BİRİNCİ BASAMAKTA GÖĞÜS HASTALIKLARI

advertisement
KLİNİK GELİŞİM
İSTANBUL TABİP ODASI’NIN SÜRELİ BİLİMSEL YAYINIDIR
CİLT 26 • SAYI 1 • 2013
CİLT 26 • SAYI 1 • 2013
Bi
G rin
öğ ci
üs Ba
H sa
as m
ta ak
lık ta
la
rı
Birinci Basamakta Göğüs Hastalıkları
Klinik Gelişim
Birinci Basamakta
Göğüs Hastalıkları
Sayı Editörü:
Tunçalp Demir
İlk Söz
Gül Kokuyorsun
Bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
Yıllarca esecek belki
Ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
Göreceğiz ki
Biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
Geceyi, gündüzü, yıldızları
Görmemişiz hiç
Tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.
Öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
Bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
Göreceksiniz nasıl
Güller güller güller dolusu
Nasıl gül kokacağız birlikte
Amansız, acımasız, kokacağız
Dayanılmaz kokacağız, nefes nefese.
Edip Cansever
İçindekiler
1
Anamnez ve Tanı Yöntemleri
Şermin BÖREKÇİ
55 Astım
Bilun GEMİCİOĞLU
8
Solunum Fonksiyon Testleri
Tunçalp DEMİR
63 Derin Ven Trombozu ve Pulmoner Embolizm
Esen KIYAN
14 Akciğerlerin Klinik Radyolojisi
Nurhayat YILDIRIM
74 Akciğer Kanseri
Serdar ERTURAN
24 Toplum Kökenli Pnömonilerde Tanı ve Tedavi
Günay AYDIN
77 Plevra Hastalıkları
Serdar ERTURAN
33 Tüberküloz
Nilüfer KONGAR
79
İnterstisyel Akciğer Hastalıkları
Şermin BÖREKÇİ
45 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalıgı
Nurhayat YILDIRIM
82 Sigara ve Sigara Bırakma Tedavileri
Tunçalp DEMİR
Klinik Gelişim
İstanbul Tabip Odası’nın Süreli Bilimsel Yayınıdır
Üç ayda bir yayımlanır • Cilt: 26 • Sayı: 1 • 2013
SAHİBİ
Doç. Dr. Gökhan AYGÜN
İstanbul Tabip Odası Yönetim
Kurulu Adına
Doç. Dr. Gökhan METİN
GRAFİK TASARIM
Prof. Dr. Gürsu KIYAN
Emin PETEK
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji
ve Klinik Mikrobiyoloji
Prof. Dr. Taner GÖREN
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Fizyoloji
SORUMLU YAZI İŞLERİ
MÜDÜRÜ
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi
Dr. Halit TOGAY
EDİTÖR
Prof. Dr. Tunçalp DEMİR
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs
Hastalıkları ve Tüberküloz
YAYIN KURULU
Prof. Dr. Ali Serdar FAK
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları, Kardiyoloji
Prof. Dr. Nahit ÇAKAR
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve
Reanimasyon
Prof. Dr. Özgür KASAPÇOPUR
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları
Prof. Dr. Raşit TÜKEL
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Prof. Dr. Süleyman ÖZYALÇIN
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve
Reanimasyon
Dr. Ali ÖZYURT
Dr. Siyami Ersek Göğüs-Kalp-Damar Cerrahisi Hastanesi,
Anesteziyoloji ve Reanimasyon
DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. Hüseyin Cem ALHAN
Prof. Dr. İsmail ÇEPNİ
YAZIŞMA ADRESİ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kadın
Hastalıkları ve Doğum
Prof. Dr. Levent KABASAKAL
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp
Prof. Dr. Levent SALTIK
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk
Kardiyolojisi
Doç. Dr. Muzaffer BAŞAK
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyodiagnostik
Prof. Dr. N. İlknur TUĞAL TUTKUN
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları
Prof. Dr. Arzu DENİZBAŞI
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acil Hekimlik
Doç. Dr. Arzu UZUNER
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği
Doç. Dr. Baki ARPACI
Prof. Dr. Mazhar Osman Bakırköy Ruh Sağlığı Hastalıkları E.
A. H. Nöroloji
Prof. Dr. Berrak YEĞEN
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji
Prof. Dr. Beyhan ÖMER
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Biyokimya ve
Kilinik Biyokimya
Doç. Dr. H. Cihangir YURDOĞLU
Bayındır İçerenköy Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji
Doç. Dr. Coşkun YORULMAZ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Adli Tıp
Doç. Dr. Çetin VURAL
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz
Hastalıkları
Doç. Dr. Fügen AKER
Haydarpaşa Numune E. A. H, Patoloji
İstanbul Tabip Odası
Türkocağı Cad. No: 17 34440
Cağaloğlu/İST.
Tel: 0212 514 02 92 - 94
Faks: 0212 526 65 65
www.klinikgelisim.org. tr
www.istabip.org. tr/klinikgelisim
Prof. Dr. Nergis ERDOĞAN
BASKI
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Ekoloji ve
Hidroklimatoloji
Prof. Dr. Nurhayat YILDIRIM
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs
Hastalıkları ve Tüberküloz
Prof. Dr. M. Orhan ÇİZMECİ
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Plastik ve
Rekonstrüktif Cerrahi
Prof. Dr. M. Önder ERGÖNÜL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıklarıve
Klnik Mikrobiyoloji
Prof. Dr. R. Peykan GÖKALP
Acıbadem Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Klinik Gelişim Dergisi
Doç. Dr. Nadi BAKIRCI
Prof. Dr. Ahmet ERÖZENCİ
Doç. Dr. Arda SAYGILI
WEB TASARIM
Mithat HAMARAT
Doç. Dr. Önder KILIÇOĞLU
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Üroloji
Pervin ALTUNTAŞ
Acıbadem Fulya Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi
Prof. Dr. A. Özdemir AKTAN
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Ortopedi ve
Travmatoloji
Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri
Prof. Dr. Pınar SAİP
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji
Prof. Dr. Sabahattin SAİP
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji
Prof. Dr. Sedat Sadık KOCA
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyasyon
Onkolojisi
Prof. Dr. Selma KARABEY
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı
Prof. Z. Serhan TUĞLULAR
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları, Nefroloji
Prof. Dr. Şahika YÜKSEL
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları
Prof. Dr. Talat KIRIŞ
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir
Cerrahisi
Prof. Dr. Tülay ERKAN
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları
Prof. Dr. Nazire Yeşim AFŞAR FAK
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji
Prof. Dr. Pınar KADIOĞLU
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları
Golden Print
100. Yıl Ma­hal­le­si Mat­ba­acı­lar
Si­tesi 1. Cad­de No: 88
Bağcı­lar/İs­tan­bul
Tel: (0212) 629 00 24/25
Bu dergi, ülkede tıp biliminin
yayılmasını amaçladığından,
KDV’den muaftır.
ISSN: 1300-0675
© Copyright
Türk Tabipleri Birliği - İstanbul
Tabip Odası
Baskı Tarihi: Nisan 2013
Editörden
Değerli Meslektaşlarım,
Son yıllarda tüm dünyada kronik hastalıklar gittikçe artmaktadır. Bunlar içinde de solunum yolu hastalıkları
önemli bir yer tutmaktadır. TÜİK’in açıkladığı son rakamlara göre de ülkemizde ölüm nedenleri arasında solunum yolu hastalıkları 3. sırayı almaktadır ve toplam ölümlerin %9.7’sinden sorumludur. Bu nedenle solunum
yolu hastalıklarının tanı ve uzun süreli takiplerinde birinci basamağın yeri çok önem kazanmaktadır. Biz de bu
sayımızı ‘Birinci Basamakta Göğüs Hastalıkları’ olarak belirledik. Bu sayımıza destek veren tüm hocalarıma ve
meslektaşlarıma teşekkür eder, emeklerinin solunum hastalıkları ile mücadeleye katkı yapmasını dilerim.
Tunçalp Demir
Anamnez ve Tanı Yöntemleri
Uzm. Dr. Şermin BÖREKÇİ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
I. Anamnez (Öykü) Alınması:
Bir hastada doğru tanı ve tedavinin belirlenmesinde üç
temel unsur vardır; iyi alınmış bir anamnez, iyi bir fizik
muayene ve uygun tanı yöntemlerinin istenmesi. İyi
alınmış bir anamnez ile hasta muayene edilmeden önce
dahi kesin tanı hakkında bilgi sahibi olunabilir. Hasta
tüm yakınmalarını rahatça dile getirebilmeli, ancak hekim çeşitli sorularla araya girerek hastayı yönlendirmeli,
gereksiz ayrıntılarla vakit kaybedilmemelidir. Bu klinik
sorgulama aşagıdaki bölümleri içermelidir
I.a. Hastanın kimliği: Bu bölümde hastanın adı-soyadı,
cinsiyeti, yaşı, doğum yeri ve yaşadığı yerler ve süreleri
yer almalı
I.b. Meslek ve hobileri, evle ilgili özellikler: Hastanın
meslek öyküsü solunum sistemi hastalıklarında
çok önem taşımaktadır. Meslek öyküsünün detaylı
alınması, işçi, memur, emekli, serbest meslek gibi
genel tanımlamalar yerine çalışılan ortamda olabilecek hastalık etkenleri ya da mevcut hastalıkları
şiddetlendirebilecek madde ya da irritanların bulunup bulunmadığı sorgulanmalıdr. Ayrıca hastanın
doğumundan itibaren yaşadığı yerler çevresel bir takım
maddelere (asbest, klorin gazı vb) maruziyet konusunda da bilgi verir. Hastanın hobileri de (kuş besleme,
kum püskürtme ile resim yapma, yağlı boya resim
yapma vb) olası maruziyet ajanları konusunda önemli
ipuçları verir. Yaşanılan evde kaç nüfus yaşandığı, rutubetli olup olmadığı, duvarlarında ya da herhanbir
bölümünde küf olup olmadığı bu maruziyetlere bağlı
hastalıkların tanısında çok önemlidir.
I.c. Yakınmaları: Hastanın yakınmaları tek tek belirlenmelidir. Hasta tarafından bildirilen şikayetlere
yani hastalık belirtilerine semptom denir. Semptom
sorgulaması çok önemlidir, bazen hasta için önemli olmayan bir semptom doktor için önemeli olabilir ya da
çok fazla şikayeti olan bir hastanın önemli bir hastalığı
bulunmayabilir. Semptomlar, solunum sistemine ait,
diğer sistemlere ait ve genel semptomlar olmak üzere üç
grupta incelenebilir;
I.c.i. Solunum sistemi semptomları: Öksürük, nefes
darlığı, balgam çıkarma ve hemoptizi.
I.c.i.1. Öksürük: Öksürük akciğerleri mekanik,
kimyasal ve termal etkenlere karşı koruyan karmaşık
bir reflex olaydır. Tüm sağlıklı kişiler solunum
yollarına yabancı olan bir maddeyi inhale veya asKlinik Gelişim
pire ettiklerinde öksürüler. Öksürük bu yönü ile solunum sisteminin savunma mekanizmalarından biridir. Amacı yabancı maddelerin (toz, irritant, gazlar)
hava yollarına girmesini önlemek, bu yabancı maddelerin ve hava yollarındaki sekresyonların dışarı
atılmalarını sağlamaktır. Ancak öksürük patolojik
bir reflex olarak da karşımıza çıkabilir; önemli bir
hastalığın göstergesi olabilir, inhalasyon yoluyla
bulaşan infeksiyonların yayılmasına yardımcı olabilir ve hatta komplikasyonlara yol açabilir.
Öksürük etyolojisine baktığımızda, öksürüğün inflamatuar, mekanik, kimyasal ve termal uyaranlarla öksürük reseptörlerinin uyarılması sonucu oluştuğu dikkati çeker.
•
İnflamatuar
uyaranlar:
Solunum
sistemi
mukozasının ödem ve hiperemisi ile başlar; larenjit,
trakeit, bronşit, bronşiolit, soğuk algınlığı, sigara
kullanımı gibi nedenler sayılabilir.
•
Mekanik uyaranlar: Toz taneciklerinin inhalasyonu,
hava yollarının kompresyonu. Hava yollarının kompresyonu ektramural (pulmoner veya mediastinal
kitleler) veya intramural (bronş karsinomu, bronş
adenoma, yabancı cisim, granülomatoz hastalıklar)
olabilir.
•
Kimyasal uyaranlar: İrritan gazların (sigara
dumanı, kimyasal gazlar) inhalasyonu ile ortaya
çıkar. İlaçlar öksürüğe neden olabilir.
•
Termal uyaranlar: Çok sıcak ya da çok soğuk
havanın solunması ile oluşur
Öksürük tipleri, başlangıç şekli ve süresine göre akut (<8
hafta) ve kronik (>8 hafta), balgam çıkarma ile birlikte olup olmamasına göre kuru (non-prodüktif) veya
prodüktif (balgam ile birlikte) olarak sınıflandırılabilir.
Kuru vasıflı öksürük genellikle mekanik veya irritatif
uyaranlara bağlı olarak gelişirken prodüktif öksürükler
çoğu zaman inflamatuar bir olaya bağlıdır.
Öksürüğe bağlı komplikasyonlar Tablo I’de özetlenmiştir.
I.c.i.2. Nefes Darlığı (Dispne): Normalde kişiler
dakikada 12-16 kez soluk alıp verirler fakat nefes
alıp verdiklerinin farkında değildirler. Kişinin
solunum hareketlerinin rahatsız edici bir biçimde
bilincinde olması dispne olarak tanımlanır. Nefes
darlığı, tıpkı ağrı gibi sadece hasta tarafından
algılanan subjektif bir semptomdur. Nefes darlığı
solunum sistemi dışında kardiyovasküler başta ol1
2013; 26: 1-7
Tablo 1: Öksürüğün Komplikasyonları
Kardiyovasküler
Ritm bozukluğu
Santral sinir sistemi
Serebral hava embolisi
Öksürük senkopu
Öksürük başağrısı
Gastrointestinal
Kusma
Özefagus perforasyonu
Karın duvarı hernileri
Kas-iskelet sistemi
Servikal disk hernisi
Kosta kırıkları
Solunumsal
Larenks travması
Pulmoner interstisyel amfizem
Pnömatozis intestinalis
Pnömomediastinum
Pnömoperitoneum
Pnömoretroperitoneum
Pnömotoraks, subkutan amfizem
Bronş rüptürü
Diğer
İdrar inkontinansı
Cerrahi yaraların açılması
Peteşi ve purpura
Konstitüsyonel semptomlar
Ciddi hastalık korkusu
mak üzere tüm sistem bozukluklarına bağlı olarak
ortaya çıkabilir. Nefes darlığı yakınması bulunan
hastaya; nefes darlığının başlama süresi, vücut
pozisyonu ve eforla ilişkisi, ağırlaştıran ve hafifleten faktörler sorularak altta yatan hastalık konusunda ön tanılara ulaşılabilir.
Başlama süresine göre: Akut ve kronik
dispne olarak ikiye ayrılır
• Akut Dispne: Ani olarak başlar, akut sol kalp
yetmezliği, akciğer embolisi, pnömotoraks, ARDS,
astım, pnömoni, yabancı cisim aspirasyonu, hipersensitivite pnömonisi gibi hastalıklar akut dispneye
neden olur
• Kronik Dispne: Yavaş başlayan, öncelikle efor
sırasında farkedilen, zamanla ilerleyerek istirahatte de görülebilen nefes darlığıdır. KOAH kronik
nefes darlığının en sık nedenidir, akciğer fibrozisi
yapan hastalıklar (interstisyel pnömoniler, pnömokonyozlar, sarkoidoz gibi interstisyel akciğer
hastalıkları) da kronik dispne nedenlerinin
başında gelir.
Vücut pozisyonu ile ilişkisine bağlı olarak:
• Ortopne: Yatar durumda ortaya çıkan nefes
darlığıdır. Hasta oturur pozisyonda daha rahat
2
eder. Sol kalp yetmezliğinde, ağır KOAH ve astım
hastalarında, diyafram paralizisinde, asit varlığında
ve gebelikte görülebilir.
• Platipne: Ortopnenin tam tersi olarak, hastada oturuken nefes darlığı var olup yatar pozisyonda kaybolur. Platipne, oturur iken kan oksijen basıncının
düşmesi (orthodexia) sonucu oluşur.
• Trepopne: Tek taraflı yaygın akciğer hastalığı olanlarda (massif plevral efüzyon veya atelektazi) lateral
dekübitus pozisyonunda gelişen nefes darlığıdır.
• Noktürnal Dispne: Gece veya sabaha karşı hastayı
uykusundan uyandıran nefes darlığıdır. Genellikle
sol kalp yetmezliğinin belirtisidir.
Eforla ilişkisine bağlı olarak:
• Efor dispnesi: Efor sırasında ortaya çıkan nefes
darlığıdır. Kalp yetmezliği, KOAH, akciğer fibrozisi,
plevral efüzyon, atelektazi ve anemi efor dispnesi
nedenleri arasında sayılabilir
• İstirahat dispnesi: İstirahat sırasında olan nefes
darlığı en ağır nefes darlığıdır. İleri akciğer fibrozisi olguları, ileri sol kalp yetmezliği, ileri pulmoner
hipertansiyon, ağır KOAH hastalarında istirahat
halinde ya da çok az eforla ortaya çıkan nefes darlığı
bulunabilir.
Klinik Gelişim
Ş. BÖREKÇİ
Tablo 2: Hemoptizi Nedenleri
Sık görülenler (≥%5)
Bronkojenik karsinom
Tüberküloz
Bakteriyel pnömoni
Bronşit
Az Görülenler (%1-4)
Metastatik Karsinomlar
Miçetom
Akciğer apsesi
Pulmoner tromboemboli
Sol kalp yetmezliği
Girişimsel işlemlere bağlı (bronkoskopik işlemler, akciğer biyopsisi, pulmoner arter kateterizasyonu, tüp
torakostomi uygulamaları vb..)
Nadir görülenler (≤%1)
Fungal ve parazitik pnömoniler
Bronkolitiyazis
Yabancı cisim aspirasyonu
Sarkoidoz
Mitral darlık
Amiloidoz
BOOP
Dispnenin Objektif Bulguları: İstirahat halinde normal
bir kişinin solunum sayısı 12-16/dk dır. Çocukların solunum frekansı daha fazladır (20-24/dk). Normal istirahat solunumunun iki tipi vardır: Torasik ve abdominal.
Torasik solunum göğsün üst kısmı ile yapılır ve normal
kadınlarda görülür. Erkeklerde ve küçük çocuklarda ise
karın hareketleri ile beraber olan abdominal solunum
tipi hakimdir. Solunumun ritmi ve süresi düzenlidir. Solunumun ritmi ve derinliği ile ilgili başlıca bozukluklar:
• Takipne: Solunum frekansının artması (>20/dk)
• Bradipne: Solunum frekansının azalması (<10/dk)
• Hiperpne: Solunum amplitüdünün artması, derin
solunum
• Hipopne: Solunum amplitüdünün azalması, yüzeyel
solunum
• Apne: Solunumun durması
I.c.i.3. Balgam Çıkarma: Solunum yollarından
öksürükle dışarı sekresyon atılmasına “balgam
çıkarma” denir. Hava yollarında goblet hücreleri
tarafından 24 saatte toplam 10 ml kadar müküs
sekresyonu olur. Bu müküs mukosiliyer klirens
mekanizması ile larinkse kadar taşınıp farkında
olmadan yutulur. Bu olay akciğerin mekanik
savunmasında önemli rol oynar. Sağlıklı kişiler normal şartlarda balgam tükürmezler. Balgam çıkarma
yakınması olan bir kişide; balgamın miktarı, niteliği
ve kokusu sorulmalıdır. Kötü kokulu balgam, anKlinik Gelişim
Pulmoner ya da bronşial arter anevrizması
Endometriyozis
Pulmoner sekestrasyon
Alveoler hemoraji sendromları
Vasküler-bronşiyal fistüller
İlaçlara Bağlı
Sistemik hemostaz
aerop akciğer enfeksiyonları ve akciğer apsesini akla
getirmelidir.
I.c.i.4. Hemoptizi: Öksürükle alt solunum yollarından
(larenksin altından) kan ekspektorasyonuna hemoptizi denir. Hemoptizi miktarı, balgamda çizgilenme
yada balgamla karışık kan tükürmeden (hemopteik
kraşa), saf kan (pür hemoptizi) tükürmeye kadar
değişen geniş bir aralıkta yer alır. Hemoptizi nedenleri Tablo 2 de özetlenmiştir.
I.c.ii. Diğer sistemlere ait semptomlar: İlgili sisteme göre değişen semptomlardır. Örneğin, çarpıntı,
sol kolda uyuşma ve anjina kardiyovaküler sistem;
mide yanması, karında şişkinlik, yutma güçlüğü,
ishal ve kabızlık gastrointestinal sistem; sık idrara
çıkma, idrar yaparken ağrı, yanma gibi yakınmalar
üriner sistem ile ilişkili semptomlardır.
I.c.iii. Genel semptomlar: Herhangi bir sistemin
hastalığı ile bağdaşmayan, tüm sistemleri genel
olarak ilgilendiren semptomlardır. Bu semptomlar
arasında ateş, titreme, terleme, iştahsızlık, halsizlik
ve kilo kaybı sayılabilir.
I.d. Öykü: Öykü mutlaka kronolojik bir sıraya göre
alınmalı, nefes darlığı, öksürük, balgam, göğüs ağrısı ve
hemoptizi gibi solunum sistemini ilgilendiren beş temel
semptomun olup olmadığı mutlaka sorgulanmalı, olmayanlarda yok diye kaydedilmelidir. Her semptomun
başlangıcı, seyri, sonucu ayrıntılı olarak belirtilmeli,
semptomların birbiri ile ilişkisi araştırılmalıdır. Hastanın
3
2013; 26: 1-7
mevcut yakınmaları ile daha önce tanı alıp almadığı,
daha önce yapılmış, laboratuar, radyolojik, solunum
fonksiyon testi sonuçlarının olup olmadığı, tedavi alıp
almadığı, aldıysa hangi tedavileri, hangi dozda, nekadar süre aldığı yarar görüp, görmediği sorgulanmalı.
Öykünün sonunda öykünün kimden alındığı, güvenilirlik derecesi not edilmelidir.
I.e. Öz geçmiş: Sigara öyküsü sorgulanmalı, kullanıyor
ise mutlaka bırakması gerektiği söylenmeli, geçirdiği
veya şuan mevcut olan hastalıklar, kazalar, ameliyatlar
not edilmelidir.
I.f. Soy geçmiş (aile öyküsü): Hastanın brinci derece
yakınlarının sağlıkları, önemli hastalıklarının bulunup
bulunmadığı, özellikle çocuklarda anne baba arasında
akrabalık olup olmadığı öğrenilmelidir. Ailede kanser, astım, tüberküloz olup olmadığı da muhakkak
sorulmalıdır.
I.g.Alışkanlıklar ve kullandığı ilaçlar: Hastanın tüm
alışkanlıkları ve ilaçları sorgulanmalı;
• Tütün kullanımı: Sadece sigara değil hastanın
kullandığı her türlü tütün ürünü (pipo, nargile,
çiğneme tütün, puro vb.) sorgulanmalı. İçilen süre
ve miktarı paket-yıl olarak belirlenmelidir. Pasif içicilikte mutlaka sorgulanmalı.
• Alkol bağımlılığı: Alkol bağımlılığı hem anaerobik enfeksiyonlar hem de aspirasyon için risk
oluşturması bakımından muhakkak sorgulanmalıdır.
• Kullandığı veya kullanmaya devam ettiği ilaçlar:
Bazı ilaçların kısa ya da uzun süre kullanımı solunum sistemi ile ilgili semptom ve ya hastalıkların
ortaya çıkmasına neden olabilir, bu nedenle detaylı
ilaç anamnezi önemlidir.
II. Tanı Yöntemleri
II.a. Fizik Muayene: Solunum sistemi muayenesi,
sistemik muayenenin bir parçası olup, her hastada
yapılan, en önemli ve en pratik tanı yöntemlerinden
biri olarak yorumlanabilir. Kısaca isnpeksiyon, palpasyon, perküsyon ve oskültasyon da dikkat edilmesi
gereken noktalar;
II.a.i.İnspeksiyon: Hastanın solunum pozisyonu
(ortopne, platipne, trepopne varlığı), solunum sayısı
(takipne, bradipne varlığı), solunum şekli (hiperpne, hipopne, apne varlığı) ve göğüs kafesi [pectus excavatum (kunduracı göğsü), pectus carinatum (güvercin göğsü), kifoskolyoz, göğüs ön-arka
çapının artması] değerlendirilir.
II.a.ii.Palpasyon: Hasta konuşurken oluşan toraks duvarındaki titreşimler (vibrasyon veya taktil
fremitus) saptanarak bazı hastalıkların ayırıcı tanısı
yapılabilir. Titreşimler normal akciğerde belli oranlarda süzülürken patolojik durumlarda daha az veya
çok süzülüp emilir. Vibrasyon; pnömoni ve akciğer
fibrozunda artarken; amfizem, plevrada hava veya
sıvı toplandığında, atelektazide azalır. Toraksın
4
solunuma eşit katılımı inspeksiyon ve palpasyon ile
değerlendirilir.
II.a.iii.Perküsyon: Göğüs duvarına vurma ile oluşan
seslerin dinlenmesidir. Daima simetrik yapılmalı ve
her iki tarafın sesleri karşılaştırılmalıdır. Akciğerler
normalde sonordür. Amfizem ve pnömotoraksta sesler hipersonör ve timpaniktir. Matite saptanan durumlar; pnömoni, atelektazi, kitle, plevral efüzyon
ve plevral kalınlaşmadır.
II.a.iiii.Oskültasyon: Solunum sesleri trakea ve
ana bronşlardaki türbülan akım ile oluşur. Alveoller tarafından süzülerek göğüs duvarına ulaşır ve
veziküler ses olarak duyulur. Trakeanın üzerinde
trakeal ses, manibrium sterni üzerinde bronşiyal ses
duyulur.
* Solunum seslerinin azalması: Şişmanlarda, plevral
efüzyon, plevral kalınlaşma, pnömotoraks, büyük
büller, atelektazi, amfizem varlığında solunum sesleri azalmış olarak duyulabilir.
*Ekspiryum
uzaması:
hastalıklarında duyulur.
Obstrüktif
akciğer
*Solunum seslerinin şiddetlenmesi: Çocuklarda
ve narin vücut yapısına sahip kişilerde solunum
sesleri artmış olarak duyulabilir. Pnömonide, eski
tanımlamma ile tuber sufl olarak adlandırılan, solunum sesleri artmış olarak (trakeal ya da bronşial ses
olarak) duyulabilir.
Ek sesler: Akciğerden ve plevradan kaynaklanan ek
sesler olarak iki grupta inceleyebiliriz.
*Akciğerden kaynaklanan ek sesler: Sürekli ve kesintili olarak ikiye ayrılır
- Sürekli ek sesler: Wheezing, ronküs ve stridor.
Wheezing ve ronküs, KOAH ve astım gibi obstrüktif akciğer hastalıklarında özellikle ekspiryumda duyulurlar. Ağır obstrüksiyon varlığında inspiryum ve ekspiryumda duyulabilirler. Lokalize
olarak duyulmaları, bronşun tümör, yabancı cisim
gibi bir nedenle lokalize olarak daralmış olduğunu
düşündürür. Larenks ödemi, tümörü, trakea
tümörü ve postentübasyon darlık gibi nedenlerle inspiryumda hava yolunun daralması ile tiz,
dışardan duyulan bir ses oluşur, bu ses stridor
olarak tanımlanır.
- Kesintili ek sesler: Bu grupta raller yer alır. Anormal olarak kapanmış hava yollarının aniden açılması
ile oluşur. Raller ne kadar erken duyulursa oluşumu
o kadar proksimalde demektir. Kronik bronşit ve
bronşektazide inspiryum başında duyulurken; pnömoni, akciğer ödemi ve fibroziste inspiryum sonunda duyulur. Kronik bronşit ve bronşiektazide solunum yollarında biriken sekresyonlara bağlı olarak
ekspiryumda da raller duyulabilir. Bu raller hastayı
öksürtmekle kaybolur ya da nitelik değiştirir.
* Plevra kaynaklı ek sesler: Bu grupta frotman yer
alır. İnflamasyon, tümör invazyonu gibi nedenlerle
Klinik Gelişim
Ş. BÖREKÇİ
visceral ve parietal plevra yapraklarının birbirine
sürtünmeleri ile oluşur. Plevrada sıvı toplandığında
frotman kaybolur.
II.b. Akciğer Radyolojisi: Ayrı bir bölümde değinilecek.
II.c. Solunum Fonksiyon Testleri: Ayrı bir bölümde
değinilecek.
II.d. Arter Kan Gazı: Asit baz dengesinin ve solunum
dengelerinin tayini için arteriyel kanda oksijen (PaO2)
ile karbondioksit (PaCO2) parsiyel basınçlarının, oksijen satürasyonunun (SaO2), pH ve bikarbonat değerlerinin ölçümü arter kan gazı analizi (AKG) ile yapılır.
Arter kan gazı analizi hastanın metabolik ve respiratuar
fizyolojisi hakkında güvenilir bilgiler veren önemli bir
laboratuar yöntemidir.
Arter kan gazı analizi endikasyonları şu şekilde özetlenebilir:
üMetabolik ve respiratuar asidoz ve alkolozun tanısı
ve takibi
üSolunum yetmezliğinin tipinin saptanması
üVerilen tedavinin etkinliğinin belirlenmesi
üOksijen tedavisinin endikasyonu ve takibi
üAni gelişen ve sebebi açıklanamayan dispne sebebini
araştırma
Normalde AKG değerleri Tablo 3’de belirtilen değerler
arasındadır:
Basit asit-baz dengesi bozuklukları ve bu durumlarda pH’yı normal aralığa çekmek amacıyla ortaya çıkan
kompansatuvar yanıtlar Tablo 4 ve Tablo 5’de gösterilmiştir.
II.e. Alerji Deri Testleri (ADT): Alerji deri testleri,
klinik hipersensitivitenin tanısında çok sayıda inhalan ve
yiyecek allerjenine karşı yaygın olarak kullanılan bir test-
Tablo 3. Normal arteriyel kan gazı değerleri
pH
PaCO2
PaO2
SaO2
Std HCO3Aktüel HCO3BE
7.35-7.45
35-45 mmHg
80-100 mmHg
%95-97
22-26 mEq/L (plazma)
22-26 mEq/L (plazma)
±3 mmol/L
PaO2: Oksijenizasyonu
PaCO2: Alveoler ventilasyonu
PaO2 ve PCO2: Gaz alışverişini,
Ph, PaCO2 ve HCO3-: Asit baz durumunu değerlendirmede kullanılır
Tablo 4. Basit asit-baz dengesi bozuklukları
Normal
Respiratuvar Asidoz
Respiratuvar Alkaloz
Metabolik Asidoz
Metabolik Alkaloz
pH.
7.4
↓

↓

H+
40 mEq/L

↓

↓
PaCO2
40mmHg

↓
↓

HCO324 mEq/L

↓
↓

Tablo 5. Basit asit-baz dengesi bozuklukları kompansasyon mekanizmaları
Asit-baz dengesi bozuklukları
Kompansasyon mekanizmaları
Respiratuvar Asidoz
↓pH  PaCO2
Böbrek kompansasyonu
 pH  HCO3-
Respiratuvar Alkaloz
 pH ↓PaCO2
Böbrek kompansasyonu
↓pH ↓HCO3-
Metabolik Asidoz
↓pH ↓HCO3-
Akciğer kompansasyonu
 pH ↓PaCO2
Metabolik Alkaloz
 pH  HCO3-
Akciğer kompansasyonu
↓pH  PaCO2
Klinik Gelişim
5
2013; 26: 1-7
tir. Uygun temas öyküsü olan kişilerde IgE antikorlarının
varlığını ortaya koymada en uygun, en ucuz ve en özgül
tarama yöntemidir. ADT’ler genellikle ön kolun volar
yüzeyine yapılır, 15-20 dakika sonra yorumlanır. Pozitif
kontrole göre 3 mm veya daha fazla nodül ve eşlik eden
eritem, spesifik Ig E’nin varlığını düşündürür. Cilt testinde elde edilen pozitif sonuçlara göre hasta alması gereken
önleyici tedbirler konusunda bilgilendirilir.
II.f. Mikrobiyolojik Değerlendirme: Mikrobiyolojik
değerlendirme çok geniş bir konu olup bu bölümde
balgamla ilgili mikrobiyolojik tanı yöntemlerine
değinilecektir.
- Balgam örneğinin alınması: Ağız su ile çalkalanır,
öksürük sonrası gelen katı balgam örnekleri alınmalı,
tükürük örnekleri alınmamalıdır. Sabah çıkan ilk
balgam tercih edilir. İyi bir balgam örneğinde; mikroskop sahasında epitel sayısı 10’dan az, polimorf
nüveli lökosit sayısı 25’den fazla olmalıdır. Hasta
balgam çıkaramadığında, hipertonik su inhalasyonu
ile “indükte balgam” örneklemesi yapılabilir.
- Makroskopik İnceleme: Balgamın yeşil renkli
olması enfeksiyonu, ani olarak fazla miktarda berrak
sıvının çıkarılması kist hidatiği, kötü kokulu balgam anaerobik patojenleri, pembe köpüklü balgam
akciğer ödemini düşündürmelidir.
- Mikroskopik İnceleme: Gram boyaması, bakteriyel
bir enfeksiyonun etkeninin gram-pozitif mi, gramnegatif mi, çomak mı, kok mu olduğunu ortaya koyan basit, ucuz ve değerli bir yöntemdir. Ayrıca küme
yapmış kokların stafilokok, zincir yapmış kokların
streptokok gibi ayrımlarının yapılmasını da sağlar.
Ehrlich-Ziehl-Neelsen (EZN) gibi aside dirençli
boyama yöntemleri, hücre duvarında orta ve uzun
zincirli mikolik asidler olan bakterileri belirlemek
için kullanılır. Bunlardan klinik örneklerde üretilen
cinsler; Mycobacterium, Nocardia, Rhodococcuc,
Tsukamurella ve Gordonia’dır. Mycobacterium
dışındakiler, kısmen ya da zayıf aside dirençli bakterilerdir.
- Kültür: Bakterilerin in vitro çoğalma yetenekleri
vardır. Bazı bakteriler çok özel üreme gereksinimi
duyarlar. Direkt bakıda EZN boyası ile Tüberküloz
basilinin saptanabilmesi için 1 ml’lik balgamın en
az 5-10 bin adet basil içermesi gerekir. Bu miktardan daha az sayıdaki basilleri saptayabilme ve basilin canlılığı konusunda bilgi vermesi bakımından
tüberküloz kültürlerinin tanı değeri daha yüksektir.
Günümüzde günlük pratikte kullanılan iki çeşit besiyeri vardır:
1. Katı besiyeri:
-Yumurta bazlı katı besiyeri-Lövenstein-Jensen
Yöntemi
-Agar bazlı katı besiyeri-Middlebrook 7H10 ve
7H11
2. Sıvı besiyeri: Middlebrook 7H12-BACTEC
Yöntemi
6
Katı besiyerinde pozitif sonuç 4 haftada çıkarken, negatif sonuç için 8 hafta beklemek gerekir. Bu nedenle katı
besiyerinde sonuç sıvı besiyerine göre daha geç çıkar.
basillerin Sıvı besiyerinde bulunan palmitik asiti metabolize ederek ortama çıkardıkları CO2 miktarını ölçerek
basilin varlığını saptayan Middlebrook 7H12-BACTEC
yöntemi yaklaşık 10-12 günde sonuç verir.
Günümüzde moleküler tanı yöntemleri maliyetinin fazla ve zor olması nedeniyle günlük uygulamada yerini
bulamamıştır.
II.g. Bronkoskopi: Bronkoskopi alt solunum
yollarının doğrudan görerek değerlendirilmesidir,
hava yollarından sitolojik, histolojik ve mikrobiyolojik
örnekler alınmasına olanak sağlar. Bronkoskopi işlemi
sırasında endoskop burun ya da ağız boşluğu, farenks ve
larenksten geçerek trakea, sağ ve sol ana bronş, lob ve
segment bronşlarına ulaşır, böylece işlem sırasında üst
solunum yolları da değerlendirilmiş olur.
Rijit ve fleksibl bronkoskoplar en sık kullanılan yöntemlerdir.
• Rijit Bronkoskop: Sert, içi boş metal bir boru ve
içinden teleskopik optiklerin geçirilerek solunum
yollarının gözlenmesine olanak sağlayan, en eski
bronkoskop tipidir. Ayrıca içinden fleksibl bronkoskop da kolaylıkla geçirilir. Ancak her hastaya uygulamak kolay değildir, sıklıkla genel anestezi altında
yapılır, uygulayanın çok deneyimli olması gerekir.
• Fleksibl Bronkoskop: Fleksibl bronkoskop
trakeobronşial ağacın daha geniş bir alanı için görüş
imkanı sağlar. Hastalar tarafından kolay tolere edilir, lokal anestezi altında yapılabilir, oturan, yatan,
ventilatöre bağlı hastalara, hasta yatağı başında dahi
uygulanabilen bir yöntemdir.
Bronkoskopi
endikasyonları
Tablo
komplikasyonları ise Tablo 7’de özetlenmiştir.
6’da,
II.h. Diğer Tanısal Yöntemler:
II.h.i.Torasentez: Plevra sıvısının tanısal amaçlı
örneklenmesi veya tedavi amaçlı boşaltılmasıdır.
Normal bir enjektörle perküsyonla matitenin
hissedildiği interkostal aralığın bir alt aralığından
girilerek yapılabilir. İnterkostal damarlara zarar
vermemek için kotun hemen üst kenarından giriş
yapılır. Tanısal amaçlı yapıldığında, sıvı özelliklerine
göre transüda, eksüda ayrımı, sitolojik inceleme,
mikrobiyolojik inceleme, PH, protein, LDH, glikoz,
total protein, kolesterol, hemotokrit, hücre sayımı
yapılabilir.
II.h.ii. Kapalı Plevra Biyopsisi: Abrams veya Cope
iğneleri ile plevradan biyopsi alınabilir. Tanı konulamayan eksüda niteliğindeki sıvılarda, tümör şüphesi,
tüberküloz veya diğer granülomatöz hastalıkların
şüphesinde plevra biyopsisi yapılmalıdır
II.h.iii. Transtorasik İğne Aspirasyon Biyopsisi: Günümüzde sıklıkla tomografi altında
yapılsa da floroskopi veya ultrasonografi altında
Klinik Gelişim
Ş. BÖREKÇİ
Tablo 6: Bronkoskopi Endikasyonları
Tanısal Endikasyonlar:
 Anormal gögüs radyografisi
 Açıklanamayan pulmoner yakınmalar (hemoptizi, öksürük, stridor vb)
 Pulmoner infeksiyonlarda mikrobiyolojik örnek
alınması
Ses kısıklığı, hemidiyafragma paralizisi, plevral
sıvı, VKSS
 Hava yolu açıklığını değerlendimek
 Akciğer kanseri tanısı, evrelendirme ve tedavi
yanıtının değerlendirilmesi
 Trakeo-bronko özafageal fistülleri değerlendirme
 Trakeobronşiyal yaralanmalar (travma, kimyasal
maddeler vb.)
 Şüpheli veya pozitif balgam sitolojisinde orjin
araştırma
 Mediyasten-özafagus malignitelerinin tanısı
 Postoperatif kontroller
 Fokal-diffüz akciger hastalıklarında bronkoalveoler lavaj veya akciger parankiminden biyopsi-örnek alma
 Araştırma amaçlı
Terapötik Endikasyonlar:
 Aspire yabancı cisimleri çıkartmak
 Zor entübasyonların yapılması ve endotrakeal tüpün
pozisyonunun değerlendirilmesi.
 Endobronşial tedaviler (kryoterapi, lazer, elektrokoter,
brakiterapi)
 Mukus sekresyonlarının-plakların temizlenmesi
 Terapötik akciğer lavajı (pulmoner alveoler proteinosis)
 Hava yolu obstrüksiyonu yapan lezyonlar için stent
yerleştirilmesi.
bozukluğu tanısı ve tedavi için kullanılan CPAP
tedavisinin basıncının belirlenmesi, tedavi sonucunun takibi ve digger uykuyla ilişkili tüm
hastalılların tanı ve tedavi takibinde kullanılabilir.
Horlaması, tanıklı apnesi, sabahları baş ağrısı,
sersemlik, gündüz aşırı uykululuk, uykuda anormal motor aktivitesi olan hastalarda uykuda solunum bozukluğu olabileceği düşünülmeli ve ilgili
bir merkeze yönlendirilmelidir.
Tablo 7: Bronkoskopi Komplikasyonları
Pnömotoraks
 Göğüs ağrısı
Pnömoni
Ateş-titreme
 Bulantı, kusma,
Hipotansiyon
Hipoksemi
 Vazo-vagal reaksiyon
Konvulsiyon,tremor
Hemopitizi
 Parankim içine kanama
 Kardiyak komplikasyonlar (aritmi, taşikardi, bradikardi, arrest)
 Sedasyona bağlı komplikasyonlar
da yapılabilir. Özellikle toraks duvarına yakın
lezyonlarda tercih edilen bir tanı yöntemidir. En
sık komplikasyonu iyatrojenik pnömotorakstır.
İnce iğne ile örneklemeden sonuç alınamaz ise
tru-cut tipi biyopsi iğneleri ile tomografi altında
biyopsi alınabilir.
II.h.iv. Polisomnografi: Polisomnografi kaydı ile
uyku ve solunum ile ilgili fizyolojik değişiklikler
kaydedilir. Polisomnografi; uykuda solunum
Klinik Gelişim
Kaynaklar
1.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs
Hastalıkları Ders Kitabı. Edt: Prof Dr. Sema Umut, İstanbul
2008.
2.
Temel Akciğer Sağlığı ve Hastalıkları Ders Kitabı. Toraks
Kitapları. Edt: Prof Dr. Orhan Ataseven, İstanbul 2011.
3.
Ş. Börekçi, S. Umut. Arter Kan Gazı Analizi, Alma Tekniği ve
Yorumlanması. Türk Toraks Derneği Solunum Cihazları Rehberi,
2011; 12(1):5-9.
4.
Gemicioğlu B: Solunum sistemi hastalıklarında semptom
ve bulgular. Edt: Prof Dr. Sema Umut, Prof Dr. Nurhayat
Yıldırım. Göğüs Hastalıkları Seminer Notları, İstanbul
2006.
5.
Gold W, Murray JF, Nadel JA. Procedures in Respiratory Medicine. WB Saunders Company Philedelphia 2002.
6.
Atış S, Naycı A: Torasentez ve Kapalı Plevra Biyopsisi. Göğüs
Hastalıklarında Tanı Yöntemleri. Edt: Mirici A, Yıldız F, İstanbul
2003.
7.
Beamis JF, Mathur PN, Mehta AC: Interventional Pulmonology
Medicine. Marcel Dekker, 2004.
8.
Strausz: Pulmonary Endoscopy and Biopsy Techniques. European Respiratory Monograph, 1998.
7
Solunum Fonksiyon
Testleri
Prof. Dr. Tunçalp DEMİR
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Solunum fonksiyon testleri kavramı, spirometrik inceleme, akciğer volümleri, difüzyon testi, ağız içi basınçlar, egzersiz testleri vb çok geniş bir yelpazeyi içeren
bir kavramdır. Ancak pratik hayatta solunum fonksiyon testleri denince genellikle spirometrik inceleme
anlaşılmaktadır.
çizdirilmesi mümkün değildi. Akım-volüm halkası
için geniş yer kaplayan ekstra aletlere gereksinim duyulurdu. Oysa yeni spirometrelerde eş zamanlı olarak
hem zaman-volüm eğrisi hem de akım-volüm halkası
çizdirilebilmektedir. Bu da hekimin sonuçları daha
sağlıklı değerlendirmesini sağlamaktadır.
Spirometre
Obstrüksiyon-Restriksiyon Tanımı
Spirometreler soluk alma ya da verme sırasında oluşan akım ya da volüm değişikliklerini zamanın türevi
olarak ölçebilen aletlerdir. Solunum fonksiyonlarını
değerlendirmede kullanılan en temel test yöntemidir.
Spirometre solunum fonksiyon testleri içinde aslında
sadece küçük bir bölümü oluştururken, pratik kullanım açısından en yaygın kullanılanıdır. Spirometre ilk
kez 1846 yılında John Hutchinson adlı bir hekim tarafından kullanılmıştır.1 O günden bu yana da spirometreler özellikle teknolojideki gelişmelere koşut olarak
gelişmiş ve yaygınlaşmışlardır. Eskiden büyük hacim
kaplayan sulu spirometreler kullanılırken günümüzde
ceket cebine sığabilecek boyutlarda spirometreler mevcuttur.
Akciğeri ventilasyondaki işlevi açısından kabaca bir
körüğe benzetebiliriz. Toraks kafesi ve akciğer parenkiminin inspirasyon sırasında genişlemesi ve ekspirasyon sırasında sönmesi aynen bir körüğün açılıp
kapanma hareketine benzer. Eğer bu körüğün açılıp
kapanmasında bir kısıtlılık varsa buna restriksiyon denir ve kabaca akciğerde volümlerin azalması ile kendini gösterir. Toraks deformiteleri, göğüs duvarında akciğere bası yapan büyük yer kaplayan lezyonlar, plevral
patolojiler ve interstisyel akciğer hastalıklarında akciğerin açılıp kapanması engellenecek ve retsriktif tipte
bozukluk görülecektir.
Spirometre; Obstrüktif ve restriktif akciğer hastalıklarının tanısında, hastalığın şiddetini ve tedaviye yanıtını
saptamada, meslek hastalıklarının tanı, tarama ve maluliyet değerlendirmesi ile preoperatif değerlendirmelerde rutin olarak kullanılır.
Spirometre Endikasyonları
A-Bir akciğer hastalığının varlığını ya da olmadığını
göstermek
B-Bilinen bir hastalığın solunum fonksiyonlarına
yansımasını saptamak.
C- Tedavinin etkinliğinin saptanması
D- Preoperatif değerlendirme
E- Çevresel ve mesleksel maruziyetin ve maluliyet- yetersizlik durumlarının saptanması
Spirometrik değerlendirme klasik olarak zamanvolüm eğrisi ve akım-volüm halkası olarak 2 farklı
şekilde yapılır. Bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerden önce klasik spirometreler ile akım-volüm halkası
8
Akciğerdeki havayollarını ise bu körüğün içinde havanın iletimini sağlayan eklenmiş borulara benzetebiliriz. Eğer bu borularda bir daralma olursa havanın
akciğere giriş çıkış hızında azalma olacaktır. Akciğerlerin dinamik ve mekanik özelliklerinden dolayı ekspirasyonda daha belirgin olan bu hava iletimindeki
azalmaya obstrüksiyon denir. Obstrüksiyonda belirli
bir zaman biriminde akciğerlerden çıkarılan hava hacminde, yani akım parametrelerinde azalma görülür.
Obstrüksiyon tanımında karışıklığa yol açabilecek bir
konu ise akciğerlerde anatomik olarak tam tıkanmaya
yol açan lezyonlardır. Bu gibi durumlarda akciğerde
tıkanıklığın (oklüzyon, obstrüksiyonun) distalinde
atelektazi meydana gelecek ve bunun solunum fonksiyonlarına yansıması da restriktif tipte bozukluk olacaktır. Obstrüksiyonun solunum fonksiyonlarındaki
yansımasının akım parametrelerinde azalma olduğunu belirtmiştik, bu nedenle de obstrüksiyonun oluşabilmesi için öncelikle akımın olması gerektiği unutulmamalıdır.2
Hutchinson zamanında kullanılmaya başlayan spirometre ile yavaş vital kapasite manevrası uygulanmış,
ancak bu yöntemle obstrüktif hastalıkların değerlenKlinik Gelişim
T. DEMİR
dirilmesi mümkün olmamıştır. 1947’de Tiffeneau ve
Pinelli’nin zamanlı ekspiratuar volümleri (FEV1 gibi)
ve 1958’de Hyatt ve arkadaşlarının maksimal ekspiratuar akım-volüm halkasını uygulamaya koyması ile
obstrüktif hastalıkların tanısında büyük ilerleme sağlanmıştır.1
Normal (prediksiyon, beklenen) değerler:
Solunum fonksiyonları yaşa, cinsiyete, boya ve ırklara göre değişiklik göstermektedir. Doğumdan itibaren yirmili yaşlara kadar solunum fonksiyonları
(FVC, FEV1) artış gösterirken, otuzlu yaşlardan sonra FEV1 değerleri her yıl azalmaktadır. (Sigara içenlerde ise solunum fonksiyonlarındaki kayıp çok daha
hızlı olmakta ve kişiyi erken dönemde malüliyet ve
solunum yetmezliği tablosuna sokmaktadır.) Erkeklerde ise solunum fonksiyonları aynı yaş ve boydaki
kadınlarda daha yüksek bulunmaktadır. Yine vücut
ölçüleri ile solunum fonksiyonları arasında korelasyon vardır. Irklara göre de değişiklikler görülmektedir. Bu nedenle test öncesi hastanın yaşı, cinsiyeti,
boyu ve kilosu belirlenip buna uygun prediksiyon
değerleri saptanır ve test sırasında elde edilen değerler bu prediksiyon değerleri ile karşılaştırılarak yorumlanır. Ancak kronik hastalarda hastaların kendi
değerlerindeki değişimin izlenmesi daha önemli olabilmektedir.
Tablo 1: Restriksiyon ve obstrüksiyonda
solunumsal parametreler
Restriksiyon
Obstrüksiyon
FVC(VC)
↓↓↓
N, ↓
FEV1
N, ↓
↓↓↓
FEV1/FVC
N, ­
↓↓↓
FEF25-75
N, ↓
↓↓↓
Ancak FEV1'in FVC (zorlu vital kapasite)’ye bağlı bir
parametre olmasından dolayı restriktif hastalıklarda da
FVC’deki azalmaya bağlı olarak azalabileceği ve bunun
ise obstrüksiyon olmadığı unutulmamalıdır. Yine özellikle hafif obstrüksiyonu olan erken evre hastalarda
vital kapasite artmış ve buna bağlı olarak ta FEV1 predikte değer olarak normal ya da normale yakın bulunabilmektedir. Oysa bu olgularda FEV1/FVC değeri düşük bulunmaktadır. Bundan dolayı kişinin bir saniyede
kendi vital kapasitesinin ne kadarını çıkardığını gösteren ve görece daha bağımsız bir parametre olan FEV1/
FVC kullanılmaktadır. Birçok kılavuzda obstrüksiyon
kriteri olarak FEV1/FVC alınmakta, FEV1 ise obstrüksiyonun derecelendirilmesinde kullanılmaktadır.3,4
Vital kapasite (VC, FVC):
TLC düzeyinden yapılan normal yada zorlu ekspirasyon ile (Kuzey Amerika) veya RV düzeyinden yapılan
inspirasyon ile (Avrupa) ölçülebilir. Zorlu ekspirasyon
ile yapılırsa zorlu vital kapasite (FVC; forced vital capacity) olarak adlandırılır. İnspiratuar kapasite ile en
yüksek değer elde edilirken FVC ile en düşük değer
elde edilir. Ancak sağlıklı kişilerde bu farklar önemsizdir. Obstrüktif hastalarda FVC ile büyük düşmeler
olabilir.
Vital kapasitedeki azalma restriksiyonun en önemli
göstergesidir. Toraks deformiteleri, plörezi, pnömotoraks, sarkoidoz, idiyopatik pulmoner fibrozis, pnömokonyozlar ve akciğer rezeksiyonlarından sonra vital
kapasite azalmış olarak bulunur.
FEV1 (Zorlu ekspiratuar volüm birinci saniye):
Spirometrik incelemede klasik olarak toraks kafesi
içindeki havayollarında obstrüksiyonu gösteren parametreler ekspiratuar akım hızlarıdır. Bunların içinde
en önemlisi de FEV1’dir. FEV1 zorlu ekspirasyonun
ilk bir saniyesinde çıkarılan hava hacmidir. Rutinde
FEV1‘in birimi litre ya da mililitre olarak kullanılmasına karşın bunun bir volüm değil akım parametresi olduğu unutulmamalıdır. Sağlıklı kişilerde ekspiryumun
ilk birinci saniyesinde vital kapasitenin yaklaşık %7080’i çıkarılabilirken obstrüktif akciğer hastalıklarında
bu oran düşmektedir. Yine sağlıklı kişilerde en çok 6
saniye içinde vital kapasitenin tamamı boşaltılırken,
obstrüksiyonu olan olgularda bu süre uzamaktadır.
Klinik Gelişim
Şekil 1: Akım-volüm eğrisi
9
2013; 26: 8-13
Akım-Volüm Halkası
Akım-volüm halkası aslında spirometrik incelemenin temelini oluşturmaktadır. Zorlu vital kapasite
manevrası sırasında spirometreden elde edilir. A-V halkası yardımıyla hem bir testin kriterlere uygun yapılıp
yapılmadığını anlarız hem de sadece sayısal değerlerle
değerlendiremeyeceğimiz, akciğerlerin elastik ve mekanik özellikleri hakkında fikir sahibi oluruz. Eğrinin
x-aksı volümleri gösterirken, y-aksı ise akımları
göstermektedir. AV halkasının üst kısmı eksipirasyonu
alt kısmı ise inspirasyonu gösterir. Sağlıklı bir erişkinde
eğrinin şekli kabaca yumurtaya benzer (Şekil 1).
Eğrinin inspirasyon kısmı simetrik iken, ekspirasyon kısmında başlangıçtaki akım hızla pik yapıp daha
sonra azalmaktadır. Ekspirasyonun başındaki hava
akımını belirleyen asıl güçler; ekspirasyon kaslarının
kasılması, intra torasik hava yollarının çapı ve solunum merkezidir. Eğrinin ikinci bölümünü belirleyen
ise hava yollarındaki direnç ve akciğer elastik liflerinin
geri dönüş gücüdür. Eğrinin bu kısmı bize daha çok
küçük hava yolları hakkında fikir vermektedir. Obstrüktif akciğer hastalıklarında ilk bulgular eğrinin ikinci bölümünde hava akım hızlarındaki azamaya bağlı
olarak içe doğru bombeleşmedir (Şekil 2). Amfizemli
Şekil 2: KOAH’lı bir hastada obstrüksiyonu gösteren
A-V halkası.
10
olgularda ise başlangıçtaki pikten sonra -elastik liflerdeki kayıptan dolayı- akım hızlarında ani bir düşme
meydana gelir. Buna kollaps tipi eğri denir.
A-V halkasının x- aksını kestiği iki nokta arası (TLCRV) vital kapasiteyi gösterir. Restriktif hastalıklarda
A-V halkasında göreceğimiz değişiklik eğrinin iki taraftan basılmış, daralmış hale gelmesidir (Şekil 3).
Sabit obstrüksiyon ile değişken
intra- ve ekstratorasik obstrüksiyon
Akciğerlerde akımı belirleyen temel faktörler solunum
kasları ve havayollarının çapıdır. Ekspiratuar ya da inspiratuar akım hızlarında bir azalma olduğu zaman ya
solunum kaslarında bir sorun vardır yada hava yollarında bir daralma –kısıtlanma söz konusudur. Ekspiratuar akımlardaki bir kısıtlanmada kısıtlılık intratorasik
havayollarında olurken, inspiratuar akım hızlarındaki
azalmada ekstra torasik havayollarında sorun vardır.
Akciğerlerde inspirasyon sırasında basınç atmosfere
göre negatifleşir ve negatif basıncın çekim gücü
ile atmosferdeki hava akciğerlere dolar. Solunum
yollarında oluşan bu negatif basınç içinde
bulunduğu havayollarını da daraltma eğilimindedir.
Ancak inspirasyon sırasında oluşan negatif basınç
Şekil 3: Restriktif tipte bozukluğu gösteren
A-V halkası.
Klinik Gelişim
T. DEMİR
diaframın aşağı, kostaların da dışa ve aşağı doğru
hareketinden dolayı yani toraks kafesinin genişlemesi ile oluşmaktadır. Bu nedenle inspirasyonda
intratorasik havayollarında bir daralma olmamakta
tam tersine hava yolları genişlemektedir. (Negatif
basınç havayollarının genişlemesinden dolayı oluşmaktadır.) Oysa ekstratorasik havayollarına çıkınca,
toraks kafesinin genişleme etkisi ortadan kalkmakta ve havayollarındaki negatif basınç, havayollarını
içeri doğru daraltmaktadır. Özellikle trakeanın arka
yüzünün membranöz olmasından dolayı, bu alanda
negatif basınç çok daha kolay yer değiştirmeye neden olmaktadır. Ekspirasyon sırasında bu olayların
tam tersi gerçekleşmektedir. Ekspirasyonda toraks
kafesinin akciğerleri kompresyonundan dolayı havayolları daralmakta ve pozitif basınç oluşmaktadır.
