DÜBAM Batı Şeria topraklarının çalınması, “saçma” mâli kriz, Avrupa’da aşırı sağın ve göçmen karşıtı politikacıların yükselişi üzerine Slavoj Zizek Bir makale, iki röportaj Çeviren Ertuğrul Aydın DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Kasım 2010 DÜBAM Yayınları Küresel İletişim Merkezi Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22 www.dunyabulteni.net 2 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM İçindekiler Batı Şeria'nın sessizce dilimlenişi, Barışın Soyut Duacılarını müstehcen kılıyor...................... 4 Slavoj Zizek'le kapitalizm, sağlık reformu, Latin Amerikanvâri popülizm ve “saçma” mâli kriz üzerine ................................................................................................................................. 6 Slavoj Zizek'le aşırı sağın ve göçmen karşıtı politikacıların yükselişi üzerine ........................ 11 3 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM öz bir şekilde açıklamaktadır. Duvarın İsrail tarafına, duvarın ötesinde Filistin kasabasının bulunmadığı kırsal bir bölgeyi gösteren resimler yapılmış, sadece doğa, çayırlar ve ağaçlar resmedilmiş. Duvarın ötesini boş, bakir ve iskanı bekleyen bir yer olarak hayal etmek..,en saf haliyle etnik temizlik değil mi bu? Batı Şeria'nın sessizce dilimlenişi, Barışın Soyut Duacılarını müstehcen kılıyor 2 Ağustos 2009 tarihinde, Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah semtinin güvenlik çemberine alınmasından sonra, İsrail polisi iki Filistinli aileyi (yaklaşık 50 kişi) evlerinden tahliye etti; Yahudi yerleşimciler derhal, boşaltılan bu evlere taşındılar. İsrail polisi, ülkenin yüksek mahkemesinin bir kararını zikrettiyse de, tahliye edilen Arap aileler 50 yıldan daha fazla bir süredir orada yaşıyorlardı. Dünya medyasının -istisnaen- dikkatini cezbeden bu olay, çok daha büyük ve ekseriya gözardı edilen bir sürecin parçasıdır. İsrail'in 70.000 konut planı hakkındaki haberlerin yayınlandığı aynı gün, Hillary Clinton Gazze'den yapılan bir roket saldırısını “sinik” addederek eleştirdi: “Toprakları roket saldırılarına hedef olurken şüphe yok ki İsrail dâhil hiçbir ulus boş boş durmaz.” Peki, Batı Şeria toprakları onlardan gün be gün alınırken Filistinliler boş boş durmalılar mı? Barış âşığı İsrail liberalleri – her iki tarafta da barışı reddeden aşırıların bulunduğunu kabul ederek – Filistinlilerle olan ihtilâflarını tarafsız, simetrik terimlerle sunarken birisi çıkıp basit bir soru sormalı: Doğrudan siyasi-askeri düzeyde hiçbir şey olmuyorken, (örneğin, gerilimler, saldırılar veya müzakereler sözkonusu değilken) Ortadoğu'da devam eden nedir? Devam eden, Filistinliler'in Batı Şeria'daki topraklarının yavaşça alınması işidir: Filistin ekonomisinin tedricen boğulması, topraklarının parsellenmesi, yeni yerleşimlerin inşa edilmesi, Filistinli çiftçiye toprağından vazgeçmesi için yapılan baskı (ekinleri yakmak ve kutsala hürmetsizlikten hedef gözeterek öldürmeye kadar), tüm bunlar bunaltıcı bir yasal düzenlemeler ağıyla desteklenmektedir. Bundan beş ay önce, 1 Mart'ta, İsrail hükümetinin işgal altındaki Batı Şeria'da 70.000'den fazla konut inşa plan yaptığı haber verilmişti; inşa planları, hayata geçirildikleri takdirde, işgal altındaki Filistin topraklarında bulunan yerleşimcilerin sayısını yaklaşık 300.000 civarında artıracak. Böylesi bir hamle, yaşayabilir bir Filistin Devleti şansını ciddi şekilde zayıflatmanın yanısıra Filistinliler'in günlük yaşamını da zorlaştıracaktır. Bir hükümet sözcüsü, planların sınırlı bir ilgisinin olduğunu savunarak bu haberi reddetti – yerleşimlerde konut inşa etmek, savunma bakanı ve başbakan onayını gerektiriyor. Ne ki 15.000'i çoktan onaylandı ve teklif edilen 20.000 konut birimi, İsrail'in Filistinlilerle gelecekte varacağı bir anlaşmada elinde tutmayı bekleyemeyeceği yerleşimlerde bulunuyor. Sare Makdisi, Palestine Inside Out: An Everyday Occupation adlı çalışmasında, Batı Şeria'daki İsrail işgalinin, nihayetinde silahlı kuvvetler