balkan araştırma enstitüsü dergisi journal of balkan research ınstıtute

advertisement
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
BALKAN ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ DERGİSİ
Akademik Dergi
Cilt: 3, Sayı: 2, Aralık 2014
TRAKYA UNIVERSITY
JOURNAL OF BALKAN RESEARCH INSTITUTE
Academic Journal
Volume 3, Number 2, December 2014
EDİRNE 2014
DERGİ SAHİBİ / OWNER
Prof. Dr. Yener YÖRÜK
Trakya Üniversitesi Rektörü
EDİTÖRLER / EDITORS
Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN ■ Doç. Dr. Rıdvan CANIM ■ Yrd. Doç. Dr. Bülent AKYAY
YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD
Prof. Dr. Kerime FİLAN ■ Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN
Prof. Dr. Machiel KIEL ■ Prof. Dr. Mirjana TEODOSIJEVIC ■ Prof. Dr. Thanos VEREMİS
Doç. Dr. Rıdvan CANIM ■ Doç. Dr. Liliana BOSCAN ALTIN ■ Doç. Dr. Alexei KALİONSKİ
Yrd. Doç. Dr. Bülent AKYAY ■ Yrd. Doç. Dr. Levent DOĞAN
İNGİLİZCE EDİTÖR / ENGLISH LANGUAGE EDITOR
Yrd. Doç. Dr. Lütfiye ÖZAYDIN CENGİZHAN
YAYIN KOORDİNATÖRÜ / PUBLICATION COORDINATOR
Arş. Gör. Kader ÖZLEM
DİZGİ / TYPESETTING
Öğr. Gör. Utku KIRLIDÖKME
HALKLA İLİŞKİLER / PUBLIC RELATIONS
Arş. Gör. Fatma RODOPLU
İNDEKS KOORDİNATÖRÜ / INDEX COORDINATOR
Yrd. Doç. Dr. Ali HÜSEYİNOĞLU
KAPAK TASARIM / COVER DESIGN
Niğmet GÜLER
YAZIŞMA ADRESİ / CORRESPONDENCE ADDRESS
T.Ü. Balkan Yerleşkesi Enstitüler Binası
Balkan Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü
22030 Edirne, Türkiye
Telefon / Phone: +90 284 - 235 34 58
Belgegeçer / Fax : +90 284 - 236 31 79
E-Mektup / E-mail: [email protected]
BASKI / PRINTING
Trakya Üniversitesi Matbaası
Edirne Teknik Bilimler MYO – Sarayiçi Yerleşkesi / EDİRNE
ULUSLARARASI BİLİM DANIŞMA KURULU
INTERNATIONAL SCIENTIFIC ADVISORY COMMITTEE
Prof. Dr. Yücel ACER, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ankara/Türkiye
Prof. Dr. İlker ALP, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH, Erciyes Üniversitesi, Kayseri/Türkiye
Prof. Dr. Şerif Ali BOZKAPLAN, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Prof. Dr. Sabina BAKSİC, Saraybosna Üniversitesi, Saraybosna/Bosna-Hersek
Prof. Dr. Bernt BRENDEMOEN, University of Oslo, Oslo/Norveç
Prof. Dr. Alpaslan CEYLAN, Atatürk Üniversitesi, Erzurum/Türkiye
Prof. Dr. Swietlana M. CZERWONNAJA, Nicolaus Copernicus University, Torun/Polonya
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK, Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli/Türkiye
Prof. Dr. Recep DUYMAZ, Edirne/Türkiye
Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Prof. Dr. Süleyman Sırrı GÜNER, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Prof. Dr. Mehmet HACISALİHOĞLU, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul/Türkiye
Prof. Dr. Nimetullah HAFIZ, University of Pristina, Piriştina/Kosova
Prof. Dr. Zegir KADRIU, SEEU University, Kalkandelen/Makedonya
Prof. Dr. Kemalettin KUZUCU, Marmara Üniversitesi, İstanbul/Türkiye
Prof. Dr. Lyubomir MIKOV, Bulgaristan Bilimler Akademisi, Sofya/Bulgaristan
Prof. Dr. İrfan MORİNA, University of Pristina, Priştine/ Kosova
Prof. Dr. M. Öcal OĞUZ, Gazi Üniversitesi, Ankara/Türkiye
Prof. Dr. Ali İhsan ÖBEK, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Prof. Dr. Hikmet ÖKSÜZ, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon/Türkiye
Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN, Erciyes Üniversitesi, Kayseri/Türkiye
Prof. Dr. Fırat PURTAŞ, TÜRKSOY Genel Sekreter Yrd., Ankara/Türkiye
Prof. Dr. Mirjana TEODOSIJEVIC, Univerzited u Beogradu (Belgrad Üniv.), Belgrad/Sırbistan
Prof. Dr. Sibel TURAN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN, İzmir/Türkiye
Prof. Dr. Hamit XHAFERİ, SEEU University, Kalkandelen/Makedonya
Prof. Dr. Nikolay İvanoviç YEGOROV, Devlet Sosyal Bilimler Enstitüsü Çeboksarı/Rusya
Doç. Dr. Selim ASLANTAŞ, Hacettepe Üniversitesi, Ankara/Türkiye
Doç. Dr. Nuray BOZBORA, Marmara Üniversitesi, İstanbul/Türkiye
Doç. Dr. Rıdvan CANIM, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Doç. Dr. Birgül DEMİRTAŞ, TOBB Üniversitesi, Ankara/ Türkiye
Doç. Dr. Ömer Soner HUNKAN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Doç. Dr. Fadil HOCA, Saints Cyril and Methodius University, Üsküp/Makedonya
Doç. Dr. Nazim İBRAHİM, Saints Cyril and Methodius University, Üsküp/Makedonya
Doç. Dr. Osman KARATAY, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Doç. Dr. Ayşe KAYAPINAR, Kâtip Çelebi Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Doç. Dr. Emel G. OKTAY, Hacettepe Üniversitesi, Ankara/Türkiye
Doç. Dr. İlhan TOKSÖZ, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Doç. Dr. Fahri TÜRK, Trakya Üniversitesi, Edirne/ Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Arıkan ACAR, Yaşar Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Veysi AKIN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Bülent AKYAY, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Tuba ÜNLÜ BİLGİÇ, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ankara/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Levent DOĞAN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Aşkın KOYUNCU, Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Murat ÖNSOY, Hacettepe Üniversitesi, Ankara/Türkiye
Dr. Goran BANDOV, Univ. College of IR and Diplomacy Zagreb/Hırvatistan
Dr. Bartosz BOJARCZYK, University of Maria Curie-Sklodowska, Lublin/Polonya
Dr. Lelija SOCANAC, University of Zagreb, Zagreb/Hırvatistan
Dr. Zoltan VERES, Colege of Dunaujvaros, Dunaujvaros, Budapeşte/Macaristan
BU SAYININ HAKEMLERİ / REFEREES OF THIS ISSUE
Doç. Dr. Nuray BOZBORA, Marmara Üniversitesi, İstanbul/Türkiye
Doç. Dr. Bilgin ÇELİK, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Doç. Dr. Osman KARATAY, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Doç. Dr. Özer KÜPELİ, Kâtip Çelebi Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Doç. Dr. Abdullah TEMİZKAN, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Doç. Dr. Fahri TÜRK, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Bülent AKYAY, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Hasan DEMİROĞLU, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Ali HÜSEYİNOĞLU, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Aslı Şirin ÖNER, Marmara Üniversitesi, İstanbul/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Hacer TOPAKTAŞ, İstanbul Üniversitesi, İstanbul/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Abdullah ÜSTÜN, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Bülent YILDIRIM, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye
Dr. Sebahattin ABDURRAHMAN, Londra/İNGİLTERE
Balkan Araştırma Enstitüsü (BAE) Dergisi, Akademia Sosyal Bilimler İndeksi (ASOS), T.C.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Veri Tabanı, Central and Eastern European Online
Library (CEEOL), EBSCO, J-Gate, Modern Language Association (MLA) International Bibliography
ve ProQuest tarafından taranmaktadır.
The Journal of Balkan Research Institute (JBRI) is indexed in Akademia Social Sciences Index
(ASOS), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Veri Tabanı, Central and Eastern
European Online Library (CEEOL), EBSCO, J-Gate, Modern Language Association (MLA)
International Bibliography and ProQuest.
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi (BAE-Dergisi), Balkanlar üzerine sosyal bilimler
alanında özgün çalışmalara yer veren uluslararası hakemli bir dergidir. Türkçe ve İngilizce
makalelere yer veren BAE-Dergisi, Aralık ve Temmuz aylarında olmak üzere yılda iki kez yayımlanır.
BAE-Dergisi’ne gönderilen yazılar, yayımlanmadan önce yayın kurulunca dergi yazım ilkelerine
uygunluk açısından incelenir. Yayımlanması uygun bulunan makaleler adları gizli tutulan iki ayrı
hakeme gönderilir. Dergide yayımlanan makalelerde savunulan görüşler BAE-Dergisini hiçbir surette
bağlamaz. Yayımlanan makale ve yazıların sorumluluğu yazarına aittir.
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
BALKAN ARAŞTIRMA
ENSTİTÜSÜ DERGİSİ
TRAKYA UNIVERSITY
JOURNAL OF BALKAN
RESEARCH INSTITUTE
Cilt 3, Sayı 2, Aralık 2014
Volume 3, Number 2, December 2014
İÇİNDEKİLER
CONTENTS
MAKALELER
ARTICLES
Didem ÇATALKILIÇ
Çarlık Rusya’sında Balkanlar Hakkında
A Bibliographical Essay About Works
Yayınlanan Eserlerin Bibliyografya
Published in Tsarist Russia Regarding
Denemesi
the Balkans
1-16
Gökhan DİLBAŞ
Csángó’ların Kökeni Üzerine
On The Origins of Csángó’s
17-44
Mümin İSOV
Bulgar Tarih Literatürü ve Ders
Axiological Dimensions of The First
Kitaplarında Birinci Balkan Savaşı’nın
Balkan War in The Bulgarian History
Değerbilimsel Boyutları
Literature
45-75
Mirjona SADIKU
The Origins of The Kanun: Exploring
Kanunun Kökenleri: Arnavut Teamül
The Development of The Albanian
Hukukunun Gelişimini Keşfetmek
Customary Law
77-95
Ahmet SERDAR
Tarihsel Süreç İçerisinde Batı Trakya
Economic and Demographic
Türklerinin Ekonomik ve Demografik
Development of The Western Thrace
Gelişimi
Turks in Historical Process
97-126
Eşref YALINKILIÇLI
From Neo-Balkanization to
Yeni Balkanlaşma’dan
Europeanization: Institutional Change
Avrupalılaşma’ya: Batı Balkanlar’da
and Regional Cooperation in The
Kurumsal Değişim ve Bölgesel İşbirliği
Western Balkans
127-149
AKTARMA / TRANSLITERATION
Ergün HASANOĞLU
Romanya’ya Dâir Bir Vesika-yı Siyâsiye
151-156
KİTAP DEĞERLENDİRMELERİ / BOOK REVIEWS
Erdal YILMAZ
Bülent Yıldırım, Bulgaristan’daki Ermeni Komitelerinin Osmanlı Devleti Aleyhine
Faaliyetleri (1890-1918)
157-161
Ergün HASANOĞLU
Pınar ŞENIŞIK, Girit: Siyaset ve İsyan 1895-1898
163-166
BALKAN GEZİ NOTLARI - I / BALKAN TRIP NOTES - I
Rıdvan CANIM
bir üsküp masalı / a Skopje tale
167-187
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014,
ss. 1-16.
ÇARLIK RUSYASI’NDA BALKANLAR HAKKINDA
YAYINLANAN ESERLERİN BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
Didem ÇATALKILIÇ
ÖZET
Bu çalışmada Çarlık Rusyası’nda yayınlanmış Rusça kitapların bir
bibliyografyası hazırlanmıştır. Yaptığımız tarama sonucunda İmparatorluk Bilimler
Akademisinin nezdinde Rus bilim adamlarının Balkan coğrafyasına dair değerli
çalışmalarının olduğunu tespit ettik. Rusya ve Balkanların tarihî kaderlerinin iç içe
geçmişliğiyle açıklayabileceğimiz bu alakanın, Türk Tarihçiliği açısından da
kıymeti aşikârdır. Balkan coğrafyası üzerine yapılan çalışmalarda ihmal edildiğini
düşündüğümüz Rus kaynaklarını konu edinen bu çalışmanın araştırmacılara
kolaylık sağlaması tek amacımızdır.
Anahtar Kelimeler: Balkan, Bibliyografya, Rus Kaynakları.
A BIBLIOGRAPHICAL ESSAY ABOUT WORKS PUBLISHED
IN TSARIST RUSSIA REGARDING THE BALKANS
ABSTRACT
This study deals with bibliography of Russian books published under the
Tsarist Russia. It determines the fact that Russian scholars belonging to the
Academy of Russian Sciences had produced valuable studies regarding the Balkans.
The availability of them about the aforementioned region stems from the fact that
destinies of both Russia and the Balkans are closely linked with each other. No
doubt that this is of great importance for Turkish historiography as well. In this
respect, this research aims to contribute to those researchers regarding those Russian
sources which have largely been omitted in studies about the Balkans.
Keywords: Balkan, Bibliography, Russian Resources.

Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Anabilim Dalı Doktora
Öğrencisi, E-mektup: [email protected].
1
DİDEM ÇATALKILIÇ
Giriş
19. yüzyılda Rusya’da başlayan Balkan ülkeleri hakkındaki bilimsel
çalışmalar büyük ölçüde Slavistiğin (Slav bilimi) gelişimiyle bağlantılıdır.
V. V. Makuşev, P. A. Rovinskiy, G. S. Destunis, S. N. Palauzov gibi bazı
bilim adamları Yunanistan, Romanya, Arnavutluk’un tarih ve kültürünü
inceleyerek çalışmaları başlatmıştır.1 1903 yılının Nisan ayında
İmparatorluk Rus Bilimler Akademisi’nin himayesinde Petersburg’da bir
kongre düzenlenmiştir. 1904 yılında yapılması planlanan kongre bu
tarihlerde yaşanan Rus-Japon Savaşı, Rusya ve Avrupa’da meydana gelen
siyasî olaylar nedeniyle iptal olmuştur. I. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni
bağımsız Slav devletlerinin ortaya çıkışı ise Doğu Avrupa haritasını kökten
değiştirmiştir. Avrupa ve dünya politikasında Slav devletlerinin rolü artmış
ve böylece hem Slav ülkelerinde hem de Slav ülkelerinin sınırları dışında
yeni Slavistik Araştırma Merkezlerinin ortaya çıkışı hızlanmıştır.2
1917 Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet coğrafyasında Slav
araştırmaları da tüm beşerî bilimler gibi “burjuva” olarak kabul edilmiş,
başlangıçta şüpheyle karşılanmış ve takibe maruz kalmıştır. Üniversitelerde
Slav Araştırmaları bölümlerinin tümü kapatılmış, yeni personel eğitimi
durdurulmuştur. Ekim Devrimi’nden sonra birçok bilim adamı sürgün
edilmiştir. Bu koşullarda Slav Araştırmaları Enstitüsü’nün Bilimler
Akademisi’nde kuruluşu en az üç yıl (1931-1934) sürmüştür.3 1939 yılının
ilkbaharında ise Moskova Üniversitesi’nin Tarih Fakültesinde Güney ve
Batı Slavları bölümlerinin kurulmasına karar verilmiş aynı zamanda Sovyet
Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü’nde Slav Araştırmaları kürsüsü
kurulmuştur. 1944 yılında Güney ve Batı Slavları bölümüne ek olarak Slav
Filolojisi Bölümü açılmıştır. 1946 yılının sonunda Sovyet Bilimler
Akademisi Slav Araştırmaları Enstitüsü kurma fikri hayata geçirilmiştir.
Enstitü 1 Ocak 1947 yılından itibaren faaliyete geçmiştir. Bu dönemde N. S.
Derjavin, A. M. Selişçev, N. K. Dmitriev, V. İ. Piçeta, B. M. Lyapunov gibi
Sovyet bilim adamlarının çalışmaları bulunmaktadır. Bu enstitüde
tarihçilerden başka edebiyatçılar ve dilbilimcilerde Balkanlar üzerine
1
G. L. Arş., “Predislovie”, Osnovnıe Problemı Balkanistiki v SSSR, Balkanskie
İssledovaniya, Vıp. 5, Moskva 1979, s. 3.
2
V. K. Volkov, “Rossiyskoy Slavyanovedenie: Vçera, Segodnya, Zavtra (K 50-Letiyu
İnstituta Slavyanovedeniya i Balkanistiki RAN)”, İnstitut Slavyanovedeniya i Balkanistiki,
Moskva 1996, s. 8.
3
Volkov, a.g.m., s. 9.
2
BAED 3/2, (2014), 1-16.
ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN
BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
çalışma yapmışlardır. 1946 yılının sonunda Rus Bilimler Akademisi Slav
Araştırmaları Enstitüsü’nün kurulması ise bir dönüm noktası olmuştur.4
1950’li yılların sonu 1960’lı yılların başında Slav Bilimleri kendi
yapısını bulmuştur. 1939 yılında savaş nedeniyle toplanamayan III. Slav
Kongresi 1955 yılında toplanmıştır. Yine bu dönemde Slav ülkelerinde
ulusal komiteler oluşmaya başlanmıştır. 1958 yılından itibaren her 5 yılda
bir Slav kongreleri düzenlenmeye başlanmıştır.5 1968 yılına gelindiğinde
Sovyet Bilimler Akademisi başkanlık divanının kararıyla Slav Araştırmaları
Enstitüsü, Slav ve Balkan Araştırmalarına dönüştürülmüştür.6
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra üniversitelerdeki
bölümlerden Slav Araştırmaları ve Balkan Enstitülerine kadar tüm kurumlar
kendilerini yeni bir durumun içinde bulmuşlardır.7
Türkiye’de sınırlı sayıda akademisyen tarafından çalışılan Balkan
coğrafyası çeşitli kaynak dillerini bilmeyi gerektirmektedir. Bu coğrafyanın
19. yüzyıl boyunca Çarlık Rusyası ve Osmanlı İmparatorluğu’nun mücadele
alanlarından biri olduğu düşünüldüğünde Rus kaynakları Balkanlarla ilgili
yapılacak olan çalışmalarda hayati öneme sahiptir.
Bilimsel araştırmaların temelini teşkil eden bibliyograflar bilim
adamlarının çalışmak istedikleri konular hakkında bilgi sahibi olmalarına
olanak sağlamaktadır. Bilindiği üzere bilimsel çalışmalara başlamadan önce
yapılması gereken ilk iş ise bir bibliyografya çalışması hazırlamaktır.
Yaşadığımız çağda elektronik ortamda bilgiye ulaşmak eskiye
nazaran çok daha kolay bir hal almıştır. Konuya Rus Arşivi açısından
bakıldığında ise çalışmamızda da yer verdiğimiz birçok eser pdf veya djvu
dosyası şeklinde elektronik ortamda mevcuttur. Bu çalışmada Rusça olarak
yayımlanmış eserlerin transkripsiyonu yapılarak yer verilmiştir. Bölgenin
çalışanları açısından hayatî öneme sahip olduğunu düşündüğümüz bu
eserlerin yapılacak olan çalışmalara katkı sağlaması en büyük dileğimizdir.
4
Volkov, a.g.m., s. 11, 12, 13.
Volkov, a.g.m., s. 14.
6
Arş, a.g.m., s. 3.
7
Volkov, a.g.m., s. 24.
5
BAED 3/2, (2014), 1-16.
3
DİDEM ÇATALKILIÇ
Bibliyografya
Aksakov, İ. S., Slavyanskiy vopros (1860-1886), Moskova 1886.
Aleksandrov, A. E., Po povodu perehoda v katoliçestvo knyajnı Elenı
Çernogorskoy, Kazan 1896.
Aleksandrov A., Materialı po istorii Çernogorya, Uçenıya Zapiski
İmperatorskago Kazanskago Universiteta, Kazan 1897.
Antonin, A., İz Rumelii, Peterburg 1866.
Antonin, A., Poezdka v Rumeliyu, Peterburg 1879.
Appelrot, V., Velikie greçeskıe vayateli, Moskova 1893.
Aprilov, V., Bolgarskie gramotı, sobrannıe, perevedennıe na russkiy yazık i
obyasnennıe, Odessa 1845.
Aprilov, V., Bolgarskie knijniki, ili Kakomu slavyanskomu plemeni
sobstvenno prinadlejit Kirillovskaya azbuka?, Odessa 1841.
Arsenev, K., İstoriya Drevney Gretsii, Cilt 1, Peterburg 1825.
Bartelemi, J., Puteşetvie mladşego Anaharsisa po Gretsii v pervoy polovine
çetvertovo veka do Rojdestva Hristova, Cilt 6, Moskova 1818.
Bazili, K., Arhipelag i Gretsiya v 1830 i 1831 godax, Cilt 2, Peterburg 1834.
Belox Y., İstoriya Gretsii, Cilt 2, Moskova 1899.
Bellyarminov, İ., Rukovodstvo k drevney istorii, Peterburg 1896.
Benderev, A. F., Serbsko-bolgarskaya voyna 1885 goda, Peterburg 1892.
Benderev, A. F., Voennaya geografıya i statistika Makedonıi i sosednih s
ney oblastey Balkanskago poluostrova, Peterburg 1890.
Berezin, L. V., Horvatiya, Slavoniya, Dalmatsiya i Voennaya Granitsa.
Horvatiya i Slavoniya, Dalmatsiya. Voennaya granitsa. Obşaya etnografiya
4
BAED 3/2, (2014), 1-16.
ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN
BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
vsex çetıreh yugo-slavyanskih provintsiy Avstro-Vengrii, Cilt I-II, Peterburg
1879.
Bessonov, P., Bolgarskie pesni iz sbornikov Yu. İ. Venelina, N. D.
Katranova i drugih bolgar, Moskova 1855.
Bessonov, P. A., Katoliçeskiy svyaşçennik serb (horvat) Yuriy Krijaniç,
Neblyuşskiy, Yavkanitsa, revnitel vossoedineniya tserkvey i vsego
slavyanstva v XVII veke, Moskova 1870.
Bıçkov, A. F., Gerbel N. F., Dostoevskiy F. M., Bratskaya pomoşç
postradavşim semeystvam Bosnii i Gertsegovinı, Peterburg 1876.
Birnatskiy, K., Oçerki i kartinı iz istorii Vostoka i Gretsii, Moskova 1867.
Boduen-de-Kurtene, İ. A., Nekotorıe otdelı “Sravnitelnoy grammatiki”
slovyanskih yazıkov. Otrıvki iz lektsiy, Varşova 1881.
Bodyanskiy, O. M., Greçeskie knigohranilişça Vostoka i ih rukopisi,
osmotrennıe odnim angliyskim puteşestvennikom v 1858 godu, Moskova
1871.
Bodyanskiy, O. M., O vremeni proishojdeniya slavyanskih pismen,
Moskova 1855.
Boretskiy, B. N., İstoriya Rumınii, Peterburg 1909.
Botkin, S. P., Pisma iz Bolgarii, 1877, Peterburg 1898.
Brandit, R. F., Naçertanie slavyanskoy aktsentologii, Peterburg 1880.
Brandit, R. F., Kratkaya fonetika i morfologiya bolgarskogo yazıka,
Moskova 1901.
Brandit, R. F., Kratkaya sravnitelnaya grammatika slavyanskih yazıkov
(Fonetika i morfologiya), Moskova 1915.
Budiloviç, A. S., Znaçenie Makedonii v sudbah greko-slavyanskogo mira,
Peterburg 1903.
BAED 3/2, (2014), 1-16.
5
DİDEM ÇATALKILIÇ
Buzeskul ,V. P., Vvedenie v istoriyu Gretsii, Harkov 1904.
Buzeskul ,V. P., Drevneyşaya tsivilizatsiya v Evrope. Egeyskaya ili KritoMikenskaya kultura, Harkov 1918.
Çertkov A. D., O Çisle russkogo voyska, zavoevavşego Bolgariyu, i
srajevşegosya s grekami vo Frakii i Makedonii, v 967-971, Odessa 1842.
Çertkov A. D., Opisanie voynı velikogo knyazya Svyatoslava İgoreviça
protiv bolgar i grekov v 967-971 godı, Moskova 1843.
Danilevskiy, N. Y., Rossiya i Evropa: Vzglad na kulturnıya i politiçeskiya
otnoşeniya Slavyanskago mira k Germano-Romanskomu, Peterburg 1871.
Davıdov, V., Putevıe zapiski, vedennıe vo vremya prebıvaniya na İoniçeskih
ostrovah, v Gretsii, Maloy Azii i Turtsii v 1835 godu, Cilt I-II, Peterburg
1839-1840.
Delakrua, İ. İ., Gretsiya, ili Galereya dostopamyatnıh vidov i razvalin etoy
klassiçeskoy zemli, izdannaya İvanom De la Kroa: s 30 estampami,
gravirovannımi na stali, Moskova 1837.
Dobrov, L., Yujnoe slavyanstvo, Turtsiya i soperniçestvo evropeyskih
pravitelstv na Balkanskom poluostrove, Peterburg 1879.
Durnovo, N. N., Gosudarstva i narodı Balkanskogo poluostrova, ih
proşedşee, nastoyaşçee i buduşçee i Bolgarskaya krivda, Moskova 1890.
Durnovo, N. N., Bolgarskaya propaganda v Makedonii i makedonskiy
vopros, Moskova 1899.
Dyuvernua, A. L., Slovar bolgarskogo yazıka po pamyatnikam narodnoy
slovesnosti i proizvedeniyam noveyşey peçati, Cilt I-II A-N, Moskova 1889.
Elize, Reklyu J. J., Zemlya i lyudi. Vseobşçaya geografiya. Kniga pervaya,
Cilt I-II, Peterburg 1898.
Filippov, N. N., Oçerk tısyaçeletney borbı baltiysko-polabskogo slavyanstva
s nemtsami do vozrojdeniya serbo-lujitskogo plemeni, Peterburg 1897.
6
BAED 3/2, (2014), 1-16.
ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN
BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
Florinskiy, T. D., Pamyatniki zakonodatelnoy deyatelnost Duşana, tsar
serbov i grekov, Kiev 1888.
Frilley, G.-Vlahoviç İ., Sovremennaya Çernogoriya. S risunkami i kartoyu
Çernogorii, Gertsegovinı i Bosnii, Peterburg 1876.
Gilferding, A. F., Pisma ob istorii serbov i bolgar, Moskova 1855.
Gilferding, A. F., Sobranie soçineniy: İstoriya serbov i bolgar, Bosniya,
Gertsegovina i Staraya Serbiya Sobranie soçineniy, Cilt I-III, Peterburg
1873.
Gilyarov, A. N., Greçeskie sofistı, ih mirovozzrenie i deyatelnost v svyazi s
obşçey politiçeskoy i kulturnoy istoriey Gretsii, Moskova 1891.
Glinka, S. N., Kartina istoriçeskaya i politiçeskaya novoy Gretsii, Moskova
1829.
Goloçek, İ., Bosniya i Gertsegovina za vremya okkupatsii, Moskova 1902.
Golubinskiy, E. E., Kratkiy oçerk istorii pravoslavnıh tserkvey Bolgarskoy,
Serbskoy i Rumınskoy ili Moldavo-Valaşckoy, Moskova 1871.
Grant, A. C., Gretsiya v vek Perikla, Moskova 1905.
Grigoroviç, B. V., Stranstvovaniya po svyatım mestam Vostoka c 1723 po
1747 g., Cilt I-II-III-IV, Peterburg 1885-1886-1887-1887.
Grigoroviç, V. İ., O Serbii v ee otnoşeniyah k sosednim derjavam,
preimuşçestvenno v XVI i XV stoletiyah, Kazan 1859.
Grigoroviç, V. İ., Slavyanskie nareçiya, Varşova 1884.
Grot, K. Y., İzvestiya Konstantina Baryanorodnogo o serbah i horvatah i ih
rasselenii na Balkanskom poluostrove, Peterburg 1880.
Grunskiy, N. K., Prajskie glagoliçeskie otrıvki i iz istorii horvatskoy
glagolitsı, Peterburg 1905.
Gureviç, Y. G., İstoriya Gretsii i Rima, Peterburg 1894.
BAED 3/2, (2014), 1-16.
7
DİDEM ÇATALKILIÇ
Haruzin, A. N., Bosniya i Gertsegovina. Oçerki okkupatsionnoy provintsii
Avstro-Vengrii, Peterburg 1901.
Haruzin, A. N., Slavyanskoe jileşçe v Severo-Zapandom krae. İz materialov
po istorii razvitiya slavyanskih jilişç, Vilnius 1907.
Hvostov, A. N., Russkie i serbı v voynu 1876 goda za nezavisimost hristian,
Peterburg 1877.
İreçek, K., İstoriya bolgar, Odessa 1878.
Jebb, R. K., İstoriya greçeskoy literaturı, Moskova 1896.
Kagarov, E., Kult fetişey, rasteniy i jivotnıh v drevney Gretsii, Peterburg
1913.
Kanits, F., Dunayskaya Bolgariya i Balkanskiy poluostrov, Peterburg 1876.
Karauze, V. M., Puteşestvie ego imperatorskogo vısoçestva gosudarya
naslednika tsesareviça i velikogo knyazya Nikolaya Aleksandroviça, 18911892. Gretsiya, Egipet, İndiya, Kitay, Yaponiya, Sibir, 1894.
Karpov, S., Bolgarıya i posledniya balkanskıya voynı, Yaroslav 1914.
Koçubinskiy, A. A., Mı i oni (1711-1878). Oçerki istorii i politiki slavyan,
Odessa 1878.
Kondakov, N. P., Greçeskie terrakotovıe statuetki, Odessa 1879.
Kondakov, N. P., Miniatyurı greçeskoy rukopisi Psaltiri IX veka iz
sobraniya A. İ. Huldova, Moskova 1878.
Koşutiç, R., Serbskiy narod i anneksiya Bosnii i Gertsegovinı, Peterburg
1908.
Kovalevskiy, E. P., Sobranie soçineniy, Çernogoriya i slavyanskie zemli,
Cilt IV, Peterburg 1872.
Kurts, E., Dva greçeskih teksta o Sv. Feofanii, supruge imperatora Lva VI,
Moskova 1898.
8
BAED 3/2, (2014), 1-16.
ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN
BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
Lamanskiy, V. İ., O nekotorıh slavyanskih rukopisyah v Belgrade, Zagrabe i
Vene, s filologiçeskimi i istoriçeskimi primeçaniyami, Peterburg 1864.
Lamanskiy, V. İ., Ob istoriçeskom izuçenii greko-slavyanskago mira v
Evrope, Peterburg 1871.
Lamanskiy, V. İ., Sırku P. K istorii ispravleniya knig v Bolgarii v XIV veke,
Cilt I, Sayı I, Peterburg 1896.
Lante, E. F., Antenorovo puteşestvie v Gretsiyu i Aziyu s priobşçheniem
svedeniy o Egipte, Peterburg 1803.
Latışev, V. V., Oçerk greçeskih drevnostey, Cilt I-II, Peterburg 1888-1889.
Latışev, V. V., Sbornik greçeskih nadpisey hristianskih vremen iz Yujnoy
Rossii, Peterburg 1896.
Leer, G. A., Entsiklopediya voennıh i morskih nauk: Cilt VI. Piave-Russkoturetskaya voyna 1806-12 gg. 1892-1893, Peterburg.
Leonid, Arhimandrit (Kavelin L. A.), İstoriçeskoe opisanie Serbskoy
tsarskoy lavrı Hilandarya i ee otnoşeniya k tsartvu serbskomu i russkomu,
Moskova 1868.
Leonid, Arhimandrit (Kavelin L. A.), Jitie prepodobnogo Vlasiya Mniha,
pamyatnik slovyano-bolgarskoy pismennosti IX veka iz rukopisnoy ÇetiMinei XV (bıvşey Troitskoy),Peterburg 1887.
Leontev, P., O poklonenii Zevus v Drevney Gretsii, Moskova 1850.
Leontoviç, F. İ., Drevnee horvato-dalmatskoe zakonodatelstvo, Odessa
1868.
Leontev, K., Vostok, Rossiya i Slavyanstvo, Cilt I-II, Moskova 1886.
Lihtenberg, R., Doistoriçeskaya Gretsiya, Peterburg 1914.
Liprandi, İ. P., Vostoçnıy vopros i Bolgariya, Moskova 1868.
BAED 3/2, (2014), 1-16.
9
DİDEM ÇATALKILIÇ
Longinov, A. V., Mirnıe dogovori russkih s grekami, zaklyuçennıe v X veke.
İstoriko- yuridiçeskoe issledovanie, Odessa 1904.
Lovyagin, E., İzbrannıe mesta iz greçeskih pisaniy svyatıh ottsev tserkov do
IX Veka, Bölüm I, Peterburg 1884-1885.
Luka, V., Pervoe gertsegovinskoe vosstanie, Moskova 1875.
Lukyanoviç, N., Opisanie turetskoy voynı 1828 i 1829 godov, Bölüm I-IIIII-IV, Peterburg 1844-1844-1847-1847.
Lyugebil, K., İssledovaniya po istorii greçeskogo iskusstva, Peterburg 1871.
Mabli, G., Rassujdeniya o greçeskoy istorii, ili o priçinah blagodenstviya i
nesçastiya grekov, Peterburg 1773.
Makuşev, V. V., Bolgariya v kontse XII i v pervoy polovine XIII veka,
Varşova 1872.
Makuşev, V. V., Bolgariya pod turetskim vladıçestvom, preimuşçestvenno v
XV i XVI vekah, Peterburg 1872.
Makuşev, V. V., İstoriçeskie razıskaniya o slavyanah v Albanii v Srednie
veka, Varşova 1871.
Makuşev, V. V., Materialı dlya istorii diplomatiçeskih snoşeniy Rossii s
Raguzskoy respublikoy, Moskova 1865.
Makuşev, V. V., Drevne-greçeskie frontonnıe kompoztsii. İsledovanie v
oblasti dekorativnoy s kulturı, Peterburg 1904.
Markov, E., Puteşestvie po Gretsii, Peterburg 1903.
Markov, E., Puteşestvie po Serbii i Çernogorii, Peterburg 1903.
Melnitskiy, V., İstoriya vmeşatelstva Rossii, Anglii i Frantsii v voynu za
nezavisimost Gretsii, Peterburg 1863.
Miloradoviç, G. A., Pravoslavnıy monastır Jitomısliç v Gertsegovine,
Çernigov 1890.
10
BAED 3/2, (2014), 1-16.
ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN
BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
Milyukov, P. N., Razlojenie slavyanofilstva Danilevskiy, Leontev, V.
Solovev, Moskova 1893.
Molçanov, A. N., Mejdu mirom i Kongressom, Peterburg 1878.
Neklyudov, V. S., Slavyanskiy vopros, Moskova 1876.
Nemiroviç-Dançenko, V. İ., Posle voynı. Oçerki i vpeçatleniya russkogo
korrespondenta v osvobojdennoy Bolgarii, Peterburg 1880.
Nikitskiy, A. V. Jebelev S., İstoriya Afin 229-31 godı do R. Hr., Peterburg
1898.
Nikolskiy, N. K., Reç tonkosloviya greçeskogo, Peterburg 1896.
Negoş, P. N., Balkanskaya tsaritsa. Drama, Peterburg 1894.
Obolenskiy, M., O greçeskom kodekse Georgiya Amartola, hranyaşçemsya
v Moskovskoy Sinodalnoy Biblioteke, i o serbskom i bolgarskom perevodah
ego hroniki, Moskova 1847.
Opisaniye russko-turetskoy voynı 1877-78 gg. na Balkanskom poluostrove:
Cilt I 1901, Cilt II 1901, Cilt III-Bölüm 1 1904, Cilt III-Bölüm II 1905, Cilt
IV-Bölüm I 1906, Cilt V-Bölüm 1903.
Ovsyanıy, N., Bolgariya i bolgarı, Peterburg 1900.
Ovsyanıy, N., Serbiya i serbı, Peterburg 1898.
Ovsyanıy, N., Sbornik materialov po grajdanskomu upravleniyu i okkupatsii
v bolgarii v 1877-78-79 gg., Sayı I-II-III-IV, Moskova 1903-1903-19041905.
Ovsyanıy, N., Russkoe upravlenie v bolgarii v 1877-78-79 gg., Cilt I-II-III,
Moskova 1906-1906-1907.
Palauzov, S. N., İstoriçeskiy oçerk Serbskogo gosudarstva do kontsa XV
stoletiya, Moskova 1845.
Palauzov, S. N., Vek bolgarskogo tsar Simeona, Peterburg 1852.
BAED 3/2, (2014), 1-16.
11
DİDEM ÇATALKILIÇ
Paleolog, G. N., Sivinis M., İstoriçeskiy oçerk narodnoy voynı za
nezavisimost Gretsii i vosstanovleniya korolevstva pri vmeşatelstve velikih
derjav Rossii, Anglii i Frantsii, Peterburg 1867.
Paleolog, G. N., Sivinis M., İstoriya vmeşatelstva Rossi, Anglii i Frantsii v
voynu za nezavisimost Gretsii, Peterburg 1863.
Parland, A. A., Hramı drevney Gretsii (Lektsii po arhitekture, çitannıe v
İmperatorskoy Akademii Hudojestv), Peterburg 1890.
Pavlov, A.S., Otrıvki greçeskogo teksta kanoniçeskih otvetov russkogo
mitropolita İoanna II, Peterburg 1873.
Pavlovskiy, A. A., Skulptura v Attike do greko-persidskih voyn, Peterburg
1896.
Pavloviç, N. V., Şest mesyatsev na Şipke, Moskova 1884.
Pavlutskiy, G. G., O janrovıh syujetah v greçeskom iskusstve do epohi
ellinizma (s risunkami), Kiev 1896-1897.
Petkoviç K. D., Çernogoriya i çernogortsı, Peterburg 1877.
Petrov, N. İ., Naçalo greko-bolgarskoy raspri i vozrojdeniya bolgarskoy
narodnosti, Kiev 1886.
Pirogov, N. İ., Voenno-vraçebnoe delo i çastnaya pomoşç na teatre voynı v
Bolgarii i v tılu deystvuyuşçey armii v 1877-1878, Bölüm I-II, Peterburg
1879-1879.
Pogodin, A. L., K voprosu o varvarskih imenah na yujno-russkih greçeskih
nadpisah, Peterburg 1901.
Pokrovskiy, N. V., Stennıe rospisi v drevnih hramah greçeskih i russkih,
Peterburg 1890.
Popov, A. N., Puteşestvie v Çernogoriyu, Peterburg 1847.
Popov, N. A., İz istorii Slavyanskago Blagotvoritelnago Komiteta v Moskve
pervoe pyatiletie (1858-1862), Moskova 1871.
12
BAED 3/2, (2014), 1-16.
ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN
BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
Popov, N. A., İstoriya Slavyanskago Blagotvoritelnago Komiteta v Moskve
vtoroe pyatiletie (1863- 1867), Moskova 1872.
Popov, N. A., Nıneşnee sostoyanie pravoslavnoy tserkvi v Serbii, Moskova
1874.
Popov, N. A., Oçerki religioznoy i natsionalnoy blagotvoritelnosti na
Vostoke i sredi slavyan, Cilt I, Peterburg 1871.
Popov, N. A., Pravoslavie v Bosnii i ego borba s katoliçeskoy propagandoy
i protestantksimi missionerami, Moskova 1873.
Popov, N. A., Russkoe naselenie po vostoçnomu sklonu Karpat, Moskova
1867.
Popov, N. A., Rossiya i Serbiya, Cilt I-II, Moskova 1869-1869.
Popov, N. A., Serbiya posle Parijskogo mira, Cilt I, Moskova 1871.
Popoviç, G., Pravo i sud v Çernogorii, Peterburg 1881.
Poprujenko, M. G., “Knigi tsarstv” v sobranii rukopisey biblioteki
imperatorskogo Novorossiyskogo universiteta (iz istorii literaturnoy
deyatelnosti v Serbii XV veka), Odessa 1894.
Radişçev, A. N., Razmışleniya o greçeskoy istorii, Peterburg 1773.
Raiç, İ., İstoriya raznıh slavyanskih narodov naipaçe je bolgar, horvatov i
serbov, Bölüm I-II-III-IV, Moskova 1794-1823-1794-1823.
Rot, K., İstoriya hristianskih narodov balkanskogo poluostrova, Peterburg
1908.
Rovinskiy, P. A., Çernogoriya v ee proşlom i nastoyaşçem, Cilt IGeografiya-İstoriya 1888, Cilt II-Bölüm I Etnografiya 1899, Bölüm II
Etnografiya 1901, Cilt II-Bölüm III Etnografiya 1905, Cilt II-Bölüm IV
Arheologiya 1909, Cilt III Gosudarstvennaya jizn 1915, Peterburg.
Rovinskiy, P. A., Petr II Rade Petroviç Negoş, vladıka çernogorskiy,
Peterburg 1889.
BAED 3/2, (2014), 1-16.
13
DİDEM ÇATALKILIÇ
Sbornik materialov po russko-turetskoy voyne 1877-1878 gg. na
Balkanskom Poluostrove. 97 Sayı. Sbornik otdeleniya russkogo yazıka i
slovesnosti:
Cilt 86, No 2. Rovinskiy, P., Çernogoriya v ee proshlom i nastoyashchem,
Cilt II - Bölüm IV Arheologiya, Peterburg 1909.
Cilt 91, No 3. Rovinskiy P., Çernogoriya v ee proshlom i nastoyashchem,
Cilt III, Gosudarstvennaya jizn, Peterburg 1915.
Savelev, Rostilaviç N. V., Slavyanskiy sbornik, Peterburg 1845.
Sırku, P. A., K istorii ispravleniya knig v Bolgarii v XIV V, Cilt I Sayı I
1889.
Sırku, P. A., Liturgiçeskie trudı patriarha Evfimiya Tırnovskogo, Cilt I-Sayı
II, Peterburg 1890.
Skalkovskiy, A. A., Bolgarskie kolonii v Bessarabii i Novorossiyskom krae,
Odessa 1848.
Skalkovskiy, K., Vneşnyaya politika Rossii i polojenıe inostrannıh derjav,
Peterburg 1901.
Smirnov, İ., Oçerk istorii Horvatskogo gosudarstva do podçineniya ego
Ugorskoy korone, Kazan 1879.
Sokolov, M., İz drevney istorii Bolgar, Peterburg 1879.
Sreznevskiy, İ. İ., Putevıe pisma iz slavyanskih zemel. 1839-1842, Peterburg
1895.
Sreznevskiy, İ., Oçerk knigopeçataniya v Bolgarii, Peterburg 1846.
Sreznevskiy, İ., Rojenitsı u slavyan i drugih yazıçeskih naradov, Moskova
1855.
Sreznevskiy, İ., Skazaniya ob antihriste v slavyanskih perevodah s
zameçaniyami o slavyanskih perevodah tvoreniy Sv. İppolita, Peterburg
1874.
14
BAED 3/2, (2014), 1-16.
ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN
BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
Straşkeviç, K. F., Kratkiy oçerk greçeskih drevnostey, Kiev 1874.
Stepanoviç, H. A., K serbam, Moskova 1886.
Suvorov, V., Oçerki istorii russko-turetskoy voynı i perehod çerez Balkanı,
Moskova 1877.
Şahovskoy, L. V., S teatra voynı 1877-78. Dva pohoda za Balkanı, Moskova
1878.
Şkorpil, G., Doistoriçeskie pamyatniki Bolgarii, Odessa 1896.
Ştiglitsa, A. N., Rossiya i slavyanstvo, Peterburg 1907.
Tatişçev, S. S., Diplomatiçeskie besedı o vneşney politike Rossii. God
pervıy. 1889, Peterburg 1890.
Telyakov, V. G., Pisma iz Bolgarii (Pisanı vo vremya kampanii 1829 g.),
Moskova 1833.
Terehov, A., İstoriçeskiy oçerk dvijeniye Rossii na Balkanskiy Poluostrov,
Peterburg 1888.
Tihov, A., Oçerki po greçeskoy literature, sayı I-III, Kiev 1895-1902.
Tihov, N. Z., Bolgarskiy dom i otnosyaşçiesya k nemu postroyki po dannım
yazıka i narodnıh pesen, Kazan 1891.
Trubetskoy, S. N., Metafizika v drevney Gretsii, Moskova 1890.
Tsviiç, İ., Makedonskie slavyane, Peterburg 1906.
Tyumenev, A., Vvedenie v ekonomiçeskuyu istoriyu Drevney Gretsii,
Moskova 1900.
Vasilevskiy, V. G., Politiçeskaya reforma i sotsialnoe dvijenie v Drevney
Gretsii v period ee upadka, Peterburg 1869.
Vasilevskiy, V. G., Uspenskiy F., Obrazovanie vtorogo Bolgarskogo
tsartva, Odessa 1879.
BAED 3/2, (2014), 1-16.
15
DİDEM ÇATALKILIÇ
Vatslika, İ. Y., Çernogorskie tsarstvuyuşçie dinastii, Peterburg 1889.
Vegner, Y. V. E., Ellada. Kartinı Drevney Gretsii, eyo religiya,
moguşçestvo i prosveşçenie, Cilt I-II, Peterburg 1868-1868.
Venelin, Y. İ., Drevnie i nıneşnie Bolgare v politiçeskom, narodopisnom,
istoriçeskom i religioznom ih otnoşenii k rossiyanam, Moskova 1856.
Venelin, Y. İ., Kritiçeskie issledovaniya ob istorii Bolgar. S prihoda Bolgar
na Frakiyski poluostrov do 968 goda, ili pokoreniya Bolgarii Velikim
Knyazem Russkim Svyatoslavom, Moskova 1849.
Venelin, Y. İ., O zarodışe novoy Bolgarskoy literaturı, Moskova 1838.
Venelin, Y. İ., Vlaho-Bolgarskie ili dako-slavyanskie gramotı, sobrannıe i
obyasnennıe na ijdivenii İmperatorskoy Rossiyskoy akademii Yuriem
Venelinım, Peterburg 1840.
Voevodskiy, L. F., Kannibalizm v greçeskih mifah. Opıt po istorii razvitiya
nravstvennosti, Peterburg 1874.
Yagiç, V., İstoriya serbsko-horvatskoy literaturı. Perevod s serbskohorvatskogo, Kazan 1871.
Obıçay i pesni turetskih serbov v Prizrene, İpeke, Morave i Dabre,
Peterburg 1886.
Yastrebov, İ. S., Stara Serbiya i Albaniya, Belgrad 1904.
Yurkeviç, M. V., Dvadtsatipyatiletnie itogo knyajestva Bolgarii, cilt I-II,
Sofya 1904-1905.
KAYNAKÇA
ARŞ, G. L., “Predislovie”, Osnovnıe Problemı Balkanistiki v SSSR,
Balkanskie İssledovaniya, Vıp. 5, Moskova 1979.
VOLKOV, V. K., “Rossiyskoy Slavyanovedenie: Vçera, Segodnya, Zavtra
(K 50-Letiyu İnstituta Slavyanovedeniya i Balkanistiki RAN)”, İnstitut
Slavyanovedeniya i Balkanistiki, Moskova 1996.
16
BAED 3/2, (2014), 1-16.
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014,
ss. 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
Gökhan DİLBAŞ
ÖZET
Günümüzde Moldova sınırları içerisinde yaşayan, Macarca konuşan ve
kendilerine özgü kültürlerini muhafaza eden Csángó’ların kökeni sorunu uzun yıllar
boyunca yapılan araştırmalara rağmen hâlâ tam anlamıyla çözüme kavuşamamıştır.
Konu ile ilgilenen bilim insanları ve araştırmacılar Csángó’ların kökeni sorununu
hem tarihî verilerin, hem de dil bilimsel verilerin yardımıyla aydınlatmaya
çalışmaktadırlar. Bugün itibariyle Csángó’ların Kumanlardan neşet ettiği tezi büyük
oranda kabul görüyor olsa da, yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçların
ışığında Csángó’ların kökeni hakkında başka tezler de ortaya atılmıştır.
Csángó’ların kökeninin ortaya çıkarılmasına dair yapılan araştırmaların ve ortaya
çıkan sonuçların güncel bilimsel verilerle değerlendirilmesi bir yandan Asya’dan
Avrupa’ya göç etmiş Türk kavimlerinin özellikle Doğu Avrupa tarihinde ve
Avrasya step kuşağının son halkası olan Macaristan coğrafyasında oynadığı rolün
daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı gibi, bir yandan da bugünkü Doğu Avrupa
halklarının tarihine bir ışık tutacaktır.
Anahtar
Kumanlar.
Kelimeler:
Csángó,
Csángó’lar,
Moldova,
Macaristan,
ON THE ORIGINS OF CSÁNGÓ’S
ABSTRACT
The origin of Csángó’s, who live at the present time within the boundaries
of Moldavia and speak Hungarian and have preserved their peculiar culture, has
been the subject of research for many years but no definitive answer has been found
yet as to their origins. Scientists and researchers try to shed light on the origins of
Csángó’s using historical data and linguistic data. As of today, the thesis that their
origins should be in the Cumans is largely accepted but there are other theses too
developed in the light of other research. The evaluation of the research and of the
findings with up-to-date scientific data will contribute to a better understanding of

Dr., E-mektup: [email protected].
17
GÖKHAN DİLBAŞ
the Turkish peoples having migrated from Asia to Europe especially to Eastern
Europe and Hungary, the latter constituting the last ring of the band of steppes, on
the other hand will shed light on the history of the modern time peoples of Eastern
Europe in general.
Keywords: Csángó, Csángó’s, Moldavia, Hungary, Cumans.
Giriş
“Csángó” kelimesi günümüzde genellikle Moldova sınırları
içerisinde yaşayan ve Macar dili konuşan toplulukları ifade etmek için
kullanılmaktadır. Bu etnonim ad, Romanya sınırları içinde bulunan Bákó
eyaletindeki Ghimes/Gyimes’te ve Brassó eyaletindeki Săcele/Négyfalu’da
yaşayan Macar zümreleri ve zaman zaman XVIII. yüzyılda Moldova
sınırları içinde yer alan Bukovina’ya göç etmiş Sekelleri adlandırmak için
de kullanılmaktadır.1 Csángó’ların nüfusunun 240,000 – 250,0002 veya
260,0003 – civarında olduğuna dair tahminler vardır.4 Csángó’lar hem tarihî
olarak, hem de dilsel olarak tek bir grup değildir. Araştırmacıların büyük
çoğunluğu Ortaçağ’da Moldova coğrafyasına gelen Macarları ve XVII-XIX.
yüzyıllarda Moldova sahasına büyüklü-küçüklü gruplar halinde gelen
Sekelleri birbirinden ayırma eğilimindedir. Csángó tarihini çalışanlardan
Gábor Lükő (1909-2001) ve László Mikecs (1917-1944) Moldova’da
yaşamakta olan Sekelleri ve Macarları birbirinden ayırmak için “Csángó
Macarları” ve “Moldova Sekelleri” terimlerini kullanırken; Loránd Benkő
(1921-2001) “Csángó Macarları” ve “Sekel Macarları” terimlerini
kullanmaktadır.5 Csángó’lar aşağıda görüleceği üzere Moldova’da dört
büyük zümre halinde yaşamaktadırlar.

Bukovina: Karpat Dağları’nın kuzeydoğusunda yer alan, Romanya ve Ukrayna arasında
kalan tarihi bölge.

Sekeller: Günümüzde Romanya sınırları içinde bulunan Sekelistan (Tinutul Secuiesc) diye
adlandırılan coğrafyada yaşayan ve Macarca konuşan bir halk. Sekellerin de köken sorunu
günümüze kadar tam anlamıyla çözüme kavuşamamıştır.
1
Tánczos Vilmos, Hungarians in Moldavia, (translation) Miklós Zeitler, Teleki László
Foundation, Budapest 1998, s. 2.
2
Sándor Kolozsy, The History of the Csángó Hungarians in Moldova (Rumania),
http://www.magtudin.org/Csango.htm.
3
The Csángó Minority Culture in Moldavia, Council of Europe, March 2001, s. 3.
4
Sándor Klára, “National feeling or responsibility: The Case of the Csángó Language
Revitalization”, s. 141-142, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf.
5
Simon
Czentár,
Az
őrzők,
A
moldvai
csángó
magyarok,
s.
2,
http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf; Vilmos, a.g.e., s. 2.
18
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
1) Moldova Csángó’ları (veya Moldova Macarları): Moldova
Csángó’ları Romanya’nın kuzeydoğusunda Moldova sınırında yer alan
Szucsáva ve Románvásár’da, güneyde ise Bákó civarında ve Tatros
yöresinde iki büyük grup halinde yerleşmişlerdir.6 Konuştukları lehçelere
göre7 Románvásár’da yaşamakta olan Csángó’lar Kuzey Csángó’ları, Bákó
civarında yaşayanlar ise Güney Csángó’ları olarak anılır. Moldova
Csángó’ları, Endre Czeizel’e göre: “en az 750-1000 yıldır – veya çok daha
eskiden beri – tek bir sahada ikamet etmektedirler.” Moldova Csángó’ları
Mohaç Savaşı’na (29 Ağustos 1526) kadar Macar Krallığı’nın doğu
sınırlarını korumuş, ancak 1541 yılında Budin’in Osmanlılar tarafından
ilhakı ve Macaristan’ın üçe ayrılmasıyla sınır muhafızlığı görevleri de sona
ermiştir. Bu zamandan sonra Moldova Csángó’larının anayurtla ilişkileri
sekteye uğramaya başlamış ve ilerleyen zaman içinde de kopma noktasına
gelmiştir.8
2) Hétfalu Csángó’ları (veya Barcaság Macarları): Brassó
yakınlarında bulunan Hétfalu’da yaşayan Csángó’lar ise Hétfalu Csángó’ları
olarak
isimlendirilmektedir.
Bunlar
XI.
yüzyılda
Barcaság’ın
güneydoğusuna, Brassó yakınlarına Bácsfalu, Türkös, Csernátfalu,
Hosszúfalu (bugünkü Szecsele), Tatrang, Zajzon ve Pürkerec köylerine
yerleşmiş olan Macar ve Peçenek zümreleridir.9 Bu sahaya yakın Apáca,
Krizba, Barcaújfalu, Halmány ve Székelyzsombor köyleri de
bulunmaktadır.10
3) Gyimes Csángó’ları (veya Gyimes vadisinde yaşayan
Macarlar): Tatros Nehri vadisinde yaşayan Csángó’lar ise Gyimes
Csángó’ları olarak anılmakta olup, bu Csángó zümreleri Gyimesfelsőlok,
Gyimesközéplok ve Gyimesbükk köylerinde yaşamaktadır. Yaşadıkları saha
esas itibariyle Sekel coğrafyasına ait olmakla birlikte, Gyimes Csángó’ları
XVII. yüzyıldan başlayarak Sekellerin arazisinde de yaşamaya başlamışlar
6
László Diószegi, A moldvai csángók története és jelene (Benda Kálmán szerk: Moldvai
csángó-magyar
okmánytár
(1467-1706)
I.
köt.
24.
o.’dan
aktarıldı),
http://www.csango.hu/index_kika.html.
7
Klára, a.g.m., s. 146, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf.

Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetindeki Macaristan toprakları, Erdel Prensliği ve Habsburg
yönetimi altındaki Krallık Macaristanı.
8
Klára, a.g.m., s. 141-142, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf;
http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.
9
Antal Horger, “A csángó nép és csángó név eredete (Első közlemény)”, Erdélyi Múzeum,
22. Kötet, 2. Fűzet, 1905, s. 65-80, s. 65.
10
http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html.
BAED 3/2, (2014), 17-44.
19
GÖKHAN DİLBAŞ
ve ilerleyen zaman içinde Csík Sekelleri, Moldova Macarları ve Romenlerle
karışmışlardır.11
4) Déva Csángó’ları (veya Bukovina Sekelleri): Hunyad
Vadisi’nde yaşayan Déva Csángó’ları Bukovina Sekelleri olarak da
anılmaktadır.12 Habsburg İmparatoriçesi Mária Terézia (1740-1780), Erdel’i
savunmak üzere Sekellerden meydana gelmesi planlanan askeri bir birliği
hayata geçirmek istemiştir. Ancak geleneksel askerlik uygulamalarına bağlı
kalmak isteyen Sekeller buna karşı çıkmıştır. Gerginliğin büyümesi üzerine
1764 yılının 6 Ocağı 7’sine bağlayan gece, Mádéfalu’da toplanan Sekeller,
Habsburg ordusunun saldırısına uğramıştır. Çıkan çatışmada 186 Sekel
ölmüş, 34 Sekel yaralanmış, 400 Sekel de Habsburglar tarafından esir
alınmıştır. Sekellerden geriye kalanlar Moldova’ya kaçmak zorunda kalmış,
bir süre mülteci konumunda yaşadıktan sonra Fogadjisten, Istensegíts,
Józseffalva, Hadikfalva ve Andrásfalva’ya yerleşmişlerdir. 1883 yılında
Bukovina Sekellerinin bir kısmı Sırbistan’da bulunan Hertelendyfalva,
Sándoregyháza ve Székelykeve’ye yerleşmiş – bu Sekellere “Aşağı Tuna
Sekelleri” denilir –, aynı yıl içinde Bukovina Csángólarının bir başka grubu
da Romanya sınırları içinde bulunan Krassó-Szörény’e gelmiştir. İlerleyen
zaman içinde Bukovina Sekelleri Romanya’da bulunan Gyorok’a ve 18881892 yılları arasında Macaristan’da bulunan Dévaványa’ya, 1900 yılında ise
yine Romanya sınırları içinde bulunan Magyarmegye’ye gelmiş ve bu
sahalarda ikamet etmeye başlamıştır.13
1. Csángó’ların Kökeni Üzerine Yapılan Araştırmalar
Csángó’ların kökeni üzerine uzun yıllar boyunca başta Macar
tarihçileri olmak üzere pek çok araştırmacı, tarihçi ve dilbilimci çalışmalar
yapıp, değerlendirmelerde bulunmuş; ancak yapılan tüm araştırmalara ve
ortaya koyulan sonuçlara rağmen Csángó’ların kökeni sorunu günümüzde
dahi tam anlamıyla çözüme kavuşamamıştır. Dilbilimci Gyula Zolnai’ye
(1862-1949) göre: “Csángó halkının ve isminin gerçek kökenini bulmak için
açık sorular sormaya devam etmeyi düşünmek gerekmektedir”.14 Robin
11
http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html.
Czentár, a.g.e., s. 3, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf.

