TRAKYA ÜNİVERSİTESİ BALKAN ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ DERGİSİ Akademik Dergi Cilt: 3, Sayı: 2, Aralık 2014 TRAKYA UNIVERSITY JOURNAL OF BALKAN RESEARCH INSTITUTE Academic Journal Volume 3, Number 2, December 2014 EDİRNE 2014 DERGİ SAHİBİ / OWNER Prof. Dr. Yener YÖRÜK Trakya Üniversitesi Rektörü EDİTÖRLER / EDITORS Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN ■ Doç. Dr. Rıdvan CANIM ■ Yrd. Doç. Dr. Bülent AKYAY YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD Prof. Dr. Kerime FİLAN ■ Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN Prof. Dr. Machiel KIEL ■ Prof. Dr. Mirjana TEODOSIJEVIC ■ Prof. Dr. Thanos VEREMİS Doç. Dr. Rıdvan CANIM ■ Doç. Dr. Liliana BOSCAN ALTIN ■ Doç. Dr. Alexei KALİONSKİ Yrd. Doç. Dr. Bülent AKYAY ■ Yrd. Doç. Dr. Levent DOĞAN İNGİLİZCE EDİTÖR / ENGLISH LANGUAGE EDITOR Yrd. Doç. Dr. Lütfiye ÖZAYDIN CENGİZHAN YAYIN KOORDİNATÖRÜ / PUBLICATION COORDINATOR Arş. Gör. Kader ÖZLEM DİZGİ / TYPESETTING Öğr. Gör. Utku KIRLIDÖKME HALKLA İLİŞKİLER / PUBLIC RELATIONS Arş. Gör. Fatma RODOPLU İNDEKS KOORDİNATÖRÜ / INDEX COORDINATOR Yrd. Doç. Dr. Ali HÜSEYİNOĞLU KAPAK TASARIM / COVER DESIGN Niğmet GÜLER YAZIŞMA ADRESİ / CORRESPONDENCE ADDRESS T.Ü. Balkan Yerleşkesi Enstitüler Binası Balkan Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü 22030 Edirne, Türkiye Telefon / Phone: +90 284 - 235 34 58 Belgegeçer / Fax : +90 284 - 236 31 79 E-Mektup / E-mail: [email protected] BASKI / PRINTING Trakya Üniversitesi Matbaası Edirne Teknik Bilimler MYO – Sarayiçi Yerleşkesi / EDİRNE ULUSLARARASI BİLİM DANIŞMA KURULU INTERNATIONAL SCIENTIFIC ADVISORY COMMITTEE Prof. Dr. Yücel ACER, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ankara/Türkiye Prof. Dr. İlker ALP, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH, Erciyes Üniversitesi, Kayseri/Türkiye Prof. Dr. Şerif Ali BOZKAPLAN, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir/Türkiye Prof. Dr. Sabina BAKSİC, Saraybosna Üniversitesi, Saraybosna/Bosna-Hersek Prof. Dr. Bernt BRENDEMOEN, University of Oslo, Oslo/Norveç Prof. Dr. Alpaslan CEYLAN, Atatürk Üniversitesi, Erzurum/Türkiye Prof. Dr. Swietlana M. CZERWONNAJA, Nicolaus Copernicus University, Torun/Polonya Prof. Dr. Hasret ÇOMAK, Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli/Türkiye Prof. Dr. Recep DUYMAZ, Edirne/Türkiye Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye Prof. Dr. Süleyman Sırrı GÜNER, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Prof. Dr. Mehmet HACISALİHOĞLU, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul/Türkiye Prof. Dr. Nimetullah HAFIZ, University of Pristina, Piriştina/Kosova Prof. Dr. Zegir KADRIU, SEEU University, Kalkandelen/Makedonya Prof. Dr. Kemalettin KUZUCU, Marmara Üniversitesi, İstanbul/Türkiye Prof. Dr. Lyubomir MIKOV, Bulgaristan Bilimler Akademisi, Sofya/Bulgaristan Prof. Dr. İrfan MORİNA, University of Pristina, Priştine/ Kosova Prof. Dr. M. Öcal OĞUZ, Gazi Üniversitesi, Ankara/Türkiye Prof. Dr. Ali İhsan ÖBEK, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Prof. Dr. Hikmet ÖKSÜZ, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon/Türkiye Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN, Erciyes Üniversitesi, Kayseri/Türkiye Prof. Dr. Fırat PURTAŞ, TÜRKSOY Genel Sekreter Yrd., Ankara/Türkiye Prof. Dr. Mirjana TEODOSIJEVIC, Univerzited u Beogradu (Belgrad Üniv.), Belgrad/Sırbistan Prof. Dr. Sibel TURAN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN, İzmir/Türkiye Prof. Dr. Hamit XHAFERİ, SEEU University, Kalkandelen/Makedonya Prof. Dr. Nikolay İvanoviç YEGOROV, Devlet Sosyal Bilimler Enstitüsü Çeboksarı/Rusya Doç. Dr. Selim ASLANTAŞ, Hacettepe Üniversitesi, Ankara/Türkiye Doç. Dr. Nuray BOZBORA, Marmara Üniversitesi, İstanbul/Türkiye Doç. Dr. Rıdvan CANIM, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Doç. Dr. Birgül DEMİRTAŞ, TOBB Üniversitesi, Ankara/ Türkiye Doç. Dr. Ömer Soner HUNKAN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Doç. Dr. Fadil HOCA, Saints Cyril and Methodius University, Üsküp/Makedonya Doç. Dr. Nazim İBRAHİM, Saints Cyril and Methodius University, Üsküp/Makedonya Doç. Dr. Osman KARATAY, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye Doç. Dr. Ayşe KAYAPINAR, Kâtip Çelebi Üniversitesi, İzmir/Türkiye Doç. Dr. Emel G. OKTAY, Hacettepe Üniversitesi, Ankara/Türkiye Doç. Dr. İlhan TOKSÖZ, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Doç. Dr. Fahri TÜRK, Trakya Üniversitesi, Edirne/ Türkiye Yrd. Doç. Dr. Arıkan ACAR, Yaşar Üniversitesi, İzmir/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Veysi AKIN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Bülent AKYAY, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Tuba ÜNLÜ BİLGİÇ, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ankara/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Levent DOĞAN, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Aşkın KOYUNCU, Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Murat ÖNSOY, Hacettepe Üniversitesi, Ankara/Türkiye Dr. Goran BANDOV, Univ. College of IR and Diplomacy Zagreb/Hırvatistan Dr. Bartosz BOJARCZYK, University of Maria Curie-Sklodowska, Lublin/Polonya Dr. Lelija SOCANAC, University of Zagreb, Zagreb/Hırvatistan Dr. Zoltan VERES, Colege of Dunaujvaros, Dunaujvaros, Budapeşte/Macaristan BU SAYININ HAKEMLERİ / REFEREES OF THIS ISSUE Doç. Dr. Nuray BOZBORA, Marmara Üniversitesi, İstanbul/Türkiye Doç. Dr. Bilgin ÇELİK, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir/Türkiye Doç. Dr. Osman KARATAY, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye Doç. Dr. Özer KÜPELİ, Kâtip Çelebi Üniversitesi, İzmir/Türkiye Doç. Dr. Abdullah TEMİZKAN, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye Doç. Dr. Fahri TÜRK, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Bülent AKYAY, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Hasan DEMİROĞLU, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Ali HÜSEYİNOĞLU, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Aslı Şirin ÖNER, Marmara Üniversitesi, İstanbul/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Hacer TOPAKTAŞ, İstanbul Üniversitesi, İstanbul/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Abdullah ÜSTÜN, Ege Üniversitesi, İzmir/Türkiye Yrd. Doç. Dr. Bülent YILDIRIM, Trakya Üniversitesi, Edirne/Türkiye Dr. Sebahattin ABDURRAHMAN, Londra/İNGİLTERE Balkan Araştırma Enstitüsü (BAE) Dergisi, Akademia Sosyal Bilimler İndeksi (ASOS), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Veri Tabanı, Central and Eastern European Online Library (CEEOL), EBSCO, J-Gate, Modern Language Association (MLA) International Bibliography ve ProQuest tarafından taranmaktadır. The Journal of Balkan Research Institute (JBRI) is indexed in Akademia Social Sciences Index (ASOS), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Veri Tabanı, Central and Eastern European Online Library (CEEOL), EBSCO, J-Gate, Modern Language Association (MLA) International Bibliography and ProQuest. Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi (BAE-Dergisi), Balkanlar üzerine sosyal bilimler alanında özgün çalışmalara yer veren uluslararası hakemli bir dergidir. Türkçe ve İngilizce makalelere yer veren BAE-Dergisi, Aralık ve Temmuz aylarında olmak üzere yılda iki kez yayımlanır. BAE-Dergisi’ne gönderilen yazılar, yayımlanmadan önce yayın kurulunca dergi yazım ilkelerine uygunluk açısından incelenir. Yayımlanması uygun bulunan makaleler adları gizli tutulan iki ayrı hakeme gönderilir. Dergide yayımlanan makalelerde savunulan görüşler BAE-Dergisini hiçbir surette bağlamaz. Yayımlanan makale ve yazıların sorumluluğu yazarına aittir. TRAKYA ÜNİVERSİTESİ BALKAN ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ DERGİSİ TRAKYA UNIVERSITY JOURNAL OF BALKAN RESEARCH INSTITUTE Cilt 3, Sayı 2, Aralık 2014 Volume 3, Number 2, December 2014 İÇİNDEKİLER CONTENTS MAKALELER ARTICLES Didem ÇATALKILIÇ Çarlık Rusya’sında Balkanlar Hakkında A Bibliographical Essay About Works Yayınlanan Eserlerin Bibliyografya Published in Tsarist Russia Regarding Denemesi the Balkans 1-16 Gökhan DİLBAŞ Csángó’ların Kökeni Üzerine On The Origins of Csángó’s 17-44 Mümin İSOV Bulgar Tarih Literatürü ve Ders Axiological Dimensions of The First Kitaplarında Birinci Balkan Savaşı’nın Balkan War in The Bulgarian History Değerbilimsel Boyutları Literature 45-75 Mirjona SADIKU The Origins of The Kanun: Exploring Kanunun Kökenleri: Arnavut Teamül The Development of The Albanian Hukukunun Gelişimini Keşfetmek Customary Law 77-95 Ahmet SERDAR Tarihsel Süreç İçerisinde Batı Trakya Economic and Demographic Türklerinin Ekonomik ve Demografik Development of The Western Thrace Gelişimi Turks in Historical Process 97-126 Eşref YALINKILIÇLI From Neo-Balkanization to Yeni Balkanlaşma’dan Europeanization: Institutional Change Avrupalılaşma’ya: Batı Balkanlar’da and Regional Cooperation in The Kurumsal Değişim ve Bölgesel İşbirliği Western Balkans 127-149 AKTARMA / TRANSLITERATION Ergün HASANOĞLU Romanya’ya Dâir Bir Vesika-yı Siyâsiye 151-156 KİTAP DEĞERLENDİRMELERİ / BOOK REVIEWS Erdal YILMAZ Bülent Yıldırım, Bulgaristan’daki Ermeni Komitelerinin Osmanlı Devleti Aleyhine Faaliyetleri (1890-1918) 157-161 Ergün HASANOĞLU Pınar ŞENIŞIK, Girit: Siyaset ve İsyan 1895-1898 163-166 BALKAN GEZİ NOTLARI - I / BALKAN TRIP NOTES - I Rıdvan CANIM bir üsküp masalı / a Skopje tale 167-187 Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 1-16. ÇARLIK RUSYASI’NDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ Didem ÇATALKILIÇ ÖZET Bu çalışmada Çarlık Rusyası’nda yayınlanmış Rusça kitapların bir bibliyografyası hazırlanmıştır. Yaptığımız tarama sonucunda İmparatorluk Bilimler Akademisinin nezdinde Rus bilim adamlarının Balkan coğrafyasına dair değerli çalışmalarının olduğunu tespit ettik. Rusya ve Balkanların tarihî kaderlerinin iç içe geçmişliğiyle açıklayabileceğimiz bu alakanın, Türk Tarihçiliği açısından da kıymeti aşikârdır. Balkan coğrafyası üzerine yapılan çalışmalarda ihmal edildiğini düşündüğümüz Rus kaynaklarını konu edinen bu çalışmanın araştırmacılara kolaylık sağlaması tek amacımızdır. Anahtar Kelimeler: Balkan, Bibliyografya, Rus Kaynakları. A BIBLIOGRAPHICAL ESSAY ABOUT WORKS PUBLISHED IN TSARIST RUSSIA REGARDING THE BALKANS ABSTRACT This study deals with bibliography of Russian books published under the Tsarist Russia. It determines the fact that Russian scholars belonging to the Academy of Russian Sciences had produced valuable studies regarding the Balkans. The availability of them about the aforementioned region stems from the fact that destinies of both Russia and the Balkans are closely linked with each other. No doubt that this is of great importance for Turkish historiography as well. In this respect, this research aims to contribute to those researchers regarding those Russian sources which have largely been omitted in studies about the Balkans. Keywords: Balkan, Bibliography, Russian Resources. Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, E-mektup: [email protected]. 1 DİDEM ÇATALKILIÇ Giriş 19. yüzyılda Rusya’da başlayan Balkan ülkeleri hakkındaki bilimsel çalışmalar büyük ölçüde Slavistiğin (Slav bilimi) gelişimiyle bağlantılıdır. V. V. Makuşev, P. A. Rovinskiy, G. S. Destunis, S. N. Palauzov gibi bazı bilim adamları Yunanistan, Romanya, Arnavutluk’un tarih ve kültürünü inceleyerek çalışmaları başlatmıştır.1 1903 yılının Nisan ayında İmparatorluk Rus Bilimler Akademisi’nin himayesinde Petersburg’da bir kongre düzenlenmiştir. 1904 yılında yapılması planlanan kongre bu tarihlerde yaşanan Rus-Japon Savaşı, Rusya ve Avrupa’da meydana gelen siyasî olaylar nedeniyle iptal olmuştur. I. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bağımsız Slav devletlerinin ortaya çıkışı ise Doğu Avrupa haritasını kökten değiştirmiştir. Avrupa ve dünya politikasında Slav devletlerinin rolü artmış ve böylece hem Slav ülkelerinde hem de Slav ülkelerinin sınırları dışında yeni Slavistik Araştırma Merkezlerinin ortaya çıkışı hızlanmıştır.2 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet coğrafyasında Slav araştırmaları da tüm beşerî bilimler gibi “burjuva” olarak kabul edilmiş, başlangıçta şüpheyle karşılanmış ve takibe maruz kalmıştır. Üniversitelerde Slav Araştırmaları bölümlerinin tümü kapatılmış, yeni personel eğitimi durdurulmuştur. Ekim Devrimi’nden sonra birçok bilim adamı sürgün edilmiştir. Bu koşullarda Slav Araştırmaları Enstitüsü’nün Bilimler Akademisi’nde kuruluşu en az üç yıl (1931-1934) sürmüştür.3 1939 yılının ilkbaharında ise Moskova Üniversitesi’nin Tarih Fakültesinde Güney ve Batı Slavları bölümlerinin kurulmasına karar verilmiş aynı zamanda Sovyet Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü’nde Slav Araştırmaları kürsüsü kurulmuştur. 1944 yılında Güney ve Batı Slavları bölümüne ek olarak Slav Filolojisi Bölümü açılmıştır. 1946 yılının sonunda Sovyet Bilimler Akademisi Slav Araştırmaları Enstitüsü kurma fikri hayata geçirilmiştir. Enstitü 1 Ocak 1947 yılından itibaren faaliyete geçmiştir. Bu dönemde N. S. Derjavin, A. M. Selişçev, N. K. Dmitriev, V. İ. Piçeta, B. M. Lyapunov gibi Sovyet bilim adamlarının çalışmaları bulunmaktadır. Bu enstitüde tarihçilerden başka edebiyatçılar ve dilbilimcilerde Balkanlar üzerine 1 G. L. Arş., “Predislovie”, Osnovnıe Problemı Balkanistiki v SSSR, Balkanskie İssledovaniya, Vıp. 5, Moskva 1979, s. 3. 2 V. K. Volkov, “Rossiyskoy Slavyanovedenie: Vçera, Segodnya, Zavtra (K 50-Letiyu İnstituta Slavyanovedeniya i Balkanistiki RAN)”, İnstitut Slavyanovedeniya i Balkanistiki, Moskva 1996, s. 8. 3 Volkov, a.g.m., s. 9. 2 BAED 3/2, (2014), 1-16. ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ çalışma yapmışlardır. 1946 yılının sonunda Rus Bilimler Akademisi Slav Araştırmaları Enstitüsü’nün kurulması ise bir dönüm noktası olmuştur.4 1950’li yılların sonu 1960’lı yılların başında Slav Bilimleri kendi yapısını bulmuştur. 1939 yılında savaş nedeniyle toplanamayan III. Slav Kongresi 1955 yılında toplanmıştır. Yine bu dönemde Slav ülkelerinde ulusal komiteler oluşmaya başlanmıştır. 1958 yılından itibaren her 5 yılda bir Slav kongreleri düzenlenmeye başlanmıştır.5 1968 yılına gelindiğinde Sovyet Bilimler Akademisi başkanlık divanının kararıyla Slav Araştırmaları Enstitüsü, Slav ve Balkan Araştırmalarına dönüştürülmüştür.6 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra üniversitelerdeki bölümlerden Slav Araştırmaları ve Balkan Enstitülerine kadar tüm kurumlar kendilerini yeni bir durumun içinde bulmuşlardır.7 Türkiye’de sınırlı sayıda akademisyen tarafından çalışılan Balkan coğrafyası çeşitli kaynak dillerini bilmeyi gerektirmektedir. Bu coğrafyanın 19. yüzyıl boyunca Çarlık Rusyası ve Osmanlı İmparatorluğu’nun mücadele alanlarından biri olduğu düşünüldüğünde Rus kaynakları Balkanlarla ilgili yapılacak olan çalışmalarda hayati öneme sahiptir. Bilimsel araştırmaların temelini teşkil eden bibliyograflar bilim adamlarının çalışmak istedikleri konular hakkında bilgi sahibi olmalarına olanak sağlamaktadır. Bilindiği üzere bilimsel çalışmalara başlamadan önce yapılması gereken ilk iş ise bir bibliyografya çalışması hazırlamaktır. Yaşadığımız çağda elektronik ortamda bilgiye ulaşmak eskiye nazaran çok daha kolay bir hal almıştır. Konuya Rus Arşivi açısından bakıldığında ise çalışmamızda da yer verdiğimiz birçok eser pdf veya djvu dosyası şeklinde elektronik ortamda mevcuttur. Bu çalışmada Rusça olarak yayımlanmış eserlerin transkripsiyonu yapılarak yer verilmiştir. Bölgenin çalışanları açısından hayatî öneme sahip olduğunu düşündüğümüz bu eserlerin yapılacak olan çalışmalara katkı sağlaması en büyük dileğimizdir. 4 Volkov, a.g.m., s. 11, 12, 13. Volkov, a.g.m., s. 14. 6 Arş, a.g.m., s. 3. 7 Volkov, a.g.m., s. 24. 5 BAED 3/2, (2014), 1-16. 3 DİDEM ÇATALKILIÇ Bibliyografya Aksakov, İ. S., Slavyanskiy vopros (1860-1886), Moskova 1886. Aleksandrov, A. E., Po povodu perehoda v katoliçestvo knyajnı Elenı Çernogorskoy, Kazan 1896. Aleksandrov A., Materialı po istorii Çernogorya, Uçenıya Zapiski İmperatorskago Kazanskago Universiteta, Kazan 1897. Antonin, A., İz Rumelii, Peterburg 1866. Antonin, A., Poezdka v Rumeliyu, Peterburg 1879. Appelrot, V., Velikie greçeskıe vayateli, Moskova 1893. Aprilov, V., Bolgarskie gramotı, sobrannıe, perevedennıe na russkiy yazık i obyasnennıe, Odessa 1845. Aprilov, V., Bolgarskie knijniki, ili Kakomu slavyanskomu plemeni sobstvenno prinadlejit Kirillovskaya azbuka?, Odessa 1841. Arsenev, K., İstoriya Drevney Gretsii, Cilt 1, Peterburg 1825. Bartelemi, J., Puteşetvie mladşego Anaharsisa po Gretsii v pervoy polovine çetvertovo veka do Rojdestva Hristova, Cilt 6, Moskova 1818. Bazili, K., Arhipelag i Gretsiya v 1830 i 1831 godax, Cilt 2, Peterburg 1834. Belox Y., İstoriya Gretsii, Cilt 2, Moskova 1899. Bellyarminov, İ., Rukovodstvo k drevney istorii, Peterburg 1896. Benderev, A. F., Serbsko-bolgarskaya voyna 1885 goda, Peterburg 1892. Benderev, A. F., Voennaya geografıya i statistika Makedonıi i sosednih s ney oblastey Balkanskago poluostrova, Peterburg 1890. Berezin, L. V., Horvatiya, Slavoniya, Dalmatsiya i Voennaya Granitsa. Horvatiya i Slavoniya, Dalmatsiya. Voennaya granitsa. Obşaya etnografiya 4 BAED 3/2, (2014), 1-16. ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ vsex çetıreh yugo-slavyanskih provintsiy Avstro-Vengrii, Cilt I-II, Peterburg 1879. Bessonov, P., Bolgarskie pesni iz sbornikov Yu. İ. Venelina, N. D. Katranova i drugih bolgar, Moskova 1855. Bessonov, P. A., Katoliçeskiy svyaşçennik serb (horvat) Yuriy Krijaniç, Neblyuşskiy, Yavkanitsa, revnitel vossoedineniya tserkvey i vsego slavyanstva v XVII veke, Moskova 1870. Bıçkov, A. F., Gerbel N. F., Dostoevskiy F. M., Bratskaya pomoşç postradavşim semeystvam Bosnii i Gertsegovinı, Peterburg 1876. Birnatskiy, K., Oçerki i kartinı iz istorii Vostoka i Gretsii, Moskova 1867. Boduen-de-Kurtene, İ. A., Nekotorıe otdelı “Sravnitelnoy grammatiki” slovyanskih yazıkov. Otrıvki iz lektsiy, Varşova 1881. Bodyanskiy, O. M., Greçeskie knigohranilişça Vostoka i ih rukopisi, osmotrennıe odnim angliyskim puteşestvennikom v 1858 godu, Moskova 1871. Bodyanskiy, O. M., O vremeni proishojdeniya slavyanskih pismen, Moskova 1855. Boretskiy, B. N., İstoriya Rumınii, Peterburg 1909. Botkin, S. P., Pisma iz Bolgarii, 1877, Peterburg 1898. Brandit, R. F., Naçertanie slavyanskoy aktsentologii, Peterburg 1880. Brandit, R. F., Kratkaya fonetika i morfologiya bolgarskogo yazıka, Moskova 1901. Brandit, R. F., Kratkaya sravnitelnaya grammatika slavyanskih yazıkov (Fonetika i morfologiya), Moskova 1915. Budiloviç, A. S., Znaçenie Makedonii v sudbah greko-slavyanskogo mira, Peterburg 1903. BAED 3/2, (2014), 1-16. 5 DİDEM ÇATALKILIÇ Buzeskul ,V. P., Vvedenie v istoriyu Gretsii, Harkov 1904. Buzeskul ,V. P., Drevneyşaya tsivilizatsiya v Evrope. Egeyskaya ili KritoMikenskaya kultura, Harkov 1918. Çertkov A. D., O Çisle russkogo voyska, zavoevavşego Bolgariyu, i srajevşegosya s grekami vo Frakii i Makedonii, v 967-971, Odessa 1842. Çertkov A. D., Opisanie voynı velikogo knyazya Svyatoslava İgoreviça protiv bolgar i grekov v 967-971 godı, Moskova 1843. Danilevskiy, N. Y., Rossiya i Evropa: Vzglad na kulturnıya i politiçeskiya otnoşeniya Slavyanskago mira k Germano-Romanskomu, Peterburg 1871. Davıdov, V., Putevıe zapiski, vedennıe vo vremya prebıvaniya na İoniçeskih ostrovah, v Gretsii, Maloy Azii i Turtsii v 1835 godu, Cilt I-II, Peterburg 1839-1840. Delakrua, İ. İ., Gretsiya, ili Galereya dostopamyatnıh vidov i razvalin etoy klassiçeskoy zemli, izdannaya İvanom De la Kroa: s 30 estampami, gravirovannımi na stali, Moskova 1837. Dobrov, L., Yujnoe slavyanstvo, Turtsiya i soperniçestvo evropeyskih pravitelstv na Balkanskom poluostrove, Peterburg 1879. Durnovo, N. N., Gosudarstva i narodı Balkanskogo poluostrova, ih proşedşee, nastoyaşçee i buduşçee i Bolgarskaya krivda, Moskova 1890. Durnovo, N. N., Bolgarskaya propaganda v Makedonii i makedonskiy vopros, Moskova 1899. Dyuvernua, A. L., Slovar bolgarskogo yazıka po pamyatnikam narodnoy slovesnosti i proizvedeniyam noveyşey peçati, Cilt I-II A-N, Moskova 1889. Elize, Reklyu J. J., Zemlya i lyudi. Vseobşçaya geografiya. Kniga pervaya, Cilt I-II, Peterburg 1898. Filippov, N. N., Oçerk tısyaçeletney borbı baltiysko-polabskogo slavyanstva s nemtsami do vozrojdeniya serbo-lujitskogo plemeni, Peterburg 1897. 6 BAED 3/2, (2014), 1-16. ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ Florinskiy, T. D., Pamyatniki zakonodatelnoy deyatelnost Duşana, tsar serbov i grekov, Kiev 1888. Frilley, G.-Vlahoviç İ., Sovremennaya Çernogoriya. S risunkami i kartoyu Çernogorii, Gertsegovinı i Bosnii, Peterburg 1876. Gilferding, A. F., Pisma ob istorii serbov i bolgar, Moskova 1855. Gilferding, A. F., Sobranie soçineniy: İstoriya serbov i bolgar, Bosniya, Gertsegovina i Staraya Serbiya Sobranie soçineniy, Cilt I-III, Peterburg 1873. Gilyarov, A. N., Greçeskie sofistı, ih mirovozzrenie i deyatelnost v svyazi s obşçey politiçeskoy i kulturnoy istoriey Gretsii, Moskova 1891. Glinka, S. N., Kartina istoriçeskaya i politiçeskaya novoy Gretsii, Moskova 1829. Goloçek, İ., Bosniya i Gertsegovina za vremya okkupatsii, Moskova 1902. Golubinskiy, E. E., Kratkiy oçerk istorii pravoslavnıh tserkvey Bolgarskoy, Serbskoy i Rumınskoy ili Moldavo-Valaşckoy, Moskova 1871. Grant, A. C., Gretsiya v vek Perikla, Moskova 1905. Grigoroviç, B. V., Stranstvovaniya po svyatım mestam Vostoka c 1723 po 1747 g., Cilt I-II-III-IV, Peterburg 1885-1886-1887-1887. Grigoroviç, V. İ., O Serbii v ee otnoşeniyah k sosednim derjavam, preimuşçestvenno v XVI i XV stoletiyah, Kazan 1859. Grigoroviç, V. İ., Slavyanskie nareçiya, Varşova 1884. Grot, K. Y., İzvestiya Konstantina Baryanorodnogo o serbah i horvatah i ih rasselenii na Balkanskom poluostrove, Peterburg 1880. Grunskiy, N. K., Prajskie glagoliçeskie otrıvki i iz istorii horvatskoy glagolitsı, Peterburg 1905. Gureviç, Y. G., İstoriya Gretsii i Rima, Peterburg 1894. BAED 3/2, (2014), 1-16. 7 DİDEM ÇATALKILIÇ Haruzin, A. N., Bosniya i Gertsegovina. Oçerki okkupatsionnoy provintsii Avstro-Vengrii, Peterburg 1901. Haruzin, A. N., Slavyanskoe jileşçe v Severo-Zapandom krae. İz materialov po istorii razvitiya slavyanskih jilişç, Vilnius 1907. Hvostov, A. N., Russkie i serbı v voynu 1876 goda za nezavisimost hristian, Peterburg 1877. İreçek, K., İstoriya bolgar, Odessa 1878. Jebb, R. K., İstoriya greçeskoy literaturı, Moskova 1896. Kagarov, E., Kult fetişey, rasteniy i jivotnıh v drevney Gretsii, Peterburg 1913. Kanits, F., Dunayskaya Bolgariya i Balkanskiy poluostrov, Peterburg 1876. Karauze, V. M., Puteşestvie ego imperatorskogo vısoçestva gosudarya naslednika tsesareviça i velikogo knyazya Nikolaya Aleksandroviça, 18911892. Gretsiya, Egipet, İndiya, Kitay, Yaponiya, Sibir, 1894. Karpov, S., Bolgarıya i posledniya balkanskıya voynı, Yaroslav 1914. Koçubinskiy, A. A., Mı i oni (1711-1878). Oçerki istorii i politiki slavyan, Odessa 1878. Kondakov, N. P., Greçeskie terrakotovıe statuetki, Odessa 1879. Kondakov, N. P., Miniatyurı greçeskoy rukopisi Psaltiri IX veka iz sobraniya A. İ. Huldova, Moskova 1878. Koşutiç, R., Serbskiy narod i anneksiya Bosnii i Gertsegovinı, Peterburg 1908. Kovalevskiy, E. P., Sobranie soçineniy, Çernogoriya i slavyanskie zemli, Cilt IV, Peterburg 1872. Kurts, E., Dva greçeskih teksta o Sv. Feofanii, supruge imperatora Lva VI, Moskova 1898. 8 BAED 3/2, (2014), 1-16. ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ Lamanskiy, V. İ., O nekotorıh slavyanskih rukopisyah v Belgrade, Zagrabe i Vene, s filologiçeskimi i istoriçeskimi primeçaniyami, Peterburg 1864. Lamanskiy, V. İ., Ob istoriçeskom izuçenii greko-slavyanskago mira v Evrope, Peterburg 1871. Lamanskiy, V. İ., Sırku P. K istorii ispravleniya knig v Bolgarii v XIV veke, Cilt I, Sayı I, Peterburg 1896. Lante, E. F., Antenorovo puteşestvie v Gretsiyu i Aziyu s priobşçheniem svedeniy o Egipte, Peterburg 1803. Latışev, V. V., Oçerk greçeskih drevnostey, Cilt I-II, Peterburg 1888-1889. Latışev, V. V., Sbornik greçeskih nadpisey hristianskih vremen iz Yujnoy Rossii, Peterburg 1896. Leer, G. A., Entsiklopediya voennıh i morskih nauk: Cilt VI. Piave-Russkoturetskaya voyna 1806-12 gg. 1892-1893, Peterburg. Leonid, Arhimandrit (Kavelin L. A.), İstoriçeskoe opisanie Serbskoy tsarskoy lavrı Hilandarya i ee otnoşeniya k tsartvu serbskomu i russkomu, Moskova 1868. Leonid, Arhimandrit (Kavelin L. A.), Jitie prepodobnogo Vlasiya Mniha, pamyatnik slovyano-bolgarskoy pismennosti IX veka iz rukopisnoy ÇetiMinei XV (bıvşey Troitskoy),Peterburg 1887. Leontev, P., O poklonenii Zevus v Drevney Gretsii, Moskova 1850. Leontoviç, F. İ., Drevnee horvato-dalmatskoe zakonodatelstvo, Odessa 1868. Leontev, K., Vostok, Rossiya i Slavyanstvo, Cilt I-II, Moskova 1886. Lihtenberg, R., Doistoriçeskaya Gretsiya, Peterburg 1914. Liprandi, İ. P., Vostoçnıy vopros i Bolgariya, Moskova 1868. BAED 3/2, (2014), 1-16. 9 DİDEM ÇATALKILIÇ Longinov, A. V., Mirnıe dogovori russkih s grekami, zaklyuçennıe v X veke. İstoriko- yuridiçeskoe issledovanie, Odessa 1904. Lovyagin, E., İzbrannıe mesta iz greçeskih pisaniy svyatıh ottsev tserkov do IX Veka, Bölüm I, Peterburg 1884-1885. Luka, V., Pervoe gertsegovinskoe vosstanie, Moskova 1875. Lukyanoviç, N., Opisanie turetskoy voynı 1828 i 1829 godov, Bölüm I-IIIII-IV, Peterburg 1844-1844-1847-1847. Lyugebil, K., İssledovaniya po istorii greçeskogo iskusstva, Peterburg 1871. Mabli, G., Rassujdeniya o greçeskoy istorii, ili o priçinah blagodenstviya i nesçastiya grekov, Peterburg 1773. Makuşev, V. V., Bolgariya v kontse XII i v pervoy polovine XIII veka, Varşova 1872. Makuşev, V. V., Bolgariya pod turetskim vladıçestvom, preimuşçestvenno v XV i XVI vekah, Peterburg 1872. Makuşev, V. V., İstoriçeskie razıskaniya o slavyanah v Albanii v Srednie veka, Varşova 1871. Makuşev, V. V., Materialı dlya istorii diplomatiçeskih snoşeniy Rossii s Raguzskoy respublikoy, Moskova 1865. Makuşev, V. V., Drevne-greçeskie frontonnıe kompoztsii. İsledovanie v oblasti dekorativnoy s kulturı, Peterburg 1904. Markov, E., Puteşestvie po Gretsii, Peterburg 1903. Markov, E., Puteşestvie po Serbii i Çernogorii, Peterburg 1903. Melnitskiy, V., İstoriya vmeşatelstva Rossii, Anglii i Frantsii v voynu za nezavisimost Gretsii, Peterburg 1863. Miloradoviç, G. A., Pravoslavnıy monastır Jitomısliç v Gertsegovine, Çernigov 1890. 10 BAED 3/2, (2014), 1-16. ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ Milyukov, P. N., Razlojenie slavyanofilstva Danilevskiy, Leontev, V. Solovev, Moskova 1893. Molçanov, A. N., Mejdu mirom i Kongressom, Peterburg 1878. Neklyudov, V. S., Slavyanskiy vopros, Moskova 1876. Nemiroviç-Dançenko, V. İ., Posle voynı. Oçerki i vpeçatleniya russkogo korrespondenta v osvobojdennoy Bolgarii, Peterburg 1880. Nikitskiy, A. V. Jebelev S., İstoriya Afin 229-31 godı do R. Hr., Peterburg 1898. Nikolskiy, N. K., Reç tonkosloviya greçeskogo, Peterburg 1896. Negoş, P. N., Balkanskaya tsaritsa. Drama, Peterburg 1894. Obolenskiy, M., O greçeskom kodekse Georgiya Amartola, hranyaşçemsya v Moskovskoy Sinodalnoy Biblioteke, i o serbskom i bolgarskom perevodah ego hroniki, Moskova 1847. Opisaniye russko-turetskoy voynı 1877-78 gg. na Balkanskom poluostrove: Cilt I 1901, Cilt II 1901, Cilt III-Bölüm 1 1904, Cilt III-Bölüm II 1905, Cilt IV-Bölüm I 1906, Cilt V-Bölüm 1903. Ovsyanıy, N., Bolgariya i bolgarı, Peterburg 1900. Ovsyanıy, N., Serbiya i serbı, Peterburg 1898. Ovsyanıy, N., Sbornik materialov po grajdanskomu upravleniyu i okkupatsii v bolgarii v 1877-78-79 gg., Sayı I-II-III-IV, Moskova 1903-1903-19041905. Ovsyanıy, N., Russkoe upravlenie v bolgarii v 1877-78-79 gg., Cilt I-II-III, Moskova 1906-1906-1907. Palauzov, S. N., İstoriçeskiy oçerk Serbskogo gosudarstva do kontsa XV stoletiya, Moskova 1845. Palauzov, S. N., Vek bolgarskogo tsar Simeona, Peterburg 1852. BAED 3/2, (2014), 1-16. 11 DİDEM ÇATALKILIÇ Paleolog, G. N., Sivinis M., İstoriçeskiy oçerk narodnoy voynı za nezavisimost Gretsii i vosstanovleniya korolevstva pri vmeşatelstve velikih derjav Rossii, Anglii i Frantsii, Peterburg 1867. Paleolog, G. N., Sivinis M., İstoriya vmeşatelstva Rossi, Anglii i Frantsii v voynu za nezavisimost Gretsii, Peterburg 1863. Parland, A. A., Hramı drevney Gretsii (Lektsii po arhitekture, çitannıe v İmperatorskoy Akademii Hudojestv), Peterburg 1890. Pavlov, A.S., Otrıvki greçeskogo teksta kanoniçeskih otvetov russkogo mitropolita İoanna II, Peterburg 1873. Pavlovskiy, A. A., Skulptura v Attike do greko-persidskih voyn, Peterburg 1896. Pavloviç, N. V., Şest mesyatsev na Şipke, Moskova 1884. Pavlutskiy, G. G., O janrovıh syujetah v greçeskom iskusstve do epohi ellinizma (s risunkami), Kiev 1896-1897. Petkoviç K. D., Çernogoriya i çernogortsı, Peterburg 1877. Petrov, N. İ., Naçalo greko-bolgarskoy raspri i vozrojdeniya bolgarskoy narodnosti, Kiev 1886. Pirogov, N. İ., Voenno-vraçebnoe delo i çastnaya pomoşç na teatre voynı v Bolgarii i v tılu deystvuyuşçey armii v 1877-1878, Bölüm I-II, Peterburg 1879-1879. Pogodin, A. L., K voprosu o varvarskih imenah na yujno-russkih greçeskih nadpisah, Peterburg 1901. Pokrovskiy, N. V., Stennıe rospisi v drevnih hramah greçeskih i russkih, Peterburg 1890. Popov, A. N., Puteşestvie v Çernogoriyu, Peterburg 1847. Popov, N. A., İz istorii Slavyanskago Blagotvoritelnago Komiteta v Moskve pervoe pyatiletie (1858-1862), Moskova 1871. 12 BAED 3/2, (2014), 1-16. ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ Popov, N. A., İstoriya Slavyanskago Blagotvoritelnago Komiteta v Moskve vtoroe pyatiletie (1863- 1867), Moskova 1872. Popov, N. A., Nıneşnee sostoyanie pravoslavnoy tserkvi v Serbii, Moskova 1874. Popov, N. A., Oçerki religioznoy i natsionalnoy blagotvoritelnosti na Vostoke i sredi slavyan, Cilt I, Peterburg 1871. Popov, N. A., Pravoslavie v Bosnii i ego borba s katoliçeskoy propagandoy i protestantksimi missionerami, Moskova 1873. Popov, N. A., Russkoe naselenie po vostoçnomu sklonu Karpat, Moskova 1867. Popov, N. A., Rossiya i Serbiya, Cilt I-II, Moskova 1869-1869. Popov, N. A., Serbiya posle Parijskogo mira, Cilt I, Moskova 1871. Popoviç, G., Pravo i sud v Çernogorii, Peterburg 1881. Poprujenko, M. G., “Knigi tsarstv” v sobranii rukopisey biblioteki imperatorskogo Novorossiyskogo universiteta (iz istorii literaturnoy deyatelnosti v Serbii XV veka), Odessa 1894. Radişçev, A. N., Razmışleniya o greçeskoy istorii, Peterburg 1773. Raiç, İ., İstoriya raznıh slavyanskih narodov naipaçe je bolgar, horvatov i serbov, Bölüm I-II-III-IV, Moskova 1794-1823-1794-1823. Rot, K., İstoriya hristianskih narodov balkanskogo poluostrova, Peterburg 1908. Rovinskiy, P. A., Çernogoriya v ee proşlom i nastoyaşçem, Cilt IGeografiya-İstoriya 1888, Cilt II-Bölüm I Etnografiya 1899, Bölüm II Etnografiya 1901, Cilt II-Bölüm III Etnografiya 1905, Cilt II-Bölüm IV Arheologiya 1909, Cilt III Gosudarstvennaya jizn 1915, Peterburg. Rovinskiy, P. A., Petr II Rade Petroviç Negoş, vladıka çernogorskiy, Peterburg 1889. BAED 3/2, (2014), 1-16. 13 DİDEM ÇATALKILIÇ Sbornik materialov po russko-turetskoy voyne 1877-1878 gg. na Balkanskom Poluostrove. 97 Sayı. Sbornik otdeleniya russkogo yazıka i slovesnosti: Cilt 86, No 2. Rovinskiy, P., Çernogoriya v ee proshlom i nastoyashchem, Cilt II - Bölüm IV Arheologiya, Peterburg 1909. Cilt 91, No 3. Rovinskiy P., Çernogoriya v ee proshlom i nastoyashchem, Cilt III, Gosudarstvennaya jizn, Peterburg 1915. Savelev, Rostilaviç N. V., Slavyanskiy sbornik, Peterburg 1845. Sırku, P. A., K istorii ispravleniya knig v Bolgarii v XIV V, Cilt I Sayı I 1889. Sırku, P. A., Liturgiçeskie trudı patriarha Evfimiya Tırnovskogo, Cilt I-Sayı II, Peterburg 1890. Skalkovskiy, A. A., Bolgarskie kolonii v Bessarabii i Novorossiyskom krae, Odessa 1848. Skalkovskiy, K., Vneşnyaya politika Rossii i polojenıe inostrannıh derjav, Peterburg 1901. Smirnov, İ., Oçerk istorii Horvatskogo gosudarstva do podçineniya ego Ugorskoy korone, Kazan 1879. Sokolov, M., İz drevney istorii Bolgar, Peterburg 1879. Sreznevskiy, İ. İ., Putevıe pisma iz slavyanskih zemel. 1839-1842, Peterburg 1895. Sreznevskiy, İ., Oçerk knigopeçataniya v Bolgarii, Peterburg 1846. Sreznevskiy, İ., Rojenitsı u slavyan i drugih yazıçeskih naradov, Moskova 1855. Sreznevskiy, İ., Skazaniya ob antihriste v slavyanskih perevodah s zameçaniyami o slavyanskih perevodah tvoreniy Sv. İppolita, Peterburg 1874. 14 BAED 3/2, (2014), 1-16. ÇARLIK RUSYA’SINDA BALKANLAR HAKKINDA YAYINLANAN ESERLERİN BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ Straşkeviç, K. F., Kratkiy oçerk greçeskih drevnostey, Kiev 1874. Stepanoviç, H. A., K serbam, Moskova 1886. Suvorov, V., Oçerki istorii russko-turetskoy voynı i perehod çerez Balkanı, Moskova 1877. Şahovskoy, L. V., S teatra voynı 1877-78. Dva pohoda za Balkanı, Moskova 1878. Şkorpil, G., Doistoriçeskie pamyatniki Bolgarii, Odessa 1896. Ştiglitsa, A. N., Rossiya i slavyanstvo, Peterburg 1907. Tatişçev, S. S., Diplomatiçeskie besedı o vneşney politike Rossii. God pervıy. 1889, Peterburg 1890. Telyakov, V. G., Pisma iz Bolgarii (Pisanı vo vremya kampanii 1829 g.), Moskova 1833. Terehov, A., İstoriçeskiy oçerk dvijeniye Rossii na Balkanskiy Poluostrov, Peterburg 1888. Tihov, A., Oçerki po greçeskoy literature, sayı I-III, Kiev 1895-1902. Tihov, N. Z., Bolgarskiy dom i otnosyaşçiesya k nemu postroyki po dannım yazıka i narodnıh pesen, Kazan 1891. Trubetskoy, S. N., Metafizika v drevney Gretsii, Moskova 1890. Tsviiç, İ., Makedonskie slavyane, Peterburg 1906. Tyumenev, A., Vvedenie v ekonomiçeskuyu istoriyu Drevney Gretsii, Moskova 1900. Vasilevskiy, V. G., Politiçeskaya reforma i sotsialnoe dvijenie v Drevney Gretsii v period ee upadka, Peterburg 1869. Vasilevskiy, V. G., Uspenskiy F., Obrazovanie vtorogo Bolgarskogo tsartva, Odessa 1879. BAED 3/2, (2014), 1-16. 15 DİDEM ÇATALKILIÇ Vatslika, İ. Y., Çernogorskie tsarstvuyuşçie dinastii, Peterburg 1889. Vegner, Y. V. E., Ellada. Kartinı Drevney Gretsii, eyo religiya, moguşçestvo i prosveşçenie, Cilt I-II, Peterburg 1868-1868. Venelin, Y. İ., Drevnie i nıneşnie Bolgare v politiçeskom, narodopisnom, istoriçeskom i religioznom ih otnoşenii k rossiyanam, Moskova 1856. Venelin, Y. İ., Kritiçeskie issledovaniya ob istorii Bolgar. S prihoda Bolgar na Frakiyski poluostrov do 968 goda, ili pokoreniya Bolgarii Velikim Knyazem Russkim Svyatoslavom, Moskova 1849. Venelin, Y. İ., O zarodışe novoy Bolgarskoy literaturı, Moskova 1838. Venelin, Y. İ., Vlaho-Bolgarskie ili dako-slavyanskie gramotı, sobrannıe i obyasnennıe na ijdivenii İmperatorskoy Rossiyskoy akademii Yuriem Venelinım, Peterburg 1840. Voevodskiy, L. F., Kannibalizm v greçeskih mifah. Opıt po istorii razvitiya nravstvennosti, Peterburg 1874. Yagiç, V., İstoriya serbsko-horvatskoy literaturı. Perevod s serbskohorvatskogo, Kazan 1871. Obıçay i pesni turetskih serbov v Prizrene, İpeke, Morave i Dabre, Peterburg 1886. Yastrebov, İ. S., Stara Serbiya i Albaniya, Belgrad 1904. Yurkeviç, M. V., Dvadtsatipyatiletnie itogo knyajestva Bolgarii, cilt I-II, Sofya 1904-1905. KAYNAKÇA ARŞ, G. L., “Predislovie”, Osnovnıe Problemı Balkanistiki v SSSR, Balkanskie İssledovaniya, Vıp. 5, Moskova 1979. VOLKOV, V. K., “Rossiyskoy Slavyanovedenie: Vçera, Segodnya, Zavtra (K 50-Letiyu İnstituta Slavyanovedeniya i Balkanistiki RAN)”, İnstitut Slavyanovedeniya i Balkanistiki, Moskova 1996. 16 BAED 3/2, (2014), 1-16. Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE Gökhan DİLBAŞ ÖZET Günümüzde Moldova sınırları içerisinde yaşayan, Macarca konuşan ve kendilerine özgü kültürlerini muhafaza eden Csángó’ların kökeni sorunu uzun yıllar boyunca yapılan araştırmalara rağmen hâlâ tam anlamıyla çözüme kavuşamamıştır. Konu ile ilgilenen bilim insanları ve araştırmacılar Csángó’ların kökeni sorununu hem tarihî verilerin, hem de dil bilimsel verilerin yardımıyla aydınlatmaya çalışmaktadırlar. Bugün itibariyle Csángó’ların Kumanlardan neşet ettiği tezi büyük oranda kabul görüyor olsa da, yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçların ışığında Csángó’ların kökeni hakkında başka tezler de ortaya atılmıştır. Csángó’ların kökeninin ortaya çıkarılmasına dair yapılan araştırmaların ve ortaya çıkan sonuçların güncel bilimsel verilerle değerlendirilmesi bir yandan Asya’dan Avrupa’ya göç etmiş Türk kavimlerinin özellikle Doğu Avrupa tarihinde ve Avrasya step kuşağının son halkası olan Macaristan coğrafyasında oynadığı rolün daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı gibi, bir yandan da bugünkü Doğu Avrupa halklarının tarihine bir ışık tutacaktır. Anahtar Kumanlar. Kelimeler: Csángó, Csángó’lar, Moldova, Macaristan, ON THE ORIGINS OF CSÁNGÓ’S ABSTRACT The origin of Csángó’s, who live at the present time within the boundaries of Moldavia and speak Hungarian and have preserved their peculiar culture, has been the subject of research for many years but no definitive answer has been found yet as to their origins. Scientists and researchers try to shed light on the origins of Csángó’s using historical data and linguistic data. As of today, the thesis that their origins should be in the Cumans is largely accepted but there are other theses too developed in the light of other research. The evaluation of the research and of the findings with up-to-date scientific data will contribute to a better understanding of Dr., E-mektup: [email protected]. 17 GÖKHAN DİLBAŞ the Turkish peoples having migrated from Asia to Europe especially to Eastern Europe and Hungary, the latter constituting the last ring of the band of steppes, on the other hand will shed light on the history of the modern time peoples of Eastern Europe in general. Keywords: Csángó, Csángó’s, Moldavia, Hungary, Cumans. Giriş “Csángó” kelimesi günümüzde genellikle Moldova sınırları içerisinde yaşayan ve Macar dili konuşan toplulukları ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu etnonim ad, Romanya sınırları içinde bulunan Bákó eyaletindeki Ghimes/Gyimes’te ve Brassó eyaletindeki Săcele/Négyfalu’da yaşayan Macar zümreleri ve zaman zaman XVIII. yüzyılda Moldova sınırları içinde yer alan Bukovina’ya göç etmiş Sekelleri adlandırmak için de kullanılmaktadır.1 Csángó’ların nüfusunun 240,000 – 250,0002 veya 260,0003 – civarında olduğuna dair tahminler vardır.4 Csángó’lar hem tarihî olarak, hem de dilsel olarak tek bir grup değildir. Araştırmacıların büyük çoğunluğu Ortaçağ’da Moldova coğrafyasına gelen Macarları ve XVII-XIX. yüzyıllarda Moldova sahasına büyüklü-küçüklü gruplar halinde gelen Sekelleri birbirinden ayırma eğilimindedir. Csángó tarihini çalışanlardan Gábor Lükő (1909-2001) ve László Mikecs (1917-1944) Moldova’da yaşamakta olan Sekelleri ve Macarları birbirinden ayırmak için “Csángó Macarları” ve “Moldova Sekelleri” terimlerini kullanırken; Loránd Benkő (1921-2001) “Csángó Macarları” ve “Sekel Macarları” terimlerini kullanmaktadır.5 Csángó’lar aşağıda görüleceği üzere Moldova’da dört büyük zümre halinde yaşamaktadırlar. Bukovina: Karpat Dağları’nın kuzeydoğusunda yer alan, Romanya ve Ukrayna arasında kalan tarihi bölge. Sekeller: Günümüzde Romanya sınırları içinde bulunan Sekelistan (Tinutul Secuiesc) diye adlandırılan coğrafyada yaşayan ve Macarca konuşan bir halk. Sekellerin de köken sorunu günümüze kadar tam anlamıyla çözüme kavuşamamıştır. 1 Tánczos Vilmos, Hungarians in Moldavia, (translation) Miklós Zeitler, Teleki László Foundation, Budapest 1998, s. 2. 2 Sándor Kolozsy, The History of the Csángó Hungarians in Moldova (Rumania), http://www.magtudin.org/Csango.htm. 3 The Csángó Minority Culture in Moldavia, Council of Europe, March 2001, s. 3. 4 Sándor Klára, “National feeling or responsibility: The Case of the Csángó Language Revitalization”, s. 141-142, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf. 5 Simon Czentár, Az őrzők, A moldvai csángó magyarok, s. 2, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf; Vilmos, a.g.e., s. 2. 18 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE 1) Moldova Csángó’ları (veya Moldova Macarları): Moldova Csángó’ları Romanya’nın kuzeydoğusunda Moldova sınırında yer alan Szucsáva ve Románvásár’da, güneyde ise Bákó civarında ve Tatros yöresinde iki büyük grup halinde yerleşmişlerdir.6 Konuştukları lehçelere göre7 Románvásár’da yaşamakta olan Csángó’lar Kuzey Csángó’ları, Bákó civarında yaşayanlar ise Güney Csángó’ları olarak anılır. Moldova Csángó’ları, Endre Czeizel’e göre: “en az 750-1000 yıldır – veya çok daha eskiden beri – tek bir sahada ikamet etmektedirler.” Moldova Csángó’ları Mohaç Savaşı’na (29 Ağustos 1526) kadar Macar Krallığı’nın doğu sınırlarını korumuş, ancak 1541 yılında Budin’in Osmanlılar tarafından ilhakı ve Macaristan’ın üçe ayrılmasıyla sınır muhafızlığı görevleri de sona ermiştir. Bu zamandan sonra Moldova Csángó’larının anayurtla ilişkileri sekteye uğramaya başlamış ve ilerleyen zaman içinde de kopma noktasına gelmiştir.8 2) Hétfalu Csángó’ları (veya Barcaság Macarları): Brassó yakınlarında bulunan Hétfalu’da yaşayan Csángó’lar ise Hétfalu Csángó’ları olarak isimlendirilmektedir. Bunlar XI. yüzyılda Barcaság’ın güneydoğusuna, Brassó yakınlarına Bácsfalu, Türkös, Csernátfalu, Hosszúfalu (bugünkü Szecsele), Tatrang, Zajzon ve Pürkerec köylerine yerleşmiş olan Macar ve Peçenek zümreleridir.9 Bu sahaya yakın Apáca, Krizba, Barcaújfalu, Halmány ve Székelyzsombor köyleri de bulunmaktadır.10 3) Gyimes Csángó’ları (veya Gyimes vadisinde yaşayan Macarlar): Tatros Nehri vadisinde yaşayan Csángó’lar ise Gyimes Csángó’ları olarak anılmakta olup, bu Csángó zümreleri Gyimesfelsőlok, Gyimesközéplok ve Gyimesbükk köylerinde yaşamaktadır. Yaşadıkları saha esas itibariyle Sekel coğrafyasına ait olmakla birlikte, Gyimes Csángó’ları XVII. yüzyıldan başlayarak Sekellerin arazisinde de yaşamaya başlamışlar 6 László Diószegi, A moldvai csángók története és jelene (Benda Kálmán szerk: Moldvai csángó-magyar okmánytár (1467-1706) I. köt. 24. o.’dan aktarıldı), http://www.csango.hu/index_kika.html. 7 Klára, a.g.m., s. 146, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf. Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetindeki Macaristan toprakları, Erdel Prensliği ve Habsburg yönetimi altındaki Krallık Macaristanı. 8 Klára, a.g.m., s. 141-142, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf; http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014. 9 Antal Horger, “A csángó nép és csángó név eredete (Első közlemény)”, Erdélyi Múzeum, 22. Kötet, 2. Fűzet, 1905, s. 65-80, s. 65. 10 http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html. BAED 3/2, (2014), 17-44. 19 GÖKHAN DİLBAŞ ve ilerleyen zaman içinde Csík Sekelleri, Moldova Macarları ve Romenlerle karışmışlardır.11 4) Déva Csángó’ları (veya Bukovina Sekelleri): Hunyad Vadisi’nde yaşayan Déva Csángó’ları Bukovina Sekelleri olarak da anılmaktadır.12 Habsburg İmparatoriçesi Mária Terézia (1740-1780), Erdel’i savunmak üzere Sekellerden meydana gelmesi planlanan askeri bir birliği hayata geçirmek istemiştir. Ancak geleneksel askerlik uygulamalarına bağlı kalmak isteyen Sekeller buna karşı çıkmıştır. Gerginliğin büyümesi üzerine 1764 yılının 6 Ocağı 7’sine bağlayan gece, Mádéfalu’da toplanan Sekeller, Habsburg ordusunun saldırısına uğramıştır. Çıkan çatışmada 186 Sekel ölmüş, 34 Sekel yaralanmış, 400 Sekel de Habsburglar tarafından esir alınmıştır. Sekellerden geriye kalanlar Moldova’ya kaçmak zorunda kalmış, bir süre mülteci konumunda yaşadıktan sonra Fogadjisten, Istensegíts, Józseffalva, Hadikfalva ve Andrásfalva’ya yerleşmişlerdir. 1883 yılında Bukovina Sekellerinin bir kısmı Sırbistan’da bulunan Hertelendyfalva, Sándoregyháza ve Székelykeve’ye yerleşmiş – bu Sekellere “Aşağı Tuna Sekelleri” denilir –, aynı yıl içinde Bukovina Csángólarının bir başka grubu da Romanya sınırları içinde bulunan Krassó-Szörény’e gelmiştir. İlerleyen zaman içinde Bukovina Sekelleri Romanya’da bulunan Gyorok’a ve 18881892 yılları arasında Macaristan’da bulunan Dévaványa’ya, 1900 yılında ise yine Romanya sınırları içinde bulunan Magyarmegye’ye gelmiş ve bu sahalarda ikamet etmeye başlamıştır.13 1. Csángó’ların Kökeni Üzerine Yapılan Araştırmalar Csángó’ların kökeni üzerine uzun yıllar boyunca başta Macar tarihçileri olmak üzere pek çok araştırmacı, tarihçi ve dilbilimci çalışmalar yapıp, değerlendirmelerde bulunmuş; ancak yapılan tüm araştırmalara ve ortaya koyulan sonuçlara rağmen Csángó’ların kökeni sorunu günümüzde dahi tam anlamıyla çözüme kavuşamamıştır. Dilbilimci Gyula Zolnai’ye (1862-1949) göre: “Csángó halkının ve isminin gerçek kökenini bulmak için açık sorular sormaya devam etmeyi düşünmek gerekmektedir”.14 Robin 11 http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html. Czentár, a.g.e., s. 3, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf. Bu olay Madéfalva Yenilgisi - veya Katliamı - olarak anılır. 13 http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html. 14 Czentár, a.g.e., s. 2, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf; Csango-Hungarians for UNESCO’s “Cultural World Heritage”!, HUNSOR, http://www.hunsor.se/dosszie/csango_world_heritage.pdf. 12 20 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE Baker’a göre de Csángó’lar “Avrupa’nın en gizemli ve haklarında en az bilgiye sahip olunan etnik zümresidir”.15 Csángó’ların kökeni üzerine bugüne kadar genel itibariyle beş tez ön plana çıkmıştır. Bunlar a) Csángó’ların Kumanlardan geldiği, b) Csángó’ların Peçeneklerden geldiği, c) Csángó’ların Etelköz’de kalan Macar boylarından geldiği, d) Csángó’ların Husit’lerden geldiği, e) Csángó’ların aslında bir Romen unsuru olduğu tezidir. a) Csángó’ların Kumanlardan geldiği tezi: Tarih boyunca doğudan batıya göç eden kavimlerin ve halkların en önemli geçiş noktalarından birisi de Romanya ve Moldova coğrafyası olmuştur. Macar boyları bugünkü Macaristan sahasına gelmeden önce Romanya ve Moldova coğrafyasında bulunan ve Karpatlar Havzası’na geçit veren güzergâhları çeşitli Türk kavimleri de (Avarlar, Peçenekler, Kumanlar… vb.) kullanmış ve Avrasya step kuşağının son halkası olan Karpatlar Havzası’na gelmişlerdir. Macarlar, reisleri Árpád’ın (855 civarı895) önderliğinde 895-896 yıllarında Karpat Dağları’ndaki Verecke Geçidi’ni aşarak bugünkü yurtlarına geldikten sonra tüm Avrupa’yı dehşete düşüren ve Hun İmparatoru Attila’nın (434-453) çağını yeniden yaşatan bir dizi sefer yapmış, ancak 10 Ağustos 955 tarihinde Alman Kralı I. (Büyük) Otto’ya (936-973) Augsburg’da yenilince Macarların seferler çağı sona ermiştir. Bu tarihten itibaren yerleşik düzeni daha da benimseyen Macarlar, 1000 yılında Hristiyanlığı kabul etmiş, 1 Ocak 1001 tarihinde ise Kral Aziz István (997-1038) Vatikan tarafından gönderilen “Kutsal Taç”ı (Szent Korona) giymiştir.16 Bu tarihten sonra bir yandan Avrupa kültürüne uyum sağlamaya çalışan Macarlar, bir yandan da hasımları karşısında ülkenin sınırlarının korunması için birtakım tedbirler almanın gerekli olduğunu anlamışlardır. Bunun için kendi ülkelerinin sınırları içinde komşu ülkelerin sınırlarına kadar “gyepűelve” diye adlandırılan, yerleşim alanı bulunmayan boş sahalar bırakmışlardır. Sınır muhafızı olarak da Kumanlar, Peçenekler ve Rus Vareg’ler gibi halklardan yararlanmışlardır.17 15 Klára, a.g.m., s. 141-142, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf. Naciye Güngörmüş, Macaristan’da Değişim ve Demokrasiye Geçiş, Köksav Yayınları, Ankara 2010, s. 28. 17 Ferenczi Enikő, A moldvai csángó magyarok, s. 10-11, http://www.borokas.hu/pdf/moldvai1.pdf; F. Eckhart, Macaristan Tarihi, (çev.) İbrahim Kafesoğlu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları X. Dizi-Sayı 3a, Ankara 2010, s. 41. 16 BAED 3/2, (2014), 17-44. 21 GÖKHAN DİLBAŞ Macaristan coğrafyasına gelen Türk kökenli halklardan birisi de Kumanlardır. Avrupa’ya gelen Kumanlar, Moldova, Eflak ve Erdel’in bir kısmını ele geçirmişler ve Macar Krallığı’nı da tehdit etmeye başlamışlardır. Kuman akınları özellikle 1205 yılından itibaren Macaristan sınırlarına doğru daha da yoğunlaşmıştır. Macaristan’a yönelen Kuman saldırılarına karşı koymak üzere Macar Kralı II. András – Endre – (1205-1235), 1211 yılında Barcaság mevki başta olmak üzere Karpat Dağları’nın stratejik noktalarına (Hétfalu, Apácza… vb.) Alman Şövalyeleri yerleştirmiştir. Macar Kralı, Alman Şövalyeleri’ne kale inşa etme, vergiden muaf olma ve tuz ticareti… vb. hakları sağlamasına rağmen Şövalyeler, bir süre sonra hem kendilerine sağlanan bu ayrıcalıklardan, hem de Kralın zayıflığından faydalanarak kendi bağımsızlıklarını ilan etme çabası içine girmişlerdir. Durumu fark eden II. András 1224–veya 1225,18 bir ihtimal 121819–yılında Alman Şövalyeleri’ni ülkeden uzaklaştırmış ve bulundukları yerlere Macar askerleri yerleştirmiştir. II. András ve Estergon Piskoposu Róbert (?-1239), 1227 yılında Dinyeper’den batıya doğru yaşamakta olan Kuman zümrelerinin bir kısmını vaftiz ederek Hristiyan yapmış ve 1228 yılında da Milkó Piskoposluğu’nu kurmuştur20. İç Asya’dan batıya yönelen Moğol tehdidi Macaristan sınırlarına dayanınca Macar Kralı IV. Béla (1235-1270), 1239 – veya 123821 yılında 40.000 çadırlık bir Kuman zümresinin reisleri Kötöny’ün yönetimi altında Macaristan sınırlarından içeri girmesine izin vermiştir. Kitleler halinde Macaristan sınırlarından içeri giren Kumanlar, Macarlar tarafından Karpat Dağları’nın doğu sırtlarına ve Macaristan’ın güney sınırlarına–Tuna-Tisa arası, Körös, Temes ve Maros’a yerleştirilerek Moğollara karşı tampon bir bölge oluşturulmak istenmiştir.22 Ancak bu 18 Czentár, a.g.e., s. 6, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf. Imre Brassai, A Romániai Csángók Szomorú Sorsa, Sándory Mihály Könyvnyomda, Gyergyószentmiklós, 1913, s. 3. 20 Csilla Tamási, “Tatárjárás Magyarországon”, Keresztényszó, (14. évf.) 5. sz., 2003, http://epa.oszk.hu/00900/00939/ 00052/text.htm; Ferenc Tampu, “A moldvai csángó magyarok eredetének problémája”, Erdély Ma, 20. szám, Január 01 (2006), http://erdely.ma/csangotukor.php; David Morgan, The Mongols, Blackwell Publishing, Cornwall 1986, s. 138, Kristó-János Gyula, Gergely Barta-Jenő, Magyarország Története Előidőktől 2000-ig, Pannonica Kiadó, (Basım yeri belirtilmemiş) 2002, s. 70-71; Ödön Olchváry, “A muhi csata–Első Közlemény–”, Századok, A Magyar Történelmi Társulat, 34. évfolyam, Budapest 1902, s. 309-325, s. 318. 21 Eckhart, a.g.e., s. 65. 