tarafından yürütülmesine rağmen, nasıl olup da bir “bürokrasi işgali” olduğunu anlatıyor: “Öncelikle başvuru formları, tapu sicilleri, ikamet evrakları ve diğer izinlerle başlıyor. İsrail'in yavaş ama istikrarlı genişleme işini güvenli bir şekilde sağlayan, günlük hayatın bu mikro- Netice belli: İsrail, iki devletli çözümü lafta desteklerken, bir çözümü imkansızlaştıracak fiili durum yaratmakla meşgul. Batı Şeria'nın bir tepesine yakın mevkideki bir yerleşimci kasabasını Filistin kasabasından ayıran bir duvar, İsrail planlarının altındaki rüyayı kısa ve 4 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM yönetimidir: Bir kimse, ailesiyle birlikte ayrılmak için, toprağını ekmek için, kuyu kazmak için, işe veya okula yahut hastahaneye gitmek için izin istemek zorunda. Kudüs'te doğan Filistinliler, birer birer, bu şekilde haklarından mahrum edildiler, geçimliklerini kazanmaları engellendi, barınma izinleri vb inkar edildi.” şartlarını kabul ediyor. Yasadışı yerleşimciler bazen Wagner'in Walküresi'nde, son sahnede, Wotan'a serzenişte bulunup, onun emrinin hilafına davranarak Siegmund'u korurken, aslında Wotan'ın dış baskı dolayısıyla sarf-ı nazar etmeye mecbur olduğu gerçek arzusunu yerine getirdiğini söyleyen Brunhilde gibiler. Benzer şekilde yerleşimciler biliyor ki devletlerinin gerçek arzusunun yerine getiriyorlar. Filistinliler Gazze Şeridi'nin “dünyanın en büyük temerküz kampı olduğu” şeklindeki sorunlu klişeyi sık sık kullanırlar. Bununla birlikte, bu ünvan geçen yıl tehlikeli bir şekilde hakikate yanaştı. Bu asli hakikat, soyut “barış duacılarının” hepsini riyâkar ve müstehcen kılıyor. İsrail devleti medyanın görmezden geldiği yavaş, görünmez bir süreç tutturmuştur; dünya bir gün uyanacak ve keşfedecek ki Filistin'in Batı Şeria'sı diye bir yer yok, toprak Filistinli'den azâde; ve gerçeği kabul etmek zorunda kalacağız. Filistin Batı Şeria'sının haritası zaten parçalı bir takımadaya benziyor çoktandır. İsrail devleti, “yasadışı” yerleşimcilerin şiddete kaçan aşırılıklarını kınarken, Batı Şeria'da yeni “yasal” inşaatları teşvik ediyor ve Filistin ekonomisini boğmayı sürdürüyor. Filistinliler'in tedricen çevrelendiği ve yaşam alanlarının dilimlendiği Doğu Kudüs'ün değişen haritasına şöyle bir bakmak her şeyi izah eder. Devletin yürütmediği [yerleşimcilerin yürüttüğü] Filistin karşıtı şiddeti kınamak, devlet şiddetini, gerçek problemi bulanıklaştırmaktadır; yasadışı yerleşimcileri kınamak ise yasal olanın hukukdışılığını bulanıklaştırmaktadır. 2008'in son aylarında, yasadışı yerleşimcilerin Filistinli çiftçilere saldırması vakay-ı âdiye haline geldiğinde, İsrail devleti bu aşırılıkları kuşatmaya yeltendi (yüksek mahkeme, bazı yerleşimcilerin tahliye edilmesi emrini verdi) fakat pek çok gözlemcinin kaydettiği üzere, bu nevi tedbirler gönülsüz alınmaktadır ve imzaladığı uluslararası anlaşmaları ihlal eden İsrail'in uzun vadeli politikalarının aksi yönündedir. Yasadışı yerleşimcilerin tepkisi “senin yaptığını yapıyoruz, sadece biraz daha âşikarca, o halde bizi kınamaya ne hakkın var?” demek oldu. Devletin cevabı ise şu : “Biraz sabırlı ol ve çok fazla aceleye getirme. İstediğini yapıyoruz, sadece daha mûtedil ve kabul edilebilir bir yoldan.” İsrail yüksek mahkemesinin çokça övülen, yansız “dürüstlüğünün” iki yüzlülüğü orada yatmaktadır: Malına mülküne el konmuş Filistinli'nin ara sıra lehinde karar verirken, tahliyelerinin yasadışı olduğunu ilan ederken, kalan davaların çoğunluğunun yasallığını teminat altına almaktadır. Tüm bunların gözönüne alınması, mazur görülemez terörist eylemlere karşı sempati gösterildiği anlamına gelmez asla. Aksine, bir kimsenin terörist saldırıları ikiyüzlülük yapmadan kınayabileceği tek zemini sağlar. Aynı hikaye 1949 yılından beri tekrarlanıyor: İsrail, barış planının çalışmayacağı hesabı üzerinden, uluslararası câmianın teklif ettiği barış 5 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Slavoj Zizek: Çok teşekkür ederim. Benim için bir zevktir. Slavoj Zizek'le