Batı Şeria topraklarının çalınması, “saçma” mâli kriz

advertisement
DÜBAM
Batı Şeria
topraklarının
çalınması, “saçma”
mâli kriz, Avrupa’da
aşırı sağın ve göçmen
karşıtı politikacıların
yükselişi üzerine
Slavoj Zizek
Bir makale, iki röportaj
Çeviren
Ertuğrul Aydın
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Kasım 2010
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net
2
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
İçindekiler
Batı Şeria'nın sessizce dilimlenişi, Barışın Soyut Duacılarını müstehcen kılıyor...................... 4
Slavoj Zizek'le kapitalizm, sağlık reformu, Latin Amerikanvâri popülizm ve “saçma” mâli
kriz üzerine ................................................................................................................................. 6
Slavoj Zizek'le aşırı sağın ve göçmen karşıtı politikacıların yükselişi üzerine ........................ 11
3
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
öz bir şekilde açıklamaktadır. Duvarın
İsrail tarafına, duvarın ötesinde Filistin
kasabasının bulunmadığı kırsal bir bölgeyi
gösteren resimler yapılmış, sadece doğa,
çayırlar ve ağaçlar resmedilmiş. Duvarın
ötesini boş, bakir ve iskanı bekleyen bir
yer olarak hayal etmek..,en saf haliyle
etnik temizlik değil mi bu?
Batı Şeria'nın sessizce dilimlenişi,
Barışın Soyut Duacılarını
müstehcen kılıyor
2 Ağustos 2009 tarihinde, Doğu Kudüs'teki
Şeyh Cerrah semtinin güvenlik çemberine
alınmasından sonra, İsrail polisi iki
Filistinli aileyi (yaklaşık 50 kişi)
evlerinden
tahliye
etti;
Yahudi
yerleşimciler derhal, boşaltılan bu evlere
taşındılar. İsrail polisi, ülkenin yüksek
mahkemesinin bir kararını zikrettiyse de,
tahliye edilen Arap aileler 50 yıldan daha
fazla bir süredir orada yaşıyorlardı. Dünya
medyasının -istisnaen- dikkatini cezbeden
bu olay, çok daha büyük ve ekseriya
gözardı edilen bir sürecin parçasıdır.
İsrail'in 70.000 konut planı hakkındaki
haberlerin yayınlandığı aynı gün, Hillary
Clinton Gazze'den yapılan bir roket
saldırısını “sinik” addederek eleştirdi:
“Toprakları roket saldırılarına hedef
olurken şüphe yok ki İsrail dâhil hiçbir
ulus boş boş durmaz.” Peki, Batı Şeria
toprakları onlardan gün be gün alınırken
Filistinliler boş boş durmalılar mı?
Barış âşığı İsrail liberalleri – her iki tarafta
da barışı reddeden aşırıların bulunduğunu
kabul ederek –
Filistinlilerle olan
ihtilâflarını tarafsız, simetrik terimlerle
sunarken birisi çıkıp basit bir soru sormalı:
Doğrudan siyasi-askeri düzeyde hiçbir şey
olmuyorken, (örneğin, gerilimler, saldırılar
veya müzakereler sözkonusu değilken)
Ortadoğu'da devam eden nedir? Devam
eden, Filistinliler'in Batı Şeria'daki
topraklarının yavaşça alınması işidir:
Filistin ekonomisinin tedricen boğulması,
topraklarının
parsellenmesi,
yeni
yerleşimlerin inşa edilmesi, Filistinli
çiftçiye toprağından vazgeçmesi için
yapılan baskı (ekinleri yakmak ve kutsala
hürmetsizlikten hedef gözeterek öldürmeye
kadar), tüm bunlar bunaltıcı bir yasal
düzenlemeler ağıyla desteklenmektedir.
