IX- SEVR ANTLAŞMASI Paris Barış Konferansı sırasında I. Dünya

advertisement
IX- SEVR ANTLAŞMASI
Paris Barış Konferansı sırasında I. Dünya Savaşı'nda mağlup olan diğer Avrupa devletleri ile imzalanacak
olan barış antlaşmaları hazır hale getirilmişti. Bu konuların çözümü galip devletlerin fazlaca vaktini almamıştı.
Ancak sıra Osmanlı topraklarının paylaşımı konusuna gelince, bu o kadar kolay çözülecek bir sorun gibi
görünmüyordu. Galiplerin her biri en büyük payı alabilmek için kıyasıya bir yarış içine girdi. Ayrıca Yunanistan,
Venizelos vasıtası ile bu konferansı tam bir etki altına aldı ve İngilizlerin desteği ile isteklerini kabul ettirdi.
Hatta Pontus Rum Devleti'ni bile gündeme getirdi. Ermeniler de Ermenistan'ın kurulması konusunda kendi
taleplerinin gündeme alınması için büyük çaba harcadılar.
Osmanlı topraklarının paylaşılması Batılı Emperyalist devletlerin öteden beri devam eden önemli bir
projesiydi. Onlar buna kısaca Şark Meselesi diyorlardı. I. Dünya Savaşı'nın sonunda yenik çıkmış olan Osmanlı
Devleti için bu projenin gerçekleşebileceği ümidine kapılan İtilaf Devletleri çok geçmeden bu meselenin
çözümünün kolay olmadığını anladılar. Çünkü miras çok büyüktü. Her bir devlet de mirastan en büyük payı
almak istiyordu. Ayrıca Osmanlı ile görülmesi gereken tarihi hesapları da vardı. Diğer Avrupa devletleri ile
yapacakları antlaşmaları tek bir konferans ile sonuca bağlayan İtilaf Devletleri sadece Osmanlı konusuna dört
ayrı konferans tertiplemek zorunda kaldılar.
A-Osmanlı Topraklarını Paylaşmak Amacı İle Toplanan Konferanslar
1- I. Londra konferansı (12 Şubat - 10 Nisan 1920)
Osmanlı Devleti ile imzalanacak olan antlaşmaya son şeklini vermek için Londra'da özel bir konferans
tertipleyen itilaf devletleri uzun görüşmelere rağmen neticeye varamadılar. Osmanlı haritası üzerinde gizli
antlaşmalarla varılmış uzlaşma planlarına göre bir paylaşım gerçekleştirmek istiyorlar; ama çıkarlarının
çatışması yüzünden sonuçlandıramıyorlardı. Buradaki çalışmalarda bir sonuç alınamamış ve İtalya'nın San Remo
kentinde yeniden toplanmak üzere konferans sona ermiştir.
2- Sevr Barış Antlaşması (10 Ağustos 1920)
Osmanlı Devleti adına görüşmelerde bulunmak üzere Paris'e giden Tevfik Paşa'nın başında bulunduğu
heyet bu şartlarda bir sonuç alınamayacağını görerek geri dönmüştü. Her ne pahasına olursa olsun barışı
imzalamaya kararlı olan Damat Ferit Paşa, daha sonra kendisini heyet başkanı olarak tayin ettirerek Paris'e gitti.
Paris'te süren görüşmelere 19 Haziran 1920'de katılan Damat Ferit, hazırladıkları metni Barış Konferansına
verdi. Konferans'ta yaptığı konuşmada da Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşına girmekle suç işlediğini, bu suçun
ittihatçılara ait olduğunu ileri sürerek, Ermenistan kurulması konusunda görüşmelere hazır olduklarını söyledi.
Ancak 17 Temmuz'da İtilaf Devletleri temsilcileri, Osmanlı Devleti'nin savaş suçlusu olduğu ve ona göre işlem
yapılacağını belirterek, hem Osmanlı tarafının tekliflerini reddetmişler hem de kendilerinin hazırlamış oldukları
taslağın kabul edilmesi için on günlük zaman tanımışlardır. Aksi halde antlaşmanın gereklerini yerine getirmek
için Müttefik Devletlerinin harekete geçeceği uyarısını yapmışlardır.
İtilaf Devletlerinin bu baskıları Padişah ve İstanbul Hükümeti üzerinde beklenen etkiyi yapmış, 20
Temmuz'da Kabine'de ve Padişahın aile meclisinde barış şartlarının kabul edilmesi kararlaştırılmıştı. 22
Temmuz'da Padişahın başkanlığında Saltanat Şurası toplanmıştır. Yıldız Sarayı'nda yapılan bu toplantıya
devletin önde gelenlerinden kırk üç üye katılmıştır. Toplantıya katılan üyelerden Rıza Paşa dışında herkes
antlaşmanın imzalanması yönünde görüş bildirmiştir. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Sevr Barış Antlaşmasını
imzalamıştır.
B - Sevr Antlaşmasının Maddeleri
1. Rumeli sınırımız aşağı yukarı İstanbul vilayetinin sınırı olarak tayin olunuyordu.
2. Batı Anadolu (İzmir ve havalisi) Yunanlılara verilecekti.
3. Doğuda Beyazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan kurulacaktı.
4. Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı.
5. Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfuz mıntıkalarına ayrılmakta idi. Buna göre:
•
•
•
İtalyanlar Antalya ve Konya,
Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde
İngilizler Irak'ın kuzey kısmında nüfuz bölgeleri tesis ediyorlardı.
6. İstanbul, Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak bırakılmakla birlikte antlaşma maddelerinin ihlali
durumunda geri alınabilecekti.
7. Boğazların yönetimi, ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir Boğazlar Komisyonu
tarafından idare edilecek ve boğazlar bütün devletlerin gemilerine açık tutulacaktı.
