İndirmek İçin Tıklayınız

advertisement
TÜRKİYE’NİN
EKONOMİK
DURUMU
Mayıs 2017
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Rapor Sorumlusu
Prof. Dr. Latif ÖZTEK
Danışman
Atik AĞDAĞ
Editör
Yusuf YALANIZ
Kapak Tasarımı
Harun ARSLAN
Saadet Partisi
Ziyabey Caddesi 1421. Sokak No:15
Balgat/Çankaya - Ankara/Türkiye
www.saadet.org.tr
Mayıs 2017
2
Önsöz
İçindekiler
Önsöz
4
Giriş
7
İşsizlik
15
Enflasyon (TÜFE)
25
Büyüme
53
Borçlar
71
Faiz
87
Bankalar
97
Borsa
99
Dış Ticaret
103
Döviz Kurları
113
Özelleştirme
121
Bütçe Uygulamaları
127
3
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Önsöz
Ekonominin toplum hayatındaki öneminden dolayı Saadet Partisi Ekonomik İşler Başkanlığı olarak
Türkiye ekonomisinde meydana gelen gelişmeler tarafımızdan yakından takip edilmekte ve makro ekonomik büyüklükler esas alınarak her ay bir rapor hazırlanıp il başkanlarının istifadesine sunulmaktadır.
Yıl sonunda ise ekonomideki gelişmeler daha kapsamlı bir rapor haline getirilmektedir. 2016 yılı sonu
itibariyle Türk ekonomisindeki gelişmeler de bir rapor haline getirildi. Bu rapor hazırlanırken makro
ekonomik büyüklüklerde son 10-15 yılda meydana
gelen gelişmelere geniş yer verildi ve hazırlanan tablolardaki rakamların yılara göre değişimi şekillerle
gösterildi. Eski yıllara ait ekonomik büyüklükler verilip, değişim de şekillerle gösterilince Türk ekonomisinde yıllar itibariyle meydana gelen gelişmeleri
daha yakından inceleme ve mukayese etme imkânı
ortaya çıkmış oldu.
Sayın Genel Başkanımız hazırlanan raporun
konferans olarak sunulmasını istedi. Ekonomik ve
Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) de bu konferansın her yıl düzenlemekte oldukları “ESAM Çarşamba
Konferansları” kapsamında verilmesini istedi. Bu talep üzerine konferans, 28 Aralık 2016’da ESAM’da
geniş bir dinleyici kitlesine sunuldu. Bu arada dinleyiciler tarafından metnin yazılı hale getirilmesi, kitap
haline getirilmesi istendi. İl başkanlarımız tarafından
da aynı yönde talepler geldi. Gelen talepler üzerine
4
Önsöz
konferans metnine 2016 yılının son ekonomik büyüklükleri de ilave edilerek elinizdeki bu eser ortaya
çıkmış oldu.
Devletin resmi kurumlarının hazırlamış oldukları veriler esas alınarak hazırlanan küçük hacimli bu
kitabın Türk ekonomisinde son 10-15 yılda meydana
gelen gelişmelere ışık tutacağı kanaatindeyiz ve ekonomiyi yakından takip eden tüm insanlarımıza faydalı olacağını umuyoruz.
Bu eserin yayına hazırlanmasında ve basılmasında emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyor,
Yüce Rabbimden hayırlı çalışmalarımızda bizlere
muvaffakiyetler vermesini niyaz ediyorum.
Prof. Dr. Latif ÖZTEK
Ekonomik İşler Başkanı
Genel Başkan Yardımcısı
5
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
6
Giriş
Giriş
7
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Ekonomi fertler için olduğu gibi devletler için de
çok önemlidir. Bu öneminden dolayı bir ülkenin ekonomi politikalarını ne dış politika ve iç politikasından
ve ne de siyasi ve sosyal politika konularından ayrı düşünmek ya da tek başına ele almak mümkün değildir.
Ülke içindeki terör olayları, boşanmalar, kap-kaç
olayları, hırsızlık ve diğer sosyal olayları da ekonomiden bağımsız ele alıp değerlendiremeyiz. Bütün bu
olaylar ülke ekonomisini etkilediği gibi, ülke ekonomisinin iyi veya kötü olması da bu olayları etkiler. Yani
hiçbir olay tek başına ele alınıp değerlendirilemez ve
unutulmamalıdır ki, bu olayların hepsi ekonomi ile
doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Bu durumu dikkate alan Ekonomik İşler Başkanlığımız her ay yapılan
il başkanları ve il müfettişleri toplantısı için bir rapor
hazırlamaktadır. Raporlarımızda o ay gündeme en çok
gelen ekonomik konulara yer verilmektedir. Ekonomik İşler Komisyonu olarak bu raporumuzu Türkiye’nin 2016 yılı genel ekonomik durumu ile 2016 yılının bütçe uygulamaları ve yeni hazırlanan 2017 yılı
bütçesinin değerlendirilmesine tahsis etmeyi uygun
bulduk. Türk ekonomisindeki gelişmeleri değerlendirirken daha önceki raporlarımızda belirttiğimiz gibi,
konu ile ilgili bakanlıkların yayınlamış olduğu resmi
rakamları verip bu rakamlar üzerinden açıklamalarımızı yapacağız. Bu arada konu ile ilgili olarak zaman
zaman hükümet üyelerinin ve AK Parti yetkililerinin
açıklamalarına yer vereceğimiz gibi, medyada yer alan
görüş ve değerlendirmeleri de dikkate alacağız. Tabii
bu arada Türkiye’nin ekonomik sorunlarının Saadet
Partisi’nin iktidarında nasıl çözüleceğine de yer vereceğiz. Böylece Saadet Partisi olarak teşkilatlarımızı ve
8
Giriş
milletimizi hükümetin ekonomik uygulamaları hakkında bilgilendireceğimiz gibi Türkiye’nin önemli ekonomik sorunlarına yönelik Saadet Partisi’nin görüşlerini de açıklayacağız.
Bu toplantıyı yurt içinde ve yurt dışında ve özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyasında çok önemli gelişmelerin olduğu bir dönemde
yapıyoruz. Bilindiği üzere Türk ekonomisi çok hassas
dengeler üzerinde ilerleyen kırılgan bir yapıya sahiptir.
Bu kırılgan yapısı nedeniyle hem dış dünyadaki ekonomik, politik ve siyasi gelişmelerden ve hem de yurt
içindeki sosyal ve siyasal gelişmelerden fazlasıyla etkilenmektedir. Bu yüzden Türk ekonomisini incelerken
yurt içindeki ve yurt dışındaki gelişmelerin Türk ekonomisi üzerindeki etkileri göz ardı edilmemelidir.
İktidar Temmuz 2015’den beri yoğunlaşan PKK
terör olayları ile uğraşırken ülkemiz 15 Temmuz
2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki paralel
devlet yapılanması (PDY)’na mensup bir grup çılgının
başlattığı bir başarısız darbe girişimine hedef oldu. Allah (c.c.)’a hamd olsun darbe girişimi bastırıldı. Darbe
girişimi bastırıldıktan sonra ülkemizde üç ay süreyle
“olağanüstü hal” ilan edildi. Üç aylık olağanüstü hal
bitince süre yeniden üç aylığına uzatıldı. Olağanüstü
hal uygulamaları çerçevesinde hazırlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’lerle kamuda çalışan binlerce insanın işine son verildi, soruşturmalar oldu, tutuklamalar yapıldı ve halen de bu durum devam etmektedir. Kamudaki bu uygulama özel sektörde de
sürdürüldü. İnsanlar tutuklandı, iş yerleri kapatıldı.
9
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Bu arada ülkemizde AK Parti’nin ve Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isteği üzerine
Başkanlık Sistemi veya cumhurbaşkanlığı sistemine
geçilmesiyle ilgili Anayasa değişikliği gündeme geldi.
2017 yılının ilk aylarında bu konudaki çalışmalar tamamlandı ve 16 Nisan 2017’de Anayasa değişikliği
metni halk oylamasına sunuldu ve kabul edildi. Bu sistemle ilgili çalışmalar halen sürdürülüyor. İnşallah ülkemizin ve milletimizin hayrına olur.
15 Temmuz 2016’dan beri hükümet, asıl olarak
PDY ile uğraştığı için dış dünyada olup bitenlerle ve
ekonomi ile fazla ilgilenemedi. Yurt içinde ve Kuzey
Irak’ta PKK eylemleri arttı. Güney komşumuz Suriye’de PYD/YPG güçleri Türkiye’nin daha önce kırmızı çizgimiz dediği “Fırat’ın Batısı”na geçti. PYD/
YPG’nin bu faaliyetini önlemek üzere TSK tarafından
“Fırat Kalkanı Harekâtı” düzenlendi. Bu harekât 7-8
ay devam ettikten sonra ara verildi.
Suriye’deki çatışmalar sürerken koalisyon güçleri
tarafından Musul’u IŞİD militanlarının elinden kurtarmak üzere Irak’ta da bir sıcak çatışma alanı oluşturuldu. Türkiye de Irak’taki bu harekâta katılma kararı
aldı ve TSK Irak’taki koalisyon güçleri ile beraber Musul’u IŞİD militanlarından kurtarma operasyonuna fiilen katıldı. Halen Musul’daki operasyonlar da devam
ediyor. Irak ve Suriye’de iç savaş sürmekte. Irak fiili
olarak 3’e bölünmüş durumda. Suriye’de de durum
Irak’tan fazla farklı değil. Öte yandan diğer İslam ülkelerinin durumu da içler acısı. Gazze’de İsrail’in zulmü
devam ediyor. Mısır, Libya, Pakistan, Afganistan,
Bangladeş, Sudan, Somali, Arakan, Mali, Keşmir ve
Doğu Türkistan sıkıntılı.
10
Giriş
Bütün bu sıkıntılar yaşanırken 20.07.2016’da
kredi derecelendirme kuruluşlarından Standart end
Poors, 23.09.2016’da da Moodys Türkiye’nin kredi notunu düşürdüler. Kredi derecelendirme kuruluşlarının
Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi Kabine’nin birçok üyesi tarafından “Bu karar siyasidir.” diye nitelendirildi. Biz Sayın Bakanlarımızın bu nitelendirmelerine katılmakla beraber Türk ekonomisinin iyi olmadığının da bir realite olduğunu belirtmek istiyoruz.
Zira işsizlik artıyor, enflasyon yüksek seyrediyor, büyüme hızı azalıyor, döviz yükseliyor, ihracat azalıyor,
dış ticaret açığı ve cari açık artıyor. Kısaca bütün bu
olup bitenler ekonomimizi çok olumsuz etkilemiştir
ve bu olumsuz etki halen de devam etmektedir.
Diğer taraftan dış dünyadaki gelişmeler; önce İngiltere’nin AB’den ayrılma konusundaki kararı daha
sonra da ABD’deki Başkanlık seçimini Trump’un kazanması ve buna bağlı olarak ABD ekonomisindeki gelişmeler önce ABD’de faiz oranının artacağı yönündeki
söylentiler daha sonra da (15.12.2016)’da FED’in faiz
oranını 25 baz puan artırması tüm dünya ülkelerinin
ekonomilerini ve bu arada Türk ekonomisini çok etkilemiş; döviz, Dolar ve Avro yükselişe geçmiştir. 15
Temmuz 2016’dan önce 2.88 TL olan ABD Doları kasım sonu aralık ayı başında hızlı bir yükseliş göstermiş
1 ABD Doları 3.60 TL’yi görmüş sonra bir miktar düşmüştü. 15 Aralık 2016’da FED’in faiz oranını artırmasıyla tekrar 3.50 TL’nin üzerine çıktı. Halen 3.50 TL
düzeyinde seyretmektedir. Yani ABD Doları 4-5 ayda
yaklaşık 60 kuruş artmıştır. 2016 yılı sonu itibariyle
Türkiye’nin 404.2 milyar dolar dış borcu olduğu dikkate alınırsa bunun Türk ekonomisine getirdiği yükün
yaklaşık 250 milyar TL olduğu hesaplanabilir. Bu ağır
11
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
yükün özel sektöre maliyeti ise yaklaşık 170 milyar
TL’dir. Dolar’daki aşırı yükselme ve bozulan ekonomik
şartlar nedeniyle 6-7 aydan beri faiz oranlarını düşürme sürecine giren T.C. Merkez Bankası da
24.11.2016’da yaptığı PPK Toplantısında haftalık repo
ihale faiz oranını %7.50’den %8.00’a çıkarmıştı. Yani
50 baz puan artırmıştı. 20 Aralık 2016’daki toplantısında ise repo ihale faiz oranını değiştirmedi. Dolar’daki artıştan ve faiz oranlarındaki yükselişten en
fazla şikâyetçi olan kesim sanayicilerdir. Tabii Dolar’daki artış sadece sanayiciyi değil tüm toplum kesimlerini etkilemekte ve ithal malların fiyatlarında
özellikle de petrol ürünlerinde aşırı yükselmeye sebep
olmaktadır. Mesela 23 Kasım 2016’da benzinin litresine 16 kuruş, motorinin litresine de 11 kuruş zam
geldi. Akaryakıta gelen zam tüm mallara anında yansımakta ve enflasyonun yükselmesine sebep olmaktadır.
Faizdeki ve döviz fiyatlarındaki artış ekonomide başka
olumsuzluklara da sebep olmakta, sanayici bu şartlarda yatırım yapamamaktadır. Yeni yatırımlar olmayınca işsizlik artmakta, üretim düşmektedir. Üretim
düşünce de ihracat azalmakta, dış ticaret açığı ve dolayısı ile cari açık artmaktadır. Cari açık artınca ülkemizdeki ekonomik sıkıntı dayanılmaz bir hal almaktadır.
Saadet Partisi olarak ekonomik sıkıntılar daha fazla
artmadan hükümeti tedbir alması gerektiği konusunda
uyarmak istiyoruz.
Evet, kısaca özetlersek; ABD ekonomisi iyileşme
sürecine girdi. Rus ekonomisi sıkıntılı, Almanya’da
büyük bir ekonomik durgunluk yaşanıyor, AB’nin
önde gelen ülkelerinden Fransa’da, İtalya’da ve İspanya’da ekonomik durum pek iç açıcı değil. Geri ka-
12
Giriş
lan AB ülkeleri 2008’deki ABD krizinden sonra hâlâ sıkıntıda. Komşularımız olan ülkelerdeki ve diğer dünya
ülkelerindeki (Suriye, Irak, Mısır, Pakistan, Bangladeş,
Libya, Tunus gibi) kaotik durum malum. Bu durum
2013’de, 2014’de, 2015’de ve 2016’da Türkiye ekonomisini etkilemiştir. 2017’de de etkileyecektir. Bütün
bu gelişmeler göz önünde bulundurularak gerekli tedbirler alınmalı, ihracatta da komşu ülkelere, AB ülkelerine ve ABD’ye bağımlı kalınmamalı, yeni pazarlar
aranmalı ve bulunmalıdır.
13
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
14
İşsizlik
İşsizlik
15
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Ekonomik manada işsizlik, çalışabilecek durumda
olan insanların cari ücret seviyesinde bir ücretle çalışmaya razı olması ve iş aradığı halde iş bulamaması durumudur. İşsizlik oranı da bu durumda olan işsizlerin
sayısının toplam iş gücüne oranı olarak tanımlanabilir.
İnsan emek harcayarak eşyayı faydalı hale getirir.
Ya da enerjisini harcayarak, emeğini harcayarak mal ve
hizmet üretir. Eğer bir insan çalışabilir durumda ise o
insana iş imkânı sağlanması gerekir ki çalışıp üretsin.
Üretimi karşılığında bir gelir elde etsin ve bu geliri ile
de geçimini temin etsin, hayatını sürdürebilsin. Bütün
iktisadi sorunlar yaşama ile çalışma arasındaki
dengesizliklerden kaynaklanır. Üretim olmadan
yaşamaya süreklilik kazandırmak mümkün olmadığı gibi, çalışmadan üretime süreklilik kazandırmak da mümkün değildir.
İşgücü depolanamayan bir üretim faktörüdür.
Eğer bir ülkede 3.500.000 işsiz insan varsa o ülkede günde 3.500.000 insanın enerjisi atıl durumdadır, değerlendirilemiyor demektir.
Bir ülkede uygulanan ekonomik politikalar
eğer çalışma özelliğine sahip olan iş gücüne iş sağlayabiliyor ise başarılıdır, eğer iş imkânı sağlayamıyorsa başarısızdır. Bu açıdan işsizlik oranı ekonomideki başarının en önemli göstergesidir. 21.
yüzyıldayız. Türkiye’deki işsiz insanlarımızın kesin sayısını bilemiyoruz. Bugün hâlâ Türkiye’de işsiz insanlarımızın sayısı TÜİK’in yaptığı “Hane Halkı İşgücü
Araştırması “sonuçlarına göre belirleniyor. Bu belirlemelere göre 2015 ve 2016 yıllarındaki işgücü durumu Tablo 1’deki gibidir.
16
İşsizlik
Tablodan görüldüğü gibi, Türkiye’de 2015’de
%10.3 olan işsizlik oranı 2016 yılında %10.9 olmuştur. İş bulmadan umudunu kesenler ile gizli işsizler de buna ilave edilirse bu oranın çok daha yüksek
olacağı; %16-17 hatta %18-20 olacağı açıktır. Bu
yüksek işsizlik oranı iktidarı başarılı göstermek için bir
kısım medya tarafından “2016’da işsizlik oranı
2009’dan düşük çıktı” diye verilebilir. Ama kim ne
derse desin biz bu işsizlik oranı çok yüksektir diyoruz.
Burada basınımızda yer alan bir hususu sizlerle
paylaşmak istiyorum. Eğer halkımızın çalışmak isteyenleri Türkiye’nin üyesi olduğu OECD ülkelerindeki
ortalama kadar olsa (%71) ve iş gücü verileri de OECD
ülkeleri ile aynı değerler (15-64 yaş) esas alınarak bir
hesap yapılsa, Türkiye’de işsizlik oranı çok yüksek
yaklaşık %30, hatta daha fazla olurdu. Bu bakımdan
yöneticilerimizin AB üyesi İspanya’da işsizlik oranının
%18-20 olduğunu söylemeleri gerçeği fazla ifade etmemektedir. Zira İspanya’da işgücüne katılma oranı %75,
Türkiye’de ise %51’dir.
Tablo 1 incelendiğinde, 2016 yılında genç nüfustaki işsizlik oranının %19.6 olduğu, yani
%10.9’luk işsizlik oranının da çok üstünde olduğu
görülmektedir. Yine Tablo 1’den ne eğitimde ve ne de
istihdamda olanların oranının %24 olduğu görülmektedir.
17
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Tablo 1: 2015-2016 İşgücü Durumu (Yıllık)
Kaynak: TÜİK
2016 yılı aralık ayına ait işsizlik rakamları TÜİK
tarafından yayınlandı (Tablo 2). İşsizlik Aralık 2016’da
da %12.7 olmuştur. İşsizlik oranının düşmesini isterdik ama maalesef Aralık 2016’da işsizlik oranı Aralık
2015’deki %10.8’lik işsizlik oranından daha yüksek olmuştur. İşsiz insanlarımızın sayısı bir yıl öncesine göre
668.000 kişi artarak 3.872.000’e ulaşmıştır.
TÜİK verilerine göre mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı da Aralık 2015’e göre %1.8 artarak
Aralık 2016’da %12’ye yükselmiştir.
18
İşsizlik
Tablo 2: Mevsim Etkilerinden Arındırılmamış Temel
İşgücü Göstergeleri (Aralık 2015- Aralık 2016)
Kaynak: TÜİK
Genç nüfustaki işsizlik oranı tüm nüfusa ait işsizlik oranından daha yüksektir. TÜİK 2015 yılı aralık
ayında %19.2 olan genç nüfustaki işsizlik oranını 2016
yılı aralık ayında %24 olarak vermektedir (Tablo 2).
Genç nüfustaki işsizlik durumunu mevsim etkilerinden arındırılmış temel iş gücü göstergeleri
açısından da inceleyen TÜİK, Aralık 2016’da genç
nüfustaki mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik
oranının bir yıl öncesine göre %4.5 artarak %22.5
olduğunu bildirmektedir.
Son 4-5 yıl içinde yeni üniversiteler açılarak gençlerimize yükseköğrenim imkânı sağlanmıştır. Yükse-
19
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
köğrenimine devam eden gençlerimiz, öğrenci oldukları için, İŞKUR’a müracaat ederek iş istememişlerdir.
Bu yüzden işsiz sayısı 4-5 yıldan beri fazla artmamış
görünmektedir. Öğrenci oldukları için iş aramayan
gençlerimiz de inşallah 2017 yılından itibaren eğitimlerini tamamlayarak iş aramaya başlayacaklardır. Bu
gençlerimiz iş bulamazlarsa işsiz üniversite mezunu
gençlerimizin sayısı bugünkünden çok daha fazla olacaktır.
Eğitimde olmayan ve istihdam edilmeyen (çalışmayan) insanlarımızın oranı ise 2016 yılı aralık
ayında %24.8’dir (Tablo 2). Yani her 4 gencimizden birisi işsizdir. Bu tehlikeli bir durumdur.
Burada şu hususu özellikle belirtmek istiyoruz.
Saadet Partisi olarak daha önce değişik vesilelerle yaptığımız açıklamalarda lise mezunlarımızın üniversiteye
gitmelerini arzu ettiğimizi ve bunun gerçekleşmesi
için yeni üniversitelerin açılmasını istediğimizi ifade
etmiştik. Şimdi yine söylüyoruz. Yeni üniversitelerin
açılmasını ve gençlerimizin yükseköğrenime devam
etmelerini istiyoruz. Ama üniversite mezunlarına iş
imkânı hazırlanmasını da istiyoruz.
TOBB Başkanı’nın 5 yıl kadar önce (27.03.2012)
basında yer alan açıklamaları çok dikkat çekiciydi.
1996’dan 2011’e kadar olan 15 yılda 35-54 yaş grubunda işsizliğin %19’dan %35’e çıktığını ifade eden Sayın Hisarcıklıoğlu, çok önemli bir noktaya dikkat çekerek, “Türkiye’de işsizlik yapı değiştiriyor… 3554 yaş arasındaki çocuk sahibi kişilerde işsizlik iki
katına çıktı.” diyor. TOBB Başkanı çocuk sahibi bir
20
İşsizlik
insanın işsiz kalmasının, evine ekmek götürememesinin ne büyük felaketlerin habercisi olduğunu da ifade
ediyor. Evet, biz bunu söylemek değil hatırımızdan
bile geçirmek istemiyoruz.
İşsizlik birey için ve ailesi için büyük sorun olduğu gibi, ülke için de en büyük sosyal sorundur. Bu
sorunun bir an önce çözülmesi gerekir. Şu andaki
Cumhurbaşkanımız ve eski Başbakanımız Sayın
Recep Tayyip Erdoğan da işsizlik konusunu çözemediklerini zaman zaman ifade etmekteydi. Sonradan gelen AK Parti yetkilileri de aynı konuda başarılı
olamadıklarını söylüyorlar. Evet, lütfen dikkat ediniz!
AK Parti iktidarının başbakanları işsizlik sorununun
varlığını kabul ediyor ve çözümü için çaba harcadıklarını söylüyor ancak sorunun çözümünde başarılı olamadıklarını ifade ediyorlar.
Bu arada şu hususu da belirtmek istiyoruz. Yurt
dışından gelen insanların özellikle Suriye’den ve Afganistan’dan gelen sığınmacıların bir kısmı çalışmaya
başladı. Geri kalanları da önümüzdeki yıllarda çalışmak isteyeceklerdir. Bu konu ile ilgili olarak muhtelif tarihlerde gerekli yasal düzenlemeler yapıldı.
Halen yurt dışından gelen insanlar düşük ücretle çalışmaya razı oldukları için işverenler bu ucuz iş gücünü
tercih etmekte ve onları işe alıp çalıştırmaktadırlar. Bu
durum da vatandaşlarımızın iş bulmasını zorlaştırmaktadır. Bütün bu gelişmeler dikkate alınarak önümüzdeki yıllarda işsizlik sorununun artarak devam
edeceği göz önünde bulundurulmalı ve sorunun çözümü için acilen önlemler alınmalıdır, diyoruz. Ülkemizdeki İşsizlik durumunu ortaya koymak üzere
21
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
TÜİK’çe yapılan çalışmaların daha önceki yıllara ait sonuçlarını ayrı ayrı tablolar halinde vermenin bu raporun hacmini çok artıracağı açıktır. Bu yüzden TÜİK verilerinden istifade edilerek 1990 yılından beri Türkiye’deki işsizlik oranları Tablo 3’de bir araya getirilmiştir. Yıllar itibariyle işsizlik oranlarının değişimi de
Şekil 1’de gösterilmiştir.