22 Enikő, a.g.e., s. 10-11, http://www.borokas.hu/pdf/moldvai1.pdf; Jean Paul Roux, Moğol İmparatorluğu Tarihi, (çev.) Aykut Kazancıgil-Ayşe Bereket, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s. 280; Ahmet Gökbel, “Kimek-Kıpçak/Kumanlar”, Türkler Ansiklopedisi, C. 2, Ankara 2002, s. 1277-1334, s. 1298; Muzaffer Tufay, “Türkler, Ruslar ve Bulgarlar”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Aralık 1988, s. 193-218, s. 19 22 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE çabalar bir sonuç getirmemiş ve Moğollar, Macaristan sınırlarından içeri girerek Macar ordusunu Muhi’de yenmişler (11 Nisan 1241) ve tüm ülkeyi istila etmişlerdir (1241-1242). Eskiçağ tarihçisi ve dilbilimci János Jerney (1800-1855), Türkolog Bernát Munkácsi (1860-1937), dilbilimci Weigand Gustav (1860-1930) Moldova’da yaşayan ve Csángó olarak isimlendirilen Macar zümrelerinin Macaristan sınırlarına kadar dayanan Moğol ordularının Macaristan’a girişini önlemek amacıyla IV. Béla tarafından Karpat Dağları’nın doğu sırtlarına yerleştirilen Kumanlardan geldiğini ileri sürerler. Bu görüşü, Moldova’da yaşayan Csángó’ların kullandığı dilin ve Kuman lehçesinin birtakım benzerlikleri de kuvvetlendirir. Csángó’ların lehçelerinde görülen ıslığa benzeyen sesler (-s sesinin -z şeklinde olan telaffuzu) Kumanlara atfedilir. Moğol istilası sonrası ülkeyi yeniden iskân eden Macar Kralı IV. Béla, yeni bir Moğol saldırısından çekindiği için Seret Nehri’nin batı kıyısına askeri garnizonlar kurdurmuştur. Bu garnizonların askerlerini de Yukarı Tisa ve Szamoshat civarında ikamet eden kişilerden seçmiştir. Gábor Lükő’ye, László Mikecs’e ve Kálmán Benda’ya (1913-1994) göre, Csángó’ların ana kitlesini bu garnizonlara yerleştirilen Macar askerleri de oluşturmuş olabilir.23 Tarihçi Radu Rosetti (1853-1926), Csángó’lar hakkında şöyle der: “Csángó’ların ataları Macar Krallığı’nın sınırlarının korunması için özellikle Seret Nehri boyunca Moldova’ya yerleştirilen askerlerden neşet etmiştir. Seret Vadisi’nde Egyedhalom’dan Románvásár’a kadar Macar köylerinin bulunduğu bir gerçektir. Seret Vadisi’nde Egyedhalom’dan Románvásár’a kadar olan yerleşimler vasıtasıyla Tatros, Beszterce ve Moldova vadilerinin kontrol altına alındığını ve bunların güzergâhının Erdel’e, Ojtoz, Gyimes, Tölgyes ve Borgó geçitlerine doğru uzandığını düşünmekteyiz. Bu vadilerin kaleler vasıtasıyla korunduğu Tatros Vadisi’nde, Egyedhalom ve Szászkut arasında, Bákó’da, Beszterce Vadisi’nde ve Románvásár’da görülebilir. Bu Macar askerleri Moldova’ya ne zaman yerleşmiştir? Bu yerleşimin IV. Béla döneminde olduğunu düşünüyorum. 1241 yılındaki Moğol saldırısından sonra IV. Béla yeni bir saldırıdan 199; Tamási, a.g.m., http://epa.oszk.hu/00900/00939/00052/text.htm; Kristó vd, a.g.e., s. 72; Olchváry, a.g.m., s. 317; József Bánlaky, A magyar nemzet hadtörténelme, Budapest 2001, http://mek.oszk.hu/09400/09477. 23 Enikő, a.g.e., s. 11-15, http://www.borokas.hu/pdf/moldvai1.pdf; Kálmán Benda, “The Hungarians of Moldavia (Csángós)”, László Diószegi (Ed.) Teleki László Foundation, Budapest 2002, s. 7-177, s. 10. Vilmos, a.g.e., s. 2. BAED 3/2, (2014), 17-44. 23 GÖKHAN DİLBAŞ korunmak için sınırların güvence altına alınması gerektiğini düşünmüştür. Moğolların Karpat Dağları’nın doğusundaki geçitleri kullanarak ve bu şekilde yolu kısaltarak Macaristan’a yeniden saldırıya geçmeleri güçlü bir ihtimaldi. Bunun dışında Béla, Moldova’nın aşağı kesimlerini, Seret Nehri’ne kadar olan bölgeyi de kendi hakkı olarak görüyordu. Kumanları vaftiz etmesi ve Macar metbuluğuna alması bu çabanın bir sonucu olarak düşünülebilir. Bu durum ve sonuçları bütün Macar Krallığı’nın yararına olmuş, bunun 24 sonucunda Moldova’daki Macar yerleşimleri artmıştır…”. Moğol istilasından sonra askerî kuvvet açısından güç duruma düşen Macar Krallığı, doğulu savaş tarzına haiz halkların önemini daha da anlamış ve bu suretle Kumanları, Peçenekleri, Vlahları ve paralı askerliği kabul etmiş olan Moğolları Macar ordusuna dâhil edip özellikle Macaristan’ın doğu ve güney sınırlarında konuşlandırmıştır.25 Tarihçi ve etnograf Elek Gegő’ye (1805-1844) göre, yurt tutan Macar boylarına katılmış, sonra Karpat Dağları’nın doğusuna düşen sahalarda kalmış olan Kumanlar Csángó’ların atalarıdır. Kumanlar Ortaçağ’da daha sonradan başka Türk soylu halkların da yaşadığı Moldova ve Eflak havalisinde yaşamışlardır. Ancak birtakım halkların tarihin akışı içinde aynı veya farklı zaman dilimlerinde aynı sahalarda yaşamış olması, bu halkların aynı kökenden geldiklerini söylemek için yeterli bir kanıt oluşturamaz. Zira 1240 yılında Moğollar, Eflak ve Moldova sahasında yerleşmiş olan Kuman zümrelerini yenmiş ve onları bu coğrafyadan sürmüştür.26 Gegő, bu konuda şöyle der: “Kumanlara ne şekilde Csángó adı verildiğine dair yaptığım araştırmalardan sonra herhangi kati bir sonuca ulaşamadım. İmparator Konstantinos o zamanlar Moldova sahasında yaşayanları Paczinat’lar ve Kuman halkından olan bazı zümreleri ise Changar’lar olarak adlandırmıştır. Moğol dilinde chango= güçlü, 27 kuvvetli, erk sahibi anlamına gelmektedir…” 24 László Mikecs, Csángók: Hogy Kerültek Magyarok A Kárpátokon Kivüli Területre?, Bolyai Akadémia, Budapest 1941, s. 52-53. 25 Jenő Szűcs, “Két Történelmi Példa Az Etnikai Csoportok Életképességéről”, Holmi, XX. Évfolyam, 11. Szám, 2008, s. 1399-1411, s. 1405-1406. 26 Czentár, a.g.e., s. 4, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf. VII. Konstantinos Porfirogennetos (913-959): Bizans İmparatoru. 27 http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k (Elek Gegő, A moldvai magyar telepekről, Buda, 1838, o. 68’den aktarıldı). 24 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE Gegő ayrıca şu bilgiyi de verir: “Tuna ve Dinyester nehirlerinin arasında kalan Karadeniz’e kadar uzanan bölgeyi tarih yazarları farklı adlarla anmışlardır. Bu bölge günümüz Avrupa’sında İskitya, Roma İmparatorluğu zamanında ise Daçya olarak bilinmektedir. Daha sonra Hadrianus, Roma sömürgelerini Moesia’ya nakletmiş ve o zaman Traianus (Trajan) Köprüsü’nü de yıkmıştı: Bahsedilen topraklar üzerindeki milletler birbiri peşi sıra geldi. Gotlar, Hunlar, Avarlar, Macarlar, Kumanlar, Peçenekler, Oğuzlar… Asya’dan göç etmiş olan Kumanlar, Macarların Kiev zaferlerinden sonra onların yanında Ruslara karşı savaştı. Onların savaşçı birlikleri Kabar adı altında anıldı. Etelköz’de Pacinatia’da yerleştiler. On yıl boyunca üç büyük sefer yaptılar: Birinci seferde Bilge Leo’nun yanında Bulgar Çarı Simeon’a karşı, ikinci seferde Moravyalılara karşı. Son seferde ise Moravya ve Galiçya’yı alarak Karpat Dağları üzerinden Pannonia’ya girdiler. Buradan Moldova’daki yerleşim yerlerine geri döndüler. Ancak Peçenekler tarafından buradan çıkarıldılar ve Árpád’ın yönetimi altında yeniden geri döndüler ve Temes, Körös ve Tisa kıyılarına, yani şimdiki yurtlarına yerleştiler. Kumanların büyük kısmı Moldova’da kaldı ve Oğuz boylarının Bizans İmparatoru Konstantinos tarafından 1065 civarında vuku bulan yenilgisi sonrası Moldova’nın hâkimi oldular ve burası Kuman ülkesi olarak 28 isimlendirildi.” Gegő’den önce XVIII. yüzyılın başlarında Cizvit tarih yazarları Mihály Bonbardi, Sámuel Timon (1675-1736) ve János Szegedi de Moldova civarında yaşayan Macar zümrelerinden bahsetmişler ve bunların asıl itibariyle Kuman soylu olduklarını belirtmişlerdir.29 Bonbardi, 1718 yılında şunları yazmıştır: Hadrianus (117-138): Roma İmparatoru. İngiltere’de kuzey kavimlerinin Roma topraklarına gerçekleştirdiği saldırıları önlemek için Hadrian Duvarı – veya Roma Duvarı – adıyla anılan bir duvar yaptırmıştır. Moesia: Yaklaşık olarak Sırbistan, Bulgaristan, Romanya’nın (Dobruca) Tuna Nehri’nin güneyindeki toprakları arasında kalan tarihi bölge. Traianus Köprüsü: Roma İmparatoru Traianus (98-117) tarafından Tuna Nehri üzerine yaptırılan ilk köprü. IV. Leo (Bilge veya Filozof) (886-912): Bizans İmparatoru. 28 Mikecs, a.g.e., s. 34. Cizvitler: Ignacio de Loyola tarafından 1534 yılında kurulmuş olan bir Hristiyan tarikatı. 29 Mikecs, a.g.e., s. 26-27. BAED 3/2, (2014), 17-44. 25 GÖKHAN DİLBAŞ “Bir kısmı Moldova, bir kısmı da Eflak civarına denk gelen Kuman ülkesi (Kumania veya Komania) diye anılan sahanın, Ulahların günümüzde yaşadığı topraklara denk geldiğini birçok yerli ve yabancı yazarın artık kabul ettiği görülmektedir. Revius bunun açıklamasını şöyle yazmıştır: (Kara) Kumanların yaşadığı ve Olt Nehri’nden başlayarak Karpat Dağları’na ve Tuna arasında yaşayan Moğolların toprağına kadar uzanan Eflak toprağını Kuman ülkesi adı altında isimlendirdiler… Istvánffy’nin ve diğer araştırmacıların aksine Kumanları, Moğollar veya diğer Tatar soylu halklar gibi Macarların vaftiz etmeden bırakmış olduğuna inanıyorum. Kısmen Moğolların ve Kumanların yıllar boyunca birbirlerini acımasız savaşlarla mahvetmelerinin, kısmen de Moldova ve Besarabya sınırında görülebilen Macarcaya çok benzeyen bir dil kullanan bu halkın bakiyelerinin bunun bir kanıtı olduğunu düşünüyorum. Sonuç itibariyle bugünkü Kuman ülkesinde bulunan köylerin ve şehirlerin isimleri Macar dilini bildiklerini, Macarlarla akraba olduklarını 30 hiçbir şüpheye yer bırakmadan açıklamaktadır.” Sámuel Timon da 1734 yılında Kumanlar hakkında şunları yazar: “Hunların halefleri ve Slavların komşusu olan Kumanlar daha Claudius Ptolemaeus’tan önceki zamanlarda Karadeniz’in kıyısında yaşamaktaydılar. Birçok zorluklar ve Romalıların, Gotların, Hunların ve Slavların göçleri arasında hayatlarını sürdürdüler… Macarlar onları Kun, Latinler ise Kuman olarak isimlendirdi… Onların Macar milletinden olmadığını kim iddia edebilir ki? Zira şehirleri ve köyleri 31 bugüne kadar Macarca isimlerini muhafaza etmiştir…”. Antal Horger, Csángó’ların Kumanlardan geldiği tezine kuşkuyla yaklaşır ve şayet Moldova sahasında yaşayan Kuman zümreleri Macarlaşmış ve Csángó adını almışsa, o takdirde bu sahada Macar zümrelerinin de bulunuyor olması ve bu zümrelerin Kumanları güçlü bir şekilde etkilemiş oldukları sonucuna varır. Bu sonuca göre Kumanlara hangi Jacobus Revius (1586-1658): Hollandalı şair, teolog ve tarih yazarı. Miklós Istvánffy (1538-1615): Macar politikacısı, şairi ve tarih yazarı. 30 Mikecs, a.g.e., s. 26-27 (Mihály Bonbardi: Topographia Magni Regni Hungariae. Viennae, Typ. Voigt., s. 312’den aktarıldı). Claudius Ptolemaeus (Batlamyus) (85-165): İskenderiyeli gökbilimci, matematikçi, coğrafyacı ve astronom. 31 Mikecs, a.g.e., s. 27. (Sámuel Timon: Imago antiquae Hungariae, repraesentans terras, adventus res gestas gentis hunnicae. Historico genere strictim perscripta. Cassoviae, s. 142’den aktarıldı). 26 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE Macar zümresinin veya zümrelerinin etki ettiği sorusuna da yanıt bulunması gerekmektedir.32 Csángó’ların Kumanlardan geldiğini iddia eden tez, XX. yüzyılın başında güvenilirliğini biraz olsun kaybetmiş ve araştırmacılar Kuman tezini romantik bir tarih anlayışı olarak kabul etme eğiliminde olmuşlarsa da bu tez günümüzde geçerliliğini hâlâ korumaktadır. Moldova sahasında “Koman” kelimesinden kökenini alan coğrafi isimlerin ve Kuman kökenli birçok yer isminin (örneğin: korhány, korhán… vb.) bulunduğu ve bir zamanlar bu sahalarda Kuman zümrelerinin yaşadığı doğrudur33. Türkolog Hakan Aydemir’e göre, Csángó dilinde Kuman-Kıpçak kökenli “urk”-“uruk”= kement, ilmik, “dzsepü” (gyapjú)= yün, “kórhány”= tepe, küçük dağ ve “ír”= kazımak, oymak olmak üzere toplam olarak dört kelime bulunmaktadır. Macar dilinde ise otuz kadar Kuman kökenli sözcüğün dışında, Macaristan coğrafyasında Kiskunság ve Nagykunság olmak üzere iki tane yer ismi de mevcuttur.34 Kuman dilinden Moldova Csángó’larının diline geçen kelime sayısını tam olarak tespit etmek mümkün değildir. Zira Moldova Csángó’ları ve Kumanlar arasında sıkı ilişkiler yaşanmış ve sürekli bir kelime alışverişi gerçekleşmiştir. 32 Antal Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, Erdélyi Múzeum, 22. évf., 3. sz., 1905, s. 125-137, s. 126. 33 http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdes-elmeletei.pdf. urk-uruk: Bu kelime günümüzde Mezőség civarında, Sekelistan’da ve Moldova’da yaşayan Csángó’ların dilinde mevcut olup, bir ihtimal Moldova’dan tedrici olarak batıya, yani Karpatlar Havzası’na doğru başına -h harfini alarak “hurok” şeklinde yayılmıştır (Hakan Aydemir, “Kun-kipcsak elemek a moldvai csángó nyelvjárásban”, s. 199, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf). dzsepű: Bu kelime Bakó civarında yaşayan Güney Csángó lehçesinin sahasında görülmektedir. Bundan başka Kuzey Csángó dil sahasında Szabófalva’da da göze çarpmaktadır (Aydemir, a.g.m., s. 200, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf). kórhány: Bu kelime Moldova’daki Güney Csángó sahasında Bákó’nun güneydoğu kısmında bulunan Gajcsána civarında kullanılmaktadır. Yer ismi olarak da bir zamanlar Kumanların yaşadığı yörelerde veya sınır boylarında sık sık karşımıza çıkar (Korhány: Mártély’den kuzeybatıya doğru bir sınır bölgesi, Peşte eyaletinin Tápiószele nahiyesinde; Korhán: Peşte eyaletinin Dömsöd nahiyesinde). Kelimenin Türkçe kurgan kelimesi ile olan benzerliği dikkat çekicidir (Aydemir, a.g.m., s. 202-203, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/022/HAKAN.pdf). ír: Bu kelime Moldova’daki Csángó’ların dilinde “kazımak, oymak, yontmak” anlamlarında kullanılır (Aydemir, a.g.m., s. 205, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf). 34 Aydemir, a.g.m., s. 199, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf; http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdes-elmeletei.pdf. BAED 3/2, (2014), 17-44. 27 GÖKHAN DİLBAŞ b) Csángó’ların Peçeneklerden geldiği tezi Cizvit tarih yazarlarından György Pray (1723-1801), Csángó’ların Peçenek soylu olduğunu ifade eder: “Eflak ve Moldova Macarları’ndan geriye kalanların büyük kısmı Peçeneklerin, Oğuzların ve Kumanların bakiyeleridir”.35 János Jerney’e göre: “Peçenek ve Kuman halkları diyalektik farklara rağmen yine de tek bir dil konuşuyorlardı ve bundan dolayı dil, Kuman ülkesinde, yani Moldova ve Besarabya’da yaşamaya devam etmiştir ve orada şimdi de birçok Macar bulunmaktadır, daha oraya varmadan görülebilen Sekel ve Macar zümreleri Peçeneklerin ve Kumanların bakiyeleridir.”36 Arkeolog ve etnograf Géza Nagy (1855-1915), sahte olduğuna dair iddialar bulunsa da “Csík Sekel Kroniği”ni temel alarak şöyle der: “Changuar adını, şüphesiz ki Csángó kelimesinden ve Konstantinos tarafından bahsedilen Kangar isminden kronik yazarları türetmiştir. Peçeneklerin Kangar adını taşıyan boyu Moldova Csángó’larının yaşadığı aynı sahada yaşıyordu. Buna göre iki isim aslında aynıdır ve Csángó’lar Peçenek Kangarları’nın Sekellerle karışması sonucunda 37 Macarlaşmış olan bakiyeleridir”. István Tácsi de Csángó’ların Peçenek soylu olduğunu düşünür ve Macar dilinde “Besenyő” şeklinde geçen Peçenek kelimesinin “Csángó” kelimesiyle olan benzerliğine dikkat çeker. Tácsi, bu kelimenin zaman içinde Besenyő-Becseneg-Cseneg-Csángó şekline dönüştüğünü iddia eder ve Csángó’ların, Peçeneklerin IX. yüzyıldan itibaren Moldova sahasında kalmış olan bir boyundan neşet ettiğine inanır.38 Zira Moldova sahasında bulunan Peçenek zümreleri XI-XII. yüzyıllarda hem askerî, hem de ticarî açıdan önemli bir konuma sahip olmuşlardır.39 Öte yandan Tácsi, Csángó halkının kökeninin, tarihinin, folklorunun ve dilinin incelenmesi sırasında unutulmaması gereken noktanın, Peçenek-Macar-Csángó üçlemesi olduğunu 35 Diószegi, A moldvai csángók története és jelene (Csángó Újság 1990. március 17.’den aktarıldı), http://www.csango.hu/index_kika.html. 36 Mikecs, a.g.e., s. 36. 37 http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k. 38 István Tácsi, “A csángó nép besenyő-magyar eredete”, Vaskút, 2005. 11. 22, http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category&id=55&Itemid= 74. 39 Szűcs, a.g.m., s. 1402. 28 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE ve Csángó’ların kökeninin ve tarihinin ancak bu bakış açısıyla ortaya çıkarılabileceğini söyler.40 Hétfalu Csángó’larının Peçeneklerden geldiğini iddia eden Béla Kiss de bu konudaki görüşlerini şöyle ifade eder: “Barcsaság toprağı bir zamanlar Peçenek mülküydü, fakat elverişsiz olmasından dolayı bu toprağın sakinleri oradan ayrıldılar ve daha sonradan kendilerini Sikil diye adlandıran halk öğeleri bu sahaya yerleşti ve sınırları korudular”.41 Bu teze göre, IX. yüzyılda Moldova sahasında hâlâ Peçenek bakiyeleri bulunmaktadır. O zamandan beri bu sahalardan ayrılmayan Peçeneklerin sayıları Moğolların Avrupa yönüne doğru olan ilerleyişinden sonra o kadar azalmıştır ki, Peçenek ismiyle bilinen halk, bundan sonra Csángó adıyla anılmaya başlanmıştır. Csángó’ların Peçeneklerden geldiği tezi, Macar boylarının yurt tutuş tarihine yeni bir bakış açısı getiren “İkili Yurt Tutuş Tezi”ni ve ayrıca Macar boylarının yurt tutuş çağında erken Hristiyan inancını da benimsemiş oldukları görüşünü yeniden düşünmeyi gerektirir. Bu durumda Csángó’lar aslında birinci göç dalgasında Macar boylarıyla beraber bu sahaya sürüklenmiş ve erken dönem Hristiyan inancını kabul etmiştir. András Bálint bu konuda şöyle der: “XI. yüzyılda Macar kralları Türk kökenli akraba Peçenekleri sınırların korunması için iskân etti. Bu durum Barca, Tölcs, Tömös, Zajzon, Tatrang ve Brassó derelerinin Peçenek dilindeki isimlerini açıklar. Bu Peçeneklerin sayıları az olduğundan sınırların korunması için yeterli olmadıkları anlaşılmış, bunun üzerine buraya Macarlar ve Sekeller de yerleştirilmiştir. Barcaság ovasına yerleştirilen Peçenek, Macar ve Sekel halkının birleşiminden Csángó Macarları 42 doğmuştur”. 40 Tácsi, a.g.m., http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category&id=55&Itemid= 74. 41 Czentár, a.g.e., s. 3; http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf. İkili Yurt Tutuş: Arkeolog ve tarihçi Gyula László (1910-1988) tarafından ortaya atılan bu teze göre, ilk Macar göç dalgası Karpatlar Havzası’na 670 civarında, ikinci dalga ise 896 yılında gelmiştir. 42 Czentár, a.g.e., s. 4-5; http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf; Tácsi, a.g.m., http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category&id=55&Itemid= 74. BAED 3/2, (2014), 17-44. 29 GÖKHAN DİLBAŞ c) Csángó’ların Etelköz’de kalan Macar boylarından geldiği tezi: Edebiyat tarihçisi ve dilbilimci Mózes Rubinyi (1881-1965), tarihçi Kosáry Domokos (1913-2007), Moldova Macarları’nın aslında Macar boylarının yurt tutuşu sırasında, 895 yılında Etelköz’ün en batı ucunda kalan Macar boylarından neşet ettiğini iddia eder.43 Bugünkü Moldova coğrafyasında Yurt Tutuş (895-896) zamanından kalan birçok arkeolojik buluntu olduğu doğrudur, ancak bu buluntuların Csángó’ların kökeninin Etelköz’de kaldığı iddia edilen Macar boylarından neşet edip etmediğini kesin bir şekilde kanıtlayıp kanıtlamadığı oldukça tartışmalıdır. Rubinyi “A moldvai csángók és jelene” (Moldova Csángó’ları ve Günümüzdeki Durumları) başlıklı çalışmasında şöyle der: “Bizden çok da uzak olmayan Romanya’da yüzyıllardan beri Ulahlarla birkaç bin Macar arasında bir mücadele sürüp gitmektedir. Orada yaşayan Macarların kökenleri geçmişin karanlığına gömülmüştür. Macar ulusu Tisa-Tuna kıyılarına ve Etelköz’e geldiği zaman, oradaki Macarların Seret Nehri taraflarında ve Moldova’da kalıp kalmadıklarından veya oraya giden Sekeller olup olmadıklarından kesin bir şekilde emin olamıyoruz. Moldova’daki Csángó’ların bugünkü yurtlarının kadim yerleşimcileri veya Macaristan’dan oraya gitmiş Sekeller olup olmadıklarını da bilmiyoruz. Bu soruların cevabını tarih bilimi bugünlerde oldukça 44 güç bir şekilde cevaplandırabiliyor.” Bu tez de XIX. yüzyılın başında geçerliliğini yitirmiştir. Zira yurt tutuşu takip eden yüzyıllarda hiçbir Macar boyunun Etelköz sahasında kalmadığı ortaya çıkmıştır. Etnograf Béla Gunda (1911-1994), Magyar Nyelvőr dergisinde yayımlanan “Magyar helységnevek a Keleti-Kárpátokon túl” (Doğu Karpatları’nın Ötesindeki Macarca Yer İsimleri) başlıklı makalesinde Moldova’da yaşayan Csángó’ların telaffuz ettiği yer isimleri arasında Árpád çağına ait herhangi bir yer ismi bulunmadığı gibi, daha geç döneme ait yer isimlerinin de bulunmadığını söyler. Buna karşın Besarabya havalisinde kiliselerin koruyucu azizlerinin ismiyle Macarca yer isimlerinin aynı olduğu bilinmektedir (Örneğin: Szentpéter, Szentjános, Szentantal… Etelköz: Dinyeper, Dinyester, Prut, Bug ve Seret nehirleri arasında kalan bölge. Vilmos, a.g.e., s. 2. 44 Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 126. Besarabya: Bugünkü Moldova’nın tarihi adı. 43 30 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE vb.).45 Üstelik Karpat Dağları’ndan doğuya doğru uzanan açık arazilerden ve geçitlerden geçerek Macar boylarının yurt tutuşundan sonra da Karpatlar Havzası’na birçok göçebe halk (Peçenekler, Kumanlar, Moğollar… vb.) gelmiş ve hem Karpat Dağları’nın doğusundaki sahalarda ve hem de Karpatlar Havzası’nda yerleşmiştir.46 d) Csángó’ların Husit’lerden geldiği tezi: Tarihçi János Karácsonyi (1858-1929), Moldova’da konuşulmakta olan Macarcadan yola çıkarak Csángó’ların 1439 yılında Husit hareketinin Macaristan’daki merkezi olan Szerémség’den sürülen Husit’lerden geldiği iddiasını ortaya atmıştır.47 Csángó zümrelerinin Karpatlar Havzası’ndan Moldova sahasına geldiklerinin, yani batıdan doğuya doğru göç ettiklerinin ortaya çıkması da bu teze bir dayanak noktası oluşturmuştur.48 Husit’lerin Csángó tarihi açısından esas önemi, rahipleri Pécs’li Tamás’ın ve Újhely’li Bálint’in 1416-1441 yılları arasında “Huszita (veya Tatrosi) Biblia” diye anılan İncil’in ilk Macarca çevirisini gerçekleştirmiş olmalarıdır.49 Ancak bu tez de tarihî ve dil bilgisel açıdan tatmin edici olmadığından ve Csángó’ların kökenini açık bir şekilde ortaya koyamadığından konu ile ilgilenen araştırmacılar tarafından desteklenmemiştir. e) Csángó’ların bir Romen unsuru olduğu tezi: Csángó’ların kökenine dair tezlerden birisi de onların aslında bir Romen unsuru olduğu tezidir. 1980’li yıllarda ortaya atılan bu tezin sahibi 45 http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdes-elmeletei.pdf. Czentár, a.g.e., s. 4. Husit hareketi: Protestanlık hareketinin öncülerinden biri olan János Husz’un (1369-1415) öğretilerinden kökenini alan dini bir hareket. Bu öğretilere inanan Husit’ler 1420-1434 yıllarında arasında “Husit Savaşları” olarak anılan savaşlar gerçekleştirmişlerdir. 47 Czentár, a.g.e., s. 7; http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csangoeredetkerdes-elmeletei.pdf. 48 http://www.hungarianhistory.com/lib/csango/csango.pdf; Diószegi, A moldvai csángók története és jelene, http://www.csango.hu/index_kika.html. 49 Diószegi, a.g.e., (Csángó Újság 1990. március 17.’den aktarıldı), http://www.csango.hu/index_kika.html; http://www.hungarianhistory.com/lib/csango/csango.pdf. 46 BAED 3/2, (2014), 17-44. 31 GÖKHAN DİLBAŞ Dumitru Mărtinaş’a göre, Kilise Ayrımı’nın (Şizma) yaşandığı yıl olan, 1053 yılında Moldova’da yaşayan Romenlerin bir kısmı Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı kalmış ve bu Romenleri Macar Kilisesi Macarlaştırmıştır. Bu teze göre Csángó’lar eski zamanlarda bir Romen unsuruydu ve Romence konuşuyorlardı. Tez, Csángó lehçesinde görülen ıslığa benzeyen seslere de ilginç bir yorum getirir. Csángó’ların konuşmaları sırasında işitilen ıslığa benzeyen seslerin sebebi, Csángó’ların aslında biraz peltek şekilde konuşmalarıdır. Bu durum da Csángó’ların bir Romen unsuru olduğunun bir kanıtıdır. Bütün bunlardan başka “lér” (lérike) ~ “rér”,“ler” (lerule) kelimelerinin Latince kökenli “levir” kelimesinden neşet etmiş olması da Csángó’ların Romen olduğunun bir başka kanıtıdır.50 Ancak elimizde aslında bir Romen unsuru olduğu iddia edilen Csángó’ların Macarlar tarafından Macarlaştırıldığına dair güvenilir bir bilginin ve belgenin bulunmaması bu iddianın bilimsel açıdan tam anlamıyla incelenmesine olanak vermemektedir.51 Kaldı ki Macar tarihi açısından son derece önemli olan böyle bir olayı Macar kroniklerinin mutlaka kaydetmiş olması gerekir. Mărtinaş’a göre, Csángó’ların lehçesi incelendiği zaman, onların bir Romen unsuru olduğunu gösteren işaretler de ortaya çıkacaktır. Bu dilsel karakterler güya Erdel’de yaşayan Romenlerin dilinde de bulunmakta, ancak Moldova’da yaşayan Romenlerin dilinde gözükmemektedir. Kuzey ve Güney Csángó’ları /s/ sesini /sz/, /zs/ sesini ise /u/ şeklinde telaffuz etmektedirler. Macar lehçesinde bu tür bir sesin olmadığını iddia etmek doğru değildir. Eski Macarcada /s/ ve /sz/ şeklinde olmak üzere iki Macar lehçesi bulunmaktaydı.52 Mărtinaş tarafından ortaya atılan Csángó’ların “Macarlaşmış” Romenler oldukları tezi bilimsel açıdan mantıklı değildir. Bu tezi zaten konu ile ilgilenen diğer Romen araştırmacıları da desteklemezler. Mărtinaş’ın tezini daha ziyade Csángó’ları Romanya halkları içinde göstermek için Kilise Ayrımı (Şizma): İstanbul’da bulunan Bizans Patrikliği (Doğu) ile Roma’da bulunan Papalık’ın (Batı) birbirinden kesin şekilde ayrılmasıdır. Bu ayrılıktan sonra Ortodoks ve Katolik kiliseleri kendi yapılarını oluşturmuştur. Levir: (Latince). Kocanın erkek kardeşi, kayınbirader. 50 Czentár, a.g.e., s. 5; http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csangoeredetkerdes-elmeletei.pdf. 51 Diószegi, a.g.e., (Benda Kálmán: i.m. I. köt. o. 18-19’dan aktarıldı), http://www.csango.hu/index_kika.html. 52 Czentnár, a.g.e., s. 5. 32 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE ortaya atılmış ideolojik temelli bir tez olarak düşünmek gerekir.53 Alman dilbilimci Arens Meinlf bu konuyla ilgili şunları söyler: “Mărtinaş’ın tezi Romanya’da 1989’da yaşanan değişimden sonra da sağlam bir şekilde yaşamaya devam etti, hatta daha da güçlendi. Mărtinaş’a göre aslında Erdel’de yaşayan Romenler olan Moldova Csángó’ları güya Romen kökenlidir, fakat daha Macarlaşmadan ve Katolik inancına geçmeden önce Moldova’ya gelmişlerdir şeklinde ortaya atılan bu tez eksik kaynakların kullanımıyla ve çok tartışmalı bir metotla ortaya koyulmuş genel itibariyle de ikilemler içeren bir 54 çalışmadır”. 2. “Csángó” Kelimesi Üzerine Yapılan Araştırmalar Tarihî verilerin yardımıyla Csángó’ların kökenini aydınlatmaya çalışan tarihçiler ve dilbilimciler bir yandan da “Csángó” kelimesinin etimolojik incelemesi üzerine yoğunlaşmışlar ve kelimenin anlamından yola çıkarak Csángó’ların kökeni hakkında bir ipucu yakalamaya çalışmışlardır. Csángó adlandırmasının Sekellerden farklı bir etnik unsuru ifade ettiği konusunda bütün araştırmacılar hemfikirdir. “Csángó” kelimesinin “sürekli gezen, göç eden, yerleşim yerini sık sık değiştiren” şeklinde anlamlara sahip olduğu bilinmektedir.55 Kelimenin “göç eden”, “uzağa giden” anlamına gelen “elcsángálni” fiilinden geldiğini, “amaçsız bir şekilde gezinen”, “orada burada gezen” anlamına gelen “csámbórgó” kelimesinden kökenini aldığını düşünen araştırmacılar vardır. Bu görüşlerden başka, Csángó kelimesinin “hızlı şekilde konuşan, konuşkan, orada burada gezinen” anlamlarına gelen “csángál” kelimesinden, “boyunlarında çan taşıyan çiftlik hayvanlarının arkasından boş boş gezen, avare dolaşan kişi” anlamına gelen “csángát (csengőt)” kelimesinden türediğini iddia eden görüşler de bulunmaktadır. Mezőség civarında boş gezen, işi olmayan genç delikanlılara da “csángó” denildiği bilinmektedir.56 Sonuç itibariyle “Csángó” kelimesinin genel olarak csang/csáng fiilinden geldiği kabul 53 Vilmos, a.g.e., s. 3; http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csangoeredetkerdes-elmeletei.pdf. 54 http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdes-elmeletei.pdf. 55 Czentnár, a.g.e., s. 2, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf; Csango-Hungarians for UNESCO’s “Cultural World Heritage”!, HUNSOR, http://www.hunsor.se/dosszie/csango_world_heritage.pdf. Mezőség: Romanya sınırları içinde bulunan Erdel’de Someş Nehri ve Mureş Nehri arasında yer alan coğrafi bölge. 56 http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k. BAED 3/2, (2014), 17-44. 33 GÖKHAN DİLBAŞ edilmektedir ki, bu fiil “amaçsız gezinmek, dolaşmak, gezmek, göç etmek, vakit geçirmek” gibi anlamlara sahiptir. Bu bilgilerden Csángó zümrelerinin bir yerde sabit şekilde oturmadıkları, göç ettikleri ve yerleşik bir hayat düzenine sahip olmadıkları sonucuna ulaşılabilir.57 Sekellerin, Sekel ana kitlesinden kopmuş, başka yerlere yerleşmiş ve başka halk öğeleriyle karışarak Sekel adetlerinden ve yaşayış biçiminden uzaklaşmış olan herkesi Csángó diye isimlendirdikleri de bilinmektedir (Moldova, Bukovina, Gyimes, Déva, Hétfalu, Halmágy, Zsombor Csángó’ları). Bu konudaki ilk kayıt 1533 yılına aittir: “Sekel toprağından çıktıklarından dolayı onları Csángó Macarları diye adlandırırlar”.58 Tarihçi Nicolae Iorga (1871-1940) ise “Románia, amilyen volt 1918-ig” (1918’e kadar Romanya) adlı eserinde “Erdel Sekelleri’nin bir kolu Tatros Vadisi boyunca içeri girdi ve bu herhangi bir amacı olmayan Macarlar, Csángó adını aldı” diyerek hem Csángó’ların kökenine, hem de kelimenin anlamına farklı bir bakış açısı getirir.59 Kelime karşımıza şahıs adları şeklinde de çıkmaktadır. 1400 yılına ait bir belgede “Georgium Csango dictum” şeklinde geçerken, 8 Haziran 1443 tarihinde Moldova Prensi II. István (1434-1447) bir bağış belgesinde “Iliaș Sanga’ya Văsiești ve Băsești köylerini bağışladığını” söylemektedir. Kelime bir halk adı olarak ilk defa kronik yazarı Costin Miron’un (16331691) “Moldvaország krónikája Áron vajdától” (1675) (Voyvoda Áron’dan İtibaren Moldova’nın Kroniği) adlı eserinde, Erdel Prensi II. György Rákóczi’nin (fasılalarla 1648-1660) Moldova seferinden (1653) bahsederken Aknavásár’lı Csángó’ları andığı metinde geçer. Muhtemelen 1747 yılında kaleme alınmış olan Csíkszentmiklós kilisesinin kayıtlarında da Gyimes halkının Moldova Macarları’ndan (Csángó’lardan) geldiği yazılıdır.60 Dilbilimci Gábor Szarvas (1832-1895), Moldova Csángó’larının ve Erdel Sekelleri’nin lehçelerini karşılaştırmış ve şu sonuca varmıştır: “Tarih, Csángó halkının her ne kadar Peçenek, Kuman veya Hun bakiyeleri olduğunu yazsa da, dilin inkâr edilemez gerçekleri Csángó’ların bir 57 Vilmos, a.g.e., s. 2. Czentnár, a.g.e., s. 2, http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf; http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html. 59 Diószegi, a.g.e., (Csángó Újság 1990. március 17.’den aktarıldı), http://www.csango.hu/index_kika.html. Aknavásár: Romanya’da Bákó eyaletinin güneybatı kısmında yer alan şehir. 60 http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k. 58 34 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE zamanlar Sekel halkıyla ortak bir aileyi temsil ettiğini, fakat tarihin bir döneminde birbirlerinden ayrıldıklarını şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır”.61 Szarvas’ın görüşünü destekleyen Elie Câmpeanu da, “Gerçi hem Tatros Vadisi’nde yaşayan, hem de Moldova’da yaşayan Csángó’ların Sekellerden neşet ettiğini kabul etmek gerekir. Bu son sıradakiler daha eski kökenlidir, Moldova hükümdarları onlara birtakım ayrıcalıklar tanımıştır” demektedir.62 Szarvas’ın ortaya koyduğu bu sonuçtan sonra şöyle bir soru akla gelir: “Acaba bugün Moldova sahasında yaşayan ve içlerine Kuman zümrelerini de alarak onları Macarlaştırmış olan Moldova Macarları, Sekellerin akrabaları mıdır?”63 Bu sorunun cevabını kesin şekilde verebilmek kolay değildir. Zira tarihin çeşitli dönemlerinde Moldova coğrafyasına birçok halk gelmiş ve birbiri üzerine yığılmıştır. Dolayısıyla Csángó’ların Sekellerin akrabaları olduğu görüşünü kanıtlamak için tarih içinde oldukça geriye gitmeli, karşılaştırmalı araştırmalar yapılmalı, şimdiye kadar elde edilen tarihî ve dil bilgisel verilerin de yardımıyla bir sonuca ulaşılmalıdır. Bernát Munkácsi “A moldvai csángók nyelvjárása” (Moldova Csángó’larının Lehçesi) adlı çalışmasında “Csángó” kelimesinin özel bir halk adı olmadığını, aksine ortak bir halkın adı olduğunu öne sürer.64 Mózes Rubinyi de Munkácsi ile hemfikirdir. Rubinyi, savaş zamanlarında Sekellerin Csángó’ları da yanlarına aldıklarını ve onlar vasıtasıyla birbirlerine haber gönderdiklerini belirtir. Buna göre “Csángó” muhtemelen bir Sekel adlandırmasıdır ve tarihî bir dayanağı da bulunmaktadır.65 Magyar Táj Szótár (Macar Yöre Sözlüğü) ise Csángó’ların adetlerinde, giyimlerinde ve dillerinde Ulahların etkisinde kaldıklarını belirtirken,66 kelimenin “1. Kulakları tırmalarcasına ses çıkaran, 2. Kötü şekilde ses çıkaran, 3. Geveze, durmadan konuşan” şeklinde anlamları olduğunu belirtir. Csángó kelimesine benzeyen ve yakın anlamlarda kullanılan kelimelerden “czankászík” kelimesinin anlamı “amaçsız bir halde gezinen, boş boş gezen, 61 Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 128. János Szőcs, - Gyarmati Zsolt, “Új Szelek és Régi Reflexek. A Mai Székelyföldi Román Történetirásban”, János Murányi (ed.), A Csíki Székely Múzeum Évkönyve 2005 I. Társadalom-És Humántudományok, Csíki Székely Múzeum, Csíkszereda, 2006, s. 377389, s. 388. 63 Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 128. 64 Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 131. 65 Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 131132. 66 Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 131. 62 BAED 3/2, (2014), 17-44. 35 GÖKHAN DİLBAŞ sokak arşınlayan”,67 “csamangő” ise “işsiz, boş gezen insan, avare” anlamına gelmektedir.68 Csángó’ların kullandıkları lehçeler ve sosyolingüistik durumları onların kültürleri ve sosyal yaşamları hakkında çeşitli bilgiler verir. Csángó’ların kullandığı lehçeler Sekellerin ve Karpatlar Havzası’nda yaşayan Macarların kullandığı lehçelerden farklılıklar barındırmaktadır. Fonetik, sentaks ve leksikolojik olarak Kuzey (Románvásár civarı), Güney (Bacău civarı) ve Sekel Csángó’larının dilleri arasında da birtakım farklar mevcuttur. Güney Csángó’ları ve Sekeller birbirine karışmıştır ve bunun sonucunda lehçelerini birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Bu sahada dil ayrımı çizgisi de (isogloss) tam olarak belirgin değildir ve kesin çizgilerle ayrılamaz. Sekel Csángó’larının lehçesinin daha itibarlı kabul edildiği, Csángó’ların peltek konuştuğu ve bu durumun da kendisini en çok /s/ ve /š/ seslerinde hissettirdiği, buna karşın Csángó köylerinde damaksıl /č/ sesinin de günümüzde hâlâ muhafaza edildiği görülmektedir.69 Moldova coğrafyasında bulunan hemen hemen 90 Csángó köyünden 50-60’ında çift dillilik mevcuttur ve bu köylerin çoğunluğu güney yöresinde olup Sekel Csángó’larının arazisindedir. Kuzeydeki çift dillilik ise süratli bir şekilde tek dilliliğe doğru gitmektedir. Çift dillilikten tek dilliliğe geçiş bu sahada muhtemelen artık son aşamadadır. Güney Csángó sahalarında dil değişimi yaşansa bile lehçeler 1930’lu yıllara kadar bir şekilde korunmuştur. Çift dillilik Güney Csángó köylerinin hâlâ karakteristik bir özelliğidir. Yaşlı Csángó’lar arasında çift dillilik devam etse de hem Csángó köylerinin azalması, hem de genç nüfusun artık tek dil kullanımına yönelmesi çift dilliliğin sürdürülmesini güçleştirmektedir. Kuzey Csángó lehçesi sosyolengüistik olarak daha etkili olurken, bu etkinin Güney Csángó lehçesinde hafiflediği, Sekel Csángó’larında ise en az etkiye sahip olduğu görülür. Csángó’ların farklı yörelerden gelmeleri ve birbirleri ile konuşurken de zaman zaman Romence’yi tercih etmeleri sosyolengüistik açıdan dikkat çekici bir unsurdur. Moldova sahasında konuşulmakta olan bütün Csángó 67 Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 134135. 68 Horger, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, s. 136. Csángó’lar hakkında ayrıntılı bilgi için ayrıca bakınız: Antal, Horger, “A csángó nép és csángó név eredete (Első közlemény)”, Erdélyi Múzeum, 22. évf., 2. sz., 1905, s. 65-80; Antal, Horger, “A csángó nép és csángó nép eredete (Második, befejező közlemény)” Erdélyi Múzeum, 22. évf., 3. sz., 1905, s. 125-137. 69 Klára, a.g.m., s. 146, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf. 36 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE lehçelerinde arkaik gramer kuralları ve kelimeler kendini hemen belli etmekle birlikte, dilin yeni gramer kurallarıyla ve kelime hazinesinin zenginleşmesiyle modern bir yapıya kavuşma çabası içinde olduğu gözlenmektedir.70 Csángó’ların yaşadıkları sahaların dağlık ve yoğun şekilde ormanlarla kaplı olması, Csángó zümrelerinin ziraat, hayvan yetiştiriciliği, ormancılık, çanak çömlek yapımı, dokuma, balıkçılık ve ahşap işlerine yönelmesine yol açmıştır. Tarihleri boyunca sürekli mücadele eden ve birçok sıkıntılı dönem geçiren Csángó’ların bu durumu halk danslarına ve halk şarkılarına da yansımıştır. Halk danslarına keman ve yöreye özgü bir çalgı aleti olan “ütőgardon” eşlik eder. Halk danslarında Karpatlar Havzası’nın, Erdel’in ve Güney Balkan yöresinin etkileri gözden kaçmaz, ayrıca coğrafi konumları ve görece izole şekilde yaşıyor olmalarından dolayı arkaik özellikler barındıran 35 çeşit farklı dans stili Csángó’lar tarafından hâlâ muhafaza edilmektedir.71 Sonuç Csángó’ların kökeni üzerine özellikle XIX. yüzyıldan itibaren bilimsel bakış açısının temele alınmasıyla ve somut tarihî ve dilbilgisel verilerin de yardımıyla yoğun şekilde araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. Araştırmalar sonucunda ortaya konulan tezler genel itibariyle iki noktada yoğunlaşmaktadır. Csángó’lar, ya Kuman veya Peçenek soyludur ya da Türk soylu bir halk olmayıp Macar veya Romen’dir. Csángó’ların Macar veya Romen unsuru olmadığı - yani Etelköz’de kaldığı iddia edilen Macar boylarından gelmediği ve Romen unsuru olup da Macarlar tarafından Macarlaştırılmadıkları - açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Yapılan araştırmaların ve yazılı kaynakların incelenmesi sonucunda elde edilen bilgiler Csángó’ların günümüzde yaşadıkları sahalara batıdan, yani Karpatlar Havzası’ndan geldiklerini göstermektedir.72 Bu görüşü Károly 70 Klára, a.g.m., s. 147, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf. Ütőgardon: “Gardon” olarak da söylenen Sekeller ve Csángó’lar tarafından daha çok Erdel ve civarında çalınan çelloya (viyolonsel) benzeyen bir müzik aleti. 71 Csango-Hungarians for UNESCO’s “Cultural World Heritage”!, HUNSOR, http://www.hunsor.se/dosszie/csango_world_heritage.pdf. 72 The Csángó Minority Culture in Moldvia, Council of Europe, March 2001, s. 4, http://www.hungarianhistory.com/lib/csango/csango.pdf; Diószegi, A moldvai csángók története és jelene; http://www.csango.hu/index_kika.html; Benda, Kálmán, “The Hungarians BAED 3/2, (2014), 17-44. 37 GÖKHAN DİLBAŞ Auner, Gábor Lükő, Kálmán Benda, Loránd Benkő… vb. bilim insanları da desteklemektedir. Dolayısıyla Csángó’lar doğudan gelip de Moldova sahasını yurt tutmuş ve ilerleyen zaman içinde Macar dilini ve Katolik inancını kabul etmiş bir zümre değildir. Csángó’ların kökeni hakkında diğer tezler zaman zaman hâlâ tartışılıyor olsa da - bugün için kabul gören en kuvvetli görüş, Hristiyanlığı kabul etmiş Kuman zümrelerinin XIII. yüzyılda, yani Macar Kralı IV. Béla zamanında Seret Nehri’nin batı kıyısına Moğol saldırılarından korunmak için yerleştirildiği ve bu zümrelerin Csángó’ların ataları olduğu yönündedir. Zaten XIII. yüzyıldan itibaren Macar zümrelerinin Moldova sahasında görülmekte olduğu ve bu sahada ikamet etmekte oldukları tarihî verilerle de net bir şekilde ispatlanmaktadır. İlerleyen zaman içinde kuzeydeki sahalara, yani Szamos Vadisi’nden güneye doğru Sekel topraklarına kadar da yerleşimler olduğu bilinmektedir. Csángó’ların millî marşında da doğudan, yani Asya’dan geldiklerine vurgu yapılması onların Türk kökenli bir halk olma tezini güçlendirmektedir: “… Zira biz de Macarız, Asya’dan kopup geldik, Tanrım, kaderimize yardım et, Csángó Macarları yok olmasın!”73 Moldova coğrafyasına Csángó’ların yerleştirilmesi aslında Macar krallarının bir politikasıdır. Csángó’ların görevi Macar Krallığı’nın doğu sınırlarının güvenliğini sağlamak ve doğudan gelebilecek saldırıları önlemektir. Ortaçağ’da Macar Krallığı’nın doğu sınırı Seret Nehri boyunca uzanmaktadır. Macarların Karpat Dağları’nın ötesine olan ilgileri hem askerî, hem dinsel ve hem de Macar boylarının göçleri esnasında doğuda kalan kabiledaşları yüzünden azalmamış ve bu yüzden doğu sınırlarının ötesine de ileri karakollar, gözlem kuleleri ve kontrol noktaları (Kilia, Dinyeszterfehérvár, Braila, Várhely… vb.) inşa etmeyi ihmal etmemişlerdir.74 Milkó Piskoposluğu’nun kuruluşu bir yandan Kumanların Macaristan’a giriş sürecini çabuklaştırırken, bir yandan da Macaristan’dan of Moldavia (Csángós)”, Diószegi László (Ed.) Teleki László Foundation, Budapest 2002, s. 7-177, s. 11. 73 Ince János Petrás, HIMNUSZ, http://www.csango.hu/index_kika.html . Macar Kralı IV. Béla’nın amacı Macar boylarının göçleri esnasında doğuda kalan Macar boylarını bulmak ve onlarla temas kurmaktır. Bunun için 1231-1234 yılları arasında rahip Ottó, daha sonra da 1230-1236 yılları arasında Dominiken keşişi Julianus İdil’in doğusundaki topraklara gönderilmiştir. Julianus 1235 yılında bu Macar zümrelerini bulmuş ve onlarla temas kurmayı başarmıştır (Tamási, a.g.m.; Morgan, a.g.e., s. 137; Kristó vd., a.g.e., s. 72). 74 Czentnár, a.g.e., s. 6. 38 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE Moldova ve Eflak yönüne doğru olan göçü hızlandırmıştır. Kumanların ilk piskoposu olan ve Teodorich adıyla bilinen Dominiken keşişi Hristiyanlık inancını Romanya sahasında, yani Kuman ülkesinde yaymaya başlamış, bu durum Macar Krallığı’nın bu coğrafyadaki etkisini daha da kuvvetlendirmiş ve bu sahalarda yaşayan zümrelerin Macar Krallığı’nın metbuluğunu tanımasını kolaylaştırmıştır. Tarihçi László Makkai’ye (1914-1989) göre, Romanya toprakları üzerinde gerçekleşen Macar iskânının yaşanan bu olaylarla sıkı bir bağlantısı vardır. Moğol istilasından sonra Macarlar, Romanya coğrafyasını terk etmeye başlamış, ancak bu sahadaki etkileri uzun süre devam etmiştir. Ortaçağ’ın sonunda Macar ve Sakson halkları ve kültürleri, yerleşim yerlerini bir noktaya kadar Romenlerle beraber kuruyor olmalarının da etkisiyle Romen devletinin ilk zamanlarında kendisini yoğun bir şekilde hissettirmiştir. Papalık fermanı da Kuman (Milkó) Piskoposluğu’nun sahasında XIII. yüzyıl başlarında Macarların, Saksonların ve Romenlerin yaşadığını hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.75 Macar Kralı I. Mátyás’ın (1458-1490), Lehlere Csángó’ların yaşadıkları topraklar hakkında “Çok eskiden beri herhangi bir ayrılma süreci yaşanmadığından o topraklar bizim hakkımızdır” şeklinde sözler söylemesi, aynı şekilde Macar Kralı II. András’ın da Moldova’da yaşayan Macar zümrelerini “bizim insanlarımız” şeklinde anması ve Macar krallarının Moldova topraklarına ve dolayısıyla o coğrafyada yaşayan halklara sahip çıkması bir tesadüf değildir. Macar tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan “Yurt Tutuş” olayı sadece yedi Macar boyunun Karpatlar Havzası’na yerleşmesi değil, aynı zamanda Macar ulusunun bölgesel, kültürel ve toplumsal bir bütünleşme süreci içine girmesi anlamına da gelmektedir.76 Macar kralları sadece Karpatlar Havzası’nda bulunan Macar halkının kralı olmadıklarını, aynı zamanda Karpat Dağları’nın dışında - özellikle Karpatların doğu kısmında - kalan halkların da kralı olduklarını her zaman ifade etmişlerdir. Macar Kralı IV. Béla’nın, Kuman ülkesi - Moldova toprakları - kralı unvanını da taşıması bunun bir göstergesidir.77 Bundan başka Avrupa yönüne doğru ilerleyen Moğol ordusunun başında bulunan Batu Han’ın (1240-1255), Macar Kralı IV. 75 Tampu, a.g.m., (Makkai László, in.: Mikecs: Csángók, Bolyai Akadémia, 1989. p. 72’den aktarıldı), http://erdely.ma/ csangotukor.php; Brassai, age., s. 4. 76 Tácsi, a.g.m., http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category&id=55&Itemid= 74. 77 Brassai, a.g.e., s. 3. BAED 3/2, (2014), 17-44. 39 GÖKHAN DİLBAŞ Béla’ya Moğol orduları Macaristan sınırlarına dayanmadan önce yazdığı mektuptan da IV. Béla’nın, Karpat Dağları’ndan doğuya doğru uzanan sahaları kendi hakkı olarak gördüğü ve bu sahalarda oturmakta olan Kumanları koruyup kolladığı anlaşılmaktadır: “…Kumanları, benim hizmetkârlarımı koruman altına aldığının da farkındayım. Bunun için onlar yüzünden düşman olmayalım diye onları artık daha fazla tutmamanı söylüyorum. Nitekim Kumanların göç etmesi senden daha kolaydır; onların evleri olmadığından çadırlarıyla orayaburaya giderler, belki de bana gelirler, lakin sen evlerde yaşadığından, 78 kalelerin ve şehirlerin olduğundan elimden kaçabilir misin?”. I. Dünya Savaşı’nın ardından 4 Haziran 1920 tarihinde imzalanan Trianon Antlaşması, Macaristan’ın binlerce yıllık sınırlarını değiştirmiş ve Karpat Dağları’nın her iki tarafında yaşayan (batıda Karpatlar Havzası, doğuda Erdel) Macar nüfusunu birbirinden ayırmıştır. Karpat Dağları’nın doğu kısmında, yani bugünkü Romanya sahasında Sekeller kalırken, Moldova sahasında ise Csángó’lar kalmıştır. Csángó zümrelerinin yaşam alanı olan Moldova tarihte Kumanların ülkesi idi ve Kuman boyları bu sahalarda etkisi her alanda yüzyıllarca süren izler bırakmışlardır. Csángó’lar tarihin akışı esnasında birçok zorlukla karşılaşmış olsalar da görece olarak izole edilmiş halde yaşamalarının da etkisiyle Katolik inançlarını, arkaik özellikler barındıran Macar dillerini, kültürlerini, halk masallarını, balatlarını ve halk şarkılarını muhafaza etmeyi başarmışlardır. Şurası bir gerçektir ki, Csángó’lar hangi kökenden gelirse gelsin Moldova’nın en eski sakinlerindendir79 ve yüzyıllardır korudukları ve hâlâ korumakta oldukları kültürleriyle Karpatlar Havzası’na ve Avrupa coğrafyasına farklı bir renk getirmişlerdir. 78 Györffy, György, György, Julianus barát és Napkelet fölfedezése. Válogatta, a bevezető tanulmányt és a jegyzeteket írta Györffy György, Fordította Györffy György és Gy. Ruitz Izabella, Neumann Kht., Budapest 2002, http://mek.oszk.hu/06100/06172/html/; Henrik Marczali, “A mongol invasió”, Nagy képes világtörténet, Köt. 5, Arcanum, Budapest 1998, http://mek.oszk.hu/01200/01267; Olchváry, a.g.m., s. 309-325, s. 319; Bánlaky, a.g.e., http://mek.oszk.hu/09400/09477. 79 Kolozsy, a.g.e., http://www.magtudin.org/Csango.htm. 40 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE Moldova’daki Csángó Macarları’nın Yerleşim Alanları Şehirler Kuzey Csángó’ları Güney Csángó’ları Sekel Csángó’ları Romenleşmiş köyler Güçlü bir şekilde Romenleşmekte olan köyler Moldova’daki Csángó Macarları’nın Yerleşim Alanları (http://keresztszulok.hu/regi-honlap/kikacsangok/csangok.htm BAED 3/2, (2014), 17-44. 41 GÖKHAN DİLBAŞ KAYNAKÇA AYDEMİR, Hakan, “Kun-kipcsak elemek a moldvai csángó nyelvjárásban”, http://www.c3.hu/~magyarnyelv/02-2/HAKAN.pdf, (14.05.2014). BÁNLAKY, József, A magyar nemzet hadtörténelme, Budapest, 2001, http://mek.oszk.hu/09400/09477, (16.05.2014). BENDA, Kálmán, “The Hungarians of Moldavia (Csángós)”, Diószegi László (Ed.) Teleki László Foundation, Budapest 2002. BRASSAİ, Imre, A Romániai Csángók Szomorú Sorsa, Sándory Mihály Könyvnyomda, Gyergyószentmiklós 1913. Csango-Hungarians for UNESCO’s “Cultural World Heritage”!, HUNSOR,(http://www.hunsor.se/dosszie/csango_world_heritage.pdf, (18.06.2014). CZENTÁR, Simon, Az őrzők, A moldvai csángó http://tortenelem.fazekas.hu/uploads/197.pdf, (24.06.2014). Diószegi, László, A moldvai csángók története http://www.csango.hu/index_kika.html, (24.06.2014). magyarok, és jelene ECKHART, F., Macaristan Tarihi, (çev.) İbrahim Kafesoğlu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları X. DiziSayı 3a, Ankara 2010. ENİKŐ, Ferenczi, A moldvai csángó http://www.borokas.hu/pdf/moldvai1.pdf, (27.06.2014). magyarok, GÜNGÖRMÜŞ, Naciye, Macaristan’da Değişim ve Demokrasiye Geçiş, Köksav Yayınları, Ankara 2010. GÖKBEL, Ahmet, “Kimek-Kıpçak/Kumanlar”, Türkler, C. 2, Ankara 2002. GYÖRFFY, György, Julianus barát és Napkelet fölfedezése. Válogatta, a bevezető tanulmányt és a jegyzeteket írta Györffy György, Fordította Györffy György és Gy. Ruitz Izabella, Neumann Kht., Budapest 2002, http://mek.oszk.hu/06100/06172/html/, (07.07.2014). 42 BAED 3/2, (2014), 17-44. CSÁNGÓ’LARIN KÖKENİ ÜZERİNE GYULA, Kristó-János, Barta-Jenő, Gergely, Magyarország Története Előidőktől 2000-ig, Pannonica Kiadó, (Basım yeri belirtilmemiş) 2002. HORGER, Antal, “A csángó nép és csángó név eredete (Első közlemény)”, Erdélyi Múzeum, 22. Kötet, 2. Fűzet, 1905. HORGER, Antal, “A csángó nép és a csángó nép eredete (Második és befejező közlemény)”, Erdélyi Múzeum, 22. évf., 3. sz., 1905. KLÁRA, Sándor, “National feeling or responsibility: The Case of the Csángó Language Revitalization, http://adatbank.transindex.ro/html/cim_pdf438.pdf, (16.07.2014). KOLOZSY, Sándor, The History of the Csángó Hungarians in Moldova (Rumania), http://www.magtudin.org/Csango.htm, (25.07.2014). MARCZALİ, Henrik, “A mongol invasió”, Nagy képes világtörténet, Köt. 5, Arcanum, Budapest 1998, http://mek.oszk.hu/01200/01267, (30.07.2014). MİKECS, László, Csángók: Hogy Kerültek Magyarok A Kárpátokon Kivüli Területre?, Bolyai Akadémia, Budapest 1941. MORGAN, David, The Mongols, Blackwell Publishing, Cornwall 1986. OLCHVÁRY, Ödön, “A muhi csata - Első Közlemény -”, Századok, A Magyar Történelmi Társulat, 34. évfolyam, Budapest 1902. PETRÁS, Ince János, HIMNUSZ, http://www.csango.hu/index_kika.html, (05.08.2014). ROUX, Jean Paul, Moğol İmparatorluğu Tarihi, (çev.) Aykut KazancıgilAyşe Bereket, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001. SZŐCS, János-Gyarmati, Zsolt, “Új Szelek és Régi Reflexek A Mai Székelyföldi Román Történetirásban”, Murányi János (ed.), A Csíki Székely Múzeum Évkönyve 2005 I. Társadalom-És Humántudományok, Csíki Székely Múzeum, Csíkszereda 2006. SZŰCS, Jenő, “Két Történelmi Példa Az Etnikai Életképességéről”, Holmi, XX. Évfolyam, 11. Szám, 2008. BAED 3/2, (2014), 17-44. Csoportok 43 GÖKHAN DİLBAŞ TÁCSİ, István, “A csángó nép besenyő-magyar eredete”, Vaskút, 2005.11.22, http://www.balagelapja.hu/index.php?option=com_content&view=category &id=55&Itemid=74, (14.08.2014). TAMÁSİ, Csilla, “Tatárjárás Magyarországon”, Keresztényszó, (14. évf.) 5. sz., 2003, http://epa.oszk.hu/00900/00939/00052/text.htm, (15.08.2014). TAMPU, Ferenc, “A moldvai csángó magyarok eredetének problémája”, Erdély Ma, 20. szám, Január 01 (2006), http://erdely.ma/csangotukor.php, (18.08.2014). The Csángó Minority Culture in Moldova, Council of Europe, March 2001. TUFAY, Muzaffer, “Türkler, Ruslar ve Bulgarlar”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Aralık 1988. VİLMOS, Tánczos, Hungarians in Moldova, (translation) Miklós Zeitler, Teleki László Foundation, Budapest 1998. http://www.hungarianhistory.com/lib/csango/csango.pdf, (20.08.2014). http://hu.wikipedia.org/wiki/Cs%C3%A1ng%C3%B3k, (21.08.2014). http://istvandr.kiszely.hu/ostortenet/014.html, (28.08.2014). http://tanczosvilmos.files.wordpress.com/2011/09/a-csango-eredetkerdeselmeletei.pdf, (03.09.2014). Harita: http://keresztszulok.hu/regi-honlap/kikacsangok/csangok.htm, (10.09.2014). 44 BAED 3/2, (2014), 17-44. Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI Yrd. Doç. Dr. Mümin İSOV ÖZET Her ulusal topluluk kendi tarihi için özel bir anlayışa sahiptir ve bu onu diğerlerinin tarihinden ayırmaktadır. Çeşitli milliyetçiliklerin bu bilişsel kaynakların didaktik kullanımları, genellikle farklı tarihsel duyarlılık ve dolayısıyla aynı olaylara farklı bakış üretir. Bu metinde, Birinci Balkan Savaşı, Bulgar milliyetçiliğinin oluşumunun çeşitli aşamaları bağlamında ele alınarak, Bulgar tarih yazımı ve tarih kitaplarının projeksiyonları gösterilmektedir. Bu çalışmanın bir diğer odak noktası ise savaş ve konuyla ilgili kamuoyunda yapılan spekülasyonları bilimsel ve eğitsel bakımından incelemektir. Anahtar Kelimeler: Birinci Balkan Savaşı, Bulgar Milliyetçiliği, Bulgar Tarih Literatürü, Tarih Ders Kitapları, Tarih Propagandası, Etnik ve Dini Grupların İlişkileri. AXIOLOGICAL DIMENSIONS OF THE FIRST BALKAN WAR IN THE BULGARIAN HISTORY LITERATURE AND TEXT BOOKS ABSTRACT Every nationality has its own specific understanding of its history which distinguishes itself from the others. The didactic use of the resource of the different nationalisms leads to a different historical sensitivity and produces different Bu makale, 22-24 Mayıs 2013 tarihlerinde Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen 100. Yılında Balkan Savaşları (1912-1913): İhtilaflı Duruşlar isimli Uluslararası Konferansta sunulan bildiriden hareketle yeniden gözden geçirilerek kaleme alınmıştır. Trakya Üniversitesi Balkan Araştırma Enstitüsü, Balkan Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Edirne, E-mektup: [email protected]. 