AVRUPA BĠRLĠĞĠ’NE UYUM SÜRECĠNDE TÜRKĠYE’NĠN SOSYAL DIġLANMAYI ÖNLEYĠCĠ POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ Hülya ALTINSOY DOKTORA TEZĠ ÇALIġMA EKONOMĠSĠ ve ENDÜSTRĠ ĠLĠġKĠLERĠ ANABĠLĠM DALI GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ ARALIK 2014 iv AVRUPA BĠRLĠĞĠ‟NE UYUM SÜRECĠNDE TÜRKĠYE‟NĠN SOSYAL DIġLANMAYI ÖNLEYĠCĠ POLĠTĠKALARININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ (Doktora Tezi) Hülya ALTINSOY GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ Aralık 2014 ÖZET KüreselleĢme süreci ve yeni liberal politikalar ile birlikte, eĢitsizlik, güvencesizlik, adaletsizlik, ayrımcılık ve bağımlılık gibi sorunlar, artan zenginlik ve geliĢmeye rağmen giderek derinleĢmektedir. Çoğu ülkede sosyal refah devleti anlayıĢı giderek zayıflamakta, sosyal politikalara olan gereksinim artmaktadır. Bu süreçte farklı ve çeĢitli toplumsal sorunlar ortaya çıkmakta, eskiden beri var olan sorunlar ise farklılaĢmaktadır. Sosyal dıĢlanma, yoksulluk, iĢsizlik, sosyal koruma, eĢitsizlik, ayrımcılık gibi temel sosyal politika konularını kapsaması ve/veya bunlarla iliĢkili olması itibariyle, son yıllarda hem geliĢmiĢ hem de geliĢmekte olan ülkelerin çoğunda ekonomik, sosyal, siyasal tartıĢmaların en önemli kavramı haline gelmiĢtir. Sosyal dıĢlanma kavramı ilk olarak yetmiĢli yıllarda Fransa‟da gündeme gelmiĢ, seksenli yıllardan itibaren ise tüm dünyada kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Doksanlı yıllarda Avrupa Birliği içinde, iĢsizlik oranlarındaki artıĢ, artan uluslararası göç ve refah devletinin gerilemesi gibi artan sosyal sorunlar kavram üzerindeki ilgiyi önemli ölçüde arttırmıĢ, dıĢlanmayı günümüzde AB‟nin en temel sosyal politika tartıĢmalarının odağına taĢımıĢtır. Türkiye‟de de neo-liberal geliĢmelerle bağlantılı olarak, birçok ülkede görüldüğü gibi gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, kırdan kente göç, iĢsizlik, güvencesizlik ve eĢitsizlikten kaynaklanan sosyal dıĢlanma sorunu görülmekte ve sosyal dıĢlanma sorunuyla baĢ etmek zorunda kalan dıĢlanmıĢ gruplar toplumda varlığını göstermektedir. Bu çalıĢma, Türkiye ve AB‟ndeki sosyal dıĢlanma sorununu, mevcut durumu ve ülkelerin söz konusu sorununun çözümüne iliĢkin düzenlemelerinde (sosyal içerilme politikalarında) geldikleri noktayı gözler önüne sermek amacıyla hazırlanmıĢtır. Gerek ülkemizde gerekse AB ülkelerinde uygulanan sosyal politikalar, sosyal dıĢlanma sorununu önlemede tam bir baĢarı sağlayamamıĢtır. Bilim Kodu : 1135 Anahtar Kelimeler : Sosyal dıĢlanma, iĢgücü piyasasından dıĢlanma, sosyal içerme/sosyal içerilme, yoksulluk, ayrımcılık Sayfa Adedi : 371 Tez DanıĢmanı : Pof. Dr. Nizamettin AKTAY v THE EVALUATION OF TURKEY‟S POLICIES WHICH PREVENT SOCIAL EXCLUSION IN THE EUROPEAN UNION ACCESSION PROCESS (Ph. D. Thesis) Hülya ALTINSOY GAZĠ UNIVERSITY GRADUATE SCHOOL OF SOCIAL SCIENCES December 2014 ABSTRACT Along with the process of globalization and neo-liberal policies, inequality, insecurity, injustice, discrimination, and problems such as addiction, despite the growing wealth and progress gradually deepens. In most countries, gradually weakening the social welfare state, increasing the need for social policies. In this process, a variety of different and emerging social issues, differs from the long-standing problems. . In recent years, the majority of both developed and developing countries social exclusion, to cover fundamental social policy issues such as the poverty, unemployment, social protection, inequality, discrimination, and / or be associated with them in terms of economic, social, political debate has become the most important concept. The term social exclusion was first raised in France in the 1970‟s, since the 1980‟s has been used all over the world. Within the European Union in the 1990‟s, increased social problems such as the increase in unemployment rates, increased international migration and decline of the welfare state, significantly increased the interest on the concept, today it also has become one of the central social policy matters of EU. Today Turkey, just as many other countries, is facing the problem of social exclusion caused by unjust income distribution, poverty, migration from rural areas into urban ones, lack of security, unemployment, and inequality in connection with neo-liberal developments. Thus, discriminated groups that have had to deal with the problem of social exclusion have been emerging in society. This study, the problem of social exclusion in Turkey and the EU, the current situation and the arrangements for the solution of the problem of the countries concerned (social inclusion policies) come prepared to illustrate the point. Social policies implemented both in Turkey and the EU countries, have not been entirely successful in preventing the problem of social exclusion. Science Code : 1135 Key Words : Social exclusion, exclusion from the labour market, social inclusion, poverty, discrimination Page Number : 371 Supervisor : Pof. Dr. Nizamettin AKTAY vi TEġEKKÜR Günümüzde küreselleĢme süreci ve yapısal uyum politikaları ile birlikte tüm dünyada egemen hale gelen neoliberal ideoloji, klasik sosyal politikanın sosyal değerlerini, anlamını ve kapsamını değiĢime zorlamaktadır. Bu değiĢim yeni kavramları ortaya çıkarmakta, çeĢitli mekânlarda görünürde ortak özellikler taĢıyan sorunların tartıĢılmasına ve çözüm yollarının bulunması için giriĢimlere yol açmaktadır. Sosyal dıĢlanma; yoksulluk, iĢsizlik, eĢitsizlik, güvencesizlik ve ayrımcılık gibi temel sosyal politika sorunlarını nitelemekle ilgili olup, ekonomik, sosyal ve siyasal tartıĢmaların gündem maddesi haline gelmiĢtir. Kavramın çok boyutlu oluĢu, gerekçelerinin karmaĢıklığı yanında çözüm yollarının güçlükler taĢıması sosyal dıĢlanmayı içinden çıkılamaz hale getirmektedir. Sosyal dıĢlanmaya iliĢkin yazının giderek zenginleĢmeye baĢladığı günümüzde, söz konusu çalıĢmanın bu konuda ileride yapılacak çalıĢmalara katkıda bulunacağını umuyorum. Tez çalıĢmam boyunca desteğini esirgemeyen ve çalıĢmanın Ģekillenmesinde büyük katkıları olan değerli hocam ve tez danıĢmanım Prof. Dr. Nizamettin AKTAY‟a Ģükranlarımı sunarım. ÇalıĢmalarım boyunca değerli yardım ve katkılarıyla beni yönlendiren değerli hocam Prof. Dr. Eyüp BEDĠR‟e teĢekkürü bir borç bilirim. Yüksek Lisans ve Doktora eğitimi sürecinde, yetiĢmemde önemli katkıları olan Gazi Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi ÇalıĢma Ekonomisi ve Endüstri ĠliĢkileri Bölümü‟nün değerli Öğretim Üyeleri‟ne ve özellikle de Sayın Hocalarım Prof. Dr. Kadir ARICI‟ya ve Prof. Dr. Emine Tuncay KAPLAN‟a teĢekkür ederim. Son olarak, eğitim hayatım boyunca maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen annem, babam ve kardeĢlerime, tez çalıĢmam boyunca katkı ve desteği ile her zaman yanımda olan sevgili eĢime ve de kendisinden çaldığım zaman için bir tanecik oğlum Celal Emre‟ye sonsuz teĢekkürler… vii ĠÇĠNDEKĠLER Sayfa ÖZET ...................................................................................................................... iv ABSTRACT ............................................................................................................. v TEġEKKÜR ............................................................................................................ vi ĠÇĠNDEKĠLER ........................................................................................................ vii ÇĠZELGELER LĠSTESĠ .......................................................................................... xv ġEKĠLLER LĠSTESĠ .............................................................................................xviii KISALTMALAR ..................................................................................................... xix GĠRĠġ.......................................................................................................................1 1. BÖLÜM SOSYAL DIġLANMANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESĠ 1.1. Sosyal DıĢlanma Kavramı ................................................................................9 1.1.1. Sosyal DıĢlanmanın Tarihsel ve Kavramsal GeliĢimi ................................9 1.1.2. Sosyal DıĢlanmanın Tanımlanması .........................................................13 1.1.3. Sosyal DıĢlanmanın Özellikleri ................................................................17 1.1.3.1. Çok boyutluluk..................................................................................17 1.1.3.2. Dinamizm .........................................................................................18 1.1.3.3. Görecelik (Rölativite) .......................................................................19 1.1.3.4. Ġktisadi denklemin tamamen/kısmen dıĢına çıkma (Ekonomik dıĢlanma).........................................................................................19 1.1.3.5. Sosyal iliĢkilerin zayıflaması ve sosyal destek yoksunluğu ..............20 1.1.3.6. Kurumsal dıĢlanma/Kurumsal destek yoksunluğu ............................21 1.1.3.7. Yapabilirlik yoksunluğu .....................................................................22 1.1.4. Sosyal DıĢlanma ile Ġlgili Kavramlar ........................................................24 1.1.4.1. Sosyal içerme...................................................................................24 viii Sayfa 1.1.4.2. Ayrımcılık .........................................................................................25 1.1.4.3. Yoksulluk ..........................................................................................26 1.1.4.3.1. Genel olarak .............................................................................26 1.1.4.3.2. Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk iliĢkisi .........................................28 1.2. Sosyal DıĢlanmanın Nedenleri .......................................................................32 1.2.1. KüreselleĢme...........................................................................................32 1.2.2. Yapısal Uyum Programları ......................................................................35 1.2.3. ĠĢgücü Piyasalarının Yeniden Yapılandırılması .......................................38 1.2.4. Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve EĢitsizliğin Artması ..............................41 1.2.5. Göç Hareketleri .......................................................................................43 1.2.6. Aile Yapısındaki DeğiĢim .........................................................................44 1.2.7. Cinsiyet Ayrımcılığı ..................................................................................45 1.2.8. YaĢ ..........................................................................................................47 1.3. Sosyal DıĢlanma Biçimleri ..............................................................................48 1.3.1. Ekonomik Alandan DıĢlanma ..................................................................49 1.3.1.1. Mal ve hizmet piyasalarından dıĢlanma ...........................................49 1.3.1.2. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma .........................................................50 1.3.1.2.1. ĠĢsizlik .......................................................................................50 1.3.1.2.2. Atipik istihdam ..........................................................................52 1.3.1.2.3. ÇalıĢan yoksullar.......................................................................52 1.3.2. Toplumsal Alandan DıĢlanma..................................................................54 1.3.2.1. Barınma imkânlarından dıĢlanma.....................................................54 1.3.2.2. Sosyal Refah Hizmetlerinden DıĢlanma ...........................................56 1.3.2.2.1. Eğitim ........................................................................................56 1.3.2.2.2. Sağlık ........................................................................................58 1.3.2.2.3. Sosyal güvenlik .............................................................................59 ix Sayfa 1.3.3. Siyasal Alandan DıĢlanma ......................................................................61 1.3.3.1. Demokratik haklar ve yönetim ..........................................................61 1.3.3.2. Göçmenler ve azınlıklar ...................................................................62 2. BÖLÜM AVRUPA BĠRLĠĞĠ’ NDE SOSYAL POLĠTĠKA TEMELĠNDE SOSYAL DIġLANMA 2.1. Genel Olarak Avrupa Birliği Sosyal Politika AnlayıĢı ve Sosyal DıĢlanma ......65 2.2. AB‟nde Sosyal Ġçerme Politikaları ve Sosyal Ġçermede Mevcut Durum ..........68 2.2.1. AB‟nde Sosyal Ġçerme Politikaları ve GeliĢimi .........................................69 2.2.2. AB‟nde Sosyal Ġçermede Mevcut Durum .................................................82 2.2.2.1. Büyümeye iliĢkin göstergeler............................................................83 2.2.2.2. Gelir dağılımı ve yoksulluğa iliĢkin göstergeler.................................85 2.2.2.3. ĠĢgücü piyasasına iliĢkin göstergeler ................................................92 2.2.2.4. Eğitime iliĢkin göstergeler ..............................................................100 2.2.2.5. Sağlığa iliĢkin göstergeler ..............................................................103 2.2.2.6. Sosyal güvenliğe iliĢkin göstergeler ...............................................105 2.3. Avrupa Birliği‟nde Sosyal DıĢlanmayı Önlemeye Yönelik Politikalar.............109 2.3.1. Aktif Ġçerme ...........................................................................................111 2.3.2. Avrupa Sosyal Fonu ..............................................................................113 2.3.3. Asgari Gelir Desteği Uygulamaları ........................................................114 2.3.3.1. KarĢılıksız asgari gelir yaklaĢımı ....................................................114 2.3.3.2. ÇalıĢma karĢılığı asgari gelir yaklaĢımı ..........................................118 2.3.4. ĠĢgücü Piyasası Politikaları ....................................................................119 2.3.4.1. ĠĢsizlere yönelik politikalar ..............................................................125 2.3.4.1.1. Bilgilendirme, danıĢmanlık ve iĢe yerleĢtirme hizmetleri .........125 2.3.4.1.2. Mesleki eğitim programları ......................................................126 x Sayfa 2.3.4.1.3. Özel sektörü teĢvik programları ..............................................128 2.3.4.1.4. Ġstihdam yaratma programları .................................................132 2.3.4.2. Risk gruplarına yönelik politikalar ...................................................133 2.3.4.2.1. Gençlere yönelik politikalar .....................................................134 2.3.4.2.2. Engellilere yönelik politikalar ...................................................137 2.3.4.2.3. Kadınlara yönelik politikalar ....................................................143 2.3.4.2.4. Göçmenlere (yabancılara) yönelik politikalar ..........................151 2.3.4.2.5. YaĢlılara yönelik politikalar ......................................................158 2.3.4.2.6. Uzun süreli iĢsizlere yönelik politikalar ....................................160 2.3.4.3. Sosyal korumaya yönelik politikalar ...............................................164 2.3.5. Sağlık Bakım Hizmetlerine Yönelik Politikalar .......................................167 2.3.6. Eğitime Yönelik Politikalar .....................................................................169 2.3.7. Konut Hizmetlerine Yönelik Politikalar ...................................................172 2.3.8. Çocuk Yoksulluğuna Yönelik Politikalar ................................................173 3. BÖLÜM AVRUPA BĠRLĠĞĠ’NE UYUM SÜRECĠNDE TÜRKĠYE’DE SOSYAL DIġLANMA 3.1. Türkiye‟de Müzakere Süreci ve Belgelerde Sosyal DıĢlanma ......................177 3.1.1. Genel Olarak .........................................................................................177 3.1.2. JIM (Joint Inclusion Memorandum) ve JAP (Joint Assesment Paper) Belgeleri ................................................................................................180 3.2. Türkiye‟de Sosyal DıĢlanma Riski Altındaki Bazı Gruplar ve Sosyal Durumları......................................................................................................187 3.2.1. Kadınlar .................................................................................................187 3.2.1.1. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma .......................................................188 3.2.1.1.1. Fırsat eĢitsizliği .......................................................................192 3.2.1.1.2. ĠĢlem eĢitsizliği ........................................................................197 xi Sayfa 3.2.1.2. Kurumsal dıĢlanma ........................................................................204 3.2.1.2.1. Kayıt dıĢı istihdam...................................................................204 3.2.1.2.2. Sosyal güvenceden yoksunluk ................................................208 3.2.1.3. Sivil toplum ve siyasetten dıĢlanma ...............................................211 3.2.1.3.1. Bireysel ve toplumsal siyasal katılım sorunları ........................211 3.2.1.3.2. Sendikalara katılım düĢüklüğü ................................................215 3.2.2. Engelliler ...............................................................................................218 3.2.2.1. Genel olarak ...................................................................................218 3.2.2.2. Yoksulluk ve engellilik ....................................................................220 3.2.2.3. Türkiye‟de çalıĢma hayatında yer alan engelliler ve özelliklerine iliĢkin temel veriler .........................................................................222 3.2.2.3.1. Engellilerin demografik durumu...............................................222 3.2.2.3.2. Engellilerin eğitim durumu .......................................................223 3.2.2.3.3. Engellilerin istihdam durumu ...................................................226 3.2.2.3.4. Engellilerin sosyal güvenlik durumları .....................................228 3.2.3. YaĢlılar ..................................................................................................230 3.2.3.1. YaĢlı iĢgücünün istihdam durumu ..................................................231 3.2.3.2. YaĢlıların maruz kaldığı ayrımcılık .................................................233 3.2.4. Çocuklar ve Gençler ..............................................................................235 3.2.4.1. Çocuklar .........................................................................................236 3.2.4.1.1. Genel olarak ...........................................................................236 3.2.4.1.2. ÇalıĢan çocuk- çocuk iĢçi kavramı ..........................................239 3.2.4.1.3. Çocukların istihdam ve eğitim durumları .................................240 3.2.4.2. Gençler ..........................................................................................244 3.2.4.2.1. Genel olarak ...........................................................................244 3.2.4.2.2. Gençlerin istihdam ve eğitim durumları ...................................246 xii Sayfa 3.3. Türkiye‟de Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Konusunda ÇalıĢma Yürüten Kurum ve KuruluĢlar .....................................................................................258 3.3.1. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü .......................................................258 3.3.2. Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü .......................................................259 3.3.3. Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ........................................261 3.3.4. Vakıflar Genel Müdürlüğü ......................................................................262 3.3.5. Kalkınma Bakanlığı ...............................................................................263 3.3.6. ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ..................................................266 3.4. Türkiye‟de Sosyal DıĢlanmayı Önlemeye Yönelik Politikalar ........................268 3.4.1. Kadınların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ..........................268 3.4.2. Engellilerin DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ........................270 3.4.2.1. Genel olarak ...................................................................................271 3.4.2.1.1. Anayasa ..................................................................................271 3.4.2.1.2. Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun .........272 3.4.2.2. Ġstihdam konusundaki düzenlemeler ve istihdam teĢvikleri: engelli istihdamı yükümlülüğü........................................................275 3.4.2.2.1. 4857 sayılı ĠĢ Kanununda yer alan düzenlemeler ...................279 3.4.2.2.2. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda yer alan düzenlemeler .........................................................................284 3.4.2.2.3. 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunda yer alan düzenlemeler............................................................286 3.4.2.3. Bakım ve rehabilitasyona iliĢkin düzenlemeler ...............................287 3.4.2.3.1. Bakım hizmetlerine iliĢkin düzenlemeler .................................287 3.4.2.3.2. Rehabilitasyon hizmetlerine iliĢkin düzenlemeler ....................289 3.4.2.4. Eğitim ve öğretime iliĢkin düzenlemeler .........................................291 3.4.2.5. Sosyal güvenliğe iliĢkin düzenlemeler ............................................294 3.4.2.6. EriĢebilirlik/UlaĢabilirlik ile ilgili düzenlemeler .................................296 xiii Sayfa 3.4.2.7. Ayrımcılık ile ilgili düzenlemeler .....................................................302 3.4.3. Çocukların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar .........................305 3.4.3.1. Mevzuatta çocuk iĢçiliğini korumaya yönelik düzenlemeler ............305 3.4.3.1.1. Anayasa ..................................................................................305 3.4.3.1.2. 4857 sayılı ĠĢ Kanunu .............................................................305 3.4.3.1.3. 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ..................................306 3.4.3.1.4. 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu .........................................307 3.4.3.1.5. 222 sayılı Ġlköğretim ve Eğitim Kanunu ...................................307 3.4.3.1.6. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu .........................307 3.4.3.1.7. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ..................................................................................308 3.4.3.1.8. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu ..........308 3.4.3.2. Çocuk iĢçiliğini önleme konusundaki çalıĢmalar.............................308 3.4.3.2.1. ILO/IPEC Projeleri...................................................................308 3.4.3.2.2. Çocuk ĠĢçiliğinin Önlenmesi için Zamana Bağlı Politika ve Program Çerçevesi ................................................................310 3.4.3.2.3. ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ÇalıĢan Çocuklar Bölümü tarafından yürütülen projeler .....................................311 3.4.3.2.4. Ġlgili diğer kurumlar tarafından uygulanan projeler ..................313 3.4.4. Gençlerin DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ...........................314 3.4.5. YaĢlıların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ...........................317 3.5. Değerlendirme ..............................................................................................321 3.5.1. Sosyal Politikadaki DönüĢüm: Ülkemiz refah rejimi kapsayıcı mı dıĢlayıcı mı? .........................................................................................322 3.5.2. BaĢlıca Göstergeler Bağlamında Sosyal DıĢlanmayı Önleyici Politikaların Değerlendirilmesi ..............................................................325 3.5.2.1. Gelir dağılımı ..................................................................................326 3.5.2.2. Yoksulluk ........................................................................................328 xiv Sayfa 3.5.2.3. Ġstihdam .........................................................................................332 3.5.2.4. Eğitim .............................................................................................334 3.5.2.5. Sosyal koruma ...............................................................................338 SONUÇ ...............................................................................................................343 KAYNAKLAR .......................................................................................................353 ÖZGEÇMĠġ .........................................................................................................371 xv ÇĠZELGELER LĠSTESĠ Çizelge Sayfa Çizelge 1.1. Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk arasındaki temel ayrımlar .................. 30 Çizelge 2.1. AB‟nin sosyal dıĢlanmıĢlık ile mücadelesi......................................... 78 Çizelge 2.2. GSYH, istihdam ve iĢgücü verimliliğindeki artıĢ (yıllık ortalama) ...... 83 Çizelge 2.3. AB ülkelerinde gelir dağılımı göstergeleri ......................................... 86 Çizelge 2.4. AB‟de cinsiyet, yaĢ, hanehalkı, barınma, çalıĢma biçimleri ve çalıĢma süresine göre yoksulluk riski altında olanların oranı (%), 2012 ................................................................................................. 89 Çizelge 2.5. AB ülkelerinde yoksulluk riski altındaki kiĢiler, 2012 ......................... 91 Çizelge 2.6. Avrupa Birliği ülkelerinde iĢgücü piyasasına iliĢkin göstergeler ........ 94 Çizelge 2.7. AB‟nde standart dıĢı istihdam edilenlerin toplam istihdama oranı (%), 2012 ......................................................................................... 99 Çizelge 2.8. AB ülkelerinde sosyal koruma harcamalarının milli gelire oranı (%), 2006–2011 ............................................................................. 107 Çizelge 2.9. Sosyal koruma harcamalarının sigorta dalları arasında dağılımı (%) ................................................................................................. 108 Çizelge 3.1. Kent-kır ve cinsiyet ayrımında iĢgücüne katılma oranı(%),15+yaĢ . 189 Çizelge 3.2. Kent-kır ve cinsiyet ayrımında istihdam oranı (%), 15+yaĢ ............. 190 Çizelge 3.3. Ġstihdamın sektörel dağılımı (%), 15+yaĢ ........................................ 191 Çizelge 3.4. Eğitim düzeyine göre iĢgücüne katılma oranı (%) ........................... 194 Çizelge 3.5. Hanehalkı fertlerinin cinsiyet ve eğitim durumuna göre yoksulluk oranları ........................................................................................... 196 Çizelge 3.6. Ġstihdam edilenlerin sosyal güvenlik kuruluĢuna kayıtlılık durumu, Türkiye (bin kiĢi), 15+yaĢ ............................................................... 207 Çizelge 3.7. Seçim yıllarına göre parlamentodaki kadın milletvekili sayı ve oranları ........................................................................................... 213 Çizelge 3.8. Yerel yönetimlerdeki kadın sayısı ................................................... 214 Çizelge 3.9. Okuryazarlık durumuna göre engelli nüfus oranı (%), 6>=yaĢ ........ 224 xvi Çizelge Sayfa Çizelge 3.10. TamamlanmıĢ eğitim durumuna göre engelli nüfus oranı (%), 25>=yaĢ ....................................................................................... 225 Çizelge 3.11. ĠĢgücü durumuna göre engelli nüfus oranı, 12>=yaĢ .................... 227 Çizelge 3.12. Sosyal güvenliğe sahip olma ve kayıtlı olma durumuna göre engelli nüfus oranı (%) ................................................................. 229 Çizelge 3.13. SGK‟ya kayıtlılık durumuna göre engelli nüfus oranı (%).............. 230 Çizelge 3.14. YaĢ grubuna göre istihdam edilenler, 15+ yaĢ .............................. 232 Çizelge 3.15. Genel ve seçilen nüfus grupları için istihdam oranı, 2012............. 232 Çizelge 3.16. Çocuk iĢgücü temel göstergeleri (bin kiĢi) .................................... 243 Çizelge 3.17. Gençler için küresel iĢgücü piyasası göstergeleri,1998–2009 ...... 247 Çizelge 3.18. Türkiye‟de cinsiyete göre genel/genç iĢgücü piyasası göstergeleri (%), 2005–2013 ........................................................ 249 Çizelge 3.19. Türkiye‟de genel ve genç nüfusun iĢgücü durumu, 2013 .............. 254 Çizelge 3.20. Toplamda ve gençlerde kayıt dıĢı istihdam oranları (%), 2005– 2013 ............................................................................................. 255 Çizelge 3.21. Cinsiyete göre gençlerde kayıt dıĢı istihdam oranları, 2005– 2013 ............................................................................................. 256 Çizelge 3.22. Primsiz ödemeler (TL), Kasım 2011 ............................................. 267 Çizelge 3.23. Türkiye‟de kiĢisel gelir dağılımı ..................................................... 326 Çizelge 3.24. Yoksulluk sınırı yöntemlerine göre fertlerin yoksulluk oranları (%) ............................................................................................... 329 Çizelge 3.25. TÜĠK ve Dünya Bankası verilerine göre mutlak yoksulluk oranları, 2002 ve 2010 ................................................................. 330 Çizelge 3.26. Ġstihdam, iĢgücüne katılım ve iĢsizlik oranlarının AB–27 (15–64 yaĢ) ve Türkiye‟deki seyri, 2003–2012 ......................................... 333 Çizelge 3.27. Türkiye'de eğitim durumuna göre iĢgücüne katılma oranı, iĢsizlik Oranı................................................................................. 335 Çizelge 3.28. Sosyal koruma harcamalarının GSYH‟ye oranı (%) ...................... 339 Çizelge 3.29. Sosyal koruma harcamalarının sosyal güvenlik, sosyal yardım, sağlık hizmetlerine yönelik dağılımları, GSYH % ......................... 340 xvii Çizelge Sayfa Çizelge 3.30. Türkiye ve OECD ülkelerinde sosyal koruma harcamalarının geliĢimi ......................................................................................... 341 Çizelge 3.31. Türkiye ve AB‟nde sosyal koruma harcamaları (%) ...................... 342 xviii ġEKĠLLER LĠSTESĠ ġekil Sayfa ġekil 2.1. Satın alma gücü paritesine göre kiĢi baĢına GSYĠH (AB 27=100) ........ 85 ġekil 2.2. AB‟ye üye ülkelerde yoksulluk riski oranı, 2012 .................................... 87 ġekil 2.3. Yoksulluk riski açığı (%), 2012 .............................................................. 91 ġekil 2.4. AB‟ye üye ülkelerde iĢsizlik ve uzun süreli iĢsizlik oranları (%), 2012 ...................................................................................................... 95 ġekil 2.5. AB‟ye üye ülkelerde çalıĢanlar ve iĢsizler için yoksulluk riski oranı(%), 2012 ...................................................................................... 97 ġekil 2.6. AB‟nde eğitim, iĢsizlik, yoksulluk iliĢkisi, 2012 .................................... 101 ġekil 2.7. AB‟ye üye ülkelerde okul terk oranları (%), 2012 ................................ 102 ġekil 2.8. Okuma becerileri bakımından 15 yaĢ grubu düĢük performanslı öğrenciler (%)* .................................................................................... 103 ġekil 2.9. AB üyesi ülkelerde doğuĢtan sağlıklı yaĢam süresi beklentisi, 2012 .. 104 ġekil 2.10. AB‟ye üye ülkelerde sağlık harcamalarının GSYH‟ya oranı (%) ........ 105 ġekil 2.11. AB üyesi ülkelerin toplam aktif iĢgücü piyasası politikaları harcamaları....................................................................................... 124 ġekil 3.1. Gençlerin eğitim durumuna göre iĢgücüne katılma oranı (%), 2013 ... 250 ġekil 3.2. Gençlerin eğitim durumuna göre iĢsizlik oranı (%), 2013 .................... 252 ġekil 3.3. Gençlerin eğitim durumlarına göre kayıt dıĢı istihdam oranları, 2013 . 257 ġekil 3.4. AB üyesi ülkeler ile Türkiye‟de Gini katsayısı ...................................... 328 ġekil 3.5. AB üyesi ülkeler ile Türkiye‟de yoksulluk oranı (%) ............................. 331 xix KISALTMALAR Bu çalıĢmada kullanılmıĢ kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda sunulmuĢtur. Kısaltmalar Açıklama AB Avrupa Birliği AGĠP Avrupa Göç ve Ġltica Paktı AĠS Avrupa Ġstihdam Stratejisi AĠY Açık ĠĢbirliği Yöntemi ASF Avrupa Sosyal Fonu Bkz. Bakınız CEEP Avrupa Kamu TeĢebbüsleri Birliği ÇSGB ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı DPT Devlet Planlama TeĢkilatı EC Avrupa Komisyonu ETUC Avrupa Sendikalar Konfederasyonu EUROSTAT Avrupa Ġstatistik Ofisi FAO Gıda ve Tarım Örgütü GSMH Gayrisafi Milli Hasıla GSYĠH Gayrisafi Yurtiçi Hasıla HHBA Hanehalkı Bütçe Anketi IILS Uluslararası Emek AraĢtırmaları Enstitüsü ILO Uluslararası ÇalıĢma Örgütü IMF Uluslararası Para Fonu IOM Uluslararası Göç Örgütü ĠGE Ġnsani GeliĢme Endeksi KOBĠ Küçük ve Orta Ölçekli ĠĢletmeler KSGM Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü md madde OECD Ekonomik ĠĢbirliği ve Kalkınma Örgütü OYAK Ordu YardımlaĢma Kurumu ÖZĠDA Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı PISA Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı xx Kısaltmalar Açıklama R.G. Resmi Gazete SEK Ġsveç Kronu SGK Sosyal Güvenlik Kurumu SHÇEK Sosyal HizmetlerveÇocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü SSK Sosyal Sigortalar Kurumu STK Sivil Toplum KuruluĢu SYDGM Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Genel Müdürlüğü TĠSK Türkiye ĠĢveren Sendikaları Konfederasyonu TÜĠK Türkiye Ġstatistik Kurumu TÜRK-Ġġ Türkiye ĠĢçi Sendikaları Konfederasyonu TÜSĠAD Türkiye Sanayiciler ve ĠĢadamları Derneği UNDP BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı UNESCO BirleĢmiĢ Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNICE Avrupa Topluluğu Sanayileri Birliği Vol Volume (Cilt) WHO Dünya Sağlık Örgütü 1 GĠRĠġ Sosyal dıĢlanma kavramı, karmaĢık ve çok boyutlu bir süreci ifade etmektedir. Sosyal dıĢlanmayı kültürel bir süreç olarak değerlendirenler olduğu gibi ekonomik süreçlerle ilgili bir olgu olarak değerlendirenler de bulunmaktadır. Kavramı ortaya çıkaran nedensel bağlar düĢünüldüğünde; ekonomik yetersizlik, sosyal iliĢkilerin bozulması, sosyal korumadan yoksunluk ve kurumsal iliĢkilerden dıĢlanma gibi süreçler akla gelmektedir. Literatürde de sosyal dıĢlanma ele alınırken, bu unsurlardan bir tanesine ya da hepsine birden vurgu yapıldığı görülmektedir. Toplumsal bütünleĢmeyi sağlayan alanlardan birinden yoksun olma diğer alanlardan da yoksunluğu getirmekte, ekonomik alandan dıĢlanma aynı zamanda sosyal, siyasal veya kültürel süreçlerden de dıĢlanmaya yol açabilmektedir. Kökeni 1960‟lı yıllara uzanan sosyal dıĢlanma kavramı 1980‟lerde ortaya çıkan neoliberal politikaların etkisiyle tüm dünyada oldukça tartıĢılan bir konu haline gelmiĢtir. 1980‟li yıllardan itibaren dünyanın hemen her yerinde uygulanan yeni liberal politikalar, giderek derinleĢen sosyal krize yol açmıĢtır. Bu yıllarda özellikle Avrupa Birliği‟nde iĢsizliğin artıĢı ve uzun süreli hale gelmesi ile birlikte sosyal korumanın azaltılması, yoksulluğun artmasına ve buna paralel olarak de geniĢ toplum kesimlerinin sosyal dıĢlanma olgusu ile karĢılaĢmalarına neden olmuĢtur. Kapitalist üretim sürecinin yeniden yapılanma aĢamasına geldiği yıllar olan 1980‟ler, sosyal sorunların da su yüzüne çıktığı yıllardır. Literatürde, bu noktada sosyal eĢitsizliklerin sadece yoksullukla açıklanamayacağı, ortada çok boyutlu bir yoksunluk süreci olduğu ve yeni bir kavramsallaĢmaya gidilmesi gerektiği konusunda görüĢ birliği söz konusudur. Sosyal dıĢlanmayı yeni bir kavram olarak görmeyip, yoksulluğun farklı bir görünümü olarak değerlendirenler bulunmakla birlikte, sosyal dıĢlanmanın yoksulluktan farklı, daha geniĢ kapsamlı, çok boyutlu ve dinamik bir süreç olduğunu ifade edenler de bulunmaktadır (Tokol, 2012: 152). Gençler, göçmenler, 2 azınlıklar, çocuklar gibi sosyal dıĢlanma yaĢayan bazı kiĢiler yoksul olmamakla birlikte toplumdan dıĢlanabilmektedirler. Dolayısıyla dıĢlanmıĢ kiĢilerin her zaman yoksul kiĢiler olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. (Sapancalı, 2005: 58). DıĢlanmıĢ kiĢilerin her zaman yoksul olmamalarından hareketle sosyal dıĢlanmanın, yoksulluğu kapsayacak nitelikte geniĢ bir kavram olduğunu ve yoksulluğun her zaman sosyal dıĢlanmaya neden olmayacağını söylemek de yanlıĢ bir ifade olmayacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki, sosyal dıĢlanmanın en belirgin görünümü yoksulluk Ģeklinde kendini göstermektedir. Yoksulluğun, ölçülebilir, hesaplanabilir veriler üzerinde ortaya konabilme niteliği, sosyal dıĢlanma değerlendirmelerinde yoksulluğun dikkate alınan ilk faktör olması sonucunu doğurmaktadır (Sapancalı, 2005: 68). Adaman ve Keyder (2006:9)'e göre, sosyal dıĢlanma, yoksulluk hallerini de içeren ama onun tek boyutluluğunu ve anlık niteliğini aĢan bir kavram olarak ele alınabilir. Bu çerçevede sosyal dıĢlanma; ekonomik, mekânsal, kültürel ve politik dıĢlanma gibi boyutlarda kendini gösterebilmektedir. Bu boyutlar çoğu zaman içiçe geçmiĢ ve birbirinin etkisini artıran bir Ģekilde ortaya çıkabilmektedir. DıĢlanma, bir süreç olarak bu çeĢitli boyutlar ve bunlar arasındaki dinamikler dikkate alınarak incelenmelidir. Kavram 1974 yılında ilk defa Lenoir tarafından ortaya atıldığında, ekonomik bir nedenselliğe bağlı olarak tanımlanmamıĢ, yalnızca toplumsal iliĢkilerin azalması bağlamında bir dıĢlanma sürecinden ve toplumun dıĢında kalmıĢlardan söz edilmiĢtir. Bireyin toplumla iliĢkilerinin zayıflamasına vurgu yapan Lenoir, bu grupların sosyal güvenceden de yoksun olduğunu belirtmiĢtir (Silver, 1994: 63). Sosyal dıĢlanma literatüründe önemli bir yer taĢıyan Silver'ın üç paradigması aslında konunun ne kadar karmaĢık olduğunun da kanıtıdır. Silver, dıĢlanmayı açıklayabilmek için üç paradigma geliĢtirmiĢ ve bunları refah devleti tipolojisine uygun bir Ģekilde ayrıĢtırmıĢtır. Bunlardan dayanıĢma paradigması, Durheimcı bir anlayıĢla toplumla birey arasındaki ahlaki ve kültürel bağların zayıflaması veya kopmasını dıĢlanmanın sebebi olarak belirlemiĢ, toplumdaki "biz" duygusunun kırılması ve anominin ortaya çıkmasına vurgu yapmıĢtır. Muhafazakâr-korporatist 3 refah devleti tipine denk düĢmektedir. Bu paradigma sınıfsal bir çözümlemeyi göz ardı etmektedir. UzmanlaĢma paradigmasının dayandığı düĢünce Anglo-saxon liberalizmdir ve dıĢlanma, uzmanlaĢmanın, sosyal farklılaĢmanın, iĢgücünün ekonomik bölünmesinin ve sınıfsal ayrımlaĢmanın bir sonucu olarak görülmektedir. DıĢlanma bu paradigmaya göre, sosyal alanlar arasındaki serbest geçiĢ ortadan kalktığında ortaya çıkar. Klâsik liberal görüĢe atfen, alanlar arasında geçiĢ yapmak bireyin elindedir vurgusu yapılmaktadır (Silver, 1994:542,570). Son paradigma olan tekelci paradigma ise; sosyal demokrat Avrupa geleneğine uygun olarak, dıĢlanmayı grup tekelinin oluĢmasının bir sonucu olarak görmektedir. Tekelci paradigma, ağırlıklı olarak Weber‟in çalıĢmalarına dikkat çekmekte ve özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde ve her ne kadar son yıllarda liberal geleneğin etkisi altında kalmıĢ olsa da Ġngiltere‟de de etkili olmaktadır. Liberal gelenekten farklı olarak, sosyal sistemin oluĢumunda hiyerarĢik güç iliĢkileri üzerinde durmaktadır. Toplumu kaynakların farklı gruplarca kontrol edildiği bir hiyerarĢik yapı olarak görür. Ġçerdekiler kendi alanlarını dıĢarıdakilere karĢı, giriĢe engeller ve sınırlamalar koyarak korurlar (Silver, 1994:542; Sapancalı, 2005: 53). Silver'ın kavramsallaĢtırması sosyal dıĢlanmaya farklı bir açıdan bakmak konusunda iĢlevsel bir rol oynamıĢtır. Ancak oluĢturulan paradigmaların, farklı toplumlara ve kültürlere uygun olarak bazı sonuçlara varılmıĢ olan ideal biçimler olduğu söylenebilir (Sapancalı, 2005: 48). Sosyal dıĢlanmanın boyutları ve dıĢlanmayla mücadeleye yönelik oluĢturulan sosyal politika önlemleri ülkeden ülkeye farklılık arz etmektedir. O ülkede ortaya çıkan sosyal dıĢlanmanın biçimine ve nedenine uygun olarak aynı doğrultuda bir içerme politikası oluĢturmak gerekmektedir. Örneğin Fransa'da toplumla sosyal ve kültürel bağların kopması olarak bakılan sosyal dıĢlanma, Ġngiltere'de gelir adaletsizliğine bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun olarak ele alınmaktadır. Amerika'da ise "alt sınıf kavramı geliĢtirilmiĢ, bu grup yoksullardan farklı bir kesimi iĢaret etse de, aynı yoksullar gibi bunların da topluma ve sisteme eklemlenmesi için "workfare"(çalıĢtırma) politikaları önerilmiĢtir. Bu yaklaĢıma göre, refah ödemeleri ve sosyal politikalar bağımlılık kültürünü arttırmakta ve çalıĢmama 4 eğilimini güçlendirmektedir. Buna karĢılık çalıĢma karĢılığı asgari gelir garanti eden "workfare" ise, iĢsizleri en kötü koĢullarda ve güvencesiz iĢlerde bile çalıĢmaya zorlamaktadır. Bu yaklaĢıma göre kiĢi iĢsizse, bunun sorumlusu kendisidir. Bütün bu yaklaĢımlar sosyal dıĢlanmayı farklı boyutları ile değerlendirmekte, konuyu kendi dünya görüĢlerine göre kavramsallaĢtırmaktadırlar. Aslında sosyal dıĢlanmayı oluĢturan unsurlar arasında diğerlerini de belirleyenin ekonomik yetersizlik olduğu söylenebilir. Ekonomik olarak yetersiz bir birey, ihtiyaçlarını karĢılayacak ve asgari bir yaĢam standardını sağlayabilecek gelirden yoksundur. Bununla iliĢkili olarak sağlık, eğitim, konut ve diğer tüm ihtiyaçlara ulaĢması da gelire bağlıdır. Yeterli geliri olmayan kiĢi, eğitim olanaklarına ulaĢamayacağından, ileride iĢ bulmasına olanak sağlayacak imkândan yoksun kalacaktır. Bu da döngüsel olarak yine gelir yoksunluğuna ve yetersizliğine yol açacaktır. Eğer kiĢi iĢsizse, çalıĢma aracılığıyla kurduğu sosyal iliĢkilerden de yoksun kalacaktır. Sosyal güvenlik mekanizmalarına eriĢemez duruma gelecek, giderek toplumla kurduğu bağlar zayıflayacaktır. Sosyal dıĢlanma ve "yapabilirlik yoksunluğu" arasında bağlantı kuran Amartya Sen (2000:5) de bu iliĢkisel özellikleri vurgulamıĢtır. Sen'e göre, sosyal dıĢlanma yapabilirlik yoksunluğunu biraz daha geniĢleten bir kavramdır. Yapabilirlik yoksunluğu sonucu toplumsal yaĢama katılamama sosyal dıĢlanmayı oluĢturabilmektedir. KüreselleĢmenin ortaya çıkardığı sorunlar çerçevesinde sosyal politika literatürüne 1990‟lı yılların sonundan itibaren hızlı bir giriĢ yapan sosyal dıĢlanma olgusu, sadece o bireyi değil, içinde yer aldığı toplumun tümünü etkileyen bir olguya dönüĢmüĢtür ve bu nedenle her geçen gün daha fazla önem arz etmektedir. 1990‟lı yıllarda Avrupa Birliği‟nin merkezi politika konularından biri haline gelen sosyal dıĢlanmanın 1990‟ların ortalarından bu yana sosyal Avrupa Birliği sosyal politikası ile entegrasyonuna yönelik adımlar atılmaya baĢlanmıĢtır. 1990‟lı yıllar itibariyle sosyal dıĢlanma ile mücadele sürecini baĢlatan Avrupa Birliği Komisyonu sosyal dıĢlanmanın kurumsal/yapısal nedenlerini, iĢgücü piyasasında değiĢim, bilgi teknolojisinde geliĢmeler ve bilgi toplumunun geniĢlemesi, sosyo-demografik değiĢiklikler ve ekonomik ve sosyal geliĢmelerin, 5 bölgesel ve coğrafi ön yargılar ile kutuplaĢmalar oluĢturması olmak üzere dört grupta ele almaktadır (Tokol,2012:153). Ancak neo liberal politikaların etkisiyle iĢgücü piyasasında yaĢanan esneklik ve kuralsızlaĢtırmaya yönelik uygulamaların sosyal dıĢlanmanın temel nedeni olduğu görülmektedir (Çakır,2002:89). ĠĢsizliğin artması, esnek çalıĢma biçimlerinin artıĢı ekonomik dıĢlanmaya sebep olarak, toplumsal yaĢamın diğer tüm safhalarında da dıĢlanmayı beraberinde getirmektedir. Sosyal dıĢlanma, görünüm biçimleri ve nedenleri doğrultusunda ele alındığında gençler, kadınlar, göçmenler, mülteciler, engelliler, suçlular, emekliler, vasıfsız iĢçiler, mevcut iĢgücü piyasası koĢullarında yer bulamayanlar, eğitim sisteminden ayrılmıĢ veya tamamlamıĢ olup gelir getirici bir iĢi olmayanlar, tek ebeveynli aileler sosyal dıĢlanma riski yüksek olan grupları oluĢturmaktadır (Çakır,2002:95). Kapitalizmin değiĢen koĢullara göre biçim değiĢtirmiĢ bir alt kavramı olan küresel kapitalizm çağıyla, bir baĢka deyiĢle küreselleĢme süreciyle birlikte, aslında hep var olan eĢitsizlik, yoksulluk, yoksunluk ve güvencesizlik gibi sorunlar, zenginlerin daha da zenginleĢmesi, yoksulların ise daha da yoksullaĢması ile önü alınamaz boyutlara gelmektedir. Neoliberal politikalar, sosyal devletin tasfiyesi ile birlikte, sosyal politikaların kapsamını daraltmakta, ortaya yeni kavramlar atarak, dikkatleri farklı yöne çekmektedir. Günümüzde gerek geliĢmiĢ ülkeler, gerekse geliĢmekte olan ülkelerde en büyük sorunlardan biri, toplum dıĢına itilen kimselerdir. Neoliberal politikalar, sosyal devletin tasfiyesiyle birlikte sosyal politikaların kapsamını daraltmakta, bu Ģekilde çalıĢma refahı, sosyal diyalog, sosyal dayanıĢma giderek asgari düzeye inmekte, yoksulluğu azaltma ve fırsat eĢitliği stratejileri azalmakta, toplumsal cinsiyetçilik kamusal alanda daha yoğun olarak yaĢanmaktadır. Sanayi devriminden beri var olan yoksulluk, eĢitsizlik ve sömürü gibi sorunların 1970'lerden sonra sosyal dıĢlanma baĢlığı altında ortaya çıkması, neoliberal politikaların dünyanın her yerinde sosyal krizlere yol açmasıyla birlikte olmuĢtur. Bu yıllarda özellikle Avrupa Birliği'nde de iĢsizlik çok yüksek boyutlara ulaĢmıĢ ve 6 hükümetlerin bu konuda önlemler alma giriĢimleri yaygınlaĢmıĢtır. Sosyal dıĢlanma tehdidine karĢı sosyal içerme politikaları geliĢtirme zorunluluğu doğmuĢtur. Pek çok olumlu ilerlemeye rağmen AB‟nin hala sosyal dıĢlanma sorununu yaĢıyor olması nedeniyle AB‟nin konuya yaklaĢımı ve ürettiği çözüm önerileri son derece önemlidir. Yine, Türkiye‟nin de Birliğe tam üye olmaya aday bir ülke olması, benzer sorunları yaĢıyor olması açısından da, AB‟nin bu konudaki çözüm arayıĢları daha da anlamlı kılmaktadır. Söz konusu bu çalıĢmanın amacı, Türkiye ve Avrupa Birliği ülkelerindeki, küreselleĢme sürecinde değiĢen ve sorgulanması gereken toplumsal iliĢkilerde önemi artan sosyal dıĢlanma olgusunun analizi ile AB‟ne uyum sürecinde ülkemizde sosyal dıĢlanmayı önleyici politikaların değerlendirilmesidir. Bu amaçla öncelikle literatür taraması yapılmıĢtır. Daha sonra AB‟ndeki ve ülkemizdeki mevcut ekonomik ve sosyal durum ortaya konularak, ülkemizde AB‟ne uyum sürecinde sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik uygulanan sosyal içerme politikaları değerlendirilmiĢtir. Bu çerçevede çalıĢmanın birinci bölümünde, sosyal dıĢlanmanın kavramsal çerçevesi ele alınmıĢtır. Sosyal dıĢlanma kavramının tarihsel geliĢimi ile kavramın tanımı, özelliklerine değinilmiĢ, sosyal dıĢlanmanın ekonomik, toplumsal ve siyasal biçimlerine yer verilmiĢtir. Bu bağlamda, iĢgücü piyasasından dıĢlanma, evsizlik, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlikten dıĢlanma ile siyasal dıĢlanma boyutları ele alınmıĢtır. ÇalıĢmanın diğer iki bölümünde, sosyal devletin giderek gerilemesi ile beraber, bu sürecin nasıl geliĢtiğine ve bu konudaki çözüm arayıĢlarına değinilmiĢtir. Bu doğrultuda; ikinci bölümde, Avrupa Birliği‟nde sosyal dıĢlanma olgusu ele alınarak, mevcut durum çoğunluğu itibariyle Avrupa Ġstatistik Ofisi EUROSTAT‟ın göstergelerinden yararlanılarak ortaya koyulmuĢ ve AB‟nin sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik politikalarından bahsedilmiĢtir. EUROSTAT‟da AB‟ne en son üye olan Hırvatistan‟a iliĢkin verilerin yetersiz olması nedeniyle söz konusu çalıĢma kapsamında Avrupa Birliği 27 üye ülke olarak ele alınmıĢtır. 7 Üçüncü bölümde AB‟ne uyum sürecinde sorunun ülkemizdeki boyutu ele alınmıĢtır. Bu doğrultuda, öncelikle sosyal dıĢlanma riski altındaki bazı gruplar (kadınlar, engelliler, yaĢlılar, çocuklar ve gençler) ve sosyal durumları irdelenmiĢtir. Daha sonra ise, sosyal dıĢlanmanın önlenmesi, dıĢlanmıĢların topluma katılımlarını sağlayacak politikalar üzerinde durulmuĢ ve Türkiye‟de sosyal dıĢlanmayı önleyici politikalar değerlendirilmeye çalıĢılmıĢtır. 8 9 1. BÖLÜM SOSYAL DIġLANMANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESĠ 1.1. Sosyal DıĢlanma Kavramı 1.1.1. Sosyal DıĢlanmanın Tarihsel ve Kavramsal GeliĢimi Sosyal dıĢlanma kavramı, ilk olarak 1960‟lı yıllarda Fransa‟da dile getirilmiĢ, 1970‟li yıllarda iktisadi kriz ve resesyon ile birlikte, tüm dünya ülkelerinin dikkatini çeken bir kavram haline gelmeye baĢlamıĢtır. 1974 yılında Fransa‟nın sosyal iĢlerden sorumlu Devlet Bakanı Rene Lenoir, Fransız toplumunun onda birinin toplumdan dıĢlanmıĢ olduğunu belirterek, dıĢlanmıĢ olan grupları zihinsel ve fiziksel engelliler, suç iĢleyenler, hasta ve bakıma muhtaç yaĢlılar, istismar edilen çocuklar, uyuĢturucu ebeveynler, madde problemli aileler, bağımlıları, intihara marjinal-asosyal meyilli insanlar ve insanlar, yalnız diğer “sosyal uyumsuzluk” içindeki insanlar olarak nitelendirmiĢtir (Silver,1994:532). Fransa‟nın gerek sosyalizmi gerekse liberalizasyon temelli bireyciliği kabul etmeyip, toplumsal entegrasyon kaynaklı bir sosyal refah devleti anlayıĢını benimsemesi, sosyal dıĢlanma kavramının ilk olarak Fransa‟da dillendirilmesinin en önemli gerekçelerinden biri olarak gösterilir (de Haan, 2000). 1980‟li ve 1990‟lı yıllar süresince Fransa dıĢındaki diğer Avrupa ekonomilerinde, iĢsizlik, yoksulluk ve marjinalliğin yeni biçimleri iktisadi, teknik ve sosyal değiĢiklikleri etkilediği gibi, refah devleti sistemlerinin de düzenleyici kapasitesini çözmeye baĢlamıĢtır. Böylece sosyal dıĢlanma kavramı Fransa‟nın ötesine geçerek, Ġngiltere‟nin ve kıta Avrupası‟nın sosyal politika söylemlerine girmiĢtir. Bugün sosyal dıĢlanma, Avrupa Birliği sosyal politikasının odak noktası haline gelmiĢtir. Sosyal dıĢlanmanın iyileĢtirilmesi (yok edilmesi değil), Avrupa Birliği‟nin stratejik hedef, program ve politikalarının pek çoğunda yer almaktadır (Abrahamson,2003:281-285). Sosyal dıĢlanmanın sosyal ve siyasi problemlere neden olacağı gerekçesiyle 1990‟lı yılların baĢında “Sosyal DıĢlanmayla Mücadelede Ulusal Politikalar Rasathanesi” kurulmuĢ ve söz konusu deyim, yerel 10 sınırları aĢarak küresel cephede tartıĢma zemini bulmuĢtur (Room,1999:166). Ayrıca yoksulluk ile mücadelede halihazırdaki literatür geniĢleyerek sosyal dıĢlanmayı da içerebilecek bir yeniden yapılanma sürecine girilmiĢtir (Hobcraft, 2002:62-83). AB‟nin 1995 yılından sonra yoksulluk bağlamındaki stratejik plan ve programlarına bakıldığında, sosyal dıĢlanma temel kavram olarak üst sıralarda yer almaya baĢlamıĢtır. Fransız kökenli dıĢlanma yaklaĢımı genellikle sosyal ve kültürel boyutta ele alınırken, Ġngiliz kökenli yaklaĢımda ise; daha yaygın biçimde iktisadi ve gelir adaletsizliğinin yaĢandığı alanlarda yer bulmaktadır. Buradan hareketle, hem Fransız hem de Ġngiliz kökenli dıĢlanma algılamaları, Sosyal DıĢlanmayla Mücadelede Ulusal Politikalar Rasathanesi‟nde bir araya getirilmiĢ ve insan hakları kavramını kullanmak suretiyle Fransız ve Ġngiliz gelenekleri uzlaĢtırılmaya çalıĢılmıĢtır (Atkinson,2000:1040). Maastricht ve Amsterdam AntlaĢmalarında da sosyal dıĢlanma ile mücadele faaliyetlerine yer verilmiĢtir. AB‟de sosyal dıĢlanma terimi, eĢitsizlik, ayrımcılık, iĢsizlik ve istihdam politikalarıyla birlikte ele alındığı gibi, uzun vadeli iĢsizlerin, vasıf seviyesi düĢük iĢgücünün ve mültecilerin sorunlarıyla da iliĢkilendirilerek kapsamı geniĢletilmiĢtir (de Haan,2000:24; Sapancalı,2005:16). AB‟nin sosyal politika açısından belirlemiĢ olduğu en önemli amaçları, sosyal dıĢlanma ve yoksulluk ile mücadele, iĢgücü piyasalarına katılımın artırılması ve ayrımcılığın/eĢitsizliğin bertaraf edilmesi olarak ifade edilebilir (Yepez del Castillo, 1994:614-617). Avrupa Konseyi‟nin 1961 yılında ortaya koyduğu, 1996 yılında da revize edilerek geniĢletilmiĢ olan Avrupa Sosyal ġartı, sosyal politikaya gerçek anlamda Avrupa‟ya özgü bir yaklaĢım getirmektedir. YaklaĢımın temel özelliğini, hak vurgusunda ve sosyal dıĢlanma kavramında bulmak mümkündür. Bu doğrultuda, özel konumları nedeniyle topluma eĢit vatandaĢlar olarak katılmakta zorlananların problemlerine yönelik uygulamalar, bir haklar dizisi olarak gündeme gelmektedir. Hak kavramı, doğal olarak, devlet- vatandaĢ iliĢkisi içinde ortaya çıkmakta ve siyasi yetki organlarının sorumluluklarını da gündeme getirmektedir. Bu bağlamda sözü edilen önlemler, tek tek bireylerin, iĢletmelerin ya da sivil toplum 11 kuruluĢlarının iyi niyetli tavırlarının ötesinde, politik yetki mercilerinin yasal düzenlemelerle geliĢtirdikleri önlemlerdir. Ayrıca, sözü edilen önlemler ferdin sorumluluklarının ve bu sorumlulukları yerine getirebilmesi için ferde verilen desteğin ötesinde, sosyal içerme‟yi (social inclusion) gerçekleĢtirmek üzere üstlenilmesi gereken bir siyasi sorumluluk bilincini yansıtmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Avrupa yaklaĢımıyla ABD‟de geçerli olan yaklaĢım arasında esaslı bir fark bulunmaktadır. Avrupa‟da hak söylemi içinde beliren siyasi sorumluluk vurgusu, ABD‟de Ģahsi sorumluluk vurgusuyla Ģekillenen sosyal siyaset ortamından oldukça farklı bir ortamın varlığına iĢaret etmektedir. Avrupa Sosyal ġartı‟nın getirmiĢ olduğu ilkelerin ötesinde, sosyal siyasetin kurumsal çerçevesi açısından, Avrupa seviyesinde tam bir uzlaĢma sağlandığını söylemek güçtür; ancak, 2000 yılında Lizbon Stratejisi‟nin gündeme gelmesiyle birlikte bu yönde önemli adımlar atılmıĢtır. Lizbon yaklaĢımının temel özelliği, Avrupa‟nın “küresel bilgi toplumunun yüksek rekabet gücüne sahip, önde gelen bir aktörü haline gelmesi” Ģeklinde ifade edilen iktisadi hedeflerle, “herkese en yüksek düzeyde sosyal güvence sağlayarak sosyal içermeyi gerçekleĢtirmek” Ģeklinde ifade edilen sosyal hedefleri aynı düzeyde ele almasıdır. Bu oldukça önemlidir; ama aynı zamanda iktisadi ve sosyal hedefler arasında bir gerilimin olduğu ve bu gerilimin Avrupa içinde ciddi tartıĢmalara yol açtığı da bir gerçektir. Neo–liberal piyasa ekonomisi savunucuları, her yerde olduğu gibi Avrupa‟da da, asıl olanın iktisadi gerçeklik olduğunu, sosyal hakların ancak yüksek rekabet gücü amacıyla çeliĢmedikleri ölçüde geçerlilik taĢıdıklarını öne sürmektedirler. Buna karĢılık, sosyal hakları ciddiye alan kesim ise, sosyal dıĢlanma tehlikesine karĢı toplumu bir arada tutan sosyal tedbirlerin iktisadi hedeflerin gerisine itilemeyeceklerini ve ekonomik kaygıların sosyal hakların güçlenmesi yönündeki ilerlemeyi yavaĢlatmamaları gerektiğini savunmaktadırlar (Buğra, 2007:78-79). Lizbon Stratejisi‟nde aksayan yanların yeniden yapılanması süreciyle birlikte, Açık EĢgüdüm Yöntemi adı verilen bir yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntemle, Birlik‟e üye ve aday ülkelerdeki sosyal siyaset uygulamaları arasında, Birlik Sosyal dıĢlanma kavramının zıttı olan bu terim, dilimize genel olarak sosyal içerme Ģeklinde tercüme edildiği gibi, sosyal içericilik biçiminde tanımlamaya yer veren kaynaklar da mevcuttur. Sosyal içerme/içericilik kavramını, sosyal dıĢlanmaya maruz kalan birey veya grupların iktisadi ve toplumsal yaĢamda yer almalarına engel olan faktörlerin ortadan kaldırılarak, yaĢam düzeylerinin toplum içerisinde kabul edilebilir bir düzeye getirilmesi ve toplumla bütünleĢmelerinin sağlanması Ģeklinde tanımlamak mümkündür. 12 seviyesinde net bir Ģekilde tanımlanmıĢ belirli göstergelere dayanılarak, yine Birlik seviyesinde tanımlanan hedeflere doğru bir uyum sağlanması amaçlanmaktadır. Örneğin, yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik çalıĢmalar bağlamında bir dizi gösterge belirlenmekte ve üye ülkelerden kendi ülkelerinde var olan durumu ortaya koyabilmek üzere söz konusu göstergelere uygun istatistikî seriler hazırlamaları ve bu seriler temelinde Ulusal Eylem Planları yapmaları istenmektedir. Daha sonra, ülkelerin bu planlar çerçevesinde sağladıkları ilerlemeler, müĢterek platformlarda birbirleriyle karĢılaĢtırılarak, sürekli bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır (Buğra,2007:79; EC Report,2001:59). Bu durum, hem belirli bir izleme hem de ülkelerin birbirlerinin tecrübelerinden faydalanmalarını sağlayan bir yaklaĢımı ortaya koymaktadır. Sosyal dıĢlanmanın Avrupa‟daki seyri ele alınırken, Ġngiltere‟ye ayrıca değinmek gerekmektedir. Çünkü sosyal dıĢlanmaya karĢı geliĢtirilen politikaların ortaya çıkmasını sağlayan ve bu politikaların kurumsal zeminde geliĢmesine vesile olan ülkelerin baĢında Ġngiltere gelmektedir. ġöyle ki; 1997 yılında ÇalıĢma Bakanlığı‟nca kurulan Sosyal DıĢlanma Ünitesi, Sosyal ıĢlanma Çözümleme Merkezi ve kendisine bağlı Kabine Bürosu, sosyal dıĢlanmayla ilgili politikaların koordinasyonunu temin etme ile katılım sorunlarına yönelik politikaları birleĢtirme amaçlarını taĢımaktadır. Kavram, Avrupa‟da değiĢik biçimlerde kullanılmaktadır. Ġngiltere‟deki kullanımı çoğunlukla Anglo–Sakson liberal bireyselcilikten kaynaklanmaktadır. Fransız kökenli bir kavram olmasına rağmen, Amerikan refah reformu örnekleri, Ġngiliz sosyal politika tartıĢmalarında çok daha fazla etkili olmuĢ gibi görünmektedir. Fransız düĢünce ise, özellikle sol kanatlı hükümet ile güçlü bir Ģekilde ulusal dayanıĢmacı değerler üzerine inĢa edilmiĢtir (Sapancalı, 2005:18). Ünite, 1998 yılından itibaren çeĢitli alanlarda yer alan dıĢlanma olasılığı bulunan kitleler hakkında raporlar hazırlamaktadır. Birim tarafından hazırlanan raporların baĢlıkları Ģunlardır; Rough Sleeping (Sokakta Yatıp Kalkanlar) (1998); Neighbourhood Renewal (Yenilenen KomĢuluk ĠliĢkileri) (1998/2000/2001); Teenage Pregnancy (Genç Hamilelik) (1999); Bridging the Gap- New Opportunities for 16-18 years old in Education, Employment or Training (Açığın Kapanması: 16 – 18 yaĢ arası gençlere Eğitim, Öğretim ve Ġstihdamda Yeni Fırsatlar) (1999) ve Truancy and School Exclusion (Okuldan Kaçma ve Okuldan DıĢlanma) (1998), Cabinet Office, UK, The Social Exclusion Unit Leaflet, Cabinet Office, London, 2001. http://www.cabinet-office.gov.uk. 13 1.1.2. Sosyal DıĢlanmanın Tanımlanması Dünyanın hemen her yerinde 1980‟li yıllardan itibaren uygulanan yeni liberal politikalar giderek derinleĢen bir sosyal krize yol açmıĢtır. Tüm dünyada iĢsizliğin artıĢı ve uzun süreli hâle geliĢi ile birlikte sosyal korumanın azaltılması, yoksulluğun artıĢına ve bu sürece paralel olarak da geniĢ toplum kesimlerinin sosyal dıĢlanma denilen bir olgu ile karĢılaĢmalarına neden olmuĢtur. Uzun süreli iĢsizliğin ve a-tipik istihdam biçimlerinin yaygınlaĢması, sosyal korumanın ve sosyal hizmetlerin daraltılması ve azaltılması, mutlak ve göreli anlamda yoksulluğun artması ve demokratik katılımın zayıflaması ile bağlantılı çok yönlü dinamik bir süreç olarak beliren sosyal dıĢlanma, küresel bir olgu olmakla birlikte, sosyal politika yazınına “Avrupalı” bir kavram olarak girmiĢtir (Erdoğdu,2004). Daha önce de belirtildiği gibi, sosyal dıĢlanma kavramı ilk olarak yetmiĢli yıllarda Fransa‟da gündeme gelmiĢ, seksenli yıllardan itibaren ise tüm dünyada kullanılan bir kavram hâline dönüĢmüĢtür. Doksanlı yıllarda Avrupa Birliği içinde iĢsizlik oranlarındaki artıĢ, artan uluslararası göç ve refah devletinin gerilemesi gibi yükselen sosyal kökenli sorunlar, kavram üzerindeki ilgiyi önemli ölçüde artırmıĢtır. Sosyal dıĢlanmanın çok çeĢitli boyutta olması, bunun da sosyal bölünme tehlikesi ve sosyal patlama rizikosunu artırması, ayrıca dıĢlanmaya neden olan mekanizmaların karmaĢıklığı nedeniyle çözüm yollarının geliĢtirilmesinin son derece güç olması, dıĢlanmayı günümüzde pek çok ülkenin en temel sosyal politika tartıĢmalarının odağına taĢımıĢtır (Sapancalı,2005/3:52). Avrupaî bir kavram olarak zikredilen terim, kimi bireylerin toplumun dıĢına itildikleri ve yoksulluklarının etkisiyle veya temel becerilerinin ve yaĢam boyu öğrenme fırsatlarının yetersizliği yüzünden ya da ayrımcılığın bir sonucu olarak tam katılımdan alıkonuldukları bir süreci ortaya koyar. Bu süreç, onları sosyal iliĢkilerden ve istihdam, gelir, eğitim ve meslekî eğitim fırsatlarından uzaklaĢtırmaktadır. Aynı zamanda sosyal dıĢlanma kıskacında yer alan grupların, güç ve karar alma organlarına eriĢimleri sınırlıdır ve genellikle bu gruplar, kendilerini güçsüz hissetme ve günlük hayatlarını etkileyen kararların üzerinde kontrolü sağlayamama gibi risklerle de karĢılaĢmaktadırlar. 14 Powell, sosyal dıĢlanmayı açıklarken, “Batı‟nın BrezilyalılaĢması”ndan bahseder. Böylesi bir tanımlama ile Powell, evrensel çapta bir sosyal adaletsizlik ve bilhassa ırk ayrımcılığı üzerine inĢa edilmiĢ bir toplum modelinin dayatılması üzerine iĢaret etmekte ve bu model çerçevesinde iktisadî büyümenin, yoksulların ve dıĢlananların sayısını artırdığını savunmaktadır (Powell,F.,2001:90‟dan aktaran: Özgökçeler, Bıçkı, 2010: 220-221). Bonner ise; sosyal dıĢlanmayı, iktisadî boyut (uzun vadeli iĢsizlik; iĢsiz hane halkı; gelir yoksulluğu), sosyal boyut (evsizlik; suç; asi gençlik), politik boyut (yetkisizlik; siyasal hakların yetersizliği; politik süreçlere olan güvensizlik ya da bu süreçlere yabancılaĢma), çevre/komĢuluk boyutu (iskân yapılarının yetersizliği; çevre felâketleri) bireysel boyut (ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklar; beklentileri karĢılayamayan eğitim), uzamsal boyut (savunmasız grupların marjinalleĢmesi) ve grup boyutu (engelli, yaĢlı, etnik azınlık grupların özellikleri üzerine odaklanma) olmak üzere yedi boyutta incelemiĢtir (Özgökçeler, Bıçkı, 2010: 220–221). Saraceno (2002:17), sosyal dıĢlanmayı, çalıĢma hakkından yoksunluk ve toplumsal vatandaĢlık haklarının (çalıĢma ile birlikte eğitim, sağlık gibi haklar) verilmemesi Ģeklinde iki ayaklı bir sarkaç Ģeklinde ele almıĢtır. DıĢlanma literatüründe önemli bir yeri olan Levitas ise, sosyal dıĢlanma kavramını üç bakıĢ açısıyla özetlemiĢtir: Ġngiliz sosyal politikasına özgü yeniden dağıtım tartıĢması, ahlâki sınıfaltı tartıĢması ve Durkheimcı bakıĢ açısını yansıtan ve daha çok Avrupa Birliği ve Fransa‟nın sosyal dıĢlanma görüĢüne atıf yapan sosyal entegrasyon tartıĢması. Yeniden dağıtım tartıĢmaları sosyal dıĢlanmanın sebebi olarak yoksulluk ve eĢitsizliği görürken, çözüm olarak kaynakların yeniden dağıtılmasına ağırlık vermektedir. Alt sınıf tartıĢmaları ise; yoksulun kendi özelliklerinden dolayı toplumdan dıĢlandığını varsaymaktadır. Sosyal entegrasyon tartıĢmalarında ise; sosyal dıĢlanmanın sebebi iĢgücü piyasalarından dıĢlanmadır. Burada ücretli emeğe aĢırı bir vurgu yapılarak sosyal dıĢlanmanın tanımı daraltılmaktadır. Ücretsiz emek tamamen göz ardı edilirken, toplumsal cinsiyete dayalı iĢbölümü ve bunun sosyal dıĢlanmaya yol açıcı etkileri dikkate alınmamaktadır. Ayrıca çalıĢanlar arasında da toplumsal birçok süreçten dıĢlananlar ve eĢitsiz konumda olanlar bulunabilmektedir (Levitas, 2005). Durkheimcı sosyal entegrasyona dayalı 15 yaklaĢımın, sosyal olarak dıĢlanmıĢ bireyleri neo-liberal düzene entegre ederek sistem için sorunlu olmaktan kurtarma ihtiyacı vardır. Sosyal dıĢlanma kavramını konu alan çalıĢmaların oldukça fazla olmasına rağmen ortak bir sosyal dıĢlanma tanımının var olmadığı görülmektedir. Bunun nedeni dıĢlanma kavramının farklı kiĢiler için farklı anlamlar taĢımasından kaynaklanmaktadır (Sapancalı,2005:23). Sosyal dıĢlanmanın tanımlanmasında ülkeler arasında -hatta aynı ülkedeki bireyler ve kurumlar arasında- farklılık mevcuttur. Söz konusu farklılığın belirmesinde ülkelerarası geliĢmiĢlik ve kültüranlayıĢ farkları, siyasî bakıĢ açılarının farklılığı ile birlikte her ülkede sosyal hayata katılımda güçlük çeken kesimlerin birbirinden farklı olması rol oynamaktadır. Sosyal dıĢlanma kavramı; “iç/dıĢ”, “merkez/çevre”, “alt/üst” gibi toplumsal mekânın üç biçimine iĢaret etmekte; belirli kesimlerin toplumsal bütünün ve sermaye birikim sürecinin dıĢında kalması ve ekonomik büyümeye yaptığı katkıdan adil ölçülerde yararlanamaması üzerine odaklanmaktadır. Bu anlamda refah toplumu anlayıĢının eleĢtirisine dayanan bir kavramdır (Sapancalı, 2005: 22). Ancak sosyal dıĢlanmanın tanımlanması kolay değildir. Anlamı her zaman açık bir Ģekilde ortaya konulamamaktadır. Bu nedenle tartıĢmalı bir kavramdır (Burchardt, Grand ve Piachaud, 2002: 1). Sosyal dıĢlanma Fransızca kökenli bir deyimdir. Klasik sosyolojinin bir ürünü olan sosyal dıĢlanma kavramı, özellikle Fransa‟da 1960‟lı yıllardan itibaren tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. Kavram sıkça yeni yoksulluk, eĢitsizlik, ayrımcılık ve sınıf-altı gibi kavramlarla eĢ anlamda kullanılmaktadır. Sosyal dıĢlanma gereksizlik, marjinallik, yabancılaĢma, değiĢtirilebilirlik, kapanma, bağlantısızlık, konuttan çıkarılma ve yoksunluk gibi deyimlerle de anlatılmaya çalıĢılmaktadır (Silver,1994:539). Modern çağda yoksulluğun yol açtığı yeni sosyal sorunları göz önünde bulundurmak maksadıyla Avrupa Birliği de sosyal dıĢlanma kavramını kullanmaktadır. Nitekim AB‟de Bakanlar Konseyi, Yoksullukla Mücadele Ġkinci Avrupa Programı (1985–1989) çerçevesinde yoksul fertleri, aileleri ve sosyal grupları, maddi, kültürel ve sosyal imkânların yetersizliğinden dolayı içinde 16 yaĢadıkları üye ülkelerin asgari hayat düzeyi olarak kabul ettikleri yaĢama tarzından dıĢlanmıĢ kiĢiler olarak tanımlamıĢtır. Görüldüğü gibi sosyal dıĢlanma, psiko-sosyal etkileri bakımından çok geniĢ ve zengin bir kavramdır. Bu nedenle sosyal dıĢlanma tehlikesine karĢı muhtaçlara maddi yardımların yanında psikososyal hizmetler de götürülmesi gerekmektedir. Sosyal dıĢlanma kavramı, sosyal bütünleĢmenin her zaman tam olarak gerçekleĢmediğini, toplumsal düzenin bazı grupları dıĢında bırakabilecek Ģekilde katmanlı bir yapılanma gösterdiğini düĢündürmektedir. Bu bağlamda toplumdaki belirli nüfus gruplarının üretken olanlardan dıĢlanması anlamında sosyal dıĢlanma, kiĢisel hataların değil, yapısal süreçlerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır (Sapancalı,2005:29). DıĢlanmıĢ gruplara iĢsizlerin ve yoksulların eklenmesi 1980‟li yılları bulmuĢ ve sosyal dıĢlanma kavramı esasen iĢsizlik, eĢitsizlik ve yoksulluk olgularıyla açıklanmaya baĢlanmıĢtır. Bu dıĢlanma biçimleri insanların toplumsal yaĢamla bütünleĢmesini engelleyen ve hemen her toplumda karĢılaĢılan olgulardır. Ancak iĢsizlik, yoksulluk ve eĢitsizliğe maruz kalmıĢ her insanın her toplumda ve her dönemde sosyal dıĢlanmıĢ olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü geliĢmiĢ bir toplumdaki iĢsiz bir bireyin karĢılaĢtığı sorunlar ile geliĢmekte olan bir toplumda iĢsizin yaĢadığı sorunlar ve yoksunluk düzeyi farklı olabileceği gibi yoksulluk da ülkeden ülkeye farklı bir biçimde algılanabilmektedir. Bu nedenle sosyal dıĢlanmayı, insanları toplumsal yaĢamdan uzaklaĢtıracak düzeyde maddi ve manevi yoksunluk içinde olmaları, haklarını ve yaĢamlarını koruyacak, onları destekleyecek her türlü kurumdan ve sosyal destekten yoksun oldukları ölçüde katlanarak büyüyen bir süreç olarak tanımlamak mümkündür (Yepez del Castillo, 1994:614). Örneğin; geliĢmiĢ ülkelerde sosyal dıĢlanma sorunu görülmesine rağmen, az geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkelerde bu sorun farklı boyutlarda ve çok daha Ģiddetli yaĢanmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde sorun uzun süreli iĢsizlik, dıĢarıdan göç ve kazanılmıĢ hakların yitirilmesi biçiminde ortaya çıkarken, geliĢmekte olan ülkelerde dıĢlanmıĢlık çok daha fazla ve çeĢitlidir. Sosyal bütünleĢmenin karĢıtı olarak ele alındığında sosyal dıĢlanma, sivil, politik, ekonomik ve sosyal vatandaĢlık haklarından mahrum edilme- olma durumu 17 olarak tanımlanmaktadır (Walker ve Walker,1997:8). Bu tanıma göre sosyal dıĢlanma toplumla bireyin bütünleĢmesini sağlayan sosyal, ekonomik, politik ve kültürel sistemlerin tümünden kısmen veya tümünden yoksun olma sürecini ifade etmektedir. 1.1.3. Sosyal DıĢlanmanın Özellikleri 1.1.3.1. Çok boyutluluk Sosyal dıĢlanmanın çok boyutluluk özelliği, hem bireylerin hem de grupların tecrübeleri sonucunda belirginleĢen ve böylece çok sayıda farklı boyutlarla (ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel) ele alınan bir durumu ifade etmesidir. Bu bağlamda “barınma”, “eğitim”, “sağlık”, “istihdam”, “yasal ve siyasi sistemler” ve “sosyal ağlar” (Bhalla,Lapeyre,1997:423-433) sosyal dıĢlanmanın hissedildiği akla ilk gelen boyutlarını oluĢturmaktadırlar. Avrupa Birliği, sosyal dıĢlanmanın çok boyutluluk ilkesi gereğince, soruna bir taraftan tematik öte taraftan da analitik bir perspektif ile yaklaĢmakta ve bu bağlamda sosyal dıĢlanma sürecini meydana getiren önemli kriterleri Ģu Ģekilde özetlemektedir (Kilmurray,1995:36): • Gelir, vergileme ve sosyal koruma • Tüketim ve borçlanma • Eğitime eriĢim • Ġstihdam, iĢsizlik ve eğitim • Barınma ve evsizlik, • ÇalıĢma koĢulları, • Sağlık, sosyal hizmetlerden yararlanabilirlik ve komĢuluk desteği. Çok boyutluluk, izole edilmiĢliğin ve/veya yoksunluk sürecinin değiĢik türde kaynaklarının olması ve değiĢik süreçlerle (iktisadi, sosyal, siyasi, kültürel) ilgili olmasını ifade etmektedir. Bu durum, disiplinler arası bir algılamayı da gerekli kılmaktadır. Çok boyutluluk durumu sadece ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel 18 alanların ilgi alanına girmemekte, buna ek olarak toplumbilim, kent bilim, hukuk, psikoloji bilimlerinin de ilgi alanını oluĢturmaktadır. Sosyal dıĢlanmanın, önem dıĢlanma, ekonomik piyasasından sırasına göre dıĢlanma, majör kültürel boyutları; dıĢlanma, iĢgücü kurumsal dıĢlanma, marjinalleĢerek genel olarak toplumdan dıĢlanma Ģeklinde düĢünülebilir. Söz konusu farklı boyutlar, birbirlerinden bağımsız olmayıp, aksine aralarında karĢılıklı bir etkileĢim bulunmaktadır. Örneğin yurttaĢlık hakları üzerindeki sınırlamalar (göçmen iĢçiler gibi) iĢgücü piyasasındaki fırsatlar üzerinde ciddi etkilere sahiptir. Aynı Ģekilde, eğitim ve sağlık gibi sosyal refah devleti uygulamalarından fiili olarak dıĢlanmak da aynı Ģekilde iĢgücü piyasası için önemli bir etkiye sahiptir. Buna karĢılık iĢgücü piyasasındaki dıĢlanmalar da aile ve toplum sisteminde yıkıcı bir etkiye sahip olmaktadır. Bu bağlamda, sosyal dıĢlanmayı herhangi bir boyutta ele alırken, diğer boyutlarla olan iliĢkisi göz ardı edilmemelidir (Alden,Thomas,1998:10). 1.1.3.2. Dinamizm Sosyal dıĢlanmanın bir baĢka unsuru, dinamik bir sürece sahip olmasıdır. Sosyal dıĢlanmaya yol açan kimi dezavantajlar, zamanla daha yoğunlaĢmakta ve sonuçta da kronik bir sorunlar zincirine neden olabilmektedir. Söz konusu seyir aslında sosyal dıĢlanmanın dinamik bir yapıya sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Sosyal dıĢlanma, toplumsal değiĢim sürecinde çok daha dinamik bir kavram haline gelmektedir. Hem çok boyutlu hem de çok zamanlı bir kavram olarak da tanımlanabilen sosyal dıĢlanma, süreçlerinin dinamik doğasını ve dıĢlanmaya maruz kalmıĢ kiĢilerin durumlarındaki dinamik değiĢimi ifade etmektedir (Sapancalı,2005:33). Bireyin beklentileri göz önüne alındığında kavramın dinamik bir unsura sahip olduğu daha çok ortaya çıkmaktadır. ġöyle ki, bireyler sadece fiili olarak iĢsiz veya gelirsiz olmalarından dolayı dıĢlanmıĢ değillerdir; aynı zamanda gelecek için çok az beklentilere sahip olmalarından dolayı da dıĢlanırlar. Beklentilerden kastedilen, 19 sadece bireyin kendisinin değil, bireyin eĢ ve çocuklarının da beklentilerinin kapsama dâhil olduğudur. Bu ise, sosyal dıĢlanma sorununun nesiller boyu devam edebileceğini göstermektedir. Bu nedenle sosyal dıĢlanma kavramının değerlendirilmesinde, mevcut Ģartların da sürekli güncellenmesi gerekmektedir (Atkinson,1998:14). 1.1.3.3. Görecelik (Rölativite) Sosyal dıĢlanma, dezavantajlılık içeren durumları karĢılaĢtırdığı için göreceliğe sahip bir olgudur. DıĢlanma olgusu, fertlerin ve grupların toplum içindeki kimi alanlara (kaynaklara, fırsatlara, yetki ve güç sistemleri gibi) eriĢememeleri durumunda ortaya çıksa bile, net olarak dıĢlanmanın hangi alanlarda baĢladığını ya da hangi alanları öncelikle etkilediğini söylemek güçtür. Bu durum, herkese göre farklılık gösterebilmektedir. Dolayısıyla izafi bir çerçeve içinde yer alan taĢıyabileceğinden sosyal veya dıĢlanma, belirli farklı ülke kiĢilere durumlarına göre farklı uygun bir anlamlar Ģekilde tanımlanabileceğinden göreli bir kavram olarak ortaya konulmaktadır. Görecelik özelliği aynı zamanda sosyal dıĢlanmanın çok boyutluluğunun bir sonucu da olmaktadır. 1.1.3.4. Ġktisadi denklemin tamamen/kısmen dıĢına çıkma (Ekonomik dıĢlanma) Toplum içerisinde çalıĢma, hem sosyal katılım hem de gelir dağılımı ve iktisadi kazanç bakımından en önemli mekanizmadır. ÇalıĢma bir gelir kaynağı olmakla beraber, belirli sosyal iliĢkilerin kurulması için de gereklidir. Ġnsanların ihtiyaçlarını karĢılayacak gelirden yoksun olmaları ekonomik dıĢlanmayı ifade etmektedir. Yeme içme, barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını dahi karĢılayamayan birey ve ailesi için toplumsal yaĢama katılım imkânsızlaĢmaktadır. ĠĢsizlik, özellikle günümüzde ekonomik dıĢlanmanın en önemli kaynağını oluĢturmaktadır. Ancak bir iĢ sahibi olmak, ekonomik dıĢlanmayı önlemeye yetmemektedir. DüĢük ücretle, kötü çalıĢma koĢullarına maruz kalarak çalıĢma, 20 belirli bir istikrar veya güvence sağlamayan her türlü çalıĢma da ekonomik dıĢlanmaya neden olmaktadır (Cranford, Vosko ve Zukewich, 2003:10). Yoksulluk ve iĢsizliğe iliĢkin sosyal göstergeler, ekonomik dıĢlanmanın boyutunu ortaya koymaktadır. Ancak, söz konusu göstergelere dayanarak ekonomik dıĢlanmanın açıklanmasında ülkelerarası farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, ABD‟de düĢük ücretli çalıĢan insanlar ve sınıfaltı üzerinde durulurken, Avrupa ülkelerinde uzun süreli iĢsizlik ekonomik dıĢlanma göstergesi sayılmaktadır (Silver,1994:549). 1.1.3.5. Sosyal iliĢkilerin zayıflaması ve sosyal destek yoksunluğu Ekonomik dıĢlanmanın bir uzantısı olarak zayıflayan sosyal iliĢkiler, insanların toplumsal yaĢamla bütünleĢmelerinin önündeki engellerden biridir. Söz konusu unsuru, iki boyutlu olarak incelemek mümkündür. Birincisi, çalıĢma hayatı aracılığıyla kurulan sosyal iliĢkilerin iĢsizlikle birlikte sona ermesi ya da zayıflamasıdır. ÇalıĢma bir gelir elde etmenin yanı sıra, baĢka insanlarla iliĢki kurma, arkadaĢlık imkânı, topluma faydalı olma duygusu ve sosyal birliktelik sağlama imkânı da vermektedir. Bu açıdan, çalıĢma ihtiyacının yanı sıra, oldukça yaygın bir çalıĢma arzusunun da var olduğunu söylemek yanlıĢ olmayacaktır (Koray, Topçuoğlu,1995:87). ÇalıĢmanın bu boyutu, insanlar ve gruplar için bir doyum kaynağı olduğunu da göstermektedir. Bu kazançlardan yoksun kalmak, insanın toplumdan dıĢlanmasına, kendisini dıĢlanmıĢ hissetmesine neden olacaktır. Sosyal iliĢkilerin ve sosyal desteğin ikinci boyutu, aile, akrabalık, arkadaĢlık ve hemĢehrilik gibi daha yakın iliĢkilerdir. Bu iliĢkiler, birey ekonomik yoksunluk içerisinde olsa bile, maddi ve manevi destek sağlayarak dıĢlanma önünde bir engel oluĢturma gücüne sahiptir. Bu bağlamda, bireyci toplumlarla, kolektivist toplumlardaki sosyal dıĢlanma dinamikleri, bu iliĢkiler nedeniyle farklılaĢmaktadır. Aile ve akrabalar arasındaki maddi ve manevi bağımlılık, hem toplum yapısı hem de sosyo-ekonomik geliĢmiĢlik düzeyine göre farklılaĢabilmektedir. Kolektivist toplumlarda, sosyo-ekonomik düzey yükseldikçe, maddi destek konusundaki 21 beklenti ve bağımlılık azalmakta; fakat duygusal bağımlılıkta değiĢiklik olmamaktadır (KağıtçıbaĢı,1990:45). Bu nedenle, kolektivist toplumlarda sosyal ve duygusal destek, diğer kurumlardan daha etkin bir rol üstlenmektedir. 1.1.3.6. Kurumsal dıĢlanma/Kurumsal destek yoksunluğu Ekonomik ve sosyal alandan dıĢlanmanın bir baĢka boyutu, toplumda bireyleri sosyal koruma altına alacak kurumların yetersizliğidir. Ġhtiyaçlarını karĢılayacak bir iĢ ve gelire sahip olmayan, iĢi ve geliri olsa da muhtaç durumda olanları, yaĢlıları, engellileri, kadınları ve çocukları koruyacak yasal ve kurumsal düzenlemeler, dıĢlanmayı önleme konusunda önemli bir iĢlev üstlenmektedir. ÇalıĢanlara, iĢsizlere ve yardıma muhtaç diğer insanlara iliĢkin sosyal güvenlik kurumlarının geliĢmiĢ olduğu ülkelerde, sosyal dıĢlanma olgusunun nispeten daha az ortaya çıkması beklenebilir. Söz konusu kurumlar, bireyci toplumlarda sosyal desteğin ve dayanıĢmanın önüne geçebilmektedir. Örneğin, daha yaygın sosyal güvenlik sistemleri ile yaĢlılık güvencesi için alternatif kaynaklar meydana gelmekte ve yaĢlılar yaĢamlarını sürdürebilmek için çocuklarının bakımına muhtaç olmaktan kurtulmaktadırlar (KağıtçıbaĢı, 1990: 43). Sosyal güvenlik kurumlarının nispeten yetersiz olduğu, özellikle az geliĢmiĢ veya geliĢmekte olan ülkelerde, dayanıĢma olgusu sosyal dıĢlanmayı önleyebilecek bir mekanizma olabilmektedir. Yoksul durumda bulunan ve karĢılaĢtığı tehlikenin etkilerini baĢka araçlarla gideremeyen veya bu araçların yetersiz kaldığı kiĢilere, toplumun öteki bireylerinin tek tek ya da topluca yardım ellerini uzatmaları, tarihin her döneminde rastlanılan bir davranıĢtır (Güzel, Okur, Caniklioğlu,2012:10). Ancak dayanıĢma ve yardımlaĢma, gönüllülük esasına göre ortaya çıktığından sosyal dıĢlanmanın engellenmesinde sürekli olarak rol oynaması beklenemez. DayanıĢma, amacına göre fertleri tatmin edemiyor, fertlerin itibar, güç kazanma, iyi bir toplumsal statü edinme, arkadaĢlık, yurtseverlik, toplum adına önemli Ģeyler gerçekleĢtirme ve toplum desteğini hissetme gibi beklentilerini karĢılayamıyorsa, bu durum dayanıĢmanın iĢlevini yitirmesine neden olabilecektir. Bu bağlamda, dayanıĢmanın güzel bir örneğini oluĢturan sendikalar da kurumsal destek sağlama iĢlevini yerine getirebilmektedir. 22 Kurumsal dıĢlanma, eğitim ve sağlık gibi ihtiyaçların karĢılanmasında özel ya da kamu hizmetlerinden yararlanamamayı da kapsamaktadır. Eğitim hakkının kullanılamaması, sağlığın korunamaması, toplumsal yaĢamla bütünleĢmek için gerekli olan niteliklerden yoksun olmaya, iyi bir iĢ bulamamaya neden olarak bütünsel bir etki meydana getirecektir. Okuluna devam edemeyen bir genç, o anki dıĢlanmıĢlığının yanında, gelecekte iyi bir iĢ sahibi olamama riskini de taĢıyarak, gelecekte yaĢaması muhtemel olan ekonomik ve sosyal dıĢlanmanın temellerini atmıĢ olacaktır. 1.1.3.7. Yapabilirlik yoksunluğu Sosyal dıĢlanmayı karakterize eden sonuncu unsur ise; yapabilirlik yoksunluğudur. Yapabilirlikten yoksunluk, bireyin veya hane halkının temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılması ve söz konusu ihtiyaçlara ulaĢılabilirlikte yaĢanan yetersizlik olarak ifade edilebilir. Yapabilirlik yaklaĢımını metodolojik açıdan geliĢtiren kiĢi Amartya K. Sen‟dir. Unsur, Sen‟in sosyal dıĢlanmayı tanımlaması sürecinde belirginleĢmiĢ ve giderek konuyla ilgili çok değiĢik sahalarda yer alan araĢtırmacılarca da destek bulmuĢtur. Sen‟e göre sosyal dıĢlanma kavramının altında yatan temel fikir yeni değildir. Sen, bu açıdan sosyal dıĢlanmayı “yapabilirlik yoksunluğu” olarak değerlendirmekte ve yoksulluğun geniĢ görüĢ açısı içerisinde yer bulduğunu belirtmektedir (Sen, 2000: 45). Sen, geliĢme sürecini bireylerin yapabilirliklerinin artması olarak değerlendirmektedir. Yapabilirlik, bireylerin temel ihtiyaçlara ulaĢabilmede sahip olduğu beceriyi ortaya koymaktadır. Bu unsur, kiĢinin kendine yaraĢır bir Ģahsiyet olarak toplum içinde iĢlevsel kılınabilmesi amacıyla, gerekli asgari ihtiyaçları yansıtmaktadır (Oruç,2001:79-80). KiĢinin temel ihtiyaçlarıyla anlatılmak istenen, sadece barınma, gıda, giyim vb. gibi maddi kıstaslarla sınırlı kalmamakta, ayrıca kimi politik ve sosyal katılım kıstaslarını da içermektedir. Yapabilirlik, onurlu ve anlamlı bir yaĢam biçimi kurmak ve geliĢtirmek, imkânlardan yararlanabilmek gibi yetenekleri/hakları içeren bir kavram olmakla 23 birlikte, evrensel ve homojen bir kurala tabi değildir. Bir kiĢinin biçimsel olarak haklarının olması, söz konusu hakları kullanabilme olanağına sahip olması anlamına gelmemektedir. Haklara eriĢebilmenin yanı sıra ikinci önemli etmen hak talep edebilme yeteneğidir. Sen‟e göre; yapabilirlik unsuru içinde bulunan hak talep edebilme yeteneği, toplumsal olarak belirlenir. Yapabilirlik anlayıĢı, sahip olunan ya da ulaĢılan mal ve hizmetleri kullanabilme, bireysel ve toplumsal haklardan faydalanabilme, bunlara eriĢebilme yeteneğidir. Bu anlamda, mevcut ekonomik düzende eĢitsizliğin kaynağı, sadece sahip olunanlar arasında değil; haklara eriĢebilirlik imkânlarının dağılımındadır (Ġnsel,2000:18). Söz konusu dağılım, eĢitsizlik bağlamında ele alındığında, gelir bölüĢümünden daha dinamik bir yapı arz etmekle beraber, hakların ve yeteneklerin dağılımında yaĢanan olumsuz geliĢmeler, eĢitsizlik olgusunun baĢka alanlarda da görülmesine yol açacaktır. Yapabilirlik, sosyal dıĢlanma ile ilgili yapılan analizlerde, gelir ve tüketim harcamaları kadar üzerinde durulması gereken bir kavramdır. Gelir ve tüketim harcamaları yoksulluğun/refahın statik boyutunu; yapabilirlik çözümlemesi ise; çok yönlü bir süreç olan sosyal dıĢlanmanın dinamik boyutunu aydınlatmaktadır. Bu dinamik boyut, yoksulların gelecekte oluĢacak bazı fırsatlara eriĢebilme yeteneği, halen ve yakın gelecekte bu yeteneği kullanabilme isteği, dolayısıyla hayatını iyileĢtirebilme güçleridir. Bu dinamik bakıĢla yoksul kesimlerin aĢağı ve yukarı doğru hareketleri, yoksullukları ile mücadelelerinde geliĢtirmiĢ oldukları stratejiler izlenebilmektedir. Refah devletinin sağladığı koruma ortamının ortadan kalkması ile beraber, yoksulluk stratejisi geliĢtirme yeteneği olmayan kitlelerin aniden kronik iĢsizlik ile karĢılaĢması, yapabilirliği imkânsız hale getirmiĢtir. Yapabilirlikten yoksun olunduğunda, yoksullar uygulamada pasif izleyici durumuna düĢebilmekte, teslimiyetçi bir pozisyona sürüklenebilmekte ve mevcut sistemin dıĢına itilmektedir (IĢık,Pınarcıoğlu,2001:38). Sonuç itibariyle, toplumsal yaĢama katılım için yapabilirlik yoksunluğunun bertaraf edilmesi mecburidir. Bu nedenle Sen, sadece belirli malların sahipliğinin ötesinde haklar ve yasal sistem içerisinde kullanılan farklı ekonomik, sosyal ve siyasal fırsatlar üzerinde durmuĢtur. Sen‟e göre sosyal dıĢlanma yapısı, yapabilirlik 24 yoksunluğu olarak özellikle yoksulluğun anlaĢılmasını güçlendirmektedir (Sen, 2000: 3–6; de Haan, 2000:23). Bu yedi unsurun bir araya gelmesi sonucunda, sosyal dıĢlanma sorunu keskin ve Ģiddetli bir hal almaktadır. 1.1.4. Sosyal DıĢlanma ile Ġlgili Kavramlar 1.1.4.1. Sosyal içerme Sosyal içerme, AB‟nin yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla mücadele amacıyla, sosyal politika alanında geliĢtirdiği stratejik bir yaklaĢımdır. Sosyal içerme, sosyal dıĢlanma kavramının zıddı olarak kullanılmakta ve sosyal dıĢlanmadan kaynaklanan dezavantajların giderilmesine yönelik olarak atılacak adımları içermektedir (Sapancalı,2007:57). Sosyal içerme; sosyal dıĢlanmaya maruz kalan birey veya grupların ekonomik ve sosyal hayatta yer almalarına engel olan faktörlerin ortadan kaldırılıp yaĢam seviyelerinin toplumda kabul edilebilir bir düzeye getirilerek, toplumla bütünleĢmelerinin sağlanması Ģeklinde ifade edilebilmektedir (DPT,2007b:42). Sosyal içermenin konusu, toplumsal hayata katılımda güçlük çeken bireylerdir. Bu katılımın kapsamına eğitim, mesleki eğitim, sağlık ve ulaĢım hizmetlerinden yararlanma, istihdama dâhil olma, mal ve hizmetlere eriĢim, konut edinme, kültürel faaliyetlere katılma gibi konular girmektedir. Sosyal içerme, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma riski taĢıyan bireylerin, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaĢama tümüyle katılımın, yaĢadıkları toplum dikkate alındığında standart bir yaĢam ve refah düzeyi için gerekli fırsat ve kaynakları elde etmelerini sağlamayı ve güvence altına almayı hedefleyen tüm süreçleri kapsamaktadır. Sosyal içerme, hem gelir düzeyleri toplum ortalamasının çok altında olduğu için, hem de etnik veya dini kökenleri, toplumsal cinsiyetleri, eğitim durumları, fiziksel veya zihinsel engelleri dolayısıyla topluma eĢit yurttaĢlar olarak katılmakta zorluk çeken insanların durumunu kurumsal düzenlemeler yoluyla çözmeye yönelik bir amaç taĢımaktadır (Buğra,2007:78). Böylece 25 toplumdaki tüm bireylerin, yaĢamlarını etkileyen kararlara geniĢ bir biçimde katılabilmeleri ve temel haklara eriĢebilmeleri sağlanmak istenmektedir. 1.1.4.2. Ayrımcılık Ayrımcılık sosyal dıĢlanmaya yol açan faktörlerden biridir. Kültürel, sosyolojik, ekonomik ve psikolojik boyutları olan ve aynı zamanda hukuki bir sorun olarak da karĢımıza çıkan bir kavramdır. Sözlük anlamı, bir kimseyi herhangi bir niteliği sebebiyle mağdur etmek anlamına gelen ayrımcılık, bir devletin ya da toplumun bazı üyelerinin, ötekilere sağlanan belli hak ve/veya ayrıcalıklardan yoksun bırakılmasıdır (Ataöv,1996:1). Ayrımcılık, çeĢitli Ģekillerde ortaya çıkabilir; örneğin bir ülkede veya Ģehirde göçmenler ve yerli halkın yerleĢim yerleri açısından ayrıĢmıĢ durumda olması, konut edinme konusunda ayrımcılığı ortaya çıkarabilir. Ya da iĢe alma konusunda genç yaĢtakilerin ve yaĢlı iĢgücünün yaĢlarından dolayı tercih edilmemesi bir çeĢit ayrımcılık olarak görülebilir. Ayrımcılığa maruz kalan gruplar hem ülkeden ülkeye, hem ayrımcılığın konusuna göre, hem de zamana göre değiĢmekle birlikte, bu konuda bazı resmi tanımlamalar da mevcuttur. Örneğin Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan 27 Kasım 2000 tarihli 2000/78/EC sayılı “Ġstihdamda ve ĠĢte EĢit Muamele Direktifi”1, ayrımcılık sebeplerini (dolayısıyla kimlerin ayrımcılığa maruz kaldıklarını); cinsiyet (kadınlar), cinsel yönelim (eĢcinsel ve biseksüeller), din ve inanç (dini azınlıklar), ırk ve etnik köken (etnik azınlıklar), yaĢ (gençler ve yaĢlılar) Ģeklinde tanımlamıĢtır. Uluslararası ÇalıĢma Örgütü‟nün 111 numaralı sözleĢmesi ise ayrımcılığı “ırk, renk, cinsiyet, din, politik görüĢ, ulusal köken ya da toplumsal sınıfı temel alan ve istihdam veya meslekte fırsat veya davranıĢ eĢitliğini bozucu ya da zayıflatıcı etkisi olan herhangi bir ayrım, dıĢlama veya tercih” olarak tanımlar ve hükümetlerin iĢveren ve iĢçi örgütleri ile istiĢareden sonra ilave kriter eklemelerine izin verir. Son 1 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32000L0078:en:HTML (21.04.2011). 26 yıllarda giderek artan sayıda ülke tarafından, engellilik, yaĢ, sağlık durumu, sendika üyeliği ve aile durumu eklenerek liste geniĢletilmiĢtir2. Ayrımcılığın dayanağı olan sebepler kimi zaman doğuĢtan gelebileceği gibi (cinsiyet, yaĢ, ırk), kimi zaman (medeni hal, din, politik düĢünce) da sonradan elde edilebilmektedir. Ama kaynağı her ne olursa olsun ayrımcılığın yarattığı sonuç mağduriyettir. KiĢinin belirli bir gruba veya cinsiyete ait olduğunu gösteren bu niteliklerin kiĢinin yaptığı iĢin niteliği ile hiçbir iliĢkisi olmadığı gibi, ayrımcılığı gerektirecek haklı ve objektif bir neden de değildir. Dolayısıyla ayrımcılık, belirli bir gruba dâhil insanların nüfusun geride kalanlarıyla karĢılaĢtırıldığında, gerçekte onlarla eĢit olmayan konumlarını ve onlara nazaran dezavantajlı durumlarını da anlatır. O halde ayrımcılık kavramı, gerçek anlamda hak ve fırsat eĢitliğinin bulunmadığı bir durumu da içerir (Onaran Yüksel,1999:28). 1.1.4.3. Yoksulluk 1.1.4.3.1. Genel olarak Son yıllarda yoksullukla ilgili çalıĢmalarda, kavramsal açıdan üzerinde görüĢ birliğine varılmıĢ bir tanımının bulunmaması ve bu tanımların yoksullara bakıĢ açılarına göre değiĢik değer yargılarına sahip bir toplumsal yapıdan diğerine ve zaman içinde ölçülmesini, değiĢebilmeleri hem de sosyal (ġenses,2001:62), dıĢlanma gibi hem kendisine tanımlanmasını yakın ve kavramlarla karĢılaĢtırılabilirliğini güçleĢtirmektedir. Bu nedenle, yoksulluk kavramının ayrıntılı bir biçimde ortaya konulması bu iki kavramın karĢılaĢtırılmasında kolaylık ve yeni bakıĢ açıları sağlayacaktır. Yoksulluğa iliĢkin birçok kavram ve bunlara bağlı olarak da birçok tanım bulunmaktadır. Ancak yoksulluğa yönelik olarak evrensel boyutta iki farklı yaklaĢım genel kabul görmektedir: “mutlak yoksulluk” ve “göreceli yoksulluk”. Mutlak yoksulluk, asgari seviyede beslenme ve diğer temel gereksinmeleri satın almak için gerekli harcamaları; göreceli yoksulluk ise, her ülkeye göre değiĢen bir toplumun günlük yaĢamına katılmanın maliyetini gösteren miktardır. 2 Equality at Work: Tackling the Challenges, http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/@ dgreports/@dcomm/@webdev/documents/publication/wcms_082607.pdf (e.t:18. 04. 2011) 27 Yoksulluğun tanımı ve ölçümünde egemen yaklaĢım, kökenleri 19. yüzyılın sonlarında Ġngiltere‟de yapılan çalıĢmalara dayanan gelir/tüketim harcamaları kıstaslarına dayalı mutlak yoksulluktur (ġenses,2001:62). Mutlak yoksulluk kavramı, fiziksel açıdan sağlıklı bir yaĢam sürdürebilmek için gerekli temel koĢulları ifade eden geçim düĢüncesine dayandırılmıĢtır. Bu yaklaĢıma göre yoksulluk genellikle “beslenme, barınma ve giyinme gibi insan yaĢamı için gerekli temel gereksinmeleri karĢılamak için yeterli kaynağa sahip olamama durumu” olarak veya “mutlak asgari refah düzeyinin altında kalma durumu” ve “yaĢamda kalabilmek için gerekli mal ve hizmetlere olan ihtiyaçların karĢılanamaması durumu” olarak tanımlanmaktadır (ġenses,2001:62–63). Yoksulluk kavramı, beĢeri ihtiyaçlar kavramına dayanır. Ġnsan toplumsal bir varlıktır ve bu nedenle fiziki varlığını sürdürmesi için gerekli olan beslenme ihtiyacının yanı sıra giyim, barınma, eğitim, sağlık, kültür, ortak yaĢama, dinlenme, estetik ve buna benzer sosyo-kültürel ihtiyaçları olan bir varlıktır. Ġnsanlar doğal olayları kendi ihtiyaçları doğrultusunda değiĢtirebilme yeteneğine sahip olduklarından yaratıcı yeteneklerinin geliĢimi yeni ihtiyaçların ortaya çıkmasına ve mevcut ihtiyaçların değiĢime uğramasına yol açmaktadır. Bu nedenle beĢeri ihtiyaçlar ve insanların yaratıcı yetenekleri toplumsal ve tarihi koĢullar tarafından belirlenir (Aktan,2002:2). Yoksulluk çok boyutludur ve bu nedenle farklı Ģekillerde tanımlanabilir. Lipton, özel tüketimdeki yetersizliklere odaklanmıĢ ve yoksulluğu belirli bir düzeyin altında kiĢi baĢına özel tüketimin söz konusu olduğu durum olarak (tüketim yaklaĢımı) tanımlamıĢtır. Drewnowski, yoksulluğu kiĢilerin ve hane halkının kendileri için uygun görecekleri bir tatmin düzeyini sağlamaya yetecek bir gelire sahip olmamaları (subjektif yoksulluk) ya da asgari yaĢam standardının gerektirdiği temel gereksinimlerin karĢılanabilmesi için yeterli miktarda gelirin elde edilememesi olarak (gelir yoksulluğu) tanımlamaktadır (Aktan,2002:40–41). Dixon ve Macarow‟a göre yoksulluk, toplumlara ahlaki ve politik olarak meydan okuyan sürekli bir problemdir ve hayatta kalabilmek için gerekli olan Ģeylerin eksikliğini gösterir (CoĢkun,2005:183). 28 Yoksulluk kavramının uluslararası platformlarda özgün ve evrensel bir sorun olarak tartıĢılmasında, Dünya Bankası‟nca hazırlanan 1990 yılı Dünya Kalkınma Raporu‟nun ana temasını yoksulluğun oluĢturması bir dönüm noktasıdır (DPT, 2001:103). Dünya Bankası‟na göre yoksulluk, asgari yaĢam standardına eriĢememedir; açlık, barınacak yerin olmaması, yeterli sağlık hizmetinin alınamaması, eğitim hizmetinden yararlanamama, iĢ sahibi olmama, gelecek için korku ve endiĢe duyma, temiz su kaynaklarına ulaĢamama, temsil edilmeme ve özgürlükten yoksun olma ile iliĢkilidir (CoĢkun,2005:182). Görüldüğü gibi Dünya Bankası yoksulluğun geleneksel tanımını yapmaktadır; yoksulluk asgari yaĢam standardına eriĢememe durumudur. BaĢka bir ifadeyle yoksulluk maddi nitelikteki mahrumiyetler nedeniyle kaynaklara ve üretim faktörlerine eriĢememe ve asgari bir yaĢam düzeyini sürdürecek gelirden yoksun olma halidir. Son zamanlarda yoksulluğun tanımlanmasında gelir/tüketim yaklaĢımının yetersiz kaldığı yaygın bir Ģekilde dile getirilmeye baĢlanmıĢtır. Bu çerçevede asgari bir yaĢam düzeyini sağlamaya yönelik gelir/tüketim seviyesine sahip olmanın yanı sıra yoksulluğun belirlenmesinde kaynaklara eriĢim, kamusal mal ve hizmetlere ve yarı kamusal mal ve hizmetlere eriĢim ile otonomi ve izzet ve onur gibi ölçütlerin de hesaba katılması gerektiği dile getirilmektedir. Baulch‟a göre izzet ve onur ile otonomi kavramları yoksulluk kavramına dahil edilmelidir. Zira yoksul olmamak, diğer kiĢilere boyun eğmeyi gerektiren faaliyetleri yapmamakta özgür olmayı ve yaĢam tarzını belirleyebilme yeteneğine sahip olmayı gerektirir (Baulch,1996). 1.1.4.3.2. Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk iliĢkisi Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk, birbiri yerine geçebilen veya aynı anlama gelebilen kavramlar gibi görülmekte ve kullanılmaktadır. Yoksulluk ve dıĢlanma eĢ anlamlı gibi görünse de, sosyal dıĢlanmanın yoksulluğu da kapsayan daha geniĢ bir kavram olduğu söylenebilir. Çünkü dıĢlanmıĢ kiĢiler her zaman yoksul kiĢiler değildirler. Örneğin; göçmenler, azınlıklar, belirli kadınlar ve çocuklar gibi bazı kiĢiler yoksul olmamakla birlikte toplumdan dıĢlanmıĢ olabilmektedirler. 29 Yoksulluk sınırının çok altında kalıp da, rahat sayılabilecek bir yaĢam süren, iĢgücü piyasasına katılabilen, bazı fiziksel kaynaklara ulaĢabilen insanlar olabileceği gibi, bu sınırın çok üstünde olup da sağlık, eğitim, demokrasi, medeni ve sosyal haklar gibi geleneksel gelir ve tüketim harcaması dıĢında kalan kriterlere göre, çok daha yoksul sayılabilecek insanlara rastlanabilmektedir (Bhalla ve Lapeyre,2004:13; ġenses,2001:96). Bu nedenle, sosyal dıĢlanma yoksulluğun, ayrımcılığın ve diğer dezavantajların nedenlerini ve etkilerini kapsar. Yoksulluk daha çok bölüĢüm sorunu üzerine odaklanırken, sosyal dıĢlanma bölüĢüm sorununun yanı sıra yetersiz sosyal katılım, sosyal bütünleĢmenin yokluğu ve güç yoksunluğu gibi daha çok sosyal iliĢkiler üzerine odaklanmaktadır (Room,1995/b:5). Bir baĢka deyiĢle sosyal dıĢlanma sadece gelir ve tüketim sorunları dolayısıyla mutlak bir yoksulluk sınırında yaĢamakla ilgili değil, aynı zamanda yaĢamı iyileĢtirecek yetersizlikleri kısmen ya da tamamen yitirmekle de ilgilidir. Yoksulluk daha çok yeterli gelir ve tüketimi gerçekleĢtirebilmeden yoksunluk durumunu ifade eden statik bir kavramdır. Buna karĢılık, sosyal dıĢlanma sadece bir yoksunluk durumu değildir. Yoksunluğa neden olan kurumsal mekanizmaları, iliĢkileri ve davranıĢları da içeren bir süreçtir. Sosyal dıĢlanma yoksulluktan çok, bunu ortaya çıkaran süreçlere odaklanmıĢtır. Bu nedenle, nedensel analizleri kullanır. Sosyal dıĢlanma yoksulluğun, ayrımcılığın ve diğer dezavantajların nedenlerini ve etkilerini kapsar. Kimlerin, niçin yoksun oldukları konusuna dikkat çeker. Bununla birlikte aslında insanları yoksulluğa iten ekonomik, sosyal ve politik süreçler üzerinde durur. Doğrudan insanların yoksullaĢmasına neden olan değiĢik biçimler üzerine odaklanır. Sosyal dıĢlanma çok boyutlu yoksunluğa dikkat çeker ve yoksulluğun anlaĢılmasına yardımcı olur. Sosyal dıĢlanma yoksulluğa göre daha dinamik, çok yönlü ve metodolojik bakımdan çoğul bir kavramdır. Bu yönden sosyal dıĢlanma hem yoksulluğun bir nedeni, hem de bir sonucu olabilir. Ġkisi arasındaki en temel farklılık, dıĢlanma öncelikli olarak süreçlerle ilgilidir; yoksulluk ise daha statik bir olgu olup, bir durum, koĢul veya koĢullar bütününün anlaĢılması olarak görülmektedir (Room,1995/a: 6; Room,1995/b:103-113). 30 Çizelge 1.1, sosyal dıĢlanma ile yoksulluk arasında göze çarpan temel ayrımları ortaya koymaktadır. Çizelge 1.1. Sosyal dıĢlanma ve yoksulluk arasındaki temel ayrımlar SOSYAL DIġLANMA YOKSULLUK Topluma Katılım Maddi Kaynaklar ĠliĢkisel Dağıtımsal Süreçler Sonuçlar VatandaĢlık Hakları Ekonomik Haklar DıĢarıdan Ġçeriye AĢağıdan Yukarıya Çok Yönlü Boyutluluk Tek-Zeminli Boyutluluk Ölçümün Zorluğu Kolay Ölçülebilir Kaynak: Kenyon, Lyons ve Rafferty, 2002: 208. Yoksulluğa yönelik olarak evrensel boyutta iki farklı yaklaĢımın; “mutlak yoksulluk” ve “göreceli yoksulluk”‟un genel kabul gördüğünü ifade etmiĢtik. Mutlak yoksulluk, hane halkı ya da fertlerin yaĢamını minimum düzeyde devam ettirebilmesi, yani biyolojik olarak kendilerini üretebilmeleri için ihtiyaç duydukları asgari gelir ve harcama düzeyinin altında kalmaları durumudur. Tanımın insanın biyolojik özelliklerini esas alarak yapılmıĢ olması ona mutlaklık niteliği kazandırmaktadır (Aktan,2002:5). Göreceli yoksulluk kavramı, insanın bir toplumsal varlık olmasından yola çıkmaktadır. Yoksulluk sadece kaynaklara eriĢememe ve yaĢamı sürdürme meselesi değildir; kiĢi ya da hane halkının, içinde yaĢadığı toplum tarafından kabul edilen asgari bir yaĢam düzeyine sahip olup olmadığı ile ilgili bir konudur. Bu nedenle, göreceli yoksulluk kavramı farklı grupların sahip olduğu mutlak gelir düzeyinden daha ziyade, gelir ve refahın dağılımındaki farklılıklara odaklanır. BaĢka bir ifade ile göreli yoksulluk kavramı, yoksul hane halkı veya birey ile o toplumda yaĢayan ve mevcut koĢullara göre ortalama bir gelire sahip olan hane halkı veya birey arasındaki gelir kaynaklarına sahip olma kabiliyeti arasındaki farkı ifade etmektedir (Dumanlı,1995:213). Göreceli yoksulluk tanımı ile ilgili bir kavram olan sosyal dıĢlanma (social exclusion) kiĢilerin kendi aileleri ve içinde yaĢadıkları toplumla sosyal bağlarının 31 zayıflaması veya ortadan kalkması olarak tanımlanabilir. Kavram iktisadi ve sosyal boyutları birlikte kapsar. Sosyal açıdan dıĢlanmıĢ olan kiĢi ve hane halkı kendi geçimini sağlamaya yetecek bir gelir elde etme olanağından yoksun kalır, üretim ve çalıĢma piyasalarına katılımında sorunlarla karĢılaĢır ve varlığını idame ettirebilmek için gerekli olan varlık ve kaynaklara eriĢemez. KiĢiler, kamusal mal ve hizmetlerden, aile desteğinden ve hatta kendi yaĢamını etkileyen kararlar üzerinde söz sahibi olmaktan bile dıĢlanabilirler. Sosyal dıĢlanma, bazen bazı temel insan hak ve hürriyetleri ile vatandaĢlık haklarından dıĢlanma Ģeklinde de gerçekleĢebilir. Bu sosyal dıĢlanma süreci ise yoksulluğun kalıcı hale gelmesine neden olabilir. Yoksulluk kiĢilerin karar alma mekanizmalarına ve kültürel etkinliklere katılmalarını engelleyen bir ortamın doğmasına neden olmaktadır. Gelir ve tüketim düzeylerinin ve sosyal imkânların yetersizliği yoksulların ekonomik ve sosyal krizlere karĢı daha duyarlı olmalarına ve güvencesiz bir ortamda yaĢamalarına yol açmaktadır (Aktan,2002:11–12). Sosyal dıĢlanma sosyal sorunların analizinde yeni bir yaklaĢımdır. Gelir ve tüketim boyutuyla ele alındığında yoksulluk yaklaĢımına ek bir anlam katmaktadır. Bununla birlikte daha geniĢ anlamda değerlendirildiğinde göreceli yoksulluk veya insani yoksulluk çerçevesinde ele alındığında, sosyal dıĢlanma ve yoksulluk kavramları iç içe geçmekte ve aralarındaki temel farklılıkları ayırt etmek güçleĢmektedir. Hatta bazı durumlarda, sosyal yaĢama katılım yetersizliği anlamında sosyal dıĢlanmanın ayrıntılı bir yoksulluk kavramı içerisinde değerlendirildiği de görülmektedir. Bu bağlamda, yoksulluk kavramına bakıĢ açısı bu iki kavram arasındaki ayırımı ve iliĢkiyi belirlemektedir (Sapancalı, 2005/3:58; Sapancalı,2005:61). Sonuç olarak, günümüzde sosyal dıĢlanma, yoksulluğu anlamak, açıklamak ve mücadele etmek için baĢvurulacak en temel kavramlardan biridir. Bu kavram aynı zamanda yoksulluk ile insan hakları arasındaki bağlantıyı bütün yönleriyle kurmak, kavramak ve kavramsallaĢtırmak bakımından da en uygun çıkıĢ noktası olarak görünmektedir (Sapancalı,2005:61). 32 1.2. Sosyal DıĢlanmanın Nedenleri Sosyal dıĢlanmanın neden ve Ģekillerinin çoğu zaman birbiri içine geçmiĢ olması sorun oluĢturmaktadır. Örneğin, sosyal dıĢlanmanın en önemli nedenlerinin baĢında yoksulluk gelmektedir. Yoksulluğun temel nedeni ise; yine yoksulluk ya da iĢsizlik veyahut emek piyasasında yaĢanan güvencesizlik olabilmektedir. ĠĢsizliğin sebebi, bir baĢka dıĢlanma Ģekli olan eğitim hizmetlerinden dıĢlanma veya siyasal dıĢlanma Ģekli olarak etnik ayrımcılıklar olabilmektedir. Eğitimden dıĢlanma ise; çoğu zaman yoksulluğun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte iĢsizlik, çoğu ülkede sosyal güvenlik sisteminden dıĢlanma anlamına da gelmektedir (Sapancalı,2005:65). Bu anlamda sosyal dıĢlanma sorunun neden, biçim ve sonuçları arasındaki ayrımın belirlenmesi güçlüğü ortaya çıkmaktadır. Tüm bu güçlüklere rağmen, sosyal dıĢlanmanın nedenleri konusunda iki yaklaĢımdan söz etmek mümkündür. Bunlardan birincisine göre dıĢlanmanın temel nedeni yapısaldır; ikinci yaklaĢıma göre ise kiĢiseldir. Sosyal dıĢlanmanın yirminci yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkmıĢ bir kavram olmasından hareketle, nedenlerini özellikle son yirmi beĢ yıllık süreçte yaĢanan ekonomik, sosyal ve siyasal alanda yaĢanan yapısal değiĢimlerde aramak; ayrıca bu yapısal değiĢim sürecinin etkilediği aile yapısındaki değiĢim, toplumsal cinsiyet ve yaĢ gibi kiĢisel faktörlere de değinmek gerekmektedir (Sapancalı,2005:66). 