Bundan beş ay önce, 1 Mart'ta, İsrail
hükümetinin işgal altındaki Batı Şeria'da
70.000'den fazla konut inşa plan yaptığı
haber verilmişti; inşa planları, hayata
geçirildikleri takdirde, işgal altındaki
Filistin
topraklarında
bulunan
yerleşimcilerin sayısını yaklaşık 300.000
civarında artıracak. Böylesi bir hamle,
yaşayabilir bir Filistin Devleti şansını ciddi
şekilde
zayıflatmanın
yanısıra
Filistinliler'in
günlük
yaşamını
da
zorlaştıracaktır.
Bir hükümet sözcüsü, planların sınırlı bir
ilgisinin olduğunu savunarak bu haberi
reddetti – yerleşimlerde konut inşa etmek,
savunma bakanı ve başbakan onayını
gerektiriyor. Ne ki 15.000'i çoktan
onaylandı ve teklif edilen 20.000 konut
birimi, İsrail'in Filistinlilerle gelecekte
varacağı bir anlaşmada elinde tutmayı
bekleyemeyeceği yerleşimlerde bulunuyor.
Sare Makdisi, Palestine Inside Out: An
Everyday Occupation adlı çalışmasında,
Batı Şeria'daki İsrail işgalinin, nihayetinde
silahlı kuvvetler tarafından yürütülmesine
rağmen, nasıl olup da bir “bürokrasi işgali”
olduğunu anlatıyor: “Öncelikle başvuru
formları, tapu sicilleri, ikamet evrakları ve
diğer izinlerle başlıyor. İsrail'in yavaş ama
istikrarlı genişleme işini güvenli bir şekilde
sağlayan, günlük hayatın bu mikro-
Netice belli: İsrail, iki devletli çözümü
lafta
desteklerken,
bir
çözümü
imkansızlaştıracak fiili durum yaratmakla
meşgul. Batı Şeria'nın bir tepesine yakın
mevkideki bir yerleşimci kasabasını
Filistin kasabasından ayıran bir duvar,
İsrail planlarının altındaki rüyayı kısa ve
4
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
yönetimidir: Bir kimse, ailesiyle birlikte
ayrılmak için, toprağını ekmek için, kuyu
kazmak için, işe veya okula yahut
hastahaneye gitmek için izin istemek
zorunda. Kudüs'te doğan Filistinliler, birer
birer, bu şekilde haklarından mahrum
edildiler,
geçimliklerini
kazanmaları
engellendi, barınma izinleri vb inkar
edildi.”
şartlarını
kabul
ediyor.
Yasadışı
yerleşimciler
bazen
Wagner'in
Walküresi'nde, son sahnede, Wotan'a
serzenişte bulunup, onun emrinin hilafına
davranarak Siegmund'u korurken, aslında
Wotan'ın dış baskı dolayısıyla sarf-ı nazar
etmeye mecbur olduğu gerçek arzusunu
yerine getirdiğini söyleyen Brunhilde
gibiler. Benzer şekilde yerleşimciler biliyor
ki devletlerinin gerçek arzusunun yerine
getiriyorlar.
Filistinliler Gazze Şeridi'nin “dünyanın en
büyük temerküz kampı olduğu” şeklindeki
sorunlu klişeyi sık sık kullanırlar. Bununla
birlikte, bu ünvan geçen yıl tehlikeli bir
şekilde hakikate yanaştı. Bu asli hakikat,
soyut “barış duacılarının” hepsini riyâkar
ve müstehcen kılıyor. İsrail devleti
medyanın görmezden geldiği yavaş,
görünmez bir süreç tutturmuştur; dünya bir
gün uyanacak ve keşfedecek ki Filistin'in
Batı Şeria'sı diye bir yer yok, toprak
Filistinli'den azâde; ve gerçeği kabul etmek
zorunda kalacağız. Filistin Batı Şeria'sının
haritası zaten parçalı bir takımadaya
benziyor çoktandır.
İsrail devleti, “yasadışı” yerleşimcilerin
şiddete kaçan aşırılıklarını kınarken, Batı
Şeria'da yeni “yasal” inşaatları teşvik
ediyor ve Filistin ekonomisini boğmayı
sürdürüyor.
