atatürk dönemi alman büyükelçileri 1923-1938

advertisement
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ BİLİM DALI
ATATÜRK DÖNEMİ ALMAN BÜYÜKELÇİLERİ 1923-1938
Erkan DAĞLI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Danışman
Ramazan ÇALIK
Konya- 2013
I
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
ERKAN DAĞLI
Öğrencinin
Numarası
104202052008
Ana Bilim / Bilim
Dalı
Tarih Bilim Dalı, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
Programı
Tezli Yüksek Lisans
Tezin Adı
“Atatürk Dönemi Alman Büyükelçileri 1923-1938”
Doktora
BİLİMSEL ETİK SAYFASI
Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel
etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik
davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez
yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden
yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.
Öğrencinin imzası
(İmza)
III
ÖN SÖZ
Atatürk dönemi Türk-Alman ilişkileri üzerine çok fazla kitap, tez ve makale
yazılmasına rağmen, ilişkilerin gelişmesinde başrol oynayan kişiler üzerine yeterince
çalışma yapılmamıştır. Bu tez çalışmasında, Atatürk Dönemi Alman Büyükelçileri
Türk-Alman ilişkileri çerçevesinde incelenmiştir. Atatürk döneminde Ankara’da üç
Alman Büyükelçi görev yapmıştır. Weimar Cumhuriyetinin ilk ve son büyükelçisi
Rudolf Nadolny, 1924 yılında göreve başlamış ve 1933 yılına kadar tam dokuz yıl
boyunca görevini ülkesi adına layıkıyla yapmıştır. Hitler’in 1933 yılında iktidara
gelmesiyle Nadolny görevini bırakmış ve yerine Ankara’nın ikinci Alman
Büyükelçisi olan Fredrecih von Rosenberg 1933 yılının sonunda görevine başlamış
ve bir buçuk yıl kadar yani 1935 yılına kadar görevini yapmıştır. Atatürk döneminin
üçüncü yani son Alman Büyükelçisi olan Freidrich von Keller 1935 yılında göreve
gelmiş ve 1938 yılına kadar görevini yapmıştır. Bu tez çalışmasında, Türkiye ile
Almanya arasındaki tarihsel süreçte ilişkilerinin nasıl geliştiği incelenmiştir. Ayrıca
üç Alman Büyükelçinin çalışmalarıyla ilişkilere nasıl bir boyut kazandırdıkları
detaylıca değinilmiştir.
Tez dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde genel olarak Atatürk
dönemi Türk-Alman ilişkilerine ve o dönemde yaşanmış olaylara 30 sayfa
ayrılarakdönem incelenmiştir. İkinci bölümde, Ankara’nın ilk Alman Büyükelçisi
Rudolf Nadolny’nin hayatı ve faaliyetlerine 45 sayfa gibi yoğun bir bölüm
ayrılmıştır. Çünkü Türkiye’de 9 yıl görevde kalmış ve çok önemli görevlerde
bulunmuştur.Üçüncü bölümde, Ankara’nın ikinci Alman Büyükelçisi Rosenberg’in
hayatına ve faaliyetlerine19 sayfa ayırarak o dönem aktarılmıştır.Dördüncü bölümde
ise,Ankara’nın üçüncü Alman Büyükelçisi Keller’in hayatına ve faaliyetlerine 18
sayfa ayrılarak tezin son bölümü oluşturulmuştur.
Tez konusuyla alakalı birincil el kaynakların çoğu Berlin’de olduğu için
çalışma alanı genellikle Berlin’de gerçekleşmiştir.“Atatürk Dönemi Alman
Büyükelçileri” adlı tez çalışmasında daha çok Almanya’daki Dışişleri Bakanlığı
“Ausswartigen Politisches Archiv Amt Berlin” arşivinden yararlanılmıştır.Tez
IV
konusu için Almanya’nın çeşitli arşivlerinde ve kütüphanelerinde araştırma
yapılmıştır. Berlin Devlet Kütüphanesi, Dışişleri Bakanlığı Arşivi ve Berlin Gazete
Arşivinden yararlanılmıştır. Ayrıca Ankara’daki Alman Büyükelçiliğinde arşiv
çalışması yapmak istesek de, elçilik yetkilileri eski elçilere ait bütün dosyaların
Berlin’de olduğunu belirterek bu isteğimi nazikçe ret ettiler ve tez çalışmam
bitiğinde tezin bir örneğini de kendilerine yollamamızı talep ettiler. Ankara’daki
Milli Kütüphanede ve üniversitemiz bünyesindeki gazete arşivinde araştırmalar
yapılarak tez tamamlanmıştır. Hazırlanmış olan bu yüksek lisans teziyle, TürkAlman ilişkilerindeki ufak bir boşluğu doldurmayı başarabildiysekne mutlu
emeklerimize diyebileceğiz.
Tez çalışmamda benden yardımlarını esirgemeyen Berlin’deki dostlarıma,
değerli arkadaşlarım Fatih Gürses ile Mehmet Önder Duran’ın desteklerine, yanımda
olan bütün arkadaşlarıma ve her zaman her konuda madden ve manen yanımda olan
değerli aileme (Annem ve Babama) sonsuz teşekkür ederim. Ayrıca çalışmalarımda
benimle önemli deneyimlerini paylaşan tez danışmanım sayın hocam Prof. Dr.
Ramazan Çalık’a ve tezimin yazım aşamasında beni değerli bilgileriyle yönlendiren
ve motive eden sayın hocama Yrd. Doç. Dr. Çağatay Benhür’e teşekkürü bir borç
bilirim.
I
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Öğrencinin
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
Erkan DAĞLI
Numarası: 104202052008
Ana Bilim / Bilim
Tarih Bilim Dalı, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
Dalı
Danışmanı
Tezin Adı
Prof. Dr. Ramazan ÇALIK
“Atatürk Dönemi Alman Büyükelçileri 1923-1938”
ÖZET
Tez konusunu kısaca özetlemek gerekirse “Atatürk Dönemi Alman
Büyükelçileri 1923-1938”, başlıklı tez konusunda genel Türk-Alman ilişkilerinde
meydana gelen gelişmeleri üç Alman Büyükelçinin çerçevesinden bakılmaya
çalışılmıştır. Tezin birinci bölümünde Atatürk döneminde meydana gelen TürkAlman ilişkileri araştırılmıştır. Bu dönemde yapılan antlaşmalar iki ülke arasındaki
yakınlaşmaları, uzaklaşmaları ve yer yönüyle yaşanan olayları kapsamaktadır.
Tezin asıl başlık konusu olan Atatürk Dönemi Alman Büyükelçilerini ikinci,
üçüncü ve dördüncü bölümlerde hazırlanmıştır. İkinci bölümde Ankara’nın ilk
Alman Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin hayatına ve faaliyetlerine değinilmiştir.
Türkiye’de dokuz yıla yakın görev yaptığı için bu konu yoğun olarak işlenmiştir.
Tezin üçüncü bölümünde ise, Ankara’nın ikinci Alman Büyükelçisi Frederic von
Rosenger’in hayatı ve faaliyetleri Türk-Alman ilişkileri çerçevesinde işlenmiştir.
Dördüncü yani son bölümde ise, Ankara’nın Alman Büyükelçisi Freidrich von
Keller’in hayatı ve faaliyetleri Türk-Alman ilişkileri genelinde çalışılmıştır.Yabancı
diplomatların gözlerinden 1924-1938 yılları arasında genç cumhuriyetin yaşadığı
evreleri inceleyerek Türk-Alman ilişkilerine farklı bir bakış açısı kazandırılmaya
çalışılmıştır.
ANAHTAR
KELİMELER:Türk-Alman
ilişkileri,
Büyükelçileri,Uluslararası ilişkiler.(Nadolny-Rosenberg-Keller )
Alman
II
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Öğrencinin
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
Erkan DAĞLI
Ana Bilim /
Bilim Dalı
Tarih Bilim Dalı, Atatürk İlkeleri ve İnkilapTarihi
Danışmanı
Prof. Dr. Ramazan ÇALIK
Tezin İngilizce Adı
Numarası:104202052008
“German Ambassadors During Ataturk Period
1923-1938”,
SUMMARY
If I summarize my thesis subject: in the thesis titled “German Ambassadors
During Ataturk Period 1923-1938”, I have to explain through German Ambassadors
eye the developments in general relations between Turkish-German. In the first
section of the thesis; The relations during Ataturk period were researched. The
agreements of this period include the familiarities, avoidances and events between
two countries.
I have explained the subject of main title of thesis “ German Ambassadors
during Ataturk period in the section, I have explain the lifeand activities of Rudolf
Nadolny the first German Ambassador of Ankara. This subject was studied
comprehensively since he has been in Turkey nearly nine years. In the third section
of thesis; lifes and activities of Frederic von Rosenberg the second German
Ambassador of Ankara and Freidrich von Keller, the third German Ambassador of
Ankara were explained
in point of relations Turkish thesis testimonies to all
activities of Ankara Government. I have tried to create a diffirent viewpoint to
Turkish-German relations by analyzing steps of young republic between 1924-1938
through foreign diplomats eye.
KEY
WORDS:Turkish-German
relationship,
International relationship.(Nadolny-Rosenberg-Keller )
German
Ambassadors
III
IV
İÇİNDEKİLER
BİLİMSEL ETİK SAYFASI ..................................................................................... I
YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU .......................................................... II
ÖN SÖZ .................................................................................................................... III
ÖZET ……………………………………………………………………….………IV
SUMMARY ................................................................................................................V
KISALTMALAR ................................................................................................... VII
TABLOLAR LİSTESİ .......................................................................................... VII
GİRİŞ ………………………………………………………………………………...1
BİRİNCİ BÖLÜM
1.WEİMAR CUMHURİYETİ ve TÜRKİYE (1923-1933) .................................... 3
1.1.Weimar Cumhuriyeti ve Hitler’in İktidara Gelmesi .......................................... 3
1.2.Türk Alman İlişkilerinde Benzerlikler ve Yakınlaşmalar .................................. 7
1.2.1.Türk-Alman Dostluk Antlaşması ve Maddeleri .......................................... 8
1.2.2.İlişkileri Geliştirmek Üzere Büyükelçilerin Atanması ................................ 9
1.2.3.Karşılıklı İkametgah Antlaşması ............................................................... 10
1.3.Türk Alman Ticaret Antlaşması ve Önemi ...................................................... 12
1.3.1.Türkiye'deki Alman Yatırımları ve Etkileri .............................................. 14
1.3.2.Türkiye’nin Almanya’daki Ticari Faaliyetleri .......................................... 16
1.3.3.Türk-Alman Ticaret İstatistikleri ............................................................... 18
1.3.4.1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve Sonuçları ........................................... 21
1.4.Almanya'nın Türkiye'deki Askeri Faaliyetleri ................................................. 22
1.5.Nazi Almanya’sında Türk-Alman İlişkileri (1933-1939) ................................ 23
1.5.1.Dış Politikada Farklılıklar ......................................................................... 23
1.5.2.Hitler’in Dış Politikası ve Türkiye ............................................................ 25
1.5.3.Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliğinde Değişiklik ....................................... 26
1.5.4.Türk Alman Dostluğunu Geliştirme Çalışmaları ...................................... 27
1.5.6.Almanya’nın Türk Basınını Etkileme Çabaları ......................................... 30
V
İKİNCİ BÖLÜM
2.ANKARA’NIN İLK ALMAN BÜYÜKELÇİSİ RUDOLF NADOLNY.......... 31
2.1.Nadolny’nin Hayatı .......................................................................................... 31
2.1.2.Nadolny’nin Memuriyet Hayatı ................................................................ 32
2.1.3. Nadolny’nin Siyasi Hayatı ....................................................................... 33
2.2.NADOLNY’NİN ANKARAYA GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİK BİNASININ
İNŞAATI ................................................................................................................ 36
2.2.1.Nadolny ve Atatürk Görüşmeleri .............................................................. 47
2.3.Nadolny’nin, Türkiye’nin Dünü ve Bugünü Hakkındaki Görüşleri ................ 51
2.3.1.Nadolny’nin Ankara’ya ve Anadolu’ya Bakış Açısı ................................. 54
2.4.NADOLNY’NİN TÜRK İNKILAPLARINA BAKIŞ AÇISI ......................... 58
2.4.1.Nadolny ve Şapka İnkılabı ........................................................................ 60
2.4.2.Nadolny ve Harf İnkılabı ........................................................................... 62
2.5.NADOLNY ve TÜRK EKONOMİSİ .............................................................. 69
2.5.1.Nadolny ve Demiryolu Faaliyetleri ........................................................... 71
2.5.2.Nadolny ve Uçak Fabrikası Faaliyetleri .................................................... 74
2.6.NADOLNY VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI ..................................................... 77
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3.ANKARA’NIN İKİNCİ ALMAN BÜYÜKELÇİSİ FREDERİC VON
ROSENBERG .......................................................................................................... 80
3.1.Frederic von Rosenberg’in Hayatı ................................................................... 80
3.1.2.Rosenberg’in Memuriyet ve Siyaset Hayatı .............................................. 81
3.2.ROSENBERG’İN TÜRKİYE’YE GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİĞİ................. 84
3.2.1.Rosenberg’in Türk İç Politikasına Bakışı.................................................. 86
3.2.2.Rosenberg’in Türkiye Hakkındaki Görüşleri ............................................ 88
3.3.ROSENBERG ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI ................................................... 93
3.3.1.Rosenberg ve Balkan Paktı Meselesi ........................................................ 95
VI
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4.ANKARA’NIN ÜÇÜNCÜ ALMAN BÜYÜKELÇİSİ FREİDRİCH VON
KELLER ................................................................................................................... 98
4.1.Freidrich von Keller’in Hayatı ......................................................................... 98
4.1.2.Keller’in Memuriyet Hayatı ...................................................................... 99
4.2.KELLER’İN TÜRKİYE’YE GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİĞİ ....................... 102
4.2.1.Keller’in Türkiye Hakkındaki Görüşleri ................................................. 103
4.3.KELLER ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI ......................................................... 105
4.3.1.Keller ve Boğazlar Sorunu-Montrö Antlaşması ...................................... 106
4.4.Atatürk’ün Vefatı Ve Keller’in Büyükelçilikten Ayrılışı…………………...114
SONUÇ ................................................................................................................... 117
KAYNAKÇ…………………………………..……………………………………120
ÖZGEÇMİŞ ........................................................................................................... 128
VII
KISALTMALAR
A. Ü.
Bk.
: Ankara Üniversitesi
: Bakınız
BCA.
: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
age
: Adı Geçen Eser
agm
:Adı Geçen Makale
C.
: Cilt
Çev.
: Çeviren
Ed.
: Editör
Haz.
: Hazırlayan
İ. Ü.
: İstanbul Üniversitesi
Nr.
: Numara
S.
: Sayı
s.
: Sayfa
SBF.
: Siyasal Bilgiler Fakültesi
TTK.
: Türk Tarih Kurumu
v.dğr.
: Ve diğerleri
Yay.
: Yayınlar
SPD.
: Sosyal Demokrat Partisi
NSDAP : Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi
Tomtaş: Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirk
1
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1.1.1924-1932 Yılları Arasında 1 Türk Lirasının Alman Markı Karşılığı
………………………………………………………………………………………19
Tablo 1.2. Türk İstatistiklerine Göre Türkiye-Almanya Genel Ticareti
(1924–1932)………………………………………………………………….…..….20
Tablo 1.3. Alman İstatistiklerine Göre Türkiye-Almanya Genel Ticareti
(1924–1932)…………………………………………………………………………21
Tablo 1.4. 1933–1938 Yılları Arasında Türkiye-Almanya Ticareti……………...…29
1
GİRİŞ
Devletler, içte ve dışta halkın güvenliğini sağlayarak, ekonomik, sosyal,
siyasal
ve
kültürel
alanlarda
ülkeyi
kalkındırmakla
yükümlüdür.
Bunu
gerçekleştirmek için öncelikle devlet teşkilatı olarak kurumsallaşmak ve diğer
devletlerle başta siyasi olmak üzere kültürel ve ekonomik ilişkiler kurmak
durumundadır. Söz konusu uluslararası ilişkilerin gelişebilmesi için asgari düzeyde
de olsa devletlerarasında ortak çıkarların olması gerekir.
Türk-Alman ilişkilerinin geçmişi, 800 yıl geriye gitmektedir. 12. yüzyıldaki
ikinci Haçlı seferi sırasında, Kutsal Roma Germen İmparatoru I. Friedrich
Barborossa, ordunun başında Selçuklu başkenti Konya'ya kadar gelmiştir. Friedrich
Barborossa, 1190'da, İçel-Göksu ırmağında yıkanırken boğulmuş, bu olaydan sonra
başsız kalan Alman ordusu tümüyle dağılmıştır. I. Friedrich Barborossa'nın yeğeni
İmparator Van Honnstavfen III. Kondrad ise Üçüncü Haçlı Seferi sırasında ordunun
başında Anadolu'ya gelmiştir. İmparator Kondrad, Anadolu Selçuklu Devleti Sultan
I. Rükneddin Mes'ud ile çatışmış olmasına karşın, iki lider arasında dostça ilişkiler
kurulmuştur 1.
Alman İmparatorunun ard arda iki Kudüs'e ulaşmak amacıyla Anadolu'ya
gelmeleri birçok Alman tarihçisinin dikkatini "Küçük Asya" (Kleinasien) dedikleri
Anadolu üzerinde toplamıştır. Selçuklulardan sonra, Anadolu beylikleri arasında
güçlenerek çıkan ve kısa sürede bir devlet kuran Osmanlıların Orta Avrupa'ya kadar
uzandıkları yıllarda, Türk-Alman ilişkilerinin politik düzeyde yeniden başladığı
görülmektedir. Osmanlıların Avrupa'da en yaygın ve en güçlü olduğu 16. ve 17.
yüzyıllarda, her iki ülke arasında sınır olmamakla birlikte, Avrupa'nın Osmanlılara
karşı birleşmelerinde Alman siyasi topluluklarının ihtiyatlarla yer aldığı ve barışçıl
bir tutum sergilediği bilinmektedir 2.
“Hıristiyan bir devlet ile ittifak anlaşması imzalanamaz düşüncesi”, gibi
nedenlerle iki ülke arasında 1755-1760 dönemlerinde askeri ittifak antlaşması
1
2
Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, C. I, TTK. Yay., Ankara 1998, s. 72.
Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTK. Yay., Ankara 2004, s. 38-39.
2
imzalanmamıştır. Askeri ittifak ancak 1 Şubat 1870 tarihinde imzalanabilmiştir. Bu
ittifak antlaşması iki ülke resmi ilişkilerinde atılan çok önemli bir adım olacaktır 3.
Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihinde imzaladığı Mondros Mütarekesinin
23. Maddesi gereğince, Almanya ile her türlü ilişkisini kesme yükümlülüğü altına
girmiştir.
Almanya,
tarafından
imzalanan
1919
tarihindeki
Versay
Barış
Antlaşmasının 22. maddesi ile de Almanya’nın, Osmanlı ile olan ilişkisi
engellenmiştir. I. Dünya Savaşını kaybeden iki devlet bu şekilde iyice köşeye
sıkıştırılmıştır4.
İki ülke arasında uzun zamandır süren yakın ilişkilerin bir anda kopma
noktasına gelmesinde, sadece antlaşmalardan doğan hukuki ya da fiili uygulamalar
rol oynamıştır. Bunların yanı sıra, her iki ülkenin karşı karşıya kaldığı iç ve dış
sorunlar, Almanya ile Türkiye arasında bir ilişki kurulmasını ayrıca güçleşmiştir 5.
Osmanlı İmparatorluğu ile 20. yüzyılda başlayan Türk-Alman ilişkileri,
cumhuriyetin kuruluşundan 1930'lu yılların başına kadar siyasi ve ekonomik
alanlarda bir gelişme içine girmiştir. Söz konusu ilişkilerin geliştiği bir dönemde
Türk-Alman ilişkileri, Nasyonal Sosyalist Partisinin Almanya'da iktidara gelmesi ve
Adolf Hitler önderliğindeki hükümetin yayılmacı bir politika izlemesi ile giderek
Almanlar lehine bozulmaya başlamıştır. Bu süreç sonunda Türkiye, 1939 yılında
Almanya'dan koparak, İngiltere ve Fransa ile ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirme
ihtiyacı duymuştur.
Yukarda ki tarihsel ilişkiler daha çok şahıslar üzerinden yürütülmüştür. Bir
devleti, devamlı veya geçici olarak gönderilen yerde temsil etmekle görevli şahıslara
elçi ya da büyükelçi denir. Bunlar devlet başkanının temsilcisi olup, gönderildiği
ülkede devletininve vatandaşlarının hak ve menfaatlerini korumakla görevlidirler.
Görev yaptığı ülkedeki siyasi, askeri, kültürel, ekonomik ve teknik gelişmeleri
yakinen takip eder ve konuyla alakalı ülkesine raporlar yollayan kişilerdir. Dışişleri
Bakanlığına bağlı olan elçiler, bakanlığın emirlerine göreantlaşma ve sözleşmeleri
imzalamaya da yetkileri vardır.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi,TTK. Yay., C. IV, Ankara 1982, s. 560.
Cemil Koçak, Türk-Alman İlişkileri (1923-1939),TTK.Yay., Ankara, 1991, s. 1.
5
Bilal N. Şimşir, Atatürk ile Yazışmalar (1920-1923),Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.,Ankara 1981,
s. 67-68.
3
4
3
BİRİNCİ BÖLÜM
1.WEİMAR CUMHURİYETİ ve TÜRKİYE(1923-1933)
1.1.Weimar Cumhuriyeti ve Hitler’in İktidara Gelmesi
Weimar Cumhuriyeti, 1919 ile 1933 yılları arasında Almanya’da kurulmuş
olan devletin adıdır. Bu cumhuriyet adını, ulusal meclisin ilk olarak toplandığı
Weimar şehrinden almaktadır. Almanya’nın I. Dünya Savaşından ağır yenilgi ile
çıkması, ülkede birden fazla ayaklanmalara neden olmuştur. İlk ayaklanma 3 Kasım
1918 tarihinde Keil’de çıkmıştır. Bu ayaklanmalar ise, Alman İmparatoru II.
Wilhelm’in tahtan çekilmesine neden olmuştur. İmparatorun 9 Kasımda ülkeyi terk
etmesi üzerine ülkenin genelinde cumhuriyet ilan edilmiştir. Ulusal Meclis, 6 Şubat
1919 tarihinde Weimar'da toplanmış ve Sosyal Demokrat Ebert geçici olarak devlet
başkanlığına, Scheidemann ise başbakanlığa seçilmiştir. Bu, iki lider ülkeyi mevcut
kötü durumdan kurtulmaya çalışsalar da yeterince başaralı olamamışlardır. Almanya
Cumhuriyeti, o dönemde de hala kendini “Deutsches Reich” yani Alman
İmparatorluğu olarak adlandırıyordu ve bu unvanı kullanmaktan fazlasıyla gurur
duyuyordu 6.
Ayaklanmalar sonucunda, daha sonra Alman birliğindeki bütün devletlerin
hanedanları devrilmiş ve ayaklanmalar cumhuriyetin ilanından sonra da sürmüştür.
Karl Liebknecht'in önderliğindeki Spartakistler'in eylemleri, gönüllü milis birlikleri
oluşturularak isyanları kanlı bir şekilde bastırmışlardır. Hükümet kurulduktan sonra,
9 Temmuz 1919 tarihinde Versay Barış Antlaşması, Weimar Cumhuriyeti tarafından
onaylanmıştır. İdari yapı oluştuktan sonra, kısa süre zarfında yapılan çalışmalar
neticesinde
31
Temmuz
1919
tarihinde
de
Weimar
anayasası
kabul
edilmiştir 7. Weimar Cumhuriyeti, ulusal meclisini 30 Eylül'de, Berlin'e taşımıştır. Bu
arada savaş sonrası yaşanan sıkıntılar siyasi olarak Başbakan Scheidemann'ı
bunalımlara sokmaktaydı. Yaşanan siyasi olaylar bakanların ve hükümetlerin
istifasına neden olmaktaydı. Zayıf idarecilik yüzünden 1920 tarihindekiayaklanmalar
6
Michheal Stolleis, Gesichte des Öffentlichen in Deutschland Weimar Republik un
Nationalsozialsmus, Frankfurt 2002, s. 246.
7
Reiner Marcowitz, Die Weimar Republik 1929-1933, Berlin 2010, s. 18-19.
4
yeniden başlamıştır. Bu isyanlarda hükümet kuvvetleri ile sağcı ve devrimciler
arasında kanlı çarpışmalar yaşanmıştır. 22 Haziran 1920'de yapılan seçimlerde sağ
partiler, sosyalistlere ve demokratlara karşı çok güç kazanmıştır. Versay Barış
Antlaşması koşullarının uygulanmasında ortaya çıkan güçlükler, bir yandan ülke
içinde hoşnutsuzluğa ve hükümet bunalımlarına bir yandan da Almanya ile galip
devletlerarasında anlaşmazlıklara ve gerginliklere yol açmaktaydı 8. Almanya'nın
topraklarının bir kısmı, Versay Antlaşması bahane edilerek komşuları tarafından
işgal edilmişti. Polonyalılar Silezya'nın bir bölümünü, Fransızlar ise, Ruhr
Bölgesi’yle Ren Irmağı'nın sağ kıyısında bulunan Alman topraklarını ele
geçirmişlerdir. İç karışıklıklar 4 Mayıs 1924 tarihinde yapılan seçimlere kadar
sürmüştür. Ülkenin çeşitli bölgelerinde çıkan ayaklanmalar güçlükle bastırılabilmiş
ve bütün olumsuz koşullara rağmen Weimar Cumhuriyeti, ülkenin bütünlüğünü
korumayı ve varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Londra Konferansında (16 Temmuz17 Ağustos 1924) tarihinde Almanya savaş tazminatını belli bir plana göre ödemeyi
kabul edince, Fransızlar da kısa süre içinde Ruhr bölgesini boşaltmaya karar
vermişlerdir 9.
Cumhurbaşkanı Ebert'in 28 Şubat 1925 tarihinde vefat etmesiyle başlayan
siyasi mücadele 26 Nisanda 1925 tarihinde Mareşal von Hindenburg'un
Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle sona ermiştir 10. Bu tarihten sonraki dönemde, iç
politikada ekonomik ve mali kanunların çıkarılmasına ağırlık verilirken, dış
politikada da barış ve işbirliği siyaseti uygulanarak Almanya'nın durumu
düzeltilmeye çalışılmıştır. Ancak bir yandan da sık sık hükümet değişiklikleri
olmaktaydı ve buda Almanya’yı istenilen başarıya ulaştıramamıştır.
Almanya
Parlamentosu,
başkanlığa
bağlı
olağanüstü
hal
sistemine
geçtiğinden beri, yasama organı olarak İmparatorluk dönemindeki meşruti
monarşisinden daha güçlü hale gelmişti. Hükümetin bu parlamentosuzlaştırma
faaliyetleri seçmenlerin giderek devre dışı bırakılması demekti ve işte bu durum
parlamento karşıtı sağ ve sol grupların güçlenmesine yol açıyordu. Bu durumdan en
8
Stolleis, age.,s. 246.
Stolleis, age.,s.253.
10
Gottfried Niedhart, Die Aussen Politik Der Wiemar Republik, Hamburg 2011, s. 33-35.
9
5
fazla
Nasyonal
Sosyalistler
yararlanmıştır.
Mareşal
von
Hindenburg'un
Cumhurbaşkanlığına seçilmesinden sonra Mayıs 1928 tarihindeki seçimleri
sosyalistler kazanmıştır. Adolf Hitler’in partisi yalnızca 12 sandalye alarak meclise
girebilmiştir. Hitler özellikle de propaganda yoluyla sol partilerin başarısız
olduklarını iddia ederek halkı sağ merkezde toplamaya başlamıştır. Bundan sonra
bütün sağcılar Hitler’in çevresinde toplanmaya başlamışlardır. Hitler’e bağlı sağcı
gruplar önemli işler yapıyorlardı. Kolluk güçleri olarak devlet güçlerine yardım
yaptıklarını iddia ediyorlar ve halk üzerinde baskı kuruyorlardı.
Dünya Ekonomik Krizi 1929 yılında patlak vermiş ve ekonomik olarak
Almanya'yı çok ağır şekilde etkilemiştir. Ekonomik sıkıntılar ve işsizlik günden güne
artarken partiler arasındaki siyasi mücadele de şiddetlenmekteydi. Yaşanılan bu
durum radikal partilerin güç kazanmasına neden olmuştur. Hindenburg, 1932
yılındaki seçimleri güçlükle kazanmasına rağmen Nasyonal Sosyalistlerin lideri
Hitler ve Komünistlerin adayı Thslmann önemli sayıda oy almışlardır. Hitler’in
Nasyonal Sosyalist Partisi 1920 senesinde kurulmuş olmasına rağmen, kısa sürede
yığınları etrafında toplayacak kadar güç kazanmıştır 11. Hitler’e göre, Almanya eski
gücüne kavuşarak, Avrupa’da düzenleyici güç olarak Batı demokrasilerine ve Doğu
Bolşevikliğine karşı öne çıkması gerekiyordu. Bunun içinde Almanların, Almanya’yı
her konuda ayakta tutacak güçlü bir lidere ihtiyacı olduğunu konuşmalarında
vurgulamıştır.
Sosyal Demokratların lideri Hermann Müller başkanlığındaki son çoğunluk
hükümeti, işsizlik sigortasının iyileştirilmesiyle ilgili bir tartışmadan ötürü 1930
yılının Mart sonunda dağılmıştır. 1930 yazından beri İmparatorluk Başkanı, yaşlı
Mareşal Paul von Hindenburg’un olağanüstü hal düzenlemeleri sayesinde devlet
varlığını sürdürebilmiştir. 4 Eylül 1930 tarihindeki parlamento seçimlerinde Adolf
Hitler’in Nasyonal Sosyalist (NSDAP) Partisi 108 sandalye kazanarak en güçlü
ikinci parti konumuna yükselmiştir 12. Katolik merkez siyasetçisi olan Heinrich
Brüning’in Sosyal Demokrasi Partisi (SPD) halen en güçlü parti olarak varlığını
11
Niedhart,age.,s. 46.
Gerhard Menk, Politischer Liberalismus zwischen Weimarer Republik und Nachkriegszeit, Köln
2012, s. 452.
12
6
sürdürmüştür. Hitler’in başarılı politikası, Sosyal Demokrasi Partisi Başkanı
Brüning’in varlığını zamanla tehdit etmeye başlamıştır.
Siyasi istikrarsızlık ve ekonomik sorunlardan dolayı hükümetler düşmüş buda
halkın alternatif adaylara yönelmesine neden olmuştur. Bu fırsatı iyi değerlendiren
Hitler, 1933 yılındaki seçimlerde meclise (Reichstag) en büyük parti olarak girmiştir.
Böylelikle Hitler, Almanya’nın eş zamanlı olmayan demokratikleşmesinden; yani,
demokratik bir seçim hakkının erken başlatılmasından ve hükümet sisteminin
parlamenter temele geç kavuşmasından en çok faydalanan kişi olmuştur 13.
Ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve siyasi karmaşa ortamı büyük kitlelerin,
özellikle gençlerin Nazi etkisine girmesine yol açıyordu. 1933 yılındaki seçimleri
Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi kazanarak meclise en çok milletvekili ile
girmiştir. Bunun üzerine, 30 Ocak 1933 tarihinde Cumhurbaşkanı Hindenburg,
hükümeti kurması için Nasyonal Sosyalist Partisini (NSDAP) görevlendirmiş ve
Hitler’i de başbakanlığa atamıştır. Hitler’in, iktidarının birinci ayında 27 Şubat 1933
tarihinde Reichstag’da büyük bir yangın meydana gelmiş ve bu olay Alman basınını
günlerce meşgul etmiştir 14. Hitler kısa sürede bütün iktidarı eline almış siyasi
partileri kapatıp, komünistler dahil bütün solcuları meclisten dışlamıştır. Reichstag'ı
kukla durumuna düşürmüş ve o yıl içinde halkın bütün demokratik haklarına son
vermiştir. Hitler, "Führer" sıfatıyla ülkeyi bir imparator gibi tek başına yönetmeye
başlamıştır. Böylece Weimar Cumhuriyetinin varlığı kısa süre de son bulmuştur.
Parlamenter demokrasi olarak Weimar demokrasisi yalnızca on bir yıl varlığını
sürdürebilmiştir 15.
Hitler’in iktidara gelmek için yapmış olduğu çalışmalar dünya kamuoyunda
dikkatle izlenmiştir. Daha iktidara gelmeden 1928’de girdiği mecliste yayılmacı
politikayla alakalı görüşlerini açıklamıştır. Hitler her seçimde meclisteki sandalye
sayısını
artırarak
iktidarlığa
“ben
de
talibim
dercesine”
çalışmalarını
yoğunlaştırmıştır. 1933 seçimlerinde iktidarı ele geçirince de ilk iş olarak Versay
Ernst E. Hirsch, Anılarım Kayzer Dönemi Wiermar Cumhuriyeti Atatürk Dönemi, Çev. Fatma
Suphi, Tübitak Yayınları, Ankara 2008, s. 247.
14
Norddeutsche Allgemeine Zeitung Berlin, 28 Şubat 1933, s. 1-2.
15
Hirsch, age., s. 251.
13
7
Antlaşmasının hükümlerinin geçersiz olduğunu belirtmiş ve Cenevre Silahsızlanma
Konferansından ayrılmıştır. Hitler’in bu kural tanımaz ve yayılmacı politika anlayışı
ilk başta Türkiye’yi olumsuz etkilemiş ve ilişkiler durma noktasına gelmiştir. Bu
gelişmeler yüzünden Türkiye Almanya’dan uzaklaşarak İngiltere ve Fransa’yla yakın
ilişkiler içine girmiştir. Sonuç olarak Hitler yapmış olduğu saldırgan politikalar
neticesinde II. Dünya Savaşının pimini çekmiştir.
1.2.Türk Alman İlişkilerinde Benzerlikler ve Yakınlaşmalar
Dünya tarihinin gördüğü ilk topyekun savaş olan I. Dünya Savaşı, mevcut
siyasi, sosyal ve ekonomik düzenleri alt üst ettiği gibi, birçok devleti ve rejimi de
ortadan kaldırmıştı. I. Dünya Savaşından sonra müttefik devletler tarafından
Almanya'ya zorla kabul ettirilen Versay Antlaşması bir müddet bu devletin Avrupa
diplomasisindeki önemini azaltmıştı. 1919 ile 1932 yılları arasındaki Türk-Alman
münasebetleri I. Dünya Savaşında yapılan işbirliğinin hissi etkisi altında kalmış;
fakat bu ilişkiler normal siyasi ilişkilerin ötesine geçmemiştir. İki ülke için de
rejimlerin yıkılması ve toprak bütünlüğünün bozulmasıyla sonuçlanan büyük savaş
sırasında, çok yoğun sürdürülen siyasi, askeri ve ekonomik ilişkiler doğal olarak
kopmuştur 16.
Savaş sonrasında yıkılan imparatorlukların üzerine, iki ülkede de daha önce
hiç denenmemiş cumhuriyet rejimlerinin kurulması, yeni anayasaların belirlenmesi,
iç ve dış politika hedeflerinin saptanması gibi yeniliklerle uğraşılması sonucunda, iki
ülke ilişkileri yok denecek kadar azalmıştır. Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti, kuruluşunu ve anayasal düzene geçişini tamamladıktan kısa bir süre sonra
Almanya Hükümeti ile diplomatik ilişkileri başlatmıştır. Çünkü iki ülkenin de kaderi
aynı çizgilerde kesişiyordu ve tekrar var olmak için dünya siyasetinde barışçıl
politika izlemişlerdir 17.
Edward J. Erickson, 1. Dünya Savaşında Osmanlı (1914-1918) C. IV, Timaş Yay., İstanbul 2011,
s. 98.
17
Ramazan Çalık, Türkisch-Deutsche Benzeiehungen Perspektiven aus Vergangenheitund Gegenwart,
İslamkunde, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 2011, s. 58.
16
8
Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonraki dönemde İngiltere ve Fransa
ile olan sorunların devam etmesi, Türkiye Cumhuriyetinin iki ülke ile sürdürülen
ilişkilerini asgari düzeyde ele almasına yol açmıştır. Oysa aynı dönemde Türkiye'nin
gelişmek ve kalkınmak için, yoğun diplomatik ve ekonomik ilişkilere ihtiyaç vardı.
Bu nedenle eski bağları kopmuş olsa da, iç ve dış politikaları değişse de eski
müttefiki, geçmişte ekonomik ve siyasi ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı Almanya,
Türkiye tarafından tercih edilecektir. Bu tercihte etkili olan öğelerden birincisi, iki
ülke arasında önemli bir sorunun olmayışı, ikincisi ise Almanya'nın potansiyel
ekonomik ve endüstriyel gücünün çok iyi bilinmesiydi 18.
Türkiye'nin diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurmak için girişimde
bulunduğu sırada Almanya da çok zor günler geçirmekteydi. Bir yandan savaş
nedeniyle bozulan ekonomisinin verdiği sıkıntılar, diğer yandan Fransa'ya olan
tamirat borçlarının getirdiği yük çok ağırlaşmıştı. Üstelik ekonomik sıkıntıların
getirdiği iç huzursuzluk ve anarşizm, çözülmesi gereken çok önemli sorunlardı 19.
1.2.1.Türk-Alman Dostluk Antlaşması ve Maddeleri
Savaş öncesi dönemde Alman endüstrisinin hammadde ihtiyacını büyük
ölçüde karşılayan, Alman ekonomisinin en büyük pazarlarından birini oluşturan
Türkiye ile yeniden diplomatik ve ekonomik ilişkiye girmek bulunmaz bir fırsattı.
Diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasıyla hem ekonomik ilişkilere zemin
hazırlanacak hemde Türkiye'nin zengin hammadde kaynaklarından faydalanılacak ve
böylece ekonomik sıkıntılar bir ölçüde giderilecekti.
Almanya, Türkiye ile tekrar diplomatik, kültürel, ekonomik ve sosyal
alanlarda bir bağ kurmak amacıyla Almanya’nın Bükreş Büyükelçisi Dr. Hans
Freytag’ı, 1924 tarihinde Dostluk Antlaşmasını imzalamak üzere İstanbul’a
yollamıştır. Nitekim Türk-Alman Dostluk Antlaşması (Türkiye ile Almanya
Arasında Mün’akit Muhadenet Muahedenamesi) 3 Mart 1924 tarihinde Ankara’da
imzalanmıştır20. Antlaşmayı Almanya adına Dr. Hans Freytag, Türkiye Cumhuriyeti
18
Koçak age., s. 6.
Yavuz Özgüldür, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945),Genelkurmay Basımevi, Ankara 1993, s. 35.
20
BCA., f.30.18.1.1., y. 9.18.20. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 4 Mart 1924.
19
9
adına ise Hariciye Vekaleti Müsteşarı Tevfik Kamil Bey imzalamıştır. Bu antlaşma
ile yaklaşık altı yıldır kesik olan ilişkiler tekrar kurulmuştur 21.
Antlaşmanın birinci maddesi ile iki ülke arasında samimi, iyi niyetli, kalıcı
bir dünya barışını isteyen bir anlaşmanın tesis edildiği söylenmektedir. Birlikte
sürüklendikleri uzun, yıpratıcı ve yıkıcı bir savaş döneminin ardından, kurulan yeni
diplomatik ilişkilerin samimi ve kalıcı barışa yönelik olması, bu iki ülkenin
ilişkilerinden duyulan korku ve endişeyi de dağıtmıştır. Antlaşmanın üçüncü
maddesi, iki ülke ilişkilerinin yönünü ve amacını açıkça ortaya koymaktaydı. Bu
madde de karşılıklı konsoloslukların açılması ile ticari ilişkilerin başlatılması ve
düzene konması istenmektedir. Ayrıca hukuki statüleri, dokunulmazlıkları uluslar
arası hukuk kurallarına uygun şekilde garanti altına alınacak Başkonsolos, Ticaret
Ataşesi, Katip gibi memurların karşılıklı olarak iki ülkede iskan ve ikametleri de
kabul edilmiştir 22.
Yukarıda söz edildiği üzere, her iki ülke sıkıntılı bir dönemin ardından
gelişmek, kalkınmak, güçlü olmak zorundaydı. Bu iş için birbirlerini seçmeleri son
derece isabetliydi. Öncelikle her iki ülke de Batı devletleriyle karşılıklı iyi niyete
dayalı, samimi ilişkiler kuracak bir durumda değildi. Her iki ülke de I. Dünya Savaşı
sonrasında Batılı devletlerce ağır barış antlaşmalarına zorlanmış, parçalanmış,
dağıtılmışlardı. Ayrıca her ikisininde savaşın galibi Batılı devletlerle çözülmemiş
siyasi ve ekonomik sorunları vardı. Bütün bunların yanında, Türkiye'nin gelişmek ve
kalkınmak için Alman teknoloji ve endüstrisine Almanya'nın da Türkiye'nin zengin
hammadde ve pazar olanaklarına ihtiyacı vardı.
1.2.2.İlişkileri Geliştirmek Üzere Büyükelçilerin Atanması
Türkiye ile Almanya arasında diplomatik ilişkileri başlatan 1924 yılında
imzalanan Dostluk Antlaşması gereğince karşılıklı Büyükelçilerin atanması
kararlaştırılmıştı 23. Bu çerçeve de Türk hükümeti 8 Mayıs 1924 tarihinde onay
vermiş ve Rudolf Nadolny bu tarihten geçerli olmak üzere Ankara’nın ilk Alman
21
BCA., f. 30.18.1.1., y. 9.15.12.
İlhan Uzgel, "Türk-Alman İlişkileri", Türk Dış Politikası,Ed. B. Oran, İletişim Yay., İstanbul 2001,
s. 299.
23
Özgüldür, age., s. 36.
22
10
Büyükelçisi olmuştur 24. Almanya, Nadolny’i özellikle Ankara’ya Büyükelçi olarak
göndermiştir. Çünkü Nadolny Ankara Büyükelçiliği görevinden önce Stockholm
Büyükelçiliği görevinde bulunmuş ve bu alanda çok başarılı ve önemli işler
başarmıştır. Bundan dolayı Almanya’nın kalkınmasında lokomotifi olabilecek
Türkiye’ye özellikle gönderilmiş bir devlet adamıdır.
Türk hükümeti,Nadolny’e karşılık, Kemaleddin Sami Paşa’yı Berlin
Büyükelçisi olarak 8 Ekim 1924 tarihinde atamış ve güven mektubunu Alman
yetkililere sunmuştur. Böylelikle Kemaleddin Sami Paşa,Türkiye Cumhuriyetinin
Berlin Büyükelçisi olmuştur 25.
1.2.3.Karşılıklı İkametgah Antlaşması
Türkiye ile Almanya arasında 12 Ocak 1927 tarihinde Ankara'da imzalanan
Karşılıklı İkamet Antlaşması, 1924 yılında imzalanmış olan Dostluk Antlaşması ile
başlatılan diplomatik ilişkilerin hukuksal boyutunu ve önemli bir aşamasını
oluşturmaktadır 26. Bu antlaşma sayesinde diplomatik ilişkilerde yakınlaşmanın
temini ve ticari ilişkilerin gelişimi daha rasyonel biçimde sağlanacaktı. Lozan
Antlaşmasına bağlı İkamet Antlaşması çerçevesinde imzalanan bu antlaşma ile her
iki hükümet kendi sınırları içerisinde en imtiyazlı yabancılar statüsünü karşılıklı
olarak kabul etmişlerdi. Karşılıklı çıkar ilişkileri üzerine kurulmuş bir dış politika
izlemeye kararlı olan Türkiye, Almanya'ya tanıdığı ayrıcalıkların aynısını kendisi
için istemiştir27.
Antlaşma ile iki ülke ticari ilişkileri geliştirilerek, Alman ve Türk
vatandaşlarının karşılıklı olarak iki ülke topraklarında hangi hukuki şartlar ve
garantilerle ikamet edecekleri hüküm altına alınmıştır. Antlaşmanın ikinci maddesi
gereğince, taraflar birbirleriyle uluslararası hukuk kurallarına uygun muamele
göreceklerdi. Bu madde gereği, her iki ülke vatandaşları karşılıklı olarak ikamet etme
gidip gelme ve birbirlerinin topraklarına yerleşme konularında tam bir serbestlik
24
Koçak, age., s. 10.
BCA., y. 30.18.1.1., y. 10.41.4.
26
İsmail Sosyal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945), Cilt: I TTK. Yayınları, Ankara 1983.,
BCA., f. 30.18.1.1., y. 22.87.17.
27
BCA.,f. 30.18.1.1., y. 10. 42. 4.
25
11
içinde hareket edeceklerdi. İki ülke arasındaki serbest dolaşım, yerleşme ve ikamet
serbesti, ilişkilerin giderek gelişeceğini açıkça ortaya koymaktaydı 28.