Bu olay Madéfalva Yenilgisi - veya Katliamı - olarak anılır.
13
http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html.
14
Czentár, a.g.e., s. 2, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf; Csango-Hungarians for
UNESCO’s “Cultural World Heritage”!, HUNSOR,
http://www.hunsor.se/dosszie/csango_world_heritage.pdf.
12
20
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
Baker’a göre de Csángó’lar “Avrupa’nın en gizemli ve haklarında en az
bilgiye sahip olunan etnik zümresidir”.15
Csángó’ların kökeni üzerine bugüne kadar genel itibariyle beş tez ön
plana çıkmıştır. Bunlar a) Csángó’ların Kumanlardan geldiği, b)
Csángó’ların Peçeneklerden geldiği, c) Csángó’ların Etelköz’de kalan
Macar boylarından geldiği, d) Csángó’ların Husit’lerden geldiği, e)
Csángó’ların aslında bir Romen unsuru olduğu tezidir.
a) Csángó’ların Kumanlardan geldiği tezi:
Tarih boyunca doğudan batıya göç eden kavimlerin ve halkların en
önemli geçiş noktalarından birisi de Romanya ve Moldova coğrafyası
olmuştur. Macar boyları bugünkü Macaristan sahasına gelmeden önce
Romanya ve Moldova coğrafyasında bulunan ve Karpatlar Havzası’na geçit
veren güzergâhları çeşitli Türk kavimleri de (Avarlar, Peçenekler,
Kumanlar… vb.) kullanmış ve Avrasya step kuşağının son halkası olan
Karpatlar Havzası’na gelmişlerdir. Macarlar, reisleri Árpád’ın (855 civarı895) önderliğinde 895-896 yıllarında Karpat Dağları’ndaki Verecke
Geçidi’ni aşarak bugünkü yurtlarına geldikten sonra tüm Avrupa’yı dehşete
düşüren ve Hun İmparatoru Attila’nın (434-453) çağını yeniden yaşatan bir
dizi sefer yapmış, ancak 10 Ağustos 955 tarihinde Alman Kralı I. (Büyük)
Otto’ya (936-973) Augsburg’da yenilince Macarların seferler çağı sona
ermiştir. Bu tarihten itibaren yerleşik düzeni daha da benimseyen Macarlar,
1000 yılında Hristiyanlığı kabul etmiş, 1 Ocak 1001 tarihinde ise Kral Aziz
István (997-1038) Vatikan tarafından gönderilen “Kutsal Taç”ı (Szent
Korona) giymiştir.16 Bu tarihten sonra bir yandan Avrupa kültürüne uyum
sağlamaya çalışan Macarlar, bir yandan da hasımları karşısında ülkenin
sınırlarının korunması için birtakım tedbirler almanın gerekli olduğunu
anlamışlardır. Bunun için kendi ülkelerinin sınırları içinde komşu ülkelerin
sınırlarına kadar “gyepűelve” diye adlandırılan, yerleşim alanı bulunmayan
boş sahalar bırakmışlardır. Sınır muhafızı olarak da Kumanlar, Peçenekler
ve Rus Vareg’ler gibi halklardan yararlanmışlardır.17
15
Klára, a.g.m., s. 141-142, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf.
Naciye Güngörmüş, Macaristan’da Değişim ve Demokrasiye Geçiş, Köksav Yayınları,
Ankara 2010, s. 28.
17
Ferenczi
Enikő,
A
moldvai
csángó
magyarok,
s.
10-11,
http://www.borokas.hu/pdf/moldvai1.pdf; F. Eckhart, Macaristan Tarihi, (çev.) İbrahim
Kafesoğlu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları X.
Dizi-Sayı 3a, Ankara 2010, s. 41.
16
BAED 3/2, (2014), 17-44.
21
GÖKHAN DİLBAŞ
Macaristan coğrafyasına gelen Türk kökenli halklardan birisi de
Kumanlardır. Avrupa’ya gelen Kumanlar, Moldova, Eflak ve Erdel’in bir
kısmını ele geçirmişler ve Macar Krallığı’nı da tehdit etmeye başlamışlardır.
Kuman akınları özellikle 1205 yılından itibaren Macaristan sınırlarına doğru
daha da yoğunlaşmıştır. Macaristan’a yönelen Kuman saldırılarına karşı
koymak üzere Macar Kralı II. András – Endre – (1205-1235), 1211 yılında
Barcaság mevki başta olmak üzere Karpat Dağları’nın stratejik noktalarına
(Hétfalu, Apácza… vb.) Alman Şövalyeleri yerleştirmiştir. Macar Kralı,
Alman Şövalyeleri’ne kale inşa etme, vergiden muaf olma ve tuz ticareti…
vb. hakları sağlamasına rağmen Şövalyeler, bir süre sonra hem kendilerine
sağlanan bu ayrıcalıklardan, hem de Kralın zayıflığından faydalanarak kendi
bağımsızlıklarını ilan etme çabası içine girmişlerdir. Durumu fark eden II.
András 1224–veya 1225,18 bir ihtimal 121819–yılında Alman Şövalyeleri’ni
ülkeden uzaklaştırmış ve bulundukları yerlere Macar askerleri
yerleştirmiştir. II. András ve Estergon Piskoposu Róbert (?-1239), 1227
yılında Dinyeper’den batıya doğru yaşamakta olan Kuman zümrelerinin bir
kısmını vaftiz ederek Hristiyan yapmış ve 1228 yılında da Milkó
Piskoposluğu’nu kurmuştur20. İç Asya’dan batıya yönelen Moğol tehdidi
Macaristan sınırlarına dayanınca Macar Kralı IV. Béla (1235-1270), 1239 –
veya 123821 yılında 40.000 çadırlık bir Kuman zümresinin reisleri
Kötöny’ün yönetimi altında Macaristan sınırlarından içeri girmesine izin
vermiştir. Kitleler halinde Macaristan sınırlarından içeri giren Kumanlar,
Macarlar tarafından Karpat Dağları’nın doğu sırtlarına ve Macaristan’ın
güney sınırlarına–Tuna-Tisa arası, Körös, Temes ve Maros’a yerleştirilerek
Moğollara karşı tampon bir bölge oluşturulmak istenmiştir.22 Ancak bu
18
Czentár, a.g.e., s. 6, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf.
Imre Brassai, A Romániai Csángók Szomorú Sorsa, Sándory Mihály Könyvnyomda,
Gyergyószentmiklós, 1913, s. 3.
20
Csilla Tamási, “Tatárjárás Magyarországon”, Keresztényszó, (14. évf.) 5. sz., 2003,
http://epa.oszk.hu/00900/00939/ 00052/text.htm; Ferenc Tampu, “A moldvai csángó
magyarok eredetének problémája”, Erdély Ma, 20. szám, Január 01 (2006),
http://erdely.ma/csangotukor.php; David Morgan, The Mongols, Blackwell Publishing,
Cornwall 1986, s. 138, Kristó-János Gyula, Gergely Barta-Jenő, Magyarország Története
Előidőktől 2000-ig, Pannonica Kiadó, (Basım yeri belirtilmemiş) 2002, s. 70-71; Ödön
Olchváry, “A muhi csata–Első Közlemény–”, Századok, A Magyar Történelmi Társulat, 34.
évfolyam, Budapest 1902, s. 309-325, s. 318.
21
Eckhart, a.g.e., s. 65.
22
Enikő, a.g.e., s. 10-11, http://www.borokas.hu/pdf/moldvai1.pdf; Jean Paul Roux, Moğol
İmparatorluğu Tarihi, (çev.) Aykut Kazancıgil-Ayşe Bereket, Kabalcı Yayınevi, İstanbul
2001, s. 280; Ahmet Gökbel, “Kimek-Kıpçak/Kumanlar”, Türkler Ansiklopedisi, C. 2,
Ankara 2002, s. 1277-1334, s. 1298; Muzaffer Tufay, “Türkler, Ruslar ve Bulgarlar”,
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Aralık 1988, s. 193-218, s.
19
22
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
çabalar bir sonuç getirmemiş ve Moğollar, Macaristan sınırlarından içeri
girerek Macar ordusunu Muhi’de yenmişler (11 Nisan 1241) ve tüm ülkeyi
istila etmişlerdir (1241-1242).
Eskiçağ tarihçisi ve dilbilimci János Jerney (1800-1855), Türkolog
Bernát Munkácsi (1860-1937), dilbilimci Weigand Gustav (1860-1930)
Moldova’da yaşayan ve Csángó olarak isimlendirilen Macar zümrelerinin
Macaristan sınırlarına kadar dayanan Moğol ordularının Macaristan’a
girişini önlemek amacıyla IV. Béla tarafından Karpat Dağları’nın doğu
sırtlarına yerleştirilen Kumanlardan geldiğini ileri sürerler. Bu görüşü,
Moldova’da yaşayan Csángó’ların kullandığı dilin ve Kuman lehçesinin
birtakım benzerlikleri de kuvvetlendirir. Csángó’ların lehçelerinde görülen
ıslığa benzeyen sesler (-s sesinin -z şeklinde olan telaffuzu) Kumanlara
atfedilir. Moğol istilası sonrası ülkeyi yeniden iskân eden Macar Kralı IV.
Béla, yeni bir Moğol saldırısından çekindiği için Seret Nehri’nin batı
kıyısına askeri garnizonlar kurdurmuştur. Bu garnizonların askerlerini de
Yukarı Tisa ve Szamoshat civarında ikamet eden kişilerden seçmiştir. Gábor
Lükő’ye, László Mikecs’e ve Kálmán Benda’ya (1913-1994) göre,
Csángó’ların ana kitlesini bu garnizonlara yerleştirilen Macar askerleri de
oluşturmuş olabilir.23 Tarihçi Radu Rosetti (1853-1926), Csángó’lar
hakkında şöyle der:
“Csángó’ların ataları Macar Krallığı’nın sınırlarının korunması için
özellikle Seret Nehri boyunca Moldova’ya yerleştirilen askerlerden
neşet etmiştir. Seret Vadisi’nde Egyedhalom’dan Románvásár’a
kadar Macar köylerinin bulunduğu bir gerçektir. Seret Vadisi’nde
Egyedhalom’dan Románvásár’a kadar olan yerleşimler vasıtasıyla
Tatros, Beszterce ve Moldova vadilerinin kontrol altına alındığını ve
bunların güzergâhının Erdel’e, Ojtoz, Gyimes, Tölgyes ve Borgó
geçitlerine doğru uzandığını düşünmekteyiz. Bu vadilerin kaleler
vasıtasıyla korunduğu Tatros Vadisi’nde, Egyedhalom ve Szászkut
arasında, Bákó’da, Beszterce Vadisi’nde ve Románvásár’da
görülebilir. Bu Macar askerleri Moldova’ya ne zaman yerleşmiştir?
Bu yerleşimin IV. Béla döneminde olduğunu düşünüyorum. 1241
yılındaki Moğol saldırısından sonra IV. Béla yeni bir saldırıdan
199; Tamási, a.g.m., http://epa.oszk.hu/00900/00939/00052/text.htm; Kristó vd, a.g.e., s. 72;
Olchváry, a.g.m., s. 317; József Bánlaky, A magyar nemzet hadtörténelme, Budapest 2001,
http://mek.oszk.hu/09400/09477.
23
Enikő, a.g.e., s. 11-15, http://www.borokas.hu/pdf/moldvai1.pdf; Kálmán Benda, “The
Hungarians of Moldavia (Csángós)”, László Diószegi (Ed.) Teleki László Foundation,
Budapest 2002, s. 7-177, s. 10. Vilmos, a.g.e., s. 2.
BAED 3/2, (2014), 17-44.
23
GÖKHAN DİLBAŞ
korunmak için sınırların güvence altına alınması gerektiğini
düşünmüştür. Moğolların Karpat Dağları’nın doğusundaki geçitleri
kullanarak ve bu şekilde yolu kısaltarak Macaristan’a yeniden
saldırıya geçmeleri güçlü bir ihtimaldi. Bunun dışında Béla,
Moldova’nın aşağı kesimlerini, Seret Nehri’ne kadar olan bölgeyi de
kendi hakkı olarak görüyordu. Kumanları vaftiz etmesi ve Macar
metbuluğuna alması bu çabanın bir sonucu olarak düşünülebilir. Bu
durum ve sonuçları bütün Macar Krallığı’nın yararına olmuş, bunun
24
sonucunda Moldova’daki Macar yerleşimleri artmıştır…”.
Moğol istilasından sonra askerî kuvvet açısından güç duruma düşen
Macar Krallığı, doğulu savaş tarzına haiz halkların önemini daha da anlamış
ve bu suretle Kumanları, Peçenekleri, Vlahları ve paralı askerliği kabul
etmiş olan Moğolları Macar ordusuna dâhil edip özellikle Macaristan’ın
doğu ve güney sınırlarında konuşlandırmıştır.25
Tarihçi ve etnograf Elek Gegő’ye (1805-1844) göre, yurt tutan
Macar boylarına katılmış, sonra Karpat Dağları’nın doğusuna düşen
sahalarda kalmış olan Kumanlar Csángó’ların atalarıdır. Kumanlar
Ortaçağ’da daha sonradan başka Türk soylu halkların da yaşadığı Moldova
ve Eflak havalisinde yaşamışlardır. Ancak birtakım halkların tarihin akışı
içinde aynı veya farklı zaman dilimlerinde aynı sahalarda yaşamış olması,
bu halkların aynı kökenden geldiklerini söylemek için yeterli bir kanıt
oluşturamaz. Zira 1240 yılında Moğollar, Eflak ve Moldova sahasında
yerleşmiş olan Kuman zümrelerini yenmiş ve onları bu coğrafyadan
sürmüştür.26 Gegő, bu konuda şöyle der:
“Kumanlara ne şekilde Csángó adı verildiğine dair yaptığım
araştırmalardan sonra herhangi kati bir sonuca ulaşamadım.
İmparator Konstantinos o zamanlar Moldova sahasında yaşayanları
Paczinat’lar ve Kuman halkından olan bazı zümreleri ise
Changar’lar olarak adlandırmıştır. Moğol dilinde chango= güçlü,
27
kuvvetli, erk sahibi anlamına gelmektedir…”
24
László Mikecs, Csángók: Hogy Kerültek Magyarok A Kárpátokon Kivüli Területre?,
Bolyai Akadémia, Budapest 1941, s. 52-53.
25
Jenő Szűcs, “Két Történelmi Példa Az Etnikai Csoportok Életképességéről”, Holmi, XX.
Évfolyam, 11. Szám, 2008, s. 1399-1411, s. 1405-1406.
26
Czentár, a.g.e., s. 4, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf.

VII. Konstantinos Porfirogennetos (913-959): Bizans İmparatoru.
27
http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k (Elek Gegő, A moldvai magyar
telepekről, Buda, 1838, o. 68’den aktarıldı).
24
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
Gegő ayrıca şu bilgiyi de verir:
“Tuna ve Dinyester nehirlerinin arasında kalan Karadeniz’e kadar
uzanan bölgeyi tarih yazarları farklı adlarla anmışlardır. Bu bölge
günümüz Avrupa’sında İskitya, Roma İmparatorluğu zamanında ise
Daçya olarak bilinmektedir. Daha sonra Hadrianus, Roma
sömürgelerini Moesia’ya nakletmiş ve o zaman Traianus (Trajan)
Köprüsü’nü de yıkmıştı: Bahsedilen topraklar üzerindeki milletler
birbiri peşi sıra geldi. Gotlar, Hunlar, Avarlar, Macarlar, Kumanlar,
Peçenekler, Oğuzlar… Asya’dan göç etmiş olan Kumanlar,
Macarların Kiev zaferlerinden sonra onların yanında Ruslara karşı
savaştı. Onların savaşçı birlikleri Kabar adı altında anıldı. Etelköz’de
Pacinatia’da yerleştiler. On yıl boyunca üç büyük sefer yaptılar:
Birinci seferde Bilge Leo’nun yanında Bulgar Çarı Simeon’a karşı,
ikinci seferde Moravyalılara karşı. Son seferde ise Moravya ve
Galiçya’yı alarak Karpat Dağları üzerinden Pannonia’ya girdiler.
Buradan Moldova’daki yerleşim yerlerine geri döndüler. Ancak
Peçenekler tarafından buradan çıkarıldılar ve Árpád’ın yönetimi
altında yeniden geri döndüler ve Temes, Körös ve Tisa kıyılarına,
yani şimdiki yurtlarına yerleştiler. Kumanların büyük kısmı
Moldova’da kaldı ve Oğuz boylarının Bizans İmparatoru
Konstantinos tarafından 1065 civarında vuku bulan yenilgisi sonrası
Moldova’nın hâkimi oldular ve burası Kuman ülkesi olarak
28
isimlendirildi.”
Gegő’den önce XVIII. yüzyılın başlarında Cizvit tarih yazarları
Mihály Bonbardi, Sámuel Timon (1675-1736) ve János Szegedi de Moldova
civarında yaşayan Macar zümrelerinden bahsetmişler ve bunların asıl
itibariyle Kuman soylu olduklarını belirtmişlerdir.29 Bonbardi, 1718 yılında
şunları yazmıştır:

Hadrianus (117-138): Roma İmparatoru. İngiltere’de kuzey kavimlerinin Roma topraklarına
gerçekleştirdiği saldırıları önlemek için Hadrian Duvarı – veya Roma Duvarı – adıyla anılan
bir duvar yaptırmıştır.

Moesia: Yaklaşık olarak Sırbistan, Bulgaristan, Romanya’nın (Dobruca) Tuna Nehri’nin
güneyindeki toprakları arasında kalan tarihi bölge.

Traianus Köprüsü: Roma İmparatoru Traianus (98-117) tarafından Tuna Nehri üzerine
yaptırılan ilk köprü.

IV. Leo (Bilge veya Filozof) (886-912): Bizans İmparatoru.
28
Mikecs, a.g.e., s. 34.

Cizvitler: Ignacio de Loyola tarafından 1534 yılında kurulmuş olan bir Hristiyan tarikatı.
29
Mikecs, a.g.e., s. 26-27.
BAED 3/2, (2014), 17-44.
25
GÖKHAN DİLBAŞ
“Bir kısmı Moldova, bir kısmı da Eflak civarına denk gelen Kuman
ülkesi (Kumania veya Komania) diye anılan sahanın, Ulahların
günümüzde yaşadığı topraklara denk geldiğini birçok yerli ve yabancı
yazarın artık kabul ettiği görülmektedir. Revius bunun açıklamasını
şöyle yazmıştır: (Kara) Kumanların yaşadığı ve Olt Nehri’nden
başlayarak Karpat Dağları’na ve Tuna arasında yaşayan Moğolların
toprağına kadar uzanan Eflak toprağını Kuman ülkesi adı altında
isimlendirdiler… Istvánffy’nin ve diğer araştırmacıların aksine
Kumanları, Moğollar veya diğer Tatar soylu halklar gibi Macarların
vaftiz etmeden bırakmış olduğuna inanıyorum. Kısmen Moğolların ve
Kumanların yıllar boyunca birbirlerini acımasız savaşlarla
mahvetmelerinin, kısmen de Moldova ve Besarabya sınırında
görülebilen Macarcaya çok benzeyen bir dil kullanan bu halkın
bakiyelerinin bunun bir kanıtı olduğunu düşünüyorum. Sonuç
itibariyle bugünkü Kuman ülkesinde bulunan köylerin ve şehirlerin
isimleri Macar dilini bildiklerini, Macarlarla akraba olduklarını
30
hiçbir şüpheye yer bırakmadan açıklamaktadır.”
Sámuel Timon da 1734 yılında Kumanlar hakkında şunları yazar:
“Hunların halefleri ve Slavların komşusu olan Kumanlar daha
Claudius Ptolemaeus’tan önceki zamanlarda Karadeniz’in kıyısında
yaşamaktaydılar. Birçok zorluklar ve Romalıların, Gotların, Hunların
ve Slavların göçleri arasında hayatlarını sürdürdüler… Macarlar
onları Kun, Latinler ise Kuman olarak isimlendirdi… Onların Macar
milletinden olmadığını kim iddia edebilir ki? Zira şehirleri ve köyleri
31
bugüne kadar Macarca isimlerini muhafaza etmiştir…”.
Antal Horger, Csángó’ların Kumanlardan geldiği tezine kuşkuyla
yaklaşır ve şayet Moldova sahasında yaşayan Kuman zümreleri
Macarlaşmış ve Csángó adını almışsa, o takdirde bu sahada Macar
zümrelerinin de bulunuyor olması ve bu zümrelerin Kumanları güçlü bir
şekilde etkilemiş oldukları sonucuna varır. Bu sonuca göre Kumanlara hangi

Jacobus Revius (1586-1658): Hollandalı şair, teolog ve tarih yazarı.
Miklós Istvánffy (1538-1615): Macar politikacısı, şairi ve tarih yazarı.
30
Mikecs, a.g.e., s. 26-27 (Mihály Bonbardi: Topographia Magni Regni Hungariae. Viennae,
Typ. Voigt., s. 312’den aktarıldı).

Claudius Ptolemaeus (Batlamyus) (85-165): İskenderiyeli gökbilimci, matematikçi,
coğrafyacı ve astronom.
31
Mikecs, a.g.e., s. 27. (Sámuel Timon: Imago antiquae Hungariae, repraesentans terras,
adventus res gestas gentis hunnicae. Historico genere strictim perscripta. Cassoviae, s.
142’den aktarıldı).

26
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
Macar zümresinin veya zümrelerinin etki ettiği sorusuna da yanıt bulunması
gerekmektedir.32 Csángó’ların Kumanlardan geldiğini iddia eden tez, XX.
yüzyılın başında güvenilirliğini biraz olsun kaybetmiş ve araştırmacılar
Kuman tezini romantik bir tarih anlayışı olarak kabul etme eğiliminde
olmuşlarsa da bu tez günümüzde geçerliliğini hâlâ korumaktadır. Moldova
sahasında “Koman” kelimesinden kökenini alan coğrafi isimlerin ve Kuman
kökenli birçok yer isminin (örneğin: korhány, korhán… vb.) bulunduğu ve
bir zamanlar bu sahalarda Kuman zümrelerinin yaşadığı doğrudur33.
Türkolog Hakan Aydemir’e göre, Csángó dilinde Kuman-Kıpçak kökenli
“urk”-“uruk”= kement, ilmik, “dzsepü” (gyapjú)= yün, “kórhány”= tepe,
küçük dağ ve “ír”= kazımak, oymak olmak üzere toplam olarak dört
kelime bulunmaktadır. Macar dilinde ise otuz kadar Kuman kökenli
sözcüğün dışında, Macaristan coğrafyasında Kiskunság ve Nagykunság
olmak üzere iki tane yer ismi de mevcuttur.34 Kuman dilinden Moldova
Csángó’larının diline geçen kelime sayısını tam olarak tespit etmek mümkün
değildir. Zira Moldova Csángó’ları ve Kumanlar arasında sıkı ilişkiler
yaşanmış ve sürekli bir kelime alışverişi gerçekleşmiştir.
32
Antal Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”,
Erdélyi Múzeum, 22. évf., 3. sz., 1905, s. 125-137, s. 126.
33
http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdes-elmeletei.pdf.

urk-uruk: Bu kelime günümüzde Mezőség civarında, Sekelistan’da ve Moldova’da yaşayan
Csángó’ların dilinde mevcut olup, bir ihtimal Moldova’dan tedrici olarak batıya, yani
Karpatlar Havzası’na doğru başına -h harfini alarak “hurok” şeklinde yayılmıştır (Hakan
Aydemir, “Kun-kipcsak elemek a moldvai csángó nyelvjárásban”, s. 199,
http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf).

dzsepű: Bu kelime Bakó civarında yaşayan Güney Csángó lehçesinin sahasında
görülmektedir. Bundan başka Kuzey Csángó dil sahasında Szabófalva’da da göze
çarpmaktadır (Aydemir, a.g.m., s. 200, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf).

kórhány: Bu kelime Moldova’daki Güney Csángó sahasında Bákó’nun güneydoğu kısmında
bulunan Gajcsána civarında kullanılmaktadır. Yer ismi olarak da bir zamanlar Kumanların
yaşadığı yörelerde veya sınır boylarında sık sık karşımıza çıkar (Korhány: Mártély’den
kuzeybatıya doğru bir sınır bölgesi, Peşte eyaletinin Tápiószele nahiyesinde; Korhán: Peşte
eyaletinin Dömsöd nahiyesinde). Kelimenin Türkçe kurgan kelimesi ile olan benzerliği
dikkat çekicidir (Aydemir, a.g.m., s. 202-203, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/022/HAKAN.pdf).

ír: Bu kelime Moldova’daki Csángó’ların dilinde “kazımak, oymak, yontmak” anlamlarında
kullanılır (Aydemir, a.g.m., s. 205, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf).
34
Aydemir, a.g.m., s. 199, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf;
http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdes-elmeletei.pdf.
BAED 3/2, (2014), 17-44.
27
GÖKHAN DİLBAŞ
b) Csángó’ların Peçeneklerden geldiği tezi
Cizvit tarih yazarlarından György Pray (1723-1801), Csángó’ların
Peçenek soylu olduğunu ifade eder: “Eflak ve Moldova Macarları’ndan
geriye kalanların büyük kısmı Peçeneklerin, Oğuzların ve Kumanların
bakiyeleridir”.35 János Jerney’e göre: “Peçenek ve Kuman halkları diyalektik
farklara rağmen yine de tek bir dil konuşuyorlardı ve bundan dolayı dil,
Kuman ülkesinde, yani Moldova ve Besarabya’da yaşamaya devam etmiştir
ve orada şimdi de birçok Macar bulunmaktadır, daha oraya varmadan
görülebilen Sekel ve Macar zümreleri Peçeneklerin ve Kumanların
bakiyeleridir.”36
Arkeolog ve etnograf Géza Nagy (1855-1915), sahte olduğuna dair
iddialar bulunsa da “Csík Sekel Kroniği”ni temel alarak şöyle der:
“Changuar adını, şüphesiz ki Csángó kelimesinden ve Konstantinos
tarafından bahsedilen Kangar isminden kronik yazarları türetmiştir.
Peçeneklerin Kangar adını taşıyan boyu Moldova Csángó’larının
yaşadığı aynı sahada yaşıyordu. Buna göre iki isim aslında aynıdır ve
Csángó’lar Peçenek Kangarları’nın Sekellerle karışması sonucunda
37
Macarlaşmış olan bakiyeleridir”.
István Tácsi de Csángó’ların Peçenek soylu olduğunu düşünür ve
Macar dilinde “Besenyő” şeklinde geçen Peçenek kelimesinin “Csángó”
kelimesiyle olan benzerliğine dikkat çeker. Tácsi, bu kelimenin zaman
içinde Besenyő-Becseneg-Cseneg-Csángó şekline dönüştüğünü iddia eder
ve Csángó’ların, Peçeneklerin IX. yüzyıldan itibaren Moldova sahasında
kalmış olan bir boyundan neşet ettiğine inanır.38 Zira Moldova sahasında
bulunan Peçenek zümreleri XI-XII. yüzyıllarda hem askerî, hem de ticarî
açıdan önemli bir konuma sahip olmuşlardır.39 Öte yandan Tácsi, Csángó
halkının kökeninin, tarihinin, folklorunun ve dilinin incelenmesi sırasında
unutulmaması gereken noktanın, Peçenek-Macar-Csángó üçlemesi olduğunu
35
Diószegi, A moldvai csángók története és jelene (Csángó Újság 1990. március 17.’den
aktarıldı), http://www.csango.hu/index_kika.html.
36
Mikecs, a.g.e., s. 36.
37
http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k.
38
István Tácsi, “A csángó nép besenyő-magyar eredete”, Vaskút, 2005. 11. 22,
http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category&id=55&Itemid=
74.
39
Szűcs, a.g.m., s. 1402.
28
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
ve Csángó’ların kökeninin ve tarihinin ancak bu bakış açısıyla ortaya
çıkarılabileceğini söyler.40
Hétfalu Csángó’larının Peçeneklerden geldiğini iddia eden Béla
Kiss de bu konudaki görüşlerini şöyle ifade eder: “Barcsaság toprağı bir
zamanlar Peçenek mülküydü, fakat elverişsiz olmasından dolayı bu toprağın
sakinleri oradan ayrıldılar ve daha sonradan kendilerini Sikil diye
adlandıran halk öğeleri bu sahaya yerleşti ve sınırları korudular”.41 Bu teze
göre, IX. yüzyılda Moldova sahasında hâlâ Peçenek bakiyeleri
bulunmaktadır. O zamandan beri bu sahalardan ayrılmayan Peçeneklerin
sayıları Moğolların Avrupa yönüne doğru olan ilerleyişinden sonra o kadar
azalmıştır ki, Peçenek ismiyle bilinen halk, bundan sonra Csángó adıyla
anılmaya başlanmıştır. Csángó’ların Peçeneklerden geldiği tezi, Macar
boylarının yurt tutuş tarihine yeni bir bakış açısı getiren “İkili Yurt Tutuş
Tezi”ni ve ayrıca Macar boylarının yurt tutuş çağında erken Hristiyan
inancını da benimsemiş oldukları görüşünü yeniden düşünmeyi gerektirir.
Bu durumda Csángó’lar aslında birinci göç dalgasında Macar boylarıyla
beraber bu sahaya sürüklenmiş ve erken dönem Hristiyan inancını kabul
etmiştir. András Bálint bu konuda şöyle der:
“XI. yüzyılda Macar kralları Türk kökenli akraba Peçenekleri
sınırların korunması için iskân etti. Bu durum Barca, Tölcs, Tömös,
Zajzon, Tatrang ve Brassó derelerinin Peçenek dilindeki isimlerini
açıklar. Bu Peçeneklerin sayıları az olduğundan sınırların korunması
için yeterli olmadıkları anlaşılmış, bunun üzerine buraya Macarlar ve
Sekeller de yerleştirilmiştir. Barcaság ovasına yerleştirilen Peçenek,
Macar ve Sekel halkının birleşiminden Csángó Macarları
42
doğmuştur”.
40
Tácsi, a.g.m.,
http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category&id=55&Itemid=
74.
41
Czentár, a.g.e., s. 3; http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf.

İkili Yurt Tutuş: Arkeolog ve tarihçi Gyula László (1910-1988) tarafından ortaya atılan bu
teze göre, ilk Macar göç dalgası Karpatlar Havzası’na 670 civarında, ikinci dalga ise 896
yılında gelmiştir.
42
Czentár, a.g.e., s. 4-5; http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf; Tácsi, a.g.m.,
http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category&id=55&Itemid=
74.
BAED 3/2, (2014), 17-44.
29
GÖKHAN DİLBAŞ
c) Csángó’ların Etelköz’de kalan Macar boylarından geldiği
tezi:
Edebiyat tarihçisi ve dilbilimci Mózes Rubinyi (1881-1965), tarihçi
Kosáry Domokos (1913-2007), Moldova Macarları’nın aslında Macar
boylarının yurt tutuşu sırasında, 895 yılında Etelköz’ün en batı ucunda kalan
Macar boylarından neşet ettiğini iddia eder.43 Bugünkü Moldova
coğrafyasında Yurt Tutuş (895-896) zamanından kalan birçok arkeolojik
buluntu olduğu doğrudur, ancak bu buluntuların Csángó’ların kökeninin
Etelköz’de kaldığı iddia edilen Macar boylarından neşet edip etmediğini
kesin bir şekilde kanıtlayıp kanıtlamadığı oldukça tartışmalıdır. Rubinyi “A
moldvai csángók és jelene” (Moldova Csángó’ları ve Günümüzdeki
Durumları) başlıklı çalışmasında şöyle der:
“Bizden çok da uzak olmayan Romanya’da yüzyıllardan beri
Ulahlarla birkaç bin Macar arasında bir mücadele sürüp gitmektedir.
Orada yaşayan Macarların kökenleri geçmişin karanlığına
gömülmüştür. Macar ulusu Tisa-Tuna kıyılarına ve Etelköz’e geldiği
zaman, oradaki Macarların Seret Nehri taraflarında ve Moldova’da
kalıp kalmadıklarından veya oraya giden Sekeller olup
olmadıklarından kesin bir şekilde emin olamıyoruz. Moldova’daki
Csángó’ların bugünkü yurtlarının kadim yerleşimcileri veya
Macaristan’dan oraya gitmiş Sekeller olup olmadıklarını da
bilmiyoruz. Bu soruların cevabını tarih bilimi bugünlerde oldukça
44
güç bir şekilde cevaplandırabiliyor.”
Bu tez de XIX. yüzyılın başında geçerliliğini yitirmiştir. Zira yurt
tutuşu takip eden yüzyıllarda hiçbir Macar boyunun Etelköz sahasında
kalmadığı ortaya çıkmıştır. Etnograf Béla Gunda (1911-1994), Magyar
Nyelvőr dergisinde yayımlanan “Magyar helységnevek a Keleti-Kárpátokon
túl” (Doğu Karpatları’nın Ötesindeki Macarca Yer İsimleri) başlıklı
makalesinde Moldova’da yaşayan Csángó’ların telaffuz ettiği yer isimleri
arasında Árpád çağına ait herhangi bir yer ismi bulunmadığı gibi, daha geç
döneme ait yer isimlerinin de bulunmadığını söyler. Buna karşın Besarabya
havalisinde kiliselerin koruyucu azizlerinin ismiyle Macarca yer isimlerinin
aynı olduğu bilinmektedir (Örneğin: Szentpéter, Szentjános, Szentantal…

Etelköz: Dinyeper, Dinyester, Prut, Bug ve Seret nehirleri arasında kalan bölge.
Vilmos, a.g.e., s. 2.
44
Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 126.

Besarabya: Bugünkü Moldova’nın tarihi adı.
43
30
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
vb.).45 Üstelik Karpat Dağları’ndan doğuya doğru uzanan açık arazilerden ve
geçitlerden geçerek Macar boylarının yurt tutuşundan sonra da Karpatlar
Havzası’na birçok göçebe halk (Peçenekler, Kumanlar, Moğollar… vb.)
gelmiş ve hem Karpat Dağları’nın doğusundaki sahalarda ve hem de
Karpatlar Havzası’nda yerleşmiştir.46
d) Csángó’ların Husit’lerden geldiği tezi:
Tarihçi János Karácsonyi (1858-1929), Moldova’da konuşulmakta
olan Macarcadan yola çıkarak Csángó’ların 1439 yılında Husit hareketinin
Macaristan’daki merkezi olan Szerémség’den sürülen Husit’lerden geldiği
iddiasını ortaya atmıştır.47 Csángó zümrelerinin Karpatlar Havzası’ndan
Moldova sahasına geldiklerinin, yani batıdan doğuya doğru göç ettiklerinin
ortaya çıkması da bu teze bir dayanak noktası oluşturmuştur.48 Husit’lerin
Csángó tarihi açısından esas önemi, rahipleri Pécs’li Tamás’ın ve Újhely’li
Bálint’in 1416-1441 yılları arasında “Huszita (veya Tatrosi) Biblia” diye
anılan İncil’in ilk Macarca çevirisini gerçekleştirmiş olmalarıdır.49
Ancak bu tez de tarihî ve dil bilgisel açıdan tatmin edici
olmadığından ve Csángó’ların kökenini açık bir şekilde ortaya
koyamadığından
konu
ile
ilgilenen
araştırmacılar
tarafından
desteklenmemiştir.
e) Csángó’ların bir Romen unsuru olduğu tezi:
Csángó’ların kökenine dair tezlerden birisi de onların aslında bir
Romen unsuru olduğu tezidir. 1980’li yıllarda ortaya atılan bu tezin sahibi
45
http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdes-elmeletei.pdf.
Czentár, a.g.e., s. 4.

Husit hareketi: Protestanlık hareketinin öncülerinden biri olan János Husz’un (1369-1415)
öğretilerinden kökenini alan dini bir hareket. Bu öğretilere inanan Husit’ler 1420-1434
yıllarında arasında “Husit Savaşları” olarak anılan savaşlar gerçekleştirmişlerdir.
47
Czentár, a.g.e., s. 7; http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csangoeredetkerdes-elmeletei.pdf.
48
http://www.hungarianhistory.com/lib/csango/csango.pdf; Diószegi, A moldvai csángók
története és jelene, http://www.csango.hu/index_kika.html.
49
Diószegi, a.g.e., (Csángó Újság 1990. március 17.’den aktarıldı),
http://www.csango.hu/index_kika.html;
http://www.hungarianhistory.com/lib/csango/csango.pdf.
46
BAED 3/2, (2014), 17-44.
31
GÖKHAN DİLBAŞ
Dumitru Mărtinaş’a göre, Kilise Ayrımı’nın (Şizma) yaşandığı yıl olan,
1053 yılında Moldova’da yaşayan Romenlerin bir kısmı Roma Katolik
Kilisesi’ne bağlı kalmış ve bu Romenleri Macar Kilisesi Macarlaştırmıştır.
Bu teze göre Csángó’lar eski zamanlarda bir Romen unsuruydu ve Romence
konuşuyorlardı. Tez, Csángó lehçesinde görülen ıslığa benzeyen seslere de
ilginç bir yorum getirir. Csángó’ların konuşmaları sırasında işitilen ıslığa
benzeyen seslerin sebebi, Csángó’ların aslında biraz peltek şekilde
konuşmalarıdır. Bu durum da Csángó’ların bir Romen unsuru olduğunun bir
kanıtıdır. Bütün bunlardan başka “lér” (lérike) ~ “rér”,“ler” (lerule)
kelimelerinin Latince kökenli “levir” kelimesinden neşet etmiş olması da
Csángó’ların Romen olduğunun bir başka kanıtıdır.50 Ancak elimizde
aslında bir Romen unsuru olduğu iddia edilen Csángó’ların Macarlar
tarafından Macarlaştırıldığına dair güvenilir bir bilginin ve belgenin
bulunmaması bu iddianın bilimsel açıdan tam anlamıyla incelenmesine
olanak vermemektedir.51 Kaldı ki Macar tarihi açısından son derece önemli
olan böyle bir olayı Macar kroniklerinin mutlaka kaydetmiş olması gerekir.
Mărtinaş’a göre, Csángó’ların lehçesi incelendiği zaman, onların bir Romen
unsuru olduğunu gösteren işaretler de ortaya çıkacaktır. Bu dilsel karakterler
güya Erdel’de yaşayan Romenlerin dilinde de bulunmakta, ancak
Moldova’da yaşayan Romenlerin dilinde gözükmemektedir. Kuzey ve
Güney Csángó’ları /s/ sesini /sz/, /zs/ sesini ise /u/ şeklinde telaffuz
etmektedirler. Macar lehçesinde bu tür bir sesin olmadığını iddia etmek
doğru değildir. Eski Macarcada /s/ ve /sz/ şeklinde olmak üzere iki Macar
lehçesi bulunmaktaydı.52
Mărtinaş tarafından ortaya atılan Csángó’ların “Macarlaşmış”
Romenler oldukları tezi bilimsel açıdan mantıklı değildir. Bu tezi zaten konu
ile ilgilenen diğer Romen araştırmacıları da desteklemezler. Mărtinaş’ın
tezini daha ziyade Csángó’ları Romanya halkları içinde göstermek için

Kilise Ayrımı (Şizma): İstanbul’da bulunan Bizans Patrikliği (Doğu) ile Roma’da bulunan
Papalık’ın (Batı) birbirinden kesin şekilde ayrılmasıdır. Bu ayrılıktan sonra Ortodoks ve
Katolik kiliseleri kendi yapılarını oluşturmuştur.

Levir: (Latince). Kocanın erkek kardeşi, kayınbirader.
50
Czentár, a.g.e., s. 5; http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csangoeredetkerdes-elmeletei.pdf.
51
Diószegi, a.g.e., (Benda Kálmán: i.m. I. köt. o. 18-19’dan aktarıldı),
http://www.csango.hu/index_kika.html.
52
Czentnár, a.g.e., s. 5.
32
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
ortaya atılmış ideolojik temelli bir tez olarak düşünmek gerekir.53 Alman
dilbilimci Arens Meinlf bu konuyla ilgili şunları söyler:
“Mărtinaş’ın tezi Romanya’da 1989’da yaşanan değişimden sonra da
sağlam bir şekilde yaşamaya devam etti, hatta daha da güçlendi.
Mărtinaş’a göre aslında Erdel’de yaşayan Romenler olan Moldova
Csángó’ları güya Romen kökenlidir, fakat daha Macarlaşmadan ve
Katolik inancına geçmeden önce Moldova’ya gelmişlerdir şeklinde
ortaya atılan bu tez eksik kaynakların kullanımıyla ve çok tartışmalı
bir metotla ortaya koyulmuş genel itibariyle de ikilemler içeren bir
54
çalışmadır”.
2. “Csángó” Kelimesi Üzerine Yapılan Araştırmalar
Tarihî verilerin yardımıyla Csángó’ların kökenini aydınlatmaya
çalışan tarihçiler ve dilbilimciler bir yandan da “Csángó” kelimesinin
etimolojik incelemesi üzerine yoğunlaşmışlar ve kelimenin anlamından yola
çıkarak Csángó’ların kökeni hakkında bir ipucu yakalamaya çalışmışlardır.
Csángó adlandırmasının Sekellerden farklı bir etnik unsuru ifade ettiği
konusunda bütün araştırmacılar hemfikirdir. “Csángó” kelimesinin “sürekli
gezen, göç eden, yerleşim yerini sık sık değiştiren” şeklinde anlamlara sahip
olduğu bilinmektedir.55 Kelimenin “göç eden”, “uzağa giden” anlamına
gelen “elcsángálni” fiilinden geldiğini, “amaçsız bir şekilde gezinen”,
“orada burada gezen” anlamına gelen “csámbórgó” kelimesinden kökenini
aldığını düşünen araştırmacılar vardır. Bu görüşlerden başka, Csángó
kelimesinin “hızlı şekilde konuşan, konuşkan, orada burada gezinen”
anlamlarına gelen “csángál” kelimesinden, “boyunlarında çan taşıyan çiftlik
hayvanlarının arkasından boş boş gezen, avare dolaşan kişi” anlamına
gelen “csángát (csengőt)” kelimesinden türediğini iddia eden görüşler de
bulunmaktadır. Mezőség civarında boş gezen, işi olmayan genç
delikanlılara da “csángó” denildiği bilinmektedir.56 Sonuç itibariyle
“Csángó” kelimesinin genel olarak csang/csáng fiilinden geldiği kabul
53
Vilmos, a.g.e., s. 3; http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csangoeredetkerdes-elmeletei.pdf.
54
http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdes-elmeletei.pdf.
55
Czentnár, a.g.e., s. 2, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf; Csango-Hungarians for
UNESCO’s “Cultural World Heritage”!, HUNSOR,
http://www.hunsor.se/dosszie/csango_world_heritage.pdf.

Mezőség: Romanya sınırları içinde bulunan Erdel’de Someş Nehri ve Mureş Nehri arasında
yer alan coğrafi bölge.
56
http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k.
BAED 3/2, (2014), 17-44.
33
GÖKHAN DİLBAŞ
edilmektedir ki, bu fiil “amaçsız gezinmek, dolaşmak, gezmek, göç etmek,
vakit geçirmek” gibi anlamlara sahiptir. Bu bilgilerden Csángó zümrelerinin
bir yerde sabit şekilde oturmadıkları, göç ettikleri ve yerleşik bir hayat
düzenine sahip olmadıkları sonucuna ulaşılabilir.57 Sekellerin, Sekel ana
kitlesinden kopmuş, başka yerlere yerleşmiş ve başka halk öğeleriyle
karışarak Sekel adetlerinden ve yaşayış biçiminden uzaklaşmış olan herkesi
Csángó diye isimlendirdikleri de bilinmektedir (Moldova, Bukovina,
Gyimes, Déva, Hétfalu, Halmágy, Zsombor Csángó’ları). Bu konudaki ilk
kayıt 1533 yılına aittir: “Sekel toprağından çıktıklarından dolayı onları
Csángó Macarları diye adlandırırlar”.58 Tarihçi Nicolae Iorga (1871-1940)
ise “Románia, amilyen volt 1918-ig” (1918’e kadar Romanya) adlı eserinde
“Erdel Sekelleri’nin bir kolu Tatros Vadisi boyunca içeri girdi ve bu
herhangi bir amacı olmayan Macarlar, Csángó adını aldı” diyerek hem
Csángó’ların kökenine, hem de kelimenin anlamına farklı bir bakış açısı
getirir.59
Kelime karşımıza şahıs adları şeklinde de çıkmaktadır. 1400 yılına
ait bir belgede “Georgium Csango dictum” şeklinde geçerken, 8 Haziran
1443 tarihinde Moldova Prensi II. István (1434-1447) bir bağış belgesinde
“Iliaș Sanga’ya Văsiești ve Băsești köylerini bağışladığını” söylemektedir.
Kelime bir halk adı olarak ilk defa kronik yazarı Costin Miron’un (16331691) “Moldvaország krónikája Áron vajdától” (1675) (Voyvoda Áron’dan
İtibaren Moldova’nın Kroniği) adlı eserinde, Erdel Prensi II. György
Rákóczi’nin (fasılalarla 1648-1660) Moldova seferinden (1653)
bahsederken Aknavásár’lı Csángó’ları andığı metinde geçer. Muhtemelen
1747 yılında kaleme alınmış olan Csíkszentmiklós kilisesinin kayıtlarında
da Gyimes halkının Moldova Macarları’ndan (Csángó’lardan) geldiği
yazılıdır.60
Dilbilimci Gábor Szarvas (1832-1895), Moldova Csángó’larının ve
Erdel Sekelleri’nin lehçelerini karşılaştırmış ve şu sonuca varmıştır: “Tarih,
Csángó halkının her ne kadar Peçenek, Kuman veya Hun bakiyeleri
olduğunu yazsa da, dilin inkâr edilemez gerçekleri Csángó’ların bir
57
Vilmos, a.g.e., s. 2.
Czentnár, a.g.e., s. 2, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf;
http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html.
59
Diószegi, a.g.e., (Csángó Újság 1990. március 17.’den aktarıldı),
http://www.csango.hu/index_kika.html.

Aknavásár: Romanya’da Bákó eyaletinin güneybatı kısmında yer alan şehir.
60
http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k.
58
34
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
zamanlar Sekel halkıyla ortak bir aileyi temsil ettiğini, fakat tarihin bir
döneminde birbirlerinden ayrıldıklarını şüpheye yer bırakmayacak şekilde
ortaya koymaktadır”.61 Szarvas’ın görüşünü destekleyen Elie Câmpeanu da,
“Gerçi hem Tatros Vadisi’nde yaşayan, hem de Moldova’da yaşayan
Csángó’ların Sekellerden neşet ettiğini kabul etmek gerekir. Bu son
sıradakiler daha eski kökenlidir, Moldova hükümdarları onlara birtakım
ayrıcalıklar tanımıştır” demektedir.62 Szarvas’ın ortaya koyduğu bu
sonuçtan sonra şöyle bir soru akla gelir: “Acaba bugün Moldova sahasında
yaşayan ve içlerine Kuman zümrelerini de alarak onları Macarlaştırmış
olan Moldova Macarları, Sekellerin akrabaları mıdır?”63 Bu sorunun
cevabını kesin şekilde verebilmek kolay değildir. Zira tarihin çeşitli
dönemlerinde Moldova coğrafyasına birçok halk gelmiş ve birbiri üzerine
yığılmıştır. Dolayısıyla Csángó’ların Sekellerin akrabaları olduğu görüşünü
kanıtlamak için tarih içinde oldukça geriye gitmeli, karşılaştırmalı
araştırmalar yapılmalı, şimdiye kadar elde edilen tarihî ve dil bilgisel
verilerin de yardımıyla bir sonuca ulaşılmalıdır.
Bernát Munkácsi “A moldvai csángók nyelvjárása” (Moldova
Csángó’larının Lehçesi) adlı çalışmasında “Csángó” kelimesinin özel bir
halk adı olmadığını, aksine ortak bir halkın adı olduğunu öne sürer.64 Mózes
Rubinyi de Munkácsi ile hemfikirdir. Rubinyi, savaş zamanlarında
Sekellerin Csángó’ları da yanlarına aldıklarını ve onlar vasıtasıyla
birbirlerine haber gönderdiklerini belirtir. Buna göre “Csángó” muhtemelen
bir Sekel adlandırmasıdır ve tarihî bir dayanağı da bulunmaktadır.65 Magyar
Táj Szótár (Macar Yöre Sözlüğü) ise Csángó’ların adetlerinde, giyimlerinde
ve dillerinde Ulahların etkisinde kaldıklarını belirtirken,66 kelimenin “1.
Kulakları tırmalarcasına ses çıkaran, 2. Kötü şekilde ses çıkaran, 3. Geveze,
durmadan konuşan” şeklinde anlamları olduğunu belirtir. Csángó
kelimesine benzeyen ve yakın anlamlarda kullanılan kelimelerden
“czankászík” kelimesinin anlamı “amaçsız bir halde gezinen, boş boş gezen,
61
Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 128.
János Szőcs, - Gyarmati Zsolt, “Új Szelek és Régi Reflexek. A Mai Székelyföldi Román
Történetirásban”, János Murányi (ed.), A Csíki Székely Múzeum Évkönyve 2005 I.
Társadalom-És Humántudományok, Csíki Székely Múzeum, Csíkszereda, 2006, s. 377389, s. 388.
63
Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 128.
64
Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 131.
65
Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 131132.
66
Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 131.
62
BAED 3/2, (2014), 17-44.
35
GÖKHAN DİLBAŞ
sokak arşınlayan”,67 “csamangő” ise “işsiz, boş gezen insan, avare”
anlamına gelmektedir.68
Csángó’ların kullandıkları lehçeler ve sosyolingüistik durumları
onların kültürleri ve sosyal yaşamları hakkında çeşitli bilgiler verir.
Csángó’ların kullandığı lehçeler Sekellerin ve Karpatlar Havzası’nda
yaşayan Macarların kullandığı lehçelerden farklılıklar barındırmaktadır.
Fonetik, sentaks ve leksikolojik olarak Kuzey (Románvásár civarı), Güney
(Bacău civarı) ve Sekel Csángó’larının dilleri arasında da birtakım farklar
mevcuttur. Güney Csángó’ları ve Sekeller birbirine karışmıştır ve bunun
sonucunda lehçelerini birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Bu sahada dil
ayrımı çizgisi de (isogloss) tam olarak belirgin değildir ve kesin çizgilerle
ayrılamaz. Sekel Csángó’larının lehçesinin daha itibarlı kabul edildiği,
Csángó’ların peltek konuştuğu ve bu durumun da kendisini en çok /s/ ve /š/
seslerinde hissettirdiği, buna karşın Csángó köylerinde damaksıl /č/ sesinin
de günümüzde hâlâ muhafaza edildiği görülmektedir.69
Moldova coğrafyasında bulunan hemen hemen 90 Csángó köyünden
50-60’ında çift dillilik mevcuttur ve bu köylerin çoğunluğu güney yöresinde
olup Sekel Csángó’larının arazisindedir. Kuzeydeki çift dillilik ise süratli bir
şekilde tek dilliliğe doğru gitmektedir. Çift dillilikten tek dilliliğe geçiş bu
sahada muhtemelen artık son aşamadadır. Güney Csángó sahalarında dil
değişimi yaşansa bile lehçeler 1930’lu yıllara kadar bir şekilde korunmuştur.
Çift dillilik Güney Csángó köylerinin hâlâ karakteristik bir özelliğidir. Yaşlı
Csángó’lar arasında çift dillilik devam etse de hem Csángó köylerinin
azalması, hem de genç nüfusun artık tek dil kullanımına yönelmesi çift
dilliliğin sürdürülmesini güçleştirmektedir. Kuzey Csángó lehçesi
sosyolengüistik olarak daha etkili olurken, bu etkinin Güney Csángó
lehçesinde hafiflediği, Sekel Csángó’larında ise en az etkiye sahip olduğu
görülür. Csángó’ların farklı yörelerden gelmeleri ve birbirleri ile konuşurken
de zaman zaman Romence’yi tercih etmeleri sosyolengüistik açıdan dikkat
çekici bir unsurdur. Moldova sahasında konuşulmakta olan bütün Csángó
67
Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 134135.
68
Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 136.
Csángó’lar hakkında ayrıntılı bilgi için ayrıca bakınız: Antal, Horger, “A csángó nép és
csángó név eredete (Első közlemény)”, Erdélyi Múzeum, 22. évf., 2. sz., 1905, s. 65-80;
Antal, Horger, “A csángó nép és csángó nép eredete (Második, befejező közlemény)” Erdélyi
Múzeum, 22. évf., 3. sz., 1905, s. 125-137.
69
Klára, a.g.m., s. 146, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf.
36
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
lehçelerinde arkaik gramer kuralları ve kelimeler kendini hemen belli
etmekle birlikte, dilin yeni gramer kurallarıyla ve kelime hazinesinin
zenginleşmesiyle modern bir yapıya kavuşma çabası içinde olduğu
gözlenmektedir.70
Csángó’ların yaşadıkları sahaların dağlık ve yoğun şekilde
ormanlarla kaplı olması, Csángó zümrelerinin ziraat, hayvan yetiştiriciliği,
ormancılık, çanak çömlek yapımı, dokuma, balıkçılık ve ahşap işlerine
yönelmesine yol açmıştır. Tarihleri boyunca sürekli mücadele eden ve
birçok sıkıntılı dönem geçiren Csángó’ların bu durumu halk danslarına ve
halk şarkılarına da yansımıştır. Halk danslarına keman ve yöreye özgü bir
çalgı aleti olan “ütőgardon” eşlik eder. Halk danslarında Karpatlar
Havzası’nın, Erdel’in ve Güney Balkan yöresinin etkileri gözden kaçmaz,
ayrıca coğrafi konumları ve görece izole şekilde yaşıyor olmalarından dolayı
arkaik özellikler barındıran 35 çeşit farklı dans stili Csángó’lar tarafından
hâlâ muhafaza edilmektedir.71
Sonuç
Csángó’ların kökeni üzerine özellikle XIX. yüzyıldan itibaren
bilimsel bakış açısının temele alınmasıyla ve somut tarihî ve dilbilgisel
verilerin de yardımıyla yoğun şekilde araştırmalar yapılmaya başlanmıştır.
Araştırmalar sonucunda ortaya konulan tezler genel itibariyle iki noktada
yoğunlaşmaktadır. Csángó’lar, ya Kuman veya Peçenek soyludur ya da Türk
soylu bir halk olmayıp Macar veya Romen’dir. Csángó’ların Macar veya
Romen unsuru olmadığı - yani Etelköz’de kaldığı iddia edilen Macar
boylarından gelmediği ve Romen unsuru olup da Macarlar tarafından
Macarlaştırılmadıkları - açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Yapılan
araştırmaların ve yazılı kaynakların incelenmesi sonucunda elde edilen
bilgiler Csángó’ların günümüzde yaşadıkları sahalara batıdan, yani
Karpatlar Havzası’ndan geldiklerini göstermektedir.72 Bu görüşü Károly
70
Klára, a.g.m., s. 147, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf.
Ütőgardon: “Gardon” olarak da söylenen Sekeller ve Csángó’lar tarafından daha çok Erdel
ve civarında çalınan çelloya (viyolonsel) benzeyen bir müzik aleti.
71
Csango-Hungarians for UNESCO’s “Cultural World Heritage”!, HUNSOR,
http://www.hunsor.se/dosszie/csango_world_heritage.pdf.
72
The Csángó Minority Culture in Moldvia, Council of Europe, March 2001, s. 4,
http://www.hungarianhistory.com/lib/csango/csango.pdf; Diószegi, A moldvai csángók
története és jelene; http://www.csango.hu/index_kika.html; Benda, Kálmán, “The Hungarians

BAED 3/2, (2014), 17-44.
37
GÖKHAN DİLBAŞ
Auner, Gábor Lükő, Kálmán Benda, Loránd Benkő… vb. bilim insanları da
desteklemektedir. Dolayısıyla Csángó’lar doğudan gelip de Moldova
sahasını yurt tutmuş ve ilerleyen zaman içinde Macar dilini ve Katolik
inancını kabul etmiş bir zümre değildir. Csángó’ların kökeni hakkında diğer tezler zaman zaman hâlâ tartışılıyor olsa da - bugün için kabul gören
en kuvvetli görüş, Hristiyanlığı kabul etmiş Kuman zümrelerinin XIII.
yüzyılda, yani Macar Kralı IV. Béla zamanında Seret Nehri’nin batı kıyısına
Moğol saldırılarından korunmak için yerleştirildiği ve bu zümrelerin
Csángó’ların ataları olduğu yönündedir. Zaten XIII. yüzyıldan itibaren
Macar zümrelerinin Moldova sahasında görülmekte olduğu ve bu sahada
ikamet etmekte oldukları tarihî verilerle de net bir şekilde ispatlanmaktadır.
İlerleyen zaman içinde kuzeydeki sahalara, yani Szamos Vadisi’nden
güneye doğru Sekel topraklarına kadar da yerleşimler olduğu bilinmektedir.
Csángó’ların millî marşında da doğudan, yani Asya’dan geldiklerine vurgu
yapılması onların Türk kökenli bir halk olma tezini güçlendirmektedir: “…
Zira biz de Macarız, Asya’dan kopup geldik, Tanrım, kaderimize yardım et,
Csángó Macarları yok olmasın!”73
Moldova coğrafyasına Csángó’ların yerleştirilmesi aslında Macar
krallarının bir politikasıdır. Csángó’ların görevi Macar Krallığı’nın doğu
sınırlarının güvenliğini sağlamak ve doğudan gelebilecek saldırıları
önlemektir. Ortaçağ’da Macar Krallığı’nın doğu sınırı Seret Nehri boyunca
uzanmaktadır. Macarların Karpat Dağları’nın ötesine olan ilgileri hem
askerî, hem dinsel ve hem de Macar boylarının göçleri esnasında doğuda
kalan kabiledaşları yüzünden azalmamış ve bu yüzden doğu sınırlarının
ötesine de ileri karakollar, gözlem kuleleri ve kontrol noktaları (Kilia,
Dinyeszterfehérvár, Braila, Várhely… vb.) inşa etmeyi ihmal
etmemişlerdir.74
Milkó Piskoposluğu’nun kuruluşu bir yandan Kumanların
Macaristan’a giriş sürecini çabuklaştırırken, bir yandan da Macaristan’dan
of Moldavia (Csángós)”, Diószegi László (Ed.) Teleki László Foundation, Budapest 2002, s.
7-177, s. 11.
73
Ince János Petrás, HIMNUSZ, http://www.csango.hu/index_kika.html .

Macar Kralı IV. Béla’nın amacı Macar boylarının göçleri esnasında doğuda kalan Macar
boylarını bulmak ve onlarla temas kurmaktır. Bunun için 1231-1234 yılları arasında rahip
Ottó, daha sonra da 1230-1236 yılları arasında Dominiken keşişi Julianus İdil’in doğusundaki
topraklara gönderilmiştir. Julianus 1235 yılında bu Macar zümrelerini bulmuş ve onlarla
temas kurmayı başarmıştır (Tamási, a.g.m.; Morgan, a.g.e., s. 137; Kristó vd., a.g.e., s. 72).
74
Czentnár, a.g.e., s. 6.
38
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
Moldova ve Eflak yönüne doğru olan göçü hızlandırmıştır. Kumanların ilk
piskoposu olan ve Teodorich adıyla bilinen Dominiken keşişi Hristiyanlık
inancını Romanya sahasında, yani Kuman ülkesinde yaymaya başlamış, bu
durum Macar Krallığı’nın bu coğrafyadaki etkisini daha da kuvvetlendirmiş
ve bu sahalarda yaşayan zümrelerin Macar Krallığı’nın metbuluğunu
tanımasını kolaylaştırmıştır. Tarihçi László Makkai’ye (1914-1989) göre,
Romanya toprakları üzerinde gerçekleşen Macar iskânının yaşanan bu
olaylarla sıkı bir bağlantısı vardır. Moğol istilasından sonra Macarlar,
Romanya coğrafyasını terk etmeye başlamış, ancak bu sahadaki etkileri
uzun süre devam etmiştir. Ortaçağ’ın sonunda Macar ve Sakson halkları ve
kültürleri, yerleşim yerlerini bir noktaya kadar Romenlerle beraber kuruyor
olmalarının da etkisiyle Romen devletinin ilk zamanlarında kendisini yoğun
bir şekilde hissettirmiştir. Papalık fermanı da Kuman (Milkó)
Piskoposluğu’nun sahasında XIII. yüzyıl başlarında Macarların, Saksonların
ve Romenlerin yaşadığını hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya
koymaktadır.75
Macar Kralı I. Mátyás’ın (1458-1490), Lehlere Csángó’ların
yaşadıkları topraklar hakkında “Çok eskiden beri herhangi bir ayrılma
süreci yaşanmadığından o topraklar bizim hakkımızdır” şeklinde sözler
söylemesi, aynı şekilde Macar Kralı II. András’ın da Moldova’da yaşayan
Macar zümrelerini “bizim insanlarımız” şeklinde anması ve Macar
krallarının Moldova topraklarına ve dolayısıyla o coğrafyada yaşayan
halklara sahip çıkması bir tesadüf değildir. Macar tarihinin en önemli dönüm
noktalarından biri olan “Yurt Tutuş” olayı sadece yedi Macar boyunun
Karpatlar Havzası’na yerleşmesi değil, aynı zamanda Macar ulusunun
bölgesel, kültürel ve toplumsal bir bütünleşme süreci içine girmesi anlamına
da gelmektedir.76 Macar kralları sadece Karpatlar Havzası’nda bulunan
Macar halkının kralı olmadıklarını, aynı zamanda Karpat Dağları’nın
dışında - özellikle Karpatların doğu kısmında - kalan halkların da kralı
olduklarını her zaman ifade etmişlerdir. Macar Kralı IV. Béla’nın, Kuman
ülkesi - Moldova toprakları - kralı unvanını da taşıması bunun bir
göstergesidir.77 Bundan başka Avrupa yönüne doğru ilerleyen Moğol
ordusunun başında bulunan Batu Han’ın (1240-1255), Macar Kralı IV.
75
Tampu, a.g.m., (Makkai László, in.: Mikecs: Csángók, Bolyai Akadémia, 1989. p. 72’den
aktarıldı), http://erdely.ma/ csangotukor.php; Brassai, age., s. 4.
76
Tácsi, a.g.m.,
http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category&id=55&Itemid=
74.
77
Brassai, a.g.e., s. 3.
BAED 3/2, (2014), 17-44.
39
GÖKHAN DİLBAŞ
Béla’ya Moğol orduları Macaristan sınırlarına dayanmadan önce yazdığı
mektuptan da IV. Béla’nın, Karpat Dağları’ndan doğuya doğru uzanan
sahaları kendi hakkı olarak gördüğü ve bu sahalarda oturmakta olan
Kumanları koruyup kolladığı anlaşılmaktadır:
“…Kumanları, benim hizmetkârlarımı koruman altına aldığının da
farkındayım. Bunun için onlar yüzünden düşman olmayalım diye onları
artık daha fazla tutmamanı söylüyorum. Nitekim Kumanların göç etmesi
senden daha kolaydır; onların evleri olmadığından çadırlarıyla orayaburaya giderler, belki de bana gelirler, lakin sen evlerde yaşadığından,
78
kalelerin ve şehirlerin olduğundan elimden kaçabilir misin?”.
I. Dünya Savaşı’nın ardından 4 Haziran 1920 tarihinde imzalanan
Trianon Antlaşması, Macaristan’ın binlerce yıllık sınırlarını değiştirmiş ve
Karpat Dağları’nın her iki tarafında yaşayan (batıda Karpatlar Havzası,
doğuda Erdel) Macar nüfusunu birbirinden ayırmıştır. Karpat Dağları’nın
doğu kısmında, yani bugünkü Romanya sahasında Sekeller kalırken,
Moldova sahasında ise Csángó’lar kalmıştır. Csángó zümrelerinin yaşam
alanı olan Moldova tarihte Kumanların ülkesi idi ve Kuman boyları bu
sahalarda etkisi her alanda yüzyıllarca süren izler bırakmışlardır. Csángó’lar
tarihin akışı esnasında birçok zorlukla karşılaşmış olsalar da görece olarak
izole edilmiş halde yaşamalarının da etkisiyle Katolik inançlarını, arkaik
özellikler barındıran Macar dillerini, kültürlerini, halk masallarını,
balatlarını ve halk şarkılarını muhafaza etmeyi başarmışlardır. Şurası bir
gerçektir ki, Csángó’lar hangi kökenden gelirse gelsin Moldova’nın en eski
sakinlerindendir79 ve yüzyıllardır korudukları ve hâlâ korumakta oldukları
kültürleriyle Karpatlar Havzası’na ve Avrupa coğrafyasına farklı bir renk
getirmişlerdir.
78
Györffy, György, György, Julianus barát és Napkelet fölfedezése. Válogatta, a bevezető
tanulmányt és a jegyzeteket írta Györffy György, Fordította Györffy György és Gy. Ruitz
Izabella, Neumann Kht., Budapest 2002, http://mek.oszk.hu/06100/06172/html/; Henrik
Marczali, “A mongol invasió”, Nagy képes világtörténet, Köt. 5, Arcanum, Budapest 1998,
http://mek.oszk.hu/01200/01267; Olchváry, a.g.m., s. 309-325, s. 319; Bánlaky, a.g.e.,
http://mek.oszk.hu/09400/09477.
79
Kolozsy, a.g.e., http://www.magtudin.org/Csango.htm.
40
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
Moldova’daki Csángó Macarları’nın Yerleşim Alanları
Şehirler
Kuzey Csángó’ları
Güney Csángó’ları
Sekel Csángó’ları
Romenleşmiş köyler
Güçlü bir şekilde Romenleşmekte
olan köyler
Moldova’daki Csángó Macarları’nın Yerleşim Alanları
(http://keresztszulok.hu/regi-honlap/kikacsangok/csangok.htm
BAED 3/2, (2014), 17-44.
41
GÖKHAN DİLBAŞ
KAYNAKÇA
AYDEMİR, Hakan, “Kun-kipcsak elemek a moldvai csángó nyelvjárásban”,
http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf, (14.05.2014).
BÁNLAKY, József, A magyar nemzet hadtörténelme, Budapest, 2001,
http://mek.oszk.hu/09400/09477, (16.05.2014).
BENDA, Kálmán, “The Hungarians of Moldavia (Csángós)”, Diószegi
László (Ed.) Teleki László Foundation, Budapest 2002.
BRASSAİ, Imre, A Romániai Csángók Szomorú Sorsa, Sándory Mihály
Könyvnyomda, Gyergyószentmiklós 1913.
Csango-Hungarians for UNESCO’s “Cultural World Heritage”!,
HUNSOR,(http://www.hunsor.se/dosszie/csango_world_heritage.pdf,
(18.06.2014).
CZENTÁR, Simon, Az őrzők, A moldvai csángó
http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf, (24.06.2014).
Diószegi, László, A moldvai csángók története
http://www.csango.hu/index_kika.html, (24.06.2014).
magyarok,
és
jelene
ECKHART, F., Macaristan Tarihi, (çev.) İbrahim Kafesoğlu, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları X. DiziSayı 3a, Ankara 2010.
ENİKŐ,
Ferenczi,
A
moldvai
csángó
http://www.borokas.hu/pdf/moldvai1.pdf, (27.06.2014).
magyarok,
GÜNGÖRMÜŞ, Naciye, Macaristan’da Değişim ve Demokrasiye Geçiş,
Köksav Yayınları, Ankara 2010.
GÖKBEL, Ahmet, “Kimek-Kıpçak/Kumanlar”, Türkler, C. 2, Ankara 2002.
GYÖRFFY, György, Julianus barát és Napkelet fölfedezése. Válogatta, a
bevezető tanulmányt és a jegyzeteket írta Györffy György, Fordította
Györffy György és Gy. Ruitz Izabella, Neumann Kht., Budapest 2002,
http://mek.oszk.hu/06100/06172/html/, (07.07.2014).
42
BAED 3/2, (2014), 17-44.
CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE
GYULA, Kristó-János, Barta-Jenő, Gergely, Magyarország Története
Előidőktől 2000-ig, Pannonica Kiadó, (Basım yeri belirtilmemiş) 2002.
HORGER, Antal, “A csángó nép és csángó név eredete (Első közlemény)”,
Erdélyi Múzeum, 22. Kötet, 2. Fűzet, 1905.
HORGER, Antal, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és
befejező közlemény)”, Erdélyi Múzeum, 22. évf., 3. sz., 1905.
KLÁRA, Sándor, “National feeling or responsibility: The Case of the
Csángó Language Revitalization,
http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf, (16.07.2014).
KOLOZSY, Sándor, The History of the Csángó Hungarians in Moldova
(Rumania), http://www.magtudin.org/Csango.htm, (25.07.2014).
MARCZALİ, Henrik, “A mongol invasió”, Nagy képes világtörténet, Köt.
5, Arcanum, Budapest 1998, http://mek.oszk.hu/01200/01267, (30.07.2014).
MİKECS, László, Csángók: Hogy Kerültek Magyarok A Kárpátokon Kivüli
Területre?, Bolyai Akadémia, Budapest 1941.
MORGAN, David, The Mongols, Blackwell Publishing, Cornwall 1986.
OLCHVÁRY, Ödön, “A muhi csata - Első Közlemény -”, Századok, A
Magyar Történelmi Társulat, 34. évfolyam, Budapest 1902.
PETRÁS, Ince János, HIMNUSZ, http://www.csango.hu/index_kika.html,
(05.08.2014).
ROUX, Jean Paul, Moğol İmparatorluğu Tarihi, (çev.) Aykut KazancıgilAyşe Bereket, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001.
SZŐCS, János-Gyarmati, Zsolt, “Új Szelek és Régi Reflexek A Mai
Székelyföldi Román Történetirásban”, Murányi János (ed.), A Csíki Székely
Múzeum Évkönyve 2005 I. Társadalom-És Humántudományok, Csíki
Székely Múzeum, Csíkszereda 2006.
SZŰCS, Jenő, “Két Történelmi Példa Az Etnikai
Életképességéről”, Holmi, XX. Évfolyam, 11. Szám, 2008.
BAED 3/2, (2014), 17-44.
Csoportok
43
GÖKHAN DİLBAŞ
TÁCSİ, István, “A csángó nép besenyő-magyar eredete”, Vaskút,
2005.11.22,
http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category
&id=55&Itemid=74, (14.08.2014).
TAMÁSİ, Csilla, “Tatárjárás Magyarországon”, Keresztényszó, (14. évf.) 5.
sz., 2003, http://epa.oszk.hu/00900/00939/00052/text.htm, (15.08.2014).
TAMPU, Ferenc, “A moldvai csángó magyarok eredetének problémája”,
Erdély Ma, 20. szám, Január 01 (2006), http://erdely.ma/csangotukor.php,
(18.08.2014).
The Csángó Minority Culture in Moldova, Council of Europe, March 2001.
TUFAY, Muzaffer, “Türkler, Ruslar ve Bulgarlar”, Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Aralık 1988.
VİLMOS, Tánczos, Hungarians in Moldova, (translation) Miklós Zeitler,
Teleki László Foundation, Budapest 1998.
http://www.hungarianhistory.com/lib/csango/csango.pdf, (20.08.2014).
http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k, (21.08.2014).
http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html, (28.08.2014).
http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdeselmeletei.pdf, (03.09.2014).
Harita: http://keresztszulok.hu/regi-honlap/kikacsangok/csangok.htm,
(10.09.2014).
44
BAED 3/2, (2014), 17-44.
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014,
ss. 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA
BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL
BOYUTLARI
Yrd. Doç. Dr. Mümin İSOV
ÖZET
Her ulusal topluluk kendi tarihi için özel bir anlayışa sahiptir ve bu onu
diğerlerinin tarihinden ayırmaktadır. Çeşitli milliyetçiliklerin bu bilişsel kaynakların
didaktik kullanımları, genellikle farklı tarihsel duyarlılık ve dolayısıyla aynı
olaylara farklı bakış üretir. Bu metinde, Birinci Balkan Savaşı, Bulgar
milliyetçiliğinin oluşumunun çeşitli aşamaları bağlamında ele alınarak, Bulgar tarih
yazımı ve tarih kitaplarının projeksiyonları gösterilmektedir. Bu çalışmanın bir
diğer odak noktası ise savaş ve konuyla ilgili kamuoyunda yapılan spekülasyonları
bilimsel ve eğitsel bakımından incelemektir.
Anahtar Kelimeler: Birinci Balkan Savaşı, Bulgar Milliyetçiliği, Bulgar Tarih
Literatürü, Tarih Ders Kitapları, Tarih Propagandası, Etnik ve Dini Grupların
İlişkileri.
AXIOLOGICAL DIMENSIONS OF THE FIRST BALKAN
WAR IN THE BULGARIAN HISTORY LITERATURE
AND TEXT BOOKS
ABSTRACT
Every nationality has its own specific understanding of its history which
distinguishes itself from the others. The didactic use of the resource of the different
nationalisms leads to a different historical sensitivity and produces different

Bu makale, 22-24 Mayıs 2013 tarihlerinde Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen
100. Yılında Balkan Savaşları (1912-1913): İhtilaflı Duruşlar isimli Uluslararası Konferansta
sunulan bildiriden hareketle yeniden gözden geçirilerek kaleme alınmıştır.