1.2.1. KüreselleĢme KüreselleĢme, özellikle doksanlı yıllardan itibaren sosyal bilimler alanındaki tüm tartıĢmaların merkezinde yer alan anahtar bir kavram haline gelmiĢtir. 21. yy.‟ın ekonomik ve politik sistemi olarak kabul edilen küreselleĢme tek yönlü olmayıp hem politik, hem ekonomik, hem de sosyokültürel değiĢimleri içeren karmaĢık bir süreçtir. Bazılarına göre AmerikalılaĢma, bazılarına göre dünya piyasasının büyümesi, bazılarına göre piyasa ve demokrasinin zaferi olan, kültürel ve ideolojik bir gerçektir. Tüm bu yaklaĢımların yanı sıra küreselleĢme kapitalizmin doğasında var olan eĢitsiz geliĢim kurallarının daha hızlı ve daha katı olarak iĢlemesi olarak da tanımlanmaktadır (IĢık,1996:56). Tüm bu farklı yaklaĢımlara 33 rağmen öncelikle küreselleĢme kavramını ortak kabul görecek Ģekilde tanımlamak gerekmektedir. KüreselleĢme, yeni teknolojilerin sağladığı imkânlar sayesinde toplumların ve bireylerin daha yoğun bir etkileĢim içine girmesi sonucu, uluslararası ekonomik, sosyal ve siyasal iliĢkilerin yaygınlaĢması buna bağlı olarak iletiĢim, ulaĢım, bilgi akıĢı ve tüketim alıĢkanlıkları bakımından dünyanın birbirine yakınlaĢması, ideolojik ayrımlara dayalı kutuplaĢmaların çözülmesi, maddi ve manevi değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluĢmuĢ birikimlerin ulusal sınırları aĢarak dünya çapında yayılması gibi farklı görünen fakat birbiriyle bağlantılı olayları içeren bir süreç olarak tanımlanabilir. KüreselleĢme coğrafi bakımdan ekonomik, politik ve sosyo-kültürel iliĢkilerdeki sınırların ortadan bir süreçtir. KüreselleĢme ile göreceli olarak mesafeler azalmakta ve böylece dünya çapında iliĢkiler ağı ortaya çıkmaktadır. Yani yeni teknolojiler, ekonomik geliĢmeler, ulusal politikalar ve uluslararası politik aktörlere bağlı olarak coğrafya daha az öneme sahip olmaktadır. Ġnsanlar için maddeler ve semboller coğrafi konumlarından bağımsız hale gelmekte ve yerleĢik bir küresel sistem içinde bunlar dünyanın her yerine özgürce hareket edebilmektedir. Tüm bu söylenenler çerçevesinde, küreselleĢme yer, konum, uzaklık, zaman gibi temel kavramların yepyeni içerikler kazanmasıdır (IĢık, 1996:56). KüreselleĢmenin önemli ve etkili unsurlarından birisi, dünya ekonomisinin artan ticaret, karĢılıklı bağımlılık, küresel kaynakların küresel ölçekte dağıtımı, dünya çapındaki sermaye hareketliliği ve ulus ötesi Ģirketlerin artan önemi ile Ģekillenen ekonomik geliĢmelerdir. Ekonomik küreselleĢme olarak da ifade edilen bu boyut, ekonomiye yön veren kuralların uluslararası entegrasyonu, ürünlerin ve üretim faktörlerinin uluslararası düzeyde serbest bir Ģekilde dolaĢımı ve uluslararası piyasalarda faaliyette bulunmasını engelleyecek engellerin ortadan kaldırılması Ģeklinde ifade edilebilir (Campell,1994:185). Sosyal dıĢlanma, ekonomik küreselleĢme ve sosyal etkileri bakımından bir sorgulamayı gerekli kılmaktadır. Ekonomik küreselleĢme, özellikle ulaĢım, bilgi ve 34 iletiĢim teknolojilerindeki yeniliklerin de etkisiyle uluslararası mal ve hizmet ticaretinin artması, dünya çapında sermaye hareketliliği ve çok uluslu iĢletmelerin artan önemi ile geliĢen ülkeler arasındaki karĢılıklı ekonomik bağımlılık ve bütünleĢme sürecini ifade etmektedir. Dünya ticaretindeki hızlı geliĢme, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, sınır ötesi sermaye akımları ve çok uluslu iĢletmeler dünya ekonomisinin küreselleĢmesinin temel göstergeleridir. Ekonomik küreselleĢme sürecinin yarattığı kazançların ve kazançların paylaĢımı, bölgesel bloklar, devletler, toplumlar, iĢletmeler ve bireyler arasında adaletli gerçekleĢmemektedir (Selamoğlu,2000:37). Uluslararası ticaretteki ve sermaye yatırımlarındaki artıĢ devletler, iĢletmeler ve çalıĢanlar arasında küresel bir rekabet yaratmıĢtır. Bu küresel rekabet ortamında birçok ülke, bölge, ekonomik sektör ve nüfus küresel ekonomiden dıĢlanmaktadır. Çünkü bunlar altyapı, teknoloji, ulaĢım, nitelikli iĢgücü gibi faktörlere sahip olamadıkları için küresel ekonominin ihtiyaçlarına cevap verememekte ve geliĢmekte olan ülkelerin çoğu küreselleĢmenin dıĢında kalmaktadır (Sapancalı,2005:69). KüreselleĢme, düĢük maliyetle üretim yapmak için sınır tanımaksızın yatırımlarını ve üretimlerini baĢka ülkelere kaydırabilen iĢletmelere dünya çapında bir pazar olanağı sunmaktadır. Buna bağlı olarak küresel rekabetçi bir iĢgücü piyasası ortaya çıkmaktadır. Küresel rekabet de bütün dünyada daha düĢük ücretler ve çalıĢma koĢullarına yönelik baskıları artırmaktadır. Bu baskıların yansıması üç biçimde gerçekleĢmektedir. Birincisi, uluslararası rekabeti artırmaya yönelen iĢletmelerin ücretleri ve çalıĢma standartlarını düĢürme, istihdamın yapısını ve seviyesini değiĢtirme çabalarıdır. Ġkincisi; iĢletmelerin üretimi ülke dıĢına ve baĢka bölgelere kaydırmasıyla yerli iĢçiler yerine yabancı iĢçilerin konulmasıdır. Yerli iĢgücü için iĢsizlik tehdidi oluĢmakta, bu da iĢverenin pazarlık gücünü artırmaktadır. Daha düĢük ücretler ve çalıĢma standartlarına yönelik baskıların arttığı üçüncü biçim ise, yüksek küresel rekabet karĢısında ulusal hükümetlerin düzenleme gücünün zayıflamasıdır. DıĢ pazarlarda rekabet edebilmek için ulusal ve uluslararası sermayeyi ve yabancı yatırımları kendi ülkesine çekmek için çok uluslu iĢletmelerin taleplerine cevap vermek, geliĢmekte olan ülke hükümetleri için bir zorunluluk doğurmaktadır. Kendi vatandaĢlarının yurtdıĢına yerleĢmesi kadar, çok uluslu iĢletmelerin muhtemel yatırım alanlarına 35 yönelik bilgi alma, vergi ve diğer alanlarda taviz isteme gücü ulusal hükümetlerin kural koyma gücü üzerinde ciddi bir tehdit oluĢturmaktadır (Aykaç, 2000:568). KüreselleĢme ile artan yoksulluk ve iĢsizlik sosyal dıĢlanmanın en önemli boyutlarıdır. Küresel piyasanın yerel ve ulusal düzeyde insanları, taleplerini ve kimliklerini hiçe saydığı bir ortamda sosyal dıĢlanmıĢlığın varlığı sosyal politika açısından yadsınamaz bir gerçektir (ġenkal,2005:377). KüreselleĢmenin ortaya çıkardığı ekonomik, sosyal ve siyasi yapı içerisinde dıĢlanma sorununun küresel bir sorun halini aldığı; sosyal dıĢlanma kavramının, küreselleĢmenin ortaya çıkardığı sorunlar çerçevesinde sosyal politika literatürüne 1990‟lı yılların sonundan itibaren hızlı bir giriĢ yaptığı görülmektedir. KüreselleĢme geliĢmekte olan ülkelerde, ücretlerin düĢürülmesi, çalıĢma standartlarının daha da geriletilmesi yanında iĢgücü piyasasının enformelleĢmesi ve eğretileĢmesi yoluyla sosyal dıĢlanmaya gerekçe oluĢturmaktadır. KüreselleĢme sürecinin sosyal dıĢlanmaya gerekçe oluĢturan bir baĢka etkisi ise, ülkeler arasında ve ülke içinde gelir dağılımında yarattığı bozukluk ve bunun neden olduğu eĢitsizliklerdir. Bu gelir farklılıkları ve eĢitsizlikler yoksulluğu artırmıĢ ve sosyal dıĢlanmaya neden olmuĢtur. 1.2.2. Yapısal Uyum Programları 1970‟li yıllarda sermaye birikim sürecinde yaĢanan kriz karĢısında dünyanın hemen her yerinde liberal ekonomik politikalar yeniden gündeme gelmiĢtir. 1980‟li yıllarda liberal ekonomik politikaları uygulamak üzere geliĢmiĢ ülkelerde makroekonomik reformlara giriĢilmiĢ, geliĢmekte olan ülkelerde ise IMF ve Dünya Bankası‟nın zorlaması ile “yapısal uyum programları” gündeme gelmiĢtir. GeliĢmekte olan ülkelerin kapitalist sisteme uyum sağlaması da diyebileceğimiz yapısal uyum programları, yüz milyonlarca insanın yaĢamını olumsuz yönde etkilemiĢ, onları küresel yoksulluğa ve dıĢlanmaya doğru itmiĢtir (Chossudovsky, 1994:67-71). 36 IMF ve Dünya Bankası tarafından, 1980‟li yılların baĢından itibaren geliĢmekte olan ülkelere dıĢ borçlarının yeniden görüĢülmesinin bir koĢulu olarak dayatılan “makroekonomik istikrar politikaları” olarak da uygulanılan programların genel adı yapısal uyum politikalarıdır (Chossudovsky,1994:68). Özellikle 1985 yılından itibaren IMF ve Dünya Bankası borçlu ülkelerden alacaklarını tahsil etme sürecini baĢlatmıĢ, tekrar borç vermenin koĢulu olarak ise bazı Ģartlar öne sürmüĢtür. IMF uzmanları tarafından hazırlanan bu Ģartlar yapısal uyum programı olarak sunulmaktadır. Kamu harcamalarında kesintiler, ani devalüasyonlar, serbest ticaret, özelleĢtirmeler, borçlu ülkelerin ekonomik bağımsızlıktan, maliye ve para politikaları üzerindeki denetiminden vazgeçmesi, temel ya da baĢlıca mal ve hizmetlerin fiyatlarının serbest bırakılması, faiz oranlarının yükseltilmesi, Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı‟nın yeniden örgütlenmesi ve IMF ile uyum içerisinde çalıĢmasının zorunlu hale getirilmesi sonucu reel ücretlerin düĢürülmesi ve bu ülkelerin ucuz el emeğine dayanan ihracatlarının artırılması bu programların en önemli unsurları olarak gösterilebilir. Yapısal uyum programları bağlamında en çok ele alınan konulardan biri ulus devletin rolüne yönelik olmuĢtur. Yapısal uyum sürecinde ulusal devlet, sorunların çözüm yeri değil, bizzat bir sorunun kaynağı olarak kabul edilmeye baĢlanmıĢtır. Bu nedenle devlet, ekonomik ve sosyal alanlarda ayrıcalıklarından bir kısmını kendi dıĢında uluslararası ya da bölgesel kuruluĢlara, kendi içinde de özel sektöre bırakmaya baĢlamıĢtır (Koray,2001:37). Bununla birlikte devlet, ekonomi politikalarının hayata geçirilmesinde, sermaye için gerekli ve uygun koĢulların oluĢturulmasında, uluslararası kuruluĢlarla iliĢkilerin oluĢturulması ve geliĢtirilmesinde siyasal aktör olarak önemini halen korumaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde devlet, teknolojik üstünlüğü korumak ve karlı alanların önünü açmak, sermayenin uluslararası mobilitesini kolaylaĢtırmak ve bu alanda güvence sağlamak gibi görevler üstlenirken, geliĢmekte olan ülkelerde, bir taraftan mal ve hizmet piyasalarındaki liberalleĢme, özelleĢtirme gibi uygulamalarla sermaye akıĢını kolaylaĢtırmak, diğer taraftan vergi oranlarını düĢürmek ve ücretlilerin taleplerini bastırmak suretiyle sermaye gelirlerini arttırmak gibi iĢlevlere ağırlık verilmektedir (Koray,2001:37–38). Bununla birlikte yapısal uyum sürecinde 37 özellikle devlete sosyal bir nitelik kazandıran iĢlevlerin önemli ölçüde zayıflamıĢ, devletin ulusal sınırları içerisinde sahip olduğu refah devleti anlayıĢı ve geleneksel sosyal politikaların etkisi önemli ölçüde zayıflamıĢtır. Sosyal politika alanında devletin düzenleyici rolünün azalması ve iĢgücü piyasasında artan kuralsızlaĢtırma, çalıĢanların iĢletmeler karĢısında daha güçsüz hale gelmesine ve sosyal koruma önlemlerinin gerilemesine, böylece sosyal dıĢlanma riskinin artmasına neden olmuĢtur. Sendikalar güç kaybetmekte, gelir eĢitsizlikleri artmakta, iĢsizlik ve eksik istihdam yaygınlaĢmakta, bu da sosyal dıĢlanmayı ortaya çıkarmaktadır (Erdut,2002:124). Devletin hareket alanının kısıtlanması, küresel piyasaların kuralsızlığı ve uluslararası sermayenin sınırsız hareket alanı hemen herkesi belirli risklerle karĢı karĢıya bırakmaktadır. Yapısal uyum programlarının en önemli dayanağını özelleĢtirme oluĢturmaktadır. ÖzelleĢtirme, yeni liberal ideolojinin bir yansıması olarak devletin mülkiyetindeki iktisadi iĢletmelerin mülkiyetinin el değiĢtirmesini ifade etmektedir. GeliĢmekte olan ülkelerde kamu finansmanını sağlamak için vergi yerine kamu varlıklarını çok uluslu sermayeye satmak daha kolay ve cazip bir yol olarak hükümetler tarafından benimsenmiĢtir. ÖzelleĢtirmede asıl amaç, serbest piyasa koĢullarını yaygınlaĢtırma ve özellikle ulus ötesi iĢletmelere karlı yatırım olanakları sunmaktır (Sapancalı,2005:78). Devletin ekonomik faaliyet alanını daraltmak düĢüncesiyle giriĢilen özelleĢtirme, zaman içerisinde devletin sosyal faaliyet alanlarını da içine alacak Ģekilde yaygınlık kazanmıĢtır. Bu bağlamda kamu hizmetlerinin, özellikle eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi kamu hizmetlerinin de özelleĢtirilmesi gündeme gelmiĢtir. Bu yönüyle özelleĢtirmenin sosyal refah devletinin zayıflatılması anlamına geldiği de açıktır (Özdemir,1999:471-473). Devlet tarafından sağlanması zorunlu sosyal hizmetlerin kısmen özelleĢtirilmesi ve özellikle geliĢmekte olan ülkelerde nüfusun sağlık ve eğitim hizmetleri için çeĢitli harç ve kullanım ücretleri ödemek zorunda bırakılmaları, ödeme gücü olmayan geniĢ toplum kesimlerinin fiilen dıĢlanması anlamına gelmektedir (Sapancalı,2005:79). 38 ÖzelleĢtirme kamu kesimindeki istihdamı daraltması yönüyle de sosyal dıĢlanmaya neden olmaktadır. Kamu kesiminin daraltılması, hatta ortadan kaldırılması, baĢta düĢük ücretliler olmak üzere çok sayıda çalıĢanın iĢini kaybetmesi sonucunu doğurmaktadır. Yapısal uyum sürecinde kamu harcamaları içerisinde özellikle eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi sosyal harcamalar düzeyinin geliĢmiĢ ülkelerde dâhil birçok ülkede gerilediği, bunun da yoksulluk baĢta olmak üzere birçok sosyal dıĢlanma biçimini etkilediği açıkça görülmektedir. Yapısal uyum programları çerçevesinde sosyal harcama düzeyinin azalması, eĢitsizlik ve güvencesizliği arttırmıĢtır. 1.2.3. ĠĢgücü Piyasalarının Yeniden Yapılandırılması Sosyal dıĢlanmanın en temel yapısal gerekçelerinden biri de iĢgücü piyasalarında ortaya çıkan değiĢimdir. 1970‟li yılların baĢları ile birlikte iktisadi yeniden yapılanma süreci, iĢgücü piyasalarında birtakım önemli değiĢimleri beraberinde getirmiĢtir. ĠĢgücü piyasasında değiĢim yaratan temel unsurlar üretimin uluslararası bütünleĢmesi, uygulanan yeni liberal politikalar doğrultusunda ticaretin serbestleĢmesiyle etkisini artıran teknoloji, esneklik ve kuralsızlaĢtırmadır. (Erdut, 1998:18). Üretim sürecindeki bu değiĢimde, artan rekabetin baskısı ve sertleĢen ticaretin açtığı yol ile çok uluslu Ģirketler aktif rol oynamaktadır. Teknoloji, üretimin uluslararası alanda bütünleĢmesini sağlayarak, iĢgücü piyasasındaki değiĢimi/dönüĢümü tetikleyen önemli bir unsurdur. Kitle üretimine yönelik teknolojik rejimden, mikro elektronik ürünlere dayalı tasarım, üretim, yönetim ve pazarlama faaliyetlerinin bütünleĢmiĢ bir sistem olarak çalıĢan bilgi yoğun bir üretim organizasyonuna geçilmiĢtir (Daldal,2000:878). Üretim faktörlerinden iĢgücü ücret ve çalıĢma koĢulları bakımından bu değiĢimden etkilenmiĢtir. Ġleri teknoloji ile bağlantılı birçok mal ve hizmet üretimi telekomünikasyon ve uydular vasıtasıyla çok kolay Ģekilde düĢük ücretli ülkelere kaydırılabilmektedir (Aykaç,2000:574). Böylelikle, teknolojik geliĢmelerin yardımı ile üretimi ücretlerin nispeten daha düĢük olduğu yerlere çekmek, ücretlerin 39 ortalama seviyesini düĢürmenin ve diğer üretim faktörlerinin gelirini küresel ölçekte artırmanın tek yolu haline gelmiĢtir. Bu değiĢimin iĢgücü piyasası üzerindeki yansıması artan iĢsizlik ve iĢgücü piyasasında bölünme Ģeklinde gerçekleĢmiĢtir. Artan uluslararası rekabet karĢısında iĢgücü piyasalarının yeniden yapılanması, birçok ülkede istihdam olanaklarını daraltırken, baĢta niteliksiz iĢçiler olmak üzere çok sayıda iĢçinin iĢini kaybetmesine ve yarı zamanlı çalıĢma gibi değiĢik istihdam biçimlerinin artmasına yol açmıĢtır. ĠĢletmelerin değiĢen koĢullara ve müĢteri isteklerine cevap verebilmesi için gerekli olan esneklik, bir yandan yeni çalıĢma biçimlerini ortaya çıkarırken, diğer yandan da iĢgücü piyasasında maliyetlerden tasarruf, iĢçi sayısının azaltılması, sosyal koruma için ayrılan payın azaltılması gibi sonuçlar doğurmuĢtur. ĠĢgücü piyasaları bir yandan çok uluslu iĢletmelerin ekonomik ve sosyal yaĢamda giderek artan etkisi, diğer yandan ulus devletin gerilemesine bağlı olarak kuralsızlaĢtırmaya tabi tutulmaktadır (Erdut,2002:17). Ayrıca gittikçe artan iĢsizlik de, esnek çalıĢmaya zemin hazırlamaktadır. ĠĢsizlik dıĢında, iĢgücü piyasasında meydana gelen bölünme istihdamın eğretileĢmesine yol açarak sosyal dıĢlanma için potansiyel yaratmaktadır. BölünmüĢ iĢgücü piyasası ve ortaya çıkan kategoriler çalıĢanlar arasında ücret, çalıĢma koĢulları ve iĢ güvencesi bakımından dengesizliklere neden olmaktadır. Bunlardan ilki, iĢ güvencesine (sürekli iĢ iliĢkisine) sahip yüksek ücretle çalıĢanlardan oluĢan birincil iĢgücü piyasasıdır. Nitelikli iĢçiler, yöneticiler, tasarımcılar, teknik satıĢ personeli bu gruba dâhildir. Ġkinci grup, tam gün çalıĢan fakat iĢlerini kaybetmeleri ve yerine baĢkalarının bulunması daha kolay olan ikincil iĢgücü piyasasının ilk grubunu oluĢturanlardır. Üçüncü grubu, sistem analistliği gibi, uzmanlık gerektiren iĢlerden, temizlik gibi basit iĢleri kapsayan bir çeĢitlilikte taĢeron ve ödünç iĢ iliĢkisi ile çalıĢtırılanlar oluĢturmaktadır. Evden veya bürodan yapılan tele çalıĢma da bu grup içinde değerlendirilmektedir (Watson,1997). ĠĢgücü piyasasında meydana gelen bu yapının, esneklik uygulamalarının ve kuralsızlaĢtırmanın enformel ekonomi ile yakın bir iliĢkisi bulunmaktadır. Özellikle üçüncü grupta yer alan taĢeron ve ödünç iĢ iliĢkisi ile geçici çalıĢma, enformel 40 çalıĢmaya geçiĢi hızlandıran mekanizmalar olarak rol oynamaktadır. KuralsızlaĢtırma ve enformel çalıĢmayı büyüten unsurlar arasında, kısmi süreli çalıĢma, kamu iĢyerlerinin özelleĢtirilmesi, iĢyerlerinin kısmen veya bütün olarak taĢerona devredilmesi en sık rastlanan uygulamalar olmaktadır (Lordoğlu, 2000:871). Sosyal dıĢlanma tehlikesini en fazla taĢıyan grup iĢsizlerdir. Ġstihdam olanaklarının esneklik ve kuralsızlaĢtırma yoluyla kısıtlanması, yeni iĢsizlerin ortaya çıkması yanında, bir süredir iĢsiz olanların tekrar iĢ bulma Ģanslarını da iyice kısıtlamaktadır. Uzun süreli iĢsizlik sosyal dıĢlanma bakımından büyük tehlike olarak varlığını sürdürmektedir. GeliĢmiĢ ülkelerde uzun süreli iĢsizlikten en çok etkilenenler kadınlar, gençler, göçmenler ve azınlıklardır. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma çoğu zaman yoksullukla birleĢerek sosyal dıĢlanma kısır döngüsünü tamamlamaktadır. Yoksulluk oranı ile iĢsizlik oranı arasında makroekonomik açıdan bir iliĢki bulunmamakla birlikte, iĢsizlerin yoksulluk eĢiği altında bir yaĢam standardına sahip olma riski yüksektir. Sonuç olarak iĢgücü piyasasından dıĢlanma ekonomik, sosyal, sosyopsikolojik bakımdan bireyleri toplumsal bütünün dıĢına itmektedir. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma giderek artan Ģiddet ve güvencesizlik, marjinal ve verimli olmayan üretim biçimlerinin artması ve bireysel anomi ve çaresizlik ile birleĢebilir. Öte yandan geliĢmekte olan ülkelerde de iĢsizlik ve sosyal dıĢlanma arasında güçlü bir iliĢkinin varlığı kabul edilmiĢ olsa da, yoksulluk ve iĢgücü piyasalarına iliĢkin verilerin güvenilirliğine iliĢkin önemli tartıĢmalar bulunmaktadır. Bu ülkelerde tarım sektörünün hala egemen olması, enformel ve kayıt dıĢı çalıĢmanın yaygınlığı iĢgücü piyasası içinde önemli bir veri sorunu yaratmaktadır. Özellikle yeniden yapılanma sürecinin getirmiĢ olduğu tarımsal reformlar bu sektörde çalıĢanların iĢsiz kalmasına, kırsal kesimde iĢsizliğin ve yoksulluğun artmasına, göçe ve beraberinde kentsel alanlarda marjinalleĢme ve sosyal dıĢlanmaya neden olmaktadır. 41 1.2.4. Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve EĢitsizliğin Artması Sosyal dıĢlanmanın temel nedenlerinden birisi de adaletsizlik ve eĢitsizliktir. Günümüzde gerek küresel düzeyde ve gerekse ülke düzeyinde gelir dağılımında adaletsizliğin ve eĢitsizliğin ekonomik koĢullara ve politikalara bağlı olarak arttığı görülmektedir. Adaletsizlik/eĢitsizlik, en belirgin biçimde gelirin paylaĢılması sırasında kendini hissettirmektedir. Söz konusu kavramlar, yoksulluk ve sosyal dıĢlanmadan daha farklı bir konsept ortaya koysa da, bu kavramlar arasında doğrudan bir iliĢkinin varlığı bilinmektedir (Sapancalı,2005:94). Adaletsizlik ve eĢitsizliğin artması toplumda bireylerin daha yüksek oranda sosyal dıĢlanma riskine maruz kalmaları anlamına gelebilmektedir. Gelir dağılımında, istihdam, eğitim, sağlık hizmetlerinden yararlanmada, politik ve kültürel faaliyetlere katılmada eĢitsizlik söz konusu olabilir. EĢitsizliğin en uç biçimi sosyal dıĢlanma Ģeklinde gerçekleĢebilir. Bugün dünyanın her yerinde, çeĢitli biçimlerine rastlayabileceğimiz eĢitsizlik bütünsel bir etki yaratarak, fırsat eĢitsizliği biçiminde katlanarak büyümektedir. Toplumsal kurumlar ve düzenlemelerin birbirleriyle iliĢki ve bağımlılık içinde olmaları nedeniyle sosyal yaĢamın bir alanındaki eĢitsizlik diğer alanlara da yansımaktadır (Jamrozik, Nocella,1998:132). Günümüzde hem fonksiyonel hem de bireysel gelir dağılımı açısından bir eĢitsizliğin yaĢandığı bilinmektedir. Özellikle küreselleĢme ücretleri azaltmıĢ ve eĢitsizliği ĢiddetlendirmiĢ; dolayısıyla yoksulu daha da yoksullaĢtırmıĢtır. EĢitsizlikler, üretim faktörlerinin elde etmiĢ oldukları gelirler bağlamında ele alınacak olursa, yapısal uyum sürecinin özellikle ücretlerde önemli ölçüde bir azalmaya neden olduğu ve çalıĢanların konumunun zayıfladığı dikkati çekmektedir. EĢitsizlik küresel düzeyde yaĢanmaktadır. Küresel düzeyde yaĢanan eĢitsizlikler, özellikle geliĢmekte olan ülkelerin ve bu bağlamda ülke vatandaĢlarının küresel ekonomik büyümeden adil ölçüde yararlanamaması, küresel düzeyde dıĢlanması anlamına gelmektedir. GeliĢmekte olan ülkelerde sıkça görülen, nüfusun küçük bir kesiminin milli gelirin yarısından fazlasını, büyük 42 bir bölümünün ise geriye kalan yarısını paylaĢtığıdır. Yoksulun git gide yoksullaĢıp, zenginin daha zengin olması ile birlikte farklı (coğrafi) mekânların değiĢik kaynaklara sahip olması, var olan siyasi, etnik, dini farklılıkları ve anlaĢmazlıkları artırmakta ve çatıĢmalara yol açmaktadır (Bellamy Foster,2005: 67–68). BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından geliĢtirilen ve ölçüm metotları zaman zaman bazı değiĢikliklere uğrasa da 1990 yılından bu yana kullanılmakta olan Ġnsani GeliĢme Endeksi (ĠGE), iyi ve uzun yaĢam, bilgiye eriĢim ve yüksek yaĢam standardı esasına dayalı bir insani geliĢme tanımından yola çıkarak, gelir, eğitim ve sağlık göstergelerinden oluĢmakta; sosyo-ekonomik göstergeleri iktisadi büyüme ile iliĢkilendirmekte ve geliĢmiĢ ülkeler ile geliĢmekte olan ülkelerin durumlarını birlikte izleyerek mukayeseler yapılabilmesine imkân sağlamaktadır (ġenses,2001:100). BirleĢmiĢ Milletler 2001 yılı Ġnsani GeliĢme Raporu ile gelir dağılımındaki adaletsizlik ortaya konulmuĢtur. KüreselleĢme sürecinin yarattığı kazançların ve kayıpların paylaĢımı bölgesel bloklar, toplumlar ve bireyler arasında adaletli gerçekleĢmemektedir (Selamoğlu,2000:37). Rapora göre; 1990'ların baĢında dünya nüfusunun en yoksul %10'luk kesimi, en zengin %10‟luk kesimi gelirinin sadece %1,6' sını elde edebilmekteydi. Dünya nüfusunun en zengin %20'si ile en yoksul %20'si arasındaki fark 1970 yılında 1'e 33,7 kat iken, 1997'de 1'e 70,4 kata çıkmıĢ, dünya nüfusunun en zengin %10'u ile en yoksul %10'u arasındaki fark 1970 yılında 1'e 51,5 kat iken, 1997'de 127,7 kata yükselmiĢtir (HDR, 2001: 20). Günümüzde ne yazık ki zenginle yoksul arasındaki bu uçurum giderek derinleĢmektedir. Bugün, en zengin ülke 1970 yılındaki en zengin ülkenin 3 katı daha zengin iken en yoksul ülke 1970 yılındaki en fakir ülkeden yaklaĢık %25 daha yoksuldur (HDR,2010:42). Dünya Bankası verilerine göre, gelir eĢitsizliği dünyanın en düĢük GINI katsayılarına sahip ülkelerde; örneğin Ġsveç, Norveç ve Finlandiya gibi ülkeler ile Kuzey Avrupa'da daha düĢük olma eğilimindedir3. OECD raporuna göre, vergiler 3 http://www.gfmag.com/tools/global-database/economic-data/11944-wealth-distribution-incomeinequality.html#axzz2maLXwbwo 43 ve sosyal kesintiler çıktıktan sonra OECD ülkelerinde nüfusun en zengin %10'u, yine nüfusun en fakir %10'undan 9 misli daha fazla kazanmaktadır. Gelir dağılımı adaletsizliğini en fazla olduğu ülkeler arasında Çin, Meksika, Türkiye ve ABD yer almaktadır. Slovenya, Norveç ve Danimarka ise gelir dağılımı adaletsizliğinin en az olduğu OECD ülkelerinin baĢında gelmektedir4. 1.2.5. Göç Hareketleri Sosyal dıĢlanmanın önemli gerekçelerinden biri de iç ve dıĢ göçtür. Göç geliĢmiĢ ya da geliĢmekte olan ülkeler açısından farklı biçim ve boyutlarda da olsa önemli bir sosyal dıĢlanma riski oluĢturmaktadır. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) verilerine göre bugün dünyada yaklaĢık 220 milyonu aĢkın insan doğdukları ülke sınırları dıĢında yaĢamaktadırlar 5. Göç hareketleri özellikle az geliĢmiĢ ya da felakete uğramıĢ bir ülke veya topraklardan, daha geliĢmiĢ ve refah düzeyi daha yüksek toplumlara doğrudur. Yani göçmen sayılarının fazla olduğu ülkeler daha geliĢmiĢ ülkelerdir demek tam anlamıyla yanlıĢ olmaz. Bu göçmenlerin önemli bir kısmı kendi ülkelerinde dıĢlandıkları veya kendilerine arzu ettikleri geleceği hazırlayamadıkları için çözümü çaresizlik içinde baĢka ülkelerde aramaktadırlar (Sapancalı,2005:103). Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra uluslararası göç dünyanın bütün bölgelerinde sosyal değiĢimin ve geliĢimin en önemli unsurlarından biri olarak ortaya çıkmıĢtır. Özellikle geliĢmekte olan ülkelerden geliĢmiĢ ülkelere yoğun bir iĢçi göçü yaĢanmıĢtır (Güven,2001:219). Batı Avrupa ülkelerinde hızlı sanayileĢme sonucu ortaya çıkan iĢgücü açığı ile doğu ülkelerinin hızlı nüfus artıĢına karĢı sermaye birikimi ve istihdam yaratamama gibi sorunları, doğudan batıya yoğun bir iĢgücü göçüne neden olmuĢtur. KüreselleĢme ile birlikte, geliĢmiĢ ülkelerle geliĢmekte olan ülkeler arasında artan gelir dengesizlikleri sonucunda özellikle son yıllarda geliĢmiĢ ülkelere yönelik uluslararası göç daha da artmıĢtır. DıĢ göç hareketlerinin artması göçmen iĢçiler açısından hiç de olumlu sonuçlar doğurmamıĢtır. Göç edilen ülkede yabancı 4 5 http://www.oecd.org/els/soc/47723414.pdf IOM, e.t: 14.05.2013. 44 iĢçilerin yoğun bir biçimde istihdam edildiği emek yoğun sektörlerde üretimin, ucuz iĢgücünün bulunduğu ülkelere kaydırılması, göçmen iĢçiler için önemli ölçüde iĢgücü piyasasından dıĢlanmaya neden olmuĢtur. Bu durum göçmen iĢçileri hizmet sektöründeki taĢeron iĢletmelere veya enformel alanlara yöneltmiĢtir (Toksöz,2002:102; Güven,2001:221). Göçmenler için dıĢlanmıĢlık sadece iĢgücü piyasasında geçerli değildir. Sosyal güvenlik alanında da dıĢlanmıĢlık yaĢanmaktadır. Çoğu ülkede sosyal güvenlik sisteminden yararlanma resmi yurttaĢlık koĢuluna bağlıdır (Sapancalı, 2005:107). Göç hareketleri sadece ülkeler arasında değil, ülke içindeki mobilite Ģeklinde de gerçekleĢmektedir. Kente her yeni göç, kentlilerle göç edenler arasında bir çekiĢmenin yeniden yaĢanmasına yol açmaktadır. Göç kentliler için genellikle tehlikeli bir olgu olarak nitelendirilmekte, bu nedenle göç edenlere kaygı kuĢku ve biraz da korku ile bakılmaktadır. KuĢkusuz bu yaklaĢım, beraberinde çok boyutlu bir dıĢlanmayı da beraberinde getirmektedir. Bu süreç ise, kente yeni göç edenlere yönelik gelecekteki kentsel Ģiddetin temel kaynağını oluĢturmaktadır. Böylece kentlilerin göç edenlere yönelik bu tutumu yoksul, umutsuz ve dıĢlanmıĢ olan bu kiĢilerde öfke, isyan, acımasızlık, hoyratlık ve Ģiddete baĢvurma Ģeklinde ortaya çıkmaktadır (Akkaya,2002:204-205). Günümüzde yapısal uyum programlarının uygulandığı geliĢmekte olan ülkelerde tarıma yönelik desteklerin azaltılması ve sık sık yaĢanan ekonomik krizler, kırsal alanlardan kentlere doğru nüfus hareketliliklerini daha da arttırmaktadır. 1.2.6. Aile Yapısındaki DeğiĢim Günümüzde toplumsal bütünleĢmenin ve dayanıĢmanın en temel kurumu olarak kabul edilen aile yapılarındaki değiĢim, çoğu zaman dayanıĢma bağlarının zayıflamasına veya tamamen ortadan kalkmasına neden olmaktadır. 45 Son yıllarda yaĢanan değiĢim, sadece geleneksel aile yapılarını değil, aynı zamanda modern çekirdek aileleri de etkilemektedir. Çoğu ülkede kadının daha özgür hale gelmesi, çalıĢma yaĢamına katılımlarının artması, artan boĢanmalar, değiĢen değer yargıları gibi unsurlar aile kurumunu sürekli ve istikrarlı bir iliĢki olmaktan uzaklaĢtırmıĢtır. Aile yapısındaki değiĢim, çekirdek aile yapısı dıĢında akrabalığa ya da evlilik sözleĢmesine dayanmayan birlikte yaĢama üzerine kurulu aile, bağımsız yalnız yaĢama, tek ebeveynli-çocuklu aile ve çocuksuzlar gibi yeni ve farklı aile biçimlerinin yaygınlaĢması biçiminde ortaya çıkmaktadır (Giddens, 2000:103). Tek ebeveynli ailelerin sayısındaki artıĢın nedenlerinden biri de kadınların artan özerklikleridir (Giddens,2001: 85). Aile yapısındaki değiĢimin sosyal dıĢlanma bağlamında en çok etkilediği gruplar, yaĢlılar, parçalanmıĢ ailelerin çocukları ve tek ebeveynli ailelerdir. Aile, yaĢlılıktaki en önemli destek kaynağıdır. Sosyal güvenlik veya fon programlarının bulunduğu ülkelerde bile, yaĢlı nüfusun çoğunun geçimi ve bakımı, yetiĢkin çocuklarının desteğine dayanmaktadır (Çelik,2002:88). Geleneksel aile yapılarının bozulması, aile ve akrabalık bağlarının zayıflaması kiĢilerin yaĢlılıklarında yoksulluk ve sosyal dıĢlanma sorunuyla karĢılaĢmalarına neden olmaktadır. BoĢanmıĢ ailelerin çocukları ile evlilik dıĢı doğan çocukların ileri yaĢlarda sosyal dıĢlanma riskiyle karĢılaĢma olasılıkları diğerlerine oranla daha yüksektir. DeğiĢen aile yapısının en önemli sonuçlarından biri de tek ebeveynlikteki artıĢtır. Tek ebeveynlik, genellikle çocuklarıyla birlikte oturan dul veya hiç evlenmemiĢ kadın veya erkeklerin oluĢturduğu bir aile statüsüdür. Aile reisinin kadın olduğu çocuklu tek ebeveynli ailelerin ekonomik faaliyetlere katılımının düĢük ve iĢsizlik oranlarının yüksek olduğu belirtilmektedir. Üstelik bu kiĢilerin, çocuklarının bakımı gibi sorumluluklarından dolayı genellikle kısmi süreli iĢleri tercih ettikleri ve böylece gelir elde etme potansiyellerinin azaldığı ifade edilmektedir. 1.2.7. Cinsiyet Ayrımcılığı Sosyal dıĢlanmanın en önemli kiĢisel gerekçesi tüm toplumlarda karĢılaĢılan cinsiyete dayalı ayrımcılıktır. Ancak cinsiyete dayalı ayrımcılığın biyolojik değil 46 (cinsiyet/sex), sosyal (toplumsal cinsiyet/gender) olarak gerçekleĢtiği kabul edilmektedir (Yuval Davis, 2003:30). Toplumsal cinsiyet eĢitliği kavramı, kadın ve erkeğin, toplumsal kurumlar içinde (aile, çalıĢma, hukuk, eğitim, siyaset, din, sağlık, vb ) mevcut kaynakları, fırsatları ve gücü kullanımlarında eĢitliği ifade ederken, toplumsal cinsiyet eĢitsizliği de bu alanlarda birinin diğerine göre eĢitsiz konumunu anlatır. Bu durum cinsiyet nedeniyle dıĢlanmaya yol açar (Ecevit,2003). Sosyal açıdan hanehalkı içerisinde kadına biçilen rol, ev iĢleri ve çocuk bakımı olmuĢtur. Bu nedenle kadın genellikle iĢgücü piyasasının dıĢında bırakılmıĢ ve iĢgücüne katılımları tüm toplumlarda erkeklere göre sürekli düĢük kalmıĢtır. Bununla birlikte, geliĢmekte olan ülkelerde kadınlar genellikle tarım sektöründe ücretsiz aile çalıĢanı olarak iĢgücüne dahil olmakta, ücretli istihdama giriĢleri ise sınırlı kalmaktadır. ÇalıĢan kadınlar da cinsiyete dayalı ayrımcılıktan kaynaklanan eĢitsizlikler ve dıĢlanmıĢlıklar yaĢamaktadır. Toplumsal cinsiyete dayalı sorumluluklar, kadınların genellikle eğreti olarak kabul edilen kısmi süreli çalıĢma biçimlerini tercih etmelerine neden olmaktadır. Ancak kısmi süreli çalıĢma, kadınlar için düĢük statülü ve güvencesiz iĢ anlamını taĢırken, evlilik veya çocukla birlikte iĢi bırakıp, sonradan çalıĢma yaĢamına tekrar dönmek isteyen kadınlar için de baĢka sorunlara neden olmaktadır. Bu kiĢilerin iĢ bulmada zorlandıkları gibi, bilgi ve yeteneklerinin de yetersiz kaldığı görülmektedir. Kadınlar benzer iĢi yaptıkları halde, erkeklere oranla ücretlerde ve yükselmelerde ayrımcılığa uğramaktadırlar. Birçok ülkede sanayi ve hizmetler sektörlerinde toplam ücretli istihdam içinde kadınların sayısındaki artıĢa rağmen, aldıkları ücretin erkeklerin ücretinin ancak dörtte üçü düzeyinde seyretmesi bu doğrultuda değerlendirilebilir (Sapancalı,2005:119). Gerçekten cinsiyete dayalı ayrımcılık kadınlarda önemli dıĢlanmıĢlıklara neden olmaktadır. Bu ayrımcılık kadınların ekonomik durumu ile sosyal durumuna 47 yansımakta ve doğurganlık, ölüm, gelir eĢitsizliği ve yoksulluk gibi çeĢitli alanlarda kendini göstermektedir. 1.2.8. YaĢ Sosyal dıĢlanmaya neden olan kiĢisel faktörlerden bir diğeri de yaĢtır. Belirli yaĢ gruplarındaki kiĢilerin iĢsizlik, yoksulluk, eĢitsizlik, güvencesizlik, ayrımcılık ve dıĢlanmıĢlık ile karĢı karĢıya kalma olasılıkları diğer yaĢ gruplarına göre daha yüksektir. Bu gruplar özellikle çocuklar, gençler ve yaĢlılardır. Çocuğun çalıĢması, bütün ülkelerde var olan evrensel bir olgudur. GeliĢmekte olan ülkelerde çocuklar çok küçük yaĢlardan baĢlayarak iĢgücü piyasalarında yer almaktadırlar. Çocuk çalıĢmasının en temel gerekçesi, ailesinin yoksulluğu ve çocuğun gelirine duyduğu gereksinimdir (Sapancalı,2005:121). Çocukluk döneminde yaĢanan yoksulluk, yetiĢkinlikte de sosyal dıĢlanmaya neden olmaktadır. Zira zorunlu eğitim çağında olan çocukların erken dönemde çalıĢma yaĢamına girmesi, eğitimden dıĢlanmalarına ve önü açık bir gelecekten yoksun kalmalarına neden olmaktadır. Çocuklar gibi sosyal dıĢlanma riskiyle karĢı karĢıya olan bir baĢka yaĢ grubu da 18–27 yaĢları arasındaki gençlerdir. Gençleri topluma bağlayan aile, arkadaĢlık gibi enformel iliĢkilerin yanında, okul, iĢgücü piyasası gibi formel bağlar bulunmaktadır. Gençlerin önemli bir kısmının aile bağları, çoğu zaman çok zayıftır. Gençlerin bir kısmı tek ebeveynli, parçalanmıĢ veya yoksul ailelerde yetiĢmiĢ olabilir. Fakat, çoğu zaman gençlerin dıĢlanmıĢlığı formel olarak iĢgücü piyasası ile olan bağlarının kopmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum gençlerin gelir yoksulluğu nedeniyle ailelerine daha uzun süre bağımlı kalmalarına yol açmaktadır. Bu bağlamda gençlerin karĢı karĢıya oldukları sosyal dıĢlanma riskleri özellikle iĢgücü piyasası ile ilgilidir. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanan gençler, sadece gelirden yoksun kalmaz, aynı zamanda çalıĢma hayatının ve mesleki tecrübelerin kendisine kazandıracağı sosyalleĢme sürecinde de dıĢlanırlar. Formel yollardan istihdam imkanı bulamayan gençler, enformel örgütlere (çetelere), suça, 48 uyuĢturucuya ve diğer anomik davranıĢlara yönelebilirler. Gençler arasında iĢsizliğin artıĢı, toplumda siyasi Ģiddet ve hatta anarĢiye neden olabilir. Bu sadece eğitimsiz iĢsizlerle ilgili değildir. Aynı zamanda eğitimli ve büyük hedefleri olan gençler için de geçerlidir (Gündoğan,2001:30–31). YaĢlıların durumu ise diğer yaĢ gruplarından farklıdır. Gerçekten yaĢlılar, emeklilik hakkını elde etmeleriyle birlikte çoğu zaman kendi iradeleriyle iĢgücü piyasasının dıĢında kalmaktadırlar. Ayrıca fiziksel bazı yetersizlikleri de çalıĢmalarını engelleyebilmektedir. YaĢlılıkta asıl dıĢlanma gelir ve sağlık güvencesi bakımından emeklilik hakkı elde edememiĢ bireyler için söz konusudur. Bazı ülkelerde sosyal güvenlik sistemlerinin yeniden düzenlenmesi bağlamında emeklilik yaĢının yükseltilmesi durumunda, birey daha uzun süre çalıĢmak ve emekli olabilmek için ileri yaĢlara kadar beklemek zorundadır. Sürekli ve düzenli bir iĢi olan birey için bu önemli değildir. Ancak iĢsizliğin yüksek, enformel iĢlerin yaygın ve ileri yaĢlarda uygun iĢ bulmanın zor olduğu piyasalarda, sürekli bir iĢi olmayan bireyin yaĢlılık döneminde gelir güvencesizliğine düĢeceği açıktır (Çelik,2002:85). 1.3. Sosyal DıĢlanma Biçimleri Sosyal dıĢlanmanın çok boyutlu bir süreç olması, farlı biçimlerde ortaya çıkmasına ve algılanmasına neden olmaktadır. Birbirinden farklı gibi gözüken tüm bu süreçler, çoğu zaman karĢılıklı etkileĢim ve iliĢki içerisindedirler. Sosyal dıĢlanma, ülkelerin geliĢmiĢlik düzeyine bağlı olarak farklı algılanmakta ve farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde daha çok mal ve hizmet piyasalarından dıĢlanma (temel ihtiyaçlardan yoksunluk ve gelir yoksulluğu), mülkiyetten dıĢlanma ve enformel istihdam üzerinde yoğunlaĢmaktadır. Buna karĢılık geliĢmiĢ ülkelerde ve özellikle Avrupa‟da üç dıĢlanma biçimi üzerinde tartıĢmalar yapılmaktadır. Bunlar; uzun süreli iĢsizlerin sayısındaki artıĢı ve asıl iĢgücü piyasasına giriĢin artan zorluğunu yansıtan iĢgücü piyasasından dıĢlanma; sürekli olmayan ve kısmi süreli istihdam iliĢkilerindeki artıĢı yansıtan düzenli ve sürekli iĢlerden dıĢlanma ve sonuncusu ise, banlieue 49 (kenar mahalle) olgusunu yansıtan ve ayrıca etnik köken ve göçmenleri içeren yeterli düzeydeki konut ve toplum hizmetlerinden dıĢlanmadır (Rodgers,1995:44). Sosyal dıĢlanmayı üç biçimde ele almak mümkündür. Ekonomik görünüm olarak mal ve hizmet piyasalarından dıĢlanma ile iĢgücü piyasasından dıĢlanma; toplumsal görünüm olarak refah devleti hizmetlerinden veya refah toplumundan dıĢlanma ve siyasal görünüm olarak siyasal katılım ve kurumlardan dıĢlanma Ģeklinde ele alınıp değerlendirilmeye çalıĢılacaktır. 1.3.1. Ekonomik Alandan DıĢlanma 1.3.1.1. Mal ve hizmet piyasalarından dıĢlanma Sosyal dıĢlanmanın ekonomik alana yansıyan ilk biçimi mal ve hizmet piyasalarından dıĢlanmadır. Mal ve hizmetlerden dıĢlanma, geçinme imkânlarından yoksunluk olup, yaĢam düzeyini belirlemede önemli bir göstergedir. Geçimden dıĢlanma farklı Ģekillerde ortaya çıkmaktadır. En alt düzeydeki temel ihtiyaçlardan (özellikle beslenme) mahrum olma biçiminde olabileceği gibi, üretken mal ve varlıklardan dıĢlanma, eğitim, sağlık, konut, enerji, iletiĢim ve ulaĢım gibi temel hizmetlerden yoksunluk biçiminde de ortaya çıkabilmektedir. Mal ve hizmet piyasasından dıĢlanma, ekonomik açıdan tüketimden dıĢlanma anlamına gelmektedir. Yeni liberal uygulamalar, toplumları birer tüketim toplumu haline dönüĢtürmüĢtür. Kapitalizmin üretim toplumu olarak tanımlanan modern evresinden post modern evresine geçiĢte temel farklılık, toplum üyelerinin tüketim kapasitelerindeki artıĢ olarak ortaya çıkmıĢtır. Tüketim toplumu, tüketimin temel gereksinmelerin tatmin edilip edilmediği göz önünde tutulmadan sürekli olarak tüketimde bulunmaya özendirildiği toplum biçimidir. Kapitalizmin bu yeni evresinde teknolojideki geliĢmelerle birlikte bireyin gereksinmeleri çeĢitlenmekte ve farklılaĢmakta, mal ve hizmetlerin ömürleri kısalmaktadır. Bu geliĢmeler yeni bir tüketim kültürünün ortaya çıkmasına neden olmuĢtur. Ancak, gerek ulusal düzeyde gerekse küresel ölçekteki gelir eĢitsizlikleri, bu yeni oluĢan tüketim kültüründen toplumdaki tüm bireylerin eĢit olarak 50 yararlanmasını engellemektedir. Bu bağlamda, geliĢmekte olan ülkelerin bir kısmında ve geliĢmiĢ ülkelerde dıĢlanma, genellikle düĢük tüketim düzeyi biçiminde görülmekte ve kamu kanalıyla sağlanan eğitim, sağlık gibi hizmetlerin de aralarında bulunduğu mal ve hizmetlerle iliĢkili olarak ölçülmektedir. DüĢük gelirli aileler gelirlerinin büyük bir bölümünü, hatta tamamını sadece asgari yaĢam ihtiyaçları için harcamakta, kamu mal ve hizmetlerden (eğitim, sağlık ve kültürel) ihtiyaçları için herhangi bir pay ayıramamaktadırlar (Sapancalı,2005:139). Tüketim toplumunda yoksulluk, kaynakların paylaĢımında ortaya çıkan eĢitsizliklerin küresel bir sonucunu doğurmaktadır. Ġktisadi büyüme, devlet müdahalelerinin olmayıĢı, reel ücretlerin azalması, istihdamı ve kamusal alanı daraltan baskılar, geniĢ nüfus gruplarını düĢük ücretli, güvencesiz ve esnek zamanlı iĢlerde çalıĢmaya zorladığından, yoksulluk olgusu geri dönüĢü olmayan bir hal arz etmektedir. Sosyal refahta gerçekleĢtirilen kısıtlamalar sonucu eğitim ve sağlık hizmetleri yoksullar için eriĢilemez bir hal alırken, bu durum yoksulluğu içinden çıkılamaz bir hale dönüĢtürmektedir. Ekonomik olarak üretim süreçlerinin dıĢına düĢmenin yanı sıra, düĢük alım-gücü sebebi ile mal ve hizmetlere ulaĢımının sınırlanması söz konusudur (Özbudun,2002:53-67). 1.3.1.2. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma Sosyal dıĢlanmanın iĢgücü piyasaları ile olan iliĢkisi iki boyutta değerlendirilebilir. Bunlardan birincisi, istihdamdan dıĢlanma biçimindedir. Bunların içerisinde özellikle uzun süreli iĢsizler önemli bir dıĢlanmıĢlar kümesini oluĢturmaktadır. Ġkincisi ise, iĢgücü piyasası içinde ortaya çıkan sosyal dıĢlanmadır. Bunlar ise sağlam olmayan, güvencesiz iĢlerde çalıĢanlardan oluĢmaktadır (Sapancalı,2005:142). 1.3.1.2.1. ĠĢsizlik ĠĢsizlik, sosyal dıĢlanmanın en belirgin Ģeklini oluĢturmaktadır. ĠĢsizlik üretimden dıĢlanmadır. Uzun süreli iĢsizler, eğitimlerini tamamlayıp ilk kez iĢ arayan fakat iĢgücü piyasasında özelliklerine uygun iĢ bulamayan genç nüfus, farklı etnik azınlıklara üye vasıfsız iĢgücü ile iĢletmelerin sayısal esneklik veya yeni 51 teknolojileri uygulamaları sonucu iĢten çıkardığı ve yeniden iĢ bulma ihtimalleri az olan çok geniĢ bir grup sosyal dıĢlanmanın araĢtırma alanına girmektedir. ÇalıĢma sadece gelir elde etme çabası olarak görülmemekte; insanlık için bir yaĢam tarzı olarak düĢünülmektedir. Bir iĢte çalıĢma, bireyin kendine güven ve saygı duygusunu geliĢtirmekte, kiĢinin toplumla olan bağlarını ve topluma ait olma duygusunu güçlendirmektedir (Ceylan Ataman,2000:1). Bunun aksi olan iĢsizlik ise, sosyal dıĢlanmanın en temel dayanağı olarak değerlendirilebilir. ÇalıĢma hakkı ve iĢsizliğin önlenmesi insana verilen değerin bir göstergesidir. Diğer yandan çalıĢma hakkı, birey için kendisinin ve ailesinin geçim için imkân ve araçlarını sağladığından, yaĢama hakkının da bir devamı Ģeklindedir. Bir baĢka anlatımla, çalıĢma kiĢi için bir hak, bu hakkın yerine getirilmesi de toplum için bir görev konumunda bulunmaktadır (Gündoğan,1999:64). ĠĢsizlik döneminde kaygı, depresyon, umutsuzluk gibi birçok psiko-sosyal sorunlar da ortaya çıkmaktadır. ĠĢsizlik sürecinde yaĢanan kaygı, depresyon ve umutsuzluk gibi psiko-sosyal sonuçların iĢsizliğin yapısından kaynaklanan iki temel faktöre bağlı olduğu belirtilmektedir. Birincisi, iĢsizlerin yaĢam seviyelerindeki ani düĢme nedeniyle; ızdırap duymaları, yeni istihdam imkânlarının bulunmaması durumunda aĢırı finansal zorluklar ve yoksulluklara tabi olmalarıdır. Ġkincisi, iĢsizlerin günlük yaĢama ve çalıĢma alıĢkanlıkları ve iĢe bağlı sosyal iliĢkilerin bozulması ve engellenmesidir (Yüksel,2003:23). Sosyal dıĢlanmanın bir baĢka Ģekli iĢgücü piyasasına girmeyen, girmesi önlenen veya katılmak için yeterli istek ve kabiliyette olmayanların dıĢlanması olarak ele alınabilir. Fakirlik ve fırsat eĢitsizliği nedeniyle iĢgücü piyasasında kendileri için uygun bir iĢ bulabilme imkânı elde edemeyen, iĢgücüne katılmayan, yaĢamlarını baĢkalarının yardımıyla sürdürmeyi alıĢkanlık haline getirenler ve tembel olarak sayılabilecekler de iĢgücü piyasası dıĢında yaĢanan sosyal dıĢlanma içinde düĢünülebilir. ElveriĢsiz yaĢam koĢullarını, bu yaĢam içindeki konumunu değiĢtirme kabiliyeti ve çalıĢma isteğinde olmayanların sosyal dıĢlanmıĢlığı da bu kapsamda değerlendirilebilir. 52 1.3.1.2.2. Atipik istihdam ĠĢgücü piyasalarında formel ve enformel olarak ikili bir yapılanmanın ortaya çıktığı, ücretlerin esnekleĢtirilerek geriletildiği, yeni istihdam biçimleri yaratılarak iĢgücünün kutuplaĢtığı yeni bir yapı söz konusudur. ĠĢletmeler Fordist üretim yapısının benimsemiĢ olduğu standart, tipik istihdam biçiminden, atipik istihdam biçimine, bir diğer ifadeyle esnek çalıĢma biçimine yönelmiĢtir. Atipik çalıĢma Ģekilleriyle ilgili değiĢik sınıflandırmalar olmakla birlikte, literatürde önemli görülen atipik istihdam Ģekilleri; geçici çalıĢma, vardiya usulü çalıĢma, kısmi süreli çalıĢma, sıkıĢtırılmıĢ iĢ haftası, yıllık iĢ süresi ve belirli süreli hizmet iliĢkisi, tele çalıĢma, evde çalıĢma, kendi baĢına çalıĢma Ģeklindedir. Atipik istihdam Ģekline bağlı çalıĢanların genellikle sosyal koruma sağlayan yasal düzenlemelerin etki alanının dıĢında kaldıkları ve daha da önemlisi iĢ güvencesine sahip olmadıkları bilinmektedir. Atipik istihdam tam zamanlı istihdama göre daha az ücret sunmaktadır ve ücret dıĢı maliyetleri de düĢüktür. Sosyal güvenlikten yararlanabilmek için genellikle belirli sürelerde çalıĢmıĢ olmak yani iĢin düzenliliği temel koĢuldur. Oysa kısmi süreli ve kendi hesabına çalıĢma, sosyal güvenlik hakkından yararlanma koĢullarını yerine getirememektedir. Sosyal güvenliğin yol açtığı bu maliyetlerden tasarruf olanağı sağlayan bu durum doksanlı yıllarda atipik istihdam Ģekillerindeki artıĢın temel gerekçesini oluĢturmaktadır. Diğer taraftan, iĢletmeler eğitim harcamalarını genellikle sürekli çalıĢan çekirdek iĢgücüne kaydırmaktadır. ĠĢyerinde eğitimden dıĢlanan bireyin kendini geliĢtirme imkânlarından yoksun bırakıldığı ve kariyer imkânlarından da dıĢlandığı dikkate alındığında, atipik istihdamın çok yönlü bir dıĢlanma sürecine neden olduğu sonucuna varılabilir (Sapancalı,2005:158–161). 1.3.1.2.3. ÇalıĢan yoksullar ĠĢgücü piyasasında son yirmi yıl içinde ortaya çıkan ve geliĢerek kökleĢen süreçlere bağlı olarak, istihdam ve istihdam sonucunda elde edilen gelir insanları yoksulluktan kurtaramamaktadır. ÇalıĢan yoksulluğu (working poor) kavramı, 53 çalıĢan ferdin iktisadî uğraĢ/emek sarf ettiği hâlde, temel ihtiyaçlarını giderebilecek seviyede gelir sahibi olamaması durumunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, gerek geliĢmiĢ ülkelerde, gerekse geliĢmekte olan ülkelerde geniĢ çalıĢan kümeleri çalıĢmaları karĢılığında elde ettikleri gelirle temel gereksinimlerini karĢılayamamakta ve çalıĢan yoksul olarak adlandırılmaktadır (Sengenberger, 2001:43). GeliĢmekte olan veya yoksul ülkelerdeki iĢsiz yoksulların çalıĢan yoksullara göre daha az sayıda olduğu gözlenmektedir. Çünkü bu ülkelerde sosyal koruma sistemi geliĢmiĢ değildir ve iĢsizliğe karĢı bir koruma sağlanmamaktadır. ĠĢsizler sosyal korumanın sağladığı güvenceden yararlanarak iĢ arayamaz. Güvence sahibi olmayan iĢsizler buldukları herhangi bir iĢe yerleĢmek zorunda kalmaktadır (Osmani,2002:4). Diğer yandan, iĢletmelerin üretken olmayan ve eğreti iĢler yaratması çalıĢan yoksulluğunun artmasına yol açmaktadır. Bu nedenlerle, geliĢmekte olan ülkelerde iĢsiz yoksullardan çok, çalıĢan yoksullar iĢgücü piyasasının önemli bir unsuru olmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde de, iĢgücü piyasasında esnekliğin artması ve sosyal koruma sistemlerinde gerçekleĢtirilen reformlar sonucunda, çalıĢan yoksullar önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde atipik, eğreti istihdam yaygınlaĢtıkça çalıĢanlar yoksullaĢmaktadır. Gerçekten daha uzun süreli çalıĢma karĢılığında gelirleri azalmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde eğreti istihdamın geliĢmiĢ ülkelere göre doğası farklıdır ve boyutları daha geniĢtir. Bu ülkelerde eĢitsizlik ve güvencesizlik yaygındır. ÇalıĢan yoksulların ve iĢsizlerin tek güvencesi aile, akraba, arkadaĢlık, cemaat iliĢkilerine dayalı enformel dayanıĢma ağlarıdır. GeliĢmekte olan ülkelerde iĢgücündeki artıĢa karĢılık sınırlı bir endüstrileĢmenin gerçekleĢtirilmesi, enformel ekonomi olarak adlandırılan olgunun ortaya çıkmasına neden olmuĢtur (Sapancalı,2005:161). Formel ekonomide yeni istihdam yaratılamaması, hatta azalması iĢsizliğe ve enformel ekonominin geliĢmesine zemin hazırlamıĢtır. 1980‟lerden itibaren uygulanan yapısal uyum programları çerçevesinde birçok geliĢmekte olan ülkede sadece kamuda değil, aynı zamanda özel sektörde de hızlı bir istihdam daralması yaĢanmıĢtır. ĠĢsiz büyüme olarak ifade edilen bu süreçte, formel ekonomide iĢ 54 bulamayan kentsel nüfus enformel ekonomiye yönelmiĢtir. Bu geliĢme, geliĢmekte olan ülkelerde kentsel alanlarda hızlı nüfus artıĢına rağmen, açık iĢsizliğin daha az bir oranda artmasına da neden olmuĢtur. Güvenlik ağlarının bulunmayıĢı veya yetersizliği de enformel ekonomideki istihdamın artmasına yol açmaktadır. Ancak formel ekonomideki istihdamın daralması karĢısında enformel ekonomideki istihdamın artması, sosyal koruma sistemi dıĢında kalan korunmasız ve güvencesiz bir kesimin toplam nüfus içindeki payının artmasına ve kentsel çalıĢan yoksulların sayısındaki artıĢa neden olmuĢtur. GeliĢmekte olan ülkelerde yapısal uyum programları çerçevesinde sadece formel ekonomideki istihdam daralmakla kalmamıĢ, bunun yanı sıra formel ekonomide çalıĢanların reel ücretlerinde de önemli düĢüĢler yaĢanmıĢtır. 1980‟lerden itibaren geliĢmekte olan ülkelerin çoğunda formel ekonomide yeterli ücret gelirine ve güvenceye sahip çalıĢanların sayısında hızla azalma ortaya çıkmıĢtır. Böylece gelir ve sosyal koruma gibi belirli hakları yitirmeye bağlı olarak ücretli çalıĢanlar arasında da yoksulların oranı hızla artmıĢtır (Sapancalı,2005:163–164). Bir iĢ sahibi olmasına rağmen sosyal dıĢlanma riski bulunan çalıĢan yoksulların bir yönünü düĢük ücretler, diğer yönünü de geçici ve kısmi süreli iĢler oluĢturmaktadır. KüreselleĢmenin getirdiği serbest rekabet ortamında emeğin ucuz olduğu geliĢmekte olan ülkelerdeki düĢük gelirli gruplara, bu ülkelerin ürünleriyle rekabet edebilmek için geliĢmiĢ ülkelerde de birçok sektörde iĢçi ücretleri düĢürülerek yeni yoksullar eklenmektedir. ÇalıĢan yoksullar kavramının geliĢmiĢ ülkelerde de giderek yaygınlaĢması, istihdam sağlama amacı taĢıyan yoksulluğa karĢı mücadele politikalarının yeterliliğini de sorgulamayı gündeme getirmektedir (Ġnsel,2001:69). 1.3.2. Toplumsal Alandan DıĢlanma 1.3.2.1. Barınma imkânlarından dıĢlanma Sosyal dıĢlanma bireysel nedenler yanında mekânsal nedenlerle de birebir ilgilidir. Bu anlamda, mülkiyetten dıĢlanma özellikle tarımın egemen olduğu birçok geliĢmekte olan ülkede en ciddi tartıĢma konularından biridir. GeniĢ anlamda mülkiyet, yalnızca hayatı sürdürmenin değil, aynı zamanda sosyal bütünleĢmenin 55 de bir kaynağı olarak düĢünüldüğünde, yoksulluk ve güvencesizlikle açıklanmaktadır (M.Ecevit,Y.Ecevit,2002:271-273). GeliĢmekte olan ülkelerde mülkiyetten dıĢlanma özellikle kırsal yoksulluk kavramı ile aynı anlama gelmektedir. Kırsal yoksulluk büyük nüfus kesimlerinin büyük kentlere göçünü beraberinde getirmektedir. Kitleler halinde büyük Ģehirlere göçen bu iĢgücü, kentin çevresinde kötü barınma koĢullarında yaĢamakta ve bu çevrede faal dayanıĢma ağları içinde kayıt dıĢı ekonomide, güvencesiz ve marjinal iĢlerde çalıĢmaktadır. Kırsal kesimde mülkiyetten dıĢlanan grup, kentlerde de birçok açıdan toplumsal sistemin dıĢında kalmaktadır (Rodgers,1995:47). YaĢanılan alan olarak barınma, birey için pek çok iĢleve sahiptir. ġöyle ki, barınak, üretilen bir meta, bir tüketim malı, spekülasyona konu bir yatırım malı, gelecek güvencesi, toplumsal iliĢkilerin yeniden üretiminde bir araç, kentsel çevreyi üreten kültürel bir yapı, iĢgücünün ve kiĢinin yeniden üretiminde görev sahibi ve kiĢiyi dıĢ etkilerden koruyan, ona hem toplumdan ayrı hem de toplum içinde yaĢaması için imkânlar sunan özel bir mekân olması Ģeklinde sıralanmaktadır (Tekeli,1996:2). En basit anlamda konut sorunu, gelir ve servet dağılımı dengesizliğinin yol açtığı toplumsal tabakalaĢmanın fiziksel görünümü Ģeklindedir. Çünkü konut sıkıntısı kentte yaĢayan yoksul grupların problemi olmaktadır. Konut satın alınması yani mülk konut olgusu topluma benimsetilip yaygınlaĢırken toplumun önemli bir kısmının minimum ücretle ya da düzenli geliri olmadan hayatını sürdürmeye çalıĢtığı göz ardı edilmektedir. GeniĢ açıdan konut ve barınma gereksinimi, bireye sosyal iliĢkilerini belirleme imkânı sunmakta, istihdama, sosyal refaha, sağlığın korunmasına katılımı düzenlemektedir. Bu anlamda, barınma sosyal bütünleĢme koĢulları ile ilgili bir sorun olarak anlatılmaktadır. Barınma güvencesi mesleki ve sosyal entegrasyonun ve aile yaĢamının en temel koĢulu olarak kabul edilmiĢtir. Konuttan dıĢlanma sorunu “evsizlik” (homeless) ile açıklanabilir. Bu anlamda evsizlik, en uç dıĢlanma Ģekillerinden biridir (Sapancalı,2005:169). 56 1.3.2.2. Sosyal Refah Hizmetlerinden DıĢlanma Devlet destekli barınma, kamusal eğitim ve sağlık hizmetleri, zorunlu sosyal sigorta ve sosyal yardım mekanizmaları sosyal refah devleti hizmetlerinin en önemlileridir. Fakat son yirmi, yirmi beĢ yıllık süreçte dünyada hakim olan kolektif güvencenin özel giriĢime bırakılması, refah hizmetlerinin devletin düzenleme ve denetimi dıĢına bırakılması ve bu hizmetlerin piyasa mekanizmalarına terk edilmesi fikrinin doğal bir uzantısı olarak toplumun büyük bir kesiminin bu hizmetlerin dıĢında kaldığı görülmektedir. Bu durumda sosyal dıĢlanma olgusu, sosyal refah devletinin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır (Sapancalı,2005:176). 1.3.2.2.1. Eğitim Eğitim temel bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir, çünkü eğitim süreci insanı zihinsel ve sosyal olarak geliĢtiren ve özgürleĢtiren bir potansiyele sahiptir. Devletin tüm vatandaĢlara sosyal sınıf, cinsiyet, dil, inanç, etnik ve azınlık grupların farkları nedeniyle ayrımcılık yapmadan eğitim sağlaması evrensel olarak kabul edilen bir ilkedir. Diğer bir deyiĢle, eğitim en temel kamu hizmetlerinden biridir. Eğitimden dıĢlanmada bazı faktörler etkili olmaktadır. Bunlar; öğrencilerin yetenekleri, cinsiyet, sağlık gibi kiĢisel özellikler; gelir düĢüklüğü, ana-babanın iĢsizliği, ailenin sosyal statüsü, barınma olanakları gibi sosyo-ekonomik faktörler; ailenin eğitimi, nitelikleri ve yetenekleri gibi eğitimsel faktörler; ailenin geniĢliği, tek ebeveynli aile olması, kurumsal koruma gibi ailevi faktörler; ırk ve dil ayrımları gibi etnik faktörler; öğretmenlerin çalıĢma koĢulları, sınıfın kalabalık oluĢu, eğitim harcamaları, müfredat gibi diğer eğitim sistemine iliĢkin faktörler olarak sıralanabilir (Sparkes,1999:10). Bugün geliĢmiĢ ülkelerde, çok sayıda gencin temel eğitimi tamamlamasıyla, eğitim düzeyinin hızla yükseldiği görülmektedir. Bununla birlikte, birçok geliĢmiĢ ülkede, okulu erken yaĢta bırakanların sayısı hala yüksektir. Bu ülkelerde özellikle 57 göçmenler ve farklı etnik azınlıkların eğitimden dıĢlanmaya maruz kalan gruplar olduğu bilinmektedir. GeliĢmekte olan ülkelerde eğitimden dıĢlanma, azgeliĢmiĢlik ile yoksulluk arasındaki kısır döngünün bir faktörü olarak kabul edilebilir. Bu ülkelerde, kiĢisel ve toplumsal faktörlerin yanında eğitim harcamalarının yüksek oluĢu, okulun eve uzak oluĢu ve eğitimin içeriğinin azlığı gibi nedenler okuldan dıĢlanmada etkili olmaktadır (Sapancalı,2005:177–179). Yeni dünya düzeninin derinleĢtirdiği ve neden olduğu iĢsizlik korkusu, gelecek kaygısı, karamsarlık gibi geliĢmeler çok sık tartıĢılmaktadır. Her türlü gelir grubundan gençlik, artık gittikçe daha çok teknolojinin imkânlarından faydalanmaktadır. Gençlerin hayatları birçok alanda haberdar oldukları, fakat ailelerin ekonomik ve kültürel yapılarından dolayı, ulaĢamadıkları seçeneklerle çevrelenmiĢtir. Yoksul ve dıĢlanmıĢ ama diğerleri ile aralarındaki farklılığın derinliğinin bilinmesinin oluĢturacağı yoksunluk duygusu ile birçok Ģeyin varlığını bilmek ona sahip olamamak daha ağır bir yoksunluk duygusu doğurabilir ve bu imkânlara sahip olanlarla olmayanlar arasındaki gerilimi daha da tırmandırabilir (Yentürk ve diğerleri,2006:15). Fakir aileler için, çalıĢması karĢılığında elde edilecek gelire duyulan ihtiyaç, çocukları eğitimin dıĢına iten en önemli nedendir. ÇalıĢan çocukların genel olarak, çeĢitli sebeplerle örgün eğitim sistemi dıĢına itilmiĢ olan çocuklardan oluĢtuğu bilinmektedir. Fakat bu dıĢlanmanın tek nedeni “yoksulluk“ değildir. Bunun yanında çocukların arasında çeĢitli nedenlerle eğitim kurumlarına karĢı güvensizlik ve isteksizliğin de olduğu gözlenmektedir. Çoğunlukla ilk bakıĢta, okulda baĢarısızlık olarak da kabul edilen bazı durumlarda; sonuna kadar okunmayınca, eğitim sisteminin yetenek kazandırmaması; örgün eğitim sisteminin iĢ piyasasının taleplerine uygun olmayıĢı; eğitimli gençler arasında iĢsizliğin yüksek ya da yaĢam düzeyindeki düĢüklüğün algılanması; eğitim kurumlarının çocuklar tarafından sevimsiz bulunması gibi birçok etken de söz konusu olabilmektedir (Lordoğlu, 1995:6). 58 Kentlerdeki sokak çocukları sorunu ise, çocuk ve ergen sorunları içinde araĢtırılması ve çözülmesi en güç olanlardan biridir. Fakir bir ailede doğmak, çocuklar için pek çok olanaktan yoksun olmanın yanı sıra, okula gitmek yerine erken yaĢta çalıĢma hayatına baĢlamak anlamına da gelmektedir. Sokakta çalıĢan çocuklar okula devam edememekte, sigaraya-uyuĢturucuya alıĢma, kolay yoldan para kazanma, suça yönelme, dıĢlanma, aĢağılanma, Ģiddet gibi tehlikelere maruz kalmakta, sokakta yaĢayan bir konuma gelebilmektedir (Kulca,Korkmazlar,2004:2). 1.3.2.2.2. Sağlık Sağlık bireysel bir sorun olarak görünse de, toplumun bütününü ve geleceğini ilgilendiren toplumsal, ekonomik ve politik bir meseledir ve her Ģeyden önce temel bir insan hakkıdır. Sosyal dıĢlanma bu hakkın tamamen ortadan kaldırılması biçiminde tehdit edilmesi anlamına gelmektedir. Sağlık hakkı ve sosyal dıĢlanma arasında bir neden sonuç iliĢkisi söz konusudur. Öncelikle sağlık doğrudan gelirle bağlantılıdır. Yoksulluk sağlığın bozulması ve hastalıkların yayılması anlamında bir tehdit oluĢturmaktadır. Yoksulların sağlık durumunun genellikle bozuk olduğu ve sağlık hizmetlerinden de tam yararlanamadığı belirtilmelidir. Birçok ülkede, düĢük gelirli gruplar yüksek gelirli kesimlere göre kamu sağlık hizmetlerinden ve harcamalarından daha düĢük ölçüde faydalanmaktadır. Sağlık hizmetlerindeki bu adaletsizlik yoksullar açısından iki önemli sonuç doğurmaktadır; birincisi yoksulların daha kısa ömürlü olması, ikincisi ise, geliri yüksek olanlara göre daha sık hastalanmalarıdır (Sapancalı,2005:183-184). Son yıllarda dünya çapında meydana gelen ekonomik geliĢmeler insanların sağlığını, sağlık güvencesine ve diğer sosyal hizmetlere eriĢimlerini önemli ölçüde etkilemiĢtir. Dünyadaki yüksek zenginlik düzeylerine rağmen, yoksulluk ve açlık büyümekte, zengin ve yoksul uluslararasındaki makas büyürken, aynı Ģekilde ülkeler, toplumsal sınıflar, kadın ve erkek, genç ve yaĢlı arasındaki eĢitsizlikler de büyümektedir. Dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu hala gıdaya, eğitime, temiz içme suyuna, sağlıklı bir çevreye, barınağa, toprağa ve tabii kaynaklara, iĢe ve 59 sağlık hizmetlerine ulaĢım güçlüğü yaĢamaktadır. Sağlık hizmetleri konusunda ayrımcılık etkili olmaya devam etmektedir. Çoğu ülke, bir kamu sağlık sistemine dayanmaya devam etse de, uygulamada özelleĢtirme oldukça hızlı Ģekilde artmakta ve göreli olarak iyi hizmete eriĢim, gittikçe artan Ģekilde ödeme gücüne bağlı hale gelmiĢtir. Aynı zamanda, genellikle ilk birkaç günlük hastalık izinlerindeki yükü iĢletmelerin üzerine yıkan ve iĢçiyi giderlere ortak eden reformlarla birlikte, bazı ülkelerde hastalık yardımları daha az hale gelmiĢtir. Kimi ülkelerde iki ayaklı bir kamu sağlık sistemi uygulamaya konmuĢtur. Letonya‟da 1997‟nin baĢından beri stratejik olarak önemli kabul edilen hastalıklar için ücretsiz tedavinin yanı sıra, yoksul olarak sınıflandırılanlar ve çocuklar dıĢındaki hastaların masraflarının %15‟ini ödediği, diğer sağlık ihtiyaçlarına yönelik temel bir programı içeren bir kamu hizmeti vardır (Standing,2006:349-350). Diğer yandan, hasta veya sakat bireylerin yoksulluğa ve sosyal dıĢlanmaya karĢı en zayıf grubu oluĢturduğu ortadadır. Bu durumda hastalık ve sakatlık riskleri kiĢiler üzerinde hem maddi hem de sosyal iliĢkiler bakımından etkili olmaktadır. Sağlıktaki bozulmalar, eğitimsizlik, iĢsizlik, yoksulluk ve sosyal yalnızlık gibi diğer yoksunluklarla birlikte eĢ zamanlı ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden sağlığın bozukluğu sosyal dıĢlanmanın sebebi veya sonucu değil bizzat kendisi olarak kabul edilmektedir (Sapancalı,2005:184). 1.3.2.2.3. Sosyal güvenlik Sosyal devletin ortaya çıkma aracı olan sosyal güvenlik kavramı, insanlığın yarından emin olma gereksiniminin somut olarak ortaya çıktığı, eski ve derin bir belirtisidir. Evrensel bir ilkeye dönüĢen ve modern devletlerin simgesi haline gelen sosyal güvenlik kavramı, temelde, bireyin karĢılaĢacağı ve hayatı için tehlike oluĢturan olaylara karĢı bir güvence arayıĢının ürünüdür. Tehlikeyle karĢılaĢan bireye, asgari bir güvence sunmak, sosyal güvenliğin ortaya çıkma sebebidir (Okur,Güzel,Caniklioğlu,2012:2). 60 Sosyal güvenlik, bireylerin talep ve iradeleri dıĢında ortaya çıkan ve onların malvarlığında, gelirlerinde veya çalıĢma gücünde kayıplara yol açarak kendilerinin ve geçindirmekle sorumlu oldukları kiĢilerin yaĢamlarının devamını güçleĢtiren ya da imkânsız hale getiren tehlikelerin zararlarını telafi ve tanzim etmeye yönelik tedbirlerden oluĢur. Uluslararası düzeyde, Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (md.22), Avrupa Sosyal ġartı (md.12) ve ILO sözleĢmesinde sosyal güvenliğin teorik temelleri hazırlanmıĢtır. Bu belgelerde, sosyal güvenliğin temel bir insan hakkı olduğu, devletin de bu hakkın gereklerini yerine getirmekle görevli olduğu vurgulanmıĢtır. Sosyal güvenliğin minimum norm ve standartlarının çerçevesi ILO'nun 1952 tarih ve 102 sayılı sözleĢmesinde ifade edilmiĢtir. Söz konusu sözleĢmede sosyal güvenlik kapsamına alınması gereken dokuz ayrı sosyal ve ekonomik risk sıralanmaktadır. Bu risklere karĢılık gelen sigorta kolları ise yaĢlılık, malullük, ölüm, iĢ kazaları, meslek hastalıkları, hastalık, analık, iĢsizlik ve aile yardımlarıdır. Sosyal güvenlik politikalarının temelini ekonomik ve sosyal tehlikelerin bireyler üzerindeki etkilerini giderme çabaları oluĢturmaktadır. ÇalıĢma gücünü olumsuz yönde etkileyen hastalık, yaĢlılık ve sakatlık gibi bedensel riskler; çalıĢma gücünü etkilememekle birlikte onun kullanımını engelleyen iĢsizlik bu türden tehlikeleri oluĢturmaktadır. Bu tehlikelerle karĢılaĢan kiĢi geçici ya da sürekli olarak gelirden mahrum kalmakta, ekonomik güvensizlik ortamına itilmektedir (Akkaya, 2000). Sapancalı‟ya göre sosyal güvenlikten dıĢlanmanın baĢka Ģekillerinden söz edilebilir. Bunlardan birincisi, tarımda çalıĢanların büyük bir kısmı, ücretsiz aile çalıĢanları ve kayıt dıĢı ekonomide çalıĢanlar gibi sosyal güvenlik kapsamına açıkça dâhil edilmeyen toplumun belirli gruplarıdır. Ġkinci dıĢlanma Ģekli, birincisine göre daha üstü örtülü biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu gruptakiler, yasal bakımdan sosyal güvenlik kapsamındadırlar. Ancak denetim eksiklikleri, katkı ödeme zorluğu, bilgi eksikliği, sosyal korumanın yeterliliğine güvenmeme gibi çeĢitli sebeplerle isteyerek ya da zorunlu olarak kapsam dıĢında kalırlar. Üçüncü dıĢlanma Ģekli karmaĢık unsurlar içerir. Gerçekte sosyal güvenlik kapsamında olan bu kiĢiler yardım ve desteklerden faydalanma koĢullarının güçleĢtirilmesine bağlı 61 olarak gelir güvencesizliği ile karĢı karĢıya bulunduklarından, sosyal güvenlikten sınırlı düzeyde yararlanabilir veya hiç yararlanamazlar. Örneğin, sosyal sigorta ile düzenlenmiĢ emeklilik, sağlık ya da iĢsizlik ödeme ve yardımlarından yararlanmak için uzun süre katkı ödeme ve belirli süre çalıĢma koĢulları bulunmaktadır. Fakat bazı çalıĢanlar katkı ödeseler dahi yeteri kadar katkı ödemedikleri zaman sunulan korumaya ulaĢamazlar. Bu anlamda sosyal güvenlikten dıĢlanma çeĢitli ve karmaĢık biçimlerde ortaya çıkmaktadır (Sapancalı,2005:187). 1.3.3. Siyasal Alandan DıĢlanma Siyasal alandan dıĢlanma yurttaĢlık hakları ile siyasi hakların yetersizliği veya kullanılamaması nedeniyle belirginleĢmektedir. 1.3.3.1. Demokratik haklar ve yönetim Demokrasi kavramının özünde herkesi bağlayan ve ilgilendiren karar süreçlerinde yurttaĢın katılımı söz konusudur. Sosyal dıĢlanmanın siyasal alandaki biçimleri yurttaĢlık hakları ile siyasal haklardan yeterince yararlanamamakla kendini gösterir. YurttaĢlık haklarının yetersizliği ve eksikliği, bu hakların devlet tarafından yetersiz biçimde uygulanmasından kaynaklanabileceği gibi bireylerin, grupların ve organizasyonların bu hakları savunmasındaki yetersizlikten de kaynaklanabilir (Sapancalı,2005:195–196). Diğer yandan demokrasi, yurttaĢ halkın egemenliğinin yasalara itaat ile kendiliğinden sınırlandırılmasını ve egemenliğin seçilmiĢlere bırakılmasını içerir. Aynı zamanda, demokrasi, güçler ayrılığını, kiĢisel hakların güvence altına alınmasını ve özel yaĢamın korunmasını sağlar. Bu anlamda, demokrasi, fikirlerin ve çıkarların çeĢitliliğini varsayar. ÇeĢitliliğe saygı, demokrasinin, çoğunluğun azınlıklar üzerindeki diktatörlüğüyle bir tutulamayacağını ifade eder. Dolayısıyla, demokrasi azınlıkların ve muhaliflerin var olma ve kendilerini anlatma hakkını kapsamalı ve aykırı fikirlerin anlatımına izin vermelidir (Bayhan,2002:2). Fert bir toplumda belirli hak ve ödevlere sahip olan yurttaĢtır. Siyasal dıĢlanma, nüfusun belirli kiĢi veya gruplarına insani ve siyasi hakların 62 sunulmaması ile alakalıdır. Siyasal dıĢlanma konusunda haklar; kiĢisel güvenlik, hukuk kuralları önünde eĢitlik, ifade özgürlüğü, siyasal katılım ve fırsat eĢitliği olarak ifade edilmiĢtir. Bu listeye, sendikal hakları (örgütlenme, toplu pazarlık, grev hak ve özgürlüğü) ilave ederek geniĢletmek mümkündür. Fakat demokrasi, siyasal hakların ve özgürlüklerin gerçekleĢtirilebilmesi için kurumlarla çevrilmiĢtir ve fırsatlar sağlar. Bu bakımdan, yurttaĢlık hakları; a) medeni (ifade özgürlüğü, adalet hakkı gibi) b) siyasal (siyasal gücün kullanılmasına katılım hakkı) c) sosyoekonomik (kiĢisel güvenlik, fırsat eĢitliği, asgari düzeyde sağlık, eğitim ve iĢsizlik yardımı gibi haklar) olmak üzere üç grupta toplanabilir. Bu haklar grubu tüm yurttaĢlara tam olarak sunulmayabilir. Bazı ülke örneklerinde olduğu gibi (örn; Çin) yurttaĢların bir kısmı sosyo-ekonomik hakları kullanabilir. Ancak siyasal haklardan yoksun kalabilir YurttaĢlık haklarının yetersizliği, bu hakların devlet tarafından yetersiz biçimde uygulanmasından kaynaklanabileceği gibi fertlerin, grupların ve organizasyonların bu hakları savunmasındaki yetersizlikten de kaynaklanabilir. Ayrıca demokrasinin kurum, kural ve kaidelerinin düzenli iĢlemediği bir toplumda siyasal dıĢlanma kaçınılmazdır. Ġnsani geliĢmenin sağlanması, özgürlüklerin korunması ve tüm insanların saygınlığı için demokrasinin yaygınlaĢtırılması ve iĢlenmesi zorunludur (Sapancalı,2005:196). 1.3.3.2. Göçmenler ve azınlıklar GeliĢmiĢ ülkelerde siyasal dıĢlanma, kaçak iĢçiler, göçmenler, sığınmacılar ve etnik azınlıklar gibi grupları da doğrudan etkilemektedir. Belirli geliĢmiĢ ülkelerde hem hükümetler hem de yerli halk, göçmenleri kendi uluslarının bir üyesi olarak kabul etmezler ve bu nedenle göçmenlerin belirli bazı hakları sınırlandırılmıĢtır. Günümüz ulus devletlerinin önemli bir kısmının göçmen, etnik, dini ve diğer tüm azınlıkları dıĢlayabilmek için yurttaĢlığın kapsamını daraltma eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu tür anlayıĢların ardında ise, milliyetçilik ideolojisinin olduğu ifade edilmektedir (Kaya,2000:146). Bir ulus devlete üyelik anlamına gelen resmi yurttaĢlık, özellikle, göç olgusuyla birlikte önemli ölçüde tartıĢılır hale gelmiĢtir. Özellikle yoksul ülkelerden endüstriyel ülkelere göç edenlerin bir kısmı, yurttaĢlık hakkı elde edemedikleri için yurttaĢlığın getirdiği haklardan da yararlanamamaktadırlar (Sapancalı,2005:202). 63 Öte yandan göçmen kabul eden çeĢitli devletlerde, göçmen ve azınlıklara temel yurttaĢlık hakları bağlamında farklı politikaların uygulandığı görülmektedir. Özellikle Avrupa‟da göçmen ve azınlıklar temel yurttaĢlık haklarının yanı sıra çok daha geniĢ bir sosyal dıĢlanma sorunu ile karĢı karĢıyadırlar. Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası özellikle 1960‟lı yıllarda iĢgücü piyasasında artan iĢgücü talebini karĢılamak amacıyla Avrupa‟ya gelen göçmen ve azınlıklar, bir yandan yerli halka oranla, düĢük ücretli sektörlerde çalıĢmayı daha fazla kabul etmek zorunda kalabilmektedirler; diğer yandan ise özellikle iĢgücü piyasasındaki yapısal değiĢime bağlı olarak, iĢsizlik göçmen ve azınlıklar içerisinde dramatik bir biçimde artmaktadır. 1990‟lı yıllarda yerli halk ile göçmenler arasındaki iĢsizlik oranları karĢılaĢtırıldığında bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır. 1994 yılında Avusturya‟da ulusal düzeyde iĢsizlik oranı ortalama %7 iken, göçmen ve azınlıklar için bu oran %9,1; Fransa‟da genel iĢsizlik oranı %11,6 iken, göçmenler için %20–24 civarındaydı. Avrupa‟da göçmen ve azınlıkların genellikle sanayi sektöründen çok hizmetler sektöründe istihdam edildikleri ve büyük bir bölümünün düĢük ücretli ve düĢük vasıf düzeyine sahip iĢler oldukları belirtilmiĢtir. Hizmetler sektöründe yaratılan istihdamın genellikle tam süreli değil, kısmi süreli olduğu da ifade edilmelidir. Bununla birlikte yerli halka göre daha çok enformel iĢgücü piyasasında yer almaktadırlar (Sapancalı,2005:204–205). 64 65 2. BÖLÜM AVRUPA BĠRLĠĞĠ’ NDE SOSYAL POLĠTĠKA TEMELĠNDE SOSYAL DIġLANMA ÇalıĢmanın bu bölümünde öncelikle, AB sosyal politikası temelinde sosyal dıĢlanma sorunu ele alınarak, sosyal içerme politikaları ve sosyal içermede mevcut durum ortaya konulacak; son olarak ise AB ülkelerinde sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik yapılan düzenlemeler, bu alanda yaĢanan geliĢmeler ele alınacaktır. 2.1. Genel Olarak Avrupa Birliği Sosyal Politika AnlayıĢı ve Sosyal DıĢlanma Avrupa Birliği Sosyal Politikası, Birliğin sosyal boyutunu güçlendirmeyi ve vatandaĢları için kaliteli bir yaĢam sunmayı hedeflemektedir. Birlik, toplumda dezavantajlı durumda bulunan gruplara yönelik daha hassas davranmıĢ ve bu insanların ihtiyaçlarına yönelik özel düzenlemeler yapmıĢtır. Bu gruplar, sosyal korunmaları anlamında risklerle karĢı karĢıya olan gruplardır ve literatürde Avrupa Birliği Sosyal Politikası kapsamındaki “risk grupları” olarak adlandırılmaktadır. Bu grubu, iĢsizler, çocuklar, kadınlar, yaĢlılar ve engelliler oluĢturmaktadır. ÇalıĢma ve sosyal hayatlarında ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve toplumla bütünleĢtirilmelerinin sağlanması, Avrupa Birliği‟nin bu gruplara yönelik olarak yaptığı düzenlemelerin baĢında gelmektedir. Günümüzde sosyal politika alanına iliĢkin en çok tartıĢılan konuların baĢında daha önce sözü edildiği üzere “yoksulluk” ve “sosyal dıĢlanma” kavramları gelmekte, sosyal devlet ve sosyal politika bu kavramların çözümü noktasında kavramsal olarak bir değiĢim geçirmektedir. Çözüm yolları içinde ise “yönetiĢim” anlayıĢı ve “temel gelir” tartıĢmaları baĢı çekmektedir. Sosyal devletin 1970‟li yıllardan bugüne geçirdiği değiĢim her ülkede farklı düzeylerde etkili olmaktadır. Bunun nedeni ise kuĢkusuz özellikle Avrupa ülkelerindeki sosyal politika geleneklerinin birbirinden farklı olmasıdır. 66 Sosyal refah devleti modellerine ve sosyal politikanın ele alınıĢına iliĢkin çeĢitli sınıflandırmalar/teoriler mevcuttur. Bunların baĢlıcaları arasında Esping Andersen (Neoliberal [Anglo-Amerikan] Model, Sosyal Demokrat [Nordic] Model ve Korporatist Kıta Avrupası [Franco-Alman] Modeli); Michel Albert (Yeni Amerikan Modeli, Ren Modeli); David Coates (Devletin Yönlendirdiği Kapitalizmler, UzlaĢmaya Dayalı Kapitalizmler, Piyasanın Yönlendirdiği Kapitalizmler); Nick Adnett ve Stephen Leibfried‟in modellemeleri gelmektedir. Ġngiliz geleneğinde sosyal politika, sosyal hizmetlerin kolektif olarak sağlanması ile tanımlanmaktadır (eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, sosyal güvenlik vb.). Avrupa‟nın diğer ülkelerinde ise “sosyal politika” terimi daha çok emek piyasasına mahsus kurumlar ve iliĢkileri, özellikle de iĢçi haklarını ve “sosyal ortaklar” olarak nitelendirilen iĢverenler, sendikalar ve hükümet arasındaki anlaĢma çerçevesini ifade etmektedir (Kleinman,2011:159). Esping-Andersen‟in refah rejimi tipolojisine göre üç çeĢit refah rejimi vardır. Bu rejimler yine Esping-Andersen‟in sosyal politikanın üç etkin kurumu olarak belirlediği devlet, piyasa ve ailenin sosyal politikayı ve birbirlerini ne düzeyde etkilediği üzerinden sınıflandırılmıĢlardır. Bunlar; Neoliberal (Anglo- Amerikan) Model, Sosyal Demokrat (Nordic) Model ve Korporatist Kıta Avrupası (FrancoAlman) Modeli‟dir. Neoliberal rejimler piyasa merkezlidir ve devlet, piyasada geçimini sağlayamayan ve piyasada satın alınan bakım hizmetlerinden yararlanamayan en muhtaç durumdaki kesime yönelik politikalar geliĢtirir. Ġkinci tip rejim olan Sosyal demokrat rejim, Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra ortaya çıkan “sosyal vatandaĢlık” statüsüne en yakın sistemdir. Bu rejimde piyasa olduğu kadar aile de bireye sosyal güvence sağlamak açısından formel sosyal güvenlik önlemlerinin gerisinde kalır. Bu rejimde sosyal politika alanında esas sorumlu ve uygulayıcı devlettir. Korporatist Kıta Avrupası modeli rejimde ise, sosyal güvence bireyin iĢteki konumuna göre, çalıĢırken ödenen primlere bağlı olarak belirlenirken, aile de sosyal güvenlik içinde önemli bir yere sahiptir (Esping Andersen,2011:4546). Sosyal devlet modellerinden Nick Adnett ve Stephen Leibfried‟in modellemeleri öne çıkmaktadır. Adnett, Esping-Andersen‟in üçlü sistemine Latin 67 Havzası ülkelerini de ekleyerek, sosyal devlet modellerini dörde çıkarırken, Leibfried‟in modellemeleri daha kapsamlı bir çerçeve sunar. Leibfried, sosyal politika rejimlerine dayalı olarak Avrupa Birliği‟ne üye ülkelerdeki refah devleti modellerini; • Ġskandinav refah devletleri (Modern refah devleti) • Bismarck ülkeleri modeli (Kurumsal refah devleti) • Anglo Sakson ülkeleri modeli (Kalıntı refah devleti) • Latin Havzası ülkeleri modeli-Güney Avrupa Refah Devleti (Tam oluĢmamıĢ refah devleti) olmak üzere dört ayrı grupta toplamıĢtır (Yılmaz, 2006:23). Ġskandinav Refah Devletleri (Modern Refah Devleti): Kurumsal yeniden dağıtıcı model veya Ġsveç modeli olarak da bilinir. Ġsveç modeli, refah devletinin ideal Ģekli olarak nitelendirilir. Modelin en belirgin özelliği, tam istihdam vaadinin bulunması ve sosyal hakları üst düzeyde gerçekleĢtiriyor olmasıdır. Tam istihdam ve sosyal hakların yüksek düzeyde sunulması sebebiyle “güçlü müdahaleci refah devletler” kategorisinde belirtilen bir modeldir. Bu modelde devlet, tam istihdamın sağlanmasında baĢ aktördür, iĢveren hüviyetiyle hareket etmesi prensip olarak benimsenmiĢtir. Devletin bir taraftan emeği istihdam ederken diğer taraftan da emeğin iĢgücü piyasasına girmesi ve iĢgücü piyasasından çıkmamasını sübvansiyonlarla sağlaması söz konusudur. Bu özelliğinden dolayı söz konusu modeli, “kapsamlı refah devleti modeli” olarak tanımlamak da mümkündür. Bismarck Ülkeleri Modeli (Kurumsal Refah Devleti): Alman modeli olarak da bilinir. Modelin üç temel özelliği bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, sosyal refahın ekonomik geliĢme ve büyümeyi gerçekleĢtirmek suretiyle sağlanacağının kabulüdür. Devlet tam istihdam vaadinde bulunmayıp, tam istihdamın ekonomik büyüme ile sağlanacağını kabul eder. Tam istihdamın gerçekleĢmemesi durumunda telafi edici rol oynar. Bu modelde çalıĢma hakkı yerine, çalıĢamayanlara sosyal güvenlik hakkının sağlanması söz konusudur. Ġkinci özelliği, Alman refah sisteminin korporatist yapıda geliĢmiĢ olmasıdır. Üçüncü özelliği ise sosyal hizmetlerin sunumunun, yerinden yönetim birimlerince gerçekleĢtirilmesinin benimsenmiĢ olmasıdır. 68 Anglo-Sakson Ülkeler (Kalıntı Refah Devleti): ABD, Avustralya, Yeni Zelanda ve özellikle de Ġngiltere bu modeli en iyi Ģekilde temsil eder. Bu modelde, emek piyasasına giriĢ zorla sağlanmaktadır. Bu modelin temeli, insanları iĢgücü piyasasına girmeye ve orada kalmaya zorlama stratejisidir. Devlet ne istihdam toplumunda olduğu gibi istihdam yaratıcı ne de bunun yokluğunda ilk baĢvurulacak telafi devletidir. “Seçicilik”, sosyal politikanın birinci prensibidir. Devlet en son telafi edici olduğu için, en kötü durumda olanlara gelir transferi yapma stratejisi hâkimdir. Gelir transferi yapılacak olanlar, olanak testinden (means tested) geçirilerek tespit edilir. Latin Havzası Ülkeleri Modeli-Güney Avrupa Refah Devletleri (Tam GeliĢmemiĢ Refah Devletleri): Ġspanya, Portekiz, Yunanistan ve bir ölçüde Ġtalya (bazen de Fransa) bu modele dâhildir. Bu ülkelerde, iĢgücü piyasasının tarım ağırlığı sürmekte ve geleneksel yardım hizmetleri ve aile dayanıĢması varlığını korumaktadır. Refah devletinin kurumsal yapısı ve sosyal koĢulları yetersizdir. Ancak AB üyeliği ile birlikte bu ülkeler refah uygulamalarını önemli ölçüde geliĢtirmiĢlerdir (Çelik,2006:62). Sonuç olarak, AB‟nde, ulusal düzeyde farklı sosyal politikaların uygulanması, küreselleĢen piyasanın dayatmaları ve bunların yanı sıra geniĢleme sürecinin devam etmesi sosyal bütünleĢmeyi olumsuz etkilemekte; ancak, AB bir yandan ekonomik ve parasal birliğin yerleĢmesini sağlamaya çalıĢırken, diğer yandan sosyal politikalar ve sosyal bütünleĢme yönünde etkinliğini korumaya çalıĢmaktadır (TaĢpınar,2006:11). 2.2. AB’nde Sosyal Ġçerme Politikaları ve Sosyal Ġçermede Mevcut Durum Sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik düzenlemeler genellikle yoksulluk, eĢitsizlik, ayrımcılık ve iĢsizlik gibi çoğu zaman iktisadi kaygılarla baĢ gösteren sosyal kökenli problemlerin önlenmesine ve asgariye indirilmesine yardımcı olan birtakım siyasalar bütünlüğünde ilerlemekte, anlam kazanmaktadır. Sosyal dıĢlanma ile mücadele, ulusal hükümetlerin, AB gibi uluslarüstü kurumların ve baĢta Dünya Bankası olmak üzere uluslararası kuruluĢların en 69 önemli gündem maddelerinden birini oluĢturmaktadır. Bugün her ne kadar söz konusu sorunun çözümüne yönelik pek çok alanda politikalar üretilmeye çalıĢılsa da, sosyal dıĢlanma ile mücadelede bütünsel bir politika veya yaklaĢımın benimsendiğinden söz edilememektedir. Sosyal dıĢlanma ile mücadelede kullanılan yaklaĢım veya politikalar, sosyal dıĢlanmanın görünüĢ biçimine göre farklılık taĢımakta; önemli bir kısmını doğrudan yoksullukla mücadelede kullanılan araçlar oluĢtururken, diğer kısmını ise daha çok iĢgücü piyasasının düzenlenmesine ve istihdama iliĢkin politikalar oluĢturmaktadır. Bununla birlikte sosyal dıĢlanma ile mücadele, ülkelerin sosyal modeline göre de değiĢmekte; hatta AB ülkesi üyeler arasında bile büyük farklılıklar göstermektedir. Liberal geleneğe sahip Anglo-sakson ülkeler ile sosyal demokrat geleneğe sahip kuzey ülkeleri arasında önemli farklılıklar vardır. Anglo-sakson ülkeler, mücadelede daha çok özel sektörü öne çıkarırken, kuzey ülkelerinde devlet daha etkin konumda yer almaktadır. Bununa birlikte gelenekçi güney ülkeler ise devletin rolünden ziyade, ailenin rolü üzerinde durmaktadır (Sapancalı,2005:209). 2.2.1. AB’nde Sosyal Ġçerme Politikaları ve GeliĢimi AB ve üye ülkeler, küreselleĢme, artan rekabet, teknolojik geliĢmeler ve demografik baskılar karĢısında ciddi ekonomik ve sosyal sorunlarla karĢı karĢıyadır. Gelir eĢitsizliği giderek artmakta, toplam nüfusun %16‟sı yani yetmiĢ milyondan fazla insan yoksulluk eĢiğinin altında yaĢamakta, iĢsizler içinde uzun süreli iĢsizlerin oranı giderek artmaktadır. Temelde ekonomik ve siyasal bütünleĢme hedeflerine dayalı olarak kurulan ve sosyal politikayı baĢlangıçta üye ülkelerin yetki alanına bırakan AB, ortaya çıkan bu değiĢimler karĢısında sosyal hedeflere daha yoğun bir biçimde odaklanmak zorunda kalmıĢtır. Bugün, AB sosyal politika bakımından iki öncelikli alan belirlemiĢtir. Bunlardan ilki tam istihdama yönelim hedefidir. Tam istihdama yönelim; iĢin herkes için gerçek bir seçenek yapılması, iĢin niteliğinin ve verimliliğinin arttırılması değiĢimin öngörülmesi ve yönetimini içermektedir. Bu hedefe ulaĢmak amacıyla Avrupa Ġstihdam Stratejisi (AĠS) geliĢtirilmiĢtir ve uygulanmaktadır. Ġkinci temel hedef, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadele 70 ederek, sosyal koruma sistemlerini modernleĢtirerek ve herkesi içerisine alacak biçimde eĢit fırsatları geniĢleterek daha adil bir toplumsal yapının teĢvik edilmesini sağlamaktır (EC,2005a:18–27). Böylece, dayanıĢma temelinde herkese eĢit fırsatlar tanıyan daha kaynaĢmıĢ bir toplum yaratmak istenmektedir. Bu amaçla Birlik sosyal içerme politikası oluĢturmuĢtur. Ancak ayrı ayrı ifade edilmiĢ olsa da, istihdam stratejisi ve sosyal içerme yaklaĢımı, birbirini tamamlayıcı nitelikte politikalardır. Bununla birlikte sosyal içerme politikalarının, istihdamı da içine alacak biçimde çok daha geniĢ hedefleri içerdiğini ifade etmek mümkündür. Bilindiği gibi, ilk olarak 1960‟lı yıllarda Fransa‟da siyasi tartıĢmalarda dile getirilen sosyal dıĢlanma kavramı, 1980‟li yılların sonlarında AB literatüründe yerini almıĢ ve 1990‟lı yılların baĢından itibaren sosyal dıĢlanma ile mücadele, AB‟nin temel hedeflerinden biri haline gelmiĢtir. Dolayısıyla AB‟nde sosyal içerme politikaları da, ilk olarak yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla mücadele bağlamında doksanlı yılların baĢında ortaya çıkmıĢtır. Fransa‟da ilk zamanlar, yoksulluk kavramı, Hristiyan hayırseverlik, klasik rejim ve faydacı liberal görüĢlerin getirdiği caydırıcılık etkisiyle fazla tartıĢılma imkânı görmemiĢtir. AB‟de ise, 1990‟lı yılların baĢında, özellikle iĢsizlik oranının artmasıyla, sosyal sorunların çoğalması sonucunda sosyal dıĢlanma kavramı tartıĢılmaya baĢlanmıĢ ve gündemdeki yerini almıĢtır (Sunal,2011) . 1990‟lı yıllar ile beraber AB‟nin giderek daha fazla dikkate aldığı sosyal dıĢlanma olgusu ve buna yönelik önlem arayıĢları bir Ģekilde Anglosakson görüĢ ile Fransız görüĢlerinin bir sentezidir. Fransa, daha çok kültürel ve sosyal dıĢlanma olgusu üzerine yoğunlaĢırken, baĢta Ġngiltere olmak üzere, Anglosakson dünya, gelir adaletsizliği ve maddi imkânsızlık ile dıĢlanma üzerine yoğunlaĢmıĢ, çözüm arayıĢları AB çatısı altına taĢınarak, yeni bir sentez oluĢturmuĢtur. Ġngiltere‟de ĠĢçi Partisinin giriĢimi ile birlikte bir sosyal dıĢlanma biriminin kurulmuĢ olması bu konuda atılan önemli adımlardan biri olmuĢtur. AB‟de sosyal dıĢlanmaya karĢı verilen mücadele uzun bir dönem boyunca engelliler, yaĢlılar ve özel gruplara yönelik olarak yapılan düzenlemeler ile sınırlı kalmıĢtır. 1970‟li yıllardan itibaren ise AB‟de yoksulluk ile ilgili akademik 71 çalıĢmaların artmasına paralel bir Ģekilde konu ile ilgili çalıĢmalar artmıĢtır. Özellikle AB Komisyonu eski baĢkanı Jacques Delors, konunun AB gündemine taĢınmasında etkili olmuĢ bir isimdir. Onun giriĢimi ile 1990 yılında Avrupa Topluluğu Komisyonu tarafından bir “Sosyal DıĢlanmayla Mücadelede Ulusal Politikalar Gözlemevi” kurulmuĢtur. (Sapancalı,2005:15–16). Bu çabanın bir ürünü olarak da, 1994 yılında basılan “Avrupa Sosyal Politikası” isimli belgede öncelikli konulardan birinin sosyal dıĢlanma ile mücadele etmek olduğu yer almaktadır. Söz konusu bu mücadele için Ģu araçlar belirlenmiĢtir: - Açık iĢ sayısını arttırmak, - Dünya standartlarında iĢgücü yaratmak, - Emek standartlarını desteklemek, - Avrupa iĢgücü piyasasını oluĢturmak, - Kadınlar ve erkekler için eĢit fırsatlar yaratmak, - Uluslararası dayanıĢmayı güçlendirmek, - Sosyal politika ve sosyal koruma geliĢtirmek, - Kamu sağlığı alanına müdahale etmek ve değiĢim için sosyal diyalog oluĢturmak, Ģeklinde sıralanmaktadır (Hekimler,2012:10). AB Komisyonu raporları dikkate alındığında Ģu önemli noktaların sosyal dıĢlanma sürecini oluĢturduğunu görmekteyiz: - Gelir, vergileme ve sosyal koruma dengesizliği, - Tüketim ve borçlanma arasındaki dengesizlik, - Eğitime eriĢim eksikliği, - Ġstihdam ve mesleki eğitim yetersizliği, - Ġstihdam piyasasındaki geliĢmelere ayak uyduramamak, - ÇalıĢma koĢullarının maddi ve manevi olumsuzluğu, - Barınma sorunu ve artan evsizlik, - Sağlık, sosyal hizmetlerden yararlanılabilme oranının düĢüklüğü, - DayanıĢma ve yeterli komĢuluk desteğinin olmayıĢı (Hekimler,2012:11). 72 Bu Ģekilde sosyal devlet olgusu geriledikçe sosyal dıĢlanmıĢlık olgusu artarak öne çıkmıĢ, sosyal dıĢlanma ile mücadele daha fazla üzerinde durulan bir konu olmuĢ, baĢta AB ve BirleĢmiĢ Milletler olmak üzere uluslararası örgütler ve sivil toplum örgütlerinin devreye girmesi ile sorun, ulusal zeminden ulus ötesi zemine taĢınmıĢtır. ġubat 1992‟de Maastricht‟te imzalanan ve Kasım 1993‟de yürürlüğe giren Avrupa Birliği AntlaĢması, sosyal dıĢlanma sorununa atıf yapılan ilk resmi belge olmuĢtur. 1996‟da revize edilmiĢ olan Avrupa Sosyal ġartı‟nın 30. maddesinde bütün yurttaĢların yoksulluk ve sosyal dıĢlanmaya karĢı korunma hakkına sahip olduğu belirtilmiĢtir. AB‟de sosyal dıĢlanmayla mücadelede, sosyal içerilme ve istihdam politikalarıyla birlikte entegre bir yaklaĢım söz konusudur. Sosyal dıĢlanma, 1992 yılında imzalanan Maastricht AntlaĢması ile AB‟de ilk defa resmi bir belgede yer almıĢ olmakla birlikte, AB‟de yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadele konusunda ilk adımlar, 1999 yılının Mayıs ayında yürürlüğe giren Amsterdam AntlaĢması ile atılmıĢtır. Sosyal dıĢlanma konusu özellikle AntlaĢmanın 136 ve 137. maddelerinde vurgulanmıĢtır. Amsterdam AntlaĢmasının 136. maddesinde sosyal dıĢlanmayla mücadele, istihdamı geliĢtirme, yaĢam ve çalıĢma koĢullarını iyileĢtirme, uygun sosyal koruma, sosyal diyalog ve insan kaynaklarını geliĢtirme ile birlikte Avrupa sosyal politikasının altı hedefinden biri arasında yer almıĢtır. AntlaĢmanın 137. maddesinde ise, bir önceki maddede belirtilen hedeflere ulaĢabilmek için üye devletlerin faaliyetlerini destekleyecek ve tamamlayacak alanlar arasında iĢgücü piyasasından dıĢlanan kiĢilerin entegrasyonu vurgulanmıĢtır. Böylece sosyal dıĢlanmayla mücadele, Birliğin üye ülkelerin eylemlerini destekleyerek ve tamamlayarak aktif bir biçimde yer aldığı alandan biri haline gelmiĢtir (Sapancalı,2007:59). AnlaĢmada ilk kez istihdam politikası için bir ortak Avrupa görevi vurgulaması yapılmıĢtır. Böylece AB, istihdam politikası ile ilgili çok daha aktif bir konuma gelmiĢtir (Koray,2005:286–287). Amsterdam stratejisinin temelleri atılmıĢtır (Kılıç,2003). Zirvesi‟nde yeni bir istihdam 73 Özetle; Amsterdam AntlaĢmasında, sosyal dıĢlanma ile mücadelenin AB‟nin temel hedeflerinden biri olduğu açıkça ifade edilmiĢtir. Bu anlaĢmayla Birlik, üye ülkelerin sosyal dıĢlanmayla mücadele eylemlerinin desteklenmesi ve tamamlayıcılığı bağlamında aktif bir rol alacağını kabul etmiĢtir. Yine iĢ gücü piyasasından dıĢlanan ve yeni istihdam piyasasında yer bulamayan kiĢilerin entegrasyonuna destek verilmesi, bu kimselerin tekrar toplumsal hayata dahil edilmesi de Amsterdam AntlaĢması kapsamında öne çıkan hedeflerdendir. 1994 yılında yapılan Essen Zirvesi, AB‟nin istihdam politikaları için tanımlayıcı nitelikler taĢımaktadır. Zirve‟de, AB‟de istihdamın arttırılmasının en öncelikli konu olması gerektiği Ģeklinde karar alınmıĢtır. Essen Zirvesi, istihdam politikası ile ilgili olarak 5 hedef belirlemiĢtir. Bunlar, iĢgücünün mesleki eğitim yoluyla geliĢtirilmesi, verimliliğin ılımlı ücret politikalarının uygulanmasıyla arttırılması, iĢgücü piyasasındaki kurumların etkinliklerinin arttırılması, yeni iĢ alanlarının yerel giriĢimler aracılığı ile belirlenmesi ve gençlerin, yaĢlıların, kadınların ve uzun dönemli iĢsizlerin iĢgücü piyasasına giriĢ imkânlarının geliĢtirilmesidir. Avrupa Ġstihdam Stratejisi, 20–21 Kasım 1997 tarihinde Lüksemburg‟daki Avrupa Konseyi Zirvesi‟nde kabul edilmiĢtir. AĠS, üye devletlerin istihdam politikalarında önceliklerinin belirlenmesini sağlayan bir araç niteliğindedir (Ceylan Ataman,2003). AĠS ile AB‟nin etkin rolü ortaya koyularak dört temel hedef ve politika belirlenmiĢtir. Bunlardan birincisi, istihdam edilebilirliğin arttırılmasıdır. Ġstihdam edilebilirliğin arttırılması amacıyla iĢsizlik sorunu ile mücadelede daha somut öneriler ve hedefler belirlenmiĢtir. AĠS‟ in ikinci hedefi giriĢimciliğin desteklenmesidir. Üçüncü hedef ise uyum yeteneğinin arttırılmasıdır. Bunun için modern ve esnek iĢ örgütlenmesinin, birey ve iĢletme odaklı eğitimin ve yeni tür çalıĢma modellerinin desteklenmesi düĢünülmüĢtür. AĠS‟ de belirlenen dördüncü ve son hedef ise eĢit fırsatların yaratılmasıdır. AB‟nde gerçek anlamda sosyal içerme stratejisi Lizbon Zirvesi ile birlikte baĢlamıĢtır. 23- 24 Mart 2000 tarihlerinde Lizbon‟da yapılan Avrupa Konseyi Zirvesi birçok politika alanı için bir dönüm noktası niteliği taĢımaktadır. Zirve‟de oluĢturulan stratejide, AB için 2010 yılına kadar dünyadaki en rekabetçi ve dinamik bilgi ekonomisi olma hedefi koyulmuĢtur. Bunun için de yapısal reformların 74 yapılması gerektiği belirtilmiĢtir. Bu hedefin ise ancak istihdamda yapısal reform, sosyal güvenlik mekanizmalarının daha modern bir hale getirilmesi, insana yatırımın arttırılması ve sosyal dıĢlanma ile mücadele edilerek gerçekleĢtirilebileceği belirtilmiĢtir. Lizbon Zirvesi AB sosyal içerme sürecinin geliĢiminde dönüm noktasıdır. Lizbon Zirvesi‟nde 2010 yılına kadar yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın kökten ortadan kaldırılması için kararlı bir Ģekilde önlemler alınması konusunda fikir birliğine varılmıĢtır. Ayrıca, Lizbon‟da sosyal dıĢlanmayla mücadelede birleĢtirilmiĢ ortak hedefler çerçevesinde Açık EĢgüdüm Sağlama Yönteminin (Open Method of Co-ordination), sosyal içerilmeye yönelik Ulusal Eylem Planlarının ve Topluluk Eylem Programlarının kullanılmasına karar verilmiĢtir. 2000 Lizbon Konferansında sosyal dıĢlanmıĢlık konusu giderek önem kazanmıĢ ve yeni çerçeveler belirlenmiĢtir. Böylece, “daha fazla ve daha nitelikli istihdam ve daha geniĢ çaplı sosyal kaynaĢma ile sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlayacak, rekabet gücü yüksek ve bilgi temeline dayalı dinamik bir ekonomi haline gelmek" gelecekteki hedefler olarak belirlenmiĢtir. Sosyal dıĢlanmayla mücadele yaklaĢımında tamamlayıcılık ilkesi göz önünde tutulmaktadır. Dolayısıyla hem Birlik düzeyinde hem de ulusal düzeyde eĢgüdüm amaçlanmaktadır. Bununla birlikte sosyal dıĢlanmayla mücadelede, birincil ve öncelikli sorumluluk üye ülkelerindir ve bu sorumluluk onların ulusal, bölgesel ve yerel otoritelerinin, sosyal tarafların ve sivil toplum örgütlerinin de katılımıyla sürdürülmek durumundadır. Ayrıca bu sorumluluğun doğası özellikle ulusal sosyal koruma sistemlerinin doğasına bağlı bulunmaktadır. Ġlk olarak 1997 yılında AĠS ile ortaya çıkan Açık EĢgüdüm Yöntemi, Lizbon Zirvesi ile geniĢletilmiĢtir. Açık EĢgüdüm Sağlama Yöntemi (süreci), birbirini tamamlayan sıralanabilir. beĢ adımdan oluĢmaktadır. Bu adımlar aĢağıdaki biçimde 75 - Birlik için ortak hedefler belirlenir ve beraberinde üye ülkeler belirli bir zaman dilimini kapsayan kısa, orta ve uzun dönemli eylem planlarını oluĢtururlar. - Bu ortak hedefler, ulusal ve bölgesel farklılıkları da göz önüne alan özgül amaçlar ve ölçütler çerçevesinde ulusal ve bölgesel düzeyde hazırlanan politikalara dönüĢtürülür. - Niteliksel ve niceliksel göstergeler tanımlanır. - Periyodik olarak izleme, değerlendirme ve yeniden gözden geçirme yapılır. - Sonuçta, üye ülkeler arasında bu süreçten elde edilen iyi bilgi ve uygulamalar karĢılıklı olarak mübadele edilerek, iĢbirliği politikaları geliĢtirilir. Aralık 2000‟de Nice Avrupa Konseyinde yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla mücadele alanında yeni yöntemler kabul edilmiĢ ve sosyal içerme alanında saptanan dört ortak hedef, 2001 yılından itibaren iki yılda bir hazırlamıĢ oldukları ulusal eylem planlarının da temelini oluĢturmuĢtur. Söz konusu “Ortak Hedefler”; - Ġstihdama katılımı ve tüm kaynaklara, haklara, mallara ve hizmetlere ulaĢılmasını kolaylaĢtırmak, - DıĢlanma risklerini önlemek, - Toplumdaki en zayıf kesimlere yardımcı olmak, - Konu ile ilgili tüm tarafları harekete geçirmek6 Söz konusu hedefler, 2001 yılından itibaren sosyal içerme eylem planlarında ve sosyal içerme ortak raporlarında yer almıĢtır. Nice Zirvesinde, “Sosyal Politika Gündeminin” onanmıĢ olması AB çatısı altında atılan önemli adımlardan biri olarak karĢımıza çıkmaktadır. Lizbon Zirvesi‟nin ardından Aralık 2000‟de Nice Avrupa Konseyi tarafından AB‟nin sosyal politika alanında ilk beĢ yıllık eylem programını oluĢturan “Sosyal Politika Gündemi: 2000–2005” kabul edilmiĢtir. Gündem, Lizbon Stratejisi çerçevesinde sosyal hedefleri ve eylemleri ortaya koymaktadır. Gündemin, sosyal politikanın 6 http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/approb_en.pdf (e.t: 23.05.2012) 76 niteliğinin arttırılması hedefleri arasında sosyal içermenin geliĢtirilmesi yer almıĢtır. Sosyal içerme hedefi, sosyal dıĢlanma ve yoksullukla mücadele edilmesi ve tüm bireylerin ekonomik ve sosyal yaĢama katılımı ve bütünleĢmenin geliĢtirilmesi üzerine odaklanmıĢtır. Bu bağlamda ortaya konulan eylemler Ģunlardır7: - Önerilen özellikli eylem planını kabul ederek sosyal dıĢlanma ile mücadele etmek, - Açık eĢgüdüm yönteminin desteklenmesi için ilgili tüm alanlarda çalıĢmalar yapmak, amaç ve hedefler üzerinde karar almak, göstergeleri geliĢtirmek ve istatistikleri güçlendirmek, - ĠĢgücü piyasasının dıĢında kalan kiĢilerin bütünleĢmesini sağlayacak en iyi yolların bulunması konusunda tüm taraflarla karĢılıklı görüĢme baĢlatmak, - Sosyal içermeyi geliĢtirmek için Topluluk giriĢimi EQUAL dâhil Avrupa Sosyal Fonu‟nun etkisini değerlendirmek, - Ġstihdam kılavuzunun güçlendirilmesi önerisinde bulunmak suretiyle engelliler, etnik gruplar ve yeni göçmenler gibi kırılgan gruplar için daha fazla ve daha uygun istihdam fırsatları geliĢtirmek, - Sosyal içerme politikası ile ilgili yıllık bir rapor yayımlamak. Aralık 2001 yılında Leaken'de toplanan Avrupa Zirvesi'nde, Birliğin yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın 2010 yılı itibariyle ortadan kaldırması hedefi doğrultusunda yoksulluğun isabetli bir Ģekilde ölçülebilmesinin bu hedefin önemli bir parçası olduğunun altı çizilmiĢtir (CoĢkun,Tireli,2008:115). Aralık 2001‟de Leaken Zirvesi‟nde, Sosyal Koruma Komitesi tarafından, üye ülkelere ve Komisyon‟a yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın ortadan kaldırılması konusundaki geliĢimin izlenmesi, Avrupa‟da yoksulluk ve sosyal dıĢlanma konusunda farkındalık geliĢtirilmesi ve iyi uygulamaların ortaya konulması ve alıĢveriĢinin sağlanması konularında kullanılmak üzere, on birincil sekiz ikincil gösterge geliĢtirilmiĢtir (Atkinson vd.,2002:192). 7 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2000:0379:FIN:EN:PDF (e.t: 23.05.2012) 77 Bunlar büyük ölçüde gelir, istihdam, eğitim ve sağlığa iliĢkin göstergelerdir. Birincil göstergeler; transferler sonrası yoksulluk oranı, gelir dağılımı, kalıcı (sürekli) yoksulluk oranı, yoksulluk açığı, bölgesel kaynaĢma, uzun dönemli iĢsizlik, iĢsiz ailelerde yaĢayan bireyler, okuldan erken ayrılanlar, doğuĢtan yaĢam beklentisi, gelir durumuna göre öngörülen sağlık durumu. Ġkincil göstergeler ise, farklı eĢiklere göre yoksulların dağılımı, zaman içinde tek bir noktaya odaklanan düĢük gelir oranı, transferler öncesi yoksulluk oranı, Gini katsayısı, sürekli yoksulluk (ortalama ulusal gelirin %50‟si temel alınarak), uzun süreli iĢsizliğin dağılımı, çok uzun süreli (iki yıl ve daha fazla) iĢsizlik oranı, düĢük eğitimli kiĢiler (Nolan,2003:78–91). 2005 yılına gelindiğinde, üye ülkelerin Lizbon sayısal hedeflerine ulaĢılamayacağı anlaĢıldığında politika değiĢikliğine baĢvurulmuĢtur. Avrupa Konseyi Mart 2005‟de Lizbon Stratejisi‟ni revize etmek zorunda kalmıĢtır. Lizbon hedeflerinde yumuĢamaya gidilmiĢ ve sayısal hedeflere değil, bu hedeflere ulaĢma politikalarına odaklanma öngörülmüĢtür (EC,2006b:6). 78 Çizelge 2.1. AB‟nin sosyal dıĢlanmıĢlık ile mücadelesi Sosyal DıĢlanma Ġle Ġlgili Maddeler/YaklaĢımlar Politika Önerileri 1994 Avrupa Sosyal Politikası Yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadele Açık iĢ Dünya standartlarında iĢgücü Avrupa iĢgücü piyasası Kamu sağlığı Sosyal politika ve sosyal koruma 1997 Amsterdam AnlaĢması Madde 136: Sosyal dıĢlanma ile mücadele Yaratıcı politika önerileri oluĢturmak Ġstihdam politikası oluĢturmak Sosyal dıĢlanma ile mücadele Avrupa Ġstihdam Stratejisi Açık ĠĢbirliği Yöntemi Bilgi ekonomisi/BeĢeri sermaye 2000 Lizbon Stratejisi 2000 Nice Zirvesi AB Temel Haklar ġartı Madde 34/3 Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen usullere göre sosyal dıĢlanma ve yoksullukla mücadele için yeterli imkanlara sahip olmayan herkes için uygun bir yaĢam sağlamak amacıyla sosyal ve konut yardımından yararlanma hakkını kabul etmekte ve saygı göstermektedir. 2000-2005 Sosyal dıĢlanma ile mücadele Sosyal Politika Gündemi Avrupa Ġstihdam Stratejisi Açık ĠĢbirliği Yöntemi Bilgi ekonomisi/BeĢeri sermaye 2005-2010 Yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile Sosyal Politika Gündemi mücadele VatandaĢın güveninin arttırılması Tam istihdamın sağlanması ve sosyal bütünleĢme ile uyumun sağlanması Sürdürülebilir kalkınma YönetiĢim AB Anayasası Madde I-3/3 Birliğin dengeli bir ekonomik büyümeye ve sosyal piyasa ekonomisine dayalı tam istihdam ve sosyal ilerlemeyi amaçlayan sürdürülebilir bir kalkınma için çalıĢacaktır. ... Birlik sosyal dıĢlanma ve ayırımcılıkla mücadele etmeli ve sosyal adalet ve korumayı, kadın-erkek eĢitliğini, jenerasyonlar arası dayanıĢmayı, çocuk haklarının korunmasını sağlamalıdır. II. Bölüm AB Temel Haklar ġartı Kaynak: Özkaplan vd., 2005 79 Ayrıca büyüme ve istihdamın arttırılması, sosyal hedeflerin geliĢtirilmesiyle baĢa baĢ gider, vurgusu yapılmıĢtır. Söz konusu stratejinin sosyal boyutunun güçlendirilmesine yönelik olarak, “2005- 2010 dönemi Sosyal Gündemi” kabul edilmiĢtir. Herkese eĢit fırsatlar sunan daha kaynaĢmıĢ bir toplum, istihdamın geliĢtirilmesi ile birlikte Gündemin temel önceliğidir. Bu bağlamda, daha kaynaĢmıĢ bir toplum için, yoksullukla mücadele ve sosyal içermenin teĢvik edilmesine gerek vardır (EC,2005a:25). Revize Lizbon Stratejisi bağlamında Avrupa Konseyi Mart 2006‟da Komisyonun Aralık 2005‟deki önerisi doğrultusunda sosyal içerme politikalarını yeniden biçimlendirmiĢtir. Diğer bir ifadeyle Birliğin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal koĢullara uygun hale getirilmiĢtir. Bu süreçte sosyal içerme ve sosyal koruma hedefleri birbirine bağlanmıĢtır. 2006‟dan itibaren geçerli olmak üzere sosyal koruma, sosyal içerme, emeklilik sistemleri ile sağlık bakımı birbirine paralel süreçler haline getirilmiĢtir. Sosyal koruma ve sosyal içerme politikalarının karĢı karĢıya olduğu temel sorunlar dikkate alınarak, Açık EĢgüdüm Yöntemi için yeni bir çatı ortaya konulmuĢtur. Böylece8: - Yeterli, eriĢilebilir, finansal açıdan sürdürülebilir, uygun ve verimli sosyal koruma sistemleri ve sosyal içerme politikaları aracılığıyla sosyal kaynaĢmanın ve herkes için eĢit fırsatların geliĢtirilmesi, - Yüksek büyüme hızı, daha fazla ve daha iyi istihdam ile daha fazla sosyal kaynaĢmayı içeren Lizbon hedefleri ve AB Sürdürülebilir GeliĢme Stratejisi arasında karĢılıklı ve verimli bir etkileĢimin ilerletilmesi, - Politikanın yönetiĢim, tasarlanmasında, Ģeffaflık ve ortak yürütülmesinde tarafların ve izlenmesinde katılımının iyi güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Bununla birlikte, yeniden yapılandırılan, sosyal koruma, sağlık ve uzun süreli bakım hizmetleri ile birlikte ele alınan sosyal içerme politikaları için Açık EĢgüdüm Yönteminde 2006‟dan itibaren izlenecek ortak hedefler de yeniden belirlenmiĢtir. 2006–2008 yıllarını kapsayan sosyal koruma ve sosyal içerme Ulusal Eylem 8 http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/com_2005_706_en.pdf (e.t: 24.05.2012) 80 Planları da yeni hedefler doğrultusunda hazırlanacaktır. Yeni hedefler çalıĢmanın üç farklı alanına iliĢkindir ve her biri kendi içinde üç farklı eylem ve unsuru içermektedir; (a) Yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın ortadan kaldırılması yönünde kararlı bir mücadele verilmesi için; - Topluma katılımı sağlayan kaynaklara, mallara ve hizmetlere eriĢimi herkes için güvence altına almak, dıĢlanmayı önlemek ve dıĢlanmaya neden olan ayrımcılığın bütün biçimleriyle mücadele etmek, - Hem iĢgücü piyasasına katılımı geliĢtirerek, hem de yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadele ederek herkes için aktif sosyal içermeyi sağlamak, - Sosyal içerme politikalarının iyi bir eĢgüdümünü sağlamak ve her düzeydeki hükümet birimlerini ve yoksulluk deneyimine sahip bireyler de dâhil olmak üzere konuyla ilgili tüm aktörleri, ekonomi, maliye, eğitim ve mesleki eğitim politikalarını içeren konuyla ilgili tüm kamu kurumlarını ve yapısal fon (özellikle Avrupa Sosyal Fonu) programlarını etkin ve etkili hale getirmek, bu yönde kullanmak9. (b) Yeterli ve sürdürülebilir bir emeklilik sisteminin hazırlanması için; - Herkese yeterli düzeyde emeklilik gelirini garanti eden, insanlara makul bir düzeyde, emeklilik sonrası yaĢam standardını koruyan, kuĢaklar arasında ve içinde dayanıĢma ve adalet duygusu yaratan bir emeklilik sistemine eriĢimi sağlamak, - Nüfusun yaĢlanması ve kamu finansman baskısı hatırlanarak, kamu ve özel emeklilik planlarının finansal açıdan sürdürülebilirliğini sağlamak; özellikle üç uçlu strateji (bu üç alan çalıĢma yaĢamında daha uzun süre kalınmasını ve aktif yaĢlanmayı desteklemek, sosyal açıdan uygunluk ve eĢitlik tarzı içinde katkı ve yardım dengesini sağlamak; fonların ve özel emeklilik planlarının güvenliğini ve maddi açıdan sürdürülebilirliğini 9 http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/2006/objectives_en.pdf (e.t: 02.06.2012). 