Filistinliler'in
tedricen
çevrelendiği
ve
yaşam
alanlarının
dilimlendiği Doğu Kudüs'ün değişen
haritasına şöyle bir bakmak her şeyi izah
eder. Devletin yürütmediği [yerleşimcilerin
yürüttüğü] Filistin karşıtı şiddeti kınamak,
devlet
şiddetini,
gerçek
problemi
bulanıklaştırmaktadır;
yasadışı
yerleşimcileri kınamak ise yasal olanın
hukukdışılığını bulanıklaştırmaktadır.
2008'in
son
aylarında,
yasadışı
yerleşimcilerin
Filistinli
çiftçilere
saldırması vakay-ı âdiye haline geldiğinde,
İsrail devleti bu aşırılıkları kuşatmaya
yeltendi
(yüksek
mahkeme,
bazı
yerleşimcilerin tahliye edilmesi emrini
verdi) fakat pek çok gözlemcinin
kaydettiği üzere, bu nevi tedbirler gönülsüz
alınmaktadır ve imzaladığı uluslararası
anlaşmaları ihlal eden İsrail'in uzun vadeli
politikalarının aksi yönündedir. Yasadışı
yerleşimcilerin tepkisi “senin yaptığını
yapıyoruz, sadece biraz daha âşikarca, o
halde bizi kınamaya ne hakkın var?”
demek oldu. Devletin cevabı ise şu : “Biraz
sabırlı ol ve çok fazla aceleye getirme.
İstediğini yapıyoruz, sadece daha mûtedil
ve kabul edilebilir bir yoldan.”
İsrail yüksek mahkemesinin çokça övülen,
yansız “dürüstlüğünün” iki yüzlülüğü
orada yatmaktadır: Malına mülküne el
konmuş Filistinli'nin ara sıra lehinde karar
verirken, tahliyelerinin yasadışı olduğunu
ilan
ederken,
kalan
davaların
çoğunluğunun yasallığını teminat altına
almaktadır.
Tüm bunların gözönüne alınması, mazur
görülemez terörist eylemlere karşı sempati
gösterildiği anlamına gelmez asla. Aksine,
bir kimsenin terörist saldırıları ikiyüzlülük
yapmadan kınayabileceği tek zemini
sağlar.
Aynı
hikaye
1949 yılından beri
tekrarlanıyor: İsrail, barış planının
çalışmayacağı
hesabı
üzerinden,
uluslararası câmianın teklif ettiği barış
5
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Slavoj Zizek: Çok teşekkür ederim. Benim
için bir zevktir.
Slavoj Zizek'le kapitalizm, sağlık
reformu, Latin Amerikanvâri
popülizm ve “saçma” mâli kriz
üzerine
Amy Goodman: Sizi ağırlamaktan
mutluluk duyuyoruz. Protestolar...
Slavoj Zizek: Genelde izlediğim Fox
News'ten daha iyisiniz. Daha hoş.
National Review ona “Batıdaki en tehlikeli
siyaset filozofu” diyor; New York Times
ise “kültürel teorinin Elvis'i.”
Amy Goodman: Protestoları mâli erimeye
bağlar mısınız? Nasıl tahmin edilebilirdi?
Slavoj Zizek: Hayır, beni ilgilendiren,
örneğin Paul Krugman bugün ideolojinin
nasıl işlediği hakkında bize çok şey anlatan
temelde o aynı şeyi söylemişti. Zihni bir
deney yapsak ve önde gelen bankacılar,
yöneticiler vb iki yıl önce nasıl sona
ereceğini
bilselerdi
nasıl
olurdu?
Kendimizi aldatmayalım, hiçbir değişiklik
olmayacaktı dedi. Aynı şekilde hareket
edeceklerdi.
Juan
Gonzalez:
National
Review
dergisinin “Batıdaki en tehlikeli siyaset
filozofu” dediği adamla mâli krizi
konuşmaya devam ediyoruz. The New
York Times ona “kültürel teorinin Elvis'i”
diyor. Slovenyalı filozof ve entelektüel
Slavoj Zizek felsefe, psikoanaliz, teoloji,
tarih ve siyaset teorisi hakkında elliye
yakın kitap yazdı. “Önce Trajedi Sonra
Komedi” adlı son kitabında ABD'nin 11
Eylül
trajedisinden
komedi
diye
adlandırdığı mâli krize doğru nasıl yol
aldığını tahlil ediyor.