kapitalizm, sağlık reformu, Latin Amerikanvâri popülizm ve “saçma” mâli kriz üzerine Amy Goodman: Sizi ağırlamaktan mutluluk duyuyoruz. Protestolar... Slavoj Zizek: Genelde izlediğim Fox News'ten daha iyisiniz. Daha hoş. National Review ona “Batıdaki en tehlikeli siyaset filozofu” diyor; New York Times ise “kültürel teorinin Elvis'i.” Amy Goodman: Protestoları mâli erimeye bağlar mısınız? Nasıl tahmin edilebilirdi? Slavoj Zizek: Hayır, beni ilgilendiren, örneğin Paul Krugman bugün ideolojinin nasıl işlediği hakkında bize çok şey anlatan temelde o aynı şeyi söylemişti. Zihni bir deney yapsak ve önde gelen bankacılar, yöneticiler vb iki yıl önce nasıl sona ereceğini bilselerdi nasıl olurdu? Kendimizi aldatmayalım, hiçbir değişiklik olmayacaktı dedi. Aynı şekilde hareket edeceklerdi. Juan Gonzalez: National Review dergisinin “Batıdaki en tehlikeli siyaset filozofu” dediği adamla mâli krizi konuşmaya devam ediyoruz. The New York Times ona “kültürel teorinin Elvis'i” diyor. Slovenyalı filozof ve entelektüel Slavoj Zizek felsefe, psikoanaliz, teoloji, tarih ve siyaset teorisi hakkında elliye yakın kitap yazdı. “Önce Trajedi Sonra Komedi” adlı son kitabında ABD'nin 11 Eylül trajedisinden komedi diye adlandırdığı mâli krize doğru nasıl yol aldığını tahlil ediyor. Bu ise bir psikoanalist olarak beni oyuna dâhil ediyor zira günlük uğraşımızın, psikoanalizde fetişist yalanlama dediğimiz mekanizma tarafından nereye kadar kontrol edildiğini fark etmemizi sağlıyor diye düşünüyorum.“Je sais bien, mais quand même…” “Çok iyi biliyorum fakat...” Mâlumunuz, muhtemel yıkıcı sonuçları çok iyi bilebilir fakat bir şekilde pazara güvenirsiniz, işlerin bir şekilde istenildiği gibi olacağını düşünürsünüz vesaire vesaire. Yalnızca ekonomide değil, genel olarak da analiz etmeli bunu. Çalışmamın odağında işte bu var: İnançlar bugün nasıl işliyor? Bir kişi inanıyor dediğimizde neyi kastediyoruz? Harper's Magazine'in Ekim sayısında da özetlenen Zizek'in son teklifi, şu sözlerle başlıyor: “2008 mâli kriziyle ilgili hakikaten şaşırtıcı tek şey, vuku bulacağının tahmin edilebilir olmadığı fikrinin ne de kolay kabul gördüğüdür.” Son on yılda IMF ve Dünya Bankasına karşı yapılan gösterileri anıyor; tüm gösterilerde bankaların parayla oynama şekilleri protesto edilmiş ve eli kulağındaki kazaya karşı uyarı yapılmıştı. Ancak göz yaşartıcı gazlarla ve kitlesel tutuklamalarla karşılık verilmişti. Arada kaynamasın diye hemen nefis bir hikayeyi anlatayım, benim gözde hikayem. Kitapta da anlattım. Niels Bohr'u bilirsiniz, Kopenhaglı kuantum fizikçisi. Yazlık evini ziyaret eden bir arkadaşı, kapının girişinde at nalı görür; biliyorsunuz, Avrupa'da batıl inançların bir parçası olan at nalının güya kötü ruhların eve girmesini engellediğine inanılır. Bir bilimadamı olan arkadaşı sorar: “Fakat bir dakika, buna gerçekten inanıyor musun?” Niels Bohr “elbette hayır. Eblehin teki değilim” der. Arkadaşı tekrar sorar: “O halde niçin burada Amy Goodman: Alıntı yaparak söyleyecek olursak, mesaj diyor “yüksek sesle ifade edildi ve berraktı ve polis, kelimesi kelimesine, hakikati bastırmak için kullanıldı.” Peki, Slavoj Zizek burada New York'ta Cooper Union'da Çarşamba akşamı bir konuşma yaptı ve şimdi stüdyomuzda bizimle birlikte. Democracy Now'a hoşgeldiniz. 6 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM bulunduruyorsun?” Neils Borh ne cevap veriyor biliyor musunuz? “İnanmıyorum ama bulunduruyorum çünkü ona inanmasan bile işe yaradığı söyleniyor.” mısınız? Slavoj Zizek: Ben radikal bir solcuyum. Şartlarla mukayyet olmak üzere, kendimi komünist olarak adlandırmaktan hoşlanırım. Fakat bir solcu olarak, solun son yirmi yıldır yaşadığı mağlubiyeti de kabul etmelidir. Muhtemel bir tahkikin gerek şartıdır bu. Stiglitz, Krugman gibi kişilerin teklif ettiği sempatik şeyler bir yana ki temelde Keynesçi refah devletine bir dönüştür, ve Brezilya'da renta básica denilen ana gelir gibi ütopya olduğunu düşündüğüm bazı ilginç ekonomik fikirler bir yana – ne ki onların çözüm olduğunu sanmıyorum – insanlar bir kriz zamanında bile solun küresel bir cevabının olmadığını görsünler diye bu krizin imâl edilmiş olabileceğine dair bazen, bazı zamanlarda, paranoyak bir fikir geliyor aklıma. Bugünün ideolojisi işte bu. Demokrasiye inanmıyoruz – hiç kimse inanmıyor. Onunla eğlen dur, vesaire fakat bir şekilde sanki işliyormuş gibi yapıyoruz. Çok tuhaf bir durum çünkü – bazılarımızın yaşı hatırlayacak kadar vardır – gücün kamuya dönük yüzünün şeref, inanç olduğu eski günler var. Peki başbaşa kaldığınızda onu alaya alır, eğlenir miydiniz? Hayır. Şimdi biz çok tuhaf bir duruma doğru, gücün kamuya dönük yüzünün gittikçe daha bir açıktan açığa edepsiz (indecent), müstehcen olduğu bir yere doğru seyrediyoruz. Sarkozy'nin Fransa'sına bir bakın. Yaklaşık beş yıl içerisinde devlet gücünün asgari şerefini sistematik bir şekilde baltalayan Berlusconi'nin İtalyasına bakın. Bunun nasıl mümkün olabildiğine tekrar tekrar şaşıyorsunuz. İki hafta önce, bu seks skandallarından sonra, Berlusconi'nin avukatı resmi bir açıklama yaparak Berlusconi'nin iktidarsız olduğu iddialarının yalan olduğunu, Berlusconi'nin bunu mahkemede ispatlamaya hazır olduğunu söyledi. İyi de nasıl? Neyi kastetti? Müstehcenliğin bir seviyesi vardır fakat bu bizi oyuna getirmemeli. Gerçekten de sinik zamanlarda yaşıyoruz, kendilerini ciddiye almadıkları şeklindeki ucuz anlamda değil sadece -nasıl söylemeli?kendi kendini baltalamanın, kendiyle dalga geçmenin tuhaf bir şekilde oyunun bir parçası olması anlamında da. Sistem sanki kendisiyle dalga geçse bile işleyebilirmiş gibi. Sol hakkında iki şeyden dolayı üzüntü duyuyorum. Birincisi, gitgide kanuncu mâneviyat öğretimine döndü. Biliyorsunuz, adaletsizliği bir tür protesto şeklidir. O halde yapabileceğiniz tek şey, hukuk forumları vb şeyler düzenlemektir. Bu bakımdan, eski solcuların pek çoğu siyasetle ilişiklerini kesiyorlar. Esasa ilişkin soruları artık sormuyorlar. Tek haykırış, şu anda bile, “ah, şu banka vurguncuları” oldu. Duymakta olduğumuz şeye tamamen katılıyorum. Fakat -bunu benden daha iyi bilirsiniz- mevcut krizin kökeninde yalnızca açgözlülük yatmıyor ve hakikatin bu bakımdan daha karmaşık olduğunu düşünmüyor musunuz? Yeni binyılın başındaki dijital balondan sonra, refahı nasıl elde tutmalı, ekonomiyi nasıl canlı tutmalı fikri ortaya çıktı. Hatırladığım kadarıyla, gerçekten bir miktar partilerüstü bir karardı: Emlak piyasasında hareketin devamını kolaylaştıralım. Bu psikolojik açgözlü bankacılar başlığının altında yapısal bir problem vardır, kapitalizmin nasıl çalıştığı meselesedir, Tanrım, bu yüzden sevgili modelimizle de – hayır, Bernard Madoff'la – ilgilidir. Onun üzerine odaklanma şekillerinden hoşlanmadım. Bir dakika durun. Sistemin sizi iteklediği yerin Juan Gonzalez: Peki, ilerlemecilerin veya buradaki solcuların tepkisini de eleştirdiğinizi söylüyorsunuz. Harper's Magazine'deki makalenizde şöyle yazmışsınız: “Mevcut krizin başlıca kurbanı kapitalizm değil, geçerli bir küresel alternatif sunmaktan âciz olduğu herkes tarafından görülür olduğu nispette, bizzat sol olacaktır.” Bunu biraz açar 7 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM radikal bir versiyonudur o sadece. Şimdi, “işte bu yüzden tüm bankaları kamulaştırmalı ve hemen sosyalist diktatörlük kurmalı” demiyorum, deli değilim. Diyorum ki problemi psikolojik bir mesele yaparak yakamızı ondan kolayca sıyırmayalım. Şerli bir adam olabilirsiniz fakat yaptığınız şeyi yapmanıza imkan veren kurumsal, ekonomik vb arkaplan olmalıdır sonuçta. Bir yanda dinlemeyi sevdiğim komik sağcı paranoyalar var. Beni eğlendiriyorlar, Sarah Palin'in ölüm panelleri fikri gibi. Gizemli bir bürokrasi, amcanızın yaşayıp yaşamadığına karar verecek. Matrak bir şey. Hiç değilse şimdilik gülebiliriz. Fakat sonra... İkinci şey, sol ve sağ kanat popülistlerin “Wall Street'e değil Main Street'e (sokaktaki vatandaşa) yardım edin” şeklindeki çığlığından da hazzetmedim. Üzgünüm, o bankaların yöneticileri