Tablo 3: Yıllar İtibariyle Türkiye’de İşsizlik Durumu
Kaynak: TÜİK
Şekil 1: Yıllar İtibariyle İşsizlik Oranı (%)
22
İşsizlik
Tablo 3’ün ve Şekil 1’in incelenmesinden de anlaşılacağı gibi, 1990 yılından beri en düşük işsizlik oranı
%6.5 ile 2000 yılına aittir. Bunu %6.6 ile 1996 yılı daha
sonra da %6.8 ile 1997 yılları izlemektedir. Tablodan
görüldüğü gibi, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında üç yıl
üst üste işsizlik %6.6-6.9 düzeyinde seyretmiştir. Bilindiği üzere ülkemiz 1991’den 2002 yılı kasım ayı ortalarına kadar yani 12 yıl süreyle koalisyon hükümetleri
tarafından yönetilmiştir. Bu 12 yıllık (1991-2002 yılları) Koalisyon hükümetleri döneminde ülkemizde
işsizlik oranı ortalaması %7.9’dur. Kasım 2002’den
beri de ülkemiz tek parti hükümetleri, AK Parti hükümetleri tarafından yönetilmektedir. Tek parti hükümetlerinin yönetimde bulunduğu 14 yıllık sürede
(2003-2016 yılları arası) ise işsizlik oranı ortalaması %10.6’dır. Yani yıllık işsizlik oranı ortalaması
Tek Parti (AK Parti) hükümetleri döneminde koalisyon hükümetleri döneminden %2.7 (10.6 - 7.9 = 2.7)
daha yüksektir.
Tablo 3’de görüldüğü gibi, 2008’de ABD’de başlayan ve dünyayı sarsan krizden sonra Türkiye’de işsizlik oranı çok artmış ve 2009’da %14 olmuştur.
2009’dan sonraki, 2010,2011 ve 2012 yıllarında işsizlik oranı düşme göstermiştir. 2012’de %9.2’ye düşen
işsizlik oranı 2013, 2014, 2015 ve 2016 yıllarında artış
göstermiştir. Her krizde işsizlik artar, kriz geçince bir
azalma olur. ABD’de kriz geçti. 2008-2009’da
%8’leri bulan ABD’deki işsizlik oranı 2015’de
%5’lere düştü. Halen %4.9 olduğu ifade ediliyor.
Ama Türkiye’de kriz hâlâ geçmemiş olacak ki işsizlik tekrar yükselişe geçti ve son iki yıldır (2015 ve
2016) çift haneli rakamlarda seyrediyor. Bu durum
bize Türkiye’de işsizliğin kronik bir hal aldığını
23
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
göstermektedir. AK Parti hükümetleri bu konuda
ciddi hiçbir önlem almamıştır. İşsizlik sorunu yıllardan beri ülkemizde bir numaralı sorun olmaya devam
etmektedir. Ekonomide yapısal değişim gerçekleştirilmeden bu sorunun çözümü mümkün görülmemektedir. İşsizlik deprem gibi, sel veya kuraklık gibi doğal bir afet değildir. Uygulanan hatalı politikaların
yol açtığı insanların sebep olduğu bir sorundur.
Çözümü ise hatalı politikalardan vazgeçilmesidir.
Saadet Partisi iktidarında kapitalist ekonominin
kazanmak için her yolu mübah gören yanlış anlayışı
terk edileceği gibi, hatalı IMF politikaları da terk edilerek üretim ekonomisine geçilecek, üretimin önündeki bütün engeller kaldırılarak üretim teşvik edilecek, paradan para kazanma dönemi sona erecek, çalışıp üreterek para kazanma dönemi başlayacaktır. Üretim için,( mal ve hizmet üretimi) istihdam gerekir. Bu
da işsizliği azaltır. Ayrıca üretilen malın satılması gerekir. Malın satışı ise ticareti artırır. Malın yurt içinde
satılması iç ticareti, yurt dışına satılması ise dış ticareti
geliştirir, yurda döviz girişini artırır. Sonuçta bir yandan vergi gelirleri artacağından bütçe açığı ortadan
kalkar, öte taraftan yurda döviz girdisi artacağından
dış ticaret açığı ve cari açık ortadan kalkar.
24
Enflasyon (TÜFE)
Enflasyon (TÜFE)
25
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Enflasyon rakamları TÜİK tarafından hesaplanır
ve her ayın 3’ünde TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) ve
ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi) olarak açıklanır. Vatandaşı yakından ilgilendirdiği için basında ve günlük hayatta daha çok TÜFE üzerinde durulmaktadır. Hükümetler de enflasyonu düşürmek için çaba sarf etmektedirler. Genellikle son yıllarda memur maaşlarındaki
yıllık veya 6 aylık artışın ve emekli maaşlarındaki yıllık
veya 6 aylık artış ile asgari ücretteki artışların belirlenmesinde hep TÜFE esas alınır. Hatta tarım ürünlerinin
taban fiyatlarındaki artışlar belirlenirken bile TÜFE
göz önünde bulundurulur. Eğer enflasyon (TÜFE)
mali yıl sonunda belirlenenden yüksek olursa, enflasyon farkı memurun veya emeklinin maaşına ilave edilir. Tabii asgari ücret için bu uygulama söz konusu değildir. Tarım ürünlerinin alımında da enflasyon farkı
ödemesi yapılmaz. Bütün hükümetler enflasyonu düşürmek istiyorlar. Bilindiği gibi, enflasyon hedefinin
kontrolünü Merkez Bankası takip etmektedir. Hükümetler enflasyon hedefini Orta Vadeli Program’da
(OVP) belirlerler ve bu hedefi gerçekleştirme gayreti
içinde olurlar. Memur ve emekli maaşları ile işçi ücretlerini ve tarım ürünlerinin taban fiyatlarını düşük tutabilmek için hükümetler yıllık bütçelerini yaparken
temel ekonomik büyüklükler arasında yer alan enflasyon oranı hedefini mümkün olan en düşük seviyede
tutarlar. Tabii ki yıllık TÜFE’nin düşük olmasının piyasalar üzerinde olumlu psikolojik etkisini de dikkate
almak gerekir. Zira 1970’li yıllardan beri Türk halkı
yüksek enflasyonla yaşamaktadır ve bu tarihten beri
enflasyon konusunda “enflasyon canavarı” sözcüğü
siyasi lügatimize girmiş bulunmaktadır.
26
Enflasyon (TÜFE)
Yıllar itibariyle enflasyon rakamlarını vermeden
önce şu hususu belirtmekte yarar var. TÜİK tarafından, gerek ÜFE ve gerekse TÜFE’ye ait enflasyon rakamları hesaplanırken tüketilen pek çok mal esas alınır. 2003 = 100 Temel Yıllı Tüketici veya Üretici Fiyatları Endeksi olarak açıklanır. TÜFE’ye ait listede başlangıçta 453 mal vardı. Ancak daha sonraki yıllarda bu sayı önce 432’ye ve son bir yıldan beri de
414’e indirildi. ÜFE’ye ait listede ise 493 kalem mal
vardır. Bu malların fiyatlarındaki değişime göre
hesap yapılır. Eğer günlük hayatta çok kullanılan
mallar veya mesela mutfak masrafları esas alınırsa
TÜFE’nin TÜİK tarafından verilen rakamlardan
çok daha yüksek olduğu görülür. Bu konu polemik
yapmaya çok müsait olduğu için biz değerlendirmelerimizi devletin kendi resmi rakamları üzerinden yapmayı uygun bulduk. Yıllar itibariyle Türkiye’deki Enflasyon (TÜFE) oranları Tablo 4’de verilmiştir. Bu tablodaki enflasyon oranlarının değişimi de Şekil 2’de
gösterilmiştir.
Tablo 4’den ve Şekil 2’den de görüldüğü gibi, Türkiye’de enflasyon yıllardan beri sürekli yüksek seyretmiştir. DSP, MHP ve ANAP’tan oluşan koalisyon hükümeti döneminde yaşanan 2001 krizinden sonra tabii
bir seyir olarak enflasyon düşmüştür. Nitekim 2001’de
%68.53 olan enflasyon 2002’de %29.75’e; 2003’de
%18.36’ya ve 2004’de %9.32’ye düşmüştür. 2005’de
%10.53’e yükselen TÜFE 2006’da %9.65 olmuştur. Bu
durum daha sonraki yıllarda da devam etmiş ve 2008
krizinde %10.06’ya yükselen enflasyon, 2009’da
%6.53’e, 2010’da %6.40’a kadar gerilemiş, 2011’de tekrar çift haneli rakamlara yükselmiş ve %10.45 olmuştur. 2012’de %6.16’ya düşen enflasyon 2013’de %7.4’e
27
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
ve 2016 yılında ise %8.53’e yükselmiştir. Yani enflasyon sürekli inişli, çıkışlı bir seyir izlemiştir. Bu durum
iktidarın her konuda olduğu gibi, bu konuda da başarılı olamadığını göstermektedir. İktidarlar enflasyonu
düşürmeyi arzu etmişler ama bir türlü muvaffak olamamışlardır. Mesela 2010 yılında açıklanan OVP’de
2011 yılında enflasyonun %5.3 olması hedeflenmiş
ama yıl sonunda %10.45 olarak gerçekleşmişti. Yani
hedefte %97 sapma olmuştu. Diğer yıllar için de aynı
oranda olmasa bile benzer durum söz konusudur. Mesela 2015 yılı mali bütçesi yapılırken %6.1 olması planlanan TÜFE 2015 yılı sonunda %8.81 olarak gerçekleşmiştir. Yani hedefte %44 sapma olmuştur. Aynı durum 2016 yılı için de geçerlidir.
Son yılların en yüksek enflasyon oranı 2011 yılındaki %10.45’lik enflasyon oranıdır. Ancak Türkiye’nin
son 10 yıldaki enflasyon oranları da yüksektir. Zira bu
oranlar ABD ve AB ülkelerindeki enflasyon oranlarından çok yüksektir. 2008 krizini yaşayan ABD’de 2011
yılındaki enflasyon %3, AB ülkelerinde ise %2.2
(Fransa %2.5, Almanya %2.0, İspanya %2.0) kadardır.
Bu ülkelerdeki enflasyon oranlarının daha sonraki yıllarda da %2-3 düzeyinde olduğu dikkate alınırsa Türkiye’de enflasyonun çok yüksek olduğu kendiliğinden
ortaya çıkar.
28
Enflasyon (TÜFE)
Tablo 4: Yıllar itibariyle Türkiye’de Enflasyon (TÜFE)
Kaynak: TÜİK
Şekil 2: Yıllar İtibariyle Enflasyon (TÜFE) (%)
29
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Devlet, akaryakıt (benzin, motorin), doğalgaz,
elektrik gibi temel mallara ve vergilere (ÖTV) zam
yaptığı sürece enflasyon yükselir, düşmez. AK Parti
iktidarının da yaptığı sadece zam. Bu arada uygulanan hatalı politikalar da gıda maddelerinin fiyatında
artışa sebep oluyor. 2015 yılının yaz ve sonbahar aylarından itibaren mercimek, kuru fasulye, patates,
pirinç gibi temel gıda maddelerine zam geldiği gibi,
et ve et mamulleri ile süt ve süt ürünleri dâhil tüm
gıda maddelerine de zam geldi. Bu arada aslında
yaz aylarında ucuz olması gereken meyve ve sebzeye de zam geldi. Bu zamlar dolayısı ile TÜFE beklentilerden yüksek oldu. 1 Kasım 2015’deki Genel
Milletvekili Seçimi sonrasında temel tüketim mallarına
yapılan zamlarda enflasyonun yükselişini sürdürmesine sebep oldu. Demek oluyor ki, AK Parti’nin hatalı
politikaları yüzünden bir yandan temel malların fiyatları yükseliyor, diğer taraftan üretim yetersizliği yüzünden gıda maddelerinin fiyatları yükseliyor. Vatandaş da AK Parti hükümetlerinin hatalarının faturasını ödüyor. Ancak gerek hükümet ve gerekse AK
Parti yetkilileri kendi yaptıkları zamları ve temel mallardaki fiyat artışlarını hiç gündeme getirmemektedirler. Onlar suni gündemler oluşturarak toplumu meşgul etmektedirler.
AK Parti iktidarı bu konuda sadece DSP-MHPANAP koalisyon hükümeti dönemindeki enflasyonun
çok daha yüksek olduğunu söyleyebilmektedir. Biz de
diyoruz ki, kötü örnek emsal teşkil etmez. O dönemde de enflasyon yüksekti, ekonomi yönetimi
kötüydü. Siz yüksek enflasyonu düşürmek, ekonomiyi düzelterek vatandaşımızı refaha kavuşturmak
için geldiniz. Siz ne yaptınız? 2010 yılında %6.40
30
Enflasyon (TÜFE)
olan enflasyonu 2011’de tekrar %10.45’e, çift haneli rakamlara yükselttiniz. 2016 yılında da enflasyon %8.53
oldu.
2006 yılından beri “Orta Vadeli Program” yapılmaktadır. OVP’de Temel Ekonomik Büyüklükler arasında yer alan TÜFE maalesef sürekli revize edilmektedir. Mesela 2014 yılı ekim ayında yapılan OVP’de
2015 yılı enflasyonu %5.0 olarak belirlenmişti.
2015’de hazırlanan OVP’de 2015 yılı enflasyonu
%6.1’e revize edildi. Merkez Bankası Başkanı Sayın
Başçı tarafından sene içinde %6.1 de revize edildi ve
%7.9 olarak açıklandı. Yıl sonunda TÜFE %8.81 olarak
gerçekleşti. Aynı yıl dünya piyasalarındaki ham petrolün varil fiyatında büyük bir ucuzlama oldu. Bu ucuzlamanın da etkisi ile yıllık enflasyon %8.81 olarak gerçekleşti. Petroldeki ucuzlama olmasa idi enflasyon
%8.81’den daha yüksek olabilirdi. Hükümet ekonomiyi kontrol altına almak için OVP’de hedef açıklıyor
ama açıkladığı hedefi gerçekleştiremiyor. Niçin gerçekleştiremiyor? Gerçekleştiremeyişinin nedeni; hedefler belirlenirken ülke gerçekleri dikkate alınmıyor,
bir takım temenniler esas alınarak hedefler belirleniyor. Temenniler gerçekleşmeyince revizyona gidiliyor.
Enflasyonu etkileyen iki önemli faktör vardır.
Bunlardan birincisi maliyetler ikincisi ise arz-talep
dengesizliğidir. Her iki faktör de halk tarafından
değil, hükümetler tarafından kontrol ve idare edilir. Hükümetler beceriksiz olunca enflasyon yükselir.
Bu ekonomik uygulamalarla enflasyon düşürülemez. Faiz oranlarını düşürmeden, üretim maliyetlerini
31
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
azaltmadan, mal ve hizmet üretimini artırmadan enflasyon düşürülemez. Saadet Partisi iktidarında ekonomide reel ekonomiye, üretim ekonomisine geçilecek,
finans ekonomisi terk edilecek, paradan para kazanma
dönemi sona erecek, üretim yaparak para kazanma dönemi başlayacak, böylece üretim arttırılarak enflasyon
düşürülecektir.
Enflasyonu (TÜFE) en fazla etkileyen faktör temel mallara ve vergilere yapılan zamlardır.
Eylül 2016’da (6 Eylül 2016) motorine ve benzine yapılan ÖTV zamları;
Petrol ürünlerinden motorine ve benzine yıllardan
beri küçük oranlarda ama sürekli zam gelmiştir. Bu
zamlar 2015 yılından önce uluslararası piyasalarda
petrolün varilindeki artıştan ve Dolar’daki artıştan
kaynaklanmaktaydı. Ocak 2015’de dünyada petrolün
varil fiyatı 115 dolardan 50 doların altına gerilemiştir.
Hatta 2016 yılı başında 40 doların altına düşmüştür.
Halen (2016 yılı sonu) ham petrolün varil fiyatı 50 dolar civarında seyretmektedir. Kısaca petrolün varil fiyatında %50’den fazla düşme olmuştur. Ham petrol fiyatındaki bu ucuzlama Türkiye’de tüketiciye aynı
oranda olmasa da yansımış ve zaman zaman benzin ve
motorin fiyatlarında düşmeler olmuştur. 6 Eylül
2016’da akaryakıt ürünlerinden motorin ve benzin
ile otogaz ve solventlerin ÖTV’sine zam geldi. Yeni
zam miktarı 95 oktan benzin ile motorinin litresinde
20 kuruş, LPG’nin de kilogramında 20 kuruş oldu. Bu
zamlarla 95 oktan benzinin litresindeki ÖTV 218 kuruştan 238 kuruşa, motorinin litresindeki ÖTV 159
32
Enflasyon (TÜFE)
kuruştan 179 kuruşa, LPG’nin kilogramındaki ÖTV de
158 kuruştan 178 kuruşa yükseltildi.
Bilindiği üzere, petrol ürünlerine yapılan zam otomatiğe bağlanmıştır. Dünya piyasalarında ham petrol fiyatları yükseldi, hemen benzine, motorine ve
LPG’ye aynı oranda zam. Dolar kuru yükseldi,
haydi benzine, motorine, LPG’ye aynı oranda zam.
AK Parti hükümetlerinin en iyi yaptığı iş bu. Ama
petrolde ucuzlama olunca benzin, motorin ve LPG fiyatlarında aynı oranda ucuzlama olmuyor. Benzine ve
motorine zam gelince şehirlerarası ve şehir içi ulaşım
ücretleri dâhil tüm taşımacılık ücretlerinde ve petrolün girdi olarak kullanıldığı tarım ürünleri ile diğer tüketim mallarının fiyatlarında artış meydana geliyor.
Evet, Türkiye kendi ihtiyacını karşılayacak kadar
petrol üreten bir ülke değildir. Tüketilen petrolün büyük bir kısmını yurt dışından satın alıyoruz. Ham petrole zam gelmesi benzin ve motorin fiyatlarını etkiler.
Ama hiç unutulmamalıdır ki, vatandaşın satın aldığı
benzinin de, motorinin de %60 kadarı vergidir. Bu vergilerin oranı düşürülerek benzin ve motorin zamları
yapılmayabilir. Ama hali vakti yerinde olanlardan, kazanan kesimden alınması gereken gelir vergisini alarak
bütçe gelirlerini oluşturamayan iktidar, tüm toplum
kesimlerinin ödediği dolaylı vergilerle bütçe gelirlerini
oluşturmaya çalışıyor. Türkiye’de toplam vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payı %68-70, doğrudan vergilerin payı ise %30-32 kadardır. Bu oran ABD,
Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde tam tersi durumdadır. Yani endüstrileşmiş dediğimiz, gelişmiş dediğimiz ülkelerde dolaylı vergilerin oranı düşük, doğ-
33
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
rudan vergilerin oranı yüksektir. Bunun anlamı Türkiye’deki vergi sistemi yapısal bir hata içermektedir.
Bu hatalı yapı sabit ve dar gelirli vatandaşlarımızın
ekonomik yönden sıkıntı çekmesine sebep olmaktadır.
Diğer Vergi (ÖTV) Zamları;
2011 yılı ekim ayı içerisinde, ÖTV motorlu araçlarda motor hacmi;
1.600-2.000 litre arası olanlarda %60’dan %80’e,
2.000 litrenin üzerinde olanlarda %84’den %130’a
ve Ticari araçlarda da %10’dan %15’e yükseltilmişti.
2016 yılı kasım ayında (24 Kasım 2016) motorlu
taşıtların ÖTV’sine yeni zamlar geldi.
Bu arada 30 Kasım 2016 tarihli Resmi Gazete’de
yayınlanan 9561 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile sigaradaki ve alkollü içkilerdeki ÖTV oranları yükseltildi,
sigaradaki maktu vergi miktarı ile alkollü içkilerdeki
maktu vergi miktarları da artırıldı.
Benzine, motorine ve LPG’ye zam yaparken bu
malların yurt dışından ithal edildiğini, uluslararası piyasalarda ham petrol fiyatlarında meydana gelen artışların tüketiciye yansıtıldığını ifade eden yetkililer 2011
yılı ekim ayında ÖTV ‘ye yapılan zamları açıklamakta
sıkıntı çektiler ve Sayın Maliye Bakanı bu yolla cari
açığın sınırlanmasının hedef alındığını beyan ettiler. 2016 yılının eylül ve kasım aylarında yapılan
zamlarda ise bütçe açığının azaltılması gözetilmiş
olsa gerek. Hatırlanacağı gibi 2011 yılında yapılan
ÖTV zamları için dönemin Başbakanı da “Zam yapmayalım da Yunanistan gibi mi olalım.” demişlerdi.
34
Enflasyon (TÜFE)
Sanıyoruz bu ifadeler Türk ekonomisinin içinde bulunduğu durumu çok iyi açıklamaktadır.
Yunanistan gibi olmak, yani iflas etmek. Evet, Saadet Partisi olarak biz iktidarları eleştirirken bu ekonomik politikalarla, bu borçlanma ile Türk ekonomisinin bir çıkmaza sürüklendiğini hep ifade ettik ve halen de ediyoruz. Son zamanlarda AK Parti iktidarının
Başbakanı da, Maliye Bakanı da diğer bakanları da
Türk ekonomisinin sıkıntıda olduğunu söylüyorlar.
Demek ki uyguladıkları ekonomi politikalarının hatalı
olduğunu görmeye başladılar. Saadet Partisi olarak iktidara sesleniyoruz. Satılan mallara zam yapmakla,
yeni vergiler koymakla veya vergi oranlarını artırmakla, işçiye, memura, emekliye, çiftçiye, dul-yetime
verirken cimri, faizciye verirken bonkör davranarak
ekonomi düzeltilemez.
Bakınız 54. Erbakan Hükümeti iktidar olduğu
1 yıllık sürede ek vergi koymadan, emtia fiyatlarına zam yapmadan memur maaşlarına ortalama
%130, işçi ücretlerine %100, emekli aylıklarına
%100, Bağ-Kurluların aylıklarına %350 gibi büyük zamlar yaptı. Taban fiyatlarını yüksek tutarak
çiftçiye yüksek gelir artışı sağladı. Bu artışlar sonucunda ticari hayat canlandı, esnaf kâr etti, yüzü güldü.
Anadolu insanı rahat bir nefes aldı. Bütün bu ödemeleri nasıl yaptı? Havuz sistemini kurdu ve denk bütçe
yaptı. Bu yolla faizleri düşürdü, kaynak paketleri hazırlayarak bütçeye ek kaynak sağladı. Reel ekonomiye
geçti, üretimi artırdı. Yani rantiyeciye giden paraları
çalışarak üreten Anadolu insanına aktardı. Sonuçta
ekonomik hayat canlandı, üretim arttı, istihdam arttı.
İnsanımızın yüzü güldü.
35
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Enflasyon ve Toplum Kesimlerinin Durumu
Ülkemizde yoksulluk kol geziyor.
Bu ülkede akşam saatlerinde hafta pazarı kapanınca pazar yerine gidip sebze-meyve artığı toplayan
insanlarımız var. Vatandaşlarımız arasında yüce dinimizin emri olan zekât, fitre ve sadaka verme gibi güzel
bir uygulama var. Hali vakti yerinde olan insanlarımızın yoksullara verdiği zekât, fitre ve sadaka fakir insanlarımızın ihtiyaçlarını karşılamalarına katkıda bulunuyor. Bu arada son yıllarda Suriye’deki savaştan kaçarak
yurdumuza sığınan insanların da ihtiyaçlarının karşılanmasında yüce milletimizin asil evlatları oldukça fedakâr davranmaktadırlar. Evet, sayıları 3 milyonu bulan bu sığınmacıları da sayar isek yurdumuzdaki yoksulların sayısı çok daha fazla olur. Sosyal Hizmetler
Fonu’nun ve belediyelerin yaptığı yardımlarla hayatını
idame ettiren insanlarımızın varlığını hepimiz biliyoruz. Bu ülkede iş bulup çalışan kesimlerin de ekonomik durumu iyi değildir.
Enflasyon insanlarımızın günlük hayatını etkiliyor. Sadece işsiz insanlarımız değil, iş bulup çalışan insanlarımız da “Enflasyon Canavarı” ile mücadele ediyor. Bu bir gerçek. Ancak, vatandaşın durumu ne?
Toplum kesimleri Enflasyondan nasıl etkileniyor? Konunun burasında toplum kesimlerinin durumunu ayrı
ayrı ele alıp irdelemekte yarar vardır sanırız.