81 geliĢtirmek) bağlamında yaĢlanmanın bütçe üzerine olası etkileriyle mücadele etmek, - Emeklilik sistemleri Ģeffaf olmalı, kadın ve erkeklerin, modern toplumların, demografik yaĢlanmanın ve yapısal değiĢimin istek ve gereksinmelerine iyi uyum sağlamalıdır10 . c) EriĢilebilir, yüksek kalitede ve sürdürülebilir sağlık ve uzun dönemli bakım hizmetlerinin sağlanması için; - Yeterli sağlık ve uzun dönemli bakım hizmetlerine herkesin eriĢebilmesi, bakım için gereken paranın yoksulluk ve finansal bağımlılığa neden olmaması, sağlık ve bakım hizmetlerine eriĢimdeki eĢitsizliklerin sonuçlarının anlatılması sağlanmalıdır. - Sağlık ve uzun dönemli bakım hizmetlerinde kalite sağlanmalı, değiĢen gereksinmeler ile toplumsal ve bireysel tercihler çerçevesinde geliĢen koruyucu bakım hizmetlerini de içeren bakım hizmetlerinin uyumlaĢtırılması, özellikle uluslararası uygulamalara yansıyan kalite standartlarının geliĢtirilmesi ve sağlık personelinin, hastaların ve bakım hizmeti alan kiĢilerin sorumluluklarının güçlendirilmesi sağlanmalıdır. - Özellikle kullanıcıların ve tedarikçilerin kendilerine mal etme dürtüsüyle kaynakların rasyonel kullanımının geliĢtirilmesi, iyi yönetiĢim ve bakım sistemleri ve kamu-özel kurumların iĢbirliği ile yeterli ve yüksek kalitede sağlık ve uzun dönemli bakım hizmetlerinin ödenebilirliği ve finansal sürdürülebilirliği sağlanabilir. Uzun dönem sürdürülebilirlik ve kalite, sağlıklı ve aktif yaĢam biçimlerinin geliĢtirilmesi ve bakım hizmetleri sektöründe iyi insan kaynaklarını gerektirir11. Bu hedefler incelendiğinde, sosyal korumanın toplumun bütün kesimlerinin eriĢebileceği bir yapıya kavuĢmasının istendiği görülmektedir. Etkin çalıĢan sosyal koruma araçları ile sosyal dıĢlanmanın önüne geçilmesi ve bunun aktif içerme uygulamalarıyla birleĢtirilerek sosyal içermenin baĢarısının artırılmasının hedeflendiği görülmektedir. 10 11 http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/2006/objectives_en.pdf (e.t:02.06.2012). http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/2006/objectives_en.pdf (e.t: 2.6.2012). 82 Lizbon Stratejisi‟nin kapsadığı 10 yıllık süre 2010 yılında sona ermiĢtir. Bu 10 yıllık dönemin sonunda büyük bir küresel ekonomik kriz yaĢanmıĢtır. Bu krizin etkileri olmasa dahi, Lizbon hedefleri Birliğin bu dönem boyunca yakalayamadığı hedefler olmuĢtur. En temel hedef olan istihdam oranı %64,6'da kalmıĢ, iĢsizlik oranı %10'lara dayanmıĢ, bilgi temelli ekonomiye geçiĢ için yapılması planlanan Ar-Ge yatırımları GSYH'nin %1,9'unda kalmıĢ ve sosyal transferler öncesi yoksulluk riski ise %26'ya ulaĢmıĢtır. Lizbon stratejisinin yeteri kadar baĢarılı olamadığı kabul edilmekle birlikte, yeni dönem için oluĢturulacak politikalarda Lizbon ile kazanılan tecrübelerin Avrupa için önemli olduğu düĢünülmektedir (EC,2010:3). Mart 2010'da resmi olarak kapanıĢı yapılan Lizbon Stratejisi'nin yerini Mart 2010'da yayımlanan “Avrupa 2020: Akıllı, Sürdürülebilir ve Ġçermeci Büyüme Ġçin Avrupa Stratejisi” raporundaki politikalar ile Ģekillenmesi öngörülmektedir. Lizbon sürecinin yeniden canlandırılmasını amaçlayan ve 2020 yılı itibariyle ulaĢılmak istenen AB–2020 Stratejisi (EC,2010) hedefleri kapsamında; • BaĢta kadınların, yaĢlıların ve göçmenlerin iĢ piyasasına entegrasyonlarının sağlanması yoluyla, 20–64 yaĢ arası grupta istihdam oranının %69 seviyesinden %75‟e çıkarılması, • Erken yaĢta okulu bırakanların oranının %15‟ten % 10‟a, 30–34 yaĢ diliminde yükseköğrenim mezun oranının %31‟den en az %40 ‟a yükseltilmesi, • 20 milyon insanın yoksulluktan kurtarılarak ulusal yoksulluk sınırı altında yaĢayan AB yurttaĢlarının sayısının %25 oranında azaltılması da yer almaktadır. 2.2.2. AB’nde Sosyal Ġçermede Mevcut Durum ÇalıĢmanın bu kısmında, Birlik düzeyinde kabul edilmiĢ olan temel göstergeler çerçevesinde, sosyal koruma ve sosyal içerme açısından AB‟nin içinde bulunduğu durumun analizi bağlamında ekonomik ve demografik koĢullar da 83 dikkate alınarak, gelir dağılımı, yoksulluk, iĢsizlik, eğitim, sağlık ve sosyal koruma üzerine Birlik ve üye ülkeler düzeyinde genel bir değerlendirme yapılacaktır. 2.2.2.1. Büyümeye iliĢkin göstergeler Bilgi temeline dayalı rekabetçi ve sürdürülebilir ekonomik büyüme Birliğin temel ekonomik hedefidir. Bu nedenle büyüme sosyal içerme açısından önemle üzerinde durulması gereken makroekonomik değiĢkendir. Çünkü büyüme ve istihdam gelecekte refahın ve yaĢam standartlarının yükselmesinin temeli olarak görülmektedir. Avrupa Birliği, en son geniĢleme sonrasında 500 milyonu aĢan nüfusu ile dünya nüfusunun yaklaĢık %8‟ini temsil etmektedir. Bununla birlikte, büyüme oranlarının AB–27 için düĢük bir düzeyde kaldığı söylenebilir. Nitekim 2012 yılında AB–27 için gerçek GSYH büyüme oranı %0,4 seviyesinde azalmıĢtır. Aynı dönemde küresel piyasalarda en önemli rakipleri olan Japonya‟da %1,9, ABD‟de %2,2 olarak gerçekleĢmiĢtir. AB‟nde ortaya çıkan yavaĢlamada, 2004 yılının ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan petrol fiyatlarındaki artıĢın ve Euro‟nun değer kazanmasının etkili olduğu ifade edilmektedir. Çizelge 2.2. GSYH, istihdam ve iĢgücü verimliliğindeki artıĢ (yıllık ortalama) AB–27 için istihdam edilen kiĢi baĢına yıllık ortalama verimlilik artıĢı 2012 yılında %0,1 seviyesinde olup, %1,5 ile Japonya‟nın oldukça gerisinde kalmıĢtır. Bu rakamlar, büyüme oranlarında olduğu gibi verimlilik artıĢında da AB‟nin en önemli rakipleri karĢısında geride olduğunu göstermektedir. Verimlilik artıĢı 84 konusunda üye ülkeler arasında da ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılığın dikkat çeken yanı, özellikle Malta, Ġtalya, Ġspanya, Portekiz, Yunanistan, Kıbrıs gibi Akdeniz ülkelerinde verimlilik artıĢı en düĢük seviyede gerçekleĢirken; Letonya, Litvanya, Estonya ve Slovakya gibi eski Doğu Bloku ülkelerinde en yüksek seviyede gerçekleĢmektedir12. Dolayısıyla, bu farklılıkta coğrafi ve kültürel faktörlerin de önemli olduğu söylenebilir. Avrupa Birliğinde bir taraftan doğum oranları kalıcı ve belirgin bir biçimde düĢme eğiliminde iken, diğer taraftan ortalama doğumdan beklenen yaĢam süresindeki artıĢ sonucunda Avrupa ülkeleri nüfus yapısında ciddi bir değiĢim görülmektedir. AB nüfusu giderek azalmakta ve daha uzun yaĢayan yaĢlı bir nüfusa sahip olmaktadır. Nüfusun yaĢlanmasına bağlı olarak bağımlılık oranları giderek artmaktadır. AB ülkelerinde nüfus yapısında görülen bu değiĢim sonucunda yaĢlanan nüfusun ekonomik ve sosyal politikalar üzerindeki etkileri ciddi biçimde tartıĢılır hale gelmektedir. Özellikle iĢgücü piyasası, verimlilik, büyüme, sosyal koruma ve kamu finansmanı üzerinde sorun yaratıcı biçimde ciddi etkiler yapmaktadır (EC,2006c:6–7.) Doğum oranları tüm AB üyesi ülkelerde genel olarak düĢme eğiliminde olmakla birlikte, bölgesel farklılıklar da mevcuttur. Kuzey ve Batı Avrupa‟da doğum oranları Güney Avrupa ile karĢılaĢtırıldığında daha yüksektir13. AB(27) ülkelerinde doğuĢtan beklenen yaĢam süresi 2004 yılında erkeklerde 75,2, kadınlarda 81,5 yıldır. 2012 yılında ise, bu rakamlar sırasıyla 77,5 ve 83,1‟dir14. 1960‟dan bugüne AB ülkelerinde ortalama yaĢam süresi yaklaĢık 10 yıl artmıĢtır. Nitekim 1960‟larda AB ülkelerinde doğuĢtan beklenen yaĢam süresi erkeklerde 67, kadınlarda 73 yıl olarak beklenmekte idi15. Tüm bu veriler, AB 12 Employment and Social Developments in Europe 2013: 419–425. http://ec.europa.eu/social/main.jsp?catId=738&langId=en&pubId=7684 (EriĢim: 14.07.2014) 13 http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=tps00112& plugin=1 (e.t: 19.06.2014). 14 http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/refreshTableAction.do?tab=table&plugin=0&pcode=tps00025&languag e=en (e19.06.2014). 15 http://www.avrupainfo.isomertest.com/Files/File/Publications-2006/brochures/KeyFactsandFigures. pdf). 85 nüfusunun gelecek yıllarda giderek azalacağını ve yaĢlanacağını açıkça göstermektedir. 2.2.2.2. Gelir dağılımı ve yoksulluğa iliĢkin göstergeler 2001 Leaken Avrupa Konseyi‟nde onaylanan sosyal içermeye iliĢkin temel göstergelerin büyük bir kısmı gelir ve yoksulluğa iliĢkindir. Dolayısıyla sosyal içermenin gelir boyutu, özellikle gelir eĢitsizliği, yoksulluk oranı ve yoksulluğun yoğunluğu olmak üzere üç açıdan bakılarak değerlendirilir. Küresel bir sorun olan gelir eĢitsizliği, hem üye ülkeler arasında hem de üye ülkelerin kendi içinde önemli bir tartıĢma konusudur. Ekonomik açıdan AB ülkeleri arasındaki uçurum gittikçe artmakta; bu durum ekonomik ve sosyal uyumun sağlanması konusunda AB‟nin çabalarına gölge düĢürmektedir. Ülkeler arasındaki refah farklılıklarını göstermede kullanılan en önemli gösterge kiĢi baĢına GSYH‟dir. AB‟nin resmi istatistik kurumu olan EUROSTAT‟ın her yıl hesapladığı satın alma gücü paritesiyle GSYH sonuçları Birlik üyesi ülkeler arasındaki eĢitsizliği açıkça ortaya koymaktadır. ġekil 2.1. Satın alma gücü paritesine göre kiĢi baĢına GSYĠH (AB 27=100) Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 29.08.2014). KiĢi baĢına GSYH hacim endeksi AB–27 ortalaması 100 olarak alındığında, Lüksemburg 264 ile en yüksek, Romanya 54 ve Bulgaristan 47 ile en düĢük hacim 86 endeksine sahip ülkedir. Birlik üyesi ülkelerin en yoksul beĢinde yaĢayan insanlar, en zengin beĢ ülkesinde yaĢayan bir kiĢinin ortalama %35,5 satın alma gücüne sahiptir. AB içinde sadece ülkeler arasında değil, kiĢiler arasındaki eĢitsizlik de oldukça yüksek boyutlardadır. Çizelge 2.3. AB ülkelerinde gelir dağılımı göstergeleri ÜLKELER AB 27 AB 15 Belçika (BE) Bulgaristan (BG) Çek Cum. (CZ) Danimarka (DK) Almanya (DE) Estonya (EE) Ġrlanda (IE) Yunanistan (EL) Ġspanya (ES) Fransa (FR) Ġtalya (IT) Kıbrıs (CY) Letonya (LV) Litvanya (LT) Lüksemburg (LU) Macaristan (HU) Malta (MT) Hollanda (NL) Avusturya (AT) Polonya (PL) Portekiz (PT) Romanya (RO) Slovenya (SI) Slovakya (SK) Finlandiya (FI) Ġsveç (SE) Ġngiltere (UK) Gini Katsayısı 2000 29 29 30 25 25 21 25 36 30 33 32 28 29 34 31 26 26 30 29 24 30 36 29 22 24 22 32 2012 30,6 30,6 27 34 25 28 28 33 30 34 35 31 32 31 36 32 28 27 27 25 28 31 35 33 24 25 26 25 33 En Üst %20/ En Alt %20 2000 2012 4.5 5,1 4.5 5,1 4.3 3.9 6.1 3.4 3.5 3.0 4.5 4.3 6.3 5.4 4.7 4.7 5.8 6.6 5.4 7.2 4.2 4.5 4.8 5.5 4.7 5.5 6.5 5.0 5.3 3.7 4.1 3.3 4.0 4.6 3.9 4.1 3.6 3.3 4.2 4.7 4.9 4.7 5.8 6.3 3.2 3.4 3.7 3.3 3.7 3.1 3.7 5.2 5.4 Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 29.08.2014). 2012 yılında AB 27‟de en üst %20‟lik dilimin geliri en alt %20‟lik dilimin %5,1 katıdır. 2000 yılında bu fark 4,5 kat idi. Aynı Ģekilde, 2000‟li yılların baĢında 0.29 87 olan Gini katsayısı, 2012 yılında 0.31‟e yükselmiĢtir. 2012 yılı verileri itibariyle; üye ülkeler içerisinde gelir dağılımı eĢitsizliğinin en yüksek olduğu ülkeler sırasıyla Letonya (0.36), Ġspanya (0.35), Portekiz (0.35), Bulgaristan (0.34), Yunanistan (0.34), Romanya (0.33), Ġngiltere (0.33) ve Estonya (0.33)‟dır. Gelir dağılımının en eĢitlikçi olduğu ülkeler ise, Slovenya (0.24), Slovakya (0.25), Ġsveç (0.25), Çek Cumhuriyeti (0.25) ve Hollanda (0.25)‟dır. Sosyal içerme odaklanmaktadır. taĢımaktadır. Bu Avrupa politikaları, nedenle Birliği çoğunlukla gelire dayalı düzeyinde yoksullukla yoksulluk yoksulluğun mücadele göstergeleri ölçülmesinde üzerine önem Leaken Zirvesi‟nde kabul edilmiĢ olan yoksulluk eĢiği kullanılmaktadır. Buna göre, hane halkı geliri, yoksulluk eĢiği olarak kabul edilen ulusal ortalama harcanabilir gelirin %60'ından daha az gelire sahip olan kiĢiler yoksulluk riskinde, yoksul olarak değerlendirilmektedir. Yoksulluk eĢiği altında kalan bireylerin toplam nüfusa oranı ise yoksulluk riski oranını vermektedir. ġekil 2.2. AB‟ye üye ülkelerde yoksulluk riski oranı, 2012 Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 21.09.2014). 2012 yılı itibariyle, AB 27‟de ortalama yoksulluk riski oranı %24,8‟dir. Bu yaklaĢık 124.5 milyon kiĢinin AB‟de yoksullukla karĢı karĢıya oldukları anlamına gelmektedir. Üye ülkeler içinde yoksulluk riski en düĢük olan ülkeler; Hollanda ve Çek Cumhuriyeti (%15), Ġsveç (%16), Finlandiya (%17)‟dir. Buna karĢılık en 88 yüksek yoksulluk riski oranına sahip ülkeler ise Bulgaristan (%49), Romanya (%42) ve Letonya (%36), Yunanistan (%35)‟dır. Toplumsal refahı yükseltmek ve özellikle gelir düzeyi düĢük yoksul hane halklarının yaĢam standartlarını iyileĢtirmek amacıyla hane halklarına yapılan transferler yoksullukla mücadelede önemli bir araçtır. Sosyal transferler bir anlamda sosyal devlet anlayıĢının bir sonucudur. AB‟de sosyal transferler yoksulluk riskine maruz kalanların oranının düĢürülmesinde önemli ölçüde rol oynar. Nitekim 2012 yılı için, AB 27‟de sosyal transferler sonrası yoksulluk riski oranı %17‟dir. En yüksek yoksulluk riski oranına sahip ülkeler %23 ile Yunanistan ve Romanya , %22 ile Ġspanya ve %21 ile Bulgaristan‟dır. En düĢük yoksulluk riski oranına sahip ülkeler ise; %10 ile Çek Cumhuriyeti ve Hollanda, %13 ile de Danimarka, Slovakya ve Finlandiya‟dır. Gelir dağılımı bakımından karĢılaĢtırıldığında, dünyanın birçok bölgesine göre daha adaletli bir dağılım söz konusu olsa da, AB ülkelerinde de birkaç istisna ülke dıĢında eĢitsizlik ve yoksulluk gerçekten çözümlenmesi gereken önemli bir sorundur. Özellikle yeni üye ülkelerle birlikte çok daha önemli bir sorun olacak gibi gözükmektedir. 89 Çizelge 2.4. AB‟de cinsiyet, yaĢ, hanehalkı, barınma, çalıĢma biçimleri ve çalıĢma süresine göre yoksulluk riski altında olanların oranı (%), 2012 Yoksulluk Riski AB 27AT BE BG CY CZ DE DK EE EL ES FI FR HU IE IT LT LU LV MT NL PL PT RO SE SI SK UK Toplam Erkek Kadın 17 14 15 21 15 10 16 13 18 23 22 13 14 14 16 19 19 15 19 15 10 17 18 23 14 14 13 16 16 14 14 20 13 9 15 13 17 23 22 13 14 14 16 18 18 15 19 14 10 17 18 22 13 13 13 16 18 15 16 23 16 11 17 13 18 24 22 14 15 14 16 21 19 16 19 16 11 17 18 23 16 15 13 17 Sürekli Yoksulluk Riski 10 Sosyal Transferler Öncesi Yoksulluk Riski 26 25 28 26 24 18 24 28 25 27 30 27 24 29 39 24 26 29 28 24 21 23 25 28 27 25 20 31 Emeklilik MaaĢları Dahil Sosyal Transferler Öncesi Yoksulluk Riski 44 44 42 42 34 38 43 41 40 50 46 41 44 50 50 45 45 46 45 38 37 43 45 50 42 42 38 45 0-15 YaĢ Arası 16-64 YaĢ Arası 65 ve Üstü YaĢ 27 19 23 44 21 18 21 15 23 28 29 14 23 39 37 28 34 22 42 24 16 30 27 49 14 15 25 30 24 16 20 37 21 15 21 19 22 28 26 17 20 31 30 25 34 18 37 19 17 28 25 40 15 18 21 22 20 16 21 56 44 10 15 18 19 27 23 20 13 17 13 20 30 6 38 22 6 24 26 40 16 23 17 22 Çocuksuz Aileler Çocuklu Aileler Çocuksuz Tek (yalnız) YetiĢkin Çocuklu Tek Ebeveynli Aile Çocuksuz Ġki YetiĢkin (65 YaĢ ve Üstü) Çocuksuz Ġki YetiĢkin (65 YaĢ ve Altı) 2 YetiĢkin+ 1 Çocuklu Aile 2 YetiĢkin+ 2 Çocuklu Aile 2 YetiĢkin+ 3 ve Daha Fazla Çocuklu Aile 15 19 25 34 11 11 13 15 26 Kendine Ait Bir Konutta Oturanlar Kirada Oturanlar 14 9 8 21 13 8 8 8 17 22 19 9 8 13 12 17 17 9 18 13 5 17 16 23 7 12 12 12 27 23 33 31 29 19 26 23 25 30 39 27 26 26 25 32 32 31 29 25 21 18 29 25 30 33 23 24 Ġstihdamdakiler ĠĢsizler Emekliler 9 8 5 7 8 5 8 6 8 15 12 4 8 5 5 11 9 10 8 5 5 10 10 19 7 7 6 9 47 45 34 49 32 47 69 27 56 46 46 46 36 49 34 44 52 52 54 48 33 43 38 52 42 47 45 51 13 14 15 26 29 6 15 14 20 14 11 18 9 5 0 13 16 5 21 16 6 16 11 17 18 17 8 17 Part- time ÇalıĢanlar Full-time ÇalıĢanlar 14 11 8 6 7 14 15 24 29 11 12 11 11 24 9 13 15 16 19 33 19 9 13 9 16 19 23 45 43 21 14 15 17 61 8 19 12 32 17 29 13 14 11 15 4 10 8 12 15 31 2 7 7 9 22 6 12 14 12 7 18 17 19 19 16 16 14 8 16 28 28 10 32 29 32 22 20 33 39 19 33 66 37 22 11 9 8 15 16 6 11 7 16 15 16 7 11 4 12 25 20 6 8 4 14 26 26 6 13 9 20 37 44 14 6 28 15 10 11 4 7 7 4 6 6 19 27 19 5 7 13 11 7 11 17 19 35 7 9 10 11 23 8 9 19 16 30 5 10 13 14 32 13 13 14 17 26 31 12 12 10 13 18 15 24 25 41 12 13 16 24 38 18 21 28 42 13 19 17 19 36 7 12 10 9 20 15 47 4 7 13 15 25 19 18 32 39 8 16 12 15 29 11 20 20 48 22 11 13 18 36 9 13 14 10 18 23 13 26 13 3 7 4 3 10 7 9 6 4 6 11 11 18 9 11 18 28 5 5 4 7 17 14 19 24 27 10 12 12 16 37 15 21 24 31 17 17 16 17 41 14 29 25 40 9 14 19 27 60 4 16 13 32 33 6 8 8 7 17 6 16 12 37 26 10 13 11 10 16 9 9 17 19 28 5 9 12 14 35 9 15 18 24 30 14 12 12 13 24 5 18 23 61 10 10 16 14 4 10 9 16 5 6 6 7 Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (22.09.2014) AB‟nde yoksulluğun cinsiyetine baktığımızda, her alanda olduğu gibi burada da kadınlar için daha olumsuz bir tablo söz konusudur. Çoğu ülkede yoksulluk riski oranının kadınlarda erkeklere göre daha yüksek olduğu görülmektedir. AB 27‟de yoksulluk riski oranı erkeklerde %25 iken, kadınlarda ise %27‟dir. Bu noktada ise, yoksulluk ile birlikte ayrımcılığın da Birlik düzeyinde önemli bir sorun olduğu düĢünülebilir. Yoksulluğun yaĢ grupları açısından dağılımına bakıldığında, özellikle çocuk ve gençler arasında daha yüksek oranda olduğu görülmektedir. Genç nüfus olarak kabul edilen 16–24 yaĢ grubu içinde yoksulluk riski oranı %25, 0–15 yaĢ grubunda ise %27‟dir. Özellikle çocuklar arasında gelir yoksulluğunun giderek artması, onların geliĢimi ve gelecek fırsatları açısından ciddi bir sorun teĢkil etmektedir. Çocuk yoksulluğu, Romanya (%49), Bulgaristan (%44), Litvanya (%42), 90 Macaristan (%39), Ġrlanda (%37) ve Letonya (%34) gibi ülkelerde çok ciddi boyutlara ulaĢmıĢ durumdadır. Demografik açıdan belirtilmesi gereken bir baĢka husus da, yoksulluğun yaĢlı nüfus (65 yaĢ) arasında da yaygın oluĢudur. Çek Cumhuriyeti (%10), Hollanda ve Lüksemburg (%6) dıĢındaki tüm ülkelerde yaĢlı nüfus içinde yoksulluk riski oranı yüksek düzeylerdedir. Ancak özellikle Bulgaristan (%56), Kıbrıs (%44) ve Romanya‟da (%40) çok dikkat çekici boyutlardadır. Birlik içinde yoksulluk hane halkı tipi açısından incelendiğinde de ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Öncelikle, çocuklu ve çocuksuz aileler arasında yoksulluk oranları bakımından çok büyük farklılıklar söz konusu değildir. Ancak 65 yaĢ üstü iki yetiĢkinden oluĢan çocuksuz aileler için yoksulluk önemli bir risktir. Birliğe yeni katılan Kıbrıs (%29) ve Bulgaristan (%21)‟ da oldukça yüksek düzeydedir. Bununla birlikte, asıl önemli sorun tek ebeveynli ve çocuklu aileler için geçerlidir. Çocuklu tek ebeveynli ailelerde (ki bu ailelerin çoğunda aile reisi kadındır) yoksulluk riski oranı AB‟nde ortalama %34 gibi yüksek bir düzeydedir. Ayrıca AB için diğer dikkat çekici bir sonuç da, aile de çocuk sayısı arttıkça yoksulluk riski oranı da artmaktadır. Tek çocuklu ailelerde yoksulluk oranı %13 iken, bu oran üç ve daha fazla çocuklu ailelerde iki kat (%26) artmaktadır. Birlik içerisinde bir diğer önemli gösterge de, hane halkının yaĢamıĢ olduğu konutun mülkiyeti ile yoksulluk arasındaki iliĢkidir. Burada dikkati çeken nokta ise, kendine ait bir konutta oturanlar ile kirada oturanlar arasındaki yoksulluk riski farklılığıdır. Kiralık bir konutta barınan kiĢiler için yoksulluk riski Birlik düzeyinde %27 gibi çok yüksek sayılabilecek bir orandadır. Diğer taraftan bireylerin çalıĢıp çalıĢmaması ile yoksulluk arasında da önemli etkileĢimin olduğu görülmektedir. Nitekim Çizelge 2.4‟te görüldüğü üzere, AB‟nde istihdam edilenler arasında yoksulluk riski çok düĢük düzeyde (%9) iken, iĢsizlerin yoksulluk riski oranı %47‟dir. Bu oran Bulgaristan ve Macaristan (%49), Ġngiltere (%51), Letonya, Lüksemburg ve Romanya (%52), Litvanya (%54), Estonya (%56) ve Almanya (%69)‟da AB ortalamasını geçmektedir. 91 Çizelge 2.5. AB ülkelerinde yoksulluk riski altındaki kiĢiler, 2012 Sosyal Transferler Sonrası Yoksulluk Riski Altındaki KiĢiler AB 28* Sosyal Transferler Öncesi Yoksulluk Riski Altındaki KiĢiler bin 2012 Toplam Nüfusun %'si 2011 2012 24.3 24.8 17.0 124.500 Kaynak:http://epp.eurostat.ec.europa.eu (Eurostat Newsrelease 184/2013-5December 2013) *Tahmini Son olarak vurgulanması gereken konu ise, Birlik içerisinde gelirin yeniden dağılımını sağlayan uygulamaların yoksulluk riskini ne ölçüde azalttığıdır. Bunu sosyal transferler öncesi ve sonrası yoksulluk riskleri karĢılaĢtırıldığında görmek mümkündür. Özellikle emeklilik ödenekleri de dahil sosyal transferlerin öncesinde yoksulluk riski Birlik düzeyinde %44 düzeyinde iken, bu tür sosyal politika uygulamalarıyla yoksulluk riski yaklaĢık üçte iki oranında düĢürülmektedir (Bkz. Çizelge 2.4, Çizelge 2.5). 35 29 30 25 20 15 15 15 16 16 17 18 19 19 19 19 19 20 21 21 21 21 22 23 23 23 24 24 30 31 31 31 25 2012 10 5 Fi nl Lü and ks iya em bu rg M al t Fr a an Ho sa lla nd Be a lçi ka İrl an da Kı br ıs İs Sl veç ov e Çe ny a k Cu Av m us . M tur ac ya ar is Al tan m an y İn a gi lt e Sl r ov e ak Po y a l Da ony a ni m ar ka AB Li 27 tv an Po ya rte k E s iz to ny a İta l Le ya Yu ton na ya n Bu ist lg an ar ist a İs n pa Ro nya m an ya 0 ġekil 2.3. Yoksulluk riski açığı (%), 2012 Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 24.09.2013). AB‟nde yoksulluğa iliĢkin bir diğer önemli gösterge de, yoksulluğun yoğunluğu hakkında bilgi veren “Nispi Ortalama Yoksulluk Riski Açığı” dır. Yoksulluk eĢiği altındaki kiĢilerin gelirlerinin yoksulluk eĢiğinden uzaklığının ortalamasının yoksulluk eĢiğine oranı olarak belirlenen yoksulluk açığı, yoksulluğun derinliğini ölçebilmek için geliĢtirilmiĢtir (ġenses,2001:66). Bu yoksulluk riski göstergesinin 92 önemli bir tamamlayıcısıdır ve yoksulların ne derece yoksul oldukları hakkında bilgi verir. Birlik içerisinde, en düĢük yoksulluk derinliğine sahip ülkeler; Finlandiya, Lüksemburg ve Malta‟dır. Buna karĢılık en yüksek yoksulluk riski oranına sahip Romanya, Ġspanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Letonya görece yoksulluk riski açığı en yüksek ülke konumundadırlar. 2.2.2.3. ĠĢgücü piyasasına iliĢkin göstergeler Ġstihdamın artırılması ve iĢsizliğin azaltılması, yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla mücadelenin ve dolayısıyla sosyal kaynaĢmanın vazgeçilmez unsurudur (Yepez Del Castillo,1994:619). ĠĢgücü piyasasına iliĢkin geliĢmelerin izlenmesi sosyal içerme politikaları açısından büyük önem taĢımaktadır. Açık EĢgüdüm Yöntemi çerçevesinde sosyal içermeye yönelik Ulusal Eylem Planlarında ve ortak raporlarda gelire iliĢkin göstergelerle birlikte üzerinde en çok durulan iĢgücü piyasasına iliĢkin göstergelerdir. Çünkü iĢsizliğin kendisi sosyal dıĢlanmanın temel bir boyutudur. ĠĢ, topluma tam olarak katılma, sosyal iliĢkilerin kurulması açısından belirleyici bir faktördür. ĠĢsizliğin farklı biçimleri, özellikle de uzun süreli iĢsizlik sosyal risklerle iliĢkilidir. AB‟de istihdama ve istihdam politikalarına etki eden makro değiĢkenlerden ekonomik büyümeye iliĢkin göstergeler, 1990‟lı yılların ortalarından itibaren, AB genelinde görece düĢük ancak düzenli bir büyüme sürecinin söz konusu olduğunu göstermektedir. Bu süreçte yıllık ortalama çalıĢma saati düĢerken iĢgücü verimliliğinin artıyor oluĢu (EC,2008:207) düzenli büyüme sürecinin arkasındaki temel unsurlara ıĢık tutmaktadır. Ancak 2008 yılında baĢ gösteren küresel finans krizi AB‟yi derinden etkilemiĢ, 2009 yılında Birlik %4,2‟lik bir küçülmeyle karĢı karĢıya kalmıĢtır (EC,2010:9). Kriz ve yüksek düzeydeki küçülme, iĢgücü piyasalarında da çeĢitli olumsuzlukların habercisi olmuĢtur. AB iĢgücü piyasalarında görece sorunlu bir görünüm arz eden iĢsizlik ve istihdam, küresel finans krizinin etkisiyle daha olumsuz bir hal almıĢtır. Zira bugün artık iĢsizlik oranı %9 düzeyine fırlamıĢken, 2000 yılında 19,5 milyon olan iĢsiz 93 sayısı 23 milyona yaklaĢmıĢtır. 2000‟li yıllar boyunca düĢük düzeyli artıĢların görüldüğü istihdam oranı, krizin etkisiyle 2009 yılında bir önceki yıla göre 1,3 puan azalmıĢtır. 2000‟li yıllar itibarıyla AB için hesaplanan ĠKO ise istikrarlı bir artıĢ göstermektedir. 2000 yılında %68,6 olan bu oran düĢük düzeyli artıĢlarla 2009 yılında %71,1 seviyesine yükselmiĢtir (EC,2010:9,158). Bu süreçte istihdam ve iĢsizliğe iliĢkin değiĢim Çizelge 2.6‟da verilmektedir. Finansal krizin etkilerinden önce genel olarak (15–24 yaĢ grubu hariç) istihdam oranı artıĢ göstermiĢtir. Uygulanmaya çalıĢılan programlara rağmen istihdamdaki artıĢ sürecinde gençlere iliĢkin istihdam düzeyinin düĢmesi, genç istihdamına iliĢkin sorunların devam ettiğini göstermektedir. Bu süreçte yaratılan istihdam, kendi hesabına çalıĢma ile karĢılaĢtırıldığında, daha çok ücret karĢılığında çalıĢma biçimindedir. Yaratılan iĢler, tam zamanlı iĢler ile karĢılaĢtırıldığında, daha çok kısmi süreli iĢler biçiminde; sürekli iĢler ile karĢılaĢtırıldığında, daha çok belirli süreli iĢler biçimindedir (EC,2008:28–29). AB‟de kadınlar, gençler, düĢük eğitimliler arasında ve hizmet sektöründe yaygın olan kısmi süreli istihdamın düzeyi daha da artmaktadır. AB-15 olarak nitelendirilen ülkelerde 1983 yılında kısmi süreli istihdamın toplam istihdam içindeki oranı %13 iken, 2007 yılında %20,9‟a yükselmiĢtir. 2012 yılında AB genelinde bu oran %20‟dir. Bu konuda AB ülkeleri arasında da önemli farklar söz konusudur. 2009 yılında bu oran Bulgaristan‟da %2,3, Slovakya‟da %3,6 düzeyinde iken Hollanda‟da %48,3 düzeyindedir (EC,2013:428). AB düzeyinde istihdamın sektörel dağılımının hizmetler sektörü lehine geliĢtiği Çizelge 2.6‟da görülmektedir. 2000–2012 yıllarını kapsayan dönemde hizmetler sektöründe çalıĢanların oranı 6,3 puan artıĢ göstermiĢtir. Buna karĢılık aynı süreçte sanayi sektöründe çalıĢanların oranı 4,2 puan ve tarım sektöründe çalıĢanların oranı 2,1 puan düĢmüĢtür (EC,2013:428). 2012 yılında toplam 494 milyon 993 bin kiĢilik AB–27 nüfusunun 329 milyon 732 bini çalıĢma çağında bulunmaktadır. ÇalıĢma çağındaki nüfusun iĢgücüne katılma oranı %71,8‟dir. Toplam 222 milyon 607 bin kiĢi istihdam edilmiĢ olup, toplam istihdam oranı %64,2‟dir. Üye ülkeler arasında 2012 yılında en yüksek 94 istihdam oranları Hollanda (%75,1), Ġsveç (%73,8), Almanya (%72,8) ve Avusturya (%72,5)‟da; en düĢük istihdam oranları ise Yunanistan (%51,3), Ġspanya (%55,4) ve Ġtalya (%56,8) ve Macaristan(%57,2)‟da gerçekleĢmiĢtir. Çizelge 2.6. Avrupa Birliği ülkelerinde iĢgücü piyasasına iliĢkin göstergeler 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 ĠĢsizlik Oranı (15 +ĠĢgücünün %si) Genç ĠĢsizlik Oranı (15-24 yaĢ grubu iĢgücünün %‟si) Uzun Dönem ĠĢsizlik Oranı (iĢgücünün %‟si) 9,7 10,5 17,3 17,3 18,0 18,1 18,5 18,3 17,1 15,3 15,4 19,6 21,1 21,4 22,8 8,6 4,0 8,5 3,9 8,9 4,0 9,0 4,1 9,1 4,2 8,9 4,1 8,2 3,7 7,1 3,1 7,0 2,6 8,9 3,0 9,7 3,9 4,1 4,6 ĠĢgücüne Katılma Oranı (15-64 yaĢ grubunun %'si) 68,6 68,6 68,6 68,9 69,3 69,8 70,3 70,5 70,9 71,1 71,0 71,2 71,8 Kadın Ġstihdam Oranı (15-64 yaĢ grubunun%‟si) 53,7 54,3 54,4 54,9 55,6 56,3 57,3 58,3 59,1 58,6 58,2 58,5 58,6 Erkek Ġstihdam Oranı (15-64 yaĢ grubunun%‟si) 70,8 70,9 70,4 70,3 70,4 70,8 71,6 72,5 72,8 70,7 70,1 70,1 69,8 Ġstihdam Oranı (15-64 yaĢ grubunun %‟si) 62,2 62,6 62,4 62,6 63,0 63,5 64,5 65,4 65,9 64,6 64,1 64,3 64,2 Ġstihdam Oranı (15-24 yaĢ grubunun %‟si) 37,5 37,5 36,7 36,1 36,1 36,0 36,6 37,3 37,4 35,0 34,0 33,7 32,9 Ġstihdam Oranı (55-64 yaĢ grubunun %‟si) 36,9 37,7 38,5 40,0 40,7 42,3 43,5 44,6 45,6 46,0 46,3 47,4 Kendi ĠĢinde ÇalıĢanlar (toplam istihdamın%‟si) 16,6 16,5 16,1 16,2 16,2 16,0 15,7 15,5 15,3 15,5 15,6 15,5 15,5 Kısmi Süreli Ġstihdam (toplam istihdamın%‟si) 16,2 16,2 16,2 16,6 17,2 17,8 18,1 18,2 18,2 18,8 19,2 19,5 20,0 Belirli Süreli SözleĢme (toplam istihdamın%‟si) 12,3 12,4 12,3 12,7 13,3 14,0 14,5 14,6 14,2 13,6 14,0 14,1 13,7 Hizmet Sektörü Ġstihdamı (toplam istihdamın%‟si) 65,9 66,2 67,3 67,9 68,4 68,8 69,2 69,5 69,8 70,8 71,5 71,8 72,2 Sanayi Sektörü Ġstihdamı (toplam istihdamın%‟si) 26,8 26,6 26,1 25,7 25,4 25,2 25,0 25,0 24,8 23,8 23,2 22,9 22,6 Tarım Sektörü Ġstihdamı (toplam istihdamın%‟si) 7,3 7,1 6,6 6,4 6,2 6,1 5,7 5,5 5,4 5,4 5,4 5,2 48,9 5,2 Kaynak: Employment and Social Developments in Europe 2013: 428. Bugün, iĢsizlik tüm dünyada olduğu gibi AB‟nin de en önemli sorunlarından biri durumundadır. Özellikle seksenli yıllardan itibaren uzun süreli bir nitelik kazanması Birliğin bu konu üzerinde daha fazla yoğunlaĢmasına neden olmuĢtur. 2012 yılında AB 27‟de iĢsizlik oranı %10,5‟tir. En yüksek iĢsizlik oranları Ġspanya (%24,8), Yunanistan (%24,5), Portekiz (%15,8) ve Letonya (%15)‟da gerçekleĢmiĢtir. Erkek istihdam ve iĢsizlik oranları, kadın istihdam ve iĢsizlik oranlarına göre nispeten daha iyi bir görünüm sergilemektedir. 2012 yılında erkek istihdam oranı %69,8, kadın istihdam oranı ise %58,6 olmuĢtur. Erkek iĢsizlik oranı %10,4, kadın iĢsizlik oranı ise %10,6 olarak gerçekleĢmiĢtir. 95 AB için önemli bir gösterge de, iĢsizliğin gençler arasında diğer gruplara göre daha yaygın oluĢudur. Genç iĢsizliği, genç nüfustaki demografik düĢüĢe ve çoğu ülkede eğitim seviyesinin yükselmesine karĢılık yükselmiĢtir. 2012 yılı itibariyle AB27‟de 15–24 yaĢ arası grupta iĢsizlik oranı %22,8‟dir. Dolayısıyla, sosyal dıĢlanma riski gençler arasında çok daha ciddi bir sorun olarak görülmektedir. Ġspanya (%53), Portekiz (%38), Ġtalya (%35) ve Slovakya (%34) genç iĢsizliğinin en yüksek olduğu yerlerdir (EC,2013:428–457). Sosyal içerme politikaları açısından asıl üzerinde durulması gereken, uzun süreli iĢsizliktir. Çünkü uzun süreli iĢsizlik sosyal dıĢlanmanın en önemli bileĢenidir. Uzun süre iĢsiz kalan birey, uzunca bir süre uygulamanın dıĢında kaldığı için yeteneklerini, kendine olan güvenini ve sezgilerini yitirir. Sigorta, emeklilik, sağlık bakımı gibi birçok hakka eriĢemez, suç eğilimi yüksektir. Dolayısıyla toplumda uzun süreli iĢsizlik oranı arttıkça sosyal riskler de artar. AB‟de 2012 yılı itibariyle aktif nüfusun %4,6‟sı uzun süreli iĢsizlikten etkilenmiĢtir. Uzun süreli iĢsizlik oranı Hollanda, Lüksemburg, Finlandiya, Ġsveç ve Avusturya‟da %2‟nin altında iken, aktif nüfusun Ġspanya‟da %11‟i, Yunanistan‟da ise %15‟i uzun süreli iĢsizdir. 45,0 40,0 35,0 30,0 25,0 20,0 15,0 10,0 5,0 AB 2 Be 7 Bu lçik a lg ar is Çe tan k C Da um . ni m ar Al k a m an y Es a to ny a İr Yu land a na ni st an İs pa ny a Fr an sa İta lya Kı br Le ıs to ny a Li tv Lü an ks ya em b M ac urg ar is ta n M al t Ho a lla Av nda us tu ry Po a lo ny Po a rte Ro kiz m an Sl ya ov en ya Sl ov ak Fi nl ya an di ya İs ve ç İn gi lt e re 0,0 İşsizlik Oranı Uzun Süreli İşsizlik Oranı ġekil 2.4. AB‟ye üye ülkelerde iĢsizlik ve uzun süreli iĢsizlik oranları (%), 2012 Kaynak:http://appsso.eurostat.ec.europa.eu/nui/show.do?dataset=une_ltu_a&lang=en 07.10.2014). (EriĢim: 96 ĠĢsizlik, sadece bireyi etkileyen bir sorun değildir. Özellikle iĢsiz birey ailede tek gelir getiren kiĢiyse, bu durumda diğer aile bireyleri de bu durumdan olumsuz etkilenmekte ve dolayısıyla bu durum ekonomik refah ve yoksulluk göstergeleri üzerinde belirleyici olmaktadır. Bu nedenle AB, iĢsizliği sadece bireysel düzeyde değil, hane halkı düzeyinde ele almaktadır. Özellikle sosyal içerme politikaları çerçevesinde ailesi içinde hiçbir kiĢinin çalıĢmadığı yetiĢkin bireylere iliĢkin göstergeler oluĢturmuĢtur. Buna göre 2012 yılında AB‟nde 18–59 yaĢ grubu içerisindeki yetiĢkinlerin %10,5‟inin kendisi de dahil ailesinde hiçbir birey çalıĢmamaktadır. Yani AB‟nde yetiĢkin olarak kabul edilen grubun %10,5‟inin ailesinde bulunan hiç kimse çalıĢma karĢılığı bir gelir elde etmemektedir. ĠĢsizlik gelir yoksulluğunun temel belirleyicilerinden biridir. Bu nedenle Lizbon Zirvesi‟nde istihdam, sosyal dıĢlanmayla mücadelede en iyi koruyucu olarak tanımlanmıĢtır. Gerçekten AB‟nin tümünde herhangi bir nedenle çalıĢmayanlar (iĢsizler, emekliler veya diğer aktif olmayanlar) için yoksulluk riski oranı çalıĢanlara kıyasla 2,5 kat daha fazladır. 2012 yılı itibariyle, AB 27‟de çalıĢanlar için yoksulluk riski oranı %9,1 iken, çalıĢmayanların yoksulluk riski oranı %23,1‟dir. Ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte tüm ülkelerde çalıĢmayanlar arasında yoksulluk yüksektir. ÇalıĢmayanlar için yoksulluk riskinin en yüksek olduğu ülkeler Bulgaristan (%31,3) ve Estonya (%29,3)‟dır. Özellikle iĢsiz bireyler için yoksulluk riski oranı AB–27 için %46,8 ile çok yüksek düzeydedir. Emekliler için yoksulluk riski oranı %13 iken, diğer aktif olmayanlar için %27,6‟dır. Dolayısıyla sosyal dıĢlanma ile mücadelenin en önemli aracı çalıĢma ve istihdam yaratmaktır. 97 80 70 60 50 40 30 20 10 AB 27 Be Bu l çi k a lg ar is ta Ç ek n C u D an m. im ar Al ka m an y Es a to ny a İrl Yu and na a ni st an İs pa ny a Fr an sa İta ly a Kı br Le ıs to ny a Li tv a Lü ny ks a em M bur ac g ar is ta n M a H l ta ol la Av nda us tu ry a Po lo ny Po a rte k R om iz an y Sl ov a en Sl ya ov a Fi kya nl an di ya İs ve İn ç gi lte re 0 Çalışan Yoksullar İşsiz Yoksullar ġekil 2.5. AB‟ye üye ülkelerde çalıĢanlar ve iĢsizler için yoksulluk riski oranı(%), 2012 Kaynak:http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=tessi124&plu gin=1 (EriĢim: 29.09.2014). Ancak yüksek istihdam düzeyi ve düĢük iĢsizlik oranları her zaman bir ülkede yoksulluk ve sosyal dıĢlanma riskinin düĢük olduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim AB‟nde iĢsizlik oranı düĢük olan bazı ülkelere baktığımızda, bu ülkelerde yoksulluk riski oranlarının oldukça yüksek olduğu dikkati çekmektedir. Örneğin, Avusturya, Lüksemburg, Hollanda ve Almanya‟da iĢsizlik oranı (%4,3–5,1–5,3–5,5 ile) AB ortalamasının altında kalmasına rağmen, bu ülkelerde yoksulluk riski oranları (%14–15–10–16 ile) AB ortalamasına (%17) yakındır. Günümüzde, AB ülkelerinde iĢgücü piyasasının tek önemli sorunu yüksek oranlı ve uzun süreli iĢsizlik değildir. Kısa süreli sözleĢmelerle çalıĢma, kısmi süreli çalıĢma, geçici istihdam bürolarını da içeren geçici çalıĢma ve kendi hesabına çalıĢma gibi güvencesizlik ve belirsizlik içeren atipik istihdam biçimleri de iĢgücü piyasalarından dıĢlanma anlamında önemli bir sorundur. 2012 yılı itibariyle Birlik içerisinde tüm çalıĢanların yaklaĢık %13,7‟si geçici sözleĢmelerle çalıĢmaktadır. Ancak üye ülkeler arasında çok büyük değiĢimler söz konusudur. Örneğin, Ġspanya, Portekiz, Polonya, Finlandiya, Hollanda, Ġsveç, Almanya, Fransa, Kıbrıs, ve Slovenya‟da geçici çalıĢma çok yüksek iken, Ġngiltere‟de ve yeni üyelerin çoğunda düĢük düzeydedir (bkz. Çizelge 2.7). 98 Bir diğer atipik istihdam biçimi olan kısmi süreli çalıĢma için de benzer Ģeyler söylenebilir. AB‟nde, bir kiĢinin hafta da 30 saatin altında çalıĢması “kısmi süreli çalıĢma” olarak tanımlanmaktadır. Buna göre, AB-27‟de toplam çalıĢanların %19,2‟si kısmi süreli çalıĢmaktadır. Kısmi süreli çalıĢma kadınlar arasında çok daha yaygındır. Kadın çalıĢanların %32‟si, erkeklerin ise %8,4‟ü kısmi süreli çalıĢmaktadır. Ülkeler arasında da önemli farklılıklar vardır. Özellikle Hollanda baĢta olmak üzere, Ġngiltere, Almanya, Avusturya, Ġsveç, Belçika, Danimarka ve Ġrlanda‟da çok yaygındır. Buna karĢılık Yunanistan‟da düĢüktür. Yeni üye ülkelerde kısmi süreli çalıĢma oranı çok düĢüktür (bkz. Çizelge 2.7). Çünkü bu ülkelerde tam süreli çalıĢmayı engelleyen çeĢitli unsurların zorlaması sonucunda ortaya çıkan bir çalıĢma olarak görülmektedir. Ayrıca kısmi süreli çalıĢanların büyük bir kısmı bunu gönüllü olarak tercih etmemektedirler (EC,2004:63). EsnekleĢtirmenin getirdiği bir baĢka atipik, standart olmayan istihdam biçimi kendi hesabına çalıĢma da, AB‟nde giderek yaygınlaĢmaktadır. Birlik içinde toplam çalıĢanların yaklaĢık %15‟i kendi hesabına çalıĢmaktadır. Özellikle güney ülkelerinde, Yunanistan, Portekiz, Ġtalya ve Ġspanya‟da kendi hesabına çalıĢma yaygındır. Ancak yapılan araĢtırmalar göstermektedir ki, kendi hesabına çalıĢma birçok yönden dıĢlayıcı özellikler taĢımaktadır. Örneğin, kendi hesabına çalıĢanların büyük bir kısmı emeklilik ve sosyal güvenlik kapsamı dıĢında kalmaktadır. ÇalıĢma süreleri ve koĢulları genellikle ağır, elde edilen gelir ise düĢüktür (EC,2004:162). 99 Çizelge 2.7. AB‟nde standart dıĢı istihdam edilenlerin toplam istihdama oranı (%), 2012 Geçici Çalışanlar Toplam AB 27 Belçika Bulgaristan Çek Cum. Danimarka Almanya Estonya Ġrlanda Yunanistan Ġspanya Fransa Ġtalya Kıbrıs Letonya Litvanya Lüksemburg Macaristan Malta Hollanda Avusturya Polonya Portekiz Romanya Slovenya Slovakya Finlandiya Ġsveç Erkek 13,7 8,1 4,4 8,3 8,6 13,9 3,5 10,1 10,2 23,4 15,0 13,8 15,1 4,7 2,6 7,6 9,4 6,8 19,3 9,3 26,8 20,5 1,7 17,0 6,7 15,5 15,9 Kısmi Süreli Çalışanlar Kadın 13,2 7,0 4,9 6,9 7,9 13,9 4,7 9,9 8,9 22,1 14,2 12,9 9,0 6,3 3,5 7,2 10,3 6,1 18,2 9,3 27,3 20,7 2,0 15,6 6,4 12,6 13,8 Toplam 14,2 9,3 4,0 9,9 9,3 14,0 2,4 10,4 11,8 25,0 15,8 14,9 20,9 3,3 1,9 8,2 8,5 8,0 20,5 9,3 26,2 20,4 1,2 18,5 7,2 18,2 18,0 19,2 24,7 2,2 5,0 24,8 25,7 9,2 23,5 7,7 14,4 17,7 16,8 9,7 8,9 8,9 18,5 6,6 13,2 49,2 24,9 7,2 11,2 9,1 9,0 4,0 14,1 25,0 Erkek Kadın 8,4 9,0 2,0 2,2 14,8 9,1 5,1 13,3 4,7 6,4 6,4 6,7 6,4 6,7 6,9 4,7 4,3 5,7 24,9 7,8 4,5 8,4 8,6 6,3 2,8 9,1 12,5 Ġngiltere 6,2 5,7 6,7 25,9 11,5 Kaynak: Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 24.09.2013). Kendi Hesabına Çalışanlar Toplam Erkek Kadın 32,0 43,5 2,5 8,6 35,8 45,0 13,3 34,9 11,8 23,9 30,0 31,0 13,1 11,0 10,7 36,1 9,3 26,2 76,9 44,4 10,6 14,2 9,7 12,2 5,5 19,4 38,6 14,5 13,1 10,5 16,8 8,4 10,5 8,2 14,8 31,4 16,3 10,6 22,4 13,7 10,3 9,6 8,0 10,9 13,0 14,7 11,1 18,5 16,8 18,2 11,9 15,4 12,6 8,8 18,5 16,5 13,4 20,3 11,5 13,3 11,8 22,1 36,9 19,9 14,2 27,2 18,9 12,6 12,0 8,7 13,5 16,8 18,0 13,4 22,3 20,0 23,7 15,6 19,8 16,8 12,3 9,9 9,0 7,3 12,0 5,3 7,3 4,6 6,5 23,4 11,9 6,6 15,8 8,2 8,0 7,3 7,0 8,0 6,4 10,8 8,4 13,9 13,4 11,2 7,5 9,8 8,2 5,0 42,3 13,9 18,3 9,0 Sonuç itibariyle standart dıĢı istihdam biçimleri büyük ölçüde güvencesizlikler içermektedir. Standart dıĢı istihdam edilenlerin genellikle sosyal koruma sağlayan yasal düzenlemelerin kapsamı dıĢında kaldıkları ve daha da önemlisi iĢ güvencesine sahip olmadıkları bilinmektedir. Ayrıca standart dıĢı istihdam tam zamanlı istihdama göre daha düĢük gelir sunmaktadır. Standart dıĢı istihdam biçimleri sayesinde yükümlülüklerinden iĢverenler genellikle kurtulabilmektedirler. sosyal Çünkü güvenliğe sosyal iliĢkin güvenlikten yararlanabilmek için genellikle belirli sürelerde çalıĢmıĢ olmak yani iĢin düzenliliği temel koĢuldur. Oysa standart dıĢı istihdam biçimleri sosyal güvenlik hakkından yararlanma koĢullarını sağlayamamaktadır (Sapancalı,2005:158–159). 100 2.2.2.4. Eğitime iliĢkin göstergeler Giderek artan bilgi temelli toplum ve ekonomide temel yeterliliklerden ve niteliklerden yoksunluk, sosyal içermenin önündeki en büyük engellerden birini oluĢturmaktadır. YaĢam boyu öğrenme fırsatına sahip olan, istihdam edilebilirlik ve uyum sağlayabilirliğini geliĢtirebilen, kiĢisel geliĢimini artırabilen bireyler ile bunların dıĢında kalan bireylerin varlığı toplumda ciddi bir bölünme tehlikesine neden olabilmektedir. Yeterli niteliklere sahip olmayan bireyler uzun süre iĢgücü piyasasının dıĢında kalmakta, iĢ bulabilseler dahi düĢük bir gelir elde ederek çalıĢan yoksullar kategorisinde yer almaktadırlar (EC,2006:9). Eğitim sisteminden kaynaklanan nedenlerle temel eğitimi baĢarıyla tamamlayamama, yetiĢkinlik döneminde sosyal dıĢlanma açısından uygun bir ortam yaratmaktadır. Çocukluk çağında yaĢanan eğitimden dıĢlanma, gittikçe artan bir biçimde bireyin yaĢamının ileriki aĢamalarında diğer sosyal dıĢlanma biçimleriyle karĢılaĢmasına da neden olmaktadır. Gerçekten, iyi eğitim almamıĢ birey, meslek edinememekte, dolayısıyla iĢgücü piyasasından dıĢlanmakta; iĢgücü piyasasından dıĢlanan birey gelirden ve tüketimden, konuttan ve sosyal güvenlikten dıĢlanmakta; toplumla bağları kopmakta, suça yönelmekte ve yabancılaĢmaktadır (Sapancalı,2005:176–177). Dolayısıyla eğitim ile sosyal içerilme arasında doğrudan bir bağ söz konusudur. AB‟de istatistikler eğitim, iĢgücü piyasasına katılım ve yoksulluk arasındaki doğrusal iliĢkiyi açıkça ortaya koymaktadır. 101 20 18 16 14 12 10 8 6 4 2 0 Düşük Orta İşsizlik Oranı Yüksek Çalışan Yoksulların Oranı ġekil 2.6. AB‟nde eğitim, iĢsizlik, yoksulluk iliĢkisi, 2012 Kaynak:http://appsso.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 01.10.2014). Günümüzde gençler, iĢgücü piyasasına girerken veya iyi bir iĢ ararken önemli zorluklarla karĢı karĢıya kalmaktadırlar. Uygun niteliklere ve fırsatlara sahip değilse düzgün bir iĢe girmesi giderek zorlaĢmaktadır. Ġyi bir eğitim almıĢ kiĢi, iyi bir iĢe girme fırsatı elde edebileceği gibi, yaĢamı boyunca eğitim fırsatlarından da faydalanma Ģansı yüksek olacaktır. Bu nedenle eğitime iliĢkin göstergeler sosyal içerme politikaları açısından önem taĢımaktadır. Leaken‟de kabul edilen sosyal içermeye iliĢkin on temel gösterge arasında eğitime iliĢkin iki gösterge bulunmaktadır. Bunlar, 18–24 yaĢ arasında okul ve eğitim sisteminden erken ayrılanlara iliĢkin sonuçlar ile OECD tarafından uygulanan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı-PISA (OECD Programme for International Student Assessment) araĢtırma sonuçlarıdır 16. AB‟nde, eğitim düzeyinin hızla yükseldiği görülmektedir. Buna rağmen, Birliğe üye ülkelerin çoğunda, özellikle orta öğretim düzeyinde okulu terk eden gençlerin sayısı hala yüksektir. Eğitim sürecini tamamlamadan okulu erken yaĢta terk eden bu bireyler ileride iĢgücü piyasasının gereksinim duyduğu bilgi ve becerilerden yoksun olarak iĢgücü piyasasına girmeye çalıĢacaklardır. Bilgi ve becerilerden yoksun, yeterli donanıma sahip olmayan bu bireylerin düzgün bir iĢ bulma imkânı 16 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.pisa.oecd.org. 102 sınırlı olacağı için, yoksulluk riski yüksek kiĢiler olarak sosyal içermenin önünde ciddi bir tehdit oluĢturacaklardır (Sapancalı,2005/3:82). 35 30 25 20 15 10 5 Sl ov en ya Sl ov ak y Ç ek a C u Po m. lo ny Li a tv an ya İs Av veç us Lü t ury a ks em bu r H ol g la n da Fi nl an di D an ya im ar ka İrl an da Es to n Al y a m an y Le a t Yu on y na a ni st an Kı br ıs Fr an M s ac a ar is ta n Be Bu l çi k a lg ar is ta n AB 27 İn gi lt R ere om an ya İta ly Po a rte ki z M al t a İs pa ny a 0 Erkek Kadın Toplam ġekil 2.7. AB‟ye üye ülkelerde okul terk oranları (%), 2012 Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 09.11.2012). Eğitim, hem yoksulluk ve sosyal dıĢlanma risklerinin önlenmesinde hem de toplumdaki en zayıf grupların topluma katılımının desteklenmesinde çok önemli bir araç olarak görülmesine rağmen, 2012 yılı verilerine göre, AB 27‟de okuldan erken ayrılanların oranı %12,8‟dir. Okulu terk etme eğilimleri erkeklerde (%14,5) kızlara (10,9) oranla daha yüksektir. Bu oran %24,7 ile Ġspanya, %21,1 ile Malta ve %20,5 ile Portekiz‟de en yüksek düzeydedir. Ayrıca dikkati çeken bir baĢka nokta ise, eski Doğu Bloku ülkelerinin hepsinde okul terk oranları AB ortalamasının altındadır ve birçoğunda (Slovenya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Polonya) da en alt düzeydedir (ġekil 2.7). Bireysel becerilerin en detaylı biçimde ölçülmesinde, OECD tarafından uygulanan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) tarafından yapılan araĢtırmadan yararlanılmaktadır. AB düzeyinde benimsenen bu program, 15 yaĢındaki öğrencilerin okuma konusundaki performanslarını ölçmektedir. Buna göre, 15 yaĢ içinde okuma performansı düĢük olanların 15 yaĢ nüfusa oranı AB düzeyinde 2009–2012 yılları arasında fazla bir geliĢim göstermemiĢtir. DüĢük performanslı öğrencilerin oranının en düĢük düzeyde olduğu ülke %9,1 103 (2012) ile Estonya‟dır. DüĢük performanslı öğrencilerin en yoğun olduğu ülkeler ise %39 ile Bulgaristan, %37 ile Romanya‟dır. 45 40 35 30 25 20 15 10 5 2009 İta Av lya us tu r M ac ya ar is ta n Sl ov en ya Li tv an Lü ya ks em b u Yu rg na ni st an İs ve ç Sl ov ak Ro ya m an Bu ya lg ar ist an AB 27 Es to ny a İrl an d Po a lo ny Fi a nl an di y Ho a lla nd a Al m an Da ya ni m ar ka Be lçi ka İn gi lt Çe ere k Cu m . Le to ny İs a pa ny Po a rte ki z Fr an sa 0 2012 ġekil 2.8. Okuma becerileri bakımından 15 yaĢ grubu düĢük performanslı öğrenciler (%)* Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 09.11.2014) * AB, PISA programında kullanılan skalada 1 ve daha altı düzeyde olanları düĢük performanslı olarak kabul etmektedir. 2009 yılında yapılan araĢtırmada kötü bir performansa sahip Portekiz, Ġspanya, Ġtalya, Yunanistan, Slovakya, Bulgaristan ve Romanya 2012 yılındaki araĢtırmada geliĢim göstermiĢlerdir. Buna karĢılık, Avusturya, Slovakya, Ġsveç ve Finlandiya 2009 yılındaki programa oranla daha kötü bir performans göstermiĢtir. 2.2.2.5. Sağlığa iliĢkin göstergeler Sosyal içermenin en önemli boyutlarından biri de sağlıklı olmaktır. Fiziksel ve ruhsal sağlığı yerinde olan bireyler, toplumsal faaliyetlere katılabilir ve insanlarla düzgün iletiĢim kurabilirler. Bu nedenle hasta ve sakat kiĢiler her dönemde toplumun dıĢına itilmiĢ bireyler olarak kabul edilmiĢlerdir. Hastalık ve sakatlık, çalıĢamama ve gelir elde edememenin en önemli sebeplerinden birini oluĢturmaktadır. Hollanda‟da yapılmıĢ bir araĢtırmada, sağlıklı olmamanın düĢük gelirli olmaya göre sosyal dıĢlanmayla daha doğrudan bir bağ oluĢturduğu tespit edilmiĢtir 104 (Tamsma,Berman,2004:16). Bu nedenle özellikle son yıllarda sağlık bakımı ve uzun süreli bakım, AB sosyal içerme ve sosyal koruma politikalarının önemli bir parçası haline gelmiĢtir. AB sosyal içerme yaklaĢımında sağlığa iliĢkin en önemli gösterge, doğuĢtan yaĢam beklentisi oranlarıdır. ÇalıĢmanın bu kısmında ayrıca Birlik üyesi ülkelerde doğuĢtan sağlıklı yaĢam süresi beklentisi ile ülkelerin GSYH içinde sağlık harcamalarının oranına iliĢkin göstergelerden yararlanacağız. Bu bağlamda Birlik üyesi ülkelerdeki doğuĢtan yaĢam beklentisi rakamlarına baktığımızda, Avrupa uluslarının çoğunda karakteristik bir özellik olarak insanların ortalama yaĢam sürelerinin uzun olduğu görülmektedir. Bu süre giderek daha da artmaktadır. Birlik içinde erkekler için doğuĢtan yaĢam süresi beklentisi 2003 yılında 74,6 iken, 2012 yılında bu rakam 77,5‟e yükselmiĢtir. Kadınlar içinse söz konusu rakamlar sırasıyla 80,8 ile 83,1‟dir. Birlik üyesi ülkelerde doğuĢtan sağlıklı yaĢam süresi beklentisine iliĢkin göstergelere baktığımızda ise; 2012 yılı itibariyle, AB 27‟de doğuĢtan sağlıklı yaĢam süresi beklentisi kadınlarda 62,1 yıl iken, erkeklerde 61,5 yıldır. Hem kadınlarda hem de erkeklerde en yüksek sağlıklı yaĢam süresi beklentisi Ġsveç, Malta ve Lüksemburg‟dadır. 80 70 60 50 40 30 20 10 A B 27 B e B lçi ul k ga a ris Ç tan ek D Cu an m im . a A rka lm an y E a st on ya İr Y lan un d an a is ta İs n pa ny F a ra ns a İta ly a K ıb rıs Le to n Li ya tv Lü an ks ya em M bu ac rg ar is ta n M al H ta ol la A nd vu a st ur y P a ol on y P a or te R kiz om a S n ya lo ve n S ya lo va F ky in a la nd iy a İs ve İn ç gi lte re 0 Kadın Erkek ġekil 2.9. AB üyesi ülkelerde doğuĢtan sağlıklı yaĢam süresi beklentisi, 2012 Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (EriĢim: 09.10.2014). 105 Toplam sağlık harcamaları, AB‟ye üye ülkeler arasında önemli ölçüde farklılık göstermektedir. ġekil 2.10‟da görüldüğü gibi, mevcut sağlık harcamalarının payı, AB‟ye üye dört devlette (Fransa, Almanya, Hollanda ve Avusturya) gayri safi yurtiçi hasılanın yaklaĢık %11'ini aĢmaktadır. Bu ülkeler, neredeyse Romanya ve Estonya‟da kaydedilen sağlık harcamalarının (GSYH‟nin yaklaĢık %6‟sı) iki katı kadar harcama yapmaktadırlar. Sağlık harcamalarının en yüksek düzeyde olduğu bu ülkelerde söz konusu oranlar ise, Hollanda‟da 12,1, Fransa‟da 11,6, Almanya‟da 11,3 ve Avusturya‟da 11,1‟dir. 14,00 12,00 10,00 8,00 2012 6,00 4,00 2,00 a Fr an sa H ol la nd a A lm an y B el çi ka A vu st ur ya P or te ki z İs ve ç a P ol on ya Li tv an ya Ç ek C um . S lo va ky a M ac ar is ta n S lo ve ny a Fi nl an di ya Y un an is ta n İs pa ny a E st on y R om an ya 0,00 ġekil 2.10. AB‟ye üye ülkelerde sağlık harcamalarının GSYH‟ya oranı (%) Kaynak: http://appsso.eurostat.ec.europa.eu/nui/show.do?dataset=hlth_sha_hc&lang=en (EriĢim: 16.09.2014). * Ġspanya, Litvanya, Hollanda, Portekiz, Romanya, Slovenya, Slovakya ve Finlandiya‟ya ait veriler 2011 yılı verileridir. 2.2.2.6. Sosyal güvenliğe iliĢkin göstergeler Sosyal güvenlik, “her yurttaĢın, elden geldiğince çalıĢmak ve katkıda bulunmak koĢuluyla herhangi bir gerekçeye (hastalık, kaza, iĢsizlik, yaĢlılık gibi) bağlı olarak çalıĢamadığı ve kendisi ile bakmakla yükümlü olduğu kiĢilere onurlu bir yaĢam için yeterli geliri sağlayamadığında, yoksulluktan kurtaracak ve bir gelire sahip olmasını sağlayacak” bir sistemdir (Bauman,1999:71). Sosyal güvenliğin temel amacı yoksullukla mücadeledir. Dolayısıyla, sosyal güvenlik sosyal içerilme politikalarında en etkin araç durumundadır. Bununla birlikte, sosyal güvenliğe eriĢememe sosyal dıĢlanmanın en uç görünümlerinden birini oluĢturmaktadır. 106 Sosyal koruma, bir ülkede yaĢayanların sosyal risklere karĢı korunmaları için düzenlenmiĢ olan tüm toplu transfer sistemlerine denir (Erdoğdu,2005:20). Bireyin insan onuruna yaraĢır bir yaĢam sürdürebilmesi için, gelir güvencesizliği karĢısında yaĢam koĢullarını geliĢtirmek ve yaĢam düzeyinin gerilemesini önlemek için kamusal alanda gelirin yeniden dağıtımı yoluyla sağlanan gelir ve hizmet desteklerinin tümünü kapsayan sistemdir (Kapar, 2005:9). Sosyal korumanın en önemli iĢlevi, bireyi yoksulluk ve risklerden koruyarak, toplumsal katılımı ve kaynaĢmayı gerçekleĢtirmektir. Dolayısıyla sosyal koruma sistemleri sosyal içerme politikalarında en etkin araçların baĢında gelmektedir. Sosyal koruma sistemleri düĢük gelirli gruplara yönelik sosyal yeniden dağılım iĢlevi görerek yoksulluk riskinin azaltılmasına yardımcı olmaktadır. Sosyal koruma kapsamında yapılan sosyal transferler sonrasında yoksulluk riskinin AB‟nde ciddi bir biçimde azalma gösterdiği görülmektedir. AB‟nde yaĢlılık ve ölüm aylıkları da dâhil olmak üzere sosyal transferler öncesi yoksulluk riski oranı (2012 yılı itibariyle) %44, yaĢlılık ve ölüm aylıkları hariç olmak üzere sosyal transferler öncesi yoksulluk riski %24,8 olarak hesaplanırken, sosyal transferler sonrasında yoksulluk riski oranlarında ciddi bir gerileme yaĢanmaktadır ki, bu AB‟nde sosyal koruma sistemlerinin önemli bir baĢarısı olarak değerlendirilmektedir (bkz. Çizelge 2.4,2.5). EUROSTAT verilerine göre AB(27) ülkelerinin sosyal koruma harcamalarının 2011 yılında GSYH‟ye oranı %29,1‟dir. Bu oran ülkeler arasında %15,1 ile %34,2 arasında değiĢmektedir. Sosyal koruma harcamalarına ulusal gelirden en yüksek pay ayıran ülkeler; Fransa (%33,4), Danimarka (%34,2), Hollanda (%32,3), Belçika (%30,4), Yunanistan (%30,2) ve Finlandiya (%30)‟dır. En düĢük pay ayıran ülkeler ise; Letonya (%15,1), Estonya (%16,1) ve Romanya (%16,3)‟dır. Doğal olarak birçok faktör sosyal koruma sisteminin düzeyini ve kapsamını etkilemektedir. Ülkenin demografik yapısı, iĢsiz miktarı, özel sosyal hizmetlerin rolü, ekonomik durum ve teknolojik geliĢmeler gibi faktörler, sosyal koruma harcamalarının miktarında belirleyici rol oynamaktadır (EuroStat,2008:2). 107 Çizelge 2.8. AB ülkelerinde sosyal koruma harcamalarının milli gelire oranı (%), 2006–2011 AB 27 Danimarka Fransa Hollanda Belçika Yunanistan Finlandiya Avusturya İsveç İtalya İrlanda Almanya İngiltere Portekiz İspanya Slovenya Macaristan Kıbrıs Lüksemburg Çek Cum. Polonya Malta Slovakya Bulgaristan Litvanya Romanya Estonya Letonya 2006 26,7 29,2 31,3 28,8 27,0 24,8 26,4 28,2 30,4 26,5 18,3 29,0 25,9 24,5 20,5 22,7 22,5 18,5 20,4 18,0 19,4 18,3 16,4 14,2 13,3 12,8 12,1 12,7 2007 26,1 28,8 30,9 28,3 26,9 24,8 25,4 27,8 29,2 26,6 18,9 27,9 25,0 23,9 20,7 21,3 22,7 18,2 19,3 18,0 18,1 18,0 16,1 14,1 14,4 13,6 12,1 11,3 2008 26,8 29,4 31,3 28,5 28,1 26,2 26,2 28,4 29,5 27,7 22,3 28,1 26,1 24,3 22,1 21,4 22,9 19,5 21,4 18,0 18,6 18,4 16,1 15,5 16,1 14,3 14,9 12,7 2009 29,6 33,2 33,6 31,6 30,4 28,0 30,4 30,6 32,0 29,9 27,4 31,5 28,9 27,0 25,3 24,2 23,5 21,1 24,0 20,3 19,2 20,0 18,8 17,2 21,2 17,1 19,3 16,9 2010 29,4 33,3 33,8 32,1 29,9 29,1 30,6 30,4 30,4 29,9 29,6 30,7 28,0 27,0 25,7 24,8 23,1 21,6 22,7 20,1 18,9 19,8 18,6 18,1 19,1 17,6 18,1 17,8 2011 29,1 34,2 33,4 32,3 30,4 30,2 30,0 29,8 29,7 29,7 29,6 29,4 28,0 26,5 26,1 25,0 23,0 22,8 22,5 20,4 19,2 18,7 18,3 17,7 17,0 16,3 16,1 15,1 Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode= tps00098&plugin=1 (EriĢim: 16.09.2014). AB ülkelerinde sosyal güvenliğe ayrılan harcamalar dünya üzerindeki birçok ülke ile karĢılaĢtırıldığında olumlu bir görüntü vermektedir. Bu büyük ölçüde Avrupa sosyal refah devleti geleneğinin bir parçasıdır. Ancak, giderek yaĢlanan nüfus, artan iĢsizlik ve küresel rekabetin yarattığı ekonomik güçlüklerin sosyal güvenliğe karĢı önemli bir tehdit oluĢturacağı ve bu durumun ise Birlik içerisinde sosyal dıĢlanma riskini daha da arttıracağı konusunda kaygılar yaĢanmaktadır. Sosyal koruma sistemlerinin varlığı siyasi istikrar, sosyal bütünlük ve ekonomik ilerleme açısından Avrupa sosyal modelinin temeli olmuĢtur. Sosyal korumanın güçlü olduğu ülkelerde nispi yoksulluk oranının düĢük olması, sosyal koruma ve sosyal içerme arasındaki güçlü bağı göstermektedir. 108 Çizelge 2.9. Sosyal koruma harcamalarının sigorta dalları arasında dağılımı (%) YaĢlılık ve Ölüm Aylığı Hastalık ve Sağlığın Korunması Sakatlık ĠĢsizlik Aile ve Çocuk Konut ve Sosyal DıĢlanma 2010 2011 2010 2011 2010 2011 2010 2011 2010 2011 2010 2011 AB 27 45,6 45,9 29,4 29,6 7,5 7,5 5,9 5,5 8,0 8,0 3,6 3,6 Belçika 39,4 39,8 28,6 28,8 7,5 7,5 13,3 12,8 7,7 7,8 3,6 3,3 Bulgaristan 51,5 50,2 24,2 26,0 8,0 7,9 3,4 3,5 11,4 11,0 1,5 1,5 Çek Cum. 47,2 48,9 32,3 31,9 7,8 7,6 4,2 3,6 6,8 5,9 1,7 2,1 Danimarka 42,2 43,4 21,3 21,0 12,7 12,4 5,6 5,5 13,1 12,5 5,1 5,3 Almanya 40,3 40,3 32,5 33,3 7,8 7,9 5,8 4,7 10,9 11,1 2,8 2,8 Estonya 44,2 44,0 26,8 28,0 10,9 11,5 4,2 3,0 12,8 12,4 1,1 1,2 Ġrlanda 24,0 23,5 41,5 45,0 4,8 4,4 12,7 11,5 13,2 12,0 3,7 3,6 Yunanistan 50,1 52,1 29,2 25,9 4,7 4,9 6,1 7,4 6,4 6,2 3,6 3,5 Ġspanya 42,8 43,9 28,4 27,4 7,0 7,1 14,1 14,6 6,0 5,4 1,8 1,7 Fransa 45,1 45,6 29,2 29,0 6,4 6,5 6,2 6,0 8,0 7,9 5,0 5,0 Ġtalya 60,7 61,5 25,5 24,8 5,9 5,8 2,9 2,9 4,6 4,8 0,4 0,3 Kıbrıs 46,8 48,1 22,9 22,7 3,4 3,4 4,9 5,4 9,8 9,0 12,2 11,4 Letonya 53,5 54,9 20,8 21,3 7,6 8,7 7,4 4,8 8,5 7,6 2,2 2,7 Litvanya 43,6 44,2 26,0 27,8 10,1 9,6 4,4 3,4 12,1 10,4 3,9 4,7 Lüksemburg 36,2 37,4 25,5 25,4 11,4 11,7 5,6 5,3 17,8 16,5 3,6 3,7 Macaristan 46,2 46,3 25,3 27,8 8,3 7,5 4,0 3,7 13,3 12,5 2,9 2,2 Malta 54,9 54,7 29,3 29,3 4,4 4,1 2,8 2,8 6,2 6,4 2,5 2,7 Hollanda 39,3 39,4 35,3 35,7 8,1 7,8 5,2 4,8 4,1 4,0 8,0 8,4 Avusturya 49,6 50,1 25,4 25,7 7,5 7,6 5,7 5,2 10,3 9,8 1,6 1,7 Polonya 60,4 58,1 24,1 23,1 8,0 8,9 2,2 1,5 4,2 7,2 1,1 1,1 Portekiz 51,7 55,2 27,6 25,1 8,2 8,3 5,7 5,5 5,5 4,9 1,4 1,2 Romanya 50,6 53,7 25,5 25,1 9,1 9,0 3,2 1,6 9,6 8,9 1,9 1,7 Slovenya 46,5 47,0 32,3 31,6 7,2 6,9 2,8 3,3 8,9 8,9 2,4 2,4 Slovakya 42,8 43,5 30,6 30,4 8,7 8,9 5,5 4,7 9,7 9,9 2,8 2,6 Finlandiya 39,2 40,0 25,2 25,5 12,1 11,9 8,2 7,0 11,1 11,2 4,2 4,4 Ġsveç 42,5 42,5 24,8 25,6 13,9 13,5 4,6 4,0 10,4 10,6 3,9 3,9 Ġngiltere 45,0 44,5 31,1 32,6 7,6 7,3 2,7 2,6 7,3 6,9 6,3 6,2 Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/social_protection/data/main_tables (et: 16.09.2014). Sosyal koruma harcamalarının yapısına bakıldığında, sosyal koruma yardımlarının %96, yönetim maliyetlerinin %3, diğer harcamaların ise %1 oranında 109 olduğu görülmektedir17. AB‟nde sosyal koruma harcamaları içinde yaklaĢık %45,9 ile en büyük grubu yaĢlılık (emeklilik) ve ölüm yardımları oluĢturmaktadır. Hastalık ve sağlık bakımına iliĢkin yardımlar ise %29,6 ile sosyal koruma harcamaları içinde ikinci büyük grubu oluĢturmaktadır. Bunları sırasıyla aile yardımları (%8), sakatlık yardımı (%7,5), iĢsizlik yardımları (%5,5), barınma yardımları (%2,1) ve sosyal dıĢlanma yardımları (%1,5) izlemektedir (Çizelge 2.9). ĠĢsizlik sosyal koruma sistemlerinin önemli bir problemi gibi görülse de iĢsizlere yapılan transferler sosyal harcamaların yalnızca %6‟sını oluĢturmaktadır. Birlik içerisinde iĢsizlik özellikle sosyal dıĢlanma bağlamında Birliğin üzerinde durduğu önemli bir risk iken, iĢsizliğe ayrılan sosyal koruma harcamalarının önemli ölçüde düĢüĢ göstermesinin nedeni, iĢsizlikle mücadelede aktif politikaların giderek pasif politikaların önüne geçmeye baĢlamasıdır. Birlik içerisinde sosyal koruma harcamalarının finansmanı, ağırlıklı olarak (%57,5) ücretli çalıĢma karĢılığı sosyal taraflardan (hem iĢçi hem de iĢverenden) alınan sigorta prim kesintilerinden sağlanmaktadır. Finansman kaynaklarının %38‟i ise vergilerle finanse edilen genel hükümet desteklerinden oluĢmaktadır. Bu oranlar ülkeden ülkeye değiĢmektedir. Danimarka, Ġrlanda ve Kıbrıs‟ta vergilerle finanse edilen hükümet katkısı harcamaların finansmanında önemli bir yere sahipken, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Ġspanya, Fransa, Letonya, Litvanya, Macaristan, Hollanda, Avusturya, Slovenya ve Slovakya‟da ise harcamalar ağırlıklı olarak iĢçi ve iĢverenlerden kesilen primlerle finanse edilmektedir18 . 2.3. Avrupa Birliği’nde Sosyal DıĢlanmayı Önlemeye Yönelik Politikalar KüreselleĢme ve onun beraberinde getirdiği sosyo-ekonomik sorunlar, giderek öne çıkan yeni kimlik tartıĢmaları ve artan mikro milliyetçilik, kitlesel iĢsizlikler ve bunun sebep olduğu toplumsal sancılar, ekonomik boyut ile beraber sosyal düzenlemelerin de gündeme gelmesini sağlamıĢtır. 17 http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/statistics/search_database (e.t: 05.10.2014) http://epp.eurostat.ec.europa.eu/statistics_explained/index.php/Social_protection_-_main_indicators (EriĢim: 17.11.2012). 18 110 Küresel krizler ile beraber artan iĢsizlik, yaĢlı nüfusun artıĢına bağlı olarak ek sosyal güvenlik harcamalarının söz konusu olması, gelir dağılımı dengesinin bozulması, nitelikli iĢçilerin ücret artıĢına karĢılık vasıfsız elemanların ücret kayıpları, artan uyuĢturucu kullanımı, bölgesel ve uluslararası ekonomik ve siyasal krizlerin beslediği bölgesel ve uluslararası yasal/yasa dıĢı göçler ile beraber, 2000‟lerden sonra sosyal dıĢlanma sorununun önemini artırmıĢtır. Ulusal politikalara yoksullukla mücadelenin eklenmesi yoksulluk ve sosyal dıĢlanma konusunda siyasi farkındalığı artırmıĢ olup, konuyu ulusal gündemde daha yukarılara taĢımıĢtır. Yoksullukla mücadele ve sosyal dıĢlanma konusundaki bu farkındalık üye ülkeleri politikalarını ciddi Ģekilde gözden geçirmeye sevk etmiĢ olup, ülkelerin hangi alanlarda ne derece baĢarılı olduğunu ortaya koyarak diğer ülkelerin uygulamalarında iyileĢtirme yapması konusunda Ģevk edici olmuĢ ve sosyal içerme için AB hareketi aĢağıdaki temel konularda uzlaĢma sağlamıĢtır (Atkinson vd.,2002). - Nesilden nesile geçen kısır döngüyü kırarak çocuk yoksulluğunu ortadan kaldırma, - Aktif içermeyi ön plana çıkararak toplumda ve iĢgücü piyasalarındaki zayıf gurupları güçlendirme, - Herkes için insanca barınma imkânının sağlanması, - Engelliler, etnik azınlıklar göçmenler ve diğer zayıf grupların entegrasyonunu artırma ve ayrımcılığın üstesinden gelme, - Finansal dıĢlanma ve aĢırı borçluluğun üstesinden gelme. Sosyal içerme, 2000 yılında Lizbon'da Avrupa Birliği'nin 2010 yılı itibarı ile sürdürülebilir bir ekonomik büyüme kapasitesine sahip, daha fazla iĢ ve sosyal bütünleĢmeye ve çevreye önem veren dinamik ve rekabetçi bir ekonomi olma hedefi doğrultusunda çizilen hedeflere ulaĢmada izlenecek baĢlıca politika olarak ortaya konmuĢtur. Bu doğrultuda sosyal içerme sürecinde ilk hedefler aĢağıdaki gibi belirlenmiĢtir (O‟Connor,2005:345-361): 111 - OrtaklaĢa belirlenen göstergeler temelinde sürekli diyalog, bilgi ve en iyi uygulamaların değiĢimi yoluyla sosyal dıĢlanmanın daha iyi anlaĢılmasını sağlamak, - ĠĢ, eğitim, sağlık, mesleki eğitim ve konut alanında üye ülkelerin dayanıĢmasını teĢvik etmek: mevcut bütçe çerçevesini göz önünde bulundurarak yapısal fonların kullanımını sağlamak, - Öncelikli hedef gruplarının (azınlıklar, çocuklar, yaĢlılar ve engelliler gibi) önceliklerini belirlemek ve en uygun eylemi üye ülkelere bırakmak. ÇalıĢmanın bu kısmında AB‟nin sosyal dıĢlanmayı önlemeye yönelik baĢlıca politikalarından bahsedilecektir. 2.3.1. Aktif Ġçerme Aktif içerme, Avrupa Birliği‟nin sosyal dıĢlanma ile mücadele sürecinde kullandığı politika araçlarından biridir. Lizbon stratejisinin yeniden değerlendirilmesi sonucunda, istihdam ve ekonomik büyüme konularına ağırlık verilerek Lizbon‟un sosyal boyutuna vurgu yapılmıĢtır. Sosyal içermenin istihdam ve sosyal güvenlik politikaları ile birleĢtirilip aktif içerme uygulamalarının yapılması teĢvik edilmiĢtir. Aktif içerme, Avrupa Komisyonu‟nun 2006 yılında istihdam ve sosyal içerme politikalarını bütünleĢtirme ihtiyacı doğrultusunda geliĢtirdiği bir kavramdır. Aktif içerme kavramı ile üye ülkelerde çalıĢabilecek insanların emek gücünü harekete geçirme ve çalıĢamayacak insanlara yeterli desteğin sağlanması amaçlanmaktadır. Komisyon politikalarını yeterli gelir desteği, içermeci emek piyasalarına eriĢim ve sosyal hizmetlerde kalite standartlarını temel alarak oluĢturmaktadır19. Aktif içerme, iĢ fırsatları ve mesleki eğitim ile emek piyasalarına bağ kurarak bunu insanlara onurlu bir yaĢam sağlamak için belirli bir seviyede gelir desteği sağlanması ile birleĢtirerek sosyal hizmetlere daha iyi eriĢimi sağlamayı hedeflemektedir. Aktif içerme bu doğrultuda emek piyasalarının sınırındaki 19 SOLIDAR. “Facing New Challenges: Promoting active inclusion through social innovation”, November 2012, http://www.solidar.org/IMG/pdf/56_solidarbriefing_social_innovation_active_inclusion-2.pdf 112 insanları hedefleyerek “güvenceli esneklik (flexicurity)” yaklaĢımını tamamlamaktadır. Güvenceli esneklik ile iĢgücü piyasa yapısının, nispi olarak firmaların iĢçi çıkarmalarını ve iĢçilerin iĢten ayrılmalarını kolaylaĢtırarak esnekleĢmesi ve bunun yanında çalıĢanların uğradıkları gelir kayıpları karĢısında en iyi Ģekilde korunmalarını ve yeniden istihdam edilmelerinin sağlanması hedeflenmektedir (Derici, 2006). Aktif içerme istihdama kiĢiselleĢtirilmiĢ geçiĢ yolları oluĢturarak ve çalıĢamayacak insanların onurlu Ģekilde yaĢamasını ve topluma mümkün olduğunca katkıda bulunmalarını sağlayarak aktif refah devletini Ģekillendirmektedir. Bu nedenle aktif içerme Lizbon stratejisine katkıda bulunmakla beraber Avrupa Birliği'nin Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi'nin sosyal boyutunda bir önemli yapı taĢı olarak yer almıĢtır (COM,2007:3) . Etkin bir aktif içerme politikası için gereklilikler Ģu Ģekilde tanımlanmıĢtır: - Aktif içerme iĢgücü piyasalarına olabildiğince katılımlarının sağlanması ve temel hakların tesis edilmesi, - Herkes için onurlu bir yaĢamı sağlayacak, istihdam ile bağımsız, özellikle asgari gelir Ģemalarının önceliklerinde yer alacak asgari gelirin sağlanması, - Aktif içerme politikaları, çalıĢan ve toplumda diğer faaliyetlere katılan bireylere eĢlik edecek özel destek hizmetleri ve ölçümleri sağlamalıdır, - Herkes için eğitim, ulaĢım ve sosyal hizmetler yüksek standartlardaki hizmetlere eriĢimin sağlanması ve bunların aktif içermenin temel yapıtaĢı olarak güvence altına alınması, - Aktif içerme politikaları mevcut iĢlerin sayısını ve kalitesini artırarak ayrımcılığı ortadan kaldırma yönünde ilerlemelidir, - Aktif içerme politikaları kiĢilerin geleceklerini belirlemede ve onları etkileyecek duymaktadır. politikaların oluĢturulmasında kiĢilerin katılımına gerek 113 2.3.2. Avrupa Sosyal Fonu Avrupa Sosyal Fonu (ASF), 1957 tarihli Roma anlaĢması ile kurulan ve Birlik içerisinde yer alan dört yapısal fondan biridir. Genel olarak iĢgücü piyasasındaki uyumsuzlukların ortadan kaldırılmasına yönelik projeler geliĢtirilmesi ve bu projelerin mali olarak desteklenmesi için oluĢturulmuĢtur. ĠĢçilerin istihdamını kolaylaĢtırmak, coğrafi ve mesleki hareketliliklerini artırmak, sanayi ve üretim sistemlerindeki değiĢime uyumlarını sağlamak amacıyla kurulmuĢ olan Fon, Avrupa Komisyonu tarafından idare edilmektedir. Sosyal içerme politikalarının uygulanmasında yararlanılan en önemli finansal araç ASF‟dir. Aynı zamanda ASF sosyal dıĢlanmayla mücadelede anahtar bir rol oynayan politika aracıdır. 2000–2006 döneminde Fon içerisindeki parasal kaynakların büyük bir kısmının sosyal dıĢlanmayla mücadelede kullanılacağı beklentisi ifade edilmiĢtir ve birçok üye ülkede hazırlanan projeler bu kapsamda desteklenmiĢtir (EC,2006a:31). Fonun temel misyonu, iĢsizliği önlemede ve iĢsizlikle mücadelede yardımcı olmak, Avrupalı iĢgücünü ve iĢletmeleri karĢılaĢabilecekleri yeni sorunlara karĢı donanımlı hale getirmek ve insanların iĢgücü piyasası ile bağlarının kopmasına engel olmaktır20. ASF, Birliğin uzun dönemdeki içerme hedeflerine, iyileĢme sürecine ve sosyal uyumun sağlanmasına destek olmaktadır (EC,2010a:6). 2000– 2006 dönemi eylemlerine bakıldığında sosyal içermenin geliĢtirilmesi, aktif iĢgücü piyasası politikaları, uyum sağlayabilme, yaĢam boyu öğrenme ve kadınların iĢgücü piyasasına katılımı ile birlikte Fonun beĢ öncelikli alanı arasında yer almıĢtır. Bu bağlamda Fon tarafından çeĢitli üye ülkelerde baĢarılı olarak nitelendirilen çok sayıda sosyal içerme projesi desteklenmiĢtir21. 1 Ocak 2007 yapısal fonlar açısından yeni bir dönemin baĢlangıcıdır. 2007– 2013 yıllarını kapsayan yeni süreçte fonlara iliĢkin önemli değiĢimler söz konusudur. Bu yeni dönemde ASF ile politik yapı (AĠS) arasındaki bağın daha da güçlendirileceği ve böylece ASF‟nin istihdam amaçlarına ve Lizbon hedeflerine daha fazla katkı sağlayabileceği vurgulanmaktadır. Yeni dönemde tam istihdam, 20 21 http://ec.europa.eu/employment_social/esf2000/faqs_en.html (EriĢim: 29.11.2012). http://ec.europa.eu/employment_social/emplweb/esf/esf_success_en.cfm (EriĢim: 29.11.2012). 114 iĢte kalite ve verimlilik ile sosyal kaynaĢma ve sosyal içermeyi içeren üç önemli hedef ortaya konulmuĢtur. 2007–2013 yıllarını kapsayan yeni düzenlemede, ASF önceden tespit edilen ve yönetilen ekonomik ve sosyal değiĢimler için destek olacaktır. Bu bağlamda yatırımlar dört kilit alana odaklanacaktır. Bu alanlar; - ÇalıĢanların ve iĢletmelerin uyum sağlayabilirliğini arttırmak, - Ġstihdama eriĢimi ve iĢgücü piyasasına katılımı güçlendirilmek, - Ayrımcılıkla mücadele ve dezavantajlı grupların iĢgücü piyasasına eriĢiminin kolaylaĢtırılmasıyla sosyal içermeyi sağlamlaĢtırmak, - Sosyal içerme ve istihdam alanlarında gereken reformlar için ortaklığı ilerletmek olarak belirlenmiĢtir22. Bu hedeflerden de anlaĢılacağı üzere, ASF yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede ana temelini büyüme ve iĢ yaklaĢımından alan bir strateji oluĢturmuĢtur. 2.3.3. Asgari Gelir Desteği Uygulamaları Toplumların, asgari gelir güvencesi sağlanması hususunda, birbirinden farklı iki temel yaklaĢımı benimsedikleri görülmektedir. Bunlar, karĢılıksız olarak geliri güvence altına alan yaklaĢım ile bir çalıĢma karĢılığı gelirin güvence altına alınmasını öngören yaklaĢımdır. 2.3.3.1. KarĢılıksız asgari gelir yaklaĢımı Sosyal dıĢlanmayla mücadelede en etkin araç, herhangi bir karĢılık beklenmeksizin, devlet tarafından asgari bir gelirin güvence altına alınması ve bunun bir hakka dönüĢmesidir. Sosyal dıĢlanma, yoksulluktan farklı olarak sadece bir gelir yetersizliği değil, bir hak ve yaĢamın sunduğu fırsatlardan yararlanamama durumudur. Bu bağlamda yurttaĢlık hakları olarak ifade edilen sivil ve siyasal katılım haklarının yanı sıra, eğitim, sağlık, güvenlik, barınma, kültür ve diğer toplu 22 http://ec.europa.eu/employment_social/esf2000/2007-2013_en.html (EriĢim: 30.11.2012) 115 hizmetlere eriĢim yetersizliği bir yandan sosyal dıĢlanmanın kaynağını oluĢtururken, diğer yandan da yoksulluk ve iĢsizlik gibi sonuçlara yol açmaktadır. Sosyal dıĢlanma ile mücadelede kullanılan oldukça etkin politika araçlarından biri olan güvenceli asgarî gelir uygulaması, son yıllarda özellikle AB‟de, yoksulluk ve sosyal dıĢlanmaya karĢı hukuki çözüm arayıĢlarının sonucu olarak sıkça dile getirilen bir nevi sosyal kurum haline gelmiĢtir. Bu uygulama, sosyal bakımdan dıĢlanmıĢ fert ve grupların, asgarî seviyede geçim imkânlarına kavuĢturulması için, devletçe sağlanan bir tür sosyal yardım Ģeklinde tanımlanabilir (Sapancalı,2005: 211). Nitekim Avrupa Konseyi‟nin 2000 yılında yayınladığı, Avrupa Sosyal ġartı: Temel Rehber (European Social Charter: A Short Guide) baĢlıklı dokümanda, asgarî gelir desteği uygulaması, sosyal yardımdan yararlanabilecek durumdaki herkese yönelik yaygın bir uygulama olarak gündeme getirilmiĢtir. Bugün de AB üyelerinin ve AB‟ye aday ülkelerin büyük çoğunluğunda asgarî gelir desteği uygulaması bulunmaktadır. Asgarî gelir desteği uygulaması, çalıĢma iliĢkilerinin nüfusun önemli bir kısmını dıĢarıda bırakması nedeniyle düĢünülmektedir. Mevcut katkılı sosyal güvenlik sisteminin genç iĢsizler, uzun süreli iĢsizler, tek ebeveynli aileler gibi bazı dıĢlanmıĢ kesimleri kapsamaması, bu uygulamanın temel gerekçesini oluĢturmaktadır. Esasen, sürekli ve formel bir iĢe sahip olabilen insanlar, iĢsiz kaldıklarında iĢsizlik sigortasından faydalanabilmektedirler; oysa yaĢamının hemen hemen hiçbir sahasında formel iliĢkilerle çalıĢmamıĢ veya sürekli bir iĢi olmamıĢ insanlar, iĢsizlik sigortasına hak kazanamadıkları gibi, sistemin diğer ödemelerinden dahi pay alamamaktadırlar. Bunun sebebi refah sisteminin, herkesin er ya da geç iĢ bulabileceği, iĢsizliğin geçici olduğu varsayımı üzerine inĢa edilmiĢ olmasıdır. Dolayısıyla yeni koĢulların yeni önlemler gerektirdiği anlaĢılınca bir nevi yurttaĢlık maaĢı olarak algılanabilecek asgarî gelir desteği uygulaması ortaya çıkmıĢtır. Söz konusu uygulamanın mantığını, sistemin piyasa iliĢkileri aracılığıyla dıĢladığı 116 fertleri, sosyal politikalar yolu ile yeniden topluma dâhil etmek oluĢturmaktadır (Uslu,2004). Balcı‟ya göre (güvenceli) asgarî gelir desteği kavramı, toplumun yoksul ve egemen yaĢam tarzından dıĢlanmıĢ olan kitlelerinin asgarî seviyede geçim imkânlarına eriĢtirilmesi ve toplumla olan bağlarının kuvvetlendirilmesi amacıyla devletçe gerçekleĢtirilen bir tür sosyal yardım desteği olarak ifade edilmektedir (Balcı,2002). Kısacası söz konusu destek faaliyeti, geliri belirli bir düzeyin altındaki bütün vatandaĢlara, kamu kaynaklarından düzenli olarak yapılan nakit transferlerini içermektedir. Birçok ülkede sosyal yardım olarak ifade edilen güvenceli asgari gelir müessesesini doğrudan doğruya sosyal dıĢlanma ile mücadele amacına bağlayan ve bu anlamda belki de tek ülke olan Fransa, sosyal dıĢlanmayla mücadelede birçok Avrupa ülkesine de örnek oluĢturmaktadır (Sapancalı,2005:213). Fransa‟da 1988 yılında uygulanmaya baĢlanan asgarî gelir, yararlanan fert ve devlet kurumu arasında bir anlaĢmaya dayanan gelir desteği programıdır. Bu anlaĢma gereğince fert, istihdam yoluyla sosyal içerilmeyi, terapiyi ve meslekî eğitimi kabul etmektedir. Söz konusu uygulama, geleneksel sosyal refah anlayıĢına oranla daha üretici konumdadır; çünkü hem yararlanan ferdin ve devlet kurumunun karĢılıklı yükümlülüğü üzerinde ısrar etmekte, hem de özelikle Anglo Sakson ülkelerde benimsenen çalıĢma vurgulu politikaların sınırlamalarının ötesine geçmektedir (Mingione,2011:282). Güvenceli asgari gelirin pozitif hukuk sistemlerine girmiĢ olan Ģekli, tamamlayıcı niteliktedir. Bugün birçok ülkede var olan sosyal güvenlik sistemleri korunmakta ve güvenceli asgari gelir ile sistemin boĢlukları doldurulmaktadır. AB ülkelerinin hemen hemen tamamında tamamlayıcı nitelikte güvenceli asgarî gelire iliĢkin yasal düzenlemeler mevcuttur. Mevcut düzenlemeler, ülkelere göre farklılık arz edebilmektedir; Fransa dıĢındaki tüm ülkelerde doğrudan sosyal dıĢlanmıĢ gruplara yönelik değildir ve genellikle sosyal dıĢlanma perspektifinden yoksundur. 117 Sosyal dıĢlanmayla mücadelede güvenceli asgari gelire bir baĢka örnek de Portekiz uygulamasıdır. Portekiz‟de ülke yurttaĢlarının hepsinin yararlanabileceği bir güvenceli asgari gelir sistemi kurulmuĢtur. Bu gelirden aile sorumluluğu olan gençler ve 18 yaĢın altındaki hamile ve çocuklu kadınlar da yararlanabilmektedir. Sistem ulusal dayanıĢma ilkesine dayanmakta; temel amacı ise, tüm ülke yurttaĢlarının katkılarına bakılmaksızın asgari bir gelire ve bütünleĢme koĢullarına ulaĢmalarını güvence altına almaktır. Gelirden yararlananlar, aktif dayanıĢma temelli politikalarla haklar ve sorumluluklar verilerek güçlendirilmekte; böylelikle topluma katılımları sağlanmaya çalıĢılmaktadır. Yine buradaki sistemde de, ulusal ve yerel hükümet temsilcileri, sivil toplum kuruluĢları ve gelirden yararlananlar arasında yapılan tarafların sorumluluklarını içeren bir sözleĢmeye dayanmaktadır (Sapancalı,2005:212–216). Rodgers, Gore ve Figueiredo‟ya göre; güvenceli asgarî gelir uygulaması, fert ve grup bazında sosyal uyum ekseninde saygınlığını perçinleyecek ve söz konusu kesime iĢe yeniden baĢlamayı güdüleyecek nitelikte birtakım aktiviteler ortaya koymaktadır. Bunlar: - Kamu kurumlarında ve/veya STK‟ da toplum yararına olan aktiviteler, - Gelirden faydalananların sağlık, kültür, eğitim, barınma ve benzeri sosyal otonomilerini geliĢtirebilecek aktiviteler, - Meslekî entegrasyona iliĢkin eğitimler, - ĠĢletmeler tarafından icra edilen öğretici etütlerdir. Sosyal devletin eriĢmiĢ olduğu yeni bir mertebe olarak da ifade edilen güvenceli asgarî desteği aracılığı ile bugün pek çok ülkede var olan sosyal güvenlik sistemleri muhafaza edilmekte ve bu destek sayesinde sistemin gedikleri tamamlanmaya çalıĢılmaktadır. ġu noktayı ifade etmek gerekir ki; bu uygulama her ne kadar yasal düzenlemeler ile hukukî zemine oturtulmuĢ olsa da, Fransa dıĢındaki tüm ülkelerde direkt sosyal dıĢlanmıĢ kesimlere iliĢkin bir duruĢ ortaya koyamamaktadır (Rodgers vd.,1995:37). 118 2.3.3.2. ÇalıĢma karĢılığı asgari gelir yaklaĢımı Sosyal dıĢlanma ile mücadelede asgarî gelir desteği uygulamaları içinde yer alan bir diğer yöntem ise, çalıĢma karĢılığında ödenen asgarî gelir uygulamasıdır. Bu yöntem esas itibariyle ABD, Büyük Britanya ve Avustralya gibi daha çok Anglo– Sakson kültürün ve neo–liberalist öğretinin hâkim olduğu yerlerde etkisini göstermekte (Standing,1990:678) ve aktif istihdam politikası tedbirleri içerisinde ele alınmaktadır (Sapancalı,2005:217). Burada önemli olan nokta, asgarî bir gelir hakkının ya da bir sosyal yardım hizmetinin çalıĢma karĢılığında elde edilmesidir. ÇalıĢma karĢılığı gelir programlarının kökeni ABD‟de 1960‟lı yılların sonunda çıkarılan ÇalıĢmayı TeĢvik Programı‟na dayanmaktadır. 1981 yılında federal mevzuatın her bir eyalete “çalıĢma için refah” olarak adlandırılan programları uygulamalarına imkân sağlamasıyla birlikte ilk olarak uygulanmaya baĢlanmıĢtır. 1996 yılında ise Clinton tarafından çalıĢma karĢılığı gelir programları ülke düzeyinde yasallaĢtırılmıĢtır. Avrupa‟da baĢta Ġngiltere olmak üzere Almanya, Ġsveç, Danimarka ve Ġtalya‟da da çalıĢma karĢılığı gelir anlayıĢı yönünde güçlü bir eğilim vardır (Standing,1990:678-679). ÇalıĢma karĢılığında ödenen gelir uygulamasının kendisine özgü belirli nitelikleri söz konusudur. Uygulamanın yalnızca malî destek sunması; genellikle bu destekten yararlanan kiĢinin yükümlülüklerinden hareket etmesi ve diğer uygulamaya oranla daha fazla yaptırım gücüne sahip olması öne çıkan baĢlıca niteliklerdir. ĠĢsiz, yoksul veya dıĢlanmıĢ bir kiĢinin yardımı hak edebilmesi için, ilgili kamu kurumunun göstereceği bir iĢte çalıĢması zorunlu tutulmaktadır. Benzer biçimde özellikle gençlere yönelik olarak öğrenmeye veya mesleki eğitime dayalı yardım programları da uygulanabilmektedir (Standing,1990:680). Bu zorunluluklar yerine getirilmediği takdirde ise gelir kesilmektedir. ÇalıĢma karĢılığı asgari gelir ile karĢılıksız asgari gelir arasında benzer ve farklı yönler söz konusudur. 119 Benzer yönleri; her ikisinde de gelir karĢılığında belirli yükümlülükler getirilmesi zorunludur. Ayrıca her iki sistem de yardım alan ile devlet arasında tarafların yükümlülüklerini belirleyen bir sözleĢme iliĢkisine dayanmaktadır. Farklı yönlerine bakılacak olursa; çalıĢma karĢılığı asgari gelir programları sadece parasal destek sağlarken, karĢılıksız asgari gelir programları eğitim, sağlık ve konut gibi destekleri de kapsamaktadır. Ġkinci olarak çalıĢma karĢılığı asgari gelir programlarında cezalandırıcı yükümlülükler ön plana çıkarken, diğerinde söz konusu yükümlülükler daha azdır. Son olarak, çalıĢma karĢılığı gelir programları daha ziyade yardımı alan kiĢinin yükümlülükleri üzerinde dururken, karĢılıksız asgari gelir programlarında yardım alan kiĢinin yükümlülüklerinin yanı sıra toplumun da dıĢlanmıĢlara karĢı yükümlülüğü olduğu kabul edilmektedir (Sapancalı,2005:218–219). Günümüzde çalıĢma karĢılığı asgari gelir programların giderek geniĢleyen post-endüstriyel bir hizmet sektörünün oluĢumuna önemli ölçüde hizmet verdiği görülmektedir. Bu bağlamda, söz konusu programların düzenli bir istihdam anlamına gelmediği ve elde edilen gelirin asgari düzeyde olduğu göz önüne alındığında, bu programlar, esnek üretim anlayıĢının öngördüğü yeni çalıĢma biçimlerine uygun ucuz ve esnek iĢgücü sağlamanın bir yolu olarak değerlendirilebilir. Ayrıca bu programlar, iĢsizliğin arttığı ve düzenli istihdam yaratmanın güçleĢtiği ortamda, emeğin kamu desteğiyle istismar edilmesi biçiminde de değerlendirilebilir. Bu nedenle, söz konusu programların sosyal dıĢlanmayla mücadelede ne denli etkin olacağı tartıĢmalıdır. 2.3.4. ĠĢgücü Piyasası Politikaları Sosyal dıĢlanmayla mücadelede öncelikli hedef iĢgücü piyasasıdır. Çünkü iĢsizlik tek baĢına yoksulluğun en önemli sebebidir. YaklaĢık her üç iĢsizden ikisi yoksulluk riski altındadır. Bu bağlamda istihdam, sosyal dıĢlanmaya karĢı en iyi koruyucudur. Birliğe üye ülkelerin hepsinde istihdama katılımın geliĢtirilmesinin yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın önlenmesinde ve kısmen azaltılmasında en önemli araç olduğuna iliĢkin ortak bir yaklaĢım söz konusudur. Dolayısıyla ortak hedefler oluĢturulurken de, öncelikli olarak istihdama ve iĢgücü piyasasına eriĢime vurgu yapılmıĢtır. 120 1948 yılında kabul edilen Ġnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‟nin BaĢlangıç kısmının 23. maddesinde “herkesin çalıĢma, iĢini özgürce seçme, adil ve elveriĢli koĢullarda çalıĢma ve iĢsizliğe karĢı korunma hakkı vardır” denilmektedir. ÇalıĢma hakkının bir insan hakkı olduğu açıkça kabul edilmiĢ ve bunun doğal bir sonucu olan iĢsizliğe karĢı korunma hakkı da yine aynı maddede vurgulanmıĢtır. Nitekim AB üyesi ülkelerin tümü, AĠS çerçevesinde hazırlanan istihdama iliĢkin Ulusal Eylem Planlarında iĢsizlik sorununa köklü çözümler getirmeye ve bu sorunu hafifletmeye yönelik aktif önlemler almaya çalıĢmaktadırlar. Sosyal içermeye iliĢkin Ulusal Eylem Planları, açık biçimde istihdama iliĢkin Ulusal Eylem Planları ile eĢgüdüm içerisinde olmak zorundadır. Her iki planda da iĢgücü piyasasına katılım ile sosyal dıĢlanmayla mücadele edilebilecek hedefler konulmuĢtur (Sapancalı, 2007:85). AĠS, Kasım 1997‟de Lüksemburg Olağanüstü Ġstihdam Zirvesi ve Lizbon Avrupa Konseyinde alınan kararlarla uyum içerisinde yürütülmektedir. Lüksemburg zirvesinde Birlik içerisinde istihdam artıĢının sağlanması açısından dört temel ilke belirlenmiĢtir. Bunlar; istihdam edilebilirliğin arttırılması, giriĢimciliğin desteklenmesi, uyumun güçlendirilmesi ve eĢit fırsatlar yaratılmasıdır. Bu temel ilkeler çerçevesinde AĠS‟te belirlenen temel hedefler ise; - tam istihdam, - iĢte etkinlik ve verimlilik, - sosyal kaynaĢma ve iĢgücü piyasasına katılımdır (Sapancalı,2005/3:91). Sosyal kaynaĢma ve içerilmenin geliĢtirilmesinde istihdamın çok önemli bir rol oynadığı Ulusal Eylem Planlarında benimsenmiĢtir. Bu nedenle bazı ülkeler sosyal güvenlikten vergi reformlarına kadar çok geniĢ bir alanda istihdamı arttıracak yaklaĢımları benimsemiĢlerdir. Diğer bazıları ise spesifik gruplara yönelik özel önlemler geliĢtirmektedirler. Ancak birçok üye ülke bölgesel ve sosyal eĢitsizliklerle mücadelede iĢgücü piyasalarının ötesinde çok boyutlu yaklaĢımın sürdürülmesinin önemini vurgulamaktadır (COM,2004:4). Ġstihdamın, giriĢimciliğin ve yüksek nitelikli bir çalıĢma hayatının geliĢtirilmesi, stratejinin merkezini oluĢturmaktadır. BaĢta cinsiyet ayırımı, düĢük ücretli ve düĢük 121 nitelikli istihdam olmak üzere, iĢgücü piyasasının yapısı ele alınmakta, tüm sosyal grupların iĢgücü piyasasına dâhil edilmelerine yönelik çalıĢmalar yapılmaktadır. Amaç, sadece daha çok iĢ yaratmak değil, özellikle bilgi ekonomisine bağlı nitelikli iĢleri geliĢtirmektir. Avrupa istihdam stratejisinin daha fazla güçlendirilmesi, bu potansiyelin artırılmasında önemli rol oynayacaktır (COM,2004:5–8). Devletin emek piyasasına istihdam politikaları aracılığıyla müdahale etmesi geleneksel olarak iĢsizlik sigortası, iĢsizlik yardımı, sosyal yardımlar gibi iĢsizlere gelir desteği sağlamaya yönelik pasif emek piyasası politikaları Ģeklinde gerçekleĢmiĢtir. Ancak günümüzde iĢsizliğin olumsuz sonuçlarını telafi etmeyi amaçlayan bu politikaların iĢsizliği önleyici tedbirler içermediği ve bütçe üzerine büyük yükler getirdiği görüldüğünden iĢsizliği eğitim, iĢ yaratma, bilgilendirme ve iĢe yerleĢtirme faaliyetleri gibi doğrudan önlemlerle azaltmaya yönelik aktif iĢgücü piyasası politikalarına ağırlık verilmeye baĢlanmıĢtır. Ancak belirtmek gerekir ki, bu iki tür politika birbirlerine alternatif olmaktan ziyade birbirlerinin tamamlayıcısıdır (UĢen,2007:65-66). Aktif iĢgücü piyasası politikaları AB‟de en önemli sosyal politika aracı olarak görülmektedir (UĢen, 2007: 66). 1960‟lı yıllarda Avrupa ülkelerinde yaĢanan ücret artıĢları ve iĢgücü kıtlığı gibi sorunları aĢmak için uygulanan aktif programlar, iĢsizliğin yüksek oranlara ulaĢtığı 1980‟li yıllara kadar önemli bir destek görememiĢtir (Kapar,2005a:343–344). Ekonomik ĠĢbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) aktif iĢgücü piyasası politikalarını, “emek piyasasını ve iĢçilerin iĢle ilgili niteliklerini geliĢtirmeye ve daha etkin bir emek piyasasını teĢvik etmeye yönelik önlemler” olarak tanımlamaktadır. GeniĢ anlamda ise, aktif iĢgücü piyasası politikalarını Ģu Ģeklinde tanımlamak mümkündür; “ĠĢsizliği azaltmak, istihdamı korumak ve arttırmak amacıyla iĢ ve meslek danıĢmanlığının sunulduğu, kariyer yönetimi hizmetlerinin verildiği, iĢ analizleri ve meslek sınıflandırmasının yapıldığı, istihdamla iliĢkilendirilmiĢ çeĢitli meslek eğitimlerinin uygulandığı, iĢ arama stratejilerinin geliĢtirildiği programlar bütünüdür” (UĢen,2007:67). 122 Aktif iĢgücü piyasası politikalarının temel amacı, iĢsizlere yalnızca gelir desteği sağlamak yerine onların çalıĢma hayatına dönüĢlerini kolaylaĢtırmaktır. Aktif iĢgücü piyasası politikaları genellikle iĢsizlikten en fazla etkilenen gruplara ve bölgelere yöneliktir. Öncelikli hedef kitlesi ise; uzun dönemli, genç, kadın, göçmen ve engelli iĢsizler gibi emek piyasasında iĢ bulma Ģansları oldukça zayıf olan guruplardır (UĢen,2007:66-67). O halde temel amaç, öncelikle iĢsizlikle özellikle de uzun süreli iĢsizlikle mücadele etmek, iĢsizlerin istihdam edilebilirliğini arttırmak ve son olarak kadınlar, gençler, yaĢlılar, göçmenler, engelliler gibi risk gruplarında yer alanların iĢsiz kalmasını engellemektir. Bu politikalar arasında kısmi süreli çalıĢma, ödünç iĢ iliĢkisi, evde çalıĢma, proje bazlı çalıĢma, iĢ rotasyonu veya iĢ paylaĢımı gibi esnek çalıĢma biçimlerinin yasallaĢtırılması ve yaygınlaĢtırılması, emeğin vasıf seviyesini yükseltici eğitim programları, bilgilendirme, iĢe aracılık ve iĢe yerleĢtirme hizmetleri, özellikle okuldan çalıĢma hayatına geçiĢ sürecinde büyük zorluklarla karĢılaĢılan genç iĢsizlere iĢ deneyimi kazandıracak programlar, istihdam/iĢ yaratma programları, iĢsizliğin yoğun olarak yaĢandığı bölgelerde iĢyerlerinin mali bakımdan ücret ve istihdam sübvansiyonları ile desteklenmesi ve giriĢimciliğin özendirilmesi gibi önlemler yer almaktadır. 1990‟lı yılların ilk yarısından itibaren AB ülkelerinde pasif emek piyasası politikalarının yanı sıra, aktif politikalar da uygulanmaya baĢlanmıĢtır. AB Konseyi tarafından hazırlanan ilki 2003–2005 yılı için olmak üzere tüm Ġstihdam Ġlkeleri Kılavuzlarında, uzun süreli iĢsizliğin önlemesi; iĢsizlerin ve iĢgücüne katılmayanların emek piyasasına entegrasyonun teĢvik edilmesi için gerekli önleyici ve aktif tedbirlerin alınması hususunda üye ülkelere çağrı yapılmaktadır (UĢen,2007:68). Aktif iĢgücü piyasası programları mikro kredi ve diğer kendi iĢini kurma destekleri, ücret ve istihdam sübvansiyonları, eğitim ve mesleğe yöneltme hizmetleri, iĢe yerleĢtirme, danıĢmanlık, iĢgücü piyasası bilgileri gibi istihdam hizmetlerini içermektedir. Bu programlar, iĢgücü arzının kalitesini artır (mesleğe yöneltme eğitimi vb.), iĢgücü talebini artırabilir (doğrudan iĢ yaratma), ya da çalıĢanların iĢe uyum derecesini yükseltir (DB,2005). 123 Avrupa Ġstihdam Stratejisi‟nde de yer alan aktif iĢgücü piyasası önlemlerinin arttırılması ve yaygınlaĢtırılması hedefine rağmen AB ülkelerinde aktif iĢgücü piyasası politikalarına yapılan harcamaların 1985 yılından itibaren düĢüĢ eğiliminde olduğu dikkati çekmektedir. Bunun en belirgin nedeni ise iĢsizlik oranlarındaki artıĢ eğilimidir (Martin,2000). Nitekim iĢsizlik arttıkça pasif emek piyasası önlemlerinden faydalananlar ve dolayısıyla bu önlemlere yapılan kamu harcamaları artmakta; emek piyasası harcamalarında aktif önlemlerin payı azalmaktadır. 2003 yılında AB15 üyesi ülkelerin toplam aktif iĢgücü piyasası harcamaları 66,6 milyar Euro olarak gerçekleĢmiĢtir. Ancak harcamalar konusunda üye ülkeler arasında belirgin farklar bulunmaktadır. Nitekim 2003 yılında bu konuda en fazla kamu harcaması gerçekleĢtiren, diğer bir ifadeyle GSYH‟nin yaklaĢık %1‟ini aktif iĢgücü piyasası önlemleri için harcayan ülkeler; Hollanda, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Ġsveç‟tir. Buna karĢılık en az harcama yapan diğer bir ifadeyle, GSYH‟nin yaklaĢık %0,5‟inden azını aktif iĢgücü piyasası önlemleri için harcayan ülkeler; Yunanistan, Slovakya, Ġngiltere ve Çek Cumhuriyeti olmuĢtur. Diğer ülkeler ise aktif iĢgücü piyasası önlemleri için GSYH‟nin yaklaĢık %0,5‟i ile %1‟i arasında bir pay harcamıĢlardır (EC,2005:21–22). 2011 yılında ise yine en fazla kamu harcaması gerçekleĢtiren ülkeler arasında Danimarka, Belçika, Ġrlanda, Ġspanya, Hollanda, Finlandiya, Fransa ve yer almaktadır (ġekil 2.11). 124 4,0 3,5 3,0 GSYİH % 2,5 2,0 2011 1,5 1,0 0,5 Da ni m ar k Be a lçi ka İrl an İs d a pa n Ho ya ll Fi a nd nl an a di y Fr a an Av s us a tu ry a AB 2 Po 7 rte A l k iz m an ya İta lya İs ve Sl ov ç Lü en ks y em a bu rg Kı M ac b rıs ar is Sl tan ov ak Es y a to ny Po a lo ny Le a Bu ton lg ya ar ist a İn n gi l t Çe er e k Cu m Li tv . an ya M Ro alta m an ya 0,0 ġekil 2.11. AB üyesi ülkelerin toplam aktif iĢgücü piyasası politikaları harcamaları Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu/statistics_explained/index.php/Labour_market_policy_ Expenditure (et: 04.10.2014). AB üyesi ülkelerde gerçekleĢen kamu harcamalarının, aktif iĢgücü piyasası önlemlerinin türüne göre dağılımı dikkate alındığında 2011 yılında üye ülkelerin en çok “eğitim programlarına” (%41,4) yatırım yaptıkları görülmektedir. Eğitim programlarına en fazla yatırım yapan ülkeler arasında ise, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Ġspanya, Fransa, Ġtalya ve Hollanda dikkati çekmektedir. Bulgaristan, Romanya, Kıbrıs, Estonya, Slovakya ise, eğitim programlarına en az harcama yapan ülkeler arasında yer almaktadır. Ġkinci sırada “istihdam sübvansiyonları” (%23,4) gelmektedir. Ġstihdam sübvansiyonları, esas olarak Ġtalya, Ġspanya gibi Akdeniz ülkelerinde uygulanmakla birlikte Danimarka‟da da ikinci sırada tercih edilmektedir. %17,6‟lık payla “engellilere yönelik önlemler” üçüncü sırada gelmekte olup, “Doğrudan istihdam yaratma teĢvikleri” %10‟luk, “yeni iĢ açma teĢvikleri” ise %7,7‟lik bir paya sahiptir23. AB genelinde uygulanmakta olan aktif iĢgücü piyasası politikaları çok çeĢitli ve birbirinden farklı önlemlerdir. Bu sebeple, AB bakımından aktif iĢgücü piyasası önlemlerinin heterojen olduğunu söylemek yanlıĢ olmayacaktır (EC,2005:19). Söz konusu önlemleri ise iki grupta toplamak mümkün olup, bunlardan ilki tüm iĢsizlere yönelik uygulanan genel programlarla ilgili olup, ikincisi doğrudan riskli grupta 23 http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/refreshTableAction.do?tab=table&plugin=1&pcode= tps00077&language=en (e.t:25.09.2014). 125 bulunan gençlere, engellilere, kadınlara, yabancılara, yaĢlılara ve uzun süreli iĢsizlere yönelik önlemlerdir. 2.3.4.1. ĠĢsizlere yönelik politikalar ĠĢgücü piyasasındaki tüm iĢsizlere yönelik önlemlerin baĢında gelen iĢ aracılığı ve iĢe yerleĢtirme hizmeti, günümüzde hem kamu istihdam kurumları hem de özel istihdam büroları aracılığıyla yürütülen hizmetler haline gelmiĢtir. Bunun dıĢında iĢsizlerin istihdam edilebilirliklerini arttırmak amacıyla mesleki eğitim, yeniden eğitim, genel eğitim-öğretim programları hazırlanmaktadır. Ayrıca iĢsizlerin istihdamının çekici hale getirilmesi amacıyla özel sektöre ücret ve istihdam sübvansiyonları verilmesi, iĢsizlerin kendi iĢlerini kurmalarına maddi ve teknik destek verilmesi, esnek çalıĢma saatlerinin ve esnek istihdam türlerinin yasallaĢtırılarak yaygınlaĢtırılmaya çalıĢılması, özellikle kamuda doğrudan istihdam yaratan düzenlemelere gidilmesi de iĢsizlere yönelik aktif iĢgücü piyasası politikaları arasında sayılabilir. 2.3.4.1.1. Bilgilendirme, danıĢmanlık ve iĢe yerleĢtirme hizmetleri Teoride aktif iĢgücü piyasası politikaları yapısal iĢsizliğin azaltılmasına iki Ģekilde katkıda bulunmaktadır. Bunlardan ilki, emek piyasasını daha Ģeffaf bir hale getirerek emeğini arz edenlerle emek talep edenlerin etkin bir Ģekilde ve “doğru iĢe doğru eleman” anlayıĢıyla karĢılaĢmasını ve doğru eĢleĢmesini sağlamasıdır. Ġkinci olarak sosyal bakımdan dıĢlanmıĢ dezavantajlı gruptakilerin veya iĢ bulma ümidini yitirmiĢ bireylerin emek piyasasına yeniden girmesini kolaylaĢtırmasıdır. Diğer taraftan arızi iĢsizliğin nedeninin, iĢ arama sürecinin uzaması veya piyasadaki açık iĢler konusundaki eksik bilgilenme olduğu dikkate alındığında, aktif iĢgücü piyasası önlemlerinin en geleneksel biçimi olan kamu istihdam kurumları aracılığıyla iĢe yerleĢtirme, bilgilendirme ve danıĢmanlık hizmetlerinin geçici iĢsizliği azaltmakta büyük rol oynadığını söylemek yanlıĢ olmayacaktır. Nitekim 2004 yılında yapılan bir ampirik araĢtırmada kamu istihdam kurumlarının hem kadın hem erkeklerde iĢsizlik oranlarını düĢürücü etkisi olduğu saptanmıĢtır (UĢen, 2007:71). 126 ĠĢe yerleĢtirme, bilgilendirme ve danıĢmanlık hizmetinin temel amacı, iĢ arayanlarla iĢçi arayanların doğru bir Ģekilde karĢılaĢmasının sağlanmasıdır. Bu amaçla kamu istihdam kurumları ihtiyaç sahiplerine iĢ arama danıĢmanlığı, mülakat teknikleri ve rehberlik hizmetleri sunmaktadır. Söz konusu hizmetler uzun yıllar bir kamu hizmeti olarak nitelenip kamu tekeli altında geliĢim göstermiĢtir. Ancak son yıllarda bilgi ve iletiĢim teknolojilerindeki geliĢmeler sonucunda, iĢe yerleĢtirme hizmetlerinde kamu istihdam kurumları yetersiz kalmıĢtır. Bu durum istihdam hizmetlerinde kamunun yanında, yine onun gözetim ve denetimi altında faaliyet gösterecek özel istihdam bürolarının düzenlenmesine neden olmuĢtur. Dolayısıyla günümüzde söz konusu faaliyetler kamu istihdam bürosunun yanında özel istihdam büroları tarafından da yürütülmeye baĢlanmıĢtır. 2.3.4.1.2. Mesleki eğitim programları Mesleki eğitim programları, çeĢitli sebeplerle iĢgücü piyasasından ayrılmıĢ olanların veya iĢgücü piyasasına ilk defa girecek olanların ya da iĢgücü piyasasından çıkma riski taĢıyanların iĢgücü piyasasına dönüĢünü/giriĢini kolaylaĢtırmaktadır. Dolayısıyla mesleki eğitim programları, yapısal iĢsizlikle mücadelede uzun süredir kullanılan en etkin politikalardan birisidir. Bu programlar iĢsiz bireylerin ve iĢsiz kalma riski altında bulunan çalıĢanların beceri düzeyini yükseltmede ve yeni beceriler kazandırmada yardımcı olmakta ve istihdam edilebilirliklerini arttırmaktadır. Bu uygulamada iĢsizlerin ya da halen çalıĢmakta olanların iĢgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu iĢ veya meslek dallarında yetiĢtirilmesi amacıyla kamu ve özel sektör tarafından beceri kazandırma ve geliĢtirme kursları açılmaktadır. Teknolojik değiĢime ayak uyduramadığı için iĢsiz kalanların belirli bir süre eğitime tabi tutularak emek piyasasında istihdam imkânı olan sektörlere geçmelerine imkân sağlanmaktadır. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki, eğitim programlarının doğru planlanmaması istihdamda olan bireylerin iĢten çıkarılması ve bunlar yerine mesleki eğitim almıĢ bireylerin iĢe yerleĢtirilmesi sonucunu da doğurabilir. Bu durumda müdahaleye rağmen iĢsizlik oranlarında bir değiĢim yaĢanmayabilir. Mesleki eğitim programları arasında sınıf eğitimi, iĢ baĢında eğitim ve iĢ tecrübesi kazandırıcı eğitimler sayılabilir. Söz konusu eğitim faaliyetleri bir 127 yandan genel eğitim-öğretim (yabancı dil kursları, temel bilgisayar kursları vb…) veya belirli bir alanda gerçekleĢmektedir. Eğitim mesleki beceri programlarının kazanma temelde eğitimleri amacı, Ģeklinde katılımcıların verimliliklerini ve istihdam edilebilirliklerini arttırmak ve becerilerini arttıracak beĢeri sermayeyi geliĢtirmektir. Bu bağlamda eğitim programları, aktif iĢgücü piyasası politikalarının en klasik önlemlerinden biridir. AB‟nde insan kaynaklarına yatırımı artırmak için iki temel ilke benimsenmiĢtir. Ġlk olarak insan sermayesine yatırımın geniĢletilmesi bağlamında; yaĢam boyu öğrenme stratejilerinin geliĢtirilmesi, eğitim ve öğretime olan talebi ve katılımı arttırmak, erken dönemde okulu terk eden öğrenci oranlarını düĢürmek, mesleki eğitimi geliĢtirmek, özellikle yaĢlılar ve düĢük nitelikli çalıĢanlar için iĢyerinde eğitim uygulamalarının arttırılmasını sağlamak öncelikli hedefler arasındadır. Ġkinci olarak ise; eğitim ve öğretim sistemlerinin uyumlaĢtırılması bağlamında; değiĢen ekonomik koĢullara ve iĢgücü piyasası gereksinmelerine uygun biçimde eğitim ve öğretim sisteminin modernize etmektir. Birliğin temel yaklaĢımı, Avrupa‟da insan kaynaklarına çok daha fazla yatırım yapılması gerektiği yönündedir. Ġstihdam edilebilirlik, ancak yaĢam boyu öğrenme süreciyle mümkündür. Bugüne kadarki bütün sosyal içermeye iliĢkin ulusal eylem planlarında, iĢgücü piyasasına katılmak için gerekli bir koĢul olarak niteliğin önemi kabul edilmiĢtir. Bu nedenle tüm üye ülkeler, özellikle engelli, göçmen, yaĢlı, dezavantajlı gençler gibi belirli hedef gruplara yönelik uygulamalarına önem vermiĢlerdir. (Sapancalı,2007:89). mesleki eğitim Bazı ülkeler, ortaya çıkmamıĢ var olan yetenekleri geliĢtirmeye yönelik yaklaĢımlar geliĢtirmektedirler. Özellikle düĢük nitelikli, Birlik dıĢı ülkelerden gelen veya göçmenlerin ilgisini çeken bir yaklaĢımdır. Ayrıca yaĢam boyu öğrenme sürecinin geliĢimi için örgütsel reformlar ve kurumsal değiĢimler söz konusudur (EC,2004a:52). Böylece istihdam edilebilirliği geliĢtirmek suretiyle sosyal içerme gerçekleĢtirilmeye çalıĢılmaktadır. Örneğin Avusturya‟da eğitime ve insan sermayesine yatırıma büyük önem verilmiĢtir. 2000 yılından itibaren eğitime yatırım yapan iĢverenler vergi teĢviki almaktadır. Bu teĢvik oranı, 2000 yılında %9‟dan 2002 yılında %20‟ye çıkarılmıĢtır. Vergi teĢviki, iĢletmelerin belirli eğitim maliyetlerinin %120‟sinin vergiden 128 düĢürülmesini mümkün kılmaktadır. Kaynakları sınırlı olan iĢletmeler de eğitim harcamaları için %6 oranında vergiden muaf kredi talep edebilmektedir. (ÇSGB, 2004:29–30) Diğer taraftan eğitim programlarına katılan iĢsizlere de iĢsizlik sigortası tutarında ayrıca bir tazminat verilmektedir. (EC,2005:67). Yine bazı ülkeler çalıĢanlar ve iĢsizlerin eğitimini finanse etmek için eğitim fonları oluĢturmakta ve bu fonları iĢçi ve iĢveren temsilcileri ile birlikte yönetmektedir. Bu konuda Ġspanya örneği baĢarılı bir örnektir. Ġspanya‟da iĢletmelerde yapılan eğitim faaliyetlerinin önemli bir kısmı, Ġspanya ĠĢ Kurumu, Ġspanya ĠĢçi ve ĠĢveren Konfederasyonlarının temsilcilerinden oluĢan bir kurul tarafından yönetilen mesleki eğitim fonu tarafından finanse edilmekte; fondan iĢletmelerin çalıĢanlarına yaptığı eğitim yatırımları ile çalıĢan ve iĢsizlerin mesleki eğitim faaliyetlerinin finansmanı sağlanmaktadır (Kenar,2009). Ġsveç‟te uygulanan eğitim programlarından en ilginci ise, 1991 yılında uygulanmaya baĢlayan “stajyer yerleĢtirme planları” (Trainee Replacement Schemes) dır. Söz konusu programın amacı eğitim amacıyla iĢinden ayrılan bir kiĢinin yerine iĢsiz birini istihdam etmektir. Daha çok kamu sektöründe ve özellikle de sağlık sektöründe uygulanmaktadır (EC,2005:57). 2.3.4.1.3. Özel sektörü teĢvik programları Özel sektörü teĢvik programlarının en yaygın olarak uygulananı ücret veya istihdam sübvansiyonları ve iĢsizlerin kendi iĢlerini kurmalarının teĢvik edilmesidir. Diğer bir önlem ise, Ġspanya‟da olduğu gibi, iĢsizlerle, yaĢlı iĢçilerle veya belirli süreli iĢ sözleĢmesine sahip esnek çalıĢanlarla belirsiz süreli iĢ sözleĢmelerinin yapılmasını teĢvik etmektir (EC,2005:146). Ücret ve istihdam sübvansiyonları, geliĢmiĢ ülkelerin çoğunda uygulanmakta ve özellikle yapısal ve konjonktürel iĢsizlikle mücadelede etkili olmaktadır. Söz konusu sübvansiyonların amacı, ekonominin daralma ve gerileme dönemlerinde, iĢverenlerin yeni iĢçi istihdam etmesini sağlamak veya iĢçi çıkarmasını önlemektir. Genellikle uzun süreli iĢsizleri ve istihdamında zorluk çekilen gençler, niteliksiz iĢçiler, engelliler gibi iĢsiz gruplarını kapsamaktadır. Söz konusu önlem doğrudan 129 iĢverenin istihdam ettiği iĢçilerin ücretleri üzerinden vergi ve/veya sosyal güvenlik prim indirimleri ya da muafiyetleri Ģeklinde olabileceği gibi, belirli bir süre söz konusu iĢçiye yapılan finansal destekler Ģeklinde de gerçekleĢebilmektedir. Örneğin Almanya‟da, düĢük gelire sahip iĢçiler sosyal güvenlik primlerinin tamamı için sübvansiyon almaktadırlar (EC,2005:81). Emek piyasasında iĢ bulma Ģansı çok zayıf olan iĢsiz gruplarını istihdam edecek iĢverenlerin iĢgücü maliyetleri iki yolla düĢürülebilir: Birincisi, doğrudan ücret yapısının değiĢtirilmesi yoludur. ĠĢgücü maliyetleri, iĢletmelerin ya da iĢkollarının kârlılığı ve rekabet kabiliyeti ile doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla ücret artıĢlarının verimlilik artıĢına paralel olarak gerçekleĢmesi, performansa dayalı ücret sistemlerinin geliĢtirilmesi, mikro ve makro düzeyde ücret esnekliğinin sağlanması iĢgücü maliyetlerinde düĢüĢe neden olacaktır. Bir diğer yol ise, sosyal güvenlik prim oranlarının ve diğer ücret dıĢı iĢgücü maliyetlerinin düĢürülmesidir. Her iki yaklaĢımın da amacı, emek talebini arttırmaktır. Bu konudaki AB üyesi ülke uygulamalarına bakıldığında, Belçika ve Fransa gibi bazı ülkelerde doğrudan ücretle ilgili düzenlemeler yoğunlaĢırken; Portekiz, Ġtalya, Ġspanya gibi ülkelerde ise, iĢverenlerin sosyal güvenlik ödemelerinde indirim yapılması gibi ücret dıĢı iĢgücü maliyetlerinin azaltılması yolu daha sıklıkla tercih edilmektedir. Çoğu zaman her iki yaklaĢımın da bir arada uygulandığı göze çarpmaktadır. Ġstihdamı arttırmaya yönelik sübvansiyonların etkinliği, bu sübvansiyonların türüne ve uygulanacağı emek piyasasının yapısına ve Ģartlarına bağlıdır. Örneğin, istihdam sübvansiyonları iĢsizliği azaltmaktan çok iĢsiz kalınan sürenin kısalmasına yol açacaktır. Zira sübvanse edilen iĢçi iĢverenin istihdam maliyetlerini azalttığından iĢveren, sübvansiyon süresi sona erer ermez o iĢçiyi iĢten çıkarabilmekte ve yeni bir sübvanse edilen iĢçi iĢe almaktadır. Bazı durumlarda ise, hedef kitleye yönelik ücret sübvansiyonları iĢsizliğin azaltılmasından ziyade onun yeniden dağıtılması sonucunu doğuracaktır. Zira iĢverenler aynı niteliklere sahip sübvanse edilen iĢçi ile diğer bir iĢçi arasında seçim yapmak durumunda kaldıklarında sübvanse edilen iĢçiyi iĢe almayı tercih edecekleri için diğer iĢçi iĢsiz kalmıĢ olacaktır (UĢen,2007:73). 