Trakya Üniversitesi Balkan Araştırma Enstitüsü, Balkan Tarihi Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi, Edirne, E-mektup: [email protected].
45
MÜMİN İSOV
perspectives towards the same historical events. The text shows the projections of
the First Balkan War in the Bulgarian historiography and history textbooks in the
context of the different phases of the Bulgarian nationalism. Another focus of the
study is to examine the speculations, which were made in the Bulgarian public
opinion from scientific and educational perspectives.
Keywords: First Balkan War, Bulgarian Nationalism, Literature of Bulgarian
History, History Text Books, Propaganda of History, Relations of Ethnic and
Religious Groups.
Giriş
Milliyetçiliğin önde gelen kuramcılarından biri olan Benedict
Anderson’a göre “ulus sınırlı olarak hayal edilir, çünkü belki de bir milyar
insanı kapsayan en büyüğünün bile, ötesinde başka uluslara mensup
insanların yaşadığı, esnek de olsa sınırları vardır”.1 Bu nedenle mekânsal
olarak millî sınırların belirlenmesi milliyetçiliğin en önemli işlemlerinden
biridir.2 Etnik çeşitliliğinden ve toprak taksimatı konusunda yerleşmiş
prensiplerin olmaması (ve neticesinde toprak iddiasında bulunan taraflar
arasında sürekli devam eden bir rekabetin ortaya çıkması) nedeniyle
Balkanlar’da her bir milletin haritası genelde “kutsal millî toprak” olarak
tanımlanmaktadır.3
Millî sınırların kutsal niteliği 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos
Antlaşması’yla Bulgaristan örneğinde meşrulaşmıştır.4 Aynı yılın yaz
aylarında Berlin Antlaşması’yla yapılan toprak ve demografik coğrafyanın
1
B. Anderson, Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, İngilizce’den
Çeviren: İ. Savaşır, İstanbul 1995, s. 21.
2
E. Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, Türkçeleştirenler: B. Ersanlı ve G. Göksu Özdoğan, II.
Baskı, İstanbul 2008, s. 197, A. D. Smith, Millî Kimlik, Çeviren: B. Sina Şener, İstanbul
1999, s. 33-34.
3
K. Kazer, Priyatelstvo i Vrajda na Balkanite. Evrobalkanski Predizvikatelstva, Sofya 2003,
ss. 148-152.
4
İ. İlçev, Rodinata mi-Prava ili Ne! Vınşnopolitiçeska Propaganda na Balkanskite Strani
1821-1923, Sofya 1995, s. 41; İ. İlçev, “Mitıt za Sanstefanska Bılgariya Kato ‘Sveştena
Krava’ na Bılgarskiya Patriotizım”, İstoriya, 6, 1995, ss. 55-60. Bkz. Voynata Mejdu
Bılgariya i Turtsiya 1912-1913, Podgotovka na Voynata, Cilt I, Sofya 1937, ss. 2-3. S.
Popov, “Bılgariya: Granitsi, Teritoriya, Naselenie”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan
Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929, ss. 21-22.
46
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
revizyonu Bulgar milliyetçiliğine tarihî bir görev yüklemiştir: Bulgar millî
birliğinin Ayastefanos sınırları içerisinde gerçekleştirilmesi.5
Bu millî programın gerçekleştirilmesi ile ilgili çözüm arayışlarında
farklı yol ve yöntemlere başvurulmuş ve sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile
doğrudan savaş yoluna gidilmiştir. 1878’de Bulgar Prensliği’nin
kurulmasından itibaren toprak bütünlüğü ve millî birlik ruhu içinde (-ki bu
durum güçlü Türk/Müslüman karşıtı duygular yaratmıştır)6 yetiştirilen
Bulgar toplumu savaş ilanını büyük bir vatanperverlik hevesiyle karşılarken7
savaşı kurtuluş savaşı olarak benimsemiştir.8 İrredantizmin (kurtarımcılık)
ideolojik kurallarını takip eden9 resmî bildiri, yapılacak savaşı kutsallık
mertebesine taşırken aynı zamanda bu savaşı “kurtuluş savaşı” olarak
tanımlamıştır.10
Her bir millî topluluğun, spesifik ve kendisini diğerlerinden farklı
kılan tarihi ile ilgili belirli bir anlayışı vardır.11 Bu “benzersiz” bilişsel
kaynağın farklı milliyetçiliklerdeki didaktik kullanımı temel olarak farklı bir
tarih hassasiyetine ve dolayısıyla aynı olaylarla ilgili farklı görüşlere sebep
5
Voynata Mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913, Podgotovka na Voynata, Cilt I, ss. 3-4. G.
P. Genov, “Petdeset Godişna Borba za Nezavisima Dırjava”, Poluvekovna Bılgariya,
İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929, ss. 144-148.
6
Е. İvanova, Balkanite: Sıjitelstvo Na Vekovete. İzsledvane Vırhu (Ne) Sıstoyavaneto Na
Balkanskata Modernost, Sofya 2005, s. 210; М. Radeva, Uçiliştnoto İstoriçesko Obrazovanie
V Bılgariya (1878-1944), Metod ve Tarih Analizi, Sofya 2008, s. 81; Ayrıca Bkz. Pouçeniya
za Voynika-Grajdanin, Haz. Albay K. Solarov, Şumen 1928, s. 480, 493; İ. Stefanov,
“Zapiski na Artileriyskiya İnjener”, Voenno-istoriçeski Sbornik, 5, 1996, s. 107; Balkanskata
Voyna v Spomenite na Sıvremennitsi i Uçastnitsi, Kayıt eden: P. Marinov, Düzenleme: N.
Haytov, Sofya 1973, s. 12; Albay Petır Dırvingov, İzbrani Proizvedeniya, Haz. S. Penkov,
Sofya 1988, s. 55; Saga za Balkanskata Voyna, Dnevnik na Sveştenik İvan Doçev, Sofya
2012, s. 24, 46; D. Azmanov, Moyata Epoha 1878-1919, Sofya 1995, s. 90.
7
P. Dırvingov, İstoriya Na Makedono-Odrinskoto Opılçenie, Cilt I: Jivotıt i Deystviyata na
Opılçenieto vıv Voyna S Turtsia, Sofya 1919, ss. 2-8; S. Radev, Tova, Koeto Vidyah ot
Balkanskata Voyna, Konferenstiyata v Bukureşt i Bukureşkiyat Mir ot 1913 godina, Sofya
2012, ss. 25-26; Saga za Balkanskata..., s. 24; D. Azmanov, a.g.e., s. 90; D. Kazasov,
Vidyano i Prejivyano 1891-1944, Sofya 1969, s. 155; Bkz. Balkanskite Voyni po Stranitsite
na Bılgarsliya Peçat 1912-1913, (Külliyat), Haz. P. Kişkilova, Sofya 1999, ss. 26-38.
8
N. Dodov, Dnevnik po Balkanskata Voyna, Sofya 2006, s. 95; Saga za Balkanskata.... s. 28;
Azmanov, a.g.e., s. 90. Kazasov, a.g.e., s. 155.
9
Smith, a.g.e., ss. 103-105.
10
Bkz. “Manifest Kım Bılgarskiya Narod” ve “Visoçayşa Zapoved Po Deystvaştata Armiya”,
Voynata Mejdu Bılgariya i Turtsiya Prez 1912-1913 godina, Lozengradskata Operatsiya, Cilt
II, Sofya 1928, ss. 5-7.
11
S. Grosby, Natsionalizmıt, Kratko Vıvedenie, Sofya 2008, s. 25.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
47
MÜMİN İSOV
olmaktadır.12 I. Balkan Savaşı ile ilgili bilgiler bağlamında, bu teorik
bağımlılık şu soruyu akla getirmektedir: Güneydoğu Avrupa’daki millî
ekoller savaşı nasıl değerlendiriyorlar? Bulgaristan tarihi uzmanı olarak
Bulgar akademik yayınlarında ve Bulgarca ders kitaplarında I. Balkan
Savaşı’nın değerbilimsel yönlerini araştırmak ilgimi cezbetmektedir. Bulgar
bilimsel yayınlarında ve Bulgarca ders kitaplarında I. Balkan Savaşı’nın
değerlendirme boyutlarını inceleyen çalışmamız bu yönde bir denemedir.
Kullanılan kaynaklar gelişigüzel olmamışlar; bilâkis 1918-1944, 1944-1989
ve demokrasiye geçiş yılları gibi farklı zaman dilimlerinde Bulgar
milliyetçiliğinin bulunduğu durum bağlamında özellikle seçilmişlerdir.13
1. Bulgar Milliyetçiliğinin Kriz Döneminde I. Balkan Savaşı
Algısı (1918-1944)
Bulgar toplumunda I. Balkan Savaşı ile ilgili söylemler savaşın
resmen başlamasından önce, genel seferberliğin ilanı esnasında ortaya
çıkmıştır. Bu söylemler ilkin, doğal olarak gazete sayfalarında kendisini
gösterirken14 daha sonraları edebî şiir alanına da hızlıca geçmişlerdir.15
Tahmin edildiği gibi değerlendirmeler “savaşın” tarihi adalet kanunlarını
gözettiği ve “kulun bulunduğu karanlığa” ışık getirdiği anlayışı üzerinde
yapılmaktadır. Bu, toplumda yıllarca yerleşmiş olan anlayışın tezahürüdür.
Savaşın sona ermesinin hemen ardından, oldukça yoğun bir şekilde
savaşın tarihselleştirilmesi işlemine başlanmıştır. Savaşa katılanlar,
subaylar, tarihçiler, siyasetçiler ya da tarih bilgisini popüler hale getirenler,
hiç tereddüt etmeden savaşın millî kurtuluş ve devlet birliğinin sağlanması
amacıyla yapıldığını öne sürerek savaş ile ilgili yazdıkları pek çok metni
yayınlamışlardır.16
12
K. Jordano, Vlast, Nedoverie i Nasledstvo, Skeptiçna Antropologiya, Sofya 2006, s. 83.
M. Todorova, Bılgariya, Balkanite, Svetıt: İdei, Protsesi, Sıbitiya, Sofya 2010, s. 154.
14
Balkanskite Voyni po Starnitsite..., ss. 30-39, 67, 79, 103, 138, 165.
15
R. Koneva, “Sısedıt Mejdu Mira i Voynata (Bılgarskata Literatura za Svoya Sısed v Kraya
na XIX-Naçaloto na XX v.)”, içinde Balkanski İdentiçnosti v Bılgarskata Kultura ot
Modernata Epoha (XIX-XX vek), II Kısım, Sofya 2002, s. 263. Daha fazla bilgi için bkz.
http:// www. nationallibrary. bg/fce/ 001/0016 /files/100% 20godini% 20ot%
20balkanskite%20voini.pdf, (Erişim, 15 Kasım 2012).
16
1944 yılına kadar I. Dünya Savaşı hakkında yayınlanan bir dizi eserlerden oluşan bir
bibliyografya örneği: S. Nikov, Balkanskata Voyna, Priçini, Razvoy i Kray, Sofya 1913; K.
Popov, Pametna Knijka za Vseki Bılgarin, Belejki ot Voynata, Haskovo 1913; D. Barov,
Srajeniyata v Kırcaliysko, Şumen 1913; T. Kanratciev, Pırva Brigada Ot Şesta Pehotna
Diviziya V Osvoboditelnata Bılgaro-Turska Voyna 1912-1913, I Kısım, Sofya 1914;
13
48
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
Balkan Savaşları’ndan hemen sonra savaşlarda hayatını
kaybedenlerin anısına ülke çapında anıtlar dikilmeye başlanmıştır. Bu işlem
öylesine hızlı bir şekilde yapılmıştır ki dikilen anıtların sayısı savaşlardan 20
yıl sonra yaklaşık 1000’e ulaşmıştır.17 I. Balkan Savaşı ile ilgili bu büyük
ilgi, Bulgar milliyetçiliğinin bilişsel ve sembolik alanına hızlı ve güçlü yeni
bir konunun girişini göstermektedir. Öyle ki bu enerji öğrencilere ve
askerlere yönelik öğretici hikâyeler yaratmıştır.18 Zira okul ve ordu, birleşik
ulus fikrinin genç nesillerin bilincinin bir parçasına dönüşmesini sağlayan
temel rolü oynamışlardır.19
II. Balkan Savaşı ile I. Dünya Savaşı’nda yaşanan millî felaketlere
rağmen, Ayastefanos’un Bulgaristan’ın millî birliğine ilişkin programı
1918’den 1944’e kadar Bulgar milliyetçiliğinin temel ilham kaynağı olmaya
Bılgarski Geroy, Voynata 1912-1913, Sliven 1914; A. Hristov, Kratka İstoriya na
Osvoboditelnata Voyna 1912-1913, Sofya 1921; İ. Rusev, Osma Pehotna Tuncanska Diviziya
vıv Voynata Sreştu Turtsiya 1912-1913, Sofya 1923; N. Stanev, Nay-Nova İstoriya na
Bılgariya 1878-1920, Sofya 1925; K. Solarov, Balkanskiyat Sıüz i Osvoboditelnite Voyni prez
1912 i 1913 godina, Sofya 1926; İ. Paşinov, 23 Pehoten Şipçenski Polk vıv Voynata s Turtsi i
Sıyuznitsi 1912-1913, Sofya 1928; N. Lazarov, Divnite Dunavtsi (İz Boyniya Jivot Na Peta
Dunavska Diviziya), Varna 1928; N. Nedev, Osvoboditelni Voyni 1877-1878; 1885; 19121913; 1915-18, Sofya 1929; A. Toşev, Balkanskite Voyni, Cilt I-II, Sofya 1929-1931; P.
Dırvingov, Atakata na Odrin pod Osvetlenieto na İstoriyata i İzkustvoto, Tarih-Psikoloji
Analizi, Sofya 1931; Pobediteli, Kartini ot Odrin 1913-1933, Sofya 1933; N. Popov,
Prevzemaneto na Odrin, Apoteoz na Bılgarskiya Geroizım, Gözden geçiren A. Tonev,
Haskovo 1936; A. Gançev, Voynite na Tretoto Bılgarsko Tsarstvo, Sofya Tarihsiz; A.
Razsukanov, Balkanskata Voyna, Sofya 1939; İzpylnen Oteçestven Dılg, Savaşlara Katılan
Bulgaristan Yahudilerine Armağan Külliyatı, Sofya 1939. Bu dönemde I. Balkan Savaşı ile
ilgili hazırlanan en etkileyici çalışma Voynata Mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 g, Cilt IVII, Sofya 1928-1937. Yedi ciltten oluşan bu çalışma Bulgar Kurmayına bağlı Askerî Tarih
Komisyonu tarafından hazırlanmıştır. 4000’nin üzerinde sayfadan oluşur ve askerî harekâtlar
hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir.
17
http://bnt.bg/bg/news/view/86273/za_sydbata_na_voennite_pametnici_ot_dvete_balkanski_
vojni, (Erişim 7 Ekim 2012). Bulgaristan’da Askerî anıtlar millî sicili:
http://www.memorials.bg/scripts/isapivwb.dll, (Erişim 26 Ocak 2010).
18
İ. Popov, Uçebnik po Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3.sınıflara, İkinci Genişletilmiş Baskı,
Plovdiv 1917, ss. 160-165; N. Stanev, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1917, ss. 215216; N. Stanev, Kratka Bılgarska İstoriya, Pohodna Voynişka Biblioteka, Sofya 1917, ss.
138-140. Balkan Savaşları hakkında kısa okul bilgileri daha 1915’te görebiliriz. Bkz. İ.
Pastuhov, İ. Stoyanov, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Lise 5. sınıf ve pedagoji okullara ders
kitabı, Birinci Baskı, Plovdiv 1915, s. 300.
19
Radeva, a.g.e., s. 49; N. Kayçev, Makedoniyo, Vızjelana..., Armiyata, Uçilişteto İ Gradejıt
Na Natsiyata V Sırbiya İ Bılgariya 1878-1912, Sofya 2006, ss. 12, 198-210; İ. İvanov, “Kak
se Otraziha Poslednite Voyni v Bılgarskata Uçebna Literatura”, Uçilişten Pregled, 4, 1925,
ss. 354-355, 361.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
49
MÜMİN İSOV
devam etmiştir.20 Ancak askerî yenilgiler, ağır ekonomik kriz ve sosyal
problemler silsilesi toplumda derin bir memnuniyetsizlik yaratmış ve
milliyetçiliğin çekici yüzüne gölge düşürmüştür. Bu durum, millî retoriğin
sesini kıstığı gibi farklı tonları ve akortları içine alarak iç ahengini ihlâl
etmiştir.21 Millî birliğe ilişkin programın başarısızlığı o zamana kadar
bilinmeyen ve aydınlar arasında “içe”, yani ulusa doğru (halk psikolojisi)
bakış için güçlü eğilimler oluşturan bir toplumsal ve siyasî iklim yaratmaya
başlamıştır.22
Beş yıllık kısa bir dönem içinde yaşanan güçlü sarsıntılar nedeniyle
doğal olarak Bulgar kültürüne yeni anlatımlar girmiştir. Örneğin, edebî
metinlerde Bulgar ordusunun askerî zaferleri konusu (I. Balkan Savaşı dâhil
olmak üzere) acılar ve yenilgilerle dolu hikâyelerin ciddi rekabetiyle
karşılaşır. Hatta “müttefikler-eşkıyalar” motifi ve Neuilly Antlaşması’na
karşı öfke ve “ölü düşmanımız değildir” motifinin insanî duygusu çok daha
fazla popüler bir hale gelmiş gibidir.23
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgar milliyetçiliğine çöken acı,
aşağılanma ve kötümserlik duyguların birikimi Balkan Savaşları’na karşı
akademik ilgiyi etkilemiştir. 1920-1923 yılları arasında Balkan Savaşları’yla
ilgili yayınların sayısında ani bir azalma görülür.24 1923-1931 döneminde
yayınlanan eserlerin sayısı tekrar hızlı bir şekilde artar. Bir sonraki on yıl
içinde 1912-1913 Balkan Savaşları konusu sessizliğini korur ve 1941’den
sonra yeniden gündeme gelir.25 Dolaysıyla, resmî propagandanın Üçlü
Antlaşma’nın (1940) desteği ile sağlanan millî birliğin dalgası ile uyum
içinde hareket ettiği aşikârdır.26 Yayınlanan metinlerin milliyetçiliğin
koordinat sisteminde çok daha kesin ve kararlı bir şekilde yer alması da
20
Todorova, a.g.e., s. 162; Bkz. Tsv. Stoyanov, “Duhovnite i Materialni Postijeniya na
Bılgariya sled Osvobojdenieto 1878-1928”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan
Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929, s. 67.
21
Todorova, a.g.e., s. 162.
22
Aynı eser, s. 164.
23
http://aretov.queenmab.eu/archives/reception/77-favorite-images-of-the-past.html, (Erişim
20 Ocak 2013).
24
S. Budinov, Balkanskite Voyni 1912-1913: İstoriçeskite Predstavi v Sistemata na Nauçnoobrazovatelnata Komunikatsiya, Sofya 2005, s. 49. Bir kıyaslama yaparsak: 1919 yılına
kadar Balkan Savaşlarıyla ilgili yayınlanan eserler söz konusu zaman dilimine göre çok daha
fazladır hatta ele alınan dönemdeki (1918-1944) yayınların istatistiğinde baskın olarak yer
almaktadırlar. Bkz. Budinov, a.g.e., s. 49.
25
Budinov, a.g.e., ss. 50-51.
26
M. Lalkov, “Bılgarskata Vınşna Politika 1878-1944: Mejdu Ekzaltatsiyata i Pogroma”,
içinde Oçertsi po Bılgarska İstoriya 1878-1948, Haz. M. Radeva, Sofya 1992, s. 92.
50
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
anlamlıdır.27 I. Balkan Savaşı ve niteliği bakımından bunun anlamı şudur ki
anlatımın mesajı ulaştığı okuyucu kitlesi arasında daha büyük duygusal bir
etki yaratmıştır.
Okullarda tarih eğitimi bu denli kararsız bir gelişme
göstermemektedir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra tarih dersinin önemi artmış
ve bir sonraki on yılda Bulgar okul müfredatlarında baskın bir şekilde yer
almaya başlamıştır.28
Gerek mevcut tarih yazımında gerekse pedagoji pratiğinde I. Balkan
Savaşı’nın bir “kurtuluş” ve “bütünleştirme” savaşı olduğu kesin bir dille
değerlendirilmektedir.29 Tabii bu değerlendirmelerin etkilerinin gücü zaman
içinde sabit değildir. Örneğin, II. Balkan Savaşı’ndan sonra yazılan
kitaplarda bu değerlendirmelerin heyecanlandırıcı gücü daha büyüktür,
çünkü aşırı (rövanşist) eğilimlerin etkisindedir.30
I. Dünya Savaşı’ndan sonra okul kitaplarında milliyetçiliğin
“yüksek tonları” eski gücünü kaybetmiştir.31 Ancak okullarda okutulan tarih,
tarihî bilgilerin tecrit edilmiş bir şekilde dolaştığı bir sistem değildir. Bilâkis
kültürel çevrenin güçlü etkisi altında kalmıştır.32 Bu nedenle bunu ana
hatlarıyla tespit etmeye çalıştığımızda Bulgar toplumunun tarihî geçmişe
olan ilgisinin arttığı dikkat çekmektedir. Devletin kültür politikasında bazı
yeni unsurlar da bu yöndedir: kültür adamlarının ve tarihî olayların anısına
yıldönümü kutlamaları, ülkenin onurlandırdığı şahısların anısına veya
geçmişte meydana gelen olaylar ile ilgili anıt dikilmesi, resmî bayram
sayısının artırılması.33
27
N. Stanişev, Kratka İstoriya na Bılgarite, ot Nay-stari Vemena do Dnes, Sofya 1942, s.
251, 252; N. Stanev, Nova Bılgariya, Sofya 1943, s. 518, 520; İ. Ormanciev, Nova i Naynova İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1943-1945, s. 5.
28
Radeva, a.g.e., s. 106.
29
İ. Pastuhov, Oteçestvoznanie, 4. sınıfa, Beşinci gözden geçirilmiş baskı, Sofya 1925, ss.
91-92; P. Minev, K. Domusçiev, Oteçestvoznanie, 4. sınıfa, Altıncı gözden geçirilmiş baskı,
Sofya 1927, s. 102, 103; İ. Kepov, Nay-nova İstoriya, Lise 7. sınıf ders kitabı, Birinci baskı,
Plovdiv 1928, ss. 140-144; N. Stanev, Uçebnik Po Bılgarska İ Obşta İstoriya (Novi Vekove),
Halk ortaokullarının 3. sınıflarına, Birinci Baskı, Sofya 1932, ss. 131-137.
30
İvanov, a.g.m., s. 358; Ayrıntılı bilgi için Bkz. İ. Popov, Uçebnik po Bılgarska İstoriya,
Ortaokul 3. sınıflara, Üçüncü Baskı, Plovdiv 1918, s. 168; N. Stanev, İstoriya na Bılgarskiya
Narod, Ortaokul 3.sınıflara, İkinci Düzeltilmiş Baskı, Sofya 1918, s. 216.
31
İvanov, a.g.m., s. 358.
32
Y. Şopov, Didaktiçeski Problemi na İstoriyata, Sofya 1991, ss. 286-294; Budinov, a.g.e.,
ss. 13-27.
33
Radeva, a.g.e., s. 106.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
51
MÜMİN İSOV
Dış politika açısından bu temayül, Bulgar devletinin iki dünya
savaşı arası dönemde gözettiği barışçıl revizyonizm anlayışı ile kesin bir
zıtlık teşkil etmemektedir. Tabii, Bulgaristan, Avrupa ve Balkanlar’daki
siyasî gerçeklere uygun hareket etmiş ve olası bir savaş tehlikesine neden
olabilecek her türlü durumu ağırlaştırıcı hususlardan uzak durmaya
çalışmıştır. Ne var ki Bulgar milliyetçiliğinin gizli tutmasına rağmen, toprak
iddiası dâhil olmak üzere hiç bir iddiasından vazgeçmediği belirtilmelidir.34
Bulgar millî “egosu” için oldukça olumlu bir kaynak teşkil eden
Balkan Savaşı konusu dâhil olmak üzere tarihin siyasî amaçlarla
kullanılması devletin, huzursuzluğun, ümitsizliğin ve kötümserliğin
damgaladığı bir ortamda millî kimliği dengelenmeye çalıştığı yöntemlerden
biri olmuştur.35
Millî haysiyet ve komşularına karşı üstünlük duygusu arasındaki
denge Bulgar okullarının artan otoriter, milliyetçi ve faşist etkisinin altında
kaldığı 1930’lu yılların ortalarına doğru bozulmuştur.36 Bu nedenle millî
birlik fikri (ve savaşın bu fikrin gerçekleştirilmesi için temel vasıta olması)
ders kitaplarının sayfalarında daha yoğun ve canlı bir şekilde yer almaya
başlamıştır.37 Şöyle ya da böyle incelediğimiz dönemin (1944) sonuna kadar
rövanşizm ruhu ve ulusal megalomani tarih eğitiminin muhteviyat kısmını
ciddi bir şekilde etkilememiştir. Bu anlamda eğitim sürecinde derin kökler
salmadığı görülmektedir.38
34
E. Statelova ve S. Grınçarov, İstoriya na Bılgariya v Tri Toma, İstoriya na Nova Bılgariya
1878-1944, Cilt III, Sofya 2006, s. 384, 385, 513; K. Paleşutski, “Bılgarskiyat Natsionalen
Vıpros Mejdu Dvete Svetovni Voyni”, 681-1948, İz İstoriyata Na Bılgarskata Narodnost İ
Dırjava, İzsledvaniya, Analizi, Preotsenki, Haz. M. Kumanov, Sofya 1993, s. 262; Lalkov,
a.g.m., s. 78, 84-86; Bkz. S. Danev, “Mejdunarodnoto Polojenie Na Bılgariya”, içinde
Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929, s. 71.
35
Radeva, a.g.e., s. 107.
36
Aynı eser.
37
P. Minev ve K. Domusçiev, Oteçestvoznanie s Grajdansko Uçenie, 4. sınıflara, Birinci
Baskı, Sofya 1936, s. 153, 154; İ. Popov, Oteçestvoznanie, 4. sınıf ders kitabı, Üçüncü Baskı,
Sofya 1940, s. 141, 142; İ. Kepov, V. Kepova, Obşta i Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3.
sınıflara, Sofya 1940, s. 137, 138.
38
Radeva, a.g.e., s. 111, 196. Bkz. V. Çiçovska, Politikata Sreştu Prosvetnata Traditsiya,
Sofya 2011, s. 13, 19, 20.
52
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
2. Komünizm Ve “Komünizm Milliyetçiliği” Döneminde (19441989) I. Balkan Savaşı Algısı
II. Dünya Savaşı, Bulgar milliyetçiliğinde bir dönüm noktasıdır.
Genel olarak savaştan önce irredantist olan Bulgar milliyetçiliği, savaştan
sonra daha önce kaybedilen topraklarla ilgili her türlü iddiadan vazgeçen
statüko milliyetçiliğine dönüşmüştür.39
II. Dünya Savaşı’nın ardından Doğu Avrupa’da klasik Marksist
ideolojinin hâkimiyeti (ulus üstü bir anlayışıyla) Bulgar milliyetçiliğinin
bayraklarını neden indirdiğini açıklayan sebeplerden biridir.40 Doktrin
şemalarından yanı sıra Bulgar milliyetçiliğinin derecesi Moskova ve
Belgrad arasındaki ilişkilerden de etkilenmiştir.41
Stalin’in talimatıyla 1944 sonbaharında Bulgaristan ve
Yugoslavya’da iktidara gelen Komünist partiler, oluşturulacak Güney Slav
Federasyonu’nun profilini çizmek için müzakere masasına oturmuştur.
Federasyon fikrinin temel amacı, özellikle Makedonya sorunu olmak üzere
geçmişte yaşanan millî sınır problemlerine çözüm bulmaktır.42 Bulgar tarafı,
Bulgaristan’ın da bir parçası olacağı federasyon çerçevesinde Pirin Dağı’nın
Bulgaristan’a ait kısmından ve buradaki nüfusundan vazgeçmek anlamını
içeren “birleşik Makedonya” projesini benimsemiştir.43 Ne var ki, ümitten
hayal kırıklığına giden yol oldukça hızlı kat edilmiş, zira 1948’de Stalin ve
Tito arasındaki anlaşmazlık Bulgaristan ile Yugoslavya’nın bir Balkan
federasyonunun kurulması için yürüttükleri müzakerelere nokta
koymuştur.44 Bulgar devlet yöneticilerinin çatışmanın derinliğini ve
39
Todorova, a.g.e., s. 171; K. Kosev, Bılgarsikiyat Natsionalen Vıpros Prez Pogleda na
İstoriyata, Plovdiv 1995, s. 20, 21.
40
Todorova, a.g.e., s. 168, 169. Ç. Маrinov, “Оt İnternatsionalizım kım Natsionalizım.
Komunistiçeskiyat Rejim, Makedonskiyat Vıpros i Politikata kım Etniçeskite r Religioznite
Obştnosti”, içinde İstoriya na Narodna Republika Bılgariya. Rejimıt i Obştestvoto, Haz. İ.
Znepolski, Sofya 2009, s. 479.
41
Todorova, a.g.e., s. 169.
42
M. Lalkov, M, Ot Nadejdata Kım Razoçarovanie. İdeyata za Federatsiya v Balkanskiya
Yugoiztok 1944-1948 g., Sofya Tarihsiz, s. 288.
43
Marinov, a.g.m., s. 486; M. Gruev, “Nasilie i İdentiçnost. Pirinska Makedonya v
Etnonatsionalnite Politiki na Komunistiçeskiya Rejim v Bılgariya”, içinde Nasilie, Politika i
Pamet, Komunistiçeskiyat Rejim v Pirinska Makedonya. Refleksii na Sıvremennika i
İzsledovatelya, Haz. M. Gruev ve diğer, Sofya 2011, s. 74, 75.
44
Lalkov, a.g.e., s. 288-289; Gruev, a.g.m., s. 80; D. Martinovski, Makedonskiyat Vıpros v
Bılgaro-Yugoslavskite Otnoşeniya 1948-1968 g., Sofya 2010, s. 6.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
53
MÜMİN İSOV
anlamını değerlendirmeleri için zamana ihtiyaçları vardır. Federasyon
kurulması girişimin geçici bir kriz döneminde olduğu, Moskova ile Belgrad
arasında ilişkilerin normale dönmesiyle birlikte bunun aşılacağının büyük
bir yanılsama olduğu ortaya çıkmıştır.45 Bu nedenle komünist rejim 1950’li
yılların ikinci yarısına kadar sürüncemede kalan “Sosyalist Makedon
Ulusu”nu oluşturmak için çaba harcamaya devam etmişse de46 komünist
parti Mart 1963’te Makedonya meselesindeki tutumunu kesin olarak
değiştirmiştir. Bu şunu ifade eder: “Makedon milleti veya ulusu yoktur, hiç
bir zaman olmamıştır.”47 Dış politika gerekçeleriyle bu parti kararının
gerçek bir devlet politikasına dönüşmesine kadar daha 5 yıl geçmiştir.48
Komünist rejiminde tarih bir bilim dalı olarak bağımsız bir alan
değildir, büyük ölçüde resmî propagandanın hizmetinde olmuştur.49 Bu
bağlılık Bulgaristan kamuoyunda “Birleşik Makedonya”nın kuruluşu
sürecinde de devreye girmektedir. Zira “I. Balkan Savaşı” konusu o yıllarda
güçlü irredantist mesajlar üretmiş ve bunlar 1944’ten 1948’e kadar
“romantik” dönemini yaşayan federasyon fikri felsefesiyle büyük bir
çelişkiye düşmüştür. Tatbik edilmiş bir planda savaşın bir “işgal”50 savaşı
olarak damgalanmasıyla bu durum yumuşatılmıştır. Bu işlemde
komünizmde hâkim olan ikili değerlendirme planları gereğince “kötü” tarih
örneği olan (savaşın Balkanlar’da millî sorunların çözümünde bir araç
olarak) Güneydoğu Avrupa için “tek doğru” alternatif olarak federasyon
projesini desteklemektedir.51
I. Balkan Savaşı’nın değerlendirilmesinde yeni doktrinin
paradigmalarından kaynaklanan tarih anlatımının dokusuna işlemekle ilgili
45
Lalkov, a.g.e., s. 285, 286.
Marinovski, a.g.e., s. 6.
47
Gruev, a.g.m., s. 96.
48
Martinovski, a.g.e., s. 6.
49
Marinov, a.g.m., s. 496.
50
K. Şarova, “Burjoaznata İstoriografiya i Uçastieto na Bılgariya vıv Voynite (1912-1918
g.)”, İstoriçeski Pregled, 2, 1950, s. 129, 157; İ. İvanov, “Postijeniya i Preoblemi na
Bılgarskata Voenna İstoriografiya sled Deveti Septemvri 1944g.”, içinde Problemi na
Bılgarskata İstoriografiya sled Vtorata Svetovna Voyna, Sofya 1973, s. 548; V. Vasilev,
“Uçastieto na Bılgariya v Balkanskata i Mejdusıüzniçeskata Voyna 1912-1913 g.”, içinde
681-1948 İz İstoriyata na Bılgarskata Narodnost i Dırjava, İzledvaniya, Analizi, Preotsenki,
Sofya 1993, s. 216.
51
M. Ognyanova, Balkanskata Voyna, Sofya 1949, s. 63; B. Bojikov ve İ. Kеpova, Bılgarska
İstoriya. Za sedmi Klas na Obştoobrazovatelnite Uçilişta, Sofya 1951, s. 97; A. Burmov ve
diğer, İstoriya na Bılgariya. Uçebnik za ХI klas na Srednite Politehniçeski Uçilişta, Sofya
1960, s. 226.
46
54
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
zorunlu koşulun bir neticesi olan önemli bir değişiklik daha meydana
gelmiştir. Böylelikle tarih biliminde savaş “çağdaşlaştırıcı” anlam kazanmış
ve geniş bir alana yayılarak, Komünist Parti iktidarının meşrulaştırılma
propagandası amacıyla kullanılmıştır.52
Bilimsel değerlendirmeden görüldüğü gibi, I. Balkan Savaşı’nın
niteliği rejimin siyasî ve ideolojik ihtiyaçlarına bağlı olarak
güncelleştirilmiştir. Bunların birbirine uygunluğunun sağlanması yönündeki
çabalar, değerlendirmelere çift anlam katıp bu şekilde tarih kitaplarının ve
popüler literatür sayfalarının arasına hızla girmiştir.
Buraya kadar anlatılanlar, milliyetçiliğin sesinin sipariş üzerine
yeniden yazılan savaş hikâyesinin tonlama alanından tamamen silindiği
anlamına gelmemektedir. “Sahneden indirilmiş” ve sesi oldukça kısılmış
olmasına rağmen ve özellikle 1940’lı yılların ikinci yarısı ile 1950’li yılların
ilk yarısında bazı kaynaklarda tamamen kısılmış olmasına rağmen ne
otoriteli akademik çalışmalarından53 ne popüler bilim yayınlarından54 ne de
tarih kitaplarından55 çıkarılmıştır. Tabii ki, zaten güçsüz olan millî akortların
yankısı son derece cılızdır, çünkü siyasî ortamın akustiği uygun değildir.
Örneğin, 1950’li yılların sonlarına kadar komünist rejim Ayastefanos
Antlaşması’nın (3 Mart 1878) imzalanmasının yıldönümü kutlamalarına
52
Y. Mitev, “Otsenki na V.İ.Lenin za Balkanskata Voyna (1912-1913) i Vliyanieto im Vırhu
Bılgarskata İstoriografiya”, Voenno-istoriçeski Sbornik, 1, 1970, ss. 3-10. Bkz. Standartları
belirleyen kaynaklar, İstoriya na Bılgariya v Dva Toma, Cilt II, Sofya 1955, s. 274; İstoriya
na Bılgariya v Tri Toma, Cilt II, Gözden geçirilmiş ikinci baskı, Sofya 1962, s. 268; L.
Danailov ve diğer, Balkanskata Voyna 1912-1913, Sofya 1961, ss. 461-463; İstoriya na
Bılgagskata Komunistiçeska Partiya, Haz. R. Avramov, Sofya 1969, s. 153.
53
İstoriya na Bılgariya, 1955, s. 260; İstoriya na Bılgariya, 1962, s. 255.
54
Y. Mitev, Kratka İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1951, s. 386; D. Angelov ve diğer,
Kratka İstoriya na Bılgariya, Sofya 1958, s. 232; D. Kosev ve diğer, Kratka İstoriya na
Bılgariya, 2. Gözden geçirilmiş baskı, Sofya 1969, s. 225.
55
B. Bojikov ve diğer, Bılgarska İstoriya, za Sedmi Klas na Gimnaziite, Sofya 1946, s. 363;
B. Bojikov ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za Voynika, Sofya 1949, s. 49; B.
Bojikov ve İ. Kepova, Bılgarska İstoriya, za Sedmi Klas na Obştoobrazovatelnite Uçilişta,
Sofya 1951, s. 97; A. Burmov ve diğer, Bılgarska İstoriya za XI Klas na
Obştoobrazovatelnite Uçilşta, Sofya 1954, s. 228; A. Stoilov ve diğer, İstoriya za Sedmi Klas
na Obştoobrazovatelnite Uçilişta, Sofya 1957, s. 85; A. Stoilov ve diğer, İstoriya, Uçebnik za
Osmi Klas na Srednite Politihniçeski Uçilişta, Sofya 1960, s. 49; A. Burmov ve diğer,
İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za XI Klas na Srednite Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1960, s.
227. Ayrıca Bkz. L. Deyanova, “Kontinuitetıt na Natsionalnata Pedagogiçeska İstoriya (1949
öncesi ve sonrasında Bulgar millî tarih ders kitapları)”, içinde İstoriya, Mitologiya, Politika,
Haz. D. Koleva ve K. Grozev, Sofya 2010, s. 464.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
55
MÜMİN İSOV
ilişkin minör tonda bir yaklaşım sergilemiştir.56 Balkan Savaşı’yla ilgili
resmî tonlama çok daha cansız, nerdeyse hiç yoktur57, bilimsel olarak da ilgi
çok zayıftır.58
Biçimsel olarak Marksizm paletinin renklerinde boyanmış
olmalarına rağmen 1960’lı yıllardan bu yana eski ideolojik mirasın yeniden
canlandırılması süreci başlamıştır. Yavaş yavaş geleneksel Bulgar
milliyetçiliğinin imgeleri yeniden canlanmıştır. Bu “kıyafet değiştirmiş”
geleneksel milliyetçiliğin hayat çizgisi, Bulgaristan’da Komünizmin sona
ermesine dek yükseliştedir. Makedonya meselesinin canlandırılması ve
sonrasında da 1980’li yıllarda Bulgaristan’daki Türklerin kimliğini zorla
değiştirme teşebbüsü ile doruk noktasına ulaşmıştır.59
Daha detaylı olarak meseleye bakıldığında, ilk önce 1960’lı yılların
ikinci yarısında beşeri bilimlerin bütün bilim dallarının (bazıları özel olarak
kurulmuştur) ve bütün kültür kurumlarının “milliyetçiliğe faydalı olan
Makedonya” konusunun geçmişini incelemek ve yaygınlaştırmakla ilgili
siyasi görevlerinin büyük çaplı olduğu görülmektedir.60 Sonrasında on yılda
partinin ve devletin en yüksek merciinden Makedonya meselesi ile ilgili
“tarihî gerçeğin” bulunması için yeni görevler tayin edilmektedir. 61
Bulgar milliyetçiliği ideolojisinin eski konumuna döndüğü diğer
faktörlerden de belli olmaktadır. Örneğin, 1960’tan itibaren Ayastefanos
Antlaşması’nın yıldönümleri halka açık toplantılarla, konserlerle ve diğer
törenlerle kutlanması artarken62 1990’da antlaşmanın imzalandığı gün millî
bayram olarak kabul edilmiştir.63 Tarihî olayları kutlama geleneği 1968’den
56
Bkz. Rabotniçesko Delo, 3 Mart 1948, s. 1; 3 Mart 1950, s. 3; 3 Mart 1958, ss. 1-2; 4 Mart
1958, ss. 1-3; 3 Mart 1959, s. 1; 3 Martv 1960, s. 1.
57
Komünist Rejimin resmî yayın organı I. Balkan Savaşı’nın 50. yıldönümünü kutlamıyor,
Rabotniçesko Delo, 5 Ekim 1962.
58
İvanov, a.g.m., ss. 551-552.
59
Todorova, a.g.e., s. 169, 175, 176; Marinov, a.g.m., s. 480.
60
Marinov, a.g.m., s. 496; İ. Elenkov, “İstoriçeskata Nauka v Bılgariya prez Epohata na
Komunizma: İnstitutsionalna Organizatsiya i Funktsii”, içinde İstoriya na Narodna
Republika Bılgariya. Rejimıt i Obştestvoto, Haz. İ. Znepolski, Sofya 2009, s. 635.
61
Marinov, a.g.m., s. 497.
62
Todorova, a.g.e., s. 170. Milliyetçilik dilinden inter-milliyetçilik ruhunun kaldırılması ve
Rusya’ya minnet duygusu hakkında (ve buradan da Sovyet Birliğine) Bkz. Rabotniçesko
Delo, 3 Mart 1969, s. 1 ve s. 56.
63
Golyama Entisklopediya Bılgariya, Cilt XI, Sofya 2012, s. 4461.
56
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
itibaren tarih propagandasında yeniden yer almaya başlamış ve bu sonraki
yıllarda bir nevi “millî tarih dersi”ne dönüşmüştür.64
Milliyetçiliğin eski itibarına kavuşması ve canlılığını artırması
özellikle tarihçiler65 ve askerî konuları inceleyenler dâhil olmak üzere
Bulgar aydınlarını da etkilemiştir.66 Bunun neticesinde I. Balkan Savaşı’nın
“işgalci olduğu yönündeki söylemlerin kullanımdan çıkarılması” mantığı
gereğince kurtuluş savaşı olması değerlendirmesinin yeniden gündeme
getirilmesi için sesler yükselmeye başlamıştır.67 Bu sesler sadece
okullardaki tarih eğitimini etkilemekle kalmamış, aynı zamanda
milliyetçiliğe ters düşen sesleri neredeyse tamamen kısmıştır.68 Ancak tarih
biliminin geniş sahasında belirli bir aksiyolojik polifoni kalmış, çünkü
milliyetçilik söylemleri Marksist söylemlerin rekabetini yenmeyi
başaramamıştır.69
Milliyetçilik taviz vermez.70 Dolayısıyla 1980’li yılların başında,
Bulgar devletinin kuruluşunun 1300. yıldönümü kutlamalarının
yaklaşmasıyla epey güçlenen Bulgar milliyetçiliğinin özgüveni arttığından,
I. Balkan Savaşı’nın değerlendirilmesinde farklı fikirlere yer
verilmemiştir.71 Bu bağlamda, Sofya yönetiminin milliyetçi anlayışı son
64
Şopov, a.g.e., s. 222, 288-291.
Todorova, a.g.e., s. 173.
66
Y. Mitev, “Otsenka na Voynite ot 1912-1918 g. na Pırviya Kongres na Bılgarskoto
İstoriçesko Drujestvo”, Voenno-istoriqeski sbornik, 2, 1970, s. 133.
67
Y. Mitev, “Çetniçeskoto Dvijenie po Vreme na Balkanskata Voyna”, içinde Pırvi Kongres
Na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo, Sofya 1970, s. 132; Mitev, “Otsenka na...”, s. 132.
68
G. Georgiev ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Kniga za Uçitelya, Sofya 1973, s. 236;
Kıyaslama için Bkz. A. Burmov ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za X-XI Klas na
Obştoobrazovatelnite Trudovo-Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1966, s. 245 ve A. Burmov ve
diğer, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za X-XI Klas na ХI nа Obştoobrazovatelnite TrudovoPolitehniçeski Uçilişta, Sofya, 1973, s. 236.
69
P. Stoilov, “Za Haraktera na Bılgarskata Armiya i na Vodenite ot Neya Voyni prez Perioda
1877-1918”, İzvestiya. 1300 Godini Bılgarska Dırjava, Cilt 31, Sofya, 1981, ss. 22-23
(Askerî Tarih Külliyatının Eki); Todorova, a.g.e., s. 169, 170; Vasilev, a.g.m., s. 216, 217;
Ayrıca L. Panayotov, “Natsionalniyat Problem na Balkanite i Balkanskite Voyni”, içinde
Pırvi Kongres Na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo, Sofya 1970, s. 123 ve Mitev,
“Çetniçeskoto Dvijenie...”, s. 132; Kratka Voenna İstoriya na Bılgariya 681-1945 g., Sofya
1977, s. 230; Askerî tarih hakkında tarih yazımının değerlendirmeleri için Bkz. V. Traykov,
“Po Nyakoi Vıprosi na Naşata Voenna İstoriya ot 1885 do 1918 g.”, İzvestiya 1300 godini
Bılgarska..., s. 124.
70
Grosby, a.g.e., s. 43.
71
Traykov, a.g.m., s. 124.
65
BAED 3/2, (2014), 45-75.
57
MÜMİN İSOV
tahlilde komünist ideolojisiyle bütünleştirdiği görülmektedir.72 Diğer bir
deyişle, yeni propaganda konjonktürüne göre savaşın millî dava adına
yapıldığı teması işlenmiş ve bu savaşı nitelendirmek için “çağdaşlaştırıcı”,
“hakkaniyet” ve “kurtuluş” gibi kavramlar kullanılmıştır.73 İlk bakışta
komünist rejim resmî propagandada I. Balkan Savaşı (en azından biçimsel
olarak) konusunu çok fazla kullanmıyormuş gibi görünse de74 canlandırılan
bu tez hızlıca bilimde75, popüler-bilimde76 ve ders kitaplarında (yeni
değerlendirme şekli eğitimde öncelikli bir hedefe dönüşür)77 yayılarak kök
salmıştır.
3. Demokratik Dönem Milliyetçiliğinde I. Balkan Savaşı Algısı
I. Balkan Savaşı’nın “çağdaşlaştırıcı”, “hakkaniyet” ve “kurtuluş”
savaşı olarak tanımlanması 1989’daki demokratik rejime geçişten sonra da
Bulgar tarih biliminde devam etmiştir.78 Zira tarihçiler savaşın niteliğini
Bulgar ulusunun kurtuluşu ve birliğinin sağlanması noktasında
tanımladığından
savaşı
siyasî
amaçlar
üzerinden
açıklamayı
sürdürmüşlerdir.79
72
R. Daskalov, “Mitologizirane v İstoriyata po Bılgarski Primeri, İstoriya”, içinde İstoriya,
Mitologiya, Politika, Haz. D. Koleva ve K. Grozev, Sofya 2010, s. 39, 40.
73
Stoilov, a.g.m., s. 15; Vasilev, a.g.m., s. 217.
74
I. Balkan Savaşının 70. yıldönümü ile ilgili Bulgar Komünist Partisinin resmi yayınında
hiçbir bilgi yer almamıştır. Bkz. Rabotniçesko Delo, 5-6 Ekim 1982. Savaşla ilgili yazılara 5
Ekim 1983, 1984, 1985 tarihlerinde de yer verilmemiştir. 75. yıldönümü münasebetiyle
hemen hemen tek sayfalık bir yazı var, fakat bu yazı gazetenin üçüncü sayfasındadır. Bkz.
Rabotniçesko Delo, 5 Ekim 1987, s. 3. Komünist iktidarının son yılında I. Balkan Savaşıyla
ilgili resmî yayın organında yine hiçbir haber yoktur. Bkz. Rabotniçesko Delo, 5 Ekim 1989.
75
L. Panayotov, “Balkanskiyat Sıüz i Voynata ot 1912-1913 g.”, Voenno-istoriçeski sbornik,
4, 1982, s. 3; H. Hristov, Podvıgıt 1912-1913, İkinci Baskı, Sofya 1986 (1983), s. 11; G.
Markov, Bılgariya v Balkanskiya Sıüz Sreştu Osmanskata İmperiya 1912-1913, Sofya 1989,
s. 8.
76
M. Lalkov, Balkanskata Voyna 1912-1913, Sofya 1982, s. 4; M. Lalkov, “Bılgariya v
Naveçerieto i po Vreme na Voynite”, içinde А. Fol ve diğer Kratka İstoriya Na Bılgarşya.
İkinci Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Baskı, Sofya 1983, s. 308.
77
İ. Dimitrov ve diğer, İstoriya na Bılgariya. Za Х Klas na Edinnite Sredni Politehniçeski
Uçilişta, Sofya 1989 (1982), ss. 70-75; Y. Şopov ve diğer, İstoriya za 6 Klas na Edinnoto
Sredno-Politehniçesko Uçilişte, Sofya 1986, s. 43, 44.
78
İstoriya na Bılgariya, Cilt VII, Bılgariya 1903-1918. Kulturno Razvitie 1878-1918, Sofya
1999, s. 188; Statelova ve Grınçarov, a.g.e.; İstoriya na Bılgariya v Osem Toma, Cilt V,
Voenna İstoriya na Bılgarite ot Drevnostta do Naşi Dni, Sofya 2007, s. 424.
79
S. Yavaşçev, Bılgarskata Voennoteoritiçna Misıl 1878-1944, Sofya 2011, s. 134, 135.
Ayrıca Stoilov, a.g.m., s. 34.
58
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
Totaliter rejimden demokrasiye geçiş yıllarında bu üçlü
değerlendirme genel hatlarla tarih ders kitaplarında da yer almıştır.80 Ancak
ders kitaplarındaki yoğunluğu azalmış görünmektedir. Zira 1989’dan sonra
hedef kitlelerin (okul kitlesi dâhil) dikkatini bir veya diğer bir konuya
hızlıca yönlendirme ve odaklandırma kabiliyetine sahip olan komünist
rejimin iyi çalışan propaganda makinesi kullanım dışı kalmıştır.
Post-totaliter devletin tarih eğitiminin muhteviyatına doğrudan
müdahalede bulunmayı reddetmesi farklı yazarlardan oluşan ekiplere kendi
anlatımlarını oluşturma özgürlüğünü vermiştir. Diğer yandan, seçeneklerin
bu zenginliği farklı görüşleri yaratmıştır ve bu da konunun genel anlatımının
gücünün azalmasına neden olmuştur.
Demokrasiye geçiş yıllarında I. Balkan Savaşı’na siyasî ve de
toplumsal ilgi azalır gibi olmuştur.81 Bu bağlamda, 2012 sonbaharında
Kırcaali’de yerel sözlü tarih ile millî tarih arasında Balkan Savaşı’yla ilgili
patlak veren ihtilaf ciddiyeti ve gücüyle şaşırtmıştır. Ancak Bulgar
toplumunun 20 yıldan fazla bir zamandan beri yaşadığı kriz ve hayal
kırıklığı dönemlerinde milliyetçiliğin ispatladığı kuvvetli bir çekim gücü
olarak hareket etme becerisini göz önünde bulundurursak konu yavaş yavaş
açıklık kazanır.82 Milliyetçiliğin etkin hale getirildiğinde kendisi için
yeniden var olamayacağı, farklı olan, yabancı hakkındaki kurgu ise var
olmasının tek yolu olduğu hususu konuya ışık tutmaktadır.83 Bulgar
80
M. Lalkov ve diğer, İstoriya za 6. Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya
1994, ss. 81-84; G. Bakalov ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Za Gimnazialnata Stepen na
Obştoobrazovatelnite i Profesionalni Uçilişta, Sofya 1993, ss. 395- 400; P. Delev ve diğer,
İstoriya na Bılgariya za 11 Klas, Sofya 1999, ss. 341-347; V. Güzelev ve diğer, İstoriya na
Bılgariya za 11 Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya 1996, ss. 347-353; A.
Fol ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno Uçilişte,
Sofya 1996, ss. 294-299; V. Güzelev ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Zadıljitelna
Podgotovka, Sofya 2001, ss. 232-237; P. Delev ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Ot Drevnostta
do Naşi Dni, Uçebnik za 11. Klas, Sofya 2001, ss. 313-318; İ. Lazarov ve diğer, İstoriya i
Tsivilizatsiya za 11 Klas. Zadıljitelna Podgotovka, Veliko Tırnovo 2001, ss. 264-268; V.
Mutafçieva ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas. Zadıljitelna Podgotovka, Sofya
2009, ss. 182-185; Y. Andreev ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas, Uçebnik za
Zadıljitelna i Profilirana Podgotovka, Sofya, 2009, ss. 288-292.
81
İ. İlçev, Balkanskite Voyni i Krayat na Poriva,
http://www.kultura.bg/bg/article/view/20144 (Erişim, 5 Kasım, 2012).
82
Todorova, a.g.e., s. 176
83
Todorova, a.g.e., s. 140; G. M. Tamaş, “Natsionalizmıt Kato Kod i Matafora”, İztok-İztok,
2, 1991, s. 18
BAED 3/2, (2014), 45-75.
59
MÜMİN İSOV
milliyetçiliği için Türkler zaman içinde diğer kutupta yer alanlar olmuştur.84
Bulgar kültüründe Türkler ve Türklükle ilgili olumsuz fikirleri farklı
vesilelerle etkinleştiren85 post-totaliter milliyetçilik söylemleri genelde
“Türkler” konusu etrafında dönmektedir.86 Bu durum etnik gerginliğin
artmasına, Bulgar toplumundaki sosyal gruplar arasındaki mesafenin
derinleşmesine, etnik ve dinî kökeni farklı olanlardan korkmak duygusuna
sebep olmaktadır.87 Böyle bir ortamda son yıllarda reaktif milliyetçilik çok
daha sık88 bir şekilde beslenme alanı bulmaktadır ve geleneksel Bulgar
sembollerinden birine yapılan hakaret (gerçek veya gerçek olmayan)
olayında ortak ve şiddetli bir tepkide kendini göstermektedir.89
Reaktif milliyetçilik ani bir şekilde Kırcaali’de de ortaya çıkmıştır.
Sebebi, Balkan Savaşı’na katılan bir Bulgar Komutanın (General Delov)
Kırcaali onursal vatandaşlığına layık görülmesine ilişkin prosedürün yerine
getirilmesinin, Bulgar askerlerin Türklere yaptıkları zulümleri anlatan sözlü
tarihin Türk toplumunda canlılığını koruması yüzünden Kırcaali’deki Türk
Belediye Meclis tarafından engellenmesidir.
84
M. Todorova, Balkani-Balkanizım, İkinci Genişletilmiş Baskı, Sofya 2004, s. 44, 276.
Sonya Siromahova’nın Prof. Maya Grekova ile Röportajı
http://www.obshtestvo.net/content/view/1560/3/, (Erişim, 29 Aralık 2010); P. Dobrev,
Bılgaro-Turski Strasti v İnternet, http://e-vestnik.bg/2659, (Erişim, 25 Ocak 2008).
Daha ayrıntılı bilgi için Bkz. M. İsov, Nay-razliçniyat Sısed, Obrazıt na Osmantsite /Turtsite
i Osmanskta İmperiya/Turtsiya v Bılgarskite Uçebnitsi po İstoriya Prez Vtorata Polovina na
XX vek, Sofya 2005, ss. 49-51 ve burada belirtilen kaynaklar.
86
Aynı eser, s. 177.
87
P. Kabakçieva, “Otvaryaneto kım Sveta i Strahıt ot Çujdiya”, içinde Sıstoyanie na
Obşestvoto, Sofya 2008, s. 92. İ. Tomova, “Razliçnite - Mejdu Stigmata i Priznanieto”,
http://politiki.bg/ ?cy=135&lang= 1&a0i=223273&a0m =readInternal &a0p_id=459, (Erişim,
1 Ocak 2011).
88
Bkz. Vezenkov, A, “Proektıt i Skandalıt ‘Batak’ (Razkaz na Edin Oçevidets)”,
http://anamnesis.info/fonts/versiq.1.3/journal/flash_journal/broi9A.Vezenkov/A.Vezenkov.pd
f, (Erişim, 20 Mart 2009); Ayrıca Bkz. Natsionalno Predstavitelno İzsedvane: Steriotipi i
Predrasıdıtsi v Uçebnitsi, Uçebni Pomagala, Obrazovatelni Programi i Planove v
Podgotvitelnoto Uçilişte, Sofya 2001 ve burada yer alan sonuçlara karşı çıkan yayınlardan
kısa bir bölüm S. Stoyanovа, “Doklad İzkara Levski Naruşitel”,
http://www.standartnews.com/balgariya-obrazovanie /doklad_izkara_levski_narushitel160916.html (Erişim, 17 Ağustos 2012); “28 000 levadan fazla Botev ve Levski ile ilgili “suç
olayında” harcandı”, http://www.24chasa.bg/Article.asp?ArticleId=1512199 (Erişim, 28
Ağustos 2012); “Bulgar tarihinin değiştirilmesi için girişimler rahatsız edicidir”,
http://dariknews.bg/view_article.php?article_id=950088, (Erişim, 20 Ağustos 2012).
89
A. Kösev, “Privatizatsiya na Natsionalizmite: Sglobyavane na Pızela”,
http://www.librev.com/index.php/--/1935-2013-01-29-10-37-18, (Erişim, 30 Ocak 2013).
85
60
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
Bu milliyetçiliğin sözcülerinden biri Bulgar tarihi için bu savaşın
“adalet” ve “kurtuluş” savaşı olması niteliklerine itiraz edildiğinden dolayı,
olayı “ağır tahrik” olarak tanımlamıştır.90 Diğer bir sözcüsü ise olayı
kutsallık mertebesine taşımıştır.91 Bu sesler Türklüğe karşı hassasiyetinden
ve aynı zamanda toplumda baskın olan ve I. Balkan Savaşı ile ilgili
manipülasyonların etkisinde kalan kurgu anlayışlarından dolayı Bulgar
toplumunda hemen yankı uyandırmıştır.92 Bu durum ise “Bulgar”-“Türk”
karşıtlığına yeni enerji yüklemiştir. Generalin onursal adaylığına karşı oy
kullananların bu eylemi ise kesin bir dille hakaret olarak tanımlanmıştır. 93
Bu milliyetçi senaryonun yayılması gergin bir ortam yaratmıştır.
Bundan dolayı sağlıklı bir tartışmanın yapılması mümkün olmamıştır.94
Büyük ölçüde kurgularla dolu “Türkler” konusunun problemlerinin
tespitinde sıkça meydana geldiği gibi95 etnik gerginliğin yaratılmasında veya
Bulgar toplumunda etnik bölünme çizgilerinin canlandırılmasında yer
aldıklarının farkında olarak veya olmayarak96 bu olayda da medya ve
siyasetçiler reaktif milliyetçiliği desteklemiş ya da sempati duymuştur.97
Bulgar tarihinde bazı “tartışmalı” konulardan birisi olarak 2012
sonbaharında Kırcaali’de ortaya çıkan yerel ve ulusal hafıza arasındaki
tutarsızlıklar millî çaplı tartışmaların kalitesi ve işlevleri, etnik ya da sivil
90
B. Dimitrov, “Situatsiyata v Kırcali e Mnogo Jestoka Provokatsiya”,
http://fakti.bg/bulgaria/51096-bojidar-dimitrov-situaciata-v-kardjali-e-mnogo-jestokaprovokacia, (Erişim, 27 Ekim 2012).
91
G. Markov, “Edinstvenoto Boyno Pole ot Balkanskata Voyna, Zapazeno u Nas, e
Rodopskata Şipka”, http://www.focus-news.net/?id=n1706667, (Erişim, 2 Şubat 2013).
92
İ. İlçev, “Yaşasın! Beşer Beşer Bıçak Altına!”, http://www.dnevnik.bg/analizi/
2007/11/18/399026 _ura_ po_pet_ na_noj/, (Erişim, 10 Kasım 2012).
93
Daskalov, a.g.m., s. 40.
94
Aynı yer.
95
G. Nikolova, “Retsidivi na Mita v Modernoto İstoriçesko Poznanie”, İstoriçesko Bıdeşte, 1,
2001, s. 6.
96
V. Gospodinova, “Malkata Balkanska Voyna”, http://www.capital.bg
/politika_i_ikonomika/bulgaria/2012/10/26/1933672_malkata_balkanska_voina/?ref=akcent
menu, (Erişim, 27 Ekim 2012); “BSP-Kırcaali: Kırcaali’de insanların bölünmesini ve
birbirleriyle çatışmasını amaçlayan bütün girişimlere hayır diyoruz”, http:/ /ardanews.
info/?p=371 72 (Erişim, 27 Ekim 2012).
97
S. Stanişev, “Doğan’ın Balkan Savaşı ile ilgili değerlendirmesi dengesiz, yanlış ve kabul
edilemez”, http://213.91.198.5/?id=n1714783, (Erişim, 6 Kasım 2012); “Çitatelite Tırsyat
İstinata za Balkanskata Voyna”, http:/ /www.duma. bg/node/42794, (Erişim, 13 Kasım 2012);
“Ministerskiyat Sıvet Predlaga 19 Geroi ot Balkanskata Voyna da Bıdat Otliçeni Posmırtno s
Orden Stara Planina”, http://www.segabg.com/article.php?id=623840, (Erişim, 2 Kasım
2012).
BAED 3/2, (2014), 45-75.
61
MÜMİN İSOV
ulusal mensubiyet anlayışı hakkında da bir dizi soruyu gündeme
getirmiştir.98 Bunların bir kısmı Bulgar tarih biliminin araştırma alanı
içerisine girmektedirler. Örneğin ne tür ürünler verip bunları tarih bilgisinin
popüler ve eğitim kanallarına gönderilmektedir?
Bulgar tarih bilimi I. Balkan Savaşı’nı genel olarak iki ordunun
çarpışması olarak görür, diğer bir deyişle genellikle savaşın askerî
boyutlarına ışık tutar. Tabii bu dar çerçeveden çıkmak çabaları da vardır,
fakat bunlar Bulgar milliyetçiliğin şiddetli tepkisi dolayısıyla genelde
sonuçsuz kalmaktadır.99
Meseleler hakkında iyi bilgi sahibi bir Bulgar araştırmacıya göre
savaşı ele almayan araştırma konularının listesi uzundur.100 I. Balkan Savaşı
ile ilgili kurgulamaların yaratılması bakımından bununla ilgili bazı önemli
boşluklar gösterilebilir. Örneğin, Bulgar tarih biliminin etnik merkezli bakış
açısı Bulgar ordusunun ve çetelerinin ele geçirdiği topraklardaki askerlere
ve sivil halka karşı tutumunu “perde arkasında” bırakmaktadır.101 Savaş
esnasında askerî yargının faaliyetlerine ilişkin bilimsel ilgi neredeyse
yoktur, sivil vatandaşlara karşı yapılan tecavüz ve katliam olaylarında
Bulgarlar hakkında davaların görülüp görülmediği bilinmemektedir. Savaşın
neticesinde “eski” ve “yeni” Bulgar topraklarından göç eden Müslüman
Türk nüfusuyla ilgili yazılar da literatürde bulunmamaktadır. Bulgaristan’da
yaşayan Türkler, onların problemleri, savaş esnasında yaşadığı korkular,
idarenin onlara karşı tutumu hakkında araştırmalar da mevcut değildir.
Orduya katılan Müslüman erkekler hakkında da bilgi yoktur. Bulgar tarih
bilimi, Bulgarların savaş esnasında esir aldıkları Türk askerlerin durumu,
98
Deyanova, a.g.m., s. 459.
İlçev, “Yaşasın...”
100
Aynı yer.
101
P. Tsvetkov’un bu konudaki çalışması istisnadır: Bkz. P. Tsvetkov, Bılgariya i Balkanite
ot Drevnostta do Naşi Dni, Varna 1998, s. 449. Ayrıca Bkz. Çağdaşların bazı tanıklıkları: N.
Haytov, S. Diçev, Minaloto na Yavorovo, Devin, Manastir, Plovdiv 1985, s. 404; L. E.
Volke, “Vpeçatleniya ot Bılgarskiya Front Prez Esenta na 1912g. na Şvedskiya Ofitser
August Stakelberg”, ss. 69-74, http://www.100godinibalkanskivoini.bg/Publikacii/Artocles/Article0006.html, (Erişim, 18 Kasım 2012); H.
Silyanov, Pisma i İzpovedi na Edin Çetnik. Spomeni ot Stranca. Ot Vitoşa do Gramos, Sofya
1984, s. 490; Srednite Rodopi i Balkanskite Voyni, Plovdiv 1972, s. 21, 108, 111-112; Radev,
a.g.e, s. 37, 58-59; Dodov, a.g.e., s. 29-30, 35, 44-45; 46, 49.
99
62
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
bulundukları koşullar, onlara verilen yemek, yapmaları gereken işler
konusunda da sessizliğini korumaktadır.102
Önceliği yerel kültür-tarih mirasının araştırılması olan ve bu
anlamda da yerel özellikler bakımından daha uyumlu bir tavır sergilemeleri
gereken bölgesel tarih müzeleri, yerel ölçekte I. Balkan Savaşı ile ilgili
“boşlukları” dolduramamaktadırlar. Bu tarih müzeleri geleneksel Bulgar
milliyetçiliğinin direği olup merkezî bilim kurumlarının yurtseverlik
kalıplarını kopyalamaktadır.103
Sonuç
Çalışmada ele alınan yıllarda görüldüğü üzere, I. Balkan Savaşı
konusu dönemden döneme değişen yoğunlukta Bulgar tarih literatüründe yer
almıştır. Bu durum, milliyetçiliğin ülke siyasetinde gündem belirleyebilme
potansiyeliyle ve siyasilerin milli amaçlarla paralel doğrultudadır. I. Dünya
Savaşı sonrasında ülkenin içine düştüğü olumsuz durum, I. Balkan Savaşı
vurgusunun Bulgar tarih literatüründe azalmasına neden olsa da II. Dünya
Savaşı’na gidilen süreçte Bulgaristan’ın irredantist eğilimleri nedeniyle söz
konusu vurguda yoğunluk yaşanmıştır.
Komünizm döneminin başlangıcında milliyetçi bir duraklama
kendisini göstermesine rağmen 1960’lı yıllarla birlikte milliyetçiliğin
yeniden yükselişe geçerek tarih literatüründe ve ders kitaplarında I. Balkan
Savaşı vurgusunun olduğu görülmektedir. Demokratik dönemde yapılan
102
Balkanskata Voyna prez Pogleda na Edin Frantsuzin, Belge Külliyatı, Haz. S Slavova ve
Ts. Doynova, Sofya 1977, ss. 274-278; Azmanov, a.g.e., ss. 122-123; О. Barbar, Moite
Spomeni ot Voynite 1912-1918, Tıpkıbasım, Sofya 1923, s. 26; Saga za Balkanskata .., s.
184, 187.
103
Bkz. Sbornik ot Mejdunarodna Konferentsiya 90 Godini Balkanska Voyna, Kırcaali 2002;
Sbornik 90 Godini ot Osvobojdenieto na Rodopite,
www.museumsmolyan.eu/img_issue/1/sbornik90.pdf, (Erişim, 3 Aralık 2012); Balkan
Savaşları’nın ve Rodoplar’ın Kurtuluşunun 100. yıldönümü kutlamaları münasebetiyle
Smolyan RİM “Stoü Şişkov” tarafından hazırlanan program,
www.museumsmolyan.eu/library/Programa%20100.pdf, (Erişim, 30 Kasım 2012); Balkan
Savaşlarının 100. Yıldönümü Uluslararası Bilim Konferansı Programı (Retrospektsii i
Proektcii) 3-8 Ekim 2012, www.ihist.bas.bg/.../Balkanski_Voini_Programa_0308102012.pdf, (Erişim, 30 Kasım 2012).. İ. Stefanov, “Osvobojdenieto na Kırcaali i
Kırcaaliysko prez Balkanskata Voyna 1912”, İzvestiya na İnstituta po Voenna istoriya, Cilt
38, 1984, ss. 219-228; М. Manolova, “Rodopskoto Neselenie v Pomoşt na Osvoboditelnite
Voyski”, içinde Srednite Rodopi i Balkanskite Voyni, Plovdiv 1972, s. 37.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
63
MÜMİN İSOV
çalışmalarda ise her ne kadar araştırmacılara geniş bir özgürlük alanı
sağlanmışsa da tarihsel süreç içerisinde konuyla ilgili yerleşmiş olan algılar
halen daha geçerliliğini sürdürmektedir.
I. Balkan Savaşı genel olarak Balkan milliyetçiliğinin ve özelde
Bulgar milliyetçiliğinin aşırı tezahürüdür. Savaş ile ilgili bilimsel söylemler
de Bulgar milliyetçiliği ideolojisi tarafından belirlenmektedir. Bu doğaldır
çünkü her bir millî tarih ekolü, millî kimliğin muhafazasını ve yeniden
oluşmasını desteklemektedir. Öte yandan, bilimin geleneksel Bulgar
milliyetçiliğinin I. Balkan Savaşı ile ilgili bakış açısına körü körüne
bağlanması savaş biliminin kurguları yüksek vergi ödemeye mahkûm
etmektedir. Kırcaali’de meydana gelen olayda (son yıllarda buna benzer
diğer olaylarda da) görüldüğü gibi, bu durum ülkede farklı etnik ve dinî
gruplar
arasında
gerginliği
tetikleyebilmekte
ve
hayatlarını
ağırlaştırabilmektedir.
I. Balkan Savaşının mitolojik yüzündeki sır perdesini kaldırmak
yeni “bir ihanet girişimi” değildir. Tam tersine, bu sır perdesinin
kaldırılmasının sebebi, Bulgaristan’da yaşayan etnik ve dinî grupların
hafızasında yer alan, birbiriyle çelişen algıların objektif tarih bilgilerinin
yardımıyla yumuşatılması ve bu doğrultuda huzur ve barış ortamını sağlama
yoluna gidilmesidir.
KAYNAKÇA
Gazeteler
Rabotniçesko Delo
Kitaplar ve Makaleler
ANDERSON, B., Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması,
İngilizce’den Çeviren: İ. Savaşır, İstanbul 1995.
Vıobrazenite Obştnosti. Razmişleniya Vırhu Proizhoda i
Razprostranenieto na Natsionalizma, Sofya 1998.
________,
ANDREEV, Y. ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas, Uçebnik za
Zadıljitelna i Profilirana Podgotovka, Sofya 2009.
64
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
ANGELOV, D., ve diğer, Kratka İstoriya na Bılgariya, Sofya 1958.
AZMANOV, D., Moyata Epoha 1878-1919, Sofya 1995.
BAKALOV, G. ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Za Gimnazialnata Stepen na
Obştoobrazovatelnite i Profesionalni Uçilişta, Sofya 1993.
Balkanskata Voyna prez Pogleda na Edin Frantsuzin, Belge Külliyatı, Haz.
S Slavova ve Ts. Doynova, Sofya 1977.
Balkanskata Voyna v Spomenite na Sıvremennitsi i Uçastnitsi, Kayıt eden:
P. Marinov, Düzenleme: N. Haytov, Sofya 1973.
Balkanskite Voyni po Stranitsite na Bılgarsliya Peçat 1912-1913, (Külliyat),
Haz. P. Kişkilova, Sofya 1999.
BARBAR, О. Moite Spomeni ot Voynite 1912-1918, Tıpkı Tıpkıbasım,
Sofya 1923.
BAROV, D., Srajeniyata v Kırcaliysko, Şumen 1913.
Bılgarski Geroy, Voynata 1912-1913, Sliven 1914.
BOJİKOV, B. ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za Voynika, Sofya
1949.
________, Bılgarska İstoriya, za Sedmi Klas na Gimnaziite, Sofya 1946.
BOJİKOV, B. ve İ. Kepova, Bılgarska İstoriya, za Sedmi Klas na
Obştoobrazovatelnite Uçilişta, Sofya 1951.
BUDİNOV, S., Balkanskite Voyni 1912-1913: İstoriçeskite Predstavi v
Sistemata na Nauçno-obrazovatelnata Komunikatsiya, Sofya 2005.
BURMOV, A. ve diğer, Bılgarska
Obştoobrazovatelnite Uçilşta, Sofya 1954.
İstoriya
za
XI
Klas
na
________, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za XI Klas na Srednite
Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1960.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
65
MÜMİN İSOV
İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za X-XI Klas
Obştoobrazovatelnite Trudovo-Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1966.
________,
na
________, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za X-XI Klas na ХI на
Obştoobrazovatelnite Trudovo-Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1973.
ÇİÇOVSKA, V., Politikata Sreştu Prosvetnata Traditsiya, Sofya 2011.
DANAİLOV, L., ve diğer, Balkanskata Voyna 1912-1913, Sofya 1961.
DANEV, S., “Mejdunarodnoto Polojenie Na Bılgariya”, içinde Poluvekovna
Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929.
DASKALOV, R., “Mitologizirane v İstoriyata po Bılgarski Primeri,
İstoriya”, içinde İstoriya, Mitologiya, Politika, Haz. D. Koleva ve K.
Grozev, Sofya, 2010.
DELEV, P. ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas, Sofya 1999.
________, İstoriya na Bılgariya, Ot Drevnostta do Naşi Dni, Uçebnik za 11.
Klas, Sofya 2001.
DEYANOVA, L., “Kontinuitetıt na Natsionalnata Pedagogiçeska İstoriya
(1949 öncesi ve sonrasında Bulgar millî tarih ders kitapları)”, içinde
İstoriya, Mitologiya, Politika, Haz. D. Koleva ve K. Grozev, Sofya 2010.
DIRVİNGOV, P., İstoriya Na Makedono-Odrinskoto Opılçenie, Cilt. I:
Jivotıt i Deystviyata na Opılçenieto vıv Voyna S Turtsia, Sofya 1919.
________, Atakata na Odrin pod Osvetlenieto na İstoriyata i İzkustvoto,
Tarih-Psikoloji Analizi, Sofya 1931.
________, İzbrani Proizvedeniya, Haz. S. Penkov, Sofya 1988.
DİMİTROV, İ. ve diğer, İstoriya na Bılgariya. Za Х Klas na Edinnite Sredni
Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1989 (1982).
DODOV, N., Dnevnik po Balkanskata Voyna, Sofya 2006.
66
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
ELENKOV, İ., “İstoriçeskata Nauka v Bılgariya prez Epohata na
Komunizma: İnstitutsionalna Organizatsiya i Funktsii”, içinde İstoriya na
Narodna Republika Bılgariya. Rejimıt i Obştestvoto, Haz. İ. Znepolski,
Sofya 2009.
FOL, A. ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas na Srednoto
Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya 1996.
GANÇEV, A., Voynite na Tretoto Bılgarsko Tsarstvo, Sofya Tarihsiz.
GELNER, I., Natsii i Natsionalizım, Sofya 1999.
GELLNER, E., Uluslar ve Ulusçuluk, Türkçeleştirenler: B. Ersanlı ve G.
Göksu Özdoğan, II. Baskı, İstanbul 2008.
GENOV, G. P., “Petdeset Godişna Borba za Nezavisima Dırjava”, içinde
Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929.
GEORGİEV, G. ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Kniga za Uçitelya, Sofya
1973.
Golyama Entisklopediya Bılgariya, Cilt XI, Sofya 2012.
GROSBY, S., Natsionalizmıt, Kratko Vıvedenie, Sofya 2008.
GRUEV, M., “Nasilie i İdentiçnost. Pirinska Makedonya v
Etnonatsionalnite Politiki na Komunistiçeskiya Rejim v Bılgariya”, içinde
Nasilie, Politika i Pamet, Komunistiçeskiyat Rejim v Pirinska Makedonya.
Refleksii na Sıvremennika i İzsledovatelya, Haz. M.Gruev ve diğer, Sofya
2011.
GÜZELEV, V. ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas na Srednoto
Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya 1996.
________, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Zadıljitelna Podgotovka, Sofya
2001.
HAYTOV, N. ve S. Diçev, Minaloto na Yavorovo, Devin, Manastir, Plovdiv
1985.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
67
MÜMİN İSOV
HRİSTOV, A., Kratka İstoriya na Osvoboditelnata Voyna 1912-1913,
Sofya 1921.
HRİSTOV, H., Podvıgıt 1912-1913, İkinci Baskı, Sofya 1986.
İLÇEV, İ, “Mitıt za Sanstefanska Bılgariya Kato “Sveştena Krava” na
Bılgarskiya Patriotizım”, İstoriya, 6, 1995.
________, Rodinata mi-Prava ili Ne! Vınşnopolitiçeska Propaganda na
Balkanskite Strani 1821-1923, Sofya 1995.
İSOV, M., Nay-razliçniyat Sısed, Obrazıt na Osmantsite /Turtsite i
Osmanskta İmperiya/Turtsiya v Bılgarskite Uçebnitsi po İstoriya Prez
Vtorata Polovina na XX vek, Sofya 2005.
İstoriya na Bılgagskata Komunistiçeska Partiya, Naz. R. Avramov, Sofya
1969.
İstoriya na Bılgariya v Tri Toma, Cilt II, Gözden geçirilmiş ikinci baskı,
Sofya 1962.
İstoriya na Bılgariya v Dva Toma, Cilt II, Sofya 1955.
İstoriya na Bılgariya v Osem Toma, Cilt V, Voenna İstoriya na Bılgarite ot
Drevnostta do Naşi Dni, Sofya 2007.
İstoriya na Bılgariya, Cilt VII, Bılgariya 1903-1918. Kulturno Razvitie
1878-1918, Sofya,1999.
İVANOV, İ., “Postijeniya i Preoblemi na Bılgarskata Voenna İstoriografiya
sled Deveti Septemvri 1944 g.”, içinde Problemi na Bılgarskata
İstoriografiya sled Vtorata Svetovna Voyna, Sofya 1973.
İVANOV, Y., “Kak se Otraziha Poslednite Voyni v Bılgarskata Uçebna
Literatura”, Uçilişten Pregled, 4, 1925.
İVANOVA, E., Balkanite: Sıjitelstvo Na Vekovete. İzsledvane Vırhu (Ne)
Sıstoyavaneto Na Balkanskata Modernost, Sofya 2005.
68
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
İzpylnen Oteçestven Dılg, Savaşlara katılan Bulgaristan Yahudilerine
armağan külliyatı, Sofya 1939.
JORDANO, K., Vlast, Nedoverie i Nasledstvo, Skeptiçna Antropologiya,
Sofya 2006.
KANTARCİEV, T., Pırva Brigada ot Şesta Pehotna Diviziya v
Osvoboditelnata Bılgaro-Turska Voyna 1912-1913, I Kısım, Sofya 1914.
KAYÇEV, N., Makedoniyo, Vızjelana..., Armiyata, Uçilişteto İ Gradejıt Na
Natsiyata V Sırbiya İ Bılgariya 1878-1912, Sofya 2006.
KAZASOV, D., Vidyano i Prejivyano 1891-1944, Sofya 1969.
KAZER, K., Priyatelstvo i
Predizvikatelstva, Sofya 2003.
Vrajda
na
Balkanite.
Evrobalkanski
KEPOV, İ. ve V. Kepova, Obşta i Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3. sınıflara,
Sofya 1940.
KEPOV, İ., Nay-nova İstoriya, Lise 7. sınıf ders kitabı, Birinci baskı,
Plovdiv 1928.
KONEVA, R., “Sısedıt Mejdu Mira i Voynata (Bılgarskata Literatura za
Svoya Sısed v Kraya na XIX - Naçaloto na XX v.)”, içinde Balkanski
İdentiçnosti v Bılgarskata Kultura ot Modernata Epoha (XIX-XX vek), II
Kısım, Sofya 2002.
KOSEV, D. ve diğer, Kratka İstoriya na Bılgariya, 2. Gözden geçirilmiş
baskı, Sofya 1969.
KOSEV, K., Bılgarsikiyat Natsionalen Vıpros Prez Pogleda na İstoriyata,
Plovdiv 1995.
Kratka Voenna İstoriya na Bılgariya 681- 1945 godina, Sofya 1977.
LALKOV, M. ve diğer, İstoriya za 6. Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno
Uçilişte, Sofya 1994.
________, Balkanskata Voyna 1912-1913, Sofya 1982.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
69
MÜMİN İSOV
________, “Bılgariya v Naveçerieto i po Vreme na Voynite”, içinde А. Fol
ve diğer Kratka İstoriya Na Bılgarşya. İkinci Gözden Geçirilmiş ve
Genişletilmiş Baskı, Sofya 1983.
________, “Bılgarskata Vınşna Politika 1878-1944: Mejdu Ekzaltatsiyata i
Pogroma”, içinde Oçertsi po Bılgarska İstoriya 1878-1948, Haz. M.
Radeva, Sofya 1992.
________, Ot Nadejdata Kım Razoçarovanie. İdeyata za Federatsiya v
Balkanskiya Yugoiztok 1944-1948 g., Sofya Tarihsiz.
LAZAROV, İ. ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas. Zadıljitelna
Podgotovka, Veliko Tırnovo 2001.
LAZAROV, N., Divnite Dunavtsi (İz Boyniya Jivot Na Peta Dunavska
Diviziya), Varna 1928.
МАRİNOV,
Ç.,
“Оt
İnternatsionalizım
kım
Natsionalizım.
Komunistiçeskiyat Rejim, Makedonskiyat Vıpros i Politikata kım
Etniçeskite r Religioznite Obştnosti”, içinde İstoriya na Narodna Republika
Bılgariya. Rejimıt i Obştestvoto, Haz. İ. Znepolski, Sofya 2009.
MANOLOVA, M., “Rodopskoto Neselenie v Pomoşt na Osvoboditelnite
Voyski”, içinde Srednite Rodopi i Balkanskite Voyni, Plovdiv 1972.
MARKOV, G., Bılgariya v Balkanskiya Sıüz Sreştu Osmanskata İmperiya
1912-1913, Sofya 1989.
MARTİNOVSKİ, D., Makedonskiyat Vıpros v Bılgaro-Yugoslavskite
Otnoşeniya 1948-1968 g., Sofya 2010.
MİNEV, P. ve K. Domusçiev, Oteçestvoznanie, 4. sınıfa, Altıncı gözden
geçirilmiş baskı, Sofya 1927.
________, Oteçestvoznanie s Grajdansko Uçenie, 4. sınıflara, Birinci Baskı,
Sofya 1936.
MİTEV, Y., “Çetniçeskoto Dvijenie po Vreme na Balkanskata Voyna”,
içinde Pırvi Kongres Na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo, Sofya 1970.
70
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
________, “Otsenka na Voynite ot 1912-1918 godina na Pırviya Kongres na
Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo”, Voenno-İstoriqeski sbornik, 2, 1970.
________, “Otsenki na V.İ.Lenin za Balkanskata Voyna (1912-1913) i
Vliyanieto im Vırhu Bılgarskata İstoriografiya”, Voenno-İstoriçeski Sbornik,
1, 1970.
________, Kratka İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1951.
MUTAFÇİEVA, V. ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas.
Zadıljitelna Podgotovka, Sofya 2009.
POPOV, N., Prevzemaneto na Odrin, Apoteoz na Bılgarskiya Geroizım,
Gözden geçiren A. Tonev, Haskovo 1936.
Natsionalno Predstavitelno İzsedvane: Steriotipi i Predrasıdıtsi v Uçebnitsi,
Uçebni Pomagala, Obrazovatelni Programi i Planove v Podgotvitelnoto
Uçilişte, Sofya 2001.
NEDEV, N., Osvoboditelni Voyni 1877-1878; 1885; 1912-1913; 1915-18,
Sofya 1929.
NİKOLOVA, G., “Retsidivi na Mita v Modernoto İstoriçesko Poznanie”,
İstoriçesko Bıdeşte, 1, 2001.
NİKOV, S., Balkanskata Voyna, Priçini, Razvoy i Kray, Sofya 1913.
OGNYANOVA, M., Balkanskata Voyna, Sofya 1949.
ORMANCİEV, İ., Nova i Nay-nova İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya
1943-1945.
PALEŞUTSKİ, K., “Bılgarskiyat Natsionalen Vıpros Mejdu Dvete Svetovni
Voyni”, 681-1948, İz İstoriyata Na Bılgarskata Narodnost İ Dırjava,
İzsledvaniya, Analizi, Preotsenki, Haz. M. Kumanov, Sofya 1993.
PANAYOTOV, L., “Balkanskiyat Sıüz i Voynata ot 1912-1913 g.”,
Voenno-İstoriçeski sbornik, 4, 1982.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
71
MÜMİN İSOV
________, “Natsionalniyat Problem na Balkanite i Balkanskite Voyni”,
içinde Pırvi Kongres Na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo, Sofya 1970.
PASTUHOV, İ. ve İ. Stoyanov, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Lise 5. sınıf
ve pedagoji okullarına ders kitabı, Birinci Baskı, Plovdiv 1915.
PASTUHOV, İ., Oteçestvoznanie, 4. sınıfa, Beşinci gözden geçirilmiş baskı,
Sofya 1925.
PAŞİNOV, İ., 23 Pehoten Şipçenski Polk vıv Voynata s Turtsi i Sıyuznitsi
1912-1913, Sofya 1928.
Pobediteli, Kartini ot Odrin 1913-1933, Sofya 1933.
POPOV, İ., Uçebnik po Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3. sınıflara, İkinci
Genişletilmiş Baskı, Plovdiv 1917.
________, Uçebnik po Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3. sınıflara, Üçüncü
Baskı, Plovdiv 1918.
________, Oteçestvoznanie, 4. sınıf ders kitabı, Üçüncü Baskı, Sofya 1940.
POPOV, K., Pametna Knijka za Vseki Bılgarin, Belejki ot Voynata,
Haskovo 1913.
POPOV, S., “Bılgariya: Granitsi, Teritoriya, Naselenie”, içinde Poluvekovna
Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929.
Pouçeniya za Voynika-Grajdanin, Haz. Albay K. Solarov, (Şumen, 1928).
RADEV, S., Tova, Koeto Vidyah ot Balkanskata Voyna, Konferenstiyata v
Bukureşt i Bukureşkiyat Mir ot 1913 godina, Sofya 2012.
RADEVA, M., Uçiliştnoto İstoriçesko Obrazovanie v Bılgariya (18781944), Metod ve Tarih Analizi, Sofya 2008.
RAZSUKANOV, A., Balkanskata Voyna, Sofya 1939.
RUSEV, İ., Osma Pehotna Tuncanska Diviziya vıv Voynata Sreştu Turtsiya
1912-1913, Sofya 1923.
72
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
Saga za Balkanskata Voyna, Dnevnik na Sveştenik İvan Doçev, Sofya 2012.
Sbornik ot Mejdunarodna Konferentsiya 90 Godini Balkanska Voyna,
Kırcaali 2002.
SİLYANOV, H., Pisma i İzpovedi na Edin Çetnik. Spomeni ot Stranca. Ot
Vitoşa do Gramos, Sofya 1984.
SMITH, A. D., Millî Kimlik, Çeviren: B. Sina Şener, İstanbul 1999.
SMİT, A., Natsionalnata İdentiçnost, Sofya 2000.
SOLAROV, K., Balkanskiyat Sıüz i Osvoboditelnite Voyni prez 1912 i 1913
godina, Sofya 1926.
Srednite Rodopi i Balkanskite Voyni, Plovdiv 1972.
STANEV, N., Nova Bılgariya, Sofya 1943.
________, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1917.
________, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Ortaokul 3. sınıflara, İkinci
Düzeltilmiş Baskı, Sofya 1918.
________, Kratka Bılgarska İstoriya, Pohodna Voynişka Biblioteka, Sofya
1917.
________, Nay-Nova İstoriya na Bılgariya 1878-1920, Sofya 1925.
________, Uçebnik Po Bılgarska İ Obşta İstoriya (Novi Vekove), Halk
ortaokullarının 3. sınıflarına, Birinci Baskı, Sofya 1932.
STANİŞEV, N., Kratka İstoriya na Bılgarite, ot Nay-stari Vemena do Dnes,
Sofya 1942.
STATELOVA, E. ve S. Grınçarov, İstoriya na Bılgariya v Tri Toma,
İstoriya na Nova Bılgariya 1878-1944, Cilt III, Sofya 2006.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
73
MÜMİN İSOV
STEFANOV, İ., “Osvobojdenieto na Kırcaali i Kırcaaliysko prez
Balkanskata Voyna 1912”, İzvestiya na İnstituta po Voenna istoriya, Cilt 38,
1984.
________, “Zapiski na Artileriyskiya İnjener”, Voenno-istoriçeski Sbornik, 5,
1996.
STOİLOV, A. ve diğer, İstoriya za Sedmi Klas na Obştoobrazovatelnite
Uçilişta, Sofya 1957.
________, İstoriya, Uçebnik za Osmi Klas na Srednite Politihniçeski
Uçilişta, Sofya 1960.
STOİLOV, P., “Za Haraktera na Bılgarskata Armiya i na Vodenite ot Neya
Voyni prez Perioda 1877-1918”, İzvestiya 1300 Godini Bılgarska Dırjava,
Cilt 31, Sofya 1981.
STOYANOV, Tsv., “Duhovnite i Materialni Postijeniya na Bılgariya sled
Osvobojdenieto 1878-1928”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan
Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929.
ŞAROVA, K., “Burjoaznata İstoriografiya i Uçastieto na Bılgariya vıv
Voynite (1912-1918 g.)”, İstoriçeski Pregled, 2, 1950.
ŞOPOV, Y., Didaktiçeski Problemi na İstoriyata, Sofya 1991.
ŞOPOV, Y. ve diğer, İstoriya za 6 Klas na Edinnoto Sredno-Politehniçesko
Uçilişte, Sofya 1986.
TAMAŞ, G. M., “Natsionalizmıt Kato Kod i Matafora”, İztok-İztok, 2, 1991.
TODOROVA, M., Balkani-Balkanizım, İkinci Genişletilmiş Baskı, Sofya
2004.
________, Bılgariya, Balkanite, Svetıt: İdei, Protsesi, Sıbitiya, Sofya 2010.
TOŞEV, A., Balkanskite Voyni, Cilt I-II, Sofya 1929-1931.
TRAYKOV, V., “Po Nyakoi Vıprosi na Naşata Voenna İstoriya ot 1885 do
1918 godina”, İzvestiya 1300 godini Bılgarska Dırjava, Cilt 31, Sofya 1981.
74
BAED 3/2, (2014), 45-75.
BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN
SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI
TSVETKOV, P., Bılgariya i Balkanite ot Drevnostta do Naşi Dni, Varna
1998.
VASİLEV, V., “Uçastieto na Bılgariya v Balkanskata i Mejdusıüzniçeskata
Voyna 1912-1913 g.”, içinde 681-1948. İz İstoriyata na Bılgarskata
Narodnost i Dırjava, İzledvaniya, Analizi, Preotsenki, Sofya 1993.
Voynata Mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 godina, Cilt I-VII, Sofya
1928-1937.
YAVAŞÇEV, S., Bılgarskata Voennoteoritiçna Misıl 1878-1944, Sofya
2011.
BAED 3/2, (2014), 45-75.
75
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014,
ss. 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE
DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW
Mirjona SADIKU
ABSTRACT
The Kanun of Lekë Dukagjini1 constitutes a centuries-old code of behavior,
regulating both individual and collective conduct. Emerging as the primary source
of the country's customary law, the dominant element of northern 2 subculture has
emblematically influenced the entire sphere of Albanian ideas, beliefs and customs.
The code represents the body of traditional law and has been orally transmitted from
generation to generation, resisting in an unwritten version throughout the centuries
and governing the most important aspects of the social structures among northern
tribes. In the period between the collapse of Old Serbian Empire and the arrival of
the Ottomans, the population of this area was free and uncontrolled and the peculiar
mountainous territory was out of reach for the dominants. The code has been
generally accepted for many centuries as a self-adjusting rule applied in the
administration of the highland communities.
Keywords: Kanun, Ottoman Empire, History, Customary Law, Blood feuds.