45 MÜMİN İSOV perspectives towards the same historical events. The text shows the projections of the First Balkan War in the Bulgarian historiography and history textbooks in the context of the different phases of the Bulgarian nationalism. Another focus of the study is to examine the speculations, which were made in the Bulgarian public opinion from scientific and educational perspectives. Keywords: First Balkan War, Bulgarian Nationalism, Literature of Bulgarian History, History Text Books, Propaganda of History, Relations of Ethnic and Religious Groups. Giriş Milliyetçiliğin önde gelen kuramcılarından biri olan Benedict Anderson’a göre “ulus sınırlı olarak hayal edilir, çünkü belki de bir milyar insanı kapsayan en büyüğünün bile, ötesinde başka uluslara mensup insanların yaşadığı, esnek de olsa sınırları vardır”.1 Bu nedenle mekânsal olarak millî sınırların belirlenmesi milliyetçiliğin en önemli işlemlerinden biridir.2 Etnik çeşitliliğinden ve toprak taksimatı konusunda yerleşmiş prensiplerin olmaması (ve neticesinde toprak iddiasında bulunan taraflar arasında sürekli devam eden bir rekabetin ortaya çıkması) nedeniyle Balkanlar’da her bir milletin haritası genelde “kutsal millî toprak” olarak tanımlanmaktadır.3 Millî sınırların kutsal niteliği 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos Antlaşması’yla Bulgaristan örneğinde meşrulaşmıştır.4 Aynı yılın yaz aylarında Berlin Antlaşması’yla yapılan toprak ve demografik coğrafyanın 1 B. Anderson, Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, İngilizce’den Çeviren: İ. Savaşır, İstanbul 1995, s. 21. 2 E. Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, Türkçeleştirenler: B. Ersanlı ve G. Göksu Özdoğan, II. Baskı, İstanbul 2008, s. 197, A. D. Smith, Millî Kimlik, Çeviren: B. Sina Şener, İstanbul 1999, s. 33-34. 3 K. Kazer, Priyatelstvo i Vrajda na Balkanite. Evrobalkanski Predizvikatelstva, Sofya 2003, ss. 148-152. 4 İ. İlçev, Rodinata mi-Prava ili Ne! Vınşnopolitiçeska Propaganda na Balkanskite Strani 1821-1923, Sofya 1995, s. 41; İ. İlçev, “Mitıt za Sanstefanska Bılgariya Kato ‘Sveştena Krava’ na Bılgarskiya Patriotizım”, İstoriya, 6, 1995, ss. 55-60. Bkz. Voynata Mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913, Podgotovka na Voynata, Cilt I, Sofya 1937, ss. 2-3. S. Popov, “Bılgariya: Granitsi, Teritoriya, Naselenie”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929, ss. 21-22. 46 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI revizyonu Bulgar milliyetçiliğine tarihî bir görev yüklemiştir: Bulgar millî birliğinin Ayastefanos sınırları içerisinde gerçekleştirilmesi.5 Bu millî programın gerçekleştirilmesi ile ilgili çözüm arayışlarında farklı yol ve yöntemlere başvurulmuş ve sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile doğrudan savaş yoluna gidilmiştir. 1878’de Bulgar Prensliği’nin kurulmasından itibaren toprak bütünlüğü ve millî birlik ruhu içinde (-ki bu durum güçlü Türk/Müslüman karşıtı duygular yaratmıştır)6 yetiştirilen Bulgar toplumu savaş ilanını büyük bir vatanperverlik hevesiyle karşılarken7 savaşı kurtuluş savaşı olarak benimsemiştir.8 İrredantizmin (kurtarımcılık) ideolojik kurallarını takip eden9 resmî bildiri, yapılacak savaşı kutsallık mertebesine taşırken aynı zamanda bu savaşı “kurtuluş savaşı” olarak tanımlamıştır.10 Her bir millî topluluğun, spesifik ve kendisini diğerlerinden farklı kılan tarihi ile ilgili belirli bir anlayışı vardır.11 Bu “benzersiz” bilişsel kaynağın farklı milliyetçiliklerdeki didaktik kullanımı temel olarak farklı bir tarih hassasiyetine ve dolayısıyla aynı olaylarla ilgili farklı görüşlere sebep 5 Voynata Mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913, Podgotovka na Voynata, Cilt I, ss. 3-4. G. P. Genov, “Petdeset Godişna Borba za Nezavisima Dırjava”, Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929, ss. 144-148. 6 Е. İvanova, Balkanite: Sıjitelstvo Na Vekovete. İzsledvane Vırhu (Ne) Sıstoyavaneto Na Balkanskata Modernost, Sofya 2005, s. 210; М. Radeva, Uçiliştnoto İstoriçesko Obrazovanie V Bılgariya (1878-1944), Metod ve Tarih Analizi, Sofya 2008, s. 81; Ayrıca Bkz. Pouçeniya za Voynika-Grajdanin, Haz. Albay K. Solarov, Şumen 1928, s. 480, 493; İ. Stefanov, “Zapiski na Artileriyskiya İnjener”, Voenno-istoriçeski Sbornik, 5, 1996, s. 107; Balkanskata Voyna v Spomenite na Sıvremennitsi i Uçastnitsi, Kayıt eden: P. Marinov, Düzenleme: N. Haytov, Sofya 1973, s. 12; Albay Petır Dırvingov, İzbrani Proizvedeniya, Haz. S. Penkov, Sofya 1988, s. 55; Saga za Balkanskata Voyna, Dnevnik na Sveştenik İvan Doçev, Sofya 2012, s. 24, 46; D. Azmanov, Moyata Epoha 1878-1919, Sofya 1995, s. 90. 7 P. Dırvingov, İstoriya Na Makedono-Odrinskoto Opılçenie, Cilt I: Jivotıt i Deystviyata na Opılçenieto vıv Voyna S Turtsia, Sofya 1919, ss. 2-8; S. Radev, Tova, Koeto Vidyah ot Balkanskata Voyna, Konferenstiyata v Bukureşt i Bukureşkiyat Mir ot 1913 godina, Sofya 2012, ss. 25-26; Saga za Balkanskata..., s. 24; D. Azmanov, a.g.e., s. 90; D. Kazasov, Vidyano i Prejivyano 1891-1944, Sofya 1969, s. 155; Bkz. Balkanskite Voyni po Stranitsite na Bılgarsliya Peçat 1912-1913, (Külliyat), Haz. P. Kişkilova, Sofya 1999, ss. 26-38. 8 N. Dodov, Dnevnik po Balkanskata Voyna, Sofya 2006, s. 95; Saga za Balkanskata.... s. 28; Azmanov, a.g.e., s. 90. Kazasov, a.g.e., s. 155. 9 Smith, a.g.e., ss. 103-105. 10 Bkz. “Manifest Kım Bılgarskiya Narod” ve “Visoçayşa Zapoved Po Deystvaştata Armiya”, Voynata Mejdu Bılgariya i Turtsiya Prez 1912-1913 godina, Lozengradskata Operatsiya, Cilt II, Sofya 1928, ss. 5-7. 11 S. Grosby, Natsionalizmıt, Kratko Vıvedenie, Sofya 2008, s. 25. BAED 3/2, (2014), 45-75. 47 MÜMİN İSOV olmaktadır.12 I. Balkan Savaşı ile ilgili bilgiler bağlamında, bu teorik bağımlılık şu soruyu akla getirmektedir: Güneydoğu Avrupa’daki millî ekoller savaşı nasıl değerlendiriyorlar? Bulgaristan tarihi uzmanı olarak Bulgar akademik yayınlarında ve Bulgarca ders kitaplarında I. Balkan Savaşı’nın değerbilimsel yönlerini araştırmak ilgimi cezbetmektedir. Bulgar bilimsel yayınlarında ve Bulgarca ders kitaplarında I. Balkan Savaşı’nın değerlendirme boyutlarını inceleyen çalışmamız bu yönde bir denemedir. Kullanılan kaynaklar gelişigüzel olmamışlar; bilâkis 1918-1944, 1944-1989 ve demokrasiye geçiş yılları gibi farklı zaman dilimlerinde Bulgar milliyetçiliğinin bulunduğu durum bağlamında özellikle seçilmişlerdir.13 1. Bulgar Milliyetçiliğinin Kriz Döneminde I. Balkan Savaşı Algısı (1918-1944) Bulgar toplumunda I. Balkan Savaşı ile ilgili söylemler savaşın resmen başlamasından önce, genel seferberliğin ilanı esnasında ortaya çıkmıştır. Bu söylemler ilkin, doğal olarak gazete sayfalarında kendisini gösterirken14 daha sonraları edebî şiir alanına da hızlıca geçmişlerdir.15 Tahmin edildiği gibi değerlendirmeler “savaşın” tarihi adalet kanunlarını gözettiği ve “kulun bulunduğu karanlığa” ışık getirdiği anlayışı üzerinde yapılmaktadır. Bu, toplumda yıllarca yerleşmiş olan anlayışın tezahürüdür. Savaşın sona ermesinin hemen ardından, oldukça yoğun bir şekilde savaşın tarihselleştirilmesi işlemine başlanmıştır. Savaşa katılanlar, subaylar, tarihçiler, siyasetçiler ya da tarih bilgisini popüler hale getirenler, hiç tereddüt etmeden savaşın millî kurtuluş ve devlet birliğinin sağlanması amacıyla yapıldığını öne sürerek savaş ile ilgili yazdıkları pek çok metni yayınlamışlardır.16 12 K. Jordano, Vlast, Nedoverie i Nasledstvo, Skeptiçna Antropologiya, Sofya 2006, s. 83. M. Todorova, Bılgariya, Balkanite, Svetıt: İdei, Protsesi, Sıbitiya, Sofya 2010, s. 154. 14 Balkanskite Voyni po Starnitsite..., ss. 30-39, 67, 79, 103, 138, 165. 15 R. Koneva, “Sısedıt Mejdu Mira i Voynata (Bılgarskata Literatura za Svoya Sısed v Kraya na XIX-Naçaloto na XX v.)”, içinde Balkanski İdentiçnosti v Bılgarskata Kultura ot Modernata Epoha (XIX-XX vek), II Kısım, Sofya 2002, s. 263. Daha fazla bilgi için bkz. http:// www. nationallibrary. bg/fce/ 001/0016 /files/100% 20godini% 20ot% 20balkanskite%20voini.pdf, (Erişim, 15 Kasım 2012). 16 1944 yılına kadar I. Dünya Savaşı hakkında yayınlanan bir dizi eserlerden oluşan bir bibliyografya örneği: S. Nikov, Balkanskata Voyna, Priçini, Razvoy i Kray, Sofya 1913; K. Popov, Pametna Knijka za Vseki Bılgarin, Belejki ot Voynata, Haskovo 1913; D. Barov, Srajeniyata v Kırcaliysko, Şumen 1913; T. Kanratciev, Pırva Brigada Ot Şesta Pehotna Diviziya V Osvoboditelnata Bılgaro-Turska Voyna 1912-1913, I Kısım, Sofya 1914; 13 48 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI Balkan Savaşları’ndan hemen sonra savaşlarda hayatını kaybedenlerin anısına ülke çapında anıtlar dikilmeye başlanmıştır. Bu işlem öylesine hızlı bir şekilde yapılmıştır ki dikilen anıtların sayısı savaşlardan 20 yıl sonra yaklaşık 1000’e ulaşmıştır.17 I. Balkan Savaşı ile ilgili bu büyük ilgi, Bulgar milliyetçiliğinin bilişsel ve sembolik alanına hızlı ve güçlü yeni bir konunun girişini göstermektedir. Öyle ki bu enerji öğrencilere ve askerlere yönelik öğretici hikâyeler yaratmıştır.18 Zira okul ve ordu, birleşik ulus fikrinin genç nesillerin bilincinin bir parçasına dönüşmesini sağlayan temel rolü oynamışlardır.19 II. Balkan Savaşı ile I. Dünya Savaşı’nda yaşanan millî felaketlere rağmen, Ayastefanos’un Bulgaristan’ın millî birliğine ilişkin programı 1918’den 1944’e kadar Bulgar milliyetçiliğinin temel ilham kaynağı olmaya Bılgarski Geroy, Voynata 1912-1913, Sliven 1914; A. Hristov, Kratka İstoriya na Osvoboditelnata Voyna 1912-1913, Sofya 1921; İ. Rusev, Osma Pehotna Tuncanska Diviziya vıv Voynata Sreştu Turtsiya 1912-1913, Sofya 1923; N. Stanev, Nay-Nova İstoriya na Bılgariya 1878-1920, Sofya 1925; K. Solarov, Balkanskiyat Sıüz i Osvoboditelnite Voyni prez 1912 i 1913 godina, Sofya 1926; İ. Paşinov, 23 Pehoten Şipçenski Polk vıv Voynata s Turtsi i Sıyuznitsi 1912-1913, Sofya 1928; N. Lazarov, Divnite Dunavtsi (İz Boyniya Jivot Na Peta Dunavska Diviziya), Varna 1928; N. Nedev, Osvoboditelni Voyni 1877-1878; 1885; 19121913; 1915-18, Sofya 1929; A. Toşev, Balkanskite Voyni, Cilt I-II, Sofya 1929-1931; P. Dırvingov, Atakata na Odrin pod Osvetlenieto na İstoriyata i İzkustvoto, Tarih-Psikoloji Analizi, Sofya 1931; Pobediteli, Kartini ot Odrin 1913-1933, Sofya 1933; N. Popov, Prevzemaneto na Odrin, Apoteoz na Bılgarskiya Geroizım, Gözden geçiren A. Tonev, Haskovo 1936; A. Gançev, Voynite na Tretoto Bılgarsko Tsarstvo, Sofya Tarihsiz; A. Razsukanov, Balkanskata Voyna, Sofya 1939; İzpylnen Oteçestven Dılg, Savaşlara Katılan Bulgaristan Yahudilerine Armağan Külliyatı, Sofya 1939. Bu dönemde I. Balkan Savaşı ile ilgili hazırlanan en etkileyici çalışma Voynata Mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 g, Cilt IVII, Sofya 1928-1937. Yedi ciltten oluşan bu çalışma Bulgar Kurmayına bağlı Askerî Tarih Komisyonu tarafından hazırlanmıştır. 4000’nin üzerinde sayfadan oluşur ve askerî harekâtlar hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir. 17 http://bnt.bg/bg/news/view/86273/za_sydbata_na_voennite_pametnici_ot_dvete_balkanski_ vojni, (Erişim 7 Ekim 2012). Bulgaristan’da Askerî anıtlar millî sicili: http://www.memorials.bg/scripts/isapivwb.dll, (Erişim 26 Ocak 2010). 18 İ. Popov, Uçebnik po Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3.sınıflara, İkinci Genişletilmiş Baskı, Plovdiv 1917, ss. 160-165; N. Stanev, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1917, ss. 215216; N. Stanev, Kratka Bılgarska İstoriya, Pohodna Voynişka Biblioteka, Sofya 1917, ss. 138-140. Balkan Savaşları hakkında kısa okul bilgileri daha 1915’te görebiliriz. Bkz. İ. Pastuhov, İ. Stoyanov, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Lise 5. sınıf ve pedagoji okullara ders kitabı, Birinci Baskı, Plovdiv 1915, s. 300. 19 Radeva, a.g.e., s. 49; N. Kayçev, Makedoniyo, Vızjelana..., Armiyata, Uçilişteto İ Gradejıt Na Natsiyata V Sırbiya İ Bılgariya 1878-1912, Sofya 2006, ss. 12, 198-210; İ. İvanov, “Kak se Otraziha Poslednite Voyni v Bılgarskata Uçebna Literatura”, Uçilişten Pregled, 4, 1925, ss. 354-355, 361. BAED 3/2, (2014), 45-75. 49 MÜMİN İSOV devam etmiştir.20 Ancak askerî yenilgiler, ağır ekonomik kriz ve sosyal problemler silsilesi toplumda derin bir memnuniyetsizlik yaratmış ve milliyetçiliğin çekici yüzüne gölge düşürmüştür. Bu durum, millî retoriğin sesini kıstığı gibi farklı tonları ve akortları içine alarak iç ahengini ihlâl etmiştir.21 Millî birliğe ilişkin programın başarısızlığı o zamana kadar bilinmeyen ve aydınlar arasında “içe”, yani ulusa doğru (halk psikolojisi) bakış için güçlü eğilimler oluşturan bir toplumsal ve siyasî iklim yaratmaya başlamıştır.22 Beş yıllık kısa bir dönem içinde yaşanan güçlü sarsıntılar nedeniyle doğal olarak Bulgar kültürüne yeni anlatımlar girmiştir. Örneğin, edebî metinlerde Bulgar ordusunun askerî zaferleri konusu (I. Balkan Savaşı dâhil olmak üzere) acılar ve yenilgilerle dolu hikâyelerin ciddi rekabetiyle karşılaşır. Hatta “müttefikler-eşkıyalar” motifi ve Neuilly Antlaşması’na karşı öfke ve “ölü düşmanımız değildir” motifinin insanî duygusu çok daha fazla popüler bir hale gelmiş gibidir.23 I. Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgar milliyetçiliğine çöken acı, aşağılanma ve kötümserlik duyguların birikimi Balkan Savaşları’na karşı akademik ilgiyi etkilemiştir. 1920-1923 yılları arasında Balkan Savaşları’yla ilgili yayınların sayısında ani bir azalma görülür.24 1923-1931 döneminde yayınlanan eserlerin sayısı tekrar hızlı bir şekilde artar. Bir sonraki on yıl içinde 1912-1913 Balkan Savaşları konusu sessizliğini korur ve 1941’den sonra yeniden gündeme gelir.25 Dolaysıyla, resmî propagandanın Üçlü Antlaşma’nın (1940) desteği ile sağlanan millî birliğin dalgası ile uyum içinde hareket ettiği aşikârdır.26 Yayınlanan metinlerin milliyetçiliğin koordinat sisteminde çok daha kesin ve kararlı bir şekilde yer alması da 20 Todorova, a.g.e., s. 162; Bkz. Tsv. Stoyanov, “Duhovnite i Materialni Postijeniya na Bılgariya sled Osvobojdenieto 1878-1928”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929, s. 67. 21 Todorova, a.g.e., s. 162. 22 Aynı eser, s. 164. 23 http://aretov.queenmab.eu/archives/reception/77-favorite-images-of-the-past.html, (Erişim 20 Ocak 2013). 24 S. Budinov, Balkanskite Voyni 1912-1913: İstoriçeskite Predstavi v Sistemata na Nauçnoobrazovatelnata Komunikatsiya, Sofya 2005, s. 49. Bir kıyaslama yaparsak: 1919 yılına kadar Balkan Savaşlarıyla ilgili yayınlanan eserler söz konusu zaman dilimine göre çok daha fazladır hatta ele alınan dönemdeki (1918-1944) yayınların istatistiğinde baskın olarak yer almaktadırlar. Bkz. Budinov, a.g.e., s. 49. 25 Budinov, a.g.e., ss. 50-51. 26 M. Lalkov, “Bılgarskata Vınşna Politika 1878-1944: Mejdu Ekzaltatsiyata i Pogroma”, içinde Oçertsi po Bılgarska İstoriya 1878-1948, Haz. M. Radeva, Sofya 1992, s. 92. 50 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI anlamlıdır.27 I. Balkan Savaşı ve niteliği bakımından bunun anlamı şudur ki anlatımın mesajı ulaştığı okuyucu kitlesi arasında daha büyük duygusal bir etki yaratmıştır. Okullarda tarih eğitimi bu denli kararsız bir gelişme göstermemektedir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra tarih dersinin önemi artmış ve bir sonraki on yılda Bulgar okul müfredatlarında baskın bir şekilde yer almaya başlamıştır.28 Gerek mevcut tarih yazımında gerekse pedagoji pratiğinde I. Balkan Savaşı’nın bir “kurtuluş” ve “bütünleştirme” savaşı olduğu kesin bir dille değerlendirilmektedir.29 Tabii bu değerlendirmelerin etkilerinin gücü zaman içinde sabit değildir. Örneğin, II. Balkan Savaşı’ndan sonra yazılan kitaplarda bu değerlendirmelerin heyecanlandırıcı gücü daha büyüktür, çünkü aşırı (rövanşist) eğilimlerin etkisindedir.30 I. Dünya Savaşı’ndan sonra okul kitaplarında milliyetçiliğin “yüksek tonları” eski gücünü kaybetmiştir.31 Ancak okullarda okutulan tarih, tarihî bilgilerin tecrit edilmiş bir şekilde dolaştığı bir sistem değildir. Bilâkis kültürel çevrenin güçlü etkisi altında kalmıştır.32 Bu nedenle bunu ana hatlarıyla tespit etmeye çalıştığımızda Bulgar toplumunun tarihî geçmişe olan ilgisinin arttığı dikkat çekmektedir. Devletin kültür politikasında bazı yeni unsurlar da bu yöndedir: kültür adamlarının ve tarihî olayların anısına yıldönümü kutlamaları, ülkenin onurlandırdığı şahısların anısına veya geçmişte meydana gelen olaylar ile ilgili anıt dikilmesi, resmî bayram sayısının artırılması.33 27 N. Stanişev, Kratka İstoriya na Bılgarite, ot Nay-stari Vemena do Dnes, Sofya 1942, s. 251, 252; N. Stanev, Nova Bılgariya, Sofya 1943, s. 518, 520; İ. Ormanciev, Nova i Naynova İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1943-1945, s. 5. 28 Radeva, a.g.e., s. 106. 29 İ. Pastuhov, Oteçestvoznanie, 4. sınıfa, Beşinci gözden geçirilmiş baskı, Sofya 1925, ss. 91-92; P. Minev, K. Domusçiev, Oteçestvoznanie, 4. sınıfa, Altıncı gözden geçirilmiş baskı, Sofya 1927, s. 102, 103; İ. Kepov, Nay-nova İstoriya, Lise 7. sınıf ders kitabı, Birinci baskı, Plovdiv 1928, ss. 140-144; N. Stanev, Uçebnik Po Bılgarska İ Obşta İstoriya (Novi Vekove), Halk ortaokullarının 3. sınıflarına, Birinci Baskı, Sofya 1932, ss. 131-137. 30 İvanov, a.g.m., s. 358; Ayrıntılı bilgi için Bkz. İ. Popov, Uçebnik po Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3. sınıflara, Üçüncü Baskı, Plovdiv 1918, s. 168; N. Stanev, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Ortaokul 3.sınıflara, İkinci Düzeltilmiş Baskı, Sofya 1918, s. 216. 31 İvanov, a.g.m., s. 358. 32 Y. Şopov, Didaktiçeski Problemi na İstoriyata, Sofya 1991, ss. 286-294; Budinov, a.g.e., ss. 13-27. 33 Radeva, a.g.e., s. 106. BAED 3/2, (2014), 45-75. 51 MÜMİN İSOV Dış politika açısından bu temayül, Bulgar devletinin iki dünya savaşı arası dönemde gözettiği barışçıl revizyonizm anlayışı ile kesin bir zıtlık teşkil etmemektedir. Tabii, Bulgaristan, Avrupa ve Balkanlar’daki siyasî gerçeklere uygun hareket etmiş ve olası bir savaş tehlikesine neden olabilecek her türlü durumu ağırlaştırıcı hususlardan uzak durmaya çalışmıştır. Ne var ki Bulgar milliyetçiliğinin gizli tutmasına rağmen, toprak iddiası dâhil olmak üzere hiç bir iddiasından vazgeçmediği belirtilmelidir.34 Bulgar millî “egosu” için oldukça olumlu bir kaynak teşkil eden Balkan Savaşı konusu dâhil olmak üzere tarihin siyasî amaçlarla kullanılması devletin, huzursuzluğun, ümitsizliğin ve kötümserliğin damgaladığı bir ortamda millî kimliği dengelenmeye çalıştığı yöntemlerden biri olmuştur.35 Millî haysiyet ve komşularına karşı üstünlük duygusu arasındaki denge Bulgar okullarının artan otoriter, milliyetçi ve faşist etkisinin altında kaldığı 1930’lu yılların ortalarına doğru bozulmuştur.36 Bu nedenle millî birlik fikri (ve savaşın bu fikrin gerçekleştirilmesi için temel vasıta olması) ders kitaplarının sayfalarında daha yoğun ve canlı bir şekilde yer almaya başlamıştır.37 Şöyle ya da böyle incelediğimiz dönemin (1944) sonuna kadar rövanşizm ruhu ve ulusal megalomani tarih eğitiminin muhteviyat kısmını ciddi bir şekilde etkilememiştir. Bu anlamda eğitim sürecinde derin kökler salmadığı görülmektedir.38 34 E. Statelova ve S. Grınçarov, İstoriya na Bılgariya v Tri Toma, İstoriya na Nova Bılgariya 1878-1944, Cilt III, Sofya 2006, s. 384, 385, 513; K. Paleşutski, “Bılgarskiyat Natsionalen Vıpros Mejdu Dvete Svetovni Voyni”, 681-1948, İz İstoriyata Na Bılgarskata Narodnost İ Dırjava, İzsledvaniya, Analizi, Preotsenki, Haz. M. Kumanov, Sofya 1993, s. 262; Lalkov, a.g.m., s. 78, 84-86; Bkz. S. Danev, “Mejdunarodnoto Polojenie Na Bılgariya”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929, s. 71. 35 Radeva, a.g.e., s. 107. 36 Aynı eser. 37 P. Minev ve K. Domusçiev, Oteçestvoznanie s Grajdansko Uçenie, 4. sınıflara, Birinci Baskı, Sofya 1936, s. 153, 154; İ. Popov, Oteçestvoznanie, 4. sınıf ders kitabı, Üçüncü Baskı, Sofya 1940, s. 141, 142; İ. Kepov, V. Kepova, Obşta i Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3. sınıflara, Sofya 1940, s. 137, 138. 38 Radeva, a.g.e., s. 111, 196. Bkz. V. Çiçovska, Politikata Sreştu Prosvetnata Traditsiya, Sofya 2011, s. 13, 19, 20. 52 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI 2. Komünizm Ve “Komünizm Milliyetçiliği” Döneminde (19441989) I. Balkan Savaşı Algısı II. Dünya Savaşı, Bulgar milliyetçiliğinde bir dönüm noktasıdır. Genel olarak savaştan önce irredantist olan Bulgar milliyetçiliği, savaştan sonra daha önce kaybedilen topraklarla ilgili her türlü iddiadan vazgeçen statüko milliyetçiliğine dönüşmüştür.39 II. Dünya Savaşı’nın ardından Doğu Avrupa’da klasik Marksist ideolojinin hâkimiyeti (ulus üstü bir anlayışıyla) Bulgar milliyetçiliğinin bayraklarını neden indirdiğini açıklayan sebeplerden biridir.40 Doktrin şemalarından yanı sıra Bulgar milliyetçiliğinin derecesi Moskova ve Belgrad arasındaki ilişkilerden de etkilenmiştir.41 Stalin’in talimatıyla 1944 sonbaharında Bulgaristan ve Yugoslavya’da iktidara gelen Komünist partiler, oluşturulacak Güney Slav Federasyonu’nun profilini çizmek için müzakere masasına oturmuştur. Federasyon fikrinin temel amacı, özellikle Makedonya sorunu olmak üzere geçmişte yaşanan millî sınır problemlerine çözüm bulmaktır.42 Bulgar tarafı, Bulgaristan’ın da bir parçası olacağı federasyon çerçevesinde Pirin Dağı’nın Bulgaristan’a ait kısmından ve buradaki nüfusundan vazgeçmek anlamını içeren “birleşik Makedonya” projesini benimsemiştir.43 Ne var ki, ümitten hayal kırıklığına giden yol oldukça hızlı kat edilmiş, zira 1948’de Stalin ve Tito arasındaki anlaşmazlık Bulgaristan ile Yugoslavya’nın bir Balkan federasyonunun kurulması için yürüttükleri müzakerelere nokta koymuştur.44 Bulgar devlet yöneticilerinin çatışmanın derinliğini ve 39 Todorova, a.g.e., s. 171; K. Kosev, Bılgarsikiyat Natsionalen Vıpros Prez Pogleda na İstoriyata, Plovdiv 1995, s. 20, 21. 40 Todorova, a.g.e., s. 168, 169. Ç. Маrinov, “Оt İnternatsionalizım kım Natsionalizım. Komunistiçeskiyat Rejim, Makedonskiyat Vıpros i Politikata kım Etniçeskite r Religioznite Obştnosti”, içinde İstoriya na Narodna Republika Bılgariya. Rejimıt i Obştestvoto, Haz. İ. Znepolski, Sofya 2009, s. 479. 41 Todorova, a.g.e., s. 169. 42 M. Lalkov, M, Ot Nadejdata Kım Razoçarovanie. İdeyata za Federatsiya v Balkanskiya Yugoiztok 1944-1948 g., Sofya Tarihsiz, s. 288. 43 Marinov, a.g.m., s. 486; M. Gruev, “Nasilie i İdentiçnost. Pirinska Makedonya v Etnonatsionalnite Politiki na Komunistiçeskiya Rejim v Bılgariya”, içinde Nasilie, Politika i Pamet, Komunistiçeskiyat Rejim v Pirinska Makedonya. Refleksii na Sıvremennika i İzsledovatelya, Haz. M. Gruev ve diğer, Sofya 2011, s. 74, 75. 44 Lalkov, a.g.e., s. 288-289; Gruev, a.g.m., s. 80; D. Martinovski, Makedonskiyat Vıpros v Bılgaro-Yugoslavskite Otnoşeniya 1948-1968 g., Sofya 2010, s. 6. BAED 3/2, (2014), 45-75. 53 MÜMİN İSOV anlamını değerlendirmeleri için zamana ihtiyaçları vardır. Federasyon kurulması girişimin geçici bir kriz döneminde olduğu, Moskova ile Belgrad arasında ilişkilerin normale dönmesiyle birlikte bunun aşılacağının büyük bir yanılsama olduğu ortaya çıkmıştır.45 Bu nedenle komünist rejim 1950’li yılların ikinci yarısına kadar sürüncemede kalan “Sosyalist Makedon Ulusu”nu oluşturmak için çaba harcamaya devam etmişse de46 komünist parti Mart 1963’te Makedonya meselesindeki tutumunu kesin olarak değiştirmiştir. Bu şunu ifade eder: “Makedon milleti veya ulusu yoktur, hiç bir zaman olmamıştır.”47 Dış politika gerekçeleriyle bu parti kararının gerçek bir devlet politikasına dönüşmesine kadar daha 5 yıl geçmiştir.48 Komünist rejiminde tarih bir bilim dalı olarak bağımsız bir alan değildir, büyük ölçüde resmî propagandanın hizmetinde olmuştur.49 Bu bağlılık Bulgaristan kamuoyunda “Birleşik Makedonya”nın kuruluşu sürecinde de devreye girmektedir. Zira “I. Balkan Savaşı” konusu o yıllarda güçlü irredantist mesajlar üretmiş ve bunlar 1944’ten 1948’e kadar “romantik” dönemini yaşayan federasyon fikri felsefesiyle büyük bir çelişkiye düşmüştür. Tatbik edilmiş bir planda savaşın bir “işgal”50 savaşı olarak damgalanmasıyla bu durum yumuşatılmıştır. Bu işlemde komünizmde hâkim olan ikili değerlendirme planları gereğince “kötü” tarih örneği olan (savaşın Balkanlar’da millî sorunların çözümünde bir araç olarak) Güneydoğu Avrupa için “tek doğru” alternatif olarak federasyon projesini desteklemektedir.51 I. Balkan Savaşı’nın değerlendirilmesinde yeni doktrinin paradigmalarından kaynaklanan tarih anlatımının dokusuna işlemekle ilgili 45 Lalkov, a.g.e., s. 285, 286. Marinovski, a.g.e., s. 6. 47 Gruev, a.g.m., s. 96. 48 Martinovski, a.g.e., s. 6. 49 Marinov, a.g.m., s. 496. 50 K. Şarova, “Burjoaznata İstoriografiya i Uçastieto na Bılgariya vıv Voynite (1912-1918 g.)”, İstoriçeski Pregled, 2, 1950, s. 129, 157; İ. İvanov, “Postijeniya i Preoblemi na Bılgarskata Voenna İstoriografiya sled Deveti Septemvri 1944g.”, içinde Problemi na Bılgarskata İstoriografiya sled Vtorata Svetovna Voyna, Sofya 1973, s. 548; V. Vasilev, “Uçastieto na Bılgariya v Balkanskata i Mejdusıüzniçeskata Voyna 1912-1913 g.”, içinde 681-1948 İz İstoriyata na Bılgarskata Narodnost i Dırjava, İzledvaniya, Analizi, Preotsenki, Sofya 1993, s. 216. 51 M. Ognyanova, Balkanskata Voyna, Sofya 1949, s. 63; B. Bojikov ve İ. Kеpova, Bılgarska İstoriya. Za sedmi Klas na Obştoobrazovatelnite Uçilişta, Sofya 1951, s. 97; A. Burmov ve diğer, İstoriya na Bılgariya. Uçebnik za ХI klas na Srednite Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1960, s. 226. 46 54 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI zorunlu koşulun bir neticesi olan önemli bir değişiklik daha meydana gelmiştir. Böylelikle tarih biliminde savaş “çağdaşlaştırıcı” anlam kazanmış ve geniş bir alana yayılarak, Komünist Parti iktidarının meşrulaştırılma propagandası amacıyla kullanılmıştır.52 Bilimsel değerlendirmeden görüldüğü gibi, I. Balkan Savaşı’nın niteliği rejimin siyasî ve ideolojik ihtiyaçlarına bağlı olarak güncelleştirilmiştir. Bunların birbirine uygunluğunun sağlanması yönündeki çabalar, değerlendirmelere çift anlam katıp bu şekilde tarih kitaplarının ve popüler literatür sayfalarının arasına hızla girmiştir. Buraya kadar anlatılanlar, milliyetçiliğin sesinin sipariş üzerine yeniden yazılan savaş hikâyesinin tonlama alanından tamamen silindiği anlamına gelmemektedir. “Sahneden indirilmiş” ve sesi oldukça kısılmış olmasına rağmen ve özellikle 1940’lı yılların ikinci yarısı ile 1950’li yılların ilk yarısında bazı kaynaklarda tamamen kısılmış olmasına rağmen ne otoriteli akademik çalışmalarından53 ne popüler bilim yayınlarından54 ne de tarih kitaplarından55 çıkarılmıştır. Tabii ki, zaten güçsüz olan millî akortların yankısı son derece cılızdır, çünkü siyasî ortamın akustiği uygun değildir. Örneğin, 1950’li yılların sonlarına kadar komünist rejim Ayastefanos Antlaşması’nın (3 Mart 1878) imzalanmasının yıldönümü kutlamalarına 52 Y. Mitev, “Otsenki na V.İ.Lenin za Balkanskata Voyna (1912-1913) i Vliyanieto im Vırhu Bılgarskata İstoriografiya”, Voenno-istoriçeski Sbornik, 1, 1970, ss. 3-10. Bkz. Standartları belirleyen kaynaklar, İstoriya na Bılgariya v Dva Toma, Cilt II, Sofya 1955, s. 274; İstoriya na Bılgariya v Tri Toma, Cilt II, Gözden geçirilmiş ikinci baskı, Sofya 1962, s. 268; L. Danailov ve diğer, Balkanskata Voyna 1912-1913, Sofya 1961, ss. 461-463; İstoriya na Bılgagskata Komunistiçeska Partiya, Haz. R. Avramov, Sofya 1969, s. 153. 53 İstoriya na Bılgariya, 1955, s. 260; İstoriya na Bılgariya, 1962, s. 255. 54 Y. Mitev, Kratka İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1951, s. 386; D. Angelov ve diğer, Kratka İstoriya na Bılgariya, Sofya 1958, s. 232; D. Kosev ve diğer, Kratka İstoriya na Bılgariya, 2. Gözden geçirilmiş baskı, Sofya 1969, s. 225. 55 B. Bojikov ve diğer, Bılgarska İstoriya, za Sedmi Klas na Gimnaziite, Sofya 1946, s. 363; B. Bojikov ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za Voynika, Sofya 1949, s. 49; B. Bojikov ve İ. Kepova, Bılgarska İstoriya, za Sedmi Klas na Obştoobrazovatelnite Uçilişta, Sofya 1951, s. 97; A. Burmov ve diğer, Bılgarska İstoriya za XI Klas na Obştoobrazovatelnite Uçilşta, Sofya 1954, s. 228; A. Stoilov ve diğer, İstoriya za Sedmi Klas na Obştoobrazovatelnite Uçilişta, Sofya 1957, s. 85; A. Stoilov ve diğer, İstoriya, Uçebnik za Osmi Klas na Srednite Politihniçeski Uçilişta, Sofya 1960, s. 49; A. Burmov ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za XI Klas na Srednite Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1960, s. 227. Ayrıca Bkz. L. Deyanova, “Kontinuitetıt na Natsionalnata Pedagogiçeska İstoriya (1949 öncesi ve sonrasında Bulgar millî tarih ders kitapları)”, içinde İstoriya, Mitologiya, Politika, Haz. D. Koleva ve K. Grozev, Sofya 2010, s. 464. BAED 3/2, (2014), 45-75. 55 MÜMİN İSOV ilişkin minör tonda bir yaklaşım sergilemiştir.56 Balkan Savaşı’yla ilgili resmî tonlama çok daha cansız, nerdeyse hiç yoktur57, bilimsel olarak da ilgi çok zayıftır.58 Biçimsel olarak Marksizm paletinin renklerinde boyanmış olmalarına rağmen 1960’lı yıllardan bu yana eski ideolojik mirasın yeniden canlandırılması süreci başlamıştır. Yavaş yavaş geleneksel Bulgar milliyetçiliğinin imgeleri yeniden canlanmıştır. Bu “kıyafet değiştirmiş” geleneksel milliyetçiliğin hayat çizgisi, Bulgaristan’da Komünizmin sona ermesine dek yükseliştedir. Makedonya meselesinin canlandırılması ve sonrasında da 1980’li yıllarda Bulgaristan’daki Türklerin kimliğini zorla değiştirme teşebbüsü ile doruk noktasına ulaşmıştır.59 Daha detaylı olarak meseleye bakıldığında, ilk önce 1960’lı yılların ikinci yarısında beşeri bilimlerin bütün bilim dallarının (bazıları özel olarak kurulmuştur) ve bütün kültür kurumlarının “milliyetçiliğe faydalı olan Makedonya” konusunun geçmişini incelemek ve yaygınlaştırmakla ilgili siyasi görevlerinin büyük çaplı olduğu görülmektedir.60 Sonrasında on yılda partinin ve devletin en yüksek merciinden Makedonya meselesi ile ilgili “tarihî gerçeğin” bulunması için yeni görevler tayin edilmektedir. 61 Bulgar milliyetçiliği ideolojisinin eski konumuna döndüğü diğer faktörlerden de belli olmaktadır. Örneğin, 1960’tan itibaren Ayastefanos Antlaşması’nın yıldönümleri halka açık toplantılarla, konserlerle ve diğer törenlerle kutlanması artarken62 1990’da antlaşmanın imzalandığı gün millî bayram olarak kabul edilmiştir.63 Tarihî olayları kutlama geleneği 1968’den 56 Bkz. Rabotniçesko Delo, 3 Mart 1948, s. 1; 3 Mart 1950, s. 3; 3 Mart 1958, ss. 1-2; 4 Mart 1958, ss. 1-3; 3 Mart 1959, s. 1; 3 Martv 1960, s. 1. 57 Komünist Rejimin resmî yayın organı I. Balkan Savaşı’nın 50. yıldönümünü kutlamıyor, Rabotniçesko Delo, 5 Ekim 1962. 58 İvanov, a.g.m., ss. 551-552. 59 Todorova, a.g.e., s. 169, 175, 176; Marinov, a.g.m., s. 480. 60 Marinov, a.g.m., s. 496; İ. Elenkov, “İstoriçeskata Nauka v Bılgariya prez Epohata na Komunizma: İnstitutsionalna Organizatsiya i Funktsii”, içinde İstoriya na Narodna Republika Bılgariya. Rejimıt i Obştestvoto, Haz. İ. Znepolski, Sofya 2009, s. 635. 61 Marinov, a.g.m., s. 497. 62 Todorova, a.g.e., s. 170. Milliyetçilik dilinden inter-milliyetçilik ruhunun kaldırılması ve Rusya’ya minnet duygusu hakkında (ve buradan da Sovyet Birliğine) Bkz. Rabotniçesko Delo, 3 Mart 1969, s. 1 ve s. 56. 63 Golyama Entisklopediya Bılgariya, Cilt XI, Sofya 2012, s. 4461. 56 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI itibaren tarih propagandasında yeniden yer almaya başlamış ve bu sonraki yıllarda bir nevi “millî tarih dersi”ne dönüşmüştür.64 Milliyetçiliğin eski itibarına kavuşması ve canlılığını artırması özellikle tarihçiler65 ve askerî konuları inceleyenler dâhil olmak üzere Bulgar aydınlarını da etkilemiştir.66 Bunun neticesinde I. Balkan Savaşı’nın “işgalci olduğu yönündeki söylemlerin kullanımdan çıkarılması” mantığı gereğince kurtuluş savaşı olması değerlendirmesinin yeniden gündeme getirilmesi için sesler yükselmeye başlamıştır.67 Bu sesler sadece okullardaki tarih eğitimini etkilemekle kalmamış, aynı zamanda milliyetçiliğe ters düşen sesleri neredeyse tamamen kısmıştır.68 Ancak tarih biliminin geniş sahasında belirli bir aksiyolojik polifoni kalmış, çünkü milliyetçilik söylemleri Marksist söylemlerin rekabetini yenmeyi başaramamıştır.69 Milliyetçilik taviz vermez.70 Dolayısıyla 1980’li yılların başında, Bulgar devletinin kuruluşunun 1300. yıldönümü kutlamalarının yaklaşmasıyla epey güçlenen Bulgar milliyetçiliğinin özgüveni arttığından, I. Balkan Savaşı’nın değerlendirilmesinde farklı fikirlere yer verilmemiştir.71 Bu bağlamda, Sofya yönetiminin milliyetçi anlayışı son 64 Şopov, a.g.e., s. 222, 288-291. Todorova, a.g.e., s. 173. 66 Y. Mitev, “Otsenka na Voynite ot 1912-1918 g. na Pırviya Kongres na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo”, Voenno-istoriqeski sbornik, 2, 1970, s. 133. 67 Y. Mitev, “Çetniçeskoto Dvijenie po Vreme na Balkanskata Voyna”, içinde Pırvi Kongres Na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo, Sofya 1970, s. 132; Mitev, “Otsenka na...”, s. 132. 68 G. Georgiev ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Kniga za Uçitelya, Sofya 1973, s. 236; Kıyaslama için Bkz. A. Burmov ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za X-XI Klas na Obştoobrazovatelnite Trudovo-Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1966, s. 245 ve A. Burmov ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za X-XI Klas na ХI nа Obştoobrazovatelnite TrudovoPolitehniçeski Uçilişta, Sofya, 1973, s. 236. 69 P. Stoilov, “Za Haraktera na Bılgarskata Armiya i na Vodenite ot Neya Voyni prez Perioda 1877-1918”, İzvestiya. 1300 Godini Bılgarska Dırjava, Cilt 31, Sofya, 1981, ss. 22-23 (Askerî Tarih Külliyatının Eki); Todorova, a.g.e., s. 169, 170; Vasilev, a.g.m., s. 216, 217; Ayrıca L. Panayotov, “Natsionalniyat Problem na Balkanite i Balkanskite Voyni”, içinde Pırvi Kongres Na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo, Sofya 1970, s. 123 ve Mitev, “Çetniçeskoto Dvijenie...”, s. 132; Kratka Voenna İstoriya na Bılgariya 681-1945 g., Sofya 1977, s. 230; Askerî tarih hakkında tarih yazımının değerlendirmeleri için Bkz. V. Traykov, “Po Nyakoi Vıprosi na Naşata Voenna İstoriya ot 1885 do 1918 g.”, İzvestiya 1300 godini Bılgarska..., s. 124. 70 Grosby, a.g.e., s. 43. 71 Traykov, a.g.m., s. 124. 65 BAED 3/2, (2014), 45-75. 57 MÜMİN İSOV tahlilde komünist ideolojisiyle bütünleştirdiği görülmektedir.72 Diğer bir deyişle, yeni propaganda konjonktürüne göre savaşın millî dava adına yapıldığı teması işlenmiş ve bu savaşı nitelendirmek için “çağdaşlaştırıcı”, “hakkaniyet” ve “kurtuluş” gibi kavramlar kullanılmıştır.73 İlk bakışta komünist rejim resmî propagandada I. Balkan Savaşı (en azından biçimsel olarak) konusunu çok fazla kullanmıyormuş gibi görünse de74 canlandırılan bu tez hızlıca bilimde75, popüler-bilimde76 ve ders kitaplarında (yeni değerlendirme şekli eğitimde öncelikli bir hedefe dönüşür)77 yayılarak kök salmıştır. 3. Demokratik Dönem Milliyetçiliğinde I. Balkan Savaşı Algısı I. Balkan Savaşı’nın “çağdaşlaştırıcı”, “hakkaniyet” ve “kurtuluş” savaşı olarak tanımlanması 1989’daki demokratik rejime geçişten sonra da Bulgar tarih biliminde devam etmiştir.78 Zira tarihçiler savaşın niteliğini Bulgar ulusunun kurtuluşu ve birliğinin sağlanması noktasında tanımladığından savaşı siyasî amaçlar üzerinden açıklamayı sürdürmüşlerdir.79 72 R. Daskalov, “Mitologizirane v İstoriyata po Bılgarski Primeri, İstoriya”, içinde İstoriya, Mitologiya, Politika, Haz. D. Koleva ve K. Grozev, Sofya 2010, s. 39, 40. 73 Stoilov, a.g.m., s. 15; Vasilev, a.g.m., s. 217. 74 I. Balkan Savaşının 70. yıldönümü ile ilgili Bulgar Komünist Partisinin resmi yayınında hiçbir bilgi yer almamıştır. Bkz. Rabotniçesko Delo, 5-6 Ekim 1982. Savaşla ilgili yazılara 5 Ekim 1983, 1984, 1985 tarihlerinde de yer verilmemiştir. 75. yıldönümü münasebetiyle hemen hemen tek sayfalık bir yazı var, fakat bu yazı gazetenin üçüncü sayfasındadır. Bkz. Rabotniçesko Delo, 5 Ekim 1987, s. 3. Komünist iktidarının son yılında I. Balkan Savaşıyla ilgili resmî yayın organında yine hiçbir haber yoktur. Bkz. Rabotniçesko Delo, 5 Ekim 1989. 75 L. Panayotov, “Balkanskiyat Sıüz i Voynata ot 1912-1913 g.”, Voenno-istoriçeski sbornik, 4, 1982, s. 3; H. Hristov, Podvıgıt 1912-1913, İkinci Baskı, Sofya 1986 (1983), s. 11; G. Markov, Bılgariya v Balkanskiya Sıüz Sreştu Osmanskata İmperiya 1912-1913, Sofya 1989, s. 8. 76 M. Lalkov, Balkanskata Voyna 1912-1913, Sofya 1982, s. 4; M. Lalkov, “Bılgariya v Naveçerieto i po Vreme na Voynite”, içinde А. Fol ve diğer Kratka İstoriya Na Bılgarşya. İkinci Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Baskı, Sofya 1983, s. 308. 77 İ. Dimitrov ve diğer, İstoriya na Bılgariya. Za Х Klas na Edinnite Sredni Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1989 (1982), ss. 70-75; Y. Şopov ve diğer, İstoriya za 6 Klas na Edinnoto Sredno-Politehniçesko Uçilişte, Sofya 1986, s. 43, 44. 78 İstoriya na Bılgariya, Cilt VII, Bılgariya 1903-1918. Kulturno Razvitie 1878-1918, Sofya 1999, s. 188; Statelova ve Grınçarov, a.g.e.; İstoriya na Bılgariya v Osem Toma, Cilt V, Voenna İstoriya na Bılgarite ot Drevnostta do Naşi Dni, Sofya 2007, s. 424. 79 S. Yavaşçev, Bılgarskata Voennoteoritiçna Misıl 1878-1944, Sofya 2011, s. 134, 135. Ayrıca Stoilov, a.g.m., s. 34. 58 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI Totaliter rejimden demokrasiye geçiş yıllarında bu üçlü değerlendirme genel hatlarla tarih ders kitaplarında da yer almıştır.80 Ancak ders kitaplarındaki yoğunluğu azalmış görünmektedir. Zira 1989’dan sonra hedef kitlelerin (okul kitlesi dâhil) dikkatini bir veya diğer bir konuya hızlıca yönlendirme ve odaklandırma kabiliyetine sahip olan komünist rejimin iyi çalışan propaganda makinesi kullanım dışı kalmıştır. Post-totaliter devletin tarih eğitiminin muhteviyatına doğrudan müdahalede bulunmayı reddetmesi farklı yazarlardan oluşan ekiplere kendi anlatımlarını oluşturma özgürlüğünü vermiştir. Diğer yandan, seçeneklerin bu zenginliği farklı görüşleri yaratmıştır ve bu da konunun genel anlatımının gücünün azalmasına neden olmuştur. Demokrasiye geçiş yıllarında I. Balkan Savaşı’na siyasî ve de toplumsal ilgi azalır gibi olmuştur.81 Bu bağlamda, 2012 sonbaharında Kırcaali’de yerel sözlü tarih ile millî tarih arasında Balkan Savaşı’yla ilgili patlak veren ihtilaf ciddiyeti ve gücüyle şaşırtmıştır. Ancak Bulgar toplumunun 20 yıldan fazla bir zamandan beri yaşadığı kriz ve hayal kırıklığı dönemlerinde milliyetçiliğin ispatladığı kuvvetli bir çekim gücü olarak hareket etme becerisini göz önünde bulundurursak konu yavaş yavaş açıklık kazanır.82 Milliyetçiliğin etkin hale getirildiğinde kendisi için yeniden var olamayacağı, farklı olan, yabancı hakkındaki kurgu ise var olmasının tek yolu olduğu hususu konuya ışık tutmaktadır.83 Bulgar 80 M. Lalkov ve diğer, İstoriya za 6. Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya 1994, ss. 81-84; G. Bakalov ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Za Gimnazialnata Stepen na Obştoobrazovatelnite i Profesionalni Uçilişta, Sofya 1993, ss. 395- 400; P. Delev ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas, Sofya 1999, ss. 341-347; V. Güzelev ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya 1996, ss. 347-353; A. Fol ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya 1996, ss. 294-299; V. Güzelev ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Zadıljitelna Podgotovka, Sofya 2001, ss. 232-237; P. Delev ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Ot Drevnostta do Naşi Dni, Uçebnik za 11. Klas, Sofya 2001, ss. 313-318; İ. Lazarov ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas. Zadıljitelna Podgotovka, Veliko Tırnovo 2001, ss. 264-268; V. Mutafçieva ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas. Zadıljitelna Podgotovka, Sofya 2009, ss. 182-185; Y. Andreev ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas, Uçebnik za Zadıljitelna i Profilirana Podgotovka, Sofya, 2009, ss. 288-292. 81 İ. İlçev, Balkanskite Voyni i Krayat na Poriva, http://www.kultura.bg/bg/article/view/20144 (Erişim, 5 Kasım, 2012). 82 Todorova, a.g.e., s. 176 83 Todorova, a.g.e., s. 140; G. M. Tamaş, “Natsionalizmıt Kato Kod i Matafora”, İztok-İztok, 2, 1991, s. 18 BAED 3/2, (2014), 45-75. 59 MÜMİN İSOV milliyetçiliği için Türkler zaman içinde diğer kutupta yer alanlar olmuştur.84 Bulgar kültüründe Türkler ve Türklükle ilgili olumsuz fikirleri farklı vesilelerle etkinleştiren85 post-totaliter milliyetçilik söylemleri genelde “Türkler” konusu etrafında dönmektedir.86 Bu durum etnik gerginliğin artmasına, Bulgar toplumundaki sosyal gruplar arasındaki mesafenin derinleşmesine, etnik ve dinî kökeni farklı olanlardan korkmak duygusuna sebep olmaktadır.87 Böyle bir ortamda son yıllarda reaktif milliyetçilik çok daha sık88 bir şekilde beslenme alanı bulmaktadır ve geleneksel Bulgar sembollerinden birine yapılan hakaret (gerçek veya gerçek olmayan) olayında ortak ve şiddetli bir tepkide kendini göstermektedir.89 Reaktif milliyetçilik ani bir şekilde Kırcaali’de de ortaya çıkmıştır. Sebebi, Balkan Savaşı’na katılan bir Bulgar Komutanın (General Delov) Kırcaali onursal vatandaşlığına layık görülmesine ilişkin prosedürün yerine getirilmesinin, Bulgar askerlerin Türklere yaptıkları zulümleri anlatan sözlü tarihin Türk toplumunda canlılığını koruması yüzünden Kırcaali’deki Türk Belediye Meclis tarafından engellenmesidir. 84 M. Todorova, Balkani-Balkanizım, İkinci Genişletilmiş Baskı, Sofya 2004, s. 44, 276. Sonya Siromahova’nın Prof. Maya Grekova ile Röportajı http://www.obshtestvo.net/content/view/1560/3/, (Erişim, 29 Aralık 2010); P. Dobrev, Bılgaro-Turski Strasti v İnternet, http://e-vestnik.bg/2659, (Erişim, 25 Ocak 2008). Daha ayrıntılı bilgi için Bkz. M. İsov, Nay-razliçniyat Sısed, Obrazıt na Osmantsite /Turtsite i Osmanskta İmperiya/Turtsiya v Bılgarskite Uçebnitsi po İstoriya Prez Vtorata Polovina na XX vek, Sofya 2005, ss. 49-51 ve burada belirtilen kaynaklar. 86 Aynı eser, s. 177. 87 P. Kabakçieva, “Otvaryaneto kım Sveta i Strahıt ot Çujdiya”, içinde Sıstoyanie na Obşestvoto, Sofya 2008, s. 92. İ. Tomova, “Razliçnite - Mejdu Stigmata i Priznanieto”, http://politiki.bg/ ?cy=135&lang= 1&a0i=223273&a0m =readInternal &a0p_id=459, (Erişim, 1 Ocak 2011). 88 Bkz. Vezenkov, A, “Proektıt i Skandalıt ‘Batak’ (Razkaz na Edin Oçevidets)”, http://anamnesis.info/fonts/versiq.1.3/journal/flash_journal/broi9A.Vezenkov/A.Vezenkov.pd f, (Erişim, 20 Mart 2009); Ayrıca Bkz. Natsionalno Predstavitelno İzsedvane: Steriotipi i Predrasıdıtsi v Uçebnitsi, Uçebni Pomagala, Obrazovatelni Programi i Planove v Podgotvitelnoto Uçilişte, Sofya 2001 ve burada yer alan sonuçlara karşı çıkan yayınlardan kısa bir bölüm S. Stoyanovа, “Doklad İzkara Levski Naruşitel”, http://www.standartnews.com/balgariya-obrazovanie /doklad_izkara_levski_narushitel160916.html (Erişim, 17 Ağustos 2012); “28 000 levadan fazla Botev ve Levski ile ilgili “suç olayında” harcandı”, http://www.24chasa.bg/Article.asp?ArticleId=1512199 (Erişim, 28 Ağustos 2012); “Bulgar tarihinin değiştirilmesi için girişimler rahatsız edicidir”, http://dariknews.bg/view_article.php?article_id=950088, (Erişim, 20 Ağustos 2012). 89 A. Kösev, “Privatizatsiya na Natsionalizmite: Sglobyavane na Pızela”, http://www.librev.com/index.php/--/1935-2013-01-29-10-37-18, (Erişim, 30 Ocak 2013). 85 60 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI Bu milliyetçiliğin sözcülerinden biri Bulgar tarihi için bu savaşın “adalet” ve “kurtuluş” savaşı olması niteliklerine itiraz edildiğinden dolayı, olayı “ağır tahrik” olarak tanımlamıştır.90 Diğer bir sözcüsü ise olayı kutsallık mertebesine taşımıştır.91 Bu sesler Türklüğe karşı hassasiyetinden ve aynı zamanda toplumda baskın olan ve I. Balkan Savaşı ile ilgili manipülasyonların etkisinde kalan kurgu anlayışlarından dolayı Bulgar toplumunda hemen yankı uyandırmıştır.92 Bu durum ise “Bulgar”-“Türk” karşıtlığına yeni enerji yüklemiştir. Generalin onursal adaylığına karşı oy kullananların bu eylemi ise kesin bir dille hakaret olarak tanımlanmıştır. 93 Bu milliyetçi senaryonun yayılması gergin bir ortam yaratmıştır. Bundan dolayı sağlıklı bir tartışmanın yapılması mümkün olmamıştır.94 Büyük ölçüde kurgularla dolu “Türkler” konusunun problemlerinin tespitinde sıkça meydana geldiği gibi95 etnik gerginliğin yaratılmasında veya Bulgar toplumunda etnik bölünme çizgilerinin canlandırılmasında yer aldıklarının farkında olarak veya olmayarak96 bu olayda da medya ve siyasetçiler reaktif milliyetçiliği desteklemiş ya da sempati duymuştur.97 Bulgar tarihinde bazı “tartışmalı” konulardan birisi olarak 2012 sonbaharında Kırcaali’de ortaya çıkan yerel ve ulusal hafıza arasındaki tutarsızlıklar millî çaplı tartışmaların kalitesi ve işlevleri, etnik ya da sivil 90 B. Dimitrov, “Situatsiyata v Kırcali e Mnogo Jestoka Provokatsiya”, http://fakti.bg/bulgaria/51096-bojidar-dimitrov-situaciata-v-kardjali-e-mnogo-jestokaprovokacia, (Erişim, 27 Ekim 2012). 91 G. Markov, “Edinstvenoto Boyno Pole ot Balkanskata Voyna, Zapazeno u Nas, e Rodopskata Şipka”, http://www.focus-news.net/?id=n1706667, (Erişim, 2 Şubat 2013). 92 İ. İlçev, “Yaşasın! Beşer Beşer Bıçak Altına!”, http://www.dnevnik.bg/analizi/ 2007/11/18/399026 _ura_ po_pet_ na_noj/, (Erişim, 10 Kasım 2012). 93 Daskalov, a.g.m., s. 40. 94 Aynı yer. 95 G. Nikolova, “Retsidivi na Mita v Modernoto İstoriçesko Poznanie”, İstoriçesko Bıdeşte, 1, 2001, s. 6. 96 V. Gospodinova, “Malkata Balkanska Voyna”, http://www.capital.bg /politika_i_ikonomika/bulgaria/2012/10/26/1933672_malkata_balkanska_voina/?ref=akcent menu, (Erişim, 27 Ekim 2012); “BSP-Kırcaali: Kırcaali’de insanların bölünmesini ve birbirleriyle çatışmasını amaçlayan bütün girişimlere hayır diyoruz”, http:/ /ardanews. info/?p=371 72 (Erişim, 27 Ekim 2012). 97 S. Stanişev, “Doğan’ın Balkan Savaşı ile ilgili değerlendirmesi dengesiz, yanlış ve kabul edilemez”, http://213.91.198.5/?id=n1714783, (Erişim, 6 Kasım 2012); “Çitatelite Tırsyat İstinata za Balkanskata Voyna”, http:/ /www.duma. bg/node/42794, (Erişim, 13 Kasım 2012); “Ministerskiyat Sıvet Predlaga 19 Geroi ot Balkanskata Voyna da Bıdat Otliçeni Posmırtno s Orden Stara Planina”, http://www.segabg.com/article.php?id=623840, (Erişim, 2 Kasım 2012). BAED 3/2, (2014), 45-75. 61 MÜMİN İSOV ulusal mensubiyet anlayışı hakkında da bir dizi soruyu gündeme getirmiştir.98 Bunların bir kısmı Bulgar tarih biliminin araştırma alanı içerisine girmektedirler. Örneğin ne tür ürünler verip bunları tarih bilgisinin popüler ve eğitim kanallarına gönderilmektedir? Bulgar tarih bilimi I. Balkan Savaşı’nı genel olarak iki ordunun çarpışması olarak görür, diğer bir deyişle genellikle savaşın askerî boyutlarına ışık tutar. Tabii bu dar çerçeveden çıkmak çabaları da vardır, fakat bunlar Bulgar milliyetçiliğin şiddetli tepkisi dolayısıyla genelde sonuçsuz kalmaktadır.99 Meseleler hakkında iyi bilgi sahibi bir Bulgar araştırmacıya göre savaşı ele almayan araştırma konularının listesi uzundur.100 I. Balkan Savaşı ile ilgili kurgulamaların yaratılması bakımından bununla ilgili bazı önemli boşluklar gösterilebilir. Örneğin, Bulgar tarih biliminin etnik merkezli bakış açısı Bulgar ordusunun ve çetelerinin ele geçirdiği topraklardaki askerlere ve sivil halka karşı tutumunu “perde arkasında” bırakmaktadır.101 Savaş esnasında askerî yargının faaliyetlerine ilişkin bilimsel ilgi neredeyse yoktur, sivil vatandaşlara karşı yapılan tecavüz ve katliam olaylarında Bulgarlar hakkında davaların görülüp görülmediği bilinmemektedir. Savaşın neticesinde “eski” ve “yeni” Bulgar topraklarından göç eden Müslüman Türk nüfusuyla ilgili yazılar da literatürde bulunmamaktadır. Bulgaristan’da yaşayan Türkler, onların problemleri, savaş esnasında yaşadığı korkular, idarenin onlara karşı tutumu hakkında araştırmalar da mevcut değildir. Orduya katılan Müslüman erkekler hakkında da bilgi yoktur. Bulgar tarih bilimi, Bulgarların savaş esnasında esir aldıkları Türk askerlerin durumu, 98 Deyanova, a.g.m., s. 459. İlçev, “Yaşasın...” 100 Aynı yer. 101 P. Tsvetkov’un bu konudaki çalışması istisnadır: Bkz. P. Tsvetkov, Bılgariya i Balkanite ot Drevnostta do Naşi Dni, Varna 1998, s. 449. Ayrıca Bkz. Çağdaşların bazı tanıklıkları: N. Haytov, S. Diçev, Minaloto na Yavorovo, Devin, Manastir, Plovdiv 1985, s. 404; L. E. Volke, “Vpeçatleniya ot Bılgarskiya Front Prez Esenta na 1912g. na Şvedskiya Ofitser August Stakelberg”, ss. 69-74, http://www.100godinibalkanskivoini.bg/Publikacii/Artocles/Article0006.html, (Erişim, 18 Kasım 2012); H. Silyanov, Pisma i İzpovedi na Edin Çetnik. Spomeni ot Stranca. Ot Vitoşa do Gramos, Sofya 1984, s. 490; Srednite Rodopi i Balkanskite Voyni, Plovdiv 1972, s. 21, 108, 111-112; Radev, a.g.e, s. 37, 58-59; Dodov, a.g.e., s. 29-30, 35, 44-45; 46, 49. 99 62 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI bulundukları koşullar, onlara verilen yemek, yapmaları gereken işler konusunda da sessizliğini korumaktadır.102 Önceliği yerel kültür-tarih mirasının araştırılması olan ve bu anlamda da yerel özellikler bakımından daha uyumlu bir tavır sergilemeleri gereken bölgesel tarih müzeleri, yerel ölçekte I. Balkan Savaşı ile ilgili “boşlukları” dolduramamaktadırlar. Bu tarih müzeleri geleneksel Bulgar milliyetçiliğinin direği olup merkezî bilim kurumlarının yurtseverlik kalıplarını kopyalamaktadır.103 Sonuç Çalışmada ele alınan yıllarda görüldüğü üzere, I. Balkan Savaşı konusu dönemden döneme değişen yoğunlukta Bulgar tarih literatüründe yer almıştır. Bu durum, milliyetçiliğin ülke siyasetinde gündem belirleyebilme potansiyeliyle ve siyasilerin milli amaçlarla paralel doğrultudadır. I. Dünya Savaşı sonrasında ülkenin içine düştüğü olumsuz durum, I. Balkan Savaşı vurgusunun Bulgar tarih literatüründe azalmasına neden olsa da II. Dünya Savaşı’na gidilen süreçte Bulgaristan’ın irredantist eğilimleri nedeniyle söz konusu vurguda yoğunluk yaşanmıştır. Komünizm döneminin başlangıcında milliyetçi bir duraklama kendisini göstermesine rağmen 1960’lı yıllarla birlikte milliyetçiliğin yeniden yükselişe geçerek tarih literatüründe ve ders kitaplarında I. Balkan Savaşı vurgusunun olduğu görülmektedir. Demokratik dönemde yapılan 102 Balkanskata Voyna prez Pogleda na Edin Frantsuzin, Belge Külliyatı, Haz. S Slavova ve Ts. Doynova, Sofya 1977, ss. 274-278; Azmanov, a.g.e., ss. 122-123; О. Barbar, Moite Spomeni ot Voynite 1912-1918, Tıpkıbasım, Sofya 1923, s. 26; Saga za Balkanskata .., s. 184, 187. 103 Bkz. Sbornik ot Mejdunarodna Konferentsiya 90 Godini Balkanska Voyna, Kırcaali 2002; Sbornik 90 Godini ot Osvobojdenieto na Rodopite, www.museumsmolyan.eu/img_issue/1/sbornik90.pdf, (Erişim, 3 Aralık 2012); Balkan Savaşları’nın ve Rodoplar’ın Kurtuluşunun 100. yıldönümü kutlamaları münasebetiyle Smolyan RİM “Stoü Şişkov” tarafından hazırlanan program, www.museumsmolyan.eu/library/Programa%20100.pdf, (Erişim, 30 Kasım 2012); Balkan Savaşlarının 100. Yıldönümü Uluslararası Bilim Konferansı Programı (Retrospektsii i Proektcii) 3-8 Ekim 2012, www.ihist.bas.bg/.../Balkanski_Voini_Programa_0308102012.pdf, (Erişim, 30 Kasım 2012).. İ. Stefanov, “Osvobojdenieto na Kırcaali i Kırcaaliysko prez Balkanskata Voyna 1912”, İzvestiya na İnstituta po Voenna istoriya, Cilt 38, 1984, ss. 219-228; М. Manolova, “Rodopskoto Neselenie v Pomoşt na Osvoboditelnite Voyski”, içinde Srednite Rodopi i Balkanskite Voyni, Plovdiv 1972, s. 37. BAED 3/2, (2014), 45-75. 