130 Özel sektörü teĢvik programları kapsamında uygulanan bir baĢka önlem kendi adına çalıĢacaklara sağlanan teĢviklerdir. Diğer bir ifadeyle iĢsizlerin kendi iĢlerini kurmalarının desteklenmesidir. GiriĢimciliğin teĢvik edilmesi, özellikle 1990‟lı yıllarda iĢsizlik oranlarının yüksek olduğu Avrupa ülkelerinde istihdam politikalarının da önemli bir aracı haline gelmiĢtir. ĠĢsizlerin kendi iĢlerini kurmalarının teĢvik edilmesi, bu amaçla teknik yardım ve düĢük faizli kredi sağlanması, belirli bir süre boyunca danıĢmanlık hizmeti ve giriĢimcilik eğitimi verilmesi, yeni bir iĢletme kurabilmek için gerekli prosedürün daha kısa bir sürede tamamlanmasının sağlanması, giriĢimciliği engelleyen hukuki ve idari düzenlemelerin, özellikle küçük ve orta boy iĢletmeler açısından önemli bir sorun teĢkil eden muhasebe ve vergi prosedürlerinin basitleĢtirilmesi, giriĢimcilik kültürünün oluĢturulması giriĢimciliğin teĢvik edilmesine yönelik önlemler arasında sayılabilir. Söz konusu teĢvik daha çok Ġspanya‟da, Ġsveç‟te ve Almanya‟da verilmektedir (EC,2005:46). Ġspanya‟da da giriĢimciliğin geliĢtirilmesi amacıyla var olan idari engellerin kaldırılması, küçük iĢletmelerce talep edilen bilgi ve eğitimi sağlama, bu tip giriĢimleri mali olarak destekleme, ek iĢçi alımında idari prosedürleri azaltma uygulamaları yapılmıĢtır. Kendi adına çalıĢanların iĢlerinin geliĢtirilmesi bakımından bu çalıĢanlar için eğitim programlarının geliĢtirilmesi ve kadın giriĢimciliği destekleyen planlarda da artıĢ olmuĢtur. Kendi adına çalıĢma, iĢsizlikten istihdama geçiĢ için iyi bir temel olmuĢtur (ÇSGB,2004:28). Diğer taraftan Fransa‟da da giriĢimciliğin teĢviki amacıyla, küçük iĢletmeler için resmi bildirimlerin basitleĢtirilmesi, giriĢimcilerin belirli Ģartlarda ulusal sigorta katkılarından muaf tutulması, iĢletmelerin transferine iliĢkin vergilerin azaltılması uygulamaları baĢlatılmıĢtır (ÇSGB,2004:11). Hollanda‟da istihdam sübvansiyonları 1996 yılından itibaren Hollandaca kısa adı SPAK (Specifieke Afdrachtskorting Lage Lonen) olan yasada düĢük gelirli yani, ulusal asgari ücretin %115‟ine kadar kazanan iĢçileri çalıĢtıran iĢverenlere yönelik vergi ve sosyal güvenlik ödemeleri indirimi Ģeklinde düzenlenmiĢtir. Ġstihdam sübvansiyonları ile ilgili bir diğer önemli uygulama Hollandaca kısa adı VLW (Vermindering Langdurig Werklozen) olan yasada uzun süreli yani, 12 ay veya 131 daha fazla süreli iĢsizleri çalıĢtıranlara 4 yıllık bir süre için sosyal güvenlik prim indirimi sağlayacak Ģeklinde düzenlenmiĢtir (Marx, 2005: 8–10). Ancak belirtmek gerekir ki 2003 yılında, düĢük gelirli iĢçi çalıĢtıran iĢverenlere yönelik sübvansiyonlar (SPAK); 2004 yılında ise, düĢük gelirli ve uzun süreli iĢsiz iĢçi çalıĢtıran iĢverenlere yönelik sübvansiyonlar (VLM) kaldırılmıĢtır (EC,2005:48). Ġtalya‟da ise, özel sektörü teĢvik programları çerçevesinde yürütülen stratejiler, yeni iĢçi çalıĢtırılması durumunda iĢverenlere bir vergi kredi tahsisatının verilmesini ve bazı bölgelerde kurulu olan özel teĢebbüslerde sosyal güvenlik primlerinde indirim yapılmasını içermektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, vergi kredisi tahsisi sadece iĢsizliğin %20 olduğu yerlerde kurulu olan küçük ve orta ölçekli firmalara ve Ġtalyan Sanayi Bakanlığı‟nca belirlenen ve AB kuralında tanımlanan küçük ve orta ölçekli firmalara yapılmaktadır (ÇSGB,2004:13–15). Danimarka‟da özel sektörü teĢvik programlarına katılan iĢsizleri özel sektörde belirli süreli iĢ sözleĢmesi ile en az 6 ay en fazla 9 ay istihdam eden iĢverene asgari ücretin yaklaĢık %50‟si sübvansiyon olarak ödenmektedir (EC,2005:108– 109). Avusturya‟da istihdam sübvansiyonları genellikle yaĢlı iĢsizleri iĢe alan veya kapatılacak bir pozisyonda çalıĢan iĢçisini iĢten çıkarmayan iĢverenlere verilmektedir. Ayrıca belirli bir eĢiğin altında (2006 yılında bu eĢik aylık 333,16 Euro‟dur) ücret alanları istihdam eden iĢverenlere bu iĢlerde çalıĢanların sosyal güvenlik ödemelerinde indirim sağlanmaktadır (Hofer,Weber,2006:159). AB‟ne 2007 yılında tam üye olan Romanya‟da ise, belirli bir istihdam sağlamak Ģartıyla iĢverenlere pazarlığa tabi olarak 5–10 yıl vergi istisnası uygulanmaktadır. Ġhracatı teĢvik ve bu yolla istihdamı arttırmak için %25 yerine %5 kurumlar vergisi alınmakta buna karĢılık, aradaki farkın yeniden yatırıma dönüĢtürülmesi Ģartı aranmaktadır. Romanya‟da, özellikle, iĢçilik ve enerji maliyetlerini düĢük tutma politikası izlenmektedir. Bulgaristan‟da iĢsizliğin yüksek olduğu bölgelerde kriterlere uygun yabancı yatırımcıya büyük tutarlarda Kurumlar Vergisi istisnası ve 5 yıl süreyle %50 vergi istisnası uygulanmaktadır. Tevsii 132 yatırımında ise, belirli oranda vergi istisnası getirilmiĢtir. Ġstihdamın artması Ģartına bağlı olarak, ikinci 5 yıllık dönemdeki kârdan da vergi alınmamaktadır. Yatırım yapanlara bedelsiz arsa sağlanmaktadır. Bunlara ek olarak yatırımlarla ilgili olarak bürokrasi oldukça azaltılmıĢ ve çok süratli yatırım izni alınması sağlanmıĢtır (ÇSGB,2004:32). AB‟ne yeni üye olan ülkelerden Letonya‟da, yatırımlara 3–5 yıl vergi istisnası uygulanmaktadır. Yüksek ihracat, istihdam, ciro ve katma değer sağlanması kaydıyla KOBĠ‟lere de belirli oranda vergi istisnası uygulaması yapılıyor. Çek Cumhuriyeti‟nde iĢsizliğin yoğun olduğu bölgelere 5 milyon dolar ve üstü yatırım yapanlara önemli teĢvikler uygulanmaktadır. Bu sayede yatırımcılar 10 yıl süre ile kurumlar vergisinden muaf tutulmaktadır (ÇSGB,2004:33). 2.3.4.1.4. Ġstihdam yaratma programları ĠĢ yaratma programları, iĢ bulmaları çok güç olan iĢsizlere yönelik olarak geliĢtirilmiĢ programlardır. Dolayısıyla katılımcılarının büyük bir kısmını uzun süreli iĢsizler oluĢturmaktadır. Özellikle 1980‟li yıllarda, uzun süreli iĢsizlerin toplam iĢsizler içerisindeki oranında meydana gelen hızlı artıĢ, iĢ yaratma programlarının da önemini arttırmıĢtır. Bu tür programlar genellikle yaygın ve büyük ölçekli iĢsizlik problemi ile baĢa çıkmak ve özellikle talep yetersizliğinden kaynaklanan iĢsizlikle mücadele etmek amacıyla uygulanmaktadır (UĢen,2007:75). ĠĢ yaratma programları, çoğu ülkede gençlerin çalıĢma hayatı ile iliĢki kurmaları ve bir deneyim kazanmaları amacına yönelik tamamlayıcı bir politika aracı olarak kullanılmaktadır. Bu tür programlar genellikle Ģu iki özelliğiyle dikkat çekicidir: Ġlki, bu tür programlarda iĢveren geleneksel olarak kamu ya da kâr amacı gütmeyen kuruluĢlardır. Bir diğer özellik ise, yaratılan iĢlerin süresi ve niteliğidir. ĠĢler, genellikle geçici ve sosyal faydası olan iĢlerdir. ĠĢgücü maliyetleri, kamu ve proje sponsorları tarafından karĢılanır. Bu tür programlar, normal olarak uzun dönem iĢsizlik riskiyle karĢı karĢıya bulunan dezavantajlı bütün gruplara yönelik Yeni bir yatırım hüviyeti taĢımayan, geniĢleme yapıldıktan sonra mevcut tesis ile altyapı müĢterekliği oluĢturarak bir bütün teĢkil eden, aynı iĢletmede aynı mal ve hizmetin kapasitesini artırmaya yönelik, geliĢmiĢ yörelerde ilave kapasitenin mevcut üretim kapasitesinin %100'ünü aĢmayan yatırımlar “Tevsi Yatırımı” olarak kabul edilir. (Daha fazla bilgi için Bkz: http://www.turmob.org.tr) 133 olmasına rağmen, gençler ağırlıklı olarak bu gruplar içinde yer alırlar (OECD, 1999:36). AB ülkelerinde söz konusu önlemler, kamu sektöründe belirli iĢsiz gruplarına kamu kuruluĢlarında veya iktisadi teĢebbüslerinde doğrudan istihdam imkânı yaratmak Ģeklinde uygulanmaktadır. Ancak kamuda yaratılan iĢler genellikle risk grubundaki iĢsizlerin emek piyasasından kopmasını önlemek amacı taĢıdığından kamuda yaratılan iĢler emek piyasasında bulunan iĢlere ek olarak yaratılan ve “toplum yararına çalıĢma” veya “sosyal bakımdan faydalı iĢler” olarak adlandırılan yeni iĢlerdir (EC, 2005: 20). Sosyal bakımdan faydalı iĢler esasında altyapı, çevre koruma ve iyileĢtirme, kamuya açık alanların bakım ve onarımı, sağlık ve refah hizmetleri gibi kamu müdahalesi olmadan yaratılamayacak iĢlerdir (UĢen, 2007:76). Örneğin Danimarka‟da kamu sektöründe istihdam yaratma programına katılanlar ya bir kamu kurumunda ya da belediyeler bünyesinde yürütülen özel istihdam projelerinde (örneğin park/bahçe temizliği, yaĢlı bakımı veya kalıcı statüdeki personele yardım/destek) en az 6 en fazla 12 ay geçici olarak istihdam edilmektedirler (EC,2005:109). Fransa‟da 16–21 yaĢ arasındaki düĢük vasıflı gençler ile 22–25 yaĢ arasındaki genç iĢsizler kamu kurumları, yerel idareler ve kamu yararına çalıĢan kâr amacı gütmeyen kuruluĢlarda yenilenemez geçici veya kısmi süreli iĢ sözleĢmesi ile istihdam edilmektedirler. Bu Ģekilde istihdam edilenlere yasal asgari ücret ödenmekte olup, bunları istihdam eden iĢverenler ise iĢsizlik sigortası primleri hariç tüm sosyal güvenlik primlerinden muaf tutulmaktadır (EC,2005:153). 2.3.4.2. Risk gruplarına yönelik politikalar Avrupa Birliği Sosyal Politikası, üye ülkelerin birbirinden farklı sosyal politikaları arasında uyum sağlanması ve Birlik toplumlarında özellikle dezavantajlı durumda bulunan grupların sosyal ve ekonomik durumlarının iyileĢtirilmesi ve güvence altına alınması amacıyla geliĢtirilmiĢtir (Arı,2006:5). Bu gruplar sosyal korunmaları anlamında risklerle karĢı karĢıya olan gruplardır ve literatürde Avrupa Birliği Sosyal Politikası kapsamındaki “risk grupları” olarak adlandırılmaktadır. Bu 134 grubu, iĢsizler, çocuklar, kadınlar, yaĢlılar ve engelliler oluĢturmaktadır. ÇalıĢma ve sosyal hayatlarında ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve toplumla bütünleĢtirilmelerinin sağlanması, Avrupa Birliği‟nin bu gruplara yönelik olarak yaptığı düzenlemelerinin baĢında gelmektedir. Risk gruplarına yönelik önlemlerin baĢında mesleki eğitim programları (mesleki eğitim kursları, iĢ baĢında eğitim, stajyerlik gibi) gelmektedir. Diğer bir strateji ise, dezavantajlı insanların istihdam maliyetlerini düĢürmektir. Risk gruplarına yönelik sağlanan ücret ve istihdam sübvansiyonları hemen her AB üyesi ülkede uygulanmaktadır. Ücret ve istihdam sübvansiyonlarına yoğun olarak engellilerin, gençlerin ve uzun süreli iĢsizlerin istihdamında baĢvurulmaktadır. Örneğin Danimarka‟da aktif sosyal politikaya yönelik kanun ile düĢük nitelikli insanların çalıĢma saatleri ve ücretleri bakımından esnek iĢler edinmeleri sağlanmıĢtır. Buna göre; eğer bir kiĢinin çalıĢma kapasitesi %50‟nin altında ise, kalan %50‟yi asgari ücrete kadar Belediye finanse etmektedir (ÇSGB,2004:17). Bununla birlikte yaĢlıların (45–64 yaĢ) istihdam oranını arttırmayı en iyi baĢaran ülkelerden Finlandiya ve Hollanda‟da ücret ve istihdam sübvansiyonları yerine iĢ danıĢmanlığı ve eğitim olanaklarının arttırılması ve iĢçi ücretleri üzerinden alınan vergilerin azaltılması yoluyla aktif iĢgücü piyasası politikaları yeniden ĢekillendirilmiĢtir (OECD,2005:102). 2.3.4.2.1. Gençlere yönelik politikalar Genç iĢsizliğini etkileyen faktörlerden en önemlisi gençlerin sanayinin gereklerine cevap verebilecek mesleklerde eğitim görmemiĢ olması ve niteliklerinin sanayinin ihtiyaçlarını karĢılayacak düzeyde bulunmamasıdır (Kutal,1996:38). Dolayısıyla tüm risk gruplarının ve özellikle genç iĢsizlerin istihdam edilebilirliğinin arttırılması için AB üyesi ülkelerde uygulanan ortak strateji mesleki eğitim imkânlarının arttırılması, iĢ arama danıĢmanlığı sağlanması ve bu amaçla bir fon oluĢturulması Ģeklinde gerçekleĢmektedir. Diğer yandan genç iĢsizleri iĢe alacak iĢverenlere sağlanan istihdam ve ücret sübvansiyonları da gençlere yönelik programlar arasında yer almaktadır. Bazı AB üyesi ülkelerde belirli bir süre örneğin Lüksemburg‟da 3 ay, Yunanistan‟da 6 ay, Hollanda‟da 12 ay süreyle iĢsizlik 135 ödeneği alan gençlerin ücret veya istihdam sübvansiyonları vasıtasıyla istihdam edilmeleri sağlanmaktadır (Brandt, Burniaux, Duval,2005:50,78,86). Örneğin Ġtalya‟da gençlerle “ilk istihdam sözleĢmesi” yapan iĢverenlerin sosyal güvenlik harcamalarında belirli oranlarda indirim yapılması, hatta söz konusu indirimin iĢsizliğin yoğun olduğu Güney Ġtalya‟ya özel olarak arttırılması uygulanan stratejilerden biridir. Diğer taraftan Ġtalya, Lüksemburg, Belçika, Ġngiltere gibi ülkelerde kurulan “iĢsizlikle mücadele fonları”, iĢsizlerin ve özellikle genç iĢsizlerin mesleğe yöneltilmesi meslekte ilerleme eğitimine tâbi tutulması veya çıraklık eğitimi alması amacı ile kullanılmaktadır (Kutal,1996:39-42). Hollanda‟da ÇalıĢma Bakanlığı iĢsiz kalan her genç iĢsize iĢsiz kaldığı ilk 6 ay içinde rehberlik ve danıĢmanlık hizmeti (örneğin; iĢ arama danıĢmanlığı, yabancı dil kursları, iĢ tecrübesi ve meslek kazandırma programları gibi) vermektedir (EC, 2005:47–48). Eğitim programlarının en iyi örneklerine Danimarka ve Ġsveç gibi Ġskandinav ülkelerinde rastlanmaktadır. Danimarka‟da belediyeler, herhangi bir niteliğe sahip olmaksızın, okullarından ayrılan 20 yaĢın altındaki (bazı bölgelerde yaĢ sınırı 25‟e kadar yükseltilmiĢtir) gençleri yasal olarak izlemek zorundadırlar. Ayrıca, okullar da yine yasal olarak, bu durumdaki gençleri belediyelere bildirmekle yükümlü bulunmaktadırlar. Eğer bu durumdaki bir gençle iliĢki kurulduğunda, gencin eğitim görmediği, iĢsiz ya da geçici bir iĢte çalıĢtığı anlaĢılırsa, özel görüĢme için rehberlik servisine çağrılır ve kendisine bir danıĢman tayin edilir. DanıĢmanla birlikte eğitim ve iĢ konularını kapsayan bir kiĢisel eylem planı hazırlanır. 1996 yılında çıkarılan kanun ile iĢsizlerin pasif yardım alma süreleri kısaltılarak meslek eğitimine katılmaları amaçlandığından bu tarihten itibaren eğitimsiz 25 yaĢın altındaki iĢsizlerin son 9 ay içerisinde 6 aydan fazla iĢsizlik yardımına hak kazanmaları en az 1 yıllık eğitim programlarına katılmaları koĢuluna bağlanmıĢtır (ÇSGB,2004:15–16). Almanya‟da mesleki eğitim almak için gerekli temel becerilere sahip olmayan genç iĢsizler en fazla 1 yıl süren hazırlık kurslarına katılmak için maddi destek almaktadırlar. 25 yaĢ altı gençler bunun yanı sıra yerel istihdam büroları 136 aracılığıyla kariyer danıĢmanlığı almakta, çalıĢma gruplarına katılmakta ve yüz yüze mülakat teknikleri hakkında eğitilmektedirler (EC,2005:85–86). Fransa‟da diploma veya derece almadan eğitim sistemini terk eden 16–25 yaĢ arası gençlerin sosyal ve mesleki anlamda emek piyasasına uyumunu kolaylaĢtırmak amacıyla 6 ila 9 ay süren mesleki eğitim kursları verilmekte olup, eğitim süresince katılımcılara devlet tarafından götürü ücret (lump-sum) ödenmektedir (EC,2005:152). Ayrıca genç iĢsizleri istihdam eden iĢverenlere ilgili iĢçilerin sosyal güvenlik harcamalarında indirim ve muafiyetler sağlanmaktadır (Brandt,Burniaux,Duval,2005:42). 2002 yılında uygulanmaya baĢlayan “gençlik sözleĢmesi” (contrats jeunes) uygulaması ile Fransa, özellikle düĢük niteliklere sahip gençleri özel sektörde istihdam eden iĢverenler iki yıllık bir süre için o gencin sosyal güvenlik harcamalarından; üçüncü yıl ise, istihdam ettikleri her bir nitelikli gencin sosyal güvenlik harcamalarının%50sinden muaf tutulmaktadır (UĢen, 2007:78). Belçika‟da ise, iĢsizlik ödeneğine hak kazanma Ģartlarına haiz olmayan genç iĢsizler, temel eğitimlerini tamamladıktan sonra yaĢa bağlı olarak 6, 9 veya 12 aylık bir süre için, sosyal güvenlik kurumu tarafından ödenen ve “bekleme ödeneği” (allocation d‟attente) olarak adlandırılan alternatif bir ödeneğe hak kazanmaktadır (OECD,2005:116). Diğer taraftan 2000 yılında uygulanmaya baĢlayan “ilk iĢ programı” (plan premier emploi) çerçevesinde düĢük vasıflara sahip 25 yaĢın altındaki gençlerin istihdam edilmesi halinde ücret dıĢı iĢçilik maliyetlerinde indirim sağlanmaktadır (Brandt,Burniaux,Duval,2005:21). AB üyesi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden olan Macaristan‟da ise, gençlere yönelik en önemli önlemlerden biri mesleki eğitim programlarıdır. Macaristan‟da baĢlıca iki tür mesleki eğitim programı mevcut olup bunlardan biri kamu istihdam kurumu bünyesinde düzenlenen “grup halinde mesleki eğitim” diğeri ise, “bireysel mesleki eğitim”dir. Bunun yanı sıra üç aydan fazla süredir iĢsiz olan gençleri istihdam eden iĢverenlere ücret sübvansiyonları verilmektedir. Çek Cumhuriyeti‟nde okulu terk eden gençleri istihdam eden iĢverenlere söz konusu iĢçinin ücretinin tamamı bir yıl süreyle çalıĢma bürosu tarafından sübvanse edilmektedir. Polonya‟da 1997 yılında yerel düzeyde kamu istihdam kurumu, 137 eğitim kurumları ve diğer emek piyasası partnerlerinin katılımıyla gençlere yönelik kısa dönemli özel bir programa baĢlanmıĢtır. Buna göre; katılımcı gence azami 12 ay boyunca asgari ücretin yarısı tutarında mali destek ödenmektedir. Bulgaristan‟da ise, iĢ tecrübesi olmayan üniversite mezunu 28 yaĢını aĢmayan gençleri veya herhangi bir sebeple okulu terk eden 24 yaĢını aĢmayan gençleri istihdam eden iĢverene sübvansiyon verilmektedir (UĢen,2007:79). Sonuç olarak gençlere yönelik programlar açısından AB(15) üyesi ülkelerde genel eğilim, mesleki eğitim programları açmak ve zorunlu katılım öngörmek iken yeni üye ülkelerde bu eğilim, genç iĢsizleri istihdam eden iĢverenlere sübvansiyon vermek yönündedir. 2.3.4.2.2. Engellilere yönelik politikalar Engelliler toplumda yaĢayan en dezavantajlı grup olarak nitelendirilmekte ve sürekli olarak sosyal hayatın tüm alanlarında engellerle karĢılaĢmaktadırlar. BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu‟nun Ġnsan Hakları Bildirgesi‟ne ek 3447 sayılı “Sakat KiĢilerin Hakları Bildirisi”nin 1. maddesinde engelli kiĢi, “Normal bir kiĢinin kiĢisel ya da sosyal yaĢantısında kendi kendine yapması gereken iĢleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayan kiĢi” olarak tanımlanmıĢtır (Arı,2006:71). Avrupa Birliği‟nde engelli ve engelli haklarına iliĢkin mevzuatın temelini özellikle BirleĢmiĢ Milletler‟ in bu alanda ortaya koyduğu mevzuat çalıĢmaları oluĢturur. Bunlar kısaca Ģöyle sıralanabilir: 1948 tarihli “BirleĢmiĢ Milletler Ġnsan Hakları Beyannamesi”, 1966 tarihli “Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar ve Sivil ve Politik Haklar SözleĢmesi”, 1971 tarihli “Zihinsel Engelli KiĢilerin Hakları Bildirgesi”, 1975 tarihli “Engelli KiĢilerin Hakları Bildirgesi”, 1991 tarihli “Zihinsel Hastalığı Olan KiĢilerin Korunması ve Ruh Sağlığı Koruma Hizmetlerinin GeliĢtirilmesi Bildirgesi” ve 1993 tarihli “Engelli KiĢilere Fırsat EĢitliği Sağlanması ile ilgili Standart Kurallar” (Arı,2006:73). Birçoğu Avrupa Birliği‟ne üye devletler tarafından onaylanmıĢ sözü edilen antlaĢmalar ıĢığında Ģekillenen Avrupa Birliği politikalarında, engelli hakları ve 138 engelli nüfusa saygılı olmasına büyük önem gösterilmekte, birçok politika alanında, engelliler nüfus içerisinde ayrıcalıklı olarak değerlendirilmekte ve bu gruba ayrıcalıklı haklar sağlanmaktadır. Avrupa Birliği‟nde engellilere yönelik yasal düzenlemeler Ģunlardır24: - 12 Mayıs 2000, Sonuç Tebliği “Engelliler Ġçin Engelsiz Avrupa” - 30 Ekim 2003, Sonuç Tebliği “Engellilere Yönelik Fırsat EĢitliği: Avrupa Eylem Planı” - 27 Kasım 2000, Konsey Kararı “Ayrımcılığa KarĢı Topluluk Eylem Planı OluĢturulması (2001–2006)” - 27 Kasım 2000, Konsey Direktifi “Ġstihdamda ve ĠĢte EĢit Muamele Konusunda Genel Çerçeve (2000/78 EC)” “Avrupa Birliği Temel Haklar Belgesi (2000/C 364/01)” - 15 Haziran 2003, Konsey Ġlke Kararı “ Engelli Bireylerin Ġstihdamının ve Toplumsal BütünleĢmelerinin TeĢvik Edilmesi (2003/C 175/01)” - 6 Mayıs 2003, Konsey Ġlke Kararı “Engelli Bireylere Yönelik Kültürel Etkinlikler ve Bu Etkinliklere UlaĢılabilirlik (2003/C 134/05)” - 5 Mayıs 2003, Konsey Ġlke Kararı “Engelli Öğrencilere Eğitim ve Mesleki Eğitimde Fırsat EĢitliği Sağlanması (2003/C 134/04)” - 17 Haziran 1999, Konsey Ġlke Kararı “Engelli KiĢilere Ġstihdamda Fırsat EĢitliği Sağlanması (1999/C 186/02)” - 4 Haziran 1998, Konsey Tavsiye Kararı “Engelliler Ġçin Park Kartı Verilmesi (1998/376/EC)” - 20 Aralık 1996, Konsey Ġlke Kararı “Engelli Bireylere Tanınacak Fırsat EĢitliği (97/C/12/01)” - 31 Mayıs 1990, Konsey Ġlke Kararı “Engelli Çocuklar ve Gençlerin Genel Öğretim Sistemine Katılımı (90/C 162/02)” 24 http://www.eyh.gov.tr/tr/8396/1-1-Avrupa-Birliginde-Ozurlulere-Yonelik-Yasal-Duzenlemeler (EriĢim: 21.04.2013) 139 Avrupa Birliğinin engellilere yönelik yeni yaklaĢımı fırsat eĢitliği ilkesinden yola çıkan “haklar” temeline dayanmaktadır. Bu yaklaĢım, engellilerin haklarını tanıma ve koruma biçiminde gerçekleĢmektedir. Engelliler için fırsat eĢitliği kavramı son 25–30 yıldır uluslararası düzeyde BirleĢmiĢ Milletler ve ona bağlı örgütlerin gündeminde yer almaktadır. 1975 yılında BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulunun Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesine ek olarak yayımladığı “Engelli Hakları Bildirgesi” ile engellilerin diğer insanlarla eĢit hak ve sorumluluklara sahip oldukları vurgulanmıĢtır. 1981 yılının Dünya Engelliler Yılı ilan edilmesi ve ardından 1982‟de kabul edilen Dünya Engelliler Eylem Programı Avrupa Topluluğu‟nu harekete geçirmiĢ ve bu sürece katılımını teĢvik etmiĢtir. Bu kapsamda Avrupa Konseyi tarafından 1980 ve 1990‟larda çeĢitli bildirgeler ve kararlar yayımlanmıĢtır. Bu çerçevede Avrupa Birliğine üye ülkelerin hükümet temsilcilerinden oluĢan Konsey tarafından 21 Aralık 1981 tarihinde Avrupa Topluluğu düzeyinde engellilerin sosyal entegrasyonuna iliĢkin bir karar alınmıĢtır. Bu kararın ardından 24 Temmuz 1986 tarihinde “Avrupa Topluluğu Düzeyinde Engellilerin Ġstihdamına ĠliĢkin Konsey Tavsiye Kararı” alınmıĢtır. Bu tavsiye kararı, üye ülkelerin engellilere mesleki rehabilitasyon ve istihdam alanlarında fırsat eĢitli sağlamak için gerekli tüm önlemleri almaları ve engelli çalıĢanların karĢılaĢtıkları engellerin ortadan kaldırılmasına gerektiğini yönelik oluĢturulan politikaları izlemeleri ortaya koymaktadır. Bu karar aynı zamanda bu alanda alınabilecek tedbirlere yönelik bir çerçeve kılavuzu da içermektedir. Diğer bir karar 31 Mayıs 1990 tarihinde Avrupa Konseyi ve Eğitim Bakanlarının aldıkları “Engelli Çocuk ve Gençlerin Genel Öğretim Sistemi Ġçinde KaynaĢtırılmalarına Yönelik Karar” dır25. HELIOS (1988–1992) ve HELIOS II (1993- 1996) programları üye ülkelerin ekonomik ve sosyal entegrasyon, fırsat eĢitliği ve bağımsız yaĢam konularında bilgi paylaĢımında bulunmaları için bir platform oluĢturmak amacıyla tasarlanmıĢtır. 20 Aralık 1996 tarihinde Konsey ve hükümet temsilcileri engelliler için fırsat eĢitliği konusunda bir karar almıĢtır. Avrupa Komisyonu bu kapsamda aynı yıl 25 http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013). 140 “Engelliler Ġçin Fırsat EĢitliği-Topluluğun Yeni Engellilik Stratejisi 1996” baĢlıklı bir tebliğ yayımlamıĢtır. Bu strateji, engellilerin toplumsal yaĢamın tüm alanlarında karĢılaĢtıkları engellerin tanımlanması gerekliliğini ve engellilerin fırsat eĢitliğinden yararlanması önündeki engellerin ortadan kaldırılmasını vurgulamaktadır26. Avrupa Birliği‟nin temel hedefi bütünleĢmiĢ bir Avrupa toplumu yaratmaktır. Bu kapsamda ayrımcılıkla mücadele ve ekonomik ve sosyal yaĢama engellilerin tam katılımı temel ilkedir. 1999 yılında imzalanan Avrupa Topluluğu Amsterdam AntlaĢmasının ayrımcılıkla mücadele kapsamında olan 13. maddesinde “Avrupa Konseyi, Komisyondan gelen öneriler doğrultusunda Avrupa Parlamentosunun görüĢünü alarak cinsiyet, ırk ya da etnik köken, din ya da inanç, engellilik, yaĢ ya da cinsel tercihe dayalı olarak karĢı karĢıya kalınan ayrımcılıkla mücadele konusunda gerekli tedbirleri alır”, hükmü yer almaktadır. Avrupa Komisyonu tarafından 27 Kasım 2000 tarih 2000/78/EC sayı ile yayımlanan “Ġstihdamda ve ĠĢte EĢit Muamele Direktifi” nin amacı, eĢit muamele ilkesinin üye ülkelerde uygulamaya konulacağı görüĢüne bağlı olarak istihdam ve çalıĢma konularında din veya inanca, özgürlüğe, yaĢa veya cinsel yönelime dayanan ayrımcılık ile mücadele için genel bir çerçeveyi ortaya koymaktır. Bu direktifte 2003 yılı sonuna kadar Avrupa Birliği‟ne üye ülkelerin bu direktifi ulusal yasalarına uyarlamaları öngörülmüĢtür. Avrupa Birliği‟nin engellilik politikasına yeni bir boyut kazandıran bu direktif, engellilere yönelik özel düzenlemeler yapılması yerine engellilerin haklarını kullanırken karĢı karĢıya kaldıkları engellerin ortadan kaldırılmasını, böylece engellilerin topluma tam katılımlarının sağlanmasını hedeflemektedir. Avrupa Komisyonu‟nun 12 Mayıs 2000 tarihinde “Engelli Bireyler Ġçin Engelsiz bir Avrupa‟ya Doğru” baĢlıklı yayımladığı tebliğde, engelli kiĢilerin sosyal ve ekonomik olanaklara ulaĢmalarını kısıtlayan sosyal, mimari ve tasarım engellerinin ortadan kaldırılmasına yönelik kapsamlı ve bütüncül bir stratejiye vurgu yapılmakta; engellilerle ilgili AB politikalarının gözden geçirilerek engelli bireylerin ulaĢılabilirliğini artırmaya yönelik olarak Avrupa genelinde çaba sarf edilmesi öngörülmektedir. Engelli bireyler için engelsiz Avrupa yaratmaya 26 http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013). 141 odaklanmıĢ olan bu tebliğ ile meslek edinme, eğitim, mesleki eğitim, ulaĢım, iç piyasa, bilgi toplumu ve yeni teknolojilerle ilgili olarak Avrupa düzeyinde bir sinerji yaratılmaya çalıĢılmıĢtır27. 7- 9 Aralık 2000 tarihleri arasında Nice‟de toplanan Avrupa Konseyi, “Avrupa Birliği Temel Haklar ġartı” nı kabul etmiĢtir. Bu belge ile uluslararası, Avrupa ve ulusal düzeydeki kaynaklarda yer alan sivil, politik, ekonomik, sosyal ve toplumsal haklar tek bir belgede bir araya getirilmiĢtir. Bu belgenin ayrımcılıkla ilgili olarak düzenlenen 21. maddesinin 1. paragrafında: “Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya toplumsal köken, genetik özellikler, dil, din veya inanç, siyasal veya baĢka konulardaki görüĢler, ulusal bir azınlığın üyesi olmak, mal, doğum, engellilik, yaĢ, cinsel eğilimler gibi hususlara dayanılarak ayrımcılık yapılamaz” denilmekte ve engellilerin topluma katılımlarına iliĢkin 26. maddede ise ; “Avrupa Birliği, engelli kiĢilerin bağımsızlıklarını, sosyal ve mesleki açıdan içinde yaĢadıkları topluma katılıp katkıda bulunmalarını sağlayacak önlemlerden yararlanma haklarını tanır ve bu haklara saygı duyar” hükmü yer almaktadır. (Arı,2006:76). Avrupa Birliği‟nin engellilere yönelik attığı bir baĢka adım ise 2003 yılının Avrupa‟da “Engelliler Yılı” olarak ilan edilmesidir. Avrupa Konseyi 2003 yılının Avrupa Engelliler Yılı olarak saptanması konusunda 3 Aralık 2001 tarihli bir karar almıĢtır. Bu karar ile Avrupa Engelliler Yılı sürecinde bilinç düzeyinin güçlendirilmesinin esas olarak üye ülkeler düzeyinde gerçekleĢtirilecek etkin faaliyetlere bağlı olduğu ve bu faaliyetlerin de Topluluk düzeyindeki ortak çabalar ile desteklenmesi gerektiği ortaya konulmuĢtur. Avrupa Engelliler Yılı‟nın bilinç düzeyini yükseltmede ve bu faaliyetlere hız kazandırmada itici güç olabileceği düĢünülmüĢtür28. 2010 yılına kadar olan dönemi kapsayan Avrupa Komisyonu‟nun “Avrupa Engellilik Eylem Planı”, Avrupa Engelliler Yılının baĢarıları ve Ġstihdamda ve ĠĢte EĢit Muamele Direktifinin üye ülkeler tarafından etkili bir Ģekilde uygulanıp uygulanmadığını değerlendirmek üzere oluĢturulmuĢtur. Bu eylem planının üç temel amacı bulunmaktadır. 27 28 http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013). http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013). 142 – ĠĢte ve Ġstihdamda EĢit Muamele Direktifi (2000/78/EC)‟ nin uygulanması, – Ġlgili Topluluk politikalarına engellilik boyutunun dâhil edilmesi, – Herkes için ulaĢılabilirliğin iyileĢtirilmesidir (DPT,2007a:63). Bu eylem planının aĢamaları Avrupa Birliği kapsamında engellilerin genel durumlarının ele alındığı ve Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanacak iki yıllık raporlarla desteklenecektir. 1 Aralık 2003 tarihinde toplanan ÇalıĢma ve Sosyal ĠĢler Bakanlar Konseyi toplantısı sonucunda Avrupa Komisyonu Ayrımcılıkla Mücadele ve direktifin 2003 yılı sonuna kadar ulusal yasalarla uyumlaĢtırılması konularında görüĢ birliğine varılmıĢtır. Avrupa Birliği‟nde engellilere yönelik olarak baĢvurulabilecek finansman araçları ise Ģunlardır29: ● Avrupa Sosyal Fonu: Avrupa‟da engellilerin fırsat eĢitliğini teĢvik etmek için yararlanılabilen önemli bir finansman aracıdır. Bu fon, Avrupa Komisyonun Avrupa Birliğine üye ülkelerde engellilerin iĢgücü piyasasına entegrasyonunu teĢvik etmek üzere; iĢ deneyimleri, çalıĢma biçimleri, ücret destekleme, geçici korumalı istihdam ve iĢgücü piyasasına yönelik diğer faaliyetler için kullanılabilmektedir. ● Topluluk Ġstihdam GiriĢimi (Employment Community Initiative-EQUAL): ĠĢte ve iĢ arama sürecinde engellilerin karĢılaĢtıkları ayrımcılık uygulamalarını ortadan kaldırmaya yönelik yeni yollar geliĢtirilmesini vurgulamaktadır. ĠĢ ve istihdam yaratılması ortaklıkların geliĢtirilmesi ile gerçekleĢtirilmektedir. Bu kapsamdaki diğer önde gelen giriĢim ve programlar: Socrates (okullar ve uzmanların değiĢimi ve iĢbirliği), Leonardo da Vinci (mesleki eğitim programı). Görüldüğü gibi, Avrupa Birliği toplumda dezavantajlı durumda bulunan engellilere 29 hak ettikleri yaĢamı sunabilmek ve özellikle http://www.eyh.gov.tr/tr/8412/1-4-Avrupa-Birligi-ve-Ozurluluk (e.t: 21.04.2013). de ayrımcılığa 143 uğramamaları adına gerekli hassasiyeti göstermiĢ ve bu yönde gerekli düzenlemeleri yapmıĢtır. Engellilere yönelik programlar arasında mesleki rehabilitasyon, eğitim programları ve fiziksel veya zihinsel engellilere yönelik istihdam sübvansiyonları da sayılabilir. Mesleki rehabilitasyon, engellilerin topluma uyumunu destekleyen ve olumsuz çalıĢma koĢullarından korunmada eĢit olanaklar sağlayan tüm hizmetleri ve önlemleri içermektedir. AB üyesi ülkelerin hemen hepsinde engellilerin ekonomik hayata katılımını sağlayacak önlemlere yer verilmektedir. Örneğin Almanya‟da iĢverenler açık iĢlerin %5‟inde engelli istihdam etmek zorundadır. Almanya‟da ayrıca engellilere yönelik mesleki eğitim, ücret sübvansiyonları (24 ay boyunca engelli iĢçinin ücretinin %70‟i sübvanse edilir), iĢ arama yardımı, engelli iĢçinin iĢyerine uyumunu sağlamaya yönelik yardımlar gibi hizmetler de bulunmaktadır (EC,2005:86). AB‟ne üye olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde ise, 1990‟larda uygulanan geçiĢ ekonomisi nedeniyle iĢverenlere belirli oranlarda engelli iĢçi çalıĢtırma zorunluluğu getirilmiĢtir. Örneğin Çek Cumhuriyeti‟nde 20 ve üzeri iĢçi çalıĢtıran iĢletmelerin %4,5 oranında engelli çalıĢtırmaları zorunludur. Bulgaristan‟da 50 iĢçi ve üzeri iĢçi çalıĢtıran iĢverenler faaliyet gösterdikleri sektöre göre %4 ile %10 arasında değiĢen oranda engelli istihdam etmek zorundadır (UĢen,2007:79). 2.3.4.2.3. Kadınlara yönelik politikalar Avrupa Birliği müktesebatı çalıĢma yaĢamında kadın erkek eĢitliğini sağlamak ve cinsiyete dayalı ayrımcılığı kaldırmak amacıyla yapılan kapsamlı düzenlemeler içermektedir. Avrupa Birliğinin istihdam ve sosyal politikasının ayrılmaz ve tamamlayıcı bir unsuru olan kadın erkek eĢitliğine, özellikle Birliğin gelecekteki ekonomik ve sosyal geliĢmesi ve baĢarısı açısından önem verilmektedir. Kadın erkek eĢitliği 1957 tarihli Roma AntlaĢmasından baĢlayarak günümüze kadar Avrupa Birliği Hukukunun birincil kaynağını oluĢturan antlaĢmalarda ve ikincil kaynağını oluĢturan direktiflerde ele alınmıĢtır. Aynı 144 zamanda Avrupa Sosyal ġartı‟nda, Birliğin cinsiyet eĢitliği politikasını destekleyen Avrupa Komisyonu ve Konseyi Kararlarında, EĢitlik Çerçeve Programlarında ve diğer birçok belgede kadın erkek eĢitliğine yer verilmiĢtir. Kadın ve erkeklere eĢit Ģekilde davranılması, Avrupa Birliği sosyal politikasının temel amaçlarından birisidir. Kadınlar ve erkekler arasında eĢitlik, kuruluĢundan itibaren AB sosyal politikasının bir parçası olmuĢtur. Avrupa Topluluğu kuruluĢ amacı itibariyle ekonomik amaçlı bir topluluk olduğundan özellikle çalıĢan kadınlara yönelik düzenlemeleri ağırlıktadır. Kadın ve erkeklere eĢit olanaklar sağlanmasına iliĢkin topluluk politikası, 1957 yılında imzalanan Roma AntlaĢması‟nın 119.maddesinde aynı iĢte çalıĢan kadın ve erkek iĢçilere eĢit ücret ödenmesi prensibinin yer alması ile baĢlamıĢtır. Bu madde, ücret eĢitliğinin sağlanmasından iĢgücü piyasasında sosyal güvenlik ve sosyal yardım alanlarında ve yaĢamın tüm alanlarında kadın-erkek eĢitliğinin sağlanmasına doğru uzanacak bir sürecin ilk kıvılcımını oluĢturmuĢtur (Süral, 2002:50). 1965 yılında çalıĢan kadınların korunmasına iliĢkin bir madde içeren Avrupa Konseyi Avrupa Sosyal ġartı yürürlüğe girmiĢtir. ÇalıĢan kadınların korunması ile ilgili 8. maddede taraflar; kadınlara doğumdan önce ve sonra en az on iki haftalık izin sağlamayı, kadının doğum izni sırasında iĢten çıkarılmasını önleyecek önlemler almayı ve kadınların tehlikeli, sağlığa aykırı veya ağır niteliği nedeniyle uygun düĢmeyen iĢlerde çalıĢmalarını yasaklamayı taahhüt etmiĢlerdir (Süral, 2002:162–163). Aralık 1989‟da Ġngiltere hariç on bir üye ülke tarafından kabul edilen ÇalıĢanların Temel Sosyal Hakları Avrupa Topluluğu ġartı‟nda, kadın erkek eĢitliğine dair bir maddeye yer verilmiĢ ve maddede kadın ve erkeğe muamele eĢitliği sağlanması ve fırsat eĢitliğinin geliĢtirilmesi gerekliliği vurgulanmıĢtır. 1 Kasım 1993‟te yürürlüğe giren Maastricht AntlaĢması‟nın ekinde Ġngiltere hariç diğer on bir üye ülkenin kabul ettiği Sosyal Politika Protokolü yer almıĢtır. Sosyal Protokol, Avrupa Sosyal ġartı‟nın bir uzantısı niteliğindedir. Sosyal 145 AnlaĢma temelinde somut ilerlemeler gerçekleĢtirme iradesini belirtmiĢ olan 11 üye devlet (Ġngiltere hariç) bu Protokolü imzalamıĢlardır. AB‟nin Avusturya, Finlandiya ve Ġsveç‟i de içine alacak Ģekilde geniĢlemesiyle birlikte Protokol, 14 üye devletin iradesini temsil eder konuma gelmiĢtir. Protokolde, iĢyerinde kadın ve erkekler için fırsat eĢitliği ve eĢit muamele ile ilgili mevzuatın kabulüne iliĢkin ek bir usule yer verilmiĢtir (Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği,2000:2). Mayıs 1997 tarihinde gerçekleĢtirilen seçimler sonrasında ĠĢçi Partisi‟nin iktidara gelmesiyle Ġngiltere, Sosyal Protokole ek olarak hazırlanan Sosyal AnlaĢma‟ya katılma kararı almıĢtır. Amsterdam AntlaĢması‟nın yürürlüğe girmesiyle birlikte Sosyal Protokol kaldırılmıĢ ve Sosyal AnlaĢma AT‟yi kuran AntlaĢma kapsamına alınmıĢtır. AnlaĢmanın 2. maddesinin 1.fıkrasında : “EĢit veya eĢdeğerde iĢe eĢit ücret ödenmesinin yanı sıra, kadın ve erkekler arasında çalıĢma alanında fırsat eĢitliğinin sağlanması ve iĢ yerinde eĢit davranma ilkesinin yaĢama geçirilmesi”, hükmüne yer verilmiĢtir. 6. maddesinin 3. fıkrasında ise; “Birliğin, üye devletlerde kadın erkek eĢitliği konusunda alınan önlemleri desteklemesi öngörülmüĢ” ve üye devletlerin eĢitlik sağlanana kadar kadınlar lehine çeĢitli imtiyazlı düzenlemeler (affirmative action) kabul etmesine de bir engel olmadığı vurgulanmıĢtır. Bu Ģekilde fırsat eĢitliği, çalıĢma hayatında kadın-erkek eĢitliği ve sosyal dıĢlanmanın engellenmesi için yeni bir yasal temel oluĢturulmuĢtur. Ġngiltere‟nin 1997 yılında Sosyal Politika Protokolü‟nü onaylamasıyla Amsterdam AntlaĢması kabul edilmiĢtir. Ġstihdam konusu antlaĢmada ayrı bir baĢlık altında ele alınmıĢ ve ilk defa istihdam politikası Avrupa‟nın ortak görevi olarak ilan edilmiĢtir (Yaman,2001:1). Bugün AB içinde kadın haklarının miladı sayılabilecek “eĢit iĢe eĢit ücret“ ilkesini düzenleyen Roma AntlaĢması‟nın 119. maddesi, “eĢit değerdeki iĢe eĢit ücret” ilkesi Ģeklinde değiĢtirilmiĢ haliyle Amsterdam AnlaĢması‟nın (1997) 141. maddesi olarak yer almaktadır. Amsterdam AntlaĢması‟nın, kadın politikaları anlamında büyük önem taĢıyan diğer maddeleri, 137. madde, 13. madde ve 3 146 maddedir. 137.maddeye göre; kadın ve erkeklere, iĢ yaĢamında, eĢit Ģans tanınmalı ve eĢit muamele yapılmalıdır. 13. madde ise; bireyler arasında ki, dil, din, köken, inanç ve cinsiyet farklılıklarının ayrımcılığa neden olmaması gerektiğini belirterek AB‟nin eĢitlik ilkesine olan bağlılığının altını çizmektedir. Amsterdam AntlaĢması‟ndaki 3.madde, 1995‟de Pekin‟de, BirleĢmiĢ Milletler tarafından gerçekleĢtirilen Dünya Kadın Konferansı‟nın en önemli çıktısı olan „Gender Mainstreaming – Anayol Stratejisi‟nin bir uzantısıdır. Anayol Stratejisine göre; toplumsal cinsiyet eĢitliği kavramı, ulusal hükümetlerin çıkardığı tüm kanun ve yönetmelikler kadın perspektifinden ele alınarak düzenlenmeli ve oluĢturulan tüm ana politikalara yerleĢtirilerek yaygınlaĢtırılmalıdır. 1997 yılında imzalanan ve 1 Mayıs 1999‟da yürürlüğe giren Amsterdam AntlaĢması, kadın ve erkek eĢitliğini Birliğin temel görevlerinden biri olarak belirlemiĢtir. Bu kapsamda Birlik, kadınlara eĢit fırsatların sağlanmasını ve eĢit muamele uygulanmasını tüm kurumlar tarafından her düzeyde ve her alanda gerçekleĢtirilmesi gereken bir zorunluluk olarak kabul etmiĢtir (Aydın,2003:22). AntlaĢmada Birliğin eğitim, öğretim veya gençlikle ilgili tüm giriĢimlerinde kadın ve erkekler arasında fırsat eĢitliğinin teĢvik edilmesi vurgulanmaktadır. Kadınların iĢgücüne katılımı ve bu alanda kadınlara yapılan ayrımcılığın ortadan kaldırılması Avrupa Birliği müktesebatında yoğun olarak ele alınan konular arasında yer almaya devam etmiĢtir. 23–24 Mart 2000 tarihlerinde toplanan Lizbon Zirvesi‟nde de; istihdamda ayrımcılığı azaltmak ve özellikle çocuk bakımına iliĢkin hükümleri iyileĢtirmek için çalıĢma yaĢamı ile aile yaĢamının bağdaĢtırılmasını kolaylaĢtırmak da dâhil olmak üzere, eĢit fırsatların her yönden güçlendirilmesi gerekliliği vurgulanmıĢ; o dönemde ortalama %51 olan kadın istihdam oranının 2010 yılına kadar %60‟ın üzerine çıkartılması hedefi belirlenmiĢtir (TÜSĠAD,2003: 20). Lizbon Zirvesi‟ni takiben Haziran ayında AB Komisyonu, istihdam alanında ve sosyal alanda 2005 yılına dek gerçekleĢtirilecek politika ve faaliyetleri belirleyen Sosyal Politika Gündemini kabul etmiĢtir. Gündemde cinsiyet eĢitliğinin geliĢtirilmesi baĢlıca amaçlardan biri olarak sayılmıĢtır. Buna göre; kadınlar ve erkekler arasında Avrupa düzeyinde eĢitliğin sağlanması ile ilgili devam etmekte olan giriĢimlerin arttırılması ve cinsiyet konusunun ilgili tüm politikalara dahil edilmesi gerekliliği vurgulanmıĢ; Cinsiyet EĢitliğine ĠliĢkin Topluluk Çerçeve 147 Stratejisi‟nin onaylanması, 1976 tarihli eĢit muamele direktifinin değiĢiklik önerisinin onaylanması, istihdam stratejisinin fırsat eĢitliği ayağını oluĢturan hususların güçlendirilmesi ve uygulamalarının yakından izlenmesi, cinsiyet eĢitliğinin kamu yönetiminin tüm düzeylerinde geliĢtirilmesi, izlenmesi ve değerlendirilmesi ve sosyal taraflara diyalogu eĢit ücret, iĢgücü piyasasında cinsiyet ayrımının kaldırılması ve aile hayatı ile çalıĢma hayatının bağdaĢtırılması hususlarını içine alacak Ģekilde güçlendirmeleri için çağrıda bulunulması bu amaçla gerçekleĢtirilecek eylemler olarak belirlenmiĢtir (TĠSK,2000:33–34). 20 Aralık 2000‟de 2000–2005 yıllarını içeren Cinsiyet EĢitliği Topluluk Çerçeve Stratejisi kabul edilmiĢtir. 23–24 Mart 2001 tarihli Stockholm Avrupa Konseyi Zirvesi‟nde Lizbon‟da belirlenen hedeflere yeni bir hedef eklenmiĢtir. Buna göre 2005 yılına kadar AB geneli için kadın istihdam oranının %57‟ye yükseltilmesi hedeflenmiĢtir. 2002 Martında gerçekleĢtirilen Barselona Zirvesi‟nde de tam istihdam AB‟nin en baĢta gelen amacı olarak vurgulanmıĢ ve daha fazla ve daha iyi iĢ için aktif politikaların ve mesleki eğitimin önemine değinilmiĢtir (Kenar, 2004:5). Lizbon Stratejisi‟nin kabul edilmesinden 2005 yılına dek geçen beĢ yıllık süre içinde öngörülen hedeflere ulaĢılamadığı görülmüĢ; bunun üzerine AB Komisyonu tarafından 2005–2010 dönemi için yeni bir sosyal gündem oluĢturularak 9 ġubat 2005 tarihinde açıklanmıĢtır. Yeni sosyal gündemde herkes için istihdam ve eĢit fırsatlar olmak üzere iki öncelik alanı belirlenmiĢtir. Cinsiyetler arası fırsat eĢitliği bağlamında; cinsiyetler arası ücret farkı, daha fazla sayıda kadının iĢgücüne katılımının sağlanması, cam tavan, iĢ ve aile hayatının dengelenmesi gibi konuların geliĢtirilmesi gerekliliği vurgulanmıĢ; erkekler ve kadınlar arasındaki eĢitliğin geliĢtirilmesine iliĢkin topluluk hedeflerinin uygulanmasında Komisyonu ve üye devletleri destekleyecek Kadın-Erkek EĢitliği Avrupa Enstitüsü‟nün kurulması önerilmiĢtir (TĠSK,2005:16). Görüldüğü üzere, Avrupa Birliği‟nin çalıĢma yaĢamında kadın-erkek eĢitliğine iliĢkin düzenlemeleri, Birliğin kuruluĢundan itibaren Avrupa sosyal politikası içinde yer almıĢtır. Ancak Birlik politikalarında kadın-erkek eĢitliğine yönelik yaklaĢım ve buna bağlı olarak izlenen politikalar zaman içinde değiĢiklik göstermiĢtir. Fırsat 148 eĢitliği ilk zamanlarda yalnızca ücret eĢitliği ve çalıĢma yaĢamında eĢitlik olarak görülmüĢ ve bu eĢitliğin sağlanması amacıyla “eĢit muamele”, “olumlu eylem” ve “olumlu ayrımcılık” politikaları izlenmiĢ; ancak bu politikaların yeterli olmadıkları görülmüĢ ve bu nedenle “fırsat eĢitliğini ana politikalara ve faaliyetlere dahil etme (gender mainstreaming)” politikası uygulanmaya baĢlamıĢtır (Süral,2002:52–53). EĢit muamele, olumlu eylem ve olumlu ayrımcılık politikalarından daha uzun vadeli olan fırsat eĢitliğini ana politikalara ve faaliyetlere dâhil etme politikasının amacı, fırsat eĢitliğinin ayrı bir politika olarak değerlendirilmemesi ve topluluğun bütün politikalarıyla bütünleĢtirilmesidir. Topluluk, fırsat eĢitliğini yalnızca Avrupa düzeyindeki değil, ulusal ve yerel düzeydeki bütün politikaların ve faaliyetlerin öncelikli bir parçası haline getirmelidir. Nitekim 1996 yılından beri izlenen bu politika birçok üye ülke tarafından benimsenmiĢ ve ulusal düzeyde uygulanmaya baĢlanmıĢtır. Örneğin; Ġtalya, Nisan 2000‟de tüm hükümet politikalarına cinsiyetler arası eĢitliği dâhil etmek amacıyla yeni bir bakan atamıĢ; Ġrlanda hükümeti, hükümet politikalarının ve programlarının cinsiyetler arası eĢitliğe olan etkilerini ölçen araĢtırma mekanizmaları oluĢturmuĢ; Fransa ise, kadın-erkek eĢitliğine yapılan katkıları sekiz ana faaliyet alanında değerlendiren bakanlıklar arası bir komite kurmuĢtur (Aydın,2003:22). Avrupa Birliği‟nde sosyal politika alanında yetki ikamesi prensibi uygulanmaktadır (Yaman,2001:1). Buna göre; Avrupa Birliği içinde sosyal politika alanındaki birçok konu üye ülkeler düzeyinde ele alınmakta, Birlik çıkardığı direktif ve tüzüklerle üye ülke mevzuatlarına ve uygulamalarına yön vermektedir. Birliğin çalıĢma hayatında kadını korumaya ve kadın-erkek fırsat eĢitliğini sağlamaya yönelik baĢlıca direktifleri ise Ģunlardır: • 75/117/EEC Sayılı Kadın ve Erkek ÇalıĢanlara EĢit Ücret Prensibinin Uygulanmasına ĠliĢkin Üye Ülke Yasalarının YakınlaĢtırılması Hakkındaki Direktif30 • 76/207/EEC Sayılı ĠĢe Alınma, Mesleki Eğitim, Terfi ve ÇalıĢma ġartlarında Kadın ve Erkeklere EĢit Muamele Prensibinin Uygulanması 30 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:1975:045:0019:0020:EN:PDF (e.t: 16.10.2013). 149 Hakkındaki Direktif31 ve Bu Direktifi DeğiĢtiren 2002/73/EEC Sayılı Direktif32 • 79/7/EEC Sayılı Sosyal Güvenlik Alanında Kadınlara ve Erkeklere EĢit Muamele Prensibinin Kademeli Olarak Yürürlüğe Sokulması Hakkındaki Direktif33 ve 86/378/EEC Sayılı Mesleki Sosyal Güvenlik Programlarında Kadınlara ve Erkeklere EĢit Muamele Prensibinin Yürürlüğe Konulması Hakkındaki Direktif34 • Kendi Nam ve Hesabına ÇalıĢan Kadın ve Erkekler Arasında EĢit Muamele Ġlkesinin Hayata Geçirilmesine ĠliĢkin 86/613/EEC Sayılı Direktif35‟i ilga eden 7 Temmuz 2010 tarihli ve 2010/41/EU Sayılı Direktif 36 • 92/85/EEC Sayılı Hamile, Yeni Doğum YapmıĢ ve Emziren Kadınların ĠĢlerindeki Güvenliği ve Sağlığı Ġle Ġlgili Düzenlemeleri TeĢvik Edici Önlemler Alınması Hakkındaki Direktif37 • UNICE, CEEP ve ETUC Tarafından Sonuçlandırılan Gözden GeçirilmiĢ Ebeveyn Ġzni Çerçeve AnlaĢmasını Uygulamaya Koyan ve 96/34/EC Sayılı Direktifi38 Ġlga Eden 2010/18/EU sayılı Direktif39 • Cinsiyete Dayalı Ayrımcılıkta Ġspat Yükümlülüğü Hakkındaki 97/80/EC Sayılı Direktif40 • Ġstihdam ve ĠĢte EĢit Muamele Alanında Genel Çerçeve Hakkındaki 2000/78/EC Sayılı Direktif41 • Mal ve Hizmetlere EriĢim Konusunda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılığın Kaldırılmasına Yönelik 2004/113/EC Sayılı Direktif42 • Ġstihdam ve ÇalıĢma KoĢullarında Kadın ve Erkeklere EĢit Davranma ve EĢit Fırsatlar Ġlkesinin Uygulanmasına ĠliĢkin 2006/54/EC Sayılı Direktif43 31 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31976L0207:EN:HTML (e.t: 16.10.2013). http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32002L0073:en:HTML (e.t: 16.10.2013). 33 http://eur- lex.europa.eu/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexapi!prod!CELEXnumdoc&lg= en&numdoc=31979L0007&model=guichett (e.t: 16.10.2013). 34 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31986L0378:EN:HTML (e.t: 16.10.2013). 35 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31986L0613:EN:HTML (e.t:16.10.2013). 36 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2010:180:0001:0006:EN:PDF (e.t:16.10.2013). 37 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31992L0085:en:html (e.t:16.10.2013). 38 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31996L0034:en:HTML (e.t:16.10.2013). 39 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2000:118:0041:0043:EN:PDF (e.t:16.10.2013). 40 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31997L0080:EN:HTML (e.t:16.10.2013). 41 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32000L0078:en:HTML (e.t:16.10.2013). 42 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2004:373:0037:0043:en:PDF (e.t:16.10.2013). 32 150 AB, 1957 yılından günümüze kadar olan süreç içerisinde kadın-erkek eĢitliği alanında bir mevzuat çerçevesi oluĢturmuĢ ve bu kapsamda, iĢ, mal hizmet, eğitim, terfi ve çalıĢma Ģartları açısından eĢit muamelenin sağlanmasını öngören direktifler uygulamaya koymuĢtur. AB‟nde kadın-erkek eĢitliğine teĢvikin, iĢgücü piyasası ve istihdam dıĢındaki alanları da kapsar hale geliĢi 1997 Amsterdam AnlaĢması‟yladır. 2000‟lerde bir yandan istihdam stratejisinin dördüncü temel ayağı olarak kadın-erkek eĢitliği öngörülmüĢtür; diğer yandan Temel Haklar ġartı (Fundamental Rights Charter)44 ile sadece istihdamda-ödemede değil bütün alanlarda eĢitlik hedefi ve ayrımcılık yasağı ortak standarda dönüĢmüĢtür. Bu ilk kapsamlı politika çerçevesinin kabulünden sonra 2006 yılında, 2006–2010 dönemi için altı öncelik alanı ve bu alanlarda anahtar eylemler belirleyen, Topluluk politikalarında kadın-erkek eĢitliğini desteklemek için gerekli olan araçları tanımlayan bir doküman olan “Kadın Erkek EĢitliği Ġçin Yol Haritası” (Roadmap for equality between women and men) 45 kabul edilmiĢtir. 2010 yılına gelindiğinde, Avrupa Komisyonu eĢit ekonomik bağımsızlık, eĢit ve eĢdeğerde iĢe eĢit ücret, karar almada eĢitlik, itibar, bütünlük ve cinsiyet temelli Ģiddetin sona erdirilmesi, dıĢ iliĢkilerde toplumsal cinsiyet eĢitliği olmak üzere beĢ öncelik alanı belirleyen Kadın ġartını (Women‟s Charter) kabul etmiĢtir. Bu Ģart kapsamında sözü edilen öncelik alanları için öngörülen eylemleri ortaya koyan ve 2010–2015 dönemini kapsayan “Kadın-Erkek EĢitliği Ġçin Strateji (Strategy for Equality between Women and Men)”46 belgesi ise 21 Eylül 2010 tarihinde kabul edilmiĢtir. Kadın-Erkek EĢitliği Stratejisi, toplumsal cinsiyet eĢitliğinin sağlanmasına yönelik anahtar eylem alanlarını ortaya koymuĢ ve gerçekleĢtirilecek bu faaliyetleri de bir takvime bağlamıĢtır. Avrupa 2020 Stratejisinin %75‟lik toplam istihdam hedefinin gerçekleĢtirilmesi için kadınların iĢgücü piyasalarına katılımlarının artırılması, bunun için iĢ ve ev hayatı arasında gerekli dengenin oluĢturulmasına yönelik önlemlerin alınması, kadınların karar alma süreçlerine katılımlarının teĢviki 43 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2006:204:0023:0036:en:PDF (e.t:16.10.2013). http://www.europarl.europa.eu/charter/pdf/text_en.pdf (e.t:06.12.2012). 45 http://europa.eu/legislation_summaries/employment_and_social_policy/equality_between_men_ and_women/c10404_en.htm (e.t: 06.12.2012). 46 http://europa.eu/legislation_summaries/employment_and_social_policy/equality_between_men_ and_women/em0037_en.htm (e.t:06.12.2012). 44 151 ve kadınlara yönelik Ģiddetin önlenmesine yönelik politikaların uygulanmasında 2013 yılına kadar, Progress, Avrupa Sosyal Fonu, Bilim ve AraĢtırma alanında 7. Çerçeve Programı ve Daphne gibi mevcut programlardan fon sağlanmaya devam edilecektir. Finlandiya‟da iĢverenlik ve iĢ yaratma çerçevesinde kadınlara özel kredi verme, özellikle kadınlara yönelik olarak hizmet sektöründe vergi avantajları sağlama Ģeklinde kadınlar için özel önlemler alınmıĢtır. Bu önlemler, kadınlar için erkeklerden daha fazla indirim sağlayan sürekli istihdam sözleĢmelerinin yapılması, kadınlara yönelik iĢlerin daha da geniĢletilmesi için finans, rehberlik ve danıĢmanlık hizmetlerinin geliĢtirilmesi gibi hizmetlerdir (ÇSGB,2004:24, 29). AB‟ne yeni üye olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde ise, kural olarak, kadınlara yönelik özel bir aktif iĢgücü piyasası programı mevcut değildir. Ancak Çek Cumhuriyeti ve Macaristan‟da uzun annelik izinleri nedeniyle emek piyasasından çıkan kadınların emek piyasasına dönüĢünü kolaylaĢtırmak amacıyla yeniden mesleki eğitim kursları verilmektedir. Diğer taraftan, bazı Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde kadın giriĢimciliğini arttırmak amacıyla kadınlara, temelde uluslararası kuruluĢlar tarafından finanse edilen, sübvansiyonlar verilmektedir (UĢen,2007:80). 2.3.4.2.4. Göçmenlere (yabancılara) yönelik politikalar AB bakımından göç olgusu, hem ulusal hem de Birlik düzeyinde çok önemli bir sorundur. AB nüfusu Ģu andaki yapısıyla, küresel ekonomide yetiĢmiĢ insan gücüyle rekabet etmek konusunda önemli bir sorunla karĢı karĢıya bulunmaktadır. Öte taraftan, sürekli olarak niteliksiz insan kitlelerinin Avrupa‟ya göç etmesi üye ülkeler bakımından ekonomik anlamda kaygı verici bir hal almıĢtır. Aynı Ģekilde, bu göçmen nüfusun yaĢadığı ülkeyle kültürel bakımdan entegrasyonu da çözülmesi gerekli baĢka bir meseledir. ĠĢte böylesine çok boyutlu bir olguyla baĢ edebilmek ve tüm üye ülkelerde standart düzenlemeler oluĢturmak amacıyla, AB düzeyinde önemli çalıĢmalar yapılmaktadır. Bu çabalar, 1999‟da yürürlüğe giren Amsterdam AnlaĢması ile baĢlamıĢ olup, AB Komisyonu‟nun çeĢitli tarihlerde gerçekleĢtirdiği programlarla devam etmiĢ ve nihayetinde Ekim 2008‟de Göç ve Ġltica Hakkında 152 Avrupa Paktı‟nın kabul edilmesiyle, Ortak Göç Politikası oluĢturulması adına önemli bir döneme girilmiĢtir47. AB Ortak Göç Politikası (OGP), ilk olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu Kurucu AnlaĢması olan 1957 Roma AntlaĢması‟nın kiĢilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaĢımına iliĢkin hükümlerinin bulunduğu III. baĢlığında ele alınmıĢtır. 42. maddede göçmen çalıĢanlar ve onlara bağlı kiĢiler terimi kullanılmıĢ; fakat, sözleĢmenin tamamı içinde ele alındığında, aslında bu atfın üye ülkelerden serbest dolaĢım kapsamında çalıĢmak amacıyla bir üye ülkeden diğer bir üye ülkeye gelen göçmen iĢçilere yapıldığı anlaĢılmaktadır. AB göç yönetiminin müktesebata entegre edilmesinin belki de en önemli dönüm noktası 1997 yılında kabul edilen ve 1999‟da yürürlüğe giren Amsterdam AnlaĢmasıdır. AnlaĢmanın 73k maddesinde OGP‟ye değinilmiĢ ve göçmenlerin ülkeye giriĢleri, ikametleri, çalıĢma izinleri, uzun süreli vize verilmesinde izlenecek ortak prosedür ile aile birleĢmeleri ile ilgili önlemler alınacağı söylenmiĢtir. Aynı maddenin son paragrafında da, Amsterdam AntlaĢması‟na ve Uluslararası AntlaĢmalara aykırı olmamak kaydıyla üye ülkeler tarafında düzenlemeler yapılacağı ilave edilmiĢtir48. Amsterdam AntlaĢması‟ndan sonra, 15–16 Ekim 1999 tarihlerinde Finlandiya‟nın Tampere Ģehrinde Konsey Zirvesi yapılmıĢtır. Zirvenin sonuç bildirisinde, OGP oluĢturmanın gerekliliği üzerinde durulmuĢtur. Bu politikanın oluĢturulması sırasında, menĢe ve geçiĢ ülkeleriyle iĢbirliği yapılması gerekli görülmüĢ ve yasadıĢı göç ve insan kaçakçılığı konularında ortak politikaların oluĢturulması gerekliliği tekrarla vurgulanmıĢtır (IV. Bölüm, md.22). Ayrıca, ırkçılık ve yabancı düĢmanlığı ile ilgili olarak Maastricht AntlaĢması‟nın 13. maddesine atıfta bulunularak, üye devletlerin bu konudaki gayretleri teĢvik edilmiĢtir (III. Bölüm, md.18,19)49. AB‟nin göç sorununu en kapsamlı biçimde ele aldığı çalıĢma, 4–5 Kasım 2004 tarihlerinde AB Komisyonu tarafından hazırlanmıĢ olan Hague Programı‟dır. 47 http://bbridges.org/ab-goc-politikasi/ (e.t: 07.01.2011). http://www.europarl.europa.eu/topics/treaty/pdf/amst-en.pdf (e.t: 07.01.2011). 49 Tampre Zirvesi Sonuç Bildirisi için bkz: http://www.europarl.europa.eu/summits/tam_en.htm (e.t: 07.01.2011). 48 153 Bu program, Birliğin gelecek beĢ yıl boyunca adalet ve içiĢleri alanlarında iĢbirliğini geliĢtirmek için, en öncelikli 10 konusunu içermektedir. Programda göç sorunuyla ilgili olarak Ģu kayıtlara yer verilmiĢtir50: - Yasal ya da yasadıĢı göç ile baĢta kadın ve çocukların olmak üzere, insan kaçakçılığına karĢı mücadeleye yönelik olarak ortak bir politika benimsenmelidir. Fakat istihdam amacıyla üçüncü ülkelerden alınacak göçmen sayısını, göçmen alımında uygulanacak prosedürler ile ülkedeki kalıĢ koĢulları ve sahip oldukları hakları belirlemek konusunda yetki milli devletlerindir. Ne var ki, yasadıĢı biçimde ülke topraklarında bulunuyor olsalar bile, onlara insan onuruna yakıĢır biçimde ve saygılı davranmak, Birlik politikasının yol gösterici prensibidir. Ayrıca, baĢarılı bir göç politikasının yürütülmesi, Birlik‟in tek baĢına üstesinden geleceği bir konu değildir. Bu bakımdan, çıkıĢ ve geçiĢ ülkeleriyle iĢbirliğine gidilmelidir (md.4); - Göçmen nüfusun sosyal ve ekonomik bakımdan bulunduğu toplumla entegrasyonu için, milli devletlerin entegrasyon politikalarını geliĢtirmeleri desteklenmelidir. Üye ülkeler bu politikaları geliĢtirirken, birbirlerinin tecrübelerinden yararlanmalıdır. Bu amaca yönelik olarak, Avrupa değerlerine saygılı ve ayrımcılık karĢıtı bir AB Entegrasyon Taslağı oluĢturulmalıdır (md.5). Hague programında belirtilen hedeflerden anlaĢılan, her ne kadar ortak bir göç politikasının benimsenmesi gerekliliği ortaya konmuĢsa da, bu konuda asıl yetkinin milli devletlere bırakıldığıdır. AB sadece yol gösterici birtakım prensipleri ortaya koyabilmiĢtir. Yukarıda değindiğimiz iki çalıĢmanın uygulanmasına yönelik olarak, Komisyon ve Konsey farklı tarihlerde önergeler ve direktifler yayımlayarak, 50 Sonuç Bildirisinin kaynak metni için bkz.: http://eurlex.europa.eu/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexplus!prod!DocNumber&lg=en&type_doc=COMfin al&an_doc=2005&nu_doc=184 (e.t: 07.01.2011). 154 OGP‟nin uygulanması yolunda bir dizi mevzuat oluĢturmuĢtur. AĢağıda bunların özet listesi yer almaktadır51: - 25.11.1999 tarihli aynı adı taĢıyan Komisyon önergesi üzerine kabul edilmiĢ, 29.06.2000 tarihli ve 2000/43/EC sayılı “Irksal veya Etnik Kökeninden Bağımsız Olarak KiĢilere EĢit Muamele Ġlkesinin Uygulanması” üzerine Konsey Direktifi; - 25.11.1999 tarihli aynı adı taĢıyan Komisyon önergesi üzerine kabul edilmiĢ, 27.11.2000 tarihli ve 2000/78/EC sayılı “Ġstihdam ve ÇalıĢmada EĢit Muamele için Genel Taslak OluĢturma” üzerine Konsey Direktifi; - 10.10.2000 tarihli aynı adı taĢıyan Komisyon önergesi üzerine kabul edilmiĢ, 22.09.2003 tarihli ve 203/86/EC sayılı “Aile BirleĢmesi Hakkı” üzerine Konsey Direktifi; - 13.03.2001 tarihli aynı adı taĢıyan Komisyon önergesi üzerine kabul edilmiĢ, 25.11.2003 tarihli ve 2003/109/EC sayılı “Uzun Süreli Mukim Üçüncü Ülke VatandaĢlarının Statüleri” üzerine Konsey Direktifi. AB ülkeleri arasında, göç sorunu ulusal politik gündeminde en önde gelen ülke Ģüphesiz Fransa‟dır. Fransa‟nın Avrupa Birliği dönem baĢkanlığını yürüttüğü 2008 yılının ikinci yarısında, 16 Ekim 2008 tarihinde AB düzeyinde ortak göç politikası oluĢturma yolunda önemli bir adım olan Avrupa Göç ve Ġltica Paktı imzalanmıĢtır. Pakt ile Avrupa Birliği düzeyinde göçün özellikle yüksek vasıflı kiĢileri çekecek Ģekilde teĢvik edilmesi öngörülmektedir52. AGĠP, AB seviyesinde ortak bir göç ve iltica politikası geliĢtirilmesi için bir takım siyasi hedefler ve stratejik yönelimler içermektedir. Pakt, aynı zamanda üye devletlerin göç sorunu ile ilgili birbirlerine, vatandaĢlarına ve dünyanın geri kalanına karĢı gerçekleĢtirmeyi taahhüt etmiĢ oldukları yükümlülükleri ifade 51 Bu önerge ve direktiflerin metinleri için bkz.: http://ec.europa.eu/justice_home/doc_centre/immigration/integration/doc_immigration_integration_en.htm (e.t: 07.01.2011). 52 http://register.consilium.europa.eu/pdf/en/08/st13/st13440.en08.pdf (e.t:11 Ocak 2011). European Pact on Immigration and Asylum, 2008, 155 etmektedir. Fransa‟nın Dönem BaĢkanlığı sırasında öne sürülen 2008 Avrupa Birliği Göç ve Ġltica Paktı beĢ prensip etrafında oluĢturulmuĢtur53: 1- Her üye devletin öncelikleri, ihtiyaçları ve kabul kapasiteleri göz önüne alınarak yasal göçün düzenlenmesi ve entegrasyonun desteklenmesi (md.1), 2- Yasal durumda bulunmayan göçmenlerin, geliĢ ya da geçiĢ ülkelerine döndürülerek yasadıĢı göçle mücadele edilmesi (md.2), 3- Sınır kontrollerinin etkinliğinin artırılması (md.3), 4- Bir iltica Avrupası inĢa edilmesi (md.4), 5- MenĢe ve geçiĢ ülkeleriyle iĢbirliği yaparak, göç ve geliĢme arasında bir sinerji yaratılması (md.5). AGĠP, ortaya koyduğu ilkelerle, baĢta Fransa olmak üzere, göç olgusuyla baĢ etmekte zorlanan ve etkin entegrasyon politikaları üretememiĢ AB üyesi ülkelerin istekleri doğrultusunda hazırlanmıĢ bir metindir. Sosyal dıĢlanma içinde ele alınan gruplar arasında göçmenler önemli bir yer tutmakta ve göçmenlerin göç ettikleri toplumlarda yaĢadıkları dıĢlanma ve içerilme daha çok vatandaĢlık konusu üzerinden yapılan tartıĢmalarla yürütülmektedir. Göçmenlerin yaĢadıkları ülkelerdeki tarihsel deneyimlerden yola çıkarak bazı modeller geliĢtirilmiĢtir. Ülkelerin göçmenlerin entegrasyonu ve dıĢlanmasına yönelik politikaları değiĢik faktörlere göre Ģekillenmektedir. Bu faktörlerin baĢlıcaları, göçmenlerin ne kadar süredir bu ülkede yaĢıyor oldukları, ekonomik ve sosyal geliĢmiĢlik seviyeleri ve yerli halk ile olan kültürel benzerlikleri veya farklılıklardır. Avrupa Birliği vatandaĢı olmayanların entegrasyonu veya dıĢlanması yönünde Avrupa ülkelerinde uygulanan baĢlıca üç model göze çarpmaktadır (Kofman vd.,2000). Asimilasyon Modeli: Bu model en belirgin Ģekilde Fransa'da görülmekte olup, gelen göçmenlerin dil, kültür ve sosyal karakter bakımından yaĢadıkları topluma 53 http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2009:0266:FIN:EN:PDF (e.t:12.01.2011). 156 uyum sağlayacakları düĢüncesiyle bu geliĢimi hızlandıracak politikalar uygulanmasını öngörmektedir. Bunu sağlamak için oturma hakkı olan göçmenlerin hepsine vatandaĢlık verilmesine ve bu Ģekilde asimilasyonun sağlanmasına yönelik politikalar uygulanmasına dayanmaktadır. Bu modelde ülkeye yeni gelenler, politik normları ve ulusal kültürü kabul ettikleri ölçüde kabul edilmektedirler. Aslında burada azınlıkların kendi kültürel ve politik hakları tanınmamaktadır. Çok Kültürlü Model: Çok kültürlülük esasına dayalı bu model, göçmenlerin yaĢadıkları ülkenin politik normlarına bağlı kaldıkları müddetçe, ulus devletin çoğunluk ve azınlıkların kendi kültürlerini koruyacağı fikirlerine dayanmaktadır. Ġngiltere'de uygulanan bu modelde göçmenlerin dil, kültür ve sosyal farklılıklarını kaybetmeleri beklenmeden onlara yerli halkla eĢit ekonomik, sosyal ve politik hakların verilmesi söz konusudur. DıĢlanma Modeli: Bu modelde hükümetler ve yerli halk, göçmenleri kendi uluslarının bir üyesi olarak kabul etmezler. Ayrıca göçmenlerin ekonomik, sosyal, kültürel ve politik haklara sahip olması sınırlandırılmıĢtır. Bu modelin en belirgin örneği de Almanya'dır. Bu modelde entegrasyon belli bir etnik kimliğe bağlanmıĢtır. Doğu Avrupa‟da yaĢayan binlerce etnik Alman 1980 sonra, Almanya‟ya yerleĢmiĢ ve otomatik olarak vatandaĢlık elde etmiĢlerdir. Göçmenlerin dünya tarihinde eĢi görülmemiĢ kadar kalabalık nüfusları, sosyolojik ve ekonomik açıdan yerel ülke kurumları ve vatandaĢlarıyla iliĢkileri gibi konular, göç olgusunu klasik anlamından farklılaĢtırmıĢtır. Bugün Avrupa‟da göçmen nüfus üzerine yapılan araĢtırmalar “göçmen azınlık” Ģeklinde adlandırılan yeni bir kavram ortaya çıkarmıĢtır. Günümüz Avrupası‟nda çok yoğun bir Ģekilde tartıĢılıyor olsa da, göç olgusu Avrupa ve Avrupalılar için yeni bir kavramdır. Avrupa yabancılarla yaĢamaya alıĢmıĢ bir kıta değildir. Hatta 20. yüzyıla kadar Avrupa‟nın göçmenleri de Avrupalıdır. Bugün ise durum değiĢmiĢtir ve göç uluslararası bir nitelik kazanmıĢtır54. 54 http://bbridges.org/ab-goc-politikasi/(e.t. 07.01.2011). 157 DüĢük vasıflı yabancı iĢçilerin, kabul eden ülkedeki iĢgücüne katılım oranlarının düĢük olması ve bu kesimde yaĢanan yüksek iĢsizlik, göçmenlerin emek piyasasına entegrasyonunun AB ülkelerinde kilit mücadele alanı olarak görülmesine neden olmaktadır. Göçmenlerin iĢgücüne katılımına kabul eden ülkede yaĢadıkları süre, o ülkenin dilini konuĢabilme, eğitim ve vasıf düzeyleri, sahip oldukları çocuk sayısı, hanede çalıĢan kiĢi sayısı gibi pek çok faktör etki etmektedir (UĢen,2007:80-81). Bu sebeple dil eğitimi, temel ve mesleki eğitim, yabancı iĢçi çalıĢtıracak iĢverenlere yönelik ücret sübvansiyonları gibi programlar yabancı iĢsizlere yönelik aktif önlemlerin baĢında gelmektedir. Danimarka‟da 1996 yılında yürürlüğe giren kanun ile mültecilerin ve göçmenlerin Danimarka dilini öğrenme ve Danimarka‟ya uyum sağlamalarına yönelik teĢvikler, yabancılara yönelik aktif iĢgücü piyasası önlemlerinin baĢında gelmektedir. Bu programın kapsamı önceleri sadece mülteciler iken, 1999 yılı Ocak ayından itibaren göçmenler de kapsama dahil edilmiĢtir. Göçmenlere yönelik olarak 1999 yılında çıkarılan bir kanun ile entegrasyon programı yeni gelen göçmen ve mülteciler için 18 aydan 3 yıla çıkarılmıĢtır. Diğer taraftan tüm göçmenler için dil öğrenimini kolaylaĢtırmak ve iĢsiz göçmenler için eğitim verilmesi ile ilgili olarak özel bir fon kurulmuĢtur. Etnik azınlıkların istihdamı ile ilgili olarak daha önceden bu konuda hiçbir deneyimi olmayan teĢebbüslere 6 aya kadar 11.000 Danimarka kronuna kadar çalıĢanların ücretlerinin yarısı kamu istihdam hizmetlerince karĢılanmaktadır. Bu programlar sonucu göçmenler ile ilgili olarak yapılan araĢtırma altı aydan sonra bunların %71‟inin iĢ bulduğu ve %51‟inin de eğitime baĢladığını göstermektedir (ÇSGB,2004:18). Ġsveç‟te 1997–2000 döneminde Ġsveççe kısa adı “SwIT” olan ve ulusal düzeyde biliĢim teknolojileri alanında mesleki eğitim vermeyi amaçlayan programın kapsamı öncelikle kadın, göçmen ve engelli iĢsizler olarak belirlenmiĢtir. Katılımcıların yaklaĢık %60‟ı eğitimin sona ermesinden 6 ay içinde iĢe yerleĢtirilmiĢtir. 2004 yılı için Ġsveç hükümeti, göçmen ve kadın iĢsizler arasında 158 giriĢimciliğin geliĢtirilmesine yönelik 19 milyon SEK55 tutarında bir harcama ayırmıĢtır56. 2.3.4.2.5. YaĢlılara yönelik politikalar Avrupa Birliğinde yaĢlı nüfus, Birliğin üzerine en fazla kafa yorduğu konuların baĢında gelmektedir. Birlik yaĢlanan nüfusuna bağlı olarak büyüyen emekli aylığı, sağlık sistemleri gibi büyük ekonomik güçlüklerle yüzleĢmek zorundadır. Sosyal açıdan da Avrupa‟nın yaĢlanan nüfusu Avrupa‟da sorunlara neden olmakta, bu grup toplum dıĢına itilmekle karĢı karĢıya kalmaktadır. Avrupa Birliği‟nin yaĢlılara iliĢkin mevzuatın temelini 1991 tarihli “BirleĢmiĢ Milletler YaĢlı Ġnsan SözleĢmesi‟nin Ġlkeleri” “YaĢlıların oluĢturmaktadır. Sosyal Korumadan Bu ilkeler Avrupa Yararlanması” Sosyal baĢlıklı 23. maddesinde Ģu Ģekilde ortaya konulmaktadır (Arı,2006:34): “YaĢlı haklarının korunması ve yaĢlıların sosyal güvenlik sistemleri içerisinde entegre edilmesi için üye devletler dolaylı ve dolaysız olarak, kamu veya özel kurumlar aracılığı ile gerekli tedbirleri almalıdırlar. Bunlar, yaĢlıların toplumun bir parçası olarak kalmalarını sağlamak; hayatlarının geri kalanlarını istedikleri gibi seçmelerini, istedikleri gibi aileleri ile beraber bağımsız, özgür bir yaĢam isteklerini yerine getirmek; yardım kurumlarında kalmaları durumunda yaĢlıların özel hayatlarına gerekli hassasiyet ve özenin gösterilmesini sağlamaktır”. Avrupa Birliği‟nde yaĢlıların sosyal hakları açısından atılan bir diğer önemli adım ise, 1989 yılında kabul edilen “Avrupa Sosyal ġartı”dır. Birçok konuda yenilikler getiren bu metinle Avrupa Topluluğu, sınırları dâhilinde yaĢayan yaĢlılara emeklilikten sonra düzenli bir yaĢam standardına sahip olma hakkını tanımıĢtır. Mart 2000‟de Lizbon‟da, Aralık 2000‟de ise Nice‟te yapılan Avrupa Konseyi Zirvesi‟nde alınan kararlar ise Avrupa Birliği‟nin yaĢlılar için attığı diğer olumlu 55 Bu miktar 2002 yılı için 9 milyon SEK, 2003 yılı için 14 milyon SEK tutarında gerçekleĢmiĢtir. Sweden‟s Action Plan for Employment, May 2001, s.19. ec. europa. eu/social/BlobServlet? docId=5844&langId=en (e.t: 05.04.2013) 56 159 adımlardır. Söz konusu zirvelerde sosyal politika alanında alınan kararlar sırasıyla Ģu Ģekildedir (Arı,2006:35,36): “Sosyal Katılımı GeliĢtirme (md.32): (...) sosyal politika alanında belli gruplara özel ve öncelikli eylem planlarının hazırlanması (azınlık gruplar, yaĢlılar, engelliler), üye devletlerin bu eylem programlarını kabul edip, kendi özel durumlarına uyarlaması ve geliĢmeleri sürekli rapor etmesi (...) desteklenmektedir”. “Sosyal Politika Gündemi (Ekler- md.21): Tüm üye devletler yaĢlanma sorunu ile karĢı gelmiĢtir. Aileler ve çocuklara iliĢkin koruyucu politikaların oluĢturulması öncelikli konuların arasında yer alırken yaĢlılar ve yaĢlılara iliĢkin bazı önemli hususlar; aktif yaĢlanma politikaları, yaĢam boyu öğrenim, emeklilik sonrası yaĢam alanlarında yeni politikalar geliĢtirilmelidir”. Yukarıdaki kararlardan da anlaĢılacağı üzere temel hedef, Avrupa Birliği sınırları içerisinde yaĢayan yaĢlıların temel ihtiyaçlarını belirlemek ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda uygun politikalar üretmektir. Özellikle yaĢlıları ilgilendiren politikaların sağlık, istihdam ve barınma gibi alanlarda yoğunlaĢtığı görülmektedir. AB üyesi ülkelerde aktif emek piyasasının temel hedef grupları arasında yer alan yaĢlılara (45–64 yaĢ arası), istihdam sübvansiyonu, sosyal güvenlik primlerinde indirim, danıĢmanlık ve yeniden mesleki eğitim kursları ile yetiĢtirme kursları sağlanmaktadır. Genellikle yaĢlılara yönelik aktif iĢgücü piyasası önlemleri yaĢlıların iĢgücü piyasasına yeniden giriĢlerinin kolaylaĢtırılması Ģeklinde gerçekleĢmektedir. AB üyesi bazı ülkelerde yaĢlılara yönelik aktif önlemler belirli bir süre iĢsiz kalındıktan sonra örneğin; Ġsveç, Finlandiya, Almanya ve Portekiz‟de 12 ay; Lüksemburg‟da 6 ay; Ġrlanda‟da 9 ay sonra, devreye sokulmaktadır (Brandt, Burniaux,Duval,2005:38–102). Mesleki eğitim, danıĢmanlık hizmetlerinin yanı sıra bazı ülkelerde yaĢlıların istihdamının teĢvik edilmesi amacıyla iĢverenlere istihdam sübvansiyonları da verilmektedir. Örneğin Almanya‟da, 2003 yılından itibaren 55 yaĢ ve üstü bir iĢçiyi istihdam eden iĢveren, o iĢçi için iĢsizlik sigortası priminden muaf tutulmaktadır 160 (EC,2005:80–81). Ayrıca 2003 yılından itibaren 50 yaĢ ve üstü iĢsizlere bir önceki iĢlerinde kazandıkları ücretten daha az bir ücrete razı olarak iĢe girmeleri halinde önceki ve Ģimdiki ücretleri arasındaki farkın %50‟si kadar ücret sübvansiyonu sağlanmaktadır. Söz konusu finansal destek, iĢçinin hak ettiği iĢsizlik ödeneği süresi kadar devam etmektedir (EC,2005:82). Almanya‟da 1 Ocak 2007 tarihinde yürürlüğe giren 50 yaĢ ve üzerindekilere yönelik istihdam sübvansiyonlarının düzenlendiği ve “Initiative 50plus” olarak adlandırılan program uyarınca hâlihazırda iĢsizlik sigortasından ödenek alanlardan en azından 120 gün daha ödenek alma hakkı olanların iĢsiz kalmadan önceki iĢlerinde kazandıklarından oldukça düĢük bir ücrete razı gelip iĢe girenlere ücret sübvansiyonu verilmesi öngörülmektedir. Söz konusu sübvansiyon iki iĢ arasındaki net gelir farkının ilk yıl için %50‟sini; ikinci yıl için %30‟unu kapsamaktadır. Buna ilaveten emeklilik sigortası primlerinin de %90‟ı karĢılanmaktadır. Aynı Ģekilde 50 yaĢ üzeri iĢçi istihdam eden iĢverenlere, iĢçinin en az bir yıl çalıĢtırılması koĢuluyla, 2 yıl boyunca iĢçinin ücretinin %20-%40‟ı entegrasyon sübvansiyonu olarak verilmektedir (Eurofound,2006). Finlandiya‟da iĢsiz kalan yaĢlılara iĢsizliğin ilk 12 ayı içinde iĢ arama eğitimi, mesleki eğitim ve istihdam sübvansiyonları sağlamanın yanı sıra bazı eğitim programlara katılımları zorunlu tutulmaktadır. Yunanistan‟da 45–64 yaĢ arasındakilere mesleki eğitim ve istihdam sübvansiyonları sağlanmakta ve 2002 yılından itibaren yaĢlıların istihdam edilmesi halinde sosyal güvenlik primlerinin iĢveren payında %50 indirim yapılmaktadır (Brandt,Burniaux,Duval,2005:38,50). 2.3.4.2.6. Uzun süreli iĢsizlere yönelik politikalar 1980 sonrasında sermaye piyasalarının küreselleĢmesi ve artan uluslararası rekabet, maliye ve para politikaları açısından ülkeleri daha da büyük zorluklarla karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Bu süreçte istihdamı etkileyen unsurlar; hızlanan teknolojik geliĢme, düĢük ve orta vasıflı imalat sanayi iĢlerinin azalması ve artan uluslararası ticaret ve rekabettir. Söz konusu geliĢmeler çerçevesinde AB üyesi ülkelerde iĢsizlik oranları yükselirken iĢsizliğin süresi de uzamıĢtır. ĠĢsizlik süresinin uzaması ve uzun dönemli iĢsizlik probleminin beraberinde çok ciddi sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunları getirebileceği endiĢesi, Birlik genelinde uzun dönemli iĢsizlik problemine çözüm arayıĢları kapsamında bir dizi istihdam 161 politikasının tasarlanmasına ve uygulamaya sokulmasına neden olmuĢtur (Duruel, 2007:377). Avrupa Birliği‟nde 1980‟lerde yükselen uzun süreli iĢsizlik sorununa bütün üye ülkeler farklı yapılarda programlar geliĢtirmiĢ ve uygulamaya sokmuĢlardır. AB'nin böyle bir ilkeyi benimsemesinin temel nedenleri arasında uzun süreli iĢsizliğin üye ülkeler arasında farklı nedenlerden farklı yapılarda ortaya çıkması ve bu problemin önlenmesi konusunda farklı stratejilerin uygulanması zorunluluğudur. Böyle bir durumda uzun dönemli iĢsizliğin derece ve yapısına bağlı olarak üye ülkelerde değiĢik istihdam politikaları uygulamaları ile karĢılaĢılmaktadır. Bununla birlikte temelde bu programlarda iki amaç üzerinde durulmuĢtur. Bunlardan birincisi uzun dönemli iĢsizliğin önlenmesi ya da yeniden eğitim yoluyla iĢgücü mobilitesinin kolaylaĢtırılması yollarıyla iĢsiz kalma süresinin kısaltılması, ikincisi ise farklı stratejilerle uzun dönemli iĢsizlik oranlarının düĢürülmesidir. Uzun dönemli iĢsizliği önleme stratejileri Ģu Ģekilde özetlenebilir (EC,1990:152): - Eğitim stratejileri yoluyla uzun süre iĢsiz kalanların yeteneklerinin, niteliklerinin artırılması, güncelleĢtirilmesi. - Kariyer ve iĢ seçeneklerinde rehberlik ve danıĢmanlık-bilgilendirme hizmetlerinin geliĢtirilmesi. - Özel sektör Ģirketlerinin uzun süredir iĢsiz kalanları istihdam etmeleri için desteklenmesi, teĢvik edilmesi. - Yerel yönetimler aracılığıyla iĢ yaratma programları uygulamaları. Bu anlamda uzun süre iĢsiz kalanların sosyal hizmetlerde ya da çevre düzenlemesi gibi hizmetlerde çalıĢtırılması planlanmaktadır. - Uzun süre iĢsiz kalanların kendi iĢlerini kurmalarına yardımcı olunması ya da ticaretle uğraĢmaları için onlara maddi yardım yapılması. Genel olarak AB'de uzun süreli iĢsizliğin önlenmesi konusunda pasif istihdam politikalarından aktif istihdam politikalarına doğru bir geçiĢ görülmektedir. Her üye devlet, genç bireylere iĢsizlik süresi altı ayı geçmeden istihdam edilebilmeleri için aktif bir önlem almaya mecburdur. YetiĢkinler için bu süre azami bir yıldır. Bu 162 çerçevede insanların uzun süreli iĢsizlik sınırına ulaĢmadan aktif tedbirlerle iĢgücü piyasasına entegrasyonu üzerinde önemle durulmaktadır. Entegrasyon konusunda baĢvurulan en önemli tedbirler arasında eğitim, mesleki eğitim ve yeniden eğitim, kendi iĢini kurma yardımları gibi tedbirler yer almaktadır. Uzun süreli iĢsizliğin önlenmesi konusunda AB'de gözlemlenen ikinci eğilim insanların çalıĢmaya teĢvik edilmesi (hatta zorlanması) ve iĢsizliğin cazibesinin düĢürülmesidir. Bu anlamda iĢsizlik yardım ve ödeneklerinin süre ve miktar bakımından asgari seviyeye çekilmesi, iĢ aramada danıĢmanlık yardımları ve istihdam sübvansiyonları gibi tedbirlere baĢvurulmaktadır (Duruel,2007:417-418). AB'de uzun süreli iĢsizliğin ve genel olarak iĢsizliğin önlenmesi ve istihdamın artırılması konusunda yaĢanan diğer eğilim iĢgücü piyasalarının esnekleĢtirilmesi, esnek iĢ kurallarının ve esnek çalıĢma biçimlerinin yaygınlaĢtırılmasıdır. Esneklik uygulamaları kapsamında iĢ sürelerinin kısaltılması, kısmi zamanlı ve geçici çalıĢmanın özendirilmesi, kısmi dönemli iĢ akitlerinin yaygınlaĢtırılması vs. tedbirler uygulanmaktadır (TĠSK,2002:5). Ġstihdam edilebilirliğin nitelikli ve vasıflı olmaktan geçtiği görüĢü geniĢ kabul görmekte ve AB Ġstihdam Stratejisinde “eğitim-verimlilik-istihdam” arasında güçlü bir bağ kurulmaktadır. Bu nedenle eğitim ve mesleki eğitim programları uzun dönemli iĢsizliğin önlenmesi konusunda anahtar bir rol oynamaktadır. Birçok AB ülkesinde eğitim programları sübvansiyon programları ile birlikte uygulanmaktadır. AB üyesi hemen hemen her ülkede, genç iĢsizlere yönelik programlarda olduğu gibi, uzun süreli iĢsizlere de mesleki eğitim, ücret sübvansiyonları ve iĢverenlere sağlanan sosyal güvenlik primlerinde indirim veya muafiyetler yoluyla iĢgücü piyasasına katılmaları sağlanmaya çalıĢılmaktadır. Örneğin Ġsveç‟te, istihdam sübvansiyonları uzun süreli iĢsizlere yönelik olarak uygulanmakta ve iĢverenlere istihdam ettikleri her uzun süreli iĢsiz için azami 6 aylık süre boyunca ücret maliyetinin %50‟si kadar sübvansiyon sağlanmaktadır (EC,2005:58). Almanya‟da 2000–2003 döneminde uygulanan “Mainzer Modeli”nde uzun süreli iĢsizler ile düĢük nitelikli kiĢilerin sosyal güvenlik primleri sübvanse edilmiĢtir 163 (EC,2005:81). Ġspanya‟da ise, uzun süreli iĢsizler, kâr amaçlı olmayan kamu ve özel kuruluĢların da iĢbirliğiyle, bu kuruluĢlarda sosyal bakımdan faydalı iĢlerde istihdam edilmektedirler (EC,2005:147). Diğer taraftan Fransa‟da 40 ila 200 saat arasında değiĢen mesleki eğitimlere katılan uzun süreli iĢsizlere devlet tarafından götürü ücret verilmektedir (EC,2005:152). Ġsveç‟te 1995 -1997 döneminde 60 yaĢın üstündeki uzun süreli iĢsizleri istihdam eden iĢverenlere iĢçilerin ücretlerinin %50‟si sübvanse edilmiĢtir. 1996 yılında 55 yaĢın üstündeki uzun süreli iĢsizlerin iĢsizlik sigortası ödeneğine denk gelen bir ücretle kamu kuruluĢlarında çalıĢması sağlanmıĢtır. 1998 yılında ise, uzun süreli iĢsizleri istihdam eden iĢverenlerin sosyal güvenlik prim payları geri ödenmiĢtir (Brandt,Burniaux,Duval,2005:114). Söz konusu sübvansiyonlar sadece belirtilen dönemlere iliĢkin olarak uygulanmıĢtır. Avusturya‟da 1 Ocak 2006 yılında yürürlüğe giren Emek Piyasası Hizmetleri Yasası (AMSG) ile birlikte düĢük ücretli sektörlerde ücret ve istihdam sübvansiyonları yeniden düzenlenmiĢtir. Buna göre; uzun süreli iĢsizlerden 25 yaĢın altındaki gençler ile 45 yaĢın üzerindeki yaĢlıların aylık 1.000 Euro‟yu geçmeyen brüt gelirlerinin %50‟si sübvanse edilmekte; bu iĢçileri çalıĢtıracak iĢverenlere ise, iĢçilerin brüt ücretinin %15‟i kadar ki, bazı durumlardan bu oran %66‟ya kadar yükseltilebilir, sübvansiyon verilmektedir (Eurofound,2006). 1990‟lı yıllardan itibaren AB genelinde uzun süreli iĢsizliğin önlenmesi konusunda baĢvurulan en önemli tedbirlerden birisi de iĢ aramada danıĢmanlık hizmetlerinin geliĢtirilmesi olmuĢtur. ĠĢ arama teknikleri, yetenek ve beceri seviye tespitleri, uzun süreli iĢsizlerin en uygun iĢlere yönlendirilmeleri gibi hizmetlere dayanan bu önlemleri en çok uygulayan ülkeler arasında Hollanda, Ġngiltere ve Ġrlanda yer almaktadır (Duruel,2007:418). Ġspanya, Ġngiltere, Ġrlanda, Fransa ve Almanya‟da yaygın olarak uygulanan “kendi iĢini kurma yardımları” uzun süreli iĢsizliğe karĢı uygulanan önemli istihdam politikalarından birisidir. Bu politika çerçevesinde gerek bireysel gerekse toplu olarak uzun süreli iĢsizlere kendi iĢini kurmaya yardımcı olacak danıĢmanlık 164 hizmetleri, uygun alt yapı ve kredi koĢulları, yatırım teĢvikleri, enerji teĢvikleri vb. uygulamalara yer verilmektedir. Uzun süreli iĢsizlere yeni iĢ imkânları yaratma bakımından baĢvurulan istihdam politikalarından birisi de bu iĢsizleri özellikle sosyal amaçlı aktivitelerde çalıĢtırmaktır. Bu yolla uzun süreli iĢsizlerin kendilerine olan özgüvenlerini yerine getirmek, iĢ dünyası entegrasyonlarını sağlamak amaçlanmaktadır. Danimarka, Ġngiltere ve Ġsveç‟te bu uygulamalara sıkça rastlanmaktadır (Duruel,2007:418). 2.3.4.3. Sosyal korumaya yönelik politikalar AB üyesi ülkelerde sosyal koruma sistemlerinin finansmanı nüfusun yaĢlanması nedeniyle olumsuz etkilenmektedir. AB nüfusu yaĢlanmakta ve bu durum sağlık hizmetleri ile emeklilik sistemleri için yüksek kamu harcamaları gerektirmektedir. Bu bozucu etkilerin gelecekte de devam edeceği öngörülmektedir. Ayrıca AB ülkelerinde sosyal güvenlik primlerinin yüksek olduğu, büyümeyi ve istihdam yaratmayı olumsuz etkilediği ve iĢsizliğin sürmesine neden olduğu belirtilmektedir. Nüfusun azalması ve toplumun giderek yaĢlanması uzun dönemde üretim hacminin azalması, sosyal koruma harcamalarının artması gibi çeĢitli sorunları da beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte nüfusun yaĢlanması ve artan sosyal koruma harcamaları karĢısında Birlik üyesi çoğu ülkede temel strateji, sosyal koruma sistemlerinde yeniden yapılanma, reform ve modernizasyon biçiminde ortaya çıkmaktadır. Sosyal koruma sistemlerinin modernizasyonu ile üye ülkelerde herkesin eriĢebileceği ve yeterli bir koruma sağlayan sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemi güvence altına alınmak istenmektedir. Gerçekten bütün üye ülkelerde son yıllarda emeklilik, iĢsizlik ve sağlık sigortalarına yönelik reformların gündeme geldiği görülmektedir (Sapancalı,2007:93). Giderek artan yaĢlı nüfus karĢısında AB‟ne üye ülkelerin tümü, gelecekte kamu finansman istikrarını tehlikeye sokmadan, yeterli düzeyde emeklilik ve sağlık yardımını sürdürebilmek için, sosyal koruma sistemlerinde modernizasyona gidilmesi gerektiğinin zorunluluğuna inanmaktadırlar. Bu nedenle özellikle Ġtalya, 165 Portekiz, Yunanistan, Almanya, Avusturya, Fransa gibi üye ülkeler, gelecekte sosyal içerilme politikalarını da etkileyecek biçimde sosyal koruma sistemlerinde geniĢ kapsamlı reformlara baĢlamıĢlardır (EC,2004a:51). 2006 yılında Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan raporda, yeterli ve sürdürülebilir bir emeklilik sisteminin yoksullukla karĢı karĢıya kalma riski diğer yaĢ gruplarına göre daha yüksek olan yaĢlıların sosyal dıĢlanmalarının önlenmesinde, temel yaĢam standartlarına ulaĢmada ve farklı yaĢ grupları arasında dayanıĢmanın güçlendirilmesindeki önemi vurgulanmıĢtır. Ancak bu sistemin sürdürülebilirliği açısından istihdama katılımın arttırılması, çalıĢma yaĢının uzatılması, sigortaya katkı ile yardımlar arasında dengeli bir uyumun sağlanması ve özel emeklilik sistemlerini mali ve yeterlilik açısından güvenli kılmak gerektiğinin altı çizilmiĢtir. Bu bağlamda emeklilik sistemlerinin, esnek çalıĢma biçimlerine uyum sağlar hale getirilmesi, kadın ve erkekler arasındaki eĢitsizlikleri giderecek biçimde düzenlenmesi ve kolayca izlenebilir hale getirilmesi biçiminde modernize edilmesi gerekliliği vurgulanmıĢtır (EC,2006d). Ayrıca reform sürecinde birçok ülkede iĢsizlik yardımlarının ve sigortalarının da yeniden düzenlendiği görülmüĢtür. Bu düzenlemeler aslında daha çok “refah için çalıĢma” yaklaĢımı çerçevesinde gündeme gelmiĢtir. Çoğu üye ülkede istihdam edilmeyenlere yapılan yardımların sürelerini kısaltmak, hileli taleplerin ve sisteme zararlarının önüne geçmek ve istihdam önerilerini kabul etmeleri için iĢsizler üzerinde baskıyı artırmak için kazanılan haklarda kısıtlamaya gidilmektedir. Örneğin, Danimarka‟da iĢsizlik sigortasında değiĢiklik yapılarak, bu sigortadan yararlanmaya hak kazanma koĢulları, yararlanma süresi ve sağlanan destek çalıĢılan süre ile daha fazla iliĢkilendirilerek, çalıĢma teĢvik edilmeye ve sigortanın yükü hafifletilmeye çalıĢılmıĢtır (Selamoğlu,Lordoğlu,2006:150,176). Dolayısıyla günümüzde Birlik içerisinde bireylerin sosyal güvenlik sistemi kapsamında korunması, öncelikle ve özellikle iĢgücü piyasasında daha uzun süre kalmalarına bağlanmak istenmektedir. YaĢanan güncel krizler dünya içinde AB‟nin rekabet gücünü daha da düĢürürken, son yirmi yıl içerisinde baĢta Avrupa olmak üzere geliĢmiĢ ülkelerde vatandaĢların yaĢam ve çalıĢma biçimleri ciddi biçimde değiĢmiĢtir. AB‟nin 166 karĢılaĢtığı en önemli sorunun yaĢanan bu değiĢimlere uyum sağlayamaması olduğu ileri sürülmekte olup, uyum yeteneğindeki yetersizliğinin en önemli sorumlusu olarak da esnek olmayan, korumacı iĢgücü piyasaları gösterilmektedir. AB‟nin iĢgücü piyasasına iliĢkin sorunlarının çözümü için, firmalara iĢ potansiyellerini artıracak ve istihdam yaratmalarına imkân verecek Ģeffaf ve esnek yasal çerçeveye dayanan bir iĢ çevresi yaratırken, Avrupa vatandaĢlarının istihdam imkânlarına olan güvenlerinin, insan kaynağının güçlendirilmesi gerektiğine inanılmaktadır. Dahası gençler, kadınlar ve yaĢlılar gibi dezavantajlı grupların iĢgücü piyasasına giriĢlerinin kolaylaĢtırılmasına da özel önem verilmesinin gerekliliğinin altı çizilmektedir. Ayrıca çocuk bakımına yönelik imkânların yetersizliği kadınların iĢgücüne dahil olması önünde ciddi bir engel teĢkil etmektedir. Etnik azınlıklar ve göçmenlerin iĢgücü piyasasına giriĢlerine yönelik de özel önlemlerin alınması gerekli görülmektedir (Wilthagen,2008:3). Avrupa Birliği‟nde esnek güvence57nin temel hedefi, esneklik ve güvenlik politikalarının eĢ zamanlı ve birbirini destekler biçimde uygulanmalarıyla, bir taraftan iĢgücüne katılım ve istihdam oranlarının yükseltilmesi, diğer taraftan da tek tek çalıĢanların ve bütün olarak iĢgücü piyasasının uyum yeteneği ve rekabet gücünün artırılması hedeflenmektedir. Güvenlik politikaları bakımından istihdam/istihdam edilebilirlik güvencesine büyük önem atfeden Avrupa Birliği, bir taraftan da gelir güvencesinin altını çizmektedir. Ġstihdam edilebilirliğin artırılması, bireylerin pasif olarak iĢlerini kaybetmekten korunması yerine, aktif tedbirlerle iĢlerini kaybetmekten korkmamalarının sağlanması anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla son derece modern bir bakıĢ açısına dayanan istihdam güvencesi, ancak çok iyi kurgulanmıĢ aktif istihdam ve hayat boyu öğrenme politikalarının uygulanması ile baĢarıya ulaĢabilecektir. 57 AB‟de sosyal koruma sisteminin esnek iĢgücü piyasalarına uyum sağlayacak biçimde yeniden yapılandırılmasına iliĢkin hazırlanan yasal metinler (Komisyon Bildirileri) ve bu çalıĢmaların ulaĢtığı nokta olarak kabul edilebilecek esnek güvence olgusu için bkz. http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri 167 2.3.5. Sağlık Bakım Hizmetlerine Yönelik Politikalar Sosyal içerme politikalarının temel önceliklerinden biri de sağlığın korunması, bakımı ve uzun dönemli bakımdır. Sağlık ve uzun süreli bakım hizmetleri sosyal koruma sisteminin en kilit bileĢenleridir. Hasta, sakat veya uzun süreli bakıma muhtaç bir kiĢinin iĢgücü piyasasına ve sosyal yaĢama katılımı genellikle zordur. Sosyal korumanın olmayıĢı, birçok hastanın gereksinim duyduğu bakım hizmetlerine maliyetlerinin yüksekliğinden dolayı ulaĢamamasına ve sonuçta kendisi ile ailesinin yoksulluk ve dıĢlanma kısır döngüsü içerisinde yer almasına neden olur. Bu bağlamda çoğu ülkede sağlık bakım harcamalarının GSMH‟nin önemli bir kısmını oluĢturduğu ve finansmanın büyük ölçüde sosyal güvenlik kapsamında kamu bütçesinden karĢılandığı görülmektedir. Ancak, finansal sürdürülebilir bir sistemde herkesin yeterli sağlık hizmetleri ve uzun süreli bakıma ulaĢabilmesi ve bu hizmetlere ulaĢmanın yoksulluk ve mali bağımlılığa yol açmaması temel öncelik konusudur (Sapancalı, 2007:95). Sağlık bakımının niteliği ile hastalıkların önlenmesini ve sağlık bakımından eĢit yararlanılmasını güvence altına almak, sağlık bakım maliyetlerini toplumun gereksinmeleriyle ve kaynaklarıyla uyumlu olarak denetim altında tutmak, Dünya Sağlık Örgütünün de belirlediği herkes için sağlık hedefleri arasında sayılmaktadır. AB‟ye üye ülkeler de 1992 yılında Sosyal Koruma Amaçlarının ve Politikalarının UyumlaĢtırılmasına Dair tavsiye kararını onaylayarak, üye ülkelerin topraklarında yasal oturma hakkı olan herkesin gerekli sağlık bakımından yararlanmasını güvence altına alma ve yüksek kalitede bir sağlık bakım sistemi kurma ve geliĢtirme amaçlarını gerçekleĢtirmeye söz vermiĢlerdir (Bosco,1998:320). AB‟ne üye ülkelerin çoğu ciddi sorunlarla karĢı karĢıya bulunmaktadır. Ortalama yaĢam uzamakta, nüfusun büyük bir kısmını yaĢlılar oluĢturmaktadır. Buna bağlı olarak yeni hastalıklar ve yeni bakım biçimlerine (hemĢirelik, rehabilitasyon, sosyal bakım gibi) gereksinim artmaktadır. Uzun dönemli bakım bir sosyal koruma sorunu olmasına rağmen bu alanda yapılan harcamalar, kamu ve özel sigortalarca karĢılanmamaktadır. Sağlık finansmanın büyük bir kısmının 168 bütçeden karĢılanıyor olması ciddi bir mali yük oluĢturmaktadır. Bu bağlamda üye ülkeler sağlığa iliĢkin hedeflerini üç alanda yoğunlaĢtırmıĢlardır: eriĢim, nitelik (kalite) ve sürdürülebilirlik (EC,2005b:3). Bugün tüm üye ülkelerde, herkes için sağlık bakım hizmetlerine etkin eriĢimin güvence altına alınması ve sağlıktaki eĢitsizliklerle mücadele önceliğini korumaktadır. Sağlık harcamalarındaki ve sağlık bakım kapsamına dâhil edilen nüfustaki artıĢa rağmen, bireysel bakım maliyetlerinden kaynaklanan ciddi eriĢim adaletsizlikleri, belirli bazı bakım hizmetlerinin kapsam dıĢı kalması, nüfusun gereksinmelerini karĢılamayan sunum eksiklikleri, coğrafi hizmet sunum farklılıkları, yönetimsel engeller, bakım hizmetlerine eriĢimde bilgi eksikliği gibi engeller, Birlik üyesi çoğu ülkede varlığını hala devam ettirmektedir. Bu engeller özellikle sağlık risklerine daha fazla maruz kalan ve daha fazla bakıma gereksinimi olan en dezavantajlı nüfus grupları için daha da etkili olmaktadır. Bunun yanı sıra, hem sosyo-ekonomik gruplar hem de coğrafi bölgeler arasında doğuĢtan yaĢam beklentisi bakımından açıklık daralmamakta, sağlıkta eĢitsizlikler devam etmektedir. EĢitsizliklerin nedeni, sigara içmek gibi kiĢisel gerekçeler olabileceği gibi, uygun olmayan barınma gibi yaĢam ve yaĢam koĢullarına bağlı yapısal gerekçeler de olabilmektedir. AB‟ye üye ülkelerinin sosyal içermeye iliĢkin Ulusal Eylem Planı yürütme raporlarında, sağlık hizmetlerine eriĢim engellerinin ve sağlık eĢitsizliklerinin azaltılacağı, özel grupların gereksinmelerine uygun bakım hizmetlerinin düzenleneceği, sağlığın korunması ve hastalıkların önlenmesi programlarının geliĢtirileceğine iliĢkin adımlar atılacağına vurgu yapılmaktadır. Özel gereksinimlere sahip gruplar ise, zihinsel engelli kiĢiler, alkol ve uyuĢturucu bağımlıları, yetiĢkin muhtaçlar, etnik azınlıklar ile göçmenler olarak sıralanmıĢtır (Sapancalı,2007:96). Son yıllarda artan finansal baskılar ve maliyet verimsizlikleri karĢılaĢan tüm üye ülkeler, 1980‟lerden bu yana pek çok önlem geliĢtirmiĢlerdir. Bu konuda hükümetlerin genellikle ilk baĢvurdukları yöntem, sağlık bakımı alanında ücret ve fiyat denetimidir. Ancak bu yöntemde, birim hizmet için belirlenen birim maliyet dondurulduğunda ya da azaltıldığında, hizmeti sunanlar bekledikleri gelir düzeyine 169 ulaĢmak için kullandıkları hizmet sayısını artırmaya ya da pahalı hizmet türlerini kullanmaya yönelirler. Bu nedenle birçok ülkede hükümetler baĢka önlemlere yönelmiĢlerdir. Özellikle sağlık bakım hizmetlerindeki ekonomik ve mali krize yanıt olarak ortaya çıkan önlem, maliyet paylaĢımı yani kullanıcıların katkı payı ödemesidir. Bir diğer yöntem hizmet arzının sınırlanmasıdır. Finansman için ayrılan paranın ve dolayısıyla sağlanacak mal ve hizmetlerin sayısının sınırlanması veya kısıtlanması ise yine bazı ülkelerde baĢvurulan yöntemler arasındadır. Son bir seçenek ise, sağlık bakım hizmetlerinin rekabete konu olması yani özelleĢtirilmesi olmuĢtur (Van Langendonck,1998). Üye ülkelerin her birinde bu tür uygulamaların değiĢik biçimlerine rastlamak mümkündür. 2.3.6. Eğitime Yönelik Politikalar Eğitim ve öğretim sistemindeki dezavantajlarla mücadele hem üye ülkeler hem de Komisyon tarafından hazırlanan Sosyal Koruma ve Sosyal Ġçermeye iliĢkin ortak raporlar58da temel önceliklerden biri olarak kabul edilmiĢtir. Eğitim ve öğretimin, Avrupa‟da sosyal içermenin geliĢtirilmesi hususunda ciddi bir katkı sağlayacağı belirtilmiĢtir. Bu bağlamda çoğu ülke, uygun ve çok geniĢ kapsamlı yaĢam boyu öğrenme politikaları ve stratejileri benimsemiĢtir. Özellikle Lizbon hedeflerine uygun bir biçimde yaĢam boyu öğrenme koĢullarının yaratılması amacıyla yasal çerçeveye iliĢkin reformlara yönelmiĢlerdir. Üye ülkeler dezavantajlı grupları da kapsayacak biçimde eğitim ve öğretime eriĢimi geliĢtirerek aktif nüfusu arttırmayı; böylece aynı zamanda büyümeyi ve eĢitsizlikleri azaltmayı hedeflemektedir. Eğitim ve öğretimin niteliğinin artırılması temel öncelikler arasında ilk sırada yer almaktadır. Bu bağlamda Belçika, Ġrlanda, Ġspanya, Fransa, Almanya ve Danimarka gibi üyelerin ülke raporlarında59 temel öncelikler arasında eĢit fırsatlar için gerçek bir strateji oluĢturulabilmesi bağlamında özellikle okul hayatında düĢük gelirli ve dezavantajlı grupların daha etkin katılımını hedefleyen eylemlere yönelmek yer almaktadır. Ayrıca birçok ülkede özellikle göçmenler gibi bazı marjinal grupların eğitim ve öğretime eriĢiminin geliĢtirilmesi üzerinde tartıĢılan 58 http://ec.europa.eu/index_en.htm (e.t:19.01.2011). http://ec.europa.eu/social/keyDocuments.jsp?type=3&policyArea=0&subCategory=0&country=0 &year=0&advSearchKey=nsr+spsi&mode=advancedSubmit&langId=en (e.t: 19.01.2011). 59 170 önemli bir konudur. Bu konuda ülkeden ülkeye değiĢen farklı yaklaĢımlar bulunmakta; bazı ülkelerde eğitim desteği verilirken bazı ülkelerde dil öğrenmeye öncelik verilmektedir. Bununla birlikte ülkeler arasında eğitim sistemindeki performansı karĢılaĢtırmaya imkân veren (özellikle PISA) veriler oluĢturmak mümkün iken, çoğu ülkede yeterli ulusal performansı değerlendirmeye yarayacak ve gerekli bilgileri toplayacak bir veri sistemi ve düzenleyici göstergeler bulunmamaktadır. Dolayısıyla ülke içindeki en düĢük ve en yüksekokul baĢarıları arasındaki açıklığı belirlemek ve stratejik bir yöntem geliĢtirmek güçtür. Bazı ülke raporlarında sosyal dıĢlanma ile okul baĢarısızlığı için en önemli rolün okul öncesi eğitim olduğunun vurgusu yapılmıĢtır. Bu çerçevede Ġsveç iyi bir örnek oluĢturur. Ġsveç‟te tüm belediyeler tarafından parasız okul öncesi eğitim bir zorunluluk olarak sunulmakta, okul öncesi eğitim için özel burslar arttırılmaktadır. Benzer biçimde Ġspanya‟da da okul öncesi eğitim parasız olarak sunulmaya baĢlanmıĢ ve bunun sonucu olarak özellikle de göçmen kökenliler de dahil olmak üzere okul öncesi eğitim alan çocuk sayısı hızla artmıĢtır (Sapancalı,2007:97-98). Sosyal içermeye yönelik olarak yükseköğrenime eriĢimde eĢit fırsatlar sağlanması konusu ülkelerin çok az üzerinde durdukları bir konudur. Ancak çoğu ülkede yükseköğrenim ücretleri düĢüktür ve her ne kadar bütün ülkelerde yükseköğrenim gören öğrencilere nakit yardımda bulunulmasa da barınma, ulaĢım, kitap gibi destekler yüksek düzeydedir. Birliğin üzerinde durduğu ve özellikle ASF aracılığıyla da desteklediği bir baĢka konu da, herkesin bilgi iletiĢim teknolojilerine eriĢimini geliĢtirmektir. Nitekim bazı raporlarda bilgi iletiĢim teknolojilerine dönük nitelik yoksunluğunun gelecekte sosyal dıĢlanma için önemli bir risk faktörü oluĢturacağının altı çizilmiĢtir. Örneğin, BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı çerçevesinde hazırlanan 1999 yılı Ġnsani GeliĢmiĢ Raporu60‟nda, internetin eriĢim ve dıĢlanma problemi yaratmasına dikkat çekilmiĢtir. Bilgi teknolojileri ekonomik geliĢmede, eğitim alanında, sağlıkta, kamu yönetiminde öncü rol oynadıkça yoksulların, okur-yazar olmayanların, kırsal kesimde yaĢayanların dıĢlanmıĢlığı giderek büyümektedir. Benzer Ģekilde 1994 60 United Nations Development Programme, Human Development Report, ---1999 (UNDP Report), http://www.undp.org/hdro/report.html 171 yılında Avrupa Konseyine sunulan raporda61 bu teknolojilere sahip olanlar ve olmayanlar olarak iki uçlu bir toplum yaratmanın esas tehlike olduğu belirtilmiĢtir. Bu bağlamda bazı ülkelerde bilgi iletiĢim teknolojileri eğitimi, istihdam ofisleri tarafından parasız biçimde herkese sunulmaktadır. Örneğin Ġngiltere‟de bilgi iletiĢim teknolojisinden herkesin yararlanmasını güvence altına almak amacıyla bir “Digital Strategy” eylem programı oluĢturulmuĢtur. Birliğe üye ülkelerin karĢı karĢıya olduğu en önemli sorun okul terk oranlarının yüksekliğidir. Bu nedenle çoğu ülke, özellikle de orta öğretimdeki gençlerin okula devam etmemelerinin önüne geçmek ve okul yaĢantılarını sürdürebilmelerini sağlayacak önlemleri geliĢtirmek yönünde özel çaba harcamaktadır. YaĢam boyu öğrenme sürecine yetiĢkinlerin de katılımını teĢvik etmek, ayrıca üzerinde durulan önemli bir konudur. AB düzeyinde 2020 hedefi, yaĢam boyu öğrenmeye katılımı yetiĢkin çalıĢan nüfusun %15 düzeyine taĢımaktır 62. Hollanda, Ġtalya, Portekiz ve Ġngiltere gibi ülkeler özellikle yetiĢkinlerin eğitimini hedefleyen programlara odaklanmıĢlardır. Ġngiltere‟de özel kesimin de ortaklığında bir dizi giriĢim geliĢtirilmiĢtir. Ġtalya‟da iĢveren federasyonu ve sosyal ortaklarla birlikte kamuca finanse edilen karĢılıklı anlaĢmalar oluĢturulmuĢtur. Bazı ülkelerde ise daha geniĢ çaplı yaĢam boyu öğrenme stratejileri oluĢturulmaktadır. Örneğin Ġsveç‟te konuyla ilgili farklı düzeylerdeki farklı aktörler arasındaki iĢbirliğini geliĢtirmek, yetiĢkin eğitim sistemini yönetmek amacıyla Esnek Öğrenme Bürosu kurulmuĢtur. Almanya‟da belirli program ve hedefleri kapsayan bir YaĢam boyu Öğrenme Stratejisi baĢlatılmıĢtır. Yunanistan‟da Eğitim ve ÇalıĢma Bakanlığı arasında hat kurularak, eğitim ve istihdam arasında bir köprü oluĢturulmaya çalıĢılmaktadır. ÇalıĢma planı, eğitim programlarının tanımlanmasını, eğitim programlarının akreditasyonunu ve niteliklerin sertifikasyonunu içermektedir (EC, 2006a:121–123). 61 Avrupa Komisyonu tarafından oluĢturulan bir ekip, 1994 yılında, “Avrupa ve KüreselleĢen Bilgi Toplumu: Avrupa Komisyonu‟na Öneriler” baĢlığı altında bir rapor hazırlamıĢtır. 62 http://ec.europa.eu/education/lifelong-learning-policy/benchmarks_en.htm (e.t: 09.06.2013). 172 2.3.7. Konut Hizmetlerine Yönelik Politikalar Barınma, temel bir yurttaĢlık hakkı, sosyal içerilmenin en temel koĢulu ve önemli bir güvence aracıdır. Bu nedenle üye ülkelerin çoğu için uygun barınma imkânlarının oluĢturulması ve evsizlikle mücadele, sosyal içerme politikalarının temel önceliklerinden birini oluĢturmaktadır. Sosyal içermeye iliĢkin ulusal eylem planlarına göre Birlik üyesi ülkeler barınma konusundaki öncelikleri bakımından üç ayrı grupta değerlendirilebilir (EC, 2006a:113–114). Birinci grupta yer alan ülkelerde temel öncelik, uygun ve satın alınabilir türden konutlara eriĢim imkânlarının arttırılmasıdır. Özellikle düĢük gelirli gruplara yönelik olarak ve düĢük bir kira bedeli ödenerek oturulabilecek sosyal konutlar oluĢturulması hedeflenmektedir. Bu hedef doğrultusunda Belçika, Fransa, Lüksemburg ve Ġrlanda gibi ülkelerde yeni sosyal konutlar yapılmıĢ ve belirli bir plan doğrultusunda halen de yapılmaktadır. Ġkinci gruptaki ülkelerde ise temel öncelik, düĢük gelirli kiĢilerin oturdukları evlerde ortaya çıkan bozulmaları ve çürümeleri önlemeye ve gidermeye yönelik olarak tadilat ve tamirat masraflarının karĢılanması veya bu yönde yardım ve teĢvikler geliĢtirmek biçimindedir. Özellikle Ġngiltere, Yunanistan ve Portekiz‟de düĢük gelirli kiĢilerin yaĢamıĢ olduğu bölgelerdeki sağlıksız ve yaĢamaya uygun olmayan konutların restorasyonu veya tamamen yıkılması yönünde çabalar dikkat çekmektedir. Üçüncü gruptaki ülkeler ise barınma konusunda temel öncelik olarak en dezavantajlı gruplara yönelmiĢlerdir. Özellikle Danimarka, Finlandiya, Hollanda, Ġspanya ve Ġsveç gibi ülkelerde sakat, yaĢlı, tek baĢına yaĢayan, evsiz kiĢiler, tek ebeveynli ve kalabalık aileler ile göçmen ve azınlıkların, uygun barınma koĢullarının oluĢturulmasına öncelik vermekte ve barınmaya iliĢkin çok özel gereksinmelerinin karĢılanması konusunda yardımcı olmaya çalıĢmaktadırlar. Evsizler ve evsizlikle mücadele Birliğin üzerinde yoğunlaĢtığı en temel konulardan biridir. Ancak 2004 yılı Sosyal Ġçerme Ortak Raporu‟nda sorununun tam olarak ortaya konulabilmesi ve ortak bir stratejinin oluĢturulabilmesi için, kesin 173 ve karĢılaĢtırılabilir bir veri tabanının oluĢturulması gerekliliğinin altı çizilmiĢtir. Bu bağlamda, Avrupa düzeyinde evsiz kiĢilere yardım amacıyla kurulmuĢ olan sivil toplum örgütü FEANTSA (European Federation of National Organizations Working with the Homeless) tarafından ETHOS (European Typology of Homelessness and Housing Exclusion) olarak adlandırılan evsizlik ve konuttan dıĢlanmaya iliĢkin 13 kategori oluĢturulmuĢtur. Buna göre evsizlik sorunuyla karĢı karĢıya olan veya uygun barınma koĢullarına sahip olmadığı için mülkiyetten dıĢlanmıĢ kiĢilerin oluĢturduğu iĢlevsel gruplar; sokakta yatıp kalkanlar, bir gece sığınağında yaĢayanlar, evsizler için oluĢturulmuĢ barınma evlerinde yaĢayanlar, çeĢitli kurum bakımından çıkartılmıĢ kiĢiler, evsizlik nedeniyle destek alan kiĢiler, genellikle yasal yollardan yapılmayan ve güvenli olmayan konutlarda oturanlar, tahliye edilme veya çıkarılma tehdidi yüksek konutlarda yaĢayanlar, Ģiddet tehdidi olan yerlerde yaĢayanlar, geçici veya standart dıĢı konutlarda yaĢayanlar, uygun olmayan sağlıksız veya çürük konutlarda yaĢayanlar ile son kategori olarak aĢırı kalabalık konutlarda oturanlardır. Böylece Avrupa‟da evsizlik sorununun haritası çıkarılarak, mücadelede oluĢturulacak politikaların ve geliĢmelerin daha kolay bir biçimde izlenmesi hedeflenmektedir63. 2.3.8. Çocuk Yoksulluğuna Yönelik Politikalar Yoksulluk içinde büyüyen çocukların düĢük eğitim durumu, kötü sağlık, küçük yaĢta hamile kalma, madde bağımlılığı, suç iĢleme ve antisosyal davranıĢ, düĢük gelir, iĢsizlik, uzun süre devlet yardımına bağımlı kalma riskleri ile karĢı karĢıya kalma riski daha fazladır. Nitekim AB‟nde de çocukların yoksulluk riski yetiĢkinlere oranla daha yüksektir ve bazı üye ülkelerde giderek artan bir sorun haline gelmiĢtir. Çocuk yoksulluğunun sebebi, çocukların iĢsiz veya düĢük iĢ yoğunluğuna sahip hanelerde yaĢamaları veya ebeveynlerinin sahip olduğu iĢlerin yeteri kadar kazanç getirememesi ve gelir desteğinin yoksulluk riskini engelleyememesidir. Dolayısıyla çocuk yoksulluğu ile mücadele, ebeveynlerin iĢgücü piyasasına entegre olmaları ile kaliteli iĢ olanakları, yeterli ve iyi tasarlanmıĢ gelir desteği ve 63 FEANTSA,ETHOS- European Typology of Homelessness and Housing Exclusion. http://www.feantsa.org/files/indicators_wg/ETHOS2006/EN_EthosLeaflet.pdf (e.t: 19.10.2012). 174 çocuklar ve aileleri için gerekli hizmetlerin sağlanması gibi birtakım önlemlerin bir arada olmasını gerektirmektedir. Bu alandaki en iyi uygulamalara bakıldığında, daha geniĢ ve herkesi içeren bir yaklaĢımla tüm çocukların desteklenerek en dezavantajlı çocuklara yönelik faaliyetlerin gerçekleĢtirildiği görülmektedir. 2011 yılı itibariyle Avrupa‟da yoksulluk ve sosyal dıĢlanma riski ile karĢı karĢıya olan 119,6 milyon (%24,2) insanın %27‟sine tekabül eden 32,3 milyonunu çocuklar oluĢturmaktadır. 26 ġubat 2013 tarihinde EUROSTAT tarafından açıklanan verilere AB27‟de, nüfusun geri kalanına kıyasla, en fazla çocukların yoksulluk veya sosyal dıĢlanma riski altında olduğunu göstermektedir. 2011 yılında çocukların (18 yaĢından küçük) %27‟si yoksulluk veya sosyal dıĢlanma riski altında bulunurken, bu oran yetiĢkinlerde (18–64 yaĢ arası) %24 ve yaĢlılarda (65 yaĢ ve üzeri) %21 oranında gerçekleĢmiĢtir. 2011 yılında, 18 yaĢından küçük çocukların yoksulluk veya sosyal dıĢlanma riski altında en fazla bulunduğu ülkeler; Bulgaristan (%52), Romanya (%49), Letonya (%44), Macaristan (%40) ve Ġrlanda (2010 yılında %38) olurken, en düĢük yüzdelere sahip ülkeler Ġsveç, Danimarka ve Finlandiya (%16), Slovenya (%17), Hollanda (%18) ve Avusturya (%19) olarak kaydedilmiĢtir64. Bu durum, ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte, hem üye ülkelerde temel çocuk haklarının yeterli biçimde uygulanmadığını göstermekte, hem de Avrupa toplumunun gelecekteki refahı açısından ciddi tehdit oluĢturmaktadır. Bu nedenle çocuk yoksulluğu ile mücadele, AB sosyal içerme sürecinin en kilit konularından birini oluĢturmakta ve Birlik içerisinde çoğu ülke sosyal içerme Ulusal Eylem Planlarında çocuk yoksulluğunun ortadan kaldırılmasını öncelikli hedef haline getirmektedir. Avrupa Komisyonu tarafından 2004 yılında Birlik üyesi ülkelerde çocuk yoksulluğuna iliĢkin hazırlanan çalıĢmada, çocuk yoksulluğunun önlenmesi ve azaltılması için konunun politik bir öncelik haline getirilmesi vurgulanmıĢtır. Yoksul 64 http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/3-26022013-AP/EN/3-26022013-AP-EN.PDF(e.t: 24.04.2013) 175 çocukların ailelerinin finansal kaynaklarının artırılması ve güvence altına alınması gerektiği; bunun için de ailelerin istihdam fırsatlarının arttırılması gerekliliği üzerinde durulmuĢtur. Nakit yardımlar, çocuk bakım hizmetleri, eğitim ve sağlık hizmetlerine eriĢimin arttırılması ve geliĢtirilmesi, kültürel, sportif ve boĢ zaman aktivitelerine katılımın arttırılması gerekliliği de vurgulanmıĢtır (Hoelscher,2004). Üye ülke raporları dikkate alındığında çocuk yoksulluğu ile mücadele uygulamalarında üç yaklaĢım dikkati çekmektedir. Bunlardan ilki yoksul çocuklara erken dönemde yapılan müdahalelerdir. Bu müdahaleler daha çok devlet kontrolü altına alınarak, en azından dezavantajlı çocukların eğitim gereksinmelerinin karĢılanmasıdır. Bir diğer ve yaygın uygulama, çocukların ailelerine yönelik gelir desteği ve yardımların arttırılmasıdır. Son olarak ise, bazı ülkelerde çocuk haklarının geliĢtirilmesine giderek artan bir biçimde daha fazla önem verilmesidir (EC,2006a:144, 164). 