Bu ise bir psikoanalist olarak beni oyuna
dâhil ediyor zira günlük uğraşımızın,
psikoanalizde fetişist yalanlama dediğimiz
mekanizma tarafından nereye kadar
kontrol edildiğini fark etmemizi sağlıyor
diye düşünüyorum.“Je sais bien, mais
quand même…” “Çok iyi biliyorum
fakat...” Mâlumunuz, muhtemel yıkıcı
sonuçları çok iyi bilebilir fakat bir şekilde
pazara güvenirsiniz, işlerin bir şekilde
istenildiği gibi olacağını düşünürsünüz
vesaire vesaire. Yalnızca ekonomide değil,
genel olarak da analiz etmeli bunu.
Çalışmamın odağında işte bu var: İnançlar
bugün nasıl işliyor? Bir kişi inanıyor
dediğimizde neyi kastediyoruz?
Harper's Magazine'in Ekim sayısında da
özetlenen Zizek'in son teklifi, şu sözlerle
başlıyor: “2008 mâli kriziyle ilgili
hakikaten şaşırtıcı tek şey, vuku
bulacağının tahmin edilebilir olmadığı
fikrinin ne de kolay kabul gördüğüdür.”
Son on yılda IMF ve Dünya Bankasına
karşı yapılan gösterileri anıyor; tüm
gösterilerde bankaların parayla oynama
şekilleri protesto edilmiş ve eli kulağındaki
kazaya karşı uyarı yapılmıştı. Ancak göz
yaşartıcı gazlarla ve kitlesel tutuklamalarla
karşılık verilmişti.
Arada kaynamasın diye hemen nefis bir
hikayeyi anlatayım, benim gözde hikayem.
Kitapta da anlattım. Niels Bohr'u bilirsiniz,
Kopenhaglı kuantum fizikçisi. Yazlık evini
ziyaret eden bir arkadaşı, kapının girişinde
at nalı görür; biliyorsunuz, Avrupa'da batıl
inançların bir parçası olan at nalının güya
kötü ruhların eve girmesini engellediğine
inanılır. Bir bilimadamı olan arkadaşı
sorar: “Fakat bir dakika, buna gerçekten
inanıyor musun?” Niels Bohr “elbette
hayır. Eblehin teki değilim” der. Arkadaşı
tekrar sorar: “O halde niçin burada
Amy
Goodman:
Alıntı
yaparak
söyleyecek olursak, mesaj diyor “yüksek
sesle ifade edildi ve berraktı ve polis,
kelimesi kelimesine, hakikati bastırmak
için kullanıldı.”
Peki, Slavoj Zizek burada New York'ta
Cooper Union'da Çarşamba akşamı bir
konuşma yaptı ve şimdi stüdyomuzda
bizimle birlikte. Democracy Now'a
hoşgeldiniz.
6
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
bulunduruyorsun?” Neils Borh ne cevap
veriyor biliyor musunuz? “İnanmıyorum
ama
bulunduruyorum
çünkü
ona
inanmasan bile işe yaradığı söyleniyor.”
mısınız?
Slavoj Zizek: Ben radikal bir solcuyum.
Şartlarla mukayyet olmak üzere, kendimi
komünist
olarak
adlandırmaktan
hoşlanırım. Fakat bir solcu olarak, solun
son yirmi yıldır yaşadığı mağlubiyeti de
kabul etmelidir. Muhtemel bir tahkikin
gerek şartıdır bu. Stiglitz, Krugman gibi
kişilerin teklif ettiği sempatik şeyler bir
yana ki temelde Keynesçi refah devletine
bir dönüştür, ve Brezilya'da renta básica
denilen ana gelir gibi ütopya olduğunu
düşündüğüm bazı ilginç ekonomik fikirler
bir yana – ne ki onların çözüm olduğunu
sanmıyorum – insanlar bir kriz zamanında
bile solun küresel bir cevabının olmadığını
görsünler diye bu krizin imâl edilmiş
olabileceğine dair bazen, bazı zamanlarda,
paranoyak bir fikir geliyor aklıma.