University of Sarajevo and University of Bologna, E-mail: [email protected].
The Kanun of Lek Dukagjini developed in the geographical zone of Dukagjin, a
mountainous region in Eastern part of Shkodër. It embraces nearby areas such as Lezhë,
Miriditë, Shalë, Shosh, Nikaj and the western plain of current Kosovo. The codification of
the tribal law is attributed to Lekë Dukagjini (1410-1481), a prince and chieftain from a noble
tribe, who ruled north Albania during the fifteenth century. See Elsie Robert, Historical
Dictionary of Albania, Scarecrow Press, Lanham 2010.
2
Albanians are divided in two different ethnic groups: the Ghegs and the Tosks, characterized
by a distinguishable dialect and a diverse collective organization. This division is essentially
related to geographical obstructions such as the Shkumbi River; the tribal and mountainous
Ghegs are located in its north, while the Tosk live in the flatland areas of river’s south and
supported themselves mainly through agricultural activities. See Miranda Vickers, The
Albanians: A Modern History, LB.Tauris & Co Ltd, London 1999, p.5.
1
77
MİRJONA SADIKU
KANUNUN KÖKENLERİ: ARNAVUT TEAMÜL
HUKUKUNUN GELİŞİMİNİ KEŞFETMEK
ÖZET
Lek Gukagin Kanunu bireysel ve kolektif davranışları düzenleyen yüzlerce
yıllık davranış biçimini oluşturmaktadır. Ülkenin teamül hukukunun temel kaynağı
olarak ortaya çıkan, kuzey alt kültürünün egemen öğesi olan bu Kanun, Arnavut
düşünce, inanç ve geleneklerinin tüm alanlarına nüfuz etmiştir. Kanun teamül
hukukunun belkemiğini temsil etmekte ve yüzyıllar boyu nesilden nesile sözlü
olarak aktarılmaktadır. Böylelikle kuzeyli kabileler arasında sosyal yapıların en
önemli yönünü belirlemiştir. Eski Sırp İmparatorluğu’nun çöküşü ve Osmanlıların
bölgeye gelmesi arasındaki dönemde, coğrafyanın dağlık yapısı nedeniyle bölge
halkı özgür ve egemen güçlerin kontrolü dışında yaşamıştır. Bölgenin yüksek
kesimlerinde yaşayan toplulukların kendilerini yönetmeleri adına bu Kanun’un
yüzyıllar boyunca uygulandığı genel kabul görmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kanun, Osmanlı İmparatorluğu, Tarih, Teamül Hukuku, Kan
Davaları.
Introduction
Deeply interwoven in the events of Albanian history,3 Kanun’s
provisions have forged the existential principles among northern Albanians,4
determining all the dispositions and the essential values in the organization
of tribal life.5 The influxes of the Kanun found their breeding ground in the
north; however due to the limited extension of Albanian territory, the south
of the country was not spare from its influence where the Kanuni i
3
The survival of Kanun during Ottoman occupation expresses the perseverance of the selfrule among northern clans, free from the control of invaders and from the externally imposed
restraints on their social organization.
4
Northern Albania is a highly mountainous region, bordering on the Adriatic only for a
restricted seaside area and characterized by plentiful abysses. The tribal life of the population
was based on three fundamental components: the family, brotherhood and the clan or the fis.
This kind of organizational structure persisted in the region, until it was dismantled by the
communist regime. See: Kazuhiko Yamamoto, The Ethical Structure of the Kanun and its
Cultural Implications, printed in the United States of America, 2005, p.16.
5
Villari defines the highland tribes as a small aristocratic republic. It is ruled by the chief or
voivoda and the bajraktar with the support of the elderly council. See Salvatore Villari, Le
consuetudini giuridiche dell’Albania nel Kanun di Lek Dukagjin, Società editrice del libro
italiano, Roma 1940, p.18.
78
BAED 3/2, (2014), 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN
CUSTOMARY LAW
Skenderbeut (The Kanun of Skenderbeu), another variation of the code, was
observed. Two expressions refer to the highland customary law: ‘Kanuni i
Lekës’, and ‘Kanuni i Lekë Dukagjinit’ and both of them allude to the
highlander prince. In this direction, it’s significant to notice the indication
from a Venetian journeyer in the 16th century Albania. In his travel notes, he
defined the mountainous area over the Mat River as Dukagjin, while the
other side as ‘the area between the river Drin and Mat’. From his statement,
it can be deduced that the Dukagjin included all the northern mountainous
areas, inhabited by catholic Albanians who were free to maintain their
customs and religion.6 In present day Albania, despite the legal penal code,
the highland population has remained aware of many Kanun’s provisions
and respects certain prescripts attributable to it.
As Father Gjergj Fishta noticed in the introduction to the Kanun, it
is hard to define exactly the area in which the Kanun was observed.7
Generally speaking the code had a legal value among the “Lekë”, so among
the highlanders near the city of Shkodër and in the Dukagjin region that
included the areas of Shala, Shosh, Pukë, Iballë, Mirditë, Malësia and
Lezhë. The specific characteristics of the mountainous area encouraged the
implementation of the code. The preservation of independence and
traditional customs was therefore related to the impenetrability of the region,
as Durham pointed out, “the mountain tribesman has never been more than
nominally conquered, empires pass over him and run off like water from a
duck's back.”8 Although the Ottomans dominated the country for almost five
centuries9, in the northern area their control was limited only to the main
villages. Margaret Hasluck observed that in cases of reprisal offensives, the
territories were hard to control as a result of the retreat of the population in
insidious internal shelters up to the withdrawal of invaders.10 Moreover, as a
consequence of their limited fortune, all the goods were easily transportable
with them. In case of administrators sent by the Turkish central government,
6
Tonin Çobani, Princi i përfolur Lekë Dukagjini [The argued prince Lekë Dukagjini],
Lisitan, Tiranë 2003, p. 21.
7
Gjergj Fishta, “Introduction” in Kanuni i Lekë Dukagjinit, by Shtjefën Gjeçovi, Kuvendi,
Tiranë 2001, XXVI.
8
Mary Edith Durham, High Albania, Edward Arnold, London 1909.
9
From 1430 till 28th November 1912, when Albania declared its independence.
10
Margaret Haluck, author of The Unwritten Law of Albania, was a nineteenth century writer
who lived and traveled in Albania for more than thirteen years between the 1920s and 30s.
The long sojourn in the northern part of the country provided her a deep knowledge of
Albanian culture and folklore.
BAED 3/2, (2014), 77-95.
79
MİRJONA SADIKU
the tribes defended themselves by using fire. Hence the Ottomans had no
other choice but to leave the Ghegs uncontrolled and free to self-rule.11 In
addition to that, there wasn’t any connecting infrastructure within the
highland area. The northern mountaineers managed to remain autonomous
from central government thanks to the impervious soil and to their fighting
and combative attitude towards invaders. The highland tribes succeeded in
avoiding external interference thanks to “the mountains in which they live
prove to be a true refuge, difficult of access, conservative in every sense”.12
1. The Kanun Throughout The History
Throughout Albanian history in fact highland tribes had little contact
with the rest of the country. They established their own culture and
developed their distinctive way of doing things, rejecting foreign dominion.
Among northern Albanian tribes, Kanun’s prescripts replaced state
enforcement creating a specific system of values, institutions, patterns of
interactions and customs. In other words, the highland tribal society was not
a lawless community; contrarily they were regulated by Kanun’s provisions,
which governed everything in people’s lives from the cradle to the grave.
Kadare observes the ascendancy and the imposition of the Kanun: “The
Kanun was stronger than it seemed. Its power reached everywhere, covering
lands, the boundaries of fields; it made its way into the foundations of
houses, into tombs, to churches, to roads, to markets, to weddings”.13
During the Turkish occupation although the highland area was selfgoverned according to customary law, it coexisted with the bodies of the
Ottoman rule. In the areas dominated by Turkish administrators, like in
Dukagjin, an agreement took place between the local population and
Ottoman invaders.14 The Turkish government recognized the local
customary also because it covered some areas of the legislative field which
were not subject to the Islamic law. In the city of Shkodër, a special office
named Gibal15 was involved in the resolutions of conflicts taking place in
11
Margaret Hasluck, The Unwritten Law of Albania, Cambridge University Press, Cambridge
1954, p. 9.
12
Carleton Coon, The Mountains of Giants: A Racial and Cultural Study of the North
Albanian Mountain Ghegs, Peabody Museum, Cambridge 1950, p.9.
13
Ismail Kadare, Broken April, Vintage Classics, London 2003, p. 27.
14
Martin Camaj, “Foreword” in Gjeçov Shtjefën, The Code of Lekë Dukagjini, trans. by
Leonard Fox, Gjonlekaj Publishing Company, New York 1989, XIII.
15
“Gibal” (dağ) in Turkish language indicates the mountain.
80
BAED 3/2, (2014), 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN
CUSTOMARY LAW
the mountains. Instituted between 1856 and 1858 by Mustafa Pasha, the
special court represented a judicial commission which functioned according
to the prescripts of Albanian customary law and its establishment implied
the Turkish recognition of Kanun as a source of law. Each Gibal had a
representative, called “bölükbaşı”, appointed by the Turkish government.16
However the commission did not alter the relationship between the
highlanders and the central government; which did not increase its
interference in the mountainous region. The highland area remained selfadministered without any external Turkish intervention, while the big cities
and the villages (non-mountainous areas) were governed by the Ottoman
Sharia.17 Oral tradition ascribed the paternity of the Kanun to Lekë
Dukagjini, even though there are no evidences to prove his authorship.
The determination of the period to which the Kanun belongs is a key
element for an accurate understanding of the code. In the first part of the 15th
century, Albania was fighting both Ottomans and the Venetians and in that
stage the highland tribes played a fundamental role in the relations with
European states. Villari attributes the authorship of the Kanun to Lekë
Dukagjini, he advances the hypothesis that, as a consequence of the wartime
moment, the prince Lekë Dukagjini considered necessary to assemble a code
of conduct for his tribes.18 According to Hasluck, Dukagjini “framed the
laws by which the mountaineers still live. More probably, like Solon of
Athens, he revised and codified existing laws, though apparently without
setting them down on paper. Numerous items in his code resemble those
known among the Romans and other ancient peoples, and in the versions we
have there are many signs of evolution from earlier forms”.19 Did Lekë
Dukagjini elaborated the laws or his contribution is limited only to its
collection and diffusion? The discussion in this direction is still open since
the absence of written evidences makes difficult the attribution of Kanun's
origin. However, the code has been stored in the memory of the people, who
transmitted its values from generation to generation and behaved ‘as Leka
said’. Different scholars have collocated the origin of tribal law in various
historical periods. For some authors (Camaj, Fox), the code can be dated
back to Illyrian times; while according to others, (Valentini) it is
characterized by Indo-European prehistoric factors. Durham has attributed
16
Durham, op.cit., p. 24.
Villari, op.cit., p. 50.
18
Ibidem, p.14.
19
Hasluck, op.cit., p. 13.
17
BAED 3/2, (2014), 77-95.
81
MİRJONA SADIKU
its origin to the Bronze Age. Undoubtedly Dukagjini contributed with the
arrangement of the orally transmitted prescripts; however, as Vickers
explains, the norms date from very long before and are connected with
ancient Illyrians, ancestors of modern Albanians.20 The association to
Illyrian elements appears to be convincingly, since the precursors of
Albanians were free to apply their customary norms if they did not contrast
with Roman laws. Moreover the code presents some affinities with the
traditional norms of Homeric Greece, which collocates its origins before the
migrations of Indo-Europeans.21
In addition to this, similarities between the Kanun and other codes
spread in the Balkan Peninsula have been pointed out. The Albanian
historian Hoti notes that the Slavic literature describes the Kanun as adopted
from the Zakonik of Stefan Dushani; however the professor sustains that the
code was formulated by Illyrians and partially influenced by some preroman institutions. Therefore the code resisted throughout the Roman,
Byzantine, Bulgarian and Serbian domination.22 Moreover, there are
analogies between the prescripts of the Kanun and the customs described in
the Manava Dharma Satra or Laws of Manu23 that make think about their
same derivation. The Kanun shares also some common elements such as the
hospitality principle and the blood feuds with the Caucasian code.
From an etymological point of view, the word Kanun derives from
Greek “κανών” indicating any straight rod, bar, rule, or standard of
excellence. In ancient Greek, the ‘mastar’ suggested the straight edge useful
for drawing orderly lines. The terms indicate the rule and the law, which
represent the fundamental components for a good administration. The
association to the straight rod denotes the integrity and moral rectitude of
Kanun and its intention of maintaining order in the uncontrolled Albanian
mountainous region. In Arabic it has been associated with the set of laws
and codes. In the Ottoman Empire the word indicated the regulations of
20
Vickers, op.cit, p. 5.
Fatos Tarifa, “Of Time, Honor and Memory: Oral Law in Albania”, Oral Tradition, Vol.
23, No.1, 2008, available at http://journal.oraltradition.org/issues/23i/tarifa, (Last accessed 31
October 2014).
22
Buran Hoti, “Albanian opposition against the medieval kingdom of Serbia and the laws in
Zakonik of Stefan Dushani” in Kanun and the Law, Center for Justice and Peace, Shkodër
1999, p. 113.
23
The volumes of the Hindu law, divided in twelve books and dealing with the organization
of social life. See Leonard Fox, “Introduction” in Gjeçov Shtjefën, The Code of Lekë
Dukagjini, trans. by Leonard Fox, Gjonlekaj Publishing Company, New York 1989, XVI.
21
82
BAED 3/2, (2014), 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN
CUSTOMARY LAW
provincial governments in the financial, administrative and penal field. The
term has been transmitted to Albanian language subsequently to the
Ottoman occupation. Originally, the Albanian word used to connote the
customary law was doke, from the verb dukem (to appear). Therefore, the
term indicated the set of norms that pointed out how to behave.24 As Hasluck
reported through the words of Professor H.A.R. Gibb, “the Greek word was
very early incorporated into Arabic as qanun, pl. qawanin.
The Islamic jurists adopted it to designate an administrative
regulation, as distinct from the revealed law (Sharì’a) and many centuries
later the Ottoman Sultans adopted it as the designation of their legislative
prescripts”.25 The Kanun of Lekë Dukagjini is not the only Albanian code of
customary code. There are other similar versions of the traditional law and
almost every region had its own collection of laws, such as Kanuni i vjetër
(The old Kanun) the most ancient which functioned in Illyrian times,
Kanuni i Çermenikës (The Kanun of Çermenikë), Kanuni i Papa Zhulit, (the
Kanun of Papa Zhuli), Kanuni i Labërisë (The Kanun of Labëria)26 practiced
in the southern region and in the city of Vlorë and Kanuni i Skenderbeut
(Kanun of Skanderbeg), in use in the princedom of Skenderbeu, known also
as Kanuni i Arbërisë (Kanun of Arbëria).27 Although the Kanun of Lekë
Dukagjini is not the only variant of customary law that circulates in Albania,
the analysis focuses only on this version, which represents the most accurate
and complete codification. Moreover, this version of the code is the most
well-known and practiced in the northern area.
2. The Oral Codification of Lekë Dukagjini
Lekë Dukagjini (1410-1481) was an enigmatic prince living in the
15th century and contemporary of the Albanian national hero Gjergj Kastrioti
24
Ibidem, p. XV.
Hasluck, op.cit., p.14.
26
The oral tradition has connected the Kanun of Laberia with Papa Zhuli, the founder of
Zhulat village (the today city of Gjirokastër). Between 1840 and 1850 in Zhulat was held the
assembly of Laberia and some modifications were introduced to the Kanun of Papa Zhuli.
27
This canon, an alternative to the Kanun of the mountains, circulated in the area under the
influence of Skenderebeu's princedom; such as : Diber, Mat, Kruje, Kurbin, Bende, Tomadhe
and Martanesh. The verbally transmitted culture attributes the code to the figure of
Skanderbeu, who implemented some changes in the old customary right, taking into
consideration the economic conditions and the social demands in the wartime against the
Ottoman invaders. See Albanian Accademy of Sciences, Fjalor Enciklopedik Shqiptar [The
Albanian Encyclopedic Dictionary], Tiranë: Kristalina-KH, 2008.
25
BAED 3/2, (2014), 77-95.
83
MİRJONA SADIKU
Skenderbeu (1405-1468). His impressive contribution consisted in
collecting the orally transmitted norms and in accomplishing them in the
regions controlled by himself. Shtjefën Gjecovi in the written codification of
the Kanun presents some accounts about Dukagjini’s life, however until the
present day there are no distinct biographic volumes about northern prince’s
life. For this reason, historians and scholars interested in this mysterious
figure, rely mainly on the sources dealing with Skenderbeg. Therefore, all
those who have written about the Albanian national hero, gave also
important contributions about Dukagjini’s role. Marin Barleti (1450-1512),
one of the most important Albanian writers and biographer of Skenderbeu,
described the relations between the two as conflicting because of the
hostility among Skenderbeu and Venetians. Çobani defines Lekë Dukagjini
as one of the allies of Skanderbeg and as an independent and authoritarian
prince. He played an active role in many situations such as in Lezha’s
covenant of 1444, in the resistance against Ottomans alongside Skenderbeu
and in substituting him after his death as commander of Albanian army.28
There are different hypothesis about the predecessors of prince Lekë
and his family. The Dukagjin family has ancient origins and its derivation
has even been related to the city of Troy.29 According to Villari, the ancestor
of the Dukagjin’s established himself in the Zadrima plain and their
successors exercised the power in the northern-eastern part of Shkodër and
Lezhë.30 As Fox reports in the introduction to the Kanun, some scholars
have presumed a Western European31 origin, while according to other
studies the family was autochthon of Albania.32 However, Lekë is presented
as the last hereditary prince of the rich Dukagjini family; after the Ottoman
conquest of Albania, the aristocratic structure disappeared and was
substituted by the clan structure. The history of the Dukagjin region is
related to the province of Pul, mentioned for the first time in Byzantine
sources in 877. The territory was called Pult and it extended in the areas of
Shkodër, Pukë and Prizren. Pult, described as a village with 727 houses, was
included in the lists of provinces not subject to Turkish rule till 1630. After
the Turkish occupation, Pulti-denomination disappeared and turned into
28
Çobani, op.cit., p. 13.
Villari, op.cit., p.13.
30
Ibidem.
31
The “duc” suffix of Dukagjin is a Western suffix that could indicate a foreign origin of the
family.
32
Fox, op.cit.
29
84
BAED 3/2, (2014), 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN
CUSTOMARY LAW
Dukagjin.33
After Dukagjini’s codification, the Kanun was commonly followed
and accepted in the whole northern region. As Hasluck observed, “Lekë
Dukagjini framed the laws by which the mountaineers still live, revisiting
and codifying the existing laws, although in an unwritten version”.34 Thanks
to his contribution, the northern tribes didn’t allow any external influence to
affect their beliefs and managed to preserve their own social structures and
cultural values from Ottomans. As a result of the freedom permitted by
Turkish occupiers, the northern tribes were autonomous and free to organize
their social life according to their customary law. The invaders didn’t
proceed in the impervious mountainous area. The tribes were equipped with
weapons and the power of chieftains was extremely high among the
population. Northern tribes firmly observed the normative prescripts
contained in the Kanun and every action was conducted to Lekë Dukagjini
and to his words.
The Kanun had a primary importance in daily practices, to such a
degree that it was more relevant than the provisions of the Church and the
Islamic precepts: “The teachings of Islam and of Christianity, the Sharia and
Church law, all have to yield to the Canon of Lek[…] For all their habits,
laws, and customs, the people, as a rule, have but one explanation: it is in
the Canon of Lek”.35 There are few historical information about his
relationship with Gjergj Kastriot Skanderbeu. At that time, before the
Ottoman occupation, Albania was constituted by many principalities. In
order to face the Turkish enemy, Skenderbeu managed to unify all the
principalities into a single center. The prince Lekë is mentioned in
Skenderbeu’s biography and described as a courageous prince of medieval
time. Sometimes they are described as friends and allies fighting side by
side against Ottomans, while others like rivals and opponents. Both of them
were controlling different areas of the country. Lekë was ruling the area of
Dukagjini, with the city of Lezhë as the main center, imposing his rule in the
region of Zadrima, in other areas near Shkodër and Prizren. Skenderbeu was
ruling the princedom of Kastrioti, constituted by the region of Mat and
Dibra, with Kruja as its center.
33
Voc Deda, Thesare Dukagjinase, Camaj-Pipa, Shkodër 2004, p. 30.
Hasluck, op.cit., p.13.
35
Durham, op.cit., p. 25.
34
BAED 3/2, (2014), 77-95.
85
MİRJONA SADIKU
After the Ottoman invasion of Albania in 1430, Lekë Dukagjini lost
the control of many areas and even his own residence; for this reason he was
forced to seek refuge in the highland region. He assured to the northern
tribes a high level of autonomy and independence on their social structures
and organization by officially recognizing the several Councils of Elders in
the region. It was approximately in this period that the Kanun was
formulated, when Lekë Dukagjini was directing the local assemblies and the
committees of Elders. It was precisely in that context, that Lekë’s opinions
and considerations, which later constituted the body of Kanun, were
acquired and stared to be practiced through generations. There is little more
historical information about Lekë Dukagjini; Hasluck describes him as an
acute and temperamental figure, able to implement the unwritten law
through his discipline and character. Until his death in 1481, Lekë Dukagjini
led northern Albanians in their anti-Ottoman resistance for at least 12 years
after Skenderbeu’s death and gave up only after the invaders consented on
recognizing the local customary law; after that he escaped to Hungary.36
Controversies arouse about his burial place; according to Resta,37 Dukagjini
died in Ragusa in 1479 after the Ottoman invasion of the northern region,
while Albanian historical sources don’t report any evidences about the
dynamics concerning his death.
3. The Contribution of Shjefën Gjeçovi
Albanians referred to an unwritten version of the Kanun till 1933,
when the code was codified and published by Shtjefën Konstantin Gjeçovi
(1874-1929), one of the most well-known personalities of Albanian
literature. Gjergj Fishta collaborated with Gjeçovi while he was assembling
the customary law. Considering the relevance of Gjecovi’s written
codification, in the introduction to the Kanun, Fishta observed that he
“provided his nation with a desirable service”38 that would contribute to the
conservation of Albanian spirit and character. The author was a Franciscan
priest and in his activities as a researcher, he collected parts of Albanian
folklore, wrote poetry, prose and drama, and made many important studies
on ethno-Albanian culture. Gjeçovi worked for more than 30 years for the
written version of the Kanun of Lekë Dukagjin, his most relavant work.
Form 1898 till his death in 1929 he published several sections of the
36
Hasluck, op.cit., p. 14.
Patizia Resta, Il Kanun di Lek Dukagjini: Le basi morali e giuridiche della società
Albanese, Besa editrice, Lecce 2000, p. 153.
38
Fishta, op.cit.
37
86
BAED 3/2, (2014), 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN
CUSTOMARY LAW
customary law, but the final work was published only posthumously. Father
Gjeçovi collected the available information concerning the unwritten law
and already in 1898 and 1899 published some parts of it in on the periodical
Albania, directed by Faik bey Konitza.
Other segments of the content of Kanun were published in the
periodical created by Franciscan priests of the city of Shkodra, Hylli i
Dritës, from 1913 to 1924. Since he was a child, Gjeçovi initiated a
theological education, firstly attending the religious college in Lezhë and
then continuing his education in Albania (Shkodër) and in Bosnia
Herzegovina, and then he joined the Franciscan order in 1888. Gjevoçi was
a great explorer of Albanian ethnology. The compiler of the written version
of the Kanun, demonstrated a great nationalist zeal by teaching Albanian
language and culture. As a priest, he came back to live in northern Albania
where he worked as a teacher and collected folk material about the
mountainous tribes, such as traditional songs and dances, fairy tales, myths
and legends. Gjecovi took an active role in the uprisings of Kurbin in 1906
and his nationalistic activities placed him in dangerous position with Serbs,
who considered him as an enemy. Gjecovi’s political activities were in the
defense of Albanian people and the priest fought Serb nationalistic policies
addressed against Albanian population. As Dodaj noted, his commitment on
the behalf of Albanian culture can be noticed from his endorsement of
Kurbini’s local laws.39 After the end of the Balkan Wars in 1912-1913 when
Kosovo Vilayet was separated from Albania and given to Serbia, Gjecovi
was a priest in Zym, near Prizren. In 1929, after being threatened several
times by the Serbian police, Gjecovi was killed on his way back from
Prizren to Zym. Subsequently to his death, the Franciscan priests assembled
the remaining materials and published the code under his name in 1933.
Venerated as a martyr among his compatriots, Gjeçovi’s enormous
contribution in the transmission of the code and in the preservation of its
original content is considered as inestimable.
4. The Kanun During the Reign of King Zog
The Kanun didn’t restrict its relevance only to Ottoman times; the
influence of the ancient system of customary law was outstanding also
during King Zog’s rule and throughout the forty years of communist regime.
39
Paolo Dodaj, Codice di Lek Dukagjini ossia diritto consuetudinario delle montagne
d’Albania, Roma Reale Accademia d'Italia, Roma 1941, p. 7.
BAED 3/2, (2014), 77-95.
87
MİRJONA SADIKU
After the 1914–18 war, Albania was badly administrated, the connections
were inadequate and without a strong central state, the highland
communities persisted the self-ruling strategy. Hasluck explains that
immediately after the war, the communities were characterized by two main
components: the family and the tribe. Within this framework, the member of
the families were in close contact with each other; if an offense was made to
one of the components, then all the members considered themselves as
injured. As a consequence, the whole community might respond to the
offender. In case of murder, “eye for eye” logic took place; even though
sometimes happened that the conflict was solved by the payment of a certain
amount of money or by the exclusion of the guilty from the community.40
The monarchy was proclaimed on November 1928 with Ahmet
Zogu as king. The state establishment was funded on the statue of December
1928 and other complementary laws. A civil and criminal code, similar to
the western versions, was approved as well. The criminal code prohibited
blood feud and revenge killings. During the monarchic years, rule and order
progressed considerably and remarkable efforts were made to eradicate the
phenomenon of revenge killings. In the northern area, the clergy and priest
played a significant role in the reduction of the phenomenon by the
reconciliation of families involved in blood feuds. In addition to this, the
kingdom legislation considerably improved the safety of the citizens' life.
The implementation of the campaign against the weapons considerably
decreased of murders. Several policies were implemented in order to enforce
legal order and these efforts resulted also in a significant de-escalation of
revenge killings. King Zog managed to enlarge his control in remote areas
of Albania thanks to investments in infrastructure. New roads were built
during his rule; the infrastructural development helped not only to improve
communication but also to increment the abolition of banditry and blood
feuds. Intentioned on modernizing Albania, the King thought that the law
execution was a necessary condition to achieve development. Thus, he
managed to control revenge killings and outlawed the holding of weapons to
civilians. Only his Mati tribe41 and the inhabitants of Mirditë were allowed
keep arms. As Vickers noted, “by 1936 the prefect of the Mati valley told
one traveler that whereas he used to have at least one vendetta murder a
week in his valley, now the average was only one in six weeks”.42 According
40
Hasluck, op.cit., p. 381.
Mat is an area in the northern-central region of Albania.
42
Vickers, op.cit., p. 135.
41
88
BAED 3/2, (2014), 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN
CUSTOMARY LAW
to the research of Shala,43 throughout the five years of fascist occupation,
33% of 872 murders have been attributed to blood feud motivation.
However, the analysis shows a reduction of blood feud killings if compared
to the total number of general murders.
The decrease is explained on the basis of two historical
explanations: first of all it should be considered the harshness of the fascist
legislation that didn't leave any space for self-justice. Moreover, the efforts
made by Albanians in remaining united against the Fascist enemy and in
refraining from killing each other, produced concrete results. In order to
avoid the loss of other compatriots, Albanians rejected blood feuds and
resorted to reconciliation processes. As a consequence, the freed areas were
characterized by a limited number of murders while in the territories
occupied by the enemy revenge killings remained widespread and they were
frequently incited by the invaders. Elezi observes the inclination of the
national liberation councils towards blood reconciliation, “in the resolution
of Peze’s Conference, 16 September 1942, the national councils were
required to fight the crimes and to mediate blood feuds, especially as long as
the occupier is in our country”, while the councils’ statute of 1943 reports
that “the national liberation councils are entitled to fight against revenge
killings”.44 The author concludes that the anti-blood feud strategy
throughout fascist occupation significantly reduced revenge killings; in 1944
there were only 745 murders for revenge across Albania.46
5. The Kanun Under the Communist Rule
With the communist seizure of power various changes were
implemented in the legislative field. The party of Enver Hoxha prohibited
the practice of the Kanun. During the communist period (1944–1991) the
number of killings for revenge was reduced evidently, thanks to the
implementation of policies and the impact of laws against revenge killings
and general murders. The adoption of a new constitution, the establishment
43
Xhavit Shala, Blood Feuds and National Security, Albanian Center for National Security
Studies, 11 February 2003, available at http://www.acnss.com/ ang/st /pdf/2/
blood%20feud%20and%20national%20security.pdf, (Last accessed 31 October 2014).
44
Ismet Elezi, Vrasjet për hakmarrje e për gjakmarrje në Shqipëri, (Tiranë Qendra Shqiptare
për të Drejtat e Njeriut 2000), p. 53.
45
The data refer only to the murders senteced by the courts; while the number of undetected
killings remains unknown.
46
Ibidem, p. 54.
BAED 3/2, (2014), 77-95.
89
MİRJONA SADIKU
of public order throughout the whole territory, the economic development,
the higher levels of education and the application of death penalty to the
perpetrators of the murders, rapidly decreased the sphere of Kanun’s
influence.
Enver Hoxha defined blood feud as a legacy of feudalism and
officially outlawed the use of the Kanun. Tribal law was considered by the
regime as a huge obstacle to the creation of a real communist state. To fight
the backward customs, new schools were built in rural areas, energy was
provided to the population and order was established through strict
governmental policies. The communist party implemented a strong
propaganda aimed at eliminating the habits related to the customary law and
who referred to the Kanun as a code for the resolution of conflict, was
severely condemned. The communist leader considered the Kanun as “the
black spider of backwardness”47 and every action connected with it became
condemnable. In order to remove the social backwardness, the regime
improved the educational system in undeveloped areas and interned people
who followed Kanun’s norms, considering them as betrayers of the nation.
The communist regime tried also to reform marriage, a central topic
in the Kanun. Enver Hoxha transformed the rules related to the choice of the
partner. As a first step, he decreased the marriage ban among blood related
couples from seven generations to three. Moreover, he encouraged love
matches, by supporting young people in showing their emotions without
reserve. As De Waal wrote, “On the very rare occasion when a couple
married for love, or married in spite of fictive kinship ties, Enver Hoxha
would personally write them a letter of congratulations, praising those
involved for braking out of the bonds of backwardness.”48 A strong
propaganda against the Kanun related values was implemented during
communist time which harshly punished the Kanun’s practices. Hoxha
considered the code as a primitive set of laws and prohibited its use;
therefore the murders in the name of Kanun and in the preservation of the
honor were severely punished. If somebody committed a murder and
explained it on Kanun basis, he would have been sentenced to death and his
family persecuted.
47
See Clarissa De Waal, Albania Today: A Portrait of Post-Communist Turbulence,
I.B.Tauris & Co Ltd., London 2005, p.73.
48
Ibidem, p. 81.
90
BAED 3/2, (2014), 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN
CUSTOMARY LAW
In 1967 Albania was proclaimed the first atheist nation of the world
and all faiths and traditions were outlawed. The same happened to the
customary law, which was banned and northern tribes eliminated.49 The
regime’s opposition towards blood feuds was reflected in the judicial
practices. Elezi reports about a Supreme Court decision of 20 May 1946
according to which “revenge, this antiquated custom damages our civilized
society (...) Individual are private justice are not allowed; only the state
exercises justice through its impartial courts”. According to another decision
of the court, “the anti-social habits such as revenge will be punished without
mercy.”50 The criminal codes of 1952 and 1977 envisaged death penalty for
the convicted and the deportation of families for the individuals involved in
blood feuds.
The communist fight against Kanun led to a significant decrease of
revenge killings. 872 general murders were accomplished in the period
1946-50; 17% of them (153 out of 872) have been classified as revenge
killings. As it can be noticed from table 1, 48% of the murders in the
considered years were concentrated in the city of Shkodër.
City
Revenge and blood feud killings
Tiranë
32
Vlorë
1
Shkodër
67
Korçë
13
Elbasan
19
Gjirokastër
3
Durrës
15
Berat
0
Total
153
Table 1: Geographical distribution of revenge and blood feud
49
Jana Arsovska, Social Confusion on the Road to Modernity: The Meaning of Violence and
Crime in Ethnic Albanian Context, (CERGE-EI GDN Project, June 2007), 235, available at
https://iweb.cergeei.cz/pdf/gdn/RRCVI_54_pap er_01.pdf, (Last accessed 31 October 2014).
50
Elezi, op.cit., p. 56.
BAED 3/2, (2014), 77-95.
91
MİRJONA SADIKU
killings51
Due to the communist state law enforcement, the number of revenge
murders significantly decreased throughout the regime years. Shala reports
some data concerning the period.52 From 1951 to 1955, 13.5 % (37 out of
274 general murders) resulted as blood feud killings, 0.01% in the period
1956-60 (2 cases out of 180) and 0.018% refers to 1961-65 (3 murders out
of 161). From 1966 to 1982 blood feuds disappeared as phenomenon, while
few cases emerged again from 1983 as a consequence of the subsequent
economic decline.
Interval of Years
% of blood feuds compared to total
murders
1946-1950
17.5%
1951-1955
13.5%
1955-1960
1.1%
1961-1965
1.8%
Year
1983
5%
1984
0%
1985
0%
1986
0%
1987
8%
1988
0%
1989
8%
1990
10%
1991
18%
Table 2: Blood feud killings compared to general murders53
51
Ismet Elezi, Murders for blood feuds and revenge in Albania, Albanian Center of Human
Rights, Tiranë 2000, p. 55.
52
Shala, op.cit., p. 7.
53
Ibidem.
92
BAED 3/2, (2014), 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN
CUSTOMARY LAW
Conclusion
The purpose of the current analysis has been to explore the origin of
the Kanun, the Albanian code of customary law, and to analysis its impact
throughout different historical moments. Firstly the etymology and the
geographical collocation of the code in the northern area have been
explained, and then a review of its status during the Ottoman Empire
followed. Specific attention is paid to the application of the code in the
northern and mountainous areas, free from the Turkish intervention. The
contributions of the Albanian prince Lekë Dukagjini (1410-1481) in
collecting the oral circulation of the code, and of its first author, Shtjefën
Gjecovi in assembling the written codification of the Kanun norms have also
been included. Afterwards, the approach applied during the monarchic years
was explored. In an effort to modernize Albania, King Zogu implemented
several policies, aimed also at reducing blood feuds. The complete ban on
Kanun’s usage was established in communist times leading to a significant
decrease of revenge killings. Enver Hoxha highly condemned the customary
law, considering its application as an expression of backwardness. In
conclusion, the analysis shows the relevant influence of the code in the
construction of Albanian identity, considering its persistence throughout
centuries stemming from its role in the organization of tribal life.
BIBLIOGRAPHY
ARSOVSKA, Jana, Social Confusion on the Road to Modernity: The
Meaning of Violence and Crime in Ethnic Albanian Context, CERGE-EI
GDN Project, Prague 2007.
ÇAMAJ, Martin, “Foreward” in Shtjefën Gjeçov, The Code of Lekë
Dukagjini, Trans. by Leonard Fox, Gjonlekaj Publishing Company, New
York 1989.
ÇOBANI, Tonin, Princi i përfolur Lekë Dukagjini, Lisitan, Tiranë 2003.
COON, Stevens Carleton, The Mountains of Giants: A Racial and Cultural
Study of the North Albanian Mountain Ghegs. Papers of the Peabody
Museum of America Archeology and Ethnology, Harvard University, XXIII,
No.3, MA: Peabody Museum, Cambridge 1950.
BAED 3/2, (2014), 77-95.
93
MİRJONA SADIKU
DE WAAL, Clarissa, Albania Today: A Portrait of Post-Communist
Turbulence, I.B.Tauris & Co Ltd., London 2005.
DEDA, Voc, Thesare Dukagjinase, Camaj-Pipa, Shkodër 2004 .
DODAJ, Paolo, Codice di Lek Dukagjini ossia diritto consuetudinario delle
montagne d’Albania, Reale Accademia d'Italia, Roma 1941.
DURHAM, Mary Edith, High Albania, Edward Arnold, London 1909.
ELEZI, Ismet, Vrasjet për hakmarrje e për gjakmarrje në Shqipëri, Qendra
Shqiptare për të Drejtat e Njeriut, Tiranë 2000.
________, Murders for blood feuds and revenge in Albania, Albanian
Center of Human Rights, Tiranë 2000.
FISHTA, Gjergj, “Introduction” in Kanuni i Lekë Dukagjinit by Shtjefën
Gjeçovi, Kuvendi, Tiranë 2001.
Fjalor Enciklopedik Shqiptar Kristalina-KH, Albanian Academy of
Sciences, Tiranë 2008.
FOX, Leonard, The Code of Lekë Dukagjini, Gjonlekaj, Publishing
Company, New York 1989.
HASLUCK, Margaret, The Unwritten Law of Albania, Cambridge
University Press, Cambridge 1954.
HOTI, Buran, “Albanian opposition against the medieval kingdom of Serbia
and the laws in Zakonik of Stefan Dushani” in Kanun and the Law, Center
for Justice and Peace, Shkodër 1999.
KADARE, Ismail, Broken April, Vintage Classics, London 2003.
RESTA, Patrizia, Il Kanun di Lek Dukagjini: Le basi morali e giuridiche
della società Albanese, Besa editrice, Lecce 2000.
TARIFA, Fatos, “Of Time, Honor and Memory: Oral Law in Albania”, Oral
Tradition, Vol.23, No. 1, 2008, pp. 3-14.
94
BAED 3/2, (2014), 77-95.
THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN
CUSTOMARY LAW
VICKERS, Miranda, The Albanians: A Modern History, LB.Tauris & Co
Ltd., London 1999.
VILLARI, Salvatore, Le consuetudini giuridiche dell’Albania nel Kanun di
Lek Dukagjin, Società editrice del libro italiano, Roma 1941.
YAMAMOTO, Kazuhiko, The Ethical Structure of the Kanun and its
Cultural Implications, printed in the United States of America, 2005.
BAED 3/2, (2014), 77-95.
95
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014,
ss. 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA
TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
Ahmet SERDAR
ÖZET
Batı Trakya Türk Azınlığının tüm hakları uluslararası antlaşmalarla garanti
altına alınmış olmasına rağmen uygulamada azınlık aleyhine çeşitli politikalar
yürütülmektedir. Bu çalışmada tarihsel süreç içerisinde azınlık aleyhine uygulanan
iskân ve mülkiyet politikaları neticesinde bölgedeki Türk varlığının toplam nüfus
içindeki payının %67’den %33’e, işlenebilir arazide Türk Azınlığı payının %84’ten
%18’e (yaklaşık olarak) gerilemesine değinilmektedir. Nüfusun yaklaşık %80’inin
tek geçim kaynağının toprak olduğu dikkate alındığında mülkiyet değişiminin çok
ciddi ekonomik sonuçları olduğu açıktır. Bölge insanı uzun yıllar boyunca çeşitli
uygulamalarla topraksızlaştırılmıştır. Bu durum aynı coğrafyada yaşayan, aynı ülke
vatandaşı iki farkı toplumun çok farklı refah seviyelerinde olma sonucunu
doğurmuştur. Bununla birlikte bölgenin gelişmesine önemli katkılar sağlayan AB
bölgesel fon uygulamalarından azınlığın yeterince faydalanmadığı ortaya
çıkmaktadır. Siyasi sorunların devam etmesine karşın iktisadi sorunların bugün
itibariyle mikro bazda büyük ölçüde azınlığa özgü olmaktan çıktığı söylenebilir.
Ancak yüzyılda yaratılan, Yunanlılara göre daha geride bırakılmış olmanın, on yılda
silinemeyeceğini bölgedeki Türk köylerine ve Türk mahallelerine bakarak görmek
mümkündür.
Anahtar Kelimeler: Yunanistan, Batı Trakya Türk Azınlığı, Ekonomi, Demografi.
ECONOMIC AND DEMOGRAPHIC DEVELOPMENT
OF THE WESTERN THRACE TURKS IN HISTORICAL
PROCESS
ABSTRACT
All rights of the Western Thrace Turkish Minority are guaranteed by
international treaties. However, in practice several discriminative policies were