176 177 3. BÖLÜM AVRUPA BĠRLĠĞĠ’NE UYUM SÜRECĠNDE TÜRKĠYE’DE SOSYAL DIġLANMA 3.1. Türkiye’de Müzakere Süreci ve Belgelerde Sosyal DıĢlanma 3.1.1. Genel Olarak Türkiye‟nin Avrupa Birliği'ne katılım sürecinde, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma konuları “Türkiye‟nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine ĠliĢkin 2002 Yılı Ġlerleme Raporu” ile geniĢ çapta ilk kez gündeme gelmiĢ ve bu rapor ile Türkiye‟nin sosyal içerme sürecine hazırlanması için yoksulluk ve sosyal dıĢlanma gibi konularda Birlik ile iĢbirliği yapması ifade edilmiĢtir. TÜĠK ve EUROSTAT yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile ilgili göstergelerin oluĢturulması için iĢbirliği yapmıĢlardır. Avrupa Birliği'nin mevcut veri sistemine uygun ilk çalıĢmalar neticesinde gelir farklılıklarının oldukça yüksek olduğu görülmüĢtür. Bu rapor ile ilk kez yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadele konusunda bütünleĢtirilmiĢ bir ulusal strateji oluĢturulması gündeme gelmiĢtir. Raporda ayrıca yoksulluk ve sosyal dıĢlanmıĢlıkla ilgili sosyal istatistik sistemlerinin AB‟nin sosyal içermeye iliĢkin ortaklaĢa belirlenmiĢ göstergelerine uygun olarak iyileĢtirilmesi ve geliĢtirilmesi gerektiği vurgulanmıĢtır (Ġlerleme Raporu,2002:80). Türkiye‟nin ağırlıklı olarak 1980' lerde oluĢmuĢ yoksulluk politikaları ve mevcut yoksulluğu ölçme ve izleme yöntemleri AB'nin yoksulluk algısının çok gerisindeydi. 2002 krizi sonrasında artan yoksulluğun etkisini azaltmak için Dünya Bankası ile ortak yürütülen Sosyal Riski Azaltma Projesi ile uluslararası yoksulluk kriterlerine göre yoksulluk çalıĢmaları yapılmaya baĢlanmıĢtır. TÜĠK bu yıl ilk defa yoksullukla ilgili uluslararası kriterlere göre “Hanehalkı Bütçe AraĢtırmaları Anketi (2002)” düzenlemiĢtir. Sosyal dıĢlanma ile mücadelenin ulusal bir strateji ile yürütülmesi doğrultusunda, 24.07.2003 tarihli ve 25178 sayılı (mükerrer) Resmi Gazete'de Ulusal Programın "Sosyal Politika ve Ġstihdam" baĢlığı altında "Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Topluluk Programı” yayımlanmıĢtır. Yayımlanan program ile bu çalıĢmaların ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı koordinasyonu ile 178 yürütülmesi karara bağlanmıĢtır. Bu program ile Türkiye Lizbon stratejisinin ilkelerini benimsemiĢ ve bu stratejiye dâhil olmuĢtur (CoĢkun,Tireli,2008:137). Türkiye‟nin yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadele politikaları için 2004 yılı çok önemli bir kilometre taĢı olmuĢtur. Brüksel‟de gerçekleĢtirilen 16–17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Zirvesi'nde Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine 3 Ekim 2005'de baĢlanması kararı ile yeni bir döneme girilmiĢtir. Bu karar ile Türkiye “Avrupa Birliği'nin Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Ġçerme Stratejisinin” bir parçası olmuĢtur. Birliğin sosyal içerme sürecine uyum için aday ülkelerden hazırlamalarını istediği “Ortak Ġçerme Belgesi” ile ilgili hazırlıklar ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı koordinasyonunda Aralık 2004 tarihinde gerçekleĢtirilen bir seminer ile baĢlatılmıĢtır. Türkiye‟nin yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede izleyeceği politikaların temelini oluĢturan Ortak Ġçerme Belgesi'nin oluĢturulması, sosyal politika alanında uyum sürecindeki en önemli basamaklardan biridir. Türkiye‟nin 3 Ekim 2005 tarihinde baĢladığı Avrupa Birliği'ne katılım müzakerelerinde yoksulluk ve sosyal dıĢlanma 19. Fasıl içerisinde “Sosyal Politika ve Ġstihdam” baĢlığı altında yer almıĢtır. Bu fasıl ile ilgili tarama süreci 2007 yılında baĢlatılmıĢtır. Bu süreç neticesinde Türkiye‟nin henüz bu fasıl ile ilgili müzakerelere hazır olmadığı belirtilmiĢtir. 19 Ocak 2007'de bu Fasıl ile ilgili iki adet açılıĢ kriteri belirlenmiĢtir. Bunlardan ilki, sendikal hakların AB standartları ve ilgili ILO Konvansiyonları ile uyumlu olmasının (özellikle örgütlenme, grev ve toplu sözleĢme hakkı açısından) sağlanmasıdır. Ġkincisi ise, tüm iĢgücünün yararı için, bu faslın kapsamındaki alanlarda yer alan AB müktesebatının aĢamalı olarak iç hukuka aktarılması, uygulanması ve yürütülmesini içeren bir eylem planının Avrupa Komisyonuna sunulmasıdır. Birinci açılıĢ kriterine iliĢkin olarak, sendikal hakların AB standartlarıyla uyumlu olmasının sağlanması amacıyla iki adet kanun taslağı hazırlanmıĢtır. Bunlardan Toplu ĠĢ ĠliĢkileri Kanun Tasarısı TBMM Genel Kurul gündemindedir. Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun ise 4 Nisan 2012 tarihinde TBMM Genel Kurulunda kabul 179 edilmiĢtir. Ġkinci kriter kapsamındaki eylem planı ise hazırlanmıĢ olup Nisan 2010‟da Avrupa Komisyonuna iletilmiĢtir65. Sosyal dıĢlanma ile mücadele, 2012–2014 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program'da da yer almıĢtır. Programda gelir dağılımının iyileĢtirilmesi, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma riski altında bulunan birey ve grupların ekonomik ve sosyal hayata katılımlarının artırılarak yaĢam kalitelerinin yükseltilmesi ve toplumla bütünleĢmelerinin sağlanması temel amaç olarak belirtilmiĢtir. Bu doğrultuda programın hedefleri Ģu Ģekildedir (OVP,2012–2014:53–54) ; 1. Gelir dağılımı, sektörel politikalar ve sosyal transferler aracılığıyla iyileĢtirilecektir. 2. Dezavantajlı gruplar için eğitim, sağlık, istihdam ve sosyal güvenlik gibi temel hizmetlere eriĢilebilirlik artırılacak ve özürlülerin ekonomik ve sosyal hayata katılımlarının artırılması için sosyal ve fiziki çevre Ģartları iyileĢtirilmeye devam edilecektir. 3. ÇalıĢabilecek durumda olan yoksullara yönelik sosyal yardımlar yoksulluk kültürünün oluĢmasını önleyici ve yoksul kesimin üretken duruma geçmesini sağlayıcı nitelikte olacak; çalıĢamayacak durumda olan yoksullar ise düzenli sosyal yardımlarla desteklenecektir. 4. Aile eğitim programları ve destek hizmetleri yaygınlaĢtırılacak, kadınlara ve çocuklara yönelik Ģiddete karĢı daha yoğun mücadele edilecek, dezavantajlı çocuklara yönelik önleyici, koruyucu ve rehabilite edici hizmetlerin kalitesi artırılacaktır. 5. Sosyal yardım ve hizmet alanında ailenin ihtiyaçlarına bütüncül olarak yaklaĢan ve istihdam bağlantılı bir sistem kurulacaktır. 6. Sosyal hizmet sunumunda etkinliğin sağlanması amacıyla nitelikli personel ve ara eleman ihtiyacı giderilecek ve vatandaĢların gönüllü katılımının artırılmasına yönelik mekanizmalar oluĢturulacaktır. 7. 65 YaĢlılara yönelik sosyal hizmetler çeĢitlendirilecek ve geliĢtirilecektir. http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=84&l=1 (e.t: 12.11.2013). 180 Türkiye‟de yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadele konusundaki uyum çalıĢmaları bir taraftan Ortak Ġçerme Belgesi hazırlıkları ile diğer taraftan ise Kalkınma Bakanlığı tarafından Orta Vadeli Program doğrultusunda yayımlanan yıllık programlar ile devam etmektedir. 3.1.2. JIM (Joint Inclusion Memorandum) ve JAP (Joint Assesment Paper) Belgeleri Amsterdam AntlaĢmasının sosyal dıĢlanma ile mücadele konusuna bir Avrupa boyutu kazandıran 137. maddesi ile bağlantılı olarak Mart 2000 Lizbon Zirvesinde, zirvede belirlenen hedeflere ulaĢmak için “ilk olarak, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede üye ülkelerin çabalarını desteklemek ve ikinci olarak da sosyal içermeye daha fazla olanak sağlayan bir Avrupa kurmak” hedefleri belirlenmiĢtir. sağlamada yeterli Ekonomik olmadığı büyümenin tecrübesinden tek baĢına hareketle, sosyal belirlenen geliĢimi hedeflere ulaĢmada makroekonomik politikalar, istihdam politikası ve sosyal politikadan oluĢan bir politika üçgeni temel alınmaktadır. Aralık 2000‟de, Nice Avrupa Konseyi, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede önemli hedefleri belirleyen siyasi belgeyi onaylamıĢtır. Ġzleyen süreçte gerekli önlemleri almak üzere, AB üyesi ülkelerin ve Komisyonun uzmanlarından oluĢan bir “Sosyal Koruma Komitesi” kurulmuĢtur (ÇSGB,2005:13). 2001 yılı sosyal içerme stratejisinin kuruluĢunun dönüm noktasıdır; Sosyal Koruma Komitesi ve Komisyon, Avrupa Ġstihdam Stratejisinde yaptığı gibi bir dizi hedef belirlemiĢ ve bu hedeflerin uygulanması için yine ulusal istihdam planına benzer olarak, üye devletlerden temel politikaları içeren yıllık Ulusal Sosyal Koruma Raporu (NAPs/incl-National action Report/Social Inclusion) hazırlamalarını istemiĢtir. Bu çerçevede ilk raporlar 2001 yılında hazırlanmıĢ ve 2002 yılında Komisyon tarafından da onaylanarak üye devletleri bağlayan temel bir belge olarak yürürlüğe girmiĢtir (ÇSGB,2005:13). Üye ve aday ülkelerin “kendi ulusal politikalarında Birliğin ekonomik, sosyal ve çevresel hedeflerini uygulamaları"na destek olmak amacıyla Ģekillendirilen Yoksulluk ve Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Stratejisi temel olarak toplumdaki en 181 korunmasız grupları (iĢsizler, eğitimsizler veya yeterli eğitim alamayanlar, evsizler, engelliler, madde bağımlıları, kadınlar, çocuklar, yaĢlılar vb.) kapsamakta ve bu grupları projeler vasıtasıyla sosyal yaĢama ve iĢgücü piyasasına dâhil etmeyi hedeflemektedir. Bu çerçevede Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Stratejisinde “istihdam, gelir dağılımı ve parasal yoksulluk, eğitim, konut, sağlık ve ulaĢım politikaları, emeklilik sistemi dâhil olmak üzere sosyal güvenlik sistemi, sosyal hizmet ve sosyal yardım politikaları” gibi alt baĢlıklar yer almaktadır66. Ülke stratejileri, Aralık 2000 tarihinde Nice Avrupa Konseyinde kabul edilen yoksulluk ve sosyal dıĢlanma hakkındaki 4 ortak hedefe dayanan bir çerçevede kurulmuĢtur67. Söz konusu hedefler Ģunlardır: Ġlk Hedef: Ġstihdama Katılım ile Herkesin Kaynaklara, Haklara, Mallara ve Hizmetlere EriĢiminin KolaylaĢtırılması Bu hedef, yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın çok boyutlu doğasını kabul etmekte, istihdamın yoksulluk ve sosyal dıĢlanmaya karĢı en iyi korunma olarak görüldüğünü vurgulamaktadır. Özellikle iĢgücü piyasasının dıĢında kalanlar için iĢgücüne katılımın teĢvik edilmesi sosyal içerme ile ilgili politikaların önemli bir unsurudur. Hedefin ikinci bölümü kaynaklara, haklara, mallara ve hizmetlere tam eriĢimi sağlamak için çabaların artırılması ihtiyacını vurgulamakta; eğitim, sağlık, konut, ulaĢım gibi hizmetlerden yararlanılmasının önündeki engellerin kaldırılmasını ifade etmektedir. Ġkinci Hedef: Sosyal DıĢlanma Riskinin Önlenmesi Bu hedef ile, yeniden entegrasyonun yanı sıra dıĢlanmayı önlemeye vurgu yapılmaktadır. Bilgi toplumunun geliĢimi ile yeni bilgi ve iletiĢim teknolojilerinin farklı dıĢlanma Ģekillerine yol açmamasını sağlamanın yanı sıra borçluluk, okuldan dıĢlanma, evsiz kalma gibi nedenlere bağlı dıĢlanma risklerini önlemeyi de hedeflemektedir. 66 67 www.ikg.gov.tr/Portals/0/ESRP%20Bilgi%20Notu.doc (e.t: 23.04.2013). www.ikg.gov.tr/Portals/0/ESRP%20Bilgi%20Notu.doc (e.t: 23.04.2013). 182 Üçüncü Hedef: En Korunmasız Gruplara Yardım Edilmesi Bu hedef; engelliler gibi entegrasyon sorunu olan grupları ve sürekli yoksulluk yaĢayanları kapsamaktadır. Bu çerçevede, çocuk yoksulluğuna özel bir önem atfedilmekte ve çoklu dezavantaj yaĢayan bölgelerin karĢılaĢtığı sorunlar vurgulanmaktadır. Sosyal güvenlik ve sosyal yardım sistemleriyle gelirin yeniden dağıtılması politikalarına olan ihtiyaç ön plana çıkmaktadır. Politikalar ise insan kaynakları açısından kayıpları azaltmak ve fırsat eĢitliğini sağlamak için, herkesin aktif katılımının sağlanması noktasına yoğunlaĢmalıdır. Dördüncü Hedef: Ġlgili Tüm Tarafların Seferber Edilmesi Bu hedef, yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla etkin mücadelede gerekli olan kurumsal düzenlemeler ve mekanizmalar üzerine odaklanmakta; sosyal dıĢlanmayla mücadelenin bütün politikalara dahil edilmesine vurgu yapmaktadır. Sosyal dıĢlanmanın çok boyutlu yapısı, geleneksel olarak çok çeĢitli bakanlıklar ve kurumların sorumluluğunda olan farklı politika araçlarının koordinasyonunu gerektirmektedir. Ulusal bir stratejinin hazırlanması ve uygulanmasında sosyal taraflar, sivil toplum örgütleri, üniversiteler gibi toplumdaki diğer birçok aktörün aktif rol alması gerekmektedir. JIM taslağı sekiz bölümden oluĢmaktadır; Birinci bolümde ekonomik arka plan, sosyal harcamalar ve iĢgücü piyasasındaki durum, ikinci bölümde sosyal dıĢlanma açısından çeĢitli alanlardaki (nüfus ve demografi, gelir dağılımı ve yoksulluk, sağlık, konut, sosyal hayata dahil olmada güçlüklerle karĢılaĢan "dezavantajlı" olarak tanımlanan gruplar, eğitim, sosyal güvenlik, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler, ulaĢım) mevcut durum açıklanmakta ve analiz edilmektedir. Üçüncü bölümde, ilk iki bölümdeki analizlere dayanarak her bir baĢlıktaki (kiĢilerin istihdama, sosyal güvenlik hizmetlerine, sosyal yardım ve sosyal hizmetlere, sağlık hizmetlerine, konut hizmetlerine, eğitime ve ulaĢıma eriĢimi) temel sorun alanları belirlenmektedir. 183 Dördüncü bölümde ise bu alanlarda sosyal dıĢlanmanın önlenmesi ve herkesin hizmetlere etkin eriĢiminin sağlanabilmesi için uygulanması gereken politika öncelikleri tanımlanmakta, bunların yürütülmesinden sorumlu kurumlar belirlenmekte, mevcut durumun zayıflıkları ve güçlü yönleri vurgulanarak kısa ve orta vadeli taahhütleri içeren "yapılması gerekenler" sıralanmaktadır. BeĢinci bölümde yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede gerçekleĢtirilen tüm faaliyetlerde kadın-erkek eĢitliğinin teĢvik edilmesi üzerinde yoğunlaĢılmakta, cinsiyet konuları ile kadın-erkek eĢitliğinin yukarıda açıklanan politikalarla ve yapılarla nasıl ortak bir noktada buluĢturulduğu ve bütünleĢtirildiği; bunların tamamlanması için hangi özel önlemlerin ve yapıların gerekli olabileceği ortaya konulmaktadır. Altıncı bölümde istatistik sistemleri ve göstergeleri incelenmekte, sosyal veri tabanlarının incelenmesi ve EUROSTAT tarafından belirlenen göstergelerle (özellikle ĠĢgücü Anketi, Laeken Göstergeleri ve SILC-Gelir ve YaĢam KoĢulları AraĢtırması verileri) ulusal verilerin karĢılaĢtırılabilirliği değerlendirilmektedir. Yedinci bölümde sosyal içermeye verilebilecek potansiyel mali destek AB Komisyonu tarafından belirlenmekte ve belgeye eklenmektedir. Son bölüm olan sekizinci bölümde ise, sosyal dıĢlanma ve yoksulluk alanında Türkiye‟nin öncelikleri Komisyon ile ortaklaĢa olarak belirlenmekte ve belirlenen bu öncelikler bağlayıcı nitelik taĢımaktadır. (Saner,2007:9–10). Avrupa Birliği'ne katılım öncesi bütün aday ülkelerden Avrupa Komisyonu ile ortaklaĢa olarak Ortak Ġçerme Belgesi (JIM - Joint Inclusion Memorandum) hazırlanması beklenmektedir. Ortak Ġçerme Belgesi'nin hazırlanmasındaki amaç Lizbon Stratejisi ve Nice Zirvesinde alınan kararlar doğrultusunda izlenecek olan “Sosyal Ġçermede Açık ĠĢbirliği Yöntemine” ülkenin üye olduğunda tam katılımını sağlamaktır68. 68 Joint Memoranda on Social Inclusion. http://ec.europa.eu/employment_social/soc-prot/soc-incl/jim_en.html, (e.t: 25.12.2012). 184 Ortak Ġçerme Belgelerinin genel hatları, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadele ile ilgilidir. Belgenin amacı Avrupa Birliği'nin temel hedeflerini ulusal politikalara aktarmak ve bu hedefleri uygulamaya geçirmek ve gözlemlerini yapmak üzere anahtar politikaları belirlemektir. Ortak Ġçerme Belgesi ile Avrupa sosyal politikasına uyum ve eĢgüdümün sağlanması, istatistiki metodolojide Avrupa Birliği ile bir örnekliğin sağlanıp, gözlem, emsal tarama ve karĢılıklı öğrenme ve iyi örneklerin değiĢimi gibi hedeflerle AĠY'nin temel fonksiyonlarına iĢlerlik kazandırma hedeflenerek sosyal uyumu artırmak amaçlanmaktadır. Aday ülkelerden Açık ĠĢbirliği Yöntemine uyumu için hazırlanması istenen Ortak Ġçerme Belgelerini, 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olan, Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Litvanya, Letonya, Malta, Polonya, Slovenya ve Slovakya 18 Aralık 2003'de hazırlamıĢ ve Avrupa Komisyonu ile karĢılıklı imzalamıĢlardır. Birliğe 1 Ocak 2007'de katılan Bulgaristan 3 ġubat 2005'de, Romanya ise 20 Haziran 2005 tarihlerinde Ortak Ġçerme Belgelerini imzalamıĢlardır. Böylece Lizbon Stratejisi'nden sonra Birliğe katılan bütün aday ülkeler JIM belgesini imzalamıĢtır69. Ülkemizin Avrupa Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Stratejisine dâhil olabilmesi için Ortak Ġçerme Belgesini (JIM-Joint Inclusion Memorandum) hazırlaması gerekmektedir. Söz konusu belge, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede hükümet belgesi niteliğindedir. Türkiye‟nin Avrupa Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Stratejisine dahil olmasının ilk aĢaması olan JIM'in hazırlanmasına iliĢkin çalıĢmalar, 3 Aralık 2004 tarihinde Ankara'da Avrupa Komisyonu yetkilileri ile ilgili tüm kamu kurum ve kuruluĢlarının, sosyal ortakların, sivil toplum örgütlerinin ve üniversitelerin temsilcilerinin katıldığı bir toplantı ile baĢlatılmıĢtır (CoĢkun,Tireli,2008:137). Hazırlanan taslak metne iliĢkin olarak Avrupa Komisyonunun da talebi ile "sağlık, eğitim, istihdam, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler, yoksulluk, sosyal güvenlik, kadın-erkek eĢitliği, engelliler, çocuklar ve bölgesel farklılıklar" konularında ilgili kurumların ve Avrupa Komisyonu uzmanlarının da katılımı ile bir 69 Joint Memoranda on Social Inclusion. http://ec.europa.eu/employment_social/soc-prot/soc-incl/jim_en.html, (e.t:25.12.2012). 185 dizi teknik toplantı gerçekleĢtirilmiĢ ve metnin geliĢtirilmesi amacıyla karĢılıklı görüĢ alıĢveriĢinde bulunulmuĢtur70. 31 Aralık 2008 tarihli Resmi Gazetenin Mükerrer sayısında yayımlanan Ulusal Program içeriğindeki 19. Fasıl'ın Öncelik 19. 3 maddesi, Ortak Sosyal Ġçerme Belgesi (JIM) ve Ġstihdam Politikası Öncelikleri Ortak Değerlendirme Belgesi (JAP) ile ilgili çalıĢmaların bitirilmesi ve her iki izleme sürecinin aktif olarak uygulanmasını öngörmüĢtür.71. JIM'in hazırlanması süreci; yoksulluk ve sosyal dıĢlanmanın mevcut boyutunun/ kapsamının ölçümü ve temel problemlerin tanımlanması; sosyal istatistik sistemlerinin geliĢimi ve sosyal dıĢlanma ile ilgili ortak Avrupa Birliği göstergelerinin benimsenmesi; sosyal dıĢlanmaya yol açabilecek sorunların değerlendirilmesi; Nice'te kabul edilen kapsamlı ortak hedefler ve çalıĢma yöntemleri (açık iĢbirliği yöntemi) hakkında Türkiye‟deki bilincin arttırılması; yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile etkili mücadelede bütünleĢtirilmiĢ ulusal bir stratejinin mevcut unsurlara dayanarak geliĢimi; yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadele ve daha büyük bir sosyal içermenin sağlanması amacıyla Türkiye‟de benimsenen mevcut politikaların ve yapılan son politika reformlarının değerlendirilmesi; AB katılım öncesi yardımlarının desteklenmesi için politika öncelikleri üzerinde bir uzlaĢmanın oluĢması ve uygulama ve gelecekteki politikaların gözden geçirilmesine katkıda bulunacaktır. Ġstihdam Politikası Öncelikleri Ortak Değerlendirme Belgesi (JAP: Joint Assessment of Employment Priorities) ise, ülkemizin Avrupa Ġstihdam Stratejisi önceliklerine (temel olarak istihdamın artırılması ve iĢsizlikle mücadelenin sağlanması ile bu alanda görevli kurumların kamu istihdam hizmetlerini daha etkin ve verimli bir Ģekilde verebilmesi) ulaĢmak için izleyeceği yolu ve istihdam alanındaki önceliklerini belirterek bu alanda yapılması gerekenlerin belirlendiği bir politika belgesidir. JAP‟ın yazım çalıĢmaları, ĠġKUR tarafından görevlendirilen akademisyenlerce gerçekleĢtirilmiĢtir. 70 71 SYDGM, http://www.sydgm.gov.tr/tr/html/195/JIM+Belgesi/, (e.t:18.08.2010). SYDGM, http://www.sydgm.gov.tr/tr/html/195/JIM+Belgesi/, (e.t:18.08.2010). 186 2006 yılı sonu itibariyle her iki taslak metin Avrupa Komisyonuna gönderilmiĢtir. Her iki belgenin taslak metinleri üzerinde 2006 yılında Avrupa Komisyonu ile anlaĢma sağlanmıĢ, sadece “Roma” (Çingeneler) kısmında anlaĢmaya varılamamıĢ ve süreç askıya alınmıĢtır. 2010 yılında Avrupa Komisyonu‟na her iki belgenin tamamlanması isteğimiz bildirilmiĢ, bu doğrultuda her iki tarafın da teknik ekiplerini oluĢturması ve çalıĢmalara tekrar baĢlanılarak belgelerin en kısa sürede tamamlanması hususunda görüĢ birliğine varılmıĢtır. 2012 yılı içerisinde Avrupa Komisyonunca belirlenen yeni yaklaĢım kapsamında 2013 yılı içerisinde JIM (Joint Inclusion Memorandum) belgesinin yapısının değiĢmesi ve istihdam alanında muadil belge olan JAP (Joint Assesment Paper) ile birleĢtirilerek Ġstihdam ve Sosyal Reform Programı (ESRP – Employment and Social Reform Programme) isimli bir belge hazırlanması öngörülmüĢtür. Ġstihdam ve Sosyal Reform Programının amacı, aday ülkelerde ekonomik ve sosyal geliĢmeye iliĢkin temel sorun alanlarının (örn. düĢük istihdam oranları, kayıt dıĢılık, sosyal güvenlik sistemlerinin kapsamı) tanımlanması, Avrupa 2020 hedefleri doğrultusunda akılcı, sürdürülebilir, içermeci büyümeye katkı sağlayacak politika ve tedbirlerin belirlenmesi, istihdam ve sosyal politika alanlarında ülkelerin Avrupa 2020 Stratejisine ve yönetim sürecine yakınlaĢtırılmasıdır. ESRP kapsamında ülkelerde düzenli olarak yıllık izlemeler gerçekleĢtirilecek, göstergelere dayalı değerlendirmeler yapılacak, belirlenen öncelikler için IPA fonlarının kullanımı da sürece dâhil edilecek ve Yıllık Ġlerleme Raporunda istihdam ve sosyal durumun değerlendirilmesi için destek verilecektir. ESRP BaĢlangıç Toplantısı 25 Nisan 2013 tarihinde gerçekleĢtirilmiĢtir. Taslak metin 2013 yılı Aralık ayında Avrupa Komisyonu ile ön görüĢleri almak üzere paylaĢılmıĢtır. Avrupa Komisyonunun görüĢleri 2014 yılı Mart ayında alınmıĢ olup belgenin hazırlık çalıĢmaları sürdürülmektedir. Aynı dönemde ÇSGB Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi BaĢkanlığı (ABKD) Sosyal Ġçermeye dair Avrupa Birliği mali destekleri ile yürütülecek diğer bir uygulamanın da hazırlıklarını tamamlamıĢtır. 187 3.2. Türkiye’de Sosyal DıĢlanma Riski Altındaki Bazı Gruplar ve Sosyal Durumları Günümüzde Türkiye‟de de neo-liberal geliĢmelerle bağlantılı olarak, birçok ülkede görüldüğü gibi gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, kırdan kente göç, iĢsizlik, güvencesizlik ve eĢitsizlikten kaynaklanan “sosyal dıĢlanma” sorunu görülmekte ve sosyal dıĢlanma sorunuyla baĢ etmek zorunda kalan dıĢlanmıĢ gruplar toplumda varlığını göstermektedir. Sosyal dıĢlanmaya ve sosyal dıĢlanma riskine en çok maruz kalan kesimlerin baĢında iĢgücü piyasasında olmakla beraber kayıt dıĢı sektörlerde, güvencesiz iĢlerde çalıĢanlar, yoksulluk ve iĢsizlik riski altındaki kadınlar, gençler, çocuklar, yaĢlılar ve engelliler gelmektedir (DPT,2009:207). 3.2.1. Kadınlar Sosyal dıĢlanma olgusu kadın açısından ele alındığında, kadının toplumsal yaĢamdaki varlığını ihmal etmeye neden olan ve onun toplumla bütünleĢmesini önleyen, sosyal, ekonomik, politik ve kültürel kurum ve sistemlerin dıĢında kalması/tutulması süreci biçiminde ifade edilebilir. ÇalıĢma yaĢamı, toplumsal yaĢamın diğer alanlarında da varlık gösterebilmenin temel koĢullarından biridir. Nitekim çalıĢma yaĢamı, sağladığı statü, gelir, sosyal iliĢkiler, sosyal güvence, sendikal örgütlenme, yönetime katılma gibi olanaklar ile bireylerin toplumla bütünleĢmesini sağlayan süreçleri sunmaktadır. Kadınlar çalıĢma yaĢamı, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, siyaset ve sivil toplum örgütleri gibi genel olarak toplumsal yaĢama katılım sağlayan diğer alanlarda toplumsal cinsiyet veya ayrımcılık temelli çeĢitli engellerle karĢılaĢmaktadırlar. Bu durum bu kesimin bir yandan iĢgücü piyasalarına, gelir getirici faaliyetlere, eğitim ve öğretim imkânlarına ulaĢımında zorluklar yaĢamasını getirirken, diğer yandan da toplumsal ve çevresel ağlar ve etkinlikler kurmasında engeller oluĢturmaktadır (Adaman, Keyder,2006:6). 188 Cinsiyet temelli dıĢlanmaların ağırlıklı olarak iĢgücü piyasaları kapsamında tartıĢılmakta olduğu görülmektedir. ÇalıĢmanın bu kısmında, Türk toplumu esas alınarak kadının çalıĢma yaĢamından dıĢlanması olgusu bağlamında temel olarak kadınların maruz kaldığı fırsat eĢitsizliği ve iĢlem eĢitsizliği ele alındıktan sonra, bu olgunun uzantıları olarak kurumsal dıĢlanma, sivil toplum ve siyasetten dıĢlanma olguları kadın açısından değerlendirilecektir. 3.2.1.1. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanma Kadının iĢgücü piyasasından dıĢlanması iĢgücü piyasasına katılamama veya iĢgücü piyasasını terk etme, iĢgücü piyasasında ayrımcılığa maruz kalma biçimlerinde kendini göstermektedir. Türkiye‟de kadının gerçek anlamda tarım dıĢı iĢgücüne katılması 1950‟lerden sonra, kırdan kente yönelik göçün yarattığı hızlı kentleĢme sonucu gerçekleĢmiĢtir. Kırsal alandan ayrılıp kente göç etme, kent yaĢamının özelliklerine uyum ve zihniyet değiĢmeleri, aile yapısında ve aile içi iliĢkilerde de bir takım değiĢiklikleri beraberinde getirmiĢ ve kadının toplumsal konumu ve çalıĢma yaĢamındaki yerini etkilemiĢtir (Koray vd.,1999:16-17). Türkiye‟de kadınların iĢgücüne katılım oranları AB ülkeleri baĢta olmak üzere birçok ülkeden oldukça düĢüktür. Bu durumun ortaya çıkmasında; din, gelenekler, aile içinde kadına yüklenilen rol, kadının eğitim düzeyinin yetersizliği, gelir durumu, iĢyerlerinde yaĢanan ayrımcı uygulamalar önemli rol oynamaktadır. Ayrıca çocuk, hasta, yaĢlı bakımında ülkenin sunduğu kamusal hizmetlerin yetersizliği kadının iĢgücüne katılım kararını önemli ölçüde belirlemekte, kadın emek arzını kısıtlamaktadır (Yılmazer,2013:298-299). 189 Çizelge 3.1. Kent-kır ve cinsiyet ayrımında iĢgücüne katılma oranı(%),15+yaĢ 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 TÜRKĠYE 46,4 46,3 46,2 46,9 47,9 48,8 49,9 50,0 50,8 Erkek 70,6 69,9 69,8 70,1 70,5 70,8 71,7 71,0 71,5 Kadın 23,3 23,6 23,6 24,5 26,0 27,6 28,8 29,5 30,8 KENT 44,1 44,2 44,3 45,0 45,8 46,8 47,6 48,3 49,6 Erkek 70,0 69,3 69,3 69,5 69,9 70,4 71,0 71,0 71,6 Kadın 18,7 19,5 19,8 20,8 22,3 23,7 24,8 26,1 28,0 KIR 52,1 51,2 50,8 51,4 52,7 53,5 54,9 53,6 53,6 Erkek 72,0 71,3 71,0 71,6 72,0 71,6 73,3 71,2 71,2 Kadın 33,9 33,1 32,5 32,9 34,6 36,3 37,5 36,9 36,7 Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 04.09.2014) Cinsiyete göre iĢgücüne katılma oranlarına bakıldığında kadınların iĢgücüne katılımları erkeklere kıyasla çok düĢüktür. Erkeklerin iĢgücüne katılma oranı 2005 yılında %70,6 iken, 2013 yılı için %71,5‟tir. Kadınlarda bu oran sırasıyla %23,3 ve %30,8‟dir (Çizelge 3.1). Bu durum kadınların iĢgücüne katılımının kentlerde son derece sınırlı kalmasından kaynaklanmaktadır. 2013 yılı verilerine göre; kentsel alanda kadının iĢgücüne katılımı %28,0 iken kırsal alanda %36,7‟dir. Evlilik durumu da, kentlerde yaĢayan kadınların iĢgücü piyasasına katılımlarını belirleme açısından önemli bir role sahiptir. Evli olmayan kadınların iĢgücüne katılma oranları evli olanlardan daha yüksektir. 2013 yılında iĢgücüne katılım oranları evli kadınlar için %30,5, bekâr kadınlar için %37,9 ve boĢanmıĢ kadınlarda %50,9‟dur 72. Kadınların iĢgücüne katılımı çocuk, engelli ve yaĢlı bireylerin bakımının kadının sorumluluğunda olması ve bu bakım hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle de düĢüktür. Ülkemizde çalıĢan kadınların çocuklarının bakımı ağırlıklı olarak kendileri (%34), kadının ya da eĢinin annesi (%29,9), büyük kız çocuk (%7,4) tarafından gerçekleĢtirilmektedir. Para karĢılığı yardımcı çalıĢtırma ve kurumsal 72 http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul (e.t: 03.09.2014). 190 bakım ise sırasıyla %7,6 ve %8,9 gibi düĢük oranlarda kalmaktadır. Ülkemizde yaĢlılar, aile dayanıĢması içerisinde evde bakılmakta; yaĢlıların ev dıĢında bakımı ya da huzurevlerinde kalması toplumda olumlu karĢılanmamaktadır. TÜĠK 2006 Türkiye Aile Yapısı araĢtırmasına göre Türkiye‟de erkeklerin %56,2‟si, kadınların ise %43‟ü yaĢlılığında çocuklarının yanında kalmayı tercih etmekte, yaklaĢık %25‟i huzurevine gitmeyi ya da evde bakım hizmeti almayı tercih etmektedir (TÜRKONFED,2007:13). Kadınların iĢgücüne katılımının düĢük düzeyinin bir baĢka nedeni de, Türkiye‟de ev eksenli çalıĢmanın yaygınlığıdır. Kırsal alanda ise, ekilebilir arazinin parçalanmıĢ oluĢu ve tarımın hane ekonomisi ile bütünleĢmiĢ özellikler göstermesi bu kesimde kadının iĢgücü piyasasının bir parçası olmasını sağlamaktadır. Kentsel alanlarda, piyasa ve hane sektörlerinin daha kesin çizgilerle ayrılması, baĢta kırsal kesimlerden göç edenler olmak üzere kadınların iĢgücü piyasasına katılımını daha da güçleĢtirmektedir (KSGM,Kadın ve Ekonomi,2008:13). Çizelge 3.2. Kent-kır ve cinsiyet ayrımında istihdam oranı (%), 15+yaĢ 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 TÜRKĠYE 41,5 41,5 41,5 41,7 41,2 43,0 45,0 45,4 45,9 Erkek 63,2 62,9 62,7 62,6 60,7 62,7 65,1 65,0 65,2 Kadın 20,7 21,0 21,0 21,6 22,3 24,0 25,6 26,3 27,1 KENT 38,4 38,9 39,0 39,2 38,2 40,1 41,9 42,9 43,9 Erkek 61,9 61,7 61,8 61,5 59,2 61,5 63,7 64,3 64,8 Kadın 15,6 16,3 16,6 17,3 17,7 19,3 20,7 22,0 23,4 KIR 48,8 48,0 47,4 47,7 48,0 49,6 51,8 50,7 50,3 Erkek 66,5 66,0 65,1 65,4 64,3 65,4 68,2 66,5 66,2 Kadın 32,6 31,8 31,2 31,4 32,8 34,7 36,2 35,6 35,0 Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 03.09.2014). Ġstihdam oranına bakıldığında da, kadınların erkeklerin oldukça gerisinde kaldığı görülmektedir. 2013 yılında ülkemizde kadınların istihdam oranı %27,1 iken erkekler için bu oran %65,2‟ dir (Çizelge 3.2). 191 Kadınlar kırsal yerlerde kentsel yerlere oranla daha fazla istihdam edilmektedir. Çünkü kırda kadınların büyük çoğunluğu ücretsiz aile iĢçisi konumunda istihdamda görünürken kente göç ettiklerinde düĢük nitelikleri ve geleneksel yapı nedeniyle istihdam dıĢında kalmaktadırlar. Özellikle çocuk, engelli ve yaĢlı bireylere yönelik bakım hizmetlerinin yaygın olmaması ve var olan hizmetlerin de pahalı olması kadınların istihdamını engelleyen önemli bir faktördür. Ülkelerin ekonomik ve sosyal yönden geliĢmiĢlik düzeyinin en önemli göstergelerinden biri olan istihdamın sektörel dağılımına ülkemiz açısından bakıldığında yıllar itibariyle aĢağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır. Çizelge 3.3. Ġstihdamın sektörel dağılımı (%), 15+yaĢ 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 TARIM 25,7 24,0 23,5 23,7 24,7 25,2 25,5 24,6 23,6 Erkek 18,6 17,2 16,8 17,1 18,2 18,3 18,7 18,4 17,8 Kadın 46,3 43,6 42,7 42,1 41,7 42,4 42,2 39,3 37,0 SANAYĠ 20,8 20,9 20,8 21,0 19,4 26,2 26,5 26,0 26,4 Erkek 22,4 22,7 22,7 23,1 21,2 30,3 31,1 30,7 31,1 Kadın 16,1 15,7 15,4 15,0 14,7 15,9 15,2 14,9 15,3 HĠZMET 48,0 49,2 49,8 49,5 50,0 48,6 48,1 49,4 50,0 Erkek 51,7 52,4 52,8 52,1 52,7 51,4 50,3 50,9 51,0 Kadın 37,0 40,0 41,2 42,2 43,0 41,7 42,6 45,8 47,7 Kaynak: Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 03.09.2014) Ġstihdam edilenlerin yıllar ve cinsiyete göre iktisadi faaliyet kollarına baktığımızda, 2005 yılında istihdam edilen kadınlar içinde tarım sektöründe istihdam edilen kadınların payı %46,3 iken; erkeklerin payı %18,6‟dır. 2013 yılında ise bu oran kadınlarda %37, erkeklerde %17,8‟dir. 2005 yılında istihdam edilen kadınların %16,1‟i, erkeklerin %22,4‟ü, 2013 yılında istihdam edilen kadınların %15,3‟ü, erkeklerin %31,1‟i sanayi sektöründedir. 2005 yılında istihdam edilen kadınların %37‟si, erkeklerin %51,7‟si; 2013 yılında istihdam edilen kadınların %47,7‟si; erkeklerin %51‟i hizmet sektöründedir (Çizelge 3.3). Oranlardan da 192 anlaĢılacağı üzere kadınların çoğu tarım sektöründe istihdam edilmekte ancak bu oran azalma eğilimi göstermektedir. Tarımda istihdam edilen kadınların çoğu ücretsiz aile iĢçisi konumundadır. Hizmet sektöründe istihdam oranlarında büyük bir artıĢ gerçekleĢmiĢtir. ĠĢgücüne dahil olmayan nüfustaki yüksek düzeyin nedenleri, kadınların iĢgücü piyasasından dıĢlanması konusundaki temelleri de ortaya koymaktadır. Bunlar (Türkan,2005:10): - ĠĢ bulma ümidini kaybeden bireylerin, iĢ aramadan vazgeçmesi, - Ücretlerdeki düĢüklük nedeniyle iĢgücü piyasası dıĢında kalmanın, ev iĢleri ve çocuk bakımının tercih edilmesi, - Kayıt dıĢı istihdamın yaygın olması nedeniyle, sigortasız çalıĢmanın yarattığı isteksizlik, - Köyden kente göçlerin kadınları iĢgücünden uzaklaĢtırması, - ĠĢgücünün eğitim düzeyinin düĢüklüğüdür. Kadınları iĢgücü piyasasından ve onları toplumsal yaĢamla bütünleĢtiren en önemli yaĢam alanı olan çalıĢma alanından dıĢlayan temel olgulardan biri olan ayrımcılık, fırsat eĢitsizliği ve iĢlem eĢitsizliği biçiminde ele alınmaktadır (Erdut, 2006:3–4). 3.2.1.1.1. Fırsat eĢitsizliği Günümüzde insan haklarının vazgeçilmez bir hak olarak algılandığı ülkelerde, kadınların erkeklerle eĢit haklara sahip olmaları, artık insan haklarının bir gereği olarak değerlendirilmekte, kadınların siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik hayata katılımını sağlayacak tüm haklardan erkeklerle eĢit Ģekilde yararlanmaları gerektiği kabul edilmektedir. Bu anlayıĢ, uluslararası insan hakları belgelerinde, uluslararası sözleĢmelerde, ülkelerin yasalarında yer almasına rağmen, kadınlar için hala, ülkelerinin geliĢmiĢlik düzeyi ne olursa olsun hayatın temel alanları olan eğitim, sağlık, çalıĢma hayatı, siyaset ve karar alma mekanizmalarına katılım açısından fırsat eĢitliğinin sağlanamadığı görülmektedir (KSGM,2008a:9). 193 Eğitim ve meslek edinmede fırsat eĢitsizliği Eğitimde fırsat eĢitliğini önleyen coğrafi (köy, kent ayrımı, bölgesel ayrım), sosyal (etnik gruplar, din ve dil ayrımı, nüfus, ataerkil aile yapısı) ve ekonomik (ailenin ekonomik düzeyi, devlet kaynaklarının sınırlılığı) (Doğan,2000:250–252) etkenlerle eğitim hakkını kullanamayan insanların toplumsal yaĢama tam olarak katılmaları güçleĢmektedir. TÜĠK‟in 2011 Yılı “Nüfus ve Konut AraĢtırması” sonuçlarına göre, altı ve daha yukarı yaĢtaki kadın nüfusun %7,6 sı okuma yazma bilmemektedir. Ayrıca %19,3‟ü okur-yazar olup bir okul mezunu değilken; %24,7‟si ilkokul, %17,2‟si lise ve lise dengi meslek okulları ve %9,4‟ü ise üniversite mezunudur (TÜĠK,2011). Bu durum kadınların toplumsal yaĢamdan dıĢlanmalarının en önemli nedenlerinden birisidir. Nitekim kadınların eğitim düzeyi yükseldikçe ĠKO‟ nun arttığı gözlenmektedir. Kentlerde 2011‟de ilkokul eğitimlilerde %17,6; ortaokul veya dengi meslek okul eğitimlilerde %23,1; lise eğitimlilerde %29,7 ve yüksekokul veya fakülte eğitimlilerde ise %71‟dir 73. Kırsal alanda öğrenim düzeyinin iĢgücüne katılım oranı üzerinde etkisi (üniversite düzeyi dıĢta tutulursa), kadınların çoğunun ücretsiz aile iĢçisi olarak çalıĢması nedeniyle daha az iken, kentli kadınlarda katılım oranı öğrenim düzeylerine karĢı duyarlıdır. Kırsal alanda ücretsiz aile iĢçisi olarak çalıĢan kadın, kente göç ile birlikte eğitimsiz ve de deneyimsiz olmaları nedeniyle iĢgücü piyasasına hemen katılamamakta, bu da iĢgücüne katılım oranını olumsuz etkilemektedir. Kiren ve Üçdoğruk (2007:580) çalıĢmalarında, kadınların iĢgücüne katılımlarını belirleyen en önemli etmenlerden birisinin eğitim olduğunu, eğitim düzeyi arttıkça kadınların daha fazla iĢgücü piyasasında yer aldıklarını, fakat evli olmak ve 0–6 yaĢ arası çocuğa sahip olmanın kadınların iĢgücüne katılımlarını azalttığını tespit etmiĢtir. Eğitim seviyesi düĢük kadınlar genelde katma değeri yüksek olmayan iĢlerde düĢük ücretle çalıĢmaktadırlar. Ücretlerin düĢük olması ise kadınların birçoğunun 73 http://www.tuik.gov.tr (e.t:14.02.2011). 194 çalıĢma yaĢamına katılmak yerine ev kadını olarak kalmayı tercih etmelerine sebep olmaktadır. AĢağıdaki çizelgede görüldüğü gibi, iĢgücüne katılım, eğitim düzeyinin yükselmesiyle birlikte artıĢ göstermektedir. Eğitim düzeyi kadınların ve erkeklerin iĢgücüne katılma oranlarını ileri düzeyde etkilemektedir ve eğitimin kadınların ücretli bir iĢte çalıĢmalarını belirleyici rolü erkeklerle kıyaslandığında daha güçlü olmaktadır. Kadınlarda eğitim düzeyine göre iĢgücüne katılma oranına baktığımızda, 2005 yılında okuma yazma bilmeyenler için bu oran %15,6, lise altı eğitimliler için %19,9, lise ve dengi meslek mezunları için %31,9 ve yükseköğretim mezunları için %69,1 iken; 2013 yılında bu oranlar sırasıyla %17,4, %26,3, %35,7, %72,2‟dir (Çizelge 3.4). Oranlardan da anlaĢılacağı üzere, kadınların eğitim seviyesi arttıkça iĢgücüne katılma oranları da artmaktadır. Çizelge 3.4. Eğitim düzeyine göre iĢgücüne katılma oranı (%) TOPLAM 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Okuryazar Olmayanlar 19,9 18,7 18,1 18,1 18,8 19,8 20,5 19,7 Lise altı eğitimliler 45,3 45,0 44,6 44,9 45,8 46,8 47,8 47,6 20,1 48,0 Lise ve dengi meslek 57,3 56,8 56,7 57,5 58,7 58,6 58,8 58,3 59,1 Yüksekokul ve fakülte 77,9 77,2 77,3 77,6 78,0 78,8 79,3 79,1 80,1 Okuryazar Olmayanlar 41,9 39,2 36,9 36,0 37,1 36,8 37,8 34,0 33,8 Lise altı eğitimliler 69,9 69,1 69,0 69,2 69,1 69,2 69,9 69,1 69,1 Lise ve dengi meslek 73,8 73,0 72,8 73,3 75,1 74,7 75,5 74,8 75,7 Yüksekokul ve fakülte 83,5 82,6 82,6 82,7 83,1 84,3 85,3 85,1 86,1 Okuryazar Olmayanlar 15,6 14,7 14,4 14,5 15,0 16,3 17,1 16,7 17,4 Lise altı eğitimliler 19,9 20,1 19,6 20,2 21,8 23,8 25,1 25,6 26,3 Lise ve dengi meslek 31,9 32,1 32,4 33,7 34,8 35,1 34,8 34,4 35,7 Yüksekokul ve fakülte 69,1 68,8 69,4 70,0 70,8 71,0 70,8 70,9 72,2 ERKEK KADIN Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 25.08.2014) Kısaca özetlemek gerekirse, bazı istisnalar olmakla birlikte, kadınların iĢgücüne katılım oranlarının erkeklerden daha düĢük olduğu görülmektedir. Buna 195 ek olarak, eğitim düzeyi yükseldikçe hem iĢgücüne katılım oranlarının arttığı, hem de kadının aleyhindeki cinsiyet farklılığının azaldığı söylenebilir. Gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluğun yarattığı fırsat eĢitsizliği Yoksulluk, tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesi güç bir kavramdır ve çeĢitli görünümleri vardır. Gelir ve sürdürülebilir bir geçim sağlamaya yetecek üretim kaynaklarının yokluğu baĢta olmak üzere açlık ve yetersiz beslenme, sağlıklı olmama, eğitim ve diğer temel hizmetlere ulaĢamama veya sınırlı ulaĢma, hastalık ve buna bağlı olarak ölümlerin artması, evsizlik ve yetersiz barınma koĢulları, güvenli olmayan çevre koĢulları ile sosyal ayrım ve dıĢlama olarak tanımlanabileceği gibi, aynı zamanda karar alma süreçleri ile ekonomik, sosyal ve kültürel yaĢama katılımdan yoksun olma olarak da tanımlanmaktadır (KSGM, 2001:184). Yoksulluk bütün insanlık için temel bir sorun olmakla beraber, çoğunlukla kadınlar tarafından yaĢanan bir olgudur: “yoksulluğun kadınlaĢması (feminization of poverty)”. Yoksulluk içinde yaĢayan kadınların sayısı son yıllarda, özellikle geliĢmekte olan ülkelerde olmak üzere, erkeklere oranla büyük artıĢ göstermiĢtir. Yoksulluğun kadınla özdeĢleĢmesi, politik, ekonomik ve sosyal dönüĢümün kısa dönemdeki sonucu olarak ekonomileri geçiĢ sürecinde olan ülkelerde son zamanlarda önemli bir sorun haline gelmiĢtir. Ekonomik unsurlara ek olarak, cinsiyet rollerinin katılığı, kadınların yetki ve karar alma mekanizmaları ile eğitim, öğrenim ve üretim kaynaklarına kısıtlı ulaĢımı ile ailenin güvenliğini tehdit edebilecek diğer unsurların ortaya çıkması bu sonucu ortaya çıkaran unsurlardır. Toplumsal cinsiyete dayalı bakıĢ açısını ana görüĢ olarak tüm ekonomik analiz ve planlamalara yeterince yansıtılmaması ve yoksulluğun yapısal nedenleriyle yeterli düzeyde mücadele edilmemesi de bu duruma katkıda bulunan etkenlerdir (KSGM, 2001:184–185). Çizelge 3.5‟te yoksulluk oranları eğitim ve cinsiyet açısından analiz edilmektedir. 196 2002 yılında, toplam yoksulluk oranı erkeklerde %26,7, kadınlarda ise %27,2 olarak kaydedilmiĢtir. 2009 yılında ise bu oranlar sırasıyla %17,1 ve %19 olarak belirlenmiĢtir. Eğitim hesaba katıldığında, toplumsal cinsiyet farklılıklarının azaldığı, yok olduğu ve hatta tersine döndüğü görülmektedir. Yoksulluk oranları 2002 ile 2009 yılları arasında, eğitim düzeyinin yükselmesiyle azalma göstermektedir (Çizelge 3.5). Nispeten düĢük eğitim düzeyleri, nispeten yüksek okuryazar olmama oranları ve nispeten geniĢ ailelerinden dolayı, özellikle kırsal kesimde yaĢayan kadınlar yüksek yoksulluk riskleriyle karĢı karĢıya kalmaktadır. Çizelge 3.5. Hanehalkı fertlerinin cinsiyet ve eğitim durumuna göre yoksulluk oranları Bireysel Yoksulluk Oranı (%) Eğitim GeçmiĢi 2002 2009 Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 27,0 26,7 27,2 18,1 17,1 19,0 6 yaĢından küçük fertler 33,2 32,9 33,4 24,0 22,9 25,3 Okur-yazar değil veya bir okul bitirmeyen 37,0 37,7 36,5 29,8 30,3 29,5 Ġlkokul 26,1 28,1 24,3 15,3 16,9 13,8 Ġlköğretim 26,4 28,4 24,1 17,8 17,2 18,4 Ortaokul ve orta dengi meslek 18,8 19,5 17,4 9,8 10,9 7,8 9,8 11,0 8,2 5,3 5,7 4,8 Yüksekokul, fakülte ve üstü 1,6 1,2 2,1 0,7 Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 17.08.2014) 0,9 0,4 Lise ve lise dengi meslek Toplumsal cinsiyet eĢitsizliklerine neden olan ve kadınları kronik yoksulluğa karĢı korumasız bırakarak, yoksulluk riskini kadınlar açısından artıran etkenler çoğunlukla ekonomik kaynakların kullanımı ve ücret farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Ecevit bu etkenleri Ģöyle sıralamaktadır (Ecevit, 2003): • Hane gelirlerinin ve değerlerinin dağılımında ve kontrolünde, • Kredi gibi üretken değerlere eriĢimde, • Kaynakları kullanmada, • Mülkiyet üzerinde söz hakkına sahip olmada zayıflıkları ve eĢitsiz muamele görmeleri, • ĠĢgücü piyasasındaki ayrımcılık, • Ev içinde yeniden üretim ile ilgili sorumlulukları nedeniyle ücretli ekonomik faaliyetlerinin sınırlanması, 197 • Ekonomik ve politik kurumlarda yaĢadıkları sosyal dıĢlanma, kadınların kronik yoksulluğa karĢı korumasız olmalarının nedenleridir. 3.2.1.1.2. ĠĢlem eĢitsizliği ĠĢe alınma, iĢten ayrılma ve çıkarılmada eĢitsizlik Toplumda kadına karĢı var olan önyargılar iĢe alınmada, yükselmede, iĢten ayrılmada ve çıkarılmada kadınların karĢısına çıkmaktadır. GeliĢmiĢ ya da geliĢmekte olan ülkelerin birçoğunda iĢletmelerin kadınların fizyolojik ve psikolojik özelliklerini ön planda tutarak, iĢe alma ve yerleĢtirme süreçlerinde değerlendirdiklerini ve çoğu zaman cinsiyet ayrımcılığı temelinde kariyer konusunda engel teĢkil ettiklerini söylemek mümkündür. Ülkemiz iĢgücü piyasasında, iĢverenlerin kadınların evlendiklerinde ya da çocuk sahibi olduklarında iĢi terk edeceği veya evdeki sorumluluklarından dolayı iĢe kendilerini tam olarak veremeyecekleri gibi inançları vardır. Dolayısıyla kadınların çalıĢma yaĢamında ilk karĢılaĢtıkları ayrımcılık konusu iĢe alınma ile ilgilidir. Evlenme kadınların yaĢamında bir statü ve rol değiĢimi getirmektedir. Kadının evi ve eĢiyle ilgilenmesi kültürel bir olgu olarak ortaya çıkmakta ve evlenme çalıĢmaya ara verme kararında önemli bir etken olmaktadır. Yapılan araĢtırmalara göre, kadınların çalıĢtıkları iĢyerlerinden ayrılma nedenleri arasında baĢta evlenme ve niĢanlanma gelmektedir. Hane halkı ĠĢgücü AraĢtırması 2008 ġubat Dönemi Sonuçları‟na göre daha önce bir iĢ sahibi olup, söz konusu dönemde evlilik nedeniyle iĢgücü dıĢında olanların oranı %9,2‟dir. Emeklilik (%29,2) ve sağlık nedeniyle (%15,8) iĢten ayrılma oranlarından sonra evliliğin üçüncü sırada gelmesi dikkat çekici bir sonuçtur. Kadınlar iĢten çıkarmalara maruz kalma konusunda erkeklere göre dezavantajlı durumdadır. ĠĢçi çıkarmalarda daha çok vasıfsız ve yeri kolay doldurulabilecek iĢçilerin tercih edilmesi ve kadınların ailenin temel geçindiricileri olmayıp, babaları ve kocaları tarafından geçindirilen kiĢiler oldukları yönündeki 198 ataerkil ideoloji böyle bir sonuç yaĢanmasında önemli etkenler olarak görülebilir. Buna göre ev içinde olduğu kadar, iĢgücü piyasasındaki ataerkil iliĢkiler ve yaklaĢım da kadınların çalıĢma yaĢamından dıĢlanması olgusunu açıklamak bakımından önemli göstergelere sahiptir. Bunlar (Ecevit,1995:123): • Kadının formel eğitim düzeyinin düĢük tutulması ve kendisine beceri isteyen iĢlere hazırlayıcı özel eğitimin sağlanmaması, • Belli iĢ ve mesleklere kadınların daha az oranda kabul edilmesi (müfettiĢlik, kaymakamlık vergi kontrolörlüğü gibi), • ĠĢe alıĢta ve iĢyerinde ayrımcı uygulamalar (bekâr kadınların evli kadınlar yerine, çocuksuz kadınların çocuklular yerine tercih edilmesi), • Ücretlerde ayrımcı uygulamalar (iĢ tanımlarının değiĢtirilerek ücretleri farklılaĢtırma gibi), • Kriz ve ekonomik gerileme durumlarında özellikle evli kadınların erkeklerden daha önce iĢten çıkarılması, • Sendikaların kadın ve erkek üyeleri arasında fark gözetilmesi, yönetim kadrolarında kadınların çok az temsil edilmesi. Ücret farklılıkları Ücretlendirmede ayrımcılık, ücretlerin belirlenmesinde iĢin içeriğinin değil, iĢi yapacak kiĢinin cinsiyetinin esas alınması halinde ortaya çıkmaktadır (Erdut,2006: 4). Ücret eĢitliği ilkesi ulusal kanunlarda ve uluslararası anlaĢma veya sözleĢmelerde değiĢik ifadelerle anlatılmaya çalıĢılmıĢtır. Bu belgelerin hemen hepsinde de cinsiyet ayrımcılığına dayalı olarak aynı nitelik ve aynı verimde çalıĢanlar arasında farklı ücret verilmesi, diğer bir ifade ile bir kadın çalıĢana kadın olduğu için erkek çalıĢandan daha az ücret veya bir erkek çalıĢana erkek olduğu için kadın çalıĢandan daha çok ücret ödenmesi yasaklanmıĢtır. Ancak günümüzde cinsiyete dayalı ücret eĢitsizliği sorunu devam etmektedir. Sektöre, iĢteki statüye, eğitim durumuna göre az ya da çok olmakla birlikte karĢımıza çıkabilmektedir. 199 Cinsiyet ayrımcılığı bağlamında ücret eĢitsizliğinin ortaya çıkmasına etki eden faktörlerin baĢında kadının annelik, çocuk ve yaĢlı bakımı nedenleri ile aileye olan bağlılığı gelmektedir. Bir diğer faktör ise, kadın ve erkeklerin tercihleri arasındaki farklılıktır. Fiziki güç ve yetenek açısından kadınlar erkeklere oranla daha yetersiz olduklarından riski ve tehlikesi az olan iĢleri tercih etmektedirler. Kadınların eğitim eksikliği de kadınlarla erkekler arasındaki ücret eĢitsizliğine neden olmaktadır. Ücretle eğitim arasında doğru yönlü bir iliĢki vardır. Eğitim düzeyi arttıkça ücretler de artmakta, aynı zamanda kadınlarla erkekler arasında ücret farklılıkları azalmaktadır. Türkiye Ġstatistik Kurumu Kazanç Yapısı Ġstatistik sonuçlarına göre; 2010 yılında ülkemizde ilkokul ve altı düzeyde eğitim görmüĢ kadınların aldığı saatlik ortalama ücret 4,4 TL iken aynı eğitim düzeyindeki erkeklerin saatlik ortalama ücreti 5,3 TL‟dir. Eğitim düzeyi yükseldikçe ücret de yükselmektedir. Yüksekokul ve üstü eğitim görmüĢ kadınlarda saatlik ortalama ücret 12,4 TL‟ye çıkarken, erkeklerde 14,6 TL olmaktadır74. TÜĠK 2003 yılı HHBA verileri baz alınarak yapılan ampirik bir çalıĢmada, Türkiye‟de erkeklerin kadınlardan %42 daha fazla ücret geliri elde ettiği tespit edilmiĢtir (Karadeniz vd. 2007:92). Cinsiyetler arası gelir farklılığı beĢeri sermaye farklılığından ve piyasadaki cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanabilmektedir. Türkiye için TÜĠK 2002 HHBA verileri üzerinde yapılan amprik bir çalıĢma Türkiye‟de cinsiyetler arası gelir farklılığının büyük oranda (%89,02) piyasadaki ayrımcılıktan kaynaklandığını ortaya koymaktadır (Kiren,Üçdoğruk:6- 7). Türkiye‟de kadın ve erkekler arasındaki ücret farklılıklarını ortaya koyan istatistikî veriler yetersizdir. Sosyal Sigortalar Kurumu istatistiklerine dayanarak kadın ve erkeklerin ücret farklılıkları hakkında fikir sahibi olunabilmektedir. Kadın iĢçilerin ortalama günlük kazancı birçok sektörde erkek iĢçilerin ortalama günlük kazancının altındadır. 2012 yılında SSK kapsamındaki kadın iĢçilerin ortalama günlük kazancı genel ortalaması 50,46 TL iken, erkek iĢçilerin 53,14 TL‟dir (SGK, 2013). Kadın ve erkek arasında ortalama günlük kazançtaki farklılık bazı sektörlerde çok daha fazladır. Bu sektörlerin baĢında kömür ve petrol ürünleri imalatı, tütün ürünleri imalatı, kâğıt ve kağıt ürünleri imalatı, bilimsel araĢtırma ve 74 http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?alt_id=27 (e.t: 24.06.2011). 200 geliĢtirme faaliyetleri, metal sanayi gelmektedir. Ancak kadınların SSK‟ya kayıtlı olanların oranının %46 olması bu konudaki istatistikî değerlendirmeyi zorlaĢtırmaktadır. Kayıt dıĢı sektördeki ücret farklılıkları SSK istatistiklerine yansımamaktadır75. Ülkemizde yapılan bazı araĢtırmalar da ücretlerde cinsiyete dayalı bir farklılığın bulunduğunu ortaya koymaktadır. Dayıoğlu ve Kasnakoğlu (1997) çalıĢmalarında, insan sermayesi farklılıkları ve iĢgücü piyasasında ayrımcılığa dayalı olarak kadın ve erkek arasında hem Türkiye genelinde hem de bölgesel bazda önemli kazanç farklılıkları olduğunu tespit etmiĢlerdir. Buna göre ülke genelinde kadın ve erkekler arasındaki kazanç farklılığının %64‟ü iĢgücü piyasasında ayrımcılıkla açıklanırken, kadınların insan sermayesi ve deneyimlerindeki dezavantajlı durumlarının mesleki konumlarına ve iĢteki mevkilerine yansıması diğer etkenler olarak karĢımıza çıkmaktadır (Dayıoğlu ve Kasnakoglu, 1997:359). Nitekim bir diğer araĢtırmada da meslek grupları dikkate alındığında kanun yapıcı, üst düzey yönetici ve profesyonel mesleklerde çalıĢmanın kadın ve erkeklerin gelirleri üzerine etkisinin yüksek olduğu saptanmıĢtır (Kiren,2007:433-448). Konuya iliĢkin diğer araĢtırmalarda da aynı sektör ve benzer iĢlerde çalıĢan kadınların erkeklerin aldığı ücretten daha düĢük ücret aldıkları, genellikle asgari ücrette yoğunlaĢtıkları ve hatta kadınların ücretlerinin çoğunun asgari ücretin de altında olduğu bulguları elde edilmiĢtir (Koray v.d.,1999; Aytaç, Sevüktekin, 2000; Duruoğlu,2007). Cinsel ve duygusal-psikolojik taciz (mobbing) olguları Cinsel taciz tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye‟de de son derece yaygın ve ciddi bir sorundur ve mağdurları genellikle kadınlardır. Mağdurların psikolojik ve fiziksel sağlığı, toplumsal ve ekonomik yaĢamı, iĢteki verimliliği, yükselmesi üzerinde son derece yıkıcı etkileri olan cinsel taciz, hukuksal olarak da mağdurların kiĢilik haklarının, elveriĢli bir ortam ve koĢullarda çalıĢma haklarının, 75 http://www.tuik.gov.tr (e.t: 30.11.2013). 201 çalıĢma hak ve özgürlüklerinin ihlalidir ve kadınlara yönelik olduğu zaman cinsiyete dayalı ayrımcılık oluĢturur (Bakırcı,2000). Avrupa Birliği‟nin 2002/73 sayılı direktifi cinsel tacizi, “insan onurunu ihlal etme amacına yönelen veya bu sonucu doğuran, istenilmeyen her türlü cinsel nitelikte sözlü, sözlü olmayan ve cinsel nitelikte fiziksel veya özel olarak düĢmanca, aĢağılayıcı, utandırıcı ve saldırgan bir ortam yaratan davranıĢ” olarak tanımlamıĢtır. Cinsel tacizin ne olduğu konusunda, ĠĢ Kanunumuzda herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak öğretide cinsel tacize iliĢkin tanımlamalar yapıldığı görülmektedir. Bakırcı‟ ya göre cinsel taciz, mevcut mevzuat açısından TMK ve TCK ile korunan kiĢilik haklarını ihlal eden ya da belli bir kiĢiye yönelik olmamakla birlikte rahatsız edici bir çalıĢma ortamı yaratan/iĢyerini düzenini bozan, hapsi gerektirecek suç veya ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı, cinsel nitelikli cinsiyet ya da cinsel tercih temeline dayalı davranıĢlar olarak tanımlanabilir (Bakırcı,2000: 101–102). Cinsel taciz kavramının ortaya çıkıĢı yeri Amerika BirleĢik Devletleridir. 1975 yılında Amerikan feministleri tarafından kullanılmaya baĢlayan bu deyim, kısa bir süre sonra Amerika‟da medyanın ilgisini çeken popüler bir konu olmuĢ, birbiri ardına verilen mahkeme kararlarıyla (Roberts,Mann,2003) çok önemli bir hukuksal boyut kazanmıĢtır. Bir süre sonra ise, Avrupa‟ya, hatta Japonya‟ya sıçramıĢtır (Saguy,2003:45). Bugün dünyada cinsel tacizi en geniĢ Ģekilde tanımlayan ve kabul eden Amerika BirleĢik Devletlerinde, cinsel taciz Civil Rights Act‟ın ayrımcılık konusunu düzenleyen VII. Kitabında ele alınmıĢtır. Buna göre, Amerikan Hukukunda, cinsel taciz son derece net bir biçimde cinsiyet temeline dayalı bir ayırımcılık olarak tanımlanmaktadır. Gerçekten yapılan araĢtırmalar, taciz vakalarının çok büyük bir oranının kadın ve erkekler arasında ve büyük çoğunlukla kadınlara yönelik olduğunu ortaya koymaktadır (Bakırcı,2000:22 vd.;Okur,1994:2 vd.). Nitekim cinsel taciz kadınların kiĢilik haklarına ve çalıĢma özgürlüklerine bir saldırı oluĢturması ve dolayısıyla bir cinsiyet gurubunun diğerine kıyasla mağdur olması nedeniyle 202 cinsiyet ayırımcılığı kapsamında ele alınmaktadır (Bakırcı,2000:22 vd.; Onaran Yüksel,1999:273-276). Buna karĢılık, Fransız hukukunda, cinsel taciz 2002 yılında yapılan değiĢikliğe kadar “yetkinin kötüye kullanılması“ (abuse of power/abus d‟autorité) olarak tanımlanmıĢtır. Buna göre, cinsel tacizden bahsedebilmek için, taraflar arasında hiyerarĢik bir farklılık olması gerekir; eĢit konumda çalıĢan iĢçiler arasında cinsel tacizden bahsedilemez (Özdemir,2006:88). Bazı Avrupa ülkelerinde ise cinsel taciz, kiĢilik haklarına bir tecavüz niteliğinde görülmüĢtür (Bakırcı,2000:64–66). Buna karĢılık, yukarıda da görüldüğü gibi, 2002/73 sayılı AB direktifi cinsel tacizi cinsiyet ayırımcılığının bir türü olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla, üye devletlerin, AB mevzuatına uyum sağlama zorunluluğu dikkate alındığında, cinsel tacizin artık Amerika BirleĢik Devletleri dıĢında, Avrupa‟da da ayırımcılık kapsamında nitelenen bir konu olacağı söylenebilecektir. Ġngilizceden dilimize geçmiĢ olan mobbing (iĢyerinde psikolojik taciz) kavramı ise, günümüzde oldukça sık karĢılaĢılan bir kavramdır. Sözcük anlamı, psikolojik Ģiddet, baskı, kuĢatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı verme anlamına gelmektedir. ÇalıĢma yaĢamında mobbing (duygusal-psikolojik taciz) kavramı, iĢyerinde bireylere üstleri, eĢit düzeydeki çalıĢanlar veya astları tarafından sistematik biçimde uygulanan her türlü kötü muamele, tehdit, Ģiddet, aĢağılama, sindirme gibi davranıĢları ifade etmektedir (Tınaz,2006:8;Tınaz,2006/4:13-14).Avrupa Dördüncü ÇalıĢma KoĢulları anketi sonuçlarına göre kadınlar bu tür eylemlerle erkeklerden üç kat fazla karĢılaĢmaktadır (Eurofound,2006). ÇalıĢma yaĢamında mobbing kavramının ilk kez 80‟li yılların baĢında Ġsveçli endüstri psikoloğu Heinz Leymann tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Leyman‟ın çalıĢanlar arasında benzer tipte uzun dönemli düĢmanca ve saldırgan davranıĢların varlığına dair yaptığı saptamalar sonucunda, bu kavramı kullandığı görülmektedir (Tınaz,2006/4:14). 203 1998 ILO Raporuna göre, 1996 yılında Avrupa Birliği‟nin 15 üye ülkesinde gerçekleĢtirilen 15800 görüĢmenin sonuçları, bir önceki yıl içinde çalıĢanların, - %4‟ünün (6 milyon çalıĢan) fiziksel Ģiddete, - %2‟sinin (3 milyon çalıĢan) cinsel tacize ve - %8‟inin (12 milyon çalıĢan) mobbinge maruz kaldığını göstermektedir (Tınaz,2006/4:14). Bu alanda yapılan araĢtırmalar, mobbing mağdurlarının çoğunluğunun kadın olduğu yönünde bulgulara sahiptir. Türkiye‟de konuya iliĢkin olarak yapılan araĢtırmalar da bu bulguları desteklemektedir. 2006 yılında kamu sektöründe çalıĢan 877 kiĢi üzerinde yapılan bir araĢtırmada (Bilgel,Aytaç,Bayram,2006), erkek kurbanların %62‟sinin, kadınların ise %16‟sının yine bir erkek tarafından zorbalığa uğradıkları saptanmıĢtır. ÇalıĢmada ayrıca, zorbalık içeren davranıĢların daha çok erkekler tarafından gerçekleĢtirildiği ve erkek çalıĢanların kadın yönetici ve çalıĢma arkadaĢlarından bu tür davranıĢlara daha az maruz kaldıkları tespit edilmiĢtir. Kök tarafından bankacılık sektöründe psikolojik Ģiddet ve yıldırma olgusu üzerine yapılan araĢtırmada yıldırma mağdurlarının önemli bir bölümünün kadın olduğu belirtilmiĢtir (Kök,2006:444). Bir baĢka araĢtırmada yabancı ortaklı ve Türk firmalarında kadın çalıĢanlara yönelik olumsuz tutumlara rastlanmasına rağmen, kanıt bulunmaması nedeniyle cezai hüküm alan kiĢi sayısının oldukça düĢük olduğu görülmüĢtür (Özkaya vd., 2008:369). Bu karmaĢık sonuçların cinsel taciz, zorbalık ve mobbing mağdurlarının yaĢadıkları olayları çeĢitli nedenlerle gizli tutma eğilimi içinde olmalarından kaynaklandığı düĢünülmektedir. Ülkemizde bu tür sorunların birçoğunun rapor edilmediği, bildirilmediği, kadınlar tarafından Ģikâyet mekanizmalarının daha az kullanıldığı göz önüne alınırsa, söz konusu oranların daha yüksek olduğu sonucuna ulaĢılacaktır. Kadın ve erkeğin iĢyerinde böyle bir sorunla karĢı karĢıya kalması, kadının çalıĢması olgusuna bakıĢın da toplum tarafından olumsuz algılanmasına neden olmaktadır. ĠĢyerinde yaĢanan zorbalık ve etik dıĢı davranıĢ ve tutum sorunlarının özellikle kadının iĢgücüne katılımını gerileten, kadını çalıĢma yaĢamından ve dolayısıyla toplumsal yaĢama katılımını sağlayan diğer ortamlardan uzak tutmaya neden olan bir görünüm ortaya koyduğu söylenebilir. 204 3.2.1.2. Kurumsal dıĢlanma Kurumsal dıĢlanma, çalıĢma hayatında olduğu halde kayıt altında olmamayı ve sosyal güvenceden yoksun olmayı ifade ettiği gibi, eğitim ve sağlık gibi ihtiyaçların karĢılanmasında özel veya kamu hizmetlerinden yararlanamamayı da içermektedir. 3.2.1.2.1. Kayıt dıĢı istihdam Kayıt dıĢı istihdam, kadın istihdamının çok önemli bir özelliğidir. Nitekim enformel sektörde çalıĢanların çoğunluğunu kadınlar oluĢturmaktadır. Bununla birlikte, enformel sektör kapsamındaki iĢyerlerinde asgari ücretin altında ücret ödenmesi, çalıĢma koĢullarının olumsuz ve güvenliksiz olması, herhangi bir iĢ güvencesinin de bulunmaması gibi koĢullar, kadınları zor durumda bırakmaktadır. EnformelleĢmenin getirdiği eĢitsizlik, güvencesizlik, eğretilik ve yoksulluğu en ağır biçimde yaĢayan kadınlardır. Türkiye Ġstatistik Kurumu “kayıt dıĢı” sektörü “ĢirketleĢmemiĢ (hukuki olarak bireysel mülkiyet veya basit ortaklık statüsünde olan iĢyerleri) tarım dıĢında faaliyet gösteren, götürü vergi veren veya hiç vergi vermeyen ve 1 ila 9 arası iĢçi çalıĢtıran iĢletmeler” olarak, “kayıt dıĢı istihdamı” ise “referans zaman biriminde asıl iĢiyle ilgili olarak herhangi bir sosyal sigorta kurumuna kayıtlı olmayan kiĢiler” olarak tanımlamaktadır. Hızla artan nüfus, tarım kesiminin istihdam içerisindeki payının yüksekliği, göç, kentleĢme, gelirin adaletsiz dağılımı, yoksulluk, yüksek iĢsizlik, düĢük eğitim seviyesi ve buna bağlı olarak bilgi ve bilinç eksikliği, sanayinin yapısı ve düĢük rekabet gücü, vergi oranlarının yüksek olması ve vergilerin adil toplanamaması, iĢgücü maliyetlerinin yüksekliği, erken emeklilik ve isteğe bağlı sigorta uygulaması gibi sosyal güvenlik uygulamaları, sosyal güvenlik kurumları hizmetlerinden hoĢnutsuzluk, kurumlar arasında koordinasyon ve iĢbirliği eksikliği, kayıtlı istihdamda esnek çalıĢmayı düzenleyen yasa ve yönetmeliklerin uygulamasındaki yetersizlikler kayıt dıĢı istihdamın nedenleri arasında yer almaktadır (KSGM,2008: 22). 205 Enformel sektör, kayıt dıĢı istihdamda özellikle kadın emeğinin istihdamında önemli bir kavramdır. 1970‟lerin sonlarından itibaren uygulanmaya baĢlanan küresel liberal ekonomi politikalarının, özellikle de özelleĢtirme ve esnek istihdam uygulamalarının en önemli sonuçlarından biri, formel sektörde istihdam olanaklarının azalması ve enformel sektörde istihdam edilen iĢgücü payının artması olmuĢtur. Enformel sektör, düĢük ücret, sosyal güvenlikten yoksunluk, örgütsüzlük, düĢük iĢ güvencesi ve düzensiz çalıĢma saatleri ile karakterize edilmektedir. Türkiye‟de enformel sektörde çalıĢan iĢgücünün önemli bir çoğunluğunun kırdan kente göç etmiĢ, düĢük eğitim ve vasıf düzeyine sahip olduğu söylenebilir. Enformel sektör hem kendi içindeki iĢgücünü çalıĢma koĢulları ve ücret açısından formel sektöre kıyasla eĢitsizleĢtirmektedir; hem de bunun içinde cinsiyet kökenli iĢgücü eĢitsizliklerinin sürmesine izin vermektedir. Enformel iĢgücü piyasası kavramı ise, göç alan kentlerde formel iĢgücü piyasasında sürekli bir iĢ bulamayıp gündelik veya geçici olarak ücretli statüde çalıĢan niteliksiz iĢgücünün ve hizmetler sektöründe çok küçük bir sermaye ile bağımsız çalıĢarak gelir sağlayanların oluĢturduğu “gayrı resmi” veya “marjinal sektör” olarak da anılan ikincil bir piyasayı betimlemektedir (Lordoğlu,Özkaplan, 2003:81). KüreselleĢmenin hız kazanmasıyla ortaya çıkan enformelleĢme, iĢçilerin; özellikle de kadın iĢçilerin korunması açısından önem taĢımaktadır. ĠĢgücü piyasasında kuralsızlaĢtırma bir yandan enformelleĢmeyi artırırken, diğer yandan da iĢgücü içinde kadınların oranının artmasına neden olmuĢtur. Ev iĢleri ve ücretli çalıĢmaya harcanan zaman arasında tercih yapmak zorunda kalan kadınlar için esnekliğin getirdiği sakıncalarla birlikte enformel iĢgücü piyasasında iĢ bulmak kolaylaĢmaktadır (Erdut,2005:34). GeliĢmekte olan ülkelerde kadınların iĢgücü piyasasına katılımları genellikle iĢletme dıĢında veya evde yapılan parça baĢına çalıĢma biçimindedir (Erdut, 2005:40). Kentli kadınların kayıt dıĢı çalıĢma açısından özellikle tekstil sektöründe fason üretim yapan iĢletmelerden ve toptancılardan parça baĢına iĢ aldığı, bunun dıĢında iğne oyası, dikiĢ, gündelikçi iĢçilik, örgü iĢi gibi iĢlerde de çalıĢtıkları 206 bilinmektedir. Kadınları kayıt dıĢı istihdama yönelten bir baĢka neden de çocuklu kadınların çocuklarını bırakabilecekleri yerlerin olmayıĢı veya pahalı oluĢudur. Bu durum kadınları tamamen iĢgücü piyasalarının dıĢına itebileceği gibi, tekstil, örme, terzilik gibi evde yapılan para getiren iĢlere de yöneltebilmektedir. Evde çalıĢma ise, düzensiz gelir, uzun çalıĢma saatleri, evde çalıĢanların ve ailelerinin sağlığına zarar veren zehirli maddelere maruz kalmanın yanı sıra, toplumsal ortamlardan dıĢlanma ve sosyal korumadan yoksunluk anlamına gelmektedir. Kayıt dıĢı ekonomiye yönelik çalıĢmalar, ülkemizde kayıt dıĢı ekonominin boyutunun geliĢmiĢ ekonomilere kıyasla oldukça yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Nüfusun büyük bir kısmı iĢsiz ya da kayıt dıĢı istihdam edilmiĢ olduğundan, yani hiçbir sosyal güvence ve sağlık sigortası olmadan yaĢadığından, sosyal dıĢlanma ihtimalinin ülke genelinde yüksek olduğu sonucuna varılabilir. Kayıt dıĢı istihdam, düzensiz gelir, sosyal güvenlik ağlarından mahrumiyet gibi sorunlar nedeniyle dıĢlanma süreçlerinin yaĢanması söz konusu olabilmektedir (Adaman,Keyder,2006:v,vi). 207 Çizelge 3.6. Ġstihdam edilenlerin sosyal güvenlik kuruluĢuna kayıtlılık durumu, Türkiye (bin kiĢi), 15+yaĢ 2011 Aralık Toplam Toplam Erkek Kadın Tarım Toplam Erkek Kadın TarımdıĢı Toplam Erkek Kadın 2012 Aralık Toplam Erkek Kadın Tarım Toplam Erkek Kadın TarımdıĢı Toplam Erkek Kadın 2013 Aralık Toplam Toplam Erkek Kadın Tarım Toplam Erkek Kadın TarımdıĢı Toplam Erkek Kadın Toplam Ġstihdam Kayıt dıĢı Ġstihdam Kayıt dıĢı Ġstihdam Oranı 23.678 16.918 6.760 9.285 5.703 3.582 39,2 33,7 53,0 5.599 3.047 2.552 4.672 2.213 2.459 83,4 72,6 96,4 18.079 13.871 4.208 4.613 3.490 1.123 25,5 25,2 26,7 24.766 17.467 7.299 9.255 5.484 3.772 37,4 31,4 51,7 5.686 3.086 2.600 4.774 2.255 2.518 84,0 73,1 96,8 19.080 14.381 4.699 4.482 3.228 1.253 23,5 22,4 26,7 25.262 17.778 7.484 8.670 5.004 3.666 34,3 28,1 49,0 5.507 3.021 2.486 4.521 2.127 2.395 82,1 70,4 96,3 19.755 14.757 4.998 4.149 2.877 1.272 21,0 19,5 25,5 Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (e.t: 30.08.2014) Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları (EriĢim Tarihi: 30.08.2014) Çizelge 3.6. ülkemizde kayıt dıĢı istihdam edilmiĢ iĢgücünün ve enformel sektörün istihdamda ve özellikle kadın istihdamında çok önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. 208 Kayıt dıĢı istihdamda, 2013 yılı Aralık ayında 2012 yılının aynı dönemine göre oransal küçük bir düĢme görülmektedir. 2012 yılı Aralık ayında %37,4 olan kayıt dıĢı istihdam oranı, 2013 yılı Aralık ayında %34,3‟e gerilemiĢtir. Kayıt dıĢı istihdamın cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde, kadınların kayıt dıĢında çalıĢtırılma eğiliminin çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Ayrıca kadınların yoğun olarak çalıĢtıkları tarım, tekstil ve hazır giyim sektörlerinin özellikleri de evde çalıĢmayı ve kayıt dıĢılığı belirleyen unsurlar olmaktadır (Türkan,2005:29–30). 2013 yılı Aralık ayı itibariyle, toplamda 17 milyon 778 bin erkeğin 5 milyon 4 bini kayıt dıĢındayken, kadınlarda ise 7 milyon 484 bin istihdamın 3 milyon 666 bini kayıt dıĢında çalıĢmaktadır. Bu rakamlar çerçevesinde, erkeklerde %28,1 olan kayıt dıĢılık oranı, kadınlarda %49‟a çıkmaktadır. Kayıt dıĢı çalıĢma Türkiye genelinde kırsal kesimlerde 2012 yılı Aralık ayında %84,0 (kadın %96,8; erkek %73,1) ve kentsel yerlerde %23,5 (kadın %26,7; erkek %22,4) iken, 2013 Aralık ayında bu oranlar sırasıyla %82,1 (kadın %96,3; erkek %70,4); %21 (kadın %25,5; erkek %19,5)‟tir. Bu durum, kayıt dıĢılığın daha çok kırsal bölgelerde tarımsal faaliyetlerle uğraĢanlarda özellikle de ücretsiz aile iĢçilerinde yoğunlaĢtığını göstermektedir. Nitekim TÜĠK verilerine göre; 2013 yılı Aralık ayında kayıt dıĢı olarak ücretsiz aile iĢçisi konumunda tarımsal faaliyetlerle uğraĢanların %23‟ünü erkekler oluĢtururken, %77‟sini kadınlar oluĢturmaktadır. 3.2.1.2.2. Sosyal güvenceden yoksunluk Sosyal güvence, kadınların çalıĢma hayatına atılmasına etki eden en önemli faktörlerden birisidir. Yapılan bir araĢtırmada, çalıĢmayı düĢünen kadınların önem verdikleri üç konu sırasıyla; ücret, sigorta ve huzurlu çalıĢma ortamı olarak belirlenmiĢtir (Eyüboğlu vd. 2000:54–55). Ülkemizde kadınların enformel sektördeki iĢgücüne katılımları, hem kırsal hem kentsel alanda artarak devam etmekte ve çalıĢma hayatında erkeklere göre daha fazla kayıt dıĢı çalıĢmaktadırlar. 2013 yılsonu itibariyle; tarım dıĢı sektörde erkeklerin kayıt dıĢı çalıĢma oranı %21,2 iken, kadınların kayıt dıĢı çalıĢma oranı 209 %26‟ya yükselmektedir. Tarım sektöründe kadınların sosyal güvencesizliği daha yaygın bir görünüm arz etmektedir. Tarım sektöründe erkeklerin kayıtlı çalıĢma oranı %28,3 iken, kadınların kayıtlı çalıĢma oranı %3,7‟de kalmaktadır. Söz konusu durum, kadının sağlık, emeklilik gibi en temel haklardan yoksun kalmasına ve çalıĢma hayatında daha da korumasız konuma düĢmesine neden olmaktadır. Türkiye‟de çalıĢma yaĢamının en önemli sorunlarının baĢında milyonlarca kiĢinin enformel istihdamda bulunması yani yasal ve kurumsal koruyucu düzenlemelerin dıĢında ve sosyal güvenlik imkanından yoksun olarak çalıĢması gelmektedir. Türkiye‟de iĢçi statüsünde çalıĢanlar Sosyal Sigortalar Kurumuna (SSK), memur statüsünde çalıĢanlar Emekli Sandığına, bağımsız çalıĢanlar ise Bağ-Kur kapsamında yer alabilmekte iken, 20.5.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile üç farklı sosyal güvenlik kuruluĢu tek çatı altında birleĢtirilmiĢtir. Ülkemizde bir iĢyerinde çalıĢmasına rağmen sigortalı olmayan çok sayıda kadın vardır. Aynı Ģekilde, hayatı boyunca evde gündelik hayatın yeniden üretimi için çalıĢan kadınlar, karĢılıksız emekleri sonucunda herhangi bir sosyal güvenceye kavuĢamamaktadır (Toksöz, 2007:66,69). Her ne kadar kadınlar sosyal sigorta sistemi içerisinde isteğe bağlı sigortaya pirim ödeyebilseler dahi, söz konusu uygulama geliri olmayan kadının prim ödemesinin güçlüğü nedeniyle sınırlı kalmaktadır. YaĢam koĢullarının zorlaĢması, çok sayıda kadını enformel sektörde çalıĢmak zorunda bırakmıĢtır. Sigortasız, güvencesiz, örgütsüz, düĢük ücretli, çalıĢma zamanı çoğu zaman belirsiz ve uzun, çalıĢma koĢulları kötü olan enformel sektörde kadınların yığıldığı alanlar; eve sanayiden iĢ alma, temizliğe gitme, çocuk ve hasta bakma, konfeksiyonda çalıĢma, evde yemek, örgü, dantel, dikiĢ gibi kadının kadınlık rollerinin devamı niteliğinde kabul edilen iĢlerden oluĢmaktadır. Enformel çalıĢma düzeni, kadın emeğinin ücretini düĢürürken, sosyal güvencesiz çalıĢma koĢulları nedeniyle emeklilik ve sağlık haklarını da gasp etmektedir. TÜĠK verilerine göre 2013 yılında ülke nüfusumuz 76.667.864 kiĢi olarak açıklanmıĢtır. Sosyal güvenlik kapsamındaki kiĢi sayısı ise 2013 yılında 62.806.374‟tür. Sosyal güvenlik kapsamındaki nüfusun genel nüfusa oranı ise %81,9‟dur. Sosyal güvenlik kapsamında olan nüfusun sigorta türleri itibariyle 210 dağılımı ise oransal olarak; %69‟u 4-a (SSK), %15‟i 4-b (Bağ-Kur) ve %14‟ü ise 4c (Emekli Sandığı) sigortalılığından oluĢmaktadır (SGK,2013:139). 2013 yılı verilerine göre erkeklerin iĢgücüne katılım oranı %71,5 iken, kadınların iĢgücüne katılım oranı %30,8‟dir. Kente göre kırsal alanda daha çok kadın iĢgücüne katılıyor gibi görünse de kırdaki kadınların yaklaĢık %80‟i herhangi bir ücret almaksızın ücretsiz aile iĢçisi olarak çalıĢmaktadır. Türkiye geneline baktığımızda 2013 yılı verilerine göre kadın istihdam oranı %27,1, iĢsizlik oranı %11,9‟dur. Ġstihdama katılan kadınların %37‟si tarım sektöründe, %15,3‟ü sanayi sektöründe, %47,7‟si ise hizmetler sektöründe çalıĢmaktadır (Çizelge 3.3). Tarım sektöründeki kadınlar, çoğunlukla ücretsiz aile iĢçisi konumunda olmaları nedeniyle gelir elde etmemeleri ya da gelir azlığı nedenleriyle, yasal bir engel olmamasına rağmen sosyal güvenlik kapsamına büyük ölçüde girememektedirler. Kadın iĢgücünün en çok istihdam edildiği sektör hizmetler sektörü olup bu sektördeki iĢ alanlarından bazıları özellikle "kadınlar için uygun alanlar" olarak toplumsal kabul görmüĢlerdir. Sanayi sektörü, özellikle imalat sanayi halen kadın iĢgücünün oldukça sınırlı olduğu bir sektör olma özelliğini korumaktadır. Oysa aynı sektörde tekstil, gıda, hazır giyim gibi emek yoğun sanayi dalları için kadınlar halen tercih edilen iĢgücü konumundadır. Her iki sektörde de özellikle kayıt dıĢı iĢyerlerinde yoğunlukla kadın ve çocuk iĢgücü her türlü sosyal hak ve güvenceden yoksun Ģekilde çalıĢtırılmaktadır (KSGM,2012: 25–26). ĠĢteki durumları açısından bakıldığında 100 kadından sadece 10,8‟i kendi hesabına ve iĢveren konumunda çalıĢmakta, 54,3‟ü herhangi bir ücret ya da yevmiye karĢılığında çalıĢmakta ve 34,9‟u ücretsiz aile iĢçisi olarak çalıĢma yaĢamında yer almaktadır (TÜĠK,Ġstatistiklerle Kadın 2012). Ayrıca, köyden kente göçü yoğun olarak yaĢayan ülkemizde, köyde iĢgücü içinde görülen kadın kente geldiğinde yeterli eğitim ve mesleki bilgi-beceriye sahip olmaması nedeniyle kent iĢgücü piyasasına girememekte, iĢgücü dıĢında kalarak genellikle ev kadını olmaktadır. ĠĢgücüne katılmayan 100 kadından 61,2‟si iĢgücüne katılmama nedeni olarak "ev kadını" olmalarını göstermektedir. Bu olgu hem kırda hem de kentte kadının iĢgücüne katılımını azaltmaktadır. Gelir azlığı 211 nedeniyle çalıĢmak zorunda olan kadın, sosyal güvencesiz düĢük statülü-gelirli iĢlerde çalıĢmak zorunda kalmaktadır (KSGM,2012:25). Ġstihdamda yer alan 100 kadından 57,8‟i herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmaksızın çalıĢmakta, bunların da %57,9‟unu ücretsiz aile iĢçisi olarak çalıĢan kadınlar oluĢturmaktadır. Ücretli veya yevmiyeli çalıĢan kadınların %26,3‟ü, iĢveren kadınların %22,9‟u, kendi hesabına çalıĢan kadınların %89,6‟sı herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmaksızın çalıĢmaktadır. ĠĢgücü piyasasında formel sektörün daralması ve enformel sektörün büyümesinin getirdiği eĢitsizlik, güvencesizlik ve yoksulluğu yaĢayanlar kadınlardır (Erdut,2005:46). Son yıllarda ülkemizde ev eksenli çalıĢma kadınların enformel sektör içerisinde kolaylıkla iĢ bulabildikleri yaygın çalıĢma biçimlerinden birisidir. Oysa evde çalıĢanlar düzensiz gelir, uzun çalıĢma saatleri, tehlikeli iĢler vb. nedenlerle sosyal korumadan yoksun olan (Erdut,2005:40) ve sosyal korumaya en çok ihtiyaç duyan kesimler arasında yer almaktadırlar. Sigortasız, güvencesiz ve düĢük ücretli ev üretimi kadınların, çalıĢma yaĢamı içinde olmakla beraber kurumsal dıĢlanmasında, dolayısıyla toplumsal yaĢamdan kopmalarında üzerinde durulması gereken konular olarak düĢünülmelidir. 3.2.1.3. Sivil toplum ve siyasetten dıĢlanma Toplumsal yaĢam içerisinde kadınların da varlık gösterebileceği ancak, toplumumuza özgü çeĢitli nedenler ile dıĢında kaldığı bir alan da siyasettir. Kadının çalıĢma yaĢamından uzak kalması, iĢgücüne katılarak çalıĢma yaĢamı içerisinde olanların da yaĢamının zorlaĢması sonucunu doğuran nedenlerin aynı zamanda kadının siyaset ve örgütlenme ile iliĢkisini de engellediği düĢünülmektedir. AĢağıda kadının siyasetteki yeri ile sivil toplum kuruluĢu olarak sendikal örgütlenmedeki durumu incelenecektir. 3.2.1.3.1. Bireysel ve toplumsal siyasal katılım sorunları Siyasal katılım, bireyin siyasal sistemle kurduğu iliĢkinin düzeyi ve biçimini içerir. Bu iliĢkiler siyasal olayları izlemek ve bilgi edinmekten siyasal eylemlerde 212 bulunmaya, oy vermeye, adaylığa ve siyasal karar mekanizmalarında yer almaya kadar uzanan değiĢik biçim ve boyutlarda kendilerini gösterebilirler (KSGM,2012: 30). Siyasal katılımı, bireysel siyasal katılım ve toplumsal siyasal katılım olarak iki kategoriye ayırmak mümkündür. Bireysel ve toplumsal siyasal katılımın önündeki engeller, siyasetten dıĢlanmanın iki türünü anlama ve açıklama bakımından önem taĢımaktadır. Bireysel katılım seçme hakkı ve davranıĢını, siyasal katılımın toplumsal boyutu ise seçilme hakkı ve çeĢitli siyasi mekanizmalarda adaylık davranıĢını içermektedir. Bireysel katılımda en önemli sorun, kadının seçme-oy kullanma hakkını bağımsız bir Ģekilde gerçekleĢtirememesidir. Bu sorun çoğunlukla kadınların siyasete ilgisizliğiyle ve siyasette erkeklerden bağımsız olmamaları ile açıklanmaktadır. Siyasetin erkek egemenliğinde olması, kadınların toplumsal katılımı üzerine sıkı bir denetim kurmaktadır. Bu hem aile düzeyinde erkek egemenliğinden hem de siyasette erkek egemenliğinden ayrı ayrı ve birbirine bağlı olarak kaynaklanmaktadır. Kadınların siyasete katılımda, toplumsal değer yargıları, aile içi cinsiyetçi iĢ bölümü, geleneksel rol bölüĢümü ve erkek egemen politik kültürden kaynaklı ve engeller etkili olmaktadır. Ataerkil değer yargıları, kadının çalıĢma yaĢamına giriĢ biçimini etkilediği gibi siyasi katımını da etkilemektedir. Toplumsal yaĢamdaki cinsiyetçi kültür ve siyasal yaĢamdaki erkek egemen siyaset tarzı birbirinden beslenen ve birbirini yeniden üreten iliĢki içindedir. Toplumsal hayatın hemen her alanında gözlemlenebilen bir durum olan cinsiyet temelinde eĢitsizlik, Türk siyasi yaĢamının da ayrılmaz bir parçası haline dönüĢmüĢtür. Kadın hem tarihsel olarak erkek egemen toplumlardaki edilgen rolüyle, hem de hemen bütün siyasi rejimlerde yönetilen vatandaĢ statüsüyle siyasette, en iyi durumda bile hep ikincil rol üstlenmiĢtir ve çoğu kez de yok sayılmıĢtır. Cinsiyete dayalı iĢbölümü kadınları ikincil konuma itmekte ve siyasal yaĢamda kadınları görünmez kılmaktadır. Kadınların toplumsal siyasal katılımının 213 önünde engeller ortaya çıkmakta; siyasi parti, sendika, dernek vb. kurumlarda kadınlar yok denecek kadar az yer almaktadır76. 1930 yılı yerel seçimlerinde ve 1934 yılı milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına kavuĢan Türk kadını yasal düzenlemelerdeki bu elveriĢli ortama karĢın siyasal katılım düzeyi açısından olumlu bir tablo sergileyememiĢtir. Seçim yılları itibariyle parlamentodaki kadın milletvekili sayı ve oranları Çizelge 3.7‟de görülmektedir. 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinde Parlamentodaki kadın milletvekili sayısının 79‟a yükselmiĢ olması ve kadın milletvekili oranının %14,4‟e çıkması Türk kadınının toplumsal siyasal katılımındaki geliĢme açısından sevindiricidir. 2002, 2007 ve 2011 genel seçimleri sonucunda kurulan kabinelerde birer kadın bakan yer almıĢtır. Çizelge 3.7. Seçim yıllarına göre parlamentodaki kadın milletvekili sayı ve oranları Seçim Yılı Parlamentodaki Milletvekili Sayısı Kadın Milletvekili Sayısı 1935 395 18 1939 400 15 1943 435 16 1946 455 9 1950 487 3 1954 535 4 1957 610 7 1961 450 3 1965 450 8 1969 450 5 1973 450 6 1983 400 12 1987 450 6 1991 450 8 1995 550 13 1999 550 22 2002 550 24 2007 550 50 2011 550 79 Kaynak: KSGM, Kadının Durumu 2012: 31-32 76 AB Sürecinde Türkiye‟ye BakıĢ: Siyasal Katılım. http://www.tasam.org/images/tasam/absurecindetr_siyaset.pdf (e.t:15.03.2011). Kadın Milletvekili Oranı 4,6 3,8 3,7 2,0 0,6 0,7 1,1 0,7 1,8 1,1 1,3 3,0 1,3 1,8 2,4 4,0 4,4 9,1 14,4 214 Kadının siyasal yaĢama katılımının bir diğer alanı olan yerel yönetimlerdeki temsili, siyasi haklarını kullanmaları açısından son derece önemli olmakla birlikte, yeterli düzeyde değildir. 1999 seçimleri ile 2004 seçimlerinde belediye baĢkanları içinde kadınların sayısı artıĢ göstermediği gibi, belediye meclis üyeliğinde bir miktar artıĢ olmuĢ, il genel meclis üyeliği de hemen hemen aynı düzeyde kalmıĢtır. 2014 yılı seçimlerinin resmileĢen sonuçlarına göre ise, yerel yönetimlerde kadın temsili kentsel nüfusun yüzde 80‟lere ulaĢtığı bir ülkede kabul edilemeyecek seviyede düĢüktür. Çizelge 3.8. Yerel yönetimlerdeki kadın sayısı Toplam Sayı Kadın Sayısı Kadın Oranı (%) 1999 Seçimleri Belediye BaĢkanı Ġl Genel Meclisi Üyesi Belediye Meclisi Üyesi 3.216 3.122 34.084 20 44 541 0,6 1,4 1,6 2004 Seçimleri Belediye BaĢkanı Ġl Genel Meclisi Üyesi Belediye Meclisi Üyesi 3.225 3.208 34.477 18 57 817 0,6 1,8 2,4 2009 Seçimleri Belediye BaĢkanı Ġl Genel Meclisi Üyesi Belediye Meclisi Üyesi 2.948 3.379 31.790 27 110 1.340 0,9 3,3 4,2 2014 Seçimleri Belediye BaĢkanı Ġl Genel Meclisi Üyesi Belediye Meclisi Üyesi 1.396 1.251 20.498 40 60 2.198 2,9 4,8 10,7 Kaynak: T.C. ĠçiĢleri Bakanlığı, Mahalli Ġdareler Genel Müdürlüğü, http://www.mahalliidareler. gov.tr. (EriĢim Tarihi: 02.09.2014) Türkiye yerel yönetime kadınların katılımı konusunda dünya ülkelerine göre ters bir seyir izlemektedir. Dünyada birçok ülkede kadınların yerel siyasete katılım oranlarının ulusal parlamentodaki temsil oranlarından fazla olduğu bilinmektedir. 215 Ancak Türkiye‟de yerel siyasete katılımın parlamentodaki temsil düzeyinden bile daha az olduğu görülmektedir. Yerel meclislerdeki kadın oranı ortalaması; Avrupa ve Orta Amerika‟da %24, Latin Amerika‟da %26, Afrika‟da %30 olup, Türkiye‟de bu oran %2,5‟tir (TÜSĠAD,2008:6). 3.2.1.3.2. Sendikalara katılım düĢüklüğü Kadınların toplumsal yaĢama katılmalarında çalıĢma yaĢamının önemli kurumlarından biri olan sendikaların etkili bir rolü olduğu düĢünülmektedir. ÇalıĢan kadınların sendikalara gerek üyelik düzeyinde gerek yönetim kademelerinde yetersiz katılımının gerisinde istihdam yapısına dayalı engeller bulunmaktadır. 2009 yılı itibariyle 15 yaĢ üstü erkeklerde iĢgücüne katılma oranı %70,5 iken kadın nüfusun iĢgücüne katılım oranı sadece %26‟dır. ĠĢgücüne katılım oranı kentlerde kadınlar için %22‟lere kadar düĢmektedir. Kadınların bu denli düĢük katılımının gerisinde kadının toplum içindeki asli görevinin annelik ve ev kadınlığı olarak tanımlanması yatmaktadır. Ġstihdam oranına bakıldığında da kadınların erkeklerin oldukça gerisinde kaldığı görülmektedir. Kadınlar kırsal yerlerde kentsel yerlere oranla daha fazla istihdam edilmektedir. Çünkü tarım sektöründe kadınların büyük çoğunluğu ücretsiz aile iĢçisi olarak istihdam edilmektedir. Dolayısıyla sendikalara katılmada temel sorun kadın çalıĢan sayısının bu denli düĢük olmasıdır. Ġkinci sorun ise, ücretli olarak çalıĢan kadınların önemli bir kısmının imalat sanayinde, örneğin tekstil ve dericilik gibi, çalıĢma Ģartlarının ağır ve kaçak iĢçi çalıĢtırmanın yaygın olduğu iĢyerlerinde istihdam edilmesidir. Bu kadınlar sosyal güvenlik kapsamı dıĢında kaldıkları gibi çalıĢtıkları iĢyerleri sendikalaĢma Ģansının düĢük olduğu türden iĢyerleridir. Bir diğer sorun kentlerde hizmetler sektöründe kiĢisel hizmetlerde gündelikçi olarak çalıĢan kadınların sayısının artmasına karĢılık ĠĢ Yasasının bunları kapsamaması ve sosyal güvenlik Ģemsiyesi dıĢında kalmalarıdır. Tek bir iĢverene bağlı olmamaları nedeniyle sendikalaĢma imkânları da söz konusu değildir. 216 Türkiye'de iĢgücü talebindeki artıĢ hızının nüfus artıĢ hızından geride kalması ve kadınların eğitim düzeylerinin erkeklere oranla düĢük bulunması nedeniyle açılan iĢyerleri öncelikle erkekler tarafından doldurulmaktadır. O halde, mevcut istihdam yapısı, ücretli kadın çalıĢanların sayısının düĢüklüğü ve ücretli çalıĢan kadınların bir kısmının yoğunlaĢtıkları iĢyerlerinin sendikalaĢmaya elveriĢsizliği sendikalaĢma önündeki ciddi engelleri oluĢturmaktadır (Toksöz,1998:440). Kadınların sendikalara katılımı sorunu üyelik ve örgütlenme ile yönetim ve karar mekanizmalarında yer alma olarak iki biçimde değerlendirilebilir. Birinci katılım düzeyi kadınları sendikaya üye olma yani kadın çalıĢanların örgütlenmesi ile ilgili sorunları barındırmaktadır. Bugün sendikalı kadınların çoğu geleneksel ve kayıt içindeki sektörlerde yer almaktadır. Oysa yukarıda ele alındığı gibi iĢsizlik oranı, kayıt dıĢı ve güvencesiz iĢlerde çalıĢma oranı kadınlarda çok daha fazladır. Bu durum sendikal örgütlenmeye de yansıyarak kadınların sendikalardan uzak kalmasına neden olmaktadır. Kayıt dıĢı ekonomide kadınların önemli bir yer tutması ve kadınların sendikal yapılardan dıĢlanması sorunu, kadınların mevcut örgütlenmelerden farklı olarak dünyada yalnızca kadınları örgütleyen sendika, sendika benzeri veya sendika-kooperatif bileĢimli yapılarda bir araya gelmelerinde etkili olmaktadır (Kapar,2007:101). Sendikalı kadınların ise istek ve beklentilerinin toplu iĢ sözleĢmelerinde yeterince yansıtılamaması, kadınların sendikalara karĢı olumsuz bir bakıĢ açısına sahip olmasına neden olmaktadır. Ülkemizde sendikalarda kadının durumuna iliĢkin olarak aĢağıda yer alan bilgiler, kadınların sendikal örgütlenme ile baĢlayan dıĢlanma sürecinin sendika yönetimi ve karar mekanizmalarında da sürdüğünü göstermesi bakımından dikkat çekicidir: Kadınların, sendika yönetimlerindeki oranlarına bakıldığında üyelik oranlarının çok altında temsil edildikleri görülmektedir. 2010 yılında, Tekgıda-ĠĢ Sendikasınca, Türkiye‟nin AB‟ye üyelik sürecinde kadınların çalıĢma hayatındaki ve sendikalardaki temsil düzeyleri ile ilgili yapılan bir çalıĢmaya göre; 217 Türkiye‟de toplam 28 iĢkolunda örgütlü iĢçi sendikalarında; 88 erkek sendika baĢkanı, toplam 6 kadın sendika baĢkanı 467 erkek yönetim kurulu üyesi, 34 kadın yönetim kurulu üyesi 254 erkek denetim kurulu üyesi 28 kadın denetim kurulu üyesi 295 erkek disiplin kurulu üyesi 38 kadın disiplin kurulu üyesi bulunmaktadır. ĠĢveren sendikalarında da durum çok farklı değildir. Toplam 28 iĢkolunda örgütlü 48 sendikada 45 erkek baĢkan, 3 tane de kadın baĢkan bulunmaktadır. Erkek yönetim kurulu üyesi 324 iken, kadın yönetim kurulu üyesi sayısı sadece 9‟dur. Kamu görevlileri sendikalarında da tablo benzer özelliktedir. 11 farklı hizmet kolunda 68 erkek baĢkan, 6 kadın baĢkan bulunmakta, 427 erkek Yönetim Kurulu üyesi varken 41 kadın bu kurullarda yer almaktadır. Konfederasyonlara baktığımızda, 7 konfederasyonda hiç kadın baĢkan bulunmamakta; 53 erkek yönetim kurulu üyesi, 4 kadın yönetim kurulu üyesi bulunmaktadır (Tekgıda-ĠĢ,2010). Özetle söylemek gerekirse; kadınların, gerek eğitim ve meslek edinmedeki fırsat eĢitsizliği kaynaklı insan sermayesi farklılıkları, gerekse ayrımcı uygulamalar nedeniyle çalıĢma yaĢamında erkeklerin gerisinde olması, yaĢamın diğer alanlarında aktif bir biçimde yer almalarını da engelleyen koĢullar yaratmaktadır. Böylelikle kadınlar, sivil toplum örgütlerinde, sendikalarda, yerel yönetimin çeĢitli birimlerinde ve ulusal siyaset alanında toplumdaki sayısal ağırlığına rağmen yeterli oranda yer alamamakta, temsil edilememektedir. Bu nedenle kadınların çoğunlukla ekonomik, kurumsal ve politik dıĢlanma olgularına birbirini besleyen bir biçimde maruz kaldıkları ileri sürülebilir. 218 3.2.2. Engelliler 3.2.2.1. Genel olarak Dünya nüfusunun yaklaĢık %10‟luk bir dilimini engelliliğin herhangi bir türü oluĢturmaktadır. Engelli insanların sayısı nüfus artıĢı, yaĢlanma, kronik rahatsızlıklar ve yaĢam süresini koruyan ve uzatan tıbbî ilerlemelerden dolayı artmaktadır. ġeker hastalığı, kardiyovasküler rahatsızlıklar ve kanseri de kapsayan engelliliğin en temel sebepleri trafik kazalarından, çarpmalardan, düĢmelerden, kara mayınlarından kaynaklanan yaralanmalar, zihinsel sakatlıklar, doğum kusurları, beslenme bozukluğu, HIV/AIDS ve diğer bulaĢıcı hastalıklardır (WHO, 2006). Türkiye‟de ise 2002 yılında yapılan Türkiye Engelliler AraĢtırması‟na göre engelliler, toplam nüfusun %12,29‟unu (yaklaĢık 8,5 milyon) kapsamaktadır (ÖZĠDA,2002). Engelliliğin her zaman her yerde geçerli ölçülerle tanımını yapmak oldukça güçtür. Bu yüzden olsa gerek literatürde çok değiĢik tanımları vardır. BirleĢmiĢ Milletler Sakat Hakları Bildirgesinde "KiĢisel ya da sosyal yaĢantısında kendisinin yapması gereken iĢleri (bedensel ya da sonradan olma) herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar" engelli olarak tanımlanmaktadır. Engellilik günlük yaĢama katılmayı engelleyen, fiziksel iĢlevlerdeki bir sınırlılık hali olarak değerlendirilmelidir (KarataĢ,2002). Bireyin fiziksel iĢlevlerindeki bozukluk ve bunların hareket yeteneğinde yarattığı eksiklik ve güçlük, onu toplumun diğer bireylerinden farklı kılar. Bu farklılık engellilerin yaĢadığı ayrımcılığın da asıl nedenidir. Bilindiği gibi her türlü ayrımcılığın temelinde farklı olmak, yani "alıĢılmamıĢ özelliklere" sahip olmak vardır. Fiziksel iĢlevlerdeki bozukluklar ve bunların hareket yeteneği üzerinde yarattığı sınırlamalar bireyi toplumdan uzaklaĢtırır. Toplumsal destek sistemlerinin yetersizliği, toplumun dıĢlayıcı tutum ve davranıĢları da engelli bireyin topluma eĢit bireyler olarak katılmasını önler. "Özürlü", "sakat" ve "çürük" gibi ibarelerin "engelli" olarak değiĢtirilmesini düzenleyen 25 Nisan 2013 tarihli ve 6462 sayılı “Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Yer Alan Engelli Bireylere Yönelik Ġbarelerin DeğiĢtirilmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun” 3 Mayıs 2013 tarih ve 28636 sayılı Resmi Gazete‟de yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir. Bu doğrultuda, çalıĢmamızda mevzuat hükümleri dıĢında “engelli” kelimesi kullanılmıĢtır. 219 Ülkemizde engelli, 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun77 md. 3/a‟da; “DoğuĢtan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeĢitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaĢama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karĢılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danıĢmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kiĢi” olarak tanımlanmıĢtır. Engel, doğuĢtan olabileceği gibi, sonradan da meydana gelmiĢ olabilir. Engellilik, bedensel yani fiziksel olabileceği gibi, düĢünsel yani zihinsel de olabilir. Bilindiği gibi, sosyal hakların geliĢtiği ve kendine uygun ilerleme alanları bulduğu bir yerde, sosyal dıĢlanma ve benzeri sorunların etki alanının daralacağı açıktır. Genelde “insan hakları” özelde “sosyal haklar” bağlamında, özel ve kamusal hakların bütün vatandaĢlara eĢitlik ilkesi doğrultusunda verilmesi gerektiği tezinden hareketle, dezavantajlı sosyal gruplar da bu haklardan, fırsat eĢitliği prensibine göre yararlanabilmelidir. Bunun hayata geçirilmesi çoğunlukla her türlü engeli ortadan kaldırmayı hedefleyen pozitif ayrımcılık yöntemleriyle gerçekleĢtirilebilmektedir (Seyyar,2006). Sosyal haklar perspektifinde, engellilerin temel haklarını, katılımcı demokrasi politikaları; aile politikaları; sağlık politikaları; eğitim politikaları; ulaĢım politikaları ve istihdam politikaları meydana getirmektedir. UĢan‟ın (2000:565) da iĢaret ettiği gibi, esasen engellilik, bir insan hakları sorunudur. Bu durumda asıl mesele, engelli kiĢinin kendisi değil; fırsat eĢitsizliğini meydana getiren toplumun kendisi tarafından oluĢturulmaktadır. Engellilerle, engelli olmayan kimselerin aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olduğu bir ortam tesis etmek de toplumun sorumluluğundadır ve bu ancak insan hakları (sosyal haklar) ihlallerine açık kapı bırakmayan bir ortamın sağlanması ile mümkün gözükmektedir. Engelliler, sosyal hayata katılım konusunda en çok zorlanan ve hemen hemen bütün boyutlarıyla sosyal dıĢlanmaya maruz kalan bir kesimdir. Toplumsal hayata dâhil olma anlamında büyük mücadele veren ve bir sosyal politika sorunu olarak zikredilen sosyal dıĢlanmanın türlü görünümlerine maruz kalan engelliler, dezavantajlı grupların baĢında gelmektedir. Birey veya grupların -yoksulluk, temel 77 R.G., T.07.07.2005, S.25868 220 eğitim/becerilerden mahrumiyet ya da ayrımcılık dolayısıyla- toplumun dıĢına itilmeleri ve toplumsal hayata dilediklerince katılımlarının engellenmesi sürecine karĢılık gelen sosyal dıĢlanma (Adaman,Keyder,2007:83), sosyal etkileĢim ve iliĢkilerden tecrit edilme durumunu ortaya çıkarmakta ve böylelikle insanların geleceğe dönük projeler/hedefler yapamamaları gerçeğine (Bauman,1999) de gönderme yapmaktadır. Engelliler, dıĢlanmaya maruz kalarak, temel gereksinimlerini karĢılayamamaları ile baĢlayan ve giderek toplumla olan bağlarının zayıflayarak kopmasına neden olan dinamik bir süreçle karĢılaĢmaktadırlar. 3.2.2.2. Yoksulluk ve engellilik Yoksulluk ile engelli olma, sosyal politika disiplininin göze çarpan en önemli sorunlarından ikisini meydana getirmektedir. Her iki sorun da, geliĢmiĢ ülkelerde ve geliĢmekte olan ülkelerde oldukça yaygın bir nitelik göstermektedir. Yoksulluk, önceki bölümlerde irdelenmeye çalıĢıldığı gibi, iktisadî bir olgu olarak, temel yaĢam ihtiyaçlarını giderebilecek yeterli bir gelire sahip olamama hâli olarak tanımlanmaktadır. Fakat bu terim, sadece gelir ile ilgili değil; ayrıca sosyal dıĢlanma ve güçsüzlük ile de ilgilidir. Fertler, toplumsal kurumlardan statüleri, spesifik konumları, cinsiyetleri, inanç değerleri ve etnik kimlikleri sebepleriyle dıĢlanma sonucu yoksullaĢmaktadırlar. Bu anlamda, yoksulluk kavramı yok, yokluk ve yoksunluk‟u, kısacası dıĢlanmayı vurgulayan bir kavrayıĢ Ģeklinde belirmektedir. Engellilerin genel olarak toplumla bütünleĢmelerinin önündeki engellerden birisi ve belki de en önemlisi yoksulluktur. Yapılan araĢtırmalar, dünyanın her yerinde engellilerin çok büyük çoğunluğunun toplumun yoksul kesimlerinden geldiğini ve yoksulluk içinde yaĢadıklarını göstermektedir. Bunun yanında engellilik iĢsizliğin de baĢlıca nedenleri arasında sayıldığından, bu iki olgu arasında bir neden-sonuç bağlantısı bulunduğu söylenebilir. Bu anlamda engelli vatandaĢların topluma kazandırılmalarının önündeki en ciddi sorunlardan birisi, içinden geldikleri sosyo-ekonomik kesimin bir bütün olarak yaĢadığı yoksulluk/gelir dağılımı sorunudur. Belirtmek gerekir ki, yoksul kesimler arasından gelen engelliler, 221 yoksulluğu üreten baĢka sebeplerle de bir arada yaĢadıklarından, onlar için yoksulluk bir tür kısır döngüye dönüĢmektedir. Bu da onların toplumla bütünleĢmelerinin önündeki en ciddi engeldir (KarataĢ,2007). Engellilerin toplumla bütünleĢmesinin önündeki engellerden birisini oluĢturan yoksulluk ile engellilik hâli iki boyutludur: Engellilik, hem yoksulluğun gerekçesi hem de sonucudur. Engelli vatandaĢların büyük bir kesimi yoksuldur; bu sadece geliĢmekte olan ülkelerde değil, geliĢmiĢ ülkelerde de benzer bir seyir izlemektedir. Buna rağmen yine de engellilerin tamamının iktisadî anlamda yoksul olduğu söylenememektedir. Yoksulluk sebebiyle ortaya çıkan rahatsızlıklar engelliliğin temel gerekçelerini meydana getirmektedir. Kötü beslenme, bağıĢıklama programlarına sınırlı eriĢim, zor ve riskli iĢlerde çalıĢma ve insanî olmayan yaĢama Ģartları, sağlık hizmetlerine eriĢememe, doğum öncesi ve doğum sonrası bakım yetersizliği, sıhhî olmayan ortamlar, engellilik hakkında yeterli olmayan bilgi, savaĢlar-terör ve doğal felâketler engelliliğe neden olan etmenlerdir (Özgökçeler, 2006:210–211). Engellilik, bir sağlık sorunu olarak baĢlamakla birlikte, beraberinde temel yaĢamsal ihtiyaçlarını karĢılama, insan onuruna yakıĢır biçimde yaĢam koĢullarını yitirme ve giderek toplumdan ve yaĢamdan dıĢlanma tehlikesini getirmektedir. DıĢlanma, kaynak eksikliğine, beklentilerin azalmasına, sağlık ve eğitim eksikliğine yol açar. Engellilerin dıĢlanması ise; evde/toplumda “üretken bir birey” olarak yaĢamasına engel olmaktadır. Bu da yoksullaĢmalarını artıran bir faktördür. Fiziksel engellilerin, yetersiz ya da uygun olmayan ulaĢım hizmeti, ulaĢılabilirlik sorunları, öğretim eĢitsizliği, eğitime ve istihdama katılımını zorlaĢtıracağı için hem ekonomik bir gelir elde etmesini, hem de sosyal katılımını engellemektir (Çalık, 2003:399). Sonuç olarak engellilik olgusu yoksulluğu, yoksulluk olgusu da engelliliği kendine özgü geliĢim formlarıyla belirli konumlarda önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Bu sebeplere bağlı olarak da yoksulluk ve engellilik, gerek sosyal sorunların çok boyutlu ele alınmasında gerekse sadece ikisinin birbirlerini etkileme boyutlarını ortaya koyma anlamında ele alınmalarında birbirleriyle 222 yakından iliĢkili olan ve önemli neden–sonuç bağlarına sahip olan iki toplumsal merkezli sorundur (Ġkizoğlu,2001:92-94). 3.2.2.3. Türkiye’de çalıĢma hayatında yer alan engelliler ve özelliklerine iliĢkin temel veriler Engelliler her ülkenin toplam nüfusu içinde belirli bir oranı teĢkil etmektedirler ve bu nüfusun bir kısmı çalıĢma hayatında yer alabilecek yeti ve kapasitede bulunmaktadır. Engellilerin istihdam edilmelerinde yaĢanan güçlükler ve çalıĢma hayatında karĢılaĢtıkları ayrımcı davranıĢların, engellilerin nitelikleriyle de yakın ilgisinin bulunması nedeniyle, çalıĢmamızın bu kısmında Türkiye‟de çalıĢma hayatında yer alan engelliler ve özelliklerine iliĢkin durum ortaya konulmaya çalıĢılacaktır. 3.2.2.3.1. Engellilerin demografik durumu Dünya nüfusunun yaklaĢık %10‟luk bir dilimini engelliliğin herhangi bir türü oluĢturmaktadır. Türkiye‟de ise engelli sayısı azımsanamayacak oranda yüksektir ve söz konusu kesim sosyal dıĢlanma tehlikesine de en açık gruplardan birini oluĢturmaktadır. Bu rakamın yüksek olması, ilgilenilmesi gereken geniĢ bir sosyal grubun mevcudiyetini göstermektedir. Bu bakımdan, öncelikle Türkiye‟de engelli vatandaĢların genel nüfusa oranını irdelemede yarar bulunmaktadır. Ülkemizde engelliler ile ilgili olarak yapılan en geniĢ kapsamlı araĢtırma 2002 yılında Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı78‟nca TÜĠK‟e hazırlatılan Türkiye Engelliler AraĢtırması‟dır. TÜĠK ve ÖZĠDA tarafından 2002 yılında gerçekleĢtirilen Türkiye Engelliler AraĢtırması‟na göre; engelli olan nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı %12,3‟tür. Buna göre ülkemizde yaklaĢık 8,5 milyon kiĢi engelli olarak yaĢamlarını sürdürmektedir. %12,3 olan engelli oranının %7,1‟i erkek, %5,2‟si ise kadın olarak ifade edilmektedir (ÖZĠDA,2002). 78 633 Sayılı KHK'ya göre Aile ve Sosyal Politiklar Bakanlığı bünyesinde Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü kurulmuĢtur. Ġlgili KHK ve ilgi yazı gereği 31.12.2011 tarihi itibariyle Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı Kurumu kapatılarak bu kuruma ait iĢ ve iĢlemler de ilgili Genel Müdürlüklere devredilmiĢtir. 223 Dünyada ve Türkiye‟de en yaygın özür gruplarının sırasıyla ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma, zihinsel engelliler (OGĠDKZ) ve süreğen hastalıklar olduğu tespit edilmiĢtir. Türkiye‟deki engelli nüfusun %2,6‟sını (yaklaĢık 1,8 milyon kiĢi) OGĠDKZ; %9,7‟sini (yaklaĢık 6,6 milyon kiĢi) ise; süreğen hastalığı olanlar meydana getirmektedir (ÖZĠDA,2002). 3.2.2.3.2. Engellilerin eğitim durumu Engellilerin toplumla bütünleĢmelerinin önündeki bir diğer engel de eğitim konusunda karĢılaĢtıkları sorunlardır. Eğitimin amacı bireylerin zihinsel, bedensel, duygusal, toplumsal yeteneklerinin ve davranıĢlarının geliĢtirilmesi veya bireylere yeni yetenekler, davranıĢlar, bilgiler kazandırılmasıdır. Eğitim, engelli bireyler için zaten dezavantajlı olarak baĢladıkları sosyal yaĢama uyum sağlamak, meslek sahibi olabilmek; özellikle zihinsel engelli bireyler gibi eğitim olmadan hiçbir geliĢme gösterme Ģansı olmayan, toplum dıĢında kalma tehdidi altında olanlar için hayati önem arz etmektedir. Engellilerde eğitim seviyesi toplumun geneline göre çok düĢüktür. Engellilerin içinde okuma-yazma bilmeyenlerin oranı oldukça yüksektir. Okuma-yazma bilmeyenlerde genel oran yaklaĢık %13 iken; Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelliler (OGĠDKZ)‟de bu oran %36,3; süreğen hastalığı olanlarda ise; %24,8‟dir. Okuma-yazma bilenlerin ise büyük kısmı ilkokul mezunudur (OGĠDKZ‟de %41; süreğen hastalığı olanlarda %47,1). Engelli nüfusun okuryazarlık durumu incelendiğinde, altı ve daha yukarı yaĢtaki kiĢilerden okuma yazma bilmeyenlerin oranı ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerde %36,3 iken süreğen hastalığı olanlarda %24,8 olduğu görülmektedir. Toplam nüfus için bu oran %13‟ tür. Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı hem toplam nüfustan, hem de süreğen hastalığı olanlardan daha yüksektir. Toplam nüfus içerisinde her on kiĢiden yaklaĢık bir kiĢi okuma yazma bilmemekte 224 iken bu süreğen hastalığı olanlarda iki kiĢiye ve ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanlarda da dört kiĢiye çıkmaktadır (ÖZĠDA,2002). Okuma yazma bilmeyenlerin oranı kent-kır ayrımında incelendiğinde, kırda okuma yazma bilmeyen ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerin oranı %43,4 iken bu oran kentte %29,6‟dır. Okuma yazma bilmeyen süreğen hastalığa sahip nüfus oranı ise kırda %32,9 iken kentte %20,5 olarak gözlenmektedir. Bu oran toplam nüfus için kentte %10, kırda ise %17,4‟tür (ÖZĠDA,2002). Her iki yerleĢim yerinde de okuma yazma bilmeyen ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerin oranı süreğen hastalığı olanların oranından daha yüksektir. Çizelge 3.9. Okuryazarlık durumuna göre engelli nüfus oranı (%), 6>=yaĢ Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelli nüfus Okuma Yazma Okuma Yazma Bilmeyen Bilen Türkiye Kent Kır Erkek Kadın 36,3 29,6 43,4 28,1 48,0 63,7 70,4 56,6 71,9 52,0 Süreğen hastalığa sahip olan nüfus Okuma Yazma Bilmeyen Okuma Yazma Bilen 24,8 20,5 32,9 9,8 35,0 75,2 79,5 67,2 90,2 65,0 Kaynak: ÖZĠDA,2002. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı cinsiyet bazında ele alındığında, toplam nüfus, ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olan nüfus ve süreğen hastalığı olan nüfusun her üçünde de cinsiyetler arasında farklılık gözlenmekte ve kadınların erkeklere göre daha dezavantajlı durumda olduğu görülmektedir. Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli erkeklerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı %28,1, kadınlarda %48 iken, süreğen hastalığı olanlarda okuma yazma bilmeyenlerin oranı erkeklerde %9,8, kadınlarda ise %35 ‟tir. Toplam nüfusta okuma yazma bilmeyenlerin oranı erkeklerde %6,9, kadınlarda ise %18,8‟dir. Her üç nüfus grubunda da okuma yazma bilmeyen kadınların oranı erkeklerden daha yüksektir (ÖZĠDA,2002). 225 Bitirilen okul durumu incelendiğinde, ilkokul mezunu olanların oranında ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma, zihinsel engelli olanlar ile süreğen hastalığı olanlar arasında önemli bir farklılık gözlenmektedir. Ancak, süreğen hastalığa sahip olanlarda yükseköğretim mezunu olanların oranı, ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanların oranının yaklaĢık iki katıdır. Çizelge 3.10. TamamlanmıĢ eğitim durumuna göre engelli nüfus oranı (%), 25>=yaĢ Bitirilen Okul Okuma yazma bilen, Okuma Okuma fakat bir yazma yazma okul bilmeyen bilen bitirmeyen Ġlkokul Ortaokul veya dengi meslek okulları Lise ve dengi meslek okulları Yüksek öğretim Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelli nüfus Türkiye Kent Kır Erkek Kadın 36,4 27,4 45,4 25,8 51,3 63,6 72,6 54,6 74,2 48,8 7,7 6,9 8,5 8,0 7,3 41,0 42,8 39,2 47,2 32,2 5,6 8,0 3,3 7,0 3,8 7,0 10,6 3,2 8,9 4,0 2,4 4,4 0,5 3,1 1,5 7,6 10,1 3,0 11,4 5,1 4,2 6,0 1,1 7,1 2,4 Süreğen hastalığa sahip olan nüfus Türkiye Kent Kır Erkek Kadın 26,6 22 35,1 10,2 37,3 73,4 78 64,9 89,9 62,7 8,1 7,0 10,1 7,4 8,5 47,1 47,0 47,3 54,4 42,4 6,3 7,9 3,4 9,5 4,3 Kaynak: TÜĠK, Engelliler AraĢtırması,2002. Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma, zihinsel engelli olanlar da tüm eğitim düzeylerinde kentteki oranlar kırdan, erkeklerin oranları ise kadınlardan daha yüksektir. Süreğen hastalığı olanlarda ilkokul mezunu olanların oranı kırda daha yüksek iken ortaokul, lise ve yükseköğretim mezunu olanların oranı kentte daha yüksektir. Ülkemizdeki eğitim sistemine göre yaklaĢık olarak 25 yaĢında örgün (resmi) eğitim tamamlanmaktadır. Bu nedenle, tamamlanmıĢ eğitim durumu 25 ve daha yukarı yaĢtaki engelli kiĢiler için değerlendirilmiĢtir. TamamlanmıĢ eğitim düzeyine 226 göre ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı %36,4 ile süreğen hastalığı olanlardan (%26,6) ve toplam nüfustan (%15,5) daha yüksektir. 3.2.2.3.3. Engellilerin istihdam durumu ÇalıĢma, bireylerin sadece maddi bir gelir elde etmelerinden çok sosyal iliĢkiler ve bireyin kendisini sosyal anlamda tatmin etmesi olarak ifade edilebilir. ÇalıĢanların kiĢisel doyumu, iĢinden dolayı mutlu olması gibi faktörler aile iliĢkileri ve sosyal bir varlık olarak insanın toplumla özdeĢleĢebilmesini artıracak nitelik taĢımaktadır. Engelliler için ise çalıĢma, topluma katılım ve ekonomik olarak özgürlük anlamına gelmekte, hatta rehabilitasyon sürecinde etkili bir yöntem olarak görülmektedir. Ancak, modern yaĢamda engellilerin çalıĢma yaĢamında birçok güçlükle karĢılaĢtıkları ve özellikle iĢe alımlarda ve iĢ yaĢamı süresince birçok anlamda negatif ayrımcılığa tabi tutuldukları görülmektedir. Dolayısıyla, engellilerin toplumla bütünleĢmesinin önündeki en önemli engel ise istihdam sorunudur. ĠĢsizlik ve çalıĢma yaĢamından kaynaklanan sorunlar, engellileri kuĢatan sorunlar arasında, adeta diğer sorunların da temeli konumunda olan, baĢka bir deyiĢle doğrudan doğruya diğer sorunları doğuran ya da bu sorunların daha Ģiddetli yaĢanmasına neden olacak etkilerde bulunan bir özelliğe sahiptir. 