kapitalizmde Wall Street olmadan Main Street olmayacağını ısrarla vurguladılar. Bugünün sanayisinde, rekabet ve yeni icâtlara yapılan çok büyük yatırımdan dolayı, krediye çaplı erişim olmadığında, çaplı kredi ulaşılabilir olmadığında, müreffeh bir Main Street de olmayacaktır. Bu yüzden yanlış bir seçimdir bu. Solun hatrına, sanırım mâneviyat öğretimine atılmaktan sakınmalıyız, şayet onda ciddiysek. Slavoj Zizek: Evet, evet. Fakat sonra gerçek problem var, Cumhuriyetçilerin seçim özgürlüğü gibi temel bir fikre tutunarak, sağlık reformu planına yönelttikleri eleştirinin gerçekten işe yaradığı bir noktadır. Bunun bir problem olduğunu düşünüyorum. Bununla yüzleşmeliyiz. Açıklığa kavuşturmamız gereken şey, seçim özgürlüğünü gerçekten tasarruf etmek için – bunu defalarca tekrarlamalıdırsosyal ve hukuki düzenlemelerin, ve de bir şekilde kabul görmüş etik kuralların, aşırı karmaşık bir ağını vücuda getirmeliyiz. Başka bir ifadeyle, daha az seçim, ya da daha az kamusal seçim, belirli bir düzlemde, farklı bir düzlemde daha fazla seçim demektir. Amy Goodman: Şöyle yazmıştınız: “Kurtarma operasyonu gerçekten “sosyalist” bir tedbir midir? Eğer öyleyse, acayip bir şekil kazanır: Öncelikli gâyesi fakire değil zengine, borç alana değil borç verene yardım etmek olan bir sosyalist tedbir.” Sağlık reformu meselesine döneyim. Benim fikrim, sağlık hizmetlerinin belirli bir düzeyde olmasıdır, su ve elektrik gibi. Su veya elektrik tedarikçinizi genelde seçmezsiniz diyebilirsiniz. Değil mi? Tamam, Cumhuriyetçi oyunu oynayabilir ve diyebiliriz ki “ne ürkütücü bir terör! Su tedarikçisini seçmek gibi temel bir seçim hakkından mahrum ediyorlar bizi.” Ancak bizler bir şekilde kabul ederiz ki çok daha pratik olduğu yerde, başkalarına bel bağlayabileceğimiz bazı şeyler vardır. Üzgünüm, su tedarikçimi, aynı şekilde elektrik tedarikçimi seçmek gibi bir büyük özgürlüğü memnuniyetle reddediyorum her ne kadar işler o noktada biraz daha ustalık ve dikkat istese de. Bu dizilime sağlık hizmetlerini niçin eklemeyelim? Avrupa, özgürlüğü eksiltmeden, bunun etkin bir şekilde icra edilebileceğini ispatlamaktadır, gerçek özgürlük için size çok daha geniş bir alan bırakarak. Juan Gonzalez: Maalesef Amerika'nın büyük bir kesiminde değil. Slavoj Zizek: Evet. Benim tüm tezim, kapitalizmin her daim zirvedekilerin sosyalizmi olduğudur. Onun temel paradoksu mu bu? Değil. Amy Goodman: Sağlık reformu hakkında ne düşünüyorsunuz? Slavoj Zizek: Benim en gözde konu başlığıma temas ettiniz. Neden biliyor musunuz? Çünkü – ideoloji hakkında yazdığımda ve insanlar bana güldüğünde – insanlar “haha, bunu bilmiyor musun? İdeoloji sonrası dönemde yaşıyoruz” dediler. Hayır, burada maddi gücüyle bir ideolojiyi görmektesiniz. İkiye ayırmalıyız. 8 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Gördüğünüz üzere, seçim ideolojisinin bir tehlikesidir bu, çünkü, biliyorsunuz, bu bir bakıma bugünün merkezi kategorisidir. Tekrar tekrar oynanan eski bir Marksist kart vardır. Denilir ki bize gerçek değil yanlış seçimler sunulmakta, Pepsi yahut Coca Cola gibi. Tamam, bunda bir gerçeklik payı var. Fakat seçim/tercih ideolojisinin bir diğer problemi daha vardır, mâkul bir seçim yapmak için uygun bir arkaplan verilmeden – siz seçimde hürsünüz gerçekten seçimlerle bombardıman altında kalıyoruz. İngiliz sinik şüpheci John Gray, başka bakımlardan kendisine hayranım, özgürmüş gibi davranmaya bugün daha da zorlanıyoruz diye hoş bir şekilde yazmıştır. Büyük kaygılara/anksiyeteye yol açmaktadır bu. Seçim/tercih meselesiyle ilgili olarak hassasiyet sergilemelidir. Seçim özgürlüğünün hakkıyla yanındayım. Yalnızca, biliyorsunuz, şu küçük harflerle yazılmış, seçim özgürlüğü şerâitinin vesaire vesaire ne olduğuyla ilgili dipnotları da görmek/anlamak istiyorum. hiç değilse bazı hükümetler, Latin Amerika'da, bu uçurumu kapatmaya çalışıyor ve farklı bir rol üstleniyor. Bir kez daha söylemek gerekirse, Obama'nın ne yapabileceği hakkında hiçbir yanılasama içinde olmamama rağmen, başkanlık