Yrd. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, İpsala Meslek Yüksek Okulu, E-mektup:
[email protected].
97
AHMET SERDAR
applied against the minority. In this study, economic discrimination policies will be
examined. As a result of housing and property policies Turkish population has
decreased from 67% to 33% within the region. Land ownership decreased from
84% to 18 % (approximately). The only source of livelihood for 80% of the Turkish
Population is agriculture. This land manipulation has serious results. People in the
region were subjected to negative discrimination and lost their lands due to several
reasons. This situation created different welfare standards among same citizens in
the region who are members of different communities. Additionally, Minority didn’t
sufficiently benefit from EU regional funding applications, which provides
important contributions to the development of the region. Despite the continuation
of political problems, today we can say that economic problems of the Minority, in
micro base, are common with the majority Greeks. They are not peculiar to Turkish
Minority. But if we look at the Turkish Villages and Turkish Districts in the region;
it is obvious that, the state of being more underdeveloped than the Greek inhabited
places, which has been created in a century, cannot be eliminated in a decade.
Keywords: Greece, Western Thrace Turkish Minority, Economy, Demography.
Giriş
Yunanistan’ın ekonomik ve siyasal tarihi irdelenecek olursa
Osmanlı’dan bağımsızlığını kazandığı 1821 yılından Avrupa Ekonomik
Topluluğu AET’ye (bugünkü AB) tam üye olduğu 1981 yılına kadar
“Yunan İktisadî Mucizesi”1 gibi istisnai dönemler hariç gerek ekonomik
gerekse siyasal anlamda istikrarın süregeldiğini söylemek güçtür. I. Dünya
Savaşı, Anadolu Hezimeti (Megali Katastrofi), II. Dünya Savaşı, Alman
İşgali, Bulgar İşgali, İtalyan İşgali, İç Savaş gibi olaylar ülkede ekonomik
kalkınmayı geciktirmiş, AET şemsiyesi altına girene kadar ülke bir refah
ülkesi görüntüsü sergileyememiştir.
II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan iç savaşta 150 binden fazla insan
hayatını kaybetmiş 100 bin civarında insan kaybolmuş veya Demirperde
Ülkelerine sığınmıştır.2 II. Dünya Savaşı sonrası uygulamaya konan Truman
Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde yapılan yardımlarla Avrupa
1
1950-1973 döneminde Yunanistan GSMH’sı yıllık ortalama %7 büyümüştür. Bu oran sözü
edilen dönemde Japonya’dan sonra Yunanistan’ı Dünya genelinde en çok büyüyen ülke
konumuna yükseltmekte ve “Greek Economic Miracle” olarak anılmaktadır. Ancak
ekonomik büyüme refah artışı olarak ülkeye yansımamış, Albaylar Cuntasının da etkisiyle
sosyal adalet, gelir bölüşümü ve haklar konusunda ciddi aksaklıklar yaşanmıştır.
2
Mihri Belli, Yunan İç Savaşından Gerilla Anıları, Belge Yayınları, İstanbul 1998, s.163.
98
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
Ekonomilerinde kısmi bir toparlanma göze çarpsa da Yunanistan’a yapılan
yardıma rağmen iç savaş ortamında kayda değer bir toparlanma
görülememiş siyasal çalkantılar devam etmiştir. Böyle bir ortamda Türkiye
ile birlikte başlayan AET (AB) maratonu çok hızlı ilerlemiş 1967-1974
yıllarında yaşanan Albaylar Cuntasına rağmen 12 Haziran 1975’te
Yunanistan birliğe tam üyelik başvurusunda bulunabilmiştir. Bu başvuru
üzerine AET Komisyonu konuyla ilgili bir rapor hazırlar. Raporun
yayınlandığı tarihte Yunanistan’da cuntanın devrilip demokrasiye
geçilmesinin üstünden sadece onsekiz aylık bir süre geçmiştir. Raporda,
Yunanistan’ın ekonomik sıkıntılardan dolayı AT’ye katılımının uygun
olmayacağı ifade edilmektedir. Ancak raporun devamında: “Ortaklık
anlaşmasıyla topluluğun güttüğü amaçlardan biri, Yunanistan’ın demokratik
bir hükümet biçimine yeniden kavuşması olduğuna göre, hiç kuşkusuz
Topluluk bugün Yunanistan’ın üyelik talebine olumlu cevap vermelidir”
görüşü yer almıştır.3
Yunanistan ne II. Dünya Savaşı döneminde ne de sonrasında Batı
Avrupa devletleri gibi zengin bir ülke olamamıştır. Sanayileşme adına kayda
değer gelişmelerden yoksun kalmıştır. II. Dünya Savaşının ve İç Savaşın
etkileri hayatın her alanında uzun yıllar boyunca kendini göstermiştir. Savaş
sonrası dünya genelinde yaygın olarak uygulama alanı bulan Keynezyen
İktisat Politikalar Yunanistan ekonomisinde tam olarak uygulanamamıştır.
Ülkede sınaî bir altyapının imarı hedeflenmektedir.4 Ancak o altyapı
Yunanistan’da hiçbir zaman imar edilememiştir. 1981 yılında Yunanistan
AB’ye tam üye olabilmiştir. Avrupa Bölgesel Politika uygulamalarının her
açıdan Yunanistan’ın çehresini değiştirdiği aşikârdır. Yunanistan ulaşımdan
çevreye, altyapı hizmetlerinden eğitime kalkınmasını büyük ölçüde yapısal
fon uygulamalarına borçludur.5
Ülke ekonomisini önemli ölçüde tarım ve hizmet sektörünün
sırtladığı Yunanistan’da turizm en önemli döviz kaynağı olarak
görülmektedir. Bir tarım ülkesi olan Yunanistan’ın GSMH’si içerisinde AB
3
Onur Öymen, “Türkiye’nin Gücü, 21.yy.da Türkiye Avrupa ve Dünya”, Doğan Kitapçılık 3.
Baskı, İstanbul 1999, s. 54
4
Nicos Mouzelis, George Pagoulatos, “Civil Society and Citizenship in Postwar Greece”,
Citizenship and the Nation-State in Greece and Turkey, Taylor & Francis Group, Oxford
2004, s.89.
5
Ahmet Serdar, AB Üyeliğinin Yunanistan Ekonomisine Etkileri ve Türkiye’nin Üyeliği
Bakımından Bir Değerlendirme, U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Şahin, Bursa 2008, s. 156.
BAED 3/2, (2014), 97-126.
99
AHMET SERDAR
üyeliği boyunca tarım sektörünün payı gittikçe azalan bir seyir izler.
Üyeliğin ilk yılı 1981 yılında GSMH’nın %17’si tarım sektöründen
oluşmaktaydı bu oran 2004 yılında %6,6’ya düşmüştür.6 Batı Trakya
Bölgesi ise ülke içerisinde daha fazla tarımsal özellik gösteren bir bölge
niteliğindedir. Batı Trakya Bölgesinde yaşayan Türk azınlık tarımsal
faaliyeti üstlenmekte, daha çok emek yoğun üretim teknikleri gerektiren
tütün üretimi Batı Trakya Türk Halkının yarıya yakının doğrudan geçim
kaynağını oluşturmaktadır. İşlenmesinde geniş arazilere modern tarımsal
ekipmana ihtiyaç duyulan katma değeri yüksek ama daha zahmetsiz üretilen
pamuk, mısır, ayçiçeği gibi tarımsal sınai ürünler daha çok bölgenin Yunanlı
Rençperi tarafından üretilmektedir. Geniş araziler ve büyük tarımsal
işletmeler bölgenin Yunan kökenli tarım kesimi tarafından sahiplenilmiş ve
işletilmektedir. Uzun yıllar uygulanan devlet politikasının bir sonucu olarak
mülkiyet el değiştirmiştir. Bu çalışmanın da asıl amacını kapsayan mülkiyet
değişimi neticesinde bölgenin en eski sahibi Türk Azınlık fakirleşmiş,
yaşam standartları ve refah açısından bölgenin Gayrimüslim sakinleri ile
Müslüman sakinleri arasında uçurumlar ortaya çıkmıştır.
Yunanistan geneline bakıldığında uluslararası gemi taşımacılığının
da içinde olduğu hizmetler sektörü ve turizm ekonomiyi sırtlamaktadırlar.
Dış ticaret hacmi AB üyeliğinin de etkisiyle sürekli bir artış izler. Ancak dış
ticaret açığı (ihracat ithalat arasındaki negatif fark) giderek yükselmektedir. 7
Sanayinin cılız oluşu birçok konuda ülkeyi dışa bağımlı hale getirirken gelir
artışı tüketim talebini tetiklemekte bu da ithalatı arttırmaktadır. Yapısal
fonların hedeflerinden biri istihdam olmasına rağmen Yunanistan’da işsizlik
üyelik süresince AB ortalamasının üzerinde seyretmiştir.8 Batı Trakya
açısından istihdam konusu ele alındığında bölgenin tarımsal yapısı
mevsimlik işsizlik ve gizli işsizlik sorunlarını ortaya çıkarır. Üretim ve
istihdam konusunda sıkıntılara rağmen üyeliğin ülke ekonomisine etkileri
pozitiftir. Ancak Para Birliğine dâhil olmakla Yunanistan para politikası
uygulamalarını bir üst otoriteye devretmiştir. AB'de Ekonomik ve Parasal
Birliğin ana taşıyıcısı Avrupa Merkez Bankasının güdümünde çalışan
Avrupa Merkez Bankaları Sistemidir. Bu sistem topluluğun para politikasını
belirler ve yürütür.9 Ülkenin ihtiyaçlarına göre oluşturulabilecek müstakil
ekonomi politikalarının manevra alanı daraltılmış, kur, faiz ve enflasyon
6
Serdar, a.g.t., s.89.
Serdar, a.g.t., s.127.
8
Serdar, a.g.t., s.153.
9
İbrahim S. Canbolat, AB ve Türkiye, Uluslarüstü Bir Sistemle Ortaklık, 4. Baskı, Alfa
Aktüel Yayınları, Bursa 2006, s. 283.
7
100
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
gibi parametreler Avrupa Merkez Bankasının inisiyatifinde serbest piyasa
mekanizmasına bırakılmıştır. Yakınlaştırma politikalarının olumlu
sonuçlarına rağmen Kuzey ve Güney Avrupa arasındaki iktisadi verimlilik
farkı Yunanistan'da daha belirgin ortaya çıkar. Bu yüzden gelişmekte olan
bir ülkenin 2002 yılında sanayileşmiş AB ülkelerinin para birliğine dâhil
olması birçok iktisatçı tarafından bir hata olarak değerlendirilir.
AB üyeliğinin Batı Trakya açısından da önemli katkılar sağladığı
kuşkusuzdur. Ancak azınlık üyeleri çoğunluk yerleşiklerle aynı oranda AB
nimetlerinden faydalanamamışlardır. Bu konu çalışmanın toprak
mülkiyetinin azınlık aleyhine değişmesinden sonra ikinci sorunsalını
oluşturur. Para Birliği ülke genelini olduğu gibi Batı Trakya bölgesini de
olumsuz etkilemiş. Yapılan fiyat ayarlamaları dar ve sabit gelirli azınlık
insanın ekonomik sıkıntı içerisine sokmuştur.
2008 yılında ABD’den Avrupa’ya yayılan ekonomik kriz başta
Yunanistan olmak üzere tüm Avrupa’yı etkisi altına alırken Yunanistan’ın
yaşadığı tahribat çok derindir. Hâlbuki ABD ve Avrupa'yı kasıp kavuran
1929 krizinden Yunanistan diğer Avrupa ülkelerine göre görece daha az
etkilenmişti.10 Batı Trakya açısından da krizin etkileri çok derindir. Bu
çalışmada etraflıca bahsedilen Türk Azınlığın dar gelirli yapısı, krize çare
olarak alınan maliye politikası önlemleriyle Türk Toplumunu ekonomik
açıdan dar bir boğaza sokmuştur.
1. Yunanistan Ekonomisi İçerisinde Batı Trakya’nın Yeri
Yunanistan’daki bölgeler arası gelişmişlik farkı gelişmekte olan
ülkelerde olduğu gibi çok çarpıcı olmasa da yakın geçmişe kadar (1990’lı
yılların başına kadar) Batı Trakya için “Yunanistan’ın gelişmemiş bölgesi”
tabirini kullanmak çok da yanlış olmazdı. Türklerin yoğun olarak yaşadığı
yerlerde, Türk köylerinde ve Türk mahallelerinde bu durum hala çok açık
bir şekilde göze çarpmaktadır. Bölge tütün, pamuk ve tahıl gibi tarımsal
malların kaynağı olarak görülmektedir. Batı Trakya, Yunanistan genelinde
emeğin ucuz olduğu bölgelerin başında geliyordu; 1950’li ve 60’lı yıllarda
Epirus ile kişi başına düşen millî gelir sıralamasında alt sıraları
paylaşıyordu.
10
Kostas Kostis, “Oi Trapezes kai i Krisis”, Emboriki Trapeza Tis Ellados, Athina 1986, s.
20.
BAED 3/2, (2014), 97-126.
101
AHMET SERDAR
1.1. Batı Trakya’nın Demografik Yapısı
1990–2000 yıları arasında Yunanistan nüfusu yıllık ortalama %
0,4 oranında artarken11 2001 nüfus sayımına göre Batı Trakya nüfusu en
hızlı artan bölgelerin başında gelmiştir. 2011 yılında yapılan adrese
dayalı nüfus sayımında ise Yunanistan nüfusunda bir azalma göze
çarparken Batı Trakya bölgesinde kayda değer bir değişiklik olmadığı
görülmektedir. Ancak bölgedeki Türk nüfusunun tam sayısını belirlemek
bu gün için imkânsızdır. Bu konuda azınlık basınında da çelişkili
ifadelere yer verilmektedir.12 Türkiye’de Yunan pasaportu taşıyan
Türkleri, Avrupa ülkelerinde bulunan Batı Trakyalıları hesaba katmazsak
Batı Trakya Türk nüfusu 120 bin civarındadır. Ülkeler arasında
parçalanmış aileler oldukça fazladır. Sadece Almanya’da 20 binden fazla
Batı Trakya Türkü yaşamaktadır.13 İngiltere, Hollanda, Fransa gibi diğer
Avrupa ülkelerindeki Batı Trakyalılar göz önünde bulundurulduğunda
Yunanistan dışındaki Avrupa ülkelerinde yaşayan Batı Trakyalı sayısı 25
bini aşmaktadır. Türkiye’de yaşayan Batı Trakyalıların vatandaşlık
bilgileri de oldukça karmaşıktır. Türkiye’de ikamet edenlerin bazıları
Türk vatandaşı olmuş bazıları ise 30 yılı aşkın Türkiye’de ikamet edip iş
güç sahibi, vergi mükellefi oldukları halde Yunan vatandaşıdırlar. Aileler
içinde dahi biri Türk diğeri Yunan vatandaşı, çocukların çifte uyruklu
veya ebeveynlerinden birinin uyruğunu taşıdığı durumlar çoktur.
1.2. Batı Trakya Nüfusunun Tarihsel Gelişimi
Tablo 1’deki Batı Trakya’daki nüfus dağılımı ile ilgili veriler:
1901 Edirne Yıllığına, İsmet Paşa’nın Lozan Barış Konferansı’nın 23
Kasım 1922 tarihli oturumuna sunduğu 1914 yılına ait istatistiklere,14
11
Statistical profile of Greece from the World Bank’s “World Devlopment Report”,
http://data.worldbank.org/country/greece, (E.T.: 07.15.2007).
12
1951 yılından sonraki nüfus sayımı sonuçlarında azınlık nüfusu ile ilgili veriler
açıklanmadığından net rakamı tespit etmek güçtür. Konuyla ilgili resmi olmayan kaynaklar
mevcuttur. Azınlığın büyük bölümünün Türkiye ve Avrupa ülkelerinde parçalanmış
ailelilerden oluşması Türkiye ve farklı ülke vatandaşlarıyla evlilikler nüfusla ilgili tahminleri
de güçleştirmektedir. Ancak bu gün için Batı Trakya’da Türk nüfusun 80-90 yıldır bölgenin
toplam nüfusu içerisinde aynı oranlarda seyrettiğini söylemek mümkündür.
13
Cafer Alioğlu, Batı Trakya Davası’nın Avrupa Cephesi, İnal Ofset, İstanbul 1998, s. 8.
14
Ahmet Serdar, Batı Trakya Türklerinin Ekonomik Durumu ve Sorunları, U.Ü. Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Şahin,
Bursa 2002, s.19.
102
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
1928 ve 1951 nüfus sayımı sonuçlarına15, 1991 yılına ait Azınlık nüfusu
eski başbakan K. Miçotakis’in beyanına16, 2001ve 2011 yılına ait
Yunanistan ve Batı Trakya nüfusu ise nüfus sayımı sonuçlarına
dayanmaktadır.17
TABLO 1: Batı Trakya’nın Nüfusu
Yıllar
Yunanistan
B. Trakya
1901
1914
1928
1951
1991
2001
2011
6204684
7632801
10259500
10623835
10787690
261767
191699
303171
336954
338000
361571
371210
Türk/
Müslüman
B. Trakya
161975
129120
102561
105092
110000
119500
122500
%
67
67
33
31
33
33
33
Yunan/
Gayrimüslim
B.Trakya
70425
33910
183248
217881
228000
235000
248710
%
27
18
60
65
67
67
67
1901 ve 1914 yıllarında, bölgenin toplam nüfusu ile Türk ve
Yunan nüfuslarının toplamı arsındaki fark, Bulgar, Ermeni ve Yahudi
asıllı nüfusların dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır. 2001 ve
2011 yılına ait Türk nüfusu ise 1/3 oranına göre tahmini olarak
hesaplanmıştır. 1951 sayımından sonra Batı Trakya’daki Türk nüfus
açıklanmamaktadır.18 Türk asıllı nüfusun ülke nüfusu içindeki payına
bakacak olursak aşağıdaki tablo ortaya çıkar.
15
Serdar, a.g.t., s.20.
Aydın Ömeroğlu, Batı Trakya Türklerinin Bölge Ekonomisindeki Yeri ve Geleceği, Diyalog
Yayınları, İstanbul 1998, s.37.
17
Greece Statistical Authority, “Grece in Figures 2012”, s. 4, www.statistics.gr,
(10.10.2014).
18
Resmi otorite asimilasyon politikasının bir gereği olarak etnik köken, din, dil gibi unsurları
nüfus sayımlarında kayıt etmemekte, kaydetse bile ilan etmemektedir.
16
BAED 3/2, (2014), 97-126.
103
AHMET SERDAR
TABLO 2: 1928-20011 Yılları arasında Yunanistan Nüfusu içerisinde
Türk nüfusun oranı
Yıllar
1928
1951
1991
2001
2011
%
1,65
1,37
1,10
1,12
1,14
(Tablo1’deki verilerin analizinden)
1914 yılında bölgede Türk nüfusun toplam nüfus içindeki oranı
%67 iken kısa bir sürede oran %33’e düşmüştür. Bunun en önemli
nedeni 1923’ten 1930’a kadar bölgeye olan göçlerdir.19 Türkiye’den göç
eden Pontuslar ile Marmara ve Doğu Trakya Rumları bölgeye
yerleştirilmiştir. Bunlar ilk baştan göçmen statüsünde olsalar da 1930’da
Ankara’da imzalanan Türk-Yunan Hükümetleri Dostluk, Bitaraftık ve
Uzlaşma Antlaşmasıyla göçmenler Batı Trakya’ya kalıcı olarak yerleşme
hakkı kazanmışlardır.20
Tablo 1’de 1914 yılına ait Türk nüfusun oranı %67 olarak
gösterilmiştir. Lozan Konferansında Türk Temsilci heyetinin oturuma
sunduğu rakam da budur. Ancak 1922 tarihinde yayınlanan “Garbi
Trakya Tamamen Türk’tür” isimli bir makalede geçen bir ifade aynen
şöyledir. “Nüfus-ü umumiyenin %76’sı Müslüman Türk’tür.”21 Görülen
odur ki Batı Trakya’nın Türk nüfusu ile ilgili çelişkili veriler çok eskiye
dayanmaktadır. Bunun en önemli nedeni kuşkusuz Lozan sonrası Batı
19
Lozan Antlaşmasını müteakip Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi kapsamında
Türkiye’de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada’da oturan Rumlar, Yunanistan’da
ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardır. Mübadelede Drama, Girit,
Kavala, Selanik, Vodina ve Yanya’dan Türkiye’ye gelen nüfus daha çok Doğu Trakya ve
Batı Anadolu’da Rum azınlığın ayrılışı ile boşalan yerlere iskan edilmişlerdir. Değişimin çok
büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda olayda
1930 İnönü-Venizelos sözleşmesine dek zorunlu göç uygulamasına devam edilmiştir.
Zorunlu göç gerek Türk, gerek Yunan ekonomisinde yaklaşık 20 yıl süren bir tahribata yol
açmıştır.
20
Ümit Kurtuluş, Batı Trakya’nın Dünü, Bu Günü, Nadir Kitap ve Eserler, Ankara 1979,
s.121.
21
“Tarihten Bir Yaprak”, Batı Trakya’nın Sesi, 9 Aralık 1922 tarihli Vakit Gazetesinden
alıntı, Sayı 1, Kasım-Aralık 1987, İstanbul.
104
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
Trakya sınırlarının Lozan öncesine göre çok daha dar bir alanı
kapsamasıdır.
1.3. Nüfus Dağılımının Bu Günkü Durumu
TABLO 3: Lozan Konferansı’na Sunulan Batı Trakya Nüfusu
İller
Gümülcine
Dedeağaç
Sofulu
İskeçe
TOPLAM
Türk
59967
11744
14736
42671
129118
Rum
8834
4800
11542
8728
33910
Bulgar
9997
10227
5490
552
26266
Yahudi
1007
253
220
1480
Ermeni
360
449
114
923
191697
Kaynak: Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Seha, L. Meray (Çeviren),
Cilt I, Kitap 1, Ankara 1969, s.54-60.
Batı Trakya nüfusunun geçmişteki coğrafi dağılımını gösteren en
detaylı belge, Türk Temsilci Heyetince Lozan Konferansı’na sunulmuş
olan istatistiklerdir. Tablo 3’de görüldüğü gibi Müttefikler arası Batı
Trakya 4 ilden oluşmaktadır. (Sofulu bu gün Dedeağaç sınırları içinde
kalan bir ilçedir.)
2001 yılı nüfus sayımının resmi sonuçlarına göre Batı Trakya
nüfusu 361571’dir.22 1951 yılından sonraki nüfus sayımı sonuçlarında
azınlık nüfusu ile ilgili veriler açıklanmadığından bu konuyla ilgili resmi
olmayan kaynaklar mevcuttur. Bunlar arasında güvenilir sayılabilecek bir
kaynak da Zolota, Agellopulos, Pesmazoglu gibi bilim adamlarından
oluşan akademik kurul tarafından hazırlanmış ve 1995 yılında kitap
olarak yayınlanmış çalışmadır.23 Kitapta azınlık nüfusunun üç ildeki
dağılımı hakkında şu yüzdeler açıklanmıştır.
Dedeağaç
İskeçe
Gümülcine
%5,5
%43
%55
22
Serdar, a.g.t., 24. (25 Aralık 2001 tarihli Gündem Gazetesi sayı: 250).
H Aνάπτυξη της Θράκης: Προκλήσεις και προοπτικές, Ks. Zolotas, A. Aggelopoulos and I.
Pesmazoglou (eds.), National Academy of Athens, Centre for the Study of Greek Society,
Athens 1995.
23
BAED 3/2, (2014), 97-126.
105
AHMET SERDAR
1991 nüfus sayımı sonuçlarına dayandırılan bu yüzdelerin 2001
ve 2011 nüfus sayımında pek değişmediği söylenebilir. Bu yüzdeler ilgili
illerin nüfus sayımı sonuçları ile çarpıldığında, Türk asıllı nüfusun
illerdeki dağılımı ortaya çıkacaktır. Ancak çeşitli kaynaklarda İskeçe’de
Türk nüfusun oranı %45 olarak verilmiştir. Biz de analizimizde %45
olarak alacağız, ayrıca Gümülcine’de oran bazı kaynaklarda %55 bazı
kaynaklarda ise %60 olarak verilmektedir. Biz ikisinin ortalaması %57,5
olarak alacağız. Buna göre %80’nin köylerde, %20’sinin ise şehirlerde
oturduğu tahmin edilen Batı Trakya Türk nüfusu son sayımda 122.500
olarak hesap edilebilir.
1.4. 1923’ten Bugüne Toprak Mülkiyeti
Batı Trakya’daki toprak mülkiyetinin Batı Trakya’nın bu günkü
sınırları çizilmeden ne durumda olduğunu gösteren eski yazılara
rastlamak mümkündür. 9 Aralık 1922 Vakit gazetesinde yayınlanan yazı
olduğu gibi aktarılmıştır. Ancak o günkü Batı Trakya Rodop Dağları’nın
kuzeyini yani bu gün Bulgaristan topraklarında kalan bölge ile
Makedonya’nın da bir kısmını kapsamaktadır.24 Bu belgeye göre:
“1. Garbî Trakya arazisinin %84’ü Müslüman Türklere %5’i
Rumlara %10’u Bulgarlara, %1’i anasır-ı saireye ait bulunmaktadır.
2. Garbî Trakya’da 236 çiftlik mevcuttur. Bunlardan 218’i Müslüman
Türklere, 15’i Rumlara, 3’ü Bulgarlara aittir. Muhtelitan meskun
şehir ve köylerin dörtte üçünde Türkler ekseriyet-i kahire teşkil
ederler.
3. Garbî Trakya’da emlakin %86’sı Müslüman Türklerin olup %6’sı
Rumlara, %7’si Bulgarlara ve %1’i anasır-ı saireye aittir. Emval-i
menkulenin de %86’sı Türklerin olup, %6’sı Rumların, %8’i
Bulgarların, %1’i ansır-ı sairenin malıdır. Hayvanatın ve âlât-ı
ziraiyenin %86’sı Türklere, %6’sı Rumlara, %8’i Bulgarlara aittir.
4. Garbî Trakya’da mevcut hars ve medeniyet Müslüman Türklere
aittir. Bugünün garbî Trakya’sı altı asırlık Osmanlı toprağıdır.
Yollar, şoşeler, köprüler, kanallar, kışlalar, köyler, şehirler hep
çiftlikler velhasıl mevcud asa-ı ümran kamilen bu zamana aittir.
Bütün imaret bu altı asrın mahsulüdür. Asarı salifeden harap kalan
duvarlarında ve birer toprak yığını olan başka bir şeye tesadüf
edilmez”.
24
“Tarihten Bir Yaprak”, a.g.m..
106
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
Bu belgeden de anlaşılacağı üzere toprak mülkiyeti çoğunlukla
Türklerin elinde bulunmakta, zirai üretim dolaysıyla ekonomik güç de
Türklerin elinde bulunmaktaydı. Şehirlerde oturan Türk nüfusun da
önemli bir kısmı tarımla en çok da tütüncülükle geçimlerini
sağlamaktaydı. 1923 yılında toprak mülkiyeti ile ilgili oranlar Lozan
Barış Konferansı Tutanaklarına da geçmiştir. Söz konusu tutanakta
“1920 yıllında işlenir arazinin %84’ü iyi bir çiftçi olan Türk asıllı
nüfusun elinde bulunuyordu” ifadesi yer almaktadır.25
1923-1930 arası Batı Trakya’ya olan göç hareketlerinden
yukarıda bahsedildi. Bu dönemde ülkeye yığılan bir buçuk milyon
mültecinin bir kısmı Batı Trakya’ya yerleştirilmiştir. Bu mültecilerin
yerleştirilme sorunu toprak reformu kanununu tekrar gündeme getirdi.
3473/1923 sayılı “Topraksız Köylüyü Topraklandırma Kanunu”
çerçevesinde zorunlu veya gönüllü olarak Türk asıllı nüfusun elinden
alınan araziler mültecilere dağıtıldı.26
1.4.1. Toprak Mülkiyetinde Bugünkü Durum
Günümüzde Türk asıllı nüfusun sahip olduğu toprağın miktarıyla
ilgili herhangi bir resmi belge bulunmasa da daha önce adı geçen
Zolotas, Aggelopoulos ve Pesmazoglou’dan oluşan kurul raporunda
İskeçe ve Gümülcine illerinde Türk Asıllı nüfusun sahip olduğu toprak
miktarları hakkında oranlar verilmiştir. Türkler yoğun olarak bu iki il
sınırları içinde yaşadığı için söz konusu raporda Dedeağaç’taki Türklerin
toprakları dikkate alınmamıştır. Buna göre; İskeçe’deki arazilerin %71’i
Yunanlılara, % 29’u Türklere Gümülcine’deki arazilerin %53,5’i
Yunanlılara, %46,5’i Türklere aittir.27
Bu verilere göre Türklerin yoğun olarak yaşadıkları iki ilde
ortalama toprağın %35’ine sahiptirler. Dedeağaç il sınırları içerisinde
Türklere ait toprak miktarı çok azalmıştır. %0,3 ila %0,5 arasında olduğu
tahmin edilmektedir. Bu yüzdeleri ilgili illerin toplam tarımsal arazi
miktarları ile çarptığımızda yaklaşık olarak Türk ve Yunan nüfusun
elindeki işlenir arazilerin miktarı ortaya çıkacaktır.
25
Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Cilt 1, s. 66.
Ömeroğlu, a.g.e., s. 56.
27
Serdar, a.g.t., s. 24.
26
BAED 3/2, (2014), 97-126.
107
AHMET SERDAR
TABLO 4: İşlenir Arazi Mülkiyetinin Dağılımı (dönüm olarak)
BÖLGE
A.T.
Y.M.
%
T.M.
%
Dedeağaç
1686872
1681872
99,5
8434
0,5
İskeçe
481073
341562
71
139511
29
Gümülcine
870430
465680
53,5
404750
46,5
TOPLAM
3038375
2489124
82
552695
18
A.T. Arazi Toplamı
Y.M. Yunan Mülkü
T.M. Türk Mülkü
Kaynak: Tablo 4’teki veriler bazı düzenlemelerle A.
Ömeroğlu’nun Batı Trakya Türklerinin Bölge Ekonomisindeki
Yeri ve Önemi adlı eserinden aktarılmıştır (s. 57).
Doksan yıldan kısa bir süre önce toprağın %84’üne sahip olan
Türk azınlık doksan yıl sonra toprağın % 82’sinin sahibi değildir.
1.4.2.
Nedenleri
Mülkiyetin
Yunanlıların
Lehine
Değişmesinin
Azınlığın %80’e yakını toprağa bağımlıdır. Ekonomik gücünü
topraktan alan bir toplumun nüfusunda çok önemli düşüşler olmazken,
sahip olduğu toprağın toplama göre oranında çok sert düşüşler olmuştur.
Dedeağaç’ı dikkate almasak bile Türkler sahip oldukları toprakların çok
önemli bir kısmını yitirmişlerdir. Bu el değiştirme nedenlerini dört başlık
altında toplamak mümkündür.
1.4.2.1. Azınlık Mülkünün Satın Alınmasının Özendirilmesi
Yunanistan Merkez Bankası ile Yunanistan Ziraat Bankası
arasında 22 Kasım 1966 tarihinde bir antlaşma imzalanmıştır. Bu
antlaşmaya göre “Trakya Müslümanlarına ait arazileri, zirai yapıları,
Yunan vatandaşı ve Hıristiyan dinine mensup Elenlerin satın almaları
özendirilmektedir. Hıristiyan bir Yunan yurttaşının bir Türk asıllıdan
alacağı arazi için ödeyeceği paranın tamamı kredi olarak verilecek,
108
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
intikal vergisi ve diğer harcamalar da kredi kapsamına alınacaktır. “Özel
Krediler” adı altında verilen bu kredilerin geri ödeme süresi 20 yıl
olacaktır. Antlaşmanın son maddesinde şöyle bir hüküm yer almaktadır.
“Bu kredilerin usulsüz kullanıldığının saptanması durumunda ilgili Ziraat
Bankası şubesi kredinin anında geri verilmesini isteyebilir.” Yani
kredinin Türk mülkü satın alınmasından başka bir iş için kullanılması
usulsüzlük durumudur.28
Söz konusu krediler eski Sovyet Cumhuriyetlerinden getirilen
Pontuslulara da kullandırılmıştır. Hatta AB (o günkü adıyla AT)
bütçesinden de Pontusluların iskânı için mali yardımlar çıkartılmıştır.29
Yerel basında, bu Rum asıllı Sovyet Yurttaşlarının iskanı için Avrupa
Konseyinin 50 milyon drahmi, AT'nin de 850 milyon drahmi yardımda
bulunma kararı aldıkları, AT’nin ayrıca 1993 yılına kadar toplam 6
milyon ECU yardımda bulunmayı vaat ettiği yazılmıştır. Bu durumda
Pontusluların da kolay krediyle desteklenmiş ek bir arazi talebi
yaratmaları beklenmiştir.30 Ayrıca söz konusu araziler için rayiç bedeller
üzerinde fiyatlar oluşmuştur. Bu durum makul koşullarda sağlanan
kredilerin arazi talebini arttırmasından kaynaklanmaktadır. Böylelikle
Türkler de arazilerini satmaları için teşvik edilmişlerdir. Bir dönem
Hıristiyan komşular Müslüman evlerini kapı kapı dolaşıp satılık arazi var
mı diye sormaya başlamışlardır.31
1.4.2.2. Kamulaştırmalar
Türk topraklarının elden çıkarılmasındaki en büyük rolü
kamulaştırmalar oynamaktadır. Tahminlere göre el değiştirmenin yarısı
bu şekilde gerçekleşmektedir.32 Kamulaştırmalar için kullanılan birinci
yasal dayanak topraksız çiftçi ve hayvan yetiştiricisinin yerleştirilmesi
için yapılan kamulaştırmaya ilişkin 2185/1952 sayı ve tarihli yasadır.
28
Baskın Oran, Türk Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Mülkiyeliler Birliği Yayınları,
Ankara 1992, s. 240.
29
Serdar, a.g.t., s. 24.
30
Oran, a.g.e., 238.
31
Babam öğretmenlik maaşının yetersizliği karşısında aile bütçesine katkı sağlamak amacıyla
o dönemde rahmetli dedemden kalan Gümülcine’nin Hasköy mevkiindeki tarlamızda kendi
çapında mısır ve ayçiçek gibi mamullerin üretimiyle meşgul oluyordu. Bölgenin Yunan
Köylerinden tarla komşumuzun evimize kadar gelip; “Vre Mustafa senin yapacağın iş değil
bu, sat tarlayı bana kurtul” dediğine bizzat şahit olmuşumdur.
32
Oran, a.g.e. s. 240.
BAED 3/2, (2014), 97-126.
109
AHMET SERDAR
Yasa sahibi tarafından işlenen arazinin 500 dönümden, sahibi tarafından
işletilmeyen arazinin de 250 dönümden fazlasının kamulaştırılmasını ve
mahkeme tarafından saptanan kamulaştırma bedelinin üçte birinin 20
senede itfa edilecek %6 faizli devlet bonosu biçiminde ödenmesini
öngörmektedir. Türk asıllı yurttaşlara ait büyük çiftlikler için bu yasa
geniş biçimde uygulanırken, topraksız azınlık üyelerine dağıtılan
topraktan pay ayrılmamıştır.33 Daha çok orta ve küçük ölçekte toprak
mülkiyetine sahip olan azınlık rençberi ve köylüsünü asıl ilgilendiren
kamulaştırmanın ikinci dayanağı, yani kamusal gereksinme nedeniyle
yapılan kamulaştırmalardır. İleri sürülen nedenler genellikle azınlık
topraklarında askeri tesis, sanayi sitesi veya üniversite kampüsü
yapılacak olmasıdır. Nitekim Gümülcine’nin Yahyabeyli, Vakıf,
Ambarköy ve Kafkas köylerinde 4000 dönümlük tarım alanı Mayıs
1978’de sanayi sitesi yapılmak üzere kamulaştırılmıştır.34 1985 yılına
kadar kamulaştırılan arazinin yarısına sanayi tesisi yapılmış atıl kalan
kısım köylülere açık arttırma usulü ile kiralanmıştır.35
Sözü edilen bu kamulaştırma faaliyetlerinden biri de Trakya
Dimokritos Üniversitesi Kampüsü için 3200 dönüm tarla Gümülcine kent
merkezinin bitişiğinde (kentin kuzeyinde) Yaka Bölgesinde
kamulaştırılmıştır.36 Yine aynı bölgede 4300 dönüm arazi de askeri bölge
için kamulaştırılmıştır. Dimokritos Üniversitesi için kamulaştırılan alan
büyük tartışmalara yol açmış, yapılan itirazlar kamulaştırmanın özünden
ziyade; Çorak topraklar üzerinde değil de sulak ve verimli topraklar
üzerinde yapılması, miktarlarının kamusal gereksinmeyi fazlasıyla
aşması, bir de kamulaştırma bedellerinin aşırı düşüklüğü üzerinedir.
Örneğin Dimokritos Üniversitesi kamulaştırılmasında, azınlık üyeleri
Rodop Valisine bölgenin topografik yapısına ilişkin planlar sunarak,
kamulaştırılan arazinin çok değerli ve verimli topraklardan oluştuğunu
belirtmiş, bunun yerine o kadar verimli olmayan, genelde yine Türklerin
topraklarından oluşan söz konusu bölgenin tam karşısına isabet eden
toprakların kamulaştırılmasını önermişlerdir. Yakınmalar arasında bu
toprakların dönümüne o zaman için 18000 drahmi ile 23000 drahmi
(2001 sonu 1€= 340,75 drh.) arasında değişen cüzi fiyatlar verildiğinin
yanı sıra, Yunanistan’ın en büyük yüksek öğretim kurumu olan Selanik
Aristotelio Üniversitesi’nin 640 dönümlük bir arazi üstüne kurulmuş
33
Oran, a.g.e., s. 241.
Oran, a.g.e., s. 241.
35
Serdar, a.g.t., s. 30.
36
Oran, a.g.e., s. 240.
34
110
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
bulunduğudur. (Dimokritos Üniversitesi için kamulaştırılan alanın 1/5’i
kadar).37
Yine Şapçı Bölgesi ve civar köylerinde 1984 yılında açık hava
hapishanesi yapılmak üzere 6000 dönümlük araziyi kamulaştırma
yönünde bir kararname çıkartılmıştır. 630 azınlık ailesini kapsayacak
olan bu kamulaştırmadan daha sonra vazgeçilmiştir.38 Tarlaların yanı sıra
vakıfların da kamulaştırmaya maruz kalması azınlığın daha çok tepkisini
çekmiştir. Aralık 1972’de Tabakhane Camii’nin yıkılması buna örnek
olarak gösterilebilir.39
1.4.2.3. Arazi Birleştirmesi (Anadazmos)
Türklerin sürekli arazi kaybetmesinin sebeplerinden biri de,
zamanla bölünüp ekonomik olmaktan çıkan arazilerin birleştirilip
yeniden dağıtılmasına ilişkin 821/1948 sayılı kanunun özel biçimde
uygulanmasıdır.40
Eski deyimiyle tevhid-i arazi denilen, Yunanca da ise
“Anadazmos” diye anılan bu uygulama, ilgili bölgedeki mülk
sahiplerinin yarıdan fazlasının dilekçe vermesi sonucu yapılmakta,
dağıtım sırasında da, toprağı alınan kişiye eski toprağına eş değer toprak
verilmektedir. Ancak 1974’ten sonra bu uygulamanın yeni biçim aldığı
ve valinin takdiriyle zorunlu hale geldiği görülmektedir. Bunun kanuni
dayanağı madde 2/2’nin b şıkkıdır. Buna göre “eğer sulama, kurutma ve
sel baskınlarından korunma gibi faaliyetler dağıtımı zorunlu kılarsa”
anadazmos zorunlu yapılabilecektir. Oysa azınlık basınına göre Batı
Trakya’da su baskını gibi doğal felaketler çok eski tarihlerden beri
yaşanmamaktadır.41
Anadazmos maksadıyla oluşturulan komisyonlarda bazı istisnalar
hariç azınlık üyesi Türk bulunmamıştır. Ayrıca çoğu zaman tebligat
37
Oran, a.g.e., s. 242.
Serdar, a.g.t., s. 31.
39
İlker Alp, “Batı Trakya Türkleri”, Atatürk Araştırma Merkezi ATAM Dergisi, Sayı: 33,
1995.
40
821/1948 sayılı kanunun 2. maddesinin 2. paragrafının B bendini dikkate alarak yapılan
zorunlu anadazmoz uygulamalarına örnek olarak: Rodop Valisi P. Foteas imzalı 19.5.1975
tarihli 48127 protokol numaralı karar verilebilir. Yunanistan Resmi Gazete no: 5578.
41
Halit Eren, Batı Trakya Türkleri, Rehber Yayınları, İstanbul 1997, s. 104.
38
BAED 3/2, (2014), 97-126.
111
AHMET SERDAR
yapılmadan komisyon gelmekte ve karar vermektedir. Türklere yeniden
dağıtılan araziler eskisine oranla daha kötü yerlerden verilmekte, en
önemlisi de eski toprağın sınıfı mutlaka düşük yazıldığından (Örneğin 1.
Sınıf yerine 3. Sınıf denilerek kayıtlara geçmekte toprak sahibi buna
itiraz edememektedir.) Yeniden dağıtımda verilen toprağın miktarı
önemli ölçüde daha düşük olmaktadır.42
1.4.2.4. Diğer Uygulamalar
Bunlardan başka zilyetliği tanımama, gibi yollarla da Türklerin
arazileri ellerinden alınmıştır. Türk köylüsünün zilyetliği mülkiyet
karinesi olamamaktadır. Tarlasına tecavüz edilen azınlık köylüsü, hemen
hemen daima haksız çıkmaktadır. Özellikle KKTC’nin ilanından sonra
bu vakalar artmıştır (1983 İlhanlı, 1987 Bekirli 1987 Gökçeler olayları).
Bir diğer uygulama ise Türk köylüsünün elinde tapu bulunması
durumunda bile tapunun tanınmaması veya yanlış yorumlanmasıdır.
Aslında Osmanlı Tapuları Yunanistan’da da yasal olarak geçerlidir.
Osmanlı İmparatorluğunda kişisel toprak mülkiyeti 1858 Arazi
Kanunnamesi ile kabul edilmiş, kanunnamenin “itirazsız ve kesintisiz 10
yıl devlet toprağını elinde bulunduran ve işleyen kimse o toprağın
tasarruf hakkına sahip olur. Kendisine harç istenmeksizin yeni bir tapu
verilir” hükmünü getiren 78. maddesi 147/1914 sayılı Yunan Yasasıyla
da geçerli sayılmıştır. Ayrıca bu yasa 12 Kasım 1929’da teyit
edilmiştir.43 Buna rağmen Osmanlı tapuları azınlık köylüsünün elinde
fazla bir değer taşımamıştır. İnhanlı olayının ortaya çıkışı da bu
nedenledir. Yine Gümülcine’ye bağlı Uysallı Köyünde Haziran 1990’da
çoğu mülkiyet belgeli 350 dönüm toprağa el konulmağa kalkışılmıştır.44
Bu bölümü bitirmeden bir konuya açıklık getirmekte fayda olduğu
kanaatindeyim. Bu tip uygulamalarla Batı Trakya Türkü artık
karşılaşmamaktadır. Son yıllarda AB’nin de ısrarıyla tapu ve kadastro
konularında reformlar yapılmış azınlık üyeleri de beyanda bulunma ve
intikal vergilerini ödemek kaydıyla yeni tapularını alabilmektedirler.
Türklerin sahip olduğu topraklarda son yıllarda bir artış olması da bunun
göstergesidir. Sorun artık arazi yitirmekten ziyade var olan arazide
yetiştirilecek ürün, ürünün fiyatı, sağlanan sübvansiyonlardan
42
Eren, a.g.e., s. 105.
Oran, a.g.e, s. 249.
44
Oran, a.g.e., s. 248.
43
112
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
faydalanabilme imkânı ile ilgilidir.
2. Türk Azınlığın Ekonomik Gelişimi ve Azınlığın Bölge
Ekonomisindeki Etkinliği
Yunanistan kalkınmasını büyük ölçüde AB’nin yakınlaştırma
politikaları çerçevesinde hayata geçirilen yapısal fon uygulamalarına
borçludur. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren ülke genelinde olduğu gibi
Batı Trakya Bölgesi de bu gelişmelerden nasibini almıştır. Ancak
bölgedeki Türk Azınlığın bu uygulamalardan Yunanlı yurttaşlarla aynı
oranda istifade ettiğini söylemek güçtür. Son yıllarda OTP’deki (Ortak
Tarım Politikası) kısıtlamalarla bu fark belirginleşmektedir. Bölgenin
daha çok güneyinde yerleşik Yunan Nüfus kuzeyde yerleşik Türk
Azınlığa göre AB'nin Sivil Toplum Geliştirme aracı CSF (Civil Society
Facility) programlarından daha fazla istifade edebilmektedir.45 Bölgenin
çehresini değiştiren altyapı yatımlarından doğal olarak faydalanma
imkânı sağlayan azınlık, bireysel anlamda girişim yapma konusunda
yetersiz kalmaktadır. Küçük ölçekli bireysel kalkınma programlarına da
katılım azınlık mensupları arasında farkındalık eksikliğinden dolayı
yeterli değildir.46 Örneğin; AB yapısal fonlarının dağıtıldığı ilk planlı
dönem olan 1994-1999 döneminde Yunanistan genelinde 5500 proje
desteklenip 250 bin tarım çalışanına doğrudan bu projelerden yaralanma
imkânı sunulurken Türk azınlığın bu uygulamalardan ne kadar
faydalandığı veya haberdar olduğu sorgulanması gereken bir husustur.47
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Ülke Raporlarına ve Dünya
Bankası verilerine göre Yunanistan GSYİH’sı içinde tarım sektörünün
payı Tablo 5’te görüldüğü gibi gerçekleşmektedir. Tarım sektörünün payı
ülke ekonomisi içerisinde azalan bir eğilim göstermektedir. 2012
rakamlarına göre GSYH’nin %80,1 hizmet sektöründen, %16 sanayi
sektöründen sadece %3,8’i de tarım sektöründen ibarettir. Turizm
sektörünün tek başına GSYİH içerisindeki payı %15 civarındadır.
45
Dia Anagnostou, Anna Triandafyllidou, “Regions, minorities and European integration: A
case study on Muslims in Western Thrace, Greece”, http://www.eliamep.gr,
Case_study_report_Thrace, s.14, E.T.: 1.11.2014.
46
Anagnostou- Triandafyllidou, a.g.m. s.15.
47
Serdar, a.g.t., s. 72.
BAED 3/2, (2014), 97-126.
113
AHMET SERDAR
TABLO 5: Yıllara göre Tarım Sektörünün Yunanistan’ın GSYİH’sı
İçindeki Payı
YIL
1993
1995
1996
1997
1998
2000
2002
2004
2006
2008
2012
YÜZDE
11,2
7,3
9,1
8,9
8,3
7,3
5,7
5,1
4,1
3,8
3,8
Kaynak: DİEK Yunanistan Raporu 2001, Dünya Bankası verileri
2002-2012 yılları.
Ancak Batı Trakya ele alındığında tarımın GSYİH içindeki payı,
çok daha yüksek orana ulaşmaktadır. Yunanistan’ın belli başlı tarımsal
sanayi ürünleri olan tütün ve pamuk yoğun olarak bölgede
yetiştirilmektedir. Bölgede 1990’lı yıllarda gerçekleştirilen sanayi
yatırımları, buna paralel gelişen hizmet sektörünün yanında tarımın payı
geçmişe göre giderek düşse de Batı Trakya bir tarım bölgesi olma
özelliğini sürdürmektedir. Özellikle 2008’den bu yana yaşanan ekonomik
kriz bölgedeki sanayi işletmelerinin teker teker kapılarına kilit
vurmalarına neden olmuş, bölge insanı için tarımı daha stratejik bir
sektör haline getirmiştir. Gümülcine Organize Sanayi Bölgesindeki
birçok sanayi tesisinde kurulu makine ve teçhizat Türkiye, Ortadoğu ve
Yakındoğu ülkelerine hurda fiyatına satılmak durumunda kalmıştır.48 Bu
krizin azınlığa etkileri tarıma geri dönüş veya ülkeyi terk etme şeklinde
kendini göstermektedir. İflas eden Türk Sanayicisine pek rastlanmamakta
çünkü sanayi sektöründe Türk varlığı birkaç küçük istisna hariç hiçbir
zaman kendini girişimci-yatırımcı şeklinde göstermemiş, azınlık insanı
bu işletmelerde sadece emeğini istihdam etmiştir. Ağırlıklı olarak da
48
Halil Molla (kendisi ile yapılan görüşmeden) Bursa’da tekstil makineleri ticareti yapan
Batı Trakya kökenli Halil Molla Gümülcine OSB’den ve Selanik OSB’den toplu makine
alımlarına aracılık yapmış, makinelerin bir kısmı Türk Tekstil Sektörü imalatçı firmalarına
satılmış, bir kısmı da Hindistan ve Pakistan gibi ülkelere ihraç edilmiştir.
114
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
mavi yakalı olarak vasıfsız işlerde istihdam edilmiştir.
2.1. Tarım
Batı Trakya’da tütün üretiminde ezici üstünlük aşağıdaki Tablo
6'da görülebileceği gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdedir.
Üretilen tütünün %97’den fazlası Türklere aittir. Bu nedenle tütünün Batı
Trakya Türkü için hayati bir önemi vardır. Türk nüfusun yarsından
fazlası tütün üretimine doğrudan katılmaktadır. Gümülcine’de buğday
üretiminin yarıdan fazlası, mısır üretiminin yarıya yakını pamuk
üretiminin de üçte birinden fazlası Türkler tarafından yapılmaktadır.
Şimdi bu ürünleri daha ayrıntılı inceleyelim.
2.1.1. Tütün
Batı Trakya’da Türk çiftçisi tarafından kalitesi dünyaca meşhur
olan basma çeşidi tütün üretilmektedir. Tütün konusunda yapılan
spekülasyonlar, tütün üreticilerinin yeterli donanıma ve bilgi birikimine
sahip olmamaları gibi nedenlerle kalite gereğince korunup, yeterince
geliştirilememiştir. AB nezdinde de tütün üreticileri lehine sonuç verecek
lobi faaliyetleri yapılamamaktadır.49 Ancak yine de Batı Trakya'nın
basma tütünü dünya çapındaki şöhretini korumakta ve sigara üretiminde
en çok aranan girdi olma özelliğini sürdürmektedir. Yunanistan’ın tütün
üretimi son elli yılda giderek daha çok Batı Trakya’ya kaymıştır.
Aşağıdaki tablo 6’da 1959-1993 yıllarına ait veriler incelenerek Doğu
Makedonya bölgesiyle kıyaslandıktan sonra bu bölgeye göre Batı
Trakya’da tütüncülüğün geldiği nokta ortaya çıkacaktır.50 Tütün
üretimine ayrılan toprağın miktarı dönüm olarak azalsa da üretilen tütün
miktarında artış olduğu göze çarpmaktadır. Bu artış tarımdaki üretim
tekniklerinin gelişmesi, suni gübreleme ve tarımsal ilaçların kullanımının
artışı ve daha fazla makineleşme ile izah edilebilir.
49
Ahmet Serdar, “Strategic Product Of Western Thrace Tobacco”, Agribalkan, Balkan
Agricultural Congress, September 2014, Edirne.
50
Georgiki Statistiki Tis Ellados 1993 (1993 Yılına Ait Yunanistan Zirai İstatistikleri), Atina
1995, s. 38.
BAED 3/2, (2014), 97-126.
115
AHMET SERDAR
Tablo 6: İki Farklı Dönemde Batı Trakya ve Doğu Makedonya’daki
Tütün Üretiminin Karşılaştırması
BÖLGELER VE
İLLER
Evros
Rodop
İskeçe
B.TRAKYA
Drama
Kavala
1959 yılı
Dönüm
5080
26970
61970
94020
111761
75147
Ton
225
2021
2613
4859
7247
4842
D.MAKEDONYA
186908
12089
1993 yılı
Dönüm
3213
59132
24549
86894
5501
9655
15156
Ton
354
6726
2271
9351
681
3560
4241
Kaynak: Georgiki Statistiki Tis Ellados 1993 (1993 Yılına Ait Yunanistan
Zirai İstatistikleri), Atina 1995, s. 38.
Tütün üretimine ayrılan topraklar her iki bölgede de azalmakla
birlikte Doğu Makedonya’daki düşüş çok daha serttir. 1993 yılına
gelindiğinde 1959 yılında tütün üretimine ayrılan toprakların sadece
%8’inde tütün üretilmeye devam edilmektedir. Ancak Batı Trakya
geneline baktığımızda 1993 yılına gelindiğinde, 1959 yılında tütün
ekimine ayrılan toprakların %92’sinde hala tütün üretimi yapılmaktadır.
2014 yılı beklentileri ise Batı Trakya’nın 3 ili toplamındaki tütün
rekoltesi 8500 ton civarında olacağı yönündedir. 2013 yılında 3 ilde
toplam 86500 dönüm arazi tütün üretimine ayrılmıştır. Yani 1993–2013
arasında gerek tütün üretimine ayrılan arazi, gerekse tütün rekoltesi,
gerekse üretici sayısı açısından büyük farklar söz konusu değildir. Bu iki
dönem arasında (1959-1993) Batı Trakya’da elde edilen tütün miktarı
yaklaşık iki kat artarken Doğu Makedonya’da yaklaşık üç kat azalmıştır.
1993 sonrası ise yatay bir seyir izlemektedir.
Batı Trakya’nın üç ili incelendiğinde Evros İli sınırlarında
(Dedeağaç ve çevresi) tütün üretimine ayrılan topraklarda iki dönem
arasında %37’lik bir düşüş olduğu ortaya çıkar. Buna karşılık üretilen
tütün miktarında %57’lik bir artış meydana gelmiştir. Ancak bu bölgede
üretilen tütün miktarı Batı Trakya tütününün sadece %3,78’ine tekabül
ettiği için oransal olarak pek bir anlam ifade etmez. Onu da bölgede az
sayıda bulunan Türk nüfus üretmektedir. Bölge daha çok zeytinciliğiyle
anılsa da Türklerin elindeki zeytin bahçeleri oldukça sınırlıdır. İskeçe’de
yine tütün üretimine ayrılan toprak miktarı %60 azalırken üretilen tütün
miktarında da %13’lük bir düşüş göze çarpmaktadır. Bununla birlikte
116
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
bölgede yetiştirilen tütün miktarı Batı Trakya tütününün %24’ünü
oluşturmaktadır.
Gümülcine’ye gelindiğinde ise çok farklı bir durum ortaya
çıkmaktadır. Batı Trakya ve Doğu Makedonya’nın diğer illeri de dâhil
tütün üretimine ayrılan toprakların miktarında artış olduğu tek ildir.
Tütün üretimi emek yoğun üretim teknolojisinin kullanıldığı oldukça
zahmetli bir iştir. Bölgede yoğun olarak yaşayan Türkler hem kültürel
hem sosyolojik olarak bu işe uygundur. Köylerde yeni evlenen çiftler
genellikle anne babalarıyla oturmakta, bu da tütün üretiminde işbirliği
sonucu adeta bir ölçek ekonomisi oluşturmaktadır. Batı Trakya ve Doğu
Makedonya’nın tümünde tütün üretimine ayrılan topraklarda sert
düşüşler olurken Gümülcine de 34 yılda %120’ye yakın bir artış
olmuştur. Batı Trakya geneline bakıldığında Kuzey Yunanistan tütün
üretiminin bölgeye kaymış olduğu, %58’lik ekim alanı %49’luk üretim
miktarı ile (Doğu Makedonya ve Batı Trakya toplamında ) tütüncülüğün
Rodop Vilayeti çevresinde (en çok da Gümülcine’nin kuzeyinde Rodop
Dağlarının eteklerindeki yaka köylerinde ) yoğunlaşmış olduğu görülür.51
Türklerin en yoğun olarak yaşadığı; nüfusun %55’ini
oluşturdukları ve tütün üretiminin de yoğun olarak yapıldığı bölge Rodop
İl sınırları içinde kalan topraklardır. Hal böyle olunca tütün fiyatının
Türk nüfusun ekonomik durumunu, yaşam standardını, ne kadar
yakından ilgilendirdiği çok açıktır. Tütün fiyatları tütüncülük yapmayan
bölge insanını da çok yakından ilgilendirmektedir. Tütün üreticisi
emeğinin karşılığını alıp tatminkar bir gelir seviyesine ulaşınca, esnaf
daha çok alışveriş yapmaya eğilimli bir potansiyelle karşılaşmaktadır.
Kent merkezlerinde yaşayan Türkler genellikle esnaflık, sanatkarlık ve
küçük çapta ticaretle uğraşırlar. Sadece Türk esnafın değil Yunanlı
esnafın da beklentisi aynı yöndedir. Hatta Yunanistan’daki tütün fiyatları
Edirne, Keşan ve İpsala’daki esnafı da yakından ilgilendirmektedir. AB’
nin para birliğinden önce Yunan Drahmisi Keşan’da, ABD dolarından
Alman Markından daha konvertibl bir para birimiydi. Haftanın belli
günlerinde; özellikle Keşan’da halk pazarı olduğu günlerde günübirlik
turlar düzenlenmektedir. Türkiye’ye giriş çıkışlarda herhangi bir sorun
yaşamayan AB pasaportlu Batı Trakya Türkleri arasında haftalık
alışverişlerini buradan yapanlar olduğu gibi, düğün, nişan, sünnet
alışverişi ile her türlü ev eşyası ve giyim alışverişlerini Keşan’dan
51
Serdar, a.g.t., s. 42.
BAED 3/2, (2014), 97-126.
117
AHMET SERDAR
yapanlar çoktur. İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç ile ilçelerine bağlı ticari
taksiler her gün İpsala Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapmaktadırlar.
Kısacası tütünden daha çok para kazandığı zaman Batı Trakyalı
çiftçinin marjinal tüketim eğilimi artmakta, bu durumdan Keşan ve
çevresindeki esnaf da nasibini almaktadır. Ayrıca Batı Trakya
Türklerinin %90’ı, senede en az bir kez ortalama bir haftalığına İstanbul,
Bursa başta olmak üzere Türkiye’nin büyük şehirlerini ziyaret
etmektedirler. Dolaysıyla oransal olarak çok küçük bir rakama da tekabül
etse Yunanistan’daki tütün fiyatlarının Türkiye’nin turizm gelirlerine
etkisi vardır denebilir.
2.1.2. Diğer Tarımsal Ürünler
İklim koşulları ve toprağın durumu, pamuk üretiminin
Gümülcine çevresinde hızla yaygınlaşmasına neden olmuştur. Ancak
yukarıda etraflıca sözü edilen toprak mülkiyetinin Yunanlıların lehine
değişmesinden dolayı, pamuk üretimine uygun geniş ve sulanır araziler
daha çok bölgenin Yunan asıllı çiftçilerinin elinde bulunmaktadır. Yine
de Gümülcine’nin güneyinde bulunan ova kesimindeki Türk Köylüleri
pamuk üretimi yapmaktadırlar. Yaka kesiminin aksine buralarda pamuk
üretilmektedir. İskeçe’nin ova kesimindeki köylüler ise daha çok mısır
üretimi yapmaktadırlar. Mısırı buğday izlemektedir. Ancak buğday
üretiminin çok fazla bir getirisi olmadığı için ek bir iş olarak
görülmektedir. Sadece ova kesiminde değil, diğer bölgelerdeki tarlalarda
da buğday üretimi yapılmaktadır.
Pamuk, buğday, mısır gibi tarımsal ürünlerde Türk çiftçisinin
payı, tütüne göre çok düşük seviyelerde seyretmektedir. Bunun çeşitli
nedenleri olmakla birlikte en önemli neden, bu ürünlerin
yetiştirilmesinde geniş topraklara yani büyük ölçekli tarımsal işletmeye
ihtiyaç olmasıdır. Üretici birim fiyattan çok üretim miktarından, yani
rekolteden kazanmaktadır. Ancak Türk asıllı çiftçilerin sahip olduğu
topraklar sınırlıdır. Diğer bir neden ise bu ürünlerin işlenmesi, daha çok
tarımsal makineler, biçerdöverler gerektirmektedir. Bu ise daha kuvvetli
finansal güç anlamına gelmektedir. Ancak Türk köylüsünün maddi
imkanları Yunanlı komşularına göre kısıtlıdır. Yakın geçmişe kadar
azınlık bireylerinin tarımsal kredilerden yararlanma olanağı yoktu. Yine
de pamuk üretiminde Türk çiftçisine düşen pay Batı Trakya genelinde
118
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
%25, Yunanistan genelinde %3 ile küçümsenmeyecek bir miktardır.52
Pamuğun tarımsal bir sınai ürün olduğu ve Yunan Pamuğunun Dünya,
pamuk ve pamuklu iplik piyasasında kalitesi ile bilindiği dikkate alınacak
olursa buradan Dünya Tekstil Piyasasında Türk çiftçisine de bir pay
çıkartmak mümkündür.
2.1.3. Hayvancılık
Hemen hemen her köyde bir veya birkaç ailede davar sürüleri
(ova köylerinde koyun, dağ köylerinde keçi); köyüne göre, birçok köyde
ise köy hane sayısının 1/5’inde iki ila beş adet arasında değişen büyük
baş hayvan bulunmaktadır.53 Avrupa Birliğinden sağlanan primlerden
sınırlı sayıdaki hayvan yetiştiricisi Türk köylüsü de yararlanmaktadır.
Diğer AB desteklerinde olduğu gibi bu tip desteklerde de azınlık
mensupları pasif kalmaktadırlar. Azınlık insanı yılların vermiş olduğu
çekingenliği üzerinden atamamakta, bazen de proje bazlı desteklerde
ihtiyaç duyulan minimum işletme sermayesini denkleştirememektedir.54
Bu primler bölgeye ve yetiştirilen hayvan cinsine göre farklılık
göstermekle birlikte dağ köylerindeki keçi yetiştiricilerine daha çok prim
ödenmektedir. Bunun nedeni dağ köylerinin daha az gelişmiş
olmasındandır. Aşağıdaki tabloda, 1993 yılına ait, Batı Trakya’da
üretilen hayvansal ürünlerin miktarları ve bunların illere göre dağılımı
görülmektedir.
TABLO 7: Batı Trakya’da Üretilen Hayvansal Ürünler
İLLER
Dedeağaç
İskeçe
Gümülcie
B.Trakya
SÜT(kg)
24737
40119
32851
97707
%
25
41
34
100
ET(kg)
8418
6968
6452
21838
%
39
32
29
100
PEYNİR(kg)
1889
254
2428
4571
%
41
6
53
100
Kaynak: Georgiki Statistiki Tis Ellados 1993 (1993 Yılına Ait Yunanistan
Zirai İstatistikleri), Atina 1995, s.94.
Batı Trakya’da üretilen bu hayvansal ürünlerin aynı yıl
Yunanistan’da üretilen toplam üretime oranı sırasıyla süt üretiminde %5,
et ve peynir üretiminde %4’e tekabül etmektedir. Ne yazık ki bu
52
Serdar, a.g.t., s. 45.
Serdar, a.g.t., s. 47.
54
Anagnostou - Triandafyllidou, a.g.m., s.16.
53
BAED 3/2, (2014), 97-126.
119
AHMET SERDAR
miktarlar içerisinde Türk asıllı çiftçiler tarafından üretilenlerin ne kadar
olduğunu gösteren resmi veya gayri resmi bir bilgi mevcut değildir.
Ancak Türk asıllı nüfusun bu ürünler içerisindeki payı tarımsal
ürünlerden daha az olduğu tahmin edilmektedir. Profesyonel anlamda
sadece hayvancılıkla uğraşan Türk köylüsü çok azdır. Hayvancılık
genelde tarımsal ürünlerin yanında bir ek gelir kaynağı olarak
görülmektedir.
Yaşanan son ekonomik krizde bölgede yaşayan Türk Azınlığın
ülkede yaşayan diğer dar gelirli yurttaşlara göre açlık derecesinde
etkilenmemesinin temel nedeni tarımsal bir yapıda olması ve güçlü aile
akraba ilişkilerine bağlanabilir. Tarımsal sınai ürünlerin yanında hemen
hemen herkesin bağı bahçesi vardır. Bazen hobi amaçlı bazen de zorunlu
olarak geçimlik düzeyde meyve sebze üretimi yapılmakta organik
beslenme imkânı yanında aile bütçesine önemli katkılar
sağlanabilmektedir.
Krizden daha şiddetli etkilenen kesim: işini
kaybeden fabrika çalışanları, küçük esnaf ve son yıllarda türeyen tüccar
kesimidir
2.2. Sanayi Sektörü
Yunanistan ekonomisine genel olarak bakıldığında, ülkenin
orman, su ve enerji kaynakları ile tarım potansiyeli Batı Trakya’nın da
içinde bulunduğu Kuzey Yunanistan’da toplanmıştır. Ülkenin güneyi
turizm, gemicilik ve ticaret alanında gelişmiş iken, kuzeyi tarım ve
sanayi alanında gelişmiştir. Ülkedeki ticari faaliyetin %26’sı, endüstriyel
üretimin %25’i Makedonya-Trakya bölgesinde gerçekleşmektedir.
Yunanistan’daki 20 civarında organize sanayi bölgelerinin bir kısmı bu
bölgede yer almaktadır. Kuzey Yunanistan’dan yapılan ihracatın %44’ü
giyim ve ayakkabı, %22’si gıda ve içecek, %8’i kürk-deri, %5’i
minerallerden oluşmaktadır. 1990 yılında çıkarılan teşvik yasası uyarınca
birinci öncelikli kalkınma bölgesi ilan edilen Batı Trakya’da vergi
muafiyeti %100’e kadar varmakta, yatırım indirimleri ise %45’in üzerine
çıkmaktadır.55 Ancak Türk asıllı yatırımcıların bu kolaylıklardan
faydalandığını söylemek mümkün değildir. Tarım sektörü için geçerli
olan farkındalık eksikliği sanayi için de geçerlidir. Üstelik 90'lı yılların
ilk yarısında azınlık insanına yönelik ayrımcı politikalar kendini
fazlasıyla hissettirmiştir. Yatırımcıdan kasıt, sermaye sahibi iş yapmak,
55
Serdar, a.g.t., s. 49.
120
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
küçük bir işletme kurmak isteyen Türk asıllı girişimcilerdir. ABD’nin
1997 İnsan Hakları Raporunda yer alan ifadeye göre ilk defa 1997
yılında Türk asıllı bir Müslüman’a ait işletmeye Batı Trakya’da kurulan
ve genişletilen işletmelere tahsis edilen hükümet teşvikinden pay
verilmiştir.56 Ancak bu işletmenin kime ait olduğu, faaliyet konusunun ne
olduğu ve faaliyetlerini nerede yürüttüğü hususunda bir açıklamaya yer
verilmemiştir. 1997 sonrası teşviklerden azınlık insanı da yaralanabilmiş
ancak bu teşvikler daha çok yeni işyeri açan esnafa mikro kredi, vergi
teşviki sosyal sigorta primlerinden muafiyet şeklinde kendini
göstermiştir. Azınlığa yönelik bir sanayi teşvikinden bahsetmek hiçbir
zaman mümkün olmamıştır. Görüldüğü gibi Batı Trakya’da sanayi
sektöründe, azınlık mensubu Türk asıllı sanayiciye pek rastlanmaz.
Türklere ait sadece mobilya imalatı yapan büyükçe atölyeler (bunların da
bir çoğu son yıllarda tanınmış Türk markalarını ithal ederek iç piyasada
satışa sunmaya başlamışlardır.) Süt ve süt ürünleri işleyen mandıra,
İskeçe’ye bağlı Koyun Köy ’de yine Türklere ait olan, içinde onbeş-yirmi
işçinin istihdam edildiği; şarküteri ürünleri üreten ve iç piyasaya üretim
yapan bir tesis vardır. Ayrıca İskeçe’de mermer imalatı yapan bir işletme
faaliyet göstermektedir. Gümülcine merkezde gıda sektörüne yönelik
işlenmiş şekerli mamüller imalatı yapan ve Yunanistan çapında bu
ürünleri pazarlayabilen bir işletmeye rastlamak da mümkündür.
Buna karşılık bölgede kurulu çeşitli fabrikalarda çalışan işçiler
vardır. Ancak çoğu son ekonomik krizle birlikte işlerini kaybetmişlerdir.
Dönemlik işlerde en çok çalışanlar Türk asıllı işçilerdir.
2.3. Hizmet Sektörü
Gümülcine ile İskeçe’nin merkez ve ilçelerinde hemen hemen
hizmet sektörünün her alanında geleneksel Türk esnaf ve zanaat erbabına
rastlamak mümkündür. Bunların %99’u küçük işletme sınıfındadır.
Türk asıllı nüfusun hizmet sektöründeki yerine genel olarak
bakıldığında:
Devlet dairelerinde ve bankalarda çalışan Türk asıllı memura pek
rastlanmaz. Son yıllarda bazı kamu kuruluşlarına azınlık mensupları
yerleştirilmiş olmasına rağmen göstermelik düzeydedir.
56
U.S. Department of State, “Greece Country Report on Human Rights Practices for 1997”,
http: state.gov/www/.../greece.html, (15.7.12).
BAED 3/2, (2014), 97-126.
121
AHMET SERDAR
Sahibinin veya ortağının Türk asıllı olduğu finans kuruluşu,
sigorta şirketi, otel gibi büyük işletmeler yoktur. Sadece sigorta
acenteliği yapan Türkler vardır. Ayrıca Gümülcine ve İskeçe’de açılan
Ziraat Bankası Şubelerinde Türk memurlar çalışmaktadırlar.
Gümülcine ve İskeçe illerinde, çeşitli mesleklerde faaliyet
gösteren Türk asıllı esnaf ve sanatkarlar vardır. Bunlardan ancak %2’si
büyük, %30’u orta, %68’i küçük işletme olarak tabir edilebilir.57
Sanayi ve Ticaret Odası ile meslek odalarındaki kayıtlar
incelendiğinde Gümülcine’deki işletmelerin %26’sı İskeçe’deki
işletmelerin %17’si Türk asıllılara aittir.58
Son yirmi yılda hizmet sektöründe daha profesyonel anlamda
kendini gösteren Türk Girişimcilerin varlığından bahsetmek mümkündür.
Baskıcı rejimin bir nebze değişmiş olmasına paralel olarak uluslararası
ticarette daha çok Türkiye ile gerçekleştirilen dış ticarette de Türk
girişimciler boy göstermeye başlamış, ancak ekonomik kiriz sonrası
sektör karlılığını yitirmiştir. Türk asıllı işçilerin ise en fazla çalıştığı alan
inşaat ve inşaat sektörünün yan kolları olan, boyacılık, fayansçılık,
demircilik gibi iş kollarıdır. İnşaat sektöründe taşeronluk hizmeti veren
girişimciler de faaliyet göstermeye başlamış ancak son ekonomik krizle
birlikte sektör bitme noktasına gelmiştir.
Sonuç
Satın alma gücü paritesine göre kişi başına geliri 1980 yılında
2990 ABD doları iken 2008 yılında 30000 ABD dolarına ulaşan
Yunanistan’daki bölgeler arası gelişmişlik farkı birçok gelişmekte olan
ülkede olduğu gibi çok çarpıcı olmamasına rağmen yakın geçmişe kadar
Batı Trakya için “Yunanistan’ın gelişmemiş bölgesi” AB’nin de “en geri
kalmış bölgesi” tabirini kullanmak yanlış olmazdı. AB’nin 2004 yılından
itibaren yapmış olduğu genişlemelerinden sonra Batı Trakya bu unvanını
kaybetmiştir. AB ile bütünleşmenin ardından özellikle 90’lı yılların
ikinci yarısından itibaren ülke genelinde yaşanan olumlu iktisadi
gelişmelerin Batı Trakya’ya da yansımaları vardır. Ancak kalkınma
57
58
Ömeroğlu, a.g.e., s. 64.
Ömeroğlu, a.g.e., s. 64.
122
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
eksikliği Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde, Türk köylerinde ve
Türk mahallelerinde hala kendini hissettirmektedir.
Azınlık insanın %80’inin kırsalda yaşadığı belirtilmiştir. Buna
karşılık Gümülcine ve İskeçe’de toplam arazinin %35’ine, Dedeağaç da
dâhil edildiğinde %18’ine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu oranlar
dikkate alındığında azınlık insanın servetiyle ilgili de yeterli deliller
ortaya çıkmaktadır. Oysa tarihi kaynaklar 1923 yılında Batı Trakya
arazisinin ve emlakinin %80’den fazlasının Türk asıllılara ait olduğunu
göstermektedir. Toprak mülkiyetindeki dramatik değişim azınlık
insanının büyük bir çoğunluğunu ekonomik olarak dar gelirli sınıfa
sokmakta, bununla birlikte ortaya çıkan azgelişmişlik sorunu resmi
otoritelerce uygulanan baskıcı politikalarla birleşince azınlık insanının
kaderci, içine kapanık, sindirilmiş bir toplumsal karaktere bürünmesine
yol açmaktadır.
Tarım sektörünün istihdamdan aldığı pay ülkelerin ya da
bölgelerin gelişmişliğinin de bir ifadesidir. Gelişmiş ülkelerde tarımın
bütçeden aldığı pay artarken GSMH (Gayri Safi Milli Hâsıla)
içeresindeki payı ve bu sektörün toplam istihdam içerisindeki payı
azalmaktadır. Yani tarım sektörünün istihdamdan ve GSMH’ dan aldığı
pay ülkenin gelişmişliğiyle ters orantılıdır. Ancak Batı Trakya Türk
Toplumunu bu çalışmada analiz edildiği üzere müstakil bir toplum olarak
ele alacak olursak yukarıda ifade edilenin tam aksi bir kompozisyon
ortaya çıkar. Yaratılan gelirin büyük bir kısmı tarım kesiminden
gelmektedir. Yine istihdamın önemli bir kısmı tarım kesiminde
oluşmaktadır. Dolayısıyla AB içerisinde Yunanistan, Yunanistan
içerisinde de Batı Trakya AB bölgesel yakınlaştırma politikalarının odağı
olmuştur. AB yapısal fonlarının planlı uygulamasının başladığı 1994
yılından sonra Yunanistan’ın tamamı desteklenmesi gereken bölgelerin
başında gelirken Yunanistan içerisinde de kalkınmada öncelikli olarak
sınır bölgeleri ile birlikte Batı Trakya D bölgesi olarak işaretlenmiştir.
Yapısal fonlarda öncelik D Bölgesinden başlayıp Atina ve Selanik gibi
gelişmiş kentlerin yer aldığı A Bölgesine doğru gitmektedir. Yani bu
desteklerden Türk Azınlığın öncelikli olarak yararlanması gerekmektedir.
Ancak uygulamada Türk Azınlığın bu gelişmelerden yeterince
faydalanamadığı çalışmada ortaya çıkan bir başka sonuç olarak
değerlendirilebilir.
BAED 3/2, (2014), 97-126.
123
AHMET SERDAR
AB bölgesel yakınlaştırma politikaları ülkenin tamamında
olduğu gibi B.Trakya genelinde de önemli gelişmelere yol açmıştır.
Özellikle tarım sektörüne başta ATYGF’dan (Avrupa Tarımsal Yön
Verme ve Garanti Fonu) sağlanan prim desteğiyle 90’lı yılların ikinci
yarısından itibaren Türk halkının yaşantısında refah artışı görülmektedir.
Çünkü Türk Azınlığın yarısından fazlası tütün üretimiyle meşgul
olmaktadır. Diğer yarısı da tütüne dolaylı olarak bağımlıdır. Tütün
primlerini alan köylünün marjinal tüketim eğilimindeki artış diğer
sektörleri de canlı tutmuştur. Ancak bu iyileşme kalıcı, yapısal bir
iyileşme olamamıştır. Bölgenin mukayeseli üstünlüklerini ön plana
çıkaracak, bölgede sürdürülebilir büyümeyi ve istihdamı sağlayacak
girişimler yapılamamıştır. Gelir artışı sadece tüketim talebini tetiklemiş,
tasarruf ve yatırım şeklinde ekonomiye kazandırılamamıştır.
Tarım dışında azınlığın gelir kaynağının emekçi olarak ücret,
küçük esnaf olarak kar olduğuna, yukarıda Hizmet Sektörü başlığı
altında değinildi. Krize çare olarak uygulanan maliye politikalarıyla
zaten düşük seyreden gelirler vergilerle törpülenmektedir. Bu yüzden
krizden en çok etkilenen iki kesim olarak emekçi sınıfı ve küçük esnaf
gösterilebilir. Son yıllarda tütün konusunda yaşanan belirsizlikler krizin
yarattığı olumsuz havayla daha büyük bir psikolojik etki yaratmakta,
belirsizlikler içinde yaşamaya çalışan bölge insanını rahatlatacak
geleceğe güvenle bakmasını sağlayacak somut çözümler, alternatif
üretim ve istihdam sahaları geliştirilememektedir. Nitekim altı yıldır
yaşanan krizin etkisi ile bölgede umutsuzluk hâkimdir.
KAYNAKÇA
ALİOĞLU, Cafer, Batı Trakya Davası’nın Avrupa Cephesi, İnal Ofset,
İstanbul 1998.
ALP, İlker, “Batı Trakya Türkleri”, Atatürk Araştırma Merkezi ATAM
Dergisi, Sayı: 33, 1995.
ANAGNOSTOU, Dia, Triandafyllidou, Anna, “Regions, minorities and
European integration: A case study on Muslims in Western Thrace, Greece”,
http://www.eliamep.gr, Case_study_report_Thrace, (1.10.2014).
124
BAED 3/2, (2014), 97-126.
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GELİŞİMİ
BELLİ, Mihri, Yunan İç Savaşından Gerilla Anıları, Belge Yayınları,
İstanbul 1998,
CANBOLAT, İbrahim S., AB ve Türkiye, Uluslarüstü Bir Sistemle Ortaklık,