227 Çizelge 3.11. ĠĢgücü durumuna göre engelli nüfus oranı, 12>=yaĢ ĠĢgücüne Dahil ĠĢgücüne Olmayan Katılma Oranı(%) ĠĢsizlik Oranı(%) Nüfus Oranı(%) Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelli nüfus Türkiye Kent Kır Erkek Kadın 21,7 25,6 17,8 32,2 6,7 15,5 17,4 12,6 14,6 21,5 Süreğen hastalığa sahip olan nüfus 78,3 74,4 82,2 67,8 93,3 Türkiye Kent Kır Erkek Kadın 22,9 23,1 22,5 46,6 7,2 10,8 12,7 7,1 10,3 12,8 77,1 76,9 77,5 53,4 92,8 Kaynak: ÖZĠDA,2002. Engelli bireyler istihdam boyutu ile değerlendirildiğinde, engellilerde iĢgücüne katılım oranının düĢüklüğü ve iĢsizlik oranının yüksekliği oldukça ciddi boyuttadır. Türkiye genelinde OGĠDKZ‟de iĢgücüne katılım oranı %21,7, iĢsizlik oranı ise; %15,5‟tir. Bu oranlar, süreğen hastalığı olanlarda sırasıyla %22,9 ve %10,8‟dir. Genel olarak kentte yaĢayan engellilerde kırdakilere göre hem iĢgücüne katılım hem de iĢsizlik oranları daha yüksektir. Cinsiyete göre bakıldığında eğitim alanındaki duruma benzer Ģekilde kadınların erkeklere göre daha dezavantajlı olduğu görülmektedir. Kadınların hem iĢgücüne katılım oranları çok düĢük hem de iĢsizlik oranları erkeklerden daha yüksektir. Bu durum Çizelge 3.11‟de detaylı olarak ele alınmıĢtır (ÖZĠDA,2002). Her iki cinsiyette de süreğen hastalığı olanların iĢgücüne katılım oranları, ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanların oranından yüksektir. ĠĢsizlik oranlarına bakıldığında; ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanlarda iĢsizlik oranı %15,5, süreğen hastalığı olanlarda %10,8‟dir. Aynı Ģekilde; iĢsizlik oranlarının kentte daha yüksek olduğu görülmektedir. ĠĢsizlik oranı, ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel 228 engellilerde kentte %17,4, kırda %12,6 iken süreğen hastalığı olanlarda kentte %12,7, kırda %7,1‟dir. Ülkemizde 2002 yılında gerçekleĢtirilen Türkiye Engelliler AraĢtırması sonuçlarına göre ülke nüfusunun %12,3‟ünü engelliler oluĢturmaktadır. Bu oran içerisinde 12 ve daha yukarı yaĢtaki nüfusun oranı %91,8‟dir. Bu nüfusun iĢgücüne dahil olma oranı %21,7 olup, iĢgücüne dahil olmayan nüfusun oranı %78,3‟tür. Bu oranlardan da anlaĢılacağı üzere engellilerin iĢgücüne katılım oranı oldukça düĢüktür. Engellilerin istihdamı önündeki engeller bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu engellerin birbirlerine bağlı etmenler olduğu görülmektedir. Engellilerin istihdamı konusundaki politikaların yetersizliği, engellilerin istihdamdan önce yeterince eğitilememeleri, engellilerin eğitim ve vasıf düzeylerinin düĢük olması, genel olarak toplumun engellilere yönelik önyargıları, iĢverenlerin engellilere yönelik olumsuz tutumları vb. nedenler birbirleriyle karĢılıklı etkileĢim içerisindedirler. Bütün bu engellerin yanı sıra engellilerin çalıĢma yaĢamında karĢılaĢtıkları sorunlar nedeniyle istenen baĢarıyı elde edememeleri de iĢsiz engellilerin istihdamını güçleĢtiren yeni bir etkene dönüĢmektedir (KarataĢ,2007). 3.2.2.3.4. Engellilerin sosyal güvenlik durumları Ġnsanlar çalıĢma yaĢamından dıĢlandıklarında aynı anda sosyal güvenlik sisteminden de dıĢlanmaktadırlar. Bu anlamda engellilerin çoğu sosyal güvenlik Ģemsiyesi dıĢında yer almakta, genel itibariyle sosyal güvenlik ve sağlık imkânına sahip olamamaktadırlar. Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanların %47,6‟sının, süreğen hastalığı olanların ise %63,7‟sinin sosyal güvenliği bulunmaktadır. Sosyal güvenliği olan engellilerin oranı kentte daha yüksektir. Sosyal güvenliği olan ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerin oranı kentte %59,3, kırda %35,2 iken bu oran süreğen hastalığı olanlarda kentte %70,8, kırda ise %50,3‟tür. 229 Sosyal güvenliğe sahip olanların oranı ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli kadınlarda %51,4 iken erkeklerde %44,8, süreğen hastalığı olan kadınlarda %64,6, erkeklerde ise %62,4‟tür. Hem ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerde hem de süreğen hastalığı olanlarda sosyal güvenliğe sahip olma oranları kadınlarda daha yüksektir. Çizelge 3.12. Sosyal güvenliğe sahip olma ve kayıtlı olma durumuna göre engelli nüfus oranı (%) Sosyal Güvenlik Durumu Olan Olmayan Kayıtlılık Durumu Kendi adına Bağımlı Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelli nüfus Türkiye Kent Kır Erkek Kadın 47,6 59,3 35,2 44,8 51,4 Türkiye Kent Kır Erkek Kadın 63,7 70,8 50,3 62,4 64,6 52,5 45,2 40,7 44,9 64,9 45,8 55,2 68,0 48,6 17,0 Süreğen hastalığa sahip olan nüfus 36,3 29,2 49,7 37,6 35,4 44,4 45,2 42,1 86,4 15,9 54,8 55,1 54,2 32,0 83,0 55,6 54,8 57,9 13,6 84,1 Kaynak: ÖZĠDA,2002. Sosyal güvenliği olanlardan ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engellilerin %45,2‟sinin, süreğen hastalığı olanların ise 44,4‟ünün sosyal güvenlikleri kendi adlarınadır. Kendi adına sosyal güvenlikleri olanların oranı yerleĢim yerleri arasında önemli bir farklılık göstermemektedir. Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanlarda sosyal güvenliği kendi adına olanların oranı erkeklerde %68, kadınlarda %17‟dir. Süreğen hastalığı olanlarda ise bu oran erkeklerde %86,4, kadınlarda %15,9‟dur. Engelli nüfusun sosyal güvenlik kurumuna kayıtlılık durumu incelendiğinde, ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanların %54,6‟sının Sosyal Sigortalar Kurumuna, %19,4‟ünün Emekli Sandığı‟na, %24,3‟ünün ise BağKur‟a kayıtlı olduğu görülmektedir. Süreğen hastalığa sahip olan nüfusun ise 230 %53,1‟inin Sosyal Sigortalar Kurumuna, %22,1‟inin Emekli Sandığı‟na, %23,9‟unun ise Bağ-Kur‟a kayıtlı olduğu görülmektedir. Çizelge 3.13. SGK‟ya kayıtlılık durumuna göre engelli nüfus oranı (%) Sosyal Güvenlik Kurumu Sosyal Sigortalar Kurumu Emekli Sandığı Bağ-Kur Diğer Bilinmeyen Ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ve zihinsel engelli nüfus Türkiye Kent Kır Erkek Kadın 54,6 59,9 45,3 55,4 53,8 19,4 24,3 21,8 17,4 15,0 36,5 19,0 23,6 19,8 25,0 Süreğen hastalığa sahip olan nüfus 1,7 0,9 3,2 2,0 1,4 Türkiye Kent Kır Erkek Kadın 53,1 56,4 44,4 53,7 52,7 22,1 24,0 17,0 21,7 22,4 0,9 0,6 1,6 0,7 1,0 23,9 19,0 37,0 23,9 23,9 0,0 0,0 0,0 0,1 Kaynak: ÖZĠDA,2002. Sosyal güvenliğe kayıtlılık durumunda hem ortopedik, görme, iĢitme, dil ve konuĢma ile zihinsel engelli olanlarda hem de süreğen hastalığa sahip olanlarda cinsiyetler arasında önemli bir farklılık görülmemektedir. 3.2.3. YaĢlılar Nüfusun yaĢlanması, 21. yüzyılda ön plana çıkan en önemli demografik olgulardan biridir. Bütün dünyada insanlar daha uzun yaĢamakta, doğum oranları azalmakta ve dolayısıyla yaĢlı nüfus sayısal ve oransal olarak artmaktadır. Nüfus yaĢlanması, sağlıktan sosyal güvenliğe, çevre ile ilgili konulardan eğitime, iĢ olanaklarına, sosyal-kültürel faaliyetlere ve aile hayatına kadar toplumun bütün yönlerini etkilemektedir. Nüfusun yaĢlanması aynı zamanda küresel bir olgudur. Çoğunlukla geliĢmiĢ ülkelerde daha görünür olan yaĢlanma olgusu, artık geliĢmiĢ ülkeler kadar geliĢmekte olan ülkeler açısından da önemle değerlendirilmesi gereken bir 231 konudur. Doğum oranlarındaki artıĢ ve ortalama yaĢam süresinin uzamasıyla dünya nüfusu önümüzdeki yıllarda eskisinden daha hızlı yaĢlanacaktır. Nüfusun yaĢlanması aynı zamanda iĢgücünün de yaĢlanması anlamına gelmektedir. Nüfus ve nüfusun yaĢ bileĢimi iĢgücü arzını belirleyen temel değiĢkenlerdir. Bu nedenle, demografik yapıda meydana gelecek bir değiĢim, iĢgücü arzını, dolayısıyla da iĢgücü piyasalarını doğrudan etkileyecektir. Son yıllarda demografik yapıdaki değiĢimin yönü, özellikle geliĢmiĢ ülkelerde, nüfusun yaĢlanması doğrultusundadır. Bu süreç, bir takım ekonomik ve sosyal sorunları da beraberinde getirmektedir. Nüfusun yaĢlanmasının farklı birçok ekonomik boyutundan söz edilebilir. Ġlk olarak, yaĢlanma, çalıĢma çağındaki nüfusun azalmasına ve emekli sayısında bir artıĢa neden olmak suretiyle, sigorta sistemleri ve kamu maliyesi üzerine mali bir yük getirir. Ġkincisi, yaĢlanmayla birlikte ortaya çıkan sağlık harcamalarındaki artıĢlardır. Bu da aynı biçimde, mali bir yükün doğmasına neden olacaktır. Üçüncüsü de, iĢgücünün yaĢlanmasıdır. ĠĢgücünün yaĢlanması, teknoloji ve iĢ organizasyonlarının hızlı bir değiĢim içinde olduğu günümüz dünyasında birçok soruna neden olmaktadır. Bizim çalıĢmamızdaki asıl inceleme konumuz da, nüfusun yaĢlanmasının bu boyutu olacaktır. 3.2.3.1. YaĢlı iĢgücünün istihdam durumu Nüfusun yaĢlanması, toplam iĢgücü arzı içersinde yaĢlı iĢçilerin sayısını arttırırken gençlerin sayısını da azaltmakta, bu da iĢgücünün yaĢlanması sonucunu doğurmaktadır. YaĢlanma ile birlikte ve özellikle uzun süreli iĢsizlik de söz konusu olduğunda, toplumsal hayattan ve sosyal iliĢkilerden kopma ve sosyal statünün yitirilmesi söz konusu olabilmektedir. Bu kiĢiler için istihdam, sosyal statüyü kazanma veya geri kazanma ve sosyal iliĢki kurmaları için bir araç olduğu gibi, üretken ve faydalı birer birey olmalarının da göstergesidir. 232 Çizelge 3.14. YaĢ grubuna göre istihdam edilenler, 15+ yaĢ YaĢ Grubu Yıllar 2013 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 15-19 20-24 25-29 30-34 35-39 40-44 45-49 50-54 55-59 60-64 1.364 1.338 1.378 1.351 1.298 1.351 1.324 1.353 1.348 2.363 2.309 2.319 2.114 2.030 2.133 2.168 2.010 2.207 3.614 3.591 3.573 3.454 3.328 3.454 3.381 3.274 3.188 4.065 3.965 3.795 3.562 3.327 3.249 3.189 3.140 3.056 3.633 3.511 3.399 3.231 3.044 3.050 2.974 2.903 2.823 3.328 3.218 3.054 2.881 2.681 2.615 2.583 2.528 2.486 2.679 2.551 2.459 2.268 2.100 2.042 1.984 1.953 1.909 1.878 1.813 1.722 1.560 1.448 1.398 1.324 1.289 1.227 1.218 1.170 1.104 988 905 841 794 787 765 716 707 657 595 543 503 484 468 459 65+ Toplam 664 648 650 590 574 558 533 547 599 25.524 24.821 24.110 22.594 21.278 21.194 20.738 20.252 20.067 Kaynak: TÜĠK Bu gruptaki kiĢiler, emeklilik, sağlık sorunları ve diğer faktörlerin etkisiyle kendi istekleriyle veya iĢgücü piyasasında dezavantajlı duruma düĢmelerinden dolayı istihdamdan dıĢlanabilmektedirler. Yeniden iĢe girmek istediklerinde ise genellikle iĢgücü piyasası açısından tercih edilmeyen bir konumda olduklarından uzun süre veya hiçbir zaman iĢ bulamamakta ya da kayıt dıĢı çalıĢmaya mecbur kalmaktadırlar. Çizelge 3.15. Genel ve seçilen nüfus grupları için istihdam oranı, 2012 Genel Ġstihdam Oranı (%) AB27 Türkiye ABD Japonya 64,2 45,4 67,1 70,6 Seçilen Nüfus Grupları Ġçin Ġstihdam Oranı (%) Erkek (15–64) Kadın (15–64) YaĢlı ĠĢgücü (55–64) 69,7 58,7 48,9 65,0 26,3 31,9 72,3 62,2 60,7 80,3 60,7 65,4 Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu (25.09.2014). * Türkiye için TÜĠK verileri esas alınmıĢtır (25.09.2014). Çizelgeden görüleceği üzere, AB ile karĢılaĢtırıldığında ise ülkemizde yaĢlı iĢgücünün istihdam oranı düĢüktür. EUROSTAT verilerine göre AB27‟de 2012 yılı itibariyle 55–64 yaĢ aralığındaki iĢgücünün istihdam oranı ortalama %48,9 olarak gerçekleĢirken, bu oran Türkiye için %31,9‟dur. Aynı yıl için genel istihdam oranı AB-27 için %64,2 iken Türkiye için %45,4‟tür. YaĢlı iĢgücüne dâhil olan kiĢiler, kazanmıĢ oldukları iĢ tecrübesi ve bilgi birikimi sayesinde iĢgücü piyasası açısından avantajlı olarak düĢünülebilirse de 233 istihdama katılımları konusunda kendilerini bekleyen pek çok zorluk mevcuttur. Bu yaĢ grubunda sağlık sorunları artmakta ve engellilik ve süreğen hastalıkların ortaya çıkma ihtimali yükselmektedir. Bu durum, iĢteki verimliliği olumsuz etkilemekte ve bu kiĢilerle ilgili iĢe yaramaz ve çalıĢmaması gereken kiĢiler oldukları yönünde olumsuz bir imaj ortaya çıkmasına sebep olabilmekte; tecrübeli iĢgücünün atıl durumda bulunması toplum için önemli bir kayıp oluĢturmaktadır. 3.2.3.2. YaĢlıların maruz kaldığı ayrımcılık Son yüzyılda ortalama yaĢam süresinin uzaması ile yaĢlı nüfus oranı giderek artmakta ve dünya nüfusu yaĢlanmaktadır. Ortalama yaĢam süresi, 1950- 2000 yılları arasında 20 yıl artarak 66 yıl olmuĢtur ve bu sürenin 2050 yılına kadar 10 yıl daha artması beklenmektedir. Yirmi birinci yüzyılın ilk yarısındaki bu demografik değiĢim ve nüfusun hızla çoğalması sonucu, 2000 yılında 600 milyon olan 60 yaĢ üzeri nüfusun, 2050 yılında 2 milyara ulaĢacağı ve 1998 yılında %10 olan yaĢlı nüfus oranının, 2025 yılında %15‟e çıkacağı tahmin edilmektedir. Gelecek 50 yıl içinde, yaĢlı nüfusunun dört kat artacağı ve bu artıĢın özellikle geliĢmekte olan ülkelerde olacağı beklenmektedir79. Dünya nüfusunun küresel olarak yaĢlanmasına paralel olarak ülkemizde de yaĢlı nüfus artmaktadır. YaĢlılık ülkemiz açısından yapılan nüfus projeksiyonları dikkate alındığında AB ülkelerinin karĢı karĢıya bulunduğu olgunun boyutlarına sahip değildir. 2020 yılında Türkiye‟de 65 ve üstü yaĢlı grubunun toplam nüfus içindeki oranı %7,9 ile AB‟nin en düĢük düzeyinde olması beklenmektedir. Buna karĢılık bu oranın, AB‟de ortalama olarak %21‟e çıkması hesap edilmektedir (OECD, 2005). Ülkemizde ise 1990, 1997 ve 2000 yılı Devlet Ġstatistik Enstitüsü nüfus sayımı sonuçlarına göre, 65 yaĢ ve üzeri nüfus 1985‟te %4,2, 1990‟da %4,3, 1997‟de %4,7, 2000 yılında ise %5,6 olarak saptanmıĢtır. 2020 yılında yaĢlıların Türkiye nüfusunun yaklaĢık %7,7‟sini oluĢturacağı tahmin edilmektedir. GeçmiĢ dönemdeki nüfus eğilimlerinin sonucuna göre Türkiye genç bir nüfus yapısına 79 http://www.gebam.hacettepe.edu.tr/eylem.pdf. (e.t:10.12.2013). YaĢlanma 2002. Uluslararası Eylem Planı 12 Nisan 2002. 234 sahiptir; nüfusun %7‟si 65 yaĢ ve üzerinde, %9‟u 5 yaĢın, %29‟u ise 15 yaĢın altında olmasına rağmen dünya nüfusunun küresel olarak yaĢlanmasına paralel olarak ülkemizde de yaĢlı nüfus giderek artmaktadır. Bunun sonucu olarak da, Türkiye kısa bir süre sonra yaĢlı toplum kategorisine girecektir. “Nüfusun yaĢlanması” olarak adlandırılan bu demografik değiĢimin etkileri toplumlarda farklı Ģekillerde görülmektedir. Toplumun sosyokültürel yapısı, tutum ve davranıĢlarındaki değiĢiklikler, bireylerin ve toplumun yaĢlılığı algılayıĢı yaĢlıya sunulan hizmetlere yansımakta ve çeĢitli sorunlara yol açmaktadır. Bu sorunlardan biri de özellikle ileri yaĢlarda ortaya çıkan “yaĢlı ayrımcılığı”dır (Çilingiroğlu, Demirel,2004:225-230). YaĢlı ayrımcılığı, bir kiĢiye genellikle sadece yaĢı nedeniyle gösterilen farklı tavır, ön yargı, hareket, eylem ve kurumsal düzenlemeler olarak tanımlanabilir (Akdemir,Çınar,Görgülü,2007:217-218). YaĢlı insanların yaĢamında oluĢan krizlerin önlenmesi için destek sistemlerinin oluĢturulması, yaĢlıların kendilerine güveninin arttırılması için çaba gösterilmesi, kendine yardım gruplarının kurulmasına aktif olarak yardımcı olunması, yaĢlıların kendilerini ifade etmeleri ve bunu geliĢtirmeleri için etkileĢimlerinin sağlanması ve desteklenmesi gerekmektedir. YaĢlının toplum içindeki konumu, saygınlığı sürekli olarak değiĢmekte, yaĢlılara çeĢitli anlamlar yüklenmekte ve yaĢlılık toplumdan yavaĢ yavaĢ geri çekilme süreci olarak görülmektedir. Fiziksel etkinliklerin azalması, rollerin kaybı ya da azalması yaĢlının toplumdan uzaklaĢmasına ve kendi iç dünyasına çekilmesine neden olmaktadır. Kaybolan bu roller bireyin aile iliĢkilerini, mesleğini/iĢini ve topluma aidiyetini olumsuz olarak etkilemektedir. YaĢlı bireyin yaĢamdaki etkinliğinin giderek azaldığı kabul edilmekle birlikte, toplumun da yaĢlı bireyden uzaklaĢması ile toplumsal etkileĢim azalmaktadır. Ayrıca geliĢen toplumlarda yaĢlıların yapabildikleri ile teknolojik geliĢim hızı ve olanakları paralel olamamaktadır. Bu değiĢim hızına yetiĢemeyen ya da beklentileri karĢılayamayan yaĢlı birey de zaman zaman çağa ayak uyduramamaktadır. Bu durum ise yaĢlı bireyin güvenlik, saygı, sevgi, ait olma ve tanınma gibi gereksinimlerini tehdit etmektedir (Öz,2002:18) . 235 Türk kültüründe yaĢlıya saygı, yaĢlının sözünü dinleme ve sahip çıkma geleneksel ve değiĢmez bir beklenti iken yaĢlının toplum içindeki statüsü ve saygınlığı günümüzde değiĢmektedir. KentleĢme, göçler ve sanayileĢmenin artması, ekonomik zorluklar, kadınının çalıĢma hayatına girmesi, sosyal yaĢamın değiĢmesi, ataerkil aile yapısından çekirdek (modern) aile yapısına geçiĢ özellikle büyük Ģehirlerde aile yapılarında önemli değiĢikliklere neden olmuĢtur. Emekliliğin getirdiği sosyo-ekonomik ve psikolojik koĢullar nedeniyle çok sayıda yaĢlı yalnız yaĢamakta ve ekonomik sorunlar yaĢlıda özgüvenin yitimine, yetersizlik, iĢe yaramama duygularının geliĢmesine neden olmaktadır. Böylece aile için bir anlamda yük olarak nitelendirilen yaĢlı, günümüzde kentlerde yeni yaĢam koĢullarında, yeni aile modeline ve kent yaĢamına uyum sağlayamamakta, bu yapı içinde mutsuz olmaktadır (Akdemir,Çınar,Görgülü,2007:216). Ülkemizde yaĢanan bu hızlı ve çok yönlü değiĢimler sosyal yaĢantıda ve iĢ yaĢantısında daha çok dinamik olan kiĢilerin ve gençlerin tercihine yol açmakta, yaĢlıların ikinci plana itilmesine ve kültürel değerlerimizde bazı değiĢimlere neden olmaktadır. Ġstihdam konusundaki ayrımcılık, çalıĢmaya fiziksel ve zihinsel olarak uygun durumda olsalar bile yaĢlı iĢgücü kategorisindeki kiĢilerin olumsuz önyargılardan dolayı karĢılaĢabilecekleri bir sorundur. ĠĢverenler ya da diğer çalıĢanlar bu kiĢileri, sık sık hastalanan, verimli çalıĢamayan, çalıĢma koĢullarına, çalıĢma yöntemlerine, kullanılan yeni teknoloji ürünü iĢ araçlarına uyum sağlayamayan kiĢiler olarak algılayabilmektedir. Ayrıca bu kiĢilerin, genç ve orta yaĢlıların çoğunlukta olduğu çalıĢma ortamlarındaki enformel yapıya uyum sağlayamayacakları da düĢünülmektedir. YaĢlı iĢçileri, iĢyerinde düzenlenen eğitim ve uyum programlarının dıĢında bırakmak da zaman zaman görülen baĢka bir ayrımcı uygulamadır. 3.2.4. Çocuklar ve Gençler ĠĢsizlik, yoksulluk, eĢitsizlik, güvencesizlik, ayrımcılık ve dıĢlanmıĢlık ile karĢı karĢıya kalma olasılıkları yüksek olan bir diğer grup çocuklar ve gençlerdir. 236 3.2.4.1. Çocuklar 3.2.4.1.1. Genel olarak Neoliberal küreselleĢmeyle birlikte emek ile sosyoekonomik güvence arasındaki bağ zayıflarken, nesiller arası dayanıĢmaya ve toplumsal risklerin kolektif bir anlayıĢla karĢılanmasına dayanan sosyal devletin sorgulanan bir kurum haline gelmesi, ailenin sosyal refah odağı rolünü yitirmesi, bireyin toplum ile kurduğu bağları zedelemekte, toplumsallığımızı tehdit etmektedir. Bu Ģartlar altında yoksulluk günün ekonomik koĢullarına bağlı gelir yetersizliği ile açıklanabilecek geçici bir toplumsal sorun olmaktan çıkmıĢtır. Yeni yoksulluk sosyal güvenceden yoksun bireylerin ekonomik, sosyal ve kültürel kaynaklara ulaĢamaması ve toplum ile bağlarını giderek yitirmesi sorunudur. Yani çok boyutlu bir sosyal dıĢlanma sürecidir. Sosyal güvenceden yoksun hanelerde büyüyen çocuklar, sağlık ve eğitim gibi toplumsal kaynaklara ulaĢmakta güçlük çekmekte, bu durum onların daha küçük yaĢlarda birey olarak toplum ile kurdukları iliĢkileri zedelemektedir. Çocuk yoksulluğu çocukluğu çalmakla kalmamakta, yetiĢkin yaĢlarda bireyi sosyal dıĢlanma sorunu ile karĢı karĢıya bırakmaktadır. Bu bağlamda çocuk yoksulluğunu anlamak ve çocuk odaklı sosyal politikalar geliĢtirmek toplumsal bütünlüğün sağlanması açısından da öncelikli hal almaktadır (SPF,2005). Çocukların sosyal dıĢlanması yaĢam standartları ile ilgili olduğu kadar gelecek beklentileri ile de ilgilidir. Çünkü çocuklar yarının yetiĢkinleridir ve dıĢlanma dinamik bir süreçtir. Sosyal dıĢlanmanın dinamik bir süreci ifade etmesinin bir baĢka yönü de bireyin umut ve beklentileriyle iliĢkili olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda insanlar, sadece fiili olarak iĢsiz veya gelirsiz olmalarından dolayı dıĢlanmıĢ değillerdir, aynı zamanda gelecek için de çok az beklentilere sahip olmalarından dolayı dıĢlanmıĢlardır. Beklentilerle ifade edilen, bireyin sadece kendisinin değil, aynı zamanda çocuklarının da beklentileri olarak anlaĢılmalıdır. Bu durumda sosyal dıĢlanma, nesiller boyu devam edebilmektedir (Sapancalı, 2005:120). 237 Sosyal dıĢlanmaya neden olan en önemli olgu yoksulluktur. Yoksulluğun en belirgin sonucu, bireylerin dıĢlanmasıdır; çünkü yoksulluk kavramının özünde bir dıĢlanma söz konusudur. Yoksulluğun toplumların geleceğiyle ile ilgili en önemli etkisi, yoksulluğun çocuklar üzerindeki olumsuz etkileridir. Çocuklar, yoksulluktan direkt olarak ve dolaylı olarak iki Ģekilde etkilenmektedirler. Direkt olarak, gıda kalitesinde düĢme, konut, sağlık-bakım eğitim ve ulaĢım olanaklarının eksikliği Ģeklinde; dolaylı yönden ise olumsuz koĢullarla daha fazla baĢ edecek gücü kalmayarak ekonomik durumları bozulan, düĢük ve yetersiz gelirli ebeveynleri vasıtasıyla etkilenmektedirler (Pecora,Harrison-Jackson,2006:71–72). Çocukların yoksulluğu, ailenin yoksulluğuna bağlıdır ve bunun da en önemli nedeni iĢsizliktir. UNICEF tarafından yayınlanan Dünya Çocuklarının Durumu 2001 raporuna göre, yoksulluktan en çok etkilenen, en çok zarar görenler; yaĢama, geliĢme ve büyüme hakları riske atılanlar, o ailenin en küçük üyeleridir. Günümüzde geliĢmekte olan ülkelerde doğan her 10 çocuktan 4‟ü aĢırı yoksulluk içindeki bir dünyaya gelmektedir. Çocuk haklarının yaygın bir biçimde ihlali de temelde yine yoksulluktan kaynaklanmaktadır. Bir baĢka deyiĢle yoksulluk arttıkça evde paylaĢılan besinler de azalmakta ve yoksulluk en çok annelerle küçükleri çaresiz bırakmaktadır. Yoksulluk çocukların hem bedenlerini hem de zihinlerini tahrip etmekte ve sonuçta yoksulluk daha sonraki kuĢaklara geçerek bir „kısır döngü‟ oluĢturmaktadır. Bu nedenle de yoksulluğun önlenmesine çocukluk çağında baĢlanmalıdır (UNICEF,2001:32–33). Toplumsal değiĢmeler, en temel kurum olan ailenin yapısında değiĢmelere neden olmaktadır. Sapancalı ‟ya göre; “yoksulluk, sosyal dıĢlanma açısından en çok parçalanmıĢ aileleri, tek ebeveynli aileleri ve çocukları olumsuz etkilemektedir. BoĢanmıĢ ailelerin çocukları ve evlilik dıĢı doğan çocukların ileri yaĢlarda sosyal dıĢlanma riskiyle karĢılaĢma olasılıkları diğerlerine oranla yüksektir. DeğiĢen aile yapısında dikkat çeken en önemli farklılıklardan biri de tek ebeveynli ailelerin sayısındaki artıĢtır. Tek ebeveynlilik, genellikle çocuklarıyla birlikte oturan dul veya hiç evlenmemiĢ kadınların oluĢturduğu aile statüsüdür. Tek ebeveynli ailelerin, diğer ailelerle karĢılaĢtırıldığında yoksulluk ve yoksunlukla daha sık karĢılaĢtıkları, hane halkının sahip olduğu konfor, dayanıklı tüketim mallarına sahip olma, konut 238 kalitesi ve temel gereksinmelerden yoksunluk bakımından daha olumsuz bir durumda oldukları bilinmektedir” (Sapancalı,2005:111–112). Ülkemizde yaĢanan hızlı kentleĢme ve göçlerin, yaĢam biçimlerini ve bazı toplumsal değerleri değiĢime uğrattığı, bazı ailelerin temel iĢlevlerini yerine getiremeyecek derecede zayıflamasına yol açtığı ve bunun sonucu olarak aile çözülmelerinin arttığı, boĢanma oranlarının yükseldiği, kültürel ve ahlaki değerlerde dönüĢümler yaĢandığı, yabancılaĢma, suç oranlarının artması, uyuĢturucu kullanımı, Ģiddetin yaygınlaĢması, ruhsal rahatsızlıklar gibi insanı ve dolayısıyla toplumu tehdit eden sosyal sorunların baĢ gösterdiği düĢünülmektedir. Bu olumsuz tablonun tehdit ettiği çocuk nüfusu, geliĢimsel açıdan önemli psikososyal risklerin altında yaĢamını sürdürmeye çalıĢmaktadır. Bilindiği gibi, bir ülkede yaĢayan nüfusa sunulan sağlık, eğitim, istihdam, sosyal refah ve konut hizmetlerinin adaletli dağılmasına yönelik planlar, programlar, projeler ve hizmetlerin bütünü sosyal politikayı oluĢturmaktadır. Dezavantajlı koĢullarda yaĢamlarını sürdürmeye çalıĢan bireyleri koruma iddiasında olan sosyal politika, ülkelerin hızla büyüyen sosyal sorunlarına karĢın demokrasi, insan hakları ve sendikal haklar anlayıĢlarının etkisiyle ortaya çıkmıĢtır. Sosyal politikanın temelinde, nüfusu sosyal risklere karĢı güvence altına alma hedefi vardır. Dünyaya hakim olan neoliberal politikalar sonucunda refah devletinde yaĢanan krizlerle sosyal risklerin gerçekleĢme olasılığı artmıĢ olup, bu geliĢmelerle sosyal politikaya yeni bir misyon yüklenmiĢtir. Bu misyon, tüm ihtiyaç gruplarının beklentilerine belli ölçülerde yanıt vermeyi içerecek sosyal hizmet plan ve programlarının yaĢama geçirilmesidir. Ülkemizde özellikle 1980‟li yıllarda uygulanan, günümüzde de değiĢik boyutlarıyla sürdürülmeye çalıĢılan ekonomik ve sosyal politikalar, var olan olumsuzlukları ve çocuk yoksulluğunu daha da derinleĢtirmiĢtir. KiĢi baĢına düĢen gelir düzeyinin düĢük olduğu istikrarsız bir ekonomik yapıda, gelir dağılımının da bozuk olması yoksulluğun yaygınlaĢması ve gereksinimlerini karĢılayamayan ailelerin sayısındaki artıĢın yanında, geçim zorluğu sorunlarını da beraberinde getirmiĢtir. 239 Türkiye‟de son yıllarda kamu sağlığı, sosyal hizmet, eğitim alanında bir takım olumlu geliĢmeler yaĢanmasına karĢın; ülkemizin sosyal kayıtları, çocukların yaĢam kalitesi bakımından halen insan onuruna yaraĢır ve çocukların sağlıklı geliĢimine uygun bir seyir izleyememektedir. Yoksulluk, en önemli sosyal sorunlardan biri olarak varlığını sürdürmekte, azımsanmayacak oranda çocuk nüfusu, aileleriyle birlikte yoksulluk yükü altında ezilmektedir. Özellikle Ġstanbul metropolünde, göç yoluyla gelen ailelerin geniĢ aile desteğinden yoksun kalan çocukları, artan risklerin tehdidi altında bulunmaktadır. Çocukların sağlık, eğitim, sağlıklı geliĢim, beslenme ve barınma gereksinimlerinin bazı ailelerde, aile sistemi tarafından karĢılanamadığı, çocuk ihmali ve istismarı olaylarının sıklıkla yaĢandığı dikkat çekmektedir. Sosyal hizmet açısından çocuk yoksulluğunun ve sosyal dıĢlanma sorununun çözümü, sistematik ve çok kapsamlı bir bakıĢı, farklı düzeylerde müdahaleleri gerektirmektedir. 3.2.4.1.2. ÇalıĢan çocuk- çocuk iĢçi kavramı “ÇalıĢan çocuk”, “genç iĢçi” kavramları farklı sosyal yapılara sahip toplumlarda farklı anlamlar taĢımaktadır. Bu kavram ve tanımlar bir ülkeden diğerine, geliĢmiĢ bir ülkeden geliĢmekte olan bir ülkeye, ülke içinde kırsal alandan kentsel alana farklılıklar göstermektedir (Karabulut,2000:503). 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu‟na göre 12 yaĢından küçüklerin çalıĢtırılması yasaktır (md.173/1). 4857 sayılı ĠĢ Kanunu ise çalıĢma yaĢını 15 olarak belirlemiĢ, hafif iĢlerde bu yaĢın 14‟e çekilebileceğini hükme bağlamıĢtır (md.71/1). Türkiye‟nin de imzaladığı BirleĢmiĢ Milletler‟in Çocuk Haklarına Dair SözleĢmesi‟nin 1. maddesine göre, 18 yaĢına kadar her insan çocuktur. Medeni hukuktaki rüĢt yaĢı dikkate alındığında, 18 yaĢını doldurmamıĢ olan herkes “küçük” olarak adlandırılmaktadır. DPT‟nin 7. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı Çocuk Özel Ġhtisas Komisyon Raporunda, çalıĢan çocuk; sosyo-ekonomik konumları gereği esnaf ve sanatkarlar yanında, tarım sektöründe, marjinal çalıĢma alanlarında maddi kazanç elde etmek 240 ya da meslek edinmek amacıyla üretime katılan ve 19 yaĢından gün almamıĢ kimseler olarak tanımlanmıĢtır. Çocuk iĢçi tanımında Uluslararası ÇalıĢma Örgütü‟nün (ILO) tanımı da oldukça önemlidir. ILO‟ nun çocuk iĢçi tanımı, 138 sayılı Ġstihdama Kabulde Asgari YaĢ SözleĢmesi‟ne dayanmaktadır. ILO‟ nun çocuk iĢçi tanımında benimsediği yaĢ sınırı ise 15‟tir. ILO, Türkiye‟nin de onayladığı, 138 sayılı Ġstihdama Kabulde Asgari YaĢ SözleĢmesi ile çalıĢma yaĢ sınırını 15 olarak kabul etmiĢtir. Buna göre, 15 yaĢın altında, hayatını kazanmak, aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla çalıĢma hayatına atılan çocuklara “çalıĢan çocuk” ya da “çocuk iĢçi” denilmektedir. ILO‟ nun yaptığı ayrım 4857 sayılı ĠĢ Kanunu‟nda da kabul edilmiĢtir. ĠĢ Kanununda 15 yaĢına kadar olanlar çocuk iĢçi, 15–18 yaĢ arasındakiler genç iĢçi olarak tanımlanmaktadır. Öte yandan, ILO‟ nun 87. Genel Konferansında kabul edilen 182 sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk ĠĢçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına ĠliĢkin Acil Eylem SözleĢmesi‟nde “çocuk” terimi ile 18 yaĢın altındaki herkes ifade edilmektedir. Çocuk iĢçiliği dünya gündeminde en üst sırada yer alması gereken ve çözüm bekleyen bir sorundur. Milyonlarca çocuk, fiziksel, zihinsel, eğitsel, sosyal, duygusal ve kültürel geliĢimlerine zarar veren ve ulusal yasalarla uluslararası standartlara uygun olmayan koĢullarda ve yeterli eğitimden, sağlık hizmetlerinden ve temel özgürlüklerden yoksun biçimde çalıĢmaktadır. Çocuğun çalıĢması çoğu zaman eğitimden yoksun kalmasına, sağlığının ve bedensel geliĢiminin olumsuz yönde etkilenmesine neden olmakta ve toplumda çeĢitli sosyal zararlara yol açmaktadır. 3.2.4.1.3. Çocukların istihdam ve eğitim durumları Günümüzde çalıĢan çocukların sayısını kesin olarak söylemek mümkün olmasa da, en son ILO tahminlerine göre küresel çocuk iĢçi sayısı 2012 yılı 241 itibariyle 168 milyon olup, tüm dünyada çalıĢmakta olan 168 milyon çocuğun 85 milyonu ise tehlikeli iĢlerde çalıĢmaktadır (ILO,2013:3). Dünya genelinde birbirine benzer olan çocuk iĢçiliğinin temel nedenleri, yoksulluk, göç, geleneksel aile yapıları, eğitim olanaklarının yetersizliği, iĢsizlik, iĢverenlerin ucuz iĢgücü gereksinimi, iĢ mevzuatlarındaki yetersizlikler ve mevcut mevzuatın etkin uygulanamaması olarak sıralanabilir. Çocukların düĢük ücretle, sosyal güvenlikten yoksun olarak çalıĢtırılması çocuk iĢçiliğini cazip hale getirmekte, gerekli denetim ve önlemlerin alınmaması, çocuk iĢçiliğini adeta körüklemektedir. Dolayısıyla iĢverenleri çocuk iĢçi çalıĢtırmaya iten yalnızca geçici iĢgücü ihtiyaçları değil, aynı zamanda maliyet unsurudur. ILO‟nun yaptığı araĢtırmalara göre çocuk içinde yaĢadığı fakirlik çemberini kopartmak, temel ihtiyaçlarını karĢılamak ve aile üzerinde kendisinin yarattığı yükü azaltmak, ailesinin geçimini sağlamak, hiç değilse paylaĢmak gibi ekonomik nedenlerle çalıĢmaktadır. Eğitim ve eğitimden uzaklaĢtırılma, çocuk iĢçiliğini artıran faktörlerin baĢında gelmektedir. Genel anlamda bakıldığında eğitim düzeyinin yükselmesi, yoksul olma riskini azaltmaktadır. TUĠK 2009 Yoksulluk ÇalıĢması sonuçlarına göre ülkemizde okur-yazar olmayan nüfusun %29,8‟i yoksul olarak tanımlanan grubu oluĢturmaktadır. Çocuk iĢçiliği sorunu geliĢmekte olan her ülke için olduğu gibi, Türkiye için de önem taĢıyan bir konudur. Sorun; nüfus, eğitim düzeyi, ekonomik geliĢim ve sosyal kalkınma kavramlarıyla doğrudan ilgilidir. ILO katkısıyla TÜĠK tarafından gerçekleĢtirilen Ekim 1999 Çocuk ĠĢgücü Anketi temel göstergelerine bakıldığında 65 milyon 422 bin olarak tahmin edilen Türkiye nüfusunun %24,2‟sini (15 milyon 822 bin kiĢi) 6–17 yaĢ grubu insanlar oluĢturmaktadır. Türkiye genelinde 6–17 yaĢ grubu arasında bulunan 15 milyon 822 bin çocuğun içerisinde ekonomik faaliyette bulunanların oranı %10,3 (1 milyon 630 bin kiĢi) olarak tahmin edilmiĢtir. Ekonomik bir faaliyette bulunan çocukların %58,6‟sını erkekler, %41,4‟ünü ise kızlar 242 oluĢturmaktadır. Ekim 1999 Çocuk ĠĢgücü Anketi sonuçlarına göre 6–17 yaĢ grubu çocukların okula devam durumları incelendiğinde %78,8'lik bir devam oranı karĢımıza çıkmaktadır. ÇalıĢma nedenlerine bakıldığında çocukların ağırlıklı olarak hane halkı gelirine katkıda bulunmak amacıyla çalıĢtıkları görülmekte (%38,4), bunu hane halkının ekonomik faaliyetine yardımcı olmak için çalıĢma durumu izlemektedir (%19,7)80. Ekim 1999 Çocuk ĠĢgücü Anketi sonuçları Ekim 1994 Çocuk ĠĢgücü Anketi sonuçları ile karĢılaĢtırıldığında, 1992–1999 yılları süresince ILO IPEC programının (Uluslararası ÇalıĢma Örgütü Çocuk ĠĢçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı) hedef kitlesini oluĢturan 6–14 yaĢ grubunda istihdam edilen çocukların oranında önemli bir azalıĢ olduğu dikkat çekmektedir. Ekim 1994 Çocuk ĠĢgücü Anketi sonuçlarına göre 6–14 yaĢ grubundaki çocukların %8,8‟i ekonomik bir faaliyette çalıĢmakta iken, Ekim 1999'da bu oran %5,1‟e düĢmüĢtür. Türkiye, kırsal yerleĢimden kentsel yerleĢime ve tarımsal ekonomiden sanayi ekonomisine geçiĢ süreci yaĢamaktadır. BaĢlıca kent merkezlerine göç trendi, sosyal destek ağının yetersizliği veya kent yaĢamına uyum sağlayamama ile birleĢtiğinde, çocuk iĢçiliği daha fazla gündeme gelmekte, özellikle ailenin gelir düzeyini arttırmak amacıyla sokaklarda ve marjinal sektörlerde çalıĢan çocukların sayısı belirgin bir Ģekilde artmaktadır. ILO, Çocuk ĠĢçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı (IPEC) desteğiyle Türkiye Ġstatistik Kurumu tarafından 2006 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarında Hanehalkı ĠĢgücü Anketi ile birlikte “Çocuk ĠĢgücü AraĢtırması” gerçekleĢtirilmiĢtir. Son Çocuk ĠĢgücü Anketi ise; 2012 yılında TÜĠK tarafından yine Hanehalkı ĠĢgücü Anketi ile birlikte Ekim, Kasım ve Aralık aylarında uygulanmıĢtır. AraĢtırmada 6–17 yaĢ grubundaki çocuklar kapsanmıĢ ve toplam 27.118 çocuk ile görüĢülmüĢtür. Dönem ortası nüfus projeksiyonları esas alınarak ağırlıklandırma yapılan araĢtırma sonuçlarına göre; 6–17 yaĢ grubundaki çocuklar, kurumsal olmayan sivil nüfusun %20,6‟sını oluĢturmaktadır. 2012 yılının IV. döneminde Türkiye genelinde 80 TÜĠK Çocuk ĠĢgücü Anketi Sonuçları. www.tuik.gov.tr (e.t: 25.05.2011). 243 6–17 yaĢ grubundaki 15 milyon 247 bin çocuktan 893 bin çocuk çalıĢma yaĢamı içinde yer almakta, bir baĢka ifadeyle istihdam edilmektedir. Bu verilere göre 1994 yılında 6–17 yaĢ grubunun %15,2‟si çalıĢırken, 1999‟da bu oran %10,3‟e, 2006‟da ise %5,9‟a gerilemiĢ durumdadır. 2012 yılında da bu yaĢ grubundaki çocukların istihdam oranı 2006 yılı sonuçlarına göre aynı düzeyde kalmıĢtır. Nitekim ülkemizde 6–17 yaĢ grubundaki ekonomik faaliyetlerde çalıĢan çocukların sayısı 1994 yılında 2 milyon 269 bin iken, sırasıyla 1999 yılında 1 milyon 630 bine ve 2006 yılında 890 bine düĢmüĢtür. 2012 yılında ise 3 bin kiĢilik bir artıĢ göstermiĢ ve 893 bin olmuĢtur (Çizelge 3.16). Bu yaĢ grubundaki çocukların %60,5‟i kentsel, %33,5‟i kırsal yerlerde bulunmaktadır. Bu çocukların 91,5‟i bir okula devam ederken, %8,5‟i okula devam etmemektedir. Okula devam etmeyen çocukların %58,8‟ini kız çocukları oluĢturmaktadır. 6–14 yaĢ grubunda ise 292 bin çocuğun çalıĢtığı görülmektedir. Zorunlu eğitim çağında olan 6–14 yaĢ grubundaki ekonomik faaliyetlerde çalıĢan çocukların istihdam oranı %2,6; 15–17 yaĢ grubunda ise %15,6‟dır. Çizelge 3.16. Çocuk iĢgücü temel göstergeleri (bin kiĢi) 1994 Ekim 1999 Ekim Ekim Kasım Aralık 2006 Ekim Kasım Aralık 2012 59.736 65.422 68.378 73.950 8.469 7.930 7.519 7.481 6-14 yaĢ grubundaki nüfus 10.945 11.939 11.378 11.386 6-17 yaĢ grubundaki nüfus 14.968 15.822 15.025 15.247 Ġstihdam (6 yaĢ +) 20.984 22.124 20.980 25.584 958 609 285 292 8,8 5,1 2,5 2,6 2.270 1.630 890 893 15,2 10,3 5,9 5,9 609 478 490 400 Kır 1.658 1.151 400 493 Erkek 1.372 955 601 614 Kadın 898 675 289 279 Tarım Kurum sal olm ayan sivil nüfus 0-5 yaĢ grubundaki nüfus Ġstihdam (6 - 14 yaĢ) Ġstihdam oranı (6 - 14 yaĢ) Ġstihdam (6 - 17 yaĢ) Ġstihdam oranı (6 - 17 yaĢ) Kent 1.510 990 326 399 Sanayi 385 322 275 217 Hizm et 375 318 289 277 Ücretli veya yevm iyeli 648 617 505 470 Kendi hesabına veya iĢveren Ücretsiz aile iĢçisi 52 28 24 10 1.570 985 362 413 Kaynak: TÜĠK Çocuk ĠĢgücü Ġstatistikleri.www.tuik.gov.tr (16.11.2013). 244 Türkiye genelinde 6–17 yaĢ grubunda istihdam edilen çocukların %44,8‟i kentsel, %55,2‟si kırsal yerlerde yaĢamaktadır. Ġstihdam edilen çocukların %68,8‟ini erkek, %31,2‟sini kız çocukları oluĢturmaktadır. ÇalıĢan çocukların %49,8‟i bir okula devam ederken, %50,2‟si öğrenimine devam etmemektedir. YaĢ grupları itibariyle 6–14 yaĢ grubunda çalıĢan çocukların %81,8‟i, 15–17 yaĢ grubunda çalıĢan çocukların ise %34,3‟ü bir okula devam etmektedir. Okula devam eden 6–17 yaĢ grubundaki çocukların %3,2‟si ekonomik iĢlerde ve %50,2‟si ev iĢlerinde faaliyet gösterirken, %46,6‟sı herhangi bir faaliyette bulunmamaktadır. Bu yaĢ grubunda okula devam etmeyen çocukların ise; %34,5‟i ekonomik iĢlerde ve %38,8‟i ev iĢlerinde faaliyet gösterirken, %26,7‟si herhangi bir faaliyette bulunmamaktadır. Ekonomik faaliyetlerde çalıĢan çocukların %44,7‟si (399 bin kiĢi) tarım, %24,3‟ü (217 bin kiĢi) sanayi ve %31‟i (277 bin kiĢi) hizmet sektöründe yer almaktadır. Sektör bazındaki sonuçlar, 2006 yılı sonuçları ile karĢılaĢtırıldığında tarım sektörünün istihdam edilenler içindeki payı 8,1 puan artarken, sanayi sektörünün payı 6,6 puan ve hizmet sektörünün payı ise 1,5 puan azalmıĢtır. ĠĢteki duruma göre; çalıĢan çocukların %52,6‟sı (470 bin kiĢi) ücretli veya yevmiyeli, %46,2‟si (413 bin kiĢi) ise ücretsiz aile iĢçisidir81. 3.2.4.2. Gençler 3.2.4.2.1. Genel olarak Ġnsanlar yaĢamları süresince, birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılmamıĢ bulunan çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaĢlılık süreçlerinden geçerler. Bütün bu dönemlerin kendine has ve önemli bir takım özellikleri bulunmakla birlikte, insan hayatının en önemli ve verimli dönemini gençlik dönemi oluĢturmaktadır. Çocuk gibi henüz evrensel olarak kabul edilmiĢ bir genç ve gençlik tanımı bulunmamaktadır. Gençlik sosyolojik, psikolojik ve demografik açıdan farklı Ģekillerde tanımlanabilmektedir. Genel bir tanım yapılamasa da çocukluk dönemi 81 TÜĠK Çocuk ĠĢgücü Anketi Sonuçları, 2012. http://www.tuik.gov.tr (e.t:15.11.2013). 245 ile gençlik döneminin birbirlerinden ayrılmasında genelde demografik faktör/ yaĢ faktörü kullanılmaktadır (Gündoğan,2001:5). Ancak kullanılan yaĢ sınırı da çeĢitli faktörlere bağlı olarak değiĢebilmekte, evrensel bir nitelik taĢımamaktadır. Örneğin AB‟nin 94/33 sayılı Direktifi‟nde 18 yaĢın altındakiler genç, 15 yaĢın altındakiler çocuk, 15 yaĢında olup, 18 yaĢından küçük olanlar da ergen olarak tanımlanmıĢtır. Buna karĢılık BM Çocuk Hakları SözleĢmesi‟nde yukarıda belirtildiği gibi 18 yaĢın altındakiler çocuk kabul edilmiĢtir (Tandoğan,2006:4). SanayileĢmiĢ ülkelerde genç iĢçi tanımında alt sınır, genellikle zorunlu eğitim yaĢının sona erdiği yaĢ kabul edilmekte, üst sınır ise değiĢebilmektedir. Ancak BM ve Avrupa ülkelerinin büyük bölümünde 15–24 yaĢ grubunda olanlar genç olarak kabul edilmektedir (Gündoğan,2001:6). Türkiye‟de BeĢ Yıllık Kalkınma Planlarında farklı genç nüfus tanımlarına rastlanmaktadır. Buna göre genç nüfus tanımları II. BeĢ Yılık Kalkınma Planı‟nda 14–24; III. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı‟nda 14–22, IV. ve V. BeĢ Yıllık Kalkınma Planlarında 12–24, daha sonraki planlarda 15–24 yaĢ arasındaki nüfus için yapılmıĢtır (Murat ve ġahin,2011:96). ILO‟nun 127 sayılı SözleĢmesi‟nde genç iĢçi 15 yaĢın altındaki küçük iĢçiyi ifade etmektedir (Altan,2010:246). Türkiye‟de 4857 sayılı ĠĢ Kanunu çocuk ve genç iĢçiyi tanımlamamıĢtır. Ancak Kanunun 71. maddesindeki düzenlemeden 15 yaĢını doldurmamıĢ olanların çocuk iĢçi, 15 yaĢını doldurmuĢ olanların genç iĢçi olarak kabul edildiği anlaĢılmaktadır. Çocuk ve Genç ĠĢçilerin ÇalıĢtırılması Usul ve Esasları Hakkındaki Yönetmelik‟te ise genç iĢçi 15 yaĢını tamamlamıĢ ancak 18 yaĢını tamamlamamıĢ kiĢi olarak tanımlanmaktadır (Tandoğan,2006:6;Tokol, 2013:61–62). Her ne kadar gençlik olgusu üzerinde evrensel olarak kabul edilmiĢ bir tanım olmasa ve farklı bakıĢ açılarıyla gençlik ile ilgili tanımlamalar yapılıyor olsa da, pek çok uluslararası kuruluĢ, yayın ve bilimsel çalıĢmalarında gençliği; insan yaĢamının bir evresi, çocukluktan yetiĢkinliğe geçiĢ süreci olarak göstermekte ve somut bir yaĢ grubuna indirgemektedir (UN,2005; ILO,2008; World Bank,2006). Günümüzde gençlerin iĢsiz kalmaları konusunda genel kabul gören eğilim, onların yetiĢkinlere oranla daha fazla sosyal risk altında olduklarıdır. Son yıllarda 246 ortaya çıkan geliĢmelerin gençlerin yaĢamları üzerinde arttırmıĢ olduğu belirsizlik, sosyal dıĢlanma sorununun gerekçelerinden biridir. Gençleri topluma bağlayan aile, arkadaĢlık gibi enformel bağların yanı sıra okul, iĢgücü piyasası gibi formel bağlar da bulunmaktadır. Gençlerin bir kısmı tek ebeveynli, parçalanmıĢ veya yoksul ailelerde yetiĢmiĢ olabilir. Ancak çoğu zaman gençlerin dıĢlanmıĢlığı formel olarak iĢgücü piyasası ile bağların kopmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum gençlerin gelir yoksulluğu nedeniyle ailelerine daha uzun süre bağımlı kalmalarına neden olmaktadır (Sapancalı,2005:124). 3.2.4.2.2. Gençlerin istihdam ve eğitim durumları Ekonomik ve sosyal yaĢamın hemen her alanı üzerinde derin etkiler bırakan iĢsizlik olgusu, dezavantajlı gruplar arasında yer alan gençler açısından daha büyük önem ve tehlike arz etmektedir. Gençler iĢsizlik sorunundan daha fazla etkilenmekte ve bir ülkenin ekonomik kalkınmıĢlığını daha fazla etkilemektedir. Ġster geliĢmiĢ ister geliĢmekte olan ülke olsun, bugün dünyadaki genel eğilim, 15– 24 yaĢ grubundaki iĢsizlik oranlarının, genel iĢsizlik oranlarından yaklaĢık olarak iki misli fazla olduğudur. Üstelik gençlerin yalnızca yüksek iĢsizlik oranlarına değil, bunun yanında düĢük istihdam ve iĢgücüne katılma oranlarına da sahip oldukları belirtilmelidir. Bu bağlamda gençlerin karĢı karĢıya oldukları sosyal dıĢlanma riskleri özellikle iĢgücü piyasası ile ilgilidir. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanan gençler, sadece gelirden yoksun kalmaz, aynı zamanda çalıĢma yaĢamının ve mesleki tecrübelerin kendisine kazandıracağı sosyalleĢme sürecinden de dıĢlanırlar. Formel yollardan istihdam Ģansı bulamayan gençler, enformel örgütlere, çetelere, suça, uyuĢturucuya ve diğer anomik davranıĢlara yönelebilirler. Gençler arasında iĢsizliğin artıĢı, toplumda siyasi Ģiddet, hatta anarĢiye neden olabilir (Gündoğan, 2001:30–31). 247 Çizelge 3.17. Gençler için küresel iĢgücü piyasası göstergeleri,1998–2009 Toplam Kadın Erkek Genç (15-24) 1998 ĠĢgücü (milyon) 577.8 614.4 619.2 340.6 364.7 368.5 237.2 249.7 250.6 Ġstihdam (milyon) 505.9 540.4 538.5 298.6 321.3 321.0 207.2 219.1 217.5 2008 2009 1998 2008 2009 1998 2008 2009 ĠĢsizlik (milyon) 71,9 74,1 80,7 41,9 43,4 47,5 30,0 30,6 33,2 ĠKO (%) 54,7 50,8 51,0 63,2 58,8 59,1 45,9 42,5 42,5 Ġstihdam Oranı (%) 47,9 44,7 44,4 55,4 51,8 51,4 40,1 37,3 36,9 ĠĢsizlik Oranı (%) 12,4 12,1 13,0 12,3 11,9 12,9 12,6 12,3 13,2 Kaynak: ILO, 2010: 61. Yukarıdaki Çizelge, küresel iĢgücü piyasasına iliĢkin verileri gençler açısından 1998, 2008 ve 2009 yılları itibariyle toplu bir Ģekilde göstermektedir. Buna göre, dünyada 2009 yılı itibariyle 619.2 milyon genç iĢgücü bulunmakta; bunların %59,5‟ini (368.5 milyon) erkekler, %40,5‟ini (250.6 milyon) ise kadınlar oluĢturmaktadır. 2009 yılında istihdam edilen gençlerin sayısı, 321 milyonu erkek ve 217.5 milyonu kadın olmak üzere toplamda 538.5 milyon; iĢsiz gençlerin sayısı ise, 47.5 milyonu erkek ve 33.2 milyonu kadın olmak üzere 80.7 milyondur. Bu doğrultuda görülmektedir ki, hem iĢgücü sayısında, hem bu iĢgücünün istihdam edilmesinde hem de iĢsizlik rakamlarında genç erkekler, genç kadınlara oranla daha büyük bir yer kaplamaktadır. Söz konusu rakamlara oransal olarak bakıldığında durum daha da belirgin bir hale gelmektedir. Buna göre, 2009 yılı itibariyle gençlerin iĢgücüne katılma oranı erkeklerde %59,1, kadınlarda %42,5 ve toplamda da %51,0 olarak gerçekleĢmiĢtir. Yine 2009 yılı çerçevesinde gençlerin istihdam oranları gözden geçirildiğinde ise, erkeklerde %51,4; kadınlarda %36,9 ve toplamda da %44,4‟lük oranların gerçekleĢmiĢ olduğu görülmektedir. Çizelge 3.17‟de sunulan veriler, bir anlamda dünyada gençlerin iĢsizliğinin küresel bir sorun olarak algılanması gerekliliğini ispatlar niteliktedir. Çünkü dünyada genç iĢsizlik oranları, göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür ve giderek artan bir seyir izlemektedir. Gençler arasında giderek yaygınlaĢan iĢsizlik sorununun ne denli önemli bir sorun olduğunun daha iyi anlaĢılabilmesi bakımından bir diğer önemli gösterge de, genç iĢsizliğinin yetiĢkin iĢsizliğine oranıdır. ILO‟nun 2010 yılında yayımlamıĢ 248 olduğu “Gençler Ġçin Küresel Ġstihdam Eğilimleri (Global Employment Trends For Youth)” adlı rapora göre (ILO,2010:63), 2009 yılı itibariyle dünyada genç iĢsizlik oranı, yetiĢkin iĢsizlik oranının 2,7 katı daha fazladır. Aynı karĢılaĢtırma genç erkekler arasında yapıldığında 2,8 ve genç kadınlar arasında da yapıldığında 2,6 katı daha fazla çıkmaktadır. Küresel geliĢmelerin paralelinde ülkemizde de gençlerin istihdam ve iĢsizlik sorununun çok ciddi boyutlara ulaĢmıĢ olduğunu söylemek yanlıĢ olmayacaktır. Çizelge 3.18, Türkiye‟deki temel iĢgücü göstergelerini hem genel olarak (15+yaĢ), hem de 15–24 yaĢ grubu açısından cinsiyete göre 2000–2011 yılları arasında vermektedir. Bu Ģekilde ikili bir yapıya gidilmesinin sebebi, genç iĢsizliği ve istihdamının genel yapı içerisindeki durumunun daha net bir Ģekilde tespit edilebilmesidir. Çizelge 3.18 dikkatli bir Ģekilde incelendiğinde, iĢgücü piyasalarına iliĢkin tüm göstergelerde gençlerin durumunun genel yapıdan daha olumsuz bir seyir izlediği görülmektedir. 249 Çizelge 3.18. Türkiye‟de cinsiyete göre genel/genç iĢgücü piyasası göstergeleri (%), 2005–2013 GENEL (15+YAġ) 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 ĠĢgücüne Katılma Oranı Toplam 46,4 46,3 46,2 46,9 47,9 48,8 49,9 50,0 50,8 Erkek 70,6 69,9 69,8 70,1 70,5 70,8 71,7 71,0 71,5 Kadın 23,3 23,6 23,6 24,5 26,0 27,6 28,8 29,5 30,8 Ġstihdam Oranı Toplam 41,5 41,5 41,5 41,7 41,2 43,0 45,0 45,4 45,9 Erkek 63,2 62,9 62,7 62,6 60,7 62,7 65,1 65,0 65,2 Kadın 20,7 21,0 21,0 21,6 22,3 24,0 25,6 26,3 27,1 ĠĢsizlik Oranı Toplam 10,6 10,2 10,3 11,0 14,0 11,9 9,8 9,2 9,7 Erkek 10,5 9,9 10,0 10,7 13,9 11,4 9,2 8,5 8,7 Kadın 11,2 11,1 11,0 11,6 14,3 13,0 11,3 10,8 11,9 TarımdıĢı ĠĢsizlik Oranı Toplam 13,5 12,7 12,6 13,6 17,4 14,8 12,4 11,5 12,0 Erkek 12,2 11,3 11,4 12,3 16,0 13,2 10,7 9,9 10,1 Kadın 18,7 17,9 17,3 18,1 21,9 20,2 17,7 16,4 17,4 GENÇ (15-24) 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 ĠĢgücüne Katılma Oranı Toplam 37,7 37,4 37,7 38,1 38,7 38,3 39,3 38,2 39,6 Erkek 51,7 51,1 51,6 51,7 52,2 50,9 52,3 50,8 51,9 Kadın 24,5 24,4 24,4 25,1 25,8 26,3 26,8 25,9 27,5 Ġstihdam Oranı Toplam 30,2 30,3 30,2 30,3 28,9 30,0 32,1 31,5 32,2 Erkek 41,6 41,8 41,5 41,3 39,0 40,2 43,4 42,5 43,1 Kadın 19,4 19,3 19,3 19,8 19,3 20,3 21,2 20,7 21,5 ĠĢsizlik Oranı Toplam 19,9 19,1 20,0 20,5 25,3 21,7 18,4 17,5 18,7 Erkek 19,5 18,3 19,6 20,1 25,4 21,0 17,1 16,3 17,0 Kadın 20,5 20,6 20,8 21,2 25,0 23,0 20,7 19,9 21,9 Tarım dıĢı ĠĢsizlik Oranı Toplam 24,2 22,5 23,3 24,2 29,8 25,9 22,1 20,9 22,0 Erkek 22,3 20,2 21,5 22,3 28,4 23,7 19,4 18,5 19,0 Kadın 28,8 28,1 27,4 28,5 32,9 30,7 28,1 26,1 28,4 Kaynak: TÜĠK Hanehalkı ĠĢgücü Ġstatistikleri, (21.06.2014). Genç nüfusta iĢgücüne katılma oranları 2009 yılında %38,7, 2011 yılında %39,3, 2012 yılında %38,2 ve 2013 yılında 39,6 olarak; iĢsizlik oranları ise 2009 yılında %25,3, 2012 yılında %17,5 olarak gerçekleĢmiĢtir. Krizin yaĢandığı 2009 yılından itibaren genç nüfus iĢsizlik oranındaki azalıĢ dikkate değer görünmektedir. 250 2013 yılı itibariyle, Türkiye‟de genel iĢgücüne katılma oranı %50,8 iken, gençlerin iĢgücüne katılma oranı %39,6; genel istihdam oranı %45,9 iken gençlerin istihdam oranı %32,2 ve genel iĢsizlik oranı %9,7 iken gençlerin iĢsizlik oranı %18,7 olarak gerçekleĢmiĢtir. ĠĢgücü piyasalarına iliĢkin bu üç önemli göstergeye cinsiyetler açısından bakıldığında ise, erkeklerin kadınlara oranla hem genel hem de genç nüfus bağlamında daha fazla iĢgücüne katıldıkları ve dolayısıyla daha yüksek miktarda istihdam edildikleri görülmektedir. Bu çerçevede, 2013 yılı itibariyle, erkeklerin iĢgücüne katılma oranları genelde %71,5 ve gençler arasında da %51,9 iken, kadınların iĢgücüne katılma oranları %30,8 ve %27,5 olarak gerçekleĢmiĢtir. Bu noktada en fazla dikkat çeken husus, kuĢkusuz ki kadınların durumudur. Çünkü ülkemizde kadınların iĢgücüne katılma oranı oldukça düĢük bir seviyede bulunmaktadır. Çizelge 3.18‟de görüldüğü gibi, 2005‟ten bu yana gençlerin iĢgücüne katılma oranlarında önemli bir değiĢim olmamıĢtır. 2005 yılında %51,7 olan genç erkeklerin iĢgücüne katılma oranı 2011 yılında %52,3 iken 2013 yılında %51,9 olarak gerçekleĢmiĢtir. Genç kadınlar açısından da durum tamamen benzer olup, 2005 yılında %24,5 olan genç kadınların iĢgücüne katılma oranı 2011 yılı itibariyle %26,8 iken, 2013 yılında %27,5‟tir. 90,0 80,0 70,0 60,0 50,0 40,0 30,0 20,0 10,0 0,0 Okuryazar olmayan Lisealtı eğitimliler Genel Lise Mesleki veya teknik lise Yüksek öğretim Toplam 21,1 35,6 32,2 55,8 74,9 Erkek 28,4 49,6 39,2 65,9 78,3 Kadın 18,4 20,1 25,1 44,0 72,3 Toplam Erkek Kadın ġekil 3.1. Gençlerin eğitim durumuna göre iĢgücüne katılma oranı (%), 2013 Kaynak: TÜĠK (22.07.2014). 251 ĠĢgücüne katılma oranı, gençlerde de eğitim seviyelerine göre farklılık göstermekte, eğitim seviyesi arttıkça iĢgücüne katılma oranı da artmaktadır. Yükseköğretim haricindeki tüm eğitim seviyelerinde genç erkeklerin iĢgücüne katılma oranları, genç kadınların iĢgücüne katılımının hayli (lise altı eğitim seviyesinde 2,5 kat) üzerindedir. Ancak, yükseköğretim mezunu olan genç kadınların iĢgücüne katılma oranlarının (%72,3), genç erkeklerin iĢgücüne katılma oranına (%78,3) oldukça yakın olduğu dikkati çekmektedir (ġekil 3.1). Cinsiyete göre istihdam oranlarının da iĢgücüne katılma oranlarının paralelinde erkeklerin lehine gerçekleĢmiĢ olduğu açık bir Ģekilde görülmektedir. Buna göre, 2013 yılı itibariyle, erkeklerin genel istihdam oranı %65,2 iken genç istihdam oranı %43,1ve kadınların genel istihdam oranı %27,1 iken genç istihdam oranı %21,5‟tir (Çizelge 3.18). AB ülkelerinde gençlerin eğitimi artıkça iĢsizlik oranlarının düĢmesine rağmen, Türkiye için tam tersi bir durum söz konusudur. Ülkemizdeki resmi rakamlar, eğitimli insanlar arasındaki iĢsizlik oranının eğitim almayanlara göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu durumda eğitimli iĢsiz olmaktansa, eğitimsiz olma ama bir an önce ekmek parası kazanmak, bireyler ve aileleri için daha tercih edilebilir bir seçenek haline gelmektedir (DPT,2001a:81). Ayrıca iĢgücü piyasasında eğitimli kiĢiler ile eğitimsizler arasında ücret farklılıklarının yaratılamaması da eğitimin cazibesini azaltabilmektedir. Bazı durumlarda ise aile çocuğunu okutmak istese dahi okul masraflarının yüksekliği dolayısı ile bu isteğini gerçekleĢtirememekte ya da çocuk bir yandan eğitimine devam ederken diğer yandan kendi giderlerini karĢılamak amacıyla çalıĢmak zorunda bırakılmaktadır. ĠĢsizler içinde özellikle eğitilmiĢ bireyler ve genç yaĢta olanların düzeyi dikkat çekmektedir. Çünkü gençler önemli ölçüde toplumun geleceğe iliĢkin olarak üretim potansiyelini oluĢturmaktadır. Sadece üretim boyutuyla değil, gelecekte daha sağlıklı ve mutlu bir toplum yaratılmasında gençlerin bugün yaĢadıkları koĢulların büyük etkisi olacaktır. Bu kaynağın etkili bir Ģekilde kullanılamaması durumunda yaratacağı toplumsal ve siyasal sonuçları da dikkate değer niteliktedir. 252 Bu bağlamda, genel olarak ve gençler arasındaki iĢsizlik oranlarına bakıldığında, gençlerin daha dezavantajlı bir konumda olduğu anlaĢılmaktadır. Ülkemizde genel iĢsizlik oranları sürekli bir artıĢ ivmesi göstermiĢ olmakla birlikte 2010 yılından itibaren düĢme eğilimi arz etmektedir. 2009 yılında %14,0 olarak gerçekleĢen iĢsizlik oranı 2013 yılı itibariyle %9,7‟dir. Aynı paralellik her iki cinsiyette de görülmüĢtür. Gençlerin iĢsizlik oranı ise daha önce de ifade edildiği gibi genel iĢsizlik oranlarının yaklaĢık iki katıdır. Buna göre 2005 yılında %19,9 olan genç iĢsizlik oranı yıllar içerisinde sürekli olarak artmıĢ, 2009 yılında %25,3‟e yükselmiĢ ve 2013 yılında %18,7 seviyesine gerilemiĢtir. Genç kadınlar ile genç erkeklerin iĢsizlik oranları arasında büyük bir fark bulunmamakla beraber, 2009 yılı hariç tüm yıllarda genç kadınların iĢsizlik oranı genç erkeklerden daha yüksek gerçekleĢmiĢtir. 2013 yılı itibariyle, genç erkekler arasında %17,0 olan iĢsizlik oranı genç kadınlarda %21,9 olarak gerçekleĢmiĢtir (Çizelge 3.18). Kriz dönemlerinden gençler daha çok etkilenmektedir. 2009 yılında yaĢanan ekonomik kriz genç iĢsiz sayısını bir önceki yıla göre dörtte bir oranında artırmıĢ, 2010 yılındaki ekonomik büyüme ile genç iĢsizliği tekrar eski seviyelerine doğru azalmaya baĢlamıĢtır. Genç iĢsizlerin eğitim durumuna göre iĢsizlik oranları 2013 yılı itibariyle, okuryazar olmayanlarda %10,3, lise altı eğitimlilerde %15,5, lise mezunlarında %21,9, mesleki veya teknik lise mezunlarında %18,6, üniversite mezunlarında ise %29,2‟dir. 40 35 30 25 20 15 10 5 0 Okuryazar olmayan Lisealtı eğitimliler Genel Lise Mesleki veya teknik lise Yüksek öğretim Toplam 10,3 15,5 21,9 18,6 29,2 Erkek 18,3 15,6 19,1 14,9 23,4 Kadın 5,9 15,3 26,2 25,1 34,2 Toplam Erkek Kadın ġekil 3.2. Gençlerin eğitim durumuna göre iĢsizlik oranı (%), 2013 Kaynak: TÜĠK (EriĢim: 22.07.2014). 253 Eğitim seviyesi yükseldikçe iĢsizlik oranları da gerek kadınlar, gerekse erkekler için yükselmektedir. Hem kadınlar hem de erkekler için meslek lisesi mezunlarının iĢsizlik oranının genel lise mezunlarına kıyasla daha düĢük seyretmektesi dikkat çeken bir husustur (ġekil 3.2). Türk iĢgücü piyasasına iliĢkin veriler, Türkiye‟nin genç nüfus avantajından yararlanamadığını göstermektedir. 2013 yılı verilerine göre, aktif/üretken nüfusta istihdam oranı %45‟9‟dur. Yani aktif nüfustaki her 100 kiĢiden sadece 45,9‟u üretmektedir. Genç nüfusta istihdam oranı daha vahim %32,2‟dir (Çizelge 3.18). Genç nüfusta iĢgücüne katılma oranı %39,6, iĢsizlik oranı %18,7, tarım dıĢı iĢsizlik oranı %22‟dir. Gençler içinde kadınlar daha dezavantajlıdır. Genç kadınlar iĢ bulmakta genç erkeklere göre daha zorlanmakta ve iĢgücü piyasasından dıĢlanmaktadırlar. Çizelge 3.19‟da ise, 2013 yılında Türkiye‟deki genel ve genç nüfusun iĢgücü durumuna iliĢkin veriler, hem genel hem de 15–24 yaĢ grubu açısından cinsiyetler bağlamında değerlendirilmektedir. 2013 yılında 15–24 yaĢ nüfusun, toplam kurumsal olmayan nüfus içindeki oranı %17,2‟dir. 15–24 yaĢ grubundaki nüfusun %32,2‟sini istihdam edilenler, %7,4‟ünü ise iĢsizler oluĢtururken, gençlerin %60,4‟ü iĢgücü dıĢındadır. 15–24 yaĢ grubundaki nüfusun %37,6‟sı eğitim/öğretime devam etmektedir. Gençlerin iĢgücü durumu cinsiyet ayrımında incelendiğinde, genç kadınlarla, genç erkekler arasında önemli farklılar olduğu dikkati çekmektedir. Genç erkeklerin %43,1‟i, genç kadınların ise %21,5‟i istihdam edilirken, genç erkeklerin %8,8‟i, genç kadınların ise %6‟sı iĢsizdir. Aynı Ģekilde, genç erkeklerin %48,1‟i iĢgücü dıĢında kalırken, genç kadınların %72,5‟i iĢgücüne dâhil olmayanlar kategorisinde yer almaktadır. 15–24 yaĢ grubundaki genç kadınların %24,7‟sinin “ev iĢleriyle meĢgul olma” nedeniyle iĢgücü dıĢında yer alıyor olması da dikkat çekici bir diğer önemli veridir. Türkiye‟de gençlerin iĢgücü piyasalarına iliĢkin göstergelerinin önemli derecede olumsuzluk arz etmesinin ve özellikle de genç iĢsizliğinin büyük oranlarda bulunmasının altında yatan pek çok nedeni sıralamak mümkündür. Bu nedenleri Türkiye‟nin nüfus yapısından, iĢgücü piyasalarına yönelik 254 düzenlemelerden ve eğitim yapısından kaynaklanan nedenler olarak sıralamak yanlıĢ olmayacaktır. Çizelge 3.19. Türkiye‟de genel ve genç nüfusun iĢgücü durumu, 2013 Toplam Sayı (bin kiĢi) 11.563 Erkek Sayı % (bin kiĢi) 5.744 100,0 100 ĠĢgücü 4.584 39,6 2.981 Ġstihdam edilenler 3.727 32,2 2.476 857 7,4 6.979 ĠĢ armyıp çalıĢmya hazır olanlar ĠĢ bulma ümidi olmayanlar Kadın Sayı (bin kiĢi) 5.819 100,0 51,9 1.603 27,5 43,1 1.252 21,5 506 8,8 351 6,0 60,4 2.763 48,1 4.216 72,5 374 3,2 154 2,7 220 3,8 192 1,7 139 2,4 53 0,9 Ev iĢleriyle meĢgul 1.435 12,4 1.435 24,7 Eğitim/öğretim 4.347 37,6 2.183 38,0 2.164 37,2 176 1,5 104 1,8 72 1,2 6 0,1 2 0,0 5 0,1 Ailevi ve kiĢ. ned. katılmayanlar 289 2,5 80 1,4 209 3,6 Diğer nedenler 161 1,4 102 1,8 59 1,0 15+ yaĢ nüfus 55.608 100,0 27.411 100,0 28.197 100,0 ĠĢgücü 28.271 50,8 19.597 71,5 8.674 30,8 Ġstihdam edilenler 25.524 45,9 17.883 65,2 7.641 27,1 2.747 4,9 1.714 6,3 1.033 3,7 27.337 49,2 7.814 28,5 19.523 69,2 1.441 2,6 485 1,8 956 3,4 638 1,1 401 1,5 237 0,8 11.463 20,6 11.463 40,7 Eğitim/öğretim 4.465 8,0 2.244 8,2 2.221 7,9 Emekliler 3.837 6,9 3.006 11,0 831 2,9 ÇalıĢamaz halde 3.666 6,6 1.307 4,8 2.360 8,4 50 0,1 13 0,0 37 0,1 1.470 2,6 182 0,7 1.287 4,6 308 0,6 176 0,6 132 0,5 15-24 yaĢ nüfus ĠĢsizler ĠĢgücüne dahil olmayanlar ÇalıĢamaz halde Mevsimlik çalıĢanlar ĠĢsizler ĠĢgücüne dahil olmayanlar ĠĢ armyıp çalıĢmya hazır olanlar ĠĢ bulma ümidi olmayanlar Ev iĢleriyle meĢgul Mevsimlik çalıĢanlar Ailevi ve kiĢ. ned. katılmayanlar Diğer nedenler % Kaynak: TÜĠK ĠĢgücü Ġstatistikleri (26.07.2014) % 255 Ülkemizdeki toplam nüfusun %17,2‟si 15–24 yaĢ grubu gençlerden oluĢmakta; buna %24,682 olan 0–14 yaĢ grubu da eklendiğinde, genel nüfus yapımızın hala oldukça genç bir yapıya sahip olduğu anlaĢılmaktadır. Potansiyel iĢgücü arzının, diğer bir ifadeyle çalıĢma çağındaki nüfusun artmaya devam etmesi, gerekli önlemler alınmadığı takdirde tehdit oluĢturacaktır. Ayrıca, tarımdaki çözülmenin devam ediyor olması da gençlerin kırsal alandan kentsel alana doğru göç ettiklerinde ya iĢsiz kalmalarına, ya ikincil iĢlerde çalıĢmalarına ya da kayıt dıĢı istihdam edilmelerine neden olmaktadır. Çizelge 3.20. Toplamda ve gençlerde kayıt dıĢı istihdam oranları (%), 2005–2013 YaĢ 2005 2006 15+ 15–24 48,2 65,2 47,0 63,1 2007 2008 TOPLAM 45,4 43,5 59,8 56,2 15+ 15–24 70,9 83,9 69,9 83,1 TARIM 69,1 68,2 80,7 78,0 68,0 79,1 35,3 53,6 TARIM-DIġI 33,4 30,8 50,3 45,9 30,9 48,4 15+ 15–24 36,1 55,4 2009 43,8 58,8 2010 43,3 58,2 2011 2012 2013 42,1 56,1 39,0 50,9 36,7 48,4 67,5 79,1 66,0 76,5 64,8 72,6 63,0 71,8 30,2 47,1 28,7 44,6 25,3 39,0 22,9 35,7 Kaynak: TÜĠK ĠĢgücü Ġstatistikleri (EriĢim: 28.07.2014). Türkiye'de gençler arasında da tam ve sürekli istihdam beklentisi olmadan ve sosyal güvenliksiz çalıĢma yaygındır. Nitekim gençlerin karĢılaĢtıkları önemli sorunlardan tanesi de, çoğu zaman sosyal koruma kapsamı dıĢında kalmalarıdır. Birçok ülkede bireylerin sosyal güvenlik sistemine dâhil olmaları düzenli bir biçimde çalıĢmalarına bağlıdır. Ancak gençler, iĢgücü piyasasına yeni katılmaları nedeniyle geçmiĢte genellikle bir iĢte çalıĢmamıĢlardır veya çalıĢmıĢ olsalar dahi bu uzun süreli bir çalıĢma değildir. Bu nedenle katkılı sosyal güvenlik sisteminin sağladığı güvencelerden yararlanmaları söz konusu değildir (Sapancalı,2005: 125). Ülkemiz iĢgücü piyasasının en önemli sorunlarından birisini oluĢturan kayıt dıĢı istihdam, gençler arasında daha da yaygındır. 2013 yılında toplam kayıt dıĢı 82 http://www.tuik.gov.tr/HbGetirHTML.do?id=15974. TÜĠK, Haber Bülteni, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları 2013. 256 istihdam oranı %36,7 iken, gençlerde bu oran 48,4‟tür. Tarım dıĢı faaliyetlerde kayıt dıĢı çalıĢan gençlerin oranı ise, tarım dıĢı sektördeki kayıt dıĢılığın 13 puan üzerindedir (%35,7). Yeterli nitelik, beceri ve mesleki bilgiye sahip olmayan gençlerin iĢgücü piyasasına ilk giriĢleri kayıt dıĢı istihdam biçiminde olmaktadır. Yaptığı iĢten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kuruluĢuna kayıtlı olmadan çalıĢan gençlerin oranı cinsiyet ayrımında incelendiğinde, ilk dikkati çeken husus tarım-dıĢı sektörde genç kadınların kayıt dıĢılık oranlarının, genç erkeklere kıyasla daha düĢük olmasıdır. 2013 yılında tarım dıĢı sektörde kayıt dıĢı çalıĢan genç erkeklerin oranı %38,3 iken, genç kadınlar için bu oran %30,5‟tir. Çizelge 3.21. Cinsiyete göre gençlerde kayıt dıĢı istihdam oranları, 2005–2013 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 ERKEK Toplam Tarım Tarım dıĢı 65,6 81,2 59,0 63,0 79,6 56,5 60,2 76,6 53,7 55,8 73,5 48,6 59,3 75,6 51,7 58,7 75,8 50,4 55,9 72,5 47,4 51,3 69,1 42,2 48,3 67,9 38,3 KADIN Toplam Tarım Tarım dıĢı 64,1 87,6 46,5 63,0 87,9 46,3 59,0 86,8 42,1 57,1 84,7 39,7 58,0 84,8 41,3 57,4 84,2 40,1 56,4 83,5 38,7 50,0 78,8 32,0 48,6 79,0 30,5 Kaynak: TÜĠK ĠĢgücü Ġstatistikleri (EriĢim: 28.07.2014). AĢağıdaki Ģekilde, 2013 yılı itibariyle gençlerin eğitim durumlarına göre kayıt dıĢı istihdam oranları verilmektedir. Buna göre, en yüksek kayıt dıĢılık lise altı eğitimlilerde iken, yüksekokul mezunlarının kayıt dıĢılık oranları diğer eğitim durumlarına göre oldukça düĢüktür. Eğitim durumu yükseldikçe kayıt dıĢı istihdam oranları azalmaktadır. Mesleki veya teknik lise mezunlarının kayıt dıĢılık oranı ise genel lise mezunlarından daha düĢüktür. 257 ġekil 3.3. Gençlerin eğitim durumlarına göre kayıt dıĢı istihdam oranları, 2013 Kaynak: TÜĠK ĠĢgücü Ġstatistikleri (EriĢim: 15.08.2014). ĠĢgücü piyasası verileri, bize Türkiye‟nin yapısal bir genç iĢsizlik sorunu yaĢadığını ve demografik değiĢim fırsatını değerlendiremediğini göstermektedir. Maalesef Türkiye, genç nüfusundan ekonomide ve kalkınmada etkin bir Ģekilde yararlanamamaktadır. Yaratıcı, enerjik ve tüketim talebi yüksek özellikleri düĢünüldüğünde Türkiye, bu potansiyeli verimli üretime ve tüketime kanalize edememektedir. Özellikle iĢgücüne katılma oranı %27,5 olan kadın genç nüfustan Türkiye, verimli üretimde istifade edememektedir. Bu potansiyelin atıl kalması, Ģüphesiz ülke ekonomisi için büyük kayıptır. Ancak daha da önemlisi, genç iĢsizliğinin gençler ve toplum üzerinde yarattığı psikolojik ve sosyal sorunlardır. Uluslararası çalıĢmalar, genç iĢsizliği ile sosyal dıĢlanma arasında yakın iliĢkiye iĢaret etmektedir. ĠĢsizliğin yarattığı atıllık ve iĢe yaramazlık duygusu, gençlerde baĢta psikolojik olmak üzere sağlık problemlerine, Ģiddet ve suç eğilimine, çatıĢmalara, alkol ve uyuĢturucu bağımlılıklarına neden olmaktadır (ILO,2010:6). Genç nüfus atıl kalınca demografik değiĢim fırsatı, nerdeyse bir tehdide dönüĢmektedir. 258 3.3. Türkiye’de Sosyal DıĢlanma ile Mücadele Konusunda ÇalıĢma Yürüten Kurum ve KuruluĢlar 3.3.1. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü Ülkemizde sosyal yardım alanında faaliyette bulunan kuruluĢlardan Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢmayı TeĢvik Fonu, 1986 yılında 3294 sayılı Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢmayı TeĢvik Kanunu ile kurulmuĢtur. Fon faaliyetlerini 931 il ve ilçede kurulu bulunan Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Vakıfları (SYDV) aracılığı ile yürütmektedir. Mevcut sosyal yardım programlarının daha etkin ve hızlı Ģekilde ulaĢtırılabilmesi amacıyla, 9 Aralık 2004 tarih ve 5263 sayılı Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Genel Müdürlüğü TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Fon‟un yürütme organı niteliğinde olan SYDTF Genel Sekreterliği, BaĢbakanlığa bağlı bir Genel Müdürlük (Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Genel Müdürlüğü) olarak teĢkilatlandırılmıĢ, böylece Fon idaresi kurumsal bir yapıya kavuĢmuĢtur. Fon idaresinin Genel Müdürlük olarak yapılandırılması ile mevcut sosyal yardım programlarının ekonomik ve sosyal yoksunluk içerisinde bulunan vatandaĢlara daha etkin ve hızlı bir Ģekilde ulaĢtırılması amaçlanmıĢtır. SYDGM il ve ilçe vakıfları aracılığıyla, 3294 sayılı Kanunun amacı ve kapsamı doğrultusunda ülkemizde herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayan ve sosyo-ekonomik yoksunluk içinde bulunan vatandaĢların temel ihtiyaçlarını (yakacak, gıda, giyim, eğitim, sağlık gibi) karĢılamakta, engelli vatandaĢların eğitim ve rehabilitasyon giderlerine katkı sağlamakta, kırsal ve kentsel alanlarda yaĢayan yoksul vatandaĢların gelirlerini arttırma ve sürekli bir iĢe sahip olmalarına yönelik projelere destek vermektedir. Yoksullukla mücadelede, SYDGM, aktardığı kaynaklarla yoksul ve yardıma muhtaç kiĢileri pasif ve yardım bekler durumdan; aktif, katılımcı ve kendi kendine yeterli duruma getirmeyi, gelir dağılımındaki adaletsizlikleri gidermeyi, sosyal barıĢı sağlamayı ve sosyal yardımlaĢma ve dayanıĢmayı kuvvetlendirmeyi hedeflemektedir (SYDGM,2005). 259 Söz konusu Genel Müdürlük, 08.06.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Ülkemizin en önemli sosyal yardım ve himaye kuruluĢu olan Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü; gerek yurt çapında sürdürdüğü yardım faaliyetleri ile sosyal güvencesi olmayan yoksul, kimsesiz, muhtaç ve düĢkün vatandaĢlarımıza gerekse istihdam odaklı mesleki eğitim ve proje destekleri ile iĢsiz, eğitimsiz vatandaĢlarımıza iliĢkin devletin sosyal sorumluluklarını yerine getirmektedir. 3.3.2. Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte benimsenen kalkınma anlayıĢı çerçevesinde, sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmanın orta ve uzun dönemde yoksulluğu da azaltacağı öngörülmüĢtür. Kimsesiz çocuklara yardım etme amacıyla 1928 yılında Yardım Sevenler Derneği kurulmuĢ; Dernek, 1935 yılında Çocuk Esirgeme Kurumu‟na dönüĢtürülmüĢ ve söz konusu kurum, 1937 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile kamu yararına çalıĢan dernek statüsüne kavuĢturulmuĢtur. 1981 yılında, Milli Güvenlik Kurulu Kararı ile Çocuk Esirgeme Kurumunun genel merkezi, il ve ilçelerdeki Ģubeleri ile bucak ve köylerdeki kolları feshedilmiĢ; 24 Mayıs 1983 tarih ve 2828 sayılı Kanunla, korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, sakat, yaĢlı ve diğer kiĢilere götürülen sosyal hizmetleri yürütmek üzere BaĢbakanlığa bağlı kamu tüzel kiĢiliğine sahip katma bütçeli Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (SHÇEK) kurulmuĢtur (SYDGM,2006). Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, amaçları doğrultusunda; yoksulluk içinde olup da temel kuruluĢ ihtiyaçlarını karĢılayamayan ve yaĢamlarını en düĢük seviyede dahi sürdürmekte güçlük çeken kiĢilere ve ailelere kaynakların yeterliliği ölçüsünde ayni ve nakdi yardımlar yapmaktadır (SHÇEK,2010). 260 Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun Sosyal Yardım kuruluĢta bakılan çocuklardan ailesi yanında hizmetlerinden; • Korunma kararlı bakılabilecek olanlar, • Korunma kararlı sırada bekleyen çocuklar, • Hakkında korunma kararı alınmak talebiyle baĢvuruda bulunulup, korunma kararı alınmaksızın ekonomik destek ile ailesi yanında bakılabilecek durumda olan çocuklar, • Doğal afetler nedeniyle ekonomik içine düĢmüĢ olan aileler veya yakınlarını kaybederek kimsesiz ve korunmasız kalmıĢ kiĢiler, • Olağanüstü bir felaket, hastalık veya kaza geçirerek belirli bir süre kendisinin ve geçindirmekle yükümlü bulunduğu aile fertlerinin temel ihtiyaçlarını karĢılayamayacak durumda olanlar ile hayatı tehlike arz eden ve ameliyat gerektiren durumlarla karĢılaĢan kiĢiler, • Korunma kararı olup da yaĢ sınırlarını tamamlamaları nedeniyle YetiĢtirme Yurtlarından ayrılan çocuklar, • Korunma kararı olmamakla birlikte eğitimine devam edemeyecek durumda olan ilk ve orta öğretim öğrencileri yararlanmaktadırlar. SHÇEK, yürürlükteki “Ayni ve Nakdi Yardım Yönetmeliği” çerçevesinde baĢta korunmaya muhtaç çocuklar olmak üzere muhtaç durumdaki kiĢi ve ailelere ayni nakdi yardım verilmektedir. Bu kapsamda SHÇEK tarafından kiĢi baĢına aylık olarak yapılan nakdi yardım miktarı 2010 yılının ilk yarısında 218,06 TL iken, ikinci yarısında 225,89 TL olmuĢtur. Bu doğrultuda SHÇEK tarafından 2010 yılı Ağustos ayı sonu itibarıyla 28.716 kiĢiye toplam 71,75 milyon TL tutarında ayni-nakdi yardım ödemesi yapılmıĢtır (DPT,2010:230). SHÇEK ayrıca, Bakıma Muhtaç Engellilerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine ĠliĢkin Yönetmelik hükümlerine göre kendisinin veya kendisine kiĢilere bakım hizmeti sunan özel kuruluĢlara iki aylık, engellilere evde Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile yapılan görüĢmelere rağmen yeni verilere ulaĢmak mümkün olmamıĢtır. 261 bakım hizmeti veren kiĢilere de bir aylık net asgari ücret tutarında ödeme yapılmaktadır. 2010 yılı Eylül ayı itibarıyla SHÇEK tarafından özel bakım merkezlerine toplam 27,4 milyon TL, engellilere bakım hizmeti veren kiĢilere de toplam 1.120,5 milyon TL tutarında ödeme yapılmıĢtır (DPT,2010:230). Söz konusu Genel Müdürlük, 08.06.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. 3.3.3. Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü BaĢbakanlığa bağlı olarak faaliyetlerini yürüten Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı, 25 Mart 1997 tarih ve 571 sayılı Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı‟nın TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kurulmuĢtur. Özürlüler Ġdaresi doğrudan para transferi yapmamakla birlikte, verdiği “özürlü kimlik kartı” ile özürlü vatandaĢlara yardım yapılması sağlanmaktadır. Bu kimlik kartına sahip vatandaĢlara 2022 sayılı “65 yaĢını DoldurmuĢ Muhtaç Güçsüz ve Kimsesiz Türk VatandaĢlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun” gereğince Emekli Sandığı vasıtasıyla 3 aylık maaĢ ödenmektedir. Ayrıca Bakıma Muhtaç Özürlülerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine ĠliĢkin Yönetmelik hükümlerine göre SHÇEK tarafından yeterli geliri olmayan özürlülere bakım desteği sağlanmaktadır. Maddi yardımlara aracılık edilmesi dıĢında Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı, Avrupa Birliği programları doğrultusunda Yoksullukla ve Sosyal DıĢlanma ile Mücadele baĢlığı altında özürlülerin içerilmesi konusunda çalıĢmalar yürütmektedir. Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı, 2011 yılına kadar çalıĢmalarını sürdürmüĢ ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 08.06.2011 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı‟nın kurulmasıyla Özürlü ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak yeniden yapılandırılmıĢtır. 25 Nisan 2013 tarihli ve 6462 sayılı “Kanun ve 262 Kanun Hükmünde Kararnamelerde Yer Alan Engelli Bireylere Yönelik Ġbarelerin DeğiĢtirilmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile de “Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü” olarak ismi değiĢtirilmiĢtir. Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilen 2007–2013 yıllarını kapsayan “PROGRESS” (Avrupa Birliği Ġstihdam ve Sosyal DayanıĢma) programı doğrultusunda “Türkiye'de Özürlülüğe Dayalı Ayrımcılıkla Mücadele Projesi” yürütülmektedir. Bu projenin yanı sıra en savunmasız gruplardan olan “engelliler” konusunda sosyal farkındalığı artırmak ve onların toplumsal yaĢamda yer alabilmeleri ve sosyal içerilmeleri konusunda “Engelsiz Türkiye”, “Örnek Engelsiz Kent” ve Katılım Öncesi Mali Yardım(IPA) ile desteklenen “Engelli Bireylerin Toplumsal Entegrasyonunun GeliĢtirilmesi” projeleri yürütülmektedir (ÖĠB,2010). Engellilerin toplumsal yaĢamdan dıĢlanmaması için, 5378 sayılı Kanun uyarınca fiziki mekânların Temmuz 2012 tarihine kadar engellilerin eriĢebilirliğine uygun duruma getirilmesi hedeflenmiĢtir. Bu doğrultuda Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından 2010 yılında UlaĢılabilirlik Eylem Planı hazırlanmıĢtır (DPT,2010:221). 3.3.4. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Genel Müdürlüğü, köklerini 2 Mayıs 1920 tarihinde kurulan ġer'iyye ve Evkaf Vekaleti' ne dayanmaktadır. ġer'iye ve Evkaf Vekaleti, 3 Mart 1924'te BaĢbakanlığa bağlanarak Ģimdiki adını almıĢtır. 8 Haziran 1984 tarih ve 227 sayılı Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün teĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal Hizmet ve Yardımlar konusunda da faaliyet göstermeye baĢlamıĢtır. Yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile mücadele konusunda, Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün “Hayır ĠĢleri ve Sosyal Hizmetler Dairesi BaĢkanlığı” 227 sayılı KHK'nin 13. maddesine dayanarak faaliyet göstermektedir. 27. 09. 2008 tarih ve 27010 sayılı Resmi Gazete‟de yayımlanan “Vakıflar Yönetmeliği” hükümleri gereğince (VGM,2008); 263 • Sosyal güvenlik kurum ve kuruluĢlarından her ne ad altında olursa olsun bir gelir ve aylık hakkından yararlanamayan, • Herhangi bir gelire sahip olamayan, • Nafaka bağlanmayan, • menkul gayrimenkul malı olmayan, • ÇalıĢma gücünü %40'ın üzerinde kaybeden muhtaç engelliler, • Annesi veya babası olmayan 18 yaĢından gün almamıĢ muhtaç öksüz çocuklara muhtaç aylığı bağlanmaktadır. 2014 yılı itibarı ile muhtaç aylığı 424,69 TL olarak ödenmektir. Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde muhtaç, engelli, öksüzlere yapılan bu yardımlar, Avrupa Konseyi'nin 2000 yılındaki Nice Zirvesinde belirtilen öncelikli hedeflerden “En zayıflara yardım etmek” önceliği ile sosyal içermeyi artırma hedefine paralellik göstermektedir. 3.3.5. Kalkınma Bakanlığı Devlet Planlama TeĢkilatının kuruluĢu Türkiye‟de 1960'dan itibaren benimsenen ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın hızlandırılması, uygulanan politikalar arasında uyum sağlanması, toplumsal ve kültürel donuĢumun uyumlu yönlendirilmesi ve ekonomiye rasyonel kamu müdahalesinin temini amacıyla Kalkınma Planlarının hazırlanması ve uygulanması fikri doğrultusunda ĢekillenmiĢtir. 1961 Anayasası ile iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleĢtirmek için Kalkınma Planlarının hazırlanması hükme bağlanmıĢtır. Bu amaçlar doğrultusunda 30 Eylül 1960 tarihinde BaĢbakanlığa bağlı Devlet Planlama TeĢkilatı kurulmuĢtur. Devlet Planlama TeĢkilatının görevi ekonomik, sosyal ve kültürel politikaların ve hedeflerin tayininde ve ekonomik politikayı ilgilendiren faaliyetlerin koordinasyonunda Hükümete yardımcı olmak ve danıĢmanlık yapmaktır. 1982 Anayasası da planlı kalkınmayı ve planların devlet tarafından hazırlanmasını hükme bağlamıĢtır. Eski adı ile Devlet Planlama TeĢkilatı olarak faaliyet gösteren Kalkınma Bakanlığının kurulması; 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulunca 3/6/2011 tarihinde kararlaĢtırılmıĢtır. 264 Devlet Planlama TeĢkilatı, kuruluĢ amacı doğrultusunda hazırladığı planları yıllık dönemleri kapsayacak Ģekilde oluĢturmaktadır ve bu 5 yıllık planların doğrultusunda yıllık programlar oluĢturarak uygulamaya geçirmektedir. Devlet Planlama TeĢkilatının kurulduğu tarihten bugüne kadar dokuz adet BeĢ Yıllık Kalkınma Planı uygulamaya konulmuĢtur. Planların iktisadi felsefeleri ve yaklaĢımları kapsamında; 1960 öncesi dönemde hazırlanan sanayi planları tüm ekonomiyi kapsamayan, sadece kamu yatırımlarını rasyonel ve programlı bir Ģekilde disiplin altına almayı amaçlayan planlardır. Ayrıca bu planlar, doğrudan doğruya plan hazırlığı ile görevli kuruluĢlar tarafından hazırlanmamıĢtır. Bütün bunlara ilaveten, söz konusu planların kabul ve uygulama Ģekilleri de belirli usullere bağlanmamıĢ olduğu için Türkiye'de bu dönemin bir "Planlı Dönem" olduğu söylenemez. 1960–1980 planları karma ekonomi, bütüncül; 1980–2000 planları ise liberal, stratejik olarak nitelendirilebilir. 1980 öncesinde sanayileĢmede "ithalat ikamesi politikaları", 1980 sonrası ise "açık ekonomiye geçiĢ" yönlendirici olmuĢtur83. Bugüne kadar oluĢturulmuĢ BeĢ Yıllık Kalkınma planları, 1996 yılında yayımlanan 7. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı öncesinde, genel hatları ile büyüme, enflasyon, istihdam hedefleri gibi makroekonomik hedefler ve kamu yatırımları ve sanayileĢme stratejisi gibi konulara önem vermekteydi. 7. BeĢ Yıllık Kalkınma planından itibaren modernleĢen konjonktür doğrultusunda sosyal politikalara daha fazla ağırlık verilmeye baĢlanmıĢtır. Avrupa Birliği ile ya da genel olarak dünya ile bütünleĢmek sürecine uyumda yaĢanabilecek sıkıntıları aĢmak için yapısal ve kurumsal nitelikte önlemler almak büyük önem kazanmıĢ, 7. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı bu temel anlayıĢla hazırlanmıĢtır. 7. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı sonrasında 2001–2005 yıllarını kapsayan 8. BeĢ Yıllık Kalkınma Planında da sosyal politikalara ağırlık verilmiĢtir. Planda ekonomik istikrarın sağlanmasının yanında kurumsal düzenlemeler, rekabet gücünün artırılması Avrupa Birliği'ne uyum, bilgi çağına geçiĢin altyapısının oluĢturulmasına baĢlanması, teknoloji üretimi ve gelir dağılımındaki farklılıkların azaltılmasında etkileĢimli yaklaĢımla bölge ve il planlamalarına öncelik verilmesi amaçları ön 83 http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc= 83D5A6FF03C7B4FC25320C1CC3C485FB70C9008EBE56E898F05146F027CA65EC 265 plana çıkmıĢtır. 8. BeĢ Yıllık Kalkınma Planının, Avrupa Birliği'nin Lizbon Stratejisinde belirtilen bilgi ekonomisine geçiĢ, rekabetçi bir Avrupa ve gelir dağılımındaki farklılıkların azaltılması hedefleri ile birebir örtüĢtüğü görülmektedir. 2007–2013 dönemlerini kapsayacak olan 9. BeĢ Yıllık Kalkınma Planında küreselleĢmenin etkileri ve gelir dağılımının bozulması doğrultusunda önceki planlardan daha farklı bir yaklaĢım benimsenmiĢtir. Plan kendisini Türkiye‟nin ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda bütüncül bir yaklaĢımla gerçekleĢtireceği dönüĢümleri ortaya koyan temel politika dokumanı olarak tanımlamaktadır. Bu kapsamda 9. Kalkınma Planı, "Ġstikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaĢan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüĢen, AB'ye üyelik için uyum sürecini tamamlamıĢ bir Türkiye" vizyonu ile hazırlanmıĢtır84. Devlet Planlama teĢkilatının sosyal politikalara verdiği ağırlık ve hedefleri, sadece BeĢ Yıllık kalkınma planlarında değinilen unsurlar olmamıĢ, kurumun aktif stratejisi ve politikasında da yer almıĢtır. Bu doğrultuda 2001 yılında çalıĢmalarına baĢlanan “Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu” yayımlanmıĢtır. Bu rapor 30'dan fazla katılımcı tarafından hazırlanmıĢ ve raporda gelir dağılımı ve yoksullukla mücadelenin profilini oluĢturmanın yanında geleceğe yönelik stratejilerin oluĢturulması amaçlanmıĢtır. TeĢkilat, kalkınma planları ve raporların yanı sıra yoksullukla ve sosyal dıĢlanma ile aktif olarak mücadele etmeyi de eylemleri arasına almıĢtır. Bu doğrultuda 2008 yılında Güneydoğu Anadolu Projesi(GAP) kapsamındaki illerde GAP Eylem Planı'nın Sosyal GeliĢmesinin sağlanması bileĢeni altında beĢeri sermayenin geliĢtirilmesi ve toplumsal bütünleĢmenin sağlanması ihtiyacını etkin bir Ģekilde karĢılamak üzere SODES (Sosyal Destek Programı) projesi baĢlatılmıĢtır. Programın amacını yoksulluk ve sosyal dıĢlanma riski altında bulunan birey ve grupların ekonomik ve sosyal hayata aktif katılımlarını sağlamak; yaĢam kalitelerini yükselterek toplumsal dayanıĢma ve bütünleĢmeyi gerçekleĢtirmek oluĢturmaktadır. Proje 2010 yılında Doğu Anadolu Projesi'ni(DAP) de kapsayacak Ģekilde geniĢletilmiĢtir (DPT,2009:10). 84 http://www.dpt.gov.tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim.aspx?Enc= 83D5A6FF03C7B4FC25320C1CC3C485FB70C9008EBE56E898F05146F027CA65EC 266 3.3.6. ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Avrupa Birliği uyum sürecinde sosyal politika alanında, Birliğin “ Avrupa Ġstihdam Stratejisi” ve “Yoksullukla ve Sosyal DıĢlanma Mücadele Stratejisi ”ne uyum çalıĢmaları yapmaktadır. Daha önce bahsettiğimiz üzere, Avrupa Komisyonu, getirilen yeni yaklaĢım gereği 2012 yılında Ortak Ġçerme Belgesinin, istihdam alanındaki öncelikleri belirleyen politika belgesi olan Ortak Değerlendirme (Ġstihdam) Belgesi (JAP–Joint Assesment Paper) ile birleĢtirilmesini ve aday ülkelerde sosyal içerme ile istihdam alanlarını bütüncül biçimde ele alacak yeni bir strateji belgesi -“Ġstihdam ve Sosyal Reform Programı (ESRP–Employment and Social Reform Programme)”- hazırlanmasına karar vermiĢtir. Söz konusu strateji belgesinin yazılmasına iliĢkin çalıĢmalar 2013 yılı baĢlarında, ÇSGB Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi BaĢkanlığı tarafından baĢlatılmıĢtır. Aynı dönemde ÇSGB Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi BaĢkanlığı (ABKD) Sosyal içermeye dair Avrupa Birliği mali destekleri ile yürütülecek diğer bir uygulamanın da hazırlıklarını tamamlamıĢtır: “Dezavantajlı KiĢilerin Sosyal Entegrasyonu ile Ġstihdam Edilebilirliklerinin Artırılması Operasyonu ve Hibe Programı”. 2007 yılından itibaren ülkemize IPA (Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı) kapsamında sunulan Ġnsan Kaynaklarının GeliĢtirilmesi baĢlıklı fonların yönetiminden sorumlu kuruluĢ olan ABKD, fonların kullanım alanlarını ve miktarlarını belirleyen temel belge olan Ġnsan Kaynaklarının GeliĢtirilmesi Operasyonel Programını (ĠKG OP) hazırlamıĢtır. ĠKG OP‟nin öncelik alanları eğitim, istihdam, sosyal içerme olarak belirlenmiĢtir. Program kapsamında beĢ yüz milyon avronun üzerinde bir bütçe ile kadın ve genç istihdamının artırılması, kız çocuklarının eğitime kazandırılması, hayat boyu öğrenmenin geliĢtirilmesi, kayıtlı istihdamın artırılması gibi alanlarda faaliyetler yürütülmüĢ ve yaklaĢık 110 bin kiĢiye ulaĢılmıĢtır. ABKD, 2014 yılı baĢlarında AB‟de sosyal içermeyle ilgili çalıĢmaları temel alarak hazırladığı Sosyal Ġçermeye yönelik operasyonuna iliĢkin 267 hazırlıklarını (Dezavantajlı KiĢilerin Sosyal Entegrasyonu ile Ġstihdam Edilebilirliklerin Artırılması) tamamlamıĢtır. Bununla birlikte Bakanlık tarafından 2022 sayılı 65 yaĢını DoldurmuĢ, Muhtaç Güçsüz ve Kimsesiz Türk VatandaĢlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca sosyal yardım yapılmaktadır. Primsiz ödemeler Ģeklinde yapılan bu yardımlar beĢ ana kalemde yapılmaktadır. Çizelge 3.22. Primsiz ödemeler (TL), Kasım 2011 Primsiz Ödemeler (TL), 2011 Kasım Yardımdan Kimlerin Yararlandığı Yararlanan KiĢi Sayısı Ortalama Aylık Tutar 796.964 109,65 30.742 328,94 Özürlü Aylığı (%40-69 arası özürlü) 292.054 219,29 Bakıma Muhtaç Özürlü Aylığı (%70 üstü özürlü) 153.573 328,94 Özürlü Yakını Aylığı (18 YaĢ Altı Sakat-Malül) 58.264 219,29 YaĢlılık Aylığı 65 YaĢ+Bakıma Muhtaç Özürlü TOPLAM 1.331.597 Kaynak: SGK, 2011 Kasım Ayı Aylık Ġstatistik Bülteni Yukarıdaki çizelgede belirtildiği üzere primsiz ödemelerdeki en büyük kalem 65 yaĢ üzeri yaĢlılık aylığıdır. 2001 yılında 705.108 kiĢi yaĢlılık aylığından faydalanırken bu rakam 2011 Kasım sonu itibariyle 796.964 kiĢiye ulaĢmıĢtır. Türkiye‟de yaĢlı nüfusun (65 yaĢ ve üzeri) toplam nüfusa oranı 2011 yılında %7,3 iken, bu rakamın 2050 yılında %22‟ye ulaĢması beklenmektedir (DPT, 2007: 12; ÖYHGM, 2012: 10). Bu öngörüler ıĢığında Türkiye‟de yaĢlıların yoksulluğu ve yaĢlı bağımlılığı riskleri konusunda Avrupa Birliği 2020 Stratejisinde belirtilen “Risk altındaki insanlara yeterli gelir desteğinin ve tam sosyal güvenlik ve emeklilik ve sağlık hizmetlerine eriĢimlerinin sağlanması” (EC,2010) önceliği doğrultusunda çalıĢmalar yapılması gerekmektedir. 268 3.4. Türkiye’de Sosyal DıĢlanmayı Önlemeye Yönelik Politikalar 3.4.1. Kadınların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar Cinsiyete dayalı eĢitsizliklerin yoğun olarak çalıĢma hayatında ortaya çıktığından daha önce bahsetmiĢtik. Tarihi geliĢim süreci içinde kadınların öncelikle fizyolojik, biyolojik farklılıkları nedeniyle özel olarak korundukları, bu korumanın yetersiz kalması üzerine kadın erkek arasında hukuki eĢitliğin sağlanması yoluyla doğrudan ayrımcılığın, olumlu ayrımcılık uygulamaları ile dolaylı ayrımcılığın ortadan kaldırılmaya çalıĢıldığı görülmektedir (Tokol,2013:120–121). Kadının çalıĢma hayatında korunması ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa karĢı çeĢitli tarihlerde BirleĢmiĢ Milletler ve Uluslararası ÇalıĢma Örgütü tarafından çok sayıda sözleĢme kabul edilmiĢtir. Hukuki alanda yapılan her bir düzenlemenin, dönemin çalıĢma hayatında var olan bir sorunun giderilmesine dönük olarak gerçekleĢtiği görülmektedir. ILO ve BM sözleĢmelerine ek olarak AB‟nde de cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili Birlik AntlaĢmalarında bazı düzenlemeler yapılmıĢ, farklı tarihlerde direktifler kabul edilmiĢtir. Roma AntlaĢması‟nın 119. maddesinde yer alan “eĢit iĢe eĢit ücret” ilkesi bunlardan biridir (Yılmazer,2013:303). BirleĢmiĢ Milletlerin 1979 yılında onayladığı Kadınlara KarĢı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi SözleĢmesi (CEDAW) de kadınlara yönelik imzalanan sözleĢmeler arasında yer almaktadır. CEDAW‟ın birinci maddesi siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kiĢisel veya diğer alanlardaki kadın veya erkek eĢitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, medeni durumları ne olursa olsun kadınlara tanınmasını içermektedir. Kadınların bu haklardan yararlanmalarını veya bu haklarını kullanmalarını engelleme, hükümsüz kılma amacını taĢıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı herhangi bir ayrım, dıĢlama veya kısıtlama anlamına gelmektedir. ÇalıĢma hayatında cinsiyete dayalı ayrımcılığı gidermeye yönelik ILO sözleĢmeleri; 29 No‟lu Zorla ÇalıĢtırma SözleĢmesi, 45 No‟lu Yeraltı ĠĢleri 269 (Kadınlar) SözleĢmesi, 87 No‟lu Sendika Özgürlüğü ve SendikalaĢma Hakkının Korunması SözleĢmesi, 95 No‟lu Ücretlerin Korunması SözleĢmesi, 98 No‟lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı, 105 No‟lu Zorla ÇalıĢtırmanın Kaldırılması SözleĢmesi, 118 No‟lu Muamele EĢitliği (Sosyal Güvenlik) SözleĢmesi, 122 No‟lu Ġstihdam Politikası SözleĢmesi, 138 No‟lu Asgari YaĢ SözleĢmesi, 142 No‟lu Ġnsan Kaynaklarının GeliĢtirilmesi SözleĢmesi, 155 No‟lu ĠĢ Sağlığı ve Güvenliği ve ÇalıĢma Ortamına ĠliĢkin SözleĢme, 156 No‟lu Aile Sorumlulukları Olan ĠĢçiler SözleĢmesi, 175 No‟lu Kısmi Süreli ÇalıĢma SözleĢmesi, 177 No‟lu Ev-eksenli ÇalıĢma SözleĢmesi, 183 No‟lu Analığın Korunması SözleĢmesi‟dir. Ayrımcılığın önlenmesi ve kadın-erkek eĢitliği ile ilgili uluslararası düzenlemeler çerçevesinde Türkiye iç hukuk alanında, çalıĢma hayatını doğrudan ilgilendiren önemli değiĢiklikler ve düzenlemeler gerçekleĢtirmiĢtir. Örneğin, Türkiye BM‟nin “Kadınlara KarĢı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi SözleĢmesi‟nde (CEDAW)” yer alan çekincelerini iç hukukta ilgili düzenlemeleri yaparak 1999 yılında tamamen kaldırmıĢtır. 2002 yılında da CEDAW Ek Ġhtiyari Protokolü onaylanmıĢtır. Ayrıca Türkiye farklı tarihlerde yukarıda bahsedilen ILO sözleĢmelerini (156, 175, 177 ve 183 No‟lu sözleĢmeler hariç) onaylamıĢtır. ÇalıĢma hayatına iliĢkin olarak 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı ĠĢ Kanunu‟nun hazırlanmasında da AB‟ne üyelik sürecinde direktiflere uyum sağlanmaya çalıĢılmıĢtır. Örneğin kadın iĢçileri çalıĢma yaĢamında cinsiyete dayalı ayrımcılığa karĢı koruma ile ilgili düzenlemeler, çalıĢma yaĢamında eĢitlik ve ayrımcılık yasağı ile ilgili 4857 sayılı ĠĢ Kanunu‟nun 5. maddesinde eĢit davranma ilkesi baĢlığı altında düzenlenmiĢtir. ĠĢ mevzuatında kadınların fizyolojik farklılıkları nedeniyle korunması amacına yönelik düzenlemeler yer almaktadır. 4857 sayılı ĠĢ Kanununda kadınların yeraltı ve sualtında yapılan iĢlerde çalıĢtırılmaları yasaklanmakta (md.72), sanayiye ait iĢlerde gece çalıĢtırılmaları belli kurallara bağlanmakta (md.73), çalıĢabilecekleri ağır ve tehlikeli iĢlerle ilgili sınırlandırmalar getirilmektedir. Kadınların analık durumunda korunmaları ile ilgili olarak doğum öncesi ve sonrasına yönelik özel düzenlemeler yapılmaktadır. Doğum öncesi koruma ile ilgili düzenlemeler arasında; hamilelik süresince kadınlara belli aralıklarla iĢ süresinden sayılmak 270 üzere periyodik sağlık kontrolleri, gerekiyorsa tedavileri için ücretli izin verilmesi, doğumdan önce belirlenecek belli bir süre boyunca hamile kadınların sağlığına zarar verecek iĢlerde çalıĢtırılmaması veya yaptığı iĢin geçici bir süre için değiĢtirilmesi, doğumdan önce ve sonra belirli bir süre çalıĢtırılmaması (md.74), doğumdan belli bir süre önce gece çalıĢtırılmasının yasaklanması85 yer almaktadır. Gebe veya Emziren Kadınların ÇalıĢtırılma ġartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik86, doğum sonrası korumaya iliĢkin düzenlemeler içermektedir. Söz konusu düzenlemeler arasında emzikli kadınların belli bir süre boyunca sağlığına zarar verecek iĢlerde çalıĢtırılmaması veya iĢinin geçici olarak değiĢtirilmesi (md.7), belli bir süre gece çalıĢtırılmaması (md.8), fazla çalıĢmasının yasaklanması (md.9), kadının isteğine bağlı olarak iĢine dönebilme hakkı saklı kalmak koĢuluyla belli bir süre için ücretsiz izin verilmesi (md.10/ ĠK.md.74), iĢ süresinden sayılan süt izninin verilmesi (md.10/ ĠK.md.74), belirli sayının üzerinde kadın iĢçi çalıĢtıran iĢyerlerinde iĢverene emzirme odası ve kreĢ açma zorunluluğu getirilmesi (md.13) yer almaktadır. 3.4.2. Engellilerin DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar Türkiye‟de engelli sayısı azımsanamayacak oranda yüksek olduğu gibi; söz konusu kesim sosyal dıĢlanma tehlikesine de en açık gruplardan birisini meydana getirmektedir. Bu rakamın yüksek olması, ilgilenilmesi gereken geniĢ bir sosyal grubun varlığını göstermektedir. Engellileri sosyal dıĢlanmaya iten unsurları ortadan kaldırmak için gerekli politikalar üretilmez ve uygulanmaya konmazsa bu dıĢlanma onları bireysel, iktisadi, sosyal ve politik hayattan uzaklaĢtıracağı gibi aile, sosyal çevre, grupsal faaliyetler ve toplumdan da uzaklaĢmalarına neden olacaktır. Bu politikalar; engellilerin hayat Ģartlarını iyileĢtirmek ve toplum hayatına katılımlarını sağlamak isteyen kamusal politikalardır. Bu politikaların kapsamı; engellilerin sosyal güvenliği, ulaĢılabilirliği, mesleki rehabilitasyonları ve eğitimi, aktif istihdam politikaları ve sosyal hayata katılımlarını içermektedir (Seyyar,Genç,2010:559). 85 86 Kadın ĠĢçilerin Gece Postalarında ÇalıĢtırılma KoĢulları Hakkında Yönetmelik, RG. T.09.08.2004, S.25548. R.G, T.16.08.2013, S.28737. 271 Ülkemiz açısından engellilere yönelik uygulamalar için politika belirleme, yasal mevzuatı ve kurumsal yapıyı oluĢturma faaliyetlerinin 1990‟lı yılların ikinci yarısından itibaren yoğunlaĢtığını söyleyebiliriz. 1997 yılında Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı‟nın kurulması, 1999 yılında “Özürlüler ġûrası”nın toplanması ve 2005 yılında kısaca “Engelliler Kanunu”87 olarak bilinen yasal düzenlemenin yapılması engellilere yönelik politikalardaki yoğunlaĢmanın temel göstergelerini oluĢturmaktadır. ÇalıĢmamızda engellilere iliĢkin düzenlemeler öncelikle Anayasa ve Engelliler Kanunu çerçevesinde genel olarak ele alınacak; ardından ise bakım ve rehabilitasyona, eğitim ve öğretime, istihdama, sosyal güvenliğe, eriĢebilirliğe ve ayrımcılığa iliĢkin düzenlemeler sırasıyla irdelenecektir. 3.4.2.1. Genel olarak 3.4.2.1.1. Anayasa Anayasanın 50/I, II maddesi, “Kimse, yaĢına, cinsiyetine ve gücüne uymayan iĢlerde çalıĢtırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar çalıĢma Ģartları bakımından özel olarak korunurlar” demekte, çalıĢma yaĢamının engelliler açısından özel olarak düzenlenmesini öngörmektedir. Anayasası‟nın sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenlerin sıralandığı 61. maddesi‟nde ise “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır” denilmekte ve bu doğrultuda devlete görev yüklenmektedir. 12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuna sunularak kabul edilen metin ise Anayasamızın 10. maddesine “Çocuklar, yaĢlılar, engelliler, harp ve vazife Ģehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eĢitlik ilkesine aykırı sayılmaz” hükmünü getirmiĢtir. 87 5378 sayılı “Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun”. 272 Bu üç madde dıĢında Anayasamızda engellilere iliĢkin doğrudan bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, yapılan genellemeler engellileri de kapsar niteliktedir. Örneğin Anayasa‟nın 17. maddesinde “Herkes yaĢama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliĢtirme hakkına sahiptir” hükmü, 49. maddedeki “ÇalıĢma, herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü ile bütünlenmiĢ ve çalıĢma hakkı engellileri de kapsar bir biçimde anayasal bir hak olarak düzenlenmiĢtir. Anayasanın devleti, çalıĢanları korumak ve çalıĢmayı desteklemekle yükümlü gören bu düzenlemesi, engellilerin istihdam edilerek korunmalarını öngören sosyal politikaların özü ile de uyumludur (Altan,2010:198). Ayrıca 42. maddede “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” ve “Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır” denilmekte, engellilerin özel ve temel eğitim gereksinimlerinin karĢılanması doğrultusunda korunmalarına hukuki bir dayanak oluĢturulmaktadır. Son olarak Anayasanın bazı maddelerinde hiçbir ayrım gözetmeksizin kullanılan “herkes” sözcüğü nedeniyle, bu maddelerinin de engelliler için aynen geçerli olduğu söylenmelidir. Anayasanın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düĢünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eĢittir”, 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir” denilmektedir. 3.4.2.1.2. Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun88 Amacı engellilerin toplumsal yaĢama tam ve etkin katılımının sağlanması olan 5378 sayılı “Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun” 2005 yılında yürürlüğe girmiĢtir. Kısaca Engelliler Kanunu olarak bilinen Kanun ile ulaĢılabilirlik, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğe iliĢkin sorunların çözümü, engelli bireylerin her bakımdan geliĢmeleri, toplumsal hayata tam ve etkin katılımlarının sağlanması ve bu hizmetlerin 88 1.7.2005 tarih ve 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun 273 koordinasyonu için gerekli düzenlemeler yasal bir çerçeveye oturtulmuĢtur89. Söz konusu Kanun; engelliliğin önlenmesi, engellilerin sağlık, eğitim, rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine iliĢkin sorunlarının çözümü ile her bakımdan geliĢmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri alarak topluma katılımlarını amaçlamaktadır. sağlamak Engellilerin ve bu karĢılaĢtıkları hizmetlerin ayrımcılıkla koordinasyonunu mücadele edilmesi, alınacak karar ve verilecek hizmetlerde engellinin, ailesinin ve gönüllü kuruluĢların katılımcı olmasının sağlanması ve engelliye sunulacak hizmetlerde aile bütünlüğünün korunması ilkelerini esas almaktadır. Birinci bölümünde amaç, kapsam, tanımlar ve genel esaslara yer verilen Kanunun ikinci bölümünde, engellilerle ilgili sınıflandırma, bakım, rehabilitasyon, istihdam, eğitim ve öğretim gibi konular düzenlenmektedir. Üçüncü bölümde ise, engellilere iliĢkin mevcut yasal düzenlemelerde yapılan değiĢiklikler sıralanmıĢtır. Kanunun 1. maddesinde amaç engelliliğin önlenmesi, engellilerin sağlık, eğitim, rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine iliĢkin sorunlarının çözümü ile her bakımdan geliĢmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri alarak topluma tam katılmalarını sağlamak ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemeleri yapmak Ģeklinde belirlenmektedir. Kanunun amaçları arasında ilk olarak engelliliğin önlenmesinden söz edilmesi dikkate değerdir. Zira engelliliğin nedenleri dikkatle incelenirse, ister doğuĢtan gelsin ister sonradan ortaya çıkmıĢ olsun, önemli bir bölümünün kaçınılabilir, önlenebilir nedenler olduğu görülecektir. Bu gerçekten hareketle Engelliler Kanunu amaçlarından ilki olarak engelliliğin önlenmesine değinmiĢ ve bu doğrultuda görev, “Erken tanı ve koruyucu hizmetler” baĢlılığını taĢıyan 11. maddesi ile Sağlık Bakanlığı‟na verilmiĢtir: “Yeni doğan, erken çocukluk ve çocukluğun her dönemi fiziksel, iĢitsel, duyusal, sosyal, ruhsal ve zihinsel geliĢimlerinin izlenmesi, genetik geçiĢli ve engelliliğe neden olabilecek hastalıkların erken teĢhis edilmesinin sağlanması, engelliliğin önlenmesi, var olan engelin Ģiddetinin olabilecek en düĢük seviyeye çekilmesi ve ilerlemesinin durdurulmasına iliĢkin çalıĢmalar Sağlık Bakanlığınca planlanır ve yürütülür”. 89 http://www.ozida.gov.tr (e.t: 27.09.2011). 274 Yine Engelliler Kanunu‟nun 36. maddesi ile 3960 sayılı Kalıtsal Hastalıklarla Mücadele Kanunu‟na eklenen; “Devlet, kalıtsal kan hastalıklarından talasemi ve orak hücreli anemi dâhil olmak üzere, bütün kalıtsal kan hastalıklarıyla ve engelliliğe yol açan diğer kalıtsal hastalıklarla koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında mücadele eder. Bunun için gerekli ödenek Sağlık Bakanlığı yılı bütçesine konulur” düzenlemesi de, engelliliğin önlenmesi amacına yöneliktir. Kanunun 3. maddesinde ise, engelli kavramı tanımlandıktan sonra hafif engelli ve ağır engelli ayrımına yer verilmiĢ, ardından da bakıma muhtaç engelli tanımlanmıĢtır. 3. madde ayrıca korumalı iĢyeri ve rehabilitasyon kavramlarını da tanımlamaktadır. Buna göre engelli, “doğuĢtan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeĢitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaĢama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karĢılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danıĢmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kiĢi” olarak tanımlanmaktadır. Aynı maddeye göre hafif engelli ve ağır engelli tanımları uluslararası temel ölçütler esas alınarak hazırlanacak engellilik ölçütü çerçevesinde belirlenecek ve gerek duyuldukça bu ölçüt revize edilebilecektir. Sınıflandırma baĢlıklı 5. madde ise engellilik ölçütünün tespiti ve uygulama esaslarının çıkarılacak bir yönetmelikle belirleneceğini söylemektedir. Bu Ģekilde sağlık, eğitim, rehabilitasyon gibi alanlarda ortak bir uygulama geliĢtirilebilecektir. 5378 sayılı Kanunun 3. maddesine göre bakıma muhtaç engelli ise, engellilik sınıflandırmasına göre resmi sağlık kurulu raporu ile ağır engelli olduğu belgelendirilenlerden, günlük hayatın alıĢılmıĢ, tekrar eden gereklerini önemli ölçüde yerine getirememesi nedeniyle hayatını baĢkasının yardımı ve bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede düĢkün olan kiĢi Ģeklinde tanımlanmaktadır. Kanunun özünü veren madde ise genel esasların belirlendiği dördüncü maddedir. Bu maddeye göre; “a) Devlet, insan onur ve haysiyetinin dokunulmazlığı temelinde, engellilerin ve engelliliğin her tür istismarına karĢı sosyal politikalar geliĢtirir. Engelliler aleyhine ayrımcılık yapılamaz; ayrımcılıkla mücadele engellilere yönelik politikaların temel esasıdır. 275 b) Engellilere yönelik olarak alınacak kararlarda ve verilecek hizmetlerde engellilerin, ailelerinin ve gönüllü kuruluĢların katılımı sağlanır. c) Engellilere yönelik hizmetlerin sunumunda aile bütünlüğünün korunması esastır. d) Kurum ve kuruluĢlarca engellilere yönelik mevzuat düzenlemelerinde Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü‟nün görüĢünün alınması zorunludur”. Bu madde gereğince devlet, engellilere yönelik ayrımcılık ile mücadele etmeli, alınacak kararlarda ve verilecek hizmetlerde ilgili tarafların katılımını sağlamalı ve hizmetlerin sunumunda mümkün olduğu ölçüde engelli bireyin ailesinden uzaklaĢtırılmamasına çaba göstermelidir. 3.4.2.2. Ġstihdam konusundaki düzenlemeler ve istihdam teĢvikleri: engelli istihdamı yükümlülüğü Engelliler toplumsal engeller nedeniyle sorunlarına anlamlı çözümler üretememekte, ortaya çıkan düĢük yaĢam kalitesi, temel bir insan hakkı olan bireyin kendini gerçekleĢtirme hakkını ortadan kaldırmaktadır. Diğer yandan engelliler, günlük yaĢamda karĢılaĢtıkları dezavantajlar nedeniyle toplumdan uzaklaĢmakta, toplumsal destek sistemlerinin yetersizliği, toplumun dıĢlayıcı tutum ve davranıĢları da engellilerin topluma eĢit bireyler olarak katılmasını engellemektedir (KarataĢ,2002:43-45). Sosyal devletin en önemli göstergelerinden birisi, engelli bireylere eĢitlik çerçevesinde insanca yaĢama olanağı sağlamasıdır. Engellilere insanca yaĢama imkânı sağlayarak topluma kazandırmanın, kimseye muhtaç olmadan bağımsız yaĢayabilmelerini sağlamanın en rasyonel yolu ise onları istihdam etmektir. ÇalıĢan, üreten ve bunun karĢılığında sürekli bir gelir elde eden engelli sosyal yaĢamla bütünleĢmiĢ demektir. Bu nedenle Anayasa‟nın 17. maddesinde “herkes yaĢama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliĢtirme hakkına sahiptir” hükmü, 49. maddesindeki 276 “çalıĢma, herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü ile bütünlenmiĢ ve çalıĢma hakkı engellileri de kapsar bir biçimde anayasal bir hak olarak düzenlenmiĢtir. ĠĢverenin iĢyerinde engelli iĢçileri yasal bir zorunluluk bulunmaksızın, kendi istekleri ile istihdam etmeleri ender rastlanan bir durumdur. Bu nedenle sosyal politikaların konuya iliĢkin hedefini belirleyen “engelliyi çalıĢma yaĢamının içine alarak koruma” ilkesinin gerçekleĢtirilmesinde sağlık ve eğitim politikalarının yanı sıra çalıĢma hukuku da önemli bir araç olarak ortaya çıkmaktadır ve engellilerin istihdamı devletin yasal müdahaleleri ile gerçekleĢtirilmeye çalıĢılmaktadır90. Türkiye‟de daha önceki dönemlerde engellilerle doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili kamusal karar ve uygulamalara rastlansa bile, engellilerin istihdam edilerek korunmalarına yönelik sosyal politikaların, daha çok 1960‟lı yıllarda izlenmeye baĢlandığını söyleyebiliriz. 1961 Anayasası‟nda engellilere yönelik doğrudan bir hüküm bulunmamaktadır. 1967 yılında yürürlüğe giren 854 sayılı Deniz ĠĢ Kanunu91 ile engellilerin istihdam edilmesine yönelik kota sistemi Türkiye‟de ilk kez mevzuat içinde yerini almıĢtır. Engelli çalıĢtırma yükümlülüğü ile ilgili ayrıntılar, hazırlanmıĢ fakat henüz kanunlaĢmamıĢ olan 931 sayılı ĠĢ Kanunu ile bu Kanuna göre çıkarılacak tüzüğe bırakılmıĢtır. 1967 yılında yürürlüğe giren 931 sayılı ĠĢ Kanunu‟nun Anayasa Mahkemesi tarafından Ģekil yönünden iptal edilmesi 92 üzerine 1971 yılında 1475 sayılı ĠĢ Kanunu93 kabul edilmiĢtir. 1475 sayılı ĠĢ Kanununda da, engellilerin istihdamına yönelik olarak kota uygulaması konusunda düzenlemeler yer almıĢtır. 1475 sayılı ĠĢ Kanunu‟nun 25.maddesinde “sakat” sözcüğü kullanılmıĢtır. Ancak, 1475 sayılı ĠĢ Kanununda yer alan “sakat” sözcüğü 30.05.1998 gün ve 572 sayılı Kanun Hükmünde Kararname94‟nin 12. maddesinde yer alan hükümle “özürlü” olarak değiĢtirilmiĢtir. 1475 sayılı ĠĢ Kanununu yürürlükten kaldıran 4857 90 Devletlerin engelli istihdamını yasal müdahalelerle gerçekleĢtirmeye çalıĢması literatürde korumalı istihdam” olarak da adlandırılmaktadır (KUTAL Gülten (1993). “Sakatların Ekonomik Hayata Katılması”, ĠĢ Hukukunun Ulusal ve Uluslararası Temel ve Güncel Sorunları, Kamu-ĠĢ, Ankara. 391–392. 91 R.G., T.29.04.1967, S.12586 92 AYM., T.14.05.1970, E.1967/40, K.1970/26 (R.G., T.11.05.1971, S.13833) 93 R.G., T.01.09.1971, S.13943 94 R.G., T.06.06.1997, S.23011 (Mükerrer) 277 ĠĢ Kanunu95 22.05.2003 tarihinde kabul edilmiĢ ve m.30‟da “özürlü” ifadesine yer verilmiĢtir. 