Bu pozitif basınç ekstratorasik alanda havayollarının
genişlemesine neden olmaktadır. Bu nedenle ekstratorasik havayollarını daraltan herhangi bir olayda (trakea tümörü, kord vokal paralizisi vb) inspirasyonda hava akımı ekspirasyona göre daha fazla
kısıtlanacaktır (Değişken ekstratorasik obstrüksiyon) (Şekil 4).
Şekil 4: Değişken ekstratorasik obstrüksiyon
İntratorasik büyük hava yollarındaki obstrüksiyonlarda ise pik akım hızının azaldığı ve eğrinin ekspirasyon
kısmının nispeten düz bir hat çizdiği görülür. Ekstratorasik obstrüksiyonlarda inspiratuar akımlar kısıtlanır
ve eğrinin x-aksının altında kalan kısmı düz bir hat
çizer. Fikse obstrüksiyonlarda ise hem inspiratuar hem
de ekspiratuar akımlarda azalma meydana gelir.
Değişken İntratorasik Obstrüksiyon Nedenleri
• Trakea alt uç tümörleri (jugulumun altı)
• Trakeomalazi
• Yapışıklıklar
• Wegener granülomatozis
• Tekrarlayıcı polikondritis
Değişken Ekstratorasik Obstrüksiyon Nedenleri
• Vokal kord paralizisi (tiroid op, larengeal sinir tutulumu, ALS, polio sonrası)
• Subglottik stenoz
• Tümörler (primer hipofarinks ve trakea tm, akciğer
ve meme metastazları)
• Guatr
Ancak havayollarının bu genişleme kapasitesinin belli
bir sınırda olduğunu unutmamak gerekir. Bu nedenle bir çok büyük tümör ya da ileri derecede skatrisyel
darlıklarda hem inspirasyon hem de ekspirasyonda
hava akımı kısıtlaması görülür (sabit obstrüksiyon)
(Şekil 5).
Sabit Obstrüksiyon Nedenleri
• Santral hava yollarındaki fikse tümörler
• Sabit stenoza yol açan vokal kord paralizileri
• Fibrotik yapışıklıklar
Klinik Gelişim
Şekil 5: Sabit obstrüksiyon
Uyku apne sendromu gibi ekstratorasik patolojilerde
eğer üst solunum yollarında anatomik bir darlık varsa
yine A-V halkasında ekstratorasik obstrüksiyon görülür. Ancak bir çok olguda sadece inspiratuar akımlarda
görülen testere dişi görüntüsü uyku apne sendromu
için patognomonik bir bulgudur (Şekil 6).
Şekil 6: Uyku apne sendromu olan olguda inspiratuar
akımlarda testere dişi görüntüsü.
11
2013; 26: 8-13
Şekil: Pozitif bronş provokasyon testi örneği
Şekil 6: Uyku apne sendromu olan olguda inspiratuar
akımlarda testere dişi görüntüsü
Spirometre Kullanılarak Yapılan
Diğer Testler
Reversibilite ve bronş provokasyon testleri spirometre
kullanılarak yapılan iki testtir.
Reversibilite: Obstrüksiyonu olan bir olguda bronkodilatör verilerek obstrüksiyonun ne kadarının geri
döndüğünün incelenmesidir. Klasik olarak astım-KOAH ayıcı tanısında yararlı olabileceğine inanılsa da,
pratikte astım-KOAH ayırımında sanıldığı kadar yararlı bir test değildir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda
KOAH’lı olgularda da reversibilitenin olabileceği gösterilmiştir.5
Karıştırılmaması gereken bir kavram da postbronkodilatör ölçümdür. Son yıllarda KOAH’ın tanı ve evrelendirilmesinde FEV1’in postbronkodilatör olarak
ölçülmesi önerilmektedir.3 Reversibilite ile postbronkodilaör ölçüm arasındaki temel fark, başlangıç
değerinin değerlendirilmesindedir. Reversibilite testinde başlangıç- bronkodilatör öncesi- ölçüm de yapılır ve ilaç sonrası başlangıca göre değişim değerlendirilir. Oysa ki postbronkodilatör ölçümde hastaya
bronkodilatör vermeden önce başlangıç ölçümü yapılmaz ve doğrudan bronkodilatör verilip ölçüm
yapılır. Böylece başlangıç değerine göre bir değişim
değerlendirilemez.
Reversibilite testinde sıklıkla bronkodilatörolarak salbutamol 200-400 mcg kullanılır ve ilaçtan 15-20 dakika sonra test tekrarlanır. Ancak KOAH’lı olgularda
ipratropium ya da salbutamol + ipratropium’un da kullanılabileceği belirtilmektedir. Bu gibi durumlarda test
tekrarı 45 dakika sonra yapılmalıdır.
12
Bronş Provokasyon Testleri
Astımı düşündüren semptomları olan ancak solunum
fonksiyon testleri normal sınırlarda olan olgularda tanıya yardımcıdır.6 Sensitivitesi yüksek olmakla birlikte
spesifitesi oldukça düşük bir testtir. Bu nedenle astım
tanısı koydurmaktan çok tanıyı ekarte etmekte kullanılmalıdır. Zamanla değişim gösterebilmektedir, akut
ataklarda bronş hiperreaktivitesi genellikle artmış
olarak bulunurken, antiinflamatuar tedavi ile azalma
görülür.7 Astım dışında allerjik rinit, kistik fibrozis,
bronşektazi ve KOAH’ta da bronş provokasyon testleri
pozitif olabilmektedir.8,9,10,11
Bronş provokasyon testleri genelde spesifik ve nonspesifik bronş provokasyon testi ve egzersiz testi olarak
ayrılır.
Bronş Provokasyon Testleri
1. Spesifik Bronş provokasyon Testleri
a)Allerjenler
b)Nonimmunolojik (aspirin, gıda, gıda katkıları
vb)
2. Nonspesifik Bronş Provokasyon Testleri
a) Direkt Etkililer (Metakolin, Histamin)
b) İndirekt Etkililer (Soğuk hava, mannitol, AMP,
Lökotrienler, Prostaglandinler, bradikinin, taşikinin, serotonin vb)
3. Egzersiz Testleri
Rutinde provokasyon testi denince sıklıkla anlaşılan
ise nonspesifik bronş provokasyon testleri ve bunun
özelinde de direkt etkili histamin ve metakolin provokasyonudur. Bu iki ajan genellikle birbirlerine yakın
dozlarda bronkokonstrüksiyon oluştururlar. Ancak
histamin ile baş ağrısı, flushing ve ses kısıklığı gibi yan
etkilerin daha çok olması ve histaminin tekrarlanabilirKlinik Gelişim
T. DEMİR
liğinin daha düşük olması nedeniyle günümüzde metakolin daha çok önerilmekte ve kullanılmaktadır. 7,12
Bronş provokasyon testlerinin genel prensibi bronş
aşırı duyarlılığına yol açan bir maddenin gittikçe artan
dozlarda verilmesi ve bu arada FEV1’deki düşmenin
izlenmesidir. FEV1’de %20 düşme olduğunda ya da
planlanan en yüksek doza ulaşılmasına karşın düşme
olmadığında test sonlandırılır (Şekil). Provoke olan olgularda sonuçlar uygulanan protokole göre provokatif
doz (PD20) ya da provokatif konsantrasyon (PC20)
olarak verilir.
Kaynaklar
1.
Yenel F. Akciğer fonksiyon testlerinin gelişim üzerine kısa gezinti. In:Akciğer Fonksiyon Testleri: Fizyolojiden Klinik Uygulamaya (Ed Yıldırım N) İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Kitap Dizisi-2, İstanbul 2004:1-3.
2.
Yıldırım N, Demir T. Klinik Solunum Fonksiyon Testleri. Macenta Eğitim Yayıncılığı, 2. Baskı, İstanbul, 2011:65-74.
3.
Global Initiative For Chronic Obstructive Lung Disease. Global
Strategy For The Diagnosis, Management, And Prevention Of
Chronic Obstructive Pulmonary Disease. Available from www.
goldcopd.org Updated 2011.
4.
Global Initiative for Asthma(GINA). Global strategy for asthma
management and prevention. Available from www.ginaasthma.
org. Updated 2009.
Klinik Gelişim
5. Tashkin DP, Celi B, Decramer M, Liu D, Burkhart D, Cassino
C, Kesten S. Bronchodilator responsiveness in patients with
COPD. Eur Respir J 2008;31.742-750
6.
Cockcroft DW, Hargreave FE. Airway hyperresponsiveness. Relevance of random population data to clinic usefulness. Am Rev
Respir Dis 1990;142:497-500.
7. American Thoracic Society. Guidelines for metacholine and
exercise challenge testing-1999. Am J Respir Crit Care Med
2000;161:309-329.
8.
Ramsdale EH, Morris MM, Roberts RS, Hargreave FE. Asymptomatic bronchial hyperresponsiveness in rhinitis. J Allergy
Clin Immunol 1985;75:573-577.
9. Van Haren EH, Lammers JW, Festen J, Heijerman HG, Groot
CA, van Herwaarden CL. The effects of the inhaled corticosteroid budesonide on lung function and bronchial hyperresponsiveness in adult patients with cystic fibrosis. Respir Med
1995;89:209-214.
10. Ramsdale EH, Morris MM, Roberts RS, Hargreave FE. Bronchial
responsiveness to metacholine in chronic bronchitis: relationship to airflow obstruction and cold air responsiveness. Thorax
1984;39:912-918.
1 1 . Ya n K , S a l o m e C M , Wo o l c o c k A J . P re v e l a n c e a n d
n a t u re o f b ro n c h i a l h y p e r re s p o n s i v e n e s s i n s u b j e c t w i t h c h ro n i c o b s t r u c t i v e p u l m o n a r y d i s e a s e . A m
Rev Respir Dis 1985;132:25-29.
12. Higgins BG, Britton JR, Chinn S, Jones TD, Vathenen AS, Burney PGJ, Tattersfield AE. Comparison of histamine and metacholine for use in bronchial challenge tests in community studies. Thorax 1988;43:605-610.
13
Akciğerlerin Klinik
Radyolojisi
Prof. Dr. Nurhayat YILDIRIM
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Solunum sistemine özgü yakınmalar ile başvuran hastalara iyi bir anamnez ve muayene sonrasında çekilen
akciğer grafisi tanı ve tedavinin takibinde katkıda bulunabilir.
bulunmalıdır. Grafi üzerinde bulunan sağ-sol işaretleri
teknisyen tarafından doğru yerleştirilmemiş olabilir.
Hastanın adı-soyadı ile grafideki ismin aynı olduğu
kontrol edilmelidir.
Teknik
Toraks grafisinde hastanın omuzları ve kostafrenik sinüsler grafide gözlenmelidir. Skapulalar akciğerler içinde gözlenmemelidir.
Klasik olarak ayakta “posterio-anterior, PA” akciğer
grafisi- toraks grafisi çekilir. Radyo-aktif ışık kaynağı
kişinin arkasında olmalıdır. Işık kaynağı ile kişi arasında 185 cm mesafe bulunmalıdır. Daha yakın mesafeden çekilen grafilerde kalp boyutları olması gerekenden
daha büyük görüntülenecektir. PA akciğer grafisi çekilirken hastanın göğüsü kasete temas etmelidir. Kişinin
klavikulaları kasete paralel durmalıdır. Kişi teknisyenin
önerisi uyarınca total akciğer kapasitesi (TLC) seviyesinde nefes almalı ve nesefini teknisyenin “nefes alabilirsiniz” komutuna kadar tutmalıdır. Teknisyen hastaya
uygun dozda ışın vermek için hastanın toraks kafesinin
boyutunu PA ya da yan grafi doğrultusunda ölçmeli ve
ışın dozunu bu doğrultuda her hasta için uygun olacak
şekilde uygulamalıdır.
Klinikte tüm hastaların grafisi ayakta ve PA çekilemez.
Yatağa bağımlı olan olgularda hastanın grafisi yatar pozisyonda ya da 45 derecelik yarı oturur pozisyonda çekilebilir. Kaset hastanın arkasına yerleştirilir. Işın kaynağı
hastanın önündedir ve kaset ile ışın kaynağı arasındaki
mesafe 185 cm›den daha kısa olmak zorundadır. Bu
durumda yer çekiminin inspirasyona katkısından uzak
kalan diyafram batındaki organların basıncının katkısı
nedeniyle yeterince güçlü kasılıp akciğerleri genişletemez. Yatar pozisyonda diyaframlar yukarıdadır. Işın
kaynağının kişiye yakın olması nedeniylede kalp boyutları olması gerekenden daha büyüktür.
Grafi Kalitesinin Değerlendirilmesi
Hasta ya da teknisyen tarafında ulaştırılan filmin yukarıda tanımlanan koşullara uygun olup olmadığı tarafımızdan değerlendirilmelidir.
Grafi değerlendirilirken hasta karşımızda otururayakta durur pozisyonda düşünülmelidir. Hastanın
sol tarafında bulunan aort krosu, kalp apeksi ve eğer
gözlenebiliyorsa mide havası sağ elimizle aynı yönde
14
Hastanın grafi çekilirken klavikulalarının kasate paralel olması önemlidir. Mediastenin sağ kenarı torakal
vertebraların sağ kenarını izler. Sağ kalp kenarının sağ
vertebra kenarını 1.5-2.5 cm kadar aşması normaldir.
Sol mediasten sol vertebra kenarını aort krosuna kadar izler. Bu noktadan itibaren mid klavikular hattın
diyafram gölgesini kestiği noktaya doğru bir hat izler.
Metnin ilerliyen bölümlerinde detaylı bir şekilde değinileceği gibi toraks kafesinde yer alan lokal opasitelerden atelektazi orta hatta bulunması gereken mediasteni kendi yönünde yer değiştirmeye zorlarken, plevra
yaprakları arasında biriken sıvı ise mediasteni sıvının
bulunduğu tarafın aksi yönünde yer değiştirmeye zorlar. Pnömoni ve mediastene erişmemiş, akciğerlerle
sınırlı kitlelerde ise mediasten kitlesi yer değiştirmez.
Mediastenin yer değiştirdiğinin izlenmesi durumunda
öncelikle hastanın pozisyonu kontrol edilmelidir. Pozisyonun kontrolü için öncelikle vertebraların spinoz
çıkıntılarından çizilen hayali bir çizgiye klavikulaların
ön uçlarının eşit mesafede olup olmadıklarına bakılmalıdır. Klavikula ön uçları spinoz çıkıntılardan eşit
uzaklıkta ise hastanın pozisyonu iyidir. Pozisyon iyi
ise mediastenin yer değiştirildiğinden bahsedilebilir
(Resim 1A).
Akciğer grafisi değerlendirilirken inspirasyonun derinliği önemlidir. TLC seviyesinde inspirasyon yapıldığında
diyafram kubbesi ile 10.-11. kotun arka bölümü ya da
6.-7. kotun ön ucu örtüşür (Resim 1B). Normal koşullarda diyafram gölgesinin sağ akciğer hizasında kalan
bölümü sol akciğer hizasında kalan bölümü ile aynı hizada olabilir. Bir çok olguda ise sol diyafram gölgesi sağ
diyafram gölgesinden 2-2.5 cm daha aşağıda bulunabilir. Diyaframın sol bölümünde kalp diyafram gölgesinin
aşağıya doğru yer değiştirmesine sebep olur. Diyafram
altında bulunan mide havası gözlendiğinde sol diyafKlinik Gelişim
N. YILDIRIM
A
B
Resim 1: PA akciğer grafisinde noktalı çizgilerle belirtilen spinoz çıkıntılara klaviküla ön uçlarının eşit mesafede
olduğu gözlenmektedir; hastanın pozisyonu idealdir. PA akciğer grafisinde kardiofrenik-kosto frenik sinüsler arasında
çizilen cizgiye diafram kubbesinin mesafesi 2-2.5 cm’dir. Derin inspiryunda 10. kotun arka bölümü, 7. kotun ön ucu
diyafram kubbesi ile örtüşür. Toraks kafesine uygun ışın uygulanmış ise ilk 3.-4. torakal vertebranın kemik yapısı
gözlenirken kalp arkasında kalan vertebralar silik olarak gözlenir.
ram gölgesi ile mide havası arasındaki kalınlık 0.5-1 cm
boyutundadır. Kostafrenik-kardiofrenik frenik sinüsler
arasında çizilen çizgi ile diyafram kubbesi arasındaki
mesafe yaklaşık 2-2.5 cm›dir. Diyafram gölgeleri alt lobların bazal segmentleri ile komşudur. Bazal seğmentlerde
oluşan patolojik oluşumlar diyafram gölgesini netliğini
silebilirler(siluet işareti, siluetin silinmesi işareti).
Toraks kafesine uygulanan ışının yeterliliği önemlidir.
Torakal ilk dört vertebranın trabeküler yapısının seçilmesi, kalp arkasında kalan vertebraların net olarak seçilmemesi gereklidir. Işın yeterliliği kontrol edilmeden
yapılan değerlendirmede hastanın hakettiğinden fazla
ışın verilmiş grafide aşırı havalanma, az verilmiş grafide
yayğın intertisyel patolojiler hatalı olarak ayırıcı tanıda
düşünülebilir.
Toraks Grafisinin Değerlendirilmesi
Toraks grafisinin değerlendirilmesine toraks kafesinin
kas, kemik yapılarından başlayarak en son akciğerlerin değerlendirilmesi yapılabilegi gibi akside geçerlidir.
Ancak ilk seçenek akciğerlerin değerlendirilmesinden
sonra periferin unutulmasına engel olur.
Kemik toraks karşılaştırmalı olarak klavikulalar, kotlar,
skapulalar; kırıklar, litik lezyonlar, patolojik oluşumlar
değerlendirilmelidir. Kostakondral yüzler ve serbest
kotlar gözlenmelidir.
Meme ve meme başı gölgeleri mutlaka gözden geçirilmelidir. Meme başı gölgeleri iki tarafta karşılaştırılacak
şekilde gözlenmiyorsa soliter nodüllerle karıştırılabilinir. Bu durumda meme başına bir metal yapıştırılarak
PA ya da lateral grafi çekerek meme başını akciğer içi
soliter bir lezyondan ayırmak mümkün olur. Pektoral,
sternokleidomastoid adaleleri, omuz ve boyun gölgeleri
değerlendirilmelidir.
Klinik Gelişim
Bir toraks grafisinde mediastenin değerlendirmesine
trakeanın değerlendirilmesi ile başlanmalıdır. Trakeanın ortalama genişliği 1.8-2.2 cm olabilir. Üst ve
orta mediastende ve orta hatta yer alır. Trakea 4.-5.
torakal vertebra hizasında sağ ve sol ana bronşlara
ayrılır.
Mediasteni değerlendirirken kardiotorasik indeksi
gözden geçirmeliyiz. Kalp gölgesini izlerken özellikle
sol ve sağ kalp kenarlarının izlenmesi önemlidir. Sol
kalp kenarı sol üst lob alt divizyonu (lingula) ile sağ
kalp kenarı ise sağda orta lobun medial seğmenti ile
komşudur. Bu segmentlerde oluşan patolojik oluşumlarda bu kenarlar silinir (siluet işareti, siluetin silinmesi işareti).
Mediasten değerlendirilirken çıkan aorta, aort kavsinin
yapısı, inen aortun yapısı ve radyolojik hilus gözden geçirilmelidir. Kalp arkasında torakal aortanın sol kenarının seçilememesi halinde kalbin arkasında inen aorta
ile aynı hizada yerleşmiş lezyon akla gelmelidir. Lateral
grafi çekilerek lezyon değerlendirilmelidir. Sol hilus sağ
hilustan 0.5-2.5 cm kadar daha yukardadır. Radyolojik
hilusu iki taraflı olarak pulmoner arterler, ana bronşlar,
lenf bezleri oluşturur.
Akciğerlerin Değerlendirilmesi
Her iki akciğer karşılaştırmalı olarak değerlendirilmelidir. Sağ akciğer volüm olarak sol akciğerden daha
büyüktür. Toraks-akciğer- grafisi üç boyutlu bir organı
iki boyutlu olarak görüntülemektedir. Bu nedenle özel
işaretler olamaksızın loblarda bahsedilmesi mümkün
değildir. Akciğerler üç bölüme ayrılarak değerlendirilir. İkinci ve dördüncü kotların ön uçlarından geçirilen
geçirilen yatay çizgilerle üç bölüme; üst, orta ve alt akciğer bölgelerine ayrılır (Resim 2).
15
2013; 26: 14-23
yer kaplayan solit lezyonlar, plevra yaprakları arasında
sıvı, iltihabi-inflamatuar materyelle dolması radyoaktif
ışının kaset içindeki filime erişimini azaltır. Filim üzerindeki gümüş nitrat değişime az uğrar, filim banyo
edildiğinde bu alanlar opak-beyaz alanlar olarak gözlenir. Bu patolojik oluşumlar akciğer grafisinde “opasite”
olarak adlandırılır(Resim 3A). Akciğer alanlarında damar yatağının azalması, destrüksiyonu, lokal ya da yaygın olarak havalı akciğer dokusunun artması radyoaktif
ışınların kaset içindeki filme ulaşmasını kolaylaştırır.
Filim üzerindeki gümüş nitrat değişime çok uğrar, filim
banyo edildiğinde bu alanlar siyah-akciğer dokusunun
azaldığı, kaybolduğu alanlar olarak gözlenir «hiperlusens alanlar-hiperkler alanlar»(Resim 3B).
Akciğer alanlarında opasiteler lokal ve yaygın olabilir.
Lokal Opasiteler
Resiml 2: PA akciğer grafisinde ikinci ve dördüncü
kotların ön uçlarından geçirilen geçirilen yatay
çizgilerle akciğerler üç bölüme; üst, orta ve alt akciğer
bölgelerine ayrılır.
Lokal opasiteler tek taraflı yada çift taraflı olabilirler.
Bu opasiteler;
1. Konsolidasyon- pnömonik opasite
2. Kitle
PA akciğer grafisinde tüm akciğer alanları izlenemez
Mediasteninin, kalbin, sternımun, diyaframın arkasında kalan akciğer alanları izlenemez. Akciğer apeksi ve
radyolojik hiluslardaki akciğeralanları da iyi izlenemez.
Bu alanları görüntülemek için lateral, lordotik, oblik
grafilerden yararlanılır.
Akciğerlerde patolojik lezyonlar radyo aktif ışının dokulardan kaset içindeki filime az geçmesi (tutulması)
ya da çok geçmesi ile görüntü verirler. Alveol ve hava
yollarının iltihabi-inflamatuar materyelle dolması, alveolerdeki havanın kaybolması-alveollerin kollapsı,
A
3. Atelektazi
4. Plevrada sıvı birikimidir.
Genelde lokal opasitelerden konsolidasyon ve kitle
opasiteleri tek başlarına olduklarında akciğerlerde volüm kaybı yapmayan opasitelerdir. Mediastende yer değiştirmeye sebep olmazlar.
Atelektazi ve plevra sıvıları ise volüm değişikliği ile
seyreder. Atelektazi yerleştiği seğment ve loblara göre
fissür, hiluslar, diyafram ve mediastendeki oluşumların
kendi yönünde yer değiştirmesine ve o tarafta volüm
B
Resim 3: Akciğerlerde patolojik lezyonlar radyo aktif ışının dokulardan kaset içindeki filime az geçmesi (tutulması)
ya da çok geçmesi ile görüntü verirler. Alveol ve hava yollarının iltihabi-inflamatuar materyelle dolması, alveolerdeki
havanın kaybolması-alveollerin kollapsı, yer kaplayan solit lezyonlar, plevra yaprakları arasında sıvı, iltihabiinflamatuar materyelle dolması radyoaktif ışının kaset içindeki filime erişimini azaltır. Akciğer alanlarında damar
yatağının azalması, destrüksiyonu, lokal ya da yaygın olarak havalı akciğer dokusunun artması radyoaktif ışınların
kaset içindeki filme ulaşmasını kolaylaştırır “hiperlusens alanlar-hiperkler alanlar”.
16
Klinik Gelişim
N. YILDIRIM
A
B
C
Resim 4: Konsolidasyon ve hava bronkogramı; Aç Sağ akciğer alanında alt sınırını horizontal fissürün oluşturduğu,
üst lobda yer alan mediastende yer değiştirmeye sebep olmamış konsolidasyon alanı, B. Sol akciğer alt alanında sol
kalp sınırının görünmesine engel olmayan sol diyafram gölgesini bir bölümünde silen alt lob bazal seğmentlerinden
birinde yer alan konsolidasyon, C. Bilgisayarlı tomografi kesitinde konsolidasyon alanları ve havabronkogramı.
kaybına diğer lob ve akciğerde kompansatris amfizeme
yol açar. Plevrada sıvı birikimi sıvının bulunduğu tarafta volümün artışına yol açar, mediasteni karşı tarafa
iter, karşı taraf plevra basıncı sıvının olduğu tarafa göre
daha negatif olduğu içinde mediasten karşı taraftan çekilir, sıvı ağırlığı nedeniyle diyaframı da aşağı iter.
Konsolidasyon
Konsalidasyon tek yada çift taraflı segment, lob ya da bir
akciğerde alveolleri ve/veya bronşiolleri sıvı, kan, inflamatuar, iltihabi materyal ya da yerel hücrelerin doldurması ile ortaya çıkan opasitelerdir. Opasite içinde damar
gölgeleri silinmiştir(Resim 4A-4B). Opasiteyi meydana
getiren süreç sadece alveollerin dolumu (alveolit) ile
seyrediyorsa opasitenin içinde hava bronkogramı (hava
bronkiologramı) izlenir (Resim 4C). Hava bronkogramı
pnömoniye özgü değilse de hastanın anamneztik bulguları, fizik muayene bulguları uyumlu olduğu durumlarda
radyolojik olarak volüm kaybının olmaması halinde tanıda oldukça önemli katkıda bulunur.
Konsolidasyonda volüm kaybı beklenmezse de bazı
A
B
koşullarda gözlenebilir. Tüberküloz pnömonisinde
alveoler inflamasyon ile birlikte fibrozda söz konusu olduğunda volüm kaybı söz konusu olabilir. Bronş
obstrüksiyonuna sekonder gelişen obstrüktif pnömonilerde de volüm kaybı izlenir.
Klebsiela pnömonisi genellikle üst loblara yerleşir, alveollerde volüm artışına sebep olacak şekilde bol eksüdasyonla seyreder ve sağ üst lob yerleşiminde horizontal fissürün aşağıya doğru yer değiştirmesine yol açar.
Akciğer infeksiyonları pnömonik opasite meydana getirdiği gibi, Lupus, Wegener’in granülomatozu, bronkoalveoler karsinom da pnömonik opasite ile seyrederler. Ayrıca alerjik akciğer hastalıklarında, sarkoidozda,
eosinofilik pnömonilerde, bağ dokusu hastalıklarında,
pulmoner enfarkt alanı da konsolidasyon görüntüsü ile
radyolojik olarak izlenir.
Kitle Lezyonu
Akciğer alanları içinde gözlenen tek ya da birden fazla
3 cm ya da daha büyük düzenli ya da düzensiz kenarlı
C
Resim 5: Kitle lezyonları; A. Sol akciğer alt alanında sol kalp kenar çizgisini örtmeyen lobüle kenarlı, boyutu
>3cm olan alt lobda yer alan kitle lezyonu, B. Sağ akciğer üst alanında toraks duvarı, mediasten kenarını örten alt
sınıı izlenen kirle opasitesi, “Pancoast” tümörü. Sağ diyafram medial tarafından yukarı doğru yer değiştirmiş; kitle
lezyonu atelektaziye sebep olmuş olabilir ya da mediastende N Frenikus’u invaze ederek diyafram felcine sebep
olmuş olabilir. Her iki olayda diyaframın yükselmesine sebep olur. Derin ekspirasyonda çekilen filimde diyafram yer
değiştirmiyorsa atelektazi, sağ diyafram aşağı doğru yer değiştiriyorsa diyafram felci olasılığı akla gelmelidir. C. Sağ
akciğer orta-alt alanında sağ kalp kenarı ile siluet yapan kitle opasitesi, opasite orta lob medial seğmentini etkilemiş.
Opasitenin üst alanında hava sıvı seviyesi içeren kalın cidarlı kaviter lezyon gözlenmektedir.
Klinik Gelişim
17
2013; 26: 14-23
sınırlı opasitelerdir. Akciğer içindeki lezyonlar volüm
değişikliği meydana getirmezler. Mediasten sınırlarını
aştığında lezyon trakea, kalp, hiluslar ve mediastenin
yer değiştirmesine sebep olur.
Kitle lezyonları hiluslarda yerleştiğinde santral lezyonlardan bahsedilir. Toraks duvarına komşu yerleşimler ise periferik lezyonlar olarak adlandırılır. Akciğer
kanserleri içinde epidermoid ve küçük hücreli akciğer
tümörleri sıklıkla santral yerleşimli iken, adeno ve büyük hücreli tümörler ise periferik yerleşimlidir (Resim
5A-5B-5C).
Hiluslar kitle lezyonları açısında özel olarak irdelenmesi gereken alanlardır. Daha önce de belirtildiği gibi
radyolojik hiluslarda pulmoner arterler, bronşlar ve lenf
bezleri bulunmaktadır. Sağlıklı erişkinde PA akciğer
grafisinde hiluslarda lenf bezleri izlenmez, görüntüyü
pulmoner arterler ve arterleri izleyen hava kolonu şeklinde görüntülenen bronşlar oluşturur.
Hiluslarda tek ve iki taraflı kitle lezyonu izlenebilir. İki
taraflı lezyonlarda ayırıcı tanı önceliğini pulmoner arter
patolojilerine vermek pulmoner tromboemboli, pulmoner hipertansiyon, pulmoner anevrizma (ülkemiz için
özellikle Behçet hastalığında) gibi riski yüksek patolojileri gözden kaçırmamıza engel olur.
Bilateral olarak kitle görüntüsü veren lenf bezi patolojileri sarkoidoz, lenfomalar ve mediasten lenf bezi tüberkulozudur. Sarkoidoz lenf bezleri bronşa baskı yapmaz.
Lenf bezi gölgelerinin yanında siyah bir kolon halinde
bronş gözlenir.
Bir meslek hastalığı olan silikoz hastalığında bilateral
yumurta kabuğu şeklinde kalsifiye olan lenf bezi büyümeleri gözlenebilir.
Tek taraflı hiler kitlelerde öncelik bronş tümörü ve
bronş tümörlerine sekonder oluşmuş lenf bezi patolojileri akla gelmelidir (TNM sisteminde nodül anlamına
gelen N). Hilusta ve mediastene komşu akciğer alanlarına yerleşen kitle lezyonu izlenen olgularda atelektaziye ait radyolojik bulgu olmamasına rağmen lezyon
tarafındaki diyafram yüksek bulunduğunda lateral grafi
çekilerek atelektazinin varlığı araştırılmalı. Bununla
birlikte mediastende diyaframa kadar uzanan N Frenikusun trasesi dikkate alınarak diyafram yükselmesinin
nedeni olarak N Frenikus felci de akla getirilmelidir.
Elimizdeki inspirasyon grafisine ilaveten ekspiryum
filmi çektiğimizde ekspiryumda sağlam diyafram yukarı doğru yükselirken felçli diyaframın aşağı doğru
yer değiştirdiği gözlenir «paradoks solunum». Sağlam
akciğerden ekspiryumda boşalan havanın bir kısmı
trakeadan atmosfere boşalırken bir kısmı da karşı akciğerin volümünün artmasına ve diyaframın aşağıya
inmesine sebep olacak şekilde onun ana bronşuna yönelir.
Pulmoner embolide de hilusta genişleme ve genişleme
sonrası pulmoner arter dallarının seçilememesi (oligemi), karşı taraf akciğer alanında damar yatağının belirginleşmesi, bu radyolojik bulgulara çizgisel tarzda
18
atelektazilerin (Fleishner, discoid atelektazi, plate-like
atelektazi), minimal sıvı, akciğer periferinde plevraya yakın opasite (Hampton kamburu) gibi radyolojik
bulguların izlenmesi risk faktörlerinin varlığı halinde
klinik verileri de uyuyorsa PE düşünmemizi gerektirir.
Çocuklarda tek taraflı hiler kitle parankim lezyonu
(Ghon odağı) gözlensin ya da gözlenmesin primer tüberküloz enfeksiyonunu da akla getirmelidir.
Soliter Nodül
Akciğer alanları içinde bulunan büyüklüğü 3 cm’den
küçük bir (Soliter nodül) ya da birden çok (multipl nodüller) sınırlı lezyonlara nodül denir. Nodüller kalsifikasyonlar içerebilir. Kenarları düzgün ve keskin sınırlı
olduğu gibi lobüle ve silik olabilir.
Soliter pulmoner nodüller özellikle risk faktörlerine maruz kalan kişilerde çok önemli olabilir. Risk faktörlerine maruz kalan kişilerde soliter nodülün erken olarak
saptanmış bir tümör gibi düşünülmesi önemlidir. Soliter
nodül saptanan kişinin geçmiş dönemde var olan filimlerinin değerlendirilmesi çok önemlidir. Bir önceki filimlerinde yok iken bir aydan kısa sürede gelişmiş, var olan
lezyon bir aydan kısa sürede iki kat volüme erişmiş ise
ya da iki yıldan daha uzun sürede volümünü iki katına
katlamış ise selim bir lezyon omla ihtimali yüksektir. Hamartom, bronkojenik kistler, hidatik kist, romatoid artrit
ve Wegener’in granülomatözünde izlenen nodüller, “raund atelektazi, raund pnömoni” ve tüberkülom bu tip
nodüllere sebep olur. Önceki filimlerde var olan lezyon
bir ay ile iki yıl arasında volümünü iki katına çıkarttı ise
bu lezyon habis olabilir. Bronş tümörleri, metaztazlar ve
lenfomada bu tip görüntüler izlenebilir.
Multipl nodüllerde hastanın kliniği ile uyumlu ise öncelikle milier tüberküloz akla gelmelidir. Akciğer ve akciğer dışı tümörlerin en sık metaztaz yaptığı yerlerden
biri de akciğerlerdir. Meme, skrotal tümörler, tiroid,
genitoüriner, gastrointestinal tümörler araştırılmalıdır.
Kollojenvasküler hastalıklar, pnömokonyozlar, granülomatöz hastalıkların multinodüler opasitelerle seyretmesi de mümkündür.
Kavite
Akciğer alanları içinde pnömonik opasite-konsolidasyon alanları ve kitle lezyonları içinde içleri hava içeren
sınırları olan alanlar gözlenir. Akciğerde patolojik oluşum içinde gözlenen kavitelerin cidarının ve içeriğinin
özellikleri tanıda yardımcı olur. İnce cidarlı gergin kaviteler genelde selim olaylarla birliktedir. Tüberküloz
enfeksiyonu, nonspesifik enfeksiyonlarda ince cidarlı
kaviteler gözlenir (Resim 6B). Stafilakok enfeksiyonuna sekonder gelişen kavitelerde enfeksiyon alanının hemen hemen tümü nekrozlaşır. Stafilokok enfeksiyonları
her iki akciğer alanında birden fazla segmenti tutarlar
(bronkopnömoni). İnce cidarlı bu kavitelere “pnömotosel” adı verilir (Resim 6A).
Kalın, düzensiz kenarlı ve eksantrik kaviteler genellikle
tümörlere özgüdür(Resim 5C). Ancak akciğer abseleri,
Klinik Gelişim
N. YILDIRIM
A
B
C
Resim 6: Kavite; A. Sağ akciğer üst ve orta alanında yer alan ince cidarlı kaviteler épnömotosel”, B. Bilgisayarlı
tomografi kesitlerinde nisbeten kalın cidarlı kaviteler, C. Bilgisayarlı tomografi kesitinde sağ akciğerde normal akciğer
dokusunda ince cidarlı içi hava dolu kist-bül.
A
B
C
Resim 7: Akciğerlerde volüm kaybına sebep olan opasiteler; A. Sol akciğer üst alanında trakeayı sola, sol hilusu
yukarıya çekmiş opasite, sol üst lob üst divisyon atelektazisi, B. Trakea, aort krosu ve mediasten sola doğru yer
değiştirmiş, tüm torakal vertebra kolonu gözlenir hale gelmiştir, diyafram yukarı doğru çekilmiştir, bu volüm azaltıcı
etkileri yaratan atelektazik akciğer lezyonu alt lob bazal segmentleri ve üst lobun alt divizyonunu- lingula segmentiiçine almaktadır. Sol kalb kenarının silinmesi atelektazi içinde lingulanın ve diyafram gölgesinin silinmesi alt lob bazal
segmentlerinin atelektazi olayına katıldığını düşündürmektedir. C. Mediasten ve trakea sola doğru yer değiştirmiştir,
torakal vertebralar tümüyle görünür hale gelmiştir. Sol diyafram yükselmiştir. Sol akciğer alanı opaktır, solda sol ana
bronşun total oklüzyonuna sekonder sol akciğer total atelektazisi.
romatoid nodül ve Wegener’in granülomatuzunda da
kavite cidarı kalın olabilir.
Aşırı havalanma bulgularının izlendiği kronik obstrüktif akciğer hastalığı olgularında ince, gergin cidarlı içleri
hava dolu oluşumlara kist (bronş epiteli ile örtülü), bül
(alveol epiteli ile örtülü) denir (Resim 6C). Plevranın
lamina propriasına ait aralıkta hava birikimine ise bleb
adı verilir. Bu oluşumlar hastalıkları sekonder oluştuğu
gibi konjenital de olabilir.
Atelektazi
Bir akciğerin tümünün, bir veya birden fazla lobunun
ya da segmentinin alveollerinin gaz volümünü kaybetmesidir. Akciğerler gaz volümünü o akciğer, lob yada
seğmentin bronşunun tıkanması ile kaybedebilir. Bu
durumda alveollerdeki hava resorbe olur. Bu tip atelektazilere obstrüktif atelektazi denir(REsim 7A-7B-7C).
Akciğerlerdeki hava pasif olarak ta akciğerleri terk edebilir, atelektazi izlenebilir. Plevra yaprakları arasında
hava (pnömotoraks) ve sıvı (hidrotoraks) bulunması
akciğerlerin pasif olarak alveoler gazı kaybetmesine
Klinik Gelişim
sebep olur. Kronik tüberküloza ve benzeri olaylara
sekonder gelişen fibroz fibrotik atelektaziye yol açar.
Alveollerin açıklığının korunmasında, özellikle rezidüel volüm seviyesinden itibaren kolaylıkla inspirasyonun oluşmasında katkısı olan sürfaktanın kaybına
sebep olan olaylarda pasif atelektazi oluşabilir. PE’de
surfaktan yapımı lokal olarak bozulmuştur, lineer atelektaziler izlenir. Erişkinlerde gözlenen geçirgenlik artışı ödemi (akciğer hasarı sendromu, erişkinin sıkıntılı
solunum sendromu)’de surfaktan yapımı bozulmuştur,
tomografide mikro atelektaziler gözlenir.
Atelektaziye özgü doğrudan bulgular; damarların ve
intertisyumun birlikte meydana getirdiği fissürle sınırlı
lokal opasitedir. Obstrüktif atelektazilerde bronşlara ait
hava bronkogramı gözlenmez. Pasif, skatrisyel ve adezif
atelektazilerde hava bronkogramı izlenebilir. Atelektaziye özgü volüm kaybı bulguları ise diyaframın, mediastendeki organların, hilusların yer değiştirmesidir.
Atelektaziler volüm azalması ve bazı doku ve organların yer değiştirmesine sebep olur. Sağ üst lob atelektazilerinde horizontal fissür, hilus ve sağ diyafram apekse
19
2013; 26: 14-23
doğru yükselir. Sağ orta lob atelektazilerinde horizontal
fissür, hilus aşağıya ve sağ kalp kenarı sağa doğru yer
değiştirir. Sağ alt lob atelektazilerinde diyafram gölgesinde siluet işareti gözlenir. Dİyafram yukarı doğru hareket ederken sağ hilus aşağıya ve kalp ve mediasten
sağa doğru yer değiştirir.
Sol akciğer üst lob total atelektazisinde sol diyafram ve
sol hilus yukarıya, kalp, trakea ve mediasten sola doğru
yer değiştirir, sol kalp kenarı lingula segmentinin olaya iştiraki oranında silikleşir (siluet işareti).Sol alt lob
atelektazisinde sol diyafram yukarıya, sol hilus aşağıya
ve kalp ve mediasten sola yönelir. Diyafram gölgesi silinmiştir.
Plevrada Sıvı Birikimi
Plevra yaprakları arasında serbest sıvı birikmeye başladığında, ayakta duran kişide öncelikle arka sinüste
birikmeye başlar. 500 mL üstündeki sıvılar radyolojik
bulgu verebilir. Bu olgularda diyafram kubbesi perifere doğru yer değiştirmiştir. Normalde diyafram altında
izlenen akciğerlerin diyafram arkasında kalan bölümüne ait damarların aniden kesintiye uğradığı, diyafram
arkasında görülmediği saptanır. Solunum hareketleri
ile artan batıcı vasıfta yan ağrısı ve nonprodüktif öksürükten yakınan bir kişide muayenede o tarafta solunum hareketlerine katılımda azalma, matite, veziküler
solunum seslerinde azalma ve inspirasyon ve ekspirasyonda frotman alınmış ise, kısacası plevrada sıvı birikmesinden şüpheleniliyorsa lateral dekübit pozisyonda
filim çekilerek serbest sıvının toraks duvarına yayıldığı
gösterilebilir. Bu tip sıvılara infrapulmoner, subplöral
sıvı adı verilir.
Sıvı arttığında sinüs kapanır, küntleşir. Sıvı daha da arttığında sıvı toraks duvarına doğru yükselen bir parabol
çizer. Sıvının altında kalan akciğer alanı pasif atelektaziye uğrar. Sıvının miktarına bağlı olarak mediasten
karşı tarafa doğru yer değiştirir. Diyafram, o taraftaki
kalp kenarı ve toraks duvarı ile sıvı arasında siluet oluşur, kenarlar silinir (Resim8).
Sıvı bazen fissürlerde, iki visseral plevra yaprağı arasında birikir. Bu durumda sıvı iki ucu ince iğcik tarzında
bir görüntü oluşturur. Özellikle sol kalp yetmezliğine
sekonder gelişen ve diüretik tedavi ile kaybolan, tümörü taklit bu görüntüye “Fantom” tümörü adı verilir.
Sıvının radyolojik bulgularının izlendiği bir olguda
kalp ve mediasten karşı tarafa itilmemiş ise bu olguda
mediasteni lezyon tarafına çeken sıvı ile aynı tarafta atelektazinin varlığı akla gelmeli ve uygun ise bronkoskopik tetkik yapılmalıdır.
Yaygın Opasiteler
Radyolojik olarak sağlıklı akciğer dokusu ile radyoaktif
ışını daha fazla tutan akciğer dokusunun yan yana gelmesi durumudur. Genellikle bilateraldir. Bazen üst, bazen orta bazen de alt alanları daha belirgin tutar. Akciğerlerin apeksinden tabanına kadar yerleşir. Bazen daha
çok periferde yoğunlaşırken bazen de santral alanları
işgal eder. Nadiren de olsa lokal olabilir.
Yaygın opasiteleri oluşturan her bir birim akciğerlerin
alveollerinde, intertisyumunda ve damar yatağında
oluşmaktadır. Aralarında sağlam akciğer dokusunun
bulunduğu bu lezyonlara elemanter lezyon denir. Elamenter lezyonlar;
1. Alveollerin dolması ile ortaya çıkan asiner imaj, roset imajı,
2. Alveol duvarı, damar duvarı ve intertisyumda ortaya çıkan sınırları olan opasitelere nodüller,
3. İntertisyumda kollajen lif artışı ile karakterize lineer
ve retiküler opasiteler.
Bu opasiteler pür yaygın opasiteler oluşturabilirler; akciğer ödeminde, alveoler hemorajilerde, bronkoalveoler
karsinomda asiner gölgeler, metaztazlarda nodüller, İPF
da lineer, retiküler gölgeler gibi. Bir çok hastalıkta ise
retikülo nodüler, asinonodüler opasiteler gibi birden
fazla elemanter lezyon bir arada izlenebilir. Retiküler
gölgeler fibroz olgularında bal peteği şeklinde gölgeler
meydana getirebilir.
Resim 8: Plevra yaprakları arasında sıvı birikimi;
Sol akciğer orta alt alanı opasite ile işgal edilmiştir.
Sol kalp kenarı, sol diyafram ve sol toraks duvarı
seçilememektedir. Opasitenin üst kenarı açıklığı yukarı
bakan santrale göre perifere doğru yükselen bir çizgi
çizmektedir.
20
Alveollerin dolmasına sebep olan olaylarda kenarları silik asiner imajlar gözlenir. Asiner gölgeler damar
gölgelerini siler (siluet işareti). Alveollerin dolması ile
birlikte respiratuar bronşiollerde hava bronkiologramı
(içleri hava dolu ikiye çatallanan siyah bronşioller) izlenebilir (Resim 9B).
Nodüler lezyonlar asiner imajlardan daha keskin kenarlıdırlar. Damar gölgelerini silerler. Sıklıkla asiner
ve lineer imajlarla birlikte bulunurlar. Nodüler imajlar
izlendiğinde ülkemizde öncelikle ayırıcı tanıya milier
tüberküloz konmalıdır. Pnömokonyozlarda (silikoz,
Klinik Gelişim
N. YILDIRIM
A
B
Resim 9: A. Sağlıklı kişide çekilmiş akciğer grafisi, B. Her iki akciğerde simetrik olarak izlenen, akciğerlerin apeksinden
tabanına kadar uzanan damar gölgelerini silen yaygın opasite. Kalp gölgesi normal boyutlardadır. Opasite içinde
hava bronkogramları izlenmektedir (oklar)
A
B
Resim 10: A. Bilateral, sistamatik olarak izlenen silik kenarlı opasiteler (nodül). B. Bilgisayarlı tomografide akciğer
damar gölgelerini silen yaygın nodüler opasiteler izlenmektedir.
kömür işçisi pnömokonyozu gibi), kollojen vasküler
hastalıklar, sarkoidoz, metaztazlarda nodüler imajlar
izlenir (Resim 10A-10B).
Lineer-retiküler imajlar ince, çeşitli uzunlukta lokal
veya yaygın opasitelerdir. Genellikle diffüz intertisyel
akciğer hastalıklarının son evresinde gözlenir. Akciğerlerde volüm kaybına sebep olur (Resim 11A-11B).
Yaygın ve Lokal Havalanma Artışı
(HİPERLUSENSİ)
Bilateral yaygın havalanma artışı yaygın havayolu hastalıklarında; kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH),
Klinik Gelişim
akut astım krizinde gözlenir. Diyaframlar düzleşir. Sol
tarafta kalp ile diyafram arasına akciğer dokusu girer.
Kalp gölgesi damla kalp şeklindedir (Resim 12A). Diyaframlar lateralde de düzleşmiştir. Lateral grafide normalde diyafram ile ksifoid arasında dar açı söz konusudur. Yaygın havalanma artışı ile birlikte bu açı genişler.
Kalp normalde diyaframdan itibaren yaklaşık 4 cm boyunca sternuma bitişiktir. Aşırı havalanmanın olduğu
olgularda bu mesafe azalır. Kalp önüne akciğer dokusu
girer. Benzer şekilde sternumla çıkan aorta arasındaki
mesafe 2 cm olması gerekirken bu mesafe artar. Özellikle KOAH olgularında kifoz belirginleşmiştir. Kalpvertebra kolonu arasındaki havalanma artmıştır. Astım
21
2013; 26: 14-23
A
B
Resim 11: A. Sağ akciğer alt alanına ait kesit gözlenmektedir. Damar gölgelerini silen her yöne gitmekte olan
lineer opasiteler gözlenmektedir. Cizgisel opasiteler yer yer birbiri ile kesişmekte, bal peteği tarzında görünümler
ortaya çıkartmaktadır. B. Bilgisayalı tomografi kesitinde her iki akciğer alt alanında çizgisel ve bal peteği görünümü
izlenmektedir.
A
B
Resim 12: A. Sol akciğer tüm, sağ akciğer üst-orta alanında damar gölgeleri azalmış, kalp damla kalbi şeklinde,
diyaframlar düzleşmiş- KOAH olgularında sıklıkla gözlenen aşırı havalanma bulguları, B. Sağ akciğer alanında özellikle
akciğer periferinde damak gölgelerinin silindiği gözlenmektedirAkciğer alt alanında hava-sıvı seviyesi izlenmektedir,
hidro-pnömotoraks. Sağ akciğer hilusuna doğru düşük dansiteli sınırlı pasif atelektazi alanı görülmektedir.
krizi sonrası aşırı havalanma bulguları kaybolur. KOAH
da sebat eder.
klinik bulgularının aranması ve gerektiğinde EKO yapılması uygun olur.
KOAH olgularında yaygın havalanma artışında akciğerlerin periferindeki damarlar incelmiştir. Özellikle
sigaraya sekonder gelişmiş santrlobüler amfizemde akciğerlerin üst alanlarında aşırı havalanma alanları daha
belirgindir. Pulmoner hipertansiyonun geliştiği KOAH
olgularında özellikle sağ pulmoner arter inen dalının
çapı erkeklerde 16-17mm›den, kadınlarda 14mm›den
daha geniştir. Aşırı havalanma bulgularının olduğu
KOAH olgularında damla kalp beklenirken kalp boyutlarının normal olması durumunda kalp yetersizliğinin
Lokal havalanma artışı tüm bir hemitoraksın ya da bir
bölümünün damardan yoksun, incelmiş-silinmiş damarlarla karakterize siyah görünmesidir. Kist, bül ve
blebler bu tip görüntüler verebilir.
22
Lokal inspirasyonda hava girişine izin veren eksirasyonda daralıp kapanarak hava çıkışına izin vermeyen
bronş lezyonlarında lokal havalanma artışı izlenebilir. Ekspiryum grafisinde lokal havalanma daha siyah
“hiperkler” gözlenir ve volümü artmış olursa hastanın
bronkoskopik olarak değerlendirilmesi yerinde olur.
Klinik Gelişim
N. YILDIRIM
İnspirasyonda genişleyerek hava geçişine izin veren,
ekspiryumda bronşu tıkayarak hava hapsine sebep olan
bronş içi lezyonun varlığı bronkoskopik olarak araştırılmalıdır.
Pulmoner arter atrezilerine sekonder gelişen tek taraflı aşırı havalanmada hemitoraksta aşırı havalanmanın
bulguları izlenir.
Spontan ve travmatik pnömotoraksta toraksın periferinde damar yapısı silinmiştir. O taraf akciğeri hilusa
doğru çökmüştür (Resim 12B). Akciğer yüzeyini örten
viseral plevra ile sınırlı pasif atelektazi izlenir. Tansiyon
pnömotoraksta mediasten karşı tarafa doğru itilmiş
olarak izlenir. Klinik olarak pnömotoraks düşünülen
ancak derin inspirasyonda çekilen grafide görülemeyen olaylarda kuşkuyu gidermek için derin ekspiryumda grafi çekildiğinde viseral plevra parietal plevradan
uzaklaşacağı için pnömotoraks daha kolay gözlenir
hale gelir.
PA akciğer grafisinin yeterli olmadığı durumlarda bilgisayarlı tomografiden yararlanılabilinir. Bilgisayarlı tomografi lokal opasitelerde daha geniş aralıklı kesitlerle
yapılacağı gibi özellikle PA akciğer grafisinde yaygın
Klinik Gelişim
asiner, nodüler, lineer ya da bunların kombinasyonlarının izlendiği olgularda ve bronşektazi şüphesinde daha
ince kesit ve multi dedektörlü çekimlere gereksinim
vardır. Bu tip çekimler bronkografilere ihtiyacı ortadan
kaldırmıştır.
Klinik olarak (risk faktörlerine sahip akut nefes darlığı,
solunum hareketleri ile artan batıcı vasıfta yan ağrısı,
ateş, hemoptizi) PE’den şüphelenilen olgularda altın
standart pulmoner anjiografinin yerini spiral anjio BT
almıştır.
Kaynaklar
1.
Webb WR, Higgins CB. Thoracig Imaging. Wolters Kluwer/Lippincott Williams and Wilkins, Philadelphia,2011.
2.
Gotway MB, Elicker BM. Radiographic Techniques. In:Murray
and Nadel’s Textbook of Respiratory Medicine,Saunders Elsevier, Philadelphia, 2010.
3.
Hansell DM, Armstrong P, Lynch DA, McAdams HP. Imaging of
Disease of the Chest. Elsevier Mosby, Philadelphia, 2010.
4.
Ketai LH, Lofgren R, Meholic AJ. Fundementals of Chest Radiology. Saunders Elsevier, Philadelphia, 2009, çeviri editörü; Prof
Dr Canan Akman.
5.
Armstrong P, Wilson AG, Dee P. Imaging of Diseases of the
Chest. Year Book Medical Publishers, Chicago, 1990.
23
Toplum kökenli
pnömonilerde tanı ve
tedavi
Prof. Dr. Günay AYDIN
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Solunum sistemi, hastalığa sebep olma potansiyeline sahip sayısız mikroorganizma ile temas halindedir. Bu mikroorganizmalara karşı birçok konak savunma sisteminin
var olmasına rağmen solunum yolu infeksiyonları son
derece yaygındır. Pnömoni oluşması için; konak defansında bozulma, konak defansını baskılayan veya yüksek
virülansa sahip organizma ile temas, yeterli sayıda organizmanın alt solunum yoluna ulaşımı gibi faktörlerden en
az biri bulunmalıdır. Akciğer parankiminin infeksiyonu
olarak tanımlanan pnömoninin klinik şiddetini patojen
ve konak savunmaları arasındaki karmaşık ilişki belirler.
Pnömoniler klinik pratikte toplum kökenli, hastane kökenli ve bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda pnömoni olarak guruplandırılması uygun görülmüştür.
Toplum Kökenli Pnömoniler
Kişinin günlük yaşamı sırasında ortaya çıkan pnömoniler
toplum kökenli, toplumdan edinilmiş veya toplumdan
kazanılmış pnömoni gibi isimler verilmiştir.IDSA toplum kökenli pnömoniyi ‘semptomların başlangıcından
enaz 14 günden daha fazla uzun süreli bakım merkezinde
veya hastanede bulunmayan bir hastada, akut enfeksiyonun bazı bazı semptomlarının ile birlikte göğüs grafisinde akut enfiltrasyon varlığı veya pnömoniye olgun oskültasyon bulgalarının eşlik ettiği pulmoner parankimin
akut bir enfeksiyonu’ olarak tanımlamaktadır.
Gelişmiş tanı yöntemleri, yeni mikrobiyolojik teknikler ve birçok antibiyotiğe rağmen pnömoni insanlığın
önemli sorunu olmayı sürdürmektedir. ABD’de ölüm
nedenleri arasında 6., infeksiyondan ölüm nedenleri
arasında ise 1. sırada yer almaktadır. Hospitalize hastalarda ölüm oranı %10-25 arasında olup mali yüküde son
derece ağırdır. 2001 yılında Amerika Birleşik Devletleri
(ABD)›nde toplum kökenli pnömoniye bağlı giderler 8.4
bilyon dolar olarak bildirilmiştir
Heryıl hospitalize edilen 1.1 milyon TKP olgusundan ortalama 45 bini ölmektedir.Avrupada toplumdan
24
edinilmiş alt solunum yolu enfeksiyonları genel sıklığı
%4.4 olup,60 yaşın üzerindeki kişilerde bu oran 2-4 kat
daha yüksektir. Hastaneye yatması gerekmeyen olgularda mortalite oranı %1 gibi düşük olmasına karşın, TKP
tanısı ile hospitalize edilen hastalarda %12-14’e yükselir.Yoğun bakım ünitesine alınan, bacteremik olgular
arsında ise %30-40’lara dek ulaşmaktadır
Ülkemizde ise bütün ölüm nedenleri arasında solunum
sistemi hastalıklarının payı %11 (%4’ü akciğer kanseri
%1’i pnömoni) olarak bulunmuşsa da, gerçek oranın
daha fazla olduğu düşünülebilir. Bu sonuca, akciğer hastalığı olanların bir kısmına, ölüm nedeni olarak kalp yetmezliği kodlanmasının katkısı olabilir.
Ülkemizde 1964-1994 yıllarında hastanede yatan
hastalar arasında ölüm nedenleri olarak akciğer
hastalıkları incelendiğinde pnömoni ilk sırayı alırken,
onu KOAH ve tüberküloz izlemektedir. Ancak 1970’li ve
1980’li yıllardan sonra KOAH’a bağlı ölüm oranı yıllar
içinde artış gösterirken, tüberküloz ve pnömoniye bağlı
ölüm oranında belirgin azalma dikkat çekicidir
Etyoloji
Bakteriler, virüsler, funguslar, parazitler gibi bir veya
birkaç mikroorganizma birarada pnömoniye neden olabilirler. Birçok prospektif çalışmada TKP’de etyolojik
ajan olguların ancak %50’sinde tanımlanabilmiştir. Türkiye’de yapılan toplum kökenli pnömoni çalışmalarında
ise etyolojik ajanın %22-35.8 civarında saptanabildiği
görülmüştür
Toplum kökenli pnömoniler(TKP)de ensık rastlanan sorumlu patojen Streptococcus pneumoniae’dır. Bakteremik
pnömonilerin yaklaşık üçte ikisinden soumludur. Latel
pnömonilerinde ensık nedenidir
Genel olarak Streptococcus pneumoniae, H. influenzae ve
Moraxella catarrhalis tüm toplum kökenli pnömonilerin
%85’ini teşkil eder.
