Ümmetin yetim çocukları

advertisement
On5yirmi5.com
Ümmetin yetim çocukları
Nidayi Sevim, Bulgaristan'da geçirdiği Kurban Bayramı ziyaretini şöyle anlatıyor...
Yayın Tarihi : 5 Kasım 2012 Pazartesi (oluşturma : 10/9/2017)
Nidayi Sevim'in Gezi Yazısı
Kurban ile birlikte Türkiye'deki kardeşlerinin selam emanetini baş tacı yapan gönüllüler dünyanın
farklı iklimlerine doğru yola çıktı. Bir zamanların Osmanlı toprağı Bulgaristan'a selam vermek de bu
garibe düştü... Böyle not düşmüşüm 19 Ekim günü sayfama... Evet, bu bayram da Türkiye
dünyadaydı. Yüzlerce gönüllü binlerce kilometre uzaklıktaki kardeşlerine kurbanı vesile yaparak
Türkiyeli kardeşlerinin sıcak selamını götürdü. Yanı başımızda olmasına rağmen sınırın öbür
tarafında neler olup bittiğinin tam manası ile hiçbir zaman farkında olamadık. Rabbim bizlere de
nasip etti yapay sınırların ardındaki kardeşlerimizle görüşüp, konuşma, tanışma, kucaklaşma fırsatı
bulduk. İşte o sahte sınırların ardındaki ülkelerden biri Bulgaristan ve orada yaşayan Müslümanlar.
14. yüzyılda Osmanlı'nın Rumeli'ye çıkmasından sonra Osmanlı Devleti'nin egemenliğine giren
Bulgaristan,110 bin 994 kilometrekarelik yüzölçümüyle Avrupa'nın en büyük 16. ülkesidir. Batıda
Sırbistan ve Makedonya, doğuda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde Yunanistan, güneydoğuda
Türkiye ile çevrilidir. Osmanlı Devleti'nin gerilemeye başlaması ve Çarlık Rusyası'nın da desteğiyle,
Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan'da da fitne ateşi alevlenmiş, 93 Harbi'nden yenilgiyle
çıkan Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908
senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanımak zorunda bırakılmıştır.
Sınırın öbür yakasında 1.500.000 Müslüman...
II. Dünya Savaşı'nın ardından Balkanlar'da ilerleyen Sovyet ordusunun da yardımıyla George
Dimitrov önderliğinde sosyalist rejime geçen ülke, soğuk savaş yıllarında Varşova Paktı'nın üyesi
olarak kalmıştır. 1990 yılında sosyalist rejimin yıkıldığı Bulgaristan'da kişi başına 3500 dolar milli
gelir düşmektedir. Komünizm rüyasının sona ermesiyle birlikte Sovyet pazarını kaybetmesi ve
kapitalist ekonomiye eklemlenme sorunları nedeniyle 90'lı yıllar boyunca milli gelirin % 70'e yakın
küçüldüğü çok ağır bir ekonomik bunalım yaşamıştır. Çöken eski sistemin yerine, yeni sistemin
yerleşmesinin sancılarını günümüzde de yaşamaktadır. İyice azalan genç nüfus istikbalini kurtarmak
adına Avrupa'nın yolunu çoktan tutmuş. 2004 itibari ile NATO üyesi olan Bulgaristan 01 Ocak
2007'de de AB'nin üyesi olmuş. Kiril alfabeleri ile yazılmış tabelaların arzı endam ettiği ülkede kamu
binaları önünde asılı AB bayrakları olmasa kimse buranın bir AB üyesi olduğunu anlayamaz...
Ekonomik ve sosyal anlamda bir entegrasyondan kesinlikle söz edilemez. Bu birliğin siyasi birlikten
öteye geçip geçmeyeceğini zaman gösterecek. 2011 genel nüfus sayımına göre 7.364.570 nüfusu
bulunan Bulgaristan'da resmi rakamlara göre 966.000 Müslüman bulunmakta ve bu rakam
Müslümanlara göre ise 1.500.000 civarındadır.
Müslüman'ın köyü minaresinden belli olur...
Sadaka Taşı Derneği, Kurban 2012 programı çerçevesinde 25 Ekim Bayram sabahı 06.00'da
Eyüpsultan Hazretlerinin manevi himmetini ve milletimizin duasını arkamıza alarak yola koyulduk.