8. Türklere bırakılan bölge, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları ile sınırlandırılmış idi.
9. Sevr'e göre, memleket dâhilinde bulunan azınlıklar, Türklerden daha fazla haklara sahip oluyor, vergi
vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk
tabiiyetinden çıkanlar birçok yükümlülüklerden kurtulduğu gibi, yeniden hiç kimse Türk tabiiyetine de
giremeyecekti.
10. Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700 kişi olacak; tank, ağır top, uçak
bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup,
donanmada denizaltı da bulunmayacaktı.
11. Diğer taraftan mali ve iktisadi hükümler, Osmanlı Hükümeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak
şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devleti'ni İtilaf Devletlerinin müşterek
sömürgesi haline getiriyordu. Kapitülasyonlar artarak devam ediyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan
devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mali Komisyon, Osmanlı Devleti'nin gelir ve giderlerini
düzenleyecekti.
12. Hicaz bağımsız bir devlet olacak, Osmanlılar Mısır üzerindeki haklarından vazgeçecekler, Suriye, Irak
ve Filistin ile ilgili alınacak bütün kararları da kabul edeceklerdir.
13. Oniki Ada İtalyanlara, Akdeniz'deki diğer adalar da Yunanlılara bırakılacaktır.
İngilizler, Anadolu'daki Yunan ordusunu, Sevr Antlaşması'nın TBMM tarafından kabul edilmesi için,
Türklere karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmışlardır. İstanbul Hükümeti'nin teslimiyetçi politikasına rağmen
TBMM antlaşmayı tanımamış, bu antlaşma ile kendini hiç bir surette bağlı görmediğini de ilan etmiştir. Nitekim
Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr Antlaşması'nı imzalayanların ve bunu
onaylayan Şuray-ı Saltanatta yer alanların vatan haini sayılmaları kararını almıştır. Ayrıca İstanbul'un işgal tarihi
olan 16 Mart 1920'den itibaren Osmanlı Devleti'nin imzaladığı tüm antlaşmaları tanımadığını bildirmiştir.
X- KUVA-YI MİLLÎYE
Kuva-yı Millîye, Millî kuvvetler anlamına gelir. Mondros Ateşkes Antlaşması'nın ardından ordular terhis
edilince merkezi bir kuvvet kalmamıştı. Buna karşılık ülkenin dört bir yanı da işgal edilmeye başlanmıştı. Bu
duruma seyirci kalmak mümkün değildi. İlk olarak Yunan işgaline karşı Batı Cephesinde Kuva-yı Millîye
hareketi başladı. Bu bölgede ilk Kuva-yı Millîye direnişi 16 Mayıs'ta Urla'da ortaya çıktı. Yunan işgalinin
ardından harekete geçen Rum milislerine karşı 173. Piyade Alay Komutanı Yarbay Kazım Bey'in öncülüğünde
Urla halkı Kuva-yı Millîye teşkilatı oluşturarak bu saldırıları geri püskürttü.
XI- MİLLÎ MÜCADELE'DE GÜNEY CEPHESİ
I. Dünya Savaşı devam ederken imzalanan gizli antlaşmalardan daha önce bahsedilmiştir. Bunlardan biri
olan Sykes-Picot Antlaşması İngiltere ile Fransa arasında Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Ortadoğu
topraklarının paylaşılması ile ilgiliydi. Bu antlaşmaya göre Çukurova bölgesini de içine alacak şekilde Suriye ve
Lübnan toprakları Fransa'ya verilmiş Fırat ve Dicle havzası yani Irak toprakları da İngiltere'ye bırakılmıştı.
Geriye kalan bölgelerde ise Ürdün merkezli bir Arap krallığı kurulacaktı.
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra İngiltere ve Fransa güney bölgelerini işgale
başladılar. İngiltere sadece gizli antlaşma sayesinde elde ettiği topraklardan daha fazlasını işgal etti. İşgaller
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7. maddesine dayandırıldı. İngiliz işgal bölgesi olmadığı halde Musul, Kilis,
Antep ve Urfa da İngilizler tarafından işgale uğradı. 1918 yılının sonları ile 1919 yılının başlarında gerçekleşen
bu işgallerin iki amacı vardı; birincisi Musul gibi petrol bölgelerini ele geçirmek, ikincisi de fazladan ele
geçirdiği toprakları ileride Fransa'ya karşı koz olarak kullanıp pazarlık şansını arttırmaktı. İngiltere'nin bu
yöndeki yoğun çabaları sonuç verdi ve böylelikle15 Eylül 1919'da imzalanan Suriye İtilafnamesi ile İngiltere,
Musul'u alarak bu bölgeleri Fransa'ya devretmiştir. Fransa bu pazarlıktan pek karlı çıkmasa da Güney bölgesi
kendi çıkarları açısından önemli idi. Nitekim Fransa'da en gelişmiş sektör tekstil idi ve hammadde olarak
pamuğa ihtiyaç duyuyordu. Bu sebepten Fransa güney bölgesinin verimli topraklarından kendi tekstil sanayisinin
ihtiyaç duyduğu hammadde kaynaklarını temin edebileceğini düşünüyordu. İngilizlerle yapılan bu antlaşmadan
sonra Fransızlar 1919 Ekim ayından itibaren bölgeyi işgal etmeye başladılar. Bölgede İngiliz işgali sırasında
kayda değer bir olay yaşanmazken Fransız işgali ile birlikte bölgede büyük olaylar ve çatışmalar yaşanacaktır.
Bunun birkaç sebebi vardır.
1 - En önemlisi Ermeni faktörüdür. Fransa işgal için yeterli asker bulmakta zorlanınca Ermenileri
kullanmayı düşünmüş ve onlara Kilikya bölgesinde bir Ermeni devleti kurma sözü vermiştir. Bu söze inanan
Ermeniler, Fransa tarafından Kıbrıs'ta kurulan Ermeni Lejyon Alaylarına katılmış ve bölgeye gelmiştir. Bunların
çoğunun 1915 tehcire tabi tutulan olan kimseler olduğu hesaba katılırsa nasıl bir duygu ve düşünce içinde
hareket edecekleri kolaylıkla tahmin edilir. Hâlbuki İngiliz Ordusundaki askerlerin çoğu Hint, Mısır
Müslümanlarından oluşmakta idi ve bunlar bölge halkı ile diyalog kurmakta zorlanmamıştı.