Antlaşmanın diğer maddelerini incelediğimizde; taraflardan birinin ülkesinde
diğer ülkenin tebaası, ülkenin kanun ve nizamlarına uygun olarak her türlü menkul
ve gayrimenkullerin temini, tasarrufu haklarına sahip olduğu gibi, bunlara hibe,
mübadele ve vasiyet yolu ile de malik olabilecekti. Antlaşmayı imzalayan
devletlerden birinin vatandaşı, diğerinin ülkesinde her nevi sanat ve ticareti icra ve
herhangi bir mesleğe girme hakkı getiriyordu. Üstelik antlaşmanın altıncı maddesi
gereği, taraflardan birinin vatandaşı diğer ülkedeki ikameti esnasında askerlik
hizmeti ile ilgili kanunlara tabi olmayacaktı. Dolayısıyla karşılıklı olarak ikamet
etmek isteyen her iki ülke vatandaşları için de şartlar çok cazip hale getirilmişti.
Şartlar böylesine cazip bir hale getirilirken elde ettikleri hukuki güvenceleri
kötüye kullanmak isteyecekler için de gerekli önlemler alınmıştı. Toplum düzenini,
sağlığını, ahlakını bozmaya çalışanlar ile devletin iç ve dış emniyetini bozmaya
çalışanlar için ihraç hakkı da unutulmamıştır.
Antlaşmanın son maddesi ise en ilginç olanıdır. Taraflardan birinin ülkesine
yerleşmek ve ikamet etmek amacıyla gelen diğer ülke vatandaşları, yerli halkın
yapabildiği her türlü ticaret, meslek, sanat ve benzeri faaliyetleri icra edeceği gibi,
yerli halkın ödemekle mükellef olduğu vergiler dışında herhangi bir özel
vergilendirmeye tabi olmayacaktır. Bu madde ile sanayi ürünlerini Avrupa
ülkelerindeki ağır vergilendirme yüzünden pazarlayamayan ya da yeterince kar elde
edemeyen Alman sanayi ve yatırımcılar için önemli bir fırsat yakalanmıştı. Alman
sanayi ve yatırımcıları, Türkiye'de sürdürecekleri ticari faaliyetlerle, hem
hammaddeleri uygun şartlarla temin edebilecekler hem de mamul maddelerinin
pazarlanmasından büyük karlar elde edebileceklerdi 29.
Antlaşmayı Türkiye açısından değerlendirdiğimiz zaman ise; hem Türkler
Almanya sınırları içinde yerleşip ticaret yapabilme hem de sınırlı da olsa ticari
mallarını Almanya'da özel ve ağır vergilere tabi olmadan pazarlama olanağı
28
Özgüldür, age., s. 37.
Zeynep Özden Alantar, Türk Dış Politikasında Milletler Cemiyeti Dönemi,Der Yay., İstanbul 1994,
s. 54.
29
12
yakalamıştır. Bu durum, Türk ekonomisinin gelişimi yolunda atılmış önemli
adımlardan biridir 30.
Karşılıklı İkametgah Antlaşması, yıkılan imparatorlukların ardından kurulan
iki yeni cumhuriyet olan Almanya ve Türkiye’nin ticari gelişme, kalkınma ve
güçlenme politikalarına yardımcı olmuştur.
1.3.Türk Alman Ticaret Antlaşması ve Önemi
Bana göre,I. Dünya Savaşı öncesinde hiçbir hukuki önlem alınmadan verilen
aşırı tavizler, Türkiye'yi diplomatik ve ekonomik açıdan Almanya'nın hegemonyası
altına sokmuştu. Bu durumda Türkiye'nin siyasal yalnızlığının, ekonomik
sıkıntılarının ve diplomatik hatalarının rolü büyük olmuştur. Türkiye, 1923
sonrasında yine ciddi boyutlarda ekonomik sorunlar yaşayan, hızlı kalkınmak
zorunda olan ve siyasal yalnızlık çeken bir ülke durumunda idi. Türkiye'nin
geçmişteki ilişkileri de dikkate alarak, endüstrisi gelişmiş durumdaki Almanya'yla
diplomatik ilişkilere girmesini, isabetli bir yaklaşım olarak değerlendirmek gerekir 31.
İmzaladığı bütün antlaşmaların karşılıklı çıkar esası üzerine oturtulmuş olması,
ilişkilerde ulusal ve uluslararası hukuk kuralların korunmuş olması bunun
göstergesidir.
Ekonomik sorunlarını çözmek için sanayisini işletmeye ve sanayisinin
ihtiyacı olan hammaddeleri en ucuz ve en verimli şekliyle temin etmeye mecbur olan
Almanya'nın Türkiye'ye yönelmesi doğaldı. Türkiye hem çok zengin hammadde
kaynaklarına hem de büyük bir pazar olanağına sahipti. İngiltere ve Fransa ile olan
siyasi ve ekonomik sorunlar yaşayan Almanya için Türkiye'nin imkanları, servet
kıymetinde idi. Almanya ile ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye açısından da büyük
önem taşıyordu. Ekonomik sıkıntılarının yanında, sanayi ve teknolojiden de yoksun
olan Türkiye, kalkınma hamlesinde Alman desteğini almak istemişti 32.
30
Özgüldür, age., s. 39.
Ramazan Çalık, “Türk Alman İlişkileri 1918-1945”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay.,
Ankara 2002, s. 814.
32
Özgüldür, age., s. 44-45.
31
13
İki ülke 2 Şubat 1927 tarihinde Türk-Alman Ticaret Antlaşmasını
imzalamıştır33. Antlaşma ile ilk etapta bazı mallar üzerinde gümrük indirimini kabul
etmiştir. Almanya'ya ihraç edilen, gümrük indirimi veya muafiyetine tabi Türk
malları arasında kuşyemi, pamuk, fındık, incir, kuru üzüm, badem, antepfıstığı,
afyon, palamut, halı, zımpara, şişler, çömlekler ve kutular sayabiliriz 34. Türkiye
tarafından ithal edilen ve gümrük indirimine tabi olan Alman malları arasında; fildişi,
sedef, boynuz, kemik, cam, porselen, suni ipek fırça, diş fırçası, kitap, demir ve çelik
aletler işlenmiş maden ve kimyasal maddeler, oyuncaklar sayabiliriz 35.
Giderek büyüyen bu ticaret hacmi karşısında iki ülke arasındaki 1927 tarihli
Ticaret Antlaşması’nın yenilenmesine gerek duyulmuştur. Bu amaçla 27 Mayıs 1930
tarihinde Ankara’da yeni bir Türk–Alman Ticaret Antlaşmasını imzalanmıştır 36.
İki
ülke
arasında
1928-1929
yıllarında
büyük
bir
ticari
gelişme
kaydedilmiştir. Özellikle 1929 yılı Alman istatistikleri göz önüne alınınca
Türkiye’den Almanya’ya 75,6 milyon Marklık ihracat yapılmasına karşılık, aynı yıl
içersinde Almanya’nın Türkiye’ye 72,5 milyon Marklık bir ihracat yapıldığı
görülmektedir. Almanya’nın 1924 yılında Türkiye’den 59,6 milyon Marklık
ithalatına karşılık 49,2 milyon Marklık ihracat yaptığı göz önüne alınırsa iki ülke
arasında ki ticaret hacminin 1929 yılında ne denli büyük bir gelişme gösterdiğine çok
iyi bir delildir 37.
Antlaşmanın birinci maddesi ile iki ülke birbirinden ithal ettikleri ham madde
ve mamul maddelere üçüncü ülkelere uyguladıkları gümrük tarifelerinden daha
yükseğini uygulayacaklarını garanti altına almışlardır.Beşinci madde gereğince
uluslararası ticarete elverişli yolları üzerinde ticari mal ve yüklere, yolculara,
gemilere, vapurlara, arabalara, vagonlara, trenlere vb. nakil araçlarına herhangi haraç
ve
33
vergi
ödemeden
serbest
geçiş
hakkına
sahip
olmayı
garanti
BCA., f. 30.18.1.1, y. 23.7.9.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 15.60.13.
35
Osman Tokumbet, Alman-Türk Sanayi ve Ticaret Kılavuzu,İstanbul 1935, s. 37-38.
36
Hakimiyeti Milliye, 28 Mayıs 1930.
37
Statisches Jarhbuch,Berlin 1929, s. 251.
34
altına
14
almışlardır 38.Yani başka devletlere karşı ekonomik alanda Türkiye ve Almanya
işbirliği içine girilmiştir.
Yine aynı antlaşma ile Türkiye’den Almanya’ya ihraç edilen mallardan
bazıları şöyledir; haşhaş tohumu, susam, keten, pamuk tohumu, kök boyalar, afyon,
koyunyünü, ham deri, saf zeytinyağı, ham lüle taşı, işlenmemiş bakır, krom, kurşun
vb. ürünler gümrükten tamamen muaf tutulmuştur. Bunun yanında incir, kuru üzüm,
ipek ve yünlü halılara 100 kg. da 4 ile 700 Mark arasında gümrük resmi
uygulanmıştır. Burada dikkati çeken konu şudur: Almanya’nın gümrük muafiyeti
uyguladığı tüm Türk malları ham maddelerdir. Bu ürünlerin Türk ekonomisine
katkısı fazla olmamıştır. Üstelik Almanya bu ham maddeleri işleyerek mamul madde
olarak Türkiye’ye ihraç etme imkanı vardı. Oysa incir, kuru üzüm ve halı gibi Türk
ekonomisine büyük katkısı olan mallara (özellikle 700 markla halıya), yüksek oranda
gümrük tarifeleri uygulamıştır. Dolayısıyla, Almanya, bu yeni antlaşma ile daha karlı
taraf olmuştur 39.
1.3.1.Türkiye'deki Alman Yatırımları ve Etkileri
Kurtuluş Savaşından başarıyla çıkan, yüzyıllardır süregelen imparatorluk
geleneğini yıkarak demokratikleşme sürecini başlatan genç Türkiye Cumhuriyetinin,
1923 sonrası sorunları çoktu. Bu sorunlardan bekli de en önemli olanı ekonomik
kalkınmaydı ve 1923 yılında, Türkiye Cumhuriyetinin kendi olanaklarıyla bu
hamleyi gerçekleştirmesi o dönem şartlarında zordu. Kısa bir süre içinde kalkınmak,
çağdaşlaşmak için ne endüstrisi ne bilgi birikimi ne de yeterli mali kaynakları olan
Türkiye'nin tek seçeneği, dış ticareti geliştirmekti 40.
Bununla birlikte, I. Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa'nın yeniden
şekillenmesi, güçler arasındaki dengelerin bozulması, zoraki barış antlaşmalarının
getirdiği borçlanmalar, kısıtlamalar, ürkeklikler nedeniyle uluslararası ticarette büyük
bir hareketsizlik gözlenmekteydi. Türkiye'nin sahip olduğu zengin hammadde
kaynakları, Avrupa pazarındaki önemli boşluğu dolduracak nitelikte olduğundan,
38
Özgüldür, age., s. 46.
BCA., f. 30.18.1.1., y.
40
Yahya Tezel, Cumhuriyet Dönemi İktisat Tarihi,Olgaç Matbaası, Ankara 1970, s. 160.
39
15
Alman sanayi yatırımları ve dış ticareti Türkiye'ye yönelmeye başlamıştır. Üstelik
Almanya, yeni kurduğu endüstrisi için ciddi biçimde hammadde sıkıntısı çekmekte,
ürettiği malları pazarlama konusunda zorlanmaktaydı. İmparatorluk döneminde
ekonomik ve askeri ilişkiler kuran, birbirlerini yakından tanıyan, sahip oldukları
değerleri iyi bilen bu iki ülkenin birbirlerine yönelmeleri, belirtilen şartların
zorlamasıyla olmuştur. 1924 tarihindeki Dostluk Antlaşmasının ardından imzalanan
12 Ocak 1927 ve 27 Mayıs 1930 tarihlerindeki Türk-Alman Ticaret Antlaşmaları,
Alman yatırımcıların hammadde ve pazar açısından bu çok verimli ülkeye
yönelmesinde etkili olmuş ve onlara hukuki güvenceler sağlamıştır 41.
Gelişen Almanya'nın aksine savaş sonrası dönemde enflasyonun kötü
etkilerini yaşamış, aşırı dış borçlanmaya yönelmemiş olan Türkiye, 1927 senesinde
Dresdener Bank ile yeni demiryolları inşası konusunda bir sözleşme imzaladı. 19271931 yıllarındaki demiryolu inşası sırasında malzemelerin temini, Alman
standartlarına uygun inşa zorunluluğu Alman sanayicinin Türkiye'ye yönelmesinde
etkili olmuştur. Birçok Alman nakliyat şirketi; Schenker, Allgemeine, Hans König
vb. şirketler Türkiye’de şube açmışlardır.
Türkiye açısından bakıldığında, bu devlet cumhuriyetin ilanından sonra
çağdaş, uygar, güçlü, ekonomik kalkınmasını sağlamış bir ülke olma yolunu
seçmişti. Bu uğurda kalkınma hamlesi başlatan Türkiye Cumhuriyetinin hammadde
sıkıntısı bulunmuyordu. Fakat yeraltı ve yer üstü zengin maden yataklarının
işletilmesi, çıkartılacak hammaddelerin işlenerek mamul haline getirilmesi,
endüstrileşme, teknoloji transferi gibi konularda sıkıntı büyük boyutlardaydı.
Türkiye'nin bu sorunları çözebilecek ne teknolojisi ne birikimi ne de endüstrisi vardı.
Oysa Almanya, gelişmiş endüstrisi, üstün makine sanayisiyle, Türkiye'nin tüm
ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumdaydı. Nitekim Türkiye'nin endüstriyel kalkınma
hamlesinde Alman makine sanayi ön saflarda yer almıştır.
Almanya, Türkiye'ye fabrikalar kurabilmesi için makine ve diğer sanayi
malzemeyi satmak suretiyle kalkınma planlarına katkıda bulunmuştur. Türkiye'nin
kalkınma hamlesinde önemli bir yer tutan tekstil, maden, selüloz, kimya, cam,
41
BCA., f. 30.18.1.1., y. 15.60.2., Özgüldür, age., s. 50-51.
16
seramik sanayi, elektrik makine kabloları, yalıtımlı telefon kabloları kapsayacak
şekilde Alman sanayisi tarafından kurulabilmiştir 42.
İmparatorluk döneminden beri Türkiye'de demir yolları yapımını yürüten
Alman sanayisi, cumhuriyet döneminde demiryolu politikasına daha fazla önem
vermişti. Ülkeyi baştanbaşa demiryolu ağlarıyla birbirine bağlamaya kararlı olan
Türkiye, bu işin gerçekleştirilmesinde Alman firmalarını tercih etmiştir. Karadeniz'i
Akdeniz'e demiryolu ile bağlama projesi ile Balıkesir-Kütahya hattının AnadoluBağdat hattı ile birleştirme çabaları ve tren yollarının inşası için gerekli büyük
çaptaki demir malzemenin alımı için Almanya'da bulunan Krupp tesisleri ile
anlaşmaya varıldı 43.
1.3.2.Türkiye’nin Almanya’daki Ticari Faaliyetleri
Türkiye’nin Almanya’daki ticari faaliyetleri arasında çok önemli roller
üstlenen Türk Ticaret Odası9 Haziran 1928 yılında Berlin’de açılmıştır 44. TürkAlman Ticaret Antlaşmasının dördüncü ve yedinci maddelerinin tanıdığı haklardan
yararlanarak açılan Berlin Türk Ticaret Odası, bir yandan Türk tarım ürünlerinin ham
madde ve maden cevherlerinin Almanya’da tanıtılması ve satış işlerini yürütürken bir
yandan da Türkiye için gerekli olan ileri teknoloji ürünü sanayi ürünlerini birinci
elden temin etmekteydi 45.
Berlin
Türk
Ticaret
Odası,
Alman
Hükümeti
tarafından
bizzat
desteklenmiştir. Çünkü Almanya bu kurum aracılığıyla Türkiye ile olan ticari
faaliyetleri artırmayı hedeflemiştir. Ocağın diğer önemli çalışması ise Türk
gençlerinin çalışmak amacıyla Alman müesseselerine ve fabrikalarına kabulü ile
Alman gençlerinin Türk hizmetine alınmasında aracılık etmiştir 46. Türkiye 1930'lu
yıllarda Almanya'ya çalışmak üzere Türk gençleri yollamıştır. Türkiye'nin kalifiye
eleman ihtiyacının büyük bir bölümü ise Almanya'dan karşılanmıştır. Almanya'ya
giden gençlerin bir bölümü yüksek tahsillerini tamamlamak, bir diğer bölümü de
42
BCA., f. 30.18.1.1., y. 14.42.10.
Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye,Çev. B. Kuzucu, Gözlem Yay., İstanbul
1974, s. 1316-1317.
44
Cumhuriyet, 8 Ağustos 1928.
45
Özgüldür, age., s.54.
46
Almanya’da Türk Ticaret Odası, s. 74-79.
43
17
gelişmiş Alman endüstrisinin fabrika ve müesseselerinde teknik bilgi ve becerilerini
geliştirmek amacıyla gitmişlerdir. Bunlar bir süre sonra Türkiye'ye dönecekler ve
kalkınma hamlesinde rol alacaklardır.
İki ülke arasındaki ilişkiler sadece ekonomik alanda gerçekleşmemiş kültürel
alanlarda da ilişkiler yoğunluk kazanmıştır. 1918 senesinde kapatılan İstanbul’daki
Alman Okulu 16 Kasım 1924 tarihinde yani, Ankara’nın ilk Alman Büyükelçisi
Nadolny’nin göreve başlamasından yaklaşık altı ay sonra açılmıştır 47. Yine Ziraat
Vekaletinin Berlin Büyükelçiliği aracılığıyla 1926 yılı başlarında Doç. Dr. Kral
Julius Horn ile hayvancılık alanında sözleşme imzalamış ve bu antlaşma ile Dr.
Horn,
dört
yıl
boyunca
hayvancılık
alanında
genel
müfettiş
olarak
görevlendirilmiştir. 1926 yılında yine Türk Devlet fabrikalarında görevlendirilmek
üzere Alman uzman Fritz Neumann hizmette bulunmuştur. Dr. Hermann Lüscher,
Ankara’da Harita Umum Müdürlüğünde 1926-1928 yılları arasında görev almıştır.
Leipzig Üniversitesi Ziraat Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Friedrich Falke
kurulmakta olan Yüksek Ziraat Okulunun düzeninin sağlanması ve Okulun Rektörü
olması için 1932 yılında Ankara’ya davet edilmiştir. Prof. Dr. Friedrich Falke ile
birçok Alman hoca görev almıştır. 30 Ekim 1933 tarihinde Yüksek Ziraat Enstitüsü
adını almıştır. Bunun gibi daha birçok alanda Alman hocalar ve uzmanlar Türkiye’de
görev almıştır.
Türkiye’den de Almanya’ya birçok genç ile Türk görevlileri gönderilmiştir.
Almanya’ya 1932 yılında 137 Türk öğrenci çeşitli yüksek okullarda eğitim görmek
amacıyla gönderilmişlerdir. Bu öğrenciler Türkiye’ye döndükleri zaman ülkenin
kalkınmasında önemli güç unsuru olacaklardı. Türkiye, güvenlik örgütlerinde görevli
personelin Almanya’da eğitim görmesi için gerekli adımları atmış ve bu çerçevede
1931 senesinde Türk Polisi İlhan Bey, eğitim amacıyla Berlin Polis Teşkilatında
görev almıştır. Ayrıca Dr. Ahmet İhsan Bey’de Almanya’da tıp araştırmalarında staj
yapmıştır 48.
47
BCA., f. 30.18.1.2. y. 11.39.1.
Koçak, age., s. 42-43.
48
18
1.3.3.Türk-Alman Ticaret İstatistikleri
Türk-Alman ticaret hacmini anlayabilmek için 1924-1932 yılları arasındaki,
iki ülke ticaret istatistiklerinin incelenmesi en doğru yoldur. Çünkü bu dönemde daha
Hitler iktidara gelmemiş ve ticari ilişkiler çok olumlu yürütülmüştür. Ancak iki ülke
istatistikleri göz ününe alındığında rakamlar birbirini tutmamaktadır. Tek tek ticari
ürünler üzerinde durmaktansa bir bütün halinde yıllık genel ticaret hacimleri ele
alınmıştır. İki ülke ticaret istatistikleri incelendiğince Tablo 1.1 ve 1.2’de ortaya
şöyle bir sonuç çıkacaktır.
Tablo 1.1,’de 1924-1932 yılları arasında 1 Türk lirasının Alman Markı
karşılığı aşağıdaki tabloda yıllara göre verilmiştir 49.
Yıl
1924
1925
1926
1927
1928
1929
1930
1931
1932
49
TL
1
1
1
1
1
1
1
1
1
Mark
2.45
2.31
2.18
2.16
2.14
2.04
2.00
2.00
2.00
Almanya’da Türk Ticaret Odası,Berlin, s. 107.
19
Tablo 1.2,’deTürk İstatistiklerine Göre Türkiye-Almanya Genel Ticareti (19241932) 50.
Yıl
Türkiye'den
Almanya’nın
Genel Türkiye'ye
İthalat (%)
İthalatına Oranı (%)
İhracat (%)
Almanya'nın
İhracatına, Oranı (%)
59,6
0,7
49,2
0,7
69,1
0,6
65,2
0,6
54,7
0,5
75,4
0,7
63,0
0,4
67,5
0,6
72,0
0,5
65,9
0,5
75,6
0,6
72,5
0,5
69,0
0,7
48,3
0,4
52,6
0,8
47,4
0,5
40,1
0,9
31,0
0,5
1924
1925
1926
1927
1928
1929
1930
1931
1932
Almanya’da Türk Ticaret Odası,Berlin, s. 109.
50
Genel
20
Tablo: 1.3,’deAlman İstatistiklerine Göre Türkiye-Almanya Genel Ticareti (19241932) 51.
Yıl
YAlmanya'dan
Türkiye Genel
Almanya'ya
Türkiye,Genel
İthalat
İthalatına Oranı
İhracat (%)
İhracatına Oranı
(%)
(%)
42,4
9,9
51,6
12,9
62,2
1,3
62,9
14,3
71,4
13,8
52,4
12,6
65,4
14,2
32,0
9,3
67,2
14,2
47,1
12,8
77,6
15,3
40,8
13,3
54,2
18,6
39,4
13,1
54,0
21,2
27,0
10,7
40,0
23,3
27,4
13,9
1924
1925
1926
1927
1928
1929
1930
1931
1932
Almanya’da Türk Ticaret Odası,Berlin, s. 110.
51
21
Yukarıdaki 1.1. ve 1.2. tablolarına bakıldığında, iki ülke arasındaki ticari
ilişkilerin, 1928-1929 yıllarında büyük bir gelişme gösterdiği anlaşılmaktadır 52.
Özellikle 1929 yılı Alman istatistikleri göz önüne alındığında Türkiye'den
Almanya'ya 75,6 milyon marklık ihracat yapılmasına karşılık, aynı yıl içinde
Almanya'nın Türkiye'ye 72,5 milyon Marklık bir ihracat yaptığı görülmektedir.
Almanya'nın 1924'de Türkiye'den 59,6 milyon marklık ithalatına karşılık 49,2
milyon Marklık ihracat yaptığı göz önüne alınırsa, iki ülke arasındaki ticari hacminin
1929 yılında ne denli büyük bir gelişim gösterdiği daha iyi anlaşılır.
1.3.4.1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve Sonuçları
Amerika Birleşik Devletleri’nden başlayarak tüm dünya ülkelerini olumsuz
etkileyen dünya ekonomik krizi Avrupa’da en çok Almanya’yı etkilemiştir. Bu kriz
sonucunda Alman markı büyük değer kaybetmiştir. Dolayısıyla 1930-1931 yılları
arasındaki Alman ve Türk dış ticaret istatistiklerine bakıldığında, iki ülke arasındaki
ithalat ve ihracat gelirlerinde çok büyük bir düşüş yaşanmıştır. 53 Tek tek bankaların
iflas etmesi Alman halkında panik yaratmış ve herkesin bankalardaki paralarını
çekmek istemesi üzerine Alman ekonomisi iyice köşeye sıkışmıştır.
1929 Dünya Ekonomik Krizi, Almanya’nın sadece I. Dünya Savaşının
tazminatını ödemesini engellemekle kalmamış, aynı zamanda Alman ekonomisini
çökertmiştir. Bu kriz sonucu enflasyon bir anda fırlamış; birçok sanayi dalı kapanmış
ve bunun sonucu olarak işsizlik sayısı altı milyona yükselmiş, ülke Dawes Planı
öncesindeki durumundan daha kötü duruma düşmüştür. Yaşanan olumsuz tablo
sadece Nazilere yaramıştır. Çünkü bu tür ortamlardan beslenen aşırı milliyetçilik
hızla artmış, onlara iktidara giden yolu açmıştır ve 1933 tarihinde Hitler başa geçerek
yeni bir Almanya meydana gelmiştir 54.
Almanya’daki bu olumsuz gelişmeler direk olarak Türk ekonomisini de
büyük ölçüde zarara uğratmıştır. Özelliklede dış ticarette en çok imtiyaz verdiğimiz
ve birçok alanda antlaşma sağladığımız Almanya’nın bu durumu gelişmekte olan
Ayla Demiral, İkinci Dünya Savaşı Türk-Alman İlişkileri (1939-1945),Gazi Üniversitesi, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1995, s. 23.
53
Özgüldür, age.,s. 61.
54
Sezen Kılıç, Türk Basınında Hitler Almanya’sı (1933-1945), TTK. Yay., Ankara 2010, s. 13.
52
22
Türkiye’yi de derinden etkilemiştir. İstanbul’da faaliyet gösteren Deutsche Bank ile
Orient Bank’ta bu krizden nasbini almıştır. Markın büyük değer kaybetmesi,
Almanya’ya ihracat yapan Türk tüccarlarını olumsuz yönde etkilemiştir 55. Bu iki
bankada paraları olan Türkler de bankalardan paranı çekmek isteyince neredeyse
bankalar nefes alamaz hale gelmiş ve bunun üzerine Türk hükümeti müdahale ederek
halkın zararını en aza indirmek için çaba göstermiştir.
1.4.Almanya'nın Türkiye'deki Askeri Faaliyetleri
Versay Antlaşması hükümleri gereği Alman ordusunun dağıtılması ve askeri
faaliyetlerin kısıtlanması, çok sayıda subayın işsiz kalmasına yol açmıştır. Türk ordu
yapısının Alman sistemi üzerine kurulmuş olması, bu işsiz Alman subaylarının bir
kısmının Türk Harp Akademisinde görev almalarını sağlamıştır. Ancak diğer Avrupa
Devletleri’nin tepkilerinden çekinildiği için, 1924 yılında imzalanan Dostluk
Antlaşmasının ardından diplomatik ilişkiler başlatılmış olmasına rağmen, kişisel
sözleşmelerle 1926 yılından itibaren işsiz veya emekli Alman subayları, Harp
Akademisi'nde sözleşmeli öğretmen olarak, subay statüsüyle görev almıştır. Alman
Hükümeti ve ordusu ile hiçbir ilişkisi olmayan ve Türk hükümetiyle imzaladıkları
kişisel sözleşmelerle görev alan Alman subaylar, Harp Akademilerinde taarruz,
topçuluk, levazım, havacılık, harp tarihi gibi derslerde öğretmen olarak görev
almışlardır 56.
Alman Hükümetince verilmiş bir resmi görevleri olmamasına rağmen, Harp
Akademisinde görev alan emekli veya işsiz Alman subayları, Türk kurmay subayları
ve dolayısıyla da Türk ordusu üzerinde çok etkili olmuşlardır. Alman subaylar
sayesinde, modern Türk ordusu kurma çalışmalarına dolaylı yoldan olsa da,
Almanya'da katkı sağlamıştır. Geçmişte olduğu gibi Türk kurmay subayları üzerinde
olumlu etkiler ve hayranlıklar yaratan bu Alman subayların sayısı 1933 yılından
sonra giderek artış kaydedecektir.
55
Özgüldür, age.,s. 61-62.
Muharrem Mazlum İskora, Harp Akademileri Tarihçesi 1930-1965,Genelkurmay Basımevi, Ankara
1966, s. 134-136.
56
23
Alman subayların disiplini, bilgi birikimi askeri şahsiyetleri etkili olduğu
gibi, geçmişteki silah kardeşliğinin ve kurulan sıkı dostlukların varlığı Türk ordusu
ve kurmay subayları üzerinde derin tesirler yaratmıştır 57. Bu avantajı iyi
değerlendiren Almanya, 1934 yılından itibaren Türkiye'ye askeri heyetler
göndermeye başlamıştır. Bunun bir nedeni de Nazi Partisinin 1933 yılından itibaren
Almanya'da iktidarı ele geçirmesi ile beraber Türk ordusu üzerinde hassasiyetle
durmalarından ileri gelmektedir. Alman ordusunun tekrar eski gücüne gelerek,
"Hayat Alanı" teorisini gerçekleştirmek için Türkiye'ye ve onun potansiyel
kaynaklarına ihtiyacı vardı. Türkiye'nin maden kaynakları özellikle krom Almanya
için son derece önemli idi. İki ülke ordularının tekrar birbirine yaklaştırmak için ilk
olarak askeri heyetler gönderilmeye başlandı. İkinci olarak da harp akademilerinde
görevli Alman subayların etkili propagandaları bu yakınlaşmada etkili olmuştur.
Almanya ilk askeri heyetini 1934 yılı Kasım ayında Türkiye'ye yollamıştı. Bu
heyet Ankara'da Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından
memnuniyetle karşılanmıştır 58. Türk ordusunu ziyaret eden Alman askeri heyetinin
içinde bulunan ve Türkçeyi çok iyi konuşan Alman subaylardan Hans Rohde,
geçmişte harp akademilerinde öğretmenlik yapmakla beraber, 1935 yılında
Ankara'ya askeri ateşe olarak görevlendirilmiştir 59. Harp akademilerin de gizliden
yapılan propaganda faaliyetleri ile Türk ordusu, Nazi Almanya'sının yanına
çekilmeye çalışılıyordu. Çünkü Türk ordusunun gelecekte ki komuta grubu akademi
içinden çıkacağı düşünüldüğünde bu propagandaların ne kadar önemli olduğu
anlaşılmaktaydı.
1.5.Nazi Almanya’sında Türk-Alman İlişkileri (1933-1939)
1.5.1.Dış Politikada Farklılıklar
Türk-Alman ilişkilerinin önemli dönüm noktası sayılabilecek 1933 yılı, her
iki ülke de iç ve dış politikaların değişikliğe uğradığı yıldır. Türkiye, henüz on yıllık
bir cumhuriyet olmasına rağmen toplumu çağdaş ve uygar bir yapılanmanın içine
Johannes Glasneck, Türkiye'de Faşist Alman Propagandası,Çev. Arif Gelen, Onur Yay., İstanbul
1978, s. 76-77.
58
Ulus,15 Kasım 1934.
59
Özgüldür, age.,s. 94.
57
24
sokmuş, hızlı sanayileşme, refaha ulaşma politikaları üretmeye başlamıştır. Ancak
1923-1933 yılları arasındaki dış ticareti artırma ve her türlü teşebbüsün desteklemesi
istenilen sonucu vermemiştir 60. Bu çerçeve de Almanya ise daha fazla talepler
içindeydi. Türkiye ise, Lozan’da düzenlenen biçimiyle tatmin olmayarak bazı
konularda (Hatay ve Boğazlar üzerinde) taleplerde bulunuyordu. Dış politika
alanındaki bu benzerlikler nihayet bir noktada sona eriyordu; çünkü Almanya,
temelde I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan barış antlaşmalarıyla düzenlenmiş
statükoyu kabul etmiyor ve onu eline geçen ilk fırsatta değiştirmeyi amaçlıyordu.
Türkiye ise, Lozan ile tatmin olmuş ülke olarak, temelde statükonun sürmesini
destekliyor ve dış politika ilgili taleplerini ikinci planda tutuyordu 61.
Hitler ile ilk teması Temmuz 1933 yılında Berlin’e giden Türk
parlamenterleri yapmıştır. Yapılan bu görüşmede Hitler, Türk Bağımsızlık Savaşının
kendisini aydınlatan bir örnek olduğunu söylemiş, Alman yetkililer de Atatürk ile
Hitler arasındaki benzerlikleri dile getirerek iki ülke arasında ortak noktalar kurmayı
amaçlamışlardır. Türkiye, bu dönemde Almanya’nın Versay Antlaşmasından
kurtulma çabasını sempati ile karşılamış ancak mevcut statükonun korunmasını
istemiştir. Hitler’in iktidara gelişiyle birlikte iki ülke arasında doğan ilk anlaşmazlık,
Türkiye’nin oluşumunda önemli rol üstlendiği 1934’deki Balkan Paktı konusu
olmuştur. Çünkü Almanya’nın “Hayat Alanı”, projesi kapsamında Balkanlar önemli
yer tutmaktaydı. Türkiye’nin, İngiltere ve Fransa’ya yaklaşması ve bunun sonucunda
Montreux Boğazlar Sözleşmesinin imzalanması Almanya’yı daha da rahatsız
etmiştir 62.Nitekim Montreux Sözleşmesinin imzalanmasından sonra, 26 Şubat 1937
tarihinde, Almanya Türkiye'ye verdiği bir notada, "sözleşmede bazı hükümlerin,
özellikle Sovyet savaş gemilerinin Akdeniz'e serbestçe çıkabilmeleri ile ilgili
olanlarının, Alman Hükümeti tarafından tasvip edilmediğini" açıklamıştır 63.
60
Özgüldür, age.,s. 70.
Koçak, age.,s. 97.
62
Kılıç, age.,s. 129.
63
Fahir Armaoğlu, "İkinci Dünya Harbinde Türkiye", A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,C.
XIII, S. 2, Haziran 1958, s. 32.
61
25
1.5.2.Hitler’in Dış Politikası ve Türkiye
Adolf Hitler, daha iktidara gelmeden yıllar önce kaleme aldığı ünlü kitabı
“Kavgam” da, I. Dünya Savaşında ülkesinin müttefiki olan Türkiye’ye III. Reich’ın
ittifak politikası alanında yalnızca ikinci rol, hatta açıkça olumsuz bir rol
yüklemekteydi. Hitler’e göre, Almanya’nın Türkiye gibi ülkelerle ittifak yapması
savaşı zaten kaybetmek demekti. Bu görüş açısından Türkiye, Nasyonal Sosyalist
Alman dış politikasının ilgi alanına girmiyordu 64.
Almanya, 1933 yılında Hitler'in iktidara gelmesinden sonra silahlanmaya,
siyasi ve iktisadi nüfuzunu arttırmaya başlayınca, hızla gelişen iktisadi gücünü, siyasi
emellerini
gerçekleştirmek
için
kullanmıştır.
Nasyonal
Sosyalist
Partisinin
iktidarında, Alman dış politikasında Türkiye'nin siyasal olarak bir önem
taşımadığının bir göstergesi, Almanya'nın Ankara Büyükelçiliğini uzun süre boş
bırakmış olmasıdır. I. Dünya Savaşından sonra kurulan Weimar Cumhuriyetinin ve
Ankara'nın ilk Alman Büyükelçisi Rudolf Nadolny, 8 Mayıs 1924 yılında göreve
başlamış ve Nadolny’nin 1933 yılında görevinden ayrılmasıyla uzun süre
büyükelçilik koltuğu boş kalmıştır. Nasyonal Sosyalist Partisinin, Adolf Hitler'in
önderliğinde iktidarı ele geçirmesiyle birlikte Alman dış politikasının yönü, Kayzer
II. Wilhem döneminde olduğu gibi tekrar Yakındoğu'ya çevrilmiştir. Hitler, Versay
Antlaşmasının getirdiği kısıtlama ve yasaklamaları reddeden, Avrupa'daki tüm
Almanları bir bayrak altına alan güçlü bir Almanya yaratabilmek için, endüstriyel
açıdan güçlenmeyi hedeflemişti. Bunun en kolay ve çabuk yolu da Almanya'ya
zengin ve ucuz hammadde kaynakları temin etmekti. Tıpkı II. Wilhelm gibi, Adolf
Hitler de 1933’den itibaren Alman endüstrisine hayat verecek zengin hammadde
kaynaklarına sahip Doğu Avrupa'ya ve bu arada Türkiye'ye yönelmiştir 65.
Nasyonal Sosyalist Partisi iktidar için, Versay Antlaşmasından kurtulması
gerekiyordu. Çünkü Nazi Hitler’inin parti politikası bu doğrultuda kararlaştırılmıştı
ve bu durum Alman halkı tarafından çok iyi derecede destekleniyordu. Bu
Koçak age.,s. 99. Ayrıca Hitler’in Kavgam adlı kitabın orijinal adı “Mein Kampf”dır.
Demiral, agm., s.36-37
64
65
26
doğrultuda Almanya’nın yeniden silahlanmasını ve zorunlu askerlik gibi olmazsa
olmazlarını yapmasını kuvvetlendiriyordu. Almanya, bu amaç doğrultusunda 1933
yılı sonbaharında Cenevre Silahsızlaşma Konferansından ve Milletler Cemiyetinden
ayrılmıştır 66.
Alınan karardan birkaç hafta sonra, Tevfik Rüştü Aras, Almanya Dışişleri
Bakanı Neurath ile Berlin’de görüşmüş ve dünya barışı için bu kararlardan
vazgeçilmesi konusunda telkinlerde ve çağrıda bulunsa da kabul görmemiş ve 16
Mart 1935 tarihinde Versay Antlaşmasının yasakladığı zorunlu askerlik hizmetini
yeniden başlattığını dünya kamuoyuna duyurmuştur.
Almanya’nın Versay Antlaşması gereğince Ren Bölgesini askerden
arındırması karara bağlanmıştı. Fakat bu antlaşmayı tanımadığını açıklayan Almanya
7 Mart 1936 tarihinde Ren Bölgesine askeri birliklerini yığmaya başlamıştır. Bunun
üzerine Hariciye Vekaleti Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu, Ankara’nın
Alman Büyükelçisi Keller ile görüşerek yaşanan olayların Türkiye’yi doğrudan
etkilemediğini vurgulamıştır. Almanya’nın bu politikasının dünya barışını tehlikeye
atacağının da altını çizmiştir 67.
Almanya’nın yayılmacı politikası ve onun gibi düşünen İtalya’nın da
yayılmacı bir politika izlemesi Türkiye’yi endişelendirmiştir. Çünkü Almanya ile
İtalya ortak hareket ediyordu. Türkiye ise İtalya’nın özellikle I. Dünya Savaşında
elde edemediği adalar için ne kadar istekli olduğunu çok iyi biliyordu. Bu konunun
rahatsızlığı Hariciye Vekaleti tarafından Alman yetkililerine bildirilmesine rağmen
Almanya, Türkiye’yi dikkate almamıştır. Bunun neticesinde yaşanan olaylar
sonucunda Türkiye, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin etkisi ve politikası altına
girmeye başlamıştır.
1.5.3.Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliğinde Değişiklik
Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa 15 Nisan 1934
tarihinde Berlin’de vefat etmiştir. Alman Hükümeti 19 Nisan’da büyük bir cenaze
Ramazan Çalık, Türkisch-DeutscheBenzeihungen Perspektiven aus Vergangenheitund Gegenwart,
İslamkunde, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 2012, s. 59.
67
Koçak, age.,s. 111.
66
27
töreni yaparak Türkiye’ye başsağlığı dilemiştir. Türkiye, Berlin Büyükelçiliğine
vakit kaybettirmeden Mehmed Hamdi Argap Bey’i atamıştır. Argap güven
mektubunu 26 Mayıs’ta Hindenburg’a sunmuş ve törende yapılan konuşmada TürkAlman ilişkilerinde yakınlaşma olması için mesai harcayacağını vurgulamıştır 68.
1.5.4.Türk Alman Dostluğunu Geliştirme Çalışmaları
Nazi hayat alanı teorisiyle bir dünya imparatorluğu yaratmak niyetinde olan
Alman generalleri, Türkiye ile yakın ilişkilere girerek hem savaş sanayi için gerekli
olan krom, bakır, mangan cevherleri ile pamuk ve tiftik sağlamayı hem de İngiltere
ve Fransa'nın Yakındoğu'daki durumunu Hindistan ile olan bağlarını tehlikeye
sokmak istiyorlardı 69.
Türkiye ile ekonomik ilişkilerin kurulmuş olması, Hitler Almanya'sı için hiç
de yeterli seviyede değildi. Dolayısıyla, Almanya bu çok zengin hammadde
kaynaklarını çok ucuza ve Türkiye'yi ekonomik açıdan bağımlı kılacak biçimde ele
geçirmenin yollarını aramalıydı. Bu iş için en uygun yol, I. Dünya Savaşı öncesi
başlayan ve savaş içinde silah arkadaşlığına dönüşen Türk-Alman Dostluğunu
yeniden
canlandırmak
gerekiyordu 70.
Türk-Alman
Dostluğunu
geliştirme
politikasında, Alman Askeri Heyetlerinin Türkiye'yi sık sık ziyaretine ayrı bir önem
verilmişti. Diğer yandan, bizzat Hitler tarafından Almanya'ya davet edilen Türk
heyetleri ve Türkiye'ye gönderilen Alman heyetleri aracılığıyla dostluk geliştirilmek
istenmiştir.
Boğazlar rejiminin Montreux'de belirlenmesi ve özellikle Türkiye'ye
Boğazlar Bölgesini tekrar tahkim hakkı tanınması üzerine, Türkiye'nin Güneydoğu
Avrupa'daki önemi artmış ve bu yüzden Sovyetler Birliği, İngiltere ve Almanya
Türkiye'nin dostluğunu kazanmak için gayret sarf etmişlerdir 71. 1933 ve 1936
yıllarında, ekonomik ihtiyaçlarını giderebilmek için savaş yolunu seçmeyen
Almanya, II. Wilhelm Döneminde olduğu gibi Türkiye ile çok yakın dostluklar
68
Koçak, age.,s.100.
Glasneck, age.,s. 10.
70
Özgüldür, age.,s. 72.
71
Turgut Menemencioğlu, "Atatürk'ün Dış Politikası ve Bunun İkinci Dünya Savaşındaki Uygulaması
", İ. Ü. Sosyal Bilgiler Fakültesi Dergisi,C. I, S. 1, İstanbul 1983, s. 205.
69
28
kurma, Türkiye'yi ekonomik açıdan kendine bağımlı kılma, endüstrisinin ihtiyacı
olan hammaddeleri ucuza temin edebilmek yolunu tercih etmiştir. Bu amaçla,
Türkiye'nin dostluğunu ve güvenini kazanabilmek için çıkarlarına ters düşse de
Boğazlar konusunda Türkiye'yi desteklemiştir 72. Türkiye ile Almanya arasındaki
ticari ilişkilerde 1933 yılından itibaren, hissedilir derecede artış kaydedilmiştir. Nazi
Almanya'sının, ekonomik sorunlarını aşıp güçlü bir endüstri devleti olmak için
başlattığı kalkınma hamlesinde Türkiye önemli bir pay sahibi olarak kabul
ediliyordu 73.
Cumhuriyetin ilanından itibaren geçen on yıllık süre içinde Türkiye, tarımsal
üretimde büyük bir artış kaydetmesine karşılık, pazarlama işinde aynı ölçüde
başarısız olmuştur. Bilgi ve organizasyon eksikliği yüzünden Avrupa pazarına
giremeyen Türkiye için Almanya ile ticareti arttırmak son derece önemliydi. Zira
Almanya sayesinde Türk ihraç ürünlerinin Avrupa pazarına tanıtımı ve ihracı
mümkün olabilecekti. Bunun için Türk mallarının Avrupa pazarında tanıtılması ve
yeni pazarlara sunulması için Türk Alman Ticaret Antlaşmasına ek madde olarak
tanıtım maddesi de konulmuştur 74. Almanya'daki Nasyonal Sosyalist iktidarının,
Türkiye'yi siyasi ve ekonomik nüfuzu altına alma yönündeki politikası diplomatik
ilişkilere de etki etmiştir. Nitekim Almanya, Türkiye'nin kalkınma hamlelerine
yardımcı olabilecek tek ülke imajını vermişti. Tablo 1.3,'de de görülebileceği üzere
1933-1939 yılları arsında gelişen ekonomik ilişkilerle Türk ekonomisinde
Almanya'nın payı % 50'lere varmıştı. Kısacası Almanya'nın Türkiye'deki sanayi
yatırımları, iki ülkenin siyasi ilişkilerini geliştirme çabaları, gelişen ekonomik
ilişkileri Türkiye'deki Alman etkisini arttırmıştır.
Armaoğlu, agm., s. 39.
Menemencioğlu, agm,. S. 207.
74
BCA., 30.18. 1.2., y. 66.59.3.
72
73
29
Tablo 1.3:1933-1938 Yılları Arasında Türk-Alman Ticaret İstatistikleri 75.