07.45'te THY uçağıyla Sofya'ya hareket ettik. Saat:09.00'da Sofya Havaalanına vardık. Bizi burada
Bulgaristan Baş Müftülüğü İrşad Dairesi Başkanı Halil Hocaoğlu karşıladı ve 28 Ekim Pazar günü
uçağımızın kalkış saati olan 21.00'a kadar bir an bile yalnız bırakmadı. Birlikte yaklaşık 1.000 kilo
metre yol kat ettik. Halil Hocamız, "dünyada böyle Müslümanlar var mı?" dedirtecek kadar naif,
samimi, mütebessim, dolu dolu bir mümin. Rabbim onun gibilerin sayısını çoğaltsın. Halil Hocamızın
mihmandarlığında geceyi geçirmek ve kesim-dağıtım yapacağımız bölgeye yakınlaşmak üzere
havaalanına üç saat uzaklıkta bulunan Velingrad Kasabasına gittik. Kasaba'ya 15 dakikalık
mesafede bulunan ve tamamı Müslüman olan 5000 nüfuslu Draginova Beldesinde bir otele
yerleştik. Vakit namazlarını cemaatle kılmaya özen gösterdik. Cemaatle iletişim kurmanın, sohbet
etmenin en etkili yolu sanırım budur. Zira buradaki halk Müslüman fakat pek azı müstesna Türkçe
bilmiyorlar. Cami'de öyle ya da böyle ortak bir payda bulabiliyor, iletişim kurabiliyorsunuz.
Cuma günü sabah namazını müteakiben belde sakinleri ile birlikte kahvaltı yaptık. Daha sonra
beldenin bir mahallesinde Osmanlı mimari izlerini taşıyan ve yeni yapılmakta olan cami inşaatını
ziyaret edip incelemelerde bulunduk. Köylüler camiyi büyük bir keyifle ve mutluluk içerisinde
gezdirdi... Buralarda namaz kılan pek fazla olmasa da, Türkçe unutulmuş olsa da, alkollü içki satışı
yapmayan bakkal-market bulunmasa da caminin önemi pek büyük. Her şeyden önce bir yerin-köyün
Müslüman mı, Bulgar mı olduğunu ancak cami-minare vasıtasıyla öğrenebiliyorsunuz. Dolayısıyla bir
bakıma simge-sembol vazifesi görüyor. Elbette caminin işlevsel olması da önemli fakat önce kendisi
olmalı değil mi? Nasıl olsa bir gün işlevsel hale gelecek. Buralarda gördüğüm kadarıyla en önemli
eksiklik cami ve iş imkânı. Tabi en önemlisi eğitim. Müslümanlar tamamen Bulgar eğitim
müfredatına göre eğitim almakta, Türkçe'den mahrum kalmaktalar. Türkçe veya Arapça bilmedikleri
için de İslami bilgilere ulaşmakta sıkıntı çekiyorlar. Daha doğrusu hiç ulaşamıyorlar.
Varlığımızın en önemli belgeleri...
Günün ilerleyen saatlerinde Draginova'dan bir buçuk kilo metre uzaklıkta Filibe bölge sınırları
içerisinde bulunan Peştora'ya hareket ettik. Burada ekibimizi Filibe Müftüsü Osman Hidayet Bey ve
bölge sakinleri karşıladı. Gittiğimiz her yerde aynı hava. Bayram üzeri bayram... Nurun ala nur...
Müftü Bey ve Baş Müftülük İrşad Dairesi Başkanı Halil Hocaoğlu Bey nezaretinde kurban
programımızı uyguladık. Filibe Bölge Müftüsü Osman Hidayet Bey Dış işleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu'nun:"Yurt dışında vazife yapmaya giden veya oralarda bulunan din görevlilerinin öncelikli
görevlerinin arasında Osmanlı mezar taşlarını ayağa kaldırmak olmalıdır. Zira onlar bizim buralardaki
varlığımızın en önemli belgeleridir" ifadesini anlatırken gözlerinin içi parıldıyordu. Fakat nasıl olacak
bu iş? Biz burada ayağımızın dibindeki mezar taşlarına sahip çıkamazken oralarda nasıl olacak!..
Kardeşlerimiz büyük bir hüzünle anlattı. Komünizm döneminde büyük kentlerde kasabalarda
bulunan mezar taşları balyozlarla tahrip edilmiş. Kalan mezar taşları şuurlu Müslümanlar tarafından
koruma amaçlı toprağa gömülmüş. Bazıları tesadüfen ortaya çıkarılmış. Draginova Beldesi'nde böyle
bir manzara ile karşılaştık. Cami civarında kazı sırasında tesadüfen rastlanan Osmanlı dönemi mezar
taşları çıkarılmış, üst üste yığılmış, üzeri örtülmüş ayağa kalkacağı günü bekliyor...
O Hilalden daha yükseğe dikemedikleri sürece!..
Peştora'daki programdan sonra bir saatlik mesafede bulunan Hasanofgrad'da Cuma namazını kıldık.