Mycoplasma pneumoniae ile oluşuan pnömonilere diğer
Klinik Gelişim
G. AYDIN
atipik etkenlere (Chlamidia pneumoniae, Legionella
pneumöniae ve virüsler) göre daha sık rastlanır. Etyolojik
ajanı tahmin etmek veya saptamak uygun antibiyoterapi
yapabilmek için gereklidir. Yaş ve altta yatan bir akciğer
hastalığının varlığı gibi bazı nedenler etken patojen için
belirleyici olabilir. Örneğin; 60 yaş üstünde orafaringeal
florada Gram negatif mikroorganizmalar artmaktadır. Bu
durum 60 yaş ve üstünde genç erişkinlere göre daha fazla oranda Gram negatif pnömonilerin görülmesini izah
eder. Mycoplsma pnömonileri ise gençlerde daha sık
oluşmaktadır.
Ayrıca, ne gibi durumlarda hangi bakterilerin hastalık
etkeni olabileceği de dikkate alınmalıdır.
KOAH, kronik bronşit gibi kronik akciğer hastalığı
olanlarda Streptococcus pneumoniae, H. influenza ve moroxella catarrhalis sık rastlana pnömoni etkenleridir.
Ayrıca bakımevlerinde yaşayanlarda gram-negatif enterik bakteriler, Staphylococcus aureus hatırlanmalıdır.
Daha önce antibiyotik kullanmış olan veya steroid tedavisi gören (günde 10 mg’dan fazla üç aydır prednizon veya eş değeri kortikosteroid alan) hastalarda ve
malnütrisyonu olan, P. aeruginosa en sık tanımlanan
mikroorganizmadır.
Yapısal akciğer hastalığının (Bronşektazi, kistik fibrosis) varlığında P aeruginosa, Stenotrophomonas maltophili, Burkholderia gibi gram negatif basillerle kolonizasyon ve infeksiyon sürpriz değildir. Toplum kökenli
pnömonide virüsler tek etken olarak %7-23 oranında
bildirilmiştir. En sık saptanan patojen İnfluenzae A-B
ve parainflüenza virüsleridir.. Alkolik kişilerde K.
Tablo 1: Toplum kökenli pnömonilerde
ensık etyolojiler
(Raja Dhar SUPPLEMENT TO JAPI • JANUARY 2012 • VOL. 60)
Hasta tipi
Etyoloji
Ayaktan
Streptococcus pneumoniae
Mycoplasma pneumoniae
Haemophilus influenza
Chlamydophila pneumoniae
Respiratory viruses
Hastanede
(YBÜ dışı)
S. pneumoniae
M. pneumoniae
C. pneumoniae
H. influenza
Legionella species
Respiratory viruses
Hastanede(YBÜ)
S. pneumoniae
Staphylococcus aureus
Legionella species
Gram-negative bacilli
H. influenza
Etyoloji
Klinik Gelişim
pneumonia, immunsupresif hastalarda viruslar pnömoni etkeni olabilirler.
Ağız ve diş hijyeni bozuk, intravenöz madde bağımlısı
ve herhangi bir nedenle şuur kaybı nedeni ile aspirasyon
kuşkusu olanlarda etken patojen olarak anaerobik mikroorganizmalar ön plana geçer.
TKP’olgularında
1’gösterilmiştir.
ensık
raslanan
patojenler
tablo
Ülkemizde TKP’lerin etyolojisi üzerine yapılan
çalışmalarda sorumlu mikroorganizmalar değişilik
göstermektedir. Hastane başvurusunda TKP tanısı
alan 72 hastanın %77.8’nde etyolojik tanı elde edildi.
Ensık rastlana patojenler C.pneumoniae (%28.6) ve
M.pnumoniae (%25) idi. S.pnuemoniae ise sadece
%10.7 oranında saptanmıştı. virüsler tek patojen olarak
%17 oranında saptandı ve en sık İnfluenzae A virüsü
izole edildi.virüsler mikst enfeksiyonların hepsinde
yer almaktaydıMikst infeksiyonun fazlalığının(%48.2)
nedeni, viral enfeksiyonun süperinfeksiyona zemin
hazırlayıcı faktör olarak rol oynamasından kaynaklanabilir
İ.Köksal ve arkadaşları tarfından yapılançok merkezli
çalışmada ise çalışmaya alınan 218 TKP’li hastanın
137(%62.8)’inde etyolojik tanı elde edilmiş olup S.
pneumoniae TKP›li erişkin hastalarda en yaygın patojen
olarak bildirilmiştir. Streptococcus pneumoniae (%14.7),
Mycoplasma pneumoniae (%13.8) ve respiratuar sinsityal virüs (%10.1) idi. Olguların %50.9’unda tek patojen, %11.9’unda çoklu patojen belirlendi. Olguların
%35.8’inde tipik patojenler, %20.2’sinde atipik patojenler, %20.6’sında ise viral patojenler belirlendi. Altta
yatan hastalık olarak hastaların %42.7’sinde kronik obstrüktif akciğer hastalığı olduğu, atipik patojenlerin 65
yaşın altında daha yaygın ve M. pneumoniae en sık etken oldğu bildşrşldi. Çalışmanın sunucunda Türkiye’de
TKP›li hastalarda başlangıç antibiyotik tedavisinin, S.
pneumoniae ve M. pneumoniae›yı kapsaması gerektiği
sonucuna varıldı.
Semptomlar
Pnömoni semptomları genç hastalarda yaşlı bireylere
göre daha belirgindir. Yaşlı hastalarda tipik pnömonilerde görülen üşüme-titreme, terleme, ağrının yanısıra ateş
ve lokositoz gibi bulgular da bulunmayabilir. Pnömoniye ait semptom ve bulgular tipik ve atipik etyolojiye göre
farklılık gösterir.
Tipik pnömoni: Ani gelişen yüksek ateş, üşüme-titreme,
öksürük, pürülan balgam, plöretik tip göğüs ağrısı, lokositoz ve formülde sola kayması olan bakteriyel pnömonilerdir. Radyolojik olarak genellikle lober tutulum
görülür. Solunum sisteminin fizik muayenesinde konsolidasyon bulguları saptanır. Başlıca sorumlu ajan Strptokokus pnömonia’dır. Hemofiluz influenza, gram negatif
aerop basiller, stafilokokus aureus ve anerop organizmalar diğer etken patojenlerdir.
Atipik pnömoni: Yüksek ateş, baş ağrısı, halsizlik,
öksürük, boğaz ağrısı, hırıltılı solunum gibi yakınmalar
25
2013; 26: 24-32
subakut olarak başlar. Akciğer dışı organ tutulumuna
ait bulgular var olabilir. Radyolojik olarak sıklıkla nonlober tutulum gösterirler. Influenza virüs pnömonileri
epidemiler esnasında meydana gelir. Yüksek ateş,
öksürük, baş ağrısı ve sıklıkla yaygın miyaljiler bulunur.
Genellikle Mikoplazma pnömonia, Legionella pnömofila, Klamidya pnömonia ve viruslar ile meydana gelir.
Tanı yöntemleri
Anamnez, fizik muayene ve akciğer grafisi
Tanı klinik, radyolojik ve labratuar veriler temelinde yapılır. Hastanın semptom ve fizik muayene bulgularının
değerlendirilmesi ile başlar.Hastaların çoğunda yorgunluk, baş ağrısı, miyalji ve iştahsızlık gibi non-spesifik
semptomlar vardır. Diğer semptomlar ateş veya hipotermi, terleme, dispne, balgamlı veya kuru öksürük veya
kronik hastalarda solunum sekresyonlarının renginde
değişikliktir. Semptomlarının yanısıra pnömonik alanda palpasyonda vibrasyon artısı, perküsyonda matite ve
oskültasyon ile inspirasyon sonu ralleri yada tuber sufl
duyulması klasik bulgulardır. Ancak fizik muayene ile
rallerin veya bronşiyal solunum seslerinin duyulması
pnömoni tanısına özgü değildir. Semptom ve fizik muayene ile pnömoni düşünülen olgularda akciğer grafisi
mutlaka yapılmalıdır.
Akciğer grafisi pnömoninin tipi, yaygınlığı, plevral sıvının saptanmasından başka pnömoniyi taklit eden diğer
patolojilerin ayırımında da yararlıdır. Pneumococcal
pneumonia tipik olarak hava bronkogramı içeren homojen konsolidasyon oluşturur(resim1). Mycoplasma
pnömonisinde ise radyolojik görünüm yamalı infiltrat,
interstisyel ve alveoler patern niteliğinde olabilir. Göğsün bilgisayarlı tomografisi(BT) pulmoner infiltratların
saptanamasında düz grafiden çokdaha duyarlı olmasına
rağmen rutin tanıda önerilmez. 6-10 hafta içinde tedaviye yanıtın ve özellikle sigara için yaşlı hastalarda altta
yatan maligniteyi dışlamak için akciğer grafisi ile kontrol
edilir. Tedavi ile klinik durumunda düzelme olmayan
veya kötüleşen hastalarda torak BT yapılır.
Dehidrete hastalarda uygun hidrasyon sağlanıncaya dek
radyolojik bulgular görülmeyebilir. Pnömoninin ilk 24
saatinde, bazen Pneumocyctis carinii pnömonisinde ve
ciddi nötropenik hastalarda göğüs grafisi pnömoni olduğu halde normal bulunabilir.
Labratuvar bulguları: Tüm gelişmiş tanı olanaklarına
karşın TKP’de etkeni saptama oranı %50 civarındadır.
Balgamın gram boyama ile incelenmesi ilk antibiyotik
seçimi için yol göstericidir.
Resim 1: Sağ üst lobda pnömokoksik pnömoni
İncemeler için uygun balgam örneği kullanılmalıdır. Balgamda mikroskopun küçük büyütme alanında nötrofil
sayısı 25’den fazla, epitel hücre sayısı 10’dan az olmalıdır.
Gram boyamalı balgam örneğinde Gram pozitif diplokoklar görülmesi pnömokoksik pnömoni için tanı koydurucudur. Gram negatif çomaklar ise Haemophilus
influenzae pnömonisini düşündürür. Balgamın nonspesifik kültür duyarlılığı %50, kan kültülerinin %25-30
kadardır.
Solunum yolu virusları, Mycoplasma, Chlamidia ve
Legionella gibi atipik etkenlerin tayininde gram boyama yarasızdır, bunun için serolojik testler kullanılır.
Örneğin; Mycoplasma için soğuk aglitünasyon ve
ELİSA kitleri ile hasta serumunda spesifik IgM ve IgG
antikorları tayininden yaralanılır. Legionella tanısı için
balgam veya bronkoalveolar lavajda (BAL) direk floresan antikor (DPA) yöntemiyle veya idrarda antijen tayini
yapılabilir.
Hastaneye yatırılması gereken toplum kökenli pnömonilerde kan kültürleri yapılmalıdır. Ayrıca hastanın
oksijen satürasyonu, hemogram, rutin biyokimyasal
bulguları değerlendirilmelidir. Lateral dekübitis akciğer
grafisinde 10 mm’den daha kalın plevral efüzyon varsa
torasentez önerilmektedir.
Klinik yaklaşım ve tedavi
Hastanın ciddiyetinin belirlenmesi.
Resim 2: Mikopazma pnömonisi
26
Hastalığın ciddiyetinin belirlenmesi doğru tedavi yeri ve
seçimi açısından önem taşır.
Ancak doktara kılavuzluk edecek,mortaliteyi belirleyen
Klinik Gelişim
G. AYDIN
Tablo 2: Tanısal testlerin klinik kullanımları
Mandell et al. IDSA/ATS Guidelines for CAP in Adults (Suppl 2) Clinical Infectious Diseases 2007; 44:S27–72
Endikasyon
Kan
kültürü
Balgam
kültürü
Legionella
UAT
Pneumococcal
UAT
Diğer
YBÜ’sinde
X
X
X
X
Xa
X
X
X
Ayaktan yetersiz AB tedavisi
Kaviter infiltratlar
X
Lökopeni
X
Alkol bağımlısı
X
Kronik ağır KC hastalığı
X
Ağır obstriktif/yapısal AC hast.
Aspleni (anatomik/ fonksiyonel)
X
Xb
X
X
X
X
X
X
X
X
Seyahat (son 2 hafta içinde)
X
Pozitif Legionella UAT sonucu
Xc
Pozitif pneumococcal UAT sonucu
X
X
Plevral efüzyon
X
X
X
NA
NA
X
X
Xd
NOTE. NA,geçersiz; UAT, üriner antijen testi.
a Entübe ise endotrakeal aspirat, mümkünse bronkoskopi veya nonbronkoskopik bronkooalveoler lavaj.
b Fungal ve tüberkülos külürleri..
c Legionella için spesifik ortam.
d Torasentez ve plevral sıvı kültürü.
uygun duyarlık ve özgüllükte tekbir faktör yoktur. Bu nedenle çeşitli skorlama sistemleri geliştirilmiştir. En yaygın
kullanınlar pnömoni şiddet göstergesi ‘Pneumonia Severity Index (PSI)’ ve CURP-65 skorlama sistemleridir.
tadır. Hastalar yine mortalite riskine göre 3 grubda değerlendirilir. Puanlar ve mortalite oranları, 0 puan: %0.7,
1 puan:%2.1, 2 puan:%9.2, 3-5 puan:%15-40 olarak bildirilmiştir.
PSI, 20 değişken kullanarak hastaları mortalite temelinde
aldıkları puana göre 5 risk sınıfı oluştururlar. I,II,III,IV ve
V’inci risk sınıfları için mortalite oranları sırası ile %0.1,
%0.6, %0.9, %9.3 ve %27 olarak belirlenmiştir. Bu durumda, I-III’ cü risk sınıfında bulunan hastalar (grup I) düşük
mortalite oranına sahip olmaları nedeni ile ayaktan tedavi
edilebilir. IV ve V’inci risk grubuna giren olgular(grup II
ve III) ise hastaneye yatırılmalı ve yoğun bakım gereksinimi açısından değerlendirlmelidir(grup III). Hastanın yoğun bakıma yatırılma kriterleri Tablo…’de belirtilmiştir.
Hastalar tedavi yerlerinin belirlenmesinin ardından derhal tablo…’de önerilen uygun ampirik antibiyotik tedavi
başlanmalıdır. Ampirik tedaviye kültür ve antibiyogram
sonucu gelinceye kadar devam edilir, Etyolojik ajan belirlenince etkene yönelik tedavi düzenlenir.
Serum üre düzeyi bakılamadığı zaman, yalnız klinik parametreler kabul edilebilirr(CRP-65). CURP-65 ve CRP65 pnömoni ciddiyetinin doğru olarak belirlenmesinde
benzer oranlara sahiptir.Bu sisteme göre 0, 1, 2, 3-4 puan
alan hastalar arasında mortalite oranları, sırası ile %1.2,
%5.3, %12.2, %33 oranındadır.
Ancak bu genelleme herzaman doğru değildir. Yapılan bir çalışmada hospitalize edilen TKP’li hastaların
%40’dan çoğunun PSI’ ne göre düşük risk grubunda
olarak değerlendirilmiştir. Diğer bir çalışma ise aksine,
PSI’ne göre I-III risk grubunda kabul edilen TKP’li hastaların %27’sinin YBÜ’ne alındığı bildirilmiştir.Pnömoni
şiddetitinin tayininde klinik kararın önemi vurgulanmaktadır.
CURP-65 indeksi herbiri için bir puan değerinde konfüzyon, üre, solunum hızı, düşük sistolik veya diastolik
kan basıncı ve yaş olmak üzere 5 değişkenden oluşmakKlinik Gelişim
CURP-65 indeksinde, 0 veya 1 puanı olan hastalarda
ölüm riski düşüktür,evde tedavi için uygun(grup I) olabilir. 2 puan alan hastalar orta derecede mortalite riski
sahip olduklarından(grup II) hastanade tedavi edilmeleri düşünülmelidir. Özellikle 3 veya daha çok puan alan
hastalar ciddi pnömonili olarak kabul edilerek deneyimli
bir doktor tarafından değerlendirilmelidir. 4-5 puan alan
olgularda ise genellikle yoğun bakım ünitesine(grup III)
transferi gereklidir.(Tablo 6).
Yoğun bakım endikasyonu için tablo 7’de görülen bir
majör veya ikş minör kriterin varlığı yeterli kabül edilmektedir.
PSI ve CURP-65 kriterleri 30 günlük mortalite için
gelistirilmiş istatistiksel analizlerdir. Her iki skalanında
sonuçları önemli ölçüde hastanın yaşı ve komorbiditesine
bağlıdır. Oysa YBÜ kabulü için bu parametreler
gerekmeyebilir. Mortalite öngörüsünde doğruluk payı,
hastaların yoğun bakım kabul kriterleri için bu ölçüde
geçerli bulunmamıştır.
27
2013; 26: 24-32
Tablo 3: Pnömoni şiddet İndeksi
Tablo 4: Değiştirici faktörler
Kriter
Puan
Yaş
yaş-0
Erkek
yaş-10
Kadın
10
Bakımevinde/huzurevinde yaşamak
Komorbidite
30
Malignite
20
Karaciğer
10
Konjestif kalp yetersizliği
10
Serebrovasküler hastalık
10
Renal hastalık
•
•
•
•
•
•
•
•
Vital bulgu anarmalliği
Mental konfüzyon
Solunum hızı 30 /dk
Sistolik kan basıncı<90 mmHg
Vücut ısısı <35 veya >45 0C
Taşikardi ≥ 125 atım/dk(bpm)
Labratuvar anormalliği
Kan üre azotu ≥11 mmol/L
Sodyum< 130 mmol/L
Glikoz ≥ 250 mg/dL
Hematokrit < %30
Radyografik anormallikler
Plevral efüzyon
Oksijenlenme
Arteryel pH< 7.35
PaO2< 60 mmHg
SaO2< %90
20
20
20
15
10
20
20
10
10
10
30
10
10
Puan skorlama sistemi:Risk sınıfı I:<50 puan(a-Değiştirici faktör
yok, b-Değiştirici faktör var), Risk sınıfı II: ≤70 puan, Risk sınıfı III:
71-90 puan, Risk sınıfı IV: 91-130 puan, Risk sınıfı V: >130 puan
SMART-COP sistolik basınç, multilober tutulum, albümin düzeyi, respiratuar hız, taşikardi, konfüzyon, oksijen düzeyi ve parsiyel arteryel oksijen basıncı ve arteryel
pH’ın parametrelerinden oluşur. Yoğun solunumsal veya
vazopressör destek gereksinim riskini belirlemek için
kullanılır. Pnömonili olguların 50 yaş altı ve üstü olarak
ayrıldığı bu indekste 1 ve 2 pundan oluşan yukardaki 9
parametre bulunmaktadır(Tablo 7).
Geliştirilen diğer skorlama sitemleri; ADROP, CORP,
SCAP, CURSI ve CURASI ve CURB-yaş’ ı kapsar.
Tedavi
Tedavi indekslere (PSI, CURP-65, CRP-65, SMARTCOP) göre yapılan gruplar dikkate alınarak ampirik
antibiyotik tedavisi düzenlenmiştir. Kılavuzlar arasında yapıldığı toplumun etyolojik, epidemiyolojik ve
antibiyotik dirençlerine bağlı olarak bazı farklar içermektedir.
28
65 yaş ve üzeri
Eşlik eden hastalık
KOAH
Bronşektazi
Kistik fibroz
Diabetes Mellitus
Böbrek hastalığı
Konjestif kalp
yetmezliği
• Karaciğer hastalığı
• Malignite
• Nörolojik hastalıklar
•
•
•
•
•
•
•
Aspirasyon şüphesi
Splenektomi
Alkolizm
Malnütrisyon
Bakımevinde yaşama
Kortikosteroid kullanımı
(Prednisolon ≥10 mg/
gün, 3 ay süreyle)
• İmmunosupressif tedavi
• İnfluenza sonrası
gelişen pnömoni
• Bir yıl içinde pnömoni
tanısı ile yatış
Tablo 5: Yoğun bakım ünitesine alınma kriterleri
Mandell et al. IDSA/ATS Guidelines for CAP in Adults (Suppl 2)
Clinical Infectious Diseases 2007; 44:S27–72
Minör kriterler
Solunum sayısı ≥ 30 /dk
PaO2/FiO2 ≤ 250
Multilober infiltratlar
Konfüzyon/dezoryantasyon
Üremi (BUN ≥ 20 mg/dL)
Lökopeni (Lökosit < 4000 /mm3)
Trombositopeni (trombosit <100,000 /mm3)
Hipotermi (<36oC)
Yoğun sıvı yüklemesi gerektiren hipotansiyon
Major criteria
İnvazif mekanik ventilasyon desteği
Vazopressör gerektiren septik şok
Tek majör veya 3 minör ölçütün var olma koşulu aranmalıdır.
Birçok ülkenin uzlaşı raporlarında olduğu gibi ülkemizde de yapılan TKP’ler tanı ve tedavi rehberinde
pnömoni hastaları yaş, hastaneye yatırılma gereksinimi, eşlik eden başka bir hastalığım varlığı ve hastalığın
şiddeti gözönüne alınarak 3 gruba ayrılmıştır. Birinci
grupta değiştirici faktörler (tablo-4) olmayan(IA) ve
olan(IB) pnömoni olguları yer almaktadır. IA alt grubunda başlıca sorumlu patojenler; S. pneumoniae, M.
pneumoniae, respiratuar viruslar, C. pneumonia’dır.
Amoksisilin veya makrolid uygun tedavi seçenekleridir. Tipik pnömonide Amoksisilin, atipik pnömonide
ve kara verilemeyen olgularda makrolid tercih edilebilir.
Değiştirici faktörleri taşıyan IB alt grubunda ise etyolojik ajanlar; S. pneumonia, resiratuar viruslar,
H. influenzae,Gram negatif basiller ve S. aureus’dur.
Tedavi seçeneği 2.-3. kuşak oral sefalosporin veya
Amoksisilin artı klavulanat gerekirse makrolidtir.
Makrolidler yerine doksasiklin kullanılabilir. MakroKlinik Gelişim
G. AYDIN
Tablo 6: CURP-65 indeksi ve hasta değerlendirme
Tablo 7: S MART- COP pnömoni şiddet ölçütleri
SMART COP
50 < yaş
50 > yaş
Sistolik kan basıncı <90 mmHg
2 puan
Sistolik kan basıncı <90 mmHg
2 puan
Mulltilober infiltrasyon
1 puan
Mulltilober infiltrasyon
1 puan
Albumin seviyesi <3.5 g/L
1 puan
Albumin seviyesi <3.5 g/L
1 puan
Respiratuar rate 25 br/min
1 puan
Respiratuar rate 25 br/min
1 puan
Taşikardi >125
1 puan
Taşikardi >125
1 puan
Konfilizyon (akut gelişen)
1 puan
Konfilizyon (akut gelişen)
1 puan
Oksijen düzeyi
2 puan
Oksijen düzeyi
2 puan
Pa02 <70 mmHg sO2 <%93
Ph <7.35
Pa02 <60 mmHg sO2 <%90
2 puan
Ph <7.35
2 puan
Yoğun respiratuar ve vasopressör destek riski
0-2 puan: düşük risk 3-4 puan: orta risk 5-6 puan: yüksek risk 7 ve üstü: çok yüksek risk
Tablo 8: Pseudomonas aeruginosa risk faktörleri
Yapısal akciğer hastalığı (bronşektazi, kistik fibroz,
ağır KOAH)
Kortikosteroid tedavisi (prednizon >10 mg /gün)
Geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi (son bir
ayda 7 günden daha uzun)
Malnütrisyon
lid veya doksisiklin ilavesi düşünülen olgularda veya
penisilin alerjisi durumunda tek başına yeni florokinolon kullanılabilir.
Klinik Gelişim
İkinci grupta klinikte tedavi edilmesi gereken ancak
YBÜ’ne yatırılma kriterleri taşımayan olgular yer alır.
S.pneumoniae, H.influenzae’nın yanısıra aerobik gram
negatif organizmalar ve L. pnemophilia, S. aureus, C.
pneumoniae’dır. İlaç dirençli streptokokus pnömonia
ve enterik gram negatif organizmalar ile infeksiyon
olasıllığı var olan hastalardır. Önerilen ampirik tedavi
3. kuşak anti-Pseudomonal olmayan sefalosporin
veya beta- laktamaz inhibitörlü aminopenisilin artı
Makrolid kombinasyonu ya da tek başına yeni florokinolonlardır.
Üçüncü grup pnömonileri yoğun bakım ünitesinde yatırılarak tedavi edilmesi gereken olgulardır. Sorumlu
patojenler; S.pneumoniae, L.pneumophilia başta olmak
29
2013; 26: 24-32
Tablo 9: Toplumda gelişen pnömonilerde Empirik Tedavi
Türk Toraks Derneği Erişkinlerde Toplumda Gelişen Pnömoni Tanı Ve Tedavi Uzlaşı Raporu 2009, 10(10);3-16.
Grup I
Grup II
Grup III
Hastaneye yatış ölçütleri yok CURB-65
<2
(PSI I-III)
a) Değiştirici faktör yok
b) Değiştirici faktör var
Yoğun bakıma yatış ölçütü yok
CURB-65 ≥2
(PSI IV-V)
Yoğun bakıma yatış ölçütü var
a) Pseudomonas riski yok
b) Pseudomonas riski var
Ayakta Tedavi
Klinikte Tedavi
Yoğun Bakım Biriminde Tedavi
Grup IA
Amoksisilin#
veya
Makrolid
Grup II
3. kuşak anti-Pseudomonas
olmayan sefalosporin
veya
beta- laktamaz inhibitörlü
aminopenisilin
+
Makrolid
ya da
Tek başına yeni florokinolon
Grup IIIA
3. kuşak anti-Pseudomonas
olmayan sefalosporin veya
beta-laktamaz inhibitörlü
aminopenisilin
+
Makrolid
veya
yeni florokinolon
Grup IB
2.-3. kuşak oral sefalosporin
veya Amoksisilin+klavulanat
±
Makrolid veya Doksisiklin
Grup IIIB
Anti-Pseudomonas
beta-laktam (Tablo-8)
+
Siprofloksasin, veya
aminoglikozid
+
Makrolid†
*Üç günlük antibiyotik tedavisine karşın ateşin düşmemesi halinde, hastaneye sevk edilmelidir.
#3 gr/gün dozunda
†Florokinolon kullanılan hastalarda makrolide gerek yoktur.
‡Yoğun bakım biriminde tüm ilaçlar parenteral uygulanmalıdır.
Makrolid veya doksisiklin ilavesi düşünülen olgularda tek başına yeni florokinolon kullanılabilir
üzere aerobik Gram negatif basiller, M. pneumoniae ve
respiratuar viruslardır.Grup IIIA’da psödomonal risk
faktörü yoktur. Bu nedenle 3. kuşak anti-Pseudomonas
olmayan sefalosporin veya beta-laktamaz inhibitörlü
aminopenisilin artı Makrolid kombinasyonu veya yeni
florokinolon tercih edilir.
Psödomonaslar ile infeksiyon riski bulunan gurup
IIIB’de ilaç dirençli Streptokok ve Legionellayıda kapsayan iki antipsödomonal ajan önerilmektedir. Anti-Pseudomonas
beta-laktam artı siprofloksasin veya aminoglikozid artı
makrolid uygun kombinasyonlardır. Florokinolon kullanılan hastalarda makrolide gerek yoktur.
Antibiyotik tedavisine başlandıktan sonra 48-72 saat
içinde hastanın klinik durumunda iyileşme gözlenmesi etkin tedaviyi yansıtır. Ateş 2-4 gün, lökosit 4
gün içinde normale düşer. Akciğer grafisindeki bulgular daha geç silinir. Yaşlı, alkolik veya KOAH, kronik kalp hastalığına sahip olguların %75’inde bir ayı
geçer.
30
Atipik etken düşünülen pnömonilerde makrolid, özellikle Legionella ispatlanmış hastalarda makrolid ve rifampisin mutlaka tedaviye eklenmelidir.
Tedavi süresi pnömokoksik pnömonilerde 7, Mycoplasma ve Chlamidia pnömonilerinde 14, Legionella pnömonilerinde 14-21 gündür. Ancak tüm pnömonilerde
hastalığın klinik seyri tedavi süresini değiştirebilir.
Tablo 10: Klinik stabilite kriterleri
Vücut ısısı ≤37.8oC
Kalp hızı ≤ 100 /dk
Soulnum hızı ≤ 24 /dk
Sistolik kan basıncı ≥ 90 mm Hg
Arterial oxygen saturation ≥ 90% veya PaO2≥60
mm Hg oda havasında
(Mandell et al. IDSA/ATS Guidelines for CAP in Adults (Suppl 2)
Clinical Infectious Diseases 2007; 44:S27–72 değiştirilerek alınmıştır.)
Klinik Gelişim
G. AYDIN
TKP’de tedavi yetersizliği
Tedavi yetersizliği uygulanan antibiyotik tedavisine yetersiz yanıt ile oluşan klinik durum olarak tanımlanmaktadır. TKP’de %10-15 oranında görülür.Radyaojik
imajların rezolusyonu bu değerlendirme dışında tutulur
(6 haftayı bulabilir). Bu durum semptomlarda kötüleşme, komplikasyonlar ve hatta ölüme yol açabilir.Tedavi
yetersizliği mortalite oranını yaklaşık beş kat arttırmaktadır.
Tedavi başarısızlığında klinik stabilite gecikir(Tablo 10).
Klinik stabilitenin yokluğu ve tedavi yetersizliği eş anlamlı olmasa da yakın kavramlardır. Tedavi yetersizliği
herzaman klinik stabiliteyi bozarken, klinik stabilitenin
yokluğu daima yetersiz tedavinin bir sonucu değildir.
Klinik stabilite Tedavinin ilk 72 saati içinde değerlendirilmelidir. Klinik durumun tanımlanmasında birçok
paremetre kullanılmaktadır. vücut ısısı, kalp hızı, sistolik kan basıncı, solunum hızı ve oksijen satürasyonu, ve
ortalama stabilizasyon süresi 3 gün olarak bulundu. Bu
süre içersinde stabilite oluşmamış ise hasta yeniden değerlendirilerek nedeni araştarılmalıdır.
Tedavi başarısında TKP’nin başlangıç ciddiyeti, hastaya
ait nedenler (komorbid hastalıklar gibi), etken patojenin özellikleri, komplikasyonlar ve tedavi kılavuzlarının
uygulanmaması, enfeksiyon dışı tanıyı kapsayan birçok
faktör rol oynar.
Daha şiddetli enfeksiyonların klinik stabiliteye ulaşma
süreleri daha uzun olup, şok veya ciddi hipokseminin
eşlik ettiği multilober tutulumu sahip TKP olgularında
antibiyotik tedaviye daha kötü yanıt verdikleri gösterilmiştir. Ayrıca 65 üstü hastalar ve komorbidite sağıltımda
önemli yere sahiptir.
Etken patojenin özelliğinin de tedavi yanıtında yeri tartışılmaz. TKP’nin Gram negatif mikroorganizmalar, Legionella pneumonia, MRSA veya miks etkenlere bağlı
gelişmesi rezolusyonu geciktiren veya yanıtı etkileyen
faktörlerdir.
Tedavi yetersizliğinin enfeksiyon ve enfeksiyon dışı sebepleri olabilir. Enfeksiyonların payı %40 kadar olup,
Streptococcus pneumoniae, Legionella, Staphylococcus
aureus, and Pseudomonas aeruginosa etken patojen olarak tanımlanmıştır. Bakım evlerindeki yaşlı hastalarda ki
tedavi başarısızlığında ise %33 ile methicillin-resistant
S aureus (MRSA) ilk sırada yer almaktadırır. %24 ile
enteric Gram-negative bacilli, ve %14 ile P aeruginosa
izlemektedir.
Tedavi başarısızlığı durumunda, başladığımız ampirik
tedavi kapsamına girmeyen Coxiella burnetti, Tularemia, P jiroveci, Aspergillus, Tuberculosis, Nocardia
Anaerobes,Leptospirosis, Hantavirus, Psittacosis, Burkholderi pseudomallei gibi sıradışı patajenler düşünülmelidir.
Antibiyotik direnci tedavi başarısızlığında önemli bir sorundur. Yeni fluoroquinolonlar (özellikle levofloxacin)
ve makrolidlere direnç bildirilmiştir. En sık TKP etkeni
Klinik Gelişim
olan S pneumoniae karşı direnç gelişimi ise tedavi başarısızlığında sorumlu bulunmamıştır.
Tedavi başarısızlığı durumunda bazı enfeksiyon dışı
nedenelerin pnömoniyi taklit etmesi TKP tanısının doğrulanmasını gerektirir. Pulmoner hemoraji, tromboemboli, hipersensivite pnömonisi, pulmoner eozinofili,
bronşiolitis obliterans organize pnömoni bazı karsinomlar ve başka durumlar ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Uygun antibiyotik tedavisine rağmen yanıtsızlık için
bşka sebep olmayan olguların %30’dan enfeksiyon dışı
nedenler gösterilmiştir.
Tedavi yanıtsızlığında hasta uyumsuzluğu olup olmadığı
dikkate alınmalıdır.
Korunma
Influenza and pneumococcal aşılama
65 yaşın üzerinde olan tüm hastalar ve riskli kabul edilen olgular influenza ve pnömonkoklara karşı aşılanmalıdır. İnfluenza aşısı her yıl tekrarlanmalıdır. Virusun A
ve iki B tipini içeren trivalan aşı deltoid kas içine intramüsküler olark uygulanır. 65 yaş ve üzeri, kronik akciğer hastalıkları (KOAH, bronşektazi, astım), kronik
kardiovasküler hastalık, diyabetes mellitus, böbrek
fonksiyon bozukluğu, hemoglobinopatiler ve bağışıklık
sistemi baskılanmış kişiler, hekim, hemşire ve yardımcı
sağlık personeli, grip yönünden riskli şahıslarla birlikte
yaşayanlar, güvenlik görevlileri, itfaiyeciler gibi toplum
hizmeti veren kişiler, grip sezonunda gebe olanlar influenza için riskli kabul edilir.
Pnömokokal aşılama daha önce pnömokok aşısı yaptırmamış olgularda bir kez 23-valent pneumococcal polysaccharide vaccine(23-PPV) yapılmalıdır Pnömokoksik
bağışıklama 65 yaş ve üzeri, kronik hastalıklar (KOAH’lılar ile bronşektazi, pnömonektomi, kardiyovasküler, renal ve hepatik hastalıklar ve diabetes mellitus),
kronik alkolizm, dalak disfonksiyonu veya splenektomi,
immun yetmezlik ve immunsupressif tedavi kullanımı,
beyin-omurilik sıvısı kaçağı olanlar, pnömokok hastalığı
veya komplikasyonu riskinin artmış olduğu şartlarda yaşayan kişilere uygulanması önerilmektedir.
Diğer:İmmunizasyona ilaveten kullanıyor ise igaranın
bıraktırılması ve pasif içicilikten korunma, kronik hastalıkların kontrol altına alınması,dengeli beslenme, hijyenik önlemler TKP’nin sıklığı ve mortalitesi azaltılabilir.
Kaynaklar
1.
American Thoracic Society. Guidelines for the initial management of adults with community-acquired pneumonia: Diagnosis
assesment od severity, and initial antimicrobial therapy. Am Rev
Respir Dis 1993;148:1418-26
2.
Arancibia F, Ewig S, Martinez JA, et al. Antimicrobial treatment
failures in patients with community-acquired pneumonia: causes
and prognostic implications. Am J Respir CritCare Med 2000;
162:154–160
3.
Arseven O, Özlü T, Aydın G, Baytemür M, Bozkurt F, Doğanay
M, Ekim N, Eraksoy H, Gür D, Hatipoğlu O N, Leblebicioğlu H,
Mülazımoğlu L, Özinel MA, Savaş İ, Uçku R, Ünal S, Yenen OŞ.
Toraks derneği erişkinde toplum kökenli ğnömoni tanı ve tedavi
reberi 2002. Toraks dergisi cilt 3, ek 3, Ağustos 2002.
31
2013; 26: 24-32
4.
Barlett JG, Mundy LM. Community-acquired pneumonia. N Eng
J Med 1995;333(24):1618-21
lines on the management of community-acquired pneumonia in
adults. Clin Infect Dis 2007;44:27-72.
5.
Bilir N. Ulusal Akciğer Sağlığının Temel Göstergeleri ve Araştırma Öncelikleri Türk Toraks Dergisi 2002. 3:(3); 317-320
6.
Buising KL, Thursky KA, Black JF, et al. Reconsidering what is
meant by severe pneumonia: a prospective comparison of severity
scores for community acquired pneumonia. Thorax 2006;61:41924.
22. Myint PK, Musonda P, Sankaran P, et al. Confusion, urea, respiratory rate and shock index or adjusted shock index (CURSI
and CURASI) criteria predict mortality in community-acquired
pneumonia. Eur J Intern Med 2010;21:429 e 33.
7.
Capelastegui A, España PP, Quintana JM, et al. Validation of a predictive rule for the management of community-acquired pneumonia. Eur Respir J 2006;27:151-7.
8.
Charles PG, Wolfe R, Whiteby M,et al. SMART-COP: a tool
for predicting the need for intensive respiratory or vasopressor support in community-acquired pneuomia. Clin Infect Dis
2008;47:375 e 84
9.
Cunha B, Broze MS. Community-acquired pneumonia. http://
emedicine.medscope.com/article/234240-overwiew
10. Gladman J, Barer D, Venkatesan P, et al. Outcome of pneumonia
in the elderly: a hospital survey. Clin Rehab 1991;5:201–5.
11. Guest JF, Morris A. Community-acquired pneumonia; the annual cost to the National Healty Servica in the UK. Eur Respir J
1997;10:1530-34
12. De Roux A, Marcos MA, Garcia E, et al. Viral community-acquired pneumonia in nonimmunocompromised adults. Chest
2004;125:1343-51.
13. Espana PP, Capelastegui A, Gorordo I,et al. Development and validation of a clinical prediction rule for severe community-acquired pneumonia. Am J Respir Crit Care Med 2006;174:1249 e 56.
14. Ekim N, Köktürk O, Arseven O, ve ark. Toplum kökenli pnömoni
tanı ve tedavi rehberi. Toraks Derneği pnömoniler tanı ve tedavi
rehberi. Toraks Bülteni Eylül 1998;3(1):2-14
15. File
TM.
Community-Acquired
2003;362:1991-2001.
Pneumonia.
Lancet
16. Fine MJ, Auble TE, Yealy DM, et al. A prediction rule to identify
low-risk patients with community-acquired pneumonia. N Engl J
Med 1997;336:243–50.
17. Köksal İ., Özlü T.,. Bayraktar Ö ve ark. Türkiye’de erişkin hastalarda toplum kökenli pnömonilerde etyolojik ajanlar; çok merkezli, kesitsel çalışma Tüberküloz ve Toraks Dergisi 2010; 58(2):
119-127
18. Lionel A. Mandell, Richard G. Wunderink, Antonio
Anzueto,Cynthia G Whitney et al. Infectious Diseases Society of
America/ American Thoracic Society Consensus Guidelines on
the Management of Community-Acquired Pneumonia in Adults:
CID 2007:44 (Suppl 2)
19. Menendez R, Torres A, Rodriguez de Castro F, et al. Reaching
stability in community-acquired pneumonia: the effects of the
severity of disease, treatment, and the characteristics of patients.
Clin Infect Dis 2004; 39:1783–1790
20. Metlay JM, Schultz R, Li Y-H, Singer DE, ct al. Influence of age on
symptoms at presentation in patients with community-acquired
pneumonia. Arch Intern Med 1997;157:1453-9
21. Mandell LA, Wunderink RG, Anzueto A, et al. Infectious Diseases
Society of America/American Thorasic Society consensus guide-
32
23. Myint PK, Sankaran P, Musonda P,et al. Performance of CURB65 and CURB-age in community-acquired pneumonia. Int J Clin
Pract 2009;63:1345 e 50
24. Niederman MS, Bass JB, Campbell GD, Fein AM, Grossman RF,
Mandell LA, et al. Guidelines for the initial management of adults
with community acquired pneumonia: diagnosis, assessment of
severity, and initial antimicrobial therapy. American Thoracic Society. Medical Section of the American Lung Association. Am Rev
Respir Dis 1993;148:1418-1426.
25. Ortqvist A, Hedlung J, Grillner L, et al. Aetiology, outcome and
prognostic factors in community-acquired pneumonia requiring
hospitalization. Eur Respir J 1990;3:1105-13. PMid:2090471
26. Ostergoard L, Anderson PL. Etiology of community-acquired
pneumonia. Chest 1993;104:1400-7
27. Pennington JE. Community-acquired pneumonia acute bronchitis. In: Pennington JE(Ed). Respiratory infections: diagnosis and
management. Thirdedition. Newyork: Raven Press, 1994;193206
28. Rosario Menendez, MD; and Antoni Torres, MD Treatment Failure in Community-Acquired Pneumonia CHEST 2007; 132:1348–
1355
29. Sever F, Kömüs N, Esen N ve ark. Türkiye’de Toplum Kökenli
Pnömoni Etyoloji ve Epidemiyolojisi Turk Toraks Derg 2013; 14:
5-10
30. Roson B, Carratala J, Fernandez-Sabe N, et al. Causes and factors
associated with early failure in hospitalized patients with community-acquired pneumonia. Arch Intern Med 2004; 164:502–508
31. Shah PB, Giudice JC, Griesback R, et all. The newer guidelines
for the management of community-acquired pneumonia. JAOA
2004;104:521-6.
32. Shindo Y, Sato S, Maruyama E, et al. Comparison of severity scoring systems A-DROP and CURB-65 for community-acquired
pneumonia. Respirology 2008;13:731 e5
33. Tang CM, Macfarlane JT. Early management of younger
adults dying of community acquired pneumonia. Respir Med
1993;87:289–94.
34. Türk Toraks Derneği Erişkinlerde Toplumda Gelişen Pnömoni
Tanı ve Tedavi Uzlaşı Raporu. Türk Toraks Dergisi 2009; 10: 3-16.
35. Waterer GW, Rello J, Wundernk RG. Management of community-acquired pneumonia in adults: concise clinical review. Am J
Respir Crit Care Med 2011; 183: 157-64.
36. Wei Shen Lim, Simon Baudouin, Robert George et al THE British
Thoracic Society Guidelines for the management of Community
acquired pneumonia in adults Update 2009. Thorax Vol 64 Supplement III
37. Woodhead M., Blasi F.,. Ewig S,.et al. Guidelines for the management of adult lower respiratory tract infections: Eur Respir J
2005;26:1138–1180.
Klinik Gelişim
Tüberküloz
Uzm. Dr. Nilüfer KONGAR
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Tüberküloz, tedavisi yıllardır bilinen bir hastalık olmasına karşın tüm dünyada en yaygın bulaşıcı hastalıklardan
biridir ve halen önemli bir toplum sağlığı sorunu olmayı
sürdürmektedir. Tüberküloz bütün yaş gruplarında görülen, tüm sistemleri tutabilen önlenebilir ve tedavi edilebilir bir enfeksiyon hastalığıdır. Tüberküloz basili ilk
kez 1882 yılında Robert Koch tarafından gösterilmiştir.
Mikobakteri ailesinin bir üyesi olan M. tuberculosis asit
ve alkole dirençli aerobik bir basildir.
Mısır mumyalarında izlerine rastladığımız tüberkülozun
tedavisi 1943 yılında streptomisinin keşfi ile başlamıştır. 1967 yılında rifampisinin bulunması ve 1970’lerde
tedavi rejimlerinde yer almasından sonra kısa süreli kemoterapi rejimleri ile %100 tedavi edilebilir bir hastalık
haline gelmiştir. Ancak bunca yıl sonra, yanlış kontrol
programları sonucu tüberkülozun eredike edilmesi bir
yana, hastalık daha fatal, tedavi maliyetleri çok yüksek,
kötü prognozlu formları olan, çok ilaca dirençli varyantları ve yaygın ilaç dirençli türleri ile beraber önemli bir
sağlık problemi olarak dünya gündemindedir. Ne yazık
ki dünya nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan
Çin ve Hindistan başta olmak üzere birçok yoksul ülke
bu sorundan ciddi biçimde etkilenmektedir.
Bu nedenle tüberküloz sorunu bir klinik pratik sorun
olmaktan çok, Ulusal Kontrol Programları çerçevesinde
ele alınarak çözülmesi gereken bir halk sağlığı problemidir. Ülkelerin sağlık politikalarındaki değişikliklerden
çok etkilenir. Sağlık politikalarındaki yanlış uygulamalar
halk sağlığını tehdit edebilen sonuçlara neden olabilir.
Epidemiyoloji
Bugün dünya nüfusunun %32’si tüberküloz basili ile
enfektedir, her yıl yaklaşık 9 milyon kişi TB hastalığına
yakalanmakta ve yaklaşık 1,5 milyon insan bu nedenle
ölmektedir.1
1990 yılına kıyasla mortalite oranları %40 kadar azalmış
olmakla birlikte tüberküloz dünyada HIV/AIDS’den sonra erişkinlerde en çok ölüme yol açan ikinci enfeksiyon
hastalığı olarak önemini korumaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2012 raporuna göre Bildirilen TB olgularının %40’ı Hindistan ve Çin’de, %24’ü
Afrikada’dır. TB olgularının %82’si yüksek TB yüküne
sahip 22 ülkede bulunmaktadır. Bu ülkeler Afganistan,
Bangladeş, Brezilya, Kamboçya, Çin, Kongo, Etiyopya,
Hindistan, Endonezya, Kenya, Mozambik, Myanmar, Nijerya, Pakistan, Filipinler, Rusya, Güney Afrika, Tayland,
Klinik Gelişim
Uganda, Tanzanya, Vietnam ve Zimbabwe olarak bildirilmiştir. Aynı kaynakta Türkiye insidansı 24/100000
olarak rapor edilmiştir.
Tüberküloz Kontrol Programı
Tanzanya’da 1970 yıllarda Dr.Karel Styblo’nun temellerini attığı daha sonra DSÖ 1993 yılında tüberküloz konusunda dünya çapında acil durum ilan etmiş ve bütün ülkelere “Doğrudan Gözetimli Tedavi Stratejisini (DOTS)”
önermiştir. Bu strateji dünyada 2010 yılında 196 ülke
tarafından uygulanmaktadır.
DGTS beş alt kategoriden oluşmaktadır. Bunlar,
• TB kontrol aktivitelerinin sürekliliğini ve bütünlüğünü sağlamak için politik iradenin ortaya konması,
• Sağlık kurumlarına başvuran hastalarda bakteriyolojik tanı,
• En azından bütün yayma pozitif olgular için, altı-sekiz aylık rejimler kullanarak standart kısa sureli ilaç
tedavisi uygulamak. İyi olgu yönetimi; bütün balgam
pozitif yeni olgularda başlangıç dönemi süresince, rifampisin içeren rejimlerde idame döneminde ve bütün yeniden tedavi rejimlerinde doğrudan gözetimli
tedavi (DGT) uygulamayı gerektirir.
• Tüberküloz tedavisi için gerekli anti-TB ilaçların ücretsiz, düzenli, kesintisiz sağlanması.
• Tedavi sonuçlarını ve TB kontrol programının performansını değerlendirmeye olanak sağlayan standart bir kayıt ve raporlama sistemi.
DGT Stratejisi Hedefleri:
Yayma pozitif olguların %70’ni bulmak ve %85’de kür
elde etmektir.
Bu oranlar sağlandığı takdirde:
• TB prevalansı ve TB bulaşma hızı düşecektir
• TB insidansı tedrici olarak azalacaktır.
• Daha az kazanılmış ilaç direnç oranı olacaktır.
Avrupa Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC)
ile Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınladığı “Avrupa’da Tüberküloz Sürveyansı 2009” Raporunda DSÖ Avrupa Bölgesinde Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 9 ülkenin
%85 tedavi başarısı hedefini yakaladığı belirtilmiştir.
DSÖ’nün hedeflerinden biri olan %70 olgu bulma oranı
%60-67’ye ulaşmış, %85 tedavi başarısı da yeni yayma
pozitif akciğer hastaları için %86-87’ye çıkmıştır.2
33
2013; 26: 33-44
Tüberküloz kontrolündeki önemli sorunlar Dünyadaki
HIV/AIDS de artış, kötü ekonomik ve sosyal koşullar,
yoksulluk, göçler, uygulanan kötü sağlık politikaları
olarak özetlenebilir.
Göçler ve dünyanın küçülmesi ile tüberküloz az gelişmiş
ülkelerin yanında gelişmiş ülkelerinde bir sorunu haline gelmiştir. Özellikle havayolu ulaşım ağının artması,
hastalıkların dünya üzerinde yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Bunun yanında savaşlar, göçler, mültecilerin
artması da tüberkülozun dolaşımına neden olmaktadır.
Ülkemizde yıllar içinde kişi başına düşen yıllık gelir artmasına karşın, gelir dağılımında büyük dengesizlikler ve
yoğun iç göçler tüberküloz yayılmasını arttırırken kontrolünü de zorlaştırmaktadır.
Türkiye verem savaş dispanserlerinin yıllarca sürdürdüğü başarılı çalışmalar sayesinde bugünkü oranları yakalamış ve DGTS uygulanabilir hale gelmiştir. Türkiye’nin
tüberküloz kontrolünde son yirmi yılda ulaştığı başarı,
aslında Verem Savaş Dispanserleri temel alınarak sürdürülen tüberküloz kontrolü stratejisinin doğru olduğunu
kanıtlamaktadır. Bu bağlamda önümüzdeki yıllarda tüberküloz kontrolünde aksama yaşanmaması için, bugüne kadar verem savaş dispanserleri ağırlığıyla sürdürülen stratejinin yetkinleştirilerek korunması gereklidir.3
Tüberküloz Klİnİğİ
Tüberküloz prevelansının yüksek olduğu toplumlarda
kişi genellikle çocuk yaşlarda tüberküloz basili ile karşılaşır. Çocukluk çağında tüberküloz insidansının fazla
olması o yerdeki tüberkülozun kontrolünün kötü yapıldığının bir göstergesidir. Erişkin tipi akciğer tüberkülozunun tanı ve tedavisi, tüberkülozun morbid formu olması yanında, toplumda hastalığın yayılmasına kaynak
oluşturması nedeniyle de büyük önem taşır. Bu yazıda
özellikle erişkin tipi akciğer tüberkülozunun tanı ve tedavi ilkeleri gözden geçirilecektir
Hastaların klinik tabloları büyük değişiklik gösterir. Bu
durum hastaya ait faktörler yanında, hastalığın yaygınlığı ile de ilişkilidir.
Semptomlar
Öksürük, balgam, hemoptizi, göğüs ağrısı, yan ağrısı ve
nefes darlığı gibi solunumsal semptomlar, ateş, halsizlik,
iştahsızlık kilo kaybı ve gece terlemesi sistemik semptomlar olabilir. İlerlemiş olgularda larinks tüberkülozunun gelişmesine bağlı ses kısıklığı görülebilir. Öksürük
en erken ve sık görülen semptomdur. Özellikle 3 haftadan daha uzun süren öksürüklerde akciğer tüberkülozu
düşünülmelidir.4
Fizik Muayene
Akciğer tüberkülozunda genellikle belirgin bir fizik muayene bulgusu yoktur. Seyrek olarak apexlerde Öksürük
sonrası inspiryum sonu ince raller duyulabilir. Konsolidasyon varlığında bronşiyal sesler duyulabilir. Eşlik
eden Plevra effüzyon ya da plevra kalınlaşması varsa o
tarafta solunum sesi azalmıştır.
34
Hepatomegali, splenomegali erişkin tip tüberkülozda
nadirdir. Nadiren ileri ve özelikle bronşiektazinin eşlik
ettiği olgularda çomak parmak görülür. Hastaların yarıdan çoğunda ateş saptanır. Eritema nodozum, lenf bezi
büyümesi de saptanabilir.
Bakteriyoloji:
Balgam Yayması
Erişkin akciğer tüberkülozu tanısında en geçerli tanı
yöntemi balgam yaymasıdır. Balgam yayması ucuz ve
hızlı bir yöntemdir. Balgam örneğinin iyi kalitede olması
önemlidir ve hasta bilgilendirilmelidir. Hastadan üç balgam örneği istenmelidir. Birinci balgam hastanın başvuru
anında alınmalı ve ayrıca iki balgam kabı verilerek, ikincisi gece boyunca biriktirdiği balgam ve üçüncüsünü
de sabah balgamı olarak alınmalıdır. Temel ilke 24 saat
içinde hastanın üç balgam örneğini incelemek ve tanıyı
koymak olmalıdır. İki kez saptanan pozitif yayma sonucu veya uygun klinik ve radyolojik bulguların varlığı
ile beraber bir kez saptanan yayma pozitifliği akciğer
tüberkülozunun tanısı için yeterlidir.
Bununla birlikte balgam çıkarmayan küçük kısım hastada, saline nebulizasyonu ile indüklenmiş balgam, açlık
mide suyu alınabilir. Tanı için materyal elde etmenin bir
diğer yolu da bronkoskopidir. Ancak bronkoskopinin
invazif bir işlem olması bazı komplikasyonlar olasılıklarını da beraberinde getirmesi, tüberkülozun sağlık çalışanlarına bulaşmasında riskin yüksek olması nedeniyle
sadece seçilmiş olgularda yapılmalıdır.5
Kültür
Akciğer tüberkülozu tanısında kültürde tüberküloz basilinin saptanması altın standarttır. Kültür tanı, atipik
mikobakterilerin ayırımı ve ilaç duyarlılık testlerinin
yapılmasına olanak sağlar. Geleneksel kültür yöntemlerinde santrifüj edilen örneğin çökeltisi bir kap ya da
tüp içerisinde bulunan besiyerlerine ekilir. Tüberküloz
basili izolasyonu için 3 değişik tip besi yeri bulunmaktadır. Bunlar yumurta bazlı besi yerleri, Agar bazlı besi
yerleri ve sıvı besi yerleridir. En sık kullanılan besiyerleri yumurtalı (Löwenstein-Jensen) ve agarlı besiyerleridir
(Middlebrook 7H10, 7H11 ve 7H12). Agarlı besiyerlerine göre yumurtalı besiyerlerinin hazırlanması daha zor
ama daha ucuzdur ve koloni morfolojisi daha tipiktir.
Bu nedenle tüberküloz prevalansı yüksek olan ülkelerde
daha çok yumurtalı besiyerleri (genellikle LöwensteinJensen besiyeri) kullanılmaktadır. Ancak sık kullanılan
katı besi yerlerinde (Löwenstein- Jensen veya Middlebrook 7H10 ve 7H11) üreme 6 hafta zaman gerektirmektedir.
Radyometrik Kültür Yöntemleri: Bu yöntemde Middlebrook 7H12 sıvı besi yeri kullanılmaktadır. Besi yeri
içinde diğer bakterilerin üremesini inhibe etmek için
antibiyotik ve 14C işaretli Palmitik asit bulunmaktadır.
Kültür pozitifliğin erken tanımlanmasına dönük hızlı
radyometrik veya nonradyometrik yöntemlerle (BACTEC 460, BACTEC-MGIT 960, BacT/Alert MB vb) 7-21
Klinik Gelişim
N. KONGAR
güne kadar kısalmakla beraber, negatif sonuç için 45
gün gereklidir.
Mycobacterial Growth Indicator Tube (MIGT) BACTEC
yönteminde radyoaktif atık sorunu olması nedeniyle geliştirmiş bir sistemdir. Middlebrook 7H12 sıvı besi yerine radyoaktif karbon yerine, üreme ile renk değişikliği
oluşturan indikatör eklenmiştir. Üreme olduğunda renk
değişikliği olmaktadır.
Moleküler Yöntemler
Tüberküloz bakteriyolojisinde son yıllarda moleküler
yöntemlerde hızlı gelişmeler olmaktadır. Bu gelişmeler
ile birlikte nükleik asidin çoğaltılması veya hibridizasyonuna dayalı polimeraz zincir reaksiyonu (PZR), DNA
prob-hibridizasyonu, DNA microarray ve DNA dizi analizi gibi birçok farklı nükleik asit çoğaltma testleri vardır. Ancak bu yöntemler laboratuvar bulaşları veya epidemiyolojik çalışmalar için kullanılan yüksek laboratuar
standartları gerektiren pahalı yöntemlerdir.6
Tüberkülozda Radyoloji
Tüberkülozun radyolojik bulguları hastanın yaşı, bağışıklık sisteminin durumu, önceden tüberküloz ile temasının olması gibi faktörlerle değişir.
Erişkin tipi tüberkülozda temel radyolojik bulgular parankimal hastalık, hava yolu hastalığı, plevra hastalığı
olarak özetlenmiştir.