ÇİFTÇİ sıkıntılıdır. Bu konuda her bölgemizin
veya ilimizin özel durumu dikkate alınarak örnekler
verilip açıklamalar yapılabilir. Evet, biz biliyoruz ki
daha önceki yıllarda olduğu gibi, 2016’da da buğday,
pamuk, ayçiçeği, şekerpancarı, çay, kayısı, fındık vb.
36
Enflasyon (TÜFE)
bitkisel ürünleri üreten çiftçilerimizin ve hayvancılık
yapan yetiştiricilerimizin durumu maalesef iyi değildir. Her bir ürünü ayrı ayrı ele alıp incelemek bu raporun hacmini çok artıracaktır. Bu yüzden burada hemen
her bölgemizi ve her vatandaşımızı yakından ilgilendiren bir bitkisel ürünümüz olan buğday ile hayvancılığın durumunu ele alıp incelemek istiyoruz.
Buğday insanımızın temel besin kaynağıdır. Üretici ve tüketici olarak hemen her insanımızı ilgilendiren bir üründür. İktidarlar da bu durumu bildikleri
için buğday üretiminin yeterli olması için önlemler
alırlar ve buğday üretiminin artması için çiftçiye destek verirler. AK Parti iktidarı da kendince bu politikayı
uygulamaktadır. Hükümetler çiftçinin buğdayını değer fiyatına satması için müdahale fiyatı açıklarlar.
2012’de Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tarafından
66.5 kuruş/kg olan Anadolu Kırmızı Sert Buğday’ın
müdahale alım fiyatı 2013’de 72.0 kuruş/kg’a yükseltilmişti. Yani fiyat 2012 yılına göre kg başına 5.5
kuruş artırılmıştı. Bir diğer ifade ile 2012 yılına
göre fiyat artışı %8 idi. 2014 yılında rekolte düşük
olduğu için serbest piyasada buğday fiyatları yüksek
teşekkül etti. Bu yüzden Toprak Mahsulleri Ofisi
(TMO) piyasaya girmedi. 2015 yılında TMO Anadolu
Kırmızı Sert Buğday fiyatını 86.2 kuruş/kg olarak
açıkladı. TMO 2013 yılında Anadolu Kırmızı Sert
Buğday alım fiyatını 72 kuruş/kg olarak açıklamıştı. Yani 2013 yılına göre 2015 yılında (iki yılda)
buğday fiyatında 14.2 kuruş veya %19.7 artış yapılmıştır. Eğer yıllık olarak düşünülürse, buğday fiyatında
%9.9’luk bir artış yapılmıştır. Aynı yıllarda çiftçinin
üretimde kullandığı gübre, mazot, tohumluk ve zirai mücadele ilacı gibi temel girdilerdeki yıllık fiyat
37
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
artışının %12-20 arasında olduğu dikkate alınırsa
buğday fiyatındaki artışın düşük olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 2015 hasat yılında iklim
şartları elverişli geçtiği için dekara verim yüksek oldu
ve buğday üreticisi çiftçimiz sevindi. Buğday rekoltesi
yüksek olduğu için milletçe hepimiz sevindik. Rekoltenin 22.5 milyon tonu bulduğu yetkililerce ifade
edildi. Verim yüksek olduğu için çiftçimiz sevindi ama
sevinci tam olmadı. Eğer hükümetin taban fiyat politikası da müsait olsa idi o zaman çiftçimizin sevinci tam
olacaktı, yüzü gülecekti, bu olmadı. Yani yine buğday
üreticisi umduğunu bulamadı.
2016’da Anadolu Kırmızı Sert Buğday fiyatları
91 kuruş/kg olarak açıklandı. Bu demektir ki buğdayın kilogramına 4.8 kuruş (91 - 86.2 = 4.8) zam
yapıldı. Bir diğer ifade ile buğdayın kilogramı %5.5
artırıldı. Bu artış çok düşüktür. Nitekim 8 Aralık
2016’da serbest piyasada (borsa) aynı buğdayın fiyatı bu değerin üzerindedir.
2016 yılı hasadı başlamadan önce Anadolu Kırmızı Sert Buğday fiyatı serbest piyasada 96-97 kuruş/kg’dan işlem görüyordu. Hasat başlayınca buğday fiyatı 90-92 kuruş/kg geriledi. Daha sonra Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı fiyat açıkladı. Bu açıklama serbest piyasada buğday fiyatlarının 90 kuruş/kg’dan daha da aşağı, 85-86 kuruş/kg’a düşmesine
sebep oldu. Bu fiyat ile buğday üreticisi çiftçi kâr edemedi ve mağdur oldu. Zira 2015 yılına göre buğday
alım fiyatındaki artış %5.5 kadardır. Bir diğer ifadeyle buğday fiyatına enflasyon oranının altında
artış yapılmıştır. Çiftçinin üretimde kullandığı
gübre ve mazot fiyatlarında son bir yılda önemli bir
38
Enflasyon (TÜFE)
değişiklik olmasa da tohumluk ve zirai mücadele
ilacı gibi temel girdilerin fiyatlarındaki artış %1220 düzeyindedir. Daha önceki yıllarda buğday taban
fiyatına yapılan %8-10’luk artışlar da girdi fiyatlarındaki artışın çok gerisindeydi. O tarihlerde hazırladığımız Raporlardaki tespitlerimiz aynen gerçekleşti ve
girdi fiyatlarındaki %20’lik artışlara rağmen ürün fiyatında %8-10 artış yapıldı. Düşünün bazı yıllar “çiftçinin kara gün dostu” olarak bilinen, TMO piyasaya
bile girmiyor. Buğday üreticisi sahipsiz bırakılıyor.
Yukarıda 2014 yılında buğday rekoltesinin düşük
olduğunu söyledik. Rekoltenin düşük olmasını Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanı basına “Hava şartlarının,
kuraklığın etkisiyle bu sene buğday rekoltesi 2-2.5
milyon ton düşük olmuştur.” diye açıkladı. 2014 yılında buğday rekoltesinin düşük olmasında hava şartlarının, kuraklığın etkisi vardır. Ancak asıl sebep kuraklık değil, Tarım Bakanlığı’nın hatalı uygulamalarıdır. Bakanlığın düşük taban fiyatı vermesi, çiftçinin
yaptığı harcamaların karşılığını alamamasına sebep olmaktadır. Yetiştirdiği ürünün karşılığını alamayan
üretici de buğday ekiminden vazgeçmiş ve bunun sonucu olarak milli üretim düşmüştür. Üretim azalınca
2014 yılında Türkiye 2-2.5 milyon ton buğday ithal etmek mecburiyetinde kalmıştır. 2016 yılında da Türkiye’nin buğday rekoltesi 20.6 milyon ton kadardır ve
bu miktar Türkiye’nin ihtiyacını karşılayamayacağı
için Türkiye 2016-2017 sezonunda 2-2.5 milyon ton
buğday ithal etmek mecburiyetinde kalacaktır. Zaten
Rusya dâhil birçok ülke ile ithalat bağlantıları yapılmıştır. Evet, hatalı tarım politikaları sonucu emeğinin
karşılığını alamayan çiftçi buğday ekiminden vazgeç-
39
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
miş ve buğday ekim alanları azalmıştır. Nitekim BÜGEM’in verilerine göre 2006’da 8.490.000 hektar
olan buğday ekim alanı 2016 yılında 7.672.000
hektara düşmüştür. Yani buğday ekim alanı
818.000 hektar azalmıştır. Buğday üreticisi kâr
edemeyince buğday ekiminden vazgeçiyor. Sonuçta
milli üretim düşüyor ve buğday ithalatı gündeme
geliyor. Buğday ithalatının yapılması demek Türk
çiftçisine verilmeyen paranın yabancı ülke çiftçisine verilmesi demektir, dış ticaret açığının artması
demektir, cari açığın artması demektir.
Uygulanan politikaların hatalı olduğu T.C. Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Tarımsal Araştırmalar
ve Politikalar Genel Müdürlüğü Tarımsal Ekonomi
ve Politika Geliştirme Enstitüsünce yayınlanan “Tarımsal Veriler” isimli yayınlar incelendiğinde anlaşılmaktadır. Mesela 2014 ile 2015 yıllarında 1 kg buğday
ile satın alınabilecek buğday üretiminde kullanılan
girdi miktarları yani parite karşılaştırıldığında, paritenin buğdayın aleyhine olduğu görülmektedir. 2014 yılı
ortalama değeri olarak her türlü destek dâhil 1 kg buğday ile alınabilecek gübre (%26 CAN) miktarı 1.27 kg
iken 2015 yılı ocak ayında her türlü destek dâhil 1 kg
buğday ile alınabilecek gübre miktarı 1.16 kg’a düşmüştür. Yani çiftçi 2015 yılı ocak ayında 1 kg buğday
satınca 2014 yılındaki kadar gübre (girdi) alamamıştır.
Aynı zaman diliminde mazot için bir mukayese
yapılırsa dünya piyasalarında ham petrolün varil fiyatındaki aşırı ucuzlamadan dolayı paritenin buğday lehine olduğu görülmektedir. Yani çiftçi 2015 yılı ocak
ayında her türlü destek dâhil 1 kg buğday sattığında
40
Enflasyon (TÜFE)
2014 yılındakinden (ortalama değer) biraz daha fazla
mazot alabilmektedir.
Burada bir hususu hatırlatmak istiyoruz. Çiftçimize mazot desteği verilmektedir. Ama bilindiği gibi
bu destek yeterli değildir. Çiftçiye verilen mazot desteğini sağa sola çekmeye, abartarak allayıp pullayarak topluma sunmaya gerek yok. Biz diyoruz ki,
gemi sahiplerine mazot kaç liraya veriliyorsa çiftçimize de o fiyattan verilsin yeter.
Aynı yayında traktör üzerinden de benzer şekilde
bir mukayese yapılmıştır. Traktör üzerinden yapılan
mukayesede durum çok daha belirgin bir biçimde görülmektedir. Çiftçi bir traktör (New Holland TT 50)
almak için 2014 yılında (ortalama) her türlü destek
dâhil 41.050 kg buğday satması gerekirken, 2015 yılı
ocak ayında aynı traktörü alması için satması gereken
buğday miktarı 42.786 kg’a yükselmiştir. Yani aynı
traktörü almak için çiftçimizin 1.736 kg daha fazla
buğday satması gerekmiştir. Bu karşılaştırma 2013 yılı
için yapıldığında da, 2014 yılı için yapıldığında da çiftçinin zararına olduğu görülmektedir. Aslında Tarım
Bakanlığının yayınındaki rakamlar her şeyi en güzel
şekilde açıklıyor. Biz bu konuda AK Parti iktidarının
Tarım Bakanlığının bir kuruluşu olan Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü Müdürlüğünün
yayınlarını dikkate almasını ve çiftçinin yıldan yıla zarar etmesi değil, kar etmesini sağlayacak uygulamaları
tatbik etmesini kendilerine tavsiye ediyoruz.
Bilindiği üzere 54. Erbakan Hükümeti döneminde, 1997 yılında TMO 2. Sınıf Anadolu Kırmızı
Sert Ekmeklik Buğday fiyatlarını 18.000 TL/kg’dan
41
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
33.000 TL/kg’a yükseltti. Yani buğday alım fiyatını,
AK Parti iktidarının yaptığı gibi %7-8 değil, %83 arttırdı. Bu uygulama çiftçimizin yüzünü güldürdü, kar
etmesine sebep oldu. Çiftçi kar edince üretimini artırdı. Bu da Türkiye’nin buğday üretiminin artmasına
sebep oldu. Biz AK Parti iktidarından buğday alım fiyatını Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Başbakan olduğu 54. Hükümetin artırdığı oranda artırmasını
beklemiyoruz. Ama buğday alım fiyatındaki artışın
girdi fiyatlarındaki artışın çok gerisinde kalmasının da
hatalı bir uygulama olduğunu hatırlatmadan geçmek
istemiyoruz. Kısaca son yıllarda, 2011 ve 2012 yıllarında buğday üreticisi çiftçi mağdur edildiği gibi,
2013, 2015 ve 2016’da da mağdur edilmiştir. 2014 yılında ise çiftçiyi mağdur etmemek düşüncesiyle Bakanlık veya TMO piyasaya hiç girmemiş ve buğday üreticisi yalnız bırakılmıştır. Saadet Partisi olarak buğday
üreticisine yapılan diğer desteklerin devam etmesini,
çiftçimizin ürününü pazarlarken makul ölçüler içinde
desteklenmesini istiyoruz. İktidarın “Dünya buğday
fiyatlarını da dikkate alarak ülkemizde buğday fiyatlarını belirliyoruz.” şeklindeki açıklamalarını gerçekçi bulmuyoruz. 2015 yılında hazırladığımız raporda 2015 yılında hasat başlamadan önce serbest piyasada 90-93 kuruş olan 1 kg Anadolu Kırmızı Sert Ekmeklik Buğday’ın fiyatı bakanlıkça (TMO) 86.2 kuruş/kg olarak açıklandı. Saadet Partisi olarak, müdahale alım fiyatının 120 kuruş olması gerektiğini
ifade etmiştik. 2016 yılında ise 1 kg Anadolu Kırmızı Sert Ekmeklik Buğday’ın müdahale alım fiyatının 140 kuruş olması gerektiğini ifade etmiştik.
Tabii ki bu fiyat ilerleyen zaman içinde yükseltilecektir. Saadet Partisi iktidarında her türlü tarım
42
Enflasyon (TÜFE)
ürünlerini üreten çiftçilerimiz alın terlerinin karşılığını alacaklardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi
olmasın. Bu konuyu bitirmeden bir sual sormak istiyoruz.
Kâr edemeyince çiftçi bu işi niçin yapsın?
Bu sualin cevabını yetkililerin vermesi gerekir.
Çiftçi üretim yapmazsa veya yapamazsa ortaya çıkacak
durumu düşünmek bile istemiyoruz. İnsanımız ekmek
bulamaz, aç kalır, Allah (c.c.) korusun.
Tabii bu arada tarımsal üretimin tabiat şartlarına
bağlı olduğunun ve sürekli büyük bir risk taşıdığının
da dikkate alınması gerekir. Mesela, 2014’de yaşanan
don hadisesinden dolayı meyve üreticilerinin, özellikle
kayısı ve fındık üreticilerinin durumunun da dikkate
alınması gerekirdi. Tarımsal üretimde risk fazladır. Bu
yüzden her türlü meyve ve sebze üretimini gerçekleştiren üreticilerimize yapılan devlet desteği artırılmalıdır.
Hayvancılıkta da aynı hatalı politikalar uygulanmıştır. Öyle ki daha önce canlı hayvan ve et ihraç eden
Türkiye 2010 yılında et ve canlı hayvan ithal etmek
mecburiyetinde kalmıştır. 2010 yılında idrak ettiğimiz
kurban bayramında kurbanlık hayvan ithal eden Türkiye 2011 yılında da kurban bayramı için kurbanlık
hayvan ithal etmekten kurtulamamıştır. 2012 yılında
ise canlı hayvan ve et ithalatı devam etti. 2014’de de
besi materyali dana ithalatına izin verildi. 2016 yılında
ise 08.04.2016’da yayınlanan 1. Kararname ile (8595
Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı) 15.000 ton büyükbaş
hayvan eti ve 03.05.2016’da yayınlanan 2. Kararname
ile (8794 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı) de 400.000
43
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
baş kasaplık ve 150.000 baş da damızlık büyükbaş hayvan ithalatına izin verilmiştir. Ayrıca 8794 Sayılı 2. Kararname ile 20.000 baş da canlı koyun ve keçi ithaline
izin verilmiştir. Yani AK Parti hükümetlerinin “Hayvancılığı geliştirdik.” diye tüm övünmelerine rağmen
canlı hayvan ithalatı da et ithalatı da devam ediyor.
2017 yılında da ithalat devam ediyor. 27.12.2016 tarihli 9664 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 31.12.2017
tarihine kadar Et ve Süt Kurumu Genel Müdürlüğünce
0 (sıfır) gümrükle 500.000 baş hayvan ithalatına izin
verilmiştir.
Saadet Partisi olarak canlı hayvan ve et ithalatının
yapılmasının hayvancılığımıza zarar vereceğini ifade
ediyor ve ithalata karşı olduğumuzu açıklıyoruz. Biz
daha önceki raporumuzda da bu konu ile ilgili olarak
görüşlerimizi açıklamıştık. Aslında Türkiye’nin kırmızı et üretiminde bu duruma düşeceği Devlet Planlama Teşkilatı Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı
Hayvancılık Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda
açıkça kaydedilmiştir. Ama AK Parti yöneticileri
kendi bürokratlarının hazırladıkları raporları bile
inceleyip önlem almamakta, ülkeyi el yordamı ile
idare etme cihetine gitmektedirler. İktidara bir kez
daha hatırlatıyoruz. Politikalarınız hatalı! Bu yanlıştan vazgeçiniz!
Türkiye gibi tarımsal üretime müsait bir ülkede
gerek bitkisel üretim ve gerekse hayvansal üretim niçin arzu edilen düzeyde değil diye bir soru akla gelebilir. Bu sualin cevabı iktidarların uyguladığı tarım politikaları ile ilgilidir. Eğer uygulanan tarım politikaları
çiftçinin gelir düzeyini arttıran milli politikalar ise tarımsal üretim artmaktadır. Yok, eğer uygulanan tarım
44
Enflasyon (TÜFE)
politikaları çiftçinin gelir düzeyini arttırmayan IMF
politikaları ise tarımsal üretim düşmektedir. Türkiye
IMF politikalarını terk edip Milli Görüş politikalarını
uygularsa üretim artar. AK Parti iktidarları tarımsal
üretimi artırmak üzere çiftçiye destek verildiğini her
vesile ile ifade etmektedirler. Evet, yıllardan beri çiftçiye tarımsal destek veriliyor. Sadece AK Parti hükümetleri döneminde değil daha önceki hükümetler döneminde de çiftçiye tarımsal destek veriliyordu ve bu
destek miktarları yıllık bütçelerde de merkezi yönetim
bütçe giderleri arasında tarımsal destekleme ödemeleri
başlığı altında yer alıyordu. Biz çiftçiye destek yapılmıyor demiyoruz. Biz bu desteklerin yetersiz olduğunu
söylüyoruz. Geliniz son yıllarda bütçeden yapılan tarımsal destek miktarlarına bir göz atalım;
Dikkat edilirse bütçeden çiftçimize verilen destek
yıllar itibariyle artmaktadır. Sadece 2009 yılında 2008
yılındakinden daha az tarımsal destek verilmiştir.
45
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
2010 yılındaki destek de 2008 yılındaki destek kadardır. Daha sonraki yıllarda da bütçeden yapılan tarımsal
destekler artırılmıştır. Bütçeden tarıma yapılan bu destek miktarları azdır. AK Parti hükümetleri tarımsal
üretimi teşvik amacıyla 2006 yılında kendi iktidarlarının çıkardığı 5488 Sayılı Tarım Kanunu’nun 21. Maddesi’nde belirtilen destek miktarı kadar ödeneği bütçeye koymamaktadırlar. Kanunda, Tarımsal Desteklemelerin Finansmanı başlığı altındaki 21.
Madde’de, “…Bütçeden ayrılacak kaynak, Gayri
Safi Milli Hasıla’nın yüzde birinden az olamaz.“
hükmü yer almaktadır. Ama AK Parti iktidarları bu
hükme hiç uymamaktadırlar. Mesela 2015 yılında bütçeden tarıma ödenen destek miktarı 10.0 milyar
TL’dir. Bu miktarı başta Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı olmak üzere hükümet başkanı ve diğer hükümet üyeleri, “Çiftçimize 2015 yılında 10.0 milyar
TL destek verdik.” diyerek övünçle söylemektedirler. Ama şu bilinmelidir ki; kanun gereği 2015’de
verilmesi gereken destek miktarı en az 19.5 milyar
TL olmalıydı. Zira 2015 yılında Türkiye’nin milli gelirinin 1 trilyon 945 milyar TL (1.944.594 milyon TL)
olması öngörülmüştür. Bunun %1’i 19.45 milyar veya
yaklaşık 19.5 milyar TL eder.
2016 yılında da bütçeye kanunda öngörülen miktar kadar tarımsal destek konulmamıştır. 2016 yılı bütçesinde tarımsal destek olarak 11.6 milyar TL ayrılmıştı. Yıl içerisinde bunun 11.5 milyar TL’si harcandı.
Aynı yıl Gayri Safi Milli Hasıla’nın 2 trilyon 206 milyar
828 milyon TL olması ön görülmüştü. Buna göre 2016
yılındaki tarımsal destek miktarının kanun gereğince
22.1 milyar TL olması gerekirdi. Ama görüldüğü gibi
46
Enflasyon (TÜFE)
2016’da da tarıma bütçeden ayrılan tarımsal destek kanunda ön görülen miktardan çok düşüktür. Bu durumu AK Partili bakanlar ve AK Partili yöneticiler
söylemezler. Hadi, onlar açıklarını niçin söylesinler? AK Partililerin hükümetin hata ve eksikliklerini açıklamamaları siyaseten mazur görülebilir
belki diyelim! Peki, ana muhalefet partisi CHP’ye
ve MHP’ye ne diyelim? Onlar niçin söylemiyorlar?
Başta Türkiye Ziraat Odaları Birliği olmak üzere,
tarımla ilgili sivil toplum kuruluşları ve basınımız
niçin konuyu gündeme getirmiyorlar? Bu durumu
anlamak gerçekten çok zor sanırım!
Maliye Bakanlığınca yayınlanan bütçe giderleri incelendiğinde; 2016 yılında bütçeden tarıma ayrılan
10.6 milyar TL’lik ödeneğin 3 milyar 013 milyon
TL’lik kısmının hayvancılık desteği olduğu görülmektedir. Bize göre 2016 yılında hayvancılık için
bütçeden ayrılan tarımsal destek miktarı da azdır.
Bu hatalı uygulama daha önceki yıllarda da yaşanmıştı. Sonuç 2010’da et ve kurbanlık hayvan ithalatı olarak ortaya çıkmış idi. Bu sene de yani
2016’da da aynı durum yaşanmaktadır. Şurası bilinmelidir ki, eğer hayvancılık gerektiği şekilde desteklenmez ise besici zarar eder ve bu işi yapmaz. İşte o
zaman et üretimi azalır ve ithalat gündeme gelir. Hepiniz hatırlarsınız biz Saadet Partisi olarak iktidarları
hep uyarıyoruz, “Tarımsal destekleri arttırınız, özellikle pazarlama aşamasında çiftçimizi yalnız bırakmayınız, çiftçimizin yanında olunuz, gelişmiş ülkelerin tarıma verdiği desteği dikkate alınız ve hükümet olarak çiftçimizi üretimin her aşamasında destekleyiniz.” diyoruz.
47
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
İŞÇİ sıkıntılı. Çalışanların büyük kısmı devletin
belirlediği asgari ücretten aylıklarını almaktadırlar. Bilindiği gibi, 2015 yılında senenin 1. altı ayında asgari
ücretli bir işçinin eline aylık net 949 TL, 2. altı ayı için
de 1.000 TL para geçmekte idi. 2015 yılı seçim senesi
idi. AK Parti hükümeti 7 Haziran seçimlerinde oy kaybına uğrayınca 1 Kasım 2015 Genel Milletvekili Seçimleri’nde asgari ücrete 300 TL zam yapacağını açıkladı
ve 2016 yılı başında bu zammı yaptı. Böylece asgari ücrete 300 TL zam gelmiş oldu. Bir diğer ifade ile daha
önceki yıllardaki gibi asgari ücrete bir yılda %10 değil
%30 zam yapılmış oldu ve asgari ücret 1.300 TL oldu.
Açlık sınırının 4 kişilik bir aile için Aralık 2016’da
(Memur-Sen) 1.546 TL olduğu dikkate alınırsa bu
1.300 TL’lik asgari ücretin de yetersiz olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Üstelik açlık sınırının altında olan
asgari ücretten vergi de alınmaktadır.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2017 yılında uygulanacak asgari ücreti 1.400 TL olarak belirledi. Saadet Partisi olarak biz, bu 1.400 TL’lik asgari ücretin
düşük olduğunu ifade ediyoruz ve açlık sınırının 1.500
TL’nin üzerinde olduğu ülkemizde asgari ücretin çok
daha yüksek olması gerektiğini söylüyoruz. Temennimiz asgari ücretin çalışanların alın terini karşılayacak
düzeyde olmasıdır. Milli Görüş iktidarında, Saadet
Partisi iktidarında asgari ücret açlık sınırının üzerinde belirlenecek ve asgari ücretten vergi alınmayacaktır. Kısaca asgari ücret insanımızın rahat bir
hayat sürmesini temin edecek düzeye yükseltilecektir. Bunu gerçekleştirebilmek için iktidara geldiğimizde asgari ücrete %10-12 düzeyinde değil, en az
%50 düzeyinde zam yapılacaktır ve asgari ücretten
vergi alınmayacaktır.