63 MÜMİN İSOV çalışmalarda ise her ne kadar araştırmacılara geniş bir özgürlük alanı sağlanmışsa da tarihsel süreç içerisinde konuyla ilgili yerleşmiş olan algılar halen daha geçerliliğini sürdürmektedir. I. Balkan Savaşı genel olarak Balkan milliyetçiliğinin ve özelde Bulgar milliyetçiliğinin aşırı tezahürüdür. Savaş ile ilgili bilimsel söylemler de Bulgar milliyetçiliği ideolojisi tarafından belirlenmektedir. Bu doğaldır çünkü her bir millî tarih ekolü, millî kimliğin muhafazasını ve yeniden oluşmasını desteklemektedir. Öte yandan, bilimin geleneksel Bulgar milliyetçiliğinin I. Balkan Savaşı ile ilgili bakış açısına körü körüne bağlanması savaş biliminin kurguları yüksek vergi ödemeye mahkûm etmektedir. Kırcaali’de meydana gelen olayda (son yıllarda buna benzer diğer olaylarda da) görüldüğü gibi, bu durum ülkede farklı etnik ve dinî gruplar arasında gerginliği tetikleyebilmekte ve hayatlarını ağırlaştırabilmektedir. I. Balkan Savaşının mitolojik yüzündeki sır perdesini kaldırmak yeni “bir ihanet girişimi” değildir. Tam tersine, bu sır perdesinin kaldırılmasının sebebi, Bulgaristan’da yaşayan etnik ve dinî grupların hafızasında yer alan, birbiriyle çelişen algıların objektif tarih bilgilerinin yardımıyla yumuşatılması ve bu doğrultuda huzur ve barış ortamını sağlama yoluna gidilmesidir. KAYNAKÇA Gazeteler Rabotniçesko Delo Kitaplar ve Makaleler ANDERSON, B., Hayali Cemaatler Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, İngilizce’den Çeviren: İ. Savaşır, İstanbul 1995. Vıobrazenite Obştnosti. Razmişleniya Vırhu Proizhoda i Razprostranenieto na Natsionalizma, Sofya 1998. ________, ANDREEV, Y. ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas, Uçebnik za Zadıljitelna i Profilirana Podgotovka, Sofya 2009. 64 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI ANGELOV, D., ve diğer, Kratka İstoriya na Bılgariya, Sofya 1958. AZMANOV, D., Moyata Epoha 1878-1919, Sofya 1995. BAKALOV, G. ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Za Gimnazialnata Stepen na Obştoobrazovatelnite i Profesionalni Uçilişta, Sofya 1993. Balkanskata Voyna prez Pogleda na Edin Frantsuzin, Belge Külliyatı, Haz. S Slavova ve Ts. Doynova, Sofya 1977. Balkanskata Voyna v Spomenite na Sıvremennitsi i Uçastnitsi, Kayıt eden: P. Marinov, Düzenleme: N. Haytov, Sofya 1973. Balkanskite Voyni po Stranitsite na Bılgarsliya Peçat 1912-1913, (Külliyat), Haz. P. Kişkilova, Sofya 1999. BARBAR, О. Moite Spomeni ot Voynite 1912-1918, Tıpkı Tıpkıbasım, Sofya 1923. BAROV, D., Srajeniyata v Kırcaliysko, Şumen 1913. Bılgarski Geroy, Voynata 1912-1913, Sliven 1914. BOJİKOV, B. ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za Voynika, Sofya 1949. ________, Bılgarska İstoriya, za Sedmi Klas na Gimnaziite, Sofya 1946. BOJİKOV, B. ve İ. Kepova, Bılgarska İstoriya, za Sedmi Klas na Obştoobrazovatelnite Uçilişta, Sofya 1951. BUDİNOV, S., Balkanskite Voyni 1912-1913: İstoriçeskite Predstavi v Sistemata na Nauçno-obrazovatelnata Komunikatsiya, Sofya 2005. BURMOV, A. ve diğer, Bılgarska Obştoobrazovatelnite Uçilşta, Sofya 1954. İstoriya za XI Klas na ________, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za XI Klas na Srednite Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1960. BAED 3/2, (2014), 45-75. 65 MÜMİN İSOV İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za X-XI Klas Obştoobrazovatelnite Trudovo-Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1966. ________, na ________, İstoriya na Bılgariya, Uçebnik za X-XI Klas na ХI на Obştoobrazovatelnite Trudovo-Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1973. ÇİÇOVSKA, V., Politikata Sreştu Prosvetnata Traditsiya, Sofya 2011. DANAİLOV, L., ve diğer, Balkanskata Voyna 1912-1913, Sofya 1961. DANEV, S., “Mejdunarodnoto Polojenie Na Bılgariya”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929. DASKALOV, R., “Mitologizirane v İstoriyata po Bılgarski Primeri, İstoriya”, içinde İstoriya, Mitologiya, Politika, Haz. D. Koleva ve K. Grozev, Sofya, 2010. DELEV, P. ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas, Sofya 1999. ________, İstoriya na Bılgariya, Ot Drevnostta do Naşi Dni, Uçebnik za 11. Klas, Sofya 2001. DEYANOVA, L., “Kontinuitetıt na Natsionalnata Pedagogiçeska İstoriya (1949 öncesi ve sonrasında Bulgar millî tarih ders kitapları)”, içinde İstoriya, Mitologiya, Politika, Haz. D. Koleva ve K. Grozev, Sofya 2010. DIRVİNGOV, P., İstoriya Na Makedono-Odrinskoto Opılçenie, Cilt. I: Jivotıt i Deystviyata na Opılçenieto vıv Voyna S Turtsia, Sofya 1919. ________, Atakata na Odrin pod Osvetlenieto na İstoriyata i İzkustvoto, Tarih-Psikoloji Analizi, Sofya 1931. ________, İzbrani Proizvedeniya, Haz. S. Penkov, Sofya 1988. DİMİTROV, İ. ve diğer, İstoriya na Bılgariya. Za Х Klas na Edinnite Sredni Politehniçeski Uçilişta, Sofya 1989 (1982). DODOV, N., Dnevnik po Balkanskata Voyna, Sofya 2006. 66 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI ELENKOV, İ., “İstoriçeskata Nauka v Bılgariya prez Epohata na Komunizma: İnstitutsionalna Organizatsiya i Funktsii”, içinde İstoriya na Narodna Republika Bılgariya. Rejimıt i Obştestvoto, Haz. İ. Znepolski, Sofya 2009. FOL, A. ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya 1996. GANÇEV, A., Voynite na Tretoto Bılgarsko Tsarstvo, Sofya Tarihsiz. GELNER, I., Natsii i Natsionalizım, Sofya 1999. GELLNER, E., Uluslar ve Ulusçuluk, Türkçeleştirenler: B. Ersanlı ve G. Göksu Özdoğan, II. Baskı, İstanbul 2008. GENOV, G. P., “Petdeset Godişna Borba za Nezavisima Dırjava”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929. GEORGİEV, G. ve diğer, İstoriya na Bılgariya, Kniga za Uçitelya, Sofya 1973. Golyama Entisklopediya Bılgariya, Cilt XI, Sofya 2012. GROSBY, S., Natsionalizmıt, Kratko Vıvedenie, Sofya 2008. GRUEV, M., “Nasilie i İdentiçnost. Pirinska Makedonya v Etnonatsionalnite Politiki na Komunistiçeskiya Rejim v Bılgariya”, içinde Nasilie, Politika i Pamet, Komunistiçeskiyat Rejim v Pirinska Makedonya. Refleksii na Sıvremennika i İzsledovatelya, Haz. M.Gruev ve diğer, Sofya 2011. GÜZELEV, V. ve diğer, İstoriya na Bılgariya za 11 Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya 1996. ________, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Zadıljitelna Podgotovka, Sofya 2001. HAYTOV, N. ve S. Diçev, Minaloto na Yavorovo, Devin, Manastir, Plovdiv 1985. BAED 3/2, (2014), 45-75. 67 MÜMİN İSOV HRİSTOV, A., Kratka İstoriya na Osvoboditelnata Voyna 1912-1913, Sofya 1921. HRİSTOV, H., Podvıgıt 1912-1913, İkinci Baskı, Sofya 1986. İLÇEV, İ, “Mitıt za Sanstefanska Bılgariya Kato “Sveştena Krava” na Bılgarskiya Patriotizım”, İstoriya, 6, 1995. ________, Rodinata mi-Prava ili Ne! Vınşnopolitiçeska Propaganda na Balkanskite Strani 1821-1923, Sofya 1995. İSOV, M., Nay-razliçniyat Sısed, Obrazıt na Osmantsite /Turtsite i Osmanskta İmperiya/Turtsiya v Bılgarskite Uçebnitsi po İstoriya Prez Vtorata Polovina na XX vek, Sofya 2005. İstoriya na Bılgagskata Komunistiçeska Partiya, Naz. R. Avramov, Sofya 1969. İstoriya na Bılgariya v Tri Toma, Cilt II, Gözden geçirilmiş ikinci baskı, Sofya 1962. İstoriya na Bılgariya v Dva Toma, Cilt II, Sofya 1955. İstoriya na Bılgariya v Osem Toma, Cilt V, Voenna İstoriya na Bılgarite ot Drevnostta do Naşi Dni, Sofya 2007. İstoriya na Bılgariya, Cilt VII, Bılgariya 1903-1918. Kulturno Razvitie 1878-1918, Sofya,1999. İVANOV, İ., “Postijeniya i Preoblemi na Bılgarskata Voenna İstoriografiya sled Deveti Septemvri 1944 g.”, içinde Problemi na Bılgarskata İstoriografiya sled Vtorata Svetovna Voyna, Sofya 1973. İVANOV, Y., “Kak se Otraziha Poslednite Voyni v Bılgarskata Uçebna Literatura”, Uçilişten Pregled, 4, 1925. İVANOVA, E., Balkanite: Sıjitelstvo Na Vekovete. İzsledvane Vırhu (Ne) Sıstoyavaneto Na Balkanskata Modernost, Sofya 2005. 68 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI İzpylnen Oteçestven Dılg, Savaşlara katılan Bulgaristan Yahudilerine armağan külliyatı, Sofya 1939. JORDANO, K., Vlast, Nedoverie i Nasledstvo, Skeptiçna Antropologiya, Sofya 2006. KANTARCİEV, T., Pırva Brigada ot Şesta Pehotna Diviziya v Osvoboditelnata Bılgaro-Turska Voyna 1912-1913, I Kısım, Sofya 1914. KAYÇEV, N., Makedoniyo, Vızjelana..., Armiyata, Uçilişteto İ Gradejıt Na Natsiyata V Sırbiya İ Bılgariya 1878-1912, Sofya 2006. KAZASOV, D., Vidyano i Prejivyano 1891-1944, Sofya 1969. KAZER, K., Priyatelstvo i Predizvikatelstva, Sofya 2003. Vrajda na Balkanite. Evrobalkanski KEPOV, İ. ve V. Kepova, Obşta i Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3. sınıflara, Sofya 1940. KEPOV, İ., Nay-nova İstoriya, Lise 7. sınıf ders kitabı, Birinci baskı, Plovdiv 1928. KONEVA, R., “Sısedıt Mejdu Mira i Voynata (Bılgarskata Literatura za Svoya Sısed v Kraya na XIX - Naçaloto na XX v.)”, içinde Balkanski İdentiçnosti v Bılgarskata Kultura ot Modernata Epoha (XIX-XX vek), II Kısım, Sofya 2002. KOSEV, D. ve diğer, Kratka İstoriya na Bılgariya, 2. Gözden geçirilmiş baskı, Sofya 1969. KOSEV, K., Bılgarsikiyat Natsionalen Vıpros Prez Pogleda na İstoriyata, Plovdiv 1995. Kratka Voenna İstoriya na Bılgariya 681- 1945 godina, Sofya 1977. LALKOV, M. ve diğer, İstoriya za 6. Klas na Srednoto Obştoobrazovatelno Uçilişte, Sofya 1994. ________, Balkanskata Voyna 1912-1913, Sofya 1982. BAED 3/2, (2014), 45-75. 69 MÜMİN İSOV ________, “Bılgariya v Naveçerieto i po Vreme na Voynite”, içinde А. Fol ve diğer Kratka İstoriya Na Bılgarşya. İkinci Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Baskı, Sofya 1983. ________, “Bılgarskata Vınşna Politika 1878-1944: Mejdu Ekzaltatsiyata i Pogroma”, içinde Oçertsi po Bılgarska İstoriya 1878-1948, Haz. M. Radeva, Sofya 1992. ________, Ot Nadejdata Kım Razoçarovanie. İdeyata za Federatsiya v Balkanskiya Yugoiztok 1944-1948 g., Sofya Tarihsiz. LAZAROV, İ. ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas. Zadıljitelna Podgotovka, Veliko Tırnovo 2001. LAZAROV, N., Divnite Dunavtsi (İz Boyniya Jivot Na Peta Dunavska Diviziya), Varna 1928. МАRİNOV, Ç., “Оt İnternatsionalizım kım Natsionalizım. Komunistiçeskiyat Rejim, Makedonskiyat Vıpros i Politikata kım Etniçeskite r Religioznite Obştnosti”, içinde İstoriya na Narodna Republika Bılgariya. Rejimıt i Obştestvoto, Haz. İ. Znepolski, Sofya 2009. MANOLOVA, M., “Rodopskoto Neselenie v Pomoşt na Osvoboditelnite Voyski”, içinde Srednite Rodopi i Balkanskite Voyni, Plovdiv 1972. MARKOV, G., Bılgariya v Balkanskiya Sıüz Sreştu Osmanskata İmperiya 1912-1913, Sofya 1989. MARTİNOVSKİ, D., Makedonskiyat Vıpros v Bılgaro-Yugoslavskite Otnoşeniya 1948-1968 g., Sofya 2010. MİNEV, P. ve K. Domusçiev, Oteçestvoznanie, 4. sınıfa, Altıncı gözden geçirilmiş baskı, Sofya 1927. ________, Oteçestvoznanie s Grajdansko Uçenie, 4. sınıflara, Birinci Baskı, Sofya 1936. MİTEV, Y., “Çetniçeskoto Dvijenie po Vreme na Balkanskata Voyna”, içinde Pırvi Kongres Na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo, Sofya 1970. 70 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI ________, “Otsenka na Voynite ot 1912-1918 godina na Pırviya Kongres na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo”, Voenno-İstoriqeski sbornik, 2, 1970. ________, “Otsenki na V.İ.Lenin za Balkanskata Voyna (1912-1913) i Vliyanieto im Vırhu Bılgarskata İstoriografiya”, Voenno-İstoriçeski Sbornik, 1, 1970. ________, Kratka İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1951. MUTAFÇİEVA, V. ve diğer, İstoriya i Tsivilizatsiya za 11 Klas. Zadıljitelna Podgotovka, Sofya 2009. POPOV, N., Prevzemaneto na Odrin, Apoteoz na Bılgarskiya Geroizım, Gözden geçiren A. Tonev, Haskovo 1936. Natsionalno Predstavitelno İzsedvane: Steriotipi i Predrasıdıtsi v Uçebnitsi, Uçebni Pomagala, Obrazovatelni Programi i Planove v Podgotvitelnoto Uçilişte, Sofya 2001. NEDEV, N., Osvoboditelni Voyni 1877-1878; 1885; 1912-1913; 1915-18, Sofya 1929. NİKOLOVA, G., “Retsidivi na Mita v Modernoto İstoriçesko Poznanie”, İstoriçesko Bıdeşte, 1, 2001. NİKOV, S., Balkanskata Voyna, Priçini, Razvoy i Kray, Sofya 1913. OGNYANOVA, M., Balkanskata Voyna, Sofya 1949. ORMANCİEV, İ., Nova i Nay-nova İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1943-1945. PALEŞUTSKİ, K., “Bılgarskiyat Natsionalen Vıpros Mejdu Dvete Svetovni Voyni”, 681-1948, İz İstoriyata Na Bılgarskata Narodnost İ Dırjava, İzsledvaniya, Analizi, Preotsenki, Haz. M. Kumanov, Sofya 1993. PANAYOTOV, L., “Balkanskiyat Sıüz i Voynata ot 1912-1913 g.”, Voenno-İstoriçeski sbornik, 4, 1982. BAED 3/2, (2014), 45-75. 71 MÜMİN İSOV ________, “Natsionalniyat Problem na Balkanite i Balkanskite Voyni”, içinde Pırvi Kongres Na Bılgarskoto İstoriçesko Drujestvo, Sofya 1970. PASTUHOV, İ. ve İ. Stoyanov, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Lise 5. sınıf ve pedagoji okullarına ders kitabı, Birinci Baskı, Plovdiv 1915. PASTUHOV, İ., Oteçestvoznanie, 4. sınıfa, Beşinci gözden geçirilmiş baskı, Sofya 1925. PAŞİNOV, İ., 23 Pehoten Şipçenski Polk vıv Voynata s Turtsi i Sıyuznitsi 1912-1913, Sofya 1928. Pobediteli, Kartini ot Odrin 1913-1933, Sofya 1933. POPOV, İ., Uçebnik po Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3. sınıflara, İkinci Genişletilmiş Baskı, Plovdiv 1917. ________, Uçebnik po Bılgarska İstoriya, Ortaokul 3. sınıflara, Üçüncü Baskı, Plovdiv 1918. ________, Oteçestvoznanie, 4. sınıf ders kitabı, Üçüncü Baskı, Sofya 1940. POPOV, K., Pametna Knijka za Vseki Bılgarin, Belejki ot Voynata, Haskovo 1913. POPOV, S., “Bılgariya: Granitsi, Teritoriya, Naselenie”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929. Pouçeniya za Voynika-Grajdanin, Haz. Albay K. Solarov, (Şumen, 1928). RADEV, S., Tova, Koeto Vidyah ot Balkanskata Voyna, Konferenstiyata v Bukureşt i Bukureşkiyat Mir ot 1913 godina, Sofya 2012. RADEVA, M., Uçiliştnoto İstoriçesko Obrazovanie v Bılgariya (18781944), Metod ve Tarih Analizi, Sofya 2008. RAZSUKANOV, A., Balkanskata Voyna, Sofya 1939. RUSEV, İ., Osma Pehotna Tuncanska Diviziya vıv Voynata Sreştu Turtsiya 1912-1913, Sofya 1923. 72 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI Saga za Balkanskata Voyna, Dnevnik na Sveştenik İvan Doçev, Sofya 2012. Sbornik ot Mejdunarodna Konferentsiya 90 Godini Balkanska Voyna, Kırcaali 2002. SİLYANOV, H., Pisma i İzpovedi na Edin Çetnik. Spomeni ot Stranca. Ot Vitoşa do Gramos, Sofya 1984. SMITH, A. D., Millî Kimlik, Çeviren: B. Sina Şener, İstanbul 1999. SMİT, A., Natsionalnata İdentiçnost, Sofya 2000. SOLAROV, K., Balkanskiyat Sıüz i Osvoboditelnite Voyni prez 1912 i 1913 godina, Sofya 1926. Srednite Rodopi i Balkanskite Voyni, Plovdiv 1972. STANEV, N., Nova Bılgariya, Sofya 1943. ________, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Sofya 1917. ________, İstoriya na Bılgarskiya Narod, Ortaokul 3. sınıflara, İkinci Düzeltilmiş Baskı, Sofya 1918. ________, Kratka Bılgarska İstoriya, Pohodna Voynişka Biblioteka, Sofya 1917. ________, Nay-Nova İstoriya na Bılgariya 1878-1920, Sofya 1925. ________, Uçebnik Po Bılgarska İ Obşta İstoriya (Novi Vekove), Halk ortaokullarının 3. sınıflarına, Birinci Baskı, Sofya 1932. STANİŞEV, N., Kratka İstoriya na Bılgarite, ot Nay-stari Vemena do Dnes, Sofya 1942. STATELOVA, E. ve S. Grınçarov, İstoriya na Bılgariya v Tri Toma, İstoriya na Nova Bılgariya 1878-1944, Cilt III, Sofya 2006. BAED 3/2, (2014), 45-75. 73 MÜMİN İSOV STEFANOV, İ., “Osvobojdenieto na Kırcaali i Kırcaaliysko prez Balkanskata Voyna 1912”, İzvestiya na İnstituta po Voenna istoriya, Cilt 38, 1984. ________, “Zapiski na Artileriyskiya İnjener”, Voenno-istoriçeski Sbornik, 5, 1996. STOİLOV, A. ve diğer, İstoriya za Sedmi Klas na Obştoobrazovatelnite Uçilişta, Sofya 1957. ________, İstoriya, Uçebnik za Osmi Klas na Srednite Politihniçeski Uçilişta, Sofya 1960. STOİLOV, P., “Za Haraktera na Bılgarskata Armiya i na Vodenite ot Neya Voyni prez Perioda 1877-1918”, İzvestiya 1300 Godini Bılgarska Dırjava, Cilt 31, Sofya 1981. STOYANOV, Tsv., “Duhovnite i Materialni Postijeniya na Bılgariya sled Osvobojdenieto 1878-1928”, içinde Poluvekovna Bılgariya, İlüstrovan Übileen Album, 1878-1929, Sofya 1929. ŞAROVA, K., “Burjoaznata İstoriografiya i Uçastieto na Bılgariya vıv Voynite (1912-1918 g.)”, İstoriçeski Pregled, 2, 1950. ŞOPOV, Y., Didaktiçeski Problemi na İstoriyata, Sofya 1991. ŞOPOV, Y. ve diğer, İstoriya za 6 Klas na Edinnoto Sredno-Politehniçesko Uçilişte, Sofya 1986. TAMAŞ, G. M., “Natsionalizmıt Kato Kod i Matafora”, İztok-İztok, 2, 1991. TODOROVA, M., Balkani-Balkanizım, İkinci Genişletilmiş Baskı, Sofya 2004. ________, Bılgariya, Balkanite, Svetıt: İdei, Protsesi, Sıbitiya, Sofya 2010. TOŞEV, A., Balkanskite Voyni, Cilt I-II, Sofya 1929-1931. TRAYKOV, V., “Po Nyakoi Vıprosi na Naşata Voenna İstoriya ot 1885 do 1918 godina”, İzvestiya 1300 godini Bılgarska Dırjava, Cilt 31, Sofya 1981. 74 BAED 3/2, (2014), 45-75. BULGAR TARİH LİTERATÜRÜ VE DERS KİTAPLARINDA BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI’NIN DEĞERBİLİMSEL BOYUTLARI TSVETKOV, P., Bılgariya i Balkanite ot Drevnostta do Naşi Dni, Varna 1998. VASİLEV, V., “Uçastieto na Bılgariya v Balkanskata i Mejdusıüzniçeskata Voyna 1912-1913 g.”, içinde 681-1948. İz İstoriyata na Bılgarskata Narodnost i Dırjava, İzledvaniya, Analizi, Preotsenki, Sofya 1993. Voynata Mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 godina, Cilt I-VII, Sofya 1928-1937. YAVAŞÇEV, S., Bılgarskata Voennoteoritiçna Misıl 1878-1944, Sofya 2011. BAED 3/2, (2014), 45-75. 75 Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW Mirjona SADIKU ABSTRACT The Kanun of Lekë Dukagjini1 constitutes a centuries-old code of behavior, regulating both individual and collective conduct. Emerging as the primary source of the country's customary law, the dominant element of northern 2 subculture has emblematically influenced the entire sphere of Albanian ideas, beliefs and customs. The code represents the body of traditional law and has been orally transmitted from generation to generation, resisting in an unwritten version throughout the centuries and governing the most important aspects of the social structures among northern tribes. In the period between the collapse of Old Serbian Empire and the arrival of the Ottomans, the population of this area was free and uncontrolled and the peculiar mountainous territory was out of reach for the dominants. The code has been generally accepted for many centuries as a self-adjusting rule applied in the administration of the highland communities. Keywords: Kanun, Ottoman Empire, History, Customary Law, Blood feuds. University of Sarajevo and University of Bologna, E-mail: [email protected]. The Kanun of Lek Dukagjini developed in the geographical zone of Dukagjin, a mountainous region in Eastern part of Shkodër. It embraces nearby areas such as Lezhë, Miriditë, Shalë, Shosh, Nikaj and the western plain of current Kosovo. The codification of the tribal law is attributed to Lekë Dukagjini (1410-1481), a prince and chieftain from a noble tribe, who ruled north Albania during the fifteenth century. See Elsie Robert, Historical Dictionary of Albania, Scarecrow Press, Lanham 2010. 2 Albanians are divided in two different ethnic groups: the Ghegs and the Tosks, characterized by a distinguishable dialect and a diverse collective organization. This division is essentially related to geographical obstructions such as the Shkumbi River; the tribal and mountainous Ghegs are located in its north, while the Tosk live in the flatland areas of river’s south and supported themselves mainly through agricultural activities. See Miranda Vickers, The Albanians: A Modern History, LB.Tauris & Co Ltd, London 1999, p.5. 1 77 MİRJONA SADIKU KANUNUN KÖKENLERİ: ARNAVUT TEAMÜL HUKUKUNUN GELİŞİMİNİ KEŞFETMEK ÖZET Lek Gukagin Kanunu bireysel ve kolektif davranışları düzenleyen yüzlerce yıllık davranış biçimini oluşturmaktadır. Ülkenin teamül hukukunun temel kaynağı olarak ortaya çıkan, kuzey alt kültürünün egemen öğesi olan bu Kanun, Arnavut düşünce, inanç ve geleneklerinin tüm alanlarına nüfuz etmiştir. Kanun teamül hukukunun belkemiğini temsil etmekte ve yüzyıllar boyu nesilden nesile sözlü olarak aktarılmaktadır. Böylelikle kuzeyli kabileler arasında sosyal yapıların en önemli yönünü belirlemiştir. Eski Sırp İmparatorluğu’nun çöküşü ve Osmanlıların bölgeye gelmesi arasındaki dönemde, coğrafyanın dağlık yapısı nedeniyle bölge halkı özgür ve egemen güçlerin kontrolü dışında yaşamıştır. Bölgenin yüksek kesimlerinde yaşayan toplulukların kendilerini yönetmeleri adına bu Kanun’un yüzyıllar boyunca uygulandığı genel kabul görmektedir. Anahtar Kelimeler: Kanun, Osmanlı İmparatorluğu, Tarih, Teamül Hukuku, Kan Davaları. Introduction Deeply interwoven in the events of Albanian history,3 Kanun’s provisions have forged the existential principles among northern Albanians,4 determining all the dispositions and the essential values in the organization of tribal life.5 The influxes of the Kanun found their breeding ground in the north; however due to the limited extension of Albanian territory, the south of the country was not spare from its influence where the Kanuni i 3 The survival of Kanun during Ottoman occupation expresses the perseverance of the selfrule among northern clans, free from the control of invaders and from the externally imposed restraints on their social organization. 4 Northern Albania is a highly mountainous region, bordering on the Adriatic only for a restricted seaside area and characterized by plentiful abysses. The tribal life of the population was based on three fundamental components: the family, brotherhood and the clan or the fis. This kind of organizational structure persisted in the region, until it was dismantled by the communist regime. See: Kazuhiko Yamamoto, The Ethical Structure of the Kanun and its Cultural Implications, printed in the United States of America, 2005, p.16. 5 Villari defines the highland tribes as a small aristocratic republic. It is ruled by the chief or voivoda and the bajraktar with the support of the elderly council. See Salvatore Villari, Le consuetudini giuridiche dell’Albania nel Kanun di Lek Dukagjin, Società editrice del libro italiano, Roma 1940, p.18. 78 BAED 3/2, (2014), 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW Skenderbeut (The Kanun of Skenderbeu), another variation of the code, was observed. Two expressions refer to the highland customary law: ‘Kanuni i Lekës’, and ‘Kanuni i Lekë Dukagjinit’ and both of them allude to the highlander prince. In this direction, it’s significant to notice the indication from a Venetian journeyer in the 16th century Albania. In his travel notes, he defined the mountainous area over the Mat River as Dukagjin, while the other side as ‘the area between the river Drin and Mat’. From his statement, it can be deduced that the Dukagjin included all the northern mountainous areas, inhabited by catholic Albanians who were free to maintain their customs and religion.6 In present day Albania, despite the legal penal code, the highland population has remained aware of many Kanun’s provisions and respects certain prescripts attributable to it. As Father Gjergj Fishta noticed in the introduction to the Kanun, it is hard to define exactly the area in which the Kanun was observed.7 Generally speaking the code had a legal value among the “Lekë”, so among the highlanders near the city of Shkodër and in the Dukagjin region that included the areas of Shala, Shosh, Pukë, Iballë, Mirditë, Malësia and Lezhë. The specific characteristics of the mountainous area encouraged the implementation of the code. The preservation of independence and traditional customs was therefore related to the impenetrability of the region, as Durham pointed out, “the mountain tribesman has never been more than nominally conquered, empires pass over him and run off like water from a duck's back.”8 Although the Ottomans dominated the country for almost five centuries9, in the northern area their control was limited only to the main villages. Margaret Hasluck observed that in cases of reprisal offensives, the territories were hard to control as a result of the retreat of the population in insidious internal shelters up to the withdrawal of invaders.10 Moreover, as a consequence of their limited fortune, all the goods were easily transportable with them. In case of administrators sent by the Turkish central government, 6 Tonin Çobani, Princi i përfolur Lekë Dukagjini [The argued prince Lekë Dukagjini], Lisitan, Tiranë 2003, p. 21. 7 Gjergj Fishta, “Introduction” in Kanuni i Lekë Dukagjinit, by Shtjefën Gjeçovi, Kuvendi, Tiranë 2001, XXVI. 8 Mary Edith Durham, High Albania, Edward Arnold, London 1909. 9 From 1430 till 28th November 1912, when Albania declared its independence. 10 Margaret Haluck, author of The Unwritten Law of Albania, was a nineteenth century writer who lived and traveled in Albania for more than thirteen years between the 1920s and 30s. The long sojourn in the northern part of the country provided her a deep knowledge of Albanian culture and folklore. BAED 3/2, (2014), 77-95. 79 MİRJONA SADIKU the tribes defended themselves by using fire. Hence the Ottomans had no other choice but to leave the Ghegs uncontrolled and free to self-rule.11 In addition to that, there wasn’t any connecting infrastructure within the highland area. The northern mountaineers managed to remain autonomous from central government thanks to the impervious soil and to their fighting and combative attitude towards invaders. The highland tribes succeeded in avoiding external interference thanks to “the mountains in which they live prove to be a true refuge, difficult of access, conservative in every sense”.12 1. The Kanun Throughout The History Throughout Albanian history in fact highland tribes had little contact with the rest of the country. They established their own culture and developed their distinctive way of doing things, rejecting foreign dominion. Among northern Albanian tribes, Kanun’s prescripts replaced state enforcement creating a specific system of values, institutions, patterns of interactions and customs. In other words, the highland tribal society was not a lawless community; contrarily they were regulated by Kanun’s provisions, which governed everything in people’s lives from the cradle to the grave. Kadare observes the ascendancy and the imposition of the Kanun: “The Kanun was stronger than it seemed. Its power reached everywhere, covering lands, the boundaries of fields; it made its way into the foundations of houses, into tombs, to churches, to roads, to markets, to weddings”.13 During the Turkish occupation although the highland area was selfgoverned according to customary law, it coexisted with the bodies of the Ottoman rule. In the areas dominated by Turkish administrators, like in Dukagjin, an agreement took place between the local population and Ottoman invaders.14 The Turkish government recognized the local customary also because it covered some areas of the legislative field which were not subject to the Islamic law. In the city of Shkodër, a special office named Gibal15 was involved in the resolutions of conflicts taking place in 11 Margaret Hasluck, The Unwritten Law of Albania, Cambridge University Press, Cambridge 1954, p. 9. 12 Carleton Coon, The Mountains of Giants: A Racial and Cultural Study of the North Albanian Mountain Ghegs, Peabody Museum, Cambridge 1950, p.9. 13 Ismail Kadare, Broken April, Vintage Classics, London 2003, p. 27. 14 Martin Camaj, “Foreword” in Gjeçov Shtjefën, The Code of Lekë Dukagjini, trans. by Leonard Fox, Gjonlekaj Publishing Company, New York 1989, XIII. 15 “Gibal” (dağ) in Turkish language indicates the mountain. 80 BAED 3/2, (2014), 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW the mountains. Instituted between 1856 and 1858 by Mustafa Pasha, the special court represented a judicial commission which functioned according to the prescripts of Albanian customary law and its establishment implied the Turkish recognition of Kanun as a source of law. Each Gibal had a representative, called “bölükbaşı”, appointed by the Turkish government.16 However the commission did not alter the relationship between the highlanders and the central government; which did not increase its interference in the mountainous region. The highland area remained selfadministered without any external Turkish intervention, while the big cities and the villages (non-mountainous areas) were governed by the Ottoman Sharia.17 Oral tradition ascribed the paternity of the Kanun to Lekë Dukagjini, even though there are no evidences to prove his authorship. The determination of the period to which the Kanun belongs is a key element for an accurate understanding of the code. In the first part of the 15th century, Albania was fighting both Ottomans and the Venetians and in that stage the highland tribes played a fundamental role in the relations with European states. Villari attributes the authorship of the Kanun to Lekë Dukagjini, he advances the hypothesis that, as a consequence of the wartime moment, the prince Lekë Dukagjini considered necessary to assemble a code of conduct for his tribes.18 According to Hasluck, Dukagjini “framed the laws by which the mountaineers still live. More probably, like Solon of Athens, he revised and codified existing laws, though apparently without setting them down on paper. Numerous items in his code resemble those known among the Romans and other ancient peoples, and in the versions we have there are many signs of evolution from earlier forms”.19 Did Lekë Dukagjini elaborated the laws or his contribution is limited only to its collection and diffusion? The discussion in this direction is still open since the absence of written evidences makes difficult the attribution of Kanun's origin. However, the code has been stored in the memory of the people, who transmitted its values from generation to generation and behaved ‘as Leka said’. Different scholars have collocated the origin of tribal law in various historical periods. For some authors (Camaj, Fox), the code can be dated back to Illyrian times; while according to others, (Valentini) it is characterized by Indo-European prehistoric factors. Durham has attributed 16 Durham, op.cit., p. 24. Villari, op.cit., p. 50. 18 Ibidem, p.14. 19 Hasluck, op.cit., p. 13. 17 BAED 3/2, (2014), 77-95. 81 MİRJONA SADIKU its origin to the Bronze Age. Undoubtedly Dukagjini contributed with the arrangement of the orally transmitted prescripts; however, as Vickers explains, the norms date from very long before and are connected with ancient Illyrians, ancestors of modern Albanians.20 The association to Illyrian elements appears to be convincingly, since the precursors of Albanians were free to apply their customary norms if they did not contrast with Roman laws. Moreover the code presents some affinities with the traditional norms of Homeric Greece, which collocates its origins before the migrations of Indo-Europeans.21 In addition to this, similarities between the Kanun and other codes spread in the Balkan Peninsula have been pointed out. The Albanian historian Hoti notes that the Slavic literature describes the Kanun as adopted from the Zakonik of Stefan Dushani; however the professor sustains that the code was formulated by Illyrians and partially influenced by some preroman institutions. Therefore the code resisted throughout the Roman, Byzantine, Bulgarian and Serbian domination.22 Moreover, there are analogies between the prescripts of the Kanun and the customs described in the Manava Dharma Satra or Laws of Manu23 that make think about their same derivation. The Kanun shares also some common elements such as the hospitality principle and the blood feuds with the Caucasian code. From an etymological point of view, the word Kanun derives from Greek “κανών” indicating any straight rod, bar, rule, or standard of excellence. In ancient Greek, the ‘mastar’ suggested the straight edge useful for drawing orderly lines. The terms indicate the rule and the law, which represent the fundamental components for a good administration. The association to the straight rod denotes the integrity and moral rectitude of Kanun and its intention of maintaining order in the uncontrolled Albanian mountainous region. In Arabic it has been associated with the set of laws and codes. In the Ottoman Empire the word indicated the regulations of 20 Vickers, op.cit, p. 5. Fatos Tarifa, “Of Time, Honor and Memory: Oral Law in Albania”, Oral Tradition, Vol. 23, No.1, 2008, available at http://journal.oraltradition.org/issues/23i/tarifa, (Last accessed 31 October 2014). 22 Buran Hoti, “Albanian opposition against the medieval kingdom of Serbia and the laws in Zakonik of Stefan Dushani” in Kanun and the Law, Center for Justice and Peace, Shkodër 1999, p. 113. 23 The volumes of the Hindu law, divided in twelve books and dealing with the organization of social life. See Leonard Fox, “Introduction” in Gjeçov Shtjefën, The Code of Lekë Dukagjini, trans. by Leonard Fox, Gjonlekaj Publishing Company, New York 1989, XVI. 21 82 BAED 3/2, (2014), 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW provincial governments in the financial, administrative and penal field. The term has been transmitted to Albanian language subsequently to the Ottoman occupation. Originally, the Albanian word used to connote the customary law was doke, from the verb dukem (to appear). Therefore, the term indicated the set of norms that pointed out how to behave.24 As Hasluck reported through the words of Professor H.A.R. Gibb, “the Greek word was very early incorporated into Arabic as qanun, pl. qawanin. The Islamic jurists adopted it to designate an administrative regulation, as distinct from the revealed law (Sharì’a) and many centuries later the Ottoman Sultans adopted it as the designation of their legislative prescripts”.25 The Kanun of Lekë Dukagjini is not the only Albanian code of customary code. There are other similar versions of the traditional law and almost every region had its own collection of laws, such as Kanuni i vjetër (The old Kanun) the most ancient which functioned in Illyrian times, Kanuni i Çermenikës (The Kanun of Çermenikë), Kanuni i Papa Zhulit, (the Kanun of Papa Zhuli), Kanuni i Labërisë (The Kanun of Labëria)26 practiced in the southern region and in the city of Vlorë and Kanuni i Skenderbeut (Kanun of Skanderbeg), in use in the princedom of Skenderbeu, known also as Kanuni i Arbërisë (Kanun of Arbëria).27 Although the Kanun of Lekë Dukagjini is not the only variant of customary law that circulates in Albania, the analysis focuses only on this version, which represents the most accurate and complete codification. Moreover, this version of the code is the most well-known and practiced in the northern area. 2. The Oral Codification of Lekë Dukagjini Lekë Dukagjini (1410-1481) was an enigmatic prince living in the 15th century and contemporary of the Albanian national hero Gjergj Kastrioti 24 Ibidem, p. XV. Hasluck, op.cit., p.14. 26 The oral tradition has connected the Kanun of Laberia with Papa Zhuli, the founder of Zhulat village (the today city of Gjirokastër). Between 1840 and 1850 in Zhulat was held the assembly of Laberia and some modifications were introduced to the Kanun of Papa Zhuli. 27 This canon, an alternative to the Kanun of the mountains, circulated in the area under the influence of Skenderebeu's princedom; such as : Diber, Mat, Kruje, Kurbin, Bende, Tomadhe and Martanesh. The verbally transmitted culture attributes the code to the figure of Skanderbeu, who implemented some changes in the old customary right, taking into consideration the economic conditions and the social demands in the wartime against the Ottoman invaders. See Albanian Accademy of Sciences, Fjalor Enciklopedik Shqiptar [The Albanian Encyclopedic Dictionary], Tiranë: Kristalina-KH, 2008. 25 BAED 3/2, (2014), 77-95. 83 MİRJONA SADIKU Skenderbeu (1405-1468). His impressive contribution consisted in collecting the orally transmitted norms and in accomplishing them in the regions controlled by himself. Shtjefën Gjecovi in the written codification of the Kanun presents some accounts about Dukagjini’s life, however until the present day there are no distinct biographic volumes about northern prince’s life. For this reason, historians and scholars interested in this mysterious figure, rely mainly on the sources dealing with Skenderbeg. Therefore, all those who have written about the Albanian national hero, gave also important contributions about Dukagjini’s role. Marin Barleti (1450-1512), one of the most important Albanian writers and biographer of Skenderbeu, described the relations between the two as conflicting because of the hostility among Skenderbeu and Venetians. Çobani defines Lekë Dukagjini as one of the allies of Skanderbeg and as an independent and authoritarian prince. He played an active role in many situations such as in Lezha’s covenant of 1444, in the resistance against Ottomans alongside Skenderbeu and in substituting him after his death as commander of Albanian army.28 There are different hypothesis about the predecessors of prince Lekë and his family. The Dukagjin family has ancient origins and its derivation has even been related to the city of Troy.29 According to Villari, the ancestor of the Dukagjin’s established himself in the Zadrima plain and their successors exercised the power in the northern-eastern part of Shkodër and Lezhë.30 As Fox reports in the introduction to the Kanun, some scholars have presumed a Western European31 origin, while according to other studies the family was autochthon of Albania.32 However, Lekë is presented as the last hereditary prince of the rich Dukagjini family; after the Ottoman conquest of Albania, the aristocratic structure disappeared and was substituted by the clan structure. The history of the Dukagjin region is related to the province of Pul, mentioned for the first time in Byzantine sources in 877. The territory was called Pult and it extended in the areas of Shkodër, Pukë and Prizren. Pult, described as a village with 727 houses, was included in the lists of provinces not subject to Turkish rule till 1630. After the Turkish occupation, Pulti-denomination disappeared and turned into 28 Çobani, op.cit., p. 13. Villari, op.cit., p.13. 30 Ibidem. 31 The “duc” suffix of Dukagjin is a Western suffix that could indicate a foreign origin of the family. 32 Fox, op.cit. 29 84 BAED 3/2, (2014), 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW Dukagjin.33 After Dukagjini’s codification, the Kanun was commonly followed and accepted in the whole northern region. As Hasluck observed, “Lekë Dukagjini framed the laws by which the mountaineers still live, revisiting and codifying the existing laws, although in an unwritten version”.34 Thanks to his contribution, the northern tribes didn’t allow any external influence to affect their beliefs and managed to preserve their own social structures and cultural values from Ottomans. As a result of the freedom permitted by Turkish occupiers, the northern tribes were autonomous and free to organize their social life according to their customary law. The invaders didn’t proceed in the impervious mountainous area. The tribes were equipped with weapons and the power of chieftains was extremely high among the population. Northern tribes firmly observed the normative prescripts contained in the Kanun and every action was conducted to Lekë Dukagjini and to his words. The Kanun had a primary importance in daily practices, to such a degree that it was more relevant than the provisions of the Church and the Islamic precepts: “The teachings of Islam and of Christianity, the Sharia and Church law, all have to yield to the Canon of Lek[…] For all their habits, laws, and customs, the people, as a rule, have but one explanation: it is in the Canon of Lek”.35 There are few historical information about his relationship with Gjergj Kastriot Skanderbeu. At that time, before the Ottoman occupation, Albania was constituted by many principalities. In order to face the Turkish enemy, Skenderbeu managed to unify all the principalities into a single center. The prince Lekë is mentioned in Skenderbeu’s biography and described as a courageous prince of medieval time. Sometimes they are described as friends and allies fighting side by side against Ottomans, while others like rivals and opponents. Both of them were controlling different areas of the country. Lekë was ruling the area of Dukagjini, with the city of Lezhë as the main center, imposing his rule in the region of Zadrima, in other areas near Shkodër and Prizren. Skenderbeu was ruling the princedom of Kastrioti, constituted by the region of Mat and Dibra, with Kruja as its center. 33 Voc Deda, Thesare Dukagjinase, Camaj-Pipa, Shkodër 2004, p. 30. Hasluck, op.cit., p.13. 35 Durham, op.cit., p. 25. 34 BAED 3/2, (2014), 77-95. 85 MİRJONA SADIKU After the Ottoman invasion of Albania in 1430, Lekë Dukagjini lost the control of many areas and even his own residence; for this reason he was forced to seek refuge in the highland region. He assured to the northern tribes a high level of autonomy and independence on their social structures and organization by officially recognizing the several Councils of Elders in the region. It was approximately in this period that the Kanun was formulated, when Lekë Dukagjini was directing the local assemblies and the committees of Elders. It was precisely in that context, that Lekë’s opinions and considerations, which later constituted the body of Kanun, were acquired and stared to be practiced through generations. There is little more historical information about Lekë Dukagjini; Hasluck describes him as an acute and temperamental figure, able to implement the unwritten law through his discipline and character. Until his death in 1481, Lekë Dukagjini led northern Albanians in their anti-Ottoman resistance for at least 12 years after Skenderbeu’s death and gave up only after the invaders consented on recognizing the local customary law; after that he escaped to Hungary.36 Controversies arouse about his burial place; according to Resta,37 Dukagjini died in Ragusa in 1479 after the Ottoman invasion of the northern region, while Albanian historical sources don’t report any evidences about the dynamics concerning his death. 3. The Contribution of Shjefën Gjeçovi Albanians referred to an unwritten version of the Kanun till 1933, when the code was codified and published by Shtjefën Konstantin Gjeçovi (1874-1929), one of the most well-known personalities of Albanian literature. Gjergj Fishta collaborated with Gjeçovi while he was assembling the customary law. Considering the relevance of Gjecovi’s written codification, in the introduction to the Kanun, Fishta observed that he “provided his nation with a desirable service”38 that would contribute to the conservation of Albanian spirit and character. The author was a Franciscan priest and in his activities as a researcher, he collected parts of Albanian folklore, wrote poetry, prose and drama, and made many important studies on ethno-Albanian culture. Gjeçovi worked for more than 30 years for the written version of the Kanun of Lekë Dukagjin, his most relavant work. Form 1898 till his death in 1929 he published several sections of the 36 Hasluck, op.cit., p. 14. Patizia Resta, Il Kanun di Lek Dukagjini: Le basi morali e giuridiche della società Albanese, Besa editrice, Lecce 2000, p. 153. 38 Fishta, op.cit. 37 86 BAED 3/2, (2014), 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW customary law, but the final work was published only posthumously. Father Gjeçovi collected the available information concerning the unwritten law and already in 1898 and 1899 published some parts of it in on the periodical Albania, directed by Faik bey Konitza. Other segments of the content of Kanun were published in the periodical created by Franciscan priests of the city of Shkodra, Hylli i Dritës, from 1913 to 1924. Since he was a child, Gjeçovi initiated a theological education, firstly attending the religious college in Lezhë and then continuing his education in Albania (Shkodër) and in Bosnia Herzegovina, and then he joined the Franciscan order in 1888. Gjevoçi was a great explorer of Albanian ethnology. The compiler of the written version of the Kanun, demonstrated a great nationalist zeal by teaching Albanian language and culture. As a priest, he came back to live in northern Albania where he worked as a teacher and collected folk material about the mountainous tribes, such as traditional songs and dances, fairy tales, myths and legends. Gjecovi took an active role in the uprisings of Kurbin in 1906 and his nationalistic activities placed him in dangerous position with Serbs, who considered him as an enemy. Gjecovi’s political activities were in the defense of Albanian people and the priest fought Serb nationalistic policies addressed against Albanian population. As Dodaj noted, his commitment on the behalf of Albanian culture can be noticed from his endorsement of Kurbini’s local laws.39 After the end of the Balkan Wars in 1912-1913 when Kosovo Vilayet was separated from Albania and given to Serbia, Gjecovi was a priest in Zym, near Prizren. In 1929, after being threatened several times by the Serbian police, Gjecovi was killed on his way back from Prizren to Zym. Subsequently to his death, the Franciscan priests assembled the remaining materials and published the code under his name in 1933. Venerated as a martyr among his compatriots, Gjeçovi’s enormous contribution in the transmission of the code and in the preservation of its original content is considered as inestimable. 4. The Kanun During the Reign of King Zog The Kanun didn’t restrict its relevance only to Ottoman times; the influence of the ancient system of customary law was outstanding also during King Zog’s rule and throughout the forty years of communist regime. 39 Paolo Dodaj, Codice di Lek Dukagjini ossia diritto consuetudinario delle montagne d’Albania, Roma Reale Accademia d'Italia, Roma 1941, p. 7. BAED 3/2, (2014), 77-95. 87 MİRJONA SADIKU After the 1914–18 war, Albania was badly administrated, the connections were inadequate and without a strong central state, the highland communities persisted the self-ruling strategy. Hasluck explains that immediately after the war, the communities were characterized by two main components: the family and the tribe. Within this framework, the member of the families were in close contact with each other; if an offense was made to one of the components, then all the members considered themselves as injured. As a consequence, the whole community might respond to the offender. In case of murder, “eye for eye” logic took place; even though sometimes happened that the conflict was solved by the payment of a certain amount of money or by the exclusion of the guilty from the community.40 The monarchy was proclaimed on November 1928 with Ahmet Zogu as king. The state establishment was funded on the statue of December 1928 and other complementary laws. A civil and criminal code, similar to the western versions, was approved as well. The criminal code prohibited blood feud and revenge killings. During the monarchic years, rule and order progressed considerably and remarkable efforts were made to eradicate the phenomenon of revenge killings. In the northern area, the clergy and priest played a significant role in the reduction of the phenomenon by the reconciliation of families involved in blood feuds. In addition to this, the kingdom legislation considerably improved the safety of the citizens' life. The implementation of the campaign against the weapons considerably decreased of murders. Several policies were implemented in order to enforce legal order and these efforts resulted also in a significant de-escalation of revenge killings. King Zog managed to enlarge his control in remote areas of Albania thanks to investments in infrastructure. New roads were built during his rule; the infrastructural development helped not only to improve communication but also to increment the abolition of banditry and blood feuds. Intentioned on modernizing Albania, the King thought that the law execution was a necessary condition to achieve development. Thus, he managed to control revenge killings and outlawed the holding of weapons to civilians. Only his Mati tribe41 and the inhabitants of Mirditë were allowed keep arms. As Vickers noted, “by 1936 the prefect of the Mati valley told one traveler that whereas he used to have at least one vendetta murder a week in his valley, now the average was only one in six weeks”.42 According 40 Hasluck, op.cit., p. 381. Mat is an area in the northern-central region of Albania. 42 Vickers, op.cit., p. 135. 41 88 BAED 3/2, (2014), 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW to the research of Shala,43 throughout the five years of fascist occupation, 33% of 872 murders have been attributed to blood feud motivation. However, the analysis shows a reduction of blood feud killings if compared to the total number of general murders. The decrease is explained on the basis of two historical explanations: first of all it should be considered the harshness of the fascist legislation that didn't leave any space for self-justice. Moreover, the efforts made by Albanians in remaining united against the Fascist enemy and in refraining from killing each other, produced concrete results. In order to avoid the loss of other compatriots, Albanians rejected blood feuds and resorted to reconciliation processes. As a consequence, the freed areas were characterized by a limited number of murders while in the territories occupied by the enemy revenge killings remained widespread and they were frequently incited by the invaders. Elezi observes the inclination of the national liberation councils towards blood reconciliation, “in the resolution of Peze’s Conference, 16 September 1942, the national councils were required to fight the crimes and to mediate blood feuds, especially as long as the occupier is in our country”, while the councils’ statute of 1943 reports that “the national liberation councils are entitled to fight against revenge killings”.44 The author concludes that the anti-blood feud strategy throughout fascist occupation significantly reduced revenge killings; in 1944 there were only 745 murders for revenge across Albania.46 5. The Kanun Under the Communist Rule With the communist seizure of power various changes were implemented in the legislative field. The party of Enver Hoxha prohibited the practice of the Kanun. During the communist period (1944–1991) the number of killings for revenge was reduced evidently, thanks to the implementation of policies and the impact of laws against revenge killings and general murders. The adoption of a new constitution, the establishment 43 Xhavit Shala, Blood Feuds and National Security, Albanian Center for National Security Studies, 11 February 2003, available at http://www.acnss.com/ ang/st /pdf/2/ blood%20feud%20and%20national%20security.pdf, (Last accessed 31 October 2014). 44 Ismet Elezi, Vrasjet për hakmarrje e për gjakmarrje në Shqipëri, (Tiranë Qendra Shqiptare për të Drejtat e Njeriut 2000), p. 53. 45 The data refer only to the murders senteced by the courts; while the number of undetected killings remains unknown. 46 Ibidem, p. 54. BAED 3/2, (2014), 77-95. 