2- İngiltere yılların verdiği tecrübe ile işgal sahasındaki yerli unsurlarla çatışmaktan kaçınarak, sinsice
yerleşmenin yollarını çok iyi biliyordu. En başta işgalin geçici olduğu söyleniyor, halka çok yumuşak
davranılıyordu. Ardından güçlü bir siyasi ve ekonomik idare kuruluyor ve halkın rahat etmesi sağlanıyordu.
İngiliz varlığının rahat ve refah getirdiği düşüncesi yerleştiriliyordu. Böylece halkı kendi varlıklarına
alıştırıyorlardı. Buna rağmen bir muhalefet oluşursa da en baştan bunu imha ederek yayılmasına fırsat
vermiyorlardı. Fransa ise kaba kuvvetle her şeyin üstesinden geleceğine inanıyor ve üstün silah gücüne
güveniyordu.
3- Bölge halkı Fransız işgalinin aslında Ermeni işgali olduğunu bildiği için daha en baştan buna büyük
tepki göstermiştir.
4- İngiltere boşalttığı illeri Fransız işgaline bırakmış; fakat Fransızların buralarda tutunmasını da
istememiştir. Bu yüzden yöre halkını Fransızlara karşı kışkırtmış; hatta el altından onlara silah vermiştir.
Fransızları da halka karşı kışkırtmaktan geri durmamış, tarafların çarpışarak zayıf düşmesini arzu etmiştir.
Güney cephesi (Adana, Maraş, Antep ve Urfa)'nde işgallere karşı verilen mücadelede halk büyük bir direniş
göstererek mücadelesini tamamen kendi yerel kaynaklarını kullanarak gerçekleştirmiştir. Bölgedeki Kuva-yı
Millîye Teşkilatları ve buna bağlı milis kuvvetleri örgütlü bir mücadele yürüterek özellikle Fransızlara karşı
Maraş, Antep, Adana ve Urfa'da önemli başarılar kazanmışlardır. Diğer
XII- DOGU CEPHESİ
A - Ermeni Sorunu'nun Geçmişi
1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra başlayan Anadolu fütuhatı sırasında bölgede yaşayan Ermeniler perişan
ve dağınık bir halde idiler. Anadolu'yu elinde tutan Bizans, Gregoryen mezhebine mensup olan Ermenileri
mezhep değiştirmeye zorluyor, kabul etmeyenleri Karadeniz'in kuzeyine sürgüne gönderiyor veya katlediyordu.
Belli bir bölgede çoğunluk oluşturamadıkları için de müstakil bir siyasi yapı kuramamışlardı. Sadece bir iki
küçük Ermeni beyliğinden söz edilebilirdi.
Anadolu'da Haçlı ve Bizans tazyiki altında yaşayan Ermenilerin Türklere fetihlerde yardımcı oldukları
bilinmektedir. Bunun en önemli sebebi Türkler hakkında yaygın olarak bilinen hoşgörü politikasıdır. Türklerin
idaresinde daha rahat edeceklerini düşünerek, Bizans tarafından Türk fetihlerine karşı organize edilen engelleme
girişimlerine pek dâhil olmamışlardır.
Osmanlı Devleti'nin gayrimüslim azınlıklara uyguladığı zimmet politikası onlar için Osmanlı ülkesini son
derece güvenli bir coğrafya haline getirmiştir. Diğer İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlılar da
gayrimüslimleri belli şartlar karşılığı emanet olarak kabul ediyor ve onların himayesine özen gösteriyordu. Hatta
zimmî denilen azınlık hakları müminlerin haklarından daha dikkatli korunuyordu.
B - I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu
Doğu Anadolu'da bulunan Ermeni komiteleri I. Dünya Savaşı ihtimali ortaya çıkınca bunu büyük bir fırsat
olarak görmüşlerdir. Ermeniler topyekûn bir ayaklanma çıkarmışlar ve ardından da bağımsız bir Ermenistan
kurma faaliyetlerine girişmişlerdir. Aynı komiteler Osmanlı Devleti'ne güvence vererek muhtemel bir savaşta
Ermenilerin var gücü ile Osmanlı Devleti'nin yanında yer alacağını söylemişlerdir. Hâlbuki Taşnak Komitesi
yayın organı olan Horizon Mecmuası ise Ermenilerin tereddüt etmeden İtilaf Devletleri'nin yanında yer alacağını
bildirmiştir. Yine bu komite kendi örgütüne talimat göndererek savaşta izleyecekleri stratejiyi şöyle tarif
etmiştir: "Ruslar sınırı geçtiğinde ve Osmanlı Orduları geri çekilmeye başladığında her yerde isyanlar
çıkartılmalı böylece Osmanlı Ordularının ikiye bölünüp iki ateş arasında kalmaları temin edilmelidir." Osmanlı
Devleti'nin Van mebusu olan Papazyan ise bir bildiri yayınlayarak şunların yapılmasını istemiştir: "Kafkasya'da
gönüllü Ermeni alayları hazır bulundurulmalı, bunlar Rus Ordusunun öncüleri olarak kilit noktaları ele geçirmeli,
Anadolu topraklarında ilerleyecek Ermeni Alayları ile birleşmelidir." Tüm bu kararlar aynen yerine getirilmiştir.