48
Enflasyon (TÜFE)
MEMUR sıkıntılı. Bilindiği üzere birkaç yıldan
beri Memurların yıllık maaş artışları toplu sözleşme ile
belirlenmektedir. Toplu sözleşmelerde belirlenen
maaş artışı oranı eğer enflasyon (TÜFE) oranının altında kalırsa 1. altı ayın sonunda veya 2. altı ayın sonunda enflasyon farkı memura ödenmektedir. Burada
bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz. Enflasyon
farkı verilince memurun hayat standardındaki düşme
bir ölçüde telafi edilmiş oluyor. Ama GSYH’daki büyümeden memurlara pay verilmesi hiç kimsenin aklına
gelmiyor. Bize göre milli gelirdeki artan pastadan da
memura bir pay verilmesi gerekir.
2015 yılında hükümet ile memur sendikaları arasında 2016 ve 2017 yıllarında memur maaşlarına yapılacak zamlar görüşüldü ve 2016 yılı için %6 + %5 =
%11, 2017 yılı için de %3 + %4 = %7 olarak kararlaştırıldı. Biz bu toplu görüşmedeki artışların da yeterli olmadığını o zaman ifade etmiştik. Şimdi de ifade ediyoruz. Zira Memur-Sen’in tespitlerine göre Aralık
2016’da 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 4.369
TL’dir. Bu değer esas alındığında memurlarımızın çok
büyük bir kısmının yoksulluk sınırının altında maaş
aldıkları anlaşılmaktadır. Biz devletin hiçbir memurunun yoksulluk sınırının altında maaş almamasını istiyoruz. 54. Erbakan Hükümetinin enflasyonun %83
olduğu 1996-1997 yıllarında memurlara 1 yılda
yaptığı ortalama maaş artışının %130 düzeyinde
olduğu dikkate alınırsa AK Parti iktidarının yıllık
enflasyonun %6.5 olarak öngörüldüğü 2017 yılında memur maaşlarına yapacağı yıllık toplam
%7’lik artışın çok yetersiz olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
49
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
EMEKLİ sıkıntılı. Emeklilerin maaş artışları
TÜFE’ye endekslidir. TÜFE oranında maaş artışı almaktadırlar. Eğer TÜFE hedef alınan enflasyon oranından yüksek olursa enflasyon farkı kendilerine
ödenmektedir. Emeklilerimize de milli gelirdeki artıştan pay verilmemektedir. Maaşları düşük olduğu için
enflasyon oranında yapılan artışlar emeklilerimizin ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktır. Emeklilerin maaşları düşük olduğu için pek çok vatandaşımız emekli
olduktan sonra düşük ücretle de olsa bir iş bulup çalışmak zorunda kalıyor. 01 Kasım 2015’de yapılan Genel Milletvekili seçimlerinde AK Parti’nin emeklilerimize verdiği seçim vaadi çerçevesinde 2016 yılında
emeklilerimizin maaşlarına enflasyon oranına ilaveten
100 TL zam yapıldı. Milli Görüş iktidarında, 54. Erbakan Hükümeti’nde enflasyon %83 iken emekli maaşlarına yapılan artışlar %100’ün üzerindeydi. Hatta BAĞKUR emeklilerinde %350’ler düzeyindeydi. Enflasyon
oranının üzerindeki bu artış onların yüzünü güldürdü.
AK Parti iktidarında emekliler yokluğa, sefalete
mahkûm edildi.
ESNAF sıkıntılı. Bu kesimlerde yani çiftçide, işçide, memurda ve emeklide para olmayınca esnaftan
kim mal alacak? Bir avuç tuzu kuru rantiyeci mi? Hayır. Onlar ABD ve AB’nin lüks mallarını kullanırlar.
Evet, çiftçide, işçide, memurda, emeklide para olmayınca esnaf malını satamıyor, kepenk kapatıyor. Öte
yandan ülkemizde büyük şehirlerden başlayan
AVM’ler ve büyük marketler diğer şehirlerimizde de
yaygınlaşıyor. Bu durum küçük esnafın işini daha da
zorlaştırıyor.
50
Enflasyon (TÜFE)
Döviz fiyatları son bir yılda yaklaşık %30 arttı. Sanayici sıkıntılı.
Otel rezervasyonları iptal ediliyor. Turizmci
dertli.
Peki, “Bu ülkede kim hayatından memnun?”
diye birisi bize sorarsa sizi bilmem ama bizim cevabımız, “Rantiyeciler, paradan para kazananlar.” olur.
51
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
52
Büyüme
Büyüme
53
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Büyüme, Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) Artışı ve
Kişi Başına Milli Gelir
Büyüme konusunda tartışmalar aldı başını gidiyor. AK Partili ekonomiden sorumlu bakanların ve
bürokratların tartışmaları arasında galiba ekonomi yönetimi kontrolü kaybetti ve arabanın hız
ayarını iyi yapamadı, takla attırdı. Zira 2011 yılında
%8.8 olan büyüme oranı 2012’de %2.2’ye düştü ve hedefin de altında kaldı. Daha sonraki yıllarda da bir
türlü arzu edilen büyüme hedefine ulaşılamadı. Sayın
Başbakan da, AK Partili birçok bakan ve parti yöneticisi de konu ile ilgili açıklamalar yapmaktadırlar. Biz
bu konuyu raporumuzda etraflıca ele alarak hem teşkilatlarımızı hem de halkımızı bilgilendirmek istiyoruz.
Hükümet yetkilileri yıllardan beri Türkiye’nin
Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) büyüklüğü açısından
30 OECD üyesi ülke arasında 16. veya 17. büyük ekonomi haline geldiğini açıklamaktadırlar. Ama ne hikmetse Türkiye daha üst sıralara mesela, 10. sıraya bir
türlü gelememektedir. Türk ekonomisindeki büyüme
oranları da devletin resmi kurumları tarafından açıklanmaktadır. Hükümet üyeleri de TV kameraları karşısına geçip “Biz iktidara geldiğimizde kişi başına
milli gelir 3.500 dolar idi. Bunu 10.000 doların
üzerine çıkardık.” şeklinde biraz da övünerek açıklamalar yapmaktadırlar.
Ekonomide büyüme konusu çok önemlidir. Öneminden dolayı hükümetçe hazırlanan OVP’de üzerinde durulan temel ekonomik büyüklüklerden birisi
büyümedir. “Orta Vadeli Program”ın yapılmasının
54
Büyüme
temel esprisi nedir? Sanıyoruz OVP’nin yapılmasının
temel esprisi, hükümetin geçmiş yıllardaki bütçe uygulamaları ile dünyada ve Türkiye’deki ekonomide yaşanan gelişmeleri de dikkate alarak önümüzdeki üç yıl
için temel ekonomik büyüklükleri belirleyip bu ekonomik büyüklükler çerçevesinde önümüzdeki yılın
ekonomi kararlarını vermek ve bütçesini yapmaktır.
Eğer 14 yıldan beri bu ülkeyi yöneten bir hükümet
geçen sene yaptığını bu sene bitmeden değiştiriyorsa,
hükümetin ekonomik konulardaki öngörüleri de tutmuyorsa bunun anlamı “Hükümet ekonomiyi
planla-programla idare etmiyor, deneme-yanılma
yöntemiyle, el yordamıyla idare ediyordur.” “Biz
böyle olacağını öngörmüştük ama olmadı. Ne yapalım?” demekle konu geçiştirilemez. Zira ABD ve AB
ülkelerinde yaşanan kriz de biliniyordu. Türkiye’de yaşanan terör olayları da biliniyordu. Suriye ve Irak’taki
çatışmalar da biliniyordu. Hükümetin bu şartları ve
dünyada yaşanan diğer olayları dikkate almadan program yapması kelimenin tam anlamıyla işi ciddiye almamaktır. Program yapılırken çok dikkatli olunmalı,
tabir-i caizse “kılı kırk yararcasına” bir itinayla program hazırlanmalı ve devlet ciddiyetine yakışır bir biçimde uygulanmalı, “Olmadı, değiştir (revize et).”
denilmemelidir.
Büyüme konusuna çeyrek dilimler (3 aylık) halinde açıklanan 2015 ve 2016 (ilk 2 çeyrek) yıllarına
ait GSYH verilerinin kısa bir değerlendirmesini yaparak girmek istiyoruz (Tablo 5).
Değerlendirmelerimize geçmeden önce şu hususu altını çizerek açıklamak istiyorum. TÜİK 2016
55
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
yılına ait ilk iki çeyreği daha önce açıkladığı yöntemi
esas alarak açıklamıştı. 2016 yılının 3. çeyreğinden
itibaren Avrupa Birliği Yönetmeliklerine (ESA
2010) uygun olarak yapılan revizyonu tamamladığını belirterek 2015 yılının 4 çeyreği ile 2016 yılının
tüm verilerini açıkladı. Yani sene ortasında revizyona gitti. Tabi revizyon yapınca daha önce açıklanan
2015 yılına ait 4 çeyrek ile 2016 yılının ilk 2 çeyreğine
ait rakamların hepsi yükseltildi. Hesaplama yapılırken
zincirlenmiş hacim endeksi olarak “2009 = 100” alınmış. Lütfen dikkat ediniz! Senenin ortasında revizyon yapılıyor ve Türk ekonomisinin %-4.8 küçüldüğü 2009 yılı başlangıç alınıyor. Diğer yıllara ait
revizyonlar yapılmadığı için biz tablolardaki karşılaştırmaları daha önce verilen değerler üzerinden yapacağız. Ancak yöntemler arasındaki farklılığı ortaya koyabilmek için de çeyrek dilimler halinde 2015 ve 2016
yıllarındaki GSYH sonuçlarının yeni yönteme ait rakamlarını da Tablo 6’da veriyoruz. Tablo 5 ile Tablo
6’da verilen değerler karşılaştırıldığında hem TL bazında hem de Dolar bazındaki cari fiyatlarla GSYH
miktarlarının Tablo 6’da verilen değerlerinin daha
yüksek olduğu görülmektedir.
56
Büyüme
Tablo 5: Çeyrek Dilimler Halinde 2015 ve 2016 Yıllarındaki
GSYH Sonuçları (Eski Yönteme Göre)
Kaynak: TÜİK
Tablo 6: Çeyrek Dilimler Halinde 2015 ve 2016 Yıllarındaki
GSYH sonuçları (Yeni Yönteme Göre)
Kaynak: TÜİK
57
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Tablo 5’in incelenmesinden de anlaşılacağı üzere,
2015 yılındaki GSYH verileri ile büyüme hızları 3’er
aylık dilimler halinde ve eski hesaplama yöntemine
göre 2015 yılının tamamını kapsayacak şekilde verilmiştir. TL bazında cari fiyatlarla GSYH 2015 yılında 1
trilyon 952 milyar 638 milyon TL‘dir. Dolar bazında
cari fiyatlarla GSYH’da 2015 yılında 719 milyar 620
milyon dolar olmuştur. TL bazında sabit fiyatlarla
GSYH ise 2015 yılında 131 milyar 273 milyon TL olmuştur. Tablo 6 incelendiğinde 2015 yılında TL bazında cari fiyatlarla GSYH ile Dolar bazında cari fiyatlarla GSYH ve GSYH’nın zincirlenmiş hacim endeksinin yeni yönteme göre hesaplanan değerlerinin yükselmiş olduğu görülmektedir. Tablo 5’de 2016 yılı verileri
de 3’er aylık dilimler halinde ve 2016 yılının ilk 6 ayını
kapsayacak şekilde verilmiştir. 2016 yılında 6 aylık
GSYH TL bazında cari fiyatlarla 1 trilyon 023 milyar
776 milyon TL, Dolar bazında ise 350 milyar 387 milyon dolar olmuştur. Sabit fiyatlarla GSYH ise ilk 6 aylık sürede 64 milyar 710 milyon TL’dir. 2016 yılının
ilk iki çeyreğine ait değerlerde de yükselmenin olduğu
Tablo 6 incelendiğinde görülmektedir.
Tablo 5’deki cari fiyatlarla büyüme hızları incelendiğinde TL bazında büyüme hızlarının %10’lar düzeyinde olduğu görülmektedir. Ama Dolar bazında büyüme hızları incelendiğinde 2015 yılının tamamında
ve 2016 yılının ilk çeyreğinde büyüme hızının negatif
olduğu görülmektedir. Bunun anlamı Dolar bazında
Türk ekonomisinde üst üste 5 çeyrek büyüme değil
küçülme olmuştur. 2016 yılının 2. çeyreğinde ise %0.4
gibi çok cüzi bir büyümenin olduğu Tablo 5’den görülmektedir. Tablo 6’da bu büyüme oranları verilmemiştir.
58
Büyüme
Tablo 5’in son sütunundan görülebileceği üzere,
“Büyüme” olarak isimlendirilen sabit fiyatlarla
GSYH’daki % değişim veya büyüme hızı ise 2015 yılında %4.0 olmuştur. OVP’de yapılan son revizyon ile
2016 yılında büyüme hızının %3.2 olması hedef alınmıştı. İlk 6 aylık süredeki büyüme hızı %3.9’dur. 15
Temmuz 2016’da yaşanan başarısız darbe teşebbüsünün, PKK terör olaylarının ve Suriye ile Irak’taki operasyonların da etkisi ile 2016’da büyüme hızı %3.2’nin
de altında kalmıştır. Zira Büyüme rakamları çeyrek dilimler (üçer aylık dilimler) halinde incelenirse büyüme rakamlarının peş peşe küçüldüğü görülmektedir. Yetkililere soruyoruz, “Bu küçülme nereye kadar
devam edecek?”
Tablo 6 incelendiğinde eski yönteme göre 2015 yılında %4 olan GSYH’daki değişim oranı yani büyüme
hızının yeni yönteme göre yapılan hesaplamada %6.1
olarak verildiği görülmektedir. Yani büyüme hızı da
yeni yönteme göre verilen hesaplamada yükselmiş olarak görülmektedir.
Saadet Partisi olarak iktidarı uyarıyoruz. Gerekli
önlemleri alarak Türkiye’nin büyümesini temin ediniz.
Aksi halde Türk ekonomisi çok büyük sıkıntılara girer.
2015 ve 2016 yıllarındaki büyümeyi çeyrek dilimler halinde inceledikten sonra Türkiye’nin ve vatandaşımızın durumunu objektif bir şekilde ortaya koymak
amacıyla, TÜİK tarafından yayınlanan ekonomik veriler kullanılarak 1998’den günümüze kadar olan süreçte GSYH miktarları ile kişi başına düşen milli gelir
59
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
ve büyüme (reel) oranları Tablo 7’de verilmiştir. Tablodaki verilerin daha kolay anlaşılması için de Şekil 3,
4, 5, 6 ve 7 çizilmiştir.
Tablo 7’nin ve Şekil 3’ün incelenmesinden anlaşılacağı üzere, cari fiyatlarla hesaplandığında TL bazında
GSYH yıllar itibariyle artmıştır. Türkiye’de 1998’den
2002 yılına kadar olan sürede cari fiyatlarla GSYH 70
milyar 203 milyon TL’den 350 milyar 476 milyon
TL’ye yükselmiştir. Yani bu süredeki artış 5 kat olmuştur. Ama Türkiye’de 5 kat büyüme olmamıştır. Nitekim Dolar bazında aynı zaman diliminde GSYH miktarı 270 milyar 947 milyondan 230 milyar 494 milyon
dolara düştüğü gibi (Tablo 7 ve Şekil 4), sabit fiyatlarla
GSYH çok az artmıştır. Tablo 7’nin 5. sütunundan ve
Şekil 6’dan görülebileceği gibi, 1998’de sabit fiyatlarla
GSYH 70 milyar 203 milyon TL’den 2002’de 72 milyar
520 milyon TL’ye yükselmiştir ki, bu da %3 - 3.5 gibi
cüzi bir artıştır. Aradaki yıllarda mesela 1999 ve kriz
yılı olan 2001’de sabit fiyatlarla GSYH 1998’deki 70
milyar 203 milyon TL’nin de altına düşmüştür.
Öte yandan AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılı
sonrasına bakılırsa 14 yılda yani 2002 ile 2016 yılları
arasında cari fiyatlarla GSYH’nın 350 milyar 476 milyondan 2 trilyon 590 milyar 517 milyon TL’ye (yeni
yönteme göre hesaplanmış) yükselmiş olduğu görülür.
Bunun anlamı TL bazında GSYH’da 14 yılda 7.39 kat
artış olmuştur. Bu artış izafi bir artıştır. Milli gelir hesaplama yöntemi değiştirilerek, malların fiyatı yükseltilerek elde edilmiştir. Böyle bir reel büyüme yoktur.
60
Büyüme
Tablo 7: Yıllar İtibariyle GSYH ve Kişi Başına Düşen Milli
Gelir Miktarları ile Büyüme (Reel) Oranları
Kaynaklar: TÜİK,
*Merkez Bankası verileri, **Tarafımızdan hesaplanmıştır,
*** Yeni yönteme göre verilen değerler
Şekil 3: Yıllar İtibariyle Cari Fiyatlarla GSYH (Milyar TL)
61
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Nitekim Tablo 7’nin 5. sütununda TL cinsinden verilen sabit fiyatlarla GSYH miktarlarına ve Şekil 6’ya bakılırsa 2002 yılında 72 milyar 520 milyon TL olan
GSYH miktarının 2016 yılında 157 milyar 300 milyon
TL’ye yükseldiği görülür. Yani 14 yıldaki artış 2.17
kattır. Reel büyüme dediğimiz asıl büyüme de sabit fiyatlarla GSYH’deki değişimdir.
Şekil 4: Yıllar İtibariyle Cari Fiyatlarla GSYH (Milyar Dolar)
Tablo 7’deki büyüme oranı olarak aldığımız son
sütun ve Şekil 7 incelenirse Türkiye’de büyüme oranlarının yıllar itibariyle çok değiştiği, istikrarlı bir büyümenin olmadığı görülür. Nitekim bazı yıllar %8-9
büyüyen Türk ekonomisi bazı yıllar %4-5 küçülmüştür. Bu değişim Şekil 7’den çok net, çok açık bir biçimde görülmektedir. Tablo 7’nin son sütununda verilen büyüme oranlarından 2003 ile 2016 yılları
arasındaki 14 yılda büyümenin yıllık ortalamasının %4.61 olduğu hesaplanır. Türkiye’nin cumhuriyet tarihi boyunca ortalama yıllık büyüme oranı
da %5’tir. Burada bir hususa daha dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. 2001 yılı Türkiye’de kriz yılı idi. Türk
62
Büyüme
ekonomisi 2001 yılında %5.7 küçüldü. 2008’de
ABD’de kriz oldu, Türkiye’de olmadı. Hatta o yıllardaki Sayın Başbakanımız bu krizin Türkiye’yi etkilemeyeceğini, “teğet geçeceğini” söylemişlerdi. Ama
2009’da da Türk ekonomisi %4.8 küçüldü. Görülüyor ki, Türk ekonomisi dış etkilere karşı çok hassas.
ABD’deki kriz veya AB’deki kriz Türk ekonomisini etkiliyor. ABD’deki 2008 krizinin Türkiye’ye olan etkisi
daha sonraki yıllarda da devam etmiş olacak ki, Türkiye 2012 yılından sonraki yıllarda da bir önceki yıla
göre revize edilerek düşürülen hedeflerin de altında,
bir büyüme gerçekleştirmiştir. 2015’de %4’lük büyüme hızını gerçekleştiren Türkiye, 2016 yılında eski
yönteme göre %4 olarak verilen ve daha sonra %3.2’ye
revize edilen büyüme hedefini bile tutturamamış ve
yeni yönteme göre verilen %2.9’luk büyüme hedefini
ancak gerçekleştirebilmiştir. Eğer 2016’da eski yönteme göre hesaplanmış olsa idi bu %2.9’luk büyüme
oranı %2’nin de altında kalabilirdi.
Saadet Partisi olarak biz diyoruz ki, bu %4’lük
veya %5’lik büyüme oranları Türkiye gibi gelişmekte
olan bir ülke için çok düşüktür. Türkiye’nin genç ve
dinamik bir nüfusu vardır. Tabii kaynakları da boldur.
İktidarın iyi bir planlama ile tüm kaynakları harekete
geçirerek büyüme hızını hiç değilse %7’nin üzerine çıkarması gerekir. Aksi halde Türkiye’nin ulaşmaya çalıştığı gelişmiş ülkeler seviyesine gelmesi mümkün olmaz, insanımızın da ekonomik sorunları ve sıkıntıları
artar, azalmaz.
Dolar bazında hesaplanan GSYH miktarları da cari
fiyatlar esas alınarak belirlenmiştir. Tablo 7’nin 3. sü-
63
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
tunundaki değerler incelendiğinde Dolar bazında hesaplanan GSYH miktarlarının da kriz yılı olan 2001’de
ve 2008 ABD krizi sonrasında, 2009’da ve 2014 ile
2015 yıllarında bir önceki yıllara göre azaldığı görülmektedir. 2016 yılında ise hesaplama yöntemi değiştirildiği için GSYH yüksek olmuştur. Döviz fiyatları son
yıllarda baskı altında tutulduğu için bu rakamlar da
yüksek çıkmıştır.
Dolar bazında hesaplanan GSYH’nın o yılki nüfusa
bölünmesiyle bulunan Kişi Başına GSYH miktarları da
yıllar itibariyle çok yükselmiş görülmektedir (Tablo 7
Sütun 4 ve Şekil 5). Tablo 7’nin 4. sütunu ile Şekil 5’in
incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, 1998 yılında
4.338 dolar olan kişi başına düşen GSYH miktarı 1999
ve 2001 yıllarında belirgin şekilde azalmıştır. Kriz yılı
olan 2001 yılında 3.021 dolara düşmüştür. 2002 yılında ise artarak 3.492 dolar olmuştur. 2002 yılında
3.492 dolar olan kişi başına GSYH, yıllar itibariyle artarak 2008’de 10.440 dolara yükselmiş, 2009’da azalarak 8.574 dolar olmuş ve 2010’da yine 10.000 doların
üzerine çıkmıştır. Kişi başına GSYH’daki artış 2011,
2012 ve 2013 yıllarında da devam etmiş ve 2013’de
10.822 dolar olmuştur. 2013’de 10.822 dolar olan kişi
başına düşen GSYH 2014 yılında 10.395 dolara, 2015
yılında da 9.261 dolara düşmüştür. 2016 yılında 9.000
doların altına düşmesi beklenen kişi başı GSYH miktarı hesaplama yöntemi değiştirilince 10.807 dolar olmuştur. Bir yükselme var gibi görülmektedir. Oysaki
bu durum, hesaplama yönteminin değiştirilmesinden
kaynaklanmıştır.
64
Büyüme
Yıllardan beri bu millete 2023’de 25.000 dolarlık
kişi başına milli geliri hedef gösteren iktidarlar maalesef arzu edilen artışı gerçekleştirememişlerdir ve 2014
ve 2015 yıllarında Dolar bazında kişi başına düşen
milli gelir miktarı azalmıştır. 2016’da ise hesaplama
yönteminden kaynaklanan bir yükseltme söz konusu
olmuştur. Kişi başına düşen GSYH biraz da zenginlik
ölçüsü olarak algılandığı için iktidar yanlıları tarafından sürekli gündeme getirilmektedir. Aynı tablonun
son sütununda TÜİK tarafından açıklanan reel büyüme oranları verilmiştir. Bu oranlar esas alınarak
2002 ile 2016 yılları arasında bir hesaplama yapılırsa
2002’de 3.492 dolar olan kişi başına GSYH miktarının
2016 yılında 6.950 dolar civarında olduğu hesaplanabilir ki, bu da iktidar mensuplarının açıkladığından
çok düşük bir gelir düzeyi demektir.
Şekil 5: Yıllar İtibariyle Kişi Başına GSYH (Dolar)
65
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Şekil 6: Yıllar İtibariyle Sabit Fiyatlarla GSYH (Milyar TL)
Şekil 7: Yıllar İtibariyle Büyüme Oranları (Reel) (%)
Burada bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Kişi başına düşen GSYH miktarı 2016 yılının 3.