Parankimal lezyonlar en sık üst lobların posterior ve
apikal segmentleri, alt lobların ise süperior segmentlerinde görülür. Lezyonların kaviter, asiner, fibronoduler
ve asiner veya irregüler gölgeler şeklinde görülebilir Tüberküloz kavitelerin en sık komplikasyonu endobronşial yayılımdır. Bronşial yayılım akciğer tüberkülozunun
önemli bir radyolojik bulgusudur. Endobronşial yayılım
kazeöz nekroz alanlarının lifekaksiyonu ve bronşial ağaca ulaşması sonucu gelişir. Yüksek rezolüsyonlu akciğer
tomografisi (YRBT) bronşial yayılımı göstermede akciğer grafisinden daha duyarlıdır.7 Fibronoduler lezyonlar
iyileşirken kalsifikasyon, parankimal distorsiyon, sikatrisyel atelektazi ve traksiyon bronşektazi gelişebilir.
Hava yolu hastalığı, %10-40ında bronşial stenoz görülebilir. Tüberküloz granülomları ve fibrozis bronş stenozuna yol açabilir. Bronkoskopinin günlük pratiğimize daha
fazla girmesiyle tüberkülozdaki endobronşial lezyonlar
daha sık görülmeye ve tanımlanmaya başlanmıştır.
Hiçbir radyolojik bulgu tüberküloza spesifik değildir.
Tomografi yardımcı bir tanı yöntemi ve ayırıcı tanıda
kullanılabilir.
Tüberkülin cilt testi ve İnterferon
Gama Salınım Testleri
Tüberkülin cilt testi (TCT) ve interferon gama salınım
testleri (İGST), erişkinde akciğer tüberkülozu tanısında
aktif enfeksiyonu göstermez; tüberküloz basili ile latent
enfeksiyonu gösterir. Daha çok epidemiyolojik çalışmalarda önemlidir.
Tüberkülin Cilt Testi
TCT basilin antijenik bileşenlerinin tüberküloz ile enfekte olan kişilerde gecikmiş tipte bir aşırı duyarlılık
reaksiyonunun gösterilmesi esasına dayanır. Tüberkülin
cilt testinde saflaştırılmış protein türevi (PPD) kullanılır.
Değişik uygulama yöntemleri bulunmaktadır. Ülkemizde
Mantoux tekniği kullanılmaktadır. 0,1 mg/0,1ml dozdaki
(5 TÜ) bir PPD-S ’in gecikmiş deri testi aktivitesidir. Tween 80 deterjanından küçük bir miktar eklenerek, PPD’nin
cam ve plastiklere yapışması azaltılır. Solüsyon şık ve
ısıya dayanıksızdır, karanlıkta tutulmalı, ışık almamalıdır, buzdolabında +2 ila +8 C de saklanır, dondurulmaz.
Uygulama için vücudun herhangi bir yeri kullanılabilir,
ancak bir standardizasyonu sağlamak amacıyla genellikle sol önkolun iç kısmının 1/3 proksimalindeki kılsız
alan tercih edilir. Test 48 ya da 72 saat sonra okunur. Test
okurken endurasyon çapı ölçülür. TB basili ile enfekte
olan kişilerin çoğunluğunda 2-8 haftada TCT pozitifleşir.
Tüberküloz dışı mikobakteri enfeksiyonları ve BCG aşılaması TCT de pozitifliğe yol açar. Bu nedenle çevresel
mikobakterilerle olan karşılaşmanın yoğun olduğu topluluklarda bu testin yorumlanmasında güçlükler yaşanmaktadır. Tablo1'de TCT değerlendirilmesi görülmektedir 8. 5-9mm arası endurasyon kuşkulu kabul edilir
ve 1-4 hafta sonra test tekrarlanır. İkinci tekrarda 10mm
ve üstünde olursa (Booster etkisi) test pozitif olarak yorumlanır. Aktif akciğer tüberkülozu olduğu halde, ileri
yaş, aşırı kilo kaybı, yaygın hastalık durumlarında negatif sonuçlar görülebilir.
Gama interferon salınım testleri:
Plevral Tutulum: Plevral efüzyon çoğunlukla primer tüberkülozun klinik tablosu olmakla birlikte %6-18 oranında erişkin tüberkülozda da saptanır. Tüberküloz ampiyem nadirdir. Ampiyemde yaygın parankim tutulumu,
kavitasyon ve loküle plevral effüzyon olarak görülebilir.
Lenfositlerden salınan gama interferon salınımı esasına
dayanan IFN-γ Salınım Testleri (IGST) kullanılmaya
başlanmıştır. M.Tuberculosis’de RDI geni immüniteden
sorumludur. Bu genin ürünü olan Early Secreted Antigenictarget 6 (ESAT-6) ve (Culture filtrate protein 10 (CFP
10)’a karşı spesifik T hücre yanıtının ölçülmesi testlerin
esasını oluşturmaktadır. ESAT-6 ve CFP-10 proteinleri M.
Bovis, BCG ve birçok çevresel mikobakteride (M.kansasii,
M.szulgai, M.marinum hariç) yoktur.
Akciğer tüberkülozunda bilgisayarlı akciğer tomografisi akciğer grafilerinden daha ayrıntılı bulgular gösterir.
Ancak gerek maruz kalınan radyasyonun dozu ve gerek
işlem maliyeti açısından aktif akciğer tüberkülozunun
tanısı için rutin kullanılan bir yöntem değildir ve olmamalıdır. Tüberküloz tanısı esas olarak bakteriyolojiktir.
Serolojik testlerden Quantiferon-TB, T-SPOT.TB testi
kullanılmaktadır. Latent tüberküloz tanısı için IGST testleri, BCG ile aşılanmış populasyonda TB infeksiyonu tanısında TCT’den daha duyarlıdır9 10. Yanlış (+) lik oranı
TCT’ne göre daha düşüktür ve kemoproflaksi endikasyonunu olan kişilerde latent tüberküloz tanısını kesinleştir-
Klinik Gelişim
35
2013; 26: 33-44
Tablo 1: Ülkemizde TDT reaksiyonu
değerlendirme kriterleri
BCG’lilerde
lanan bulgu lökositoz ve anemidir. Lökosit sayısı hafif
artabildiği gibi, lökopeni ya da lökomoid reaksiyonlar da
görülebilir. Eritrosit sedimantasyon hızı artar. Uygunsuz
ADH sendromu gelişebilir ve buna bağlı hiponatremi
saptanabilir. karaciğer fonksiyon testlerinde anormallikler görülebilir.12
0-5 mm
Negatif kabul edilir
6-14 mm
BCG’ye ve TDM’lere bağlı
olabilir.
15 mm ve üzeri
Pozitif kabul edilir
Aktif akciğer tüberkülozunda tanı bakteriyolojiye dayanır. Yayma ve kültür pozitifliği bulunamayan ve tüberküloz düşünülen olgularda olgularda tüberkülozlu
bireyle temas öyküsün olması klinik ve radyolojik bulgular, TCT tanı için çoğunlukla yeterlidir.
0-5mm
Negatif kabul edilir
Histopatoloji:
6-9mm
TDM’lere bağlı olabilir
10 mm ve üzeri
Pozitif kabul edilir
Erişkin tipi akciğer tüberkülozunda histopatolojik tanı
mümkündür fakat nadiren ihtiyaç duyulur. Histopatolojisinde lenfositler, epiteloid hücreler, langans tipi dev
hücreler ve fibroblastlardan oluşmuş kazeifikasyon gösteren granülomların görülmesi ve diğer granülomatöz
hastalık yapan nedenlerin ayırıcı tanısının yapılmış olması tanı koydurucudur.
BCG’sizlerde
Bağışıklığı baskılanmış kişilerde 5 mm ve üzeri
pozitif kabul edilir
mek için kullanılabilir. IGST testleri TCT’ne göre pahalı
ve donanımlı laboratuvar gerektiren testlerdir. Tablo2'de
IGST testleri ve TCT farklar özetlenmiştir.11 Bu testlerin
kontrol programlarında kullanımına o ülke için maliyetetkinlik analizi yapılarak karar verilmelidir.
Laboratuvar:
Tüberküloz Olgu Tanımları
Dünya Sağlık Örgütü tüberküloz hastalığın sınıflamasını
4 bölümde tanımlamıştır.13
• Hastalığın Yeri,
Hematolojik ve biyokimyasal incelemelerin akciğer tüberkülozunun tanısına katkısı azdır. Kanda en sık rast-
• Bakteriyolojik sonucu (Balgam yaymasında basilin
görülüp görülmemesi)
Tablo 2: Tüberkülin Cilt Testi ve IGRA Testleri Arasında Fark Varlar
36
T-SPOT.TB
QFT-TB Gold
TCT
Antijen
ESAT-6 ve CFP10
ESAT-6 ve CFP10
PPD
Pozitif internal kontrol
Evet
Evet
Hayır
Metodda uniformite
Evet
Evet
Hayır
Booster etki potansiyeli
Hayır
Hayır
Evet
2.Vizit gereksinimi
Hayır
Hayır
Evet
Sonuç için gereken süre
16-20sa
16-24sa
48-72sa
Testin yeri
İnvitro
İnvitro
İnvivo
Testin yorumlanması
Objektif
Objektif
Subjektif
Okuma ünitesi
IFN-γ spot oluşturan
hücreler
IFN-γ International Unit
İndürasyon çapı (mm)
Teknik platform
ELISpot
ELİSA
-
Test maddesi
Periferik kan mononükleer
hücreler
Tam kan
Cilt
Sonuç ölçümü
IFN-γ oluşturan T hücre
sayısı
IFN-γ oluşturan T hücre
serum konsantrasyonu
-
Okuma şekli
Oluşan spotların çıplak
göz, büyütücü lens
veya otomatik sayıcı ile
sayılması
Otomatik okuyucu ile
optik dansite değerinin
ölçülmesi
Endürasyonun
palpasyonu
Klinik Gelişim
N. KONGAR
• Daha önce tüberküloz tedavi öyküsünün olup olmaması
mayan ve ayırıcı tanı olanakları olan bir hastanede
tüberküloz tedavisine karar verilen hastalar.
Hastanın Human Immun Deficiency (HIV) durumuna
göre sınıflandırılmaktadır.
III. Önceki hastalık / tedavi öyküsü:
Türkiye’de olgu tanımlaması olarak ilk 3’ü kullanılmaktadır.14
Hastalığın sınıflamasında bir diğer önemli faktör ise hastanın daha önce tedavi alıp almadığının bilinmesidir.
Buna göre 6 kategoride sınıflandırılmıştır.
I. Hastalığın Yeri:
Akciğer tüberkülozu ve akciğer dışı tüberküloz olarak
sınıflandırılır.
Akciğer Tüberkülozu: Akciğer parankimini tutan tüberküloz için kullanılır. Akciğer dışı organ tüberkülozu ile
birlikte akciğer tüberkülozu da varsa, olgu akciğer tüberkülozu olarak değerlendirilmelidir.
Akciğer Dışı Organ Tüberkülozu: Akciğerde tutulum
olmaksızın, diğer organlardan alınan örneklerde ARB
gösterilebilen ya da tüberkülozla uyumlu histopatolojik
klinik bulgusu olan hastalardır. Akciğer parankiminde
tutulum olmadan, plevral effüzyon, mediastinal, torasik,
hilar lenfadenopati olması, akciğer dışı organ tüberkülozu olarak değerlendirilir.
Tüberküloz hastalığının yaşamı tehdit eder olması, vertebra tüberkülozu ağır sekellere neden olabilecek olması
ya da her ikisinin bir arada olduğu menengial tüberküloz, hastalığın ağırlığını belirtmektedir.
II. Bakteriyolojik Durum:
Akciğer tüberkülozunda, tanımlamada çok önemli bir
kriter, hastanın balgam yaymasında basilin gösterilip
gösterilmemesine dayanmaktadır. Bu açıdan akciğer tüberkülozları;
• Yayma Pozitif Akciğer Tüberkülozu,
• Yayma Negatif Akciğer Tüberkülozu olarak ikiye ayrılmaktadır.
Yayma pozitif akciğer tüberkülozu
• En az iki balgam (açlık mide suyu, indüklenmiş balgam, bronkoskopik lavaj da olabilir) örneğinde yayma ile ARB gösterilen hastalar ya da
• Balgam (açlık mide suyu, indüklenmiş balgam, bronkoskopik lavaj da olabilir) yaymasında bir kez ARB
pozitif bulunan ve radyolojik bulguları akciğer tüberkülozu ile uyumlu olan ve bir hekim tarafından,
tüberküloz tedavisi kararı verilen hastalar ya da
• Balgam (açlık mide suyu, indüklenmiş balgam, bronkoskopik lavaj da olabilir) yaymasında bir kez ARB
pozitif bulunan ve kültürü de pozitif gelen hastalar.
Yayma negatif akciğer tüberkülozu
• Balgam yaymaları negatif olan fakat kültürde üreme
olan hastalar.
• Klinik ve radyolojik olarak tüberküloz ile uyumlu
bulguları olan, üç balgam yayması negatif olan ve en
az bir hafta geniş spektrumlu (kinolon içermeyen)
antibiyotik kullanılmasına rağmen klinik yanıt alına-
Klinik Gelişim
Hastalık Öyküsü:
Yeni Vaka: Daha önce hiç tüberküloz tedavisi almamış
ya da bir aydan daha kısa süre ile tüberküloz tedavisi
almış hastalar.
Nüks: Daha önce tam süre ile tüberküloz tedavi almış ve
kür olduğu kanıtlanmış bir hastanın, daha sonra yayma
pozitif olarak tekrar hastalanması.
Tedavi Yetmezliği: Yayma pozitif akciğer tüberkülozlu
bir hastanın tedavinin beşinci ayında hastanın yayma
pozitif olması ya da yayma negatif akciğer tüberkülozlu
bir hastanın tedavinin ikinci ayında yayma pozitif hale
gelmesidir.
Tedaviye ara verip dönen olgu: Tedavisine iki aydan
daha uzun süre ara vermiş bir hastanın, yeniden başvurduğunda yayma pozitif olarak saptanmasıdır.
Kronik olgu: Daha önce standart kısa süreli tedavi rejimi
ve ardından yeniden tedavi rejimlerini almasına karşın,
halen yayma pozitif olan hastalardır. Özel merkezlerde
tedavi edilmesi gereken hasta grubudur.
Nakil gelen olgu: Başka bir dispanserde (ya da yurt dışında) kayda alınıp tedavisi başlandıktan sonra, kayıtları
ile birlikte devir alınan hastadır.
Bir tüberküloz hastası ile karşılaşıldığında, hastaya uygulanacak tedavi protokolünün belirlenmesi, bildiriminin ve izleminin standart bir şekilde yapılabilmesi için
yukarıda ayrıntıları verilen hastalığın yeri, şiddeti, bakteriyolojik durumu ve tedavi öyküsü konularının mutlaka aydınlatılması gerekmektedir. Bu ayrıntılar bilindiğinde, hasta aşağıdaki tedavi kategorilerinden birisine
konularak uygun rejim verilebilecektir.
Tedavi
Tüberküloz kemoterapi tedavisinin tarihçesinde 1943
yılında streptomisinin (S) bulunması ile başlar ve 1945
yılında da SM ‘in tüberküloz tedavisinde kullanılmaya
başlanması ile tüberküloz tedavisinde kemoterapi sayfası açılmıştır. Ancak sonrasında S’in tek başına kullanılmasıyla bu ilaca rezistans geliştiği ve tüberkülozun
monoterapi ile tedavi edilmeyeceği anlaşılmıştır. 1946
yılında para-aminosalisilik asit (PAS) ve 1952’de izoniazid (H)’in bulunması ve tedavisinde birlikte kullanılmış
ve 1967 yılında Rifampisin (R)’tüberküloz tedavisinde
yeni bir dönem başlamıştır. Sonrasında H, Piranamid (Z)
ve R’in birlikte kullanılmasıyla tedavi başarısında artış
sağlanmış, kısa süreli kemoterapi rejimleri oluşturulmuş
ve tedavi süresi 18-24 aydan 6 aya indirilerek, günümüzdeki tedavinin esası oluşturulmuştur.15,16
37
2013; 26: 33-44
Yeni bir Akciğer tüberkülozu ile ilgili bilinmesi gereken
ilk kural ‘kür sağlayamayacağınız akciğer tüberkülozunu teşhis etmemek daha iyidir’ gerçeğidir.17
Tüberküloz Tedavisinde Temel Kurallar
Tedavide Temel kurallar aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir.
• Yeterli sayıda ilaç, yeterli süre düzenli olarak içirilmelidir.
• İlaçlar doğrudan gözetimli tedavi (DGT) ile verilmelidir.
• Sadece önerilen ilaç kombinasyonları kısa süreli
standart rejimler kullanılmalıdır.
• Mümkünse günlük ilaç dozları bir kerede ve tercihen
aç karnına verilmelidir.
• Tolere edemeyen hastalarda toplam doz 2 veya 3’e
bölünebilir.
• Tüm hastalar ilaç yan etkileri konusunda bilgilendirilmelidir.
Tüberküloz tedavisin amaçları kür sağlamak, TB’a bağlı ölüm ve sekelleri önlemek, nüks gelişimini toplumda
enfeksiyonun yayılmasını ve direnç gelişimini önlemek
olarak özetlenebilir İlaçlara karşı direnç gelişimini önlemek Tüberküloz hastalığında gelişen lezyonlar, immünite, bakteri popülasyonları ve tedavi ilkeleri ile diğer
bakteriyel enfeksiyonlardan farklılıklar göstermektedir.
Mitchison 1985 yılında tüberküloz bakteri popülasyonları teorisini geliştirmiştir.18 Halen kabul edilmekte olan
bu teoriye göre 3 değişik metabolik durumda bakteri
topluluğu bulunmaktadır.
A Grubu: Akciğerdeki kavitelerinde bulunan metabolik
olarak hızla çoğalan, çok sayıda hücre dışı basil topluluğudur. Bu grupdaki bakterilere en etkili ilaç isoniaziddir.
B Grubu: Asidik ortamda çoğalmaları yavaşlamış mak-
rofajların lizozom ve fagozomlarında yaşayabilen bakteri
topluluğu. Bu toplulukta olduğu ileri sürülen basillerin
yarı dormant olduğu kabul edilmektedir. En etkili ilaç
Z dir.
C Grubu: Nötral pH’da bulunan yarı dorman basil topluluğudur. Rifampisin bu gruba en etkili ilaçtır. Bu basil
topluluklarına tüberküloz ilaçlarının etkileri farklılıklar
gösterir. İlaçların etkileri Tablo3'de özetlenmiştir.19
Tüberküloz Tedavisinda Teorik Model20
Topluluk A: Hızlı çoğalan (kazeum) İlaç etkileri
H>E>S>R
Topluluk B: Yavaş çoğalan (asidik) İlaç etkileri Z>R>H
Topluluk C: Aralıklı çoğalan İlaç etkileri: R>H
Bir tüberküloz basil topluluğunda ilaç kullanımından
bağımsız olarak her ilaca karşı dirençli mutant basiller
bulunmaktadır.
Tüberküloz ilaçları rezistan mutant basil sıklıkları,
İsoniazid 10-6, Rifampisin 10-8,Etambutol 10-6,Streptomisin 10-5 dir.21,22
Böyle bir basil topluluğuna tek ilaçla tedavi uygulandığında ilaç, çoğunluğu oluşturan duyarlı basilleri öldürecek, ancak sayıca az olan dirençli mutant basiller,
yaşamaya ve çoğalmaya devam edecek, ortama egemen
olacaklardır. Akciğer tüberkülozunda monoterapi uygulaması, verilen ilaca hassas bakteriler yok olurken, dirençli olanların egemen olduğu bir süreçle ilaç direncinin
ortaya çıkmasına ‘‘Düşüş Yükseliş Fenomeni’’ denir. Rezistan mutant basillerin varlığı nedeniyle düşüş yükseliş
olayının gelişmesine ve tedavi başarısızlığı anında direnç
oluşmasına neden olacaktır. Şekil 1’ de düşüş ve yükseliş
olayı özetlenmiştir. Bu bilgiler bize tüberküloz tedavisinde önemli ilkelerden birisinin, tüberkülozda tedavinin
kombine olması zorunluluğunu göstermektedir.23
Tablo 3: Tüberküloz ilaçlarının aktiviteleri
38
Aktivite
Direncin
Önlenmesi
Bakterisidal Etki
Sterilizan Aktivite
Toksisite
YÜKSEK
Rifampisin
İzoniazid
Ethambutol
İzoniazid
Rifampisin
Rifampisin
Pirazinamid
Yeni FQ?
PAS
Etinamid
Sikloserin
Linezolid
ORTA
Enjektabl
FAQ
Etionamid
Sikloserin
PAS
Linezolid?
Enjektabl
FQ
Linezolid?
FQ
Enjektabl
İzoniazid
Linezolid?
Enjektabl
Pirazinamide
DÜŞÜK
Pirazinamid
Etionamid
Pirazinamid
İzoniazid
Ethambutol
Rifampisin
İzoniazid
FQ
Klinik Gelişim
N. KONGAR
(sterilizan aktivite) amaç yarı dormant basilleri yok ederek sterilizasyonu sağlamaktır. Bu fazda yetersiz kalındığında nüks söz konusudur.
Tedavi Rejimleri:
Erişkin tipi akciğer tüberkülozunun tedevisinde ülkemizde Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği şema uygulanmaktadır Tablo 4. Erişkin tipi akciğer tüberkülozlu yeni
olgularda (Önceden tedavi öyküsü olmayan hastalar)
tedavinin inisiyal fazı 2 ay süreyle HRZE kombinasyo
nundan oluşur. İdame fazda 4 ay HR ile devam edilir.
Şekil 1: Düşüş-yükseliş fenomeni
Mutasyonlar kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. O halde
uygun tüberküloz tedavisi; A,B,C grubu basilleri etkileyecek ilaçlardan oluşmalıdır. HRZ bunun için en uygun
ilaçlardır. Z kullanımı tedavinin başlangıç fazında ilk iki
ay mutlaka yer almalıdır. Nükslerden sorumlu C grubu
basiller içinde idame fazda R yer almalıdır. Kavite içinde bulunan ve yayma pozitifliğinden sorumlu basiller A
gubu basiller için H en önemli ilaçtır
Sonuç olarak tüberküloz basillerinin, bulundukları ortamlar, metabolik özellikleri, dirençli mutant basiller
ve tüberküloz ilaçlarının etki mekanizmaları göz önüne
alındığında tedavide çok sayıda ilaç yeterli süre, düzenli
olarak kullanılmalıdır. Yetersiz ve yanlış tedavi girişimleri hastalığın kronikleşmesine, dirençli hastalık formlarının ortaya çıkmasına ve topluma ilaç direncinin sokulmasına yol açmaktadır. Primer H direncinin %4’den
fazla olduğu toplumlarda yeni olguların tedavisine en az
4 ilaçla başlanmalıdır. H, R ve Z tüberküloz tedavisinin
vazgeçilmez ilaçlarıdır. 4. ilaç olarak başlangıç fazında
E veya S eklenir, tedavi 6 ay süreyle verilir. İdame fazda
Daha önce tedavi öyküsü olan yukarıda tanımları verilen, relaps, tedavi yetmezliği, ara verip dönen hastalarda
İsoniazid, rifampisin, pirazinamid, etambutol ve streptomisin den oluşan beş ilaç ile tedaviye başlanılır. İkinci ay
sonunda streptomisin kesilerek, kalan dört ilaç ile bir ay
daha devam edilir ve üçüncü ayın sonunda pirazinamidde kesilerek kalan üç ilaç ile beş ay süre ile toplam tedavi
süresi 8 ay olacak şekilde tedavi tamamlanır.
Tüberküloz Tedavisine Cevabın değerlendirilmesi:
Hastaların takibinde de tanıda olduğu gibi bakteriyoloji
esastır.
Yeni olgular: Yeni olgularda balgam örneklemesi 2, 5,
ve 6. Ayın sonunda yapılmalıdır. Yeni olgularda İnisiyal faz yani 2. Ay sonunda sonunda yayması negatifleşmeyen hastalarda inisiyal faz 1 ay uzatılır. 3. ayda
negatifleşme sağlanırsa idame faza geçilir. 3 ay negatifleşmenin sağlanmadığı hastalarda ilaç duyarlılık yapılması gereklidir. Bu hastalarda da tedavi süresince
ilaçların DGT altında içerilmesi önemlidir.
Nüks olgularda:
Nüks olgularda tedaviye cevabın değerlendirilmesi için
balgam örneklemesi, 3.ncü ayın sonunda, 5. ay ve 8.nci
Tablo 4: Erişkinlerde anti-tüberküloz tedavi rejimleri
Olgu Tanımı
Başlangıç Dönemi
İdame Dönemi
Yeni olgu
iki ay süreyle HRZE*
dört ay süreyle HR
Tedaviyi terkten dönen olgu
Nüks olgu
iki ay süreyle HRZES + bir ay süreyle HRZE
beş ay süreyle HRE**
Tedavi Başarısızlığı
Kronik Olgu
Dirençli TB tedavisi yapan merkezlerde ikinci grup ilaçlarla tedavi edilir***
[İzoniyazid (H), Rifampisin (R), Pirazinamid (Z), Morfozinamid (M), Etambutol (E), Streptomisin (S)]
İlaçlar -eğer yan etki vb. bir neden yoksa- hergün sabah aç karnına ve hepsi bir arada topluca alınmalıdır.
* Yeni olgularda başlangıç döneminin sonunda (ikinci ayda) balgam yaymasında ARB pozitif ise, başlangıç dönemi aynı ilaçlarla bir ay
uzatılır. Üçüncü ay sonunda da ARB pozitif ise ilaç rejimi değiştirilmeden dirençli olgu tedavisi yapan hastaneye sevk edilir. Nüks ve tedaviyi
terkten dönen olgularda üçüncü ayın sonunda balgam yaymasında ARB pozitif ise tedavi rejimi değiştirilmeden hasta ilaca dirençli olgu
tedavisi yapan bir merkeze sevk edilirAkciğer ve akciğer dışı tüberküloz olguları aynı tedavi rejimleri ile tedavi edilir. Ancak Menenjit TB’de
9-12 ay tedavi, Kemik Eklem TB’de dokuz ay tedavi ve Menenjit TB’de etambutol yerine streptomisin önerilmektedir.
** Akciğer ve akciğer dışı tüberküloz olguları aynı tedavi rejimleri ile tedavi edilir. Bazı uzmanlar ciddi maluliyet ve mortalite riski olduğu
için menenjit tüberkülozun toplam 9-12 ay tedavi edilmesini; tedavi yanıtının değerlendirmedeki zorluklar nedeniyle kemik eklem
tüberkülozunun toplam 9 ay tedavi edilmesini önermektedirler.
*** Ankara Atatürk, İstanbul Yedikule, İstanbul Süreyyapaşa, İzmir Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma
Hastaneleri.
Klinik Gelişim
39
2013; 26: 33-44
ayın sonunda yapılmalıdır. Üçüncü ayın sonunda balgam yayması pozitif olan hastalarda dört ilaçlı tedavi bir
ay daha uzatılmalıdır.
Tüberküloz tedavisinin hastenede takip edilmesi gereken hastalar:
Yeni olgularda ve nüks olgularda mutlaka ilaçlar DGT
altında verilmelidir. Tüberküloz tedavisinin hastanede
yapılması gereken olgular tanımlanmıştır.
Kronik, ilac direnci olan, tedavi başarısızlığı olan, tedaviye uyumsuz hastalar.
•
Genel durumu bozuk olanlar
•
Hastalığı çok ilerlemiş olanlar
•
Ağır ya da sık hemoptizisi olanlar
•
Diyabeti olanlar (kontrol altına alınamayan ya da
insulin kullanmayı gerektiren olgular)
•
Kronik böbrek ya da kronik karaciğer hastalığı
olanlar
•
İlac alerjisi, ilaca bağlı hepatit ve diğer hastane tedavisi gereken ilac yan etkileri
• Gastrointestinal yan etki: Rifampisin başta olmak
üzere tüm ilaçlara karşı olabilir. İlaçların zamanını
değiştirmek veya dozları bölerek içilmesini sağlamak
bir yöntem olabilir.
• Deri reaksiyonları: Tüm TB ilaçları deri reaksiyonlarına neden olabilir.İzoniyazid ve rifampisine bağlı
eksfoliyatif dermatit dışında kalan deri reaksiyonlarında antihistaminikler kulanılabilir.
• Periferik nöropati: Genellikle izoniazid’e bağlıdır. Diyabetli, gebe, malabsorbsiyonu olan, kronik böbrek
yetmezliği olan ve yetersiz beslenen hastalarda izoniyazidle birlikte rutin olarak B6 vitamininin kullanılması önerilir.
• Artralji: Genenllikle Pirazinamide bağlı bir yan etkidir. Genellikle hafiftir, ağrının fazla olamsı durumunda tedaviye (NSAI, aspirin, vd.) iyi yanıt verir.
• Hiperürisemi: Pirazinamide bağlı olarak gelişir. Ciddi semptomu olan hastalarda antienflamatuvar verilebilir. Nadiren allopürinol tedavisi gerekir.
• Rifampisine bağlı grip-benzeri tablo genellikle (özellikle intermitant tedaviye bağlı) vücut sıvılarının kırmıız turuncu renkli olması R ye bağlıdır.
•
Yatış gerektiren ek hastalık varlığı
•
Ayaktan tedavide sorunlar yaşanan hastalar
•
Tanının kesinleştirilmesi gereken şupheli olgular.
Majör yan etkiler:
•
Evsizler.
Majör yan etkiler, ilaçların geçici ya da sürekli kesilmesini ve genellikle yatarak takip edilen hasta grubunu oluşturur.
Anti Tüberküloz İlaçları:
Dünya Sağlık Örgütünün 2006 yılında yaptığı sınıflamaya göre ilaçlar 5 grupta toplanmıştır.24
Birinci sıra oral antitüberküloz ilaçlar: İzoniazid, rifampisin, etambutol, pirazinamid, yeni rifamisinler
Enjeksiyonla uygulanan antitüberküloz ilaçlar: Streptomisin, amikasin, kanamisin, kapreomisin
Florokinolonlar: Ofloksasin, siprofloksasin, levofloksasin, moksifloksasin, gatifloksasin.
Oral bakteriostatik ikinci sıra antitüberküloz ilaçlar:
Etiyonamid, protiyonamis, sikloserin, terizidon, PAS,
tiasetazon
Etkinliği tam olarak kanıtlanmamış, rutin olarak kullanımları önerilmeyen antitüberküloz ilaçları: Klofazimin,
linezolid, amoksisilin-klavulanik asit, klaritromisin
İlaçların etki mekanizmaları, yan etkileri ve ilaç dozları
tablo.. de gösterilmiştir.25
Anti tüberküloz İlaçlarının Yan etkileri ve Yan
etkilere yaklaşım:
• Hipersensitivite reaksiyonları: Lokal yada sistemik
olarak görülebilir. En sık streptomisin, para-amino
salisilik asit ve thiasetazon ile olur. Rifampisin ve pirazinamid’e de bağlı olabilir. Ciddi ve hatta ölüme yol
açan toksik epidermal nekrolizis (Stevens-Johnson
Sendromu) görülebilir. Tüm ilaçlar kesilir, lezyonlar
ortadan kalkınca ilaçlar teker teker başlanarak sorumlu ilaç bulunmaya çalışılır. Sorumlu ilaç belirlenenince o ilaç dışında yeni bir tedavi rejimi oluşturulur.26
Hepatotoksisite: Özellikle klinik pratikte en önemli sorun olan hepatotoksisiteden H, R ve Z sorumlu olabilir.
Üstelik birlikte kullanıldıklarında birbirlerinin hepatoksisite etkisini arttırırlar. Toksik hepatitin kontrolünde
önemli olan ilk nokta, tüberküloz tedavisinde karaciğer
fonksiyon testlerindeki yükselme ile toksik hepatiti ayırtetmektir. Olguların %15-20 sinde hiçbir klinik bulgu
olmaksızın karaciğer enzimlerinde yükselmeler olabilir.
Oysa toksik hepatit %1-2 dolayında ortaya çıkar. Eğer
ilaçlar verilmeye devam ederse ciddi klinik bulgular yanında, geri dönülmez karaciğer hasarı oluşabilir.
Tedavi başlangıcında hastalar kullandıkları ilaçlar ve yan
etkiler konusunda bilgilendirilmelidir.
Genel olarak kabul gördüğü şekli ile hepatotoksisite,
semptomatik bir hastada:
Yan etkiler genellikle tedavinin ilk üç ayında daha sık
görülmektedir.
İştahsızlık, bulantı, kusma, karaciğer bölgesinde ağrı ve
sarılık (normalin üç katı karaciğer enzim yüksekliği)
veya karaciğer enzimlerinin normalin 5 katını aşması
veya bilirübinin 1.5 mg/dl üzerine çıkması durumunda
antitüberküloz ilaçları kesilir.27
Minör yan etkiler
İlaç kesmeyi gerektirmeyen yan etkilerdir.
40
Klinik Gelişim
N. KONGAR
Toksik hepatit gelişen olgularda, klinik tablo ve karaciğer enzimleri normal olana kadar tedavi kesilmelidir.
Tedaviye yeniden başlarken tekrar aynı rejim uygulanabilir. Diğer bir yaklaşım ise ilaçların dozlarının giderek
arttırılması ile 10-15 gün içinde rejimin oluşturulmasıdır.28 Ancak temel nokta H ve R den vazgeçilmeksizin
tedavinin devamının sağlanmasıdır. Sonuç olarak tüberküloz tanı ve tedavisinde temel ilkeler; bakteriyolojik tanı ve takip zorunluluğu, önerilen
kısa süreli tedavi şemasının uygulanması ve ilaç alımının mutlaka gözetim altına alınması olarak özetlenebilir.
Özel Durumlarda Tüberküloz Tedavisi:
Gebelerde tüberküloz tedavisi:
Tüberküloz tanısı alan gebelerde tüberküloz tedavisine en kısa zamanda başlanmalıdır.. Birinci sıra tüberküloz ilaçlarındann streptomisin dışında fötüse
zararlı olduğu bilinen ve kullanımı kontrendike olan
bir ilaç yoktur. Streptomisinin fötüs için ototoksiktir..
Kanamisin,amikasin ve kapreomisin, etionamid ve protionamid teratojeniklerdir.29 Erken doğumlara neden
olabilirler. Fluorokinolonların laboratuar hayvanlarında
teratojenik olduğu gösterilmiştir gebelerde kullanımından kaçınılmalıdır.30
Emziren Kadınlar ve Bebek
Tüberküloz tedavisi altındaki bir hasta bebeğini emzirebilir. Tedavi altındaki anne ile bebeğin ayrılması gerekmez ve çocuğa süt yolu ile geçen bebeği tüberkülozdan
koruyucu etkisi yoktur.
Tedavisine henüz başlanmamış yayma Yayma (+) akciğer
tüberkülozlu anne bebeğe temasının kesilmesi gereklidir. Bu mümkün olamıyorsa bebeğe H ile 5mg /kg/gün
olmak üzere koruyucu tedavi verip 3 ay sonra bebeğe
TCT yapılır.
TCT 6mm altında ve daha önce BCG yapılmamışsa tedavi kesilmeli ve BCG aşısı yapılmalıdır.
TCT 6mm üzerinde ise H tedavisi 3-6 ay devam edilmelidir.
Oral kontraseptif kullanımı:
Rifampisin karaciğer mikrozomal enzimleri indüklediğinden oral kontraseptiflerin metabolizmasını artırırlar
ve bu nedenle istenmeyen gebelikler oluşabilir. Bu nedenle hastaya başka bir doğum kontrol yöntemi ya da 50
μgr östrojen içeren bir preparat kullanması önerilebilir.
Karaciğer hastalıkları
Tüberküloz tedavisinde kullanılan H;R;Z karaciğer üzerine toksiktir. Bu ilaçların birlikte kullanımları toksisiteyi arttırmaktadır. Bilinen kronik karaciğer hastalığı olan
olgularda hepatotoksisite dahah sık görülür. Sınırlı hepatik rezervi olan olgularda hepatik hasar yaşamı tehdit
edici boyutlara varabilir.
Bu hastalarda önerilen tedavi rejimleri aşağıda özetlenmiştir.
Klinik Gelişim
2 ay HRES ve 6ay HE ile toplam 8 ay tedavi,
2 ay HRE ve 6 ay HE ile 8 ay tedavi
2ay HSE ve 10 ay HE toplam 12 ay tedavi.
Hastaların tedavi süresince hepatit semptomları açısından klinik monitorizasyonu çok önemlidir. Her vizitte
hastalar semptomlar açısından sorgulanmalıdırlar. Karaciğer hastalığı olmayan tüberküloz hastalarının aksine,
bu hastalarının karaciğer enzimlerinin laboratuvar monitorizasyonu zorunludur.
Akut hepatit ve tüberküloz birlikteliği sık olmayan bir
durumdur. Çok yüksek karaciğer enzim düzeyleri ile
seyreden akut hepatitli olgularda tüberküloz tedavisi için hepatitin düzelmesi beklenir. Bununla birlikte tüberkülozun ağır formlarının söz konusu olduğu
akut hepatitli hastalarda, streptomisin, etambutol ve
flourokinolonları içeren rejimler ile tedavi olanakları
düşünülebilir.31 Kronik karaciğer hastalığı olmadan
hepatit taşıyıcılığı önceki akut hepatit öyküsü ve aşırı
alkol tüketimi olan hastalara da standart kısa süreli
kemoterapi uygulanmalıdır. Bu hastalarda antitüberküloz ilaçlara bağlı hepatotoksik reaksiyonlar daha
sık görülebilir. Aşırı alkol tüketimi, ailede karaciğer
hastalığı öyküsü, hepatit B ve C için risk faktörü olan
hastalarda tedavi öncesi karaciğer fonksiyon testleri
yapılmalı ve inisial fazda iki haftada bir testler kontrol
edilmelidir.32,33,34
Böbrek yetmezliği
Tüberküloz tedavisi sırasında kullanılan major ilaçlar
böbrek fonksiyonları yakından takip edilerek verilebilmesine rağmen, en güvenilir tedavi rejimi 2 ay süreyle
isoniazid, rifampisin ve pirazinamid, daha sonra 6 ay süreyle isoniazid ve rifampisin den oluşan tedavi, toplam
sekiz ay sürede uygulanır.
Böbrek yetmezliği olan hastalarda 24 saatlik kreatinin
klirensi ölçümü yapılmalıdır. Kreatinin klirensi 50ml/
dakikanın üzerinde bulunan olgularda, ilaç dozu ve aralıklarında değişiklik yapmaya gerek yoktur. Klirensin 50
ml/kg dan düşük olduğu durumlarda klirens düzeyine
göre ilaç dozları ayarlanmalıdır.
Diabetes Mellitus:
Diabetli hastalarda tüberküloz sıklığı normal popülasyona göre 2-4 kat daha fazladır. Diabetli hastalarda tüberküloz klinik ve radyolojik özellikle itibariyle farklılıklar
göstermekle birlikte, tedavi yaklaşımı, kullanılan ilaç
rejimleri ve süresi değişiklik göstermez. Ancak rifampisin sülfanilüre grubu oral antidiyabetiklerin etkinliğini
azalttığı bilinmelidir.
Silikotüberküloz:
Silikotüberküloz tanısında bakteriyolojik pozitiflik daha
azdır. Silikozlu hastada akciğer radyolojik bulgularında
hızlı ilerleme, kavitenin varlığı ve beraberinde ateş, zayıflama, terleme gibi klinik bulgularda eklenirse silikotüberküloz akla getirilmelidir. Silikotüberkülozda tedavi
süresinin toplam 9 ay olması önerilmektedir.
41
2013; 26: 33-44
Tablo 5: Anti Tüberküloz ilaçları
42
İlaçlar
Günlük doz
Özellik
Yan etki
İzoniazid
300 mg/gün p.o
5mg/kg
Bakterisidal etkili. Mikolik
asit sentezini inhibe
ederer bakteri çoğalmasını
durdudur. Karaciğerden
metabolize edilir.
Sinir sistemi toksisitesi karaciğer
toksisitesi, anemi, agranulositozis,
trombositopeni, eosinofili, lupus like
sendrom, vaskülit ve hipersensivite
send., gastrointestinal yan etki.
Rifampisin
600 mg/gün p.o
10mg/kg
Bakterisidal etkili. mRNA
transkripsiyonunu ve
sentezini engelleyerek
protein sentezini inhibe eder.
Karaciğerde metabolize
edilir.
Hipersensitivite reaksiyonları,
deri döküntüleri, hepatotoksisite,
vücut sıvılarında renk değişikliği,
trombositopeni, kolestatik sarılık,
jinekomasti, böbrek yetmezliği,, grip
benzeri sendrom.
p450 sistemi ile metabolize olan
ilaçlarla etkileşir.
Pirazinamid
2 gr/gün p.o.
25mg/kg
Bakterisidal etkili,
mekanizması bilinmiyor.
Asit ortamda etkili.
Karaciğerde metabolize olur,
böbreklerden atılır.
Hepatotoksitite, hiperürisemi, nadiren
rash, artralji, gastrointestinal yan etki..
Etambutol
1500 mgr/gü p.o
15mg/kg
Bakteriyostatik. Lipid
ve bakteri duvar
metabolizmasını inhibe eder.
Optik nörit, periferik nöropati, deri
reaksiyonları,gastrointestinal intolerans.
Streptomisin
1 gr/gün i.m.
Böbrek
fonksiyonlarına göre
ayarlanmalıdır.
Aminoglikozit. Bakterisidal.
Ribozomal fonksiyonları
bozarak, protein sentezini
inhibe ederler. Asit ortamda
etkinliği azalır. Böbreklerden
atılır.
Doz ile ilişkili olarak ototoksitite ve
böbrek yetmezliği. İrreverzibl olabilir.
Rifabutin
300-450 mgr/gün
p.o.
Rifampisin ile %70 çapraz
direnç
Hepatotoksitite,nnötropeni, GI
intolerans, hipersensivite.
Kanamisin
1 gr/gün i.m./i.v.
15mg/kg
Aminoglikozit. Bakterisidal.
Ribozomal fonksiyonları
bozarak, protein sentezini
inhibe ederler. Asit ortamda
etkinliği azalır. Böbreklerden
atılır.Amikasin ile çapraz
direnç var
Doz ile ilişkili olarak ototoksitite ve
böbrek yetmezliği.
Amikasin
1 gr/gün i.m./i.v.
Böbrek
fonksiyonlarına göre
ayarlanmalıdır
15mg/kg
Aminoglikozit. Bakterisidal.
Streptomisin ile çapraz
direnç yok, kanamisin ile var
Doz ile ilişkili olarak ototoksitite ve
böbrek yetmezliği. Enjeksiyon yerinde
ağrı.
Kapreomisin
1 gr/gün i.m.
Böbrek
fonksiyonlarına göre
ayarlanmalıdır
Polipeptid. Aminoglikozitlerle
ile çapraz direnç yok,
kanamisin ile olabilir.
İyi tolere edilir. Ototoksitite ve böbrek
yetmezliği doz ile ilişkilidir.
Klinik Gelişim
N. KONGAR
Tablo 5: Anti Tüberküloz ilaçları (devamı)
Ciprofloxacin
2x 750 mgr/gün p.o.
Florokinolon. Bakterisidal.
DNA-giraz inhibitörü.
Levoflaksasin en etkini.
Gebelik sırasında kullanımı
önerilmemekte. Deney
hayvanlarında arthropatilere
neden olmaktalar.
Böbreklerden atılırlar.
Florokinolonlar arasında
tama yakın çapraz direnç
bulunmakta. Kreatinin
klirensi %50’nin altında doz
ayarlaması yapılır
İyi tolere edilirler. Absorbsiyonları iyidir.
Nadiren GI intolerans, baş dönmesi,
hipersensivite, endokrinolojik yan
etkiler, ÇİDTB hastalarında nöbetlere
neden olabilmektedir.
Teofilin yarı ömrünü uzatırlar.
Alüminyum ve magmezyum içeren
antiasitlerle alındığında emilimleri
azalır. Oflaksosin transaminaz
yüksekliğine neden olabilir.
Levofloksasin
2x500-750 mgr/gün
p.o.
Ofloksasin
2x400 mgr/gün p.o.
Sikloserin
750-1000 mgr/gün
p.o.
10-20mg/kg
150-300 mgr/
gün pridoksin ile
verilmeli
Alanin analoğu,
Bakteriyostatik. Hücre
duvarındaki proteoglikan
sentezini etkiler.
Böbreklerden atılır.
Nörolojik ve psikiyatrik bozukluklar.
Psikoz, konvulsiyon, özellikle isoniazid
ile alındığında periferik noropati, Yan
etkiler pridoksine ile azaltılabilir.
Etiyonamid
750-1000 mgr/gün
p.o.
Düşük doz başlanır,
yavaşça maksimum
doza çıkılır.
20mg/gün
İsonikotinik asit analoğu.
Bakteriyostatik. Tiasetozon
ile çapraz direnç vardır.
Karaciğerde metabolize
edilir, böbreklerden atılır.
GI intolerans (bulantı, kusma, karın
ağrısı, iştah kaybı) ağızda metalik
bir tad. PAS ile birlikte alındığında
hipotiroidizme neden olabilir. Nadiren
hepatit, artralji, impotans, jinekomasti,
fotosensivif dermatit.
Protionamid
500-1000 mgr/gün
p.o.
20mg/gün
PAS
8-12 gr/gün p.o
Geç salınan
tabletleri asidik
içecek ve gıdalarla
verilmelidir.
150mg/gün
Bakteriyostatik. Karaciğerde
asetillenir, böbreklerden atılır.
GI intoleransı (bulantı, kusma, ishal)
hipersensivite, nadiren hepatit
Tiasetazon
150 mgr/gün p.o.
3mg/gün
Zayıf bakterisidal. Mikolik asit
sentezini inhibe eder.
GI intolerans(bulantı, kusma)
hipersensivite, Sarılık, reverzibl kemik
iliği supresyonu, Özellikle HIV pozitif
hastalarda Stevens-Johnson sendromu
da dahil olmak üzere cilt lezyonları.
Aminoglikozitlerin ototoksititesini
potansiyalize edebilir.
Amoksisilin
klavulonik
asit
3x500 mgr/gün p.o.
Beta-laktamaz inhibitörlü
beta-laktam antibiyotik.
GI intolerans. Hipersensivite
reaksiyonları. Gıdalarla birlşkte verilir.
Klaritromisin
2x500 mgr/gün p.o.
Semisentetik eritromisin. M
avium komplexe etkinliği
gösterilmiştir. M tuberculosis’
e in vitro etkin.
GI intolerans. Ağızda metalik tada
neden olabilir.
Klofazimine
200-300 mgr/gün
p.o.
İminophenazine.Mikobakteri
DNA sında guanine
bağlanarak transkripsiyonu
inhibe eder.
Ciltte kırmızı, kahverengi renk
değişikliği, GI intolerans, Gözde kristal
depolanması ile renk değişikliği, daha
az olarak fototoksitite, malabsorbsiyon,
karın ağrısı
Klinik Gelişim
43
2013; 26: 33-44
Çok İlaca Dirençli Tüberküloz
En az İzoniazid H ve Rifampisine R karşı dirençli basillerin neden olduğu tüberküloz “Çok İlaca Dirençli
Tüberküloz (ÇİD-TB)” olarak tanımlanmaktadır. Tedavi
başarısının düşük olması, yüksek tedavi maliyeti kötü
prognozludur35,36.
Yaygın İlaç direnci
Yaygın ilaç direnci (YİD-Tb) Çok ilaca dirence ek olarak
fluorokinolon ve parenteral ilaçlardan birisine (kanamisin, amikasin, kapreomisin) de direncin bulunmasıdır.
Gerek ÇİD-TB gerekse YİD-TB tedavisi özel merkezlerde bu konuda deneyimli uzmanlar tarafından yapılmalıdır. ÇİD-TB ve YİD-TB şüphesi olan olgular bu
merkezlere sevk edilmelidir. Hastaların tedavi uyumu,
tedavi başarısı, ilaç yan etkilerinin yönetimi ve izolasyonları açısından uzun süre hastanede yatırılmaları ve
direk gözlem altında tedavileri gerekmektedir. Hastalar
tedavi başarısı, ilaç yan etkileri açısından bilgilendirilmelidir.37,38 Yeni tüberküloz olgularından farklı olarak,
yan etkilerin takibi için nöroloji, psikiatri, dahiliye
kulak burun boğaz, göğüs cerrahisi ile birlikte takip
edilerek multi disipliner bir anlayışla yaklaşılması zorunludur.
Teşekkür: Başta beraber çalıştığım Dr. Kemal Tahaoğlu,
Dr. Haluk Çalışır, Dr. Tülin Sevim olmak üzere verem
savaşında emek veren tüm sağlık çalışanlarına teşekkür
ederim.
Kaynaklar
13. World Health Organization. Treatment of Tuberculosis. Guidelines for National Programmes. World Health Organization, Geneva. WHO/TB/2009.420.
14. T.C Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Daire Başkanlığı. Tüberküloz
Tanı ve Tedavi Rehberi. Ankara 2011.
15.Hinshaw HC, Feldman WH, Streptomycin in treatment
of clinical tuberculosisi: a preliminary report. Mayo Clic
Proc1945;1945:313-318
16. Çalışır H. Dünyada ve Türkiyede tüberküloz Klinik Gelişim
2007; 20, 56-61
17. Tahaoğlu K. Erişkin tipi tüberkülozda tanı ve tedavi ilkeleri.
Klinik Gelişim 2007; 20,14-18.
18. Mitchison DA. Mechanisms of the action of drugs in the shortcourse chemotherapy. Bull Int Union Tuberc1985;60:36-40
19. Caminero José A. Guidelines for Clinical and Operational Management of Drug-Resistant Tuberculosis International Union Against Tuberculosis and Lung Disease 2013
20. Özkan AS, Tüberküloz tedavisinin esasları. Tüberküloz TTD Toraks Kitapları2010;11, 415-425
21. Iseman MD. A clinician’s guide to tuberculosis. Philadelphia, PA:
Lippincott, Williams&Wilkins, 2000: 129-144.
22. World Health Organization (WHO). Toman’ s tuberculosis: Case
detection, treatment, and monitoring (second edition). Geneva:
WHO, 2004.
23. Mitchison MD. Controversial issues in tuberculosis: Drug resistance in tuberculosis. Eur Respir J 2005; 25: 376-379
24. Guidelines for the programmatic management of drug resistant
tuberculosis WHO/HTM/TB 2006.361
25. Winstanley PA. The Clinical Pharmacology of Antituberculosis
Drugs. In: Davies P (ed). Clinical Tuberculosis. New York: Chapman and Hall Medical 1994:129-40
26. Harries A. What are the most common adverse drug events to
first-line tuberculosis drugs, and what is the procedure for reintroduction of drugs? In ed. T. Frieden. Toman’s tuberculosis case
detection, treatment, and monitoring: questions and answers.–
2nd ed. p. 152-158. WHO/HTM/TB/2004.334
1.
WHO Report 2012. Global Tuberculosis Control 2012
27. An official ATS statement: Hepatotoxicity of antituberculosis
therapy. Am J Crit Care Med 2006; 174: 935-952.
2.
TC Sağlık Bakanlığı Verem Savaşı Derneği Başkanlığı Türkiyede
Verem Savaşı 2011 Raporu Ankara 2011
28. Tahaoğlu K,Ataç G, The management of anti-tuberculosis druginduced hepatotoxicity. Int J Tuberc Lung Dis 2001;5(1):65-9
3.
TTB Tüberküloz Raporu 2012.
4.
World Health Organization (WHO). Toman’ s tuberculosis: case
detection, treatment, and monitoring (second edition). Geneva:
WHO, 2004.
29. Ormerod Tuberculois in pregnency and puerperium Thorkas
2001;56:494-499
5.
Brodie D, Schluger NW. The diagnosis of tuberculosis. Clin Chest
Med 2005; 26: 247-271.
6.
Brett-Major DM, Walsh TE. Laboratory diagnosis of tuberculosis
in primary care. Dis Mon 2006; 52: 450- 458.
7. Müller NM. Radiologic diagnosis of disease of the Chest W.B.
Saunders Co., 2001 - 790
8. T.C Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Daire Başkanlığı. Tüberküloz
Tanı ve Tedavi Rehberi. Ankara 2011.
9.
Ferrara G, Losi M, D’Amico R et al. Use in routine clinical practice of two commercial blood tests for diagnosis of infection
with Mycobacterium tuberculosis: a prospective study. Lancet
2006;367:1328–1334.
10. Brock I, Weldingh K, Lillebaek T, Follmann F, Andersen P. Comparison of tuberculin skin test and new specific blood test in tuberculosis contacts. Am J Respir Crit Care Med 2004;170:65–69.
11. Luca Richeldi An Update on the Diagnosis of Tuberculosis Infection”, American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine, Vol. 174, No. 7 (2006), pp. 736-742.
12. Tuberculosis and nontuberculosis mycobacterial infections. (Edited by) Schlossberg - Forth edition. Philadelphia, W.B.Saunders
Company 1999: 285-302.
44
30. Klaus-Dieter K, Lessnau L, Multidrug-resistant tuberculosis and
Pregnancy Chest 2003;123:953-956.
31. Treatment of Tuberculosis: American Thoracic Society, CDC, and
Infectious Diseases Society of America. Am J Respir Crit Care
Med. January 7, 2005 / 53(51& 52);1203
32. Joint Tuberculosis Committee of British Thorasic Society Chemotherapy and management of tuberculosis in United Kingdom:
Recommendations 1998. Thorax 1998;53:536-548
33. Thompson NP et all Anti-tuberculosis medication and the liver:
dangers and recommendations in management Europian. Respiratory. Journal, Aug 1995; 8: 1384-1388
34. An Official ATS Statement: Hepatotoxicity of antituberculosis
therapy Am J Respir Crit Care Med.Vol 174.pp 935-952,2006
35. Goble M, Iseman MD, Madsen LA et al. Treatment of 171 patients
with pulmonary tuberculosis resistant to isoniazid and rifampin.
N Engl J Med 1993; 328: 527-532.
36. Iseman MD. Treatment of multidrug resistant tuberculosis. N
Engl J Med 1993; 329: 784-791
37. Sharma SK, Mohan A. Multidrug-Resistant Tuberculosis: A menace that threatens to destabilize tuberculosis control. CHEST
2006; 130: 261-272.
38. Iseman MD. A clinician’s guide to tuberculosis. Philadelphia, PA:
Lippincott, Williams&Wilkins, 2000
Klinik Gelişim
Kronik Obstrüktif
Akciğer Hastalıgı
Prof. Dr. Nurhayat YILDIRIM
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) 2030’lu
yıllarda Dünya’da üçüncü ölüm nedeni olması beklenen yaygın havayolu obstrüksiyonu ile karakterize
akciğer hastalığıdır. Sağlık Bakanlığının verilerine göre
ülkemizde üçüncü ölüm nedenidir.
Tanım
KOAH tanımı 2011 yılında yayınlanan GOLD rehberi
ile birlikte yeniden tanımlandı. KOAH önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. Başta sigara olmak üzere
çeşitli toksik gaz ve partiküllerin akciğerlerde havayolları, intertisyum ve damar yatağında ve sistemik olarak
meydana getirdiği zararlara bağlı olarak gelişen inflamatuar bir cevaptır. Progresif akım kısıtlanması ve aşırı
havalanma ile karakterizedir. Ataklarla seyreder. Ataklar
ve eşlik eden komorbiditeler hastalığın şiddetini, progresyonu ve mortaliteyi etkiler.1
Risk Faktörleri
Toksik gaz ve partiküller
• En önemli risk faktörü tütün ve tütün ürünlerinin
dumanı (sigara) dır.
• Çevresel ve mesleksel nedenler olabilir.
• İç (tezek ve organik yakıtlar) ve dış ortam kirleticileri
önemlidir.
Solunum yolu infeksiyonları, özellikle çocukluk çağı viral enfeksiyonları, tüberküloz
Genetik faktörler (alfa-1 antitripsin eksikliği- ülkemizde
sık rastlanılan bir durum değildir, ancak sigaranın alfa1 antitripsin fonksiyonlarını baskıladığı bilinmektedir.)
Akciğer gelişimini etkileyen faktörler (annenin sigara
içmesi, kötü beslenmesi, erken doğum, düşük doğum
ağırlığı)
• Bronş aşırı duyarlılığı ve astım
• Sosyoekonomik durum
• Beslenme
KOAH Prevalans ve İnsidansı
2001-2004 yılları arasında 5 Latin Amerika kentinde
yapılan KOAH prevalans çalışmasında KOAH prevalanKlinik Gelişim
sı (bir sağlık sorununun toplumda görülme yaygınlığı) %7.8 (Mexico City)- %19.7 (Montevideo) arasında
bulunmuştur.2 BOLD çalışması 18 ülkede yapılmıştır.
