TÜRKİYE’NİN EKONOMİK DURUMU Mayıs 2017 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Rapor Sorumlusu Prof. Dr. Latif ÖZTEK Danışman Atik AĞDAĞ Editör Yusuf YALANIZ Kapak Tasarımı Harun ARSLAN Saadet Partisi Ziyabey Caddesi 1421. Sokak No:15 Balgat/Çankaya - Ankara/Türkiye www.saadet.org.tr Mayıs 2017 2 Önsöz İçindekiler Önsöz 4 Giriş 7 İşsizlik 15 Enflasyon (TÜFE) 25 Büyüme 53 Borçlar 71 Faiz 87 Bankalar 97 Borsa 99 Dış Ticaret 103 Döviz Kurları 113 Özelleştirme 121 Bütçe Uygulamaları 127 3 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Önsöz Ekonominin toplum hayatındaki öneminden dolayı Saadet Partisi Ekonomik İşler Başkanlığı olarak Türkiye ekonomisinde meydana gelen gelişmeler tarafımızdan yakından takip edilmekte ve makro ekonomik büyüklükler esas alınarak her ay bir rapor hazırlanıp il başkanlarının istifadesine sunulmaktadır. Yıl sonunda ise ekonomideki gelişmeler daha kapsamlı bir rapor haline getirilmektedir. 2016 yılı sonu itibariyle Türk ekonomisindeki gelişmeler de bir rapor haline getirildi. Bu rapor hazırlanırken makro ekonomik büyüklüklerde son 10-15 yılda meydana gelen gelişmelere geniş yer verildi ve hazırlanan tablolardaki rakamların yılara göre değişimi şekillerle gösterildi. Eski yıllara ait ekonomik büyüklükler verilip, değişim de şekillerle gösterilince Türk ekonomisinde yıllar itibariyle meydana gelen gelişmeleri daha yakından inceleme ve mukayese etme imkânı ortaya çıkmış oldu. Sayın Genel Başkanımız hazırlanan raporun konferans olarak sunulmasını istedi. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) de bu konferansın her yıl düzenlemekte oldukları “ESAM Çarşamba Konferansları” kapsamında verilmesini istedi. Bu talep üzerine konferans, 28 Aralık 2016’da ESAM’da geniş bir dinleyici kitlesine sunuldu. Bu arada dinleyiciler tarafından metnin yazılı hale getirilmesi, kitap haline getirilmesi istendi. İl başkanlarımız tarafından da aynı yönde talepler geldi. Gelen talepler üzerine 4 Önsöz konferans metnine 2016 yılının son ekonomik büyüklükleri de ilave edilerek elinizdeki bu eser ortaya çıkmış oldu. Devletin resmi kurumlarının hazırlamış oldukları veriler esas alınarak hazırlanan küçük hacimli bu kitabın Türk ekonomisinde son 10-15 yılda meydana gelen gelişmelere ışık tutacağı kanaatindeyiz ve ekonomiyi yakından takip eden tüm insanlarımıza faydalı olacağını umuyoruz. Bu eserin yayına hazırlanmasında ve basılmasında emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyor, Yüce Rabbimden hayırlı çalışmalarımızda bizlere muvaffakiyetler vermesini niyaz ediyorum. Prof. Dr. Latif ÖZTEK Ekonomik İşler Başkanı Genel Başkan Yardımcısı 5 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 6 Giriş Giriş 7 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Ekonomi fertler için olduğu gibi devletler için de çok önemlidir. Bu öneminden dolayı bir ülkenin ekonomi politikalarını ne dış politika ve iç politikasından ve ne de siyasi ve sosyal politika konularından ayrı düşünmek ya da tek başına ele almak mümkün değildir. Ülke içindeki terör olayları, boşanmalar, kap-kaç olayları, hırsızlık ve diğer sosyal olayları da ekonomiden bağımsız ele alıp değerlendiremeyiz. Bütün bu olaylar ülke ekonomisini etkilediği gibi, ülke ekonomisinin iyi veya kötü olması da bu olayları etkiler. Yani hiçbir olay tek başına ele alınıp değerlendirilemez ve unutulmamalıdır ki, bu olayların hepsi ekonomi ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Bu durumu dikkate alan Ekonomik İşler Başkanlığımız her ay yapılan il başkanları ve il müfettişleri toplantısı için bir rapor hazırlamaktadır. Raporlarımızda o ay gündeme en çok gelen ekonomik konulara yer verilmektedir. Ekonomik İşler Komisyonu olarak bu raporumuzu Türkiye’nin 2016 yılı genel ekonomik durumu ile 2016 yılının bütçe uygulamaları ve yeni hazırlanan 2017 yılı bütçesinin değerlendirilmesine tahsis etmeyi uygun bulduk. Türk ekonomisindeki gelişmeleri değerlendirirken daha önceki raporlarımızda belirttiğimiz gibi, konu ile ilgili bakanlıkların yayınlamış olduğu resmi rakamları verip bu rakamlar üzerinden açıklamalarımızı yapacağız. Bu arada konu ile ilgili olarak zaman zaman hükümet üyelerinin ve AK Parti yetkililerinin açıklamalarına yer vereceğimiz gibi, medyada yer alan görüş ve değerlendirmeleri de dikkate alacağız. Tabii bu arada Türkiye’nin ekonomik sorunlarının Saadet Partisi’nin iktidarında nasıl çözüleceğine de yer vereceğiz. Böylece Saadet Partisi olarak teşkilatlarımızı ve 8 Giriş milletimizi hükümetin ekonomik uygulamaları hakkında bilgilendireceğimiz gibi Türkiye’nin önemli ekonomik sorunlarına yönelik Saadet Partisi’nin görüşlerini de açıklayacağız. Bu toplantıyı yurt içinde ve yurt dışında ve özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyasında çok önemli gelişmelerin olduğu bir dönemde yapıyoruz. Bilindiği üzere Türk ekonomisi çok hassas dengeler üzerinde ilerleyen kırılgan bir yapıya sahiptir. Bu kırılgan yapısı nedeniyle hem dış dünyadaki ekonomik, politik ve siyasi gelişmelerden ve hem de yurt içindeki sosyal ve siyasal gelişmelerden fazlasıyla etkilenmektedir. Bu yüzden Türk ekonomisini incelerken yurt içindeki ve yurt dışındaki gelişmelerin Türk ekonomisi üzerindeki etkileri göz ardı edilmemelidir. İktidar Temmuz 2015’den beri yoğunlaşan PKK terör olayları ile uğraşırken ülkemiz 15 Temmuz 2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki paralel devlet yapılanması (PDY)’na mensup bir grup çılgının başlattığı bir başarısız darbe girişimine hedef oldu. Allah (c.c.)’a hamd olsun darbe girişimi bastırıldı. Darbe girişimi bastırıldıktan sonra ülkemizde üç ay süreyle “olağanüstü hal” ilan edildi. Üç aylık olağanüstü hal bitince süre yeniden üç aylığına uzatıldı. Olağanüstü hal uygulamaları çerçevesinde hazırlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’lerle kamuda çalışan binlerce insanın işine son verildi, soruşturmalar oldu, tutuklamalar yapıldı ve halen de bu durum devam etmektedir. Kamudaki bu uygulama özel sektörde de sürdürüldü. İnsanlar tutuklandı, iş yerleri kapatıldı. 9 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Bu arada ülkemizde AK Parti’nin ve Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isteği üzerine Başkanlık Sistemi veya cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle ilgili Anayasa değişikliği gündeme geldi. 2017 yılının ilk aylarında bu konudaki çalışmalar tamamlandı ve 16 Nisan 2017’de Anayasa değişikliği metni halk oylamasına sunuldu ve kabul edildi. Bu sistemle ilgili çalışmalar halen sürdürülüyor. İnşallah ülkemizin ve milletimizin hayrına olur. 15 Temmuz 2016’dan beri hükümet, asıl olarak PDY ile uğraştığı için dış dünyada olup bitenlerle ve ekonomi ile fazla ilgilenemedi. Yurt içinde ve Kuzey Irak’ta PKK eylemleri arttı. Güney komşumuz Suriye’de PYD/YPG güçleri Türkiye’nin daha önce kırmızı çizgimiz dediği “Fırat’ın Batısı”na geçti. PYD/ YPG’nin bu faaliyetini önlemek üzere TSK tarafından “Fırat Kalkanı Harekâtı” düzenlendi. Bu harekât 7-8 ay devam ettikten sonra ara verildi. Suriye’deki çatışmalar sürerken koalisyon güçleri tarafından Musul’u IŞİD militanlarının elinden kurtarmak üzere Irak’ta da bir sıcak çatışma alanı oluşturuldu. Türkiye de Irak’taki bu harekâta katılma kararı aldı ve TSK Irak’taki koalisyon güçleri ile beraber Musul’u IŞİD militanlarından kurtarma operasyonuna fiilen katıldı. Halen Musul’daki operasyonlar da devam ediyor. Irak ve Suriye’de iç savaş sürmekte. Irak fiili olarak 3’e bölünmüş durumda. Suriye’de de durum Irak’tan fazla farklı değil. Öte yandan diğer İslam ülkelerinin durumu da içler acısı. Gazze’de İsrail’in zulmü devam ediyor. Mısır, Libya, Pakistan, Afganistan, Bangladeş, Sudan, Somali, Arakan, Mali, Keşmir ve Doğu Türkistan sıkıntılı. 10 Giriş Bütün bu sıkıntılar yaşanırken 20.07.2016’da kredi derecelendirme kuruluşlarından Standart end Poors, 23.09.2016’da da Moodys Türkiye’nin kredi notunu düşürdüler. Kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi Kabine’nin birçok üyesi tarafından “Bu karar siyasidir.” diye nitelendirildi. Biz Sayın Bakanlarımızın bu nitelendirmelerine katılmakla beraber Türk ekonomisinin iyi olmadığının da bir realite olduğunu belirtmek istiyoruz. Zira işsizlik artıyor, enflasyon yüksek seyrediyor, büyüme hızı azalıyor, döviz yükseliyor, ihracat azalıyor, dış ticaret açığı ve cari açık artıyor. Kısaca bütün bu olup bitenler ekonomimizi çok olumsuz etkilemiştir ve bu olumsuz etki halen de devam etmektedir. Diğer taraftan dış dünyadaki gelişmeler; önce İngiltere’nin AB’den ayrılma konusundaki kararı daha sonra da ABD’deki Başkanlık seçimini Trump’un kazanması ve buna bağlı olarak ABD ekonomisindeki gelişmeler önce ABD’de faiz oranının artacağı yönündeki söylentiler daha sonra da (15.12.2016)’da FED’in faiz oranını 25 baz puan artırması tüm dünya ülkelerinin ekonomilerini ve bu arada Türk ekonomisini çok etkilemiş; döviz, Dolar ve Avro yükselişe geçmiştir. 15 Temmuz 2016’dan önce 2.88 TL olan ABD Doları kasım sonu aralık ayı başında hızlı bir yükseliş göstermiş 1 ABD Doları 3.60 TL’yi görmüş sonra bir miktar düşmüştü. 15 Aralık 2016’da FED’in faiz oranını artırmasıyla tekrar 3.50 TL’nin üzerine çıktı. Halen 3.50 TL düzeyinde seyretmektedir. Yani ABD Doları 4-5 ayda yaklaşık 60 kuruş artmıştır. 2016 yılı sonu itibariyle Türkiye’nin 404.2 milyar dolar dış borcu olduğu dikkate alınırsa bunun Türk ekonomisine getirdiği yükün yaklaşık 250 milyar TL olduğu hesaplanabilir. Bu ağır 11 Türkiye’nin Ekonomik Durumu yükün özel sektöre maliyeti ise yaklaşık 170 milyar TL’dir. Dolar’daki aşırı yükselme ve bozulan ekonomik şartlar nedeniyle 6-7 aydan beri faiz oranlarını düşürme sürecine giren T.C. Merkez Bankası da 24.11.2016’da yaptığı PPK Toplantısında haftalık repo ihale faiz oranını %7.50’den %8.00’a çıkarmıştı. Yani 50 baz puan artırmıştı. 20 Aralık 2016’daki toplantısında ise repo ihale faiz oranını değiştirmedi. Dolar’daki artıştan ve faiz oranlarındaki yükselişten en fazla şikâyetçi olan kesim sanayicilerdir. Tabii Dolar’daki artış sadece sanayiciyi değil tüm toplum kesimlerini etkilemekte ve ithal malların fiyatlarında özellikle de petrol ürünlerinde aşırı yükselmeye sebep olmaktadır. Mesela 23 Kasım 2016’da benzinin litresine 16 kuruş, motorinin litresine de 11 kuruş zam geldi. Akaryakıta gelen zam tüm mallara anında yansımakta ve enflasyonun yükselmesine sebep olmaktadır. Faizdeki ve döviz fiyatlarındaki artış ekonomide başka olumsuzluklara da sebep olmakta, sanayici bu şartlarda yatırım yapamamaktadır. Yeni yatırımlar olmayınca işsizlik artmakta, üretim düşmektedir. Üretim düşünce de ihracat azalmakta, dış ticaret açığı ve dolayısı ile cari açık artmaktadır. Cari açık artınca ülkemizdeki ekonomik sıkıntı dayanılmaz bir hal almaktadır. Saadet Partisi olarak ekonomik sıkıntılar daha fazla artmadan hükümeti tedbir alması gerektiği konusunda uyarmak istiyoruz. Evet, kısaca özetlersek; ABD ekonomisi iyileşme sürecine girdi. Rus ekonomisi sıkıntılı, Almanya’da büyük bir ekonomik durgunluk yaşanıyor, AB’nin önde gelen ülkelerinden Fransa’da, İtalya’da ve İspanya’da ekonomik durum pek iç açıcı değil. Geri ka- 12 Giriş lan AB ülkeleri 2008’deki ABD krizinden sonra hâlâ sıkıntıda. Komşularımız olan ülkelerdeki ve diğer dünya ülkelerindeki (Suriye, Irak, Mısır, Pakistan, Bangladeş, Libya, Tunus gibi) kaotik durum malum. Bu durum 2013’de, 2014’de, 2015’de ve 2016’da Türkiye ekonomisini etkilemiştir. 2017’de de etkileyecektir. Bütün bu gelişmeler göz önünde bulundurularak gerekli tedbirler alınmalı, ihracatta da komşu ülkelere, AB ülkelerine ve ABD’ye bağımlı kalınmamalı, yeni pazarlar aranmalı ve bulunmalıdır. 13 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 14 İşsizlik İşsizlik 15 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Ekonomik manada işsizlik, çalışabilecek durumda olan insanların cari ücret seviyesinde bir ücretle çalışmaya razı olması ve iş aradığı halde iş bulamaması durumudur. İşsizlik oranı da bu durumda olan işsizlerin sayısının toplam iş gücüne oranı olarak tanımlanabilir. İnsan emek harcayarak eşyayı faydalı hale getirir. Ya da enerjisini harcayarak, emeğini harcayarak mal ve hizmet üretir. Eğer bir insan çalışabilir durumda ise o insana iş imkânı sağlanması gerekir ki çalışıp üretsin. Üretimi karşılığında bir gelir elde etsin ve bu geliri ile de geçimini temin etsin, hayatını sürdürebilsin. Bütün iktisadi sorunlar yaşama ile çalışma arasındaki dengesizliklerden kaynaklanır. Üretim olmadan yaşamaya süreklilik kazandırmak mümkün olmadığı gibi, çalışmadan üretime süreklilik kazandırmak da mümkün değildir. İşgücü depolanamayan bir üretim faktörüdür. Eğer bir ülkede 3.500.000 işsiz insan varsa o ülkede günde 3.500.000 insanın enerjisi atıl durumdadır, değerlendirilemiyor demektir. Bir ülkede uygulanan ekonomik politikalar eğer çalışma özelliğine sahip olan iş gücüne iş sağlayabiliyor ise başarılıdır, eğer iş imkânı sağlayamıyorsa başarısızdır. Bu açıdan işsizlik oranı ekonomideki başarının en önemli göstergesidir. 21. yüzyıldayız. Türkiye’deki işsiz insanlarımızın kesin sayısını bilemiyoruz. Bugün hâlâ Türkiye’de işsiz insanlarımızın sayısı TÜİK’in yaptığı “Hane Halkı İşgücü Araştırması “sonuçlarına göre belirleniyor. Bu belirlemelere göre 2015 ve 2016 yıllarındaki işgücü durumu Tablo 1’deki gibidir. 16 İşsizlik Tablodan görüldüğü gibi, Türkiye’de 2015’de %10.3 olan işsizlik oranı 2016 yılında %10.9 olmuştur. İş bulmadan umudunu kesenler ile gizli işsizler de buna ilave edilirse bu oranın çok daha yüksek olacağı; %16-17 hatta %18-20 olacağı açıktır. Bu yüksek işsizlik oranı iktidarı başarılı göstermek için bir kısım medya tarafından “2016’da işsizlik oranı 2009’dan düşük çıktı” diye verilebilir. Ama kim ne derse desin biz bu işsizlik oranı çok yüksektir diyoruz. Burada basınımızda yer alan bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum. Eğer halkımızın çalışmak isteyenleri Türkiye’nin üyesi olduğu OECD ülkelerindeki ortalama kadar olsa (%71) ve iş gücü verileri de OECD ülkeleri ile aynı değerler (15-64 yaş) esas alınarak bir hesap yapılsa, Türkiye’de işsizlik oranı çok yüksek yaklaşık %30, hatta daha fazla olurdu. Bu bakımdan yöneticilerimizin AB üyesi İspanya’da işsizlik oranının %18-20 olduğunu söylemeleri gerçeği fazla ifade etmemektedir. Zira İspanya’da işgücüne katılma oranı %75, Türkiye’de ise %51’dir. Tablo 1 incelendiğinde, 2016 yılında genç nüfustaki işsizlik oranının %19.6 olduğu, yani %10.9’luk işsizlik oranının da çok üstünde olduğu görülmektedir. Yine Tablo 1’den ne eğitimde ve ne de istihdamda olanların oranının %24 olduğu görülmektedir. 17 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Tablo 1: 2015-2016 İşgücü Durumu (Yıllık) Kaynak: TÜİK 2016 yılı aralık ayına ait işsizlik rakamları TÜİK tarafından yayınlandı (Tablo 2). İşsizlik Aralık 2016’da da %12.7 olmuştur. İşsizlik oranının düşmesini isterdik ama maalesef Aralık 2016’da işsizlik oranı Aralık 2015’deki %10.8’lik işsizlik oranından daha yüksek olmuştur. İşsiz insanlarımızın sayısı bir yıl öncesine göre 668.000 kişi artarak 3.872.000’e ulaşmıştır. TÜİK verilerine göre mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı da Aralık 2015’e göre %1.8 artarak Aralık 2016’da %12’ye yükselmiştir. 18 İşsizlik Tablo 2: Mevsim Etkilerinden Arındırılmamış Temel İşgücü Göstergeleri (Aralık 2015- Aralık 2016) Kaynak: TÜİK Genç nüfustaki işsizlik oranı tüm nüfusa ait işsizlik oranından daha yüksektir. TÜİK 2015 yılı aralık ayında %19.2 olan genç nüfustaki işsizlik oranını 2016 yılı aralık ayında %24 olarak vermektedir (Tablo 2). Genç nüfustaki işsizlik durumunu mevsim etkilerinden arındırılmış temel iş gücü göstergeleri açısından da inceleyen TÜİK, Aralık 2016’da genç nüfustaki mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranının bir yıl öncesine göre %4.5 artarak %22.5 olduğunu bildirmektedir. Son 4-5 yıl içinde yeni üniversiteler açılarak gençlerimize yükseköğrenim imkânı sağlanmıştır. Yükse- 19 Türkiye’nin Ekonomik Durumu köğrenimine devam eden gençlerimiz, öğrenci oldukları için, İŞKUR’a müracaat ederek iş istememişlerdir. Bu yüzden işsiz sayısı 4-5 yıldan beri fazla artmamış görünmektedir. Öğrenci oldukları için iş aramayan gençlerimiz de inşallah 2017 yılından itibaren eğitimlerini tamamlayarak iş aramaya başlayacaklardır. Bu gençlerimiz iş bulamazlarsa işsiz üniversite mezunu gençlerimizin sayısı bugünkünden çok daha fazla olacaktır. Eğitimde olmayan ve istihdam edilmeyen (çalışmayan) insanlarımızın oranı ise 2016 yılı aralık ayında %24.8’dir (Tablo 2). Yani her 4 gencimizden birisi işsizdir. Bu tehlikeli bir durumdur. Burada şu hususu özellikle belirtmek istiyoruz. Saadet Partisi olarak daha önce değişik vesilelerle yaptığımız açıklamalarda lise mezunlarımızın üniversiteye gitmelerini arzu ettiğimizi ve bunun gerçekleşmesi için yeni üniversitelerin açılmasını istediğimizi ifade etmiştik. Şimdi yine söylüyoruz. Yeni üniversitelerin açılmasını ve gençlerimizin yükseköğrenime devam etmelerini istiyoruz. Ama üniversite mezunlarına iş imkânı hazırlanmasını da istiyoruz. TOBB Başkanı’nın 5 yıl kadar önce (27.03.2012) basında yer alan açıklamaları çok dikkat çekiciydi. 1996’dan 2011’e kadar olan 15 yılda 35-54 yaş grubunda işsizliğin %19’dan %35’e çıktığını ifade eden Sayın Hisarcıklıoğlu, çok önemli bir noktaya dikkat çekerek, “Türkiye’de işsizlik yapı değiştiriyor… 3554 yaş arasındaki çocuk sahibi kişilerde işsizlik iki katına çıktı.” diyor. TOBB Başkanı çocuk sahibi bir 20 İşsizlik insanın işsiz kalmasının, evine ekmek götürememesinin ne büyük felaketlerin habercisi olduğunu da ifade ediyor. Evet, biz bunu söylemek değil hatırımızdan bile geçirmek istemiyoruz. İşsizlik birey için ve ailesi için büyük sorun olduğu gibi, ülke için de en büyük sosyal sorundur. Bu sorunun bir an önce çözülmesi gerekir. Şu andaki Cumhurbaşkanımız ve eski Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da işsizlik konusunu çözemediklerini zaman zaman ifade etmekteydi. Sonradan gelen AK Parti yetkilileri de aynı konuda başarılı olamadıklarını söylüyorlar. Evet, lütfen dikkat ediniz! AK Parti iktidarının başbakanları işsizlik sorununun varlığını kabul ediyor ve çözümü için çaba harcadıklarını söylüyor ancak sorunun çözümünde başarılı olamadıklarını ifade ediyorlar. Bu arada şu hususu da belirtmek istiyoruz. Yurt dışından gelen insanların özellikle Suriye’den ve Afganistan’dan gelen sığınmacıların bir kısmı çalışmaya başladı. Geri kalanları da önümüzdeki yıllarda çalışmak isteyeceklerdir. Bu konu ile ilgili olarak muhtelif tarihlerde gerekli yasal düzenlemeler yapıldı. Halen yurt dışından gelen insanlar düşük ücretle çalışmaya razı oldukları için işverenler bu ucuz iş gücünü tercih etmekte ve onları işe alıp çalıştırmaktadırlar. Bu durum da vatandaşlarımızın iş bulmasını zorlaştırmaktadır. Bütün bu gelişmeler dikkate alınarak önümüzdeki yıllarda işsizlik sorununun artarak devam edeceği göz önünde bulundurulmalı ve sorunun çözümü için acilen önlemler alınmalıdır, diyoruz. Ülkemizdeki İşsizlik durumunu ortaya koymak üzere 21 Türkiye’nin Ekonomik Durumu TÜİK’çe yapılan çalışmaların daha önceki yıllara ait sonuçlarını ayrı ayrı tablolar halinde vermenin bu raporun hacmini çok artıracağı açıktır. Bu yüzden TÜİK verilerinden istifade edilerek 1990 yılından beri Türkiye’deki işsizlik oranları Tablo 3’de bir araya getirilmiştir. Yıllar itibariyle işsizlik oranlarının değişimi de Şekil 1’de gösterilmiştir. Tablo 3: Yıllar İtibariyle Türkiye’de İşsizlik Durumu Kaynak: TÜİK Şekil 1: Yıllar İtibariyle İşsizlik Oranı (%) 22 İşsizlik Tablo 3’ün ve Şekil 1’in incelenmesinden de anlaşılacağı gibi, 1990 yılından beri en düşük işsizlik oranı %6.5 ile 2000 yılına aittir. Bunu %6.6 ile 1996 yılı daha sonra da %6.8 ile 1997 yılları izlemektedir. Tablodan görüldüğü gibi, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında üç yıl üst üste işsizlik %6.6-6.9 düzeyinde seyretmiştir. Bilindiği üzere ülkemiz 1991’den 2002 yılı kasım ayı ortalarına kadar yani 12 yıl süreyle koalisyon hükümetleri tarafından yönetilmiştir. Bu 12 yıllık (1991-2002 yılları) Koalisyon hükümetleri döneminde ülkemizde işsizlik oranı ortalaması %7.9’dur. Kasım 2002’den beri de ülkemiz tek parti hükümetleri, AK Parti hükümetleri tarafından yönetilmektedir. Tek parti hükümetlerinin yönetimde bulunduğu 14 yıllık sürede (2003-2016 yılları arası) ise işsizlik oranı ortalaması %10.6’dır. Yani yıllık işsizlik oranı ortalaması Tek Parti (AK Parti) hükümetleri döneminde koalisyon hükümetleri döneminden %2.7 (10.6 - 7.9 = 2.7) daha yüksektir. Tablo 3’de görüldüğü gibi, 2008’de ABD’de başlayan ve dünyayı sarsan krizden sonra Türkiye’de işsizlik oranı çok artmış ve 2009’da %14 olmuştur. 