çeyreğinde uygulamaya konulan Avrupa Birliği yönetmeliklerine (ESA 2010’a) göre hesaplandığından daha
önce 2016 yılı için verilen değerden daha yüksek ol-
66
Büyüme
muştur. Son yıllarda hazırlanan OVP’lerde yer alan satın alma gücü paritesine göre hesaplanan kişi başına
gelir 2015 yılı için 19.917 dolar, 2016 yılı için de
20.396 dolar olarak verilmiştir. Bu rakamların gerçeği
ne kadar yansıttığını sizlerin değerlendirmesine bırakıyorum.
Kişi Başına düşen GSYH miktarının hesaplama
yöntemi de ülkemiz gerçeğini hiçbir şekilde yansıtmamaktadır. Zira hesaplama yöntemi gerçekçi değildir.
Asgari ücretle çalışan insanların yıllık gelirleri ile dev
şirketlerin, holdinglerin, bankaların yıllık gelirlerini
toplayıp o yılki nüfusa böleceksiniz ve dönüp asgari
ücretle çalışan insana “Senin kişi başına yıllık gelirin
10.500 dolar.” diyeceksiniz. Hiç kimse kusura bakmasın ama bu ifade gerçekçi bir ifade değildir. Mesela,
asgari ücret 2016 yılında 1.300 TL idi. Bunun anlamı
asgari ücretle çalışan bir işçinin eline 2016 yılında toplam 15.600 TL para geçmiştir. Aynı yıl ortalama Dolar
kurunun 3.00 TL (şu günlerde çok yüksek ama) olduğunu dikkate alırsak bu 15.600 TL yaklaşık 5.200 dolar eder. Daha önceki yılları esas alsak da bu rakamlar
çok fazla değişmez. AK Parti iktidarı 2016 yılında eline
5.200 dolar geçen bir aile reisine diyor ki, senin kişi
başına yıllık gelirin 10.800 dolar. Eğer 3 çocuklu bir
aile ise anne ve baba ile birlikte aile 5 kişiden oluşuyordur. Bu durumda Asgari ücretle geçinen bu ailenin
eline yıllık 5 * 10.800 = 54.000 dolar para geçiyor demektir. Bu 54.000 doların 2016 yılındaki ortalama Dolar kuru (3.00 TL kabul edilerek) üzerinden karşılığı
yaklaşık 162.000 TL’dir. 162.000 TL’lik yıllık gelir aylık 13.500 TL’ye denk gelir ki, aylık geliri 13.500 TL
olan bu ülkede çok az çalışan var.
67
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Kişi Başına düşen gelir miktarını ele almışken sanırım Türkiye’de gelir dağılımındaki adaletsizlikten de
bahsetmek gerekir. TÜİK’in yaptığı 2015 yılı Gelir ve
Yaşam Koşulları Araştırması Tablo 8’de verilmiştir.
Tablo 8: Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Gelire Göre Sıralı
%20’lik gruplar, 2014-2015
Kaynak: TÜİK
Tablo 8’den Türkiye’deki gelir dağılımındaki adaletsizlik çok açık, çok net bir şekilde görülmektedir.
Tablo yapılırken %20’lik 5 grup oluşturulmuş ve her
bir %20’lik grubun milli gelirden aldığı pay hesaplanmıştır. 2015 yılında bu gruplardan milli gelirden en
düşük payı %6.1 ile 1. grup, en yüksek payı ise %46.5
ile 5. grup almıştır. Yani aynı tablonun alt satırında verildiği gibi, ilk grup ile 5. grup arasında tam 7.6 kat
fark vardır. Bu durum bir yıl öncesinde yani 2014 yılında da aşağı yukarı aynıdır. Yani ülkemizde bölüşümde de bir dengesizlik, bir adaletsizlik vardır. Bu
konuda fazla bir şey söylemeden durumu Üstad’ın (N.
F. Kısakürek) Destan şiirindeki şu mısraları ile ifade
etmek istiyoruz.
68
Büyüme
“Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul.
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın kefenimin kefili karaborsa!”
Saadet Partisi iktidarında gelir dağılımındaki bu
adaletsizlik giderilecektir. Mesela vergiler az kazanandan az, çok kazanandan çok alınacak ve asgari ücretten
hiç vergi alınmayacaktır.
69
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
70
Borçlar
Borçlar
71
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Türkiye’nin toplam borcu (iç borç + dış borç) devletin yayınlamış olduğu resmi rakamlara göre sürekli
artmaktadır. Ülkemizin yıllar itibariyle borç durumu
Tablo 9’da verilmiştir. Tablodaki rakamlardan yararlanılarak Şekil 8, 9 ve 10 çizilmiştir.
Biliyoruz, hükümet üyeleri ve AK Parti yetkilileri
bu rakamları açıklamıyorlar. Onlar sadece IMF’ye olan
borcu söylüyorlar. Vatandaşa eksik bilgi veriyorlar.
Evet, Türkiye’nin IMF’ye olan borçlarının son taksiti
de Mayıs 2013’de ödendi ve böylece Türkiye’nin
IMF’ye borcu kalmadı. Yetkililer Türkiye’nin IMF’ye 5
milyar dolar borç verebileceğini de söylüyorlardı ama
Tablo 9’dan da görülebileceği gibi, ülkemizin gerek dış
borcu ve gerekse iç borcu sürekli artıyor. Ama Türkiye’nin iç borçları ile dış borçlarından dolayısı ile toplam borçlarından iktidar olsun muhalefet olsun hiç
kimse bahsetmiyor. Madem Türkiye’nin hiç borcu
yoktu niçin 2016 yılı bütçesinden 50.2 milyar TL faiz
ödemesi yapıldı? Ya da madem Türkiye’nin hiç borcu
yok, o halde bu senenin, 2017 yılının bütçesine 57.5
milyar TL faiz ödemesi niçin koyuldu? Son birkaç aydan beri yapılan bu faiz tartışması niye? Bu sualleri her
vatandaşımız kendi kendine sormalı ve cevabını aramalıdır. İktidar partisi ve parlamentoda grubu bulunan muhalefet partileri Türkiye’nin bu önemli sorununu dile getirmeyince Saadet Partisi olarak bizler
Türkiye’nin dış borcunu, iç borcunu ve toplam borcunu milletimize açıklıyoruz.
72
Borçlar
Tablo 9: Yıllar İtibariyle Türkiye’nin Dış Borç, İç Borç ve
Toplam Borcu ile Kişi Başına Borç Durumu
Kaynak: www.hazine.gov.tr,
*İç Borç miktarı Merkez Bankası tarafından verilen Dolar satış kuruna bölünerek iç borcun Dolar karşılığı tarafımızdan hesaplanmıştır.
** Toplam Borç (Milyar Dolar) miktarı o yılki nüfusa bölünerek tarafımızdan bulunmuştur.
***Dolar bazında iç borcun azalma sebebi Dolar’daki yükselmedir.
Tablo 9’un ve Şekil 8 ile 9’un incelenmesinden anlaşılacağı üzere, 2009 yılı istisna tutulursa 2001’den
itibaren yıllar itibariyle Türkiye’nin Dolar bazında dış
borcu sürekli artmıştır. TL bazında iç borcu ise sürekli
73
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
artmıştır. Dolar bazında iç borçtaki azalma 2006, 2009,
2011 2012, 2013, 2014, 2015 ve 2016 yılları için de
söz konusudur. Bu azalmanın sebebi bu yıllarda Dolar
kurunda meydana gelen hızlı yükselmelerdir. Yoksa
Türkiye borçlarını ödediği için bir azalma değildir.
Aynı tablodan ve Şekil 8’den 2009 yılı ile 2014 ve 2015
yılındaki toplam borç da azalmış görünmektedir. Bu
azalmalar da Dolar’daki aşırı yükselmelerden ileri
gelmiştir.
Şekil 8: Yıllar İtibariyle Dış Borç, İç Borç ve Toplam Borç
(Milyar Dolar)
2002 yılı sonunda 129.6 milyar dolar olan dış borcun 2016’da 404.2 milyar dolara, Dolar bazında
2002’de 102.6 milyar dolar olan iç borcun 2016 yılında
170.4 milyar dolara ve 2002’de 232.2 milyar dolar olan
toplam borcun da 2016 yılında 574.6 milyar dolara
yükseldiği Tablo 9’dan ve Şekil 8’den görülmektedir.
Toplam borcumuzu esas alarak bir değerlendirme yaparsak Türkiye, 2002’den 2016 yılı sonuna kadar geçen 14 sene zarfında 342.4 (574.6-232.2=342.4) milyar dolar daha borçlanmıştır diyebiliriz.
74
Borçlar
Şekil 9: Yıllar İtibariyle İç Borç (Milyar TL)
Yıllar itibariyle Türkiye’nin toplam borç miktarının o yılki nüfusuna bölünmesiyle bulunan kişi başına
borç miktarı Tablo 9’dan ve Şekil 10’dan görülmektedir. Tablo 9 ve Şekil 10 incelendiğinde, kişi başına borç
miktarının da kriz yılı olan 2009’da bir miktar düşüş
gösterdiği, daha sonra 2013 yılına kadar da arttığı görülmektedir. 2013 yılından sonra ise Dolar’daki hızlı
yükselmeye bağlı olarak nispeten azaldığı görülmektedir. 2002’de 3.510 dolar olan kişi başına borç miktarı
2016 yılında 7.200 dolara yükselmiştir. Türkiye’nin
zenginleştiğini ve 2002’de kişi başına düşen GSYH’nın
3.500 dolar olduğunu, kendi iktidarlarında 2013 yılında bunun 10.500 doların üzerine çıkarıldığını söyleyen AK Parti iktidarı kendileri iktidara geldiği
2002’de kişi başına düşen borç miktarının 3.510 dolar olduğunu ve bu borcun 2013’de 8.010 dolara yükseldiğinden hiç bahsetmemektedir. 2014, 2015 ve
2016 yıllarında döviz kurundaki artıştan dolayı kişi
başına düşen borç miktarında düşme olmuştur. Tür-
75
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
kiye’de fert başına düşen milli gelirin 10.500 dolar olduğu tartışılabilir ama fert başına düşen borç miktarının 7.200 doların üzerinde olduğu, sanıyoruz tartışılmaz bir realitedir.
Şekil 10: Yıllar İtibariyle Kişi Başına Borç (Dolar)
Tablo 9’da verilen iç borçların tamamı kamu sektörünün borcudur. Ancak dış borçların bir kısmı kamu
sektörüne, bir kısmı da özel sektöre aittir. Bazı AK Partili yöneticiler ile fanatik AK Partili taraftarlar bu konuyu savunma amaçlı kullanıyorlar ve “Dış Borçların
hepsi kamunun değil, özel sektörün de dış borcu var.
Özel sektörün dış borçlarını niçin kamunun dış borcu
gibi söylüyorsunuz?” diyorlar. Bize karşı da borçları
yüksek göstererek hükümeti başarısız göstermek istiyorsunuz” gibi bir tavır içine giriyorlar. Biz, “Borçlar
Türkiye’nin borcudur, ha kamu sektörünün, ha özel
sektörün ne fark eder.” diyoruz. Bu ifademiz doğrudur. Ama buna rağmen bu suali soranlara cevap vermek ve teşkilat mensuplarımızdan gelen talepleri karşılamak üzere kamu sektörü (T.C. Merkez Bankası
76
Borçlar
dâhil) ile özel sektörün dış borçlarını ayrı ayrı ele alıp
bir değerlendirme yaptık. Kamu sektörü ile özel sektörün dış borçlarının yıllar itibariyle durumu Tablo
10’da, bu borçların yıllar itibari ile değişimi de Şekil
11’de verilmiştir.
Tablo 10: Yıllar itibariyle Türkiye’nin
Kamu Sektörüne (T.C. Merkez Bankası Dâhil) ve
Özel Sektöre Ait Dış Borçları ile
Toplam Dış Borç Durumu (Milyar Dolar)
Kaynak: www.hazine.gov.tr
İstatistikler-Kamu Finansmanı İstatistikleri-Türkiye Dış Borç
İstatistikleri-Türkiye Dış Borç Stoku İstatistikleri
77
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Tablo 10’dan ve Şekil 11’den de görüldüğü gibi,
yıllar itibariyle kamuya ve özel sektöre ait dış borçlar
artmıştır. Kamuya ait dış borçlar 2002 yılı sonunda
86.5 milyar dolar iken yıllar itibariyle artarak 2016 yılı
sonunda 120.0 milyar dolara yükselmiştir. AK Partili
hükümet üyeleri ve AK Partili yetkililer TV kanallarında ve meydan mitinglerinde ya da salon toplantılarında “IMF’ye olan 23.5 milyar dolarlık borcu ödedik.”
diye övünüyorlar. Evet, IMF’ye olan 23.5 milyar dolarlık borç ödendi ama IMF’ye olan borcun ödenmesine
rağmen 14 yıllık AK Parti yönetiminde Türkiye’nin
kamu sektörüne ait dış borcu 33.5 milyar dolar arttı.
Bu süre zarfında özel sektörün de dış borcu artmıştır.
Dolayısı ile Türkiye’nin toplam dış borcu artmıştır.
Öyle ki, AK Parti’nin iktidara geldiği (Kasım 2002),
2002 yılının sonunda 129.6 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam dış borcu 2016 yılı sonunda 404.2
milyar dolara yükselmiştir. Yani Türkiye’nin dış
borcu 14 yıllık AK Parti iktidarında 274.6 (404.2 129.6 = 274.6) milyar dolar artmıştır. 2016 yılındaki
404.2 milyar dolarlık toplam dış borcun 120.0 milyar
doları yani %30’u kamu sektörüne, 284.2 milyar doları
veya %70’i özel sektöre aittir.
Tablo 10 ve Şekil 11 incelendiğinde özel sektöre
ait dış borçların artışının çok hızlı olduğu dikkati çekmektedir. Öyle ki 2002’de 43.1 milyar dolar olan özel
sektöre ait dış borç 2016 yılı sonunda 284.2 milyar dolara yükselmiştir.
Borçları incelerken kamu sektörüne ait iç borç, dış
borç ve toplam borç miktarlarını da vermek istiyoruz.
Sanırız bunun da bilinmesinde yarar vardır. Yıllar itibariyle kamu sektörüne ait iç borç, dış borç ve toplam
78
Borçlar
borç miktarları Tablo 11’de verilmiştir. Kamu sektörüne ait dış borç ile toplam borçların yıllar itibariyle
değişimi de Şekil 12’de verilmiştir.
Şekil 11: Yıllar İtibariyle Kamu Sektörüne ve
Özel Sektöre Ait Dış Borç (Milyar Dolar)
Tablo 9 ile Tablo 11’den görülebileceği ve Şekil
9’dan izlenebileceği gibi, Türkiye’nin iç borcu 2002’de
155.2 milyar TL iken yıllar itibariyle artarak 2016 yılı
sonunda 514.7 milyar TL olmuştur. Yani 14 yılda
359.5 milyar TL artmıştır. Aynı zaman diliminde kamu
dış borç stokunda bazı yıllar azalma olmasına rağmen
genelde trend artış yönündedir. 2002’de 101.6 milyar
TL olan dış borç stoku 2016 yılı sonunda 304.8 milyar
TL’ye yükselmiştir (Tablo 11 ve Şekil 12). Dış borçlardaki artış iç borçlardaki artış kadar fazla olmamıştır.
Kamuya ait iç borç stoku ile dış borç stoku artınca toplam borç stoku da artmıştır ve 2002’de 256.8 milyar TL
olan kamunun toplam borcu 2016 yılı sonunda 819.5
milyar TL’ye yükselmiştir, bir diğer ifade ile 3.2 kat olmuştur ( Tablo 11 ve Şekil 12).
79
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Tablo 11: Yıllar İtibariyle Türkiye’nin
Kamu Sektörüne Ait Dış Borç ve İç Borcu ile
Toplam Borç Durumu (Milyar TL)
Kaynak: www.hazine.gov.tr
Şekil 12: Yıllar İtibariyle Kamu Sektörüne Ait
Dış Borç ile Toplam Borç (Milyar TL)
80
Borçlar
Türkiye bu borçları nasıl çeviriyor?
Türkiye bu borçları, yeni borçlar alarak çeviriyor.
Evet, devletimiz vadesi gelen borçları yeni borçlar
alarak ödemektedir. Yani borcu borçla ödemektedir.
Borcu borç alarak ödediği için devletimizin borcu her
yıl, hatta her ay artmaktadır. Mesela, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından 30 Kasım 2016’da yayınlanan “İç Borçlanma Stratejisi” başlıklı yazıda 2016
yılı aralık ayı ile 2017 yılı Ocak ve Şubat aylarına ait
“İç Borç Ödemeleri” ile “Hazine Finansman Programı” ve bu aylara ait “İç Borç İhraç Takvimi” verilmiştir. Bu veriler 3’er aylık olarak her ayın sonunda
Hazine Müsteşarlığı tarafından yayınlanmaktadır. Bu
yayından alınan Ocak 2017’ye ait veriler aşağıdaki gibidir:
İç borç ödemeleri incelendiğinde, Ocak 2017’de
toplam 11 milyar 389 milyon TL iç borç ödemesi
yapılacağı görülmektedir. Hazine Finansman Programı
incelendiğinde de Ocak 2017’de 11.4 milyar TL’si iç
borç, 1.5 milyar TL’si de dış borç olmak üzere toplam
12.9 milyar TL ödeme yapılacağı görülmektedir. 12.9
milyar TL’lik borç ödemesi için 11.3 milyar TL yeniden borç alınacağı programlanmıştır. Geri kalan 1.6
milyar TL’lik kısım ise özelleştirme gelirleri, 2-B satışları vb. gibi borçlanma dışı kaynaklardan karşılanacaktır. Yoksa devletin vergi gelirleri arttı da borçların 1.6
milyar TL’lik kısmı vergi gelirleri ile ödeniyor değil.
Borçların ödenmesi için Ocak 2017’de hangi tarihlerde
ihaleye çıkılacağı da “Ocak Ayı İhraç Takvimi” başlığı
altında verilmiştir.
81
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Ocak 2017 İç Borç Ödemeleri (Milyon TL)
Ocak 2017 Hazine Finansman Programı (Milyar TL)
2017 Yılı Ocak Ayı İhraç Takvimi
82
Borçlar
Biz, Saadet Partisi olarak diyoruz ki, “borcu
borçla ödeme” günü kurtarma politikasıdır. Bu yüce
milletin borçla yaşamaktan kurtarılması gerekir.
Ülkeleri çökertmenin en önemli yollarından birinin borçlar olduğu asla unutulmamalıdır. Şurası bilinmelidir ki, İrlanda’da Yunanistan’da, İtalya’da ve İspanya’da yaşanan ekonomik krizlerin temelinde borçlar vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde
borçlar önemli bir faktördür. Borçların ille de kamu
borcu olması da şart değildir. Bankaların borçları, holdinglerin borçları veya şirketlerin borçları hatta şahısların borçları da ülke ekonomisini krize sokar. Zira
ekonomik olaylar bir bütündür. Bir zincirin halkaları
gibi birbirine bağlıdır. Zincirin bir halkası koparsa o
zincir işlev görmez.
Bu ülkede, Türkiye’de;
Devlet borçludur.
Özel sektör (şirketler, holdingler), borçludur.
Fertler borçludur.
Türkiye’de devlet borçlarının olduğu gibi, özel
sektörün dış borçlarının da sürekli arttığını rakamları
ile açıklamaya çalıştık (Tablo 10). Şu hususun da bilinmesi gerekir ki, özel sektör kuruluşları yurt içinde
çeşitli bankalara borçlu oldukları gibi, kendi aralarında da bir birlerine borçludur. Özel sektörün protesto edilen senetlerinin sayısı ve senetlerin TL olarak tutarı da oldukça yüksektir.
Vatandaş borçlu. Vatandaş borçla yaşıyor. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre Eylül 2015’de 283
83
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
milyar 562 milyon TL olan tüketici kredileri ve konut
kredileri miktarı 1 yıl sonra Eylül 2016’da 302 milyar 256 milyon TL’ye yükselmiştir.
Kredi kartlarının kullanımı da hızla artmaktadır.
2015’de halkımızın kullandığı kredi kartı sayısı
58.215.318 iken bu sayı 1 yıl sonra yani 2016’da
58.795.476’ya yükselmiştir.
Benzer şekilde konut kredilerinin kullanımı da
çok hızlı artmaktadır. 2013 yılında alınan konut kredileri stoku 101 milyar 322 milyon iken 2014 yılında
bu değer 115 milyar 015 milyona, 2015’de 135 milyar
136 milyon TL’ye ve Eylül 2016’da da 147 milyar 318
milyon TL’ye yükselmiştir. Vatandaş aldığı konut kredisini veya taşıt kredisini ya da kredi kartı borcunu
ödeyemezse sadece kendisi krize girmiyor, krediyi aldığı bankalar da krize giriyor. Bankalar krize girince
ülke ekonomisi krize giriyor. Hatırlanacağı gibi,
2008’de ABD’de yaşanan kriz bu şekilde olmuştu.
Bu borçlandırma politikası bilinçli bir şekilde
oluşturuluyor. Emperyalist ülkeler gelişmekte olan ülkeleri ve geri kalmış ülkeleri kendi emirlerine itiraz etmemeleri için borçlandırırlar. Ülkeleri yöneten idareciler de halkın demokratik tepkisini ortadan kaldırmak, o ülkede yaşayan insanların hükümetin hatalı icraatlarına karşı koymalarını, diğer bir ifade ile sandıkta
diğer partilere oy vermelerini önlemek için halkı borçlandırırlar. Borçlanan halk da “Aman istikrar bozulmasın, eğer istikrar bozulursa ekonomik durumum
bu günkünden çok daha kötü olur, borçlarımı ödeyemem.” düşüncesiyle mevcut iktidara oy verir. Ama
84
Borçlar
unutulmamalıdır ki, bu politikalar 1 veya 2, belki 3 seçim dönemi için geçerli olabilir ama ilanihaye olmaz.
Gün gelir bu ekonomik çark tıkanır, dönmez. Borçlar
taşınamaz hale gelir. Tıpkı Yunanistan’da olduğu gibi.
İktidarı uyarıyoruz. IMF politikalarını terk ediniz, üretim ekonomisine geçiniz ve milletimizi ekonomik sıkıntılara sokmayınız!
Türkiye’de devlet ve özel sektör kuruluşları (şirketler, holdingler) borçlu olduğu gibi, fertler de borçludur dedik. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezinin
verilerine göre, 2016 yılı sonunda bireysel kredi
kartı ve bireysel kredi borcunu ödeyemeyen gerçek
kişiler içerisinden borcu devam eden kişilerin sayısı 1.321.053’tür. Bireysel kredi kartı borcunu ödeyemeyen gerçek kişiler içerisinden borcu devam eden
kişilerin sayısı 975.015, bireysel kredi borcunu ödeyemeyen gerçek kişiler içerisinden borcu devam eden kişilerin sayısı ise 727.268’dir. 2010 yılında 824.235
olan bireysel kredi kartı borcunu ödemeyen veya
ödeyemeyenlerin sayısının 2016 yılı sonunda
975.015’e yükselmesi hiç de hayra yorulacak bir
durum değildir, diyoruz.
Bu durumdan, özellikle kredi kartı kullanımının
çok hızlı artmasından herkes şikâyet etmektedir. Kredi
kartı kullanımında bazı yasal düzenlemeler yapıldı.
Ancak biz yeterli olduğu kanaatinde değiliz. Zira vatandaşın geliri düşüktür ve asgari ücretle geçinen bir
işçinin aldığı para açlık sınırının altındadır. Yani gıda
harcamalarını karşılamaya dahi yetmiyor. Bu işçi hangi
harcamalarını kısacak? Asgari ücretli eline geçen
para ile zorunlu masraflarını karşılayamıyor ve
85
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
mecburen borçlanma yoluna gidiyor. Tıpkı hükümetin bütçe gelirleri ile kamu harcamalarını karşılayamayıp borçlanmaya gittiği gibi. Zaten konuştuğumuz vatandaş da bu durumu ifade ediyor ve “Devlet
borçla yaşıyor, ben yaşasam ne olur.” diye kendince
savunma yapıyor.
Biz devletin de, özel sektörün de, fertlerin de sorumsuzca borçlanmasının doğru olmadığını düşünüyoruz ve borçlardan bir an önce kurtulmamız gerektiğine inanıyoruz. AK Parti hükümetinin faiz lobisinden şikâyet etme yerine faize ve borçlanmalara çözüm bulması gerektiğini ifade ediyoruz. Zira iktidar şikâyet makamı değil çözüm makamıdır.