Anadolu ve Kafkas Ermenilerinden oluşan gönüllü alayların Osmanlı topraklarına girmesi ile beraber Osmanlı
Ordusunda bulunan Ermeniler silahlarıyla birlikte kaçıp Rus Ordusuna katılmışlardır. Diğer Ermeniler ise çeteler
kurarak saldırıya geçmişlerdir. Bu çeteler erkekleri cephede olan masum sivillere saldırmış ve katliam
yapmışlardır. Aralarındaki meşhur slogan şudur; "Kurtulmak istiyorsan önce komşunu öldür". İsyan eden
Ermeniler, Kafkas cephesinden çekilmekte olan ordumuza büyük zararlar vermişlerdir. İkmal yollarını
kesmişler, yaralı taşıyan konvoyları vurmuşlar, köprü ve yolları imha etmişler, bulundukları yerlerde kargaşa
çıkartarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır. Rus kuvvetlerinin içinde yer alan Ermeni Gönüllü Birliklerinin
Müslüman halka zulmü o kadar dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır ki Rus komutanlar onları geri hizmetine almak
zorunda kalmışlardır.
XIII- BATI CEPHESİ
A- DÜZENLİ ORDUNUN KURULUŞU
İstanbul Hükümeti ve işgal devletlerinin kışkırtmalarıyla çıkan ayaklanmaları bastırmak ve günden güne
ilerleyen Yunan ordusunu durdurmak, ancak düzenli bir ordu ile mümkündü. Bu iki sorun çözülmeden
bağımsızlığı elde etmek imkânsızdı. Mondros Mütarekesi'nden sonra ordular terhis edilmişti. Elde Kazım
Karabekir'in komutanı olduğu Erzurum'daki 15. Kolordu'dan başka, gerçek savaş gücü taşıyan birlik yoktu. Ordu
yalnız boş kadrolar durumundaydı. Gerek Temsil Heyeti, gerek ardından kurulan yeni Meclis silahlanmaya ve
seferberliğe gidecek durumda değildi. Ancak, ayaklanmalar bastırılmalı ve Yunan ilerleyişi durdurulmalıydı.
C - I. inönü Savaşı ( 6 - 10 Ocak 1921)
1- Savaşın Sebepleri
a) Sevr Antlaşması'nı TBMM'ye kabul ettirmek ve Yunanistan'ın İtilaf Devletleri'nin desteğini
sağlama çabası
b) Eskişehir ve Ankara'yı ele geçirmek
c) Kurulma aşamasında olan düzenli orduların toparlanmasına fırsat vermemek
d) Çerkez Ethem'in yarattığı bunalımdan yararlanmak.
2- Savaşın Başlaması ve Gelişimi
Bursa'dan yola çıkan Yunanlılar Eskişehir istikametinde taarruza geçtiler. Türk ordusu onları Eskişehir
dışında İnönü Mevkii'nde karşıladı. 6 Ocak 1921'de başlayan taarruz girişimleri 4 gün boyunca devam etti.
Yapılan savaşlarda 57 ölü, 154 kayıp veren Yunanlılar eski mevzilerine çekilmek zorunda kaldı.
Beklemedikleri bu yenilgi karşısında şaşkına dönen Yunanlılar bunun bir savaş olmadığını, taarruza yönelik
bir keşif harekâtı olduğunu söyleyerek başarısızlıklarını örtmeye çalıştılar. Ancak böyle bir keşif harekâtında o
kadar kaybı nasıl verdiklerini ise açıklayamadılar.
3- Savaşın Sonuçları
•
•
•
•
•
•
Zafer haberi TBMM'de ve tüm yurtta bir bayram havası yaratmıştır.
TBMM'nin içeride ve dışarıda otoritesi artmış, meclis, güç, güven, moral ve itibar kazanmıştır. Millî
Mücadele'ye inanmayanlar ve mesafeli duranlar bu zaferin ardından görüşlerini değiştirmişlerdir.
Mücadelenin sonuç getireceğine inanmadığı için askerden kaçanlar, gidip askerlik şubelerine kayıt
yaptırmaya başlamıştır.
Düzenli ordunun kazandığı bu ilk zaferle birlikte mecliste yaşanan tartışmalar sona ermiştir. Üyelerden
bir kısmı Kuva-yı Millîye ile savaşı sürdürmenin daha iyi olacağını savunuyorlardı.
TBMM'de zaman zaman bir Millî marş yapılması gündeme gelmiş ancak bu konuda bir sonuç
alınamamıştı. M. Akif in Türk ordusuna ithaf ettiği İstiklal Marşı 12 Mart 1921'de kabul edilmiştir.
İlk anayasamız olan Teşkilatı Esasiye Kanunu 20 Ocak 1921'de kabul edilmiştir. TBMM, I. İnönü
Zaferi'nin getirdiği moral ile bu konuyu ele almış ve çözüme kavuşturmuştur.
Türkiye-Sovyet Rusya arasında Moskova Antlaşması imzalanmıştır.
•
•
Türk-Afgan Dostluk Antlaşması imzalanmıştır. (İlk defa bir İslam devleti TBMM'yi tanımıştır)
İsmet Paşa generalliğe terfi ettirilmiştir.
Londra Konferansı'nın Sonuçları
• Bu konferansla, TBMM ilk defa İtilaf Devletleri tarafından resmen tanınmıştır.
• Misak-ı Millî uluslararası bir alanda ilk defa tüm dünyaya duyurulmuştur.
• İtilaf Devletlerinin Türkler barış istemiyor yolunda yaptıkları propagandanın önü kesilmiştir.
• Sevr Antlaşması'ndan tavizler verilebileceğini göstermesi hem de Lozan'a giden yolda önemli bir adım
olması bakımından da kayda değerdir.
D - II. inönü Savaşı ( 23 Mart - 1 Nisan 1921 )
1- Savaşın Sebepleri
• Sevr Antlaşması'nı TBMM'ne kabul ettirmek
• Eskişehir ve Ankara'yı ele geçirmek.
• I. İnönü Savaşı'nın intikamını almak.
