923c). The equality of states II. Columbia Law Review, 23(2), 113-141; Goebel, J. (1923d). The
equality of states III. Columbia Law Review, 23(3), 247-277.
376
Kooijmans, 1964, 34.
377
Dickinson, 1920, 4.
110
Hukuk önünde eĢitlik bir hukuk ilkesi iken, haklarda eĢitlik daha ziyade bir kabul
olmaktadır.
Hukuk önünde eĢitlik ile hakların kullanımında eĢitlik ilkeleri arasındaki tartıĢma
hakkaniyet kavramının doğmasına sebep olmuĢtur. Hakkaniyet genel ve somut hukuk
kurallarının özel durumlarda da aynı Ģekilde uygulanmasının yol açabileceği adaletsizliği
ortadan kaldırmayı amaçlamakta ve objektif hukuk kurallarının belirli bir olayın kendisine
has özellikleri göz önünde tutularak uygulanmasını ifade etmektedir.378 EĢitlik yerine
adalet arayıĢının ve tercihinin bir sonucu olarak ortaya çıkan hakkaniyet kimi zaman
hukukî bir yorum, kimi zaman vicdanî bir duruĢ, kimi zaman ise siyasî bir tercih olarak
kullanılmıĢ ve yorumlanmıĢtır.
Hakkaniyete iliĢkin bu tanımlama, yorumlama ve kullanma farklılıkları farklı
hakkaniyet çeĢitlerine yol açtığı gibi, farklı hakkaniyet çeĢitlerine gönderme yapmaktadır.
Özellikle Birinci Dünya SavaĢı sonrası yaĢanan hukukî tartıĢmalarda üç hakkaniyet
çeĢidinden bahsedilmektedir: Hukuka uygun hakkaniyet (equity infra legem), hukukî
boĢlukları dolduran hakkaniyet (equity praeter legem) ve hukuka aykırı hakkaniyet (equity
contra legem).379 Bu hakkaniyet çeĢitlerine hakkaniyet ve nısfet ya da hakça ve eĢitçe (ex
aequo et bono) ilkesini ilave eden yorumlar da mevcuttur.380 Her ne kadar hakkaniyetin
uluslararası hukukta uygulanmasına dair tartıĢmalar devam ediyor olsa da, Uluslararası
Adalet Divanı (UAD) Statüsü (1945) md. 38/1/c‟de ifadesini bulan “uygar milletlerce
kabul edilen genel hukuk ilkeleri” arasında yer aldığına dair önemli bir kabul söz
konusudur. Lauterpacht ilk iki hakkaniyeti uluslararası hukuka uygun olanlar, üçüncüsünü
ise uluslararası hukuk dıĢı olan Ģeklinde tasnif etmiĢtir.381 UAD Statüsü‟nü (1945) kaleme
378
Çelik, 1962, 85.
Akehurst, M. (1976). Equity and general principles of law. International and Comparative Law Quarterly,
25(4), 801; Lowe, V. (1988-1989). The role of equity in international law. Australian Year Book of
Inernational Law, 12, 56; Lapidoth, R. (1987). Equity in international law. Israel Law Review, 22(2), 172;
Çelik, 1962, 85; Janis, M.W. (1984). Equity in international law. Bernhardt, R. (ed.). Encyclopedia of Public
Internatıonal Law EPIL: History of International Law, Foundations and Principles of International Law,
Sources of ınternational Law, Law of Treaties, Vol. 7. Amsterdam: North-Holland,75; Weeramantry, C.
(1995). Expanding the potential of World Court. Jasentuliyana, N. (ed.). Perspectives on International Law.
United Kingdom: Kluwer Law International, 325; Schacter, O. (1982). International law in theory and
practice: General course in public international law. RCADI, 178, 84.
380
Lapidoth, 1987, 172; Grauer, C. (1979). The role of equity in the jurisprudence of the world court.
University of Toronto Faculty of Law Review, 37(1), 102; Degan, V.D. (1997). Sources of Internatinal Law.
Netherland: Martinus Nijhoff Publishers, 93.
381
Lauterpacht, E. (1991). Aspects of the Administration of International Justice. Cambridge: Grotius Pub.,
119-120.
379
111
alan Onlar Komitesi (Committee of Ten) üyelerinden Soerensen ise md. 38/2 üzerinde
çalıĢırken, ex aequo et bono‟nun adalet ilkesini karĢıladığını savunmuĢtur.382
Her üç hakkaniyetle ilgili genel çerçeveyi Uluslararası Hukuk Enstitüsü‟nün (UHE)
(Institut de Droit International/The Institute of International Law) 3 Eylül 1937 tarihli
kararında görmek mümkündür. UHE 1937‟de Lüksemburg oturumunda almıĢ olduğu
ikinci kararında hakkaniyet tartıĢmalarında sıklıkla atıf yapılan Ģu tanımlamayı yapmıĢtır:
1. Hakkaniyet hukukun sağlıklı uygulamaları arasında yer almaktadır ve bir
uluslararası hâkim ulusal muhatabı gibi hakkaniyeti hukuka uygulayabilir. Netice
itibariyle hakkaniyet hukuka uygundur.
2. Uluslararası hâkim, bütün taraflar kendisini bu konuda açık ve net bir
biçimde yetkilendirmediği sürece ve yürürlükteki mevcut hukukla herhangi bir bağ
mevcut değilse kararında hakkaniyete baĢvuramaz.
383
UHE‟nin 1937/II kararının birinci kısmında açıkça infra legem hakkaniyetten
bahsedilmektedir. Infra legem hakkaniyet uygulamasında hâkimler pozitif hukuk kuralları
çerçevesinde uluslararası hukuk kuralları, uygulamaları ve yorumları arasından en uygun
olanını seçmektedir. Hakkaniyet uygulamalarında hâkimlere yorum hakkı tanınıyor olsa
da, yorumun sınırsız ya da bağımsız olmayıp, uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak
yapılması gerekmektedir.
Kararın ikinci kısmının ise birincisi kadar açık olmadığı görülmektedir. Bu
müphemliğe karar metninde “yürürlükteki mevcut hukukla herhangi bir bağın mevcut
olmamasından” bahsedilmesi sebep olmaktadır. Burada contra legem hakkaniyetten
bahsedilmektedir ve mevcut hukuk kurallarıyla bağın olmadığına karar verecek merciin
kim/ne olduğu, hakkaniyet yorumunun sınırlarının ne olacağı hakkında herhangi bir tanım
yer almamaktadır. Ayrıca, UHE‟nin kararında praeter legem hakkaniyetle ilgili ise
herhangi bir yorum yer almamaktadır.
382
Jose, M., Tella, F.Y. (2008). Equity and Law. (çev. P. Muckley). Leiden: Martinus Nijhoff Publishers,
(Eserin orijinali 2005‟de yayımlandı), 261.
383
Jose ve Tella, 2008, 261. Kararın orijinali sadece Fransızca haliyle mevcuttur. Bakınız: Ġnternet: Institut de
Droit International. (1937). La compétence du juge international en équité. Session de Luxembourg, II. 3
Eylül 1937. http://www.idi-iil.org/idiF/resolutionsF/1937_lux_02_fr.pdf.
112
Infra legem hakkaniyet (intra/secundum/propter legem) hakkaniyetin hukuk
kurallarına uygun olarak, hukuk kuralları çerçevesinde uygulanmasını ve yorumlanmasını
ifade etmektedir. Infra legem hakkaniyet var olan ve uygulanan hukuk kurallarının bir
yorumlama metodu olup384, hukukun bireysel davalara uyarlanmasında kullanılmaktadır.385
Akehurst‟a göre hukukçular uluslararası mahkemelerin ve tahkimlerin hukuka uygun
olarak hakkaniyet yöntemini uyguladıkları konusunda hemfikirdir.386 Infra legem
hakkaniyet UAD Statüsü md. 38/1‟de zikredilen uluslararası hukukun aslî kaynaklarına
uygun bir uygulama olmaktadır. Uluslararası mahkemelerin ve hakemliklerin davaların
koĢullarına göre ve uluslararası hukukun izin verdiği ölçüde yorum yapmasına imkan
tanımaktadır (Barcelona Traction Davası (1970) 94. paragraf387; Tunus-Libya Davası
(1982) 71. paragraf388).
Praeter legem hakkaniyet, bir olayda ya da davada uygulanacak uluslararası hukuk
kurallarının mevcut olmadığı ya da yetersiz kaldığı anlarda oluĢan hukukî boĢluğun
hakkaniyet ilkesiyle giderilmesini ve adaletin sağlanmasını ifade etmektedir.389 Praeter
legem hakkaniyette hukuk kurallarında yoksunluk olması halinde dahi hukuk sınırları
içerisinde bir hakkaniyet yorumu söz konusu olmaktadır. UyuĢmazlığa konu olan olayda
doğrudan uygulanacak bir hukuk kuralı mevcut değil ise, ya da hukuk kuralları yetersiz
kalmıĢsa veya hukuk kurallarında bir yoksunluk varsa, bu manada bir boĢluk söz konusu
ise praeter legem hakkaniyete baĢvurulmaktadır.390 Ancak hukuk boĢluğu hususunda bir
tartıĢma söz konusudur. Kelsen ve Scelle gibi meĢhur hukukçular bir hukuk düzeninde
hukuk boĢluğu (vacuum juris) olabileceğini reddetmektedir. Kelsen antlaĢmalar hukuku ve
teamül hukukunun her Ģeyi kapsadığını belirtirken, Scelle hâkimlerin “takdir yetkisi” ile
hukuk boĢluğunu karıĢtırmamak gerektiğini belirtmektedir.391 Schacter‟e göre de praeter
legem hakkaniyette bahsedilen hukuk kurallarının yetersiz kalması durumunun bir boĢluk
olarak değerlendirilmesi hatalı olmakta, böylesi bir durumda “hukukun sessizliği” (silence
of the law) söz konusu olmaktadır. Sessizlik devletlerin kendi takdir yetkileri bağlamında
384
Lowe, 1988-1989, 56; Lapidoth, 1987, 161.
Akehurst, 1976, 801.
386
Akehurst, a.g.m., 802.
387
Ġnternet: Barcelona Traction Enerji ġirketi Davası (1970) (Belçika/Ġspanya). ICJ Rep. 1970. 5 ġubat 1970,
94. Paragraf. http://www.icj-cij.org/docket/files/50/5387.pdf adresinden 20 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
388
Ġnternet: Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası (1982) (Tunus/Libya). ICJ Rep. 1982. 24 ġubat 1982, 71.
Paragraf. http://www.icj-cij.org/docket/files/63/6267.pdf adresinden 20 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
389
Lowe, 1988-1989, 56; Akehurst, a.g.m., 802.
390
Jose ve Tella, 2008, 132.
391
Çelik, 1962, 85.
385
113
hareket etmesine olanak sağlayan hukukî bir kuralın ima edilmesi olarak tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla hukukta doldurulması gereken bir boĢluk ya da yokluk söz konusu
olmamaktadır.392 Schacter‟in boĢluk-sessizlik ayrımına ehemmiyet verdiği yorumunu da
dikkate alarak uluslararası yargı ve hakemlik süreçlerinde kimi zaman görüldüğü üzere
mahkemeler davaların özel Ģartları doğrultusunda hukukun genel ilkelerini uygulayamayıp,
hukuk kuralları çerçevesinde hakkaniyet yorumu yapmaktadır.
Contra legem hakkaniyette ise, bir uyuĢmazlık durumunda uyuĢmazlığın tarafları
çözüm için baĢvurdukları uluslararası mahkemeye ya da tahkime sundukları tahkimnamede
genel hukuk kurallarının uygulanmamasını, aralarında yapılan antlaĢma hükümlerinin
dikkate alınmasını isteyebilmektedir. Bu durumda yargı mercii uluslararası hukuk
kurallarını dikkate almadan karar vermek durumunda kalmaktadır.393 Birçok hukukçu
UAD Statüsü md. 38/2‟de bahsi geçen hakkaniyet ve nısfeti contra legem hakkaniyet
bahsinde ele almaktadır. Buna göre eğer uyuĢmazlığın tarafları mahkemeden ya da
tahkimden uluslararası hukuk kurallarıyla yorum yapmaları yerine hakkaniyet ve nısfete
göre karar vermelerini isterlerse, bu durumda hakkaniyet ve nısfet ilkesi mevcut hukuk
kuralları yerine karar için temel teĢkil edecektir. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir
husus söz konusu olmaktadır: UAD Statüsü md. 38/2‟ye göre hakkaniyet ve nısfet
uygulanabilmesi için tarafların mutabakatı zaruridir (Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları
(1969)394; Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası (1982)395). Yani UAD kendiliğinden
(re‟sen) bu ilkenin uygulamasını tatbik edemez.396
Hukuk kurallarının yetersiz kaldığının ya da adaletsizliğe yol açtığının düĢünüldüğü
durumlarda baĢvurulan, daha adil ve daha eĢit bir çözüm sunduğu iddia edilen hakkaniyet
ve nısfet397 uluslararası hukukta hakkaniyetin en çok zikredildiği ve tartıĢıldığı ilke ve
392
Schacter, 1982, 84.
Akehurst, 1976, 802; Jose ve Tella, 2008, 133-134.
394
Federal Almanya Cumhuriyeti ile Hollanda ve Danimarka arasındaki uyuĢmazlıklarda taraflar 2 ġubat
1967‟de imzaladıkları tahkimname ile UAD‟ye baĢvurmuĢtur. Kıta sahanlığının tespitinde yaĢanan
uyuĢmazlıkta Hollanda ve Danimarka çözümün “eĢit mesafe” (equidistance) kuralına göre, Federal Almanya
ise “adil ve hakkaniyete” uygun bir biçimde çözümü savunmuĢtur. UAD Divan Federal Almanya
Cumhuriyeti‟nin çözümün ex aequo et bono ilkesi uyarınca verilmesi gerektiği talebini, hakkaniyet kuralının
her ne kadar pozitif hukukun bir kuralı olarak kabul edilse de somut olaylarda hakkaniyet ve nisfete göre
karar vermediğini ve ayrıca bunun için tarafların mutabakatının gerekli olduğunu belirterek reddetmiĢtir.
Bakınız: Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları (1969), 53.
395
Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası (1982), 60.
396
Çelik, 1962, 85.
397
Rossi, C.R. (1993). Equity and International Law: A Legal Realist Approach to International
Decisionmaking. New York: Transnational Publishers, 63.
393
114
yöntem olmaktadır. Kimi hukukçu hakkaniyet ve nısfeti contra legem hakkaniyet
içerisinde ele alırken, kimileri ayrı bir baĢlık altında incelemeyi doğru bulmaktadır.
Hakkaniyet ve nısfet neyin adil olup neyin olmadığına hâkimin karar verdiği bir
uygulamadır.398 Bu sebeple hakkaniyet kimi kaynaklarda üç kimi kaynaklarda ise dört
çeĢidiyle ele alınmaktadır. Hakkaniyet uluslararası hukukun pratiklerinden uyuĢmazlıkların
çözümüyle alakalı olduğu için, uluslararası yargı ve hakemlik kararları ile danıĢma
görüĢlerine/istiĢari mütalaa (advisory opinion) baĢvurarak hakkaniyet konusunu incelemek
daha doğru olacaktır. Hakkaniyet ilk olarak hakemlik mahkemelerinde kullanılmıĢtır. Jay
AntlaĢması Hakemlik Kararı (1794)399, Aroa Madenleri Davası Hakemlik Kararı (1903)400,
Kuzey Atlantik Kıyısı Balıkçılık Davası (1910)401 ve Orinoco Buharlı Gemi ġirketi Davası
(1910)402 hakkaniyet ilkesine atıf yapan, çözümü hakkaniyet ilkesine göre tavsiye eden
hakemlik davalarının baĢında gelmektedir.
398
Degan, 1997, 93.
Modern anlamda, yani bugün uygulanan yöntemlerle uluslararası hakemliğe ve ardından imzalanan
antlaĢmalara ilk örneğin “Jay AntlaĢması” olarak da bilinen “ABD ve Ġngiltere Arasında Dostça ĠliĢki,
Ticaret ve Deniz TaĢımacılığına Dair Genel AntlaĢma” (1794) olduğu kabul edilmektedir. Bakınız: Ġnternet:
History of ICJ. http://www.icj-cij.org/court/index.php?p1=1&p2=1 adresinden 19 Kasım 2013‟de alınmıĢtır;
Copeland, C.S. (1999). The use of arbitration to settle territorial disputes. Fordham Law Review, 67(6), 3073.
Davanın çözümü için oluĢturulan Karma Hakemlik Komisyonu sonrasında taraflar arasında imzalanan
antlaĢmanın 6. maddesinde uyuĢmazlıkların adalet ve hakkaniyete göre çözülmesi, 7. maddede ise adalet ve
hakkaniyete ilaveten uluslararası hukuk normlarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiĢtir. Bakınız:
Ġnternet: Jay AntlaĢması Hakemlik Kararı (ABD ve Büyük Britanya arasında Dostluk, Ticaret ve Seyrüsefere
ĠliĢkin
Genel
AntlaĢma)
(1794)
(ABD/Büyük
Britanya).
19
Kasım
1794.
http://avalon.law.yale.edu/18th_century/jay.asp adresinden 17 ġubat 2013‟de alınmıĢtır.
400
Venezuela ve BirleĢik Krallık arasındaki uyuĢmazlıkta taraflar 13 ġubat 1903‟de imzaladıkları
tahkimnamede (compromise) hakemlerin karar verirken hakkaniyet, adalet, tazminat, zarar kavramlarını göz
önünde bulundurmalarını kabul etmiĢ ( Karar metni, 402), bunun üzerine tahkimname sonrasında oluĢturulan
Karma Tazminat Komisyonu (mixed claims commission) kararı mutlak hakkaniyet (absolute equity) ilkesine
göre alacağını belirtmiĢtir (Karar metni, 436). Komisyon davanın çözümünde hakkaniyetle adalete
ulaĢılacağını beyan etmiĢ (the way is equity, end is justice) olup, hakemlik kararında taraflar arasındaki
tazminat meselesinin mutlak hakkaniyet esasına göre çözülmesi gerektiği, yani hakkaniyetin herhangi bir
kuralla veya uygulamayla kısıtlanmamıĢ olması gerektiği belirtilmiĢtir (Karar metni, 444). Bakınız: Ġnternet:
Aroa Madenleri Davası (BirleĢik Krallık/Venezuela). RIAA Vol. IX. 1903, 402-445.
http://legal.un.org/riaa/cases/vol_IX/402-445.pdf adresinden 18 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
401
ABD ve Büyük Britanya arasındaki uyuĢmazlıkta taraflar 27 Ocak 1909‟da imzaladıkları tahkimnamede
Mahkemenin karar alınırken Ġngiliz balıkçılar ile ABD‟li yerliler arasında hiçbir tarafa üstünlük
sağlamaksızın hakkaniyete dayalı ve adil bir yöntemi göz önünde bulundurması hususunda anlaĢmıĢtır. DHM
kararında Ġngiltere hâkimiyeti altındaki bölgelerde yerel balıkçılar ile ABD‟li balıkçılar arasında avlanma
dönemlerinin, av miktarlarının ve avlanma yöntemlerinin belirlenmesinde adil ve hakkaniyetli bir çözümün
uygulanması gerektiğine karar vermiĢtir (Karar metni, 174-175). Bakınız: Kuzey Atlantik Kıyısı Balıkçılık
Davası (1910), 167-226.
402
ABD ve Venezuela arasındaki uyuĢmazlıkta taraflar 13 ġubat 1909‟da imzaladıkları tahkimnamenin 5.
maddesinde Mahkemenin adalet ve hakkaniyete uygun Ģekilde karar vermesini kabul etmiĢ (s. 234), buna
binaen DHM tarafından oluĢturulan hakemlik komisyonu da uyuĢmazlığı adalet ve hakkaniyet ilkelerine göre
ele alacağını deklare etmiĢ, bu hususta karar metninde mutlak hakkaniyet (absolute equity) ifadesini
kullanmıĢtır (Karar metni, 239-240). Bakınız: Ġnternet: Orinoco Buharlı Gemi ġirketi Davası (1910)
(ABD/Venezuela). RIAA Vol XI. 25 Ekim 1910, 227-241. http://legal.un.org/riaa/cases/vol_XI/227-241.pdf
adresinden 18 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
399
115
Uluslararası yargının en önemli parçasını teĢkil eden ad hoc nitelikli hakemlikler
“mahkeme” olarak adlandırılmakta, zamanla bölgesel (örneğin, Orta Amerika Adalet
Divanı) ve evrensel (örneğin, UAD) ölçekli sürekli yapılara dönüĢen mahkemeler için ise
Divan tanımı kullanılmaktadır.403 Bu yapılar arasında Dünya Mahkemesi olarak da
adlandırılan UAD ve selefi Uluslararası Sürekli Adalet Divanı (USAD) kararları ve
danıĢma görüĢleri hakkaniyet ilkesinin geliĢiminde önemli bir yer tutmaktadır. TunusLibya Kıta Sahanlığı Davası (1982)404 kararında, Meuse Nehrinin Sularının Taksimi
Davası (1937)405 ve Barcelona Traction Davası (1970)406 kararlarında değinilmese de
hâkimlerin Ģahsî görüĢlerinde (seperate opinion) hakkaniyete dayalı çözüm önerileri
tavsiye edilmiĢtir.
UAD‟nin devletler arası uyuĢmazlıklara iliĢkin karar (judgment) alırken ya da
danıĢma görüĢü beyan ederken göz önünde bulundurması gereken uluslararası hukuk
kuralları UAD Statüsü‟nün 38. maddesinde belirtilmektedir:
1. Kendisine sunulan uyuĢmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözmekle
görevli olan Divan: a. uyuĢmazlık durumundaki devletlerce açık seçik kabul edilmiĢ
kurallar koyan, gerek genel gerekse özel uluslararası antlaĢmaları; b. hukuk olarak
kabul edilmiĢ genel bir uygulamanın kanıtı olarak uluslararası yapılageliĢ kurallarını;
c. uygar milletlerce kabul edilen genel hukuk ilkelerini; d. 59. madde hükmü saklı
403
Çağıran, M.E. (2013). Uluslararası Örgütler. Ankara: Turhan Kitabevi, 342.
Tunus ve Libya arasındaki uyuĢmazlıkta taraflar 10 Haziran 1977‟de imzaladıkları tahkimname kıta
sahanlığının sınırlandırılmasında kullanılacak yöntemlerin uluslararası hukukun genel ilkeleri, hakkaniyet
ilkesi, bölgenin kendine özgü koĢulları ve BM Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı‟nda belirlenen ilkeler
bağlamında belirlenmesini istemiĢtir. UAD kıta sahanlığının belirlenmesinde hakkaniyete uygun yöntemlerin
kullanılması gerektiğini, ancak hakkaniyet ile hakkaniyet ve nısfet arasındaki ayrıma dikkat edilmesi
gerektiğini belirterek, hakkaniyet ve nısfet ilkesinin ancak tarafların mutabakatı ile söz konusu olabileceğini
ifade etmiĢtir (Karar metni, 60). Bakınız: Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası (1982), 18-80.
405
Belçika ve Hollanda arasındaki uyuĢmazlıkta taraflar 1 Ağustos 1936‟da imzaladıkalrı tahkimname ile
USAD‟a baĢvurmuĢtur. USAD kararında hakkaniyet yorumunda bulunmamıĢtır. Ancak dava hâkimlerinden
Hudson Ģahsî görüĢünde (seperate opinion) USAD Statüsü md. 38 gereğince Divan‟ın uluslararası hukukun
hakkaniyet ilkesini uygulama serbestisine sahip olduğunu, bu davanın özel Ģartları gereği adil bir çözüm için
Divan‟ın hakkaniyete baĢvurabileceğini ifade etmiĢtir (Karar metni, 77). Bakınız: Ġnternet: Meuse Nehrinin
Sularının Taksimi Davası (1937) (Hollanda/Belçika). PCIJ Series A/B No.70. 28 Haziran 1937.
http://www.icj-cij.org/pcij/serie_AB/AB_70/01_Meuse_Arret.pdf adresinden 18 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
406
Belçika ve Ġspanya arasındaki uyuĢmazlıkta taraflardan Belçika‟nın çözümün hakkaniyete uygun olması
talebi hakkaniyetin bir uluslararası hukuk uygulaması olarak kabul edilmesine karĢılık, bu dava içeriğinde
uygulanamayacağı gerekçesiyle UAD tarafından reddedilmiĢtir. Ancak dava hâkimlerinden Fitzmaurice Ģahsî
görüĢünde (separate opinion) davada hakkaniyet ilkesine göre karar verilmesi gerektiğini ifade etmiĢ,
hakkaniyetin ve hukukun netice itibariyle adaleti sağlamayı amaçladığı için birbirinden farklıymıĢ gibi
değerlendirilmemesi gerektiğini, davalarda hakkaniyetin göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtmiĢtir
(Karar metni, 84-86). Bakınız: Barcelona Traction Enerji ġirketi Davası (1970), 3-54.
404
116
kalmak üzere, hukuk kurallarının belirlenmesinde yardımcı araç olarak adlî kararları
ve çeĢitli ulusların en yetkin yazarlarının öğretilerini uygular.
2. Bu hüküm, tarafların görüĢ birliğine varmaları halinde, Divan‟ın hakkaniyet ve
nısfete uygun karar verme yetkisini zedelemez.
UAD, statüsü 1920‟de kabul edilen ve 1922‟de faaliyetlerine baĢlayan USAD‟ın
halefidir. Bu devamlılık çalıĢma mekanı, içtihat ve en önemlisi statü bakımından söz
konusudur.407 Bu devamlılık statülerdeki maddelerde de “benzerlik” ve hatta “aynılık”
olarak görülmektedir. Yukarıda alıntı yapılan UAD Statüsü md. 38 ile USAD Statüsü
(1920) md. 38 içerik olarak aynıdır. Tek fark, UAD Statüsü‟nde hakkaniyet ve nısfet ayrı
bir paragrafta ele alınmıĢtır.*
UAD Statüsü md. 38/2 üzerine tartıĢmalar devam etmektedir. UAD‟nin uluslararası
hukuka uygun bir Ģekilde çalıĢması gerektiğini savunanlara göre md. 38/1‟de sıralanan
normlar Divan‟ın uluslararası hukuka uygun ve adil bir karar vermesi için yeterli
olmaktadır. Bu konuda en çok zikredilen savunma Hâkim Hudson‟un Meuse Nehri‟nin
Sularının Taksimi Davası‟ndaki (1937) Ģahsî (ayrı) görüĢüdür (separate opinion). Hudson
Ģahsî görüĢünde USAD Statüsü md. 38 gereğince Divan‟ın uluslararası hukukun
hakkaniyet ilkesini uygulama serbestisine sahip olduğunu, Divan‟a taraflar arasında
herhangi bir özel antlaĢmaya gerek kalmaksızın uygar uluslarca kabul edilen hukuk
ilkelerini kullanma hakkı vermekte olduğunu, dolayısıyla hakkaniyetin kurucu bir ilke
olduğunu ifade etmektedir. Buna karĢılık Divan‟a hakkaniyet ve nısfete göre karar
vermesine dair tarafların herhangi bir özel yetkilendirmede bulunmaması halinde Divan‟ın
bu yetkiyi re‟sen tatbik edemeyeceğini, dolayısıyla Divan‟ın hakkaniyet ve nısfete göre
karar vermesine gerek kalmaksızın hakkaniyet ilkesi uyarınca karar verebileceğini
savunmaktadır.408 Hudson Divan‟ın kullanabileceği uluslararası hukukun genel kuralları ve
kaynakları mevcut iken hakkaniyet ve nısfet uygulamasını yanlıĢ bulmaktadır. Böyle
407
Çağıran, 2013, 347.
Her iki statünün 38. maddeleri aynı hükümleri içermektedir. Sadece hükümlerin statülerdeki madde
numaralı değiĢmiĢtir. Bu değiĢim ve neticesinde statülerdeki maddelerin denklikleri Ģu Ģekildedir: USAD
Statüsü md. 38/1, UAD Statüsü md. 38/1/a; USAD Statüsü md. 38/2, UAD Statüsü md. 38/1/b; USAD
Statüsü md. 38/3, UAD Statüsü md. 38/1/c; USAD Statüsü md. 38/4, UAD Statüsü md.38/1/d ve md. 38/2
olmuĢtur.
408
Meuse Nehrinin Sularının Taksimi Davası (1937), 73-77.
*
117
davranarak hâkimlerin hakkaniyet ve nısfetin öngörülemeyen yönlerinin, sonuçlarının
önüne geçilebileceğini savunmaktadır.
Hem savunuluyor olması, hem de doktrine katkı sağlayan önemli kimi hukukçular
tarafından eleĢtiriliyor olması hakkaniyet ve nısfet üzerinde mutabakata varılmasını
zorlaĢtırmaktadır. Ġlhan Lütem ilke üzerine devam eden tartıĢmada üç fikirden
bahsetmektedir: Birincisine göre hakkaniyet ve nısfet ilkesi hukukun tatbikini
yumuĢatmaktadır. Pozitif hukukun katı ve sert normlarının kimi zaman daha büyük
adaletsizliklere yol açabileceği (sumnum jus, summa injura) ihtimaline karĢı hakkaniyet ve
nısfet bu katı hukuku daha adaletli kılabilmektedir. Ġkincisi, ilke hukukun tatbikini
tamamlamaktadır. ġöyle ki, pozitif hukukun tam olarak uygulanamadığı durumlarda hukuk
kurallarına uygun bir çözümü mümkün kılabilmektedir. Üçüncüsü ise, hakkaniyet ve nısfet
hukukun tatbikini bertaraf edebilmektedir. Burada contra legem bir durum, yani hukuk
kurallarına aykırı bir uygulama söz konusu olmaktadır.409
Bu tartıĢmalar ıĢığında UAD Statüsü md. 38/2‟nin hem uyuĢmazlığın tarafları, hem
de uluslararası yargı ve hakemlik kurumları açısından pozitif hukukun katı kurallarından
bir kaçıĢ olarak korunduğuna iliĢkin düĢünceler de mevcuttur. Devletler yaĢanan bir
uluslararası uyuĢmazlığın çözümü için hakemlik müessesesine baĢvurabilmektedir. Bunun
için devletler hakemlik mahkemesinin hangi kurallar çerçevesinde uyuĢmazlığı ele
alacağını belirten bir tahkimname hazırlar ve eğer taraflar uluslararası hukukun katı
kurallarının aleyhlerine iĢleyeceğini düĢünürlerse mahkemeden hakkaniyet ve nısfete göre
karar vermesini talep edebilmektedir. Böylece uluslararası hâkim veya hakemlere geniĢ bir
yorum yetkisi verilmiĢ olmaktadır. Bu durumda uyuĢmazlığın Ģartları pozitif hukuktan
daha etkili ve belirleyici olup, hakkaniyete aykırı sonuçlara yol açtığı ölçüde pozitif hukuk
kuralları uygulanmayacaktır.410
Uluslararası yargı, yani USAD ve UAD ile uluslararası hakemlik bağlamında konuya
bakıldığında, bir dava hakkında karar verilirken uluslararası hukuk kurallarının yetersiz
kaldığı durumlarda hakkaniyet ve nısfet ilkesi önemli bir araç olmaktadır. Ġster infra legem
ister praeter legem olsun Divan karar verirken uluslararası hukuk kurallarının belirlediği
çerçeveyi aĢmamaya özen göstererek hakkaniyet yorumunda bulunmaktadır. Ancak
409
410
Lütem, 1959, 94.
Sur, 2006, 85.
118
Ģimdiye kadar hiçbir USAD ve UAD davasında hâkimlere böylesi bir yetkinin tümüyle
verildiği bir dava söz konusu olmamıĢtır. Hakkaniyet ve nısfet genellikle hakemliklerde
kullanılmaktadır. Hakemliklerde özellikle meselenin siyasî yönü ağırlık kazandıkça karar
verme sürecinde hakkaniyet ve nısfet daha fazla kullanılır olmaktadır.
Özetlemek gerekirse, uyuĢmazlıklarda mahkemelerin ve hakemliklerin hakkaniyet ve
nısfet ilkesine uygun karar almaları için tarafların hepsinin görüĢ birliğine vararak (UAD
Statüsü md. 38/2) bu konuda rızalarını açıkça belirtmeleri gerekmektedir. Aksi halde,
Divan ya da hakemlik mahkemesi re‟sen bu ilkeyi uygulayamamaktadır. Bu demek
değildir ki, Divan hiçbir Ģekilde hakkaniyet ilkesine re‟sen baĢvuramaz. Aksine Divan,
taraflar bu yönde anlaĢmamıĢ olsalar dahi hukukî kararlarında ve görüĢlerinde infra legem
hakkaniyete baĢvurma hakkına sahiptir. Netice itibariyle UAD‟nin Statüsünün md. 38/1‟de
ifade edilen kurallar çerçevesinde hakkaniyet yorumu yapmaya ehliyeti vardır. Divan
böylesi bir durumda pozitif hukuk kuralları çerçevesinde yorum yapmaktadır. Hakkaniyete
baĢvurma veya baĢvurmama sebebi ise davaya iliĢkin konunun kendine has Ģartlarının göz
önünde bulundurulmasıdır. Örneğin, Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları‟nda (1969)
UAD kıta sahanlığının tespitinin eĢit mesafe kuralına göre yapılmasının, davaya konu olan
coğrafyanın jeolojik özellikleri, yani davanın özel Ģartları nedeniyle hakkaniyete aykırı
sonuçlar doğuracağına hükmetmiĢ, kıta sahanlığının tespitinin bölgenin jeolojik yapısı göz
önünde bulundurularak yapılmasına karar vermiĢtir.411
Burada akla Ģu soru gelmektedir: Peki UAD tarafların talepleri üzerine “uluslararası
hukuk kuralları mevcut iken” hakkaniyet ve nısfet ilkesini uygulamalı mıdır? Uygulamak
mecburiyetinde midir? Bu konuda UAD Statüsü md. 38/1 aslına bakılırsa çerçeveyi
belirlemektedir. Bu madde ile UAD‟ye uyuĢmazlıkları uluslararası hukukun aslî
kaynaklarına ve kurallarına göre çözme görevi verilmektedir. Ancak diğer taraftan
UAD‟nin yargılama çerçevesini uyuĢmazlığın tarafları belirlemektedir. Dolayısıyla UAD
tarafların hakkaniyet ve nısfet taleplerine rağmen davayı md. 38/1‟de belirtilen hukuk
kurallarına uygun olarak çözme yetkisi yoktur. Sonuç itibariyle, UAD‟yi böyle bir tercih
mecburiyetinde bırakmamak daha doğru bir davranıĢ olmaktadır. Lapidoth‟a göre
hakkaniyet ve nısfet ilkesinin bir uluslararası uyuĢmazlığın çözümünde kullanılabilmesi
çözüm aranan uyuĢmazlığın çözümünde davaya iliĢkin uygulanan hukuk kurallarında
411
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları (1969), 54.
119
açıkça hakkaniyete referans verildiği; uyuĢmazlığın tarafları tarafından yargı merciinden
hakkaniyet ilkesi uyarınca karar verilmesinin açıkça istenildiği; yargı makamının bir
davanın özel Ģartlarını göz önünde bulundurarak genel hukuk kurallarını uygulamayı tercih
ettiği durumlarda söz konusu olmaktadır.412
Hakkaniyet ile hakkaniyet ve nısfet birbiriyle karıĢtırılmamalıdır. Birbirleriyle
alakalı oldukları muhakkaktır ancak birbirleri yerine kullanmamak gerekmektedir.
Hakkaniyet ve nısfet UAD Statüsü md. 38/2‟de geçtiği haliyle, bir uyuĢmazlık esnasında
taraflara UAD Statüsü md. 38/1‟de bahsi geçen uluslararası antlaĢmalar, uluslararası
teamül hukuku, hukukun genel ilkeleri, yargı kararları ve doktrin görüĢlerinden müteĢekkil
aslî kaynaklar yerine, uyuĢmazlığın çözümünde kullanmasını tercih edebilecekleri
alternatif bir uluslararası hukuk kaynağı olmaktadır. Çoğu zaman bu kullanım contra
legem hakkaniyet olarak da tanımlanmaktadır. Diğer taraftan hakkaniyet ise, uluslararası
uyuĢmazlıklarda ele alınan davanın bazı özel koĢulları gereğince hâkim ya da hakemin
uluslararası hukuk kurallarını birebir uygulamak yerine, bu kuralların çizdiği çerçeve
içerisinde, kurallara aykırı olmamak kaydıyla daha adaletli bir çözüm elde etmek amacıyla
yorum yapmalarıdır. Burada infra legem ve praeter legem hakkaniyet söz konusudur. Bu
bağlamda Schacter hakkaniyetin uluslararası hukuka uygulanmasında beĢ yöntemden
bahsetmektedir: 1. KiĢiselleĢtirilmiĢ bir adaletin temeli olarak hakkaniyet (Aristo‟nun
denkleĢtirici adalet formu); 2. Adalet, iyi niyet ve makul olma düĢüncesi olarak
hakkaniyet; 3. Estopel, hakkın kötüye kullanılması, haksız zenginleĢme gibi konuların
çözümünde kullanılan bir esas olarak hakkaniyet; 4. Kaynakların ve kazançların
paylaĢımında ve dağıtımında standardı sağlayan hakkaniyet; 5. Zenginliğin/servetin
yeniden dağıtımında, adilane sosyal ve ekonomik düzenler talep edildiğinde dağıtıcı adalet
olarak hakkaniyet.413 Davalarda uygulanan hakkaniyet ilkesi genellikle uluslararası hukuk
kurallarıyla sınırlanmaktadır. Hakkaniyet sadece hukukî boĢlukları doldurmakla kalmayıp,
non liquet414 durumundan da korumaktadır. Non-liquet yani hâkimlerin davaya
uygulanacak normatif bir kural bulamaması halinde oluĢan boĢluk durumunda415
hakkaniyet makul bir çözüm olmaktadır.
412
Lapidoth, 1987, 165.
Schacter, 1982, 82.
414
Anzilotti, D. (1946). Devletler Hukuku, Birinci Cilt: Giriş-Genel Teoriler. (Çev. S. Erman). Ġstanbul:
Ġstanbul Üniversitesi Yayını, 89.
415
Lauterpacht, 1991, 243.
413
120
Hakkaniyetle ilgili hukukî ve anayasal ifadeler UAD ile sınırlı değildir. Birçok
uluslararası sözleĢmede hakkaniyet kavramına atıflar yapılmaktadır. Bu sözleĢmeler
arasında BM Deniz Hukuku SözleĢmesi (BMDHS) (1982) önemli olmaktadır.
SözleĢmenin dibacesinde “kaynakların adilane ve verimli kullanılması” ve “adil ve
hakkaniyetli bir uluslararası ekonomik düzenin gerçekleĢtirilmesi” amaçlarına yer
verilmiĢtir. Ayrıca münhasır ekonomik bölgelerde çıkabilecek sorunlarda, sözleĢmenin hak
ve yetki tanımadığı durumlarda taraflar arasındaki uyuĢmazlıkların hakkaniyete uygun
çözümü tavsiye edilmiĢ (md. 59); SözleĢmeye taraf ve sahilleri bitiĢik veya karĢılıklı olan
devletler arasındaki uyuĢmazlıklarda “hakkaniyete uygun çözümler” uygulanacağı
belirtilmiĢtir (md. 74/1), aynı konumdaki devletlerin kıta sahanlığı konusundaki
uyuĢmazlıklarında da “hakkaniyete uygun çözümler” uygulanacağı ifade edilmiĢ (md.
83/1), esas hattan baĢlayıp 200 deniz milinin de ötesinde, yani karasularını aĢan kıta
sahanlığındaki cansız kaynakların iletilmesinde de devletler arasında eĢitçe dağıtım
kriterine uygun bir paylaĢtırma yapılacağı belirtilmiĢtir. Kıta Sahanlığı Sınırları
Komisyonunun ve BMDHS‟nin muhtelif organlarının “hakkaniyete uygun bir coğrafi
dağılıma” göre oluĢturulacağı ifade edilmiĢtir. (md. 76/8, 160/2/d, 162/2/d, 163/4, 274/a).
Devletlerin ulusal yetki sınırları ötesindeki deniz yatağı ve toprak altındaki kaynaklardan
faydalanmalarının hakkaniyete uygun bir paylaĢımla gerçekleĢeceği belirtilmiĢtir (md.
140/2, 155/1/f, 160/2/f, 160/2/g, 162/2/o).416
Hakkaniyetin bir genel hukuk ilkesi olarak mı (infra legem) kullanılacağı, yoksa
hakkaniyet ve nısfet çerçevesinde mi (contra legem ve belki de praeter legem de dahil
olmak üzere) kullanılacağı hakkında teorik bir tartıĢma söz konusudur. Bu tartıĢmada genel
kanaat, herhangi bir özel yetkilendirmenin söz konusu olmadığı davalarda mahkemelerin
birincisi, yani hakkaniyeti hukuk kurallarına uygun bir Ģekilde uygulayacakları yönünde
olmaktadır. Böylece uluslararası mahkemeler ve hakemlik müesseseleri davalarda
uluslararası hukuku uygulamıĢ olup, uluslararası hukuku düzeltme (correct) gibi bir rol
üstlenmemiĢ olacaktır. Ġkincisinde, yani hakkaniyet ve nısfette (ex aequo et bono) ise
hukukî bir çözüm yerine taraflar arasında dengeyi sağlayan, tarafların çıkarlarını orta yolda
buluĢturan bir yöntem söz konusu olmaktadır. Yani hakkaniyet ve nısfet hukukî olmaktan
416
Bu paragrafta alıntılanan maddelerde geçen hakkaniyete dair ifadeler BMDHS‟nin (1982) Ġngilizce
metninde “basis of equity”, “equitable basis”, “equitable solution”, “equitable sharing” ve “equitable
geographical distribution” ifadeleriyle kullanılmaktadır.
121
ziyade siyasî bir yöntem olmaktadır.417 Hakkaniyet uluslararası hukuk için formal bir
kaynak değil, ancak önemli ve yardımcı bir unsur olmaktadır418 ve uluslararası pratiklerde
hakkaniyet uygulamalarına daha çok devletlerin ekonomik alan, kara suları, kıta sahanlığı
gibi sınır tespitlerinde baĢvurulmaktadır.419 Hakkaniyet uygulamalarından ise infra legem
ve praeter legem uygulamaları mevcut iken, contra legem uygulaması mevcut değildir.420
Sonuç itibariyle uluslararası hukukta hakkaniyet uygulamalarının avantajları ve
dezavantajları söz konusu olmaktadır. Hakkaniyetin yargılama neticesinde alınacak kararın
adalete daha uygun olmasını sağlamak ve zorlu müzakerelerde tarafların en azından ortak
bir payda da buluĢmalarına imkan tanımak gibi avantajları söz konusu olabilmektedir.421
Hakkaniyet bu yönleriyle uyuĢmazlığın çözümünü kolaylaĢtırmaktadır. Diğer taraftan
hakkaniyet ilkesinin tanımının sübjektif olması tarafların “hakkaniyetten” kastettiklerinin
farklı olmasına, dolayısıyla müzakerelerde farklı argümanları savunmalarına neden
olabilmektedir. Yine kavramın sübjektif yapısı nedeniyle, taraflardan birisine göre
hakkaniyete uygun olan bir karar ya da davranıĢ, diğer taraflara göre hakça ve adilce
olmayabilmektedir.422
Akehurst ise hakkaniyet uygulamalarının dezavantaj gibi masumane değil, gayet
ciddi ve tehlikeli yönleri olduğunu ifade etmektedir. Öncelikle Akehurst‟a göre hakkaniyet
genel hukuk kurallarının ihlal edilmesine yol açabilmektedir.423 Devletler normal Ģartlarda
uluslararası hukuk kurallarını ihlal etmekten kaçınırlar, çünkü daha sonra benzer bir ihlalin
kendi aleyhlerine gerçekleĢmesinden endiĢe ederler.424 Ancak zorlayıcı, devletleri
bağlayıcı hukuk kuralları devletlerin kimi zaman bu kuralları ihlal etmelerine yol açmakta,
bu da bazı devletlerin uluslararası hukuka uyması ve bazılarının uymaması gibi bir duruma
neden olmaktadır. Bu da uluslararası hukukun uygulanmasında devletler arasında eĢitlik
fikrinin zayıflamasına neden olabilmektedir. Bu yönüyle kurallara uyduğu için uymayan
devletlere göre dezavantajlı bir konumda olan devletler de “hakkaniyet” ilkesine uygun bir
kural ihlalini tercih edebilmektedir.
417
Janis, 1984, 25.
Akehurst, 1976, 808.
419
Lauterpacht, 1991, 145.
420
Jose ve Tella, 2008, 262; Chemillier-Gendreau, M. (1991). Equity. Bedjaoui, M. (ed.). International Law:
Achievements and Prospects. Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 271-282.
421
Lapidoth, 1987, 179-180.
422
Lapidoth, a.g.m., 180-181.
423
Akehurst, 1976, 808.
424
Malanczuk, 1997, 18-19.
418
122
Hakkaniyetin sübjektif olması ise ikinci önemli tehdit olmaktadır.425 Akehurst Kuzey
Denizi Kıta Sahanlığı Davasını (1969) örnek olarak sunmaktadır. Akehurst davada
hakkaniyetin infra legem, yani hukuk kurallarına uygun bir biçimde uygulandığını
belirtmektedir. Dava kararında devletlerin sahil uzunlukları oranında kıta sahanlığına sahip
olmaları prensibi kabul edilmiĢ, kısa sahili olan devlete o nispette daha az bir kıta sahanlığı
ve hiç kıyısı olmayan devlete de kıta sahanlığı öngörülmemiĢtir. Akehurst bu kararın
devletler arasındaki eĢitsizliği artıracak olup, ciddi anlamda eĢitsizliğe yol açacağını
savunmaktadır.426 Ġkinci tehdit gibi üçüncü tehdit de Lapidoth‟un dezavantaj olarak ifade
ettiği hususu içermektedir. Akehurst‟a göre uluslararası hakemlik kararlarının hakkaniyete
dayandırılması hakkaniyete iliĢkin uluslararası kabul ve rızayı zedeleyebilmektedir. ġöyle
ki, kazanan taraf için hakkaniyete uygun bir karar, kaybeden taraf açısından pekala
hakkaniyete uygun olmayan bir karar olarak yorumlanabilmektedir.427 Gerek Lapidoth
gerek Akehurst tarafından ifade edilen dezavantajlar ve tehditler göz önünde
bulundurulduğunda, hakkaniyetin sübjektif yapısından kaynaklanan sıkıntıların ancak
uluslararası hukuk sisteminin bağlayıcı ve zorunlu yapısının artması ile giderilebileceği
görülmektedir. Uluslararası hukukun belirleyiciliğinin ve bağlayıcılığının baskın olduğu
bir sistemde, infra legem hakkaniyet uygulamaları ile içeriği netleĢmiĢ bir hakkaniyet
ilkesi söz konusu olabilecektir.
3.3. Egemen EĢitlik Ġlkesinin Kökeni ve GeliĢimi
Egemen eĢitlik ilkesinin doktriner geliĢiminde Westphalia genellikle milat olarak
kabul edilmektedir.428 Bu kabule iliĢkin önemli itirazlar söz konusu olsa da*, ilkenin fikrî
zemini Westphalia gibi on yedinci yüzyılda oluĢmaya baĢlamıĢtır. Egemen eĢitlik ilkesi
mutlak egemenlik doktrini ile birlikte ele alınmıĢ, devletlerin uluslararası hukuktan elde
ettikleri haklarını kullanırken eĢit kapasitede oldukları yorumu geliĢmeye baĢlamıĢtır.429
Dönemin düĢünürleri bu yorumu yaparken dört önemli kaynaktan faydalanmıĢlardır: Doğal
hukuk doktrini, doğal eĢitlik fikri, doğa hali kavramı ve bireyler ile uluslararası toplumun
425
Akehurst, 1976, 809.
Akehurst, a.g.m., 811.
427
Akehurst, a.g.m., 811.
428
Gross, 1948, 20; Weinert, 2007, 21-24.
*
Bakınız: Tezdeki 2.3.2. Westphalian Mit baĢlığı, 88-102.
429
Miller, Lynn H. (1990). Global Order: Values and Power in International Politics. Boulder: Westview
Press, 25.
426
123
üyeleri olan devletler arasında analoji kurmak.430 Bu dönem düĢünürlerini etkileyen en
önemli düĢünce ise doğal hukuk doktrini olmuĢtur. Önce Vitoria, Suarez ve Gentili gibi
önemli hukukçularla dinî yaklaĢımlarla içiçe yorumlanan doğal hukuk doktrini, sonrasında
Grotius, Pufendorf ve Vattel ile birlikte dindıĢı bir yaklaĢımla yorumlanmıĢ, Vattel‟le
birlikte doğal hukuk-pozitif hukuk ayrımları netleĢmeye baĢlamıĢtır.431 Doğal hukukçulara
göre insanlar doğal olarak eĢit oldukları ve eĢit haklara sahip olup, eĢit yükümlülüklerle
sorumlu oldukları gibi, doğa halindeki devletler de birbirleriyle eĢit olup, eĢit haklara sahip
olup, eĢit yükümlülüklerle sorumludurlar432 ve objektif bir eĢitlik doğal hukukla
sağlanabilir.433
Egemen eĢitlik ilkesinin kullanımına iliĢkin ilk nüveleri uluslararası hukuk tarihinde
de klasik dönem olarak tanımlanan, dinin kavramlar ve kararlar üzerindeki etkisinin
halihazırda devam ettiği on altıncı yüzyılda Francisco de Vitoria‟da görmek
mümkündür.434 Vitoria coğrafi keĢifler döneminde Avrupalı devletlerin Amerika
kıtasındaki “yerli devletlerle” iliĢkilerini göz önünde bulundurarak, Avrupalı devletlerin
“sömürü” ve “keĢif” hakkı iddialarını eleĢtirmiĢtir. Avrupalı devletlerin Amerika kıtası için
ileri sürdükleri “sahipsiz toprak” (terra nullius) iddiasını reddetmiĢ, toprakların zaten
sahiplerinin mevcut olduğunu, Avrupalı devletlerle Amerikan yerli devletleri arasında bir
fark olmadığını belirtmiĢtir. Vitoria Amerikalı küçük yerli devletlerin de birer hukukî
Ģahsiyetleri olduğunu ve Avrupalı devletlerle eĢit haklara sahip olduklarını savunmuĢtur.435
Vitoria‟nın bu değerlendirmesi egemen eĢitlik ilkesinin oluĢumunda ve geliĢiminde önemli
bir fikrî zemin teĢkil etmektedir. ġöyle ki, Vitoria‟nın değerlendirmesinin hukuk
zemininde yapıldığı açıktır. Vitoria‟ya göre devletler arasındaki iliĢkilerin tek bir zemini
vardır, o da devletler hukukudur (jus gentium). Bu düĢünceden hareketle, bireylerin bir
toplum içerisinde kendi baĢlarına yaĢayamadıkları gibi, devletlerin de dünyada tek
baĢlarına yaĢayamayacaklarını, birbirleriyle etkileĢim halinde olacaklarını ifade eden
Vitoria, bu iliĢkileri düzenleyecek bir hukuka ihtiyaç olduğunu, bunun da uluslararası
430
Dickinson, 1920, 6.
McNair, A.D. (1927). Equality in international law. Michigan Law Review, 26(2), 132.
432
Vattel, 2008, 17.
433
Akehurst, 1976, 812.
434
Rial, 1987, 478.
435
Kooijmans, 1964, 59.
431
124
hukuk olduğunu ifade etmiĢtir. Çünkü Vitoria‟ya göre devletler dünyanın ortak menfaati
için birbirleriyle iç içe geçmiĢ bir haldedir.436
Vitoria‟nın devletlerin eĢit olduklarına iliĢkin savunmasına rağmen, egemen eĢitlik
ilkesinin hukukî ve siyasî yönleriyle ilk kez Hugo Grotius tarafından kullanıldığına dair
yaygın bir kanaat mevcuttur.437 Bu yaygın kanaat Grotius‟un “SavaĢ ve BarıĢ Hukuku”
(1625) isimli kitabının o zamana kadar devletler arası iliĢkileri izah eden en derli toplu
kitap olması, devletler arası iliĢkileri yönlendirecek genel hukuk ilkelerini ortaya koyması,
doğal hukuk doktrinini devletler arası iliĢkilere uyarlaması gibi nedenlere dayanmaktadır.
Bu yönüyle Grotius “uluslararası hukukun babası” olarak tanımlanmayı pekâlâ hak
etmektedir. Grotius devletlerin eĢitliğinden açıkça bahsetmemiĢ olmasına rağmen, modern
uluslararası hukukun geliĢimine olan katkısı, devletlerin haklarından ve egemenliklerinden
bahsederken egemen eĢitlik ilkesinin muhtevasında geçen bazı ilkelere de değinmesi
nedeniyle egemen eĢitlik ilkesini ilk kurgulayan kiĢi olarak kabul edilmektedir. SavaĢ ve
BarıĢ Hukuku eserinin birinci cildinde “toplum ya kardeĢler, vatandaĢlar, arkadaĢlar gibi
eĢitlerden oluĢur; ya da aile ve çocuk, usta ve çırak, tanrı ve insan gibi eĢit olmayan
unsurlardan ikincisi üstünlük hakkı, birincisi ise eĢitlik hakkıdır” denilmektedir.438 Eserinin
ikinci cildinde ise devletler arasında yapılan antlaĢmaların eĢit ve eĢit olmamaları Ģöyle
değerlendirilmektedir: “EĢit olan antlaĢma, eĢit olmayanı tespit ederek anlaĢılabilir.
AntlaĢmada bir taraf üstün, diğer taraf aĢağı bir konumda ise bu antlaĢma eĢit değildir”. 439
Her iki alıntıdan da anlaĢılacağı üzere Grotius‟un eĢitlik yorumunun egemen eĢitlik
ilkesine yansıması, devletlerin birbirleriyle eĢit sayılması gerektiği ve antlaĢmalarda elde
edilen haklar ve sorumlu kılınan yükümlülükler bağlamında eĢit olarak kabul edilmesi
gerektiğidir. Dolayısıyla egemen eĢitlik ilkesi “hukuk önünde eĢitlik” olarak yorumlanırsa,
bu yorum elbette ki Grotius‟un sisteminin temel ilkelerinden birisi olarak kabul edilebilir.
436
Kooijmans, a.g.e., 60.
Hershey, A.S. (1919). The Essentials of International Public Law. New York: The Macmillan Company,
58, (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin edilmiĢtir); Hicks, F.C. (1908). The equality
of states and the hague conferences. The American Journal of International Law, 2(3), 531; Lawrence, T.J.
(1900). The Principles of International Law. (3. baskı). Boston: D.C.Heath and Co. Publishers, 54, (kitabın
pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin edilmiĢtir); Twiss, T. (1884). The Law of Nations
Considered as Independent Political Communities: On the Rights and Duties of Nations in Time of Peace. (2.
Baskı). Oxford: The Clarendon Press, xvii. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin
edilmiĢtir); Efraim, 2000, 65.
438
Grotius, H. (2005a). The Right of War and Peace: Book I. (ed. R. Tuck). Indianapolis: Liberty Fund.
(eserin orijinali 1625‟de yayınlanmıĢtır), I. Bölüm/III/2, 136-137.
439
Grotius, H. (2005b). The Right of War and Peace: Book II. (ed. R. Tuck). Indianapolis: Liberty Fund.
(eserin orijinali 1625‟de yayınlanmıĢtır), XV. Bölüm/VII/1, 826-827.
437
125
Eğer ilke “haklarda kapasite eĢitliği” olarak yorumlanırsa, bu haliyle Grotius‟un sisteminde
yer almamaktadır.440 Sonuç olarak, Grotius‟un kendi sistemini kurarken devletlerin
eĢitliğinden açıkça bahsetmemesi nedeniyle ilkenin ilk kurucusu olarak tanımlanması kimi
teorisyen tarafından eleĢtirilmektedir.441
Goebel‟e göre Grotius‟un uluslararası toplum algılamasında devletler arasında doğal
eĢitlikten açıkça söz edilmemekte olup, bu ilkeye Pufendorf‟da rastlanılmaktadır.442 Bu
sebeple Baker‟e göre de ilkenin Grotius‟a atfedilmesi yanlıĢtır.443 Benzer bir eleĢtiri ile
Dickinson ve McNair‟e göre de egemen eĢitlik ilkesi doğal hukuk doktrininin önemli
isimlerinden Thomas Hobbes‟den etkilenen Samuel von Pufendorf ile hayat bulmuĢtur.444
Pufendorf doğa halinin hem bireyler hem de devletler için aynı olduğunu düĢünmekte,
bireylere uygulanan hukuk ile uluslararası hukuku eĢdeğer görmektedir. Pufendorf
Hobbes‟in doğal eĢitlik kavramından etkilenmiĢ, taraflar arasındaki eĢitliği tarafların eĢit
yükümlülükler üstlenmesi olarak tanımlamıĢtır.445 Bu yönüyle Pufendorf hakların
eĢitliğinden bahsetmiĢtir.446 Baker‟a göre Pufendorf‟un eĢitlik yorumu Ģu Ģekilde
özetlenebilir: Doğa halinde bütün insanlar eĢittir; insanlar gibi uluslararası hukuk kiĢileri
de bir doğa hali içerisindedir; dolayısıyla eĢittirler.447 Pufendorf‟un doğa halini insan ve
devlet için aynı görmesini eleĢtiren Dickinson ise devletlerin mevcut olduğu ortamın doğa
hali (state of nature) olmayıp, karĢılıklı iliĢkilerin yani etkileĢimin söz konusu olduğunu
(state of affairs) belirtmektedir.448 Özetle, Pufendorf devletler arasında doğal eĢitliği
savunmuĢtur.449 Pufendorf Ģu örneği vermiĢtir: Özgürlüğün eĢit olduğu bir yerde servetler
arasında orantısızlık herhangi bir farklılık oluĢturmaz. Altı yüz millik araziye sahip olan bir
prens ile yüz millik bir araziye sahip olan prens arasındaki fark, egemenler arasında
herhangi bir farka neden olmaz.450
440
Dickinson, 1920, 67.
Baker, P.J.N. (1923-1924). The doctrine of legal equality of states. British Year Book of International
Law, 4(1), 6; Dickinson, 1920, 34.
442
Goebel, 1923a, 2.
443
Baker, 1923-1924, 6.
444
McNair, 1927, 132; Dickinson, 1920, 69.
445
Pufendorf, S. (2009). Two Books of the Elements of Universal Jurisprudence. (çev. W.A. Oldfather).
Indianapolis: Liberty Fund. (eserin orijinali 1660„da yayınlanmıĢtır), 155.
446
Pufendorf, S. (1729). Of the Law of Nature and Nations: Eight Books. (çev. B. Kennett). London. III.
Kitap /II/I, 226. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin edilmiĢtir).
447
Baker, 1923-1924, 6.
448
Dickinson, 1920, 78.
449
Goebel, 1923a, 2.
450
Dickinson, 1920, 82.
441
126
Egemen eĢitlik kavramının kökenleri modern uluslararası hukukun ortaya çıkıĢına
kadar uzanmaktadır.451 Egemen eĢitlik kavramı Grotius‟un eserlerinde ima etmesi,
değinmesi üzerine Pufendorf‟un da dikkatini çekmiĢtir. Pufendorf Hobbes‟in kurgusunu
kabullenmiĢ ve devletlerin eĢitliği ile Hobbes‟in doğa hali kuramındaki bireylerin eĢitliği
arasında bir analoji kurmuĢtur. Pufendorf‟un kavrama iliĢkin yorumu (hak ve
yükümlülüklerde eĢitlik) on yedinci yüzyılın sonlarına doğru bilim insanlarınca tartıĢılmıĢ,
özellikle Vattel tarafından on sekizinci yüzyılda zirvesine ulaĢmıĢtır.
Vitoria, Grotius ve Pufendorf‟un fikrî zeminini hazırladığı egemen eĢitlik ilkesinin
modern dönemde kazandığı muhtevaya geçiĢini ise Emmerich de Vattel sağlamıĢtır.452
Vattel‟e göre insanlar doğaları gereği eĢit oldukları için eĢit hak ve yükümlülüklere
sahiptirler ve bu eĢit insanlardan ve özgür yurttaĢlardan müteĢekkil olan uluslar da
(birbirleriyle kıyaslandıklarında) eĢit haklara sahip olmalı ve eĢit yükümlülükler
üstlenmelidir. Vattel‟in meĢhur ifadesiyle “bir cüce de en az bir dev kadar insandır; küçük
bir devlet de en güçlü krallıktan daha az egemen değildir, eĢittir”.453 Vattel‟e göre eĢitlik
otantik ve önceden var olan topluluklar için doğal bir haktır ve doğal hukuk doktrinindeki
üç unsura dikkat çekmektedir. Birincisi tarih öncesi dönemde devletleri veya toplulukları
bağlayıcı bir uluslararası hukuk mevcut olmayıp, o dönemlerde devletlerin meĢruiyeti
uluslararası hukuk tarafından tesis edilmemekteydi, buna karĢılık uluslararası sistem bu
meĢruiyeti sağlamaktaydı. Ġkincisi, bu yapıların ya da toplulukların eĢitlik ve özgürlük gibi
doğal haklara sahip oldukları varsayılmaktaydı. Üçüncüsü ise, kadınların ve erkeklerin
tümünün eĢit olmasına benzer bir Ģekilde devletler de eĢit olarak addedilmekteydi. Sonuç
itibariyle, devlet egemenliğinin mutlak olduğunu savunarak devletlerin özgür, bağımsız ve
eĢit olmasının onların haklar ve yükümlülükler bakımından da eĢit olmaları gerektiğini
ifade eden Vattel, bu durumu eĢit haklara sahip olmak Ģeklinde tanımlamıĢtır.454
Ġlkenin ilk ve doğru yorumunun Gottfried W. Leibniz tarafından yapıldığı iddiaları
da mevcuttur. Goebel‟e göre Leibniz egemenliğin iç ve dıĢ olmak üzere iki yönünün
olduğunu belirtmiĢ, dıĢ egemenliğin ise eĢit hukukî kapasite üzerine gerçekleĢtiğini ifade
etmiĢtir. Ayrıca Leibniz eĢitlik hususunda fizikî özelliklerle hukukî konumların farkına da
451
Goebel, 1923a, 11.
Krasner, 2001a, 14.
453
Vattel, 2008, 18. ve 19. BaĢlıklar, 75.
454
Kooijmans, 1964, 85.
452
127
değinmiĢtir.455 Böylece Goebel‟e göre Leibniz genel ifadelerle tanımlanan egemen eĢitlik
ilkesine kimlik kazandırma mahiyetinde önemli bir katkı sağlamaktadır.
On sekizinci yüzyıla kadar fikri temelleri geliĢmiĢ olan egemen eĢitlik ilkesinin on
dokuzuncu yüzyılın baĢlarında uluslararası kongrelerde ve konferanslarda tartıĢılmaya
baĢlandığı görülmektedir. Viyana Kongresi‟nde (1815) Fransa temsilcisi Talleyrand küçük
güçleri/devletleri kendi etrafında toplamak amacıyla egemen eĢitlik idealine yönelik
Fransa‟nın tesirini artırmak istemiĢtir. Kongrede dört muzaffer devlet (Büyük Britanya,
Rusya, Prusya, Avusturya) tarafından hazırlanan belgeye “Kongre‟ye getirilen öneriler
hukuka ve yalnızca Avrupa‟nın beklentilerine uygun olmalıdır”456 ifadesinin eklenmesinde
Talleyrand‟ın rolü büyük olmuĢtur. Talleyrand‟ın maksadı aĢikardır; Waterloo‟da yenilen
Fransa‟yı tekrar Avrupa sistemine dahil etmek ve dört büyük muzaffer devlet karĢısında,
en azından ilkesel düzeyde, eĢit iliĢkilerin kurulabilmesini sağlamaktır. Bunu da
“meĢruiyet ilkesi” ile baĢarmıĢtır. Talleyrand‟a göre Napolyon SavaĢları‟ndan önceki
meĢru hükümdarların ve prenslerin topraklarının iade edilmesi gerekmekteydi. Bu öneri
kongrede büyük ölçüde kabul edilmiĢtir.457 Fransa‟nın Kongre‟de etkisini artıran diğer bir
geliĢme de dıĢ kaynaklıdır. Kongre‟de dört büyük devletin görüĢtüğü/tartıĢtığı Polonya‟nın
akıbetinin değerlendirildiği aĢamada, dengeleri sağlamak amacıyla Fransa önemli bir güç
olmuĢtur. Avrupa‟nın kaderinin tartıĢıldığı Kongre‟de Fransa diğer dört büyük devlet
tarafından eĢit bir üye olarak masaya davet edilmiĢtir. Netice itibariyle Viyana
Kongresi‟nde eĢitlik sadece beĢ büyük devlet (pentarĢi) arasında sağlanmıĢ olup, bu beĢ
büyük devletin diğer devletlerin yazgılarını belirledikleri eĢit olmayan bir uygulamaya
sahne olmuĢtur. Bu hiyerarĢik düzen 1818 Aix-la-Chapelle, 1856 Paris, 1878 ve 1885
Berlin Kongrelerinde de uygulanmıĢ, küçük devletler karar alma sürecine dahil
edilmemiĢtir. Bir yoruma göre, egemen eĢitlik ilkesi Viyana Kongresi‟nden Fransa-Prusya
455
Goebel, 1923a, 88.
Klein, R. (1966). The Idea of Equality in International Politics: The Tension Between the Concept of
Great Power Primacy and the Concept of Sovereign Equality. Geneva: Institute Universitaire de Hautes
Études Internationales, 44.
Talleyrand‟ın bu giriĢimine Prusya‟lı Humboldt‟un tepkisi dikkat çekicidir: “Burada hukukun ne önemi var”.
Klein, 1966, 44.
457
Armaoğlu, F. (2003). 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi. (3. Baskı). Ankara: Türk Tarih Kurumu, 75.