86
Faiz
Faiz
87
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Faiz ülkemiz ekonomisini perişan etti. Her yıl bütçenin önemli bir bölümü faize ayrılmaktadır. Yıllar itibariyle bütçeden faiz ödemeleri için ayrılan para miktarları Tablo 12’de verilmiştir. Aynı tabloda yıllar itibariyle kamu brüt toplam borç stokunun durumu ile
tarımsal destek miktarları da verilerek faiz ödemelerinin büyüklüğü ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tablodaki rakamlardan yararlanılarak da Şekil 13 çizilmiştir.
Memur maaşlarına veya emekli aylıklarına ya da
işçi ücretlerine yapılacak artışta %3’mü olsun yoksa
%3.5’mu olsun hesabını yapan iktidar faizcilere 2016
yılında 50.2 milyar TL faiz ödemesi yapmıştır.
Saadet Partisi olarak bizler faizden hep
şikâyetçi olduk. Son zamanlarda iktidar yetkilileri
de konuşurken faiz lobisinden şikâyet ediyorlar.
Biz iktidarın bu tavrını anlamakta güçlük çekiyoruz.
Zira AK Parti’nin iktidarda olduğu 14 yıl içinde faize 701.3 milyar TL ödenmiştir. Yani yılda ortalama 50.1 milyar TL faizcilere ödeme yapılmıştır.
Bizler faiz lobisinden şikâyet ederken son yıllarda
devlet iç borçlanma senetlerindeki (DİBS) artış ülkemizin DİBS yolu ile de sömürüldüğü gerçeğini gündeme getirdi (23 Haziran 2014, Dünya Gazetesi). Şunun hiç unutulmaması gerekir. Ülkemizde çok fazla
miktarda sıcak para var. Mesela 2016 yılı sonunda ülkemizdeki sıcak para miktarının 120 milyar dolar olduğu ifade edilmektedir. Bu para faiz yüksek ise faize,
DİBS’nin getirisi yüksek ise DİBS’ne yatırılıyor. Borsanın getirisi fazla ise borsaya gidiyor. Onlar hep kazanıyor. Kaybeden ise milletimiz oluyor. Yöneticiler de
sade vatandaş gibi sadece şikâyet ediyor.
88
Faiz
AK Parti iktidarı faizleri düşürdük dese de dünyanın pek çok ülkesinde faiz oranları Türkiye’deki faiz
oranları ile kıyaslanmayacak kadar düşüktür. Mesela,
Avrupa Merkez Bankasının faiz oranı negatiftir
(%-0.4). Aralık 2016’da yaptığı toplantıda FED Politika faiz oranını 25 baz puan artırdı ve %0,50-0,75 olarak belirledi. Şubat 2015’den beri Japonya Merkez Bankasının uyguladığı politika faiz oranı negatif idi. Aynı
tarihlerde İsviçre, İsveç ve Danimarka Merkez Bankaları da negatif faize geçtiler. Türkiye’de bozulan ekonomik şartlar nedeniyle Mayıs 2016’dan beri faiz oranlarını düşürme sürecine giren T.C. Merkez Bankası
24.11.2016’da yaptığı PPK Toplantısında haftalık repo
ihale faiz oranını 50 baz puan artırmış ve %7.50 olan
haftalık repo ihale faiz oranını %8.00 yapmıştı. 20 Aralık 2016’da yaptığı toplantıda repo ihale faiz oranını
değiştirmedi. Halen (Aralık 2016) TCMB’nin 1 hafta
vadeli repo ihale faiz oranı Avrupa Merkez Bankasının
faiz oranından da FED’in Aralık 2016’da belirlediği faiz
oranından da çok yüksektir. Yine negatif faiz uygulayan Japonya Merkez Bankası ile İsveç, İsviçre ve Danimarka Merkez Bankalarının uyguladıkları faiz oranlarının da çok üstündedir.
Tahvil piyasasında da faiz oranı yüksektir. 15
Temmuz 2016’da 8.5-9.0 düzeyinde olan tahvil faizi bu tarihten sonra yükselişe geçti ve 2016 yılı
aralık ayı sonunda %10.5-11.0 oldu. Yani yaklaşık
%2,0 yükseldi. Şu hususun bilinmesi gerekir. Eğer
dolardaki bu seyir devam ederse faiz oranlarının
yüksek seyretmesi ekonominin gereğidir. İktidar
bütün şikâyetine rağmen eğer faizleri düşüremiyorsa, bizce bunun anlamı hükümet ekonomiye
89
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
hâkim değildir veya faizler iktidarın kontrolünün
dışında yüksek seyrini sürdürüyor demektir.
Tablo 12’nin ve Şekil 13’ün incelenmesinden, yıllar itibariyle Türkiye bütçesinin büyüdüğü, faiz ödemelerinin ise bazı yıllar az da olsa azaldığı görülmektedir. Bir mukayese yapmak üzere ilave ettiğimiz tarımsal destek miktarlarının da 2009 yılı istisna tutulursa yıllar itibariyle artmakta olduğu Tablo 12’den ve
Şekil 13’den görülmektedir. AK Parti’nin iktidarda bulunduğu 14 yıllık sürede bütçeden faizcilere toplam
701.3 milyar TL ödeme yapılırken aynı sürede çiftçilerimizin tamamına yapılan tarımsal destek miktarı toplamı sadece 89.5 milyar TL’dir. Türkiye’nin faiz ödemelerinin ne kadar büyük olduğunu ortaya koymak
amacıyla yıllar itibariyle devlet bütçesinden faize ödenen para ile tarımsal destek için ödenen para miktarını
verdik. Sanıyoruz daha fazla bir açıklama yapmaya gerek yok. Zira Tablo 12’deki rakamlar ile Şekil 13 her
şeyi en iyi şekilde açıklamaktadır.
Biliyoruz, faiz ödemeleri bireysel olarak kimsenin
cebinden çıkmıyor. Bu yüzden konuyu dile getirince
vatandaşlarımız bu konuda fazla tepki göstermiyor.
“Bana ne, Ben mi ödüyorum? Devlet ödüyor” gibi
bir yaklaşım içerisine giriyor. Evet, şunu bilelim. Bu
faizleri bu millet ödüyor. Her bir vatandaşımız ödüyor.
Vatandaşımıza verilmesi gereken yıllık 50 milyar TL
faizcilere veriliyor veya faiz ödemeleri yüzünden vatandaşımıza yapılacak hizmetler yapılamıyor. Faize
ödenen yıllık 50 milyar TL ile neler yapılabilirdi? Buna
birkaç örnek verelim.
90
Faiz
Tablo 12: Yıllar itibariyle Türkiye Bütçesi ve
Bu Bütçeden Yapılan Faiz Ödemeleri ile
Tarımsal Destek Ödemeleri ve
Kamu Brüt Toplam Borç Stoku
Kaynak: Maliye Bakanlığı, www.hazine.gov.tr
Konut. Faize bir yılda ödenen 50 milyar TL ile tanesi 100.000 TL’ye mal olan apartman dairelerinden
her yıl 500.000 adet daire yapılabilirdi. Eğer her dairede 4-5 kişilik bir aile oturduğunu var sayarsak faize
her yıl ödenen 50 milyar TL ile 2-2.5 milyonluk bir şehirdeki tüm daireler yapılabilirdi. 28.11.2016 tarihinde yayınlanan TOKİ Konut Üretim Raporu’nda 58.
59. 60. 61. 62. 63., 64. ve 65’ci hükümetler döneminde,
yani AK Parti’nin 14 yıllık iktidarında, (Kasım 2002 -
91
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Kasım 2016) vatandaşlarımıza teslim edilen konut sayısı 591.343 adettir. Aynı yayında 53.7 milyar TL
hak ediş ödemesi yapıldığı da belirtilmektedir. Bu
demektir ki, AK Parti’nin 14 yılda yaptığı ve para ile
vatandaşa sattığı konut sayısı kadar konut bir yıllık
faiz ödemesi ile yapılabilirdi.
Şekil 13: Yıllar İtibariyle Bütçe, Faiz Ödemeleri ve
Tarımsal Destekler (Milyar TL)
Marmaray. Faize bir yılda ödenen 50 milyar TL
ile “Asrın Projesi” olarak adlandırılan ve 440 tane tren
dâhil her şeyi ile 5.5 milyar TL’ye mal olan Marmaray
Projesi gibi 9 tane proje gerçekleştirilebilirdi. Bilinmelidir ki, bir yılda İktidarın “İstanbul’un çehresini değiştirdi.” dediği Marmaray projesi gibi 9 tane projenin
gerçekleştirilmesi Türkiye’nin çehresini değiştirirdi.
Otomobil fabrikası. Yıllardan beri her Türk vatandaşı yerli otomobil fabrikasına sahip olmanın özlemini duymaktadır. Bir otomobil fabrikasının maliyeti
2-3 milyar, ortalama 2.5 milyar dolardır. TL olarak ise
artan Dolar fiyatı ile (1 ABD Doları = 3.5 TL) yaklaşık
92
Faiz
8.5 milyar TL’dir. Bu demektir ki, bütçeden yapılan 50
milyar TL’lik yıllık faiz harcaması ile 6 adet yerli otomobil fabrikası kurulabilirdi.
İş imkânı hazırlama. İşsizlik ülkemizin en büyük
sorunlarından biridir. TÜİK verilerine göre 1 kişiye iş
yeri hazırlayabilmek için gerekli olan yatırım miktarı,
yıllar ve sektörler itibariyle değişmekle beraber 2001
ile 2015 yılları ortalaması yaklaşık 250.000 TL’dir.
Buna göre bir hesaplama yapılırsa bir yılda bütçeden
faize verilen 50 milyar TL ile yılda 200.000 işsiz insanımıza iş imkânı oluşturulabilirdi. Her yıl mevcuda
ilaveten 200.000 insanımıza iş bulunması demek, 14
yılda 2.800.000 insanımıza iş imkânı oluşturulması
demektir. Bunun anlamı eğer faiz harcamaları olmasa
idi 14 yılda Türkiye’nin işsizlik sorunu çözülürdü.
AK Parti iktidarı faizleri düşürdük dese de dünyanın pek çok ülkesinde faiz oranı %1-2 maksimum
%2.5-3 iken Türkiye’de yıllık tahvil faizi oranları %1011 düzeyindedir. Eski Başbakanımız Sayın Recep
Tayyip Erdoğan faiz lobisinden şikâyet ediyor ama
faizleri bir türlü düşüremiyordu. Veya faizler yüksek seyrini sürdürüyordu. Şu anda da faizler yüksek seyrini sürüyor. Biz Saadet Partisi olarak faize
ve faiz ekonomisine karşıyız. Çünkü faiz ekonomiye yüktür, fakiri daha fakir, zengini daha zengin
yapan bir sömürü aracıdır. Bu durumu bilen gelişmiş ülkeler faiz oranlarını düşük tutmaktadırlar. Türkiye’de hükümet üyeleri ve AK Parti yetkilileri faiz
oranı için, “Biz geldiğimizde %35-40’lardaydı.
Şimdi biz tek haneli rakamlara indirdik.” diyorlar.
Ama bugün gelişmiş ülkelerdeki faiz oranlarının %1-2
maksimum %3 olduğunu, hatta AB Merkez Bankası ile
93
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
İsveç, İsviçre, Danimarka ve Japonya Merkez Bankalarının faiz oranları negatif iken (%-0.1-%-0.75) Türkiye’de Merkez Bankasının faiz oranının %8 olduğunu
söylemiyorlar. KOBİ’lere verilen kredi faizleri çok
yüksektir ve %15-16 düzeyindedir. Bu faiz ekonomisi ile ülke yönetilemez. Bu gidiş tehlikeli bir gidiştir.
Faizle ilgili açıklamalarımızı bitirmeden önce
bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyoruz.
Tablo 12’nin 3. sütunundan görülebileceği gibi,
2002 yılı ile 2016 yılı arasındaki 14 yıllık sürede bütçeden faize ödenen toplam para miktarı 701.3 milyar
TL’dir. Bu sürede “Kamu Brüt Toplam Borç Stoku”
256.8 milyar TL’den 819.5 milyar TL’ye (Tablo 11 Sütun 4 ve Tablo 12 Sütun 5) yükselmiştir. Yani 14 yıllık
sürede borçların faizi için bütçeden 701.3 milyar TL
ödeme yapılmış ama kamunun toplam borcu 256.8
milyar TL’den 819.5 milyar TL’ye yükselmiştir. Bir diğer ifadeyle 14 yılda kamu borçları 562.7 milyar TL
(819.5 - 256.8 = 562.7) artmıştır. 1985’lerde başlayan
ve halen devam eden devlet mallarının özelleştirilmesinden 2016 yılı temmuz ayı sonuna kadar elde edilen toplam gelir 68.0 milyar dolardır. Bu 68.0 milyar dolarlık özelleştirme gelirinin de 59.8 milyar
doları 2002 yılından sonra elde edilmiştir ve bu gelirlerde bütçe giderlerinde, borçların faizlerinin ödenmesinde kullanılmıştır, yatırıma gitmemiştir. Özelleştirme gelirlerini katmasak dahi 14 yıllık AK Parti iktidarında bütçeden faiz ödemeleri için harcanan para
701.3 milyar TL’dir. Bu para faize ödendi. Ama 2002
yılında 256.8 milyar TL olan kamunun toplam borcu
2016 yılı sonunda 819.5 milyar TL’ye yükseldi. Yani
562.7 milyar TL daha arttı. Bu açıklamaları AK
94
Faiz
Parti hükümetlerini tenkit etmek için değil, faizin
ne büyük bir bela olduğunu ortaya koymak için
yaptık. Evet, Saadet Partisi olarak çağrımızı tekrarlıyoruz. Faizden uzak durunuz!
Dikkatlerinizi bir noktaya daha çekmek istiyorum. Yıllardan beri 54. Erbakan Hükümeti dışındaki
bütün hükümetler bütçeyi “Denk Bütçe” esasına göre
yapmıyorlar. Bütçe daha baştan yapılırken açık verecek şekilde yapılıyor. Bütçe açığını kapatmak için
borçlanma yoluna gidiliyor. Borç alınınca faiz ödeniyor. Kısaca “Borç-Faiz-Borç Sarmalı”na düşülüyor.
Saadet Partisi olarak hükümete sesleniyoruz.
Denk bütçe yaparak faiz harcamalarını ortadan kaldırınız. Türk ekonomisini borç alarak idare etmek yerine
54. Prof. Dr. Necmettin Erbakan hükümetinin yaptığı
gibi, milli kaynaklarımızı harekete geçirerek, bütçeye
ek kaynaklar oluşturarak idare etme cihetine gidiniz.
Aksi halde Türkiye de, vatandaş da, milletimiz de bu
faiz belasından kurtulamaz.
95
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
96
Bankalar
Bankalar
97
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Yatırım bankaları dışında kalan bankalar para ticareti yapan kuruluşlardır. Faizle çalışırlar. Türkiye’deki
bankacılık sektörünün önemli bir bölümü yabancıların
eline geçmiştir. Türkiye’de 2016 yılında toplam 50 banka
faaliyet göstermektedir. Bunların 28 tanesi yabancı, 9 tanesi kamu ve 13 tanesi de yerli özel bankalardır.
BDDK’nın Aralık 2016 verilerine göre bankalardaki hesap sayısı 76.443.979’dur. Yurt içi ve yurt dışı toplam
mevduat miktarı ise 1.453.191.950.000 TL’dir. Türkiye’de bankalarda 1 milyon TL’nin üzerinde hesabı bulunan mudilerin sayısı ise 115.896’dır. 1 milyonun üzerinde hesabı bulunan 115.896 mudiye ait mevduatların
toplamı ise 775.141.610.000 TL’dir. Bunun anlamı bankalardaki toplam mevduatın yarıdan fazlası (%53.34’ü)
tüm mudilerin %0.15’ine denk gelen 115.896 kişiye aittir. Bu durum sermayenin belli ellerde toplanmış olduğunu göstermektedir.
Son yıllarda birçok bankanın yetkilisi açıklama yaparak yıllık karlarını kamuoyuna duyurmaktadır. Üretim
yapan pek çok iş yeri ayakta durma çabası içinde olurken
bankaların aşırı kar elde etmelerinin tek bir açıklaması
vardır. Gerek şirket olarak ve gerekse birey olarak halkımız borçlandırılıyor ve halkımızın geliri bankalar tarafından faiz yolu ile elinden alınıyor. Borca batan şirketler
kapanıyor, insanlar işsiz kalıyor. Şirketler bankalardan
borç aldığı gibi, kişiler de bireysel kredi ve kredi kartı ile
bankalara borçlandırılıyor. İnsanlar hayatını borçla sürdürmek zorunda kalıyor. Aşırı borçlanma insanları depresyona sürüklüyor. İnsanlar bunalıma giriyor. Bu durum
aileleri huzursuz ediyor, aileler dağılıyor, boşanmalar artıyor, çocuklar ortada kalıyor. Saadet Partisi iktidarında
bankacılık sistemi ıslah edilerek insanlarımızın elindekini avucundakini kaybetmesi önlenecektir.
98
Borsa
Borsa
99
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Türkiye’de borsanın %65-70’lik kısmı yabancıların eline geçmiştir. Bu oran yıldan yıla değişmektedir.
Mesela borsanın 2004 yılında %50’si, 2008’de %72’si,
2014’de ise %64’ü yabancıların eline geçmiştir.
Bazı TV kanallarından ve internetten BİST 100 endeksi gün boyunca verilmektedir. Bu rakamlar incelendiğinde çok inişli çıkışlı bir seyir takip ettiği görülür. Çok eski yıllara gitmeye gerek yok. 15 Temmuz
2016 öncesi 82.000-83.000’ne yükselen BİST 100 endeksi başarısız darbe girişimi sonrasında 72.000’lere
düştü. Daha sonraki günlerde de bir türlü arzu edilen
yükselmeyi sağlayamadı. 2016 yılı sonunda da 15
Temmuz öncesindeki seviyenin 5.000-6.000 puan altında seyretmekteydi. 2017 yılının başında toparlanan
borsa daha sonraki aylarda yükselişini sürdürmektedir. Yani borsa sürekli inişli çıkışlı bir seyir takip etmektedir. Bu durum konunun inceliklerini fazla bilmeyen Anadolu insanının zararına, borsayı yakından
takip eden para babalarının da servetlerine servet katmasına sebep olmaktadır.
Borsadaki gelişmeleri yakından takip edenler tarafından yurt dışından getirilen dövizler Türkiye’de
TL’ye çevrilmekte borsa düşmüş ise borsaya yatırılmakta, daha sonra borsada fiyatlar yükselince hisse senetleri satılmaktadır. Bu arada devlet borçlanmaları
nedeniyle bono-tahvil faizi yükselmiş ise bono-tahvil
alınarak paralar faize yönlendirilmektedir. Faizler düşünce bono ve tahviller satılarak paralar dövize çevrilmektedir. Yani para, “Faiz-Döviz-Borsa” üçgeninde
dolaşmaktadır. Sayın Prof. Dr. Osman Altuğ Bey’in ifadesi ile üçkâğıt ekonomisi. Üretim yok. Sadece finans
100
Borsa
oyunları ile ekonomik hayat çevrilmektedir. Yurt dışında birçok ülkede faiz oranlarının %1-2’den düşük
olduğu, Türkiye’de ise faizlerin %10-11’ler düzeyinde
(Aralık 2016) olduğu dikkate alınırsa uluslararası sermaye sahiplerinin Türkiye’de ne büyük karlar elde ettikleri daha iyi anlaşılır.
Saadet Partisi iktidarında üretim ekonomisine geçilecek paradan para kazanma dönemi bitecektir. Devlet bütçesi denk yapılarak borçlanma gereği ortadan
kaldırılacaktır. Devletin borçlanma gereği ortadan kalkınca faizler kendiliğinden önce azalacak ve sonra ortadan kalkacaktır. Bunun yerine kâr ortaklığı sistemi
geliştirilecektir.
101
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
102
Dış Ticaret
Dış Ticaret
103
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Dış Ticaret (İhracat-İthalat), Dış Ticaret Açığı ve
Cari Denge (Açık)
Son yıllarda basınımızda Türkiye’nin dış ticaret
açığı ve cari açık konusu çok konuşulup yazılmaya
başlandı. Hatta kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu yükseltmemelerinin en önemli
sebeplerinden biri olarak Türkiye’nin cari açığının
fazla olmasını göstermektedirler. Mesela 20 Temmuz
2016’da Standart ent Poors Türkiye’nin BB+ olan kredi
notunu BB’ye düşürdüğünü açıkladı. 23 Eylül 2016’da
da Moods Türkiye’nin Baa3 olan yatırım yapılabilir seviyedeki notunu Ba1’e yani spekülatif olarak adlandırılan yatırım yapılabilir seviyenin altına düşürdü. Bu
not düşürmenin siyasi nedenlerinin olduğu bir realitedir. Ama dış ticaret açığının ve özellikle de cari açıktaki artışın kredi notunun düşürülmesinde en önemli
etkenler olduğu da bir vakıadır.
Türkiye’nin dış ticareti sürekli açık vermektedir.
Son yıllarda artan dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak
oluşan cari açık tehlike sinyalleri veriyor. 2000 yılından itibaren 2016 yılı dâhil yıllar itibariyle dış ticaret
rakamları ve cari denge rakamları Tablo 13’de verilmiştir. Tablo’daki verilerden yararlanılarak da Şekil
14, 15 ve 16 çizilmiştir.
Tablo 13’den ve Şekil 14’den de izlenebileceği
gibi, 2009 yılı hariç tutulursa 2000’den 2014’e kadar
ihracatımız artmıştır. 2009’da bir önceki yıla göre ihracatımız azalmış, 132 milyar dolardan 102.1 milyar
dolara düşmüştür. Ama genel olarak yıllar itibariyle ihracatımız artmıştır. 2009 yılında 102.1 milyar dolar
104
Dış Ticaret
olan ihracatımız 2010 yılında 113.9 milyar dolara yükselmiş ve bu yükselme 2011 ve 2012 yıllarında da devam etmiştir. 2013’de cüzi bir düşme olmuş ve 2014
yılında 157.6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2014
yılındaki 157.6 milyar dolarlık ihracat miktarı hükümet yetkililerinin ve AK Parti yöneticilerinin belirttikleri gibi, Türkiye için bir rekordur. Evet doğrudur.
157.6 milyar dolarlık ihracat Türkiye için bir rekordur.
Bu ihracatı yapanlara teşekkür ediyoruz. Ancak 2014
yılındaki 157.6 milyar dolarlık ihracat 2015 yılında
143.8 milyar dolara, 2016 yılında da 142.5 milyar dolara düşmüştür.
Tablo 13: Yıllar itibariyle İthalat-İhracat, Dış Ticaret Açığı
ve Cari Denge
Kaynaklar:
1- İhracat, İthalat ve Dış Ticaret Açığı Değerleri - TÜİK
2- Cari Açık Rakamları - T.C. Merkez Bankası
Eski Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan
da ihracatı söyler, diğer hükümet üyeleri de ihracatı
söyler, AK Parti’nin yöneticileri de ihracatı söyler ve
105
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
adeta ihracatı kendileri yapmışlar gibi övünürlerdi.
Ama hiç birisi ithalatı söylemezlerdi. Halen de bu durum devam ediyor. Yetkililerin bu açıklamalarını duyan vatandaşımız da sevinir, mutlu olur. Biz aynı tabloda yıllar itibariyle Türkiye’nin ithalat rakamlarını da
verdik. Vatandaşımız ihracatımızla birlikte ithalatımızı
da bilsin ve dış ticaret açığımızı kendisi bizzat hesaplayıp ülke ekonomisinin ne durumda olduğuna kendisi karar versin. Tablo 13’den ve Şekil 14’den görüldüğü gibi, 2002’de 51.6 milyar dolar olan ithalat genel
olarak yıllar itibariyle artmıştır. 2008 krizinin etkisi ile
2009’da bir önceki yıla göre ithalatımız da azalmış ve
202.0 milyar dolardan 140.9 milyar dolara düşmüştür
(Tablo 13 ve Şekil 14). Ancak ithalat da yıllar itibariyle
artmış, 2009’da 140.9 milyar dolar olan ithalat, 2010
yılında 185.5 milyar dolara, 2011 yılında da 240.8 milyar dolara yükselmiştir. 2012’de 236.5 milyar dolara
düşen ithalat 2013’de artarak 251.7 milyar dolara yükselmiştir. 2014 yılında 242.2 milyar dolara gerileyen
ithalat 2015 yılında 207.2 milyar dolara, 2016 yılında
da 198.6 milyar dolara düşmüştür. Değerli hükümet
üyeleri ve AK Parti yetkilileri söylemiyorlar ama biz
söyleyelim. 251.7 milyar dolarlık ithalat da Türkiye
için bir rekordur ve Şekil 14’den de görüldüğü üzere,
ithalatın artış hızı ihracatın artış hızından fazladır. Daha
önceleri ithalatı gündeme getirmeyen pek çok medya
mensubu ve ekonomistler ithalattaki bu artışın çok tehlikeli boyutlara ulaştığını ifade etmeye ve tedbir alınması gerektiğini söylemeye, yazıp-çizmeye başladılar.