Ülkemizde Adana’da uygulanmıştır. GOLD evre I ve
üstündeki spirometrik tanı almış olguların değerlendirilmesi halinde prevalans %26.1 iken GOLD evre II ve
daha ileri evre KOAH olguları dikkate alındığında prevalans %10.7 olarak hesaplanmıştır. Çalışmaya katılan
olguların ancak 1/10’nun çalışma öncesi doktor tanısı
aldığı saptanmıştır.3 Hollanda merkezli yeni yayımlanan
kümülatif insidans hızı (belli bir zaman diliminde yeni
saptanan olgu sayısı) 1000 kişi/yıl olarak değerlendirildiğinde 2.92 bulunmuştur. 40 yaş ve üstünde erkeklerde hayatlarının herhangi bir evresinde bu hız %12.7 ve
kadınlarda %8.3 saptanmıştır.4
Ülkemizde spirometre kullanılarak tanı almış KOAH
prevalans çalışmalarında prevalans oranı; Trabzon’da
ATS’ye göre %2.8 ve GOLD’a göre %0.98, İzmir/
Konak’da %10.2, Malatya’da %6, Adana’da kümülatif
%19.1 ve Evre 2 ve üstü %10.5, İzmir/Balçova’da %11.8,
Zonguldak’da kümülatif %11.2 ve Burdur’da %8.7
bulunmuştur.5-11
PATOGENEZ
KOAH patogenezinde rol oynayan en önemli etyolojik
faktör tütün ve tütün dumanıdır. Tütün ve tütün dumanına maruz kalan epitel hücresi çeşitli sitokin ve
kimokinler yani medyatörler (IL-6, IL-8, TNF-alfa, GMCSF….) serbestleştirir. Bu medyatörler akciğer alanlarında başta nötrofiller olak üzere T lenfositleri (CD4+ ve
CD8+ T lenfositleri artarsa da hakim artış CD8+ hücrelerdedir), makrofajlar akciğerler ve sistemik dolaşımda
artar. Bu hücreler havayolu duvarının tüm katmanlarında, damar yatağında ve intertisyumda bulunurlar. Ataklar esnasında bu hücre artışına eosinofiller de eklenir.12
Tütün dumanında var olan ve inflamatuar hücrelerden
serbeştleşen oksidanlar ve inflamatuar hücre kaynaklı
proteazlar elastik doku hasarı başta olmak üzere doku
hasarına ve apopitoza yol açar. Sağlıklı erişkinde pnömoni esnasında artan oksidan ve proteaz yükü organizmanın antioksidan ve proteaz inhibitörleri tarafından
kontrol edilirken, KOAH olgularında artmış proteaz
yükü antioksidanları, oksidanlarda proteaz inhibitörle-
45
2013; 26: 45-54
rininin etkinliğini azaltır. Organizmada yıkım ve apopitoz hızlanır.13
Hastalığın Kliniği
Ancak bilindiği gibi her sigara için, tütün dumanına maruz kalanda KOAH ortaya çıkmamaktadır. KOAH genetiği ile ilgili çalışmalar henüz bu konuda yeterli veriye
ulaşmamış ise de TGF-beta1 geni ki MMP’ların inhibisyonu ve elastin formasyonunda görev alarak amfizemi
azaltır, tamir mekanizmalarını olumlu etkiler. TNF-alfa
ise KOAH gelişimini olumsuz etkiler. Ancak bu çalışmalar çelişkiler içermekte ve genel kabul olmuş görüşler
haline gelmemiştir.
Hastaların hekime başvurmasına sebep olan yakınmalar öksürük, ekspektorasyon, nefes darlığı, hışıltılı
solunum, efora tahammülde azalma, göğüste sıkıntı
hissidir.
Fizyopatoloji
KOAH’da akciğerlerde gözlenen değişiklikler;
1. Santral, intermedier ve küçük havayolu değişiklikleri; Havayolu duvarında tüm katmanlarında inflamatuar hücrelerin birikimi artar, büyük havayollarında submukozal bezlerin sayısı ve volümü artmıştır,
küçük havayollarında Goblet hücrelerinin sayısı ve
sekresyonları artmış, sekresyonlar daha mukoid nitelik kazanmıştır. Düz kaslar hipertrofiye uğramıştır. Epitel yüzeyinde skuamöz hipertrofi ve yer yer
epitel atrofisi bulunmaktadır. Santrlobüler amfizem
komponentinin belirgin olduğu KOAH olgularında
terminal bronşiollerin distalindeki akciğer alanı- sekonder lobül- destrükte olmuştur. Terminal bronşiollerin sayısı azalmıştır.
2. Damar yatağı değişiklikleri; Damar yatağında intimada kalınlaşma izlenir. Endotel hücreleri aktiftir.
Damar duvarında düz kas hiperplazi ve hipertrofisi
vardır. Damar duvarında inflamatuar hücre infiltrasyonu izlenir. Kapiler yatak destrüksiyona uğramıştır
ve hipoksik koşullarda vasokonstriksiyon gelişir. Bu
olaylar pulmoner hipertansiyona yol açar.
3. İntertisyum değişiklikleri; Akciğer parankiminde,
özellikle havayolu açıklığının sağlanmasında önemli rolü olan elastik lif yıkımı söz konusudur. Bu olgularda alveol duvarı yıkımı kapiller alanda kayıpla
birliktedir. Büller, amfizem kistleri gözlenir.14-15
Bu değişiklikler fizyopatolojik olarak hava akımı kısıtlamasına, ventilasyon perfüzyon denksizliği ile birlikte
seyreden gaz değişimi anomalilerine, aşırı mukus sekresyonuna, pulmoner hipertansiyona, sağ kalp yetmezliği-diyastolik fonksiyon kusuruna yol açar. Tüm bu
değişiklikler eş zamanlı olarak gelişen sistemik inflamasyonun sonucu olan sistemik etkilerle birliktedir.
Hava akımı kısıtlaması öncelikle iç çapı 2 mm’den
küçük havayollarında başlayan inflamasyon, düz kaslarda hipertrofi-hiperplazi, mukus hiper sekresyonu,
adventisyada fibroz, havayolu direncinde artış ile karakterizedir. Büyük, santral havayollarında benzer şekildeki değişiklikler hastalığın ilerleyen dönemlerinde ortaya çıkar. Bununla birlikte havayolu açıklığını
koruyan alveol duvarında yer alan elastik liflerdeki
destrüksiyon da akım kısıtlanmasına olumsuz katkıda
bulunur.
46
Daha ileri evre hastalar solunum yetmezliği ve sağ-sol
kalp yetmezliğinin belirtileri ile başvururlar; Ortopne,
hipokseminin belirtileri olan takipne, taşikardi, ajitasyon, terleme, hiperkapninin belirtileri olan uyuklama
hali, dalgınlık, sağ-sol kalp yetmezliğine özgü alt ekstremitelerde ödem, taşikardi-taşiaritmi, batında sağ üst
kadranda hassasiyet artışı.
KOAH›nın seyrinde bir çok eşlik eden hastalık söz konusudur; Özellikle hipertansiyon, iskemik kalp hastalıkları, sol kalp yetmezliği, akciğer kanseri, osteoporoz,
anemi, depresyon, katarak, glokom gibi. Bu komorbiditelere ait yakınmalarda hastaların şikayetlerine eklenir.
Bazen hastalarımız ilk başvurularını KOAH atağı ile
yapmaktadırlar. Sorgulandığında uzun süredir nefes
darlığından, balgam miktarında artış, balgamının sarıyeşil renkte çıkması, öksürük, soğuk algınlığı bulgularından yakınırlar. Bu tip hastalara sık olarak kronik
bronşit tanısı ile antibiotik verilmektedir. Birinci basamakta sık antibiotik uyguladığınız sigara için toksik
gazlara maruz kalan kişilerde KOAH olasılığını akla
getirmelisiniz.
Pnömotoraks, pnömoni, pulmoner emboli yakınmaları ile başvuran hastalarda tedavi aşamasında eş zamanlı
KOAH tanısı alan hastalarda söz konusudur.
Hastaların anamnezinde özellikle sigaraya başlama yaşı,
hala içip içmedikleri mutlaka sorgulanmalıdır. Çalışma
yaşamları sorgulanmalıdır; madenlerde çalışma, asbestli
ortamda bulunma ve çalışma, çocukluk çağında geçirilen enfeksiyonlar, sosyoekonomik koşullar hastalık oluşum ve gelişimini etkilemektedir.
Solunum sistemi muayenesi;
İnspeksiyonda hasta ortopneik olabilir, yardımcı
inspiratuar- ekspiratuar solunum kasları solunuma
katılır. Hastaların dudaklarında, kulak memelerinde
tırnaklarında siyanoz izlenir. Eller terli ve sıcaktır
(santral siyanoz). Parmaklarda çomak parmak gözlenebilir. Solunum sayısı artmış ve yüzeyeldir.
Palpasyonda her iki hemitoraks solunuma eşit, ancak
yüzeyel katılır, vibrasyon torasik azalmıştır. Perküsyonda sonorite saptanır.
Oskültasyonda yaygın olarak total solunum süresi kısalmış, ekspiryum uzamıştır. Havayolu obstrüksiyonunun
verisi olarak yaygın ekspiratuar wheezing ya da ronflan
solunum duyulabilir. Amfizem komponentinin belirgin
olduğu KOAH olgularında solunum sesleri duyulmayabilir (sessiz akciğer). Ağır KOAH ataklarında da benzer
oskültasyon bulgusu saptanabilir. Bu bulgu hekimi hava
yollarındaki obstrüksiyonu hızla giderme konusunda
hızlı davranmaya yönlendirmelidir.
Klinik Gelişim
N. YILDIRIM
Hastaların solunum sistemi muayenelerine eşlik eden
hastalıkların varlığı dikkate alınarak özellikle kardiovasküler sistem dikkatle muayene edilmelidir.
Tanı
KOAH tanısında en önemli kriter tanımda belirtilen
hava akımı kısıtlamasının gösterilmesidir. Risk faktörlerine maruz kalan kişilerde öksürük, ekspektorasyon,
nefes darlığı yakınması olsun ya da olmasın spirometre ile ölçüm yapılarak hava akımı kısıtlamasının varlığı
araştırılmalıdır.
Zorlu-güçlü bir inspirasyonu takiben yapılan zorlu,
güçlü ve hızlı bir ekspiryum eğrisi ya da akım-volüm
halkası yardımıyla zorlu ekspiratuar volüm (FVC)
ve 1. saniyedeki zorlu ekspiratuar volüm (FEV1) ölçülür (Şekil 1). Günümüzde en yaygın olarak kullanılan GOLD rehberine göre, bronkodilatör uygulanmasını takiben 20-30. dakikada ölçülen FEV1/
FVC değeri %70’den küçük ise obstrüksiyon söz
konusudur.1
Obstrüksiyonun saptandığı KOAH olgularında fonksiyonel şiddet postbronkodilatör FEV1 göre belirlenir;
•
•
•
•
FEV1 %100-80 ise hafif,
%79-50 ise orta,
%49-30 ise ağır ve
<%30 ise çok ağır obstrüksiyondan bahsedilir.1
Ayırıcı Tanı
KOAH en sık olarak bir diğer yaygın havayolu obstrüksiyonu ile seyreden astım ile karışabilir. Astım hastalığının başlama yaşı daha çok genç yaşlardadır. Astımda
hastalığın semptomları ve fonksiyonel değişiklikler
kendiliğinden ya da tedavi ile normale döner. KOAH›da
fonksiyonel iyileşme olmakla birlikte fonksiyonel olarak
tamamen normale dönmez, FEV1/FVC düşüklüğü yani
obstrüksiyon devam eder. Astım olgularının da sigara
içenleri olmakla birlikte KOAH olgularının çok önemli
bir bölümü aktif ya da pasif zararlı gaz ve partiküllere
özellikle tütün dumanına maruz kalmıştır. Kişisel ve ailesel atopi anamnezi astım olgularının pek çoğunda söz
konusudur.
Bronşektazi, kronik bronşit, kalp yetmezliği KOAH ayırıcı tanısında akla getirilmeli ve hastalar bu açıdanda
değerlendirilmelidir.1
KOAH Tedavisinde Kullanılan İlaçlar
KOAH tedavisinde ilaçların inhalasyon yolu ile kullanımı tercih edilir. İnhalasyon yolu ilaç direkt olarak
hedef organa ulaşır. Daha hızlı etki oluşur. Daha düşük dozda ilaç kullanımı daha az yan etkinin oluşmasına sebep olur. Teofilin ve PDE4 inhibitörleri dışındaki
bronkodilatörler ve antiinflamatuar kortikosteroidler
inhalasyon yolu ile kullanılabilirler. İnhalasyon yolu ile
ilaçlar ölçülü doz inhalatörler, kuru toz inhalatörler ve
Şekil 1: Risk faktörlerine maruz kalan kişilerde öksürük, balgam çıkartma, nefes darlığı, efora tahammülsüzlük söz konusu
ise kişilere 400mcg salbutamol sonrası 20.-30. dakikalarda ölçülen FEV1/FVC<%70 bulunmuş ise olgunuz KOAH olarak
kabul edilir. A. FEV1/FVC %61 ve FEV1 %64 orta derecede ve obstrüktif tipte ventilasyon kusuru gösteren spirometrik trase.
B. FEV1/FVC %30 ve FEV1 %27 çok ağır derecede ve obstrüktif tipte ventilasyon kusuru.
Klinik Gelişim
47
2013; 26: 45-54
KOAH tedavisinde kullanılan ve GOLD 2013 rehberinde önerilen ilaçlar
ilaç
İnhaler mcg
Nebül mg/dl
oral
İnjeksion mg
Etkinlik
süresi
Salbutamol
100 (MDI)
5
5mg tab %0.024
syrp
0.1, 0.5
4-6
Terbutalin
500 (DPI)
Beta-2 agonist
Kısa etkili
2.5, 5 tab
4-6
Uzun etkili
Formoterol
4.5-12 (MDI, DPI)
0.01
12
Salmeterol
25-50 (MDI, DPI)
12
İndekaterol
150
24
Tiotropium
18 (DPI), 5(SMI)
24
Kısa etkili beta-2
+kısa etkili
antikolinerjik
kombinasyonu
Salbutamol +
ipratropium
75/15 (MDI)
0.75/0.5
Antikolinerjik
Uzun etkili
6-8
Metilksantin
Aminofilin
200-600 mg tab
Teofilin
100-600 mg tab
240
24saatten
uzun
24saatten
uzun
ICS
Beklametazon
50-400 (MDI,DPI)
Budesonid
100, 200, 400 (DPI)
Flutikazon
50-500 (MDI;DPI)
0.20,0.25,0.5
ICS/+LABA
For/Bud
4.5/160 MDI 9/320 DPI
Salm/FP
25/50,125,250MDI
50/100,250,500DPI
For/BDP
Sistemik
Kortikostr
Prednison
5-60mgtab
Metilprednisolon
4,8,16mg tab
PDE4
Roflumilast
48
500mcg tab
24
Klinik Gelişim
N. YILDIRIM
nebülizatörler yolu ile uygulanabilir. Özel koşullar hariç
ölçülü doz inhalatörler ve kuru toz inhalatörler tercih
edilmelidir.
Bronkodilatörler;
1. Beta-2 agonistler,
2. Antikolinerjikler,
3. Teofilin ve PDE4 inhibitörleridir.
Bronkodilatörler kısa ve uzun etkilidirler. Uzun etkili
bronkodilatörler kısa etkili bronkodilatörlerden daha
etkilidirler ve hasta uyumu açısından da daha uygundurlar.
Ülkemizde var olan uzun etkili beta-2 agonistler 12
saat etkili olan salmeterol, formoterol, kısa etkililer ise
ortalama 8 saat etkili olan salbutamol ve terbutalindir.
24 saat etkili indekaterol Avrupa›da kullanılmaktadır.
Uzun etkili antikolinerjik 24 saat etkili olan tiotropium,
kısa etkili 8 saat etkili ipratropiumdur. İki ilaç birlikte
kullanılmamalıdır.
Uzun etkili bronkodilatörler tiotropium, salmeterol,
formoterol semptomları azaltır, efora tahammülü arttırır, yaşam kalitesini iyileştirir ve atakları azaltır. Bronkodilatörlerin fonksiyonel progresyonu yavaşlattığı ve
mortaliteyi azalttığı gösterilememiştir.
Teofilin 8, 12 ve 24 saat etkili preparatlar şeklinde bulunmaktadır. Bronkodilatör olarak etkili olmakla birlikte yan etkilerinin fazla olması ve ilaç-ilaç etkileşimlerinin bulunması nedeniyle sık kullanılmamaktadır.
Üstelik beta-2 agonistler ve antikolinerjikler çok etkili
ajanlardır, öncelikle tercih edilirler.
Fosfodiesteraz 4 inhibitörleri (PDE4 inhibitörleri) teofilinler gibi siklik anenosin monofosfat (c AMP) yıkımını engelleyerek antiinflamatuar ve bronkodilatör etki
gösterir. PDE 4 inhibitörü olan roflumilast oral olarak
kullanılır. Ağır ve çok ağır, kronik bronşit komponenti
belirgin olgularda ICS, uzun etkili beta-2 ve antikolinerjiklere eklendiginde atakları azaltır, uzun etkili bronkodilatörlere eklendiğinde FEV1’i daha fazla arttırır. Tedavinin başlangıcında, erken döneminde bulantı, kusma,
karın ağrısı, diare, baş ağrısı ve uyku bozuklukları
gözlenir. Önemli yan etkilerden bir diğeri ise 2-3 kg
kadar kilo kaybıdır. BMI düşük ağır-çok ağır olgularda
PDE4 inhibitörlerinden kaçınılmalıdır. Roflumilast
depresyon saptanan hastalarda kullanılmamalıdır. Bir
başka kaçınılması gereken durum ise teofilin ile birlikte
roflumilast kullanımıdır.1
Antiinflamatuarlar;
KOAH tedavisinde yaygın olarak kullanılan antiinflamatuar ilaçlar kortikosteroidlerdir Stabil KOAH tedavisinde inhalasyon yolu tercih edilir. KOAH ataklarında
kısa süreli olarak sistemik steroidler kullanılır.
Ülkemizde inhalasyon yolu ile kullanılan steroidler flutikazon propionat, budesonid, beklametazon dipropionat, mometazon ve ciclesoniddir. KOAH tedavisinde
tek başına steroid kullanımı önerilmemektedir. Mevcut
Klinik Gelişim
inhaler steroidlerin uzun etkili steroidlerle birlikte kullanımı önerilmektedir. Ülkemizde KOAH’da kullanım
endikasyonu almış kombinasyon preparatları flutikazon propionat - salmeterol, budesonid - formoterol,
beklametazon propionat- formoterol olarak kullanımda olan preparatlardır. Bu ilaç kombinasyonları fiks ve
separe olarak bulunmaktadır. GOLD rehberi çalışmaların fiks kombinasyonlarla yapılmış olması ve kanıtların
fiks kombinasyonlarla elde edilmiş olması nedeniyle
fiks kombinasyonları önermektedir. İlaçlar kuru toz ve
ölçülü doz inhaler şeklinde kullanımdadır.1
Aşılar; İnfluenza aşısının alt solunum yolu enfeksiyonu nedenli hastane yatışlarını ve KOAH hastalarında
ölümleri azalttığı gösterilmiştir. Her yıl tekrarlanmalıdır. Pnömokok aşıları yaşlı KOAH olgularında ve genç
kardiovasküler komorbiditesi olan olgularda önerilmektedir. Pnömokok aşılarının >65 yaş ve FEV1<%40
beklenen olan KOAH olgularında toplumdan edinilmiş
pnömoni insidansını azalttığı gösterilmiştir.1
Alfa-1 antitripsin yerine koyma tedavisi; Genç, herediter alfa-1 antitripsin eksikliği olan amfizem olgularında
alfa-1 eksikliğini azaltmak için yapılan takviye tedavisidir. Pahalı bir tedavidir.1
Antibiotik tedavisi; İnfeksiyon kökenli ataklarda, atak
esnasında antibiotik kullanılması, yoğun bakım ünitesine yatırılan ataklarda ve FEV1’nin 1000mL altında olan
ve hastaneye yatırılan hastalarda antibiotik verilmesi yerinde bir tedavidir. Atakları önleyici, yıllık atak sayısını
azaltıcı uzun süreli antibiotik tedavisi çalışmaları bazı
olumlu etkiler gösterse de tedavideki yerleri hala tartışmalıdır.1
Mukolitikler (mukokinetik ve mukoregulatuarlar) ve
antioksidanlar (ambroksol, erdostein, karbosistein,
iodinated glserol); Visköz mukusu azaltan bazı etkileri olmasına rağmen rehberler uzun süreli kullanımını
önermemektedir. N-asetil sistein ICS kullanmayan hastalarda atakları azaltmış ve bazı antioksidan etkiler göstermiştir. Benzer şekilde karbosisteininde uzun süreli
kullanımda atakları azalttığı gösterilmiştir.1
Immun regulatör, antitussif ve vasodilatörlerin stabil
dönem KOAH tedavisinde uzun süreli kullanımı önerilmemektedir
Evrensel olarak kabul gören GOLD 2013 rehberi hastalığın fonksiyonel, semptomatik ve ataklarla belirlenen
şiddeti doğrultusunda tedavi önermektedir.1
Hastalığın Şiddetinin Saptanması
Günümüz rehberlerinde hastalığın şiddetinin saptanmasında tek başına FEV1’in yeterli olmadığı dikkate
alınarak hastaların semptomları, yaşam kaliteleri ve bir
önceki yıl geçirdikleri ataklar dikkate alındı.
Fonksiyonel olarak obstrüksiyonu saptadığımız KOAH
olgularını önce postbronkodilatör FEV1’e göre >%50 ve
<%50 olan olgular olarak grupluyoruz. FEV1<%50 olan
olgular yüksek riskli olgular olarak kabul edilmelidir.
Hastaların dispnelerinin şiddetini modifiye “Medical
49
2013; 26: 45-54
Resarch Consil” (mMRC) skalasına göre değerlendirildiğinde;
0 Ciddi egzersizde nefes darlığı oluyor
1 Tepe tırmanırken ya da hızlı yürürken nefes darlığı
oluyor,
2 Kendisiyle aynı yaşta kişiyle yürürken nefes darlığı
oluyor, düz zeminde kendi hızında yürürken durmak zorunda kalıyor.
3 Bir kaç dakika yürüdükten sonra ya da 100 metre
yürüdüğünde nefes darlığı nedeniyle durmak zorunda kalıyor.
4 Evde yaşarken dahi nefes darlığı oluyor ya da giyinir
ve soyunurken nefes darlığı hissediyor.
Semptomlarla ilgili değerlendirmeyi yaşam kalitesinin
değerlendirildiği “COPD Assesment Test” (CAT) yardımı ile de yerine getirilebilinir. Sekiz soruluk bu testi muayene olmaya girmeden önce hastalar tarafından
doldurmalıdır. Eğer testin sonucunda hastanız ≥10
puan alırsa çok semptomlu, ≤10 ise az semptomlu olarak değerlendirilir.
Şekil 2: KOAH olgularında hastalığın risk durumunun
değerlendirilmesi: GOLD 2013 strateji raporuna göre
KOAH olguları FEV1, semptomların varlığı ve bir önceki
yıl geçirilen atak sayısına göre (A) az semptomlu, az atak
geçiren düşük riskli, (B) çok semptomlu, az atak geçiren
düşük riskli, (C) az semptomlu, çok atak geçiren yüksek
riskli, (D) çok semptomlu, çok atak geçiren yüksek riskli
hasta gruplarına ayrıldı. Fonksiyonel olarak düşük riskli (A)
ve (B) grubunda yer alan ancak bir önceki yıl ≥2atak ya
da hastaneye yatmayı gerektiren ≥1 atak geçiren hastalar
yüksek riskli (C) ve (D) grubunda gibi gruplandırıldı.
Semptomların şiddeti mMRC>2 ya da CAT>10 olan olguların semptomları mutlaka tedavi edilmelidir.
3. Yaşam kalitesinin iyileştirilmesi
Hastalar mMRC skalası ≥2 ise çok semptomlu, ≤2 ise az
semptomlu olarak sınıflanırlar.
Hastalığın şiddetini belirlemede en son olarak bir önceki yıl geçirdiği atak sayısı saptanmalıdır.
GOLD 2011 rehberine göre atak tanımı; Semptomlarda
(balgam çıkartma, öksürük, nefes darlığı) günlük değişkenliklerden farklı olarak tedavi değişikliği gerektiren
akut olay.
GELECEK RİSKLERİN AZALTILMASI
1. Atakların tedavisi ve azaltılması
2. Hastalığın fonksiyonel progresyonunun yavaşlatılması
3. Mortalitenin azaltılmasıdır.1
Bir önceki yıl, tanımlanan şekilde ≥2 atak geçiren KOAH
olgusu yüksek riskli olarak kabul edilmektedir. KOAH
hastası bir önceki yıl hastaneye yatmayı gerektiren ≥1
KOAH atağı geçirmiş ise hasta yüksek riskli hasta kabul
edilip tedavi edilmelidir.
Bu hedeflere uygun olarak yapılması gerekenler;
Bu üç kriter dikkate alınarak olgular dörtlü tabelaya yerleştirildiğinde A grubu semptomsuz, düşük riskli ve B
grubu semptomlu düşük riskli olarak gruplandırıldı. C
grubunda yer alan olgular fonksiyonel olarak yüksek riskli ancak az semptomlu olgulardır. D grubundaki KOAH
olguları çok semptomlu ve yüksek riskli olgulardır. A ve
B grubundaki fonksiyonel olarak düşük riskli olgular eğer
bir önceki yıl ≥2 atak geçirmiş ya da hastaneye yatmayı
gerektiren ≥1 KOAH atağı geçirmiş iseler yüksek riskli (C
ve D grubunda) olarak kabul edilirler (Şekil 2).1
4. Atak tedavisi
KOAH Şiddetine Göre Stabil Dönem
Tedavisi
KOAH tedavisinin hedefi;
SEMPTOMLARIN AZALTILMASI
1. Semptomların iyileştirilmesi
2. Efora tahammülün arttırılması, efor kısıtlamasının
giderilmesi
50
1. Sigaranın bırakılması
2. Rehabilitasyon
3. Stabil dönemde farmakolojik tedavi
5. Uzun süreli oksijen tedavisi
6. Uzun süreli NIMV
7. Volüm azaltıcı tedaviler ve transplantasyon
REHABİLİTASYON; KOAH’nın tedavisine hastaya hastalığı konusunda bilgi vererek başlanmalıdır. Hasta eğitimi rehabilitasyonun ana konularından biridir. KOAH
hastalığının tedavi edilebilir ve önlenebilir olduğu konusunda hasta bilgilendirilmeli ve tedavi süresince hekimi ile iyi diyalogun yararları kendisine aktarılmalıdır.
Düzenli doktor kontrolünün önemi hastaya aktarılmalıdır.
Balgamın etkin atılması, etkin öksürüğün kısacası bronş
temizliği için yapılması gerekenler hastaya anlatılmalı,
hasta ve hasta ile ilgilenen hasta yakınına bu konudaki
uygulamalar aktarılmalı ögretilmelidir.
Solunum temel kası diyaframın ve yardımcı solunum
kaslarının, alt ve üst ekstremite kaslarının egzersizinin
Klinik Gelişim
N. YILDIRIM
önemi hastaya aktarılmalıdır. Aktivitenin düzenli olarak
yapılmasının atakları azaltacağı, mortaliteyi azaltacağı
özellikle hastala anlatılarak hastalar aktif kalmaya teşvik edilmelidir.
Hastalara etkin solunum etkinliği ögretilmelidir, büzük
dudak solunumu gibi.
Hastalarımıza hastalığın geleceği anlatılmalıdır. Atak
durumunda kendi yapabilecekleri konusunda hasta
bilgilendirilmeli. Hangi koşullarda hastaneye başvurması gerektiği konusunda hastaya yazılı bilgi verilebilir.
Özellikle solunum yetersizliği döneminde yoğun bakım
talep edip etmediği konusunda sorgulanmalıdır.
SİGARANIN BIRAKILMASI; Tedavinin en önemli ögelerinden biri sigaranın bırakılmasıdır. Bu konuda hasta
içiyorsa bırakması konusunda teşvik edilmeli, bırakmış
ise bunun sürdürülmesi konusunda hasta ile iyi diyalog
kurulmalıdır.
Özellikle etyolojik olarak en önemli neden olan tütün
ürünlerinin (özellikle sigara) zararları ve sigaranın
bırakılması konusunda hastalarımız bilgilendirilmelidir.
Hastalarımızın nikotin bağımlılığı sorgulanmalı ve
gerektiğinde sigara bırakma polikliniklerine refere
edilmelidirler.
Farmakolojik Tedavi
Şekil 3: GOLD 2013 strateji raporu birinci seçenek olarak
stabil dönemdeki (A) grubundaki düşük riskli KOAH
olgularına lüzum halinde kısa etkili beta-2 agonist (SABA)
veya kısa etkili antikolinerjik-antimuskarinik- (SAMA) ve
(B) grubundaki düşük riskli KOAH olgularına düzenli
olarak uzun etkili beta-2 agonist (LABA) veya uzun
etkili antikolinerjik-antimuskarinik- (LAMA) verilmesini
önermektedir. (C) grubundaki yüksek riskli KOAH
olgularına fiks kombinasyon olarak inhaler kortikosteroid
(ICS)/LABA veya LAMA tedavisi önermektedir. Stabil
dönemdeki (D) grubundaki KOAH olgularına ICS/LABA
veya LAMA veya ICS/LABA+LAMA önerilmektedir.
Semptomu az, FEV1>%50 beklenen olan A grubundaki
riski düşük hastalara ilk seçenek olarak lüzum halinde
kısa etkili bronkodilatörler önerilir. Bu olgular için ikinci seçenek ilaçlar düzenli olarak uzun etkili beta-2 agonistler veya uzun etkili antikolinerjikler yada kısa etkili
beta-2 agonist+kısa etkili antikolinerjik kombinasyonudur (Şekil 3).1
Semptomu fazla ve FEV1>%50 beklenen olan B grubundaki riski düşük hastalara ilk seçenek olarak uzun etkili beta-2 agonistler ya da uzun etkili antikolinerjikler
önerilir. İkinci seçenek tedavi önerisi uzun etkili beta-2
agonist+uzun etkili antikolinerjik tedavidir (Şekil 3).1
Semptomu az, FEV1<%50 beklenen olan C grubundaki yüksek riskli hastalara uzun etkili beta-2 agonist/
inhaler kortikosteroid kombinasyonu ya da uzun etkili
antikolinerjik tedavi önerilmektedir. Bu öneri tek bir
çalışmanın sonucuna göredir. Bu çalışmanın sonucuna
göre ICS/LABA ve LAMA tedavisi almakta olan hastalarda bir önceki yıla göre ataklar benzer şekilde azalmıştır. FEV1 ortalaması %38 olan fonksiyonel olarak ağır
ve çok ağır olgularda çalışmayı terk oranı tiotropium
için %41.7 iken ICS/LABA için %34.5’tir. İki yıl boyunca yaşam kalitesi ICS/LABA ile daha iyi, kardiovasküler
ve tüm nedenli ölümler ICS/LABA ile istatistiksel ve
klinik olarak daha düşük bulunmuştur. GOLD 2013
rehberi önerinin tek bir çalışmanın sonucu olduğunu
ve ne yazık ki bu tedavi seçeneklerinin karşılaştırmada
yetersiz olduğunu vurgulamaktadır.16 Bu gruptaki hastalara ikinci seçenek olarak LABA+LAMA ya da LABA
veya LAMA’ya eklenmiş PDE4 inhibitörleri önerilmektedir (Şekil 3).1
Klinik Gelişim
Şekil 4: GOLD 2013 strateji raporu ikinci seçenek
olarak stabil dönemdeki (A) grubundaki düşük riskli
KOAH olgularına düzenli olarak LABA veya LAMA veya
SABA+SAMA ve (B) grubundaki düşük riskli KOAH
olgularına düzenli olarak LABA+LAMA verilmesini
önermektedir. (C) grubundaki yüksek riskli KOAH olgularına
LABA+LAMA veya LABA+fosfodiesteraz 4 inhibitörü
(PDE4) veya LAMA+PDE4 inhibitörü tedavisi önermektedir.
Stabil dönemdeki (D) grubundaki KOAH olgularına ICS/
LABA+LAMA veya ICS/LABA+PDE4 inhibitörü veya
LABA+LAMA veya LAMA+PDE4 inhibitörü önerilmektedir.
Semptomu çok, FEV1<%50 beklenen olan D grubundaki yüksek riskli hastalara ICS/LABA ya da LAMA ya
da ICS/LABA+LAMA önerilmektedir. Bir yıl süreli Kanada çalışmasında ICS/LABA+LAMA’nın LAMA ile karşılaştırılmasında ataklarda bir önceki yıla göre benzer
azalma olmasına karşılık ICS/LABA+LAMA kombinas51
2013; 26: 45-54
yonu FEV1’de daha fazla artışa, yaşam kalitesinde bir yıl
boyunca süren anlamlı iyileşmeye, hastaneye yatmayı
gerektiren ataklarda anlamlı azalmaya sebep olmuştur.
UPLİFT çalışmasında %74 ICS ve %56’sı ICS/+LABA
kullanmakta olan orta-çok ağır KOAH’lı olgulara tiotropiumun eklenmesi ataklarda %14, dört yıllık mortalitede %13 azalmaya sebep olmaktadır (Şekil 3).17
KOAH olguları ortalama olarak yıllık ≥60 mL FEV1
kaybına uğramaktadır. Sağlıklı erişkinlerde FEV1 yıllık kaybı 20-40 mL›dir. Semptomatik orta-çok şiddetli
KOAH olgularına ICS/LABA tedavisinin progresyonu
bir önceki yıla göre yıllık klinik ve istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde 16 mL/yıl, GOLD evre II
olgularda 16 mL/yıl azaltmıştır.18-19 Orta-çok ağır KOAH
olgularının izlendiği ve >%70’nın ICS/LABA kullandığı
ECLIPSE çalışmasında hastaların %31’i yıllık 21-40mL
sağlıklı erişkin kadar FEV1 kaybederken %23›ü 20mL
kaybetmiş ya da 20 mL artmıştır, %8›i >40mL FEV1 artışı göstermiştir. Sadece %38 olguda FEV1›de >40mL/yıl
kayba uğramaktadır (Şekil 4).20
Bu gruptaki hastalara ikinci seçenek olarak LABA+LAMA,
ICS/LABA tedavisine PDE4 inhibitörleri, LAMA+PDE4
inhibitörleri eklenmesi önerilmektedir (Şekil 4).1
C ve D grubundaki olgulara LABA+LAMA tedavisini tek başına LAMA ile karşılaştıran çalışmada her
iki tedavi ile toplam atak sayısı ve hastaneye yatmayı gerektiren atak sayıları benzer olmakla birlikte FEV1 düzelme ve yaşam kalitesindeki iyileşme LABA+LAMA kombinasyonunda daha iyidir.
Tiotropium+İndekaterol çalışmasında da FEV1 ve
inspirasyon kapasitesinde (IC) artış tek başına Tiotropiuma göre daha belirgindir (Şekil 4).17
C ve D grubundaki balgam miktarı ve öksürüğü belirgin olan yani kronik bronşiti komponenti olan KOAH
olgularında özellikle ICS kullananlarda tedaviye PDE4
inhibitörlerinin eklenmesi ataklarda azalmaya sebep olmaktadır (Şekil 4).
Özel Durumlarda Tedavi
2. Uzun süreli non-invazif mekanik ventilaston tedavisi (NIMV)
Gündüz hiperkapnisi olan KOAH olgularına USOT
ile birlikte uzun süreli NIMV (BiPAP) uygulanabilir.
Bu tedavi yaşam kalitesini arttırmamakla birlikte yaşam süresini iyileştirir.
Uyku apne sorunu bulunan KOAH olgularında gece
boyunca uygulanan NIMV tedavisi hastane yatışlarını ve mortaliteyi azaltır.
3. Transplantasyon
Akciğer transplantasyonunun çok ciddi KOAH
olgularında yaşam kalitesini iyileştirdiği ve fonksiyonel kapasiteyi attırdığı gözlenmiştir. Transplantasyon önerilen hastaların BODE indeksi (BMI,
FEV1, mMRC ve 6DYT›nin birlikte değerlendirildiği kompozit skala) indeksi >5, hiperkapnik
(PaCO2>50 mmHg) atak hikayesi, pulmoner hipertansiyon, «Cor Pulmonale», FEV1<%20 beklenen
ve DLCO<%20 beklenen ya da homojen amfizem
dağılımı olmalıdır.
4. Volüm azaltıcı girişimler; volüm azaltıcı cerrahi, valvler ve diğerleri
Akciğerlerin üst alanlarıyla sınırlı nonhomojen amfizemi olan, rehabilitasyon tedavisine rağmen egzersizi kısıtlı hastalarda üst akciğer alanlarına volüm
azaltıcı cerrahi uygulanabilir. Bu hastaların yaşam
kalitesi iyileşir ve mortalite azalır. Elastik özelliklerini kaybetmiş akciğer dokusunun rezeksiyonu kalan
dokunun mekanik özelliklerini iyileştirir, solunum
kaslarının etkinliğini arttırır.
Volüm azaltıcı cerrahinin uygulanamadığı KOAH
olgularında bronş içine inspirasyonda hava girişine izin vermeyen, ekspirasyonda destrükte akciğer alanlarındaki gazın boşalmasına izin veren
valvler yerleştirilebilir. Haps olmuş havanın boşaldığı akciğer alanları Lambert kanalları ve Korn
porları ile komşu akciğer alanları ile ilişkisiz ise
işlem başarılı olur ve valvin yerleştirildiği segmentte atelektazi oluşur. Akciğerlerin mekanik
özellikleri iyileşir.
Tip I ve Tip II solunum yetmezliğinin geliştiği KOAH
olgularında stabil dönemde rehabilitasyon, sigaranın bırakılması ve farmokolojik tedaviye ek olarak bazı tedaviler önerilmektedir.
5. Büllektomi ve kistektomi.1
1. Uzun süreli oksijen tedavisi (USOT); Uzun süreli
oksijen tedavisi ciddi hipoksemisi olan olgularda
mortaliteyi azaltmaktadır. Ciddi kronik hipoksemisi olan KOAH olgularında günde >15 saatten daha
uzun süreli oksijen tedavisi önermek için;
Semptomlarda (balgam çıkartma, öksürük, nefes darlığı) günlük değişkenliklerden farklı olarak tedavi değişikliği gerektiren akut olay atak olarak adlandırılır.
A. Üç haftalık periodda iki kez karbondioksit
retansionu var ya da yok, PaO2<55mmHg ya da
SaO2<%88 olmalıdır,
B. Üç haftalık periodda iki kez karbondioksit
retansionu var ya da yok, PaO2 55-60mmHg ya da
SaO2<%88 olan ancak pulmoner hipertansiyon,
konjestif kalp yetmezliğini düşündüren periferik
ödem, polistemi (>%55 hemotokrit) saptanmalıdır.
52
KOAH Atak Tedavisi
KOAH olgularında atakta var olan nefes darlığı, balgam çıkartma, öksürük, göğüste sıkışma hissi gibi
yakınmalarda artış gözlenir.
Ataktaki olgularda yardımcı solunum kaslarının kullanımı artmıştır, toraks-abdomen hareketlerinde paradoks solunum izlenir, var olan siyanoz artar ya da
siyanoz ortaya çıkar, alt ekstremitelerde ödem olabilir,
hemodinamik bulgular stabil değildir, mental durum
bozulabilir.
Klinik Gelişim
N. YILDIRIM
En sık atak nedeni solunum yolu infeksiyonlarıdır. Üst
- alt solunum yolu infeksiyonuna sebep olan virüsler ve
bakteriler tek başlarına ve birlikte ataklara yol açar. Bununla birlikte konjestif kalp yetmezliği, koroner arter
hastalıkları, pulmoner emboli, pnömotoraks, gastroözofajial reflü diğer atak nedenleridir.
başlanır. Gerektiğinde sistemik steroid eklenir. Hastanın
yakınmaları günler içinde düzeliyor ise tedavisine evde
devam edilir. Yakınmaların sürmesi ya da artması halinde
hastaneye sevk edilir. Hastanın izlemini yapan doktor
tarafından hastaya atak halinde yapılması gerekenler
yazılı olarak verilmiş ise bu talimat izlenebilir.
Atak şiddetini belirlemede;
Hastaneye yatırılan hastalarda;
1. Arter kan gazında (hastanede) oda havası solurken
PaO2<60mmHg ve/veya PaCO2>50mmHg ise solunum yetmezliğidir.
1. Oksijen tedavisi; AKG kontrolu yapılmış hipoksemik olgularda oksijen tedavisinin amacı SaO2 değerini %88-92 arasında tutmaktır.
2. Tam kan sayımında lokosit sayısı, polistemi araştırılmalı, kanama olup olmadığı sorgulanmalı, gerekirse laboratuar verileri ile doğrulanmalı, elektrolit
denksizliği, diabet ve beslenme kusurları araştırılmalıdır.
2. Bronkodilatör tedavisi; Atak tedavisinde kısa etkili
bronkodilatörler tercih edilir. Beta-2 agonistler tek
başına ya da kısa etkili antikolinerjiklerle birlikte
uygulanır.
3. Balgam miktarının artıp artmadığı ve pürülan olup
olmadığı sorgulanmalıdır. Daha önce hastane yatışı
özellikle yoğun bakım yatışı olan olgularda balgam
direk bakısı ve kültürü istenebilir. Psödomonas kolonizasyonu araştırılmalıdır.
4. Posterio anterior akciğer grafisi çekilerek pnömotoraks, pnömoni, akciğer kanseri, PE gibi tanılar ekarte edilmeli ya da doğrulanmalıdır. EKG çekilerek gerekirse kardiyak problemlere müdahale edilmelidir.
Atak esnasında spirometrik inceleme güçtür. Değerlerin doğruluğu şüphelidir. Bu nedenle atakta spirometrik
tetkik önerilmemektedir.
Ağır atak; Hastaneye yatmayı gerektiren akut olay,
Orta atak; Antibiotik, sistemik steroid ya da ikisini birden vermeyi gerektiren akut olay olarak tanımlanmaktadır.
Tedavi
Atak tedavisi evde, hastanede ya da yoğun bakım ünitesinde yapılabilir.
Hastaneye sevk edilmesi gereken hastalar;
1. Semptomlarında çok belirgin artış olanlar,
2. Çok ağır KOAH’ı olanlar,
3. Daha önceki ataklarında medikal tedaviye cevap
vermeyenler,
4. Ciddi komorbiditesi olanlar,
5. İleri yaş,
6. Evinde bakım desteği olmayanlar.
Eğer hastanın evde bakım olanakları varsa, çok ağır
KOAH olgusu değil ise, hastanın sık atak geçirme hastaneye yatış öyküsü yoksa, sürekli oksijen tedavisi kullanmıyorsa, solunumsal şikayetleri ve muayene bulguları
evde tedavi imkanı veriyorsa yakından gözleyerek hasta
evinde izlenebilir.
Evde tedavide bronkodilatör tedavisi arttırılır ve yeniden
düzenlenir. Balgamda pürülans tanımlıyor ise antibiotik
Klinik Gelişim
3. Sistemik steroidler; Sistemik steroidler iyileşme süresini kısaltır, solunum fonksiyonlarını (FEV1) ve
PaO2’yi iyileştirir, nüks riskini azaltır, hastanede kalış süresini kısaltır ve solunum yetersizliğini tedavi
eder. Sistemik steroid oral ya da IV olarak uygulanır.
Ortalama 10-14 gün sürece 30-40 mg/gün prednisolon verilir.
4. Antibiotik tedavisi; Dispnesi olan, balgam miktarında artış ve pürülan nitelikte balgam çıkartan olgularda antibiotik uygulaması endikedir. Balgamında
pürülans olan ve diğer üç kardinal semptomdan biri
(dispne, balgam miktarında artış, balgam pürülansı)
bulunan olgulara ve mekanik ventilasyon uygulanan
olgulara antibiotik verilmelidir.
Atak tedavisi esnasında sıvı- elektrolit dengesi, eşlik
eden komorbiditeler özellikle kardiovasküler problemler, beslenme problemleri yakından izlenmelidir. Hemotokriti yüksek olan ya da sadenter yaşam süren kişilerde
yatış süresince profilaktik antikuagulan tedavi uygulanmalıdır. Bu dönemde sigaranın kısıtlanmasına özel
önem verilmelidir.
Solunum yetmezliği olan KOAH olgularına hastaneye
sevkleri durumunda değerlendirme sonrası NIMV ya da
IMV uygulanır
Atakların tedavisi kadar atakların önlenmesi de önemlidir. Sigaranın bırakılması, influenza ve pnömokok
aşıları, uzun etkili bronkodilatörler, uzun etkili bronkodilatör/inhaler kortilosteroid kombinasyonu, kronik
bronşit komponentinin belirgin olduğu KOAH olgularında ICS, uzun etkili bronkodilatör tedaviye eklenmiş
PDE4 inhibitörleri atakları azaltır.1
Komorbiditeler
KOAH çok sayıda komorbidite ile birliktedir; Kardiovasküler hastalıklar (iskemik hastalıklar, kalp yetmezliği, atrial fibrilasyon, hipertansiyon), diabet, metabolik
sendrom, osteoporoz, anksiyete-depresyon, anemi, katarak, glokom.
Tüm komorbiditeler KOAH yokmuş gibi tedavi edilmeli, KOAH’da komorbiditeler yokmuş gibi tedavi edilmelidir.1
53
2013; 26: 45-54
Kaynaklar
1. Rodriquez-Roisin R. Global strategy for the diagnosis, management, and prevention of Chronic Obstructive Lung Disease
(GOLD) Workshop summary. Am J Respir Crit Care Med 2013;
187:347-365.
2. Menezes AM, Perez-Padilla R, Jardim JR et al. Chronic obstructive pulmonary disease in five Latin American cities (The PLATINO study): a prevalence study. Lancet 2005;366:1875-1881.
3. Buist AS, McBurnie MA, Vollmer WM, et al. International variation in the prevalence of COPD (the BOLD Study): a populationbased prevalence study. Lancet 2007;370:741-750.
4. Jensen HH, Godtfredsen N, Lange P Vestbo J. Potential misclassification of causes of death from COPD in a Danish population
study. Eur Respir J 2006;28:781-785.
lığı ve ilişkili faktörler. 14. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi, Skim
2011, Trabzon.)
12. Barnes PJ, Shapiro SD, Pauwels. Chronic obstructive pulmonary disease: molecular and cellular mechanisms. Eur Respir
J 2003;22:672-688. Cosio MG, Saetta M, Agusti A. Immunologic aspects of chronic obstructive pulmonary disease. NEJM
2009;360:2445-2454.
13. Rahman I. Oxidative stress in pathogenesis of chronic obstructive pulmonary disease: cellular and molecular machanisms. Cell
Biochem Biophys 2005;43:167-188.
14. Hogg JC. Pathophysiology of airflow limitation in COPD. Lancet
2004;364:709-721.
15. Hogg JC, Chu F, Utokaparch S, et al. The nature of small-airway
obstruction in COPD. N Engl J Med 2004;350:2645-2653.
5. Özlü T, Çetinkaya M, Öztuna F, ve ark. Trabzonda 30 yaş üzeri
nufusta KOAH prevalansı. TTD 7. Kongresi Bildiri Özetleri, Nisan 2004, Antalya.
16. Wedzicha JA, Calverley PM, Seemungal TA, et al. The prevention of chronic obstructive pulmonary disease exacerbations by
salmeterol/fluticasone propionate or tiotropium bromide. Am J
Respir Crit Care Med 2008;177:19-26.
6. Güzelant A, Gündogdu Ü, Ar C, ve ark. Konak Sağlık Grubu
Başkanlığı bölgesinde yaşayan 40-60 yaş arası nüfusta KOAH
sıklığı araştırması. TTD 7. Kongresi Bildiri Özetleri, Nisan 2004.
7. Günen H, Hacıevliyagil S, Gülbaş Gazi, ve ark. Malatya ilinde
KOAH prevelansı. TTD 7. Kongresi Bildiri Özetleri, Nisan 2004.
17. Aaron SD, Valdemheem KL, Fergusson D, et al. Tiotropium in
combination with placebo, salmeterol, or fluticasone-salmeterol for treatment of COPD: a randomized trial. Ann Intern Med
2007;146:545-555.
8. Kocabaş A,Hacıoğlu A,Türkyılmaz S, ve ark. Prevelance of
COPD in Adana, Turkey (BOLD Turkey study). Proceedings of
the American Thoracic Society 2006;3:A543.
9. Budak R. KOAH görülme sıklığı görülme sıklına aktif ve pasif
sigara içiciliğine etkisi (Tez). Dokuz Eylül Üniversitesi Halk Sağlığı AD Tez No 272797;2010.
10. Örnek T. Zonguldak iİl Merkezinde KOAH prevelansının değerlendirilmesi (Tez). Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Gögüs Hastalıkları AD, 2006.
11. Arıkan İ, Badıllıoğlu O,Tapsız A, ve ark Burdur ilinde KOAH sık-
54
18. Celli BR, Thomas NE, Anderson JA, et al. Effect of pharmacotherapy on rate of decline of lung function in COPD: result
from TORCH study. Am J Respir Crit Care Med 2008;178:332338.
19. Jenkins CR, Jones PW, Calverley PM, et al. Efficacy of salmeterol/
fluticasone propionate by GOLD stage of COPD: analysis from
the randomised, placebo-controled TORCH study. Respir Res
2009;10:59-66.
20. Vestbo J, Edwards LD, Scanlon P, et al. Changes in forced expiratoryvolume in 1 s (FEV1) over in COPD. N Engl J Med
2011;340:1184-1192.
Klinik Gelişim
Astım
Prof. Dr. Bilun GEMİCİOĞLU
İ. Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Tanımı; Vücuttaki birçok hücre ve hücre ürününün rol
oynadığı, akciğer içi havayollarının kronik inflamasyonu
ve bronş aşırı duyarlılığı ile seyreden, diffüz değişken ve
geriye dönüşebilen bir hava yolu obstrüksiyonunun ve
nöbetler şeklinde hırıltılı/hışıltılı solunum, nefes darlığı, göğüste baskı hissi ve öksürük yakınmalarının bulunduğu bir hastalıktır.1-4 Astım kişiye özgü değişken
klinik tablolar ve dereceler gösterir. Sonuç olarak astım
5 özelliği ile tanımlanabilir:
1- Kronik hava yolu inflamasyonu
2- Bronş hiperreaktivitesi
3- Nöbetler şeklinde öksürük, nefes darlığı, hışıltılı solunum, göğüste sıkışma baskı hissi yakınmaları
4- Diffüz, genellikle reverzibl hava yolu obstrüksiyonu
5- Farklı fenotipte olgular
Epidemiyolojisi: Astımın dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği düşünülmektedir. Dünyanın farklı
bölgelerinden bildirilen çok sayıda araştırma sonuçları,
prevalans oranlarında büyük farklılıklar göstermektedir. Türkiye’de 3,5-4 milyon kişinin etkilenmiş olduğu
belirtilmektedir.1,2
Tablo 1: Astım gelişmesinde etken olan risk
faktörleri.
Kişisel Etkenler
Genetik:
atopi
bronş hiperreaktivitesi
Cinsiyet
Obezite
Çevresel Etkenler
Allerjenler
İç ortam: Eviçi akarları, ev hayvanları (kedi,
köpek), hamamböceği ve küf mantarları
Dış ortam: Polenler ve küf mantarları
İnfeksiyonlar: Özellikle viral etkenler
Mesleki duyarlılaştırıcılar
Sigara: Hem aktif hem de pasif içiciler
Hava kirliliği: İç ve dış ortam hava kirliliği
Diyet
Klinik Gelişim
Risk Faktörleri; kişiyi astıma yatkın kılan kişisel faktörler ve çevresel faktörler olmak üzere iki grup etken
sıralanabilir. Astım gelişmesine yol açan bu faktörlerin
yanı sıra astım semptomlarını tetikleyen faktörler de
vardır.1,2 (Tablo 1).
Fizyopatoloji: Astımda akciğer içi tüm hava yollarında
kronik inflamasyon görülebilir. Özellikle orta boy hava
yollarında belirgindir. Ancak bazı astımlılarda küçük
hava yollarında da inflamasyon söz konusudur. Yukarıda belirtilen kişisel ve çevresel risk faktörleri inflamasyon ve yeniden yapılanmaya ‘remodelling’ neden olur.
İnflamasyon; ödem, mukus artışı, inflamatuavar hücre
infiltrasyonu (Th2 özellikli, genelde mast hücresi, eozinofil ve lenfositten zengin), dökülmüş bronş epiteli,
bronş düz kaslarının kasılması ile karakterizedir. Bununla birlikte olgudan olguya değişen derecelerde yeniden yapılanma vardır. Bu da subepitelyal fibrozise,
düz kasta hipertrofi ve hiperplazi, yeni damar ve sinir
yapılanmaları, goblet ve mukus hücreleri hiperplazisine
neden olur. Bronş duvar yapısı bozulur. Tetikleyenlere
maruziyetle duyarlaşmış bronşta astım belirtileri ortaya
çıkar.2-4
Tanı:
Anamnez
Tanı anamnez ile konulabilir. Solunum fonksiyon testleri ve diğer testler tanıyı destekler. Anamnez, hastanın
başvuru semptomlarını, periyodisitesini ve oluşumuna
neden olan faktörleri ve provoke eden ajanların neler
olduğunu kapsamalıdır.1-4
Hastanın yakınmaları genelde aşağıda belirtilen semptomların bir veya bir kaçından oluşur:
•
•
•
•
Soluk Darlığı (Dispne)
Hışıltılı/hırıltılı Solunum (Wheezing)
Göğüste Sıkışma Duygusu (Baskı hissi)
Öksürük
Yakınmalarının tekrarlayıcı karakterde olması, daha çok
sabaha karşı veya gece ortaya çıkması, kendiliğinden
veya ilaçlarla geçip hafiflemesi veya kaybolması tipiktir. Nöbetler ve şikayetlerin olmadığı dönemler vardır.
Provoke eden ve genellikle hasta tarafından da belirtilen bazı etkenler söz konusudur; allerjenler (ev tozu
akarları, pollenler, küf mantarları, kedi, köpek, hamam
bözeği) sigara, duman gibi iç ve dış ortam kirletenleri,
55
2013; 26: 55-62
enfeksiyonlar, mesleki ajanlar, ilaçlar, besinler ve katkı
maddeleri, egzersiz, psikolojik durum, komorbit hastalıklar (rinit, reflü, obesite..). Yakınmalarda mevsimsel
değişkenlik görülebilir. Tüm bunlar anamnezde değerlendirilerek irdelenmelidir.
Fizik Muayene
İntermittan ve hafif olgularda hiçbir fizik muayene
bulgusu olmayabilir. Olgular ağırlaşıp kronikleştikçe bulguları ortaya çıkar veya atak dönemlerinde
rastlanabilir. Solunum yolu obstrüksiyonunun temel
bulgusu steteskopsuzda duyulabilen ‘wheezing’dir.
Her wheezing de astım sanılmamalıdır. Astım krizindeki bir hastada üç segmentten fazlasında wheezing alınamıyorsa hasta hayatı tehdit eden atakta
olabilir.2
Solunum Fonksiyon Testleri
Astımın tanı ve takibinde önemli rol oynarlar. Astımda fonksiyonel anomaliler reverzibl hava yolu obstrüksiyonu, bronş hiperreaktivitesi ve günlük değişkenliktir.2,5
Obstrüksiyonun gösterilmesi: Obstrüksiyon tanımı,
astım için FVC (zorlu vital kapasite) normalken, FEV1
(birinci saniyedeki zorlu ekspiratuvar volüm)’in %80’in
altında veya FEV1/FVC’nin gençlerde %80’in, yaşlılarda
%75’in altında olmasıdır.2
PEFmetre ve PEF Değişkenliği: Astım tanı ve tedavi
izleminde günlük değişkenliği (diürnal variyasyonu) gösteren yardımcı bir testtir. Hafif, taşınabilir ve
ucuz PEF metre modelleri mevcuttur. Özellikle ağır
ve sık atak geçiren hastaların evde kendi durumlarını takip etmeleri için ideal aletlerdir. Efora bağımlı
olmakla birlikte, koopere bir hastada tekrarlanabilirliği yüksek bir testtir. Ancak PEF büyük oranda
büyük hava yollarını yansıttığından, %30-50 hastada
%10-20 arasında FEV1’e oranla düşük sonuç çıkmasına yol açar.5
Spirometrenin olmadığı yerlerde boy ve cinse göre
normal değere oranlar hesaplanabilir, bronkodilatör
yanıt da PEF ölçümü ile yapılabilir. PEF takibinde spirometreden farklı olarak, prediksiyon değerlerine göre
değil de hastanın kendi en iyi değerlerine göre takip
daha önemlidir. Bu nedenle başlangıçta hastanın en iyi
PEF değeri saptanmalıdır.5,6
Günlük Değişkenlik:
Astım tanısı ve takibinde önemli bir parametredir.
Günlük değişkenliğin %20’nin üzerinde olması astım
için tanı koydurucu iken, değişkenliğin derecesi genellikle astımın ağırlığı ile korelasyon göstermektedir.
Stabil olgularda ise değişkenliğin düşük çıkması
beklenmelidir. Değişkenliğin yüksek çıkması astımın
iyi kontrol edilmediğini gösterir. Değişkenlik değişik
yöntemlerle hesaplanabilir.1,5,6
1) En sık kullanılan yöntemlerden birisi on beş gün boyunca alınan en düşük sabah bon-kodilatör öncesi
56
değer ile en yüksek akşam postbronkodilatör değer
arasındaki farkın bu iki değer toplamının yarısına
bölünmesi şeklinde bulunmasıdır.