Yunanlılar I. İnönü Savaşı'nda yenilmediklerini iddia etmişlerse de dünya kamuoyu ve İngilizler bunu
böyle algılamamışlardır. Yunanlılar, bu yenilgi ile büyük bir itibar kaybına uğramışlardır. Henüz
kurulmakta olan Türk ordusuna yenilmiş olmak onlara itibar kaybettirmiştir. Bunun bir sonucu da
İngiltere'nin Yunanlılara verdiği desteğin kesilmesi olabilirdi. Biraz da bu endişe ile Yunanlılar bu
savaşın sonucu konusunda tartışmayı bitirmemişlerdir. II. İnönü Savaşı ile kaybettikleri itibarlarını
kazanmak ve gerçek güçlerini göstermek istemişlerdir.
• Londra Konferansı'nda TBMM'ne isteklerini kabul ettiremeyen İngiltere, Yunan ordularını yeniden
harekete geçirerek Türkleri cezalandırmak istiyordu.
2- Savaşın Başlaması ve Gelişimi
Londra Konferansı devam ederken buradan bir sonuç çıkmayacağının anlaşılması üzerine İngiltere
temsilcisi Yunan temsilcisine askeri kabiliyetlerinin ne durumda olduğunu sormuş, o da ellerindeki kuvvetle
yalnız Ankara'ya değil Sivas'a bile gidebileceklerini belirtmişti. İkinci bir taarruz hazırlığından haberdar olan
Türk tarafı derhal savunma tedbirlerini arttırmıştır.
Yunan ordusu 23 Mart sabahı Bursa ve Uşak bölgelerinden harekete geçti. Bunlardan bir kol Dumlupınar
üzerinden ilerleyerek Afyon sınırlarına girdi. Türk ordusu Batı Cephesi'nin kuzey kolunu takviye ederken
mecburen güney kolunu zayıf bırakmıştı. Bu yüzden Afyon cephesini savunamadı. Yunan ordusunun diğer kolu
Eskişehir üzerine saldırıya geçti ve İnönü mevzilerinde Türk ordusu ile karşılaştı. İnönü mevzilerinde yunan
taarruzuna karşı güçlü bir savunma hattı kurulmuştu. Yunan ordularının yer yer mevzileri aşma girişimleri
üzerine burada çetin muharebeler oldu. Bu cepheyi takviye etmek amacıyla Meclis Muhafız Taburu cepheye
gönderildi. Takviye edilen Türk ordusu bir süre sonra Yunan saldırısını geri püskürttüğü gibi 31 Mart günü karşı
saldırıya geçerek Yunanlıları ilk hareket noktası olan Bursa'ya çekilmek zorunda bıraktı. Bu başarı üzerine
Mustafa Kemal, İsmet İnönü'ye gönderdiği telgrafta; "Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini
de yendiniz." diyerek bu savaşın önemini vurgulamıştır.
3- Savaşın Sonuçları
•
•
•
Bu savaş I. İnönü Savaşı'nın sonuçları açısından çok önemli idi. Çünkü Yunanlılar ısrarla
yenilmediklerini, Türk tarafının başarısının tesadüfî olduğunu iddia ediyorlardı. II. İnönü Savaşı
Yunanlıların yanılgısını ortaya çıkardı. Türk ordusunun başarısının bir tesadüf olmadığı anlaşıldı.
TBMM'nin bu başarısından sonra Anadolu'yu işgale kalkışan emperyalist devletler bunun çok da kolay
olmayacağını anlamışlardır. Bu gerçeği ilk kabullenen İtalya olmuş, işgal ettiği yerlerden askerlerini
çekmeye başlamıştır. Fransızlar da Türklerle antlaşma zemini hazırlamak için Franklin Bouillion'u
Türkiye'ye göndermişlerdir.
İtilaf Devletleri arasında görüş ayrılıkları iyice su yüzüne çıkmıştır.
Sonuç olarak İnönü savaşlarının Millî Mücadeleye sağladığı en büyük fayda, düşmanı oyalayarak TBMM'ye
zaman ve toparlanma fırsatı vermiş olmasıdır.
Sakarya Savaşı ( 23 Ağustos-12 Eylül 1921 )
Sakarya Savaşı Öncesi Gelişmeler
• Eskişehir Kütahya savaşları sonucunda düşman Polatlı'ya kadar gelmiş ve Ankara'ya 80 Km yaklaşmıştı.
Ankara tehdit altına girince başkentin Kayseri'ye taşınması gündeme gelmişti.
Bazı üyelerin gerekirse burada savaşıp şehit olalım ama Ankara'yı boşaltmayalım sözü üzerine bundan
vazgeçilmişti.
• TBMM'de sert tartışmalar yapılmış, ordunun iyi yönetilmediği iddia edilmişti. Buna cevap veren Fevzi
Paşa, yapılması gereken her şeyin yapıldığını, zaman kazanmak için geri çekildiğimizi bunu da yüzde
onluk bir kayıpla gerçekleştirdiğimizi söyledi.
• Eleştirilen isimlerden biri de Mustafa Kemal Paşa idi. Bu zor günlerde ordunun başında değil de Meclis
kürsüsünde duruyor olmasının bu sonuçlara yol açtığını söyleyenler vardı. Bu eleştirilere cevap veren
Mustafa Kemal Paşa Meclis isterse göreve hazır olduğunu bildirmişti. Bunun ardından 5 Ağustos
1921'de Mustafa Kemal başkumandanlığa getirilmiş, işlerin aciliyeti göz önüne alınarak TBMM'ye ait
yasama, yürütme ve yargı yetkileri de üç aylığına kendisine verilmişti.