01.07.2005 tarihinde kabul edilen 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunda da, “özürlü” ifadesi kullanılmıĢtır. Bununla birlikte, çalıĢmamızın ilgili kısmında bahsettiğimiz üzere, 25.04.2013 tarihli ve 6462 sayılı “Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Yer Alan Engelli Bireylere Yönelik Ġbarelerin DeğiĢtirilmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”, mevzuatta yer alan "özürlü", "sakat" ve "çürük" gibi ibareleri "engelli" olarak değiĢtirmiĢtir. BaĢbakanlığın 2004/28 sayılı Genelgesi 96 ile engellilerin gelir getirici bir iĢte çalıĢarak üretken olmaları ve toplumsal yaĢama katılımlarını sağlamak amacıyla 2005 yılı Engellilerin Ġstihdam Yılı olarak kabul edilmiĢtir. Genelgede, kamu kurum ve kuruluĢlarının engellilerin iĢgücü piyasasında niteliklerini arttıracak önlemlerin alınması, istihdam düzeylerinin yükseltilmesi ve engellilerin çalıĢma hayatında karĢılaĢtıkları zorlukların ortadan kaldırılması yönünde azami özen göstermelerinin gereği ifade edilmiĢtir. Avrupa Birliği Komisyonunun 2001 yılı düzenli ilerleme raporunda, Türkiye‟de engelliler için bir ulusal programın bulunmadığı, ĠĢ Kanununun kamu kurumlarında ve özel kuruluĢlarda engelli çalıĢtırma zorunluluğunu getirdiği fakat yürütme ve uygulamanın sağlanamadığı ifade edilmiĢtir (Ġlerleme Raporu,2001:68). Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından 2005–2010 Engellilerin Ġstihdam Eylem Planında, engelliler istihdam politikası çerçevesinde yapılacak planlamaların insan hakları gözetilerek yapılması gerektiği, engelliler istihdam politikasının ulusal istihdam politikasına uygun olması gerektiği, engellilerin istihdamı için ulusal ve uluslararası kaynakların verimli kullanılmasının sağlanması gerektiği, engellilerin istihdamını arttırmak için toplumsal bilinçlendirme çalıĢmalarının yapılması, iĢverenleri engelli istihdam etmeye teĢvik edecek yöntemlerin uygulanmasının gerekliliği, engellilerin kendi iĢlerini kurmak yolunda desteklenmeleri ve engelli iĢgücünün verimlerini arttıracak çalıĢmaların yapılmasının gereği ifade edilmiĢtir. Bu kararlarla ilgili sorumlu kuruluĢlar ve bu 95 96 R.G., T.10.06.2003, S.25134 R.G., T.03.12.2004, S.25659 278 kararların uygulamaya geçirilme süreleri de belirtilmiĢ olmakla birlikte bu planın herhangi bir uygulama zorunluluğu bulunmayıp, yol gösterici bir nitelik taĢımaktadır97. Uluslararası ÇalıĢma Örgütü tarafından 01.06.1983‟de kabul edilen ve Türkiye tarafından 08.07.1999‟da onaylanan 159 sayılı Sakatların Mesleki Rehabilitasyonu ve Ġstihdamı SözleĢmesi98‟nin ikinci bölümünde, engellilerin mesleki rehabilitasyon ve istihdam politikası ilkeleri baĢlığı altında engellilerin istihdamı konusunda düzenlemeler yer almaktadır. SözleĢmede, her üye ülkenin ulusal imkanlarına göre engelliler için mesleki rehabilitasyon ve istihdam politikası oluĢturup, bunları uygulaması ve zaman zaman bunları gözden geçirmesinin gerekliliği ifade edilmiĢtir (md.2). OluĢturulacak politika, her kategorideki engelliler için uygun mesleki rehabilitasyon önlemleri sağlamayı ve açık iĢgücü piyasasında engelliler için istihdam imkanlarını arttırmayı amaçlayacaktır (md.3). Söz konusu politikanın, genel olarak engelli iĢçilerle engelli olmayan iĢçiler arasında fırsat eĢitliği ilkesine dayanması ve engelli kadın ve erkek iĢçiler için fırsat ve muamele eĢitliğinin göz önünde bulundurulması; engelli ve diğer iĢçiler arasında etkin bir fırsat ve muamele eĢitliğinin oluĢturulmasına yönelik olumlu koruyucu önlemlerin engelli olmayan iĢçiler aleyhine bir ayrımcılık olarak kabul edilmeyeceği ifade edilmiĢtir (md.4). Yetkili makamlar tarafından engellilerin iĢ bulmaları, buldukları iĢi muhafaza etmeleri ve iĢlerinde yükselmelerini sağlamak üzere mesleki rehberlik, mesleki eğitim, iĢe yerleĢtirme, istihdam ve diğer ilgili hizmetlerin sağlanması ve değerlendirilmesine yönelik önlemler alınacak; genel iĢçi kitlesi için mevcut olan hizmetler mümkün ve uygun olan hallerde gerekli değiĢiklikler yapılarak engelliler için de kullanılır hale getirilmesi sağlanacaktır (m.7). Anayasa md.50/I, II‟ye göre, “Kimse, yaĢına, cinsiyetine ve gücüne uymayan iĢlerde çalıĢtırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalıĢma Ģartları bakımından özel olarak korunurlar”. Bu madde de yer alan, “… bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalıĢma Ģartları bakımından özel olarak korunurlar” ifadesi engellilere yönelik çalıĢma Ģartları bakımından özel düzenlemeler yapılmasını öngörmektedir. Anayasa md.61/II‟ de yer alan, “Devlet, 97 2005–2010 Engellilerin Ġstihdamı Eylem http://www.ozida.gov.tr/istihdam/eylemplani.htm. 98 R.G., T.10.07.1999, S.23751 Planı hakkında daha fazla bilgi için bkz. 279 sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır” düzenlemesi ise, Devlete engellilerin korunmaları ve toplum yaĢantısına uyumlarını sağlama konusunda önlemleri alma ödevini vermektedir. Bu maddelerin dıĢında, Anayasa‟da doğrudan engellilere yönelik bir hüküm bulunmamaktadır. Anayasa m.49/I‟de “ÇalıĢma, herkesin hakkı ve ödevidir” ifadesi yer almaktadır. Toplumun her bireyi için olduğu gibi engelliler içinde çalıĢmak Anayasal bir haktır. Sosyal devlet olmanın bir sonucu olarak da engellilerin istihdam edilmelerini sağlayıcı önlemlerin alınması bir zorunluluktur. Türkiye‟de engellilerin istihdamına iliĢkin olarak 4857 sayılı ĠĢ Kanununda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda ve 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunda düzenlemeler yer almaktadır. 3.4.2.2.1. 4857 sayılı ĠĢ Kanununda yer alan düzenlemeler Engellilerin istihdam edilmeleri için korumalı iĢyeri, iĢverenin engelli istihdamını çeĢitli Ģekilde teĢvik etmek ve kota uygulaması gibi çeĢitli yöntemlerden yararlanılması mümkün olmakla birlikte, Türkiye‟de ĠĢ Kanunlarında engelli istihdamına yönelik olarak yapılan düzenlemeler geçmiĢten günümüze kota uygulamasıyla sınırlı kalmıĢtır. 4857 sayılı ĠĢ Kanunu md.30‟da, “Engelli, Eski Hükümlü ve Terör Mağduru ÇalıĢtırma Zorunluluğu”99 baĢlığı altında engellilerin istihdam edilmesine iliĢkin düzenlemelere yer verilmiĢtir. Bu düzenleme, esas itibarıyla engellilerin istihdamında kota uygulamasına yöneliktir. Bunun dıĢında maddede, iĢyerinin iĢçisi iken yaralananlara iĢe girmede öncelik tanınmasına ve iĢverenlerin engelli istihdamını teĢvik etme amacına yönelik düzenlemelere yer verildiği görülmektedir. 4857 sayılı ĠK. md. 30‟da, “(DeğiĢik: 15/5/2008–5763/2 md.) “ĠĢverenler, elli veya daha fazla iĢçi çalıĢtırdıkları özel sektör iĢyerlerinde yüzde üç engelli, kamu iĢyerlerinde ise yüzde dört engelli ve yüzde iki 99 Bu madde baĢlığı ” Özürlü, eski hükümlü ve terör mağduru çalıĢtırma zorunluluğu” iken, 15/5/2008 tarihli ve 5763 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle metne iĢlendiği Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. 280 eski hükümlü iĢçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun iĢlerde çalıĢtırmakla yükümlüdürler. Aynı il sınırları içinde birden fazla iĢyeri bulunan iĢverenin bu kapsamda çalıĢtırmakla yükümlü olduğu iĢçi sayısı, toplam iĢçi sayısına göre hesaplanır. Bu kapsamda çalıĢtırılacak iĢçi sayısının tespitinde belirli ve belirsiz süreli iĢ sözleĢmesine göre çalıĢtırılan iĢçiler esas alınır. Kısmi süreli iĢ sözleĢmesine göre çalıĢanlar, çalıĢma süreleri dikkate alınarak tam süreli çalıĢmaya dönüĢtürülür. Oranın hesaplanmasında yarıma kadar kesirler dikkate alınmaz, yarım ve daha fazla olanlar tama dönüĢtürülür. ĠĢyerinin iĢçisi iken sakatlananlara öncelik tanınır. ĠĢverenler çalıĢtırmakla yükümlü oldukları iĢçileri Türkiye ĠĢ Kurumu aracılığı ile sağlarlar. Bu kapsamda çalıĢtırılacak iĢçilerin nitelikleri, hangi iĢlerde çalıĢtırılabilecekleri, bunların iĢyerlerinde genel hükümler dıĢında bağlı olacakları özel çalıĢma ile mesleğe yöneltilmeleri, mesleki yönden iĢverence nasıl iĢe alınacakları, ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. Yeraltı ve su altı iĢlerinde engelli iĢçi çalıĢtırılamaz ve yukarıdaki hükümler uyarınca iĢyerlerindeki iĢçi sayısının tespitinde yeraltı ve su altı iĢlerinde çalıĢanlar hesaba katılmaz. Bir iĢyerinden malulen ayrılmak zorunda kalıp da sonradan maluliyeti ortadan kalkan iĢçiler eski iĢyerlerinde tekrar iĢe alınmalarını istedikleri takdirde, iĢveren bunları eski iĢleri veya benzeri iĢlerde boĢ yer varsa derhal, yoksa boĢalacak ilk iĢe baĢka isteklilere tercih ederek, o andaki Ģartlarla iĢe almak zorundadır. Aranan Ģartlar bulunduğu halde iĢveren iĢ sözleĢmesi yapma yükümlülüğünü yerine getirmezse, iĢe alınma isteğinde bulunan eski iĢçiye altı aylık ücret tutarında tazminat öder. Özel sektör iĢverenlerince bu madde kapsamında çalıĢtırılan 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa tabi engelli sigortalılar ile 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinde belirtilen 281 korumalı iĢyerlerinde çalıĢtırılan engelli sigortalıların, aynı Kanunun 72 nci ve 73 üncü maddelerinde sayılan ve 78 inci maddesiyle belirlenen prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait iĢveren hisselerinin tamamı, kontenjan fazlası engelli çalıĢtıran, yükümlü olmadıkları halde engelli çalıĢtıran iĢverenlerin bu Ģekilde çalıĢtırdıkları her bir engelli için prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait iĢveren hisselerinin yüzde ellisi Hazinece karĢılanır. ĠĢveren hissesine ait primlerin Hazinece karĢılanabilmesi için iĢverenlerin çalıĢtırdıkları sigortalılarla ilgili olarak 506 sayılı Kanun uyarınca aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumuna verilmesi ve sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile Hazinece karĢılanmayan iĢveren hissesine ait tutarın ödenmiĢ olması Ģarttır. Bu fıkraya göre iĢveren tarafından ödenmesi gereken primlerin geç ödenmesi halinde, Hazinece Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılacak ödemenin gecikmesinden kaynaklanan gecikme zammı, iĢverenden tahsil edilir. Hazinece karĢılanan prim tutarları gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarında gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmaz. Bu fıkranın uygulanmasına iliĢkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı ile ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Hazine MüsteĢarlığı tarafından müĢtereken belirlenir. Bu maddeye aykırılık hallerinde 101 inci madde uyarınca tahsil edilecek cezalar, engellilerin ve eski hükümlülerin mesleki eğitim ve mesleki rehabilitasyonu, kendi iĢini kurmaları, engellinin iĢ bulmasını sağlayacak destek teknolojileri ve bu gibi projelerde kullanılır. Tahsil edilen cezaların kullanımına iliĢkin hususlar, Türkiye ĠĢ Kurumu Genel Müdürlüğünün koordinatörlüğünde, ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ÇalıĢma Genel Müdürlüğü, ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ĠĢ Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü, Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü ve Türkiye Sakatlar Konfederasyonu ile en çok iĢçi ve iĢvereni temsil eden üst kuruluĢların birer temsilcilerinden oluĢan komisyon tarafından karara bağlanır. Komisyonun çalıĢma usul ve esasları ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. 282 Eski hükümlü çalıĢtırılmasında, kanunlardaki kamu güvenliği ile ilgili hizmetlere iliĢkin özel hükümler saklıdır.” , hükmü yer almaktadır. 4857 sayılı ĠK. ‟nda düzenlenmiĢ olan engelli ve eski hükümlü istihdamından yararlanabilecek olanlar, Engelli, Eski Hükümlü ve Terör Mağduru Ġstihdamı Hakkında Yönetmelik100‟in 3. maddesinde tanımlar baĢlığı altında düzenlenmiĢtir. Buna göre engelli; bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yeteneklerindeki engelleri nedeniyle çalıĢma gücünün en az %40‟ından yoksun olduğu sağlık kurulu raporuyla belgelenenlerdir. ĠĢverenlerin ĠK. md.30‟dan doğan engelli istihdamı yükümlülüğü için iĢyerinde elli ya da daha fazla iĢçi çalıĢtırmaları gerekmektedir. ĠĢverenin aynı il sınırları içinde birden fazla iĢyeri bulunması halinde, iĢverenin bu kapsamda çalıĢtırmakla yükümlü olduğu iĢçi sayısı, toplam iĢçi sayısına göre hesaplanacaktır (ĠK. m.30/I). Bu kapsamda çalıĢtırılacak iĢçi sayısının belirlenmesinde, belirsiz süreli iĢ sözleĢmesine ve belirli süreli iĢ sözleĢmesine göre çalıĢtırılan iĢçiler dikkate alınacak, kısmi süreli iĢ sözleĢmesine göre çalıĢanlar, çalıĢma süreleri dikkate alınarak tam süreli çalıĢmaya dönüĢtürülecektir (ĠK. m.30/II). Yeraltı ve su altındaki iĢlerde engelli iĢçi çalıĢtırılamayacak ve iĢyerlerindeki iĢçi sayısının belirlenmesinde de yeraltı ve su altı iĢlerinde çalıĢanlar hesaba katılmayacaktır (ĠK. m.30/IV). ĠĢyerinde çalıĢtırılan engelli ve eski hükümlü iĢçiler, toplam iĢçi sayısının hesabında da dikkate alınmayacaktır (ÖEHTMĠ. Yön. m.4/son). Ayrıca en az elli iĢçi sayısının belirlenmesinde, çıraklar, stajyerler, meslek eğitimi gören öğrenciler, alt iĢveren iĢçileri, geçici (ödünç) iĢ iliĢkisine göre geçici olarak alınan iĢçiler dikkate alınmayacaktır (Çelik,2013:109). ĠK.‟daki düzenlemeye göre, engellilerin istihdamında iĢyerinin iĢçisi iken yaralanan ve terör mağduru olanlara iĢe girmede öncelik tanınmaktadır (ĠK. md.30/V). Bir iĢyerinden malulen ayrılmak zorunda kalıp da sonradan maluliyeti ortadan kalkan iĢçiler, eski iĢyerlerinde tekrar iĢe alınmalarını istedikleri takdirde, iĢveren bunları eski iĢleri veya benzeri iĢlerde boĢ yer varsa derhal, yoksa boĢalacak ilk iĢe baĢka isteklilere tercih ederek, o andaki Ģartlarla iĢe almak zorundadır. Aranan Ģartlar bulunduğu halde iĢveren iĢ sözleĢmesi yapma 100 ÖEHTMĠ Yönetmeliği, R.G., T.24.03.2004, S.25412. 283 yükümlülüğünü yerine getirmezse, iĢe alınma isteğinde bulunan eski iĢçiye altı aylık ücret tutarında tazminat ödeyecektir (ĠK. md.30/V). 4857 sayılı ĠK. Ġle getirilen yeni bir düzenleme de, aranan Ģartlar bulunduğu halde sözleĢme yapma yükümlülüğünü yerine getirmeyen iĢverenin, eski iĢçiye altı aylık ücret tutarında tazminat ödemesidir. Diğer ĠĢ Kanunları dönemlerinde, iĢverenin bu yükümlülüğe aykırı davrandığı ispatlansa bile, iĢveren sadece Kanunda düzenlenmiĢ olan para cezasını ödüyordu; iĢçiye herhangi bir tazminatın ödenmesi söz konusu değildi. 4857 sayılı ĠK.‟da iĢverenlerin engelli istihdam etmelerini teĢvik etmek için getirilmiĢ bir düzenleme de bulunmaktadır. Buna göre, “………kontenjan fazlası engelli çalıĢtıran, yükümlü olmadıkları halde engelli çalıĢtıran iĢverenlerin bu Ģekilde çalıĢtırdıkları her bir engelli için prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait iĢveren hisselerinin yüzde ellisi Hazinece karĢılanır (ĠK.md.30/VI). Bu Ģekilde, engellilerin istihdamında uygulanan kota yönteminin dıĢında iĢverenlerin Kanundan doğan yükümlülüğün üzerinde engelli istihdam etmeleri halinde, bu kiĢilerin 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa göre ödenecek olan sigorta primlerinin yarısı iĢveren tarafından ödenirken yarısının Hazine tarafından ödenmesi ile iĢverenler engelli istihdamı konusunda özendirilmektedirler. Engellilerin çalıĢtırılabilecekleri iĢler ÖEHTMĠ Yönetmeliğine bağlı ek 1 nolu çizelgede düzenlenmiĢtir. Engellilere çizelgede gösterilen iĢlerden herhangi biri verilemediğinde, iĢyerinin özelliğine göre iĢyeri hekimi tarafından belirlenecek herhangi baĢka bir iĢ verilecektir (ÖEHTMĠ. Yön. md.11). ĠĢverenler, iĢyerlerini imkânları ölçüsünde, engellilerin çalıĢmalarını kolaylaĢtırabilecek Ģekilde hazırlamak, sağlıkları için gerekli önlemleri almak, mesleklerinde veya mesleklerine yakın iĢlerde çalıĢtırmak, iĢleriyle ilgili bilgi ve yeteneklerini geliĢtirmek, çalıĢmaları için gerekli araç ve gereçleri sağlamak zorundadırlar. Engelliler, yapabilecekleri iĢler dıĢında sağlıklarına zarar verecek diğer iĢlerde çalıĢtırılamazlar. Uygun koĢulların olması halinde, çalıĢma sürelerinin baĢlangıç ve bitiĢ saatleri, engellilerin durumuna göre belirlenebilecektir (ÖEHTMĠ. Yön. md.14). 284 ĠK. md.30‟da düzenlenmiĢ olan engelli istihdamı yükümlülüğüne uymayarak engelli çalıĢtırmayan iĢveren veya iĢveren vekiline çalıĢtırmadığı her engelli ve çalıĢtırmadığı her ay için 1.904 TL. (01.01.2014‟ten itibaren) para cezası verilecektir. Kamu kuruluĢları da bu para cezasından hiçbir Ģekilde muaf tutulmayacaklardır (ĠK. md.101). 5378 sayılı Kanun md.39 ve sonra da 5763 sayılı Kanun md.10 ile 4857 sayılı ĠK. md.108‟de değiĢiklik yapılmıĢ ve söz konusu madde “ Bu Kanunda öngörülen idari para cezaları, 101 ve 106 ncı maddelerdeki idari para cezaları hariç, gerekçesi belirtilmek suretiyle ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilir. 101 ve 106 ncı maddeler kapsamındaki idari para cezaları ise doğrudan Türkiye ĠĢ Kurumu Ġl Müdürü tarafından verilir ve genel esaslara göre tahsil edilir. 106 ncı maddeye göre verilecek idari para cezası için, 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (h) bendindeki tutar esas alınır.” Ģeklinde düzenlenmiĢtir. 3.4.2.2.2. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda yer alan düzenlemeler 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu101‟‟nun 25/02/2011 tarihli Mükerrer Resmi Gazete - 6111/99. maddesi ile yeniden düzenlenen 53. maddesine göre, “Kurum ve kuruluĢlar bu Kanuna göre çalıĢtırdıkları personele ait kadrolarda %3 oranında engelli çalıĢtırmak zorundadır. %3‟ün hesaplanmasında ilgili kurum veya kuruluĢun (yurtdıĢı teĢkilat hariç) toplam dolu kadro sayısı dikkate alınır (md. 53/I). Engelli personel çalıĢtırma yükümlüğünün yerine getirilmesinin takip ve denetimi ile engellilerin devlet memurluğuna yerleĢtirilmesinden Devlet Personel BaĢkanlığı sorumludur. Engelli açığı bulunan kamu kurum ve kuruluĢları bir sonraki yıl için alım yapacakları engellilere iliĢkin taleplerini her yılın Ekim ayının sonuna kadar Devlet Personel BaĢkanlığına bildirmek zorundadır. Devlet Personel BaĢkanlığı kurum 101 R.G., T.23.07.1965, S.12056 285 ve kuruluĢların bildirimi üzerine, engelli kontenjanlarına yerleĢtirme yapabilir veya yaptırabilir (md. 53/III). Engellilerin memurluğa alınma Ģartlarına, merkezi sınav ve yerleĢtirmenin yapılmasına, eğitim durumu ve özür grupları dikkate alınarak kura usulü ile yapılacak yerleĢtirmelere, engellilerin görevlerini yürütmelerinde hangi yardımcı araç ve gereçlerin kurumlarınca temin edileceğine, kamu kurum ve kuruluĢlarınca engelli personel istihdamı ile ilgili istatistiksel verilerin bildirilmesine iliĢkin usul ve esaslar ile diğer hususlar Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığının görüĢü alınarak Devlet Personel BaĢkanlığınca hazırlanacak yönetmelikle düzenlenir (md. 53/IV).” Devlet Personel BaĢkanlığı tarafından yayımlanan 2003/2 nolu Kamu Kurum ve KuruluĢlarında Engelli Personel Ġstihdamı Hakkında Tebliğ102de, memuriyete giriĢ yaĢının 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu‟nun 40. maddesinde 18 olarak belirlenmesine rağmen memuriyete giriĢ için azami yaĢ sınırının belirtilmediği ifade edildikten sonra, engellilerin 15 yıllık kamu hizmeti sonrasında emekli olabildikleri göz önüne alınarak, ilgili mevzuatında özel hüküm bulunmayan kamu kurum ve kuruluĢlarının alacakları engelli memurların yaĢ sınırını azami üst seviyede belirlemeleri ifade edilmiĢtir. Ayrıca Tebliğde, ülkemizdeki engellilerin önemli bir kısmının ilkokul mezunu oldukları ve ilkokul mezunu engellilerin memur olarak istihdam edilebilmeleri için 5–15 dereceli kadrolara iliĢkin eğitim Ģartlarına “Eğitim durumu ilköğretim (ortaokul) olan kadrolar için bu eğitim düzeyinde yazılı sınavda baĢarılı olan aday bulunmazsa, ilkokul mezunlarından da baĢarı sırasına göre atama yapılacaktır” ibaresi eklenmiĢtir. 5378 sayılı Kanunun 21. maddesi ile de, 657 sayılı Kanuna ek md.39 eklenmiĢtir. Buna göre, “Devlet memurlarının, hayatını baĢkasının yardım ve bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede engelli olduğu sağlık kurulu raporu ile tespit edilen eĢi, çocukları ile kardeĢlerinin memuriyet mahalli dıĢında resmi veya özel eğitim ve öğretim kuruluĢlarında eğitim ve öğretim yapacaklarının özel eğitim değerlendirme kurulu tarafından belgelendirilmesi halinde, ilgilinin 102 R.G., T.25.01.2003, S.25004 286 talebi üzerine eğitim ve öğretim kuruluĢlarının bulunduğu il veya ilçe sınırları dâhilinde kurumunda bulunan durumuna uygun boĢ bir kadroya ataması yapılır.” 3.4.2.2.3. 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunda yer alan düzenlemeler 5378 sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunu‟nun “Ġstihdam” baĢlığını taĢıyan 14. maddesinde; “ÇalıĢan engellilerin aleyhinde sonuç doğuracak Ģekilde, engelliliğiyle ilgili olarak diğer kiĢilerden farklı muamelede bulunulamaz (md.14/II). ÇalıĢan veya iĢ baĢvurusunda bulunan engellilerin karĢılaĢabileceği engel ve güçlükleri azaltmaya veya ortadan kaldırmaya yönelik istihdam süreçlerindeki önlemlerin alınması ve iĢyerinde fiziksel düzenlemelerin bu konuda görev, yetki ve sorumluluğu bulunan kurum ve kuruluĢlar ile iĢyerleri tarafından yapılması zorunludur. Engellilik durumları sebebiyle iĢgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan engellilerin istihdamı, öncelikle korumalı iĢyerleri aracılığıyla sağlanır (md.14/III)”, ifadesi yer almaktadır. Maddede fiziksel düzenlemelerin yetkili kurum ve kuruluĢlarca yapılacağı belirtilmekle birlikte, bu düzenlemelerin neler olacağı konusunda bir açıklama bulunmamaktadır. Maddede, engellilik durumları nedeniyle iĢgücü piyasasına katılmaları konusunda zorluk bulunan engellilerin istihdamlarının korumalı iĢyerleri aracılığı sağlanacağı ifade edilmiĢtir. Kanunda md.3/f‟de, korumalı iĢyerinin “Normal iĢgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan engelliler için mesleki rehabilitasyon ve istihdam oluĢturmak amacıyla Devlet tarafından teknik ve mali yönden desteklendiği ve çalıĢma ortamının özel olarak düzenlendiği iĢyerini” ifade edeceği belirtilmiĢtir. Maddenin son fıkrasında, korumalı iĢyerleriyle ilgili usul ve esasların ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Özürlüler 287 Ġdaresi BaĢkanlığınca müĢtereken çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği ifade edilmiĢtir. Kanunda ayrıca korumalı iĢyeri statüsünden de bahsedilmiĢtir. Korumalı iĢyeri statüsü, “ÇalıĢanlarının yönetmelikle belirlenen oranını engellilerin oluĢturduğu veya engellilere yönelik çalıĢmaları ile korumalı iĢyerine sağlanan teknik ve mali destek sağlanma Ģartlarını taĢımayı” ifade etmektedir (m.3/g). Görüldüğü gibi, Kanun‟da engelli bireylerin istihdam edilebilmeleri için tedbirler alınmaktadır. ĠĢe alınma ve iĢ hayatı süreci içinde engelli çalıĢanlar aleyhinde ayrımcı uygulamalar yapılamayacaktır. Engellinin iĢini yapabilmesine yönelik tedbirlerin alınması ve fizikî çevre düzenlemelerinin yapılması zorunlu hâle getirilmiĢtir. Engellilik durumları sebebiyle iĢgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan engellilerin istihdamı öncelikle “korumalı iĢyerleri” aracılığıyla sağlanacaktır. 3.4.2.3. Bakım ve rehabilitasyona iliĢkin düzenlemeler 3.4.2.3.1. Bakım hizmetlerine iliĢkin düzenlemeler 5378 sayılı Engelliler Kanunu‟nun 6. maddesi‟nde, bakım hizmetleri ile ilgili olarak, engelli kiĢilerin yaĢamlarını öncelikle bulundukları ortamda sağlık, huzur ve güven içinde sürdürmesi, toplum içinde kendi kendilerini idare edebilecek ve üretken hâle gelebilecek Ģekilde bakım ve rehabilitasyonlarının yapılması, bunlardan ihtiyacı olanların geçici veya sürekli bakım altına alınması veya bunlara evde bakım hizmeti sunulmasının esas olduğu belirtilmektedir. Bilindiği gibi, bakım hizmetleri, evde bakım veya kurum bakımı modelleriyle sunulabilir. Bakım hizmetlerinin bu amaçla özel olarak hazırlanmıĢ bir kurumda sağlanması biçiminde tanımlanabilecek kurum bakımı, çoğu zaman yararlanıcıları pasif alıcılar haline getirdiği için, yüksek maliyeti nedeniyle, insanları alıĢkın olduğu çevreden, ailesinden ayırdığı böylece sosyal bir izolasyona neden olduğu için vb. birçok açıdan günümüzde eleĢtirilmekte ve ancak evde bakım verilmesinin çok güç olduğu özel durumlarda tercih edilmektedir. Kanun bu nedenle “öncelikle kiĢinin sosyal ve fiziksel çevresinden ayrılmaksızın hizmetin sunulması esas alınır” 288 diyerek ailenin bütünlüğünün korunması temel ilkesine de uygun bir düzenleme getirmiĢtir. 5378 sayılı Engelliler Kanunu‟nun 30. maddesi ise 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu‟na aĢağıdaki maddeyi eklemiĢ, böylece bakıma muhtaç engellilerin bakım ücreti alabilmesi sağlanmıĢtır. Bu ücret asgari ücretin 2 katına kadar çıkabilmektedir. “Her ne ad altında olursa olsun her türlü gelirleri toplamı esas alınmak suretiyle; kendilerine ait veya bakmakla yükümlü olduğu birey sayısına göre kendilerine düĢen ortalama aylık gelir tutarı bir aylık net asgarî ücret tutarının 2/3'ünden daha az olan bakıma muhtaç engellilere, resmî veya özel bakım merkezlerinde ya da ikametgâhlarında bakım hizmeti verilmesi sağlanır. Bakıma muhtaç engellilere sunulacak bakım hizmetlerinin kapsamına, bakım hizmetinden yararlanabileceklerin baĢvuru Ģekline ve bu hizmetleri verecek olan gerçek ve tüzel kiĢilerin izin, çalıĢma, denetim, ücretlendirme ile bakım hizmeti karĢılığı yapılacak ödemelere iliĢkin usûl ve esaslar; Kurumun koordinatörlüğünde, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığınca müĢtereken çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Bakıma muhtaç engellilere sunulacak bakım hizmetinin karĢılığı olarak belirlenecek kiĢi baĢına aylık bakım ücreti tutarı, iki aylık net asgarî ücretten fazla olamaz. Bakıma muhtaç engellilerden Kurumca ve diğer resmî kurumlarca bakılanlar dıĢında kalanlara iliĢkin bakım ücreti, bu amaçla Kurum bütçesine konulacak ödeneklerden karĢılanır. Bakıma muhtaç engellilere, ücretleri Kurum bütçesinden karĢılanmak suretiyle sağlanacak bakım hizmetleri 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu Ġhale Kanunu hükümlerine tâbi olmaksızın temin edilir”. 289 3.4.2.3.2. Rehabilitasyon hizmetlerine iliĢkin düzenlemeler Rehabilitasyon gereksiniminin yeterince karĢılanamaması da engellilerin toplumla bütünleĢtirilmesinin önündeki en büyük engellerden birisidir. Esenlendirme olarak da ifade edilebilecek rehabilitasyon kavramı; onarma, yeniden kazandırma, alıĢtırma yönünde tıbbi, mesleki ve sosyal bir içerikle irdelenebilir (Altan,2010:200–203). Bu anlamda rehabilitasyon, eksilen yada kaybolan yeteneklerin yeniden kazandırılması sürecidir. BirleĢmiĢ Milletlerin Engelliler Ġçin Fırsat EĢitliği Konusunda Standart Kurallar belgesi ise rehabilitasyon programlarının; zeka seviyesini yükseltici eğitimler, engellilere ve ailelerine danıĢmanlık hizmetleri, kendine güvenin geliĢtirilmesi, ihtiyaç halinde değerlendirme ve rehberlik hizmetleri gibi çok geniĢ bir alanı kapsaması gerektiğini ifade etmektedir. Bu yaklaĢımla 5378 sayılı Engelliler Kanunu ise rehabilitasyonu, “doğuĢtan veya sonradan herhangi bir nedenle oluĢan özrü ortadan kaldırmak veya engelliliğin etkilerini mümkün olan en az düzeye indirmek, engelliye yeniden fiziksel, zihinsel, psikolojik, ruhsal, sosyal, meslekî ve ekonomik yararlılık alanlarında baĢarabileceği en üst düzeyde yetenekler kazandırarak; evinde, iĢinde ve sosyal yaĢamında kendine ve topluma yeterli olabilmesi ve engellinin toplum ile bütünleĢmesi, ayrımcılığa karĢı tüm tedbirlerin alınması amacıyla verilen koruyucu, tıbbî, meslekî, eğitsel, rekreasyonal ve psiko-sosyal hizmetler bütününü” biçiminde tanımlamıĢtır (md.3). Ayrıca, “toplumsal hayata katılım ve eĢitlik temelinde engellilerin bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını karĢılamaya yönelik olarak rehabilitasyon hizmetleri verileceği ve rehabilitasyon sürecinin her aĢamasında engelli ve ailesinin aktif ve etkili katılımının esas olduğu” belirtilmiĢtir (md.10). Herhangi bir sebeple engelli hale gelen birey önceden var olan iĢini artık yapamıyorsa, o iĢi yapabilmek için “yeniden yeteneklendirilmesi”, “rehabilite edilmesi” gerekmektedir. Böyle bir rehabilitasyon sürecinden geçmemiĢ olan birey, topluma ve içinde yaĢadığı aileye yük olmaktan kurtulamayacaktır. 290 Rehabilitasyon, hizmet özelliğine göre genel olarak tıbbî ve sosyal–meslekî rehabilitasyon olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Tıbbî rehabilitasyonda; kiĢinin fonksiyonel yeterliliğini mümkün olan en yüksek düzeye çıkarmak için klinik tedavi, tıbbî egzersizler, uğraĢı tedavisi ve konuĢma tedavisi uygulanmaktadır. Ortopedik cihaz ve protez uygulaması ile de kiĢinin rehabilitasyon sürecine engel olacak fizyolojik engellerinin aĢılması amaçlanmakta; buna ilâve olarak psikolojik, sosyal ve ekonomik güçlüklerin azaltılması ya da ortadan kaldırılması hedeflenmektedir. Böylece engelli kiĢinin; aile, toplum ve iĢ ile ilgili intibakını sağlamak sureti ile onun topluma entegrasyonunu sağlamaya yönelik uygulama yapılır. Sosyal–meslekî rehabilitasyon ise; engelli kiĢinin uygun bir iĢte çalıĢabilmesi ve bu iĢi devam ettirmesini sağlayarak meslekî rehberlik, meslekî eğitim ve seçilen iĢe yerleĢtirme gibi meslekî hizmetlerle ilgili tedbirleri gerektiren, sürekli ve koordineli rehabilitasyon sürecini kapsamaktadır (Ören,2005:136). Mesleki rehabilitasyon, engellilerin toplumla uyumunu destekleyen ve olumsuz çalıĢma koĢulları karĢısında korunmada eĢit olanaklar sağlayan hizmet ve önlemler bütünü olarak ifade edilmektedir. Mesleki rehabilitasyonun kapsamı yalnızca mesleki eğitim, rehberlik, istihdam hizmetleri ve iĢe yerleĢtirme önlemleriyle sınırlı olmayıp; engellilerin sosyal iliĢkilere ve çalıĢma yaĢamına uyum sağlamaları, bağımsızlıklarını kazanmaları için gereken iĢ düzenlemelerinin yapılması, desteklerin sağlanması, iĢ baĢında eğitim, iĢe dönük kurslar, günlük yaĢama iliĢkin eğitim verilmesi ve okuma-yazmanın öğretilmesi gibi konuları da kapsamaktadır (ILO,1998:193). Engelliler Kanunu‟nun 13. maddesi, engellilerin yeteneklerine göre mesleğini seçme ve bu alanda eğitim alma hakkının kısıtlanamayacağını, engellilerin yetenekleri doğrultusunda yapabilecekleri bir iĢte eğitilmesi, meslek kazandırılması, verimli kılınarak ekonomik ve sosyal refahının sağlanması amacıyla meslekî rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanmasının sağlanmasının esas olduğunu belirtmektedir. Engelliler Kanunu‟nun 40. maddesi ise 5216 sayılı BüyükĢehir Belediyesi Kanununa bir madde ekleyerek, BüyükĢehir Belediyelerine engellilerle ilgili bilgilendirme, yönlendirme, danıĢmanlık, sosyal ve mesleki rehabilitasyon 291 hizmetleri vermek üzere engelli hizmet birimleri oluĢturulması yükümlülüğü getirmiĢtir. Bu çerçevede sosyal ve mesleki rehabilitasyon hizmetleri belediyeler tarafından da verilebilecek, belediyeler halk eğitim ve çıraklık eğitim merkezleri ile iĢbirliği yapabileceklerdir (md.13). Aynı madde belediyelere mesleki rehabilitasyon hizmetleri açısından bir görev yüklemekle yetinmemiĢ “engellinin rehabilitasyon talebi”nden de söz etmiĢtir. Bu düzenlemeye göre engelli bireyin rehabilitasyon talebinin bağlı olduğu belediye tarafından karĢılanamaması halinde rehabilitasyon hizmetinin en yakın merkezden alınması ve ilgili belediyenin her yıl bütçe talimatında belirlenen miktarı, hizmetin satın alınacağı merkeze ödemesi kabul edilmiĢtir. 3.4.2.4. Eğitim ve öğretime iliĢkin düzenlemeler Engelli bireylerin mümkün olduğunca bağımsızlaĢmalarında ve toplumsal yaĢamın tüm alanlarına katılabilecek düzeyde geliĢimlerinin sağlanmasında, eğitim önemli bir role sahiptir. Anayasa‟nın 42. maddesinde “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” ve “Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır” denilerek, engellilerin özel ve temel eğitim gereksinimlerinin karĢılanması doğrultusunda korunmalarına hukuki bir dayanak oluĢturulmuĢtur. Engellilerin eğitimlerinin temel yönü dıĢında, özür türlerine göre değiĢebilen özel bir yönü de vardır. Zira yetersizlikleri çoğu kez engellilerin temel eğitim hizmetlerinden yararlanabilmelerini engeller. Bu nedenle çoğu zaman engelli bir birey temel eğitim hizmetlerinden yararlanabilmek için özel bir eğitim de almak zorundadır. Bazı durumlarda özel ve temel eğitim hizmetlerinin bir arada ve aynı ortamlarda verilebilmesi mümkündür. Ancak böyle bir olanak bulunmuyorsa özür türlerine göre özel eğitim veren eğitim kurumlarına da ihtiyaç duyulacaktır. Örneğin iĢitme engelli bir çocuğun normal yararlanabilmesi güçtür (Altan,2010:201). eğitim ve öğretim kurumlarından 292 Engelliler Kanununun eğitim ve öğretim baĢlıklı 15. maddesi ise “Hiçbir gerekçeyle engellilerin eğitim alması engellenemez. Engelli çocuklara, gençlere ve yetiĢkinlere, özel durumları ve farklılıkları dikkate alınarak, bütünleĢtirilmiĢ ortamlarda ve engelli olmayanlarla eĢit eğitim imkânı sağlanır” demektedir. Bu hüküm uyarınca engelli bireyler toplumsal hayata tam katılımlarının sağlanması amacıyla eğitim ve öğretim imkânlarından yararlandırılmaktadırlar. Türkiye‟nin tarafı olduğu Engellilerin Haklarına ĠliĢkin SözleĢme103‟nin “Eğitim” baĢlıklı 24. maddesinde; taraf devletlerin engellilerin eğitim hakkını tanıyacakları; bu hakkın fırsat eĢitliği temelinde ve ayrımcılık yapılmaksızın sağlanması için eğitim sisteminin bütünleĢtirici bir Ģekilde her seviyede engellileri içine almasını ve ömür boyu öğrenim imkânını sağlayacakları; engellilerin toplumun eĢit üyeleri olarak eğitime tam ve eĢit katılımlarını kolaylaĢtırmak için yaĢamı ve sosyal geliĢim becerilerini öğrenmelerini sağlayacakları; bu hakkın yaĢama geçmesini sağlamak için, engelli olanlar dâhil olmak üzere, iĢaret dilini ve Braille alfabesini bilen öğretmenlerin iĢe alınması ve eğitimin her düzeyinde çalıĢan uzmanların ve personelin eğitimi için uygun tedbirleri alacakları; engellilerin genel yüksekokul eğitimine, mesleki eğitime, eriĢkin eğitimine ve ömür boyu süren eğitime ayrımcılığa uğramaksızın diğer bireylerle eĢit koĢullar altında eriĢimini sağlayacakları ifade edilmektedir. Ülkemizde 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu104 gereğince Milli Eğitim Bakanlığı özel eğitime gereksinim duyan çocuklar için özel tedbirler geliĢtirmekle yükümlüdür. Özel eğitim gerektiren bireylerin genel ve mesleki eğitim görme haklarını kullanabilmelerini sağlamak amacıyla 1997 yılında 573 sayılı Özel Eğitim Hakkında Kanun Hükmünde Kararname105 çıkarılmıĢtır. Bu Kararnameye göre özel eğitim gerektiren bireylerin sosyal ve fiziksel çevrelerinden mümkün olduğu kadar ayrılmadan ve akranlarıyla birlikte kaynaĢtırma sınıflarında eğitilmesi ve özel eğitime erken baĢlanılması esastır (Altan,2010:201). Bu Kararname kapsamında eğitim süreci safhalara ayrılmıĢ, her 103 GörüĢmelerine 2002 yılında baĢlanılan ve 2006 yılında BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu‟nda oylanmaksızın kabul edilen “Engellilerin Haklarına ĠliĢkin SözleĢme” 2007 yılında imzaya açılmıĢ ve ilk imzalayan ülkeler arasında Türkiye‟de yer almıĢtır. 2009 yılı içinde ise onay süreci tamamlanmıĢtır. 104 R.G. T.14.06.1973, S.14574. 105 R.G. T.06.06.1997, S.23011 (Mükerrer). 293 safhada yapılması gerekenler ve devletin yükümlülükleri açıklanmıĢtır. Buna göre erken çocukluk döneminde aile bilgilendirilmeli ve desteklenmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı ayrıca özel eğitime muhtaç bireyler için iĢ hayatında geçerliliği olan görevlere hazırlayıcı kurslar düzenlemekle yükümlüdür. Kursların planlanması ve uygulanmasında kiĢilerin ilgi, ihtiyaç ve becerilerinin dikkate alınması gereklidir. Bu kurslarda öğrencilere çırak ve öğrenci statüsü verilmektedir. Ayrıca özel eğitim ihtiyacı olan bireylere her türlü eğitim ortamında özel eğitim desteği sağlanması, rehabilitasyon hizmetlerine gereksinim duyulması durumunda ilgili kurumlarla iĢbirliği yapılması, eğitim programlarının ihtiyaç ve becerilere uygun olarak düzenlenmesi ve bireysel değerlendirmenin bu programlar dikkate alınarak yapılması gereklidir. 2006 yılında çıkarılan bir yönetmelikte106 ise engellilerin yetenekleri doğrultusunda yetiĢtirilmesi ve ekonomik ve sosyal refahlarının arttırılması amacıyla kurulacak olan mesleki rehabilitasyon merkezleri ile ilgili açılıĢ, denetleme ve iĢleyiĢ esasları belirtilmiĢ, mesleki eğitim ve rehabilitasyon kursları kapsamında, fizyoterapi ve rehabilitasyon, mesleki yönlendirme ve rehberlik, mesleki eğitim ve sosyal rehabilitasyon hizmetlerinin verilmesi öngörülmüĢtür. Bu merkezlere baĢvurabilmek için engelli bireyin en az %40 engelli olması, 15 yaĢını doldurmuĢ olması ve Türkiye ĠĢ Kurumu'na kayıtlı olması gerekmektedir. Engelli öğrencilerin yükseköğrenimleri ile ilgili düzenlemeler ise yine Engelliler Kanununun 15. maddesinde düzenlenmiĢtir. Bu madde hükmü gereğince engelli üniversite öğrencilerinin öğrenim hayatlarını kolaylaĢtırabilmek için Yükseköğretim Kurulu bünyesinde araç-gereç temini, özel ders materyallerinin hazırlanması, engellilere uygun eğitim, araĢtırma ve barındırma ortamlarının hazırlanmasının temini gibi konularda çalıĢma yapmak üzere Engelliler DanıĢma ve Koordinasyon Merkezi kurulacaktır. Engelliler Kanununun 15. maddesine dayanılarak hazırlanan bir yönetmelik çerçevesinde ise tüm üniversiteler bünyesinde “Engelli Öğrenci Birimleri” 106 Özel Mesleki Rehabilitasyon Merkezleri Hakkında Yönetmelik. R.G., T.02.05.2006, S.26156 294 kurulmuĢ, bu birimlerin çalıĢma usul ve esasları ise sözü edilen Yönetmelik107 ile düzenlenmiĢtir. 3.4.2.5. Sosyal güvenliğe iliĢkin düzenlemeler Anayasası‟nın 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir” denilmekte, sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenlerin sıralandığı 61. maddesi‟nde ise “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır” denilerek bu doğrultuda devlete görev yüklenmektedir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereğince, sigortalı olarak ilk defa çalıĢmaya baĢladığı tarihten önce malûl sayılmayı gerektirecek derecede hastalık veya özrü bulunan ve bu nedenle malûllük aylığından yararlanamayan sigortalılara, en az onbeĢ yıldan beri sigortalı bulunmak ve en az 3960 gün malûllük, yaĢlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiĢ olmak Ģartıyla yaĢlılık aylığı bağlanır (md.28). Aynı Kanuna göre, çalıĢma gücündeki kayıp oranının; %50 ilâ %59 arasında olduğu anlaĢılan sigortalılar, en az 16 yıldan beri sigortalı olmaları ve 4320 gün, %40 ilâ %49 arasında olduğu anlaĢılan sigortalılar, en az 18 yıldan beri sigortalı olmaları ve 4680 gün, malûllük, yaĢlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiĢ olmak Ģartıyla, diğer sigortalılarda aranan (58 ve 60) yaĢ Ģartları aranmaksızın yaĢlılık aylığına hak kazanırlar (md.28/4). Ayrıca, emeklilik veya yaĢlılık aylığı bağlanması talebinde bulunan kadın sigortalılardan baĢka birinin sürekli bakımına muhtaç derecede malûl çocuğu bulunanların, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra geçen prim ödeme gün sayılarının dörtte biri, prim ödeme gün sayıları toplamına eklenir ve eklenen bu süreler emeklilik yaĢ hadlerinden de indirilir (md.28/6). 107 Yüksek Öğretim Kurumları Özürlüler DanıĢma ve Koordinasyon Yönetmeliği. R.G.,T.20.6.2006, S.26204. 295 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereğince geçirilen bir iĢ kazası dolayısıyla gelir elde etme yeteneğinin en az %10'unu kaybeden bireylere sürekli iĢ görmezlik geliri verilirken (md.19), meslekte kazanma gücünün %60 ya da daha fazlasını sürekli olarak kaybeden bireylere malullük aylığı bağlanır (md.25 vd.). Yukarıdaki düzenlemeler dıĢında yine sosyal güvenliğe iliĢkin bir düzenleme olarak ekonomik sıkıntı içindeki engelli bireylere bağlanan aylıklardan da söz edilmelidir. Engelli bireylere aylık bağlanması 5378 sayılı Engelliler Kanunu‟nun Ek 1. maddesinde getirilen değiĢiklik ile 2022 sayılı 65 YaĢını DoldurmuĢ Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk VatandaĢlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda düzenlenmiĢtir. Buna göre “65 yaĢını doldurmamıĢ olmakla birlikte; a. 18 yaĢını doldurmuĢ ve baĢkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek Ģekilde engelli olduğunu sağlık kurulu raporu ile kanıtlayan ancak kanunen bakmakla mükellef kimsesi bulunmayan engelli birey eğer her türlü gelirleri toplamının aylık ortalaması kanunla belirlenen miktardan az ise yani bu kanun açısından ekonomik sıkıntı içindeyse kendisine yine kanunla belirlenen aylık tutarın üç katı nispetinde aylık bağlanır (Bakıma muhtaç engelli aylığı). b. 65 yaĢından küçük, 18 yaĢından büyük olup, tüm vücut fonksiyon kaybı oranı %40 ila %69 arasında olan ve 18 yaĢını doldurmuĢ, kanunen bakmakla mükellef kimsesi olmayan ve herhangi bir iĢe yerleĢtirilememiĢ olan engelli birey eğer her türlü gelirleri toplamının aylık ortalaması kanunla belirlenen miktardan az ise yani bu kanun açısından ekonomik sıkıntı içindeyse kendisine yine kanunla belirlenen aylık tutarın iki katı nispetinde aylık bağlanır (Engelli aylığı). c. Her türlü gelirleri toplamının aylık ortalaması kanunla belirlenen miktardan az olduğu halde yani bu kanun açısından ekonomik sıkıntı içinde olduğu halde, kanunen bakmakla yükümlü olduğu 18 yaĢını tamamlamamıĢ engelli yakını bulunanlara, bakım iliĢkisi fiilen gerçekleĢmek kaydıyla kanunla belirlenen aylık tutarın iki katı nispetinde aylık bağlanır (Engelli yakını aylığı). 296 Aylık bağlanmasına esas engellilik oranı değiĢenlerin aylıkları durumlarına göre yeniden tespit olunur. Engellilik oranı, bu Kanuna göre aylık bağlanması gereken oranın altına düĢenler ile her türlü gelirleri toplamının aylık ortalaması kanunla belirlenen miktarın üzerine çıkanların aylıkları kesilir. Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan malûl olmaları sebebiyle yetim olarak aylık veya gelir almakta olan çocuklardan bu kurumlardan aldıkları aylık veya gelir toplamı tutarları bu madde gereğince durumlarına göre ödenebilecek tutardan daha az olanlara ise aradaki fark ilgili sosyal güvenlik kurumu tarafından ödenir”. 3.4.2.6. EriĢebilirlik/UlaĢabilirlik ile ilgili düzenlemeler EriĢebilirlik (accessibility), insan haklarının ayrımcılık kadar sorunlu, hatta ayrımcılığı da kapsayan alanlarından biri olarak son dönemlerde insan hakları yazınında ve uluslararası örgütlerin çalıĢmalarında haklı bir yer edinmiĢtir108. Ġnsan yapımı ve doğal fiziksel çevre baĢta olmak üzere, ekonomik, sosyal ve kültürel çevreye ulaĢabilme, bu çevrelerde verilen hizmetlerden yararlanma ve katkıda bulunma olanaklarına sahip olmayı ifade eden eriĢebilirlik, her türlü hakkın kullanımında önemli bir unsur olarak karĢımıza çıkmaktadır. Engelliler için eriĢebilirlik, hakları kullanabilmenin bir aracı olmanın yanında, bağımsız yaĢamanın, toplumsal yaĢamın tüm alanlarına tam olarak katılabilmenin de koĢuludur. Engellilerin topluma katılmalarının önündeki en büyük engeller ulaĢım, fiziksel çevre ve konut sorunudur. Uluslararası alanda, Engellilerin Haklarına ĠliĢkin SözleĢme ve Zorunlu olmayan Protokol 13 Aralık 2006 tarihinde Newyork‟ta BirleĢmiĢ Milletler Genel Sekreterliğinde kabul edilmiĢ ve 30 Mart 2007‟de imzaya açılmıĢtır. SözleĢmeyi 82 ülke, Protokol‟ü ise 44 ülke imzalamıĢ bir ülke ise onaylamıĢtır. Türkiye‟nin 30 Mart 2007 tarihinde imzaladığı bu sözleĢme, BirleĢmiĢ Milletler tarihinde en yüksek imzaya sahip bulunmaktadır. 21‟inci yüzyılın ilk kapsamlı insan hakları anlaĢması ve bölgesel entegrasyon organizasyonları tarafından imzaya açılan ilk insan 108 A/HRC/10/48, 26 January 2009, 13. 297 hakları anlaĢmasıdır. SözleĢme 3 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmiĢ bulunmaktadır. SözleĢmenin 9‟uncu maddesi eriĢilebilirlik konusundadır. Bu maddede “Taraf Devletler engellilerin bağımsız yaĢayabilmelerini ve yaĢamın tüm alanlarına etkin katılımını sağlamak ve engellilerin diğer bireylerle eĢit koĢullarda fiziki çevreye, ulaĢıma, bilgi ve iletiĢim teknolojileri ve sistemleri dâhil olacak Ģekilde bilgi ve iletiĢim olanaklarına, hem kırsal hem de kentsel alanlarda halka açık diğer tesislere ve hizmetlere eriĢimini sağlamak için uygun tedbirleri alacaklardır.”, ifadesi yer almakta olup, bu çerçevede devletlerin ilgili idarelerine görevler düĢmektedir. Engelliler mevzuatı tarandığında, engellilerin özellikle fiziksel eriĢim sorunlarını çözmeye yönelik yasal tedbirlerin diğer eriĢim sorunlarına göre daha ağırlıklı ele alındığı görülmüĢtür. 5378 Sayılı Engelliler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun, geçici maddeleriyle kamu kurum ve kuruluĢlarına ait resmi yapılarla, yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve kapalı alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile gerçek ve tüzel kiĢiler tarafından yapılmıĢ kamuya açık hizmet veren her türlü yapının, Kanun‟un yürürlüğe girdiğinden itibaren 7 yıl içinde engellilerin eriĢilebilirliğine uygun duruma getirilmesini zorunlu kılmıĢtır (Geçici md. 2). Ayrıca, BüyükĢehir belediyeleri ile diğer belediyelerin yetki alanları içinde verdikleri toplu taĢıma hizmetlerini, aynı süre içinde engelliler için eriĢilebilir duruma getirmelerine hükmetmiĢtir (Geçici md. 3). Engelliler Kanunu‟nda verilen sınırlı sürenin yerel yönetimlerce iyi kullanılmasını sağlamak üzere, Kanun‟un geçici maddelerine dayanarak BaĢbakanlık tarafından 2006 yılında yayınlanan Genelge‟yle, belediyelerin bu sürece iliĢkin eylem planlarını ve bu planlara dair raporlarını sunmaları, toplu taĢıma hizmetleriyle eriĢime dair diğer hizmetlerini Türk Standartları Enstitüsü‟nün ilgili standartlarına uygun hale getirmeleri 109, kamu 109 Türk Standartları Enstitüsü‟nün Ģehir içi yollar, otobüs durakları yer seçimi, yaya alt geçitleri, kurp ve eğimlerin tasarımı, yaya geçitleri seçim esasları, kavĢaklarda emniyet, kapasite ve ekonomik kurallar ve toplu yaĢama iliĢkin diğer standartları için bkz. TS 9826/ġubat 1992, TS 8503/Ekim 1990, TS 8252/Nisan 1990, TS 10713/ġubat 1993, TS 10839/Nisan 1993, TS 7768/Ocak 1990, TS 7636/Kasım 1989, TS 7937/ ġubat 1990, TS 7635/Kasım 1989, TS 11522/Ocak 1995,TS 8022/ġubat 1990, TS 11783/ Temmuz 1995, TS 11784/ Temmuz 1995 298 kurum ve kuruluĢlarının kullandıkları yapıları engellilerin kullanımını mümkün kılacak Ģekilde uyarlamaları istenmiĢtir110. 5378 Sayılı Engelliler Kanunu fiziksel eriĢebilirliğin standartları konusuna hiç değinmezken, daha eski tarihli bir kanun olan Ġmar Kanunu‟na 1997 yılında eklenen hükümle fiziksel çevrenin engelliler için ulaĢılabilir ve yaĢanılabilir kılınması amacına yönelik olarak imar planları ile kentsel, sosyal, teknik altyapı alanlarında ve yapılarda, Türk Standartları Enstitüsünün ilgili standardına uyulması zorunlu tutulmuĢtur111. Engellilerle ilgili her türlü düzenlemenin standartlara uygun olarak gecikmeksizin gerçekleĢtirilmesini sağlamak amacıyla BaĢbakanlık talimatı çıkarılmıĢ, tüm kurum ve kuruluĢlara gönderilmiĢtir. Bunların dıĢında çeĢitli kanunlarda yer alan hizmetlere, kuruma ve personele yönelik standartları açıklığa kavuĢturmak üzere yönetmelikler kabul edilmiĢtir. Örneğin, Karayolu TaĢıma Yönetmeliği‟nde terminallere112, Korumalı ĠĢyerleri Hakkında Yönetmelik‟te113 fiziksel koĢullar ve donanıma, Otopark Yönetmeliği‟nde 114 otoparklara yönelik ilke ve standartlara yer verilmiĢtir. Ġlgili Yönetmeliklerin nispeten yeni tarihli oluĢu, düzenlemelerin değiĢen ihtiyaç ve geliĢmeleri göz önüne alarak yenilenmiĢ olması ihtimalini güçlendirmektedir. Engelliler Kanunu‟nun engellilerin mekânsal eriĢimlerini kolaylaĢtırmak adına bir diğer katkısı, 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu‟nu bu yönde değiĢtirmiĢ olmasıdır. DeğiĢtirilen Kanun uyarınca, engellilerin yaĢamını sürdürdüğü toplu yaĢam konutlarına eriĢimleri ve kullanım kolaylığını sağlamak için diğer kat maliklerine bazı sorumluluklar yüklenmiĢtir (md.19). Buna iliĢkin Yönetmeliğe göre, yaĢadıkları konut engellilerin kullanımına uygun değilse, bina ve çevresinde değiĢiklik yapılması hakkındaki taleplerinin diğer maliklerce belli koĢullarda kabul edilmesi gerekmektedir115. 110 Kamu Binaları, Kamuya Açık Alanlar ve Toplu TaĢıma Araçlarının Özürlülerin Kullanımına Uygun Duruma Getirilmesi Hakkında 2006/18 Numaralı BaĢbakanlık Genelgesi, R.G., T.12.07.2006, S. 26226 111 3194 sayılı Ġmar Kanunu, Kabul Tarihi: 3/5/1985, R.G. T. 9.5.1985, S.18749, Ek Madde 1 - (Ek : 30/5/1997 - KHK - 572/1 md.) 112 Karayolu TaĢıma Yönetmeliği, m.33. R.G., T.11.06.2009, S.27255. 113 Korumalı ĠĢyerleri Hakkında Yönetmelik, m.11-14. R.G. T. 30.05.2006, S. 26183. 114 Otopark Yönetmeliği, R.G. T. 01.07.1993, S. 21624, m.4- g (DeğiĢik:RG-02/09/1999-23804). 115 Yapılarda Özürlülerin Kullanımına Yönelik Proje Tadili Komisyonları TeĢkili, ÇalıĢma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik, R.G., T.22.04.2006, S.26147. 299 5378 sayılı Engelliler Kanunu‟nun 30. maddesi ise 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu116‟na “ĠĢitme ve konuĢma engellilere gerek görüldüğü hâllerde tercümanlık yapmak üzere illerde iĢaret dili bilen personel görevlendirilir” hükmü eklenmiĢ, böylece engelli bireylerin SHÇEK bünyesinde sunulan hizmetlere eriĢebilirliğinin sağlanması doğrultusunda bir baĢka adım atılmıĢtır. Zira eriĢebilirlik, hukuken ve fiilen eriĢimin mümkün kılınması anlamına gelmektedir. Bu nedenle sadece fiziki eriĢilebilirliğin sağlanması yeterli değildir. Hukuken bir ayrımcılığın bulunmaması yani hukuki eriĢim imkânının sağlanması yanı sıra ekonomik olarak da eriĢebilirliğin sağlanması gereklidir. Engelliler Kanunu‟nun 31. maddesi çerçevesinde 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu‟na117 eklenen bir madde ile engellilerin araçları için ayrılmıĢ park yerlerine park etmek yasaklanarak bu yasağın ihlali halinde “hatalı park cezasının” iki kat arttırılması gerektiği düzenlenmiĢtir. UlaĢtırma Bakanlığı TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda118 da, engellilerin eriĢebilirliğine yönelik özel düzenlemeler yapılmıĢtır. Sözü edilen Kanun gereği UlaĢtırma Bakanlığı‟nın görevlerinden birisi de engellilerin “evrensel hizmetten eĢitlik, taraf gözetmeme ilkeleri temelinde ve karĢılayabilecekleri fiyat seviyesinde yararlanabilmelerine iliĢkin usul ve esasları belirlemek”tir. 572 sayılı Bazı Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye göre ise, belediyeler toplu taĢıma araçlarından engellileri ücretsiz veya indirimli olarak yararlandırmak zorundadır. UlaĢılabilirliğin sağlanması açısından önemli bir diğer konu, Ģehir içi ve Ģehirlerarası ulaĢım araçlarının kullanımına iliĢkin araçların içinde, duraklarda ve uygun diğer yerlerde verilen bilgilendirme hizmetleriyle çevre düzenlemelerinin de engelsiz hale getirilmesidir. 5378 sayılı Kanunun toplu taĢımacılık hizmetlerinin ele alındığı geçici 3 üncü maddesinin uygulanmasıyla ilgili hususlara açıklık getirilmesini sağlamak amacıyla ĠçiĢleri Bakanlığı 24.04.2011 tarihinde Toplu TaĢıma Hizmetleri Genelgesi‟ni yayınlamıĢtır. Genelge‟de 2009 tarihinden sonra 116 R.G., T. 27.05.1983, S.18059. R.G.,T.18.10.1983, S.18195. 118 R.G.,T.17.04.1987, S.19434. 117 300 alınan Ģehir içi toplu taĢıma araçlarının hareket engellilerin kullanımına uygun hale getirilmesini sağlayacak teknik uyarlamalar açıklanmıĢ, 2009 tarihinden önce imal edilmiĢ araçların 2012‟ye kadar engelliler için eriĢilebilir hale getirilmesi, Ģehir içi otobüs durak yerlerinin ulaĢılabilir güzergâhta seçilmesi, otobüse biniĢ ve iniĢler için gerekli fiziksel koĢulların sağlanması, toplu taĢımaya ait bilgilendirme için gerekli sesli ve görsel donanımların eklenmesi talimatları yer almıĢtır. Genelge‟nin en çarpıcı yanı, engelliler için ayrı otobüs, ayrı güzergâh gibi ayrımcılığa yol açan uygulamalardan kaçınılması uyarısıdır119. Yine bu çerçevede düĢünülebilecek bir biçimde, cep telefonu operatörleri engelliler için indirimli tarifeler hazırlamakta, Devlet Demiryolları ve Türk Hava Yolları engellilere indirim sağlamaktadır. Devlet Tiyatroları ise gösterilerini engellilere ücretsiz sunmaktadır. Engelliler Kanunu ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü‟nün TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun‟a120 eklenen bir madde ile ise Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü “Engelli bireylerin spor yapabilmelerini sağlamak ve yaygınlaĢtırmak üzere; spor tesislerinin engellilerin kullanımına da uygun olmasını sağlamak, spor eğitim programları ve destekleyici teknolojiler geliĢtirmek, gerekli malzemeyi sağlamak, konu ile ilgili bilgilendirme ve bilinçlendirme çalıĢmaları ile yayınlar yapmak, spor adamları yetiĢtirmek, engelli bireylerin spor yapabilmesi konusunda ilgili diğer kuruluĢlarla iĢbirliği yapmakla” görevlendirilmiĢtir. Böylece engellilerin bir baĢka açıdan eriĢim olanaklarına katkı sağlanmıĢtır. Diğer yandan engelli bireylerin spor yapabilmelerini sağlamak amacıyla engelli sporları federasyonu kurulmuĢtur. Ayrıca engelliler bazı vergilerden muaf tutulmakta veya kendilerine belirli vergi indirimleri sağlanarak toplumsal hayata katılımları arttırılmaya çalıĢılmaktadır. Konuya iliĢkin kanun ve uygulamalar aĢağıda özetlenmiĢtir: 119 ĠçiĢleri Bakanlığı Toplu TaĢıma Hizmetleri Genelgesi, 24.04.2011, Sayı:B.05.0.MAH.0.07.01.00/11701,Konu:TopluTaĢımaHizmetleri, http://www.ozida.gov. tr/?menu=mevzuat&sayfa=toplutasimaaraclari (e.t: 27.06.2011). 120 R.G., T.28.05.1986, S.19120. 301 Gelir Vergisi Kanunu'na121 göre ölüm, sakatlık, hastalık ve iĢsizlik sebepleriyle verilen tazminat ve yapılan yardımlar gelir vergisinde muaftır. Aynı Kanuna göre, çalıĢma gücünün asgarî %80'ini kaybetmiĢ bulunan birinci derece sakat, asgarî %60'ını kaybetmiĢ bulunan ikinci derece sakat, asgarî %40'ını kaybetmiĢ bulunan ise üçüncü derece sakat sayılır ve sakatlık dereceleri itibariyle belirlenen aylık tutarlar, serbest meslek erbabı veya ücretli çalıĢanların gelir vergisi matrahından indirilir. Yani gelir vergisinden bu kısımlar muaf tutulur. Kendisi engelli olmasa bile ailesinde engelli kiĢi bulunan serbest meslek erbabı ile ücretli çalıĢanlar gelir vergisi indiriminden yararlanabilir. Engelliler 122 Kanununa Kanunu çerçevesinde 3065 sayılı Katma Değer Vergisi eklenen bir madde ile “Engellilerin eğitimleri, meslekleri, günlük yaĢamları için özel olarak üretilmiĢ her türlü araç-gereç ve özel bilgisayar programları” katma değer vergisinden muaf tutulmuĢtur123. Gümrük Kanunu'na124 göre, malul ve sakatların kullanımına özel eĢyalar gümrük vergisinden muaftır. Engellilerden uygun Ģartları taĢıyanların yurtdıĢından getirtecekleri özel tertibatlı araçlar gümrük vergisinden muaftır. Engelliler Kanunu‟nun 22. maddesi 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu‟nun 8. maddesine engellileri de eklemiĢtir. Böylece Bakanlar Kurulu brüt 200 m 2'yi geçmeyen tek meskeni olan engellilerin tabi olduğu emlak vergisi oranını düĢürmek veya tamamen kaldırmakla yetkilendirilmiĢtir. Bu yetki doğrultusunda Bakanlar Kurulu tarafından engelli bireylerin 2007 ve müteakip yıllar için 200 m2'yi geçmeyen tek meskenlerinde emlak vergisi oranı sıfıra indirilmiĢtir. Motorlu TaĢıtlar Vergisi Kanunu‟na125 göre ise, engellilik oranı %90 ve daha fazla olan malûl ve engellilerin adlarına kayıtlı taĢıtlar ile diğer malûl ve engellilerin, bu durumlarına uygun hale getirilmiĢ özel tertibatlı taĢıtları motorlu taĢıtlar vergisinden müstesnadır. 121 R.G., T. 06.01.1961, S.10700. R.G., T. 02.11.1984, S.18563. 123 Düzenleme ile ayrıca, “sakat bakımı” ile ilgili kurum ve kuruluĢlar sosyal amaç taĢıyan istisnalar baĢlığı altında düzenlenmekte ve buralarda sunulan hizmet katma değer vergisinden muaf tutulmaktadır. 124 R.G., T. 04.11.1999, S.23866. 125 Motorlu TaĢıtlar Vergisi, Kanun Numarası: 197, Kabul Tarihi: 18/2/1963, R.G., T. 23.2.1963, S.11342 (DeğiĢik: 25/12/2003–5035/22 md.) 122 302 TaĢıt kullanımı ile ilgili bir baĢka vergi indirimi de özel tüketim vergisi 126 üzerinden sağlanmaktadır. 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu‟na göre, engellilik oranı %90 veya daha fazla olan engelliler beĢ yılda bir defaya mahsus olarak otomobillerin ilk iktisabı ve bir kısım ticari araçlar özel tüketim vergisinden muaftır (md.7). Engelli bireylerin toplumsal hayata katılımı açısından demokratik haklarını kullanabilmeleri de gerekir. Bu amaçla 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda engellilerin seçme hakkını etkin olarak kullanabilmesine yönelik düzenlemeler yapılmıĢtır. Sözü edilen Kanuna göre, seçmen kütüğü yazımı sırasında, seçmenin oyunu kullanmasını engelleyecek bir engelliliği varsa forma kaydedilmekte, seçim zamanında ise engelli seçmenlerin oylarını rahatlıkla kullanabilmeleri için gerekli tedbirler alınmaktadır. Engellilerin oy verme gününde sandık baĢında bekletilmeden oy vermeleri sağlanmakta, körler, felçliler veya bu gibi bedeni sakatlıkları açıkça belli olanlar, ilgili seçim çevresi seçmeni olan akrabalarından birinin, akrabası yoksa diğer herhangi bir seçmenin yardımı ile oylarını kullanabilmektedirler. Ayrıca bilgi toplumu olabilme sürecinde "toplumla bütünleĢme" son derece önemli olmaktadır. Özellikle engelli bireylerin bilgiye eriĢmesini engelleyen olumsuzlukları ortadan kaldıracak, engelsiz bir ortam hazırlama çabası üzerine son yıllarda yoğunlaĢılmıĢtır. Bilginin elde edilmesi ve iĢlenmesi sonucunda, yeni teknolojiler üretilmektedir. Bilgi ve iletiĢim teknolojilerini kullanmak ve eriĢmek engelli insanlar için bağımsızlık, hareketlilik ve yaĢam kalitesi sunmaktadır. Bu teknolojiler sayesinde de çalıĢma fırsatları yakalanabilmekte ve çalıĢma hayatında yer alınabilmektedir. 3.4.2.7. Ayrımcılık ile ilgili düzenlemeler Ayrımcılık yasağıyla engellilerin haklarını kullanabilecekleri fırsatlara eriĢim ve böylece hakların kullanımı bakımından toplumun diğer üyeleriyle eĢitlenebilmeleri arasında yakın iliĢki bulunmaktadır. 126 Özel Tüketim Vergisi Kanunu, Kanun Numarası: 4760 Kabul Tarihi: 6/6/2002 R.G., T. 12.6.2002, S.24783. 303 BM Engelli Hakları SözleĢmesi‟nde, engelliliğe dayalı ayrımcılık, haklara eriĢebilirlik ile yakın iliĢki içinde tanımlanmıĢtır. SözleĢme‟ye göre ayrımcılık, “..siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya baĢka herhangi bir alandaki tüm insan hak ve temel özgürlüklerinin diğerleri ile eĢit biçimde kullanılması veya bunlardan yararlanılması imkanını ortadan kaldıran veya bunu engelleyen her türlü ayrımın, dıĢlamanın veya kısıtlamanın engelliliğe dayalı olarak yapılmasıdır (md.2).” 1982 Anayasası‟nın „kanun önünde eĢitlik‟ ilkesini düzenleyen md. 10/3 fıkrasına Eylül 2010‟da eklenen “Çocuklar, yaĢlılar, engelliler, harp ve vazife Ģehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eĢitlik ilkesine aykırı sayılmaz” hükmü aslında kanun önünde eĢitliği aĢan, haklar ve özgürlükler açısından dezavantajlı grupları toplumun diğer üyeleriyle eĢitlemeye çalıĢan ve bu anlamda fiili eĢitliği hedefleyen bir anlatıma sahiptir. Anayasa‟nın 10/3 maddesinin gerekçesinden, dolaylı bir anlatımla da olsa, yapılan değiĢikliğin fiili eĢitliği hedeflediği anlaĢılmaktadır127. Anayasa DeğiĢikliği Kanun Tasarısı‟nın genel gerekçesinde de kadın-erkek eĢitliğinin sağlanması hedefine yer verilirken, engellilerin de içinde bulunduğu grup için “toplumun bazı kesimlerinin, sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak daha iyi korunması ve gözetilmesi” nin amaçlandığı belirtilmiĢtir. Engelliler Kanunu‟nun 41. maddesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun128 122 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen "dil, ırk, renk, cinsiyet," ibaresinden sonra gelmek üzere "engellilik," ibaresini eklemiĢtir. Sonrasında Türk Ceza Kanunu 122. maddesi; “KiĢiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düĢünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak; a) Bir taĢınır veya taĢınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kiĢinin iĢe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan, 127 Madde Gerekçesi- Madde 1.“…Tüm toplum kesimleri arasında bir yandan eĢitliği sağlamaya, diğer yandan da korunması gerekenleri korumaya yönelik özel tedbirler alabilmesinin önü açılmakta ve bu amaçla yapılan düzenlemelerin eĢitlik ilkesine aykırı kabul edilemeyeceği anayasal güvenceye kavuĢturulmaktadır..” http://www.hukukihaber.net/gundem/anayasa-degisiklik-paketi-tam-metni-ve-madde-gerekceleri.htm (e.t:11.07.2011). 128 R.G., T.12.10.2004, S. 25611. 304 b) Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiĢ bir hizmeti yapmayı reddeden, c) KiĢinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen, Kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir” demektedir. Ceza Kanunu‟nun 122. maddesi çerçevesinde istihdam alanındaki ayrımcılık ile ilgili olarak ise “kiĢinin iĢe alınmasını veya alınmamasını” denilerek salt iĢe alımla ilgili bir ayrımcılık yasağı getirildiği belirtilmelidir. ĠĢ iliĢkisinin devamı ve sona ermesi aĢamalarında ayrımcılığın önlenmesine yönelik bir düzenleme ise yapılmamıĢtır. Elbette bu açıdan ortaya çıkan boĢluk ĠĢ Kanunu‟na tabi iĢ iliĢkileri bakımından eĢit davranma ilkesini düzenleyen ĠĢ Kanunu‟nun “ĠĢ iliĢkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düĢünce, felsefi inanç, din ve mezhep benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz” diyen 5. maddesi hükmü ile doldurulabilir. Ancak bu eksiklik asıl olarak 2009 yılında çıkarılan Yurtiçinde ĠĢe YerleĢtirme Hizmetleri Hakkında Yönetmelik ile giderilmiĢtir. Zira sözü edilen Yönetmeliğin “ayrımcılık yasağı” baĢlıklı 17. maddesinde; “iĢe alınmada; iĢ seçiminden, baĢvuru formları, seçim süreci, teknik değerlendirme, önerilen çalıĢma süreleri ve Ģartlarına kadar olan aĢamaların hiçbirinde engelliler ve eski hükümlüler aleyhine ayrımcı uygulamalarda bulunulamaz. ÇalıĢan engelli ve eski hükümlülerin aleyhine sonuç doğuracak Ģekilde, diğer kiĢilerden farklı muamelede bulunulamaz. Ayrımcılık veya farklı muamele gösteren kamu kurum ve kuruluĢları ile iĢverenler için 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 122 nci maddesi hükümleri uygulanır” denilmektedir. Böylece gerek iĢe alınma gerekse de iĢ iliĢkisinin devamı ve sona ermesi aĢamalarında ayrımcılığın önlenmesi doğrultusunda önemli bir adım daha atılmıĢtır. Diğer yandan Engelliler Kanunu‟nun istihdam baĢlıklı 14. maddesi cezai bir yaptırım öngörmemekle birlikte hem iĢe alım sürecinin hiçbir aĢamasında engellilerin aleyhine ayrımcı uygulamalarda bulunulamayacağını, hem de çalıĢan engellilerin aleyhinde sonuç doğuracak Ģekilde, engeliyle ilgili olarak diğer kiĢilerden farklı muamelede bulunulamayacağını düzenlemektedir. 305 3.4.3. Çocukların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar ÇalıĢan çocukların çalıĢma nedenleri, sorunları ve çözüm yolları çok boyutlu olup, Türkiye‟nin temel sorunlarından ve bu sorunların çözümü yönündeki politikalardan soyutlamak mümkün değildir. Bozuk gelir dağılımı, çarpık kentleĢme, yetersiz eğitim vb. olumsuzluklar çocukların erken yaĢta çalıĢma yaĢamına katılmalarına neden olmaktadır. Ülkemizde çocuk iĢçiliğinin en kötü biçimleri; sokakta çalıĢma, küçük ve orta ölçekli iĢletmelerde ağır ve tehlikeli iĢlerde çalıĢma, aile iĢleri dıĢında, ücret karĢılığı gezici ve geçici tarım iĢlerinde çalıĢma olarak ortaya çıkmaktadır (ÇSGB,2006:36). 3.4.3.1. Mevzuatta çocuk iĢçiliğini korumaya yönelik düzenlemeler Türkiye‟de baĢta Anayasa olmak üzere, 4857 sayılı ĠĢ Kanunu, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, Mesleki Eğitim Kanunu, Ġlköğretim ve Eğitim Kanunu, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Borçlar Kanunu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu‟nda çocuk iĢgücüne yönelik düzenlemeler yer almaktadır. Bu düzenlemelerin yanı sıra 1992‟den bu yana ILO /IPEC çerçevesinde gerçekleĢtirilen bir takım faaliyetler bulunmaktadır. 3.4.3.1.1. Anayasa Anayasa‟nın 50. maddesine göre; kimse yaĢına, cinsiyetine ve gücüne uymayan iĢlerde çalıĢtırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar, çalıĢma Ģartları bakımından özel olarak korunurlar. 3.4.3.1.2. 4857 sayılı ĠĢ Kanunu ĠĢverenler ile bir iĢ sözleĢmesine dayanarak çalıĢtırılan iĢçilerin çalıĢma Ģartları ve çalıĢma ortamına iliĢkin hak ve sorumluluklarını düzenlemeyi amaçlayan 4857 sayılı ĠĢ Kanunu‟nun 71. maddesine göre: • OnbeĢ yaĢını doldurmamıĢ çocukların çalıĢtırılması yasaktır. Ancak 14 yaĢını doldurmuĢ ve ilköğretimi tamamlamıĢ olan çocuklar bedensel, 306 zihinsel ve ahlaki geliĢmelerine ve eğitime devam edenlerin okullara devamına engel olmayacak hafif iĢlerde çalıĢtırılabilirler. • Onsekiz yaĢını doldurmamıĢ çocuk ve genç iĢçiler bakımından yasak olan iĢler ile onbeĢ yaĢını tamamlamıĢ ancak onsekiz yaĢını tamamlamamıĢ genç iĢçilerin çalıĢmasına izin verilecek iĢler, ondört yaĢını bitirmiĢ ve ilköğretimini tamamlamıĢ çocukların çalıĢtırılabilecekleri hafif iĢler ve çalıĢma koĢulları ÇSGB tarafından altı ay içinde çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir. • Temel eğitimi tamamlamıĢ ve okula gitmeyen çocukların çalıĢma saatleri günde yedi ve haftada otuzbeĢ saatten fazla olamaz. Ancak onbeĢ yaĢını tamamlamıĢ çocuklar için bu süre günde sekiz, haftada kırk saate kadar arttırılabilir. • Okula devam eden çocukların eğitim dönemindeki çalıĢma süreleri, eğitim saatleri dıĢında olmak üzere, en fazla günde iki saat ve haftada on saat olabilir. Okulun kapalı olduğu dönemde çalıĢma süreleri yukarıda öngörülen süreleri aĢamaz. Bunun dıĢında onsekiz yaĢını doldurmamıĢ erkek ve her yaĢtaki kadın iĢçilerin yer ve su altındaki iĢlerde çalıĢtırılmaları ve sanayiye ait iĢlerde gece çalıĢtırılmaları yasaklanmıĢtır (md. 72 ve 73). 3.4.3.1.3. 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 1593 sayılı Kanun‟un 173. maddesine göre 12 yaĢından aĢağı bütün çocukların fabrika ve imalathane gibi her türlü sanat müesseseleriyle maden iĢlerinde amele ve çırak olarak istihdamı yasaklanmıĢtır (md.173/1). On altı yaĢından küçük iĢçiler günde en fazla sekiz saat çalıĢtırılabilir (md.173/2). 176. maddeye göre; mahalli belediyelerce bar, kabare, dans salonları, kahve, gazino ve hamamlarda on sekiz yaĢın altındaki çocukların çalıĢması yasaktır. 179. maddede ise 12–16 yaĢ arası çocukların çalıĢması yasak olan sağlığa aykırı ve tehlikeli iĢlerin nelerden ibaret olduğunun ĠĢ Kanunu‟nda düzenleneceği ifade edilmiĢtir (md.179/2). 307 3.4.3.1.4. 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu‟nun 1. maddesinde Kanunun amacının çırak, kalfa ve ustaların eğitimi ile okullarda ve iĢletmelerde yapılacak mesleki eğitime iliĢkin esasları düzenlemek olduğu ifade edilmiĢtir. Aday çırak ve çırak, öğrenci statüsünde olup öğrencilik haklarından yararlanırlar. Bunlar iĢyerinde çalıĢan iĢçi sayısına dahil edilmezler (md.11). 13. maddeye göre bu Kanun kapsamında bulunan iĢyerleri, Bakanlıkça tespit edilen illerde ve meslek dallarında on dokuz yaĢından gün almamıĢ olan kiĢileri çıraklık sözleĢmesi yapmadan çalıĢtıramazlar. Ancak mesleki ve teknik eğitim okul ve kurumlarının örgün eğitim programlarından mezun olanlar ve kalfalık belgesi sahipleri bu hükmün dıĢında tutulur. Kanun‟un 9. maddesine göre ilköğretimi bitirmiĢ olanlar, bir mesleğe hazırlanmak amacı ile çıraklık dönemine kadar iĢyerlerinde aday çırak olarak eğitilebilirler. Bunların dıĢında Kanunda; çırak olabilmenin Ģartları, çırakların ücretli izinleri, ücretleri, çalıĢtırma süreleri, sağlık muayeneleri, sosyal güvenlikleri gibi Ģartlar da hükme bağlanmıĢtır. 3.4.3.1.5. 222 sayılı Ġlköğretim ve Eğitim Kanunu 222 sayılı Ġlköğretim ve Eğitim Kanunu‟nun 59. maddesine göre; ilköğretim çağında olup da zorunlu ilköğretim kurumlarına devam etmeyenlerin hiç bir resmi ve özel iĢyerinde veya her ne biçimde olursa olsun çalıĢtırmayı gerektiren baĢka yerlerde ücretli veya ücretsiz çalıĢtırılmaları yasaktır. 3.4.3.1.6. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu Kanunî istisnalar saklı kalmak üzere, eğlence, oyun, içki ve benzeri amaçlı umuma açık ve açılması izne bağlı yerlerde onsekiz yaĢından küçükler çalıĢtırılamaz. 308 Polis bar, pavyon, gazino, meyhane gibi içkili yerler ile kıraathane ve oyun oynatılan benzeri yerlere yanlarında veli ve vasileri olsa bile onsekiz yaĢını doldurmamıĢ küçüklerin girmesini yasaklar (md.12). 3.4.3.1.7. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Kanun‟da yer alan “Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaĢından önce malullük, yaĢlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaĢını doldurdukları tarihte baĢlamıĢ kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malullük, yaĢlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir” (md.38/2), hükmüne göre; 18 yaĢın altındaki iĢçilerin sigortanın bütün dallarına iliĢkin prim ücreti kesilmekte; ancak 18 yaĢından önce geçmiĢ bulunan süreler sigortalılık süresinin hesabında dikkate alınmamaktadır. 3.4.3.1.8. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu129 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu‟nun 17. maddesine göre; 16 yaĢını doldurmuĢ ve bu Kanuna göre iĢçi sayılanlar iĢçi sendikalarına üye olabilirler. 3.4.3.2. Çocuk iĢçiliğini önleme konusundaki çalıĢmalar 3.4.3.2.1. ILO/IPEC Projeleri KuruluĢundan beri çocuk iĢçiliğini önemli bir konu olarak ele alan ILO 1992– 1993 yıllarından itibaren “Çocuk ĠĢçiliğinin Sona Erdirilmesi Ulusal Programı”nı baĢlatmıĢtır. Programa katılan ülkelerdeki çalıĢan çocukların korunması amacıyla gerçekleĢtirilen ulusal düzeydeki çalıĢmalar, kamu, gönüllü kuruluĢlar ve ilgili kilit gruplar (iĢçi sendikaları, iĢ müfettiĢleri, iĢveren örgütleri, eğiticiler, basın, aileler, çocuklar ve diğerleri) tarafından yürütülmektedir (ILO,2010a). 129 R.G., T. 7.11.2012, S. 28460. 309 ILO‟ya göre IPEC projeleri kapsamında çocuk iĢçiliği ile etkin bir mücadele için ulusal bir plan ve strateji oluĢturulmalıdır. Bu plan ve strateji oluĢturulurken önem taĢıyan konular Ģunlardır: • Tüm ulusal eylemler için bir çerçeve çizmek, • Nihai amaçlı eylem planlaması yapmak, • Hükümet, iĢçi ve iĢveren kuruluĢlarına düĢen görevleri belirleyerek etkin bir iĢbölümü yapmak, • Sivil toplum kuruluĢları ve diğerlerinin rollerini belirlemek, • Zaman sınırlı projeler geliĢtirmek, • Ġzleme ve değerlendirme için planlama yapmak, • Finansman. AB‟ye katılım sürecindeki Türkiye 1992 yılında çocuk iĢçiliği ile mücadele amacıyla IPEC programına katılmıĢ ve program kapsamında çeĢitli projeleri uygulamaya koymuĢtur. 2005–2007 yılları arasında programın uygulanabilmesi için ILO ile AB Komisyonu arasında Kasım 2005‟te bir sözleĢme imzalanmıĢtır. Bu sözleĢmeye göre programın finansmanını Avrupa Komisyonu üstlenmiĢtir. 1992–1993 yıllarını kapsayan birinci faaliyet döneminde sorun sebepleriyle birlikte derinlemesine incelenmiĢ, politika yapıcıların duyarlılıklarının arttırılarak öncelikli alanların belirlenmesine yönelik çalıĢmalar tamamlanmıĢ ve konunun ekonomik ve sosyal politika, program ve bütçeler içinde yer alması sağlanmıĢtır. 1994–1995 dönemi çalıĢmaları bir önceki faaliyet döneminde edinilen bilgi, tecrübe ve veriler üzerinden geliĢtirilerek devam etmiĢtir. 1996–1997 dönemindeki çalıĢmaların dayanağı TÜĠK tarafından yapılan “Çocuk ĠĢgücü Anketi” ve ÇSGB ĠĢ TeftiĢ Kurulu müfettiĢlerinin 7 ilde yürüttüğü “En Yüksek Riske Sahip Sektörler” araĢtırmasına dayandırılmıĢtır. Bunların sonuçları daha önceki dönemlerden elde edilen birikim ve tecrübeyle birleĢtirilerek bir sonraki döneme hazırlık yapılmıĢtır. 310 1998–1999 döneminden sonra ise çalıĢmaların kapsamı iyice geniĢletilmiĢ ve çok sayıda kurum ve kuruluĢa yayılmıĢtır. Bunlar aileler, öğretmenler, iĢverenler, iĢ müfettiĢleri, polis, yerel otoriteler, hükümette politika oluĢturanlar ve sivil toplum kuruluĢlarıdır. Bir diğer amaç da diğer BirleĢmiĢ Milletler organları (özellikle UNICEF) ile iĢbirliğini geliĢtirmek ve daha geniĢ kitlelere ulaĢmaktır. 3.4.3.2.2. Çocuk ĠĢçiliğinin Önlenmesi için Zamana Bağlı Politika ve Program Çerçevesi ILO/IPEC kapsamında ilgili tüm kurum ve kuruluĢların katkılarıyla hazırlanan “Çocuk ĠĢçiliğinin Önlenmesi için Zamana Bağlı Politika ve Program Çerçevesi” çocuk iĢçiliği ile mücadelede bir yol haritası niteliğindedir. Hazırlanan program çerçevesine göre öncelikle Türkiye‟deki çocuk iĢçiliğinin en kötü biçimlerinin neler olduğu belirlenmiĢtir. Belirlenen en kötü biçimlerdeki çocuk iĢçiliğinin bütüncül, katılımcı, çok taraflı ve takvimlendirilmiĢ, ülkenin kalkınma planlarına entegre bir programla belirli süre içinde önlenmesi hedeflenmiĢtir130. Program Çerçevesinin içerdiği konular Ģunlardır: • Çocuk iĢçiliğinin mevcut durumu, • Çocuk iĢçiliğinin temel nedenleri, • Çocuk iĢçiliği ile ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat, • Çocuk iĢçiliğinin en kötü biçimleri, • En kötü biçimlerdeki çocuk iĢçiliğini önlemeye yönelik stratejiler ve faaliyetler, • Sorumlu kuruluĢlar ve sorumlulukları. 130 ÇSGB ÇalıĢan Çocuklar Bölümü, “Çocuk ĠĢçiliğinin Önlenmesi Ġçin Zamana Bağlı Politika ve Program Çerçevesi”, http://www.csgb.gov.tr/calisan_cocuklar/projeler/zbp/zbp.html (e.t:11.07.2014). 311 3.4.3.2.3. ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ÇalıĢan Çocuklar Bölümü tarafından yürütülen projeler ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) bünyesinde faaliyet gösteren ÇalıĢan Çocuklar Bölümü, ÇSGB ile BM Kalkınma Programı tarafından ortaklaĢa yürütülmesi öngörülen “Kadın ve Çocuk ĠĢçilerin Durumlarının ĠyileĢtirilmesine Yönelik Yardım Projesi” çerçevesinde 1991 yılında kurulmuĢtur. Bölümün amacı, kısa dönemde çalıĢan çocukların çalıĢma Ģartlarının iyileĢtirilmesi, uzun dönemde ise Türkiye‟de çocuk iĢçiliğinin ortadan kaldırılmasıdır. ÇSGB ÇalıĢma Genel Müdürlüğü ÇalıĢan Çocuklar Bölümünün yararlanıcı kuruluĢ olduğu “Türkiye‟de Çocuk ĠĢçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Ortadan Kaldırılması Projesi”, AB tarafından finanse edilmiĢ ve ILO Türkiye Temsilciliğinin teknik desteğiyle yürütülmüĢtür131. 26 Kasım 2005 tarihinde sözleĢmesi imzalanan ve toplam iki yıl süren bu projenin bütçesi 5,3 milyon Avro olup, seçilen 7 pilot ilde (Ordu, Sinop, Van, Elazığ, Erzurum, Kastamonu ve Çankırı) uygulanmıĢtır. Projenin uygulandığı bu 7 ilde “Ġl Proje Koordinasyon Ofisleri (ĠPKO)” kurulmuĢtur. Bu ofisler çalıĢan çocukların proje ofislerine devam edebilenlerine çeĢitli eğitim, rehabilitasyon ve maddi yardım desteği sunmuĢlardır. Bu maddi yardımlar eğitim masraflarına destek olabilmek amacıyla önlük, çanta, kırtasiye malzemeleri gibi okul eĢyaları ve onların kiĢisel bakımları için gerekli olan malzemeler üzerine yoğunlaĢmıĢtır. Bunların dıĢında eğitim amaçlı takviye kursları ile sosyal ve kültürel yönlerini geliĢtirilecek aktiviteler de gerçekleĢtirilmiĢtir. Projenin en temel amaçlarından biri olan, çocukların iĢ yaĢamından okula yönlendirilmesini gerçekleĢtirmek için onların okula devamlılıkları izlenmiĢ ve bunun için, seçilen okullarda “okul tabanlı izleme sistemi” kurulmuĢtur. Çocuk iĢçiliği sorununun ortadan kaldırılması için tek bir kurumun çabası yeterli olmayacağından proje için seçilen yedi ilde valiliklerin baĢkanlığında kamu 131 ÇSGB ÇalıĢan Çocuklar Bölümü, “ÇalıĢan Çocuk Bölümünce http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/cgm.portal?page=cc&id=4 (e.t:17.09.2014). Yürütülen Projeler” 312 kurum ve kuruluĢları ile sivil toplum kuruluĢlarının katılımıyla “Ġl Eylem Komiteleri (ĠEK)” kurulmuĢtur. Proje için seçilen yedi ilde alan araĢtırması yapılmıĢtır. AraĢtırma kapsamında, Türkiye Ġstatistik Kurumu tarafından örneklem seçilen, projeye dâhil 7 il, 94 ilçe, 103 belde ve 330 köyde toplam 99.356 hane ile görüĢme yapılmıĢtır. Bu araĢtırma ile iĢgücünde yer alan 6–17 yaĢ grubundaki çocukların çalıĢma hayatı, eğitim, sağlık sorunları, çocuk iĢçiliğinin sebep ve sonuçları, sosyo-ekonomik, psiko-sosyal ve eğitimsel karakteristiklerine iliĢkin bilgiler derlenmiĢtir. Proje sonu hedefi 1500 çocuk olmasına rağmen; faaliyetler kapsamında 4858 çalıĢan veya çalıĢma riski bulunan çocuğa ulaĢılmıĢtır132. ÇalıĢan Çocuklar Bölümünün yürüttüğü bir diğer proje “Tarladan Okula Projesi”dir. Proje 2005 Eylül ayında ABD ÇalıĢma Bakanlığı ve ILO desteği ile ÇSGB ve MEB koordinasyonunda ve IMPAQ Firmasının yürütümünde baĢlatılmıĢtır. Proje kapsamında, gezici ve mevsimlik tarım iĢlerinde çalıĢan veya çalıĢtırılma riski olan 10.000 çocuğun temel ve mesleki eğitim almalarının sağlanması amaçlanmıĢtır. Proje, Ankara, ġanlıurfa, Gaziantep, Elazığ, Ağrı, Mardin illerinde 2004–2008 yılları arasında yürütülmüĢ, 26 Eylül 2008 tarihinde sona ermiĢtir. Proje kapsamında, 8.365 çocuk tespit edilmiĢ ve bu çocuklardan 5.571‟i proje hizmetlerinden yararlanmıĢtır. ÇSGB ÇalıĢan Çocuklar Bölümünün ILO/IPEC kapsamında yürüttüğü bir diğer çalıĢma ise “Çocuk ĠĢçiliği Konusunda Ulusal Kapasitenin GeliĢtirilmesi Doğrudan Eylem Projesi”dir. Bu proje temelde; çocuk iĢçiliğinin önlenmesi için destekleyici bir çevrenin yaratılması amacıyla Zamana Bağlı Politika ve Program Çerçevesinin uygulanmasına yönelik ulusal kapasitenin geliĢtirilmesini ve çocuk iĢçiliği ile ilgili konuların ulusal politika ve programlara dâhil edilmesini amaçlamaktadır. Projenin ana hedef grubunu çocuk iĢçiliği alanında doğrudan veya dolaylı yer alan kamu kurumları ve STK‟lar oluĢturmaktadır133. 132 ÇSGB ÇalıĢan Çocuklar Bölümü, “ÇalıĢan Çocuk Bölümünce http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/cgm.portal?page=cc&id=4 (e.t:17.09.2014). 133 ÇSGB ÇalıĢan Çocuklar Bölümü, “ÇalıĢan Çocuk Bölümünce http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/cgm.portal?page=cc&id=4 (e.t: 17.09.2014). Yürütülen Projeler” Yürütülen Projeler” 313 3.4.3.2.4. Ġlgili diğer kurumlar tarafından uygulanan projeler134 Mobilya Sektöründe Çocuk ĠĢçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Sona Erdirilmesi Projesi: ÇSGB ĠĢ TeftiĢ Kurulu tarafından üç ilde (Ankara, Ġzmir, Bursa) uygulamaya konmuĢtur. Mobilya sektöründe çalıĢan 2.500 çocuğun çalıĢma yaĢamından çekilerek uygun eğitim programlarına yerleĢtirilmesi hedeflenmiĢtir. Proje kapsamında eğitim faaliyetleri, sosyal faaliyetler, giyim ve kırtasiye yardımları yapılmıĢtır. Eğitim faaliyetleri; iĢveren ve iĢveren vekili eğitimleri, çırakçocuk- genç iĢçi eğitimleri, aile eğitimleri ve kardeĢ eğitimleri olarak özetlenebilir. Sokakta ÇalıĢan Çocukların Eğitime Yönlendirilmesi Projesi: Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) tarafından 13 ilde uygulamaya konmuĢtur. Bu iller; Adana, Ankara, Antalya, Batman, Bursa, Çorum, Diyarbakır, Gaziantep, Ġstanbul, Ġzmir, Kocaeli, Mersin ve ġanlıurfa‟dır. 6.700 çocuğun hedeflendiği projede çocukların çalıĢma yaĢamından çekilerek eğitime yönlenmeleri amaçlanmıĢtır. 1.000 ailenin de mesleki eğitim ve gelir getirici etkinliklere katılımı sağlanmıĢtır. Mevsimlik Gezici ve Geçici Tarım ĠĢlerindeki En Kötü Biçimdeki Çocuk ĠĢçiliğinin Eğitim Yoluyla Sona Erdirilmesi Projesi: Proje, MEB Ġlköğretim Genel Müdürlüğü tarafından Adana KarataĢ‟ta uygulamaya konulmuĢtur. Proje kapsamında 2.750 çalıĢan ya da çalıĢma riski taĢıyan çocuk hedeflenmiĢtir. Bu çocuklar çalıĢma yaĢamından çekilerek uygun eğitim programlarına yerleĢtirilecek ve çalıĢma yaĢamına atılmaları önlenecektir. Çocuk ĠĢçiliğine KarĢı Toplumsal ĠĢbirliği Projesi: Proje, Türkiye ĠĢveren Sendikaları Konfederasyonu (TĠSK) ve Türkiye ĠĢçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-Ġġ) tarafından Adana‟da uygulamaya konulmuĢtur. Proje sokakta, sanayide ve mevsimlik tarım iĢlerinde çalıĢan toplam 350 çocuğu hedef almaktadır. Bu projelerin sonucunda politika oluĢturma düzeyinde ÇSGB, il düzeyinde valilikler, diğer kamu kurumları ve sivil toplum kuruluĢları önemli düzeyde bir 134 http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d22/c145/b056/tbmm221450560441.pdf 15.09.2014). (e.t: 314 baĢarı elde etmiĢlerdir. Ülkemiz ILO/IPEC projelerinde gösterdiği baĢarı ile programa giren diğer ülkeler için de özendirici olmuĢtur. Türkiye, ILO/IPEC programı ile “Aday ülkeler arasında seçilen projeler” uygulamasının ilkinde Avrupa Komisyonu GeniĢleme Genel Müdürü tarafından bir baĢarı öyküsü olarak seçilmiĢtir (ILO,2007) 1992–2010 döneminde IPEC Projesi kapsamında 101 proje gerçekleĢtirilmiĢtir. Resmi kuruluĢlar, sendika, meslek kuruluĢları, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin katılımıyla yürütülen bu projeler sonucunda zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılması, sokakta çalıĢan çocuklar için bakım merkezlerinin ve meslek edindirme kurslarının açılması, sanayi sektöründe çalıĢan çocuklar için sağlık hizmetleri, ilköğretimi bitiren çocukların çıraklık merkezlerinden yararlanmaları, küçük iĢyerlerine yönelik ĠĢyeri DanıĢma ve Denetleme Grubu‟nun oluĢturulması sağlanmıĢtır. AB üyelik süreci de kanunlarda konu ile ilgili önemli düzenlemeler yapılmasına neden olmuĢtur (Tor,2010:38). 3.4.4. Gençlerin DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar 19. yüzyıldan itibaren gençlerin karĢılaĢtıkları çok çeĢitli sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlar, onların dezavantajlı gruplara dâhil edilmelerine yol açmıĢtır. 21. yüzyılın baĢlarında olduğumuz bu dönemde ise gençlik sorunları azalmanın tersine katlanarak artmaktadır. Bu sorunlar sosyal alanda topluma uyum ve sosyal dıĢlanma, ayrımcılık ve fırsat eĢitliği, sağlık, eğitime eriĢim, barınma (konut), beslenme sorunları olarak ortaya çıkmaktadır. Ekonomik alanda ise gençler, iĢsizlik ve yoksulluk, iĢgücü piyasası ile bütünleĢememe, uygunsuz çalıĢma koĢulları, okuldan çalıĢma yaĢamına geçiĢ ve mesleki becerilerin geliĢtirilememesi gibi sorunlar ile karĢı karĢıyadırlar. Gençler kültürel alanda da sorunlar yaĢamaktadır. KüreselleĢen dünyada kimlik ve vatandaĢlık, sivil topluma katılım ve dayanıĢma, siyasal katılım, teknolojiye eriĢim ve boĢ zaman değerlendirme gibi sorunlar, gençlerin her ülkede karĢılaĢtıkları ve aĢmak zorunda oldukları engeller arasında yer almaktadır (Emirgil,2013:370). 315 Genç iĢsizliğinin çözümüne yönelik yapılan uluslararası iĢbirliği hareketi doğrultusunda, 2001 yılında BM, ILO ve Dünya Bankası himayesinde uluslararası düzeyde kurulan Gençlik Ġstihdam Ağı (YEN) ve YEN çerçevesinde BM Genel Kurulu tarafından alınan tavsiye kararları, ülkeler açısından büyük önem taĢımaktadır. Türkiye, 2001 yılında YEN‟in dokuz öncü ülkesinden birisi olmayı gönüllü olarak kabul etmiĢtir. Bu doğrultuda 2006 yılında YEN‟e dâhil olan Türkiye, genç istihdamı konusunda ulusal istihdam stratejisi oluĢturma ve ulusal eylem planı hazırlama yükümlülüğü altına girmiĢtir (Erdayı,2009:141). Genç nüfus bir ülkenin dinamik ve üretkenliği açısından büyük öneme sahiptir. Genç istihdamını artırmak ve genç iĢsizliğini azaltmak için uygulanacak politikalar kamu müdahalesi karakterine sahiptir (Özaydın,2013:122-123). Gençlerin önünde dezavantaj yaratan engellerin varlığı, devletlerin onlara yönelik kapsayıcı sosyal politika önlemleri almalarını gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Gençliğin ihtiyaç ve perspektiflerine odaklanarak eğitimden istihdama, bütçe tahsislerine, bölgesel politikalara veya sosyal güvenliğe kadar ilgili değiĢik alanlarda politika ve kurumları eĢgüdüm içinde tutarlı ve uyumlu bir biçimde bu hedef doğrultusunda düzenleyen ve yeniden Ģekillendiren bir yaklaĢıma ihtiyaç duyulmaktadır (UNDP,2008‟den akt. Emirgil,2013:370). Genç nüfus açısından diğer ülkelere göre önemli bir potansiyele sahip olan Türkiye‟de gençlerin istihdam ve iĢsizlik sorunu çok büyük boyutlardadır. ĠĢsizliğin en çok gençler arasında yaygın bir nitelikte olduğu ve yetiĢkin iĢsizliğinin iki katı Ģeklinde seyrettiği bir ortamda, iĢgücü piyasalarında gençleri desteklemeye yönelik politikaların geliĢtirilmesi bir zorunluluk halini almıĢtır (Özaydın, 2013:128). Sosyal dıĢlanma ile mücadele, yoksulluk ve iĢsizlik ile mücadele ile eĢ anlamlı görülmektedir. Sosyal dıĢlanma ile mücadelede iĢgücü piyasasına iliĢkin politikalar, uygun iĢ yaratmak, istihdam edilebilirlik, temel eğitim ve mesleki eğitim programları çerçevesinde değerlendirilmektedir (Sapancalı,2005:227). Bu doğrultuda genç nüfusun temel sosyal dıĢlanma alanı olan iĢgücü piyasasından dıĢlanma için belirli mücadele yöntemleri kullanılmaktadır. Bunlar; “aktif iĢgücü piyasası politikaları uygulamak”, “sosyal güvenlik sisteminin güçlendirilmesi ve kapsamının geniĢletilmesi”, “sosyal yardımların çoğaltılması” Ģeklindedir 316 (Tartanoğlu,2013:280). Gençlerin iĢgücü piyasasında daha fazla yer almalarının sağlanması ve genç istihdamının insana yakıĢır hale getirilmesi, AB‟nin ekonomik ve sosyal hedefleri arasında yer aldığı gibi Türkiye iĢgücü piyasasının da ana hedefleri arasında yer almaktadır (Emirgil,2013:396). Bu kapsamda uygulanan aktif iĢgücü piyasası politikaları; iĢgücüne yönelik olarak arz ve talep arasındaki uyumun sağlanması, iĢgücünün niteliğini arttırmaya yönelik olarak eğitim, kamu yararı gözeterek çalıĢma, giriĢimcilik ve istihdam sübvansiyonlarından oluĢmaktadır. Aktif iĢgücü piyasası politikaları, iĢgücü piyasası ve eğitim sistemindeki aksaklıkları giderici rol oynamaktadır. Bu politikalar iĢgücünün istihdam edilebilirliğini arttırmak, emek arzı ile emek talebinde dengeyi sağlamak, emeğin yerinde istihdam edilme fırsatlarını arttırarak kontrolsüz göçün önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, çalıĢanlara ve iĢverenlere yeni beceriler kazandırmak suretiyle ekonomik krizlere karĢı daha dayanıklı hale gelmelerini sağlamak da bu politikaların temel amaçları arasında yer almaktadır (Bedir,2012:111). Ülkemizde uygulanan genç iĢsizlikle mücadele aktif iĢgücü piyasası politikaları ile genç iĢsizlerin istihdama kazandırılmasına ve dolayısıyla da iĢsizlikten dolayı karĢılaĢabilecekleri sosyal dıĢlanmanın önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Aktif iĢgücü piyasası politikaları açısından “Ulusal Ġstihdam Stratejisi Planı” oluĢturmak bu açıdan atılmıĢ en önemli adımlardan birini oluĢturmaktadır. Diğer bir çalıĢma ise ülkemizdeki eğitim sistemi ile iĢgücü piyasası arasındaki uyumsuzluğun giderilmesidir. Ġstihdam ve mesleki eğitim iliĢkisinin güçlendirilmesi eylem planı, mesleki ve teknik eğitimin piyasanın ihtiyaçlarına yönelik olarak düzenlenmesini, hayat boyu öğrenme süreci ile aktif iĢgücü piyasası politikalarının etkin olarak uygulanması, mesleksizlik sorununun aĢılması, kamu kurum ve kuruluĢları ile özel sektör arasında bir iĢbirliği tahsis edilerek koordinasyonun sağlanmasıdır. Genç iĢsizliğin önüne geçilmesi adına bir diğer uygulamada 2010 yılında ĠġKUR koordinatörlüğünde ilgili bakanlıklar, kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve akademisyenlerden oluĢan bir ulusal teknik ekiple birlikte “Ulusal Gençlik Ġstihdam Eylem Planıdır”. UMEM “Beceri 10” projesi ise ĠġKUR‟un sanayi sektöründe daha fazla kiĢiyi meslek ve iĢ sahibi yapmak için Milli Eğitim Bakanlığı ve TOBB-ETÜ iĢbirliği ile hazırlanmıĢtır. ĠġKUR 317 tarafından uygulanan bir diğer uygulamada “ĠĢ ve Meslek DanıĢmanlığı” hizmetlerinin yaygınlaĢtırılmasıdır. ĠĢ ve meslek danıĢmanlığı hizmetleri yoluyla, kiĢilerin özellikleri ile mesleklerin ve iĢin gerektirdiği nitelik ve Ģartlar karĢılaĢtırılarak, bireyin istek ve durumuna en uygun iĢ ve mesleği seçmesi, seçilen meslekle ilgili eğitim olanaklarından yararlanması, iĢe yerleĢtirilmesi, iĢe uyumunun sağlanması ile ilgili sorunların çözümüne sistemli olarak yardım edilmektedir (Özaydın,2013:135-140). 3.4.5. YaĢlıların DıĢlanmasını Önlemeye Yönelik Politikalar YaĢlılık, çocuk ve genç kavramı gibi biyolojik, fizyolojik, psikolojik, sosyolojik ve kronolojik boyutları olan çok yönlü bir kavramdır (Tokol,2013:65). YaĢlılık, ekonomik açıdan gelir kaybı ve sağlık harcamalarının artmasına yol açan, sosyal güvenlik ihtiyacının en kapsamlı ve uzun bir süreç gösteren toplumsal risktir. ÇalıĢma ekonomisi kuramı, 16–65 yaĢ grubunu „çalıĢma çağında‟, „çalıĢma yaĢında‟, „aktif‟, ekonomik yönden faal nüfus olarak kabul etmiĢtir ve iĢgücü kavramına bu yaĢ sınırları içinde, daha dar bir yaklaĢımla anlam kazandırmaktadır. Böylece 65 yaĢ ve daha üzeri yaĢ grubunda yer alanlar ekonomik yönden aktif olmadıkları, iĢgücü piyasası dıĢında kaldıkları varsayıldığı için iĢ piyasasına dönük faaliyetlerde bulunmayan nüfus; yaĢlı sınıflandırması içerisinde değerlendirilmektedir (Altan,ġiĢman,2003:5). YaĢlılık sorunlarla dolu bir dönemi ifade eder. YaĢlılarda baĢlıca görülen psiko-sosyal, ekonomik ve sağlık sorunları kısaca Ģunlardır (Seyyar,2011:383) : Fiziksel güçten düĢme ve emeklilik gibi ihtiyarî veya gayri-ihtiyarî sebeplerden dolayı meslekî ve toplumsal fonksiyonlardan ayrılma, Sosyo-ekonomik statü kaybına uğrama ve gelir yetersizliğinden dolayı yüksek hayat kalitesinden mahrum olma, Sosyal etkileĢimden mahrum olma ve toplumdan kısmen veya tamamen uzaklaĢma veya dıĢlanma, 318 Aile fertlerinden kopma, yalnızlığa ve içine kapanmaya itilmenin bir sonucu olarak kendini lüzumsuz ve faydasız hissetme ve psiko-sosyal sorunların ve bunalımların içine sürüklenme. YaĢlılara dönük sosyal politikaların temelinde özellikle Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında, birçok ülke tarafından benimsenen “sosyal devlet” ilkesi yer almaktadır. Sosyal devlet ilkesi, birçok ülkenin anayasalarında yerini almıĢ ve bu ilke etrafında sosyal politika uygulamaları gerçekleĢtirilmiĢtir. Söz konusu ilkenin benimsenmesi sonucunda yaĢlıların bakım, gözetim ve korunma gibi ihtiyaçlarının yerine getirilmesi, yaĢlılar için bir “hak”, vatandaĢı oldukları devlet için de bir “görev” halini almıĢtır (Altan,2010:272- 273). Türkiye‟de bu ilke 1961 Anayasası ve 1982 Anayasasında “sosyal ve ekonomik haklar” baĢlığı altında kendisine yer bulmuĢ; 1982 Anayasası‟nın 60–62. maddelerinde, devletin yaĢlılık gibi sosyal riskleri engelleyici tedbirler ve koruyucu önlemler almasındaki rolü belirtilmiĢtir. ĠĢte sosyal devlet ilkesinin sonucu olarak yaĢlıların bakımı, gözetimi, çalıĢabilme isteği ve yeterliliği olanlara iĢ bulup o iĢi ellerinde tutabilmelerine yardımcı olunması, iĢ iliĢkilerinde yaĢ ayrımcılığının önlenmesi, iĢ yaĢamının olumsuz koĢullarına karĢı korunmanın sağlanması ve bir gelir güvencesine sahip kılınması gibi uygulamalar yaĢam bulmuĢtur (Altan,2010:273). YaĢlılara yönelik sosyal politika bağlamında yaĢlıların çalıĢma hayatında güvence altına alınmaları, ayrımcılığa maruz kalmalarının önlenmesi ve sosyal dıĢlanma yaĢamalarına engel olunması önem taĢımaktadır. YaĢlıların korunması ile ilgili uluslararası çalıĢmalar 20. yüzyılda baĢlamıĢtır. BirleĢmiĢ Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) , BirleĢmiĢ Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), ILO, Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği gibi örgütler bu konu ile ilgili olarak çeĢitli belge, ilke ve programlar oluĢturmuĢlardır. Ancak bu uluslararası örgütlerin yaĢlıların korunması ile ilgili çalıĢmaları özel olarak korunması gereken diğer gruplara oranla daha sınırlı düzeydedir. YaĢlılarla ilgili düzenlemelerin yer aldığı önemli belgeler arasında 10.12.1948 tarihli Ġnsan Hakları Bildirgesi‟nin 25. maddesi, 1991 yılında BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen YaĢlılık Ġlkeleri yer almaktadır. Ayrıca 3.5.1996 tarihinde kabul edilen Gözden GeçirilmiĢ Avrupa Sosyal ġartı‟nın 23. 319 maddesi, 7.12.1989 tarihinde kabul edilen Avrupa Birliği belgelerinden Temel Haklar ġartı‟nın 25. maddesi konu ile ilgilidir. Dünyada yaĢlılara yönelik sosyal politikalar ülkelerin ekonomik ve sosyokültürel yapılarına göre farklılık göstermektedir. GeliĢmiĢ ülkelerde bu politikaların kapsamı yaĢlıların sağlık, ekonomik, sosyo-kültürel ve psikolojik sorunlarının önemli bir bölümünü içerecek Ģekilde oldukça geniĢtir. Buna karĢılık bu sorunun geliĢmiĢ ülkeler kadar geniĢ boyutlara ulaĢmadığı geliĢmekte olan ülkelerde yaĢlılarla ilgili politikalar henüz yeterli düzeye ulaĢamadığı görülmektedir (Tokol, 2013:67). Türkiye‟nin yaĢlı nüfusla ilgili mevcut ve potansiyel sorunların çözümü, ekonomik kaynaklarla yakından ilgilidir. Türkiye‟de yaĢlı nüfus giderek artmaktadır. Son elli yılda Türkiye‟deki yaĢlı nüfus oranı, dünya yaĢlı nüfus oranına göre %8 oranında artmıĢtır. Türkiye‟de yaĢlı nüfusun giderek artmasına karĢılık, bu gruba yönelik sosyal politikalar henüz yetersizdir. Ancak çeĢitli tarihlerde sınırlı da olsa bazı hukuki düzenlemeler yapılmıĢtır. Örneğin 1982 Anayasası‟nın eĢitlik ilkesi ile yaĢlılara yönelik pozitif ayrımcılığa yer verilmiĢtir. Anayasadaki düzenlemeler doğrultusunda halen aile içi bakımın yanı sıra yaĢlılara yönelik olarak yaĢlılık sigortası yardımları, sosyal hizmetler, yaĢlı yardımlaĢma merkezleri, sosyal yardımlar ve kurumsal bakım ve gözetim hizmetleri verilmektedir (Yıldız, 2013:394-396). Türkiye‟de yaĢlılık sigortası, yaĢlılara yönelik sosyal politika uygulamalarının baĢında gelmektedir. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu‟na göre; yaĢlılık sigortasından bağlanacak yaĢlılık aylığından belli bir süre prim ödeyen (7200–9000 gün veya 20–25 tam yıl), kadın ise 58, erkek ise 60 yaĢını dolduran sigortalılar yararlanmaktadır. Bu sigortalılara prim ödeme gün sayısı dikkate alınarak yaĢlılık aylığı bağlanmaktadır. Ancak emeklilik yaĢı 2036 yılından itibaren kademeli olarak yükseltilerek, 2048 yılında kadın ve erkeklerde 65 yaĢına çıkacaktır. Türkiye‟de 2012 yılı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre yaklaĢık 7.1 milyon kiĢi yaĢlılık sigortasından yararlanmaktadır (SGK Ġstatistik Yıllıkları,2012). Halen yaĢlılık sigortasından yararlanan kiĢi sayısı sınırlı, yaĢlılık (emeklilik) aylığının miktarı oldukça düĢüktür. YaĢlılık aylığına ek olarak 170‟i aĢan 320 kurum ve kuruluĢ tamamlayıcı sosyal güvenlik kurumu olarak üyelerine ek garantiler sağlamaktadırlar. Bu kurumlar arasında en baĢarılı olanı askeri personel için oluĢturulan Ordu YardımlaĢma Kurumu (OYAK)‟dur Kurum üyelerine tazminat niteliğinde ödemelerin yanı sıra, ikinci emeklilik aylığı da ödemektedir. Tamamlayıcı sosyal güvenlik hizmeti veren diğer bir kurum 28.3.2001 tarih ve 4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu ile oluĢturulan Bireysel Emeklilik ġirketleri‟dir. Bu Ģirketlere 18 yaĢın üzerindeki kiĢiler istedikleri takdirde kayıt olabilmekte, en az 10 yıl prim ödemek ve 56 yaĢını doldurmak koĢuluyla emeklilik hakkı kazanmakta, toptan ödeme veya aylık olarak birikmiĢ tasarruflarını alabilmektedirler. Bireysel Emeklilik ġirketleri‟ne ise 2014 Eylül ayı sonu itibariyle yaklaĢık 4.824 bin kiĢi kayıt olmuĢtur135. Türkiye‟de düzenli bir yaĢlılık aylığına sahip olmayan, çalıĢma yaĢamına giremeyen, girse bile çok düĢük ücretle çalıĢmak zorunda kalan yaĢlıların yoksulluğa karĢı korunması önem kazanmaktadır. Bu durumda olan yaĢlıların korunması için bazı hukuki düzenlemeler yapılmıĢtır. Bunlardan 1.7.1976 tarih ve 2022 sayılı 65 YaĢını DoldurmuĢ Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk VatandaĢlarına Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanun ile 65 yaĢını doldurmuĢ, hiçbir gelire sahip olmayan, muhtaçlığını kanıtlayan, Türk vatandaĢlarına hayatta kaldıkları süre içinde aylık bağlanmaktadır. 1982 Anayasası‟nın yürürlüğe girmesinden sonra dağınık olan sosyal hizmetleri bir çatı altında toplamak amacıyla 24.5.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu kabul edilmiĢtir. Kanunla korunmaya ve bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, engelli, yaĢlı ve diğer kiĢilere götürülen hizmetlerin ve faaliyetlerin düzenlenmesi amaçlanmıĢtır. Bu kanunla kurulan Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) 3.6.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılarak, bu tarihten sonra yeni kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı‟na bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyetini sürdürmeye baĢlamıĢtır. YaĢlı ve engellilerle ilgili olarak aynı bakanlık bünyesinde Engelli ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluĢturulmuĢtur. 135 http://www.egm.org.tr (e.t:14.10.2014) 321 2828 sayılı Kanun‟un öngördüğü esaslar doğrultusunda yaĢlılara yönelik kurumsal bakımla ilgili üç yönetmelik çıkarılmıĢtır. Bu yönetmelikler çerçevesinde yaĢlılara yönelik kurumsal bakım; huzurevi ve yaĢlı bakım ve rehabilitasyon merkezleri aracılığıyla yatılı olarak sağlanmaktadır. 2013 Eylül ayı itibariyle SHÇEK ait 110; derneklere/vakıflara, azınlıklara ve gerçek kiĢilere ait 177 özel huzurevi; diğer bakanlıklar ve belediyelere ait 22 huzurevi/yaĢlı bakım ve rehabilitasyon merkezi bulunmakta, bunların sağladıkları hizmetlerden 24.711 yaĢlı yararlanmaktadır136. 2828 sayılı Kanun çerçevesinde çıkarılan Yönetmelik doğrultusunda Türkiye‟de evde bakım ile ilgili ilk proje 1993 yılında SHÇEK Genel Müdürlüğü tarafından dört büyük ilde uygulanmıĢ ancak baĢarılı olmamıĢtır. Buna karĢılık Ankara BüyükĢehir Belediyesi evde bakım hizmetleri, Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesi evde sağlık destek hizmetleri ile bu alanda diğer belediyelere örnek olmuĢlardır. Halen büyük Ģehirlerde az sayıda özel iĢletme ücretli tıbbi bakım ve refakat hizmeti sunmaktadır. Kendi evlerinde yaĢamlarını sürdüren yaĢlılara yönelik alternatif bir gündüzlü hizmet modeli olarak uygulanan YaĢlı DayanıĢma Merkezleri ise baĢarılı olmadığından, organize edilerek YaĢlı Hizmet Merkezi olarak yeniden açılmıĢtır (Tokol,2013:70–72). 3.5. Değerlendirme 1970‟li yıllarda Avrupa‟da yaĢanan ekonomik kriz ve gerileme ile birlikte sosyal dıĢlanma sorunu, baĢta Fransa olmak üzere tüm dünya devletleri nezdinde tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. 1980‟li yıllarda ekonomik koĢulların zorlaĢması ile birlikte bu gruplara iĢsizler ve yoksullar da eklenmiĢ ve sosyal dıĢlanma kavramı eĢitsizlik ve yoksulluk olgularıyla birlikte ele alınmaya baĢlamıĢtır. Sosyal dıĢlanmanın en önemli nedeni olarak yoksulluk ve iĢsizlik gösterilmekle birlikte, iĢgücü piyasaları ve gelir dağılımının bozulması, sosyal korumanın yetersizliği, ekonomik ve sosyal eĢitsizlikler de sosyal dıĢlanmanın artmasında etkili olmuĢtur. 136 http://www.eyh.gov.tr/upload/Node/8110/files/istatistik_Haziran__2014.pdf (e.t:14.10.2014). 322 Sosyal dıĢlanmaya maruz kalmıĢ gruplara yakından baktığımızda, çocuk grubunda çocuk iĢçiliği, sokak çocukları, korunmaya muhtaç çocuklar sorunu dikkat çekerken, engellilerin baĢta eğitim, ulaĢım, sağlık, bakım hizmetleri ve istihdam olmak üzere pek çok alanda dıĢlanma ile karĢılaĢtıkları görülmektedir. Medeniyetlerin devamı ve geliĢimi için önemli bir dinamiği oluĢturan gençler ise eğitim olanaklarından yararlanamama ve istihdam gibi iki temel alan baĢta gelmek üzere tüketim, sosyal refah hizmetleri ve siyasal alanda sosyal dıĢlanmaya maruz kalmaktadırlar. Sosyal dıĢlanma riski yüksek olan gruplar içinde yer alan engelliler, çocuklar, gençler, kadınlar gibi sosyo-ekonomik bakımdan dezavantajlı kiĢiler, korunmaya, yardıma, bakıma ve desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. ÇalıĢmanın bu bölümünde sosyal dıĢlanmaya neden olan baĢlıca göstergelerden yararlanılarak Türkiye‟nin sosyal dıĢlanmayı önleyici politikaları değerlendirilmeye çalıĢılacaktır. Bu doğrultuda öncelikle Türkiye‟nin sosyal politikasındaki dönüĢüme iliĢkin bilgi ve değerlendirmelere yer verildikten sonra; Türkiye‟nin gelir dağılımı, yoksulluk, istihdam, eğitim, sosyal koruma harcamaları gibi baĢlıca göstergeleri, AB–27 (2013‟te AB üyesi olan Hırvatistan dıĢarıda bırakılarak)‟deki ilgili göstergelere dair seyir ile kıyaslanarak, ülkemizin sosyal içerme politikaları bağlamındaki performansı değerlendirilmeye çalıĢılacaktır. 