Konunun önemini değerli hükümet üyeleri de anlamaya başlamış olacaklar ki, OVP’de değişiklik yaparak ithalatı düşürmek için önlemler almaya başladılar
ve bu önlemlerin etkisiyle 2011’de 240.8 milyar dolar
106
Dış Ticaret
olan ithalat 2012’de azaldı ve 236.5 milyar dolar olarak
gerçekleşti. Demek ki yetkililer konunun üzerine eğilince ihracat artırılırken ithalat azaltılabiliyormuş.14
Şubat 2012’de Ekonomi Bakanlarından Sayın Zafer
Çağlayan bir basın açıklaması yaparak Türkiye’nin ithalatının değerlendirmesini yaptı. Uzun bir basın açıklaması yapan Sayın Çağlayan’ın ve hatta diğer hükümet üyelerinin benzer açıklamaları yıllar önce yapmalarını ve gerçekleri söyleyerek vatandaşımızı uyarmalarını dilerdik. Sayın Çağlayan konuşmasının bir yerinde “… Geçen yıl Türkiye’ye 14.3 milyon cep telefonu geldi. Bunlara 1 milyar 744 milyon dolar para
ödendi. Ben bunu söylerken insanlara gidip cep telefonu almayın demiyorum, zaten diyemem de.
Ama sesli düşünüyorum. Biz 11 ayda bir cep telefonu değiştirecek kadar zengin bir ülke miyiz?” diyordu. Saadet Partisi olarak bizler, Sayın Bakan’a bu
gerçeği dile getirdiği için teşekkürlerimizi sunuyoruz
ve şunu diyoruz. “Sayın Bakan iktidar şikâyet yeri
değildir, icraat yeridir. Lütfen gerekli tedbirleri
alarak ülkemizi ithalat cenneti olmaktan çıkarınız.
Türkiye’de üretilebilecek malların üretimini teşvik
ediniz. Böylece hem döviz kaybını önleyiniz hem de
işsizlere iş bulunmasına yardımcı olunuz.”
Tablo 13’den ve Şekil 15’den görüldüğü gibi, ithalatla ihracat arasındaki farktan oluşan dış ticaret açığı
da 2000 yılında 26.7 milyar dolar iken 2001 yılında
10.1 milyar dolara düşmüş, 2001’den itibaren kriz yılı
olan 2008 yılına kadar yıllar itibariyle artmış, 2009’da
2008 yılına göre azalmış ancak genelde yıllar itibariyle
artmıştır. 2009 yılında - 38.8 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2010 yılında -71.7 milyar dolara, 2011 yı-
107
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
lında da -105.9 milyar dolara yükselmiştir. 2012 yılında 84.1 milyar dolara düşen dış ticaret açığı 2013
yılında tekrar 99.9 milyar dolara yükselmiştir. Bir yıl
sonra, 2014’de 84.6 milyar dolara düşen dış ticaret
açığı 2015 yılında 63.4 milyar dolara, 2016 yılında
da 56.1 milyar dolara düşmüştür. Bu dış ticaret açığı
Türkiye için çok yüksektir. Evet, son üç yılda önceki
yıllara göre bir azalma vardır. Azalma olması memnuniyet vericidir. Ama istenen dış ticaret açığının
olmaması hatta dış ticaret fazlasının olmasıdır.
Şekil 14: Yıllar İtibariyle İhracat ve İthalat (Milyar Dolar)
Tablo 13’den ve Şekil 16’dan görüldüğü gibi, kriz
yılı sayılan 2001 yılında cari denge pozitiftir. Yani Türkiye’nin cari fazlası vardır. Bu denge 2002’den itibaren
negatife dönmüş ve cari açık oluşmuştur. Bu artış yıllar
itibariyle artarak devam etmiş 2009 yılında bir önceki
yıla göre azalmış, -40.2 milyar dolardan -12.0 milyar dolara düşmüştür ama genelde yıllar itibariyle artmıştır.
108
Dış Ticaret
Şekil 15: Yıllar İtibariyle Dış Ticaret Açığı (Milyar Dolar)
Şekil 16: Yıllar İtibariyle Cari Denge (Milyar Dolar)
2009’da -12.0 milyar dolar olan cari açık 2010 yılında
- 45.3 milyar dolara, 2011 yılında da - 75.1 milyar dolara yükselmiştir. - 75.1 milyar dolarlık Cari Açık da
Türkiye için bir rekordur. - 75.1 milyar dolarlık
Cari Açık GSYH’nın yaklaşık %10’u kadardır. 2011
109
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
yılındaki 75.1 milyar dolarlık cari açık alınan önlemlerin etkisi ile 2012 yılında 48.5 milyar dolara düşmüş
ama 2013’de tekrar 65 milyar dolara yükselmiştir.
2014’de 45.8 milyar dolara, 2015’de 32.2 milyar dolara
düşen cari açık, 2016 yılında az da olsa artmış ve 32.6
milyar dolar olmuştur. Cari açıktaki düşme memnuniyet vericidir. Ama unutulmamalıdır ki, 32.6 milyar dolarlık cari açıkta çok yüksektir ve aynı yıl yeni hesaplama yöntemine göre 856.8 milyar dolar olarak gerçekleşen GSYH’nın %3.8’i kadardır. Biz daha önceki hükümetleri olduğu gibi 65. Hükümeti de bu konuda
daha dikkatli olmaya davet ediyoruz. Cari açığın fazla
olması ekonomik dengelerin bir anda bozulmasına sebep olabilir. Bir kısım medya ve yandaş yazarlar ekonomide her şeyi tozpembe göstermeye çalışsa da dış ticaret açığındaki ve cari açıktaki fazlalıktan dolayı Türk
ekonomisinin her an bir krize düşmesi söz konusu olabilir. Ekonomi bakanlarının feveran etmesinin sebebi
sanıyorum bu olsa gerek.
Cari açık konusu çok önemli olduğu için hükümet
üyeleri yaptıkları açıklamalarda konuyu gündeme getirmektedirler. Mesela 4 yıl kadar önce ÖTV zamları
konusunda açıklama yapan Sayın Maliye Bakanı 2012
yılında bu vergilerden 5.5 Milyar TL gelir artışı
beklendiğini ve bu yolla cari açığın sınırlanmasının
hedef alındığını belirtiyordu. 2012’de Sayın Başbakan
da ÖTV zamları konusunda cari açığın tehlikeli bir boyuta ulaştığını, bunu azaltmanın yolu olarak zam yapıldığını şöyle ifade ediyordu; “Zam yapmayalım da
Yunanistan gibi mi olalım.” Evet, Yunanistan gibi olmak. Yani iflas etmek. Allah (c.c.) milletimizi o duruma düşmekten korusun! Âmin.
110
Dış Ticaret
Cari açığın fazla olması dış ticaret açığının fazla
olmasından kaynaklanıyor. Dış ticaret açığının fazlalığı da ihracatın büyük ölçüde ithalata dayalı olmasından ileri geliyor. Bir TV kanalındaki açık oturumda konunun uzmanları tartışıyorlar. Bir konuşmacı arkadaşlarına “Böyle bir ihracat düşünebiliyor musunuz?
İhraç edilen her 100 TL’lik malın 85 liralık kısmı
ithalata dayanıyor. Yani Katma Değerimiz 15 TL”
diyordu. Diğerleri de “Maalesef doğru. Zaten dış ticaret açığının da, cari açığın da temelinde bu var.”
diyorlardı. Saadet Partisi iktidarında ithalata dayanan
ihracat rejimine son verilerek Türk müteşebbisler teşvik edilecek ve ara mallarının yurt içinde üretilmesi
sağlanacaktır. Böylece hem işsizlere istihdam sahası
oluşturulacak ve hem de yurt dışına giden dövizlerin
yurtta kalması temin edilmiş olacaktır.
111
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
112
Döviz Kurları
Döviz Kurları
113
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Döviz Kurları (Dolar ve Avro)
Türk ekonomisinde dış ticaret işlemleri Dolar
ağırlıklı olduğu için Dolar kuru üzerinde daha çok durulmaktadır. Ancak Avro da ticaretimizde büyük bir
yer almaktadır. Bu yüzden bu iki döviz kurunun yıllar
itibariyle değişimi Tablo 14’de verilmiştir. Tablodaki
verilerden yararlanılarak da Şekil 17 ve 18 çizilmiştir.
Tablo 14: Yıllar itibariyle Döviz Kurları
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, www.ekonomi.gov.tr
Bilgi Merkezi, Dış Ticaret ve Ekonomik Göstergeler
114
Döviz Kurları
Tablo 14’den ve Şekil 17’den görüldüğü gibi, döviz
fiyatları bazı yıllarda düşmüş bazı yıllarda yükselmiştir. Ama genelde her iki döviz fiyatı da yıllar itibariyle
artmıştır. 2000’den itibaren Avro’daki yükseliş daha
fazla olmuştur. Avro / Dolar paritesi de bunu göstermektedir. Nitekim 2000’de 0.92 olan Avro / Dolar paritesi 2008’de zirve yapmış ve 1.47’ye yükselmiştir.
2009, 2013 yılları arasında nispeten yatay bir seyir takip eden parite 2014’den sonra ABD ekonomisindeki
iyileşmenin de etkisi ile Dolar lehine gelişmiştir (Tablo
14 ve Şekil 18). 2016 yılının son günlerinde yine Dolar, Avro’ya karşı değer kazanmıştır. ABD ekonomisi
iyileştikçe Doların değer kazanması devam edecektir.
Bir ülkenin parasının değeri o ülkenin ekonomisi ile doğrudan ilgilidir. Ülkenin ekonomisi
güçlü olursa parası değerli olur. Ülkenin ekonomisi bozulursa parasının değeri düşer. Ekonominin
kendi kuralları vardır. Bu kurallar işler. Devlet planprogram yapar, tedbirler alır ve ekonomiyi düzenler.
Türkiye’de olduğu gibi, eğer hiçbir önlem alınmadan
devlet desteği ile TL kıymetli tutulursa sanayici Türkiye’de ürettiği malları pahalıya mal edeceğinden yurt
içinde satması güçleşir, döviz fiyatları düşük olacağı
için yabancı malları Türkiye’de ucuza satılır. Ülke bir
ithal cenneti haline gelir. İthalat artar. Yerli sanayi gelişemez.
115
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Şekil 17: Yıllar İtibariyle Döviz Kurları (TL)
Şekil 18: Yıllar İtibariyle Avro/ Dolar Paritesi
TL kıymetli olduğunda sanayici Türkiye’de ürettiği malları pahalıya mal edeceğinden yurt dışına satmakta da güçlükle karşılaşır, satamaz. Bunun sonu-
116
Döviz Kurları
cunda ihracat düşer. İthalatın artması ihracatın azalması dış ticaret açığını artırır. Bu da cari açığın artmasına sebep olur. Kısaca Türkiye’nin içinde bulunduğu
çıkmaz durum söz konusu olur.
Öte yandan döviz fiyatlarındaki artış da emtia fiyatlarının aşırı artışına, pahalılığa sebep olur. Enflasyon yükselir. Bu yüzden her iki durumda istenmez.
Orta Vadeli Programda 2011 yılı için hedeflenen
Dolar kuru revize edilerek 1.55 TL’den 1.67 TL’ye yükseltildi. 2011 Yılının ilk yarısında 1.50 TL’ler düzeyinde seyreden Dolar 2011’in son aylarında birden bire
yükselişe geçti ve 1.90 TL’yi buldu. Yani bir yılda Dolar yaklaşık 36 kuruş arttı. Bunun anlamı Dolar 1 yılda
yaklaşık %23 değer kazandı. Diğer bir ifadeyle devalüasyon yapılmış oldu. Dolar 1.90 TL’yi görünce Merkez
Bankası (MB) devreye girdi ve Dolar’ın aşırı yükselişini
önlemek için daha önce günlük 350.000.000 olan Dolar satışını 5 Ekim 2011’de 1.350.000.000 dolara çıkardı. İhale açtı, 750.000.000 dolarlık satış gerçekleşti.
Bu satışlar 5 Ekim 2011’den sonra da devam etti ve döviz fiyatlarında bir gerileme oldu. Dolar, Ocak 2012’de
1.7819 TL’ye düştü. Bu arada 2011’in son aylarında
2.55 TL’ye yükselen Avro da Ocak 2012’de 2.3396
TL’ye geriledi. Bu düşüşler MB’nin müdahalesi ile
oldu. 2013 yılında da benzer bir durum yaşandı ve Dolar 2.40 TL’yi, Avro’da 3.10 TL’yi gördü. 2014’de de
aynı sorun vardı.
2016 yılı bitti. 2017 yılının başındayız. Temmuz
2015’de Suruç’ta başlayan ve dozunu her geçen gün artıran PKK Terör olaylarının, Suriye’de ve Irak’ta yaşa-
117
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
nan kargaşanın ve 15 Temmuz 2016’da yaşanan başarısız darbe girişiminin de etkisi ile Türk ekonomisinin
sıkıntıları 2016 yılında arttı. Döviz (Dolar ve Avro)
yükseldi. Dolar’ın ve Avro’nun değer kazanması 2017
yılının başında da devam ediyor. Dövizdeki bu yükselme sanayicilerimiz başta olmak üzere tüm toplum
kesimlerini sıkıntıya sokuyor.
Ülkedeki Dolar kıtlığını gidermek için Sayın Cumhurbaşkanımız vatandaşlarımızı ve kurumları Dolarlarını bozdurmaya ve tasarruflarını Türk Lirası olarak
yapmaya davet ediyor. Döviz açığının kapatılmasında
bir nebze de olsa katkısı olur diyoruz. Ama kesin çözüm olmayacağını da belirtmek istiyoruz. Zira Türkiye’nin dış borcu çok fazla. Türkiye’nin dış borcu
2016 yılı sonunda 404.2 milyar dolardır. Dolar’daki 1 kuruşluk artış Türk ekonomisine 4.04
milyar TL yük getirmektedir.
MB “Döviz rezervimiz var.” deyip Dolar satmakla
Dolar kurunun yükselişini frenleyemez. Bunun bilinmesi gerekir. Türkiye’nin cari açığı 2014 yılında -45.8
milyar dolar, 2015 yılında ise -32.2 milyar dolar, 2016
yılında da 32.6 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Bu ne demektir?
Bu şu demektir: Türkiye’den her ay fazladan 2.7
milyar dolar döviz yurt dışına çıkmaktadır. Yurt dışına
çıkan döviz miktarı fazla olunca yurt içindeki döviz
miktarı azalıyor. Döviz miktarı azalınca döviz fiyatı artıyor. Yani ekonominin kuralı işliyor. Arz-talep dengesi. Piyasadaki döviz az, dövize olan talep de fazla
olunca döviz kurları yükseliyor. Olay bu kadar basit.
118
Döviz Kurları
Peki, bu yükselme nereye kadar veya ne zamana
kadar sürecek?
Saadet Partisi olarak diyoruz ki, bu hatalı ekonomi
politikaları devam ettiği sürece bu yükselme devam
edecektir.
Cari açığın fazlalığı dış ticaret açığının fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Dış ticaret açığının fazla
olması da, ihracatın büyük ölçüde ithalata dayalı montaj sanayiden ibaret olmasından ileri gelmektedir. Bu
meselenin çözümü ise Milli Görüş’ün, Saadet Partisi’nin politikalarının uygulamaya geçirilmesi ile
mümkündür. Sıcak para girişini teşvik eden faiz politikaları terk edilmeli, vakit geçirilmeden ithalata dayalı
değil, yerli üretime dayalı milli, güçlü sanayi tesisleri
hayata geçirilmelidir. Yani finans ekonomisi değil, üretim ekonomisi uygulanmalıdır. Aksi halde cari açıkta
önlenemez, Dolar’ın yükselişi de önlenemez.
Dolar’ın yükselmesi enflasyonu artırır. Hatta
iktidarın tek haneli rakamlara düşürdük diye övündüğü enflasyon tekrar çift haneli rakamlara yükselir.
Toplum ekonomik yönden çok büyük sıkıntılara düşer.
Saadet Partisi olarak buradan iktidara bir kez daha
sesleniyoruz. Yurt dışından para girişini artırmak için
faiz oranlarını yükseltmek de çözüm değildir. Bu uygulama milletimizin başına, var olan, faiz belasını katmerlendirerek sarmak olur.
2016 yılında 6-7 ay süreyle düşüşünü sürdüren
MB politika faiz oranı Kasım’da tekrar yükseldi. 24 Kasım 2016’da MB PPK’nın yaptığı toplantıda haftalık
119
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
repo faiz oranı 50 baz puan artırıldı. Bu yükselme diğer
bankalar tarafından da vakit geçirilmeden uygulamaya
konuldu. MB Aralık 2016’da faiz oranlarında değişiklik yapmadı. Daha sonraki aylarda da Merkez Bankası
faiz oranlarını ayarlamaya devam edecektir. İnşallah
ekonomi düzelir ve faiz oranları düşer. Saadet Partisi
olarak iktidara sesleniyoruz. Faiz oranlarının yüksek
olması borçla yaşamaya mecbur edilen insanımızı bu
günkünden daha büyük sıkıntılara sokar. Bu yüzden
faizleri ortadan kaldırınız, bunu yapamıyorsanız hiç
olmazsa faiz oranlarını düşürünüz.
120
Özelleştirme
Özelleştirme
121
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Özelleştirme genel manada Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT)’nin özel sektöre devredilmesi veya satılması diye tanımlanabilir.
1980’li yılların başında az gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerde KİT’lerin verimli çalıştırılamadıkları,
bundan dolayı devletin bütçesine yük oldukları tezi
ileri sürülmüş ve bu tesislerin özel sektöre satılarak
devletin bu yükten kurtarılması gündeme getirilmiştir.
Türkiye’de 1984-1985’lerde başlayan özelleştirme furyası günümüze kadar (2016 yılı sonu) devam etmiştir
ve önümüzdeki yıllarda da özelleştirmelerin devam
edeceği yetkililer tarafından ifade edilmektedir. Bugüne kadar yapılan özelleştirmelerle cumhuriyet tarihinin birikimi olan tesisler “sat kurtul” mantığı ile
yok pahasına satılmıştır. Bu satışlarda ihalelere yabancılar da girmiş ve devletimizin birçok stratejik tesisi
yabancıların eline geçmiştir. Konuyu örnekler vererek
özele indirgemek istemiyoruz. Ama stratejik tesislerimizin satılmasını da doğru bulmadığımızı ifade ediyoruz.
Saadet Partisi olarak özelleştirmeye karşı değiliz.
Özel sektörün girdiği ve başarı ile yürüttüğü sektörlerde stratejik yönden önemi olmayan tesislerin benzeri tesisler kamunun elinde varsa bunların değer fiyatına satılmasına, özelleştirilmesine taraftarız. Ama özel
sektörün girmediği sahalarda devletin işlettiği tesisleri
yönetim hatasından kaynaklanan zararları bahane edilerek özelleştirme adı altında eşe dosta verilmesine
karşıyız. Bazı tesisler bulunduğu yöreye bağlı olarak da
stratejik öneme sahip olabilir. Mesela Ege Bölgesi’nde,
Marmara Bölgesi’nde veya İç Anadolu Bölgesi’nde özel
sektöre ait aynı işi yapan çok sayıda süt işletmesi varsa,
122
Özelleştirme
SEK’e bağlı bir süt işleme tesisinin bu bölgelerde stratejik önemi olmayabilir. Ama özel sektöre ait süt işletmelerinin bulunmadığı veya çok az bulunduğu Doğu
Anadolu Bölgesi’nde SEK’e bağlı bir süt işleme tesisinin o bölgede stratejik önemi vardır. Çünkü süt işleme
tesisi süt üreticisinin ürettiği sütü günlük olarak değer
fiyatına satın alıp onu süt ürünlerine işleyen tesistir.
Dolayısı ile süt üreticisinin ürettiği süte emin bir pazar
yeridir.
Ürettiği sütü değer fiyatına satan üretici kâr eder
ve süt hayvanı besleyip süt üretimi yapar. Ürettiği sütü
değer fiyatına satamayan üretici ise zarar eder. Sonuçta
elindeki hayvanları kasaba satar ve süt üretiminden de
hayvancılık yapmaktan da vazgeçer. Üretici hayvancılık yapmazsa ülkenin süt üretimi de, et üretimi de azalır ve son yıllarda Türkiye’de yaşanan durum ortaya çıkar. Kısaca ülke özellikle canlı hayvan ve et ithalatı
yapmak zorunda kalır. Bu ithalat için de milyonlarca
hatta milyarlarca döviz ödenir. Yani Türk çiftçisine verilmeyen paralar yabancı ülkelerin çiftçisine ödenir.
Süt üreticisi için SEK’e bağlı süt işletmeleri nasıl stratejik öneme sahipse, besicilerimiz için de et kombinaları aynı şekilde stratejik öneme sahiptir.
Konunun istihdam yönünü ve sosyal yönünü de
dikkate almak gerekir. Hayvancılık (süt üreticiliği ve
besicilik) yapmaktan vazgeçen çiftçi işsiz kalıyor. İşsiz
kalan Anadolu insanı büyük şehirlere göç ediyor. Büyük şehirlerin varoşlarında çok güç şartlarda hayatını
sürdürmeye çalışıyor. Bu arada yoksulluğun sebep olduğu pek çok sosyal olaylar yaşanıyor.
123
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Bütün bu olumsuzlukların yaşanmaması için Saadet Partisi olarak bölgesel olarak stratejik önemi bulunan tesislerin özelleştirilmesine karşıyız.
2011’in son aylarında ve 2012 yılının ilk aylarında
şeker fabrikalarının özelleştirilmesi gündeme geldi ve
B Portföyündeki Elazığ, Malatya, Erzincan ve Elbistan
şeker fabrikaları ile C Portföyündeki Kastamonu, Kırşehir, Turhal (Tokat), Çorum ve Çarşamba (Samsun)
şeker fabrikaları özelleştirildi. Saadet Partisi olarak biz
bu özelleştirmeye karşı olduğumuzu o tarihlerde ifade
ettik.
Bu arada Şeker-İş Sendikasının bu fabrikaların
özelleştirilmemesi için verdiği mücadele etkili oldu ve
özelleştirme işlemi dönemin Başbakanı Sayın Recep
Tayyip Erdoğan’ın da içine sinmemiş olacak ki özelleştirme işlemini onaylamadı ve satış gerçekleşmedi.
Hükümet 2016 yılının son aylarında bu konuyu
tekrar gündemine aldı. Biz Saadet Partisi olarak yine
Türk çiftçisinin zararına olacağına inandığımız bu
özelleştirme işlemine karşı olduğumuzu ifade ediyoruz. Eğer Şeker Fabrikaları zarar ediyorsa bunun sorumlusu ne pancar üreticisi çiftçilerdir ve ne de o fabrikada çalışan işçilerdir. Bunun sorumlusu yöneticilerdir. Yöneticilerin ehil olmayışıdır. Nitekim Konya’da
faaliyet gösteren Konya Şeker (TORKU) ve büyük bir
borçla devredilen Kayseri Şeker Fabrikası şu anda
pekâlâ karlı bir biçimde çalışıyorlar. Diğer fabrikaların
kar etmemesi için hiçbir sebep yok. Birkaç yıl önce TEKEL işletmeleri özelleştirildi. TEKEL’in özelleştirilmesiyle TEKEL’de çalışanların ve tütün üreticisinin mağdur olduğu gibi, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi
124
Özelleştirme
ile de hem şeker fabrikalarında çalışan insanlarımız
mağdur olacak, hem de şeker pancarı üretimi yapan
çiftçi bu günkünden daha zor duruma düşecektir.