2009’dan sonraki, 2010,2011 ve 2012 yıllarında işsizlik oranı düşme göstermiştir. 2012’de %9.2’ye düşen işsizlik oranı 2013, 2014, 2015 ve 2016 yıllarında artış göstermiştir. Her krizde işsizlik artar, kriz geçince bir azalma olur. ABD’de kriz geçti. 2008-2009’da %8’leri bulan ABD’deki işsizlik oranı 2015’de %5’lere düştü. Halen %4.9 olduğu ifade ediliyor. Ama Türkiye’de kriz hâlâ geçmemiş olacak ki işsizlik tekrar yükselişe geçti ve son iki yıldır (2015 ve 2016) çift haneli rakamlarda seyrediyor. Bu durum bize Türkiye’de işsizliğin kronik bir hal aldığını 23 Türkiye’nin Ekonomik Durumu göstermektedir. AK Parti hükümetleri bu konuda ciddi hiçbir önlem almamıştır. İşsizlik sorunu yıllardan beri ülkemizde bir numaralı sorun olmaya devam etmektedir. Ekonomide yapısal değişim gerçekleştirilmeden bu sorunun çözümü mümkün görülmemektedir. İşsizlik deprem gibi, sel veya kuraklık gibi doğal bir afet değildir. Uygulanan hatalı politikaların yol açtığı insanların sebep olduğu bir sorundur. Çözümü ise hatalı politikalardan vazgeçilmesidir. Saadet Partisi iktidarında kapitalist ekonominin kazanmak için her yolu mübah gören yanlış anlayışı terk edileceği gibi, hatalı IMF politikaları da terk edilerek üretim ekonomisine geçilecek, üretimin önündeki bütün engeller kaldırılarak üretim teşvik edilecek, paradan para kazanma dönemi sona erecek, çalışıp üreterek para kazanma dönemi başlayacaktır. Üretim için,( mal ve hizmet üretimi) istihdam gerekir. Bu da işsizliği azaltır. Ayrıca üretilen malın satılması gerekir. Malın satışı ise ticareti artırır. Malın yurt içinde satılması iç ticareti, yurt dışına satılması ise dış ticareti geliştirir, yurda döviz girişini artırır. Sonuçta bir yandan vergi gelirleri artacağından bütçe açığı ortadan kalkar, öte taraftan yurda döviz girdisi artacağından dış ticaret açığı ve cari açık ortadan kalkar. 24 Enflasyon (TÜFE) Enflasyon (TÜFE) 25 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Enflasyon rakamları TÜİK tarafından hesaplanır ve her ayın 3’ünde TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) ve ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi) olarak açıklanır. Vatandaşı yakından ilgilendirdiği için basında ve günlük hayatta daha çok TÜFE üzerinde durulmaktadır. Hükümetler de enflasyonu düşürmek için çaba sarf etmektedirler. Genellikle son yıllarda memur maaşlarındaki yıllık veya 6 aylık artışın ve emekli maaşlarındaki yıllık veya 6 aylık artış ile asgari ücretteki artışların belirlenmesinde hep TÜFE esas alınır. Hatta tarım ürünlerinin taban fiyatlarındaki artışlar belirlenirken bile TÜFE göz önünde bulundurulur. Eğer enflasyon (TÜFE) mali yıl sonunda belirlenenden yüksek olursa, enflasyon farkı memurun veya emeklinin maaşına ilave edilir. Tabii asgari ücret için bu uygulama söz konusu değildir. Tarım ürünlerinin alımında da enflasyon farkı ödemesi yapılmaz. Bütün hükümetler enflasyonu düşürmek istiyorlar. Bilindiği gibi, enflasyon hedefinin kontrolünü Merkez Bankası takip etmektedir. Hükümetler enflasyon hedefini Orta Vadeli Program’da (OVP) belirlerler ve bu hedefi gerçekleştirme gayreti içinde olurlar. Memur ve emekli maaşları ile işçi ücretlerini ve tarım ürünlerinin taban fiyatlarını düşük tutabilmek için hükümetler yıllık bütçelerini yaparken temel ekonomik büyüklükler arasında yer alan enflasyon oranı hedefini mümkün olan en düşük seviyede tutarlar. Tabii ki yıllık TÜFE’nin düşük olmasının piyasalar üzerinde olumlu psikolojik etkisini de dikkate almak gerekir. Zira 1970’li yıllardan beri Türk halkı yüksek enflasyonla yaşamaktadır ve bu tarihten beri enflasyon konusunda “enflasyon canavarı” sözcüğü siyasi lügatimize girmiş bulunmaktadır. 26 Enflasyon (TÜFE) Yıllar itibariyle enflasyon rakamlarını vermeden önce şu hususu belirtmekte yarar var. TÜİK tarafından, gerek ÜFE ve gerekse TÜFE’ye ait enflasyon rakamları hesaplanırken tüketilen pek çok mal esas alınır. 2003 = 100 Temel Yıllı Tüketici veya Üretici Fiyatları Endeksi olarak açıklanır. TÜFE’ye ait listede başlangıçta 453 mal vardı. Ancak daha sonraki yıllarda bu sayı önce 432’ye ve son bir yıldan beri de 414’e indirildi. ÜFE’ye ait listede ise 493 kalem mal vardır. Bu malların fiyatlarındaki değişime göre hesap yapılır. Eğer günlük hayatta çok kullanılan mallar veya mesela mutfak masrafları esas alınırsa TÜFE’nin TÜİK tarafından verilen rakamlardan çok daha yüksek olduğu görülür. Bu konu polemik yapmaya çok müsait olduğu için biz değerlendirmelerimizi devletin kendi resmi rakamları üzerinden yapmayı uygun bulduk. Yıllar itibariyle Türkiye’deki Enflasyon (TÜFE) oranları Tablo 4’de verilmiştir. Bu tablodaki enflasyon oranlarının değişimi de Şekil 2’de gösterilmiştir. Tablo 4’den ve Şekil 2’den de görüldüğü gibi, Türkiye’de enflasyon yıllardan beri sürekli yüksek seyretmiştir. DSP, MHP ve ANAP’tan oluşan koalisyon hükümeti döneminde yaşanan 2001 krizinden sonra tabii bir seyir olarak enflasyon düşmüştür. Nitekim 2001’de %68.53 olan enflasyon 2002’de %29.75’e; 2003’de %18.36’ya ve 2004’de %9.32’ye düşmüştür. 2005’de %10.53’e yükselen TÜFE 2006’da %9.65 olmuştur. Bu durum daha sonraki yıllarda da devam etmiş ve 2008 krizinde %10.06’ya yükselen enflasyon, 2009’da %6.53’e, 2010’da %6.40’a kadar gerilemiş, 2011’de tekrar çift haneli rakamlara yükselmiş ve %10.45 olmuştur. 2012’de %6.16’ya düşen enflasyon 2013’de %7.4’e 27 Türkiye’nin Ekonomik Durumu ve 2016 yılında ise %8.53’e yükselmiştir. Yani enflasyon sürekli inişli, çıkışlı bir seyir izlemiştir. Bu durum iktidarın her konuda olduğu gibi, bu konuda da başarılı olamadığını göstermektedir. İktidarlar enflasyonu düşürmeyi arzu etmişler ama bir türlü muvaffak olamamışlardır. Mesela 2010 yılında açıklanan OVP’de 2011 yılında enflasyonun %5.3 olması hedeflenmiş ama yıl sonunda %10.45 olarak gerçekleşmişti. Yani hedefte %97 sapma olmuştu. Diğer yıllar için de aynı oranda olmasa bile benzer durum söz konusudur. Mesela 2015 yılı mali bütçesi yapılırken %6.1 olması planlanan TÜFE 2015 yılı sonunda %8.81 olarak gerçekleşmiştir. Yani hedefte %44 sapma olmuştur. Aynı durum 2016 yılı için de geçerlidir. Son yılların en yüksek enflasyon oranı 2011 yılındaki %10.45’lik enflasyon oranıdır. Ancak Türkiye’nin son 10 yıldaki enflasyon oranları da yüksektir. Zira bu oranlar ABD ve AB ülkelerindeki enflasyon oranlarından çok yüksektir. 2008 krizini yaşayan ABD’de 2011 yılındaki enflasyon %3, AB ülkelerinde ise %2.2 (Fransa %2.5, Almanya %2.0, İspanya %2.0) kadardır. Bu ülkelerdeki enflasyon oranlarının daha sonraki yıllarda da %2-3 düzeyinde olduğu dikkate alınırsa Türkiye’de enflasyonun çok yüksek olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. 28 Enflasyon (TÜFE) Tablo 4: Yıllar itibariyle Türkiye’de Enflasyon (TÜFE) Kaynak: TÜİK Şekil 2: Yıllar İtibariyle Enflasyon (TÜFE) (%) 29 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Devlet, akaryakıt (benzin, motorin), doğalgaz, elektrik gibi temel mallara ve vergilere (ÖTV) zam yaptığı sürece enflasyon yükselir, düşmez. AK Parti iktidarının da yaptığı sadece zam. Bu arada uygulanan hatalı politikalar da gıda maddelerinin fiyatında artışa sebep oluyor. 2015 yılının yaz ve sonbahar aylarından itibaren mercimek, kuru fasulye, patates, pirinç gibi temel gıda maddelerine zam geldiği gibi, et ve et mamulleri ile süt ve süt ürünleri dâhil tüm gıda maddelerine de zam geldi. Bu arada aslında yaz aylarında ucuz olması gereken meyve ve sebzeye de zam geldi. Bu zamlar dolayısı ile TÜFE beklentilerden yüksek oldu. 1 Kasım 2015’deki Genel Milletvekili Seçimi sonrasında temel tüketim mallarına yapılan zamlarda enflasyonun yükselişini sürdürmesine sebep oldu. Demek oluyor ki, AK Parti’nin hatalı politikaları yüzünden bir yandan temel malların fiyatları yükseliyor, diğer taraftan üretim yetersizliği yüzünden gıda maddelerinin fiyatları yükseliyor. Vatandaş da AK Parti hükümetlerinin hatalarının faturasını ödüyor. Ancak gerek hükümet ve gerekse AK Parti yetkilileri kendi yaptıkları zamları ve temel mallardaki fiyat artışlarını hiç gündeme getirmemektedirler. Onlar suni gündemler oluşturarak toplumu meşgul etmektedirler. AK Parti iktidarı bu konuda sadece DSP-MHPANAP koalisyon hükümeti dönemindeki enflasyonun çok daha yüksek olduğunu söyleyebilmektedir. Biz de diyoruz ki, kötü örnek emsal teşkil etmez. O dönemde de enflasyon yüksekti, ekonomi yönetimi kötüydü. Siz yüksek enflasyonu düşürmek, ekonomiyi düzelterek vatandaşımızı refaha kavuşturmak için geldiniz. Siz ne yaptınız? 2010 yılında %6.40 30 Enflasyon (TÜFE) olan enflasyonu 2011’de tekrar %10.45’e, çift haneli rakamlara yükselttiniz. 2016 yılında da enflasyon %8.53 oldu. 2006 yılından beri “Orta Vadeli Program” yapılmaktadır. OVP’de Temel Ekonomik Büyüklükler arasında yer alan TÜFE maalesef sürekli revize edilmektedir. Mesela 2014 yılı ekim ayında yapılan OVP’de 2015 yılı enflasyonu %5.0 olarak belirlenmişti. 2015’de hazırlanan OVP’de 2015 yılı enflasyonu %6.1’e revize edildi. Merkez Bankası Başkanı Sayın Başçı tarafından sene içinde %6.1 de revize edildi ve %7.9 olarak açıklandı. Yıl sonunda TÜFE %8.81 olarak gerçekleşti. Aynı yıl dünya piyasalarındaki ham petrolün varil fiyatında büyük bir ucuzlama oldu. Bu ucuzlamanın da etkisi ile yıllık enflasyon %8.81 olarak gerçekleşti. Petroldeki ucuzlama olmasa idi enflasyon %8.81’den daha yüksek olabilirdi. Hükümet ekonomiyi kontrol altına almak için OVP’de hedef açıklıyor ama açıkladığı hedefi gerçekleştiremiyor. Niçin gerçekleştiremiyor? Gerçekleştiremeyişinin nedeni; hedefler belirlenirken ülke gerçekleri dikkate alınmıyor, bir takım temenniler esas alınarak hedefler belirleniyor. Temenniler gerçekleşmeyince revizyona gidiliyor. Enflasyonu etkileyen iki önemli faktör vardır. Bunlardan birincisi maliyetler ikincisi ise arz-talep dengesizliğidir. Her iki faktör de halk tarafından değil, hükümetler tarafından kontrol ve idare edilir. Hükümetler beceriksiz olunca enflasyon yükselir. Bu ekonomik uygulamalarla enflasyon düşürülemez. Faiz oranlarını düşürmeden, üretim maliyetlerini 31 Türkiye’nin Ekonomik Durumu azaltmadan, mal ve hizmet üretimini artırmadan enflasyon düşürülemez. Saadet Partisi iktidarında ekonomide reel ekonomiye, üretim ekonomisine geçilecek, finans ekonomisi terk edilecek, paradan para kazanma dönemi sona erecek, üretim yaparak para kazanma dönemi başlayacak, böylece üretim arttırılarak enflasyon düşürülecektir. Enflasyonu (TÜFE) en fazla etkileyen faktör temel mallara ve vergilere yapılan zamlardır. Eylül 2016’da (6 Eylül 2016) motorine ve benzine yapılan ÖTV zamları; Petrol ürünlerinden motorine ve benzine yıllardan beri küçük oranlarda ama sürekli zam gelmiştir. Bu zamlar 2015 yılından önce uluslararası piyasalarda petrolün varilindeki artıştan ve Dolar’daki artıştan kaynaklanmaktaydı. Ocak 2015’de dünyada petrolün varil fiyatı 115 dolardan 50 doların altına gerilemiştir. Hatta 2016 yılı başında 40 doların altına düşmüştür. Halen (2016 yılı sonu) ham petrolün varil fiyatı 50 dolar civarında seyretmektedir. Kısaca petrolün varil fiyatında %50’den fazla düşme olmuştur. Ham petrol fiyatındaki bu ucuzlama Türkiye’de tüketiciye aynı oranda olmasa da yansımış ve zaman zaman benzin ve motorin fiyatlarında düşmeler olmuştur. 6 Eylül 2016’da akaryakıt ürünlerinden motorin ve benzin ile otogaz ve solventlerin ÖTV’sine zam geldi. Yeni zam miktarı 95 oktan benzin ile motorinin litresinde 20 kuruş, LPG’nin de kilogramında 20 kuruş oldu. Bu zamlarla 95 oktan benzinin litresindeki ÖTV 218 kuruştan 238 kuruşa, motorinin litresindeki ÖTV 159 32 Enflasyon (TÜFE) kuruştan 179 kuruşa, LPG’nin kilogramındaki ÖTV de 158 kuruştan 178 kuruşa yükseltildi. Bilindiği üzere, petrol ürünlerine yapılan zam otomatiğe bağlanmıştır. Dünya piyasalarında ham petrol fiyatları yükseldi, hemen benzine, motorine ve LPG’ye aynı oranda zam. Dolar kuru yükseldi, haydi benzine, motorine, LPG’ye aynı oranda zam. AK Parti hükümetlerinin en iyi yaptığı iş bu. Ama petrolde ucuzlama olunca benzin, motorin ve LPG fiyatlarında aynı oranda ucuzlama olmuyor. Benzine ve motorine zam gelince şehirlerarası ve şehir içi ulaşım ücretleri dâhil tüm taşımacılık ücretlerinde ve petrolün girdi olarak kullanıldığı tarım ürünleri ile diğer tüketim mallarının fiyatlarında artış meydana geliyor. Evet, Türkiye kendi ihtiyacını karşılayacak kadar petrol üreten bir ülke değildir. Tüketilen petrolün büyük bir kısmını yurt dışından satın alıyoruz. Ham petrole zam gelmesi benzin ve motorin fiyatlarını etkiler. Ama hiç unutulmamalıdır ki, vatandaşın satın aldığı benzinin de, motorinin de %60 kadarı vergidir. Bu vergilerin oranı düşürülerek benzin ve motorin zamları yapılmayabilir. Ama hali vakti yerinde olanlardan, kazanan kesimden alınması gereken gelir vergisini alarak bütçe gelirlerini oluşturamayan iktidar, tüm toplum kesimlerinin ödediği dolaylı vergilerle bütçe gelirlerini oluşturmaya çalışıyor. Türkiye’de toplam vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payı %68-70, doğrudan vergilerin payı ise %30-32 kadardır. Bu oran ABD, Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde tam tersi durumdadır. Yani endüstrileşmiş dediğimiz, gelişmiş dediğimiz ülkelerde dolaylı vergilerin oranı düşük, doğ- 33 Türkiye’nin Ekonomik Durumu rudan vergilerin oranı yüksektir. Bunun anlamı Türkiye’deki vergi sistemi yapısal bir hata içermektedir. Bu hatalı yapı sabit ve dar gelirli vatandaşlarımızın ekonomik yönden sıkıntı çekmesine sebep olmaktadır. Diğer Vergi (ÖTV) Zamları; 2011 yılı ekim ayı içerisinde, ÖTV motorlu araçlarda motor hacmi; 1.600-2.000 litre arası olanlarda %60’dan %80’e, 2.000 litrenin üzerinde olanlarda %84’den %130’a ve Ticari araçlarda da %10’dan %15’e yükseltilmişti. 2016 yılı kasım ayında (24 Kasım 2016) motorlu taşıtların ÖTV’sine yeni zamlar geldi. Bu arada 30 Kasım 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 9561 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile sigaradaki ve alkollü içkilerdeki ÖTV oranları yükseltildi, sigaradaki maktu vergi miktarı ile alkollü içkilerdeki maktu vergi miktarları da artırıldı. Benzine, motorine ve LPG’ye zam yaparken bu malların yurt dışından ithal edildiğini, uluslararası piyasalarda ham petrol fiyatlarında meydana gelen artışların tüketiciye yansıtıldığını ifade eden yetkililer 2011 yılı ekim ayında ÖTV ‘ye yapılan zamları açıklamakta sıkıntı çektiler ve Sayın Maliye Bakanı bu yolla cari açığın sınırlanmasının hedef alındığını beyan ettiler. 2016 yılının eylül ve kasım aylarında yapılan zamlarda ise bütçe açığının azaltılması gözetilmiş olsa gerek. Hatırlanacağı gibi 2011 yılında yapılan ÖTV zamları için dönemin Başbakanı da “Zam yapmayalım da Yunanistan gibi mi olalım.” demişlerdi. 34 Enflasyon (TÜFE) Sanıyoruz bu ifadeler Türk ekonomisinin içinde bulunduğu durumu çok iyi açıklamaktadır. Yunanistan gibi olmak, yani iflas etmek. Evet, Saadet Partisi olarak biz iktidarları eleştirirken bu ekonomik politikalarla, bu borçlanma ile Türk ekonomisinin bir çıkmaza sürüklendiğini hep ifade ettik ve halen de ediyoruz. Son zamanlarda AK Parti iktidarının Başbakanı da, Maliye Bakanı da diğer bakanları da Türk ekonomisinin sıkıntıda olduğunu söylüyorlar. Demek ki uyguladıkları ekonomi politikalarının hatalı olduğunu görmeye başladılar. Saadet Partisi olarak iktidara sesleniyoruz. Satılan mallara zam yapmakla, yeni vergiler koymakla veya vergi oranlarını artırmakla, işçiye, memura, emekliye, çiftçiye, dul-yetime verirken cimri, faizciye verirken bonkör davranarak ekonomi düzeltilemez. Bakınız 54. Erbakan Hükümeti iktidar olduğu 1 yıllık sürede ek vergi koymadan, emtia fiyatlarına zam yapmadan memur maaşlarına ortalama %130, işçi ücretlerine %100, emekli aylıklarına %100, Bağ-Kurluların aylıklarına %350 gibi büyük zamlar yaptı. Taban fiyatlarını yüksek tutarak çiftçiye yüksek gelir artışı sağladı. Bu artışlar sonucunda ticari hayat canlandı, esnaf kâr etti, yüzü güldü. Anadolu insanı rahat bir nefes aldı. Bütün bu ödemeleri nasıl yaptı? Havuz sistemini kurdu ve denk bütçe yaptı. Bu yolla faizleri düşürdü, kaynak paketleri hazırlayarak bütçeye ek kaynak sağladı. Reel ekonomiye geçti, üretimi artırdı. Yani rantiyeciye giden paraları çalışarak üreten Anadolu insanına aktardı. Sonuçta ekonomik hayat canlandı, üretim arttı, istihdam arttı. İnsanımızın yüzü güldü. 35 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Enflasyon ve Toplum Kesimlerinin Durumu Ülkemizde yoksulluk kol geziyor. Bu ülkede akşam saatlerinde hafta pazarı kapanınca pazar yerine gidip sebze-meyve artığı toplayan insanlarımız var. Vatandaşlarımız arasında yüce dinimizin emri olan zekât, fitre ve sadaka verme gibi güzel bir uygulama var. Hali vakti yerinde olan insanlarımızın yoksullara verdiği zekât, fitre ve sadaka fakir insanlarımızın ihtiyaçlarını karşılamalarına katkıda bulunuyor. Bu arada son yıllarda Suriye’deki savaştan kaçarak yurdumuza sığınan insanların da ihtiyaçlarının karşılanmasında yüce milletimizin asil evlatları oldukça fedakâr davranmaktadırlar. Evet, sayıları 3 milyonu bulan bu sığınmacıları da sayar isek yurdumuzdaki yoksulların sayısı çok daha fazla olur. Sosyal Hizmetler Fonu’nun ve belediyelerin yaptığı yardımlarla hayatını idame ettiren insanlarımızın varlığını hepimiz biliyoruz. Bu ülkede iş bulup çalışan kesimlerin de ekonomik durumu iyi değildir. Enflasyon insanlarımızın günlük hayatını etkiliyor. Sadece işsiz insanlarımız değil, iş bulup çalışan insanlarımız da “Enflasyon Canavarı” ile mücadele ediyor. Bu bir gerçek. Ancak, vatandaşın durumu ne? Toplum kesimleri Enflasyondan nasıl etkileniyor? Konunun burasında toplum kesimlerinin durumunu ayrı ayrı ele alıp irdelemekte yarar vardır sanırız. ÇİFTÇİ sıkıntılıdır. Bu konuda her bölgemizin veya ilimizin özel durumu dikkate alınarak örnekler verilip açıklamalar yapılabilir. Evet, biz biliyoruz ki daha önceki yıllarda olduğu gibi, 2016’da da buğday, pamuk, ayçiçeği, şekerpancarı, çay, kayısı, fındık vb. 36 Enflasyon (TÜFE) bitkisel ürünleri üreten çiftçilerimizin ve hayvancılık yapan yetiştiricilerimizin durumu maalesef iyi değildir. Her bir ürünü ayrı ayrı ele alıp incelemek bu raporun hacmini çok artıracaktır. Bu yüzden burada hemen her bölgemizi ve her vatandaşımızı yakından ilgilendiren bir bitkisel ürünümüz olan buğday ile hayvancılığın durumunu ele alıp incelemek istiyoruz. Buğday insanımızın temel besin kaynağıdır. Üretici ve tüketici olarak hemen her insanımızı ilgilendiren bir üründür. İktidarlar da bu durumu bildikleri için buğday üretiminin yeterli olması için önlemler alırlar ve buğday üretiminin artması için çiftçiye destek verirler. AK Parti iktidarı da kendince bu politikayı uygulamaktadır. Hükümetler çiftçinin buğdayını değer fiyatına satması için müdahale fiyatı açıklarlar. 