Yıl
Almanya'nın
Almanya'nın
Ülkelerin Toplam Almanya İçin
Türkiye'den
Türkiye'ye
Ticaret Hacmi
İthalatı
İhracatı
+ Aktif — Pasif
1933
37,9
36,3
74,2
—1,6
1934
67,5
50,9
118,4
—16,6
1935
93,4
67,3
160,7
—26,1
1936
118,5
79,4
197,9
—39,1
1937
97,7
111
208,7
+13,3
1938
115,9
151,4
267,3
+35,5
Almanya, 1934 yılından itibaren Türk ihraç ürünlerine piyasa fiyatlarından
çok yüksek bedeller ödemeye başlamıştır. Bu da ürünü daha fazla fiyata satın aldığını
söyleyen Almanya'nın asıl niyet ve politikasını ortaya çıkarmıştır. Türk ihraç
ürünlerini yüksek fiyatlara ve ihtiyacının çok üstünde rakamlarla ülkesinde toplayan
ve Türk ürünlerinin tek alıcısı konumuna gelen Almanya, bu ürünleri peşin dövizle
ve yüksek fiyatlarda Türkiye'nin eski müşterilerine satıyordu. Bu durumda Türkiye'yi
tek kaynağa bağlıyor ve ticari ilişkilerdeki karşılıklı denge Almanya lehine
bozuluyordu. Üstelik Almanya Türkiye'yi ekonomik açıdan kontrol altına aldığından
ve
kendine
bağımlı
hale
getirdiğinden,
dilediği
gibi
hareket
etmeye
başlamıştı.Türkiye'nin 1937 ve 1938 dönemlerinde gelişmiş sanayi ürünü ithalatında
parasal sıkıntıları bir hayli aşmıştı. Türkiye, 1938 yılında büyük oranlarda ihracat
yapmasına karşılık sanayi mamulü ithal edemez bir hale gelmiştir. Türk ticaretine
75
Statisches Jarhbuch,s. 49-51.
30
engel ise 30 Ağustos 1937 tarihinde Berlin’de yenilenen ticaret antlaşması sebep
olmuştur 76.
1.5.6.Almanya’nın Türk Basınını Etkileme Çabaları
Alman Propaganda
Bakanlığının
kontrolünde
yürütülen
Türk-Alman
Dostluğunu yayma çalışmaları için önce, tarihsel örneklere başvurulmuştur. Bütün bu
yolların dışında Almanya'nın Türk-Alman Dostluğunu geliştirmede kullandığı en
etkin metotlardan biri de basının gücünden en iyi şekilde istifade etmesini bilmiş
olmasıdır. Ama bu politikayı kullanmak isteyen tek devlet Almanya değildi. İngiltere
ve Fransa’da basın yoluyla Türkiye’yi kendi politikalarına hizmet ettirmek
istemişlerdir.
İstanbul’da yayınlanan “Türkische Post” isimli bir Alman gazetesi ile Nazi
iktidarı sonrası bu gazetenin okuyucu sayısı artmıştır. İstanbul’daki kitapçılarda
“Völkischer Beobachter” ile “Deutsche Allgemeine Zeitung” gazeteleri günlük
olarak satılmaya başlamış ve bu yayın organları Anadolu’ya ulaştırılmaya
çalışılmıştır77. Bu şekilde Türkiye’de Alman sempatisi kazandırılmaya çalışılmıştır.
Türkiye ve Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerde, 1933 yılından itibaren
görülen gelişmeye paralel olarak Alman şirketleri, Türk basınına büyük miktarlarda
reklam vermeye başlamışlardı. Ayrıca büyük Alman şirketleri, Türk basının gazete
kağıdı ihtiyacını İngiltere ve Fransa’ya oranla daha düşük fiyatlarda vererek Türk
basınını Almanya’ya bağımlı hale getirmeye çalışmışlardır 78.
BCA., f. 30.18.1.2. , y. 79.82.19.
Özgüldür, age.,s. 75.
78
BCA., f. 30.18.1.2., y. 48.66.6.
76
77
31
İKİNCİ BÖLÜM
2.ANKARA’NIN İLK ALMAN BÜYÜKELÇİSİ RUDOLF NADOLNY
2.1.Nadolny’nin Hayatı
Rudolf Nadolny, 7 Aralık 1873 tarihinde Doğu Prusya’da Gross-Stürlack’da
Ostpreussen’de dünyaya gelmiştir. Babası August Nadolny, Annesi Agnes
Nadolny’dir. Prusya kökenli olan Nadolny, Doğu Avrupalı varlıklı bir toprak
ağasının oğludur. Nadolny, soy ismi Slav kökeninden gelmektedir ve anlamı ise,
dağdan, yayladan gelen demektir. Rudolf Nadolny on iki kardeştir ve kendisi ailenin
üçüncü çocuğudur. Nadolny’nin çocukluğu ailesi çiftçilikle uğraştığı için taşrada
geçmiştir. Nadolny, 4 Şubat 1905 tarihinde Anny Kaufmann ile evlenmiş ve bu
evliliğinden üç çocuğu dünyaya gelmiştir 79.
Eğitim hayatına Doğu Prusya’daki Lotzen Kasabasında başlayan Nadolny,
Rastenburg Kasabasında ise, lise eğitimini tamamlamıştır. Yükseköğrenimini 1892
yılında Königsberg’de hukuk üzerine yapan Nadolny, hukuk eğitimini tamamlayınca
gerekli olan stajını da kısa sürede tamamlamıştır. Königsberg’de 1896 yılında yapmış
olduğu çalışmalar neticesinde hukuk alanında uzmanlığa yükselmiştir. Nadolny,
üniversite yıllarında katıldığı konferanslar ve arkadaş çevresinin de etkisiyle milli
ruha sahip olmuştur. Üniversitede öğrenci konseyine üye olarak bu yolda ciddi
çalışmalar yaparak, milli düşünceyi her zaman ön planda tutmuştur. Nadolny, iyi
derece Rusça, İngilizce ve Fransızca dillerine hakimdir. Doğu ülkelerinde görev
yapması, Doğu ülkelerinin de dilini öğrenmesine katkı sağlamıştır. Nadolny yaşamış
olduğu deneyimlerini kaleme alırken 18 Mayıs 1953 tarihinde Düsseldorf’ta vefat
79
Ferdinand Schöningh, Biographisches Handbuch des Deutschen Auswartigen Dienstes 1871-1945,
Wien-Zürich 2008, s. 342.
32
etmiştir. Vefat etmeden önce kaleme aldığı anı kitabı yarım kalınca, yarım kalan
kitap çalışmasını eşi Anny Nadolny ve yakın çalışma arkadaşı tamamlamışlardır 80.
2.1.2.Nadolny’nin Memuriyet Hayatı
Rudolf Nadolny memuriyet hayatına 1896 yılında Königsberg’de maddelik
memuru 81 olarak başlamıştır. Bu görevinden sonra, asıl eğitimi aldığı hukuk alanında
Königsberg’de adliye komisyonunda yargıç yardımcılığı görevinde bulunmuştur.
1902 yılına kadar bu görevi yürüttükten sonra kendi isteği ile Berlin Dışişleri
Bakanlığında çalışmak için başvuru da bulunmuştur. Königsberg’ten ayrılarak yeni
görev yeri olan Berlin’deki Dışişleri Bakanlığında memuriyet hayatına başlayarak
doğduğu yerden ve ailesinden ayrılmıştır 82.
Nadolny 1903 senesinde, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde ilk defa Almanya
sınırları dışına çıkarak, St. Petersburg’da 1907 yılına kadar başkonsolosluğun vize
dairesinde memuriyet hayatına devam etmiştir. Nadolny, Rusya’da bulunduğu sıra da
ilk Rus devriminden sonra ortaya çıkan Rus-Japon savaşında iki ülke arasında bir yıl
boyunca arabuluculuk görevinde bulunmuştur. Dışişleri Bakanlığı kendisine yapmış
olduğu çalışmalar neticesinde şükranlarını bildirmiş ve takdir yazısı ile Prusya
Kraliyet Nişanına layık görmüştür 83.
Nadolny’nin Rusya’da dört yıl kalması kendisine önemli fırsatlar sunmuştur.
Rusya ile alakalı her şeye vakıf olan Nadolny, burada yaptığı memuriyet hayatı
sayesinde Rusçayı son derece iyi öğrenmesine katkı sağlamıştır. Rusya’daki yılları
Nadolny’nin memuriyet hayatının olgunlaşmasına katkı sağlamış ve Rusya’da
kaldığı sürede güzel dostluklar ve arkadaşlıklar kurmuştur.
Nadolny, Rusya’daki görevini tamamladıktan sonra Berlin’e dönerek 1909
yıllana kadar Dışişleri Bakanlığındaki görevinde kalmıştır. Bu tarihten sonra özel
80
Schöningh, age.,s. 343.
Maddelik memuru; Alman adliye dairelerinde çalışan en alt sınıftaki memurlara denilmektedir.
82
Schöningh, age.,s. 343.
83
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv Nachlass, Bd. 31.
81
33
görev için Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni görevine başlamıştır. Artık ülkesi
için yoğun bir çalışma temposuna girmiş ve milli bir şuurla hep farklı ülkelerde
Almanya’nın çıkarları için çalışmıştır. Amerika’dan 1911’de döndükten sonra
kendisine, bu çalışma azminin ve ülkesi için yaptığı fedakarlıkların karşılığı olarak
1912 yılında meclis üyeliğine seçilerek onurlandırılmıştır. Nadolny 41 yaşına
geldiğinde 1914’de yani, I. Dünya Savaşı sırasında askere alınmış ve bir buçuk sene
orduda subay olarak görev yapmıştır 84.
Nadolny, askerden döndükten sonra daha öncede görev yaptığı St.
Petersburg’a memur tayin edilmiştir. Moskova’da 1916 yılına kadar yine
konsolosluk bünyesinde daire amiri olarak çalışma hayatına devam etmiştir 85. Bütün
Avrupa ve Ön Asya toprakları yani İtalya’dan İskandinavya’ya kadar olan alanın
ticaret sorumlusu olarak görevlendirilen Nadolny, bu geniş kapsamlı görevden dolayı
Asya’dan Avrupa’ya kadar ülkesi adına birçok yere kültürel, ekonomik, sosyal ve
siyasal amaçlı seyahatler yapmıştır.
2.1.3.Nadolny’nin Siyasi Hayatı
Nadolny üniversitede girmiş olduğu gençlik kollarında siyasetle tanışmış ve
bu sayede siyasete atılma fikri kendisinde oluşmuştur. Memuriyet hayatında belli bir
olgunluğa ulaştıktan sonra Nadolny için siyasete atılma zamanı gelmişti. O zamanlar
Bakanlık Müsteşarı olan V. Kinderlen Wachter’den bir randevu alarak siyaset için ilk
adımı atmıştır. Bu konudaki ilk görevine İran’da ülkesi adına koloni çalışması
yaparak başlamıştır.
Nadolny, anılarında İran’dan önce 1913 yılında Bosnahersek’e gönderildiğini
yazmaktadır. Bosna’ya gönderilme nedeni olarak da Avusturyalıları Sırplar’a karşı
ayaklandırmak olduğunu belirten Nadolny, yapmış olduğu çalışmalar sonucunda
birinci ayaklanmayı çıkarmayı başarmıştır. Daha sonra 1914 yılında Arnavutluk’a
tayin edilmiş ve orada Almanya adına uluslararası denetim heyetinde görev almıştır.
Arnavutluk Valisi Esad Paşa’yı, İngiliz Lamb ve Avusturyalı örgüt Kreuzer Panter’in
yardımıyla Osmanlı Valisi’ni görevinden düşürmüşlerdir. Nadolny, ülkesi adına
84
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv Nachlass, Bd. 31.
Schöningh, age., s. 344.
85
34
yapmış olduğu başarılı çalışmalar sonucunda dönemin en güçlü Alman Beyi Wied
tarafından geçici olarak Arnavutluk yönetiminin idaresine getirtilmiştir86.
Nadolny
1916
yılında
ilk
siyasi
görevini
yapmak
üzere
İran’a
gönderilmiştir . Türkiye üzerinden İran’a geçerek Bağdat’ta Alman yetkili
87
dairesinde Maslahatgüzarlık kimliği adı altında siyasi çalışmalarına başlamıştır. O
sırada Rusya’nın, İran’a girmesi sonucunda Nadolny ve çalışma arkadaşları İran’dan
geri dönmek zorunda kalmışlardır. Türklerin, İran’a girmesi sonucunda Nadolny
İran’a geri dönerek çalışmalarına devam etmiştir. Bu sırada İran’da geçici hükümet
kurulmuş ve ülkesi adına koloni çalışmalarına tekrardan başlayan Nadolny, İran’da
1917 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür. 88.
Nadolny, anılarında İngilizlerin Doğu politikasını şu ifadelerle açıklamıştır;
“O sırada da İngilizler bizi basamak olarak kullanarak Bağdat’ı ellerine
geçirmişlerdi. Daha sonra yavaş yavaş İran’ı gözlerine kestirmişlerdi. Bunun
sonucunda Almanya, İran ve Bağdat’tan vazgeçmek zorunda kalmıştır. Buradaki
koloni çalışmalarımız İngilizler tarafından engellenince bizde Alman yetkilileri
olarak bu bölgelerden ayrılmak zorunda kaldık” demiştir. Nadolny, İran’daki
görevinden sonra İstanbul’a gönderilmiş ve orada İran sorununu çözmek için üst
düzey yetkilerle görevlendirilmiştir. Nadolny, bu görev sayesinde ilk defa İstanbul’u
tanıma imkanı bulmuştur 89.
Nadolny, 1917 yılının kış ayında tekrar Berlin’e çağırılarak Berlin’de
Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Doğu Avrupa politikası üzerine görevlendirilmiştir.
Nadolny, 1918 yılında Brest Litowsk’da olan barış antlaşmaları için gidecek heyette
yer almıştır. Ayrıca Nadolny yapmış olduğu çalışmalar neticesinde, Litvanya ve
Finlandiya’nın da bağımsızlığını kazanmasında rol oynadığını ve Sovyet Rusya’nın
bu ülkelerin bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldığını anılarında yazmıştır 90.
Nadolny I. Dünya Savaşından sonra, yeni kurulan Weimar Cumhuriyetinin
temsilcisi olarak 17 Şubat 1920 tarihinde Stockholm yetkilisi (elçisi) olarak
86
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv BD. 31.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv BD. 31. (Maslahatgüzar;
Diplomasi dilinde büyükelçi ve elçilerden sonra gelen en yetkili memurlara verilen isimdir).
88
Nadolny, age.,s. 5.
89
Koçak, age.,s. 10.
90
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv, BD. 31.
87
35
görevlendirilmiştir. Nadolny, iyi niyet mektubunu elçi olarak Stockholm Devlet
Başkanına 10 Mayıs 1920 tarihinde sunarak görevine başlamıştır 91. Anılarında
Stockholm’de fazla aktif işler yapamadığını belirten Nadolny, bunun nedeni olarak
da Almanya’nın I. Dünya Savaşından yenik çıkması ve savaş sonunda imzalamış
olduğu Versay Antlaşmasının hükümlerinden kaynaklandığını anılarında belirmiştir.
Nadolny bu görevini 24 Mayıs 1924 tarihine kadar yapmış ve Ankara’daki
büyükelçilik vazifesi için bu görevinden ayrılmıştır.
Düşman ülkelerinin İstanbul’dan geri çekilmesiyle beraber Almanya, Türkiye
ile 1924 yılında diplomatik ilişkilere başlamıştır. İlişkileri sıkı tutmak isteyen
Weimar Cumhuriyeti Nadolny’i, 1924 yılının yaz ayında Büyükelçi olarak
Türkiye’ye tayin edilmiştir.Milli mücadelenin odak noktası olan Ankara, 13 Ekim
1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyetinin yeni başkentiilan edilmiştir.Nadolny,
Ankara’da Alman Büyükelçiliği yapılıncaya kadar 1928 yılına kadar İstanbul’da
görevini yapmış ve bu tarihten sonra Ankara’daki görev yerine geçmiştir 92.
Nadolny, 1931 yılının kışında Cenevre Silahsızlanma Konferansına Almanya
heyet başkanı olarak katılmıştır. 2 Şubat 1932 tarihinde bu konferans için çalışmalara
başlamış ve aynı zamanda Ankara’daki elçilik görevini de fiilen yürütmüştür.
Büyükelçi Nadolny, Cenevre’deki Silahsızlanma Konferansından dolayı Ankara’daki
görevini yetirince sağlıklı yapamamıştır. Bu durum Ankara’nın dikkatinden
kaçmamış ve konuyla alakalı Alman Dışişleri Bakanlığına yazı yollanmıştır93.
Hitler’in iktidara gelmesi Türk-Alman ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmıştır.
Bunun neticesi olarak da Hitler, Nadolny’i heyet başkanı yaparak Ankara ile ilişkileri
sıradan memurlara bıraktırmıştır. Nadolny, anılarında bu konudan bahsederek Türk
Alman ilişkilerine çok büyük zarar verdiğini belirtmiştir 94.
Cenevre’deki Silahsızlanma Konferansında von M.J. Larson, Nadolny’i şu
ifadelerle açıklamıştır; “Alman Büyükelçisi Nadolnyheyet başkanı olarak beni holde
Carlton’da karşıladı. Büyükelçi Nadolny heybetli, uzun boylu, yaşından daha genç
91
Schöningh, age.,s. 345.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv Bd. 31.
93
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv Ab. 34.
94
Nadolny, age., s. 116.
92
36
gösteren, sessiz ve düşünceli bir yapıya sahipti. Yapmış olduğu mesleğin zorluğunu
dışarıya yansıtmayan bir yapıya sahipti” diye açıklamıştır.
Nadolny, anılarında Türkiye’den sonra en çok Roma’da Alman Büyükelçisi
olmak istediğini belirtmiştir. Fakat I. Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda da görev
yaptığı yer olan Moskova’ya 20 Kasım 1933 tarihinde Büyükelçi olarak tayin
edilmiştir. Bu yeni görevinde sadece dokuz ay görev yapan Nadolny, Hitler ile görüş
ayrılığına düştüğü için kendi isteği ile Haziran 1934 tarihinde istifa etmiştir 95.
Nadolny aktif memuriyet hayatını 13 Nisan 1937 tarihinde sonlandırarak
emekliye ayrılmıştır. Emekliye ayrıldıktan sonra bilgi ve deneyimlerini Dışişleri
Bakanlığında çalışan yeni memurlarla paylaşmıştır. Katılmış olduğu konferanslarda,
Hitler’in dış politikasını eleştirince, bu çalışmaları Hitler tarafından kısa süre de
engellenmiştir. Kaleme aldığı anılarını yazarken 18 Mayıs 1953 tarihinde
Düsseldorf’ta vefat edince, yarım kalan kitap çalışmasını eşi Anny Nadolny ile yakın
çalışma arkadaşı tamamlamışlardır. Nadolny’nin anıları, “Mein Beitrag” başlığıyla
bir kitapta toplanmıştır. Nadolny, ülkesi ve milleti için çok üstün çalışmalar yapmış
bir devlet adamıdır.
2.2.NADOLNY’NİN ANKARAYA GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİK BİNASININ
İNŞAATI
İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler Türk-Alman Dostluk Antlaşmasıyla
başlamış ve bu antlaşma 3 Mart 1924 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır 96. Türk
Alman Dostluk Antlaşması’yla karşılıklı elçi atanması gündeme gelmiş ve bu suretle
Türk hükümeti, Almanya’nın atamış olduğu Rudolf Nadolny’i Büyükelçi olarak
tanımıştır. Nadolny’nin İstanbul’a tam olarak hangi tarihte geldiği bilinmese de
kendisine İstanbul polis merkezi tarafından verilen elçilik hüviyetindeki veriliş
tarihine göre haziran ayı içinde geldiği anlaşılmaktadır 97. Türk hükümeti de
Büyükelçi Nadolny’e karşılık Kemaleddin Sami Paşa’yı Berlin’e Büyükelçi olarak
95
Nadolny, age., s. 117.
Yavuz Ahmet, Türkiye Cumhuriyetinin Akdettiği Milletlerarası Antlaşmalar, Ankara, Dışişleri
Bakanlığı Basımevi, 1976, s. 3., BCA., Sayı 382, Dosya No 40-1
97
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3,
Seri: 974.
96
37
atamıştır. Kemaleddin Sami Paşa Berlin’e giderek 30 Mart 1925 tarihinde güven
mektubunu sunarak fiilen görevine başlamıştır 98.
Ankara 13 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti ilan
edilmiştir. Başkentin Ankara'ya nakli nedeniyle, o zamana kadar İstanbul'da bulunan
büyükelçiliklerin
de
Ankara'ya
taşınmaları
sorununu
gündeme
getirmiştir.
İstanbul'daki büyükelçiliklerin çoğu gösterişli binalardan ayrılmamak için bunu
kabul etmemişlerdir. Çünkü İstanbul'un kozmopolit yaşamından küçük Anadolu
kenti Ankara'ya taşınmak onlar için sürgün anlamına gelmekteydi. Diplomatlar bu
konuyu olabildiğince ertelemeye çalıştılarsa da başarılı olamamışlardır. Çünkü
Ankara Hükümeti bu konuda kesin kararlıydı.Nadolny’i İstanbul’da Haydarpaşa
Garında İsveç’in İstanbul Elçisi Wallenberg karşılamıştır.
I. Dünya Savaşından
sonra Almanya’nın çıkarlarını korumakla görevli İsveç Elçisi, Wallenberg,
Nadolny’i İstanbul’da hiç yalnız bırakmamıştır. Nadolny, ilk iş olarak İstanbul’daki
elçilik binasına giderek oradaki İsveç bayrağını indirmiş ve yerine Alman bayrağını
asarak çalışmalarına başlamıştır 99.
Nadolny, 15 Haziran 1924 tarihinde güven mektubunu sunmak için trenle
İstanbul’dan Ankara’ya gitmiştir. Ankara garında Başvekil ve Hariciye Vekilinin
temsilcileri tarafından karşılanmıştır. Nadolny, anılarında o zaman Ankara’da
kalacak bir otel olmadığı için trenin vagonunda konakladığını belirtmiştir. Aynı gün,
Nadolny hem Hariciye Vekilliğini hem de Başvekilliği görevini yürüten İsmet Paşa
ile görüşmüştür. Bu görüşmede İsmet Paşa’nın, Nadolny’e Ankara’da bir
büyükelçilik kurulup kurulmayacağı konusunda ki sorusuna Nadolny, olumlu yanıt
vermiştir. Nadolny’de Türk-Alman ilişkilerinin biran evvel yoğunlaşması için
büyükelçilik binasının hemen yapılmasını istediklerini ve elçilik mensuplarının en
kısa zamanda İstanbul’da olabileceğini söylemiştir. Nadolny, bu görüşmeden hemen
sonra, İstanbul’daki konsolosluğa, Ankara’ya portatif bir elçilik evi yapılması için
talimat vermiştir. İsmet Paşa, büyükelçilik inşaatı için gerekli araziyi vermeye hazır
olduklarını Nadolny’e söylemiştir 100.
98
BCA., f. 30.18.1.1., y. 10.41.4.
Koçak, age., s. 15.
100
Nadolny, age., s. 92.
99
38
Nadolny, 16 Haziran 1924 tarihinde güven mektubunu Cumhurbaşkanı
Mustafa
Kemal
Atatürk’e
sunmuştur.
Büyükelçilik
yapılması
konusunu
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’te, Nadolny’e sormuştur. Nadolny’i de bu
soruya olumlu cevap vermesi Paşayı fazlasıyla memnun etmiştir. Atatürk ’de
büyükelçiliğin en kısa zamanda kurulması için gerekli her türlü yardımın fazlasıyla
yapılacağını büyükelçiye söylemiştir 101. Bunun neticesinde alınan karar ile 4 Aralık
1924 tarihinde Almanya ve Rusya’ya elçilik binalarına ait arsanın tahsisi karara
bağlanmıştır 102. Ayrıca elçilik binası arazinin yetersiz olması sebebiyle, yanındaki
arazinin de satılarak Almanya elçiliğine verilmesi kararlaştırılmıştır 103.
Atatürk ve İsmet Paşa, Ankara’nın kesin olarak başkent olacağını
vurgulamışlardır. Ankara hükümeti, diğer yabancı devletlere de temsilciliklerini
İstanbul’dan Ankara’ya taşımalarını istemiş ve bu istek yabancı devletlerce hoş
karşılanmamıştır. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve ABD gibi devletler Ankara’ya
büyükelçi göndermemek için ortak hareket planı hazırlamışlardır 104. Hatta İngiltere,
Ankara’da bir İngiliz Büyükelçiliğinin mümkün olmayacağını belirtmiş ve
diplomatik nezakete sığmayan şu ifadeleri kullanmıştır; İngiltere Dışişleri Bakanı
Austen Chambarlein, Kasım 1924’te büyükelçi düzeyinde bir diplomatını Ankara
gibi “Anadolu’nun ortasında kirli ve küçük bir dağ köyüne” yollamayacağını
belirterek iki ülke arasındaki kötü olan ilişkileri daha da çıkmaza sokmuştur. Ankara
Hükümeti ise, İngiltere ile olan ilişkilere büyük önem verdiği için İngiltere’ye
bedelsiz arsa tahsis edebileceğini açıklamıştır. Aslında İngiltere bu tavrıyla halen
Ankara’da ulusal bir Türk devletinin varlığını kabullenemediğini göstermiştir 105.
Nadolny anılarında, Ankara’nın Türkler tarafından neden başkent yapıldığını
şu ifadelerle açıklamıştır; “Burada ortaya çıkan soru, Türkiye’nin İstanbul’un
başkent oluşundan vazgeçip bu çıplak arazili yeri neden başkent olarak seçmiş
olması ile ilgiliydi. Ankara’yı işaret eden o tarihi anın unutulmaması gerekir.
101
Nadolny, age., s. 93.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 11.54.9.
103
BCA., f. 30.18.1.1., y 16.66.17.
104
Şimşir, age., 1988, s. 132.
105
Ömer Kürkçüoğlu,“Türk İngiliz İlişkileri 1919-1926”, A.Ü. Siyasal BilgilerFakültesi Dergisi, S. 2,
Ankara 1978, s. 289.
102
39
Ayaklanan kişilerin oluşturduğu parlamento burada toplantısını yapmıştı ve hemen
Ankara önlerinde düşmanın ilerleyişi durdurulmuştu. Ayrıca şehir Anadolu’nun
ortasında yer alıyordu ve batı dünyasıyla son bağlantıyı sağlayan demir yolunun son
bağlantı noktasındaydı. İstanbul’un görevini işaret eden büyükelçi başlıca bütün
gemilerin İstanbul boğazından geçip Karadeniz’e açılması ve Karadeniz’den
gelmeleri, hükümetin günün birinde ortadan kaldırılacağı korkusunu taşıması ve
buradan transit geçişle ilgili tartışmanın nihayet bulmamış olması gerçeğiydi. Yani
Nadolny, İstanbul gibi coğrafi olarak büyük öneme sahip eski başkentin gelecek
yıllar için güven vermediğini açıklamıştır. Anadolu’da ise hükümet bu tehlike
alanının dışında yer alıyordu. Şayet Türk Milli Devleti kurulacaksa, başkentin
ülkenin iç tarafına alınması gerekiyordu. Böylece İstanbul Türkiye’nin kalbi
konumundan Türkiye’nin kolu durumuna geçti ve hükümet Ankara’da görevini
yapmış olsa da boğazlar üzerinde hakimiyetini başka bir şekilde yönetebiliyordu 106.
Bu konuda başkaca bir husus daha vardı. İstanbul’a, büyük devletlerin çok fazla
ilgileri olmaları ve İstanbul’da, Lozan Barış Antlaşmasıyla çeşitli haklar kazanan
Yunanlılar, İtalyanlar, Ermeniler ve bunların karışımından oluşan Levantenler adı
verilen birçok yabancı yaşıyordu. Buna karşın Ankara’da saf Türk halkı yaşıyordu ve
bu gibi olumsuz durumlardan Ankara çok farklıydı” diye yazmıştır.
Nadolny, büyükelçilik konusunda 21 Haziran 1924 tarihli İstanbul’dan
Berlin’e yolladığı raporunda aynen şöyle bahsetmiştir: “Soru şudur: Türk hükümeti
Ankara’da kalacak mıdır yoksa tekrar İstanbul’a döneceği hesaba katılmalı mıdır?
Bu konunun diplomatlar ve iş çevreleri için önemi büyüktür ve denilebilir ki ana
konuşma temasını oluşturmaktadır. Her gün az ya da çok sayıda resmi yetkilinin,
büyük ya da küçük bir olasılıkla Ankara’dan vazgeçileceğini ve Mustafa Kemal’in
sadık taraftarlarıyla tekrar Boğaza taşınacağını iddia ettikleri kulağa geliyor. Bir
başka gurup ise, Mustafa Kemal’in Ankara’yı başkent yapmakta kesin kararlı
olduğunu, yerini tehlikeye atmadıkça bundan vazgeçemeyeceğini, ancak bir rejim
106
Nadolny, age., s. 94.
40
değişikliği halinde ki bazı çevreler bu yıl böyle bir tahminde bulundular, İstanbul’un
tekrar eski konumuna kavuşacağını belirtiyorlar” demiştir 107.
Nadolny,
anılarında
Mustafa Kemal’in
rejiminin
sağlamlığı
sorunu
konusunda henüz bir fikrinin olmadığını çünkü Türklerin şimdiki tutumlarını daha
yeterince gözlemleyemediğini açıklamıştır. Ama ilk izlenim olarak, İstanbul’un eski
konumuna tekrar gelmesiyle ancak bir rejim değişikliği halinde mümkün olacağını
ve Mustafa Kemal’in hemen Boğazdaki Sultan Saraylarından birine geçmesini
bekleyenlerin olduğunu da ifade etmiştir.
Nadolny, Türk hükümetini tekrar İstanbul’da görme isteği, her şeyden önce,
Boğaz’daki güzel yaşam alanlarındaki hayatlarını Ankara’da küçük bir evle
değiştirmek
istemeyen
diplomatların
hoşnutsuzluğundan
kaynaklandığını
savunmuştur. Büyükelçi sözlerine daha sonra şöyle devam etmiştir; “Ankara bugün,
izninizle söylemeliyim, gerçek bir Asya-Türk çamur yuvasıdır. Bir Asya
araştırmacısı için, özellikle ziyaretinin üzerinden uzun bir süre geçmişse, bilimin
hizmetinde geçirilmiş, ilkel bir yaşam biçimi olarak, güzel bir anıdır. Normal bir
Avrupalı için böyle korkunç bir yerde belli bir süre geçirmek, ancak herhangi bir
zorunluluk altında mümkün olabilir. Burada balçık ve samanla inşa edilmiş evlerde
tahta kuruları ve koyun yağına kadar koyundan yapılmış her türlü yiyecek mevuttu.
Yakın bölgelerde kendi haline bırakılmış nehirlerin oluşturduğu bataklıklar çok
büyük miktarda sivrisinek üretiyor ve bunun sonucu olarak tüm evlerde olumsuz yan
tesirleri olan kinin tabletleri, yemek saatlerinde değişmez ve sürekli biçimde alınıyor.
Çağdaş konfora sahip hiçbir ev yoktu. Temel ihtiyaç maddeleri çok ilkel dükkanlarda
satılıyor. Bunun dışındaki maddeleri İstanbul’dan almak gerekiyor. Civardaki doğa
esas itibariyle bozkırdan, ağaçsız ova ve tepelerden veya yüksek kayalık dağ
silsilelerinden oluşuyor. Harikulade çizgileri ve görünümleri var ama bitki örtüsü
yoktu.Bir göl ve orman bile yok, sadece tepelerdeki birkaç ağaç doğanın olanca
fakirliğine küçük, dostça bir renk getiriyor” diyerek Ankara’yı betimlemiştir 108.
Gülnihal Bozkurt, “Ankara’nın Başkent Olmasında Dair Bir Alman Belgesi” Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi. C. XI, Kasım 1995, S. 33, s. 29.
107
108
Bozkurt, agm., s. 31.
41
Nadolny, İstanbul’da bu konu üzerine görüşmüş olduğu yabancı diplomatların
düşüncelerine de yer vererek konunun önemine değinmiştir. Yabancı diplomatlar, bu
şartlar altında, Ankara’ya göç etmeyi münasebetsizlik olarak nitelediklerini ve
hükümetin kısa süre sonunda tekrar İstanbul’a döneceği fikrinde olduklarını ve
diplomatların Ankara’nın uzun süre başkent olarak kalmasının hayalden başka bir
şey olmayacağını Nadolny’e açıklamışlardır. Ayrıca bazı diplomatlar, onların
arkasında yer alan hükümetlerine ciddi politik sakıncalardan da söz etmişlerdir.
Çünkü Anadolu’nun ortasında oturan bir hükümetin, deniz kenarında ve buna
ilaveten uluslararası bir riski hep taşıyan Boğazlarda kurulmuş bir hükümet gibi dış
etkilere fazla açık olmayacağı belirterek ülkelerine Ankara’ya bir büyükelçilik
yapılmaması gerektiği yönünde olumsuz raporlar sunmuşlardır 109.
Büyükelçi, Ankara’nın başkent olmasına engel olabilecek diğer bir sorun
olarak da, İstanbul’daki iş çevresinin hükümetin merkezinin tekrar İstanbul’a
taşınması arzusunda olduklarını belirtmiştir. İş çevrelerine göre Ankara’nın devamlı
başkent olması halinde, dükkanların büyük kısmının hükümetle birlikte Ankara’ya
taşınmasının ekonomik olarak zorluğundan ve İstanbul’un ekonomik anlamda da
ihmal edilmesinden korkuyorlardı. İstanbul’da belediye ve liman vergilerindeki hızlı
yükseliş gibi ticarete zarar veren tedbirlerin alınması, bu korkuda yeni artışlara yol
açabileceğini savunmaktaydılar. Eğer Ankara sürekli olarak başkent olarak kalırsa,
Türkiye’nin en önemli ticari gelir merkezinin İstanbul olması kötü olan ekonominin
daha da kötü olabileceğini dile getirmişlerdir 110.
Alman Elçi, Ankara’da bulunduğu süre içinde gerekli çalışmaları yapmak
üzere, mümkün mertebe kesin bilgi almak için, herkesle görüşüp hükümetin nerede
olacağı sorusu üzerinde de sohbetler etmiştir. Çoğunluğu yanlarında aileleri olmadan
Ankara’da yaşayan ve hüzünle Boğazdaki yerlerini düşünen İstanbullu memurlardı.
Nadolny, bu memurların da en kısa sürede yeniden İstanbul’a dönüleceği fikrine
sahip olduklarını anılarında geçen sohbetlerde dile getirdiklerini söylemiştir. Elçi
anılarında, yapmış olduğu çalışmalar neticesinde genel mertebe herkesin Ankara’nın
uzun soluklu başkent olamayacağı fikrine hakim olduklarını belirtmiştir. Nadolny en
109
110
Nadolny, age., s. 93.
Nadolny, age., s. 95.
42
son, İsmet Paşa ile de bu konu hakkında konuşma fırsatı bulmuş ve verilen kararın
kendisine de açıklanmasını rica etmiştir. İsmet Paşa’da hemen, açık, zeki ve nazik bir
tavırla Nadolny’e şu açıklamalarda bulunmuştur; “Türkiye’nin zorunlu yeniden
yapılanmasını emniyet ve hürriyetiçinde gerçekleştirmek istiyoruz. Bu yapılanma
ancak milli Anadolu unsuruna dayanabilir. Bu nedenle İstanbul’a gitmiyoruz,
Anadolu’nun merkezinde kalıyoruz” demişti. Paşa ayrıca, “Uzun asırlar boyu tüm
imparatorluğun çıkarlarının İstanbul’daki hükümet makamına ve boğazlara kurban
edildiğini
belirtmiştir.İmparatorluğun
hep
bu
temele
oturtulduğunu
ve
kaybedildiğini; şimdi İstanbul ve Boğazların istikrarlı bir bölge haline getirilmesi
gerektiğini söylemiştir. Öyle ki, İstanbul’dan ayrılmanın elbette yanlış anlaşılmalara
yol açacağını, özellikle kasıtlı biçimde İstanbul üzerinde ısrar edileceğinin farkında
olduklarını ve buna asla fırsat verilmeyeceğini tüm Türkiye’nin İstanbul’dan daha
üstün olduğunu” belirtmiştir 111.
İsmet Paşa, bunun da ötesinde, genel politik durum karşısında İstanbul için
acil ve büyük bir tehlike olmadığı görüşündeydi. Paşa, Ankara’nın başkent olmasına
muhalefet olan grupları kuşkusuzçok iyi tanıyordu. Bu muhalefette İstanbul’da
barındığını ve oraya da esasen dışarıdan empoze edildiğini, ekonomik açıdan
İstanbul’a dönüşün bir zorunluluk içermediğini söylemiştir.
Paşa’ya göre, belirsizliğin ilk anları ve rutin alışkanlıklar geçer geçmez,
şehrin konumundan doğan tehlikeli anlarında bile etkilenmeden sürdürdüğü
gelişimini hükümet orada olmasa da devam varlığını devam ettirecektir. Uzak bir
gelecekte neler olacağını henüz kestiremediklerini ama hiç olmazsa birkuşağın ki
devletin kuruluş ve yapılanmasının mutlaka en az bu kadar süreceğini Anadolu’daki
başkentte yaşaması gerektiğini, milleti yeniden düzenlemeyi arzu eden hiçbir
hükümetin tekrar Ankara’dan gitmeyeceğini savunmuştur.Paşa konuşmasında
Nadolny’e, “Ankara’nın bu amaca uygun olduğu için seçildiğini, bütün güç ve
enerjileriyle evlerin ve caddelerin yapımı için girişmelerinin de bunu gösterdiğini,
beş yıl içinde oldukça modern bir şehir yaratmayı ümit ettiklerini ifade etmiştir.
Yabancı temsilciliklerin mümkün olan en kısa sürede buraya taşınmalarının da
111
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3,
Seri: 975.
43
amaca çok uygun olacağını, hareketlerinhükümetinin bu konudaki kararının
ciddiyetini göstermektedir. Bina yapımını teşvik etmekle kalmayıp, aynı zamanda iş
adamlarının Ankara’ya taşınması sonucunu da doğuracağını bu nedenlerle tüm
yollarla yabancı temsilcilerin Ankara’ya taşınmasına baskı yapılacağını ve
İstanbul’daki tüm Türk dışişleri mensuplarının Ankara’ya getirileceğini de”
söylemiştir 112.
Nadolny, İsmet Paşa’nın beyanatının bir kısmını abartılı olarak belirtmiştir.
Lord Abernon’un Nadolny’e Berlin’de kendi görüşü olarak belirttiği gibi,
Ankara’nın Hükümet merkezi olmasına Türklerin düşünüp karar verdiğini tam
anlamıyla göstermektedir. Bakan,Nadolny’e bu konuda bir itirazda bulunmayarak
sadece elçiye sabırlı olmasını tavsiye etmiş ve kordiplomatiğe yönelik acele bir
harekete karşı Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından uyarılmıştır 113. Aksi halde
Ankara’nın bugünkü durumunu riske sokabilir ve buda Türkiye ile ilişkileri sıkıntıya
atabilir.
Nadolny, Ankara’nın modern bir şehir olarak gelişmesine, esasen böyle
büyük bir değişikliğin belli bir müddet içinde gerçekleşmesinin imkansız olmadığını
açıklamıştır. Nadolny, Ankara’nın havasının, yaz ve kış arasındaki büyük ısı farkları
nedeniyle çok hoş değilse de katlanılabilir olduğunu, toprağının ise tamamının
kırmızı balçık olması, burada verimli mahsulün ancak esaslı bir ıslahla mümkün
olabileceğini savunmuştur. Nadolny, Ankara’da görev gereği bulunmak zorunda olan
Alman memurlara özellikle çalışma saatleri ve tatiller bakımından diğer ülkelerdeki
memurlara göre bazı kolaylıklar sağlanması gerektiğini savunmuştur 114. Büyükelçi
raporunun sonunda; “Türklerin taşınma daveti sorunu uzun bir süre daha düşünmeyi
gerektirmektedir. Kanaatimce şimdilik planlarımızı değiştirmeye gerek yoktur”
demiştir.
Nadolny yolladığı diğer raporlarda ise en azından Hariciye Vekaletinin bir
müddet daha İstanbul’da bulunması gerektiğini defalarca hem Türk yetkililerine hem
112
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3,
Seri: 974.
113
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3,
Seri: 974.
114
Nadolny, age., s. 96.
44
de Alman yetkililerine rapor etmiştir. Türk dış politikasının ve ticaretinin gelişmesi
için Hariciye Vekaletinin İstanbul’da olması hem Türkiye hem ülkesi hem de diğer
yabancı devletler için daha uygun olacağını belirtmiştir 115.
Nadolny’nin bu raporu, ülke içinde çok sayıda kişinin ve tüm diğer devletler
gibi, Almanya’nın da Ankara’nın geçici olarak başkent olacağı, bir gün mutlaka
doğal başkent olarak görülen İstanbul’a dönüş yapılacağı kuşkusunu taşımakta
olduğunu göstermektedir. Ancak bu kuşkunun yapay olarak yaratıldığını Boğazdaki
ikametgahlarını bırakmak istemeyen diplomatların bakımsız Ankara’da yaşama
korkularını da açıkça yansıtmaktadır. Nadolny’nin, bazı hükümetlerin Anadolu’nun
ortasındaki bir hükümet yerine, boğazlar ve denizyollarıyla her türlü dış etkiye açık
olan İstanbul’da bir hükümet tercihlerine değinse deİstanbul’un stratejik bakımdan
güven veren bir başkent olamayacağını ve Atatürk’ün bu konudaki ısrarının ne kadar
yerinde olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır. İstanbul’un denizden gelecek tüm
tehlikelere
açık
bir
şehir
olması
Ankara’nın
başkent
olarak
kalacağını
göstermektedir.
İsmet Paşa’nın “Milli Anadolu unsuruna dayanan bir devlet kurmak
istediklerini bu nedenle İstanbul’a gitmediklerini” açıklamıştır. İstanbul’un karmaşık
insan unsurunun yeni ilkelere dayanan Türk devletinin başkenti olması için uygun
bulunmadığını da göstermektedir. Türk milliyetçiliğine dayanan, ama ırkçı olmayan,
Türk topraklarında yaşama konusunda ortak istek gösteren insan topluluğuna
dayanan bu yeni devletin başkenti için, işgalde kozmopolit yapısı yüzünden pek çok
acı ve ihaneti yaşamış olan İstanbul yerine, Kurtuluş Savaşında her türlü desteği
veren, Anadolu’nun bağrındaki Ankara’yı seçmesi doğaldı. İsmet Paşa, “ülke
çıkarlarının yıllarca İstanbul’daki hükümet makamına ve Boğazlara kurban
edildiğini” söylemekle geçmişte yaşanan acı gerçekleri de dile getirmiştir.
İstanbul’daki “payitaht” uğruna, Sevr’le yüzyıllardır Türk yurdu olan Anadolu
gözden çıkartılabilmiştir. Halkın iradesine dayanan Cumhuriyet rejiminin başkenti
olarak Ankara’nın seçilmesi tesadüf değildir. Büyükelçi Nadolny, son olarak
Ankara’nın modern bir şehir haline gelebileceğine olan inancını raporunda
115
Koçak, age., s.13.
45
belirtmiştir. Alman Elçi, Ankara’ya ilk yerleşen yabancı diplomatlardan biri
olmasına ve yaşadığı sıkıntılara rağmen Ankara’dan ayrılırken duyduğu hüznü de
anılarında yazmıştır 116.
Yukarı da bahsedildiği üzere Almanya’nın Ankara’da büyükelçilik inşaatı
için arazi tahsisi konusunda İsmet paşa söz vermişse de Nadolny bu söze yeterince
inanmamış olacak ki Almanya’dan arazi alımı için 16 bin Mark gönderilmesini
istemiştir. Elçilikte görevli Alman Freytag arazi arayışına başlamış ve Nadolny,
Çankaya yakınlarında uygun görülen araziyi görmek için arabasıyla giderken yolun
çamurlu olması yüzünden yolun geri kalanını yürüyerek gitmek zorunda kalmıştır.
Arazinin 16 bin metre karesi satın alınmış geri kalan 14 bin metre karelik arazi de
İsmet Paşanın sözünden dolayı hediye edilmiştir 117. Nadolny, büyükelçiliğin
yapılması için Almanya’dan gerekli heyetin gelmesi için Almanya’ya rapor
yazmıştır. Büyükelçiliğin inşaatı için Almanya’dan heyet gelerek gerekli inşaat planı
hazırlanmıştır. Bu plana göre elçilik 6 binadan oluşacaktı. Ayrıca elçilik binası
yapılıncaya kadar elçilik yetkilileri Atatürk Orman Çiftliğinin bahçesinde küçük bir
ahşap evde konaklamışlardır ve bu ahşap ev halen bulunmaktadır 118.
Bu yeni büyükelçilik binasının planlanmasında o zamanki Almanya
Büyükelçisi Rudolf Nadolny'nin önemli etkisi olmuştur. Bunun için özellikle Alman
(Reich) Meclisi Başkanı Hindenburg'un mülkü olan ve özel önem atfedilen Neudeck
Çiftliği diğer adıyla "Prusya Köşkü" örnek alınmıştır.O zaman ki bakanlık
bürokrasisi bunda olağandışı bir hal görmemişti, çünkü tutumluluğu, sadeliği,
titizliği, mütevaziliği ve doğma büyüme yerliliği sembolize eden Prusya çiftlik
mimarisi çağdaş kabul ediliyordu 119. Son halini alan Alman Büyükelçiliği,
İstanbul’dan Ankara’ya 1 Aralık 1928 tarihinde kesin olarak taşınabilmiştir 120.