456
128
SavaĢı‟na kadar (1815-1871) tutulma yaĢamıĢken, 1871-1914 arası dönemde yeniden ihya
olmuĢtur.458
On dokuzuncu yüzyılın son yılları ile yirminci yüzyılın ilk yıllarında ise (özellikle
1889 ve 1907 Lahey Konferansları ile) egemen eĢitlik ilkesi uluslararası konferanslarda ve
örgütlerde karar alma sürecinde merkezi bir yer edinmiĢtir. Egemen eĢitlik ilkesi Ġkinci
Lahey BarıĢ Konferansı (1907) esnasında Fransız delegasyon tarafından vurgulanmıĢtır:
“Bütün devletler birer egemen kiĢiliktir, diğerleriyle ahlaki/etik itibar çerçevesinde eĢittir
ve büyük ya da küçük olduklarına bakılmaksızın sorumluluklarını yerine getirme
bakımından eĢit yükümlülükler paylaĢırlar”.459 Ġkinci Lahey Konferansı‟nda devletler
eĢitlik bahsinde ikiye ayrılmıĢtır. Bir tarafta devletlerin egemen eĢitliğini güçlü bir Ģekilde
savunan devletler, diğer tarafta ise egemen eĢitlik ilkesine itiraz edenler.460 Bu gruplaĢma
Birinci Lahey Konferansı‟nda (1899) kabul edilen “Uluslararası UyuĢmazlıkların BarıĢçı
Çözümüne Dair Lahey SözleĢmesi” üzerinde Ġkinci Lahey Konferansı‟nda yapılan
değiĢiklik tartıĢmalarına yansımıĢtır. Ġkinci Lahey Konferansı‟nda büyük ve küçük
devletler arasında DHM‟ye atanacak hâkimler konusunda tartıĢma yaĢanmıĢtır. Büyük
devletler ülkelerin güçleri nispetinde hâkim atanmasını öne sürmüĢ, büyük devletlerin 12,
orta güçte devletlerin 10, geriye kalan Monako gibi küçüklerin ise 1 hâkim atamasını
önermiĢtir. Küçük devletler ise eĢitlik ilkesi uyarınca devletlerin büyüklüklerine
bakılmaksızın eĢit hâkim atamalarını savunmuĢtur.461
Lahey Konferansları ile uluslararası uygulamalarda daha fazla yer almaya baĢlayan
devletlerin egemen eĢitliği ilkesinin uluslararası alanda kazandığı önemi Milletler Cemiyeti
ve BirleĢmiĢ Milletler‟de görmek mümkündür. Her iki uluslarası örgütün egemen eĢitlik
ilkesine yapmıĢ oldukları katkıları, egemen eĢitlik ilkesini ne derece benimseyip
geliĢtirdikleri konularına ilerleyen baĢlıklarda değinilmektedir.
458
Lande, A. (1947). Revindication of the principle of legal equality of states, 1871-1914. Political Science
Quarterly, 62, 261-262.
459
Dickinson, 1920, 3.
460
Hicks, 1908, 531.
461
Klein, 1966, 86; Efraim, 2000, 70.
129
3.4. Egemen EĢitlik Ġlkesinin Muhtevası
Egemen eĢitlik ilkesi uluslararası sistem içerisinde ontolojik bir konuma sahiptir.462
Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında oluĢturulan ve bugün devam etmekte olan BM odaklı yeni
uluslararası sistemin anayasası hüviyetindeki BM ġartı‟nda463 örgütün ve dolayısıyla
uluslararası sistemin devletlerin egemen eĢitliği ilkesi üzerine kurulduğu belirtilmekte (BM
ġartı md. 2/1), böylece egemen eĢitlik ilkesi sistemin kurucu unsuru haline gelmektedir.
Ayrıca egemen eĢitlik vurgusu BM sonrası kurulan birçok uluslararası örgütün de resmî
dokümanlarında yer alarak, uluslararası sistemde devletler arası iliĢkileri belirleyen hukukî
ve ahlaki bir ilke olarak görev yapmaktadır. BM ve sonrasında kurulan uluslararası
örgütlerde yer alması ile egemen eĢitlik ilkesinin uluslararası meĢruiyeti güçlenmiĢ olduğu
aĢikar olsa da, egemen eĢitlik ilkesi ile ilgili unutulmaması ve gözden kaçırılmaması
gereken bir hususu hatırlatma gerekmektedir. Egemen eĢitlik BM‟den önce de var olan bir
ilkedir. BM‟nin selefi olan MC‟de ilkeye atıf yoktur, ancak MC kuruluncaya kadarki
uluslararası hukuk doktrininin geliĢiminde ve MC sürecinde de USAD kararlarında
egemen eĢitlik ilkesi mevcuttur. Norveçli Armatörlerin Tazminat Talepleri davasında
USAD vermiĢ kararında uluslararası hukukun ve adaletin devletlerin eĢitliği ilkesi üzerine
kurulduğunu belirtmiĢtir.464 Dolayısıyla egemen eĢitlik ilkesi modern dönem uluslararası
hukuk ve siyaset tartıĢmalarında BM‟ye atıfla ele alınıyor olsa da, bu tezin “3.3. Egemen
EĢitlik Ġlkesinin Kökeni ve GeliĢimi” baĢlıklı bölümünde de izah edildiği üzere BM öncesi
dönemde muhtevasının Ģekillendiği, BM‟nin selefi olan MC‟de olmasa da UAD‟nin selefi
USAD‟da değinildiği unutulmamalıdır. Bu sebeplerle egemen eĢitlik ilkesi doktriner
kullanımı eskilere dayanan, bugünün uluslararası sistemini de tanımlayan oldukça önemli
bir ilkedir.
Devletlerin egemen eĢitliği, egemen eĢitlik ya da devletlerin eĢitliği ilkesi
uluslararası hukukun genel ilkelerinden birisi olup465, kimi kaynaklarda aynı zamanda
462
Kingsbury, B. (1998). Sovereignty and inequality. European Journal of International Law, 9(4), 601.
Dupuy, P.M. (1997). The constitutional dimensions of the charter of UN. Bogdandy, A.v; Wolfrum, R.
(eds.). Max Planck Yearbook of United Nations Law, Vol. 1. Dordrecht: Martinus Nijhoff, 19.
464
Ġnternet: Norveçli Armatörlerin Tazminat Talepleri Davası (1922) (Norveç/ABD). RIAA Vol. I. 1922. 338.
http://legal.un.org/riaa/cases/vol_I/307-346.pdf adresinden 12 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
465
Ünal, 2005; Bishop, W.W. (1965). General course of public international law. RCADI, Vol. 115, 225;
Rial, 1987, 481; Degan, 1997, 84.
463
130
devletin aslî unsurlarından birisi olarak da kabul edilmektedir.466 Egemen eĢitlik ilkesi
uluslararası sistemin kurucu ilkelerinden birisi olarak kabul edilmesine karĢılık, özellikle
“eĢitlik” ile neyin kastedildiği konusunda tartıĢmalar devam etmektedir.467 Devletlerin
yüzölçümü, coğrafya, nüfus, ekonomi, askerî kapasite gibi bir takım parametrelere göre
eĢit olamayacakları, hatta olmadıkları bir hakikat iken, egemen devletleri eĢit yapan ya da
eĢit olarak kabul edilmelerini gerektiren hususlar nelerdir? Bu sorunun cevabı egemen
eĢitlik ilkesinin epistemolojik ve ontolojik tahlilini gerekli kılmaktadır.
Egemen eĢitlik uluslararası hukukun birçok ilkesinin de temelini teĢkil etmektedir.
Uluslararası hukukun genel ilkelerinden birisi olmasına iliĢkin genel bir kabul olsa da, hâlâ
içeriği hukukçular ve akademisyenler tarafından tartıĢılmaktadır. Hâlâ tartıĢılıyor
olmasının en önemli sebebi kavramın aksiyomatik gücüne rağmen uluslararası sistemde
tam olarak uygulanmıyor olmasıdır. Bir diğer sebep ise devletlerin hemen her yönleriyle
birbirleriyle farklı oldukları bir uluslararası sistemde devletleri eĢit farz etmenin tutarlı
olmadığına ve hatta hayalî olduğuna dair genel inanıĢ olmaktadır.
Devletlerin eĢitliği ile egemenliği arasında karĢılıklı bir sebep sonuç iliĢkisi olsa da,
genellikle eĢitlik egemenliğin bir sonucu olarak kabul edilmektedir.468 Westphalian klasik
egemenlik ortodoksisindeki dıĢ egemenlik tanımında geçen birbirlerinin iç iĢlerine
karıĢmamak, baĢka devletlerin yargısal mercileri tarafından yargılanmamak, bağımsız
olmak gibi özellikler devletleri uluslararası sistemde egemenlik ve hukuk temelinde eĢit
kılmaktadır. Ülkesel bir kavram olan klasik egemenlik devletin ulusal alanda yetkin
(dominium), uluslararası alanda ise hâkim (imperium) olması anlamına gelmektedir.469
Westphalian sistem olarak da adlandırılan bu yapıda her bir devlet ülkesel egemenliği ile
otonom olmakta, hiçbir devlet diğer bir devletin hâkimiyetini kabul etmemektedir. Böylesi
bir otonom sistemde ise devletler egemenlikleri bağlamında eĢit olmaktadır. Buradan
hareketle Murphy Westphalia‟dan itibaren egemenliğin uluslararası iliĢkilerde “bölgesel
bir ülkü” ve “düzenleyici bir ilke” olarak görev üstlendiğini belirtmektedir.470 Bu tanım,
466
Menemenlizade, 1934; Bilsel, 1941; Alsan, 1955; Berki, 1968; Glahn, G.v. (1965). Law Among Nations:
An Introduction to Public International Law. New York: The Macmillan Company, 128.
467
Sen, A.K. (1992). Inequality Reexamined. New York: Oxford University Press, 12.
468
Schwarzenberger, G. (1957). International Law: As Applied by International Courts and Tribunals I: Vol.
I. (3. Baskı). London: Stevens&Sons Limited, 125.
469
Brownlie, 1990, 108-109; Krasner, 2001a, 23; Malanzcuk, 1997, 17.
470
Murphy, A. (1996). The sovereign state as political-territorial ideal. Biersteker, T, Weber, C. (eds.). State
Sovereignty as Social Construct. Cambridge: Cambridge University Press, 87.
131
yani egemenliğin bölgesel bir yorumla toprak bütünlüğüne iĢaret etmesi, egemen birimlere
kendi toprakları üzerinde istedikleri her Ģeyi yapabilme hakkı tanımaktadır ki, en aykırı ve
katı uygulanıĢı ve tanımlanması ile Hegel‟de görülmektedir.471 Bu tarz bir bölgesel ve
güçlü egemenlik versiyonu mutlak egemenlik kuramını ortaya çıkarmaktadır. Egemen
devleti yücelten bu algı, gücün hiçbir sınırının olmadığı ve en üstün güç uygulayıcı birimin
devlet olduğu aksiyomları üzerine inĢa edilmektedir. Bu tarz bir devlet doğal hukukla ve
devletler arası iliĢkileri tesis eden bir uluslararası hukuk sistemiyle sınırlanmamaktadır.
Dolayısıyla egemenliğe uluslararası hukukun üzerinde bir üstünlük bahĢedilmiĢ
olmaktadır.472 Diğer taraftan klasik egemenlik anlayıĢı sebebiyle eĢitlik ile bağımsızlık
eĢdeğer görülmektedir. Westlake‟ye göre devletlerin egemen eĢitliği bağımsızlıklarının
diğer bir ifadesidir ve eĢitlik uluslararası hukuk kuralları bağlamında iddia edilebilir ve
geçerli olmaktadır.473
Egemen eĢitliği ülkesel egemenliğin doğal bir sonucu ve bir bileĢeni olarak
tanımlayan, aynı zamanda uluslararası hukukun üç önemli ilkesinin en önemlisi olarak
kabul eden Walker‟a göre devletlerin uluslararası eĢit statüsü tarihi geçmiĢlerine, anayasal
yapılarına, toprak büyüklüklerine, bağımsızlıklarına halel getirmediği müddet uluslararası
antlaĢma yükümlülüklerine ya da geçici süreyle gerçekleĢen bazı olağanüstü durumlara
bağlı değildir.474 Cassese de devletlerin bütün farklılıklarına rağmen eĢit olarak
addedilmesinin uluslararası düzenin tesisinde kabul edilen tarihî bir kökene iĢaret ettiğini,
o kökenin de Westphalia olduğunu ifade etmektedir. Bununla birlikte egemen eĢitliğin
mutlak egemenlik algısından daha fazlasını içerdiğini, ilkenin birbiriyle ilintili farklı
kavramları içeren bir Ģemsiye kavram olduğunu, bu sebeple de ilkenin ancak detaylı olarak
incelendiği zaman anlaĢılır ve kabul edilebilir olacağını savunmaktadır.475
Bir Ģemsiye kavram olarak egemen eĢitlik ilkesinde en çok atıf yapılan ve kaynak
gösterilen üç klasik isim Emmerich de Vattel, John Marshall ve Lassa Oppenheim
olmaktadır. Daha önce egemen eĢitlik ilkesinin fikrî geçmiĢinin anlatıldığı kısımda da
471
Treitschke, H.v. (1916). Politics: Vol. II. (Çev. A. J. Balfour). London: Constable, 587-588.
Ninic, D. (1970). The Problem of Sovereignty in the Charter and Practice of the United Nations. The
Hague: Martin Nijhoff Publishers, 8.
473
Westlake, J. (1910). International Law: Peace: Vol I. Cambridge: The Cambridge University Press, 321.
474
Walker, T.A. (1895). A Manual of Public International Law. Cambridge: Cambridge Univesity Press, 1316. Diğer iki ilkeyi devletlerin diğer devletlerin iç iĢlerine karıĢmaması ve her devletin toprak bütünlüğü ve
yargısal olarak bağımsız olduğunu ifade etmektedir.
475
Cassese, A. (2005). International Law. (2. Baskı). New York: Oxford University Press, 130.
472
132
değinildiği üzere, Vattel 1758‟de yapmıĢ olduğu tanımında “bir cücenin de en az bir dev
kadar insan olduğunu; küçük bir devletin en güçlü Krallıktan daha az egemen olmadığını;
bunun zorunlu bir sonucu olarak, bir devlet için hukukî olan bir hususun diğer devletler
için de hukukî olduğunu ve bir devletin men edildiği hususlardan bütün devletlerin de men
edildiğini”476 ifade etmiĢtir. On sekizinci yüzyılda Vattel küçük prenslikler ile
Ġmparatorlukları hukuk zemininde eĢit olarak addederek egemen eĢitlik ilkesine önemli bir
katkı sağlamıĢtır.
Vattel‟in eĢitlik felsefesini benimsemiĢ olan ABD Yüksek Mahkemesi hâkimi
Marshall Antelope Davası‟ndaki (1825) meĢhur kararında “ulusların mutlak eĢitliğinden
daha evrensel bir genel hukuk ilkesinin mevcut olmadığını, Rusya‟nın ve Cenova‟nın eĢit
haklara sahip olduğunu, bu eĢitliğin sonucu olarak da hiçbir ulusun bir diğerine herhangi
bir kuralı dayatmaya hakkı olmadığını” ifade etmiĢtir.477 Davada Ġspanya ve Portekiz gibi
konjonktürel olarak siyasî, ekonomik ve askerî bakımlardan görece eĢit sayılabilecek iki
devlet arasındaki meselede Rusya ve Cenova gibi iki ayrı ve uç devlet örnek gösterilmesi
ilginçtir. 1825 yılında Rusya ve Cenova arasındaki fiziki, ekonomik, siyasî, askerî vb.
bütün parametreler bağlamında muazzam farklılık göz önünde bulundurulduğunda her iki
siyasî yapının eĢit olarak addedilmesi bir hüsnü kuruntudan, bir temenniden daha fazlası
olmamaktadır. Ancak Marshall‟ın her iki devlet arasındaki muazzam farklılığa rağmen eĢit
kabul edilebileceğine dair yaklaĢımı, egemen eĢitlik ilkesine olan güçlü inancı göstermesi
bakımından mühimdir. Ayrıca ilkenin en yalın tanımı olup, devletlerin hukukî eĢitliğine
yönelik önemli bir katkı sağlamıĢtır.
Oppenheim ise Hâkim Marshall‟ın kararında belirttiği eĢitliği hukukî bir zemine
oturtan Ģu tanımı yapmıĢtır: Uluslar ailesinin üyesi olan bütün devletlerin uluslararası
hukuk karĢısında eĢit olmaları onların uluslararası Ģahsiyetlerinden kaynaklanan değiĢmez
bir eĢitliktir. Devletler yüzölçümü, nüfus, güç, medeniyet seviyesi, zenginlik ve diğer
476
Vattel, s. 75.
Ġnternet: Antelope Davası (1825). Supreme Court of the United States. 23 U.S. (10 Wheat.). 15 Mart
1825, 15. https://supreme.justia.com/cases/federal/us/23/66/case.html adresinden 12 ġubat 2013‟de
alınmıĢtır; Ayrıca bakınız: Ziegler, B.M. (2006). The International Law of John Marshall: A Study of First
Principles. New Jersey: The Lawbook Exchange, 31.
Antelope Davası ABD Yüksek Mahkemesi‟nde (Supreme Court of the United States) karara bağlanan bir
dava olsa da konusu itibariyle uluslararası bir mahiyete sahiptir. Davanın konusu, ABD karasularında
seyreden Antelope isimli bir gemi içerisinde tespit edilen 280 Afrikalı‟nın köle ticareti iddiasıyla ABD
Yüksek Mahkemesi tarafından incelenmesidir. Davada gemiyi temsil eden Ġspanya ve Portekizli devlet
temsilcileri nedeniyle kölelik meselesinin hangi ulusun hukuk kuralına göre ele alınacağına dair bir tartıĢma
yaĢanmıĢtır.
477
133
özellikler bakımından eĢit olmasalar da, uluslararası Ģahsiyetleri bakımından eĢittirler. 478
Oppenheim yaĢadığı on dokuzuncu yüzyılın sonlarında uluslararası konferanslarda ve
kurumsallaĢmalarda yaĢanan hareketlilik sebebiyle, egemen eĢitlik tanımından yola çıkarak
devletlerin uluslararası konferanslardaki konumlarına iĢaret eden dört önemli kural ortaya
koymuĢtur: Birincisi, her devletin uluslararası kuruluĢlarda veya konferanslarda oy verme
hakkının olduğudur. Ancak bu oylamalarda her devletin yalnızca bir oy hakkı olmalıdır.
Ġkincisi, daha küçük veya zayıf devletlerin kullandıkları oyların hukuken büyük devletlerin
kullandıkları oy ağırlıkları nispetinde olması gerekmektedir. Buradaki değerlendirme
tamamen hukukî temelli olup, devletler arasında siyasî mukayese yapılmamaktadır.
Üçüncüsü, “hiçbir devletin diğerlerinden hukuken üstün olmadığı” ilkesi gereğince, hiçbir
devlet diğer bir devlet üzerinde hukukî yaptırımlarda bulunamaz. Devletler uluslararası
mahkemelerde dava açma hakkına sahiptirler, ancak rızaları olmaksızın bu tür
mahkemelerde yargılanamazlar. Dördüncüsü, bir devletin mahkemesi diğer bir egemen
devletin veya devlet aygıtının resmî eylemlerini değerlendirme ya da meĢruiyetini
sorgulama hakkına sahip değildir.479
Oppenheim‟ın bu dört kuralı bazı düĢünürlerce eleĢtirilmiĢtir. Bu kuralları kimileri
“eĢitlikten” daha fazla “bağımsızlık” ilkesine uygun ve mantıklı bulmuĢ480, kimileri hiçbir
eĢitlik tanımının ya da teorisinin bu kurallarla açıklanmaya ya da doğrulanmaya gerek
duymayacağını ifade etmiĢ,481 kimileri ise Oppenheim‟ın yapmıĢ olduğu analizi gereksiz
bir
uğraĢ
olarak
değerlendirip,
egemen
devletlerin
eĢitliğinin
sadece
onların
bağımsızlığının baĢka bir Ģekilde ifade edilmesi kadar yalın bir anlamı olduğunu
savunmuĢtur.482 Hatta egemen eĢitlik ilkesinin gereğinden fazla ağdalı ve gereksiz bir ilke
olup, bağımsızlık olarak tanımlanamayacak durumlarda veya bağımsızlığın açıkça tarif
edilemeyeceği durumlarda gerçek bir aldatma haline gelebileceği de ifade edilmiĢtir.483 Bu
tezde yukarıdaki eleĢtirilerin egemen eĢitlik ilkesinin mahiyetiyle ilgili olmayıp, iki dünya
savaĢı arası (Baker 1923, McNair 1927) ve Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın hemen sonrası (Koo
1947) uluslararası konjonktürün etkisiyle bağımsızlık ve istikrar tartıĢmaları bağlamında
yapıldığı düĢünülmektedir. Büyük devletlerin uluslararası sistemi yeniden kurmaya yönelik
478
Jennings, Watts, 1993, 340.
Jennings, Watts, a.g.e., 341.
480
Baker, 1923-1924, 12.
481
Koo, W. (1947). Voting Procedures in International Political Organizations. New York: Columbia
University Press, 4.
482
McNair, 1927, 134.
483
Baker, 1923-1924, 10.
479
134
MC ve BM giriĢimlerinde diğer devletlerden ayrıcalıklı bir konuma sahip olmaları,
uluslararası sistemin istikrarı için haklı ve gerekli bulunduğu bu eleĢtirilerde
görülmektedir. Böylesi bir durumda büyük ve küçük devletler ya da galip ve mağlup
devletlerin eĢit addedilmesi muhtemeldir ki bazı hukukçular tarafından gereksiz ve belki de
zamanlama hatası bir giriĢim olarak değerlendirilmiĢtir.
Bu eleĢtirilere karĢılık, aslına bakılırsa Oppenheim egemen eĢitlik ilkesinin
uygulanabilirliğinin devletlerin rızası nispetinde mümkün olduğunun farkında olarak,
egemen eĢitlik ilkesinin ne olduğu kadar, devletlerin bu ilke çerçevesinde nelere dikkat
etmesi gerektiğini de nitelemiĢtir. Yukarıda ifade edilen eĢit yargılanma hakkı, yani hukuk
karĢısında eĢit statüde bulunma ilkesinin önemine vurgu yaparak, egemen eĢitlik ilkesi
gereğince devletlerin dikkat etmeleri gereken hususları Ģu Ģekilde belirlemiĢtir: 1. Devletler
tam egemenliklerine uygun haklara sahiptir; 2. Devletler diğer devletlerin hukukî
Ģahsiyetlerine saygılı olmalıdır; 3. Devletler diğer devletlerin toprak bütünlüklerine ve
siyasî bağımsızlıklarına saygılı olmalıdır; 4. her devlet kendi siyasî, ekonomik, sosyal ve
kültürel sistemini özgürce belirleyebilme hakkına sahip olmalıdır; 5. Her devlet
uluslararası yükümlülüklerini eksiksiz bir biçimde ve iyi niyet çerçevesinde yerine
getirmekle ve diğer devletlerle barıĢ içerisinde yaĢamakla yükümlüdür.484 Ancak
Oppenheim‟in düĢüncesinde bütün devletler eĢit olarak kabul edilmemektedir. Oppenheim
tam uygar olamamıĢ (half-civilised), süzeren ve koruma altında olan, bir de federal devlete
üye devletin tam bağımsız devletlerle eĢit statüde olamayacağını ifade etmiĢtir.485
Oppenheim‟in egemen eĢitlik ilkesinin içeriğine iliĢkin ortaya koyduğu dört kural ve
bu dört kuraldan hareketle devletlerin egemen eĢitlikle sahip oldukları beĢ hak, egemen
eĢitlik ilkesinin hukukî, siyasî, yargısal vb. farklı yönlerinin olduğu, bu yönüyle Ģemsiye
bir ilke olduğunu ortaya koymaktadır. Dickinson devletlerin sahip olduğu bu beĢ hakkın
uluslararası yapılarla bir anlam kazanacağını düĢünmektedir ve uluslararası yapılar ile
egemen eĢitliğin iliĢkisine dair Ģu soruları sormaktadır: Uluslararası konferanslara,
kongrelere ve örgütlere katılım, temsil ve oy hakkı nasıl olmalıdır? Daimi uluslararası
mahkemelerin yapısı nasıl olmalıdır? Uluslar topluluğunda büyük devletlerin konumu nasıl
olmalıdır?486 Dickinson‟un 1920 yılı itibariyle sorduğu bu sorular yirmi birinci yüzyılda
484
Jennings, Watts, 1993, 340.
Jennings, Watts, a.g.e., 345-346.
486
Dickinson, 1920, 125-126.
485
135
dahi hâlâ tartıĢılmaktadır. Dickinson‟a göre egemen eĢitlik ilkesi siyasetçilerin ve
hukukçuların genellikle Westphalia‟ya atıfla kurguladıkları bir kavramdır. Ġlkenin
oluĢumunda on altıncı ve on yedinci yüzyıl siyasetçilerinin ve hukukçularının doğal hukuk,
doğal eĢitlik, doğa hali ve birey-devlet analojisi gibi düĢünce ve kavramlardan
etkilendiklerini ifade ederek, ilk üç düĢünce ve kavramın tarihin eski dönemlerinden
itibaren kullanıldığını, dördüncünün yani birey-devlet analojisinin ise on altıncı yüzyılla
birlikte kullanılmaya baĢlandığını belirtmiĢtir.487 Doğal hukuk öğretisinin doğal eĢitlik
anlayıĢı ve doğa hali kavramı ile felsefî kökeni oluĢmuĢ olan eĢitlik ilkesi, birey-devlet
analojisi ile uluslararası hukuk sistemindeki yerini almaya baĢlamıĢtır.
Egemen eĢitlik tartıĢmalarında asıl yoğunluk 1960‟lı yıllarla birlikte baĢlamıĢtır. Bu
dönemde dekolonizasyon süreci ve uluslararası örgütlerin oluĢumunda yaĢanan artıĢ
egemen eĢitlik ilkesine dair tartıĢmalara zengin bir içerik kazandırmıĢtır. 1960‟lı yıllar
dekolonizasyon sürecinin gerçekleĢtiği ve üçüncü dünya olarak anılan yeni bağımsız
devletlerin uluslararası sistemde ortaya çıkmaya baĢladığı döneme tekabül etmektedir. Bu
dönemde bağımsızlığını yeni kazanan devletler ulusal egemenliklerini ilan etme ve
uluslararası sistemdeki yerlerini netleĢtirme çabası içerisinde olmuĢtur. Kolonyal dönemin
sona erip yeni bir devlet merkezli sistemin oluĢmaya baĢladığı bu dönemde
bağımsızlıklarını ve egemenliklerini göstermek ve savunmak isteyen devletler için egemen
eĢitlik hayati derecede önemli ve popüler bir ilke olmuĢtur. Diğer taraftan, uluslararası
sistemde uluslararası örgütlerin kurulması bakımından ciddi bir artıĢın yaĢandığı bir dönem
de söz konusu olmuĢtur. Devletlerin uluslararası meseleler üzerindeki belirleyici
konumunu uluslararası örgütlere devretmeye baĢladığı, devlet egemenliğini daha da
tartıĢılır hale getiren bir konjonktür oluĢmuĢtur. Bu sebeple egemen eĢitlik ilkesi 1960‟lı
yıllar ile birlikte daha yoğun bir Ģekilde uluslararası kurumsallaĢma ve yapılar bağlamında
tartıĢılmıĢtır.
1960‟lı yıllarda egemen eĢitlik ilkesine iliĢkin tartıĢmaların mahiyetinde yaĢanan
değiĢimi izah etmeye çalıĢan en önemli hukukçuların baĢında Pieter Kooijmans
gelmektedir. Kooijmans tam da uluslararası sistemde bu yapısal değiĢikliklerin yaĢandığı
bir dönemde, 1964 yılında yazdığı eserinde egemen eĢitliği uluslararası örgütler
bağlamında ele almaktadır. Kooijmans önce hukukî bir kavram olarak tanımladığı egemen
487
Dickinson, 1920, 6.
136
eĢitliğin tarihî ve sosyolojik geçmiĢini ele almakta ve Ģu soruları sormaktadır: Egemen
eĢitlik ilkesini tanımlamak, sınırlandırmak ve uygulamak mümkün müdür? Egemen eĢitlik
ilkesi günümüz anlaĢmazlıklarını ve uyuĢmazlıklarını anlamamıza nasıl yardımcı olabilir?
Kooijmans güçlü yapıların (agent) müdahaleci politikalarına karĢı egemen eĢitliği
koruyucu yönüne istinaden hukukî bir ilke olarak tanımlamaktadır.488 Buna göre hukukî
eĢitlik devletleri egemenlik alanları içerisinde tek otorite kılmakta, dıĢ müdahalelere karĢı
da korumaktadır. Bu koruma hem diğer devletlerin iç iĢlerine müdahale edememesini, hem
de diğer devletleri yargılayamamasını kapsamaktadır. Diğer taraftan, devletlerin özel
mülkiyetlerini ve eylemlerini de kapsayacak derecede objektif bir hukukî ve ahlaki düzen
fikrine karĢı iĢleyecek egemen eĢitlik fikrine ise temkinli yaklaĢmaktadır.489 Burada
Kooijmans Güney Afrika‟nın uygulamıĢ olduğu Apartheid uygulamalarını örnek
göstermektedir. Apartheid uygulamalarında uluslararası hukukun insan hakları, insanlığa
karĢı suç iĢlememe gibi ilkelerinin ihlal edildiğini, bu sebeple Güney Afrika‟nın
“müdahale
edilmeme”
ilkesi
gereğince
uygulamıĢ
olduğu
politikaya
rıza
gösterilemeyeceğini, bu durumda insani müdahale ilkesinin devreye girerek pekala Güney
Afrika‟nın iç iĢlerine karıĢılabileceğini de savunmaktadır.490 Bu sebeple Kooijmans
egemen eĢitlik ilkesinin uygulanmasını devletlere bırakmak yerine, ilkenin kapsayıcı bir
uluslararası örgütle mümkün olabileceğini savunmaktadır. Ancak böylesi kapsayıcı ve
merkezi bir örgüt egemen eĢitliğin ve uluslararası hukukun uygulanmasını sağlayabilecek,
barıĢı koruyabilecek, güvenliği tesis edebilecektir.491
Devletler arasında birçok konuda farklılıklar söz konusudur. Askerî ve siyasî
güçlerdeki farklılıklar, ekonomik geliĢmiĢlik, kapasite ve sahip olunan kaynakların
farklılığı devletler arasında eĢitsiz bir ortam yaratmaktadır. Ayrıca devletlerin uluslararası
hukuk bağlamında sahip oldukları haklar ve üstlendikleri yükümlülükler de farklı
olabilmektedir. Dolayısıyla devletlerin eĢit olduğu iddiası aleyhine birçok parametre söz
konusu olmaktadır. Bu sebeple de egemen eĢitlik ilkesi eleĢtirilmektedir. Buna karĢılık,
egemen eĢitlik ilkesinin muhtevasını tam olarak karĢılar bir Ģekilde uygulanmıyor oluĢu,
ilkeyi geçersiz ya da değersiz yapmamaktadır. EĢitlik bir değer olarak oldukça önemli
olmaktadır. EĢitlik arayıĢı uluslararası siyasî ve ekonomik kazanımların, adaletin devletler
488
Kooijmans, 1964, 114-115.
Kooijmans, a.g.e., 194.
490
Kooijmans, a.g.e., 209.
491
Kooijmans, 1964, 241.
489
137
arasında daha hakkaniyetli bir Ģekilde gerçekleĢmesi için önemli bir güç olmaktadır. Bu
eĢitlik arayıĢı devletlerin coğrafya, ekonomik geliĢmiĢlik vb. farklılıkların yanında adil
olmayan
uygulamaların, bazı
devletleri
diğerlerini
zor durumda
bırakan bazı
ayrıcalıklarının son bulmasını da içermektedir. Ayrıca eĢitlik ilkesi uluslararası toplumdaki
siyasî ve ekonomik gücün değiĢimini, sınırlarının daha açık ve tanımlanabilir olmasını ve
hesap verilebilirliğini artırmayı içermektedir.492
Bütün bu farklılıklara rağmen devletler arasındaki eĢitliğin ilk olarak sağlanacağı
alan hukuk olmaktadır. EĢitlik ve hakkaniyet ilkeleri anlatılırken değinildiği üzere, DHM,
USAD ve UAD gibi uluslararası yargılama mekanizmalarında ele alınan davalara iliĢkin
kararların eĢitlik ve hakkaniyet ilkelerinin geliĢimine olumlu etkileri olmaktadır. Bütün
kararlar göz önünde bulundurulduğunda uluslararası yargılama uygulamalarından egemen
eĢitlik ilkesi ile ilgili Ģu çıkarımlar yapılabilmektedir: 1. Devletler uluslararası hukuktan
kaynaklanan uluslararası Ģahsiyetlerini en üst düzeyde uygulamak isterler; 2. Uluslararası
hukukla olan bağları bu Ģahıs olmalarından kaynaklanmaktadır; 3. Bu sebeple hukuken eĢit
olmaları (equality in law) medeni uluslarca kabul edilmiĢ olan uluslararası hukuk kuralları
ve genel ilkelerinin tanımladığı hak ve yükümlülüklerde, ayrıca uluslararası hukuk
kurallarının düzenlemediği alanlarda da eĢit olmaları anlamına gelmektedir493; 4.
Devletlerin antalaĢmalarda eĢit hak ve yükümlülükler üstlenmeleri tarafların uluslararası
mahkemelerde eĢit konumda yer almaları anlamına gelmektedir; 5. Devletler uluslararası
konferanslarda egemenlik ve eĢitlik ilkeleri uyarınca eĢit ağırlıkta oy hakkına sahip olup,
karar alma sürecinde oy birliği usulü uygulanmalıdır.494
Uluslararası hukukun ve Uluslararası ĠliĢkiler‟in temel kilit taĢı rolündeki egemen
eĢitliğe495 iliĢkin her siyaset bilimcinin ve hukukçunun farklı tanımlamaları olsa da
genellikle uzlaĢtıkları hususlar Ģunlar olmaktadır: Devletler hukuk önünde yani hukuken
eĢittirler496, haklar ve yükümlülüklerde (kapasite bağlamında) eĢittirler497, uluslararası
492
Pechota, V. (1986). Equality: Political justice in an unequal World. Macdonald, R.St.J., Johnston, D.M.
(eds.). The Structure and Process of International Law. (2. Baskı). Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers,
454.
493
Kelsen, H. (1950). The draft declaration on rights and duties of states. American Society of International
Law, 44(2), 275.
494
Schwarzenberger, 1957, 125.
495
Cassese, 2005, 130.
496
Suganami, H. (1992). Grotius and international equality. Bull, H., Kingsbury, B., Roberts, A. (eds.). Hugo
Grotius and International Relations. Oxford: Oxford University Press, 222; MacLean, R. (1992). Public
International Law: Textbook. London: H.L.T. Textbooks, 56.
138
Ģahsiyetleri sebebiyle de eĢittirler498, herhangi bir ayrımcılık ya da sınırlandırma
yapılmaksızın dilediği uluslararası antlaĢmalaya taraf olmak, kendi iradesi dıĢında taraf
olmasının engellenmemesi ve uluslararası örgütlere üye olmak konusunda eĢit haklara
sahiptir.499 Dolayısıyla devletlerin eĢitliği uluslararası hukukun temel ilkelerinden bir
tanesidir. Büyük ya da küçük olmasına bakılmaksızın bütün devletlerin eĢit haklara sahip
olup eĢit yükümlülükler üstlenmeleri anlamına gelmektedir. Ayrıca bu ilkeye göre,
hukukun uygulanmasında devletler arasında farklılık, birinin diğerinden daha avantajlı
olması söz konusu değildir.500 Tarihî süreç içerisinde gerek Avrupa Uyumu‟nda altı büyük
gücün Avrupa Kıtası‟ndaki, gerekse ABD‟nin Amerika Kıtası‟ndaki üstünlükleri siyasî
olup, hukuken herhangi bir üstünlük iddia etmeleri söz konusu olmayıp, hukuken bütün
siyasî üstünlüklerine rağmen büyük devletler ile diğer devletler arasında farklılık söz
konusu değildir, tamamı eĢittir.501 Dolayısıyla egemen eĢitlik bapımsız ve eĢit uluslar
topluluğunun temeli olarak, bir devlet için hukukî ve eĢit kabul edilen her Ģeyin, diğer
devletler
için
de
hukukî
ve
eĢit
olarak
kabul
edilmesi
Ģeklinde
kısaca
tanımlanabilmektedir.502
Egemen eĢitlik ilkesine iliĢkin yukarıda yapılan bütün tanımlar neticesinde
Dickinson‟a göre devletlerin eĢitliği iki hukukî ilkeyle açıklanmaya çalıĢılmaktadır:
Birincisi, hukuk karĢısında eĢit konumda olma veya hukuk tarafından eĢit statüde
korunma; ikincisi, hak ve yükümlülüklerde eĢitlik veya eĢit hakka sahip olma.503 Bu iki
ilkeyi tamamlayacak üçüncü bir ilke olarak “kanunların yapımında eĢitlik” de
eklenebilmektedir.504 Ayrıca her üç eĢitlik formunu kapsayan bir form olarak, devletlerin
497
Hershey, 1919, 155, 146. Paragraf; Ġnternet: Kokott, J. (2011). States, sovereign equality. MPEPIL, 4.
http://opil.ouplaw.com/view/10.1093/law:epil/9780199231690/law-9780199231690e1113?rskey=OiaCpt&result=1&prd=EPIL adresinden 18 Haziran 2012‟de alınmıĢtır.
498
Jennings, Watts, 1993, 341; Pechota, 1986, 459.
499
Phillmore, R. (1879a). Commentaries upon International Law: Vol I. (3. baskı). London: Butterworths,
217; Phillmore, R. (1879b). Commentaries upon International Law: Vol II. (3. baskı). London: Butterworths,
1-2; Pomeroy, J.N. (1886). Lectures on International Law in Time of Peace. T.S. Woolsey (ed.). Boston:
Houghton, Mifflin and Company, 82, 79. paragraf, (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden
temin edilmiĢtir); Lawrence, 1900, 80, 83. Paragraf; Bunn-Livingstone, S.L. (2002). Juricultural Pluralism
vis-a-vis Treaty Law: State Practice and Attitudes. The Hague: Martinus Nijhoff Publishers, 205.
500
Henkin, L. (1995). International Law: Politics and Values. London: Martinus Nijhoff Publishers, 10;
Henkin, L. (1989). International law: Politics, values and functions: General course on public international
law. RCADI, Vol. 216, 27.
501
Pomeroy,1886, 82, 79. Paragraf; Lawrence, 1900, 241, 134. Paragraf; Cobbett, P. (1922). Leading Cases
on International Law: Peace: Vol I. (4. Baskı). London: Sweet and Maxwell Limited, 5. Her üç eserde de
birbirlerine atıf yapılmaksızın aynı cümlelerle ifade edilmesi ilginçtir.
502
Twiss, 1884, 12, 12. Paragraf.
503
Dickinson, 1920, 334-335.
504
McNair, 1927, 136.
139
baĢka herhangi bir özelliğe gerek duyulmaksızın sadece var olmalarından kaynaklanan bir
eĢitlik de söz konusu olmaktadır. Anand bu dört eĢitlik formunu da anlamlı kılacak olan
ortak paydanın “devletlerin eĢitliği ilkesinin uygulanmasının BM nezdinde anlam
kazanacağına” vurgu yapmaktadır.505
BM öncesi birkaç uluslararası konferans ve metinde muhtevası geçiyor olmasına
rağmen, egemen eĢitlik ilkesinin BM ile meĢru, meĢhur ve vazgeçilmez bir ilke haline
geldiği konusunda görüĢ birliği mevcuttur. Egemen eĢitlik ilkesi BM sonrasında ise
sonraları Afrika Birliği Örgütü ġartı (1963), Amerikan Devletler Örgütü ġartı (1967) ve
Devletler Arasında Dostça ĠliĢkiler ve ĠĢbirliği ile ilgili Uluslararası Hukuk Ġlkeleri
Deklarasyonu‟nda (1970) da yer almıĢtır.
Uluslararası hukukta yeni devletlerin ortaya çıkıĢı ve bağımsızlıklarını ilan etmeleri
tartıĢmalarında sıklıkla atıf yapılan Pan-Amerikan Konferansların yedincisinde, aralarında
ABD, Meksika, Brezilya ve Venezuela‟nın da yer aldığı on dokuz Amerikalı Devlet
tarafından 26 Aralık 1933‟de imzalanan Montevideo SözleĢmesi (The Montevideo
Convention on the Rights and Duties of States) eĢitlik ilkesi Ģu Ģekilde ele alınmıĢtır:
“Devletler hukuken eĢittirler ve eylemlerinde eĢit kapasitelere ve eĢit haklara sahip olmak
isterler. Her birinin sahip olduğu haklar eylemlerini gerçekleĢtirebilme güçlerinden değil,
her birinin uluslararası hukukun bir kiĢisi olmasından kaynaklanmaktadır (md. 4)”.506
Daha sonra egemen eĢitlik ilkesinin muhtevasına iliĢkin bazı özellikleri BM‟nin
kurulması aĢamasındaki konferanslarda görmek mümkündür. Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası
yeni dünyayı Ģekillendirecek ilk toplantıda bir araya gelen ABD ve Ġngiltere‟nin 9 Ağustos
1941‟de imzaladıkları Atlantik ġartı‟nda eĢitlikten sınırlı bir içerikle bahsedilmektedir:
Büyük ya da küçük, galip ya da mağlup olsun bütün devletler dünya genelinde ticaret ve
hammaddeye eriĢimde eĢit koĢullara sahiptirler (md. 4).507 ABD ve Ġngiltere arasındaki
görüĢmelere SSCB ve Çin‟in de katıldığı Moskova Konferansı‟nda imzalanan
deklarasyonda (1943) ise taraf devletlerin en kısa sürede devletlerin egemen eĢitliği ilkesi
üzerine kurulmuĢ, büyük ya da küçük barıĢ seven bütün devletlerin üyeliğine açık,
505
Anand, R.P. (1986). Sovereign equalities of states in international law. RCADI, Vol. 197, 105
Ġnternet: Convention on Rights and Duties of States (Inter-American). 26 Aralık 1933,
http://avalon.law.yale.edu/20th_century/intam03.asp adresinden 14 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
507
Ġnternet: The Atlantic Charter (1941), http://avalon.law.yale.edu/wwii/atlantic.asp adresinden 14 ġubat
2014‟de alınmıĢtır.
506
140
uluslararası barıĢ ve güvenliği sağlamak amacıyla bir uluslararası örgütün kurulmasının
gerekliliğini kabul ettikleri (md. 4) yer almaktadır.508
BM ġartı md. 2/1‟de geçtiği haliyle egemen eĢitlik ilkesi Afrika Birliği Örgütü
ġartı‟nın (1963) dibacesinde Afrika halklarının meĢru arzularını gerçekleĢtirebilmeleri için
özgürlük, eĢitlik, adalet ve haysiyete verdikleri önem vurgulanmıĢ, ġart‟ın “ilkeler” baĢlığı
altında 7 önemli ilke sıralanmıĢ, bu ilkelerin ilk üç tanesi egemen eĢitlik ile ilgili olmuĢtur:
1. Bütün üye devletlerin egemen eĢitliği; 2. Devletlerin iç iĢlerine müdahale edilmemesi; 3.
Devletlerin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne ve devredilemez bağımsız var olma
hakkına saygı gösterilmesi (md. 3). Ayrıca ġart‟ta bütün üye devletlerin eĢit hak ve
yükümlülüklere sahip oldukları da beyan edilmiĢtir (md. 5).509
Amerikan Devletler Örgütü ġartı‟nın (1967) dibacesinde Örgüt‟ün üstlendiği
misyonu yerine getirebilmek ve Amerikan halklarının barıĢ içerisinde bir arada
yaĢamalarını temin etmek maksadıyla birçok antlaĢmanın imzalandığı, devletlerin
birbirlerinin egemenliğine saygı gösterdiği ve bağımsızlık, eĢitlik ve hukuk alanlarında
ıslahat yapmayı yükümlendikleri ifade edilmiĢtir. Devletlerin temel hak ve yükümlülükleri
baĢlıklı dördüncü bölümünde ise “bütün devletler hukuken eĢittirler ve haklarını yerine
getirirken eĢit hak ve yükümlülüklerden yararlanırlar” (md. 10) denilmektedir.510
Ġlerleyen süreçte egemen eĢitlik ilkesi en detaylı haliyle 24 Ekim 1970‟de yayınlanan
Devletler Arasında Dostça ĠliĢkiler ve ĠĢbirliği ile ilgili Uluslararası Hukuk Ġlkeleri
Deklarasyonu‟nda yer almaktadır. Deklarasyonda yer alan yedi temel ilkeden altıncısı
devletlerin mutlak eĢitliği ile ilgilidir ve bu ilkenin yorumunda bütün devletlerin
ekonomik, toplumsal, siyasî ya da baĢka nitelikteki farklara bağlı olmaksızın eĢit haklara
ve görevlere sahip olduğu ve uluslararası toplumun eĢit üyeleri oldukları belirtildikten
sonra, mutlak eĢitlik ilkesinin kapsamı Ģu Ģeklide açıklanmıĢtır: 1. Devletler hukuken
eĢittirler; 2. Her devlet egemenliğin doğasında yer alan haklardan yararlanır; 3. Her
devletin baĢka devletlerin Ģahsına saygı gösterme yükümlülüğü vardır; 4. Devletlerin
508
Ġnternet: The Moscow Declaration (1943), http://avalon.law.yale.edu/wwii/moscow.asp adresinden 14
ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
509
Ġnternet:
The
Organization
of
African
Union
Charter
(1963),
http://www.au.int/en/sites/default/files/OAU_Charter_1963_0.pdf adresinden 16 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
510
Ġnternet: Charter of the Organization of American States (1967) http://www.oas.org/dil/treaties_A41_Charter_of_the_Organization_of_American_States.pdf adresinden 17 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
141
toprak bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığı dokunulmazdır; 5. Her devlet kendi ekonomik,
siyasî ve kültürel sistemlerini özgürce seçme ve geliĢtirme hakkına sahiptir; 6. Her devletin
kendi uluslararası yükümlülüklerini iyi niyet çerçevesinde ve tam olarak yerine getirmek
ve diğer devletlerle barıĢ içerisinde yaĢamak görevi vardır.511
Bütün bu tartıĢmalar gösteriyor ki, birçok egemen eĢitlik tasnifi önermesi mevcuttur.
Örneğin formal/biçimsel eĢitlik (formal), hukukî eĢitlik (legislative) ve varoluĢçu eĢitlik
(existential)512; adlî eĢitlik, kapasite eĢitliği, yasal eĢitlik513; gerçek ve hukukî eĢitlik514,
pozitif eĢitlik.515 Bütün bu izahat neticesinde teze göre egemen eĢitlik tartıĢmalarında beĢ
önemli eĢitlik formu söz konusu olmaktadır: aslî eĢitlik, hukukî eĢitlik, siyasî eĢitlik, hak
ve yükümlülüklerde (kapasitede) eĢitlik, uluslararası mahkemelerde ve hakemlik
müesseselerinde tarafların eĢitliği ile uluslararası örgütlerde karar alma sürecinde eĢitlik.
3.4.1. Aslî eĢitlik
Westphalian egemenlik doktrininde bahsi geçen devlet formu diğer bütün
parametreler bir kenara bırakılarak sadece varlığından kaynaklanan bir eĢitliğe sahiptir.
Bireyle kurulan analoji ile insanın sırf insan olmasından kaynaklanan bir hakla hayatını
haysiyetli bir Ģekilde sürdürmesini sağlayacak bir takım temel haklara sahip olması gibi,
devletlerin de sırf devlet olarak var olmaları (statehood) sebebiyle bir takım temel hakları
vardır. Bu temel hakların baĢında eĢitlik gelmektedir. Devletlerin var olmalarından
kaynaklanan ve Westphalian egemenliğin muhtevasını barındıran bu eĢitlik formu aslî
eĢitlik olmaktadır.
Aslî eĢitlik devletlerin itibarını, uluslararası Ģahsiyetini, egemenliğini, kısacası bir
bütün olarak bizzat kendisini ifade etmektedir.516 Bu anlamıyla aslî eĢitlik, BM ġartı md.
511
Ġnternet: Declaration on Principles of International Law concerning Friendly Relations and Co-operation
among States in accordance with the Charter of the United Nations (1970), A/RES/25/2625, http://www.undocuments.net/a25r2625.htm adresinden 20 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
512
Simpson, G. (2004). Great Powers and Outlaw States: Unequal Sovereigns in the International Order.
Cambridge: Cambridge University Press, 42.
513
McNair, 1927, 13.
514
Glahn, 1965, 128.
515
Pechota, 1986, 475.
516
Jessup, P. (1948). A Modern Law of Nations: An Introduction. New York: Macmillan, 87.
142
2/7‟de (…ancak… ifadesine kadarki kısım) ifadesini bulan, devletin ulusal yargı
sistemini, toprak bütünlüğü hakkını, siyasî bağımsızlık hakkını ve uluslararası kurumlara
katılma hakkını kapsamaktadır.
Devletler bir takım ortak egemen haklara sahip olsalar da, bu haklar dıĢındaki diğer
hakların dağılımında eĢitsizlikler söz konusu olabilmektedir. Bu hakların ortaklığı
uluslararası toplumda bir devletin var olmasına bağlıdır.517 Her devlet toprak bütünlüğü
hakkı gibi yargısal üstünlüğünün ve dokunulmazlığının/muafiyetinin olduğu bir alana
sahiptir. Bununla iliĢkili olarak bir devletin var olma hakkı vardır. Aslî eĢitlik var olma
hakkı (toprak bütünlüğü), var olma isteğini (siyasî bağımsızlık) ve bu iki hakkın bir sonucu
olarak uluslararası sisteme katılma hakkı Ģeklinde de tanımlanabilir. Dolayısıyla aslî eĢitlik
devletlere müdahale etmeme ilkesi ve bir devletin kendi idaresini herhangi bir dıĢ
müdahale/tesir olmaksızın gerçekleĢtirmesi haklarına sahip olmasıdır.518 BM sisteminin
kurucu konferanslarının sonuncusu olan San Francisco Konferansı‟na (1945) katılan Küba
delegesinin önerisi de bu hakkı ifade etmektedir. Küba delegesi her devletin varolma
hakkına sahip olduğunu ve kendisini kendi isteğiyle istediği gibi organize edebileceğini
savunmuĢtur.519
Aslî eĢitlik Westphalia‟dan itibaren Uluslararası ĠliĢkilerde geniĢ bir kabul
görmüĢtür. Devletlerin mutlak dokunulmazlığı ve kendi siyasî sistemlerini dilediğince
seçebilmesi hakkı Westphalia‟dan itibaren ilkesel düzeyde taraf bulmuĢ ve geliĢtirilmiĢtir.
Dolayısıyla aslî eĢitlik yine Westphalian kökenli bir kavram olan anarĢik uluslararası
sistemde söz konusu olmaktadır. HiyerarĢik bir sistemde devletlerin varlıklarını otonom bir
Ģekilde devam ettirememe tehlikesi mevcut olmaktadır.
Aslî eĢitlik uluslararası hukuk tarafından da kabul edilen bir eĢitliktir. Kelsen
devletlerin dokunulmazlıkları ve bağımsızlıklarına vurgu yapan eĢitlik modelini kabul

BM ġartı md. 2/7: “ĠĢbu AntlaĢma‟nın hiçbir hükmü, BM‟ye herhangi bir devletin kendi iç yetki alanına
giren konulara müdahale yetkisi vermediği gibi, üyeleri de bu türden konuları iĢbu AntlaĢma uyarınca bir
çözüme bağlamaya zorlayamaz; ancak, bu ilke, VII. Bölüm‟de öngörülmüĢ olan zorlayıcı önlemlerin
uygulanmasını hiçbir biçimde engellemez”.
517
Dickinson, 1920, 137; Efraim, D. (2000). Sovereign (In)equality in International Organizations. The
Hague: Martinus Nijhoff Publishers, 48.
518
Phillimore, 1879a, 149.
519
Weissberg, G. (1975). United Nations movement toward world law. The International and Comparative
Law Quarterly, 24(3), 462-464.
143
etmektedir520, yani aslî eĢitliği. Bütün devletler eĢit pozitif haklara sahip değilken, hepsi
genel düzeyde negatif haklara ya da dokunulmazlığa ve temel asgari katılma haklarına
sahiptir.521 Aslî eĢitlik devletlerin ancak kendi rızaları ile kabul ettikleri kurallar dahilinde
sınırlandırılabilmesi, ulusal hukukî yapılarına uluslararası hukukun etkisini belirleme
yetkisinin devletlere ait olması, devletlerin toprak bütünlükleri ve siyasî bağımsızlık
haklarına sahip olması522 gibi devletlere bir takım haklar kazandırmaktadır. Bu yönleriyle
aslî eĢitlik bir çatı kavram olarak bütün eĢitlikleri içermektedir. Westphalian egemenlik
yorumunun bir ürünü olan aslî eĢitlik ile devletler var olma hakları dıĢında hiçbir
parametreyle kıyaslanmadan eĢit olarak kabul edilmektedir.
3.4.2. Hukukî eĢitlik vs. siyasî eĢitlik
Egemen eĢitlik tartıĢmalarında düĢülen en önemli hata hukukî eĢitlik ile siyasî eĢitliği
karıĢtırmak olmaktadır. Devletler sahip oldukları kaynaklar ve bu kaynakları kullanma
kapasitelerine bağlı olarak uluslararası sistemi etkileme kabiliyetleri bağlamında
farklılaĢırlar. Coğrafi büyüklük, jeopolitik konum, nüfus, askerî ve ekonomik kapasite, yer
altı ve üstü kaynaklar, iç siyasetteki istikrar vb. bütün nicel ve nitel unsurlar bakımından
yeterli kaynaklara sahip olan devletler diğer devletlere kıyasla uluslararası politikada daha
fazla etkili olmaktadır. Bu da devletler arasında siyasî bir eĢitsizliğe sebep olmaktadır.
Devletler arasındaki siyasî eĢitsizlik uluslararası konferanslardaki temsil, katılım, oy hakkı
gibi farklı uygulamalarda açıkça görülmektedir. Bazı devletlerin diğerlerine göre büyük ve
güçlü olması, diğerlerinin de küçük ve zayıf olması siyasî eĢitsizliğin en belirgin göstergesi
olmaktadır. Egemen eĢitlik ilkesi ise siyaseten eĢit olmayan devletleri hukuk, hak ve
yükümlülükler, temsil, karar alma sürecine katılım gibi bazı parametreler bağlamında eĢit
düzeyde değerlendirebilme çabasının bir sonucudur. Bu parametrenin hukuk olduğu eĢitlik
arayıĢı hukukî egemenlik olarak tanımlanmaktadır. Bu sebeple siyasî eĢitlik ile hukukî
eĢitlik birbirlerinden farklı hususlardır.523 Büyüklük ya da küçüklük gibi nitelemeler veya
vasıflar devletler arasında “hukukî anlamda” herhangi bir ayrıma ya da eĢitsizliğe yol
520
Kelsen, 1944, 209.
Broms, B. (1959). The Doctrine of Equality of States as Applied in International Organizations. Helsinki:
Vammala, 57.
522
Roth, B. (2012). Sovereign equality and non-liberal regimes. Netherlands Yearbook of International Law,
43, 30.
523
Jennings, Wattsi 1993, 341.
521
144
açmamaktadır.524 Hukukî eĢitlik olarak tanımlanan bu durumda devletlerin her nevi
farklılıklarına rağmen uluslararası hukuk karĢısında eĢit oldukları kabul edilmektedir ve
hukuk uygulayan yapıların herhangi bir ayrım gözetmeksizin ve yapmaksızın hukuku
uygulamaları söz konusudur.525
Hukukî eĢitlik ya da hukuk önünde eĢitlik ilkesi hakkında literatürde tartıĢma
yaĢanmamaktadır. Zira bu ilke bütün hukuk sistemlerinin olmazsa olmaz (sine qua non)
ilkesi kabul edilmektedir ve hukukî eĢitlik devletlerin mutlak, doğal ve temel haklarından
bir tanesidir.526 Ġstikrarlı bir devletler topluluğunun oluĢması için hukukî eĢitlik ilkesinin
zarureti hususunda evrensel bir kabul söz konusudur ve evrensel imparatorluk ya da
evrensel anarĢi gibi oluĢumlara karĢı tek alternatif olmaktadır.527 Bu sayede eĢitlik ve
adalet arayıĢından bahsedilebilme imkanına kavuĢulmaktadır. Bu ilke devletler hukukunda
imparatorlukların ve hegemonyaların reddedilmesinin doğal bir sonucudur ve hukuk
tarafından yönetilen bir uluslararası topluma iĢaret etmektedir.528 Özetle, bu ilke gereğince,
bütün devletler hukuk karĢısında eĢit statüde olup, hukuk devletler arasında farklı
uygulanmamaktadır.529
Hukukî eĢitlik ilkesinin dört önemli bileĢeni mevcuttur. Bu dört bileĢen birlikte
hukukî eĢitliğin kapsamını ifade etmektedir: 1. Büyük ya da küçük bütün devletler
uluslararası hukuk karĢısında eĢit konumdadır. Hukuk önünde eĢit konumda olmak ve
hukukun eĢit koruyuculuğu hiyerarĢik olmayan toplumlarda söz konusu olmaktadır; 2.
Bütün devletler hakların elde edilmesinde ve yükümlülüklerin yerine getirilmesinde eĢit
kapasiteye sahiptir. EĢit kapasiteden kastedilen devletlerin hak ve yükümlülükler
konusunda eĢit olmaları değildir. UAD‟de görülen bir davaya iliĢkin tavsiye kararında
herhangi bir hukuk sisteminde hukuk süjelerinin doğaları gereği veya sahip oldukları
haklar bakımından eĢit olmadıkları belirtilmektedir.530 Dolayısıyla hukuk önünde eĢit
olmaları ile devletlerin haklarda ve yükümlülüklerde eĢit olma kapasiteleri ve imkanları
524
Sevig, M.R. (1958). Özel Devletler Umumî Hukuku. (Gözden GeçirilmiĢ 2. Baskı). Ġstanbul: Sulhi Garan
Matbaası, 102; Lawrence, 1900, 241-242.
525
Kelsen, H. (2003). Principles of International Law. (3. tıpkı basım). New Jersey: The Lawbook Exchange
Ltd. (Eserin orijinali 1952‟de yayımlandı), 155.
526
Rial, 1987, 477.
527
Anand, 1986, 105.
528
Dickinson, 1920, 4.
529
Kooijmans, 1964, 101.
530
Ġnternet: BM Hizmetinde Uğranılan Zararların Tazmini (1949). Tavsiye GörüĢü. ICJ Rep. 1949, 178,
http://www.icj-cij.org/docket/files/4/1835.pdf adresinden 12 Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
145
söz konusu olmaktadır531; 3. Bütün devletler sorunlarının çözümünde kullanılacak
prosedür bağlamında eĢit kapasiteye sahiptir. Yani devletler uluslararası yargı organları
önünde aynı koruma ve muamele görme hakkına sahiptir532; 4. Bütün devletler gerek
uluslararası gerekse ulusal hukuk önünde tam egemen bir yapı olarak saygıya müstehak
olup, bu yorum devletlerin yargı bağıĢıklığı doktrininin çıkıĢ noktasını teĢkil etmektedir.533
Cassese‟ye göre egemen eĢitlikte kastedilen hukukî eĢitliktir.534 Devlet mutlak
egemenliğinden kaynaklanan bir güç ile egemenlik alanı içerisindeki bütün faaliyetleri
kontrol etme gücüne ve gerçekleĢtirme tasarrufuna sahiptir. Aynı zamanda, herhangi bir
dıĢ devletin kendi egemenlik sahasına müdahale edememesi ve diğer devletlerin yargı
mercileri tarafından hiçbir surette yargılanmaması ayrıcalıklarına da sahiptir. Yine devlet
temsilcilerinin resmî vazifelerini yerine getirirken birtakım ayrıcalıkları ve devletin
yurtdıĢındaki taĢınmazları ile vatandaĢlarının hayat ve mülkiyet haklarına saygı gibi
haklara da sahiptir.535 Bütün bu hakları sebebiyle de devletler diğer devletlerle
kıyaslandığında varlığı tartıĢma götürmeyen her türlü coğrafi ve diğer farklılıklara rağmen
uluslararası sistemdeki diğer devletlerle hukukî bakımdan eĢit statüde kabul edilmektedir.
Hukukî eĢitlik ilkesi uluslararası hukuk uygulamalarında iki farklı Ģekilde ele
alınmaktadır. Birincisi, bu ilke devletlerin kendi rızalarıyla kabul ettikleri/oluĢturdukları
yasal normlar ile sınırlandırıldıklarını ifade etmektedir. Ġkincisi ise, bu ilkenin daha da
güçlenmiĢ versiyonu ile ilgilidir ve uluslararası yapıların karar alma mekanizmalarında
devletlerin eĢit ağırlıklı oy ve eĢit temsil kabiliyetine sahip olması ve örfi hukuk,
antlaĢmalar hukuku gibi alanlarda yapım aĢamasında ve uygulamalarda eĢit roller
üstlenmeleri anlamına gelmektedir. Yani devletler, uluslararası sisteme eĢit etki etme
hakkına sahip olmalıdır.
Hukukî eĢitlikle birlikte formal eĢitlik ve yargısal eĢitlik tanımları da mevcuttur.536
Bu eĢitlik çeĢitlerinin birbirleri yerine kullanılmaları söz konusu olsa da, nüanslar
531
Kelsen, 1949, 252.
Rosenne, S. (1965). The Law and Practices of the International Court: The Court and the United Nations:
Vol I. Leyden: A.W.Sitjhoff, 314.
533
Pechota, 1986, 465; Rial, 1987, 477.
534
Cassese, 2005, 48.
535
Cassese, a.g.e., 49-52.
536
Gooldrich, L.M., Hambro, E. (1949). Charter of the United Nations: Commentary and Documents. (2.
Baskı). Boston: World Peace Foundation, 37; McNair, 1927, 13; Jennings ve Watts, 1993, 340.
532
146
bakımından farklılıklar söz konusu olmaktadır. Formal eĢitlik birçok hukukçu tarafından
“egemen eĢitlik” olarak algılanmaktadır ve eĢitliğin bu formu yalnızca yargısal organlarda
geçerli olmaktadır. Formal eĢitlik büyük devletlerin geniĢ yasal statüye sahip oldukları
uluslararası örgütlerin kurulmasıyla söz konusu olabilir. Yargısal eĢitlik bireylerin hukuk
önünde eĢitliği ilkesi ile analoji kurularak geliĢtirilmiĢtir ve egemen unsurların yargısal
iĢlemler esnasında eĢit oldukları anlamına gelir. Yargısal eĢitlik bütün devletlerin
uluslararası yargı sürecine eĢit eriĢimini, bu süreç karĢısında eĢit muamele görmelerini ve
hukuken eĢit koruma elde etmesini sağlamaktadır.
Kelsen‟e göre devletlerin aslî hakları arasında yer alan eĢitlik hukuk önünde eĢitlik,
yani hukukî eĢitliktir. Buradaki eĢitlik hak ve yükümlülüklerde eĢit olmayı ifade
etmemektedir.537 Netice itibariyle uluslararası antlaĢmaların hak ve yükümlülükler
devletler arasında büyük farklılıklara neden olmaktadır. Kelsen denize kıyısı olan bir
devlet (littoral) ile denize kıyısı olmayan karasal bir devletin (inland) aynı hak ve
yükümlülüklere sahip olmasının beklenemeyeceğini, ancak bütün devletlerin eĢitliği gereği
eĢit hak ve yükümlülüğü gerçekleĢtirebilme kapasitesine sahip olması gerektiğini
savunmaktadır.538 Elbette Kelsen‟in yorumunda Ģunu da belirtmek gerekmektedir ki
Kelsen
eĢit
hakların
ancak
eĢit
konumdaki
devletler
için
geçerli
olduğunu
düĢünmektedir.539
EĢitliğin hukukî olması haklarda ve yükümlülüklerde sayıca eĢitliğin değil,
uluslararası hukukî düzen karĢısında eĢit koruma, karar alma sürecine eĢit statüde ve
fırsatta katılma, devletlerin birbirlerinin varlığına eĢit düzeyde saygı göstermeleri, her
devletin kendisi aksini kabul etmedikçe devlet arası müzakerelerde bir oy hakkının olması;
sahip olunan bu bir oyun zayıf ve güçlü devletler bakımından eĢit ağırlıkta/tesirde olması;
her hangi bir devletin baĢka bir devleti yargılayamaması ve herhangi bir devletin
mahkemesi tarafından yargılanamaması; her devletin diğer devletin kendi sınırları
içerisindeki eylemlerini kabul etmesi gibi oldukça geniĢ bir alanda tanımlanabiliyor olsa
da, hukukî eĢitliğin asıl göstergesi uluslararası mahkemelerin ve hakemlerin karĢısında
devletlerin eĢit olarak kabul edilmeleri olmaktadır.
537
Kelsen, 1949, 253.
Kelsen, 1949, 252.
539
Kelsen, 1949, 252.
538
147
3.4.3. Hak ve yükümlülüklerde eĢitlik
Devletlerin eĢit haklara sahip olması ve eĢit yükümlülükler üstlenmeleri, yani
hukuken eĢit olmaları (equality in law) ilkesi hukuk önünde eĢitlik ilkesi (equality before
law) kadar üzerinde uzlaĢma sağlanan bir ilke değildir.540 Devletlerin eĢit haklara sahip
olmaları ilkesi Pufendorf‟un açıklamalarıyla akademik çevrede kabul görmüĢtür. Pufendorf
uluslararası sistemin anarĢik yapısına atıf yaparak, doğa halinde (state of nature)
devletlerin eĢit haklara sahip olmaları gerektiğini savunmuĢtur.541 Pufendorf‟un bu yorumu
sonrasında hak ve yükümlülüklerde eĢit olmak, bazı hukukçular tarafından devletlerin
eĢitliğinin doğal bir sonucu olarak yorumlanmaya baĢlanmıĢtır. Buna göre eĢitlik büyük ya
da küçük olmasına bakılmaksızın bütün devletlerin uluslararası hukuk konularında eĢit
haklara sahip olmaları ve eĢit yükümlülükler üstlenmeleri ile mümkün olabilmektedir.542
Hak ve yükümlülüklerde eĢitlik ilkesine göre gerçek güçlerine bakılmaksızın bütün
egemen devletler uluslararası hukuk nazarında eĢit ve aynı doğal haklara sahip olmakta,
aynı yükümlülükler üstlenmektedir.543
Bu ilkeye göre uluslararası toplumda birden fazla egemen birimin yer alması ve her
egemen birimin Bodin‟in ifade ettiği gibi mutlak egemenliğe sahip olması, bütün
egemenlerin eĢit hak ve yükümlülükler üstlenmelerini gerektirmektedir.544 Bu iddiayı
savunanlar için temel kaynak Montevideo SözleĢmesi (1933) olmaktadır: “Devletler
hukuken eĢittirler ve eylemlerinde eĢit kapasitelere ve eĢit haklara sahip olmak isterler. Her
birinin sahip olduğu haklar eylemlerini gerçekleĢtirebilme güçlerinden değil, her birinin
uluslararası hukukun bir kiĢisi olmasından kaynaklanmaktadır (md. 4).”