En yüksek PEF – En düşük PEF X100
½ (En yüksek PEF + En düşük PEF)
2) Bir hafta boyunca sabah bronkodilatör ilaç alımı öncesi ölçülen en düşük değer, en yüksek değere bölünür (Min%Max)6 %85’in üstünde ise değişkenlik
yoktur. Bu yöntem günde bir kez ölçüm gerektirdiği
ve bronş aşırı duyarlılığı ile en iyi korelasyon gösteren
indeks olduğundan dolayı tercih edilmelidir.
3) BTS (İngiliz Toraks Derneği)ise en yüksek ve en düşük PEF değerleri arasındaki farkın en yüksek değere bölünmesini önermekte. BTS %20’lik değişimin
yanında ayrıca en az 60 lt/dak mutlak değişimi koşul
olarak bildirmektedir.
En yüksek PEF – En düşük PEF x100
½ (En yüksek PEF + En düşük PEF)
Erken Reverzibilite: Orta derecede astımı olanlarda
genellikle tanıda kullanılabililecek bir testtir. Özellikle KOAH’tan ayırıcı tanıda önemlidir. Bazal FEV1,
FVC veya PEF ölçümlerinden sonra hastaya kısa etkili bir beta2 agonist (400microgr: 4 puf salbutamol)
inhale ettirilip 15-20 dakika sonra aynı ölçümler yinelenir. FEV1’de %12’lik veya 200ml’lik artış PEF’de
ise %20 veya 60ml’lik artış pozitif kabul edilir.1,5,6
Geç Reverzibilite: Ağır veya kronik obtrüksiyonda erken reverzibilite pozitif olmayabilir. Çünkü obstrüksiyonun oluşmasında ana diğer neden inflamasyondur.
Bu olgular ağırlık derecesine göre uygun dozda inhale
steroidle 6 hafta veya sistemik kortikosteroid (30-40 mg
metil prednizolon) ile 2 hafta süre ile tedaviye alınır.
Tedavi sonrasında ölçülen FEV1 değeri tedavi öncesine
göre % 15, PEF değeri %20 düzelme gösteriyorsa geç
reverzibilite pozitif kabul edilir.1,5,6
Nonspesifik Bronkoprovokasyon Testi: Akım volüm
değerleri ve PEF takipleri sonuç vermiyorsa ve anamnez şüpheli ise histamin veya metakolinle yapılabilir.
Astımlı hastaların %95’inde provokatif doz 8mg/ml altında bulunur. Ancak bu testin sadece astıma spesifik
olmadığı ve allerjik rinitte, sigara içenlerde mitral darlığında, KOAH’da, konjestif kalp yetmezliğinde de pozitif
çıkabileceği unutulmamalıdır.5
Hava yolu inflamasyonunun belirteçleri:
Eozinofili
Eozinofili astım için spesifik değildir. Ancak normal
erişkinlerde 0-200/mm3 olan eosinofil sayısında artışa
birçok pulmoner hastalıkta sıklıkla bronşial astımda,
parazitozlarda, allerjik bronkopulmoner asperjillozis ve
diğer pulmoner eosinofililerde rastlanabilir. Eosinofillerin sayısı gibi aktivasyonlarıda artmaktadır. Astımda
ancak tedaviye yanıtın izlenmesinde özellikle indüklenmiş balgam eozinofil sayısı ve ürünleri izlenerek yararlanılabilinir.1,3
Klinik Gelişim
B. GEMİCİOĞLU
Eksale havada nitrik oksit (FeNO) ve karbon monoksit
(FeCO)ölçümleri:
Astım için özellikle steroid almayan ve sigara içmeyen olgularda FeNO ölçümünün tanı koydurabileceği
belirtilmekle birlikte bugün özellikle hastalığın gidişinin
izlenmesinde kullanılmaktadır.1,2
Akciğer grafisi
Astım atağı esnasında çekilen akciğer grafisinde geçici olarak aşırı havalanma bulguları olan diyaframlarda
düzleşme, kalp altına havalı akciğer dokusunun girmesi, sternum arkasındaki havalı doku volümünün artması, sternodiyafragmatik açının genişlemesi görülebilir.
Bu bulguların yanısıra mukus tıkaçları ve mikro atelektaziler gözlenebilir. Bu durumların dışında normaldir.
Ancak başka hastalıkların ayırıcı tanısını yapmak için
çekilmelidir.1,2
Balgam
Astımda güçlükle elde edilen beyaz yapışkan inci tanesi
gibi bir balgam, hastalar tarif eder. Eosinofil ve bunun
ürünleri görülebileceği gibi bazı zor astımlı olgularda
nötrofili de gözlenebilir.1-4
Allerji deri testleri
Hastalara alerjik oldukları duruma karşı alması gereken
önlemler anlatılmak üzere yapılır. Solunumsal allerjenler en basit olarak prik deri testleri ile tayin edilebilir.
Anamnez ile uyum varsa test pozitif kabul edilir3
Sınıflama ve Tanımlamalar
A) Etyolojik faktörlere ve çeşitli kliniklere
göre sınıflama ve tanımlamalar:2,3
Ekstrensek (allerjik) astım
Genellikle erken yaşlarda başlar. Hastalarda astımın
yanısıra egzema, allerjik rinit (saman nezlesi), ürtiker
gibi hastalıklar da vardır. Deri testleri pozitif, serum
IgE düzeyleri yüksektir. Bu hastalarda ailesel atopi de
mevcuttur. Allerjenlerle aralıklı karşılaşma paroksismal
wheezing ve soluk darlığı nöbetlerine yol açar. Atopik
kişilerde, semptomlara neden olan çoğunlukla solunan
allerjenlerdir. Sindirim yolu ile alınan allerjenler daha
az etkilidirler.2
İntrensek (allerjik olmayan) astım
Allerjik bir çevresel etkenin neden olmadığı, ailesel ve
kişisel atopi öyküsü ve bulgusu olmayan genellikle 30
yaş üstü hastalarda görülen bir klinik biçimdir. İnfeksiyonlar, psikokosyal stress, sigara dumanı çeşitli kokular;
paroksismal wheezing ve soluk darlığı nöbetlerini başlatan nedenlerdir. Bu form çocuklarda seyrek görülür.2
Egzersize bağlı bronkospazm
5-6 dk’lık orta veya ağır egzersizin 8-30. dakikaları
arasında maksimal ekspiratuar akım hızlarında azalma
ve aşırı hava yolu daralması ile karakterizedir. Sadece
Klinik Gelişim
bu durumda astım bulguları ortaya çıkıyorsa egzersize
bağlı bronkospazmdan söz edilir.7 Ancak astımlıların
pekçoğunda diğer nedenlere ilave olarak egzersizde de
yakınmalarda artış vardır. 7
Yaşlı astımı
Çocukluk ve genç erişkin dönem hastalığı olarak
bilinmesine karşın, 60 yaş üzerindeki kişiler arasında
astım prevalansı %5-7 ve tüm astımlı hastalar içinde
60 yaş üzeri sıklığı %3 olarak verilmektedir. Özellikle
yaşlılardaki astıma benzer semptomlarla seyreden diğer hastalıklarla sıklıkla karışmaktadır. Tanıda özellikle
yaşa göre solunum fonksiyon testlerinin değerlendirilmesi önemlidir.2,8
Öksürükle seyreden astım
Herhangi başka bir neden olmaksızın sekiz haftan
uzun süren özellikle kuru ve tekrarlayıcı öksürüklerde ‘öksürükle seyreden astımdan’ şüphelenilmelidir.
Öksürük tüm gün sürer ancak gece belirgindir. Fizik
muayene ve basit spirometre normaldir. Tanı metakolin
provokasyon testinde düşmenin saptanması ve bunun
bronkodilatatöre yanıtı ile konur.2,9
Aşağıda belirtilecek olan fenotiplerin ağır ve zor olgular
olması nedeni ile göğüs hastalıkları uzmanlarınca izlenmesi uygundur
Mesleksel astım
Mesleksel astım işyeri ortamındaki bir allerjenin neden
olduğu astım olarak tanımlanır. Daha önceden varlığı
bilinen astımın başlaması şeklinde olabilir. İş ortamında
solunan toz, gaz ve kokular hastada proksimal ve periyodik astım semptomlarının başlamasına neden olurken iş ortamından uzak olduğu günlerde hasta daha iyi
hisseder. Mesleksel astım tanısını kesinleştirmek için iş
ve ev ortamında PEF ölçümleri yapılmalıdır.2,3
Aspirine bağlı astım
Aspirinin veya non steroid antiinfalmatuvarların tetiklediği bir diğer klinik formdur. Erişkin astımların %210’unda aspirinle bronş obstrüksiyonu bildirilmiştir.
Hastaların çoğunda Samter triadı denen, rinit, polip ve
sinüzit de vardır.2,3
Noktürnal astım
Sağlıklı bireylerde solunum fonksiyonları gece %8 oranında bozulur. Astımlılar da bu sirkadyen ritme uyarlar
ancak bu olgularda 8-10 kat artmış olan bronş hiperreaktivitesi nedeniyle gece kötüleşmeleri çok belirgindir
ve progresif olup uykunun fazları ile ilişkili değildir.2
Premenstruel astım
Perimenstruel dönemde semptomlarda, atak sayısında,
hastalık şiddetinde artma ve PEF değerlerinde düşme
olarak tanımlanabilir.2
‘Brittle’ astım
Belirli bir tetikleyici faktör olmaksızın stabil seyretmeyen ani ataklar ile seyreden astımdır. İki tipi vardır. Tip
57
2013; 26: 55-62
I’de tedaviye yanıt vermeyen zamanın %50’sinde %40
üzerinde diürnal varyasyonlar vardır. Tip II ani ölümcül
ataklarla seyreden ani hava yolu ödemi ve düz kasının
kasılmasıdır.2 Mekanik vantilasyona ve acil epinefrin
uygulanmasına ihtiyaç vardır. Pek çok olguda besin allerjisi söz konusudur.
Steroide dirençli (rezistan) astım
İki haftalık 1mg/kg/gün prednisolon tedavisi sonrası
FEV1’de inisyale göre %15’den az düzelme saptanması
halidir.2
Ayırıcı Tanı
Astımın akut atakları akut benzeri semptomlarla seyreden hastalıklar ile, kronik astım semptomları kronik
benzer semptomları olan hastalıklar ile karışabilir. Bu
neden ile akut ve kronik başlangıçlarda hangi hastalıklar olabileceği irdelenmelidir.2
A) Akut Başlangıç
Steroid bağımlı (depandan) astım
1- Üst ve alt solunum yolu infeksiyonları: üç aya kadar
uzayan öksürük ve wheezing yapabilirler, ancak yakınmalar tekrarlayıcı değildir.
Sadece oral glukokortikoid tedavi ile düzelebilen astım
formudur. Doz azaltılması veya inhale forma geçilmesi
ile hasta kontrol altına alınamaz.2
2- Sol ventrikül yetmezliği özellikle pulmoner ödem
geliştiğinde (kardiak astım) benzeri bir tablo oluşturabilir.
Komorbiditeler: Bu sınıflamaların yanında pek çok
hastada rinit, sinüzit, gastroözofageal reflü, psikojenik
faktörler, sleep apne, diğer allerjiler, endokrin bozukluklar gibi komorbit hastalıklar sıktır. Bunlarla birlikte
değerlendirilerek bu hastalıkların da tedavisi gereklidir.
Bu tedaviler yapılmadan hastanın kontrolde tutulması
güçleşir.
B) Klinik bulgular ve fonksiyonel şiddetine
göre sınıflama:
Bilhassa tedavinin yönlendirilmesi açısından yapılmış, klinik bulgular ve akciğer fonksiyon testlerine
(PEF: tepe ekspiratuvar akım) dayalı sınıflamadır.
Spirometre veya akım-volüm eğrisi yapılabildiğinde
PEF yerine birinci saniyedeki zorlu ekspiratuvar volüm (FEV1) kullanılarak da aynı sınıflama yapılabilir. Olguların stabil dönemde tedavisizken ve tedavi
altındaki kontrol düzeylerine göre ve astım krizde;
atağın şiddetine göre ayrı ayrı sınıflamaları yapılır.1-3
Bunlara göre olguların sınıflanmaları Tablo 2a, 2b ve
Tablo 3’de verilmiştir.
3- Yabancı cisim aspirasyonu özellikle çocuklarda benzeri bir tablo verebilir.
4- Üst solunum yolu obstrüksiyonları: Laringeal disfonksiyon, hipertrofik tonsiller, epiglottit gibi nedenlerde benzeri tablolar verebilirler.
5- Hipervantilasyon; genellikle anksiyete ile birliktedir
6- Pnömotoraks: Akciğer grafisi ile ayırt edilebilir.
7- Pulmoner emboli: Bazen wheezing serotonin salınımına bağlı meydana gelebilir. Anamnez ve diğer
yardımcı yöntemler ile ayrılabilir.
B) Kronik Gidiş
1- KOAH: Anamnezde nöbetler şeklinde gidiş yoktur.
Daha ileri yaşlarda ve sıklıkla sigara içenlerde KOAH
saptanır. İrreversibl obstrüksiyon genellikle vardır.
2- Bronşektazi:Bol balgam olup, nöbetler genelde yoktur.
3- Allerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA) ve hipersensitivite pnömonileri astım benzeri semptomlar ile ilk evrede gelebilirler.
Tablo 2a: Stabil astımın klinik bulgular ve şiddetine göre sınıflandırılması
58
Astım şiddeti
Tedavi Öncesi Klinik Bulguları
Akciğer Fonksiyonları
İntermittan
Semptomlar haftada 1’den az
Noktürnal semptomlar ayda 2 ‘den seyrek
Alevlenmeler kısadır
PEFveya FEV1>%80
PEF veya FEV1 değişkenliği <%20
Hafif Persistant
Semptomlar, haftada 1’den fazla, hergün değil
Noktürnal semptomlar, ayda 2’den sık
Semptomlar aktivite ve uykuyu etkileyebilir
PEF veya FEV1 > %80
PEF veya FEV1 değişkenliği, %20
-30
Orta Persistant
Hergün semptomlu
Semptomlar günlük aktiviteyi etkiler
Noktürnal semptomlar, haftada 2’den sık
Hergün b2-agonist kullanmayı gerektiren
semptomlar
PEF veya FEV1 %60-80
PEF veya FEV1 değişkenliği,
>%30
Ağır (şiddetli)
Alevlenmeler sık
Semptomlar devamlı
Noktürnal ataklar sık
Fiziksel aktivite kısıtlı
PEF veya FEV1 %60’ın altında
PEF veya FEV1 değişkenliği >%30
Klinik Gelişim
B. GEMİCİOĞLU
Tablo 2b: Tedavi altındaki hastada kontrol düzeyine göre sınıflama
Özellikler
Kontrolde
(hepsi olmalı)
Kısmi Kontrol
(herhangi biri/ hafta)
Kontrolsüz
Gün içi semptom
Haftada ≤2 kez yada YOK
Haftada 2’den fazla
Gece uyanma
YOK
Varsa
Aktivite kısıtlaması
YOK
Varsa
Bir haftada kısmen kontrol
atındaki astımdaki 3
veya daha fazla özelliğin
bulunması
Rahatlatıcı
Haftada ≤2 kez yada YOK
Haftada 2’den fazla
FEV ya da PEF
Normal
< %80 veya kendi en iyisi
Alevlenme
YOK
1 veya fazla/yıl
gereği
1
Haftada 1 kez
Tablo 3: Astım ataklarının şiddetinin sınıflandırması
HAFİF
ORTA
AĞIR
ÇOK ŞİDDETLİ
Dispne
Yürürken
Yatabilir
Konuşurken
Oturur
Dinlenirken
Dik oturur
Sürekli
Dik oturur
Konuşma
Cümlelerle
Birkaç sözcükle
Kelimelerle
Çok zor
Genel durum
Biraz huzursuz
Huzursuz
huzursuz
İrrite/ konfü
Solunum hızı
Artmış
Artmış
>30/dk
>30/dk
Hoover bulgusu
Yok
Sık
Var
+ Paradoks sol.
Oskültasyon
Hafif,
ekspirasyonda
Yaygın,
ekspirasyonda
Yagın, inspir.+
ekspirasyonda
Sessiz akciğer
Nabız/dk
<100
100-120
>120
bradikardi
Pulsus paradoksus
Yok,
<10mmHg
Olabilir,
10-25mmHg
Var,
>25mmHg
Olmaması solunum
kası yorgun
FEV1
<%80
%60-80
>%60
yapamaz
PaO2 (mmHg)
SaO2 (%)
Normal
>95
>60
>91-95
<60
<91
<60
<90
PaCO2(mmHg)
<42
<42
>42
>42
SEMPTOMLAR
BULGULAR
LABORATUVAR
4- Kronik üst solunum yolu obstrüksiyonları: Trakeobronkomalazi, trakeal tümörler, hipertrofik tonsiller
vb. İnspiratuar zorluk ve stridor vardır. İnspiratuvar
akımlarda kısıtlanma görülür.
zofageal reflü, rinosinüzit, anjiyotensin konverting
enzim ve betabloker kullanımları benzer semptomlar vermeleri nedeni ile karıştırılabilir.
5- Karsinoid sendrom: Paroksismal dispne ve wheezing
yanında flaşingin ve diyarenin bulunması ve idrarda
5 hidroksiindol asetik asitin saptanması ile tanı konulur.
8-Vokal kord disfonksiyonu: Normalde inspiryumda açılan ve ekspiryumda kapanan kord vokaller
bu hastalarda psikojenik nedenle inspiryumda tam
açılmaz, bu durum nöbetler şeklnde seyredip astımı
taklit edebilir.
6- Kistik fibroz; Genellikle çocuklukta tekrarlayıcı öksürük wheezing ve enfeksiyonlar olur. Ter testi pozitiftir. Malabsorbsiyon vardır.
Komplikasyonlar (2)
7- Kronik öksürük yapan astım dışı nedenler: GastroöKlinik Gelişim
1- İnfeksiyonlar: Çoğu viraldir, nadiren bakteryel pnömoniler olabilir.
59
2013; 26: 55-62
2- Atelektazi: Mukus tıkaçlarına bağlı segment atelektazileri görülebilir.
3- Pnömotoraks: şiddetli öksürüklerde rastlanabilir.
4- Bronşektazi, sık enfeksiyonlara bağlıdır.
5- Allerjik bronkopulmoner aspergillozis.
6- Kardiyovasküler komplikasyonlar: Aritmiler ve kor
pulmonale saptanabilir.
Tedavi
Günümüzde astım tedavisinin hedefleri şu başlıklar altında toplanmıştır:1-4
1. Gece ve gündüz semptomlarını en aza indirmek.
2. Akciğer fonksiyonlarını en iyi hale getirerek bu seviyede tutmak
3. Normal günlük aktivitesini sürdürmeyi sağlamak
4. Acile başvuruyu, atakları önlemek beta2 ihtiyacını
en aza indirmek
5. En az yan etkiye neden olacak en uygun tedaviyi
sağlamak
Bu hedeflerin her hasta gelişinde sorgulanması gereklidir. Bu hedeflere ulaşabilmek için izlenmesi gereken
‘ASTIM TEDAVİ PROGRAMI’ şu şekilde olmalıdır:1-3
1. Hasta eğitimi
2. Korunma: tetiği çeken etkenlerin uzaklaştırılması
3. Hastalığın ağırlığının ve veya kontrol düzeyinin belirlenmesi.
4. Uzun süreli tedavi için plan yapılması
5. Atak için tedavi planı yapılması
6. Hastanın düzenli takibi
Astımlı hastanın eğitimi yapılırken aşağıda belirtilen
konular özellikle irdelenmelidir:
1. Astım hastalığı hakkında açıklama
2. İlaçların türleri ve etkileri
3. İnhalasyon tekniği
4. Çevrede alınacak önlemler
5. Yakınmaları arttığında yapılması gerekenler ve ne zaman hastaneye başvurması ge-rektiği
Korunma:
1. Primer önlemler: Genetik yatkınlığı olan kişide duyarlanmanın önlenmesi şeklinde prenatal döneme
ait alınabilecek önlemlerdir.
2. Sekonder önlemler:
a) Mevcut duyarlanmaya karşın hastalık gelişiminin önlenmesi veya bir allerjik hastalığı olan
kişide diğer bir allerjik hastalık gelişiminin engellenmesi (örn. Atopik dermatitli bir çocukta
ileride astım gelişiminin önlenmesi) şeklinde perinatal dönemde özellikle alınacak önlemlerden
meydana gelir. Çev-resel allerjen temasının
azaltılması, pasif sigara dumanı maruziyetinin
60
önlenmesi,
immünoterapi,
farmakoterapi
(antihistaminik kullanımları) önlemleridir.
b) Hastalık semptomlarının baskılanmasına yönelik
hasta olduğu bilinen bir kişide tetikleyen etkenlerden uzaklaştırma yapılmalıdır
Tetiği çeken bu etkenler: Allerjenler (akarlar, polenler,
ev hayvanları, hamam böceği, mantar sporları), mesleksel etkenler, sigara, ev içi ve dışı hava kirliliği, infeksiyonlar, kronik üst solunum yolu hastalıkları, ilaçlar, besinler, gastroözofagial reflü (GÖR), psikolojik faktörler
olarak sıralanabilir. Kişiden kişiye değişen bu etkenler
için gerekli önlemler almalı bildirilmeli gerekirse kitapçık verilmelidir.
Farmakolojik Tedavi
Astım tedavisinde kullanılmakta olan farmakolojik
ajanlar; kontrol edici tedavi ve belirtileri, semptomları
giderici tedavi olarak ikiye ayrılmaktadır. Kontrol edici
yani uzun süreli tedavi ajanları; kortikosteroidler, uzun
etkili beta agonistler, lökotrien reseptör antagonistleri,
düşük doz oral uzun etkili teofilin ve anti-immünglobulin-E ve oral steroidlerdir. Semptom giderici, ataklardaki tedavide yer alanlar; hızlı etkili beta2 agonistler, kısa
etkili antikolinerjikler (ipratropium), parinteral teofilin,
sistemik steroid olarak sıralanabilir.1-3
Tedavinin Prensipleri:
Öncelikle hasta eğitimi verilmeli ve tetikleyici etkenlerin
denetimi sağlanmalıdır.
Hiç tedavi görmemiş hastada hastanın semptomlarına
göre uygun basamaktan başlanır. Bir ay sonra kontrole çağrılır, kontrol sağlanmamışsa basamak artırılır.
Kontrol sağlanmışsa bu süre minimum 3 aya tamamlanır. Tam kontrol sağlandıktan 3 ay sonra basamak
inilir veya kontrol sağlanamamışsa çıkılmalıdır. Tüm
basamaklarda ihtiyaç halinde kısa etki başlangıçlı
beta 2 agonist verilir. Tüm basamaklarda hastalığın
kontrolden çıktığında kısa süreli (5-10 gün) steroid
kürü (1mg/kg/gün prednizolon başlanıp azaltılarak)
verilir.1-3 Kontrol basamaklarına göre tedavi şeması
tablo 4’de verilmiştir. Bu basamaklarda kullanılan steroidlerin çeşitli dozları ise Tablo 5’de yer almaktadır.
Aslında kural hastanın tedavisi ile kontrolde olmasıdır.
Buna ulaşılamamışsa samak artırmadan önce tetikleyen
bir nedenin varlığı araştırılmalıdır. İnhalasyon tekniği
ve ilaçlara uyumu gözden geçirilmeldir. Farklı bir fenotip hasta ise buna uygun tedavi ve izlem göğüs hastalıkları uzmanlarınca seçilmeli ve takip edilmelidir.
*İKS: İnhale kortikosteroidler **Üçüncü basamak
sağlık kuruluşuna göndermeyi düşün *** Sadece tüm
kontrol edici tedavilere rağmen astımı kontrol altına
alınamayan atopik olduğu kanıtlanmış olgulara uzman
merkezlerce uygulanması önerilmektedir.
Astım Atağı
Astım atağı, ‘öksürük, dispne, göğüste baskı hissi veya
hışıltılı solunum yakınmalarının bir veya bir kaçının
Klinik Gelişim
B. GEMİCİOĞLU
hızlı ve giderek artışı ve/ veya ekspiratuar akımlarda belirgin ani düşme durumunu görüldüğü astım nöbetidir’,
şeklinde tanımlanabilir.2,10
•
Ayda bir kutudan fazla kısa etkili beta agonist tüketme
•
Oral steroidi kullanıyor veya yeni kesmiş olma
Astım atağı nedenleri arasında sıklıkla tetikleyenlere
maruziyet ve hasta veya doktordan kaynaklanan tedavi
yetersizlikleri vardır. Ancak özellikle riskli olan hastalar
hastaneye yatışta önceliklidir, bu riskler şu başlıklarda
toplanabilir.1-3,10
•
Ek kardiovasküler veya akciğer hastalığı
•
Psikiatrik problem veya hastalık
•
Çeşitli nedenler ile tanı ve tedavi hizmetlerine ulaşamama
•
Daha önce hayatı tehdit edici atak geçirme
Astım atağına yaklaşım:
•
Geçen yıl ikiden fazla hastaneye yatma ve acile başvuru
Atak ağırlık derecesi sınıflamasına göre hastaya tedavi
uygulanır.2 Bu sınıflama Tablo 3’de verilmiştir.
Tablo 4: Kontrole göre tedavi basamakları
1. Basamak
2. Basamak
3. Basamak
4. Basamak
5. Basamak**
Hasta eğitimi
Çevresel Kontrol
Gerektiğinde hızlı etkili ß2-agonist
İlk seçenek kontrol edici tedavi
Kontrol edici
tedaviye gerek yok
Düşük doz İKS*
Düşük doz İKS+
uzun etkili ß2agonist
Orta - yüksek doz
İKS+ uzun etkili ß2agonist
4. basamak
tedavisine
Alternatif tedavi
Alternatif tedavi
Yetersiz kalırsa
eklenebilecekler
eklenebilecekler
Lökotrien reseptör
antagonisti
Orta doz İKS
Lökotrien reseptör
antagonisti
Oral kortikosteroid
(en düşük doz)
veya
ve/veya
ve/veya
Düşük doz İKS+
Lökotrien reseptör
antagonisti
Yavaş salınımlı oral
teofilin
Anti Ig-E tedavisi***
veya
Düşük doz İKS+
yavaş salınımlı oral
teofilin
*İKS: İnhale kortikosteroidler **Üçüncü basamak sağlık kuruluşuna göndermeyi düşün *** Sadece tüm kontrol edici tedavilere rağmen
astımı kontrol altına alınamayan atopik olduğu kanıtlanmış olgulara uzman merkezlerce uygulanması önerilmektedir.
Tablo 5: İnhale kortikosteroid günlük eşdeğer dozları
İlaç
Düşük doz (micg)
Orta doz (micg)
Yüksek doz (micg)
Beklometazon
dipropiyonat (CFC)
250-500
500-1000
1000-2000
Beklometazon
dipropiyonat (HFA)
100-200
200-400
400-800
Budesonid*
200-400
400-800
800-1600
Flutikazon
100-250
250-500
500-1000
Mometazon*
200
400
800
Siklosonid*
80-160
160-320
320-1280
*Günde tek doz uygulanabilir
Klinik Gelişim
61
2013; 26: 55-62
Astım atağına yaklaşım:
Atağın oluşmasına neden olan durum ortadan kaldırılmalıdır.
Atak ağırlık derecesi sınıflamasına göre hastaya tedavi uygulanır. Bu tedavi evde, hastanede veya yoğun bakımda
olabilir. Hastanın bulgularına göre buna karar verilmelidir.
Astım atağında tedavi:
Hafif Atak: Kısa etkili beta 2 agonist ilk saatte her 20
dk’da bir 2-4 puf, sonra her saatte bir 2-4 puf uygulanır.
4 saat içinde PEF %80’e ulaşmışsa yanıt iyidir. Hasta 24
saatte bu tedavi ile iyileşirse bir üst basamağa çıkılarak
kronik astım tedavisi sürdürülür. İyileşemezse orta atak
tedavisi uygulanır. Evde de hastanın uygulayabileceği
bir tedavi olup önceden hastaya öğretilmelidir.
Orta Atak: Kısa etkili beta 2 agonist ilk saatte her 20
dk’da bir 2-4 puf ÖDİ (ölçülü doz inhaler)ve ara parça
(hava haznesi) ile veya nebülizatör ile 2,5 mg salbutamol
uygulanır, sonra her 1-4 saatte bir aynı uygulama
tekrarlanır. Buna inhaler veya nebül ipratropium bromid eklenmesi daha iyi bir cevap sağlayabilir. Ayrıca
1mg/kg/gün prednizolon veya eşdeğeri steroid 2-4 doza
bölünerek uygulamaya eklenir. Satürasyon %90 üzeri
olacak şekilde oksijen verilir.
Ağır Atak: Kısa etkili beta 2 agonist ve ipatropium bromid nebülizatörle saate 3 defa veya devamlı verilir. Prednizolon 120mg/gün, 2gün boyunca verilip, FEV1 %70
olunca 1mg/kg/gün’e düşülüp 3-10 günde azaltılarak
sürdürülür. Satürasyon %90 üzeri olacak şekilde oksijen verilir. Gerekirse, tedaviye, magnezyum ve/veya par
enteral teofilin eklenir.
Çok şiddetli atak (hayatı tehdit edici): Ağır atak
tedavisine ek olarak subkutan veya int-ravenöz beta
2 agonistler eklenebilir. 1 saat içinde özellikle oksijen
satürasyonunda ve kan gazlarında düzelme olmazsa
noninvazif mekanik vantilasyon gerekirse mekanik ventilasyon uygulanır.
Acil izlemden, hastaneye yatışa alınma
kriterleri:1-3
Kendi en iyi değerine veya predikte değere gore tedavi öncesi FEV1 veya PEF %25’in altında ise veya tedavi sonrası %40’ın altında bulunuyorsa hastanede yatışa
alınmalıdır. Kendi en iyi değerine veya predikte değere
gore tedavi sonrası FEV1 veya PEF %40-60 arasındaki
olgular izlemdeki ev hastane ve komplians göz önünde
bulundurularak seçim yapılır.
Yoğun bakıma alma kriterleri:1-3
• Acilde verilen tedaviye yanıtsızlık veya kötüleşme
• Konfüzyon, bilinç kaybı, solunum durmasına yakın
kriterler
62
• Sürekli oksijen tedavisine rağmen PaO2’nin
60mmHg altında ve/veya PaCO2’nin 45mmHg üstünde ve/veya SO2’nin %90’ın altında olması
Acilden çıkarma kriterleri:2,3
Erişkin için 7-10 günlük prednizolon tedavisi ve devam
edecek bronkodilatör tedavi ve-rilmelidir. Atak öncesi
duruma dönen hasta ile birlikte kısa etkili bronkodilatörler azaltılarak kesilir. İnhale steroid tedaviye devam
edilir veya başlanır. Hastanın durumuna göre buna
uzun etkili beta 2 agonist eklenebilir. Hastanın inhalasyon tekniği kontrol edilir. Hastada atağa neden olan
kriterler saptanıp, gerekli önlemler aktarılır.
• Alacağı tedavi planı gözden geçirilerek verilir
• Aldığı prednizolon dozu ve zamanı not edilir
Hasta acil bölümden çıktıktan sonar da 24 saat takipte
olmalı ve sonraki bir kaç günde doktor ile yakın ilişki
sağlayabileceği bir yerde bulunmalıdır.
Sevk zinciri:
Erişkin astımı aile hekimince tedavi edilebilir Ancak
1) Tanı güçlüğü çekilen
2) Önerilen tedavi ile yanıt alınamayan
3) Ağır persistan olgular
4) Hayatı tehdit edici ataklar geçiren hastalar uzman
hekimlere ve merkezlere gönderil-melidir.
Kaynaklar
1.
Türk Toraks Derneği Astım Tanı ve Tedavi Rehberi. Türk Toraks
Dergisi 2009:10, ek10. 6-75.
2. Gemicioğlu B. Astım. Umut S (ed) Göğüs hastalıkları ders kitabı. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 40. Yılda 40 Kitap serisi. İstanbul Üniversitesi Basım ve Yayım Müdürlüğü, İstanbul 2008:
263-304
3. Global initiative for asthma (GINA). Global strategy for asthma
management and prevention. NHLBI/WHO workshop report.
National Institute of Health. National Hearth, Lung,and Blood
Instute.Publication No:02-3659, Revised 2006 and Available online revised 2012 from http://www.ginasthma.org/pdf/archived/
GINA_Report_072007.pdf.
4. Expert Panel Report 3(EPR-3): Guidelines for the diagnosisand
management of asthma-Full Report 2007, J Allergy Clin Immunol 2007;120:s94-s138.
5. Demir T. Solunum fonksiyon testleri. In: Gemicioğlu B Ed. Tanımdan tedaviye as-tım. 1st. Ed. İstanbul. Turgut yayıncılık ve
ticaret AŞ. 2004; 271-278
6. Toraks Derneği Astım Çalışma Grubu. Astım tanı testleri rehberi. Toraks Dergisi. 2003: 4:2ek
7. Molis MA, Molis WE. Exercise-induced bronchospasm. Sports
Health. 2010;2(4):311-7.
8. Mungan D. Yaşlılarda astma. In: Kalyoncu A. F. Ed. Bronş astması 2001. Atlas kitapçılık Ltd. Şti. 1st. Ed. Ankara 2001: 137-154.
9.
Karakaya G. Öksürükle seyreden astma. In: Kalyoncu A. F. Ed.
Bronş astması 2001. Atlas kitapçılık Ltd. Şti. 1st. Ed. Ankara
2001: 85-92.
10. Rodrigo GJ, Rodrigo C, Hall JB. Acute Asthma in Adults: Review.
Chest 2004;125:1081-102.
Klinik Gelişim
Derin Ven Trombozu ve
Pulmoner Embolizm
Prof. Dr. Esen KIYAN
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Venöz Tromboembolizm (VTE) hem derin ven trombozunu (DVT) hem de pulmoner emboliyi (PE) kapsar. Sık
görülür, sık atlanır ve nüks sıktır. Mortalite yüksektir.1
Uzun vadede kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon ve post-trombotik sendrom gibi komplikasyonları olabilir. Patogenezde damar endotel hasarı, hiperkoagulasyon ve venöz staz yer alır. Bu faktörlerden
en az birine yol açan edinsel ve/veya kalıtsal faktörler
varlığında VTE gelişebilir2 (Tablo 1). VTE’nin semptom
ve bulguları hastalığa özgün olmadığı için hastaların
önemli bir kısmına tanı konulamaz veya tanı süresi uzar.
Tanı konulamayan ve tedavi edilmeyen olgularda mortalite %25-30 iken tedavi uygulananlarda mortalite %28’e düşer.1 Tedavi uygulanmayan olgular yanında tedavi
uygulanan olgularda da nüks söz konusudur.3 Nüksün
en yüksek olduğu dönem tedavinin sonlanmasından
sonraki ilk bir yıldır. Özellikle malignite ve herediter
trombofili olgularında, tedavi tamamlanmasına rağmen
D-dimer seviyesi yüksek seyredenlerde ve herhangi bir
risk faktörünün saptanamadığı VTE olgularında nüks
fazladır.4,5 VTE tüm hastane ölümlerinin %5-15’inden
sorumludur.6 Hemodinamik açıdan stabil olmayan PE
olgularında mortalite %20-30 bildirilmiştir.7 Mortalite
kanser olgularında, ileri yaşta ve kardiyovasküler hastalık varlığında daha yüksektir.8
Yüksek mortalite ve nüksler nedeniyle VTE riski taşıyan olgularda proflaksi çok önemlidir. VTE tanısında
ilk basamak klinik olasılığın belirlenmesidir. D-dimer,
ekstremite ultrasonografisi (USG), venografi, spiral BT
pulmoner anjiografi, sintigrafi, pulmoner anjiografi tanıda önemlidir. Medikal tedavide trombolitik ajanlar,
anfraksiyone heparin (UFH), düşük moleküler ağırlıklı
heparin (DMAH), fondaparinuks, K vitamini antagonisti (warfarin) ve cerrahi tedaviler (embolektomi, vena
Tablo 1: VTE risk faktörleri12
Genetik risk faktörleri
Kazanılmış risk faktörleri
Antitrombin III eksikliğiİleri yaş
Protein C eksikliğiŞişmanlık
Protein S eksikliğiUzun süren seyahat
Aktive protein C rezistansı (Faktör V Leiden)
İmmobilizasyon
Protrombin G20210A mutasyonu
Majör cerrahi (pelvik, abdominal)
HiperhomosisteinemiNefrotik sendrom
Konjenital disfibrinojenemiKanser
Antikardiyolipin antikorlarıKonjestif kalp yetmezliği
Plazminojen eksikliğiMiyokard infarktüsü
Faktör VII eksikliğiİnme
Faktör IX artışıOral kontraseptif kullanımı
Faktör VIII artışıHormon replasman tedavisi
Kemoterapi
Santral venöz kateter
Spinal kord yaralanması
Polisitemia Vera
Gebelik ve lohusalık
Travma
Klinik Gelişim
63
2013; 26: 63-73
kava inferior filtresi) yer alır. Bu derlemede derin ven
trombozu ve pulmoner emboli kliniği ve tanısı ayrı başlıklar altında, tedavi ise venöz tromboembolizm tedavisi başlığı altında anlatılacaktır. Daha geniş bilgi için
Türk Toraks Derneğinin “Pulmoner Tromboembolizm
Tanı ve Tedavi Uzlaşı Raporunu”nu okumanız önerilir
(www.toraks.org.tr).
Derin Ven Trombozu (DVT)
Derin ven trombozu (DVT) olgularının kabaca yarısında semptom yoktur.9 Alt ekstremitede DVT gelişen
olgularda görülebilecek semptom ve bulgular ağrı,
hassasiyet, eritem, yüzeyel venlerde genişleme, ısı artışı, ödem, bacakta çap artışı ve Homans belirtisidir
(dizin fleksiyonu ve ayak bileğinin dorsofleksiyonu
ile ortaya çıkan baldır ağrısı). Alt extremite DVT’si
pulmoner embolinin en sık nedenidir. Alt ekstremitenin proksimal DVT’sinde (popliteal ven ve üzeri)
PE riski kabaca %50 dir.10 İzole baldır trombüslerinde
tedavi uygulanmadığında olguların %25’inde trombüs
proksimale doğru ilerleyerek PE’ye neden olabilir.
Bu nedenle izole baldır trombüsleri dikkate alınmalıdır. Cerrahiye veya geçici risk faktörüne bağlı baldır
DVT’sinde 3 aylık antikoagulan tedavi önerilmektedir.11,12 Diğer bir yaklaşımda asemptomatik izole baldır DVT’si ise veya antikoagulan kontrindike ise seri
USG’lerle (2 hafta süreyle, haftada bir) takip etmektir.
DVT olguları nüks ve post-trombotik sendrom açısından izlenmelidir. Alt ekstremite dışı DVT’lerde kalıtsal
risk faktörleri, malignite veya invaziv girişimler araştırılmalıdır. Süperfisiyal venöz trombozlarda 5cm’den
uzun bir tromboz varsa en az 45 günlük antikoagulan
tedavi önerilmektedir.
Tanı
DVT’ye ait semptom ve bulgular başka bir çok durumda
da olabileceği için DVT tanısında düşük prediktif değere sahiptirler. Tanı için DVT klinik olasılığını değerlendiren skorlama yöntemleri, D-dimer değeri ve objektif
görüntüleme yöntemleri (venöz ultrasonografi, MRI,
BT, venografi gibi) önemlidir.11-14 Tanıda ilk basamak
DVT klinik olasılığının belirlenmesidir.12 Bu amaçla
kullanılan en güncel skorlama Well’s skorlamasıdır.15,
16
(Tablo 2). Bu skorlama yöntemi ayaktan başvuran
DVT şüpheli genç hastalarda ve komorbiditesi olmayan
hastalarda güvenilirdir. Hastanede yatanlarda, yaşlılarda
ve ek hastalığı olanlarda güvenilirliği bilinmemektedir.
Yüksek klinik olasılık varsa objektif görüntüleme yöntemi kullanılır.12 DVT için en sık kullanılan noninvaziv
tetkik ekstremitelerin utrasonografik incelemesidir.17,18
Güvenilir, non-invaziv bir testtir ve femoral venden
proksimal baldır venlere kadar olan alanı değerlendirir.
USG yapılamıyor ise veya yüksek klinik olasılığa rağmen USG negatif ise BT veya MRI tercih edilmelidir.
BT venografi BT pulmoner anjiografi ile birlikte yapılabilir. MRI non-invazivdir ve BT venografinin tersine
radyasyona maruziyet yoktur. Kontrast venografi tanıda
altın standart olmakla birlikte invaziv bir yöntemdir,
kontrast madde gerektirir, ağrılıdır ve pahalıdır. Bu ne-
64
Tablo 2: DVT için Wells klinik skorlaması12
Kanser
Felç veya yakın zamanda alçı
Üç günden uzun yatak istirahati veya son
bir ayda cerrahi
Palpasyonla bacakta ağrı
Tüm bacakta şişkinlik
Baldı çapında diğer bacağa göre 3 cm
üzeri artış
Etkilenen bacakta gode bırakan ödem
Etkilenen bacakta yüzeyel venlerde
genişleme
DVT dışında başka alternatif tanı olasılığı
1
1
1
1
1
1
1
1
-2
Total skor ≤o ise düşük, 1-2 ise orta, ≥3 ise yüksek klinik olasılık
Modifiye Wells skoru için: Total skor≥2 ise DVT olası
Total skor <2 ise DVT olası değil
denle yüksek DVT klinik olasılığına rağmen noninvaziv
yöntemlerin başarısız kaldığı durumlarda tercih edilir.19
İlk DVT atağına yaklaşım: Well’s skorlaması ile klinik
olasılık belirlenir ve D-dimer testi yapılır. Wells skorlamasına göre DVT olası değilse (skor ≤2) ve ELISA ile
bakılan D-dimer testi negatif ise DVT dışlanır. Klinik
skorlamaya göre DVT olası ise (skor>2) D-dimer sonucu ne olursa olsun USG yapılır (TTD raporu). D-dimer
negatif ve USG negatif ise DVT dışlanır. D-dimer pozitif
ancak USG negatif ise bir hafta sonra USG tekrarlanır.
Kontrol USG negatif kalırsa DVT dışlanır.12
Rekürran DVT’ye yaklaşım: Önceden geçirilmiş DVT’si
olan ve nüks düşünülen olgularda yanlış pozitif ultrasonografi olasılığı vardır. Bu olgularda impedans pletismografisinin yanlış pozitiflik olasılığı daha düşüktür.
USG de ekojenitenin saptanamaması, pıhtının tıkayıcı
olması ve devamlılık göstermesi akut trombüs lehinedir.
Eski USG raporuna göre pıhtının büyümesi veya daha
proksimale uzanması da nüks lehinedir. Bu olgularda
karar verilemiyor ise seri ultrasonografi veya venografi
düşünülmelidir.12
Pulmoner Embolizm (PE)
Pulmoner emboli (PE) sıklıkla alt ekstremite derin
venöz sistemdeki trombüsten (özellikle iliofemoral
venlerdeki) kaynaklanır.20-22 Bununla birlikte sağ kalpten, pelvik, renal ve üst ekstremite venlerinden de kaynaklanabilir. Büyük trombüsler ana pulmoner arter bifurkasyonuna ve lober dallara yerleşerek hemodinamik
bozukluğa neden olurken küçük trombüsler periferik
dallara giderek plevral ağrıya neden olurlar. Trombüs
küçük periferik pulmoner damarları tıkayarak infarktüse neden olabilir. Kronik kardiyopulmoner hastalığı
olanlarda infarktüs oranı yüksektir.23 Vasküler yatakta
mekanik tıkanıklık, ventilasyon-perfüzyon dengesinin
bozulması ve inflamatuar mediatörlerin salınımıyla gelişen surfaktan disfonksiyonu-atelektazi ve intrapulmoner şantlar gaz alışverişini bozar.24
Klinik Gelişim
E. KIYAN
PE klinik olarak üçe ayrılır:1) Nonmasif PE (sistemik
kan basıncı ve sağ ventrikül fonksiyonları normal), 2)
Submasif PE (hipotansiyon ve/veya şok olmaksızın sağ
ventrikül disfonksiyonu-dilatasyon ve hipokinezi var),
3) Masif PE (hipotansiyon ve/veya şokun eşlik ettiği
sağ ventrikül disfonksiyonu vardır). Damar yatağının
%50’den fazlasının tıkanması ve ortalama pulmoner
arter basıncının kısa sürede 40mmHg üzerine çıkması
masif pulmoner emboliye neden olur.
Semptom ve bulgular PE için spesifik değildir.19,25 En sık
görülen semptomlar istirahatte veya eforda nefes darlığı
ve çarpıntıdır. Diğer semptomlar plöretik ağrı, öksürük,
hemoptizi, hırıltı ve senkoptur. Bazen tek yakınma nefes darlığı olabilir veya hiçbir yakınma olmayabilir. En
sık görülen fizik muayene bulguları taşipne, taşikardi,
ral, solunum seslerinde azalma, pulmoner odakta sert
S2 ve juguler venöz dolgunluktur.11,12 Hipotansiyon sık
değildir. Masif PE’de akut sağ yetmezlik bulguları saptanabilir. DVT’ye ait semptom ve bulgular (ödem, eritem,
hassasiyet, ağrı) sıktır.
Tanı
VTE’de mortalite ve nüks yüksek olduğu için tanı en
kısa zamanda konularak tedavi başlanmalıdır. Ancak
semptomlar, fizik muayene bulguları, labaratuar bulguları (lökositoz, yüksek sedimentasyon, yüksek LDH
veya SGOT), arter kan gazı, akciğer grafisi ve elektrokardiyografi hastalığa spesifik değildir.26 Arter kan gazında (AKG) sıklıkla hipoksemi, hipokapni ve solunumsal asidoz görülür.27 Masif PE’de hipotansiyon ve
solunumsal kollaps nedeniyle hiperkapni ve respiratuar-metabolik asidoz (laktik asidoz nedeniyle) saptanabilir. Bazı olgularda AKG normal olabilir veya hafif
bir hipoksemi saptanabilir. En sık saptanan elektrokardiyografi (EKG) bulguları ST ve T dalga değişiklikleridir.12 Atrial aritmiler, inkomplet sağ dal bloğu, sağ eksen sapması görülebilir. Prekordiyal derivasyonlardaki
T dalga negatifliği ciddi sağ ventrikül disfonksiyonu
ile uyumludur. Masif olgularda DII, DIII ve AVF’de p
dalgaları, sağ ventrikül yüklenme bulguları ve S1Q3T3
paterni görülebilir.28 Akciğer grafisinde görülebilecek
bulgular çizgisel (subsegmenter) atelektaziler (Resim
1), plevral sıvı, diyafragma yüksekliği, plevra tabanlı
opasite, pulmoner arterde genişleme, pulmoner arterde ani damar kesilmesi, sağ ventrikülde genişleme ve
lokal saydamlık artıştır (oligemiye bağlı).11,12 Akciğer
grafisinin normal olabileceği de unutulmamalıdır. PE
olgularının %20-25’inde akciğer grafisi normaldir.26 Bu
nedenle akut dispne, taşikardi, taşipne ve hipoksemi ile
gelen ve akciğer grafisi normal olan olguda mutlaka PE
düşünülmelidir. Ekokardiyografi PE için rutin bir inceleme değildir. Masif ve submasif PE düşünülen olgularda kullanılmalıdır. Ekokardiyografi PE ile karışabilecek
diğer klinik durumların ayırıcı tanısı için de önemlidir.
Transözofageal ekokardiyografi sağ kalpteki ve özellikle sol ana pulmoner arter proksimalindeki trombüsleri
transtorasik ekokardiyografiye göre daha iyi gösterir.29
PE’de görülebilen ekokardyografik bulgular sağ ventrikül çapında artış, sağ ventrikül fonksiyonunda azalma,
triküspid regurgitasyonu, sağ ventrikülde trombüs, sağ
ventrikül apeksi dışındaki alanda bölgesel duvar hareket bozukluğu, pulmoner arter basıncında artış ve interventriküler septumda paradoks harekettir.30,31
PE tanısında altın standart pulmoner anjiografidir ancak invaziv bir yöntemdir. Dolma defekti veya damarda
ani kesilme PE’yi gösterir. Yüksek klinik olasılık varlığında invaziv olmayan incelemelerle PE dışlanamaz ise
pulmoner anjiografi yapılmalıdır. Günümüzde klinik
olasılık, D-dimer, ekstremite USG, akciğer sintigrafisi, akciğer tomografisini ve ekokardiyografiyi içeren
noninvaziv tanı algoritmaları kullanılmaktadır.32 (Şekil
1 ve 2). PE tanı yaklaşımında kliniğinizde bulunan tetkiklere göre ve hastanın özelliklerine göre (böbrek yetmezliği veya morbid obesite gibi) farklı algoritmaları
kullanabilirsiniz. Algoritmaların ilk basamağı PE klinik
olasılığını belirlemektir.33
PE klinik olasılık değerlendirmesi: Bu amaçla en sık
Wells ve modifiye Wells skorlamaları kullanılmaktadır.34 (Tablo 3). PE için modifiye Wells kriterleri orijinal Wells kriterlerine benziyor ancak modifiye formda
hastalar PE olası (skor >4) ve PE olası değil (skor ≤4)
şeklinde sınıflandırılıyor. Klasik Wells skorlamasında
Tablo 3: PE için Wells klinik skorlaması 12
Resim 1: Akciğer grafisinde bilateral çizgisel
(subsegmenter) atelektaziler.
Klinik Gelişim
Bulgu
Puan
DVT semptom ve bulguları
PE için Alternatif tanı olasılığı düşük
Taşikardi (>100/dk)
Son 4 hafta içinde immobilizasyon/
cerrahi öyküsü
Daha önce geçirilmiş DVT veya PE öyküsü
Hemoptizi
Kanser varlığı
3
3
1.5
1.5
1.5
1
1
Total skor<2 ise düşük klinik olasılık, 2-6 ise orta klinik olasılık, >6
ise yüksek klinik olasılık
Modifiye Wells skorlaması için total skor ≤4 ise PE klinik olasılığı
zayıf, >4 ise PE klinik olasılığı kuvvetli
65
2013; 26: 63-73
Şekil 1: PE şüphesinde tanısal yaklaşım12
Şekil 2: Masif pulmoner embolizm şüphesinde tanı ve tedavi algoritması.
66
Klinik Gelişim
E. KIYAN
madde alerjisi olanlarda veya radyasyon riskinden kaçınılması gereken durumlarda (gebelik gibi) kullanılabilir.11
Resim 2: Perfüzyon sintigrafisinde bilateral çok sayıda
segmenter perfüzyon defektleri.
ise sınıflama yüksek olasılıklı PE (skor>6), orta olasılıklı PE (skor 2-6) veya düşük olasılıklı PE (skor<2)olarak
yapılıyor.
D-dimer: D-dimer endojen fibrinolitik sistemin trombüsü parçalaması ile açığa çıkan fibrin yıkım ürünüdür.
PE dışında başka durumlarda da yükselir.35 Bu nedenle
PE şüphesi olan hastada pozitif saptanması tanı koydurmaz. Tets için kantitatif ölçümler (ELISA ve turbidimetrik testler) kullanılmalıdır.36 ELISA ile >500 ng/
ml sonucu pozitif kabul edilir. Subsegmenter yerleşimli
PE’de D-dimer pozitifliği %50 düzeyindedir. D-dimer
negatifliği genç, ek hastalığı olmayan ve PE şüphesiyle
ayaktan tetkik edilen hastalarda ve acil servisinde klinik
skorlama ile birlikte PE tanısını dışlamada kullanılır.37
Yaşlı, ek hastalığı olan, hastanede tedavi gören, kanser
ve yoğun bakım ünitesindeki olgularda D-dimer güvenilir değildir. PE klinik olsılığı yüksek olgularda D-dimerin negatif olması PE tanısını dışlamaz. Bu durumda
ek tetkikler yapılmalıdır. D-dimer’in yüksek olabileceği
durumlar gebelik, böbrek hastalıkları, tümörler, ciddi
karaciğer hastalıkları, sistemik enflamatuar yanıt sendromu, cerrahi, travma (doku iskemisi, nekroz), ciddi
enfeksiyonlar, kardiovasküler hastalıklar, dissemine intravasküler koagulasyon, ve atriyal tromboembolizmdir
(inme, MI, atrial fibrilasyon). PE olası ve ELISA ile bakılan D-dimer testi <500 ng/ mL ise PE dışlanır. PE olası
veya olası değil ama D-dimer>500 ng/mL ise ek tetkik
gerekir.
Akciğer sintigrafisi: Yüksek klinik olasılığa rağmen
akciğer tomografisinin non-diyagnostik kaldığı
durumlarda, kontrast madde allerjisi olanlarda veya
böbrek yetmezliği olanlarda tanı için perfüzyon
sintigrafisi önerilmektedir.38 Sintigrafide segmenter perfüzyon defektleri PE ile uyumludur (Resim 2). Yaşlılarda, hastanede yatanlarda, ek kardiyovasküler hastalığı
olanlarda ve altta yatan akciğer hastalığı olanlarda ventilasyon/perfüzyon sintigrafisi çekilmelidir. Sintigrafi
sonucu klinik olasılıkla birlikte değerlendirilmelidir.
Eşlik eden kardiyopulmoner hastalığı olmayan ve akciğer grafisi normal olan olguda perfüzyon sintigrafisi
normal ise PE dışlanır. Ancak bu olguda klinik olasılık
yüksek ise tanı için ek inceleme yapılmalıdır. Yüksek
klinik olasılık ve yüksek sintigrafik olasılık varlığında
antikoagulan tedavi başlanmalıdır. Klinik olasılık düşük
ise veya hastanın önceden geçirilmiş PE’si var ve eski
sintigrafisi ile yenisi benzer ise yeni yüksek olasılıklı
sintigrafi tanı koydurucu değildir. Ek inceleme (MD BT
anjiografi gibi) gerekir. PE şüphesi ile sintigrafi çekilen
olguların hemen hemen yarısında sintigrafi non-diyagnostiktir (düşük-orta olasılıklıdır). Düşük olasılıklı sintigrafi varlığında klinik olasılık da düşük ise tanı büyük
ölçüde dışlanır.39 Bunun dışındaki durumlarda ek incelemeler gerekir.
Sintigrafinin klinik olasılıkla birlikte değerlendirilmesi:
•
PE klinik olasılığı ne olursa olsun sintigrafi normal
ise PE’yi dışla.
•
PE klinik olasılığı düşük ve sintigrafi düşük olasılıklı ise PE’yi dışla.
•
PE klinik olasılığı yüksek ve sintigrafi yüksek olasılıklı ise PE tanısı koy.
•
Klinik olasılık ve sintigrafik olasılıklarının diğer
kombinasyonlarda ek tetkik gerekir (multidetektörlü BT pulmoner anjiografi veya seri ekstremite
USG)
Multidedektörlü (MD) BT pulmoner anjiografi: Bu
tetkik ile hem trombüs ve infarkt dokusu (Resim 3 ve
4) görülür hem de diğer alternatif tanılara ait bulgular
saptanabilir. Segmenter dallara kadar olan trombüsler
kolaylıkla saptanır. Dedektör sayısı arttıkça subsegment
ve ötesindeki trombüsleri saptama gücü de artar.40 Son
yıllarda PE tanısında çok detektörlü BT sintigrafinin
önüne geçmiştir.
Alt ekstremite doppler ultrasonografsi: PE olgularının
ancak 1/3’ünde DVT pozitif saptanır. Baldır venleri dahil olmak üzere tüm venöz sistem incelenmelidir. Negatif saptanan bazı olgularda aralıklarla USG yapılması
gerekebilir.12
Ayaktan tetkik edilen nonmasif PE şüpheli olguya yaklaşım: Klinik olasılık değerlendirmesi ve D-dimer testi
birlikte değerlendirilir (Şekil 1). Bu yaklaşımla PE dışlanamaz ise veya yüksek klinik olasılık söz konusu ise
DVT’ye yönelik alt ekstremite ultrasonografisi, MD BT
anjiografi ve perfüzyon sintigrafisi gibi noninaziv ek incelemeler yapılmalıdır.12
MR angiografi: Solunumsal ve kardiyak hareket artefaktları nedeniyle PE’de kullanımı sınırlıdır. Kontrast
Hastanede yatan ve ek hastalığı olan PE şüpheli olguya
yaklaşım: Bu olgularda hem D-dimer testi hem de kli-
Klinik Gelişim
67
2013; 26: 63-73
nik skorlama güvenilir olmadığı için bu iki yaklaşımla
PE’yi dışlamak yanıltıcı olabilir. Bu olgularda MD BT
anjiografinin öncelikli olması uygundur.12 Çok detektörlü BT anjiografiye aynı senasta alt ekstremite BT’sinin
de eklenmesi tanı şansını artırır.41 Bu olgularda yüksek
olasılıklı sintigrafinin pozitif prediktif değeri düşer.42 Bu
nedenle tanıda sintigrafi kullanılacak ise ventilasyonperfüzyon sintigrafisi tercih edilmelidir.43
Masif PE şüphesi olan olguya tanı yaklaşımı: Akut
nefes darlığı, siyanoz, akut sağ kalp yetmezliği bulguları ve hipotansiyon/şok tablosu varlığında bu tabloya
neden olabilecek diğer patolojilerin (aort disseksiyonu,
MI, perikard tamponadı gibi) ayırıcı tanısı için acil ekokardiyografi yapılmalıdır. Sağ ventrikül disfonksiyonu
saptanan olguda alt ekstremite USG ile DVT araştırılmalıdır. USG’de trombüs saptanması trombolitik tedavi
başlamak için yeterlidir. USG yapılamıyorsa veya negatif
ise MD BT anjiografi veya pulmoner anjiografi yapılmalıdır (Şekil 2).12
PE’de yüksek mortalite göstergeleri: Sağ ventrikül disfonksiyonu,44 beyin natriuretik peptid (BNP)>100pg/mL
veya N- terminal (NT)-proBNP>600ng/Ml,45,46 sağ ventrikülde trombüs,47 yüksek serum troponin düzeyi.48,49
Venöz Tromboembolizmde Tedavi
DVT ve PE’nin tedavi ilkeleri aynıdır.12,19 VTE’de üç temel yaklaşım vardır:
1- Antikoagulan tedavi. Yeni trombüs oluşumunu engeller ve mevcut trombüsün büyümesini önler. Antikoagulan tedavi için UFH, DMAH, fondaparinuks
veya K vitamini antagonisti kullanılır.