Ayrıca Cumhurbaşkanı
Atatürk,
yapımı hızla devam eden
Alman
Büyükelçiliğini ziyaret etmiştir. Nadolny İstanbul’da olduğu için Ankara'daki işleri
116
Koçak, age., s. 14.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3,
Seri: 974.
118
Koçak, age., s. 14.
119
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3,
Seri: 974.
120
Koçak, age., s. 14.
117
46
yürütmekle görevli olan büyükelçilik Müsteşarı Holstein bu ziyaretle ilgili ayrıntıları
İstanbul'daki Büyükelçi Nadolny'e bildirmiştir. Bu ziyaretle alakalı Nadolny 25
Şubat 1925 tarihli raporunda konuyu Berlin’e aşağıdaki ifadelerle açıklamıştır. "9
Şubat 1925'de Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, arabasıyla Çankaya'daki
ikametgahından şehre gitmekte ikenAtatürk , Sefarethanemizin önünde arabasını
durdurdu ve yaveri Albay Tevfik Bey'i Holstein’a göndererek yeni binalarımızı
gezmek istediğini bildirdi. Yaveri Tevfik Bey'den başka ikinci yaveri Yüzbaşı Rüştü
Bey, ayrıca Dışişleri Vekaletinden bir müdür ile Kalem-i Mahsus Müdürü Hayati
Bey'in de refakat ettikleri Atatürk 'yi, Büyükelçi adına karşılayıp Türkçe olarak
buyur ettikten sonra, Atatürk ye ana binanın alt katı ile yan binaları gezdirdim.
Cumhurbaşkanı her odayı dikkatle inceleyerek sık sık her şeyi ne kadar beğendiğini
tekrarladı. En çok etkilendikleri ise elektrik santrali ile çini sobalardı. Yaklaşık bir
saat kadar süren ziyaretinden sonra Cumhurbaşkanı nazikane teşekkürleriyle
sefarethanemizden memnun şekilde ayrılması bizi ayrıca daha da çok mutlu etmişti”
dedi 121.
Atatürk, binaları gezdikten sonra Holstein’nın evinde bir Türk kahvesi içme
davetini kabul ederek dairenin koridoruna girer girmez yerli kumaştan dikilmiş olan
kapıdaki küçük perdeleri fark edince Cumhurbaşkanı; Anadolu sanayisinin bir
ürününün evin dekorasyonunda kullanılmış olmasına pek çok sevindi ve bana bu
yüzden özel olarak iltifatta bulundu. Hemen bütün odaları dolaştı. Ama onu en çok
etkileyen banyoydu, özellikle oranın bile bu kadar temiz oluşu dikkatini çekti.
Kahveler içilirken, Atatürk , Bay Metzler'den inşaat, malzemeler, maliyet vs.
hakkında etraflı bilgi aldı. Sonunda, fevkalade etkilendiğini ve herhalde kendisinin
de böyle "portatif" bir konut yaptırmak istediğini söyledi. Bizden fabrika katalogları
temin etmemizi rica etti. Dairemde yaklaşık yarım saat kaldıktan sonra, çok
beğendiğini ifade ettiği Büyükelçinin dairesini kendisine bir kez daha gezdirmemi
rica etti. Büyükelçinin yemek odasında, masaya yaklaşık 16 kişinin oturabileceğini
hesapladı. Büyükelçinin konutunun mobilyaları ile ilgili ayrıntılı sorular yöneltti.
Uzun uzun salonun önündeki küçük verenda da duran Cumhurbaşkanı, buradan
121
http://www.ankara.diplo.de/Vertretung/ankara/tr/02_Die_Botschaft/Atatuerksbesuch/atatuerks_bes
uch__in__der_botschaft.html.20.12.2012.
47
benimle birlikte Angora'nın muhteşem manzarasını hayranlıkla seyretti. Büyükelçilik
parkı
da
Beyefendinin
tüm
beğenisini
kazanmıştı.
Bildiğim
kadarıyla
Sefarethanemiz, buradaki diğer yabancı temsilciliklerin içinde Cumhurbaşkanının
şahsi ziyaretiyle onurlandırdığı tek temsilciliktir 122.
Almanya’nın bu konuda öncü olması örnek teşkil etmiş olacak ki kısa süre
sonra Sovyetler Birliği de Büyükelçiliğini Ankara’ya taşımak için girişimlerde
bulunmuştur. Ankara’da şuan, Almanya’nın elçilik binası olarak en büyük araziye
sahip olması bu konuda adımı ilk atmasından kaynaklanmaktadır.
2.2.1.Nadolny ve Atatürk Görüşmeleri
Nadolny, Ankara’da görev yapmış olduğu 11 yıl boyunca Atatürk ile birden
fazla görüşme imkanına sahip olmuştur. Bu görüşmeler kimi zaman resmi ilişkiler
için olmuş kimi zamanda dostane ilişkiler neticesinde gerçekleşmiştir. Nadolny ile
Atatürk’ün ilk görüşmesi 16 Haziran 1924 tarihinde Nadolny’nin Cumhurbaşkanı
Mustafa Kemal’e güven mektubunu sunmak için gerçekleşmiştir 123. Nadolny,
anılarında Atatürk ’nin huzuruna çıktığı ilk günü şu ifadelerle açıklamıştır; “Tren
garından beni protokol şefi bir arabayla Çankaya’ya, Atatürk ’nin yanına götürdü.
Bir bölük asker evin önünde yerlerini almışlardı. Bando ise Alman Milli marşını
çalıyordu. Atatürk nin yaveri beni gala üniforması içinde karşıladı. Onunla birlikte
ön cepheyi geçtik ve sonra eve girdik. Burası nispeten küçüktü ama bütün çevre çok
güzel görülebiliyordu. Atatürk sivil kıyafet giymişti ama kafasında koyun postundan
yapılmış ihtişamlı bir kalpak vardı. Karşılıklı konuşma ve güven mektubunun
sunulmasından sonra kısa süreliğine bir yere oturduk ve havadan sudan konuşmaya
başladık. Bu esnada Atatürk bana Ankara’da bir elçilik açıp açmayacağımı sordu
kendisine evet cevabı verince sevindi. Mareşal Liman von. Sanders’ten saygıyla
bahsetti ama onun Türkler tarafından pek sevilmediğini vurguladı ise de onun çok
122
.http://www.ankara.diplo.de/Vertretung/ankara/tr/02_Die_Botschaft/Atatuerksbesuch/atatuerks_bes
uch__in__der_botschaft.html.20.12.2012.
123
Kocak,age., s. 16.
48
adil ve çalışkan birisi olduğunu da belirtti. Konuşmada Atatürk ’nin kavgalı olduğu
Genel Kurmay Başkanı V. Falkenhayn’dan hiç bahsedilmedi” demiştir 124.
Görüşmenin sonunda Büyükelçi, Atatürk ’ye eşi Latife Hanımı ziyaret edip
edemeyeceğini sormuş ve bu soruya olumlu cevap alarak tarihin kendisine daha
sonra haber edileceği belirtmiştir. Elçi anılarında, öğleden sonra Atatürk ’nin eşinin
dişinin ağrıdığı ve bu yüzden kendisini kabul edemeyeceği haberini aldığını
yazmıştır. Nadolny, daha sonra öğrendiği kadarıyla Latife Hanımkendisi için de bir
merasim kıtası istemiş ve Atatürk eşinin bu isteğini geri çevirdiği için, Nadolny’i
karşılamaktan vazgeçtiğini anılarında anlatmaktadır. Büyükelçi anılarında Latife
Hanım hakkında şu ifadeleri kullanmıştır; “Kendisi İzmir’de oturan varlıklı bir
ailenin kızıydı ve Yunanlıların kovulmasından sonra, şehrin Atatürk için tertip ettiği
törensel karşılama anında Atatürk’ün boynuna sarılmıştı. Çok güzel olduğundan
Atatürk ’nin onunla evlendiği söyleniyordu. Ama daha sonraki haksız taleplerinin
dayanılmaz bir hal aldığını ve kısa bir zaman sonra, Atatürk
ona eski Türk
Hukukuna göre “babasının evine gidebileceğini üç kere söyleyerek boşandığını”
anılarında yazmıştır 125.
Anılarında amacının Atatürk ’nin özel hayatını eleştirmek olmadığını
vurgulayan Nadolny, Atatürk ’nin geceler boyu içki içtiğini, gündüz de miktarı
söylenemeyecek derecede tütün ve kahve tükettiğini, bu yüzden bedeni öylesine
zayıf düşmüştü ki, buna ancak 57 yıl dayanabildiğini kaleme almıştır. Buna rağmen
Mustafa Kemal, tarihi bir başarıyı sağlamış ve bu başarı ona milletinin büyük
adamları arasında onurlu bir yer kazandırmıştır. Nadolny, “Atatürk için, kendisi
gerçekten alışılagelenin dışında gayretli bir şahsiyetti, bir zamanlar dünyayı yöneten
diktatörlerin en çalışkanı olan bir adam olduğunu yazmaktadır. Türk milletinin
Avrupalılaşması anlamına gelecek büyük idealini azimle ve mantıklı bir şekilde
ısrarlıca ve alicenaplıkla takip etti ki bu az hayret uyandıracak bir durumdur. Bu
konuda kendisi ne fanatik ne de inatçı birisiydi, ne şahsen hırslı ne de mağrurdu.
Rudolf Nadolny, “Die Türkische İnnenpolitik Unter Atatürk”, Atatürk in Deutscher Sicht, Köln
1982, s.3
125
Nadolny, age., s. 98.
124
49
Vatanına olan sevgisi yaptığı bütün icraatlarda onun hayatına ana motif olmuştu”
demiştir 126.
Almanya Cumhurbaşkanı Ebert’in ölümü üzerine bu göreve Hinderburg
seçilmiş ve yeni görevine 12 Mayıs 1925 tarihinde başlamıştır. Hinderburg, Atatürk
’ye iki ülke arasında ilişkilerin korunacağına dair iyi niyet mektubu yollamıştır127.
Hinderburg ile Atatürk daha ikisi de Cumhurbaşkanı değilken, askerken I. Dünya
Savaşından önce Berlin’de Mustafa Kemal’in Almanya gezisinde tanışmışlar ve dost
olmuşlardı. Bu eski iki dost bu sefer kendi ülkelerinin Cumhurbaşkanları olarak
görüşmüşlerdir. Bu mektubu Nadolny, yurt gezisinde olan Cumhurbaşkanı Mustafa
Kemal Atatürk’e ancak 14 Eylül 1925 tarihinde sunabilmiştir. Nadolny, bu
görüşmeyi,
Atatürk’ün
yatak
odasında
gerçekleştirmiştir.
Çünkü
Mustafa
Kemalsıtma hastalığına yakalandığı için yataktan kalkamamıştır. Buna rağmen
Atatürk
ile Nadolny arasındaki görüşme yaklaşık bir saati bulmuştur.
Cumhurbaşkanı, Nadolny’e I. Dünya Savaşı öncesinde Berlin’de tanıdığı Hinderburg
ile olan ilişkilerini ve savaş anılarını anlatmıştır 128. Nadolny, anılarında
Cumhurbaşkanı’nın
yurt gezisinde çok
yorulduğunu ve sıtma hastalığına
yakalandığını belirtmiştir.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün 23 Mayıs 1927 tarihinde geçirdiği
bir rahatsızlık üzerine, Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın önerisi üzerine ve Atatürk
’nin de izni ile Eylül aylarında Almanya’dan doktorlar çağırılmasına karar
verilmiştir. Bu konu da Nadolny ile Berlin Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa
irtibata geçerek Berlin Tıp Fakültesi Dahiliye Şefi Dr. Friedrich Kraus ile Münih Tıp
Fakültesi Dahiliye uzamanı Dr. Ernest von Rosenberg, Atatürk ’yi tedavi etmek için
Türkiye’ye davet edilmişler ve bu davet kısa sürede gerçekleşmiştir. Doktorların kısa
sürede Türkiye’ye gelmeleri konusunda Büyükelçi Nadolny büyük rol oynamıştır 129.
Nadolny, Atatürk ile yapmış olduğu konuşmalarını anılarında ve raporlarında
yazmış ve Atatürk’ü şu ifadelerle onurlandırmıştır; “Bilindiği gibi Mustafa Kemal
Paşa, yeni Cumhuriyet eserini ortaya çıkardı. Böylece bugün ki Türkiye onun
126
Nadolny, age., s. 99.
Atatürk’ün Milli Dış Politikası, C. II, Kültür Bakanlığı Yay., 3. Baskı, Ankara 1981, s. 89.
128
Koçak, age., s. 15-16.
129
Bedi Şehsuvaroğlu, Atatük’ün Sağlık Hayatı, Hürriyet Yay., İstanbul 1981, s. 12.
127
50
eseridir; O, sadece milli kahraman değil, Türkiye’nin mimarıdır, Türklerin babasıdır.
Atatürk ile birkaç kez sohbet etme fırsatını buldum. Her seferinde kahramanlıktan
doğan gururlu vatan sevgisi ve aynı zamanda memleketi için baba rolünde devlet
adamlığı duygusunu taşıyordu. Bu, onun kişiliğinin genel ifadesi olarak beni hayrete
düşürüyordu. Mustafa Kemal’in Türkiye’deki konumunu göz önüne almak için,
tasvir edilen gelişmeler üzerine düşünülmelidir. Bugünkü Türkiye’yi tanımak isteyen
herkesin, her şeyden evvel Atatürk ’yi anlaması gerekir. Onun başa geçmesi, milli
halkın yükselişi olarak kabul edilir. Bu mücadele cesaretli, anavatanlarını her şeyin
üzerinde tutan birkaç kişi tarafından organize edildi. O, halife hükümetine karşı rakip
oldu, hatta Mustafa Kemal’in ölümüne karar kılan hükümetle mücadele etti. Atatürk
bütün olumsuzluklara rağmen mücadelesinden vazgeçmedi ve arzuladığı hedefi,
başka hiçbir devlet adamına nasip olmayacak derecede başardı” demiştir 130.
Alman Büyükelçisinin, bu ifadeleriyle son yıllarda Atatürk
önderliğinde
Türk milletinde meydana gelen değişmeyi çok iyi anladığını ve analiz ettiğini
göstermektedir. Elçinin bu övgü dolu sözlerine, bir Alman gazeteci şu sözlerle ona
iştirak etmiştir; “Türkiye’de doğan ve ışık saçan yıldız, gerçekten bize de gittiğimiz
yolu göstermektedir” 131 diye Atatürk’e övgü dolu sözler sarf etmiştir.
Cumhuriyet’in Onuncu Yıldönümünde 29 Ekim 1933 tarihinde Ankara’da
yapılan
büyük
kordiplomatiğin
132
resmigeçitten
sonra
Atatürk,
tebriklerini kabul etmiştir
133
Büyük
Millet
Meclisinde
. O gün Almanya’nın Büyükelçisi
Nadolny Alman milleti ve şahsı adına Atatürk’ü kutlayarak Mareşal von
Hindenburg’un bir mesajını Cumhurbaşkanı Atatürk ’ye takdim etmiştir. Almanya
Cumhurbaşkanı Mareşal von Hindenburg’un kutlama mektubu aynen şu ifadelerle
doludur; “Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 10. yılı nedeniyle siz Ekselanslarına
ve Türk milletine, benim ve Alman halkının en derin mutluluk dileklerini ifade
etmeyi kendime şeref addediyorum. Ben ve Alman halkı, mükemmel yönetiminiz
altında modern Türk devletinin fevkalade oluşumunu takip etmektedir. Biz Almanlar
büyük bir şaşkınlık ve sempatiyle, sizin Türk halkını yeniden nasıl uyandırdığınızı,
130
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Nadolny, N. 110.
Norddeutsche Allgemeine Zeitung, 24 Aralık 1931, s. 1-2.
132
Bir Devlet Nezdinde Görevli Bulunan Diploması Temsilcilerinin Tümüne Verilen Addır.
133
Hakimiyet-i Milliye, Ankara, 7 Kasım 1933, s. 4.
131
51
istikrara kavuşturduğunuzu ve sizin marifetli ellerinizle, çalışkan ve yenilenmeye
istekli milletinizi bütün dünyaya nasıl tanıttığınızı, siyasi ve ekonomik yükselmeye
nasıl ulaştığınızı gördük. “Özellikle siz Ekselanslarına, Alman halkının, Türk
milletinin silah arkadaşlığını hiçbir zaman unutmayacağını ve ortak mücadele de
kazandığı dostluğu devam ettireceğini ve derinleştireceğini garanti vermeyi kendime
vazife addediyorum. Size ve çalışkan halkınıza, mutlu bir gelecek arzu ediyorum”,
eski dost Hinderburg, Atatürk’e ve Türk milletine övgü dolu sözler sarf etmiştir 134.
Nadolny, Cumhurbaşkanı Atatürk’ün kurduğu yeni Cumhuriyetten dolayı
kendisini tebrik ederek konuşmasına şöyle devam etmiştir; “10 yıllık faaliyetim
esnasında genç devletin inanılmaz yükselişini beraber yaşama fırsatı buldum.
Türkiye’nin deha lideri Mustafa Kemal’in önderliğinde, son on yılda yaşanan
yükseliş, bugünde devam etmektedir. Bu, I. Dünya Savaşında yenilmiş ve daha
sonra bu kaostan büyük mücadele ile çıkmıştır. Kendisine konan siyasi ve ekonomik
ambargoları kaldırarak kendi ayakları üzerinde durabilen ilk devlet olma özelliğini
almıştır. Bunu, sadece Cumhurbaşkanı Atatürk ve yakın çalışma arkadaşlarının
gayretli çalışmaları sayesinde başardılar” demiştir 135.
Almanya’nın Büyükelçisi Nodalny, Hindenburg’un mesajını Atatürk’e
verdikten sonra aynı zamanda Atatürk’e veda etmiştir. Nadolny, Türkiye’den sonra
Moskova Büyükelçisi olmuştur 136. Atatürk, nazik cümlelerle Büyükelçi’ye teşekkür
etmiş ve iyi yolculuklar dilemiştir. Bu Nadolny ile Atatürk’ün son görüşmesi olmuş
ve Atatürk hakkında anılarında detaylı bilgi vererek onu ne kadar çok önemsediğini
de göstermiştir.
2.3.Nadolny’nin, Türkiye’nin Dünü ve Bugünü Hakkındaki Görüşleri
Türkiye’de görev yapmasıyla Türk-Alman ilişkileri açısından dönemin en
önemli şahsiyetlerinden birisi olan Büyükelçi Nadolny, yeni münasebetler ve
Türkiye’nin dünü ve bugünü hakkında Berlin’de radyoya beyanatta bulunmuştur. Bu
134
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Nadolny, No: 110.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Nadolny, No: 110.
136
Nadolny,age., s. 106.
135
52
beyanatta şu ifadeleri kullanmıştır: “Savaştan sonra beş yıl askıya alınan ilişkilerin,
1924 yılı baharında tekrar başlamasıyla, çok yeni bir devletin karşıda durduğu
görülmezlikten gelinemezdi. Özellikle Türkiye’de ortaya çıkan değişme o kadar çok
kapsamlı ki, o yer ve mekanda bulunmadan bunu kimse anlayamazdı. Mustafa
Kemal’in
yiğitliği
ve
yakın
arkadaşlarının
desteğiyle,
Osmanlı
Halifelik
İmparatorluğunun yıkıntılarından “Türk Milli Devleti”, külünden çıkan Anka kuşu
gibi yükselmiştir. Vatan için büyük icraatın ünü, bütün dünyaya yayılmış ve dünya
tarihinin bir parlak noktasını oluşturmuştur137. Görüldüğü üzere Nadolny, Türk
milletinin ve Türkiye’nin Anka Kuşu gibi kendi küllerinden yeniden doğduğunu
belirterek bu başarının mimarları olarak da Atatürk ve yakın arkadaşlarını
göstermiştir.
Nadolny, Aralık 1933 tarihinde Berlin radyosunda, “Yeni Türkiye” hakkında
izlenimlerini bildirmiş ve konuşması dönemin yerli ve yabancı birçok gazetesinde
manşet olmuştur. Nadolny, 20 yıl önce eski Türkiye’de bulunmuştur.
Daha sonra I. Dünya Savaşı öncesinden İstanbul’dan Bağdat’a kadar gidip
orada ülkesinin çıkarları için görev almıştır. Altı buçuk yıldır Alman devletinin
temsilcisi olarak görev yaptığı Türkiye’de, fırsat buldukça eski ve yeni Türkiye
arasında kıyas yapmaya ve farklılıkları tespit etmeye çalışmıştır. Savaş sonrası ortaya
çıkan değişikler sonucunda, yeniliğe gösterilebilecek en iyi örnek Türkiye’nin
olduğunu, çünkü hiçbir yerde çıkan değişim, Türkiye’deki kadar teferruatlı değildi.
Böylece Türkiye’yi 1001 gece masallarının romantizmiyle, türban, fes ve harem
hayatının Doğu yaşamıyla hatırlayan sizden her biri, böyle hatıraları ve düşünceleri
hiç düşünmeden bir kenara bırakmalıdırlar. Çünkü eski renkli ihtişamdan ve egzotik
Doğu tarzından bugün ki Türkiye’de hiçbir şey kalmadı. Bugün Türkiye’ye gelen
yabancılar, Doğu’yla ilgili bazı şeyler bulabilirler. Nadolny “Yeni Türkiye’yi” daha
iyi anlamamız için Kurt Ziemke’nin “Neue Türkei” adlı eserini okunmasını
önermiştir 138. Her şeyden evvel Türkiye, coğrafi durumunun gereği ve eski dünyanın
137
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Deutschland,
Türkei Politik, B.4, R.78487.
138
Kurt Ziemke, Die neue Türkei: Politische Entwicklung 1914-1929, Stuttgart, 1930: Kurt Ziemke,
Almanya’nın özel olarak yetiştirdiği Ortadoğu uzmanıdır. Kurt Ziemke görev yaptığı Ortadoğu
alanında ülkesi adına önemli çalışmalar yapmıştır. Türkiye ve Ortadoğu hakkında birden fazla kitap
yayınlamıştır.
53
siyasi kaderi için önemini hala korumaktadır. Çünkü o, boğazların hala bekçisidir.
Karadeniz ve Akdeniz arasında giriş ve çıkış için en uygun yerdir. Hala o, İngiliz ve
Rus menfaatleri arasında bir ara ülkedir. Asya ve Avrupa arasındaki bir köprü
devlettir. Türkiye aynı zaman da Karadeniz, Akdeniz ve Balkan devletidir. Eski, çok
yapılı millet unsurunu artık kalmadığını, bugün geniş Osmanlı milletler
topluluğundan Arap dünyasının ve Yunan Adaları’nın ayrılmasıyla tamamen
homojen ve milli bir devlet ortaya çıkmıştır. Bu devlet, sadece Anadolu ve Boğazlar
bölgesini kapsamaktadır. Politik merkezi, artık boğazların Avrupa yakasında değil,
bilakis Anadolu’nun kalbinin ortasında yani Küçük Asya’da bulunduğunu
yazmıştır 139. Büyükelçi Nadolny, “Yeni” sıfatının en çok Türkiye’ye uyduğunu ve
bunun gerekçesini de doğunun bütün izlerinden I. Dünya Savaşından sonra Türkiye
Cumhuriyeti ile tamamen kurtulduğunu belirtmiştir 140.
Büyükelçi Nadolny, raporlarında Türkiye’nin dünü ve bugünü hakkında
ayrıntılı bilgiler sunmuştur. “Yeni Türkiye”, varlığını Türk milli şuurunun
alevlenmesine ve milli kahramanlığına borçludur. Bu, birkaç kişinin ulvi vatan
sevgisiydi. Türk halkının tamamen çözülmekte ve yıkılmakta olduğu bir anda onların
vatan sevgisi, Anadolu’da 10 yıldan daha fazla zamandan beri devam eden savaştan
dolayı ağır kayıp veren Anadolu çiftçisini, milli sancak altında toplamıştır. Yabancı
etkisinde bulunan İstanbul’un sultan hükümetinin isteklerine karşı, güçlü İtilaf
Devletlerine karşı ve onlar tarafından ülkeye gönderilen Yunan ordusuna karşı
mücadele yapma cesaretini bulmuştur. Bu muazzam mücadele tarihte sadece Türkler
tarafından gerçekleştirilmiştir.
Büyükelçiye göre, Kurtuluş Savaşının Anadolu’daki milli karakteri; Halifelik
hükümetine karşı konulması, kapitülasyonların kaldırılması, Mustafa Kemal ile
arkadaşlarının bilgi ve becerilerinin Avrupa eğitim tekniğiyle birleştirmiş olması ve
Türk halkını durağanlıktan kurtararak gelişmesini tamamlamasıdır. Bunlar eski
Türkiye’den yenisinin oluşması için temel etkenlerdi.
Türkiye’nin büyük enerjiyle modern olması, yani daha doğrusu Lozan
Antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle Türkiye’de Avrupalılaşma süreci başlamıştı.
139
140
Cumhuriyet Gazetesi, “Sulh ve Terakki işte Türkiye’nin Hedefi”, 6 Aralık 1933, s.4-5.
Nadolny, age., s. 6.
54
Nadolny, o halde aşağı yukarı aynı zaman zarfında, 1924 yazındaAnkara’nın ilk
Alman Büyükelçisi olarak Türkiye’deki Avrupalılaşma sürecinin başında yer
almıştır.Bugünkü gelişmelere bakıldığı zaman, gerçekten yeni bir Türkiye’nin
meydana geldiğini ve Halifelik iktidarının sona erdiğini, böylece de bilenen
Panislamizm düşüncesinde ortadan kaybolduğunu Nadolnyifade etmişti 141.
Nadolny eski ile yeni Türkiye arasında kıyas yaparak, Türkiye’nin Osmanlı
öncesinde ve sonrasında kurulan yeni düzen hakkında detaylı bilgileri raporlarında
sunmuştur. Büyükelçinin I. Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında Anadolu
topraklarında bulunmuş olması tarafsız bir gözle Türkiye’nin geçirmiş olduğu
tarihsel zorlukları, problemleri ve Yeni Türkiye’nin başarılarını, o dönemleri yaşayan
birisi olarak raporlarında yazmıştır. Yabancı bir diplomatın Türk milleti ve Türk
vatanı için sarf ettiği bu ifadeler gerçekten gurur verici bir durumdur.
2.3.1.Nadolny’nin Ankara’ya ve Anadolu’ya Bakış Açısı
Büyükelçi Nadolny, görev yaptığı süre içinde her fırsatta Türkiye hakkında
anılarında ve raporlarında genç cumhuriyetin geçirdiği her aşamayı bizzat görmüş ve
yaşamıştır. Nadolny, Ankara’ya yaptığı ilk yolculuk hakkında anılarında yer
vermiştir. Büyükelçi İstanbul’a geldikten sonra güven mektubunu sunmak için
Başkent Ankara’ya gitmek için gerekli hazırlıkları yaparak, elçilik müşaviri Holstein
ile yola çıkmışlardır. Elçilik müşaviri Holstein, bir kavas ve bir aşçıyla birlikte,
Haydar Paşa garından bir salonlu vagon içinde yer alarak Ankara’ya hareket
etmişlerdir. O dönemin şartlarından dolayı, geceleyin seyahat edilmesi mümkün
olmadığı için yolculuk gündüzleri devam etmiştir. Nadolny ve ekibi ertesi gün
Eskişehir’e ulaşmışlardır. Yolculuklar başta deniz kıyısı boyunca devam etmiş, daha
sonra 21 tünel geçilip zaruri olarak tamir olunan son derece tehlikeli köprüler
üzerinden ve çok sayıda kullanılamayacak halde vagon ve lokomotif yanından
geçerek devam etmiştir. Nadolny geceyi yataklı vagonda geçirmek istemiş, ama
tahtakuruları onu öyle rahatsız etmişler ki, bu olay elçinin uzun bir gece geçirmesine
neden olmuştur. Ertesi sabah Ankara’ya doğru yola çıkılmıştır. Nadolny, dağların
141
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Deutschland
Türkei Politik, B.4, R.78487.
55
çeşitli renklerde parıldadığını, fakat manzaranın çıplak ve hüzün verici olduğunu da
ifade etmiştir. Sadece sefil görünümlü kerpiç evlerin etrafındaki tarlaların sürülmüştü
diyerek gördüklerini özetlemiştir. Büyükelçi ve ekibi, bu zorlu yolculuk sonunda
Ankara’ya ulaşabilmişleridir 142. Görüldüğü üzere Nadolny, yolculuk boyunca
gördüklerinin hüzün verici olduğunu Türkiye’nin yoksulluğunu ve kötü şartlarını
anılarında yazmıştır.
Nadolny ve çalışma arkadaşları, garda Ankara’ya ilk adımlarını atmışlardır.
Elçi anılarında, istasyon ile şehir arasında büyük bir bataklık olduğunu bataklıktan
geçen şose yol ile şehre ulaşımın sağlandığını ifade etmiştir. Nadolny, Ankara
şehrini, bir dağın tepesinde bulunan bir kale ile bir sürü petrol varilleri, tenekelerden
yapılmış kulübeler, kerpiç evler ve birkaç yeni yapılmış tuğla evlerden olduğunu
anılarında yazarak Ankara’yı betimlemiştir. Daha yeni görünümlü, büyükçe yapılmış
olan tek binanın meclis binası olduğunu, o zamanın şartlarından dolayı Ankara’da
tek odaları olan bir otel bile olmadığını, sadece otelde bir yataklı oda ancak altı
yatakla beraber kiralanabildiğini yazmıştır. Büyükelçi bundan dolayı istasyonda
bulunan bir vagonda kalmış ve ziyaretlerini orada gerçekleştirmiştir 143.
Büyükelçinin Ankara’da ilk gittiği yer Dışişleri Bakanlığı olmuştur. Burası
bir yan sokak içinde küçük eski bir konakta faaliyet gösteriyordu. Zaten Ankara’da
dönemin şartlarından dolayı İstanbul’daki gibi muazzam yalılar ve konaklar yoktu.
Aynı zamanda Dışişleri Bakanlığını da yürüten Başbakan İsmet Paşa başında büyük
koyun postundan yapılmış bir kalpak giyiyordu. Yüzünde eski asker imajı
okunuyordu. Kendisi Alman askeri misyonunda görev yapmış birisiydi ve iyi
derecede Almanca konuşabiliyor olmasına rağmen, İsmet Paşa’nın biraz ağır
işittiğini söylemiştir.
Nadolny, büyükelçilik ve Ankara konusunda 21 Haziran 1924 tarihli
raporuyla Ankara’nın o günkü olumsuz şartlarını betimlemiştir; “Ankara bugün,
izninizle söylemeliyim, gerçek bir Asya Türk çamur yuvasıdır. Bir Asya
araştırmacısı için, özellikle ziyaretinin üzerinden uzun bir süre geçmişse, bilimin
hizmetinde geçirilmiş, ilkel bir yaşam biçimi olarak, güzel bir anıdır. Normal bir
142
143
Nadolny, age., s. 92.
Nadolny, age., s. 93.
56
Avrupalı için böyle korkunç bir yerde belli bir süre geçirmek, ancak herhangi bir
zorunluluk altında mümkün olabilir. Burada balçık ve samanla inşa edilmiş evlerde
tahta kuruları ve koyun yağına kadar koyundan yapılmış her türlü yiyecek hakimdi.
Yakın bölgelerde kendi haline bırakılmış nehirlerin oluşturduğu bataklıklar çok
büyük miktarda sivrisinek üretiyor ve bunun sonucu olarak tüm evlerde olumsuz yan
tesirleri olan kinin tabletleri yemek saatlerinde değişmez ve sürekli biçimde alınıyor.
Çağdaş konfora sahip hiçbir ev yoktu. Temel ihtiyaç maddeleri çok ilkel dükkanlarda
satılıyor. Bunun dışındaki maddeleri İstanbul’dan almak gerekiyor. Civardaki doğa
esas itibariyle bozkırdan, ağaçsız ova ve tepelerden veya yüksek kayalık ile dağ
silsilelerinden oluşuyor. Harikulade çizgileri ve görünümleri var ama bitki örtüsü
yok. Hiç bir göl ve orman yok, sadece tepelerdeki birkaç ağaç doğanın olanca
fakirliğine küçük, dostça bir renk getiriyor” demiştir 144.
Nadolny’e göre, Anadolu ve Ankara için yapılması gereken çok işin olduğunu
ifade etmiş ve Ankara’nın gösterdiği gelişmeyi hayranlıkla izlemiştir. Ankara
şehrinin durumu, İstanbul dışındaki memleketin nasıl durumda bulunduğunu her gün
görme imkanını oraya yerleşmiş hükümetin göz önünde bulundurmasını sağlıyordu
ve ona yardım sağlamak hususunda büyük görevler yüklüyordu. Hijyenik çalışmalar
yapılması, evler yapılması ve çevrenin yeniden şekillendirilmesi gerekiyordu.
Hükümetin bu amacına ulaşmış bulunduğu gerçeği tartışılamaz. 1924 yılında 22.000
nüfusa sahip Ankara’sını düşünebilen, onu perişan küçük evleriyle, istasyon ile şehir
arasındaki bataklığıyla geniş çorak manzaralı Çankaya ve Keçiören’i karşılaştıracak
olursak, 14 milyon nüfusuyla 762741 kilometrekarelik bir bölgede fakir bir halde
yaşayan ve sürekli olarak savaşlar yapmış Türk milletini düşünen bir kimse bu
millete en yüksek şekilde hayranlık duymaktan başka bir şey yapamazdı. Bugün
Ankara 300.000 nüfusuyla büyük bir gelişme göstermiş ve modernleşme yolunda
büyük adımlar atmış bir şehir durumuna gelmiştir 145. Aynı ölçüde olmasa da
Türkiye’nin bütün kentlerinde uygun tarzda gelişim sağlandı. Ankara’da iken
Türkiye’ye doğru zamanda gelmiş olduğumun bilincine vardım. Osmanlı
İmparatorluğunun yerine Arap Bölgeleri’nin terk edilmesi sonucunda yeni milli bir
144
145
Bozkurt, agm., s.29-30.
Cumhuriyet Gazetesi, “Sulh ve Terakki İşte Türkiye’nin Hedefi”, 6 Aralık 1933, s. 6.
57
Türkiye kurulmuştur. Her tarafta yeni bir düzen kuruluyordu. “Yeni Başkentin”, bir
dünyanın yeni bir sembolü olarak gün yüzüne çıktığını yazmıştır 146.
Ankara’nın birçok yerinde bataklıkların olması anofel sinek sürülerinin bolca
üremesine neden olmuş ve bölgede Malerya (sıtma) hastalığı o kadar yaygınlaşmıştı
ki, hükümet üyelerinin birçoğu bu hastalığa yakalanmış halde yataklara düşmüşlerdi.
Nadolny Ankara’ya ilk gelişinde bu yüzden birçok devlet adamıyla görüşememiştir.
Elçi anılarında, bu durumdan dolayı sıtma hastalığına karşı bolca kinin ilacı
kullandığını itiraf etmiştir 147. Nadolny yazmış olduğu raporlarında, Ankara’nın bu
kötü durumundan biran evvel kurtulması için kendisinin de girişimlerde bulunduğu
ve bunun neticesi olarak Charlottenburg’ta bulunan Teknik Yüksek Okulunda Prof.
Dr. Jansen’a Ankara için bir imar planı hazırlamasını istemiş ve bunun icrası için
Berlin’e rapor yollamıştır. Dr. Jansen’ın yapmış olduğu çalışmalar sonucunda,
Engürü su adı verilen ırmağın bataklığının kurutulduğunu ve bu ırmağın bir tarafına
park diğer tarafına bir ırmağın içinden geçen yere at yarışı için pist yapıldığını
belirtmiştir. Bunun neticesinde de Malerya hastalığı yok edilmiştir. Nadolny, tren
garının yenilendiğini ve gar yanında çok güzel bir Palast Oteli yapıldığını ve diğer
ihtiyaçlar içinde modern lokantalar inşa edildiğini yazmıştır. Şehirdeki küçük evlerin
yıkıldığını yerlerine şatafatlı binalar yapıldığını belirten Nadolny, bakanlıkların ve
yabancı misyonerlerin de kendilerine temsili binalar yaptırttıklarını rapor etmiştir.
Geniş bulvarlar sayesinde trafik akışı sağlandığını ve şehrin üst tarafında Elma Dağı
üstünde devlet başkanının bulunduğu yerlere yönetim binaları inşa edildiğine dair
rapor tutmuştur 148.
Büyükelçi, bazen yapması gereken görevlerinin dışındaki konulara da el
atmıştır.
Ankara’nın
yeniden
yapılanması
meselesine
kayıtsız
kalmayarak
girişimlerde bulunmuştur. Nadolny’nin bu çalışmaları Türkiye’de birçok Alman
firmasına pazar oluşturmuştur. Mesela; Ankara Üniversitesi ve Sümer Bank gibi
kurumları Alman firmalar, elçinin girişimleri sayesinde yapmışlar ve bu işlerden
146
Nadolny, age., s. 94.
Nadolny, age., s. 95.
148
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B.3,
Seri: 975.
147
58
maddi kazanç ve nüfuz kazanmışlardır. Nadolny’nin bu yoğun çalışmaları ülkesinin
diğer devletlere oranla Türkiye’de ayrı ve önemli bir yeri kazanmasını sağlamıştır.
Nadolny 7 Temmuz 1927 tarihli raporunda, Mustafa Kemal’in uzun yıllar
sonra İstanbul ziyareti hakkında detaylı bir rapor yazmıştır. Nadolny, başkentin
İstanbul’dan Ankara’ya taşınması neticesinde İstanbul’un bir anda o ihtişamlı
yapısından öksüz bir çocuğa döndüğünü belirtmiştir. Atatürk’ün ziyareti ile eski
imparatorluk başkenti arasında oluşan kırgınlık, bu ziyaretle ortadan kalkmıştır.
Atatürk’ün ziyareti İstanbul ahalisini çok mutlu ettiğini bunun için halkın ve
İstanbul’un yerel amirlerinin karşılama merasimleri düzenlediğini yazmıştır.
Nadolny, CumhurbaşkanıAtatürk ’nin İstanbul ziyareti için, Ankara hükümetinin
İstanbul’un kaybına kayıtsız kalmayacağını ve İstanbul’un önemini koruyacakları
anlamına geldiğini raporunda belirtmiştir 149. Ayrıca Büyükelçi Nadolny, anılarında
İstanbul’u çok beğendiğini ve geçmişiyle çok önemli bir şehir olduğunu, her fırsatta
İstanbul Tarabya’daki konağında ailesiyle birlikte tatil yaptığını anılarında kaleme
almıştır.
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Nadolny, Ankara’nın ve
Anadolu’nun durumumun çok kötü olduğunu belirtmiştir. Onun için Ankara’nın
(hükümetin) bu konuda işinin çok olduğunu açıklayarak durumun acziyetini o
dönemi yaşamış biri olarak raporlarında ve anılarında gözler önüne sermiştir.
Büyükelçi Nadolny, özellikle de I. Dünya Savaşından sonra yoksulluğun her yerde
kendisini fazlasıyla gösterdiğini yazmıştır. Yeni Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve
sosyal alanda yoğun bir şekilde çalışma yapması gerektiğini belirtmiş ve kısa süre de
yeni Türkiye’nin her alanda hızlı bir şekilde olumlu çalışmalar yaptığını açıklamıştır.
2.4.NADOLNY’NİN TÜRK İNKILAPLARINA BAKIŞ AÇISI
Alman Büyükelçi Nadolny, diğer konularda olduğu gibi Türkiye’deki
yeniliklere ve yapılan inkılaplara da kayıtsız kalmayarak bu konular üzerine hem
raporlar tutmuş hem de inkılapları anılarında yazmıştır. 25 Kasım 1925 tarihinde ilan
edilen Şapka Kanunu ile alakalı büyükelçi görüşlerini ifade etmiştir 150. Nadolny
149
150
Koçak, age., s. 28-29.
Hakkı Naşit Uluğ, Üç Büyük Devrim,Ak Yay., İstanbul 1973, s. 127.
59
sosyokültürel alandaki yapılan yeniliklerin erkeklerde fesin, kadınlarda da peçenin
kaldırılmasıyla başladığını anılarında yazmıştır. Büyükelçi sözlerine devam ederek,
erkeklerin kısa süre içinde başlarına kasket veya şapka takmaya başladıklarını ve bu
harekete kadınların da iştirak ettiklerini, çünkü toplum içinde artık fes ve peçe
giymenin büyük bir utanç sayıldığını anlatmıştır. Nadolny’nin koruması olan tutucu
Hacı Mustafa’nın bile kısa sürede fesi çıkarıp ilk önce kürklü bir kasket daha sonrada
kendisinin icraata koyduğu Almanlara özgü Kavas şapka takmaya başladığını
anılarında kaleme almıştır 151.
Alman Elçi, Türkiye hakkında Berlin’de verdiği beyanatta, Türk kadının hala
ecnebi birini gördüğünde hicapla yüzünü yere eğdiğini ya da yüzünü bir şeyle
örttüğünü
belirtmiştir.Kadınların
kılık
kıyafet
kanundan
sonra,
peçelerini
çıkarttıklarını ve her tarafta yüzleri açık bir şekilde görünmeye başladığını ve böyle
tutucu milletin kısa sürede bu yeniliklere kolayca ayak uydurmalarını hayretle
anılarında ifade etmiştir 152.
Nadolny, çok derine giden bir yenilikte o zamana kadar uygulanan dini
hukukun ve eski şeriatın kaldırılması sonucu artık onun yerine Avrupa hukukunun ve
kültürünün alınması ile yeniliklerin yapıldığını yazmıştır. Ayrıca Türkiye’nin, diğer
alanlarda yapılan yenilikleri de Batı’dan esinlenerek yaptığını buna örnek olarak da,
İsviçre Medeni Kanunu, Alman Ticaret Kanunu, Dava Hukuku Kanunu ve Fransız
Ceza Hukuku, Türkiye şartlarına uyarlanarak yapıldığını raporlarında açıkça
belirtmiştir. Büyükelçi, Türkiye’nin artık her alanda yönünü Atatürk önderliğinde
Batı kültürüne çevirdiğini, Şark’ın Türkiye ve Türkler için önemini yitirdiğini
yazmıştır 153.
Atatürk , kendisinin sürdürdüğü Avrupalılaşma hareketi kapsamında,
Parlamento’da, bir muhalefet partisi olmasına büyük değer vermekteydi. Bunun için
Londra’da elçi olarak görev yapan arkadaşı Fethi Okyar’ı ülkeye çağırarak onun
başkanlığında bu partiyi kurdurtmuş, bu parti “Cumhuriyet Halk Partisinin’’ aksine
“Terakkiperver
Halk
Partisi’’
adını
almıştır.
Halkın
bu
yeniliğe
karşı
başkaldırmasıyla, Mareşal Fevzi Çakmak, Atatürk ’nin yanına gelerek onu bu
151
Nadolny, age., s. 102.
Cumhuriyet Gazetesi, 6 Aralık 1933, s. 4.
153
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei 1924-1928, B. 3, R. 78545.
152
60
düşüncesinden vazgeçirtmiştir. Bunun sonucunda da on üç üyesi olan yeni parti fesh
edilmiştir. Avrupa tipi parlamento başlamadan çok kısa sürede son bulmuştur 154.
Büyükelçi, yapılan reformların o kadar hızlı ve keskin olduğunu ve kimsenin
yapılan yeniliklere karşı koyacak gücünün olmadığını ifade etmiştir. Hatta inananları
ibadete davet etmek için, ezanın Arapça değil Türkçe olarak okunması hususunda
bile çok büyük tepkiler olmadığını söylemektedir. Halkın yapılan yeniliklere karşı
koyamamasını Nadolny; Türklerin savaştan yeni çıktığını, yoksulluğun hat safhada
olduğunu
ve
kurtarıcıları
Atatürk
ve
arkadaşlarının
yanlış
bir
şeyler
yapmayacaklarına inandıkları için yapılan yeniliklere çok büyük bir direnişin
olmadığını hayretler içinde yazdığını açıklamaktadır. Nadolny, bu reformların
yapılması
ve
uygulanmasında
Atatürk
ve
arkadaşlarının
bir
direnişle
karşılaşmamasını mucize olarak nitelendirmektedir. Her ne kadar çok güçlü bir
direniş olmasa da, Mollalar bu reformların en büyük karşıtı olmuşlardır. Mollalar
halkı galeyana getirmeye çaba sarf etmişler ve bunun içinde Peygamberin yeşil
bayrağını açmışlar ve kendilerine karşı çıkan bir yedek subayı öldürmüşlerse de
isyanın büyümeden durdurulduğunu anılarında kaleme almıştır 155.