Devletlerin hak ve yükümlülüklerde eĢit olduklarını savunanlar için kaynak
niteliğinde olan bu beyan, aslına bakılırsa tam olarak devletlerin eĢit ve aynı hak ve
yükümlülüklere sahip oldukları anlamına gelmemektedir. Montevideo SözleĢmesi‟nin 4.
maddesinde bahsedilen husus, “…devletler eylemlerinde eĢit kapasitelere ve eĢit haklara
540
Brierly, J.L. (1963). The Law of Nations: An Introduction to the International Law of Peace. Sir Waldock,
H. (ed.). Oxford: Clarendon Press, 132; Starke, J.G. (1984). Introduction to International Law. (9. Baskı).
London: Butterworths, 104.
541
Dickinson, 1920, 81.
542
Herrera, R. (1946). Evolution of equality of states in inter-american system. Political Science Quarterly,
61(1), 96.
543
Moore, J.B. (1906). A Digest of International Law: Vol I. Washington: Government Printing Office, 62.
544
Miller, 1990, 24.
148
sahip olmak isterler”, devletlerin “potansiyel olarak” eĢit haklara sahip olabilecekleri,
bunun bir arzu olduğunu, bu hakları yerine getirme konusunda eĢit güçlere sahip
olabilecekleri ve aynı düzeyde dokunulmaz olduklarını ifade etmektedir.545 Yani
kapasitelerde eĢitlik. 4. maddede bir ihtimal söz konusudur, yani devletlerin böylesi bir
kapasiteye sahip olduklarından bahsedilmektedir. EĢit haklara ve yükümlülüklere sahip
“oldukları” ve “olabilecekleri” ayrımı oldukça önemli olmaktadır. Ġlkinde hak ve
yükümlülüklerde eĢitlik devletlerin varlığı nedeniyle sahip oldukları doğal bir sonuç olarak
tanımlanırken,
ikincisinde
doğal
bir
sonuç
olmayıp,
devletlerin
bu
eĢitliği
gerçekleĢtirebilme imkanlarının olduğu vurgulanmakta, ancak herhangi bir kesin ve zaruri
eĢitlikten bahsedilmemektedir.
Burada hak ve yükümlülüklerde eĢit olunması istenilen bir durumu ifade etmektedir.
Birçok uygulamada görmek de mümkündür. EĢit koĢullarda yapılan uluslararası
antlaĢmalardan ortaya çıkan haklar ve yükümlülükler bütün taraf devletler için de aynı
olacaktır. Dolayısıyla önemli olan devletelr arasında eĢit koĢulların sağlanabilmesidir.
Zaten asıl eleĢtiri de buradan kaynaklanmaktadır. Devletler kapasiteleri doğrultusunda eĢit
koĢulları sağlayabilmekte ve eĢit hak ve yükümlülüklerden bahsedilebilmektedir. Bu
sebeplerle devletlerin eĢit haklara sahip olmaları ve eĢit yükümlülükler üstlenmeleri birçok
doktriner ve hukukçu tarafından eleĢtirilmektedir.546 Dolayısıyla devletlerin eĢit hak ve
yükümlülüklere sahip olması, bu hak ve yükümlülükleri diğer devletlerle aynı biçimlerde
gerçekleĢtirebilme kabiliyetlerine sahip olmaları doğal bir sonuç ya da zaruret olarak değil,
gerçekleĢme ihtimali olan bir eĢitlik Ģeklinde algılanmalıdır. Bu sebeplerle eĢitlik haklara
ve yükümlülüklere sahip olma ehliyeti bakımından aralarında bir fark olmamasını ifade
etmektedir.547
Bu bağlamda devletlerin eĢitliğinden eĢit haklara sahip olmaları değil “eĢit
kapasitelere sahip olmaları” anlamının çıkması gerektiğine iliĢkin kabul önemli
olmaktadır.548 Bireyler arasında olduğu gibi devletler arasında da hukukî eĢitlik gerçek
eĢitlikle tam olarak uyuĢmamaktadır. Devletlerin potansiyel olarak eĢit haklara sahip
545
Dickinson, 1920, 107.
Kelsen, 1945, 252; Dickinson, 1920, 334; Brierly, 1949, 117.
547
Çağıran, 2013, 367.
548
Kooijmans, 1964, 245.
546
149
olmalarına rağmen bu hakları gerçekleĢtirebilme düzeyleri yani kabiliyetleri birbirlerinden
farklılıklar göstermektedir.
3.4.4. Uluslararası yargılamalarda tarafların eĢitliği
Doktrinde BM ġartı md. 2/1‟deki kullanımı ile anlamlandırılmaya çalıĢılan egemen
eĢitlik ilkesinin temel fikri hiçbir devletin diğer devlet ya da devletlerden hukukî bakımdan
üstün olmadığıdır (par in parem non habet imperium).549 Devletlerin eĢitliği devletlerarası
iliĢkilerde formal olarak üstünlük ve tabi olmak gibi derecelendirici düzeylerin olmadığı
bir sistemde söz konusu olabilir. Hiçbir devlet diğer bir devleti yargılayamaz, baĢka bir
devlete bir anlaĢmayı imzalamasını ya da istenildiği gibi davranmasını sağlamak amacıyla
fiziksel zorlamada bulunamaz (Viyana AntlaĢmalar Hukuku SözleĢmesi, md. 51 ve 52550).
Tezin birinci bölümünde izah edildiği üzere bir ortodoksi olarak Westphalia Papa ve
Ġmparatorun zirvesinde yer aldığı dikey hiyerarĢik bir sistem yerine, görece eĢit ve
bağımsız birimlerden müteĢekkil unsurlar arasındaki yatay düzene geçiĢi temsil
etmektedir.551 Bu sistemin en önemli argümanı ise egemenlik ilkesidir. Westphalian
egemenlik ilkesi gereğince devletler baĢka devletlerin yargı kurumları tarafından
yargılanamayacakları gibi, iradeleri dıĢında uluslararası bir yargı kurumu tarafından da
yargılanamazlar. Ancak rızaları dahilinde kabul ettikleri bir uluslararası yargılama
sürecinde ise diğer devlet ya da devletlerle eĢit statüde yer alırlar, yani hukukî eĢitlkleri söz
konusu olmaktadır.
Hukukî eĢitliğin tezahürü devletlerin uluslararası mahkemeler ve hakemlik
müesseseleri karĢısında eĢit statüde olmalarını gerektirmektedir. Antelope Davası‟nda
(1825) Hâkim Marshall‟ın devletlerin mutlak eĢitliğinden kastettiği de devletlerin
büyüklük-küçüklük gibi kıyaslara girilmeksizin hukuk önünde eĢit olduklarıdır. UAD‟nin
selefi konumundaki USAD‟da da tarafların eĢitliğine atıf yapan kararlar alınmıĢtır.
Norveçli Armatörler davasında tarafların mahkeme önünde “mutlak eĢit” oldukları,
549
Fitzmaurice, G. (1957).The general principles of international law: Considered from the standpoint of the
rule of law. RCADI, Vol. 92, 187; Ġnternet: Carbone, S.M., Pepe, L.S. (2009). States, fundamental rights and
duties. MPEPIL, 25. http://opil.ouplaw.com/view/10.1093/law:epil/9780199231690/law-9780199231690e1112?rskey=Q4QSds&result=1&prd=EPIL adresinden 10 Kasım 2012‟de alınmıĢtır.
550
Ġnternet:
Vienna
Convention
on
the
Law
of
Treaties,
23
Mayıs
1969,
https://treaties.un.org/doc/Publication/UNTS/Volume%201155/volume-1155-I-18232-English.pdf
adresinden 12 Araık 2014‟de alınmıĢtır.
551
Westlake, J. (1914). Collected Papers on International Law. (ed.) Oppenheim, L. Cambridge: Cambridge
University Press, 52.
150
tarafların eĢitliğinin adaletin tesisinde temeli teĢkil ettiği belirtilmiĢtir.552 Bu konuda BM
sisteminin hukukî teminatı olan UAD Statüsü de önemli bir güvence sağlamaktadır. UAD
Statüsü md. 35/2‟de UAD‟nin hangi koĢullarda öteki devletlere de açık olacağının,
yürürlükteki antlaĢmaların özel hükümleri saklı kalmak üzere BMGüK tarafından
belirleneceği, ancak bu koĢulların hiçbir durumda “tarafları Divan önünde eĢitsiz bir
konuma
sokmayacağı”
belirtilmektedir.
Dolayısıyla
BM
sisteminde
uluslararası
yargılamalarda hiçbir devletin bir diğerine üstünlüğü söz konusu değildir. Kelsen‟in
ifadeleriyle devletlerin aslî eĢitsizlikleri onların yargı organları karĢısındaki eĢitliklerine
halel getirmemektedir.553
DHM, USAD ve UAD‟nin yargılama sürecinde en önemli ilkesi UAD kararlarında
da vurgulandığı üzere tarafların eĢitliğidir.554 UAD Statüsünde “tarafların eĢitliği” ilkesi
açıkça zikredilmemiĢ olsa da md. 35/2‟den bu çıkarım yapılabilmektedir. Buna göre bir
yargılama karĢısındaki hukukî çözümler bütün taraflar için eĢit düzeyde eriĢilebilinir
olmalı, tarafların kendi argümanlarını savunmalarında eĢit haklara sahip olması
gerekmektedir. UAD‟nin bir kararına (judgement) karĢı hukukî yolların bütün taraflara eĢit
derecede açık olması, dolayısıyla tarafların her birinin kendisini savunma hususunda eĢit
haklara sahip olması gerekmektedir. Bunlarla birlikte tarafların eĢitliği tarafların herhangi
birisine avantaj sağlayacak, adil olmayan bir girĢime müdahale edilmemesini
gerektirmektedir.555 Ayrıca UAD‟ye göre tarafların eĢitliği ilkesi adaletin iyi yönetimi için
bir gereklilik olmaktadır.556 Tarafların eĢitliği aynı zamanda davaya hazırlık sürecinde de
taraflara eĢit Ģartların sağlanmasını içermektedir. Her bir tarafa davaya iliĢkin yazılı ve
sözlü savunmalarını hazırlamalarında eĢit süre sağlanması, eĢit sayıda yazılı ve sözlü
savunmaya müsaade edilmesi, tartıĢma kurallarına uyma konusunda kesinlik, sözlü
savunmada her bir tarafa eĢit süre verilmesi eĢitliği sağlayacak yöntemler olmaktadır.557
Hukukî eĢitlik devletlere yani taraflara mahkemeler önünde eĢitlik sağlamaktadır. Bu
552
Norveçli Armatörlerin Tazminat Talepleri Davası (1922), 331.
Kelsen, 1951, 499.
554
Ġnternet: Nikaragua‟da ve Nikaragua‟ya KarĢı Militer ve Paramiliter Faaliyetler Davası (1986)
(Nikaragua/ABD). Merits, ICJ Rep. 1986, 25, 31. Paragraf ve 39, 59. Paragraf. http://www.icjcij.org/docket/files/70/6503.pdf adresinden 10 Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
555
Barcelona Traction Davası (1964), 25; Norveçli Armatörlerin Tazminat Talepleri Davası (1922), 332.
556
Ġnternet: ILO‟nun Ġdarî Mahkemesinin UNESCO‟nun Aleyhine Kararları Davası (1956). DanıĢma GörüĢü
(Advisory Opinion). ICJ Rep. 1956, 86. http://www.icj-cij.org/docket/files/30/2187.pdf adresinden 8 Kasım
2014‟te alınmıĢtır.
557
Rosenne, S. (1997). The Law and Practice of the International Court, 1920-1996: Vol III: Procedure. The
Hague: Martinus Nijhoff Publishers, 1093.
553
151
yönüyle UAD önemli bir görev ifa etmektedir. UAD Statüsü‟nde tarafların savunmalarını
istedikleri dille yapma tercihleri (UAD Statüsü md. 39), mahkeme önünde temsilciler
aracılığıyla temsil edilmeleri (UAD md. 42/1), Divanda danıĢmanlardan veya avukatlardan
yararlanabilme hakları (UAD md. 42/2) hususunda eĢitliğin söz konusu belirtilmektedir.
Dolayısıyla uluslararası yargılamalarda kesin bir eĢitlik söz konusu olmaktadır ve bu
eĢitliği sağlayan en önemli husus davanın uluslararası hukuk kurallarına göre yapılacak
olmasıdır.558 Bir de yargılamalarda her iki tarafa da diğerinin aleyhine olacak kazanımlara
müsaade edilmemesi gerekmektedir. Corfu Kanalı Davası‟nda (1949) Arnavutluk
Hükümeti ilk baĢta yazılı görüĢ beyan etmekten ve yargılama sürecine katılmaktan
kaçınmıĢ, ancak sonra karar açıklanmadan kısa zaman önce yargılama sürecinde değiĢiklik
talebinde bulunmuĢtur. Buna karĢılık UAD Arnavutluk Hükümeti‟ne davada kendisini
savunması için yeterince süre tanındığını, buna karĢılık Arnavutluk Hükümetinin dava
sürerken UAD‟nin yargılama yetkisini tartıĢtığını, UAD‟a her hangi bir yazılı savunmada
bulunmadığını, 17 Kasım‟daki oturuma katılmayı da reddettiğini belirterek Arnavutluk
Hükümeti‟nin talebini reddetmiĢtir.559
Ancak devletlerin hukukî eĢitliği bağlamında uluslararası mahkemeler ve
hakemlikler karĢısında eĢit olmaları hali çekiĢmeli davaların muhalif ve husumetli yapıları,
tarafların davranıĢları ve yargılama politikaları sebebiyle göreceli eĢitliğe dönüĢebilmekte,
bir takım eĢitsizliklere sebep olabilmektedir. Davalarda tarafların eĢitliği taraflara adil
muamele edilmesi ve eĢit savunma imkanlarının sunulmasını gerektirmektedir. Ancak bazı
davalarda mahkemeler “aktif iĢbirliği” bağlamında dava için tanınan sürenin dolması
üzerine ve davanın ivediliği gibi bir sebep mevcut ise taraflardan birisinin sözlü ya da
yazılı delil önerisi üzerine bu öneriyi değerlendirebilmekte ve davayı karara
bağlayabilmektedir.560 Diğer taraftan taraflardan birisinin davaya katılmaması durumunda
ise diğer taraf mahkemeden kendi iddiaları lehine bir karar verilmesini talep
edebilmektedir (USAD Statüsü md. 53; UAD Statüsü md. 53/1). Böylesi bir talep
karĢısında mahkeme iddiaların fiilen ve hukuken sağlam esaslara dayandığından emin
olduktan sonra re‟sen karar verebilmektedir (USAD Statüsü md. 53; UAD Statüsü md.
558
Ġnternet: Nükleer Test Davası‟nda (1974) Hâkim Gros‟un Ģahsî görüĢü. Bakınız: Ġnternet: Nükleer Test
Davası (1974) (Yeni Zelanda/Fransa). ICJ Rep. 1974, 284. http://www.icj-cij.org/docket/files/59/6165.pdf
adresinden 8 Ekim 2014‟de alınmıĢtır.
559
Ġnternet: Korfu Kanalı Davası (1949) (Büyük Britanya ve Kuzey Ġrlanda/Arnavutluk). ICJ. Rep. 1949, 15
Aralık 1949, 248. http://www.icj-cij.org/docket/files/1/1663.pdf adresinden 9 Ekim 2014‟de alınmıĢtır.
560
Schwarzenberger, G. (1986). International Law: As Applied by International Courts and Tribunals:
International Judicial Law: Vol. IV, London: Stevens&Sons Limited, 600.
152
53/2). Ancak mahkeme taraflardan birisinin mevcut olmaması durumunda (in absentia)
hazır bulunmayan tarafın kendi iddialarını savunma imkanı olmadığına kanaat getirerek
davada herhangi bir karara da varmayabilir.561 UAD‟ın bazı konjonktürel geliĢmeler
üzerine özellikle de tavsiye kararı verecceği davalarda hukukî olmayıp siyasî kararlar
aldığı da iddia edilmektedir.562
Yukarıdaki paragrafta bahsedilen bazı istisnai durumlar dıĢında devletlerin
uluslararası mahkemeler ve hakemlik müesseseleri karĢısında eĢitlikleri söz konusudur.
UAD‟ın da birçok davaya iliĢkin kararında belirttiği üzere devletlerin mahkeme karĢısında,
dava sürecinde, davaya hazırlık bahsinde hukukî eĢitlik teminat altındadır. Bir devletin
BM‟ye üyeliğinde BMGeK‟nin yetkisinin ele alındığı davasında (1950) Hâkim Alvarez
muhalif görüĢünde (dissenting opinion) uluslararası toplumun örgütlü olmayan yapısından
örgütlü bir yapıya dönüĢmesine ve artan karĢılıklı bağımlılığa rağmen, uluslararası
toplumun hiçbir Ģekilde devletlerin bağımsızlığını, egemenliğini ve hukukî eĢitliğini ihlal
edemeyeceğini belirtmektedir.563
3.4.5. Uluslararası örgütlerde karar alma sürecinde eĢitlik
Egemen eĢitlik ilkesinin devletin egemenliğinin bir tezahürü olduğu gerçeğinden
hareketle, devletlerin iç iĢlerinde üstün otorite, dıĢ iĢlerinde ise bağımsız ve diğer
devletlerle eĢit statüde olmasını ifade eden egemenlik tanımı gereği devletler kendi rızaları
dıĢında hiçbir yükümlülük kabul etmemektedir.564 Uluslararası örgütlerde karar alma
süreçlerinde ve uluslararası anayasal metinlerin hazırlanması süreçlerinde de devletler
kendi rızaları doğrultusunda kararlarını oy verme hakkı ile gerçekleĢtirmekte, devletler oy
hakları ile kararlarını resmî olarak beyan etmektedir. Devletlerin uluslararası örgütlerdeki
konumlarına, karar alma süreçlerine katılımdaki eĢitliklerine karar verebilmek için oy
hakkının dağılımına bakmak gerekmektedir.565 Devletlerin uluslararası karar alma
süreçlerinde iradelerini beyan ederken kullandıkları oylar ağırlıkları ve değerleri itibariyle
ikiye ayrılmaktadır: eĢit oy ve ağırlıklı oy. Bu farklılık aynı zamanda uluslararası örgütün
561
Schwarzenberger, a.g.e., 601.
Schwarzenberger, a.g.e., 603.
563
Ġnternet: Bir Devletin BM‟ye Üyeliğinde Genel Kurul‟un Yetkisi Davası. (1950). ICJ Rep. 1950, 13.
http://www.icj-cij.org/docket/files/9/1883.pdf adresinden 7 Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
564
Simpson, 2004, 48.
565
Çağıran, 2013, 365.
562
153
eĢitlik ve iĢlevsellik arasındaki tercihine göre değiĢmektedir. EĢitliği önceleyen bir
sistemde eĢit oy genel geçer uygulama olmakta iken, iĢlevselliği önceleyen uluslararası
örgütlerde devletlerin siyasî, askerî ve ekonomik kapasitelerine göre belirlenen ağırlıklı oy
tercih edilmektedir.
Egemen eĢitlik ilkesi gereği her devletin eĢit ağırlıklı oy hakkına sahip olması
gerekmektedir. Yani bir devlet-bir oy eĢitliği gerekmektedir.566 Devletlerin eĢit oy hakkına
sahip olduğu bir sistemde bütün devletler karar alma sürecinde eĢit kapasiteye sahip
olmaktadır. Ancak kapasitede eĢitliği hayata geçirebilmek için bir devlet-bir oy ilkesine ek
olarak oybirliği usulünün de kullanılması gerekmektedir. Çünkü egemen eĢitliğin aslî ve
hukukî bileĢenleri göz önünde bulundurulduğunda, hiçbir devletin rızası dıĢında bir
yükümlülük üstlenmemesi gerekmektedir. Oppenheim eĢitliğin sağlanması amacıyla oy
hakkı hakkında iki kriterden bahsetmektedir. Birincisi, her devletin uluslararası
kuruluĢlarda veya konferanslarda oy verme hakkı vardır. Ancak bu oylamalarda her
devletin yalnızca bir oy hakkı olmalıdır. Ġkincisi, hukukî bağlamda küçük veya zayıf
devletlerin kullandıkları oyların ağırlıklarının büyük devletlerin kullandıkları oyların
ağırlıkları nispetinde olması gerekmektedir.567 Westphalian egemenlik perspektifinden
yorumlanan eĢitlik ilkesi gereği her devletin bir oy hakkı vardır ve devletlerin oyları
birbiriyle eĢit değerdedir. Böylece hukukî bakımdan büyük ve küçük devlet farkı ortadan
kalkmakta, kararların kabul veya reddedilmesinde her devlet eĢit güce sahip olmaktadır.
EĢit değerde ve ağırlıkta oy usulü devletlerin egemen eĢitliği için uygun olsa da
iĢlevselliğe önem veren uluslararası örgütlerde tercih edilmemektedir. Genellikle
ekonomik ve mali örgütlerde tercih edilen568 ağırlıklı oy usulünü küresel ölçekte faaliyetler
gerçekleĢtiren Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Uluslararası Ġmar ve Kalkınma Bankası
(IBRD) gibi üye devletlerin katılım ve oy hakkının sermayelerine göre değiĢiklik
gösterdiği örgütlerde görmek mümkündür. Bu usulde devletlerin sahip oldukları oyların
ağırlıkları da farklı olmaktadır. Dolayısıyla eĢitsizlik söz konusu olmaktadır. Ağırlıklı oy
eĢitlik ilkesi yerine hakkaniyet ilkesine uygun bir uygulama olmaktadır. Ekonomi, nüfus,
askerî kapasite, medeniyet seviyesi gibi parametrelerle diğer devletlere göre görece üstün
devletlerin sistemdeki konumlarına ve sisteme katkılarına uygun bir oy ağırlığı arayıĢının
566
Dickinson, 1920, 156.
Jennigs, Watts, 1993, 341.
568
Zamora, S. (1980). Voting in international economic organizations. The American Journal of
International Law. 74(3), 572.
567
154
ürünü olmaktadır. Örneğin, IMF‟nin karar alma organı olan Guvernörler Kurulu‟nda her
devletin oy hakkı olmasına rağmen, her ülkenin oyunun ağırlığı eĢit değildir. Devletler
gayri safi yurt içi hasılaları, Merkez Bankası rezervleri, ödeme dengeleri ve dıĢ ticaret
hacimleri göz önünde bulundurularak hesaplanan kotaları ölçüsünde oy hakkına sahiptirler.
Türkiye‟nin ve ABD‟nin Guvernörler Kurulu‟nda temsil hakkı olmasına karĢılık en son
Aralık 2010‟da gerçekleĢen XIV. Genel Gözden Geçirme sonrasında Türkiye‟nin oy
ağırlığı yüzde 0,61 iken ABD‟nin oy ağırlığı yüzde 16,74‟tir.569 Ağırlıklı oy uygulaması ile
hakkaniyet ilkesi bağlamında sisteme en çok katkıyı sunan, en çok sermaye aktaran ABD
en fazla oy ağırlığına sahip olmaktadır. Benzer bir uygulama AB Konseyi için de geçerli
olmaktadır. AB‟nin ana karar alma organı hüviyetindeki Konsey‟de her üye devlet nüfus
büyüklüğü ve ekonomik kapasitesi nispetinde oy ağırlığına sahip olmaktadır. Buna göre
toplam 321 oy hakkının olduğu AB Konseyi‟nde Almanya, Fransa, Ġtalya ve Ġngiltere
29‟ar oy hakkına sahip iken en az oy hakkına sahip ülkelerden biris olan Malta 3 oy
hakkına sahiptir (Lizbon AntlaĢması, Geçici Hükümler Protokolü md. 3).570
Devletlerin karar alma süreçlerindeki konumu oylarının değeri ve ağırlığı kadar
kullanılan oylama usulüne de bağlıdır. Genel olarak oybirliği ve oy çokluğu usulü
arasından devletlerin eĢitliğine uygun olanı oybirliği olmaktadır. Kelsen‟e göre uluslararası
hukukta ulusal hukukta olduğu gibi bir yasama süreci ve ardından kodifikasyon süreci
yoktur ve devletler kendi rızaları olmaksızın herhangi bir hukuk kuralı ile
sınırlandırılamazlar. Uluslararası antlaĢmalar sadece imzacı devletleri bağlayıcı olmaktadır
ve bir devletin aldığı kararlar temsilcisi olmayan veya hayır oyu kullanan baĢka bir devleti
bağlayamaz. Bu nedenle devletleri bağlayıcı kararların alınmasında genellikle oy çokluğu
uygulaması yerine oybirliği uygulaması kullanılmaktadır.571 Kelsen‟in devlet merkezli
felsefesinin bir yansıması olarak devletin rızasına dayalı bir uygulama olan oybirliği ile her
devlet kararda belirleyici konumda olmaktadır ve bu yönüyle oybirliği egemen eĢitlik ile
birebir örtüĢmektedir.
Oybirliği uygulamasının en önemli özelliği, bütün devletlerin karar alma sürecinde
eĢit oy ağırlığına ve eĢit etki etme kapasitesine sahip olmasıdır. Bu usulde her devletin
569
Ġnternet: IMF members‟ quotas and voting power, and IMF board of governors,
http://www.imf.org/external/np/sec/memdir/members.aspx adresinden 12 Eylül 2014‟te alınmıĢtır.
570
Ġnternet:
Treaty
of
Lisbon,
2007/C
306/01,
http://eur-lex.europa.eu/legalcontent/EN/TXT/?uri=CELEX:12007L/TXT adresinden 10 Eylül 2014‟te alınmıĢtır.
571
Kelsen, H. (1944). The principle of sovereign equality of states as a basis for international organization.
Yale Law Journal,52(2), 209; Kooijmans, 1964, 137.
155
yalnızca kendi rızası doğrultusunda kararlarını verebilmesi hususunda devletlerin
egemenliğine uygun bir süreç söz konusu olmaktadır. Bütün üyelerin karar alma sürecinde
aynı oyu kullanmaları, yani hemfikir olmaları anlamına gelen oybirliği egemen devletin
egemenliğini garanti altına almaktadır. Bu oylama usulünde devletler rızaları dıĢında bir
karara uymak mecburiyetinde kalmamaktadır. Bu yönüyle oybirliği uygulaması daha çok
BM öncesi dönemlerdeki konferanslarda ve MC‟de uygulanmıĢtır. Oybirliği o dönemlerde
teamül olmuĢ, oy çokluğu uygulamasının kullanılması olasılık dahilinde dahi olmamıĢtır.
Bu süreçte USAD oybirliği uygulamasını bütün diplomatik toplantıların veya
konferansların değiĢmeyen bir geleneği olduğuna vurgu yapmıĢ, oybirliğini MC‟nin
hükümetler arası organı olan Konseyi‟nin uygulamalarında “doğal ve hatta zaruri” bir
uygulama olarak tanımlamıĢtır.572 Ancak oybirliği uygulanmasındaki katılığı nedeniyle
karar alma sürecini güçleĢtirmekte ve bazen de karar alınmamasına sebep olmaktadır.
Oybirliği askerî ve siyasî örgütlerde daha tercih edilen bir usuldür. NATO Bakanlar
Konseyi bütün kararlarında, BMGüK esasa iliĢkin kararlarında, AB Konseyi‟nin yeni bir
üye kabulü kararında (AB Parlamentosu‟nun da oy çokluğu kararı ile) oybirliği
kullanılmaktadır.
Oybirliği
ile
konsensüs
genellikle
karıĢtırılmakta,
birbirleri
yerine
de
kullanılmaktadır. Oybirliği oylamaya katılan bütün devletlerin hemfikir olması ve bu
yönde oy kullanmaları anlamına gelmektedir. Konsensüs ise bir kararın herhangi resmî bir
karĢı oy olmaksızın (bir oylama da olmaksızın) kabul edilmesidir (BMDHS, md.
161/8/e).573 Konferans veya oturum esnasında görüĢülen konu aleyhine görüĢ
bildirilmemesi, itiraz edilmesi zımnî bir kabulü yani konsensüsü göstermektedir.
Konsensüs oybirliğinin katı uygulamasını yumuĢatmak amacıyla uygulanmaktadır ve süreç
içerisinde karar alma sürecine olan katkısı nedeniyle daha fazla tercih edilmektedir.
Konsensüs uygulaması baĢta BMGeK olmak üzere, IMF, IBRD ve Uluslararası ÇalıĢma
Örgütü (ILO) gibi uzmanlık kuruluĢlarında kısmen de olsa geniĢ bir yelpazede
kullanılmaktadır.
BM ile birlikte ve küreselleĢmenin de etkisiyle devletler arasında iĢbirliğine dayalı
iliĢkilerin artması uluslararası örgütlerin sayısında ciddi bir artıĢı da beraberinde getirmiĢ,
572
Anand, 1986, 114.
Zemanek, K. (1986). Majority rule and consecuensus technique in law-making diplomacy. Macdonald,
R.J., Johnstone, D.M. (eds.). The Structure and Process of International Law. Dordrecht: Martinus Nijhoff
Publishers, 872.
573
156
devletlerin iĢbirliği amacıyla mutlak egemenlik algılamalarında değiĢiklikler meydana
gelmiĢtir. Askerî ve kısmen siyasî meselelerde mutlak egemenlik refleksiyle davranmaya
devam eden devletler ekonomik, malî, kültürel ve teknik konularda esnek bir tutum
sergilemiĢ, üyesi oldukları uluslararası örgütlerde karar almayı kolaylaĢtırabilmek
amacıyla oybirliği yerine oy çokluğu uygulamasını kullanmaya baĢlamıĢtır. Oy çokluğu
uygulamasının salt ya da basit, nitelikli, mutlak, çifte çoğunluk gibi birçok çeĢidi
mevcuttur.
Basit çoğunluk uygulamasında oylamaya katılan devletlerin kullandıkları oyların
yarısından bir fazlası söz konusu olmaktadır. BMGeK‟de md. 18/2 haricindeki kararlar
hazır bulunan ve oy veren üyelerin oy çokluğu ile alınmaktadır (BM ġartı md. 18/3).
Mutlak çoğunlukta ise karar alınan yapının toplam üye sayısının yarısından bir fazlası
aranmaktadır. Nitelikli çoğunluk uluslararası örgütler için önemli sayılan, üzerinde salt
çoğunluktan daha fazla üye devletin kabul Ģartının arandığı kararlarda kullanılmaktadır.
Nitelikli çoğunlukta üye sayısının üçte ikisi (BM ġartı, md.18/2 ve md. 108), dörtte üçü
(WTO Kuran AntlaĢma, md. 9/2) veya yüzde 85 (IMF AntlaĢma Maddeleri, md. 3/2/c) gibi
belirli bir oran hesaplaması yapılmaktadır. Örneğin, BMGeK uluslararası barıĢ ve
güvenliğin korunması, BMGüK geçici üyelerinin seçilmesi, BM‟ye yeni üye kabulü gibi
önemli sorunlar konusundaki kararlarını hazır bulunan ve oy veren üyelerin üçte iki
çoğunluğu ile almaktadır (BM ġartı, md. 18/2). Ayrıca BM ġartı‟nda değiĢiklik yapılması
için BMGüK daimi üyelerinin tümünün onayına ek olarak, BMGeK üyelerinin üçte iki
çoğunluğu tarafından kabul edilmesi gerekmektedir (BM ġartı, md. 108). Çifte çoğunluk
uygulamasında ise çoğunluk iki farklı parametrede aranmaktadır. Örneğin, AB
Konseyi‟nde Lizbon AntlaĢması (2007) ile birlikte 1 Kasım 2004 tarihi itibariyle karar
alınabilmesi için Konsey üyesi devletlerin yüzde 55‟inin onayına ek olarak, kullanılan
“evet” oylarının AB nüfusunun yüzde 65‟ini temsil etmesi gerekmektedir (AB AntlaĢması,
md. 9/c/4). Görüldüğü üzere çoğunluk uygulaması eĢitlik ilkesine aykırı olsa da, örgütün
faaliyetleri açısından iĢlevsel bir tercih olmaktadır. EĢitlik ilkesine aykırı olmasının sebebi
ise, “hayır” oyu kullanan azınlıkta yer alan bir devletin rızası dıĢında da olsa çoğunluğun
kararına uymasından kaynaklanmaktadır. Çifte çoğunluğun farklı bir uygulamasını ise
UAD hâkimlerinin seçilmesi sürecinde görmek mümkündür. UAD hâkimlerinin seçiminde
BMGeK ve BMGüK‟de ayrı ayrı eĢzamanlı iki oylama gerçekleĢmektedir (UAD Statüsü,
md. 8). Her iki organda da salt çoğunluğu elde eden adaylar hâkim olmaya hak
kazanmaktadır (UAD Statüsü, md. 10/1).
157
Bir oylamada devletlerin beĢ tercihi söz konusu olmaktadır: Olumlu, olumsuz,
çekimser oy kullanmak, oylamaya katılmayacağını deklare etmek, herhangi bir açıklama
yapmadan katılmamak.574 Her bir tercih devletin rızasıyla gerçekleĢen irade beyanı
olmaktadır. Bu tercihlerin egemen eĢitlik ilkesi çerçevesinde anlam kazanabilmesi için ise
oybirliği ve eĢit oy söz konusu olmalıdır. Uluslararası karar alma mekanizmalarında
devletlerin eĢitliği ilkesi devletlerin büyük ya da küçük olmalarına bakılmaksızın eĢit
statüde kabul edilmelerini gerektirmektedir.575 Bu kabul uluslararası karar alma
süreçlerinde her devletin bir oy ve eĢit ağırlıklı oy hakkına sahip olmasını
gerektirmektedir. Ayrıca egemen eĢitlik ilkesi gereğince uluslararası antlaĢmalar sadece
taraf devletleri bağlar ve bir uluslararası örgütün kararı üye olmayan devletleri veya
oylamada hayır oyu kullanan devletleri bağlayamaz. Ancak karar alma süreçlerindeki
ağırlıklı oy, oy çokluğu ve veto bu eĢitliğe aykırı uygulamalar olmaktadır.
3.5. BM Bağlamında Egemen EĢitlik Ġlkesi ve Uluslararası Örgütler ĠliĢkisi
Egemen eĢitlik ilkesinin uluslararası örgütlerdeki yansıması üyelik, temsil, oy hakkı,
karar alma sürecine katılım, alınan kararların bağlayıcılığı gibi hususlarda söz konusu
olmaktadır. Bu yönleriyle uluslararası örgütlerde devletlerin eĢitliği sürekli tartıĢma
konusu olmaktadır. Ġlke ile akla gelen ilk uluslararası örgüt olan BM dahi muhtevasında
hem eĢitliğe uygun hem de eĢitliğe aykırı uygulamalar ve düzenlemeler içermektedir.
Dolayısıyla uluslararası örgütlerde egemen eĢitlik ilkesinin uygulanması tartıĢmaları
canlılığını her daim devam ettirmektedir.
Uluslararası örgütler bağlamında egemen eĢitlik tartıĢmalarında en önemli katkıları
yapanların baĢında Kooijmans gelmektedir. Kooijmans uluslararası politikada asıl
belirleyici unsurun devlet olduğunu kabul etmekte ise de576, asıl önemli olanın devletten de
önce insan olduğunu ifade etmektedir.577 Bununla birlikte insanların topluluklar halinde
hareket etmeleri ile amaçlarına ulaĢabilmeleri gibi devletlerin de uluslararası toplumda
birbirlerine rağmen değil, birbirleriyle birlikte hareket etmeleri gerektiğini savunmaktadır.
Buradan hareketle devletlerin ortak hareket edebilecekleri platformların uluslararası
574
Rosenne, S. (2004). The Perplexities of Modern International Law: General Course on Public
International Law. Leiden: Martinus Nijhoff Publishers, 428.
575
Rial, 1987, 477.
576
Kooijmans, 1964, 39.
577
Kooijmans, a.g.e., 37.
158
örgütler aracılığıyla mümkün olacağına inanmaktadır.578 Egemen eĢitliğin hukukî yönünün
uluslararası örgütler aracılığıyla, örgütlerdeki organlarda devletlerin temsili ve oy
kullanma haklarıyla ilgili olduğunu savunmakta olan Kooijmans‟a göre uluslararası
örgütler egemen eĢitlik ilkesinin hem zayıflamasının sebebi, hem de çözümünü sağlayacak
organlardır.579 Bu bağlamda uluslararası örgütlerin egemen eĢitliğe etkileri anayasal
metinlerinin muhtevası, örgütsel yapısı, karar alma süreci gibi kriterlere göre
Ģekillenmektedir.
Egemen eĢitliğin devletler yerine uluslararası örgütler bağlamında önem kazandığını
savunan bu yoruma göre yirmi birinci yüzyılda uluslararası örgütlerin yapısında meydana
gelen değiĢimler egemen eĢitlik ilkesinin uygulanabilirliğini de yakından etkilemektedir.
ġöyle ki; daha önce devletler tarafından gerçekleĢtirilen hukuk yapma sürecine uluslararası
örgütlerin de dahil olması ile devlet egemenliğinin zayıfladığı, uluslararası örgütlerde
temsil hakları ve oy kullanma usulleri üzerine yapılan tartıĢmalarda bazı oy kullanma
prosedürlerinin egemen eĢitliği zayıflattığı ortaya konmaktadır. Ayrıca, uluslararası
örgütlerin gündemine yeni doktrinel ve hukukî konuların girmesi ile devletler arası iliĢkiler
uluslararası örgütler arası bir konuma yükselmiĢ, bu da egemen eĢitlik baĢta olmak üzere
hukukçuların ve siyasetçilerin ilgisini devletler arası etkileĢimler ve uluslararası örgütler
içi süreçlerden, yeni tür uluslararası örgütler arası etkileĢimlere ve süreçlere doğru
değiĢtirmektedir.580 DeğiĢen rolleri ve eylemleri ile uluslararası örgütler ise klasik sadece
kendi amaçları için faaliyet gösteren örgütler olmak yerine, dünya politikasında etkili
olmaya çalıĢan stratejiler ve politikalar geliĢtiren uluslararası aktörler haline gelmiĢtir.
Karar mekanizmaları devlet temsilcileri yerine teknokratlardan oluĢan, kendi iç siyaseti
yerine dünya siyasetini, dolayısıyla devletler arası iliĢkileri etkileyen ve yönlendiren,
faaliyetlerini yerine getirebilmek için iĢlevsellik amacıyla devletlerin sahip oldukları oy
ağırlığını devletlerin siyasî, ekonomik, demografik ve askerî büyüklüklerine göre
belirleyen, karar alma sürecinde oybirliğini terkeden, almıĢ oldukları kararlar devletleri
(çoğu zaman) doğrudan etkileyen yeni uluslararası örgüt formasyonu egemen eĢitlik
ilkesini zedelemektedir.
578
Kooijmans, a.g.e., 200.
Kooijmans, a.g.e., 240-241; Efraim, 2000, 101.
580
Dunoff, J.L. (2012). Is sovereign equality obsolete? Understanding twenty-first century international
organizations. Netherlands Yearbook of International Law, 43, 102-103.
579
159
Uluslararası örgütler egemen eĢitlik ilkesini zedelemekle birlikte aynı zamanda
egemen eĢitlik ilkesini kullanılır ve meĢru hale de getirmektedir. Büyük-küçük devlet
ayrımı yapmaksızın karar alma mekanizmalarında Meclis gibi yapılar barındırmaları ve bu
yapılarda bütün devletlerin söz sahibi olup eĢit oy ağırlığına sahip olmaları, örgüt
kararlarında egemen eĢitlik ilkesine atıf yapılması, devletlerin birbirlerine saygı duyarak
bir arada politikalar gerçekleĢtirmeleri için uygun platform olanağı sunmaları uluslararası
örgütlerin egemen eĢitlik ilkesini güçlendirmesine neden olmaktadır.
Egemen eĢitlik ilkesi özellikle uluslararası örgütlerin karar alma süreçlerinde ve
üyelik statülerinde tartıĢılmaktadır.581 Özellikle uluslararası örgütlerde karar alma
sürecinde uygulanan oy çokluğu, veto, ağırlıklı oy gibi prosedürler egemen eĢitlik ilkesini
zayıflatmaktadır. Buna karĢılık uluslararası örgütler oybirliği, eĢit değer ve ağırlıkta oy,
eĢit üyelik, kararların bütün üyeleri bağlayıcı olması, uluslararası yargılamalarda
uluslararası mahkemeler huzurunda tarafların eĢit olması gibi uygulamalarıyla da egemen
eĢitlik ilkesini güçlü ve kullanılır kılmaktadır.
Egemen
eĢitlik
ilkesinin
uluslararası
örgütler
bağlamında
cereyan
eden
tartıĢmalarında akla öncelikle BM gelmektedir. BM‟nin ilkeye kurucu bir unsur olacak
Ģekilde sahip çıkması (BM ġartı, md. 2/1), ilkeyi meĢrulaĢtırması ve hatta itibar
kazandırması sebebiyle egemen eĢitlik ilkesi BM ile birlikte ele alınmaktadır. BM sonrası
oluĢturulan birçok uluslararası örgütte de egemen eĢitliğe yer veriliyor olmasında BM
önemli bir rol üstlenmektedir. Bununla birlikte BM ilkeyi kurucu bir unsur kabul etmesine
karĢılık ilkenin aleyhine bir takım prosedürlere, organlara ve uygulamalara da sahiptir ve
bu yönüyle BM‟de eĢitlik tartıĢılmaktadır. BM‟de tartıĢılan prosedürel uygulamalarda da
MC‟nin etkisi önemli olmuĢtur.
Birinci Dünya SavaĢı sona erdiğinde ABD BaĢkanı Woodrow Wilson yeni bir
uluslararası düzen oluĢturmak amacıyla barıĢ giriĢimleri baĢlatmıĢtır. Ancak bu barıĢ
giriĢimlerinde bir önceki uluslararası düzenin inĢa edildiği, büyük güçlerin çıkarları ve
sorumlulukları çerçevesinde belirlenen bir uluslararası düzen oluĢturan Viyana Kongresi
(1815) örnek alınmamıĢtır. Wilson tarafından önerilen sistemde, büyük ve küçük
devlet/güç ayrımı yapılmaksızın ortak garantiler tespit edilmiĢtir.582 Wilson prensiplerinin
581
582
Dunoff, a.g.m., 102.
Klein, 1966, 107-108.
160
on dördüncüsünde milletler arası bir cemiyet kurulması gerektiğinden, büyük ve küçük
devletlerin toprak bütünlüğü ve siyasî bağımsızlık konularında eĢit olduğundan
bahsedilmiĢtir.583 Bu ilkelerle gerçekleĢtirilen Paris BarıĢ Konferansı‟nda (1919) selfdeterminasyon ilkesi temel alınarak yeni bir uluslararası sistemin tesisi kararlaĢtırılmıĢ ve
bu ereklerle 1920‟de MC kurulmuĢtur. Burada değinilmesi gereken önemli bir husus söz
konusu olmaktadır: MC sadece Wilson‟un on dört ilkesi sebebiyle ortaya çıkmamıĢtır. Bu
ilkelerin uluslararası sistemde kabul görmesi için ABD kadar Ġngiltere‟nin de çaba sarf
ettiği unutulmamalıdır. Ġngiltere liberal değerlere önem vermiĢ ve özgür bireylerden
oluĢacak bir uluslararası cemiyetin oluĢturulması gerektiğini savunmuĢtur584, ancak Ġngiliz
kamuoyunda MC‟ye yönelik bakıĢ yekpare olmayıp, iki farklı ve birbirine zıt görüĢ mevcut
olmuĢtur. Bir taraftan MC‟de egemen eĢitliğin temel belirleyici ilke olması gerektiğini
savunan liberaller, diğer tarafta ise Avrupa Uyumu‟nu örnek gösteren ve MC‟nin Ġngiltere
gibi büyük güçlerin denetiminde olması gerektiği savunan muhafazakarlar. 585 MC‟nin
kurulmasından sonra muhafazakar yorumun Ġngiltere‟yi yönlendirdiği görülmektedir.
MC‟nin kurulduğu Paris BarıĢ Konferansı öncesinde oluĢturulan komisyonlarda
ABD Viyana Kongresi mantığının bu yeni uluslararası sistemin inĢası sürecinde
kullanılmaması gerektiğini savunmuĢ olmasına rağmen, Paris BarıĢ Konferansı‟nda Viyana
Kongresi‟ne benzer biçimde büyük güçlere (ABD, Ġngiltere, Fransa, Ġtalya ve Japonya)
ayrıcalıklar tanınmıĢtır. MC‟de kurulan her komisyonun on beĢ üyesinin olması
kararlaĢtırılmıĢ, büyük güçlerin ikiĢer delege, geriye kalan üyelerin ise toplamda beĢ
delegesinin olmasına karar verilmiĢtir.586 Daha sonra Konferansın ilerleyen kısımlarında
diğer ülkelere ayrılan üye sayısı dokuza yükseltilmiĢ olmasına rağmen587, eĢitsizlik
varlığını devam ettirmiĢtir.
Yine konferansta ABD ile Ġngiltere arasında egemen eĢitlik ilkesi bağlamında ciddi
görüĢ ayrılıkları yaĢanmıĢtır. Ġngiltere delegasyonu baĢkanı Lord Cecil ABD delegasyonu
baĢkanı Miller‟e MC‟nin oldukça önemli olduğunu, bu cemiyetin ancak büyük güçlerin
583
Albrecht-Carrié, R. (1973). A Diplomatic History of Europe since the Congress of Vienna. New York:
Harper and Brothers, 354.
584
Birn, D.S. (1981). The League of Nations Union: 1918-1945. Oxford: Clarendon Press, 1. Bölüm.
585
Egerton, G.W. (1978). Great Britain and the Creation of the League of Nations: Strategy, Politics and
International Organizations: 1914-1919. Chapel Hill: University of North Carolina Press, 17.
586
Klein, 1966, 109-111.
587
Egerton, 1978, 129.
161
müdahalesi ve inisiyatifiyle baĢarılı olabileceğini ifade etmiĢtir.588 Ayrıca Ġngiltere
delegasyon baĢkanı Cecil‟in MC‟ye iliĢkin hazırladığı raporda egemen eĢitlik yer
almamıĢtır. Raporda MC‟nin her yıl düzenlenecek devlet baĢkanları ve dıĢ iĢleri
bakanlarının toplanacakları zirvelerde alınan kararlara uygun bir biçimde iĢleyeceği, bu
toplantılara ise Ġngiltere, ABD, Fransa, Ġtalya, Japonya ve diğer (seçilecek) devletlerden
oluĢan büyük güçlerin katılabileceği, geriye kalan bütün üyelerin ise dört yılda bir
düzenlenecek toplantılar aracılığıyla MC‟ye katkı sağlayabileceği belirtilmiĢtir.589 Diğer
taraftan Miller de oldukça güçlü bir egemen eĢitlik savunması hazırlamıĢ ve savunmasında
bütün üye devletlerin cemiyetin iĢleyiĢine katılma hakkı olması gerektiğini belirtmiĢtir.590
TartıĢmalar sonrasında MC‟nin yürütme konseyinin yapısının beĢ büyük güç (daimi üye)
ve dört küçük devlet (geçici üye) Ģeklinde oluĢması benimsenmiĢ, bunun üzerine ABD MC
fikrinden vazgeçmiĢtir. ABD‟nin görüĢmelerden ve MC‟den çekilmesi üzerine
Ġngiltere‟nin hâkimiyeti söz konusu olmuĢtur. Çünkü hem kendisi daimi üyeler arasında
yer almıĢ olacaktı, hem de dominyonları olan Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney
Afrika ve Hindistan da diğer ülkeler arasından yürütme konseyinde yer almıĢ olacaktı, yani
Ġngiltere‟nin altı oyu söz konusu olmaktaydı.
MC‟deki büyük güçler yapısı daha da kati bir yapıyla BM‟de de oluĢturulmuĢtur.
Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın sonlarına doğru oluĢturulan BM ġartı bütün organları için basit ve
nitelikli çoğunluk uygulamalarını kabul etmiĢtir. MC‟de karar almayı engelleyen oybirliği
uygulaması yerine BM‟de oy çokluğu uygulaması kullanılmaya baĢlanmıĢ, bazı
hukukçulara göre böylece uluslararası örgütlerde karar alma sürecinde gelinebilecek en iyi
düzeye ulaĢılmıĢtır.591 ĠĢlevsellik adına doğru olan bu yorum, eĢitlik bahsinde geçerli
olmamaktadır. Çünkü böylesi bir bakıĢ açısı, oybirliği uygulamasının tamamen ortadan
kalktığını iddia etmektedir. Oysaki BMGüK‟de beĢ daimi üyenin sahip olduğu veto gücü
oybirliği ile anılan “olumsuzluğu” da aĢan bir adaletsizliğe neden olmaktadır. BeĢ daimi
üye veto hakkıyla elde ettikleri ayrıcalıklı statülerini devam ettirmek amacıyla BM‟de
oybirliği uygulamasını istememektedirler, çünkü oybirliği uygulaması bütün devletlerin de
facto veto hakkına sahip olması anlamına gelmektedir.
588
Miller, D.H. (1924). My Diary of the Conference of Paris, Vol. I. New York: Appeal Printing, 337.
Lansing, R. (1921). The Peace Negotiations: A Personal Narrative. Boston: Houghton Mifflin, 295.
590
Lansing, a.g.e., 44.
591
Jenks, C.W. (1945).Some constitutional problems of international organizations. British Year Book of
International Law, 22(1), 34-36.
589
162
BM ġartı‟nın hazırlık çalıĢmaları esnasında “üye devletlerin egemen eĢitliği” ilkesi
yeni bir terminolojik kavram olarak tartıĢılmıĢ, kavramın anlaĢılması ve tanımlanması
amacıyla BM Uluslararası Örgüt Konferansı‟nda (UNCIO), diğer bilinen ismiyle San
Francisco Konferansı‟nda teferruatlı bir biçimde ele alınmıĢtır. UNCIO‟da BM ġartı‟nın
genel hükümlerini hazırlamak için oluĢturulan Komisyon I‟e (Commission I: General
Provisions) bağlı olarak oluĢturulan, BM ġartı‟nın dibacesini, amaçlarını ve ilkelerini
hazırlamakla görevli Komite‟de (I/1 Komitesi) egemen eĢitlik ilkesi tartıĢılmıĢtır.
Konferansta Peru, Ekvador, Uruguay gibi Latin Amerika ülkeleri egemen eĢitlik yerine
yargısal eĢitlik (juridicial equality) kavramının kullanılması gerektiğini savunmuĢtur.
Komisyon‟un Ġkinci Oturumu‟nda söz alan Peru delegasyonu üyelerinden Victor Andrés
Belaunde egemen eĢitlik kavramını teknik ve bilimsel açıdan içi boĢ bir kavram olarak
tanımlamıĢ, kavramın yargısal eĢitlik olması gerektiği ve devamında siyasî bağımsızlık ve
toprak bütünlüğü kavramlarının da açıkça zikredilmesi ve belirtilmesi gerektiğini,
dolayısıyla ġart‟ta egemen eĢitlik olarak ifade edilen kısmın “siyasî bağımsızlık, yargısal
eĢitlik ve toprak bütünlüğü” Ģeklinde yazılması gerektiğini savunmuĢtur. 592 Benzer Ģekilde
Uruguay delegasyonu da UNCIO‟da kabul edilen taslakta geçen egemen eĢitlik kavramına
itiraz etmiĢ, kavramın yargısal eĢitlik olması gerektiğini savunmuĢtur. 593 Komite I/1‟de
Türkiye delegasyonu adına söz alan delegasyon baĢkanı ve DıĢiĢleri Bakanı Hasan Saka
yapmıĢ olduğu konuĢmasında egemen eĢitlik ilkesini kabul ederek, BMGeK‟in bu ilkeye
uygun bir biçimde Dumbarton Oaks görüĢmelerindekinden daha fazla bir temsil ve güce
sahip olması gerektiğini belirtmiĢtir.594 Türkiye‟nin görüĢüne benzer bir savunma ile
Hollanda delegasyonu baĢkanı van Kleffens de egemen eĢitliğin gerçek eĢitsizliklere
rağmen büyük ve küçük devletlerin eĢitliğinin güzel ve adil bir düĢünce olduğunu ifade
etmiĢtir.595
592
Ġnternet: Department of State. (1946a). Verbatim minutes of second meeting of commission I, June 15.
The United Nations Conference on International Organization: Selected Documents: San Francisco,
California: April 25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing Office, 546,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1 adresinden 10 Eylül 2013‟de
alınmıĢtır.
593
Department of State, a.g.e., 500.
594
Ġnternet: Department of State. (1946b). Verbatim minutes of the sixth plenary session, May 1. The United
Nations Conference on International Organization: Selected Documents: San Francisco, California: April
25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing Office, 360,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1 adresinden 10 Eylül 2013‟de
alınmıĢtır.
595
Ġnternet: Department of State. (1946c). Verbatim minutes of the third plenary session, May 1. The United
Nations Conference on International Organization: Selected Documents: San Francisco, California: April
163
Yukarıda karĢılıklı örneklerinin sunulduğu lehte ve aleyhte görüĢlerin bildirildiği
Komite I/1‟deki tartıĢmalar neticesinde önce alt komitenin hazırladığı raporda (Doc
723)596, ardından Komite I/1‟in hazırladığı raporda (Doc 944)597 Suriyeli raportörün
yorumu dikkate alınmıĢtır. Suriyeli raportör Farid Zeineddine hazırlamıĢ olduğu raporunda
egemen eĢitlik ilkesinin dört unsuru barındırdığını belirterek, bu dört unsuru Ģu Ģekilde
sıralamıĢtır:
- Devletler hukuken eĢittirler;
- Her bir devlet tam egemenlik hakkına sahiptir;
- Devletlerin toprak bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığı gibi uluslararası Ģahsiyetine de
saygı duyulmalıdır;
- Bütün devletler uluslararası görevlerini ve yükümlülüklerini dürüstçe yerine
getirmelidir.598
Komite I/1‟in Suriyeli raportörünün hazırladığı “egemen eĢitlik” yorumunun
muhtevasını oluĢturan bu dört unsur Cassese‟ye göre üye devletler arasında ve Örgüt ile
devletler
arasındaki
uluslararası
iliĢkilerin
temelini
oluĢturmaktadır.599
Kısaca
değerlendirmek gerekirse; birinci unsur olan devletlerin hukukî eĢitliği hukukî bir
mahiyette olup, ne UNCIO‟daki görüĢmelerde, ne de kavrama iliĢkin daha eski doktriner
görüĢlerde tartıĢılmamıĢtır. Devletlerin hukuk önünde eĢit oldukları üzerinde bir mutabakat
söz konusudur. Buna karĢılık ikinci ve üçüncü unsurlar BM üye devletlerinin
egemenliğiyle alakalı olup, eĢitliğin egemenlik kaynaklı olduğunu desteklemektedir.
Ancak ikinci unsurdaki “tam egemenlik” kavramından ne anlaĢılmaması gerektiği açıkça
izah edilmemiĢtir. Muhtemelen üzerinde mutabakata varılması pek de mümkün olmayan
bir egemenlik tartıĢmasının Komite‟nin çalıĢmalarını kilitlemesinden çekinilmiĢ olmalı.
25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing Office, 297,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1 adresinden 10 Eylül 2013‟de
alınmıĢtır.
596
Ġnternet: Department of State. (1946d). Report of Rapporteur of Subcommittee I/1/A to Committee I/1,
Doc 723, June 1. The United Nations Conference on International Organization: Selected Documents: San
Francisco, California: April 25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing
Office, 476-490, http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1 adresinden 10
Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
597
Ġnternet: Department of State. (1946e). Report of Rapporteur of Committee I/1 to Commission I, Doc.
944, June 18. The United Nations Conference on International Organization: Selected Documents: San
Francisco, California: April 25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing
Office, 490-499, http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1 adresinden 10
Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
598
Department of State, a.g.e., 497.
599
Cassese, A. (1994). International Law in a Divided World. New York: Clarendon Paperbacks, 129.
164
Dördüncü unsur ise, Kelsen‟in eĢitlik yorumu doğrultusunda, aslına bakılırsa egemen
eĢitlik ile doğrudan bağlantılı olmayıp, uluslararası görevlerini ve yükümlülüklerini adilane
bir biçimde yerine getiren devletlerin eĢitliğe uygun davranacakları belirtilmektedir.
UNCIO‟daki Komisyon I‟de gerçekleĢen bu tartıĢmalardan anlaĢılacağı üzere,
egemen eĢitlik ilkesi San Francisco Konferansı‟nda (1945) sadece bir ilke olarak ele
alınmamıĢ, Konferans süresince üzerinde tartıĢılmıĢ ve derinliği olan bir doktrin haline
getirilmeye çalıĢılmıĢtır. Konferans‟ta BM ġartı dibacesi, amaçları ve ilkeleri üzerinde
çalıĢan komitenin Doc 944 numaralı raporunda egemen eĢitlik ilkesi ile kastedilenin
Suriyeli raportörün teklifi ile Ģekillendiği görülmektedir. Suriyeli raportörün egemen
eĢitliğin muhtevasıyla ilgili yorumunun Oppenheim‟ın “devletlerin eĢitliği” yorumunun
tesirinde kaldığı açıktır ve ilkenin doktrinsel bir anlam kazanmasına yardımcı olmuĢtur.
Ancak yukarıda kısaca alıntı yapılan Komite raporundaki egemen eĢitlik ilkesine
yüklenen anlamlar oldukça tartıĢmalıdır. Öncelikle BM‟de beĢ daimi üyenin sahip olduğu
veto hakkı baĢta olmak üzere birtakım imtiyazlar, eĢitlik ilkesine aykırı olmaktadır. Bu
eĢitsizlik haline Kelsen Ģu Ģekilde itiraz etmiĢtir: Eğer devletlerden bazılarının diğerlerine
göre bir takım imtiyazlar elde etmesine rağmen eĢitlik ilkesinden bahsediliyorsa, eĢitlik
özgün anlamını ve ruhunu kaybetmiĢ demektir.600 Devletlerin hukuken eĢit olması daha
önceki bölümlerde de iĢlendiği üzere, ana hatlarıyla iki Ģekilde yorumlanabilmektedir:
Hukuk önünde eĢitlik ile eĢit hak ve yükümlülüklere sahip olma kapasitesi. BMGüK‟deki
beĢ daimi üye aleyhine, sahip oldukları veto hakkı nedeniyle herhangi bir kararın
alınamıyor olması, hukuk önünde eĢitlik ilkesi ile uyuĢmamaktadır. Diğer taraftan eĢit
haklara sahip olmak ilkesi gereğince, BMGüK‟deki yapılanma üye devletlerin eĢit hak ve
yükümlülüklere sahip olmadıklarının açıkça görüldüğü bir platform olmaktadır.
Dolayısıyla Komitenin egemen eĢitliği tanımlarken kullandığı birinci tanım, yani
devletlerin hukuki eĢitliği, BM nezdinde pratikte büyük ölçüde bir totoloji olmaktadır.
Devletlerin tam egemenlik hakkına sahip olduklarını vurgulayan ikinci tanım ise
Kelsen‟e göre anlamsız ve içi boĢ bir kullanımdır.601 Çünkü halihazırda tartıĢmalı bir
kavram olan egemenlik, tam olarak tanımlanmamıĢtır. Bu da “hangi egemenlik?” sorusu
çerçevesinde ikinci tanımı geçersiz kılmaktadır. Komite raporundaki üçüncü tanım ise
600
601
Kelsen, 1951, 51.
Kelsen, a.g.e., 52.
165
egemen eĢitlik ilkesinin geçtiği ġart‟ın 2/1. maddesinin değil 2/4. maddesinin kapsamına
girmektedir: “Tüm üyeler, uluslararası iliĢkilerinde gerek herhangi bir baĢka devletin
toprak bütünlüğüne ya da siyasî bağımsızlığa karĢı, gerek BM‟nin amaçları ile
bağdaĢmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet
kullanılmasına baĢvurmaktan kaçınırlar” (BM ġartı, md. 2/4). Dördüncü tanımda ise
egemen eĢitlik ilkesi içerisinde yer alması gereken bir kuraldan daha çok, genel geçer bir
uluslararası hukuk kuralı olarak bahsetmek daha yerinde olacaktır.602
BM ġartı md 2/1‟de zikredilen egemen eĢitlik ilkesinin muhtevasında yukarıda
kısaca değinilen çerçevede ciddi noksanlıklar yer alıyor olsa da, bu ilkenin yeni kurulan
uluslararası sistemin anayasası hüviyetindeki BM ġartı‟nda yer alıyor olması, küçük
devletlerin bir takım haklarını koruyucu sonuçlara ve kazanımlara da sebep olmaktadır. Bu
nedenle bile, egemen eĢitlik ilkesinin ġart‟ta yer almasının olumlu yönleri gözden
kaçırılmamalıdır.
BM nezdinde egemen eĢitlik ilkesine en çok vurgu küçük ve az geliĢmiĢ ülkeler
tarafından yapılmaktadır ve bu nedenle ilkenin içeriğine yönelik en çok katkı da bu
ülkelerden gelmektedir. Özellikle devletlerarası dostça iliĢkiler ve iĢbirliği ilkesi
bağlamında yapılan BMGeK görüĢmelerinde ve çıkarılan kararlarda devletlerin egemen
eĢitliği ilkesi kutsal bir ilkeymiĢçesine sıklıkla vurgulanmaktadır. Küçük devletler sadece
eĢit hak ve yükümlülüklere sahip olmak istememekte, sosyal ve ekonomik bakımdan
diğerlerinden oldukça farklı olsalar da, sahip olacakları eĢit hak ve yükümlülükleri yerine
getirme imkanları bakımından da eĢitlik istemektedir. GeliĢmekte olan ülkelerin egemen
eĢitlik ilkesine yönelik bu ısrarcı tutumu, uluslararası hukukta dostça iliĢkiler ve iĢbirliği
ile alakalı BM‟nin özel bir komite oluĢturmasına sebep olmuĢtur. Özel Komite kurulmadan
önce de devletler arasında dostça iliĢkiler ve iĢbirliği tesisine iliĢkin uluslararası hukuk
kurallarının tespiti bağlamında BMGeK‟de alınan 18 Aralık 1962 tarihli ve 1815(XVII)
sayılı kararda egemen eĢitlik ilkesine değinilmiĢtir. Kararda devletlerin egemen eĢitliğinin
BM ġartı‟nın temel ilkelerinden birisi olduğu belirtilmiĢ (md. 1/f), egemen eĢitlik ilkesi
602
Kelsen, a.g.e., 52.
166
BMGeK‟in XVIII. döneminin (1963-1964) ajandasındaki öncelikli konular arasında
zikredilmiĢtir (md. 3/d).603
BMGeK‟in 1815(XVII) sayılı kararından bir yıl sonra, yine BMGeK‟in 16 Aralık
1963 tarihli ve 1966 (XVIII) sayılı kararı ile Devletlerarası Dostça ĠliĢkiler ve ĠĢbirliğine
ĠliĢkin Uluslararası Hukuk Ġlkeleri Özel Komitesi (Special Committee on Principles of
International Law concerning Friendly Relations and Co-operation among States)
kurulmuĢtur.604 Kısaca 1964 Özel Komitesi olarak da adlandırılan bu komite 27 Ağustos-2
Ekim 1964 tarihleri arasında Meksika‟da gerçekleĢtirdiği konferansta egemen eĢitlik
kavramını da tartıĢmıĢtır. 1964 Özel Komitesi tarafından hazırlanan raporda egemen
eĢitliğin muhtevası Ģu Ģekilde tanımlanmıĢtır: Yargısal eĢitlik, tam egemenliğinden
kaynaklanan haklarını kullanma, baĢka devletlerin Ģahsiyetine ve kendi sınırları
içerisindeki yargılama kapasitesine saygı göstermek, uluslararası yükümlülüklerini yerine
getirmek ve diğer devletlerle barıĢ içerisinde bir arada varlığını devam ettirmek,
uluslararası hukukun üstünlüğü, haklarda ve yükümlülüklerde eĢitlik, uluslararası
toplumun eĢit üyeleri olarak yükümlülüklerini yerine getirmek, uluslararası örgütlere ve
konferanslara katılmak ile çok taraflı antlaĢmalar yapmak, doğal kaynaklar üzerinde
egemen olmak, kendi siyasî, ekonomik ve sosyal sistemini belirleme ve hiçbir devletin
müdahalesi olmaksızın kendi iç ve dıĢ siyasetini belirleyebilmek.605
Egemen eĢitlik ilkesi BM ġartı, BMGeK, BMGüK, Ekonomik ve Sosyal Konsey,
UAD kararlarında sıklıkla geçmektedir. Bu sebeple egemen eĢitlik ilkesinin geliĢiminde ve
meĢruiyetinde BM oldukça önemli olmaktadır. Egemen eĢitlik ilkesinin kuruluĢ Ģartında
yer aldığı ilk uluslararası örgüt BM‟dir. BM ġartı‟nda bu ilkenin md. 2/1 ve md. 78‟de
açıkça yer alması ile BM uluslararası hukuk sisteminde de önemli bir konum elde
etmektedir. Bu yönüyle BM ġartı uluslararası toplum açısından bir anayasal metin
olmaktan daha fazlası olmaktadır. BM ġartı‟nda korunan ve miras kalan önemli bir ilke,
devletlerin egemenliklerini sınırlandırmanın mümkün olmadığıdır. BM ġartı egemenliği
603
Ġnternet: Consideration of Principles of International Law Concerning Friendly Relations and Cooperation among States in Accordance with the Charter of the United Nations (1962). A/RES/1815(XVII),
http://www.un-documents.net/a17r1815.htm adresinden 10 Ağustos 2014‟te alınmıĢtır.
604
Ġnternet: Consideration of Principles of International Law Concerning Friendly Relations and Cooperation among States in Accordance with the Charter of the United Nations (1963), A/RES/1966(XVIII),
http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/1966(XVIII) adresinden 10 Ağustos 2014‟te
alınmıĢtır.
605
United Nations. (1966). Principles of international law concerning friendly relations and co-operation
among states. Yearbook of the United Nations, 1964. New York: Office of Public Information of UN, 462.