2012’de Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tarafından 66.5 kuruş/kg olan Anadolu Kırmızı Sert Buğday’ın müdahale alım fiyatı 2013’de 72.0 kuruş/kg’a yükseltilmişti. Yani fiyat 2012 yılına göre kg başına 5.5 kuruş artırılmıştı. Bir diğer ifade ile 2012 yılına göre fiyat artışı %8 idi. 2014 yılında rekolte düşük olduğu için serbest piyasada buğday fiyatları yüksek teşekkül etti. Bu yüzden Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) piyasaya girmedi. 2015 yılında TMO Anadolu Kırmızı Sert Buğday fiyatını 86.2 kuruş/kg olarak açıkladı. TMO 2013 yılında Anadolu Kırmızı Sert Buğday alım fiyatını 72 kuruş/kg olarak açıklamıştı. Yani 2013 yılına göre 2015 yılında (iki yılda) buğday fiyatında 14.2 kuruş veya %19.7 artış yapılmıştır. Eğer yıllık olarak düşünülürse, buğday fiyatında %9.9’luk bir artış yapılmıştır. Aynı yıllarda çiftçinin üretimde kullandığı gübre, mazot, tohumluk ve zirai mücadele ilacı gibi temel girdilerdeki yıllık fiyat 37 Türkiye’nin Ekonomik Durumu artışının %12-20 arasında olduğu dikkate alınırsa buğday fiyatındaki artışın düşük olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 2015 hasat yılında iklim şartları elverişli geçtiği için dekara verim yüksek oldu ve buğday üreticisi çiftçimiz sevindi. Buğday rekoltesi yüksek olduğu için milletçe hepimiz sevindik. Rekoltenin 22.5 milyon tonu bulduğu yetkililerce ifade edildi. Verim yüksek olduğu için çiftçimiz sevindi ama sevinci tam olmadı. Eğer hükümetin taban fiyat politikası da müsait olsa idi o zaman çiftçimizin sevinci tam olacaktı, yüzü gülecekti, bu olmadı. Yani yine buğday üreticisi umduğunu bulamadı. 2016’da Anadolu Kırmızı Sert Buğday fiyatları 91 kuruş/kg olarak açıklandı. Bu demektir ki buğdayın kilogramına 4.8 kuruş (91 - 86.2 = 4.8) zam yapıldı. Bir diğer ifade ile buğdayın kilogramı %5.5 artırıldı. Bu artış çok düşüktür. Nitekim 8 Aralık 2016’da serbest piyasada (borsa) aynı buğdayın fiyatı bu değerin üzerindedir. 2016 yılı hasadı başlamadan önce Anadolu Kırmızı Sert Buğday fiyatı serbest piyasada 96-97 kuruş/kg’dan işlem görüyordu. Hasat başlayınca buğday fiyatı 90-92 kuruş/kg geriledi. Daha sonra Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı fiyat açıkladı. Bu açıklama serbest piyasada buğday fiyatlarının 90 kuruş/kg’dan daha da aşağı, 85-86 kuruş/kg’a düşmesine sebep oldu. Bu fiyat ile buğday üreticisi çiftçi kâr edemedi ve mağdur oldu. Zira 2015 yılına göre buğday alım fiyatındaki artış %5.5 kadardır. Bir diğer ifadeyle buğday fiyatına enflasyon oranının altında artış yapılmıştır. Çiftçinin üretimde kullandığı gübre ve mazot fiyatlarında son bir yılda önemli bir 38 Enflasyon (TÜFE) değişiklik olmasa da tohumluk ve zirai mücadele ilacı gibi temel girdilerin fiyatlarındaki artış %1220 düzeyindedir. Daha önceki yıllarda buğday taban fiyatına yapılan %8-10’luk artışlar da girdi fiyatlarındaki artışın çok gerisindeydi. O tarihlerde hazırladığımız Raporlardaki tespitlerimiz aynen gerçekleşti ve girdi fiyatlarındaki %20’lik artışlara rağmen ürün fiyatında %8-10 artış yapıldı. Düşünün bazı yıllar “çiftçinin kara gün dostu” olarak bilinen, TMO piyasaya bile girmiyor. Buğday üreticisi sahipsiz bırakılıyor. Yukarıda 2014 yılında buğday rekoltesinin düşük olduğunu söyledik. Rekoltenin düşük olmasını Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı basına “Hava şartlarının, kuraklığın etkisiyle bu sene buğday rekoltesi 2-2.5 milyon ton düşük olmuştur.” diye açıkladı. 2014 yılında buğday rekoltesinin düşük olmasında hava şartlarının, kuraklığın etkisi vardır. Ancak asıl sebep kuraklık değil, Tarım Bakanlığı’nın hatalı uygulamalarıdır. Bakanlığın düşük taban fiyatı vermesi, çiftçinin yaptığı harcamaların karşılığını alamamasına sebep olmaktadır. Yetiştirdiği ürünün karşılığını alamayan üretici de buğday ekiminden vazgeçmiş ve bunun sonucu olarak milli üretim düşmüştür. Üretim azalınca 2014 yılında Türkiye 2-2.5 milyon ton buğday ithal etmek mecburiyetinde kalmıştır. 2016 yılında da Türkiye’nin buğday rekoltesi 20.6 milyon ton kadardır ve bu miktar Türkiye’nin ihtiyacını karşılayamayacağı için Türkiye 2016-2017 sezonunda 2-2.5 milyon ton buğday ithal etmek mecburiyetinde kalacaktır. Zaten Rusya dâhil birçok ülke ile ithalat bağlantıları yapılmıştır. Evet, hatalı tarım politikaları sonucu emeğinin karşılığını alamayan çiftçi buğday ekiminden vazgeç- 39 Türkiye’nin Ekonomik Durumu miş ve buğday ekim alanları azalmıştır. Nitekim BÜGEM’in verilerine göre 2006’da 8.490.000 hektar olan buğday ekim alanı 2016 yılında 7.672.000 hektara düşmüştür. Yani buğday ekim alanı 818.000 hektar azalmıştır. Buğday üreticisi kâr edemeyince buğday ekiminden vazgeçiyor. Sonuçta milli üretim düşüyor ve buğday ithalatı gündeme geliyor. Buğday ithalatının yapılması demek Türk çiftçisine verilmeyen paranın yabancı ülke çiftçisine verilmesi demektir, dış ticaret açığının artması demektir, cari açığın artması demektir. Uygulanan politikaların hatalı olduğu T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsünce yayınlanan “Tarımsal Veriler” isimli yayınlar incelendiğinde anlaşılmaktadır. Mesela 2014 ile 2015 yıllarında 1 kg buğday ile satın alınabilecek buğday üretiminde kullanılan girdi miktarları yani parite karşılaştırıldığında, paritenin buğdayın aleyhine olduğu görülmektedir. 2014 yılı ortalama değeri olarak her türlü destek dâhil 1 kg buğday ile alınabilecek gübre (%26 CAN) miktarı 1.27 kg iken 2015 yılı ocak ayında her türlü destek dâhil 1 kg buğday ile alınabilecek gübre miktarı 1.16 kg’a düşmüştür. Yani çiftçi 2015 yılı ocak ayında 1 kg buğday satınca 2014 yılındaki kadar gübre (girdi) alamamıştır. Aynı zaman diliminde mazot için bir mukayese yapılırsa dünya piyasalarında ham petrolün varil fiyatındaki aşırı ucuzlamadan dolayı paritenin buğday lehine olduğu görülmektedir. Yani çiftçi 2015 yılı ocak ayında her türlü destek dâhil 1 kg buğday sattığında 40 Enflasyon (TÜFE) 2014 yılındakinden (ortalama değer) biraz daha fazla mazot alabilmektedir. Burada bir hususu hatırlatmak istiyoruz. Çiftçimize mazot desteği verilmektedir. Ama bilindiği gibi bu destek yeterli değildir. Çiftçiye verilen mazot desteğini sağa sola çekmeye, abartarak allayıp pullayarak topluma sunmaya gerek yok. Biz diyoruz ki, gemi sahiplerine mazot kaç liraya veriliyorsa çiftçimize de o fiyattan verilsin yeter. Aynı yayında traktör üzerinden de benzer şekilde bir mukayese yapılmıştır. Traktör üzerinden yapılan mukayesede durum çok daha belirgin bir biçimde görülmektedir. Çiftçi bir traktör (New Holland TT 50) almak için 2014 yılında (ortalama) her türlü destek dâhil 41.050 kg buğday satması gerekirken, 2015 yılı ocak ayında aynı traktörü alması için satması gereken buğday miktarı 42.786 kg’a yükselmiştir. Yani aynı traktörü almak için çiftçimizin 1.736 kg daha fazla buğday satması gerekmiştir. Bu karşılaştırma 2013 yılı için yapıldığında da, 2014 yılı için yapıldığında da çiftçinin zararına olduğu görülmektedir. Aslında Tarım Bakanlığının yayınındaki rakamlar her şeyi en güzel şekilde açıklıyor. Biz bu konuda AK Parti iktidarının Tarım Bakanlığının bir kuruluşu olan Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü Müdürlüğünün yayınlarını dikkate almasını ve çiftçinin yıldan yıla zarar etmesi değil, kar etmesini sağlayacak uygulamaları tatbik etmesini kendilerine tavsiye ediyoruz. Bilindiği üzere 54. Erbakan Hükümeti döneminde, 1997 yılında TMO 2. Sınıf Anadolu Kırmızı Sert Ekmeklik Buğday fiyatlarını 18.000 TL/kg’dan 41 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 33.000 TL/kg’a yükseltti. Yani buğday alım fiyatını, AK Parti iktidarının yaptığı gibi %7-8 değil, %83 arttırdı. Bu uygulama çiftçimizin yüzünü güldürdü, kar etmesine sebep oldu. Çiftçi kar edince üretimini artırdı. Bu da Türkiye’nin buğday üretiminin artmasına sebep oldu. Biz AK Parti iktidarından buğday alım fiyatını Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Başbakan olduğu 54. Hükümetin artırdığı oranda artırmasını beklemiyoruz. Ama buğday alım fiyatındaki artışın girdi fiyatlarındaki artışın çok gerisinde kalmasının da hatalı bir uygulama olduğunu hatırlatmadan geçmek istemiyoruz. Kısaca son yıllarda, 2011 ve 2012 yıllarında buğday üreticisi çiftçi mağdur edildiği gibi, 2013, 2015 ve 2016’da da mağdur edilmiştir. 2014 yılında ise çiftçiyi mağdur etmemek düşüncesiyle Bakanlık veya TMO piyasaya hiç girmemiş ve buğday üreticisi yalnız bırakılmıştır. Saadet Partisi olarak buğday üreticisine yapılan diğer desteklerin devam etmesini, çiftçimizin ürününü pazarlarken makul ölçüler içinde desteklenmesini istiyoruz. İktidarın “Dünya buğday fiyatlarını da dikkate alarak ülkemizde buğday fiyatlarını belirliyoruz.” şeklindeki açıklamalarını gerçekçi bulmuyoruz. 2015 yılında hazırladığımız raporda 2015 yılında hasat başlamadan önce serbest piyasada 90-93 kuruş olan 1 kg Anadolu Kırmızı Sert Ekmeklik Buğday’ın fiyatı bakanlıkça (TMO) 86.2 kuruş/kg olarak açıklandı. Saadet Partisi olarak, müdahale alım fiyatının 120 kuruş olması gerektiğini ifade etmiştik. 2016 yılında ise 1 kg Anadolu Kırmızı Sert Ekmeklik Buğday’ın müdahale alım fiyatının 140 kuruş olması gerektiğini ifade etmiştik. Tabii ki bu fiyat ilerleyen zaman içinde yükseltilecektir. Saadet Partisi iktidarında her türlü tarım 42 Enflasyon (TÜFE) ürünlerini üreten çiftçilerimiz alın terlerinin karşılığını alacaklardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bu konuyu bitirmeden bir sual sormak istiyoruz. Kâr edemeyince çiftçi bu işi niçin yapsın? Bu sualin cevabını yetkililerin vermesi gerekir. Çiftçi üretim yapmazsa veya yapamazsa ortaya çıkacak durumu düşünmek bile istemiyoruz. İnsanımız ekmek bulamaz, aç kalır, Allah (c.c.) korusun. Tabii bu arada tarımsal üretimin tabiat şartlarına bağlı olduğunun ve sürekli büyük bir risk taşıdığının da dikkate alınması gerekir. Mesela, 2014’de yaşanan don hadisesinden dolayı meyve üreticilerinin, özellikle kayısı ve fındık üreticilerinin durumunun da dikkate alınması gerekirdi. Tarımsal üretimde risk fazladır. Bu yüzden her türlü meyve ve sebze üretimini gerçekleştiren üreticilerimize yapılan devlet desteği artırılmalıdır. Hayvancılıkta da aynı hatalı politikalar uygulanmıştır. Öyle ki daha önce canlı hayvan ve et ihraç eden Türkiye 2010 yılında et ve canlı hayvan ithal etmek mecburiyetinde kalmıştır. 2010 yılında idrak ettiğimiz kurban bayramında kurbanlık hayvan ithal eden Türkiye 2011 yılında da kurban bayramı için kurbanlık hayvan ithal etmekten kurtulamamıştır. 2012 yılında ise canlı hayvan ve et ithalatı devam etti. 2014’de de besi materyali dana ithalatına izin verildi. 2016 yılında ise 08.04.2016’da yayınlanan 1. Kararname ile (8595 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı) 15.000 ton büyükbaş hayvan eti ve 03.05.2016’da yayınlanan 2. Kararname ile (8794 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı) de 400.000 43 Türkiye’nin Ekonomik Durumu baş kasaplık ve 150.000 baş da damızlık büyükbaş hayvan ithalatına izin verilmiştir. Ayrıca 8794 Sayılı 2. Kararname ile 20.000 baş da canlı koyun ve keçi ithaline izin verilmiştir. Yani AK Parti hükümetlerinin “Hayvancılığı geliştirdik.” diye tüm övünmelerine rağmen canlı hayvan ithalatı da et ithalatı da devam ediyor. 2017 yılında da ithalat devam ediyor. 27.12.2016 tarihli 9664 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 31.12.2017 tarihine kadar Et ve Süt Kurumu Genel Müdürlüğünce 0 (sıfır) gümrükle 500.000 baş hayvan ithalatına izin verilmiştir. Saadet Partisi olarak canlı hayvan ve et ithalatının yapılmasının hayvancılığımıza zarar vereceğini ifade ediyor ve ithalata karşı olduğumuzu açıklıyoruz. Biz daha önceki raporumuzda da bu konu ile ilgili olarak görüşlerimizi açıklamıştık. Aslında Türkiye’nin kırmızı et üretiminde bu duruma düşeceği Devlet Planlama Teşkilatı Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı Hayvancılık Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda açıkça kaydedilmiştir. Ama AK Parti yöneticileri kendi bürokratlarının hazırladıkları raporları bile inceleyip önlem almamakta, ülkeyi el yordamı ile idare etme cihetine gitmektedirler. İktidara bir kez daha hatırlatıyoruz. Politikalarınız hatalı! Bu yanlıştan vazgeçiniz! Türkiye gibi tarımsal üretime müsait bir ülkede gerek bitkisel üretim ve gerekse hayvansal üretim niçin arzu edilen düzeyde değil diye bir soru akla gelebilir. Bu sualin cevabı iktidarların uyguladığı tarım politikaları ile ilgilidir. Eğer uygulanan tarım politikaları çiftçinin gelir düzeyini arttıran milli politikalar ise tarımsal üretim artmaktadır. Yok, eğer uygulanan tarım 44 Enflasyon (TÜFE) politikaları çiftçinin gelir düzeyini arttırmayan IMF politikaları ise tarımsal üretim düşmektedir. Türkiye IMF politikalarını terk edip Milli Görüş politikalarını uygularsa üretim artar. AK Parti iktidarları tarımsal üretimi artırmak üzere çiftçiye destek verildiğini her vesile ile ifade etmektedirler. Evet, yıllardan beri çiftçiye tarımsal destek veriliyor. Sadece AK Parti hükümetleri döneminde değil daha önceki hükümetler döneminde de çiftçiye tarımsal destek veriliyordu ve bu destek miktarları yıllık bütçelerde de merkezi yönetim bütçe giderleri arasında tarımsal destekleme ödemeleri başlığı altında yer alıyordu. Biz çiftçiye destek yapılmıyor demiyoruz. Biz bu desteklerin yetersiz olduğunu söylüyoruz. Geliniz son yıllarda bütçeden yapılan tarımsal destek miktarlarına bir göz atalım; Dikkat edilirse bütçeden çiftçimize verilen destek yıllar itibariyle artmaktadır. Sadece 2009 yılında 2008 yılındakinden daha az tarımsal destek verilmiştir. 45 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 2010 yılındaki destek de 2008 yılındaki destek kadardır. Daha sonraki yıllarda da bütçeden yapılan tarımsal destekler artırılmıştır. Bütçeden tarıma yapılan bu destek miktarları azdır. AK Parti hükümetleri tarımsal üretimi teşvik amacıyla 2006 yılında kendi iktidarlarının çıkardığı 5488 Sayılı Tarım Kanunu’nun 21. Maddesi’nde belirtilen destek miktarı kadar ödeneği bütçeye koymamaktadırlar. Kanunda, Tarımsal Desteklemelerin Finansmanı başlığı altındaki 21. Madde’de, “…Bütçeden ayrılacak kaynak, Gayri Safi Milli Hasıla’nın yüzde birinden az olamaz.“ hükmü yer almaktadır. Ama AK Parti iktidarları bu hükme hiç uymamaktadırlar. Mesela 2015 yılında bütçeden tarıma ödenen destek miktarı 10.0 milyar TL’dir. Bu miktarı başta Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı olmak üzere hükümet başkanı ve diğer hükümet üyeleri, “Çiftçimize 2015 yılında 10.0 milyar TL destek verdik.” diyerek övünçle söylemektedirler. Ama şu bilinmelidir ki; kanun gereği 2015’de verilmesi gereken destek miktarı en az 19.5 milyar TL olmalıydı. Zira 2015 yılında Türkiye’nin milli gelirinin 1 trilyon 945 milyar TL (1.944.594 milyon TL) olması öngörülmüştür. Bunun %1’i 19.45 milyar veya yaklaşık 19.5 milyar TL eder. 2016 yılında da bütçeye kanunda öngörülen miktar kadar tarımsal destek konulmamıştır. 2016 yılı bütçesinde tarımsal destek olarak 11.6 milyar TL ayrılmıştı. Yıl içerisinde bunun 11.5 milyar TL’si harcandı. Aynı yıl Gayri Safi Milli Hasıla’nın 2 trilyon 206 milyar 828 milyon TL olması ön görülmüştü. Buna göre 2016 yılındaki tarımsal destek miktarının kanun gereğince 22.1 milyar TL olması gerekirdi. Ama görüldüğü gibi 46 Enflasyon (TÜFE) 2016’da da tarıma bütçeden ayrılan tarımsal destek kanunda ön görülen miktardan çok düşüktür. Bu durumu AK Partili bakanlar ve AK Partili yöneticiler söylemezler. Hadi, onlar açıklarını niçin söylesinler? AK Partililerin hükümetin hata ve eksikliklerini açıklamamaları siyaseten mazur görülebilir belki diyelim! Peki, ana muhalefet partisi CHP’ye ve MHP’ye ne diyelim? Onlar niçin söylemiyorlar? Başta Türkiye Ziraat Odaları Birliği olmak üzere, tarımla ilgili sivil toplum kuruluşları ve basınımız niçin konuyu gündeme getirmiyorlar? Bu durumu anlamak gerçekten çok zor sanırım! Maliye Bakanlığınca yayınlanan bütçe giderleri incelendiğinde; 2016 yılında bütçeden tarıma ayrılan 10.6 milyar TL’lik ödeneğin 3 milyar 013 milyon TL’lik kısmının hayvancılık desteği olduğu görülmektedir. Bize göre 2016 yılında hayvancılık için bütçeden ayrılan tarımsal destek miktarı da azdır. Bu hatalı uygulama daha önceki yıllarda da yaşanmıştı. Sonuç 2010’da et ve kurbanlık hayvan ithalatı olarak ortaya çıkmış idi. Bu sene de yani 2016’da da aynı durum yaşanmaktadır. Şurası bilinmelidir ki, eğer hayvancılık gerektiği şekilde desteklenmez ise besici zarar eder ve bu işi yapmaz. İşte o zaman et üretimi azalır ve ithalat gündeme gelir. Hepiniz hatırlarsınız biz Saadet Partisi olarak iktidarları hep uyarıyoruz, “Tarımsal destekleri arttırınız, özellikle pazarlama aşamasında çiftçimizi yalnız bırakmayınız, çiftçimizin yanında olunuz, gelişmiş ülkelerin tarıma verdiği desteği dikkate alınız ve hükümet olarak çiftçimizi üretimin her aşamasında destekleyiniz.” diyoruz. 47 Türkiye’nin Ekonomik Durumu İŞÇİ sıkıntılı. Çalışanların büyük kısmı devletin belirlediği asgari ücretten aylıklarını almaktadırlar. Bilindiği gibi, 2015 yılında senenin 1. altı ayında asgari ücretli bir işçinin eline aylık net 949 TL, 2. altı ayı için de 1.000 TL para geçmekte idi. 2015 yılı seçim senesi idi. AK Parti hükümeti 7 Haziran seçimlerinde oy kaybına uğrayınca 1 Kasım 2015 Genel Milletvekili Seçimleri’nde asgari ücrete 300 TL zam yapacağını açıkladı ve 2016 yılı başında bu zammı yaptı. Böylece asgari ücrete 300 TL zam gelmiş oldu. Bir diğer ifade ile daha önceki yıllardaki gibi asgari ücrete bir yılda %10 değil %30 zam yapılmış oldu ve asgari ücret 1.300 TL oldu. Açlık sınırının 4 kişilik bir aile için Aralık 2016’da (Memur-Sen) 1.546 TL olduğu dikkate alınırsa bu 1.300 TL’lik asgari ücretin de yetersiz olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Üstelik açlık sınırının altında olan asgari ücretten vergi de alınmaktadır. Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2017 yılında uygulanacak asgari ücreti 1.400 TL olarak belirledi. Saadet Partisi olarak biz, bu 1.400 TL’lik asgari ücretin düşük olduğunu ifade ediyoruz ve açlık sınırının 1.500 TL’nin üzerinde olduğu ülkemizde asgari ücretin çok daha yüksek olması gerektiğini söylüyoruz. Temennimiz asgari ücretin çalışanların alın terini karşılayacak düzeyde olmasıdır. Milli Görüş iktidarında, Saadet Partisi iktidarında asgari ücret açlık sınırının üzerinde belirlenecek ve asgari ücretten vergi alınmayacaktır. Kısaca asgari ücret insanımızın rahat bir hayat sürmesini temin edecek düzeye yükseltilecektir. Bunu gerçekleştirebilmek için iktidara geldiğimizde asgari ücrete %10-12 düzeyinde değil, en az %50 düzeyinde zam yapılacaktır ve asgari ücretten vergi alınmayacaktır. 48 Enflasyon (TÜFE) MEMUR sıkıntılı. Bilindiği üzere birkaç yıldan beri Memurların yıllık maaş artışları toplu sözleşme ile belirlenmektedir. Toplu sözleşmelerde belirlenen maaş artışı oranı eğer enflasyon (TÜFE) oranının altında kalırsa 1. altı ayın sonunda veya 2. altı ayın sonunda enflasyon farkı memura ödenmektedir. Burada bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz. Enflasyon farkı verilince memurun hayat standardındaki düşme bir ölçüde telafi edilmiş oluyor. Ama GSYH’daki büyümeden memurlara pay verilmesi hiç kimsenin aklına gelmiyor. Bize göre milli gelirdeki artan pastadan da memura bir pay verilmesi gerekir. 2015 yılında hükümet ile memur sendikaları arasında 2016 ve 2017 yıllarında memur maaşlarına yapılacak zamlar görüşüldü ve 2016 yılı için %6 + %5 = %11, 2017 yılı için de %3 + %4 = %7 olarak kararlaştırıldı. Biz bu toplu görüşmedeki artışların da yeterli olmadığını o zaman ifade etmiştik. Şimdi de ifade ediyoruz. Zira Memur-Sen’in tespitlerine göre Aralık 2016’da 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 4.369 TL’dir. Bu değer esas alındığında memurlarımızın çok büyük bir kısmının yoksulluk sınırının altında maaş aldıkları anlaşılmaktadır. Biz devletin hiçbir memurunun yoksulluk sınırının altında maaş almamasını istiyoruz. 54. Erbakan Hükümetinin enflasyonun %83 olduğu 1996-1997 yıllarında memurlara 1 yılda yaptığı ortalama maaş artışının %130 düzeyinde olduğu dikkate alınırsa AK Parti iktidarının yıllık enflasyonun %6.5 olarak öngörüldüğü 2017 yılında memur maaşlarına yapacağı yıllık toplam %7’lik artışın çok yetersiz olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 49 Türkiye’nin Ekonomik Durumu EMEKLİ sıkıntılı. Emeklilerin maaş artışları TÜFE’ye endekslidir. TÜFE oranında maaş artışı almaktadırlar. Eğer TÜFE hedef alınan enflasyon oranından yüksek olursa enflasyon farkı kendilerine ödenmektedir. Emeklilerimize de milli gelirdeki artıştan pay verilmemektedir. Maaşları düşük olduğu için enflasyon oranında yapılan artışlar emeklilerimizin ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktır. Emeklilerin maaşları düşük olduğu için pek çok vatandaşımız emekli olduktan sonra düşük ücretle de olsa bir iş bulup çalışmak zorunda kalıyor. 01 Kasım 2015’de yapılan Genel Milletvekili seçimlerinde AK Parti’nin emeklilerimize verdiği seçim vaadi çerçevesinde 2016 yılında emeklilerimizin maaşlarına enflasyon oranına ilaveten 100 TL zam yapıldı. Milli Görüş iktidarında, 54. Erbakan Hükümeti’nde enflasyon %83 iken emekli maaşlarına yapılan artışlar %100’ün üzerindeydi. Hatta BAĞKUR emeklilerinde %350’ler düzeyindeydi. Enflasyon oranının üzerindeki bu artış onların yüzünü güldürdü. AK Parti iktidarında emekliler yokluğa, sefalete mahkûm edildi. ESNAF sıkıntılı. Bu kesimlerde yani çiftçide, işçide, memurda ve emeklide para olmayınca esnaftan kim mal alacak? Bir avuç tuzu kuru rantiyeci mi? Hayır. Onlar ABD ve AB’nin lüks mallarını kullanırlar. Evet, çiftçide, işçide, memurda, emeklide para olmayınca esnaf malını satamıyor, kepenk kapatıyor. Öte yandan ülkemizde büyük şehirlerden başlayan AVM’ler ve büyük marketler diğer şehirlerimizde de yaygınlaşıyor. Bu durum küçük esnafın işini daha da zorlaştırıyor. 50 Enflasyon (TÜFE) Döviz fiyatları son bir yılda yaklaşık %30 arttı. Sanayici sıkıntılı. Otel rezervasyonları iptal ediliyor. Turizmci dertli. Peki, “Bu ülkede kim hayatından memnun?” diye birisi bize sorarsa sizi bilmem ama bizim cevabımız, “Rantiyeciler, paradan para kazananlar.” olur. 51 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 52 Büyüme Büyüme 53 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Büyüme, Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) Artışı ve Kişi Başına Milli Gelir Büyüme konusunda tartışmalar aldı başını gidiyor. AK Partili ekonomiden sorumlu bakanların ve bürokratların tartışmaları arasında galiba ekonomi yönetimi kontrolü kaybetti ve arabanın hız ayarını iyi yapamadı, takla attırdı. Zira 2011 yılında %8.8 olan büyüme oranı 2012’de %2.2’ye düştü ve hedefin de altında kaldı. Daha sonraki yıllarda da bir türlü arzu edilen büyüme hedefine ulaşılamadı. Sayın Başbakan da, AK Partili birçok bakan ve parti yöneticisi de konu ile ilgili açıklamalar yapmaktadırlar. Biz bu konuyu raporumuzda etraflıca ele alarak hem teşkilatlarımızı hem de halkımızı bilgilendirmek istiyoruz. Hükümet yetkilileri yıllardan beri Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) büyüklüğü açısından 30 OECD üyesi ülke arasında 16. veya 17. büyük ekonomi haline geldiğini açıklamaktadırlar. Ama ne hikmetse Türkiye daha üst sıralara mesela, 10. sıraya bir türlü gelememektedir. Türk ekonomisindeki büyüme oranları da devletin resmi kurumları tarafından açıklanmaktadır. Hükümet üyeleri de TV kameraları karşısına geçip “Biz iktidara geldiğimizde kişi başına milli gelir 3.500 dolar idi. Bunu 10.000 doların üzerine çıkardık.” şeklinde biraz da övünerek açıklamalar yapmaktadırlar. Ekonomide büyüme konusu çok önemlidir. Öneminden dolayı hükümetçe hazırlanan OVP’de üzerinde durulan temel ekonomik büyüklüklerden birisi büyümedir. “Orta Vadeli Program”ın yapılmasının 54 Büyüme temel esprisi nedir? Sanıyoruz OVP’nin yapılmasının temel esprisi, hükümetin geçmiş yıllardaki bütçe uygulamaları ile dünyada ve Türkiye’deki ekonomide yaşanan gelişmeleri de dikkate alarak önümüzdeki üç yıl için temel ekonomik büyüklükleri belirleyip bu ekonomik büyüklükler çerçevesinde önümüzdeki yılın ekonomi kararlarını vermek ve bütçesini yapmaktır. Eğer 14 yıldan beri bu ülkeyi yöneten bir hükümet geçen sene yaptığını bu sene bitmeden değiştiriyorsa, hükümetin ekonomik konulardaki öngörüleri de tutmuyorsa bunun anlamı “Hükümet ekonomiyi planla-programla idare etmiyor, deneme-yanılma yöntemiyle, el yordamıyla idare ediyordur.” “Biz böyle olacağını öngörmüştük ama olmadı. Ne yapalım?” demekle konu geçiştirilemez. Zira ABD ve AB ülkelerinde yaşanan kriz de biliniyordu. Türkiye’de yaşanan terör olayları da biliniyordu. Suriye ve Irak’taki çatışmalar da biliniyordu. Hükümetin bu şartları ve dünyada yaşanan diğer olayları dikkate almadan program yapması kelimenin tam anlamıyla işi ciddiye almamaktır. Program yapılırken çok dikkatli olunmalı, tabir-i caizse “kılı kırk yararcasına” bir itinayla program hazırlanmalı ve devlet ciddiyetine yakışır bir biçimde uygulanmalı, “Olmadı, değiştir (revize et).” denilmemelidir. Büyüme konusuna çeyrek dilimler (3 aylık) halinde açıklanan 2015 ve 2016 (ilk 2 çeyrek) yıllarına ait GSYH verilerinin kısa bir değerlendirmesini yaparak girmek istiyoruz (Tablo 5). Değerlendirmelerimize geçmeden önce şu hususu altını çizerek açıklamak istiyorum. TÜİK 2016 55 Türkiye’nin Ekonomik Durumu yılına ait ilk iki çeyreği daha önce açıkladığı yöntemi esas alarak açıklamıştı. 2016 yılının 3. çeyreğinden itibaren Avrupa Birliği Yönetmeliklerine (ESA 2010) uygun olarak yapılan revizyonu tamamladığını belirterek 2015 yılının 4 çeyreği ile 2016 yılının tüm verilerini açıkladı. Yani sene ortasında revizyona gitti. Tabi revizyon yapınca daha önce açıklanan 2015 yılına ait 4 çeyrek ile 2016 yılının ilk 2 çeyreğine ait rakamların hepsi yükseltildi. Hesaplama yapılırken zincirlenmiş hacim endeksi olarak “2009 = 100” alınmış. Lütfen dikkat ediniz! Senenin ortasında revizyon yapılıyor ve Türk ekonomisinin %-4.8 küçüldüğü 2009 yılı başlangıç alınıyor. Diğer yıllara ait revizyonlar yapılmadığı için biz tablolardaki karşılaştırmaları daha önce verilen değerler üzerinden yapacağız. Ancak yöntemler arasındaki farklılığı ortaya koyabilmek için de çeyrek dilimler halinde 2015 ve 2016 yıllarındaki GSYH sonuçlarının yeni yönteme ait rakamlarını da Tablo 6’da veriyoruz. Tablo 5 ile Tablo 6’da verilen değerler karşılaştırıldığında hem TL bazında hem de Dolar bazındaki cari fiyatlarla GSYH miktarlarının Tablo 6’da verilen değerlerinin daha yüksek olduğu görülmektedir. 56 Büyüme Tablo 5: Çeyrek Dilimler Halinde 2015 ve 2016 Yıllarındaki GSYH Sonuçları (Eski Yönteme Göre) Kaynak: TÜİK Tablo 6: Çeyrek Dilimler Halinde 2015 ve 2016 Yıllarındaki GSYH sonuçları (Yeni Yönteme Göre) Kaynak: TÜİK 57 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Tablo 5’in incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, 2015 yılındaki GSYH verileri ile büyüme hızları 3’er aylık dilimler halinde ve eski hesaplama yöntemine göre 2015 yılının tamamını kapsayacak şekilde verilmiştir. TL bazında cari fiyatlarla GSYH 2015 yılında 1 trilyon 952 milyar 638 milyon TL‘dir. Dolar bazında cari fiyatlarla GSYH’da 2015 yılında 719 milyar 620 milyon dolar olmuştur. TL bazında sabit fiyatlarla GSYH ise 2015 yılında 131 milyar 273 milyon TL olmuştur. Tablo 6 incelendiğinde 2015 yılında TL bazında cari fiyatlarla GSYH ile Dolar bazında cari fiyatlarla GSYH ve GSYH’nın zincirlenmiş hacim endeksinin yeni yönteme göre hesaplanan değerlerinin yükselmiş olduğu görülmektedir. Tablo 5’de 2016 yılı verileri de 3’er aylık dilimler halinde ve 2016 yılının ilk 6 ayını kapsayacak şekilde verilmiştir. 2016 yılında 6 aylık GSYH TL bazında cari fiyatlarla 1 trilyon 023 milyar 776 milyon TL, Dolar bazında ise 350 milyar 387 milyon dolar olmuştur. Sabit fiyatlarla GSYH ise ilk 6 aylık sürede 64 milyar 710 milyon TL’dir. 2016 yılının ilk iki çeyreğine ait değerlerde de yükselmenin olduğu Tablo 6 incelendiğinde görülmektedir. Tablo 5’deki cari fiyatlarla büyüme hızları incelendiğinde TL bazında büyüme hızlarının %10’lar düzeyinde olduğu görülmektedir. Ama Dolar bazında büyüme hızları incelendiğinde 2015 yılının tamamında ve 2016 yılının ilk çeyreğinde büyüme hızının negatif olduğu görülmektedir. Bunun anlamı Dolar bazında Türk ekonomisinde üst üste 5 çeyrek büyüme değil küçülme olmuştur. 2016 yılının 2. çeyreğinde ise %0.4 gibi çok cüzi bir büyümenin olduğu Tablo 5’den görülmektedir. Tablo 6’da bu büyüme oranları verilmemiştir. 58 Büyüme Tablo 5’in son sütunundan görülebileceği üzere, “Büyüme” olarak isimlendirilen sabit fiyatlarla GSYH’daki % değişim veya büyüme hızı ise 2015 yılında %4.0 olmuştur. OVP’de yapılan son revizyon ile 2016 yılında büyüme hızının %3.2 olması hedef alınmıştı. İlk 6 aylık süredeki büyüme hızı %3.9’dur. 15 Temmuz 2016’da yaşanan başarısız darbe teşebbüsünün, PKK terör olaylarının ve Suriye ile Irak’taki operasyonların da etkisi ile 2016’da büyüme hızı %3.2’nin de altında kalmıştır. Zira Büyüme rakamları çeyrek dilimler (üçer aylık dilimler) halinde incelenirse büyüme rakamlarının peş peşe küçüldüğü görülmektedir. Yetkililere soruyoruz, “Bu küçülme nereye kadar devam edecek?” Tablo 6 incelendiğinde eski yönteme göre 2015 yılında %4 olan GSYH’daki değişim oranı yani büyüme hızının yeni yönteme göre yapılan hesaplamada %6.1 olarak verildiği görülmektedir. Yani büyüme hızı da yeni yönteme göre verilen hesaplamada yükselmiş olarak görülmektedir. Saadet Partisi olarak iktidarı uyarıyoruz. Gerekli önlemleri alarak Türkiye’nin büyümesini temin ediniz. Aksi halde Türk ekonomisi çok büyük sıkıntılara girer. 2015 ve 2016 yıllarındaki büyümeyi çeyrek dilimler halinde inceledikten sonra Türkiye’nin ve vatandaşımızın durumunu objektif bir şekilde ortaya koymak amacıyla, TÜİK tarafından yayınlanan ekonomik veriler kullanılarak 1998’den günümüze kadar olan süreçte GSYH miktarları ile kişi başına düşen milli gelir 59 Türkiye’nin Ekonomik Durumu ve büyüme (reel) oranları Tablo 7’de verilmiştir. Tablodaki verilerin daha kolay anlaşılması için de Şekil 3, 4, 5, 6 ve 7 çizilmiştir. Tablo 7’nin ve Şekil 3’ün incelenmesinden anlaşılacağı üzere, cari fiyatlarla hesaplandığında TL bazında GSYH yıllar itibariyle artmıştır. Türkiye’de 1998’den 2002 yılına kadar olan sürede cari fiyatlarla GSYH 70 milyar 203 milyon TL’den 350 milyar 476 milyon TL’ye yükselmiştir. Yani bu süredeki artış 5 kat olmuştur. Ama Türkiye’de 5 kat büyüme olmamıştır. Nitekim Dolar bazında aynı zaman diliminde GSYH miktarı 270 milyar 947 milyondan 230 milyar 494 milyon dolara düştüğü gibi (Tablo 7 ve Şekil 4), sabit fiyatlarla GSYH çok az artmıştır. Tablo 7’nin 5. sütunundan ve Şekil 6’dan görülebileceği gibi, 1998’de sabit fiyatlarla GSYH 70 milyar 203 milyon TL’den 2002’de 72 milyar 520 milyon TL’ye yükselmiştir ki, bu da %3 - 3.5 gibi cüzi bir artıştır. Aradaki yıllarda mesela 1999 ve kriz yılı olan 2001’de sabit fiyatlarla GSYH 1998’deki 70 milyar 203 milyon TL’nin de altına düşmüştür. Öte yandan AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonrasına bakılırsa 14 yılda yani 2002 ile 2016 yılları arasında cari fiyatlarla GSYH’nın 350 milyar 476 milyondan 2 trilyon 590 milyar 517 milyon TL’ye (yeni yönteme göre hesaplanmış) yükselmiş olduğu görülür. Bunun anlamı TL bazında GSYH’da 14 yılda 7.39 kat artış olmuştur. Bu artış izafi bir artıştır. Milli gelir hesaplama yöntemi değiştirilerek, malların fiyatı yükseltilerek elde edilmiştir. Böyle bir reel büyüme yoktur. 60 Büyüme Tablo 7: Yıllar İtibariyle GSYH ve Kişi Başına Düşen Milli Gelir Miktarları ile Büyüme (Reel) Oranları Kaynaklar: TÜİK, *Merkez Bankası verileri, **Tarafımızdan hesaplanmıştır, *** Yeni yönteme göre verilen değerler Şekil 3: Yıllar İtibariyle Cari Fiyatlarla GSYH (Milyar TL) 61 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Nitekim Tablo 7’nin 5. sütununda TL cinsinden verilen sabit fiyatlarla GSYH miktarlarına ve Şekil 6’ya bakılırsa 2002 yılında 72 milyar 520 milyon TL olan GSYH miktarının 2016 yılında 157 milyar 300 milyon TL’ye yükseldiği görülür. Yani 14 yıldaki artış 2.17 kattır. Reel büyüme dediğimiz asıl büyüme de sabit fiyatlarla GSYH’deki değişimdir. Şekil 4: Yıllar İtibariyle Cari Fiyatlarla GSYH (Milyar Dolar) Tablo 7’deki büyüme oranı olarak aldığımız son sütun ve Şekil 7 incelenirse Türkiye’de büyüme oranlarının yıllar itibariyle çok değiştiği, istikrarlı bir büyümenin olmadığı görülür. Nitekim bazı yıllar %8-9 büyüyen Türk ekonomisi bazı yıllar %4-5 küçülmüştür. Bu değişim Şekil 7’den çok net, çok açık bir biçimde görülmektedir. Tablo 7’nin son sütununda verilen büyüme oranlarından 2003 ile 2016 yılları arasındaki 14 yılda büyümenin yıllık ortalamasının %4.61 olduğu hesaplanır. Türkiye’nin cumhuriyet tarihi boyunca ortalama yıllık büyüme oranı da %5’tir. Burada bir hususa daha dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. 2001 yılı Türkiye’de kriz yılı idi. Türk 62 Büyüme ekonomisi 2001 yılında %5.7 küçüldü. 2008’de ABD’de kriz oldu, Türkiye’de olmadı. Hatta o yıllardaki Sayın Başbakanımız bu krizin Türkiye’yi etkilemeyeceğini, “teğet geçeceğini” söylemişlerdi. Ama 2009’da da Türk ekonomisi %4.8 küçüldü. Görülüyor ki, Türk ekonomisi dış etkilere karşı çok hassas. ABD’deki kriz veya AB’deki kriz Türk ekonomisini etkiliyor. ABD’deki 2008 krizinin Türkiye’ye olan etkisi daha sonraki yıllarda da devam etmiş olacak ki, Türkiye 2012 yılından sonraki yıllarda da bir önceki yıla göre revize edilerek düşürülen hedeflerin de altında, bir büyüme gerçekleştirmiştir. 2015’de %4’lük büyüme hızını gerçekleştiren Türkiye, 2016 yılında eski yönteme göre %4 olarak verilen ve daha sonra %3.2’ye revize edilen büyüme hedefini bile tutturamamış ve yeni yönteme göre verilen %2.9’luk büyüme hedefini ancak gerçekleştirebilmiştir. Eğer 2016’da eski yönteme göre hesaplanmış olsa idi bu %2.9’luk büyüme oranı %2’nin de altında kalabilirdi. Saadet Partisi olarak biz diyoruz ki, bu %4’lük veya %5’lik büyüme oranları Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için çok düşüktür. Türkiye’nin genç ve dinamik bir nüfusu vardır. Tabii kaynakları da boldur. İktidarın iyi bir planlama ile tüm kaynakları harekete geçirerek büyüme hızını hiç değilse %7’nin üzerine çıkarması gerekir. Aksi halde Türkiye’nin ulaşmaya çalıştığı gelişmiş ülkeler seviyesine gelmesi mümkün olmaz, insanımızın da ekonomik sorunları ve sıkıntıları artar, azalmaz. Dolar bazında hesaplanan GSYH miktarları da cari fiyatlar esas alınarak belirlenmiştir. Tablo 7’nin 3. sü- 63 Türkiye’nin Ekonomik Durumu tunundaki değerler incelendiğinde Dolar bazında hesaplanan GSYH miktarlarının da kriz yılı olan 2001’de ve 2008 ABD krizi sonrasında, 2009’da ve 2014 ile 2015 yıllarında bir önceki yıllara göre azaldığı görülmektedir. 2016 yılında ise hesaplama yöntemi değiştirildiği için GSYH yüksek olmuştur. Döviz fiyatları son yıllarda baskı altında tutulduğu için bu rakamlar da yüksek çıkmıştır. Dolar bazında hesaplanan GSYH’nın o yılki nüfusa bölünmesiyle bulunan Kişi Başına GSYH miktarları da yıllar itibariyle çok yükselmiş görülmektedir (Tablo 7 Sütun 4 ve Şekil 5). Tablo 7’nin 4. sütunu ile Şekil 5’in incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, 1998 yılında 4.338 dolar olan kişi başına düşen GSYH miktarı 1999 ve 2001 yıllarında belirgin şekilde azalmıştır. Kriz yılı olan 2001 yılında 3.021 dolara düşmüştür. 2002 yılında ise artarak 3.492 dolar olmuştur. 2002 yılında 3.492 dolar olan kişi başına GSYH, yıllar itibariyle artarak 2008’de 10.440 dolara yükselmiş, 2009’da azalarak 8.574 dolar olmuş ve 2010’da yine 10.000 doların üzerine çıkmıştır. Kişi başına GSYH’daki artış 2011, 2012 ve 2013 yıllarında da devam etmiş ve 2013’de 10.822 dolar olmuştur. 2013’de 10.822 dolar olan kişi başına düşen GSYH 2014 yılında 10.395 dolara, 2015 yılında da 9.261 dolara düşmüştür. 2016 yılında 9.000 doların altına düşmesi beklenen kişi başı GSYH miktarı hesaplama yöntemi değiştirilince 10.807 dolar olmuştur. Bir yükselme var gibi görülmektedir. Oysaki bu durum, hesaplama yönteminin değiştirilmesinden kaynaklanmıştır. 64 Büyüme Yıllardan beri bu millete 2023’de 25.000 dolarlık kişi başına milli geliri hedef gösteren iktidarlar maalesef arzu edilen artışı gerçekleştirememişlerdir ve 2014 ve 2015 yıllarında Dolar bazında kişi başına düşen milli gelir miktarı azalmıştır. 