2.4.1.Nadolny ve Şapka İnkılabı
Atatürk, 25 Kasım 1925 tarihinde ilan edilen Şapka Kanunu hakkında Nutuk
adlı eserinde şu ifadeleri kullanmıştır; “Fesin kaldırılması zorunluydu. Çünkü fes
kafalarımızın üstünde, bilgisizliğin, bağnazlığın, uygarlık ve her türlü ilerleme
karşısında duyulan nefretin bir simgesi gibi oturuyordu” demiştir 156.
Alman Büyükelçi Nadolny 6 Ağustos 1925 tarihli raporunda Şapka
İnkılabıyla alakalı şu ifadeleri kullanmıştır: “Türk devrim hareketi, bilindiği üzere
diğer hedeflerinin yanı sıra, eski ve tamamıyla İslam dinine dayalı Türk kültür ve
devlet anlayışını yıkmayı da kendisine görev edinmiştir. Devrim hareketi, bunu göze
batan İslam’ın Doğu adetlerini ortadan kaldırmak suretiyle görünüşte de vurgulamak
154
Nadolny, age., s. 112.
Nadolny, age., s. 113.
156
Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, Dergah Yay., İstanbul 2005, s. 148.
155
61
ve Türkiye’nin bu açında da Avrupalı olduğunu anlatmak çabasındadır”
diyerekraporunda yazmıştır 157.
İslam dünyasına mensup ister Arap, ister Türk, isterse de İranlı olsun
doğuluların göze en çok çarpan özelliklerinden birisi serpuştur. Serpuş, camilerde ve
dini törenler sırasında muhafaza edilebilmesi için, sipersiz şekilde olması
gerekmektedir. Hıristiyan dahi olsa, bir Türk vatandaşı ülke içinde bir serpuş takma
cesaretinde bulunduğunda, halk arasında bir dini suç işlemiş, eski Osmanlı
geleneğine göre ulusal duyguları rencide etmiş olurdu. Daha yakın tarihe kadar, Türk
olarak tanınan ve sokakta şapka ile görünen insanlar tutuklanıp cezalandırılırdı. Çok
kısa zamanda fesin kullanımdan kaldırılması ve yerini Avrupa tarzı şapkanın alması
yolunda çok güçlü bir hareketin başlaması, ülkenin Avrupalılaşması için çabalayan
hükümetin yanı sıra, halkında bir bölümünün özellikle de aydınların aynı yöndeki
isteklerini göstermek bakımından önemli bir sonuçtur. Kasket siperi ya da şapka
kenarı yokken gözlerine gelen güneşi ansızın fazla göz kamaştırıcı bulmaya başlayan
insanlar, kendilerini çeşitli örtünme yollarıyla korumaya çalışıyorlar. Yine aynı
insanlar, fesin gerçekte Yunan kaynaklı bir serpuş olduğunu ansızın hatırlıyorlardı.
Kısacası fese ve sipersiz benzeri serpuşlara karşı yukarıdan teşvik edilen ya da daha
ziyade emredilen bir mücadele başlamış durumdaydı 158.
Fakat bu arada, muhafazakar zihniyetlilerden, özelliklede kırsal kesimden çok
fazla tepki ile karşılaşmamak için, aralarında Yargıtay Başkanının da bulunduğu bazı
yüksek makam sahibi kişilerin görüşlerine başvurulmuş, başın örtülüş şeklinin dinle
ilişkili olmadığı konusunda ki görüş, bu kişilerce onaylattırılmış ve bu düşünceler
basında da yer almıştır. Bizzat Atatürk , kendi muhafız kıtasına İtalyan
ordusununkine benzer bir kasket takma uygulaması başlatarak, bu işin açılışını
yapmıştır. Bu uygulamayı, donanma için Alman başlık tipini uygulamaya koyan
Bahriye Vekaleti izlemiştir. Ordu için alınan karara göre de, sadece aşağı yukarı
İngiliz ya da Çekoslovak örneğine uygun, Avrupa tarzı serpuş (siperli kasket)
takılmakla kalmadı; ayrıca Batılı tarzda selam verme ve resme saygı yani (ayıp
E. Akurgal, S. Deren ve S. Aydın, “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Batıcılık”, C. III, “Kültürel
Batılılaşma”, (Ed. M. Gültekingil, T. Bora, U. Kocabaşoğlu), İletişim Yay.,İstanbul 2002 s. 388.
158
Rudolf Nadolny, “Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin Gözü ile Türkiye’nin
Avrupalılaşması: Şapka İnkılabı”, (Çev. Gülayşe Koçak), Tarih ve Toplum Dergisi, S.7, 1987, s. 6-7.
157
62
sayılan) kapalı bir yere girerek serpuş çıkarma adeti de uygulanmaya başladı. Bu
örnekler ise, geriye kalan bütün kurumlar peş peşe üniformalı personeline
uygulatıyorlar: Demiryolları çalışanları, belediye memurları, bekçiler ve bunun gibi
diğer kamu çalışanlarıdır. Bugünlerde mahkemelerde görevli personel de Avrupalı
yargıçları andıran cübbelere bürünmüşlerdir 159.
Sivil yaşamda da şapka yerleşmeye başlıyordu. Hariciye Vekaletinin de
memurlarına şapka giymeyi emretmek niyetinde olduğu söyleniliyor; Hariciye Vekili
Tevfik Rüştü’de milliyetçilerin tipik başlığı olan siyah kuzu tüyünden yapılma
kalpağını, beyaz bir panama şapka ile değiştirmiştir. Bu, bize göre en makul
çözümdür. Sokakta git gide daha çok Avrupai tipi yumuşak fötr veya hasır şapka
giymiş tanıdık Türklerle karşılaşıyor; muhtemelen bunları sonbaharda dik ve melon
ve silindir şapkalar izleyecektir. Doğrusunu söylemek gerekirse, genel olarak
bakıldığında sanki kadınların işgalden beri çarşaftan vazgeçmeleri çok hızla
yayılmıştı; buna karşılık şapkanın erkek modası olarak kabul edilmesi, İstanbul’da
dahi daha çok zaman alıyor gibi bir görünüme sahipti. Masraftan kaçınma
düşüncelerinin yanı sıra, muhakkak ki toplumda belli bir muhafazakar tereddütte
hissediyor. Aynı durum gayrimüslimlerde de görülebiliyor. Besbelli ki, onlar eski
serpuştan sıyrılıp kurtulma sürecine öncülük ettikleri kuşkusuna maruz kalmak
istemiyorlar. Her halükarda Avrupalılaşma çabası bu örnekte özel olarak
çarpıyordu 160.
2.4.2.Nadolny ve Harf İnkılabı
Nadolny, Türkiye’de meydana gelen inkılaplara kayıtsız kalmamıştır. Yapılan
yenilikleri detaylıca inceleyerek ülkesi adına önemli kazançlar elde etmek istemiştir.
Ona göre yapılan her yenilik, atılan her yeni adım Almanya adına yeni kazanç ve
nüfuz oluşturma imkanını doğurabilirdi. Yeni inkılap dalgası, Türk dili reformu
üzerine yapılan çalışmalarla başlamıştır. Nadolny, anılarında o döneme şahitlik etmiş
birisi olarak, harf inkılabı ile alakalı ayrıntılı bilgiler sunmuştur. Türk dili bünyesinde
üçte bir oranında Arapça, üçte bir oranında ise Farsça kelimeleri barındırıyordu. Türk
159
160
Nadolny, agm., s. 8.
Nadolny, agm., s. 8-9.
63
hükümeti tarafından, öz Türkçe için köylüler arasında Türkçe sözcükleri araştıracak
bir komisyon kurulmuş, bu komisyon yabancı unsurları temizleyecek ve dili
tamamen Türkçeleştirecekti 161.
Nadolny anılarında, İsmet Paşa’nın ilk kez arı Türkçe ile bir konuşma
yaptığını fakat hiç kimsenin o konuşmadan bir şey anlayamadığını yazmıştır. Yapılan
çalışmalar neticesinde bugün her şey, öz Türkçe olarak ifade edildiğini belirtmiştir.
Nadolny’e göre, asıl zorluğun Arap alfabesinin kaldırılması ve onun yerine Latin
alfabesinin kullanılmasında yaşanmıştır. Birçok Türk, bunların içinde Profesör Fuat
Köprülü zade bile Türk dilinin Latince olarak yazılamayacağı iddiasında
bulunmuşlarsa da deneme çalışmaları başarılı sonuçlar vermiştir. Kısmen Macaristan
yazı tarzı kabul edilirken, kısmen de belirli konsonları konuşulduğu şekilde
oluşturmuşlardır. Çalışma tamamlandığında bütün halk, altmış yaş üzeri olanlar hariç
olmak üzere okula gitmek zorunda kalmış, Atatürk ’nin kendisi bile bizzat ders
vermekten yılmayarak ve Latin harfleriyle ilk dersi kendisi vermiştir 162. Yukarı da
görüldüğü üzere Nadolny anılarında yapılan yenilikler hakkında o dönemi yaşamış
bir yabancı olarak kimsenin etkisinde kalmadan önemli bilgiler sunmuştur.
Büyükelçi, Türkiye’de gerçekleşen hiçbir olaya kayıtsız kalmamış ve her
konuda raporlar hazırlayarak ülkesine yollamıştır. 1 Kasım 1928 tarihinde kabul
edilen harf inkılabı hakkında da hem anılarında hem de raporlarında, konuyla alakalı
ayrıntılı bilgiler vermiştir. Büyükelçi Nadolny, 19 Eylül 1926 tarihinde İstanbul’dan
merkeze gönderdiği raporunda harf inkılabı hakkında raporlar tutmuştur. Raporda,
bir yandan alfabe meselesinin hükümet tarafından rafa kaldırıldığını bildirirken,
diğer yandan da Türkiye’de Roma kökenli dillerden bir dilin, örneğin, Fransızcanın
öğrenilmesi ve transkripsiyonun tercih edilmesi halinde, Almanların kültürel etki
kazanma
çabalarına
zarar
vereceğini
belirtmiştir.
Alman
alfabesi
veya
transkripsiyonun tabii olarak nazarı dikkate alınmayabileceğini söyleyen Büyükelçi,
bu konuda çalıştığını şayet etkili olabilirse kısa süre içinde Macar transkripsiyonun
161
162
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624.
Nadolny, age., s. 110.
64
alınması için
yönlendirme yapacağını belirten büyükelçi, açıktan
yapılan
müdahalenin ters tepeceğini de belirtmiştir 163.
Bu raporda Büyükelçi Nadolny, açıkça kültürel nüfuz sağlamak amacıyla
çalıştığını beyan ederken, Alman alfabesinin doğrudan etkisinin olamayacağını
öngörmektedir. I. Dünya Savaşından mağlup çıkan ve galip devletlerin baskı ve
gözetiminde siyaset üretmeye çalışan Almanya'nın bu dönemde Türkiye'deki
etkisinin sınırlı olacağı bilinmektedir. Raporda Fransız etkisinin ve Latin esaslı
dillerden
Fransızcanın
öne
çıkması
Alman
çıkarlarına
bir
tehdit
olarak
yorumlanmıştır. Almanya'nın doğrudan etkisi olamayacaksa da, hiç olmazsa
Almanya ile kültürel yakınlığı olan Macar dilinin tercih edilmesi hususunda çalışma
yapmıştır.
Büyükelçi, 1 Şubat 1927 tarihinde hazırladığı raporda siyasi olmayan, ilim
çevresinden bilgi edinme ihtiyacı duyduğunu, bunun için Avusturyalı Türkolog Dr.
Witteck'ten değerlendirme yapmasını istediğini bildirmektedir; Dr. Witteck, Latin
alfabesinin kabulünün büyük zorluklara yol açacağının görüldüğünü bu nedenle de
istenmediğini düşünmektedir. Büyükelçi görüşünü aldığı ilim adamına rağmen kendi
kanaatini aynen şu cümlelerle ifade etmiştir: Ama ben Latin alfabesine intihali
gurubun ileri gelenlerinden Prof. Dr. Fuad Bey ve çevresinin desteklediği
görüşlerinin Türk hükümeti üzerine bir etkisi olacağına inanmıyorum. Ankara,
zamanı gelince masraf ve zorluklardan kaçınmayarak tıpkı diğer reformlar da olduğu
gibi bütün problemleri aşacaktır” diye ifade etmiştir
164
. Bu ifadeler göstermektedir
ki, Alman diplomasisi yaklaşık iki yıl öncesinden harf inkılabını tam olarak kestirmiş
ve öngörmüştür. Bu durum onların siyasi mahfillerin nabzını da çok iyi tutuğunu
göstermektedir.
Nadolny,31 Ağustos 1928 tarihli raporunda, Latin alfabesine geçiş için
oluşturulan komisyondan kaynaklanan bir haberi merkezine ulaştırmıştır. Bu
komisyonun bir üyesinin büyükelçiye bir iki Macar ve Latince harf haricinde, Alman
harflerin değişim için tercih edilebileceğini, Fransız alfabesinin ise uygun olmadığı
163
164
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624.
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624.
65
için reddedileceğini, bildirdiğini söylemektedir. Bu raporda göstermektedir ki,
Almanlar bu değişimden kültürel etkinlik adına çok şey beklemektedir 165.
Bilindiği gibi, resmi olarak 1 Kasım 1928 tarihinde gerçekleşen inkılap,
yapılan hazırlıklar doğrultusunda gayri resmi olarak yaz aylarında gerçekleşmiştir.
Yukarıda ifadeye konan rapor bu durumun Alman diplomasisi tarafından açıkça
bilindiğini göstermektedir. Nitekim 1928'in Ağustos’unun son günü kaleme alınan bu
rapor inkılabın gayri resmi gerçekleştiğini haber vermektedir. 1928 yılının Mayıs
ayında çıkarılan "beynelmilel rakam"ın kullanılması hakkındaki kanun, 1 Haziran
1928 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun meclisteki görüşmeleri
sırasında birçok hatip harflerin de değiştirilmesi yolunda nutuklar söyledi. Milli
Eğitim Bakanlığında teşekkül ettirilen komisyonun Latin esasından alınacak harflerin
Türkçeye uygulanabilirliğini gösteren çalışmalar olumlu netice verince, ikinci
aşamaya geçildi. Bakanlık alfabe çalışmasını tamamlamak üzere 26 Haziran 1928
tarihinden önce 9 kişiden oluşan, sonrasında beş üye ilaveyle 14'e çıkarılan alfabe
Encümeni’ni kurdu. 1928 yılı Ağustos'unun 9'unu 10'una bağlayan Perşembe gecesi
Gülhane Parkında Mustafa Kemal Atatürk harf inkılabının başladığını müjdeleyen
ünlü nutkunu söyledi. 11 Ağustos 1928 tarihinde Dolmabahçe Sarayında yeni Türk
harfleri üzerine ilk tatbiki ders yapıldı. 25 Ağustos 1928 tarihinde yine Dolmabahçe
Sarayına çağırılan milletvekilleri, edipler, gazeteciler, bilginler, bir kongre halinde
toplandılar. Atatürk'ün davetiyle gerçekleşen bu toplantı 25, 27 ve 29 Ağustos
tarihlerinde üç gün sürdü. Bu toplantıya mebusların niçin ve nasıl gelecekleri
davetiyede belirtilmişti. Yeni Türk harflerini öğrenmiş olarak teşrifleri isteniyordu.
Gelen mebuslar sadece konferans dinlemeyecekler aynı zamanda bir çeşit sınava
tabii tutulacaklardı. Bu nedenle Londra'da çıkan 31 Ağustos 1928 tarihli The Times
gazetesi, bu haberi "mebuslar okula gidiyor" başlığı altında vermiştir 166.
Gülnihal Bozkurt, “Türk Harf Devrimi'nin Alman Arşiv Belgeleri'nde Değerlendirilmesi", XII.
Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler: C. IV, TTK. Yay., Ankara 1999, s. 1360.
166
A. Battaloğlu ve R. Çalık, “Alman Kaynaklarında Türk Harf İnkılabı ve Yankıları (Elçilik
Raporları-Basın ve Diğer Kaynaklar)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk
Yolu Dergisi, Mayıs-Kasım 2001,S. 27-28, s. 263-283.
165
66
Harf inkılabından hemen sonra, 5 Kasım 1928 tarihindeNadolny, uzun bir
rapor yazarak, Harf İnkılabının Türkiye'deki tarihini ve bu inkılabın Türk-Alman
ilişkilerindeki anlam ve önemini açıklayan bir raporu merkezine göndermiştir. Buna
göre Tanzimat'a kadar uzanan bir alfabe sorununa sahip Türkiye bu önemli reformu
ansızın ve hiç beklenmedik bir anda gerçekleştirmiştir. Alfabe arayışındaki en önemli
motivasyon Bolşevik ihtilali olmuştur. Bu hareketle Çarlık Rusya’nın baskısından
kurtulan Türkler, gelişmelerini sağlamak ve batılılaşma hedeflerini gerçekleştirmek
için dillerine uygun alfabeyi hayata geçirme çalışmalarına başlamışlardır.
Azerbaycan bu yolda Türkiye ile beraber hareket etmek istemiş ve daha 1920 yılında
Mustafa Kemal'le görüşmüş ve Latin harflerine dayalı bir alfabe değişikliği
konusunda anlaşmıştır. Ancak Mustafa Kemal'in milli mücadele ortamında yeni bir
devletin teşekkülünün yanında daha öncelikli reformları vardır ve I. ve II. Mecliste
böyle bir reformun başarılmasını sağlayacak ortam mevcut değildir. Nitekim 1923
yılında, İzmir İktisat Kongresinde alfabe değişikliği ile ilgili girişimler kabul
görmemiştir. İçteki ve dıştaki dengeleri gözeten Mustafa Kemal, Ocak 1928 tarihinde
Türkmenistan ve Özbekistan'ın Latin harflerine geçmesiyle birlikte uygun zamanın
geldiğini düşünerek harekete geçmiştir 167.
İnkılabın bilinen safahatını raporunda geniş geniş anlatan Nadolny, yeni Türk
alfabesinin, Latin alfabesini kullanan farklı Avrupa ülkelerinin değişik yazım
şekillerinin incelenerek ve dikkate alınarak hazırlandığını söylemektedir. Alfabenin
yazımı konusunda Fransızların önerileri kabul görmemiş buna mukabil, Almancaya
yakın olan Doğu Avrupa ülkelerinin yazım şekli alınmıştı ve kelimeler konuşulduğu
gibi yazılmaktaydı. Sesli harflerin tamamı Almancadan alınmış fakat sessiz harfleri
Türk dilinin ihtiyaçları belirlemişti, Nadolny,
alfabe çalışmalarının, dilin
sadeleştirilmesi yani Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılması çalışmalarıyla
paralel yürütüldüğünü belirtmektedir.
Raporda, özellikle alfabe inkılabında Atatürk'ün inanılması güç performansı
tasvir edilmiştir. Burada Atatürk, Rusya'yı batılılaştıran ve Rusya'nın kaderini
değiştiren Rus Çarı Petro'ya benzetilmekte ve şöyle tasvir edilmektedir; “Tabiiki
gerek ilim adamlarından gerekse din adamlarından oldukça sert muhalefet yapanların
167
Battaloğlu, Çalık, agm., s. 260.
67
sayısı az değildi. Alınan tedbirleri eleştiriyorlar ve gerçekte halkın buna karşı
olduğunu iddia ediyorlar. Fakat Mustafa Kemal'in şahsiyeti ve insiyatifi ile yapılan
yeniliklerde şüphesiz öncü rol oynamaktadır. O, Peter der Grosse gibi, Asyalı halkını
kamçıyla Avrupalılaştırmaya götürmektedir. Yapacağı reformlara karar verdiğinde
bütün enerjisiyle uygulamaya koyulmaktadır. O bir şeye karar verdimi, bütün varlığı
ve gücüyle onu gerçekleştirmek için çalışıyor. Onun yapmakta olduğu yeniliklere
kimse, karşı koymaya cesaret edemez ve edememiştir. Önceden alfabe değişikliğine
karşı koymaya Mustafa Kemal'in alfabe değişikliğine taraftar olduğunu görünce,
seslerini kesmişlerdir. Nitekim Atatürk 'nin uygulamaya koyduğu yeni alfabeye karşı
muhalefet hiçbir ses çıkaramamıştır 168.
Ekonomik gidişatın uzun süredir kötü olması nedeniyle onun bütün reformları
kötü bir zemine çarpıyor. Bundan dolayı halkın reformları genelde isteyerek kabul
etmediği de şüphesizdir. Nadolny, bu tespitlerden sonra Almanya açısından bir
durum değerlendirmesi yaparak şöyle demektedir: Bence Almanlar tarafından alınan
tedbirlere memnun olunmalıdır. Yeniliklerle Türklerin Fransız kültür çevresinden
uzaklaştıkları ve Almanya tarafından etkili olan Doğu Avrupa çevresine girdiği
görülmektedir. Bu gerçek bizim açımızdan menfaat sağlayabilir ve aynı zamanda
ekonomik kazanç temin edebilir. Kabul edilmelidir ki kılık kıyafet, Avrupa
kanunlarının kabulü ve alfabe reformu Türkiye'nin batılılaşması yönündeki başarılı
adımlarıdır. Yeni alfabenin kabulünün özellikle kültürel ve tarihi bir öneme sahip bir
olay olarak ancak birinci sınıf devlet adamlarının başarabileceği bir iştir 169.
Nadolny'nin bu raporundaki bilgilerde gerçekten son derece ilgi çekicidir.
Alfabe
reformunun
daha
devlet
kurulmadan
Mustafa
Kemal
tarafından
düşünüldüğünü, hatta 1920'de bu konuda Azerbaycanlılar ilegörüştüğünü, daha
sonrada Türk Dünyası’ndaki gelişmelere göre reformun zamanlamasını belirlediğini
söylemesi gerçekten önemli ve değerli bilgilerdir. Raporda Mustafa Kemal'in
inkılapçı ve kararlı kişiliğinin tarif edilmesi ve bu tariflerde başarılara işaret edilirken
onun kişiliğinden övgüyle söz edilmesi, onun yapmak istediklerinin Almanlarca tam
anlamıyla anlaşıldığını göstermektedir. Onun muasır medeniyet seviyesini hedef
168
169
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624.
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624.
68
gösterdiği halkına yol açmak için yaptığı çalışmaları ve bu yoldaki kararlılığı çok
açık ve net olarak ortaya konmuştur 170.
Büyükelçi 31 Aralık 1928 tarihli bir başka raporda ise, Latin harflerinin
kabulüne dair kanunun tüm güçle uygulandığı, 1 Aralık'tan itibaren uygulanacak
yüksek para cezalarının etkisiyle bütün kapı levhalarının ve reklam tabelalarının
Latin harflerine çevrildiği, aynı kanunun 4. maddesi gereği 1 Aralık’tan itibaren
gazetelerin Latin harfleri ile çıktığı bildirilmektedir. Ocak’tan itibaren tüm kitaplar
yeni harflerle basılacak, mektup zarflarının üzeri yeni yazı ile yazılacak, memurlar
arasında Arap harflerinin kullanımı asgariye indirilecektir. Memurlar Latin harfleri
ile ilgili kurs ve imtihanlara sokulacaklar ve halkın en kısa zamanda Latin harflerini
öğrenebilmesi için “Halk Okulları” kurulacaktır. Bu okullarda verilecek kurslar Arap
harflerini bilenler için iki, hiç okuma yazma bilmeyenler için dört ay sürecek. 16
yaşından küçüklerle, 45 yaşından büyükler bu kurslardan muaf tutulacaklardır171.
Büyükelçi, bu kadar kısa sürede, bu kadar büyük başarının ve ilerlemenin
kaydedilmesini gerçekten çok dikkat çekici bulmaktadır.
Alman elçilik raporlarında harf inkılabının akisleri, inkılabın sıcak günleri
sonrasında da devam etmiştir. 4 Nisan 1929 tarihli ve Ankara mahreçli büyükelçi
raporu "Türk Dil ve Yazı Reformu”başlığı altında verilmiştir. Raporda, Latin
alfabesinin kabulünde ana gerekçenin okuma yazma oranının düşük olduğu gerçeği
hatırlatılmakta, Türk hükümetinin bu konudaki mücadelesinin kararlılıkla devam
ettiği bildirilmektedir. Yeni alfabenin öğrenilmesi yolunda halkın ilk zamandaki
heyecanını kaybettiği görüldüğü için, yetkililer okula gitmekle yükümlü olanların
kısmen taltiflerle kısmen de ceza tehdidiyle motive edilmesinin gerekliliğine
inanmaktadır 172.Yine, 10 Haziran 1929 tarihli "Türk Yazı ve Dil reformları" başlıklı
bir başka raporda, bundan böyle Arap alfabesinde yazılmış hiçbir yazının resmi
makamlarca kabul edilmeyeceği, Mısır, Suriye gibi diğer ülkelerden gelen posta ve
telgrafların da geri gönderileceği. Arap harfli başlıklı mektupların alınmasından
170
171
172
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624.
Battaloğlu, Çalık, agm., s. 226.
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624.
69
kaçınılacağı bildiriliyor. Ayrıca bu uygulamalarla Latin alfabesinin kabulünün milli
çabaların güçlenmesini sağladığı ve her şeyin Türkçeleştiği yorumu yapılmıştır 173.
Harf inkılabımız ve onu hazırlayan şartlar Almanlar tarafından çok yakından
takip edilmiştir. Gerek diplomatik kaynaklarda, gerek Alman basınında gerekse sair
Alman kaynaklarında Harf inkılabımızla ilgili materyal bulmak mümkündür.
İncelediğimiz Alman raporlarında, harf inkılabımıza müspet bir yaklaşım olduğunu
göstermektedir. Ancak yine aynı raporlar, harf inkılabının yaratacağı sorunları da
büyük bir açıklıkla ortaya koymaya çalışmaktadır. Onlar da başarılamayacağından
zaman zaman kuşku duydukları bu inkılabın, ancak Atatürk gibi bir lider tarafından
başarılabileceğini yaşayarak öğrenmişler ve hakkı teslim etmişlerdir.
2.5.NADOLNY ve TÜRK EKONOMİSİ
Türk-Alman ilişkilerinin ağırlık noktasını siyasal ilişkilerden çok ekonomik
ilişkiler oluşturmuştur. Savaştan sonra Türkiye, Alman sermayesi açısından büyük
imkanlara sahip bir ülke konumundaydı. Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile olan
siyasal ilişkilerinin soğukluğu, ekonomik ilişkiler bazında da Almanya’nın yanında
yer almasına neden oluyordu. Nitekim Nadolny, 1926 yılında kaleme aldığı
raporunda, Almanya’nın Türkiye’deki ekonomik çıkarlarına öncelikle vurgu yapmış
ve kültürel alanlardaki etkinliklerin başarısının da nihayet ekonomik ilişkilerin
düzeyine bağlı olduğu yazmıştır174. Türkiye’nin ekonomik sorunlarını kısa sürede
çözmek istediğini belirten Nadolny, bunun için Avrupa’dan yardım talep edildiğini,
ancak ülkenin yeniden ekonomik olarak yabancı etkisine girmek istemediğini; bu
173
Battaloğlu, Çalık, agm., s. 227.
174
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78625.
70
nedenle de, Almanya’nın ekonomik yaklaşımının sömürge anlayışından uzak olması
gerektiğinin altını çizmektedir 175.
Nadolny anılarında, göreve başlamasından hemen sonra gerekli antlaşmaları
yapmak için incelemeler yaptığını belirtmiştir. Türk yetkililerle bir araya geldiğini
onlara ne tür ticari antlaşmalar yapmak istediklerini yani, azami destekleyici anlaşma
mı, yoksa belirli tarifeye bağlı anlaşmalar mı yapmak istedikleri konusunda
görüştüğünü, Türklerin asla azami destekleyici anlaşma istemediklerini yazmaktadır.
Türklerin
azami
destekleyici
ticareti
yanlış
anlamalarından
dolayı
kabul
etmediklerini, kendisinin bu konuyu açıklamasından sonra bu yapıda bir antlaşma
yapılması konusunda hem fikir olduklarını belirtmiştir. Nadolny, anılarında,
toplantıdan sonra akşamleyin Alman Ticaret Heyeti onuruna Adnan Bey’in
bahçesinde yemek verildiğini ve talihsizlikle yağmurlu bir akşam olduğunu
nakletmektedir. Bir hamalın kendisini şemsiye ile koruduğunu, ama diğer
misafirlerin hepsinin ıslandığını yazmıştır. Nadolny, yağmura rağmen güzel bir gece
olduğunu ve güzel dostluklar kurduğunu anılarında kaleme almıştır 176.
Yapılan uzun görüşmeler neticesinde, Türk-Alman Ticaret Antlaşması 12
Ocak 1927 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Antlaşmayı Almanya adına Büyükelçi
Nadolny imzalarken, Türkiye adına da Adnan Bey imzalamıştır. Antlaşma iki yıl
sürecek
ve
istenilirse
uzatılabilecekti 177.
Nadolny,
Ticaret
Antlaşması’nın
imzalanmasını Alman politikasının yeni bir başarısı olarak değerlendirmiş, ayrıca
Almanya’nın Türkiye’den bu denli koruma ve yardım görmesinin önemini ve
başarısını vurgulamıştır. Nadolny’e göre, Ankara hükümeti de antlaşmadan memnun
kalmıştı. Hatta bu memnuniyet Türk basınına da yansımıştır. Türk basını özellikle de
antlaşmanın eşit şartlarda imzalanmasının üzerinde durmuş ve Türkiye’nin kazançlı
bir antlaşma imzaladığını yazmıştır 178. Elçi Almanya’nın, karşılıklı olarak benzer
haklarla, Türkiye ile bu tür antlaşma imzalayan ilk büyük devlet olduğunun atını
çizmiştir.
175
Koçak, age., s. 56.
Nadolny, age., s.101.
177
Yavuz, age., s. 417-418., BCA., f., 30.18.1.1., y. 24.28.3
178
Cumhuriyet Gazetesi, 5 Mayıs 1927, s.3.
176
71
Türk hükümetinin, ekonomik alanda yapacağı atılımlar için milli bir bankanın
varlığına ihtiyaç duymuş ve bu doğrulta da Merkez Bankası kurulması için çeşitli
girişimlerde bulunmuştur. Bu konuda sağlam adımlar atmak için yabancı uzmanların
da görüşlerinden faydalanılmaya çalışılmıştır. Nadolny, Türk yetkililerin isteği
doğrultusunda Reichsbank genel müdürü Hjalmar Schacht’a bu mesele ile ilgili bir
rapor hazırlaması için ricada bulunmuştur. Schacht, bu rapor doğrultusunda yerinde
durumu araştırması için Türkiye’yeKral Müller’i uzman olarak göndermiştir179.
Alman uzman, Ankara’da haftalarca kaldıktan sonra, raporu hazırlamış fakat raporun
çok olumsuz olmuştur. Hazırlanan rapor Nadolny’i de üzmüş olacak ki,Alman
uzmanın raporunu yumuşatması için çalışmalar yapsa da başarılı olamadığını
belirtmektedir. Raporun olumsuz olmasının en büyük nedeni olarak da 1929 Dünya
Ekonomik Krizi neden gösterilmiştir. Türkler az kapital olsa bile bir devlet bankası
olan Merkez Bankası’nı 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçirmeyibaşarmışlardır 180.
2.5.1.Nadolny ve Demiryolu Faaliyetleri
Anadolu’daki mevcut demir yollarının çoğunun temelini Osmanlı Döneminde
Almanya ile kurulan yakın ilişkiler neticesinde Almanlar atmıştır. Cumhuriyet
Türkiye’sinde de bu rolü yine Alman sanayisi ve sermayesi üstlenmiştir. Nadolny,
anılarında Türkiye’nin en acil ihtiyacı olan şeyin tren yolları olduğunu ve Alman
Büyükelçisi olarak bu konuda Türkiye’ye elinden geldikçe yardımcı olduğunu
yazmıştır 181.
Türk-Alman Dostluk Antlaşması, 1924 yılında imzalanması neticesinde
ilişkiler tekrar başlamış ve bu kapsamda ticari faaliyetler için girişimler olmuştur.
Deutsche Bank’ın 1926 yılında girişimlere başlayarak, takriben Mardin’den
Bağdat’ta kadar olan 50 km uzunluğa sahip olan demiryolu için girişimde
bulunduğunu belirten Nadolny, bu demiryolu daha önce de mevcuttu ama Arap
bölgelerinden ayrılması sonucunda Genelkurmayın askeri ve stratejik nedenlerden
dolayı bu hattın yapımına veto koyduğunu açıklamaktadır. Bu konunun iptalinden
179
BCA., f. 30.18.1.2., y, 2.17.28.
İlhan Tekeli, Selim İlkin, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Ankara 1981, s. 261.
181
Nadolny, age., s.105.
180
72
doğacak zarar konusunda Büyükelçi, İsmet Paşaile görüştüğünü bu imtiyazın basitçe
geri alınamayacağını, bilakis Deutsche Bankın başka bir imtiyazla bu zararının
tazmin edilmesi gerektiği hususunda İsmet Paşa’yatelkinlerde bulunmuştur.
Görüldüğü üzere Büyükelçi Nadolny, ekonomi konusunda ülkesinin çıkarlarını
korumak amacıyla zararın bir şekilde giderilmesi için İsmet Paşa’ya ve diğer
yetkililerle görüşmüştür. Bunun üzerine İsmet Paşa, Kayseri Ulukışla arasındaki 325
km’lik hattın yapımını Deutsche Bank’a teklif etmiş, ama Deutsche Bank bu teklifi
kabul bile etmemiştir. Nadolny, Deutsche Bank yetkilileriyle görüşse de bu katı
tavırlarında onları vazgeçirememiştir. Durum çıkmaza girince Nadolny, Dresdener
Bankın müdürü olan Jackob Goldschmidt’e görüşmüş ve ondan onay aldıktan sonra,
başka bir Alman bankası olan Orientbankın ile de anlaşarak Alman bankalarından
oluşan bir Konsorsiyum 182 oluşturarak zararı kapatmayı başardığını ifade
etmektedir 183. Büyükelçi Nadolny’nin yapmış olduğu arabuluculuk ve olumlu
çalışmalar iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da kuvvetlenmesine katkı sağlamıştır.
Kayseri Ulukışla hattının yapımında doğan ilişkiler neticesinde, ikinci bir hat
olan ve krom madeni nakledilecek Kütahya-Balıkesir hattının yapımı gündeme
gelmiştir. Bu, her iki hattın yapımı için 60 milyon lira tutarında bir alman tahvili
mülahazaya alınmıştı ve buda 120 milyon Mark demekti. Fakat Bankalar
konsorsiyumu Alman Reich hükümetinden garanti imkanı ve kefillik talep etmiş ve
bu konuda Nadolny yine iş başına geçerek teklifi kabul ettirmiştir. Bunun neticesinde
Türkiye Almanya’dan ilk kez tahvil almıştır. Bunun önemi ise, Türkiye
Cumhuriyetinin yabancı bir devletten almış olduğu ilk borç para olmasıdır. Almanya
açısında önemi ise, bu ticaret antlaşmasıyla önemli bir kazanç elde edilmiş ve
Almanları diğer yabancı devletlere oranla Türkiye’de daha itibarlı hale getirmiştir.
Her iki hattın yapımını da Julius Berger Tiefbau firması üstlenmiştir. Türkiye
Demiryolları Bakanı Behiç Bey Berlin’e gelerek 15 Haziran 1927 tarihinde
sözleşmeyi imzalamıştır 184.
Konsorsiyum, iki veya daha fazla işletmenin ortak bir amacı gerçekleştirmek için gerekli olan
finansman konusunda geçici olarak yaptıkları işbirliğidir. Projenin gerçekleşmesinden sonra yapılan
bu işbirliği geçerliliğini kaybetmektedir. Elde edilen kar ise işletmeler arası bölüşme sistemine denir.
183
Nadolny, age., s. 106.
184
Nadolny, age., s.106-107.
182
73
Mardin hattı bu keyfiyet altında elbette yapılmadı ve Deutsche Bank da
konsorsiyuma katıldı. Bu tahvilin bahşedilmiş olması ileride çok fayda sağlamıştır.
Bu kredinin 8 Milyon Lirası Alman tekerlekli malzemeleri için ayrılmıştır. Bir
müddet sonra, demiryolu yapımı için öngörülen paranın yetmediği anlaşılmış ve yeni
Türkiye Demiryolları Bakanı Recep Bey,Nadolny’e bu 8 milyon liranın da demiryolu
yapımının finansmanı için kullanılmasını teklif etmiştir. Türkiye’nin elinde tekerlekli
malzemeler savaştan dolayı ellerinde yeterince fazla kalmıştır. Onun için bu kredinin
demiryolu inşaatında kullanılması daha mantıklıydı. Almanya ise, 8 Milyon Liralık
krediyi ihracat yapılması için vermişti ve bu yüzden Deutsche Bank bu teklifi kabul
etmemiştir. Nadolny, bundan dolayı Recep Bey’e tekerlekli malzeme için ayrılan
krediyi, bir yıllık özel teçhizat için 8 milyon liralık krediyi kullanmasını teklif etmiş
ve bu teklif kabul etmiştir. Bunun sonucunda da Almanya’da Krupp Konsorsiyumu
oluşturulmuştu. Varılan mutabık neticesinde Türklerle üç yıllığına özel teçhizatla
ilgili 10,5 milyon Dolarlık bir sözleşme yapılmıştır.
Nadolny anılarında, Alman sanayisinin Türkiye’deki yatırımlarının önemine
değinmiş ve Alman basını da bu konuda Büyükelçiyi desteklercesine konuyla alakalı
olumlu haberler yapmıştır 185. Antlaşmadan önce Türkiye’de Westinghouse freni
kullanılırken antlaşmayla yerine Alman Knorr frenleri kullanılmaya başlanmıştır.
Nadolny’e göre, Alman sanayisi yurt dışındaki diğer rakipleri karşısında büyük bir
avantaj yakalamış ve gelecek için Türkiye’deki tercih edilme konumunu
pekiştirmiştir 186.
İlk
yıllarda Türkiye’de demiryolları konusunda Almanlar
çalıştırılırken, ilerleyen senelerde Almanya’ya demiryolu konusunda staj için 20 kişi
6 aylığına gönderilmiştir. Buradaki amaçta bu alanda nitelikli insan yetiştirmektir 187.
Türk hükümeti, Bağdat Demiryolu hattını Almanya’dan satın almak için
girişimlerde bulunmuş ve bu konu için yine Alman Büyükelçi Nadolny devreye
girmiştir. Elçi 4 Aralık 1926 tarihli raporunda, Türk hükümetinin Bağdat Demiryolu
hattını, Deutsche Bank’tan hisse senetlerinin çoğunun satın alınması yoluyla geri
almak istediğini yazmaktadır. Deutsche Bank yine bu konuda Türk hükümetine
zorluk çıkarmıştır. Başlayan görüşmeler kısa sürede askıya alınmıştır. Çünkü Türkiye
185
Türkische Post, 15 Haziran 1928, s. 3.
Nadolny, age., s. 107.
187
BCA., f. 30.18.1.2., y. 84.80.8.
186
74
satın alma işlemi için 30 milyon Fransız Frangı teklif ederken, Deutsche Bank ise 48
milyon Fransız Frangı talep edince görüşmeler çıkmaza girmiştir. Bunun üzerine Elçi
Nadolny’nin devreye girmesi ile ortak noktada buluşulmuştur.
Yukarıda ki ifadelerden ve raporlardan da anlaşılacağı üzere Büyükelçi
Nadolny, Türk-Alman ilişkilerinin sağlam temeller üzerine oturması için bir elçiye
oranla üstün hizmetler sunmuştur. Elbette ki bu yapmış olduğu hizmetler, elçinin
ülkesinin çıkarlarını ön planda tutmak ve Almanya adına Türkiye’de nüfuz
oluşturmak içindir.
2.5.2.Nadolny ve Uçak FabrikasıFaaliyetleri
Büyükelçi Nadolny, anılarında Türkiye’de bir uçak fabrikasının kurulması
konusunda bilgiler sunmuş ve bu konuda yapmış olduğu faaliyetleri detaylıca
yazmıştır. Almanların demiryollarından sonra Türkiye’deki yeni vazifesinin
Kayseri’de uçak fabrikasının kurulması konusunda aktif rol oynamak istediklerinin
altını çizmektedir. Yapılacak olan uçak fabrikası için Almanya Junkers firmasını
görevlendirmiştir. Nadolny’e göre, uçak fabrikasının Kayseri’de yapılamasının
nedeni; Kayseri’ye demir yolu bağlantısı olmadığı ve bunun üzerine bütün
malzemenin deve kervanları ile nakledilmesi gerektiği için bu çok zahmetli ve
yorucu bir iş haline dönüşüyordu. Elçi anılarında, bu işin zorluğunun yanında işi
daha zorlaştırıcı duruma sokan şeyin ise, Türklerin taleplerinin yüksek olduğunu ve
diğer taraftan, kendilerine mahfuz tuttukları hava hattı imtiyazını Lufthansa’ya
vermeye de yanaşmadıklarını yazmaktadır 188.
Türk hükümeti, Kayseri’de bir uçak fabrikası kurmak için girişimlerde
bulunmuş ve bunun neticesi olarak 1925 yılında Alman uçak fabrikası Junkers şirketi
ile Türkiye’de bir uçak ve uçak motoru fabrikası kurulması konusunda taslak
oluşturulmuştur 189. Hazırlanan taslağa göre şirketin sermayesi 7 milyon Alman
Markıdır. Varılan mutabıka göre fabrikanın hizmete girmesine dek Türk hükümeti,
uçak malzemesinin tümünü Almanya’dan satın alacaktı ve fabrikanın ihtiyaçları için
gerekli olan alüminyum, demir vb. malzemeleri sadece Junkers firması ile işletecekti.
188
189
Nadolny, age., s. 108.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 14.39.11.
75
Hazırlanan taslağın antlaşma metnine dökülmesi için İsmet Paşa, Nadolny’e, eğer bu
antlaşma gerçekleşirse Türkiye’nin Almanya’ya olan güveninin mihenk taşı
olacağını vurgulamıştır 190.
Alman Dışişleri Bakanlığı konuyla alakalı raporunda önemli iki konuya
değinmiştir. Bunlardan birincisi Türkiye’nin uçak sanayisi kurma konusunda
Almanya’nın destek vermesi gerektiğini ve Başvekil İsmet Paşa’nın bizzat konuyla
ilgilenmesidir. Diğer ikinci konu ise Türkiye’de yapılacak uçak fabrikası için
girişimlerde bulunan Junkers uçak şirketinin maddi olarak bu yatırımı yapabilecek
güçte olmamasıdır. Eğer Junkers firması Türkiye ile olası bir antlaşma yaparsa
Alman devleti olarak Türk-Alman iktisadi ilişkilerini korumak için tedbirler alınması
gerektiğini vurgulaşmıştır. Yapılan görüşmeler neticesinde ve Nadolny’nin de
katkılarıyla, Kayseri’de uçak ve uçak motoru fabrikası kurulmasına ilişkin antlaşma,
Türk hükümeti ile Junkers firması arasında 15 Ağustos 1925 tarihinde
imzalanmıştır191.
Antlaşmaya göre; Junkers firması Kayseri uçak fabrikasını iki aşamada
gerçekleştirecekti. Fabrika, 1926 yılının sonunda tamir yapabilecek konuma gelecek
ve 1927 yılı içinde ise uçak fabrikasını başlatacaktı. Fabrikasının inşaatı Alman
Philipp Holzmann şirketine ihale edilmiştir. Antlaşmayla alakalı ilişkileri iki ülkenin
büyükelçileri, ülkeleri adına takip etmişlerdir. Daha önce Alman Dışişleri
Bakanlığının bahsettiği gibi Junkers firmasının maddi olanaksızları gün yüzüne
çıkmaya başlamıştır. Alman yetkilisi Moltke, 21 Mayıs 1926 tarihli raporunda
Junkers firmasının karşılaştığı maddi sıkıntılara değinmiştir. Junkers’in olası iflasının
Türk-Alman iktisadi ilişkilerine büyük bir darbe vuracağını belirtilmiştir. Hatta Milli
Müdafaa Vekaleti’nin şimdiden Alman firmalarıyla işbirliği yapmaktan çekindiğini
ve Türkiye bu durum üzerine 1926-1927 yılları arasında askeri malzeme almayı
durdurduğunu rapor etmiştir. Nadolny’nin ve Alman Dışişleri Bakanlığının
çalışmaları ve raporları doğrultusunda Almanya, Türk-Alman iktisadi ilişkilerine
zarar vermemek için Junkers firmasının iflasını önlemiştir 192.
190
Koçak, age., s. 66-67.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Flugzeugfabrik, Ankara, B.753. BCA., F
30.18.1.1., Y 16.64.21.
192
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Flugzeugfabrik, Ankara, B.753.
191
76
Nadolny, 18 Eylül 1927 tarihli raporunda, daha iyimser ve ılımlı bir dille de
olsa, aynı endişeleri belirtmiştir. Nadolny, Kayseri uçak fabrikasının yakında
tamamlanacağını söylemekte, ancak Türk hükümetinin fabrikaya istediği ek binaların
yapılmasının olanaksız olduğunu belirtmiştir. Alman Hükümetinin desteği olmadan
projenin bitirilemeyeceğinin altını çizen Nadolny, Almanya’nın Türkiye’de Junkers
firmasının faaliyetlerine destek olması gerektiğini yoksa ilişkilerin sekteye
uğrayacağını vurgulamıştır.