89 MİRJONA SADIKU of public order throughout the whole territory, the economic development, the higher levels of education and the application of death penalty to the perpetrators of the murders, rapidly decreased the sphere of Kanun’s influence. Enver Hoxha defined blood feud as a legacy of feudalism and officially outlawed the use of the Kanun. Tribal law was considered by the regime as a huge obstacle to the creation of a real communist state. To fight the backward customs, new schools were built in rural areas, energy was provided to the population and order was established through strict governmental policies. The communist party implemented a strong propaganda aimed at eliminating the habits related to the customary law and who referred to the Kanun as a code for the resolution of conflict, was severely condemned. The communist leader considered the Kanun as “the black spider of backwardness”47 and every action connected with it became condemnable. In order to remove the social backwardness, the regime improved the educational system in undeveloped areas and interned people who followed Kanun’s norms, considering them as betrayers of the nation. The communist regime tried also to reform marriage, a central topic in the Kanun. Enver Hoxha transformed the rules related to the choice of the partner. As a first step, he decreased the marriage ban among blood related couples from seven generations to three. Moreover, he encouraged love matches, by supporting young people in showing their emotions without reserve. As De Waal wrote, “On the very rare occasion when a couple married for love, or married in spite of fictive kinship ties, Enver Hoxha would personally write them a letter of congratulations, praising those involved for braking out of the bonds of backwardness.”48 A strong propaganda against the Kanun related values was implemented during communist time which harshly punished the Kanun’s practices. Hoxha considered the code as a primitive set of laws and prohibited its use; therefore the murders in the name of Kanun and in the preservation of the honor were severely punished. If somebody committed a murder and explained it on Kanun basis, he would have been sentenced to death and his family persecuted. 47 See Clarissa De Waal, Albania Today: A Portrait of Post-Communist Turbulence, I.B.Tauris & Co Ltd., London 2005, p.73. 48 Ibidem, p. 81. 90 BAED 3/2, (2014), 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW In 1967 Albania was proclaimed the first atheist nation of the world and all faiths and traditions were outlawed. The same happened to the customary law, which was banned and northern tribes eliminated.49 The regime’s opposition towards blood feuds was reflected in the judicial practices. Elezi reports about a Supreme Court decision of 20 May 1946 according to which “revenge, this antiquated custom damages our civilized society (...) Individual are private justice are not allowed; only the state exercises justice through its impartial courts”. According to another decision of the court, “the anti-social habits such as revenge will be punished without mercy.”50 The criminal codes of 1952 and 1977 envisaged death penalty for the convicted and the deportation of families for the individuals involved in blood feuds. The communist fight against Kanun led to a significant decrease of revenge killings. 872 general murders were accomplished in the period 1946-50; 17% of them (153 out of 872) have been classified as revenge killings. As it can be noticed from table 1, 48% of the murders in the considered years were concentrated in the city of Shkodër. City Revenge and blood feud killings Tiranë 32 Vlorë 1 Shkodër 67 Korçë 13 Elbasan 19 Gjirokastër 3 Durrës 15 Berat 0 Total 153 Table 1: Geographical distribution of revenge and blood feud 49 Jana Arsovska, Social Confusion on the Road to Modernity: The Meaning of Violence and Crime in Ethnic Albanian Context, (CERGE-EI GDN Project, June 2007), 235, available at https://iweb.cergeei.cz/pdf/gdn/RRCVI_54_pap er_01.pdf, (Last accessed 31 October 2014). 50 Elezi, op.cit., p. 56. BAED 3/2, (2014), 77-95. 91 MİRJONA SADIKU killings51 Due to the communist state law enforcement, the number of revenge murders significantly decreased throughout the regime years. Shala reports some data concerning the period.52 From 1951 to 1955, 13.5 % (37 out of 274 general murders) resulted as blood feud killings, 0.01% in the period 1956-60 (2 cases out of 180) and 0.018% refers to 1961-65 (3 murders out of 161). From 1966 to 1982 blood feuds disappeared as phenomenon, while few cases emerged again from 1983 as a consequence of the subsequent economic decline. Interval of Years % of blood feuds compared to total murders 1946-1950 17.5% 1951-1955 13.5% 1955-1960 1.1% 1961-1965 1.8% Year 1983 5% 1984 0% 1985 0% 1986 0% 1987 8% 1988 0% 1989 8% 1990 10% 1991 18% Table 2: Blood feud killings compared to general murders53 51 Ismet Elezi, Murders for blood feuds and revenge in Albania, Albanian Center of Human Rights, Tiranë 2000, p. 55. 52 Shala, op.cit., p. 7. 53 Ibidem. 92 BAED 3/2, (2014), 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW Conclusion The purpose of the current analysis has been to explore the origin of the Kanun, the Albanian code of customary law, and to analysis its impact throughout different historical moments. Firstly the etymology and the geographical collocation of the code in the northern area have been explained, and then a review of its status during the Ottoman Empire followed. Specific attention is paid to the application of the code in the northern and mountainous areas, free from the Turkish intervention. The contributions of the Albanian prince Lekë Dukagjini (1410-1481) in collecting the oral circulation of the code, and of its first author, Shtjefën Gjecovi in assembling the written codification of the Kanun norms have also been included. Afterwards, the approach applied during the monarchic years was explored. In an effort to modernize Albania, King Zogu implemented several policies, aimed also at reducing blood feuds. The complete ban on Kanun’s usage was established in communist times leading to a significant decrease of revenge killings. Enver Hoxha highly condemned the customary law, considering its application as an expression of backwardness. In conclusion, the analysis shows the relevant influence of the code in the construction of Albanian identity, considering its persistence throughout centuries stemming from its role in the organization of tribal life. BIBLIOGRAPHY ARSOVSKA, Jana, Social Confusion on the Road to Modernity: The Meaning of Violence and Crime in Ethnic Albanian Context, CERGE-EI GDN Project, Prague 2007. ÇAMAJ, Martin, “Foreward” in Shtjefën Gjeçov, The Code of Lekë Dukagjini, Trans. by Leonard Fox, Gjonlekaj Publishing Company, New York 1989. ÇOBANI, Tonin, Princi i përfolur Lekë Dukagjini, Lisitan, Tiranë 2003. COON, Stevens Carleton, The Mountains of Giants: A Racial and Cultural Study of the North Albanian Mountain Ghegs. Papers of the Peabody Museum of America Archeology and Ethnology, Harvard University, XXIII, No.3, MA: Peabody Museum, Cambridge 1950. BAED 3/2, (2014), 77-95. 93 MİRJONA SADIKU DE WAAL, Clarissa, Albania Today: A Portrait of Post-Communist Turbulence, I.B.Tauris & Co Ltd., London 2005. DEDA, Voc, Thesare Dukagjinase, Camaj-Pipa, Shkodër 2004 . DODAJ, Paolo, Codice di Lek Dukagjini ossia diritto consuetudinario delle montagne d’Albania, Reale Accademia d'Italia, Roma 1941. DURHAM, Mary Edith, High Albania, Edward Arnold, London 1909. ELEZI, Ismet, Vrasjet për hakmarrje e për gjakmarrje në Shqipëri, Qendra Shqiptare për të Drejtat e Njeriut, Tiranë 2000. ________, Murders for blood feuds and revenge in Albania, Albanian Center of Human Rights, Tiranë 2000. FISHTA, Gjergj, “Introduction” in Kanuni i Lekë Dukagjinit by Shtjefën Gjeçovi, Kuvendi, Tiranë 2001. Fjalor Enciklopedik Shqiptar Kristalina-KH, Albanian Academy of Sciences, Tiranë 2008. FOX, Leonard, The Code of Lekë Dukagjini, Gjonlekaj, Publishing Company, New York 1989. HASLUCK, Margaret, The Unwritten Law of Albania, Cambridge University Press, Cambridge 1954. HOTI, Buran, “Albanian opposition against the medieval kingdom of Serbia and the laws in Zakonik of Stefan Dushani” in Kanun and the Law, Center for Justice and Peace, Shkodër 1999. KADARE, Ismail, Broken April, Vintage Classics, London 2003. RESTA, Patrizia, Il Kanun di Lek Dukagjini: Le basi morali e giuridiche della società Albanese, Besa editrice, Lecce 2000. TARIFA, Fatos, “Of Time, Honor and Memory: Oral Law in Albania”, Oral Tradition, Vol.23, No. 1, 2008, pp. 3-14. 94 BAED 3/2, (2014), 77-95. THE ORIGINS OF THE KANUN: EXPLORING THE DEVELOPMENT OF THE ALBANIAN CUSTOMARY LAW VICKERS, Miranda, The Albanians: A Modern History, LB.Tauris & Co Ltd., London 1999. VILLARI, Salvatore, Le consuetudini giuridiche dell’Albania nel Kanun di Lek Dukagjin, Società editrice del libro italiano, Roma 1941. YAMAMOTO, Kazuhiko, The Ethical Structure of the Kanun and its Cultural Implications, printed in the United States of America, 2005. BAED 3/2, (2014), 77-95. 95 Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ Ahmet SERDAR ÖZET Batı Trakya Türk Azınlığının tüm hakları uluslararası antlaşmalarla garanti altına alınmış olmasına rağmen uygulamada azınlık aleyhine çeşitli politikalar yürütülmektedir. Bu çalışmada tarihsel süreç içerisinde azınlık aleyhine uygulanan iskân ve mülkiyet politikaları neticesinde bölgedeki Türk varlığının toplam nüfus içindeki payının %67’den %33’e, işlenebilir arazide Türk Azınlığı payının %84’ten %18’e (yaklaşık olarak) gerilemesine değinilmektedir. Nüfusun yaklaşık %80’inin tek geçim kaynağının toprak olduğu dikkate alındığında mülkiyet değişiminin çok ciddi ekonomik sonuçları olduğu açıktır. Bölge insanı uzun yıllar boyunca çeşitli uygulamalarla topraksızlaştırılmıştır. Bu durum aynı coğrafyada yaşayan, aynı ülke vatandaşı iki farkı toplumun çok farklı refah seviyelerinde olma sonucunu doğurmuştur. Bununla birlikte bölgenin gelişmesine önemli katkılar sağlayan AB bölgesel fon uygulamalarından azınlığın yeterince faydalanmadığı ortaya çıkmaktadır. Siyasi sorunların devam etmesine karşın iktisadi sorunların bugün itibariyle mikro bazda büyük ölçüde azınlığa özgü olmaktan çıktığı söylenebilir. Ancak yüzyılda yaratılan, Yunanlılara göre daha geride bırakılmış olmanın, on yılda silinemeyeceğini bölgedeki Türk köylerine ve Türk mahallelerine bakarak görmek mümkündür. Anahtar Kelimeler: Yunanistan, Batı Trakya Türk Azınlığı, Ekonomi, Demografi. ECONOMIC AND DEMOGRAPHIC DEVELOPMENT OF THE WESTERN THRACE TURKS IN HISTORICAL PROCESS ABSTRACT All rights of the Western Thrace Turkish Minority are guaranteed by international treaties. However, in practice several discriminative policies were Yrd. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, İpsala Meslek Yüksek Okulu, E-mektup: [email protected]. 97 AHMET SERDAR applied against the minority. In this study, economic discrimination policies will be examined. As a result of housing and property policies Turkish population has decreased from 67% to 33% within the region. Land ownership decreased from 84% to 18 % (approximately). The only source of livelihood for 80% of the Turkish Population is agriculture. This land manipulation has serious results. People in the region were subjected to negative discrimination and lost their lands due to several reasons. This situation created different welfare standards among same citizens in the region who are members of different communities. Additionally, Minority didn’t sufficiently benefit from EU regional funding applications, which provides important contributions to the development of the region. Despite the continuation of political problems, today we can say that economic problems of the Minority, in micro base, are common with the majority Greeks. They are not peculiar to Turkish Minority. But if we look at the Turkish Villages and Turkish Districts in the region; it is obvious that, the state of being more underdeveloped than the Greek inhabited places, which has been created in a century, cannot be eliminated in a decade. Keywords: Greece, Western Thrace Turkish Minority, Economy, Demography. Giriş Yunanistan’ın ekonomik ve siyasal tarihi irdelenecek olursa Osmanlı’dan bağımsızlığını kazandığı 1821 yılından Avrupa Ekonomik Topluluğu AET’ye (bugünkü AB) tam üye olduğu 1981 yılına kadar “Yunan İktisadî Mucizesi”1 gibi istisnai dönemler hariç gerek ekonomik gerekse siyasal anlamda istikrarın süregeldiğini söylemek güçtür. I. Dünya Savaşı, Anadolu Hezimeti (Megali Katastrofi), II. Dünya Savaşı, Alman İşgali, Bulgar İşgali, İtalyan İşgali, İç Savaş gibi olaylar ülkede ekonomik kalkınmayı geciktirmiş, AET şemsiyesi altına girene kadar ülke bir refah ülkesi görüntüsü sergileyememiştir. II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan iç savaşta 150 binden fazla insan hayatını kaybetmiş 100 bin civarında insan kaybolmuş veya Demirperde Ülkelerine sığınmıştır.2 II. Dünya Savaşı sonrası uygulamaya konan Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde yapılan yardımlarla Avrupa 1 1950-1973 döneminde Yunanistan GSMH’sı yıllık ortalama %7 büyümüştür. Bu oran sözü edilen dönemde Japonya’dan sonra Yunanistan’ı Dünya genelinde en çok büyüyen ülke konumuna yükseltmekte ve “Greek Economic Miracle” olarak anılmaktadır. Ancak ekonomik büyüme refah artışı olarak ülkeye yansımamış, Albaylar Cuntasının da etkisiyle sosyal adalet, gelir bölüşümü ve haklar konusunda ciddi aksaklıklar yaşanmıştır. 2 Mihri Belli, Yunan İç Savaşından Gerilla Anıları, Belge Yayınları, İstanbul 1998, s.163. 98 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ Ekonomilerinde kısmi bir toparlanma göze çarpsa da Yunanistan’a yapılan yardıma rağmen iç savaş ortamında kayda değer bir toparlanma görülememiş siyasal çalkantılar devam etmiştir. Böyle bir ortamda Türkiye ile birlikte başlayan AET (AB) maratonu çok hızlı ilerlemiş 1967-1974 yıllarında yaşanan Albaylar Cuntasına rağmen 12 Haziran 1975’te Yunanistan birliğe tam üyelik başvurusunda bulunabilmiştir. Bu başvuru üzerine AET Komisyonu konuyla ilgili bir rapor hazırlar. Raporun yayınlandığı tarihte Yunanistan’da cuntanın devrilip demokrasiye geçilmesinin üstünden sadece onsekiz aylık bir süre geçmiştir. Raporda, Yunanistan’ın ekonomik sıkıntılardan dolayı AT’ye katılımının uygun olmayacağı ifade edilmektedir. Ancak raporun devamında: “Ortaklık anlaşmasıyla topluluğun güttüğü amaçlardan biri, Yunanistan’ın demokratik bir hükümet biçimine yeniden kavuşması olduğuna göre, hiç kuşkusuz Topluluk bugün Yunanistan’ın üyelik talebine olumlu cevap vermelidir” görüşü yer almıştır.3 Yunanistan ne II. Dünya Savaşı döneminde ne de sonrasında Batı Avrupa devletleri gibi zengin bir ülke olamamıştır. Sanayileşme adına kayda değer gelişmelerden yoksun kalmıştır. II. Dünya Savaşının ve İç Savaşın etkileri hayatın her alanında uzun yıllar boyunca kendini göstermiştir. Savaş sonrası dünya genelinde yaygın olarak uygulama alanı bulan Keynezyen İktisat Politikalar Yunanistan ekonomisinde tam olarak uygulanamamıştır. Ülkede sınaî bir altyapının imarı hedeflenmektedir.4 Ancak o altyapı Yunanistan’da hiçbir zaman imar edilememiştir. 1981 yılında Yunanistan AB’ye tam üye olabilmiştir. Avrupa Bölgesel Politika uygulamalarının her açıdan Yunanistan’ın çehresini değiştirdiği aşikârdır. Yunanistan ulaşımdan çevreye, altyapı hizmetlerinden eğitime kalkınmasını büyük ölçüde yapısal fon uygulamalarına borçludur.5 Ülke ekonomisini önemli ölçüde tarım ve hizmet sektörünün sırtladığı Yunanistan’da turizm en önemli döviz kaynağı olarak görülmektedir. Bir tarım ülkesi olan Yunanistan’ın GSMH’si içerisinde AB 3 Onur Öymen, “Türkiye’nin Gücü, 21.yy.da Türkiye Avrupa ve Dünya”, Doğan Kitapçılık 3. Baskı, İstanbul 1999, s. 54 4 Nicos Mouzelis, George Pagoulatos, “Civil Society and Citizenship in Postwar Greece”, Citizenship and the Nation-State in Greece and Turkey, Taylor & Francis Group, Oxford 2004, s.89. 5 Ahmet Serdar, AB Üyeliğinin Yunanistan Ekonomisine Etkileri ve Türkiye’nin Üyeliği Bakımından Bir Değerlendirme, U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Şahin, Bursa 2008, s. 156. BAED 3/2, (2014), 97-126. 99 AHMET SERDAR üyeliği boyunca tarım sektörünün payı gittikçe azalan bir seyir izler. Üyeliğin ilk yılı 1981 yılında GSMH’nın %17’si tarım sektöründen oluşmaktaydı bu oran 2004 yılında %6,6’ya düşmüştür.6 Batı Trakya Bölgesi ise ülke içerisinde daha fazla tarımsal özellik gösteren bir bölge niteliğindedir. Batı Trakya Bölgesinde yaşayan Türk azınlık tarımsal faaliyeti üstlenmekte, daha çok emek yoğun üretim teknikleri gerektiren tütün üretimi Batı Trakya Türk Halkının yarıya yakının doğrudan geçim kaynağını oluşturmaktadır. İşlenmesinde geniş arazilere modern tarımsal ekipmana ihtiyaç duyulan katma değeri yüksek ama daha zahmetsiz üretilen pamuk, mısır, ayçiçeği gibi tarımsal sınai ürünler daha çok bölgenin Yunanlı Rençperi tarafından üretilmektedir. Geniş araziler ve büyük tarımsal işletmeler bölgenin Yunan kökenli tarım kesimi tarafından sahiplenilmiş ve işletilmektedir. Uzun yıllar uygulanan devlet politikasının bir sonucu olarak mülkiyet el değiştirmiştir. Bu çalışmanın da asıl amacını kapsayan mülkiyet değişimi neticesinde bölgenin en eski sahibi Türk Azınlık fakirleşmiş, yaşam standartları ve refah açısından bölgenin Gayrimüslim sakinleri ile Müslüman sakinleri arasında uçurumlar ortaya çıkmıştır. Yunanistan geneline bakıldığında uluslararası gemi taşımacılığının da içinde olduğu hizmetler sektörü ve turizm ekonomiyi sırtlamaktadırlar. Dış ticaret hacmi AB üyeliğinin de etkisiyle sürekli bir artış izler. Ancak dış ticaret açığı (ihracat ithalat arasındaki negatif fark) giderek yükselmektedir. 7 Sanayinin cılız oluşu birçok konuda ülkeyi dışa bağımlı hale getirirken gelir artışı tüketim talebini tetiklemekte bu da ithalatı arttırmaktadır. Yapısal fonların hedeflerinden biri istihdam olmasına rağmen Yunanistan’da işsizlik üyelik süresince AB ortalamasının üzerinde seyretmiştir.8 Batı Trakya açısından istihdam konusu ele alındığında bölgenin tarımsal yapısı mevsimlik işsizlik ve gizli işsizlik sorunlarını ortaya çıkarır. Üretim ve istihdam konusunda sıkıntılara rağmen üyeliğin ülke ekonomisine etkileri pozitiftir. Ancak Para Birliğine dâhil olmakla Yunanistan para politikası uygulamalarını bir üst otoriteye devretmiştir. AB'de Ekonomik ve Parasal Birliğin ana taşıyıcısı Avrupa Merkez Bankasının güdümünde çalışan Avrupa Merkez Bankaları Sistemidir. Bu sistem topluluğun para politikasını belirler ve yürütür.9 Ülkenin ihtiyaçlarına göre oluşturulabilecek müstakil ekonomi politikalarının manevra alanı daraltılmış, kur, faiz ve enflasyon 6 Serdar, a.g.t., s.89. Serdar, a.g.t., s.127. 8 Serdar, a.g.t., s.153. 9 İbrahim S. Canbolat, AB ve Türkiye, Uluslarüstü Bir Sistemle Ortaklık, 4. Baskı, Alfa Aktüel Yayınları, Bursa 2006, s. 283. 7 100 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ gibi parametreler Avrupa Merkez Bankasının inisiyatifinde serbest piyasa mekanizmasına bırakılmıştır. Yakınlaştırma politikalarının olumlu sonuçlarına rağmen Kuzey ve Güney Avrupa arasındaki iktisadi verimlilik farkı Yunanistan'da daha belirgin ortaya çıkar. Bu yüzden gelişmekte olan bir ülkenin 2002 yılında sanayileşmiş AB ülkelerinin para birliğine dâhil olması birçok iktisatçı tarafından bir hata olarak değerlendirilir. AB üyeliğinin Batı Trakya açısından da önemli katkılar sağladığı kuşkusuzdur. Ancak azınlık üyeleri çoğunluk yerleşiklerle aynı oranda AB nimetlerinden faydalanamamışlardır. Bu konu çalışmanın toprak mülkiyetinin azınlık aleyhine değişmesinden sonra ikinci sorunsalını oluşturur. Para Birliği ülke genelini olduğu gibi Batı Trakya bölgesini de olumsuz etkilemiş. Yapılan fiyat ayarlamaları dar ve sabit gelirli azınlık insanın ekonomik sıkıntı içerisine sokmuştur. 2008 yılında ABD’den Avrupa’ya yayılan ekonomik kriz başta Yunanistan olmak üzere tüm Avrupa’yı etkisi altına alırken Yunanistan’ın yaşadığı tahribat çok derindir. Hâlbuki ABD ve Avrupa'yı kasıp kavuran 1929 krizinden Yunanistan diğer Avrupa ülkelerine göre görece daha az etkilenmişti.10 Batı Trakya açısından da krizin etkileri çok derindir. Bu çalışmada etraflıca bahsedilen Türk Azınlığın dar gelirli yapısı, krize çare olarak alınan maliye politikası önlemleriyle Türk Toplumunu ekonomik açıdan dar bir boğaza sokmuştur. 1. Yunanistan Ekonomisi İçerisinde Batı Trakya’nın Yeri Yunanistan’daki bölgeler arası gelişmişlik farkı gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi çok çarpıcı olmasa da yakın geçmişe kadar (1990’lı yılların başına kadar) Batı Trakya için “Yunanistan’ın gelişmemiş bölgesi” tabirini kullanmak çok da yanlış olmazdı. Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde, Türk köylerinde ve Türk mahallelerinde bu durum hala çok açık bir şekilde göze çarpmaktadır. Bölge tütün, pamuk ve tahıl gibi tarımsal malların kaynağı olarak görülmektedir. Batı Trakya, Yunanistan genelinde emeğin ucuz olduğu bölgelerin başında geliyordu; 1950’li ve 60’lı yıllarda Epirus ile kişi başına düşen millî gelir sıralamasında alt sıraları paylaşıyordu. 10 Kostas Kostis, “Oi Trapezes kai i Krisis”, Emboriki Trapeza Tis Ellados, Athina 1986, s. 20. BAED 3/2, (2014), 97-126. 101 AHMET SERDAR 1.1. Batı Trakya’nın Demografik Yapısı 1990–2000 yıları arasında Yunanistan nüfusu yıllık ortalama % 0,4 oranında artarken11 2001 nüfus sayımına göre Batı Trakya nüfusu en hızlı artan bölgelerin başında gelmiştir. 2011 yılında yapılan adrese dayalı nüfus sayımında ise Yunanistan nüfusunda bir azalma göze çarparken Batı Trakya bölgesinde kayda değer bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Ancak bölgedeki Türk nüfusunun tam sayısını belirlemek bu gün için imkânsızdır. Bu konuda azınlık basınında da çelişkili ifadelere yer verilmektedir.12 Türkiye’de Yunan pasaportu taşıyan Türkleri, Avrupa ülkelerinde bulunan Batı Trakyalıları hesaba katmazsak Batı Trakya Türk nüfusu 120 bin civarındadır. Ülkeler arasında parçalanmış aileler oldukça fazladır. Sadece Almanya’da 20 binden fazla Batı Trakya Türkü yaşamaktadır.13 İngiltere, Hollanda, Fransa gibi diğer Avrupa ülkelerindeki Batı Trakyalılar göz önünde bulundurulduğunda Yunanistan dışındaki Avrupa ülkelerinde yaşayan Batı Trakyalı sayısı 25 bini aşmaktadır. Türkiye’de yaşayan Batı Trakyalıların vatandaşlık bilgileri de oldukça karmaşıktır. Türkiye’de ikamet edenlerin bazıları Türk vatandaşı olmuş bazıları ise 30 yılı aşkın Türkiye’de ikamet edip iş güç sahibi, vergi mükellefi oldukları halde Yunan vatandaşıdırlar. Aileler içinde dahi biri Türk diğeri Yunan vatandaşı, çocukların çifte uyruklu veya ebeveynlerinden birinin uyruğunu taşıdığı durumlar çoktur. 1.2. Batı Trakya Nüfusunun Tarihsel Gelişimi Tablo 1’deki Batı Trakya’daki nüfus dağılımı ile ilgili veriler: 1901 Edirne Yıllığına, İsmet Paşa’nın Lozan Barış Konferansı’nın 23 Kasım 1922 tarihli oturumuna sunduğu 1914 yılına ait istatistiklere,14 11 Statistical profile of Greece from the World Bank’s “World Devlopment Report”, http://data.worldbank.org/country/greece, (E.T.: 07.15.2007). 12 1951 yılından sonraki nüfus sayımı sonuçlarında azınlık nüfusu ile ilgili veriler açıklanmadığından net rakamı tespit etmek güçtür. Konuyla ilgili resmi olmayan kaynaklar mevcuttur. Azınlığın büyük bölümünün Türkiye ve Avrupa ülkelerinde parçalanmış ailelilerden oluşması Türkiye ve farklı ülke vatandaşlarıyla evlilikler nüfusla ilgili tahminleri de güçleştirmektedir. Ancak bu gün için Batı Trakya’da Türk nüfusun 80-90 yıldır bölgenin toplam nüfusu içerisinde aynı oranlarda seyrettiğini söylemek mümkündür. 13 Cafer Alioğlu, Batı Trakya Davası’nın Avrupa Cephesi, İnal Ofset, İstanbul 1998, s. 8. 14 Ahmet Serdar, Batı Trakya Türklerinin Ekonomik Durumu ve Sorunları, U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Şahin, Bursa 2002, s.19. 102 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ 1928 ve 1951 nüfus sayımı sonuçlarına15, 1991 yılına ait Azınlık nüfusu eski başbakan K. Miçotakis’in beyanına16, 2001ve 2011 yılına ait Yunanistan ve Batı Trakya nüfusu ise nüfus sayımı sonuçlarına dayanmaktadır.17 TABLO 1: Batı Trakya’nın Nüfusu Yıllar Yunanistan B. Trakya 1901 1914 1928 1951 1991 2001 2011 6204684 7632801 10259500 10623835 10787690 261767 191699 303171 336954 338000 361571 371210 Türk/ Müslüman B. Trakya 161975 129120 102561 105092 110000 119500 122500 % 67 67 33 31 33 33 33 Yunan/ Gayrimüslim B.Trakya 70425 33910 183248 217881 228000 235000 248710 % 27 18 60 65 67 67 67 1901 ve 1914 yıllarında, bölgenin toplam nüfusu ile Türk ve Yunan nüfuslarının toplamı arsındaki fark, Bulgar, Ermeni ve Yahudi asıllı nüfusların dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır. 2001 ve 2011 yılına ait Türk nüfusu ise 1/3 oranına göre tahmini olarak hesaplanmıştır. 1951 sayımından sonra Batı Trakya’daki Türk nüfus açıklanmamaktadır.18 Türk asıllı nüfusun ülke nüfusu içindeki payına bakacak olursak aşağıdaki tablo ortaya çıkar. 15 Serdar, a.g.t., s.20. Aydın Ömeroğlu, Batı Trakya Türklerinin Bölge Ekonomisindeki Yeri ve Geleceği, Diyalog Yayınları, İstanbul 1998, s.37. 17 Greece Statistical Authority, “Grece in Figures 2012”, s. 4, www.statistics.gr, (10.10.2014). 18 Resmi otorite asimilasyon politikasının bir gereği olarak etnik köken, din, dil gibi unsurları nüfus sayımlarında kayıt etmemekte, kaydetse bile ilan etmemektedir. 16 BAED 3/2, (2014), 97-126. 103 AHMET SERDAR TABLO 2: 1928-20011 Yılları arasında Yunanistan Nüfusu içerisinde Türk nüfusun oranı Yıllar 1928 1951 1991 2001 2011 % 1,65 1,37 1,10 1,12 1,14 (Tablo1’deki verilerin analizinden) 1914 yılında bölgede Türk nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %67 iken kısa bir sürede oran %33’e düşmüştür. Bunun en önemli nedeni 1923’ten 1930’a kadar bölgeye olan göçlerdir.19 Türkiye’den göç eden Pontuslar ile Marmara ve Doğu Trakya Rumları bölgeye yerleştirilmiştir. Bunlar ilk baştan göçmen statüsünde olsalar da 1930’da Ankara’da imzalanan Türk-Yunan Hükümetleri Dostluk, Bitaraftık ve Uzlaşma Antlaşmasıyla göçmenler Batı Trakya’ya kalıcı olarak yerleşme hakkı kazanmışlardır.20 Tablo 1’de 1914 yılına ait Türk nüfusun oranı %67 olarak gösterilmiştir. Lozan Konferansında Türk Temsilci heyetinin oturuma sunduğu rakam da budur. Ancak 1922 tarihinde yayınlanan “Garbi Trakya Tamamen Türk’tür” isimli bir makalede geçen bir ifade aynen şöyledir. “Nüfus-ü umumiyenin %76’sı Müslüman Türk’tür.”21 Görülen odur ki Batı Trakya’nın Türk nüfusu ile ilgili çelişkili veriler çok eskiye dayanmaktadır. Bunun en önemli nedeni kuşkusuz Lozan sonrası Batı 19 Lozan Antlaşmasını müteakip Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi kapsamında Türkiye’de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada’da oturan Rumlar, Yunanistan’da ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardır. Mübadelede Drama, Girit, Kavala, Selanik, Vodina ve Yanya’dan Türkiye’ye gelen nüfus daha çok Doğu Trakya ve Batı Anadolu’da Rum azınlığın ayrılışı ile boşalan yerlere iskan edilmişlerdir. Değişimin çok büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda olayda 1930 İnönü-Venizelos sözleşmesine dek zorunlu göç uygulamasına devam edilmiştir. Zorunlu göç gerek Türk, gerek Yunan ekonomisinde yaklaşık 20 yıl süren bir tahribata yol açmıştır. 20 Ümit Kurtuluş, Batı Trakya’nın Dünü, Bu Günü, Nadir Kitap ve Eserler, Ankara 1979, s.121. 21 “Tarihten Bir Yaprak”, Batı Trakya’nın Sesi, 9 Aralık 1922 tarihli Vakit Gazetesinden alıntı, Sayı 1, Kasım-Aralık 1987, İstanbul. 104 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ Trakya sınırlarının Lozan öncesine göre çok daha dar bir alanı kapsamasıdır. 1.3. Nüfus Dağılımının Bu Günkü Durumu TABLO 3: Lozan Konferansı’na Sunulan Batı Trakya Nüfusu İller Gümülcine Dedeağaç Sofulu İskeçe TOPLAM Türk 59967 11744 14736 42671 129118 Rum 8834 4800 11542 8728 33910 Bulgar 9997 10227 5490 552 26266 Yahudi 1007 253 220 1480 Ermeni 360 449 114 923 191697 Kaynak: Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Seha, L. Meray (Çeviren), Cilt I, Kitap 1, Ankara 1969, s.54-60. Batı Trakya nüfusunun geçmişteki coğrafi dağılımını gösteren en detaylı belge, Türk Temsilci Heyetince Lozan Konferansı’na sunulmuş olan istatistiklerdir. Tablo 3’de görüldüğü gibi Müttefikler arası Batı Trakya 4 ilden oluşmaktadır. (Sofulu bu gün Dedeağaç sınırları içinde kalan bir ilçedir.) 2001 yılı nüfus sayımının resmi sonuçlarına göre Batı Trakya nüfusu 361571’dir.22 1951 yılından sonraki nüfus sayımı sonuçlarında azınlık nüfusu ile ilgili veriler açıklanmadığından bu konuyla ilgili resmi olmayan kaynaklar mevcuttur. Bunlar arasında güvenilir sayılabilecek bir kaynak da Zolota, Agellopulos, Pesmazoglu gibi bilim adamlarından oluşan akademik kurul tarafından hazırlanmış ve 1995 yılında kitap olarak yayınlanmış çalışmadır.23 Kitapta azınlık nüfusunun üç ildeki dağılımı hakkında şu yüzdeler açıklanmıştır. Dedeağaç İskeçe Gümülcine %5,5 %43 %55 22 Serdar, a.g.t., 24. (25 Aralık 2001 tarihli Gündem Gazetesi sayı: 250). H Aνάπτυξη της Θράκης: Προκλήσεις και προοπτικές, Ks. Zolotas, A. Aggelopoulos and I. Pesmazoglou (eds.), National Academy of Athens, Centre for the Study of Greek Society, Athens 1995. 23 BAED 3/2, (2014), 97-126. 105 AHMET SERDAR 1991 nüfus sayımı sonuçlarına dayandırılan bu yüzdelerin 2001 ve 2011 nüfus sayımında pek değişmediği söylenebilir. Bu yüzdeler ilgili illerin nüfus sayımı sonuçları ile çarpıldığında, Türk asıllı nüfusun illerdeki dağılımı ortaya çıkacaktır. Ancak çeşitli kaynaklarda İskeçe’de Türk nüfusun oranı %45 olarak verilmiştir. Biz de analizimizde %45 olarak alacağız, ayrıca Gümülcine’de oran bazı kaynaklarda %55 bazı kaynaklarda ise %60 olarak verilmektedir. Biz ikisinin ortalaması %57,5 olarak alacağız. Buna göre %80’nin köylerde, %20’sinin ise şehirlerde oturduğu tahmin edilen Batı Trakya Türk nüfusu son sayımda 122.500 olarak hesap edilebilir. 1.4. 1923’ten Bugüne Toprak Mülkiyeti Batı Trakya’daki toprak mülkiyetinin Batı Trakya’nın bu günkü sınırları çizilmeden ne durumda olduğunu gösteren eski yazılara rastlamak mümkündür. 9 Aralık 1922 Vakit gazetesinde yayınlanan yazı olduğu gibi aktarılmıştır. Ancak o günkü Batı Trakya Rodop Dağları’nın kuzeyini yani bu gün Bulgaristan topraklarında kalan bölge ile Makedonya’nın da bir kısmını kapsamaktadır.24 Bu belgeye göre: “1. Garbî Trakya arazisinin %84’ü Müslüman Türklere %5’i Rumlara %10’u Bulgarlara, %1’i anasır-ı saireye ait bulunmaktadır. 2. Garbî Trakya’da 236 çiftlik mevcuttur. Bunlardan 218’i Müslüman Türklere, 15’i Rumlara, 3’ü Bulgarlara aittir. Muhtelitan meskun şehir ve köylerin dörtte üçünde Türkler ekseriyet-i kahire teşkil ederler. 3. Garbî Trakya’da emlakin %86’sı Müslüman Türklerin olup %6’sı Rumlara, %7’si Bulgarlara ve %1’i anasır-ı saireye aittir. Emval-i menkulenin de %86’sı Türklerin olup, %6’sı Rumların, %8’i Bulgarların, %1’i ansır-ı sairenin malıdır. Hayvanatın ve âlât-ı ziraiyenin %86’sı Türklere, %6’sı Rumlara, %8’i Bulgarlara aittir. 4. Garbî Trakya’da mevcut hars ve medeniyet Müslüman Türklere aittir. Bugünün garbî Trakya’sı altı asırlık Osmanlı toprağıdır. Yollar, şoşeler, köprüler, kanallar, kışlalar, köyler, şehirler hep çiftlikler velhasıl mevcud asa-ı ümran kamilen bu zamana aittir. Bütün imaret bu altı asrın mahsulüdür. Asarı salifeden harap kalan duvarlarında ve birer toprak yığını olan başka bir şeye tesadüf edilmez”. 24 “Tarihten Bir Yaprak”, a.g.m.. 106 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ Bu belgeden de anlaşılacağı üzere toprak mülkiyeti çoğunlukla Türklerin elinde bulunmakta, zirai üretim dolaysıyla ekonomik güç de Türklerin elinde bulunmaktaydı. Şehirlerde oturan Türk nüfusun da önemli bir kısmı tarımla en çok da tütüncülükle geçimlerini sağlamaktaydı. 1923 yılında toprak mülkiyeti ile ilgili oranlar Lozan Barış Konferansı Tutanaklarına da geçmiştir. Söz konusu tutanakta “1920 yıllında işlenir arazinin %84’ü iyi bir çiftçi olan Türk asıllı nüfusun elinde bulunuyordu” ifadesi yer almaktadır.25 1923-1930 arası Batı Trakya’ya olan göç hareketlerinden yukarıda bahsedildi. Bu dönemde ülkeye yığılan bir buçuk milyon mültecinin bir kısmı Batı Trakya’ya yerleştirilmiştir. Bu mültecilerin yerleştirilme sorunu toprak reformu kanununu tekrar gündeme getirdi. 3473/1923 sayılı “Topraksız Köylüyü Topraklandırma Kanunu” çerçevesinde zorunlu veya gönüllü olarak Türk asıllı nüfusun elinden alınan araziler mültecilere dağıtıldı.26 1.4.1. Toprak Mülkiyetinde Bugünkü Durum Günümüzde Türk asıllı nüfusun sahip olduğu toprağın miktarıyla ilgili herhangi bir resmi belge bulunmasa da daha önce adı geçen Zolotas, Aggelopoulos ve Pesmazoglou’dan oluşan kurul raporunda İskeçe ve Gümülcine illerinde Türk Asıllı nüfusun sahip olduğu toprak miktarları hakkında oranlar verilmiştir. Türkler yoğun olarak bu iki il sınırları içinde yaşadığı için söz konusu raporda Dedeağaç’taki Türklerin toprakları dikkate alınmamıştır. Buna göre; İskeçe’deki arazilerin %71’i Yunanlılara, % 29’u Türklere Gümülcine’deki arazilerin %53,5’i Yunanlılara, %46,5’i Türklere aittir.27 Bu verilere göre Türklerin yoğun olarak yaşadıkları iki ilde ortalama toprağın %35’ine sahiptirler. Dedeağaç il sınırları içerisinde Türklere ait toprak miktarı çok azalmıştır. %0,3 ila %0,5 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzdeleri ilgili illerin toplam tarımsal arazi miktarları ile çarptığımızda yaklaşık olarak Türk ve Yunan nüfusun elindeki işlenir arazilerin miktarı ortaya çıkacaktır. 25 Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Cilt 1, s. 66. Ömeroğlu, a.g.e., s. 56. 27 Serdar, a.g.t., s. 24. 26 BAED 3/2, (2014), 97-126. 107 AHMET SERDAR TABLO 4: İşlenir Arazi Mülkiyetinin Dağılımı (dönüm olarak) BÖLGE A.T. Y.M. % T.M. % Dedeağaç 1686872 1681872 99,5 8434 0,5 İskeçe 481073 341562 71 139511 29 Gümülcine 870430 465680 53,5 404750 46,5 TOPLAM 3038375 2489124 82 552695 18 A.T. Arazi Toplamı Y.M. Yunan Mülkü T.M. Türk Mülkü Kaynak: Tablo 4’teki veriler bazı düzenlemelerle A. Ömeroğlu’nun Batı Trakya Türklerinin Bölge Ekonomisindeki Yeri ve Önemi adlı eserinden aktarılmıştır (s. 57). Doksan yıldan kısa bir süre önce toprağın %84’üne sahip olan Türk azınlık doksan yıl sonra toprağın % 82’sinin sahibi değildir. 1.4.2. Nedenleri Mülkiyetin Yunanlıların Lehine Değişmesinin Azınlığın %80’e yakını toprağa bağımlıdır. Ekonomik gücünü topraktan alan bir toplumun nüfusunda çok önemli düşüşler olmazken, sahip olduğu toprağın toplama göre oranında çok sert düşüşler olmuştur. Dedeağaç’ı dikkate almasak bile Türkler sahip oldukları toprakların çok önemli bir kısmını yitirmişlerdir. Bu el değiştirme nedenlerini dört başlık altında toplamak mümkündür. 1.4.2.1. Azınlık Mülkünün Satın Alınmasının Özendirilmesi Yunanistan Merkez Bankası ile Yunanistan Ziraat Bankası arasında 22 Kasım 1966 tarihinde bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre “Trakya Müslümanlarına ait arazileri, zirai yapıları, Yunan vatandaşı ve Hıristiyan dinine mensup Elenlerin satın almaları özendirilmektedir. Hıristiyan bir Yunan yurttaşının bir Türk asıllıdan alacağı arazi için ödeyeceği paranın tamamı kredi olarak verilecek, 108 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ intikal vergisi ve diğer harcamalar da kredi kapsamına alınacaktır. “Özel Krediler” adı altında verilen bu kredilerin geri ödeme süresi 20 yıl olacaktır. Antlaşmanın son maddesinde şöyle bir hüküm yer almaktadır. “Bu kredilerin usulsüz kullanıldığının saptanması durumunda ilgili Ziraat Bankası şubesi kredinin anında geri verilmesini isteyebilir.” Yani kredinin Türk mülkü satın alınmasından başka bir iş için kullanılması usulsüzlük durumudur.28 Söz konusu krediler eski Sovyet Cumhuriyetlerinden getirilen Pontuslulara da kullandırılmıştır. Hatta AB (o günkü adıyla AT) bütçesinden de Pontusluların iskânı için mali yardımlar çıkartılmıştır.29 Yerel basında, bu Rum asıllı Sovyet Yurttaşlarının iskanı için Avrupa Konseyinin 50 milyon drahmi, AT'nin de 850 milyon drahmi yardımda bulunma kararı aldıkları, AT’nin ayrıca 1993 yılına kadar toplam 6 milyon ECU yardımda bulunmayı vaat ettiği yazılmıştır. Bu durumda Pontusluların da kolay krediyle desteklenmiş ek bir arazi talebi yaratmaları beklenmiştir.30 Ayrıca söz konusu araziler için rayiç bedeller üzerinde fiyatlar oluşmuştur. Bu durum makul koşullarda sağlanan kredilerin arazi talebini arttırmasından kaynaklanmaktadır. Böylelikle Türkler de arazilerini satmaları için teşvik edilmişlerdir. Bir dönem Hıristiyan komşular Müslüman evlerini kapı kapı dolaşıp satılık arazi var mı diye sormaya başlamışlardır.31 1.4.2.2. Kamulaştırmalar Türk topraklarının elden çıkarılmasındaki en büyük rolü kamulaştırmalar oynamaktadır. Tahminlere göre el değiştirmenin yarısı bu şekilde gerçekleşmektedir.32 Kamulaştırmalar için kullanılan birinci yasal dayanak topraksız çiftçi ve hayvan yetiştiricisinin yerleştirilmesi için yapılan kamulaştırmaya ilişkin 2185/1952 sayı ve tarihli yasadır. 28 Baskın Oran, Türk Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Ankara 1992, s. 240. 29 Serdar, a.g.t., s. 24. 30 Oran, a.g.e., 238. 31 Babam öğretmenlik maaşının yetersizliği karşısında aile bütçesine katkı sağlamak amacıyla o dönemde rahmetli dedemden kalan Gümülcine’nin Hasköy mevkiindeki tarlamızda kendi çapında mısır ve ayçiçek gibi mamullerin üretimiyle meşgul oluyordu. Bölgenin Yunan Köylerinden tarla komşumuzun evimize kadar gelip; “Vre Mustafa senin yapacağın iş değil bu, sat tarlayı bana kurtul” dediğine bizzat şahit olmuşumdur. 32 Oran, a.g.e. s. 240. BAED 3/2, (2014), 97-126. 109 AHMET SERDAR Yasa sahibi tarafından işlenen arazinin 500 dönümden, sahibi tarafından işletilmeyen arazinin de 250 dönümden fazlasının kamulaştırılmasını ve mahkeme tarafından saptanan kamulaştırma bedelinin üçte birinin 20 senede itfa edilecek %6 faizli devlet bonosu biçiminde ödenmesini öngörmektedir. Türk asıllı yurttaşlara ait büyük çiftlikler için bu yasa geniş biçimde uygulanırken, topraksız azınlık üyelerine dağıtılan topraktan pay ayrılmamıştır.33 Daha çok orta ve küçük ölçekte toprak mülkiyetine sahip olan azınlık rençberi ve köylüsünü asıl ilgilendiren kamulaştırmanın ikinci dayanağı, yani kamusal gereksinme nedeniyle yapılan kamulaştırmalardır. İleri sürülen nedenler genellikle azınlık topraklarında askeri tesis, sanayi sitesi veya üniversite kampüsü yapılacak olmasıdır. Nitekim Gümülcine’nin Yahyabeyli, Vakıf, Ambarköy ve Kafkas köylerinde 4000 dönümlük tarım alanı Mayıs 1978’de sanayi sitesi yapılmak üzere kamulaştırılmıştır.34 1985 yılına kadar kamulaştırılan arazinin yarısına sanayi tesisi yapılmış atıl kalan kısım köylülere açık arttırma usulü ile kiralanmıştır.35 Sözü edilen bu kamulaştırma faaliyetlerinden biri de Trakya Dimokritos Üniversitesi Kampüsü için 3200 dönüm tarla Gümülcine kent merkezinin bitişiğinde (kentin kuzeyinde) Yaka Bölgesinde kamulaştırılmıştır.36 Yine aynı bölgede 4300 dönüm arazi de askeri bölge için kamulaştırılmıştır. Dimokritos Üniversitesi için kamulaştırılan alan büyük tartışmalara yol açmış, yapılan itirazlar kamulaştırmanın özünden ziyade; Çorak topraklar üzerinde değil de sulak ve verimli topraklar üzerinde yapılması, miktarlarının kamusal gereksinmeyi fazlasıyla aşması, bir de kamulaştırma bedellerinin aşırı düşüklüğü üzerinedir. Örneğin Dimokritos Üniversitesi kamulaştırılmasında, azınlık üyeleri Rodop Valisine bölgenin topografik yapısına ilişkin planlar sunarak, kamulaştırılan arazinin çok değerli ve verimli topraklardan oluştuğunu belirtmiş, bunun yerine o kadar verimli olmayan, genelde yine Türklerin topraklarından oluşan söz konusu bölgenin tam karşısına isabet eden toprakların kamulaştırılmasını önermişlerdir. Yakınmalar arasında bu toprakların dönümüne o zaman için 18000 drahmi ile 23000 drahmi (2001 sonu 1€= 340,75 drh.) arasında değişen cüzi fiyatlar verildiğinin yanı sıra, Yunanistan’ın en büyük yüksek öğretim kurumu olan Selanik Aristotelio Üniversitesi’nin 640 dönümlük bir arazi üstüne kurulmuş 33 Oran, a.g.e., s. 241. Oran, a.g.e., s. 241. 35 Serdar, a.g.t., s. 30. 36 Oran, a.g.e., s. 240. 34 110 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ bulunduğudur. (Dimokritos Üniversitesi için kamulaştırılan alanın 1/5’i kadar).37 Yine Şapçı Bölgesi ve civar köylerinde 1984 yılında açık hava hapishanesi yapılmak üzere 6000 dönümlük araziyi kamulaştırma yönünde bir kararname çıkartılmıştır. 630 azınlık ailesini kapsayacak olan bu kamulaştırmadan daha sonra vazgeçilmiştir.38 Tarlaların yanı sıra vakıfların da kamulaştırmaya maruz kalması azınlığın daha çok tepkisini çekmiştir. Aralık 1972’de Tabakhane Camii’nin yıkılması buna örnek olarak gösterilebilir.39 1.4.2.3. Arazi Birleştirmesi (Anadazmos) Türklerin sürekli arazi kaybetmesinin sebeplerinden biri de, zamanla bölünüp ekonomik olmaktan çıkan arazilerin birleştirilip yeniden dağıtılmasına ilişkin 821/1948 sayılı kanunun özel biçimde uygulanmasıdır.40 Eski deyimiyle tevhid-i arazi denilen, Yunanca da ise “Anadazmos” diye anılan bu uygulama, ilgili bölgedeki mülk sahiplerinin yarıdan fazlasının dilekçe vermesi sonucu yapılmakta, dağıtım sırasında da, toprağı alınan kişiye eski toprağına eş değer toprak verilmektedir. Ancak 1974’ten sonra bu uygulamanın yeni biçim aldığı ve valinin takdiriyle zorunlu hale geldiği görülmektedir. Bunun kanuni dayanağı madde 2/2’nin b şıkkıdır. Buna göre “eğer sulama, kurutma ve sel baskınlarından korunma gibi faaliyetler dağıtımı zorunlu kılarsa” anadazmos zorunlu yapılabilecektir. Oysa azınlık basınına göre Batı Trakya’da su baskını gibi doğal felaketler çok eski tarihlerden beri yaşanmamaktadır.41 Anadazmos maksadıyla oluşturulan komisyonlarda bazı istisnalar hariç azınlık üyesi Türk bulunmamıştır. Ayrıca çoğu zaman tebligat 37 Oran, a.g.e., s. 242. Serdar, a.g.t., s. 31. 39 İlker Alp, “Batı Trakya Türkleri”, Atatürk Araştırma Merkezi ATAM Dergisi, Sayı: 33, 1995. 40 821/1948 sayılı kanunun 2. maddesinin 2. paragrafının B bendini dikkate alarak yapılan zorunlu anadazmoz uygulamalarına örnek olarak: Rodop Valisi P. Foteas imzalı 19.5.1975 tarihli 48127 protokol numaralı karar verilebilir. Yunanistan Resmi Gazete no: 5578. 41 Halit Eren, Batı Trakya Türkleri, Rehber Yayınları, İstanbul 1997, s. 104. 38 BAED 3/2, (2014), 97-126. 111 AHMET SERDAR yapılmadan komisyon gelmekte ve karar vermektedir. Türklere yeniden dağıtılan araziler eskisine oranla daha kötü yerlerden verilmekte, en önemlisi de eski toprağın sınıfı mutlaka düşük yazıldığından (Örneğin 1. Sınıf yerine 3. Sınıf denilerek kayıtlara geçmekte toprak sahibi buna itiraz edememektedir.) Yeniden dağıtımda verilen toprağın miktarı önemli ölçüde daha düşük olmaktadır.42 1.4.2.4. Diğer Uygulamalar Bunlardan başka zilyetliği tanımama, gibi yollarla da Türklerin arazileri ellerinden alınmıştır. Türk köylüsünün zilyetliği mülkiyet karinesi olamamaktadır. Tarlasına tecavüz edilen azınlık köylüsü, hemen hemen daima haksız çıkmaktadır. Özellikle KKTC’nin ilanından sonra bu vakalar artmıştır (1983 İlhanlı, 1987 Bekirli 1987 Gökçeler olayları). Bir diğer uygulama ise Türk köylüsünün elinde tapu bulunması durumunda bile tapunun tanınmaması veya yanlış yorumlanmasıdır. Aslında Osmanlı Tapuları Yunanistan’da da yasal olarak geçerlidir. Osmanlı İmparatorluğunda kişisel toprak mülkiyeti 1858 Arazi Kanunnamesi ile kabul edilmiş, kanunnamenin “itirazsız ve kesintisiz 10 yıl devlet toprağını elinde bulunduran ve işleyen kimse o toprağın tasarruf hakkına sahip olur. Kendisine harç istenmeksizin yeni bir tapu verilir” hükmünü getiren 78. maddesi 147/1914 sayılı Yunan Yasasıyla da geçerli sayılmıştır. Ayrıca bu yasa 12 Kasım 1929’da teyit edilmiştir.43 Buna rağmen Osmanlı tapuları azınlık köylüsünün elinde fazla bir değer taşımamıştır. İnhanlı olayının ortaya çıkışı da bu nedenledir. Yine Gümülcine’ye bağlı Uysallı Köyünde Haziran 1990’da çoğu mülkiyet belgeli 350 dönüm toprağa el konulmağa kalkışılmıştır.44 Bu bölümü bitirmeden bir konuya açıklık getirmekte fayda olduğu kanaatindeyim. Bu tip uygulamalarla Batı Trakya Türkü artık karşılaşmamaktadır. Son yıllarda AB’nin de ısrarıyla tapu ve kadastro konularında reformlar yapılmış azınlık üyeleri de beyanda bulunma ve intikal vergilerini ödemek kaydıyla yeni tapularını alabilmektedirler. Türklerin sahip olduğu topraklarda son yıllarda bir artış olması da bunun göstergesidir. Sorun artık arazi yitirmekten ziyade var olan arazide yetiştirilecek ürün, ürünün fiyatı, sağlanan sübvansiyonlardan 42 Eren, a.g.e., s. 105. Oran, a.g.e, s. 249. 44 Oran, a.g.e., s. 248. 43 112 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ faydalanabilme imkânı ile ilgilidir. 2. Türk Azınlığın Ekonomik Gelişimi ve Azınlığın Bölge Ekonomisindeki Etkinliği Yunanistan kalkınmasını büyük ölçüde AB’nin yakınlaştırma politikaları çerçevesinde hayata geçirilen yapısal fon uygulamalarına borçludur. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren ülke genelinde olduğu gibi Batı Trakya Bölgesi de bu gelişmelerden nasibini almıştır. Ancak bölgedeki Türk Azınlığın bu uygulamalardan Yunanlı yurttaşlarla aynı oranda istifade ettiğini söylemek güçtür. Son yıllarda OTP’deki (Ortak Tarım Politikası) kısıtlamalarla bu fark belirginleşmektedir. Bölgenin daha çok güneyinde yerleşik Yunan Nüfus kuzeyde yerleşik Türk Azınlığa göre AB'nin Sivil Toplum Geliştirme aracı CSF (Civil Society Facility) programlarından daha fazla istifade edebilmektedir.45 Bölgenin çehresini değiştiren altyapı yatımlarından doğal olarak faydalanma imkânı sağlayan azınlık, bireysel anlamda girişim yapma konusunda yetersiz kalmaktadır. Küçük ölçekli bireysel kalkınma programlarına da katılım azınlık mensupları arasında farkındalık eksikliğinden dolayı yeterli değildir.46 Örneğin; AB yapısal fonlarının dağıtıldığı ilk planlı dönem olan 1994-1999 döneminde Yunanistan genelinde 5500 proje desteklenip 250 bin tarım çalışanına doğrudan bu projelerden yaralanma imkânı sunulurken Türk azınlığın bu uygulamalardan ne kadar faydalandığı veya haberdar olduğu sorgulanması gereken bir husustur.47 Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Ülke Raporlarına ve Dünya Bankası verilerine göre Yunanistan GSYİH’sı içinde tarım sektörünün payı Tablo 5’te görüldüğü gibi gerçekleşmektedir. Tarım sektörünün payı ülke ekonomisi içerisinde azalan bir eğilim göstermektedir. 2012 rakamlarına göre GSYH’nin %80,1 hizmet sektöründen, %16 sanayi sektöründen sadece %3,8’i de tarım sektöründen ibarettir. Turizm sektörünün tek başına GSYİH içerisindeki payı %15 civarındadır. 45 Dia Anagnostou, Anna Triandafyllidou, “Regions, minorities and European integration: A case study on Muslims in Western Thrace, Greece”, http://www.eliamep.gr, Case_study_report_Thrace, s.14, E.T.: 1.11.2014. 46 Anagnostou- Triandafyllidou, a.g.m. s.15. 47 Serdar, a.g.t., s. 72. BAED 3/2, (2014), 97-126. 113 AHMET SERDAR TABLO 5: Yıllara göre Tarım Sektörünün Yunanistan’ın GSYİH’sı İçindeki Payı YIL 1993 1995 1996 1997 1998 2000 2002 2004 2006 2008 2012 YÜZDE 11,2 7,3 9,1 8,9 8,3 7,3 5,7 5,1 4,1 3,8 3,8 Kaynak: DİEK Yunanistan Raporu 2001, Dünya Bankası verileri 2002-2012 yılları. Ancak Batı Trakya ele alındığında tarımın GSYİH içindeki payı, çok daha yüksek orana ulaşmaktadır. Yunanistan’ın belli başlı tarımsal sanayi ürünleri olan tütün ve pamuk yoğun olarak bölgede yetiştirilmektedir. Bölgede 1990’lı yıllarda gerçekleştirilen sanayi yatırımları, buna paralel gelişen hizmet sektörünün yanında tarımın payı geçmişe göre giderek düşse de Batı Trakya bir tarım bölgesi olma özelliğini sürdürmektedir. Özellikle 2008’den bu yana yaşanan ekonomik kriz bölgedeki sanayi işletmelerinin teker teker kapılarına kilit vurmalarına neden olmuş, bölge insanı için tarımı daha stratejik bir sektör haline getirmiştir. Gümülcine Organize Sanayi Bölgesindeki birçok sanayi tesisinde kurulu makine ve teçhizat Türkiye, Ortadoğu ve Yakındoğu ülkelerine hurda fiyatına satılmak durumunda kalmıştır.48 Bu krizin azınlığa etkileri tarıma geri dönüş veya ülkeyi terk etme şeklinde kendini göstermektedir. İflas eden Türk Sanayicisine pek rastlanmamakta çünkü sanayi sektöründe Türk varlığı birkaç küçük istisna hariç hiçbir zaman kendini girişimci-yatırımcı şeklinde göstermemiş, azınlık insanı bu işletmelerde sadece emeğini istihdam etmiştir. Ağırlıklı olarak da 48 Halil Molla (kendisi ile yapılan görüşmeden) Bursa’da tekstil makineleri ticareti yapan Batı Trakya kökenli Halil Molla Gümülcine OSB’den ve Selanik OSB’den toplu makine alımlarına aracılık yapmış, makinelerin bir kısmı Türk Tekstil Sektörü imalatçı firmalarına satılmış, bir kısmı da Hindistan ve Pakistan gibi ülkelere ihraç edilmiştir. 114 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ mavi yakalı olarak vasıfsız işlerde istihdam edilmiştir. 2.1. Tarım Batı Trakya’da tütün üretiminde ezici üstünlük aşağıdaki Tablo 6'da görülebileceği gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdedir. Üretilen tütünün %97’den fazlası Türklere aittir. Bu nedenle tütünün Batı Trakya Türkü için hayati bir önemi vardır. Türk nüfusun yarsından fazlası tütün üretimine doğrudan katılmaktadır. Gümülcine’de buğday üretiminin yarıdan fazlası, mısır üretiminin yarıya yakını pamuk üretiminin de üçte birinden fazlası Türkler tarafından yapılmaktadır. Şimdi bu ürünleri daha ayrıntılı inceleyelim. 2.1.1. Tütün Batı Trakya’da Türk çiftçisi tarafından kalitesi dünyaca meşhur olan basma çeşidi tütün üretilmektedir. Tütün konusunda yapılan spekülasyonlar, tütün üreticilerinin yeterli donanıma ve bilgi birikimine sahip olmamaları gibi nedenlerle kalite gereğince korunup, yeterince geliştirilememiştir. AB nezdinde de tütün üreticileri lehine sonuç verecek lobi faaliyetleri yapılamamaktadır.49 Ancak yine de Batı Trakya'nın basma tütünü dünya çapındaki şöhretini korumakta ve sigara üretiminde en çok aranan girdi olma özelliğini sürdürmektedir. Yunanistan’ın tütün üretimi son elli yılda giderek daha çok Batı Trakya’ya kaymıştır. Aşağıdaki tablo 6’da 1959-1993 yıllarına ait veriler incelenerek Doğu Makedonya bölgesiyle kıyaslandıktan sonra bu bölgeye göre Batı Trakya’da tütüncülüğün geldiği nokta ortaya çıkacaktır.50 Tütün üretimine ayrılan toprağın miktarı dönüm olarak azalsa da üretilen tütün miktarında artış olduğu göze çarpmaktadır. Bu artış tarımdaki üretim tekniklerinin gelişmesi, suni gübreleme ve tarımsal ilaçların kullanımının artışı ve daha fazla makineleşme ile izah edilebilir. 49 Ahmet Serdar, “Strategic Product Of Western Thrace Tobacco”, Agribalkan, Balkan Agricultural Congress, September 2014, Edirne. 50 Georgiki Statistiki Tis Ellados 1993 (1993 Yılına Ait Yunanistan Zirai İstatistikleri), Atina 1995, s. 38. BAED 3/2, (2014), 97-126. 115 AHMET SERDAR Tablo 6: İki Farklı Dönemde Batı Trakya ve Doğu Makedonya’daki Tütün Üretiminin Karşılaştırması BÖLGELER VE İLLER Evros Rodop İskeçe B.TRAKYA Drama Kavala 1959 yılı Dönüm 5080 26970 61970 94020 111761 75147 Ton 225 2021 2613 4859 7247 4842 D.MAKEDONYA 186908 12089 1993 yılı Dönüm 3213 59132 24549 86894 5501 9655 15156 Ton 354 6726 2271 9351 681 3560 4241 Kaynak: Georgiki Statistiki Tis Ellados 1993 (1993 Yılına Ait Yunanistan Zirai İstatistikleri), Atina 1995, s. 38. Tütün üretimine ayrılan topraklar her iki bölgede de azalmakla birlikte Doğu Makedonya’daki düşüş çok daha serttir. 1993 yılına gelindiğinde 1959 yılında tütün üretimine ayrılan toprakların sadece %8’inde tütün üretilmeye devam edilmektedir. Ancak Batı Trakya geneline baktığımızda 1993 yılına gelindiğinde, 1959 yılında tütün ekimine ayrılan toprakların %92’sinde hala tütün üretimi yapılmaktadır. 2014 yılı beklentileri ise Batı Trakya’nın 3 ili toplamındaki tütün rekoltesi 8500 ton civarında olacağı yönündedir. 