2016’da ise hesaplama yönteminden kaynaklanan bir yükseltme söz konusu olmuştur. Kişi başına düşen GSYH biraz da zenginlik ölçüsü olarak algılandığı için iktidar yanlıları tarafından sürekli gündeme getirilmektedir. Aynı tablonun son sütununda TÜİK tarafından açıklanan reel büyüme oranları verilmiştir. Bu oranlar esas alınarak 2002 ile 2016 yılları arasında bir hesaplama yapılırsa 2002’de 3.492 dolar olan kişi başına GSYH miktarının 2016 yılında 6.950 dolar civarında olduğu hesaplanabilir ki, bu da iktidar mensuplarının açıkladığından çok düşük bir gelir düzeyi demektir. Şekil 5: Yıllar İtibariyle Kişi Başına GSYH (Dolar) 65 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Şekil 6: Yıllar İtibariyle Sabit Fiyatlarla GSYH (Milyar TL) Şekil 7: Yıllar İtibariyle Büyüme Oranları (Reel) (%) Burada bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Kişi başına düşen GSYH miktarı 2016 yılının 3. çeyreğinde uygulamaya konulan Avrupa Birliği yönetmeliklerine (ESA 2010’a) göre hesaplandığından daha önce 2016 yılı için verilen değerden daha yüksek ol- 66 Büyüme muştur. Son yıllarda hazırlanan OVP’lerde yer alan satın alma gücü paritesine göre hesaplanan kişi başına gelir 2015 yılı için 19.917 dolar, 2016 yılı için de 20.396 dolar olarak verilmiştir. Bu rakamların gerçeği ne kadar yansıttığını sizlerin değerlendirmesine bırakıyorum. Kişi Başına düşen GSYH miktarının hesaplama yöntemi de ülkemiz gerçeğini hiçbir şekilde yansıtmamaktadır. Zira hesaplama yöntemi gerçekçi değildir. Asgari ücretle çalışan insanların yıllık gelirleri ile dev şirketlerin, holdinglerin, bankaların yıllık gelirlerini toplayıp o yılki nüfusa böleceksiniz ve dönüp asgari ücretle çalışan insana “Senin kişi başına yıllık gelirin 10.500 dolar.” diyeceksiniz. Hiç kimse kusura bakmasın ama bu ifade gerçekçi bir ifade değildir. Mesela, asgari ücret 2016 yılında 1.300 TL idi. Bunun anlamı asgari ücretle çalışan bir işçinin eline 2016 yılında toplam 15.600 TL para geçmiştir. Aynı yıl ortalama Dolar kurunun 3.00 TL (şu günlerde çok yüksek ama) olduğunu dikkate alırsak bu 15.600 TL yaklaşık 5.200 dolar eder. Daha önceki yılları esas alsak da bu rakamlar çok fazla değişmez. AK Parti iktidarı 2016 yılında eline 5.200 dolar geçen bir aile reisine diyor ki, senin kişi başına yıllık gelirin 10.800 dolar. Eğer 3 çocuklu bir aile ise anne ve baba ile birlikte aile 5 kişiden oluşuyordur. Bu durumda Asgari ücretle geçinen bu ailenin eline yıllık 5 * 10.800 = 54.000 dolar para geçiyor demektir. Bu 54.000 doların 2016 yılındaki ortalama Dolar kuru (3.00 TL kabul edilerek) üzerinden karşılığı yaklaşık 162.000 TL’dir. 162.000 TL’lik yıllık gelir aylık 13.500 TL’ye denk gelir ki, aylık geliri 13.500 TL olan bu ülkede çok az çalışan var. 67 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Kişi Başına düşen gelir miktarını ele almışken sanırım Türkiye’de gelir dağılımındaki adaletsizlikten de bahsetmek gerekir. TÜİK’in yaptığı 2015 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması Tablo 8’de verilmiştir. Tablo 8: Eşdeğer Hanehalkı Kullanılabilir Gelire Göre Sıralı %20’lik gruplar, 2014-2015 Kaynak: TÜİK Tablo 8’den Türkiye’deki gelir dağılımındaki adaletsizlik çok açık, çok net bir şekilde görülmektedir. Tablo yapılırken %20’lik 5 grup oluşturulmuş ve her bir %20’lik grubun milli gelirden aldığı pay hesaplanmıştır. 2015 yılında bu gruplardan milli gelirden en düşük payı %6.1 ile 1. grup, en yüksek payı ise %46.5 ile 5. grup almıştır. Yani aynı tablonun alt satırında verildiği gibi, ilk grup ile 5. grup arasında tam 7.6 kat fark vardır. Bu durum bir yıl öncesinde yani 2014 yılında da aşağı yukarı aynıdır. Yani ülkemizde bölüşümde de bir dengesizlik, bir adaletsizlik vardır. Bu konuda fazla bir şey söylemeden durumu Üstad’ın (N. F. Kısakürek) Destan şiirindeki şu mısraları ile ifade etmek istiyoruz. 68 Büyüme “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul. Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; Yaşasın kefenimin kefili karaborsa!” Saadet Partisi iktidarında gelir dağılımındaki bu adaletsizlik giderilecektir. Mesela vergiler az kazanandan az, çok kazanandan çok alınacak ve asgari ücretten hiç vergi alınmayacaktır. 69 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 70 Borçlar Borçlar 71 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Türkiye’nin toplam borcu (iç borç + dış borç) devletin yayınlamış olduğu resmi rakamlara göre sürekli artmaktadır. Ülkemizin yıllar itibariyle borç durumu Tablo 9’da verilmiştir. Tablodaki rakamlardan yararlanılarak Şekil 8, 9 ve 10 çizilmiştir. Biliyoruz, hükümet üyeleri ve AK Parti yetkilileri bu rakamları açıklamıyorlar. Onlar sadece IMF’ye olan borcu söylüyorlar. Vatandaşa eksik bilgi veriyorlar. Evet, Türkiye’nin IMF’ye olan borçlarının son taksiti de Mayıs 2013’de ödendi ve böylece Türkiye’nin IMF’ye borcu kalmadı. Yetkililer Türkiye’nin IMF’ye 5 milyar dolar borç verebileceğini de söylüyorlardı ama Tablo 9’dan da görülebileceği gibi, ülkemizin gerek dış borcu ve gerekse iç borcu sürekli artıyor. Ama Türkiye’nin iç borçları ile dış borçlarından dolayısı ile toplam borçlarından iktidar olsun muhalefet olsun hiç kimse bahsetmiyor. Madem Türkiye’nin hiç borcu yoktu niçin 2016 yılı bütçesinden 50.2 milyar TL faiz ödemesi yapıldı? Ya da madem Türkiye’nin hiç borcu yok, o halde bu senenin, 2017 yılının bütçesine 57.5 milyar TL faiz ödemesi niçin koyuldu? Son birkaç aydan beri yapılan bu faiz tartışması niye? Bu sualleri her vatandaşımız kendi kendine sormalı ve cevabını aramalıdır. İktidar partisi ve parlamentoda grubu bulunan muhalefet partileri Türkiye’nin bu önemli sorununu dile getirmeyince Saadet Partisi olarak bizler Türkiye’nin dış borcunu, iç borcunu ve toplam borcunu milletimize açıklıyoruz. 72 Borçlar Tablo 9: Yıllar İtibariyle Türkiye’nin Dış Borç, İç Borç ve Toplam Borcu ile Kişi Başına Borç Durumu Kaynak: www.hazine.gov.tr, *İç Borç miktarı Merkez Bankası tarafından verilen Dolar satış kuruna bölünerek iç borcun Dolar karşılığı tarafımızdan hesaplanmıştır. ** Toplam Borç (Milyar Dolar) miktarı o yılki nüfusa bölünerek tarafımızdan bulunmuştur. ***Dolar bazında iç borcun azalma sebebi Dolar’daki yükselmedir. Tablo 9’un ve Şekil 8 ile 9’un incelenmesinden anlaşılacağı üzere, 2009 yılı istisna tutulursa 2001’den itibaren yıllar itibariyle Türkiye’nin Dolar bazında dış borcu sürekli artmıştır. TL bazında iç borcu ise sürekli 73 Türkiye’nin Ekonomik Durumu artmıştır. Dolar bazında iç borçtaki azalma 2006, 2009, 2011 2012, 2013, 2014, 2015 ve 2016 yılları için de söz konusudur. Bu azalmanın sebebi bu yıllarda Dolar kurunda meydana gelen hızlı yükselmelerdir. Yoksa Türkiye borçlarını ödediği için bir azalma değildir. Aynı tablodan ve Şekil 8’den 2009 yılı ile 2014 ve 2015 yılındaki toplam borç da azalmış görünmektedir. Bu azalmalar da Dolar’daki aşırı yükselmelerden ileri gelmiştir. Şekil 8: Yıllar İtibariyle Dış Borç, İç Borç ve Toplam Borç (Milyar Dolar) 2002 yılı sonunda 129.6 milyar dolar olan dış borcun 2016’da 404.2 milyar dolara, Dolar bazında 2002’de 102.6 milyar dolar olan iç borcun 2016 yılında 170.4 milyar dolara ve 2002’de 232.2 milyar dolar olan toplam borcun da 2016 yılında 574.6 milyar dolara yükseldiği Tablo 9’dan ve Şekil 8’den görülmektedir. Toplam borcumuzu esas alarak bir değerlendirme yaparsak Türkiye, 2002’den 2016 yılı sonuna kadar geçen 14 sene zarfında 342.4 (574.6-232.2=342.4) milyar dolar daha borçlanmıştır diyebiliriz. 74 Borçlar Şekil 9: Yıllar İtibariyle İç Borç (Milyar TL) Yıllar itibariyle Türkiye’nin toplam borç miktarının o yılki nüfusuna bölünmesiyle bulunan kişi başına borç miktarı Tablo 9’dan ve Şekil 10’dan görülmektedir. Tablo 9 ve Şekil 10 incelendiğinde, kişi başına borç miktarının da kriz yılı olan 2009’da bir miktar düşüş gösterdiği, daha sonra 2013 yılına kadar da arttığı görülmektedir. 2013 yılından sonra ise Dolar’daki hızlı yükselmeye bağlı olarak nispeten azaldığı görülmektedir. 2002’de 3.510 dolar olan kişi başına borç miktarı 2016 yılında 7.200 dolara yükselmiştir. Türkiye’nin zenginleştiğini ve 2002’de kişi başına düşen GSYH’nın 3.500 dolar olduğunu, kendi iktidarlarında 2013 yılında bunun 10.500 doların üzerine çıkarıldığını söyleyen AK Parti iktidarı kendileri iktidara geldiği 2002’de kişi başına düşen borç miktarının 3.510 dolar olduğunu ve bu borcun 2013’de 8.010 dolara yükseldiğinden hiç bahsetmemektedir. 2014, 2015 ve 2016 yıllarında döviz kurundaki artıştan dolayı kişi başına düşen borç miktarında düşme olmuştur. Tür- 75 Türkiye’nin Ekonomik Durumu kiye’de fert başına düşen milli gelirin 10.500 dolar olduğu tartışılabilir ama fert başına düşen borç miktarının 7.200 doların üzerinde olduğu, sanıyoruz tartışılmaz bir realitedir. Şekil 10: Yıllar İtibariyle Kişi Başına Borç (Dolar) Tablo 9’da verilen iç borçların tamamı kamu sektörünün borcudur. Ancak dış borçların bir kısmı kamu sektörüne, bir kısmı da özel sektöre aittir. Bazı AK Partili yöneticiler ile fanatik AK Partili taraftarlar bu konuyu savunma amaçlı kullanıyorlar ve “Dış Borçların hepsi kamunun değil, özel sektörün de dış borcu var. Özel sektörün dış borçlarını niçin kamunun dış borcu gibi söylüyorsunuz?” diyorlar. Bize karşı da borçları yüksek göstererek hükümeti başarısız göstermek istiyorsunuz” gibi bir tavır içine giriyorlar. Biz, “Borçlar Türkiye’nin borcudur, ha kamu sektörünün, ha özel sektörün ne fark eder.” diyoruz. Bu ifademiz doğrudur. Ama buna rağmen bu suali soranlara cevap vermek ve teşkilat mensuplarımızdan gelen talepleri karşılamak üzere kamu sektörü (T.C. Merkez Bankası 76 Borçlar dâhil) ile özel sektörün dış borçlarını ayrı ayrı ele alıp bir değerlendirme yaptık. Kamu sektörü ile özel sektörün dış borçlarının yıllar itibariyle durumu Tablo 10’da, bu borçların yıllar itibari ile değişimi de Şekil 11’de verilmiştir. Tablo 10: Yıllar itibariyle Türkiye’nin Kamu Sektörüne (T.C. Merkez Bankası Dâhil) ve Özel Sektöre Ait Dış Borçları ile Toplam Dış Borç Durumu (Milyar Dolar) Kaynak: www.hazine.gov.tr İstatistikler-Kamu Finansmanı İstatistikleri-Türkiye Dış Borç İstatistikleri-Türkiye Dış Borç Stoku İstatistikleri 77 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Tablo 10’dan ve Şekil 11’den de görüldüğü gibi, yıllar itibariyle kamuya ve özel sektöre ait dış borçlar artmıştır. Kamuya ait dış borçlar 2002 yılı sonunda 86.5 milyar dolar iken yıllar itibariyle artarak 2016 yılı sonunda 120.0 milyar dolara yükselmiştir. AK Partili hükümet üyeleri ve AK Partili yetkililer TV kanallarında ve meydan mitinglerinde ya da salon toplantılarında “IMF’ye olan 23.5 milyar dolarlık borcu ödedik.” diye övünüyorlar. Evet, IMF’ye olan 23.5 milyar dolarlık borç ödendi ama IMF’ye olan borcun ödenmesine rağmen 14 yıllık AK Parti yönetiminde Türkiye’nin kamu sektörüne ait dış borcu 33.5 milyar dolar arttı. Bu süre zarfında özel sektörün de dış borcu artmıştır. Dolayısı ile Türkiye’nin toplam dış borcu artmıştır. Öyle ki, AK Parti’nin iktidara geldiği (Kasım 2002), 2002 yılının sonunda 129.6 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam dış borcu 2016 yılı sonunda 404.2 milyar dolara yükselmiştir. Yani Türkiye’nin dış borcu 14 yıllık AK Parti iktidarında 274.6 (404.2 129.6 = 274.6) milyar dolar artmıştır. 2016 yılındaki 404.2 milyar dolarlık toplam dış borcun 120.0 milyar doları yani %30’u kamu sektörüne, 284.2 milyar doları veya %70’i özel sektöre aittir. Tablo 10 ve Şekil 11 incelendiğinde özel sektöre ait dış borçların artışının çok hızlı olduğu dikkati çekmektedir. Öyle ki 2002’de 43.1 milyar dolar olan özel sektöre ait dış borç 2016 yılı sonunda 284.2 milyar dolara yükselmiştir. Borçları incelerken kamu sektörüne ait iç borç, dış borç ve toplam borç miktarlarını da vermek istiyoruz. Sanırız bunun da bilinmesinde yarar vardır. Yıllar itibariyle kamu sektörüne ait iç borç, dış borç ve toplam 78 Borçlar borç miktarları Tablo 11’de verilmiştir. Kamu sektörüne ait dış borç ile toplam borçların yıllar itibariyle değişimi de Şekil 12’de verilmiştir. Şekil 11: Yıllar İtibariyle Kamu Sektörüne ve Özel Sektöre Ait Dış Borç (Milyar Dolar) Tablo 9 ile Tablo 11’den görülebileceği ve Şekil 9’dan izlenebileceği gibi, Türkiye’nin iç borcu 2002’de 155.2 milyar TL iken yıllar itibariyle artarak 2016 yılı sonunda 514.7 milyar TL olmuştur. Yani 14 yılda 359.5 milyar TL artmıştır. Aynı zaman diliminde kamu dış borç stokunda bazı yıllar azalma olmasına rağmen genelde trend artış yönündedir. 2002’de 101.6 milyar TL olan dış borç stoku 2016 yılı sonunda 304.8 milyar TL’ye yükselmiştir (Tablo 11 ve Şekil 12). Dış borçlardaki artış iç borçlardaki artış kadar fazla olmamıştır. Kamuya ait iç borç stoku ile dış borç stoku artınca toplam borç stoku da artmıştır ve 2002’de 256.8 milyar TL olan kamunun toplam borcu 2016 yılı sonunda 819.5 milyar TL’ye yükselmiştir, bir diğer ifade ile 3.2 kat olmuştur ( Tablo 11 ve Şekil 12). 79 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Tablo 11: Yıllar İtibariyle Türkiye’nin Kamu Sektörüne Ait Dış Borç ve İç Borcu ile Toplam Borç Durumu (Milyar TL) Kaynak: www.hazine.gov.tr Şekil 12: Yıllar İtibariyle Kamu Sektörüne Ait Dış Borç ile Toplam Borç (Milyar TL) 80 Borçlar Türkiye bu borçları nasıl çeviriyor? Türkiye bu borçları, yeni borçlar alarak çeviriyor. Evet, devletimiz vadesi gelen borçları yeni borçlar alarak ödemektedir. Yani borcu borçla ödemektedir. Borcu borç alarak ödediği için devletimizin borcu her yıl, hatta her ay artmaktadır. Mesela, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından 30 Kasım 2016’da yayınlanan “İç Borçlanma Stratejisi” başlıklı yazıda 2016 yılı aralık ayı ile 2017 yılı Ocak ve Şubat aylarına ait “İç Borç Ödemeleri” ile “Hazine Finansman Programı” ve bu aylara ait “İç Borç İhraç Takvimi” verilmiştir. Bu veriler 3’er aylık olarak her ayın sonunda Hazine Müsteşarlığı tarafından yayınlanmaktadır. Bu yayından alınan Ocak 2017’ye ait veriler aşağıdaki gibidir: İç borç ödemeleri incelendiğinde, Ocak 2017’de toplam 11 milyar 389 milyon TL iç borç ödemesi yapılacağı görülmektedir. Hazine Finansman Programı incelendiğinde de Ocak 2017’de 11.4 milyar TL’si iç borç, 1.5 milyar TL’si de dış borç olmak üzere toplam 12.9 milyar TL ödeme yapılacağı görülmektedir. 12.9 milyar TL’lik borç ödemesi için 11.3 milyar TL yeniden borç alınacağı programlanmıştır. Geri kalan 1.6 milyar TL’lik kısım ise özelleştirme gelirleri, 2-B satışları vb. gibi borçlanma dışı kaynaklardan karşılanacaktır. Yoksa devletin vergi gelirleri arttı da borçların 1.6 milyar TL’lik kısmı vergi gelirleri ile ödeniyor değil. Borçların ödenmesi için Ocak 2017’de hangi tarihlerde ihaleye çıkılacağı da “Ocak Ayı İhraç Takvimi” başlığı altında verilmiştir. 81 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Ocak 2017 İç Borç Ödemeleri (Milyon TL) Ocak 2017 Hazine Finansman Programı (Milyar TL) 2017 Yılı Ocak Ayı İhraç Takvimi 82 Borçlar Biz, Saadet Partisi olarak diyoruz ki, “borcu borçla ödeme” günü kurtarma politikasıdır. Bu yüce milletin borçla yaşamaktan kurtarılması gerekir. Ülkeleri çökertmenin en önemli yollarından birinin borçlar olduğu asla unutulmamalıdır. Şurası bilinmelidir ki, İrlanda’da Yunanistan’da, İtalya’da ve İspanya’da yaşanan ekonomik krizlerin temelinde borçlar vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde borçlar önemli bir faktördür. Borçların ille de kamu borcu olması da şart değildir. Bankaların borçları, holdinglerin borçları veya şirketlerin borçları hatta şahısların borçları da ülke ekonomisini krize sokar. Zira ekonomik olaylar bir bütündür. Bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Zincirin bir halkası koparsa o zincir işlev görmez. Bu ülkede, Türkiye’de; Devlet borçludur. Özel sektör (şirketler, holdingler), borçludur. Fertler borçludur. Türkiye’de devlet borçlarının olduğu gibi, özel sektörün dış borçlarının da sürekli arttığını rakamları ile açıklamaya çalıştık (Tablo 10). Şu hususun da bilinmesi gerekir ki, özel sektör kuruluşları yurt içinde çeşitli bankalara borçlu oldukları gibi, kendi aralarında da bir birlerine borçludur. Özel sektörün protesto edilen senetlerinin sayısı ve senetlerin TL olarak tutarı da oldukça yüksektir. Vatandaş borçlu. Vatandaş borçla yaşıyor. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre Eylül 2015’de 283 83 Türkiye’nin Ekonomik Durumu milyar 562 milyon TL olan tüketici kredileri ve konut kredileri miktarı 1 yıl sonra Eylül 2016’da 302 milyar 256 milyon TL’ye yükselmiştir. Kredi kartlarının kullanımı da hızla artmaktadır. 2015’de halkımızın kullandığı kredi kartı sayısı 58.215.318 iken bu sayı 1 yıl sonra yani 2016’da 58.795.476’ya yükselmiştir. Benzer şekilde konut kredilerinin kullanımı da çok hızlı artmaktadır. 2013 yılında alınan konut kredileri stoku 101 milyar 322 milyon iken 2014 yılında bu değer 115 milyar 015 milyona, 2015’de 135 milyar 136 milyon TL’ye ve Eylül 2016’da da 147 milyar 318 milyon TL’ye yükselmiştir. Vatandaş aldığı konut kredisini veya taşıt kredisini ya da kredi kartı borcunu ödeyemezse sadece kendisi krize girmiyor, krediyi aldığı bankalar da krize giriyor. Bankalar krize girince ülke ekonomisi krize giriyor. Hatırlanacağı gibi, 2008’de ABD’de yaşanan kriz bu şekilde olmuştu. Bu borçlandırma politikası bilinçli bir şekilde oluşturuluyor. Emperyalist ülkeler gelişmekte olan ülkeleri ve geri kalmış ülkeleri kendi emirlerine itiraz etmemeleri için borçlandırırlar. Ülkeleri yöneten idareciler de halkın demokratik tepkisini ortadan kaldırmak, o ülkede yaşayan insanların hükümetin hatalı icraatlarına karşı koymalarını, diğer bir ifade ile sandıkta diğer partilere oy vermelerini önlemek için halkı borçlandırırlar. Borçlanan halk da “Aman istikrar bozulmasın, eğer istikrar bozulursa ekonomik durumum bu günkünden çok daha kötü olur, borçlarımı ödeyemem.” düşüncesiyle mevcut iktidara oy verir. Ama 84 Borçlar unutulmamalıdır ki, bu politikalar 1 veya 2, belki 3 seçim dönemi için geçerli olabilir ama ilanihaye olmaz. Gün gelir bu ekonomik çark tıkanır, dönmez. Borçlar taşınamaz hale gelir. Tıpkı Yunanistan’da olduğu gibi. İktidarı uyarıyoruz. IMF politikalarını terk ediniz, üretim ekonomisine geçiniz ve milletimizi ekonomik sıkıntılara sokmayınız! Türkiye’de devlet ve özel sektör kuruluşları (şirketler, holdingler) borçlu olduğu gibi, fertler de borçludur dedik. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezinin verilerine göre, 2016 yılı sonunda bireysel kredi kartı ve bireysel kredi borcunu ödeyemeyen gerçek kişiler içerisinden borcu devam eden kişilerin sayısı 1.321.053’tür. Bireysel kredi kartı borcunu ödeyemeyen gerçek kişiler içerisinden borcu devam eden kişilerin sayısı 975.015, bireysel kredi borcunu ödeyemeyen gerçek kişiler içerisinden borcu devam eden kişilerin sayısı ise 727.268’dir. 2010 yılında 824.235 olan bireysel kredi kartı borcunu ödemeyen veya ödeyemeyenlerin sayısının 2016 yılı sonunda 975.015’e yükselmesi hiç de hayra yorulacak bir durum değildir, diyoruz. Bu durumdan, özellikle kredi kartı kullanımının çok hızlı artmasından herkes şikâyet etmektedir. Kredi kartı kullanımında bazı yasal düzenlemeler yapıldı. Ancak biz yeterli olduğu kanaatinde değiliz. Zira vatandaşın geliri düşüktür ve asgari ücretle geçinen bir işçinin aldığı para açlık sınırının altındadır. Yani gıda harcamalarını karşılamaya dahi yetmiyor. Bu işçi hangi harcamalarını kısacak? Asgari ücretli eline geçen para ile zorunlu masraflarını karşılayamıyor ve 85 Türkiye’nin Ekonomik Durumu mecburen borçlanma yoluna gidiyor. Tıpkı hükümetin bütçe gelirleri ile kamu harcamalarını karşılayamayıp borçlanmaya gittiği gibi. Zaten konuştuğumuz vatandaş da bu durumu ifade ediyor ve “Devlet borçla yaşıyor, ben yaşasam ne olur.” diye kendince savunma yapıyor. Biz devletin de, özel sektörün de, fertlerin de sorumsuzca borçlanmasının doğru olmadığını düşünüyoruz ve borçlardan bir an önce kurtulmamız gerektiğine inanıyoruz. AK Parti hükümetinin faiz lobisinden şikâyet etme yerine faize ve borçlanmalara çözüm bulması gerektiğini ifade ediyoruz. Zira iktidar şikâyet makamı değil çözüm makamıdır. 