167
açıkça ve detaylı bir biçimde tanımlamamıĢtır, ancak dikkat edildiğinde dibacesinde
“egemen nedir?” sorusunun cevabını zımnen barındırdığı görülmektedir: “Biz BM
halkları… ve bu ereklere ulaĢmak için… istekli olarak, bu amaçları gerçekleĢtirmek için
çaba harcamaya karar verdik”. “Biz BM halkları… karar verdik”** ifadesi uluslararası
otoritenin kaynağının, yani egemenliğin kaynağının, dünya halkları olduğunu ifade
etmektedir. Üye devletlerin egemenliği ve ġart‟tan kaynaklanan otorite ve egemenlikleri
“halklar” vurgusuna dayanmaktadır. BM ġartı‟nın yine dibacesinden çıkarılacak diğer bir
sonuç ise, dünya halklarının dört önemli talebi vardır: Ġnsan haklarının ve onurunun
korunması (… temel insan haklarına, insan kiĢiliğinin onur ve değerine bağlılık…-BM
ġartı, dibace, 1. Paragraf-), küresel sosyo-ekonomik dengeyi/eĢitliği sağlamak amacıyla
yüksek hayat standartları ve geliĢmiĢlik (… erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük
ulusların hak eĢitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye…-BM ġartı, dibace, 1.
Paragraf-), savaĢın önlenmesi ve güvenlik (…uluslararası barıĢ ve güvenliği korumak
amacıyla güçlerimizi birleĢtirmeye, ortak yarar dıĢında silahlı kuvvet kullanılmamasını
sağlayacak ilkeler kabul etmeye ve yöntemleri benimsemeye…-BM ġartı, dibace, 2.
Paragraf-), sosyal ilerlemenin hukuka uygun olarak gerçekleĢmesine saygı duymak (…
tüm halkların ekonomik ve sosyal bakımdan ilerlemesini kolaylaĢtırmak için uluslararası
kurumlardan yararlanma…-BM ġartı, dibace, 2. Paragraf-). Bu dört ilke Roosevelt‟in dört
özgürlüğünü temel edinmiĢtir: Korkudan korunma hakkı, yoksulluktan kurtulma hakkı,
ifade özgürlüğü, vicdan ve inanç özgürlüğü. Görüldüğü üzere, BM ġartı‟nın dibacesi ve
birinci bölümü uluslararası egemenliğin sınırlandırılması hususlarında açık bir biçimde
çerçeveyi çizmektedir.
BM ġartı‟nın dibace kısmında çizilen çerçeveye ilaveten yine dibace kısmının birinci
paragrafında “…büyük uluslarla küçük ulusların hak eĢitliğine…” ifadesi ile egemen
eĢitliğin muhtevasına dair ilk tanımın yapılması sonrası, egemen eĢitlik ilkesinin açıkça
zikredildiği BM ġartı md. 2/1‟e göre Örgüt üye devletlerin eĢitliği ve egemenliği ilkeleri
üzerine inĢa edilmektedir. Ancak md. 2/1‟de geçen egemen eĢitlik ilkesinde eĢitliğe daha
fazla vurgu söz konusu olduğu, ayrıca yalnızca egemen devletlerin bu eĢitliğe haiz olduğu

Ġtalik vurgular orijinal metinde bulunmamaktadır.
Bu vurgu BM ġartı‟nın Ġngilizce metninde daha belirgindir: “We the peoples of the United Nations
determined…”.
**
168
gibi bir anlam ihtiva ettiği de görülmektedir.606 Bununla birlikte md. 2/1‟den dört önemli
yorum daha çıkmaktadır: Öncelikle md. 2/1 BM‟nin ve üyelerinin devletlerin egemenliğini
ve eĢitliğini ġart‟ın ilkelerinin ilki olarak kabul ettiklerini göstermektedir. Ġkincisi, buna
bağlı olarak BM‟nin merkezinde yer aldığı örgütlü uluslararası toplumun hukuku ile
örgütsüz uluslararası toplumun örfi hukuku arasında fark olmadığı belirtilmektedir. Her iki
hukukta da baĢlangıç noktası egemenlik ilkesidir ve her iki sistemde de egemenlik ve
eĢitlik üzerinde gayri ihtiyari kısıtlamalar söz konusu olabilmektedir. Üçüncü bir yorum
olarak, ġart‟da BMGüK‟ün daimi üyelerine tanınan ayrıcalıklı haklar bağlamında egemen
eĢitlik statüsü hukukî bir karakter sunmakta olup, diğer bütün üyelerin daimi üyelere
tanınan ayrıcalıklı haklardan elde etmelerini ifade etmemektedir, yani siyasî eĢitsizliğin
kabulü söz konusu olmaktadır. Dördüncüsü ise, Schwarzenberger‟e göre BM ġartı md. 2/1
örgütsel bir ilke iken, md. 2/7 tamamlayıcı bir ilkedir. Bu sebeple md. 2/1 ile md. 2/7 bir
arada düĢünüldüğünde, md. 2/1 BM‟deki egemen eĢitlik algılamasını ifade etmekte iken,
md. 2/7 bu algının eylemdeki anlamını (bir nevi pratiğini) ifade etmektedir.607
BM ġartı‟nda md. 2/1‟de geçtiği haliyle egemenlik ve eĢitlik bir cümlecik halinde
birbirlerinden ayrılmayacak biçimde kullanılmıĢtır: Egemen eĢitlik. 2/1. maddede geçtiği
haliyle egemen eĢitlik kavramı egemenlik ve eĢitlik kavramlarının bir toplamı değil, bu iki
kavramdan farklı yeni anlam ifade etmektedir. Dünyada bütün devletlerin en üstün güce
(suprema potestas) sahip olmaları ve herhangi bir hiyerarĢik yapı içerisinde olmaması
nedeniyle uluslararası hukuk bütün devletlerin egemen eĢitliğini öne sürmektedir. Egemen
eĢitlik lafzındaki eĢitlik kavramının iki önemli özelliği egemenlik kavramı ile yakından
ilgilidir. Birincisi, devletlerin dokunulmazlıkları eĢitlik ilkesi kadar egemenlik ilkesine de
dayanmaktadır (par in parem non habet imperium). Ġkincisi ise, devletlerin yasal kurallarla
kendilerini sınırlandırmaları da bu iki ilkeye dayanmaktadır.608
BM ġartı‟nda md. 2/1 dıĢında md. 78‟de de ilkeye atıf yapılmaktadır: “BM üyeleri
arasındaki iliĢkiler egemen eĢitlik ilkesine dayalı olacağına göre, BM‟ye üye olan ülkelere
vesayet rejimi uygulanmayacaktır”. 78. maddenin yer aldığı BM ġartı‟nın Uluslararası
Vesayet Rejimi baĢlıklı XII. Bölümü Palau‟nun 1993‟de gerçekleĢtirdiği halkoylaması
606
Bleckmann, A. (1995). Article 2(1). Simma, B. (ed.). The Charter of the United Nations: A Commentary.
New York: Oxford University Press, 79.
607
Schwarzenberger, G. (1976). Schwarzenberger, International Law: As Applied by International Courts
and Tribunals: International Constitutional Law: Vol. III. London: Stevens&Sons Limited, 211-212.
608
Bleckmann, 1995, 87.
169
(plebisit) ile kendini yönetme kararı alması, bunun üzerine önce Vesayet Konseyi‟nin 25
Mayıs 1994 tarihli ve 2199 (LXI) sayılı kararı, ardından BMGüK‟nin 10 Kasım 1994
tarihli ve 956 sayılı kararı609 ile Palau‟nun bağımsız olması neticesinde Vesayet
Konseyi‟nin (vesayet rejiminin) 1 Kasım 1994‟te askıya alınması610 nedeniyle artık
iĢlevsel değildir. Bu sebeple XII. Bölümün gündem dıĢı olmasıyla egemen eĢitlik ilkesi
tartıĢılırken md. 78‟e pek atıf yapılmamaktadır. Ancak md. 78 egemen eĢitliğe açıkça
referans vermekte ve egemen eĢitliğin çerçevesini BM sistemi olarak sınırlandırmaktadır.
78. maddede devletler arasında ast-üst iliĢkisi kurulmaması gerektiği ifade
edilmektedir. Ayrıca bu maddeye göre BM sadece BM Sistemi için egemen eĢitlik ilkesini
savunmaktadır, aksi takdirde BM üyesi olmayan devletleri muhtemel vesayet rejimi
sebebiyle eĢit görmemektedir. BM‟ye dâhil olan ve olmayan ülkeler arasında ayrım
yapılıyor olsa da, dünya devletlerinin neredeyse tamamını kapsayan BM‟nin sadece kendi
üyeleri arasında eĢitliği sağlaması dahi, dünya genelinde egemen eĢitliğin tesisi anlamına
gelmektedir.
BM ġartı md. 4/1‟e göre BM ġartı‟nın yükümlülüklerini kabul eden ve bunları yerine
getirme konusunda yetenekli ve istekli oldukları BM tarafından kabul edilen bütün
barıĢsever devletler BM‟ye üye olabilmektedir. Böylece BM sistemin bekası için devletleri
barıĢçıl olmaya mecbur kılmakta, ardından üye olan devletler arasında ayrım
yapılmayacağını, bütün devletlerin egemen eĢit olduklarını md. 2/1 ve md. 78‟de açıkça
deklare etmektedir. 78. maddeye göre BM üyesi bağımsız ve egemen devletler birbirleriyle
eĢit olmaktadır.
BM ġartı md. 2/1 ve md. 78‟de açıkça zikredilen egemen eĢitlik, aynı zamanda
ġart‟ın dibacesinde, 2. maddenin neredeyse bütün maddelerinde ve diğer bazı maddelerde
zımnen de ifade edilmektedir. Egemen eĢitlik ilkesi BM ile 1945 sonrası yeni uluslararası
sistemin kurucu ilkesi haline gelmiĢ, teorik muhtevasına uygun kısmî uygulama alanları
bulmuĢ, BM ailesinin örgütlerinde, BM organlarında, BM ile alakalı veya diğer
uluslararası örgütlerce hazırlanan sözleĢmelerde yer bulmuĢtur. Dolayısıyla BM egemen
609
Ġnternet: Termination of the Status of Palau as a Trust Territory. (1994). S/RES/956,
http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/956(1994) adresinden 13 Kasım 2014‟de
alınmıĢtır.
610
Ġnternet: Trusteeship Council, http://www.un.org/en/mainbodies/trusteeship/ adresinden 13 Kasım
2014‟de alınmıĢtır.
170
eĢitliği meĢru kılmakta, kısmen de uygulanırlığını sağlamaktadır. Buna karĢılık olarak
egemen eĢitlik de BM‟yi uluslararası sistemin orte ve küçük güçleri/devletleri nezdinde
kabul edilebilir kılmakta, uluslararası sistemin bekasına katkıda bulunmaktadır. BM ile
egemen eĢitlik arasındaki bu iliĢkiye rağmen BM‟nin bizatihi kendisi de aynı zamanda
egemen eĢitliği zedeleyici unsurlar ihtiva etmektedir. BM ġartı md. 2/7, 23/1, 27/3, 106,
BMGüK‟ün yapısı ve karar alma süreci gibi anayasal, hukukî ve yapısal bir takım hususlar
egemen eĢitliğin BM‟de de ihlal edildiğini göstermektedir. Bu sebeplerle BM egemen
eĢitlik ilkesini hem yüceltmekte, hem de kısıtlamaktadır.
171
4. EGEMEN EġĠTLĠK ĠLKESĠNĠN REALĠST BOYUTU
4.1. EĢitsizliğin KurumsallaĢması ve MeĢruiyet Kazanması
Egemen eĢitliğe iliĢkin doktrinerlerin, uluslararası iliĢkiler, siyaset bilimi ve
uluslararası hukuk uzmanlarının çalıĢmalarına, uluslararası yargı ve hakemlik kurumlarının
kararlarına, bu kararlara Ģahsî veya karĢı görüĢleriyle katkı yapan hâkimlerin kararlarına,
uluslararası anayasal metinlere kadar zengin bir literatür mevcut olmasına rağmen, egemen
eĢitlik
ilkesi
teorik
muhtevasına
uygun
bir
Ģekilde
uluslararası
pratiklerde
uygulan(a)mamaktadır. Yani egemen eĢitliğin normatif boyutu ile realist boyutu
örtüĢmemektedir. Egemen eĢitliğin uluslararası pratikte uygulanmadığı ve ihlal edildiği
durumları ifade eden realist boyut kimi zaman siyasî kimi zaman ise hukukî kaynaklı
olabilmektedir.
Coğrafi, ekonomik, askerî, siyasî, demografik, etnik, kültürel vb. bütün
eĢitsizliklerine rağmen devletleri “hukukî zeminde dahi” eĢit farz etmek realist ve
pragmatist yaklaĢımla “inandırıcı” olmaktan uzak, hatta hakkaniyet ile uyuĢmayan bir
algıya neden olmaktadır. Birkaç bin nüfuslu San Marino, Bahama gibi ülkeler ile 1,5
milyarlık Çin; GSMH‟si 1,5 milyar dolar olan Cibuti ile 2 trilyon dolar olan Hindistan; 300
km²‟lik Maldivler ile 17.100.000 km²‟lik Rusya gibi aralarında önemli eĢitsizlikler bulunan
ülkeleri “hukuk” temelinde eĢit kabul etmek mümkün olsa da, uluslararası pratiklerde bu
hukukî eĢitliğin ihlal edildiği, bu ihlallerin siyasî eĢitsizliklere sebep olduğu, bu siyasî
eĢitsizliklerin de kimi uygulamalarla hukukî bir zemin kazandığı görülmektedir. Örneğin;
BM kurulurken ABD, Rusya, Çin, Ġngiltere ve Fransa‟nın BM‟nin en önemli karar alma
organı olan BMGüK‟de kendilerini “daimi üye” olarak tanımlamaları ve diğer devletlere
kabul ettirmeleri konjonktürel olarak siyasî, askerî ve ekonomik yönlerden üstün olmaları
ile mümkün olmuĢtur. Dolayısıyla diğer devletlere nazaran görece üstün konumda
olmalarından kaynaklanan siyasî eĢitsizlikleri egemen eĢitliğin ihlali anlamına gelecek
giriĢimlere sebebiyet vermektedir. Buna ilaveten BM ġartı md. 23/1‟de “daimi üyeliğin”
açıkça zikredilmesi ve tanınması, md. 27/3‟de daimi üyelere zımnen veto hakkı tanınması,
md. 106‟da yine daimi üyelere diğer bütün BM üyeleri adına hareket edebilme hakkı
tanınması ise bu siyasî eĢitsizliğin hukukî bir nitelik kazanmasına sebep olmakta, eĢitsizlik
meĢruiyet kazanmakta, hukukî bir zeminde tanımlanmaya çalıĢılan egemen eĢitlik ilkesinin
172
ihlali hukuken kurumsallaĢmaktadır. Bu eĢitsizlikler sadece BM‟de olmayıp, devletler
bazında AB, NATO, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlerde de anayasal
metinlerle hukukî bir nitelik kazanmakta ve kurumsallaĢmaktadır.
Egemen eĢitliğin ihlali ile ortaya çıkan eĢitsizlik siyasî bir görünüm arz etmektedir ve
bu siyasî eĢitsizlik halinin bir sarmal Ģeklinde devamlılık göstermesinde zaman içerisinde
kurumsallaĢması önemli olmaktadır. KurumsallaĢmak ile siyasî eĢitsizliğin hukukî
araçlarla meĢruiyet kazanması ifade edilmektedir. Bu kurumsallaĢma güçlü devletlerin
uluslararası kuruluĢlarda sahip oldukları ayrıcalıkların hukukî dayanaklarının olması,
uluslararası örgütlerin yapısında meydana gelen değiĢime bağlı olarak uluslararası
örgütlerin ulus-üstü bir statüye dönüĢmesi ve böylece devletlerin rızalarını da aĢan kararlar
alabilmesi, uluslararası örgütlerin kendi öz kaynaklarının olmaması sebebiyle güçlü
devletlere bağımlı olması, siyasî tarihteki hiyerarĢik devlet gruplarının ve oluĢumlarının
konferanslar, kongreler, deklarasyonlar, antlaĢmalar, rejimler ve örgütler aracılığıyla
tarihin her kesitinde ve uluslararası siyasette mevcut olması gibi durumları içermektedir.
KurumsallaĢan eĢitsizlikler zaman içerisinde derinleĢerek yerleĢmekte, böylece
egemen eĢitlik ihlallerini değiĢtirme ve bertaraf etme ihtimali neredeyse imkânsız hale
gelmektedir. Örneğin; Fransa BMGüK‟de daimi üye olarak kabul edilirken sahip olduğu
ayrıcalıklı konumuna günümüzde sahip olmasa da, bu kökleĢmiĢ konumu yeni devletlerin
BMGüK daimi üyesi olmasını engellemektedir. Fransa‟nın konjonktürel olarak görece
güçlü ve önemli (göz ardı edilemez) konumu sebebiyle elde etmiĢ olduğu BMGüK daimi
üyeliğini günümüzde hak eden baĢka devletler olmasına karĢılık, BMGüK daimi üye sayısı
değiĢmemekte, kurumsallaĢan ve derinleĢen eĢitsizlik devam etmektedir. BMGüK daimi
üyesi olmanın kriterinin ne olduğuna iliĢkin bir kural mevcut olmamakla birlikte, sistemi
kuran “kurucu babaların” inisiyatifiyle gerçekleĢtiği aĢikârdır. Yirmi birinci yüzyıl
itibariyle zamanın ruhuna uygun davranıldığında ekonomik, askerî ve siyasî bakımdan
Fransa‟dan çok daha ileri seviyede devletler mevcut olmasına karĢılık, Fransa‟nın daimi
üyeliğinin devam etmesi, eĢitsizliğin süreklilik kazanması ile kökleĢmesi, kurumsallaĢması
ve derinleĢmesine iyi bir örnek teĢkil etmektedir. Daimi üyelerin sahip oldukları ayrıcalıklı
konumları BMGüK‟de eĢitsizliği kurumsallaĢtırmakta, meĢruiyet kazandırmaktadır.
173
EĢitsizlik
uluslararası
örgütlerin
anayasal
metinlerinde,
kararlarında
ve
uygulamalarında hukukî çerçevede gerçekleĢtiği ölçüde meĢruiyet kazanmaktadır.
MeĢruiyet bir Ģeyin makul ve haklı gerekçelere dayanması, toplum tarafından kabul
edilmiĢ olan kurallara ve hukuka uygun olması611 anlamlarına gelmektedir. Bir Ģeyin
meĢru olduğuna dair oluĢan veya var olan toplumsal inanç ve rıza612 Ģeklinde
tanımlandığında eĢitsizliğin devletlerin rızaları ile hukukî çerçevede ihlal edilmesi, eĢitliği
uluslararası sistemde meĢrulaĢtırmaktadır. Bir mefhumun meĢruiyetini belirlerken üç kriter
önemli olmaktadır: Hukukî olmak, normatif kabullenme yani rıza, etik.613 Bu üç kriter
bağlamında eĢitsizlik BM ġartı md. 2/7, 23/1, 27/3, 106, IMF AntlaĢma Maddeleri md.
12/5/a, 12/5/b, IBRD AntlaĢma Maddeleri md. 5/3/a, BMDHS md. 91/1 vb. anayasal
metinlerde geçen ve egemen eĢitliğe aykırı uygulamaları anayasal ve hukukî bir zemine
kavuĢturan düzenlemelerle hukukî olmaktadır. Bu düzenlemelerin devletler tarafından
kabul edilmesi normatif bir kabullenme olup, eĢitsizliğin devletlerin rızaları ile
gerçekleĢtiğini göstermektedir. EĢitsizlik ile etik arasındaki iliĢki ise içsel olup, devletlerin
bu eĢitsizliği devletlerin siyasî güç, sistemin istikrarı ve güvenliği, ulusal çıkar ve menfaat
gibi unsurlar bağlamında kabullenmeleri Ģeklinde gerçekleĢmektedir. Dolayısıyla hukukî
bir zemine sahip, devletler tarafından rıza gösterilen, etik olarak da içselleĢtirilen eĢitsizlik,
özellikle uluslararası örgütler aracılığıyla kurumsallaĢmakta ve uluslararası bir meĢruiyet
elde etmektedir. Diğer taraftan meĢruiyetle ilgili en temel kriterin toplumsal kabul, rıza,
itaat, inanç olduğuna iliĢkin görüĢler de mevcuttur.614 Bu sebeple egemen eĢitliğin ihlali
anlamına gelen kimi uygulamaların devletlerin izni ve rızası dahilinde gerçekleĢmesi,
eĢitsizliği meĢru kılmaktadır.
Bu tezde meĢruiyetini elde etmiĢ olan eĢitsizliğin dört Ģekilde kurumsallaĢtığı
düĢünülmektedir. Öncelikle, tarihî bir geçmiĢi ve derinliği olan büyük güçler mefhumunun
yol açtığı hiyerarĢik yapılanmanın sebep olduğu siyasî eĢitsizliğin hem formal (Örneğin;
BMGüK) hem de informal (Örneğin; Soğuk SavaĢ sürecinde ABD liderliğindeki Batı
bloğu ve SSCB liderliğindeki Doğu bloğu) biçimde kurumsallaĢması söz konusu
olmaktadır. Ġnformal hiyerarĢik düzen zamanla formal hale gelmektedir. Ġkinci Dünya
611
Woolf, H.B. (1980). Legitimacy, legitimate. Webster’s New Collegiate Dictionary. Massachusetts: G&C
Merriam Company, 651.
612
Weber, M. (1978). Economy and Society: An Outline of Interpretive Sociology. California: California
University Press, 213.
613
Beetham, D. (1991). The Legitimation of Power. Macmillan: London, 15-24.
614
Bu görüĢlerin derlendiği bir çalıĢma için bakınız: Çelik, M. (2013). Avrupa Birliği‟nde yaĢanan meĢruiyet
krizi. Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 15(2), 154-157.
174
SavaĢı sonrası kurulan yeni uluslararası sistem ABD‟nin baĢını çektiği birkaç büyük güç
tarafından tasarlanmıĢtır. Bu tasarım etkisini BM baĢta olmak üzere, IMF, Dünya Bankası,
Dünya Ticaret Örgütü, NATO gibi 1945 sonrası uluslararası sistemi yöneten ve
yönlendiren kurumlarda görmek mümkündür. Bu uluslararası örgütlerin özellikle karar
alma organlarında büyük güçlerin ayrıcalığı söz konusu olmaktadır.
Devletler arasında eĢitsizlik birçok platformda söz konusu olmaktadır. Siyasî bir
nazariyeden Avrupa Uyumu (Viyana Sistemi) döneminde (1815-1914) Ġngiltere, Prusya,
Rusya, Avusturya ve Fransa‟ya, MC döneminde (1920-1939) ABD, Ġngiltere, Fransa,
Ġtalya ve Japonya‟ya, BM döneminde (1945-günümüz) ABD, Rusya, Çin, Ġngiltere ve
Fransa‟ya (daimi üyeler) tanınan ayrıcalıklar gibi oligarĢik ve hiyerarĢik yapılanmalar “güç
iliĢkilerinin” ne derece önemli olduğunu, uluslararası sistemin büyük güçler tarafından
tasarlandığını ve kurulan yeni sistemde birkaç büyük devlete ayrıcalıklar tanındığını
göstermektedir. Aynı zamanda güç iliĢkileriyle Ģekillenen uluslararası iliĢkilerde
devletlerin eĢitliğinin ne derece sembolik olduğunu göstermektedir.
EĢitsizliğin kurumsallaĢtığı ikinci bir husus ise, tarihî bir gerçeklik olan bu hiyerarĢik
yapılanmaların uluslararası örgütler aracılığıyla hukukî bir zemin elde etmesi, uluslararası
anayasal metinler ve kararlar ile kurumsallaĢması olmaktadır. Yukarıda üç örneğinden
bahsedilen pentarĢiler gibi hiyerarĢik yapılar devletlerin egemen eĢitliklerini ihlal eden
birincil unsurlar olmaktadır ve bu hiyerarĢik yapıların kurdukları uluslararası sistemin
kurumları da gerek uluslararası sistemin iĢlevsel olması, gerek sistemin güvenliğinin
sağlanması, gerekse kurucu büyük güçlerin menfaatlerinin korunması amacıyla bazı
eĢitsizlikleri hukukî zeminde yasalaĢtırıp onları kurumsallaĢtırmaktadır. HiyerarĢik
yapılanmalardaki büyük güçlerin diğer devletlerle görece eĢitsiz (üstün) konumda olmaları,
yapılan bazı yasal düzenlemeler ile hukukî bir üstünlük elde etmelerine neden
olabilmektedir.
Bu konuda en dikkat çeken örnek 1998‟de imzalanan Uluslararası Ceza Mahkemesi
Roma Statüsü‟ne (2002) BMGüK tarafından yapılan müdahalelerdir. BMGüK 2002 ve
2003 yıllarında Roma Statüsü md. 16‟ya* dayanarak UCM‟nin kovuĢturma veya
*
Roma Statüsü, md. 16: BMGüK‟nin BM ġartı VII. Bölümüne dayanarak aldığı karar dahilinde,
Mahkeme‟den talepte bulunmasının akabinde 12 ay süreyle, bu tüzüğe dayanarak hiçbir soruĢturma veya
175
soruĢturma yetkisini kısıtlayan iki karar almıĢtır. 12 Temmuz 2002 tarihli ve 1422 sayılı
BMGüK kararında Roma Statüsü‟ne taraf olmayan bir ülke vatandaĢının ve BM tarafından
kurulan veya yetkilendirilen bir operasyonda görev alan personelin eylem veya
ihmallerinden doğan bir durum ile ilgili olarak herhangi bir kovuĢturma veya soruĢturma
baĢlatılmaması talep edilmektedir.615 YaklaĢık bir yıl sonra, 12 Haziran 2003 tarihli ve
1487 sayılı kararında ise 1422 sayılı kararı Roma Statüsü md. 16‟nın tanıdığı hak ile
yenilemiĢtir.616
ABD Yugoslavya ve Ruanda savaĢları sonrasında kurulması düĢünülen UCM
SözleĢmesi‟ni ilk imzaya açıldığı dönem onaylamamıĢ, ardından B.Clinton döneminde 31
Aralık 2000‟de onaylamıĢ, ancak 6 Mayıs 2002‟de G.W.Bush döneminde eĢine pek
rastlanmayan bir Ģekilde BM Genel Sekreteri Kofi Annan‟a yazılan bir mektupla imzasını
geri çektiğini açıklamıĢtır. ABD DıĢiĢleri Bakanlığı Silah Kontrol ve Uluslararası Güvenlik
müsteĢarı John R.Bolton tarafından Kofi Annan‟a hitaben gönderilen mektupta; 17
Temmuz 1998‟de kabul edilen UCM Roma Statüsü‟yle ilgili olarak ABD‟nin antlaĢmaya
taraf olma niyetinin olmadığı; ABD‟nin 31 Aralık 2000‟de atmıĢ olduğu imza dolayısıyla
herhangi bir hukukî yükümlülüğünün de olmadığı; ABD‟nin bu “taraf olmama” niyetinin
UCM ile ilgili antlaĢma kayıtlarında belirtilmesi istenmiĢtir.617 ABD‟nin Roma Statüsü
tarafı olmaması sonrası Statü‟nün 16. maddesine dayanarak BMGüK‟deki etkinliği ile
1422 sayılı kararı (1487 sayılı kararla yinelenmiĢtir) aldırması üzerine ABD vatandaĢı
barıĢ gücü askerleri ve personeli geçici olarak UCM‟nin yargı yetkisi dıĢına çıkmıĢtır.
Elbette ki, BMGüK 1422 ve 1487 sayılı kararlarda “ABD askerleri” Ģeklinde bir atıf söz
konusu değildir. Ancak 2002 sonrası BM barıĢ gücü operasyonlarında en çok ABD
askerleri görev aldığı için, ABD siyasî üstünlüğünü kullanarak BMGüK‟de kendi
operasyonları lehine olacak Ģekilde 1422 ve 1487 sayılı kararları aldırmıĢtır. Bütün bu
süreç hukuka uygun iĢlemiĢtir. ABD‟nin önce Statü‟yü onaylamaması, ardından
dava açılamaz veya açılan bir davaya devam edilemez; talep, aynı koĢullar altında
yenilenebilir.
615
Ġnternet: United Nations peacekeeping. (2002).
S/RES/1422, 12
http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/1422(2002) adresinden
alınmıĢtır.
616
Ġnternet:
United
Nations
peacekeeping.
(2003).
S/RES/1487,
12
http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/1487(2003) adresinden
alınmıĢtır.
617
Ġnternet: International Criminal Court: Letter to UN Secretary of General Kofi
2009.state.gov/r/pa/prs/ps/2002/9968.htm adresinden 10 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
BMGüK tarafından
Temmuz 2002,
10 Mart 2014‟de
Haziran
2002,
10 Mart 2014‟de
Annan, http://2001-
176
onaylaması ve sonra bu onayını çekilerek, açıkça vazgeçerek geri çekmesi devletlerin tek
taraflı iĢlemleri bağlamında hukuka uygundur.618 Süreç hukuka uygun olsa da ABD siyasî
üstünlüğünü, dolayısıyla eĢitsizliğini kullanarak BMGüK‟ü harekete geçirerek kendisine
UCM Statüsü‟ne taraf devletlere (2015 yılı itibariyle 12 ülke) kıyasla bir eĢitsizlik
sağlamıĢtır. Dolayısıyla ABD‟nin UCM yargılamasının kapsamı dıĢına çıkması,
eĢitsizliğin kurumsallaĢmasına önemli bir örnek teĢkil etmektedir.
EĢitsizliğin kurumsallaĢması bahsinde üçüncü husus ise, uluslararası örgütlerde
yaĢanan yapısal değiĢiklikler sonrasında bu yapıların ulus-üstü ya da ulus-aĢan bir hale
gelmesi olmaktadır. Klasik uluslararası örgütlerde karar alma süreci ve hukuk yapım süreci
devletler tarafından gerçekleĢtirilmektedir. Dolayısıyla devletler rızaları dahilinde hareket
etmekte olup, egemenlik haklarını daha fazla bir Ģekilde uygulayabilmekte, bu bağlamda
egemen eĢitliğe daha uygun bir uygulama söz konusu olmaktadır. Ancak yirminci yüzyılın
sonları ile birlikte uluslararası örgütlerin yapısında ciddi değiĢiklikler yaĢanmaya
baĢlanmıĢtır. Karar alma süreci ve hukuk yapım süreci devletler yerine teknokratlar
tarafından alınmaya baĢlanmıĢ veya devletler temsilcilerinin yer almadığı karar alma
organının kararına uymak durumunda kalmıĢtır.619 Yeni uluslararası örgütler devletlerüstü
ve uluslarüstü Ģeklinde tanımlanmaktadır. Devletlerüstü örgütlerde devletler karar alma
sürecinde yer almamalarına veya kararda olumlu oy kullanmamalarına rağmen karar
uymak mecburiyetindedir; uluslarüstü örgütlerde ise devletlerüstü örgütlerin yetkilerine
ilaveten devletin vatandaĢlarını da bağlar nitelikte kararlar alınması söz konusu
olmaktadır.620
Uluslararası
örgütlerin
yapılarında
meydana
gelen
değiĢimlerin
eĢitsizliği
kurumsallaĢtırmasında örgütlerin otoritelerini meĢrulaĢtırma yöntemleri de önemli
olmaktadır. Klasik örgütlerde karar ama hükümetlerarası düzeyde her bir üye devletin
rızası ve iki düzeyli bir süreç Ģeklinde iĢlemektedir.621 Karar alma sürecinde devletler
temsilcileri aracılığıyla sürece dahil olmakta ve örgüt meĢruiyetini böyle sağlamaktadır.
Ancak uluslararası örgütler hükümetlerarası olmaktan çıkıp devletlerüstü veya ulusüstü bir
618
Vazgeçme üzerine yapılan tartıĢmalar hususunda kapsamlı bir çalıĢma için bakınz: Çağıran, M.E. (2005).
Uluslararası Hukukta Devletin Tek Taraflı İşlemleri. Ankara: Platin Yayınları, 242-277.
619
Dunoff, 2012, 101.
620
Çağıran, 2013, 113-114.
621
Scharpf, F.W. (2010). Community and Autonomy: Institutions, Policies and Legitimacy in Multilevel
Europe. Frankfurt: Campus Verlag, 201.
177
yapıya evrilmeye baĢlayınca, yani uluslararası örgütlerin otoritesi devletleri aĢan bir
Ģekilde artmaya baĢlayınca devletlerin rızası ilkesi zayıflamaya baĢlamıĢtır. DeğiĢim
sonrası ortaya çıkan bazı devletlerüstü veya uluslarüstü örgütler hükümetleri de aĢan
kararlar alabilmekte, önceliğini örgütün çıkarları olarak belirlemekte, devletlerim çıkarları
ikinci planda kalmaktadır.622
EĢitsizliğin kurumsallaĢmasında dördüncü husus ise, uluslararası örgütlerin kendi öz
kaynaklarına sahip olmayıp, devletlere bağımlı olmaları, bu sebeple de büyük devletlerin
yönlendirmelerine maruz kalmaları olmaktadır. Uluslararası örgütlerde devletlerin rızasını
da aĢan Ģekilde otorite kazanımları söz konusu olsa da, bu otoriteyi ve yaptırım gücünü
uygulayacak
otonom
gücünün/kapasitesinin
olmaması,
örgütün
ihtiyaç
duyduğu
kaynaklara sahip büyük güçlerin etkisi altına girmesine yol açmaktadır. Bu sebeplerle de
kim zaman uluslararası örgütler hukuka uygun olmayan, ancak kaynaklarından istifade
ettiği devletlerin çıkarları doğrultusunda hareket edebilmektedir. Bu da eĢitsizliğin
kurumsal düzeyde hukuken ihlaline sebep olmaktadır. Özellikle ekonomik ve askerî
kaynaklar bağlamında bu kaynaklara büyük ölçüde sahip olan devletler baĢta BM olmak
üzere uluslararası
örgütleri ve dolayısıyla
yönlendirmektedir.
Ziyadesiyle
BMGüK‟de
uluslararası
yaĢanan
bu
sistemi
durum
etkilemekte ve
BM
uzmanlık
kuruluĢlarında da (BM Ailesi) görülmektedir. 1945 sonrası uluslararası sistem birçok
yönüyle ABD ve ABD‟nin tesis ettiği Batı ideolojisinin güdümünde ĢekillenmiĢtir.
Uluslararası ekonomiyi yönlendiren ve kontrol eden yapılar arasında yer alan IMF‟de de
eĢitsizliğin kurumsallaĢtığı görülmektedir. En son Aralık 2010‟da güncellenen üye devlet
kotaları ve bu kotalar karĢılığında sahip olunan oy oranına göre ABD yüzde 16,74‟lük bir
oy hakkına sahiptir. Kararların yüzde 85 (IMF AntlaĢma Maddeleri, md. 3/2/c) ile alındığı
IMF‟de, bütün üye devletlerin onaylayıp, ABD‟nin tek baĢına onaylamadığı bir oylamada
toplam yüzde 83,26‟lik bir evet oyu anlamına gelmektedir ki, yüzde 85‟i geçmediği için
karar alınamayacaktır. Dolayısıyla hareket kabiliyeti fazlasıyla ABD‟nin kotasına bağlı
olan IMF, ABD‟nin çıkarları doğrultusunda politikalarını uygulamak mecburiyetinde
olmaktadır.
Dört ana kriter bağlamında eĢitsizliğin kurumsallaĢması hususunda ana parametre
güçlü devlet ya da devletlerin oluĢturduğu formal veya informal hiyerarĢik yapılar
622
Zürn, M. (2004). Global governance and legitimacy problems. Government and Opposition, 39(2), 286.
178
olmaktadır. Bu hiyerarĢik yapılar uluslararası örgütler ve diğer uluslararası kuruluĢlar
vasıtasıyla hukukî bir zemin elde etmekte, uluslararası örgütler ve dolayısıyla uluslararası
sistem güçlü devletlerin istedikleri Ģekilde yönlenmektedir. Sonuç olarak, uluslararası
örgütlerin egemen eĢitlik ilkesine etkisi örgütlerin kurumsal yapılarına göre değiĢmektedir.
Devletlerin hâlâ söz sahibi olduğu, rızanın önemli olduğu, çok yönlü yönetim mantığıyla
faaliyet gösteren klasik örgütlerde eĢitliğin sağlanması daha mümkün iken; kurumsal
otoritesi olup da bunu uygulayacak otonom gücü bulunmayan, büyük devletlerin tesiri
altındaki örgütlerde ise rıza yerine azınlığın üstünlüğü söz konusu olmakta, eĢitsizlik
kurumsallaĢmakta ve uluslararası sistemde meĢruiyet kazanmaktadır.
4.2. Söylemde AnarĢik, Pratikte HiyerarĢik Sistem: Büyük-Küçük Devlet
Ayrımı
Egemen eĢitlik ilkesine rağmen devletlerin hukukî parametre dıĢında eĢit olmadıkları
(ki hukukî eĢitlik de tartıĢılmaktadır) bir gerçektir. Bütün somut değerlere ve göstergelere
ilaveten, uluslararası prestij, uluslararası etki, uluslararası moral gibi soyut değerler
bağlamında da devletler eĢit değildir. Bu eĢitsizlik hali hukukî eĢitliğin tesisini de
güçleĢtirmektedir. Çünkü hukukî eĢitlik dahi çoğu zaman eĢitsizliğin kurumsallaĢmasını
engelleyememekte,
hatta
bazı
durumlarda
eĢitsizliğin
kurumsallaĢmasına
yol
açabilmektedir (Bakınız: Tezin “4.1. EĢitsizliğin KurumsallaĢması ve MeĢruiyeti” baĢlıklı
bölümü). Devletler arasında var olan bu eĢitsizlik devletlerin uluslararası sistemi etkileme
ve uluslararası sistemden etkilenme kabiliyetlerini de Ģekillendirmekte, bazı devletler
görece daha etkili olmakta iken, diğer bazıları görece etkisiz kalmaktadır. Görece etkili
olan devletler etki kapasitelerini artırdıkları ölçüde büyük veya güçlü devlet/güç olarak
uluslararası siyasette yer almaya baĢlamaktadır. Görece etkisiz olan devletler ise güçlü
devletin etkisi altında kalmakta, güçlü devletin Ģekillendirdiği uluslararası sistemde, adeta
kendisine biçilen role uygun bir Ģekilde zayıf ve güçsüz devlet olarak varlığını devam
ettirmektedir. Güçlü ve zayıf veya büyük ve küçük devlet yapılarının ortaya çıktığı
uluslararası sistemde ise büyük güçlerin öncülüğünde oluĢan hiyerarĢik yapılanmalar
kaçınılmaz olmaktadır. HiyerarĢik yapılanmalar devletlerin egemen eĢitliğine muğayir bir
yapıdır. HiyerarĢik yapıların zıddı ise çoğu kaynakta anarĢik olarak tanımlanmaktadır.
179
Bir ortodoksi olarak Westphalian egemenliğin bir yorumu olarak algılanan, ancak
içeriği Westphalian egemenlikten çok daha fazlasını kapsayan devletlerin egemen eĢitliği
ilkesi bütün devletlerin uluslararası hukuk önünde, uluslararası antlaĢmalara katılım ve bu
antlaĢmalardan doğan hak ve yükümlülüklerde, uluslararası yargılamalarda, uluslararası
örgütlerin karar alma süreçlerinde ve bu yapılardaki temsilde eĢit olmasını, hiçbir devletin
diğer(ler)inden üstün olmamasını ifade etmektedir. Bu haliyle devletlerin egemen eĢitliği
ilkesinin öngördüğü devletler sistemi, yani bütün devletlerin eĢit olduğu bir sistem,
Uluslararası ĠliĢkiler‟in en yerleĢik söylemlerinden birisi olan anarĢiye iĢaret etmektedir.
Ancak anarĢiyi devletlerin her halükarda eĢit olduğu bir sistem olarak tanımlamak da
yanlıĢtır. AnarĢi en yalın haliyle, devletlerin iç politikalarının aksine, uluslararası sistemde
herhangi bir merkezi otoritenin olmayıĢını ifade etmektedir. Bu otoritesiz toplumda ise
denge ve istikrar devletler arasındaki güç mücadeleleri ile sağlanmaktadır.
AnarĢi Uluslararası ĠliĢkiler‟deki önemli ortodoksilerin baĢında gelmektedir. Öyle ki,
anarĢi söylemi olmaksızın Uluslararası ĠliĢkiler‟in doktrine edilemeyeceğine iliĢkin önemli
bir kabul söz konusudur.623 Doktrinde genel kabul gören tanımıyla anarĢi, devletlerin
üzerinde onları yöneten ve yönlendiren, sorunları yönetip çözüm üreten, uluslararası
sistemin temel belirleyici ilkelerini belirleyen bir üst otoritenin olmaması halidir.624
Devletler ise bu anarĢik ortamda aralarında zayıf da olsa ortak menfaatlerle Ģekillenen,
ahlaki ve hukukî normlarla sınırlanan bir topluluk oluĢtururlar.625 AnarĢik toplulukta
herhangi bir üstün otoritenin mevcut olmaması, devletlerin Westphalian egemenlik
özelliklerine haiz, iç iĢlerinde yegâne otorite, dıĢ iĢlerinde ise bağımsız olduğu anlamına
gelmektedir. Bu yönüyle anarĢi Uluslararası ĠliĢkiler‟deki devletçi mantığın en güçlü
metaforlarından birisi olmaktadır.626 Hatta anarĢi devletler ne anlıyorsa odur627, yani
anarĢinin tanımını ve içeriğini bizzat devletler belirlemektedir. AnarĢik sistemde üstün bir
otoritenin olmaması devletler arasında güç ve varlık kazanımı üzerine bir çatıĢma halini de
623
Bull, H. (1966). Society and anarchy in international relations. Butterfield, H. ve Wight, M (eds.).
Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics. London: Allen and Unwin, 35;
Schmidt, 1998, 15; Yalvaç, F. (2011). Uluslararası ĠliĢkiler Kuramında AnarĢi Söylemi. Uluslararası
İlişkiler, 8(29), 72.
624
Griffiths, M. ve O‟Callaghan, T. (2006). International Relations: The Key Concepts. London: Routledge,
3.
625
Bull, 2002, 57.
626
Özlük, 2012, 110.
627
Wendt, A. (1992). Anarchy is what states make of it: The social construction of power politics.
International Organization, 36(2), 391-425.
180
beraberinde getirmektedir.628 Bu sebeple Waltz‟a göre anarĢi Ģiddeti de beraberinde
getirmektedir.629 Yine Waltz‟a göre teorik bağlamda uluslararası sistem genelinde otorite
kurmaya yetkin bir yapının olmaması, üst-alt iliĢkisinin de olmaması anlamına
gelmektedir. Devetlerin üstünlük bakımından eĢit olduğu böylesi bir sistem ise
anarĢiktir.630 AnarĢik yapı ise özellikle Amerian menĢeli teorik söylemlerde istikrarsızlık
Ģeklinde yorunlanmıĢ, istikrarın kurucu ötekisi olarak tanımlanmıĢtır.631
Devletlerin egemen eĢitliği ilkesinin uluslararası sistemde gerçekleĢebilmesi
Uluslararası ĠliĢkiler‟deki anarĢik sistemin var olması ile mümkündür. Ancak disiplindeki
“anarĢik sistem söylemine” karĢılık siyasî tarih hiyerarĢik yapılanmalarla doludur.
Genellikle anarĢi ve hiyerarĢi birbirine zıt iki siyasî söylem olarak kabul edilmektedir.632
Ancak Donnelly iki kavramı birbirinin zıddı olarak değerlendirmenin yanlıĢ olduğunu,
uluslararası pratiklerin “anarĢi içerisinde hiyerarĢi” gibi bir mefhuma iĢaret ettiğini,
uluslararası iliĢkilerde devletler arasında yatay bir iliĢki yerine, BMGüK ve Dünya Ticaret
Örgütü‟nde (DTÖ) görüldüğü üzere dikey bir iliĢkinin var olduğunu belirtmektedir.633
Donnelly‟nin tezine bakıldığında uluslararası sistemin söylemde anarĢik olup, informal
hiyerarĢik yapılanmaları da içerdiğini izah etmek için “anarĢi içerisinde hiyerarĢi” ifadesini
kullandığı görülmektedir.
Siyasî tarih Donnelly‟nin “anarĢi içerisinde hiyerarĢi” yorumunu haklı çıkarmaktadır.
Tarihin her kesitinde büyük ve güçlü devletler oluĢturdukları hiyerarĢik yapılarla sistemi
yönetmeye çalıĢmıĢtır. Modern uluslararası iliĢkileri de etkilemeleri bakımından, büyük
güçlerin uluslararası sistemin yapısını Ģekillendirdiği en önemli tarihi olayların baĢında
1815 Viyana, 1818 Aix la Chapelle, 1856 Paris, 1878 ve 1885 Berlin Kongreleri
gelmektedir. Bütün bu kongrelerde küçük devletler karar alma sürecine dahil edilmemiĢ,
büyük devletler küçük devletler adına da sistemi inĢa etmiĢtir. Westphalia da dahil olmak
üzere bütün bu kongrelerde büyük güçler Avrupa devletleri adına sistemin düzenleyici
unsuru olarak hareket etmiĢlerdir.634 Bütün bu kongrelerde büyük güçler her zaman
kendilerine karar alma sürecinde, temsil kabiliyetinde bir takım ayrıcalıklar sağlamıĢtır.
628
Gilpin, R. (1981). War and Change in World Politics. Cambridge: Cambridge University Press, 7.
Waltz, K. (1979). Theory of International Politics. Boston: McGraw Hill, 102.
630
Waltz, a.g.e., 88.
631
Okur, M.A. (2010). Emperyalizm, Hegemonya, İmparatorluk. Ankara: A Kitap, 216.
632
Waltz, a.g.e., 114-115.
633
Donnelly, 2006, 141-142.
634
Lawrence, 1900, 48. Paragraf.
629
181
Westphalia‟dan (1648) San Francisco‟ya (1945) kadar büyük güçlerin eĢitsizliğini
kurumsallaĢtıran ve meĢrulaĢtıran giriĢimleri söz konusu olmuĢtur.
HiyerarĢi Latince kökenli bir kavram olup kutsal kural (hieros+arkhes) anlamına
gelmektedir. Cassirer‟e göre hiyerarĢi kavramının ilk kullanımını Antik Yunan
düĢüncesinde geçen ve Dante tarafından Ġlahî Komedya eserinde yer verilen Cennet X
kısmında geçmektedir.635 Eserde Dionysos‟un meleklerin düzeninin hiyerarĢisini
incelediğinden bahsedilmektedir (Cennet X, 114).636 Cassirer buradan hareketle, Avrupa
özelinde, özellikle Westphalia‟ya kadar hiyerarĢik yapılanmalarda Ġlahî mesnedin önemli
olduğunu, bu yönüyle Kilise‟nin bütün imparatorlukların da üstünde bir konum elde
ettiğini, imparatorlukların da Kilise‟den almıĢ oldukları izin ile kendi hiyerarĢik
sistemlerini kurduklarını belirtmektedir.637 Bu sebeple Westphalia, genel kabul gördüğü
üzere, devletlerin eĢitliğini temin etmesi, Kilise‟nin otoritesini reddetmesi ve her devletin
egemenliğini veri kabul etmesi yönleriyle hiyerarĢik yapılanmaların sona ermesi ve anarĢik
bir uluslararası sistemin baĢlangıcı olarak kabul edilmektedir.638
Devletler arasında üstünlüğün olmadığı ve görece eĢitlik sağlanan anarĢide sistem
yatay iken, hiyerarĢide devletler arasındaki ast-üst iliĢkisi sebebiyle sistem dikeydir. Ana
hatlarıyla hiyerarĢi üst ve ona bağlı devletlerden müteĢekkil dikey iliĢkiler ağı barındıran
sistemleri ifade etmektedir. HiyerarĢik sistemlerde sistemin sorunlarını çözen, istikrarı
sağlayan devletler lider konuma yükselmektedir. Lake‟ye göre hiyerarĢiler otoriter
kurumlardır. Burada bir lider devlet yani büyük güç tarafından bilinçli bir Ģekilde
uygulanan siyasetler, buna karĢılık ast statüdeki devletlerin egemenliklerini ve
özgürlüklerini sınırlandırarak, karĢılığında kurulu düzen içerisinde rol elde etmeleri söz
konusu olmaktadır.639 Böylece üst ve ast devletlerin ortak bir davranıĢ kalıbı içerisinde
varlıkları devam ettirmeleri söz konusu olmaktadır. HiyerarĢiler küresel sorunlara karĢı
iĢlevsel ve amaçlı yapılar olarak kurgulanmaktdır.640 Ikenberry‟ye göre zayıf devletleri
hiyerarĢik yapıları kabul etmek durumunda bırakan gerekçeler güvenlik ve sistemin
635
Cassirer, 1946, 131.
Dante. A. (1998). İlahî Komedya. (Çev. R. Teksoy). Ġstanbul: Oğlak Yayıncılık, 621.
637
Cassirer, 1946, 135.
638
Larkins, J. (2010). From Hierarchy to Anarchy: Territory and politics Before Westphalia. New York:
Palgrave Macmillan, 3-7.
639
Lake, D.A. (2007). Escape from the state of nature: Authority and hierarchy in world politics.
International Security, 32(1), 54.
640
Lake, D.A. (2009). Hierarchy in International Relations. Ithaca: Cornell University Press, 32.
636
182
istikrarı olmaktadır.641 Bukovansky de hiyerarĢiyi devletler arasındaki bir pazarlık
mekanizmasına benzetmektedir. Bu pazarlıkta takas bir takım devletin özgürlüklerini ve
imkanlarını vermesi, diğerinin ise sistemi kurgulayıp devamlı kılması Ģeklinde olmaktadır.
Bukovansky‟ye göre hiyerarĢiler küresel sorunlarla mücadelde uluslararası düzenin
sağlanabilmesi için kurulmaktadır ve kaçınılmazdır.642 Bu yönüyle hiyerarĢiler büyük ve
küçük devletler arasında benzer değerler ve çıkarlar çerçevesinde oluĢturulan meĢru
düzenlerdir, amaçları olan yapılardır, menfaat odaklı ve karĢılıklı değerlerin ve
kapasitelerin takas edildiği sistemlerdir.
Uluslararası siyasetteki hiyerarĢik yapılanmaların sebebine iliĢkin iki ana unsurdan
bahsetmek mümkündür. Birincisi siyasî tarihin sunduğu bir gerçek olarak hiyerarĢik
yapılanmalar tarihin her döneminde formal ya da informal biçimde var olmuĢtur.643
Ġkincisi ise, devletlerin somut (ekonomik, askerî, yeraltı ve yerüstü kaynaklar, nüfus vs.) ve
soyut (siyasî güç, moral, ulusal birlik inancı vs.) kapasiteleri arasındaki farklılık ve bu
kapasiteleri kulanabilme kabiliyeti hiyerarĢik yapılanmalara sebep olmaktadır. Örneğin;
OPEC üyesi devletler petrol ve doğal gaz rezervleri ile hiyerarĢik yapılanmada üst sıralara
tırmanmaya çalıĢırken, Çin ve Hindistan demografik büyüklüklerini hiyerarĢik
yapılanmada kendi lehine kullanmakta, toprak büyüklüğü ve nüfus bakımından dünya
devletleri sıralamasında alt basamaklarda yer alan Ġsviçre ekonomik kapasitesi ile
hiyerarĢide üst sıralara tırmanmaya çalıĢmaktadır. Dolayısıyla devletler sahip oldukları
kaynaklar ve bu kaynakları kullanma kapasitelerine bağlı olarak diğer devletlerden
farklılaĢmakta, görece güçlü devlet olmaktadır. Örneğin; Nijerya günlük 2,4 milyon
varillik petrol üretimi ile dünya sıralamasında 12. olmasına 644 ve 180 milyonluk nüfusuna
rağmen dünya siyasetini yönlendirebilecek siyasî güce sahip değildir. Dolayısıyla
kaynaklara sahip olmak tek baĢına hiyerarĢik yapılanmada üst sıralarda yer almaya
yetmemektedir. Bu kaynakları kullanma kapasitesi önemli olmaktadır. Bu kapasite
devletleri büyük güç ya da zayıf devlet yapmaktadır.
641
Ikenberry, G.J. (2011). Liberal Leviathan: The Origins, Crisis, and Transformation of the American
World Order. Princeton: Princeton University Press, 5.
642
Bukovansky, M., Clark, I., Eckersley, R., Price, R.M., Reus-Smit, C., Wheeler, N.J. (2012). Special
Responsibilities: Global Problems and American Power. Cambridge: Cambridge University Press, 6.
643
Hurrell, A. (2003). Order and justice in international relations: What is at stake?. Foot, R. vd. (eds.).
Order and Justice in International Relations. Oxford: Oxford University Press, 34.
644
Ġnternet:
Total
petroleum
and
other
liquids
productions-2014,
http://www.eia.gov/beta/international/?fips=sa#pet adresinden 17 Nisan 2014‟te alınmıĢtır.
183
Devletlerin büyük ve zayıf Ģeklinde kaba bir ayrıma tabi tutulabilir olması, devletler
arasında eĢit olmayan bir iliĢkiye de iĢaret etmektedir. Uluslararası sistemde sonuca
ulaĢabilme ve siyasetlerini tamamlayabilme gücüne muktedir devletlerin sayısı oldukça
azdır.
Westphalia‟dan
günümüze
değin
halef-selef
illiyeti
de
göz
önünde
bulundurulduğunda Waltz‟a göre sadece sekiz devletin tarihî seyir içerisinde barıĢçıl
yollarla veya üstünlük kurarak bu güce sahip olduğu görülmektedir.645 Literatürde büyük
devlet, büyük güç, süper güç Ģeklinde adlandırılan bu devletler uluslararası sistemin
kurallarını belirlemekte, sistemi kendi çıkarları veya uygun gördükleri dengeler
çerçevesinde Ģekillendirmektedir.646 Genel hatlarıyla varlığı kabul edilen büyük güçleri
tanımlarken kullanılan parametreler ise konjonktürel değiĢikliklere uğramaktadır. Bu
parametreleri belirlemek amacıyla literatürde referans olarak kabul edilen beĢ tarihçi ve
siyaset bilimcinin görüĢlerine değinmek gerekmektedir.
Paul Kennedy diğer bütün uluslara karĢı kendisini yükseltebilen, değerli kılan ve bu
yönüyle diğerlerinden farklılaĢabilen devleti büyük güç olarak tanımlamaktadır.647
Kennedy Büyük Güçlerin YükseliĢ ve ÇöküĢleri isimli eserinde büyük güçlerin
uluslararası sistemde beĢ yüz yıllık dönem içerisinde yükseliĢlerini ve çöküĢlerini
inceleyerek ana hatları ile uluslararası sistemde meydana gelen ekonomik ve teknolojik
geliĢmelerin toplumsal yapıları, siyasî sistemleri, askerî güçleri ve tek tek devletlerin ve
imparatorlukların konumlarını etkilediğini, değiĢtirdiğini; buna bağlı olarak da
konjonktürel olarak büyük güçlerin ortaya çıkıp, ardından çöktüğünü anlatmaktadır. Bu
konjonktürel değiĢimde, örneğin 1890-1938 yılları arasında Avusturya-Macaristan, Fransa,
Almanya, Büyük Britanya, Ġtalya, Japonya, Rusya ve ABD‟nin büyük güç olarak tarih
sahnesine çıkıp, büyük güç olma konumlarının zaman içerisinde ortadan kalktığını
belirtmektedir. Ancak Kennedy kitabının muhtelif yerlerinde tekrar ve tekrar vurgu
yaparak büyük güçlerin hepsini aynı kriterlerle tanımlamaktan ısrarla kaçınmaktadır.
1892‟de Avrupa‟nın büyük güçlerinin ABD‟deki temsilcilerini büyükelçi statüsüne
çıkarması ile ABD‟nin büyük güç olmaya baĢladığını, 1914‟te ise tam anlamıyla büyük
güç olduğunu belirtmektedir.648 Rusya‟nın her ne kadar daha öncesi olsa da gerçek
645
Waltz, 1979, 131.
Gilpin, 1981, 30.
647
Kennedy, P. (1987). The Rise and Fall of the Great Powers: Economic Change and Military Conflict
From 1500 to 2000. New York: Random House, 539.
648
Kennedy, a.g.e., 194.
646
184
anlamda Birinci Dünya SavaĢı ile büyük güç olduğunu düĢünmektedir. Ancak Ģunu da
belirtmektedir ki, Birinci Dünya SavaĢı Rusya‟yı diğer büyük güçlerden daha fazla
zayıflatmıĢtır. Fransa‟nın Birinci ve Ġkinci Dünya SavaĢı‟nda en fazla zarara uğrayan
devletlerden birisi olmasına rağmen ve hatta 1815 Viyana düzenlemelerinde ve sonrasında
Avrupa‟yı ve devletler arası sistemi yeniden kurgulayan bütün konferanslarda baĢat
aktörlerden birisi olması hasebiyle büyük güç olarak kabul etmektedir. 649 Ġtalya‟nın ise
Birinci ve Ġkinci Dünya savaĢında ittifaklar sisteminde diğer büyük güçlerle birlikte
kendine yer bulabilmesi bakımından büyük güç sayılabileceğini ifade etmektedir.650
Özetle, ABD Birinci Dünya SavaĢı‟ndaki dinamik askerî ve ekonomik gücü ile, Rusya
askerî gücü ile, Fransa diplomatik ehliyeti ile, Ġtalya ise ittifak becerisi ile büyük güç
olmuĢtur. Dolayısıyla büyük güç olarak betimlenme kriterleri farklı olmaktadır.
Kennedy‟nin en son büyük güç listesi BMGüK daimi üyeleri olan ABD, Rusya, Çin,
Ġngiltere ve Fransa Ģeklinde olmuĢtur.651 Burada da güç politikasını büyük güç kriteri
olarak tercih ettiği görülmektedir. AET‟yi de büyüklüğü, refah düzeyi ve üretim kapasitesi
ile bir büyük güç olarak kabul etmektedir.652
Kennedy gibi tarihî analizler ile büyük güçleri tanımlamaya çalıĢan Morgenthau
devletlerin sahip olduğu materyal unsurların önemli olduğunu, ancak kümülatif toplam
yerine bu unsurları yönetme becerisinin daha önemli olduğunu, ayrıca materyal kapasitenin
endüstriyel beceri bakımından ehil olan devletleri büyük güç yapacağını belirtmektedir.653
Ayrıca Soğuk SavaĢ döneminin de etkisi ile Morgenthau nükleer güce, nükleer silaha ve
ikinci vuruĢ kabiliyetine sahip olmayı bir devleti diğerlerine göre süper güç yapacağını da
belirtmektedir.654 Bunlarla birlikte Morgenthau‟nun büyük güç formülü özetle Ģöyledir:
Endüstriyel güç askerî gücün, askerî güç ise ulusal gücün temelidir. Ulusal gücün diğer
önemli dinamikleri ise teknolojik veya ekonomik kapasite ile sosyal veya siyasî kapasite
olmaktadır.
Waltz ise büyük güçlere sistem düzeyinde yaklaĢmaktadır. Waltz‟a göre uluslararası
sistemde büyük güçler diğer devletlerden fark edilir bir biçimde öne çıkmakta ve ancak
649
Kennedy, a.g.e., 218 ve 224.
Kennedy, a.g.e., 205.
651
Kennedy, a.g.e., 395.
652
Kennedy, a.g.e., 472.
653
Morgenthau, 1948a, 125.
654
Morgenthau, a.g.e., 126.
650
185
birkaç büyük gücün mevcut olabileceğini savunmaktadır.655 Bir devletin büyük güç
olabilmesinin ise nüfus ve toprak büyüklüğü, sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynakları,
askerî ve ekonomik kapasitesi, siyasî istikrar ve yetkinliği gibi unsurlarını kullanabilme
kapasitesine bağlı olduğunu belirtmektedir.656
Martin Wight büyük güçleri tanımlamanın tarihî olarak kolay olduğunu, büyük
güçlerin tarihî süreçte zaten kendiliğinden kabul edilen bir Ģekilde oluĢtuğunu
belirtmektedir.657 Büyük güçleri var eden unsurları ise nüfus, stratejik konum, coğrafi
büyüklük, ekonomik kaynaklar ve endüstriyel üretim gibi ana faktörler ile yönetimsel ve
finansal etkinlik, eğitim ve teknoloji becerileri gibi düĢük profilli faktörler Ģeklinde
sıralamaktadır.658
Son olarak Singer büyük güç tahsisinde altı önemli gösterge olduğunu ifade
etmektedir: Nüfus büyüklüğü, kentsel nüfus, askerî harcamalar, askerî personel, enerji
tüketimi ve demir/çelik üretimi. Demografik, askerî ve ekonomik Ģeklinde özetlenebilecek
bu göstergelerin bir devletin ulusal gücünün bileĢenleri olduğunu ve ABD‟nin bu
göstergeler ıĢığında 1898‟de, Japonya‟nın ise 1895‟de büyük güç olduğunu belirtmektedir.
Bununla birlikte bu göstergeler ıĢığında Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası dönemde Fransa ve
Ġngiltere‟nin büyük güç olurken, Japonya ve Almanya‟nn büyük güç olmadıklarını da
belirtmektedir.659
Sonuç itibariyle büyük güç ve büyük güçlerin oluĢturduğu hiyerarĢik düzenler
konjonktürel bir vakadır. Bütün büyük güçleri tanımlamak için kullanılabilecek genel
kriterlerde farklı değerlendirmeler söz konusu olsa da genel olarak askerî ve ekonomik
kapasite, kaynaklarını kullanma kapasitesi ve ehliyeti ile konjonktür bir devletin büyük güç
olabilmesi hususunda en önemli kriterler olarak belirlenebilir.
Küçük ya da zayıf devletler ise büyük güçler dıĢında kalan devletlerin çoğunu
kapsamaktadır. Ancak büyük ve küçük tasnifinin yetersiz olduğu, her iki sınıfa da
uymayan devletlerin de varlığı sebebiyle literatürde süper güç, büyük güç, orta güç, zayıf
655
Waltz, 1979, 131.
Waltz, a.g.e., 131.
657
Wight, M. (1978). Power Politics. London: Royal Institute of International Affairs, 41.
658
Wight, a.g.e., 26.
659
Gibbs, B.H., Singer, J.D. (1993). Empirical Knowledge on World Politics: A Summary of Quantitative
Research: 1970-1991. Westport: Greenwood Press, 87.
656
186
devlet, mini devlet660 gibi tasnifler de yapılmaktadır. Burada orta güç, bir büyük güç olmak
için gereken kapasiteye ve güce sahip olmayan, ancak zayıf devletlerden daha etkili ve
kendi bölgesinde önemli bir konuma sahip devletler için kullanılırken; mini devlet, zayıf
devletin de bir alt kategorisinde yer alıp, varlığını dahi sürdürmekte zorlanan devletler için
kullanılmaktadır.661
Zayıf devletleri belirlerken standardı sağlamak adına bazı öneriler olmuĢtur. Zayıf
devletlerin tespitinde nüfus önemli bir gösterge olarak düĢünülmüĢ ve 10 milyon662, 20
milyon663 gibi bazı üst sınırlar belirlenmiĢtir. Ancak nüfusun büyük güç olma hususunda
önemli bir faktör olmasına karĢılık, tek baĢına bir devletin güçlü veya zayıf olarak
nitelenmesinde rol oynaması pek makul görünmemektedir. Nüfus dıĢında bazı
çalıĢmalarda ise milli gelir de gösterge olarak kullanılmıĢtır. Vellut‟a nüfusla birlikte milli
geliri de parametre olarak kullanmıĢ ve üç farklı küçük devlet formundan bahsetmiĢtir:
Nüfusu 10-50 milyon aralığında ve/veya milli geliri 2-10 milyar dolar olan küçük
devletler; nüfusu 5-10 milyon aralığında ve/veya milli geliri 1-2 milyar dolar olan küçük
devletler; nüfusu 5 milyondan az ve/veya milli geliri 1 milyar dolardan az olan küçük
devletler.664 Bir diğer gösterge ise askerî kapasitedir. Askerî kapasitede genellikle asker
sayısı ve silah miktarı gibi rakamsal değerler yerine silahların nitelikleri (nükleer silah
vb.), kendi güvenliğini sağlayabilecek kabiliyete sahip olması gibi kriterler dikkate
alınmaktadır. Hatta büyük devletler kolektif güvenliği üreten, zayıf devletler ise tüketen
devletler olarak da tanımlanmaktadır.665
Nüfus, ekonomi, askerî kapasite gibi göstergelerle devletlerin büyüklüğünü veya
küçüklüğünü belirlemek görecelidir. Çünkü toprak büyüklüğü veya nüfusu büyük olup
uluslararası siyasette daha küçük bir toprak parçasına ve daha az nüfusa sahip ülkelere
nispetle uluslararası siyasete tesiri daha az olan onlarca devlet mevcuttur. Benzer Ģekilde
askerî kapasitesi konvansiyonel silahlar bakımından rakamsal değerlerle yüksek gibi
görünen devletler, rakamsal değeri az ancak modern silahlarla donatılmıĢ devletler
660
Handel, M. (1990). Weak States in the International System. London: Frank Cass, 10.
Handel, a.g.e., 24 ve 47.
662
Kuznets, S. (1960). Economic growth of small nations. E.A.G. Robinson (ed.). Economic Consequences
of the Size of Nations. New York: St. Martins Press, 14.
663
Marriott, J.A.R. (1943). Federalism and the Problem of Small State. London: Allen and Unwin, 62.
664
Vellut, J.L. (1967).Smaller states and the problem of war and peace: Some consequences of the
emergence of smaller states in Africa. Journal on Peace Research, 4(3), 254.
665
Vanderbosch, A. (1964). The small states in international politics and organization. The Journal of
Politics, 26, 301.
661
187
karĢısında etki bakımından zayıf kalabilmektedir. Dolayısıyla büyük-küçük devletleri
tanımlarken en makul gösterge güç siyasetidir. Devletlerin uluslararası siyaseti etkileme
kabiliyeti olan güç siyaseti bağlamında zayıf devlet siyasî çıkarlarını tek baĢına
gerçekleĢtirmekten yoksun devlettir.666 Buna karĢılık büyük devlet sistemi doğrudan
etkileyen, çoğu zamanda belirleyen devlettir. Bu sebeplerle büyük ve küçük devletler
arasındaki iliĢkide büyük devletin lehine bir hiyerarĢik düzen kaçınılmaz olmaktadır.