• Mustafa Kemal 8 Ağustos günü Tekâlif-i Millîye Emirleri'ni yayınlayarak halktan son kez ordu için
fedakârlık istemiştir. Tekâlif-i Millîye emirleri kısaca şöyledir; her aile bir askerin çarık, çorap ve
çamaşır ihtiyacını karşılayacak, nakil vasıtası olanlar ayda 100 kilometre ordu hesabına taşıma yapacak,
tüccarlar ellerindeki malların % 40'nı orduya verecek, bu borç daha sonra ödenecek, halkın elinde
bulunan her türlü silah ve cephane orduya teslim edilecek. Bu kanunun uygulanması için komisyonlar
kuruldu. Ayrıca bu emirlerin bir an önce yerine getirilmesi için çeşitli yerlerde İstiklal Mahkemeleri
kuruldu.
Türk milleti, Tekâlif-i Millîye Emirleri'yle, fedakârlıktan ve vatanı uğruna hiçbir şeyden kaçınmayacağını
gösterdiğinden "savaşları ordular değil, milletler yapar" gerçeğini tüm dünyanın gözleri önüne sermiştir.
Gerçekten de Tekâlif-i Millîye Emirleri'ni topyekûn ordu-millet bütünleşmesinin en başarılı uygulaması olarak
ortaya koyan Mustafa Kemal Paşa, bu uygulamayı sadece Türk tarihinde değil, dünya tarihinde de eşine
rastlanmayan bir cephe gerisi seferberliği olarak başlatmış, Türk ve dünya tarihine, Türk Millî Mücadelesi'nin en
güzel örneği olarak armağan etmiştir. Böylelikle ihtiyaçları karşılanan Türk ordusu artık yeni bir savaşa hazırdı.
Bu savaş Türk milleti için bir ölüm kalım mücadelesine dönüşecek olan Sakarya Savaşı idi.
Savaşın Başlaması
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, cepheye giderek orduyu yeni
bir savaşa hazırladı. Son gelişmelerle morali bozulan millete her iki komutan da ayrı ayrı bildiri yayınlayarak
moral vermeye çalıştı. Fevzi Çakmak, Yunan Ordusunun Anadolu içlerine ilerlemesinin mezarına yaklaşan
ölüye benzediğini söylemiş; Mustafa Kemal Paşa ise Yunanlıları milletin harim-i ismetinde boğacağını ifade
etmiştir. Türklerin toparlandığını ve güçlendiğini gören Yunanlılar ve onlara destek veren İngilizler Eskişehir Afyon hattında kalmaya karar vermişler ve bu hattı Büyük taarruza kadar geçecek l yıllık zaman içersinde
ellerindeki bütün teknik imkânlarla tahkim ve takviye etmişlerdi. Ne Yunanlılar, ne İngilizler ne de diğerleri
Türklerden asla bir taarruz hareketi beklemiyorlardı. Hatta Türk aydınlarının ve Türk subaylarının çoğu Türk
ordusunun bir taarruz harekâtı yapamayacağı kanaatindeydiler. Türk ordusu, birkaç küçük deneme dışında 1683
Viyana bozgunundan beri hep savunmada kalmış, taarruz adeta unutulmuştu. Ama her ihtimale karşı Yunanlılar
söz konusu hatta tahkimat yaparak hem güvenliklerini hem de Batı Anadolu'daki kalıcılıklarını garanti altına
almak istediler. Yunanlıların gerçekleştirdiği savunma tesislerini gezen ve kontrol eden İngiliz askeri Uzmanlar
şu değerlendirmede bulunurlar: "...Türklerin bu savunma tesislerine saldırması, boyunlarını kemente uzatmaları
demektir... ; Türkler bu tesisleri 6 ayda geçebilirlerse 1 günde geçtik saysınlar...". Yunanlıların başkomutanı
general Hacıanesti söz konusu tesisleri teftiş ettikten sonra İzmir'e dönüşünde basın mensuplarına Türk ordusunu
ve Türk ordusunun başkomutanını küçümsediğini göstermek için: "...Cepheden geliyorum. Her tarafı dolaştım.
Mustafa Kemal adında bir komutana rastlamadım...". şeklinde yorum yapacaktır. General Hacıanesti'nin bu
yorumu daha sonra Mustafa Kemal'in cephedeki başarısı üzerine kendisine ve Yunan kuvvetlerine pahalıya
patlayacaktır.
Sakarya Savaşı'nın sonuçları
• Millî Mücadelenin son savunma savaşıdır. Bu savaştan sonra artık Yunan Ordusu'nun taarruz gücü
kırılmış ve bir daha saldırmaya cesaret edememiş, saldırı sırası Türk Ordusu'na gelmiştir.
•
•
•
•
•
•
•
Türk Ordusu yedisi tümen kumandanı olmak üzere 3.282 şehit, 13.618 yaralı ve 415 esir vermiştir.
Yunan Ordusu ise yaklaşık 15.000 ölü, 25.000 yaralı vermişlerdir.
1683 II. Viyana bozgunundan sonraki Türk Ordusu'nun geri çekilişi sona ermişti.
Eskişehir Kütahya savaşları ile bozulan moraller tekrar düzeldi. Yunan tarafında ise tam bir çöküntü
havası hâkimdi. "Ben bu orduyla değil Ankara'ya, cehenneme bile giderim" diyen Yunan kralının sesi
çıkmaz olmuştu.
19 Eylül'de Mustafa Kemal Paşa'ya Gazilik ve Mareşallik unvanları verildi.
Zafer tüm Anadolu'da coşkulu törenlerle kutlanmış, İslam dünyasında ve dost ülkelerde büyük sevinç
yaratmıştır.
Zafer tüm milletin topyekûn seferberliği ile kazanılmış; Türk kadınının erkeği ile birlikte vatan
savunmasında büyük bir özveriyle vermiş olduğu kutsal mücadele tüm dünyaya emsal olmuştur.
Bir yandan TBMM ile iyi ilişkileri sürdüren Sovyetler Birliği öbür yandan Enver Paşa'yı elinin altında
tutarak gerektiğinde Millî Mücadeleye müdahil olmak için fırsat kolluyordu. Sakarya zaferi bu plana da
son verdi.