2013 yılında 3 ilde toplam 86500 dönüm arazi tütün üretimine ayrılmıştır. Yani 1993–2013 arasında gerek tütün üretimine ayrılan arazi, gerekse tütün rekoltesi, gerekse üretici sayısı açısından büyük farklar söz konusu değildir. Bu iki dönem arasında (1959-1993) Batı Trakya’da elde edilen tütün miktarı yaklaşık iki kat artarken Doğu Makedonya’da yaklaşık üç kat azalmıştır. 1993 sonrası ise yatay bir seyir izlemektedir. Batı Trakya’nın üç ili incelendiğinde Evros İli sınırlarında (Dedeağaç ve çevresi) tütün üretimine ayrılan topraklarda iki dönem arasında %37’lik bir düşüş olduğu ortaya çıkar. Buna karşılık üretilen tütün miktarında %57’lik bir artış meydana gelmiştir. Ancak bu bölgede üretilen tütün miktarı Batı Trakya tütününün sadece %3,78’ine tekabül ettiği için oransal olarak pek bir anlam ifade etmez. Onu da bölgede az sayıda bulunan Türk nüfus üretmektedir. Bölge daha çok zeytinciliğiyle anılsa da Türklerin elindeki zeytin bahçeleri oldukça sınırlıdır. İskeçe’de yine tütün üretimine ayrılan toprak miktarı %60 azalırken üretilen tütün miktarında da %13’lük bir düşüş göze çarpmaktadır. Bununla birlikte 116 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ bölgede yetiştirilen tütün miktarı Batı Trakya tütününün %24’ünü oluşturmaktadır. Gümülcine’ye gelindiğinde ise çok farklı bir durum ortaya çıkmaktadır. Batı Trakya ve Doğu Makedonya’nın diğer illeri de dâhil tütün üretimine ayrılan toprakların miktarında artış olduğu tek ildir. Tütün üretimi emek yoğun üretim teknolojisinin kullanıldığı oldukça zahmetli bir iştir. Bölgede yoğun olarak yaşayan Türkler hem kültürel hem sosyolojik olarak bu işe uygundur. Köylerde yeni evlenen çiftler genellikle anne babalarıyla oturmakta, bu da tütün üretiminde işbirliği sonucu adeta bir ölçek ekonomisi oluşturmaktadır. Batı Trakya ve Doğu Makedonya’nın tümünde tütün üretimine ayrılan topraklarda sert düşüşler olurken Gümülcine de 34 yılda %120’ye yakın bir artış olmuştur. Batı Trakya geneline bakıldığında Kuzey Yunanistan tütün üretiminin bölgeye kaymış olduğu, %58’lik ekim alanı %49’luk üretim miktarı ile (Doğu Makedonya ve Batı Trakya toplamında ) tütüncülüğün Rodop Vilayeti çevresinde (en çok da Gümülcine’nin kuzeyinde Rodop Dağlarının eteklerindeki yaka köylerinde ) yoğunlaşmış olduğu görülür.51 Türklerin en yoğun olarak yaşadığı; nüfusun %55’ini oluşturdukları ve tütün üretiminin de yoğun olarak yapıldığı bölge Rodop İl sınırları içinde kalan topraklardır. Hal böyle olunca tütün fiyatının Türk nüfusun ekonomik durumunu, yaşam standardını, ne kadar yakından ilgilendirdiği çok açıktır. Tütün fiyatları tütüncülük yapmayan bölge insanını da çok yakından ilgilendirmektedir. Tütün üreticisi emeğinin karşılığını alıp tatminkar bir gelir seviyesine ulaşınca, esnaf daha çok alışveriş yapmaya eğilimli bir potansiyelle karşılaşmaktadır. Kent merkezlerinde yaşayan Türkler genellikle esnaflık, sanatkarlık ve küçük çapta ticaretle uğraşırlar. Sadece Türk esnafın değil Yunanlı esnafın da beklentisi aynı yöndedir. Hatta Yunanistan’daki tütün fiyatları Edirne, Keşan ve İpsala’daki esnafı da yakından ilgilendirmektedir. AB’ nin para birliğinden önce Yunan Drahmisi Keşan’da, ABD dolarından Alman Markından daha konvertibl bir para birimiydi. Haftanın belli günlerinde; özellikle Keşan’da halk pazarı olduğu günlerde günübirlik turlar düzenlenmektedir. Türkiye’ye giriş çıkışlarda herhangi bir sorun yaşamayan AB pasaportlu Batı Trakya Türkleri arasında haftalık alışverişlerini buradan yapanlar olduğu gibi, düğün, nişan, sünnet alışverişi ile her türlü ev eşyası ve giyim alışverişlerini Keşan’dan 51 Serdar, a.g.t., s. 42. BAED 3/2, (2014), 97-126. 117 AHMET SERDAR yapanlar çoktur. İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç ile ilçelerine bağlı ticari taksiler her gün İpsala Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapmaktadırlar. Kısacası tütünden daha çok para kazandığı zaman Batı Trakyalı çiftçinin marjinal tüketim eğilimi artmakta, bu durumdan Keşan ve çevresindeki esnaf da nasibini almaktadır. Ayrıca Batı Trakya Türklerinin %90’ı, senede en az bir kez ortalama bir haftalığına İstanbul, Bursa başta olmak üzere Türkiye’nin büyük şehirlerini ziyaret etmektedirler. Dolaysıyla oransal olarak çok küçük bir rakama da tekabül etse Yunanistan’daki tütün fiyatlarının Türkiye’nin turizm gelirlerine etkisi vardır denebilir. 2.1.2. Diğer Tarımsal Ürünler İklim koşulları ve toprağın durumu, pamuk üretiminin Gümülcine çevresinde hızla yaygınlaşmasına neden olmuştur. Ancak yukarıda etraflıca sözü edilen toprak mülkiyetinin Yunanlıların lehine değişmesinden dolayı, pamuk üretimine uygun geniş ve sulanır araziler daha çok bölgenin Yunan asıllı çiftçilerinin elinde bulunmaktadır. Yine de Gümülcine’nin güneyinde bulunan ova kesimindeki Türk Köylüleri pamuk üretimi yapmaktadırlar. Yaka kesiminin aksine buralarda pamuk üretilmektedir. İskeçe’nin ova kesimindeki köylüler ise daha çok mısır üretimi yapmaktadırlar. Mısırı buğday izlemektedir. Ancak buğday üretiminin çok fazla bir getirisi olmadığı için ek bir iş olarak görülmektedir. Sadece ova kesiminde değil, diğer bölgelerdeki tarlalarda da buğday üretimi yapılmaktadır. Pamuk, buğday, mısır gibi tarımsal ürünlerde Türk çiftçisinin payı, tütüne göre çok düşük seviyelerde seyretmektedir. Bunun çeşitli nedenleri olmakla birlikte en önemli neden, bu ürünlerin yetiştirilmesinde geniş topraklara yani büyük ölçekli tarımsal işletmeye ihtiyaç olmasıdır. Üretici birim fiyattan çok üretim miktarından, yani rekolteden kazanmaktadır. Ancak Türk asıllı çiftçilerin sahip olduğu topraklar sınırlıdır. Diğer bir neden ise bu ürünlerin işlenmesi, daha çok tarımsal makineler, biçerdöverler gerektirmektedir. Bu ise daha kuvvetli finansal güç anlamına gelmektedir. Ancak Türk köylüsünün maddi imkanları Yunanlı komşularına göre kısıtlıdır. Yakın geçmişe kadar azınlık bireylerinin tarımsal kredilerden yararlanma olanağı yoktu. Yine de pamuk üretiminde Türk çiftçisine düşen pay Batı Trakya genelinde 118 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ %25, Yunanistan genelinde %3 ile küçümsenmeyecek bir miktardır.52 Pamuğun tarımsal bir sınai ürün olduğu ve Yunan Pamuğunun Dünya, pamuk ve pamuklu iplik piyasasında kalitesi ile bilindiği dikkate alınacak olursa buradan Dünya Tekstil Piyasasında Türk çiftçisine de bir pay çıkartmak mümkündür. 2.1.3. Hayvancılık Hemen hemen her köyde bir veya birkaç ailede davar sürüleri (ova köylerinde koyun, dağ köylerinde keçi); köyüne göre, birçok köyde ise köy hane sayısının 1/5’inde iki ila beş adet arasında değişen büyük baş hayvan bulunmaktadır.53 Avrupa Birliğinden sağlanan primlerden sınırlı sayıdaki hayvan yetiştiricisi Türk köylüsü de yararlanmaktadır. Diğer AB desteklerinde olduğu gibi bu tip desteklerde de azınlık mensupları pasif kalmaktadırlar. Azınlık insanı yılların vermiş olduğu çekingenliği üzerinden atamamakta, bazen de proje bazlı desteklerde ihtiyaç duyulan minimum işletme sermayesini denkleştirememektedir.54 Bu primler bölgeye ve yetiştirilen hayvan cinsine göre farklılık göstermekle birlikte dağ köylerindeki keçi yetiştiricilerine daha çok prim ödenmektedir. Bunun nedeni dağ köylerinin daha az gelişmiş olmasındandır. Aşağıdaki tabloda, 1993 yılına ait, Batı Trakya’da üretilen hayvansal ürünlerin miktarları ve bunların illere göre dağılımı görülmektedir. TABLO 7: Batı Trakya’da Üretilen Hayvansal Ürünler İLLER Dedeağaç İskeçe Gümülcie B.Trakya SÜT(kg) 24737 40119 32851 97707 % 25 41 34 100 ET(kg) 8418 6968 6452 21838 % 39 32 29 100 PEYNİR(kg) 1889 254 2428 4571 % 41 6 53 100 Kaynak: Georgiki Statistiki Tis Ellados 1993 (1993 Yılına Ait Yunanistan Zirai İstatistikleri), Atina 1995, s.94. Batı Trakya’da üretilen bu hayvansal ürünlerin aynı yıl Yunanistan’da üretilen toplam üretime oranı sırasıyla süt üretiminde %5, et ve peynir üretiminde %4’e tekabül etmektedir. Ne yazık ki bu 52 Serdar, a.g.t., s. 45. Serdar, a.g.t., s. 47. 54 Anagnostou - Triandafyllidou, a.g.m., s.16. 53 BAED 3/2, (2014), 97-126. 119 AHMET SERDAR miktarlar içerisinde Türk asıllı çiftçiler tarafından üretilenlerin ne kadar olduğunu gösteren resmi veya gayri resmi bir bilgi mevcut değildir. Ancak Türk asıllı nüfusun bu ürünler içerisindeki payı tarımsal ürünlerden daha az olduğu tahmin edilmektedir. Profesyonel anlamda sadece hayvancılıkla uğraşan Türk köylüsü çok azdır. Hayvancılık genelde tarımsal ürünlerin yanında bir ek gelir kaynağı olarak görülmektedir. Yaşanan son ekonomik krizde bölgede yaşayan Türk Azınlığın ülkede yaşayan diğer dar gelirli yurttaşlara göre açlık derecesinde etkilenmemesinin temel nedeni tarımsal bir yapıda olması ve güçlü aile akraba ilişkilerine bağlanabilir. Tarımsal sınai ürünlerin yanında hemen hemen herkesin bağı bahçesi vardır. Bazen hobi amaçlı bazen de zorunlu olarak geçimlik düzeyde meyve sebze üretimi yapılmakta organik beslenme imkânı yanında aile bütçesine önemli katkılar sağlanabilmektedir. Krizden daha şiddetli etkilenen kesim: işini kaybeden fabrika çalışanları, küçük esnaf ve son yıllarda türeyen tüccar kesimidir 2.2. Sanayi Sektörü Yunanistan ekonomisine genel olarak bakıldığında, ülkenin orman, su ve enerji kaynakları ile tarım potansiyeli Batı Trakya’nın da içinde bulunduğu Kuzey Yunanistan’da toplanmıştır. Ülkenin güneyi turizm, gemicilik ve ticaret alanında gelişmiş iken, kuzeyi tarım ve sanayi alanında gelişmiştir. Ülkedeki ticari faaliyetin %26’sı, endüstriyel üretimin %25’i Makedonya-Trakya bölgesinde gerçekleşmektedir. Yunanistan’daki 20 civarında organize sanayi bölgelerinin bir kısmı bu bölgede yer almaktadır. Kuzey Yunanistan’dan yapılan ihracatın %44’ü giyim ve ayakkabı, %22’si gıda ve içecek, %8’i kürk-deri, %5’i minerallerden oluşmaktadır. 1990 yılında çıkarılan teşvik yasası uyarınca birinci öncelikli kalkınma bölgesi ilan edilen Batı Trakya’da vergi muafiyeti %100’e kadar varmakta, yatırım indirimleri ise %45’in üzerine çıkmaktadır.55 Ancak Türk asıllı yatırımcıların bu kolaylıklardan faydalandığını söylemek mümkün değildir. Tarım sektörü için geçerli olan farkındalık eksikliği sanayi için de geçerlidir. Üstelik 90'lı yılların ilk yarısında azınlık insanına yönelik ayrımcı politikalar kendini fazlasıyla hissettirmiştir. Yatırımcıdan kasıt, sermaye sahibi iş yapmak, 55 Serdar, a.g.t., s. 49. 120 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ küçük bir işletme kurmak isteyen Türk asıllı girişimcilerdir. ABD’nin 1997 İnsan Hakları Raporunda yer alan ifadeye göre ilk defa 1997 yılında Türk asıllı bir Müslüman’a ait işletmeye Batı Trakya’da kurulan ve genişletilen işletmelere tahsis edilen hükümet teşvikinden pay verilmiştir.56 Ancak bu işletmenin kime ait olduğu, faaliyet konusunun ne olduğu ve faaliyetlerini nerede yürüttüğü hususunda bir açıklamaya yer verilmemiştir. 1997 sonrası teşviklerden azınlık insanı da yaralanabilmiş ancak bu teşvikler daha çok yeni işyeri açan esnafa mikro kredi, vergi teşviki sosyal sigorta primlerinden muafiyet şeklinde kendini göstermiştir. Azınlığa yönelik bir sanayi teşvikinden bahsetmek hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Görüldüğü gibi Batı Trakya’da sanayi sektöründe, azınlık mensubu Türk asıllı sanayiciye pek rastlanmaz. Türklere ait sadece mobilya imalatı yapan büyükçe atölyeler (bunların da bir çoğu son yıllarda tanınmış Türk markalarını ithal ederek iç piyasada satışa sunmaya başlamışlardır.) Süt ve süt ürünleri işleyen mandıra, İskeçe’ye bağlı Koyun Köy ’de yine Türklere ait olan, içinde onbeş-yirmi işçinin istihdam edildiği; şarküteri ürünleri üreten ve iç piyasaya üretim yapan bir tesis vardır. Ayrıca İskeçe’de mermer imalatı yapan bir işletme faaliyet göstermektedir. Gümülcine merkezde gıda sektörüne yönelik işlenmiş şekerli mamüller imalatı yapan ve Yunanistan çapında bu ürünleri pazarlayabilen bir işletmeye rastlamak da mümkündür. Buna karşılık bölgede kurulu çeşitli fabrikalarda çalışan işçiler vardır. Ancak çoğu son ekonomik krizle birlikte işlerini kaybetmişlerdir. Dönemlik işlerde en çok çalışanlar Türk asıllı işçilerdir. 2.3. Hizmet Sektörü Gümülcine ile İskeçe’nin merkez ve ilçelerinde hemen hemen hizmet sektörünün her alanında geleneksel Türk esnaf ve zanaat erbabına rastlamak mümkündür. Bunların %99’u küçük işletme sınıfındadır. Türk asıllı nüfusun hizmet sektöründeki yerine genel olarak bakıldığında: Devlet dairelerinde ve bankalarda çalışan Türk asıllı memura pek rastlanmaz. Son yıllarda bazı kamu kuruluşlarına azınlık mensupları yerleştirilmiş olmasına rağmen göstermelik düzeydedir. 56 U.S. Department of State, “Greece Country Report on Human Rights Practices for 1997”, http: state.gov/www/.../greece.html, (15.7.12). BAED 3/2, (2014), 97-126. 121 AHMET SERDAR Sahibinin veya ortağının Türk asıllı olduğu finans kuruluşu, sigorta şirketi, otel gibi büyük işletmeler yoktur. Sadece sigorta acenteliği yapan Türkler vardır. Ayrıca Gümülcine ve İskeçe’de açılan Ziraat Bankası Şubelerinde Türk memurlar çalışmaktadırlar. Gümülcine ve İskeçe illerinde, çeşitli mesleklerde faaliyet gösteren Türk asıllı esnaf ve sanatkarlar vardır. Bunlardan ancak %2’si büyük, %30’u orta, %68’i küçük işletme olarak tabir edilebilir.57 Sanayi ve Ticaret Odası ile meslek odalarındaki kayıtlar incelendiğinde Gümülcine’deki işletmelerin %26’sı İskeçe’deki işletmelerin %17’si Türk asıllılara aittir.58 Son yirmi yılda hizmet sektöründe daha profesyonel anlamda kendini gösteren Türk Girişimcilerin varlığından bahsetmek mümkündür. Baskıcı rejimin bir nebze değişmiş olmasına paralel olarak uluslararası ticarette daha çok Türkiye ile gerçekleştirilen dış ticarette de Türk girişimciler boy göstermeye başlamış, ancak ekonomik kiriz sonrası sektör karlılığını yitirmiştir. Türk asıllı işçilerin ise en fazla çalıştığı alan inşaat ve inşaat sektörünün yan kolları olan, boyacılık, fayansçılık, demircilik gibi iş kollarıdır. İnşaat sektöründe taşeronluk hizmeti veren girişimciler de faaliyet göstermeye başlamış ancak son ekonomik krizle birlikte sektör bitme noktasına gelmiştir. Sonuç Satın alma gücü paritesine göre kişi başına geliri 1980 yılında 2990 ABD doları iken 2008 yılında 30000 ABD dolarına ulaşan Yunanistan’daki bölgeler arası gelişmişlik farkı birçok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi çok çarpıcı olmamasına rağmen yakın geçmişe kadar Batı Trakya için “Yunanistan’ın gelişmemiş bölgesi” AB’nin de “en geri kalmış bölgesi” tabirini kullanmak yanlış olmazdı. AB’nin 2004 yılından itibaren yapmış olduğu genişlemelerinden sonra Batı Trakya bu unvanını kaybetmiştir. AB ile bütünleşmenin ardından özellikle 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren ülke genelinde yaşanan olumlu iktisadi gelişmelerin Batı Trakya’ya da yansımaları vardır. Ancak kalkınma 57 58 Ömeroğlu, a.g.e., s. 64. Ömeroğlu, a.g.e., s. 64. 122 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ eksikliği Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde, Türk köylerinde ve Türk mahallelerinde hala kendini hissettirmektedir. Azınlık insanın %80’inin kırsalda yaşadığı belirtilmiştir. Buna karşılık Gümülcine ve İskeçe’de toplam arazinin %35’ine, Dedeağaç da dâhil edildiğinde %18’ine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu oranlar dikkate alındığında azınlık insanın servetiyle ilgili de yeterli deliller ortaya çıkmaktadır. Oysa tarihi kaynaklar 1923 yılında Batı Trakya arazisinin ve emlakinin %80’den fazlasının Türk asıllılara ait olduğunu göstermektedir. Toprak mülkiyetindeki dramatik değişim azınlık insanının büyük bir çoğunluğunu ekonomik olarak dar gelirli sınıfa sokmakta, bununla birlikte ortaya çıkan azgelişmişlik sorunu resmi otoritelerce uygulanan baskıcı politikalarla birleşince azınlık insanının kaderci, içine kapanık, sindirilmiş bir toplumsal karaktere bürünmesine yol açmaktadır. Tarım sektörünün istihdamdan aldığı pay ülkelerin ya da bölgelerin gelişmişliğinin de bir ifadesidir. Gelişmiş ülkelerde tarımın bütçeden aldığı pay artarken GSMH (Gayri Safi Milli Hâsıla) içeresindeki payı ve bu sektörün toplam istihdam içerisindeki payı azalmaktadır. Yani tarım sektörünün istihdamdan ve GSMH’ dan aldığı pay ülkenin gelişmişliğiyle ters orantılıdır. Ancak Batı Trakya Türk Toplumunu bu çalışmada analiz edildiği üzere müstakil bir toplum olarak ele alacak olursak yukarıda ifade edilenin tam aksi bir kompozisyon ortaya çıkar. Yaratılan gelirin büyük bir kısmı tarım kesiminden gelmektedir. Yine istihdamın önemli bir kısmı tarım kesiminde oluşmaktadır. Dolayısıyla AB içerisinde Yunanistan, Yunanistan içerisinde de Batı Trakya AB bölgesel yakınlaştırma politikalarının odağı olmuştur. AB yapısal fonlarının planlı uygulamasının başladığı 1994 yılından sonra Yunanistan’ın tamamı desteklenmesi gereken bölgelerin başında gelirken Yunanistan içerisinde de kalkınmada öncelikli olarak sınır bölgeleri ile birlikte Batı Trakya D bölgesi olarak işaretlenmiştir. Yapısal fonlarda öncelik D Bölgesinden başlayıp Atina ve Selanik gibi gelişmiş kentlerin yer aldığı A Bölgesine doğru gitmektedir. Yani bu desteklerden Türk Azınlığın öncelikli olarak yararlanması gerekmektedir. Ancak uygulamada Türk Azınlığın bu gelişmelerden yeterince faydalanamadığı çalışmada ortaya çıkan bir başka sonuç olarak değerlendirilebilir. BAED 3/2, (2014), 97-126. 123 AHMET SERDAR AB bölgesel yakınlaştırma politikaları ülkenin tamamında olduğu gibi B.Trakya genelinde de önemli gelişmelere yol açmıştır. Özellikle tarım sektörüne başta ATYGF’dan (Avrupa Tarımsal Yön Verme ve Garanti Fonu) sağlanan prim desteğiyle 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren Türk halkının yaşantısında refah artışı görülmektedir. Çünkü Türk Azınlığın yarısından fazlası tütün üretimiyle meşgul olmaktadır. Diğer yarısı da tütüne dolaylı olarak bağımlıdır. Tütün primlerini alan köylünün marjinal tüketim eğilimindeki artış diğer sektörleri de canlı tutmuştur. Ancak bu iyileşme kalıcı, yapısal bir iyileşme olamamıştır. Bölgenin mukayeseli üstünlüklerini ön plana çıkaracak, bölgede sürdürülebilir büyümeyi ve istihdamı sağlayacak girişimler yapılamamıştır. Gelir artışı sadece tüketim talebini tetiklemiş, tasarruf ve yatırım şeklinde ekonomiye kazandırılamamıştır. Tarım dışında azınlığın gelir kaynağının emekçi olarak ücret, küçük esnaf olarak kar olduğuna, yukarıda Hizmet Sektörü başlığı altında değinildi. Krize çare olarak uygulanan maliye politikalarıyla zaten düşük seyreden gelirler vergilerle törpülenmektedir. Bu yüzden krizden en çok etkilenen iki kesim olarak emekçi sınıfı ve küçük esnaf gösterilebilir. Son yıllarda tütün konusunda yaşanan belirsizlikler krizin yarattığı olumsuz havayla daha büyük bir psikolojik etki yaratmakta, belirsizlikler içinde yaşamaya çalışan bölge insanını rahatlatacak geleceğe güvenle bakmasını sağlayacak somut çözümler, alternatif üretim ve istihdam sahaları geliştirilememektedir. Nitekim altı yıldır yaşanan krizin etkisi ile bölgede umutsuzluk hâkimdir. KAYNAKÇA ALİOĞLU, Cafer, Batı Trakya Davası’nın Avrupa Cephesi, İnal Ofset, İstanbul 1998. ALP, İlker, “Batı Trakya Türkleri”, Atatürk Araştırma Merkezi ATAM Dergisi, Sayı: 33, 1995. ANAGNOSTOU, Dia, Triandafyllidou, Anna, “Regions, minorities and European integration: A case study on Muslims in Western Thrace, Greece”, http://www.eliamep.gr, Case_study_report_Thrace, (1.10.2014). 124 BAED 3/2, (2014), 97-126. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE BATI TRAKYA TÜRKLERİNİN EKONOMİK VE DEMOGRAFİK GELİŞİMİ BELLİ, Mihri, Yunan İç Savaşından Gerilla Anıları, Belge Yayınları, İstanbul 1998, CANBOLAT, İbrahim S., AB ve Türkiye, Uluslarüstü Bir Sistemle Ortaklık, 4. Baskı, Alfa-Aktüel Yayınları, Bursa 2006. EREN, Halit, Batı Trakya Türkleri, Rehber Yayınları, İstanbul 1997. “Georgiki Statistiki Tis Ellados 1993” (1993 Yılına Ait Yunanistan Zirai İstatistikleri) NSSG Atina 1995 http://data.worldbank.org/country/greece, (07.15.2007). Greece Statistical Authority, www.statistics.gr, (1.11.2014). NSSG “Grece in Figures 2014”, KOSTİS, Kostas “Oi Trapezes kai i Krisis”, Οι τράπεζες και η κρίση, Εμπορική Τράπεζα της Ελλάδος - Ιστορικό Αρχείο, Athina 1986. KURTULUŞ, Ümit, Batı Trakya’nın Dünü Bugünü, Nadir Kitap ve Eserler, Ankara 1979 MOUZELİS, Nicos, Pagoulatos, George “Civil Society and Citizenship in Postwar Greece”, Citizenship and the Nation-State in Greece and Turkey, Taylor & Francis Group, Oxford 2004. ORAN, Baskın, Türk Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Ankara 1992. ÖMEROĞLU, Aydın, Batı Trakya Türklerinin Bölge Ekonomisindeki Yeri ve Geleceği, Diyalog Yayınları, İstanbul 1998. ÖYMEN, Onur, Türkiye’nin Gücü, 21.yy.da Türkiye Avrupa ve Dünya, 3. Baskı, Doğan Kitapçılık, İstanbul 1999. SEHA, L. Meray, Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Cilt I., Ankara 1969. SERDAR, Ahmet, AB üyeliğinin Yunanistan Ekonomisine Etkileri ve Türkiye’nin Üyeliği Bakımından Bir Değerlendirme, U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Şahin, Bursa 2008. BAED 3/2, (2014), 97-126. 125 AHMET SERDAR SERDAR, Ahmet, Batı Trakya Türklerinin Ekonomik Durumu ve Sorunları, U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hüseyin Şahin, Bursa 2002. SERDAR, Ahmet, “Strategic Product Of Western Thrace Tobacco”, Agribalkan, Balkan Agricultural Congress, Edirne September 2014. “Tarihten Bir Yaprak”, Batı Trakya’nın Sesi, Sayı:1 Kasım-Aralık 1987. U.S. Department of State, “Greece Country Report on Human Rights Practices for 1997”, www/global/human_rights/1997_hrp_report/greece.html, (1.11.2014). ZOLOTAS, Ks., Aggelopoulos, A. and Pesmazoglou, I., H Aνάπτυξη της Θράκης: Προκλήσεις και προοπτικές, National Academy of Athens, Centre for the Study of Greek Society, Athens 1995. 126 BAED 3/2, (2014), 97-126. Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS Eşref YALINKILIÇLI* ABSTRACT The wars in former Yugoslavia carried the Balkans into a new historical stage in which integration with Western institutions started to be perceived as an ultimate goal of the region’s governments. On the other side of the fence, the European Union (EU) chose to take advantage of the changes in the region to eliminate some trans-border security problems, which the ethno-political conflicts there exposed. The EU has promoted regional cooperation and institutional change for the sake of its-own geopolitical re-assertion after the collapse of ideological status quo in the region. Its EU’s eastward enlargement enhanced hopes and expectations among the Western Balkan states and peoples suffering from the wreckage brought by the fall of Communism and the socio-political and economic devastation caused by the Yugoslav war of dissolution at the end of the 20 th century. In this context, this paper will aim to evaluate the EU’s policies toward the Western Balkans after the disintegration of Yugoslavia. Keywords: Neo-Balkanization, Western Balkans, EU Integration, Institutional Change, Regional Cooperation. * Freelance Eurasia Analyst, MSc, Centre for Russian and Eurasian Studies, Uppsala University, Sweden, E-mail: [email protected]. Acknowledgements: I wholeheartedly thank first to Dr. Jessica Giandomenico and my colleague Robin Amos for their remarks on this paper, and secondly to the Swedish Institute (SI) for its generous financial support during my studies and stay in Sweden. 127 EŞREF YALINKILIÇLI YENİ BALKANLAŞMA’DAN AVRUPALILAŞMA’YA: BATI BALKANLAR’DA KURUMSAL DEĞİŞİM VE BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ ÖZET Eski Yugoslavya’daki savaşlar Balkanlar’ı Batı kurumlarıyla bütünleşmenin bölgesel hükümetlerce nihai amaç olarak görülmeye başlandığı yeni bir tarihi sürece taşıdı. Diğer taraftan, Avrupa Birliği bölgede ideolojik statükonun çöküşünün ardından kendi jeopolitiğini yeniden tesis etmek adına etno-politik çatışmaların ortaya çıkardığı bazı sınır-ötesi güvenlik problemlerini bölgesel işbirliği ve kurumsal değişimi teşvik ederek ortadan kaldırma yolunu seçti. Buna bağlı olarak, AB’nin doğuya doğru genişlemesi 20. yüzyılın sonundaki komünizmin çöküşü ve Yugoslavya’nın ayrışma savaşının yol açtığı sosyo-politik ve ekonomik tahribatın enkazında Batı Balkan devletleri ve halkları arasında ümit ve beklentileri arttırdı. Bu bağlamda, bu yazı AB’nin Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Batı Balkanlar’a dönük politikalarını değerlendirmeye çalışacaktır. Anahtar Kelimeler: Yeni Balkanlaşma, Batı Balkanlar, AB Entegrasyonu, Kurumsal Değişim, Bölgesel İşbirliği. Introduction The end of the Cold War, coming simultaneously with the dissolutions of former Soviet Union and Yugoslavia changed the nature of world politics and opened a new era in the history of humanity in the last decade of the 20th century. Unfortunately, this era once again brought catastrophe and tragedy to the Balkans, where ethno-religious conflicts, political disorder and discontent have constituted historical peculiarities of the region for centuries. Undoubtedly, the war in former Yugoslavia in the early 1990s was the eruption of those centuries-old ethno-religious antagonism and discontents. From the rule of the erstwhile Ottoman and Habsburg Empires to that of the Socialist Federal Republic of Yugoslavia (SFRY), the history of the Balkan Peninsula- or what is now often called South-eastern Europe11 The terms “Balkans” and “Southeastern Europe” have been used interchangeably since the late 19th century, but the usage of Southeastern Europe is much more connected with the rebirth of geography in the European political map after the fall of Yugoslavia. Maria Todorova notes the etymology of the term “Balkans” with its Greek and Turco-Persian 128 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS was seemingly sacrificed to this inexorable negative path dependency, namely called with a political science term: Balkanization.2 In other words, the whole of 20th century Balkan History is defined by the emergence and strengthening of Balkan national self-identities connected to the conflicts surrounding the decline and fall of multi-ethnic Ottoman and Habsburg Empires prior to and after the First World War. Referencing this phenomenon, the term Balkanization has been used to describe more generally traumatic violence-producing ethnic conflicts of new state formations that occur as a result of imperial and/or federal disintegrations.3 Thus, the term is used to define fragmentation into mutually hostile entities and conflicts between them as the opposite of integration process and has been one of the most negative paradigms in international relations since the First World War onwards.4 With respect to this long-term history of inter-ethnic antagonism, the painful disintegration of SFRY can be regarded as a political dejavu which recalls early 20th century Balkanization. For that reason, one might origins and stresses the peripheral mountainous character of the area between Europe and the Ottoman Empire. Todorova mentions that the term “Southeastern Europe” was a coinage of the German geographer Theobald Fischer who proposed that the name of the Balkan Peninsula should be replaced by the term of “Südosteuropa” on the eve of the Berlin Congress (1878). See Maria Todorova, Imagining the Balkans, Oxford Univ. Press, New York 2009, pp. 1-37; On the other hand, the term “Balkans” refers to Ottoman oriental past with the elements of Orthodox and Islamic cultures, ethno-symbolic nationalities along intraregional borders and underdeveloped feudal structures (et al.) which differentiate the basin from the Western Europe. On the other hand, the term “Southeastern Europe” stresses the Western orientation of the area, achieved mainly through Austria-Hungarian and German influences, pays homage more to Catholicism together with Orthodoxy, and implies elements of modernization in the European periphery. In this regard, the term may stand for a more dynamic concept of development and integration of the whole region into the European Union. See, Nada Švob-Dokic, “Balkans versus Southeastern Europe” in Nada Švob-Ðokic (ed.), Redefining Cultural Identities: Southeastern Europe, Culturelink Joint Publications Series No. 4, Institute for International Relations, Zagreb 2001, pp. 37-38. 2 See, Robert W. Pringe, “Balkanization”, Encyclopædia Britannica, accessed on: http://global.britannica.com/EBchecked/topic/50323/Balkanization, (6.11.2014). 3 Carl-Ulrik Schierup and Aleksandra Ȧlund, “Neo-Balkanization and Ethnic Cleansing in the Balkans”, Peace Research, Vol. 27, No. 3, August 1995, pp. 39-40; Also for the making of the term ‘Balkanization’ through the fall of Ottoman Empire in the region, see, Clemens Hoffmann, “Balkanization of Ottoman Rule: Pre-modern Origins of Modern International System in Southeastern Europe”, Cooperation and Conflict: Journal of the Nordic International Studies Association, Vol. 43 (4): 2008, pp. 373-396. 4 Tom Gallagher, Outcast Europe, The Balkans, 1789-1989: From the Ottomans to Milošević, Routledge, London and New York 2001, p. 2. BAED 3/2, (2014), 127-149. 129 EŞREF YALINKILIÇLI say the fall of former Yugoslavia was the second period of Balkanization in the region. This conflict-producing nation-building process undeniably changed the European geographic and ideological maps again by the advent of the new century. Since Yugoslavia was totally dissolved, seven new independent states have emerged so far from the wreckage of the Titoist federation. These are Serbia, Croatia, Bosnia-Herzegovina, Slovenia, Macedonia,5 Montenegro and finally Kosovo.6 For the European Union (EU), the collapse of Yugoslavia has signalled a new historical era during which Europe had to integrate a new coterminous geography into the European political map. But the problem was somewhat difficult to tackle, since formal and informal institutions and cultures in the Balkans are different than those of the European heartland. The EU first dealt with the issue as being a security problem after the Dayton Accord was forcibly implemented and established peace in Bosnia in 1995, and particularly when the Kosovo crisis erupted in 1998. Secondly, the EU perceived the power vacuum- created by the collapse of Titoist Communism and the dissolution of the Soviet Union- as a historical opportunity that would allow it to regain its supremacy in the Eastern realm. Within the light of aforementioned historicity and conceptualization of the relevant geopolitical issues, this paper in its first part will have an introductory macro glance on the central features of the Yugoslav war of dissolution. As part of this analysis, I will briefly discuss the origins of the process of neo-Balkanization by emphasising mainly the relevant domestic factors at play in the SFRY at the time. Because the Balkans have experienced periods of harsh nationalist disintegration twice, first in the 5 I consider the use of the term ‘Former Yugoslav Republic of Macedonia’ with regard to the country, Macedonia, unnecessary. It only serves to remind to the people the negative legacy of the country’s Yugoslav past. So, though there is uncertainty (or a primarily Greek reservation) about using the name in the international arena, I nevertheless will use the name ‘Macedonia’, as the Macedonians themselves have been using to refer their country, instead of the titular conception ‘FYROM’. 6 Although Serbia has never recognized Kosovo as an independent state, the International Court of Justice has decided that the declaration of independence by Kosovo was not a violation of international law. See: “Press Release: Accordance with international law of the unilateral declaration of independence in respect of Kosovo: Advisory Opinion”, International Court of Justice, 22 July 2010. Accessed on: http://www.icjcij.org/docket/files/141/16012.pdf?PHPSESSID=b0b24a6135eaf2347d5b0a0badec77ff. Since then, more than a hundred (almost 108) UN member countries have recognized Kosovo as an independent state despite the opposition of Serbia and Russia. 130 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS beginning and second at the end of the same century, - to which historians, political scientists and the area specialists called “Balkanization” as we have drawn attention above. Without further understanding the historical background it would be wrong to focus on the EU-Western Balkans integration policies. The second and the fundamental part of this paper, however, will be devoted to European integration of the Western Balkans in the new millennium. The notions of institutional change and regional cooperation which the EU has been imposing upon the post-Yugoslav governments will be evaluated within the paradigm of Europeanization of the region. Departing from an institutionalist point of view, I shall briefly deal with these questions in this second part of the paper: In which ways, the EU policies toward the Western Balkans have been implemented during the post-communist transitional era? And, to what extent, could the EU have succeeded to cope with the problems created by the Yugoslav war of dissolution in the region? 1. The Genesis of Neo-Balkanization in The Former Yugoslavia The fragmentation of Yugoslavia has already been described above as being a political reminder of previous conflicts, where a new Balkanization process tore apart South Slav nationalities in the events following the fall of Communism in Eastern Europe. Yet, the bloody results of the so-called ‘Yugoslav Civil War’ were not a fait accompli process. Rather they occurred in front of the eyes of the international community, which only grasped the severity of the war crimes committed by BosnianSerb paramilitary militias with the help of Yugoslav People’s Army (JNA) when it turned into a bloody massacre and/or act of genocide in Srebrenica in July 1995.7 The genesis of neo-Balkanization in the SFRY therefore can be analysed within the scope of a school of thought in modern historiography 7 The International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia ruled that the Army of Republica Srpska committed genocide against Bosniak men, but its verdict on the acts on women, children and elderly people was massacre in Srebrenica in 1995. See: the UN, “International Tribunal for the Prosecution of Persons Responsible for Serious Violations of International Humanitarian Law Committed in the Territory of the Former Yugoslavia Since 1991”, IT-98-33-A, The Hague, 19 April 2004, accessible on: http://www.icty.org/x/cases/krstic/acjug/en/krs-aj040419e.pdf. BAED 3/2, (2014), 127-149. 131 EŞREF YALINKILIÇLI which fashioned the way to take into consideration of historical events in their long term duration (la longue durée).8 According to the French L’école des Annales’ Braudelian point of view, one might say that the dissolution of Yugoslavia by its very nature was not accidental, rather it was the culmination of the same old patterns of the ethno-symbolic revolutionary nationalism of the interbellum years (Serbian Chetnics vs. Croatian Ustashas)9 together with decaying adherence to internationalism of the Marxist ideology during the post-Tito Yugoslavia. Firstly then, according to this view, the fragmentation of Yugoslavia should be seen as the gradual outcome of attempts at decentralization increases to the right to self-determination for Yugoslavia’s constituent nations, brought about in particular by the 1963 and 1974 SFRY Constitutions. With these efforts and changes, the Yugoslav nationalities paved the way for declaring their own independent states at a time when the Titoist ‘crystal ball’ was broken in the fin de siècle. These attempts virtually changed Yugoslavia from being a constitutionally communist state to into a constitutional nationalist one.10 In this vein, one could easily understand that how the pretentious construction of Illyrianic idea of Yugoslavism of the days of yore has been replaced by the ambitious attempts to achieve the historical idea of a ‘Greater Serbia’ in the course of time in the SFRY. Indeed, from the very beginning, most Croatian and Slovene intellectuals perceived Yugoslavism as a threat to their own national identity, and this ideology often seemed to 8 See for methodology of historiography of the Annales School, Peter Burke, The French Historical Revolution: The Annales School, 1929-89, Stanford Univ. Press, California 1990, pp. 32-64. 9 Ethnic nationalism(s) in the former Yugoslavia was not a new phenomenon. Rather the SFRY was a forced compromise of Serbian and Croat nationalism brought about with the help of authoritarian Marxism under Marshall Tito. Thus, the transition from nationalism to ethnic cleansing proved to be very easy and short in the country. During the Second World War, both Serbian royalist nationalist group, the Chetniks, and the members of Croatian revolutionary movement, the Ustashas, used ethnic cleansing and genocidal methods against each other and other ethno-religious groups, such as Bosniaks, Jews and Gypsies in order to ‘purify’ Yugoslavia in favor of their ethnic dominance. See, Damir Mirkovic, “Ethnic Conflict and Genocide: Reflections on Ethnic Cleansing in the Former Yugoslavia”, Annals of the American Academy of Political and Social Science, Vol. 548, November 1996, pp. 191-199. See also Aleksandar Pavković, The Fragmentation of Yugoslavia: Nationalism and War in the Balkans, St. Martin Press, USA 2000, pp. 37-40 10 John R. Lampe, “The Failure of the Yugoslav National Idea”, Studies in East European Thought, Vol. 46, No. 1/2, June 1994, pp. 84-87. 132 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS them as being a euphemistic term for Serbian hegemony. Therefore they mainly dismissed it as being a mask for Serbian political and cultural domination.11 However, worsening economic conditions, especially during the 1980s, also started to undermine gradually legitimacy of the communist state apparatus in the whole federation.12 With the lack of economic security, the Yugoslav fusion was sacrificed to the Geist, namely the then spirit of time, which was increasing nationalism. Hence, recruitment of nationalism to replace communism through the invention of tradition as an elite construction after the death of Josip Broz Tito in 1980 should be considered as the last step in the break-up of Yugoslavia. It might be said that resuscitation of the ages-old Serbian nationalism in the 1980s also triggered other nationalisms and reproduced the same old patterns of ethnic antagonism which had been somewhat suppressed after the foundation of SFRY in 1945. In brief, ethnic antagonism grew in the post-Tito era and it took on numerous forms, both within the political institutions and in direct face-to-face disputes among inhabitants and groups in the SFRY.13 Serbian discontent, in particular, with the 1974 constitutional changes had been expressed by the Serbian Academy of Arts and Sciences in a “Memorandum” in 1986, which recommended that Serbs defend their own national interests vis-à-vis the other growing national movements in Yugoslavia. Hence, these developments were given meaning among the Serbian public with the campaign of Slobodan Milosevic, who pursued the restoration of Serbian power through confiscating the two autonomous regions of Kosovo and Vojvodina in favor of Serbia in the SFRY.14 Therefore, when Milosevic delivered his nationalistic rhetoric on the 600th anniversary of the Kosovo Polje War in June 1989, almost nothing remained of the socio-political unity of the South Slav peoples who had already been 11 Pavković, The Fragmentation of Yugoslavia: Nationalism and War in the Balkans, p. 62. Pavković, Ibid., pp. 77-79. 13 Sergej Flere, “Explaining Ethnic Antagonism in Yugoslavia”, European Sociological Review, Vol. 7, No. 3, Dec. 1991, p. 183. 14 James Gow, Triumph of the Lack of Will: International Diplomacy and the Yugoslav War, Columbia University Press, New York 1997, pp. 16-17. 12 BAED 3/2, (2014), 127-149. 133 EŞREF YALINKILIÇLI forced to live together in a communist melting pot after the Second World War.15 Following the sudden collapse of communism in Eastern Europe and, thereby the end of Cold War and bipolar world politics, such an international environment might be said to have curtailed the developments in the former Yugoslavia and disabled an immediate involvement of the then international community into the Yugoslav crisis more difficult. Undoubtedly in these conditions, the break-up of Yugoslavia seemed unavoidable and would not be able to be prevented. This is because, the SFRY, from the very beginning, was an ill-fated construction and a reluctant unity borne from the post-war settlement and held together under the iron fist and charismatic leadership of Marshall Tito.16 However, if we make a counterfactual assessment retrospectively, the disintegration of former Yugoslavia could have been managed in a more peaceful way and furthermore the Bosnian disaster could have been obviated by the then international community, including the United Nations (UN), the European Community (EC, or the EU later on), as well as the United States (US) and the Russian Federation (RF).17 15 One prevalent explanation for the unavoidably demise of the Yugoslav state is that it never succeeded in constituting itself as a political community and a nation-state whose identity conceptually and structurally transcended the various nations that it comprised. Moreover, the Yugoslav state would eventually usurped by the largest ethnic group inside, namely the Serbs, to serve its own national interests by the very beginning. See, Vesna Pesic, “Serbian Nationalism and the Origins of Yugoslav Crisis”, The United States Institute of Peace, Peaceworks No. 8, April, Washington 1996, p. 5. 16 Dawa Norbu, “The Serbian Hegemony, Ethnic Heterogeneity and Yugoslav Break-up”, Economic and Political Weekly, Vol. 34, No. 14, April 3-9 1999, p. 834. 17 For the negative roles of the then international community in the Yugoslav war of dissolution, see, Richard Ullman, The World and Yugoslavia’s War, Council of Foreign Relations Press, New York 1996; Alex N. Dragnich, “From Unity to Disarray: The West’s Yugoslav Policy”, Mediterranean Quarterly, Vol. 12, Number 3, Summer 2001, pp. 47-56; Robert M. Hayden, “Yugoslavia’s Collapse: National Suicide with Foreign Assistance”, Economic and Political Weekly, Vol. 27, No. 27, Jul. 4, 1992, pp. 1377-1382; Ed Vulliamy, “Bosnia: The Crime of Appeasement”, International Affairs, Vol. 74, No.1, January 1998, pp. 73-9; Mike Bowker, “The Wars in Yugoslavia: Russia and the International Community”, Europe-Asia Studies, Vol. 50, No. 7, November 1998, pp. 1245-126; Marc Weller, “The International Response to the Socialist Federal Republic of Yugoslavia”, The American Journal of International Law, Vol. 86, No. 3, July 1992, pp. 569-607. 134 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS Arguably, one can also say that there was no international community at that time in the way we understand the meaning of the concept today. James Gow frequently emphasizes this fact and he identifies four fundamentals of bad timing, poor judgment, lack of cohesion and the absence of will to implement policies involving the use of armed force during the Yugoslav crisis, all of which might be attributed to the lack of a true international community and proper international diplomacy.18 Seemingly, the last decade of the 20th century was a period of turmoil in world politics and all major world powers had been following to their own agendas when the sudden, if not unexpected, collapse of Yugoslavia occurred. As is well-known, the US was fighting in the Gulf War and Iraq to open the gate for a ‘new world order’ while Russia was striving for a smooth disintegration of the USSR in the era of Glasnost and Perestroika. The EC troika’s primary focus was, however, on its transformation into the EU in order to materialize a continental supranational state when ferocious ethnic conflicts once more Balkanized Yugoslavia in the early 1990s.19 2. From Balkans to Southeastern Europe: European Integration and Institutional Change in the Western Balkans Apparently, the former Yugoslavia (SFRY) was harshly crumbled due to the competing interests of ethnic nationalism(s) inside and factional great power politics in the international relations. Following the sudden fall of Communism in the region, a process of neo-Balkanization once again overturned the regional security complex and political stability in the early 1990s. In this chaotic atmosphere European integration of the newly independent post-Yugoslav republics in the Western Balkans became an emergent issue for both the prospective stabilization and reconciliation of 18 Gow, Triumph of the Lack of Will, pp. 4-9. The references given in the footnote 16 are valid here, too. I have also expressed the international dimension of the Yugoslav crisis in a recent web article: “The Dissolution of Former Yugoslavia: An Appeasement of Serbian Nationalism by the International Community”, Academic Perspective, 13 September 2014, accessible on: http://en.akademikperspektif.com/2014/09/13/dissolution-former-yugoslavia/, (23.11.2014). 19 BAED 3/2, (2014), 127-149. 135 EŞREF YALINKILIÇLI the region, as well as for the EU’s own geopolitical future connected with the unification euphoria that followed the 1992 Maastricht Treaty.20 Needless to say that, the painful disintegration of the SFRY taught Europe a lot, and led the EU to form a Common Foreign and Security Policy (CFSP), the lack of which had caused the failure of European diplomacy during the bloody ethnic wars in the former Yugoslavia. However, the EU was able to involve itself in the Kosovo crisis in the post-Dayton Yugoslavia when the Europeans gave up the ‘wait and see’ strategy and adopted a more proactive and pre-emptive stance towards the post-communist conflicts in the region. In other words, the EU’s willingness to take responsibility after a bitter experience- witnessed in Bosnia and Herzegovina between the years of 1992-95, signalled the advent of a new era in which the process of Europeanization of the Balkan states and societies had commenced in the European Affairs. In this sense, the Balkans have acquired a renewed significance in the EU’s policy debates especially after the big bang enlargement of May 2004 together with the opening of Turkey’s membership negotiations in 2005 despite the constitutional fiascos in France and the Netherlands in the same year.21 Therefore, it might be said that the core of the EU’s containment strategy with regard to the problems created by the breakup of Yugoslavia was to incorporate the post-communist Yugoslav geography into the continental Europe on the basis of the acquis communautaire of the Union.22 From then on, the EU deliberately launched the political concept of ‘Western Balkans’ to define not only the successor states of the SFRY (plus Albania, and excluding Slovenia), but also to aid in the integration of the region into the common European political house, whereby the whole of the Balkans (together with Bulgaria and Romania) now appeared on the European political map as part of terminus of ‘South-Eastern Europe’.23 20 Leeda Demetropoulou, “Europe and the Balkans: Membership Aspiration, EU Involvement and Europeanization Capacity in South Eastern Europe”, Southeast European Politics, Vol. III, No. 2-3, November 2002, pp. 87-88. 21 Emilian Kavalski, “From the Western Balkans to the Greater Balkans Area: The External Conditioning of ‘Awkward’ and ‘Integrated’ States”, Mediterranean Quarterly, Volume 17, Number 3, Summer 2006, p. 86. 22 Florian Trauner, The Europeanization of the Western Balkans: EU Justice and Home Affairs in Croatia and Macedonia, Manchester University Press, U.K. 2011, pp. 4-6. 23 Steven Blockmans, Tough Love: The European Union’s Relations with the Western Balkans, T.M.C. Asser Press, The Hague 2007, pp. 12-13. 136 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS Hence, one could argue that there was an ambitious effort displayed by European policy makers to erase the negative legacy of the Cold War and reunite the divided Europe of the post-war settlement. Considering the Western Balkans as part of this project, the EU first pursued a ‘regional approach’ which later constituted the main features of the formation of the “Stability Pact for South Eastern Europe” (converted into Regional Cooperation Council later in 2008) in April 1999 when the Kosovo conflict began to violate the delicate balance of the post-Dayton process. The Pact was hailed as ‘a new Marshal Plan for the reconstruction of the region’ by the then British Prime Minister Tony Blair to highlight its vital significance for both Europe and the basin.24 Additionally, the EU pushed its endeavours to one step further and institutionalized its ‘contractual’ relations with the Western Balkans together with the inauguration of the Stabilization and Association Process (SAP) in the shadow of Kosovo crisis. The SAP constituted the main theme of EU-Western Balkans relations, through which the EU created regional cooperation and promoted institutional change in justice and home affairs of those post-communist transitional countries by giving them potential candidacy status in the Union.25 In the following year, the EU also officially declared that it was considering membership bids of the Western Balkan countries in the Santa Maria da Feira Summit in Portugal. The EU from then on kept prospective membership perspective as for the Western Balkans in its political agenda and reiterated this possibility several times, most notably in the Thessaloniki Summit in 2003, which was mainly dedicated to the political dialogue and regional cooperation between the EU and Western Balkans. In brief, the EU imposed the “principle of conditionality” and embedded it via its contractual relations with the countries of the region in order to maintain the road to Europeanization of the Western Balkans. Following this agenda, the Stability Pact took responsibility and chaired three working tables considering (i) democratization and human rights, (ii) economic reconstruction, cooperation and development and (iii) security 24 Trauner, EU Justice and Home Affairs in Croatia and Macedonia, p. 47. Christian Pippan, “The Rocky Road to Europe: The EU’s Stabilisation and Association Process for the Western Balkans and the Principle of Conditionality”, European Foreign Affairs Review 9, 2004, p. 219; Trauner, Ibid. p. 35; Blocksmans, Ibid., p. 251. 25 BAED 3/2, (2014), 127-149. 