Bu tarz hiyerarĢik yapılarda egemen eĢitlik ilkesi küçük devletler için uluslararası
sistemde var olabilme ve varlıklarını devam ettirebilme imkanı sağlaması bakımından
hayati nitelik taĢımaktadır. Bu ilkenin olmadığı, ihlal edildiği bir uluslararası sistemde ise
küçük devletler beĢ senaryo/siyaset sayesinde varlıklarını devam ettirebilmektedir.667 Bir,
Vatikan Devleti örneğinde, askerî, coğrafî ve nüfus vb. parametreler bakımından küçük
olan devletler uluslararası Aristokrasi için önemli olduğu sürece sistemde varlığını devam
ettirmektedir. Ġki, küçük devletler büyük güçlerin oluĢturdukları uluslararası oligarĢinin
menfaatine oldukları sürece sistemde varlıklarını devam ettirmektedir. Bu hususta
Ġsviçre‟nin tarafsızlığı örnek olarak gösterilebilir. Ġsviçre‟nin tarafsızlığı 1516 yılında
Fransa ile imzaladığı ittifak antlaĢmasının zaman içerisinde birkaç kez yenilenmesi üzerine
Fransa‟nın garantörlüğünde baĢlamıĢ bir süreç olup668, Viyana Kongresi esnasında 20 Mart
1815‟de kabul edilen ve Kongre‟nin sona erdiği 9 Haziran 1815‟de açıklanan deklarasyon
ile uluslararası sistem ölçeğinde de deklare edilmiĢtir.669 Napolyon SavaĢları sonrası yeni
bir düzen inĢa etme giriĢimi olana Viyana Kongresi‟nde dönemin büyük güçleri gerek
coğrafyasının askerî hareketleri kontrol etmeye elveriĢli olmaması, gerek coğrafi konumu
gereği dört büyük gücün de birleĢme noktasında olması sebebiyle Ġsviçre‟nin herhangi bir
güç mücadelesine sebep olmaması ve tarafsız kalmasını sistemin devamlılığı için elzem
görmüĢlerdir. Bu sebeple Avusturya-Macaristan, Fransa, Ġtalya ve Almanya ile Kıta
Avrupası ıĢından dengeleyici bir güç olarak Ġngiltere Ġsviçre‟nin tarafsız kalmasına karar
vermiĢtir.
666
Aron, Peace and War, 83.
Schwarzenberger, G. (1964). Power Politics: A Study of World Society. (3. Baskı). London:
Stevens&Sons Limited, 110-120.
668
Sherman, G.E. (1918). The Neutrality of Switzerland. The American Journal of International Law, 12(2),
241-242.
669
Sherman, a.g.m., 247.
667
188
Üç, Polonya‟nın iki dünya savaĢı arası dönemde ve Ġkinci Dünya SavaĢı esnasında
önce varlığını devam ettirmesi, ardından ikiye bölünmesi örneğinde olduğu üzere, küçük
devletler komĢusu olan bir veya birden fazla büyük gücün menfaatine oldukları sürece
varlıklarını devam ettirmektedir. Dört, küçük devletler uluslararası kamuoyunda oluĢmuĢ
olan sempati veya olumlu algılar sebebiyle de varlıklarını devam ettirirler. Avrupa
medeniyetinin kökenlerini Antik Yunan‟a atfetmesi sebebiyle Yunanistan her daim Avrupa
Birliği ve Avrupa‟nın önde gelen büyük devletleri tarafından desteklenmektedir. BeĢinci
siyaset ise, kendisine dayatılan diğer dört senaryodan farklı olarak küçük devletin kendi
giriĢimleri ve siyaset kapasitesiyle gerçekleĢtirdiği ittifaklar sistemi veya BM gibi kolektif
sistemlere entegre olabilme kabiliyeti ölçüsünde varlıklarını devam ettirmesidir.670
Görüldüğü üzere, büyük ve zayıf devletler arasındaki iliĢki genellikle her iki tarafın
birbirlerine olan menfaatleri bağlamında Ģekillenmektedir. Ġki tarafın menfaatleri üst
seviyede ise iliĢki eĢite yakın bir ittifak Ģeklinde ve karĢılıklı kazanımlar çerçevesinde
olmakta iken, karĢılıklı menfaatler azaldıkça iliĢkideki eĢitsizlik büyük güç lehine
bozulmakta ve büyük gücün daha baskın olduğu, zayıf devletin ise de facto uydu devlet
benzeri bir yapıya dönüĢtüğü bir iliĢkiye dönüĢmektedir.671 Sonuç itibarıyla, zayıf devletler
uluslararası siyasette genellikle çıkarlarını ve siyasetlerini dar kapsamda komĢuları ile
sınırlamayı tercih etmekte, uluslararası siyasetin seyrini ya hiç etkilememekte ya da çok az
etkilemekte, dıĢ politikasında pasif veya tepkisel olmakta, bütün bu sebeplerle de
uluslararası hukuka ve örgütlere oldukça fazla önem vermektedir. Dolayısıyla büyük
güçlerle dahi eĢit hukukî statü, uluslararası örgütlerde eĢit temsil gibi eĢitlikleri içeren
egemen eĢitlik ilkesi küçük ya da zayıf devletler tarafından ısrarla savunulmaktadır.
Kooijmans‟a göre zayıf devletlerin egemen eĢitliği savunma nedenleri tek baĢlarına
etki edemedikleri uluslararası sisteme katkı sağlamak, sistemi etkilemek ve sistemde var
olmak ile eĢitlik sayesinde bağımsızlıklarının önünde engel teĢkil eden kimi siyasî ve hatta
hukukî kuralları engellemelerine imkan sağlamaktır.672 Bu yönüyle egemen eĢitlik zayıf
devletler için bir araç olmaktadır.673 Bununla birlikte, büyük ve küçük devletler arasında
var olan eĢitsiz statü ve hegemonik yapılanmalar Dickinson‟a göre egemen eĢitlik ilkesini
670
Schwarzenberger, 1946, 117-120.
Handel, 134.
672
Kooijmans, 1964, 3-4.
673
Kokott, 2011, 3, 11. Paragraf.
671
189
tamamen ortadan kaldırmamakta ve yok saymamaktadır. Büyük devletlerin eĢitlik ilkesine
uymayan, eĢitlik ilkesini ihlal eden bazı uygulamaları eĢitlik ilkesinin uygulanmasını
zorlaĢtırmakta olsa da onu ortadan kaldırmamaktadır.674 Diğer taraftan egemen eĢitlik
ilkesinin
büyük
güçlerin
giriĢimleri
ile
uluslararası
sisteme
yerleĢtirildiği
de
unutulmamalıdır. Büyük güçlerin ulusal çıkarlarıyla uyuĢmayan veya zararlarına olacak
durumlarda egemen eĢitlik ilkesini ihlal etmeye hem daha yatkın, hem de kapasite olarak
müsait olmalarına rağmen, egemen eĢitlik ilkesi büyük güçlerin güçlerini yanlıĢ
kullanılmasından ve suistimal edilmesinden kaynaklanacak tehlikeleri önlemesi yönüyle ve
kurmuĢ oldukları uluslararası sisteme zayıf devletlerin kendi rızaları ile dahil olmasını ve
sisteme meĢruiyet kazandırmasını sağlaması bakımından önemli olmaktadır.
Büyük güçlerin zayıf devletlerle eĢitliği kabul etmesini eleĢtiren görüĢler de
mevcuttur. Lorimer devletlerin hiçbir parametre dahilinde eĢit olmamalarını gerekçe
göstererek devletlerin eĢit olarak kabul edilemeyeceklerini belirtmektedir.675 Savını
destekler nitelikte Lorimer devletler arası iliĢkileri üç teori ile izah etmektedir: Evrensel
monarĢi, oligarĢik teori ve eĢitlik teorisi. Lorimer‟e göre üçüncüsünü en asılsız ve
mesnetsiz teori olmaktadır. Ġlk ikisinin tarihte örneklerinin mevcut olduğunu, üçüncüsünün
ise hiç gerçekleĢmediğini ve gerçekleĢme imkanınında olmadığını, çünkü gerçekle
örtüĢmeyen hayali bir içeriğinin olduğunu savunan Lorimer, buna sebep olarak eĢitliği
hukukî zeminde savunmanın yanlıĢ olduğunu, bunun sadece gerçekle yüzleĢmekten bir
kaçıĢ olduğunu düĢünmektedir. Lorimer‟e göre on bin nüfuslu bir devlet ile on milyon
nüfuslu bir devlet, veya Ġngiltere‟nin yarısı kadar bir devletle neredeyse bir kıta
büyüklüğünde bir devlet asla eĢit addedilmemelidir.676
EleĢtirileri sonrasında Lorimer devletlerin büyüklükleri ölçüsünde bir kıyaslamanın
doğru olduğunu savunmakta ve böylesi bir kıyaslamanın yapılabilmesi için de dört
kriterden bahsetmektedir. Lorimer‟e göre bu dört değer devletlerin göreceli (rölatif)
değerini belirleyecektir: Devletin toprak büyüklüğü ya da sahip olduğu materyallerin
(varlıkların) niceliği; devletin sahip olduğu varlıkların muhtevası ve niteliği; devletin
yapısı ya da varlıklarının bileĢenleri; devletin hükümeti ya da varlıklarını harekete
674
Dickinson, 1920, 118-119.
Lorimer, J. (1885). The Institutions of the Law of Nations: Vol. II. Edinburg: William Blackwood and
Sons, 260. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin edilmiĢtir).
676
Lorimer, J. (1883). The Institutes of the Law of Nations: Vol. I. London: Willian Blackwood and Sons,
170-171. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin edilmiĢtir).
675
190
geçirebilme kapasitesi.677 Birincisiyle devletlerin toprak geniĢlikleri, nüfusları, gelirleri
gibi maddi varlıkları; ikincisiyle refah düzeyi, moral ve entelektüel birikimi; üçüncüsüyle
üniter, federal, konfedral devlet yapısı (yazar basit ve bileĢik devlet olarak bahsetmiĢ);
dördüncüsüyle anayasal monarĢi, anayasal cumhuriyet, anayasal devlet, anayasal olmayan
devlet gibi çeĢitlerden bahsetmektedir.678 Lorimer dört kriterinden her birisini açıklarken
“değerlendirmenin zorluğundan” bahsetmektedir. Tarihten aktardığı örneklerle bazı
değerlendirmeler yapmıĢ olsa da, bu dört kriterin nasıl bir değerlendirmeye tabi
tutulacağını, devletler arasında nasıl bir derecelendirme yapılacağına dair bir tespit ortaya
koyamamıĢtır. Analizi her kriteri kendi içerisinde tanımlayıp örnekler vererek devletleri
kıyaslamak Ģeklinde olmuĢtur. Birinci kriterde Çin ve Rusya örneklerini vererek nüfus ve
yüzölçümü olarak büyüklüklerini belirterek diğer devletlere nazaran daha üstün konumda
olmaları gerektiğini belirtirken, diğer kriterlerde Çin ve Rusya‟dan bahsetmemektedir. Her
kriterde farklı örnekler kullanmıĢ olması genel bir değerlendirme yapılmasına imkan
vermemektedir.
Dickinson da egemen eĢitliğin tamamen yok olmadığını ifade etmesine karĢılık,
uluslararası örgütlerdeki temsilde, oy ağırlıklarında ve katılımda büyük güçler lehine
yaĢanan eĢitsizlikleri de hatırlatmaktadır.679 Ayrıca devletler arasındaki fizikî ve ekonomik
farklılıklara ilaveten ulusal moral, entelektüel birikim, ulusal karakter gibi unsurlardaki
farklılıkların da eĢitlik ilkesinin gerçekleĢmesi önündeki en önemli engel olduğunu
savunmaktadır.680 Bu savunmasını tarihî örneklerle destekleyen Dickinson, büyük güçlerin
yönettiği bir uluslararası sistemde küçük devletlerin hangi güç ile eĢitlik iddiasında
olabileceklerini sorgulamaktadır. Ona göre, 1815-1840 yılları arasındaki pentarĢi
yönetimindeki Avrupa‟da kuralların belirlenmesinden, diplomasinin yöntemine, devletlerin
sorumluluklarından elde edecekleri haklara kadar bütün kurallar, kısaca uluslararası hukuk
büyük güçlerce belirlenirken eĢitliğin sağlanması imkansızdır.681
Benzer bir eleĢtiriyi Brown‟da da görmek mümkündür. Büyük devlet mefhumunun
aleniyeti doğrultusunda devletlerin mutlak eĢitliğinin kabul edilmesinin zor olduğunu
düĢünmekte, Ġngiltere ile Liberya‟yı eĢit görmenin adil olmayacağını belirtmektedir.
677
Lorimer, a.g.e., 182.
Lorimer, a.g.e., 182-215.
679
Dickinson, 1920, 4 ve 335.
680
Dickinson, a.g.e., 132-133.
681
Dickinson, a.g.e., 138-139.
678
191
Devamında, egemen eĢitlik ilkesini savunanları gerçek uluslararası hayatı göz önünde
bulundurmamakla, hatta bulundurmak istememekle suçlayan Brown, buna sebep olarak da
eĢitlik
ilkesini
savunanların
eĢitliğin
gerçekleĢme
imkanı
olmadığını
görmek
istememelerine bağlamaktadır.682 Ayrıca Brown egemen eĢitlik ilkesinin devletlerin rızası
ölçüsünde
mümkün
olabildiğini
hatırlatarak,
büyük
güçlerin
“mutlak
eĢitliği”
istemeyecekleri gibi, fırsat eĢitliğine dahi razı olmayacaklarını, uluslararası mahkemeler ve
örgütlerde eĢit temsili de savunmayacaklarını düĢünmektedir.683 Egemen eĢitlik ilkesinin
içeriği kusurlu olarak değerlendiren Brown684, ciddi bir teorik içerikten mahrum olan
ilkenin ancak devletlerin tanınmasını ve siyasî bir Ģahsiyet olarak kabul görülmelerini
içerdiğini belirtmektedir.685 Brown büyük devletlerle küçük devletlerin eĢit kabul edilmesi
konusunda uluslararası yükümlülüklerin çoğunu üstlenen büyük devletlere haksızlık
yapıldığını düĢünmektedir. Ona göre eğer devletler entelektüel, moral ve maddi unsurları
gözönünde bulundurulduğunda eĢit değillerse; eğer devletlerin uluslararası menfaatlerin
teminine iliĢkin ilgileri ve çabaları eĢit değilse; uluslararası hukuk yapımında,
yorumlanmasında ve uygulanmasında katkıları eĢit değilse; bu Ģartlar altında eĢitlik
ilkesini uluslararası hukukun temel ilkelerinden birisi olduğunu iddia etmek saçmalıktır.686
Büyük ve küçük devletlerin eĢitliğini gerçekleĢme ihtimali bakımından oldukça zayıf
bulan Lawrence Avrupa kıtasının tarihte her zaman bir hegemon güç ya da büyük güçler
koalisyonu tarafından yönetildiğini hatırlatmaktadır.687 Ayrıca Lawrence mevcut
eğilimlerle, yani büyük güçlerin dizayn etme kabiliyetleri ile, eĢitlik fikrinin uluslararası
toplumda yerleĢmesini imkan dahilinde bulmamaktadır. Lawrence‟nin bu yorumu 1900
yılına ait olsa da, bu teze göre yüz yıl sonra dahi bu yorum geçerliliğini korumaktadır.
Lawrence yargılama, müstakil haklar ve diplomatik ayrıcalıklar gibi pratiklerin eĢitlik
ilkesini yansıttığını, ancak uluslararası toplumdaki uygulamaların bunlarla kısıtlı olduğunu
belirtmektedir.688
682
Brown, P.M. (1915). The theory of independence and equality of states. American Journal of
International Law, 9(2), 327.
683
Brown, P.M. (1917). International Realities. New York: Charles Scribner‟s Sons, 70-71. (kitabın pdf
dosyası hali http://archive.org adresinden temin edilmiĢtir).
684
Brown, a.g.e., 72.
685
Brown, a.g.e., 73.
686
Brown, a.g.e., 15 ve 71.
687
Lawrence, 1900, 236-240.
688
Lawrence, a.g.e., 288.
192
Egemen eĢitliği kendi orijininde yanlıĢ bulan, pratikte uygulanmayan sözlerden
müteĢekkil bir Ģekilde uluslararası hukuk tarafından korundıuğunu savunan, uluslararası ve
ulusal hukuk arasında yapılan analojiyi yanlıĢ bulan görüĢler689 olduğu gibi, bir
uluslararası örgütte bir milyon nüfuslu bir devletin yüz milyon nüfuslu bir devletle aynı
anayasal konumda yer almasını teorik ve pratik olarak savunulamaz ve iddia edilemez
bulan görüĢler de mevcuttur.690 Büyük ve küçük güçler arasında eĢitliğin olmayacağına
iliĢkin bu eleĢtiriler tarihî olaylarla da kanıtlanmaktadır. Tarih boyunca büyük güçler
sistemi belirleyen devletler olmuĢtur. Büyük ve zayıf devlet arasındaki farkı en somut
haliyle 1815 Viyana Kongresi ve 1818 Aix la Chapelle‟de görmek mümkündür. Burada
devletler sistem ölçeğinde genel çıkarları olan devletler ile sınırlı çıkarları olan devletler
Ģeklinde ikiye ayrılmıĢtır.691 Birinci devletler büyük güçler iken, ikinci devletler zayıf
devletlerdir.
Büyük ve küçük devlet arasındaki eĢitsizliği hakkanyet çerçevesinde de ele alan
yaklaĢımlar mevcuttur. Uluslararası sistemde finansal ve askerî güce hâkim olan devlet ya
da devletler sistemin nimetlerinden de aynı ölçüde faydalanmaktadır. Bu bakımdan
BMGüK uluslararası toplumda, ABD ise BMGüK de hegemonik bir güce sahiptir.692 ABD
bu gücü BM merkezinin ABD‟de olmasından, ayrıca ABD‟nin BM‟nin kurucu
devletlerinden, hatta ilk fikir babalarından, kurumun finansal destekçisi olmasından elde
etmektedir. BM bütçesine 2015 yılında yapılan 2,8 milyar dolarlık devlet yardımlarında
ABD 655 milyon dolar karĢılığı yüzde 22, Fransa 152 milyon dolar karĢılığı yüzde 5,5,
Ġngiltere 140 milyon dolar karĢılığı yüzde 5,1, Çin 140 milyon dolar karĢılığı yüzde 5,1,
Rusya 66 milyon dolar karĢılığı yüzde 2,4‟lük paya sahiptir. BMGüK daimi üyesi olmayan
Japonya 294 milyon dolar karĢılığı yüzde 10,8‟lik pay ile ikinci sırada, Almanya ise 193,7
milyon dolar karĢılığı yüzde 7,1‟lik pay ile üçüncü sırada yer alırken, yine BMGüK daimi
üyesi olmayan Ġspanya 80,6 milyon dolar karĢılığı yüzde 2,9, Kanada 80,1 milyon dolar
karĢılığı yüzde 2,9, Brezilya 79,6 milyon dolar karĢılığı yüzde 2,9 oranında bütçeye katkı
sağlamaktadır. Türkiye ise 36 milyon dolar karĢılığı yüzde 1,3‟lük pay ile en çok katkı
689
Hicks, 1908, 536.
Anand, 1986, 105.
691
Dickinson, 297-300.
692
Clark, I. (2011). Hegemony in International Society. Oxford: Oxford University Press, 149.
690
193
sağlayan on altıncı devlet konumundadır.693 Bu veriler ıĢığında 2015 yılı BM bütçesinin
yüzde 40,1‟i P5, yüzde 66,7‟si ise sadece on devlet tarafından karĢılanmaktadır. Mevcut
uluslararası sistemin BM odaklı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, sistemin
devamlılığı için en fazla finansman sağlana devlet(ler)in diğer devletlerle eĢit statüde
olması ilkesel düzeyde dile getirilken, uluslararası pratiklerde pek de mümkün
olmamaktadır.
Ayrıca BM Ġdari ve Bütçe Komisyonu (beĢinci komisyon) her üç yılda bir BM
düzenli bütçesine üye ülkelerin katkılarını hesaplamaktadır. Aidatlar belirlenirken milli
gelir ve nüfus büyüklüğü gibi parametreler kullanılmakta, Aralık 2000‟de tavan yüzde
25‟den yüzde 22‟ye indirilmiĢ, en düĢük oran ise yüzde 0,001 olarak belirlenmiĢtir. En
yüksek orandan katkı sağlayan ABD ise 31 Aralık 2010‟da uzun vadeli borç olarak 736
milyon dolar ödemiĢtir ve bu rakam üye devletlerin ödedikleri katkının yüzde 80‟inden
fazlasına tekabül etmektedir. Bu sebepledir ki, ABD‟nin diğer devletlerle hukukî zeminde
dahi kendisini eĢit görmesi pek rasyonel görünmemektedir. Kısaca nimet-külfet dengesi
olarak tanımlanabilen bu koĢullarda uluslararası sistemin sürekliliğinin sağlanması
amacıyla daha fazla efor sarfeden büyük devletler ile sisteme katkıları oldukça küçük
ölçeklerde gerçekleĢen küçük devletlerin egemen eĢit oldukları savı çoğu zaman bir
söylemden daha fazlası olamamaktadır. Bu eĢitsizlik sebebiyle BMGüK kararları baĢta
olmak üzere uluslararası sistemi etkileyecek kararlarda büyük güçlerin seçici tutumları
etkili olmakta, taraflı tutumları sebebiyle uluslararası düzeyde eĢitlik ve adalet ihlal
edilmektedir.
4.3. BM’deki Anayasal ve Yapısal EĢitsizlikler
BM ġartı md. 2/1 egemen eĢitlik tartıĢmalarında akla gelen ilk atıf ve kaynak
olmaktadır. Bu sebeple de BM egemen eĢitlik ilkesinin doktriner geliĢimi, uluslararası
hukuk ve siyaset nezdinde meĢruiyeti, uygulanabilirliği bakımından oldukça önemli bir
konumda bulunmaktadır. Ancak md. 2/1 ve 78‟e karĢılık BM ġartı‟ndaki md. 2/7, 23/1,
27/3 ve 106 egemen eĢitliğe aykırı düzenlemeler içermektedir. Bu maddelerin neredeyse
tamamı BMGüK‟e ve BMGüK daimi üyelerine (P5) diğer üyelerden farklı bir biçimde
693
Ġnternet: Assessment of Member States‟ contributions to the United Nations regular budget for the year
2015. ST/ADM/SER.B/910, 29 Aralık 2014, http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=ST/
ADM/SER.B/910 adresinden 12 Ocak 2015‟de alınmıĢtır.
194
ayrıcalıklar tanıması sebebiyle egemen eĢitlik ilkesine aykırı bir duruma sebep olmaktadır.
Bu sebeplerle bu tezde anayasal bir metin hüviyetindeki BM ġartı‟ndaki egemen eĢitliğe
mugayir bu maddeler anayasal ve hukukî eĢitsizlikler olarak tanımlanmaktadır. Bu
anayasal eĢitsizlikler Örgütün yapısını doğrudan etkilediği için BMGüK özelinde yapısal
eĢitsizliklere de sebep olmaktadır. Yapısal eĢitsizliklerin anayasal eĢitsizliklerden
kaynaklanması sebebiyle de BM bünyesinde egemen eĢitliğe uymayan, aykırı olan
uygulamalar ve esaslar bu tezde BM ġartı maddeleri nezdinde ele alınmaktadır.
BM ġartı md. 2/7‟nin “ancak” ifadesiyle baĢlayan ikinci kısmı devletlerin
egemenliğinin ve egemenliklerinden kaynaklanan egemen eĢitliğinin kolektif güvenlik
çerçevesinde aĢılmasını ihtiva etmektedir. Dolayısıyla açıkça egemen eĢitliğin ihlali söz
konusu olmaktadır. 23/1. maddede Çin, Fransa, Rusya, Ġngiltere ve ABD BMGüK‟ün
daimi üyeleri olarak tanımlanmakta, md. 106‟da bu beĢ daimi üyeye belirli durumlarda
BM adına (yani bütün üye devletler adına) güvenliğin korunması için gerekli eylemleri
gerçekleĢtirme hakkı tanınmaktadır. Böylece md. 23/1 ve 106 ile ilk devlet yapılarının
varlığından itibaren tarihte var olmuĢ olan üstün devlet(ler) ve hiyerarĢik yapılanma fikri
BM‟de hukukî bir zemine kavuĢmuĢ olmaktadır. 27/3. madde ise bu hiyerarĢik
yapılanmayı pekiĢtirir biçimde BMGüK‟deki daimi üyelere zımni bir veto hakkı
tanımaktadır. Tezin bu bölümünde yöntem olarak, önce maddelerin muhtevası kısaca
yorumlanmakta, ardından egemen eĢitliğe uymayan yönleri anlatılmaktadır.
4.3.1. BM ġartı md. 2/7: “Müdahale etmeme” ilkesinin ihlali
BM ġartı‟nda “Amaçlar ve Ġlkeler” baĢlıklı II. Bölümde yer almakta olan md. 2/7,
BM‟nin ilkelerinden yedincisinin müdahale etmeme ilkesi olduğunu zımnen ifade
etmektedir. Madde metninde ve hatta BM ġartı‟nın hiçbir yerinde “müdahale etmeme”
ilkesi açıkça zikredilmemesine karĢılık, md. 2/7 uluslararası hukuk doktrininde önemli bir
yere sahip olan müdahale etmeme ilkesinin tanımını yapmaktadır. 2/7. madde devletin iç
yetki alanı (ulusal yetki), müdahale yetkisi, zorlayıcı önlemler gibi tartıĢılmaya devam
edilen unsurları içermektedir. Bunlara ilaveten madde BM ruhu özelinde iki farklı tutumu
ihtiva etmektedir: Madde metninin ilk kısmı Westphalian egemenlik anlayıĢını ve BM
ġartı md. 2/1‟i ifade ederek, egemenliği en geniĢ haliyle tanımlamakta iken, “ancak”
195
ifadesi ile baĢlayan kısım ise klasik egemenlik anlayıĢını ve egemen eĢitliği ihlal
etmektedir.
ĠĢbu ġart‟ın hiçbir hükmü BM‟ye herhangi bir devletin kendi iç yetki alanına giren
konulara müdahale yetkisi vermediği gibi üyeleri de bu türden konuları iĢbu ġart
uyarınca bir çözüme bağlamaya zorlayamaz; ancak, bu ilke VII. Bölümde öngörülmüş
olan zorlayıcı önlemlerin uygulanmasını hiçbir biçimde engellemez. (BM ġartı, md.
2/7).
BM ġartı md. 2/7‟nin ilk kısmı Westphalia AntlaĢmaları (Münster AntlaĢması‟na
göre) md. 64‟de geçen, siyasî birimlerin sahip oldukları hakları, imtiyazları ve kazanımları
ülkesel alanlarında özgürce
yerine getirebilecekleri ve hiçbir dıĢ müdahaleye
uğramayacakları hükmünün ifade ettiği klasik egemenliğin “iç egemenlik” yorumunu
yansıtmaktadır.694 Aynı zamanda dıĢ egemenliği de yansıtmaktadır. Egemenliğin iç ve dıĢ
olarak ikili bir ayrıma tabi tutulduğu klasik egemenlikte695 dıĢ egemenlik egemenliğin
devletler arası iliĢkilerde tezahür eden yönüdür. DıĢ egemenlik devletlerin verili olarak eĢit
oldukları kabulü üzerine, birbirlerinin ulusal yetki alanlarına karıĢmamaları, dıĢ
iliĢkilerinde fiili bir özerkliğe sahip olmaları696 ve uluslararası hukukun hak ve
yükümlülükleri bahsinde eĢit kazanım ve mesuliyetleri olduklarını izah etmektedir. Bu
sebeplerle, dıĢ egemenliğin uluslararası sisteme yansıması “egemen eĢitlik” Ģeklinde
olmaktadır. Modern uluslararası hukuk sisteminde “her devletin hükümetinin kendi ülkesel
yetki alanında yegâne egemen unsur olduğu” ve “devletlerin birbirlerinin iç iĢlerine
karıĢmayacağı” ilkelerinin Westphalia ile baĢladığı kabul edilmektedir.697 Özetle devletin
ulusal yetki alanında yegâne otorite, uluslararası alanda ise bağımsız ve hâkim olmasını
ifade eden klasik egemenlik doktrini698, egemen birim olarak devletin diğer egemen
birimlerle eĢit statüde iliĢki kurmasını ve diğer egemen birimlerin kendi iç iĢlerine
karıĢmamasını ifade etmektedir.699 BM ġartı md. 2/1‟de de geçtiği üzere “egemen eĢitlik”
olarak geçen bu durumda700 egemen eĢit devletler uluslararası iliĢkilerin meĢru ve temel
694
Ġnternet: Treaty of Westphalia, http://avalon.law.yale.edu/17th_century/westphal.asp adreslerinden 11
Kasım 2012‟de alınmıĢtır.
695
Malanzcuk, 1997, 17.
696
Krasner, 2001a, 23.
697
Brown, 1992, 74.
698
Brownlie, 1990, 108-109; Krasner, 2001a, 23; Malanzcuk, 1997, 17.
699
Pharant, 1994, 14.
700
Brownlie, 1990, 287.
196
aktörü olmaktadır.701 Dolayısıyla md. 2/7‟in birinci kısmında bahsi geçen müdahale
etmeme ilkesi Westphalian bir okumanın ürünü olmaktadır.
BM ġartı md. 2/7‟de geçen müdahale etmeme ilkesi MC Misakı md. 15/8‟in
kapsamlı bir yorumu olmaktadır. MC Misakı md. 15/8‟e göre bir uyuĢmazlıkta taraflardan
birisi anlaĢmazlığın uluslararası hukukun yalnız kendi tarafının ulusal yetkisine bıraktığı
bir soruna ilişkin olduğunu öne sürerse ve Konsey de bunu kabul ederse, Konsey bunu
raporunda belirtecek, ancak hiçbir çözüm salık vermeyecektir.702 MC Misakı md. 15/8‟de
müdahale etmemeye iliĢkin iki önemli husus söz konu olmaktadır. Birincisi “…yalnız
kendi tarafının ulusal yetkisine bıraktığı bir soruna ilişkin olduğunu öne sürerse…” ifadesi
her hangi bir devletin rızası olmaksızın o devletin ulusal yetki sahasına (iç iĢlerine)
müdahale edilemeyeceğini göstermektedir. Devamında “…ancak hiçbir çözüm salık
vermeyecektir” ifadesi ise MC Konseyi‟nin fiili müdahale bile olmaksızın herhangi bir
çözüm üretemeyeceğini ifade etmektedir. Yani fiili veya sözlü her türlü müdahale MC
Misakı md. 15/8 ile yasaklanmaktadır.
MC Misakı md. 15/8‟le kıyaslandığında BM ġartı md. 2/7 devletlerin iç yetki
alanının dokunulmazlığını oldukça güçlü bir Ģekilde vurgulamaktadır.703 Maddenin ilk
kısmındaki bu güçlü vurgu, devamında ġart‟ın VII. Bölümünden bahsederek barıĢın
tehdidi, bozulması ve saldırı eylemleri durumunda BM ġartı md. 41 (askerî olmayan
önlemler) ve md. 42‟de (askerî önlemler) geçen önlemlerin uygulanması olasılığı ile
gücünü kaybetmektedir. Ancak BM ġartı‟nda md. 41 ve md. 42‟ye baĢvurma hususunda
keyfi davranılamayacağı md. 2/4 ile garanti altına alınmaktadır. Dolayısıyla, müdahaleyi
hem yasaklayan hem de hukukî bir çehre kazandıran maddeleri içermesi sebebiyle BM
ġartı önemli zıtlıklar barındırmaktadır. Egemen eĢitliğin önemli bileĢenlerinden birisi olan
müdahale etmeme ilkesi md. 2/7‟de tanımlanırken, aynı madde içerisinde hemen
devamında müdahale olabileceğinin ifade edilmesi ile egemen eĢitliğin ihlali hukukî bir
zemin elde etmektedir.
701
Philpott, 1999, 581.
Ġnternet: The covenant of the League of Nations, http://avalon.law.yale.edu/20th_century/leagcov.asp
adresinden 10 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
703
Shaw, 2003, 757.
702
197
Müdahale etmeme tartıĢmaları tarihî olarak on dokuzuncu yüzyılda Latin Amerikalı
devletlere yönelik ABD ve Avrupalı devletlerin müdahaleleri ile ortaya çıkmıĢtır.704 Devlet
egemenliğinin doğal bir sonucu ve tezahürü olan müdahale etmeme ilkesi 705 Oppenheim‟e
göre de her devletin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasî bağımsızlığının doğal bir
sonucu olmaktadır706 ve müdahale kavramı bir devletin baĢka bir devletle olan iliĢkilerinde
mevcut durumu korumak veya değiĢtirmek üzere buyurgan bir Ģekilde müdahale etmesi
anlamına gelmektedir.707
Müdahale etmeme ilkesinin geliĢiminde USAD ve UAD kararları ile BMGeK
kararları oldukça önemli bir yere sahiptir. BM‟de ilk emareleri BMGeK‟de 14 Aralık 1960
tarihli ve 1514 (XV) sayılı karar ile kabul edilen Kolonyal Devletler ve Ġnsanların
Bağımsızlığının Onaylanması Hakkında Deklarasyon‟da görülen müdahale etmeme ilkesi
ile ilgili bu deklarasyonun 2. maddesinde bütün insanların self-determinasyon hakkına
sahip oldukları, kendi siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel konumlarını tercih
edebilecekleri belirtilmiĢtir.708 Ġnsanların ve devletlerin kendi siyasî, ekonomik, sosyal ve
kültürel tercihlerini özgürce kendilerinin belirleyebilmesi müdahale edilmemesi anlamına
gelmektedir.
Daha sonra BMGeK 1514 (XV) sayılı karara dayanarak müdahale etmeme ile ilgili
ilk kapsamlı yorumunu 21 Aralık 1965 tarihli ve 2131 (XX) sayılı kararıyla
gerçekleĢtirmiĢtir. Devletlerin Ġç ĠĢlerine KarıĢılmasının Reddi ve Bağımsızlıklarının ve
Egemenliklerinin Korunması Kararı‟nda hiçbir devletin her hangi bir sebep dolayısıyla bir
baĢka devletin iç veya dıĢ iĢlerine doğrudan ya da dolaylı bir Ģekilde müdahale etme
hakkına sahip olmadığı, sonuç itibariyle, devletin Ģahsiyetine veya siyasî, ekonomik ve
704
McGoldrick, D. (1994). The principle of non-intervention: Human rights. Lowe, V. ve Warbrick, C.
(eds.). The United Nations and the Principles of International Law: Essays in Memory of Michael Akehurst.
London: Routledge, 87.
705
Brownlie, 1990, 287.
706
Jennings, Watts, 1993, 428.
707
Jennings, Watts, a.g.e., 429.
708
Ġnternet: Declaration on the granting of independence to colonial countries and peoples. A/RES/1514 (XV),
http://daccess-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/152/88/IMG/NR015288.pdf?OpenElement
adresinden 12 Eylül 2014‟de alınmıĢtır.
198
kültürel unsurlarına yönelik tehdit giriĢiminin ya da silahlı ve diğer bütün formlarıyla
müdahalenin kınandığı belirtilmiĢtir.709
1514 ve 2131 sayılı kararlar sonrasında BMGeK 24 Ekim 1970 tarihli ve 2625
(XXV) sayılı kararla kabul edilen Devletler Arasında Dostça ĠliĢkiler ve ĠĢbirliği ile ilgili
Uluslararası Hukuk Ġlkeleri Deklarasyonu‟nda müdahale etmeme ilkesinin kapsamı 2131
sayılı kararın birkaç kelime değiĢikliği ve ilavesi ile geniĢletilmiĢtir:
Hiçbir devlet ya da devlet grubu her hangi bir sebep dolayısıyla bir baĢka devletin iç
veya dıĢ iĢlerine doğrudan ya da dolaylı bir Ģekilde müdahale etme hakkına sahip
değildir. Sonuç itibariyle, devletin Ģahsiyetine veya siyasî, ekonomik ve kültürel
unsurlarına yönelik tehdit ya da silahlı ve diğer bütün formlarıyla müdahale
uluslararası hukuku ihlal etmektedir.
Hiçbir devlet baĢka bir devletin egemenlik haklarını kullanmasını buyruğu altına
almak ve herhangi bir türde çıkar sağlamak amacıyla o devleti zorlamaya yönelik
ekonomik, siyasî ya da herhangi bir yöntem uygulayamaz ya da uygulanmasını teĢvik
edemez.
Hiçbir devlet baĢka bir devletin rejimini Ģiddet kullanarak devirmeye yönelik yıkıcı,
terörist ya da silahlı etkinlikleri örgütleyemez, kıĢkırtamaz, teĢvik edemez ya da
bunlara yardımda bulunamaz, o devletin içindeki sivil mücadeleye müdahale edemez.
Her devlet, baĢka bir devletin müdahalesi olmaksızın kendi siyasî, ekonomik,
toplumsal ve kültürel sistemini seçmek konusunda vazgeçilemez bir hakka sahiptir.710
BMGeK kararları arasında müdahale etmeme ilkesi ile ilgili en kapsamlı tanım ise 9
Aralık 1981 tarihli ve 36/103 sayılı kararda bahsi geçen Devletlerin Ġç ĠĢlerine KarıĢmanın
ve Müdahalenin Kabul Edilmezliği Deklarasyonu‟nda yapılmıĢtır. Bu tez bağlamında
önemli görülen ve kısaltılarak aktarılan deklarasyonda belirtilen maddeler Ģunlardır:
709
Ġnternet: Declaration on the inadmissibility of intervention in the domestic affairs of states and the
protection of their independence and sovereignty. (1965). A/RES/2131 (XX), http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/218/94/IMG/NR021894.pdf?OpenElement adresinden 12 Eylül
2014‟de alınmıĢtır.
710
Ġnternet: Declaration on Principles of International Law concerning Friendly Relations and Co-operation
among States in accordance with the Charter of the United Nations (1970), A/RES/2625 (XXV),
http://www.un-documents.net/a25r2625.htm adresinden 20 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
199
Hiçbir devlet veya devlet grubu hiçbir surette baĢka bir devletin iç ve dıĢ iĢlerine müdahale
etme ve karıĢma hakkına sahip değildir (md. 1).
Müdahale etmeme ve karıĢmama ilkeleri Ģu hak ve yükümlülükleri içermektedir (md. 2):
Egemenlik, siyasî bağımsızlık, toprak bütünlüğü güvenlik ile halkının ulusal kimliği ve kültürel
mirası (md. 2/I/a); devletin herhangi bir dıĢ müdahale, karıĢma, yıkıcılık (subversion), zorlama ve
tehdit olmaksızın özgürce kendi siyasî, ekonomik, kültürel ve sosyal sistemini belirleme,
uluslararası iliĢkilerini geliĢtirme, doğal kaynakları üzerindeki egemenlik hakkı (md. 2/I/b);
devletlerin her hangi bir karıĢma olmaksızın bilgiye özgürce eriĢim ve kendi bilgi sistemi ile
haberleĢmesini geliĢtirme hakkı (md. 2/I/c)…
BaĢka bir devletin siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel değerlerini bozacak Ģekilde kuvvet
kullanma ve tehdidinden sakınmak (md. 2/II/a); kendi topraklarının kullanılmasına izin vermemek
(md. 2/II/b); silahlı müdahale, askerî darbe veya diğer müdahale ve karıĢmalardan sakınmak (md.
2/II/c); diğer devlet halklarının self-determinasyon, bağımsızlık ve özgürlüklerini bastıracak
kolonyal giriĢimler ve iĢgalden sakınmak (md. 2/II/d); diğer devletlerin istikrarını bozacak
giriĢimlerden sakınmak (md. 2/II/e); isyancı ve ayrılıkçı hareketleri doğrudan ya da dolaylı bir
Ģekilde desteklemekten kaçınmak (md. 2/II/f); diğer devletlerde faaliyet gösteren paralı askerleri
eğitmek, finanse etmek ve siyasî destek sağlamaktan kendini men etmek (md. 2/II/g); üçüncü
devletlerle olan antlaĢmalarına karıĢmamak (md. 2/II/h); diğer devletin iç meseleleri hakkında
aleyhine propaganda ve karalama yapmamak (md. 2/II/j); diğer devletlerde yatırımlar, finansal güç
gibi argümanlarla baskı unsuru oluĢturmaktan kaçınmak (md. 2/II/k); insan haklarını bir müdahale
ve karıĢma aracı olarak kullanmaktan sakınmak (md. 2/II/l); terörist, ırkçı ve ayrılıkçı grupları
desteklemekten kaçınmak (md. 2/II/m); diğer devletlerde baĢı bozuk eylemler gerçekleĢtiren
grupları örgütlemek, eğitmek, finanse etmek ve silahlandırmaktan kaçınmak (md. 2/II/n); diğer
devletin rızası olmaksızın sınırları içerisinde askerî, siyasî ve ekonomik eylemlerden sakınmak
(md. 2/II/o).711
Burada geçen birçok hak ve yükümlülük büyük güçlerin müdahaleci dıĢ
politikalarıyla örtüĢmemekte olduğu için, müdahale etmeme ilkesi büyük güçler tarafından
zayıf devletlere kıyasla daha az savunulmaktadır.
711
Ġnternet: Declaration on the inadmissibility of intervention and interference in the internal affairs of states.
(1981). A/RES/36/103, 9 Aralık 1981, http://www.un.org/documents/ga/res/36/a36r103.htm adresinden 11
Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
200
Zayıf ve küçük devletlerin çoğunlukta olduğu ve karar alma sürecinde bir devlet-bir
oy uygulamasının hâkim olduğu BMGeK‟de müdahale etmeme ilkesinin kodifikasyonuna
önemli katkılar sağlanmakta iken, büyük güçlerin (beĢ daimi üye) kontrolü altındaki
BMGüK ise müdahale etmeme ilkesinin sınırlarını zorlayan, ihlal eden uygulamalar
gerçekleĢtirmektedir.
BMGeK tarafından alınan baĢka kararlar da müdahale etmeme ilkesine
değinmektedir. 1971 yılında BMGeK 7 Aralık 1971 tarihli ve 2793 sayılı kararında
Hindistan ve Pakistan‟ı aralarındaki sınırların kendi kısımlarında gerçekleĢen olayları
yatıĢtırmak amacıyla acilen gereken önlemleri almaları hususunda çağrı yapmıĢtır.712 1979
yılında Kamboçya‟da iki milyonu aĢkın kiĢinin ölümüne sebep olan Kızıl Kmer otoritesine
müdahale etmek amacıyla Vietnam Kamboçya‟ya müdahale etmiĢ, Kızıl Kmer rejiminin
fiilen sona ermesi üzerine BMGeK 14 Kasım 1979 tarihli ve 34/22 sayılı kararında
Vietnam‟a askeri güçlerinin Kamboçya‟dan ivedilikle çıkmasını istemiĢtir.713 1983 yılında
Grenada‟da gerçekleĢen askerî darbe neticesinde baĢ gösteren kaosu bahane ederek ABD
Grenada‟ya askerî müdahalede bulunmuĢtur. ABD‟nin asıl sebebinin siyasî olup
Grenada‟daki Marksist yönetimi devirmek olduğu düĢünülmektedir. Müdahalenin insani
olmayıp siyasî sebeplerle gerçekleĢtiği düĢüncesiyle BMGeK 2 Kasım 1983 tarihli ve 38/7
sayılı kararında müdahaleyi uluslararası hukukun açıkça ihlali olarak tanımlamıĢtır.714 Her
üç BMGeK kararında devletler baĢka devletlerin ulusal yetki alanlarına girmemeleri
konusunda uyarılmaktadır.
BM dıĢında müdahale etmeme ilkesi birçok uluslararası örgütte de vurgulanmaktadır.
Afrika Birliği Örgütü ġartı (1963) md. 3/2‟de ise oldukça kısa bir izahat ile devletlerin iç
iĢlerine karıĢılmaması (non-interference) gerektiği belirtilmektedir. Amerikan Devletler
Örgütü ġartı (1967) md. 15‟de ise daha kapsamlı bir izahatla, hiçbir devlet ya da devlet
grubunun herhangi bir sebep dolayısıyla baĢka bir devletin iç veya dıĢ iliĢkilerine doğrudan
veya dolaylı bir biçimde müdahale etme hakkına sahip olmadığı; bahsi geçen ilkenin
712
Ġnternet: Question considered by the Security Council at its 1606th, 1607th and 1608th meetings on 4, 5
and 6 December 1971. (1971). A/RES/2793 (XXVI), 7 Aralık 1971, http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/328/09/IMG/NR032809.pdf?OpenElement adresinden 12 ġubat
2014‟de alınmıĢtır.
713
Ġnternet: The situation in Kampuchea. (1979). A/RES/34/22, 14 Kasım 1979,
http://www.un.org/documents/ga/res/34/a34res22.pdf adresinden 12 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
714
Ġnternet:
The
situation
in
Grenada.
(1983).
A/RES/38/7,
2
Kasım
1983,
http://www.un.org/documents/ga/res/38/a38r007.htm adresinden 12 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
201
devletin Ģahsiyetine veya siyasî, ekonomik ve kültürel unsurlarına karĢı sadece askerî gücü
değil her türlü müdahale ya da tehdit giriĢimini yasakladığı ifade edilmektedir.715 Bu
maddede askerî unsurlar dıĢında her türlü baskı ve tehdit aracının zikredilmesi müdahale
etmeme ilkesinin kapsamının en geniĢ sınırlarına ulaĢacak Ģekilde yorumlandığını
göstermektedir.
Müdahale etmeme ilkesi sadece kolonizasyon döneminde sömürülen Latin Amerika
ve Afrika‟da değil, Avrupa‟da da güvenliği ve iĢbirliğini tesis etmeyi amaçlayan Avrupa
Güvenlik ve ĠĢbirliği Konferansı‟nda (1973) (1995 itibariyle Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği
TeĢkilatı) önemli ilkelerden birisi olarak kabul edilmiĢtir. AGĠK baĢladığı 1973‟den
1975‟e kadar süren çalıĢmalar neticesinde otuz iki Avrupalı devlet ile SSCB, ABD ve
Kanada tarafından 1 Ağustos 1975 yılında imzalanan Helsinki Nihai Senedi‟nin taraf
devletler arasındaki iliĢkilere yön veren ilkelerin sıralandığı baĢlık altında müdahale
etmeme ilkesi altıncı ilke olarak yerini almıĢtır. Senette taraf devletlerin diğer taraf
devletin ulusal yetki alanını ihlal ederek iç veya dıĢ iĢlerine doğrudan veya dolaylı,
bireysel ya da kolektif bir biçimde müdahale etmekten kaçınacakları; diğer taraf devlete
askerî müdahale veya tehdit edici müdahalelerden kaçınacakları; diğer taraf devlete askerî
unsurlar dıĢında siyasî, ekonomik ve diğer zorlayıcı uygulamalardan kaçınacakları; diğer
taraf devlete zarar veren terörist eylemlere veya ayrılıkçı ya da Ģiddet eylemleri
gerçekleĢtirerek rejimini tehdit eden gruplara doğrudan ya da dolaylı bir biçimde yardım
etmekten kaçınacakları belirtilmiĢtir.716
BMGeK kararları ve uluslararası örgütlerin anayasal metinlerine ilaveten uluslararası
mahkeme kararları da müdahale etmeme ilkesinin kapsamının belirlenmesinde önemli
olmuĢtur. USAD Tunus ve Fas‟ta VatandaĢlığın Tespiti davasına iliĢkin tavsiye kararında
(1923) yine MC Misakı md. 15/8‟e atıf yaparak dava konusunun (vatandaĢlık meselesi)
uluslararası hukuktan ziyade devletin ulusal yetki alanının konusu olduğu belirtilmiĢ; bir
devletin ulusal yetki alanının uluslararası hukukla sınırlanan kapsamın dıĢında kalan
715
Ġnternet: Charter of the Organization of American States (1967) http://www.oas.org/dil/treaties_A41_Charter_of_the_Organization_of_American_States.pdf adresinden 17 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
716
Ġnternet:
Conference
on
Security
and
Co-Operation
in
Europe
Final
Act,
https://www.osce.org/mc/39501?download=true adresinden 24 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
202
alanlar olduğu ve bir devletin ulusal yetki alanına müdahil olan konuların tespitine iliĢkin
soruların ise göreceli olduğu tespiti yapılmıĢtır.717
UAD ise Korfu Kanalı Davası‟na iliĢkin kararında (1949) Ġngiltere‟nin Arnavutluk
karasularında mayın temizleme faaliyetine giriĢmesi hakkında, böyle bir giriĢimin (sözde
karıĢma hakkının) geçmiĢte en ağır suiistimallere yol açan bir güç siyasetinden baĢka bir
Ģey olmadığını ve uluslararası hukukta kabul edilemeyeceği belirtmiĢtir.718 Bir diğer
davada, Nikaragua‟da Askerî ve Yarı-Askerî Faaliyetler Davası‟na iliĢkin kararında (1986)
ABD‟nin Sadinist rejimine karĢı müdahale eden kontra gerillalara yardım amacıyla liman
giriĢine mayın yerleĢtirmesi, hava sahası ihlali, petrol tesisleri ve deniz üslerine karĢı
operasyon vb. diğer yardımcı faaliyetlerde bulunması hukuka aykırı bulunmuĢ; her
devletin müdahaleye uğramadan iç iĢlerini yerine getirme hakkının uluslararası örf ve adet
normu olduğu ifade edilmiĢ; bu ilkenin bütün devlet ve devlet gruplarını diğer devletlerin
iç veya dıĢ iĢlerine doğrudan ya da dolaylı bir Ģekilde karıĢmasını yasakladığı
belirtilmiĢtir.719
Uluslararası anayasal metinler ve uluslararası mahkeme kararlarında geçtiği haliyle
müdahale etmeme ilkesi bağlamında, klasik devlet merkezli yaklaĢımlarda müdahaleden
bir hak olarak bahsedilmesi mümkün değildir, çünkü müdahale uluslararası hukukun bir
diğer önemli ilkesi olan eĢitliğin doğrudan ihlali anlamına gelmektedir. Bu sebeplerle
eĢitlik ve bağımsızlık ilkelerinin ihlal edilmemesi için müdahale hakkı düĢüncesi kabul
edilemez720 bir durum olsa da bazı sebepler müdahaleyi meĢru kılabilmektedir.
Oppenheim‟e göre bir devletin baĢka bir devlet sınırları içerisinde yaĢayan kendi
vatandaĢlarının can güvenliğinin karĢı devlet tarafından uluslararası hukukun gerekli
kıldığı Ģekliyle sağlan(a)maması halinde; bir devletin kendi vatandaĢlarını temel insan
haklarını hiçe sayarak ceza ve iĢkence uygulamalarına maruz bırakması, insan haklarını
ihlal etmesi halinde; meĢru müdafaa halinde; bir devlette uluslararası hukuka uygun bir
Ģekilde gerçekleĢen self-determinasyon sürecinin sağlanmaması halinde; bir devletin isteği
717
Ġnternet: Tunus ve Fas‟ta VatandaĢlığın Tespiti Davası (1923). DanıĢma GörüĢü. PCIJ, Series B, No 4, 7
ġubat 1923, 8 ve 24. http://www.icj-cij.org/pcij/serie_B/B_04/Decrets_de_nationalite_promulgues_en_
Tunisie_et_au_Maroc_Avis_consultatif_1.pdf adresinden 12 Mart 2013‟de alınmıĢtır.
718
Korfu Kanalı Davası (1949), 35.
719
Nikaragua Davası (1986), 108 ve 144.
720
Lütem, 1959, 513.
203
üzerine ve uluslararası bir taahhüdü yerine getirmek amacıyla söz konusu devlete
müdahalede bulunabilir.721
Uluslararası örgüt Ģartnameleri, BMGeK kararları, USAD ve UAD kararları ile
kapsamı ana hatlarıyla belirlenen müdahale etmeme ilkesinin suiistimal edildiği ve ihlal
edildiği birçok olay mevcuttur. Soğuk SavaĢ sürecinde ilkenin her iki blok tarafından da
ihlal edildiği görülmektedir. SSCB Brejnev Doktrini çerçevesinde sadece SSCB‟deki değil
dünyadaki bütün komünistlerle ilgileneceğini deklare etmesi, diğer taraftan Monroe
Doktrini ve ABD BaĢkanı Truman‟ın dünyadaki özgür ulusların özgürlükçü eylemlerini
desteklenmesinin ABD‟nin önemli siyasetleri arasında yer aldığına dair açıklaması,
müdahale etmeme ilkesinin dünyaya nizam veren devletlerin belleklerinde pek de yer
edinmediğini göstermektedir.722
Uygulamada ABD‟nin Guatemala (1952), Küba (1961), Vietnam (1963-1973),
Dominik Cumhuriyeti (1965), ġili (1973), Falkland Adaları (Arjantin) (1972), Grenada
(1983), Panama (1978); SSCB‟nin Macaristan (1956), Çekoslovakya (1968), Afganistan
(1980); Belçika‟nın Kongo (1960, 1964), Zaire (1978); Hindistan‟ın BangladeĢ (1971), Sri
Lanka (1987), Maldivler (1978); Ġsrail‟in Uganda (1976), Lübnan (1982); Vietnam‟ın
Kamboçya (1978) müdahaleleri öne çıkmaktadır. Bütün bu müdahaleler müdahaleleri
gerçekleĢtiren devletler tarafından insan hakları ve insani kaygılarla yapıldığı belirtilmiĢtir.
Ġnsan hakları ve bağlamında geliĢen insan hakları bilinci ve hukuku ile devletlerin iç
iĢlerine müdahale edilebilir hale gelmiĢtir. Önce insani müdahale, ardından ise koruma
yükümlülüğü
devletlerin
iç
iĢlerine
müdahalenin
hukukî
ve
meĢru
zeminini
oluĢturmaktadır. Ancak insan hakları ve demokrasi bahanesiyle her hâlükârda müdahale
etmeme ilkesinin ihlal edilmesi önemli sıkıntılara sebep olmaktadır.
BM ġartı md. 2/7‟nin ikinci kısmı ile BMGüK‟e uluslararası barıĢın tehdidi,
bozulması veya saldırı eylemleri karĢısında devletlerin ülkesel yetki alanlarına müdahale
edebilme hakkı ve kabiliyeti tanınmaktadır. Bu müdahale md. 2/7‟nin birinci kısmında
bahsedilen ve BM ġartı md. 2/1‟le uyumlu olan egemenlik anlayıĢının ihlal edilmesi
anlamına gelmektedir. Kollektif güvenlik ve barıĢ için devletlerin egemenliğinin ihlal
721
Jennings, Watts, 1993, 439-447.
Lowe, V. (1994). The principle of non-intervention: Use of force. Lowe, V. ve Warbrick, C. (eds.). The
United Nations and the Principles of International Law: Essays in Memory of Michael Akehurst. London:
Routledge, 70-71.
722
204
edilmesi siyaseten savunulabilir olsa da, bu ihlalin baĢta BMGüK daimi üyeleri olmak
üzere büyük güçlerin inisiyatifinde gerçekleĢmesi devletlerin egemen eĢitliğinin hukukî
gerekçelerle ihlal edilmesine sebep olmaktadır.
4.3.2. BM ġartı md. 23/1: P5’in daimi üyeliği
BMGüK uluslararası güvenlik sisteminin merkezinde yer alan, önemli yetki ve
kapasitelerle donatılmıĢ BM‟nin en önemli organı olmaktadır. BMGüK sadece kendi
üyeleri üzerinde değil bütün BM üyeleri üzerinde (BM ġartı, md. 25 ve 49), hatta kimi
durumlarda BM üyesi olmayan devletler üzerinde (BM ġartı, md.2/6) dahi bağlayıcı
kararlar alabilmektedir. BM organları faaliyetlerini yılın belirli dönemlerinde olağan
oturumlar Ģeklinde, gerekli görüldüğünde olağanüstü oturumlar Ģeklinde gerçekleĢtirmekte
iken, BMGüK faaliyetleri süreklilik arz etmektedir (BM ġartı, md. 28/1). Ayrıca BMGüK
BM sisteminin en önemli unsuru olan uluslararası barıĢ ve güvenlikle alakalı olarak,
barıĢın tehdit edildiğine, bozulduğuna ya da bir saldırı olduğuna ve böyle bir durumda
hangi önlemlerin alınması gerektiğine karar verebilmekte,
(BM ġartı, md. 39), ilgili
tarafları geçici önlemlere uymaya çağırabilmekte (BM ġartı, md. 40), askerî zorlayıcı
tedbirleri içermeyen (BM ġartı, md. 41) ve hatta askerî zorlayıcı tedbirleri de içeren
önlemleri uygulayabilmektedir (BM ġartı, md. 42). Görüldüğü üzere BM sisteminin
istikrarı, uluslararası barıĢ ve güvenin tesisi için BMGüK oldukça önemli bir organdır.
BMGüK içerisinde ise daimi üyelerin konumu oldukça önemli olmaktadır ve aynı
zamanda BM ile alakalı çoğu tartıĢmanın da merkezinde yer almaktadır. Ġkinci Dünya
SavaĢı‟nın büyük güçleri olan ABD, Rusya ve Ġngiltere (Üç Büyük), önce Çin‟i (Dört
Polis), ardından Fransa‟yı aralarına dahil etmiĢtir.723 Böylece 1815 Viyana Kongresi‟ndeki
pentarĢiye benzer bir yapı ortaya çıkmıĢ, P5 diğer BM üyeleri arasında daha eĢit bir
konuma eriĢmiĢtir. BM ġartı‟na son Ģeklinin verildiği San Francisco Konferansı‟nda büyük
güçlerin daimi üyelik elde etmeleri küçük devletler tarafından tartıĢılmıĢtır. Daimi üyelerin
BMGüK‟ü
ve
dolayısıyla
BM‟yi
kendi
çıkarları
ve
arzuları
doğrultusunda
kullanmalarından çekinen diğer devletler itirazlarını dile getirmiĢ olsalar da daimi üyelik
723
Geiger, R. (1995). Article 23. Simma, B. (ed.). The Charter of the United Nations: A Commentary. New
York: Oxford University Press, 394.
205
statüsü ve daimi üyelere tanınan veto hakkı gibi ayrıcalıkları engelleyememiĢtir.724
1943 yılında ABD BaĢkanı Roosevelt Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanı Eden ile yaptığı
görüĢmede dünyanın polisliğini ABD, Rusya, Ġngiltere ve Çin gibi büyük güçlerin yapması
gerektiğini, böylesi bir sistemde küçük devletlerin Genel Kurul‟da yılda bir kez öfkelerini
kusabileceklerini, böylece sisteme yönelik eleĢtirilerinin yatıĢacağını ifade etmiĢtir.725 1943
yılındaki bu ifade büyük güçlerin BM‟deki güç dağılımına ve P5‟e tanınan ayrıcalığa
iliĢkin büyük güçlerin bakıĢını göstermektedir. Bu bakıĢ çerçevesinde P5 askerî, ekonomik,
siyasî ve demografik üstünlüklerinin de verdiği avantaj ile Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası
kurulan yeni uluslararası sistemin “kurucuları” olarak bir takım imtiyazlar elde etmiĢtir. Bu
imtiyazların bir kısmı siyasî iken diğer bir kısmı BM ġartı ve benzeri uluslararası anayasal
metinlerde bizzat ifade edilerek hukukî bir çehreye kavuĢmaktadır.
BM ġartı md. 23/1 BM‟nin nihai ve bağlayıcı karar alma organı olan BMGüK‟de beĢ
devlete “daimi üyelik” tanımakta, md. 106 ise bu beĢ daimi üyenin kontrollerindeki
BMGüK aracılığıyla BM adına, yani bütün üye devletler adına karar verip uygulamalarına
olanak sağlamaktadır. Bu meddeler neticesinde diğer üye devletlerden görece üstün hale
gelen P5 yapısı ortaya çıkmakta ve BM ġartı md. 2/1‟in hukuken ihlal edilmesine sebep
olmaktadır.
BM ġartı‟nda “Güvenlik Konseyi” baĢlıklı V. Bölümde yer almakta olan md. 23,
BMGüK‟ün bileĢimini içermektedir ve birinci paragrafında Çin, Fransa, Rusya, Ġngiltere
ve ABD‟nin daimi üyeler olduğunu belirtmektedir. Daimi üye hiçbir sebep ve koĢulda
üyeliği değiĢmeyecek olan üyeler anlamına gelerek, BM‟nin diğer üye devletlerinin
eriĢemeyeceği bir statüye iĢaret etmektedir. Dolayısıyla beĢ büyük devlete (P5)
diğerlerinden daha ayrıcalıklı bir statü kazandırmakta, eĢitler arasında birinci konuma
yükseltmektedir. Bu haliyle md. 23/1 devletler arasındaki eĢitliğe aykırı olmaktadır.
BMGüK BM‟nin on beĢ üyesinden oluĢur. Çin Cumhuriyeti, Fransa, Rusya
Federasyonu, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Krallığı ve ABD BMGüK’ün sürekli
üyeleridir. BMGeK her Ģeyden önce BM üyelerinin uluslararası barıĢ ve güvenliğin
724
Bailey, S.D. (1988). The Procedure of the UN Security Council. (2. Baskı). Oxford: Oxford University
Press, 108-109.
725
Doenecke, J.D., Stoler, M.A. (2005). Debating Franklin D. Roosevelt’s Foreign Policies: 1933-1945.
Oxford: Rowman&Littlefield Publishers, 63.
206
korumasına ve Örgütün diğer amaçlarına katkılarını, aynı zamanda da hakça bir
coğrafi dağılımı göz önünde bulundurarak, BM‟nin diğer on üyesini de BMGüK‟ün
geçici üyeleri olarak seçer. (BM ġartı, md. 23/1)
BM ġartı örgütün en önemli amaçlarının baĢında gelen uluslararası barıĢ ve
güvenliğin tesisi amacıyla md. 24/1‟de BMGüK‟ü bu konuda yetkili kılmaktadır: BM
üyeleri örgütün hızlı ve etkili hareket edebilmesini sağlamak amacıyla uluslararası barıĢ ve
güvenliğin korunmasında baĢlıca sorumluluğu BMGüK‟e bırakırlar ve bu sorumluluk
gereğince görevlerini yerine getirirken BMGüK‟ün kendi adlarına hareket ettiğini kabul
ederler. Bu maddede bahsi geçen hızlı ve etkili hareket edebilmek için de BMGüK‟ün üye
sayısı sınırlı tutulmuĢtur. Dumbarton Oaks‟da ilk kurgulandığında on bir (beĢ daimi, altı
geçici üye) üyesi olan BMGüK‟ün üye sayısı, 1960‟lı yıllarda yaĢanan dekolonizasyon
süreci ve beraberinde gelen bağımsızlaĢma süreci ile uluslararası sistemde meydana gelen
konjonktürel değiĢimle birlikte, 31 Ağustos 1965‟den itibaren geçerli olmak üzere on beĢe
(beĢ daimi, on geçici üye) çıkarılmıĢtır.726 Ancak daimi üye sayısında herhangi bir
değiĢiklik yaĢanmamıĢtır. Dolayısıyla daimi üyelik içerik ve sayı olarak sabit kalmaktadır.
BM ġartı‟nda BMGüK‟ün bileĢiminden bahseden md. 23 birinci paragrafta Çin,
Fransa, Rusya, Ġngiltere ve ABD daimi üyeler olarak tanımlandıktan sonra geçici üyelerin
nasıl seçileceği ve devam eden paragraflarda da geçici üyeliğin süresi ve temsilciler
hakkında bilgilendirme yapılmakta, daimi üyelerin olası bir değiĢikliğinden dahi
bahsetmemektedir. Böylece daimi üyelere diğer devletlere göre hukuken bir üstünlük
tanınmakta, egemen eĢitliğe aykırı bir durum teĢkil etmektedir.
23/1. maddenin sebep olduğu diğer bir hukukî menĢeili eĢitsizlik ise P5‟e tanınan
nihai karar verme yetkisinin, diğer hiçbir üye devlete tanınmamasıdır. MC Misakı md.
4/2‟de MC Genel Kurulu‟nun çoğunluğunun uygun bulması kaydıyla MC Konseyi‟nde
sürekli olarak temsil edilecek üyelerin değiĢebileceği belirtilmiĢtir. Buna karĢılık BM
ġartı‟nda BMGüK yapısının değiĢimine iliĢkin özel bir madde bulunmamakla birlikte, BM
ġartı‟nda değiĢikliklerin hangi koĢullarda ve hangi prosedür ile yapılacağı “DeğiĢiklikler”
baĢlıklı XVIII. bölümde md. 108 ve 109‟da belirtilmektedir. Ancak her iki maddede (BM
726
Ġnternet: Question of equitable representation on the Security Council and the Economic and Social
Council.
GA/RES/1991
A(XVIII),
17
Aralık
1963,
http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/186/66/IMG/NR018666.pdf?OpenElement adresinden 12 Nisan
2014‟de alınmıĢtır.
207
ġartı md. 108 ve 109/2) geçen “…BMGüK daimi üyelerinin tümünü kapsamak üzere BM
üyelerinin üçte ikisi tarafından onaylandığı zaman…” ifadesi, sadece BMGüK‟ün
yapısındaki değil BM ġartı‟ndaki herhangi bir değiĢikliğin P5‟in onayı olmaksızın
gerçekleĢemeyeceğini ifade etmektedir. Dolayısıyla P5‟e nihai karar verme otoritesi
tanınmaktadır. Görüldüğü üzere P5‟in kaderi yine P5‟in ellerinde olmaktadır.
Yine md. 23/1‟de geçici üyelerin hakkaniyete uygun bir biçimde coğrafi dağılıma da
dikkat edilerek seçileceği belirtilmektedir. Ancak burada da bir kriter mevcuttur: “…
BMGeK her şeyden önce BM üyelerinin uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına ve
Örgütün öteki amaçlarına katkılarını, aynı zamanda hakça bir coğrafi dağılımı göz önünde
bulundurarak BM‟nin öteki on üyesini de BMGüK‟ün geçici üyeleri olarak seçer” (BM
ġartı, md. 23/1). Görüldüğü üzere BMGüK geçici üyesi olunabilmesi için uluslararası barıĢ
ve güvenliğin korunması hususlarında katkı yapabilecek bir kapasiteden bahsedilmektedir.