Gerek bu fabrikalarda çalışanların ve gerekse fabrikaların bulunduğu illerdeki çiftçilerimizin genel kanaati şudur. Bu fabrikaları alan firmalar, özelleştirilen
pek çok tesislerde olduğu gibi, fabrikayı çalıştırmak
için değil arsası için alacaklardır. Birkaç yıl içinde fabrikaları kapatıp arsasını imara açma cihetine gideceklerdir. Fabrikalar kapanınca çiftçilerimiz münavebe
bitkisi olarak ektikleri şeker pancarını da ekemeyeceklerdir. Türkiye nasıl süt işleme tesisleri ile et kombinaları kapanınca canlı hayvan ve et ithal eder duruma
düştü ise şeker fabrikaları kapanınca da şeker ithal
eder duruma düşecektir. Nitekim 2015-2016 üretim
döneminde Türkiye şeker ithal eder duruma düşmüştür. Tabii bu uygulamadan en kârlı çıkacaklar da tatlandırıcı üreticisi fabrikalardır. Son aylarda (2016 yılı
eylülünden itibaren) tatlandırıcı üreticileri de kotalarını artırmak için büyük çaba sarf etmektedirler. Konuyu çok fazla dağıtmadan milletçe bu olumsuzlukları
yaşamamak için şeker fabrikalarının özelleştirilmesi
konusu yetkililerce bir kez daha düşünülmelidir diyoruz.
Özelleştirme idaresinin verilerine göre, 1985’den
2016 yılının temmuz ayı sonuna kadar yapılan özelleştirmelerden elde edilen toplam gelir 68.0 milyar dolardır. Bunun 8.2 milyar dolarlık kısmı 1985-2002 yılları
arasında, geri kalan 59.8 milyar dolarlık kısmı da
2003-2016 yılları arasında yapılmıştır. Elde edilen bu
özelleştirme gelirleri bütçe harcamaları dâhil her türlü
125
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
devlet harcamasında kullanılmıştır. Bu paralar ile hiçbir yeni tesis yapılmamıştır. Bir yandan satılan fabrikalarda çalışan insanlarımız işini kaybetmiş, diğer yandan yeni fabrikalar veya tesisler açılmadığı için çalışma
yaşına gelen insanlarımız iş bulamamıştır. Bu durum
işsiz insanlarımızın sayısının her geçen gün artmasına
sebep olmuştur.
126
Bütçe Uygulamaları
Bütçe Uygulamaları
127
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
2016 Yılı Bütçesi
Diğer TBMM çalışmalarında olduğu gibi, bütçe
görüşmeleri de Meclis TV tarafından verilmektedir.
2017 bütçe görüşmeleri de Meclis TV tarafından verildi. Halkımızın da TV ekranlarından izlediği gibi,
bütçe görüşmelerinde terör, paralel devlet yapılanması, Suriye olayları, Irak’taki operasyonlar, yeni
Anayasa hazırlama ve başkanlık sistemi dâhil her şey
konuşuldu. Bu arada bütçe de konuşuldu. Muhalefet
partilerine mensup milletvekilleri bütçe dışında her
şeyi tenkit ederek, iktidar partisine mensup milletvekilleri de her tenkide cevap yetiştirerek konuşmalarını
sürdürdüler ve Bütçe görüşmeleri böylece tamamlandı. Muhalefet partilerinin iktidara yol gösterme, iktidar partisinin de söylenenden istifade etme gibi bir
düşüncesi, bir gayreti olmadı. Oysaki bütçeler bir hükümetin bir yıl içinde yapacağı icraatları gösteren
belgelerdir. Bu belgelerin en mükemmel şekilde hazırlanması için tüm milletvekillerinin gayret etmeleri gerekir.
Maliye Bakanlığınca hazırlanarak TBMM Plan ve
Bütçe Komisyonuna sunulan “Bütçe Sunuş Konuşması” metni ile TBMM Genel Kuruluna sunulan
“Bütçe Sunuş Konuşması” metni incelendiğinde her
iki metnin birbirleri ile hemen hemen aynı oldukları
görülür.
Her iki metinde de, her iki kitapçıkta da 2016 yılına ait makro ekonomik göstergelerin 2016 yılı bütçesi yapılırken esas alınan değerleri ile Ekim 2016’da
açıklanan OVP’de revize edilen büyüklüklerin 2016
yılı değerleri ve 2017 yılı merkezi yönetim bütçesin-
128
Bütçe Uygulamaları
deki değerleri Tablo 15’de verilmiştir. Tablodaki değerler incelendiğinde, 2016 yılında TÜFE hariç bütün
temel ekonomik büyüklüklerde revizyona gidildiği görülmektedir. 2016 yılına ait TÜFE’nin de %8.53 olarak
gerçekleştiği 3 Ocak 2017’de açıklandı. Buna göre bütün temel ekonomik büyüklükler revize edilmiştir. Bir
diğer ifadeyle ekonomik büyüklükler hükümetin
kontrolü dışında ilerlemekte, kendi kendine artmakta
veya azalmaktadır. GSYH’daki revizyon hem TL bazında hem de Dolar bazında çok az da olsa azalma yönündedir. İhracat ile ithalattaki revizyonlar da azalma
yönündedir. Yani ekonomide artması istenen temel
ekonomik büyüklüklerden ihracatta artma değil
azalma olmuştur. Azalması istenen işsizlik oranı ile
enflasyon (TÜFE) oranında ise artma olmuştur. Büyüme oranındaki revizyon da azalma yönündedir. Bu
durumu kısaca; 2016 yılında temel ekonomik büyüklükler olumsuz yönde bir seyir izlemiştir diye özetleyebiliriz.
Tablo 15: 2016 Yılı Bütçesine Ait Bazı Ekonomik
Büyüklükler ve Bu Büyüklüklerin Ekim 2016’da
Revize Edilen Değerleri ile 2017 Yılı Bütçesine
Ait Bazı Ekonomik Büyüklükler
Kaynak: Maliye Bakanlığı ve OVP verileri
129
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
2016 yılı aralık ayına ait merkezi yönetim bütçe
gerçekleşmeleri Maliye Bakanlığının sitesinde yayınlandı. Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan rakamlar
Tablo 16’da verilmiştir.
Tablo 16’daki her bir rakam şüphesiz önemlidir ve
üzerinde durularak incelenmesi gerekir. Biz bütçe uygulamalarının bir özeti mahiyetinde olan bütçe dengesini ele alarak konuya girmek istiyoruz. Daha önceki yıllarda olduğu gibi, 2016 yılında da bütçe dengesi sağlanamamıştır. Merkezi yönetim bütçesi açık
vermiştir. 2016 yılında -29.7 milyar TL olarak öngörülmüş olan bütçe açığı -29.3 milyar TL olmuştur. Dileğimiz bütçe açığının olmamasıdır, bütçenin denk olmasıdır. Hatta bütçe fazlasının olmasıdır. Ancak taklitçi zihniyetler bunu gerçekleştiremiyorlar. Ama
bütçe dengesini açıklarken “Bütçe açığı öngörülenden
daha düşük olmuştur.” diyorlar.
Hükümete bütçeyi hazırlarken denk bütçe esasına
göre bütçe yapmalarını ve bütçeye ek kaynaklar bularak bütçe dengesini sağlama cihetine gitmelerini öneriyoruz. Milli Görüş’ün Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan 54. Hükümet döneminde bunu uyguladı ve başarılı oldu. Bütçe uygulamalarında önemli olan öz kaynakların harekete geçirilerek gelirlerin artırılması, faiz
giderlerinin ve israfın ortadan kaldırılmasıdır.
Borç alarak günlük işlemlerin yapılmasını sağlamak veya günü kurtarıcı ekonomi politikaları izlemek
ülkemizin geleceğini sıkıntıya sokar. Hatırlanacağı
gibi, Milli Görüş’ün Lideri rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan AK Parti iktidara geldiğinde (2002 yılı sonunda) Uğur Dündar’la yaptığı bir TV programında
“AK Parti iktidarının borç alarak ülke ekonomisini
130
Bütçe Uygulamaları
düzeltemeyeceğini, öz kaynakları harekete geçirerek
her yıl 100 milyar dolar ek kaynak bulması gerektiğini; eğer bu kaynağı oluşturamazsa Türkiye’nin
borçlarının hızla artacağını ve bir süre sonra Allah
korusun borçların ödenemez duruma gelebileceğini”
ifade ediyordu ki, sanıyoruz şimdi Prof. Dr. Necmettin
Erbakan Hocamızın dedikleri gerçekleşiyor ve Türkiye
bu duruma doğru sürükleniyor.
Bütçe açığını ortadan kaldırmanın yolu, en sade
mantıkla, gelirleri artırmak, giderleri azaltmaktır. AK
Partili değerli bakanlar her sene yaptıkları basın toplantısında konuşurken bütçe performansını başarılı
göstermeye çalışırlar, hatta faiz harcamaları olmasa
bütçe açığının olmayacağını ifade ederler. Evet doğrudur. Faiz harcamaları olmasa bütçe fazlası bile olacaktır. 14 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti hükümetinin Maliye Bakanları faiz harcamalarını azaltmak ve ortadan
kaldırmak için nasıl bir önlem aldıklarından hiç bahsetmezler. Faiz ödemeleri için 2016 yılında bütçeden
50.3 milyar TL harcanmıştır (Tablo 16). Faiz ödemelerinin fazlalığından iktidar partisi yöneticileri de rahatsız olmakta ve şöyle bir savunma yoluna gitmektedirler, “Eğer biz iktidara gelmeseydik Türkiye faize
şimdi ödenenden daha fazla ödeme yapacaktı veya
biz iktidara gelmeden önce faizin GSYH’ya oranı daha
yüksekti, biz geldik ve faizin GSYH oranını düşürdük”. Kanaatimizce bu ifade mevcut iktidarın savunma refleksinden başka bir şey değildir. Zira “su-i
misal, misal olmaz” veya “kötü örnek, emsal teşkil etmez” diye güzel bir söz vardır Türkçemizde. Önemli
olan kendinden önceki yönetimlerin başarısızlıklarını
ileri sürerek kendini başarılı göstermek değil, başarılı
icraatlar yaparak başarılı olmaktır.
131
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Tablo 16: Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmeleri
Kaynak: Maliye Bakanlığı
132
Bütçe Uygulamaları
Bir hususun daha bilinmesinde yarar vardır. Özelleştirmelerin yapılmasının da temel amacı bütçeye gelir temin etmektir, 2B yasasının çıkarılmasının da, çıkarılan torba yasa ile kamu alacaklarının yapılandırılmasının da, bedelli askerlik yasasının çıkarılmasının
da asıl amacı bütçeye gelir temin etmektir. Kanunlar
çıkarılırken ileri sürülen gerekçeler çok farklı olabilir.
Ama asıl amacın bütçe açıklarını azaltmak olduğunun
kamuoyu tarafından bilinmesinde yarar vardır. Cari
açık konusu açıklanırken ÖTV zamları konusunda Sayın Maliye Bakanı’nın ve Sayın Başbakan’ın ifadelerine
yer verilmişti. Fazla zamanınızı almamak için o ifadeleri burada tekrar etmek istemiyoruz. Ama vergi zamlarının amacının da bütçe açığının ve cari açığın azaltılması olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar vardır, diyoruz.
Bütçe harcamaları içinde sermaye giderlerinin (yatırım harcamalarının) arttırılmasını istiyoruz. 2016
yılı bütçesinde hedeflenen yatırım harcamaları
miktarı 51.8 milyar TL’dir. 2016 yılında yapılan
yatırım harcamaları toplamı 59.4 milyar TL olmuştur. Sanıyoruz iktidar da yatırıma ayrılan paranın yetersiz olduğunu anladı ve az da olsa hedeflenenden
daha fazla harcama yaptı.
Daha önceki hükümetlere yaptığımız tavsiyeyi bu
hükümete de yapıyoruz ve diyoruz ki, bütçeyi yaparken yatırımlara fazla para ayırınız. Zira Türkiye gibi
genç nüfusu fazla olan ülkelerde yatırımların artırılması gerekir. Eğer Türkiye var olan işsizlik sorununu
çözmek istiyorsa, yatırımları azaltma değil, artırma cihetine gitmelidir. Unutulmamalıdır ki, bugün yapılan
yatırım yarınki işsiz insanımıza iş demektir.
133
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
Bu konuya son verirken AK Parti iktidarından
bütçe açığını azaltmak veya hedeflenen düzeye indirmek için;
- Bütçe harcamalarını kısarken kısa vadede
faiz harcamalarını kısma, azaltma cihetine gitmelerini, uzun vadede (ki kendileri 14 yıldır iktidardalar ve bu süre çok uzun vade sayılır) ise faiz harcamalarını ortadan kaldırmalarını, yatırım harcamalarında kesinlikle hiçbir kısıntıya gitmemelerini,
- Bütçe gelirlerini arttırayım derken vatandaşın
belini bükecek yeni vergiler koymamalarını ve vergi
oranlarını artırmamalarını tavsiye ediyoruz.
Ana muhalefet partisi CHP’ye ve parlamentoda
grubu bulunan diğer muhalefet partilerine de tavsiyemiz, iktidar partisi ile gereksiz meseleler üzerinde polemiğe girip zaman kaybetmemeleri, vatandaşın ve ülkenin ciddi sorunları ile ilgilenmeleridir.
2016 yılına ait temel ekonomik büyüklükleri ve
bütçe gerçekleşmelerini rakamlarla açıklamaya çalıştık. Buraya kadar yapılan açıklamaların ortaya koyduğu gerçek şudur: 14 yıldan beri Türkiye’yi yöneten
AK Parti hükümetinden 2016 yılında 2015 yılındaki başarısından daha fazla bir başarı beklenemezdi. Nitekim öyle de oldu. 2017 yılına dair beklentimiz sorulursa da deriz ki, 2016’da olduğu gibi,
bu iktidarın ekonomi yönetiminden 2017 yılına
dair de fazla umutlu değiliz.
134
Bütçe Uygulamaları
Bu iktidarın ekonomi yönetiminde çok yetersiz olduğunu, ülke ekonomisini bilgiyle değil, el yordamıyla
“dene-yanıl” yöntemiyle yürüttüklerini daha önceki
raporlarımızda ifade etmiştik. Şimdi bu görüşümüzü
bir kez daha yineliyoruz. Bu iktidar ülke ekonomisini iyi yönetemiyor!
Saadet Partisi olarak 2016 yılına ait temel ekonomik büyüklüklerin ve bütçe uygulamalarının kısa bir
değerlendirmesini yaptık. Görüldüğü gibi, 2016 yılı
bütçe performansı pek başarılı değildir. 2016 yılı kaybedildi, İnşallah 2017 yılı ve daha sonraki yıllarda ekonomi düzeltilir ve vatandaşımız daha fazla sıkıntıya sokulmaz diyoruz.
2017 Yılı Bütçesi
2017 yılı bütçesi yurt içinde Temmuz 2015’de başlayan ve dozunu gittikçe arttıran PKK terör olaylarının
ve 2016 yılı temmuz ayında paralel devlet yapılanması
(PDY)’na mensup bir grup çılgının giriştiği başarısız
darbe teşebbüsü ile yurt dışında; Suriye’de ve Irak’ta
yaşanan çatışmaların veya iç savaşın sürdüğü günlerde
hazırlandı. Türk ekonomisi sıkıntılı idi. Yaşanan bu
olaylar sıkıntıyı daha da arttırdı. Türk ekonomisi sıkıntıda olduğu gibi, dünya ekonomisi de sıkıntılıydı.
Bütçeyi sunarken Sayın Maliye Bakanı ne kadar sakin
görünmeye çalışsa da ekonomide yaşanan sıkıntıları
gizleyemedi.
2017 yılı bütçesine ait temel ekonomik büyüklüklerin değerlerini incelerken öncelikle şu hususu belirtmek istiyoruz. Bütçe yapılırken esas alınan temel ekonomik büyüklüklerin bir yıl önce hazırlanan OVP’deki
135
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
rakamları revize edilmiştir. Aynı durum 2016 yılı bütçesi hazırlanırken de yapılmıştı. 2016 yılında yurt
içinde ve yurt dışında yaşanan olayların etkisiyle nasıl
2016 yılı rakamları revize edildi ise 2017 yılında da
ekonomik dengeler bozulunca hükümet yine aynı şeyi
söyleyecek ve “Temel ekonomik büyüklükler revize
edilmiştir.” deyip işin içinden çıkacaktır. Bu böyle
gitmez! Milletimizin sandıkta bu hatalı gidişe dur
demesi gerekir.
Sayın Maliye Bakanı tarafından açıklanan 2017 yılı
merkezi yönetim bütçe büyüklükleri konuşma metininde verilmiştir.
Bu konuşma metninden alınan önemli bazı büyüklüklerin değerleri ile konuşma metninden alınan
gelir vergisine ait değer şöyledir:
Bütçe Giderleri
645.1 Milyar TL
Faiz Harcamaları
57.5 Milyar TL
Sermaye Giderleri (Yatırım)
66.2 Milyar TL
Bütçe Gelirleri
598.3 Milyar TL
Vergi Gelirleri
511.1 Milyar TL
Bütçe Dengesi (Açığı)
- 46.9 Milyar TL
Faiz Dışı Denge
10.6 Milyar TL
Gelir Vergisi
108.9 Milyar TL
Görüldüğü gibi, bütçe yineMilyar
“Denk Bütçe” esasına
TLmerkezi yönetim
göre hazırlanmamıştır. 2017 yılında
bütçe giderleri 645.1 milyar TL, bütçe gelirleri ise
598.3 milyar TL’dir. Yani bütçe gelirleri bütçe giderlerini karşılamıyor. Bütçe açığı 46.9 milyar TL’dir. Bu
136
Bütçe Uygulamaları
açığı kapatmak için borç alınacaktır. Borç alınınca faiz
ödenecektir. Faiz ödemeleri için 2017 yılı bütçesinde
57.5 milyar TL ayrılmıştır. Bu haliyle bütçe bir borç
ve faiz ödeme bütçesidir. Borçlara, kamu borçlarına
bütçede yer verilmiyor. Ama faize yer veriliyor. Bütçede 57.5 milyar TL faiz ödemesi olduğuna göre, demek ki kamunun borcu çok. Bu borcu iktidar partisi
milletimize açıklamıyor. Muhalefet partileri de iktidarın suni gündemleri ile oyalandıkları için milletimize
söylemiyorlar. O zaman iş yine Milli Görüş’e, bize düşüyor. Evet, devletin resmi kurumlarının açıklamalarına göre, 2016 yılı sonunda kamu borç stoku 819.5
milyar TL’dir. Bu yüksek borç yükünden dolayı 2017
bütçesine 57.5 milyar TL faiz ödemesi konulmuştur.
Bütçede “Faiz Dışı Denge” diye bir kalem bulunmaktadır ve bu kalemde de 10.6 milyar TL yazılıdır.
Bunun anlamı 2017 yılında faiz ödemeleri olmasa idi
bütçenin 10.6 milyar TL fazlası olacaktı. Biz bütçede
faiz harcamalarının hiç olmamasını, dolayısı ile faize
giden paraların milletimize kalmasını canı gönülden
isterdik. Ama faiz harcamaları var ve miktarı da 57.5
milyar TL’dir. Dolayısı ile faiz dışı fazla diye bir kalemi
bütçeye yazmanın bizce hiçbir anlamı yoktur.
2017 yılında yatırıma ayrılan para 66.2 milyar
TL’dir. İşsizliğin yüksek olduğu ülkemizde bütçeden
yatırıma ayrılan paranın çok daha yüksek olması gerekirdi. Yatırıma ayrılan paranın az olması demek önümüzdeki yıllarda istihdamın az olması demektir. Bu
yüzden 2017 yılı bütçesinde yatırıma ayrılacak paranın, mevcut miktarın hiç değilse 2 katı veya 120-130
milyar TL’nin üzerinde olması gerekirdi. Yatırım için
ayrılan 66.2 milyar TL ile yapılacak yatırımların neler
137
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
olduğunu da çok merak ediyoruz. Zira daha önceki yıllarda da AK Parti iktidarı yatırım yaptığını açıklıyordu.
Ama bu yatırımlar maalesef üretime yönelik değildir.
Devletin fabrika yapımına yönelik bir icraatı maalesef
yok. Yatırımlar üretime yönelik olmadığı için işsizlik
çift haneli rakamlarda seyrediyor. İşsizliği düşürmenin
yolu fabrika yapmaktan, hatta fabrika yapan fabrikaları
yapmaktan geçer. AK Parti iktidarının böyle bir düşüncesi yok.
Sayın Maliye Bakanı’nın bütçe sunuş konuşması
metninde 2017 yılı vergi gelirleri açıklanırken vergilerin çeşitleri yazılmış ve 511.1 milyarlık vergi gelirlerinin 108.9 milyar TL’sinin, bir diğer ifadeyle vergi gelirlerinin %21.3’ünün gelir vergisinden oluştuğu kaydedilmiştir. Bunun anlamı, ülkemizde zengin kesimden alınan gelir vergisinin az, bütün tüketicilerden
yani en zengin insanımızdan da en fakir insanımızdan
da aynı oranda alınan dolaylı vergilerin ise fazla olmasıdır. Oysaki Türkiye’yi yöneten AK Parti iktidarının
örnek aldığı gelişmiş ülkelerde dolaylı vergilerin toplam vergi geliri içindeki payı düşük, dolaysız vergilerin
payı ise yüksektir. Toplam vergi gelirleri içindeki
dolaylı vergilerin payının düşürülmesi, gelir vergisi
payının ise arttırılması gerekir. Zamlardan ve hayat pahalılığından ezilen insanlarımızın vergi yükü
altında da ezilmemesi gerekir.
Sayın Maliye Bakanı’nın gerek TBMM Plan ve
Bütçe Komisyonunda sunduğu 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı metninde ve gerekse TBMM Genel Kurulunda sunduğu 2017yılı Bütçe Kanunu Tasarısı metninde eski yıllarda hazırlanan Bütçe Kanunu Tasarısı
metninde verilen örnekler kadar olmasa da memura,
138
Bütçe Uygulamaları
emekliye, muhtar aylıklarına, hatta 65 yaş aylığına AK
Parti’nin iktidara geldiği 2002’den 2016 yılına kadar olan 14 yılı aşkın sürede yapılan toplam artışlar verilmiştir. Bu artışların aile yardımı ödeneği
dâhil en düşük memur maaşında %531, en düşük
SSK emekli aylığında %421, en düşük memur
emekli aylığında %351 vb. düzeylerde olduğu kaydedilmektedir.
Bu artışları duyanlar sanırlar ki Türkiye’de her şey
güllük gülistanlık. 14 yılda %833 artış yaptıklarını söyledikleri 65 yaş aylığı son artışla 228 TL olmuştur. İktidar, 228 TL’si bir insana bir ay boyunca yeterli diyorsa biz bir şey demiyoruz. Evet, 14 yıllık AK Parti
iktidarında memura, asgari ücretliye, emekliye, BAĞKUR emeklisine yapılan artışlar bu kadardır. Oysaki
54. Erbakan Hükümeti’nde 1 yılda en düşük memur
maaşlarında %120, işçi aylıklarında %101, emekli maaşlarında %100, BAĞ-KUR emekli maaşlarında %350
artış yapılmıştı. Bu durum dikkate alınırsa 14 yıllık AK
Parti iktidarında yapılan artışların fazla olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Saadet Partisi olarak 2016 yılı bütçesi ile 2017 yılı
bütçesi hakkındaki değerlendirmelerimizi de yaptık.
Bundan sonra da bütçe uygulamaları hakkında ve hükümetin ekonomi yönetimi hakkındaki görüşlerimizi
açıklamaya devam edeceğiz. Parlamentoda grubu bulunan partilerin hükümet icraatlarını tenkitte sessizliğe büründüğü bu dönemde görev Saadet Partisi’ne
düşmektedir. Ülkemizin ve Milletimizin büyük ekonomik sıkıntılara düştüğü şu günlerde bizlerin halkımıza
139
Türkiye’nin Ekonomik Durumu
gidip bu gerçekleri anlatarak onların güvenini kazanmamız ve sandığa gittiklerinde Saadet Partisi’ne oy
vermelerini temin etmemiz lazımdır.
Önümüzdeki genel milletvekili seçimlerine 3 yıldan az bir zaman var. Ama unutmayalım. “Belirlenmiş
olan istikbal çok yakındır.” Bu yıllar ve aylar çok çabuk geçer. Saadet Partisi olarak bizler şimdiden seçim
çalışmalarımızı büyük bir gayretle sürdürelim. Sürdürelim ki önce Yaşanabilir Bir Türkiye’nin, sonra Yeniden Büyük Türkiye’nin ve daha sonra da Yeni Bir
Dünya’nın Kuruluşunu gerçekleştirelim de hem milletimizin, hem İslam âleminin ve hem de tüm insanlığın
refah, huzur ve barışını sağlayalım. Bu temennilerle
sizleri ve yüce milletimizi saygı ile selamlıyor, yapacağımız hayırlı çalışmalarda Yüce Rabbim yar ve yardımcımız olsun diyorum.
140
Download