Junkers’in mali sorunlarına karşın, Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi
(Tomtaş) adını alan Türk-Alman ortak kuruluşu tarafından yürütülen projenin ilk
aşaması kısa sürede, planlandığı gibi tamamlanmış ve Kayseri uçak fabrikası 6 Ekim
1926 tarihinde açılmıştır. Haberlerde, açılaşa Türk hükümetinin çok büyük önem
verdiğini ama açılışa Cumhurbaşkanının katılmadığını bunun yerine mektup
yolladığına dair haberler çıkmıştır 193.
Ayrıca Lufthansa, Türkiye’de hava ulaşımını kurmak için Junkers’ten sonra
girişimlerde bulunmuştur. Nadolny bu konuyla alakalı 1927 yılında yazdığı
raporunda Lufthansa’nın Türkiye’de hava ulaşım ağı kurulması yolunda bir antlaşma
imzalamak istediğini, Lufthansa’nın Müdürü Sachsenberg 19 Şubat tarihinde
Başvekil
İsmet Paşa’ya konuyla alakalı mektup
yollamıştır. Sachsenberg
mektubunda, Türkiye’nin uçuş hattını askeri nedenlerle arzu ettiklerini belirterek, bu
konun hem ekonomik hem de politik öneminin de göz önüne alınması gerektiğini
vurgulamıştır. Lutfhansa yetkilileri yapacağı çalışmalar için Türkiye ile iyi ilişkiler
kuran Büyükelçi Nadolny üzerinden yapmıştır. Lutfhansa Türkiye üzerinden, Sofya,
İstanbul, Ankara, Kayseri, Sivas, Diyarbakır, Van, Tebriz, Tahran ve Kabil’i de içine
alacak büyüklükte bir uçuş sahası için girişimlerde bulunmuştur 194.
Almanya’nın ekonomik olarak Türkiye’den çok büyük beklentisi vardı.
Bunun için Almanlar, Türk-Alman iktisadi ilişkileri konusunda çok hassas
yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bu konuda Büyükelçi Nadolny’e büyük görevler
düşmüştür. Almanya özellikle de ağır sanayi konusunda Türkiye ile ticari antlaşmalar
yapmak istemiştir. Çünkü I. Dünya Savaşından sonra Almanya’nın ticaret pazarları
193
194
Türkische Post, 8 Ekim 1926, s. 1.
Koçak, age., s. 72-73.
77
daralmış ve yeni pazarlara ihtiyacı vardı. Bu kapsamda Almanya kendisi gibi
ekonomik ilişkiler kurabilecek Türkiye ile yakın ilişkiler kurmuş ve ağır Alman
sanayisi için önemli bir merkez haline gelmiştir. İki ülke arasında çoğu zaman
Nadolny devreye girerek olumlu işler başarmıştır.
2.6.NADOLNY VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Büyükelçi Nadolny anılarında, Türkiye’nin dış politikasına da kayıtsız
kalmayarak önemli bilgiler sunmuştur. Nadolny’e göre, Cumhurbaşkanı Atatürk ’nin
dış politikada o vakitler esasen Rusya’ya ve Almanya’ya yakınlaştığını ve bu
ülkelerle
yoğun
ilişkiler
içine
girildiğini
yazmaktadır.
Çarlık
dönemi
emperyalizminden yüz çevirmiş olan Rusya ile 17 Aralık 1925 yılında bir Dostluk ve
Saldırmazlık Antlaşması imzalanmıştır195. Nadolny, Türkiye’nin mümkün oldukça
komşularıyla ve Avrupalı büyük devletlerle dirsek teması içinde olmaya gayret
ettiğini yazmaktadır 196.
Nadolny’e göre, Almanya’nın iktisadi ve kültürel yönden diğer devletlere
oranla ilk sırada yer aldığını ve Atatürk ’nin, Alman dostu olduğunu belirtmiştir.
Hatta Atatürk ’nin, Ankara yakınlarındaki çiftliğini Alman şirketi olan Philipp
Holzmann & Co firması tarafından inşa edildiğini ve çiftlik için gerekli olan birçok
eşyanın da Almanya’dan getirtilmiştir 197. Nadolny,anılarında Cumhurbaşkanı
Atatürk ’nin yaşamış olduğu bir olayı hatıralarında yer vermiştir. Hatta Atatürk ’nin
bir keresinde gecenin ilerlemiş saatinde İngiliz ve Fransız askeri ataşelerini yanına
çağırttığını ve onlara ülkelerinin Almanya’ya karşı daha iyi davranış sergilemeleri
gerektiğini, Almanya günün birinde tekrar güç kazanabilir ve onların bu yaptıkları
nahoş sonuçlara sebep olabilir demiştir. Bu iki bey bu izahatlara karşı kendilerini
savundular ve kendilerinin diplomat olmadıklarını sadece subay olduklarını beyan
ettiler ise de, Atatürk işte bu yüzden kendilerine kendisi de asker olarak böyle
konuştuğunu açıkladı” demiştir. Nadolny, Atatürk ’nin muhtemelen o gece alkollü
olduğunu en büyük şansın ise bu olayın ataşeler tarafından kendi ülkelerine
195
Çağatay Benhür, Stalin Dönemi Türk-Rus İlişkileri (1924-1953), Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler EnstitüsüBasılmamış Doktora Tezi, Konya 2008. s. 125.
196
Nadolny, age., s. 108.
197
BCA., f. 30.18.1.2., y. 45.38.4.
78
bildirilmemiş olmasıdır. Aksi takdirde Fransa ve İngiltere ile diplomatik krize neden
olabileceğini ifade etmiştir 198.
Türkiye dış politika olarak her türlü yayılmacı düşünceye karşı olmuş ve
yurtta sulh cihanda sulh düşüncesiyle dış politikasına yön vermeye çalışmıştır. Berlin
Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa 1928 yılında Almanya Başbakanı Schubert ile
Almanya’nın Avusturya politikası (Anschuluss) hakkında görüşmüştür. Sami Paşa,
Almanya’nın Avusturya’ya olan ilgisinin bir ilhak politikası olmadığı inancını
taşıdığını Almanya Başbakanı Schubert’e belirtmiştir. Schubert ise, Avusturya ile
sadece kültürel yakınlıktan dolayı yakın ilişkiler kurduklarını ifade etmiştir. Buda
Türkiye’nin her türlü yayılmacı politikaya karşı olduğunu göstermektedir 199.
Nadolny, anılarında ve raporlarında Türk-İtalyan ilişkilerine de yer vermiştir.
İki ülke arasındaki soğukluğu gidermek için uğraştığını fakat bunun kolay olmadığını
ifade etmektedir. Türkiye ile İtalya’nın arasını bulmak için Nadolny yakın dostu olan
İtalya Büyükelçisi Orsini Baroni ile bu konu için çok defa görüştüğünü fakat
görüşmelerin olumlu sonuç vermediğini yazmaktadır. Çünkü İtalyanlar, on iki adayı
ve hemen Türkiye topraklarının yanı başında bulunan küçük bir ada olan
Castellorizo’yu I. Dünya Savaşında ilhak etmişlerdi. Bu adanın ele geçirilmesi
anlamına geliyordu ve bu konu Türk kamuoyunu en fazla meşgul eden bir husus
olmuştu. Ayrıca Almanya’nın İtalya’nın yayılmacı politikasına açıktan açığa destek
vermesi Türk hükümetinin gözünden kaçmamıştır. Konuyla alakalı Hariciye Vekili
Tevfik Rüştü, Berlin ziyaretinde 22 Nisan 1930 tarihinde, Almanya Dışişleri Bakanı
Steresmann ile görüşmüş ve konunun ehemmiyetini açıkça ifade etmiştir. Yine bu
konuyla alakalı bir gün sonra da Almanya Cumhurbaşkanı Hindenburg ile görüşme
yaparak, Türkiye’nin her türlü yayılmacı politikaya karşı olduğunu belirtmiştir. Eğer
Almanya, İtalya’nın yayılmacı politikasını desteklemeye devam ederse bunun TürkAlman ilişkilerine olumsuz yansıyacağını açık açık Almanya Cumhurbaşkanı
Hindenburg’a söylemiştir 200. İtalya Büyükelçisi Orsini Baroni’nin olumlu çalışmaları
neticesinde Tevfik Rüştü ile Mussolini görüşme yapmışlar, ama kullanılan dil Türk-
198
Nadolny, age., s. 109.
Koçak, age., s. 30-31.
200
Koçak, age., s. 32-33.
199
79
İtalyan ilişkilerine çok az bir katkı sağlamıştır. Çünkü İtalya yayılmacı politika
düşüncesinden asla taviz vermemiştir.
Nadolny, 13 Nisan 1930 tarihinde Alman Dışişleri Bakanlığı’na Tevfik
Rüştü’nün uyguladığı dış politikaya dikkat edilmesi gerektiğine dair rapor yazmıştır.
Tevfik Rüştü’nün kendisine güvenen bir yapısının olduğuna ve bu güveni Başvekil
İsmet Paşa ile Cumhurbaşkanı Atatürk ’den aldığını rapor etmiştir. Tevfik Rüştü’nün
sarf edeceği sözlerin aynı zamanda Cumhurbaşkanı ve Başbakanın sözleri
olabileceğini onun için Türk-Alman ilişkileri açısında önemli bir konuma sahip
olduğu ifade etmiştir 201.
Nadolny, anılarında Almanya Dışişleri Bakanı Stresemann’a bir keresinde
Almanya’nın Türkiye, Rusya, İtalya ve Macaristan ile ittifak yapmasını tavsiye
ettiğini, bunun için de ilişkilerin yeteri kadar olgunlaştığını yazmıştır. Fakat
Nadolny’nin bu teklifi tartışma konusu olmadan gündemden kaldırılmıştır 202.
Türkiye Almanya’dan sonra en çok Sovyet Rusya ile yoğun ilişkiler içine
girmiştir. Bu yakınlaşma özellikle de Çarlık Rusya yıkılarak yerine Sovyet Rusya’nın
iktidara gelmesi ve Kurtuluş Savaşı Döneminde Rusya’nın özellikle de silah
yardımıyla Türkiye ile ilişkileri başlamıştır. Cumhuriyet Türkiye’sini tanıyan ilk
büyük devletlerden biri olan Rusya Almanya’dan sonra Ankara’da elçilik binası
yapan ikinci devlet olmuştur 203. Sovyetler Birliği 19 Nisan 1926 tarihinde Ankara’da
yeni büyükelçilik binasını Atatürk, Sovyet Büyükelçi Surits ve diğer devlet
adamlarının katıldığı bir resepsiyon ile açmıştır 204.
Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Çiçerin Almaya Başbakanı Schubert’e,
Türkiye’deki iç ve dış politika hakkında detaylıca bilgi sunmuştur. Çiçerin’e göre,
Kemalizm, eskinin yanlışını düzelterek, karışık ve çok uluslu bir imparatorluğu
yıkarak, Türk ulusuna dayanan küçük, fakat güçlü bir ulusal devlet yaratma
amacındaydı. Türkiye, ekonomik sıkıntılar içinde olması nedeniyle kredi şeklinde
borç almaya hazır olmakla birlikte, sömürge devleti de olmak istemiyordu. Türkiye
tıpkı bu konuda Sovyetler Birliği gibi davranıyor ve onu örnek alıyordu. Hatta
201
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Türkei Politik, R. 78485.
Nadolny, age., s. 109.
203
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B 3, 975.
204
Benhür, age., s. 132.
202
80
ekonomik sistem de Sovyetler Birliğindeki gibi uygulanmaya çalışılıyordu. Bu arada
ilk denemeler ve çalışmalar başarılı olmuştu. Oysa Türkiye bunu Sovyetler
Birliğindeki siyasal sistemi kabul etmeden uygulamaktaydı. Bu ise Çiçerin’e çok
ilginç geliyordu 205. Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Türkiye sistem
olarak özellikle de ekonomi alanındaki yapılanması komünist ekonomi sistemine
benzemektedir. Çünkü Türkiye ekonomi olarak devletçi politika izlemiştir. Bunun
nedeni ise özel teşebbüsü gerçekleştirecek zenginlikle insanların yok denecek kadar
az olmasıdır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3.ANKARA’NIN İKİNCİ ALMAN BÜYÜKELÇİSİ FREDERİC VON
ROSENBERG
3.1.Frederic Von Rosenberg’in Hayatı
Frederic von Rosenberg, 26 Aralık 1874 tarihinde Berlin’de doğmuştur.
Rosenberg, Prusyalı bir Tümgeneral olan Johann von Rosenberg ile İngiliz vatandaşı
olan Amy Emmeline Brook’un oğludur. Rosenberg eğitim hayatına Königsberg’in
Preussen kasabasında başlamış ve liseyi Preussen’de bitirmiştir. Yükseköğrenimine
hukuk alanında 1894 yılında başlamış ve hukuk eğitimini tamamlamak için Bonn ve
Berlin gibi şehirlerde 1897 yılına kadar bulunmuştur. Almanya’nın Jena şehrinde 2
Ağustos 1897 tarihinde İrtifak Hakları (Kamu hukuku) üzerine doktora tezini yazan
Rosenberg, staj eğitimine Prusya’nın çeşitli bölge mahkemelerinde başlamış ve daha
sonra Berlin’deki Eyalet Mahkemesinde stajını 25 Mart 1903 tarihinde
205
Koçak, age., s. 28.
81
tamamlamıştır. Hakim adaylığı sınavlarından iyi derecede not alarak hakimlik
unvanını kazanmıştır 206.
Rosenberg, askerlik hizmetine 1 Ekim 1897 tarihinde başlamış 30 Eylül 1898
tarihine kadar bir yıl gönüllü süvari alayında askerliğini yapmıştır. 1900 yılında
Alman hükümetinde önce Teğmenliğe, daha sonrada Üsteğmenliğe terfi etmiştir.
Rosenberg, Prusyalı Korgeneral Charles Theremin’in kızı Marie Luise Henriette
Theremin ile 6 Kasım 1900 tarihinde Kassel’de evlenmiştir 207. Bu evliliğinden 1901
ve 1911 yılları arasında çiftin biri erkek ve dördü kız olmak üzere beş tane çocuğu
dünyaya gelmiştir. Rosenberg, İngilizce ve Fransızca dillerini iyi derece de
bilmektedir.
3.1.2.Rosenberg’ın Memuriyet ve Siyaset Hayatı
Rosenberg,
memuriyet
hayatına
17
Nisan
1903
tarihinde
Alman
konsolosluğunun dış hizmetlerinde stajyer memur olarak başlamıştır. Daha sonra ise,
konsolosluğun ticaret politikası, personel yönetimi ve hukuk bölümlerinde görev
almıştır. Rosenberg, 28 Mart 1905 tarihinden 5 Haziran 1906 tarihine kadar Alman
İmparatorluğunun ticaret bölümünde konsolos yardımcısı kimliği ile memuriyet
hayatına devam etmiştir. Stajyer memuriyetliğini 30 Ekim 1907 tarihinde
tamamlayan Rosenberg, konsolosluk bünyesinde yapmış olduğu başarılı çalışmalar
neticesinde 23 Aralık 1907 tarihinde Müşavirlik unvanını kazanmıştır 208. 1910
senesinde hukuk bölümü işlerinden ayrılarak, siyaset alanında yoğunlaşmıştır.
Dışişleri Bakanlığı tarafından Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan ve Osmanlı
Devletinde içine alan Doğu Bloğu siyaseti alanında görevlendirilmiştir.
Rosenberg dokuz yıldır yapmış olduğu hizmetlerin karşılığı olarak 7 Aralık
1912 tarihinde meclis üyeliğine ve divan başkanlığına seçilmiş ve böylece Dışişleri
Bakanlığında en üst mevkilerden birine yükselmiştir 209. Sofya’da ülkesi adına koloni
206
Schöningh, age., L-R, s. 726.
Winfried Becker, Frederic von Rosenberg Korrespendenzen und Akten des Deutschen Diplomaten
und Aussenministers 1913-1937, Müchen-Oldernburg 2011. s. 7.
208
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg,
Band. 2, 012596.
209
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg,
Band. 2, 012596.
207
82
çalışması yaptıktan sonra, Bulgaristan’ın doğusunda ortaya çıkan iç karışıklığın
biran evvel bitmesi girişimlerde bulunarak iç karışıklığı 6 Eylül 1915 tarihinde
bitirtmiştir. Bu başarısından sonra 1916 senesinde gizli meclis üyeliğine seçilen
Rosenberg,
1916
senesinde
Brest-Litovsk’daSovyet
Rusya
ilebarış
görüşmelerindeAlmanheyetine başkanlık yapmıştır. Brest-Litovsk’da ki barış
görüşmelerine kadar doğu cephesinde bulunmuş ve görüşmelerde olumlu işler
yapmıştır. Bu başarısından dolayı 8 Aralık 1917 tarihinde Başbakan tarafından
olağanüstü elçi unvanıyla takdir edilmiştir 210. Başarılarından ötürü Dışişleri
Bakanlığına üst düzey daimi memur olarak atanmıştır. Bakanlık Müsteşarı Richard
Kühlmann’ın vekaleti ile 1917 yılının Aralık ayı sonu, barış görüşmelerinden 3 Mart
1918
tarihindeki
Brest-LitovskAntlaşmasına
kadar
görevini
Alman
İmparatorluğunun resmi emriyle yürütmüştür. Daha sonra, 7 Mayıs 1918 tarihinde
Romanya ile yapılan barış antlaşmasında Osmanlı Devletiyle Balkan Devletleri
arasında ki anlaşmazlıkları çözmek için arabuluculuk görevini üstlenmiştir.
Dışişleri Bakanlığı tarafından Rosenberg, 23 Kasım 1918 tarihinde Bern’e
maslahatgüzar olarak tayin edilmiş, fakat İsviçre’nin samimi olmayan tavrı nedeniyle
görevini tam olarak yapamamıştır. Dışişleri Bakanı Herrmann Müller (SPD)
Rosenberg’i 18 Temmuz 1919 tarihinde sürpriz bir şekilde Dışişleri Bakanlığının
politika bölümüne atamıştır 211. Fakat Rosenberg kendi sınırlarını aşarak İmparator ile
Papa arasındaki ilişkiye müdahil olunca 5 Ağustos 1919 tarihinde geçici olarak
emekliye ayrılmak zorunda kalmıştır 212. Kısa süren emekliliğinden sonra Rosenberg
19 Ocak 1920 tarihinde Viyana’daki Alman Büyükelçiliğinde Almanya’nın
politikasını geliştirmek ve nüfuzunu artırmak için yetkilendirilmiştir.
Rosenberg, 2 Şubat 1921 tarihinde Kopenhag’a Alman Büyükelçisi olarak
atanmıştır. Kopenhag’daki başarılı çalışmaları neticesinde Başbakan Wilhelm Cuno
Hükümetinin Bakanlar Kabinesi tarafından yapılan seçimle 22 Kasım 1922 tarihinde
Rosenberg Alman İmparatorluğunun Dışişleri Bakanlığına seçilmiştir. Rosenberg,
kendisini bu makama layık gören Cumhurbaşkanına, Başbakana ve çalışma
210
Schöningh, age., s. 726.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg,
Band. 2, 012596.
212
Becker, age., s. 8.
211
83
arkadaşlarına sonsuz teşekkür etmiş ve bu göreve layık olacağına dair söz
vermiştir 213.
BaşbakanWilhelmCunoHükümetininDışişleri Bakanı olan Rosenberg, genç
AlmanCumhuriyetinin ensıkıntılıdönemlerinden birinde Kasım 1922ve Ağustos1923
yılları arasında görevini yapmıştır. BaşbakanWilhelmCuno, Rosenberg’den Fransız
işgalcilere karşı hem “Dizanteri Savaşını’’ başarılı bir şekilde yönetmesini hem de
cumhuriyetin neredeyse parçalanmasına neden olan siyasi krizlere karşı diplomatik
bir çözüm bulmasını istemiştir. Aslında çözülmesi güç olan bu krizlere karşı bireysel
küçük başarılar elde etse de genel olarak Dışişleri Bakanı olarak başarısız olmuştur.
Dışişleri Bakanı Frederic von Rosenberg, 1923 yılı yazında Dışişleri Bakanlığı
görevinden istifa etmiştir 214. Rosenberg, diplomatik hizmete geri döndükten sonra
politikadan tamamen geri çekilmiştir. Dışişleri Bakanlığı görevinde başarısız olsa da,
ona diplomatik camiada kazanmış olduğu saygınlıktan hiçbir şey kaybettirmemiştir.
Rosenberg, Dışişleri Bakanlığındaki görevinden istifa ettikten sonra,
Fürstenzell’deki Niederbayern’deki aile konutunda bir müddet dinlenmeye
çekilmiştir. Dış politika alanında önemli tecrübeleri olan Rosenberg bir yıllık aradan
sonra 30 Mayıs 1924 tarihinde Almanya’nın Stokholm Büyükelçisi olarak
Stokholm’a tayin edilmiştir. Weimar Cumhuriyeti döneminde önce, üst düzey Alman
askeri yetkilisi olan Hermann Göring uyguladığı kötü politika yüzünden sürgün ülke
olan İsveç’de Almanya’nın çıkarları büyük oranda zarara uğramıştır. Rosenberg,
İsveç’de ülkesinin kötü imajını ortadan kaldırmak ve Almanya’nın itibarını İsveç’de
tekrardan kazandırmak için üstün çalışmalar yapmıştır. İsveç’deki büyükelçilik
görevinden 28 Ekim 1933 tarihinde sağlık sorunları sebebiyle ayrılmak zorunda
kalmıştır 215.
Rosenberg ilk memuriyet yıllarında birlikte olduğu ve sıkı ilişkiler kurduğu,
Dışişleri Bakanı Neurath vesilesiyle 1 Aralık 1933 tarihinde, Nadolny’den boşalan
Ankara Büyükelçiliğine atanmıştır 216. Rosenberg 59 yaşında Ankara’nın ikinci
213
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg,
Band. 2, 012596.
214
Becker, age., s.8.
215
Schöningh, age., s. 727.
216
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg,
Band. 2, 012596.
84
Alman Büyükelçisi olmuştur. Yaşlı Büyükelçi ağır kalp rahatsızlığı olmasına rağmen
bu görevinde bir buçuk yıl kadar devam etmiştir. Yorgun ve yaşlı bedeni artık onun
bu görevi yapmasına engel olunca 9 Haziran 1935 tarihinde Büyükelçilik görevinden
ayrılmak zorunda kalmıştır. Kendi isteği ile 24 Temmuz 1935 tarihinde aktif
memuriyet hayatına son vererek emekliye ayrılmıştır. Rosenberg’in ilk yurtdışı
durağı olan Antwerp’te yakalandığı sıtma enfeksiyonundan dolayı her zaman sağlık
sorunlarıyla yaşamıştır. Rosenberg, Fürstenzell’de 30 Temmuz 1937 tarihinde kalp
krizinden dolayı 63 yaşında vefat etmiştir 217.
Rosenberg, memuriyet ve siyaset hayatında önemli görevlerde bulunmuş, bir
diplomat, bir siyaset adamı, bir hukukçu ve Almanya için önemli başarılara imza
atmış bir Büyükelçi olarak ülkesine 32 yıl hizmet etmiş bir devlet adamı kimliği ile
tarih sayfalarında kendisine önemli bir yer edinmiştir.
3.2.ROSENBERG’İN TÜRKİYE’YE GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİĞİ
Nadolny’den sonra Almanya’nın Ankara büyükelçiliği iki yıla yakın boş
kalması Türk hükümetinin gözünden kaçmamış ve durum hakkında Berlin’e rapor
yollanmıştır. Bunun üzerine Almanya, F. Hans von Rosenberg’i Ankara’ya
Büyükelçi olarak atamıştır 218. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğretim
görevlisi olarak Türkiye’de yaşayan Alman Frizt Neumark, Rosenberg hakkında
anılarında Rosenberg’in son derece silik bir kişiliğe sahip olduğunu ve yaşlı
Büyükelçinin Ankara Büyükelçiliğine atanmasını Hitler’in Türkiye’ye verdiği önemi
gözler önüne serdiğini ifade etmiştir 219.
Rosenberg, 11 Aralık 1933 tarihinde Çankaya’da Dışişleri Bakanı Tevfik
Rüştü Aras’ın da katıldığı bir törenle Atatürk’e güven mektubu ile birlikte
Hindenburg’un imzalanmış bir fotoğrafını takdim etmiştir 220. Atatürk de o günlerde
Berlin’e
217
dönmekte
olan
Berlin
Büyükelçisi
Kemaleddin
Sami
Paşa’yla
Becker, age., s.9.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Akten von Rosenberg und Türkei, Band.3, R.28590.
219
Frizt Neumark, Boğaziçine Sığınanlar 1933-1953, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Çev. Şefik
Alp Bahadır, İstanbul 1982, s.74.
220
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 12 Aralık 1933, s.3.
218
85
Cumhuriyet’in Onuncu Yıldönümü dolayısıyla gerek şahsı gerekse Alman milleti
tarafından samimi ilgi ve tebriklere teşekkür mektubu ile birlikte imzalı bir
fotoğrafını göndererek mukabele etmiştir. Kemaleddin Sami Paşa 21 Şubat 1934
tarihinde Cumhurbaşkanı von Hindenburg’u Berlin’deki sarayında ziyaret ederek
Atatürk’ün mektubunu ve imzalı fotoğrafını Hinderburg’a sunmuştur 221.
Rosenberg, güven mektubunu sunduktan sonra Nadolny’den kalan yarım
işleri tamamlamak için çalışmalarına başlamıştır. Rosenberg’in önemli bir özelliği
ise Almanya lideri Hitler’in Türkiye’ye atadığı ilk büyükelçi olmasıdır. Rosenberg,
İsveç’teki büyükelçilik görevinden sağlık sorunları sebebiyle ayrılmıştır. Onun için
ikinci Alman Büyükelçisi olan Rosenberg sağlık sorunları yüzünden gerektiği kadar
Ankara’daki görev yerinde bulunamamış daha çok İstanbul’da görevini yürütmeye
çalışmıştır.
Rosenberg’in yaş haddi ve sağlık sorunları yüzünden 24 Mayıs 1935 tarihinde
emekliye ayrılması gündeme gelmiş ve bu nedenle de Türkiye’den ayrılmak
durumunda kalmıştır. Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği, aradan yaklaşık bir bucuk
yıl geçtikten sonra, yeniden boş kalacaktır 222.
Rosenberg, 7 Haziran 1935 tarihinde Ankara’dan ayrılmadan bir gün evvel, 6
Haziranda Cumhurbaşkanı Atatürk ile son bir kez görüşme yapmıştır. Büyükelçinin
aynı gün kaleme aldığı raporunda, önde gelen Türk yöneticilerin Almanya için sıcak
dostluk
duyguları
içeren
konuşmalar
yaptıklarını,
fakat
bunun
bir
ölçü
sayılmayacağını, doğu kültüründe bu tarz ayrılıkların geleneksel ayrılış törenleri her
zaman birbirine benzediğini yazmaktadır. Rosenberg, Türkiye’de görev yaptığı süre
içinde gözlemlerine dayanarak, Atatürk ile İnönü’nün “Yeni Almanya”ya ve lideri
Hitler’e gerçekten sempati duyduklarını, bunun nezaketten öte bir samimiyet
olduğunu ifade etmektedir. Başbakan İsmet İnönü’nün, Almanya ile ilgili haberleri
her gün takip ettiğini belirten Rosenberg, gerçekten de Cumhurbaşkanı ile Başvekilin
221
222
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 23 Şubat 1934, s. 1-2.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Akten von Rosenberg und Türkei, Band.3, R.
28590.
86
düşüncelerinin hükümetin ve kamuoyunun düşüncelerini
yansıttığını rapor
etmiştir 223.
Tevfik Rüştü Aras’ında düşüncelerinin de kamuoyunu yansıttığını ve onun
için dikkate alınması gereken birisi olarak Aras’ı açıklamıştır. Aras’ı soğuk ve
gerçekçi olarak tanımlayan Rosenberg, Aras’ın asla rol yapmayacağını açıklayarak,
onun Almanya karşıtı olarak değerlendirmenin yanlış olacağına dikkat çekmektedir.
Büyükelçinin Türk Dışişleri Bakanı Aras hakkında ki gözlemleri gerçekten
önemlidir. Çünkü Alman Dışişleri Bakanı Neurath’ın aksine, Aras’ın Almanya
karşıtı olmadığını aksine iki ülke arasındaki olumlu ilişkileri devam ettirmek için
uğraşan iyi niyetli bir Dışişleri Bakanı olarak tasvir etmesi, Aras’ın iyi bir Dışişleri
Bakanı olduğunun göstergesidir. Birinci Alman Büyükelçi Nadolyn’i de Aras için
takdire şayan sözler etmesi Türk diplomasisi açısından çok değerlidir 224.
3.2.1.Rosenberg’in Türk İç PolitikasınaBakışı
Rosenberg, Türkiye’de görev yaptığı bir buçuk yıl içinde gözlemlerini kaleme
almıştır. Rosenberg’e göre, özellikle İstanbul’un hala eski güzelliğini ve ihtişamını
korumaktadır.Türk hükümeti elinde daha da güzelleştirildiğini ifade etmiştir. Kendisi
de hala İstanbul gibi her şeyiyle mükemmel bir şehrin başkentlikten arındırılıp yerine
Ankara’nın başkent ilan edilmesine anlam veremediğini yazmaktadır. Rosenberg,
güven mektubunu sunmak ve görev yeri olan Ankara’ya gitmek için İstanbul’dan
ayrılmıştır. İstanbul’dan tren yoluyla Ankara’ya yolculuk yapan Rosenberg, yol
boyunca gördüklerinden ötürü, Anadolu’nun hala çok kırsal olduğunu ve İstanbul ile
Anadolu arasındaki farkın çok olduğunu belirtmiştir. Aralık ayı içinde Ankara’da
olan Rosenberg, Ankara’nın gelişmekte olan bir şehir olduğunu yazmakta ve bu
konuda daha önceden öğrendiği bilgilerden ziyade yaşanabilir bir başkent yolunda
önemli gelişmelerin olduğunu raporlarında yazmaktadır. Anadolu coğrafyasını iyi
223
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Akten von Rosenberg und Türkei, Band.4, R.
012592.
224
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Akten von Rosenberg und Türkei, Band.4, R.
012594.
87
bilen Rosenberg, Türk hükümetinin kısa sürede önemli başarılara imza attığını, kısa
sürede yapılan başarıların önemine dikkat çekmiştir 225.
Ankara’da mevcut olan bataklıkların artık kalmadığını modern şehir olma
yönünde Türk hükümetinin önemli çalışmalar yaptığını yazan Rosenberg, ama hala
da çok yapılması gereken çalışmanın olduğunun önemini belirtmiştir. Rosenberg,
eşine Ankara’dan yolladığı mektubunda, Türkiye’nin özellikle de İstanbul’un tarihsel
ve kültürel olarak çok zengin olduğunu özelliklede deniz kenarında ki yalıların ve
Osmanlıdan kalma sarayların şahane olduklarını yazmıştır. Ankara’nın ise
gelişmekte olan bir kasaba olduğunu ve burada yaşamın kolay olmadığını ama
alışmakta zorluk çekmediğini ifade eden Rosenberg, en kısa zamanda eşinin de
Türkiye’ye gelmesini mektubunda yazmaktadır 226.
Rosenberg, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yapmış
olduğu inkılaplar sayesinde modernleşme yolunda büyük adımlar attığını, bunu da
Atatürk ve yakın arkadaşlarının başardığının altını çizmektedir. Türkiye’nin bu denli
gelişmesinde Almanya’nın etkin şekilde rol oynamasının gurur verici olduğunu ifade
etmiştir. Türkiye’de yapılan yenilik adımlarının altında Almanların imzasının
olmasından dolayı mutlu olduğunu ve kendisinin de her alanda Türkiye’ye destek
olacağını raporlarında belirtmiştir227.
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’nin hala gelişmeye ve
kalkınmaya ihtiyacı olduğudur. Nadolny’e göre, Rosenberg Türkiye hakkında
özellikle de Ankara hakkında daha olumlu düşünceler içinde olmuştur. Çünkü
Nadolny Ankara’ya geldiğinde büyük hayal kırıklığına uğramıştı. Buna sebep olarak
da Ankara’nın bir köyden farkının olmaması o zamanın şartlarında tek odalı bir
otelin dahi olmaması, her yerin bataklık olması, iki katlı bir binanın olmaması, her
yerin çamurlu yollardan ve evlerinde kerpiçten olması gibi daha bir sürü nedenden
dolayı hayal kırıklığı yaşamıştır. Rosenberg, Nadolny’e göre daha şanlı olmuştur.
Çünkü Türk hükümeti Ankara’nın gelişmesi ve imarlaşması için yoğun çalışmalar
225
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg,
Band. 4, 012591.
226
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg,
Band. 4, 012593.
227
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg,
Band. 4, 012593.
88
içine girmiş ve Ankara’yı daha yaşanabilir hale getirmek için bayındırlık hizmetleri
yapmıştır.
3.2.2.Rosenberg’in Türkiye Hakkındaki Görüşleri
Yabancı devlet adamları yanı diplomatlar, elçiler ya da büyükelçiler görev
aldıkları ülkelerde, kendi ülkelerinin birer ajanı gibi görev yapmışlardır. Görev
yaptıkları ülkelerde ne oluyor ne bitiyor en ince ayrıntısına kadar raporlar tutarak
ülkelerine yollamışlardır. Ankara’nın ikinci Alman Büyükelçisi Rosenberg’de
Türkiye’de olup biten her şeyi tek tek rapor ederek ülkesine yollamış ve ülkesinin
çıkarlarını korumak için gerekli çalışmaları yapmıştır. Rosenberg’in yollamış olduğu
raporlara baktığımız zaman en ufak olayları bile nasıl rapor ettiğini göreceğiz.
Rosenberg, 4 Kasım 1934 tarihinde Dışişleri Bakanlığına yazdığı raporunda
29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyetinin 11. Kuruluş Yıl Dönümü kutlamaları hakkında
bilgi sunmuştur. Rapora göre, Cumhurbaşkanı tebrikleri kabul etmek için öğleyin
Büyük Millet Meclisi binasında, kabine üyelerini, yetkili başkanları, Ankara’da
bulunan diplomatik misyonerleri, Balkan toplantısı için Ankara’da toplanan
Balkanlar Birliğinin Temsilcileri olan, Bakan Titulescu, Maximos, Pesmazoglu ve
Yugoslavya Dışişleri Bakan Yardımcısı Puritschi’i karşılamıştır. Raporda da
anlaşılacağı üzere, kutlamalara birçok yabancı ülkenin temsilcileri katılarak Türkiye
Cumhuriyetine verdikleri önemi göstermişlerdir.
Türkiye Cumhuriyetinin 11. Kuruluş Yıl Dönümü kutlamaları için İran ve
Irak pilotları gösteri uçuşları yapmıştır. Halkın aktif katılımı ile geleneksel resmigeçit
yapılmış ve sadece Ankara ile Polatlı topçu birliklerinde konuşlu garnizonlar geçit
töreni sunmuşlardır. Kara birliklerinin harika bir gösterisi ile festival için 1000 den
fazla pilot uçuş gerçekleştirmiştir 228.
Rosenberg raporunda, Türk hükümetinin resmi baloyu Yugoslavya Kralı
Aleksander’in cenazesi nedeniyle iptal ettiğini bu davranışın nezaket kuralları
228
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 78530.
89
açısından son derece önemli olduğunun altını çizmiştir. Gayri resmi balonun ise her
sene olduğu gibi, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından halk evinde organize edildiğini
yazmaktadır. Ayrıca Ulusal Bayram vesilesiyle İçişleri Bakanlığına ait yeni büyük
binanın da açılışının yapıldığını rapor etmiştir 229.
Cumhurbaşkanı Atatürk, Balkan ülkelerinin ve diplomatik kolordunun230
huzurunda Türkiye Büyük Millet Meclisini açmış ve açılışta önemli noktalara
değinmiştir. Cumhurbaşkanı, sanayi programının uygulanmasındaki ilerleme
hakkında yaptığı konuşmada, demiryolu ağının genişlemesinin memnuniyetinden
bahsederek ve Türk dış ticaretinde ihracatın gelişmesinden memnun olduğunu, ayrıca
parlamentonun ihtiyatlı yaklaşımını, sağlam ekonomi politikası sayesinde Türk para
biriminin istikrarlı olduğunun altını çizmiştir. Atatürk iç politika alanında, Sağlık
Bakanının çalışmasından övgüyle bahsettikten sonra, Cumhurbaşkanı, kültürel
soruları cevaplamaya başlamış ve bu bağlamda, tarih biliminin çalışmalarına,
özellikle kalpten desteklediği Türk dilinin yenilenmesi çalışmalarına kısaca
değindikten sonra, Türk müziğinin yeniden yapılanmasının acilliğine vurgu
yapmıştır. Basının da belirttiği gibi, Atatürk konuşmasını, Arap ve Farsçadan arınmış
Türkçe sözlerle sürdürmek için gayret ettiğini ifade etmiştir. Rosenberg raporunda,
Atatürk ’ün yapmış olduğu inkılapların aynı zamanda ilk uygulayıcısı olduğunu da
ifade etmiştir 231.
Rosenberg, 22 Mart 1934 tarihli raporunda yine iç politika konularına
değinmiştir. Başbakan İsmet Paşa’nın Türk inkılabının anlamı ve amacı üzerine,
yerel halk evinde yapmış olduğu konuşması hakkında Paşa’nın düşüncelerine yer
vermiştir. Rapora göre, İsmet Paşa’nın bu konuşması hoparlör aracılığıyla halka
duyurulmuştur. İsmet Paşa,Türk inkılabını iki cephede birden sürdürülen bir savaş
olarak tanımlayarak, Türk halkının sadece ülkedeki dış düşmanın istilasına karşı
değil, daha çok eski Osmanlı saltanatının çürük sistemine karşı mücadele etmek
durumunda kaldığını belirtmiştir.
229
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten, R. 78530.
230
Devlet adamlarının bir araya gelmesine denir.
231
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 78530.
90
Raporda önemli nokta ise, Türk hükümetinin dış düşmanlardan daha çok
Osmanlı döneminden kalma çürük sistemin ülkenin ilerleyişinde en büyük engel
olduğuna dikkat etmek gerekir. Çünkü yabancı düşmanları bir şekilde saf dışı
edebilirsiniz ama kendi içinizdeki tabulaşmış kuralları kolay kolay söküp
atamazsınız. Türk inkılabı en çok kökleşmiş bu sistemden dolayı uygulamada zorluk
çekmiştir.
İsmet Paşa konuşmasında, Türk inkılabının, Osmanlı rejimi zamanında
yapılan reform girişimlerinin devamı olarak algılanmasının gerçekleri yansıtmadığını
ve Türk devrimi sayesinde, Türk halkı özgürlüğünü yüzyıllardır Osmanlı
yönetimindeki tıpkı kalın duvarlarla hapseden yönetim sisteminden kurtardığını
söylemiştir. Türk devrimi ilk anından itibaren gücünü halktan alarak beslenmiş,
halkın desteği ve isteğiyle halk kendi devrimini yapmıştır. Türk devriminin nihai
amacı ise, herhangi bir dogmaya karşı körü körüne bağlanmak ve diğer insan
topluluklarına karşı herhangi bir saldırı isteği bulunmayan, Türk halkına mümkün
olan en iyi gelişimi sağlamak ve toplumsal ilerlemeyi aktarmaktır ve bunun için
yapılmıştır. İsmet Paşa konuşmasını şu cümlelerle sonlandırmıştır; “Türk devrimini
anlamak, sevmek ve tamamen teslim olmak, Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal’i
anlamak, sevmek ve onun tarafından gerçekleştirilen ideallere kendini adamakta,
aynı anlamı taşır’’ demiştir 232.
Rosenberg, 4 Aralık 1934 tarihinde Alman Dışişleri Bakanlığına gönderdiği
raporunda ise, İktisat Vekaletinin dokuz yabancı uzmanı davet etmek istediğini ve bu
amaçla da Zürih’teki “Notgemeinschaft Deustcher Wissenschaftler im Aussland” ile
ilişki kurulduğunun doğruluğunu onaylamaktadır. İktisat Vekaleti Ticaret Dairesi
Müdürü bizzat Zürih’e giderek çoğu mülteci olan 35 profesör ve bilim adamıyla
görüşmeler yapmıştır. Türkiye’ye davet edilen bilim adamları beş yıllık ekonomik
kalkınma projesi kapsamında görev alacaklardı. Türkiye, bu arada Alman uzman Dr.
Rahn ile de görüşmeler yapılmış ve daha kesin anlaşmaya varılamamıştır. Ayrıca
ekonomi uzmanı Dr. Porten ise Türkiye’deki görevine devam etmekteydi. Ankara
Ziraat Yüksek Okulu Rektörü Alman Falke, Almanya’dan Prof. Dr. Gustav
232
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 78530.
91
Gassner’ide Türkiye’ye davet etmiştir. Rosenberg, raporunda diğer yandan İstanbul
Ticaret Yüksek Okulunda üç İsviçreli öğretmene görev verildiğini yazmaktaydı 233.
İsveç’ten öğretmen çağırılmasının nedeni olarak da o okulun müdürünün İsveç’te
eğitim
görmesine
bağladığını
yazmaktadır 234.
Rosenberg
raporunda,
Türk
hükümetinin artık önceliği Alman bilim adamlarına vermediğini ve diğer ülkelerdeki
bilim adamlarına ve hocalara yöneldiğini, bunun da zamanla Türkiye’nin Alman
etkisinden çıkacağının altını çizmektedir.
Cumhurbaşkanı
Atatürk,
Türkiye
Cumhuriyetinin
10.Kuruluş
Yıl
Dönümünde yapmış olduğu konuşmasında Türk müziğinin de reform edilmesi
gerektiğini vurgulamıştı. Alman Büyükelçi Rosenberg de bu konuyla alakalı 2 Mayıs
1935 tarihinde Alman Dışişleri Bakanlığına yolladığı raporda, Türk hükümetinin,
Müzisyen Prof. Dr. Paul Hindemith’in izin süresini Mayıs ayı sonuna kadar
uzatılması gerektiğini talep etmektedir 235. Hindemith’in, bu sayede reform
programını tamamlayacağını vurgulamaktadır. Rosenberg raporunda, Alman kültür
propagandası için büyük önemini vurguladığı Hindemith’in çalışmalarının Sovyet
sanatçıların ziyaretiyle gözden düştüğünü bildirmektedir. Rosenberg konuyla alakalı
8 Mayısta yine Alman Dışişleri Bakanlığına rapor yollamıştır. Raporda,
Hindemith’in Türkiye’deki başarılı çalışmalarını detaylıca anlatan Rosenberg, yine
Sovyet misafir sanatçıların Türkiye’ye gelmesiyle Hindemith’in Alman kültürünü
yaymakta zorluk çektiğini ve gözden düştüğünü bir kez daha vurgulamıştır. Sovyet
misafir sanatçıların kısa sürede müzik konusunda Türkiye’deki yapılanma
reformunda öncü olduklarını, onun için Hindemith’in bir müddet daha Türkiye’de
Alman kültür propagandası yapması için kalması gerektiğini yazmıştır 236.
Yukarıda ki raporda dikkat edilmesi gereken nokta ise, Almanya’nın kültürel
olarak Türkiye’de etkin rol almak istediğini göstermektedir. Ayrıca Sovyet
Rusya’nın siyasi olaylardan sonra Türkiye’deki kültürel konularla da ilgilendiğini ve
bu çerçevede Nisan ayının sonları ve Mayıs ayının ilk günlerinde Sovyet Kemancı
233
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 78488.
234
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 78488.
235
BCA., f. 30.12. 1.2., y. 45.36.16.
236
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 78530. BCA., f. 30.12. 1.2., y. 45.36.16.
92
Blinder Ankara ve İstanbul’da çeşitli konserler vermiştir. Blinder’in konserleri her
iki şehirde de önemli ilgi uyandırmış ve büyük katılım sağlanmıştır B durum Sovyet
sanatçıların Türkiye’de etkin rol oynadığını gözler önüne sermektedir 237. Rosenberg,
Türkiye’deki Alman nüfuzunu korumak için yaşanan her türlü gelişmeyi ülkesine
rapor etmiştir. Almanya, Türkiye’nin zamanla Sovyet etkisi altında kalmasından
açıkça çekinmektedir.
Rosenberg, Dahiliye Vekaletinden Türk-Alman ilişkilerini zor durumda
bırakacak bir rapor aldığını ifade etmiştir. Franz Werfel adında bir Çek yazar “Musa
Dağında 40 Gün” başlığı altında, Ermeni olaylarını hikaye eden bir eser
yayınladığını yazmıştır. Bu kitabın Almanya’da satışının en kısa zamanda
engellenmesi gerektiği Rosenberg’e bildirilmiştir. Rosenberg ise, Almanya
Propaganda Bakanı Goebbels’e konuyla alakalı detaylıca rapor yollamıştır.