Dolayısıyla zımnen BMGüK geçici üyeliğinin her devlete açık olmadığı deklare
edilmektedir. Bu sebeple geçici üyelerin seçimi otomatik bir Ģekilde ve bütün devletleri
kapsar bir nitelikte gerçekleĢmemektedir. Bu süreçle ilgili Googrich ve Hambro üç
kriterden bahsetmektedir: Birincisi, hangi ülkelerin BMGüK geçici üyeliğine ehil olacağını
BMGeK belirleyecektir; ikincisi, md. 23/2‟nin son cümlesinde geçtiği üzere, hâlihazırda
görev süresi yeni biten bir devlet yeniden (hemen) üye olarak seçilemeyecektir; üçüncüsü,
BMGeK‟in bu kriterleri göz ardı etmesi mümkün değildir.727 Egemen eĢitlik üzerine
kurulmuĢ bir sistemde bütün devletlere eĢit hak ve yükümlülük fırsatı sağlanması
gerekirken, BM‟nin nihai karar alma organı olan BMGüK‟e geçici üyelik seçiminde dahi
bütün üye devletlerin değerlendirme içerisinde olmaması eĢitsizliğe sebep olmaktadır.
Devletlerin hukukî eĢitlikleri konusunda BMGüK‟de büyük güçlere tahsis edilen
daimi üyelik ve veto hakkı ayrıcalıkları sorunlu konulardır. Uluslararası konjonktüre uygun
bir Ģekilde istikrar arayıĢı ve barıĢın temini ve tesisi için böylesi bir mekanizma siyasî
açıdan gerekli olsa da eĢitlik bağlamında sistemin kurucu devletlerine sağlanan temsil ve
oy hakkı ayrıcalığı eĢitlik ilkesine tezat bir durum oluĢturmaktadır.728 Ancak BMGüK‟ye
tanınan kanun yapma yetkisi ve güçlü yasama gücü üzerindeki BM‟nin kuruluĢu sürecinde
var olan mutabakat ciddi anlamda erozyona uğramıĢtır. BMGüK‟ün yapısı, daimi üyelerin
727
Googrich, L.M. ve Hambro, E. (1946). Charter of the United Nations: Commentary and Documents.
Boston: World Peace Foundation, 119.
728
Dunoff, 2012, 108.
208
sayısı ve coğrafi dağılımında değiĢiklikler öneren birçok giriĢim ve rapor BMGüK‟ün
yapısına ve P5‟in ayrıcalıklı konumuna yönelik rahatsızlığı göstermektedir. BM tarafından
da önerilen raporların hiç birisi muhtemelen siyasî gerekçelerle gerçekleĢememektedir.
Hukuken BMGüK‟ün yapısına iliĢkin değiĢikliklerde herhangi bir engel bulunmamaktadır
ve bu bakımdan BMGüK hukuken dokunulmaz (legibus solutus) değildir. Ancak P5‟in
istisnai, vazgeçilmez ve biricik siyasî gücü sebebiyle BMGüK kararlarının ulusal ve
uluslararası mahkemeler tarafından dahi kısıtlanması da pek olası görülmemektedir. Birkaç
istisna dıĢında görülmemiĢtir. Yasin Abdullah Kadı‟ya iliĢkin BMGüK kararı ve ardından
AB Adalet Divanı (ABAD) kararı akla ilk gelen istisna olmaktadır. BMGüK 15 Ekim 1999
tarihli 1267 sayılı ve 19 Aralık 2000 tarihli 1333 sayılı kararlarında Afganistan‟daki
Taliban yapılanması baĢta olmak üzere El-Kaide yapılanmasını da tespit etmek amacıyla
Yaptırımlar Komitesi kurulduğu, bu Komite tarafından her iki örgütle iliĢki içerisinde olan
kiĢilerin ve kurumların listesinin hazırlandığı, bu listede adı geçenlerin mal varlığının
dondurulması gerektiğini belirtmiĢtir.729 AB Konseyi BMGüK kararının AB için de geçerli
olduğunu belirterek uygulanması yönünde karar vermiĢtir.730 Bunun üzerine Yasin
Kadı‟nın avukatlarının AB nezdinde yapmıĢ olduğu itiraz kabul edilmiĢ ve ABAD Yasin
Kadı‟nın savunma hakkına saygı gösterilmediğini belirterek BMGüK kararına istinaden
AB Konseyi‟nin kararını iptal etmiĢtir.731 BMGüK kararlarının uygulanmamasına veya
iptal edilmesine iliĢkin Yasin Kadı olayındaki gibi durumlar oldukça istisnadır. Çünkü
BMGüK daimi üyelerinin dünya politikasındaki konumları ve kabiliyetleri P5‟i birçok
devlet açısından siyasî olarak vazgeçilmez ve karĢı konulmaz kılmaktadır.
729
BMGüK 1267 sayılı kararı için bakınız; Ġnternet: Afghanistan. S/RES/1267 (1999),
http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/1267(1999) adresinden 11 ġubat 2014‟de
alınmıĢtır.
BMGüK 1333 sayılı kararı için bakınız; Ġnternet: Afghanistan. S/RES/1333 (2000),
http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/1333(2000) adresinden 11 ġubat 2014‟de
alınmıĢtır.
730
Ġnternet: Imposing certain specific restrictive measures directed against certain persons and entities
associated with Usama bin Laden, the Al-Qaida network and the Taliban, and repealing Council Regulation
(EC) No 467/2001 prohibiting the export of certain goods and services to Afghanistan, strengthening the
flight ban and extending the freeze of funds and other financial resources in respect of the Taliban of
Afghanistan. (2002). Council Regulation (EC) No 881/2002, 27 Mayıs 2002, http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2002:139:0009:0022:EN:PDF adresinden 11 ġubat
2014‟de alınmıĢtır.
731
Ġnternet: Judgment of the Court (Grand Chamber): Yassin Abdullah Kadi and Al Barakaat International
Foundation v. Council of the European Union and Commission of the European Communities. (2008).
European
Court
Reports
I-6351,
3
Eylül
2008,
http://eur-lex.europa.eu/legalcontent/EN/TXT/?uri=CELEX:62005CJ0402 adresinden 11 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
209
4.3.3. BM ġartı md. 27/3: P5’in veto hakkı
BM ġartı‟nda “Güvenlik Konseyi” baĢlıklı V. Bölümde yer almakta olan md. 27,
BMGüK‟de oylama usulünü içermektedir ve üçüncü paragrafında daimi üyelerin veto
hakkına sahip olduğunu (zımnen) belirtmektedir. Veto hakkı BMGüK‟deki oylamalarda
P5‟den herhangi birisinin hayır oyu ile diğer on dört üyenin olumlu oyuna karĢılık karar
alma sürecinin olumsuz sonuçlanması anlamına gelmektedir. BMGüK için on dörde karĢı
bir olan bu eĢitsiz durum, BM için 192‟ye karĢı bir Ģeklinde tezahür etmektedir ki,
eĢitsizliğin boyutunu göstermektedir. Dolayısıyla P5‟in sahip olduğu veto hakkı hukukî
olsa da egemen eĢitliğe aykırı bir durum olmaktadır.
BMGüK‟de usule iliĢkin konular dıĢındaki sorunlarda kararlar daimi üyelerin de
hemfikir olması ile dokuz üyenin olumlu oyu ile alınır; ancak VI. Bölüm md. 52/3
hükümleri uyarınca alınan kararlarda bir uyuĢmazlığa taraf olan devletler oylamaya
katılamaz. (BM ġartı, md. 27/3)
BMGüK‟de oylama sürecinden bahseden md. 27‟de ilk olarak BMGüK‟ün her
üyesinin bir oy hakkının olduğundan bahsedilmektedir (BM ġartı, md. 27/1). Bu haliyle
egemen eĢitlik ilkesinin tam olarak uygulandığı bir oylama söz konusu olmaktadır. Daimi
ve geçici üyelerin aralarındaki bütün siyasî eĢitsizliğe rağmen bir oy hakkına sahip olması
md. 2/1‟de geçen devletlerin egemen eĢitliğinin önemli bir tezahürüdür. Ancak maddenin
devamında, üçüncü paragrafında ise egemen eĢitliğe aykırı, egemen eĢitliği ihlal eden veto
uygulamasından bahsedilmektedir. BM ġartı içerisinde egemen eĢitliğin ihlaline iliĢkin en
belirgin maddelerden birisi olan md. 27/3‟e göre kararlar “…daimi üyelerin hemfikir
olmaları ile dokuz üyenin olumlu oyu ile alınmaktadır…”. Bu tezat Kelsen tarafından BM
ġartı‟nın siyasî muhtevası ile hukukî yapısı arasındaki zıtlıklardan bir tanesi olarak
tanımlanmaktadır.732 27/3. madde dıĢında md. 108 ve 109/2‟de de BM ġartı‟nda yapılacak
değiĢikliklerin geçerlilik kazanması için “BMGüK daimi üyelerinin tümünü kapsamak
üzere” BM üyelerinin üçte ikisinin olumlu oyunun gerektiğinden bahsedilmektedir. Daimii
üyelerinin tümünün oyunun gerekliliği veto hakkının bir diğer ifadesi olmaktadır.
P5‟e tanınan bu veto hakkı UNCIO‟da Komite III/1‟de tartıĢılmıĢtır. Bu
tartıĢmalarda BMGüK‟de P5‟e tanınan veto hakkının kapsamının netleĢmesi amacıyla
732
Kelsen, 1946, 1112.
210
cevap verilmesi gereken 23 soru belirlenmiĢtir. Sorular BMGüK‟ün gerekli görmesi
halinde tarafları aralarındaki uyuĢmazlığı çözmeye davet ederken (md. 33/3);
uyuĢmazlıkların uluslararası barıĢ ve güvenliğin korunmasını tehlikeye düĢürmesi
ihtimalinde olup olmadığını tespit ederken (md. 34); uyuĢmazlıklarda uygun yöntem ve
yolları tavsiye ederken (md. 36/1); uyuĢmazlığın çözümünde baĢvuracağı yolu
kararlaĢtırırken (md. 37/2); uyuĢmazlıkların barıĢçıl yollarla çözülmesi için taraflara
tavsiyede bulunurken (md. 38); barıĢın tehdit edildiği, bozulduğu ya da bir saldırı
eyleminin olduğunu saptaması halinde hangi önlemlerin alınacağını kararlaĢtırırken (md.
39); md. 39 uyarınca durumun ağırlaĢmasını önlemek amacıyla ilgili tarafları gerekli veya
uygun gördüğü geçici önlemleri uymaya çağırırken (md. 40); UAD‟dan herhangi bir
hukukî sorun konusunda görüĢ isterken (md. 96/1); BM Genel Sekreteri‟ni tavsiye ederken
(md. 97) veto gücünün kullanıp kullanılmayacağı üzerine ĢekillenmiĢtir.733
Bu sorular üzerine gerçekleĢen tartıĢmalar neticesinde ABD, Rusya, Çin ve Ġngiltere
(four sponsoring government) sorulara cevaben ortak bir bildiri yayınlamıĢtır. Fransa da bu
bildiriyi onayladığını belirtmiĢtir. Ġki kısma ayrılan ve ilk kısmı on madde olan bildirinin
önemli hususlarını Ģu Ģekilde özetlemek mümkündür:
“Yalta Konferansı‟nda kabul edildiği haliyle BMGüK‟de iki oylama usulü söz konusu
olacaktır. Konsey usule iliĢkin konularda yedi üyenin olumlu oyu ile; uyuĢmazlıkların
çözümü, barıĢın tehdidi, barıĢın bozulması ve barıĢa saldırı gibi durumlarda ise daimi
üyelerin hem fikir olmaları kaydıyla yedi üyenin olumlu oyu ile karar alacaktır*
(Açıklamanın I/1-2. maddeleri)… Yalta oylama usulü MC‟deki oybirliği uygulaması
yerine oy çokluğu uygulamasını önermektedir. Dolayısıyla bu sistemde geçici üyelerin
veto hakkı bulunmamaktadır. Daimi üyelerin ise MC‟dekine benzer bir Ģekilde veto
hakları olacaktır (Açıklamanın I/7. maddesi). Bu durum Yalta sisteminde beĢ büyük
gücün kendilerince hareket edebilecekleri anlamına da gelmemektedir. Yalta
733
Komite III/1‟e bağlı olarak faaliyet gösteren Altkomite III/1/B‟de gerçekleĢtirilen görüĢmelerde gündeme
gelen ve tartıĢılan 23 soru için bakınız: Ġnternet: Department of State. (1946f). Memorandum to members on
Subcommittee III/1/B of the Delegations of China, United Kingdom, Union of Soviet Socialist Republics and
United States of America from Secretairy of Subcommittee III/1/B, Doc. 855, June 8. The United Nations
Conference on International Organization: Selected Documents: San Francisco, California: April 25 to June
26,
1945.
Publication
2490.
Washington:
US
Government
Printing
Office,
773,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1 adresinden 16 Eylül 2013‟de
alınmıĢtır.
*
Yalta Konferansı‟ndaki metne sadık kalınarak rakamlar değiĢtirilmemiĢtir. BMGüK‟ün ilk kurulduğunda on
bir üyesi var iken nitelikli çoğunluk yedi olumlu oy olarak belirlenmiĢtir. 31 Ağustos 1965‟den itibaren
geçerli olmak üzere BMGüK üye sayısı on beĢe yükselince nitelikli çoğunluk dokuz olarak yeniden
belirlenmiĢtir.
211
sisteminde beĢ geçici üyenin “ortak hayır oyu” da bir anlamda veto gücü olmaktadır
(Açıklamanın I/8. maddesi). Böylece MC‟deki oybirliği yerine uygulanabilir olan oy
çokluğu sistem tercih edilmiĢtir. Bu sistemde beĢ büyük güç en az iki geçici üyenin
daha oyuna ihtiyaç duyacaktır (Açıklamanın I/9. maddesi)”.734
Alt komitede sorulan 23 soruya cevaben yayınlanan ve yukarıda önemli kısımları
alıntı yapılan bildiride 22 soru on maddede ortak bir Ģekilde cevaplandırılırken, 19.
sorunun ise ayrı bir kısımda cevaplandırılması gerektiği belirtilmiĢtir. 19. soruda usule
iliĢkin konularda veto hakkının gündeme gelip gelmeyeceği sorulmuĢtur. Bildirinin ikinci
kısmında cevaben gelecekte usule iliĢkin bir konu olup olmayacağı hususunda tartıĢılmaya
sebebiyet verecek derecede oldukça önemli bir konunun gündeme gelme olasılığı
sonrasında daimi üyelerin hemfikir olması ile yedi olumlu oy aranması gündeme gelebilir
denilmiĢtir (Açıklamanın II/2. maddesi).735
BMGüK oylama usulü üzerine yapılan yoğun tartıĢmalar neticesinde Komite III/1
raportörünün raporunda belirtildiği üzere, BMGüK oylama süreci ve usulü beĢ daimi
üyenin ortak cevabına uygun bir Ģekilde belirlenmiĢtir. Yapılan oylamada md. 27/1
oybirliği (33 oy), md. 27/2 30 olumlu 1 olumsuz oy, md. 27/3 ise yoklama usulüyle (rollcall) yapılan oylamada 30 olumlu, 2 olumsuz, 15 çekimser ve 3 boĢ oy ile kabul
edilmiĢtir.736
BMGüK‟de veto hakkı sürekli tartıĢma konusu olmuĢtur. BMGeK 1946 (RES/40/I),
1947 (RES/117/II) ve 1949 (RES/267/III) sayılı kararlar gibi BM‟nin ilk yıllarında ısrarla
P5‟in bu hakkı sınırlandırmaya veya bu haktan feragat etmeye rızası olup olmadığını
sormuĢtur. BMGeK RES/117/II (1946) sayılı kararında BMGüK‟ü md. 27‟nin
uygulanmasında yaĢanan zorlukları aĢmak ve böylece BMGüK‟ün iĢleyiĢini etkili
734
Ġnternet: Department of State. (1946g). Statement by Mr. John Sofianopoulos, Chairman of Committee
III/1, Doc. 852, June 8. The United Nations Conference on International Organization: Selected Documents:
San Francisco, California: April 25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US Government
Printing Office, 752-753, http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1
adresinden 14 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
735
Department of State, 1946h, 754.
736
Ġnternet: Department of State. (1946ı). Report of Rapporteur of Committee III/1 to Commission III, Doc.
1050, June 17. The United Nations Conference on International Organization: Selected Documents: San
Francisco, California: April 25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing
Office, 742, http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1 adresinden 13
Aralık 2014‟de alınmıĢtır.
212
kılabilmek için BMGüK‟ü yardımcı olmaya davet etmiĢ737; RES/117/II (1947) sayılı
kararında BM ġartı‟nda yapılacak değiĢikliklerin “BMGüK daimi üyelerinin tümünü
kapsamak üzere” BM üyelerinin üçte ikisi tarafından kabul edilmesi halinde geçerlilik
kazanacağını ifade eden md. 109/2‟de P5‟e tanınan veto yetkisinin değiĢmesini önermiĢ738;
RES/267/III (1949) sayılı kararında ise yedi olumlu oyun alındığı bir kararda (1965 yılına
kadar BMGüK‟de 11 üye mevcut olduğu için, karar sayısı 7 olmaktaydı) daimi üyeler veto
hakkını kullanmaktan uzak durmaya ve aralarında farklı bir yöntem geliĢtirmeye davet
edilmiĢtir.739 BMGeK tarafından gerçekleĢtirilen her giriĢim sonrası P5 uluslararası barıĢ
ve güvenliğin tesisinde veto hakkının önemli olduğunu belirterek veto hakkını
savunmuĢtur.
BM verilerine göre ilk veto hakkı SSCB tarafından 16 ġubat 1946‟da kullanılmıĢtır
ve 29 Temmuz 2015 yılında Rusya tarafından kullanılan son veto hakkına kadar
BMGüK‟de toplam 193 kararda toplam 235 veto hakkı kullanılmıĢtır.740 Veto hakkına
iliĢkin istatistiklerde farklı kaynaklarda farklı değerlerle karĢılaĢılmaktadır. Bu farklılık
veto hakkı olarak ifade edilen usulün tek tip olmayıp, birden fazla veto türünün olmasından
kaynaklanmaktadır. BMGüK‟de bilinen ve akla gelen ilk veto usulüne ilaveten çifte veto
ve gizli veto gibi uygulamalar da bulunmaktadır.
Çifte veto hakkı hem usule, hem esasa iliĢkin olarak veto hakkının kullanılabilmesi
anlamına gelmektedir. Çifte veto BMGüK‟te halihazırda tartıĢma konusu olan usule iliĢkin
olan ve olmayan (usul-esas ayrımı) konuların neler olduğunun netleĢtiril(e)memesinin yol
açtığı karmaĢıklıktan kaynaklanmaktadır. Bu sorun hem içerik olarak usule iliĢkin
konuların netleĢtirilememesi, hem de P5‟e “usul dıĢı konularda” tanınan veto hakkının
kapsamının belirlenmesi anlamında önemli olmaktadır. BMGeK‟de bu sorun md. 18/3 ile
737
Ġnternet: Voting procedure in the Security Council. A/RES/40/I (1946), http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/032/91/IMG/NR003291.pdf?OpenElement adresinden 10 Mart
2014‟de alınmıĢtır.
738
Ġnternet: Convocation of a general conference under Article 109 of the Charter to amend the priviledge of
the veto and resolution of the second part of the first session of the General Assembly in relation to the
exercise
of
the
veto.
A/RES/117/II
(1947),
http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/038/24/IMG/NR003824.pdf?OpenElement adresinden 10 Mart
2014‟de alınmıĢtır.
739
Ġnternet: The problem of voting in the Security Council. A/RES/267/III (1949), http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/044/38/IMG/NR004438.pdf?OpenElement adresinden 10 Mart
2014‟de alınmıĢtır.
740
Ġnternet: Security Council veto list. http://research.un.org/en/docs/sc/quick/veto adresinden 2 Ağustos
2015‟de alınmıĢtır.
213
aĢılmaya çalıĢılmıĢtır. 18/2. maddede önemli sayılacak sorunlar belirtilip bu sorunların
oylamada hazır bulunan ve oy veren üyelerin üçte iki çoğunluğuyla alınacağı belirtildikten
sonra; md. 18/3‟de üçte iki çoğunlukla çözülecek yeni sorun türlerinin (yani önemli
sorunlar) belirlenmesi de içinde olmak üzere, baĢka sorunlar konusundaki kararlar hazır
bulunan ve oy veren üyelerin oy çokluğu ile sağlanır. Bu sayede BMGeK‟de sorunların
tasnifi konusunda önemli bir çözüm mevcuttur. Ancak aynı çözüm BMGüK‟de mevcut
değildir. Çünkü P5 veto hakkını kullanabileceği konuları sınırlandırmak istememektedir.
Böylece usul veya esasa iliĢkin olduğu tam olarak belirlenemeyen konularda P5 veto
hakkını saklı tutmaktadır.741 Çifte vetoda bir konunun usule mi esasa mı iliĢkin olduğunun
tartıĢıldığı oturumlarda P5‟in veto hakkı söz konusu olmaktadır. Bu oturumda esasa iliĢkin
karar çıkması ardından P5‟in yine veto hakkı bulunmaktadır. Çifte veto hakkına yani usulesas tartıĢmasında bazı pratikler de mevcuttur.
BM ġartı md. 27/3 kapsamında P5 üyelerinin olumlu oy kullanmadığı, ya tarafsız
kalmak ya da olumsuz tutum sergilemek sebebiyle itirazını sergilediği, ancak olumsuz oy
da kullanmadığı ve “daimi üyelerin hemfikir olması” halini bozmayan, dolayısıyla veto
hakkı olarak kabul edilmeyecek oylama usulleri de söz konusudur: Çekimser kalmak,
oylamaya katılmamak, kararın hiçbir aĢamasına katılmamak.
BMGüK‟de daimi üyeler olumlu oy kullanmak istemediklerinde, ancak karar alma
sürecini de olumsuz olarak sona erdirmeyi istemediklerinde “çekimser” kalmayı tercih
edebilmektedir. Çekimser kalmak BM ġartı‟nda geçmemesine karĢılık teamül olarak
geliĢmiĢ ve veto hakkını engellemeyen, ancak oybirliği kullanımının da zorluğunu
yumuĢatan bir iĢlev yerine getirmektedir.742 Kelsen de daimi üyelerden birisinin veya
birkaçının usule iliĢkin olmayan konulara iliĢkin oylamaya katılmaması veya çekimser
kalmasının kararın alınmasına engel teĢkil etmediğini belirtmiĢtir.743 27/3. maddenin bir
nevi yorumu olan çekimserlik BMGüK‟te usule iliĢkin olmayan konularda P5‟in
“hemfikir” olması gerekliliğini bozmamaktadır. Bu konuda UAD Namibya Davası‟na
iliĢkin danıĢma görüĢünde çekimser kalmayı md. 27/3‟e uygun bir yorum olarak kabul
etmiĢ, üye devletler tarafından da bir BM uygulaması olarak kabul edilen bir usul olduğunu
741
Bailey, 1988, 214.
Çağıran, 2013, 378.
743
Kelsen, H. (1946). Organization and procedure of the Security Council of the United Nations. Harvard
Law Review, 59(7), 1098.
742
214
açıklamıĢtır.744 Devletlerin kendi rızaları ile tercih ettiği çekimserlik gönüllü çekimserlik
olarak tanımlamaktadır.745 Bir de oylamaya konu olan tartıĢmanın tarafı olan devletin
oylamaya katılamaması Ģeklinde çekimserlik uygulaması vardır ki, zorunlu çekimserlik
olarak adlandırılmaktadır.746 Ġkincisi BM ġartı md. 27/3‟ün ikinci kısmında belirtilen bir
zaruret iken, birincisi devletin kendi rızasıyla gerçekleĢtirdiği bir tercih olmaktadır.
Çekimserlik P5 üyeleri için vetonun katı uygulamasını hafifletmek ve siyasî olarak
gelecekte oy kullanılan devletle geliĢtirilecek iliĢkilerde esneklik tanıması amacıyla tercih
edilmektedir.747
Veto anlamına gelmeyen ve daimi üyelerin hemfikir olma halini bozmayan ikinci oy
tercihi ise oylamaya katılmamaktır. Oylamaya katılmamak durumunda üye devlet
tartıĢmaya
iliĢkin
görüĢmelere
katılmakta,
ancak
oylamaya
katılmamayı
tercih
etmektedir.748 Bu usul ya davanın içeriğini protesto etmek ya da zorunlu çekimserlik
sebebiyle tercih edilmektedir.749
Üçüncü tercih ise kararın hiçbir aĢamasına katılmamayı ifade eden “mevcut
bulunmamak” (absence) olmaktadır. Bir daimi üyenin elinde olmayan sebeplerle veya
boykot gibi bir gerekçe ile oylama yapılacak konu hakkında BMGüK oturumlarına
katıl(a)madığı gibi oylamaya da katıl(a)mamasını ifade etmektedir.750 Bu tercihte P5 üyesi
devlet kararla muhatap olmayıp, karara iliĢkin tatminsizliğini veya memnuniyetsizliğini
gösterme imkanı bulmaktadır. Ancak P5‟in mevcut bulunmama tercihi veto yerine
geçmeyip kararın kabul edilmesini engellemiyor olsa da, bu tercihin aynı davada birden
fazla devlet tarafından kullanılması kararın akıbetini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Çünkü mevcut bulunmama tercihi oylamalarda yetersayısı tartıĢmalarını gündeme
getirmektedir. BM ġartı‟nda oylama yetersayıları ile ilgili herhangi bir madde
bulunmamakla birlikte, md. 27/2 ve 27/3‟te geçen “dokuz üyenin olumlu oyu” ifadeleri en
744
Ġnternet: Güvenlik Konseyi‟nin 276 Sayılı Kararına Rağmen Güney Afrika‟nın Namibya‟daki (Güney
Batı Afrika) Varlığını Devam Ettirmesinin Hukukî Sonuçları Davası (1970). DanıĢma GörüĢü. ICJ Rep.
1971. 21 Haziran 1971, 22. Paragraf. http://www.icj-cij.org/docket/files/53/5595.pdf adresinden 12 Mart
2014‟de alınmıĢtır.
745
Arechaga, E.J. de. (1978). Voting and the Handling of Disputes in the Security Council. Westport:
Greenwood Press, 18; Simma, B. ve Brunner, S. (1995). Article 27. Simma, B. (ed.). The Charter of the
United Nations: A Commentary. New York: Oxford University Press, 447.
746
Bailey, 1988, 224; Arechaga, 1978, 25.
747
Arechaga, 1978, 21.
748
Simma ve Brunner, 1995, 453.
749
Bailey, 1988, 232.
750
Simma ve Brunner, 1995, 454.
215
azından oylamalarda gerekli olan alt sınıra iĢaret etmektedir. Bir P5 devleti diğer üyeleri
yeter sayısının oluĢmasına engel olacak miktarda oylamaya katılmamaya ikna
edebilmektedir. Bu uygulama SSCB tarafından gizli veya dolaylı veto olarak
tanımlanmıĢtır.751 Örneğin; Ġsrail 1976 yılında Uganda‟da Entebbe havaalanında yaĢanan
bir uçak kaçırma eyleminde kendi vatandaĢlarını kurtarmak için gerçekleĢtirdiği
operasyonu BM ġartı md. 51 çerçevesinde meĢrulaĢtırmaya çalıĢmıĢ, operasyondaki
önemli can ve mal kaybını “meĢru müdafaa” çerçevesinde yorumlamıĢtır.752 Ġsrail‟i bu
yorumunda haklı bulan Ġngiltere olay sebebiyle hava korsanlarını kınayan bir karar taslağı
sunmuĢ, ancak karar oylanırken iki üye çekimser kalmıĢ, SSCB ve altı üye daha oylamaya
katılmamıĢtır. Bu sebeple Ġngiltere‟nin taslağı düĢmüĢtür.753 Dolayısıyla SSCB oylamaya
katılıp olumsuz oy kullanmak, yani doğrudan veto hakkını kullanmak yerine, diğer
üyelerden altısını oylamaya katılmamak, ikisini ise çekimser oy kullanmak üzere ikna
ederek oylamanın gereken “dokuz oy” elde edememesini ve kararın düĢmesini sağlamıĢtır.
P5‟in sahip olduğu veto hakkı BM ġartı md. 27/3‟de zımnen değinilmesi ile hukukî
bir hak olmakla birlikte, P5‟in bu hakkı istismar etmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda
oylanacak konunun usule mi esasa mı iliĢkin olduğu tartıĢmalarında usule iliĢkin bir konu
hakkında md. 27/2‟ye göre veto hakkı kullanılamaz. Ayrıca md. 27/3‟e göre bir tartıĢmaya
taraf olan P5 üyesi tartıĢmaya iliĢkin oylamada veto hakkını kullanamaz. Son olarak BM
ġartı‟nın ruhuna uygun bir Ģekilde md. 2/2 ve 24/2‟de geçtiği haliyle P5‟in veto hakkını
kullanırken “…üstlendikleri yükümlülükleri iyi niyetle yerine getirerek…” (BM ġartı, md.
2/2) ve “…BM‟nin amaç ve ilkelerine uygun hareket ederek…” (BM ġartı, md. 24/2) veto
hakkını istismar etmemesi gerekmektedir.
BMGüK daimi üyelerine tanınan veto hakkı P5‟i BM hukukunun da üzerinde bir
yerde konumlandırmakta, P5‟in diğer üye devletler üzerinde hukukî bir hegemonya
kurmasına sebep olmakta, bu haliyle BM‟yi otokratik bir rejim yapmaktadır.754 P5
dıĢındaki üye devletler BM ġartı‟nda geçen uluslararası hukuk ilkeleri ve kuralları ile
sınırlandırılırken, P5‟e bu sınırlandırmaları aĢacak yollar yine hukukî bir zeminde
sunulmaktadır. Hukukî zemine ilaveten siyasî olarak “büyük güçlerin veto hakkı
751
Bailey, 1988, 223-224.
Alexandrov, S.A. (1996). Self-defense Against the Use of Force in International Law. The Hague: Kluwer
Law International, 195-196.
753
Bailey, 1988, 224.
754
Kelsen, 1946, 1121.
752
216
olmaksızın BMGüK‟ün iĢlemeyeceği” fikri de veto hakkının devam etmesinde önemli
olmaktadır. P5‟e tanınan veto hakkı veya ayrıcalığı sebebiyle md. 2/1 romantik bir söyleme
dönüĢme tehdidiyle yüzleĢmektedir. 27/3. maddedeki veto hakkı ile eĢitlik BM Ģartında
eĢitsizliğe dönüĢmektedir. Bir yoruma BM‟deki bu durum nedeniyle eĢitlik ile eĢitsizlik bir
arada gerçekleĢme imkanı bulamamakta, bir ilke diğerini bertaraf etmektedir.755 Bu haliyle
md. 2/1‟deki eĢitlik normatif bir kavram olup, gerçekleĢmesi zor bir kavram olmaktadır.
Hem BMGüK içerisinde hem de BM‟de P5‟e üstünlük sağlayan veto uygulaması
egemen eĢitlik ilkesine aykırı bir durum oluĢturmaktadır. BM ġartı md. 27/3‟de geçmesi ile
hukukî bir niteliğe sahip olan veto hakkı, BM ġartı md. 2/1‟de geçen egemen eĢitlik
ilkesini ihlal etmekte ve BM‟de yapısal ve anayasal bir eĢitsizliğe sebep olmaktadır.
4.3.4. BM ġartı md. 106: P5’in “eĢitler arasında birinci” olma hali
BM ġartı‟nda “Güvenliğe ĠliĢkin Geçici Hükümler” baĢlıklı XVIII. bölümde yer alan
md. 106‟da md. 23/1 ile daimi üyelik statüsü tanınan P5‟e uluslararası barıĢ ve güvenliğin
korunması adına bütün üye devletler adına karar verip uygulama hakkı tanınmaktadır.
Elbette ki P5‟in hangi Ģartlarda böylesi bir karar verme yetkisine sahip olduğu md. 106‟da
belirtilmektedir. Ancak diğer hiçbir üyeye tanınmayan böylesi önemli bir hakkın P5‟e
tanınması P5‟in ayrıcalığını pekiĢtirmektedir ve egemen eĢitliğe aykırı bir durum
olmaktadır.
BMGüK’e kendi kanısına göre md. 42 uyarınca üzerine düĢen sorumlulukları
yüklenmesine olanak verecek olan ve md. 43‟de sözü edilen özel anlaĢmalar yürürlüğe
girinceye değin, 30 Ekim 1943’de Moskova’da imzalanan Dört Ulus Bildirgesi’nin
tarafları ile Fransa, iĢbu Bildirge‟nin md. 5 uyarınca, uluslararası barış ve güvenliğin
korunması için gerekebilecek her türlü eyleme BM adına birlikte giriĢmek üzere
birbirlerine ve eğer durum gerektiriyorsa, BM‟nin öteki üyelerine danıĢacaklardır.
(BM ġartı, md. 106)
106. maddede geçen Dört Ulus Bildirgesi ABD, Ġngiltere, SSCB ve Çin tarafından 30
Ekim 1943‟de Moskova Konferansı‟nda imzalanmıĢtır. Moskova Deklarasyonu olarak da
adlandırılan bildirge taraf devletlerin en kısa sürede devletlerin egemen eĢitliği ilkesi
755
Weinschel, H. (1951). The doctrine of the equality of states and its recent modifications. American
Journal of International Law, 45(3), 427.
217
üzerine kurulmuĢ, büyük ya da küçük barıĢ seven bütün devletlerin üyeliğine açık,
uluslararası barıĢ ve güvenliği sağlamak amacıyla bir uluslararası örgütün kurulmasının
gerekliliğini kabul ettikten (md. 4) sonra, hukukun ve düzenin yeniden oluĢturulması ve
genel güvenlik sisteminin oluĢması esnasında, uluslararası barıĢ ve güvenliğin tesisi
amacıyla gereken her türlü ortak eyleme uluslar topluluğu adına birlikte giriĢmek üzere
birbirlerine ve eğer gerekiyorsa BM‟nin diğer üyelerine danıĢabileceklerini (md. 5) deklare
etmiĢtir.756 Moskova Deklarasyonu md. 5 bir yıl sonra düzenlenen Dumbarton Oaks
Konferansı‟nda (1944) kabul edilen taslak metnin Geçici Hükümler baĢlıklı XII.
bölümünde757 BM ġartı md. 106‟da geçtiği haliyle yeniden yazılarak kabul edilmiĢtir. Bu
bildirgeyi imzalayan dört devlet ile Fransa BMGüK daimi üyelerini oluĢturmaktadır.
106. madde ile P5‟e diğer üye devletlerle kıyaslandığında üstünlük sağlanmaktadır.
P5‟in BM hiyerarĢisinde kurumsal olarak diğerlerinden daha üstün bir konumda
olduklarını gösteren md. 106 pek fazla zikredilen bir madde olmamasına karĢılık, BM‟deki
eĢitsizliğin kurumsallaĢmasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Maddede bahsi geçen
md. 42 ve md. 43 BM ġartı VII. Bölümde (BarıĢın tehdidi, bozulması ve saldırı eylemi
durumunda alınacak önlemler) yer almaktadır. 42. maddede ifade edilen askerî önlemler
çerçevesinde md. 43‟e göre BM üyeleri uluslararası barıĢ ve güvenliğin korunması
amacıyla BMGüK‟e gereken silahlı gücü sağlamayı üstlenmekte, BMGüK ile yapılacak
özel antlaĢmalar ile silahlı gücün niteliğini, miktarını, konumunu ve sağlanan kolaylıkları
belirlemektedir (BM ġartı md. 43.1). Bu sebeplerle, md. 106 uluslararası barıĢ ve
güvenliğin tehdit altında olduğu veya bozulduğu kriz anlarında P5‟e hızlı hareket etme
kabiliyeti sağlaması yönüyle kolektif güvenliğin tesisi ve temininde iĢlevsel bir rol
üstlenmektedir.
106. maddenin BM Sistemi‟nin istikrarı, uluslararası barıĢ ve güvenliğin devamı için
P5 aracılığıyla BMGüK‟ün hızlı ve etkili bir Ģekilde kullanılmasını kabul etmesi siyaseten
doğru olmaktadır. Ayrıca BMGüK‟e md. 106 çerçevesinde bir uygulama için hukukî
dayanak da sunmaktadır. Ancak maddede özellikle “Dört Ulus Bildirgesi‟nin tarafları ve
Fransa”ya, yani P5‟e bütün diğer üye devletler, dolayısıyla BM, yani uluslararası sistem
756
Ġnternet: Declaration of the Four Nations on General Security. The Moscow Conference, October 1943,
http://unterm.un.org/dgaacs/unterm.nsf/8fa942046ff7601c85256983007ca4d8/cd2d07f41339cc0e852569fa00
00330d?OpenDocument adresinden 12 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
757
Ġnternet: Dumbarton Oaks: Proposals for the establishment of a general international organization,
http://www.ibiblio.org/pha/policy/1944/441007a.html adresinden 13 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
218
adına hareket etme kabiliyeti tanınması, egemen eĢitliğe aykırı bir durum olmaktadır. BM
md. 42 de aynı yorumun bir diğer uygulaması olmaktadır. BM ġartı md. 42 uluslararası
barıĢın tehdidi, bozulması ve saldırı eylemi durumunda alınacak askerî önlemlerden
bahsetmektedir: “BMGüK, 41. maddede öngörülen önlemlerin (askerî olmayan önlemler)
yetersiz kalacağı ya da kaldığı kanısına varırsa, uluslararası barıĢ ve güvenliğin korunması
ya da yeniden kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı
her türlü girişimde bulunabilir...”. Burada da BMGüK‟e yine BM adına hareket etme
kabiliyeti tanınmaktadır. BMGüK‟e BM üyeleri adına hareket etme hakkı ve kabiliyeti
yine BM ġartı md. 24/1‟de verilmektedir: “BM üyeleri Örgütün hızlı ve etkili hareket
etmesini sağlamak için uluslararası barıĢ ve güvenliğin korunmasında baĢlıca sorumluluğu
BMGüK‟e bırakırlar ve bu sorumluluk gereğince görevlerini yerine getirirken BMGüK‟ün
kendi adlarına hareket ettiğini kabul ederler”. BMGüK‟ün yani 15 devletin bütün BM
üyeleri yerine yani 193 devlet yerine hareket etmesi egemen eĢitliğin ihlali gibi bir durum
olsa da, hukukîdir. Yani egemen eĢitsizliğin kurumsallaĢmasında hukukun da rol
alabildiğini göstermektedir.
BM ġartı md. 106 güvenliğe iliĢkin geçici hükümlerin md. 43‟de geçen özel
antlaĢmaların yürürlüğe girmesine değin söz konusu olacağını belirtmektedir. Ancak
burada dikkat edilmesi gereken bir husus olarak, md. 43‟e dayanarak herhangi bir askerî
antlaĢmanın olmaması halinde geçiĢ sürecinin tamamlanması söz konusu değildir. Bu
sebeple geçiĢ sürecinde P5 BM adına askerî zorlayıcı tedbirlere baĢvurabilmektedir. Bu
tedbirler ise md. 43‟e dayanılarak hazırlanacak bir askerî antlaĢmayı gerektirmektedir.
UNCIO‟da md. 106 Komisyon III‟e bağlı olarak kurulan Komite III/3‟te
görüĢülmüĢtür. Komite III/3‟de Moskova Deklarasyonu md. 5‟de geçen “Örgüt adına ortak
eylemde bulunmak” ifadesinde sorumlu olan muhatabın BMGüK mü yoksa Moskova
Deklarasyonu‟nu imzalayan devletler ve Fransa mı (yani P5) olduğu, ayrıca “ortak eylem”
ile ne ifade edilmek istendiği tartıĢılmıĢtır. ABD ve Ġngiltere geçiĢ döneminde BMGüK‟ün
sorumluluk üstlenmesi gerektiği ve “ortak eylem” ifadesini kesin bir biçimde
tanımlanmasının zor olduğu görüĢünü savunmuĢtur.758 Bu savunma çerçevesinde ortak
758
Ġnternet: Department of State. (1946h). Report of rapporteur of Committee III/3 to Commission III on
Chapter XII, Doc. 1095, June 19. The United Nations Conference on International Organization: Selected
Documents: San Francisco, California: April 25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US
Government
Printing
Office,
773,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;
view=1up;seq=1 adresinden 14 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
219
eylem detaylı bir biçimde tanımlanmamıĢ, sorumluluğun yorumu da yine P5‟e
bırakılmıĢtır. Ayrıca bu savunmanın da ruhuna uygun bir Ģekilde, md. 106‟da Moskova
Deklarasyonu‟nu imzalayan devletler ve Fransa‟ya tanınan bu ayrıcalıklı hakkın keyfi
kullanımına karĢı iki garanti söz konusudur: Birincisi, birbirlerine ve BM‟nin diğer
üyelerine danıĢma gereksinimi; ikincisi, eylemin P5‟in de kabul ettiği ortak bir eylem
olması gerekliliği.759 Ancak burada garanti olarak sunulan hususların P5‟ten her birisinin
diğer P5 üyelerine karĢı keyfi kullanımına engel teĢkil ettiği, aksi halde P5‟in bir bütün
olarak diğer BM üyelerine rağmen ortak eylemde bulunmalarını engellemediği ortadadır.
106. maddede değinilmesi gereken diğer bir husus ise, BM‟nin diğer üyelerinin P5‟e
böylesi bir ortak eylem kararında yardım etme mecburiyetinin olup olmadığıdır. BM
ġartı‟nın genel ruhuna göre ve hatta ġart‟ın md. 2/5‟e göre tüm üyeler BM ġartı gereği
giriĢtiği bütün eylemlerde BM‟ye her türlü yardımı yapmakla mükelleftir. 106. Maddede
geçen “Örgüt adına ortak eylemde bulunmak” ifadesi doğrudan BM‟yi iĢaret ettiğine göre,
diğer BM üyeleri P5‟in ortak eylem kararına gereken desteği vermekle mükelleftir. Diğer
taraftan BM üyelerinin BMGüK kararlarını kabul etmelerini ve uygulamalarını oybirliği ile
kabul ettiklerini belirten md. 25 de BMGüK‟ün kalbi konumundaki P5‟in eylemlerinin BM
üyelerince kabul edileceğini göstermektedir.
106. maddenin BM ġartı‟nın XVII. BaĢlığında yer alması, P5‟in kısa süre için ve
1945 Ģartlarında bu maddeyi uygulamayı düĢündüklerini göstermektedir. Çünkü XVII.
Bölümün baĢlığındaki “geçici” ifadesi bunu göstermektedir. Ancak ABD hazırlık
sürecinde BM ġartı‟na iliĢkin ilk resmi açıklamasında md. 106‟nın sanıldığı gibi sadece
geçiĢ sürecinde BMGüK tarafından uygulanmak üzere kurgulanmadığını, BM devam ettiği
sürece BMGüK‟e eylemlerinde esneklik kazandırmak için kurgulandığını belirtmiĢtir.760
Buna rağmen md. 106 hiçbir Ģekilde tatbik edilmemiĢtir.
BM ġartı md. 23/1. ve 106. maddelerde geçtiği üzere P5‟e tanınan ayrıcalıklar gibi
BM ġartı‟nın bütünlüğünde anomali oluĢturan/bütünlüğü bozan durumları iki Ģekilde
yorumlamak mümkündür. Birincisi, büyük güçlerin uluslararası toplumda hukukun ve
düzenin sağlayıcısı olarak görev üstlenmesi, ikincisi ise BMGüK‟ün barıĢın bozulması
giriĢimlerine kolektif karĢılık verme kabiliyetine ve sorumluluğuna sahip olması
759
760
Googrich ve Hambro, 1946, 288.
Googrich ve Hambro, a.g.e., 363.
220
sebepleriyle P5‟in daimi üyelik ve nihai karar verme üstünlükleri, yani eĢitler arasında
birinci olmaları hali BM‟nin diğer üyelerince kabul edilmekte, BM ġartı‟nda bu eĢitsizliğe
neden olan maddeler değiĢtirilmemektedir.
4.4. IMF Örneğinde Uluslararası Örgütlerde ĠĢlevsellik ve Hakkaniyet Tercihi
Devletlerin egemen eĢitliği bahsinde tartıĢma genellikle uluslararası örgütler
çerçevesinde gerçekleĢmektedir. Çünkü uluslararası örgütler özellikle 1945 sonrasında
daha da artan bir Ģekilde uluslararası iliĢkilerde aktör olma konumunu artırmıĢ, uluslararası
meselelerin çözümünde ve hatta uluslararası sistemin iĢleyiĢinde devletlerin baĢvurduğu en
önemli araç olmuĢtur. Uluslararası barıĢ ve güvenlik, ekonomik iĢbirliği, uluslararası
ticaret, küresel kaynakların yönetimi, haberleĢme ve taĢımacılık, nispeten daha yeni ve
popüler olan demokrasi ve insan hakları gibi aslî ve önemli meselelerde devletler
uluslararası örgütler aracılığıyla faaliyetler gerçekleĢtirmekte, bu meselelerin temini ve
tesisinde uluslararası örgütlere ihtiyaç duymaktadır.
Modern dönem uluslararası örgütlere on dokuzuncu yüzyıl itibarıyla rastlanmaktadır.
Buna karĢılık uluslararası örgütleri tanımlama çabalarının yirminci yüzyılda yoğunlaĢtığı
görülmektedir. Tarihî süreç içerisinde birlik, diyet, konfederasyon, pakt, lig, komisyon,
büro, banka, pazar, fon, enstitü gibi kavramlar ile tanımlanan uluslararası örgütler761, UHK
tarafından 1956‟da antlaĢmalar hukuku ile ilgili bir çalıĢmada bir antlaĢmayla kurulan,
anayasası ve kurumsal yapısı olan, hukukî Ģahsiyeti olan ve antlaĢma yapma ehliyetine
sahip devletler birliği olarak tanımlanmıĢtır.762 UHK 2003 yılında ise 1956‟da yapmıĢ
olduğu tanımı gözden geçirerek, genel geçer kabul görmüĢ kapsamlı bir uluslararası örgüt
tanımı yapmıĢtır: Uluslararası örgüt bir antlaĢma ile veya uluslararası hukukun düzenlediği
baĢka bir enstrüman ile kurulan, üyelerinden farklı bir uluslararası hukukî Ģahsiyete sahip
olan organizasyonu tanımlamaktadır.763 Dolayısıyla uluslararası örgütler devletlerin kendi
rızaları ile üye oldukları, üyelerinden bağımsız bir hukukî Ģahsiyeti ve kurumsal yapısı
olan yapılar olmaktadır. Bu hukukî Ģahsiyeti doğrultusunda uluslararası örgütler kurucu
761
Çağıran, 2013, 7-8.
Ġnternet: ILC. (1957). Law of treaties. (Document A/CN.4/101: Report by G. G. Fitzmaurice). Yearbook
of the Internatıonal Law Commission 1956: Vol II, New York: United Nations, 108.
http://legal.un.org/ilc/publications/yearbooks/english/ilc_1956_v2.pdf adresinden 10 Mart 2013‟de alınmıĢtır.
763
Ġnternet: ILC. (2009). 2763rd meeting. Yearbook of the Internatıonal Law Commission 2003: Vol I, New
York: United Nations, 87. http://legal.un.org/ilc/publications/yearbooks/english/ilc_2003_v1.pdf adresinden
10 Mart 2013‟de alınmıĢtır.
762
221
anayasal metinlerinde yazan amaçları yerine getirmek için faaliyetler gerçekleĢtirmektedir.
Dolayısıyla uluslararası örgütler iĢlevsel yapılardır. Yani devletler uluslararası örgütlerden
iĢlevsel olmalarını, görevlerini yerine getirmelerini beklemektedir.
Uluslararası örgütlerin kurumsal yapılanmaları kuruluĢ amaçlarına hizmet edecek
Ģekilde, gereksinimlerini karĢılayabilecek ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek ölçüde
oluĢturulmaktadır. Bu gayeler sebebiyle uluslararası örgütlerde genellikle demokratik
temsil, eĢit oy ağırlığı ve eĢitlikçi yapı yerine karar alma sürecinin hızlı ve etkili bir Ģekilde
iĢlediği, eĢit olmayan ancak iĢlevsel yapılar tercih edilmektedir. Bu bakımdan iĢlevsellik
ile eĢitlik ve demokratik olma arasında salınım gerçekleĢtiren tercih sarkacında ibre
genellikle iĢlevselliğe daha yakın olmaktadır. Bu salınım tarihin önemli bir kısmında
devletlerin
iki
önemli
tercih
arasında
optimum
dengeyi
kurmak
istemelerine
benzemektedir: ĠĢlevsel olmak ve aynı zamanda demokratik olmak.764 Bu tercih
zorunluluğu uluslararası örgütlerde demokrasi ve eĢitlik bağlamında önemli eksikliklerin
ortaya çıkmasına ve devletlerin eĢitliğinde ihlallerin yaĢanmasına neden olmaktadır. Çünkü
demokratik yönetim ve iĢlevsel olmak arasında çoğu zaman zıt yönde bir korelasyon
mevcuttur.765 Bu sebeplerle uluslararası örgütler iĢlevlerini yerine getirebilmek amacıyla
üyeleri arasındaki temsil, oy ağırlığı, statü gibi kriterlerde eĢitlik yerine hakkaniyeti tercih
etmektedir. Bu iĢlevsel olma güdüsü ve hakkaniyet tercihi nedeniyle egemen eĢitlik
ilkesinin mevcut uluslararası sistemde en önemli hukukî ve siyasî dayanağı olan BM‟de
dahi devletlerin eĢitliğinin hukukî ve siyasî olarak ihlal edilebildiği görülmektedir.
BMGüK‟de daimi üye statüsü ile daimi üyelere tanınan veto hakkı, IMF ve
IBRD‟nin karar alma organı olan Guvernörler Kurulu‟nda devletlerin ekonomik
kapasiteleri, Merkez Bankası rezervleri vb. ekonomik göstergeleri nispetinde oy ağırlığına
sahip olması ve ABD‟nin karar alma sürecinde sahip olduğu biricik statü, AB Konseyi‟nde
ekonomik ve demografik değerleri bakımından üst sıralarda yer alan devletlerin daha fazla
oy hakkına sahip olması gibi örnekler uluslararası örgütlerin karar alma sürecini etkili
kılabilmek, alınan kararların uygulanmasını sağlamak ve faaliyetlerini gerçekleĢtirebilmek
764
Rotschild, J. (1977). Observations on political legitimacy in contemporary Europe. Political Sciences
Quarterly, 92(3), 489.
765
Wessels, W. (1996). The modern West European state and the European Union: Democratic erosion or a
new kind of polity?. Andersen, S.S. ve Eliassen, K.A. (eds.). The European Union: How Democratic Is It?.
London: Sage Publications, 57-58.
222
adına devletler arasında eĢitliği değil, hakkaniyete dayalı temsili tercih ettiklerini
göstermektedir.
Uluslararası örgütlerdeki bu eĢitsiz ancak iĢlevsel yapıya iliĢkin tartıĢmalarda akla ilk
gelen yapı BMGüK olmaktadır. Ancak, uluslararası finans kuruluĢları baĢta olmak üzere,
devletlerin uluslararası örgütlerde siyasî ve askerî güçleri, görece büyüklükleri ve
ekonomik kapasiteleri uyarınca elde ettikleri kotalar bağlamında oy hakkına sahip olması
yirminci yüzyılın ürünü değildir. Bu uygulamanın ilk kurgusunu William Penn‟de görmek
mümkündür. Penn Avrupa kıtasında barıĢı tesis edecek bir devlet dıĢı ve üstü yapıdaki
devletlerin temsilci sayılarının toprak büyüklükleri, dıĢ ticaret hacimleri, vergi kapasiteleri,
yıllık kazançları gibi materyal farklılıklarına bağlı olarak değiĢik olmasının adalet ve
hakkaniyet gereği gerekli olduğunu ifade ederek766, en çok temsil hakkını on iki üye ile
Almanya Ġmparatorluğu‟na vererek toplamda 90 üyeli bir yapı tasarlamıĢtır.767 Penn‟in ilk
örneklerinden birisini sunduğu ekonomik kapasiteye uygun olarak oy ağırlığının değiĢmesi
düĢüncesi BM Sistemi‟nde oluĢturulan IMF ve IBRD gibi finansal kurumlarda da
kullanılmıĢtır. Finansal kurumlar dıĢında iĢçi-iĢveren iliĢkilerini düzenleyen Uluslararası
ÇalıĢma Örgütü‟nde (ILO) Yönetim Kurulu‟nun yapısına bakıldığında, toplam 56 üyenin
28‟i hükümetleri temsil eden, 14‟ü iĢverenleri temsil eden, 14‟ü ise iĢçileri temsil eden
üyelerden oluĢurken (ILO Anayasası md. 7.1); hükümeti temsil eden üyelerin 10 tanesinin
büyük endüstriyel devletlerden olacağı belirtilmektedir (ILO Anayasası md. 7.2).768
Hammadde alanında Uluslararası Kahve Örgütü (ICO) AntlaĢması madde 12‟ye göre
Konsey‟de mevcut toplam 2000 oyun yarısı ihracat yapan, diğer yarısı ise ithalat yapan
ülkelere ait olup, her üye temelde sahip olduğu 5 oya ilaveten her dört yılda bir hesaplanan
ihracat ve ithalat performanslarına göre değiĢen oy hakkına sahip olmaktadır. Görüldüğü
üzere iĢlevsel amaçlarla kurulan uluslararası örgütlerde temsil, oy hakkı ve karar alma
süreci istikrarın sağlanabilmesi ve sürdürülebilirlik kaygılarıyla kaynaklar bakımından
zengin, görece büyük güçlerin lehine oluĢturulmaktadır. Bu tercih ise devletlerin eĢitliğine
aykırı olmaktadır. Uluslararası örgütlerin karar alma sürecinde ve üyelerin statüsünde
yaĢanan egemen eĢitlik ihlalinde akla gelen ilk örnekler bir tanesi ise IMF olmaktadır.
766
Penn, W. (1912). An Essay Towards the Present and Future Peace of Europe. (Eserin orijinali 1726‟da
yayınlandı), Washington D.C.: The Amerrican Peace Society, 8.
767
Penn, a.g.m., 9.
768
Ġnternet: Constitution of the Internatonal Labour Organization. http://www.ilo.org/public/english/bureau/
leg/download/constitution.pdf adresinden 12 Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
223
IMF, IBRD veya daha popüler ismiyle Dünya Bankası ile birlikte Ġkinci Dünya
SavaĢı‟nın küresel ekonomide yol açtığı tahribatı gidermek, uluslararası ticareti
geliĢtirmek, küresel ölçekte planlı bir büyüme gerçekleĢtirmek, yeni bir para ve finans
sistemi oluĢturmak amaçlarıyla Bretton Woods‟da kurulmuĢ, BM‟ye bağlı olarak faaliyet
gösteren uluslararası kuruluĢlarn baĢında gelmektedir. Bretton Woods Ġkizleri olarak da
anılan bu iki örgütün yapısı, karar alma süreci ve iĢleyiĢi aynı fikrî zemin üzerine inĢa
edilmiĢ, üye sayısı, oy ağırlığı gibi birkaç küçük rakamsal değiĢiklik dıĢında aynı
prensiplere göre iĢlemektedir.
Kurulduğu coğrafya ile anılan “Bretton Woods Sistemi‟nin” en önemli sütunlarından
birisi olan IMF‟nin kurucu metni olan IMF AntlaĢma Maddeleri md. I‟e göre örgütün
amaçları uluslararası finansal sorunlarla mücadele edebilmek amacıyla uluslararası
finansal iĢbirliğini sağlayacak daimi bir kurum olabilmek; uluslararası ticaretin dengeli ve
ilerleyici bir büyüme sürecinde gerçekleĢmesini sağlamak; üye devletler arasındaki kur
farklarının oluĢturduğu dengesizliği gidererek kur değiĢimleri arasında denge sağlamak;
çok yönlü bir ödemeler sistemi kurarak dünya ticaretini kolaylaĢtırıcı desteklerde
bulunmak; uluslararası ticareti ve yatırımı teĢvik etmektir.
769
Dolayısıyla IMF icracı bir
örgüttür ve karar alma süreci ve yapısı da bu icracı statüsüne uygun bir biçimde
oluĢturulmuĢ, demokratik kaygılar yerine iĢlevsellik ve hakkaniyet ön planda tutulmuĢtur.
ĠĢlevsellik kaygısına uygun olarak IMF‟nin kurumsal yapısı Guvernörler Kurulu,
Yönetim Kurulu ve icra direktöründen oluĢmaktadır (IMF AntlaĢma Maddeleri, XII/1).
Guvernörler Kurulu üye devletlerin bir asil bir de alternatif temsilci ile temsil edildiği,
IMF‟nin yılda bir kez toplanan karar alma organıdır (IMF AntlaĢma Maddeleri, XXII/2).
IMF politikalarının icracı organı ise Yönetim Kurulu yani diğer ismiyle Ġcra Direktörleri
Kurulu‟dur. Yönetim Kurulu IMF ilk kurulduğunda en büyük kotaya sahip beĢ ülkeden 5
temsilci, geriye kalan üyelerden de 15 temsilci olmak üzere toplam 20 üyeden oluĢmakta
iken (IMF AntlaĢma Maddeleri, md. XXII/3/b/i ve ii), Soğuk SavaĢın sona ermesi ve
SSCB‟nin dağılması sonrası ortaya çıkan yeni devletleri de kapsamak adına 24 üyeden
oluĢmaya baĢlamıĢtır.770 Bu 24 üyeden ABD, Japonya, Almanya, Fransa ve Ġngiltere en
769
Ġnternet:
Articles
of
Agreement
of
the
International
Monetary
Fund.
https://www.imf.org/external/pubs/ft/aa/ adresinden 10 Ekim 2013‟de alınmıĢtır.
770
Ġnternet: IMF board approves far-reaching governance reforms, http://www.imf.org/external/pubs/
ft/survey/so/2010/NEW110510B.htm adresinden 13 Eylül 2014‟te alınmıĢtır.
224
fazla kotaya sahip beĢ devlet olarak kendilerini temsilen birer üyeye, Rusya, Çin ve Suudi
Arabistan da malî ve siyasî güçleri sebebiyle kendilerini temsilen birer üyeye, geriye kalan
ülkeler ise ülke grupları halinde toplam 16 üyeye sahiptir.
IMF karar alma sürecinin etkili iĢleyebilmesi adına küresel ekonomide söz sahibi
sekiz devlet ile diğer üyelerin temsilcilerinin statülerini farklı tanımlamıĢtır. Hatta bu sekiz
devletten ABD, Japonya, Almanya, Fransa ve Ġngiltere ile Rusya, Suudi Arabistan ve
Çin‟in temsilcilerinin statüleri de farklıdır. Ġlk beĢ devletin temsilcileri doğrudan atanırken,
diğer üç devletin temsilcileri seçilmektedir. EĢitliğe aykırı bu uygulama dıĢında IMF‟de
devletlerin eĢitliğini ihlal eden asıl uygulama ise Guvernörler Kurulu ve Yönetim
Kurulu‟nda oylamalarda ağırlıklı oy usulünün kullanılması olmaktadır. Bu usule göre IMF
üyesi devletler milli gelirleri, merkez bankası rezervleri, dıĢ ticaret hacimleri nispetinde bir
kotaya sahip olmakta (üye devletlerin kotaları her beĢ yılda bir revize edilmektedir) ve
kotaları ölçüsünde IMF kaynaklarına katkı yapmaktadır. 2015 yılı itibarıyla üye devletlerin
kotaları en son Aralık 2010‟da gerçekleĢen XIV. Genel Gözden Geçirme sonrasında
belirlenmiĢtir. Bu gözden geçirmeye göre ABD yüzde 17,68, Japonya yüzde 6,56,
Almanya yüzde 6,12, Ġngiltere ve Fransa yüzde 4,51 ile ilk beĢ sırada yer alırken, Çin
yüzde 4,00, Suudi Arabistan yüzde 2,93 ve Rusya yüzde 2,50, Hindistan yüzde 2,44,
Brezilya yüzde 1,78 ile ilk on beĢte yer almaktadır.771 Üye devletlerin kota yüzdeleri büyük
ölçüde oy ağırlıklarını da belirlemektedir.
IMF‟de karar alma süreci ağırlıklı oy ve oy çoğunluğu usullerine göre iĢlemektedir.
IMF‟de kararlar genellikle toplam oyların yüzde 85‟i ile alınmaktadır (IMF AntlaĢma
Maddeleri, md. III/2/c). Bununla birlikte, IMF AntlaĢma Maddeleri md. III/3/a‟da geçen
üyelerin kotalarının artırılması gibi durumlarda ise oylamalarda yüzde 70 Ģartı
aranmaktadır. Ağırlıklı oy usulü IMF karar alma sürecinin en önemli unsuru olmaktadır ve
bu uygulamada devletlerin kotaları temel belirleyici rol oynamaktadır. Kotalar IMF‟nin
hesaplama birimi olan özel çekme hakları (SDR) tarafından belirlenmektedir. Her üye
devlet sahip olduğu her 100.000 SDR için bir oy hakkına sahip olmakta, bu oy hakkı bütün
üyeler için eĢit olan temel oy hakkına eklenmekte, böylece her üye devletin sahip olduğu
771
Tezin bu bölümünün tamamında IMF üye devletlerinin SDR miktarları, kota büyüklükleri ve yüzdeleri,
oy ağırlıkları ve yüzdeleri gibi değerlerle ilgili bilgiler IMF resmi web sayfasından alınmıĢtır. Bu sebeple bu
bölümde tekrar kullanılan kota, oy ağırlığı gibi rakamsal atıflarda tekrar dipnot kullanılmamaktadır. Bakınız:
Ġnternet: IMF members‟ quotas and voting power, and IMF board of governors,
http://www.imf.org/external/np/sec/memdir/members.aspx adresinden 12 Eylül 2014‟te alınmıĢtır.
225
oy ağırlığı hesaplanmaktadır. Temel oy ise her üye devlet için eĢit olup, toplam oy
sayısının üye devlet baĢına düĢen kısmının yüzde 5,502‟sine tekabül etmektedir (IMF
AntlaĢma Maddeleri, md. XXII/5/a/i). Buna göre Aralık 2010‟da gerçekleĢen XIV. Genel
Gözden Geçirme itibariyle üye devletlerin temel oy sayısı “toplam oy oranı / üye devlet
sayısı x %5,502” (2.520.571 / 188 x 0,05502) formülüne göre 738‟e tekabül etmektedir.
Bu hesaplamaya göre 42.122.400.000 SDR‟si olan ABD‟nin 421.962 (421224+738) oyu
bulunmakta ve bu oy hakkı karĢılığında yüzde 16,74‟lük oy ağırlığına sahip olmaktadır.
Buna karĢılık IMF‟de en küçük oy ağırlığı yüzde 0,03 olarak belirlenmiĢ olup, bu değer
Palau, Bhutan, Gine-Bissau ve Tuvalu gibi yirmi bir devletin sahip olduğu oy oranını
göstermektedir. Dolayısıyla IMF‟de birisi bütün üyeler için eĢit olan ve 2010 yılındaki son
gözden geçirme ile 738 oya tekabül eden temel oy, diğeri üye devletlerin ekonomik
büyüklüklerine bağlı olarak belirlenen kotaları oranında sahip olduğu kota kaynaklı oy
olmak üzere iki oy hakkı mevcuttur (IMF AntlaĢma Maddeleri, md. XXII/5/a). Birinci oy
bütün üye devletler için eĢit değere sahip olup egemen eĢitliğe uygun bir uygulama iken,
ikincisi egemen eĢitliği ihlal eden bir uygulamadır. IMF‟de karar alma sürecinde asıl
olarak ikinci oy, yani kotaya dayalı oy belirleyici olmaktadır. Kotası düĢük olan zayıf
devletler böylece karar alma sürecinde etkisiz aktörler haline gelmektedir. Sadece zayıf
devletler değil, ilk on dıĢındaki bütün devletlerin kotaları karĢılığı sahip olduğu oy ağırlığı
toplamı yüzde 45 civarı olmaktadır. Yani 188 üyesi bulunan IMF‟de772 ilk on devlet, geri
kalan 178 devletten daha fazla oy ağırlığına sahiptir. Ġlk on devlet içerisinde ise ABD
yüzde 16,74‟lük oy ağırlığı ile bütün kararları tek baĢına veto edebilme gücüne sahip
olmaktadır. Dolayısıyla IMF‟de karar alma sürecinde egemen eĢitlik ihlal edilmektedir.
ABD istisnacılığı olarak da adlandırılabilecek bu durumda ABD de facto veto hakkına
sahip olup, geri kalan bütün IMF üyelerinin hem fikir olduğu bir konuda karĢıt oy
kullanarak karar alam sürecini tek baĢına belirleyebilme gücüne sahip olmaktadır. Yani
ABD IMF‟nin iĢleyiĢini tek baĢına karar verebilme kudretine sahip olmaktadır, ki
devletlerin egemen eĢitliği ilkesini ihlal eden bir statü söz konusu olmaktadır.
IMF‟de eĢitsizliğin diğer bir boyutu ise bir örnekle Ģu Ģekilde açıklanabilmektedir.
2500 km² büyüklüğe ve 509.000 nüfusa sahip Lüksemburg ile 197 bin km² büyüklüğe ve
772
En son 18 Nisan 2012‟de Güney Sudan üye olmuĢtur. Bakınız: Ġnternet: List of members,
https://www.imf.org/external/np/sec/memdir/memdate.htm adresinden 14 Eylül 2014‟te alınmıĢtır. IMF
neredeyse BM üyelerinin tamamımı ihtiva etmektedir. BM üyesi olup da IMF üyesi olmayan devletler:
Monako, Küba, Kuzey Kore, Andora, LihtenĢtayn ve Nauru‟dur.
226
13,7 milyon nüfusa sahip Senegal kıyaslandığında görülmektedir. Bu örnekte, Lüksemburg
kendisinden toprak büyüklüğü bakımından yaklaĢık seksen kat, nüfus olarak yaklaĢık yirmi
yedi kat büyük olan Senegal‟den daha fazla kotaya ve oy ağırlığına sahiptir. Lüksemburg
4925 oy ile yüzde 0.20 oy ağırlığına sahip iken, Senegal 2356 oy ile yüzde 0.09 oy
ağırlığına sahiptir. Ters korelasyon neticesinde devletler arasındaki eĢitsiz konum aĢikar
olmakla birlikte, IMF AntlaĢma Maddeleri‟nde geçen oy hakkı bakımından hukukî bir
durumdur, çünkü Lüksemburg 418,7 milyon SDR ile yüzde 0,18‟lik kota payına sahip
iken, Senegal 161,8 milyon SDR ile sadece yüzde 0,07‟lik kota payına sahiptir. Yani
IMF‟deki devletler arasındaki eĢitsizlik hukukî bir zemine sahiptir. Ancak bu eĢitsizlik
hiçbir
Ģekilde
IMF‟nin
meĢruiyetini
zedelememektedir.