Öğle yemeğinin ardından Simelyon bölge sınırları içerisinde bulunan Çepinti'ye yaklaşık üç saatte
vardık. Yolda yüksek tepelere yerleştirilmiş dev Haçlar dikkatimizi celbetti. Zaten bunun için
yapıyorlar. Psikolojik harp!.. Fakat o dönemler çoktan bitti. Artık bayrak asmakla, direk dikmekle,
istavroz çıkarmakla olmuyor. Günümüzde devrimler twitter-facebook üzerinden yapılıyor. Vaktiyle
Bosna'da Boşnaklar'a ait bölgede dağın tepesine dev bir Haç dikiliyordu. Silahlı binlerce genç
yerinde duramıyor, bir şeyler yapmak istiyordu. Merkezdeki kiliseden yükselen Haç ile birlikte
Boşnaklar resmen psikolojik bir savaşın ortasında kalmıştı. Uzun iri yarı bir Boşnak genci ileri çıkıp
"Aliya, izin ver o Haçı başlarına geçirelim" dedi. Derin bir nefes alan Efsane lider, Rahmetli Aliya sağ
elinin işaret parmağını kaldırıp gökyüzünde parlayan AYI gösterdi. "O hilalden daha yükseğe
dikemedikleri sürece sorun yok" tarihi cevabını verdi...
Çepinti Kütüphanesinde 500 yıllık yazma bir kur'anı Kerim..
Simelyon Bölge Müftüsü Necmi Dıbof nezaretinde kurban programımızı Çepinti'de gerçekleştirdik.
Akşam namazı çepinti caminde cemaatle kılıp akabinde cemaatle tanışıp, sohbet ettik. Çepinti Cami,
çift minareli görkemli bir cami. Türkiye'deki camilerden farkı yok. Caminin bir de kütüphanesi var.
Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı tarafından oluşturulmuş. Osmanlı
döneminden kalan eserler bütün bölgelerden toplanmış, tasnif edilmiş, envanteri çıkarılmış
araştırmacıların keşfini bekliyor. Kütüphane tam bir hazine... Listede 500 yıllık yazma bir Kur'an-ı
Kerim bile var. Bölgede ucu bucağı görünmeyen ormanlar var. Bu ormanlarda eşine-benzerine
rastlamadığım uzunlukta ve düzgünlükte çam ağaçları gördüm. Manzara harika. Bulgaristan
ormanlarındaki uçsuz bucaksız bu mamur çam ağaçları ağaç sanayinde değerlendirilebilir. Hem
kalite olarak hem de nakliye giderleri açısından oldukça cazip bir konumda. Bu arada ormandan
kereste çeken 30-40 yıllık kamyonlara rastladık. Üzerinde CCCP yazıyordu. Önce irkildim. Sonra bir
film setinde filan zannettim kendimi. Meğer o zamandan yani sosyalist rejim zamanından kalan
araçlarmış bunlar. Seyir halinde olduğumuz için fotoğraflarını da çekemedim. İyi bir enstantaneydi...
Kırcaali-Mestanlı'da bir güneş doğuyor...
Çepinti'den sonra gece Kırcaali'ye geçtik. Buradaki çoğu aracın plakası 16 yani Bursa. Halkın
tamamına yakını Türkçe biliyor, konuşuyor. Kırcaali, Mestanlı'da Diyanet İşleri Başkanlığı Tarafından
yapılıp Bulgaristan Baş Müftülüğü'ne hibe edilen 100 öğrenci kapasiteli ilahiyat okulunu ziyaret
ettik. Geceyi, İlahiyat Okulu yurdunda geçirip, kahvaltımızı yine yurdun yemekhanesinde yaptık.
Bulgaristan-Kırcaali'de yaptırdığı milyon dolarlık ilahiyat okulunu görünce artık Diyanet bu paraları
ne yapıyor demekten vazgeçtim... Cumartesi sabahı bir fabrikada İlahiyat Okulu Müdürü Ahmet
Bozof ve Müdür Yardımcısı Haluk Yıldız beyin refakatinde kurban programımızı icra ettik. Burada,
Mestanlı'dan 15 Dakikalık mesafede Çiftlik Köyü'ne hareket ettik. Baş Müftülük Yüksek Şura Üyesi
Hacı Abdullah Beyin biber üretimi yapılan fabrikasındaki programdan sonra Grueva Köyü'ne hareket
ettik. Köyde bulunan Şehidler Camii ziyaretinin ardından Bölge Vaizi Enver Beyin nezaretinde
kurban programımızı uyguladık. Burada bir çeşme dikkatimi çekti. Kitabesi Osmanlı döneminden
kalmış. Bulgaristan'da Türk köylerinin dışında da çeşme kültürü yaygın... Birçok yerde bunun
örneğini gördük. Medeniyetin izleri hala devam ediyor.