86 Faiz Faiz 87 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Faiz ülkemiz ekonomisini perişan etti. Her yıl bütçenin önemli bir bölümü faize ayrılmaktadır. Yıllar itibariyle bütçeden faiz ödemeleri için ayrılan para miktarları Tablo 12’de verilmiştir. Aynı tabloda yıllar itibariyle kamu brüt toplam borç stokunun durumu ile tarımsal destek miktarları da verilerek faiz ödemelerinin büyüklüğü ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tablodaki rakamlardan yararlanılarak da Şekil 13 çizilmiştir. Memur maaşlarına veya emekli aylıklarına ya da işçi ücretlerine yapılacak artışta %3’mü olsun yoksa %3.5’mu olsun hesabını yapan iktidar faizcilere 2016 yılında 50.2 milyar TL faiz ödemesi yapmıştır. Saadet Partisi olarak bizler faizden hep şikâyetçi olduk. Son zamanlarda iktidar yetkilileri de konuşurken faiz lobisinden şikâyet ediyorlar. Biz iktidarın bu tavrını anlamakta güçlük çekiyoruz. Zira AK Parti’nin iktidarda olduğu 14 yıl içinde faize 701.3 milyar TL ödenmiştir. Yani yılda ortalama 50.1 milyar TL faizcilere ödeme yapılmıştır. Bizler faiz lobisinden şikâyet ederken son yıllarda devlet iç borçlanma senetlerindeki (DİBS) artış ülkemizin DİBS yolu ile de sömürüldüğü gerçeğini gündeme getirdi (23 Haziran 2014, Dünya Gazetesi). Şunun hiç unutulmaması gerekir. Ülkemizde çok fazla miktarda sıcak para var. Mesela 2016 yılı sonunda ülkemizdeki sıcak para miktarının 120 milyar dolar olduğu ifade edilmektedir. Bu para faiz yüksek ise faize, DİBS’nin getirisi yüksek ise DİBS’ne yatırılıyor. Borsanın getirisi fazla ise borsaya gidiyor. Onlar hep kazanıyor. Kaybeden ise milletimiz oluyor. Yöneticiler de sade vatandaş gibi sadece şikâyet ediyor. 88 Faiz AK Parti iktidarı faizleri düşürdük dese de dünyanın pek çok ülkesinde faiz oranları Türkiye’deki faiz oranları ile kıyaslanmayacak kadar düşüktür. Mesela, Avrupa Merkez Bankasının faiz oranı negatiftir (%-0.4). Aralık 2016’da yaptığı toplantıda FED Politika faiz oranını 25 baz puan artırdı ve %0,50-0,75 olarak belirledi. Şubat 2015’den beri Japonya Merkez Bankasının uyguladığı politika faiz oranı negatif idi. Aynı tarihlerde İsviçre, İsveç ve Danimarka Merkez Bankaları da negatif faize geçtiler. Türkiye’de bozulan ekonomik şartlar nedeniyle Mayıs 2016’dan beri faiz oranlarını düşürme sürecine giren T.C. Merkez Bankası 24.11.2016’da yaptığı PPK Toplantısında haftalık repo ihale faiz oranını 50 baz puan artırmış ve %7.50 olan haftalık repo ihale faiz oranını %8.00 yapmıştı. 20 Aralık 2016’da yaptığı toplantıda repo ihale faiz oranını değiştirmedi. Halen (Aralık 2016) TCMB’nin 1 hafta vadeli repo ihale faiz oranı Avrupa Merkez Bankasının faiz oranından da FED’in Aralık 2016’da belirlediği faiz oranından da çok yüksektir. Yine negatif faiz uygulayan Japonya Merkez Bankası ile İsveç, İsviçre ve Danimarka Merkez Bankalarının uyguladıkları faiz oranlarının da çok üstündedir. Tahvil piyasasında da faiz oranı yüksektir. 15 Temmuz 2016’da 8.5-9.0 düzeyinde olan tahvil faizi bu tarihten sonra yükselişe geçti ve 2016 yılı aralık ayı sonunda %10.5-11.0 oldu. Yani yaklaşık %2,0 yükseldi. Şu hususun bilinmesi gerekir. Eğer dolardaki bu seyir devam ederse faiz oranlarının yüksek seyretmesi ekonominin gereğidir. İktidar bütün şikâyetine rağmen eğer faizleri düşüremiyorsa, bizce bunun anlamı hükümet ekonomiye 89 Türkiye’nin Ekonomik Durumu hâkim değildir veya faizler iktidarın kontrolünün dışında yüksek seyrini sürdürüyor demektir. Tablo 12’nin ve Şekil 13’ün incelenmesinden, yıllar itibariyle Türkiye bütçesinin büyüdüğü, faiz ödemelerinin ise bazı yıllar az da olsa azaldığı görülmektedir. Bir mukayese yapmak üzere ilave ettiğimiz tarımsal destek miktarlarının da 2009 yılı istisna tutulursa yıllar itibariyle artmakta olduğu Tablo 12’den ve Şekil 13’den görülmektedir. AK Parti’nin iktidarda bulunduğu 14 yıllık sürede bütçeden faizcilere toplam 701.3 milyar TL ödeme yapılırken aynı sürede çiftçilerimizin tamamına yapılan tarımsal destek miktarı toplamı sadece 89.5 milyar TL’dir. Türkiye’nin faiz ödemelerinin ne kadar büyük olduğunu ortaya koymak amacıyla yıllar itibariyle devlet bütçesinden faize ödenen para ile tarımsal destek için ödenen para miktarını verdik. Sanıyoruz daha fazla bir açıklama yapmaya gerek yok. Zira Tablo 12’deki rakamlar ile Şekil 13 her şeyi en iyi şekilde açıklamaktadır. Biliyoruz, faiz ödemeleri bireysel olarak kimsenin cebinden çıkmıyor. Bu yüzden konuyu dile getirince vatandaşlarımız bu konuda fazla tepki göstermiyor. “Bana ne, Ben mi ödüyorum? Devlet ödüyor” gibi bir yaklaşım içerisine giriyor. Evet, şunu bilelim. Bu faizleri bu millet ödüyor. Her bir vatandaşımız ödüyor. Vatandaşımıza verilmesi gereken yıllık 50 milyar TL faizcilere veriliyor veya faiz ödemeleri yüzünden vatandaşımıza yapılacak hizmetler yapılamıyor. Faize ödenen yıllık 50 milyar TL ile neler yapılabilirdi? Buna birkaç örnek verelim. 90 Faiz Tablo 12: Yıllar itibariyle Türkiye Bütçesi ve Bu Bütçeden Yapılan Faiz Ödemeleri ile Tarımsal Destek Ödemeleri ve Kamu Brüt Toplam Borç Stoku Kaynak: Maliye Bakanlığı, www.hazine.gov.tr Konut. Faize bir yılda ödenen 50 milyar TL ile tanesi 100.000 TL’ye mal olan apartman dairelerinden her yıl 500.000 adet daire yapılabilirdi. Eğer her dairede 4-5 kişilik bir aile oturduğunu var sayarsak faize her yıl ödenen 50 milyar TL ile 2-2.5 milyonluk bir şehirdeki tüm daireler yapılabilirdi. 28.11.2016 tarihinde yayınlanan TOKİ Konut Üretim Raporu’nda 58. 59. 60. 61. 62. 63., 64. ve 65’ci hükümetler döneminde, yani AK Parti’nin 14 yıllık iktidarında, (Kasım 2002 - 91 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Kasım 2016) vatandaşlarımıza teslim edilen konut sayısı 591.343 adettir. Aynı yayında 53.7 milyar TL hak ediş ödemesi yapıldığı da belirtilmektedir. Bu demektir ki, AK Parti’nin 14 yılda yaptığı ve para ile vatandaşa sattığı konut sayısı kadar konut bir yıllık faiz ödemesi ile yapılabilirdi. Şekil 13: Yıllar İtibariyle Bütçe, Faiz Ödemeleri ve Tarımsal Destekler (Milyar TL) Marmaray. Faize bir yılda ödenen 50 milyar TL ile “Asrın Projesi” olarak adlandırılan ve 440 tane tren dâhil her şeyi ile 5.5 milyar TL’ye mal olan Marmaray Projesi gibi 9 tane proje gerçekleştirilebilirdi. Bilinmelidir ki, bir yılda İktidarın “İstanbul’un çehresini değiştirdi.” dediği Marmaray projesi gibi 9 tane projenin gerçekleştirilmesi Türkiye’nin çehresini değiştirirdi. Otomobil fabrikası. Yıllardan beri her Türk vatandaşı yerli otomobil fabrikasına sahip olmanın özlemini duymaktadır. Bir otomobil fabrikasının maliyeti 2-3 milyar, ortalama 2.5 milyar dolardır. TL olarak ise artan Dolar fiyatı ile (1 ABD Doları = 3.5 TL) yaklaşık 92 Faiz 8.5 milyar TL’dir. Bu demektir ki, bütçeden yapılan 50 milyar TL’lik yıllık faiz harcaması ile 6 adet yerli otomobil fabrikası kurulabilirdi. İş imkânı hazırlama. İşsizlik ülkemizin en büyük sorunlarından biridir. TÜİK verilerine göre 1 kişiye iş yeri hazırlayabilmek için gerekli olan yatırım miktarı, yıllar ve sektörler itibariyle değişmekle beraber 2001 ile 2015 yılları ortalaması yaklaşık 250.000 TL’dir. Buna göre bir hesaplama yapılırsa bir yılda bütçeden faize verilen 50 milyar TL ile yılda 200.000 işsiz insanımıza iş imkânı oluşturulabilirdi. Her yıl mevcuda ilaveten 200.000 insanımıza iş bulunması demek, 14 yılda 2.800.000 insanımıza iş imkânı oluşturulması demektir. Bunun anlamı eğer faiz harcamaları olmasa idi 14 yılda Türkiye’nin işsizlik sorunu çözülürdü. AK Parti iktidarı faizleri düşürdük dese de dünyanın pek çok ülkesinde faiz oranı %1-2 maksimum %2.5-3 iken Türkiye’de yıllık tahvil faizi oranları %1011 düzeyindedir. Eski Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan faiz lobisinden şikâyet ediyor ama faizleri bir türlü düşüremiyordu. Veya faizler yüksek seyrini sürdürüyordu. Şu anda da faizler yüksek seyrini sürüyor. Biz Saadet Partisi olarak faize ve faiz ekonomisine karşıyız. Çünkü faiz ekonomiye yüktür, fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapan bir sömürü aracıdır. Bu durumu bilen gelişmiş ülkeler faiz oranlarını düşük tutmaktadırlar. Türkiye’de hükümet üyeleri ve AK Parti yetkilileri faiz oranı için, “Biz geldiğimizde %35-40’lardaydı. Şimdi biz tek haneli rakamlara indirdik.” diyorlar. Ama bugün gelişmiş ülkelerdeki faiz oranlarının %1-2 maksimum %3 olduğunu, hatta AB Merkez Bankası ile 93 Türkiye’nin Ekonomik Durumu İsveç, İsviçre, Danimarka ve Japonya Merkez Bankalarının faiz oranları negatif iken (%-0.1-%-0.75) Türkiye’de Merkez Bankasının faiz oranının %8 olduğunu söylemiyorlar. KOBİ’lere verilen kredi faizleri çok yüksektir ve %15-16 düzeyindedir. Bu faiz ekonomisi ile ülke yönetilemez. Bu gidiş tehlikeli bir gidiştir. Faizle ilgili açıklamalarımızı bitirmeden önce bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. Tablo 12’nin 3. sütunundan görülebileceği gibi, 2002 yılı ile 2016 yılı arasındaki 14 yıllık sürede bütçeden faize ödenen toplam para miktarı 701.3 milyar TL’dir. Bu sürede “Kamu Brüt Toplam Borç Stoku” 256.8 milyar TL’den 819.5 milyar TL’ye (Tablo 11 Sütun 4 ve Tablo 12 Sütun 5) yükselmiştir. Yani 14 yıllık sürede borçların faizi için bütçeden 701.3 milyar TL ödeme yapılmış ama kamunun toplam borcu 256.8 milyar TL’den 819.5 milyar TL’ye yükselmiştir. Bir diğer ifadeyle 14 yılda kamu borçları 562.7 milyar TL (819.5 - 256.8 = 562.7) artmıştır. 1985’lerde başlayan ve halen devam eden devlet mallarının özelleştirilmesinden 2016 yılı temmuz ayı sonuna kadar elde edilen toplam gelir 68.0 milyar dolardır. Bu 68.0 milyar dolarlık özelleştirme gelirinin de 59.8 milyar doları 2002 yılından sonra elde edilmiştir ve bu gelirlerde bütçe giderlerinde, borçların faizlerinin ödenmesinde kullanılmıştır, yatırıma gitmemiştir. Özelleştirme gelirlerini katmasak dahi 14 yıllık AK Parti iktidarında bütçeden faiz ödemeleri için harcanan para 701.3 milyar TL’dir. Bu para faize ödendi. Ama 2002 yılında 256.8 milyar TL olan kamunun toplam borcu 2016 yılı sonunda 819.5 milyar TL’ye yükseldi. Yani 562.7 milyar TL daha arttı. Bu açıklamaları AK 94 Faiz Parti hükümetlerini tenkit etmek için değil, faizin ne büyük bir bela olduğunu ortaya koymak için yaptık. Evet, Saadet Partisi olarak çağrımızı tekrarlıyoruz. Faizden uzak durunuz! Dikkatlerinizi bir noktaya daha çekmek istiyorum. Yıllardan beri 54. Erbakan Hükümeti dışındaki bütün hükümetler bütçeyi “Denk Bütçe” esasına göre yapmıyorlar. Bütçe daha baştan yapılırken açık verecek şekilde yapılıyor. Bütçe açığını kapatmak için borçlanma yoluna gidiliyor. Borç alınınca faiz ödeniyor. Kısaca “Borç-Faiz-Borç Sarmalı”na düşülüyor. Saadet Partisi olarak hükümete sesleniyoruz. Denk bütçe yaparak faiz harcamalarını ortadan kaldırınız. Türk ekonomisini borç alarak idare etmek yerine 54. Prof. Dr. Necmettin Erbakan hükümetinin yaptığı gibi, milli kaynaklarımızı harekete geçirerek, bütçeye ek kaynaklar oluşturarak idare etme cihetine gidiniz. Aksi halde Türkiye de, vatandaş da, milletimiz de bu faiz belasından kurtulamaz. 95 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 96 Bankalar Bankalar 97 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Yatırım bankaları dışında kalan bankalar para ticareti yapan kuruluşlardır. Faizle çalışırlar. Türkiye’deki bankacılık sektörünün önemli bir bölümü yabancıların eline geçmiştir. Türkiye’de 2016 yılında toplam 50 banka faaliyet göstermektedir. Bunların 28 tanesi yabancı, 9 tanesi kamu ve 13 tanesi de yerli özel bankalardır. BDDK’nın Aralık 2016 verilerine göre bankalardaki hesap sayısı 76.443.979’dur. Yurt içi ve yurt dışı toplam mevduat miktarı ise 1.453.191.950.000 TL’dir. Türkiye’de bankalarda 1 milyon TL’nin üzerinde hesabı bulunan mudilerin sayısı ise 115.896’dır. 1 milyonun üzerinde hesabı bulunan 115.896 mudiye ait mevduatların toplamı ise 775.141.610.000 TL’dir. Bunun anlamı bankalardaki toplam mevduatın yarıdan fazlası (%53.34’ü) tüm mudilerin %0.15’ine denk gelen 115.896 kişiye aittir. Bu durum sermayenin belli ellerde toplanmış olduğunu göstermektedir. Son yıllarda birçok bankanın yetkilisi açıklama yaparak yıllık karlarını kamuoyuna duyurmaktadır. Üretim yapan pek çok iş yeri ayakta durma çabası içinde olurken bankaların aşırı kar elde etmelerinin tek bir açıklaması vardır. Gerek şirket olarak ve gerekse birey olarak halkımız borçlandırılıyor ve halkımızın geliri bankalar tarafından faiz yolu ile elinden alınıyor. Borca batan şirketler kapanıyor, insanlar işsiz kalıyor. Şirketler bankalardan borç aldığı gibi, kişiler de bireysel kredi ve kredi kartı ile bankalara borçlandırılıyor. İnsanlar hayatını borçla sürdürmek zorunda kalıyor. Aşırı borçlanma insanları depresyona sürüklüyor. İnsanlar bunalıma giriyor. Bu durum aileleri huzursuz ediyor, aileler dağılıyor, boşanmalar artıyor, çocuklar ortada kalıyor. Saadet Partisi iktidarında bankacılık sistemi ıslah edilerek insanlarımızın elindekini avucundakini kaybetmesi önlenecektir. 98 Borsa Borsa 99 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Türkiye’de borsanın %65-70’lik kısmı yabancıların eline geçmiştir. Bu oran yıldan yıla değişmektedir. Mesela borsanın 2004 yılında %50’si, 2008’de %72’si, 2014’de ise %64’ü yabancıların eline geçmiştir. Bazı TV kanallarından ve internetten BİST 100 endeksi gün boyunca verilmektedir. Bu rakamlar incelendiğinde çok inişli çıkışlı bir seyir takip ettiği görülür. Çok eski yıllara gitmeye gerek yok. 15 Temmuz 2016 öncesi 82.000-83.000’ne yükselen BİST 100 endeksi başarısız darbe girişimi sonrasında 72.000’lere düştü. Daha sonraki günlerde de bir türlü arzu edilen yükselmeyi sağlayamadı. 2016 yılı sonunda da 15 Temmuz öncesindeki seviyenin 5.000-6.000 puan altında seyretmekteydi. 2017 yılının başında toparlanan borsa daha sonraki aylarda yükselişini sürdürmektedir. Yani borsa sürekli inişli çıkışlı bir seyir takip etmektedir. Bu durum konunun inceliklerini fazla bilmeyen Anadolu insanının zararına, borsayı yakından takip eden para babalarının da servetlerine servet katmasına sebep olmaktadır. Borsadaki gelişmeleri yakından takip edenler tarafından yurt dışından getirilen dövizler Türkiye’de TL’ye çevrilmekte borsa düşmüş ise borsaya yatırılmakta, daha sonra borsada fiyatlar yükselince hisse senetleri satılmaktadır. Bu arada devlet borçlanmaları nedeniyle bono-tahvil faizi yükselmiş ise bono-tahvil alınarak paralar faize yönlendirilmektedir. Faizler düşünce bono ve tahviller satılarak paralar dövize çevrilmektedir. Yani para, “Faiz-Döviz-Borsa” üçgeninde dolaşmaktadır. Sayın Prof. Dr. Osman Altuğ Bey’in ifadesi ile üçkâğıt ekonomisi. Üretim yok. Sadece finans 100 Borsa oyunları ile ekonomik hayat çevrilmektedir. Yurt dışında birçok ülkede faiz oranlarının %1-2’den düşük olduğu, Türkiye’de ise faizlerin %10-11’ler düzeyinde (Aralık 2016) olduğu dikkate alınırsa uluslararası sermaye sahiplerinin Türkiye’de ne büyük karlar elde ettikleri daha iyi anlaşılır. Saadet Partisi iktidarında üretim ekonomisine geçilecek paradan para kazanma dönemi bitecektir. Devlet bütçesi denk yapılarak borçlanma gereği ortadan kaldırılacaktır. Devletin borçlanma gereği ortadan kalkınca faizler kendiliğinden önce azalacak ve sonra ortadan kalkacaktır. Bunun yerine kâr ortaklığı sistemi geliştirilecektir. 101 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 102 Dış Ticaret Dış Ticaret 103 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Dış Ticaret (İhracat-İthalat), Dış Ticaret Açığı ve Cari Denge (Açık) Son yıllarda basınımızda Türkiye’nin dış ticaret açığı ve cari açık konusu çok konuşulup yazılmaya başlandı. Hatta kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu yükseltmemelerinin en önemli sebeplerinden biri olarak Türkiye’nin cari açığının fazla olmasını göstermektedirler. Mesela 20 Temmuz 2016’da Standart ent Poors Türkiye’nin BB+ olan kredi notunu BB’ye düşürdüğünü açıkladı. 23 Eylül 2016’da da Moods Türkiye’nin Baa3 olan yatırım yapılabilir seviyedeki notunu Ba1’e yani spekülatif olarak adlandırılan yatırım yapılabilir seviyenin altına düşürdü. Bu not düşürmenin siyasi nedenlerinin olduğu bir realitedir. Ama dış ticaret açığının ve özellikle de cari açıktaki artışın kredi notunun düşürülmesinde en önemli etkenler olduğu da bir vakıadır. Türkiye’nin dış ticareti sürekli açık vermektedir. Son yıllarda artan dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak oluşan cari açık tehlike sinyalleri veriyor. 2000 yılından itibaren 2016 yılı dâhil yıllar itibariyle dış ticaret rakamları ve cari denge rakamları Tablo 13’de verilmiştir. Tablo’daki verilerden yararlanılarak da Şekil 14, 15 ve 16 çizilmiştir. Tablo 13’den ve Şekil 14’den de izlenebileceği gibi, 2009 yılı hariç tutulursa 2000’den 2014’e kadar ihracatımız artmıştır. 2009’da bir önceki yıla göre ihracatımız azalmış, 132 milyar dolardan 102.1 milyar dolara düşmüştür. Ama genel olarak yıllar itibariyle ihracatımız artmıştır. 2009 yılında 102.1 milyar dolar 104 Dış Ticaret olan ihracatımız 2010 yılında 113.9 milyar dolara yükselmiş ve bu yükselme 2011 ve 2012 yıllarında da devam etmiştir. 2013’de cüzi bir düşme olmuş ve 2014 yılında 157.6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2014 yılındaki 157.6 milyar dolarlık ihracat miktarı hükümet yetkililerinin ve AK Parti yöneticilerinin belirttikleri gibi, Türkiye için bir rekordur. Evet doğrudur. 157.6 milyar dolarlık ihracat Türkiye için bir rekordur. Bu ihracatı yapanlara teşekkür ediyoruz. Ancak 2014 yılındaki 157.6 milyar dolarlık ihracat 2015 yılında 143.8 milyar dolara, 2016 yılında da 142.5 milyar dolara düşmüştür. Tablo 13: Yıllar itibariyle İthalat-İhracat, Dış Ticaret Açığı ve Cari Denge Kaynaklar: 1- İhracat, İthalat ve Dış Ticaret Açığı Değerleri - TÜİK 2- Cari Açık Rakamları - T.C. Merkez Bankası Eski Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da ihracatı söyler, diğer hükümet üyeleri de ihracatı söyler, AK Parti’nin yöneticileri de ihracatı söyler ve 105 Türkiye’nin Ekonomik Durumu adeta ihracatı kendileri yapmışlar gibi övünürlerdi. Ama hiç birisi ithalatı söylemezlerdi. Halen de bu durum devam ediyor. Yetkililerin bu açıklamalarını duyan vatandaşımız da sevinir, mutlu olur. Biz aynı tabloda yıllar itibariyle Türkiye’nin ithalat rakamlarını da verdik. Vatandaşımız ihracatımızla birlikte ithalatımızı da bilsin ve dış ticaret açığımızı kendisi bizzat hesaplayıp ülke ekonomisinin ne durumda olduğuna kendisi karar versin. Tablo 13’den ve Şekil 14’den görüldüğü gibi, 2002’de 51.6 milyar dolar olan ithalat genel olarak yıllar itibariyle artmıştır. 2008 krizinin etkisi ile 2009’da bir önceki yıla göre ithalatımız da azalmış ve 202.0 milyar dolardan 140.9 milyar dolara düşmüştür (Tablo 13 ve Şekil 14). Ancak ithalat da yıllar itibariyle artmış, 2009’da 140.9 milyar dolar olan ithalat, 2010 yılında 185.5 milyar dolara, 2011 yılında da 240.8 milyar dolara yükselmiştir. 2012’de 236.5 milyar dolara düşen ithalat 2013’de artarak 251.7 milyar dolara yükselmiştir. 2014 yılında 242.2 milyar dolara gerileyen ithalat 2015 yılında 207.2 milyar dolara, 2016 yılında da 198.6 milyar dolara düşmüştür. Değerli hükümet üyeleri ve AK Parti yetkilileri söylemiyorlar ama biz söyleyelim. 