seçimleri öncesinde onu desteklediğimden dolayı halen gurur duyuyorum, her ne kadar burada büyük bir etkisi olmadıysa da. Ancak “aynı emperyalizme giydirilmiş hoş bir insan yüzü” “kapitalizmin çıkarlarına daha iyi hizmet edecektir” vb mottoları olan benim son derece radikal arkadaşlarımın aksine, sağlık reformunda, merkezi savaşı verdiğimizi düşünüyorum. Chavez'in iyi bir açılış yaptığını düşünüyorum sadece. Tarihi önemde birşeyler yaptı. Bildiğim kadarıyla, favelalarda/varoşlarda yaşayan ve kamusal alandan dışlanan insanları bihakkın seferber etmeye çalışan ilk kişidir. Onları siyasi sürece dâhil etmeye çalıştı gerçekten. Bunu yapacağımız bir yol bulmazsak, bir tür ırk ayrımcısı topluma doğru yavaşça seyretmek olduğumuzu iddia ediyorum; düşük yoğunluklu kalıcı bir sivil savaş içinde yaşayacağımız bir noktadır, Paris banliyölerinde arabaların yakıldığı Fransa örneğindeki gibi bir tür irrasyonel patlamaların yaşanacağı bir noktadır. Slavoj Zizek: Çalışıyorlar. Gerçekten beceriyorlar mı? Bu benim şüpheciliğim. Şimdi söyleyeceklerimden dolayı bazı insanlar beni gizli neocon olmakla suçluyorlar. Yanılsama içine düşmeyelim Latin Amerika popülizminin son dalgasının, Hugo Chavez'in vb, yarattığı çekiciliğin solun bu eski arzusundan kaynaklandığını iddia ediyorum. Açık olalım, bugün ABD'deki pek çok solcu, kirli bölüm kariyeri savaşı veren, iyi maaş alan akademisyenlerdir fakat kalplerinde bir sıcaklık da hissetmektedirler. Bu yüzden, sempati duyabileceğiniz, mümkün olduğunca uzakta bir diğer ülkenin varlığı iyidir. “Ah, burada bir şeyler oluyor gerçekten.” Biliyorsunuz bu, 1930'larda Sovyetler Birliği, Küba, Çin Kültür Devrimi ve Nikaragua idi. Korkarım şimdi de biraz olsun Venezüella. Ve Chavez'in diktatör olduğu şeklindeki liberal eleştiriye müşteri de değilim. Juan Gonzalez: Krize verilen tepkiyle ilgili olarak sizin kötümser bakışa sahip olmanızdan hareketle sormak istiyorum, tüm bir kıta, Güney Amerika ve Latin Amerika, farklı bir seyir içerisinde. Diğer yandan, Chavez'in uzun vadede gerçekte neyi başaracağı hususunda biraz kötümserim. Petrol zenginliğinin verdiği imkan sayesinde petrolle, parayla oynadığı, Standart Latin Amerika popülizmine yaklaşan yolunu sanırım tüketiyor. Bana soracak olursanız, Bolivya daha ilginç bir Slavoj Zizek: Bu noktada benim eleştirel solculuğum giriyor devreye. Juan Gonzalez: Duymayı diliyorum, çünkü bu alanların büyük bir kesiminde – dünyanın geri kalanında uçurum artarken – 9 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM fenomendir. Daha sahihtir. Yeni bir şeyler icât etmeye zorlanıyorlar. Sahici bir şekilde ütopik anların, daha iyisi neden olmasın deyip uygun işler yaptığınız zamanlar değil, açmazda kaldığınız zamanlar olduğuna inanıyorum. Bu durumda, normalde ayakta kalmak için bile birşeyler icât etmeye mecbur kalırsınız. Ancak bütününü kastettiğinizde – yo, hayır, Latin Amerika'dan çok fazla ümitvar değilim. Şu an Avrupa'dan ziyâde ABD'de ümit var. Avrupa şimdi, sanırım büyük bir çöküş içerisinde. Avrupa için bazı ümitler beslemiştim. Niçin? Çünkü, basitçe söylemek gerekirse, halen, rekabet halinde olan iki modelimiz var gibi görünüyor ve analizi sadeleştirecek olursam: AngloSakson liberal piyasa modeli ve şâirane bir tarzda Asya değerleriyle kapitalizm dediğimiz yani otoriteryan kapitalizm modeli var. Her solcu üzülmeli bu duruma zira şeytana ait olanın şeytana ait olduğunu kabul etmeli. Yakın zamanlara kadar öyle değilmiydi – tekrar söylüyorum üzgünüm, tuhaf bir komünist olarak diyeceksiniz ki – kapitalizm için iyi tek bir sav mı vardı? Kapitalizm on, yirmi yıllığına diktatörlüklere ihtiyaç duymuş olabilir – Şili, Güney Kore – fakat hareket başladığında, kapitalizm her daim bir tür demokrasiye yol açtı Fakat artık öyle değil. Uzakdoğu'da şu an ortaya çıkmakta olanın – Singapur'da başladı – otoriteryan kapitalizm olduğunu iddia ediyorum. Sanırım yeni bir şey olacak bu: Bizimkinden çok daha dinamik bir kapitalizm fakat uzun vade'de demokrasiye ihtiyaç duymayanından. 