G - Kars Antlaşması (13 Ekim 1921)
Sakarya Zaferi ile TBMM'nin dış dünyadaki itibarı ve otoritesi artmıştı. Bu savaşla Yunan ordusunun saldırı
gücü kırılmış ve savunmaya geçmek zorunda bırakılmıştı. Artık Yunanistan'ın Türk topraklarını ele geçirme
umudu sona ermişti. Sakarya Savaşı'ndan sonra Kafkaslarda meydana gelen yeni gelişmeler dolayısıyla,
Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında 26 Eylül 1921'de Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan devletlerinin
temsilcilerinin de katıldığı bir konferans düzenlendi. Kars'ta yapılan konferansta TBMM Hükümetini Kazım
Karabekir Paşa temsil etti. Bu görüşmeler sonunda 13 Ekim 1921 tarihinde Kars Antlaşması imzalandı.
Kars Antlaşmasının Önemli Maddeleri:
Türkiye'nin tanımadığı bir antlaşmayı Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan da tanımayacak, Boğazların
ticarete açılması ve İstanbul'un güvenliğinin sağlanması,
İki tarafın da topraklarında oturan vatandaşlarına ayrım yapmadan davranması ve asker-sivil tutukluların
affedilmesi,
TBMM Hükümeti Batum'un Gürcistan'a bırakılmasını kabul etti.
Moskova Antlaşması esası üzerinden yapılan Kars Antlaşması ile Türkiye'nin doğu sınırları kesin olarak
tespit edilmiş oluyordu. Böylelikle bu antlaşma ile Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ile olan ihtilaflar da
sona ermiştir.
Sonuç olarak Kars Antlaşması'nın TBMM tarafından tasdik edilmesinden (16 Mart 1922) sonra Ruslar
Kafkaslarda bulunan ordularının önemli bir kısmını Kuzeye çekmişler ve bu hareketleriyle de Kafkaslarda
endişelerinin kalmadığını göstermişlerdir.
H - Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921)
Fransızların antlaşmaya yanaşmasının sebepleri şunlardır:
1- Türklerin vatanlarını savunmak konusunda ne kadar kararlı ve azimli olduklarını görmüşlerdir. Düzenli
Fransız Ordusu güney cephesinde sivil milislere yenilmiştir.
2- Fransa, İngiltere ile birçok konuda görüş ayrılığı içine düşmüş, İngiltere politikalarının bencil ve
maceracı özelliğine itiraz etmiştir. İngiltere ile antlaşma zemini kalmadığını gördüğünde ise Türkiye ile antlaşma
yolları aramıştır.
3- Sakarya Savaşı'ndan sonra artık Türkiye'nin müstakil ve güçlü bir kimlikle ortaya çıktığı anlaşılmıştır.
Türkiye ile savaşın sonuç getirmeyeceği belli olmuştur.
4- Türkiye'nin dış politikada kazandığı başarılar da Fransa'yı tedirgin etmiştir. Nitekim Rusya gibi büyük
bir gücün desteğini yanına alan Türkiye eskisi kadar yalnız ve zayıf değildir.
20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Antlaşması ile;
Türkiye ile Fransa arasındaki savaşın sona ermesi ve tarafların kuvvetlerini yeni sınırlara çekmesi, Savaş
tutsaklarının karşılıklı olarak serbest bırakılması,
Türkiye - Suriye sınırı, İskenderun - Hatay bölgesi dışta kalacak bir şekilde çizilmesi,
İskenderun - Hatay bölgesinde özel bir yönetim kurularak, buradaki Türk halkının kültürel alanda özgür
olması ve Türkçenin resmi dil olarak kalması,
Süleyman Şah'ın Caber Kalesi'ndeki mezarının Türk toprağı olarak sayılması kararlaştırıldı.
arttı.
Ankara Antlaşması'nın Sonuçları
Bu Antlaşma ile Fransa, TBMM'yi resmen tanımış oldu. Avrupa'da
Türkiye'ye karşı oluşturulan blok parçalandı. Güney cephesi kapandı
ve Fransa ile savaş durumu sona erdi. Fransa işgal ettiği güney
illerimizden çekildi.
Ankara Antlaşması ile bugünkü Suriye sınırımız, Hatay ve İskenderun hariç olmak üzere, kesin şeklini aldı.
Fransızların bölgeden çekilirken bıraktıkları silah, cephane ve uçak ile Türk Ordusu'nun gücü biraz daha
Antlaşmayla bölgedeki savaş durumunun sona ermesinden yararlanan BMM hükümeti, bu bölgedeki
kuvvetlerini savaşın devam ettiği Batı Cephesi'ne sevk etme imkânı buldu. Ankara Antlaşması ile Fransa Misak-ı
Millî'yi tanımış oldu. Bu şekilde Fransa, TBMM ve Misak-ı Millî'yi tanıyan ilk İtilaf Devleti olmuştur.
2- Savaşın Başlaması ve Gelişimi
Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Batı Cephesi Kumandanı İsmet
İnönü savaşı yönetmek üzere Kocatepe karargâhında bulunuyorlardı.
Tarihte pek çok zaferin tarihi olan 26 Ağustos sabahı gün ışımadan Türk topçusunun ateşi ile savaş başladı.
Habersiz yakalanan Yunan Ordusu ilk anda büyük bir panik yaşadı. Türk Ordusu planlı bir şekilde hareket
ederek savaş cephelerinin yönünü tayin ediyor ve Yunan Ordusu'na çekilmek için tek bir yol bırakıyordu. Açık
bulduğu bu yoldan geri çekilmeye zorlanan Yunan Ordusu kendisi için hazırlanan tuzağın farkında değildi.
Nihayet 30 Ağustos tarihine gelindiğinde uygulanan savaş planının büyük ölçüde başarıyla sonuçlandığı görüldü.