2-Reperfüzyon tedavisi. Sitemik trombolitik tedavi,
cerrahi embolektomi veya kateter embolektomiyi
kapsar.
3- Vena kava inferior filtresi. Alt ekstremitedeki trombüsün akciğere ulaşmasını engeller.
Tedaviye başlamadan önce hastalığın şiddeti ve kanama
riski değerlendirilmelidir. Masif, submasif veya nonmasif PE varlığında tedavi yaklaşımı değişir (Şekil 3).
Aktif iç organ kanaması veya yeni intrakraniyal kanama antikoagulan tedavi için kesin kontrindikasyondur.
Bu durumda cerrahi tedavi yöntemleri ve inferior vena
kavaya filtre takılması düşünülmelidir. Son iki hafta
içinde cerrahi müdahale veya travma, kanama diyatezi,
kontrol altına alınamayan hipertansiyon (sistolik kan
basıncı>200mmHg, diastolik kan basıncı>120mmHg)
ve diğer kanama riski yaratan durumlar göreceli kontrendikasyonlardır. Bu durumda hekim antikoagulan
tedavi için yarar-zarar hesabı yapmalıdır.12
VTE’de antikoagulan tedavi dışında dikkat edilmesi
gereken bazı durumlar söz konusudur. Antikoagulan
tedavi uygulanan hastalarda intramusküler enjeksiyonlardan kaçınılmalıdır. PE’ye ait ciddi göğüs ağrısı için
nonsteroidal anti-enflamatuar ilaçlar kullanılabilir. Hasta hipoksemik ise oksijen tedavisi uygulanmalıdır. Ciddi solunum yetersizliği olanlarda mekanik ventilasyon
desteği verilmelidir.
Resim 3: Bilateral sağ ve sol pulmoner arterlerde
trombüsler.
Tanı öncesi ampirik antikoagulan tedavi başlanması
gereken durumlar:12
1- PE klinik olasılığı yüksek ve kanama riski yüksek
değilse
2- PE klinik olasılığı orta ve tanıya yönelik tetkikler 4
saatten uzun sürecek ise
3- PE klinik olasılığı düşük ve tetkikler 24 saatten uzun
sürecek ise
Resim 4: Sol akciğerde subplevral yerleşimli enfarkt alanı.
68
Bu durumlarda tetkikler öncesi başlanan ampirik tedavi PE tanısı dışlanırsa kesilir, PE tanısı doğrulanırsa
devam ettirilir. Hemodinamik olarak stabil olgularda
ampirik tedavi olarak DMAH tercih edilir. İkinci tercih
fondaparinuks olabilir. Hipotansif olguda, morbid obez
olguda veya kanama riski yüksek olguda iv UFH tercih
edilmelidir. Ağır böbrek yetmezliği olanlarda (kreatinin
klerensi<30mL/dk) iv veya subkütan UFH kullanılmalıdır. Kanama için risk faktörleri: 65 yaş üzeri, trombositopeni, yakın zamanda cerrahi veya kanama, antitrombosit tedavisi, diyabet, kanser, inme hikayesi, sık
Klinik Gelişim
E. KIYAN
Şekil 3: PE’de tedavi yaklaşımı.
düşmeler, böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, alkol
kullanımı.
Antikoagulan tedavi:
Antikoagulan ilaçlar trombüsü eritmez veya küçültmez.
Bu ilaçlar yeni pıhtı oluşumunu ve mevcut pıhtının büyümesini engellerler. Antikoagulasyon için başlangıçta
iv veya sc UFH, sc DMAH veya sc fondaparinuks kullanılır.50 Başlangıç intravenöz UFH dozu vücut ağırlığına
göre ayarlanır ve aPTT düzeyine göre düzenlenir (Tablo
4). Daha sonra oral K vitamini antagonistine (warfarin)
geçilerek devam edilir. Kanıtlanmış nonmasif ve submasif PE olgularında tedaviye ilk 24 saat sonunda (UFH
kullanılan olgularda ise aPTT≥ normalin 1.5 katı olduğunda) oral antikoagulan eklenmelidir.51 Heparin+oral
antikoagulan altında ardışık iki gün süreyle INR değeri
2-3 arasında saptanınca heparin kesilir ve idame tedavisine oral antikoagulanla en az 3 ay devam edilir. Bazı
durumlarda idame tedavisi DMAH veya fondaparinuksla yapılmak zorundadır.
UFH: Kiloya göre iv UFH uygulaması (80 U/kg bolus
followed by 18 U/kg/hr ivsürekli infuzyon) tercih edilmelidir (Tablo 4). UFH tedavisinin etkinliği aPTT kontrolleri ile yapılmalıdır. aPTT istenilen düzeye çıkana
kadar ilk 24 saat her altı satte bir aPTT değeri bakılmalıdır. İstenilen değere ulaşıldığında günlük ölçümlere
geçilir. aPTT’nin normal değeri 25-35 saniyedir. Heparin tedavisinde önerilen “hedef değer” hastanın bazal
değerinin 1.5-2.5 katı olmalıdır. Bazal aPTT değeri normal olmayan olgularda, çok yüksek doz UFH gereken
olgularda, kanser olgularında ve gebelerde aPTT takibi
yerine anti-faktör Xa kullanılmalıdır. UFH iv dışında sc
da uygulanabilir. Subkütan uygulama iki şekilde yapıla-
Klinik Gelişim
bilir. IV 5000 U UFH bolus ve takiben 2x 17,500 U sc
uygulamasında başlangıç dozundan 6 saat sonra aPTT
değerine bakılarak doz ayarlaması yapılır. Diğer uygulamada ise 333 U/kg UFH sc uygulanır ve takiben 12
saatte bir 250 U/kg UFH sc tekrarlanır. Bu uygulamada
aPTT takibi gerekmez. Bazı olgularda kilodan bağımsız
olarak çok yüksek heparine ihtiyaç (>35 000 IU/gün)
duyulur. Bu durum heparin direnci olarak tanımlanır
ve aPTT düzeyi subterapötik düzeylerde iken plazma
heparini hedeflenen düzeydedir. Heparin direnci düşünülen olgularda aPTT yerine anti-faktör Xa aktivitesi
kullanılmalıdır. Tedavide DMAH tercih edilmelidir.11,12
DMAH: Subkütan uygulanır. Majör kanama ve nüks açısından UFH’ye göre daha avantajlıdır. Hamilelik döneminde ve emziren annelerde kullanımı güvenlidir. Stabil
VTE olgularında ve özellikle kanser olgularında tercih
edilir. Böbrek yetmezliği olan olgularda (kreatinin klerensi <30 mL/dk) doz ayarlaması gerekir. Tedavi sırasında monitorizasyon gerekmez. Monitorizasyon gereken
özel durumlarda sc uygulamadan 4 saat sonra anti-Xa
düzeyi kontrol edilir.52
Fondaparinuks: Trombosit fonksiyonları üzerine etkisi
yoktur. Günde tek doz sc uygulanır. Hem VTE proflaksisinde hem de tedavisinde kullanılır. DVT proflaksisi için sc 1x2.5 mg kullanılır. VTE tedavisi için
doz kiloya göre belirlenir. Elli kg altındakilerde 1x5
mg, 50-100 kg arasındakilerde 1x7.5 mg veya 100
kg üzeri olanlarda 1x10 mg kullanılır. Ciddi böbrek
yetmezliğinde kullanımı önerilmez. Tedavi en az beş
gün sürdürülmelidir. Akut bakteriyel endokarditte
kontrindikedir. Heparine bağlı trombositopeni gelişenlerde kullanılabilir. Hamilelerde ve emzirme süresince
kullanımı önerilmemektedir.12
69
2013; 26: 63-73
Tablo 4: Vücut ağırlığına göre UFH uygulaması 12
aPTT düzeyiHeparin dozu
Başlangıç heparin dozu
80IU/kg bolus, sonra 18IU/kg/saat infüzyon
aPTT<35sn
80IU/kg bolus ve infüzyon hızını 4IU/kg/saat artır
aPTT 35-45sn
40IU/kg bolus ve infüzyon hızını 2IU/kg/saat artır
aPTT 46-70sn
Heparin dozunda değişiklik yapma
aPTT 71-90sn
İnfüzyon hızını 2IU/kg/saat azalt
aPTT>90sn
İnfüzyonu 1 saat durdur, sonra infüzyon hızını 3IU/kg/saat azalt Tablo 5: Yüksek INR düzeyi ve/veya kanama varlığında tedavi yaklaşımı.
DurumYaklaşım
5>INR>3 ve ciddi kanama yok
Dozu azalt veya atla, INR terapötik aralığa geldiğinde öncekinden daha düşük dozda devam et
9>INR>5 ve ciddi kanama yok
İlk bir veya iki dozu atla, terapötik aralığa ulaşınca dozu ayarla (hasta ciddi kanama riski taşıyorsa ilk dozu atla ve K vitamini (oral 1-2.5mg) ver
INR>9 ve ciddi kanama yok
Warfarini kes, daha yüksek doz K vitamini ver ve gerektikçe K vitamini ver
Herhangi bir INR+ciddi kanama
Warfarini kes, K vitamini (10 mg iv yavaş infüzyon) ver, duruma göre TDP, PKK, veya rekombinan faktör VIIa verilebilir, K vitamini gerektikçe 12 satte bir tekrarlanabilir
Hayatı tehdit eden kanama
Warfarini kes, K vitamini + TDP, PKK veya rekombinan faktör VIIa ver. INR’ye göre gerektikçe tekrarla. İnferior vena kavaya filtre takılma
endikasyonları:
Antikoagulan kontrindike ise, antikoagulan tedavi başarısız ise, tedavi altında yeni bir PE atağı olduysa, antikoagulan tedavi altında masif kanama geliştiyse veya hasta
yeni bir PE atağını tolere edemeyecek durumda ise filtre
düşünülmelidir.11,12,19
Trombolitik tedavi endikasyonu:
Masif PE olgularında kontrindikasyon yoksa ve olgu erken dönemde yakalandı ise (ilk 14 gün) trombolitik tedavi uygulanmalıdır.53 Trombolitik tedavi sonrası aPTT
kontrolü ile UFH’e geçilir ve daha sonra oral antikoagulan ile devam edilir. Masif PE dışında bazı durumlarda
da trombolitik tedavi uygulanabilir. Bu durumlar ciddi
hipoksemi, BT’de veya sintigrafide yaygın tutulum, sağ
ventrikül disfonksiyonu, sağ atriumda veya ventrikülde
trombüs, patent foramen ovale ve kardiyopulmoner resusitasyondur. Sistemik trombolitik tedavi için kontrindikasyonları intrakraniyel tümör, son 2 ay içinde intrakraniyel cerrahi veya travma, aktif kanama, son 6 ay içinde
iç kanama, hemorajik inme hikayesi, kanama diyatezi,
ciddi kontrolsüz hipertansiyon (sistolik kan basıncı>200
mmHg veya diyastolik kan basıncı>110 mmHg), son 2 ay
içinde hemorajik olmayan inme, son 10 günde cerrahi ve
trombositopeni (<100,000). Kadın hastalarda menstruasyon trombolitik için kontrindike değildir. Trombolitik
ajanlar ürokinaz, streptokinaz ve alteplazdır..
70
Embolektomi endikasyonları:
Embolektomi (trombüsün kateterle veya cerrahi olarak
direkt çıkartılması işlemi) trombolitik tedavi gerektiren
masif pulmoner emboli varlığında sistemik trombolitik
tedavi kontrindike ise veya başarısız kalır ise tercih edilir.54,55
Ayakta veya yatarak tedavi kararı:
Oksijen tedavisi gerektirmeyen, hemodinamik olarak
stabil olan, yakın zamanda kanama hikayesi olmayan ve
anlamlı komorbiditesi (iskemik kalp hastalığı, böbrek
yetmezliği, karaciğer hastalığı, trombositopeni gibi) olmayan ve herhangi bir sorunda hemen hastaneye gelebilecek olgulara ayaktan tedavi başlanabilir.56, 57
Antikoagulan tedavi komplikasyonları
nelerdir?
En sık komplikasyon kanamadır.12,58 Heparinin antidotu protamin sülfattır. Diğer bir komplikasyon heparine bağlı trombositopenidir. Heparin tedavisinin 5-15.
günleri arasında ortaya çıkar. Trombosit sayısının bazal
değerin yarısının altına düşmesi veya >100 000/mm3
olduğu durumlarda tanı konur. Bu durumda heparin
kesilmeli ve direkt trombin inhibitörü ilaçlar (lepirudin
gibi) kullanılmalıdır.59 Ülkemizde bu ilaçlar olmadığı
için alternatif olarak bu olgularda fondaparinuks
kullanılmalıdır (50kg altındakilerde 5mg, 50-100kg
arasındakilerde 7.5mg, >100kg olanlarda 10mg/gün tek
Klinik Gelişim
E. KIYAN
doz sc.). Warfarine bağlı komplikasyon kanama ve cilt
nekrozudur. Warfarin kullananlarda yüksek INR düzeylerine göre alınması gereken önlemler bilinmelidir
(Tablo 5).
güvenilirdir. Fondoparinuks kullananlarda emzirme
önerilmez. Hayatı tehtit eden masif PE varlığında gebede trombolitik uygulanmalıdır.64 Bu olgularda sıklıkla
streprokinaz kullanılır (plasentaya geçmez).
Tedavi süresini belirleme:
Kanser: Hem kanserin kendisi hem de kemoterapi nedeniyle bu olgularda VTE riski yüksektir.65 Pankreas,
prostat, meme, akciğer, uterus ve beyin kanserlerinde
VTE sık gelişir. Bu olgularda VTE tedavisinde DMAH
önerilir.66 Sekonder proflaksi süresi için kanserin aktif olup olmaması önemlidir. Aktif kanser yoksa en az
3-6 ay süre ile tedavi dozunda DMAH uygulanmalıdır.
Aktif kanser söz konusu ise kanser remisyonu sağlanana kadar veya gerekiyorsa yaşam boyu tedaviye devam
edilir. Kanser olgularına cerrahi uygulanacak ise veya
immobilizasyon söz konusu ise primer DVT proflaksisi
yapılmalıdır. İleri evre kanser nedeniyle kemoterapi uygulanan olgulara ise proflaksi önerilmemektedir.
Başlangıç tedavisi için DMAH, UFH veya fondaparinuks
başlanır ve uzun dönem tedavisi genellikle K vitamini
antagonisti ile (warfarin) yapılır.11,12,19 Warfarin başlangıç tedavisi için tercih edilen ilaçla aynı anda veya sonrasında başlanır ve en az beş gün beraber kullanılır. INR
düzeyi en az 24 saat 2-3 olunca başlangıç ilacı kesilir ve
warfarin ile uzun dönem tedavi yapılır. Kanser olgularında ise uzun dönem tedavi DMAH ile yapılmalıdır. İlk PE
atağında tedavi süresini belirlemek için risk faktörü ve
bu faktörün geri dönüşümlü veya geçici olup olmadığı
araştırılmalıdır. İmmobilizasyon, cerrahi veya travma
geçici risk faktörleridir. Geçici risk faktörü varsa tedavi
süresi 3 aydır. Risk faktörü geri dönüşümlü değilse veya
geçici değilse veya rekürran PE söz konusu ise en az 3
ay tedavi uygulanmalı ve hasta 3 ayın sonunda tedavi
süresi için yeniden değerlendirilmelidir. Kanama riski
düşük-orta olan hastalarda tedaviye devam edilmelidir.
Kanama riski yüksek ise tedavi kesilebilir.
Özel Durumlarda VTE
Gebelik: Gebelik süresince ve özellikle postpartum dönemde VTE riski yüksektir.60 İleri yaş (>35), obezite,
multipar gebelik ve sezeryanla doğum riski artıran
faktörlerdir.61 Gebelik öncesi herediter veya edinsel
trombofilisi veya VTE öyküsü olanlar yüksek riske sahiptir ve primer proflaksi açısından değerlendirilmelidirler. Gebede VTE şüphesi varsa öncelikle alt ekstremite USG yapılmalıdır. Gebelerde D-dimer güvenilir
değildir. Radyasyon nedeni ile ilk 3 ay içinde tanısal
test olarak multidetektörlütoraks BT anjiografi ve perfüzyon sintigrafisi yerine MR anjiografi önerilmektedir. Kontrastlı MR anjio ile hem alt ekstremite hem de
pelvik venler görüntülenebilir. Ancak fatal olabilecek
bir hastalık olması nedeniyle hekim yarar/zarar hesabı
yaparak her türlü incelemeyi kullanabilir.Düşük dozda
fetusu koruyucu önlemlerle BT çekilebilir. Sintigrafi, BT
ve pulmoner anjiografi için söz konusu olan radyasyon
dozları fetus için kabul edilen tehlike sınırlarının altındadır. BT radyasyonu sintigrafi radyasyonundan düşüktür.62 Gebede klinik olarak PE düşünüldüğünde antikoagulan tedavi başlanmalı ve testlerle tanı dışlanıncaya
kadar sürdürülmelidir. Tanı doğrulanırsa tedaviye devam edilmelidir. Tedavi plasentayı geçmeyen UFH veya
DMAH ile yapılır.63 Warfarin gebeliğin ilk 3 ayında kesin
kontra-endikedir.DMAH kullanan gebelerde beklenen
doğum tarihinden 2 hafta önce UFH geçilebilir. Doğum
öncesi 12-24 saat önce heparin kesilmelidir. Vajinal doğumdan 6 saat, sezeryan ile doğumdan 12 saat sonra
heparin tekrar başlanmalıdır ve daha sonra oral varfarinle en az 3 ay devam edilmelidir. Gebelikte oluşan PE
için en az 6 aylık bir sekonder proflaksi önerilmektedir.
Bu süre doğumla bitiyor ise doğum sonrası 6 hafta daha
antikoagulan verilmelidir. Emziren annelerde warfarin
Klinik Gelişim
VTE Proflaksisi
Medikal hastalarda VTE proflaksisi12
Hatanede yatan 40 yaş üzeri olanlar başta olmak üzere
tüm hastalar tromboproflaksi için değerlendirilmelidir.
Proflakside UFH (5000 U, 2-3X1 sc), DMAH (enoksoparin 40mg 1x1sc, nadroparin 3400IU 1x1 sc veya dalteparin 5000IU 1x1sc) veya fondaparinuks (2.5mg 1x1
sc) kullanılır. DMAH’ler kullanım kolaylığı açısından
daha avantajlıdırlar. VTE proflaksisinde aspirinin yeri
yoktur. Proflaksi dozları belirlenirken böbrek fonksişyonları bilinmelidir. Yaşlılarda ve kanama riski yüksek
hastalarda proflaksi uygularken dikkatli olunmalıdır.
Proflaksi süresi en az 14 gün olmalıdır. Farmakolojik
proflaksinin kontrindike olduğu durumlarda mekanik
tromboproflaksi (varis çorabı, intermittan pnömotik
kompresyon) uygulanmalıdır.
Cerrahi hastalarında VTE proflaksisi12
Cerrahi hastaları DVT gelişme riskine göre dört gruba
ayrılır ve proflaksi buna göre belirlenir. Farmokolojik
proflakside UFH, DMAH veya Fondoparinuks kullanılır. Mekanik yöntemler ise intermittan pnömotik kompresyon ve varis çorabıdır. Cerrahi hastalarında DVT
risk düzeyine göre yaklaşım aşağıda özetlenmiştir.
1- DVT risk düzeyi düşük olgular (geçirilmiş VTE, malignite, hiperkoagulasyon gibi ek risk faktörü olmayan 40 yaş altı olguda minör cerrahi): Bu olgularda tromboproflaksi gerekmez. Erken mobilizasyon
önerilir.
2- DVT risk düzeyi orta olgular (geçirilmiş VTE, malignite, hiperkoagulasyon gibi ek risk faktörü olan
olguda minör cerrahiveya ek risk faktörü olmayan
40-60 yaş arası olguda cerrahi veya DVT risk düzeyi
orta olguda kanama riski yüksek ise): Bu olgularda
DMAH (1X1), UFH (2-3X1) veya fondoparinuks uygulanmalı. Kanama riski yüksek ise mekanik tromboproflaksi (intermittan pnömotik kompresyon,
elastik kompresyon bandajı veya çorabı) uygulanır.
3- DVT risk düzeyi yüksek olgular (60 yaş üzeri olguda cerrahi veya geçirilmiş VTE, malignite, hiperko71
2013; 26: 63-73
agulasyon gibi ek risk faktörü olan 40-60 yaş arası
olguda cerrahi veya risk düzeyi yüksek olguda kanama riski yüksek ise): Bu olgularda da DMAH (1X1),
UFH (2-3X1) veya fondoparinuks uygulanmalı. Kanama riski yüksek ise mekanik tromboproflaksi uygulanır.
4- DVT risk düzeyi çok yüksek olan olgular (birden
fazla risk faktörü varlığında cerrahi, diz veya kalça
artroplastisi, kalça kırığı cerrahisi, major travma,
spinal kord yaralanması, risk düzeyi çok yüksek
olguda yüksek kanama riski): Bu olgularda DMAH
(1X1), fondaparinuks, warfarin (INR 2-3) veya mekanik tromboproflaksiyle birlikte DMAH/UFH veya
kanama riski yüksek olanlarda mekanik tromboproflaksi uygulanmalıdır.
19- Goldhaber SZ, Bounameaux H. Pulmonary embolism and deep
vein thrombosis. Lancet 2012; 379: 1835-46.
Kaynaklar
26- Stein PD, Terrin ML, Hales CA, et al. Clinical, laboratory, roentgenographic, and electrocardiographic findings in patients with
acute pulmonary embolism and no pre-existing cardiac or pulmonary disease. Chest 1991; 100:598-603.
20- Jiménez D, Aujesky D, Moores L, et al. Simplification of the pulmonary embolism severity index for prognostication in patients
with acute symptomatic pulmonary embolism. Arch Intern Med
2010; 170:1383-89.
21- Moser KM, LeMoine JR. Is embolic risk conditioned by location
of deep venous thrombosis? Ann Intern Med 1981; 94:439-44.
22- Weinmann EE, Salzman EW. Deep-vein thrombosis. N Engl J
Med 1994; 331:1630-41.
23- Dalen JE, Haffajee CI, Alpert JS, et al. Pulmonary embolism, pulmonary hemorrhage and pulmonary infarction. N Engl J Med
1977; 296: 1431-34.
24- Moser KM. Venous thromboembolism. Am Rev Respir Dis 1990;
141:235-49.
25- Zöller B, Li X, Sundquist J, Sundquist K. Risk of pulmonary embolism in patients with autoimmune disorders: a nationwide follow-up study from Sweden. Lancet 2012; 379:244-49.
1-
Horlander KT, Mannino DM, Leeper KV. Pulmonary embolism
mortality in the United States, 1979-1998: an analysis using multiple-cause mortality data. Arch Intern Med 2003; 163:1711-17.
2-
White RH. The epidemiology of venous thromboembolism. Circulation 2003; 107: 14-18.
27- Rodger MA, Carrier M, Jones GN, et al. Diagnostic value of arterial blood gas measurement in suspected pulmonary embolism.
Am J Respir Crit Care Med 2000; 162:2105-08.
3- Heit JA, Mohr DN, Silverstein MD, et al. Predictors of recurrence
after deep vein thrombosis and pulmonary embolism: a population-based cohort study. Arch Intern Med 2000; 160: 761-68.
28- Rodger M, Makropoulos D, Turek M, et al. Diagnostic value of
the electrocardiogram in suspected pulmonary embolism. Am J
Cardiol 2000; 86:807-09.
4- Cushman M. Epidemiology and risk factors for venous thrombosis. Semin Hematol 2007; 44: 62-69.
29- Pruszczyk P, Torbicki A, Kuchl-Wocial A, et al. Diagnostic value
of transesophageal echocardiography in suspected haemodynamically significant pulmonary embolism. Heart 2001; 85: 62834.
5- Eichinger S, Minar E, Bialonczyk C, et al. D-dimer levels and risk
of recurrent venous thromboembolism 2003; 290: 1071-74.
6-
Stein PD, Beemath A, Olson RE. Trends in the incidence of pulmonary embolism and deep venous thrombosis in hospitalised
patients. Am J Cardiol 2005; 95: 1525-26.
7-
Wook KE. The presence of shocks defines the treshold to initiate
thrombolytic therapy in patients with pulmonary embolism. Intensive Care Med 2002; 28: 1537-46.
8-
Stein PD, Kayalı F, Olson RE. Estimated case fatality rate of pulmonary embolism 1979 to 1998. Am J Cardiol 2004; 93: 119799.
9-
Girard P, Musset D, Parent F, et al. High prevalence of detectable
deep venous thrombosis in patients with acute pulmonary embolism. Chest 1999; 116: 903-8.
10- Moser KM, Fedullo PF, LittleJohn JK, et al. Frequent asymptomatic pulmonary embolism in patients with deep venous thrombosis. Jama 1994; 27: 223-25.
11- Arseven O. Pulmoner Tromboembolizm. Editörler: T Özlü, M
Metintaş, M Karadağ, A Kaya. Solunum Sistemi ve Hastalıkları.
İstanbul Medikal Yayıncılık Ltd Şti, 2010, İstanbul, 1185-1217.
12- Pulmoner Tromboembolizm Tanı ve Tedavi Uzlaşı Raporu, Türk
Toraks Dergisi 2009; Cilt 10, Supplement 11.
13- Stein PD, Woodard PK, Weg JG, et al. Diagnostic pathways in
acute pulmonary embolism: recommendations of the PIOPED II
investigators. Am J Med 2006; 119:1048-55.
14- Hirsh J, Lee AY. How we diagnose and treat deep vein thrombosis. Blood 2002; 99:3102-10.
15- Wells PS, Anderson DR, Rodger M, et al. Evaluation of D-dimer
in the diagnosis of suspected deep venous thrombosis. N Engl J
Med 2003; 349: 1227-35.
30- Ribeiro A, Lindmarker P, Juhlin-Dannfelt A, et al: Echocardiography Doppler in pulmonary embolism: Right ventricular dysfunction as a predictor of mortality rate. Am Heart
J 1997;134(3):479-87.
31- Goldhaber SZ: Echocardiography in the management of pulmonary embolism. Ann Intern Med2002;136(9):691-700.
32- Ramzi DW, Leeper KV. DVT and pulmonary embolism: Part I.
Diagnosis. Am Fam Physician. 2004;69(12):2829-36.
33- Guidelines on diagnosis and management of acute pulmonary
embolism. Task Force on Pulmonary Embolism, European Society of Cardiology. Eur Heart J 2000; 21:1301-36.
34- Wells PS, Anderson DR, Rodger M, et al. Derivation of a simple
clinical model to categorize patients probability of pulmonary
embolism: increasing the models utility with the SimpliRED Ddimer. Thromb Haemost 2000; 83: 416-20.
35- Kelly J, Rudd A, Lewis RR, Hunt BJ. Plasma D-dimers in the diagnosis of venous thromboembolism. Arch Intern Med 2002; 162:
745-56.
36- Ginsberg JS, Wells PS, Kearon C, et al. Sensitivity and specificity
of a rapid whole blood assay for D-dimer in the diagnosis of pulmonary embolism. Ann Intern Med 1998; 129: 1006-11.
37- Lee AY, Hirsh J. Diagnosis and treatment of venous thromboembolism. Annu Rev Med 2002; 53: 15-33.
38- Torbicki A et al. Guidelines on the diagnosis and management of
acute pulmonary embolism: the Task Force for the Diagnosis and
Management of Acute Pulmonary Embolism of the European Society of Cardiology (ESC). Eur Heart J. 2008;29(18):2276-315. 16- Wells PS. Advences in the diagnosis of venous thromboembolism. J Thromb Thrombolysis 2006; 21: 31-40.
39- The PIOPED investigators. Value of the ventilation7perfusion
scan in acute pulmonary embolism. Results of the prospective investigation of pulmonary embolism diagnosis (PIOPED).
JAMA 1990; 263: 2753-59.
17- Turkstra F, Kuijer PM, van Beek EJ, et al. Diagnostic utility of
ultrasonography of leg veins in patients suspected of having pulmonary embolism. Ann Intern Med 1997; 126:775-81.
40- Stein PD, Fowler SE, Goodman LR, et al. Multi-detector computed tomography for acute pulmonary embolism. N Engl J Med
2006; 354: 2317-22.
18- Schellong SM. Complete compression ultrasound for the diagnosis of venous thromboembolism. Curr Opin Pulm Med 2004;
10:350-55.
41- Van Belle A, Buller HR, Huisman MV, et al. Effectiveness of
managing suspected pulmonary embolism using an algorithm
combining clinical probability, D-dimer testing, and computed
72
Klinik Gelişim
E. KIYAN
tomography. JAMA 2006; 295: 172-79.
42- Perrier A, Miron MJ, Desmarais S, et al. Using clinical evaluation
and lung scan to rule out suspected pulmonary embolism: Is ıt a
valid option in patients with normal results of lower limb venous
compression ultrasonography? Arch Intern Med 2000; 160: 51216.
43- Righini M, Goehring C, Bounameaux H, Perrier A. Effects of age
on the performance of common diagnostic tests for pulmonary
embolism. Am j Med 2000; 109: 357-61.
44- Nijkeuter M, Söhne M, Tick LW, et al. The natural course of hemodynamically stable pulmonary embolism: Clinical outcome
and risk factors in a large prospective cohort study. Chest 2007;
131:517-23.
45- Cavallazzi R, Nair A, Vasu T, Marik PE. Natriuretic peptides in
acute pulmonary embolism: a systematic review. Intensive Care
Med 2008; 34:2147-56.
46- Klok FA, Mos IC, Huisman MV. Brain-type natriuretic peptide
levels in the prediction of adverse outcome in patients with pulmonary embolism: a systematic review and meta-analysis. Am J
Respir Crit Care Med 2008; 178:425-30.
47- Jiménez D, Aujesky D, Díaz G, et al. Prognostic significance of
deep vein thrombosis in patients presenting with acute symptomatic pulmonary embolism. Am J Respir Crit Care Med 2010;
181:983-91.
54- Aklog L, Williams CS, Byrne JG, Goldhaber SZ. Acute pulmonary embolectomy: a contemporary approach. Circulation 2002;
105:1416-19.
55- Dauphine C, Omari B. Pulmonary embolectomy for acute massive pulmonary embolism. Ann Thorac Surg 2005; 79:1240-44.
56- Baglin T. Fifty per cent of patients with pulmonary embolism can
be treated as outpatients. J Thromb Haemost 2010; 8:2404-05.
57- Zondag W, Mos IC, Creemers-Schild D, et al. Outpatient treatment in patients with acute pulmonary embolism: the Hestia
Study. J Thromb Haemost 2011; 9:1500-07.
58- Schulman S, Beyth RJ, Kearon C, et al. Hemorrhagic complications of anticoagulant and thrombolytic treatment: American College of Chest Physicians Evidence-Based Clinical
Practice Guidelines (8th Edition). Chest 2008; 133:257S298S.
59- Linkins LA, Dans AL, Moores LK, et al. Treatment and prevention of heparin-induced thrombocytopenia: Antithrombotic Therapy and Prevention of Thrombosis, 9th ed: American College of
Chest Physicians Evidence-Based Clinical Practice Guidelines.
Chest 2012; 141:e495S-530S.
60- ACOG Committee on Practice Bulletins-Obstetrics. ACOG practice bulletin. Thromboembolism in pregnancy. Int J Gynaecol
Obstet 2001; 75: 203-12.
48- Becattini C, Vedovati MC, Agnelli G. Prognostic value of troponins in acute pulmonary embolism: a meta-analysis. Circulation
2007; 116:427-33.
61- Knight M. Antenatal pulmonary embolism: risk factors, management and outcomes. British Journal of Obstetrics and Gynaecology 2008; 115: 453-61.
49- Jiménez D, Uresandi F, Otero R, et al. Troponin-based risk stratification of patients with acute nonmassive pulmonary embolism:
systematic review and metaanalysis. Chest2009;136:974-82.
62- Ginsberg JS, Hirsh J, Rainbow AJ, et al. Risks to the fetus of radiologic procedures used in the diagnosis of maternal venous
thromboembolism. Thromb Haemost 1989; 61: 189-96.
50- Garcia D, Ageno W, Libby E. Update on the diagnosis and management of pulmonary embolism. Br J Haematol 2005; 131:30112.
63- Bates SM, Greer IA, Hirsh J, Ginserg JS. Use of antithrombotic
agents during pregnancy: The seventh ACCP Conference on Antithrombotic and Thrombolytic Therapy. Chest 2004; 126: 627S644S.
51- Ageno W, Gallus AS, Wittkowsky A, et al. Oral anticoagulant
therapy: Antithrombotic Therapy and Prevention of Thrombosis,
9th ed: American College of Chest Physicians Evidence-Based
Clinical Practice Guidelines. Chest 2012; 141:e44S-88S.
52- Weitz JI. Low-molecular-weight heparins. N Engl J Med 1997;
337:688-98.
53- Kearon C, Akl EA, Comerota AJ, et al. Antithrombotic therapy for
VTE disease: Antithrombotic Therapy and Prevention of Thrombosis, 9th ed: American College of Chest Physicians Evidence-Based Clinical Practice Guidelines. Chest 2012; 141:e419S-94S.
Klinik Gelişim
64- Turrentine MA, Braems G, Ramirez MM. Use of thrombolytics
for the treatment of thromboembolic disease during pregnancy.
Obstet Gynecol Surv 1995; 50: 534-41.
65- Falanga A, Zacharski L. Deep vein thrombosis in cancer: the scale of the problem and approaches to management. Ann Oncol
2005; 16: 670-96.
66- Mandala M, Falanga A, Piccioli A, et al. Venous thromboembolism and cancer: Gudelines of the Italian Association of Medical
Oncology (AIOM). Crit Rev Oncol Hematol 2006; 59: 194-204.
73
Akciğer Kanseri
Doç. Dr. Serdar ERTURAN
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Akciğer kanseri, kanser ölümlerinin en sık nedenidir.
Erkeklerde görülen en sık görülen kanser türüdür.1
Ülkemizde insidans erkeklerde 100,000’de 75.8, kadınlarda ise 9.6’dır. Yaş ortalaması ülkemiz olgularında 60.9 bulunmuştur. Olguları % 90’dan fazlası erkek
olup, yine % 90’dan fazlasında sigara anamnezi mevcuttur.2
Etyoloji
Sigara akciğer kanserlerinin % 90’ından, mesleki maruziyetler % 9-15, radon % 10 ve hava kirliliği % 1-2’sinden sorumludur.3
Sigara içenlerde akciğer kanseri riski içmeyenlere göre
yaklaşık 20 kat daha fazladır.4 Filtreli sigara içenlerde
akciğer kanseri riski filtresiz içenlere göre daha düşüktür, ancak risk katran miktarıyla (≤7 mg, 8-14 mg, 1521 mg) değişmemektedir.5
Mesleki maruziyet ile ilişkili akciğer kanserine neden
olan sekiz ajan kanserojen tanımlanmıştır:6 Arsenik, asbest, berilyum, kadmiyum, krom, dizel dumanı, nikel,
silika. Maden ve taş ocağı işçileri, su tesisatçıları, dökümhane işçileri, kaynak ustaları, tuğla ve inşaat işçileri,
makine dairesinde çalışan denizciler artmış akciğer kanseri riski ile karşı karşıyadırlar. Akciğer kanseri ile ilişkili
endüstriler ve iş kolları arasında granit üretimi, seramik
ve porselen üretimi, demir-çelik sanayi, demir dışı metalurji sanayi, otomotiv sanayi, lokomotif ve vagon üretimi, boyacılık(inşaat ve otomotiv sektörlerinde) ve asfalt
işçiliği de yer almaktadır. Otobüs-kamyon şoförlerinin,
benzin istasyonu çalışanlarının, kuaförlerin, çamaşır
fabrikası ve kuru temizlemecilerde çalışanların artmış
akciğer kanseri riskine sahip olduklarını gösterilmiştir.7
Patoloji
Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ) son akciğer karsinomu
sınıflamasını 2004 yılında yayınlamıştır.8 Akciğer kanserlerinin % 90-95’ini küçük hücreli ve küçük hücreli dışı(epidermoid karsinom, adenokarsinom, büyük
hücreli karsinom) oluşturmaktadır. Ülkemizde en sık
görülen tip epidermoid karsinom iken adenokarsinom
sıklığı giderek artmaktadır.2
Semptom ve Bulgular
Akciğer kanserli olguların % 2-20’si tanı konulduğunda semptomsuzdur. En sık yakınma öksürük olmakla
birlikte, diğer semptom ve bulgular sıklık sırasına göre
74
Tablo 1’de gösterilmiştir.9
Akciğer kanserli hastaların yaklaşık üçte birinde başvuru anında uzak metastazlara bağlı semptom ve bulgular mevcuttur. En sık metastaz kemik, karaciğer,
adrenal bezler ve santral sinir sistemine olmaktadır.10
Tüm akciğer kanserli olguların % 10’unda paraneoplastik sendrom görülmektedir. Endokrin (uygunsuz
ADH sendromu, nonmetastatik hiperkalsemi, Cushing
sendromu gibi), hematolojik (trombositoz, lökositoz,
hiperkoagülopati gibi), nörolojik (Eaton-Lambert
sendromu, nöropati gibi), renal paraneoplastik sendromlar en sık görülenleridir.10
Radyolojik Bulgular
Epidermoid ve küçük hücreli karsinom daha çok santral, adenokarsinom ve büyük hücreli karsinom periferik yerleşimlidir.
Santral tümörlerde atelektazi, pnömoni, hiler genişleme, lokal aşırı havalanma bulgusu, mukoid impaktlar,
bronş duvar kalınlaşması ve tek taraflı diyafragm paralizisi görülebilir.
Tablo 1: Akciğer kanserinin başlangıç semptom ve
bulguları.
Semptom ve bulgular
Görülme sıklığı %
Öksürük
8-75
Kilo kaybı
0-68
Soluk darlığı
3-60
Göğüs ağrısı
20-49
Hemoptizi
6-35
Kemik ağrısı
6-25
Çomak parmak
0-20
Ateş
0-20
Kuvvetsizlik
0-10
Vena kava superior
sendromu
0-4
Disfaji
0-2
Wheezing, stridor
0-2
Klinik Gelişim
S. ERTURAN
Tablo 2: Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde klinik evreleme (cTNM)(A) ve cerrahi tedavi uygulanan olgulara ait
cerrahi piyesten elde edilen patolojik evrelemeye(pTNM)(B) göre beş yıllık sağkalım oranları13
Periferik tümörler soliter pulmoner nodül(< 3 cm) ve
kitle lezyonu(> 3 cm) şeklinde görülebilir, plevra ve
göğüs duvarını invaze edebilirler.
Tanı Yöntemleri
Semptom, muayene bulguları ve radyolojik inceleme
sonucunda akciğer kanseri düşünülen olgularda lezyon santral yerleşimliyse tanı için öncelikle bronkoskopi yapılmalıdır. Santral lezyonlarda bronkoskopinin
ortalama tanı duyarlılığı % 88 (% 67-97)’dir.11 Periferik
lezyonlarda tanı değeri daha düşüktür. Çapı 2-3 cm
olan lezyonlarda tanı oranı % 14-50’dir.12 Mediyasten
lenf bezlerinden hem tanı hem de evreleme amaçlı
transbronşiyal iğne aspirasyonları(TBNA) yapılabilir.
Endobronşiyal ultrason ile uygulandığında(EBUS-TBNA) duyarlılığı % 90’lara yaklaşmaktadır.11
Periferik yerleşimli lezyonlarda BT rehberliğinde transtorasik iğne aspirasyonları(TTİA) yapılabilir.
Ayrıca tümörün yayılım ve metastazlarına göre torasentez, plevra biyopsisi, periferik lenf bezi biyopsileri
gibi girişimlerle de kesin tanıya ulaşılabilir.
Evreleme Yöntemleri
Akciğer kanseri tedavisinde ilk adım hastalığın evrelemesinin doğru yapılmasıdır. Evreleme aynı zamanda hastanın ortalama sağkalım süresini belirler(Tablo
2). Küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinde(KHDAK)
TNM evrelemesi 2009 yılında revize edilmiştir.13
Akciğer kanserlerinin uzak metastazlarında; toraks
BT karaciğer ve surrenal gland metastazları hakkında bilgi vermekle birlikte bu organlara ait lezyonların
karakterize edilmesinde ve sık rastlanan karaciğer hemanjiomu, surrenal adenom gibi primer lezyonlardan
ayrımında MR görüntülemenin kullanımı önceliklidir.
Beyin metastazlarının saptanmasında da kontrastlı
kranyal MR görüntülemenin duyarlılığı ve özgüllüğü
BT incelemeye göre çok daha yüksektir. Yine toraks
BT’de kemik pencerede yapılan incelemede sklerotik
ya da litik özellikteki metastazlar net olarak izlenebilir. Kemik metastazı klinik şüphesi (ağrı, kalsiyum ve
Klinik Gelişim
alkali fosfataz yüksekliği) olan olgularda kemik sintigrafisi tercih edilmeli, kuşkulu raporlamalarda bölgesel
kontrastlı MR görüntülemesi yapılmalıdır.14 Organa
spesifik klinik bulgu olmayan olgularda PET-BT ile
tüm vücud uzak metastaz yönünden taranmalıdır.
Nodal evrelemede PET-BT, toraks BT’ye üstündür. Ancak yalancı pozitiflik oranları %35’leri bulabildiği için
uzak metastaz saptanmayan olgularda invazif mediyasten incelemesi(TBNA, EBUS-TBNA, mediastinoskopi,
mediastinotomi, VATS) yapılmalıdır.15
T evrelemesinde, nodül ya da kitlenin boyutu, karinaya uzaklığı, atelektazi ya da obstruktif pnömoni varlığı, göğüs duvarı, mediyastinal plevra, diyafragma ya
da parietal plevra invazyonu, aynı akciğerde aynı lop
ya da farklı loptaki diğer tümör odakları, mediyasten,
trakea, kalp, ana vasküler yapılar, özefagus, vertebra
korpusu ya da karina invazyonu BT ile net olarak gösterilebilmektedir.
Bronkoskopi de endobronşiyal lezyonun lokalizasyonunu, aynı zamanda TBNA, EBUS-TBNA gibi yöntemlerle mediyasteni değerlendirerek T ve N evrelemesine
katkıda bulunur.
Küçük hücreli akciğer kanserlerinde(KHAK) evreleme
sınırlı ve yaygın hastalık olarak yapılmaktadır.
Tedavi
Küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinde tedavi
Erken evre kabul edilen evre I ve II KHDAK olgularında cerrahi tedavi operabilite için uygun olan olgularda
en iyi sağkalımı sağlayan tedavi yöntemidir. Cerrahinin yapılamadığı durumlarda primer tedavi radyoterapidir. Evre IA opere edilmiş olgularda postoperatif adjuvan tedavi önerilmemekte, Evre IB olguların yüksek
riskli olanlarında ve Evre II-III opere edilmiş olgularda
adjuvan kemoterapi önerilmektedir.16
Tedavisi en tartışmalı olan evre, Evre IIIA’dır. Cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi seçeneklerinden üçünün de kullanılabildiği evredir. Preoperatif N2 pozitifliği patolojik olarak gösterilen hastalarda standart
tedavi kemoradyoterapidir.16 Kemoradyoterapinin eş
75
2013; 26: 74-76
zamanlı uygulanması ardışık uygulamadan üstündür.
Seçici olarak tek istasyon N2 pozitifliğinde neoadjuvan kemoterapi veya kemoradyoterapi sonrası rezeksiyon yapılabilir. Operasyon sırasında tek istasyonda
N2 pozitifliği saptanan olgular rezeke edilebilir. Bu
olgularda postoperatif adjuvan kemoterapi önerilmektedir
4.
Doll R, Peto R, Boreham J, et al. Mortality in relation to smoking 50 years’ observations on male British doctors. BMJ 2004;
328: 1519.
5.
Harris JE, Thun MI, Mondul AM, Calle EE. Cigarette tar yields
in relation to mortality from lung cancer in the cancer prevention study II prospective cohort, 1982-8. BMJ 2004; 328: 72-79.
6.
Driscoll T, Nelson DI, Steenland K, et al. The global burden of
disease due to occupational carcinogens. Am J Ind Med 2005;
48: 419-431.
Evre IIIB olgularda standart tedavi
kemoradyoterapidir.16
7.
De Matteis S, Consonni D, Bertazzi PA. Exposure to occupational carcinogens and lung cancer risk. Evolution of epidemiological estimates of attributable fraction. Acta Biomed 2008;
79(suppl 1): 34-42.
8.
Travis WD, Brambilla E, Muller-Hermelink hk, et al. Pathology
and genetics. Classification of tumors of the lung, pleura, thymus and heart. Lyon,France: IARC Press, 2004.
9.
Spiro SG, Gould MK, Colice GL. Initial evaluation of the patient with lung cancer: symptoms, signs, laboratory tests, and
paraneoplastic syndromes: ACCP evidenced-based clinical practice guidelines. Chest 2007;132(suppl 3): 149S-160S.
Performansı iyi Evre IV olguların platin bazlı(sisplatin
ve karboplatin) kemoterapi rejimlerinden yarar gördükleri gösterilmiştir.16 İzole beyinde tek metastaz ve
izole surrenal metastazı olan olgularda tümör T1-2 ise
ve patolojik olarak N2-3 olmadığı gösterildiyse metastazektomi sonrası cerrahi tedavi sağkalım avantajı
sağlayabilmektedir. EGFR ve EML4-ALK mutasyonu
saptanan olgularda hedefe yönelik tedaviler uygulanmaktadır
Küçük hücreli akciğer kanserlerinde tedavi
Sınırlı hastalıkta kemoradyoterapi, yaygın hastalıkta
ise kemoterapi önerilmekte, radyoterapi ise palyatif
amaçlı kullanılmaktadır. Hem sınırlı hem de yaygın
evre hastalıkta, kemoterapiye tam ya da kısmi yanıt veren tüm hastalara profilaktik kranyal ışınlama
önerilmektedir.17
Kaynaklar
1.
Jemal A, Bray F, Center MM, et al. Global cancer statistics. CA
Cancer J Clin 2011; 61: 69-90.
2.
Göksel T, Yıldız P, Altın S, ve ark. Akciğer kanseri. In: Türk
Toraks Derneği. Türkiye’de temel akciğer sağlığı sorunları ve
çözüm önerileri. Ankara: Sentez Matbaacılık ve Yayıncılık,
2010: 55-70.
3.
76
Alberg AJ, Ford JG, Samet JM. Epidemiology of lung cancer.
ACCP evidence-based clinical practice guidelines(2nd ed).
Chest 2007; 132(suppl 3): 29s-55s.
10. Beckles MA, Spiro SG, Colice GL, Rudd RM. Initial evaluation
of the patient with lung cancer: symptoms, signs, laboratory
tests, and paraneoplastic syndromes. Chest 2003; 123(suppl 1):
97S-104S.
11. Almeida FA. Bronchoscopy and endobronchial ultrasound for
diagnosis and staging of lung cancer. Cleve Clin J Med 2012;
79: 11S- 16S.
12. MazzoneP, et al. Clin Chest Med 2002; 23: 137-58.
13. Goldstraw P, Crowley J, Chansky K, et al. The IASLC lung cancer staging project: Proposals for the revision of theTNM stage groupings in the forthcoming(seventh) edition of the TNM
classification of malignant tumours. J Thorac Oncol 2007; 2:
706-14.
14. Erturan S, Yaman M, Aydın G, et al. The role of whole-body
bone scanning and clinical factors in detecting bone metastases
in patients with non-small cell lung cancer. Chest 2005; 127:
449-54.
15. Bellek E, Erturan S, Hallaç M, ve ark. Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde mediasten lenf nodu evrelemesinde PET-BT’nin
yeri. Solunum 2010; 12: 13-20.
16. National Comprehensive Cancer Network(NCCN) clinical practical guidelines in oncology(NCCN Guidelines) Nonsmall cell
lung cancer version 3, 2012(www.nccn.com).
17. http://en.wikibooks.org/wiki/Radiation_Oncology/SCLC/Overview.
Klinik Gelişim
Plevra Hastalıkları
Doç. Dr. Serdar ERTURAN
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Plevra seröz bir zar olup akciğerleri diyafram, mediyasten ve göğüs duvarından ayırır. İki yaprağı vardır. Visseral plevra hilus dışında tüm akciğer yüzeyini örterek
geriye dönüp pariyetal plevra şeklinde devam eden iç
yapraktır. Pariyetal plevra göğüs kafesinin iç yüzünü,
mediyastenin yan yüzlerini ve diyaframın üst yüzeyini
örter. İki yaprak arasında çok az miktarda(~0.3 mL/kg)
sıvı bulunur.
Plevra sıvıları
Plevra boşluğunda sıvının birikmesinin göğüs radyogramındaki ilk bulgusu kostofrenik sinüslerin küntleşmesidir. Sıvı miktarı arttıkça üst kenar açıklığı yukarı
bakan içbükey bir hat çizerek aksiler bölgeye doğru
yükselir(Damoiseau-Ellis hattı). Sıvı plevra boşluğunun tamamını doldurursa tüm hemitoraksda homojen opasite görülür, mediyasten ve kalp karşı tarafa
itilir(masif sıvı). Sıvı plevrada yapışıklık varsa yayılamaz ve kese şeklinde toplanır(ankiste sıvı). Göğüs
radyogramında düzenli sınırlı, periferik homojen opasite şeklinde görülür. Plevra sıvısı akciğerin alt yüzeyi
ile diyafram arasında da birikebilir(subpulmoner sıvı).
Sissür içinde toplanan sıvılar, yuvarlak, homojen opasiteler şeklide görülür. En sık sol kalp yetmezliğinde
toplanır ve diüretik tedavi ile kaybolur(fantom tümör).
Plevra sıvısı saptanan hastada tanı amacıyla yapılan
ilk işlem torasentezdir. Ayırıcı tanıda öncelikle transuda-eksuda ayrımı yapılmalıdır. Transuda niteliğindeki
sıvılar kalp yetmezliği, siroz gibi sistemik hastalıklara bağlıdır. Eksuda niteliğindeki sıvılar lokal bir olaya
bağlı olarak gelişirler ve plevraya yönelik ileri tetkiklerin yapılması gerektiğini gösterir. Plevra sıvılarının
başlıca nedenleri şunlardır:
1. Transudatif sıvılar: Konjestif kalp yetmezliği, siroz,
nefrotik sendrom, periton diyalizi, miksödem,
2. Eksudatif sıvılar: Malign sıvılar(mezotelyoma, metastatik-en sık akciğer ve meme kanseri-, lenfoma),
enfeksiyon hastalıkları, pulmoner tromboembolizm,
kollajen vasküler hastalıklar(RA, SLE, FMF), Dressler
sendromu, post-CABG, subfrenik abse, pankreas hastalıkları, over hiperstimülasyon sendromu, ilaç yan
etkileri(nitrofurantoin, amiodaron, metotreksat), asbest maruziyeti.
Transuda-eksuda ayrımında Light kriterleri kullanılır.
Light kriterlerine göre aşağıdakilerden bir ya da daha
fazlası varsa sıvı eksuda niteliğindedir:
1. Plevra sıvısı proteini/serum proteini > 0.5
Klinik Gelişim
2. Plevra sıvısı LDH/serum LDH > 0.6
3. Plevra sıvısı LDH düzeyinin serum LDH normal değer üst sınırının 2/3’ünden fazla olması.
Transuda niteliğindeki sıvıların % 15-20’si Light kriterlerine göre eksuda niteliğinde bulunabilir. Bunun
en önemli nedeni torasentez öncesinde diüretik kullanılmasıdır. Serum-plevra sıvısı protein farkının 3.1
g/dL’den fazla olması transudayı destekler.1 Eksuda
niteliğindeki sıvının nedenini anlamak için sıvının
görünümü, mikrobiyolojik, biyokimyasal ve sitolojik
incelemeler ile plevra biyopsilerinin değerlendirilmesi
gerekebilir.
Transuda niteliğindeki sıvıların tamamı ile eksuda niteliğindeki sıvıların çoğu berrak, saman sarısı rengindedir. Bulanık sıvı santrifuje edildiğinde üstte kalan
bölümün berraklaşması sıvının ampiyem olduğunu
gösterir. Bulanık kalırsa şilöz veya şiliform sıvı söz
konusudur. Sıvı kanlıysa (hemorajik sıvı) üç olasılık
(3T) düşünülür: malinite(Tümör), pulmoner Tromboembolizm ve Travma. Sıvının hematokriti, kan hematokritinin % 50’sinden fazlaysa hemotoraks vardır.
Plevra sıvısında glukoz < 60 mg/dL ise öncelikle dört
olasılık düşünülmelidir: Komplike parapnömonik sıvı,
malinite, tüberküloz ve romatoid plörezi.
Sıvıdaki hücrelerin çoğunluğu nötrofil ise akut bir durum söz konusudur. Sıvı lenfositten zengin ise tüberküloz ve malign etyolojiler akla gelmelidir. Eozinofilik
plevra sıvılarının (eozinofil > % 10) çoğu idyopatik ya
da maligndir
Malign sıvılarda sitolojik incelemeyle tanı oranı yaklaşık % 65’dir.
Enfeksiyon şüphesi olan hastalarda mikrobiyolojik
incelemeler ve ülkemizdeki yüksek tüberküloz insidensinden dolayı tüberküloz kültürleri istenmelidir.
Tüberküloz plöreziden şüphelenilen olgularda plevra
sıvısında ADA(adenozin deaminaz) düzeyine bakılmalıdır. Lenfositten zengin sıvıda ADA düzeyinin 40
U/L’den yüksek bulunması tüberküloz plörezi tanısını
destekler.
Torasentez ile elde edilen sıvının incelemesi ile tanıya varılamıyorsa kontrastlı toraks BT çekilmesi önerilmektedir. BT ile pulmoner emboli saptanabileceği
gibi parankim, plevra ve mediyasten değerlendirilmiş
olur.1
İğne biyopsisi ile tüberküloz plörezilerde granülomatöz
iltihap saptama olasılığı % 50-80’dir. Alınan biyopsi ör77
2013; 26: 77-78
neğinden kültürde mikobakteri üretilmesi ile biyopsinin tüberküloz tanısında duyarlılığı daha da artar.2 İğne
biyopsisinin malign sıvılarda tanı değeri sıvının sitolojik
incelemesinden daha düşüktür. Ancak BT rehberliğinde
plevradaki kitleden ya da plevranın kalın olduğu yerden
iğne biyopsisinin yapılması tanı olasılığını arttırır.3
Sıvı masif düzeydeyse, hemoptizi varsa ya da BT’de
parankim lezyonu varsa bronkoskopi tanıya katkıda
bulunabilir. Ancak mediasten sıvının olduğu tarafa
çekilmişse, bunun nedeni bronş obstruksiyonu olabileceğinden mutlaka bronkoskopi yapılmalıdır.1
Torakoskopi ile hem malign hem de tüberküloz plörezi
olgularının tamamına yakınına tanı konulabilir.4
Pnömotoraks
Plevra boşluğunda hava toplanmasıdır.2 İki nedene
bağlıdır:
1. Spontan pnömotoraks: Visseral plevranın kendiliğinden yırtılması sonucu oluşur. Primer spontan
pnömomotoraks genç erkeklerde görülür, akciğer
apeksindeki bleb ve büllerin yırtılması sonucu
oluşur. KOAH, interstisyel akciğer hastalığı, tüberküloz, kistik fibroz gibi nedenlere bağlı oluşursa
sekonder spontan pnömotoraks denir.