10 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Slavoj Zizek: Burada bulunmaktan dolayı mutluyum. Teşekkür ederim. Slavoj Zizek'le aşırı sağın ve göçmen karşıtı politikacıların yükselişi üzerine Amy Goodman: Çok-kültürlülüğün sona erdiğini söyleyen Angela Merkel‟den Fransa‟da devam eden kitlesel protestolara kadar neler olup bittiğini bizim için şöyle bir toparlar mısınız? Ve çok-kültürlülüğün anlamı nedir? Amy Goodman: Yönümüzü biraz da Avrupa‟ya dönüyoruz. Göçmen karşıtı söylem ve politikalar Avrupa‟da gitgide kabul görüyor. Göçmen karşıtlığını yalnızca aşırı sağ değil, merkez de dile getiriyor. Alman Şansölye Angela Merkel, partisi Hıristiyan Demokratların genç üyelerine çok-kültürlülüğün başarısız olduğunu söyledi. Merkel, daha sonra göçmenlerin Almanya‟da memnuniyetle karşılandığını ve İslamın Almanya‟nın modern kültürünün bir parçası olduğunu ilave etti. Merkel‟in göçmenler hakkındaki yorumu, merkez solda yer alan Friedrich Ebert Vakfı‟nın yürüttüğü bir araştırmanın duyurulmasından sonra geldi; araştırmaya göre halkın yüzde 30‟dan fazlası, Almanya‟nın yabancılar tarafından istila edildiğine inanıyor. Yine halkın yaklaşık yüzde 30‟u, yabancıların ülkeye sosyal yardımlar için geldiğine ve “istihdam sıkıntısı baş gösterdiğinde evlerine geri gönderilmeleri gerektiğine” inanıyor. Slavoj Zizek: Biz Avrupalılar biraz kibirliyiz, hoşgörü vs modeli olmaktan hoşlanıyoruz. Ancak şimdi çok berbat şeyler oluyor ve gerçekte üzücü olan şey ise işin içinde sadece Romanya, Macaristan gibi genelde hoşgörüsüzlükle ilişkilendirdiğimiz Avrupa‟nın bir parçası olan güneydoğu Avrupa ülkeleri olmayıp Hollanda, Norveç gibi tam da hoşgörü modeli olan ülkelerin olmasıdır. Beni gerçekten rahatsız eden şey – çok basit, hiss-i müşterekten süzülen bir şey söyleyeceğim, biliyorsunuz, benim işim sansürdür. Demokrasi, hoşgörü, sahih anlamıyla, bazı belirli şeyleri alenen söyleyemeyeceğiniz anlamına gelir. Yahudi karşıtlığını, seks şakalarını alenen ifade etmeniz kabul edilemezdir. Bundan on-onbeş yıl evvel kabul edilemez olan şeyler bugün kabul edilebilir bir haldedir. Beni gerçekten rahatsız eden şey ise aşırı sağın, azınlık olsa bile, genel gündemi belirlemesidir. Almanya‟da etkili bir bankacının bu yılın başlarında yayınlanan, Alman ulusunun çöküşünü göçmenlerin Almanya‟ya entegre olamayışına bağlayan kitabı ülkede curcurna çıkmasına yol açmıştı. Tartışmalar Avrupa‟da sürüp giderken biz de burada “kültürel teorinin Elvis‟i” olarak nitelendirilen bir entelektüelle birlikteyiz. Evet, Slovenyalı filozof Slavoj Zizek‟ten bahsediyorum. Yaklaşık otuz kitap kaleme aldı. Verso‟nun yayınladığı son kitabının adı Living in the End Times [Ahir Zaman‟da Yaşamak]. Geçenlerde The Guardian‟da yayınlanan makalesinde “aşırı sağ siyasetin „makul‟ göçmen karşıtı politika ihtiyacı” üzerinden Avrupa‟da herkese bulaştığını” kaydetti. Tipik söylemsel numara iki hamlede yapılıyor. Önce, aşırı sağı şöyle bir kınarsınız, “gelişmiş demokrasimizde ona yer yoktur.” Ama sonra ilave edersiniz: “Fakat halkın gerçekten rahatsızlık duyduğu şeyleri ele alıyorlar.” Dolayısıyla – kirli sofist numaradır bu – nefret patlamasının önünü almak için durumu kontrol altında tutmamız gerekir. Biraz önce bahsettiğiniz bankacı Sarrazin hangi bakımdan önemlidir biliyor musunuz? Siyasi olarak Sosyal Demokrasiye yakındır o kişi. Hoşgeldiniz. 11 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM Amy Goodman: Yani? Amy Goodman: Christian Science Monitor anketi hakkında soru sormak istiyorum. Ankete göre Almanların yüzde 13‟ü yeni bir Führer‟i memnuniyetle karşılayacağını söylüyor. Yüzde 30‟dan fazlası, ülkenin yabancılar tarafından istila edildiğini hissediyor. Kabaca yüzde 60‟ı, İslami hayatı kısıtlayacağını söylüyor; yüzde 17‟si Yahudilerin çok fazla nüfuza sahip olduklarına inanıyor. Slavoj Zizek: Yani, aşırı sağ, kendi mevzusunu herkese dayatmıştır. Ancak şaşıracağınız bir şey söyleyeyim. Gerçek patlamaların önünü almak için bunu daha ılımlı