4. Baskı, Alfa-Aktüel Yayınları, Bursa 2006.
EREN, Halit, Batı Trakya Türkleri, Rehber Yayınları, İstanbul 1997.
“Georgiki Statistiki Tis Ellados 1993” (1993 Yılına Ait Yunanistan Zirai
İstatistikleri) NSSG Atina 1995 http://data.worldbank.org/country/greece,
(07.15.2007).
Greece Statistical Authority,
www.statistics.gr, (1.11.2014).
NSSG
“Grece
in
Figures
2014”,
KOSTİS, Kostas “Oi Trapezes kai i Krisis”, Οι τράπεζες και η κρίση,
Εμπορική Τράπεζα της Ελλάδος - Ιστορικό Αρχείο, Athina 1986.
KURTULUŞ, Ümit, Batı Trakya’nın Dünü Bugünü, Nadir Kitap ve Eserler,
Ankara 1979
MOUZELİS, Nicos, Pagoulatos, George “Civil Society and Citizenship in
Postwar Greece”, Citizenship and the Nation-State in Greece and Turkey,
Taylor & Francis Group, Oxford 2004.
ORAN, Baskın, Türk Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Mülkiyeliler
Birliği Yayınları, Ankara 1992.
ÖMEROĞLU, Aydın, Batı Trakya Türklerinin Bölge Ekonomisindeki Yeri
ve Geleceği, Diyalog Yayınları, İstanbul 1998.
ÖYMEN, Onur, Türkiye’nin Gücü, 21.yy.da Türkiye Avrupa ve Dünya, 3.
Baskı, Doğan Kitapçılık, İstanbul 1999.
SEHA, L. Meray, Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Cilt I., Ankara 1969.
SERDAR, Ahmet, AB üyeliğinin Yunanistan Ekonomisine Etkileri ve
Türkiye’nin Üyeliği Bakımından Bir Değerlendirme, U.Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hüseyin
Şahin, Bursa 2008.
BAED 3/2, (2014), 97-126.
125
AHMET SERDAR
SERDAR, Ahmet, Batı Trakya Türklerinin Ekonomik Durumu ve Sorunları,
U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Şahin, Bursa 2002.
SERDAR, Ahmet, “Strategic Product Of Western Thrace Tobacco”,
Agribalkan, Balkan Agricultural Congress, Edirne September 2014.
“Tarihten Bir Yaprak”, Batı Trakya’nın Sesi, Sayı:1 Kasım-Aralık 1987.
U.S. Department of State, “Greece Country Report on Human Rights
Practices for 1997”,
www/global/human_rights/1997_hrp_report/greece.html, (1.11.2014).
ZOLOTAS, Ks., Aggelopoulos, A. and Pesmazoglou, I., H Aνάπτυξη της
Θράκης: Προκλήσεις και προοπτικές, National Academy of Athens, Centre
for the Study of Greek Society, Athens 1995.
126
BAED 3/2, (2014), 97-126.
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014,
ss. 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION:
INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL
COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
Eşref YALINKILIÇLI*
ABSTRACT
The wars in former Yugoslavia carried the Balkans into a new historical
stage in which integration with Western institutions started to be perceived as an
ultimate goal of the region’s governments. On the other side of the fence, the
European Union (EU) chose to take advantage of the changes in the region to
eliminate some trans-border security problems, which the ethno-political conflicts
there exposed. The EU has promoted regional cooperation and institutional change
for the sake of its-own geopolitical re-assertion after the collapse of ideological
status quo in the region. Its EU’s eastward enlargement enhanced hopes and
expectations among the Western Balkan states and peoples suffering from the
wreckage brought by the fall of Communism and the socio-political and economic
devastation caused by the Yugoslav war of dissolution at the end of the 20 th century.
In this context, this paper will aim to evaluate the EU’s policies toward the Western
Balkans after the disintegration of Yugoslavia.
Keywords: Neo-Balkanization, Western Balkans, EU Integration, Institutional
Change, Regional Cooperation.
*
Freelance Eurasia Analyst, MSc, Centre for Russian and Eurasian Studies, Uppsala
University, Sweden, E-mail: [email protected].
Acknowledgements: I wholeheartedly thank first to Dr. Jessica Giandomenico and my
colleague Robin Amos for their remarks on this paper, and secondly to the Swedish Institute
(SI) for its generous financial support during my studies and stay in Sweden.
127
EŞREF YALINKILIÇLI
YENİ BALKANLAŞMA’DAN AVRUPALILAŞMA’YA: BATI
BALKANLAR’DA KURUMSAL DEĞİŞİM VE BÖLGESEL
İŞBİRLİĞİ
ÖZET
Eski Yugoslavya’daki savaşlar Balkanlar’ı Batı kurumlarıyla
bütünleşmenin bölgesel hükümetlerce nihai amaç olarak görülmeye başlandığı yeni
bir tarihi sürece taşıdı. Diğer taraftan, Avrupa Birliği bölgede ideolojik statükonun
çöküşünün ardından kendi jeopolitiğini yeniden tesis etmek adına etno-politik
çatışmaların ortaya çıkardığı bazı sınır-ötesi güvenlik problemlerini bölgesel
işbirliği ve kurumsal değişimi teşvik ederek ortadan kaldırma yolunu seçti. Buna
bağlı olarak, AB’nin doğuya doğru genişlemesi 20. yüzyılın sonundaki komünizmin
çöküşü ve Yugoslavya’nın ayrışma savaşının yol açtığı sosyo-politik ve ekonomik
tahribatın enkazında Batı Balkan devletleri ve halkları arasında ümit ve beklentileri
arttırdı. Bu bağlamda, bu yazı AB’nin Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Batı
Balkanlar’a dönük politikalarını değerlendirmeye çalışacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yeni Balkanlaşma, Batı Balkanlar, AB Entegrasyonu,
Kurumsal Değişim, Bölgesel İşbirliği.
Introduction
The end of the Cold War, coming simultaneously with the
dissolutions of former Soviet Union and Yugoslavia changed the nature of
world politics and opened a new era in the history of humanity in the last
decade of the 20th century. Unfortunately, this era once again brought
catastrophe and tragedy to the Balkans, where ethno-religious conflicts,
political disorder and discontent have constituted historical peculiarities of
the region for centuries.
Undoubtedly, the war in former Yugoslavia in the early 1990s was
the eruption of those centuries-old ethno-religious antagonism and
discontents. From the rule of the erstwhile Ottoman and Habsburg Empires
to that of the Socialist Federal Republic of Yugoslavia (SFRY), the history
of the Balkan Peninsula- or what is now often called South-eastern Europe11
The terms “Balkans” and “Southeastern Europe” have been used interchangeably since the
late 19th century, but the usage of Southeastern Europe is much more connected with the
rebirth of geography in the European political map after the fall of Yugoslavia. Maria
Todorova notes the etymology of the term “Balkans” with its Greek and Turco-Persian
128
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
was seemingly sacrificed to this inexorable negative path dependency,
namely called with a political science term: Balkanization.2 In other words,
the whole of 20th century Balkan History is defined by the emergence and
strengthening of Balkan national self-identities connected to the conflicts
surrounding the decline and fall of multi-ethnic Ottoman and Habsburg
Empires prior to and after the First World War. Referencing this
phenomenon, the term Balkanization has been used to describe more
generally traumatic violence-producing ethnic conflicts of new state
formations that occur as a result of imperial and/or federal disintegrations.3
Thus, the term is used to define fragmentation into mutually hostile entities
and conflicts between them as the opposite of integration process and has
been one of the most negative paradigms in international relations since the
First World War onwards.4
With respect to this long-term history of inter-ethnic antagonism,
the painful disintegration of SFRY can be regarded as a political dejavu
which recalls early 20th century Balkanization. For that reason, one might
origins and stresses the peripheral mountainous character of the area between Europe and the
Ottoman Empire. Todorova mentions that the term “Southeastern Europe” was a coinage of
the German geographer Theobald Fischer who proposed that the name of the Balkan
Peninsula should be replaced by the term of “Südosteuropa” on the eve of the Berlin
Congress (1878). See Maria Todorova, Imagining the Balkans, Oxford Univ. Press, New
York 2009, pp. 1-37; On the other hand, the term “Balkans” refers to Ottoman oriental past
with the elements of Orthodox and Islamic cultures, ethno-symbolic nationalities along intraregional borders and underdeveloped feudal structures (et al.) which differentiate the basin
from the Western Europe. On the other hand, the term “Southeastern Europe” stresses the
Western orientation of the area, achieved mainly through Austria-Hungarian and German
influences, pays homage more to Catholicism together with Orthodoxy, and implies elements
of modernization in the European periphery. In this regard, the term may stand for a more
dynamic concept of development and integration of the whole region into the European
Union. See, Nada Švob-Dokic, “Balkans versus Southeastern Europe” in Nada Švob-Ðokic
(ed.), Redefining Cultural Identities: Southeastern Europe, Culturelink Joint Publications
Series No. 4, Institute for International Relations, Zagreb 2001, pp. 37-38.
2
See, Robert W. Pringe, “Balkanization”, Encyclopædia Britannica,
accessed on: http://global.britannica.com/EBchecked/topic/50323/Balkanization, (6.11.2014).
3
Carl-Ulrik Schierup and Aleksandra Ȧlund, “Neo-Balkanization and Ethnic Cleansing in
the Balkans”, Peace Research, Vol. 27, No. 3, August 1995, pp. 39-40; Also for the making
of the term ‘Balkanization’ through the fall of Ottoman Empire in the region, see, Clemens
Hoffmann, “Balkanization of Ottoman Rule: Pre-modern Origins of Modern International
System in Southeastern Europe”, Cooperation and Conflict: Journal of the Nordic
International Studies Association, Vol. 43 (4): 2008, pp. 373-396.
4
Tom Gallagher, Outcast Europe, The Balkans, 1789-1989: From the Ottomans to
Milošević, Routledge, London and New York 2001, p. 2.
BAED 3/2, (2014), 127-149.
129
EŞREF YALINKILIÇLI
say the fall of former Yugoslavia was the second period of Balkanization in
the region. This conflict-producing nation-building process undeniably
changed the European geographic and ideological maps again by the advent
of the new century. Since Yugoslavia was totally dissolved, seven new
independent states have emerged so far from the wreckage of the Titoist
federation. These are Serbia, Croatia, Bosnia-Herzegovina, Slovenia,
Macedonia,5 Montenegro and finally Kosovo.6
For the European Union (EU), the collapse of Yugoslavia has
signalled a new historical era during which Europe had to integrate a new
coterminous geography into the European political map. But the problem
was somewhat difficult to tackle, since formal and informal institutions and
cultures in the Balkans are different than those of the European heartland.
The EU first dealt with the issue as being a security problem after the
Dayton Accord was forcibly implemented and established peace in Bosnia
in 1995, and particularly when the Kosovo crisis erupted in 1998. Secondly,
the EU perceived the power vacuum- created by the collapse of Titoist
Communism and the dissolution of the Soviet Union- as a historical
opportunity that would allow it to regain its supremacy in the Eastern realm.
Within the light of aforementioned historicity and conceptualization
of the relevant geopolitical issues, this paper in its first part will have an
introductory macro glance on the central features of the Yugoslav war of
dissolution. As part of this analysis, I will briefly discuss the origins of the
process of neo-Balkanization by emphasising mainly the relevant domestic
factors at play in the SFRY at the time. Because the Balkans have
experienced periods of harsh nationalist disintegration twice, first in the
5
I consider the use of the term ‘Former Yugoslav Republic of Macedonia’ with regard to the
country, Macedonia, unnecessary. It only serves to remind to the people the negative legacy
of the country’s Yugoslav past. So, though there is uncertainty (or a primarily Greek
reservation) about using the name in the international arena, I nevertheless will use the name
‘Macedonia’, as the Macedonians themselves have been using to refer their country, instead
of the titular conception ‘FYROM’.
6
Although Serbia has never recognized Kosovo as an independent state, the International
Court of Justice has decided that the declaration of independence by Kosovo was not a
violation of international law. See: “Press Release: Accordance with international law of the
unilateral declaration of independence in respect of Kosovo: Advisory Opinion”,
International Court of Justice, 22 July 2010. Accessed on: http://www.icjcij.org/docket/files/141/16012.pdf?PHPSESSID=b0b24a6135eaf2347d5b0a0badec77ff.
Since then, more than a hundred (almost 108) UN member countries have recognized Kosovo
as an independent state despite the opposition of Serbia and Russia.
130
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
beginning and second at the end of the same century, - to which historians,
political scientists and the area specialists called “Balkanization” as we have
drawn attention above. Without further understanding the historical
background it would be wrong to focus on the EU-Western Balkans
integration policies.
The second and the fundamental part of this paper, however, will be
devoted to European integration of the Western Balkans in the new
millennium. The notions of institutional change and regional cooperation
which the EU has been imposing upon the post-Yugoslav governments will
be evaluated within the paradigm of Europeanization of the region.
Departing from an institutionalist point of view, I shall briefly deal with
these questions in this second part of the paper: In which ways, the EU
policies toward the Western Balkans have been implemented during the
post-communist transitional era? And, to what extent, could the EU have
succeeded to cope with the problems created by the Yugoslav war of
dissolution in the region?
1. The Genesis of Neo-Balkanization in The Former Yugoslavia
The fragmentation of Yugoslavia has already been described above
as being a political reminder of previous conflicts, where a new
Balkanization process tore apart South Slav nationalities in the events
following the fall of Communism in Eastern Europe. Yet, the bloody results
of the so-called ‘Yugoslav Civil War’ were not a fait accompli process.
Rather they occurred in front of the eyes of the international community,
which only grasped the severity of the war crimes committed by BosnianSerb paramilitary militias with the help of Yugoslav People’s Army (JNA)
when it turned into a bloody massacre and/or act of genocide in Srebrenica
in July 1995.7
The genesis of neo-Balkanization in the SFRY therefore can be
analysed within the scope of a school of thought in modern historiography
7
The International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia ruled that the Army of
Republica Srpska committed genocide against Bosniak men, but its verdict on the acts on
women, children and elderly people was massacre in Srebrenica in 1995.
See: the UN, “International Tribunal for the Prosecution of Persons Responsible for Serious
Violations of International Humanitarian Law Committed in the Territory of the Former
Yugoslavia Since 1991”, IT-98-33-A, The Hague, 19 April 2004, accessible on:
http://www.icty.org/x/cases/krstic/acjug/en/krs-aj040419e.pdf.
BAED 3/2, (2014), 127-149.
131
EŞREF YALINKILIÇLI
which fashioned the way to take into consideration of historical events in
their long term duration (la longue durée).8 According to the French L’école
des Annales’ Braudelian point of view, one might say that the dissolution of
Yugoslavia by its very nature was not accidental, rather it was the
culmination of the same old patterns of the ethno-symbolic revolutionary
nationalism of the interbellum years (Serbian Chetnics vs. Croatian
Ustashas)9 together with decaying adherence to internationalism of the
Marxist ideology during the post-Tito Yugoslavia.
Firstly then, according to this view, the fragmentation of Yugoslavia
should be seen as the gradual outcome of attempts at decentralization
increases to the right to self-determination for Yugoslavia’s constituent
nations, brought about in particular by the 1963 and 1974 SFRY
Constitutions. With these efforts and changes, the Yugoslav nationalities
paved the way for declaring their own independent states at a time when the
Titoist ‘crystal ball’ was broken in the fin de siècle. These attempts virtually
changed Yugoslavia from being a constitutionally communist state to into a
constitutional nationalist one.10
In this vein, one could easily understand that how the pretentious
construction of Illyrianic idea of Yugoslavism of the days of yore has been
replaced by the ambitious attempts to achieve the historical idea of a
‘Greater Serbia’ in the course of time in the SFRY. Indeed, from the very
beginning, most Croatian and Slovene intellectuals perceived Yugoslavism
as a threat to their own national identity, and this ideology often seemed to
8
See for methodology of historiography of the Annales School, Peter Burke, The French
Historical Revolution: The Annales School, 1929-89, Stanford Univ. Press, California 1990,
pp. 32-64.
9
Ethnic nationalism(s) in the former Yugoslavia was not a new phenomenon. Rather the
SFRY was a forced compromise of Serbian and Croat nationalism brought about with the
help of authoritarian Marxism under Marshall Tito. Thus, the transition from nationalism to
ethnic cleansing proved to be very easy and short in the country. During the Second World
War, both Serbian royalist nationalist group, the Chetniks, and the members of Croatian
revolutionary movement, the Ustashas, used ethnic cleansing and genocidal methods against
each other and other ethno-religious groups, such as Bosniaks, Jews and Gypsies in order to
‘purify’ Yugoslavia in favor of their ethnic dominance. See, Damir Mirkovic, “Ethnic
Conflict and Genocide: Reflections on Ethnic Cleansing in the Former Yugoslavia”, Annals
of the American Academy of Political and Social Science, Vol. 548, November 1996, pp.
191-199. See also Aleksandar Pavković, The Fragmentation of Yugoslavia: Nationalism and
War in the Balkans, St. Martin Press, USA 2000, pp. 37-40
10
John R. Lampe, “The Failure of the Yugoslav National Idea”, Studies in East European
Thought, Vol. 46, No. 1/2, June 1994, pp. 84-87.
132
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
them as being a euphemistic term for Serbian hegemony. Therefore they
mainly dismissed it as being a mask for Serbian political and cultural
domination.11
However, worsening economic conditions, especially during the
1980s, also started to undermine gradually legitimacy of the communist
state apparatus in the whole federation.12 With the lack of economic
security, the Yugoslav fusion was sacrificed to the Geist, namely the then
spirit of time, which was increasing nationalism. Hence, recruitment of
nationalism to replace communism through the invention of tradition as an
elite construction after the death of Josip Broz Tito in 1980 should be
considered as the last step in the break-up of Yugoslavia.
It might be said that resuscitation of the ages-old Serbian
nationalism in the 1980s also triggered other nationalisms and reproduced
the same old patterns of ethnic antagonism which had been somewhat
suppressed after the foundation of SFRY in 1945. In brief, ethnic
antagonism grew in the post-Tito era and it took on numerous forms, both
within the political institutions and in direct face-to-face disputes among
inhabitants and groups in the SFRY.13
Serbian discontent, in particular, with the 1974 constitutional
changes had been expressed by the Serbian Academy of Arts and Sciences in
a “Memorandum” in 1986, which recommended that Serbs defend their own
national interests vis-à-vis the other growing national movements in
Yugoslavia. Hence, these developments were given meaning among the
Serbian public with the campaign of Slobodan Milosevic, who pursued the
restoration of Serbian power through confiscating the two autonomous
regions of Kosovo and Vojvodina in favor of Serbia in the SFRY.14
Therefore, when Milosevic delivered his nationalistic rhetoric on the 600th
anniversary of the Kosovo Polje War in June 1989, almost nothing remained
of the socio-political unity of the South Slav peoples who had already been
11
Pavković, The Fragmentation of Yugoslavia: Nationalism and War in the Balkans, p. 62.
Pavković, Ibid., pp. 77-79.
13
Sergej Flere, “Explaining Ethnic Antagonism in Yugoslavia”, European Sociological
Review, Vol. 7, No. 3, Dec. 1991, p. 183.
14
James Gow, Triumph of the Lack of Will: International Diplomacy and the Yugoslav War,
Columbia University Press, New York 1997, pp. 16-17.
12
BAED 3/2, (2014), 127-149.
133
EŞREF YALINKILIÇLI
forced to live together in a communist melting pot after the Second World
War.15
Following the sudden collapse of communism in Eastern Europe
and, thereby the end of Cold War and bipolar world politics, such an
international environment might be said to have curtailed the developments
in the former Yugoslavia and disabled an immediate involvement of the then
international community into the Yugoslav crisis more difficult.
Undoubtedly in these conditions, the break-up of Yugoslavia seemed
unavoidable and would not be able to be prevented. This is because, the
SFRY, from the very beginning, was an ill-fated construction and a reluctant
unity borne from the post-war settlement and held together under the iron
fist and charismatic leadership of Marshall Tito.16
However, if we make a counterfactual assessment retrospectively,
the disintegration of former Yugoslavia could have been managed in a more
peaceful way and furthermore the Bosnian disaster could have been
obviated by the then international community, including the United Nations
(UN), the European Community (EC, or the EU later on), as well as the
United States (US) and the Russian Federation (RF).17
15
One prevalent explanation for the unavoidably demise of the Yugoslav state is that it never
succeeded in constituting itself as a political community and a nation-state whose identity
conceptually and structurally transcended the various nations that it comprised. Moreover, the
Yugoslav state would eventually usurped by the largest ethnic group inside, namely the
Serbs, to serve its own national interests by the very beginning. See, Vesna Pesic, “Serbian
Nationalism and the Origins of Yugoslav Crisis”, The United States Institute of Peace,
Peaceworks No. 8, April, Washington 1996, p. 5.
16
Dawa Norbu, “The Serbian Hegemony, Ethnic Heterogeneity and Yugoslav Break-up”,
Economic and Political Weekly, Vol. 34, No. 14, April 3-9 1999, p. 834.
17
For the negative roles of the then international community in the Yugoslav war of
dissolution, see, Richard Ullman, The World and Yugoslavia’s War, Council of Foreign
Relations Press, New York 1996; Alex N. Dragnich, “From Unity to Disarray: The West’s
Yugoslav Policy”, Mediterranean Quarterly, Vol. 12, Number 3, Summer 2001, pp. 47-56;
Robert M. Hayden, “Yugoslavia’s Collapse: National Suicide with Foreign Assistance”,
Economic and Political Weekly, Vol. 27, No. 27, Jul. 4, 1992, pp. 1377-1382; Ed Vulliamy,
“Bosnia: The Crime of Appeasement”, International Affairs, Vol. 74, No.1, January 1998,
pp. 73-9; Mike Bowker, “The Wars in Yugoslavia: Russia and the International Community”,
Europe-Asia Studies, Vol. 50, No. 7, November 1998, pp. 1245-126; Marc Weller, “The
International Response to the Socialist Federal Republic of Yugoslavia”, The American
Journal of International Law, Vol. 86, No. 3, July 1992, pp. 569-607.
134
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
Arguably, one can also say that there was no international
community at that time in the way we understand the meaning of the
concept today. James Gow frequently emphasizes this fact and he identifies
four fundamentals of bad timing, poor judgment, lack of cohesion and the
absence of will to implement policies involving the use of armed force
during the Yugoslav crisis, all of which might be attributed to the lack of a
true international community and proper international diplomacy.18
Seemingly, the last decade of the 20th century was a period of
turmoil in world politics and all major world powers had been following to
their own agendas when the sudden, if not unexpected, collapse of
Yugoslavia occurred. As is well-known, the US was fighting in the Gulf
War and Iraq to open the gate for a ‘new world order’ while Russia was
striving for a smooth disintegration of the USSR in the era of Glasnost and
Perestroika. The EC troika’s primary focus was, however, on its
transformation into the EU in order to materialize a continental supranational state when ferocious ethnic conflicts once more Balkanized
Yugoslavia in the early 1990s.19
2. From Balkans to Southeastern Europe: European Integration
and Institutional Change in the Western Balkans
Apparently, the former Yugoslavia (SFRY) was harshly crumbled
due to the competing interests of ethnic nationalism(s) inside and factional
great power politics in the international relations. Following the sudden fall
of Communism in the region, a process of neo-Balkanization once again
overturned the regional security complex and political stability in the early
1990s. In this chaotic atmosphere European integration of the newly
independent post-Yugoslav republics in the Western Balkans became an
emergent issue for both the prospective stabilization and reconciliation of
18
Gow, Triumph of the Lack of Will, pp. 4-9.
The references given in the footnote 16 are valid here, too. I have also expressed the
international dimension of the Yugoslav crisis in a recent web article: “The Dissolution of
Former Yugoslavia: An Appeasement of Serbian Nationalism by the International
Community”,
Academic Perspective, 13 September 2014, accessible on:
http://en.akademikperspektif.com/2014/09/13/dissolution-former-yugoslavia/, (23.11.2014).
19
BAED 3/2, (2014), 127-149.
135
EŞREF YALINKILIÇLI
the region, as well as for the EU’s own geopolitical future connected with
the unification euphoria that followed the 1992 Maastricht Treaty.20
Needless to say that, the painful disintegration of the SFRY taught
Europe a lot, and led the EU to form a Common Foreign and Security Policy
(CFSP), the lack of which had caused the failure of European diplomacy
during the bloody ethnic wars in the former Yugoslavia. However, the EU
was able to involve itself in the Kosovo crisis in the post-Dayton Yugoslavia
when the Europeans gave up the ‘wait and see’ strategy and adopted a more
proactive and pre-emptive stance towards the post-communist conflicts in
the region. In other words, the EU’s willingness to take responsibility after a
bitter experience- witnessed in Bosnia and Herzegovina between the years
of 1992-95, signalled the advent of a new era in which the process of
Europeanization of the Balkan states and societies had commenced in the
European Affairs. In this sense, the Balkans have acquired a renewed
significance in the EU’s policy debates especially after the big bang
enlargement of May 2004 together with the opening of Turkey’s
membership negotiations in 2005 despite the constitutional fiascos in France
and the Netherlands in the same year.21
Therefore, it might be said that the core of the EU’s containment
strategy with regard to the problems created by the breakup of Yugoslavia
was to incorporate the post-communist Yugoslav geography into the
continental Europe on the basis of the acquis communautaire of the Union.22
From then on, the EU deliberately launched the political concept of
‘Western Balkans’ to define not only the successor states of the SFRY (plus
Albania, and excluding Slovenia), but also to aid in the integration of the
region into the common European political house, whereby the whole of the
Balkans (together with Bulgaria and Romania) now appeared on the
European political map as part of terminus of ‘South-Eastern Europe’.23
20
Leeda Demetropoulou, “Europe and the Balkans: Membership Aspiration, EU Involvement
and Europeanization Capacity in South Eastern Europe”, Southeast European Politics, Vol.
III, No. 2-3, November 2002, pp. 87-88.
21
Emilian Kavalski, “From the Western Balkans to the Greater Balkans Area: The External
Conditioning of ‘Awkward’ and ‘Integrated’ States”, Mediterranean Quarterly, Volume 17,
Number 3, Summer 2006, p. 86.
22
Florian Trauner, The Europeanization of the Western Balkans: EU Justice and Home
Affairs in Croatia and Macedonia, Manchester University Press, U.K. 2011, pp. 4-6.
23
Steven Blockmans, Tough Love: The European Union’s Relations with the Western
Balkans, T.M.C. Asser Press, The Hague 2007, pp. 12-13.
136
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
Hence, one could argue that there was an ambitious effort displayed
by European policy makers to erase the negative legacy of the Cold War and
reunite the divided Europe of the post-war settlement. Considering the
Western Balkans as part of this project, the EU first pursued a ‘regional
approach’ which later constituted the main features of the formation of the
“Stability Pact for South Eastern Europe” (converted into Regional
Cooperation Council later in 2008) in April 1999 when the Kosovo conflict
began to violate the delicate balance of the post-Dayton process. The Pact
was hailed as ‘a new Marshal Plan for the reconstruction of the region’ by
the then British Prime Minister Tony Blair to highlight its vital significance
for both Europe and the basin.24
Additionally, the EU pushed its endeavours to one step further and
institutionalized its ‘contractual’ relations with the Western Balkans
together with the inauguration of the Stabilization and Association Process
(SAP) in the shadow of Kosovo crisis. The SAP constituted the main theme
of EU-Western Balkans relations, through which the EU created regional
cooperation and promoted institutional change in justice and home affairs of
those post-communist transitional countries by giving them potential
candidacy status in the Union.25
In the following year, the EU also officially declared that it was
considering membership bids of the Western Balkan countries in the Santa
Maria da Feira Summit in Portugal. The EU from then on kept prospective
membership perspective as for the Western Balkans in its political agenda
and reiterated this possibility several times, most notably in the Thessaloniki
Summit in 2003, which was mainly dedicated to the political dialogue and
regional cooperation between the EU and Western Balkans.
In brief, the EU imposed the “principle of conditionality” and
embedded it via its contractual relations with the countries of the region in
order to maintain the road to Europeanization of the Western Balkans.
Following this agenda, the Stability Pact took responsibility and chaired
three working tables considering (i) democratization and human rights, (ii)
economic reconstruction, cooperation and development and (iii) security
24
Trauner, EU Justice and Home Affairs in Croatia and Macedonia, p. 47.
Christian Pippan, “The Rocky Road to Europe: The EU’s Stabilisation and Association
Process for the Western Balkans and the Principle of Conditionality”, European Foreign
Affairs Review 9, 2004, p. 219; Trauner, Ibid. p. 35; Blocksmans, Ibid., p. 251.
25
BAED 3/2, (2014), 127-149.
137
EŞREF YALINKILIÇLI
issues. All of them functioned to monitor the improvements in the fulfilment
of political (Copenhagen) and economic (Maastricht) conditionality
imposed by the Stabilization and Association Agreements (SAA) and signed
country by country.26
In this context, we can also raise the main question posed by Friis
and Murphy (2000): Why did the European diplomacy catapult its interests
into the Western Balkans and present membership perspective to the region,
while the EU had been already continuing the membership negotiations with
the Central-Eastern European states (plus Romania and Bulgaria in the
Eastern Balkans)? Friis and Murphy give four essential satisfactory answers
to this question: i) the Kosovo crisis, ii) path dependency iii) policy framing
and iv) the EU presidency.27
From this point of view, one might say that the EU first took the
Kosovo issue into consideration as being a new threat to European security
when a massive refugee problem emerged along the fragile borders of
Serbia, Kosovo, Albania and Macedonia. Without doubt, the crisis in
Kosovo had reminded many, most notably expressed frankly by the then
German Foreign Minister Joschka Fischer, of the relatively weak role of the
European Community in the Bosnian case.28 Therefore, the crisis had the
potential to undermine once again the EU’s credibility in the international
system, and hereby, the EU presidency led-by then Germany under
Schröder-Fischer diarchy framed the Kosovo issue as a ‘European one’.29
Hence, European policy makers, immediately after the crisis
escalated in Kosovo, improved an EU-developed strategy on the Western
Balkans. In their paradigm, Europeanization of the area was perceived a sine
qua non for stability, peace and reconciliation in the region. Thereby,
European security would be able to be guaranteed in the long term. The
EU’s source of inspiration for this policy no doubt directly came from the
examples of the Central-Eastern European transition countries’ integration
process. Such a path dependency also convinced the EU that pursuing a new
26
Pippan, Ibid. pp. 227-29 and 233-38.
Lykke Friis and Anna Murphy, “Turbo-Charged Negotiations: the EU and the Stability
Pact for South Eastern Europe”, Journal of European Public Policy, 7:5, 2000, p. 767.
28
Tom Gallagher, The Balkans in the New Millennium: In the Shadow of War and Peace,
Routledge, London and New York 2005, p. 49.
29
Friis and Murphy, Ibid. pp. 777-780.
27
138
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
type of relationship responding to the particular needs of the Western
Balkans was deemed necessary and unavoidable.30
Seemingly, maintaining security still remains the strongest argument
on developing EU-Western Balkans relations in the scope of the SAP.
Supposedly, the Balkans emerged as a destabilizing region for Europe after
the Yugoslav dissolution, so both the EU and local authorities had to
minimize the side effects of trans-border problems caused by the ethnic
conflicts and political demarcations.31 In particular, intra-border smuggling
and trafficking of arms, people and drugs, illegal migration and refugees
from the region to the heart of Europe together with wide-spread corruption,
bribery, nepotism, organized crime, economic backwardness and violations
of human and minority rights in justice and home affairs were the main
concerns that the EU wanted to tackle via cooperation with the Western
Balkan governments. Therefore, the region constituted a major source of socalled ‘soft-security’ threats for the EU when the traditional Balkan
smuggling route was revitalised as a transit corridor for illegal immigrants
and all kind of goods onto their way into Europe.32
For this reason, the EU first initiated an “integrated border
management” mechanism to check border security effectively and control
trade facilities through stressing the significance of regional collaboration
and international cooperation with respect to the borders of Western Balkan
countries.33 Secondly, the EU worked in a close cooperation with the
NATO, OSCE and the Stability Pact in order to augment border security
through the establishment of police forces, demilitarization and demining of
the borders. All these endeavours were institutionalized later in the Ohrid
Border Process in May 2003 when the parties agreed on the EU’s integrated
border management principle, promotion of further stabilization through the
30
Blocksmans, Ibid., p. 254; Friis and Murphy, Ibid., p. 778.
George Dorel Popa and Karina Paulina Marczuk, “Trafficking in Human Beings in the
Post-Communist States of the Balkan Area”, Human Security Journal, Vol. 6, Spring 2008,
pp. 79-80.
32
Florian Trauner, “The Europeanisation of the Western Balkans: Deconstructing the EU’s
routes of influence in Justice and Home Affairs”, A research paper presented to the ECPR
Fourth Pan-European Conference on EU Politics, Riga, September 25-27, 2008, p. 2,
accessible on: http://www.jhubc.it/ecpr-riga/virtualpaperroom/059.pdf, (10.11.2014).
33
Trauner, The Europeanization of the Western Balkans: EU Justice and Home Affairs in
Croatia and Macedonia, pp. 27-28.
31
BAED 3/2, (2014), 127-149.
139
EŞREF YALINKILIÇLI
rule of law, and advice and support on more military issues regarding border
security and insecurities.34
By analysing all these EU policies regarding the Western Balkans,
we can ask the question here of how those policies added a value to the
EU’s leverage in the region? One answer is that, the EU, needless to say,
used the soft power of membership incentives as a ‘carrot and stick’
diplomacy over the region to both eliminate security problems that emerged
after the Yugoslav crumble and erase the negative legacy of communist state
apparatus in the Balkans.35
This approach led to the regional governments getting some
remarkable financial aid and technical assistance under the Community
Assistance for Reconstruction, Development and Stabilization (CARDS) of
the SAA. Thus, firstly, one could say that a gradual institutional change in
justice and home affairs has been promoted in the course of time. In addition
to this, sometimes through shock therapy with respect to market
mechanisms, some trade liberalization has been achieved and commercial
facilities have been created as part of the economic transition strengthening
ties between the EU and the Western Balkans.36 In this regard, regional
cooperation among the Western Balkan countries, largely thanks to the EU’s
SAP through which conditionality has been persistently imposed upon the
politics of the regional governments, pushed the nature of post-communist
transitional Balkan politics into being more ‘European’ way.
With regards to the situation as it stands at present, Slovenia was
added in the ‘big bang enlargement’ of 1 May 2004 to the Union, whereas
Romania and Bulgaria achieved this in 2007, though the principle of
conditionality is still questionable regarding their post-communist
transitions.37 Meanwhile in the Western Balkans, Croatia became a member
34
Trauner, Ibid., p. 51.
See Pippan, Ibid., pp. 221-228.
36
Pippan, Ibid., pp. 230-233.
37
The transition paradigm is hotly debated topic in transitology literature since legal and
constitutional backlashes have appeared after some of the post-communist countries received
full EU membership. Therefore, more recent assumptions in transition literature indicate the
death of the concept of the transition paradigm and fashioned gradual institutional
transformations. See, Thomas Carothers, “The End of the Transition Paradigm”, Journal of
Democracy, Vol. 13, No. 1, January 2002, pp. 15-17; Jordan Gans-Morse, “Searching for
Transitologists: Contemporary Theories of Post-Communist Transitions and the Myth of a
Dominant Paradigm”, Post-Soviet Affairs, (2004, 20/ 4), pp. 340-44.
35
140
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
state as of 1 June 2013, but the EU has only opened negotiation talks with
Serbia, Montenegro and Macedonia as candidate states.
Accordingly, the EU also made numerous advances in order to
integrate the region with itself and became an irrevocable political goal for
the region’s governments, most particularly in ethnically divided and
discontent countries like Macedonia, where the prospect of EU membership
has been considered as the only source of political unity in the debris of
shadowy past.38 Possibly, this outlook might be by the other ethnically
heterogeneous republics, such as Bosnia and Kosovo, as well. On the other
hand, the EU accessions in the region also created an environment of peace
building and reconciliation in which the belligerents of the Yugoslav ethnic
wars were able to improve political dialogue and mutual understandings
mainly due to a compulsory EU-push. Máire Braniff specifically notes this
point of view and she reaches the conclusion that European integration was
the most important driving force behind conflict transformation and
reconcilement in the domestic politics of Croatia and Serbia considering the
wartime criminals and nationalist antagonisms in these countries.39
Nonetheless, some observers also approach to the issue somewhat
sceptically in the case of Serbia, where domestic politics is still influenced
by the nationalist nostalgia and the failure of the idea of Greater Serbia.40
From the assassination of Zoran Djindjic in 2003 to the declaration of
Kosovo’s independence in 2008, recent developments in Serbian politics
might be said to be very undulant. But it might also be said that Serbian
authorities, foremost President Boris Tadić engaged in the Serbian talks with
the EU quite enthusiastically and shown his willingness to collaborate with
the International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia regarding
the capture and return of the wartime criminals including the prominent
figures of the Srebrenica genocide and known as “butchers of Bosnia” like
Ratko Mladic and Radovan Karadzic.
38
Jessica Giandomenico, “Path Dependency in EU Enlargement: Macedonia’s Candidate
Status from a Historical Institutionalist Perspective”, European Foreign Affairs Review, 14,
2009, p. 90.
39
Máire Braniff, Integrating the Balkans: Conflict Resolution and the Impact of EU
Expansion, I. B. Tauris, London and New York 2011, pp. 172-83.
40
James C. O'Brien, “Brussels: Next Capital of the Balkans?”, The Washington Quarterly,
Volume 29, Number 3, Summer 2006, p. 78.
BAED 3/2, (2014), 127-149.
141
EŞREF YALINKILIÇLI
In the current situation, Serbian domestic politics continue to be fed
by a ‘sense of injury’, particularly after the international recognition of
Kosovo as an independent state.41 But the main issue here is not Serbian
domestic politics, rather the EU’s capacity and eagerness to engage crisis
management. Taking account of this, the EU ought to maintain its carrot
approach with respect to the Serbian bid to join to the Union in the years to
come. Most probably, a rapprochement between Serbia and Kosovo would
prove the success of the EU’s Western Balkans policies. Yet, the possibility
of a Serbian backlash should not also be kept away from the Union’s
strategic calculations, either.
On the other side of the coin, there are also some problems and
limitations which undermine the EU’s leverage and capacity for conflict
management and its stabilizing role in the Western Balkans. Those are
mainly related to the war-torn countries of Bosnia-Herzegovina and
Kosovo.42 Together with Albania, the aforementioned countries still keep
their potential candidate status in the EU’s political agenda. But those
countries, most notably Kosovo- consisting almost 90 percent of ethnic
Albanians- constitute the most fragile and vulnerable parts of the Balkan
puzzle for both the EU and the region.
A divergence here to briefly discuss the Kosovo problem would be
convenient to assist in comprehending the pessimist approach to the
conundrum in the Western Balkans. At the moment, the independence of
Kosovo seems to be complicated by the EU’s blueprint over the Southwestern Balkans, where ethnic trans-border and interstate issues are still the
source of EU woes. Therefore, as much as the status and/or the future of
Kosovo remains blurry, the Kosovo crisis cannot be considered as having
ended and it will continue to challenge stability, security and political order
in the region. That is to say, as Misha Glenny properly stated, the EU, one
way or another, will have ‘responsibility for a chronically dysfunctional’
41
Ted Galen Carpenter, “A New Era of Turbulence in the Balkans?”, Mediterranean
Quarterly, Volume 19, Number 3, Summer 2008, pp. 6-14.
42
Bosnia and Kosovo are the only two members of the EU enlargement zone that have never
tried to apply for EU membership, given that both are too far from complying with the
required minimum standards. But besides lacking basic capacities, these two potential
candidates share another common feature: both are limited, to different degrees, in their
national sovereignty. See, Wolfgang Koeth, “Bosnia, Kosovo and the EU: Is Accession
Possible without Full Sovereignty?”, EIPA, Maastricht 2012, p. 31, accessed on:
http://www.eipa.eu/files/repository/eipascope/20120710143924_WKO_Eipascope2012.pdf,
(5.11.2014).
142
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
small country from now on in the basin.43 However, the EU has already
shouldered such a responsibility formally by agreeing with the government
of Kosovo on the “conditional independence” drawn up by the Ahtisaari
Plan, as Elizabeth Pond clearly pointed out: “The heart of this plan, laid
down in more than 90 percent of its provisions, consisted of protection of
minority (Serb) rights, overproportional minority seats in parliament, and
other positive political discrimination, all to be guaranteed by EU
supervision”.44
For the sake of assuming this responsibility then, the EU also put
into force the Rule of Law Mission in Kosovo- dubbed as the EULEX - in
order to consolidate the new-born state of Kosovo’s legal infrastructure.
According to its strategic program, EULEX intended to achieve the
following six priorities when forming institutions and establishing the rule
of law in Kosovo: i) progress towards sustainability, ii) progress towards
accountability, iii) multi-ethnic organization, iv) freedom from political
interference, v) recognized standards, and vi) European best practices. These
aims, Labinot Greiçevci emphasizes, have been established to move towards
the long term goal of Kosovo’s potential accession into the EU.45
On the other hand, the same author also indicates that the failures of
EULEX initiatives in the three areas of customs, police and justice,
especially in the northern Serbian-populated border areas like Mitrovica,
cripple the EU’s mission and limit the effectiveness of EULEX. He
assertively calls this the “handicapped actorness” of the EU in Kosovo.46
Therefore, we might say that the problems reflected by the local people(s)
and authorities with regard to the question of “Does anyone have a plan”,
posed by Lode Desmet in his 2006 documentary47, still come to the fore in
post-independent Kosovar politics, and the EU has to deal with these
problems and take action as soon as possible.
43
Misha Glenny, “You Broke It, You Own It”, Prospect, 27 April 2008, accessed on:
http://www.prospectmagazine.co.uk/magazine/youbrokeityouownit/, p. 16, (5.11.2014).
44
Elizabeth Pond, “The EU’s Test in Kosovo”, The Washington Quarterly, Vol. 31, Number
4, Autumn 2008, p. 99.
45
Labinot Greiçevci, “EU Actorness in International Affairs: The Case of EULEX Mission in
Kosovo”, Perspectives on European Politics and Society, Vol. 12, No. 3, September 2011, p.
297.
46
Greiçevci, Ibid., pp. 298-299.
47
Lode Desmet, “Does Anyone Have a Plan?”, a documentary film produced for Balkan
Investigative Reporting Network, Albania/Bosnia-Herzegovina/Serbia, 2006.
BAED 3/2, (2014), 127-149.
143
EŞREF YALINKILIÇLI
Conclusion
In conclusion, we can precisely talk about a fully-fledged EUengagement towards the post-communist conflicts in the Balkans from the
NATO bombing of Belgrade in May 1999 to the independence of Kosovo in
February 2008 and its aftermath. During this period, the EU developed a
constructive approach towards the post-Yugoslav geography and chose the
path of European integration of the region by imposing the principle of
conditionality upon the regional governments and polities. In this way, both
the Union and the countries of the region made some remarkable progress.
Arguably, the most important step was the inauguration of the Stabilization
and Association Process (the SAP) of the EU regarding the reconstruction of
the Western Balkans.
So far, only Croatia has received full membership, and for the other
western Balkan states their EU-favourable perspectives often meant a
geopolitical shift towards the Western realm. Nevertheless, all countries in
the area have entered into a quite tedious, but irreversible path of transition,
from which both sides, namely the EU and the region’s governments, should
benefit within a win-win strategy in the long term. In this regard, it might be
said that the Western Balkans can be Europeanized with the help of
exogenous underpinnings of the EU’s conditionality and institutional
change. For this purpose, the regional decision-makers need to show more
enthusiasm about will of reform management and further regional
cooperation which necessitate abandoning the practices of the past, so
becoming more ‘behaviourally Europeanized’ in their policy-making
processes.48
For the Western Balkan countries, however, as Christian Pippan
(2004) phrased it, full membership in the EU is a ‘rocky road’ in which a
systemic change concerning the previous formal and informal institutions
would not be expected to happen overnight. Moreover, the issue of
membership is nowadays not only related to the fulfilment of conditionality,
but is also much more dependent on the EU’s capacity for integration and
the readiness of the European public. The Dutch and French vetoes of the
EU Constitution in 2005 and Irish vetoing of the Lisbon Treaty in 2008,
48
Tamara Radovanovik, “From ‘Balkanization’ to ‘Europeanization’ of the Western Balkan
countries”, American International Journal of Contemporary Research, Vol. 2/4, April 2002,
pp. 211; Demetropoulou, “Europe and the Balkans:…”, Ibid., p. 88.
144
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
together within the negative atmosphere of the present Euro-zone crisis
since then, have already been interpreted as ‘no more enlargements’ around
European policy circles and public opinions.
Last, but not the least, all efforts made by the EU and the EuroAtlantic Alliance (NATO) have been perceived as a ‘Western intrigue’ in
what was once a ‘backyard’ region under a re-assertive Russian Foreign
Policy formed by the Putin-Medvedev diarchy at a time when the recent
political and military crisis in Georgia and Ukraine had already created a
standoff between the parties. In this context, there is no doubt that the
Kosovo problem was and is still one of the hardest tests which the European
diplomacy will have to overcome in order to put a definitive end to the
Balkan crisis in the post-Yugoslav era. In brief, the Kosovo conundrum will
serve as a litmus test for the EU in the new millennium, because the Western
Balkans in general and Kosovo in particular still have their own historical
peculiarities, and ethno-political splits still continue to be the sources of
discontent and fear among the peoples and governments of the region.
BIBLIOGRAPHY
BLOCKMANS, Steven, Tough Love: The European Union’s Relations with
the Western Balkans, T.M.C. Asser Press, The Hague 2007.
BOWKER, Mike, “The Wars in Yugoslavia: Russia and the International
Community”, Europe-Asia Studies, Vol. 50, No. 7, November 1998, pp.
1245-1261.
BRANIFF, Máire, Integrating the Balkans: Conflict Resolution and the
Impact of EU Expansion, I. B. Tauris, London and New York 2011.
BURKE, Peter, The French Historical Revolution: The Annales School,
1929-89, Stanford University Press, California 1990.
CAPLAN, Richard, Europe and the Recognition of New States in
Yugoslavia, Cambridge University Press, U.K. 2005.
CAROTHERS, Thomas, “The End of the Transition Paradigm”, Journal of
Democracy, Vol. 13, No. 1, January 2002, pp. 5-21.
BAED 3/2, (2014), 127-149.
145
EŞREF YALINKILIÇLI
CARPENTER, Ted Galen, “A New Era of Turbulence in the Balkans?”,
Mediterranean Quarterly, Volume 19, Number 3, Summer 2008, pp. 6-22.
DEMETROPOULOU, Leeda, “Europe and the Balkans: Membership
Aspiration, EU Involvement and Europeanization Capacity in South Eastern
Europe”, Southeast European Politics, Vol. III, No. 2-3, November 2002,
pp. 87-106.
DRAGNICH, Alex N., “From Unity to Disarray: The West’s Yugoslav
Policy”, Mediterranean Quarterly, Vol. 12, Number 3, Summer 2001, pp.
47-56.
DESMET, Lode, “Does Anyone Have a Plan?”, a documentary film
produced for Balkan Investigative Reporting Network (BIRN), Albania/
Bosnia-Herzegovina/ Serbia 2006.
FLERE, Sergej, “Explaining Ethnic Antagonism in Yugoslavia”, European
Sociological Review, Vol. 7, No. 3, Special Edition on Eastern Europe,
December, 1991, pp. 183-193.
FRIIS, Lykke and Murphy, Anna, “Turbo-Charged Negotiations: the EU
and the Stability Pact for South Eastern Europe”, Journal of European
Public Policy, 7:5, 2000, pp. 767-786.
GALLAGHER, Tom, Outcast Europe, The Balkans, 1789-1989: From the
Ottomans to Milošević, Routledge, London and New York 2001.
________, The Balkans in the New Millennium: In the Shadow of War and
Peace, Routledge, London and New York 2005.
GANS-MORSE, Jordan, “Searching for Transitologists: Contemporary
Theories of Post-Communist Transitions and the Myth of a Dominant
Paradigm”, Post-Soviet Affairs, 2004, 20/4, pp. 320-349.
GIANDOMENICO, Jessica, “Path Dependency in EU Enlargement:
Macedonia’s Candidate Status from a Historical Institutionalist
Perspective”, European Foreign Affairs Review 14, 2009, pp. 89-112.
GLENNY, Misha, “You Broke It, You Own It”, Prospect, 27 April 2008,
accessed on:
146
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
http://www.prospectmagazine.co.uk/magazine/youbrokeityouownit/,
(5.11.2014).
GOW, James, Triumph of the Lack of Will: International Diplomacy and the
Yugoslav War, Columbia University Press, New York 1997.
GREIÇEVCI, Labinot, “EU Actorness in International Affairs: The Case of
EULEX Mission in Kosovo”, Perspectives on European Politics and
Society, Vol. 12, No. 3, September 2011, pp. 283-303.
HAYDEN, Robert M., “Yugoslavia’s Collapse: National Suicide with
Foreign Assistance”, Economic and Political Weekly, Vol. 27, No. 27, Jul.
4, 1992, pp. 1377-1382.
HOFFMANN, Clemens, “Balkanization of Ottoman Rule: Pre-modern
Origins of Modern International System in Southeastern Europe”,
Cooperation and Conflict: Journal of the Nordic International Studies
Association, Vol. 43 (4): 2008, pp. 373-396.
HUDSON, Kate, Breaking the South Slav Dream: The Rise and Fall of
Yugoslavia, Pluto Press, London 2003.
KAVALSKI, Emilian, “From the Western Balkans to the Greater Balkans
Area: The External Conditioning of ‘Awkward’ and ‘Integrated’ States”,
Mediterranean Quarterly, Volume 17, Number 3, Summer 2006, pp. 86100.
KOETH, Wolfgang, “Bosnia, Kosovo and the EU: Is Accession Possible
without Full Sovereignty?”, EIPA, Maastricht, 2012, pp. 31-36, accessed on:
http://www.eipa.eu/files/repository/eipascope/20120710143924_WKO_Eipa
scope2012.pdf, (5.11.2014).
LAMPE, John R., “The Failure of the Yugoslav National Idea”, Studies in
East European Thought, Vol. 46, No. 1/2, Nationalism and Social Science,
June 1994, pp. 69-89.
________, Yugoslavia as History: Twice There was a Country, Cambridge
University Press, U.K., 2000.
BAED 3/2, (2014), 127-149.
147
EŞREF YALINKILIÇLI
MIRKOVIC, Damir, “Ethnic Conflict and Genocide: Reflections on Ethnic
Cleansing in the Former Yugoslavia”, Annals of the American Academy of
Political and Social Science, Vol. 548, The Holocaust: Remembering for the
Future, November 1996, pp- 191-199.
NORBU, Dawa, “The Serbian Hegemony, Ethnic Heterogeneity and
Yugoslav Break-up”, Economic and Political Weekly, Vol. 34, No. 14, Apr.
3-9, 1999, pp. 833-838.
O’BRIEN, James C., “Brussels: Next Capital of the Balkans?”, The
Washington Quarterly, Volume 29, Number 3, Summer 2006, pp. 71-87.
PAVKOVIĆ, Aleksander, The Fragmentation of Yugoslavia: Nationalism
and War in the Balkans, 2nd ed., St. Martin Press, USA 2000.
PESIC, Vesna, “Serbian Nationalism and the Origins of Yugoslav Crisis”,
The United States Institute of Peace, Peaceworks No. 8, April, Washington
1996, pp. 1-39.
PIPPAN, Christian, “The Rocky Road to Europe: The EU’s Stabilisation
and Association Process for the Western Balkans and the Principle of
Conditionality”, European Foreign Affairs Review 9, 2004, pp. 219-245.
POND, Elizabeth, “The EU’s Test in Kosovo”, The Washington Quarterly,
Vol. 31, Number 4, Autumn 2008, pp. 97-112.
POPA, George Dorel and Marczuk, Karina Paulina, “Trafficking in Human
Beings in the Post-Communist States of the Balkan Area”, Human Security
Journal, Vol. 6, Spring 2008, pp. 77-88.
RADOVANOVIK, Tamara, “From ‘Balkanization’ to ‘Europeanization’ of
the Western Balkan countries”, American International Journal of
Contemporary Research, Vol. 2/4, April 2002, pp. 207-214.
SCHIERUP, Carl-Ulrik and Ȧlund, Aleksandra, “Neo-Balkanization and
Ethnic Cleansing in the Balkans”, Peace Research, Vol. 27, No. 3, August
1995, pp. 39-45.
ŠVOB-ÐOKIC, Nada (ed.), Redefining Cultural Identities: Southeastern
Europe, Culturelink Joint Publications Series No 4, Institute for
148
BAED 3/2, (2014), 127-149.
FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE
AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS
International
Relations,
Zagreb
2001,
accessible
on:
http://www.culturelink.org/publics/joint/cultid04/SvobDjokic_Redefining_C
ultid_SE.pdf, (6.11.2014).
TODOROVA, Maria, Imagining the Balkans, Oxford University Press, New
York 2009.
TRAUNER, Florian, The Europeanization of the Western Balkans: EU
Justice and Home Affairs in Croatia and Macedonia, Manchester University
Press, U.K. 2011.
________, “The Europeanisation of the Western Balkans: Deconstructing the
EU’s routes of influence in Justice and Home Affairs”, A research paper
presented to the ECPR Fourth Pan-European Conference on EU Politics,
Riga,
September
25-27,
2008,
pp.
1-22,
accessible
on:
http://www.jhubc.it/ecpr-riga/virtualpaperroom/059.pdf, (10.11.2014).
ULLMAN, Richard, The World and Yugoslavia’s War, Council of Foreign
Relations Press, New York 1996.
WELLER, Marc, “The International Response to the Socialist Federal
Republic of Yugoslavia”, The American Journal of International Law, Vol.
86, No. 3, July 1992, pp. 569-607.
VULLIAMY, Ed, “Bosnia: The Crime of Appeasement”, International
Affairs, Vol. 74, No.1, January 1998, pp. 73-91.
BAED 3/2, (2014), 127-149.
149
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 151156.
ROMANYA’YA DÂİR BİR VESİKA-YI SİYÂSİYE
Aktaran: Ergün HASANOĞLU
Birkaç küçük hükümetler müstesnâ olmak üzere bi’l-umûm düvel-i
muazzamanın ve anlara tabi‘en hükûmât-ı sagîrenin birbirlerine karşı
giriştikleri şu cihân harbinde Devlet-i Osmâniyye’nin doğrudan doğruya
muhâsamada bulunduğu Rusya ve İngiltere’den başka kendisinin
müttefikleri bulunan Almanya ve Avusturya ve Bulgar devletleriyle
müştereken asker yolladığı yer, Romanya ülkesidir. Romanya ise – ma‘lûm
olduğu üzere – bidâyet-i harbde ve hatta bu muhârebe-yi umûmiyenin ilk iki
senesi zarfında bî-taraflığı muhafaza edüb ve kâh Rusya ve İngiltere ve
Fransa ve İtalya’nın teşkil eyledikleri i‘tilâf tarafına ve kâh Almanya ve
müttefikleri cânibine temâyülât gösterüb en nihayet i‘tilâfiyûna iltihâk etmiş
ve bi’t-tab‘ Devlet-i Osmâniye ile de muharib bulunmuştur.
Gerçi Romanya hükümeti, bu iki yüzlülüğün cezasını az vakt içinde
memâlikinin dörtde üçünü gayb etmekle çekmiş ve daha ziyade çekmesi de
eltâf-ı ilâhiyeden müsted‘â bulunmuş olub fakat böyle iki yüzlü politika
kullanması keyfiyyeti ilk defa vuku‘ bulmuş bir şey zan olunmamak için
bazı vukuâtdan bahs edilmek münâsib görülmüştür.
Bu vukuât, 1293 sene-yi hicrîyesine ve Devlet-i Âliyenin Rusya ile
olan muhârebesinden biraz evveline aid olmak üzere o vakt ki Memleketeyn
emâretinin kabinesi reisi bulunan ve şimdiki Bratianu’nun pederi olan Jan
Bratianu tarafından Dersaâdete gönderilen Mazhar Paşa isminde bir zâtın
me‘mûriyet-i hafîyyesidir ki mûmâ-ileyh Bâb-ı Âli ricâliyle mülâkat ederek
temînât vermiş ve bunun üzerine Memleketeyn emâretiyle müzâkerât icrâsı
Bâb-ı Âlî’ce münâsib görülerek Tulça Mutasarrıfı Âli Bey merhûma
ta’lîmât-ı mahsûsa i‘tâ‘ kılınmıştır. Buna müteallik olan ve Hâriciye Nâzırı
Safvet Paşa merhûmun kalemiyle musahhih olan yerleri mütearrıza içine
alınan üç kıt‘a vesîka zîre derc olunur.
Mehmed Galib

Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, 1 Ağustos 1332, Cüz: 39, ss. 142-149.
Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Disiplinlerarası Balkan Çalışmaları
Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi, Edirne, E-mektup: [email protected].

151
ERGÜN HASANOĞLU
Tulça Mutasarrıfı Âli Bey’e Ta‘lîmâtı Hâvî Tahrîrât-ı Sâmîye
Biraz vaktden beri Rusya Devleti’nin mesele-yi ma‘lûmede ittihâz
eylediği meslek ve hareket, saltanat-ı seniyye hakkında olan efkâr ve
tasmîmât mukarrere-yi hafîyyesini meydana çıkarmağa başlamış ve dâhilen
galeyân-ı ezhânı vesile ederek mutâlebenin sulhen tervîcine muvaffak
olamadığı halde bunları harben istihsâl derecesine kadar gideceğini
Avrupa’ya göstermek üzere tedârikât-ı harbiyeye dahi mübâşeret eylemiştir.
Devlet-i Âliye ise iki seneye karîb bir müddetden beri Hersek ve
Bosna ve bil‘âhire Sırp ve Karadağ usât ve eşkıyasıyla uğraşarak bir an
evvel sulh ve âşâyişin iâdesini arzu etmekde olduğu halde Rusya Devleti gibi
bir devlet-i azîme ile muhârebeye girişmeyi ihtiyâr edemeyeceği der-kâr ise
de muhâfaza-yı hukuk-ı mukaddese-yi mülkiyesi kendüsünü her dürlü
mehâlik ve muhâtarâtı ve her nev‘î fedakârlığı göze kestirmeğe mecbur
edeceğinden böyle bir dâhiye-yi azîmenin def‘i hakkında mümkün olabilecek
ve şan ve hukukuyla kabil-i tevfîk olacak tedâbîr-i sulhiyenin ittihâz ve
icrâsına sarf-ı mukadderât edecektir. Fakat hükm ve vukuât, Devlet-i Âliye
ve millet-i Osmâniyenin hemcivârı olan bir devlet-i kavî-yi şevket ile
muharebeye girmesini îcâb ettirir ise bu mecburiyete teslimiyetten başka
çare kalmayacağından o halde dahi tehiyye-i esbâb-ı müdâfaa ve
muhâfazaya mübâderet buyuracaktır.
Eczâ’-yı memâlik-i şâhâneden bulunan Memleketeyn emâreti,
Rusyaluların oradan Sırbistan ve Rusçuk ve Vidin taraflarına vesâir
cihetlere geçmelerine müsâade sûreti göstermekte olduğuna dair şu aralık
devrân eden havadisin mukarrin-i sıhhat olub olmadığı bahsinde tereddüd
olunmakta olduğu halde biraz vaktden berü orada teehhül ve temekkün ile
bayağı Memleketeyn ahâlisi i‘dâdına girmiş ve Kırım muharebesinde silk-i
asâkir-i şâhânede bulunmuş olan İngiliz Mazhar Paşa bu kere Dersaâdete
gelerek reîs-i vükelâ bulunan (Jan Bratianu) tarafından me‘mûriyet-i
hafîyyesi olduğunu ifâde etmesiyle istîzâh-ı keyfiyyet olundukda emâret-i
müşârün-ileyhâ bidâyet-i zuhûr-ı muharebede âleme karşu ilân etmiş olduğu
usûl-i bî-tarafîde devam eylemek ve îcâb eder ise bunu muhâfaza içün harb
derecesine kadar gitmek niyet-i kavîyyesinde bulunduğunu ve hatta bu
maksada mebnî şimdiden tedârikât-ı fiiliye-yi harbiyeye mübâşeret
eylediğini ve fakat tertîb ve techîz olunmakta olan kuvve-yi askeriyesi gerçi
altmış bin râddesinde ise de şâyed Rusyalular kuvve-yi külliye-yi askeriye
ile geldikleri halde bu mikdar asker ile anlara mukavemet kabil
olamayacağından her halde Devlet-i Âliyenin muâvenet-i askeriyesine
152
.
BAED 3/2, (2014), 151-156
AKTARMA
ihtiyaç halinde bulunduğunu ve bu tertîbât-ı askeriye ve buna müteferri‘
husûsât-ı sâirenin Devlet-i Âliye ile müzâkeresi lazım gelüb Bükreş’de
saltanat-ı seniyye tarafından kimse olmadığı gibi Dersaâdetde ajan bulunan
Prens Gika’ya dahi Rusyalular ile münâsebâtı cihetiyle emniyet
olunamayacağından Devlet-i Âliyece mu‘temed bir zâtın zâhirde bazı
mesâil-i muallâk ve mevâdd-ı sâirenin müzâkeresi şâyiasıyla ol tarafa
gönderilmesi münâsib olacağını ifâde ve beyân etmiş ve Memleketeyn bu
sûretle Devlet-i Âliyeye izhâr-ı sıdk ve hulûs ile ilân etmiş olduğu usûl-i bîtarafîyi harben muhâfaza derecesine kadar gitmek niyet-i kavîyesinde
bulunması ve Rusyaluların fekk-i râbıta-ı münâsebetiyle anların
Memleketeyn’e duhûllerine mümânâat eylemesi Devlet-i Âliyece ezher ciheti şâyân-ı takdir bir hidmet-i azîme olarak Paris Muâhedesinin yirmi altıncı
maddesi ahkâmına dahi tamamıyla muvâfık olacağından bazı devletler
tarafından zuhûru melhûz olan ilkaât-ı fâsideye meydan verilmeksizin
emâret-i müşârün-ileyhanın bu hüsn-i istidâdından istifâde olunarak
kendüleriyle derhâl bu madde hakkında müzâkereye girişilüb bunun içün bir
mukavele-yi mahsûsa-yı hafîyye akdine müsâraat olunması îcâb-ı hâl ve
maslahatdan bulunmuş ve bu husûs-ı mühimin müzâkeresi için buradan
memûr ta‘yîn ve i‘zâm olunsa hakîkat-ı keyfiyyet tereşşuh ederek
Rusyalulara karşu emâreti bir mevki‘-yi müşkilde bulunduracağından bu
sûret tecviz olunmayub bu memuriyet-i nâzike ve mühimmenin münâsebet-i
mevki‘ye ve ma‘lûm olan dirâyet ve fetânetleri cihetiyle zât-ı şerîflerine
tefvîz ve ihâlesi tensîb kılınmıştır.
Emâret-i müşârün-ileyha bundan üç mâh mukaddem mûmâ-ileyh
Prens Gika vasıtasıyla cânib-i Bâb-ı Âli’ye bir kıt‘a lâyıha takdîm ederek
anda bazı mesâil ve metâlib der-miyân eylemiş ve hâlbuki bunların bazıları
Paris Muâhedesi ahkâmına ve bazıları dahi emâretin Devlet-i Âliyeye karşu
bulunduğu hâl ve mevki‘-yi tâbiyete menâfî gibi göründüğünden nazar-ı
i‘tibâr ve tedkîke alınmamış vesâir birkaç maddesi şâyân-ı kabul görünmüş
ise de mezkûr lâyıhanın takdîmi Sırbistan ile Karadağ’ın Devlet-i Âliyeye
i‘lân-ı harb eyledikleri zamana tesâdüf edüb bu hareket Devlet-i Âliyenin
bulunduğu meşâgil-i harbiyeden istifâde maksadına mübtenî olduğunu
göstermesiyle lâyıha-yı mezkûre mevki’-i müzâkereye konulmayarak sadece
ahz ve hıfz edilmiş ve hatta bunun bir kıt’a sûretleri emâret-i müşârünileyha tarafından düvel-i fahîme kabinetolarına takdîm olunub oralarca
dâhî mazhar-ı hüsn-i telâkki olmayarak bırakılmış olub her ne ise bu kere
emâret-i müşârün-ileyha, Devlet-i Âliyeye izhâr-ı sıdk ve ihlâs dâiyesinde
olub Rusyaluların oradan mürûrlarına mümânâat niyet-i kavîyesinde
BAED 3/2, (2014), 151-156.
153
ERGÜN HASANOĞLU
olduğunu techîzât ve tedârikât-ı harbiyesiyle fiilen isbât eylediğinden
saltanat-ı seniyye dâhî şân-ı âlîsi iktizâsından olduğu üzere, emâretin bu
hidmet-i azîmesini takdîr ile (âsâr-ı fiiliye-yi fütüvvet-i seniyyesini
göstermek lâzım gelür ise de emâretin techîzât-ı askeriyesi cidden ve
hakikaten Rusyaluların Memleketeyn’e girmelerine fiilen muhâlefet ve
mümânâat niyetiyle midir yohsa Devlet-i Âliye ile Rusya Devleti beyninde
bir muharebe vuku‘nda kâffe-i usûl-i muhtemeleye karşu tedârikli bulunulub
anlardan bir sûretle istifâde maksadına mı mübtenîdir buraları evvel emrde
güzelce anlaşılub iâne-yi askeriye hakkında devlet ile bir mukavele-i hafîyye
akd ve imzası niyet-i kat‘iyyesinde bulundukları cezm ve teyakkun
olundukda sonra) evvela kendülerünün öteden beri aksâ-yı âmâl-i
milliyelerinden olub Devlet-i Âliyeye kabûl ve tasdîk etdirmek istedikleri
Romani kelimesinin saltanat-ı seniyyece kabûl buyurulacağının resmen
mûmâ-ileyh Jan Bratianu’ya ifâdesi sâniyen İbrail’den yukarı Tuna
nehrinde mevcûd olub tarafeyn beyninde mûceb-i nizâ‘-yı dâimî olan
adaların tahkîk-i ahvâli için iki taraftan memûrlar ta‘yîniyle tanzîm
olunacak haritalarına ve bin iki yüz kırk beş tarihiyle icrâ kılınan tahdîd
usûlüne tevfîkan müceddeden tahdidi, sâlisen Romani ahâlîsinin hâmil
oldukları pasaportlarıyla memâlîk-i Devlet-i Âliyede mürûrlarına müsâade
olunması râbian tarafeynden iâde-yi mücrimîn husûsunda bir mukavele
tanzîmi hâmisen posta ve telgraf maslahatları için kezalik bir mukavelenâme
yapılması kararlaştırılmış ve bunlardan başka kapu kethüdasının heyet-i
süferâya dâhil olması ve Delta adası işi gibi maddeler Paris Muâhedesine
dokunur umûr-ı azîmeden olmağla bunların müzâkeresine bile girişmek
evvel emrde düvel-i zamîne ve müttefikanın kararına muallâk bulunmuş
olmağın buraları beyân olundukdan sonra esâs memûriyet olan asker
maddesi müzâkeresine şürû‘ ve ibtidâr eylemeleri lâzım gelür binâenaleyh
reîs-i vükelâ Mösyö Jan Bratianu ile bu madde hakkında mahremâne
müzâkereye girişilerek emâret-i müşârün-ileyha tarafından tertîb olunan
kuvve-yi askeriyeye ilâve olunmak üzere kâffe-yi levâzımâtı mükemmel
olarak muharebeye alışmış ve isbât-ı şecâat ve besâlet etmiş olan asâkir-i
muntazama-yı şâhâneden otuz tabur asâkirin her ne vakt istenilir ise karşu
tarafa geçirilmek üzere Vidin ve Rusçuk ve Niğbolu taraflarında hazır ve
müheyyâ bulundurulacağı ve düşman tarafından sevk olunacak kuvve-yi
askeriyenin mikdârı külliyetlü olub da asâkir-i emâretle birleşecek kuvve-yi
muâvenenin derece-yi kifâyede olmadığı tarafeyn kumandanları indînde
bi’l-ittihâd ta‘yîn ve tahakkuk ederek kuvve-yi muâvene-yi mezkûrenin bir
mikdâr daha zamm ve tezyîdi lâzım gelür ise derhâl mahâll ve mevâki‘-yi
münâsibede ihtiyaten bulundurulacak kuvve-yi askeriyeden münâsib
mikdârının sür‘at-i mümküne ile karşu tarafa imrâr olunacağı ve asâkir-i
154
.
BAED 3/2, (2014), 151-156
AKTARMA
muâvene-yi Devlet-i Âliyenin mekûlât ve melbûsât ve masârif-i nakliye,
erzâk ve eşyâ vesâiresi içün cânib-i emâretden bir akçe taleb olunmayacağı
gibi memlekete dâhî bir güne tahmîlbar olunmayacağı ve ahâlîden süvâri
hayvânâtı içün mübâyâasına lüzûm görünecek şaîr ve sâmân ve asâkir-i
şâhânenin mekûlât-ı esmânı nakden ve peşînen îfâ kılınacağı beyân ve ifâde
olunub gerek bu maddeler ve gerek asâkir-i şâhânenin emâret askeriyle bir
mevkiide ictimâ‘ları ve muhteliten hareketleri îcâb eylediği halde manevra
ve emr-i kumandanın kuvve-yi muâvene-yi Devlet-i Âliye kumandanına
havâlesi lüzûm ve ehemmiyetinin zâbitân-ı asâkir-i emâretin fünûn-ı
harbiyece ma‘lûmâtları ne kadar mükemmel olmak lazım gelse
kendülerünün henüz ticaret-i fiiliyeleri olmadığından serd ve îrâd ile kabûl
ve tasdîk etdirilmesi ve işbu mevâdd-ı muharrerenin reîs-i mûmâ-ileyh
tarafından dâhî tensîb olunacağında iştibah olunmayacağı üzere bir
mukaddime-yi münâsebe ile bend bend bir mukaveleye derciyle heman imza
olunmak üzere mahsûs bir kuriyer ile cânib-i âliye irsâl kılınması ve işbu
mukaveleye buraca hatıra gelmeyen saîr mevâdd var ise anların dâhî derc
ve ilâve kılınmasında be’s olmayacağından bunların müzâkere ve kabûlünde
menâfi-i Devlet-i Âliyeye muvâfık olan cihâtın gözetilmesi ve işitildiğine
göre emâret memûrları ve husûsuyla re’s-i kâr da bulunan memûrlar
arasında bu maddelerden dolayı ihtilâfât olduğundan bâlâda serd ve îrâd
olunan mülâhazât ve husûsatdan lede’l-iktizâ vükelâ ve memûrîne hîn-i
mülakâtdan ne dereceye kadar ma‘lûmât verilmek ve Prens ile mülâkat
iktizâ eder ise ana dahi ne yolunda beyân maslahat edilmek lazım
geleceğinin mûmâ-ileyh Mösyö Bratianu ile kararlaştırılması (ve bu
müzâkerâtta mûmâ-ileyh Mazhar Paşa dâhî bi’t-tabi‘ bulunacağı cihetle
tertîbât-ı askeriyece cereyân edecek musâhabâtda anın re’y ve
ma‘lûmâtından dâhî istifâde olunabileceğinden bu husûsların evvel emrde
mûmâ-ileyh ile istişâre edilmesi ve bu mes’ele-yi harbiye müzâkeresi fevkal-gaye mektûm tutulub orada bulunan düvel-i fahîme konsolosları vesâir
sûret-i hayr-ı hâhide görünen zevâttan hiçbirine asla renk verilmeyüb orada
bulunmalarının mutasarrıflığa aid bazı mevâdın müzâkere ve tesviyesi
maksadına haml ve isnâd edilmesi) husûsları uhde-i dirâyet-i
müsellimelerine tevdi‘ edilmiş ve muharebece lüzumu cihetiyle taraf-ı
şerîflerine bir aded şifre miftâhı dâhî gönderilmiş olmağla ber minvâl-ı
muharrer îfâ-yı levâzım-ı memûriyete i‘tinâ ve dikkat olunması siyâkında
şukka…
Fi 5 Şevvâl sene 93 ve fi 10 Teşrîn-i Sânî 92
BAED 3/2, (2014), 151-156.
155
ERGÜN HASANOĞLU
Tulça Mutasarrıflığına Telgrafnâme-yi Sâmî
Memleketeyn emâretiyle iâne-yi askeriye hakkında icrâ-yı müzâkerat
ile bunun hüsn-i neticeye isâli memûriyet-i mühime ve nâzikesi uhde-yi
dirâyet ve fetânetinize havâle olunmuş ve meslek ve hareketinizi ta’yîn için
kaleme aldırılmış olan bir kıt’a ta‘lîmât yâver-i mahsûs ile Rusçuk’a
gönderilmiş olmağla mutasarrıflığa aid bazı husûsâtın emâretle müzâkeresi
vesile edilerek heman merkez-i memûriyetinizden hareketle Rusçuk’a
gelünüb orada ta‘lîmâtınızın ahzıyla Bükreş’e azîmet eylemeniz matlûbdur.
Fi 10 Teşrîn-i Sânî sene 92
Tuna Vilayeti Valiliğine Telgrafnâme-yi Sâmî
Memleketeyn emâretiyle iâne-yi askeriyye hakkında icrâ’-yı
müzâkerat için vesile-yi münâsebe ile Bükreş’e azîmet etmek üzere Tulça
Mutasarrıfı Âli Bey’e memûriyet-i hafîyye verilmiş ve kendüsüne yâver-i
mahsûs ile gönderilen ta‘lîmâtı alub gitmek için Rusçuk’a gelmesi mûmâileyhe bildirilmiş olduğundan müddet-i gaybûbetinde Tulça mutasarrıflığına
münâsib bir vekilin ta‘yîni zımnında ihtâr-ı keyfiyyete ibtidâr kılındı.
Fi 10 Teşrîn-i Sânî sene 92
156
.
BAED 3/2, (2014), 151-156
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 157161.
Bülent YILDIRIM, Bulgaristan’daki Ermeni Komitelerinin
Osmanlı Devleti Aleyhine Faaliyetleri (1890-1918), Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara 2014, XX+240 sayfa, ISBN: 978-97516-2736-0.
Erdal YILMAZ
Fransız
İhtilali’nin
yarattığı
milliyetçilik akımının etkisiyle
Osmanlı
İmparatorluğu’nun
Balkan coğrafyasında yaşayan
gayrimüslim unsurlar, 19. yüzyılda
birer birer isyan ederek Batılı
devletlerin
de
yardımıyla
bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Bunlardan
bir
tanesi
olan
Bulgaristan, Berlin Antlaşması’yla
(1878) önce özerk bir yapıya
kavuşmuş;
II.
Meşrutiyet’in
ilanından sonra da bağımsızlığını
(1908) ilan etmiştir.
Berlin Antlaşması, İmparatorluğun
sadece batı bölgelerinde yaşayan
gayrimüslim
unsurları
ilgilendirmemekte, özellikle doğu
bölgelerinde yaşayan Ermenilere
de ıslahat yapılması şartını
getirmektedir. Bu madde ile Anadolu’da Türklerle on asır huzur içinde
yaşamış ve “Millet-i Sâdıka” olarak anılan Ermeniler de uluslararası bir
sorun haline getirilmiştir. Bunun akabinde, Batılı misyoner okullarında
eğitim görmüş ve milliyetçilik akımından da etkilenerek Osmanlı
İmparatorluğu içerisinde yaşayan Ermeniler adına bağımsızlık mücadelesi
verdiklerini iddia eden kimi Ermeni örgütleri ortaya çıkmıştır. Bu örgütler,
İmparatorluğun çeşitli bölgelerinde başta silahlı eylemler olmak üzere bir
takım yıkıcı faaliyetlere girişmiştir. Söz konusu örgütler, Osmanlı

Arş. Gör., Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi Anabilim Dalı, Edirne, E-mektup: [email protected].
157
ERDAL YILMAZ
Devleti’ne yakınlığı ve içişlerinde bağımsız olması nedeniyle Bulgaristan’ı
komitacı faaliyetleri için bir üs olarak seçmişlerdir.
Dr. Bülent YILDIRIM’ın Bulgaristan’daki Ermeni Komitelerinin
Osmanlı Devleti Aleyhine Faaliyetleri (1890-1918) isimli Türk Tarih
Kurumu’ndan 2014 yılında çıkan çalışması, Ermeni komitelerinin,
Bulgaristan’daki (özerk ve bağımsız olduğu dönemde) faaliyetlerini
incelemektedir. Söz konusu faaliyetler hakkında bugüne kadar yapılmış
ayrıntılı bir çalışma olmaması eserin önemini ortaya çıkartmaktadır. Başta
Osmanlı ve Bulgar arşiv kaynakları olmak üzere konuyla ilgili Türk, Ermeni
ve Bulgar araştırmacıların çalışmaları ve hatıralarından yararlanılarak
oluşturulan eser, giriş, dört bölüm ve sonuç kısımlarından oluşmaktadır.
Bizans döneminde Balkanlara zorunlu göçe tâbi tutulan Ermenilerin,
Osmanlıların bu bölgeye hâkim olmasıyla kendi istekleri doğrultusunda bu
coğrafyaya yerleştiğini, ticaret ve zanaatla uğraşarak bölgenin ekonomik
hayatı içerisinde yer aldığını söyleyen yazar, buraya yerleşen Ermenilerin
kendi dillerinden çok Türkçe konuştuklarına da dikkat çekmektedir. Giriş
bölümünde (s.1-38) okuyucuyu konuya hazırlamak için bu bilgileri veren
yazar, sonrasında, Ermeni ve Bulgar meselelerinin gelişimi; Ayastefanos ve
Berlin Antlaşmaları ile gelinen süreç hakkında bilgi vermektedir. Son olarak
da Armenakan, Hınçak, Taşnaksutyun ve Ramgavar isimli Ermeni komite ve
cemiyetlerinin kuruluşu ve faaliyetleri hakkında bilgi vermektedir.
Birinci bölümde (s. 41-66), Bulgaristan Emareti’ndeki Ermeni nüfusu,
yerleşim sahaları ve Ermeni komitelerinin teşkilatlanması incelenmiştir.
Bulgaristan Devleti Resmi İstatistik Kurumu’nun kayıtlarına göre 18871911 yılları arası Bulgaristan’daki Ermeni nüfusu 10-12 bin civarında
olmakla birlikte Ermenilerin çoğunlukla yaşadığı yerler Varna, Rusçuk ve
Filibe şehirleridir. Kırsal kesimden ziyade şehirlerde yaşayan Ermenilerin,
iyi bir eğitim aldıkları, ticaret ve zanaatla uğraşmaları dolayısıyla da
ekonomik açıdan durumlarının iyi olduğu görülmektedir.
Yine bu bölümde Bulgarların bağımsızlık hareketlerinin Ermeni
devrimcilerin taktiklerine esin kaynağı olduğu belirtilmiştir. Ermeni
komiteleri de -Bulgarların özerkliğe giden süreçte yaptıkları gibiAnadolu’da Müslüman halka saldıracak, köylerini ateşe verecek ve onları
katledecektir. Galeyana gelen Müslümanlar da savunmasız Ermenilere
saldıracak ve çok sayıda Ermeni vatandaşı hayatını kaybedecektir.
Sonrasında, komiteler tarafından, Batı kamuoyunda “Anadolu’da Ermeniler
158
.
BAED 3/2, (2014), 157-161
KİTAP DEĞERLENDİRME
katlediliyor” şeklinde haberler yapılarak dış müdahale sağlanmaya
çalışılacaktır. Bu düşünceler doğrultusunda harekete geçen Ermeni
komiteleri Bulgaristan’da 1886 yılından itibaren faaliyete geçmiş, Osmanlı
Devleti’ndeki Ermenileri tahrik etmek, zihinlerini karıştırmak ve devlete
olan bağımlılıklarını yok etme amacıyla hazırladıkları broşürleri Anadolu’ya
sokmaya çalışmışlardır.
Bu ilk teşebbüslerden sonra Bulgaristan Emareti’ndeki Ermeni
komiteleri faaliyetlerini güçlendirmeye çalışmışlardır. Bu doğrultuda
harekete geçen Taşnaksutyun Komitesi, Bulgar-Makedon komiteleriyle
1899 yılında anlaşma imzalayarak Osmanlı Devleti’ne karşı birlikte hareket
etme kararı almıştır. Bununla da yetinmeyen Taşnak Komitesi, finansal
kaynak sağlamak için, 1901 yılında Filibe’de Potorig (Fırtına) adında bir
örgüt kurmuş, tehdit ve baskı yoluyla varlıklı Ermenilerden para toplamıştır.
İkinci bölüme (s.69-104) bu bilgileri aktarmakla başlayan yazar,
Taşnaksutyun örgütünün Bulgaristan’da çok rahat hareket edebildiğinin
altını çizmekte; hatta önce Bulgar Askeri Akademisi’ne kabul edildiklerini
sonra işi ilerleterek 1906-1907 yıllarında kendi askeri akademilerini
kurduklarını da belirtmektedir. Taşnakların, kurduğu bu askerî okul ve
Potorig örgüt hakkında bilgiler ilk defa bu eserle birlikte Türkçe literatürde
yerini almıştır.
Ağırlıklı olarak Taşnaksutyun Komitesi’nin Bulgaristan’daki
faaliyetlerinin anlatıldığı ikinci bölümde, Taşnakların, III. Genel
Kongresi’nin Sofya’da (1904) gerçekleştiği ve bu kongrede başta Sultan II.
Abdülhamid’e suikast düzenlenmesi ve Anadolu’daki Ermeni komitacılara
silah ve cephane yardımı gibi kararların alındığı açıklanmaktadır. Söz
konusu bölümde değinilen bir diğer önemli konu ise Taşnak komitacı
Antranik Ozanyan’ın Osmanlı Devleti sınırları içerisinde zararlı
faaliyetlerinden sonra Bulgaristan’a geçerek 1908 yılında Taşnak
Komitesi’nin Bulgaristan sorumlusu olmasıdır. Zira bundan sonraki
gelişmelerde adı geçen komitacının ön plana çıktığı görülmektedir.
Üçüncü bölümde (107-140), 1908-1914 yılları arasında Ermeni
Komitelerinin faaliyetlerini inceleyen yazar, öncelikle Taşnakların Varna’da
düzenlenen V. Genel Kongresi (1909) hakkında bilgi vermektedir.
Kongre’de alınan kararlardan en önemlisi, II. Meşrutiyet’in getirdiği
hürriyet ortamından yararlanmak ve Türk siyasî çevreleriyle temaslarda
bulunarak bir takım haklar elde etmektir. Bu doğrultuda Taşnaklar, İttihat ve
BAED 3/2, (2014), 157-161.
159
ERDAL YILMAZ
Terakki Cemiyeti ile görüşmelerde bulunmuş, Osmanlı Devleti çatısı altında
özerk bir Ermenistan yaratılmasını talep etmişlerdir. Ancak bu
görüşmelerden olumlu bir sonuç alamayacaklarını anlamışlar, Trablusgarb
ve Balkan Savaşı nedeniyle de zor durumda kalan Osmanlı Devleti aleyhine
tekrardan faaliyete geçerek Bulgar Ordusu’na gönüllü olarak katılmışlardır.
Çoğu Osmanlı Devleti vatandaşı olan 300 kişilik Ermeni birliğini ise
Antranik Ozanyan komuta etmektedir.
Osmanlı kuvvetleriyle Mestanlı, Uzun Hamitler ve Balkan Türesi
bölgelerinde çarpışan Gönüllü Ermeni Birliği’nin, savaşta pek varlık
gösteremediği, ancak sivil Müslüman ahali üzerinde pek çok mezalim
yaptığı belgelerle gösterilmektedir. Ayrıca yazar, Ermeni kaynakları
tarafından, Yaver Paşa ve 10.000 kişilik ordusunu esir alması nedeniyle
destanlaştırılan Antranik ve Gönüllü Ermeni Birliği’nin, bu olayda hiçbir
rolü olmadığını Türk ve Bulgar askerî kayıtlarına göre açıklamaktadır.
Dördüncü bölümde, Bulgaristan’daki Ermeni Komitelerinin I. Dünya
Savaşı esnasındaki faaliyetleri incelemiştir (s.143-182). Birinci Dünya
Savaşı’nın başlamasıyla Ermeni komite ve cemiyetleri, tercihlerini İngilizRus-Fransız ittifakından yana yapmış, hatta Osmanlı Devleti daha savaşa
girmeden evvel Kafkasya’ya giderek Rus Ordusu’na katılmışlardır. Başta
Antranik Ozanyan olmak üzere Bulgaristan’daki Ermeni komitacılarının
büyük bir kısmının Rus Ordusu’na katılmak için Kafkasya geçtiklerini
belirten yazar, kalan diğer komitacıların ise Osmanlı Devleti aleyhine
Bulgar kamuoyunda propaganda amaçlı asılsız haberler yaptıklarını
söylemektedir. Bulgaristan’ın Karadeniz limanları ise, Balkanlar ve
Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden gelen diğer komitacı Ermenilerin Rus
Ordusu’na katılmak için bir geçiş üssü olmuştur. Tüm bu faaliyetlerle ilgili
olarak Osmanlı Devleti’nin, Bulgar Hükümeti nezdinde yaptığı girişimlerin
ise bir sonuç vermediğini belirten yazar, Ermeni komitacılarının
Bulgaristan’daki faaliyetlerine devam ettiği vurgulamıştır.
Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden sonra iç güvenlik nedeniyle
27 Mayıs 1915’te Sevk ve İskân Kanunu’nu çıkarttığı bilinmektedir. Yazar,
İttifak Kuvvetleri’nin yanında savaşa katılmasından sonra Bulgaristan’ın da
benzer bir tedbire ihtiyaç duyduğunun altını çizmekte, Romanya’ya karşı
girişilecek bir askerî harekâtta kendi güvenliğini sağlamak için Varna’da
bulunan Ermenileri Bulgaristan’ın iç bölgelerine gönderdiğini ifade
etmektedir. Bu durum, Osmanlı Hükümeti’nin aldığı sevk ve iskân
160
.
BAED 3/2, (2014), 157-161
KİTAP DEĞERLENDİRME
kararının, savaş koşullarında herhangi bir hükümetin güvenlik amaçlı
alabileceği olağan bir karar olduğunu da göstermektedir.
“Sonuç” bölümünde (s. 183-188) konunun genel bir değerlendirmesi
yapılmakta, “Tablolar” (s. 189-200) kısmında ise II. Abdülhamid suikastına
karıştığından şüphe edilen ve Balkan Savaşı’nda Bulgar ordusunda yer alan
Ermeni komitacıların listesi verilmektedir. “Kaynakça” (s. 201-224),
“Dizin” (s. 225-240) ve “Ekler” kısımlarıyla da eser bitirilmektedir.
Dr. Bülent YILDIRIM’ın, Türk ve Bulgar arşiv belgeleri ışığında
hazırladığı bu çalışma, Ermeni Meselesi hakkında son dönemde yapılmış
incelemeler içerisinde önemli bir yere sahiptir. Eser, Türk arşivleri haricinde
Batı (İngiliz, Rus, Amerikan ve Fransız) arşivleri merkezli incelemelerin,
meselenin aydınlatılmasında yeterli olmadığını göstermektedir. Bununla
birlikte özellikle Balkan coğrafyasında, Ermeni komitacılarının
faaliyetlerinin incelenebilmesi ve bu tarz çalışmaların yapılabilmesi için dil
bilen Türk akademisyenlerin yetişmesinin de gerekli olduğunu göstermiştir.
Son olarak eser, Ermeni komitacılarının, Bulgar-Makedon milliyetçiliğinden
etkilenmeleri, onların izlediği yolu kendilerine şiar edinmeleri, yabancı
müdahaleyi nasıl sağlayabilecekleri, propaganda araçları, finansal destek
sağlama yolları gibi birçok konuda önemli bilgiler içermektedir.
BAED 3/2, (2014), 157-161.
161
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 163166.
Pınar ŞENIŞIK, Girit: Siyaset ve İsyan 1895-1898, Kitap Yayınevi,
İstanbul 2014, 301 sayfa, ISBN: 978-605-105-133-8.
Ergün HASANOĞLU
Girit, konumu gereği tarihin her
döneminde çeşitli uygarlıkların
hâkimiyeti
altında
bulunmuş,
stratejik bir üs olarak kullanılmıştır.
1669 yılında adanın Osmanlı
hâkimiyetine
girmesiyle
yerli
halkın can ve mal güvenliğini ile
inanç ve dil özgürlüğü sağlanmış,
bu da bölgede sükûnetin hâkim
olmasına sebep olmuştur.
18. yüzyıl sonunda Avrupa’da
yayılmaya başlanan milliyetçilik,
özgürlük, eşitlik gibi fikirler çok
uluslu yapıda bulunan devletlerde
ayaklanmalar meydana getirmiştir.
Sırp, Yunan, Bulgar gibi Osmanlı
Devleti içinde bulunan uluslar,
milli kimliğin inşası amacıyla kendi
dil, tarih, coğrafya alanlarında
çalışmalar yapmışlar, Avrupalı
güçlerin özellikle de Rusya’nın kışkırtmasıyla Osmanlı Devleti’ne karşı
ayaklanmışlardır. 1804 Sırp ayaklanmasıyla başlayan milliyetçi
ayaklanmaları, 1821 yılında Yunanlıların ayaklanmaları takip etmiştir. 1830
yılına gelindiğinde Sırplar özerk bir millet, Yunanistan da bağımsız bir
devlet olarak ortaya çıkmıştır. Yunanlıların Osmanlı Devleti’nden ayrılıp
bağımsızlığını kazanmaları Girit adasındaki sükûnetin de bozulmasına sebep
olmuştur.
Sükûnetin bozulmasıyla beraber adada 1866 yılında ilk geniş çaplı
isyan meydana gelmiştir. Osmanlı Devleti, bu isyanı Avrupalı devletlerin

Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Disiplinlerarası Balkan Çalışmaları
Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi, Edirne, E-mektup: [email protected].
163
ERGÜN HASANOĞLU
adaya müdahalesini önlemek amacıyla Rumlara tavizler vererek bastırmış
ancak Rumlar verilen tavizlerle yetinmeyerek 1878, 1896, 1897 yıllarında
ayaklanmışlardır. 1898 yılına gelindiğinde ada, Fransa, İngiltere, İtalya ve
Rusya tarafından kontrol altına alınmış, Osmanlı askeri Girit’ten
çıkarılmıştır. Osmanlı askerinin adadan tahliyesi, Girit adasının
Yunanistan’a ilhakını kolaylaştıran bir etken olarak karşımıza çıkacaktır.
Birinci Balkan Savaşı sonucunda imzalanan Londra Antlaşmasıyla beraber
Girit Yunanistan hâkimiyetine geçmiştir.
Pınar Şenışık’ın Girit, Siyaset ve İsyan 1895-1898 adlı kitabı Yunan
ulusal kimliğinin oluşması ve Osmanlı idaresindeki Girit’e etkisini, adada
meydana gelen isyanları ve Avrupalı güçlerin bu isyanlar karşısındaki
tutumlarını, Osmanlı Devleti’nin isyanlar karşısında aldığı önlemleri,
bölgede bulunan Müslüman ve Hristiyan halkın durumunu göstermesi
açısından önemlidir. Orijinal adı The Transformation of Ottoman Crete:
Revolts, Politics and Identity in The Late Nineteenth Century olan kitap, ilk
olarak 2011 yılında basılmış, 2014 yılında da Kitap Yayınevi tarafından
Türkçe’ye tercüme edilerek okuyuculara sunulmuştur.
Pınar Şenışık, 2000 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Yüksek
Lisans, 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde Doktora eğitimini
tamamlamıştır. Günümüzde Doğuş Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri
Birimi’nde öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir.
Giriş (ss. 7-31) adının verildiği ilk bölümde, kitabın yazılma
amacından bahsedilmiştir. James Gelvin, Ernest Gellner, Benedict
Anderson, Eric Hobsbawm, Miroslav Hroch gibi milliyetçilik
kuramcılarının fikirlerine yer verilmiş, Girit adasında meydana gelen
isyanların arka planı irdelenmiştir. Son olarak da 19. yüzyıl Girit’i üzerine
yapılan çalışmaların durumundan bahsedilmiş ve kitabın yazımında
kullanılan birincil kaynaklar belirtilmiştir.
Modern Yunan Kimliğinin Oluşumu ve Osmanlı Girit’ine Etkisi (ss.
32-76) adını verdiği ilk bölümde Şenışık, Yunan milliyetçiliğinin ortaya
çıkmasında etkili olan faktörleri belirtmekte, Yunan milliyetçiliğinin
kavramlaşmasında ve oluşmasında etkili olan Korais ve Regas gibi iki
önemli figüre vurgu yapmaktadır. Yunan bağımsızlığının kazanılmasının
ardından oluşturulacak millî benlik konusundaki tartışmalara yer verilmiştir.
Zambelios, Paparrigopulos gibi Yunan tarihçilerinin Jakob Philipp
Fallmerayer’in modern Yunanlıların Helen kültüründen gelmediğini ortaya
164
.
BAED 3/2, (2014), 163-166
KİTAP DEĞERLENDİRME
koyan tezini çürütmek için yapmış oldukları faaliyetler anlatılmış, millî
folklor, dil ve eğitim gibi alanlarda bu teze karşı yapılan çalışmalara atıfta
bulunulmuştur. Ayrıca Yunanlılar açısından önemli olan Megali İdea
fikrinin Yunan toplumu üzerindeki tarihsel etkisi kısaca değerlendirilmiştir.
Girit Adası: Tarihsel Arka Plan (ss. 77-124) adının verildiği ikinci
bölümde, Girit adasının tarihsel dönemlerine göz atılmış, adanın coğrafî
özelliklerine, demografik yapısına değinilmiş ve adada konuşulan dil
hakkında bilgiler verilmiştir. Giritli Müslümanların ekonomik, dinî ve
sosyal hayatlarında önemli konumda bulunan Evkâf ve Eytâm İdaresi’nin
yararlarından bahsedilmiş, adada meydana gelen isyanların tarihsel arka
planı tasvir edilmiştir. Son olarak da Abdulvahab Paşa, Mahmud Paşa,
Cevdet Efendi, Ahmed Cevdet Paşa, Cevad Paşa gibi devlet adamlarının,
adadaki Rum Ortodoks valilerin kötü yönetiminden, taraflı olmalarından
şikâyet ettikleri ve adanın problemleri hakkındaki yazmış oldukları
layihalara yer verilmiştir.
Şiddeti Yeniden Düşünmek: Komite, Genel Meclis ve 1896 Girit
İsyanı (ss. 125-163) başlıklı üçüncü bölümde, II. Abdülhamid döneminde
dış siyasette uygulanan denge siyaseti ve devletin içinde bulunduğu kötü
durum karşısında alınan önlemlere kısaca değinilmiştir. Epitropi (Reform
Komitesi) adını taşıyan isyan grubunun faaliyetlerine ve isyancıların Halepa
Sözleşmesi’nin yeniden gözden geçirilmesi, genel af gibi taleplerine yer
verilmiş, Girit adasına asayişi sağlamak amacıyla gönderilen Turhan
Paşa’nın faaliyetleri anlatılmıştır. Ayrıca 1896 yılında meydana gelen Girit
İsyanı ayrıntılı şekilde okuyucuya sunulmuş, Osmanlı Devleti’nin aldığı
önlemler, Avrupalı güçlerin bu isyan karşısındaki tutumları dile getirilmiştir.
1897 Girit İsyanı (ss. 164-229) adının verildiği dördüncü bölümde,
1897 Girit İsyanı ele alınmıştır. Meydana gelen bu isyanı Yunanistan’dan
gelen Giritli Hristiyanların halkı kışkırtmasına ve Giritli Hristiyanların
Osmanlı Devleti’nin yapmış olduğu reformları yetersiz bulmasına bağlayan
yazar, Yunan parlamentosunun baskısı ile Yunan ordusunun adaya
gönderilmesine vurgu yapmaktadır. 1897 yılında meydana gelen bu isyan,
daha öncekilerden farklı olarak adanın Estiye, Sarakine, Kandaros gibi farklı
bölgelerinde meydana gelmesi yazar tarafından ortaya konulmuş, adanın
kötü durumundan, ortaya çıkan göç hareketlerinden bahsedilmiştir. Adada
meydana gelen bu isyanın, Avrupalı devletler tarafından nasıl karşılandığını
çarpıcı şekilde ortaya koyan Şenışık, ada konusunda Avrupalı güçler
BAED 3/2, (2014), 163-166.
165
ERGÜN HASANOĞLU
arasındaki anlaşmazlıklara, bu güçler tarafından adanın ablukaya alınıp
Yunan birliklerinin adadan çıkarılmasına ve adanın muhtariyet kazanmasına
vurgu yapılmıştır. Son olarak da 1 Nisan 1897 yılında meydana gelen
Osmanlı-Yunan savaşına kısaca değinilmiştir.
Otoriteye Meydan Okuma, Siyaseti Değiştirme: Girit’te Osmanlı
İdaresinin Sona Ermesi (ss. 203-264) başlığını taşıyan beşinci ve son
bölümde yazar, Osmanlı Devleti ile Avrupalı devletler arasında adaya vali
olarak görevlendirilmek istenen Prens Georgios konusunda anlaşmazlıklar
olduğundan bahsetmiş, baskılar sonucunda da prensin adaya yüksek komiser
olarak atandığından söz etmiştir. 4 Ekim 1898 yılında İngiltere, İtalya,
Fransa ve Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin adayı boşaltması konusunda
verdikleri ültimatomdan bahisle 15 Kasım 1898’e gelindiğinde adada tek bir
Osmanlı askerinin kalmadığı dile getirilmiştir. Bunlara ek olarak İngiltere
öncülüğünde adada geçici bir hükümetin kurulduğu, meydana gelen
Kandiye karışıklığı sonucunda İngiltere’nin Müslüman halkın
silahsızlandırılması, bu karışıklığa sebep olan elebaşlarının teslim edilmesi,
gerektiğinde İngiltere’ye yardım etmesi için Osmanlı askerinin belli yerde
tutulması gibi konular incelenmiştir.
Sonuç (ss. 265-279), bölümünde, kitabın geniş bir özeti yapılmış,
kitabın bilim dünyasına yapmış olduğu katkıdan bahsedilmiştir.
Kitabın sonunda, Kaynakça (ss. 280-293) ve Dizin (ss. 294-301) yer
almaktadır.
Osmanlı toprağı olan Girit’in, Osmanlı Devleti’nin içinde
bulunduğu kötü durumdan faydalanarak Avrupalı devletlerin müdahalesiyle
nasıl Yunanistan topraklarına dâhil edildiğini çarpıcı tespitleriyle ortaya
koyan yazar, Osmanlı, İngiliz ve Amerikan arşivlerinde yapmış olduğu
araştırmalar, gazete, makale ve kitaplar değerlendirerek objektif bir eser
ortaya koymuştur. Bununla beraber yazar, derinlemesine araştırma yapmayı
düşünenlere de bu kitabıyla bir örnek teşkil etmiştir.
166
.
BAED 3/2, (2014), 163-166
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 167187.
BALKAN GEZİ NOTLARI - I
bir üsküp masalı
Rıdvan CANIM
“Bütün göçmüş olanlar bilirler ki, uzakta
bırakılmış olan eski vatan, günün türlü dertleri
arasında hatıra gelmediği zamanlarda bile, içimizde,
tamiri imkânsız izler bırakarak kapanmış bir yara gibi
daima sızlayacak ve bunca hatırası kalbe dolmuş o
yerlerin bu gününe değil, ancak mâzisine karşı bir
hasret ve orada olup bitenlere karşı bir alâka
ölünceye kadar eksilmeyecektir.”
YAŞAR NABİ
Üsküp.. Makedonya’nın başkenti.. Ona bugün Skopje diyorlar.. Bu
şehri anlatmaya nereden ve nasıl başlamalıyım, bilemiyorum. Ne zaman
Balkan şehirlerine dair bir şeyler söylemek ve yazmak istesem, bir şey gelip
yüreğimin bir köşesinde düğümlenir kalır. İşte şimdi yine öyle.. Ama
yazmalıyım Üsküb’ü.. Zira Balkan savaşlarının sürüp vatanından kopardığı
bir ailenin en küçüğü olarak uzak çocukluk hatıralarımı Vardar türküleri
süslemiştir hep benim.. O topraklara kavuşmayı yıllarca bekledim durdum..
İçimdeki hasret yangınını Vardar Nehri bile söndüremez diye düşündüm
hep..

Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim
Üyesi, Edirne, E-mektup: [email protected].
167
RIDVAN CANIM
Üsküp’te Vardar Nehri ve Fatih Sultan Mehmed Köprüsü
Düşlerimin gerçek olduğu anı, Üsküp’le buluştuğum, Vardar’a
kavuştuğum ilk günü elbette unutamam.. Kimler gelmiş kimler geçmiş
buralardan.. Persler, Makedonlar, Romalılar, Bizanslılar, Cermenler, Gotlar,
Slav kavimleri ve Avarlar.. Aslında Türk kavimlerinden Hunlar, Avarlar,
Oğuzlar, Kuman ve Peçenekler Osmanlı’nın bu topraklara gelişinden çok
önce buralara gelmişler.. Evlâd-ı fâtihânın Rumeli ile buluşması tarihin
seyrini de değiştirmiş buralarda.. Ve İstanbul henüz fethini beklerken, bir
gün Gelibolu’da ayaklarını karaya basan Türk akıncıları, bir çılgın âşık gibi
koşup kollarını boynuna dolayıvermişler Rumeli’nin.. Ve o nazlı vücûda
saraylardan, hanlardan, camilerden, medreselerden, imaretlerden,
köprülerden süslü elbiseler, göz alıcı kaftanlar giydiren Türk zevki, devletin
ve milletin ortak gayretleriyle bu toprakları nasıl da bir açık hava müzesi
haline getirmiş.. Kimi gelmiş, birer mızraklı efsane kahramanı gibi,
şehirlerin ismetine nöbet tutan narin minareli camiler kurdurmuş, kimi
gelmiş, garibi, konuğu, Tanrı misafiridir diye ağırlayan kervansaraylar
yaptırmış bu topraklarda.
İlme irfâna susamış niceleri gelmiş mektepler, medreseler
kurmuşlar.. Temizliği imanın yoldaşı bilen niceleri gelmiş külhanlar,
168
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
hamamlar inşa ettirmiş.. Ya çarşılar, arastalar, bedestenler, hanlar,
dükkânlar kurup adına “vakıf” diyen hayır sahiplerinin çabalarına ne
demeli!? Açlığın, birçok kötülüğün anası olduğunu çok iyi idrak etmiş
Türkler.. Ve işte bu yüzden de şehirlerde, kasabalarda olabildiğince
aşhaneler, imarethaneler kurmuşlar ve bir lokma ekmek için işlenecek
suçları önceden karşılamayı bilmişler.. Ya müslüman Türklerin su sevgisi..!
Çeşmeler, sebiller su kemerleri.. Bu eli açık, kapısı ardına kadar dayalı,
gözü tok, gönlü pek millet bir türlü suya doyamamış, onun için de rast
geldiği her köşeye ibadet derecesine varan bir şevkle sebiller, selsebiller,
çeşmeler kurdurmuş.. Ya külliyeler.. Camiyi ortasına alan külliyede yer
bulan medrese, kütüphane, misafirhane, aşhane, mumhane, şifahane,
tabhane, han ve kervansaraylarla sosyal hayatı nasıl da canlı bir unsur
haline getirmiş atalarımız.
Neredeyse bütün Balkan şehirlerini gezdim, gördüm.. Bunlar
arasında beş Rumeli şehri var ki, özellikle onların Osmanlı’nın medeniyet
mirasını kutsal bir emanet gibi muhafaza etmeye çalıştığına, sayısız
Anadolu şehrine nispet yaparcasına bunu başardığına da şahit oldum. Bu
şehirler Saraybosna, Mostar, Prizren, Berat ve Üsküp’tür. “Rumeli’nin Beş
Şehri” diyorum ben onlara..
Vardar Nehri ve Üsküp
BAED 3/2, (2014), 167-187.
169
RIDVAN CANIM
Bugün hemen hemen bütün Balkan şehirlerinde iki farklı şehir
yapısı karşılar ziyaretçilerini: Biri Osmanlı’dan emanet kalan “eski şehir”,
diğeri ait olduğu ülkenin modern yapılarıyla donanmış çağdaş şehirler.
Rumeli coğrafyasında Türklüğün hâlâ çarpan kalbi olarak gördüğüm Üsküp
de böyledir bugün.. Nazlı Vardar’ın akış yönüne göre sol tarafta kalan
Osmanlı’nın Üsküb’ü trajik bir terkediliş öyküsünün hüznüyle yaşam
mücadelesini sürdürürken, sağ tarafta Vodno Dağı eteklerine kadar uzanan
bir alanda birleşik Yugoslavya’nın kucağında büyümüş zamane Üsküb’ü
yer alır. Şimdilerde 500 bini aşan nüfusuyla Üsküp, müslüman kesimde
daha çok Türkleri, Arnavutları, Boşnakları ve Çingeneleri barındırırken,
karşı tarafta Makedonlar, Sırplar ve diğer Hıristiyan etnik unsurlara ev
sahipliği yapar..
osmanlı akıncıları üsküb’de..
“Mayadağdan kalkan kazlar
Al topuklu beyaz kızlar
Yârimin yüreği sızlar
Eğlenemem aldanamam ben bu yerlerde...”
Yaşlı tarihin takvim yaprakları 1392 senesini gösterdiğinde Osmanlı
akıncıları Yıldırım Bayezid Han sancağı altında girerler şehrin kapılarından
Üsküb’e.. Tam 520 yıl evlâd-ı fâtihânın elinde islâm mülkü olarak tarih
sahnesinde boy gösteren bu kutlu şehir, tabir yerindeyse “saadet asırları”nı
yaşar bunca zaman.. Üstad Evliya Çelebi, Üsküb’ün bir zamanlar sahip
olduğu zenginlikleri anlatırken; “Burada l kale, 45’i cuma camii olmak
üzere l20 mescid, 2 medrese, 9 dârü’l-kurrâ, 70 mektep, 20 tekke, ll0
çeşme, 7 kervansaray, 2150 dükkanı bulunan bir çarşı, l bedesten, l köprü,
hanlar ve hamamlar vardır” şeklindeki notlarını düşer defterine.. Ve
sağlığında Balkanları adım adım dolaşan merhum Ekrem Hakkı Ayverdi de,
Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri adlı eserinde bu güzel şehir için şunları
söyler: “Biz şimdi Üsküb’ün abidelerini, ancak ticari bir meta mertebesinde
tutan bir idareye bırakıp çekildik. O mânâ bir daha o yerlere dönmemek
üzere uçtu gitti. Cenâb-ı Hak da hem kadrini bilmeyip bırakıp giden bizleri
cezalandırmak, hem mahbûbu olan o evliyalar şehri Üsküb’ün ruhaniyetini
yabancı ellere bırakmamak üzere zelzelesini gönderdi. Âbideleri birbirine
kavuşturan bütün kan damarlarını kopardı. Geriye kalanlar birer ada gibi tek
başına, etrafını yadırgayan ve yadırgatan yalnızlık içine gömüldü. Şimdi
170
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
Üsküb’ün rûhu bedeninden çıkmış, eski mevcudiyetinin maddî şâhidi olarak
tek-tük âbideler kalmıştır.”
Evet ne hazindir ki bugün bizlere o “tek-tük” âbidelerle avunmak
düştü. Beş küsur asır boyunca Üsküb’ü dünyanın en medeni, en mamur
şehirlerinden biri haline getirenlerin buralardan ayrılma zamanı geldiğinde;
“Her kemâlin bir zevali vardır” sözü, sığınılacak, avunulacak tek tesellimiz
oldu. Üsküp’te Osmanlı izlerinin silinmesine Vardar üzerinde tarihe tanıklık
eden “Fatih Köprüsü”nün başında inşa edilmiş olan Burmalı Camiin
sosyalist Yugoslavya zamanında ortadan kaldırılması ile başlandı. Çünkü
Sırplar, 1389 tarihini hiç unutmadılar.
Üsküb’ün Meşhur Saat Kulesi
BAED 3/2, (2014), 167-187.
171
RIDVAN CANIM
Biz millet olarak Murad Hüdavendigâr’ı unutmuş olsak da onlar
unutmadılar, unutamadılar. Sonra bu köprünün adını Taş Köprü’ye
çevirdiler. Üzerindeki Osmanlı’nın mührünü yani kitabesini söküp
götürdüler. Bunu diğer Osmanlı yâdigârı hanlar, hamamlar, köprüler,
imaretler, çeşmeler, kervansaraylar izledi.. Ama bitiremediler.. Nazlı Vardar
üzerindeki Fatih Sultan Mehmed Köprüsü, o eski devirlerin ihtişamıyla, o
mağrur duruşuyla sadece Vardar’ın iki yakasını bir araya getirmekle
kalmıyor, benimle Osmanlı dedelerim arasında “zaman köprüsü” oluyor
şimdi burada.. Bir tarafını Üsküp Kalesi’ne, bir yanını Vardar Nehri’ne
veren Davutpaşa Hamamı da bir “su medeniyeti”nin temiz evlatlarının bu
şehre bir himmeti olmuş bir zamanlar..
Biraz ötede geçmiş asırların felaketlerini iliklerine kadar yaşayan
Sultan Murad Camii, Üsküb’ün hemen her yerinden görebileceğiniz
Balkanların en muhteşem mâbedlerinden biri olarak karşılar sizi.. Onun bir
adı da Sultan II. Murad’a nisbetle Hünkâr Camii’dir. Avlusundaki saat
kulesi ise Rumeli topraklarında inşa edilmiş en görkemli saat kulesi olmayı
sürdürüyor. Camiin hemen yanıbaşında yer alan türbede Dağıstanlı Ali
Paşa, hanımı ve kızı medfun.. Bu mabedin adını ilk kez yine bu şehrin
çocuğu, büyük şair Yahya Kemal’in çocukluk anıları arasında duymuştum.
Hâtıralara bayılırım.. Hele bu hâtıralar bir şairin kaleminden çıkmışsa.. Ve
hele hele bundan yüzyıl önce bu şehrin yani Üsküb’ün caddelerinde
çocukluğunu yaşayan birinin, Yahya Kemal’in dilinden dökülmüşse..
üsküp’ten yahya kemâl geçti
“Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum
Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum
Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o
Yalnız bizimdi, çehre ve rûhuyla bizdi o.”
Yahya Kemâl
Bir zamanlar bu kutlu şehrin sokaklarında koşuşturmuş, annesinin
ardından günler ve gecelerce gözyaşı dökmüş, izlerini bu şehrin taşlarına
bırakmış bir şairin, Yahya Kemâl’in anılarına sarılıyorum bu kez de.. Nefes
almadan ilerliyorum onun ayak izlerinden geçen asrın Üsküb’üne.. Gelin
birlikte ona kulak verelim.. Üsküb’ü bir eski zaman masalı niyetine bir kez
de onun kaleminden dökülen hatıralarından dinleyelim.. Yahya Kemâl
172
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
doğduğu Üsküb’ü ve çocukluğunu anlatıyor: “1884 Kânûn-ı evvelinin
2’sinde, Üsküp’de, İshâkıyye Mahallesi’nde, büyük validem Âdile
Hanım’ın konağında, bu evin cepheye doğru, sağ tarafındaki arka odada,
sabaha karşı doğmuşum. Salı günü imiş. Üsküb’e o gün nâdir görülür bir
kar yağmış. 1886’da, kardeşim Reşad’ın aynı evde doğmuş olduğunu pek
hayâl meyâl olarak hatırlıyorum. Annemin lohusa yatağı, evin cepheye
doğru, sonundaki ön odada idi.
1889’da, yeni yaptırmış olduğumuz evde, mektebe başladım.
Mektep, Sultan Murad Câmii’nin mihrabı arkasında Yeni Mekteb denilir,
beşyüz senelik bir vakıftı.
Mektebe başlayışım kadim an’aneye tamâmiyle uygun oldu.
Erkenden muallim-i evvel Sabri ve muallim-i sânî Ganî efendiler bizim
selâmlığa geldiler; çarşıdan bana savatlı bir divit, boyundan geçirilir, sırmalı
bir cüzdanlık alınmıştı.
Üsküp’te Alaca Camii ve Mezarlığı
BAED 3/2, (2014), 167-187.
173
RIDVAN CANIM
Ganî Efendi kalemi açtı, divitin mürekkebine batırdı. Bir Rabbi
yessir yazdı. Sonra üstüne şeker döktüler, bana o yazının mürekkebini
şekerli şekerli yalattılar. Dışarıda, bahçede, meydanda bekleyen mektep
çocuklarına birer külah şeker dağıtıldı. Nihayet bu çocuk kafilesi;
“Şol cennetin ırmakları / Akar Allah deyû deyû...
Çıkmış Tanrı melekleri / Bakar Allah deyû deyû..”
ilâhîsini cumhurca “ırlayarak” yola düzüldüler. Davetliler vardı, onlar şerbet
içtiler, kuşaklarını ve ceplerini şeker külâhlarıyle doldurdular, o aralık, zahir
ürkmeyeyim diye, beni bir araba ile, ayrı bir yoldan, Saat Bayırı’ndan
mektebe ilettiler. Annemin hazırlamış olduğu bir şilteyi, muallim Ganî
Efendi’nin hoca makamı olan, yarım kavis, mihrâbımsı yerin arkasına
koydular. Maârif âlemine girişimin ilk günü budur.
Evet, ilerleyen yıllarda şiirleriyle Türkçe’nin yüzünü ağartacak olan
bu Rumeli çocuğunun ilk mektebe başlama serüveni de o günlerin
Üsküb’ünü, Balkanların bu tepeden tırnağa Türk şehrini merak edenler için
bulunmaz bir fırsat sayılabilir pekâlâ.. Üsküb’ü gezerken Sultan Murad
Camii’nin kıble tarafında, aslında ziyaretçilerin pek de farkına kolay kolay
varamayacağı bir yerde muhteşem bir türbe gördüm. Kimdir, kimindir, nedir
soruları havada dönüp dururken imdada yeniden üstad Yahya Kemal’in o
ölümsüz hatıraları yetişmez mi? Buyurun..!
Üsküp
174
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
“Beş yaşındaydım. 1889 senesiydi. Yeni Mekteb’e girdim. Bu yeni
mektep Üsküb’ün en mübarek tepesi üzerinde olan Sultan Murad Câmii’nin
arkasındaydı. Yeni Mektep, asırlar içinde hangi eski mektebe nisbetle yeni
idi. Bunu hâlâ tâyin edemiyorum. Hakikatte tam mânâsıyle eski idi.
Zannettiğime göre Sultan Murâd-ı Sâni o tepede mâruf camiini bina ettiği
zaman etrafına, medrese, imaret ilâve ederken onu da ilâve etmişti. Çünkü o
tepede camiin teferruatından olmayan hiçbir yapı yoktu. Yeni Mekteb’in
yeniliği ise zamanla yanmış ve yıkılmış olan binasının yeniden yapılmış
olmasından geliyordu. İşte hoca karşısında ilk defa ders gördüğüm yer, daha
İstanbul fethedilmeden önce vücûda gelen ve o zamandan beri hiçbir şeyi
değişmemiş olan bu lâtif yerdi. Eğer oraya gönderilmemiş olsaydım,
tahsilim doğrudan doğruya bir yeni maârif mektebinde başlasaydı
milliyetimin en hoş bir hâtırasından mahrum kalmış olurdum.
Çocukluğumda olsun birkaç sene güzel mazimiz içinde yaşamış oldum.
Yeni Mektep, Sultan Murad Câmii’nin arkasında “Beyan Baba
Türbesi”nin avlusundaydı. Beyan Baba Türbesi, İstanbul’da bile misli nâdir
görülebilen harikulade asîl bir mimarî ile yapılmış bir türbedir. Üsküb’ün ve
Filibe’nin mimarîde muasırı olan Bursa devrinden bir eserdir. Pâdişâh
hanedanına âit bir türbe olduğu, mermerlerin zenginliğinden ve duvarların
metinliğinden derhal anlaşılır.
Beyhan Sultan Türbesi – Üsküp
BAED 3/2, (2014), 167-187.
175
RIDVAN CANIM
Türbenin içinde yanyana iki mükemmel lâhid vardır. Biri kadın, biri
de erkek lâhdidir. Kadına âit olanı Sultan Bâyezîd-i Velî’nin Üsküb’de ölen
kızı Beyhan Sultan'ın; erkeğe âit olanı da onun kocasınındır. Bâyezîd-i
Velî'nin bu dâmâdı meçhuldür. Üsküblüler Beyhan Sultan ismini unutarak
Beyan Baba şekline koymuşlar ve türbeyi o namda bir evliyaya âit
zannetmişler. Belki de asırların kesafeti ve halkın cehaleti, sonradan bu şekli
vücûda getirmiş. Biz çocukluğumuzda “Beyan Baba”yı, beyan kelimeinin
telkini ile kendisine başvuranlara meçhulü ve istikbâli haber veren bir velî
gibi tahayyül ederdik. Bâyezîd-i Velî’nin kızının uğradığı bu tenâsühden
bahsederken bu izahatı lüzumlu gördüm: Otuz dokuz sene sonra, yâni geçen
sene Üsküb’e gittim, Sultan Murad Câmii’ni ziyaret ettim; ziyarette
yanımda bulunan Kemal Bey’le beraber camiin arka tarafında “Beyan Baba
Türbesi”ne yaklaştık. Kapının, binanın içindeki lâhidlerin güzelliği
gözlerimi kamaştırdı.
Biz tenhâ türbeyi ziyaret ederken, türbeye bitişik küçücük bir
odadan, türbedâr olan Hindli bir fakir çıktı; şapkalı olduğumuz için
korkmuş, duruyordu. Ah, târihin garabetleri, Bâyezîd-i Velî’nin kızının
türbesi, türbedâr Hindli bir derviş, Sırbistan idaresi altında bir Üsküp... İnsan
kendini masal içinde sanır. Hindli dervişe Türkçe sordum: Bu kimin
türbesidir? Hindli biraz durdu, bir kuş sadâsı çıkararak: “Baba... Arnavud
Baba...”, dedi. Türkçe bilmiyordu. Belki nerede bulunduğunu da bilmiyordu: Kendisini Arnavutlukta ve Arnavut bir babanın türbedârı olmuş
zannediyordu. Galibâ kafasında bu “Arnavut” kelimesi, birçok avam
kafalarında olduğu gibi, sağlam müslüman mânâsına gelen bir sıfattı.
Maamâfih Üsküb’ün Arnavutluk olduğuna dâir hâiz olduğu malûmatı çok
garip bulmadım. Bu Hindli, bu malûmatı şüphesiz ki İstanbul Türklerinden
almıştı! Hindliye bir daha sordum: “Bu babanın adı nedir bilmez misin?, Bir
daha tekrar etti : “Arnavud Baba...”, dedi. Menşeini sorduk “Haydarâbâd”,
dedi. Zavallı Beyhan Sultan, ya İstanbul’da, ya Edirne’de belki de Sivas’da
doğmuş olan bu Türk kızı mimarînin kuvveti sayesinde hâlâ yaşıyordu.
Lâkin kâh Beyan Baba, kâh Arnavud Baba olarak... Kim bilir, bir gün de
İsveti Nikola şekline girecektir.”
Yahya Kemâl’in bu güzel hatıralarına daldık gittik.. Elbette
maksadımız Yahya Kemâl’i tanımak ve sizlere onu tanıtmak değildi..
Niyetimiz Yahya Kemâl’in gözünden Üsküb’ün o asırlarda sahip olduğu
sosyal hayata bir pencere açabilmek, yüreklerinize Rumelinden bir nostalji
rüzgârı estirebilmek idi..
176
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
Yavaş yavaş yürüyüp eski Türk çarşısına giriyorum. Evet
yadırgadınız bu ismi değil mi? “Eski Türk” Üsküp’ten geriye kala kala bir
“çarşı” mı kaldı dediğinizi duyar gibiyim şimdi.. Çok değil daha 50-60 yıl
öncesine kadar bu çarşıda Türkçe’den başka bir dil konuşan olursa herkes
dönüp bakarmış, kim bu yabancı diye.. Şimdi ise Türkçe konuşana dönüp
bakıyorlar! Sokaklarda bembeyaz, sakız gibi kesme taşlar arasından
çimenler fışkırıyor. Asfaltın zerresi olmadığı gibi ortalıkta tozdan eser yok..
Ve çarşı.. Sıradan bir Anadolu şehrinin çarşı esnafı, sabahın erken
saatlerinde birer birer ahşap kepenkli dükkanlarını açıyorlar.. Burada şimdi
herşey çok daha tanıdık.. Murat Paşa Camii, Çifte Hamam, İshak Bey’in
hatırası Sulu Han ve İshak Bey’in oğlu İsa Bey’in yâdigârı Kapan Han.. Her
biri çarşının “sembol” yapıları.. Bir de Muslihiddin bin Abdülgani’nin eseri
Kurşunlu Han var tabii.. Kurşunlu Han, Üsküb’ün kurşunlu kubbeleri kadar
Üsküb’ün Osmanlı kimliğidir bence.. Ama gelin görün ki son zamanlarda
Arnavut kardeşlerimiz Kurşunlu Han’a bir başka elbise giydirme sevdasına
düşmüşler.. Bir zamanlar bu topraklarda Osmanlı’nın Anadolu Türklerinden
bile imtiyazlı gördüğü bu vatan evlatları, bugünlerde Kurşunlu Han’ı
“Arnavut Kültürünü Araştırma-Ruhani Merkezi”ne dönüştürme gayreti
içine girmişler.. Adına da Pyetar Bogdani denen bir papazın ismini vermek
isterlermiş.. Yazık ki ne yazık! Kurşunlu Han’ı üstad Yahya Kemâl
hatıralarında bir başka güzel anlatır bize.. Onu da sizlere bırakıyorum.. Ama
mutlaka bulun ve okuyun, derim..
Üsküp’te Kapan Han
BAED 3/2, (2014), 167-187.
177
RIDVAN CANIM
Türk Üsküb’ün çarşılarını bu gidişimde hiç olmadığı kadar sakin
buldum.. Türk’ün adını verdiği çarşısı eski coşkusunu kaybetmiş gibiydi..
Esnafa ait çarşı boyunca uzanan kadîm dükkanların modernizasyonu ile
büyü bozulmuştu sanki.. Bu fikir hangi parlak zekanın ürünü idi kim bilir?
Bu çarşının çehresini değiştirmeye çalışanlar Saraybosna’nın Başçarşısı’nı
hiç mi görmezler?! Yakında sıra zemin taşlarına mı gelir dersiniz! Kapan
Han ve çevresindeki lokantalarda Üsküplü aşçıların hâlâ bütün lezzetiyle
sundukları güveçte kuru fasulye ile ızgara köfteleri de olmasa buralarda
“bize dair” başka ne bulunur meçhul..! Akşamın erken saatleriyle birlikte
Üsküplülerin elini eteğini çektiği Türk çarşısı eski günlerini arıyor gibiydi..
“Vardar sularında yahya kemâl dizeleri akıntıya kapılır
bit pazarında fesime püskül bulurum
saatime köstek yokmuş diyor kunduracı Sülo
bir zamanlar / âh bir zamanlar…
bu yerlerde taşın dibinde gül biterdi
ölüye ağıt / geline türkü yakılırdı
şimdi
rumeli’de yorgun bir gramofon çalar
sen hicaz faslında bekler durursun..” / Ethem Baymak / Kosova
Köprü, El Hilâl ve Ensar gibi derneklerin Üsküb’ün kültür-sanatedebiyat dünyasına katkılarını yakinen görme fırsatını da bulduk
gezilerimiz esnasında.. Özellikle Köprü Derneği’nin, bir zamanlar sadece
Makedonya’nın değil, Kosova’nın da sesi olmuş ama şimdilerde ne yazık ki
sesi kesilmiş olan “Sesler” dergisi ile artık birliğinden eser kalmamış
meşhur “Birlik” Gazetesinin Rumeli topraklarındaki misyonunu üstlenme
ve sürdürme çabaları ümit verici görünüyor.
178
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
Yeni Üsküp
Kimler geldi kimler geçti Üsküp’ten beş asır boyunca..! XVI. asrın
büyük âlimi meşhur Kemâlpaşazâde de bir zamanlar Üsküb’ün bu havasını
teneffüs etmiş ve İshak Paşa medresesinde müderrislik yapmış.. Üsküp,
sadece XV. ve XVI. asırlarda Mîrî, İshak Çelebi, Muîdî, Dürrî, Özrî, Zârî
Çelebi, Atâ, Ferîdî ve Hâkî, Vusûlî Mehmed Bey gibi divan şairlerini
yetiştirmiş.. Ya o büyük âlimlerimizden İsmail Hakkı Bursevî, Üsküb’ün
güzelliklerini yaşamış bir zaman.. Meşhur tezkire yazarımız Aşık
Çelebi’nin Gazi Baba mezarlığında yattığını söylüyorlar ama ortada
mezarlıktan eser kalmamış neredeyse! Aslında buradaki camilerin en dikkat
çekici yönü; insanı hayret ve hayranlık içerisinde bırakacak çevre
düzenlemeleri... Etrafındaki müslüman mezarlıkları, âdeta camilerin
ayrılmaz bir parçası.. Aynı şekilde bu mezarlıklar bir evin bahçesinden daha
titiz bir ilgi ve alâka sonucunda yemyeşil, pırıl pırıl ve sanki birer çiçek
bahçesi... Bu manzarayı Makedonya’nın bütün şehirlerinde görmek
mümkün..
Efendim, bir şiir molası verelim mi.. Kadim dostlardan, Üsküplü,
şair ve yazar Avni Engüllü’den bir mektup aldım.. Üsküplü şair Necati
Zekeriya’nın bir şiiri vardı mektupta.. Adı “Lonca Çeşmesi’nin Şiiri”.. Bu
Üsküp gezisi sizi de beni de yordu.. Şu Lonca Çeşmesi’nde bir su molası
verelim mi, ne dersiniz.. Hem Necati Zekeriya’yı, hem Yahya Kemâl’i
anmış oluruz.. Haydi buyurun..
BAED 3/2, (2014), 167-187.
179
RIDVAN CANIM
Üsküp’te ne güzel çeşmeler vardı.
Yaz kış durmaz
Oluklardan buzlu sular akardı.
Anımsarım Lonca Çeşmesi’ni
“Boyalı Han”da çay içen babam bile
Uzaktan duyardı ondan gelen su sesini.
Ben de o çeşmeden çok su içtim bir vakitler,
Seyrederken atları, paytonları yakından.
Ama şimdi orada yeller eser.
Yeni çeşmeler yapıldı Üsküp’te şimdi.
Bu yaşta bile bazen su içerim onlardan.
Nedense hiçbiri güzel değil, Lonca Çeşmesi gibi.
Benim çocukluğum geçti işte o çeşme yanında,
Hayrat bırakanın adı okunurdu cümle taşında.
Engüllü, bir küçücük de açıklama ekleyivermiş şiirle ilgili
mektubuna.. Şöyle diyor: “Eskiden ‘Lonca Çeşmesi’, Yahya Kemâl’in
annesinin mezarının bulunduğu İsa Bey Camii’ne giden yolun tam
başındaydı. Orası bir de fayton durağıydı. Yolcu bekleyen faytonlar
sıralanırdı. Şair bilerek “payton” kullanmıştır. Üsküp ağzında “payton”
denir. O, Üsküp açısından anılması değer bir çeşmeydi.”
Gidenlere rahmet, kalanlara selâmet deyip gezimize kaldığımız
yerden devam ediyoruz efendim..
üsküb’e bir de kale’den bakmak..
“Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil, bunu duydum, için için.”
Yahya Kemâl
Çarşı içinden yürüyüp kaleye doğru tırmanırken Köse Kadı Camii
önünden geçiyorum. Yolumun üzerinde karşıma çıkan ve her halinden bir
Osmanlı yapısı olduğu anlaşılan eski Üsküp Postane binası şimdilerde
Balkan Üniversitesi olarak görev yapıyor. Üsküp Kalesi ve onun hemen
180
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
altında, şehre hâkim bir tepede l492 yılında kurulmuş bulunan Mustafa Paşa
Camii, yaklaşık l metre yüksekliğindeki taş duvarların çevrelediği bir gül
bahçesi içerisinde kamelyalı mükemmel şadırvanıyla çıkıyor karşıma bu
kez.. Ve Camiin yanında Mustafa Paşa türbesi.. Bu noktadan Yahya
Kemâl’in doğup büyüdüğü, çocukluğunu yaşadığı yamaçları çok daha net
görebiliyoruz.. O anda yine büyük şairin annesinin ölümünü anlattığı
hatıraları canlanıveriyor gözümde.. Sözü belki biraz uzatacağım ama Yahya
Kemâl’in özellikle annesinin ölümüyle ilgili olarak anlattığı, her yürek
sahibini derinden sarsan o güzelim hatıralarına bir kez daha dönelim
diyorum ben.. Bu satırların derinliklerinde eski Üsküb’ümüze dair neler
göreceksiniz neler.. Söz yine üstadın ..
“Annemin resminden mahrumum. Onun bir resmi hayatımın en
büyük bir yadigârı olurdu. Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum.
İslâm tesettürünün en şedid bir muhitinde doğduğu, yaşadığı ve öldüğü için
bir resmini bırakmadan kayboldu.
Annem Nakiye Hanım, Leskofçalı Dilâver Bey’in ve İvranyalı Âdile
Hanım’ın üç kızının en büyüğü idi. İvranya’dan Üsküb’e hicret edildiği
zaman annem on üç yaşında imiş. 1883’de ilk ve son izdivacı olarak,
babamla evlenmiş, 1884’de ben doğmuşum. Hatırlayabildiğim kadarıyla,
annem orta boylu idi. Kumraldı; semizliğe meyyal bir bünyedeydi. Çok hisli
ve asabiydi. Okumak ve yazmak bilmezdi. Çok kuvvetli mûtekıddi. Beş
vakit namazını kılardı. Vekar ve haysiyet bahsinde müfrit bir derecede
hassastı. Rencîdeliklerini onulmaz yaralar gibi saklardı. Babası olan büyük
babam Dilâver Bey’i ve akrabasını tanımadım. Lâkin iyi tanıdığım anasına
ve hemşirelerine hiç bir suretle benzemiyordu. Babamla on iki sene kadar
iyi bir hayat geçirmişti. Bu müddet içinde, en büyük ıztırapları huysuz ve
yüreksiz bir kadın olan annesinden ve son derece kıskanç ve menfaatperest
olan hemşirelerinden geliyordu. Lâkin 1895’den sonra babam kötüleşti.
Onun yüzünden bedbaht ve müteverrim oldu. İki sene sonra da öldü. Annem
marazî bir derecede titiz ve temizdi. Beş vakit abdestinden başka her gün
defalarca elini yüzünü yıkardı. Benim ve kardeşimin mektep veya sokak
dönüşü kirliliklerimiz yüzünden içlenirdi, bizi yıkayıp temizleyinceye kadar
rahat etmezdi. Hizmetçilerin temizliği bahsinde de saatlerce üzülür dururdu.
Bir çok Türk anneleri gibi kocasının akşamcılığından manen ve
maddeten bedbahttı. Kocasının bu hâline mütevekkilen onun akşamları içeceği kadar içkiyi karşısında içmesini ve öyle yemek yemesini isterdi. On iki
BAED 3/2, (2014), 167-187.
181
RIDVAN CANIM
yaşıma kadar, babamın zaman zaman aile hayâtına girdiğini, her akşam
içkisini bizim yanımızda içtiğini hatırlıyorum. Lâkin ondan sonra, tâyin
edemediğim sebepler yüzünden, babam, ikide birde Selânik’e gider gelir
oldu. Annem babamın bu hâlinden şiddetle muztaripti. Nihayet bu Selânik’e
gidip gelişler ailemizi esâsından yıkan bir karar doğurdu. Babam Üsküb’de
yaşamak istemiyordu. Selânik’e gitmek, bir me’mûriyet almak, orada
medeni bir insan gibi yaşamak, hâsılı oraya yerleşmek istiyordu. Tesalya
Muhârebesi’nin başladığı bahardı. Babamın Üsküb’ü terk etmek ve
Selânik’e gidip yerleşmek hakkında verdiği karar ailemiz arasında bir
bomba gibi patladı. Annem Üsküb’den, evinden, eşyasından, güç belâ ile
kurduğu yuvasından ayrılmak istemiyordu. Bu karâra karşı isyan etti, lâkin
fâidesi olmadı. Babam, karârını merhametsiz bir kalble icra etti. Annemin
çehizlik eşyasını hamallarla tellallar çarşısına gönderdi, haraç, mezad
sattırdı. Bu darbe annemi yatağa serdi.
Yahya Kemâl Beyatlı
Ben 12 yaşındaydım. Bu facianın ledünniyâtına aklım ermiyordu.
Bir noktayı yâdedeyim ki o zaman Rumeli ahlâkında, yerleşmiş insanların
tellallar çarşısında eşyasının satılması hem haysiyeti ortadan kaldıran, hem
de uğursuzluk getiren bir şey telâkki edilirdi. Tellallar çarşısında ancak
giden me’murların eşyası satılabilirdi. Gerçi benim babam da me’murdu.
Lâkin içtimaî mertebesiyle eşraftan sayılıyordu. Annemin ıstıraplarında bu
182
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
noktanın bir dahli varsa da asıl ıstırâbı yuvasının müebbeden dağıldığını
hissetmesinden geliyordu. Zavallı ümmî kadın ne kadar doğruyu
görüyormuş! Hakîkaten o zamandan sonra kendi öldü, biz evlatları küçük
yaşta dağıldık, perişan olduk, hâsılı o gün bu gün bir daha bir çatı altında
birleşemedik!..
Hâsılı eşyamız satıldı. Annem hasta yatıyordu. Doktorlar muayene
ettiler. Veremli olduğunu söylediler. Babam bunu Selânik'e gitmek için
gerekli bir sebep olarak gösterdi; çünkü Selânik’de Jack Paşa gibi mâruf ve
mütehassıs doktorlar vardı. Annemi kurtarabilirlerdi. Babam bizden önce
Selânik’e gitmişti. Nihayet bir Nisan günü annem, ben, kardeşim Reşad, pek
küçük yaşta olan hemşirem Rukiye, şimdi ismini unuttuğum bir arap
halayık, bir de refakatimize verilen Ali Zaîm, Üsküb’den ayrıldık.
Ayrılışımız fecî oldu. Annem Üsküb’ü bütün kalbiyle seviyordu. Orada
ölmek, orada, İsâ Bey mezarlığında, babası Dilâver Bey’in yanında
gömülmek istiyordu. Üsküb onun nazarında tam bir müslüman şehriydi.
Selanik ise, bilâkis, yahudi ve gâvurla karışık bir yabancılar diyârı idi.
Oraya gitmekten korkuyordu..
Üsküb’den ayrılışımız fecî oldu. Selanik trenine göz yaşları içinde
bindik. Yunan muhârebesinin hararetli ve şedîd günleriydi. Bütün Rumeli,
gönüllüleriyle, ruhunun bütün fütûhatçı galeyanı ile Tesalya’ya doğru
akıyordu. Meğer o akış da Rumeli topraklarında son istilâ hareketimizmiş.
Tesalya’dan gelen yürüyüş ve muzafferiyet haberleriyle gülümseyen bir
Rumeli ortasından geçerek Selânik’e vardık; geceleyin babam, amcam,
akrabamız, hepsi istasyonda idiler. Arabalarla doğru Yılan Mermeri’nde
Evrenos-zâdelerden Faik Bey'in konağına gittik. Babamın kardeşi Ali Bey,
Evrenos-zâde Faik Bey'in damadı ve iç güveyisi idi. İzdivacından beri karısı
Ayşe Hanım’la, o büyük konakta oturuyordu. Gelir gelmez o konağı tatlı bir
misafirlik havasıyle doldurduk. Selanik, Tesalya Harbi’nin cûş ü hurûşıyle
çalkalanıyordu. Biz çocuklar da kendimizi o havaya kaptırmıştık. Annem
ekseriya yatakta idi. Selânik’i görmek için yalnız bir iki defa kalkabilmiş,
sokağa çıkmış ve gaalibâ bir defa da Beş Çınar bahçesine kadar gitmişti.
Artık Selânik’e tamâmıyle yerleşmemiz için ev aranıyordu. Babam Eski
Saray'dan aşağı inen bir sokağın içinde, denize nazır, güzel bir ev bulmuştu.
Oraya taşındık. Annem o evin önü sofalı bir odasında hasta yatıyordu.
Babam, Selanik Adliye Müfettişliğinde bir memûriyet almıştı. Gündüz
memûriyetine devam ediyordu. Geceleri içki ve eğlence âlemlerinde oradan
BAED 3/2, (2014), 167-187.
183
RIDVAN CANIM
oraya koşuşturup duruyordu; ben de kendi hevâ vü hevesimle dolaşıyordum.
Küçük biraderim ise ailemizin feci vazıyetini idrâk edecek bir yaşta değildi.
Annem, babamın kalpsizliğinden ziyâde, evlâtlarının bu
kayıtsızlığına karşı içli bir halde günden güne daha fazla üzülüyor ve
bitiyordu; bir derdi vardı: Üsküb’e gitmek orada, müslüman şehrinde,
akrabası, tanıdıkları ve konu komşu arasında ölmekti. Nihayet pederim
tahammül edemedi. Annemi ve kardeşlerimi Üsküb’e göndermeğe karar
verdi. Ben Selanik İdâdîsi’nde tahsil edeceğim için Selânik’te kaldım.
Annem Üsküp’e avdet etti. Ben birkaç zaman Selânik’te dolaştım durdum.
O yazın sonunda babam da hevâ vü heveslerinin bir garip tecellîsi daha
olmak üzere Selanik muhitinden bıkarak, tekrar Üsküp’e dönmeği arzu etti.
Beni alarak Üsküp’e döndü. Annemi verem iyiden iyiye düşürmüştü.
Kendisini, karaağaçlar altındaki evimizin büyük salonunda, yatakta, kendine
bakanlar ortasında, ölüm yatağında bulduk. Nitekim ölüm de gecikmedi.
Ben azamî derecede haşarı ve uçarı bir çocuktum. Üsküp’e gelir gelmez eski
arkadaşlarımı bulmuştum. Onlarla oynayıp, koşup, duruyordum.
Kendisi annesinden rencide, hemşirelerinden bıkkın, kocasından
ümidini kesmiş olan zavallı annem dünyâda yegâne tesellisi olarak beni
görmek istiyordu. Halbuki ben sürekli bir afacanlıkla ve çığırtkanlıkla
koşuşturup duruyordum. Yalnız arada sırada anneme dâir endîşeleri
hissediyordum. O zaman gidip bir köşede ağlıyor ve annemin ölümünden
korktuğumu söylüyordum. Çocukluğun bu şevk ve hüzün cezr ü medleri
ortasında iken bir gece annemin etrafında fazla kalabalık kadınlar gördüm.
Evde bir fevkalâdelik vardı. İçimi cehennemî bir üzüntü kemiriyordu. Ne
olacağını kestiremiyordum. Evimizin üzerinde bir felâket dolaştığını ayan
beyan görüyordum. O gece annemin hasta yattığı salonun yanında bir odada
yatıp uyumayı istedim. Anneme bakan kadınlar razı oldular. Belki annemin
de arzusu buydu. Gece uzun müddet uyuyamadım. Yorganımın altında
ağladım. Uyuyunca da korkulu rüyâlara daldım. Bu rüyâ içinde hayâtımda
en fevkalâde bir hâdise idrâk ettim: Rüyamda annemin son nefesini
verdiğini ve çok sevdiği Naîme Hanım’ın kucağında çenesinin bağlandığını
görüyordum. Bu rüyânın korkusuyla uyandım. Yataktan fırladım. Odanın
kapısını açtım. Hakîkaten annemi rüyada gördüğüm vaziyette Naîme
Hanım’ın kucağında, çenesi bağlanırken gördüm. Rüyâda gördüğüm
vaziyetle bu hakîkî hâdise birbirinin aynı idi. Bir manzara, aksettiği bir
aynada nasıl görünürse rüyamla bu hakîkî manzara da öyle idiler.
184
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
Müthiş bir çığlıkla annemin yatağına atılmak istedim, oradakiler
beni susturmağa çalışarak, uzaklaştırdılar. Tâ karşıda büyük annemin evine
kadar götürdüler. Aradan yarım saat geçti. Büyük annem, teyzelerim, üç
ailenin çocukları, felâketimize koşup gelen aile dostları kadınlardan ağlaşan,
sızlaşan bir kalabalık ortasında kaldık. Annem ölmüştü. Çıldırmış bir
haldeydim. Bu müthiş yokluğa, bu derin acıya tahammül edemiyordum. Bir
deliyi tutar gibi, sımsıkı tutuyorlardı; yüzümü, gözümü yıkıyorlardı. Heyhat
ki ıztırâbım durmuyordu. Kocakarılar, ağlarsam annemin ruhunun çok
muztarip olacağını, halbuki annemin istirahat ettiğini, cennette hepimizin
birbirimize kavuşarak mesûdâne bir hayat geçireceğimizi, artık orada hiç bir
zaman ölmeyeceğimizi, annemin bizi yakında cennette beklediğini
söylüyorlardı. Bu teselliden biraz avunuyordum; lâkin birkaç dakika sonra
kalbimin şifâ bulmaz üzüntüsü tekrar bir alev gibi parlıyordu. Annem gibi
ölmek, hemen ona kavuşmak istiyordum. Iztırâbım orada toplanan herkesi
sarmıştı. Hepsi de beni görerek daha fazla ağlaşıyordu. Öğleye doğru Alaca
ve Sultan Murad camilerinin minarelerinden annemin ruhuna verilen su
salaları işitildi. Beni büyük annemin evinden tekrar bizim eve geçirdiler.
Bahçenin ortasına bir çadır kurulmuştu. Annem gaslolunacaktı. Yüzlerce
kadın mendilleri yüzlerinde ağlaşıyorlardı. Nihayet gasil bitti. Beni ve
kardeşimi annemin yüzünü son bir defa görmek üzere çadırın altına
götürdüler. Annemin naaşı teneşir üzerinde beyaz bir kefenle örtülüydü.
Yüzünü açtılar.
Kendisini ruhsuz, gözleri açık ve gülümser bir halde gördüm; saçları
etinden ayrılmış gibiydi. Târîf edemeyeceğim bir acı ile yüzüne
bakmıyordum. Kendisi ile aramda ne kadar mesafe olduğunu
ölçemiyordum; yüzünü ebediyyen hayâlime nakşetmek için, kalbimin bütün
kuvvetiyle bakıyordum. Nihayet bu son veda merasiminin bittiğini ihsas
ettiler, kollarımdan tutarak beni ve kardeşimi oradan çektiler. Tabuta
konuldu. Cenaze evden çıkarken, evin bütün pencerelerinden, kapılarından
müthiş bir vaveyla koptu. Cenaze büyük bir kalabalığın ortasında İsâ Bey
Câmii’nin mezarlığına sevk olunmağa başladı. Yeşil Baba Türbesi’nin
önünden geçtik. Sola çevrildik. Çarşının iki taraf kaldırımlarında duranlar
ellerini açmış, fatiha okuyor sonra yüzlerine götürüyorlardı.
Nihayet İsâ Bey Câmii’ne vardık. Annemin tabutunu musallaya
koydular. Zannedersem o gün Cuma idi, Cuma namazı kılındı; cenaze
namazı da kılındı. Mezarlığa doğru gittik. Ben, akrabamızdan Humbaracı
Yaşar Bey'in elinden tutmuştum. Yaşar Bey, Gâzî İsâ Bey Câmii’nin
BAED 3/2, (2014), 167-187.
185
RIDVAN CANIM
mütevellisi ve vâkıfının ahfâdındandı; annemi ailemize âit bir camiye
bıraktığımız için hafif ve uhrevî bir tesellî hissediyordum. Mezarın
kazılması, defin, örtülme, Kur’an, duâ, her şey bitti. Mezarlıktan ayrılırken
içimdeki acının cehennemî ateşini bir daha duydum. Bu defa bol göz
yaşlarıyla Yaşar Bey’in elinden tutarak ayrıldım. Oradan derhal biraderimle
beraber bir arabaya bindirdiler. Yaşar Bey’in oğulları Emin Bey ve Ekrem
Bey’le beraber, doğru Yaşar Bey’in Butel çiftliğine gönderdiler.”
İsa Bey Camii-Üsküp
İşte böyle efendim.. O hüzünlü hatıraları bırakıp yine Üsküp seyrine
dönelim biz.. Evet, işte şurada üstadın annesinin ölüm salâsının verildiği,
Üsküp Fatihi Paşa Yiğit Bey’in oğlu İshak Bey’in yaptırdığı İshak Bey ya
da diğer ismiyle Alaca Camii, çevresindeki mezarlık ve bu mezarlığın
içindeki son derece zarif Paşa Bey türbesi ile görülmekte.. Yine çarşı içinde
Murat Paşa Camii, Kurşunlu Han yakınlarında şirin Dükkancık Camii, sol
tarafta Bit Pazarı civarında göze çarpan Üsküp Halklar Tiyatrosu binası,
biraz yukarıda Hacı Balaban Camii, daha ötede Tütünsüz, Kebir Mehmed
Paşa ve bahçesindeki muhteşem Saat Kulesi ile Sultan Murad Camiileri..
İşte şuradaki İsa Bey Camii de İshak Bey’in oğlu İsa Bey’in hediyesidir
186
.
BAED 3/2, (2014), 167-187
BALKAN NOTLARI-I
Üsküb’e.. Avlusundaki ulu çınarın gölgesinde gözlerinizi kapatın ve o
muhteşem devirlere bir hayâl yolculuğu yapın derim sizlere.. Biraz ötede
prizma kubbesiyle göreceğiniz Yahya Paşa Camii ise Sultan İkinci
Bayezid’in damadı Rumeli Beylerbeyi Yahya Paşa’nın hatırası.. Ve işte
üzerindeki tarihî Fatih Sultan Mehmed köprüsü ile türkülerini dinleye
dinleye büyüdüğüm canım Vardar nehri.. Üsküp bu haliyle ne kadar da
Bursa’ya benziyor Allahım! Hatta eski Üsküb’ün şu andaki görünümüyle
daha Osmanlı olduğunu söylemeye bilmem gerek var mıdır..
Ve bir gün geldi “toplanın gidiyorsunuz!” denildi, gelenler geldi,
kimileri yollarda öldü, kalanlar neden kaldığını bilmedi.. Onlar böyle olsun
istemediler ama oldu işte.. Gelenler yaslı, kalanlar mahzun.. Geride
kalanlardan Kosovalı dost, şair Altay Suroy’un dediği gibi gün geldi;
“Misafirlikte unutulan çocuklar” oldu onlar.. Evlâd-ı fâtihân adını verdik
onlara.. Tam beş asır süren misafirlik, eti tırnaktan ayıran acı bir ayrılıkla
son buldu. O bir güzel rüya idi bitti.. Öyle diyordu Yavuz Bülent Bâkiler :
“Ötelerde hanlar, camiler, şadırvanlar..
Fatih Köprüsü gülümser beride
Vardar Ovası'nı titreten rüzgâr
Dalgalandırır gönülleri de
İsmine Estergon derler
Bir yârim var Rumeli’de..
Ağlayın yıldızlarım ağlayın
Artık bizim değil Rumeli’nin güzelleri de!..”
İşte size bir Üsküp masalı..! Karşı tarafı hiç anlatmadın diyenler
varsa onlara da şunu diyebilirim ancak.. Anlatılacak ne varsa Eski Üsküp’te,
Osmanlı’nın mahzun yâdigârı Üsküp’te var. Karşıda bir şey yok!
Ve dudaklarımdan istemeye istemeye dökülen “Hoşça kal Üsküp,
hoşça kal asla unutamayacağım güzel sevgili” sözcükleriyle, sırtını Vodno
Dağı’nın eteklerine dayamış, tarihin derin uykularına dalmış güzel Üsküb’e
veda ediyorum.. Hoşça kal Vardar’ın mahzun güzeli..!
BAED 3/2, (2014), 167-187.
187
BAE-DERGİSİ MAKALE YAZIM KURALLARI
Makaleler, aşağıda belirtilen şekilde hazırlanmalıdır:
1. Başlık; içeriği iyi bir şekilde ifade etmeli, büyük ve koyu harflerle ortalanarak
yazılmalıdır. Makale kendi içinde anlamlı alt başlıklara ayrılmalıdır. “Giriş”
kelimesi başlık olarak kullanılmalı ve alt başlıklar numaralandırılmalıdır.
2. Yazarın adı küçük, soyadı büyük ve koyu yazılmalı; üzerine yıldız konularak
dipnotta yazarın görev yaptığı kurum, haberleşme ve elektronik posta adresi
belirtilmelidir.
3. Makalenin başında, konuyu kısa ve öz biçimde anlatan ve en fazla 150 kelimeden
oluşan Türkçe ve İngilizce özet bulunmalıdır. Ayrıca özetin altında bir satır boşluk
bırakılarak, en az 3, en çok 5 kelimeden oluşan anahtar kelimeler verilmelidir.
4. Metin A4 boyutunda (29.7x21 cm.) kâğıtlara, Word programında, Times New
Roman karakteriyle 11 punto ve tek satır aralığıyla yazılmalıdır. Sayfa kenarlarında
(üst 3,5 cm, alt 2,5 cm, sol 2,5 cm ve sağda 3,0 cm) boşluk bırakılmalı ve sayfa
numaraları yukarıda ve dışarıda olmak üzere verilmelidir. Dipnotlar 9 punto ve tek
aralıklı yazılmalıdır. Yazılar özetler ve kaynakça dâhil 7.000 kelimeyi
geçmemelidir. Metin içinde koyu ve eğik harflerle vurgulamalar yapılabilir.
5. Her tablo veya grafik aşağıda görüldüğü gibi numaralandırılmalı ve uygun bir
başlık seçilmelidir. Tablo veya grafik numarası ve adı tam sola dayalı olarak
yazılmalı; tablonun veya grafiğin kaynakçası ise tablonun altında yer almalıdır.
Tablolar ve grafikler metin içinde ait oldukları yerlerde kullanılmalıdır.
6. Alıntılar tırnak içinde verilmeli; beş satırdan az alıntılar satır arasında, beş
satırdan uzun alıntılar ise ana metnin sağından ve solundan 1 cm içeride, blok
hâlinde ve 1 satır aralığı ile 1 punto küçük yani (10 punto) olarak yazılmalıdır.
7. Referanslarda klasik dipnot sistemi benimsenmeli ve dipnotlar sayfa altında yer
almalıdır. Referanslar gösterilirken aşağıdaki hususlara azami önem verilmesi
gerekmektedir:
7.1. Tek yazarlı kitap ya da makale aşağıdaki şekilde gösterilmelidir:
Andrew Baruch Wachtel, Dünya Tarihinde Balkanlar, (çev.) Ali Cevat Akkoyunlu,
Doğan Kitap, İstanbul 2009, s. 58.
Bülent Akyay, “Yunanistan’da Filortodoks Komplo’nun Ortaya Çıkışı (1839) ve
Osmanlı İmparatorluğu”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Cilt XXVI, Sayı 2, Aralık
2011, s. 338.
Şayet aynı eserden tekrar alıntı yapılacaksa yazarın soyadı yazıldıktan sonra;
Wachtel, a.g.e., s. 13.; makale ise Akyay, a.g.m., s. 339. şeklinde belirtilmelidir.
Şayet aynı yazarın başka bir eseri ikinci kez aynı makalede kullanılıyorsa yazarın
soyadından sonra kullanılan eserinin başlığı da yazılmalıdır.
Wachtel, Southeast Europe: Culture and Connection, s. 42.
Araya başka bir eser girmeden aynı eserin aynı sayfasından alıntı yapılıyorsa, “Aynı
yerde” ibaresi kullanılmalıdır.
Araya başka bir eser girmeden aynı eserin farklı sayfasına gönderme yapılıyorsa,
“Aynı yerde, s. 236.” şeklinde belirtilmelidir.
Her dipnotun sonuna nokta konulur.
7.2. İki yazarlı ve ikiden fazla yazarlı kitap ya da makalelerde yazar adları arasına
ve bağlacı konulmalıdır.
7.3. Derleme kitaplarda yer alan makaleler aşağıdaki gibi gösterilmelidir:
Ruxandra Ivan, “La politique à l’égard des minorités nationales en Roumanie aux
années 1980”, Minorities in the Balkans: State Policy and Interethnic Relations
(1804-2004), (ed.) Dušan T. Bataković, Institute for Balkan Studies of the Serbian
Academy of Sciences and Arts, Special Editions 111, Belgrade 2011, s. 260.
7.4. Gazete Yazısı
Yalçın Bayer, “Balkan Tarihi Yeniden Yazılacak”, Hürriyet, 6 Aralık 2012, s. 9.
Yazarı belli olmayan gazete yazıları:
“Makedonya’da Türkler İlgi Bekliyor”, Yeniçağ, 25 Mayıs 2014, s. 11.
7.5. Yazarı Belli Olmayan Resmî ya da Özel Yayınlar, Raporlar vb. Eserler
Arnavutluk Ülke Raporu, TİKA Yayınları, Ankara 1995, s. 19.
7.6. Arşiv Belgeleri
Arşivin adı, tasnifin adı, defter veya dosya ve gömlek numaraları belirtilmelidir.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Hariciye Nezareti Siyasî Kısım Evrakı
(HR.SYS) için:
BOA, HR.SYS, 1119/64.
7.7. İnternet Kaynakları
Kader Özlem, “Unutulan Balkan Türkleri”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 30
Temmuz 2011, http://www.21yyte.org/tr/yazi6245-Unutulan_Balkan_Turkleri.html
(07.08.2012)
Yazarı belli olmayan internet kaynakları:
http://www.dw-world.de/dw/article/0,2144,1983134,00.html, (01.12.2007).
7.8. Mülakat
Süleyman Demirel ile İstanbul’da yapılan mülakat, 25 Kasım 2008.
7.9. Yüksek Lisans, Doktora ve Doçentlik Tezleri
Sevim Hacıoğlu, Bulgaristan Türklerinin Sosyo-Kültürel Değişimi (1944-1989),
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Danışman: Prof. Dr. Mehmet Saray, İstanbul 2002, s. 78.
8. Kaynaklar makalenin sonunda, yazarların soyadının ilk harfine göre alfabetik
olarak ve büyük harflerle aşağıda gösterildiği gibi eklenecektir: Yazarın soyadı, adı,
başlık, yayınevi, basım yeri ve basım yılı. Kaynakçada makalelerin sayfa
aralıklarının da belirtilmesi gereklidir.
CLAYER, Nathalie, Arnavut Milliyetçiliğinin Kökenleri: Avrupa’da Çoğunluğu
Müslüman Bir Ulusun Doğuşu, (çev.) Ali Berktay, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, İstanbul 2013.
KIRLIDÖKME, Utku, “Yunanistan’da Uluslararası İlişkiler Kuramlarının Dış
Politika Olaylarına Uygulanmasıˮ, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt 3, Sayı
2, Aralık 2013, ss. 27-50.
Yazıların Gönderilmesi
Yukarıda belirtilen ilkelere uygun olarak hazırlanmış makaleler, aşağıdaki
elektronik posta adresine gönderilmelidir:
Arş. Gör. Kader ÖZLEM; E-posta: [email protected]
Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi (BAE-Dergisi) makale yazım kurallarına riayet
edilmeden hazırlanan makaleler dikkate alınmaz. Yazarlar hakem raporları
doğrultusunda istenen düzeltmeleri editörün bildirdiği süre zarfında BAEDergisi’ne ulaştırmakla yükümlüdür. Aksi takdirde gönderilen makaleler ya
reddedilir ya da yayımlanması düşünülen sayıda yayımlanmaz. Yayın Kurulu
makaleler üzerinde esasa yönelik olmayan küçük düzeltmeler yapabilir.
Dergimizde yayımlanan makalelerin içeriğinden yazarı/yazarları sorumludur.
Journal of Balkan Research Institute (JBRI) is an international biannual (July
and December) peer-reviewed academic journal that aims to publish original
articles, i.e. papers which have not been previously published in any journal, in the
realm of Social Sciences related to the Balkans. Each article is examined by the board
of editors regarding writing principles and guidelines. The ones approved are sent to
two independent experts for double-blind peer review. Authors are responsible for
their articles. Any of their ideas are individual and does not bind the JBRI.
Download