3.5.1. Sosyal Politikadaki DönüĢüm: Ülkemiz refah rejimi kapsayıcı mı dıĢlayıcı mı? Sosyal politika, toplumda bağımlı statüler altında çalıĢanların ekonomik yönden güçsüz kesimlerin ve özel olarak korunma gereksinimi duyan grupların en geniĢ biçimde korunmalarını hedefler (Tezgel,2013:3). Sosyal içermenin temel amacı dıĢlananlar ile toplumun geri kalanı arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktır. Bu bağlamda 1988‟de Fransa‟da sosyal içerme için asgari gelir uygulamasının uygulamaya konulması ile amaçlanan engelliler, okulu bırakmıĢ gençler, yabancı düĢmanlığı mağdurları ve kenar semt ahalisinin toplumsal dıĢlanmalarının önüne geçmekti (Bhalla,Lapeyre,2004:3). Bu ve benzeri uygulamalarla kavramın popülerleĢtiği Fransa‟da sosyal içerme, “yoksullukla 323 mücadele kavramının yanısıra bu sorunu sürekli kılan diğer toplumsal sorunlara iliĢkin uygulamaları da kapsamaya baĢlamıĢtır. Sosyal politikaya iliĢkin Türkiye‟de 2000‟lerde gözardı edilemeyecek bir dönüĢüm gerçekleĢtiğinin altı çizilmektedir (Gökbayrak,2010;Ulutürk, Dane,2009). Bu dönüĢümü oluĢturan dinamikleri inceleyen çalıĢmalardan bazıları bireysel emeklilik (Elveren,Elveren,2010) ya da Ģartlı nakil transferi programı (Kaya,2008) gibi tekil uygulama ve programlara yoğunlaĢırken, diğer bazı çalıĢmalar kadınlar (Dedeoğlu,2009) ve yaĢlılar (TaĢçı,2013) gibi sosyal içerme uygulamalarının hedefindeki gruplara iliĢkin algı ve somut sonuçlara iliĢkin veri sunmaktadır. Söz konusu dönüĢümü sağlayan etmenleri ele alan çalıĢmalar ise sosyal politikaya iliĢkin yeni eğilimlerin muhafazakar bir karakter taĢıdığını (Çelik,2010), aile merkezli bir söylemden hareketle sosyal harcamaların yükünü kamudan alarak hanehalklarına yansıtan uygulamalara öncelik verdiğini (Yazıcı,2012) ve sosyal güvenliğe iliĢkin düzenlemelerde piyasanın rolünü geniĢlettiğini (Buğra,Adar, 2008) vurgulamaktadır. Literatürde Türkiye‟nin dünya ölçeğinde nerede durduğuna iliĢkin bir tartıĢma devam etmektedir. Öncelikle bahsedilen çalıĢmaların çoğunda Esping Andersen‟in refah rejimleri tipolojisine atıf yapılmaktadır (1990). Güney Avrupa ülkelerindeki refah uygulamalarının Esping Andersen‟in ortaya attığı üç refah rejiminden (liberal, korporatist-devletçi ve sosyal demokrat) oluĢan tipolojiye eklenmesi gereken dördüncü bir kategoriyi oluĢturduğunu savunan katkılardan hareketle (Castles,1995; Ferrera,1996; Gal,2010; Gough,1996; Leibfried,1993; Martin,1996; Saraceno, 2002) Türkiye‟deki sosyal politikanın Güney Avrupa-Akdeniz refah rejimine yakın uygulamaları barındırıp barındırmadığı tartıĢılmaktadır (Buğra, Keyder, 2005). Öte yandan bu çalıĢmalar Türkiye‟de ahlaki altsınıfçı söyleme dayanan ve özelleĢtirme paradigmasından hareket eden bir sosyal içerme yaklaĢımının hakim olduğu fikrini desteklemektedir. Refah Devleti kavramı, 1942 yılında yayınlanan ve refah devleti oluĢumunda önemli bir basamak olan Beveridge Raporu ile bireysel refah için beĢikten mezara kadar devletin sorumluluğunu belirtme amacıyla kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Refah devletinin dört tanımlayıcı unsuru, yurttaĢlığa dayalı kapsamlı ve evrensel refah 324 uygulamaları; kamusal kaynakların bu alanlara tahsisi, geniĢ tabanlı bir toplumsal ve siyasal konsensüs ve tam istihdam hedefine yönelik makroekonomik politikalar olarak tanımlanabilir (Topak,2012:54). Gerek refah devleti tanımları, gerek refah rejimleri, devletin rolü, devlete yüklenen sorumluluklar ve devlet yurttaĢ iliĢkisi açısından büyük bir çeĢitlilik göstermektedir. Ortak bir refah tanımında uzlaĢma sağlanamamasının gerekçelerinden biri de budur. Esping-Anderson (1990)‟ın ünlü tipolojisi, refah rejimlerinin ne denli farklılaĢtığını gözler önüne sermektedir. Anderson‟un refah rejimi modellemesi olan Sosyal Demokrat (Ġskandinavya), Muhafazakâr- Korporotist (Almanya) ve Liberal (Ġngiltere) refah rejimi tipolojisi, Türkiye için açıklama gücüne sahip değildir. Söz konusu modelde kendine bir yer bulamayan Türkiye, refah rejimi sınıflandırmalarında Ferrera‟nın Güney Avrupa refah rejimi tipolojisi kapsamında ele alınmaktadır. Ferrera (2006) bu modelin temel özelliklerini aĢağıdaki biçimde tanımlamıĢtır: • Nakit desteği sistemlerinin iĢteki statüye dayandırılması ve kurumsal parçalılık • Sosyal korumanın formel/ enformel sektör arasında kutuplaĢmıĢ niteliği • Özel sektör tarafından sağlanan kısmı geniĢleyen (kısmen) evrensel ulusal sağlık sistemleri • Tikelci - klientalist refah devleti Türkiye‟de 2006 yılında baĢlayan sosyal güvenlik ve sağlık reformları, refah rejiminde önemli bir dönüĢüme karĢılık gelmektedir. ĠĢteki statüye göre farklılaĢan sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında birleĢmesiyle kurumsal parçalılığın ortadan kalkması söz konusu olmuĢtur. Bununla birlikte, hastanelerin SGK çatısı altında birleĢtirilerek finansmanla hizmet sunumunun ayrılması, sağlığın sosyal güvenlikle iliĢkisini zaafa uğratırken sağlığın yeniden metalaĢması sürecine ivme kazandırmıĢtır (Ünlütürk,UlutaĢ,2011). Diğer Güney Avrupa ülkelerine benzer biçimde aile, refah karması içinde merkezi bir önem sahiptir. Devletin bakım hizmetlerinde boĢ bıraktığı alan, piyasa 325 tarafından, daha yaygın biçimde ise aile içinde kadınlar arası dayanıĢma yoluyla doldurulmaktadır. Yakın zamana kadar zayıf ve parçalı bir yapı arz eden sosyal yardım hizmetlerinin boĢluğu da aynı biçimde aileler tarafından doldurulmuĢtur. Bununla birlikte bir yandan yeni yoksulluk biçimi, enformel dayanıĢma ağlarında zayıflamayı beraberinde getirmiĢtir. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü‟nün 2009–2013 Stratejik Planı‟nda belirtilen on stratejik amacın üçü fon kaynaklarının hesap verilebilir Ģekilde kullanımı, sosyal yardım uygulamalarında mükerrerliğin önlenmesi ve proje uygulamalarının denetlenmesi gibi sosyal yardımların hak etmeyenlere aktarımını engelleme amacına yoğunlaĢmaktadır. Türkiye‟nin hacimce en büyük sosyal yardım sağlayıcısının 2013 bütçesinin %7,6‟sının bu sebeple fonlanan projelere aktarılması öngörülmüĢtür (SYDGM,2008:110–111). Esping Andersen‟in tipolojisinden hareket edilecek olursa, bu söylem ve uygulama daha çok liberal refah rejimi ile bağdaĢmaktadır. Kısacası Türkiye‟deki uygulamaları mevcut kalıplara sokma konusunda bir güçlük söz konusudur. Sosyal içermenin farklı alanlarındaki uygulamaların sonuçlarına iliĢkin değerlendirmeler bu nedenle kavramsallaĢtırma ve tipolojiye iliĢkin söz konusu çabalara katkı yapabilir. 3.5.2. BaĢlıca Göstergeler Bağlamında Sosyal DıĢlanmayı Önleyici Politikaların Değerlendirilmesi Sosyal içerme kavramı 1970‟lerden itibaren özellikle Avrupa‟daki birçok ülke için sosyal politikanın temel eksenlerini tarif etmeye baĢlamıĢtır. Sosyal içerme kavramının farklı kuramsal ve siyasi akımlarca benimsenmesi ve kavramı iĢler hale getiren uygulamaların ülkeler arasında farklılık arzetmesi nedeniyle, Avrupa Komisyonu ortak bir çerçeve geliĢtirebilmek ve sosyal içerme uygulamalarının seyrini tespit edebilmek için 2001 yılında kamuoyunda Leaken Göstergeleri olarak anılan on sekiz gösterge belirlemiĢ ve Avrupa Ġstatistik Kurumu (EuroStat) bu göstergelere iliĢkin veri derlemeye baĢlamıĢtır. Bu göstergeler sosyal içermenin farklı yönlerine iliĢkin veri toplanmasına ve kavramsal uzlaĢmazlıkların asgariye indirilmesine yardımcı olmuĢtur. 326 Ülkemizde uygulanan sosyal içerme politikalarının değerlendirilmesinde ise, daha önce de ifade ettiğimiz üzere, sosyal dıĢlanmaya neden olan baĢlıca göstergelerden yararlanılacak ve söz konusu göstergeler AB-27‟deki ilgili göstergelere dair seyir ile kıyaslanacaktır. 3.5.2.1. Gelir dağılımı Türkiye‟de gelir dağılımının 1980 yılı öncesi ve sonrasında izlediği seyre göz atıldığında, özellikle 1980‟li yıllarda giderek daha eĢitsiz bir duruma gelinmiĢ olması dikkat çekici bir nokta olup, gelirin adaletsiz dağılımı sosyal dıĢlanmanın artmasında etkili olmaktadır. Bireysel gelir dağılımı eĢitsizliğini ortaya çıkarmak üzere yapılan çalıĢmaların çoğunluğu veri kaynağı olarak gelir dağılımı anketlerini kullanmaktadır. Hanehalkı gelirini temel alan gelir dağılımı anketlerine dayanılarak Türkiye‟de bireysel gelir dağılımını elde eden çalıĢmalar, 1968, 1973, 1986, 1987, 1994, 2002 ve sonrasında da düzenli olarak her yıl yapılmıĢtır. Ancak bu çalıĢmalar gerek kapsam gerek yöntem açısından farklılıklar içermektedirler. AĢağıdaki Çizelgede 2003 yılından itibaren yapılan bireysel gelir dağılımı çalıĢmalarından elde edilen bulgular özetlenmiĢtir. Çizelge 3.23. Türkiye‟de kiĢisel gelir dağılımı Hanehalkı yüzdeleri En düĢük %20 200 3 6,0 200 4 6,0 200 5 6,1 200 6 200 7 5,1 5,8 Yıllar 200 200 8 9 5,8 5,6 201 0 5,8 201 1 5,8 201 2 5,9 201 3 6,1 Ġkinci %20 10,3 10,7 11,1 Üçüncü %20 14,5 15,2 15,8 14,8 15,2 15,2 15,1 15,3 15,2 15,3 15,2 Dördüncü %20 20,9 21,9 22,6 21,9 21,5 21,9 21,5 21,9 21,7 21,7 21,4 En yüksek %20 48,3 46,2 44,4 48,4 46,9 46,7 47,6 46,4 46,7 46,6 46,6 Gini Katsayısı Son %20lik/Ġlk %20(P80/20) 0,42 0,40 0,38 0,43 0,41 0,41 0,42 0,40 0,40 0,40 0,40 8,1 7,7 7,3 9,9 10,6 10,4 10,3 10,6 10,6 10,6 10,7 9,5 Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16083 8,1 8,1 8,5 8,0 8,0 8,0 7,7 327 Gelir dağılımı eĢitsizliği Gini katsayılarına göre yorumlandığında, 1963‟ten (0,55) 1968‟e (0,56) kısmi bir kötüleĢme olmuĢtur. Daha sonraki yıllarda ise sürekli bir iyileĢme göstererek Gini katsayısı 1987‟de 0,43‟e kadar düĢmüĢtür. Ancak 1994 yılına gelindiğinde gelir dağılımında ciddi bir bozulma meydana gelmiĢtir. 1987'de 0,43 olarak hesaplanan Gini katsayısı 1994'de 0,49 değerini almaktadır. 2002 yılı için hesaplanan Gini katsayısında ise tekrar 1987 yılı seviyesine bir geri dönüĢ yaĢanmıĢtır. 2003 ve 2004 yıllarında sırasıyla 0,42 ve 0,40‟a gerileyen Gini katsayısı, 2005 yılında 0,38‟e düĢerek son kırk yılın en iyi seviyesine ulaĢmıĢtır (DPT, 2007b:19). 2006 yılında tekrar 2002 seviyesine (0,43) yükselmekle birlikte, bu yıldan itibaren azalmaya baĢlamıĢ ve 2013 yılı itibariyle 0,40 seviyesinde gerçekleĢmiĢtir. Gelir dağılımı eĢitsizlik ölçülerinden Gini katsayısı bağlamında Türkiye, AB27‟ye kıyasla adaletsiz bir ülkedir. Türkiye bugün itibariyle tüm Birlik üyelerinden çok daha yüksek bir Gini değerine sahiptir. ġekil 3.4., 2013 yılı için Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde Gini Katsayısını göstermektedir. AB–27 Gini ortalaması 30,5‟tir. Gini katsayıları ülkesel bazda 24,2 (Slovakya) ile 35,4 (Bulgaristan) aralığında seyretmektedir. Bulgaristan‟ı Letonya (35,2), Litvanya (34,6), Yunanistan (34,4), Portekiz (34,2) ve Romanya (34) takip etmektedir. Slovakya‟yı ise Slovenya (24,4), Çek Cumhuriyeti (24,6) ve Ġsveç (24,6) takip etmektedir. 328 45,0 40,0 35,0 30,0 25,0 20,0 15,0 10,0 5,0 Sl Sl ov ak y ov a en Çe ya k Cu m . İs v Ho eç lla n Fi nl da an di y Be a lç A v ik a us Da tury a ni m ar ka M a M ac lta ar is t Al an m an ya İrl an d Fr a an s İn a Lü gilt ks ere em bu rg AB -2 Po 7 lo ny a Kı br ıs İta l Es y a to ny İs a pa Ro nya m an Po ya rte Yu k na iz ni st an Li tv an Le ya Bu ton y a lg ar ist an Tü rk iye 0,0 2013 ġekil 3.4. AB üyesi ülkeler ile Türkiye‟de Gini katsayısı Kaynak: http://appsso.eurostat.ec.europa.eu/nui/show.do?dataset=ilc_di12&lang=en Türkiye ise Çizelge 3.23.‟te de görüldüğü üzere AB–27 ortalamasından çok uzak bir değere sahiptir. 2013 yılı itibariyle 0,40 olarak tespit edilen Gini katsayısı değeri, AB–27 için 30,5 olarak gerçekleĢen değerin oldukça üzerindedir. AB–27 ortalamasında 2013 yılında en zengin yüzde yirmilik grubun yıllık kullanılabilir gelirden aldığı pay en fakir yüzde yirmilik grubun aldığı payın 5 katı olmasına rağmen, ülkemizde 7,7 katıdır. Bu veriler ıĢığında Avrupa Birliği yolunda Türkiye‟nin gelir dağılımı problemi en önemli ve çözülmesi gereken sorunların baĢında gözükmektedir. Bu problem yaĢanan ekonomik krizler ve uygulanan yapısal uyum programları137 ile daha da derinleĢmiĢ olup, 2001 yılı sonrasında ulaĢılan yüksek büyüme oranlarıyla düzelme gösterse de hâlâ Avrupa Birliği ortalamalarının gerisinde kalmaktadır. 3.5.2.2. Yoksulluk Yoksulluk ve sosyal içerme iliĢkisinden bahsederken, yoksulluğun sosyal dıĢlanmanın hem nedeni, hem de sonucu olduğunu ifade etmiĢtik. Ne Ģekilde 137 TĠSK bu konuda aĢağıdaki görüĢü dile getirmiĢtir; “Gelir dağılımında adaletsizliğe yol açan, yapısal uyum programları değil; yüksek oranlı enflasyon, artan iĢsizlik ve büyüyen kayıt dıĢı sektördür. Ekonomiyi istikrara kavuĢturmaya yönelik yapısal uyum programlarının enflasyonun düĢürülmesinde baĢarılı oluĢu, bu programların uzun vadede istihdam imkânlarının geliĢtirilmesi ve gelir dağılımının iyileĢtirilmesi bakımından olumlu etkilerine iĢaret etmektedir.” 329 tezahür ederse etsin yoksulluğa iliĢkin veriler, o ülkede uygulanan politikaların etkinliğini gösteren önemli bir göstergedir. Çizelge 3.24. Yoksulluk sınırı yöntemlerine göre fertlerin yoksulluk oranları (%) Yöntemler/ Yıllar Gıda yoksulluğu (açlık) Yoksulluk (gıda+gıda dıĢı) KiĢi baĢı günlük 1$'ın altı KiĢi baĢı günlük 2,15$'ın altı KiĢi baĢı günlük 4,3$'ın altı Harcama esaslı göreli yoksulluk 2003 1,29 28,12 0,01 2,39 23,75 15,51 2004 1,29 25,6 0,02 2,49 20,89 14,18 2005 0,87 20,5 0,01 1,55 16,36 16,16 2006 0,74 17,81 1,41 13,33 14,5 2007 0,48 17,79 0,52 8,41 14,7 2008 0,54 17,11 0,47 6,83 15,06 2009 0,48 18,08 0,22 4,35 15,12 2010 0,21 3,66 2011 0,14 2,79 2012 0,06 2,27 Kaynak: TÜĠK, Hanehalkı Bütçe Anketi Sonuçları 2002 Hanehalkı Bütçe Anketi ile birlikte Türkiye‟de ilk kez yoksulluk sınırı ve oranı resmî olarak açıklanmıĢtır. Yoksullukla ilgili en son açıklanan istatistik ise 2012 Hanehalkı Bütçe Anketi kapsamında yapılan Yoksulluk ÇalıĢmasıdır. 2002– 2009 yılları arasında yapılan Yoksulluk ÇalıĢmalarında; gıda yoksulluğu, gıda ve gıda-dıĢı yoksulluk, göreli yoksulluk ve günlük geliri 1, 2,15 ve 4,3 dolar sınırlarına göre yoksulluk oranları verilmiĢtir. 2010 ve sonrası yıllarda ise 2,15 ve 4,3 dolar sınırlarına göre yoksulluk oranları verilmiĢtir. Çizelge 3.24.‟te 2002 yılından beri yapılan yoksulluk çalıĢmalarının sonuçları özetlenmiĢtir. Çizelgeden satın alma gücü paritesine göre kiĢi baĢı dolar cinsinden yoksulluk sınırlarına göre yoksulluk oranlarının düĢme eğilimde olduğu görülmektedir. KiĢi baĢı günlük harcaması, cari satınalma gücü paritesine (SGP) göre 2,15 doların altında kalan fert oranı 2011 yılında %0,14 iken, bu oran 2012 yılında % 0,06 olarak tahmin edilmiĢtir. Yoksulluk sınırı, cari SGP‟ye göre 4,3 dolar olarak alındığında ise 2011 yılında %2,79 olan yoksulluk oranı, 2012 yılında %2,27 olarak tespit edilmiĢtir. 330 Çizelge 3.25. TÜĠK ve Dünya Bankası verilerine göre mutlak yoksulluk oranları, 2002 ve 2010 Yoksulluk EĢiği/Yıl $1,25 $2,15 $4,3 0,2 3,04 30,30 2010 (%) 0,21 3,66 2010 Değeri/2002 Değeri 0,07 0,12 $1,25 $2 $4 2002 (%) 2,0 2,3 37,7 2010 (%) 1,34 1,36 21,5 2010 Değeri/2002 Değeri 0,67 0,59 0,57 2002 (%) Türkiye (TÜĠK) Türkiye (Dünya Bankası) Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16023; http://databank.worldbank.org.data/views/variableselection/selectvariables.aspx?source=poverty-andinequality-database#; http://povertydata.worldbank.org/poverty/region/ECA;(e.t. 21.10.2014) Mutlak yoksulluğa iliĢkin olarak TÜĠK verileri ile Dünya Bankası verileri uyuĢmamaktadır. Satın alma paritesi üzerinden hesaplanan Dünya Bankası verisi günlük $4 eĢiğinin altında geliri olanların Türkiye‟deki nüfusa oranını 2002 yılı için %37,7 ve 2010 yılı için %21,5 olarak vermektedir. Günlük $1,25 eĢiği söz konusu olduğunda oranlar 2002 yılı için % 2 ve 2010 yılı için %1,34‟tür. Günlük $2 eĢiği için ise değerler 2002 yılı için %2,3 ve 2010 yılı için %1,36‟dır. Dünya Bankası verileri dikkate alınır ve karĢılaĢtırmalı bir çerçevede değerlendirilirse; Türkiye‟de son yıllarda uygulanan politikaların mutlak yoksulluğu önlemede baĢarılı olamadığı sonucuna varılmaktadır. Konu yoksulluğun sürekliliği yönüyle ele alındığında ise Türkiye‟deki kronik yoksulluğa iliĢkin somut bir fikir edinilmektedir. Sürekli yoksulluk oranı Avrupa Birliğine üye 27 ülke için % 10,2 iken, bu oranın en düĢük olduğu ülkeler; Çek Cumhuriyeti (% 4,3), Danimarka (% 5,7) ve Hollanda ile Avusturya (% 5,8); en yüksek olduğu ülkeler ise Romanya (% 18,2), Türkiye (% 16) ve Yunanistan (%13,8) olarak kaydedilmiĢtir. 2012 yılı rakamları ele alındığında sürekli yoksulluk oranlarında AB–27 ile Türkiye arasındaki farkın oldukça büyük olduğu görülmektedir. Buradan hareketle, son yıllardaki sosyal transfer uygulamalarının yoksulluk riski altındaki nüfusun önemli bir kısmının yardımlara bağımlılığını azaltmayı baĢaramamıĢ ve sürekli 331 yoksulluk içerisindeki kesimin genel kesim içindeki payını AB–27 seviyesine düĢürememiĢ olduğu sonucuna varılmaktadır. 45 40 35 30 25 20 15 10 5 AB 2 Tü 7 rk iye Be Bu lçik a lg ar i Çe stan k C Da um . ni m ar Al k a m an Es ya to ny a İrl a Yu nd na a ni st an İs pa ny a Fr an sa İta lya Kı br Le ıs to ny a Li Lü tva ks nya em b M ac urg ar is ta n M al t Ho a lla Av nda us tu ry Po a lo ny Po a rte Ro kiz m an Sl ya ov en y Sl ov a ak Fi nl ya an di ya İs ve ç İn gi lt e re 0 Sosyal Transferler Öncesi Yoksulluk Oranı Sosyal Transferler Sonrası Yoksulluk Oranı ġekil 3.5. AB üyesi ülkeler ile Türkiye‟de yoksulluk oranı (%) Kaynak: http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/statistics/search_database (e.t: 21.10.2014) Medyan gelirin % 60‟ına göre, 2012 yılında AB–27 nüfusunun % 16,7‟si yoksuldur. Sosyal transfer öncesi yoksulluk oranı ise % 26‟dır. Transfer sonrası en yüksek yoksulluk oranına % 23 ile Yunanistan ve Romanya, %22 ile Ġspanya, %21 ile Bulgaristan sahiptir. Bu ülkeleri % 19 ile Ġtalya, Letonya ve Litvanya takip etmektedir. Portekiz ve Estonya‟da ise bu oran % 18‟dir. Transfer öncesi yoksulluk oranında ise % 39 ile Ġrlanda‟yı %30 ile Ġngiltere ve Ġspanya takip etmektedir. Transfer öncesi en düĢük yoksulluk oranına ise % 18 ile Çek Cumhuriyeti ve %20 ile Slovakya sahiptir. Transfer öncesi yoksulluk AB-27içinde % 18 ile % 39 aralığında seyretmekte iken transfer sonrası bu oran % 10ile % 23 aralığına gerilemektedir. Bu ülkelerde transfer politikaları özellikle düĢük gelirlilerin refah düzeyini iyileĢtirme yönünde gerçekleĢmektedir. Gelir dağılımına kıyasla göreli yoksulluk oranında Türkiye daha olumlu bir görünüm içindedir. AB–27 ortalaması % 17 düzeyinde iken Türkiye‟de bu oran % 23 düzeyindedir. 332 3.5.2.3. Ġstihdam Sosyal dıĢlanmanın önlenmesinde istihdam önemli bir yere sahiptir. Sosyal dıĢlanma ve buna karĢı geliĢtirilen sosyal içerme stratejilerinde istihdam sorunu ve iĢsizlikle mücadelenin en önde gelen uygulama alanı olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. 2013 yılı TÜĠK Hanehalkı ĠĢgücü Anketi sonuçlarına göre, Türkiye‟de 15 yaĢ ve üstü nüfus 55,6 milyon kiĢi olup, %49,3‟ü erkek, %50,7‟si kadındır. ĠĢgücüne katılma oranı %50,8 olup, bu oran erkeklerde %70,6, kadınlarda ise %23,3‟tür. ĠĢgücüne dahil olmayan nüfus 27,3 milyon kiĢi olup, 11,5 milyonunu ev kadınları, 4,9 milyonunu öğrenciler ve 3,9 milyonunu emekliler oluĢturmaktadır. Cinsiyete göre istihdam oranlarına bakıldığında bu oranın erkekler için %65,2, kadınlar içinse %27,1 olduğu görülmektedir. Ġstihdam oranlarında krizin yaĢandığı 2009 yılından sonra artıĢ yaĢandığı görülmektedir. Ġstihdamın artması kiĢilerin iĢ bulma ümidini ve dolayısıyla iĢgücüne katılımını da artırmıĢtır. ĠĢsizlik oranlarında da düĢüĢ sağlanmıĢtır. 2003 yılındaki %10,5 seviyesinden 2007 yılında 10,3‟e düĢmüĢ ve krizin yaĢandığı 2008 (%11) ve 2009 (%14) yıllarında artmıĢ ve sonrasında yeniden düĢüĢe geçerek söz konusu oran 2013 yılı itibariyle %9,7 olarak gerçekleĢmiĢtir. Ġstihdamın sektörel dağılımı incelendiğinde, çalıĢanların %50‟sinin hizmet, %23,6‟sının tarım, %26,4‟ünün inĢaat sektöründe çalıĢtıkları görülmektedir. TÜĠK Hanehalkı ĠĢgücü Anketlerine göre, kayıt dıĢı istihdamın boyutları incelendiğinde, %36,7 olan kayıt dıĢı istihdamın %53,4‟ü tarım kesiminde, %46,6‟sı tarım dıĢı sektörlerde yer almaktadır. Kayıt dıĢı istihdam en yaygın olarak ücretsiz aile iĢçileri ve yevmiyeli çalıĢanlar arasında görülmektedir. 333 Çizelge 3.26. Ġstihdam, iĢgücüne katılım ve iĢsizlik oranlarının AB–27 (15–64 yaĢ) ve Türkiye‟deki seyri, 2003–2012 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 ĠĢgücüne Katılma Oranı (%) Ġstihdam Oranı (%) ĠĢsizlik Oranı (%) AB-27 68,9 69,3 69,8 70,3 70,5 70,9 71,1 71,0 71,2 71,8 Türkiye 48,3 46,3 46,4 46,3 46,2 46,9 47,9 48,8 49,9 50,0 AB-27 62,6 63,0 63,5 64,5 65,4 65,9 64,6 64,8 64,3 64,2 Türkiye 43,2 41,3 41,5 41,5 41,5 41,7 41,2 43,0 45,0 45,4 9,0 9,1 8,9 8,2 7,1 7,0 8,9 9,7 9,7 10,5 AB-27 Türkiye 10,5 10,8 10,6 10,2 10,3 11,0 14,0 11,9 9,8 9,2 Kaynak: Employment and Social Developments in Europe 2013: 428; TÜĠK Hanehalkı ĠĢgücü Anketi Sonuçları Her yıl yaklaĢık 700–800 bin kiĢi iĢgücüne katılmakta, istihdam ise iĢgücüne katılan bu grubu absorbe edecek kapasiteyi gösterememektedir. Son yıllarda yaĢanan yüksek oranlı büyümeye rağmen istihdamda beklenen artıĢ gerçekleĢmemiĢtir. Türkiye‟de “istihdamsız büyüme” yaĢanmaktadır ve Türk sanayinin girdilerde giderek daha çok ithalata dayalı olmak yolundaki yapısal değiĢimi, “istihdamsız büyüme” arkasındaki önemli bir nedendir. ĠĢsizlik ve eğitim iliĢkisi çerçevesinde, yine Türkiye‟ye özgü bir sorun olarak, en yüksek iĢsizlik oranının lise ve dengi meslek okulları mezunlarında görülmesi, teorik beklentinin aksine söz konusu eğitimin özellikle de mesleki eğitimin iĢgücü piyasasının gereksinimlerine yanıt verememesini yansıtmaktadır. Bu noktada, eğitim-iĢgücü piyasası politikaları arasında yaĢanan eĢgüdümsüzlük ve bununla bağlantılı olarak iĢgücü piramidinde gözlemlenen çarpıklık (mühendis iĢsizliğinden söz edilirken, teknisyen açığının bulunması gibi) belirtilmesi gereken önemli bir sorun kaynağıdır. Ġstihdama iliĢkin göstergelerin tümünde Türkiye ya AB-27‟ye yakınlaĢmakta ya da AB-27‟den daha yüksek değerler almakta, daha yüksek bir performans göstermektedir. Çizelge 3.26., Türkiye‟de iĢsizlik oranın AB-27‟den daha düĢük olduğunu ve AB-27‟de artan iĢsizliğe nazaran Türkiye‟de iĢsizliğin azaldığını göstermektedir. Bu anlamda Türkiye AB-27‟den daha güçlü bir performans ortaya koymaktadır. Ancak istihdam oranı ve iĢgücüne katılım oranı açısından aynı Ģeyi 334 söylemek mümkün değildir. Ġstihdam ve iĢgücünün hacmine dönük uygulanan politikalar bu iki parametre bağlamında Türkiye‟den çok daha yüksek değerlere sahip olan AB-27‟deki mevcut seyri yakalamakta baĢarılı olamamıĢtır. 3.5.2.4. Eğitim Eğitim, çocukluktan baĢlamak üzere bireyin geliĢimini belirleyen önemli bir aĢama olduğu gibi, toplumsal bütünleĢmeyi sağlayan katılımcı bir süreçtir. Çocukluk döneminde eğitimden dıĢlanma, ileriki yaĢlarda sosyal dıĢlanmaya zemin hazırlamaktadır. Eğitimden dıĢlanmanın toplumsal cinsiyet, etnisite, ailenin sınıfsal konumu, ailenin eğitim düzeyi gibi çok sayıda toplumsal gerekçesi olabilmektedir (Sapancalı,2005:176). Bireyin elde ettiği eğitim, hem ekonomik faaliyetlerin niteliğini, hem de iĢgücüne katılım oranlarını etkileyen bir faktördür. Eğitim düzeyi yükseldikçe iĢgücüne katılım oranlarının da yükseldiği görülmektedir. Eğitim düzeylerine göre iĢgücüne katılım oranları arasındaki fark kadınlarda erkeklerden daha fazladır (bkz. Çizelge 3.27). Çizelgeden görüldüğü üzere, üniversite eğitimi kadın istihdamını en çok artıran eğitim düzeyidir. Kadınların iĢgücüne katılması eğitim düzeyi ile birlikte artmakta, ancak üniversite eğitimi ile adeta sıçramaktadır. Eğitim düzeyi yükseldikçe iĢgücüne katılma oranlarının arttığı görülmekle birlikte, söz konusu oranlar, kadınların erkeklere oranlara eğitim hizmetlerine eriĢemediği yönündedir. Kadınların özellikle eğitim aracılığı ile iĢ hayatına ve sosyal yaĢama katılım seviyesinin yükselmesi, ülkelerin ekonomik ve sosyal geliĢimini etkileyecek önemli faktörlerden biri olacaktır. 335 Çizelge 3.27. Türkiye'de eğitim durumuna göre iĢgücüne katılma oranı, iĢsizlik Oranı 2003 2005 2007 2009 2011 2013 İşgücüne İşgücüne İşgücüne İşgücüne İşgücüne İşgücüne Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik Katılma İşsizlik Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Oranı (%) Toplam 28,2 7,0 19,9 4,9 18,1 5,2 18,8 8,0 20,5 4,6 20,1 4,9 Okur-yazar Erkek 48,7 11,4 41,9 10,1 36,9 12,4 37,1 17,6 37,8 10,7 33,8 11,6 Olmayanlar Kadın 23,6 5,0 15,6 2,3 14,4 1,7 15,0 3,0 17,1 2,0 17,4 2,3 Toplam 38,4 11,0 43,1 12,0 45,8 11,9 48,1 16,1 50,8 10,5 48,0 10,5 Lise Altı Erkek 54,2 12,0 61,8 12,4 65,0 12,3 67,7 16,6 69,8 10,4 69,1 10,0 Eğitimliler Kadın 18,9 10,1 18,5 11,5 19,7 11,7 21,4 15,9 24,7 12,0 26,3 12,7 Lise ve Toplam 55,5 12,8 57,3 13,8 56,7 13,0 58,7 16,8 58,8 11,8 59,1 11,3 Dengi Erkek 70,7 10,6 73,8 11,1 72,8 10,4 75,1 13,9 75,5 9,0 75,7 8,3 Meslek Kadın 30,8 20,5 31,9 23,6 32,4 21,5 34,8 26,1 34,8 20,7 35,7 20,3 Toplam 77,7 11,1 77,9 10,0 77,3 9,7 78,0 12,1 79,3 10,4 80,1 10,3 Yüksek Erkek 82,7 8,9 83,5 7,9 82,6 7,4 83,1 9,6 85,3 7,6 86,1 7,4 öğretim Kadın 69,5 15,3 69,1 14,1 69,4 13,9 70,8 16,3 70,8 15,2 72,2 15,1 Kaynak: TÜĠK, http://www.tuik.gov.tr Gençlerin de iĢgücü piyasasına geçiĢteki engellerden bir diğeri eğitim ve mesleki eğitimdir. Bir toplumda iyi eğitilmiĢ insanların iĢgücüne katılımı daha yüksektir. Ġyi eğitilmiĢ kiĢilerin; iyi ücretli, iyi iĢ bulma imkânları daha çok, iĢsiz kalma riskleri daha azdır. DüĢük eğitimli, vasıfsız gençlerin iĢsiz kalma riski, düĢük ücret, fakirlik ve sosyal dıĢlanma riski daha yüksektir. Eğitim düzeyinin yarattığı iĢsizlik ve ücret farklılıkları 21. yüzyıl bilgi ekonomisi ile daha da açılmaktadır. 2013 yılı TÜĠK verilerine göre okuryazar olmayan nüfusun sadece % 19,2‟si istihdamda iken bu oran lise altı eğitimlilerde %42‟ye, lise mezunlarında %46,7‟ye, meslek liselilerde %58,3‟e yüksekokul ve fakülte mezunlarında %71,9‟a yükselmektedir. Ülkemiz eğitim sisteminin temel sorunları, temel eğitime herkesin eriĢiminin sağlanamaması, eğitim kalitesinin düĢüklüğü ve demografik geliĢmelere ve hızlı değiĢime cevap vermede yetersiz kalan sistemin hantal yapısıdır. Özellikle sekiz yıllık zorunlu eğitime geçiĢ sonrası net okullaĢma oranı; ilköğretimde %96,5‟e, orta öğretimde yaĢanan %58,5‟e, bu yükseköğretimde iyileĢmeler olumlu %21,1‟e geliĢmelerdir. yükselmiĢtir. Sayısal Ancak geliĢmiĢ açıdan ülkelerle 336 karĢılaĢtırıldığında orta ve yükseköğretimde okullaĢma oranları bir hayli düĢüktür. Ayrıca, özellikle eğitim sisteminde düzeltilmesi gereken birçok olumsuzluk ise halen ve kısmen derinleĢerek devam etmektedir. Bunların baĢlıcaları, erken çocukluk eğitiminin yetersizliği, eğitimde cinsiyet eĢitsizliği, yükseköğretim kapısında bekleyen milyonlarca genç lise mezunu sorunlarıdır. Nüfusun eğitim düzeyi yükseldikçe iĢsizlik oranları düĢme iĢgücüne katılım oranları ise yükselme eğilimindedir. Ülkemizde eğitim kademelerine göre toplam iĢsizliğin en yoğun olduğu gruplar, ortaokul ve lise mezunlarıdır. Günümüzde eğitimin sosyal içermenin vazgeçilmez temeli ve itici gücü olduğu konusunda uzlaĢı ortaya çıkmıĢtır. Eğitim diğer politikaların uygulanabilmesi, özellikle sağlık ve yerel kalkınma alanlarındaki politikaların harekete geçirilmesi ve yurttaĢların ihtiyaçlarının karĢılanabilmesi amacıyla bütüncül politikaların oluĢturulabilmesi için de kilit önem taĢımaktadır. Teknolojik geliĢmelere bağlı olarak ortaya çıkan kurumsal ve örgütsel değiĢmeler iĢgücünün eğitim seviyesinin yükseltilmesini gerektirmektedir. Avrupa Birliği‟nden daha genç nüfusa sahip olan Türkiye‟de sosyal içermenin gelecekteki koĢulları bugünün eğitim politikaları tarafından Ģekillendirilmektedir. AB‟ye uyum sürecinde eğitim gibi sosyal göstergelerde Avrupa Birliği ortalamalarına yaklaĢılması ve bu doğrultuda, eğitime eriĢimin artırılması ve eğitim hizmetlerinin iyileĢtirilmesi ve sosyal içermenin geliĢtirilmesi önem arzetmektedir. Türkiye‟de okulu terk etme (18–24 yaĢ aralığında olup en çok ortaokul okuyanlar) oranı çok yüksektir. 2013 yılında Türkiye‟deki gençlerin yaklaĢık %37,5‟i, AB-27‟de ise sadece % 12‟si okulu erken terk etmiĢtir138. Türkiye‟nin AB‟ye giriĢ sürecinde AB tarafından hazırlanan yıllık ilerleme raporları, AB‟nin aday ülkelerin eğitim gibi alanlarda geliĢmelerini saptadığı önemli dokümanlar olarak nitelendirilebilir. Ġlerleme raporlarında, Türkiye‟nin eğitim sisteminin genelde AB eğitim politikalarıyla uyumlu olduğu; fakat eğitim hizmeti, dersler, eğitim personeli ve genel personel açısından AB standartlarının gerisinde olması, yoksul kesimdeki eğitim açığının büyük, eğitim imkânları ve yaĢam boyu 138 http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/product_details/dataset?p_product_code=TSDSC410 337 öğrenmeye katılımın düĢük olması gibi eğitime eriĢim konusunda Türkiye ile AB arasında çarpıcı farklılıklar bulunduğu belirtilmiĢ; her yıl izlenen geliĢmelerin sınırlı düzeyde olduğu vurgulanmıĢtır139. AB‟ye giriĢ sürecinde Türkiye, AB‟nin eğitim politikalarına genel olarak uyum sağlamak ve eğitim programlarını bu politikalar çerçevesinde geliĢtirmek durumundadır. Bu doğrultuda Türkiye eğitim sisteminde çeĢitli düzenlemeler yapılmakta ve yapılmaya da devam edilmektedir. Örneğin, Lizbon Stratejisinde ve Bologna sürecinde AB‟nin belirlediği politikalar Türkiye tarafından da kabul edilmektedir ve Türkiye eğitim sisteminin yükseköğretim basamağında ECTS, diploma eki vb. uygulamalar gerçekleĢtirilmiĢ, yükseköğretimde kalite güvencesi, öğrenci ve akademisyen hareketliliği gibi gerekli düzenlemeler yapılmıĢtır. Sadece yükseköğretimde değil ilköğretim ve ortaöğretim basamaklarında da bilgi teknolojilerini geliĢtirmek, okullaĢma oranlarını artırmak gibi çeĢitli düzenlemeler yapılmıĢ ve yapılmaya da devam etmektedir. Fakat Türkiye‟nin artan genç nüfusu için AB raporlarında da belirttiği gibi okullaĢma oranları yeterli olmamaktadır. Türkiye eğitim sistemindeki özgünlüğünü kaybetmeden bu sürece uyum sağlamak, AB‟ye üye ülkelerde olduğu gibi genç bireylere iĢ olanakları sağlamayı amaçlamalıdır. Türkiye‟de eğitimin kalitesini artırmak için AB üye ülkelerinde olduğu gibi yaĢam boyu öğrenme ile ilgili çalıĢmalara üniversitelerin de desteğiyle gerekli özen gösterilmeli ve her yaĢ grubundan insan yaĢam boyu öğrenme sürecinden yararlanmalıdır. Türkiye‟nin AB‟ye tam üyelik sürecinde çözmesi gereken bu gibi niteliksel sorunların yanında okulöncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim gibi basamaklarda okullaĢma oranlarının düĢük olması, eğitim için yapılan harcamaların yetersiz olması gibi niceliksel eksikliklerini de çözmesi gerekmektedir. 139 Eurydice, (2010). Türk eğitim sisteminin örgütlenmesi 2008/09. http://eacea.ec.europa.eu/education/eurydice/documents/eurybase/eurybase_full_reports/TR_TR.pdf. 06.12. 2010). Web: (e.t: 338 3.5.2.5. Sosyal koruma Türkiye‟nin sosyal dıĢlanma ile mücadele alanında, sosyal içermede hangi noktada bulunduğunu değerlendirmede kullanılabilecek en sağlıklı gösterge, bu amaç için ayrılan kamu kaynaklarının büyüklüğüdür. Sosyal koruma harcamalarının izlenmesinde uluslar arası olarak kullanılan iki yöntem bulunmaktadır. Bunlardan birincisi AB‟nin kullandığı Avrupa BirleĢtirilmiĢ Sosyal Koruma Ġstatistikleri Sistemi (ESSPROS) ikincisi ise OECD‟nin kullandığı Sosyal Harcamalar Veri Tabanı (SOCX) yöntemidir. ÇalıĢmamız kapsamında ülkemizdeki sosyal dıĢlanmayı önleyici politikaların değerlendirilmesinde AB ile bir karĢılaĢtırma yapılabilmesi için AB‟nin kullandığı ESSPROS yöntemini esas almak doğru olacaktır. Nitekim TÜĠK‟in sosyal koruma istatistikleri ESSPROS metodolojisi ile uyumlu olarak derlenmektedir. Sosyal korumanın amacı; iĢgücü piyasasına katılımı artırmak, sosyal güvenlik sistemlerini etkinleĢtirmek, çalıĢma yaĢamını uzatmak, özel emeklilik programlarını desteklemek, çocuk yoksulluğunu ortadan kaldırmak, çalıĢan çocuklar konusunda yeni politikalar üretebilmek, uygun barınma koĢullarını sağlamak, uzun süreli ve eriĢilebilir sağlık hizmetlerini sağlamak, sistemli, objektif, sürekli sosyal hizmet ve yardımları sağlamak, göçmenler, özürlüler, azınlıklar gibi grupları topluma entegre etmek, ayrımcılıkla savaĢmak, sosyal korumaya ayrılan kaynakları artırmaktır. Sosyal koruma gerektiren alanlar hastalık, tedavi, özürlülük, yaĢlılık, aile, çocuk, iĢsizlik, konut ve sosyal dıĢlanma olarak tanımlanmıĢtır. Bunlar, korunan kiĢilere doğrudan nakit ödemeleri, bu kiĢilerin yaptıkları harcamaların geri ödenmesi ve bu kiĢilere mal ve hizmet yardımlarını içermektedir. Harcama kalemleri açısından ele alındığında ESSPROS, idari giderleri, diğer sosyal harcama birimlerine transferleri ve diğer harcamaları da hesaplamaya dahil etmektedir (Yentürk,2012:11). Türkiye‟de sosyal güvenlik, sağlık, sosyal hizmetler ve sosyal yardımları içine alan sosyal koruma harcamalarının GSYH‟ya oranı 2006–2008 yılları arasında % 339 11,5 civarından, kriz yılı olan 2009‟da % 13,49 olmuĢtur. 2010 yılında % 13 civarına yükselmiĢtir. Bu oran daha önceki tüm yıllardan daha yüksek bir gerçekleĢmedir. 2010 yılında % 13; 2011 yılında % 12,79; 2012 yılında % 13,28 olarak gerçekleĢmiĢtir. 2008 döneminde GSYH‟ya oranı % 11,5 olan sosyal koruma harcamalarının 2010–2012 döneminde % 13 civarına yükselmesi ve 2013 – 2015 dönemi için en az bu oranda kalmasının planlanması olumlu bir geliĢmedir, ancak ortalama % 13 civarında kalan bir sosyal koruma harcaması oranı Türkiye için çok yetersizdir. Bu oran, birçok ülkenin karĢılaĢtırıldığında da sosyal koruma oldukça düĢük harcamalarının kalmaktadır. GSYH En son oranı ile yayınlanmıĢ EUROSTAT verilerine göre AB(27) ülkelerinin sosyal koruma harcamalarının 2009 yılında GSYH‟ya oranı % 29,6‟dır (bkz. Çizelge 3.31). 2009 yılında Türkiye‟nin sosyal koruma harcamasının GSYH‟ya oranı ise % 13,5 ile kısıtlıdır. Çizelge 3.28. Sosyal koruma harcamalarının GSYH‟ye oranı (%) Sosyal Koruma Harcamaları Toplamı Ġdari Masraf ve Diğer Harcamalar 2008 2009 2010 2011 2012 11,59 13,49 13,03 12,79 13,28 0,21 0,22 0,20 0,21 0,23 11,38 13,27 12,83 12,58 13,05 Hastalık/Sağlık Bakımı 3,74 4,42 3,97 3,77 3,71 Engelli/Malül 0,26 0,37 0,37 0,39 0,46 Emekli/YaĢlı 5,80 6,64 6,75 6,76 7,00 Dul/Yetim 1,08 1,15 1,15 1,04 1,13 Aile/Çocuk 0,32 0,37 0,35 0,38 0,41 ĠĢsizlik 0,08 0,20 0,15 0,13 0,18 Konut 0,00 0,01 0,00 0,00 0,00 Sosyal Koruma Yardımları Toplamı Sosyal DıĢlanma b.y.s 0,10 0,12 0,09 0,09 0,15 Kaynak: TÜĠK Sosyal Koruma Ġstatistikleri, 2008–2012. b.y.s: baĢka yerde sınıflandırılmamıĢ. Sosyal koruma istatistikleri, ESSPROS (The European System of Integrated Social Protection Statistics) el kitabında kullanılan tanım ve sınıflamalar doğrultusunda derlenmektedir (TÜĠK, Resmi Ġstatistik Programı 2012–2016). Sosyal koruma harcamalarının GSYH içindeki payına risk/ihtiyaç grupları bazında bakıldığında, yaĢlı/emeklilere yönelik yapılan harcamaların %7 ile en büyük paya sahip olduğu görülmektedir. Bunu %3,7 ile hastalık/sağlık bakımı harcamaları ve %1,1 ile dul/yetim harcamaları takip etmektedir. 340 Çizelge 3.29. Sosyal koruma harcamalarının sosyal güvenlik, sosyal yardım, sağlık hizmetlerine yönelik dağılımları, GSYH % 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 Sağlık Harcamaları 4,07 4,22 4,44 5,13 4,60 4,38 4,40 Sigorta ve Emeklilik Ödemeleri 6,42 6,73 6,62 7,59 7,63 7,52 7,96 Sosyal Hizmet ve Sosyal Yardım Harcamaları 0,50 0,52 0,56 0,77 0,77 0,89 0,92 TOPLAM 11,00 11,47 11,62 13,49 13,00 12,79 13,28 Kaynak: Yentürk, 2012: 37. Not: Sağlık harcamaları olarak Merkezi Yönetim sağlık harcamaları ve SGK sağlık harcamalarının tümü ve SGK diğer ödemelerin yüzde 30‟u alınmıĢtır. Sigorta ve emeklilik ödemeleri olarak ĠĢsizlik Sigortası Fonu giderleri ve SGK sigorta ödemelerinin tümü ve SGK diğer harcamaların yüzde 70‟i alınmıĢtır. Sosyal hizmet ve sosyal yardım harcaması olarak Merkezi Yönetim kapsamındaki idarelerin toplam sosyal koruma harcamaları (transferler hariç), 2006-2014 arası 2022 sayılı Kanun ödemeleri ve SYDTF giderleri alınmıĢtır. 2012 yılı için sigorta ve emeklilik ödemelerinin GSYH‟ye oranının yüzde 7,96; sağlık harcamalarının GSYH‟ye oranının yüzde 4,40 civarında gerçekleĢtiği görülmektedir. Sosyal hizmetler ve sosyal yardıma yapılan harcamalar ise GSYH‟nin yüzde 0,92‟si olarak kalmaktadır. 2006 yılında bu harcamanın GSYH‟ye oranı yüzde 0,50‟dir. Türkiye‟deki sosyal koruma harcamalarının içinde, özellikle sosyal güvenlik kapsamında olan ya da sigortası olup iĢsiz kalmıĢ olanlara yönelik harcamaların önemli bir yer tuttuğunu, prim ödememiĢ yoksul kesime yönelik harcamaların payının ise çok düĢük kaldığını söylemek mümkündür. Özellikle 2011 yılından sonra, seçime katılan tüm siyasi partilerin yoksullukla mücadele konusunda gelir desteği, aile sigortası vb. politikaları gündeme getirmiĢ olmalarına rağmen, hiç kayıtlı iĢçi olarak çalıĢmamıĢ ve çalıĢma ümidi olmayan, sosyal dıĢlanmıĢ kimselere yapılan yardımlarda bir artıĢ düĢünülmemesi ya da bu artıĢın 2014 yılından sonrasına ertelenmesi, sosyal koruma harcamaları açısından olumsuz bir öngörüdür (Yentürk,2012:37). Mevcut sistemde, devlet memurlarını kapsayan Emekli Sandığı (Em.San.), iĢçilerin bağlı olduğu Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) ve kendi hesabına çalıĢanları kapsayan Bağ-Kur formel sektörde istihdam edilenlerin sosyal güvenliğinden sorumlu kurumlar olarak, devletle farklı iliĢkiler içinde bir arada var olmaktadır. Bunların yanı sıra, SYDGM, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) ve Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) gibi yoksulluk ve sosyal dıĢlanma tehdidi altındaki gruplara yönelik, ihtiyaç tespitine dayalı sosyal hizmet 341 ve yardım sağlayan kurumlar da faaliyet göstermektedirler. Sağlık Bakanlığı ve bir süredir ÇSGB de sosyal koruma alanında faaliyet göstermektedirler. Son zamanlarda resmi verilerin derlenmesinde ve bütçeleme prosedürlerinde olumlu birtakım geliĢmeler olmuĢtur. 2003 yılında kabul edilerek yürürlüğe konulan Kamu Hesapları Yönetimi ve Kontrolü Kanunu ile SayıĢtay‟ın faaliyetlerini düzenleyen kanunda yapılan değiĢiklikler, kamu yönetiminde AB pratikleri ile uyumlu bir biçimde daha Ģeffaf ve hesap verebilir bir zihniyetin yeĢermeye baĢladığının sinyallerini vermektedir. Devlet Ġstatistik Enstitü‟sünün, 2005 sonlarında Türkiye Ġstatistik Kurumu (TÜĠK) olarak yeniden yapılandırılması ve bu çerçevede verilerin ESSPROS metodolojisi ile uyumlu olarak toplanması ve sunumu çalıĢmaları da olumlu geliĢmelerdendir. Bir diğer olumlu geliĢme ise, ÇSGB‟nin, Avrupa Komisyonu için hazırlamakta olduğu Ortak Ġçerme Belgesi için ESSPROS metodolojisi ile uyumlu resmi veri derleme çabası içinde olmasıdır (Buğra,Adar,2007:20). Çizelge 3.30. Türkiye ve OECD ülkelerinde sosyal koruma harcamalarının geliĢimi Türkiye 140 OECD 1980 3,2 15,5 1985 3,1 17,2 1990 5,7 17,6 1995 5,6 19,5 2000 18,9 2005 9,9 19,7 2009 12,8 22,1 2010 22 2011 21,7 2012 21,7 2013 21,9 Kaynak: http://www.oecd.org/social/expenditure.htm#socx_data (29.10.2014) OECD ülkeleri arasında sosyal koruma harcamalarının GSYĠH içindeki payı bakımından bir sıralama yapıldığında141, en büyük payın %32,1 ile Fransa tarafından ayrıldığı, Fransa‟yı %30,2 ile Danimarka ve %29,8 ile Ġsveç izlemektedir. Sosyal koruma harcamaları bakımından Türkiye‟nin OECD ülkeleri arasındaki durumu pek iyi görünmemektedir. Türkiye yaklaĢık %12,8‟ lik bir oranla ġili (%11,3), Kore (%9,6) ve Meksika (%8,2)‟nın üzerinde sondan dördüncü sırada yer almaktadır. OECD ortalamasının %22,1 olduğu bir durumda, Türkiye‟nin sosyal koruma harcamalarına ayırdığı payın oldukça düĢük olduğu ifade edilebilir. 140 OECD‟nin sosyal koruma harcamalarının toplamı, sağlık, yaĢlılık, iĢsizlik, hastalık ve özürlülük yardımları ile konut ve aile yardımları gibi harcama kategorilerinden derlenmektedir. 141 OECD‟de Türkiye‟ye iliĢkin veriler 2009 yılına kadardır. Bu nedenle 2009 yılı verileri baz alınmıĢtır. 342 Çizelge 3.31. Türkiye ve AB‟nde sosyal koruma harcamaları (%) AB 27* Yunanistan Portekiz İspanya Türkiye** Toplam Sosyal Koruma Harcamaları 2009 2010 2011 29,6 29,3 29,0 28,0 29,1 30,2 26,8 26,8 26,5 25,4 25,8 26,1 13,5 13,0 12,8 2009 11,1 11,3 11,1 8,1 6,6 Yaşlılık 2010 11,1 11,9 11,3 8,6 6,8 2011 11,1 12,7 11,9 8,9 6,8 Hastalık/Sağlık 2009 2010 2011 8,4 8,3 8,2 8,0 8,2 7,5 7,3 7,0 6,3 7,3 7,2 7,0 4,4 4,0 3,8 Diğer 2009 2010 2011 10,1 9,9 9,7 8,7 9,0 10,0 8,4 8,5 8,3 10,0 10,0 10,2 2,4 2,3 2,3 *http://epp.eurostat.ec.europa.eu/tgm/table.do?tab=table&init=1&language=en&pcode=tps00098&plugin=0 (29.10.2014) ** http://www.tuik.gov.tr, TÜĠK Sosyal Koruma Ġstatistikleri (e.t. 29.10.2014). Türkiye‟deki sosyal koruma harcamalarının Avrupa Birliği ülkelerine göre düĢük olduğu görülmektedir. Daha anlamlı ve çarpıcı olan bir örnek ise, Güney Avrupa ülkelerinde kamu sosyal harcamalarının geliĢimidir. 1980‟de Yunanistan (%10,3), Portekiz (%9,9) ve Ġspanya‟da (%15,5) sosyal harcamaların GSYĠH içindeki oranı OECD ortalamasından daha düĢük olmuĢtur. 2009‟da bu yüzdeler sırası ile 23,9, 25,6 ve 26,0‟a yükselmiĢtir. Bu da aslında AB üyeliğinin ülkelerin sosyal politika alanında yarattığı olumlu etkiyi göstermektedir. Refah devletinin geliĢmiĢ olduğu ülkeler de sosyal harcama seviyelerini 1980–2009 arası dönemde korumayı baĢarmıĢlardır. Ġsveç‟te 1980 yılında GSYĠH‟nin %27,1‟i olan kamu sosyal harcamaları, 2009 yılında GSYĠH‟nin % 29,8‟ini oluĢturmuĢtur. Ülkemizde devlet tarafından yapılan sosyal nitelikteki harcamaların OECD ve Avrupa ülkelerinin gerisinde kalması, Türkiye‟de devletin sosyal devlet gereklerini yerine getirmek üzere yaptığı harcamaların sosyal içermede yeterli olmadığını göstermektedir. 343 SONUÇ Sosyal politika alanındaki en önemli kavramlardan biri olan sosyal dıĢlanma toplumla bütünleĢemeyen bireyleri ifade etmek için kullanılmakta olup, yoksulluktan daha geniĢ bir kavramdır ve sosyal dıĢlanma ile mücadele bireylerin yeniden toplumun bir parçası olmasını amaçlamaktadır. KüreselleĢme ve neoliberal politikaların egemenliğinde ortaya çıkan değiĢimler, hem geliĢmiĢ hem de geliĢmekte olan ülkelerde sosyal devleti zayıflatarak sosyal dıĢlanmanın yaygınlaĢması için uygun zemin yaratmıĢtır. Dünyada yoksulluğa bağlı olarak yaĢanan göç dalgaları, pek çok ülkede sosyal, siyasal ve ekonomik haklardan yoksun kalan toplulukların oluĢmasına sebep olmuĢtur. Özellikle Avrupa‟da belirli grupların ekonomik ve sosyal haklara eriĢimlerinde karĢılaĢtıkları zorluklar ve sosyal koruma ve yardımlara ihtiyaçlarının artması ile “sosyal dıĢlanma/içerme” kavramı gündeme gelmiĢ ve temel politika belgelerinde öncelikli konulardan biri olarak ele alınmaya baĢlanmıĢtır. Sosyal dıĢlanma durumu, kısaca sosyal, ekonomik, politik ve kültürel haklardan mahrum olma veya bu haklara ve ilgili hizmetlere eriĢimde güçlüklerle karĢılaĢma durumu olarak tanımlanabilmektedir. Yoksulluktan farklı olarak sosyal içerme statik bir durumu değil, bir süreci ifade etmektedir. 1970‟li yıllarda Avrupa‟da yaĢanan ekonomik kriz ve gerileme ile birlikte sosyal dıĢlanma sorunu, baĢta Fransa olmak üzere tüm dünya devletleri nezdinde tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. 1974 yılında Fransa‟nın Sosyal ĠĢler Bakanı Lenoir, Fransız toplumunun onda birinin toplumdan dıĢlanmıĢ olduğunu belirtmiĢ ve engelliler, suç iĢleyenler, hasta ve bakıma muhtaç olanlar, istismar edilen çocuklar, uyuĢturucu madde bağımlıları, intihara eğilimli insanlar, yalnız ebeveynler ve problemli aileleri “sosyal uyumsuzluk” içindeki insanlar olarak tanımlamıĢtır. 1980‟li yıllarda ekonomik koĢulların zorlaĢması ile birlikte bu gruplara iĢsizler ve yoksullar da eklenmiĢ ve sosyal dıĢlanma kavramı eĢitsizlik ve yoksulluk olgularıyla birlikte ele alınmaya baĢlamıĢtır. Sosyal dıĢlanmanın en önemli nedeni olarak yoksulluk ve iĢsizlik gösterilmekle birlikte, iĢgücü piyasaları ve gelir dağılımının bozulması, sosyal korumanın yetersizliği, ekonomik ve sosyal 344 eĢitsizlikler de sosyal dıĢlanmanın artmasında etkili olmuĢtur. Kısaca bireylerin toplumla bütünleĢememeleri anlamına gelen sosyal dıĢlanma 90‟lı yıllardan itibaren Avrupa Birliği‟nin merkezi politika konularından biri haline gelmiĢ, sosyal dıĢlanmaya dair tartıĢmalar Avrupa Birliği gündeminde önem kazanmıĢtır. Sosyal dıĢlanma, en belirgin olarak ekonomik alanda kendini göstermektedir. Gerçekten temel gereksinimlerini karĢılayamamaktan ileri gelen dıĢlanmanın en açık yansıması yoksulluktur. Sosyal dıĢlanma yoksullukla örtüĢmesine rağmen, yoksulluğun ötesinde anlamlar taĢımakta olup, yoksulluğun ve yoksunluğun ötesinde sosyal iliĢkiler bağlamında değerlendirilmektedir. Sosyal dıĢlanmanın ekonomik alandaki bir diğer yansıması da iĢgücü piyasalarında ortaya çıkmaktadır. ĠĢgücü piyasasından dıĢlanmanın göstergesi olan iĢsizlik, hem üretimden ve gelirden dıĢlanma biçiminde ekonomik, hem de statü ve sosyal iliĢkilerden dıĢlanma biçiminde toplumsal alanla yakından ilgilidir. ĠĢsizlik son yıllarda geliĢmiĢ toplumlar bakımından da içinden çıkılamaz bir sosyal dıĢlanma biçimi haline gelmiĢtir. Günümüzde geliĢmiĢ toplumlarda da yapısal ve uzun süreli hale geldiğinden çözüm üretmek güçleĢmektedir. Çözüm yollarından biri olarak benimsenen atipik istihdam biçimleri, elde edilen gelirin yetersizliği, güvencesizlik ve eğretilikle özdeĢleĢtiğinden, iĢsizlikle mücadele aracı olmaktan daha çok, dıĢlanmanın biçim değiĢtirerek tezahür etmesi sonucunu doğurmaktadır. Ġstihdam yaratmak, sosyal dıĢlanma ile mücadelede en önemli araçlardan biridir. Ġstihdam dıĢlanmayı ortadan kaldırmanın en etkin yoludur. Sosyal dıĢlanmanın karĢıtı olan ve toplumdaki bazı kesimlerin sosyal hayata katılımının sağlanmasını ifade eden sosyal içerme büyük ölçüde istihdam ile bağlantılıdır. DıĢlanmanın önlenebilmesi ve sosyal dıĢlanmaya maruz kalanların tekrar topluma kazandırılabilmesi açısından, yeterli gelir sağlayan, sosyal güvencesi olan bir çalıĢma Ģekli, bireylerin hem maddi ihtiyaçlarını hem de sosyalleĢme gibi maddi olmayan ihtiyaçlarını karĢılamalarını sağlayacak ve kendilerine güvenlerini kazanmalarına yardımcı olacaktır. Yoksulluk ve iĢsizliğin yanı sıra eğitim, sağlık, barınma, sosyal güvenlik gibi en temel haklardan ve kaynaklardan yoksunluk biçiminde ortaya çıkan sosyal 345 dıĢlanma, tüm dünyada olduğu gibi AB‟nde de önemli bir sorundur. AB ve üye ülkeler, küreselleĢme, artan rekabet, teknolojik geliĢmeler ve demografik baskılar karĢısında ciddi ekonomik ve sosyal sorunlarla karĢı karĢıyadır. Gelir eĢitsizliği giderek artmakta, toplam nüfusun %16‟sı yani yetmiĢ milyondan fazla insan yoksulluk eĢiğinin altında yaĢamakta, iĢsizler içinde uzun süreli iĢsizlerin oranı giderek artmaktadır. Özellikle iĢsizler, kadının aile reisi olduğu tek ebeveynli aileler, yalnız yaĢayan kadınlar ve çok çocuklu ailelerin yoksulluk riski ile karĢılaĢma olasılıkları giderek daha yüksek oranlara çıkmaktadır. ĠĢgücü piyasasında uygun ve güvenceli yeni iĢ yaratılması konusunda önemli sıkıntılar yaĢanmaktadır, iĢsizlik giderek kalıcı bir hal almaktadır. Özellikle gençler arasında iĢsizlik daha da büyük bir soruna dönüĢmektedir. Gençlerin okul sistemine olan güvenleri sarsılmıĢtır ve eğitimini tamamlamadan okul sisteminden ayrılanların sayısı giderek artmaktadır. Nüfus yaĢlanırken, yaĢlı nüfusu huzurlu bir emeklilik yaĢantısı değil, daha uzun süre iĢgücü piyasasında tutmaya yönelik politikalar beklemektedir. Göçmen ve azınlıklara yönelik ayrımcılıklar artarken, ırkçı eğilimler giderek daha yoğun bir biçimde ekonomik, sosyal ve siyasal yaĢamda gerilimlere neden olmaktadır. Açıkçası, öncelikli hedefi ekonomik büyüme ve bütünleĢmeyi sağlamak olan AB projesi, sosyal bütünleĢme konusunda önemli sıkıntılar yaĢamaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de sosyal dıĢlanma riski ile karĢı karĢıya olan dezavantajlı grupların varlığı sosyal dıĢlanma kavramının sosyal politika literatüründe yerini almasını sağlamıĢtır. Türkiye‟de birçok ülkede görüldüğü gibi gelir dağılımı adaletsizliğinden kaynaklanan sosyal dıĢlanma sorununun varlığını görmekteyiz. Zengin ve yoksul kesim arasındaki gelir farkının fazlalığı ve bölüĢümün eĢitsiz oluĢu yoksul kesimlerin ekonomik hayattan, tüketim harcamalarından ve iĢgücü piyasaları gibi birçok alandan dıĢlandığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Yoksulluk, sosyal bir sorun olarak 1990‟ların sonunda Türkiye‟nin gündemine yerleĢmiĢtir. 1990‟larda, teknolojik, ekonomik ve demografik geliĢmenin yol açtığı ciddi bir yapısal dönüĢüm yaĢanmıĢtır. Sosyal içerme, AB‟nin yoksulluk ve sosyal dıĢlanmayla mücadele amacıyla, sosyal politika alanında geliĢtirdiği stratejik bir yaklaĢımdır. Sosyal dıĢlanma ile aktif mücadeleye yönelik ilk resmi adım, kapsayıcı bir toplum, herkes için eĢit 346 fırsatlar ve düzgün yaĢam standartları oluĢturulması amacını ifade eden sosyal içerme kavramının 1999‟da yürürlüğe giren Amsterdam AnlaĢması (136– 137.madde) içerisinde birliğin amaçları arasında sayılması olmuĢtur. Sosyal içerme kavramı, sosyal dıĢlanma ve yoksullukla mücadele yöntemi olmanın yanı sıra, insanların ekonomik ve sosyal haklardan eĢit olarak faydalanmasını sağlayacak, haklara ve hizmetlere eriĢimi kolaylaĢtıracak ve farklılıkları en aza indirecek politikaların üretilmesinde de bir araç olarak görülmüĢtür. Bu doğrultuda, 2001 yılında Avrupa Komisyonu tarafından AB üyesi ülkelere sosyal içermeye yönelik ulusal eylem planlarını sunma yükümlülüğü getirilmiĢtir. Toplumdaki en korunmasız grupların (iĢsizler, eğitimsizler veya yeterli eğitim alamayanlar, evsizler, engelliler, madde bağımlıları, kadınlar, çocuklar, yaĢlılar vb.) istihdama, temel haklara, kamu hizmetlerine eriĢimlerini kolaylaĢtırmaya yönelik yürütülecek çalıĢmaların bir özeti niteliğinde hazırlanan eylem planlarına yönelik izleme raporları Avrupa Komisyonuna sunulmaya baĢlanmıĢtır. AB‟ye aday ülkelerden ise benzer amaçlara yönelik olarak Ortak Ġçerme Belgesi (JIM–Joint Inclusion Memorandum) hazırlamaları talep edilmiĢtir. Amsterdam AntlaĢmasının 137. maddesi ile bağlantılı olarak Mart 2000‟de gerçekleĢtirilen Lizbon Zirvesinde, “ilk olarak, yoksulluk ve sosyal dıĢlanma ile mücadelede üye ülkelerin çabalarını desteklemek ve ikinci olarak da sosyal içermeye daha fazla olanak sağlayan bir Avrupa kurmak” hedefleri belirlenmiĢtir. Lizbon Zirvesinde ayrıca, Avrupa düzeyinde açık koordinasyon yöntemi (open method of co-ordination/OMC) olarak adlandırılan bir çalıĢma yöntemi de benimsenmiĢtir. Bu yöntem ortak hedefler ve ana hatların saptanması; göstergeler ve ölçütlerin oluĢturulması, Ulusal Eylem Planları ve hedeflerin belirlenmesi yoluyla ortak hedeflerin ve ana hatların ulusal ve bölgesel politikalara dönüĢtürülmesi; periyodik izleme, değerlendirme ve emsal incelemeler yapılması temelinde iĢletilmektedir. 2001 yılında AB üyesi ülkelerin ve Komisyonun uzmanlarından oluĢan Sosyal Koruma Komitesi ve Avrupa Komisyonu, bir dizi hedef belirlemiĢ ve bu hedeflerin uygulanması için üye devletlerden temel politikalarını içeren yıllık Ulusal Sosyal Ġçerme Eylem Raporunu (NAPs/incl – National Action Report/Social Inclusion) hazırlamalarını istemiĢtir. 347 Üye devletler arasında bir kıyaslama yöntemi geliĢtirmek için, hazırlanan yıllık Ulusal Programlarda kullanılmak üzere, ortak bir göstergeler listesi geliĢtirilmiĢtir. Bu göstergeler; iĢgücü istatistikleri, kiĢi baĢına düĢen milli gelir ile milli gelirin dağılımı, sosyal harcamaların toplamı, yoksulluk göstergeleri gibi yirmiye yakın göstergeyi içermektedir. Üye devletlerin sosyal içerme stratejileri ise Aralık 2000 tarihinde Nice Konseyinde yoksulluk ve sosyal dıĢlanma alanında belirlenen dört ortak hedefe dayanmaktadır. Söz konusu hedefler istihdama katılım ile herkesin kaynaklara, haklara, mallara ve hizmetlere eriĢiminin kolaylaĢtırılması, sosyal dıĢlanma riskinin önlenmesi, en korumasız gruplara yardım edilmesi ve ilgili tüm tarafların seferber edilmesidir. Son dönemde ekonomik ve sosyal alanda yaĢanan geliĢmeler ve ihtiyaçlar dikkate alınarak sosyal içerme alanının kapsamının geniĢletilmesi gereği doğmuĢ ve küreselleĢme, çocuk yoksulluğu, herkes için insan onuruna yakıĢır barınma olanakları gibi temel sorun alanlarına da ülkeler tarafından öncelik verilmesi konusunda görüĢ birliğine varılmıĢtır. Bu yeni yaklaĢım ile Avrupa Sosyal Ġçerme Stratejisi “ Avrupa Sosyal Koruma ve Sosyal Ġçerme Stratejisi olarak anılmaya baĢlanmıĢtır. Kapsadığı sürenin sona ermesi ile birlikte Lizbon Stratejisi‟nin yerini 2010‟da yayımlanan “Avrupa 2020: Akıllı, Sürdürülebilir, Kapsayıcı Büyüme için Avrupa” stratejisi almıĢtır. Söz konusu stratejinin “Kapsayıcı Büyüme” önceliği çerçevesinde ekonomik ve sosyal anlamda bütünleĢmeyi sağlayan yüksek istihdam ekonomisi hedeflenmiĢ, Avrupa genelinde yüksek istihdam seviyesinin yakalanması ve ekonomik büyümenin AB‟nin her yerine eĢit dağılımını sağlayarak sosyal ve bölgesel uyumun temin edilmesi amaçlanmıĢtır. Sosyal dıĢlanmanın boyutları ve bu dıĢlanmaya yönelik oluĢturulan sosyal politika önlemleri ülkeden ülkeye değiĢiklik göstermektedir. O ülkede ortaya çıkan sosyal dıĢlanmanın biçimine ve nedenine uygun olarak aynı doğrultuda bir içerme politikası oluĢturmak gerekmektedir. Örneğin Fransa‟da toplumla sosyal ve kültürel bağların kopması olarak bakılan sosyal dıĢlanma, Ġngiltere‟de gelir adaletsizliğine bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun olarak ele alınmaktadır. Amerika‟da ise “alt sınıf” kavramı geliĢtirilmiĢ, bu grup yoksullardan farklı bir kesimi iĢaret etse de, 348 aynı yoksullar gibi bunların da topluma ve sisteme eklemlenmesi için “workfare” (çalıĢtırma) politikaları önerilmiĢtir. Bu yaklaĢıma göre, refah ödemeleri ve sosyal politikalar bağımlılık kültürünü arttırmakta ve çalıĢmama eğilimini güçlendirmektedir. Buna karĢılık çalıĢma karĢılığı asgari gelir garanti eden “workfare” ise, iĢsizleri en kötü koĢullarda ve güvencesiz iĢlerde bile çalıĢmaya zorlamaktadır. Bu yaklaĢıma göre kiĢi iĢsizse, bunun sorumlusu kendisidir. Bununla birlikte, baĢlangıçta ülkelerin her birinin kendi çözmesi gereken bir sorun olarak değerlendirilse de zamanla konunun önemi anlaĢılmıĢ ve Birlik düzeyinde çözüm yolları aranmaya baĢlanmıĢtır. Bu bağlamda AB‟ne üye ülkeler sorunun çözümünde Lizbon Zirvesinde benimsenen Açık Koordinasyon Yöntemi çerçevesinde hazırladıkları Ulusal Eylem Planları ile sosyal dıĢlanma konusunda temel hedefler ve mücadele yöntemleri belirlemiĢlerdir. Sosyal dıĢlanmayla mücadelede öne çıkan aktif istihdam politikaları, sosyal güvenlik sistemlerinin yeniden yapılanması, emeklilik reformları, devletin yerine sivil toplum örgütlerinin daha fazla öne çıkartılması gibi önlemler bugün küreselleĢme bağlamında uluslararası finans kuruluĢlarının birçok ülkeye dayattığı ekonomik büyüme hedefli yeni liberal politikaların birer ürünüdür. Bugün AB‟ndeki en önemli sorunlardan biri iĢsizliktir. AB iĢsizlik sorununa ciddiyetle yaklaĢmakta ve istihdamın artırılması için yeni politikalar belirlemektedir. Bu politikalar ile sosyal dıĢlanmaya neden olan en önemli faktör olan iĢsizliğin önlenmesine çalıĢılmaktadır. Ancak AB‟nin sorunu çözemediği ve hatta bu sorunun baĢka sorunlara da yol açtığı görülmektedir. Türkiye, AB‟ne adaylık sürecindeki yükümlülüklerinden biri olan sosyal dıĢlanma ile mücadele kapsamında aday ülkelerce hazırlanması öngörülen Ortak Ġçerme Belgesi (JIM) çalıĢmalarına, ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi (ABKD) BaĢkanlığı önderliğinde 3 Aralık 2004 tarihindeki BaĢlangıç Toplantısı ile baĢlamıĢtır. Süreç içerisinde bazı baĢlıklarda taraflar arasında uzlaĢma sağlanamaması nedeniyle belge askıya alınmıĢtır. 2010 yılında Brüksel‟de Avrupa Komisyonu ve ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin belgenin hazırlanmasına iliĢkin sürecin tekrar baĢlatılması yönünde karĢılıklı isteklerini dile getirmelerinin ardından belgeye iliĢkin hazırlık çalıĢmaları yeniden baĢlatılmıĢ, taslak metin 2012 yılı Ağustos 349 ayında Avrupa Komisyonuna iletilmiĢtir. Avrupa Komisyonu, getirilen yeni yaklaĢım gereği 2012 yılında Ortak Ġçerme Belgesinin, istihdam alanındaki öncelikleri belirleyen politika belgesi olan Ortak Değerlendirme (Ġstihdam) Belgesi (JAP) ile birleĢtirilmesini ve aday ülkelerde sosyal içerme ile istihdam alanlarını bütüncül biçimde ele alacak yeni bir strateji belgesi hazırlanmasına karar vermiĢtir. Buna göre ÇSGB Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi BaĢkanlığı 2013 yılı baĢlarında Ġstihdam ve Sosyal Reform Programı (ESRP) yazılmasına iliĢkin çalıĢmaları baĢlatmıĢtır. Türkiye‟deki sosyal dıĢlanmayı önleyici politikaların değerlendirilmesi noktasında çalıĢmanın son bölümünde ele aldığımız temel bazı göstergeler, ülkemizin sosyal içermedeki baĢarısızlığını gözler önüne sermektedir. Gelir dağılımı eĢitsizlik ölçülerinden gini katsayısı bağlamında Türkiye, AB27‟ye kıyasla adaletsiz bir ülkedir. Türkiye bugün itibariyle tüm Birlik üyelerinden çok daha yüksek bir gini değerine sahiptir. AB–27 ortalamasında 2013 yılında en zengin yüzde yirmilik grubun yıllık kullanılabilir gelirden aldığı pay en fakir yüzde yirmilik grubun aldığı payın 5 katı olmasına rağmen, ülkemizde 7,7 katıdır. Bu veriler ıĢığında Avrupa Birliği yolunda Türkiye‟nin gelir dağılımı problemi en önemli ve çözülmesi gereken sorunların baĢında gözükmektedir. Türkiye‟de son yıllarda uygulanan politikalar mutlak yoksulluğu önlemede baĢarılı olamamıĢtır. Sürekli yoksulluk oranlarına bakıldığında; AB–27 ile Türkiye arasındaki farkın oldukça büyük olduğu görülmektedir. Son yıllardaki sosyal transfer uygulamaları yoksulluk riski altındaki nüfusun önemli bir kısmının yardımlara bağımlılığını azaltmayı baĢaramamıĢ ve sürekli yoksulluk içerisindeki kesimin genel kesim içindeki payını AB–27 seviyesine düĢürememiĢtir. Gelir dağılımına kıyasla göreli yoksulluk oranında Türkiye daha olumlu bir görünüm içindedir. AB–27 ortalaması % 17 düzeyinde iken Türkiye‟de bu oran % 23 düzeyindedir. Sosyal dıĢlanmanın önlenmesinde en etkin araç olan istihdama iliĢkin göstergeler, iĢgücü piyasalarında kadın-erkek eĢitliğini sağlamaya yönelik mevzuatın, politikaların yeterli olmadığını göstermektedir. Nitekim kadınların 350 istihdam ve iĢgücüne katılım oranları erkeklerin oldukça gerisinde; iĢsizlik oranları ise erkeklerin oldukça üzerinde seyretmektedir. Avrupa Birliği ile karĢılaĢtırıldığında ise Türkiye, ya AB-27‟ye yakınlaĢmakta ya da AB-27‟den daha yüksek değerler almakta ve daha yüksek bir performans sergilemektedir. Eğitim, hem ekonomik faaliyetlerin niteliğini, hem de iĢgücüne katılım oranlarını etkileyen bir faktördür. Eğitim düzeyi yükseldikçe iĢgücüne katılım oranlarının da yükseldiği görülmektedir. TÜĠK verileri iĢgücüne katılma ve istihdam oranlarının eğitim düzeyiyle birlikte yükseldiğini göstermektedir. Ülkemiz eğitim sisteminin temel sorunları, temel eğitime herkesin eriĢiminin sağlanamaması, eğitim kalitesinin düĢüklüğü ve demografik geliĢmelere ve hızlı değiĢime cevap verememesidir. Ancak geliĢmiĢ ülkelerle karĢılaĢtırıldığında orta ve yükseköğretimde okullaĢma oranları bir hayli düĢüktür. Türkiye‟de okulu terk etme (18-24 yaĢ aralığında olup en çok ortaokul okuyanlar) oranı çok yüksektir. 2013 yılında Türkiye‟deki gençlerin yaklaĢık %37,5‟i, AB-27‟de ise sadece % 12‟si okulu erken terk etmiĢtir. AB‟ye uyum sürecinde eğitim gibi sosyal göstergelerde Avrupa Birliği ortalamalarına yaklaĢılması ve bu doğrultuda eğitime eriĢimin artırılması ve eğitim hizmetlerinin iyileĢtirilmesi, sosyal içermenin geliĢtirilmesi açısından önem arzetmektedir. Türkiye‟de sosyal yardım, sosyal hizmetler, sosyal güvenlik ve sağlık alanını kapsayan sosyal koruma harcamaları 2006–2008 döneminde % 11,5 civarında; 2009–2012 döneminde % 13‟ün üzerinde gerçekleĢmiĢtir. 2013 yılında ise % 14,06‟dır. En son yayınlanmıĢ OECD verilerine göre, OECD ülkelerinin sosyal koruma harcamalarının 2012 yılında GSYH‟ya oranı ortalama % 21,7‟dir. 2012 yılında Türkiye‟nin sosyal koruma harcamasının GSYH‟ya oranı % ise 13,4 ile kısıtlıdır. Sosyal koruma harcamaları açısından da Türkiye, AB–27 ülkelerinin oldukça gerisinde kalmaktadır. EUROSTAT verilerine göre AB–27 ülkelerinin sosyal koruma harcamalarının 2009 yılında GSYH‟ya oranı % 29,5 iken, Türkiye‟de söz konusu oran %13,4‟tür. Ülkemizde devlet tarafından yapılan sosyal nitelikteki harcamaların düĢük olması, Türkiye‟de devletin sosyal devlet gereklerini yerine getirmek üzere yaptığı harcamaların yeterli olmadığını göstermektedir. 351 Türkiye‟deki sosyal koruma harcamalarının içinde, özellikle sosyal güvenlik kapsamında olan ya da sigortası olup iĢsiz kalmıĢ olanlara yönelik harcamaların önemli bir yer tuttuğunu, prim ödememiĢ yoksul kesime yönelik harcamaların payının ise çok düĢük kaldığını söylemek mümkündür. AB‟ye üyelik yolunda son on yılda önemli adımlar atan Türkiye, Kopenhag kriterleri bağlamında zımnen AB–2020 hedeflerine yakınsamak durumundadır. Türkiye, AB–2020 değerlendirilemez. hedeflerine Bununla halihazırda birlikte, bu ulaĢmıĢ hedef bir ülke doğrultusunda olarak Türkiye‟nin baĢarmaya en yakın olduğu değiĢken yoksulluk riski altındaki nüfus yüzdesidir. Türkiye bu alanda üye ülkelerle yarıĢabilecek ölçüde iyi durumdadır. Türkiye‟nin AB–2020 hedeflerine en uzak olduğu değiĢkenler ise istihdam oranı, okulu erken yaĢta bırakanlar oranı ve yükseköğrenime katılma oranıdır. Gerek sosyal güvenlik sistemimiz, gerek asgari ücret uygulaması, gerekse istihdam politikaları sorunların çözümünde yetersiz kalmıĢtır. Türkiye‟nin diğer geliĢen veya geliĢmiĢ ülkelerde olduğu gibi, sosyal dıĢlanma ve yoksulluk ile mücadele etmesi acil olarak yerine getirilmesi gereken görevlerindendir. Sosyal içermenin sağlanmasında sivil toplum kuruluĢlarının rolü büyüktür. Sivil toplum kuruluĢlarının karar alma mekanizmalarına katılımı, toplumdaki farklı grupların seslerini duyurabilmelerini sağlayarak katılımcı demokrasi anlayıĢının güçlendirilmesi açısından önem arz etmektedir. Nitekim sosyal içerme, sosyal dıĢlanma tehlikelerine maruz kalan bireylerin siyasi irade ile alınmıĢ kararlar ve önlemler yardımı ile topluma katılabilmelerini sağlama durumunu ifade etmektedir. Avrupa Birliği'ndeki tüm çeĢitli ulusal ve uluslararası kaynaklı sivil toplum kuruluĢları ve düĢünceler politika oluĢturulmasında anahtar role sahiptir. STK‟lar, eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler gibi kamu hizmetlerinin sunumu, yerel ekonomik kalkınmanın desteklenmesi hususunda siyasi otoritenin sorumluluklarını yerine getirmesini bir çeĢit teĢvik etmek suretiyle, sosyal ve ekonomik açıdan dıĢlanan birey ve grupların sağlayabilirler. toplumla bütünleĢmesini sağlayarak doğrudan destek 352 353 KAYNAKLAR Abrahamson, P. (2003). Researching Poverty and Social Exclusion in Europa. Journal of European Social Policy, 13(3), 281–285. Adaman, F., Keyder, Ç. (2006). Türkiye‟de Büyük Kentlerin Gecekondu ve Çöküntü Mahallelerinde YaĢanan Yoksulluk ve Sosyal DıĢlanma, Avrupa Komisyonu, Sosyal DıĢlanma ile Mücadelede Mahalli Topluluk Eylem Programı 2002–2006 Raporu. (http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/2006/study_turkey_tr. pdf adresinden 26 Eylül 2012‟de alınmıĢtır.) Akdemir, N., Çınar, F.Ġ., Görgülü Ü.(2007). YaĢlılığın Algılanması ve YaĢlı Ayrımcılığı. Turkish Journal of Geriatrics, 10 (4), 215–222. Akkaya, Y.(2002). Göç, Yoksulluk ve Kentsel ġiddet, Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları içinde, (Ed.Özdek,Y.). Ankara:TODAĠE Ġnsan Hakları AraĢtırma ve Derleme Merkezi Yayını, 203-215. Akkaya, Y. (2000). Sosyal Güvenlik “Versus” Demokratik UzlaĢma. (www.geocities.ws/ceteris_tr2/y_akkaya5.doc adresinden 05 ġubat 2013‟te alınmıĢtır.) Aktan, C. C. (2002). Yoksullukla Konfederasyonu Yayınları. Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-ĠĢ Alden, J., Thomas, H. (1998). Social exclusion in Europe: Context and Policy, International Planning Studies, 3(1), 7-14. Altan, Ö. Z. (2010). Sosyal Politika, Anadolu Üniversitesi Yayınları, EskiĢehir, Altan, Ö. Z., ġiĢman, Y. (2003). YaĢlılara Yönelik Sosyal Politikalar, Kamu-İş Dergisi, 7(2). Arı Toplumsal Katılım ve GeliĢim Vakfı (2006). Avrupa Sosyal Politikası ve Sosyal Haklar. Ġstanbul: Bay Matbaa Baskı Teknolojileri. Ataöv, T. (1996). Çatışmaların Kaynağı Olarak Ayrımcılık. Ankara: A.Ü.S.B.F. Ġnsan Hakları Merkezi Yayınları. Atkınson, T. (1998). Social Exclusion, Poverty and Unemployment. Exclusion, Employment and Opportunity içinde (ed: A.B.Atkinson, J.Hill). Centre for Analysis of Social Exclusion, London School of Economics, CASE. Paper No: 4, London. Atkınson, R. (2000). Combating Social Exclusion in Europe: The New Urban Policy Challenge. Urban Studies, 37(5/6), 1037–1056. Atkınson, A.B., Cantıllon, B., Marlıer, E., Nolan, B.(2002). Indicators for Social Inclusion in the European Union. Oxford: Oxford University Press. 354 Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği (2000), AB ve Eşitlik: İstihdamda Eşit Fırsatlar. Ankara. Avrupa Toplulukları Komisyonu (2001), Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2001 Yılı İlerleme Raporu. Brüksel: 13.11.2001 SEC(2001)1756 Avrupa Komisyonu GeniĢleme Genel Müdürlüğü (2002), Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu. Brüksel. Aydın, S. (2003). Avrupa Birliği’nde Kadın Hakları ve Türkiye, Ġstanbul: ĠKV Yayınları, (175). Aykaç, M. (2000). Sendikaların Geleceği: Küreselleşme ve Yapısal Değişiklikler Açısından Bir Analiz, Prof. Dr. Nusret EKĠN‟e Armağan, Ankara: TÜHĠS Yayını, 553–596. Aytaç, S., Sevüktekin, M.(2000). Çağdaş Sanayi Merkezlerinde Kadın İşgücünün Konumu: Bursa Örneği. Ankara: TĠSK Yayını. Bakırcı, K. (2000). İşyerinde Cinsel Taciz ve Türk İş Hukukuna İlişkin Çözüm Önerileri. (http://www.turkhukuksitesi.com/makale_25.htm adresinden 5 Mart 2011‟de alınmıĢtır.) Bakırcı, K. (2000). İşyerinde Cinsel Taciz. Ġstanbul: Yasa Yayınları. Balcı Gökçeoğlu, ġ.(2002). Yoksulluk ve Sosyal DıĢlanmanın Hukuksal Nedenleri ve Çözüm ArayıĢları. Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları, der. Yasemin Özdek, Ankara: TODAĠE Ġnsan Hakları AraĢtırma ve Derleme Merkezi Yayını. Baulch, B. (1996). The New Poverty Agenda: A Disputed Consensus. IDS Bulletin. (http://community.eldis.org/?233@@.598d2424!enclosure=.598d2425&ad=1 adresinden 14 Mayıs 2011‟de alınmıĢtır.) Bauman, Z. (1999). Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar, Çev. Ümit ÖKTEM, Ġstanbul: Sarmal Yayınevi. Bayhan, V.,(2002). Demokrasi ve Sivil Toplum Örgütlerinin Engelleri: Patronaj ve Nepotizm, C.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi, 26(1), 1–13. Bedir, E. (2012). Yoksullukla Mücadelede Yeni Bir TartıĢma Alanı: VatandaĢlık Geliri. Sosyal Güvenlik Dergisi, 2012/1, 92–116. Bellamy Foster, J. (2005). Emperyalizmin Yeniden Keşfi (çev. Çiğdem Çidamlı), Ġstanbul: Devin Yayıncılık. Bhalla, A., Lapeyre, F. (1997). Social Exclusion: Towards an Analytical and Operational Framework. Development and Change, 28(8),413–433. Bhalla, A.S. ve Lapeyre, F. (2004). Poverty and Exclusion in a Global World. London: MacMillan Press Ltd. 355 Bilgel, N., Aytaç, S., Bayram, N. (2006). Bullying in Turkish White-Collar Workers. Occupational Medicine, (56), 226-231. Bosco, A.(1998). Sağlık Bakım Sistemleri. Avrupa‟da Sosyal Koruma ETUC-ETUI Konferansı. Brüksel, 7-8 Kasım 1996 içinde, (Der.A. Bosco- M.Hutsebaut). Ankara: Türk-Harb-ĠĢ Sendikası Yayını. Brandt, N., Burnıaux, L.M., Duval, R. (2005). Assessing The OECD Jobs Strategy: Past Developments And Reforms. OECD Economics Department Working Paper, (429) Buğra, A. (2007). Yoksulluk ve Sosyal Haklar, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, Yoksulluk ve Sosyal DıĢlanma, Tes-İş Dergisi, 75–80. Buğra, A., Keyder, Ç. (2005). Social Assistance in Turkey: For a Policy of Minimum Income Support Conditional on Socially Beneficial Activity. Ankara: UNDP. Buğra, A., Adar, S. (2007). Türkiye’nin Kamu Sosyal Koruma Harcamalarının Karşılaştırmalı Bir Analizi. Sosyal Politika Forumu. Buğra, A., Adar, S. (2008). Social Policy Change in Countries without Mature Welfare States: The Case of Turkey. New Perspectives on Turkey, (38), 83– 106. Burchardt, T., Le Grand, J., Pıachaud,D.(2002). Introduction. Understanding Social Exclusion içinde, (Ed. J.Hill-J.Le Grand, D.Piachaud). New York: Oxford University Pres. Campell, D. (1994). Foreign Investment, Labor Immobility and the Quality of Employment. International Labor Review, 133(2). Ceylan Ataman, B.(2000). İşgücü Piyasasının Temel Prensipleri ve İstihdam Politikaları. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını. Ceylan Ataman, B.(2003). ĠĢsizlik Sorunu ve Türkiye‟nin AB‟nin Ġstihdam Stratejisi‟ne Uyumu, TİSK İşveren Dergisi. (http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=809&id=48) adresinden 26 Mayıs 2012‟de alınmıĢtır. ) Chossudovsky, M.(1994). Ġstikrar, Yapısal Uyum, IMF ve Yoksulluk. İktisat Dergisi, (67), 67–71. Commision of the European Communities (2004). Draft Joint Employment Report 2003- 2004, COM (2004) 24 final/2, Brussels. Commission of the European Communities (2005). Working Together, Working Beter: A New Framework for Open Coordination of Social Protection and Inclusion Policies in the European Union. COM(2005) 706 final, Brussels. 356 Commission of the European Communities (2007). Modernising social protection for greater social justice and economic cohesion: taking forward the active inclusion of people furthest from the labour market, Brussels, Ekim 17. CoĢkun, M. N. (2005). Türkiye’de Yoksulluk: Bölgesel Farklılıklar ve Yoksulluğun Profili, Bölgesel Gelişme Stratejileri ve Akdeniz Ekonomisi, Türkiye Ekonomi Kurumu. Ankara: Ġmaj Yayınevi. CoĢkun, S., Tireli, M.(2008). Avrupa Birliğinde Yoksullukla Mücadele Stratejileri ve Türkiye. 1.baskı. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Cranford, C., VOSKO, L., Zukewıch, N. (2003). Precarious Employment in the Canadian Labour Market: A Statistical Portrait. Just Labour, (3),6–22. Çalık, S. (2003). Özürlülüğün Nedenleri ve Önlenmesinde Yoksulluğun Rolü. Yoksulluk Sempozyumu II. Cilt. (Editör: Ahmet Emre Bilgili, Ġbrahim Altan). Ġstanbul: Deniz Feneri Yayınları,398–407. Çakır, Ö.(2002). Sosyal DıĢlanma. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4(3),83–104. Çelik, A.(2002). Küreselleşme Sürecinde Sosyal Güvenlik Sistemlerinin Dönüşümü ve Türkiye, Kamu-ĠĢ Yayını. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Çelik, N.(2013). İş Hukuku Dersleri. YenilenmiĢ B.26. Ġstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım. Çelik, A. (2006). AB Sosyal Politikası: Uyum Sürecinin Uyumsuz Alanı. Ġstanbul: Kitap Yayınevi. Çelik, A. (2010). Muhafazakâr Sosyal Politika Yönelimi: Hak Yerine YardımYükümlülük Yerine Hayırseverlik. İstanbul Üniversitesi SBF Dergisi, (42), 6381. Çilingiroğlu, N., Demirel, S. (2004). YaĢlılık ve YaĢlı Ayrımcılığı. Geriatri, 7(4): 225–230. ÇSGB (2004). Türkiye’de İşsizliğin Önlenmesi ve İstihdamın Arttırılması, M. Cem Toker (ed), Yayın no: 117, Ankara. ÇSGB (2005). AB Koordinasyon Dairesi BaĢkanlığı Bülteni, Aralık 2005, (2). ÇSGB (2006). ÇalıĢan Çocuklar Bölümü. Türkiye‟de Çocuk ĠĢçiliği Sorunu Bizim, Ankara. ÇSGB (2007). AB Koordinasyon Daire BaĢkanlığı. 19.FASIL: Sosyal Politika ve İstihdam “Açılış Kriterlerinde Gelinen Son Aşama”, Ankara. Daldal, ġ. (2000). Esnekliğin Farklı Boyutları ve Uluslararası Dinamikleri. Petrol–İş 97–99 Yıllığı. Türkiye Petrol, Kimya ve Lastik ĠĢçileri Sendikası. Ġstanbul, 875888. 357 Dayıoğlu, M.,Kasnakoğlu, Z. (1997). Kentsel Kesimde Kadın ve Erkeklerin İşgücüne Katılımları ve Kazanç Farklılıkları, ODTÜ. Kalkınma ÇalıĢmaları (METU Studies in Development), 24 (3), 1997. Dedeoğlu, S. (2009). EĢitlik mi Ayrımcılık mı? Türkiye‟de Sosyal Devlet, Cinsiyet EĢitliği Politikaları ve Kadın Ġstihdamı. Çalışma ve Toplum, 25(2), 41-54. Derici, H. (2006).Güvenceli Esneklik. Tisk İşveren Dergisi (http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1450&id=77 adresinden 14 Ocak 2011‟de alınmıĢtır.) Doğan, Ġ.(2000). Sosyoloji, Kavramlar ve Sorunlar. Ġstanbul: Sistem Yayıncılık. DPT (2001). Gelir Dağılımının ĠyileĢtirilmesi ve Yoksullukla Mücadele ÖĠK Raporu . Ankara. http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/gelirdag/oik610.pdf adresinden 15.03.2014‟de alınmıĢtır. DPT (2001a). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Çocuk ÖĠK Raporu. Ankara: DPT Yayın No: 2573. DPT (2007). Türkiye’de Yaşlıların Durumu ve Yaşlanma Ulusal Eylem Planı, Ankara: DPT Yayınları. DPT (2007a). Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele ÖİK Raporu. Ankara: DPT Yayınları. DPT (2007b). Dokuzuncu Kalkınma Planı. 2007-2013 Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Özel Ġhtisas Komisyon Raporu. Ankara: DPT Yayınları. DPT (2009). T.C. BaĢbakanlık Devlet Planlama TeĢkilatı, Sosyal Destek Programı (SODES), Ankara: DPT Yayınları. DPT (2010). 2011 Yılı Programı, Ankara: DPT Yayınları. Dumanlı, R. (1995). Yoksulluk Kavramı, Ölçülmesi ve Gelir Dağılımı İlizşkileri, Yeni Türkiye Dergisi, 1(6). Duruel, M. (2007). Avrupa Birliği’nde Uzun Dönemli İşsizliğe Karşı Uygulanan İstihdam Politikaları, 375–421. (http://www.arastirmax.com/system/files/dergiler/51602/makaleler/53/1/arastirmaxavrupa-birliginde-uzun-donemli-issizlige-karsi-uygulanan-istihdam-politikalari.pdf adresinden 17 Eylül 2013‟de alınmıĢtır.) Duruoğlu, T. (2007). Emek Piyasasında Cinsiyetçi Ücret Ayrımı: Bursa Organize Sanayi Bölgesinde Bir AraĢtırma. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (24), KıĢ-Bahar, 61–76. Dünya Bankası (2005). Labour Market Study. EC (1990). Employment in Europe 1990, Luxembourg,1991. 358 EC (2004). Industrial Relations in Europe 2004. Directorate-General for Employment and Social Affairs, Office for Official Publications of the European Communities, Belgium. EC (2004a). Joint Report on Social Inculsion. EC (2005). Study of Effectiveness of ALMPs, Essen. EC (2005a). The Social Agenda 2005–2010: A Social Europe in the Global Economy, Jobs and Opportunities for All. Office for Offical Publications of the European Communities, Luxembourg. EC (2005b). Review of Preliminary National Policy Statements on Health Care and Long-term Care. Memorandum of the Social Protection Committee. COM (2004)304. EC (2006). Joint Report on Social Protection and Social Inclusion 2006. EC (2006a). Social Inclusion in Europe 2006. Office for Offical Publications of the European Communities, Luxembourg, 2006. EC (2006b). Time to Move up Gear. The New Partnership for Growth and Job, Comminication from the Commission to the Spring Council, Office for Offical Publications of the European Communities, Luxembourg. EC (2006c). The Demografic Future of Europe- From Challange to Opportunity, Brusells. EC (2006d). Adequate and Sustainable Pensions, Synthesis Report, Brussels. EC (2008). Employment in Europe 2008, Prepared by Directorate-General for Employment, Social Affairs and Equal Opportunities; Employment Analysis Unit, Brussels. EC (2010). Lisbon Strategy Evaluation Document, Brussels. EC (2010a). Joint Report on Social Protection and Social Inclusion. Ecevit, F.Y.(1995). Kentsel Üretim Sürecinde Kadın Emeğinin Konumu ve DeğiĢen Biçimleri. 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. (3. Baskı). (Derleyen: ġirin Tekeli). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 117–128. Ecevit, M., Ecevit,Y.(2002). Kırsal Yoksullukla Mücadele: Tarımda MülksüzleĢme ve Aile Emeğinin MetalaĢması. Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları içinde, (Ed. Y. Özdek). Ankara: TODAĠE. Ġnsan Hakları AraĢtırma ve Derleme Merkezi Yayını, 271–289. Ecevit, Y.(2003). Toplumsal Cinsiyetle Yoksulluk ĠliĢkisi Nasıl Kurulabilir? Bu ĠliĢki Nasıl ÇalıĢılabilir?. C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 25 (4), 2003 Özel Eki. Elveren M.A., Elveren A.Y. (2010). Türkiye‟de Refah Rejiminin DönüĢümü ve Bireysel Emeklilik Sistemi. Mülkiye Dergisi, 34(26), 243-258. 359 Emirgil, B. F. (2013). Gençlere Yönelik Sosyal Politikalar. Ġçinde: Tokol, Aysen ve Yusuf Alper. Sosyal Politika. (4. Baskı). Bursa: Dora Yayınları. Erdayı, A.U.(2009). Dünyada Genç ĠĢsizliği Sorununun Çözümüne Yönelik Ulusal Politikalar ve Türkiye. Çalışma ve Toplum, (22), 133–162. Erdoğdu, S.(2004). Sosyal Politikada „Avrupalı‟ Bir Kavram Sosyal DıĢlanma, Çalışma Ortamı Dergisi, (75). Erdoğdu, S. (2005). Avrupa Birliği ve Sosyal Politika. (http://www.emekdunyasi.net/ed/guncel/594-avrupa-birligi-ve-sosyal-politika adresinden 16 Eylül 2014‟te alınmıĢtır.) Erdut, Z. (1998). Rekabetin İşgücü Piyasasına Etkisi. Ġzmir: Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu ĠĢverenleri Sendikası (TÜHĠS) Yayınları (29). Erdut, Z.(2002). Küreselleşme Bağlamında Uluslararası Sosyal Politika ve Türkiye. Ġzmir: Dokuz Eylül Yayınları. Erdut, T. (2005). ĠĢgücü Piyasasında EnformelleĢme ve Kadın ĠĢgücü, Çalışma ve Toplum Dergisi, (6), 2005/3, 11-49. Erdut, T. (2006). ĠĢgücü Piyasasında Ayrımcılık, İkinci Ulusal Sosyal Politika Kongresi (Ankara 23-24 Kasım 2006), Türkiye Devrimci ĠĢçi Sendikaları Konfederasyonu ve Friedrciht Ebert Vakfı. Espıng-Andersen, G.(1990), The Three Worlds of Welfare Capitalism. Princeton University Press. Espıng-Andersen, G. (2011). Toplumsal Riskler ve Refah Devletleri. (Der. AyĢe Buğra ve Çağlar Keyder). Sosyal Politika Yazıları. (5. Baskı).(Çev. Burcu Yakut Çakar ve Utku BarıĢ Balaban). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 33–54. Eurofound (2006). Fourth European Working Conditions Survey. (http://www.eurofound.europa.eu/publications/htmlfiles/ef0698.htm adresinden 15 Ocak 2011‟de alınmıĢtır.) EuroStat (2008). Social Protection in the European Union, Eurostat Statistics in Focus, 46/2008. (http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_OFFPUB/KS-SF-08046/EN/KS-SF-08-046-EN.PDF adresinden 17 Kasım 2012‟de alınmıĢtır.) Eyüboğlu, A., Özar, ġ., Tanrıöver H.T. (2000). Kentlerde Yaşayan Kadınların İş Yaşamına Katılım Sorunlarının Sosyoekonomik ve Kültürel Boyutları. Ankara: BaĢbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları. Ferrera, M. (2006). Sosyal Avrupa‟da Güney Avrupa Refah Modeli. Sosyal Politika Yazıları. (ed. A. Buğra, Ç. Keyder). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları. Giddens, A.(2000). Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi: Üçüncü Yol. Ġstanbul: Birey Yayıncılık. Giddens, A.(2001). Üçüncü Yol ve Eleştirileri, Ankara: Phoenix Yayınevi. 360 Gökbayrak, ġ. (2010). Türkiye‟de Sosyal Güvenliğin DönüĢümü. Çalışma ve Toplum, 25(2), 141-162. Gündoğan, N.(1999). Genç ĠĢsizliği ve Avrupa Birliği‟ne Üye Ülkelerde Uygulanan Genç Ġstihdam Politikaları. A.Ü. SBF Dergisi, 54/1, 63–79. Gündoğan,N.(2001).Genç (1320). İşsizliği. EskiĢehir:Anadolu Üniversitesi Yayınları Güven, S. (2001). Sosyal Politikanın Temelleri. Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. Haan, A. (2000). Social Exclusion: Enriching the Understanding of Deprivation. Studies in Social and Political Thought, (2), 22–39. Hekimler, O. (2012). Yoksulluk mu Yoksunluk mu? Sosyal DıĢlanmıĢlık Üzerine bir Değerlendirme. Tekirdağ SMMM Odası Sosyal Bilimler Dergisi, (1). Hobcraft, J.(2002). Social Exclusion and the Generations. Understanding Social Exclusion içinde. Oxford University Pres, 62–83. Hoelscher, P. (2004). A Thematic Study Using Transnational Comparisions to Analyse and Identfy What Conbination of Policy Responses are Most Successful in Preventing and Reducing High Levels of Child Poverty. (http://ec.europa. eu/employment_social/social_inclusion/docs/child_poverty_ study_en.pdf adresinden alınmıĢtır.) Hofer, H.,Weber,A.(2006). Active Labor Market Policy in Austria: Practice and Evaluation Results. DIW Quarterly Journal of Economic Research, (3), 155– 167. Human Development Report. (2001). (http://hdr.undp.org/en/ reports/global/hdr2001/ adresinden 2 Mayıs 2011‟de alınmıĢtır.) Human Development Report. (2010). (http://hdr.undp.org/en/media/HDR_2010_EN_ Complete_reprint.pdf adresinden 5 Aralık 2013‟te alınmıĢtır.) ILO (1998). World Employment Report 1998–99. Employability in the Global Economy How Training Matters. Geneva: International Labour Office. ILO (2007). Türkiye’de Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Ortadan Kaldırılması Projesi Final Raporu, Ankara. ILO (2008). Global Employment Trends For Youth 2008, Geneva: ILO Pub. ILO (2010). Global Employment Trends For Youth 2010: Special Issue on the Impact of the Global Economic Crisis on Youth, Geneva: ILO Pub. ILO (2010a). IPEC Programları. (http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/programme/ipec.htm adresinden 5 Temmuz 2013‟te alınmıĢtır.) 361 ILO (2013). Marking Progress against Child Labour. Global Estimates and Trends 2000-2012/International Labour Office. International Programme on the Elimination of Child Labour (IPEC) - Geneva: ILO. IOM. http://www.iom.int/cms/en/sites/iom/home.html adresinden 14 Mayıs 2013‟te alınmıĢtır. IĢık, O. (1996). KüreselleĢen Dünyada Yeni Uzaklıklar ve Siyaset. Sosyal Demokrat Değişim Dergisi. IĢık, O., Pınarcıoğlu, M.M.(2001). 1980 Sonrası Dönemde Kent Yoksulları Arasında Güce Dayalı Ağ ĠliĢkileri: Sultanbeyli Örneği. Toplum ve Bilim Dergisi, (89), Yaz 2001, 31–61. Ġkizoğlu, M.(2001). Yoksulluk ve Özürlülük ĠliĢkisi. Ufkun Ötesi Bilim Dergisi, 1(2). Ġnsel, A. (2000). Özgürlük Etiği KarĢısında Ġktisat Kuramı: Amartya K. Sen‟in Etik Ġktisat Önerisi. Toplum ve Bilim Dergisi, (86), Güz 2000, 7–21. Ġnsel, A. (2001). Ġki Yoksulluk Tanımı ve Bir Öneri. Toplum ve Bilim, (89),Yaz 2001, 62–72. Jamrozik, A., Nocella, L. (1998). The Sociology of Social Problems. Cambridge University Press. Joint Memoranda on Social Inclusion (http://ec.europa.eu/employment_ social/socprot/soc-incl/jim_en.html adresinden 25 Aralık 2012‟de alınmıĢtır). KağıtçıbaĢı, Ç.(1990). İnsan-Aile-Kültür. Ġstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları. Kalkınma Bakanlığı (OVP, 2012-2014). Orta Vadeli Program: 2012–2014. Ankara. Ekim 2011. Kapar, R. (2005). Sosyal Korumanın İşgücü Piyasasına Etkisi. Ġstanbul: BirleĢik Metal ĠĢçileri Sendikası Yayınları. Kapar, R. (2005a). İşsizliğin Düzenlenmesi: Aktif İşgücü Piyasası Politikaları. Ġktisat Fakültesi Mecmuası-Prof. Dr. Toker Dereli‟ye Armağan, 55(1), 341– 371. Kapar, R.(2007). Enformel Ekonomide Çalışanların Örgütlenmesi ve Sendikalar, Çalışma ve Toplum, 2007/1, 83–117. Karabulut, Ö. (2000) Ekonomik İstismar: Çocukların Çalıştırılması. 1. Ġstanbul Çocuk Kurultayı: Bildiriler Kitabı.(1.Basım). Ġstanbul: Ġstanbul Çocukları Vakfı Yayınları. KarataĢ, K.(2002). Engellilerin Toplumla BütünleĢme Sorunları: Bir Sosyal Politika YaklaĢımı. Ufkun Ötesi Bilim Dergisi. 2(2), 43–55. KarataĢ, K.(2007). Engellilerin Toplumla Bütünleşme Sorunları: Bir Sosyal Politika Yaklaşımı. 362 (http://www.kadimdostlar.com/Engelsiz_Engelliler_Dayanisma_Forumu_f103/Engelli lerin_Toplumla_Butunlesme_Sorunlari_Bir_S_t40730.html adresinden 4 Ekim 2013‟te alınmıĢtır.) Kaya, A. (2000). YurttaĢlık Azınlıklar ve Çok Kültürlülük. Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar içinde T.H.Marshall-T.Bottomore, (Çev.A.Kaya). Ankara: Gündoğan Yayınları. Kaya, Ġ. (2008). Yoksullukla Mücadelede Eğitimin Rolü: Şartlı Nakit Transferi-ŞNT Örneği (Master Tezi). (http://eprints.sdu.edu.tr/464/ adresinden alınmıĢtır.) Kenar, N.(2004). Avrupa Ġstihdam Stratejisi ve Türkiye. İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Ekim. Kenar, N. (2009). Yaygın Eğitim Kapsamında Mesleki Eğitim Sistemi, Mercek Dergisi, Ekim. Kenyon, S., Lyons, G., Rafferty,J. (2002). Transport and Social Exclusion. Journal of Transport Geography, (10), 207–219. Kılıç, C.(2003). Türkiye‟de ĠĢsizlik ve Avrupa Ġstihdam Stratejisi. TİSK İşveren Dergisi, Ekim. (http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=808&id=48 2012‟de alınmıĢtır.) adresinden 26 mayıs Kılmurray, A.(1995). Beyond the Streo-types, Social Exclusion and Social Inclusion. Democtatic Dialogue Report No: 2, Belfast ESRC Pres, November 1995, 32–38. Kiren Gürler, Ö., Üçdoğruk, ġ. (2007). Türkiye‟de Cinsiyete Göre Gelir Farklılığının AyrıĢtırma Yöntemiyle Uygulanması. Journal of Yaşar University, 2(6), 571– 589. Kleinman, M. (2011). Kriz mi? Ne Krizi? Avrupa Refah Devletlerinde Süreklilik ve DeğiĢim. (Der. AyĢe Buğra ve Çağlar Keyder). Sosyal Politika Yazıları. (5. Baskı) (Çev. Burcu Yakut Çakar-Utku BarıĢ Balaban). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 159–193. Kofman, E. ve diğerleri (2000) Gender and International Migration in Europe: Employment. Welfare and Politics, London and New York: Routledge. Koray, M., Topçuoğlu, A.(1995). Sosyal Politika. Bursa: Ezgi Kitabevi. Koray, M., Demirbilek,S., Demirbilek, T.(1999). Gıda ĠĢkolunda ÇalıĢan Kadınların KoĢulları ve Geleceği. T.C. BaĢbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü. Ankara. Koray, M. (2001). KüreselleĢme Süreci ve Ulus Devlet: Ekonomi, Siyaset TartıĢmaları. Küreselleşme ve Ulus Devlet içinde. Ġstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi Stratejik AraĢtırmalar Merkezi Yayını. Koray, M.(2005). Avrupa Sosyal Modeli.(2. Baskı).Ġstanbul. 363 Kök, B. S.(2006). ĠĢ YaĢamında Psiko-ġiddet Sarmalı Olarak Yıldırma Olgusu ve Nedenleri. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,(16), 433– 448. Kulca,Y.A., Korkmazlar, Ü.(2004). Sokak Çocuklarının Okula Yönlendirilmesi: İstanbul Örneği. Eğitim Hakkı ve Okula Gidemeyen Çocuklar Sempozyumu Bildirisi. Ankara, 3–4 Aralık 2004. Kutal, G. (1993). Sakatların Ekonomik Hayata Katılması, İş Hukukunun Ulusal ve Uluslararası Temel ve Güncel Konuları. Ankara: Kamu-ĠĢ, 383–398. Kutal, G. (1996). ÇalıĢma Hakkının Korunmasında Aktif Emek Piyasası Politikası Önlemleri. İktisat Fakültesi Mecmuası-Sabahattin Zaim’e Armağan, No.1994/B3 – C–1–4, Ġstanbul, 27–53. Levitas, R. (2005). The Inclusive Society-Social Exclusion and New Labour. New York: Palgrave MacMillan. Lordoğlu, K.(1995). Oyun Yerine İş: Çocuk Çalışması. ÇalıĢan Çocuklar Ġlköğretim MüfettiĢlerini Bilgilendirme Semineri,. Ġnsan Kaynağını GeliĢtirme Vakfı. Lordoğlu, K. (2000). “EsnekleĢme Versus EnformelleĢme,” Petrol - ĠĢ 97 – 99 Yıllığı, Türkiye Petrol, Kimya ve Lastik ĠĢçileri Sendikası, Ġstanbul, 867–873. Lordoğlu, K., Özkaplan, N.(2003). Çalışma İktisadı. Ġstanbul: Der Yayınları (358). Martin, J. P. (2000). What Works Among Active Labour Market Policies: Evidence From Oecd Countries’ Experiences. OECD Economic Studies, No. 30/I, 79– 113. Marx, I. (2005). Job Subsidies And Cuts In Employers’ Social Securıty Contributions: The Verdict Of Empirical Evaluation Studies, 1–30. (http://www.npc.umich.edu/news/events/NPCEUconf/marx.pdf adresinden alınmıĢtır.) Mingione, E. (2011). Güney Avrupa Refah Modeli ve Yoksulluk ve Sosyal DıĢlanmaya KarĢı Mücadele. Sosyal Politika Yazıları. (Derleyen: AyĢe Buğra, Çağlar Keyder).(5. Baskı). Ġstanbul:ĠletiĢim Yayınları, 261–286. Murat, S., ġahin, L. (2011). Gençlerin Ġstihdamı/ĠĢsizliği Bakımından Türk Eğitim Sisteminin Değerlendirilmesi. Çalışma ve Toplum, 2011/3: Cilt 30, 93–137. Nolan, B. (2003). Indicators for social inclusion in the Eurpean Union, 78–91. Combating Poverty in Europe: The German Welfare Regime in Practice. (Eds) Gerhard Böcker, Walter Hanesch and Peter Krause. O'Connor, J.S.(2005). Policy coordination, social indicators and the social-policy agenda in the European Union. Journal of European Social Policy, 15(4),345–361. 364 OECD (1999). Preparing Youth for the 21st Century: The Policy Lessons from the Past Two Decades. Backround Paper for Conference Organised by the OECD and the US Department of Labour and Education, Washington. OECD (2005). Taxing Wages 2003–2004. Okur, A.R.(1994). ĠĢyerinde Cinsel Taciz. Argumentum, Ocak-Mart, 4(42),. Okur, A.R., Güzel, A.,Caniklioğlu, N. (2012). Sosyal Güvenlik Hukuku. (14.Bası) Ġstanbul: Beta Yayınları. Onaran Yüksel, M. (1999). KarĢılaĢtırmalı Hukuk IĢığında Türk ĠĢ Hukukunda Kadın -Erkek EĢitliği. Ġstanbul Üniversitesi(YayınlanmamıĢ Doktora Tezi).Ġstanbul. Oruç, Y.M. (2001). Küresel Yoksulluk ve BirleĢmiĢ Milletler. Toplum ve Bilim, (89), Yaz 2001, 73–87. Osmanî, S.R.(2002). Exploring The Employment Nexus: Topics in Employment and Poverty, A report Prepared for the Task Force on the Joint ILO-UNDP Programme on Employment and Poverty, UNDP, New York, ILO, Geneva. Ören, K.(2005). Zihinsel Engellilerin Eğitim ve İstihdamı. Ankara: Pelikan Tıp ve Teknik Kitapçılık. ÖYHGM (2012). Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Programı Taslağı. Özürlü ve YaĢlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Ankara. Öz, F.(2002). YaĢamın Son Evresi: YaĢlılık Psikososyal Açıdan Gözden Geçirme. Kriz Dergisi, 10(2), 17–28. Özaydın, M. M.(2013). Genç ĠĢsizlikle Mücadelede Aktif ĠĢgücü Piyasası Politikalarının Rolü ve Önemi. Gençlik Araştırmaları Dergisi, 1(2). Özbudun, S.(2002). Küresel Bir „Yoksulluk Kültürü‟ mü?, Yoksulluk, Şiddet ve insan Hakları (der. Yasemin Özdek). Ankara:TODAĠE, Ġnsan Hakları AraĢtırma ve Derleme Merkezi Yayını. 53–69. Özdemir, M. (1999). ÖzelleĢtirmenin Denetimi. Ankara: Türk-ĠĢ 99 Yıllığı(2). Özdemir, E.(2006). ĠĢyerinde Cinsel Taciz. Çalışma ve Toplum, 2006/4,83–96. Özgökçeler, S.(2006). Sosyal Dışlanma Sorunsalı ve Engellilerin Sosyal Politikası Bağlamında Değerlendirilmesi [basılmamıĢ yüksek lisans tezi]. Bursa:Uludağ Üniversitesi SBE. Özgökçeler, S., Bıçkı, D.(2010). Özürlülerin Sosyal Dışlanma Boyutları: Bursa ve Çanakkale Örneklerinden Yansıyanlar. Sosyal Haklar Ulusal Sempozyumu. ÖZĠDA (2002). Özürlüler Ġdaresi BaĢkanlığı. Türkiye Özürlüler AraĢtırması. (http://www.ozida.gov.tr/arastirma/tr_ozurluler_arastirmasi.htm) 365 Özkaya, M. O., Özbilgin M., ġengül, C. (2008). Türkiye‟de Farklılıkların Yönetimi: Türk ve Yabancı Ortaklı ġirket Örnekleri. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (19), 360–374. Pecora P.J. ve Harrison-Jackson, M. (2006). Child Welfare Policies and Programs. Social Policy for Children and Families içinde. (Editors: Fraser,Mark W. ve Jenson, Jeffrey M.) Roberts, B.S., Mann R. A.(2003). Sexual harassment in the workplace: A Primer. (http://www3.uakron.edu/lawrev/robert1.html.) Rodgers, G., Gore,C., Figueiredo J.B. (1995). Social Exclusion: Rhetoric, Reality, Responses. Geneva: International Institute for Labour Studies [IILS]. Rodgers, G.(1995). What is Special About a Social Exclusion Approach. Social Exclusion Rhetoric, Reality, Responses içinde (Ed. G. Rodgers, C.Gore, J.B.Figueiredo), IILS, Genova: ILO Publication, 43–56. (http://www.ilo.org/public/libdoc/ilo/1995/95B09_55_englp1.pdfadresindenalınmıĢtır.) Room, G.J. (1995a). Poverty and Social Exclusion: The New European Agenda for Policy and Research. Beyond the Threshold: The Measurement and Analysis of Social Exclusion içinde (Ed. G.Room). Bristol: The Policy Press. Room, G.J. (1995b). Poverty in Europe: Competing paradigms of analysis. Policy and Politics, 23(2),103–113. Room, G.J. (1999). Social Exclusion, Solidarity and the Challenge of Globalization. International Journal of Social Welfare, 8(3),166–174. Saguy, A.C. (2003). What is Sexual Harassment? From Capitol Hill to the Sorbonne. (http://ebookee.org/What-Is-Sexual-Harassment-From-Capitol-Hill-tothe-Sorbonne_550954.html adresinden alınmıĢtır.) Saner, F.(2007). Ortak İçerme Belgesi (Joint Inclusion Memorandum-JIM). ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı AB Koordinasyon Daire BaĢkanlığı Bülteni. Sapancalı, F.(2005). Sosyal Dışlanma. Ġzmir: Dokuz Eylül Yayınları. Sapancalı, F.(2005/3). Avrupa Birliği‟nde Sosyal DıĢlanma Sorunu ve Mücadele Yöntemleri. Çalışma ve Toplum, 51–106. Sapancalı, F.(2007). Avrupa Birliği‟nde Sosyal Ġçerme Politikaları. TİSK Akademi Dergisi, 2(4), 56–108. Selamoğlu, A. (2000). YoğunlaĢan Sosyal Sorunlarıyla KüreselleĢme. Küreselleşmenin İnsani Yüzü (içinde) (Der.V.Bozkurt). Ġstanbul: Alfa Yayınları. Selamoğlu, A., Lordoğlu, K. (2006). Katılım Sürecinde Avrupa Birliği ve Türkiye’de İşgücü ve İstihdamın Görünümü. Ankara: Belediye-ĠĢ Yayını. 366 Sen, A.K. (2000). Social Exclusion: Concept, Application and Scrutiny. Asian Development Bank Social Development Papers. (1). Manila: Asian Development Bank Publishing. Sengenberger, W. (2001). Decent Work: The International Labour Organization. Agenda, Dialogue + Cooperation 2/2001, 38–55. Seyyar, A.(2006). Özürlülere Adanmış Sosyal Politika Yazıları. Sakarya: Adapazarı:B.ġ.B Yayınları. Seyyar, A., Genç,Y.(2010). Sosyal Hizmet Terimleri (Ansiklopedik “Sosyal Pedagojik Çalışma” Sözlüğü). Sakarya: Sakarya Kitabevi. Seyyar, A. (2011). Sosyal Siyaset Ekseninde Yerel Yaşlılar http://www.yerelsiyaset.com/v4/sayfalar.php?goster=ayrinti&id=953 Kasım 2014‟te alınmıĢtır. Politikası. adresinden 3 SGK Ġstatistik Yılıkları 2006, 2012 (http://www.sgk.gov.tr. adresinden alınmıĢtır ) SGK 2013 Yılı Faaliyet Raporu. (http://www.sgk.gov.tr adresinden 11 Eylül 2014‟de alınmıĢtır) SGK Sosyal Güvenlik Temel Göstergeleri. Temmuz 2013. (http://www.sgk.gov.tr adresinden 15 Kasım 2013‟te alınmıĢtır) SHÇEK (2010). Ayni ve Nakdi Yardımlar. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu. (http://www.shcek.gov.tr/ayni-ve-nakdi-yardimlar.aspx adresinden 4 Ağustos 2010‟da alınmıĢtır) Silver, H.(1994). Social Exclusion and Social Solidarity: Three Paradigms. International Labour Reveiw, 133(5-6), 531–578. Sosyal Politika Forumu (2005). Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, Çocuk Yoksulluğu Çalışma Grubu Kuruluş Bildirgesi. 22 Nisan 2005,Ġstanbul. http://www.spf.boun.edu.tr/docs/Cocuk%20Yoksullugu%20Calisma%20Grub u%20kurulus%20bildirgesi.pdf adresinden 12 Nisan 2011‟de alınmıĢtır. Sparkes, J. (1999). Schools, Education and Social Exclusion. CASE Paper 29, London School of Economics, Centre for Analysis of Social Exclusion, London. Standing, G.(1990). The road the workfare: alternative to welfare or threat to occupation?. International Labour Review, 129(6), 677–691. Standing, G.(2006). Sosyal Güvenlik Ağları Çılgınlığı: Temel Gelir Avrupa‟da Neden Gereklidir?. Sosyal Politika Yazıları, (Der. AyĢe Buğra, Çağlar Keyder). Ġstanbul:ĠletiĢim Yayınları. Sunal, O. (2011). Sosyal Dışlanmaya Kuramsal Yaklaşımlar. Sosyal Politika FiĢek Enstitüsü. (http://sosyalpolitika.fisek.org.tr/?p=65 adresinden 5 Nisan 2011‟de alınmıĢtır.) 367 Süral, N.(2002). Avrupa Topluluğu’nun Çalışma Yaşamında Kadın – Erkek Eşitliğine Dair Düzenlemeleri ve Türkiye. Ankara: T.C. BaĢbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları. SYDGM. JIM(Joint Inclusion Memorandum) - Ġçerme Belgesi. (http://www.sydgm.gov.tr/tr/html/195/JIM+Belgesi/ adresinden 18 Ağustos 2011‟de alınmıĢtır.) SYDGM (2005). Sosyal Yardım Programları ve Proje Destekleri Sosyal Riski Azaltma Projesi. Ankara. SYDGM (2006). Sosyal Yardım Programları ve Proje Destekleri. Ankara. ġenkal, A.(2005). Küreselleşme Sürecinde Sosyal Politika. Ġstanbul: Alfa Yayınları. ġenses,F.(2001). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk. Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları. Tamsma, N., Berman, P.C.(2004). The Role of the Health Care Sector in Tackling Poverty and Social Exclusion in Europe. EHMA (European Health Management Association), Brussels. Tandoğan, A.(2006). Çocuk ve Gençlerin Korunması, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Tartanoğlu, ġ.(2013). Sosyal DıĢlanma. Sosyal Politika içinde. (Editörler: Aysen Tokol ve Yusuf Alper).(4. Baskı). Bursa: Dora Basım. TaĢçı, F. (2013). Refah Devleti Modelleri Ġçinde Türkiye‟nin Pozisyonu: “YaĢlı Algısı” Üzerinden Değerlendirmeler. İnsan&Toplum Dergisi, 3(5), 5-35. TaĢpınar, N.S.(2006). Avrupa Birliği Sosyal Politikası: Avrupa Birliği Sosyal Modeli ve Türkiye, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul. T.C. BaĢbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Pekin+5 Siyasi Deklarasyonu ve Sonuç Belgesi (Türkçe-Ġngilizce) Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu, Ankara, Eylül, 2001. TC. BaĢbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Politika Dokümanı Kadın ve Ekonomi, Ankara, 2008. (http://www.ksgm.gov.tr/Pdf/ekonomi.pdf (14.02.2011)). TC. BaĢbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2008a). 2008–2013 Eylem Planı. TC. BaĢbakanlık Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM). Türkiye’de Kadının Durumu KSGM, Ankara, 2012. TC. BaĢbakanlık Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Genel Müdürlüğü (2008). Stratejik Plan, 2009–2013. Ankara. Tekgıda-ĠĢ (2010).Türkiye’de Kadınların Çalışma Hayatındaki Yeri. 368 Tekeli, Ġ.(1996). Türkiye'de YaĢamda ve Yazında Konut Sorununun GeliĢimi. BaĢbakanlık Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığı, Konut AraĢtırmaları Dizisi: 2. Tezgel, O.(2013). Sosyal Politika. Ġçinde: Makal, A. (der). Sendikacılık Akademisi Ders Notları 2, Ankara: Türk-ĠĢ, 1-33. Tınaz, P.(2006). İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing). Ġstanbul:Beta Basım Yayım. Tınaz, P.(2006/4). ĠĢyerinde Psikolojik Taciz. Çalışma ve Toplum, (11), 13–28. TĠSK (2000). Avrupa Birliği‟nin Sosyal Politika Gündemi Avrupa Komisyonu‟nun Konsey, Avrupa Parlamentosu, Ekonomik ve Sosyal Konsey ve Bölgeler Komitesi‟ne Sunduğu Bildiri (No: 206). TĠSK (2002). Avrupa Birliği İstihdam Paketi. Ankara: TĠSK Yayınları. TĠSK (2005). AB Sosyal Gündemi 2005-2010: Küresel Ekonomide Sosyal Bir Avrupa: Herkes İçin İş ve Fırsat. (No: 260). Ankara. Tokol, A.(2013). Özel Olarak Korunması Gereken Gruplar, Ġçinde: Sosyal Politika II. EskiĢehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Toksöz, G. (1998). Kadın Çalışanlar ve Sendikal Katılım. (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/465/5346.pdf adresinden alınmıĢtır.) Toksöz, G.(2002). Almanya‟daki Türk Göçmenlerin ĠĢgücü Sorunları. Mülkiye Dergisi, XXVI (233), Mart-Nisan, 101–109. Piyasasındaki Toksöz, G. (2007). ĠĢgücü Piyasasının Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Analizi ve Bölgeler Arası Dengesizlikler. Çalışma ve Toplum Dergisi, (15), 57–79. Topak, O. (2012). Refah Devleti ve Kapitalizm, Ġstanbul. Tor, H. (2010). Türkiye’de Çocuk İşçiliğinin Boyutlar. ZWT, 2(2), 25–42. TÜĠK. Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları. TÜĠK. Nüfus ve Konut Araştırması. 2011. TÜĠK. İstatistiklerle Kadın 2012. Türkan, E. (2005). Türkiye’de İşgücünün Yapı ve Nitelikleri: Gelişme ve Değerlendirmeler. Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası. TÜRKONFED (2007). İş Dünyasında Kadın. Ġstanbul. TÜSĠAD (2003). Lizbon Avrupa Konseyi AB Başkanlar Konseyi Belgesi 23–24 Mart 2000: İstihdam, Ekonomik Reformlar ve Toplumsal Uzlaşma. Yayın No: TÜSĠAD-T/2003/1–346, Ġstanbul. TÜSĠAD (2008). Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri. TUSĠAD Basın Bülteni. 369 Ulutürk S., Dane K. (2009). Sosyal Güvenlik: Teori, DönüĢüm ve Türkiye Uygulaması. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 8(29), 114-142. UN (2005). World Youth Report 2005: Young People Today, and in 2015, United Nations Pub. UNICEF (2001). The State of the World’s Children 2001. http://www.unicef.org/publications/files/pub_sowc01_en.pdf adresinden 5 ġubat 2014‟te alınmıĢtır.) Uslu, S.(2004). Sosyal Güvenlik-Sosyal Koruma. İşveren Dergisi, ġubat 2004. UĢan, F. M. (2000). Özürlüler de Ġnsan: Özürlülere de Ġnsan Hakları. Türkiye’de İnsan Hakları. (Derl. Oya Çitçi). Ankara: TODAĠE Yayınları, 549–569. UĢen, ġ.(2007). Avrupa Birliği Ülkeleri ve Türkiye’de Aktif Emek Piyasası Politikaları, 65–95. (http://www.calismatoplum.org/sayi13/Usen.pdf adresinden alınmıĢtır.) Ünlütürk UlutaĢ, Ç. (2011). Sağlık Emek Sürecinin Dönüşümü. Ankara: Notabene Yayınları. Van Langendonck, J.(1998). Sağlık Hizmetlerinde Etkinlik ve Nitelik. Avrupa‟da Sosyal Koruma ETUCETUI Konferansı Brüksel, 7-8 Kasım 1996 içinde, (Der.A.Bosco-M.Hutsebaut). Ankara: Türk-Harb-ĠĢ Sendikası Yayını, 347354. VGM (2008). Vakıflar Genel Müdürlüğü Muhtaç Aylığı. Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2008.http://www.vgm.gov.tr/04_SosyalHizmetler/002_MuhtacAyligi/muhtac_ayligi.cf m adresinden 1 Eylül 2010‟da alınmıĢtır). Walker, A., Walker,C. (1997). Britain Divided, the Growth of Social Exclusion in the 1980s and 1990s. London: Child Poverty Action Group Pres. Watson, T.J. (1997). Sociology, Work and Industry, Routledge. London, 1997. (Aktaran; Gerrit Van KOOTEN). "Social Exclusion and The Flexibility of Labour," Social Exclusion in Europe, Paul Littlewood, Ashgate,1999. WHO (2006). Disability and Rehabilitation WHO Action Plan 2006–2011, http://www.who.int/disabilities/dar_action_plan_2006to2011.pdf adresinden 15 Ocak 2011‟de alınmıĢtır.) Wilthagen, T. (2008). Mapping Out Flexicurity Pathways in the European Union. http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=1118725 adresinden 25 ġubat 2013‟te alınmıĢtır.) World Bank (2006). World Development Report 2007: Development and the Next Generation, Washington DC: The World Bank Pub. Yaman, S.(2001). Avrupa Birliği’nin İstihdam ve Sosyal Politikalar. TC BaĢbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Aylık Bülten, Aralık. 370 Yazıcı, B. (2012). The Return to the Family: Welfare, State and Politics of the Family in Turkey. Anthropological Quarterly, 85(1), 103-140. Yentürk, N.ve diğerleri (2006). Ġstanbul Gençliği: STK Üyeliği Bir Fark Yaratıyor mu?. Gençlik Çalışmaları Birimi Araştırma Raporu (No:1). Yentürk, N.(2012). STK’lar İçin Sosyal Koruma Harcamalarını İzleme Kılavuzu. Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.(1.Baskı). Yepez del Castıllo, I.(1994). A Comparative Approach to Social Exdusion: Lessons from France and Belgium. International Labour Review, 133(5-6), 613–631. Yıldız, S.(2013). Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar. (Ġçinde: Tokol, AyĢe ve Yusuf Alper) Sosyal Politika. (4. Baskı). Bursa:Dora Yayınları, 389–390. Yılmaz, G.A. (2006). OECD Ülkeleri ve Türkiye’de Sosyal Devlet ve Sosyal Harcamalar. Ġstanbul: Arıkan Yayınları. Yılmazer Ertuğrul, I.U.(2013). Kadınlara Yönelik Sosyal Politikalar. (Ġçinde: Tokol, AyĢe ve Yusuf Alper) Sosyal Politika. (4. Baskı). Bursa: Dora Yayınları. Yuval-Davis, N. (2003). Cinsiyet ve Millet (Çev. A. BektaĢ). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları. Yüksel, Ġ. (2003). ĠĢsizliğin Psiko-Sosyal Sonuçlarının Ġncelenmesi: Ankara Örneği. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 4(2), 21–38. 371 ÖZGEÇMĠġ KiĢisel Bilgiler Soyadı, adı : ALTINSOY, Hülya Uyruğu : T.C. Doğum tarihi ve yeri : 1978/Sivas Medeni hali : Evli Telefon : 0505 233 04 19 e-posta : [email protected] Eğitim Derecesi Okul/Program Doktora Gazi Üniversitesi SBE, ÇalıĢma Ekonomisi ve Mezuniyet yılı 2014 Endüstri ĠliĢkileri Anabilim Dalı Yüksek lisans Gazi Üniversitesi SBE, Özel Hukuk 2003 (ĠĢ ve Sosyal Güvenlik Hukuku) Lisans Gazi Üniversitesi ĠĠBF, 1999 ÇalıĢma Ekonomisi ve Endüstri ĠliĢkileri Bölümü Lise Çankaya Seyranbağları Lisesi 1994 ĠĢ Deneyimi, Yıl ÇalıĢtığı Yer Görev 2003- devam ediyor Maliye Bakanlığı Maliye Uzmanı Yabancı Dili Ġngilizce GAZİ GELECEKTİR...