şekilde yapmalıyız diyen bu çirkin mantığı elbette ki kabul etmiyorum fakat her etnik grubu kastederek, ihtiyaç duyduğumuz tek şey, grupların birlikte var olmalarını garanti altına alacak tarafsız bir yasal çerçevedir diyen bu standart, liberal, çok-kültürlü vizyonda bir başarısızlık var diye düşünüyorum. Birilerini şok edersem özür dilerim ama Almanların Leitkultur [Egemen Üst Kültür] dedikleri şeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bunun sadece ulusal temelle sınırlı tutularak tanımlanmaması gerekir. Bunun için savaşmalıyız. Evet, sağcılara katılıyorum. Herkesin kabul ettiği değerler dizgesine ihtiyacımız var. Aman tanrım, iyi de bu değerler hangi değerler olacak? İşte bunu biraz savsakladık. Malumunuz, senin dünyan var, benim dünyam var ve bize sadece yasal bir ağ lazım diyen birbirimizi nazikçe yoksaydığımız- soyut liberal model değildir bu. Slavoj Zizek: Sizi tekrar şok edebilirim fakat bunu fazla abartmayın. Hayır, hayır – pekala, ilk tezim şu ki Almanya, ki bu ülkenin Almanya olması durumu daha bir acıklı kılıyor, benim şahsi tecrübeme göre Almanya günlük yaşamda mesela Fransa‟dan daha hoşgörülüdür. Bunu tüm sorumluluğu üstlenerek iddia ediyorum. Göründüğü kadar genel bir hadise değil bu. Eski Batı Berlin‟in bazı kesimlerine gidin, harika bir işbirliği göreceksiniz. Bunun için kaygılanmayın. Bu nevi tafsilatların büyüsüne kapılmamamız gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Sizin de adını andığınız metinde bahsettiğim, Avrupa‟nın siyasi haritasının dehşet verici şekilde nasıl değiştiği gibi daha esaslı soruları sormalıyız. Uzun bir hikayeyi kısaca anlatacaksak, şimdiye değin, standart durum vardı. Şimdiye değin, büyük bir merkez sol ve büyük bir merkez sağ parti oldu. Tüm bir nüfusa hitap eden bu ikisidir. Bir de küçük marjinal partiler var. Şimdi Avrupa‟da bir başka kutuplaşma ortaya çıkıyor: Büyük bir liberal kapitalist parti ki buna kürtaj, kadın hakları gibi sosyal meselelerde ilerlemeci çizgide gidebilecek kapitalist bir parti diyelim; ve en ciddi muhalefet, göçmen karşıtı ulusçular. Berbat bir şey bu. Göçmen karşıtları kendilerini tek özgün protesto sesi olarak ihdas ediyorlar – siyasi bakımdan elbette özgün değiller fakat tecrübede öyle algılanıyorlar. Eğer protesto edeceksiniz, Avrupa‟da bunu etkili şekilde yapmanın tek yolu bu. Biraz İkinci husus, göçmen karşıtı galeyanın, sol siyasetin özellikle de ekonomik meselelerde geri çekilişine bağlı olması kesinlikle can alıcıdır. Ekonomik manada tepkici görünmemeliyiz fikrine takılıp kalmış sol “hayır, hayır, hayır, işçi sınıfının eski sendika temsilcileri değiliz, postmodern sayısal/dijital kapitalizmin temsilcileriyiz” diyor sanki. İşçi sınıfına veya sözümona aşağı sıradan insana el sürmek istemiyorlar. İşte bu noktada sağcılar devreye giriyor. Sevimsiz paradoks şu ki küçük bazı sol partiler hâriç, Avrupa‟daki ciddi tek siyasi kuvvet, sıradan işçi sınıfını cezbetmeye halen hazır olan göçmen karşıtı sağcılardır. Dolayısıyla biz solcuların korkutulmuş kırgın, hoşgörülü halkın kibirli görüşünü alıp – hayır, biz sadece bu olup bitenlere nasıl yol verdiğimizi sormalıyız. 12 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM daha radikal bir solun ortaya çıkması bu yüzden bir hayat memat meselesidir bence. oldu artık. Thomas Frank‟ın yazdığı kitapta gösterdiği üzere “Kansas, yirmi, otuz yıl evvel, radikal sosyalist kitle hareketlerini besleyen bir zemindi. Aynı şey Avrupa‟da da var. Bu bizi rahatsız etmelidir, şu olumsuz sınıf çağrışımları olan değil. insanlar avamın ırkçılığına hücum ettiğinde, biz üst–orta sınıf liberaller sıradan insanı takmıyormuşuz gibidir. Nerede hata yaptığımızı sormaya başlamalıyız. Frankfurt Okulu‟nun büyüklerinden Walter Benjamin her zaman akılda tutmamız gereken bir şey söylemişti: “Her faşizmin ardında başarısız bir devrim yatar.” Bu, bizim için daha önce hiç olmadığı kadar doğru. Mesela sizin memleketinizi, Kansas‟ı ele alalım. Hıristiyan köktenciliğin sağlam kayalarından biri 13