137 EŞREF YALINKILIÇLI issues. All of them functioned to monitor the improvements in the fulfilment of political (Copenhagen) and economic (Maastricht) conditionality imposed by the Stabilization and Association Agreements (SAA) and signed country by country.26 In this context, we can also raise the main question posed by Friis and Murphy (2000): Why did the European diplomacy catapult its interests into the Western Balkans and present membership perspective to the region, while the EU had been already continuing the membership negotiations with the Central-Eastern European states (plus Romania and Bulgaria in the Eastern Balkans)? Friis and Murphy give four essential satisfactory answers to this question: i) the Kosovo crisis, ii) path dependency iii) policy framing and iv) the EU presidency.27 From this point of view, one might say that the EU first took the Kosovo issue into consideration as being a new threat to European security when a massive refugee problem emerged along the fragile borders of Serbia, Kosovo, Albania and Macedonia. Without doubt, the crisis in Kosovo had reminded many, most notably expressed frankly by the then German Foreign Minister Joschka Fischer, of the relatively weak role of the European Community in the Bosnian case.28 Therefore, the crisis had the potential to undermine once again the EU’s credibility in the international system, and hereby, the EU presidency led-by then Germany under Schröder-Fischer diarchy framed the Kosovo issue as a ‘European one’.29 Hence, European policy makers, immediately after the crisis escalated in Kosovo, improved an EU-developed strategy on the Western Balkans. In their paradigm, Europeanization of the area was perceived a sine qua non for stability, peace and reconciliation in the region. Thereby, European security would be able to be guaranteed in the long term. The EU’s source of inspiration for this policy no doubt directly came from the examples of the Central-Eastern European transition countries’ integration process. Such a path dependency also convinced the EU that pursuing a new 26 Pippan, Ibid. pp. 227-29 and 233-38. Lykke Friis and Anna Murphy, “Turbo-Charged Negotiations: the EU and the Stability Pact for South Eastern Europe”, Journal of European Public Policy, 7:5, 2000, p. 767. 28 Tom Gallagher, The Balkans in the New Millennium: In the Shadow of War and Peace, Routledge, London and New York 2005, p. 49. 29 Friis and Murphy, Ibid. pp. 777-780. 27 138 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS type of relationship responding to the particular needs of the Western Balkans was deemed necessary and unavoidable.30 Seemingly, maintaining security still remains the strongest argument on developing EU-Western Balkans relations in the scope of the SAP. Supposedly, the Balkans emerged as a destabilizing region for Europe after the Yugoslav dissolution, so both the EU and local authorities had to minimize the side effects of trans-border problems caused by the ethnic conflicts and political demarcations.31 In particular, intra-border smuggling and trafficking of arms, people and drugs, illegal migration and refugees from the region to the heart of Europe together with wide-spread corruption, bribery, nepotism, organized crime, economic backwardness and violations of human and minority rights in justice and home affairs were the main concerns that the EU wanted to tackle via cooperation with the Western Balkan governments. Therefore, the region constituted a major source of socalled ‘soft-security’ threats for the EU when the traditional Balkan smuggling route was revitalised as a transit corridor for illegal immigrants and all kind of goods onto their way into Europe.32 For this reason, the EU first initiated an “integrated border management” mechanism to check border security effectively and control trade facilities through stressing the significance of regional collaboration and international cooperation with respect to the borders of Western Balkan countries.33 Secondly, the EU worked in a close cooperation with the NATO, OSCE and the Stability Pact in order to augment border security through the establishment of police forces, demilitarization and demining of the borders. All these endeavours were institutionalized later in the Ohrid Border Process in May 2003 when the parties agreed on the EU’s integrated border management principle, promotion of further stabilization through the 30 Blocksmans, Ibid., p. 254; Friis and Murphy, Ibid., p. 778. George Dorel Popa and Karina Paulina Marczuk, “Trafficking in Human Beings in the Post-Communist States of the Balkan Area”, Human Security Journal, Vol. 6, Spring 2008, pp. 79-80. 32 Florian Trauner, “The Europeanisation of the Western Balkans: Deconstructing the EU’s routes of influence in Justice and Home Affairs”, A research paper presented to the ECPR Fourth Pan-European Conference on EU Politics, Riga, September 25-27, 2008, p. 2, accessible on: http://www.jhubc.it/ecpr-riga/virtualpaperroom/059.pdf, (10.11.2014). 33 Trauner, The Europeanization of the Western Balkans: EU Justice and Home Affairs in Croatia and Macedonia, pp. 27-28. 31 BAED 3/2, (2014), 127-149. 139 EŞREF YALINKILIÇLI rule of law, and advice and support on more military issues regarding border security and insecurities.34 By analysing all these EU policies regarding the Western Balkans, we can ask the question here of how those policies added a value to the EU’s leverage in the region? One answer is that, the EU, needless to say, used the soft power of membership incentives as a ‘carrot and stick’ diplomacy over the region to both eliminate security problems that emerged after the Yugoslav crumble and erase the negative legacy of communist state apparatus in the Balkans.35 This approach led to the regional governments getting some remarkable financial aid and technical assistance under the Community Assistance for Reconstruction, Development and Stabilization (CARDS) of the SAA. Thus, firstly, one could say that a gradual institutional change in justice and home affairs has been promoted in the course of time. In addition to this, sometimes through shock therapy with respect to market mechanisms, some trade liberalization has been achieved and commercial facilities have been created as part of the economic transition strengthening ties between the EU and the Western Balkans.36 In this regard, regional cooperation among the Western Balkan countries, largely thanks to the EU’s SAP through which conditionality has been persistently imposed upon the politics of the regional governments, pushed the nature of post-communist transitional Balkan politics into being more ‘European’ way. With regards to the situation as it stands at present, Slovenia was added in the ‘big bang enlargement’ of 1 May 2004 to the Union, whereas Romania and Bulgaria achieved this in 2007, though the principle of conditionality is still questionable regarding their post-communist transitions.37 Meanwhile in the Western Balkans, Croatia became a member 34 Trauner, Ibid., p. 51. See Pippan, Ibid., pp. 221-228. 36 Pippan, Ibid., pp. 230-233. 37 The transition paradigm is hotly debated topic in transitology literature since legal and constitutional backlashes have appeared after some of the post-communist countries received full EU membership. Therefore, more recent assumptions in transition literature indicate the death of the concept of the transition paradigm and fashioned gradual institutional transformations. See, Thomas Carothers, “The End of the Transition Paradigm”, Journal of Democracy, Vol. 13, No. 1, January 2002, pp. 15-17; Jordan Gans-Morse, “Searching for Transitologists: Contemporary Theories of Post-Communist Transitions and the Myth of a Dominant Paradigm”, Post-Soviet Affairs, (2004, 20/ 4), pp. 340-44. 35 140 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS state as of 1 June 2013, but the EU has only opened negotiation talks with Serbia, Montenegro and Macedonia as candidate states. Accordingly, the EU also made numerous advances in order to integrate the region with itself and became an irrevocable political goal for the region’s governments, most particularly in ethnically divided and discontent countries like Macedonia, where the prospect of EU membership has been considered as the only source of political unity in the debris of shadowy past.38 Possibly, this outlook might be by the other ethnically heterogeneous republics, such as Bosnia and Kosovo, as well. On the other hand, the EU accessions in the region also created an environment of peace building and reconciliation in which the belligerents of the Yugoslav ethnic wars were able to improve political dialogue and mutual understandings mainly due to a compulsory EU-push. Máire Braniff specifically notes this point of view and she reaches the conclusion that European integration was the most important driving force behind conflict transformation and reconcilement in the domestic politics of Croatia and Serbia considering the wartime criminals and nationalist antagonisms in these countries.39 Nonetheless, some observers also approach to the issue somewhat sceptically in the case of Serbia, where domestic politics is still influenced by the nationalist nostalgia and the failure of the idea of Greater Serbia.40 From the assassination of Zoran Djindjic in 2003 to the declaration of Kosovo’s independence in 2008, recent developments in Serbian politics might be said to be very undulant. But it might also be said that Serbian authorities, foremost President Boris Tadić engaged in the Serbian talks with the EU quite enthusiastically and shown his willingness to collaborate with the International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia regarding the capture and return of the wartime criminals including the prominent figures of the Srebrenica genocide and known as “butchers of Bosnia” like Ratko Mladic and Radovan Karadzic. 38 Jessica Giandomenico, “Path Dependency in EU Enlargement: Macedonia’s Candidate Status from a Historical Institutionalist Perspective”, European Foreign Affairs Review, 14, 2009, p. 90. 39 Máire Braniff, Integrating the Balkans: Conflict Resolution and the Impact of EU Expansion, I. B. Tauris, London and New York 2011, pp. 172-83. 40 James C. O'Brien, “Brussels: Next Capital of the Balkans?”, The Washington Quarterly, Volume 29, Number 3, Summer 2006, p. 78. BAED 3/2, (2014), 127-149. 141 EŞREF YALINKILIÇLI In the current situation, Serbian domestic politics continue to be fed by a ‘sense of injury’, particularly after the international recognition of Kosovo as an independent state.41 But the main issue here is not Serbian domestic politics, rather the EU’s capacity and eagerness to engage crisis management. Taking account of this, the EU ought to maintain its carrot approach with respect to the Serbian bid to join to the Union in the years to come. Most probably, a rapprochement between Serbia and Kosovo would prove the success of the EU’s Western Balkans policies. Yet, the possibility of a Serbian backlash should not also be kept away from the Union’s strategic calculations, either. On the other side of the coin, there are also some problems and limitations which undermine the EU’s leverage and capacity for conflict management and its stabilizing role in the Western Balkans. Those are mainly related to the war-torn countries of Bosnia-Herzegovina and Kosovo.42 Together with Albania, the aforementioned countries still keep their potential candidate status in the EU’s political agenda. But those countries, most notably Kosovo- consisting almost 90 percent of ethnic Albanians- constitute the most fragile and vulnerable parts of the Balkan puzzle for both the EU and the region. A divergence here to briefly discuss the Kosovo problem would be convenient to assist in comprehending the pessimist approach to the conundrum in the Western Balkans. At the moment, the independence of Kosovo seems to be complicated by the EU’s blueprint over the Southwestern Balkans, where ethnic trans-border and interstate issues are still the source of EU woes. Therefore, as much as the status and/or the future of Kosovo remains blurry, the Kosovo crisis cannot be considered as having ended and it will continue to challenge stability, security and political order in the region. That is to say, as Misha Glenny properly stated, the EU, one way or another, will have ‘responsibility for a chronically dysfunctional’ 41 Ted Galen Carpenter, “A New Era of Turbulence in the Balkans?”, Mediterranean Quarterly, Volume 19, Number 3, Summer 2008, pp. 6-14. 42 Bosnia and Kosovo are the only two members of the EU enlargement zone that have never tried to apply for EU membership, given that both are too far from complying with the required minimum standards. But besides lacking basic capacities, these two potential candidates share another common feature: both are limited, to different degrees, in their national sovereignty. See, Wolfgang Koeth, “Bosnia, Kosovo and the EU: Is Accession Possible without Full Sovereignty?”, EIPA, Maastricht 2012, p. 31, accessed on: http://www.eipa.eu/files/repository/eipascope/20120710143924_WKO_Eipascope2012.pdf, (5.11.2014). 142 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS small country from now on in the basin.43 However, the EU has already shouldered such a responsibility formally by agreeing with the government of Kosovo on the “conditional independence” drawn up by the Ahtisaari Plan, as Elizabeth Pond clearly pointed out: “The heart of this plan, laid down in more than 90 percent of its provisions, consisted of protection of minority (Serb) rights, overproportional minority seats in parliament, and other positive political discrimination, all to be guaranteed by EU supervision”.44 For the sake of assuming this responsibility then, the EU also put into force the Rule of Law Mission in Kosovo- dubbed as the EULEX - in order to consolidate the new-born state of Kosovo’s legal infrastructure. According to its strategic program, EULEX intended to achieve the following six priorities when forming institutions and establishing the rule of law in Kosovo: i) progress towards sustainability, ii) progress towards accountability, iii) multi-ethnic organization, iv) freedom from political interference, v) recognized standards, and vi) European best practices. These aims, Labinot Greiçevci emphasizes, have been established to move towards the long term goal of Kosovo’s potential accession into the EU.45 On the other hand, the same author also indicates that the failures of EULEX initiatives in the three areas of customs, police and justice, especially in the northern Serbian-populated border areas like Mitrovica, cripple the EU’s mission and limit the effectiveness of EULEX. He assertively calls this the “handicapped actorness” of the EU in Kosovo.46 Therefore, we might say that the problems reflected by the local people(s) and authorities with regard to the question of “Does anyone have a plan”, posed by Lode Desmet in his 2006 documentary47, still come to the fore in post-independent Kosovar politics, and the EU has to deal with these problems and take action as soon as possible. 43 Misha Glenny, “You Broke It, You Own It”, Prospect, 27 April 2008, accessed on: http://www.prospectmagazine.co.uk/magazine/youbrokeityouownit/, p. 16, (5.11.2014). 44 Elizabeth Pond, “The EU’s Test in Kosovo”, The Washington Quarterly, Vol. 31, Number 4, Autumn 2008, p. 99. 45 Labinot Greiçevci, “EU Actorness in International Affairs: The Case of EULEX Mission in Kosovo”, Perspectives on European Politics and Society, Vol. 12, No. 3, September 2011, p. 297. 46 Greiçevci, Ibid., pp. 298-299. 47 Lode Desmet, “Does Anyone Have a Plan?”, a documentary film produced for Balkan Investigative Reporting Network, Albania/Bosnia-Herzegovina/Serbia, 2006. BAED 3/2, (2014), 127-149. 143 EŞREF YALINKILIÇLI Conclusion In conclusion, we can precisely talk about a fully-fledged EUengagement towards the post-communist conflicts in the Balkans from the NATO bombing of Belgrade in May 1999 to the independence of Kosovo in February 2008 and its aftermath. During this period, the EU developed a constructive approach towards the post-Yugoslav geography and chose the path of European integration of the region by imposing the principle of conditionality upon the regional governments and polities. In this way, both the Union and the countries of the region made some remarkable progress. Arguably, the most important step was the inauguration of the Stabilization and Association Process (the SAP) of the EU regarding the reconstruction of the Western Balkans. So far, only Croatia has received full membership, and for the other western Balkan states their EU-favourable perspectives often meant a geopolitical shift towards the Western realm. Nevertheless, all countries in the area have entered into a quite tedious, but irreversible path of transition, from which both sides, namely the EU and the region’s governments, should benefit within a win-win strategy in the long term. In this regard, it might be said that the Western Balkans can be Europeanized with the help of exogenous underpinnings of the EU’s conditionality and institutional change. For this purpose, the regional decision-makers need to show more enthusiasm about will of reform management and further regional cooperation which necessitate abandoning the practices of the past, so becoming more ‘behaviourally Europeanized’ in their policy-making processes.48 For the Western Balkan countries, however, as Christian Pippan (2004) phrased it, full membership in the EU is a ‘rocky road’ in which a systemic change concerning the previous formal and informal institutions would not be expected to happen overnight. Moreover, the issue of membership is nowadays not only related to the fulfilment of conditionality, but is also much more dependent on the EU’s capacity for integration and the readiness of the European public. The Dutch and French vetoes of the EU Constitution in 2005 and Irish vetoing of the Lisbon Treaty in 2008, 48 Tamara Radovanovik, “From ‘Balkanization’ to ‘Europeanization’ of the Western Balkan countries”, American International Journal of Contemporary Research, Vol. 2/4, April 2002, pp. 211; Demetropoulou, “Europe and the Balkans:…”, Ibid., p. 88. 144 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS together within the negative atmosphere of the present Euro-zone crisis since then, have already been interpreted as ‘no more enlargements’ around European policy circles and public opinions. Last, but not the least, all efforts made by the EU and the EuroAtlantic Alliance (NATO) have been perceived as a ‘Western intrigue’ in what was once a ‘backyard’ region under a re-assertive Russian Foreign Policy formed by the Putin-Medvedev diarchy at a time when the recent political and military crisis in Georgia and Ukraine had already created a standoff between the parties. In this context, there is no doubt that the Kosovo problem was and is still one of the hardest tests which the European diplomacy will have to overcome in order to put a definitive end to the Balkan crisis in the post-Yugoslav era. In brief, the Kosovo conundrum will serve as a litmus test for the EU in the new millennium, because the Western Balkans in general and Kosovo in particular still have their own historical peculiarities, and ethno-political splits still continue to be the sources of discontent and fear among the peoples and governments of the region. BIBLIOGRAPHY BLOCKMANS, Steven, Tough Love: The European Union’s Relations with the Western Balkans, T.M.C. Asser Press, The Hague 2007. BOWKER, Mike, “The Wars in Yugoslavia: Russia and the International Community”, Europe-Asia Studies, Vol. 50, No. 7, November 1998, pp. 1245-1261. BRANIFF, Máire, Integrating the Balkans: Conflict Resolution and the Impact of EU Expansion, I. B. Tauris, London and New York 2011. BURKE, Peter, The French Historical Revolution: The Annales School, 1929-89, Stanford University Press, California 1990. CAPLAN, Richard, Europe and the Recognition of New States in Yugoslavia, Cambridge University Press, U.K. 2005. CAROTHERS, Thomas, “The End of the Transition Paradigm”, Journal of Democracy, Vol. 13, No. 1, January 2002, pp. 5-21. BAED 3/2, (2014), 127-149. 145 EŞREF YALINKILIÇLI CARPENTER, Ted Galen, “A New Era of Turbulence in the Balkans?”, Mediterranean Quarterly, Volume 19, Number 3, Summer 2008, pp. 6-22. DEMETROPOULOU, Leeda, “Europe and the Balkans: Membership Aspiration, EU Involvement and Europeanization Capacity in South Eastern Europe”, Southeast European Politics, Vol. III, No. 2-3, November 2002, pp. 87-106. DRAGNICH, Alex N., “From Unity to Disarray: The West’s Yugoslav Policy”, Mediterranean Quarterly, Vol. 12, Number 3, Summer 2001, pp. 47-56. DESMET, Lode, “Does Anyone Have a Plan?”, a documentary film produced for Balkan Investigative Reporting Network (BIRN), Albania/ Bosnia-Herzegovina/ Serbia 2006. FLERE, Sergej, “Explaining Ethnic Antagonism in Yugoslavia”, European Sociological Review, Vol. 7, No. 3, Special Edition on Eastern Europe, December, 1991, pp. 183-193. FRIIS, Lykke and Murphy, Anna, “Turbo-Charged Negotiations: the EU and the Stability Pact for South Eastern Europe”, Journal of European Public Policy, 7:5, 2000, pp. 767-786. GALLAGHER, Tom, Outcast Europe, The Balkans, 1789-1989: From the Ottomans to Milošević, Routledge, London and New York 2001. ________, The Balkans in the New Millennium: In the Shadow of War and Peace, Routledge, London and New York 2005. GANS-MORSE, Jordan, “Searching for Transitologists: Contemporary Theories of Post-Communist Transitions and the Myth of a Dominant Paradigm”, Post-Soviet Affairs, 2004, 20/4, pp. 320-349. GIANDOMENICO, Jessica, “Path Dependency in EU Enlargement: Macedonia’s Candidate Status from a Historical Institutionalist Perspective”, European Foreign Affairs Review 14, 2009, pp. 89-112. GLENNY, Misha, “You Broke It, You Own It”, Prospect, 27 April 2008, accessed on: 146 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS http://www.prospectmagazine.co.uk/magazine/youbrokeityouownit/, (5.11.2014). GOW, James, Triumph of the Lack of Will: International Diplomacy and the Yugoslav War, Columbia University Press, New York 1997. GREIÇEVCI, Labinot, “EU Actorness in International Affairs: The Case of EULEX Mission in Kosovo”, Perspectives on European Politics and Society, Vol. 12, No. 3, September 2011, pp. 283-303. HAYDEN, Robert M., “Yugoslavia’s Collapse: National Suicide with Foreign Assistance”, Economic and Political Weekly, Vol. 27, No. 27, Jul. 4, 1992, pp. 1377-1382. HOFFMANN, Clemens, “Balkanization of Ottoman Rule: Pre-modern Origins of Modern International System in Southeastern Europe”, Cooperation and Conflict: Journal of the Nordic International Studies Association, Vol. 43 (4): 2008, pp. 373-396. HUDSON, Kate, Breaking the South Slav Dream: The Rise and Fall of Yugoslavia, Pluto Press, London 2003. KAVALSKI, Emilian, “From the Western Balkans to the Greater Balkans Area: The External Conditioning of ‘Awkward’ and ‘Integrated’ States”, Mediterranean Quarterly, Volume 17, Number 3, Summer 2006, pp. 86100. KOETH, Wolfgang, “Bosnia, Kosovo and the EU: Is Accession Possible without Full Sovereignty?”, EIPA, Maastricht, 2012, pp. 31-36, accessed on: http://www.eipa.eu/files/repository/eipascope/20120710143924_WKO_Eipa scope2012.pdf, (5.11.2014). LAMPE, John R., “The Failure of the Yugoslav National Idea”, Studies in East European Thought, Vol. 46, No. 1/2, Nationalism and Social Science, June 1994, pp. 69-89. ________, Yugoslavia as History: Twice There was a Country, Cambridge University Press, U.K., 2000. BAED 3/2, (2014), 127-149. 147 EŞREF YALINKILIÇLI MIRKOVIC, Damir, “Ethnic Conflict and Genocide: Reflections on Ethnic Cleansing in the Former Yugoslavia”, Annals of the American Academy of Political and Social Science, Vol. 548, The Holocaust: Remembering for the Future, November 1996, pp- 191-199. NORBU, Dawa, “The Serbian Hegemony, Ethnic Heterogeneity and Yugoslav Break-up”, Economic and Political Weekly, Vol. 34, No. 14, Apr. 3-9, 1999, pp. 833-838. O’BRIEN, James C., “Brussels: Next Capital of the Balkans?”, The Washington Quarterly, Volume 29, Number 3, Summer 2006, pp. 71-87. PAVKOVIĆ, Aleksander, The Fragmentation of Yugoslavia: Nationalism and War in the Balkans, 2nd ed., St. Martin Press, USA 2000. PESIC, Vesna, “Serbian Nationalism and the Origins of Yugoslav Crisis”, The United States Institute of Peace, Peaceworks No. 8, April, Washington 1996, pp. 1-39. PIPPAN, Christian, “The Rocky Road to Europe: The EU’s Stabilisation and Association Process for the Western Balkans and the Principle of Conditionality”, European Foreign Affairs Review 9, 2004, pp. 219-245. POND, Elizabeth, “The EU’s Test in Kosovo”, The Washington Quarterly, Vol. 31, Number 4, Autumn 2008, pp. 97-112. POPA, George Dorel and Marczuk, Karina Paulina, “Trafficking in Human Beings in the Post-Communist States of the Balkan Area”, Human Security Journal, Vol. 6, Spring 2008, pp. 77-88. RADOVANOVIK, Tamara, “From ‘Balkanization’ to ‘Europeanization’ of the Western Balkan countries”, American International Journal of Contemporary Research, Vol. 2/4, April 2002, pp. 207-214. SCHIERUP, Carl-Ulrik and Ȧlund, Aleksandra, “Neo-Balkanization and Ethnic Cleansing in the Balkans”, Peace Research, Vol. 27, No. 3, August 1995, pp. 39-45. ŠVOB-ÐOKIC, Nada (ed.), Redefining Cultural Identities: Southeastern Europe, Culturelink Joint Publications Series No 4, Institute for 148 BAED 3/2, (2014), 127-149. FROM NEO-BALKANIZATION TO EUROPEANIZATION: INSTITUTIONAL CHANGE AND REGIONAL COOPERATION IN THE WESTERN BALKANS International Relations, Zagreb 2001, accessible on: http://www.culturelink.org/publics/joint/cultid04/SvobDjokic_Redefining_C ultid_SE.pdf, (6.11.2014). TODOROVA, Maria, Imagining the Balkans, Oxford University Press, New York 2009. TRAUNER, Florian, The Europeanization of the Western Balkans: EU Justice and Home Affairs in Croatia and Macedonia, Manchester University Press, U.K. 2011. ________, “The Europeanisation of the Western Balkans: Deconstructing the EU’s routes of influence in Justice and Home Affairs”, A research paper presented to the ECPR Fourth Pan-European Conference on EU Politics, Riga, September 25-27, 2008, pp. 1-22, accessible on: http://www.jhubc.it/ecpr-riga/virtualpaperroom/059.pdf, (10.11.2014). ULLMAN, Richard, The World and Yugoslavia’s War, Council of Foreign Relations Press, New York 1996. WELLER, Marc, “The International Response to the Socialist Federal Republic of Yugoslavia”, The American Journal of International Law, Vol. 86, No. 3, July 1992, pp. 569-607. VULLIAMY, Ed, “Bosnia: The Crime of Appeasement”, International Affairs, Vol. 74, No.1, January 1998, pp. 73-91. BAED 3/2, (2014), 127-149. 149 Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 151156. ROMANYA’YA DÂİR BİR VESİKA-YI SİYÂSİYE Aktaran: Ergün HASANOĞLU Birkaç küçük hükümetler müstesnâ olmak üzere bi’l-umûm düvel-i muazzamanın ve anlara tabi‘en hükûmât-ı sagîrenin birbirlerine karşı giriştikleri şu cihân harbinde Devlet-i Osmâniyye’nin doğrudan doğruya muhâsamada bulunduğu Rusya ve İngiltere’den başka kendisinin müttefikleri bulunan Almanya ve Avusturya ve Bulgar devletleriyle müştereken asker yolladığı yer, Romanya ülkesidir. Romanya ise – ma‘lûm olduğu üzere – bidâyet-i harbde ve hatta bu muhârebe-yi umûmiyenin ilk iki senesi zarfında bî-taraflığı muhafaza edüb ve kâh Rusya ve İngiltere ve Fransa ve İtalya’nın teşkil eyledikleri i‘tilâf tarafına ve kâh Almanya ve müttefikleri cânibine temâyülât gösterüb en nihayet i‘tilâfiyûna iltihâk etmiş ve bi’t-tab‘ Devlet-i Osmâniye ile de muharib bulunmuştur. Gerçi Romanya hükümeti, bu iki yüzlülüğün cezasını az vakt içinde memâlikinin dörtde üçünü gayb etmekle çekmiş ve daha ziyade çekmesi de eltâf-ı ilâhiyeden müsted‘â bulunmuş olub fakat böyle iki yüzlü politika kullanması keyfiyyeti ilk defa vuku‘ bulmuş bir şey zan olunmamak için bazı vukuâtdan bahs edilmek münâsib görülmüştür. Bu vukuât, 1293 sene-yi hicrîyesine ve Devlet-i Âliyenin Rusya ile olan muhârebesinden biraz evveline aid olmak üzere o vakt ki Memleketeyn emâretinin kabinesi reisi bulunan ve şimdiki Bratianu’nun pederi olan Jan Bratianu tarafından Dersaâdete gönderilen Mazhar Paşa isminde bir zâtın me‘mûriyet-i hafîyyesidir ki mûmâ-ileyh Bâb-ı Âli ricâliyle mülâkat ederek temînât vermiş ve bunun üzerine Memleketeyn emâretiyle müzâkerât icrâsı Bâb-ı Âlî’ce münâsib görülerek Tulça Mutasarrıfı Âli Bey merhûma ta’lîmât-ı mahsûsa i‘tâ‘ kılınmıştır. Buna müteallik olan ve Hâriciye Nâzırı Safvet Paşa merhûmun kalemiyle musahhih olan yerleri mütearrıza içine alınan üç kıt‘a vesîka zîre derc olunur. Mehmed Galib Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, 1 Ağustos 1332, Cüz: 39, ss. 142-149. Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Disiplinlerarası Balkan Çalışmaları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi, Edirne, E-mektup: [email protected]. 151 ERGÜN HASANOĞLU Tulça Mutasarrıfı Âli Bey’e Ta‘lîmâtı Hâvî Tahrîrât-ı Sâmîye Biraz vaktden beri Rusya Devleti’nin mesele-yi ma‘lûmede ittihâz eylediği meslek ve hareket, saltanat-ı seniyye hakkında olan efkâr ve tasmîmât mukarrere-yi hafîyyesini meydana çıkarmağa başlamış ve dâhilen galeyân-ı ezhânı vesile ederek mutâlebenin sulhen tervîcine muvaffak olamadığı halde bunları harben istihsâl derecesine kadar gideceğini Avrupa’ya göstermek üzere tedârikât-ı harbiyeye dahi mübâşeret eylemiştir. Devlet-i Âliye ise iki seneye karîb bir müddetden beri Hersek ve Bosna ve bil‘âhire Sırp ve Karadağ usât ve eşkıyasıyla uğraşarak bir an evvel sulh ve âşâyişin iâdesini arzu etmekde olduğu halde Rusya Devleti gibi bir devlet-i azîme ile muhârebeye girişmeyi ihtiyâr edemeyeceği der-kâr ise de muhâfaza-yı hukuk-ı mukaddese-yi mülkiyesi kendüsünü her dürlü mehâlik ve muhâtarâtı ve her nev‘î fedakârlığı göze kestirmeğe mecbur edeceğinden böyle bir dâhiye-yi azîmenin def‘i hakkında mümkün olabilecek ve şan ve hukukuyla kabil-i tevfîk olacak tedâbîr-i sulhiyenin ittihâz ve icrâsına sarf-ı mukadderât edecektir. Fakat hükm ve vukuât, Devlet-i Âliye ve millet-i Osmâniyenin hemcivârı olan bir devlet-i kavî-yi şevket ile muharebeye girmesini îcâb ettirir ise bu mecburiyete teslimiyetten başka çare kalmayacağından o halde dahi tehiyye-i esbâb-ı müdâfaa ve muhâfazaya mübâderet buyuracaktır. Eczâ’-yı memâlik-i şâhâneden bulunan Memleketeyn emâreti, Rusyaluların oradan Sırbistan ve Rusçuk ve Vidin taraflarına vesâir cihetlere geçmelerine müsâade sûreti göstermekte olduğuna dair şu aralık devrân eden havadisin mukarrin-i sıhhat olub olmadığı bahsinde tereddüd olunmakta olduğu halde biraz vaktden berü orada teehhül ve temekkün ile bayağı Memleketeyn ahâlisi i‘dâdına girmiş ve Kırım muharebesinde silk-i asâkir-i şâhânede bulunmuş olan İngiliz Mazhar Paşa bu kere Dersaâdete gelerek reîs-i vükelâ bulunan (Jan Bratianu) tarafından me‘mûriyet-i hafîyyesi olduğunu ifâde etmesiyle istîzâh-ı keyfiyyet olundukda emâret-i müşârün-ileyhâ bidâyet-i zuhûr-ı muharebede âleme karşu ilân etmiş olduğu usûl-i bî-tarafîde devam eylemek ve îcâb eder ise bunu muhâfaza içün harb derecesine kadar gitmek niyet-i kavîyyesinde bulunduğunu ve hatta bu maksada mebnî şimdiden tedârikât-ı fiiliye-yi harbiyeye mübâşeret eylediğini ve fakat tertîb ve techîz olunmakta olan kuvve-yi askeriyesi gerçi altmış bin râddesinde ise de şâyed Rusyalular kuvve-yi külliye-yi askeriye ile geldikleri halde bu mikdar asker ile anlara mukavemet kabil olamayacağından her halde Devlet-i Âliyenin muâvenet-i askeriyesine 152 . BAED 3/2, (2014), 151-156 AKTARMA ihtiyaç halinde bulunduğunu ve bu tertîbât-ı askeriye ve buna müteferri‘ husûsât-ı sâirenin Devlet-i Âliye ile müzâkeresi lazım gelüb Bükreş’de saltanat-ı seniyye tarafından kimse olmadığı gibi Dersaâdetde ajan bulunan Prens Gika’ya dahi Rusyalular ile münâsebâtı cihetiyle emniyet olunamayacağından Devlet-i Âliyece mu‘temed bir zâtın zâhirde bazı mesâil-i muallâk ve mevâdd-ı sâirenin müzâkeresi şâyiasıyla ol tarafa gönderilmesi münâsib olacağını ifâde ve beyân etmiş ve Memleketeyn bu sûretle Devlet-i Âliyeye izhâr-ı sıdk ve hulûs ile ilân etmiş olduğu usûl-i bîtarafîyi harben muhâfaza derecesine kadar gitmek niyet-i kavîyesinde bulunması ve Rusyaluların fekk-i râbıta-ı münâsebetiyle anların Memleketeyn’e duhûllerine mümânâat eylemesi Devlet-i Âliyece ezher ciheti şâyân-ı takdir bir hidmet-i azîme olarak Paris Muâhedesinin yirmi altıncı maddesi ahkâmına dahi tamamıyla muvâfık olacağından bazı devletler tarafından zuhûru melhûz olan ilkaât-ı fâsideye meydan verilmeksizin emâret-i müşârün-ileyhanın bu hüsn-i istidâdından istifâde olunarak kendüleriyle derhâl bu madde hakkında müzâkereye girişilüb bunun içün bir mukavele-yi mahsûsa-yı hafîyye akdine müsâraat olunması îcâb-ı hâl ve maslahatdan bulunmuş ve bu husûs-ı mühimin müzâkeresi için buradan memûr ta‘yîn ve i‘zâm olunsa hakîkat-ı keyfiyyet tereşşuh ederek Rusyalulara karşu emâreti bir mevki‘-yi müşkilde bulunduracağından bu sûret tecviz olunmayub bu memuriyet-i nâzike ve mühimmenin münâsebet-i mevki‘ye ve ma‘lûm olan dirâyet ve fetânetleri cihetiyle zât-ı şerîflerine tefvîz ve ihâlesi tensîb kılınmıştır. Emâret-i müşârün-ileyha bundan üç mâh mukaddem mûmâ-ileyh Prens Gika vasıtasıyla cânib-i Bâb-ı Âli’ye bir kıt‘a lâyıha takdîm ederek anda bazı mesâil ve metâlib der-miyân eylemiş ve hâlbuki bunların bazıları Paris Muâhedesi ahkâmına ve bazıları dahi emâretin Devlet-i Âliyeye karşu bulunduğu hâl ve mevki‘-yi tâbiyete menâfî gibi göründüğünden nazar-ı i‘tibâr ve tedkîke alınmamış vesâir birkaç maddesi şâyân-ı kabul görünmüş ise de mezkûr lâyıhanın takdîmi Sırbistan ile Karadağ’ın Devlet-i Âliyeye i‘lân-ı harb eyledikleri zamana tesâdüf edüb bu hareket Devlet-i Âliyenin bulunduğu meşâgil-i harbiyeden istifâde maksadına mübtenî olduğunu göstermesiyle lâyıha-yı mezkûre mevki’-i müzâkereye konulmayarak sadece ahz ve hıfz edilmiş ve hatta bunun bir kıt’a sûretleri emâret-i müşârünileyha tarafından düvel-i fahîme kabinetolarına takdîm olunub oralarca dâhî mazhar-ı hüsn-i telâkki olmayarak bırakılmış olub her ne ise bu kere emâret-i müşârün-ileyha, Devlet-i Âliyeye izhâr-ı sıdk ve ihlâs dâiyesinde olub Rusyaluların oradan mürûrlarına mümânâat niyet-i kavîyesinde BAED 3/2, (2014), 151-156. 153 ERGÜN HASANOĞLU olduğunu techîzât ve tedârikât-ı harbiyesiyle fiilen isbât eylediğinden saltanat-ı seniyye dâhî şân-ı âlîsi iktizâsından olduğu üzere, emâretin bu hidmet-i azîmesini takdîr ile (âsâr-ı fiiliye-yi fütüvvet-i seniyyesini göstermek lâzım gelür ise de emâretin techîzât-ı askeriyesi cidden ve hakikaten Rusyaluların Memleketeyn’e girmelerine fiilen muhâlefet ve mümânâat niyetiyle midir yohsa Devlet-i Âliye ile Rusya Devleti beyninde bir muharebe vuku‘nda kâffe-i usûl-i muhtemeleye karşu tedârikli bulunulub anlardan bir sûretle istifâde maksadına mı mübtenîdir buraları evvel emrde güzelce anlaşılub iâne-yi askeriye hakkında devlet ile bir mukavele-i hafîyye akd ve imzası niyet-i kat‘iyyesinde bulundukları cezm ve teyakkun olundukda sonra) evvela kendülerünün öteden beri aksâ-yı âmâl-i milliyelerinden olub Devlet-i Âliyeye kabûl ve tasdîk etdirmek istedikleri Romani kelimesinin saltanat-ı seniyyece kabûl buyurulacağının resmen mûmâ-ileyh Jan Bratianu’ya ifâdesi sâniyen İbrail’den yukarı Tuna nehrinde mevcûd olub tarafeyn beyninde mûceb-i nizâ‘-yı dâimî olan adaların tahkîk-i ahvâli için iki taraftan memûrlar ta‘yîniyle tanzîm olunacak haritalarına ve bin iki yüz kırk beş tarihiyle icrâ kılınan tahdîd usûlüne tevfîkan müceddeden tahdidi, sâlisen Romani ahâlîsinin hâmil oldukları pasaportlarıyla memâlîk-i Devlet-i Âliyede mürûrlarına müsâade olunması râbian tarafeynden iâde-yi mücrimîn husûsunda bir mukavele tanzîmi hâmisen posta ve telgraf maslahatları için kezalik bir mukavelenâme yapılması kararlaştırılmış ve bunlardan başka kapu kethüdasının heyet-i süferâya dâhil olması ve Delta adası işi gibi maddeler Paris Muâhedesine dokunur umûr-ı azîmeden olmağla bunların müzâkeresine bile girişmek evvel emrde düvel-i zamîne ve müttefikanın kararına muallâk bulunmuş olmağın buraları beyân olundukdan sonra esâs memûriyet olan asker maddesi müzâkeresine şürû‘ ve ibtidâr eylemeleri lâzım gelür binâenaleyh reîs-i vükelâ Mösyö Jan Bratianu ile bu madde hakkında mahremâne müzâkereye girişilerek emâret-i müşârün-ileyha tarafından tertîb olunan kuvve-yi askeriyeye ilâve olunmak üzere kâffe-yi levâzımâtı mükemmel olarak muharebeye alışmış ve isbât-ı şecâat ve besâlet etmiş olan asâkir-i muntazama-yı şâhâneden otuz tabur asâkirin her ne vakt istenilir ise karşu tarafa geçirilmek üzere Vidin ve Rusçuk ve Niğbolu taraflarında hazır ve müheyyâ bulundurulacağı ve düşman tarafından sevk olunacak kuvve-yi askeriyenin mikdârı külliyetlü olub da asâkir-i emâretle birleşecek kuvve-yi muâvenenin derece-yi kifâyede olmadığı tarafeyn kumandanları indînde bi’l-ittihâd ta‘yîn ve tahakkuk ederek kuvve-yi muâvene-yi mezkûrenin bir mikdâr daha zamm ve tezyîdi lâzım gelür ise derhâl mahâll ve mevâki‘-yi münâsibede ihtiyaten bulundurulacak kuvve-yi askeriyeden münâsib mikdârının sür‘at-i mümküne ile karşu tarafa imrâr olunacağı ve asâkir-i 154 . BAED 3/2, (2014), 151-156 AKTARMA muâvene-yi Devlet-i Âliyenin mekûlât ve melbûsât ve masârif-i nakliye, erzâk ve eşyâ vesâiresi içün cânib-i emâretden bir akçe taleb olunmayacağı gibi memlekete dâhî bir güne tahmîlbar olunmayacağı ve ahâlîden süvâri hayvânâtı içün mübâyâasına lüzûm görünecek şaîr ve sâmân ve asâkir-i şâhânenin mekûlât-ı esmânı nakden ve peşînen îfâ kılınacağı beyân ve ifâde olunub gerek bu maddeler ve gerek asâkir-i şâhânenin emâret askeriyle bir mevkiide ictimâ‘ları ve muhteliten hareketleri îcâb eylediği halde manevra ve emr-i kumandanın kuvve-yi muâvene-yi Devlet-i Âliye kumandanına havâlesi lüzûm ve ehemmiyetinin zâbitân-ı asâkir-i emâretin fünûn-ı harbiyece ma‘lûmâtları ne kadar mükemmel olmak lazım gelse kendülerünün henüz ticaret-i fiiliyeleri olmadığından serd ve îrâd ile kabûl ve tasdîk etdirilmesi ve işbu mevâdd-ı muharrerenin reîs-i mûmâ-ileyh tarafından dâhî tensîb olunacağında iştibah olunmayacağı üzere bir mukaddime-yi münâsebe ile bend bend bir mukaveleye derciyle heman imza olunmak üzere mahsûs bir kuriyer ile cânib-i âliye irsâl kılınması ve işbu mukaveleye buraca hatıra gelmeyen saîr mevâdd var ise anların dâhî derc ve ilâve kılınmasında be’s olmayacağından bunların müzâkere ve kabûlünde menâfi-i Devlet-i Âliyeye muvâfık olan cihâtın gözetilmesi ve işitildiğine göre emâret memûrları ve husûsuyla re’s-i kâr da bulunan memûrlar arasında bu maddelerden dolayı ihtilâfât olduğundan bâlâda serd ve îrâd olunan mülâhazât ve husûsatdan lede’l-iktizâ vükelâ ve memûrîne hîn-i mülakâtdan ne dereceye kadar ma‘lûmât verilmek ve Prens ile mülâkat iktizâ eder ise ana dahi ne yolunda beyân maslahat edilmek lazım geleceğinin mûmâ-ileyh Mösyö Bratianu ile kararlaştırılması (ve bu müzâkerâtta mûmâ-ileyh Mazhar Paşa dâhî bi’t-tabi‘ bulunacağı cihetle tertîbât-ı askeriyece cereyân edecek musâhabâtda anın re’y ve ma‘lûmâtından dâhî istifâde olunabileceğinden bu husûsların evvel emrde mûmâ-ileyh ile istişâre edilmesi ve bu mes’ele-yi harbiye müzâkeresi fevkal-gaye mektûm tutulub orada bulunan düvel-i fahîme konsolosları vesâir sûret-i hayr-ı hâhide görünen zevâttan hiçbirine asla renk verilmeyüb orada bulunmalarının mutasarrıflığa aid bazı mevâdın müzâkere ve tesviyesi maksadına haml ve isnâd edilmesi) husûsları uhde-i dirâyet-i müsellimelerine tevdi‘ edilmiş ve muharebece lüzumu cihetiyle taraf-ı şerîflerine bir aded şifre miftâhı dâhî gönderilmiş olmağla ber minvâl-ı muharrer îfâ-yı levâzım-ı memûriyete i‘tinâ ve dikkat olunması siyâkında şukka… Fi 5 Şevvâl sene 93 ve fi 10 Teşrîn-i Sânî 92 BAED 3/2, (2014), 151-156. 155 ERGÜN HASANOĞLU Tulça Mutasarrıflığına Telgrafnâme-yi Sâmî Memleketeyn emâretiyle iâne-yi askeriye hakkında icrâ-yı müzâkerat ile bunun hüsn-i neticeye isâli memûriyet-i mühime ve nâzikesi uhde-yi dirâyet ve fetânetinize havâle olunmuş ve meslek ve hareketinizi ta’yîn için kaleme aldırılmış olan bir kıt’a ta‘lîmât yâver-i mahsûs ile Rusçuk’a gönderilmiş olmağla mutasarrıflığa aid bazı husûsâtın emâretle müzâkeresi vesile edilerek heman merkez-i memûriyetinizden hareketle Rusçuk’a gelünüb orada ta‘lîmâtınızın ahzıyla Bükreş’e azîmet eylemeniz matlûbdur. Fi 10 Teşrîn-i Sânî sene 92 Tuna Vilayeti Valiliğine Telgrafnâme-yi Sâmî Memleketeyn emâretiyle iâne-yi askeriyye hakkında icrâ’-yı müzâkerat için vesile-yi münâsebe ile Bükreş’e azîmet etmek üzere Tulça Mutasarrıfı Âli Bey’e memûriyet-i hafîyye verilmiş ve kendüsüne yâver-i mahsûs ile gönderilen ta‘lîmâtı alub gitmek için Rusçuk’a gelmesi mûmâileyhe bildirilmiş olduğundan müddet-i gaybûbetinde Tulça mutasarrıflığına münâsib bir vekilin ta‘yîni zımnında ihtâr-ı keyfiyyete ibtidâr kılındı. Fi 10 Teşrîn-i Sânî sene 92 156 . BAED 3/2, (2014), 151-156 Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 157161. Bülent YILDIRIM, Bulgaristan’daki Ermeni Komitelerinin Osmanlı Devleti Aleyhine Faaliyetleri (1890-1918), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2014, XX+240 sayfa, ISBN: 978-97516-2736-0. Erdal YILMAZ Fransız İhtilali’nin yarattığı milliyetçilik akımının etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan coğrafyasında yaşayan gayrimüslim unsurlar, 19. yüzyılda birer birer isyan ederek Batılı devletlerin de yardımıyla bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bunlardan bir tanesi olan Bulgaristan, Berlin Antlaşması’yla (1878) önce özerk bir yapıya kavuşmuş; II. Meşrutiyet’in ilanından sonra da bağımsızlığını (1908) ilan etmiştir. Berlin Antlaşması, İmparatorluğun sadece batı bölgelerinde yaşayan gayrimüslim unsurları ilgilendirmemekte, özellikle doğu bölgelerinde yaşayan Ermenilere de ıslahat yapılması şartını getirmektedir. Bu madde ile Anadolu’da Türklerle on asır huzur içinde yaşamış ve “Millet-i Sâdıka” olarak anılan Ermeniler de uluslararası bir sorun haline getirilmiştir. Bunun akabinde, Batılı misyoner okullarında eğitim görmüş ve milliyetçilik akımından da etkilenerek Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yaşayan Ermeniler adına bağımsızlık mücadelesi verdiklerini iddia eden kimi Ermeni örgütleri ortaya çıkmıştır. Bu örgütler, İmparatorluğun çeşitli bölgelerinde başta silahlı eylemler olmak üzere bir takım yıkıcı faaliyetlere girişmiştir. Söz konusu örgütler, Osmanlı Arş. Gör., Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı, Edirne, E-mektup: [email protected]. 157 ERDAL YILMAZ Devleti’ne yakınlığı ve içişlerinde bağımsız olması nedeniyle Bulgaristan’ı komitacı faaliyetleri için bir üs olarak seçmişlerdir. Dr. Bülent YILDIRIM’ın Bulgaristan’daki Ermeni Komitelerinin Osmanlı Devleti Aleyhine Faaliyetleri (1890-1918) isimli Türk Tarih Kurumu’ndan 2014 yılında çıkan çalışması, Ermeni komitelerinin, Bulgaristan’daki (özerk ve bağımsız olduğu dönemde) faaliyetlerini incelemektedir. Söz konusu faaliyetler hakkında bugüne kadar yapılmış ayrıntılı bir çalışma olmaması eserin önemini ortaya çıkartmaktadır. Başta Osmanlı ve Bulgar arşiv kaynakları olmak üzere konuyla ilgili Türk, Ermeni ve Bulgar araştırmacıların çalışmaları ve hatıralarından yararlanılarak oluşturulan eser, giriş, dört bölüm ve sonuç kısımlarından oluşmaktadır. Bizans döneminde Balkanlara zorunlu göçe tâbi tutulan Ermenilerin, Osmanlıların bu bölgeye hâkim olmasıyla kendi istekleri doğrultusunda bu coğrafyaya yerleştiğini, ticaret ve zanaatla uğraşarak bölgenin ekonomik hayatı içerisinde yer aldığını söyleyen yazar, buraya yerleşen Ermenilerin kendi dillerinden çok Türkçe konuştuklarına da dikkat çekmektedir. Giriş bölümünde (s.1-38) okuyucuyu konuya hazırlamak için bu bilgileri veren yazar, sonrasında, Ermeni ve Bulgar meselelerinin gelişimi; Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları ile gelinen süreç hakkında bilgi vermektedir. Son olarak da Armenakan, Hınçak, Taşnaksutyun ve Ramgavar isimli Ermeni komite ve cemiyetlerinin kuruluşu ve faaliyetleri hakkında bilgi vermektedir. Birinci bölümde (s. 41-66), Bulgaristan Emareti’ndeki Ermeni nüfusu, yerleşim sahaları ve Ermeni komitelerinin teşkilatlanması incelenmiştir. Bulgaristan Devleti Resmi İstatistik Kurumu’nun kayıtlarına göre 18871911 yılları arası Bulgaristan’daki Ermeni nüfusu 10-12 bin civarında olmakla birlikte Ermenilerin çoğunlukla yaşadığı yerler Varna, Rusçuk ve Filibe şehirleridir. Kırsal kesimden ziyade şehirlerde yaşayan Ermenilerin, iyi bir eğitim aldıkları, ticaret ve zanaatla uğraşmaları dolayısıyla da ekonomik açıdan durumlarının iyi olduğu görülmektedir. Yine bu bölümde Bulgarların bağımsızlık hareketlerinin Ermeni devrimcilerin taktiklerine esin kaynağı olduğu belirtilmiştir. Ermeni komiteleri de -Bulgarların özerkliğe giden süreçte yaptıkları gibiAnadolu’da Müslüman halka saldıracak, köylerini ateşe verecek ve onları katledecektir. Galeyana gelen Müslümanlar da savunmasız Ermenilere saldıracak ve çok sayıda Ermeni vatandaşı hayatını kaybedecektir. Sonrasında, komiteler tarafından, Batı kamuoyunda “Anadolu’da Ermeniler 158 . BAED 3/2, (2014), 157-161 KİTAP DEĞERLENDİRME katlediliyor” şeklinde haberler yapılarak dış müdahale sağlanmaya çalışılacaktır. Bu düşünceler doğrultusunda harekete geçen Ermeni komiteleri Bulgaristan’da 1886 yılından itibaren faaliyete geçmiş, Osmanlı Devleti’ndeki Ermenileri tahrik etmek, zihinlerini karıştırmak ve devlete olan bağımlılıklarını yok etme amacıyla hazırladıkları broşürleri Anadolu’ya sokmaya çalışmışlardır. Bu ilk teşebbüslerden sonra Bulgaristan Emareti’ndeki Ermeni komiteleri faaliyetlerini güçlendirmeye çalışmışlardır. Bu doğrultuda harekete geçen Taşnaksutyun Komitesi, Bulgar-Makedon komiteleriyle 1899 yılında anlaşma imzalayarak Osmanlı Devleti’ne karşı birlikte hareket etme kararı almıştır. Bununla da yetinmeyen Taşnak Komitesi, finansal kaynak sağlamak için, 1901 yılında Filibe’de Potorig (Fırtına) adında bir örgüt kurmuş, tehdit ve baskı yoluyla varlıklı Ermenilerden para toplamıştır. İkinci bölüme (s.69-104) bu bilgileri aktarmakla başlayan yazar, Taşnaksutyun örgütünün Bulgaristan’da çok rahat hareket edebildiğinin altını çizmekte; hatta önce Bulgar Askeri Akademisi’ne kabul edildiklerini sonra işi ilerleterek 1906-1907 yıllarında kendi askeri akademilerini kurduklarını da belirtmektedir. Taşnakların, kurduğu bu askerî okul ve Potorig örgüt hakkında bilgiler ilk defa bu eserle birlikte Türkçe literatürde yerini almıştır. Ağırlıklı olarak Taşnaksutyun Komitesi’nin Bulgaristan’daki faaliyetlerinin anlatıldığı ikinci bölümde, Taşnakların, III. Genel Kongresi’nin Sofya’da (1904) gerçekleştiği ve bu kongrede başta Sultan II. Abdülhamid’e suikast düzenlenmesi ve Anadolu’daki Ermeni komitacılara silah ve cephane yardımı gibi kararların alındığı açıklanmaktadır. Söz konusu bölümde değinilen bir diğer önemli konu ise Taşnak komitacı Antranik Ozanyan’ın Osmanlı Devleti sınırları içerisinde zararlı faaliyetlerinden sonra Bulgaristan’a geçerek 1908 yılında Taşnak Komitesi’nin Bulgaristan sorumlusu olmasıdır. Zira bundan sonraki gelişmelerde adı geçen komitacının ön plana çıktığı görülmektedir. Üçüncü bölümde (107-140), 1908-1914 yılları arasında Ermeni Komitelerinin faaliyetlerini inceleyen yazar, öncelikle Taşnakların Varna’da düzenlenen V. Genel Kongresi (1909) hakkında bilgi vermektedir. Kongre’de alınan kararlardan en önemlisi, II. Meşrutiyet’in getirdiği hürriyet ortamından yararlanmak ve Türk siyasî çevreleriyle temaslarda bulunarak bir takım haklar elde etmektir. Bu doğrultuda Taşnaklar, İttihat ve BAED 3/2, (2014), 157-161. 159 ERDAL YILMAZ Terakki Cemiyeti ile görüşmelerde bulunmuş, Osmanlı Devleti çatısı altında özerk bir Ermenistan yaratılmasını talep etmişlerdir. Ancak bu görüşmelerden olumlu bir sonuç alamayacaklarını anlamışlar, Trablusgarb ve Balkan Savaşı nedeniyle de zor durumda kalan Osmanlı Devleti aleyhine tekrardan faaliyete geçerek Bulgar Ordusu’na gönüllü olarak katılmışlardır. Çoğu Osmanlı Devleti vatandaşı olan 300 kişilik Ermeni birliğini ise Antranik Ozanyan komuta etmektedir. Osmanlı kuvvetleriyle Mestanlı, Uzun Hamitler ve Balkan Türesi bölgelerinde çarpışan Gönüllü Ermeni Birliği’nin, savaşta pek varlık gösteremediği, ancak sivil Müslüman ahali üzerinde pek çok mezalim yaptığı belgelerle gösterilmektedir. Ayrıca yazar, Ermeni kaynakları tarafından, Yaver Paşa ve 10.000 kişilik ordusunu esir alması nedeniyle destanlaştırılan Antranik ve Gönüllü Ermeni Birliği’nin, bu olayda hiçbir rolü olmadığını Türk ve Bulgar askerî kayıtlarına göre açıklamaktadır. Dördüncü bölümde, Bulgaristan’daki Ermeni Komitelerinin I. Dünya Savaşı esnasındaki faaliyetleri incelemiştir (s.143-182). Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Ermeni komite ve cemiyetleri, tercihlerini İngilizRus-Fransız ittifakından yana yapmış, hatta Osmanlı Devleti daha savaşa girmeden evvel Kafkasya’ya giderek Rus Ordusu’na katılmışlardır. Başta Antranik Ozanyan olmak üzere Bulgaristan’daki Ermeni komitacılarının büyük bir kısmının Rus Ordusu’na katılmak için Kafkasya geçtiklerini belirten yazar, kalan diğer komitacıların ise Osmanlı Devleti aleyhine Bulgar kamuoyunda propaganda amaçlı asılsız haberler yaptıklarını söylemektedir. Bulgaristan’ın Karadeniz limanları ise, Balkanlar ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden gelen diğer komitacı Ermenilerin Rus Ordusu’na katılmak için bir geçiş üssü olmuştur. Tüm bu faaliyetlerle ilgili olarak Osmanlı Devleti’nin, Bulgar Hükümeti nezdinde yaptığı girişimlerin ise bir sonuç vermediğini belirten yazar, Ermeni komitacılarının Bulgaristan’daki faaliyetlerine devam ettiği vurgulamıştır. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden sonra iç güvenlik nedeniyle 27 Mayıs 1915’te Sevk ve İskân Kanunu’nu çıkarttığı bilinmektedir. Yazar, İttifak Kuvvetleri’nin yanında savaşa katılmasından sonra Bulgaristan’ın da benzer bir tedbire ihtiyaç duyduğunun altını çizmekte, Romanya’ya karşı girişilecek bir askerî harekâtta kendi güvenliğini sağlamak için Varna’da bulunan Ermenileri Bulgaristan’ın iç bölgelerine gönderdiğini ifade etmektedir. Bu durum, Osmanlı Hükümeti’nin aldığı sevk ve iskân 160 . BAED 3/2, (2014), 157-161 KİTAP DEĞERLENDİRME kararının, savaş koşullarında herhangi bir hükümetin güvenlik amaçlı alabileceği olağan bir karar olduğunu da göstermektedir. “Sonuç” bölümünde (s. 183-188) konunun genel bir değerlendirmesi yapılmakta, “Tablolar” (s. 189-200) kısmında ise II. Abdülhamid suikastına karıştığından şüphe edilen ve Balkan Savaşı’nda Bulgar ordusunda yer alan Ermeni komitacıların listesi verilmektedir. “Kaynakça” (s. 201-224), “Dizin” (s. 225-240) ve “Ekler” kısımlarıyla da eser bitirilmektedir. Dr. Bülent YILDIRIM’ın, Türk ve Bulgar arşiv belgeleri ışığında hazırladığı bu çalışma, Ermeni Meselesi hakkında son dönemde yapılmış incelemeler içerisinde önemli bir yere sahiptir. Eser, Türk arşivleri haricinde Batı (İngiliz, Rus, Amerikan ve Fransız) arşivleri merkezli incelemelerin, meselenin aydınlatılmasında yeterli olmadığını göstermektedir. Bununla birlikte özellikle Balkan coğrafyasında, Ermeni komitacılarının faaliyetlerinin incelenebilmesi ve bu tarz çalışmaların yapılabilmesi için dil bilen Türk akademisyenlerin yetişmesinin de gerekli olduğunu göstermiştir. Son olarak eser, Ermeni komitacılarının, Bulgar-Makedon milliyetçiliğinden etkilenmeleri, onların izlediği yolu kendilerine şiar edinmeleri, yabancı müdahaleyi nasıl sağlayabilecekleri, propaganda araçları, finansal destek sağlama yolları gibi birçok konuda önemli bilgiler içermektedir. BAED 3/2, (2014), 157-161. 161 Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 163166. Pınar ŞENIŞIK, Girit: Siyaset ve İsyan 1895-1898, Kitap Yayınevi, İstanbul 2014, 301 sayfa, ISBN: 978-605-105-133-8. Ergün HASANOĞLU Girit, konumu gereği tarihin her döneminde çeşitli uygarlıkların hâkimiyeti altında bulunmuş, stratejik bir üs olarak kullanılmıştır. 1669 yılında adanın Osmanlı hâkimiyetine girmesiyle yerli halkın can ve mal güvenliğini ile inanç ve dil özgürlüğü sağlanmış, bu da bölgede sükûnetin hâkim olmasına sebep olmuştur. 