Propaganda Bakanı Goebbels’de, Rosenberg’in raporuna karşılık adı geçen kitabın 3
gün içinde bütün Almanya’da toplatıldığına dair mektup yollamış ve mektubunda
ayrıca şu ifadeleri kullanmıştır; “Türkiye ile dostluğumuza en ufak bir gölge
düşmemesine o kadar özenliyiz ki, bu hususta her şeyi yapmaya hazırız” demiştir 238.
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Almanya, Türkiye için hassas olan
konularda da özen göstermeye çalışmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken diğer
husus ise Almanya’da bir Propaganda Bakanlığının olmasıdır. Çünkü Almanya başka
ülkelerde kendi politikasını yaymak ve Alman nüfuzunu geliştirmek için verdiği
önem neticesinde Propaganda Bakanlığı’nı oluşturmuştur.
Türk Basını, Alman Propaganda Bakanı Goebbels tarafından Almanya’ya
davet edilmiştir. Türk basın heyeti, 23 Nisan-8 Mayıs 1935 tarihileri arasında
Almanya’ya ziyareti gerçekleştirmiştir. Roseneberg’de bu konuyla alakalı hazırlık
yapılması gerektiğine dair Goebbels’e rapor yollamıştır. Türk basın heyetinde
Milliyet gazetesinden Ahmet Şükrü Esmer, Cumhuriyet gazetesinden Abidin Daver,
Vakit gazetesinden Asım Us ve Matbuat Umum Müdürlüğünden Burhan Belge yer
almıştır. Ziyaret 23 Nisanda başlamış ve Almanya’nın sırayla Breslau, Dresden,
Münih, Koblenz, Berlin ve Hamburg şehirleri ziyaret edilmiştir. Türk basın heyeti,
237
Benhür, age., s. 596.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 78530.
238
93
Hitler’in iş kamplarını ziyaret etmiş ve Propaganda Bakanı Goebbels’in konuşmasını
dinlemişlerdir. Daha sonra da, 2 Mayıs da Hitler tarafından kabul edilmişlerdir 239.
Yukarıda ifadelerden de anlaşılacağı üzere Başbakan Hitler ve Propaganda Bakanı
Goebbels, Türk basın heyetine gerektiğinden fazla ilgi göstermişlerdir. Buradaki
amaç ise, basının halk üzerindeki etkisini ve önemini bilen Almanların Türk basın
heyetini etkileyerek Almanya yanlısı yazılar yazmalarını umut etmişlerdir.
3.3.ROSENBERG ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Türk dış politikası Atatürk’ün ünlü sözüyle “Yurtta Sulh Cihanda Sulh”
çerçevesinde uygulanmıştır. Türkiye dünya barışı için yapılmış her türlü politikanın
içinde yer alacağını gösterircesine her türlü uluslararası cemiyetlerde yer almıştır.
Cumhurbaşkanı, dış politika açısından Türkiye’nin bilinen genel sözleşmelere
uyacağını, gelecekte de uluslararası işbirliği gücüne ve dünya barışına kendisini
adamış olacağını ifade etmiştir. Dünya kamuoyunda artan milli savunma adına
yapılan silahlanma yarışına dikkat edilmesi gerektiğinin önemini vurgulayan Atatürk,
ayrıca her türlü yayılmacı politikaya karşı olduklarını ve dünya barışının korunması
için ne yapılması gerekiyorsa Türkiye olarak hazır olduklarını ifade etmiştir. Ayrıca
Atatürk, Türkiye’nin etkin rol oynadığı Balkan Paktının da yayılmacı güçlere karşı
oluşturulan bir güvenlik duvarı olduğunun önemini vurgulamıştır 240.
Almanya Hitler önderliğinde yeni yola girerek dünya barışını tehlikeye atacak
adımlar atmaya başlamıştır. Nitekim 16 Mart 1935 tarihinde Versay Antlaşmasının
yasakladığı zorunlu askerlik hizmetini yeniden kurduğunu dünya kamuoyuna ilan
etmiştir. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Rosenberg, 21 Nisan 1926 tarihli
raporunda Türkiye’nin bu konuya yaklaşımına değinmiştir 241. Rosenberg, Türk
hükümetinin Almanya’nın Cenevre’de devam eden Silahsızlanma Konferansından
çekilmesini üzüntüyle karşılandığını elçiye belirtmiştir. Fakat Türkiye, Alman
ordusunun yeniden kurulmasını hiçbir kötü gözle görmemekte ve bu konuda olumsuz
bir değerlendirme yapmamıştır. Hatta Türkiye genel siyasi duruma göre bu
Asım Us, Asım Us’un Hatıra Notları 1930-1950, Kitapevi Yay., Ankara 1996, s. 99-106.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 78530.
241
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 012595.
239
240
94
gelişmeden memnunluk duymuştur. Çünkü Türk ordusu Alman savaş sanayinden ve
deneyiminden fazlasıyla yararlanmak istemekteydi.
Bu raporda dikkat çeken nokta ise, Almanya’nın çekilmesi üzerine Cenevre
Silahsızlanma Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasıdır. Bunun sonucunda da
Milletler Cemiyeti, Avrupa’da barış ve güvenliğin tehlikeye düşmesinden tedirgin
olduklarını açıkça ifade etmişlerdir. Milletler Cemiyeti, Almanya’nın kararını tekrar
gözden geçirmesini bir kez daha talep ederken, diğer yandan da, Almanya’nın
yeniden silahlanmasından aynı derece endişe duymuştur. Türk hükümeti ise bunu
fırsata çevirmek için Boğazların Lozan Antlaşmasıyla silahtan arındırılmış statüsünü
tam bu sırada uluslararası politika gündemine taşımak istemiştir. Bununla birlikte
Türkiye’de, Milletler Cemiyetinin Almanya’yı kınama politikasına, onun hemen
antlaşmalara saygı göstermesini ve hemen Milletler Cemiyetine geri dönmesi için
yapılan çağrıya katılma kararı almıştır 242.
Cenevre Silahsızlanma Konferansında Türk ve Sovyet heyetlerinin askeri
konularda ortak hareket etme kararı almışlardır. Buna göre Türkiye ve SSCB genel
ve tam silahsızlanma ilkesini savunmuşlardır 243. Rosenberg, 17 Nisan 1934 tarihli
raporundaTevfik Rüştü Bey’in dün kendisini ziyaret ettiğini ve görüşmenin ağırlık
konusunun Almanya’nın silahsızlanma konusu oluşturmuştur. Aras, Büyükelçi
Rosenberg’e Almanya’nın silahsızlanma konusunun dünya barışı için sorun teşkil
edip etmeyeceği sorusu üzerine, Rosenberg Almanya’nın kendi güvenliği için her
türlü adımı atmaya hakkının olduğunu savunmuştur. Aras’ın daha sonra, bu konuda
hem İngiltere hem de Fransa’nın tepkisinin ne olacağı konusundaki sorusuna ise
Büyükelçi bunun Dışişleri Bakanlığınca cevaplanması gerektiğini Aras’a belirtmiştir.
Ayrıca Rosenberg Almanya’nın tekrardan silaha sarılmasının savaş için olmadığını
daha çok güvenlik amaçlı olduğunu ifade etmiştir. Elçiye göre, İngiltere ve Fransa
Avrupa’da silah sanayisi alanında çok güçlü olduklarına ve Almanya olarak buna
kayıtsız kalınamayacağını savunmuştur. Aras göre, eğer Almanya silahlanma
kararından vazgeçmez ise, Fransa ve İngiltere’nin de tekrardan silaha sarılacağını ve
buda dünya barışı için atılan adımların boşa çıkacağını söylemiştir. Rosenberg,
242
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 012591.
243
Benhür, age., s. 570.
95
raporunda Tevfik Rüştü Bey’in, Almanya’nın dileğini çok anlaşılabilir ve çok ümit
verici bulduğunu, askeri politik ayrımcılığın Avrupa’nın kalbinde bir son olması
gerektiğini ifade etmiştir 244.
Türkiye aynı zamanda İtalya’yı da yakinen takip etmiştir. İtalya’nın saldırgan
politikasına en büyük desteği ise Almanya vermekteydi. Nitekim İtalya, 3 Ekim 1935
tarihinde Habeşistan'a saldırmış ve birkaç ay sonra da ülkeyi ilhak ettiğini
açıklamıştır. Türkiye Milletler Cemiyeti'nin kararına uyarak, İtalya'ya karşı alınan
ekonomik önlemlere katılmıştır. Ayrıca Habeşistan olayı, Türk-Alman ilişkilerini
doğrudan etkilemiştir; çünkü İtalya'nın Akdeniz üzerinde egemenlik kurma yolunda
attığı bu ilk ve önemli adım, sonuçta Almanya tarafından da destekleniyordu. Bu
destek Türk hükümetinin gözünden kaçmamıştı. Nihayet Almanya ile İtalya arasında
kurulacak yakın işbirliği, Avrupa, Balkanlar ve Akdeniz'de güç dengesini önemli
ölçüde değiştirebilecek önemli askeri ve siyasi gelişmelere neden olabilirdi.
Almanya'nın İtalya’nın yanında açıkça yer alması, İtalya'dan çekinen Ankara'nın
güzünde, bu ülkeyi karşı tarafta yer almış bir ülke görünümüne sokuyor ve sonuçta
Türk-Alman ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir 245.
3.3.1.Rosenberg ve Balkan Paktı Meselesi
Balkan Paktının kurulmasına yönelik çalışmalar 1930’lu yılların başında
yoğunlaşmış ve Türkiye’nin de aktif rol almasıyla 1933 yılında önemli noktaya
gelmiştir. Türkiye, Yunanistan Yugoslavya ve Romanya’dan oluşan Balkan Paktı;
Türkiye’nin açısından, Balkanlar üzerinden yönelebilecek herhangi dış kaynaklı
saldırılara karşı, özellikle de İtalya’nın saldırısına karşı önemli bir güvenlik duvarı
oluşturacağı düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Balkan Antantı 9 Şubat 1934 tarihinde
Balkan Devletleri arasında imzalanmıştır 246.
Fabricius, daha Balkan Paktı imzalanmadan birkaç ay önce kaleme aldığı
raporunda, Almanya’nın Türkiye’nin Balkanlarda etkin rol oynayarak, Balkan
244
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 78488.
245
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten,R. 012591.
246
Armaoğlu, agm., s. 319.
96
Devletleri’nin siyasi ve az da olsa askeri işbirliğini sağlamaya yönelik olan
çalışmaları desteklemediklerini, Balkan Paktının kurulmasını hiçbir şekilde arzu
etmediklerini ve bunun gerçekleşmemesi için gerekli çalışmaların yapılacağını
yazmıştır 247. Çünkü Almanya iktisadi ve siyasi nüfuz kurmak istediği Balkanların bir
paktla güçlü olmasını istememekteydi.
Nitekim Almanya, Balkan Paktına karşı olduğunun ilk resmi göstergesini
Dışişleri Bakanı Neurath’ın Ankara’yı 1934 yılının ilkbaharında ziyaretini ertelemesi
ile göstermiştir. Hatta 30 Ekim’de bu ziyaretin ilkbahar aylarında yapılacağı Türk ve
Alman basınında yer almasına rağmen ziyaret gerçekleşmemiştir. Almanya, Balkan
Paktı’nı kendisine karşı yapılmış bir hareket olarak kabul etmiş ve antlaşmaya karşı
olumsuz tutumunu bu yolla adeta bir protesto mahiyetinde göstermiştir. Çünkü
Neurath’ın 7 Mart 1934 tarihinde Rosenberg’e yolladığı raporunda; 1934 yılının
ilkbaharında Ankara’da toplanacak olan Balkan Devletleri Dışişleri Bakanlarının
toplantısı nedeniyle, söz konusu ülke temsilcileriyle görüşmek istemediğini ve bu
yüzden Türk hükümetine gerekçeli uygun bir açıklama yapılması gerektiğini
yazmıştır 248.
Almanya’nın Türkiye’nin oluşumunda etkin rol oynadığı Balkan Paktının 9
Şubat 1934 tarihinde kuruluşuna karşı takındığı olumsuz tavır ve bu tavrın Alman
Dışişleri Bakanı Neurath’ın ziyaretini bu gerekçe ile ertelemiş olmasına, Türk
hükümeti sert bir şekilde tepki vermiş ve iki ülke arasında diplomatik olarak
gerginlik yaşanmasına neden olmuştur 249.
Bu sırada Almanya’nın izlemiş olduğu iç ve dış politikaya ilişkin Türk
basınında haberler çıkmıştır. Falih Rıfkı Atay’ın kaleme aldığı “Zamanımız” başlıklı
yazısında; Almanya’nın yapmış olduğu dış politikanın kendi güvenliği için gerek
olduğunu özelliklede yeniden zorunlu askerlik hizmetini uygulamasını olumlu bir
adım olarak göstermektedir 250. Burhan Bey’in kaleme aldığı “Almanya ve Avrupa”
başlıklı yazıda ise, Almanya’nın Versay zincirlerini bir bir kırdığını ve Avrupa
247
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten, R.78492.
248
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten, R.78492.
249
Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl Anılar-Yorumlar, C. II, TTK. Yay., Ankara 1980, s. 58.
250
Hakimiyeti Milliye, “Zamanımız”, 26 Şubat 1934, s. 2.
97
siyasetinde hak ettiği yeri almak istediğini yazmaktadır 251. Vakit gazetesinde ise yine
“Almanya’nın Silahsızlanma Meselesi” hakkında detaylıca haber yapılmış ve
Almanya’nın bu yolda attığı adımların haklı olduğu yazılmıştır. Türk basınında da bu
tarz Almanya yanlısı haberlerin çıkması, Almanya’ya karşı olumlu bakış açısını
göstermektedir 252. Aslında bu olumlu havanın da en büyük nedeni Almanya’nın Milli
Mücadelen sonra Türkiye’nin yanında madden ve manen yer alması ve dostane
ilişkiler içinde olmasından kaynaklanmaktadır.
Rosenberg, 5 Ekim 1934 tarihli raporunda Dışişleri Bakanı Neurath’ın
Ankara ziyaretinin ertelenmesi üzerine ziyaretin en kısa zamanda gerçekleşmesi
gerektiğini ifade etmiştir. Rosenberg’e göre, Balkan toplantısının Türkiye ayağı Ocak
ayında gerçekleşecektir ve bu ziyaretin Ocak ayından önce Kasım ya da Aralık
aylarında uygun olacağını belirtmiştir. Rosenberg raporunda, ertelenen ziyaretin
Türkiye ile olan ilişkilere zarar verdiğini yazmıştır. Rosenberg, Dışişleri Bakanı
Aras’ın ve Türkiye’nin ruh halinin Almanya’ya karşı tekrardan onarılması için etkili
bir yolduğunu savunmaktadır. Çünkü dün sona eren İsveç Kraliyet çiftinin üst düzey
ziyareti, ulusların meclisinde tamamen eşdeğerli olabilme duygusunun sağlanması
hususunda Türklerin ne kadar hassas olduklarını bir kez daha göstermiştir. Türklerin
bu tarz ziyaretlere büyük önem verdiğini onun için yapılacak yeni ziyaretin Almanya
Dışişleri Bakanı Neurath’ın yapmasının çok etkili olacağının altını çizmektedir.
Ayrıca raporda, Rusya’nın Türkleri Almanlara karşı kışkırttığını ve Türkiye’nin
Rusya etkisinde kaldığını ifade etmiş, bu ziyaretle hem Rusların kışkırtmaları
engellenecek hem de oluşan buzların eriyeceğini savunmuştur. Rosenberg raporunda,
Dışişleri Bakanı Neurath’ın Türkiye’ye gelirken, Cumhurbaşkanına ve Başbakana
herhangi güzel bir hediyenin sunulmasının Türkleri mutlu edeceğini de belirtmiştir.
Ayrıca Dışişleri Bakanı Aras’a da bir hediye takdim edilmesinin çok yerinde
olacağını, çünkü Aras’ın duygusal bir yapıya sahip olduğunu ve Neurath’a karşı
önceki kırgınlığının ortadan kalkacağını savunmuştur. Hediye olarak, Osmanlı öncesi
geçmişi olan, Türk halkıyla ilişkili orijinal veya kopyası olan herhangi bir müze
parçası söz konusu olabileceğini ya da modern Alman teknikli, daha önce birkaç kez
251
252
Hakimiyeti Milliye, “Almanya ve Avrupa”, 6 Şubat 1934, s. 3.
Vakit, “Almanya’nın Silahsızlanma Meselesi”, 30 Şubat 1934, s. 1.
98
hediye edilen radyo veya araba gibi yüksek kaliteli hediyelerin de etkili olacağının
önemine vurgu yapmıştır 253.
Rosenberg, ziyaretin iptal edilmesi üzerine oluşan hayal kırıklığının Tevfik
Rüştü Bey’i çok etkilediğini ve yeni bir ziyaretin en kısa zamanda gerçekleşmemesi
durumunda Türk-Alman ilişkilerine büyük zarar vereceği sözleriyle raporunu
Dışişleri Bakanı Neurath’a yollamıştır.
Rosenber’in, raporunda da anlaşılacağı üzere Dışişleri Bakanı Neurath’ın ilk
ziyaretinin ertelenmesi Türk hükümetini huzursuz ve mutsuz ettiğini göstermektedir.
Nazi dönemi Alman politika anlayışı iki ülke arasında kurulan güzel ilişkilere ne
yazık ki zarar vermeye başlamıştır. Ayrıca raporda dikkat edilmesi gereken nokta ise,
Rusya’nın Türkiye’yi Almanya’ya karşı kışkırttığı ifadesidir. Buradan da anlaşılacağı
üzere Türkiye eskisi kadar Almanya’ya güvenmemekte ve Nazi Almanya’sına karşı
diğer devletlerle yakınlaşma politikası içine girmeye çalışmıştır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4.ANKARA’NIN ÜÇÜNCÜ ALMAN BÜYÜKELÇİSİ FREİDRİCH VON
KELLER
4.1.Freidrich von Keller’in Hayatı
Freidrich von Keller, 7 Kasım 1873 tarihinde Münih’in Tutzing kasabasında
dünyaya gelmiştir. Keller, kralın süvari birliği ordusunda üst düzey komutan olan
Hassold’li Eugen Keller ile Berta Keller’in oğludur. Keller, 12 Ekim 1905 tarihinde
İrena von Landmann ile evlenmiştir. Bu evliliğinden dört tane çocuğu dünyaya
gelmiştir. Eşi İrana, Bavyera’nın asilzade ailelerinden olduğu için kendisi de
Bavyera’nın asilzadelerinden sayılmıştır.
Keller eğitim hayatına doğum yeri olan Tutzing’de başlamıştır. Lise
öğrenimine 1888 yılında Ausburg’da başlayan Keller, Münih ve Würzburg’ta lise
253
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden
Staaten, R.78488.
99
öğrenimini 30 Eylül 1892 tarihinde tamamlamıştır. Keller, üniversite hayatına 1892
yılında hukuk alanında Würzburg Üniversitesinde başlamış ve daha sonra, Münih ile
Berlin şehirlerinde okuyarak 18 Temmuz 1895 tarihinde hukuk bölümünden iyi
dereceyle mezun olmuştur. Girmiş olduğu hukuk sınavlarında başarılı olması
neticesiyle 1896 yılında hukuk alanında doktor unvanını almıştır. Keller, hukuk
eğitimini bitirdikten sonra, mecburi iki yıl olan staj eğitimine Berlin Adliye
Mahkemesinde başlamış ve stajını tamamlamıştır. 1 Kasım 1905 tarihinde gönüllü
olarak orduda üsteğmen olarak görev yapmıştır. Daha sonra ise, yüzbaşı rütbesine
yükselmiş ve Temmuz 1918 tarihinde binbaşı rütbesini olarak askerlik hizmetini
tamamlamıştır. Keller, iyi derecede İngilizce ve Fransızca dillerine hakimdir 254.
4.1.2.Keller’in Memuriyet Hayatı
Keller, memuriyet hayatına 30 Eylül 1899 tarihinde Dışişleri Bakanlığı
bünyesinde stajyer memur olarak konsolosluk biriminde başlamış ve bir yıl sonra ise,
Mayıs 1900 tarihinde Dışişleri Bakanlığının personel ve idare dairesinde görevine
devam etmiştir. Hukuk eğitimini başarıyla bitirip doktor unvanını aldığı için aynı yıl
içinde Bakanlığın hukuk bürosunda görev yapmıştır. Keller, 18 Ağustos 1901
tarihinde ilk yurt dışı görevini Kahire Konsolosluğu’nda memur olarak sürdürmüş ve
daha sonra yetkili vize konsolosluğu biriminde çalışmıştır. Kahire’deki görevini
tamamladıktan sonra, 14 Temmuz 1902 tarihinde Güney Afrika’da genel
konsolosluk biriminde 1904 yılına kadar bulunmuştur. Güney Afrika’dan dönünce
Konsolos Lourenço Margues bünyesinde komiserlik görevini yürütmüştür. Dışişleri
Bakanlığı tarafından Keller, 19 Aralık 1904 tarihinde başkonsolos olarak
Hindistan’ın Kalkuta şehrine tayin edilmiş ve Hindistan’da dört yıla yakın kalarak
görevini icra etmiştir 255. Keller, Hindistan’da başkonsolosluk görevinin yanında, aynı
zamanda ülkesinin çıkarlarını korumak için koloni çalışmaları da yapmıştır.
Keller uzun yıllar yurt dışında görev yaptıktan sonra, 1 Mayıs 1908 tarihinden
itibaren Dışişleri Bakanlığının adalet işleri dairesinin başına müdür olarak atmış ve
daha sonra sırayla Dışişleri Bakanlığına bağlı vatandaşlık hukuku bölümü ve
254
Schöningh, age., G-K, s. 498-499.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, A. 007139.
255
100
yabancılar dairesi şube amirliğini yapmıştır. Yapmış olduğu görevlerde başarılı
olması neticesinde Kasım 1908 tarihinde daimi memur unvanıyla memuriyet
hayatına devam etmiştir. Keller’in, on üç yıllık memuriyet kariyeri 14 Ağustos 1912
tarihinde asıl meclis üyeliğine seçilmesiyle onurlandırılmıştır 256. Meclis üyeliğinin
yanında aynı zamanda icra kurulu sözcülüğü görevinde de bulunmuştur. Dışişleri
Bakanlığı bünyesinde 1915 yılında Keller, gizli görevlerde bulunmak üzere yabancı
ülkelerde görevlendirilmiştir.
Keller, yurt dışında görev yaparken eşine yazdığı mektuplarda ülkesinin
çıkarlarını korumak için yoğun bir çalışma temposu içine girdiğini yazmış ve bu
yoğunluk yüzünden çocuklarıyla eşine yeterince zaman ayıramadığından dolayı dert
yanmıştır. Gerçekten de baktığımız da Keller, Dışişleri bünyesinde çok yoğun bir
çalışma içine girmiş ve kendisine verilen görevleri eksiksiz şekilde yapmaya
çalışmıştır. Hukuk doktoru olan Keller, bir yanda da hukuk alanında kendini
geliştirerek profesör olmak için hukuk sınavlarına hazırlanmıştır. Başka bir yurt dışı
görevi için 8 Mart 1916 tarihinde Viyana’da pasaport şube dairesinde bulunmuştur.
Aynı yıl içinde Keller gizli meclis üyeliğine seçilerek memuriyet hayatında önemli
bir noktaya yükselmiştir. Ağustos 1920 tarihinde Belgrad’da dışişleri bakanlığı adına
özel görevler için yetkilendirilmiştir 257. Keller, Almanya’nın en sancılı dönemleri
olan 1921 yılında I. Dünya Savaşı yıllarında Batı ve Güney Avrupa bölgelerinin
delege başkanlığını yapmıştır 258.
Keller, Weimar Cumhuriyeti kurulduktan sonra, ilk görevine Şubat 1924
tarihinde Bürüksel Büyükelçisi olarak tayin edilmesiyle başlamıştır. Keller, ülkesinin
kaybetmiş olduğu itibarını Brüksel’de tekrardan inşa etmek için büyükelçi sıfatıyla
yine yoğun bir çalışma temposuna girmiştir. Brüksel’de dört yıla yakın büyükelçilik
yaptıktan sonra, Mart 1928 tarihinde büyükelçi olarak Arjantin’in başkenti Buenos
Aires’e tayin edilmiştir. Keller, güven mektubunu Arjantin Devlet Başkanına ancak 9
Aralık 1928 tarihinde sunmuştur. Çünkü o dönemin şartlarında Arjantin’e zor ulaşan
Keller dokuz ay gecikmeli olarak resmen görevine başlayabilmiştir. Buenos Aires’te
256
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, A. 007139.
257
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, A. 007139.
258
Schöningh, age., s. 499.
101
beş yıla yakın büyükelçilik yapmış olan Keller, 24 Aralık 1932 tarihinde görevinden
alınarak geçici süreliğine emekliye ayrılmıştır. Keller, bu zaman zarfında hukuk
sınavlarında başarılı olarak 1932 yılında hukuk profesörü unvanını kazanmıştır 259.
Çok kısa süren emeklilik sürecinden sonra Keller, 1933 yılında Elçi
kimliğiyle Almanya’nın geçici temsilcisi olarak Milletler Cemiyetinde görev
almıştır. Daha sonra bu görevinden ayrılarak Şubat 1934 tarihinde Büyükelçi
unvanıyla Belçika Kralı I. Albert’in ve Yugoslavya Kralı I. Alexander’ın cenaze
merasimlerinde Almanya’nın temsilcisi olarak katılmıştır. Hitler iktidara geldikten
sonra dış politika alanında artık Keller’i genel olarak üst düzey görevlerde
yetkilendirmemiştir.
Rosenberg’ten boşalan Ankara Büyükelçiliğine 19 Şubat 1935 tarihinde
Türkiye’nin Başkenti Ankara’ya Büyükelçi olarak Friedrich von Keller, atanmış ve
güven mektubunu Cumhurbaşkanı Atatürk’e 28 Ekim 1935’de sunmuştur.
Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Keller 1935’de Belgrad Kralı Astrid’in
cenaze merasimine Almanya adına katılmıştır. 10 Kasım 1938 tarihinde
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı dolayısıyla Büyükelçi sıfatıyla
cenaze merasimlerinde bulunmuştur. Atatürk döneminin son Alman Büyükelçisi olan
Keller, 65 yaşına geldiği için yaş haddinden dolayı 21 Kasım 1938 tarihinde
emekliye ayrılmıştır 260.
Keller, emekliye ayrıldıktan sonra doğum yeri olan Tutzing’e taşınmıştır.
Emeklilik yıllarında hayat deneyimlerini paylaşmak için çeşitli konferanslara ve
panellere katılan Keller, aynı zamanda da bilgi ve tecrübelerini dışişleri
bakanlığındaki genç memur adaylarıyla paylaşarak gayri resmi çalışma hayatına
devam etmiştir. Artık iyice yaşlanan Keller solunum yetmezliğinden 87 yaşında, 8
Mayıs 1960 tarihinde Tutzing’de vefat etmiştir 261.
259
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, A. 007139.
260
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, A. 007139.
261
Schöningh, age., s. 499.
102
4.2.KELLER’İN TÜRKİYE’YE GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİĞİ
Friedrich
von
Keller,
Arjantin
Büyükelçiliğinden
sonra,
Türkiye
Büyükelçiliği görevine 19 Şubat 1935 tarihinde atanmıştır. Hitler’in iktidara
gelmesinden sonra önemli görevlerde bulunmayan Keller’in, Türkiye gibi ekonomik,
sosyal, kültürel, askeri ve politik olarak önemli bir göreve getirilmesine Ankara
elçiliğindeki görevli Kroll, bu atamaya bir anlam verememiştir. Çünkü Kroll’a göre,
Türkiye’nin artık Almanya’dan uzaklaştığını ve Almanya’ya karşı politika izlemeye
başladığını ifade etmektedir. Bu denli hassas ve önemli bir göreve Keller gibi aktif
olmayan ve yaşça da emekliliğine yaklaşmış bir diplomatın atanmasını çok büyük bir
hata olarak belirtmiştir. Kroll, Rosenberg’ten sonra, dışişlerine yazdığı raporlarında
ilişkileri
tekrar
canlı
tutabilecek
ve
Türkiye’yi
yeniden
Almanya’ya
yakınlaştırabilecek bir diplomatın gönderilmesi konusunda raporlar yollamasına
rağmen, Hitler’in bunun tam tersini uyguladığını ve bununda Türk-Alman ilişkilerine
büyük zarar verdiğini yazmıştır 262.
Atatürk dönemi son Alman Büyükelçisi Keller, güven mektubunu bile tam
sekiz ay sonra, Cumhurbaşkanına 28 Ekim 1935’de sunabilmiştir. Buradaki amaç ise
Hitler’in Türkiye ile ilişkileri ağırdan almasıdır. Buradan da anlaşılacağı üzere Hitler,
politik olarak Türkiye’yi önemsememekte ve ilişkileri memur düzeyindeki elçilik
yetkilileriyle sürdürterek Türkiye’ye verdiği önemi gözler önüne sermiştir. Bu durum
ise Türk hükümetinin gözünden kaçmamış ve Almanya’ya karşı izlenecek politikada
yeni önlemler alınması için girişimlerde bulunmuştur.
Keller’de ilk önce İstanbul’a gelmiş ve kısa süre sonra Ankara’ya gelmiş ve
sekiz ay gecikmeli olarak Türkiye’deki elçilik görevine fiilen başlamıştır. Güven
mektubunu Cumhurbaşkanına sunduktan sonra, yaptığı konuşmasına Türk-Alman
ilişkilerini en iyi şekilde yürüteceğini ve Türkiye’ye gereken her türlü yardımla
desteği sunacağını ifade etmiştir. Türkiye’de yaklaşık iki yıla yakın görev yapan
Keller, raporlarında Türkiye ve Türk insanı hakkında çeşitli bilgiler sunmuştur.
Keller özellikle Türk insanının çok sıcakkanlı olduğunu ve misafirperver olduklarını,
aynı zamanda da çok duygusal bir millet olduklarını eşine yazdığı mektuplarda
262
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007140.
103
görmekteyiz. İstanbul’dan Ankara’ya yaptığı yolculuk esnasında bir köylünün
kendisine yediği şeylerden ikram ettiğini ve buna çok şaşırdığını yine eşine yazdığı
mektupta ifade etmiştir 263.
4.2.1.Keller’in Türkiye Hakkındaki Görüşleri
Keller 16 Haziran 1936 tarihinde Almanya Dışişleri Bakanlığına yolladığı
raporunda, Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi hakkında bilgiler sunmuştur. Keller de,
diğer iki büyükelçi gibi İstanbul Ankara yolculuğu sırasında gördüklerini yazmıştır.
Yolculuk esnasında Anadolu’nun bozkır olduğunun ve gelişmeye ihtiyaç duyduğunu
yazmıştır. Ankara’nın bir başkent olma yolunda çok hızlı adımlar attığını
belirtmektedir. Keller Ankara için sarf edilen daha önceki olumsuz düşüncelere
oranla daha olumlu yaklaşımlarda bulunmuştur. Bu gelişmelerin temelinde
Almanya’nın etkin rol oynamasından dolayı bir Alman olarak mutluluk duyduğunu
rapor etmiştir 264. Özellikle de Nadolny ve onun yapmış olduğu çalışmaların çok
köklü olduğunu, Almanya adına önemli işler başardığını beyan etmiştir. Keller 1936
yılının sonlarında yazdığı raporunda Türkiye’nin diğer şehirlerini de görmek ve
incelemek istediğini dışişlerine yazmıştır. Fakat bu talebinin şuan için mümkün
olmayacağını ve Ankara’da kalıp Türk-Alman ilişkilerini sağlıklı şekilde yürütmesi
gerektiğine dair kendisine bildirilmiştir265.
Keller’in göreve geldiği zamanlar Türk dış politikası Almanya’ya karşı
önemli bir konumdaydı. Çünkü Türkiye artık eskisi gibi dış politika da Almanya
yanlısı olmaktan çok Sovyet Rusya ve İngiltere’ye yakınlaşmaya başlamıştır. Bunu
da Türkiye’nin Sovyet Rusya ve İngiltere ile olan yoğun ilişkilerinde anlayabiliriz.
Boğazlar konusunda Almanya, Türkiye’ye çok olumsuz baskılar yapmış ve
Almanya’nın yayılmacı politika düşüncesi içinde olması Türk hükümeti için endişe
uyandırmıştır. Ayrıca Türk hükümeti Almanya ile ilişkilerinde Dışişleri Bakanı
263
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007145.
264
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007143.
265
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007142.
104
Aras’ın yerine daha alt konumdaki memurlarla ilişkileri yürütmeye çalışmıştır.
Aras’ın işlerini daha çok Numan Menemencioğlu yürütmüştür. Buda Hitler’in
Türkiye’ye karşı uyguladığı politikaya karşılık Almanya’ya gösterilen tepki olarak
algılanmıştır.
Keller, her raporunda Türkiye’nin durumu hakkında detaylıca bilgiler
sunmuştur. Görevi süresinde gördüğü en ufak durumları detaylarına kadar rapor
etmiştir. İstanbul’daki Alman konsolosluğuna yaptığı ziyaret sırasında İstanbul’u
tanıma imkanı bulan Keller, İstanbul’un büyüleyici bir şehir olduğunu özellikle de
stratejik öneme sahip olan boğaz için Türkiye’nin değerine değer kattığını ifade
etmiştir. İstanbul’un tarihsel kültürel önemine değinen Keller, Ankara ile İstanbul’u
kıyaslama yoluna girmemiştir. Keller’e göre, Ankara’nın başkent yapılmasının
güvenlik açısından önemli olduğunu savunmuş ve Ankara’ya ulaşımın zor olduğu
için alınan kararın mantıklı olduğunu belirtmiştir. Keller de eşine yazdığı
mektuplarda İstanbul’un çok güzel bir şehir olduğunu ve Anadolu’daki diğer şehirler
arasında dağlar kadar fark olduğunu yazmıştır. Yapmış olduğu tarihsel araştırmalarda
Osmanlı’nın Anadolu’ya kayıtsız kaldığını ve ağırlık olarak İstanbul’a yatırım
yaptığını yazan Keller, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ise daha çok Anadolu’ya
yatırım yaptığını ifade etmiştir 266.
Büyükelçi Keller, Cumhurbaşkanı Atatürk için, samimi bir insan olduğunu
fakat iki ülke arasında yaşanan gerginliklerden çok etkilenen bir yapısı olduğu için
kendisine soğuk davrandığını ve Atatürk ile fazla görüşme imkanı bulamadığı için
üzgün olduğunu yazmıştır. İsmet Paşa’nın ise, kendisine daha yakın olduğunu ve
kendisiyle Almanca konuştuğu için mutluluk duyduğunu belirtmiştir 267. Keller,
Dışişleri Bakanı Aras’ı fazla tanıma fırsatı bulamadığı için hakkında çok fazla bir şey
diyemese de, Aras’ın işini bir kuyumcu hassasiyetiyle yaptığını ve soğukkanlı bir
yapıya sahip olduğunu rapor etmiştir 268.
266
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007141.
267
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007141.
268
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007145.
105
Büyükelçi sosyal konulardan ziyade daha çok siyasi konular üzerinde
çalışmak durumunda kalmıştır. Diğer iki büyükelçi gibi her konu hakkında fazla
rapor yazamamıştır. Buna da Türk-Alman ilişkilerindeki gerginliğin yol açtığı
aşikardır. Hitler öncesi Almanya ile hem dostane hem de çıkar ilişkileri önem planda
olurken, Hitler iktidarıyla samimi dostane ilişkiler yerine,daha çok çıkar ilişkileri
temel alınmıştır.
4.3.KELLER ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Daha öncede belirttiğimiz üzere Keller, Türk dış politikasına dair raporlar
yazmıştır. Çünkü Almanya’nın yayılmacı politikası Türkiye’yi rahatsız etmiş ve bu
rahatsızlığı gidermek için Keller yoğun çalışma içine girmiştir. Türkiye’nin
Almanya’ya karşı bakış açısını kelime kelime ülkesine rapor etmiştir.
Almanya, Versay Antlaşması gereğince askerden arındırılmış Ren Bölgesinin
statüsünü 7 Mart 1936 tarihinden geçerli olmak üzere tanımadığını ve Alman
askerlerinin bölgeye gireceğini ilan etmiştir 269. Bunun üzerine yine aynı gün, 7
Martta, Hariciye Vekaleti Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu, Almanya'nın
Ankara Büyükelçisi Keller ile görüşme yapmıştır. Menemencioğlu, bu görüşmede
öncelikle son gelişmelerin Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmediğini vurgulayarak,
Türkiye'nin yegane endişe kaynağının dünya barışının tehlikeye düşmesi olduğunu
açıklamıştır. Türkiye için mevcut antlaşmaların geçerli kalması önem taşımaktaydı.
Keller ise, Almanya'nın son eylemine Türk basınının anlayış göstereceğini
umduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Menemencioğlu, basının Almanya'ya karşı bir
tutum almayacağını bildirmiştir. Menemencioğlu'nun da açıkladığı gibi, Türk
basınının Almanya'ya karşı tavır almamasının ne kadar süreceğinin ise, Sovyetler
Birliği ile İngiltere'nin Ankara üzerindeki baskılarının derecesine bağlı olacağını
bildirmiştir270.
269
Sosyal, agm., s. 185.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007140.
270
106
Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Keller 11 Mart 1936 tarihinde Almanya
Dışişleri Bakanlığına yazdığı raporda, aynı gün Cenevre'den dönen Aras ile yapılan
görüşmeye değinilmiş ve Türkiye'nin, Almanya'nın Ren'deki eyleminin barışı
tehlikeye düşürmemesini arzu ettiğini bir kez daha vurgulamıştır. Türkiye, mevcut
statükonun korunmasını istediğini, ancak statükonun en sonunda değişikliğe
uğramasının da kaçınılmaz olduğunu ve ne var ki Türkiye’nin, bu konuda somut bir
öneride de bulunamadığını yazmıştır 271.
Yukarda ki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Türkiye Almanya’nın iç
politikalarına karışmak ve müdahale etmek istememiş daha çok dünya barışının
tehlikeye girmesinden korktuğunu Keller’e belirtmiştir. Türkiye Almanya’nın
gelişmesini desteklemede fakat yayılmacı politikasına tamamen karşı olmuştur.
Keller’in, 13 Mart 1936 tarihli raporunda, Türkiye'nin Ren sorununda tarafsız
kaldığını, arzusunun barışın tehlikeye düşmemesi olduğunu açıklamıştır. Bununla
birlikte, Türkiye, Milletler Cemiyetinin bu konuda Almanya'yı kınayan kararına
katılmaktan geri kalamadığını yazmıştır 272.
4.3.1.Keller ve Boğazlar Sorunu-Montrö Antlaşması
"Boğazlar" genel deyimiyle belirtilen Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve
İstanbul Boğazı'ndan geçişi ve gemilerin-gidiş gelişini (ulaşımı), Lozan'da, 24
Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıştır. Barış Antlaşmasının 23. maddesiyle
saptanmış ilkeyi Türkiye'nin güvenliği ve Karadeniz'de, kıyıdaş devletlerin güvenliği
çerçevesinde koruyacak biçimde, düzenlemek isteğiyle için İşbu Sözleşmeyi, 24
Temmuz 1923 de Lozan'da imzalanmış olan Sözleşmenin yerine koymayı
kararlaştırmışlar ve tam yetkili temsilcilerin onayı ile karara bağlanmıştır 273.
Lozan Konferansı'nda Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında genel barış
görüşmeleri sürerken Boğazlar rejiminin genel çerçevesini ortaya koyan bir Boğazlar
271
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007140.
272
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007141.
273
Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler (çeviren Seha L.MERAY), Takım II, cilt 2, Ankara,
1973, s.8.
107
Sözleşmesi imzalanmıştı. 1923 Boğazlar Sözleşmesi İngiltere, Fransa, İtalya,
Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya(Sırp, Hırvat, Sloven
Krallığı), Sovyetler Birliği ve Türkiye tarafından imzalandı. Bu sözleşme ile barış ve
savaş zamanlarında ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi serbest
bırakılmıştı.1936 senesine kadar Boğazların uluslararası idaresi Türkiye için bir
tehlike teşkil etmiyordu. Fakat İkinci Dünya Savaşı arifesinde Avrupa'da birçok
siyasi değişiklikler oldu. Boğazların herhangi bir tecavüze karşı korunmasını üzerine
alan devletlerden İtalya, Habeşistan'a saldırdı. Japonya ise kendiliğinden Milletler
Cemiyetinden çekildi. Hitler önderliğinde Almaya saldırgan politikalarına devam
etmiş ve bundan başka dünya barışının korunması için toplanan konferanslar da bir
neticeye
varmadan
dağılmış,
bütün
devletler
yeniden
silahlanmaya
başlamışlardı.Siyasi havanın bozulduğunu gören Atatürk, Boğazlar meselesini kesin
olarak halletmeye karar verdi. Türk Hükümeti, Milletler Cemiyetine müracaat ederek
Lozan Antlaşması'ndaki Boğazlara ait hükümlerin değiştirilmesini istedi. Bunun
üzerine İsviçre'de Montreux şehrinde bir konferans toplandı ve 20 Temmuz 1936'da
Montreux Boğazlar Sözleşmesi Türkiye, İngiltere, Fransa, Bulgaristan, Romanya,
Yugoslavya, Yunanistan, Japonya ve Sovyetler Birliği arasında imzalanmıştır 274.
Türkiye, Almanya’nın Ren Bölgesine asker çıkarmasına olumlu yaklaşarak
Versay Antlaşması hükümlerinin öneminin kalmadığını yaklaşımlarıyla belli
etmiştir. Ayrıca İtalya ve Almanya’nın yayılmacı ve saldırgan politikalarına
değinerek Boğazların güvenlik sorununu gündeme getirerek konuyu uluslararası
arenaya taşımak için fırsat kollamıştır. Nitekim Hariciye Vekaleti Genel Sekreteri
Numan Menemencioğlu, Lozan Antlaşmasının imzacı ülkelerine, antlaşmanın
Boğazlar ile ilgili hükümlerinin değiştirilmesi talebini içeren bir notayı 1 Nisan 1936
tarihinde sunmuştur. Lozan Antlaşmasının imzacısı olmamakla birlikte, nota aynı
gün Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi Hamdi Argap aracılığıyla Almanya'ya da
iletilmiştir 275. Buda, Türkiye’nin Almanya’ya verdiği önemi gözler önüne sermiştir.
274
http://www.tsk.tr/8_tarihten_kesitler/8_4_turk_tarihinde_onemli_gunler/montreux_bogazlar_sozles
mesi/montreux_bogazlar_sozlesmesi.htm. 10.03.2013.
275
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007142.
108
Keller, 6 Aralık 1935 tarihinde yazdığı raporda; 5 Aralık'ta İstanbul'da
Başvekil İsmet İnönü, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, Dahiliye Vekili Şükrü
Kaya, bazı yüksek rütbeli Türk subayları ile bir Alman donanma uzmanının katıldığı
toplantının askeri açıdan olduğu kadar siyasi açıdan da önem taşıdığına dikkat
çekmiştir. Türk hükümeti, bu vesileyle, gerekli gördüğü zaman, tek yanlı irade
Boğazları yeniden askerileştirip, tahkim etmenin mümkün olup olmadığını sınamak
ve tartmak istediğini rapor etmiştir 276.
Alman Elçinin söz konusu duyurusu, 1935 yılı sonunda Türkiye
Hükümeti’nin“Boğazlar Sorununda” İngiltere ile ne zaman uzlaşmaya varılacağından
hala daha emin olmadığını söylemiştir. Nitekim Keller, söz konusu raporunda;
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisinin kendisine bu görüşmeden haberdar olduğunu
ilettiğini, İngiltere'nin rızası olmadan Boğazların statüsünde bir değişiklik
olmayacağının ve İngiltere’nin bu değişikliğe ilke olarak reddettiğini söylediğini
yazmıştır 277.
Diğer yandan Ankara'da Alman Büyükelçiliğinde görevli Kroll, anılarında,
1936 yılı sonbaharında yeni bir Türk-İngiliz dostluğu işaretinin Ankara'da var
olduğunu belirtmiştir. Ayrıca İtalya'nın 3 Ekim 1935 tarihinde Habeşistan’ı
işgaletmiştir 278. Bu olay, Türkiye'de İtalya'nın Akdeniz'deki yayılma hedefinin
başlangıcı olarak kabul edilmiş ve Akdeniz’deki güç dengesinin bozulmaması
konusundaki çıkar ortaklığı iki devleti yakın hale getirdiğini anılarında yazmıştır279.
Gerçekten de Türkiye, İtalya’nın yayılmacı politikasına ve Almanya’nın İtalya’ya
destek vermesi sonucu İngiltere ile yakınlaşması kaçınılmaz olmuştur. Yayılmacı bu
iki devlete karşı Türkiye savaşma yerine denge politikası izleyerek diğer devletlere
yakınlaşmıştır.