120 Camiden sadece bir tanesi ayakta kalmış...
Çiftlik köyü dönüşü Kırcaali-Mestanlı'da bir mezarlığı ziyaret ettik. Mezarlıkta ayakta kalmayı
başarabilmiş 2 adet Osmanlı dönemi mezar taşına rastladık. Diğerleri daha önce değindiğimiz gibi
Komünizm döneminde paramparça edilmiş moloz yığını gibi etrafa saçılmış. Kırcaali'den saat 3
sularında ayrıldık. Akşam 19.00'da Sofya'ya vardık. Akşam ve yatsı namazı Sofya'nın tek camii 1567
tarihli, Mimar Sinan eseri olan Kadı Seyfullah Cami'nde kıldık. Camii imamı Erhan Hoca ve cemaatle
tanışıp sohbet ettik.
Mihmandarımız Halil Hocaoğlu bir zamanlar Başkent Sofya'da 120 Camii ve Mescit bulunduğundan
söz ediyor. Bugün ayakta kalmayı başaran Kadı Seyfullah Camii de bazı vakitler ezan sadece içeride
okunuyor. Dışarıya ses verilmiyor. Kısa süre önce başlayan restorasyon çalışması Bulgar
makamlarınca durdurulmuş. Çalışma ne zaman, nasıl sonuçlanacak belli değil. Fakat caminin altı,
Roma dönemi kalıntıları bahanesiyle yavaş yavaş oyulmaya başlanmış. Metro inşaatı sebebiyle
caminin revaklarında ciddi yarıklar oluşmuş. Dışişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı acilen devreye
girmeli diye düşünüyoruz.
Altı Sosyalizm, üstü Kapitalizm...
Pazar sabahı kahvaltıdan sonra Sofya'ya yarım saatlik mesafede bulunan bir mahalle de Baş
Müftülük Sekreteri Recep beyin nezaretinde kurban programına katıldık. Öğle namazının ardından
Sofya şehrinde kültür turu yaptık. Başkentin ana caddeleri mimari açıdan Avrupa kentlerinden
farksız. Tramvayları Sosyalist dönemden kalmış külüstürlerden ibaret olsa da!.. Cumhurbaşkanı
Sarayı, Parlamento binaları, Mahkeme Binası şehre az da olsa bir Roma havası estiriyor. Bu yapılar
Komünizm döneminden önce inşa edilmiş. Zaman zaman Komünizm döneminden kalma renksiz,
ruhsuz ve kaba ucubelere de rastlamak mümkün. Yayalara ayrılan şeridin dışında geçiş yasak. Polis
ceza kesiyor. Ancak oldu da dalgın bir anınızda geçmiş bulunduğunuzda ise, şoförler yayalara
oldukça saygılı. 50-100 metre mesafede yavaşlamaya başlıyor ve durup sizin geçmenizi bekliyorlar.
Klakson-korna sesi kesinlikle yok. Sokaklar nispeten temiz. Arka sokaklar bütün dünyada olduğu
gibi. Allah'a emanet. Sefalet diz boyu. Kapitalizmin olduğu her yer aynı. Zengin daha zengin, fakir
daha fakir... Meydanları Coca-Cola, Mc Donalds ve kapitalizmin diğer sembolleri istila etmiş. Bu yönü
ile klasik bir sömürge ülkesini andırıyor. Önemli bir not; Bulgaristan'da lokanta, otel, benzin
istasyonları ve kamuya ait yerlerde tuvaletlerin taharet musluğu yok. Bazı yerlerde kâğıt dahi yok.
Bırakın ezanı, camiyi taharet musluğunun bile kıymetini anlamak için bir gayri Müslim ülkesine
gitmek şart mı sanki? Dört günlük Bulgaristan ziyaretinden sonra Sofya Hava Limanında THY'nin
logosu gözüme Hilal-i Ahmer gibi göründü..
Osmanlı'nın yetim çocuğu Balkanlar'dan Türkiyeli kardeşlerine kucak dolusu selam ve muhabbet
getirdik... Bir kardeşimiz bizleri uğurlarken yaşlı gözlerle şöyle dedi: "Aga, bizlere unutulmadığımızı
hatırlattınız, bir solukta olsa Türkiye havası koklattınız, yaşattınız ya, Allah ne muradınız varsa
versin. Unutmayın bizi!.." Sınırın öbür yakasında yaklaşık bir buçuk milyon kardeşimiz var ve onlar
Türkiye'yi bir baba olarak görüyor. Tıpkı Bosnalı, Filistinli, Arakanlı ve diğer İslam coğrafyasındaki
kardeşleri gibi...
Medeniyetimiz.com
Bu dökümanı orjinal adreste göster
Ümmetin yetim çocukları
Download