18. yüzyıl sonunda Avrupa’da yayılmaya başlanan milliyetçilik, özgürlük, eşitlik gibi fikirler çok uluslu yapıda bulunan devletlerde ayaklanmalar meydana getirmiştir. Sırp, Yunan, Bulgar gibi Osmanlı Devleti içinde bulunan uluslar, milli kimliğin inşası amacıyla kendi dil, tarih, coğrafya alanlarında çalışmalar yapmışlar, Avrupalı güçlerin özellikle de Rusya’nın kışkırtmasıyla Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmışlardır. 1804 Sırp ayaklanmasıyla başlayan milliyetçi ayaklanmaları, 1821 yılında Yunanlıların ayaklanmaları takip etmiştir. 1830 yılına gelindiğinde Sırplar özerk bir millet, Yunanistan da bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Yunanlıların Osmanlı Devleti’nden ayrılıp bağımsızlığını kazanmaları Girit adasındaki sükûnetin de bozulmasına sebep olmuştur. Sükûnetin bozulmasıyla beraber adada 1866 yılında ilk geniş çaplı isyan meydana gelmiştir. Osmanlı Devleti, bu isyanı Avrupalı devletlerin Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Disiplinlerarası Balkan Çalışmaları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi, Edirne, E-mektup: [email protected]. 163 ERGÜN HASANOĞLU adaya müdahalesini önlemek amacıyla Rumlara tavizler vererek bastırmış ancak Rumlar verilen tavizlerle yetinmeyerek 1878, 1896, 1897 yıllarında ayaklanmışlardır. 1898 yılına gelindiğinde ada, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya tarafından kontrol altına alınmış, Osmanlı askeri Girit’ten çıkarılmıştır. Osmanlı askerinin adadan tahliyesi, Girit adasının Yunanistan’a ilhakını kolaylaştıran bir etken olarak karşımıza çıkacaktır. Birinci Balkan Savaşı sonucunda imzalanan Londra Antlaşmasıyla beraber Girit Yunanistan hâkimiyetine geçmiştir. Pınar Şenışık’ın Girit, Siyaset ve İsyan 1895-1898 adlı kitabı Yunan ulusal kimliğinin oluşması ve Osmanlı idaresindeki Girit’e etkisini, adada meydana gelen isyanları ve Avrupalı güçlerin bu isyanlar karşısındaki tutumlarını, Osmanlı Devleti’nin isyanlar karşısında aldığı önlemleri, bölgede bulunan Müslüman ve Hristiyan halkın durumunu göstermesi açısından önemlidir. Orijinal adı The Transformation of Ottoman Crete: Revolts, Politics and Identity in The Late Nineteenth Century olan kitap, ilk olarak 2011 yılında basılmış, 2014 yılında da Kitap Yayınevi tarafından Türkçe’ye tercüme edilerek okuyuculara sunulmuştur. Pınar Şenışık, 2000 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Yüksek Lisans, 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde Doktora eğitimini tamamlamıştır. Günümüzde Doğuş Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Birimi’nde öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. Giriş (ss. 7-31) adının verildiği ilk bölümde, kitabın yazılma amacından bahsedilmiştir. James Gelvin, Ernest Gellner, Benedict Anderson, Eric Hobsbawm, Miroslav Hroch gibi milliyetçilik kuramcılarının fikirlerine yer verilmiş, Girit adasında meydana gelen isyanların arka planı irdelenmiştir. Son olarak da 19. yüzyıl Girit’i üzerine yapılan çalışmaların durumundan bahsedilmiş ve kitabın yazımında kullanılan birincil kaynaklar belirtilmiştir. Modern Yunan Kimliğinin Oluşumu ve Osmanlı Girit’ine Etkisi (ss. 32-76) adını verdiği ilk bölümde Şenışık, Yunan milliyetçiliğinin ortaya çıkmasında etkili olan faktörleri belirtmekte, Yunan milliyetçiliğinin kavramlaşmasında ve oluşmasında etkili olan Korais ve Regas gibi iki önemli figüre vurgu yapmaktadır. Yunan bağımsızlığının kazanılmasının ardından oluşturulacak millî benlik konusundaki tartışmalara yer verilmiştir. Zambelios, Paparrigopulos gibi Yunan tarihçilerinin Jakob Philipp Fallmerayer’in modern Yunanlıların Helen kültüründen gelmediğini ortaya 164 . BAED 3/2, (2014), 163-166 KİTAP DEĞERLENDİRME koyan tezini çürütmek için yapmış oldukları faaliyetler anlatılmış, millî folklor, dil ve eğitim gibi alanlarda bu teze karşı yapılan çalışmalara atıfta bulunulmuştur. Ayrıca Yunanlılar açısından önemli olan Megali İdea fikrinin Yunan toplumu üzerindeki tarihsel etkisi kısaca değerlendirilmiştir. Girit Adası: Tarihsel Arka Plan (ss. 77-124) adının verildiği ikinci bölümde, Girit adasının tarihsel dönemlerine göz atılmış, adanın coğrafî özelliklerine, demografik yapısına değinilmiş ve adada konuşulan dil hakkında bilgiler verilmiştir. Giritli Müslümanların ekonomik, dinî ve sosyal hayatlarında önemli konumda bulunan Evkâf ve Eytâm İdaresi’nin yararlarından bahsedilmiş, adada meydana gelen isyanların tarihsel arka planı tasvir edilmiştir. Son olarak da Abdulvahab Paşa, Mahmud Paşa, Cevdet Efendi, Ahmed Cevdet Paşa, Cevad Paşa gibi devlet adamlarının, adadaki Rum Ortodoks valilerin kötü yönetiminden, taraflı olmalarından şikâyet ettikleri ve adanın problemleri hakkındaki yazmış oldukları layihalara yer verilmiştir. Şiddeti Yeniden Düşünmek: Komite, Genel Meclis ve 1896 Girit İsyanı (ss. 125-163) başlıklı üçüncü bölümde, II. Abdülhamid döneminde dış siyasette uygulanan denge siyaseti ve devletin içinde bulunduğu kötü durum karşısında alınan önlemlere kısaca değinilmiştir. Epitropi (Reform Komitesi) adını taşıyan isyan grubunun faaliyetlerine ve isyancıların Halepa Sözleşmesi’nin yeniden gözden geçirilmesi, genel af gibi taleplerine yer verilmiş, Girit adasına asayişi sağlamak amacıyla gönderilen Turhan Paşa’nın faaliyetleri anlatılmıştır. Ayrıca 1896 yılında meydana gelen Girit İsyanı ayrıntılı şekilde okuyucuya sunulmuş, Osmanlı Devleti’nin aldığı önlemler, Avrupalı güçlerin bu isyan karşısındaki tutumları dile getirilmiştir. 1897 Girit İsyanı (ss. 164-229) adının verildiği dördüncü bölümde, 1897 Girit İsyanı ele alınmıştır. Meydana gelen bu isyanı Yunanistan’dan gelen Giritli Hristiyanların halkı kışkırtmasına ve Giritli Hristiyanların Osmanlı Devleti’nin yapmış olduğu reformları yetersiz bulmasına bağlayan yazar, Yunan parlamentosunun baskısı ile Yunan ordusunun adaya gönderilmesine vurgu yapmaktadır. 1897 yılında meydana gelen bu isyan, daha öncekilerden farklı olarak adanın Estiye, Sarakine, Kandaros gibi farklı bölgelerinde meydana gelmesi yazar tarafından ortaya konulmuş, adanın kötü durumundan, ortaya çıkan göç hareketlerinden bahsedilmiştir. Adada meydana gelen bu isyanın, Avrupalı devletler tarafından nasıl karşılandığını çarpıcı şekilde ortaya koyan Şenışık, ada konusunda Avrupalı güçler BAED 3/2, (2014), 163-166. 165 ERGÜN HASANOĞLU arasındaki anlaşmazlıklara, bu güçler tarafından adanın ablukaya alınıp Yunan birliklerinin adadan çıkarılmasına ve adanın muhtariyet kazanmasına vurgu yapılmıştır. Son olarak da 1 Nisan 1897 yılında meydana gelen Osmanlı-Yunan savaşına kısaca değinilmiştir. Otoriteye Meydan Okuma, Siyaseti Değiştirme: Girit’te Osmanlı İdaresinin Sona Ermesi (ss. 203-264) başlığını taşıyan beşinci ve son bölümde yazar, Osmanlı Devleti ile Avrupalı devletler arasında adaya vali olarak görevlendirilmek istenen Prens Georgios konusunda anlaşmazlıklar olduğundan bahsetmiş, baskılar sonucunda da prensin adaya yüksek komiser olarak atandığından söz etmiştir. 4 Ekim 1898 yılında İngiltere, İtalya, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin adayı boşaltması konusunda verdikleri ültimatomdan bahisle 15 Kasım 1898’e gelindiğinde adada tek bir Osmanlı askerinin kalmadığı dile getirilmiştir. Bunlara ek olarak İngiltere öncülüğünde adada geçici bir hükümetin kurulduğu, meydana gelen Kandiye karışıklığı sonucunda İngiltere’nin Müslüman halkın silahsızlandırılması, bu karışıklığa sebep olan elebaşlarının teslim edilmesi, gerektiğinde İngiltere’ye yardım etmesi için Osmanlı askerinin belli yerde tutulması gibi konular incelenmiştir. Sonuç (ss. 265-279), bölümünde, kitabın geniş bir özeti yapılmış, kitabın bilim dünyasına yapmış olduğu katkıdan bahsedilmiştir. Kitabın sonunda, Kaynakça (ss. 280-293) ve Dizin (ss. 294-301) yer almaktadır. Osmanlı toprağı olan Girit’in, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu kötü durumdan faydalanarak Avrupalı devletlerin müdahalesiyle nasıl Yunanistan topraklarına dâhil edildiğini çarpıcı tespitleriyle ortaya koyan yazar, Osmanlı, İngiliz ve Amerikan arşivlerinde yapmış olduğu araştırmalar, gazete, makale ve kitaplar değerlendirerek objektif bir eser ortaya koymuştur. Bununla beraber yazar, derinlemesine araştırma yapmayı düşünenlere de bu kitabıyla bir örnek teşkil etmiştir. 166 . BAED 3/2, (2014), 163-166 Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume 3, Sayı/Number 2, Aralık/December 2014, ss. 167187. BALKAN GEZİ NOTLARI - I bir üsküp masalı Rıdvan CANIM “Bütün göçmüş olanlar bilirler ki, uzakta bırakılmış olan eski vatan, günün türlü dertleri arasında hatıra gelmediği zamanlarda bile, içimizde, tamiri imkânsız izler bırakarak kapanmış bir yara gibi daima sızlayacak ve bunca hatırası kalbe dolmuş o yerlerin bu gününe değil, ancak mâzisine karşı bir hasret ve orada olup bitenlere karşı bir alâka ölünceye kadar eksilmeyecektir.” YAŞAR NABİ Üsküp.. Makedonya’nın başkenti.. Ona bugün Skopje diyorlar.. Bu şehri anlatmaya nereden ve nasıl başlamalıyım, bilemiyorum. Ne zaman Balkan şehirlerine dair bir şeyler söylemek ve yazmak istesem, bir şey gelip yüreğimin bir köşesinde düğümlenir kalır. İşte şimdi yine öyle.. Ama yazmalıyım Üsküb’ü.. Zira Balkan savaşlarının sürüp vatanından kopardığı bir ailenin en küçüğü olarak uzak çocukluk hatıralarımı Vardar türküleri süslemiştir hep benim.. O topraklara kavuşmayı yıllarca bekledim durdum.. İçimdeki hasret yangınını Vardar Nehri bile söndüremez diye düşündüm hep.. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi, Edirne, E-mektup: [email protected]. 167 RIDVAN CANIM Üsküp’te Vardar Nehri ve Fatih Sultan Mehmed Köprüsü Düşlerimin gerçek olduğu anı, Üsküp’le buluştuğum, Vardar’a kavuştuğum ilk günü elbette unutamam.. Kimler gelmiş kimler geçmiş buralardan.. Persler, Makedonlar, Romalılar, Bizanslılar, Cermenler, Gotlar, Slav kavimleri ve Avarlar.. Aslında Türk kavimlerinden Hunlar, Avarlar, Oğuzlar, Kuman ve Peçenekler Osmanlı’nın bu topraklara gelişinden çok önce buralara gelmişler.. Evlâd-ı fâtihânın Rumeli ile buluşması tarihin seyrini de değiştirmiş buralarda.. Ve İstanbul henüz fethini beklerken, bir gün Gelibolu’da ayaklarını karaya basan Türk akıncıları, bir çılgın âşık gibi koşup kollarını boynuna dolayıvermişler Rumeli’nin.. Ve o nazlı vücûda saraylardan, hanlardan, camilerden, medreselerden, imaretlerden, köprülerden süslü elbiseler, göz alıcı kaftanlar giydiren Türk zevki, devletin ve milletin ortak gayretleriyle bu toprakları nasıl da bir açık hava müzesi haline getirmiş.. Kimi gelmiş, birer mızraklı efsane kahramanı gibi, şehirlerin ismetine nöbet tutan narin minareli camiler kurdurmuş, kimi gelmiş, garibi, konuğu, Tanrı misafiridir diye ağırlayan kervansaraylar yaptırmış bu topraklarda. İlme irfâna susamış niceleri gelmiş mektepler, medreseler kurmuşlar.. Temizliği imanın yoldaşı bilen niceleri gelmiş külhanlar, 168 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I hamamlar inşa ettirmiş.. Ya çarşılar, arastalar, bedestenler, hanlar, dükkânlar kurup adına “vakıf” diyen hayır sahiplerinin çabalarına ne demeli!? Açlığın, birçok kötülüğün anası olduğunu çok iyi idrak etmiş Türkler.. Ve işte bu yüzden de şehirlerde, kasabalarda olabildiğince aşhaneler, imarethaneler kurmuşlar ve bir lokma ekmek için işlenecek suçları önceden karşılamayı bilmişler.. Ya müslüman Türklerin su sevgisi..! Çeşmeler, sebiller su kemerleri.. Bu eli açık, kapısı ardına kadar dayalı, gözü tok, gönlü pek millet bir türlü suya doyamamış, onun için de rast geldiği her köşeye ibadet derecesine varan bir şevkle sebiller, selsebiller, çeşmeler kurdurmuş.. Ya külliyeler.. Camiyi ortasına alan külliyede yer bulan medrese, kütüphane, misafirhane, aşhane, mumhane, şifahane, tabhane, han ve kervansaraylarla sosyal hayatı nasıl da canlı bir unsur haline getirmiş atalarımız. Neredeyse bütün Balkan şehirlerini gezdim, gördüm.. Bunlar arasında beş Rumeli şehri var ki, özellikle onların Osmanlı’nın medeniyet mirasını kutsal bir emanet gibi muhafaza etmeye çalıştığına, sayısız Anadolu şehrine nispet yaparcasına bunu başardığına da şahit oldum. Bu şehirler Saraybosna, Mostar, Prizren, Berat ve Üsküp’tür. “Rumeli’nin Beş Şehri” diyorum ben onlara.. Vardar Nehri ve Üsküp BAED 3/2, (2014), 167-187. 169 RIDVAN CANIM Bugün hemen hemen bütün Balkan şehirlerinde iki farklı şehir yapısı karşılar ziyaretçilerini: Biri Osmanlı’dan emanet kalan “eski şehir”, diğeri ait olduğu ülkenin modern yapılarıyla donanmış çağdaş şehirler. Rumeli coğrafyasında Türklüğün hâlâ çarpan kalbi olarak gördüğüm Üsküp de böyledir bugün.. Nazlı Vardar’ın akış yönüne göre sol tarafta kalan Osmanlı’nın Üsküb’ü trajik bir terkediliş öyküsünün hüznüyle yaşam mücadelesini sürdürürken, sağ tarafta Vodno Dağı eteklerine kadar uzanan bir alanda birleşik Yugoslavya’nın kucağında büyümüş zamane Üsküb’ü yer alır. Şimdilerde 500 bini aşan nüfusuyla Üsküp, müslüman kesimde daha çok Türkleri, Arnavutları, Boşnakları ve Çingeneleri barındırırken, karşı tarafta Makedonlar, Sırplar ve diğer Hıristiyan etnik unsurlara ev sahipliği yapar.. osmanlı akıncıları üsküb’de.. “Mayadağdan kalkan kazlar Al topuklu beyaz kızlar Yârimin yüreği sızlar Eğlenemem aldanamam ben bu yerlerde...” Yaşlı tarihin takvim yaprakları 1392 senesini gösterdiğinde Osmanlı akıncıları Yıldırım Bayezid Han sancağı altında girerler şehrin kapılarından Üsküb’e.. Tam 520 yıl evlâd-ı fâtihânın elinde islâm mülkü olarak tarih sahnesinde boy gösteren bu kutlu şehir, tabir yerindeyse “saadet asırları”nı yaşar bunca zaman.. Üstad Evliya Çelebi, Üsküb’ün bir zamanlar sahip olduğu zenginlikleri anlatırken; “Burada l kale, 45’i cuma camii olmak üzere l20 mescid, 2 medrese, 9 dârü’l-kurrâ, 70 mektep, 20 tekke, ll0 çeşme, 7 kervansaray, 2150 dükkanı bulunan bir çarşı, l bedesten, l köprü, hanlar ve hamamlar vardır” şeklindeki notlarını düşer defterine.. Ve sağlığında Balkanları adım adım dolaşan merhum Ekrem Hakkı Ayverdi de, Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri adlı eserinde bu güzel şehir için şunları söyler: “Biz şimdi Üsküb’ün abidelerini, ancak ticari bir meta mertebesinde tutan bir idareye bırakıp çekildik. O mânâ bir daha o yerlere dönmemek üzere uçtu gitti. Cenâb-ı Hak da hem kadrini bilmeyip bırakıp giden bizleri cezalandırmak, hem mahbûbu olan o evliyalar şehri Üsküb’ün ruhaniyetini yabancı ellere bırakmamak üzere zelzelesini gönderdi. Âbideleri birbirine kavuşturan bütün kan damarlarını kopardı. Geriye kalanlar birer ada gibi tek başına, etrafını yadırgayan ve yadırgatan yalnızlık içine gömüldü. Şimdi 170 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I Üsküb’ün rûhu bedeninden çıkmış, eski mevcudiyetinin maddî şâhidi olarak tek-tük âbideler kalmıştır.” Evet ne hazindir ki bugün bizlere o “tek-tük” âbidelerle avunmak düştü. Beş küsur asır boyunca Üsküb’ü dünyanın en medeni, en mamur şehirlerinden biri haline getirenlerin buralardan ayrılma zamanı geldiğinde; “Her kemâlin bir zevali vardır” sözü, sığınılacak, avunulacak tek tesellimiz oldu. Üsküp’te Osmanlı izlerinin silinmesine Vardar üzerinde tarihe tanıklık eden “Fatih Köprüsü”nün başında inşa edilmiş olan Burmalı Camiin sosyalist Yugoslavya zamanında ortadan kaldırılması ile başlandı. Çünkü Sırplar, 1389 tarihini hiç unutmadılar. Üsküb’ün Meşhur Saat Kulesi BAED 3/2, (2014), 167-187. 171 RIDVAN CANIM Biz millet olarak Murad Hüdavendigâr’ı unutmuş olsak da onlar unutmadılar, unutamadılar. Sonra bu köprünün adını Taş Köprü’ye çevirdiler. Üzerindeki Osmanlı’nın mührünü yani kitabesini söküp götürdüler. Bunu diğer Osmanlı yâdigârı hanlar, hamamlar, köprüler, imaretler, çeşmeler, kervansaraylar izledi.. Ama bitiremediler.. Nazlı Vardar üzerindeki Fatih Sultan Mehmed Köprüsü, o eski devirlerin ihtişamıyla, o mağrur duruşuyla sadece Vardar’ın iki yakasını bir araya getirmekle kalmıyor, benimle Osmanlı dedelerim arasında “zaman köprüsü” oluyor şimdi burada.. Bir tarafını Üsküp Kalesi’ne, bir yanını Vardar Nehri’ne veren Davutpaşa Hamamı da bir “su medeniyeti”nin temiz evlatlarının bu şehre bir himmeti olmuş bir zamanlar.. Biraz ötede geçmiş asırların felaketlerini iliklerine kadar yaşayan Sultan Murad Camii, Üsküb’ün hemen her yerinden görebileceğiniz Balkanların en muhteşem mâbedlerinden biri olarak karşılar sizi.. Onun bir adı da Sultan II. Murad’a nisbetle Hünkâr Camii’dir. Avlusundaki saat kulesi ise Rumeli topraklarında inşa edilmiş en görkemli saat kulesi olmayı sürdürüyor. Camiin hemen yanıbaşında yer alan türbede Dağıstanlı Ali Paşa, hanımı ve kızı medfun.. Bu mabedin adını ilk kez yine bu şehrin çocuğu, büyük şair Yahya Kemal’in çocukluk anıları arasında duymuştum. Hâtıralara bayılırım.. Hele bu hâtıralar bir şairin kaleminden çıkmışsa.. Ve hele hele bundan yüzyıl önce bu şehrin yani Üsküb’ün caddelerinde çocukluğunu yaşayan birinin, Yahya Kemal’in dilinden dökülmüşse.. üsküp’ten yahya kemâl geçti “Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o Yalnız bizimdi, çehre ve rûhuyla bizdi o.” Yahya Kemâl Bir zamanlar bu kutlu şehrin sokaklarında koşuşturmuş, annesinin ardından günler ve gecelerce gözyaşı dökmüş, izlerini bu şehrin taşlarına bırakmış bir şairin, Yahya Kemâl’in anılarına sarılıyorum bu kez de.. Nefes almadan ilerliyorum onun ayak izlerinden geçen asrın Üsküb’üne.. Gelin birlikte ona kulak verelim.. Üsküb’ü bir eski zaman masalı niyetine bir kez de onun kaleminden dökülen hatıralarından dinleyelim.. Yahya Kemâl 172 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I doğduğu Üsküb’ü ve çocukluğunu anlatıyor: “1884 Kânûn-ı evvelinin 2’sinde, Üsküp’de, İshâkıyye Mahallesi’nde, büyük validem Âdile Hanım’ın konağında, bu evin cepheye doğru, sağ tarafındaki arka odada, sabaha karşı doğmuşum. Salı günü imiş. Üsküb’e o gün nâdir görülür bir kar yağmış. 1886’da, kardeşim Reşad’ın aynı evde doğmuş olduğunu pek hayâl meyâl olarak hatırlıyorum. Annemin lohusa yatağı, evin cepheye doğru, sonundaki ön odada idi. 1889’da, yeni yaptırmış olduğumuz evde, mektebe başladım. Mektep, Sultan Murad Câmii’nin mihrabı arkasında Yeni Mekteb denilir, beşyüz senelik bir vakıftı. Mektebe başlayışım kadim an’aneye tamâmiyle uygun oldu. Erkenden muallim-i evvel Sabri ve muallim-i sânî Ganî efendiler bizim selâmlığa geldiler; çarşıdan bana savatlı bir divit, boyundan geçirilir, sırmalı bir cüzdanlık alınmıştı. Üsküp’te Alaca Camii ve Mezarlığı BAED 3/2, (2014), 167-187. 173 RIDVAN CANIM Ganî Efendi kalemi açtı, divitin mürekkebine batırdı. Bir Rabbi yessir yazdı. Sonra üstüne şeker döktüler, bana o yazının mürekkebini şekerli şekerli yalattılar. Dışarıda, bahçede, meydanda bekleyen mektep çocuklarına birer külah şeker dağıtıldı. Nihayet bu çocuk kafilesi; “Şol cennetin ırmakları / Akar Allah deyû deyû... Çıkmış Tanrı melekleri / Bakar Allah deyû deyû..” ilâhîsini cumhurca “ırlayarak” yola düzüldüler. Davetliler vardı, onlar şerbet içtiler, kuşaklarını ve ceplerini şeker külâhlarıyle doldurdular, o aralık, zahir ürkmeyeyim diye, beni bir araba ile, ayrı bir yoldan, Saat Bayırı’ndan mektebe ilettiler. Annemin hazırlamış olduğu bir şilteyi, muallim Ganî Efendi’nin hoca makamı olan, yarım kavis, mihrâbımsı yerin arkasına koydular. Maârif âlemine girişimin ilk günü budur. Evet, ilerleyen yıllarda şiirleriyle Türkçe’nin yüzünü ağartacak olan bu Rumeli çocuğunun ilk mektebe başlama serüveni de o günlerin Üsküb’ünü, Balkanların bu tepeden tırnağa Türk şehrini merak edenler için bulunmaz bir fırsat sayılabilir pekâlâ.. Üsküb’ü gezerken Sultan Murad Camii’nin kıble tarafında, aslında ziyaretçilerin pek de farkına kolay kolay varamayacağı bir yerde muhteşem bir türbe gördüm. Kimdir, kimindir, nedir soruları havada dönüp dururken imdada yeniden üstad Yahya Kemal’in o ölümsüz hatıraları yetişmez mi? Buyurun..! Üsküp 174 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I “Beş yaşındaydım. 1889 senesiydi. Yeni Mekteb’e girdim. Bu yeni mektep Üsküb’ün en mübarek tepesi üzerinde olan Sultan Murad Câmii’nin arkasındaydı. Yeni Mektep, asırlar içinde hangi eski mektebe nisbetle yeni idi. Bunu hâlâ tâyin edemiyorum. Hakikatte tam mânâsıyle eski idi. Zannettiğime göre Sultan Murâd-ı Sâni o tepede mâruf camiini bina ettiği zaman etrafına, medrese, imaret ilâve ederken onu da ilâve etmişti. Çünkü o tepede camiin teferruatından olmayan hiçbir yapı yoktu. Yeni Mekteb’in yeniliği ise zamanla yanmış ve yıkılmış olan binasının yeniden yapılmış olmasından geliyordu. İşte hoca karşısında ilk defa ders gördüğüm yer, daha İstanbul fethedilmeden önce vücûda gelen ve o zamandan beri hiçbir şeyi değişmemiş olan bu lâtif yerdi. Eğer oraya gönderilmemiş olsaydım, tahsilim doğrudan doğruya bir yeni maârif mektebinde başlasaydı milliyetimin en hoş bir hâtırasından mahrum kalmış olurdum. Çocukluğumda olsun birkaç sene güzel mazimiz içinde yaşamış oldum. Yeni Mektep, Sultan Murad Câmii’nin arkasında “Beyan Baba Türbesi”nin avlusundaydı. Beyan Baba Türbesi, İstanbul’da bile misli nâdir görülebilen harikulade asîl bir mimarî ile yapılmış bir türbedir. Üsküb’ün ve Filibe’nin mimarîde muasırı olan Bursa devrinden bir eserdir. Pâdişâh hanedanına âit bir türbe olduğu, mermerlerin zenginliğinden ve duvarların metinliğinden derhal anlaşılır. Beyhan Sultan Türbesi – Üsküp BAED 3/2, (2014), 167-187. 175 RIDVAN CANIM Türbenin içinde yanyana iki mükemmel lâhid vardır. Biri kadın, biri de erkek lâhdidir. Kadına âit olanı Sultan Bâyezîd-i Velî’nin Üsküb’de ölen kızı Beyhan Sultan'ın; erkeğe âit olanı da onun kocasınındır. Bâyezîd-i Velî'nin bu dâmâdı meçhuldür. Üsküblüler Beyhan Sultan ismini unutarak Beyan Baba şekline koymuşlar ve türbeyi o namda bir evliyaya âit zannetmişler. Belki de asırların kesafeti ve halkın cehaleti, sonradan bu şekli vücûda getirmiş. Biz çocukluğumuzda “Beyan Baba”yı, beyan kelimeinin telkini ile kendisine başvuranlara meçhulü ve istikbâli haber veren bir velî gibi tahayyül ederdik. Bâyezîd-i Velî’nin kızının uğradığı bu tenâsühden bahsederken bu izahatı lüzumlu gördüm: Otuz dokuz sene sonra, yâni geçen sene Üsküb’e gittim, Sultan Murad Câmii’ni ziyaret ettim; ziyarette yanımda bulunan Kemal Bey’le beraber camiin arka tarafında “Beyan Baba Türbesi”ne yaklaştık. Kapının, binanın içindeki lâhidlerin güzelliği gözlerimi kamaştırdı. Biz tenhâ türbeyi ziyaret ederken, türbeye bitişik küçücük bir odadan, türbedâr olan Hindli bir fakir çıktı; şapkalı olduğumuz için korkmuş, duruyordu. Ah, târihin garabetleri, Bâyezîd-i Velî’nin kızının türbesi, türbedâr Hindli bir derviş, Sırbistan idaresi altında bir Üsküp... İnsan kendini masal içinde sanır. Hindli dervişe Türkçe sordum: Bu kimin türbesidir? Hindli biraz durdu, bir kuş sadâsı çıkararak: “Baba... Arnavud Baba...”, dedi. Türkçe bilmiyordu. Belki nerede bulunduğunu da bilmiyordu: Kendisini Arnavutlukta ve Arnavut bir babanın türbedârı olmuş zannediyordu. Galibâ kafasında bu “Arnavut” kelimesi, birçok avam kafalarında olduğu gibi, sağlam müslüman mânâsına gelen bir sıfattı. Maamâfih Üsküb’ün Arnavutluk olduğuna dâir hâiz olduğu malûmatı çok garip bulmadım. Bu Hindli, bu malûmatı şüphesiz ki İstanbul Türklerinden almıştı! Hindliye bir daha sordum: “Bu babanın adı nedir bilmez misin?, Bir daha tekrar etti : “Arnavud Baba...”, dedi. Menşeini sorduk “Haydarâbâd”, dedi. Zavallı Beyhan Sultan, ya İstanbul’da, ya Edirne’de belki de Sivas’da doğmuş olan bu Türk kızı mimarînin kuvveti sayesinde hâlâ yaşıyordu. Lâkin kâh Beyan Baba, kâh Arnavud Baba olarak... Kim bilir, bir gün de İsveti Nikola şekline girecektir.” Yahya Kemâl’in bu güzel hatıralarına daldık gittik.. Elbette maksadımız Yahya Kemâl’i tanımak ve sizlere onu tanıtmak değildi.. Niyetimiz Yahya Kemâl’in gözünden Üsküb’ün o asırlarda sahip olduğu sosyal hayata bir pencere açabilmek, yüreklerinize Rumelinden bir nostalji rüzgârı estirebilmek idi.. 176 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I Yavaş yavaş yürüyüp eski Türk çarşısına giriyorum. Evet yadırgadınız bu ismi değil mi? “Eski Türk” Üsküp’ten geriye kala kala bir “çarşı” mı kaldı dediğinizi duyar gibiyim şimdi.. Çok değil daha 50-60 yıl öncesine kadar bu çarşıda Türkçe’den başka bir dil konuşan olursa herkes dönüp bakarmış, kim bu yabancı diye.. Şimdi ise Türkçe konuşana dönüp bakıyorlar! Sokaklarda bembeyaz, sakız gibi kesme taşlar arasından çimenler fışkırıyor. Asfaltın zerresi olmadığı gibi ortalıkta tozdan eser yok.. Ve çarşı.. Sıradan bir Anadolu şehrinin çarşı esnafı, sabahın erken saatlerinde birer birer ahşap kepenkli dükkanlarını açıyorlar.. Burada şimdi herşey çok daha tanıdık.. Murat Paşa Camii, Çifte Hamam, İshak Bey’in hatırası Sulu Han ve İshak Bey’in oğlu İsa Bey’in yâdigârı Kapan Han.. Her biri çarşının “sembol” yapıları.. Bir de Muslihiddin bin Abdülgani’nin eseri Kurşunlu Han var tabii.. Kurşunlu Han, Üsküb’ün kurşunlu kubbeleri kadar Üsküb’ün Osmanlı kimliğidir bence.. Ama gelin görün ki son zamanlarda Arnavut kardeşlerimiz Kurşunlu Han’a bir başka elbise giydirme sevdasına düşmüşler.. Bir zamanlar bu topraklarda Osmanlı’nın Anadolu Türklerinden bile imtiyazlı gördüğü bu vatan evlatları, bugünlerde Kurşunlu Han’ı “Arnavut Kültürünü Araştırma-Ruhani Merkezi”ne dönüştürme gayreti içine girmişler.. Adına da Pyetar Bogdani denen bir papazın ismini vermek isterlermiş.. Yazık ki ne yazık! Kurşunlu Han’ı üstad Yahya Kemâl hatıralarında bir başka güzel anlatır bize.. Onu da sizlere bırakıyorum.. Ama mutlaka bulun ve okuyun, derim.. Üsküp’te Kapan Han BAED 3/2, (2014), 167-187. 177 RIDVAN CANIM Türk Üsküb’ün çarşılarını bu gidişimde hiç olmadığı kadar sakin buldum.. Türk’ün adını verdiği çarşısı eski coşkusunu kaybetmiş gibiydi.. Esnafa ait çarşı boyunca uzanan kadîm dükkanların modernizasyonu ile büyü bozulmuştu sanki.. Bu fikir hangi parlak zekanın ürünü idi kim bilir? Bu çarşının çehresini değiştirmeye çalışanlar Saraybosna’nın Başçarşısı’nı hiç mi görmezler?! Yakında sıra zemin taşlarına mı gelir dersiniz! Kapan Han ve çevresindeki lokantalarda Üsküplü aşçıların hâlâ bütün lezzetiyle sundukları güveçte kuru fasulye ile ızgara köfteleri de olmasa buralarda “bize dair” başka ne bulunur meçhul..! Akşamın erken saatleriyle birlikte Üsküplülerin elini eteğini çektiği Türk çarşısı eski günlerini arıyor gibiydi.. “Vardar sularında yahya kemâl dizeleri akıntıya kapılır bit pazarında fesime püskül bulurum saatime köstek yokmuş diyor kunduracı Sülo bir zamanlar / âh bir zamanlar… bu yerlerde taşın dibinde gül biterdi ölüye ağıt / geline türkü yakılırdı şimdi rumeli’de yorgun bir gramofon çalar sen hicaz faslında bekler durursun..” / Ethem Baymak / Kosova Köprü, El Hilâl ve Ensar gibi derneklerin Üsküb’ün kültür-sanatedebiyat dünyasına katkılarını yakinen görme fırsatını da bulduk gezilerimiz esnasında.. Özellikle Köprü Derneği’nin, bir zamanlar sadece Makedonya’nın değil, Kosova’nın da sesi olmuş ama şimdilerde ne yazık ki sesi kesilmiş olan “Sesler” dergisi ile artık birliğinden eser kalmamış meşhur “Birlik” Gazetesinin Rumeli topraklarındaki misyonunu üstlenme ve sürdürme çabaları ümit verici görünüyor. 178 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I Yeni Üsküp Kimler geldi kimler geçti Üsküp’ten beş asır boyunca..! XVI. asrın büyük âlimi meşhur Kemâlpaşazâde de bir zamanlar Üsküb’ün bu havasını teneffüs etmiş ve İshak Paşa medresesinde müderrislik yapmış.. Üsküp, sadece XV. ve XVI. asırlarda Mîrî, İshak Çelebi, Muîdî, Dürrî, Özrî, Zârî Çelebi, Atâ, Ferîdî ve Hâkî, Vusûlî Mehmed Bey gibi divan şairlerini yetiştirmiş.. Ya o büyük âlimlerimizden İsmail Hakkı Bursevî, Üsküb’ün güzelliklerini yaşamış bir zaman.. Meşhur tezkire yazarımız Aşık Çelebi’nin Gazi Baba mezarlığında yattığını söylüyorlar ama ortada mezarlıktan eser kalmamış neredeyse! Aslında buradaki camilerin en dikkat çekici yönü; insanı hayret ve hayranlık içerisinde bırakacak çevre düzenlemeleri... Etrafındaki müslüman mezarlıkları, âdeta camilerin ayrılmaz bir parçası.. Aynı şekilde bu mezarlıklar bir evin bahçesinden daha titiz bir ilgi ve alâka sonucunda yemyeşil, pırıl pırıl ve sanki birer çiçek bahçesi... Bu manzarayı Makedonya’nın bütün şehirlerinde görmek mümkün.. Efendim, bir şiir molası verelim mi.. Kadim dostlardan, Üsküplü, şair ve yazar Avni Engüllü’den bir mektup aldım.. Üsküplü şair Necati Zekeriya’nın bir şiiri vardı mektupta.. Adı “Lonca Çeşmesi’nin Şiiri”.. Bu Üsküp gezisi sizi de beni de yordu.. Şu Lonca Çeşmesi’nde bir su molası verelim mi, ne dersiniz.. Hem Necati Zekeriya’yı, hem Yahya Kemâl’i anmış oluruz.. Haydi buyurun.. BAED 3/2, (2014), 167-187. 179 RIDVAN CANIM Üsküp’te ne güzel çeşmeler vardı. Yaz kış durmaz Oluklardan buzlu sular akardı. Anımsarım Lonca Çeşmesi’ni “Boyalı Han”da çay içen babam bile Uzaktan duyardı ondan gelen su sesini. Ben de o çeşmeden çok su içtim bir vakitler, Seyrederken atları, paytonları yakından. Ama şimdi orada yeller eser. Yeni çeşmeler yapıldı Üsküp’te şimdi. Bu yaşta bile bazen su içerim onlardan. Nedense hiçbiri güzel değil, Lonca Çeşmesi gibi. Benim çocukluğum geçti işte o çeşme yanında, Hayrat bırakanın adı okunurdu cümle taşında. Engüllü, bir küçücük de açıklama ekleyivermiş şiirle ilgili mektubuna.. Şöyle diyor: “Eskiden ‘Lonca Çeşmesi’, Yahya Kemâl’in annesinin mezarının bulunduğu İsa Bey Camii’ne giden yolun tam başındaydı. Orası bir de fayton durağıydı. Yolcu bekleyen faytonlar sıralanırdı. Şair bilerek “payton” kullanmıştır. Üsküp ağzında “payton” denir. O, Üsküp açısından anılması değer bir çeşmeydi.” Gidenlere rahmet, kalanlara selâmet deyip gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz efendim.. üsküb’e bir de kale’den bakmak.. “Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin Üsküp bizim değil, bunu duydum, için için.” Yahya Kemâl Çarşı içinden yürüyüp kaleye doğru tırmanırken Köse Kadı Camii önünden geçiyorum. Yolumun üzerinde karşıma çıkan ve her halinden bir Osmanlı yapısı olduğu anlaşılan eski Üsküp Postane binası şimdilerde Balkan Üniversitesi olarak görev yapıyor. Üsküp Kalesi ve onun hemen 180 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I altında, şehre hâkim bir tepede l492 yılında kurulmuş bulunan Mustafa Paşa Camii, yaklaşık l metre yüksekliğindeki taş duvarların çevrelediği bir gül bahçesi içerisinde kamelyalı mükemmel şadırvanıyla çıkıyor karşıma bu kez.. Ve Camiin yanında Mustafa Paşa türbesi.. Bu noktadan Yahya Kemâl’in doğup büyüdüğü, çocukluğunu yaşadığı yamaçları çok daha net görebiliyoruz.. O anda yine büyük şairin annesinin ölümünü anlattığı hatıraları canlanıveriyor gözümde.. Sözü belki biraz uzatacağım ama Yahya Kemâl’in özellikle annesinin ölümüyle ilgili olarak anlattığı, her yürek sahibini derinden sarsan o güzelim hatıralarına bir kez daha dönelim diyorum ben.. Bu satırların derinliklerinde eski Üsküb’ümüze dair neler göreceksiniz neler.. Söz yine üstadın .. “Annemin resminden mahrumum. Onun bir resmi hayatımın en büyük bir yadigârı olurdu. Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum. İslâm tesettürünün en şedid bir muhitinde doğduğu, yaşadığı ve öldüğü için bir resmini bırakmadan kayboldu. Annem Nakiye Hanım, Leskofçalı Dilâver Bey’in ve İvranyalı Âdile Hanım’ın üç kızının en büyüğü idi. İvranya’dan Üsküb’e hicret edildiği zaman annem on üç yaşında imiş. 1883’de ilk ve son izdivacı olarak, babamla evlenmiş, 1884’de ben doğmuşum. Hatırlayabildiğim kadarıyla, annem orta boylu idi. Kumraldı; semizliğe meyyal bir bünyedeydi. Çok hisli ve asabiydi. Okumak ve yazmak bilmezdi. Çok kuvvetli mûtekıddi. Beş vakit namazını kılardı. Vekar ve haysiyet bahsinde müfrit bir derecede hassastı. Rencîdeliklerini onulmaz yaralar gibi saklardı. Babası olan büyük babam Dilâver Bey’i ve akrabasını tanımadım. Lâkin iyi tanıdığım anasına ve hemşirelerine hiç bir suretle benzemiyordu. Babamla on iki sene kadar iyi bir hayat geçirmişti. Bu müddet içinde, en büyük ıztırapları huysuz ve yüreksiz bir kadın olan annesinden ve son derece kıskanç ve menfaatperest olan hemşirelerinden geliyordu. Lâkin 1895’den sonra babam kötüleşti. Onun yüzünden bedbaht ve müteverrim oldu. İki sene sonra da öldü. Annem marazî bir derecede titiz ve temizdi. Beş vakit abdestinden başka her gün defalarca elini yüzünü yıkardı. Benim ve kardeşimin mektep veya sokak dönüşü kirliliklerimiz yüzünden içlenirdi, bizi yıkayıp temizleyinceye kadar rahat etmezdi. Hizmetçilerin temizliği bahsinde de saatlerce üzülür dururdu. Bir çok Türk anneleri gibi kocasının akşamcılığından manen ve maddeten bedbahttı. Kocasının bu hâline mütevekkilen onun akşamları içeceği kadar içkiyi karşısında içmesini ve öyle yemek yemesini isterdi. On iki BAED 3/2, (2014), 167-187. 181 RIDVAN CANIM yaşıma kadar, babamın zaman zaman aile hayâtına girdiğini, her akşam içkisini bizim yanımızda içtiğini hatırlıyorum. Lâkin ondan sonra, tâyin edemediğim sebepler yüzünden, babam, ikide birde Selânik’e gider gelir oldu. Annem babamın bu hâlinden şiddetle muztaripti. Nihayet bu Selânik’e gidip gelişler ailemizi esâsından yıkan bir karar doğurdu. Babam Üsküb’de yaşamak istemiyordu. Selânik’e gitmek, bir me’mûriyet almak, orada medeni bir insan gibi yaşamak, hâsılı oraya yerleşmek istiyordu. Tesalya Muhârebesi’nin başladığı bahardı. Babamın Üsküb’ü terk etmek ve Selânik’e gidip yerleşmek hakkında verdiği karar ailemiz arasında bir bomba gibi patladı. Annem Üsküb’den, evinden, eşyasından, güç belâ ile kurduğu yuvasından ayrılmak istemiyordu. Bu karâra karşı isyan etti, lâkin fâidesi olmadı. Babam, karârını merhametsiz bir kalble icra etti. Annemin çehizlik eşyasını hamallarla tellallar çarşısına gönderdi, haraç, mezad sattırdı. Bu darbe annemi yatağa serdi. Yahya Kemâl Beyatlı Ben 12 yaşındaydım. Bu facianın ledünniyâtına aklım ermiyordu. Bir noktayı yâdedeyim ki o zaman Rumeli ahlâkında, yerleşmiş insanların tellallar çarşısında eşyasının satılması hem haysiyeti ortadan kaldıran, hem de uğursuzluk getiren bir şey telâkki edilirdi. Tellallar çarşısında ancak giden me’murların eşyası satılabilirdi. Gerçi benim babam da me’murdu. Lâkin içtimaî mertebesiyle eşraftan sayılıyordu. Annemin ıstıraplarında bu 182 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I noktanın bir dahli varsa da asıl ıstırâbı yuvasının müebbeden dağıldığını hissetmesinden geliyordu. Zavallı ümmî kadın ne kadar doğruyu görüyormuş! Hakîkaten o zamandan sonra kendi öldü, biz evlatları küçük yaşta dağıldık, perişan olduk, hâsılı o gün bu gün bir daha bir çatı altında birleşemedik!.. Hâsılı eşyamız satıldı. Annem hasta yatıyordu. Doktorlar muayene ettiler. Veremli olduğunu söylediler. Babam bunu Selânik'e gitmek için gerekli bir sebep olarak gösterdi; çünkü Selânik’de Jack Paşa gibi mâruf ve mütehassıs doktorlar vardı. Annemi kurtarabilirlerdi. Babam bizden önce Selânik’e gitmişti. Nihayet bir Nisan günü annem, ben, kardeşim Reşad, pek küçük yaşta olan hemşirem Rukiye, şimdi ismini unuttuğum bir arap halayık, bir de refakatimize verilen Ali Zaîm, Üsküb’den ayrıldık. Ayrılışımız fecî oldu. Annem Üsküb’ü bütün kalbiyle seviyordu. Orada ölmek, orada, İsâ Bey mezarlığında, babası Dilâver Bey’in yanında gömülmek istiyordu. Üsküb onun nazarında tam bir müslüman şehriydi. Selanik ise, bilâkis, yahudi ve gâvurla karışık bir yabancılar diyârı idi. Oraya gitmekten korkuyordu.. Üsküb’den ayrılışımız fecî oldu. Selanik trenine göz yaşları içinde bindik. Yunan muhârebesinin hararetli ve şedîd günleriydi. Bütün Rumeli, gönüllüleriyle, ruhunun bütün fütûhatçı galeyanı ile Tesalya’ya doğru akıyordu. Meğer o akış da Rumeli topraklarında son istilâ hareketimizmiş. Tesalya’dan gelen yürüyüş ve muzafferiyet haberleriyle gülümseyen bir Rumeli ortasından geçerek Selânik’e vardık; geceleyin babam, amcam, akrabamız, hepsi istasyonda idiler. Arabalarla doğru Yılan Mermeri’nde Evrenos-zâdelerden Faik Bey'in konağına gittik. Babamın kardeşi Ali Bey, Evrenos-zâde Faik Bey'in damadı ve iç güveyisi idi. İzdivacından beri karısı Ayşe Hanım’la, o büyük konakta oturuyordu. Gelir gelmez o konağı tatlı bir misafirlik havasıyle doldurduk. Selanik, Tesalya Harbi’nin cûş ü hurûşıyle çalkalanıyordu. Biz çocuklar da kendimizi o havaya kaptırmıştık. Annem ekseriya yatakta idi. Selânik’i görmek için yalnız bir iki defa kalkabilmiş, sokağa çıkmış ve gaalibâ bir defa da Beş Çınar bahçesine kadar gitmişti. Artık Selânik’e tamâmıyle yerleşmemiz için ev aranıyordu. Babam Eski Saray'dan aşağı inen bir sokağın içinde, denize nazır, güzel bir ev bulmuştu. Oraya taşındık. Annem o evin önü sofalı bir odasında hasta yatıyordu. Babam, Selanik Adliye Müfettişliğinde bir memûriyet almıştı. Gündüz memûriyetine devam ediyordu. Geceleri içki ve eğlence âlemlerinde oradan BAED 3/2, (2014), 167-187. 183 RIDVAN CANIM oraya koşuşturup duruyordu; ben de kendi hevâ vü hevesimle dolaşıyordum. Küçük biraderim ise ailemizin feci vazıyetini idrâk edecek bir yaşta değildi. Annem, babamın kalpsizliğinden ziyâde, evlâtlarının bu kayıtsızlığına karşı içli bir halde günden güne daha fazla üzülüyor ve bitiyordu; bir derdi vardı: Üsküb’e gitmek orada, müslüman şehrinde, akrabası, tanıdıkları ve konu komşu arasında ölmekti. Nihayet pederim tahammül edemedi. Annemi ve kardeşlerimi Üsküb’e göndermeğe karar verdi. Ben Selanik İdâdîsi’nde tahsil edeceğim için Selânik’te kaldım. Annem Üsküp’e avdet etti. Ben birkaç zaman Selânik’te dolaştım durdum. O yazın sonunda babam da hevâ vü heveslerinin bir garip tecellîsi daha olmak üzere Selanik muhitinden bıkarak, tekrar Üsküp’e dönmeği arzu etti. Beni alarak Üsküp’e döndü. Annemi verem iyiden iyiye düşürmüştü. Kendisini, karaağaçlar altındaki evimizin büyük salonunda, yatakta, kendine bakanlar ortasında, ölüm yatağında bulduk. Nitekim ölüm de gecikmedi. Ben azamî derecede haşarı ve uçarı bir çocuktum. Üsküp’e gelir gelmez eski arkadaşlarımı bulmuştum. Onlarla oynayıp, koşup, duruyordum. Kendisi annesinden rencide, hemşirelerinden bıkkın, kocasından ümidini kesmiş olan zavallı annem dünyâda yegâne tesellisi olarak beni görmek istiyordu. Halbuki ben sürekli bir afacanlıkla ve çığırtkanlıkla koşuşturup duruyordum. Yalnız arada sırada anneme dâir endîşeleri hissediyordum. O zaman gidip bir köşede ağlıyor ve annemin ölümünden korktuğumu söylüyordum. Çocukluğun bu şevk ve hüzün cezr ü medleri ortasında iken bir gece annemin etrafında fazla kalabalık kadınlar gördüm. Evde bir fevkalâdelik vardı. İçimi cehennemî bir üzüntü kemiriyordu. Ne olacağını kestiremiyordum. Evimizin üzerinde bir felâket dolaştığını ayan beyan görüyordum. O gece annemin hasta yattığı salonun yanında bir odada yatıp uyumayı istedim. Anneme bakan kadınlar razı oldular. Belki annemin de arzusu buydu. Gece uzun müddet uyuyamadım. Yorganımın altında ağladım. Uyuyunca da korkulu rüyâlara daldım. Bu rüyâ içinde hayâtımda en fevkalâde bir hâdise idrâk ettim: Rüyamda annemin son nefesini verdiğini ve çok sevdiği Naîme Hanım’ın kucağında çenesinin bağlandığını görüyordum. Bu rüyânın korkusuyla uyandım. Yataktan fırladım. Odanın kapısını açtım. Hakîkaten annemi rüyada gördüğüm vaziyette Naîme Hanım’ın kucağında, çenesi bağlanırken gördüm. Rüyâda gördüğüm vaziyetle bu hakîkî hâdise birbirinin aynı idi. Bir manzara, aksettiği bir aynada nasıl görünürse rüyamla bu hakîkî manzara da öyle idiler. 184 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I Müthiş bir çığlıkla annemin yatağına atılmak istedim, oradakiler beni susturmağa çalışarak, uzaklaştırdılar. Tâ karşıda büyük annemin evine kadar götürdüler. Aradan yarım saat geçti. Büyük annem, teyzelerim, üç ailenin çocukları, felâketimize koşup gelen aile dostları kadınlardan ağlaşan, sızlaşan bir kalabalık ortasında kaldık. Annem ölmüştü. Çıldırmış bir haldeydim. Bu müthiş yokluğa, bu derin acıya tahammül edemiyordum. Bir deliyi tutar gibi, sımsıkı tutuyorlardı; yüzümü, gözümü yıkıyorlardı. Heyhat ki ıztırâbım durmuyordu. Kocakarılar, ağlarsam annemin ruhunun çok muztarip olacağını, halbuki annemin istirahat ettiğini, cennette hepimizin birbirimize kavuşarak mesûdâne bir hayat geçireceğimizi, artık orada hiç bir zaman ölmeyeceğimizi, annemin bizi yakında cennette beklediğini söylüyorlardı. Bu teselliden biraz avunuyordum; lâkin birkaç dakika sonra kalbimin şifâ bulmaz üzüntüsü tekrar bir alev gibi parlıyordu. Annem gibi ölmek, hemen ona kavuşmak istiyordum. Iztırâbım orada toplanan herkesi sarmıştı. Hepsi de beni görerek daha fazla ağlaşıyordu. Öğleye doğru Alaca ve Sultan Murad camilerinin minarelerinden annemin ruhuna verilen su salaları işitildi. Beni büyük annemin evinden tekrar bizim eve geçirdiler. Bahçenin ortasına bir çadır kurulmuştu. Annem gaslolunacaktı. Yüzlerce kadın mendilleri yüzlerinde ağlaşıyorlardı. Nihayet gasil bitti. Beni ve kardeşimi annemin yüzünü son bir defa görmek üzere çadırın altına götürdüler. Annemin naaşı teneşir üzerinde beyaz bir kefenle örtülüydü. Yüzünü açtılar. Kendisini ruhsuz, gözleri açık ve gülümser bir halde gördüm; saçları etinden ayrılmış gibiydi. Târîf edemeyeceğim bir acı ile yüzüne bakmıyordum. Kendisi ile aramda ne kadar mesafe olduğunu ölçemiyordum; yüzünü ebediyyen hayâlime nakşetmek için, kalbimin bütün kuvvetiyle bakıyordum. Nihayet bu son veda merasiminin bittiğini ihsas ettiler, kollarımdan tutarak beni ve kardeşimi oradan çektiler. Tabuta konuldu. Cenaze evden çıkarken, evin bütün pencerelerinden, kapılarından müthiş bir vaveyla koptu. Cenaze büyük bir kalabalığın ortasında İsâ Bey Câmii’nin mezarlığına sevk olunmağa başladı. Yeşil Baba Türbesi’nin önünden geçtik. Sola çevrildik. Çarşının iki taraf kaldırımlarında duranlar ellerini açmış, fatiha okuyor sonra yüzlerine götürüyorlardı. Nihayet İsâ Bey Câmii’ne vardık. Annemin tabutunu musallaya koydular. Zannedersem o gün Cuma idi, Cuma namazı kılındı; cenaze namazı da kılındı. Mezarlığa doğru gittik. Ben, akrabamızdan Humbaracı Yaşar Bey'in elinden tutmuştum. Yaşar Bey, Gâzî İsâ Bey Câmii’nin BAED 3/2, (2014), 167-187. 185 RIDVAN CANIM mütevellisi ve vâkıfının ahfâdındandı; annemi ailemize âit bir camiye bıraktığımız için hafif ve uhrevî bir tesellî hissediyordum. Mezarın kazılması, defin, örtülme, Kur’an, duâ, her şey bitti. Mezarlıktan ayrılırken içimdeki acının cehennemî ateşini bir daha duydum. Bu defa bol göz yaşlarıyla Yaşar Bey’in elinden tutarak ayrıldım. Oradan derhal biraderimle beraber bir arabaya bindirdiler. Yaşar Bey’in oğulları Emin Bey ve Ekrem Bey’le beraber, doğru Yaşar Bey’in Butel çiftliğine gönderdiler.” İsa Bey Camii-Üsküp İşte böyle efendim.. O hüzünlü hatıraları bırakıp yine Üsküp seyrine dönelim biz.. Evet, işte şurada üstadın annesinin ölüm salâsının verildiği, Üsküp Fatihi Paşa Yiğit Bey’in oğlu İshak Bey’in yaptırdığı İshak Bey ya da diğer ismiyle Alaca Camii, çevresindeki mezarlık ve bu mezarlığın içindeki son derece zarif Paşa Bey türbesi ile görülmekte.. Yine çarşı içinde Murat Paşa Camii, Kurşunlu Han yakınlarında şirin Dükkancık Camii, sol tarafta Bit Pazarı civarında göze çarpan Üsküp Halklar Tiyatrosu binası, biraz yukarıda Hacı Balaban Camii, daha ötede Tütünsüz, Kebir Mehmed Paşa ve bahçesindeki muhteşem Saat Kulesi ile Sultan Murad Camiileri.. İşte şuradaki İsa Bey Camii de İshak Bey’in oğlu İsa Bey’in hediyesidir 186 . BAED 3/2, (2014), 167-187 BALKAN NOTLARI-I Üsküb’e.. Avlusundaki ulu çınarın gölgesinde gözlerinizi kapatın ve o muhteşem devirlere bir hayâl yolculuğu yapın derim sizlere.. Biraz ötede prizma kubbesiyle göreceğiniz Yahya Paşa Camii ise Sultan İkinci Bayezid’in damadı Rumeli Beylerbeyi Yahya Paşa’nın hatırası.. Ve işte üzerindeki tarihî Fatih Sultan Mehmed köprüsü ile türkülerini dinleye dinleye büyüdüğüm canım Vardar nehri.. Üsküp bu haliyle ne kadar da Bursa’ya benziyor Allahım! Hatta eski Üsküb’ün şu andaki görünümüyle daha Osmanlı olduğunu söylemeye bilmem gerek var mıdır.. Ve bir gün geldi “toplanın gidiyorsunuz!” denildi, gelenler geldi, kimileri yollarda öldü, kalanlar neden kaldığını bilmedi.. Onlar böyle olsun istemediler ama oldu işte.. Gelenler yaslı, kalanlar mahzun.. Geride kalanlardan Kosovalı dost, şair Altay Suroy’un dediği gibi gün geldi; “Misafirlikte unutulan çocuklar” oldu onlar.. Evlâd-ı fâtihân adını verdik onlara.. Tam beş asır süren misafirlik, eti tırnaktan ayıran acı bir ayrılıkla son buldu. O bir güzel rüya idi bitti.. Öyle diyordu Yavuz Bülent Bâkiler : “Ötelerde hanlar, camiler, şadırvanlar.. Fatih Köprüsü gülümser beride Vardar Ovası'nı titreten rüzgâr Dalgalandırır gönülleri de İsmine Estergon derler Bir yârim var Rumeli’de.. Ağlayın yıldızlarım ağlayın Artık bizim değil Rumeli’nin güzelleri de!..” İşte size bir Üsküp masalı..! Karşı tarafı hiç anlatmadın diyenler varsa onlara da şunu diyebilirim ancak.. Anlatılacak ne varsa Eski Üsküp’te, Osmanlı’nın mahzun yâdigârı Üsküp’te var. Karşıda bir şey yok! Ve dudaklarımdan istemeye istemeye dökülen “Hoşça kal Üsküp, hoşça kal asla unutamayacağım güzel sevgili” sözcükleriyle, sırtını Vodno Dağı’nın eteklerine dayamış, tarihin derin uykularına dalmış güzel Üsküb’e veda ediyorum.. Hoşça kal Vardar’ın mahzun güzeli..! BAED 3/2, (2014), 167-187. 187 BAE-DERGİSİ MAKALE YAZIM KURALLARI Makaleler, aşağıda belirtilen şekilde hazırlanmalıdır: 1. Başlık; içeriği iyi bir şekilde ifade etmeli, büyük ve koyu harflerle ortalanarak yazılmalıdır. Makale kendi içinde anlamlı alt başlıklara ayrılmalıdır. “Giriş” kelimesi başlık olarak kullanılmalı ve alt başlıklar numaralandırılmalıdır. 2. Yazarın adı küçük, soyadı büyük ve koyu yazılmalı; üzerine yıldız konularak dipnotta yazarın görev yaptığı kurum, haberleşme ve elektronik posta adresi belirtilmelidir. 3. Makalenin başında, konuyu kısa ve öz biçimde anlatan ve en fazla 150 kelimeden oluşan Türkçe ve İngilizce özet bulunmalıdır. Ayrıca özetin altında bir satır boşluk bırakılarak, en az 3, en çok 5 kelimeden oluşan anahtar kelimeler verilmelidir. 4. Metin A4 boyutunda (29.7x21 cm.) kâğıtlara, Word programında, Times New Roman karakteriyle 11 punto ve tek satır aralığıyla yazılmalıdır. Sayfa kenarlarında (üst 3,5 cm, alt 2,5 cm, sol 2,5 cm ve sağda 3,0 cm) boşluk bırakılmalı ve sayfa numaraları yukarıda ve dışarıda olmak üzere verilmelidir. Dipnotlar 9 punto ve tek aralıklı yazılmalıdır. Yazılar özetler ve kaynakça dâhil 7.000 kelimeyi geçmemelidir. Metin içinde koyu ve eğik harflerle vurgulamalar yapılabilir. 5. Her tablo veya grafik aşağıda görüldüğü gibi numaralandırılmalı ve uygun bir başlık seçilmelidir. Tablo veya grafik numarası ve adı tam sola dayalı olarak yazılmalı; tablonun veya grafiğin kaynakçası ise tablonun altında yer almalıdır. Tablolar ve grafikler metin içinde ait oldukları yerlerde kullanılmalıdır. 6. Alıntılar tırnak içinde verilmeli; beş satırdan az alıntılar satır arasında, beş satırdan uzun alıntılar ise ana metnin sağından ve solundan 1 cm içeride, blok hâlinde ve 1 satır aralığı ile 1 punto küçük yani (10 punto) olarak yazılmalıdır. 7. Referanslarda klasik dipnot sistemi benimsenmeli ve dipnotlar sayfa altında yer almalıdır. Referanslar gösterilirken aşağıdaki hususlara azami önem verilmesi gerekmektedir: 7.1. Tek yazarlı kitap ya da makale aşağıdaki şekilde gösterilmelidir: Andrew Baruch Wachtel, Dünya Tarihinde Balkanlar, (çev.) Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitap, İstanbul 2009, s. 58. Bülent Akyay, “Yunanistan’da Filortodoks Komplo’nun Ortaya Çıkışı (1839) ve Osmanlı İmparatorluğu”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Cilt XXVI, Sayı 2, Aralık 2011, s. 338. Şayet aynı eserden tekrar alıntı yapılacaksa yazarın soyadı yazıldıktan sonra; Wachtel, a.g.e., s. 13.; makale ise Akyay, a.g.m., s. 339. şeklinde belirtilmelidir. Şayet aynı yazarın başka bir eseri ikinci kez aynı makalede kullanılıyorsa yazarın soyadından sonra kullanılan eserinin başlığı da yazılmalıdır. Wachtel, Southeast Europe: Culture and Connection, s. 42. Araya başka bir eser girmeden aynı eserin aynı sayfasından alıntı yapılıyorsa, “Aynı yerde” ibaresi kullanılmalıdır. Araya başka bir eser girmeden aynı eserin farklı sayfasına gönderme yapılıyorsa, “Aynı yerde, s. 236.” şeklinde belirtilmelidir. Her dipnotun sonuna nokta konulur. 7.2. İki yazarlı ve ikiden fazla yazarlı kitap ya da makalelerde yazar adları arasına ve bağlacı konulmalıdır. 7.3. Derleme kitaplarda yer alan makaleler aşağıdaki gibi gösterilmelidir: Ruxandra Ivan, “La politique à l’égard des minorités nationales en Roumanie aux années 1980”, Minorities in the Balkans: State Policy and Interethnic Relations (1804-2004), (ed.) Dušan T. Bataković, Institute for Balkan Studies of the Serbian Academy of Sciences and Arts, Special Editions 111, Belgrade 2011, s. 260. 7.4. Gazete Yazısı Yalçın Bayer, “Balkan Tarihi Yeniden Yazılacak”, Hürriyet, 6 Aralık 2012, s. 9. Yazarı belli olmayan gazete yazıları: “Makedonya’da Türkler İlgi Bekliyor”, Yeniçağ, 25 Mayıs 2014, s. 11. 7.5. Yazarı Belli Olmayan Resmî ya da Özel Yayınlar, Raporlar vb. Eserler Arnavutluk Ülke Raporu, TİKA Yayınları, Ankara 1995, s. 19. 7.6. Arşiv Belgeleri Arşivin adı, tasnifin adı, defter veya dosya ve gömlek numaraları belirtilmelidir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Hariciye Nezareti Siyasî Kısım Evrakı (HR.SYS) için: BOA, HR.SYS, 1119/64. 7.7. İnternet Kaynakları Kader Özlem, “Unutulan Balkan Türkleri”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 30 Temmuz 2011, http://www.21yyte.org/tr/yazi6245-Unutulan_Balkan_Turkleri.html (07.08.2012) Yazarı belli olmayan internet kaynakları: http://www.dw-world.de/dw/article/0,2144,1983134,00.html, (01.12.2007). 7.8. Mülakat Süleyman Demirel ile İstanbul’da yapılan mülakat, 25 Kasım 2008. 7.9. Yüksek Lisans, Doktora ve Doçentlik Tezleri Sevim Hacıoğlu, Bulgaristan Türklerinin Sosyo-Kültürel Değişimi (1944-1989), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Mehmet Saray, İstanbul 2002, s. 78. 8. Kaynaklar makalenin sonunda, yazarların soyadının ilk harfine göre alfabetik olarak ve büyük harflerle aşağıda gösterildiği gibi eklenecektir: Yazarın soyadı, adı, başlık, yayınevi, basım yeri ve basım yılı. Kaynakçada makalelerin sayfa aralıklarının da belirtilmesi gereklidir. CLAYER, Nathalie, Arnavut Milliyetçiliğinin Kökenleri: Avrupa’da Çoğunluğu Müslüman Bir Ulusun Doğuşu, (çev.) Ali Berktay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2013. KIRLIDÖKME, Utku, “Yunanistan’da Uluslararası İlişkiler Kuramlarının Dış Politika Olaylarına Uygulanmasıˮ, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, Aralık 2013, ss. 27-50. Yazıların Gönderilmesi Yukarıda belirtilen ilkelere uygun olarak hazırlanmış makaleler, aşağıdaki elektronik posta adresine gönderilmelidir: Arş. Gör. Kader ÖZLEM; E-posta: [email protected] Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi (BAE-Dergisi) makale yazım kurallarına riayet edilmeden hazırlanan makaleler dikkate alınmaz. Yazarlar hakem raporları doğrultusunda istenen düzeltmeleri editörün bildirdiği süre zarfında BAEDergisi’ne ulaştırmakla yükümlüdür. Aksi takdirde gönderilen makaleler ya reddedilir ya da yayımlanması düşünülen sayıda yayımlanmaz. Yayın Kurulu makaleler üzerinde esasa yönelik olmayan küçük düzeltmeler yapabilir. Dergimizde yayımlanan makalelerin içeriğinden yazarı/yazarları sorumludur. Journal of Balkan Research Institute (JBRI) is an international biannual (July and December) peer-reviewed academic journal that aims to publish original articles, i.e. papers which have not been previously published in any journal, in the realm of Social Sciences related to the Balkans. Each article is examined by the board of editors regarding writing principles and guidelines. The ones approved are sent to two independent experts for double-blind peer review. Authors are responsible for their articles. Any of their ideas are individual and does not bind the JBRI.