251.7 milyar dolarlık ithalat da Türkiye için bir rekordur ve Şekil 14’den de görüldüğü üzere, ithalatın artış hızı ihracatın artış hızından fazladır. Daha önceleri ithalatı gündeme getirmeyen pek çok medya mensubu ve ekonomistler ithalattaki bu artışın çok tehlikeli boyutlara ulaştığını ifade etmeye ve tedbir alınması gerektiğini söylemeye, yazıp-çizmeye başladılar. Konunun önemini değerli hükümet üyeleri de anlamaya başlamış olacaklar ki, OVP’de değişiklik yaparak ithalatı düşürmek için önlemler almaya başladılar ve bu önlemlerin etkisiyle 2011’de 240.8 milyar dolar 106 Dış Ticaret olan ithalat 2012’de azaldı ve 236.5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Demek ki yetkililer konunun üzerine eğilince ihracat artırılırken ithalat azaltılabiliyormuş.14 Şubat 2012’de Ekonomi Bakanlarından Sayın Zafer Çağlayan bir basın açıklaması yaparak Türkiye’nin ithalatının değerlendirmesini yaptı. Uzun bir basın açıklaması yapan Sayın Çağlayan’ın ve hatta diğer hükümet üyelerinin benzer açıklamaları yıllar önce yapmalarını ve gerçekleri söyleyerek vatandaşımızı uyarmalarını dilerdik. Sayın Çağlayan konuşmasının bir yerinde “… Geçen yıl Türkiye’ye 14.3 milyon cep telefonu geldi. Bunlara 1 milyar 744 milyon dolar para ödendi. Ben bunu söylerken insanlara gidip cep telefonu almayın demiyorum, zaten diyemem de. Ama sesli düşünüyorum. Biz 11 ayda bir cep telefonu değiştirecek kadar zengin bir ülke miyiz?” diyordu. Saadet Partisi olarak bizler, Sayın Bakan’a bu gerçeği dile getirdiği için teşekkürlerimizi sunuyoruz ve şunu diyoruz. “Sayın Bakan iktidar şikâyet yeri değildir, icraat yeridir. Lütfen gerekli tedbirleri alarak ülkemizi ithalat cenneti olmaktan çıkarınız. Türkiye’de üretilebilecek malların üretimini teşvik ediniz. Böylece hem döviz kaybını önleyiniz hem de işsizlere iş bulunmasına yardımcı olunuz.” Tablo 13’den ve Şekil 15’den görüldüğü gibi, ithalatla ihracat arasındaki farktan oluşan dış ticaret açığı da 2000 yılında 26.7 milyar dolar iken 2001 yılında 10.1 milyar dolara düşmüş, 2001’den itibaren kriz yılı olan 2008 yılına kadar yıllar itibariyle artmış, 2009’da 2008 yılına göre azalmış ancak genelde yıllar itibariyle artmıştır. 2009 yılında - 38.8 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2010 yılında -71.7 milyar dolara, 2011 yı- 107 Türkiye’nin Ekonomik Durumu lında da -105.9 milyar dolara yükselmiştir. 2012 yılında 84.1 milyar dolara düşen dış ticaret açığı 2013 yılında tekrar 99.9 milyar dolara yükselmiştir. Bir yıl sonra, 2014’de 84.6 milyar dolara düşen dış ticaret açığı 2015 yılında 63.4 milyar dolara, 2016 yılında da 56.1 milyar dolara düşmüştür. Bu dış ticaret açığı Türkiye için çok yüksektir. Evet, son üç yılda önceki yıllara göre bir azalma vardır. Azalma olması memnuniyet vericidir. Ama istenen dış ticaret açığının olmaması hatta dış ticaret fazlasının olmasıdır. Şekil 14: Yıllar İtibariyle İhracat ve İthalat (Milyar Dolar) Tablo 13’den ve Şekil 16’dan görüldüğü gibi, kriz yılı sayılan 2001 yılında cari denge pozitiftir. Yani Türkiye’nin cari fazlası vardır. Bu denge 2002’den itibaren negatife dönmüş ve cari açık oluşmuştur. Bu artış yıllar itibariyle artarak devam etmiş 2009 yılında bir önceki yıla göre azalmış, -40.2 milyar dolardan -12.0 milyar dolara düşmüştür ama genelde yıllar itibariyle artmıştır. 108 Dış Ticaret Şekil 15: Yıllar İtibariyle Dış Ticaret Açığı (Milyar Dolar) Şekil 16: Yıllar İtibariyle Cari Denge (Milyar Dolar) 2009’da -12.0 milyar dolar olan cari açık 2010 yılında - 45.3 milyar dolara, 2011 yılında da - 75.1 milyar dolara yükselmiştir. - 75.1 milyar dolarlık Cari Açık da Türkiye için bir rekordur. - 75.1 milyar dolarlık Cari Açık GSYH’nın yaklaşık %10’u kadardır. 2011 109 Türkiye’nin Ekonomik Durumu yılındaki 75.1 milyar dolarlık cari açık alınan önlemlerin etkisi ile 2012 yılında 48.5 milyar dolara düşmüş ama 2013’de tekrar 65 milyar dolara yükselmiştir. 2014’de 45.8 milyar dolara, 2015’de 32.2 milyar dolara düşen cari açık, 2016 yılında az da olsa artmış ve 32.6 milyar dolar olmuştur. Cari açıktaki düşme memnuniyet vericidir. Ama unutulmamalıdır ki, 32.6 milyar dolarlık cari açıkta çok yüksektir ve aynı yıl yeni hesaplama yöntemine göre 856.8 milyar dolar olarak gerçekleşen GSYH’nın %3.8’i kadardır. Biz daha önceki hükümetleri olduğu gibi 65. Hükümeti de bu konuda daha dikkatli olmaya davet ediyoruz. Cari açığın fazla olması ekonomik dengelerin bir anda bozulmasına sebep olabilir. Bir kısım medya ve yandaş yazarlar ekonomide her şeyi tozpembe göstermeye çalışsa da dış ticaret açığındaki ve cari açıktaki fazlalıktan dolayı Türk ekonomisinin her an bir krize düşmesi söz konusu olabilir. Ekonomi bakanlarının feveran etmesinin sebebi sanıyorum bu olsa gerek. Cari açık konusu çok önemli olduğu için hükümet üyeleri yaptıkları açıklamalarda konuyu gündeme getirmektedirler. Mesela 4 yıl kadar önce ÖTV zamları konusunda açıklama yapan Sayın Maliye Bakanı 2012 yılında bu vergilerden 5.5 Milyar TL gelir artışı beklendiğini ve bu yolla cari açığın sınırlanmasının hedef alındığını belirtiyordu. 2012’de Sayın Başbakan da ÖTV zamları konusunda cari açığın tehlikeli bir boyuta ulaştığını, bunu azaltmanın yolu olarak zam yapıldığını şöyle ifade ediyordu; “Zam yapmayalım da Yunanistan gibi mi olalım.” Evet, Yunanistan gibi olmak. Yani iflas etmek. Allah (c.c.) milletimizi o duruma düşmekten korusun! Âmin. 110 Dış Ticaret Cari açığın fazla olması dış ticaret açığının fazla olmasından kaynaklanıyor. Dış ticaret açığının fazlalığı da ihracatın büyük ölçüde ithalata dayalı olmasından ileri geliyor. Bir TV kanalındaki açık oturumda konunun uzmanları tartışıyorlar. Bir konuşmacı arkadaşlarına “Böyle bir ihracat düşünebiliyor musunuz? İhraç edilen her 100 TL’lik malın 85 liralık kısmı ithalata dayanıyor. Yani Katma Değerimiz 15 TL” diyordu. Diğerleri de “Maalesef doğru. Zaten dış ticaret açığının da, cari açığın da temelinde bu var.” diyorlardı. Saadet Partisi iktidarında ithalata dayanan ihracat rejimine son verilerek Türk müteşebbisler teşvik edilecek ve ara mallarının yurt içinde üretilmesi sağlanacaktır. Böylece hem işsizlere istihdam sahası oluşturulacak ve hem de yurt dışına giden dövizlerin yurtta kalması temin edilmiş olacaktır. 111 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 112 Döviz Kurları Döviz Kurları 113 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Döviz Kurları (Dolar ve Avro) Türk ekonomisinde dış ticaret işlemleri Dolar ağırlıklı olduğu için Dolar kuru üzerinde daha çok durulmaktadır. Ancak Avro da ticaretimizde büyük bir yer almaktadır. Bu yüzden bu iki döviz kurunun yıllar itibariyle değişimi Tablo 14’de verilmiştir. Tablodaki verilerden yararlanılarak da Şekil 17 ve 18 çizilmiştir. Tablo 14: Yıllar itibariyle Döviz Kurları Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, www.ekonomi.gov.tr Bilgi Merkezi, Dış Ticaret ve Ekonomik Göstergeler 114 Döviz Kurları Tablo 14’den ve Şekil 17’den görüldüğü gibi, döviz fiyatları bazı yıllarda düşmüş bazı yıllarda yükselmiştir. Ama genelde her iki döviz fiyatı da yıllar itibariyle artmıştır. 2000’den itibaren Avro’daki yükseliş daha fazla olmuştur. Avro / Dolar paritesi de bunu göstermektedir. Nitekim 2000’de 0.92 olan Avro / Dolar paritesi 2008’de zirve yapmış ve 1.47’ye yükselmiştir. 2009, 2013 yılları arasında nispeten yatay bir seyir takip eden parite 2014’den sonra ABD ekonomisindeki iyileşmenin de etkisi ile Dolar lehine gelişmiştir (Tablo 14 ve Şekil 18). 2016 yılının son günlerinde yine Dolar, Avro’ya karşı değer kazanmıştır. ABD ekonomisi iyileştikçe Doların değer kazanması devam edecektir. Bir ülkenin parasının değeri o ülkenin ekonomisi ile doğrudan ilgilidir. Ülkenin ekonomisi güçlü olursa parası değerli olur. Ülkenin ekonomisi bozulursa parasının değeri düşer. Ekonominin kendi kuralları vardır. Bu kurallar işler. Devlet planprogram yapar, tedbirler alır ve ekonomiyi düzenler. Türkiye’de olduğu gibi, eğer hiçbir önlem alınmadan devlet desteği ile TL kıymetli tutulursa sanayici Türkiye’de ürettiği malları pahalıya mal edeceğinden yurt içinde satması güçleşir, döviz fiyatları düşük olacağı için yabancı malları Türkiye’de ucuza satılır. Ülke bir ithal cenneti haline gelir. İthalat artar. Yerli sanayi gelişemez. 115 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Şekil 17: Yıllar İtibariyle Döviz Kurları (TL) Şekil 18: Yıllar İtibariyle Avro/ Dolar Paritesi TL kıymetli olduğunda sanayici Türkiye’de ürettiği malları pahalıya mal edeceğinden yurt dışına satmakta da güçlükle karşılaşır, satamaz. Bunun sonu- 116 Döviz Kurları cunda ihracat düşer. İthalatın artması ihracatın azalması dış ticaret açığını artırır. Bu da cari açığın artmasına sebep olur. Kısaca Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmaz durum söz konusu olur. Öte yandan döviz fiyatlarındaki artış da emtia fiyatlarının aşırı artışına, pahalılığa sebep olur. Enflasyon yükselir. Bu yüzden her iki durumda istenmez. Orta Vadeli Programda 2011 yılı için hedeflenen Dolar kuru revize edilerek 1.55 TL’den 1.67 TL’ye yükseltildi. 2011 Yılının ilk yarısında 1.50 TL’ler düzeyinde seyreden Dolar 2011’in son aylarında birden bire yükselişe geçti ve 1.90 TL’yi buldu. Yani bir yılda Dolar yaklaşık 36 kuruş arttı. Bunun anlamı Dolar 1 yılda yaklaşık %23 değer kazandı. Diğer bir ifadeyle devalüasyon yapılmış oldu. Dolar 1.90 TL’yi görünce Merkez Bankası (MB) devreye girdi ve Dolar’ın aşırı yükselişini önlemek için daha önce günlük 350.000.000 olan Dolar satışını 5 Ekim 2011’de 1.350.000.000 dolara çıkardı. İhale açtı, 750.000.000 dolarlık satış gerçekleşti. Bu satışlar 5 Ekim 2011’den sonra da devam etti ve döviz fiyatlarında bir gerileme oldu. Dolar, Ocak 2012’de 1.7819 TL’ye düştü. Bu arada 2011’in son aylarında 2.55 TL’ye yükselen Avro da Ocak 2012’de 2.3396 TL’ye geriledi. Bu düşüşler MB’nin müdahalesi ile oldu. 2013 yılında da benzer bir durum yaşandı ve Dolar 2.40 TL’yi, Avro’da 3.10 TL’yi gördü. 2014’de de aynı sorun vardı. 2016 yılı bitti. 2017 yılının başındayız. Temmuz 2015’de Suruç’ta başlayan ve dozunu her geçen gün artıran PKK Terör olaylarının, Suriye’de ve Irak’ta yaşa- 117 Türkiye’nin Ekonomik Durumu nan kargaşanın ve 15 Temmuz 2016’da yaşanan başarısız darbe girişiminin de etkisi ile Türk ekonomisinin sıkıntıları 2016 yılında arttı. Döviz (Dolar ve Avro) yükseldi. Dolar’ın ve Avro’nun değer kazanması 2017 yılının başında da devam ediyor. Dövizdeki bu yükselme sanayicilerimiz başta olmak üzere tüm toplum kesimlerini sıkıntıya sokuyor. Ülkedeki Dolar kıtlığını gidermek için Sayın Cumhurbaşkanımız vatandaşlarımızı ve kurumları Dolarlarını bozdurmaya ve tasarruflarını Türk Lirası olarak yapmaya davet ediyor. Döviz açığının kapatılmasında bir nebze de olsa katkısı olur diyoruz. Ama kesin çözüm olmayacağını da belirtmek istiyoruz. Zira Türkiye’nin dış borcu çok fazla. Türkiye’nin dış borcu 2016 yılı sonunda 404.2 milyar dolardır. Dolar’daki 1 kuruşluk artış Türk ekonomisine 4.04 milyar TL yük getirmektedir. MB “Döviz rezervimiz var.” deyip Dolar satmakla Dolar kurunun yükselişini frenleyemez. Bunun bilinmesi gerekir. Türkiye’nin cari açığı 2014 yılında -45.8 milyar dolar, 2015 yılında ise -32.2 milyar dolar, 2016 yılında da 32.6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu ne demektir? Bu şu demektir: Türkiye’den her ay fazladan 2.7 milyar dolar döviz yurt dışına çıkmaktadır. Yurt dışına çıkan döviz miktarı fazla olunca yurt içindeki döviz miktarı azalıyor. Döviz miktarı azalınca döviz fiyatı artıyor. Yani ekonominin kuralı işliyor. Arz-talep dengesi. Piyasadaki döviz az, dövize olan talep de fazla olunca döviz kurları yükseliyor. Olay bu kadar basit. 118 Döviz Kurları Peki, bu yükselme nereye kadar veya ne zamana kadar sürecek? Saadet Partisi olarak diyoruz ki, bu hatalı ekonomi politikaları devam ettiği sürece bu yükselme devam edecektir. Cari açığın fazlalığı dış ticaret açığının fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Dış ticaret açığının fazla olması da, ihracatın büyük ölçüde ithalata dayalı montaj sanayiden ibaret olmasından ileri gelmektedir. Bu meselenin çözümü ise Milli Görüş’ün, Saadet Partisi’nin politikalarının uygulamaya geçirilmesi ile mümkündür. Sıcak para girişini teşvik eden faiz politikaları terk edilmeli, vakit geçirilmeden ithalata dayalı değil, yerli üretime dayalı milli, güçlü sanayi tesisleri hayata geçirilmelidir. Yani finans ekonomisi değil, üretim ekonomisi uygulanmalıdır. Aksi halde cari açıkta önlenemez, Dolar’ın yükselişi de önlenemez. Dolar’ın yükselmesi enflasyonu artırır. Hatta iktidarın tek haneli rakamlara düşürdük diye övündüğü enflasyon tekrar çift haneli rakamlara yükselir. Toplum ekonomik yönden çok büyük sıkıntılara düşer. Saadet Partisi olarak buradan iktidara bir kez daha sesleniyoruz. Yurt dışından para girişini artırmak için faiz oranlarını yükseltmek de çözüm değildir. Bu uygulama milletimizin başına, var olan, faiz belasını katmerlendirerek sarmak olur. 2016 yılında 6-7 ay süreyle düşüşünü sürdüren MB politika faiz oranı Kasım’da tekrar yükseldi. 24 Kasım 2016’da MB PPK’nın yaptığı toplantıda haftalık 119 Türkiye’nin Ekonomik Durumu repo faiz oranı 50 baz puan artırıldı. Bu yükselme diğer bankalar tarafından da vakit geçirilmeden uygulamaya konuldu. MB Aralık 2016’da faiz oranlarında değişiklik yapmadı. Daha sonraki aylarda da Merkez Bankası faiz oranlarını ayarlamaya devam edecektir. İnşallah ekonomi düzelir ve faiz oranları düşer. Saadet Partisi olarak iktidara sesleniyoruz. Faiz oranlarının yüksek olması borçla yaşamaya mecbur edilen insanımızı bu günkünden daha büyük sıkıntılara sokar. Bu yüzden faizleri ortadan kaldırınız, bunu yapamıyorsanız hiç olmazsa faiz oranlarını düşürünüz. 120 Özelleştirme Özelleştirme 121 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Özelleştirme genel manada Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT)’nin özel sektöre devredilmesi veya satılması diye tanımlanabilir. 1980’li yılların başında az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde KİT’lerin verimli çalıştırılamadıkları, bundan dolayı devletin bütçesine yük oldukları tezi ileri sürülmüş ve bu tesislerin özel sektöre satılarak devletin bu yükten kurtarılması gündeme getirilmiştir. Türkiye’de 1984-1985’lerde başlayan özelleştirme furyası günümüze kadar (2016 yılı sonu) devam etmiştir ve önümüzdeki yıllarda da özelleştirmelerin devam edeceği yetkililer tarafından ifade edilmektedir. Bugüne kadar yapılan özelleştirmelerle cumhuriyet tarihinin birikimi olan tesisler “sat kurtul” mantığı ile yok pahasına satılmıştır. Bu satışlarda ihalelere yabancılar da girmiş ve devletimizin birçok stratejik tesisi yabancıların eline geçmiştir. Konuyu örnekler vererek özele indirgemek istemiyoruz. Ama stratejik tesislerimizin satılmasını da doğru bulmadığımızı ifade ediyoruz. Saadet Partisi olarak özelleştirmeye karşı değiliz. Özel sektörün girdiği ve başarı ile yürüttüğü sektörlerde stratejik yönden önemi olmayan tesislerin benzeri tesisler kamunun elinde varsa bunların değer fiyatına satılmasına, özelleştirilmesine taraftarız. Ama özel sektörün girmediği sahalarda devletin işlettiği tesisleri yönetim hatasından kaynaklanan zararları bahane edilerek özelleştirme adı altında eşe dosta verilmesine karşıyız. Bazı tesisler bulunduğu yöreye bağlı olarak da stratejik öneme sahip olabilir. Mesela Ege Bölgesi’nde, Marmara Bölgesi’nde veya İç Anadolu Bölgesi’nde özel sektöre ait aynı işi yapan çok sayıda süt işletmesi varsa, 122 Özelleştirme SEK’e bağlı bir süt işleme tesisinin bu bölgelerde stratejik önemi olmayabilir. Ama özel sektöre ait süt işletmelerinin bulunmadığı veya çok az bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi’nde SEK’e bağlı bir süt işleme tesisinin o bölgede stratejik önemi vardır. Çünkü süt işleme tesisi süt üreticisinin ürettiği sütü günlük olarak değer fiyatına satın alıp onu süt ürünlerine işleyen tesistir. Dolayısı ile süt üreticisinin ürettiği süte emin bir pazar yeridir. Ürettiği sütü değer fiyatına satan üretici kâr eder ve süt hayvanı besleyip süt üretimi yapar. Ürettiği sütü değer fiyatına satamayan üretici ise zarar eder. Sonuçta elindeki hayvanları kasaba satar ve süt üretiminden de hayvancılık yapmaktan da vazgeçer. Üretici hayvancılık yapmazsa ülkenin süt üretimi de, et üretimi de azalır ve son yıllarda Türkiye’de yaşanan durum ortaya çıkar. Kısaca ülke özellikle canlı hayvan ve et ithalatı yapmak zorunda kalır. Bu ithalat için de milyonlarca hatta milyarlarca döviz ödenir. Yani Türk çiftçisine verilmeyen paralar yabancı ülkelerin çiftçisine ödenir. Süt üreticisi için SEK’e bağlı süt işletmeleri nasıl stratejik öneme sahipse, besicilerimiz için de et kombinaları aynı şekilde stratejik öneme sahiptir. Konunun istihdam yönünü ve sosyal yönünü de dikkate almak gerekir. Hayvancılık (süt üreticiliği ve besicilik) yapmaktan vazgeçen çiftçi işsiz kalıyor. İşsiz kalan Anadolu insanı büyük şehirlere göç ediyor. Büyük şehirlerin varoşlarında çok güç şartlarda hayatını sürdürmeye çalışıyor. Bu arada yoksulluğun sebep olduğu pek çok sosyal olaylar yaşanıyor. 123 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Bütün bu olumsuzlukların yaşanmaması için Saadet Partisi olarak bölgesel olarak stratejik önemi bulunan tesislerin özelleştirilmesine karşıyız. 2011’in son aylarında ve 2012 yılının ilk aylarında şeker fabrikalarının özelleştirilmesi gündeme geldi ve B Portföyündeki Elazığ, Malatya, Erzincan ve Elbistan şeker fabrikaları ile C Portföyündeki Kastamonu, Kırşehir, Turhal (Tokat), Çorum ve Çarşamba (Samsun) şeker fabrikaları özelleştirildi. Saadet Partisi olarak biz bu özelleştirmeye karşı olduğumuzu o tarihlerde ifade ettik. Bu arada Şeker-İş Sendikasının bu fabrikaların özelleştirilmemesi için verdiği mücadele etkili oldu ve özelleştirme işlemi dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da içine sinmemiş olacak ki özelleştirme işlemini onaylamadı ve satış gerçekleşmedi. Hükümet 2016 yılının son aylarında bu konuyu tekrar gündemine aldı. Biz Saadet Partisi olarak yine Türk çiftçisinin zararına olacağına inandığımız bu özelleştirme işlemine karşı olduğumuzu ifade ediyoruz. Eğer Şeker Fabrikaları zarar ediyorsa bunun sorumlusu ne pancar üreticisi çiftçilerdir ve ne de o fabrikada çalışan işçilerdir. Bunun sorumlusu yöneticilerdir. Yöneticilerin ehil olmayışıdır. Nitekim Konya’da faaliyet gösteren Konya Şeker (TORKU) ve büyük bir borçla devredilen Kayseri Şeker Fabrikası şu anda pekâlâ karlı bir biçimde çalışıyorlar. Diğer fabrikaların kar etmemesi için hiçbir sebep yok. Birkaç yıl önce TEKEL işletmeleri özelleştirildi. TEKEL’in özelleştirilmesiyle TEKEL’de çalışanların ve tütün üreticisinin mağdur olduğu gibi, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi 124 Özelleştirme ile de hem şeker fabrikalarında çalışan insanlarımız mağdur olacak, hem de şeker pancarı üretimi yapan çiftçi bu günkünden daha zor duruma düşecektir. Gerek bu fabrikalarda çalışanların ve gerekse fabrikaların bulunduğu illerdeki çiftçilerimizin genel kanaati şudur. Bu fabrikaları alan firmalar, özelleştirilen pek çok tesislerde olduğu gibi, fabrikayı çalıştırmak için değil arsası için alacaklardır. Birkaç yıl içinde fabrikaları kapatıp arsasını imara açma cihetine gideceklerdir. Fabrikalar kapanınca çiftçilerimiz münavebe bitkisi olarak ektikleri şeker pancarını da ekemeyeceklerdir. Türkiye nasıl süt işleme tesisleri ile et kombinaları kapanınca canlı hayvan ve et ithal eder duruma düştü ise şeker fabrikaları kapanınca da şeker ithal eder duruma düşecektir. Nitekim 2015-2016 üretim döneminde Türkiye şeker ithal eder duruma düşmüştür. Tabii bu uygulamadan en kârlı çıkacaklar da tatlandırıcı üreticisi fabrikalardır. Son aylarda (2016 yılı eylülünden itibaren) tatlandırıcı üreticileri de kotalarını artırmak için büyük çaba sarf etmektedirler. Konuyu çok fazla dağıtmadan milletçe bu olumsuzlukları yaşamamak için şeker fabrikalarının özelleştirilmesi konusu yetkililerce bir kez daha düşünülmelidir diyoruz. Özelleştirme idaresinin verilerine göre, 1985’den 2016 yılının temmuz ayı sonuna kadar yapılan özelleştirmelerden elde edilen toplam gelir 68.0 milyar dolardır. Bunun 8.2 milyar dolarlık kısmı 1985-2002 yılları arasında, geri kalan 59.8 milyar dolarlık kısmı da 2003-2016 yılları arasında yapılmıştır. Elde edilen bu özelleştirme gelirleri bütçe harcamaları dâhil her türlü 125 Türkiye’nin Ekonomik Durumu devlet harcamasında kullanılmıştır. Bu paralar ile hiçbir yeni tesis yapılmamıştır. Bir yandan satılan fabrikalarda çalışan insanlarımız işini kaybetmiş, diğer yandan yeni fabrikalar veya tesisler açılmadığı için çalışma yaşına gelen insanlarımız iş bulamamıştır. Bu durum işsiz insanlarımızın sayısının her geçen gün artmasına sebep olmuştur. 