Almanya’nın Dışişleri Bakanlığında görevli Dieckhoff ise, hemen ertesi gün,
21 Haziran 1936 tarihinde Keller’e bu konu üzerine rapor yollamıştır. Raporda,
276
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007141.
277
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007142.
278
Fahir Armaoğlu, 20. Y.y. Siyasi Tarihi (1789-1960),Sevinç Matbaası, Ankara 1973, s. 341.
279
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007142.
109
Almanya'nın
Türkiye'nin
Boğazlar
konusundaki
taleplerini
takdir
ettiğini,
Türkiye'nin tarafsız kaldığı bir savaş durumunda Almanya açısından sorunun sadece
akademik düzeyde kalacağını bildirmiştir. Almanya'nın Boğazlar sorununa kayıtsız
kaldığı gibi bir izlenim ortaya koyan Dieckhoff, ancak ardından Alman kamuoyunda
Montrö Konferansının hiç de hoşnut edici bir etki yaratmadığına işaret etmiştir. Asıl
can alıcı soruna gelmekte ve Almanya'nın konferans sonunda oluşacak antlaşmaya
katılmayı talep etmediğini, fakat oluşumuna katılmadığı kurallar için haklarını saklı
tuttuğunu özellikle vurgulamaktadır. Keller’den de, Türk hükümetine bu tutumu
gayet dikkatli bir üslupla yansıtması istenilmiştir 280.
Raporda dikkat çeken nokta ise Almanya’nın imza yetkisi olmasa da
Boğazlar konusunda bir takım kendi çıkarları için talepler içinde olabileceğinin
sinyallerini vermiştir. Türkiye’nin bu konuda en büyük destekçisi gibi görünen
Almanya bir takım taleplerden de bulunmaktan geri durmamıştır.
Keller, Montrö Konferansının toplanmasından iki gün sonra, 24 Haziran 1936
tarihinde
Alman
Dışişleri
Bakanlığına
yolladığı
raporunda,
bir
durum
değerlendirmesi yapmıştır. Keller raporunda, Ankara'da yaygın, adeta sınırsız
ölçüdeki iyimser görüşlere bakılırsa, Türkiye'nin talepleri ve istekleri doğrultusunda
Montrö'de kısa zamanda bir antlaşma imzalanmasının büyük olasılık olduğu
izlenimini bildirmiştir. Oysa Keller'e göre, durum farklıydı; ortada ciddi güçlükler ve
sorunlar vardı. Öncelikle İtalya konferansa katılmıyor ve Türkiye'nin taleplerine
tamamen ve kesinlikle karşı çıkıyordu. Diğer yandan, İngiltere ile Sovyetler Birliği
arasında çatışma vardı ve Kellere göre, bu çatışmada Boğazların güvenliği açısından
Türkiye'nin çıkarları ve politikası hiçbir devlete tam yanaşmamak, ikisinin ortasında
bulunmaktı. İngiltere ile Sovyetler Birliği arasındaki çatışma Türkiye açısından
üzüntü verici olarak kabul ediliyordu. Ankara, iki ülke arasında bir uzlaşmaya
varılmasını istiyordu. Türkiye için ideal çözüm ise, ne İngiltere'nin ne de Sovyetler
Birliği'nin ortaya koyduğu önerilerin tam anlamıyla gerçekleşmesi, buna karşılık
önerilerin bir orta noktada buluşmasıydı. Keller, İngiltere'nin Türkiye'yi İngiliz
önerileri ile Sovyet önerileri arasında bir seçime zorlayabileceğine işaret ediyor;
280
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007144, s. 1.
110
ayrıca, Türk ve Sovyet önerilerinin birbirine yakın değilmiş gibi göründüğüne
raporunda dikkat çekmiştir 281. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’nin
işinin çok zor olduğunu hem İngiltere’yi hem de Rusya’yı ikna etmesi gerektiğini
görmekteyiz.
Keller, iki hafta sonra, bu görüşünü destekler biçimde, Türk basınının Montrö
görüşmelerinden ve Sovyet basınının da Türkiye'nin konferansta aldığı tutumdan
şikayetçi olduğunu haber vermiştir. Diğer yandan Keller raporunda, Türkiye ile
Sovyetler Birliği arasında bu konuda halen gizli görüşmeler sürdüğünü ifade etmiştir.
Buna göre iki tarafın da katılmadığı bir savaşta Sovyetler Birliği, Boğazların
kapatılmasını talep edebilecek, ancak bu talebin yerine getirilmesi Türkiye'nin
isteğine bağlı olacaktı. Sovyetler Birliği'nin katıldığı bir savaşta ise, Türkiye
Boğazlan kapatacaktı. Türkiye'nin katıldığı bir savaşta da, Sovyetler Birliği
Türkiye'ye askeri yardımda bulunacağını rapor etmiştir 282. İki ülke arasında boğazlar
üzerinden çıkarları ön planla tutulacak şekilde bir görüşme yapılmış ve bu olay hem
İngiltere’nin hem de Almanya’nın tepkisine neden olmuştur.
Montrö Konferansının toplanması öncesinde ve konferans sırasında soğuk
tutumunu açıkça sergilemekten çekinmeyen Almanya, Montrö Antlaşmasının
imzalanmasından hemen sonra, antlaşmaya ilişkin olumsuz tutumunu ortaya
koymuştur 283.Montrö Antlaşmasının imzalanmasından iki gün sonra, 22 Temmuzda
1936 tarihinde, Almanya'nın antlaşmaya karşı alması gereken tutumu değerlendiren
Neurath; Almanya'nın antlaşmaya karşı resmi protestoda bulunmasının ya da çekince
koymasının uygun bir davranış olmayacağım savunmuş; fakat aynı zamanda
antlaşmanın Almanya tarafından dostça görülmediğinin ve değerlendirilmediğini de
fırsat oldukça Türkiye'ye açıklamıştır. Antlaşmanın, Almanya'ya karşı dostça bir
tutum olmadığını vurgulayan Neurath, Almanya'nın bir süre sonra antlaşmaya ilişkin
taleplerini ortaya koyacağını da bildirmiştir 284.
281
Koçak, age., s. 114.
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007144, s. 1.
283
Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1987, s. 468.
284
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007144, s. 2.
282
111
Almanya’nın mutsuzluğunu göz önünde bulunduran Türk hükümeti, Tevfik
Rüştü Aras ve Şükrü Saraçoğlu, Keller ile Montrö Antlaşmasının imzalanmasından
çok kısa bir süre sonra konuya ilişkin bir görüşme yapmışlardır. Görüşme sırasında
Aras, Türkiye'nin hiçbir zaman Almanya'ya karşı bir grubun içinde yer almayacağını
açıklamış ve Keller ise bu sırada İngiltere'nin Montrö'de İtalya'nın çıkardığı
güçlüklere karşı Türkiye'ye yardımcı olacağını açıklamış ve Türk İngiliz ilişkilerinin
bu sırada çok olumlu göründüğünü ifade etmiştir.
Boğazlar meselesi ve Türkiye’nin giderek İngiltere’nin yanında yer
almasından dolayıSovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin son zamanlarda
sıcaklığını yitirmiştir. Montrö Antlaşmasının da bu soğuma sürecini hızlandırıp,
soğumayı artırdığını, iki dost ülke arasında bu yanlış anlaşmalardan söz edildiğini,
resmi diplomatik ilişkilerde görünüşte her şeyin eskisi gibi ve normal göründüğünü,
oysa gerçekte Sovyetler Birliği'nin son gelişmelerden hoşnut kalmadığını
vurgulamaktadır. Sovyetler Birliği, Türkiye’nin İngiltere ile yakınlaşması sonucunda
Türk Sovyet ilişkilerinde önemli derece soğumaya neden olmuştur 285.
Ancak söz konusu soğumanın bir ayrılık anlamına gelmediğine işaret eden
Keller, Atatürk ile İnönü'nün Sovyet ittifakından ayrılmayı hiç istemediklerini ve
istemeyeceklerini anımsatmıştır. Bununla birlikte, Türkiye artık Sovyetler Birliği'ne
karşı bir denge sağlamak amacıyla İngiltere ile yakınlaşmaya başladığını, çünkü
İtalya'ya karşı Türkiye'nin bir Sovyet askeri desteği beklememesi ve Türk-İtalyan
ilişkilerinin son derece olumsuz olmasıydı. Diğer neden de, İtalya’nın Akdeniz'deki
yayılmacı eğilimlerine karşı İngiltere'nin Türkiye'nin desteğine şiddetle ihtiyacı
olmasıydı. Ancak İngiltere, Türkiye ile kurulacak ilişkilerin derecesi konusunda
henüz kararsızdı. Diğer yandan İngiltere, İtalya'ya karşı Türkiye'ye tek yanlı güvence
vermekten de çekinmekteydi. Keller raporunda, Türkiye'nin Montrö Antlaşmasındaki
başarısını tamamen İngiltere’ye borçlu olduğunu; Türk basınında ise, bir süre
öncesine dek devam eden İngiliz aleyhtarı yazı ve görüşlerin tamamen ortadan
kalktığını ve yerini Türk-İngiliz dostluğuna bıraktığını belirtmiştir. Bu sırada Türk
dış politikasındaki yeni gelişmelere işaret eden Keller, Türkiye'nin İtalya'nın
Habeşistan'ı işgali ve ilhakı karşısında Milletler Cemiyetince alınan önlemlere
285
Gürün, age., s. 480.
112
olumlu oy kullandığını ve bu önlemleri desteklediğini, ancak Almanya'ya karşı bir
Türk-Fransız Paktı imzalanması için Türkiye'nin bir girişiminin olmadığını ifade
etmiştir. Keller, Atatürk ve İnönü'nün bundan sonra Türk dış politikasında bir rota
değişikliği yaparak, artık Türkiye'nin bir Avrupa gücü olarak kendisini ortaya
koyması için çaba harcayacakları görüşünde olduğunu rapor etmiştir 286.
Keller, Alman Dışişleri Bakanlığının ısrarlı talebi üzerine 27 Ağustos 1936
tarihinde Aras ile görüşme yapmıştır. Alman hükümetinin konuya ilişkin görüşlerini
bu vesile ile Aras'a aktarmıştır. Bunun üzerine Aras, 9 Mart tarihli Türk notasının
Türk hükümetinin konuya ilişkin görüşlerini içerdiğini, ayrıca bu notanın Montrö
Antlaşmasının uygulanmasında Almanya ile ilişkilerde her türlü güvenceyi içinde
barındırdığını belirtmiştir. Aras, Almanya'nın mevcut antlaşmayı kabul etmek için,
iki ülke arasında bir antlaşma yapılması önerisini ise onaylamadığını ifade etmiştir.
Ayrıca iki ülke arasında bu türden bir antlaşma için diğer imzacı güçlerin de onayının
alınıp alınmaması gerektiği bir soru olarak ortada durmaktaydı. Keller, buna karşılık
bu konunun bir sorun oluşturmadığını, çünkü Almanya'ya göre, böyle bir
antlaşmanın sadece imzacı iki ülkeyi ilgilendireceğini belirtmiştir. Aras ise, sorunun
daha geniş kapsamlı olarak incelenmesi gerektiğini yinelemiştir 287.
Aras, Türkiye'nin antlaşmanın uygulanmasını diğer devletlere bu arada
Amerika Birleşik Devletleri ile Polonya'ya da tek taraflı bir açıklamayla
duyuracağını, hatta TBMM'de de hükümetin açıklamada bulunacağını bildirerek;
Türkiye'nin Almanya'ya, Amerika Birleşik Devletleri'ne ve Polonya'ya tanıdığından
daha az hak tanımayacağına ilişkin güvence vermiştir. Keller’in sorunu bütün
açıklığıyla ortaya koyması üzerine Aras, ortaya konulan bütün sorunları kapsamlı
biçimde incelemek istediğini bildirmiştir. Ayrıca Aras, halen çeşitli ziyaretleri
nedeniyle programının çok dolu olduğunu, bu konuların ancak Kasım ayı başlarında
gündeme alabileceğini belirtmiştir. Aras, bu tür görüşmelerden kamuoyuna bilgi
verilmemesini de rica etmiştir 288.
286
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007144, s. 3.
287
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007144, s. 3.
288
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007144, s. 4.
113
Almanya, Boğazlar konusunda Türkiye’yi imza yetkisi olmamasına rağmen
İtalya’ya oranla daha çok uğraştırmıştır. Raporlar incelendiğinde Almanya, diğer
imza gücü olmayan Polonya ve Amerika gibi devletlerden daha çok haklar talep
etmiştir. Almanya’nın bu tutumu ise Türkiye’nin dostane bakış açısına gölge
düşürmüştür.
Keller, Montrö Antlaşmasına karşı Almanya'nın İtalya ile birlikte işbirliği
içinde ortak bir politika izlemesi önerisi üzerinde önemle durmaktaydı. Türkiye'de
egemen olan kanı, İtalya'nın Habeşistan'daki varlığı ve talepleri tanındığı takdirde,
İtalya'nın Montrö Antlaşmasına katılacağı yolundaydı. Keller, İtalyan Dışişleri
Bakanı Ciano'nun Ankara'yı ziyaretini de, bu çerçevede değerlendiriyordu. Ayrıca
Keller, Ankara'nın da İtalya'nın bu konudaki önerisini olumlu karşıladığını haber
vermekteydi. Keller, raporunun son kısmında, yeniden Almanya'nın Montrö
Antlaşmasına karşı politikasına değiniyor ve bu politikayı ılımlı biçimde
eleştiriyordu. Almanya’nın Montrö Antlaşmasına katılmak, Türkiye tarafından bir
imzacı güç gibi işlem görmek, hatta bazı çekinceler koymak yolundaki görüş, öneri
ve taleplerinin vurgulanmasının artık gereksizliğine işaret etmiştir. Keller;
Türkiye'nin, Almanya'nın Lozan Antlaşmasının imzacı gücü olmadığı gerekçesi ile
bu tür görüşmelere yanaşmadığını, ancak Aras'ın Alman çıkarlarına dikkat edileceği
yolunda güvence verdiğini anımsatmış ve ayrıca Keller'e göre, Alman taleplerinin
gündeme gelmesi gibi, kabul edilmesi de olanaksız olduğunu rapor etmiştir 289.
Bu rapora bakıldığında, Almanya'nın İtalya ile Montrö politikasında ortaklık
ve işbirliği içinde olunmasını istemesine karşın İtalya'nın tek başına davranmasından
ve kendisini bu konuda yalnız bırakmasından çekindiğini göstermektedir.
Almanya'nın İtalya'nın bu davranışından endişe duyması ise, Montrö Antlaşması
konusunda, Ankara'ya karşı öne sürdüğü taleplerinde, daha çok İtalya'nın desteğine
güvendiği biçiminde yorumlanabilir. Sonuçta, Ankara üzerindeki asıl baskı gücü İtalya'ydı. Almanya bu güçten yararlanarak, kendi lehine girişimlerde bulunmaya
çalışmaktaydı, İtalya, bir uzlaşma sonucunda, Ankara ile anlaşıp, Montrö
289
Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller,
No. 253, G. 007144, s. 5.
114
Antlaşmasına katılsa, Almanya Türkiye'ye karşı tek başına kalacak ve zaten
kendisine karşı olumsuz bir tutum alan Türk hükümetini, kendisiyle ilişki kurması ve
görüşmelere başlaması konusunda ikna edemeyecekti. İtalya'nın 2 Mayıs 1938
tarihinde Montrö Antlaşmasına katılması, Almanya'nın bu alandaki tedirginliğinin
nedensiz olmadığını da gösteriyordu 290. Bununla birlikte, Almanya'nın Türk
hükümetine karşı yalnız kalması, Berlin'in görüşlerini değiştirmesine neden
olmuştur. Almanya artık boğazlar konusunda Türkiye’ye İtalya üzerinden baskı
kuramayacağı kesin olarak netlik kazanmıştır. Almanya’nın bu şekildeki tutumu
yüzünden ilişkilere çok farklı boyutlar kazandırmıştır.
4.4.ATATÜRK’ÜN VEFATI VE KELLER’İN BÜYÜKELÇİLİKTEN
AYRILIŞI
Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde vefat etmesi üzerine, Alman basınında
Atatürk’ü övücü yazılar yazılmıştır. Atatürk’ün cenazesi için Türkiye’ye gelen
Alman heyette, Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı Neurath, Korgeneral List ve
Yarbay von Rost katılmışlardır. Ayrıca, Ankara Büyükelçisi Keller’de cenaze
merasimde bulunmuştur 291.
Ata’nın ölüm haberleri, 10-15 Kasım 1918 tarihleri arasında Alman basınında
geniş yer bulmuştur. Alman gazeteleri, Atatürk’ün hayat hikayesi ve icraatı üzerine
bilgi vererek, Türk ve Alman halkının, ölümden duyduğu üzüntüden bahsetmiştir292.
Atatürk’ün ölümü üzerine Führer’in ifade ettiği taziyeler, Alman gazetelerinin hemen
hemen tamamında yer almıştır: “Türkiye Büyük Meclisi’ne ve Türk halkına, Türkiye
Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ölümü üzerine en derin üzüntülerini
bildirmiştir. Büyük bir asker, dahi devlet adamı ve tarihi bir şahsiyet kayboldu. Yeni
Türkiye Cumhuriyeti ile nesilden nesile devam edecek büyük bir anıt oluşturdu”
290
http://www.tsk.tr/8_tarihten_kesitler/8_4_turk_tarihinde_onemli_gunler/montreux_bogazlar_sozles
mesi/montreux_bogazlar_sozlesmesi.htm. 10.03.2013.
291
Koçak, age., s. 131.
292
Neue Freie Presse, 11 Kasım 1938, s. 2.
115
demiştir 293. Türk halkı, bu anıtı iyi muhafaza edip, onu çağın şartlarına göre restore
etmek zorundadır. Anıtın inşası esnasında içerde ve dışarıda ilgi ile takip edilen
çalışmaların, Atatürk’ün ölümüyle sona ermediğini ama yeterlide olmadığı
görülmektedir.
Tarihe ve tarihi eserlere büyük önem veren Atatürk zamanında Türkiye’de
kazı yapmakta olan Alman Arkelog Prof. Dr. Friedrich Kari Dörner, “Abschied von
Atatürk” (Atatürk’e veda) adlı makale yazmıştır. Makalede, Atatürk’ün İstanbul
Dolmabahçe Sarayı’ndaki tabutu önünden binlerce kişinin derin hüzün içerisinde,
sarayın o muhteşem görünümüne hiç dikkat etmeden ve bakmadan, gözleri sadece
Atatürk’ün tabutuna bakarak geçtiğini” yazmıştır. Dörner, bu sessizlik ve derin
üzüntü üzerine hayretini gizlememektedir 294. Diğer bir Alman Kari Viererbl’in, 11
Kasım 1938 tarihinde Völkischer Beobachter gazetesinde, “Atatürk, Soldat und
Staatsmann” (Asker ve Devlet Adamı Atatürk), adlı köşe yazısında en dikkat çeken
cümlesi şöyledir: “Türk halkı büyük oğlunu kaybetti. Atatürk, bir milletin kader
anında verdiği emirle halkının kaderini değiştiren insanlara aittir” diye yazmıştır.
Aynı zamanda yazısında Atatürk’e hayranlığını ve büyüklüğünü de dile
getirmiştir 295.
Almanya’nın önde gelen gazetelerinden biri olan Frankfurter Zeitung da,
“Türk Halkı, Mustafa Kemal’in ölümüyle, bugün sahip olduğu her şeye minnettar
olduğu adamı kaybetti. Anadolu’nun milli bilincinden ve merkezinden doğan yeni
dinamik devlet ve “Boğazın Hasta Adamının” yerine içerde ve dışarıda istikrar
kazanmış olan cumhuriyet onun eseridir. O, her yönüyle yeni bir Türkiye ortaya
çıkardı” diye haber yapmıştır 296.
Rheinisch Westfaelische Zeitung da, “Kemal Atatürk” adlı başlıkla verdiği
haberinde şöyle bahsetmektedir: “Boğazdaki hasta adam yerine, sağlıklı ve güçlü bir
adamın doğması, Kemal Atatürk’ün büyük bir eseridir. O, Türkiye’yi yeniledi,
sınırları küçültmekle yeni devlete ve hedeflere istikrar ve kuvvet verdi. Kemalist
Gotthard Jaeschke, “Büyük İnkılapçı ve Diplomat Atatürk”,V. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1962,
s. 14.
294
Friedrich Kari Dörner, “Abschied von Atatürk”, Mustafa Kemal Atatürk 1881-1981, Vortraege und
Aufsaetze zu seinem 100. Geburtstag, Heidelberg 1982, s. 172-173.
295
Völkischer Beobachter, 11 Kasım 1938, s. 1.
296
Frankfurter Zeitung, 11 Kasım 1938, s. 1-2.
293
116
Türkiye bir güç faktörü oldu, Atatürk’ün zeki ve realist dış politikası, Türkiye’yi
saygılı bir devlet yaptı. Aynı zamanda Mustafa Kemal, ülkesinin soyutlanmasına
engel olduğu gibi, paktlardan doğabilecek tehlikeleri birer birer aştı. O, bütün
imkanların gerçekçi politikalarından faydalandı ve ülkesine yarar sağladı”
yazmıştır 297.
Reichoffizierblatt, 25 Kasım 1938 tarihli nüshasında “Kemal Atatürk” adlı
haberinde şöyle bahseder: “Türk tarihinin dönüm noktasına tesir eden Türk devlet
adamı Kemal Atatürk hayattan ayrıldı. Mustafa Kemal, bütün milletlerin tarihinde
çok ender gelen mümtaz şahsiyetlerinden bir tanesidir. O, on beş yıl süreyle Türk
halkının kaderini elinde tuttu” diye yazmıştır 298.
Atatürk’ün defnedilmesi üzerine de haberlerin Alman basınında yer aldığı
görülmektedir. Völkischer Beobachter gazetesi, “Atatürk’ün Son Yolculuğu” adlı
yazısında şu bilgilere yer vermektedir: “Türk devlet başkanının cenazesi, resmi
törenle İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıktı. Binlerce vatandaş, ülkenin
kurtarıcısıyla vedalaştı. On binlerce insan, ağlayarak konvoyu takip etti. Saraydan
Galata Köprüsüne kadar olan yolda binlerce insan bulunmaktaydı. Cenaze,
İstanbul’dan Yavuz savaş gemisiyle Alman “Emden”,Rus, İngiliz, Fransız ve Rumen
savaş gemilerinin eşliğinde İzmit Körfezi’ne getirildi” diye yazmıştır 299. İstanbul’dan
Ankara yolculuğuna parlamento üyeleri de eşlik ettiler. Aşırı soğuğa ve yorucu
yolculuğa rağmen, çevrede bulunan şehir ve yerleşim merkezlerinden gelen halk, yol
boyunca saatlerce bekledi.
Atatürk’ün vefatından sonra, Büyükelçi Keller de yaş haddinden dolayı 22
Kasım 1938 tarihinde Türkiye’den ayrılmıştır. Atatürk döneminin son Alman
Büyükelçisi olarak aktif memuriyet hayatına son veren Keller, Atatürk’ün vefatı
üzerine Türk halkında meydana gelen üzüntüyü, acıyı ve o dönemi yaşayan birisi
olarak Almanya’ya gitmiştir 300.
Atatürk’ün vefatı ve Keller’in Büyükelçilikten ayrılması sonucu Ankara’daki
Alman Büyükelçiliğinin beş aydır boş kalması Türk-Alman ilişkilerine büyük zarar
Rheinisch Westfaelische Zeitung, 10 Kasım 1938, s. 2.
Neue Züricher Zeitung, 17 Kasım 1938, s. 4.
299
Völkischer Beobachter, 20 Kasın 1938, s. 7.
300
Koçak, age., s. 133.
297
298
117
vermekteydi. Menemencioğlu durum hakkında Alman yetkililere gerekli şikayetlerde
bulunmuştur. Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop, Franz von Papen’i İtalya’nın
Arnavutluk’u işgal ettiği 7 Nisan 1939 tarihinde Ankara’ya Büyükelçi olarak
atamıştır 301. Atatürk’ten sonra Türkiye’nin ilk Alman Büyükelçisi Von Papen
olmuştur.
SONUÇ
I. Dünya Savaşından önce Osmanlı İmparatorluğu'nun gerek siyasal
yalnızlıktan kurtulabilmek gerekse ekonomik ve askeri alanda hissettiği eksikliği
kapatmak için, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Almanya'ya gereğinden fazla verdiği
tavizler 20. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunu zor durumda bırakmıştır. I. Dünya
Savaşı
öncesi,
Almanya,
Osmanlı
İmparatorluğu
ile
geliştirdiği
ilişkiler
doğrultusunda endüstrisi için gerekli olan maddeleri hemen hemen bedavaya
getirmiş, çok kar getiren bir pazar kazanmış; hem de Osmanlı İmparatorluğu'nu
ekonomik açıdan kendi güdümüne sokmuştur. Aynı zamanda gönderdiği askeri
heyetler Osmanlı ordusunu etkileyerek kontrolü ele geçirmeye çalışmıştır. Türk Alman ilişkilerinde görülen bu olumsuzluk Türkiye'yi siyasi, askeri ve ekonomik
bakımdan Almanya'ya yaklaştırmakla beraber, iradesi dışında, bir savaşa da
sürüklemişti. Türkiye neredeyse tek taraflı olarak yürütülen bu ilişkilerden
olabildiğince zararlı çıkmış ve belki de imparatorluğun yıkılma sürecini
hızlandırmıştı.
Türkiye, önceden bedelini çok ağır ödediği Almanya ilişkilerini 1924'den
itibaren yeniden başlatmıştı; ama geçmişte yapılan yanlışları bir daha yapmamakta
kararlıydı.
301
Nitekim
Koçak, age., s. 139.
Türkiye,
diplomatik
ve
ekonomik
alanda
imzaladığı
118
antlaşmalarda, sağlam hukuki temelleri göz önünde tutmuştu. Bu tutum, hiçbir tarafa
ayrıcalık tanıtmamış ve karşılıklı çıkar ilişkisi gözetmiş, dengeli ve bağımlılığa yol
açmayan siyasi ve ekonomik ilişkiler güdülmesinde yardımcı olmuştur. Bundan her
iki ülkede faydalı çıkmış ve 1923-1933 yılları arasında ikili iyi ilişkiler yaşanmıştır.
1923-1933 dönemi Türk-Alman ilişkileri hukuki temeller üzerine oturtulmuş,
dünya ve bölge barışını olumlu etkileyen iki taraf için de karlı bir ekonomik ilişkidir.
Siyasi alanda ise, diploması kuralları içinde bir ilişki güdülmüştür. Askeri alanda,
resmi düzeyde yürütülen (harp akademilerinde görevli emekli alman subaylar hariç)
neredeyse hiçbir ilişki yoktur. Bu dönem Türk-Alman ilişkilerinin Türkiye açısından
en başarılı en karlı, en huzurlu dönemi olarak bilinir.
Türkiye’nin Cumhuriyetinin ilk Alman Büyükelçisi Rudolf Nadolny, 1924
yılında elçilik görevine başlamış ve ilişkilerin olumlu havada geçmesi için önemli
çalışmalar yapmıştır. Nadolny, ülkesinin çıkarlarını korumak için hem sosyal hem
ekonomik hem de siyasal alanda Türkiye ile dostane ilişkiler kurmuştur. Görev
yaptığı dokuz yıl boyunca iki ülke arasında bir köprü olmuş bazen vazifenin dışına
çıkarak ülkesi adına önemli çalışmalar yapmıştır. Nadolny, Türkiye’de yapılan
yeniliklerin
Almanya
ayağının
temelini
oluşturmuştur.
Ülkesinin
çıkarları
doğrultusunda görev yapan Nadolny aynı zaman da Türkiye’de çok güzel dostluklar
kurmuştur. Büyükelçi anılarında her zaman Türkiye’de görev yapmış olduğu için çok
mutlu olduğunu her zaman vurgulamıştır.
Türk-Alman ilişkilerindeki bu güzel hava, 1933'den sonra giderek Almanya
lehine bozulacaktır. Nasyonal Sosyalist Partisinin Almanya da hükümet olması TürkAlman ilişkilerinde değişim ve gelişimi ortaya koyacaktır. Hitler Almanya'sı hayat
alanı teorisi ile Kayzer II. Wilhelm gibi dünyayı ele geçirme politikası benimsiyordu.
Dolayısıyla Türkiye'yi göz ardı edemezdi. Hammadde kaynakları zengin, stratejik
öneme haiz, sağlık ve askeri potansiyeli olan Türkiye'yi ele geçirebilmek ve kendi
yanlarına çekebilmek için her yolu denemiştir. Almanya, Türkiye'nin % 50'lere varan
kendi payına ve ekonomik bağımlılığına güveniyordu dolayısıyla Türkiye'nin 1.
Dünya Savaşı öncesi gibi siyasi ve askeri açıdan kendisinden ayrı bir yol
izleyemeyeceğinden emindi. 1939 yılı başında imzalanan ticaret ve kredi anlaşmaları
119
ile Türkiye'nin ekonomik açıdan kendilerine bağımlı hale getirildiği inancı Nazi
Almanya'sında yaygındı.
Nazi Almanya’sının birinci, Ankara’nın ikinci Alman Büyükelçisi Frederich
von Rosenberg, görev yaptığı bir bucuk yıllık zamanda pek aktif işler yapamamıştır.
Çünkü Rosenberg artık emeklilik çağı diyebileceğimiz bir dönemde Türkiye’ye
gelmiş ve tam faaliyetlerine başlarken yaş haddinden dolayı emekliye ayrılmıştır.
Nazi Almanya’sının ikinci Türkiye’nin ve Atatürk döneminin son Alman
Büyükelçisi Freidrich von Keller, Türkiye’de iki bucuk yıla yakın görev yapmıştır.
Keller’de emeklilik çağı olabilecek bir dönemde elçilik görevinde bulunmuştur.
Keller tam Türk-Alman ilişkilerinin en gergin olduğu bir dönemde görevini yapmaya
çalışmış
fakat
istenilen
düzeyde
Türk-Alman
ilişkilerine
olumlu
katkıda
bulunamamıştır.
Türkiye, Almanya'nın yayılmacı siyasetinden, dünya barışı ve topraklarının
güvenliği politikasından alabildiğine rahatsızdı. Savaşın çok yaklaştığı 1939 yılı
ortalarında Türkiye tavrını ortaya koymuştu Almanya 1936-1938 döneminde
ekonomik ilişkileri kendi lehine geliştirerek ülkesinde tek el yaratıyordu ve bundan
endişe duyan Türkiye 1939'da Almanya'dan koparak, İngiltere ve Fransa ile
ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirme ihtiyacı duymuştur.
Atatürk dönemi Alman Büyükelçilerine baktığımızda, üç Büyükelçinin ortak
noktası ise, hepsinin de hukukçu olmasıdır. Nadolny ve Rosenberg hem Osmanlı
döneminde hem de Türkiye Cumhuriyeti döneminde Anadolu coğrafyasında ülkeleri
adına önemli görevlerde bulunmuşlardır. Üç büyükelçi de ülkeleri için birçok
yabancı ülkede görevde bulunmuşlar ve üçü de meclis üyeliğinde bulunmuşlardır.
Nadolny’nin yapmış olduğu faaliyetlere baktığımız zaman, diğer ikinci ve üçüncü
elçilere oranla daha çok hizmette bulunmuştur. Nadolny nitelik ve aktiflik olarak
daha başarılı işler başarmış fakat Rosenberg ile Keller Türkiye’de büyükelçilik
görevlerini yapmaktan ziyade emeklilik zamanlarının dolmasını beklemişlerdir.
Rosenberg ile Keller’in bu kadar aktif olmamasında, Hitler’in Türkiye’ye karşı
uyguladığı dış politikanın da önemi belirtmek gerekir. Çünkü Hitler, Weimar
Cumhuriyetinin samimi ve iyi niyet politikasından uzak saldırgan politika
120
benimsemesi
ilişkileri
olumsuz
etkilemiştir.
Hitler’in
hegomanyasından
kurtulamayan Rosenberg ve Keller Türkiye’de aktif görevlerde bulunamamışlardır.
Sonuç olarak baktığımızda Türk-Alman ilişkilerini iki evre de incelememiz
daha doğru olacaktır. Çünkü Weimar Cumhuriyeti ile Hitler Almanya’sı arasında
dağlar kadar fark vardır. Nadolny Weimar Cumhuriyetinin de desteği ve esnekliğiyle
ülkesi adına önemli işler başarırken, Hitler Almanya’sındaki Rosenberg ve Keller
elçilik vazifesini Nadolny’e göre rahat yapamamışlardır. Nadolny’nin hayatını
incelediğimizde gerçekten de aktif görevlerde bulunmuş ve bir şeyler yapma arzusu
üst düzeyde olan bir diplomat kimliğine sahip olduğunu görebilmek mümkündür.
Rosenberg Cuno Hükümetinde Dışişleri Bakanlığı görevine kadar yükselse de,
Türkiye’de önemli işlere imza atamamıştır. Keller ise, Hitler’in iktidara gelmesiyle
resmen kızağa çekilmiş ve geçici görevlerde bulunmuştur. Nadolny Türkiye’den
sonra Moskova Büyükelçiliğinde bulunmuş fakat Hitler ile anlayamayarak
görevinden istifa etmiştir. Rosenberg ve Keller Türkiye’deki görevlerinden sonra
aktif memuriyet hayatlarına son vermişlerdir.
KAYNAKÇA
A- ARŞİVLER
1.BAŞBAKANLIK CUMHURİYET ARŞİVİ (BCA)
BCA., f.30.18.1.1. y. 9.18.20.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 9.15.12.
BCA., y. 30.18.1.1., y. 10.41.4.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 22.87.17.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 10. 42. 4.
BCA., f. 30.18.1.1, y. 23.7.9.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 15.60.13.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 10.42.4.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 14.42.10.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 15.60.2.
121
BCA., f. 30.18.1.2. y. 11.39.1.
BCA., 30.18. 1.2., y. 66.59.3.
BCA., f. 30.18.1.2. , y. 79.82.19.
BCA., f. 30.18.1.2., y. 48.66.6.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 10.41.4.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 11.54.9.
BCA., f. 30.18.1.1., y 16.66.17.
BCA., f. 30.18.1.2., y, 2.17.28.
BCA., f., 30.18.1.1., y. 24.28.3
BCA., f. 30.18.1.2., y. 84.80.8.
BCA., f. 30.18.1.1., y. 14.39.11.
BCA., f. 30.18.1.2., y. 45.38.4.
BCA., f. 30.12. 1.2., y. 45.36.16.
BCA., f. 30.12. 1.2., y. 45.36.16.
2. BERLİN DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI ARŞİV BELGELERİ
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Rudolf Nadolny Amtliche
Korrespondenzen 1912-1948, Bd. 19.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny
Nadolny Bd. 24.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny
Nadolny Bd. 27.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny
Nadolny Bd. 30.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny
Nadolny Bd. 31.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny
Nadolny Bd. 38.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny
Nadolny Bd. 82.
122
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny
Nadolny Bd. 82.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny
Nadolny Bd. 104.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny
Nadolny Bd. 110.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78485.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78486.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78487.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R 2,78487.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78488.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78544.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78545.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Deutsche Botschaft
Kostantinopel Ankara, 974.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Deutsche Botschaft
Kostantinopel Ankara, 753.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Deutsche Botschaft
Kostantinopel Ankara, 974.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Politische Beziehungen der
Türkei zu Frendem Staaten, Politik Türkei, R. 28590.
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Politische Beziehungen der
Türkei zu Frendem Staaten, Politik Türkei, R. 78492.
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 012591.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen
Geldangelegenheiten, N. 012591, I-H.
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 012592.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des Auswartigen
Geldangelegenheiten, N. 012592, I-H.
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 012593.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 012594.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
123
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 012595.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 012596.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 012597.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N.007139.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 007140.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 007141
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 007142.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 007143.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
Akten, Politisches Archiv des
Geldangelegenheiten, N. 007145.
Auswartigen
Amts
Berlin,
Persönlichen
B- SÜRELİ YAYINLAR:
Akşam
Cumhuriyet
Frankfurter Zeitung,
Hakimiyeti Milliye
Neue Züricher Zeitung
Tan
Türkische Post
Ulus
Vakit
Völkischer Beobachter
124
C- KİTAPLAR:
Atatürk’ün Milli Dış Politikası, 2 Cilt Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
1981.
ALANTAR, Zeynep Özden, Türk Dış Politikasında Milletler Cemiyeti
Dönemi, Der Yayınları, İstanbul 1994.
ARMAOĞLU, Fahir, Siyasi Tarih (1789-1960), Sevinç Matbaası, Ankara
1973.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam, C. II, Remzi Kitapevi,
İstanbul1967.
BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk İnkılap Tarihi, S. II-III, TTK, Ankara 1983.
BECKER, Winfried, Frederic von Rosenberg Korrespendenzen und Akten
des Deutschen Diplomaten und Aussenministers 1913-1937, Müchen, Oldernburg
2011.
BENHÜR, Çağatay, Stalin Dönemi Türk-Rus İlişkileri (1924-1953), Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Konya 2008.
Cumhuriyetin İlk On Yılı, Dışişleri Bakanlığı Yayınları, Ankara 1973.
ÇALIK, Ramazan Alman Basınında Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa
1919-1923, Ankara 2004.
------------ Türkisch-DeutscheBenzeiehungen Perspektiven aus Vergangenheitund
Gegenwart, İslamkunde, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 2012.
ERKİN, C. Feridun, Dışişlerinde 34 Yıl Anılar-Yorumlar, Cilt II, TTK
Yayınları,Ankara 1890.
HİRSCH, Ernst E. Anılarım Kayzer Dönemi Wiermar Cumhuriyeti Atatürk
Dönemi, Çev. Fatma Suphi, Tübitak Yayınları, Ankara 2008.
GLASNECK, Johannes,Türkiye'de Faşist Alman Propagandası, çev. Arif
Gelen, Onur Yayınları, İstanbul 1978.
GÖNLÜBOL, Mehmet, 1919-1939 Dönemi Olaylarla Türk Dış Politikası,
Siyasal Kitabevi, Ankara 1993.
125
GÜRÜN, Kamuran,Dış İlişkiler ve Türk Politikası, SBF Yayınları, Ankara
1983.
--------------Savaşan Dünya ve Türkiye, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1987.
JAESCHKE, Gotthard, Die Türkei seit dem Weltkriege II. Türkischer
Geschichteskalender für 1929 mit neuem Nachtrag zu 1918-1928, Deutsche
Geselschaft für İslamkunde, Berlin 1930.
JİNKOVA, Ludmila, Türk İngiliz İlişkileri (1933-1939), Çev. F. Muharrem,
F. Erdinç, Habora Kitapevi Yayınları, İstanbul 1978.
KOÇAK, Cemil, Türkiye'de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Yurt Yayınevi,
Ankara 1986.
---------Türk- Alman İlişkileri (1923-1939), TTK, Ankara 1991.
KURAT, Yuluğ Tekin, Elli Yıllık Cumhuriyetin Dış Politikası (1923-1973),
TTK, Ankara 1975.
Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler (çeviren Seha L.MERAY),
Takım II, Cilt 2, Ankara, 1973.
NADOLNY, Rudolf, Mein Beitrag, Limes Verlag, Wiesbaden 1955.
NEUMARK, Frizt, Boğaziçine Sığınanlar 1933-1953, İstanbul Üniversitesi
İktisat Fakültesi Çev. Şefik Alp Bahadır, İstanbul 1982.
ÖKÇİN, A. Gündüz, ÖKÇÜN, Ahmet R, Türk Antlaşmaları Rehberleri
(1920-1973), SBF Yayınları, Ankara 1974.
---------1920-1930 Yılları Arasında Kurulan Türk Anonim Şirketlerin Yabancı
Sermaye, SBF Yayınları, Ankara 1971.
ÖZGÜLDÜR,Yavuz, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945), Genelkurmay
Basımevi, Ankara 1933.
SCHÖNİNGH, Ferdinand, Biographisches Handbuch des Deutschen
Auswartigen Dienstes 1871-1945, Wien-Zürich 2008.
SOSYAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945), Cilt: I
TTK. Yayınları, Ankara 1983.
126
ŞİMŞİR, N. Bilal, Atatürk ile Yazışmalar I (1920-1923), Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara 1981.
TEKELİ, ilhan, İLKİN, Selim, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Ankara
1981.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı,Osmanlı Tarihi, Cilt IV, TTK, Ankara 1982.
US, Asım, Asım Us’un Hatıra Notları (1930-1950), Atatürk, İnönü, İkinci
Dünya Harbi ve Demokrasi Rejimine Giriş Hatırları, İstanbul 1966.
YAVUZ,
Ahmet,
Türkiye
Cumhuriyeti'nin
Akdettiği
Milletlerarası
Antlaşmalar, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1976.
YERASİMOS,Stefanos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye,Çev. B. Kuzucu,
Gözlem Yay., İstanbul 1974.
D- MAKALELER:
ARMAOĞLU, Fahir, "İkinci Dünya Harbinde Türkiye", A. Ü. Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, Cilt: XIII, S. 2, s. 51-77, Ankara 1958.
ÇALIK, Ramazan, “Türk Alman İlişkileri 1918-1945” Türkler Ansiklopedisi,
Yeni Türkiye Yayınları. s.813-822,Ankara 2002.
GÖNLÜBOL, Mehmet, KÜRKÇÜOĞLU Mehmet, “Atatürk Dönemi Türk Dış
Politikasına Genel Bir Bakış”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: I, Sayı: 2, s.
20-49, Ankara 1958.
KOÇAK, Gülayşe, “Almanya’nın İlk Ankara Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin
Gözüyle Başkent”, Tarih ve Toplum, Sayı: 42, s. 54-77, Ankara 1987.
--------“Almanya’nın İlk Ankara Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin Gözüyle
Türkiye’nin Avrupalılaşması”, Tarih ve Toplum, Sayı: 40, 1987. s. 9-23, Ankara
1987.
KOÇAK, Cemil,Almanya’nın İlk Alman Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin
Türkiye Anıları”, Tarih ve Toplum, Sayı: 40, s. 10-37, Ankara 1987.
127
NADOLNY, Rudolf, “Türk Alman Münasebetleri”, IIustrierte Zeitung, Yeni
Türkiye 1923-1933, Cilt: 181, Numara: 4624, s. 50-61, Leipzig 1943.
----------“Die Türkische İnnenpolitik”, Die Neue Türkei, Süddeutsche Monatshefte,s.
23-36, Berlin 1936.
MENEMENCİOĞLU,Turgut, "Atatürk'ün Dış Politikası ve Bunun İkinci
Dünya Savaşı'ndaki Uygulaması", İ. Ü. Sosyal Bilgiler Fakültesi Dergisi,Cilt: I, S. I,
s. 44-63. İstanbul 1983.
ÖZGÜLDÜR, Yavuz, "İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikasını
Belirleyen İki Antlaşma ve Sonuçları", Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri
II,Genelkurmay Basımevi, s. 59-73, Ankara 1999.
SOYSAL, İsmail, “Balkan Paktı (1934-1941)”, Ord. Prof. Yusuf Hikmet
Bayur’a Armağan, TTK. Yayınları, s. 16-39, Ankara 1985.
---------- “Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1918)”, Prof Dr. Ahmet Şükür
Esmer’e Armağan, SBF. Yayınları, s. 78-89, Ankara 1981.
----------- “Atatürk’ün Barışçıl Politikası ve Dünyadaki Etkileri”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, Cilt: II, Sayı: 4, s.53-69, Ankara 1985.
TORGAY, Osman Zeki, “Almanya’nın Son 10 Yıl İçinde Harici Vekaleti”,
10. Yıl Almanya’da Türk Ticaret Odası,s. 33-42, Berlin 1938.
E- İNTERNET ADRESLERİ
http://www.ankara.diplo.de/
http://www.tsk.tr
128
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
ÖZGEÇMİŞ
Adı Soyadı:
ERKAN DAĞLI
Doğum Yeri:
GAZİANTEP
Doğum Tarihi:
05.03.1985
Medeni Durumu:
BEKAR
Öğrenim Durumu
Derece
Okulun Adı
İlköğretim
ATATÜRK İLKÖĞRETİM OKULU
Ortaöğretim
ATATÜRK İLKÖĞRETİM OKULU
Lise
MANAVGAT LİSESİ 2004
Lisans
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ 2006
Yüksek Lisans
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ, A.İ.İ.T. 2010
129
YABANCI DİLLERE HAKİM OLMAK
Becerileri:
İlgi Alanları:
Hakkımda bilgi
almak için
önerebileceğim
şahıslar:
Tel:
KİTAP OKUMAK, ARAŞTIRMA YAPMAK, SPOR YAPMAK
Prof. Dr. Ramazan Çalık
Yrd Doç Dr. Çağatay Benhür
Arş. Gör. Mehmet Önder Duran
0543 726 21 95
Bahçeli Evler Mah. 5054 Sok. No: 10 Zafer Aprt. Manavgat/Antalya
Adres
Adres: Alaaddin Keykubat Kampüsü 42079 KONYA Tel: 0 332 241 05 21-22 Fax: 0 332 241 05
24
İmza
Download