Çünkü
IMF
amaçları
doğrultusunda iĢlevsel ve hukukî bir karar alma mekanizması oluĢturmuĢtur.
IMF‟de geliĢmiĢ devletler (büyük güçler) ile geliĢmekte olan devletler arasındaki
farklılık ve eĢitsizlik Yönetim Kurulu‟ndaki eylemlerde de görülmektedir. Yönetim
Kurulu‟ndaki temsil oy ağırlıklarının bir yansıması olarak farklı statüleri beraberinde
getirmektedir. IMF‟nin en büyük kotaya sahip beĢ devleti (ABD, Japonya, Almanya,
Ġngiltere ve Fransa) kendi temsilcilerini atama hakkına sahiptir (IMF AntlaĢma Maddeleri,
md. XII/3/b/i) ve bu temsilcilerin görev süresine iliĢkin hiçbir kısıtlama bulunmamaktadır.
Diğer devletlerin temsilcileri ise seçimle belirlenmekte olup (IMF AntlaĢma Maddeleri,
md. XII/3/b/ii), seçilen temsilcilerin görev süresi iki yıldır (IMF AntlaĢma Maddeleri, md.
XII/3/d). Çin, Rusya ve Suudi Arabistan kendi temsilcisini seçme hakkına sahip iken, diğer
üye devletler devlet grupları halinde temsilcilerini seçmektedir. Örneğin Türkiye
Avusturya, Belarus, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Kosova, Slovakya ve Slovenya ile
birlikte aynı grupta yer almaktadır ve grubun oy ağırlığı yüzde 2,92, temsilcisi ise
Türkiye‟de hazine müsteĢarlığı görevi yapmıĢ olan Ġbrahim Çanakçı‟dır.773 Ġbrahim
Çanakçı IMF‟de Ġcra Direktörlüğü görevine getirilen ilk Türk temsilcidir. Görüldüğü üzere
IMF‟de devletlerin temsilcileri de eĢit olmayan statülere sahip olabilmektedir. En büyük
kotaya ve dolayısıyla oy ağırlığına sahip beĢ devletin Yönetim Kurulu temsilcileri
BMGüK‟dekine benzer bir Ģekilde de facto daimi üye statüsünde olmaktadır. Çünkü
seçimle değil doğrudan kendi devletlerince atanmakta ve görev sürelerine iliĢkin bir
kısıtlama söz konusu olmamaktadır.
773
Ġnternet: IMF executive directors.
227
Ayrıca devletlerin oy ağırlığının nominal değerlerine karĢılık bir de reel değerleri söz
konusudur. Örneğin ABD‟nin oy ağırlığı olan yüzde 16,74 nominal değer olarak önemli
bir oranı göstermektedir, ancak kararların yüzde 85 çoğunlukla alındığı göz önünde
bulundurulduğunda ABD‟nin olumsuz oy tercihinin diğer bütün devletlerin olumlu
tercihlerini önemsiz kılması bakımından yüzde 16,74‟lük oy hakkının reel değeri nominal
değerinden çok daha büyük olmaktadır, çünkü de facto veto anlamına gelmektedir.
Devletlerin oy ağırlıklarının reel ve nominal değerleri arasındaki eĢitsizlik IMF karar alma
sürecini doğrudan etkilemektedir. IMF‟de karar alma süreci büyük güçlerin ve geliĢmiĢ
devletlerin oluĢturduğu grupların etkisi altındadır. BMGüK daimi üyelerinin IMF‟deki
toplam oy ağırlığı yüzde 31,52, G8 üyelerinin yüzde 43,47, AB üyelerinin yüzde 33,2,
OECD üyelerinin yüzde 65,2 olmaktadır. Dolayısıyla her halükarda çok az sayıda
temsilcinin tahakkümü söz konusu olmaktadır. 188 üyeli IMF‟de kota sıralamasını
oluĢturan ilk on ülke IMF Yönetim Kurulu‟ndaki toplam oyların yarısına sahip olmaktadır.
ABD‟nin sahip olduğu veto gücüne benzer bir güç ilk on sıradaki ülkeler arasında blok
oluĢturulması ile de mümkündür. Teorik olarak toplamda yüzde 15‟i geçecek Ģekilde
oluĢan her blok karar alma sürecinde veto gücüne sahip olmaktadır.
IMF‟de karar alma sürecinde egemen eĢitlik sadece temel oy ile sağlanmaktadır.
Ancak, üye devletlerin oy ağırlığının büyük ölçüde kotaları bağlamında oluĢtuğu göz
önünde bulundurulduğunda temel oyun değeri ve karĢılığı oldukça zayıf olmaktadır. Bu
sebeple, IMF‟de temel oy oranının artması eĢitsizliği azaltıcı bir iĢleve sahip olacaktır. En
son 2010 yılındaki gözden geçirme ile tespit edilen ve 2015 yılında uygulandığı haliyle
temel oy oranının yüzde 5,502 yerine yüzde 25 veya yüzde 50 gibi radikal bir oranla artıĢ
göstermesi küçük devletlerin oy ağırlığını karar alma sürecini etkileyecek düzeyde
artırırken, büyük devletlerin oy ağırlığını azaltacaktır. Örneğin 2010 yılındaki son gözden
geçirme sonrasında Çad‟ın yüzde 0,06 olan oy ağırlığı temel oyu belirleyen oranın yüzde
25 olması ile yüzde 0,15, yüzde 50 olması ile yüzde 0,28 olurken; ABD‟nin yüzde 16,74
olan oy ağırlığı yüzde 25‟lik hesaplamada yüzde 13, yüzde 50‟de ise yüzde 8,8‟e
düĢmektedir.774 Dolayısıyla temel oyları belirleyen yüzdenin 5,502‟den yüzde 10, 25, 50
gibi daha yüksek oranlara yükselmesi zayıf devletlerin oy ağırlığını artırırken, güçlü
devletlerin oy ağırlığını ciddi oranda azaltacaktır. Öyle ki, yüzde 25‟lik artıĢ neticesinde
774
Ġnternet: Woodward, D. (2007). IMF voting reform: Need, opportunity and options, 16,
http://unctad.org/en/docs/gdsmdpbg2420077_en.pdf adresinden 10 Haziran 2013‟te alınmıĢtır.
228
ABD sahip olduğu veto gücünü yitirmektedir. Yine aynı araĢtırmada ABD‟nin 2010-2015
döneminde izin verebileceği en yüksek oranın yüzde 11,3 olabileceği, çünkü temel oyların
yüzde 11,3 ile hesaplanması halinde ABD‟nin oy ağırlığının yüzde 15,25 olacağı, yani veto
gücüne sahip olmaya devam edeceği de belirtilmiĢtir.775
IMF‟deki eĢitsizlik tartıĢmalarında en önemli husus, tezin bu bölümünde yer yer
kısaca bahsedilen ABD‟nin sahip olduğu de facto veto hakkıdır. IMF karar alma
sürecindeki kotalar ve bu kotalara bağlı oy yüzdeleri neticesinde ABD her hangi bir Ģekilde
resmen zikredilmemiĢ olsa da veto gücüne sahip olmaktadır. Yüzde 17,68‟lik kotaya sahip
olan ABD yüzde 16,74‟lük oy hakkına sahip olduğu için ABD‟nin olumsuz oy kullandığı
buna karĢılık diğer bütün üye devletlerin olumlu oy kullandığı bir oylamada olumlu oylar
maksimum yüzde 83,26 olmaktadır ki, karar yeter sayısı olan yüzde 85‟i geçememektedir.
Dolayısıyla ABD herhangi bir Ģekilde IMF AntlaĢma Maddeleri‟nde yazmıyor olsa da de
facto veto hakkına sahiptir. IMF‟de ABD dıĢında hiçbir üye devletin böylesi bir veto gücü
bulunmamaktadır. Bu sebeple hareket kabiliyeti fazlasıyla ABD‟nin sahip olduğu oy
ağırlığına bağlı olan IMF, ABD‟nin çıkarları doğrultusunda politikalarını uygulamak
mecburiyetinde olmaktadır.
ABD‟nin IMF‟deki üstünlüğü ve ayrıcalığı sadece yüzde 16,74‟lük oy hakkıyla elde
ettiği veto hakkı değildir. Daha da önemlisi ABD IMF‟de uyguladığı güç politikasıyla
ayrıcalığını ve üstünlüğünü devam ettirmeyi baĢarmaktadır. BM, IMF, IBRD ve daha
birçok uluslararası örgütün kurulduğu 1945 sonrası dönemde ABD diğer devletlere
nispetle siyasî, ekonomik ve askerî bakımdan oldukça güçlü bir konumda olduğu için bu
güçlü konumu gereği kuruluĢunda ön planda bulunduğu örgütlerde ayrıcalıklı konumlar
elde etmiĢtir. Dolayısıyla ABD‟nin sahip olduğu birçok ayrıcalık, uluslararası örgütlerin
henüz kuruluĢ aĢamalarından kaynaklanmaktadır. IMF‟nin kurulması aĢamasında da bunu
görmek mümkündür. IMF‟nin yapısı, karar alma süreci ve iĢleyiĢine dair öne sürülen
planlardan Ġngiltere‟nin planına göre IMF fonu 23 milyar doları ABD‟ye ait olmak üzere
en az 26 milyar dolar olmalıydı. ABD planına göre ise 2 milyar doları ABD‟nin olmak
üzere toplam 5 milyar dolarlık bir fon yeterli olmaktaydı. Fransa, Kanada ve diğer birkaç
plan önerisi sonrasında IMF‟nin 8,8 milyar dolarlık bir fonunun olmasına ve bu fonun 2,75
775
Woodward, a.g.m., 16.
229
milyar dolarının ABD tarafından tahsis edilmesine karar verilmiĢtir.776 Böylece ABD IMF
fonunun veya sermayesinin yüzde 30‟unu tek baĢına karĢılayarak yüzde 33‟lük bir oy
hakkı elde etmiĢtir. Ġngiltere ise yüzde 16 ile ikinci en büyük oy oranına sahip olmuĢtur.777
Görüldüğü üzere IMF‟de ABD‟nin sahip olduğu ayrıcalık konjonktürel olarak ABD
üstünlüğünün bir sonucudur. Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında Avrupa baĢta olmak üzere
küresel ekonomilerde iyileĢmeler baĢlayınca IMF üye devlet sayısında ve üye devletlerin
IMF kotalarında artıĢ yaĢanmaya baĢlanmıĢ, bu sebeple ABD‟nin oy ağırlığında düĢüĢler
yaĢanmıĢtır (1946‟da yüzde 33,14, 1951‟de 29,96, 1961‟de 24,99, 1971‟de 21,42, 1981‟de
20,01)778. 1990 yılına gelindiğinde ABD‟nin oy oranı yüzde 19,1 olmuĢtur.779 Günümüzde
ise yüzde 16,74‟e kadar gerilemesine karĢılık, ABD hâlâ kararları veto edebilme gücüne
sahiptir.
IMF‟nin kuruluĢundan itibaren devletler arasında eĢitsizliğe yol açan önemli bir
neden de, yukarıda sebebi kısaca açıklanan büyük güçlerin güç politikaları olmaktadır.
IMF ve Dünya Bankası gibi Bretton Woods sisteminin araçları, Marshall Yardım programı
gibi aygıtlar ABD‟nin Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası bozulan küresel ekonomik sistemi
iyileĢtirmek için kullandığı araçlar olmuĢtur. ABD bu araçlar sayesinde yeni uluslararası
sistemin öncüleri olan uluslararası örgütlerde ayrıcalıklı konumlar elde etmiĢ, kendi
hegemonyasını oluĢturma yolunda önemli ilerlemeler kat etmiĢtir. ABD‟nin IMF‟yi bir dıĢ
politika aracı olarak kullanıp kullanmadığına iliĢkin en önemli çalıĢmaların baĢından
Strom Thacker‟in IMF programlarının büyük devletlerin siyasî etkileriyle Ģekillendiğini
anlattığı çalıĢma gelmektedir. Thacker IMF programlarından yararlanan devletlerin
yararlanmayanlara göre oylamalarda ABD ile birlikte hareket ettiğini ve IMF desteği alan
devletlerin oy tercihlerini ise ABD lehine değiĢtirdiklerini tespit etmiĢtir.780 Ayrıca
ABD‟nin yüzde 17‟ye yakın oy oranı ile tek baĢına veto gücüne sahip olması yanı sıra,
IMF baĢkanlarının genellikle Avrupa menĢeili olup, ABD kararlarına neredeyse hiç karĢı
çıkmadıklarını belirtmiĢtir.781 Bu görece üstün siyasî konumu sebebiyle ABD IMF
programlarını ve fonlarını kendi politikalarına uygun hareket eden devletlere
776
Vreeland, J.R. (2007). The International Monetary Fund (IMF): Politics of Conditional Lending. Oxon:
Routledge, 8.
777
Gianaris, W.N. (1990). Weighted voting in the International Monetary Fund and the World Bank.
Fordham International Law Journal, 14(4), 919.
778
Gianaris, a.g.m., 937.
779
Ġnternet: IMF (1990). International Monetary Fund Annual Report: 1990, Washington, 120.
https://www.imf.org/external/pubs/ft/ar/archive/pdf/ar1990.pdf adresinden 14 Haziran 2013‟te alınmıĢtır.
780
Thacker, S.C. (1999). The high politics of IMF lending. World Politics, 52(1), 46-49.
781
Thacker, a.g.m., 41.
230
yönlendirmekten çekinmemektedir.782 Bu güç siyaseti IMF‟de o derece yaygın olmaktadır
ki, bazı çalıĢmalara göre IMF‟deki her yedi olaydan sadece bir tanesi teknik Ģartlara uygun
bir Ģekilde gerçekleĢmekte, ABD baĢta olmak üzere büyük güçlerin siyasetiyle
yönlendirilmemektedir.783 IMF‟nin resmî ve hukukî yapısına rağmen informal siyasetin
yaygınlığını eleĢtiren baĢka bir çalıĢmada da ABD‟nin dıĢ yardımlarda bulunduğu
devletlerin IMF oylamalarında ABD ile paralel bir seyir gösterdiği belirtilmiĢtir.784
Yine bir baĢka çalıĢmada ABD‟nin stratejik olarak önemli veya ortak gördüğü
devletlere yönelik IMF koĢullarını hafiflettiğini, buna karĢılık önem derecesi az olan
devletlere yönelik IMF koĢullarına ise müdahale etmediği ortaya konmaktadır. Bu
çalıĢmaya göre Soğuk SavaĢ sonrası dönemde ABD için önem derecesi artan Rusya‟ya
iliĢkin IMF koĢulları ve muhtemel yaptırımlar ABD tarafından hafifletilirken, ABD‟nin
Soğuk SavaĢ dönemindeki önemini kaybeden Polonya‟ya yönelik IMF koĢulları ve
yaptırımlarına her hangi bir müdahalesi olmamıĢtır.785
IMF‟deki güç politikasının aynı zamanda BMGeK‟i de etkilediğini belirten bir
çalıĢmada ise, BMGeK‟deki oylamalarda tercihleri büyük güçler tarafından etkilenmek
istenen görece zayıf devletlere yönelik IMF‟nin borç programlarının birer rüĢvet veya ödül
olarak kullanıldığı ifade edilmiĢ, sadece ABD‟nin değil, Japonya, Almanya, Fransa ve
Ġngiltere‟nin de bu politikaya baĢvurduğuna değinilmiĢtir.786 Ayrıca BMGüK geçici
üyelerinin dahi kararlarının IMF destekleri ile etkilendiği belirtilmiĢtir.787
Sonuç olarak, ABD‟nin IMF üzerindeki etkisi yüzde 16,74‟lük oy hakkı ile elde
ettiği veto gücü ile sınırlı değildir. ABD hukukî olarak elde ettiği bu üstünlüğünü informal
güç siyasetleri ile daha da etkili kılmaktadır. Bu bağlamda ABD küresel politikada
kendisiyle uyum içerisinde politikalar gerçekleĢtiren devletlerin IMF yükümlülüklerini
hafifletebilmekte, ülke programlarına kolaylaĢtırıcı müdahalelerde bulunabilmekte, üye
782
Kahler, M. (1990). The United States and the International Monetary Fund: Declining influence or
declining interest?. Karns, M.P. and Mingst, K.A. (Eds.). The United States and Multilateral Institutions.
Boston: Unwin Hyman, 110; Stone, R.W. (2008). The scope of IMF conditionality. International
Organizations, 62(4), 591-592.
783
Stiles, K.W. (1991). Negotiating Debt: The IMF Lending Process. Boulder: Westview, 196-197.
784
Stone, 2008, 591-596.
785
Stone, R.W. (2002). Lending Credibility: The International Monetary Fund and the Post-Communist
Transition. Princeton: Princeton University Press, 114 ve 166-167.
786
Dreher, A, Sturm, J.E. (2012). Do the IMF and the World Bank influence voting in the UN General
Assembly?. Public Choice, 151(1-2), 371-373.
787
Dreher ve Sturm, a.g.m., 364.
231
seçimlerinde (baĢkan ve icra direktörleri) ülkeleri yönlendirebilmektedir. Bu sayede ABD
IMF‟de veto gücünü kullanmadan, yani IMF‟yi tek baĢına yönlendirdiği Ģeklinde bir algıya
sebebiyet vermeden, diğer üye devletleri farklı argümanlarla kendi lehine ve yanında
kararlar almaları hususunda etkilemektedir.
Özetle, IMF‟de egemen eĢitlik ilkesi üye devletlerin üyelik statüleri, sahip oldukları
kotalar ve bu kotalara bağlı olarak Ģekillenen oy ağırlıkları bağlamında ihlal edilmektedir.
IMF iĢlevsel bir örgüt olarak amaçlarını yerine getirmek amacıyla hakkaniyete uygun bir
yapı oluĢturmuĢ, devletlere finansal güçleri ve katkıları oranında oy hakkı tanımıĢtır. Bu
yönüyle IMF‟deki eĢitsizlik ve demokrasiye uygun olmayan karar alma süreci hukukî ve
meĢrudur. Ayrıca IMF gibi iĢlevsel uluslararası örgütlerde eĢitliğin ve demokrasinin
aranmaması gerektiğini savunan önemli bir literatür de mevcuttur. Örneğin Moravcsik AB
örneğinde meĢruiyetini halk yerine devletlerden alan hükümetlerarası örgütleri de meĢru
kabul etmektedir. Ayrıca AB gibi uluslararası örgütlerde önemli olanın iĢleyiĢin
demokratik olup olmaması değil, örgütün amaçlarına uygun iĢleyip iĢlemediği olduğunu
ifade etmektedir.788 Robert Dahl de uluslararası örgütlerin demokratik olabileceklerine
inanmamaktadır789, hatta bu arayıĢı gereksiz görmektedir.790 Dahl uluslararası örgütlerin
demokratik olamamalarını demokrasi kavramının muhtevasından kaynaklanan iki ana
sebep nedeniyle açıklamaktadır. Birincisi, hükümet politikaları ve kararları üzerindeki
kontrol anlamında demokrasi, ikincisi ise temel haklar sistemi olarak demokrasi.791
Birincisinde kontrol aracı seçimler iken; ikincisinde ise sistemin iĢleyiĢinde özgürlükler,
haklar ve fırsatlar gibi demokratik nüveler söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak Dahl‟a
göre demokratik olmayan sistemlerde demokrasi arayıĢı yanlıĢtır; uluslararası örgütler
demokratik yapılar değil, bürokratik pazarlık sistemleridir (bureaucratic bargaining
systems); çıkarların ve amaçların söz konusu olduğu uluslararası örgütlerde demokratik
edimlerin göz ardı edilmesi gerektiğini belirtmektedir.792
IMF‟de eĢitliğin aranması gerekir mi gerekmez mi? Bu soru farklı bir tartıĢmanın
muhtevasına iĢaret etmektedir. Egemen eĢitsizliğin IMF çerçevesinde tartıĢılıyor olması,
788
Moravcsik, A. (2002). In defence of the „democratic deficit‟: Reassessing legitimacy in the European
Union. Journal of Common Market Studies, 40(4), 610-622.
789
Dahl, R.A. (1999). Can international organizations be democratic? A sceptic‟s view. Democracy’s Edges.
Shapiro, I. And Hacker-Cordon, C. (eds). Cambridge: Cambridge University Press, 19.(19-36)
790
Dahl, a.g.m., 32.
791
Dahl, a.g.m., 20.
792
Dahl, a.g.m., 33-34.
232
IMF‟nin dibacesinde ve iki maddesinde açıkça devletlerin eĢitliğine vurgu yapan BM
ġatı‟nın, dolayısıyla BM‟nin sisteminde yer alan bir örgüt olarak egemen eĢitliğe aykırı bir
karar alma sürecine ve üyelik yapısına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. ABD‟nin
sahip olduğu yüzde 16,74‟lük oy ağırlığı ile IMF‟nin karar alma sürecinde de facto veto
hakkına sahip olması; ABD, Japonya, Almanya, Fransa ve Ġngiltere‟nin IMF Guvernörler
Kurulu üyelerini doğrudan atayıp, diğer ülkelerin temsilcilerinin seçimle belirlenmesi;
Rusya, Çin ve Suudi Arabistan dıĢında diğer 180 devletin gruplan halinde IMF karar alma
sürecine katılır iken, bu üç ülkenin kendi seçilen temsilcileri ile karar alma sürecine
katılmaları vb. eĢitsizlikler nedeniyle IMF‟de egemen eĢitlik ilkesi önemli ölçüde ihlal
edilmektedir.
233
5. SONUÇ
Devletlerin egemen eĢitliği ilkesi BM ġartı md. 2/1‟de geçtiği haliyle BM‟nin ve BM
sisteminin yani 1945 sonrası uluslararası iliĢkiler yapısının temel ve kurucu ilkesi
olmaktadır. Aynı zamanda felsefî ve hukukî geçmiĢi Antikite‟ye kadar uzanıyor olsa da,
günümüzde tartıĢılan haliyle geçmiĢi on altıncı yüzyıla dayanan ilkenin oldukça zengin bir
teorik muhtevası söz konusudur. Özellikle BM ile baĢlayan süreçte birçok uluslararası
örgütün anayasal metninde, uluslararası antlaĢmalarda, uluslararası mahkeme ve hakemlik
müesseselerinin kararlarında, uluslararası hukukun doktriner metinlerinde zikrediliyor
olmasına karĢılık egemen eĢitlik ilkesi uluslararası pratiklerde muhtevasına yaraĢır bir
Ģekilde uygulanmamaktadır. Fikrî ve hukukî bakımdan oldukça sağlam bir mahiyeti
olmasına ve mevcut uluslararası sistemin anayasası hüviyetindeki BM ġartı‟nda “kurucu
ilke” olarak zikredilmesine rağmen uluslararası pratikte uygulanmıyor oluĢu akla Ģu
soruları getirmektedir: Devletlerin egemen eĢitliği BM Sisteminin kurucu ilkesi ve
uluslararası hukukun temel ilkelerinden birisi olması rağmen neden uluslararası pratiklerde
tam uygulanmıyor? Buna bağlı olarak, eğer bu ilke uluslararası pratiklerde uygulama
imkanı bulmayacaksa neden BM ġartı baĢta olmak üzere yirminci ve yirmi birinci yüzyılın
uluslararası anayasal metinlerinde, uluslararası örgüt kararlarında, uluslararası yargı
kararlarında ve uluslararası hukuk doktrininde sıklıkla zikredilmekte, uluslararası sistemin
ve uluslararası hukukun önemli ilkelerinden birisi olarak değerlendirilmektedir? Bu iki
soruyu kapsar nitelikte bir üçüncü soru olarak, devletlerin egemen eĢitliği ilkesinin bu
zengin muhtevasına ve kabulüne rağmen uluslararası pratikte tam olarak uygulanmıyor
oluĢu nasıl izah edilmelidir? Özellikle üçüncü soru bu tezin temel problemi olmaktadır.
Egemen eĢitlik ilkesinin teorisi (normatif boyutu) ile pratiği (realist boyutu)
arasındaki bu uyuĢmazlığın tespit edilmesinde ve anlaĢılmasında tez “siyasî mit”
söylemine baĢvurmaktadır. Teorisi ile pratiği örtüĢmeyen birçok kavram ve olay
Uluslararası ĠliĢkiler‟de “mit” olarak değerlendirilmektedir. Tezde egemen eĢitlik bir siyasî
mit olarak değerlendirilmekte olup, bu değerlendirmede mit kavramının tercih edilmesi
modaya uyma veya teamüle uyma kaygısından kaynaklanmadığı gibi, literatürdeki mit
kavramına iliĢkin içeriğin aynen kabulü Ģeklinde de olmamıĢtır.
Uluslararası ĠliĢkiler literatüründe mit kullanımında bir özensizlik ve yanılgı söz
234
konusudur. ġöyle ki, teorisi ile patriği uyuĢmayan, örtüĢmeyen neredeyse bütün kavramlar
ve olaylar mit olarak değerlendirilmektedir. Bu teze göre bu tarz bir kullanım “mit”
kavramını sıradanlaĢtırmaktadır. Eğer mit sıradan bir kavram ise Uluslararası ĠliĢkiler‟in
ortodoks anlayıĢlarına yönelik ciddi iddiaların yer aldığı eleĢtirilerde mit kavramı
kullanılmamalıdır. Çünkü kökleĢmiĢ kabuller ve zihniyetler olarak ortodoksilere yönelik
eleĢtiriler güçlü argümanlar kadar güçlü “ifadelere” de ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda
tezde yeniden tanımlanan haliyle mit oldukça güçlü bir ifade ve sembol olarak
değerlendirilmektedir. Ancak bir kavramı mit olarak değerlendirmek için onun teori-pratik
uyuĢmazlığı dıĢında baĢka özelliklere de sahip olması gerekmektedir.
Mit kavramı genellikle “hayal ürünü ve gerçek dıĢı efsanevi anlatımlar” anlamında
kullanılmaktadır. Teze göre bu anlamıyla mit hiçbir sosyal ve siyasî mefhumu
anlamlandırmaya yardımcı olmamaktadır. Bunun yerine, mitin gerçekle bağları olduğunu
ifade etmekle tanımlamaya baĢlamak gerekmektedir. Mitte bahsedilen konu gerçek
dünyayla alakalıdır ve toplumu belirli bir konuda aydınlatmak ve yönlendirmek
maksadıyla anlatılmaktadır, yani bir amacı vardır. Bu amacı doğrultusunda mit toplum
tarafından kabul edilmekte ve uzun zaman zarfınca kullanılmaktadır. Böylece bu teze
hâkim olan görüĢe göre mit, yalnızca teori-pratik uyuĢmazlığı olmayıp, aynı zamanda
gerçekle bağı olmak, belirli bir süre var olmak, tekrarlanmak, toplumda ortak bir tutum
oluĢturmak gibi özelliklere de sahip olmalıdır. Tezde literatürde ilkel toplumlara ait,
rasyonel olmayan ve modern toplumlarda geriletici etkileri olan basit anlatımlar Ģeklinde
tanımlanan siyasî mit tanımı eleĢtirilerek yeni bir tanım ortaya konmaktadır. Bu yeni
tanıma göre siyasî mit belirli kiĢiler tarafından toplumu belirli amaçlar dahilinde
yönlendirmek için icat edilen, toplumu bir konu hakkında bilgilendirmek, bir kavramı ya
da olayı topluma kabul ettirmek, mevcut sistemi devam ettirmek ya da değiĢtirmek
amacıyla kullanılan, toplumu kolektif bir tutum oluĢması yönünde yönlendirmesi
bakımından “itici güç” görevi üstlenen, siyasî gerçeklerle alakalı anlatımlar ve araçlar
olmaktadır. Tezde devletlerin egemen eĢitliği bu tanımda belirtildiği haliyle bir mit olarak
değerlendirilmektedir.
Bir siyasî mit olarak devletlerin egemen eĢitliği ilkesi geçmiĢten bugüne ve yarına
“devletlerin eĢitliği fikrinin” aktarımını sağlamakta, rasyonel uluslararası politikayı daha
anlaĢılır
kılmakta,
uluslararası
organizasyonlardaki
temsil
ve
karar
alma
235
mekanizmalarındaki yapıların oluĢturulma Ģeklini ve nedenlerini sebep-sonuç illiyeti ile bir
mantığa oturtmaktadır. Ayrıca uluslararası toplumun üyelerinden görece zayıf devletlerin
kendilerini uluslararası politikada konumlandırmalarına, diğer devletlerle iliĢkilerini
“eĢitlik” temelinde gerçekleĢtirmelerine ve bu amaçla bir arada hareket etmelerine fikrî bir
zemin oluĢturmaktadır. Son olarak bu mit sayesinde devletler arası iliĢkiler kimi alanlarda
nispeten eĢitlik ilkesine uygun iĢlemekte, devletlerin birbirleriyle eĢit oldukları fikri
uluslararası bir meĢruiyet elde etmekte, devletlerin egemen eĢitliği ilkesi uluslararası
toplumun kutsal ve kurucu değerleri arasında yer almaktadır. Bu bağlamda egemen eĢitlik
ilkesi uygulanmıyor olması sebebiyle içi boĢ ve romantik bir kavram değil, uluslararası
toplumu devletlerarası iliĢkilerin daha ahlaki ve eĢit statülerde gerçekleĢebileceğine
inandırdığı ve bu yönde davranmaya yönlendirdiği, motive ettiği ölçüde faydalı ve
uluslararası sistemin lehine bir siyasî mit olmaktadır.
Tezde mit ve siyasî mit kavramlarının yeniden ele alınması ve özgün tanımlarının
yapılması gibi egemenlik kavramı da ele alınmakta, egemenliğe iliĢkin özgün bir tanım
yapılabilmesi için gerekli parametreler tespit edilmektedir. Egemen eĢitlik ilkesi devlet
egemenliğinin bir yansımasıdır. Bu sebeple Westphalian egemenlik ortodoksisinin mutlak
egemenlik kabulü zihinlerde “mutlak eĢitlik” algılamasına sebep olmaktadır. Mutlak eĢitlik
ise hiçbir surette gerçekleĢmeyeceği için, egemen eĢitlik ilkesi gerçekleĢme olasılığı
olmayan, bu yönüyle gereksiz ve geçersiz bir hüsnü kuruntu Ģeklinde romantik bir
mahiyette tanımlanmaktadır. Ancak bu tez egemen eĢitliğin uluslararası pratiklerde tam
olarak uygulanmamasına rağmen romantik değil gerçek, sisteme yön veren aksiyomatik bir
ilke olduğunu iddia etmektedir.
Üzerinde yapılan her türlü tartıĢmaya rağmen egemenlik günümüzde hâlâ Bodin‟in
dört yüz elli yıl önce kurgulamıĢ olduğu “mutlak” haliyle yorumlanmaktadır. Uluslararası
ĠliĢkiler‟deki genel kabullerden en önemlilerinden birisi iĢte bu “mutlak egemenlik”
anlayıĢıdır. Westphalian ya da mutlak veya klasik olarak adlandırılan bu egemenlik,
devletin iç iĢlerinde en üstün otorite, dıĢ iĢlerinde ise diğer devletlerle eĢit statüde
olduğunu, devletlerin birbirlerinin iç iĢlerine karıĢamadıklarını, egemenliğin mutlak,
bölünmez, devredilmez olduğunu ifade etmektedir. Bu ortodoksiye rağmen aslında
egemenlik kavramı kullanıldığı ilk zamandan günümüze, özellikle küreselleĢme sürecinin
etkisiyle, muhtevasında ciddi değiĢimler yaĢamıĢtır, yaĢamaya devam etmektedir. Bu
236
değiĢimin etkisiyle egemenlik kavramı üzerinde bir uzlaĢma söz konusu olamamaktadır.
Kavrama yüklenen anlamların ideolojik kaygılarla Ģekilleniyor olması, kavramın “hayat
verdiği” devlet formunun değiĢen uluslararası sisteme ayak uydurmak amacıyla yapısını,
kapasitesini, yetkilerini ve önceliklerini değiĢtiriyor olması ve daha da önemlisi kavramın
ilk tanımlandığı on altıncı yüzyılın Ģartları hâlâ geçerliymiĢçesine dört asır önceki tanıma
kıyas yapılarak tanımlanmaya çalıĢılıyor olması, kavramın izahını içinden çıkılmaz bir hale
sokmaktadır. Tez egemenliğin değiĢimi ve dönüĢümü tartıĢmalarında, küreselleĢme süreci
ile yoğun bir Ģekilde gündemde yer alan devlet egemenliğinin sorgulanmasını bir hata
olarak değerlendirmektedir. Çünkü teze göre egemenlik değiĢen uluslararası konjonktüre
ve devlet formuna uygun bir Ģekilde mahiyetini değiĢtiriyor olsa da “özü itibariyle” ilk
kullanıldığı anki anlamını devam ettirmektedir. Özü itibariyle egemenlik üstünlüktür ve
egemen de üstün olandır. Bu üstünlük algısı ilk insandan günümüze değin farklı
kavramlarla
tanımlanmıĢ
olsa
da
özü
itibariyle
değiĢmemektedir.
Dolayısıyla
küreselleĢmeye bağlı olarak artan uluslararası iĢbirliği ile devletler arasındaki ve devletler
ile uluslararası örgütler arasındaki iliĢkilerde devletlerin kendi rızaları ile egemenliklerini
paylaĢmaları, kısmî egemenlik devirleri ve ihlalleri devletlerin egemenliğine bir halel
getirmemektedir. Devlet özü itibariyle hâlâ varlığını devam ettirmekte yani egemen
olmaktadır. Bu bağlamda tez devletlerin egemenliklerinde meydana gelen bu paylaĢımlar,
kısmî devirler ve ihlaller üzerine gerçekleĢen değiĢim ve dönüĢüm tartıĢmalarını “devletin
bekası” bağlamında tartıĢmayı havanda su dövmeye benzetmektedir. Netice itibarıyla ulus
devletin yapısında meydana gelen önemli değiĢimlere rağmen devlet “devlet olmaya
devam etmektedir”.
Disiplinde egemenliğin değiĢimi ve dönüĢümü tartıĢmalarının bir sonucu olarak
birçok egemenlik tanımlaması ve bu tanımlamalar dolayısıyla çeĢitli egemenlik
sınıflandırmaları
yapılmaktadır. Egemenlik
kavramına iliĢkin sınıflandırmalardan,
devletlerin egemen eĢitliğini izah etmek bakımından en uygun olanı hukukî ve siyasî
egemenlik sınıflandırması olmaktadır. Hukukî egemenlik, sınırları belirlenmiĢ bir toprak
parçası üzerinde hâkim olan otoritenin sahip olduğu egemenliktir. Bu egemenliğin
uluslararası politikada uygulanan kısmı, yani hukukî egemenliğin pratiğe aktarımı ise
siyasî egemenlik olarak tanımlanmaktadır. Egemen eĢitlik ilkesi hukukî egemenliğin bir
ürünüdür ve pratiğe aktarımında, yani siyasî egemenlik boyutunda yaĢanan aksaklıklar
uluslararası sistemde birçok yerde karĢımıza çıkmaktadır.
237
Devletin egemenliği fikrinin temelinde devletin otonom olması, dıĢ müdahalelerden
etkilenmemesi yer almaktadır. Devletlere atfedilen bu hukukî egemenliğin siyasî
egemenlik ile örtüĢmesi ya da örtüĢmemesi, devlet egemenliği tartıĢmalarına neden
olmaktadır. Bu iki egemenlik arasındaki iliĢkiyi klasik egemenlik anlayıĢı ile algılamak
zordur ve yanlıĢ analizlere neden olmaktadır. Uluslararası sistemin değiĢkenliğini, küresel
güç merkezlerinin değiĢebildiğini, uluslararası sitemi belirleyen temel politikaların
dönemsel olarak değiĢiklikler gösterebildiğini göz önünde bulunduran bir yaklaĢım ise,
küreselleĢmeye bağlı olarak egemenlik kavramının muhtevasında meydana gelen
değiĢikliği, dolayısıyla hukukî ve siyasî egemenlik arasındaki iliĢkiyi daha doğru analiz
etme imkanına ve kapasitesine sahiptir.
Devletlerin tam egemenliklerine uygun haklara sahip olmaları; devletlerin diğer
devletlerin hukukî kiĢiliklerine, toprak bütünlüklerine ve siyasî bağımsızlıklarına saygılı
olmaları; devletlerin kendi siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel sistemini özgürce
belirleyebilme hakkına sahip olmaları; devletlerin uluslararası yükümlülüklerini eksiksiz
bir biçimde ve iyi niyet çerçevesinde yerine getirmekle ve diğer devletlerle barıĢ içerisinde
yaĢamakla yükümlü olmaları gibi unsurları içeren egemen eĢitlik ilkesi, BM Sistemi‟nin
büyük güçler dıĢındaki devletlerce de kısa sürede kabul edilmesinde etkili olmuĢtur.
Özellikle Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası artan dekolonizasyon süreci ve bu sürece bağlı
olarak bağımsız devletlerin sayısındaki artıĢla birlikte, bağımsızlığını yeni kazanan
devletler açısından eski sömürgeci devletlerle “eĢit” statüde olmak moral anlamda oldukça
önemli olmuĢtur. Yeni sistemin parlamentosu hüviyetindeki BMGeK‟de her devletin eĢit
sayıda temsilciye sahip olması ve eĢit oy haklarının olması da cezp edici olmuĢtur. Bu gibi
“eĢitliğe” iliĢkin içerikler egemen eĢitlik ilkesini sistemin “itici gücü” yapmaktadır.
Bu tezde hâkim olan görüĢe göre devletlerin egemen eĢitliği tartıĢmalarında düĢülen
en büyük yanılgı eĢitliğin siyasî ve matematiksel yönüyle değerlendirilip, hukukî yönünün
göz ardı edilmesidir. Egemen eĢitlik ilkesi hem siyasî, hem de hukukî yönü olan bir ilkedir
ve ilkenin bu her iki yönünü birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Ġlke devletlerin
uluslararası hukuk karĢısında, hak ve yükümlülüklerde, kanun yapma sürecinde,
uluslararası mahkemeler önünde eĢit olmaları ve bunların sonucu olarak hiçbir devletin
diğerinden üstün olmamasını içermektedir. Egemen eĢitliğin bu muhtevasından hukuk
önünde eĢit olmak ilkesel anlamda üzerinde mutabık kalınan belki de tek husus olmaktadır.
238
Buna karĢılık hak ve yükümlülüklerde eĢit olma bahsinde büyük devletlerin itirazları
olmaktadır. Onlara göre bu konuda matematiksel eĢitlik yerine hakkaniyete dayalı eĢitlik
söz
konusu
olmalıdır
ve
dolayısıyla
devletler
dünya
genelinde
üstlendikleri
sorumluluklarla orantılı haklar elde etmelidir.
Devletlerin diğer devletlerle iliĢkilerinin, yani dıĢ egemenliklerinin bir boyutu olan
egemen eĢitlik ilkesi devletlerin her nevi coğrafi, ekonomik, askerî, siyasî, demografik,
etnik, kültürel vb. farklı yönlerine karĢılık, uluslararası temsil ve uluslararası hukuk
nezdinde birbirleriyle eĢit olduklarını ifade etse de, mevcut uluslararası sistemde bu eĢit
statü pek söz konusu olmamaktadır. Bununla birlikte egemen eĢitlik ilkesinin mitsel yönü
aynı zamanda ilkenin en güçlü yönü olmaktadır. Çünkü devletler arasındaki her türlü nicel
ve nitel kaynak eĢitsizliğine rağmen devletlerin eĢit olduğunu iddia etmektedir. Bu ilke ile
zayıf ve küçük devletler büyük devletlerle birlikte uluslararası sisteme dahil olma hakkına
ve fırsatına sahip olmaktadır.
Egemen eĢitlik ilkesi bütün olumsuzluklara ve uluslararası eĢitsizliklere rağmen
uluslararası pratiklerde uygulanma imkanı da bulmaktadır. Birey-devlet arasında kurulan
analojide olduğu üzere devletler de bireyler gibi sırf var olmaları hasebiyle her türlü
farklılıklarına rağmen diğer devletlerle “varlık” bağlamında eĢittirler. Ayrıca devletler
rızalarıyla dahil oldukları yargılama süreçlerinde de uluslararası hukukun normları,
kuralları ve yükümlülükleri bağlamında da eĢittirler. Bir de uluslararası örgütlerin karar
alma süreçlerinde her devlet sahip olduğu bir ve eĢit ağırlıkı oy sebebiyle de eĢit
konumdadır. Ancak BM özelinde belirtmek gerekirse, uluslararası sistemde BMGeK gibi
devletlerin eĢit temsiline imkan tanıyan yapılar olduğu gibi, BMGüK gibi eĢitliği ihlal
eden, birkaç büyük gücün her yönüyle üstünlüğü üzerine iĢleyen mekanizmalar da
mevcuttur.
Teze göre egemen eĢitlik tartıĢmaları oldukça yanlıĢ bir güzergahta, sadece siyasî
bağlamda ele alınmaktadır. Oysaki ilkenin hukukî yönü de göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu sebeple egemen eĢitlik tartıĢmalarında akılda tutulması gereken en önemli aksiyom
“egemen eĢitlik ilkesinin mutlak ve kusursuz bir eĢitlik sunmadığı” olmaktadır.
Uluslararası sistemin üzerine inĢa edildiği siyasî tarih eĢitsizlikler üzerine iĢleyen sistemik
örneklerle doludur. Konjonktürel değiĢimler olmasına karĢılık her halükarda bir siyasî
239
yapının ya da devletler grubunun sistemi kurguladığı, sisteme yön verdiği, diğer
devletlerden daha üstün konumda olduğu hegemonik ve hiyerarĢik yapılar tarihî süreçte
var olmuĢtur. Modern dönemde de BMGüK, P5, G-8, G-20 gibi yapılarda kurumsallaĢmıĢ
ve meĢrulaĢmıĢ bir Ģekilde asimetrik eĢitsizlikler devam ettirmektedir. Dolayısıyla
eĢitlikten ziyade eĢitsizliklerin mevcut olduğu bir uluslararası sistemde egemen eĢitlik
ilkesini tartıĢmak da oldukça güç olmaktadır.
Ġlkenin teorisi ile pratiğinin örtüĢmediği gerçeği sistemin yapısına iliĢkin “anarĢik”
olduğu argümanında da görülmektedir. Sistemin anarĢik olduğu inancı Uluslararası
ĠliĢkiler‟in genel kabullerinden birisi olup, devletler üzerinde onların davranıĢlarını
belirleyen, kısıtlayan, yönlendiren ve engelleyen herhangi bir üst otoritenin mevcut
olmadığı anlamına gelmektedir. Özellikle Westphalian egemenliğin iç-dıĢ egemenlik
ayrımına ve devletlerin iç ve dıĢ politikalarının farklılığına değinmek amacıyla sadece
Klasik Realizm ve onun türevleri olan Neo-Realizm, Konstrüktivizm, Ġngiliz Okulu vb.
teorilerde değil, Postpozitivist yaklaĢımlarda dahi uluslararası sistemin anarĢik olduğu bir
ön kabul olmaktadır. Ancak pratikte uluslararası sitsem birkaç güçlü devletin (büyük
gücün) kontrolünde Ģekillenmektedir. Büyük güçlerin adeta küçük devletlerin yaĢamalarına
ve ölmelerine karar verdikleri bu yapı söylemde anarĢik, pratikte ise hiyerarĢik olmaktadır.
Dünya siyasî tarihi böylesi yapılanmalarla doludur. Sistemin iĢleyiĢi her halükarda
hiyerarĢik olmaktadır. Tarihî değiĢimler ve yeni aktörlerin sisteme dahil olup eski
aktörlerin sistemden çıkmasına rağmen bu hiyerarĢik yapı süreklilik göstermektedir. Bu
haliyle egemen eĢitlik ilkesinin kavramsal içeriği ile realiteye yansıması, yani uluslararası
pratiği örtüĢmemektedir.
Egemen eĢitlik ilkesinin teorisi ile pratiğinin örtüĢmediği diğer bir uygulama ise
uluslararası örgütlerin karar alma süreçlerinde yaĢanmaktadır. Bu konuda uluslararası
sistemi temsil ediyor olması nedeniyle BM iyi bir örnek olmaktadır. BM‟nin iki aslî organı
kıyaslandığında Ģu sonuç ortaya çıkmaktadır: BMGeK‟de yapılan oylamalarda her devletin
bir ve eĢit oy hakkı vardır ve hiçbir devlet tek baĢına kararları engelleme hakkına sahip
değildir. BMGüK‟de ise on beĢ üyenin beĢinin (P5) sahip olduğu veto hakkı nedeniyle,
oylama her hangi bir daimi üye devletin olumsuz kararı ile aleyhte sonuçlanabilmektedir.
Aynı örgütün iki organı ve iki ayrı egemenlik yorumu: Birincisinde devletler birbirleriyle
eĢit olarak yorumlanırken, ikincisinde bir kısım devlet diğerlerinden daha üstün bir
240
konuma sahiptir. Dolayısıyla BMGüK‟de devletlerin egemen eĢitliği ilkesi göz ardı
edilmektedir. BM bahsinde hukukî sıkıntılar da söz konusu olmaktadır. BM ġartı
dibacesinde, md. 2/1 ve md. 78‟de egemen eĢitlik ilkesinden bahsedilmesi, egemen eĢitlik
ilkesinin md. 2/1‟de geçtiği haliyle örgütün üzerine inĢa edilen temel ilke olarak
tanımlanıyor olması sebebiyle BM egemen eĢitlik ilkesinin en önemli dayanağı ve
meĢruiyet aracı olmaktadır. Buna rağmen egemen eĢitlik ilkesinin en önemli hukukî
ihlallerini de yine BM ġartı meĢrulaĢtırmaktadır. BM ġartı md. 2/7‟de gerekli görülmesi
halinde devletlerin egemen eĢitliğinin tezahürü olan devletlerin iç iĢlerine karıĢmama ve
kendi rızaları dıĢında bir yükümlülük üstlenmeme gibi ilkelerin ihlal edilebileceği ifade
edilmektedir. Yine md. 23/1‟de Çin, Fransa, Rusya, Ġngiltere ve ABD BMGüK daimi üyesi
olarak tanımlanmakta, tarihî süzgeçten gelen hiyerarĢik ve diğerlerinden daha üstün
konumdaki devletler grubu geleneği devam ettirilerek hukukî bir zemine kavuĢmakta,
meĢruiyet kazandırılmaktadır. Md. 27/3‟de BMGüK daimi üyelerine tanınan ve zımnen
ifade edilen “veto” hakkı da devletlerin eĢit olmadığını gösteren bir husus olmaktadır.
Ayrıca md. 106‟da geçtiği haliyle BM geçmiĢ hiyerarĢik yapılanmaları günümüze
aktarmakta, BMGüK‟ün kendi inisiyatifi ile 42. ve 43. maddelerde geçen hususlar
bağlamında uluslararası barıĢ ve güvenliğin korunması için gerekebilecek her türlü tedbiri
BM adına beĢ daimi üyenin kararlaĢtırmasından bahsedilmektedir. Ġronik bir Ģekilde
egemen eĢitlik ilkesinin garantörü, meĢrulaĢtırıcısı, uygulayıcısı olan BM aynı zamanda
ilkenin ihlal edilmesini de meĢrulaĢtıran hukukî dayanaklar sunmaktadır.
Uluslararası karar alma süreçlerinde uygulanan ağırlıklı oy usulü de egemen eĢitlik
ilkesini ihlal etmektedir. IMF örneğinde Bretton Woods sisteminin ekonomik ve malî
kurumlarında karar alma süreçleri devletlerin sermaye katılım payları nispetinde elde
ettikleri ağırlıklı oy hakları ile iĢlemektedir. Ülkeler gayri safi yurt içi hasılaları, Merkez
Bankası rezervleri, ödeme dengeleri ve dıĢ ticaret hacimleri göz önünde bulundurularak
hesaplanan kotalar bağlamında ABD yüzde 16,74‟lük bir oy hakkına sahiptir. IMF‟de
önemli kararların yüzde 85 ile alındığı göz önünde bulundurulduğunda ABD açıkça
bahsedilmemesine rağmen de facto bir veto hakkına sahip olmaktadır. Çünkü IMF‟nin
bütün üyelerinin kabul ettiği ve sadece ABD‟nin reddettiği bir karar yüzde 85‟lik kabul
oranının altında kalmaktadır. BaĢka bir ağırlıklı oy uygulaması olarak AB Konseyi‟nde her
ülke nüfus ve ekonomik parametreler göz önünde bulundurularak yapılan hesaplama
neticesinde farklı oy ağırlıklarına sahip olmaktadır. Almanya, Fransa, Ġtalya ve Ġngiltere
241
gibi AB‟nin önemli üyeleri 29‟ar oy hakkına sahip iken, diğerleri en az 3 olmak üzere
değiĢen değerlerde oy hakkına sahip olmaktadır. Dolayısıyla uluslararası örgütlerde
ağırlıklı oy kullanımı egemen eĢitlik ilkesinin uygulanmadığı bir prosedür olmaktadır.
Egemen eĢitlik ilkesinin teorisi ile pratiğinin uyuĢmazlıklarını gösteren alanları
çoğaltmak mümkündür, zira tezin üçüncü bölümü bu uyuĢmazlıklara ayrılmaktadır. Bu
tezde de savunulduğu üzere, devletlerin egemen eĢitliği ilkesi devletlerde “eĢitlik hissini”
sağlaması yönüyle, devletlerin mevcut uluslararası sistemi kabul etmesinde oldukça önemli
olmaktadır. Sistemin meĢruiyetini sağlamada katalizör vazifesi üstlenmektedir. Bu nedenle
bu tezde egemen eĢitlik ilkesi bir siyasî mit olarak değerlendirilmektedir. Çünkü
uluslararası sistemde uygulanamıyor olmasına rağmen, hâlâ sistemin temel ilkelerinden
birisi olması ve ısrarla birçok yeni kurulan uluslararası örgüt ve uluslararası belgede
zikredilmesi, egemen eĢitlik ilkesinden önemli bir beklentinin olduğunu göstermektedir.
Sistemin iĢleyiĢinden memnun olan büyük devletler açısından egemen eĢitlik ilkesi diğer
devletlerde sisteme iliĢkin genel kabulün oluĢmasına yol açmakta, sistemin meĢruiyetini
sağlamaktadır. Diğer devletler ise bu ilkenin varlığını öne sürerek uluslararası konularda
daha fazla söz sahibi olmaya çalıĢmakta, ilkenin muhtevası gereği büyük devletlerin kendi
iç iĢlerine karıĢması karĢısında bir dayanak olarak görmektedir.
Bu tezde hâkim olan görüĢe göre egemen eĢitlik ilkesinin uluslararası pratiklerde
muhtevasıyla uyumlu bir Ģekilde uygulanması pek mümkün görülmemektedir. Bu sebeple
tezde bir çözüm önerisi de sunulmamaktadır. Tez mevcut uluslararası sistemin kurucu
ilkesi olan, uluslararası hukukun en önemli ilkeleri arasında zikredilen, DHM, USAD,
UAD gibi uluslararası yargı mekanizmalarının kararlarında atıf yapılan, uluslararası
örgütlerin kurucu metinlerinde ve uluslararası sözleĢmelerde zikredilen egemen eĢitlik
ilkesinin bu güçlü teorik muhtevasına rağmen uluslararası pratikte uygulanmıyor oluĢunu;
uygulanmayan bir ilkenin neden ısrarla uluslararası örgütler, sözleĢmeler, kararlar
bağlamında canlı tutulduğunu anlamayı ve anlatmayı amaçlamaktadır. Bu minvalde tez
egemen eĢitliği bir siyasî mit olarak tanımlamaktadır. Tezde siyasî mitlerin iĢlevlerinin
anlatıldığı kısımdaki ilkeler göz önünde bulundurularak, bir siyasî mit olan egemen
eĢitliğin uluslararası pratikte uygulanamayıĢına rağmen neden ısrarla telaffuz edildiğini Ģu
Ģekilde özetlemek mümkündür: Egemen eĢitlik ilkesi geçmiĢten bugüne bir aktarım aracı
olarak uluslararası toplumda eĢitlik fikrinin canlı tutulmasına yardımcı olmaktadır. Canlı
242
tutulan bu eĢitlik fikri uluslararası politikadaki adaletsiz uygulamaları kısıtlayıcı ve
önleyici bir tutuma dönüĢebilmektedir. Yine ilke bir mit olarak BM sisteminin gerekliliği
konusunda uluslararası toplumu kenetlemektedir. Sistemin devamı için gerekli olan bu algı
sayesinde her türlü adaletsiz ve eĢitsiz bir takım uygulamalarına rağmen Hobbes‟in doğa
halinden daha istikrarlı ve güvenli bir uluslararası ortam sağlayabildiği ölçüde sisteme olan
güveni ve inancı aktif tutmaktadır. Egemen eĢitlik ilkesi ayrıca, uluslararası sistemde
kurumsallaĢmıĢ ve meĢrulaĢmıĢ bir Ģekilde varlığını devam ettiren “büyük güçler”
gerçeğine rağmen, zayıf ve küçük devletlerin de BMGeK, BM uzmanlık kurumlarında
büyük güçlerle eĢit düzeyde karar alma sürecine katılmasını, UAD karĢısında tarafların
eĢitliğini sağladığı için de bir itici güç olmaktadır.
Dolayısıyla egemen eĢitlik ilkesinin uluslararası sistemde uygulanamıyor olması onu
değersiz yapmamaktadır. Aksine devletleri gerçek anlamda sınırlandıran ve yargılayan bir
uluslararası hukuk sisteminin olmayıĢı, egemen eĢitliği daha da önemli yapmaktadır.
Uluslararası hukuk, ulusal hukuk gibi bir yapı değildir, kodifikasyonu tamamlanmamıĢtır.
Bu nedenle uluslararası hukukun tam anlamıyla devletleri sınırlandıramadığı bir
uluslararası sistemde “egemen eĢitlik” gibi ilkeler oldukça önemli olmaktadır. Bu tür
ilkeler içerdikleri ahlakî nosyonlarla devletleri daha makul biçimlerde politikalar
uygulamaya sevk edebilmektedir. Ayrıca uluslararası sisteme hakkaniyet, ahlak ve adalet
alanlarında bir algı kazandırabilme ihtimaline sahiptir. Devletlerin egemen eĢitliği
uluslararası yaptırımların keyfiliğine karĢılık evrensel bir “eĢitlik” anlayıĢının oluĢmasını
sağlayabilme ihtimaline binaen önemli bir ilkedir.
243
KAYNAKLAR
Abi-Saab, G. (1994). International law and the international community: The long road to
universality. Macdonald, J.R. (ed.). Essays in Honour of Wang Tieya. Doradrecht:
Martinus Nijhoff Publishers, 31-42.
Acer, Y., Kaya, Ġ. (2012). Uluslararası Hukuk: Temel Ders Kitabı. (3. Baskı). Ankara:
USAK Yayınları.
Agnew, J. (2009). Globalization & Sovereignty. Lanham: Rowman&Littlefield Publishers.
Ağaoğulları, M.A. (1986). Halk ya da ulus egemenliğin kuramsal temelleri üzerine birkaç
düĢünce. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi. 41(1-4), 131-152.
Ağaoğulları, M.A., Köker, L. (1991). İmparatorluktan Tanrı Devletine. Ankara: Ġmge
Kitabevi.
Ağaoğulları, M.A., Köker, L. (2001). Tanrı Devletinden Kral-Devlete. (3. Baskı). Ankara:
Ġmge Kitabevi.
Akehurst, M. (1976). Equity and general principles of law. International and Comparative
Law Quarterly, 25(4), 801-825.
Akgün, B., Çelik, M. (2007). KüreselleĢme çağında „üçüncü dünya‟yı yeniden okumak.
Avrasya Etüdleri, 13(31-32), 41-78.
Akipek, Ö.Ġ. (t.y.). Devletler Hukuku: Devletler Hukukunun Şahıslarından Devlet, İkinci
Kitap. (3. Bası). Ankara: BaĢnur Matbaası.
Akipek, Ö.Ġ: (1963). Devletler Hukuku: Başlangıç, Birinci Kitap. Ankara: Ġstiklal
Matbaası.
Albrecht-Carrié, R. (1973). A Diplomatic History of Europe since the Congress of Vienna.
New York: Harper and Brothers.
Alexandrov, S.A. (1996). Self-defense Against the Use of Force in International Law. The
Hague: Kluwer Law International.
Alsan, Z.M. (1955). Yeni Devletler Hukuku: Prensipler, Şahıslar, Birinci Cilt. (2. Baskı).
Ġstanbul: Fakülteler Matbaası.
Altuğ, Y., Nomer, E. (1977). Devletler Hukuku. (2. Baskı). Ġstanbul: Harp Akademileri
Basımevi.
Anand, R.P. (1986). Sovereign equalities of states in international law. RCADI, Vol. 197.
244
Angoustures, A. (1998). The Spanish civil war: Betrayal by the bourgeois democracies.
Buffet, Heuser (eds.). Haunted by History, 53-64.
Anzilotti, D. (1946). Devletler Hukuku, Birinci Cilt: Giriş-Genel Teoriler. (Çev. S.
Erman). Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Yayını.
Arechaga, E.J. de. (1978). Voting and the Handling of Disputes in the Security Council.
Westport: Greenwood Press.
Aristoteles. (2002). Kategoriler. (Çev. S. Babür). Ġstanbul: Ġmge Yayınevi.
Aristoteles. (2010). Metafizik. (Çev. A. Arslan). Ġstanbul: Sosyal Yayınlar.
Aristotle. (1998). Politics. (Çev. H. Rackham). Cambridge: Harvard University Press.
(Eserin orijinali M.Ö. 350‟de yayımlandı).
Aristotle. (2004). Nicomachean Ethics. (ed. R. Crisp). Cambridge: Cambridge University
Press. (Eserin orijinali M.Ö. 330‟da yayımlandı).
Armaoğlu, F. (2003). 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi. (3. Baskı). Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Armstrong, J.D. (1993). Revolution and World Order. Oxford: Clarendon Press.
Aron, R. (1979). Aydınların Afyonu. (Çev. Ġ. Tanju). Ġstanbul: Tur Yayınları. (Eserin
orijinali 1955‟de yayımlandı).
Bacık, G. (2007). Modern Uluslararası Sistem: Köken, Genişleme, Nedensellik. Ġstanbul:
Kaknüs.
Badie, B. (2001). From sovereignty to the capacity of the state. Smouts, M.C. (ed.). The
New International Relations: Theory and Practice. London: C.Hurst Publishers, 1528.
Bailey, S.D. (1988). The Procedure of the UN Security Council. (2. Baskı). Oxford:
Oxford University Press.
Baker, P.J.N. (1923-1924). The doctrine of legal equality of states. British Year Book of
International Law, 4(1), 1-20.
Bartelson, J. (1996). A Genealogy of Sovereignty. Cambridge: Cambridge University Press.
Barthes, R. (1972), Mythologies. (Çev. A. Lavers). New York: Noonday Press. (Eserin
orijinali 1957‟de yayımlandı).
245
Bayat, F. (2005). Mitolojiye Giriş. Ġstanbul: Ötüken.
Beaulac, S. (2000). The Westphalian legal orthodoxy: Myth or reality?. Journal of History
of International Law, 2(2), 148-177.
Beaulac, S. (2004). The Power of Language in the Making of International Law. Leiden:
Martines Nijhoff Publishers.
Beetham, D. (1991). The Legitimation of Power. Macmillan: London.
Berki, ġ. (1968). Devletler Umumi Hukuku. Ankara: Yargıçoğlu Matbaası.
Biersteker, T.J. vd. (2007). International Law and International Relations: Bridging
Theory and Practice. London: Routledge.
Bilsel, C. (1941). Devletler Hukuku: Devletler, Birinci Kitap. Ġstanbul: Kenan Basımevi.
Bireley, R. (1976). The peace of Prague (1635) and the counterreformation in Germany.
The Journal of Modern History, 48(1), 31-70.
Birn, D.S. (1981). The League of Nations Union: 1918-1945. Oxford: Clarendon Press.
Bishop, W.W. (1965). General course of public international law. RCADI, Vol. 115.
Bleckmann, A. (1995). Article 2(1). Simma, B. (ed.). The Charter of the United Nations: A
Commentary. New York: Oxford University Press, 77-89.
Blumenberg, H. (1990). Work on Myth. (2. Baskı). (Çev. R.M.Wallace). Cambridge: MIT
Press. (Eserin orijinali 1979‟da yayımlandı).
Bodin, J. (1955). Six Books of the Commonwealth. Tooley, M.J. (ed.). Oxford: Alden
Press.
Bodin, J. (2004). On Sovereignty. (7. Baskı). Franklin, J.H. (ed.). Cambridge: Cambridge
University Press.
Bottici, C. (2007). A Philosophy of Political Myth. Cambridge: Cambridge University
Press.
Bottici, C., Challand, B. (2006). Rethinking political myth: The clash of civilizations as a
self-fulfilling prophecy. European Journal of Social Theory, 9(3), 315-336.
Boucher, D. (1998). Political Theories of International Relations. Oxford: Oxford
University Press.
246
Bozkurt, E., Kütükçü, M.A., Poyraz, Y. (2001). Devletler Hukuku. (Gözden geçirilmiĢ 2.
Baskı). Ankara: Nobel Yayınları.
Brierly, J.L. (1963). The Law of Nations: An Introduction to the International Law of
Peace. Sir Waldock, H. (ed.). Oxford: Clarendon Press.
Broms, B. (1959). The Doctrine of Equality of States as Applied in International
Organizations. Helsinki: Vammala
Brown, P.M. (1915). The theory of independence and equality of states. American Journal
of International Law, 9(2), 305-335.
Brown, P.M. (1917). International Realities. New York: Charles Scribner‟s Sons. (kitabın
pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin edilmiĢtir).
Brown, S. (1992). International Relations in a Changing Global System: Toward a Theory
of the World Polity. Boulder: Westview.
Brownlie, I. (1990). Principles of Public International Law. (4. Baskı). Oxford: Oxford
University Press.
Brunner, E. (2002). Justice and Social Order. (Tıpkı Basım). (Çev. M.Hottinger).
Cambridge: The Lutterworth Press. (eserin orijinali 1945‟de yayınlanmıĢtır).
Buffet, C., Heuser, B. (1998). Introduction: Of myths and men. Buffet, Heuser (eds.),
Haunted by History, vii-x.
Buffet, C., Heuser, B. (eds.). (1998). Haunted by History: Myths in International
Relations. Oxford: Berghahn Books.
Bukovansky, M. (1999). The altered state and the state of nature: The French revolution
and international politics. Review of International Studies, 25(2), 197-216.
Bukovansky, M., Clark, I., Eckersley, R., Price, R.M., Reus-Smit, C., Wheeler, N.J.
(2012). Special Responsibilities: Global Problems and American Power. Cambridge:
Cambridge University Press.
Bull, H. (1966). Society and anarchy in international relations. Butterfield, H. ve Wight, M
(eds.). Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics.
London: Allen and Unwin.
Bull, H. (2002). The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics. (3. Baskı).
London: Macmillan.
Buzan, B., Little, R. (2001). Why international relations has failed as an intellectual project
247
and what to do about it?. Millenium: Journal of International Studies, 30(1), 19-39.
Campbell, J. (1986). The Iner Reaches of Outher Space: Metaphor as a Myth and as
Religion. New York: New World Library.
Campbell, J. (1988). The Power of Myth. New York: Doubleday.
Caporaso, J.A. (2000). Changes in the Westphalian order: Territory, public authority and
sovereignty. International Studies Review, 2(2), 1-28.
Carvalho, B. vd. (2011). The big bangs of IR: The myths that your teacher still tell you
about 1648 and 1919. Millenium: Journal of International Studies, 39(3), 735-758.
Cassese, A. (1994). International Law in a Divided World. New York: Clarendon
Paperbacks.
Cassese, A. (2005). International Law. (2. Baskı). New York: Oxford University Press.
Cassirer, E. (1946). The Myth of the State. New Haven: Yale University Press.
Cassirer, E. (1979). Judaism and the modern political myths. Verene, D.P. (ed.). Symbol,
Myth and Culture: Essays and Lectures of Ernst Cassirer (1935-1945). New Haven:
Yale University Press.
Cassirer, E. (1984). Devlet Efsanesi. (Çev. Necla Arat). Ankara: Remzi Kitabevi. (Eserin
orijinali 1946‟da yayımlandı).
Cassirer, E. (1997). İnsan Üstüne Bir Deneme. (Çev. Necla Arat). Ġstanbul: Yapı Kredi
Yayınları. (Eserin orijinali 1944‟de yayımlandı).
Cassirer, E. (2005). Sembolik Formlar Felsefesi II: Mitik Düşünme. (Çev. Milay Köktürk).
Ankara: Hece Yayınları. (Eserin orijinali 1925‟de yayımlandı).
CaĢın, M.H. (2013). Modern Uluslararası Hukukun Temel Esasları: Cilt 1. Ġstanbul: Legal
Yayıncılık.
Cevizci, A. (2000). Paradigma Felsefe Sözlüğü. (4. Baskı). Ġstanbul: Paradigma.
Chase, R. (1949). Quest for Myth. Westport: Greenwood Press.
Chemillier-Gendreau, M. (1991). Equity. Bedjaoui, M. (ed.). International Law:
Achievements and Prospects. Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 271-282.
Clark, I. (2011). Hegemony in International Society. Oxford: Oxford University Press.
248
Cobbett, P. (1922). Leading Cases on International Law: Peace: Vol I. (4. Baskı). London:
Sweet and Maxwell Limited.
Copeland, C.S. (1999). The use of arbitration to settle territorial disputes. Fordham Law
Review, 67(6), 3073-3108.
Cruz, L., Frijhoff, W. (2009). Introduction: Myth in history, history in myth. Cruz, L.,
Frijhoff, W. (eds.), Myth in History, History in Myth. Leiden: Brill, 3-15.
Cuthbertson, G.M. (1975).Political Myth and Epic. Michigan: Michigan State University.
Çağıran, M.E. (1998). Raymond Aron ve uluslararası hukukun hukuk niteliği. İ.Ü. Hukuk
Fakültesi Mecmuası, 56(1-4), 71-96.
Çağıran, M.E. (2005). Uluslararası Hukukta Devletin Tek Taraflı İşlemleri. Ankara: Platin
Yayınları.