126 Bütçe Uygulamaları Bütçe Uygulamaları 127 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 2016 Yılı Bütçesi Diğer TBMM çalışmalarında olduğu gibi, bütçe görüşmeleri de Meclis TV tarafından verilmektedir. 2017 bütçe görüşmeleri de Meclis TV tarafından verildi. Halkımızın da TV ekranlarından izlediği gibi, bütçe görüşmelerinde terör, paralel devlet yapılanması, Suriye olayları, Irak’taki operasyonlar, yeni Anayasa hazırlama ve başkanlık sistemi dâhil her şey konuşuldu. Bu arada bütçe de konuşuldu. Muhalefet partilerine mensup milletvekilleri bütçe dışında her şeyi tenkit ederek, iktidar partisine mensup milletvekilleri de her tenkide cevap yetiştirerek konuşmalarını sürdürdüler ve Bütçe görüşmeleri böylece tamamlandı. Muhalefet partilerinin iktidara yol gösterme, iktidar partisinin de söylenenden istifade etme gibi bir düşüncesi, bir gayreti olmadı. Oysaki bütçeler bir hükümetin bir yıl içinde yapacağı icraatları gösteren belgelerdir. Bu belgelerin en mükemmel şekilde hazırlanması için tüm milletvekillerinin gayret etmeleri gerekir. Maliye Bakanlığınca hazırlanarak TBMM Plan ve Bütçe Komisyonuna sunulan “Bütçe Sunuş Konuşması” metni ile TBMM Genel Kuruluna sunulan “Bütçe Sunuş Konuşması” metni incelendiğinde her iki metnin birbirleri ile hemen hemen aynı oldukları görülür. Her iki metinde de, her iki kitapçıkta da 2016 yılına ait makro ekonomik göstergelerin 2016 yılı bütçesi yapılırken esas alınan değerleri ile Ekim 2016’da açıklanan OVP’de revize edilen büyüklüklerin 2016 yılı değerleri ve 2017 yılı merkezi yönetim bütçesin- 128 Bütçe Uygulamaları deki değerleri Tablo 15’de verilmiştir. Tablodaki değerler incelendiğinde, 2016 yılında TÜFE hariç bütün temel ekonomik büyüklüklerde revizyona gidildiği görülmektedir. 2016 yılına ait TÜFE’nin de %8.53 olarak gerçekleştiği 3 Ocak 2017’de açıklandı. Buna göre bütün temel ekonomik büyüklükler revize edilmiştir. Bir diğer ifadeyle ekonomik büyüklükler hükümetin kontrolü dışında ilerlemekte, kendi kendine artmakta veya azalmaktadır. GSYH’daki revizyon hem TL bazında hem de Dolar bazında çok az da olsa azalma yönündedir. İhracat ile ithalattaki revizyonlar da azalma yönündedir. Yani ekonomide artması istenen temel ekonomik büyüklüklerden ihracatta artma değil azalma olmuştur. Azalması istenen işsizlik oranı ile enflasyon (TÜFE) oranında ise artma olmuştur. Büyüme oranındaki revizyon da azalma yönündedir. Bu durumu kısaca; 2016 yılında temel ekonomik büyüklükler olumsuz yönde bir seyir izlemiştir diye özetleyebiliriz. Tablo 15: 2016 Yılı Bütçesine Ait Bazı Ekonomik Büyüklükler ve Bu Büyüklüklerin Ekim 2016’da Revize Edilen Değerleri ile 2017 Yılı Bütçesine Ait Bazı Ekonomik Büyüklükler Kaynak: Maliye Bakanlığı ve OVP verileri 129 Türkiye’nin Ekonomik Durumu 2016 yılı aralık ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri Maliye Bakanlığının sitesinde yayınlandı. Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan rakamlar Tablo 16’da verilmiştir. Tablo 16’daki her bir rakam şüphesiz önemlidir ve üzerinde durularak incelenmesi gerekir. Biz bütçe uygulamalarının bir özeti mahiyetinde olan bütçe dengesini ele alarak konuya girmek istiyoruz. Daha önceki yıllarda olduğu gibi, 2016 yılında da bütçe dengesi sağlanamamıştır. Merkezi yönetim bütçesi açık vermiştir. 2016 yılında -29.7 milyar TL olarak öngörülmüş olan bütçe açığı -29.3 milyar TL olmuştur. Dileğimiz bütçe açığının olmamasıdır, bütçenin denk olmasıdır. Hatta bütçe fazlasının olmasıdır. Ancak taklitçi zihniyetler bunu gerçekleştiremiyorlar. Ama bütçe dengesini açıklarken “Bütçe açığı öngörülenden daha düşük olmuştur.” diyorlar. Hükümete bütçeyi hazırlarken denk bütçe esasına göre bütçe yapmalarını ve bütçeye ek kaynaklar bularak bütçe dengesini sağlama cihetine gitmelerini öneriyoruz. Milli Görüş’ün Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan 54. Hükümet döneminde bunu uyguladı ve başarılı oldu. Bütçe uygulamalarında önemli olan öz kaynakların harekete geçirilerek gelirlerin artırılması, faiz giderlerinin ve israfın ortadan kaldırılmasıdır. Borç alarak günlük işlemlerin yapılmasını sağlamak veya günü kurtarıcı ekonomi politikaları izlemek ülkemizin geleceğini sıkıntıya sokar. Hatırlanacağı gibi, Milli Görüş’ün Lideri rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan AK Parti iktidara geldiğinde (2002 yılı sonunda) Uğur Dündar’la yaptığı bir TV programında “AK Parti iktidarının borç alarak ülke ekonomisini 130 Bütçe Uygulamaları düzeltemeyeceğini, öz kaynakları harekete geçirerek her yıl 100 milyar dolar ek kaynak bulması gerektiğini; eğer bu kaynağı oluşturamazsa Türkiye’nin borçlarının hızla artacağını ve bir süre sonra Allah korusun borçların ödenemez duruma gelebileceğini” ifade ediyordu ki, sanıyoruz şimdi Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın dedikleri gerçekleşiyor ve Türkiye bu duruma doğru sürükleniyor. Bütçe açığını ortadan kaldırmanın yolu, en sade mantıkla, gelirleri artırmak, giderleri azaltmaktır. AK Partili değerli bakanlar her sene yaptıkları basın toplantısında konuşurken bütçe performansını başarılı göstermeye çalışırlar, hatta faiz harcamaları olmasa bütçe açığının olmayacağını ifade ederler. Evet doğrudur. Faiz harcamaları olmasa bütçe fazlası bile olacaktır. 14 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti hükümetinin Maliye Bakanları faiz harcamalarını azaltmak ve ortadan kaldırmak için nasıl bir önlem aldıklarından hiç bahsetmezler. Faiz ödemeleri için 2016 yılında bütçeden 50.3 milyar TL harcanmıştır (Tablo 16). Faiz ödemelerinin fazlalığından iktidar partisi yöneticileri de rahatsız olmakta ve şöyle bir savunma yoluna gitmektedirler, “Eğer biz iktidara gelmeseydik Türkiye faize şimdi ödenenden daha fazla ödeme yapacaktı veya biz iktidara gelmeden önce faizin GSYH’ya oranı daha yüksekti, biz geldik ve faizin GSYH oranını düşürdük”. Kanaatimizce bu ifade mevcut iktidarın savunma refleksinden başka bir şey değildir. Zira “su-i misal, misal olmaz” veya “kötü örnek, emsal teşkil etmez” diye güzel bir söz vardır Türkçemizde. Önemli olan kendinden önceki yönetimlerin başarısızlıklarını ileri sürerek kendini başarılı göstermek değil, başarılı icraatlar yaparak başarılı olmaktır. 131 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Tablo 16: Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmeleri Kaynak: Maliye Bakanlığı 132 Bütçe Uygulamaları Bir hususun daha bilinmesinde yarar vardır. Özelleştirmelerin yapılmasının da temel amacı bütçeye gelir temin etmektir, 2B yasasının çıkarılmasının da, çıkarılan torba yasa ile kamu alacaklarının yapılandırılmasının da, bedelli askerlik yasasının çıkarılmasının da asıl amacı bütçeye gelir temin etmektir. Kanunlar çıkarılırken ileri sürülen gerekçeler çok farklı olabilir. Ama asıl amacın bütçe açıklarını azaltmak olduğunun kamuoyu tarafından bilinmesinde yarar vardır. Cari açık konusu açıklanırken ÖTV zamları konusunda Sayın Maliye Bakanı’nın ve Sayın Başbakan’ın ifadelerine yer verilmişti. Fazla zamanınızı almamak için o ifadeleri burada tekrar etmek istemiyoruz. Ama vergi zamlarının amacının da bütçe açığının ve cari açığın azaltılması olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar vardır, diyoruz. Bütçe harcamaları içinde sermaye giderlerinin (yatırım harcamalarının) arttırılmasını istiyoruz. 2016 yılı bütçesinde hedeflenen yatırım harcamaları miktarı 51.8 milyar TL’dir. 2016 yılında yapılan yatırım harcamaları toplamı 59.4 milyar TL olmuştur. Sanıyoruz iktidar da yatırıma ayrılan paranın yetersiz olduğunu anladı ve az da olsa hedeflenenden daha fazla harcama yaptı. Daha önceki hükümetlere yaptığımız tavsiyeyi bu hükümete de yapıyoruz ve diyoruz ki, bütçeyi yaparken yatırımlara fazla para ayırınız. Zira Türkiye gibi genç nüfusu fazla olan ülkelerde yatırımların artırılması gerekir. Eğer Türkiye var olan işsizlik sorununu çözmek istiyorsa, yatırımları azaltma değil, artırma cihetine gitmelidir. Unutulmamalıdır ki, bugün yapılan yatırım yarınki işsiz insanımıza iş demektir. 133 Türkiye’nin Ekonomik Durumu Bu konuya son verirken AK Parti iktidarından bütçe açığını azaltmak veya hedeflenen düzeye indirmek için; - Bütçe harcamalarını kısarken kısa vadede faiz harcamalarını kısma, azaltma cihetine gitmelerini, uzun vadede (ki kendileri 14 yıldır iktidardalar ve bu süre çok uzun vade sayılır) ise faiz harcamalarını ortadan kaldırmalarını, yatırım harcamalarında kesinlikle hiçbir kısıntıya gitmemelerini, - Bütçe gelirlerini arttırayım derken vatandaşın belini bükecek yeni vergiler koymamalarını ve vergi oranlarını artırmamalarını tavsiye ediyoruz. Ana muhalefet partisi CHP’ye ve parlamentoda grubu bulunan diğer muhalefet partilerine de tavsiyemiz, iktidar partisi ile gereksiz meseleler üzerinde polemiğe girip zaman kaybetmemeleri, vatandaşın ve ülkenin ciddi sorunları ile ilgilenmeleridir. 2016 yılına ait temel ekonomik büyüklükleri ve bütçe gerçekleşmelerini rakamlarla açıklamaya çalıştık. Buraya kadar yapılan açıklamaların ortaya koyduğu gerçek şudur: 14 yıldan beri Türkiye’yi yöneten AK Parti hükümetinden 2016 yılında 2015 yılındaki başarısından daha fazla bir başarı beklenemezdi. Nitekim öyle de oldu. 2017 yılına dair beklentimiz sorulursa da deriz ki, 2016’da olduğu gibi, bu iktidarın ekonomi yönetiminden 2017 yılına dair de fazla umutlu değiliz. 134 Bütçe Uygulamaları Bu iktidarın ekonomi yönetiminde çok yetersiz olduğunu, ülke ekonomisini bilgiyle değil, el yordamıyla “dene-yanıl” yöntemiyle yürüttüklerini daha önceki raporlarımızda ifade etmiştik. Şimdi bu görüşümüzü bir kez daha yineliyoruz. Bu iktidar ülke ekonomisini iyi yönetemiyor! Saadet Partisi olarak 2016 yılına ait temel ekonomik büyüklüklerin ve bütçe uygulamalarının kısa bir değerlendirmesini yaptık. Görüldüğü gibi, 2016 yılı bütçe performansı pek başarılı değildir. 2016 yılı kaybedildi, İnşallah 2017 yılı ve daha sonraki yıllarda ekonomi düzeltilir ve vatandaşımız daha fazla sıkıntıya sokulmaz diyoruz. 2017 Yılı Bütçesi 2017 yılı bütçesi yurt içinde Temmuz 2015’de başlayan ve dozunu gittikçe arttıran PKK terör olaylarının ve 2016 yılı temmuz ayında paralel devlet yapılanması (PDY)’na mensup bir grup çılgının giriştiği başarısız darbe teşebbüsü ile yurt dışında; Suriye’de ve Irak’ta yaşanan çatışmaların veya iç savaşın sürdüğü günlerde hazırlandı. Türk ekonomisi sıkıntılı idi. Yaşanan bu olaylar sıkıntıyı daha da arttırdı. Türk ekonomisi sıkıntıda olduğu gibi, dünya ekonomisi de sıkıntılıydı. Bütçeyi sunarken Sayın Maliye Bakanı ne kadar sakin görünmeye çalışsa da ekonomide yaşanan sıkıntıları gizleyemedi. 2017 yılı bütçesine ait temel ekonomik büyüklüklerin değerlerini incelerken öncelikle şu hususu belirtmek istiyoruz. Bütçe yapılırken esas alınan temel ekonomik büyüklüklerin bir yıl önce hazırlanan OVP’deki 135 Türkiye’nin Ekonomik Durumu rakamları revize edilmiştir. Aynı durum 2016 yılı bütçesi hazırlanırken de yapılmıştı. 2016 yılında yurt içinde ve yurt dışında yaşanan olayların etkisiyle nasıl 2016 yılı rakamları revize edildi ise 2017 yılında da ekonomik dengeler bozulunca hükümet yine aynı şeyi söyleyecek ve “Temel ekonomik büyüklükler revize edilmiştir.” deyip işin içinden çıkacaktır. Bu böyle gitmez! Milletimizin sandıkta bu hatalı gidişe dur demesi gerekir. Sayın Maliye Bakanı tarafından açıklanan 2017 yılı merkezi yönetim bütçe büyüklükleri konuşma metininde verilmiştir. Bu konuşma metninden alınan önemli bazı büyüklüklerin değerleri ile konuşma metninden alınan gelir vergisine ait değer şöyledir: Bütçe Giderleri 645.1 Milyar TL Faiz Harcamaları 57.5 Milyar TL Sermaye Giderleri (Yatırım) 66.2 Milyar TL Bütçe Gelirleri 598.3 Milyar TL Vergi Gelirleri 511.1 Milyar TL Bütçe Dengesi (Açığı) - 46.9 Milyar TL Faiz Dışı Denge 10.6 Milyar TL Gelir Vergisi 108.9 Milyar TL Görüldüğü gibi, bütçe yineMilyar “Denk Bütçe” esasına TLmerkezi yönetim göre hazırlanmamıştır. 2017 yılında bütçe giderleri 645.1 milyar TL, bütçe gelirleri ise 598.3 milyar TL’dir. Yani bütçe gelirleri bütçe giderlerini karşılamıyor. Bütçe açığı 46.9 milyar TL’dir. Bu 136 Bütçe Uygulamaları açığı kapatmak için borç alınacaktır. Borç alınınca faiz ödenecektir. Faiz ödemeleri için 2017 yılı bütçesinde 57.5 milyar TL ayrılmıştır. Bu haliyle bütçe bir borç ve faiz ödeme bütçesidir. Borçlara, kamu borçlarına bütçede yer verilmiyor. Ama faize yer veriliyor. Bütçede 57.5 milyar TL faiz ödemesi olduğuna göre, demek ki kamunun borcu çok. Bu borcu iktidar partisi milletimize açıklamıyor. Muhalefet partileri de iktidarın suni gündemleri ile oyalandıkları için milletimize söylemiyorlar. O zaman iş yine Milli Görüş’e, bize düşüyor. Evet, devletin resmi kurumlarının açıklamalarına göre, 2016 yılı sonunda kamu borç stoku 819.5 milyar TL’dir. Bu yüksek borç yükünden dolayı 2017 bütçesine 57.5 milyar TL faiz ödemesi konulmuştur. Bütçede “Faiz Dışı Denge” diye bir kalem bulunmaktadır ve bu kalemde de 10.6 milyar TL yazılıdır. Bunun anlamı 2017 yılında faiz ödemeleri olmasa idi bütçenin 10.6 milyar TL fazlası olacaktı. Biz bütçede faiz harcamalarının hiç olmamasını, dolayısı ile faize giden paraların milletimize kalmasını canı gönülden isterdik. Ama faiz harcamaları var ve miktarı da 57.5 milyar TL’dir. Dolayısı ile faiz dışı fazla diye bir kalemi bütçeye yazmanın bizce hiçbir anlamı yoktur. 2017 yılında yatırıma ayrılan para 66.2 milyar TL’dir. İşsizliğin yüksek olduğu ülkemizde bütçeden yatırıma ayrılan paranın çok daha yüksek olması gerekirdi. Yatırıma ayrılan paranın az olması demek önümüzdeki yıllarda istihdamın az olması demektir. Bu yüzden 2017 yılı bütçesinde yatırıma ayrılacak paranın, mevcut miktarın hiç değilse 2 katı veya 120-130 milyar TL’nin üzerinde olması gerekirdi. Yatırım için ayrılan 66.2 milyar TL ile yapılacak yatırımların neler 137 Türkiye’nin Ekonomik Durumu olduğunu da çok merak ediyoruz. Zira daha önceki yıllarda da AK Parti iktidarı yatırım yaptığını açıklıyordu. Ama bu yatırımlar maalesef üretime yönelik değildir. Devletin fabrika yapımına yönelik bir icraatı maalesef yok. Yatırımlar üretime yönelik olmadığı için işsizlik çift haneli rakamlarda seyrediyor. İşsizliği düşürmenin yolu fabrika yapmaktan, hatta fabrika yapan fabrikaları yapmaktan geçer. AK Parti iktidarının böyle bir düşüncesi yok. Sayın Maliye Bakanı’nın bütçe sunuş konuşması metninde 2017 yılı vergi gelirleri açıklanırken vergilerin çeşitleri yazılmış ve 511.1 milyarlık vergi gelirlerinin 108.9 milyar TL’sinin, bir diğer ifadeyle vergi gelirlerinin %21.3’ünün gelir vergisinden oluştuğu kaydedilmiştir. Bunun anlamı, ülkemizde zengin kesimden alınan gelir vergisinin az, bütün tüketicilerden yani en zengin insanımızdan da en fakir insanımızdan da aynı oranda alınan dolaylı vergilerin ise fazla olmasıdır. Oysaki Türkiye’yi yöneten AK Parti iktidarının örnek aldığı gelişmiş ülkelerde dolaylı vergilerin toplam vergi geliri içindeki payı düşük, dolaysız vergilerin payı ise yüksektir. Toplam vergi gelirleri içindeki dolaylı vergilerin payının düşürülmesi, gelir vergisi payının ise arttırılması gerekir. Zamlardan ve hayat pahalılığından ezilen insanlarımızın vergi yükü altında da ezilmemesi gerekir. Sayın Maliye Bakanı’nın gerek TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda sunduğu 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı metninde ve gerekse TBMM Genel Kurulunda sunduğu 2017yılı Bütçe Kanunu Tasarısı metninde eski yıllarda hazırlanan Bütçe Kanunu Tasarısı metninde verilen örnekler kadar olmasa da memura, 138 Bütçe Uygulamaları emekliye, muhtar aylıklarına, hatta 65 yaş aylığına AK Parti’nin iktidara geldiği 2002’den 2016 yılına kadar olan 14 yılı aşkın sürede yapılan toplam artışlar verilmiştir. Bu artışların aile yardımı ödeneği dâhil en düşük memur maaşında %531, en düşük SSK emekli aylığında %421, en düşük memur emekli aylığında %351 vb. düzeylerde olduğu kaydedilmektedir. Bu artışları duyanlar sanırlar ki Türkiye’de her şey güllük gülistanlık. 14 yılda %833 artış yaptıklarını söyledikleri 65 yaş aylığı son artışla 228 TL olmuştur. İktidar, 228 TL’si bir insana bir ay boyunca yeterli diyorsa biz bir şey demiyoruz. Evet, 14 yıllık AK Parti iktidarında memura, asgari ücretliye, emekliye, BAĞKUR emeklisine yapılan artışlar bu kadardır. Oysaki 54. Erbakan Hükümeti’nde 1 yılda en düşük memur maaşlarında %120, işçi aylıklarında %101, emekli maaşlarında %100, BAĞ-KUR emekli maaşlarında %350 artış yapılmıştı. Bu durum dikkate alınırsa 14 yıllık AK Parti iktidarında yapılan artışların fazla olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar. Saadet Partisi olarak 2016 yılı bütçesi ile 2017 yılı bütçesi hakkındaki değerlendirmelerimizi de yaptık. Bundan sonra da bütçe uygulamaları hakkında ve hükümetin ekonomi yönetimi hakkındaki görüşlerimizi açıklamaya devam edeceğiz. Parlamentoda grubu bulunan partilerin hükümet icraatlarını tenkitte sessizliğe büründüğü bu dönemde görev Saadet Partisi’ne düşmektedir. Ülkemizin ve Milletimizin büyük ekonomik sıkıntılara düştüğü şu günlerde bizlerin halkımıza 139 Türkiye’nin Ekonomik Durumu gidip bu gerçekleri anlatarak onların güvenini kazanmamız ve sandığa gittiklerinde Saadet Partisi’ne oy vermelerini temin etmemiz lazımdır. Önümüzdeki genel milletvekili seçimlerine 3 yıldan az bir zaman var. Ama unutmayalım. “Belirlenmiş olan istikbal çok yakındır.” Bu yıllar ve aylar çok çabuk geçer. Saadet Partisi olarak bizler şimdiden seçim çalışmalarımızı büyük bir gayretle sürdürelim. Sürdürelim ki önce Yaşanabilir Bir Türkiye’nin, sonra Yeniden Büyük Türkiye’nin ve daha sonra da Yeni Bir Dünya’nın Kuruluşunu gerçekleştirelim de hem milletimizin, hem İslam âleminin ve hem de tüm insanlığın refah, huzur ve barışını sağlayalım. Bu temennilerle sizleri ve yüce milletimizi saygı ile selamlıyor, yapacağımız hayırlı çalışmalarda Yüce Rabbim yar ve yardımcımız olsun diyorum. 140