78
2. Travmatik pnömotoraks: Kaza ve yaralanmalar
sonucunda oluşur. İyatrojenik pnömotoraks, torasentez, plevra biyopsisi, transbronşiyal biyopsi,
transtorasik iğne aspirasyonu, subklavyen kateter
yerleştirme sonrası gelişen pnömotoraksdır.
Hastada ani gelişen batıcı göğüs ağrısı ve soluk darlığı
vardır. Kesin tanı radyolojik olarak konur. Bir hemitoraksın % 20’sinden az olan pnömotoraks için tedavi
gerekmez. Daha fazla olan pnömotoraksda toraks tüpü
takılarak kapalı sualtı drenajı uygulanır. Tekrarlayan
pnömotorakslarda ve uzamış hava kaçağı varsa cerrahi
tedavi(torakoskopi) uygulanır.5
Kaynaklar
1.
Light R. Pleural effusions. Med Clin N Am 2011; 95: 1055-70.
2.
Mutlu B. Plevra hastalıkları. İç: Umut S, ed. Göğüs hastalıkları
ders kitabı.İstanbul Üniversitesi Basın ve Yayınevi Müdürlüğü,
İstanbul, 2008:229-261.
3.
Maskell N, Gleeson FV, Davies RJ. Standard pleural biopsy versus CT-guided cutting-neddle biopsy for diagnosis of malignant
disease in pleural effusions: a randomized controlled trial. Lancet: 2003; 361: 1326-30.
4.
Loddenkemper R. Thoracoscopy: state of art. Eur Respir J 1998;
11: 213-21.
5.
Noppen M, De Keukeleire T. Pneumothorax. Eur Respir J 2008;
76: 121-7.
Klinik Gelişim
İnterstisyel Akciğer
Hastalıkları
Uzm. Dr. Şermin BÖREKÇİ
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
İçerik
I. Tanım ve Epidemioloji
II. Patogenez
III.İnterstisyel Akciğer hastalığı düşünülen hastaya
yaklaşım
a. Anamnez
b. Semptomlar
c. Fizik Muayene
d. Laboratuar
e. Radyoloji
f. Bronkoalveoler Lavaj
g. Akciğer Biyopsisi
IV.Tedavi
I. Tanım ve Epidemioloji: İnterstisyel akciğer
hastalıkları (İAH) terimi idyopatik veya bazı nedenlere ikincil olarak ortaya çıkan, akciğer parankimini
yaygın olarak etkileyen, değişik derecelerde inflamasyon ve fibrozis ile seyreden farklı hastalıkları
içerir. Difüz parankimal akciğer hastalıkları olarak da
adlandırılabilen bu grupta farklı özelliklerde yüzlerce
hastalık yer almaktadır (Tablo 1).
İAH’lerin yaygınlığı ve görülme sıklığı çok net bilinmemektedir. Hastaların çoğunun başka tanılarla takip
edilmeleri, hastalığın çeşitliliği gibi nedenlerle batılı
ülkelerde dahi gerçek insidans bilinmemektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde İAH tanısı ile yılda 100.000
hastane başvurusu olduğu ve göğüs hastalıkları uzmanlarının muayene ettiği hastaların %15’ini bu gruptan hastaların oluşturduğu tahmin edilmektedir. Çocuklarda oldukça nadir görülür, insidans yaş ile orantılı olarak yükselir, 75 yaş civarında 100.000’de 160 gibi
yüksek değerlere ulaşır.
II. Patogenez: Adından da anlaşılacağı üzere bu hastalık grubu akciğerin interstisyumunu tutar (parankimal
interstisyum: alveol duvarı ya da alveol septumu, gevşek bağ dokusu: peribronkovasküler doku, interlobüler
septalar ve visseral plevra). Ancak hastalığın patogenezi henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. İnterstisyumda başlayan bir hasar ve bu hasara karşı akciğe-
Klinik Gelişim
rin kendini onarma mekanizmalarından inflamasyon,
fibrozis ve yeniden yapılanma (remodeling) sonucu
ortaya çıkar. Bu hasarı başlatan pek çok bilinen (mineraller, tozlar, ilaçlar, enfeksiyonlar vb.) ve bilinmeyen faktörler mevcuttur. Hasar kontrol altına alınırsa
fizyolojik anormallikler ortadan kalkar. Ancak hasara
neden olan sebep uzun süreli ve yoğunsa, onarım süreci uzar, hücrelerin proliferasyonu kontrol altına alınamaz ve fibroblast proliferasyonuna bağlı interstisyel
ve intra-alveoler fibrozis gelişir. Histopatolojik olarak
akciğer parankiminde hastalığın ağırlığına ve türüne
göre değişen derecelerde inflamasyon, fibrozis ve yeniden yapılanma (remodeling) bulunur.
III. İnterstisyel Akciğer hastalığı düşünülen hastaya
yaklaşım: İnterstisyel akciğer hastalığı düşünülen bir
olgunun değerlendirilmesi ayrıntılı bir öykü alınması
ile başlar. Klinik, radyolojik ve laboratuar sonuçlarına
gore olası ayırıcı tanılar belirlenir, bunlara gore ileri incelemeler planlanır.
a. Anamnez: Hastalığın ortaya çıkış şekli ve hızı
önemlidir, akut (<3 hafta), aralıklı tekrarlayan veya
kronik olabilir. Hastanın yaşı, cinsiyeti ve aile öyküsü
önemli olup, daha önce tanı aldığı hastalıklar da
ipucu verebilir. İlaçlarda İAH nedeni olabilecekleri
için hastanın kullandığı ilaçlar ve tedaviler de
detaylı bir şekilde sorgulanmalıdır. Meslek ve çevresel etkenler detaylı bir şekilde sorgulanmalı, hobiler,
hayvan besleme öyküsü muhakkak sorulmalıdır.
Sigara öyküsü öğrenilmeli, İAH’lerin bir çoğunun
sigara ile ilişkili olduğu unutulmamalıdır. İstisnai
olarak, çalışmalarda hipersensitivite pnömonisi ve
sarkoidozun sigara içenlerde daha az görüldüğü
saptanmıştır.
b. Semptomlar: İAH’lerde en sık görülen belirti
nefes darlığıdır, hastanın nefes darlığının şiddeti
ve efor kapasitesi sorgulanmalıdır, genellikle
başlangıçta hafif eforla ortaya çıkarken ilerleme
ile birlikte hafif eforla dahi ortaya çıkabilir. Kuru
vasıflı, irritatif bir öksürük olabilir. Balgamlı öksürük
ilerlemiş fibrozise bağlı traksiyon bronşektazilerini
düşündürür. Hemoptizi aveoler hemorojilerde
(vaskülitler, SLE, idyopatik pulmoner hemosiderozis) görülebilir. Ateş varlığı da önemlidir, beraber-
79
2013; 26: 79-81
Tablo 1: İnterstisyel Akciğer Hastalıkları
İdiyopatik İnterstisyel pnömoniler
Granülomatöz İAH
İdyopatik pulmoner fibrosis (IPF)/olağan (usual)
interstisyel pnömoni (UIP)
Nonspesifik interstisyel pnömoni (NSIP)
Kriptojenik organize pnömoni (COP)
Akut interstisyel pnömoni (AIP)
Respiratuar bronşiyolitle ilişkili interstisyel
akciğer hastalığı
Desquamatif interstisyel pnömoni (DIP)
Lenfositik interstisyel pnömoni (LIP)
Sarkoidoz
Hipersensitivite pnömonisi
Bazı meslek hastalıkları-berilyozis
Granülomatöz vaskülit
Bağ doku hastalıkları ve vaskülitlerin
akciğer tutulumuna bağlı İAH
İlaca bağlı-iyatrojenik İAH
Romatoid Artrit
Skleroderma
Sistemik lupus eritematozus
Sjögren sendromu
Dermatomiyozit/polimyozit
Ankilozan spondilit
Sınıflandırılamamış bağ doku hastalığı
Vaskülitler: Wegener granülomatozu,
mikroskopik poliangitis, Good-Pasture
sendromu, Churg–Strauss sendromu
inde halsizlik bulunabilir. Sadece solunum sistemi
değil, eklem, göz, böbrek, cilt, kemik tutulumu gibi
tüm sistemleri ilgilendiren semptom ve bulgular
tanıda yol göstericidir.
c. Fizik Muayene: Fizik muayene özgül değildir,
çoğunlukla taşikardi ve takipne bulunur. Sıklıkla
alt akciğer alanlarında inspiryum sonu raller (Velcro
raller) duyulur, hastalık ilerledikçe raller daha üst
alanlarda duyulmaya başlar. Radyolojik bulguların
farkedilmediği dönemde bile raller duyulabilir.
Ronküs varlığı, hava yolu tutulumunu; plevral
efüzyon varlığı, kolejen doku hastalıkları, asbestosis ve maligniteyi düşündürür. Sistemik tutulum
varlığında fizik muayenede; Eritema nodozum, raş,
Raynoud Fenomeni, hepatomegaly, göz kuruluğu,
üveit, lenfadenomegali, artrit, myozit, kitle saptanabilir.
d. Laboratuar: İAH ön tanısı düşünülen bir hastada tam idrar tetkiki, tam kan sayımı, üre, kreatinin,
elektrolitler, karaciğer fonksiyon testleri, CPK, anti
nükleer antikor (ANA), romatoid faktör (RF) mutlaka bakılmalıdır. Vaskülit düşünülen olgularda bu
listeye antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA), antiglomerül bazal membran antikor eklenmeli, kolajen
80
Eozinofilik pnömoniler
İdyopatik eozinofilik pnömoniler (Akut eozinofilik
pnömoni-AEP, Kronik eozinofilik pnömoni-KEP)
Churg-Strauss sendromu
Hipereozinofilik sendrom
Bir nedene bağlı eozinofilik pnömoni (parazitler,
ilaçlar)
İlaç toksisitesi
Radyasyon pnömonisi/fibrozisi
Kalıtsal hastalıklara bağlı İAH
Tuberoskleroz
Nörofibromatozis
Ailesel interstisyel fibrozis
Pulmoner alveolar proteinozis
Sınıflandırılamayan İAH
Langerhans hücreli histiyositoz
Lenfangioleiyomyomatozis
Pulmoner alveoler proteinozis
doku hastalığı düşünüldüğünde de tetkiklere ilgili
immünolojik belirteçler eklenmelidir. Tanı ve takipte
çok önemli yer tutan solunum fonksiyon testleri her
hastaya yapılmalıdır. Solunum fonksiyon testlerinde; sıklıkla restriktif tip bozukluk saptanır, vital
kapasite ve total akciğer kapasitesi azalır, rezidüel
volüm normal veya hafif düşük, zorlu ekspiratuar
volüm 1. saniye düşük, FEV1/FVC oranı normal ya
da hafif yüksek olabilir. Difüzyon testi hastaların solunum fonksiyonlarını değerlendirmede en duyarlı
test olup çoğunlukla düşüktür. Özellikle bronş mukoza tutulumu olan durumlarda, sigara kullanan
ve eşlik eden KOAH’ı olan hastalarda restriksiyona
hava yolu obstrüksiyonu da eşlik edebilir. Altı dakika yürüme testi son yıllarda hastaların fonksiyonel
durumunu değerlendirmede kullanılmaktadır.
e. Radyoloji: Sıklıkla tanı anında ilk radyolojik tetkik akciğer grafisi olsa da, tanı ve takipte
en yararlı görüntüleme yöntemi yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografidir (HRCT). Radyolojik
olarak görülebilecek lezyonlar; konsolidasyon, buzlu cam densiteli alanlar, lineer veya retiküler opasiteler, nodüller, kistik lezyonlar, interlobular septal
kalınlaşmalar, fibroz, traksiyon bronşektazileri ve
Klinik Gelişim
Ş. BÖREKÇİ
bal peteği görüntüsüdür. Lezyonların lokalizasyonu (santral, peripheral, üst alan, alt alan gibi)
ve eşlik eden diğer bulgular (pnömotoraks, plevral efüzyon, plevral kalınlaşma, lenfadenomegali)
tanıda yardımcıdır.
f. Bronkoalveoler Lavaj: Bronkoalveoler lavaj
(BAL), parankim tutulumu yapan fırsatçı patojenlerin izolasyonu, malinite şüphesi, diffüz alveolar
hemoroji, alveolar proteinozis, sarkoidoz, lenfanjitis karsinomatoza, ilaca bağlı akciğer hastalıkları,
langerhans hücreli histiyositoz X ve daha birçok
parankim hastalığının tanısında değerli bir tetkiktir. BAL’da nötrofil artışı tedavi yanıtının iyi
olmayacağı, lenfosit artışı ise tedavi yanıtının iyi
olabileceğini işaret eder.
g. Akciğer Biyopsisi: Klinik, laboratuar ve radyolojik olarak çok tipik bulgular yok ise ya da
başka tanılar dışlanamamış ise patolojik tanı için
akciğer biyopsisi yapılmalıdır. Akciğer biyopsisi;
transbronşiyal, transtorasik, torakoskopik ya da
açık akciğer biyopsisi şeklinde alınabilir. Klinik ve
radyolojik olarak IPF düşünülen olgularda doku
tanısı gerekemez.
IV. Tedavi: Tedavi ve prognoz histolojik sınıflamaya
göre değişiklik göstermektedir. Hipersensitivite pnömonisi, pnömokonyoz da etkenden uzaklaşma, ilaca
bağlı İAH’lerde ilacın kesilmesi gereklidir. İAH’larında
en sık kullanılan tedaviler: Kortikosteroidler, immünsupresif ilaçlar (siklofosfamid, azotiyoprin), kollojen
Klinik Gelişim
oluşumunu inhibe eden ilaçlar (kolşisin), antifibrotik
ilaçlar (interferon γ, interferon β, relaxin), kollajen
sentezini inhibe eden ilaçlar (halfuginon, prostoglandin E2), profibrotik sitokin inhibisyonu yapan ilaçlar
(suramin) dır. Son dönemlerde özellikle IPF’de bu
tedaviler yetersiz kalmakta olup, anti oksidanlar, lökosit adezyon molekül inhibitörleri, anti TNF-α tedaviler
denenmektedir. Tedavi başlanmış olgular ilaç yan etkileri bakımından yakın takip edilmeli, belirli aralıklarla (önerilen 3 ay) tedaviye yanıt değerlendirilmelidir.
Hipoksemisi olan olgularda oksijen desteği başlanmalı,
son dönem fibrozis bulunan hastalarda akciğer nakli
düşünülmelidir.
Kaynaklar
1.
Wells AU, Hirani N, British Thoracic Society Interstisyel Lung
Disease Guideline Group. Interstisyel Lung Disease Guideline.
Thorax 2008;63(Suppl V):1-58.
2.
Difüz Parankimal Akciğer Hastalıkları. Edt: Doç. Dr Yurdanur
Erdoğan, Doç. Dr. Belgin Samurkaşoğlu, Ankara 2006.
3.
Temel Akciğer Sağlığı ve Hastalıkları Ders Kitabı. Toraks Kitapları. Edt: Prof Dr. Orhan Arseven, İstanbul 2011.
4.
Stulberg MS. Interstitial lung disease: etiologic, clinical and roentgenological considerations. In: Baum GL, Wolinsky E, editors. Textbook of pulmonary diseases.4 th ed. Boston, Toronto:
Little, Brown; 1989. p.967-78.
5.
Afshar K, Sharma O. Interstitial Lung Disease: trials and tribulations. Curr Opin Pulm Med 2008; 14:427-33.
6.
du Bois RM. Diffuse lung disease: an approach to management.
BMJ 1994; 309: 175-9.
7.
Reynolds HY.Diagnostic and manegement strategies of diffuse
interstitial lung disease. Chest 1998; 113: 192-202.
81
Sigara ve Sigara Bırakma
Tedavileri
Prof. Dr. Tunçalp DEMİR
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Sigara ve dumansız sigara ürünleri halen dünyada en
önemli hastalık ve ölüm nedenidir.1 Sigara içenler, içmeyenler oranla ortalama 10 yıl önce ölmekte ve sigara
içenlerin yaklaşık yarısı ölmeden önceki yaşamlarının
son 20 yılını hastalıklı geçirmektedirler.2 Yine Dünya
Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl 5 milyon insan
sigaraya bağlı nedenlerle beklenenden önce yaşamlarını yitirmektedir. Bu sayının önümüzdeki 20-30 yılda
10 milyona çıkması beklenmektedir. Durumunun bir
ilginç yanı da bu ölümlerin yaklaşık 7 milyonunun az
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde olacağıdır. Yani
gelişmiş (!) sigara üreticisi ülkeler sigarayı içmeyip az
gelişmiş ülkelere satmaktadırlar. Ülkemizde ise her yıl
100 bin kişinin sigaraya bağlı nedenlerle öldüğü tahmin edilmektedir.
Tütün kullanımıyla ilgili ilk kanıtlar MS 692 yılına
mayalara uzanmaktadır. Avrupa ve eski dünyanın tütün ile tanışması ise Amerika kıtasının keşfinden sonra gerçekleşmiştir. İlk başlarda lüks tüketim maddesi
olan tütünün yaygın kullanımı ise 19. Yüzyıldan sonra
başlamıştır.
Tütün Bağımlılığı:
Nikotin tütünün içindeki bağımlılık yapıcı maddedir
ve nikotin bağımlılığının eroin ve kokain kadar güçlü
olduğu bildirilmiştir.
Tütün Bağımlılığının Tedavisi:
En son kılavuzlar eşliğinde sigara bırakma tedavileri konusunda şu genel ilkeleri söyleyebiliriz;
1. Sigara bırakma kronik bir olaydır ve tekrarlayan girişimlere gereksinim duyulabilir. Ancak halen etkili
tedaviler mevcuttur ve bunlar uzun süreli ya da kalıcı
olarak sigara bırakmaya yardımcı olurlar.
2. Sigara bırakmada etkinliği kanıtlanmış tedaviler olmasından dolayı, sigara içen her hastaya aşağıdaki tedavi
yöntemlerinden biri uygulanmalıdır;
a. Sigarayı bırakmayı denemek isteyen her hastaya
kılavuzlarda etkin olduğu belirtilen tedavilerden
biri önerilmelidir.
82
b. Sigarayı şu anda bırakmak istemeyen kişilere ise
sigara bırakma motivasyonunu arttıracak kısa süreli eğitim verilmelidir.
3. Klinisyenler ve sağlık sistemi arasında sisteme kayıtlı
tüm sigara içenlerin tedavisine olanak sağlayacak işbirliği kurulması gerekir.
4. Sigara bırakmak isteyen her hastaya etkinliği kanıtlanmış olan kısa süreli eğitim mutlaka verilmelidir.
5. Sigara bırakma ile sigarayı bıraktırma yaklaşımları
arasında güçlü bir doz-yanıt eğrisi mevcuttur. Bu nedenle uygulanan yaklaşımın sıklığı ve toplam süresi
arttıkça başarı şansı da artmaktadır.
6. Üç çeşit destek tedavisinin özellikle etkili olduğu gösterilmiştir.
a. Öncelikle problem çözme ve beceri kazandırmaya
yönelik destek.
b. Tedavinin bir parçası olarak sosyal destek.
c. Tedavi dışı sosyal destek
7. Sigara bırakmada etkinliği kanıtlanmış bir çok farmakolojik ajan vardır. Herhangi bir kontrendikasyon olmadığı sürece bu tedavilerden biri seçilmelidir.
a İlk seçenek ilaçlar;
*Nikotin sakızı
*Nikotin inhaler
*Nikotin nazal sprey
*Nikotin bantları
*Bupropiyon
*Vareniklin
b. İkinci seçenek ilaçlar. Bunlar yalnızca ilk seçenek
ilaçların etkisiz kaldığı ya da kullanılamadığı durumlarda denenmelidir.
*Nortriptilin
*Klonidin
Bu iki ilaçta ülkemizde bulunmamaktadır.
8.Sigara bırakma tedavileri diğer medikal tedavilere
oranla hastalıkların önlenmesinde görece etkili ve
Klinik Gelişim
T. DEMİR
Şekil 1: Sigara bırakma tedavisinde algoritm
cost-effective bir tedavi şeklidir.
a. Sigara bırakmaya yönelik tedavilerin geri ödenmesine yönelik olarak yapılan tüm sigorta planlamalarının etkili olduğu gösterilmiştir.
b. Sigara bırakma tedavisi uygulayan hekimlere de
aynen diğer kronik durumların tedavisini yapıyormuş gibi ödeme yapılmalıdır.3
Sigara bağımlılığının kronik bir süreç olmasından dolayı
uzun süreli ya da sürekli olarak sigara bırakılana kadar
tedavinin tekrarlanması gerekebilir. Sigara içenlerin çok
az bir kısmı ilk denemede sigarayı kesin olarak bırakabilmektedir. Bir çok sigara bağımlısında bu süreç birbirini izleyen relapslar ve remisyonlarla gitmektedir.4 Ancak
relapslar hiçbir zaman başarısızlık olarak görülmemeli ve
hastanın motivasyonu kırılmamalıdır.
Hastaya Yaklaşım: Her hastanın öncelikle sigara içip içmediği saptanmalı, sigara içenlerin de şu anda sigarayı
bırakmak isteyip istemedikleri öğrenilmelidir. Sigarayı
bırakmak isteyen hastalarda İngilizce literatürde ‘5A’ diye
kısaltılan yardımcı uygulamalarla birlikte uygun tedavi
yöntemi seçilmelidir. Halen sigarayı bırakmayı düşünmeyen olgularda ise ‘5R’ diye tanımlanan motivasyonel
yaklaşım uygulanmalıdır. Sigarayı içip bırakmışlarda relapsların önlenmesi, hiç sigara içmemişlerde ise bunu sürdürülmesine yönelik destek sağlanmalıdır.4,5
Sigarayı bırakmak için istekli olgulara
yardımcı kısa stratejiler:
‘5A’ yaklaşımı (Ask, advise, assess, assist, arrange)
1.Sorgulama: Herhangi bir nedenle hekime başvuran
her hastadan mutlaka sigara anamnezi alınmalıdır. ABD’de sigara içenlerin yaklaşık %3’ünün her
yıl sigarayı bıraktığı tahmin edilirken hasta anam-
Klinik Gelişim
nezlerinde sigara sorgulamasının yer almasının bu
oranı %6.4’e çıkaracağı ve bunun da yıllık yaklaşık
fazladan 1.5 milyon kişinin sigarayı bırakmasını
sağlayacağı düşünülmektedir. Özellikle sigara
bırakmaya yönelik anamnezlerde kişinin sigaraya
başlama yaşı, nedeni, halen sigara içme miktarı ve
arttıran nedenler ile nikotin bağımlılığının derecesini ölçen sorular bulunmalıdır. Nikotin bağımlılık
derecesinin saptanmasında kullanılabilecek klasik
yöntem Fagerström, bağımlılık testidir.6 Bu testin
genel mantığına baktığımız zaman; kişinin içtiği
sigara miktarı ile belli bir süre sigara içmeden durabilme derecesi incelenmektedir. Bu testin sonucuna göre 6 ve üstünde puan alanlarda, nikotin bağımlılığı yüksek derecededir denebilir. EMASH’ın
kılavuzunda, Fagerström testi genel mantığı içinde
basitleştirilerek iki soruya indirilmiştir. Buna göre
kişi günde 15 tane veya üstünde sigara içiyor ve ilk
sigarasını uyandıktan sonraki ilk yarım saat içinde içiyorsa, nikotin bağımlılığı güçlüdür denebilir.7
Bu test oldukça kısa ve basit olması nedeniyle, her
koşulda kolaylıkla uygulanabilir. Özellikle sigara
poliklinikleri dışında çalışan tüm hekimlere önerilebilir.
2.Öneri: Sigara içen tüm hastalara kesin bir dille sigarayı bırakması önerilmelidir. Burada ikircikli ifadeler yerine örneğin; ‘Ben doktorunuz olarak, sigarayı
bırakmanızın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu
sağlığınız için yapabileceğiniz en önemli şeydir.’
gibi, kesin ifadeler kullanmakta yarar vardır.8 KOAH’lı olgularda 5-10 dakikalık sigaranın zararları,
solunum fonksiyon testleri üzerine etkileri ve nasıl
bırakılabileceğine yönelik bir eğitimin 1 yıllık sigara bırakma oranlarını yaklaşık % 5 arttırdığı ileri
sürülmüştür.9 Genel olarak sigara içen tüm olgulara
83
2013; 26: 82-87
her vizitte yaklaşık 3 dakikalık sigara eğitimi verilmesinin oldukça etkili olduğu belirtilmektedir.4
3.Değerlendirme: Hastanın başvuru anında (takip
eden 30 gün içinde) sigarayı bırakmak isteyip istemediği saptanmalı ve buna göre bir yaklaşımda
bulunmalıdır. Sigarayı bırakmak isteyen hastalara yardımcı olunmalı ve uygun tedavi programına
yönlendirilmelidir. Bırakmak istemeyen olgular da
motive edilmeye çalışılmalıdır.4
4.Destek olma: Sigarayı bırakmak isteyen olgulara
bir tedavi planı hazırlanmalıdır. Hastalara pratik
sorun çözme önerileri getirilmesi, tedavi süresince
sosyal destek sağlanması, bırakma süreci içinde her
türlü problemi ile ilgileneceği konusunda bilgilendirilmesi ve tedavi dışı sosyal destek alması için
yardım edilmesi çok önemlidir.
Öncelikle her hasta için bir sigara bırakma günü
saptanmalı ve buna göre tedavi ayarlanmalıdır.
Sigara bırakma gününün 2 hafta içinde olması
tercih edilmelidir.
5.Düzenleme: Her hastaya bir takip programı düzenlenmelidir. Sigarayı bırakmada yakın takip çok
önem taşımaktadır. İlk 15 günde kişinin sigara içip
içmemesinin uzun dönem sigarayı bırakmada en
önemli belirleyenlerden biri olması nedeniyle biri
ilk 15 günde olmak üzere ilk ay en az 2 kez, daha
sonra ayda bir ve 3. aydan sonra ise birinci yıl sonuna kadar 3 ayda bir hasta görülmelidirç10 Görüşmeler sırasında motivasyonun sürdürülmeli, başarısız
olmuşsa neden olan sorunlar ele alınmalı, sorunlar
ve tıbbi tedavi açısından değerlendirilmelidir.
Farmakolojik Tedavi
1. İlk Seçenek İlaçlar: Günümüzde sigara bırakmada etkili bir çok tedavi olmakla birlikte, nikotin replasman
tedavisi, bupropion ve vareniklin destek tedavileri ile
birlikte ilk seçenek tedavilerdir. Herhangi bir kontrendikasyon durumları dışında sigara bırakmak isteyen
her hastaya bu tedavilerden biri uygulanmalıdır.11
a.Nikotin Replasman Tedavisi: Sigaradaki bağımlılık yapıcı maddenin nikotin olması nedeniyle, sigara bırakmada nikotinin kullanılabileceği düşünülmüş ve uygulamada görülen
görece başarılı sonuçlar nedeniyle, halen en
sık kullanılan ilaç durumuna gelmiştir. Nikotin
replasman tedavisinin mantığı; nikotin eksikliğine bağlı olarak gelişen yoksunluk semptomlarının ortadan kaldırılarak, kişinin başka yönlere
kanalize edilmesini ve sigarayı daha az sıkıntı
ile bırakmasını sağlamaktır. İkinci aşamada ise
nikotin dozu yavaş yavaş azaltılarak, kişi nikotin bağımlılığından tümüyle kurtarılmaya çalışılır. Nikotin replasman tedavisinda kullanılan
nikotin dozu sigara içimiyle alınan dozdan daha
düşüktür. Değişik nikotin formlarında ulaşılan
pik değer 6-12 mg/dl düzeylerinde iken, sigara
içiminden sonra ulaşılan değer 35 mg/dl (20-50
mg/dl) düzeylerindedir. Düşük dozlarda nikotin yoksunluk belirtilerinin bir kısmını ortadan
kaldırırken, öforik etki göstermez.
Halen en sık kullanılan nikotin formları bant ve
sakızlardır. Bunların yanında nikotin inhaler, nikotin nazal sprey ve nikotin tablet/pastil formları
da bulunmaktadır. Ülkemizde ise bant, sakız ve
pastil formu mevcuttur. Yapılan birçok çalışmada
nikotin replasman tedavisinin etkili ve güvenilir
olduğu gösterilmiştir. En son yapılan bir metaanalizde 1 yıl süreli sonuçların izlendiği nikotin
replasman tedavileri incelenmiş.12 Toplam 28343
olgu bulunan 70 çalışmanın değerlendirilmesi sonunda nikotin replasman tedavileri için (plaseboya göre) OR: 1,71 bulunmuştur. Bizim polikliniğimizde de nikotin bantları ile 1 yıllık başarı oranı
%33,6 (plasebo: %10,9) olarak bulunmuştur.13
Yine değişik nikotin formları arasında belirgin bir
üstünlük gösterilememiştir. Tüm nikotin formları, diğer farmakolojik tedavilere benzer şekilde
başarı oranlarını plaseboya göre yaklaşık 2 kat
arttırmaktadır.9 Kullanım açısından baktığımızda
nikotin replasman tedavisinde iki farklı uygulama dikkat çekmektedir. Nikotin bantları hekimin
önereceği şekilde sabit bir dozda kullanılırken
diğer tüm nikotin formları (sakız, nazal sprey, inhaler, tablet/pastil) hastanın gereksinimi doğrultusunda kullanılmaktadır.14 Bu ikinci grup ilaçlarda
hekim kullanılabilecek maksimum dozu hastayı
bildirmekte ve hastada yoksunluk belirtileri ya
da sigara isteği doğrultusunda kullanacağı dozu
ayarlamaktadır. Aslında bu şekle kullanım gerçek
Sigarayı bırakma konusunda isteksiz hastalar için kısa
stratejiler (5R yaklaşımı)
1. Kişiye özel durumunu ele al (Relevance): Kişinin
o anki durumu (hastalık, aile, çocuk, ekonomik
durum, yaş, cinsiyet, sağlık endişeleri gibi) ele alınmalı ve neden bırakması gerektiği konusunda yüreklendirilmelidir.
2.Sigara içmenin olumsuz sonuçlarını vurgula
(Risks): Hastalar sigaranın özellikleri ve zararları
konusunda bilgilendirilmeli
3. Sigarayı bırakmanın yararlarını anlat (Rewards):
Hastaların sigara bırakıldıktan sonra erken ve geç
dönemde ortaya çıkacak olumlu değişiklikler konusunda bilgilendirilmeli ve varsa hastalığı ile ilişkilendirilmelidir.
4.Sigarayı bırakmayı engelleyen sorunları sapta
(Roadlocks): Hastanın sigarayı bırakmasını engelleyen nedenler (yoksunluk belirtileri, başarısızlık
korkusu, kilo alma, destekten yoksunluk, depresyon, sigara içmekten hoşlanmak gibi) saptanmalıdır.
5. Motivasyonu her başvurusunda tekrarla (Repetition): Motive olmayan hastaların kliniğe her başvurusunda motivasyonel görüşme tekrarlanmalıdır.
84
Klinik Gelişim
T. DEMİR
sigara içme davranışı ile benzerlik göstermektedir.
Gerçek hayatta hasta canı isteyince sigara içerken,
tedavi sırasında da yine canı isteyince ilaçlarını almaktadır.9
Diğer bir seçenek ise nikotin preparatlarının birlikte kullanımıdır. Burada tercih edilebilecek en
mantıklı kombinasyon sürekli belirli bir düzeyde
nikotin sağlayan bantlarla diğer nikotin preparatlarından herhangi birinin birlikte kullanımıdır.
Pratikte en sık bant - sakız kombinasyonu tercih
edilmektedir. Burada hasta sabit dozda bant kullanmakta ve arada da kendi belirleyeceği miktarda
sakız kullanmaktadır.
Nikotin replasman tedavileri genel olarak güvenli
tedavilerdir. Gerçek anlamda kontrendikasyonları
yoktur. Sorunlar genelde sigara içmenin kesilmeden nikotin replasman tedavisi kullanımı ile ortaya çıkmaktadır. Ancak gene de gebelerde, emziren kadınlarda ve akut MI ya da ciddi aritmi gibi
kardiyak durumlarda kullanılmamalıdır. Bu genel
kontrendikasyonlar dışında bir de formlara göre
dikkat edilmesi gereken durumlar söz konusudur.
Cilt hastalıkları olanlarda nikotin bantları, ağız içi
hastalıkları ya da takma dişleri olanlarda nikotin
sakızları kullanılmamalıdır. Yine gastrik sorunları
olanlarda sakız ya da tablet formlarının kullanılması uygun değildir.
b.Bupropion: Bupropion yapısal olarak bir iştah
kesici olan dietilpropiona benzeyen atipik bir
antidepresandır. Antidepresan etki mekanizması tam olarak anlaşılamamış olmasına karşın
aşağıdaki yollarla etki ettiği düşünülmektedir;
• -Merkezi sinir sisteminde dopamin, noradrenalin ve serotoninin geri alımını inhibe
eder,
• -Yüksek dozlarda locus coeruleustaki noradrenerjik nöronları inhibe eder.
• -Nonkompetitive nikotin reseptör antagonistidir,
Bu etkilerden hangisinin sigara bırakmada önemli olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte, nikotin
yoksunluk semptomlarının oluşmasında önemli olan
dopamin ve noradrenalinin geri emiliminin engellenmesinin sigara bırakmada önemli olabileceği düşünülmektedir.15 Nikotin ve kötüye kullanım potansiyeli
olan diğer ilaçların önbeyindeki nucleus accumbense
uzanan dopamin salgılayan nöronların ‘ödül döngüsü’
etkinliğini arttırdığı bilinmektedir. Bupropiyonun bu
dopamin salgılayan nöronların aktivitesini azalttığı ve
bu nedenle ödül döngüsünün aktivitesini baskılayabileceği ve sigara içme isteğini azaltabileceği ileri sürülmüştür.16,17 Sağlık gönüllülerde yapılan bir çalışmada
günde iki kez 150 mg dozunda kullanılan bupropiyonun dopamin taşıyıcısına bağlandığı gösterilmiştir.18
Madde bağımlılığı bulunan bireylerde nikotin ve diğer maddelerden uzak durulması, beyin sapındaki
Klinik Gelişim
locus coeruleustan önbeyine uzanan noradrenalin
salgılayan nöronların aktivitesini artırır. Hayvan çalışmalarında bupropiyonun noradrenalin salgılayan
nöronların aktivitesini azalttığı gösterilmiştir.17 İnsanlarda ise bupropiyon plazma noradrenalin düzeylerini
değiştirmeksizin, noradrenalinin tüm vücuttaki
metabolizmasını azaltmaktadır.19 Bu noradrenerjik etkilerin bupropiyonun yoksunluk semptomlarını azaltmasına katkısı olabileceği düşünülmektedir.20
Bupropionun nikotinik asetilkolin reseptörlerinin
non-kompetetif inhibitörü olmasından dolayı, bu antinikotinik etkisinin de sigara bağımlılığının tedavisindeki etkinliğine katkısı olabileceği belirtilmiştir.20,21
Nikotin replasman tedavisi nikotin alma isteğini
ve sigaranın bırakılmasıyla ilişkili diğer yoksunluk
semptomlarını bastırıp; nikotinin alımının giderek
azaltılması yoluyla nikotin bağımlılığının üstesinden
gelirken, bupropiyon yukarıda da belirtildiği gibi çok
daha karmaşık yollardan sigara bırakılmasına yardımcı
olmaktadır. Ayrıca bupropiyonun bu etkisinin antidepresan etkisinden bağımsız olduğu düşünülmektedir.
Depresyonu olan ve olmayan olgular üzerinde bupropiyonun eşit etki gösterdiği görülmüştür.15
Aslında uzun yıllardır bir antidepresan olarak kullanılan bupropiyonun sigara bırakmada etkili olduğu tesadüfen bulunmuştur. Bupropiyonun sigara bırakmadaki
etkinliğini gösteren ilk randomize kontrollü çalışma
Hurt ve arkadaşlarının çalışmasıdır.22 615 hastaya 7
hafta boyunca 300 mg/gün bupropiyon ya da plasebo uygulanan bu çalışmada tedavinin sonunda sigara
bırakma oranları bupropiyon grubunda %44, plasebo
grubunda % 19 iken, 6. ayın sonunda bupropiyon grubunda %27, plasebo grubunda ise %16 olarak bulunmuştur. Her iki dönemde de aradaki fark istatistiksel
olarak anlamlıdır.
Wu ve arkadaşlarının yaptığı meta-analizde 5228 hastalık 12 çalışma değerlendirilmiş ve plaseboya karşı
bupropion için 1 yıllık OR 1,56 bulunmuştur. Aynı
meta-analizde 3 aylık OR (11 çalışma, 5148 olgu) 2.13
olarak bulunmuştur.12
Sigara bırakmada bupropiyonun etkinliğinin dozla
doğrudan ilişkili olduğu gösterilmiştir. 100, 150 ve
300mg/gün bupropiyounun sigara bırakmadaki etkinliğinin araştırıldığı bir çalışmada her üç grup ta plasebodan anlamlı fark göstermiştir. Sırasıyla 100, 150 ve
300 mg için OR: 1.8, 3.2 ve 4.0 olarak bulunmuştur.23
Yani doz arttıkça başarı oranları da artmaktadır. Yine
1524 olgunun dahil olduğu bir çalışmada 300mg/gün
dozundaki pubropiyonun 3. ayın sonunda 150mg/gün
dozdan daha etkili olduğu gösterilmiştir.24 Plasebo ile
karşılaştırıldığında, bupropiyonun metabolitlerinin
konsantrasyonundaki her 1 mcg/L artış için sigarayı
bırakma olasılığı 1.01 kat artmaktadır.25 Ancak 100 ve
150 mg dozlar da plasebodan anlamlı derecede üstündür. Tüm dünyada önerilen standart doz 300mg/gündür. Tedaviye genelde 150mg/gün dozunda başlanıp 3.
günden sonra optimal doza çıkılır. Özellikle uykusuz-
85
2013; 26: 82-87
luk gibi yan etkilerin çok görüldüğü olgularda 150mg/
gün dozda tedaviye devam edilebilir. Tek dozun 150,
günlük total dozun ise 300 mg geçmemesi önerilmiştir.26 Tedavi süresi ise genellikle 7-12 hafta arasında
önerilmektedir. Bu süre gerektiğinde 6 aya kadar uzatılabilir.4 Sigara bırakma günü ise ilacın başlangıcından
7-10 gün sonrası olmak üzere saptanır. Nikotin replasman tedavisinden farklı olarak bupropiyon kullanımı
sırasında sigara içilmesinin herhangi bir sakıncası yoktur. Bu nedenle ilacın ilk başlandığı günler kişi sigara
içmeyi sürdürebilir, ancak sigara bırakma gününden
sonra kesinlikle sigara içmemesi önerilmektedir. Sigara bırakmadaki genel mantık ya hep ya hiç şeklinde
olmalıdır. Yine yapılan çalışmalar özellikle ilk günlerde
içilen bir tek sigaranın bile uzun dönem bırakma oranlarını olumsuz etkilediğini göstermiştir.10,13
line ile %44 (%43,9), bupropion için %29,5 (%29,8)
ve plasebo için %17.7 (%17,6) bulunmuştur. Varenicline ile bupropion ve plasebo arasında istatistiksel
anlamlı fark vardır. 9-52 haftalar arasındaki bırakma
oranları ise yine varenicline için %21,9 (%23), bupropion için %16,1(%14,6) ve plasebo için %8,4’e (%10,3)
düşmüştür. Erken dönemde varenicline’in bupropiona
üstünlüğü ileri dönemde azalmıştır. İlk çalışmada aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildir. Ancak
plaseboya göre anlamlı fark sürmektedir.
Bupropiyon genelde iyi tolere edilebilen bir ilaç olmasına
karşın istenmeyen etki görülme sıklığı pek de az değildir.
Bupropiyon tedavisi sırasında en sık görülen yan etkiler,
ağız kuruluğu, uykusuzluk, deri döküntüleri, kaşıntı ve
hipersensitivite reaksiyonudur. Epileptik nöbet ise bupropiyon kullanımı ile ortaya çıkabilecek en ciddi reaksiyondur. Görülme sıklığı yaklaşık % 0.1 civarındadır.4 Bupropion epileptik atak, kafa travması, MMS hastalığı öyküsü
olan ya da epilepsi eşiğini düşüren ilaçlar ve MAO inhibitörü kullanıldığı durumlarda kullanılmamalıdır.
Vareniklin bağlı olarak görülen en sık yan etkiler bulantı, anormal rüyalar, uykusuzluk ve baş ağrısıdır. Ancak son yıllarda varenikline bağlı olarak üzerinde durulan en önemli yan etkiler psikiyatrik ve kardiyak yan
etkilerdir. Psikiyatrik yan etkilerden özellikle intihara
eğilim ve intihar konusunda hem FDA hem de Sağlık
Bakanlığı uyarılarda bulunmuş ve vareniklin başlanacak her olguda mutlaka pisikiyatrik hastalık anamnezi
alınmasını ve tedavi süresince de hastaların bu açıdan
yakından izlenmesi gerektiğini bildirimişlerdir. Yine
yayınlanan bir meta-analizde kardiyak hastalığı olanlarda vareniklinin ölüme yol açmadan kardiyak komplikasyonları arttırdığına dair sonuç bulunduğu için, bu
konuda da olguların tedavi öncesi mutlaka kardiyak
açıdan değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir.29
Yaygın olarak önerilmemekle birlikte bupropion ile nikotin preparatları birlikte kullanılabilirler. Özellikle dirençli
olgularda birlikte kullanım önerilmektedir.9
Vareniklin:
Sigara bırakmada kullanılanıma giren en son ilaçlardan
olan vareniklin α4β2 nikotinik reseptörlerin parsiyal
agonistidir. Varenicline, nucleus accumbenste nikotinik reseptörler üzerinden dopamin salınımını etkileyerek agonist etki gösterir. Ancak vareniklin eş zamanlı
tedaviye eklenen nikotinin dopamin salınımını arttırmasını da engelleyerek antagonist etki yapar.11 Vareniklinin bu kombine etkisi (agonist ve antagonist) nikotin
bağımlılığının azalmasına ve yoksunluk belirtilerinin
hafiflemesine yol açar.
Vareniklin, bupropiona benzer şekilde önce düşük
dozda başlanıp daha sonra maksimum doza çıkılarak
tedavi sürdürülür. Genel olarak önerilen doz ilk 3 gün
1x0,5 mg, sonraki 4 gün 2x0,5mg ve daha sonraki 11
hafta 2x 1mg şeklindedir. Vareniklin tedavisinde de aynen bupropiyon gibi nikotin replasman redavisinden
farklı olarak ilaca başladıktan sonra sigara 1-2 hafta
daha içilebilir ve ondan sonra başlangıçta kararlaştırılan günde sigara bırakılır.
Vareniklin tedavisinde ilk yapılan çalışmlardan Gonzales ve Jorenby tarafından yürütülen ilk 2 çalışmanın
dizaynı tümüyle aynıdır. Her iki çalışmada da artan
dozlarda 12 hafta süre ile kullanılan varenicline, bupropion ve plasebo ile karşılaştırılmıştır.27,28 Tedavi fazının son 4 haftasındaki sürekli bırakma oranları her iki
çalışma için -parentez içinde kaynak Jorenby- varenic86
Bu 5 çalışmadan 4’ünün incelendiği (2528 olgu) bir
meta-analizde 1 yllık sigara bırakmada varenicline için
OR plaseboya göre 2.96, bupropiona göre 1.58 olarak
bulunmuştur. Aynı meta-analizde en sık saptanan yan
etkiler bulantı (OR:3.17), konstipasyon (OR:2.57), gaz
(OR:2.04) ve uykusuzluk (OR:1.46) olmuştur.12
Vareniklinin diğer ilaçlarla kombine kullanımı konusunda çok az yayın olmakla birlikte ciddi olgularda nikotin sakız ya da pastille kombine edilebilir.
Kaynaklar
1.
European Smoking Cessation Guidelines: The authoritative guide to a comprehensive understanding of the implications and
implementation of treartments and strategies to treat tobacco
dependence. Revised 1st edition, 2012.
2.
Doll R, Peto R, Boreham J, Sutherland I. Mortality in relation to
smoking: 50 years’ observations on male British doctors. BMJ
2004, doi:10.1136/bmj.38142.554479.A
3.
Talwar A, Jain M, Vijayan VK. Pharmacotherapy of tobacco dependence. Med Clin N Am 2004;88:1517-1534.
4.
A US Public Health Service Report. A clinical practice guideline for
treating tobacco use and dependence. JAMA 2000;283:3244-3254.
5.
Anderson JE, Douglas MS, Jorenby DE, Scott WJ, Fiore MC. Treating tobacco use and dependence. An evidence-based clinical practice guideline for tobacco cessation. Chest 2002;121:932-941.
6.
Fagerström KO. Measuring degree of physical dependence to tobacco smoking with reference to individualization of treatment.
Addict Behav 1978; 3: 235-241.
7.
European Medical Association Smoking or Health. Guidelines on
smoking cessation for general practitioners and other health professionals. Monaldi Arch Chest Dis 1997; 52: 282-284.
8.
T.Demir. Sigara Bıraktırma Yöntemleri.Kronik Obstrüktif Akciğer
Hastalığı – Toraks Kitapları 2 – (Ed:S.Umut, E.Erdinç) İstanbul,
2000:83-93
9.
Gratziou C, Tonnesen P. Smoking cessation and prevention. Eur
Respir Mon 2006; 38:242-257.
Klinik Gelişim
T. DEMİR
10. Kenford LS, Fiore MC, Jorenby DE, et al. Predicting Smoking
Cessation. Who Will Quit With and Without the Nicotine Patch.
JAMA. 1994;271: 589-594.
11. Tonnesen P, Carrozzi L, Fagerström KO et al. ERS Task Force. Smoking cessation in patients with respiratory diseases:a high priority,
integral component of therapy. Eur respir J 2007;29:390-417.
12. Wu P, Wilson K, Dimoulas P, Mills EJ. Effectiveness of smoking
cessation therapies: A systematic review and meta-analysis. BMC
Public Health 2006;6:300.
13. Demir T, Tutluoğlu B, Koç N, Bilgin L Sigara bırakma polikliniğimizin bir yıllık izlem sonuçları. Tuberk Toraks 2004;52:63-68.
14. Toraks Derneği Tütün ve Sağlık Çalışma Grubu. Sigara Bırakma
Tedavisi. Toraks Derneği Eğitim Kitapları Serisi. Sayı B1.
15. Roddy E. ABC of smoking cessation. Bupropion and other nonnicotine pharmacotherapies. JAMA 2004;328:509-511
16. Balfour DJK. The pharmacology underlying pharmacotherapy
for tobacco dependence: a focus on bupropion. Int J Clin Pract
2001;55:53-57
17. Ascher JA, Cole JO, Colin JN et al. Bupropion: a review of
its mechanism of antidepresant activity. J Clin psychiatry
1995:56:395-401
18. Learned-Coughlin SM, Bergstrom M, Savitcheva I, Ascher J,
Schmith VD, Langstrom B.In vivo activity of bupropion at the
human dopamine transporter as measured by positron emission tomography Biol Psychiatry. 2003;54:800-805
19. Golden RN, Rudorfer MV, Sherer MA et al. Bupropion in depression. Biochemical effects and clinical response. Arch Gen
Psychiatry 1988;45:139-143.
20. Johnston JA, Ascher J, Leadbetter R et al. Pharmacokinetic opti-
Klinik Gelişim
misation of sustained-release bupropion for smoking cessation.
Drugs 2002;62 (Suppl 2):11-24
21. Slemmer JE, Martin BR, Damaj MI et al. Bupropion is a nicotinic antagonist. J Pharmacol Exp Ther 2000;295:321-327
22. Hurt RD, Sachs DP Glover ED et al. A comparison of sustained
release bupropion and placebo for smoking cessation. N Engl J
Med 1997;337:1195-1202.
23. Dale LC, Glover ED, Sachs DPL et al. Bupropion for smoking
cessation. Chest 2001;119:1357-1364.
24. Swan GE, McAfee T, Curry SJ et al.Effectiveness of bupropion
sustained release for smoking cessation in a health care stting:
a randomized trial. Arch Intern Med 2003;163:2337-2344.
25. Jonston JA, Fiedler-Kelly J, Glover ED et al. Relationship
between drug exposure and the efficacy and safety of bupropion sustained release for smoking cessation. Nicotine Tob Res
2001;3:131-140.
26. Wooltorton E. Bupropion (Zyban, Wellbutrin SR):reports of deaths, seizures, serum sickness. JAMC 2002;166:68.
27. Gonzales D, Rennard SI, Nides M et al. Varenicline, an α4β2
nicotinic acetylcholine receptor partial agonist, vs sustainedrelease bupropion and placebo for smoking cessation. JAMA
2006;296:47-55.
28. Jorenby DE, Hays JT, Rigotti NA et al. Efficacy of varenicline,
an α4β2 nicotinic acetylcholine receptor partial agonist, vs
placebo or sustained-release bupropion for smoking cessation.
JAMA 2006;296:56-63.
29.)Prochaska JJ, Hilton JF. Risk of cardiovascular serious adverse
events associated with varenicline us efor tobacco cessation:
systemetic review and meta-analysis. BMJ 2012;344:e2856
doi:10.1136/bmj.e2856.
87
Yazarlara Bilgi
www.klinikgelisim.org.tr
Derginin amacı, tıp alanında mesleki ve toplumsal öncelik ve önem taşıyan seçilmiş konulardaki en güncel
bilimsel gelişmeleri ve çalışmaları bütüncül (holistik)
yaklaşımla, moleküler düzeyden sosyal boyuta dek çok
katmanlı biçimde meslektaşlarımıza aktarmak ve kalıcılığı olan bir dizi oluşturmaktır. Bu amaçla, her yılbaşında toplanan yayın kurulunun
belirlediği konularda çağrılı editörlerin belirlediği alt
konu başlıklarındaki derlemeleri yayınlar. Söz konusu
derlemelerin tümü güncel bilgileri içermelidir. Ayrıca
seçilmiş konular ile ilgili sosyal sorunlar da seçilmiş
konu editörlerince dile getirilebilir. Klinik Gelişim dergisi, yayın kurulu dışından önerilecek seçilmiş konu ve
editör önerilerine açıktır. Derginin hedef kitlesi konu
ile ilgili tıp fakültesi son sınıf öğrencileri, pratisyen hekimler, asistan hekimler ve uzman hekimlerdir. tik ürünler jenerik veya ticari isimleriyle belirtilmelidir (jenerik isimler yeğlenir). Ticari isimler
büyük harfle yazılmalı, firma ve firma şehri ürün
adından hemen sonra parantezde belirtilmelidir.
Ana metni teşekkür, kaynaklar, tablo ve şekiller
izlemelidir. Tablo ve şekiller metin sonunda, her
biri ayrı bir sayfada yazılmalıdır.
•
Teşekkür bölümü, metnin sonuna eklenmeli ve bir
paragrafı geçmemelidir.
•
Kaynaklar: Tablo ve şekiller de dahil olmak üzere
metin içerisinde geçiş sırasına göre sıralanmalı ve
metinde parantez içinde ve cümle sonunda belirtilmelidir. Türkçe kaynak kullanımına önem verilmelidir. Dergi isimleri Index Medicus’a uygun kısaltılmalı, eğer Index Medicus’ta yer almıyorsa tam
olarak yazılmalıdır. Peş peşe ikiden fazla kaynak
kullanımında sadece ilk ve son kaynak numaraları
belirtilmelidir (3–9 gibi). Kaynak gösterilen makalenin künyesinde 4 veya daha fazla yazar olduğunda ilk 3 yazarın ismi yazılmalı, sonrasında Türkçe
kaynaklarda ve ark. Türkçe dışı kaynaklarda et al.
kullanılmalıdır. Dört veya daha az yazarlı makalelerde tüm yazarların isimleri yazılmalıdır. Kaynaklar Index Medicus’a uygun şekilde (Vancouver
Stili) aşağıda örneklendiği gibi yazılmalıdır.
Derginin yayın dili Türkçedir. Yazıların Türk Dil Kurumu Sözlüğüne ve Yeni Yazım Kılavuzu’na uygun
olması gerekir. Seçilmiş konu editörleri, yayın kurallarına uymayan
yazıları yayımlamamak, düzeltmek üzere yazarına geri
vermek ve biçim olarak yeniden düzenlemek yetkisine
sahiptir.
Dergiye gönderilen yazılara telif hakkı ödenmez ve
yazar yazının tüm yayım haklarının İstanbul Tabip
Odasına ait olduğunu kabul eder. Makaleler için ayrı
baskı yapılmaz. Yayın devir hakkı formu, bütün yazarlarca imzalanarak gönderilen makalelere eklenir. Yayımlanan yazıların bilimsel ve hukuksal sorumluluğu
yazarlara aittir. Gönderilen yazıların hemen işleme konulabilmesi için,
mutlaka aşağıda belirtilen yazım kurallarına uygun olması gereklidir: •
88
Yazılar çift aralıklı ve 12 punto olarak, her sayfanın iki yanında ve alt ve üst kısmında 3 cm boşluk
bırakılarak yazılmalıdır. Sayfa numaraları her sayfanın alt ortasında yer almalıdır. Yazıda konunun
daha iyi anlaşılmasını sağlayacak alt başlıklar
kullanılmalıdır. Bir derleme yazısında; konunun
ve sorunun içeriği, tarihi ve temel bilgiler, klinik
bulgular, konuya ilişkin sorun çözmede kullanılan
yöntemler hayvan ve insan deneyleri, tartışma, sonuç, öneriler ve gelecekte yapılacak çalışmalar gibi
bölümlerin bulunması yararlı olacaktır. Farmasö-
Dergi Makaleleri
Standart makale
Vega KJ, Pina I, Krevsky B. Transplantation is associated with an increased risk for pancreatobiliary disease.
Ann Intern Med 1996; 124: 980-983. Ek
QF. Risk assessment of nickel carcinogenicity and
occupational lung cancer. Environ Health Perspect
1994;102 (Suppl1): 2755–2782. Özet Format
(Mektup, Abstract ve Editoryal): Ennzensberger W,
Fischer PA. Metronume in Parkinson’s disease (Letter).
Lancet 1996; 347:1337.
Klinik Gelişim
Kitaplar Ve Diğer Monograflar
Tez
Yazarlı Koca B. Jüvenil idyopatik artritli çocuklarda pnömokok aşılaması (Tez). İstanbul Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi;2006
Ringsven MK, Bond D. Gerontology and leadership
skills for nurses. 2nd ed. Albany, NY: Delmar; 1996.
Editörlü Norman IJ, Redfem SJ, eds. Mental Health Care for Elderly People. New York: Churchill Livingstone; 1996.
Diğer kaynak yazılımları için bakınız: Uniform requirements for manuscript submitted to biomedical journals. N Eng J Med 1997;336:309-315.
•
Tablolar: Her tablo ayrı bir sayfada çift aralıklı
olarak yazılmalı ve metin içerisindeki dizine göre
Romen rakamı ile numaralanmalıdır. Tablo kapsamının kısa tanımı başlık olarak tablonun üstüne
yazılmalıdır.
•
Şekiller: Her yazı için en çok 6 adet kabul edilir.
Metinde geçtiği sıraya göre Arabik rakamlarla
numaralanmalıdır. Mikroskobik fotoğraflarda kullanılan boya, büyütme ölçütleri, şekil içerisinde
uzunluk birimi (internal scale bar) belirtilmeli ve
patolojik piyeslerde santimetrik şablon eklenmelidir. Hasta fotoğraf ve grafilerinde etik değerler
korunmalıdır. Şekiller metin içerisinde kullanılacakları yerlere parantez içerisinde şekil numarasıyla belirtilmeli, kaynaklar ve tablolardan sonra
ayrı bir sayfada da liste halinde tüm şekillerin alt
yazıları sunulmalıdır. Reprodüksiyon olan şekiller
için izin mektubu gereklidir.
•
Kısaltmalar, uluslararası kabul edilen şekle göre
yapılmalı, ilk kullanıldıkları yerde parantez içinde
yazılmalı ve tüm metinde bu kısaltma kullanılmalıdır.
Kitapta Bölüm Phillips SJ, Whistant JP. Hypertension and stroke. In:
Laragh JH, Brenner BM; eds. Hypertension: Pathophysiology, diag nosis and management. 2nd ed. New
York: Raven Pr; 1995:466-478. Basılmış Kongre Özet / Kitabı Bengtsson S, Solheim BG. Enforcement of data protection privacy and security in medical informatics. In:
Lun KC, Degoulet P, Pemme TE, Rienhoff O, eds. MEDINFO 92. Proceedings of the 7th World Congress on
Medical Informatics; 6-10 September 1992; Geneva,
Switzerland. Amsterdam: North-Holland; 1992:15611565. Basılmamış Kaynaklar
Smith J. New agents for cancer chemotherapy. Presented at the Third Annual Meeting of the American
Cancer Society, 13 June 1983, New York.
Klinik Gelişim
89
Son Söz
Haziranda Ölmek Zor
"uyarına gelirse
tepemde bir de çınar"
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki "manda gönü"
demek ki "şile bezi"
demek ki "yeşil biber"
bir de memet’in yüzü
bir de "saman sarısı"
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara
gece leylak
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
(1977)
Hasan Hüseyin
Download