Çağıran, M.E. (2013). Uluslararası Örgütler. Ankara: Turhan Kitabevi.
ÇalıĢ, ġ.H. (2001). Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler: Neo-Osmanlılık, Özal ve Balkanlar.
Konya: Çizgi Kitabevi.
Çelik, E.F. (1962). Milletlerarası Hukuk: Temel Teoriler, Kaynaklar, Kişiler,
Münasebetler ve Organlar. Ġstanbul: Fakülteler Matbaası.
Çelik, M. (2013). Avrupa Birliği‟nde yaĢanan meĢruiyet krizi. Gazi Üniversitesi İİBF
Dergisi, 15(2), 151-190.
Dahl, A.S. (1998). The myth of swedish neutrality. Buffet, Heuse (eds.). Haunted by
History, 28-40.
Dahl, R.A. (1999). Can international organizations be democratic? A sceptic‟s view.
Democracy’s Edges. Shapiro, I. And Hacker-Cordon, C. (eds). Cambridge:
Cambridge University Press, 19-36.
Dante. A. (1998). İlahî Komedya. (Çev. R. Teksoy). Ġstanbul: Oğlak Yayıncılık.
Davies N. (2006). Avrupa Tarihi: Doğu’dan Batı’ya, Buz Çağı’ndan Soğuk Savaş’a,
Urallar’dan Cebelitarık’a Avrupa’nın Panoraması. (Çev.Ed. M.A. Kılıçbay).
Ankara: Ġmge Kitabevi. (Eserin orijinali 1996‟da yayımlandı).
Davy, R. (2009). Helsinki myths: Setting the record straight on the final act of the CSCE,
1975. Cold War History, 9(1), 1-22.
Day, M.S. (1984). The Many Meanings of Myth. Lanham: University Press of America.
249
Degan, V.D. (1997). Sources of Internatinal Law. Netherland: Martinus Nijhoff
Publishers.
Diamond, J. (2008). Tüfek, Mikrop ve Çelik. (19. Baskı). Ankara: TÜBĠTAK Popüler
Bilim Kitapları. (Eserin orijinali 1997‟de yayımlandı).
Dickinson, E. (1920). The Equality of States in International Law. Cambridge: Harvard
University Press.
Doenecke, J.D., Stoler, M.A. (2005). Debating Franklin D. Roosevelt’s Foreign Policies:
1933-1945. Oxford: Rowman&Littlefield Publishers.
Doğan, D.M. (2001). Doğan Büyük Türkçe Sözlük. Ankara: Vadi Yayınları.
Doğan, Ġ. (2013). Devletler Hukuku. (GeniĢletilmiĢ 2. Baskı). Ankara: Seçkin Yayınları.
Donnelly, J. (2006). Sovereign inequalities and hierarchy in anarchy: American power and
international society. European Journal of International Relations, 12(2), 139-170.
Doty, W.G. (1986). Mythography: The Study of Myths and Rituals. Tuscaloosa: University
of Alabama Press.
Dreher, A, Sturm, J.E. (2012). Do the IMF and the World Bank influence voting in the UN
General Assembly?. Public Choice, 151(1-2), 363-397.
Duguit, L. (1954). Kamu Hukuku Dersleri. (Çev. Süheyp Derbil). Ankara: A.Ü. Hukuk
Fakültesi Yayınları. (Eserin orijinali 1901-1903‟de yayımlandı).
Duguit, L. (2000). Egemenlik ve özgürlük. (Çev. Didem Köse, Sedef Koç). Akal, C.B.
(ed.). Ankara: Dost Yayınevi. (Eserin orijinali 1922‟de yayımlandı).
Dunoff, J.L. (2012). Is sovereign equality obsolete? Understanding twenty-first century
international organizations. Netherlands Yearbook of International Law, 43, 99-127.
Dupuy, P.M. (1997). The constitutional dimensions of the charter of UN. Bogdandy, A.v;
Wolfrum, R. (eds.). Max Planck Yearbook of United Nations Law, Vol. 1. Dordrecht:
Martinus Nijhoff.
Ebu Süleyman, A.A. (1985). İslâm’ın Uluslararası İlişkiler Kuramı. (Çev. Fehmi Koru).
Ġstanbul: Ġnsan Yayınları. (Eserin orijinali 1973‟de yayımlandı).
Efraim, D. (2000). Sovereign (In)equality in International Organizations. The Hague:
Martinus Nijhoff Publishers
Egerton, G.W. (1978). Great Britain and the Creation of the League of Nations: Strategy,
250
Politics and International Organizations: 1914-1919. Chapel Hill: University of
North Carolina Press.
Eliade, M. (1963). Myth and Reality: Religious Traditions of the World. Illinois: Waveland
Press.
Eliade, M. (2001). Mitlerin Özellikleri. (Çev. Sema Rifat). Ġstanbul: OM Yayınevi. (Eserin
orijinali 1963‟de yayımlandı).
Elshtain, J.B. (1996). Rethinking sovereignty. Beer, F.A., Hariman, R. (eds.). PostRealism: The Rhetorical Turn in International Relations. New York: Michigan State
University Press.
Eroğlu, H. (1979). Devletler Umumi Hukuku: Cilt 1. Ankara: Kalite Matbaası.
Evans, G., Newnham, J. (1990). The Dictionary of World Politics: A Reference Guide to
Concepts, Ideas and Institutions. Hemel: Harvester Wheatsheaf.
Evans, M. (1997). Religious Liberty And International Law in Europe. Cambridge:
Cambridge University Press.
Fagelson, D. (2001). Two concepts of sovereignty: From Westphalia to the law of peoples.
International Politics, 38(4), 499-514.
Falk, R.A. (2002). Revisiting Westphalia, discovering post-Westphalia. Ethics, 6(4), 311352.
Fitzgerald, T. (2011). Religion and Politics in International Relations: The Modern Myth.
New York: Continuum.
Fitzmaurice, G. (1957).The general principles of international law: Considered from the
standpoint of the rule of law. RCADI, Vol. 92.
Flood, C.G. (1996). Political Myth. New York: Garland.
Fowler, M.R., Bunck, J.M. (1995). Law, Power and the Sovereign State: The Evolution
and Application of the Concept of Sovereignty. Philadelphia: Pennsylvania State
Universty Press.
Friedrich, C.J., Brzezinski, Z. (1965). Totalitarian Dictatorship and Autocracy. Harvard:
Harvard University Press.
Friedrichs, J. (2001). The meaning of new medievalism. European Journal of International
Relations, 7(4), 475-501.
251
Geiger, R. (1995). Article 23. Simma (ed.). The Charter of the United Nations: A
Commentary. New York: Oxford University Press, 393-397.
George, A.L. (2001). Bridging the Gap: Theory and Practice in Foreign Policy. (5. Baskı).
Washington: United States Institute of Peace Press.
Gianaris, W.N. (1990). Weighted voting in the International Monetary Fund and the World
Bank. Fordham International Law Journal, 14(4), 909-945.
Gibbs, B.H., Singer, J.D. (1993). Empirical Knowledge on World Politics: A Summary of
Quantitative Research: 1970-1991. Westport: Greenwood Press.
Gilpin, R. (1981). War and Change in World Politics. Cambridge: Cambridge University
Press.
Glahn, G.v. (1965). Law Among Nations: An Introduction to Public International Law.
New York: The Macmillan Company.
Goebel, J. (1923a). The Equality of States: A Study in the History of Law. New York:
Columbia University Press.
Goebel, J. (1923b). The equality of states. Columbia Law Review, 23(1), 1-29.
Goebel, J. (1923c). The equality of states II. Columbia Law Review, 23(2), 113-141.
Goebel, J. (1923d). The equality of states III. Columbia Law Review, 23(3), 247-277.
Goldmann, K. (1971). International Norms and Wars Between States. Stockholm:
Laromedelsförlagen.
Googrich, L.M. ve Hambro, E. (1946). Charter of the United Nations: Commentary and
Documents. Boston: World Peace Foundation.
Gooldrich, L.M., Hambro, E. (1949). Charter of the United Nations: Commentary and
Documents. (2. Baskı). Boston: World Peace Foundation.
Gönenç, L. (2008). Orta çağ Avrupası‟nda anayasacılığın düĢünsel ve kurumsal temelleri.
Yazıcı, S. vd. (eds.). Prof.Dr. Ergun Özbudun’a Armağan: Cilt II: Anayasa Hukuku.
Ankara: Yetkin Yayınları.
Göze, A. (2000). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler. (9. Bası). Ġstanbul: Beta.
Gözler, K. (2002). Anayasa Hukukuna Giriş. (2. Baskı). Bursa: Ekin Yayınları.
252
Grauer, C. (1979). The role of equity in the jurisprudence of the world court. University of
Toronto Faculty of Law Review, 37(1), 101.
Griffiths, M. ve O‟Callaghan, T. (2006). International Relations: The Key Concepts.
London: Routledge.
Gross, L. (1948). The peace of westphalia, 1648-1948. American Journal of the
International Law, 42(1), 20-41.
Gross, L. (1993).Essays on International Law and Organization: Cilt 1. Ferry, D. (ed.).
London: Martinus Nijhoff Publishers.
Grotius, H. (2005a). The Right of War and Peace: Book I. (ed. R. Tuck). Indianapolis:
Liberty Fund. (eserin orijinali 1625‟de yayınlanmıĢtır).
Grotius, H. (2005b). The Right of War and Peace: Book II. (ed. R. Tuck). Indianapolis:
Liberty Fund. (eserin orijinali 1625‟de yayınlanmıĢtır).
Gündüz, A. (2003). Milletlerarası Hukuk: Temel Belgeler, Örnek Kararlar. (5. Bası).
Ġstanbul: Beta Yayınevi.
Hakyemez, Y.ġ. (2004). Mutlak Monarşiden Günümüze Egemenlik Kavramı: Doğuşu,
Gelişimi, Kavramsal Çerçevesi ve Dönüşümü. Ankara: Seçkin.
Handel, M. (1990). Weak States in the International System. London: Frank Cass.
Hardt, M., Negri, A. (2001). İmparatorluk. (Çev. Abdullah Yılmaz). Ġstanbul: Ayrıntı
Yayınları. (Eserin orijinali 2000‟de yayımlandı).
Hegel, G.W.F. (2003). Elements of the Philosophy of Rights. (8. Baskı). Allen W.Wood
(ed.). (Çev. H.B. Nisbet). Cambridge: Cambridge University Press. (Eserin orijinali
1821‟de yayımlandı).
Held, D. (1992). The development of modern state. Hall, S., Gieben, B. (eds.). Formations
of Modernity: Understanding Modern Societies: An Introduction. Cambridge: The
Open University.
Henkin, L. (1989). International law: Politics, values and functions: General course on
public international law. RCADI, Vol. 216.
Henkin, L. (1994). The mythology of sovereignty. Macdonald, R.J. (eds.). Essays in
Honour on Wang Tieya. Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 351-358.
Henkin, L. (1995). International Law: Politics and Values. London: Martinus Nijhoff
Publishers.
253
Herrera, R. (1946). Evolution of equality of states in inter-american system. Political
Science Quarterly, 61(1), 90-119.
Hershey, A.S. (1919). The Essentials of International Public Law. New York: The
Macmillan Company. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin
edilmiĢtir).
Heywood, A. (2012). Siyasetin Temel Kavramları. (Çev. H.Özler). Ankara: Adres
Yayınları. (eserin orijinali 2000‟de yayınlanmıĢtır).
Hicks, F.C. (1908). The equality of states and the hague conferences. The American
Journal of International Law, 2(3), 530-561
Hinsley, F.H. (1986). Sovereignty. (2. Baskı). Cambridge: Cambridge University Press.
Hobbes, T. (1998). The Leviathan: Or the Matter, Form & Power of a Common-wealth
Ecclesiasticall and Civill. Gaskin, J.C.A. (ed.). Oxford: Oxford University Press.
Hobsbawm, E.J. (1992). Nations and Nationalism Since 1780: Programme, Myth, Reality.
(2. Baskı). Cambridge: Cambridge University Press.
Hoffman, J. (1998). Sovereignty. Buckingham: Open University Press.
Hoffman, J. (2007). A Glossary of Political Theory. Edinburg: Edinburg University Press.
Holsti, K.J. (1989). Mirror, mirror on the wall: Which are the fairest theories of all.
International Studies Quarterly, 33(3), 255-261.
Holsti, K.J. (1991). Peace and War: Armed Conflicts and International Order 1648-1989.
Cambridge: Cambridge University Press.
Holsti, K.J. (2001). Dealing with dictators: Westphalian and American strategies.
International Relations Asia-Pasific. 1, 51-65.
Hudson, W. (2008). Fables of sovereignty. Jacobsen, T. vd. (eds.). Re-Envisioning
Sovereignty: The End of Westphalia. Hampshire: Ashgate Publishing.
Hurrell, A. (2003). Order and justice in international relations: What is at stake?. Foot, R.
vd. (eds.). Order and Justice in International Relations. Oxford: Oxford University
Press.
Ikenberry, G.J. (2011). Liberal Leviathan: The Origins, Crisis, and Transformation of the
American World Order. Princeton: Princeton University Press.
Ġbn Haldun. (2004). Mukaddime: Cilt I. (3. Baskı). Süleyman Uludağ (ed.). Ġstanbul:
254
Dergâh Yayınları. (Eserin orijinali 1375‟de yayımlandı).
Ġbn Teymiye. (1999). Siyaset (es-Siyaset’üş-Şeriyye). (2. Baskı). (Çev. Vecdi Akyüz),
Ġstanbul: Dergâh Yayınları. (Eserin orijinali 1306‟da –bulunan en eski nüshasıyayımlandı).
Ġnternet: Afghanistan. S/RES/1267 (1999), http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?
symbol=S/RES/1267(1999) adresinden 11 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Afghanistan. S/RES/1333 (2000), http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?
symbol=S/RES/1333(2000) adresinden 11 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Antelope Davası (1825). Supreme Court of the United States. 23 U.S. (10
Wheat.). 15 Mart 1825, https://supreme.justia.com/cases/federal/us/23/66/case.html
adresinden 12 ġubat 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Aroa Madenleri Davası (BirleĢik Krallık/Venezuela). RIAA Vol. IX. 1903, 402445. http://legal.un.org/riaa/cases/vol_IX/402-445.pdf adresinden 18 Mart 2014‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: Articles of Agreement of the International Monetary Fund.
https://www.imf.org/external/pubs/ft/aa/ adresinden 10 Ekim 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Assessment of Member States‟ contributions to the United Nations regular budget
for
the
year
2015.
ST/ADM/SER.B/910,
29
Aralık
2014,
http://www.un.org/ga/search/view_doc.asp?symbol=ST/
ADM/SER.B/910
adresinden 12 Ocak 2015‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Barcelona Traction Enerji ġirketi Davası (1970) (Belçika/Ġspanya). ICJ Rep.
1970. 5 ġubat 1970, 94. Paragraf. http://www.icj-cij.org/docket/files/50/5387.pdf
adresinden 20 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Bir Devletin BM‟ye Üyeliğinde Genel Kurul‟un Yetkisi Davası. (1950). ICJ Rep.
1950, http://www.icj-cij.org/docket/files/9/1883.pdf adresinden 7 Kasım 2014‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: BM Hizmetinde Uğranılan Zararların Tazmini (1949). DanıĢma GörüĢü. ICJ Rep.
1949, 178, http://www.icj-cij.org/docket/files/4/1835.pdf adresinden 12 Kasım
2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Carbone, S.M., Pepe, L.S. (2009). States, fundamental rights and duties. MPEPIL,
25.
http://opil.ouplaw.com/view/10.1093/law:epil/9780199231690/law
9780199231690-e1112?rskey=Q4QSds&result=1&prd=EPIL adresinden 10 Kasım
2012‟de alınmıĢtır.
Ġnternet:
Charter
of
the
Organization
of
American
States
(1967)
255
http://www.oas.org/dil/treaties_A41_Charter_of_the_Organization_of_American_St
ates.pdf adresinden 17 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Consideration of Principles of International Law Concerning Friendly Relations
and Co-operation among States in Accordance with the Charter of the United
Nations (1962). A/RES/1815(XVII), http://www.un-documents.net/a17r1815.htm
adresinden 10 Ağustos 2014‟te alınmıĢtır.
Ġnternet: Consideration of Principles of International Law Concerning Friendly Relations
and Co-operation among States in Accordance with the Charter of the United
Nations (1963), A/RES/1966(XVIII), http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.
asp?symbol=A/RES/1966(XVIII) adresinden 10 Ağustos 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet:
Constitution
of
the
Internatonal
Labour
Organization.
http://www.ilo.org/public/english/bureau/leg/download/constitution.pdf adresinden
12 Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Convention on Rights and Duties of States (Inter-American), 26 Aralık 1933,
http://avalon.law.yale.edu/20th_century/intam03.asp adresinden 14 ġubat 2014‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: Convocation of a general conference under Article 109 of the Charter to amend
the priviledge of the veto and resolution of the second part of the first session of the
General Assembly in relation to the exercise of the veto. A/RES/117/II (1947),
http://daccess-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/038/24/IMG/NR003824
.pdf?OpenElement adresinden 10 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Declaration of the Four Nations on General Security. The Moscow Conference,
October
1943,
http://unterm.un.org/dgaacs/unterm.nsf/
8fa942046ff7601c85256983007ca4d8/cd2d07f41339cc0e852569fa0000330d?Open
Document adresinden 12 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Declaration on Principles of International Law Concerning Friendly Relations and
Co-operation Among States in Accordance with the Charter of the United Nations
(1970), A/RES/25/2625, http://www.un-documents.net/a25r2625.htm adresinden 20
ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Declaration on the granting of independence to colonial countries and peoples.
A/RES/1514 (XV), http://daccess-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/
152/88/IMG/NR015288.pdf?OpenElement adresinden 12 Eylül 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Declaration on the inadmissibility of intervention and interference in the internal
affairs of states. (1981). A/RES/36/103, 9 Aralık 1981, http://www.un.org/
documents/ga/res/36/a36r103.htm adresinden 11 Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Declaration on the inadmissibility of intervention in the domestic affairs of states
256
and the protection of their independence and sovereignty. (1965). A/RES/2131 (XX),
http://daccess-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/218/94/IMG/NR021894
.pdf?OpenElement adresinden 12 Eylül 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Department of State. (1946a). Verbatim minutes of second meeting of
commission I, June 15. The United Nations Conference on International
Organization: Selected Documents: San Francisco, California: April 25 to June 26,
1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing Office, 544-557,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1
adresinden 10 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Department of State. (1946b). Verbatim minutes of the sixth plenary session, May
1. The United Nations Conference on International Organization: Selected
Documents: San Francisco, California: April 25 to June 26, 1945. Publication 2490.
Washington:
US
Government
Printing
Office,
335-361,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1
adresinden 10 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Department of State. (1946c). Verbatim minutes of the third plenary session, May
1. The United Nations Conference on International Organization: Selected
Documents: San Francisco, California: April 25 to June 26, 1945. Publication 2490.
Washington:
US
Government
Printing
Office,
284-299,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1
adresinden 10 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Department of State. (1946d). Report of Rapporteur of Subcommittee I/1/A to
Committee I/1, Doc 723, June 1. The United Nations Conference on International
Organization: Selected Documents: San Francisco, California: April 25 to June 26,
1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing Office, 476-490,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1
adresinden 10 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Department of State. (1946e). Report of Rapporteur of Committee I/1 to
Commission I, Doc. 944, June 18. The United Nations Conference on International
Organization: Selected Documents: San Francisco, California: April 25 to June 26,
1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing Office, 490-499,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1
adresinden 10 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Department of State. (1946f). Memorandum to Members on Subcommittee
III/1/B of the Delegations of China, United Kingdom, Union of Soviet Socialist
Republics and United States of America from Secretairy of Subcommittee III/1/B,
Doc. 855, June 8. The United Nations Conference on International Organization:
Selected Documents: San Francisco, California: April 25 to June 26, 1945.
Publication 2490. Washington: US Government Printing Office, 773,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1
adresinden 16 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
257
Ġnternet: Department of State. (1946g). Statement by Mr. John Sofianopoulos, Chairman of
Committee III/1, Doc. 852, June 8. The United Nations Conference on International
Organization: Selected Documents: San Francisco, California: April 25 to June 26,
1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing Office, 751-754,
http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=1
adresinden 14 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Department of State. (1946h). Report of Rapporteur of Committee III/3 to
Commission III on Chapter XII, Doc. 1095, June 19. The United Nations Conference
on International Organization: Selected Documents: San Francisco, California:
April 25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing
Office, 771-776, http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=
1up;seq=1 adresinden 14 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Department of State. (1946ı). Report of Rapporteur of Committee III/1 to
Commission III, Doc. 1050, June 17. The United Nations Conference on
International Organization: Selected Documents: San Francisco, California: April
25 to June 26, 1945. Publication 2490. Washington: US Government Printing Office,
734-746, http://babel.hathitrust.org/cgi/pt?id=mdp.39015030752813;view=1up;seq=
1 adresinden 13 Aralık 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Dumbarton Oaks: Proposals for the Establishment of a General International
Organization, http://www.ibiblio.org/pha/policy/1944/441007a.html adresinden 13
Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Fassbender, B. (2011). Westphalia, Peace of 1648. MPEPIL.
http://opil.ouplaw.com/view/10.1093/law:epil/9780199231690/law-9780199231690e739?rskey=507LIp&result=2&prd=EPIL adresinden 13 Mart 2011‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: French Constitution of 1791, http://www.duke.edu/web/secmod/primarytexts/
FrenchConstitution1791.pdf adresinden 12 ġubat 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet:
Grote,
R.
(2006).
Westphalian
System.
MPEPIL.
http://opil.ouplaw.com/view/10.1093/law:epil/9780199231690/law-9780199231690e1500?rskey=507LIp& result=1&prd=EPIL adresinden 13 Mart 2011‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Güvenlik Konseyi‟nin 276 Sayılı Kararına Rağmen Güney Afrika‟nın
Namibya‟daki (Güney Batı Afrika) Varlığını Devam Ettirmesinin Hukukî Sonuçları
Davası (1970). DanıĢma GörüĢü. ICJ Rep. 1971. 21 Haziran 1971, http://www.icjcij.org/docket/files/53/5595.pdf adresinden 12 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: History of ICJ. http://www.icj-cij.org/court/index.php?p1=1&p2=1 adresinden 19
Kasım 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: ILC. (1957). Law of treaties. (Document A/CN.4/101: Report by G. G.
Fitzmaurice). Yearbook of the Internatıonal Law Commission 1956: Vol II, New
York: United Nations, 108. http://legal.un.org/ilc/publications/yearbooks/english/ilc
258
_1956_v2.pdf adresinden 10 Mart 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: ILC. (2009). 2763rd meeting. Yearbook of the Internatıonal Law Commission
2003:
Vol
I,
New
York:
United
Nations,
87.
http://legal.un.org/ilc/publications/yearbooks/english/ilc_2003_v1.pdf adresinden 10
Mart 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: ILO‟nun Ġdarî Mahkemesinin UNESCO‟nun Aleyhine Kararları Davası (1956).
DanıĢma GörüĢü. ICJ Rep. 1956, http://www.icj-cij.org/docket/files/30/2187.pdf
adresinden 8 Kasım 2014‟te alınmıĢtır.
Ġnternet: IMF (1990). International Monetary Fund Annual Report: 1990, Washington,
120. https://www.imf.org/external/pubs/ft/ar/archive/pdf/ar1990.pdf adresinden 14
Haziran 2013‟te alınmıĢtır.
Ġnternet:
IMF
board
approves
far-reaching
governance
http://www.imf.org/external/pubs/ft/survey/so/2010/NEW110510B.htm
13 Eylül 2014‟te alınmıĢtır.
reforms,
adresinden
Ġnternet: IMF members‟ quotas and voting power, and IMF board of governors,
http://www.imf.org/external/np/sec/memdir/members.aspx adresinden 12 Eylül
2014‟te alınmıĢtır.
Ġnternet: Imposing certain specific restrictive measures directed against certain persons and
entities associated with Usama bin Laden, the Al-Qaida network and the Taliban, and
repealing Council Regulation (EC) No 467/2001 prohibiting the export of certain
goods and services to Afghanistan, strengthening the flight ban and extending the
freeze of funds and other financial resources in respect of the Taliban of Afghanistan.
(2002). Council Regulation (EC) No 881/2002, 27 Mayıs 2002, http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2002:139:0009:0022:EN:PDF
adresinden 11 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Institut de Droit International. (1937). La compétence du juge international en
équité. Session de Luxembourg, II. 3 Eylül 1937. http://www.idiiil.org/idiF/resolutionsF/1937_lux_02_fr.pdf.
Ġnternet: International Criminal Court: Letter to UN Secretary General Kofi Annan,
http://2001-2009.state.gov/r/pa/prs/ps/2002/9968.htm adresinden 10 Mart 2014‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: Jay AntlaĢması Hakemlik Kararı (ABD ve Büyük Britanya arasında Dostluk,
Ticaret ve Seyrüsefere ĠliĢkin Genel AntlaĢma) (1794) (ABD/Büyük Britanya). 19
Kasım 1794. http://avalon.law.yale.edu/18th_century/jay.asp adresinden 17 ġubat
2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Judgment of the Court (Grand Chamber): Yassin Abdullah Kadi and Al Barakaat
259
International Foundation v. Council of the European Union and Commission of the
European Communities. (2008). European Court Reports I-6351, 3 Eylül 2008,
http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=CELEX:62005CJ0402
adresinden 11 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet:
Kokott,
J.
(2011).
States,
sovereign
equality.
MPEPIL.
http://opil.ouplaw.com/view/10.1093/law:epil/9780199231690/law-9780199231690e1113?rskey=OiaCpt&result=1&prd=EPIL adresinden 18 Haziran 2012‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: Korfu Kanalı Davası (1949) (Büyük Britanya ve Kuzey Ġrlanda/Arnavutluk). ICJ.
Rep. 1949, 15 Aralık 1949, http://www.icj-cij.org/docket/files/1/1663.pdf adresinden
9 Ekim 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Kuzey Atlantik Sahil Balıkçıları Davaları (1910) (Ġngiltere/ABD), RIAA Vol. XI,
7 Eylül 1910, http://untreaty.un.org/cod/riaa/cases/vol_XI/167-226.pdf adresinden 10
Kasım 2012‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları (1969) (Federal Almanya
Cumhuriyeti/Hollanda ve Danimarka). ICJ Rep. 1969, http://www.icjcij.org/docket/files/51/5535.pdf adresinden 18 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: List of members, https://www.imf.org/external/np/sec/memdir/memdate.htm
adresinden 14 Eylül 2014‟te alınmıĢtır.
Ġnternet: Lotus Davası (1927) (Fransa/Türkiye), PCIJ, Series A, No. 10, 1927,
http://www.icj-cij.org/pcij/serie_A/A_10/30_Lotus_Arret.pdf adresinden 14 Kasım
2012‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Meuse Nehrinin Sularının Taksimi Davası (1937) (Hollanda/Belçika). PCIJ
Series A/B No.70. 28 Haziran 1937. http://www.icj-cij.org/pcij/serie_AB/
AB_70/01_Meuse_Arret.pdf adresinden 18 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Nikaragua‟da ve Nikaragua‟ya KarĢı Militer ve Paramiliter Faaliyetler Davası
(1986)
(Nikaragua/ABD).
Merits,
ICJ
Rep.
1986,
http://www.icjcij.org/docket/files/70/6503.pdf adresinden 10 Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Norveçli Armatörlerin Tazminat Talepleri Davası (1922) (Norveç/ABD). RIAA
Vol. I. 1922, http://legal.un.org/riaa/cases/vol_I/307-346.pdf adresinden 12 Mart
2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Nükleer Test Davası (1974) (Yeni Zelanda/Fransa). ICJ Rep. 1974,
http://www.icj-cij.org/docket/files/59/6165.pdf adresinden 8 Ekim 2014‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: Orinoco Buharlı Gemi ġirketi Davası (1910) (ABD/Venezuela). RIAA Vol XI. 25
260
Ekim 1910, 227-241. http://legal.un.org/riaa/cases/vol_XI/227-241.pdf adresinden 18
Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Question considered by the Security Council at its 1606th, 1607th and 1608th
meetings on 4, 5 and 6 December 1971. (1971). A/RES/2793 (XXVI), 7 Aralık 1971,
http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/328/09/IMG/NR032809.pdf?OpenElement
adresinden 12 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Question of Equitable Representation on the Security Council and the Economic
and Social Council. GA/RES/1991 A(XVIII), 17 Aralık 1963, http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/186/66/IMG/NR018666.pdf?OpenElement
adresinden 12 Nisan 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet:
Resolution
of
the
Imperial
Diet
of
Augsburg,
1555,
http://pages.uoregon.edu/dluebke/Reformations441/441PeaceofAugsburg1555.htm
adresinden 9 Ekim 2012‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Security Council veto list. http://research.un.org/en/docs/sc/quick/veto adresinden
2 Ağustos 2015‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Termination of the Status of Palau as a Trust Territory, S/RES/956 (1994),
http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/956(1994) adresinden
13 Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: The Atlantic Charter (1941), http://avalon.law.yale.edu/wwii/atlantic.asp
adresinden 14 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: The Covenant of the League of Nations, http://avalon.law.yale.edu/20th_century
/leagcov.asp adresinden 10 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: The Moscow Declaration (1943), http://avalon.law.yale.edu/wwii/moscow.asp
adresinden 14 ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet:
The
Organization
of
African
Union
Charter
(1963),
http://www.au.int/en/sites/default/files/OAU_Charter_1963_0.pdf adresinden 16
ġubat 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: The problem of voting in the Security Council. A/RES/267/III (1949),
http://daccess-dds-ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/044/38/IMG/
NR004438.pdf?OpenElement adresinden 10 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: The Religious Peace of Augsburg, 1555, http://pages.uoregon.edu/
sshoemak/323/texts/augsburg.htm adresinden 9 Ekim 2012‟de alınmıĢtır.
Ġnternet:
The
situation
in
Grenada.
(1983).
A/RES/38/7,
2
Kasım
1983,
261
http://www.un.org/documents/ga/res/38/a38r007.htm adresinden 12 ġubat 2014‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: The situation in Kampuchea. (1979). A/RES/34/22, 14 Kasım 1979,
http://www.un.org/documents/ga/res/34/a34res22.pdf adresinden 12 ġubat 2014‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: The Westphalian Treaties from October 24th, 1648: Texts and Translations,
http://www.pax-westphalica.de/ipmipo/indexen.html adresinden 11 Kasım 2012‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet:
Total
petroleum
and
other
liquids
productions-2014,
http://www.eia.gov/beta/international/?fips=sa#pet adresinden 17 Nisan 2014‟te
alınmıĢtır.
Ġnternet:
Total
Petroleum
and
Other
Liquids
Produntions-2014,
http://www.eia.gov/beta/international/?fips=sa#pet adresinden 17 Nisan 2014‟te
alınmıĢtır.
Ġnternet: Treaty Between Spain and Portugal Concluded at Tordesillas: June 7, 1494,
http://avalon.law.yale.edu/15th_century/mod001.asp adresinden 15 Aralık 2012‟de
alınmıĢtır.
Ġnternet: Treaty of Lisbon, 2007/C 306/01, http://eur-lex.europa.eu/legalcontent/EN/TXT/?uri=CELEX:12007L/TXT adresinden 10 Eylül 2014‟te alınmıĢtır.
Ġnternet: Treaty of Westphalia, http://avalon.law.yale.edu/17th_century/westphal.asp
adresinden 11 Kasım 2012‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Trusteeship Council, http://www.un.org/en/mainbodies/trusteeship/ adresinden 13
Kasım 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Tunus ve Fas‟ta VatandaĢlığın Tespiti Davası (1923). DanıĢma GörüĢü. PCIJ,
Series
B,
No
4,
7
ġubat
1923,
http://www.icjcij.org/pcij/serie_B/B_04/Decrets_de_nationalite_promulgues_en_Tunisie_et_au_M
aroc_Avis_consultatif_1.pdf adresinden 12 Mart 2013‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası (1982) (Tunus/Libya). ICJ Rep. 1982. 24
ġubat 1982, http://www.icj-cij.org/docket/files/63/6267.pdf adresinden 20 Mart
2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: United Nations peacekeeping. (2002). S/RES/1422, 12 Temmuz 2002,
http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/1422(2002)
adresinden 10 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: United Nations peacekeeping. (2003). S/RES/1487, 12 Haziran 2002,
262
http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/1487(2003)
adresinden 10 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Vienna Convention on the Law of Treaties, 23 Mayıs 1969,
https://treaties.un.org/doc/Publication/UNTS/Volume%201155/volume-1155-I18232-English.pdf adresinden 12 Araık 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Voting procedure in the Security Council. A/RES/40/I (1946), http://daccess-ddsny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/032/91/IMG/NR003291.pdf?OpenElement
adresinden 10 Mart 2014‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Wimbledon Davası (1923) (Ġngiltere, Fransa, Ġtalya, Japonya/Almanya), PCIJ,
Series
A,
No.
1,
1923,
http://www.icj-cij.org/pcij/serie_A/A_01/03_
Wimbledon_Arret_08_1923.pdf adresinden 14 Kasım 2012‟de alınmıĢtır.
Ġnternet: Woodward, D. (2007). IMF voting reform: Need, opportunity and options, 16,
http://unctad.org/en/docs/gdsmdpbg2420077_en.pdf adresinden 10 Haziran 2013‟te
alınmıĢtır.
Jackson, R. (1999). Sovereignty in world politics: A glance at the conceptual and historical
landscape. Political Studies. 47(3), 431-436.
Janis, M.S. (1994). Sovereignty and international law: Hobbes and Grotius. Macdonald,
R.J. (ed.). Essays in Honour of Wang Tieya. Doradrecht: Martinus Nijhoff
Publishers, 391-400.
Janis, M.W. (1984). Equity in international law. Bernhardt, R. (ed.). EPIL: History of
International Law, Foundations and Principles of International Law, Sources of
ınternational Law, Law of Treaties, Vol. 7. Amsterdam: North-Holland.
Jenks, C.W. (1945). Some constitutional problems of international organizations. British
Year Book of International Law, 22(1), 11-36.
Jenks, C.W. (1964). The Prospects of International Adjudication. New York: Oceana
Publication.
Jennigs, R., Watts, A. (eds.). (1993). Oppenheim’s International Law - Vol. I: Introduction
and Part I. (3. Baskı). London: Longman.
Jose, M., Tella, F.Y. (2008). Equity and Law. (çev. P. Muckley). Leiden: Martinus Nijhoff
Publishers, (Eserin orijinali 2005‟de yayımlandı).
Joyce, R. (2004). The Myth of Morality. Cambridge: Cambridge University Press.
Kahler, M. (1990). The United States and the International Monetary Fund: Declining
263
influence or declining interest?. Karns, M.P. and Mingst, K.A. (Eds.). The United
States and Multilateral Institutions. Boston: Unwin Hyman, 110; Stone, R.W.
(2008). The scope of IMF conditionality. International Organizations, 62(4), 589620.
Kantorowicz, E.H. (1997). The King’s Two Bodies: A Study in Mediaeval Political
Theology. (7. Baskı). Princeton: Princeton University Press.
Keating, M. (2003). Sovereignty and plurinational democracy: Problems in political
science. Walker, N. (ed.). Sovereignty in Transition. Oxford: Hart Publishing, 191208.
Kelly, M.J. (2005). Pulling at the threads of Westphalia: Involuntary sovereignty waiver
revolutionary international legal theory or return to rule by the great powers?. UCLA
Journal of International Law and Foreign Afairs, 10(2), 361-440.
Kelsen, H. (1944). The principle of sovereign equality of states as a basis for international
organization. Yale Law Journal,52(2), 207-220.
Kelsen, H. (1946). Organization and procedure of the Security Council of the United
Nations. Harvard Law Review, 59(7), 1087-1121.
Kelsen, H. (1949). General Theory of Law and State. (Çev. Anders Wedberg).
Massachusetts: Harvard University Press. (Eserin orijinali 1945‟de yayımlandı).
Kelsen, H. (1950). The draft declaration on rights and duties of states. American Society of
International Law, 44(2), 259-276.
Kelsen, H. (1951). The Law of the United Nations: A Critical Analysis of Its Fundamental
Problems. New Jersey: The Lawbook Exchange.
Kelsen, H. (1960). What is Justice: Justice, Law and Politics in the Mirror of Scene:
Collected Essays. (2. Baskı). Berkeley: University of California Press.
Kelsen, H. (2003). Principles of International Law. (3. tıpkı basım). New Jersey: The
Lawbook Exchange Ltd. (Eserin orijinali 1952‟de yayımlandı).
Kennedy, P. (1987). The Rise and Fall of the Great Powers: Economic Change and
Military Conflict From 1500 to 2000. New York: Random House.
Keohane, R.O. (1993). Sovereignty, interdependence, and international institutions. Miller,
L.B., Smith, M.J. (eds.). Ideas and Ideals: Essays in Honor of Stanley Hoffman.
Boulder: Westview, 92-97.
Keohane, R.O. (2002). Ironies of sovereignty: The European Union and the United States.
264
Journal of Common Market Studies. 40(4). 743-765.
Kingsbury, B. (1998). Sovereignty and inequality. European Journal of International Law,
9(4), 599-625.
Kleffens, N. van. (1953). Sovereignty in international law: Five lectures. RCADI, Vol. 82.
Klein, R. (1966). The Idea of Equality in International Politics: The Tension Between the
Concept of Great Power Primacy and the Concept of Sovereign Equality. Geneva:
Institute Universitaire de Hautes Études Internationales.
Knutsen, T.L (2006). Uluslararası İlişkiler Teorisi Tarihi. (Çev. Mehmet Özay). Ġstanbul:
Açılım Kitap. (Eserin orijinali 1992‟de yayımlandı).
Koo, W. (1947). Voting Procedures in International Political Organizations. New York:
Columbia University Press.
Kooijmans, P.H. (1964). The Doctrine of the Legal Equality of States: An Inquiry into the
Foundations of International Law. Leyden: A.W.Sythoff.
Korowicz, M.S. (1961). Some present aspects of sovereignty in international law.
RCADI, Vol. 102.
Krasner, S.D. (1993). Westphalia and all that. Goldstein, J., Keohane, R.O. (eds.). Ideas
and Foreign Policy: Beliefs, Institutions and Political Change. Ithaca: Cornell
University Press.
Krasner, S.D. (1995). Compromising Westphalia. International Security, 20(3), 115-151.
Krasner, S.D. (2001a). Sovereignty: Organized Hypocrisy. Princeton: Princeton University
Press.
Krasner, S.D. (2001b). Abiding sovereignty. International Political Science Review, 22(3),
229-251.
Kratochwill, F. (1995). Sovereignty as dominium: Is there a right of humanitarian
ıntervention?. Lyons, G.M., Mastanduno, M. (eds.). Beyond Westphalia?: State
Sovereignty and International Intervention. Baltimore: Johns Hopkins University
Press.
Krüger, P. (1998). Balance of power, european concert and integration. Buffet, Heuser
(eds.). Haunted by History, 3-14.
Kuznets, S. (1960). Economic growth of small nations. E.A.G. Robinson (ed.). Economic
Consequences of the Size of Nations. New York: St. Martins Press.
265
Lacoue-Labarthe, P., Nancy, J.L. (1990). The nazi myth. Critical Inquiry, 16(2), 291-312.
Lake, D.A. (2007). Escape from the state of nature: Authority and hierarchy in world
politics. International Security, 32(1), 47–79.
Lake, D.A. (2009). Hierarchy in International Relations. Ithaca: Cornell University Press.
Lande, A. (1947). Revindication of the principle of legal equality of states, 1871-1914.
Political Science Quarterly, 62, 258-286.
Lansing, R. (1921). The Peace Negotiations: A Personal Narrative. Boston: Houghton
Mifflin.
Lapid, Y. (1989). The third debate: On the prospects of international theory in a postpositivist era. International Studies Quarterly, 33(2), 239-244.
Lapidoth, R. (1987). Equity in international law. Israel Law Review, 22(2), 161-172.
Larkins, J. (2010). From Hierarchy to Anarchy: Territory and Politics before Westphalia.
New York: Palgrave Macmillan.
Laski, H.J. (1967). A Grammar of Politics. (5. Baskı). London: George Allen and Unwin
Ltd.
Lasswell, H.D. (1933). The problem of world-unity: In quest of a myth. International
Journal of Ethics, 44(1), 68-93.
Lasswell, H.D. (1966). The Analysis of Political Behaviour. London: Routledge.
Lauterpacht, E. (1991). Aspects of the Administration of International Justice. Cambridge:
Grotius Pub.
Lawrence, T.J. (1900). The Principles of International Law. (3. baskı). Boston: D.C.Heath
and Co. Publishers. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin
edilmiĢtir).
Lawson, T. (1978). The explanation of myth and myth as explanation. Journal of American
Academy, 46(4), 507-523.
Layne, C. (2009). The waning of US hegemony: Myth or reality?. International Security.
34(1), 147-172.
Lee, S.L. (2005). Aspects of European History: 1494-1789. London: Routledge.
266
Lepgold, J., Nincic, M. (2001). Beyond the Ivory Tower: International Relations Theory
and the Issue of Policy Relevance. New York: Columbia University Press.
Levin, H. (1960). Some meanings of myth. Murray, H.A. (ed.). Myth and Mythmaking.
New York: Braziller.
Litfin, K.T. (1997). Sovereignty in world ecopolitics. Mershon International Studies
Review. 41(2), 167-204.
Little, R. (2007). The Balance of Power: Metaphors, Myth and Models. Cambridge:
Cambridge Univerity Press.
Lorimer, J. (1883). The Institutes of the Law of Nations: Vol. I. London: Willian
Blackwood and Sons. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin
edilmiĢtir).
Lorimer, J. (1885). The Institutions of the Law of Nations: Vol. II. Edinburg: William
Blackwood and Sons. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin
edilmiĢtir).
Lowe, V. (1988-1989). The role of equity in international law. Australian Year Book of
Inernational Law, 12, 54-81.
Lowe, V. (1994). The principle of non-intervention: Use of force. Lowe, V. ve Warbrick,
C. (eds.). The United Nations and the Principles of International Law: Essays in
Memory of Michael Akehurst. London: Routledge, 66-84.
Lütem, Ġ. (1956). Devletler Hukuku Dersleri I: Mahiyet, Gelişme, Kaynaklar, Şahıslar.
Ankara: Balkanoğlu Matbaacılık.
Lütem, Ġ. (1959). Devletler Hukuku Dersleri: Mahiyet, Gelişme, Kaynaklar, Şahıslar,
Birinci Kitap. (Gözden GeçirilmiĢ 2. Baskı). Ankara: Balkanoğlu Matbaacılık.
Lyons, G.M., Mastanduno, M. (eds.). (1995). Introduction. Lyons, G.M., Mastanduno, M.
(eds.). Beyond Westphalia?: State Sovereignty and International Intervention.
Baltimore: Johns Hopkins University Press.
MacCormick, N. (2001). Questioning Sovereignty: Law, State and Nation in the European
Commonwealth. Oxford: Oxford University Press.
MacLean, R. (1992). Public International Law: Textbook. London: H.L.T. Textbooks.
Malanczuk, P. (1997). Akehurst’s Modern Introduction to International Law. (7. Baskı).
London: Routledge.
267
Malinowski, B. (2002). Büyü, Bilim ve Din. (Çev. Saadet Özkal). Ġstanbul: Kabalcı
Yayınları. (Eserin orijinali 1948‟de yayımlandı).
Marriott, J.A.R. (1943). Federalism and the Problem of Small State. London: Allen and
Unwin.
McCready, W.D. (1973). Papal plenitudo potestatis and the source of temporal authority in
late medieval papal hierocratic theory. Speculum, 48(4), 654-674.
McDonald, L.C. (1969). Myth, politics and political science. The Western Political
Quarterly, 22(1), 141-150.
McGoldrick, D. (1994). The principle of non-intervention: Human rights. Lowe, V. ve
Warbrick, C. (eds.). The United Nations and the Principles of International Law:
Essays in Memory of Michael Akehurst. London: Routledge, 85-119.
McNair, A.D. (1927). Equality in international law. Michigan Law Review, 26(2), 131-152.
McNeill, W.H. (2001). Dünya Tarihi. (5. Baskı). (Çev. Alaeddin ġenel), Ankara: Ġmge
Kitabevi. (Eserin orijinali 1967‟de yayımlandı).
Menemenlizade, E. (1935). Devletler Umumi Hukuku: Notlar. Ġstanbul: Türkiye Matbaası.
Meray, S.L. (1968). Devletler Hukukuna Giriş, Birinci Cilt. (Gözden GeçirilmiĢ 3. Bası).
Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.
Meray, S.L. (1977). Uluslararası Hukuk ve Uluslararası Örgütler. Ankara: Ankara
Üniversitesi Basımevi.
Meriç, C. (1996). Bu ülke. Mahmut Ali Meriç (ed.). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları.
Mesquita, B.B. de. (2000). Popes, kings and endogenous institutions: The concordat of
worms and the origin of sovereignty. International Studies Review, 2(2), 93-118.
Miller, D.H. (1924). My Diary of the Conference of Paris, Vol. I. New York: Appeal
Printing.
Miller, Lynn H. (1990). Global Order: Values and Power in International Politics.
Boulder: Westview Press.
Minkkinen, P. (2006). The ethos of sovereignty: A critical appraisal. Human Rights
Review, 8(2), 33-51.
Mitrany, D. (1943). A Working Peace System: An Argument for the Functional
Development of International Organization. London: Oxford University Press.
268
Moore, J.B. (1906). A Digest of International Law: Vol I. Washington: Government
Printing Office.
Moravcsik, A. (2002). In defence of the „democratic deficit‟: Reassessing legitimacy in the
European Union. Journal of Common Market Studies, 40(4), 610-622.
Morgan, K.A. (2004). Myth and Philosophy From the PreSocratics to Plato. Cambridge:
Cambridge University Press.
Morgenthau, H.J. (1948a). Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace.
New York: Alfred A. Knoph.
Morgenthau, H.M. (1948b). The problem of sovereignty reconsidered. Columbia Law
Journal, 58, 341-365.
Murphy, A. (1996). The sovereign state as political-territorial ideal. Biersteker, T, Weber,
C. (eds.). State Sovereignty as Social Construct. Cambridge: Cambridge University
Press, 81-120.
Müller, F.M. (1873). Introduction to the Science of Religion: Four Lectures Delivered at
the Royal Institution with Two Essays on False Analogies and the Philosophy of
Mythology. London: Longmans, Greens and co.
Müller, F.M. (1992). Comparative Mythology: An Essay. Abram S. Palmer (ed.). London:
Routledge.
Müllerson, R. (2000). Ordering Anarchy: International Law in International Society. The
Hague: Martinus Nijhoff Publishers.
Nincic, M., Lepgold, J. (2003). Being Useful: Policy Relevance and International
Relations Theory. (4. Baskı). Ann Arbor: The University of Michigan Press.
Ninic, D. (1970). The Problem of Sovereignty in the Charter and Practice of the United
Nations. The Hague: Martin Nijhoff Publishers.
Nizamülmülk. (2013). , Siyasetnâme (Siyeru’l-mülûk). (5. Baskı). (Çev. Nurettin
Bayburtlugil). Ġstanbul: Dergâh Yayınları. (Eserin orijinali 1098-1111 yılları arasında
yayımlandı).
Nussbaum, A. (1954). A Concise History of the Law of Nations. New York: Macmillan.
Nye, J.S. (2008). International relations: The relevance of theory to practice. Reus-Smith,
C., Snidal, D. (eds.). The Oxford Handbook of International Relations. Oxford:
Oxford University Press, 648-661.
269
Okur, M.A. (2010). Emperyalizm, Hegemonya, İmparatorluk. Ankara: A Kitap.
Osiander, A. (1995). The States System of Europe, 1640-1990: Peacemaking and the
Conditions of International Stability. Oxford: Oxford University Press.
Osiander, A. (2001a). Before sovereignty: Society and politics in ancien régime Europe.
Review of International Studies, 27(5), 119-145.
Osiander, A. (2001b). Sovereignty, international relations and Westphalian myth.
International Organization, 55(2), 251-287.
Ögel, B. (1982). Türklerde Devlet Anlayışı 13. Yüzyıl Sonlarına Kadar. Ankara:
BaĢbakanlık Basımevi.
Özlük, E. (2012). Uluslararası İlişkilerde Devlet: Tanım, Teori ve Devlet İstisnacılığı.
Konya: Çizgi Kitabevi.
Parrot, D. (2004). Richelieus’ Army: War, Government and Society in France, 1624-1642.
Canbridge: Cambridge University Press.
Patrick, S. (2006). Weak states and global threats: Fact or fiction?. The Washington
Quarterly. 29(2), 27-53.
Paul, D.E. (1999). Sovereignty, survival and the Westphalian blind alley in international
relations. Review of International Studies, 25(2), 217-231.
Pazarcı, H. (1997). Uluslararası Hukuk Dersleri, 2. Kitap. (Gözden geçirilmiĢ 5. Baskı).
Ankara: Turhan Kitabevi.
Pazarcı, H. (2009). Uluslararası Hukuk. (Gözden GeçirilmiĢ 8. Bası). Ankara: Turhan
Kitabevi.
Pechota, V. (1986). Equality: Political justice in an unequal World. Macdonald, R.St.J.,
Johnston, D.M. (eds.). The Structure and Process of International Law. (2. Baskı).
Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 454.
Penn, W. (1912). An Essay Towards the Present and Future Peace of Europe. (Eserin
orijinali 1726‟da yayımlandı), Washington D.C.: The Amerrican Peace Society.
Pharant, D. (1994). Perspectives on sovereignty in the current context: A canadian
viewpoint, Canada-United States Law Journal. 20, 9-17.
Phillmore, R. (1879a). Commentaries upon International Law: Vol I. (3. baskı). London:
Butterworths.
270
Phillmore, R. (1879b). Commentaries upon International Law: Vol II. (3. baskı). London:
Butterworths.
Philpott, D. (1999). Westphalia, authority and international society. Political Studies,
47(3), 566-589.
Philpott, D. (2001). Revolutions in Sovereignty: How Ideas Shaped Modern International
Relations. Princeton: Princeton University Press.
Poggi, G. (2007). Modern Devletin Gelişimi: Sosyolojik Bir Yaklaşım. (4. Baskı). (Çev.
ġule Kut ve Binnaz Toprak). Ġstanbul: Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. (Eserin
orijinali 1978‟de yayımlandı).
Polisensky, J. (1971). The Thirty Years War. Berkeley: University of California Press.
Pomeroy, J.N. (1886). Lectures on International Law in Time of Peace. T.S. Woolsey
(ed.). Boston: Houghton, Mifflin and Company. (kitabın pdf dosyası hali
http://archive.org adresinden temin edilmiĢtir).
Powell, B.B. (2002). A Short Introduction to Classical Myth. New Jersey: Prentice Hall.
Pufendorf, S. (1729). Of the Law of Nature and Nations: Eight Books. (çev. B. Kennett).
London. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin edilmiĢtir).
Pufendorf, S. (2009). Two Books of the Elements of Universal Jurisprudence. (çev. W.A.
Oldfather). Indianapolis: Liberty Fund. (eserin orijinali 1660„da yayınlanmıĢtır).
Rial, J.M.C. (1987). States, sovereign equality. Bernhardt, R. (ed.). EPIL: States,
Responsibility of States, International Law and Municipal Law, Vol. 10. Amsterdam:
North-Holland.
Rosencrance, R., Stein, A. (1973). Independence: Myth or reality?. World Politics. 26(1),
1-27.
Rosenne, S. (1965). The Law and Practices of the International Court: The Court and the
United Nations: Vol I. Leyden: A.W.Sitjhoff.
Rosenne, S. (1997). The Law and Practice of the International Court, 1920-1996: Vol III:
Procedure. The Hague: Martinus Nijhoff Publishers.
Rosenne, S. (2004). The Perplexities of Modern International Law: General Course on
Public International Law. Leiden: Martinus Nijhoff Publishers.
Rossi, C.R. (1993). Equity and International Law: A Legal Realist Approach to
International Decisionmaking. New York: Transnational Publishers.
271
Roth, B. (2012). Sovereign equality and non-liberal regimes. Netherlands Yearbook of
International Law, 43, 25-52.
Rotschild, J. (1977). Observations on political legitimacy in contemporary Europe.
Political Sciences Quarterly, 92(3), 487-501.
Sandel, M.J. (2013). Adalet: Yapılması Gereken Şey Nedir?. (2. Baskı). (çev. Mehmet
Kocaoğlu). Ankara: BigBang Yayınları. (Eserin orijinali 2009‟da yayımlandı).
Sander, O. (2007). Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e. (16. Baskı). Ankara: Ġmge Kitabevi.
Sarıbay, A.Y., Öğün, S.S. (1997). Politikbilim. (2. Baskı). Ġstanbul: Alfa.
Schacter, O. (1982). International law in theory and practice: General course in public
international law. RCADI, Vol. 178.
Scharpf, F.W. (2010). Community and Autonomy: Institutions, Policies and Legitimacy in
Multilevel Europe. Frankfurt: Campus Verlag.
Schmidt, B. (1998). The Political Discourse of Anarchy: A Disciplinary History of
International Relations. New York: State University of New York Press.
Schmidt, S. (2011). To order the minds of scholars: The discourse of the peace of
Westphalia in international relations literature. International Studies Quarterly,
55(3), 601-623.
Schmitt, C. (2002). Siyasi İlahiyat: Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm. (Çev. Emre
Zeybekoğlu). Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. (Eserin orijinali 1922‟de
yayımlandı).
Schwarzenberger, G. (1957). International Law: As Applied by International Courts and
Tribunals I: Vol. I. (3. Baskı). London: Stevens&Sons Limited.
Schwarzenberger, G. (1964). Power Politics: A Study of World Society. (3. Baskı).
London: Stevens&Sons Limited.
Schwarzenberger, G. (1976). Schwarzenberger, International Law: As Applied by
International Courts and Tribunals: International Constitutional Law: Vol. III.
London: Stevens&Sons Limited.
Schwarzenberger, G. (1986). International Law: As Applied by International Courts and
Tribunals: International Judicial Law: Vol. IV, London: Stevens&Sons Limited.
Segal, R.A. (1999). Theorizing About Myth. Boston: University of Massachusetts Press.
272
Segal, R.A. (2004). Myth: A Very Short Introduction. Oxford: Oxford University Press.
Sen, A.K. (1992). Inequality Reexamined. New York: Oxford University Press.
Sevig, M.R. (1958). Özel Devletler Umumî Hukuku. (Gözden GeçirilmiĢ 2. Baskı).
Ġstanbul: Sulhi Garan Matbaası.
Shaw, M.N. (2003). International Law. (5. Baskı). Cambridge: Cambridge University
Press.
Sheehan, M.J (1996). The Balance of Power: History and Theory. London: Routledge.
Sherman, G.E. (1918). The Neutrality of Switzerland. The American Journal of
International Law, 12(2), 241-250.
Shimko, K.L. (2010). International Relations: Perspectives and Controversies. (3. Baskı).
Boston: Cengage Learning.
Sills, D.L. (ed.). (1968). Encyclopedia of the Social Sciences: Volume 5. USA: The
Macmillan Company& The Free Press.
Simma, B. ve Brunner, S. (1995). Article 27. Simma, B. (ed.). The Charter of the United
Nations: A Commentary. New York: Oxford University Press, 430-469.
Simpson, G. (2004). Great Powers and Outlaw States: Unequal Sovereigns in the
International Order. Cambridge: Cambridge University Press.
Sorel, G. (1925). Reflections on Violence. (2. Baskı). (Çev. T.E. Hulme). London: George
Allen & Unwin Ltd. (Eserin orijinali 1908‟de yayımlandı).
Sorel, G. (1990). Şiddet Üzerine Düşünceler. (Çev. A. Hazaryan). Ankara: Epos Yayınları.
(Eserin orijinali 1908‟de yayımlandı).
Sorensen, G. (1999). Sovereignty: Change and continuity in a fundamental institution.
Political Studies, 47(3), 590-604.
Stallybrass, W.T.S. (1918). A Society of States: Sovereignty, Independence and Equality in
a League of Nations. London: Georfe Routledge & Sons Ltd.
Stambovsky, P. (1996). Myth and the Limits of Reason. Amsterdam: Rodopi.
Starke, J.G. (1984). Introduction to International Law. (9. Baskı). London: Butterworths.
Steinberg, R.H. (2004). Who is sovereign?. Stanford Journal of International Law. 40(2),
273
329-341.
Stiles, K.W. (1991). Negotiating Debt: The IMF Lending Process. Boulder: Westview.
Stone, R.W. (2002). Lending Credibility: The International Monetary Fund and the PostCommunist Transition. Princeton: Princeton University Press.
Strange, S. (1999). The Westfailure system., Review of International Studies, 25(3), 345354.
Suganami, H. (1992). Grotius and international equality. Bull, H., Kingsbury, B., Roberts,
A. (eds.). Hugo Grotius and International Relations. Oxford: Oxford University
Press.
Sunay, R. (2007). Tartışılan Egemenlik. Ankara: Yetkin Yayınları.
Sur, M. (2006). Uluslararası Hukukun Esasları. (GeliĢtirilmiĢ 2. Baskı). Ġstanbul: Beta
Yayınevi.
ġeyzerî. (2003). Devlet Başkanının Nitelikleri. (Çev. Osman Arpaçukur). Ġstanbul: Ġlke
Yayıncılık. (Eserin orijinali on ikinci yüzyılda yayımlandı).
Taneri, A. (1981). Türk Devlet Geleneği. Ankara: Töre Devlet Yayınevi.
Tannenbaum, D., Schultz, D. (2005). Siyasi Düşünce Tarihi: Filozoflar ve Fikirler. (Çev.
Fatih Demirci). Ankara: Adres Yayınları. (Eserin orijinali 1998‟de yayımlandı).
Teschke, B. (2002). Theorizing the Westphalian system of states: International relations
from absolutism to capitalism. European Journal of International Relations, 8(1), 548.
Teschke, B. (2003). The Myth of 1648: Class, Geopolitics and the Making of Modern
International Relations. London: Verso.
Thacker, S.C. (1999). The high politics of IMF lending. World Politics, 52(1), 38-75.
Thomas, A.V.W, Thomas, A.J. (1951). Equality of states in international law: Fact or
fiction. Virginia Law Review. 37(6), 791-823.
Thomson, D. (1949). Equality. Cambridge: Cambridge University Press.
Thomson, J.A.K. (1935). The Art of the Logos. London: Allen&Unwin.
Thomson, J.E. (1995). State sovereignty in international relations: Bridging the gap
274
between theory and empirical research. International Studies Quarterly, 39(2), 213233.
Tilly, C. (1975). The Formation of National States in Western Europe. Princeton:
Princeton University Press.
Toluner, S. (1996). Milletlerarası Hukuk Dersleri: Devletin Yetkisi. (Gözden geçirilmiĢ 4.
Bası). Ġstanbul: Beta Yayınevi.
Treitschke, H.v. (1916). Politics: Vol. II. (Çev. A. J. Balfour). London: Constable.
Tudor, H. (1972). Political Myth. New York: Praeger Publishers.
Türcan, T. (2001). Devletin Egemenlik Unsuru ve Egemenlikten Kaynaklanan Yetkileri.
Ankara: Ankara Okulu.
Türk Dil Kurumu (2005). Türkçe Sözlük. (10. Baskı). Ankara: Türk Dil Kurumu.
Twiss, T. (1884). The Law of Nations Considered as Independent Political Communities:
On the Rights and Duties of Nations in Time of Peace. (2. Baskı). Oxford: The
Clarendon Press. (kitabın pdf dosyası hali http://archive.org adresinden temin
edilmiĢtir).
Uludağ, S. (2004). GiriĢ: Ġbn Haldun ve Mukaddime. Ġbn Haldun. Mukaddime: Cilt I, 15154.
United Nations. (1966). Principles of international law concerning friendly relations and
co-operation among states. Yearbook of the United Nations, 1964. New York: Office
of Public Information of UN, 460-463.
Ünal, ġ. (2005). Uluslararası Hukuk. Ankara: Yetkin Yayınları.
Vanderbosch, A. (1964). The small states in international politics and organization. The
Journal of Politics, 26, 293-312.
Vattel, E. de (2008). The Law of Nations: Or, Principles of the Law of Nature Applied to
the Conduct and Affairs of Nations and Sovereigns. (eds. B. Kapossy, R. Whatmore).
Indianapolis: Liberty Fund. (eserin orijinali 1758‟de yayınlanmıĢtır).
Vellut, J.L. (1967).Smaller states and the problem of war and peace: Some consequences
of the emergence of smaller states in Africa. Journal on Peace Research, 4(3), 252269
Vernant, J.P. (1980). Myth and Society in Ancient Greece. Brighton: Harvester.
275
Viotti, P.R, Kauppi, M.V. (2007). International Relations and World Politics. (3. Baskı).
New Jersey: Pearson Prentice Hall.
Vreeland, J.R. (2007). The International Monetary Fund (IMF): Politics of Conditional
Lending. Oxon: Routledge.
Walker, R.B. (1993). Inside/Outside: International Relations as Political Theory.
Cambridge: Cambridge University Press.
Walker, T.A. (1895). A Manual of Public International Law. Cambridge: Cambridge
Univesity Press.
Waltz, K. (1979). Theory of International Politics. Boston: McGraw Hill.
Waltz, K. (1979). Theory of International Politics. Boston: McGraw Hill.
Waltz, K.N. (1959). Man, the State and War: A Theoretical Analysis. New York:
Columbia University Press.
Watson, A. (1992). The Evolution of International Society. London: Routledge.
Weber, M. (1946). Politics as a vocation. Gerth, H.H, Mills, C.W. (eds.). From Max
Weber: Essays in Sociology. New York: Oxford University Press, 77-128.
Weber, M. (1978). Economy and Society: An Outline of Interpretive Sociology. California:
California University Press.
Weeramantry, C. (1995). Expanding the potential of World Court. Jasentuliyana, N. (ed.).
Perspectives on International Law. United Kingdom: Kluwer Law International,
309-348.
Weinert, M.S. (2007). Democratic Sovereignty: Authority, Legitimacy and State in a
Globalizing Age. Oxon: UCL Press.
Weissberg, G. (1975). United Nations movement toward world law. The International and
Comparative Law Quarterly, 24(3), 460-524.
Weithman, P. (2001). Augustine‟s political philosophy. Stump, E. (ed.). The Cambridge
Companion to Augustine. Cambridge: Cambridge University Press, 231-250.
Wendt, A. (1992). Anarchy is what states make of it: The social construction of power
politics. International Organization, 36(2), 391-425.
Wendt, A., Friedheim, D. (1996). Hierarchy under anarchy: Informal empire and the east
German state. Biersteker, T.J., Weber, C. (eds.). State Sovereignty as Social
276
Construct. Cambridge: Cambridge University Press, 240-277.
Wessels, W. (1996). The modern West European state and the European Union:
Democratic erosion or a new kind of polity?. Andersen, S.S. ve Eliassen, K.A. (eds.).
The European Union: How Democratic Is It?. London: Sage Publications, 57-70.
Westlake, J. (1910). International Law: Peace: Vol I. Cambridge: The Cambridge
University Press.
Westlake, J. (1914). Collected Papers on International Law. (ed.) Oppenheim, L.
Cambridge: Cambridge University Press.
Wheaton, H. (1916). Wheaton’s Elements of International Law. (5. Ġngilizce Baskı).
Coleman Phillipson (ed.). London: Stevens and Sons Limited.
Wight, M. (1978). Power Politics. London: Royal Institute of International Affairs.
Wilson, P. (1998). The myth of the first great debate. Review of International Studies,
24(5), 1-16.
Winfield, P.H. (1941). The Foundations and The Future of International Law. Cambridge:
The University Press.
Wingo, A.H. (2003). Veil Politics in Liberal Democratic States. Cambridge: Cambridge
Univeristy Press.
Woolf, H.B. (1980). Legitimacy, legitimate. Webster’s New Collegiate Dictionary.
Massachusetts: G&C Merriam Company.
Yalvaç, F. (2005). Devlet. Atila Eralp (ed.). Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel
Kavramlar. Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 15-52.
Yalvaç, F. (2011). Uluslararası ĠliĢkiler Kuramında AnarĢi Söylemi. Uluslararası İlişkiler,
8(29), 71-99.
Zacher, M.W. (1992). The decaying pillars of Westphalian temple: Implications for
international order and governance. Rosenau, J.N, Czempiel, E.O. (eds.).
Governance without Government: Order and Change in World Politics. Cambridge:
Cambridge University Press, 58-101.
Zacher, M.W. (2001). The terriorial integrity norm: International boundaries and the use of
force. International Organizations, 55(2), 215-250.
Zamora, S. (1980). Voting in international economic organizations. The American Journal
of International Law. 74(3), 566-608.
277
Zemanek, K. (1986). Majority rule and consecuensus technique in law-making diplomacy.
Macdonald, R.J., Johnstone, D.M. (eds.). The Structure and Process of International
Law. Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 857-887.
Zick, T. (2005). Are the states sovereign?. Washington University Law Quarterly, 83, 229337.
Ziegler, B.M. (2006). The International Law of John Marshall: A Study of First Principles.
New Jersey: The Lawbook Exchange.
Zürn, M. (2004). Global governance and legitimacy problems. Government and
Opposition, 39(2), 260-287.
278
279
ÖZGEÇMĠġ
KiĢisel Bilgiler
Soyadı, adı
: ÇELĠK, Metin
Uyruğu
: T.C.
Doğum tarihi ve yeri
: 1980 / Fransa
Telefon
: …………………
Faks
: …………………
e-mail
: [email protected]
Eğitim
Derece
Eğitim Birimi
Mezuniyet tarihi
Yüksek lisans
Selçuk Üniversitesi, SBE
2008
Lisans
Selçuk Üniversitesi, ĠĠBF
2004
ĠĢ Deneyimi
Görev
Yıl
Yer
2005-2008
Selçuk Üniversitesi, ĠĠBF
AraĢtırma Görevlisi
2008-2015
Gazi Üniversitesi, ĠĠBF
AraĢtırma Görevlisi (35. Md.)
Yabancı Dil
Ġngilizce, Arapça
Yayınlar
………………
Hobiler
………………….
GAZİ GELECEKTİR...
METİN ÇELİK
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
DOKTORA
TEZİ
BİR ULUSLARARASI İLİŞKİLER MİTİ OLARAK
DEVLETLERİN EGEMEN EŞİTLİĞİ
METİN ÇELİK
TEMMUZ 2015
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI
TEMMUZ 2015
Download