Çünkü 5 Yunan tümeni birbirinden habersiz olarak Afyon'un Akarçay vadisine toplanmışlardı. Bu bölge iki yanı
sarp kayalık olan bir vadi idi ve çıkışı da Fahrettin Altay'ın idaresindeki süvari birlikleri tarafından tutulmuştu.
Bu aşamadan sonra artık Yunan Ordusunun geri çekilebileceği bir yer kalmamıştı. Düşmanın gücünü tamamen
kırmaya ve yok etmeye yönelik bir imha savaşı başladı. Bu muharebede Yunanlıların askeri gücü tamamen
etkisiz hale getirildi. Tarihe Başkumandanlık Meydan Savaşı diye geçen bu zaferin ardından Yunan Ordusu'nun
savaş kabiliyeti yok edildi. Yunan Ordusu'nda II. Ordu Kumandanı iken, savaş sırasında Yunan Orduları
Başkomutanlığına getirilen Trikopis esir edildi. Esir Yunan komutanına Mustafa Kemal Paşa iyi muamelede
bulunmuş ve ailesi ile görüşmesini sağlamıştır.
3- Büyük Taarruz'un Sonuçları
• Millî Mücadele'nin askeri safhası sona erdi.
• Anadolu'yu kurtaran Türk Ordusu vakit kaybetmeden Boğazlar ve Trakya üzerine yürüdü.
• Türkiye'de Türklüğün yok edilmesi için başlatılan çabalar ebediyen sonuçsuz kaldı.
• Zafer haberi İslam dünyasını sevince boğmuştur. Zaten Mustafa Kemal'in en büyük arzusu Türkiye'de
yürütülen Millî Mücadele'nin, tüm İslam dünyasında emperyalistlere karşı başlayacak bir mücadeleye
örnek teşkil etmesi idi.
• Zafer İslam dünyasında Müslümanlığın Hıristiyanlığa, Türkiye'nin İngiltere'ye karşı bir zaferi olarak
algılanmıştı.
• Boğazlar bölgesini elinde tutan İngiltere boğazların iki tarafının tarafsız bölge olduğunu Türk
ordusunun buraya girmesi halinde çatışma çıkacağını bildirdi.
•
Türk tarafı ise böyle bir bölge tanımadıklarını, boğazların Misak-ı Millî sınırları içinde olduğunu ve
işgal tamamen sona ermeden Türk askeri harekâtının durmayacağını açıkça ifade etmiştir.
•
İngiltere de savaş ihtimalini göz önünde tutarak, Fransa ve İtalya'dan yardım istedi. Ancak bu devletler
İngiltere'nin istekleri karşısında tarafsız kaldılar. İngiltere'nin sömürgelerden asker bulma girişimleri de
işe yaramadı. Nihayet kendi kamuoyundan da beklediği desteği alamayan Lloyd George hükümeti
halkın ve basının sert eleştirisine muhatap oldu. Fransa ve İtalya'nın arabulucu girişimleri sonucunda
İngiltere antlaşmaya mecbur kaldı.
i - Mudanya Ateşkes Antlaşması ( 3-11 Ekim 1922)
18 Eylül itibarı ile Anadolu topraklarında Yunan askeri kalmamıştı. Boğazlar konusu taraflar arasında ciddi
gerginliğe sebep olmuştu. Türkiye bu aşamada başarılı bir diplomasi yürüterek Boğazlar konusunda Rusya'nın da
taraf olduğunu, iş uzarsa konuya Rusya'nın da dâhil olabileceğini belirterek muhataplarını ikna etti.
i) Türkiye, İngiltere, Fransa ve İtalya delegelerinin katıldığı Mudanya Konferansı'na Yunanistan
doğrudan katılmadı. Yunan temsilcileri, görüşmeleri İngiltere aracılığı ile takip etti.
ii) Antlaşmanın Önemli Maddeleri
2) Trakya'daki Yunan birlikleri Meriç nehrinin batısına çekileceklerdir.
3) Türk Yunan savaşı sona erecektir
4) İstanbul ve Boğazlar TBMM'ye teslim edilecek, ancak nihai barış yapılıncaya kadar İtilaf askerleri önemli
noktaları kontrol altında tutacaktır.
5) Yunanlılar mütareke imzalandıktan sonraki 15 gün içinde Trakya'yı boşaltacaklardır.
6) Yunanlılar tarafından boşaltılan yerler 1 ay içinde Türk görevlilere teslim edilecektir.
7) BMM hükümeti Trakya'da asayişi sağlamak için 8000 jandarma bulunduracak başka asker sevk
etmeyecektir.
i) Mudanya Ateşkes Antlaşması'nın Sonuçları
8) Millî Mücadele'nin siyasi (diplomatik) safhası başlamıştır.
9) İstanbul, Boğazlar ve Trakya savaş yapılmadan kurtarılmıştır.
10) İtilaf Devletleri tarafından İstanbul, İzmit, Trakya TBMM'ye bırakılmış ancak nihai barış imzalandıktan
sonraki altı ay içinde buralarda asker bulundurabileceği hükme bağlanmıştır. Bunun iki sonucu olmuştur.
Birincisi Osmanlı Devleti hukuken sona ermiştir. Çünkü İstanbul'un yönetimi artık TBMM'nin elindedir.
TBMM Refet Paşa'yı Trakya valiliği ile görevlendirip bölgeyi onun eliyle teslim almıştır. ikincisi ise
İstanbul'un Millî Mücadele içerisinde en son kurtulan il olmasına sebep olmuştur. 2 Aralık 1923'te İngiliz
askerleri burayı terk etmiştir.
1. Misak-ı Millî büyük oranda gerçekleşmiştir.
• İsmet Paşa, Mudanya Mütarekesi'nde gösterdiği diplomasi başarısı ile Lozan Konferansı'na baş temsilci
olarak gönderilmiştir.
2. Ateşkesin imzalanması için İtalya ve Fransa arabuluculuk etmişlerdir.
3. Türkiye'ye en çok sorun çıkaran ülke İngiltere olmuştur.
Download