Bugünün ideolojisi işte bu. Demokrasiye
inanmıyoruz – hiç kimse inanmıyor.
Onunla eğlen dur, vesaire fakat bir şekilde
sanki işliyormuş gibi yapıyoruz. Çok tuhaf
bir durum çünkü – bazılarımızın yaşı
hatırlayacak kadar vardır – gücün kamuya
dönük yüzünün şeref, inanç olduğu eski
günler var. Peki başbaşa kaldığınızda onu
alaya alır, eğlenir miydiniz? Hayır. Şimdi
biz çok tuhaf bir duruma doğru, gücün
kamuya dönük yüzünün gittikçe daha bir
açıktan
açığa
edepsiz
(indecent),
müstehcen olduğu bir yere doğru
seyrediyoruz. Sarkozy'nin Fransa'sına bir
bakın. Yaklaşık beş yıl içerisinde devlet
gücünün asgari şerefini sistematik bir
şekilde baltalayan Berlusconi'nin İtalyasına
bakın. Bunun nasıl mümkün olabildiğine
tekrar tekrar şaşıyorsunuz. İki hafta önce,
bu
seks
skandallarından
sonra,
Berlusconi'nin avukatı resmi bir açıklama
yaparak Berlusconi'nin iktidarsız olduğu
iddialarının yalan olduğunu, Berlusconi'nin
bunu mahkemede ispatlamaya hazır
olduğunu söyledi. İyi de nasıl? Neyi
kastetti? Müstehcenliğin bir seviyesi vardır
fakat bu bizi oyuna getirmemeli. Gerçekten
de sinik zamanlarda yaşıyoruz, kendilerini
ciddiye almadıkları şeklindeki ucuz
anlamda değil sadece -nasıl söylemeli?kendi kendini baltalamanın, kendiyle dalga
geçmenin tuhaf bir şekilde oyunun bir
parçası olması anlamında da. Sistem sanki
kendisiyle dalga geçse bile işleyebilirmiş
gibi.
Sol hakkında iki şeyden dolayı üzüntü
duyuyorum. Birincisi, gitgide kanuncu
mâneviyat öğretimine döndü. Biliyorsunuz,
adaletsizliği bir tür protesto şeklidir. O
halde yapabileceğiniz tek şey, hukuk
forumları vb şeyler düzenlemektir. Bu
bakımdan, eski solcuların pek çoğu
siyasetle ilişiklerini kesiyorlar. Esasa
ilişkin soruları artık sormuyorlar. Tek
haykırış, şu anda bile, “ah, şu banka
vurguncuları” oldu. Duymakta olduğumuz
şeye tamamen katılıyorum. Fakat -bunu
benden daha iyi bilirsiniz- mevcut krizin
kökeninde yalnızca açgözlülük yatmıyor
ve hakikatin bu bakımdan daha karmaşık
olduğunu düşünmüyor musunuz? Yeni
binyılın başındaki dijital balondan sonra,
refahı nasıl elde tutmalı, ekonomiyi nasıl
canlı tutmalı fikri ortaya çıktı. Hatırladığım
kadarıyla, gerçekten bir miktar partilerüstü
bir karardı: Emlak piyasasında hareketin
devamını kolaylaştıralım. Bu psikolojik
açgözlü bankacılar başlığının altında
yapısal bir problem vardır, kapitalizmin
nasıl çalıştığı meselesedir, Tanrım, bu
yüzden sevgili modelimizle de – hayır,
Bernard Madoff'la – ilgilidir. Onun üzerine
odaklanma şekillerinden hoşlanmadım. Bir
dakika durun. Sistemin sizi iteklediği yerin
Juan Gonzalez: Peki, ilerlemecilerin veya
buradaki
solcuların
tepkisini
de
eleştirdiğinizi söylüyorsunuz. Harper's
Magazine'deki
makalenizde
şöyle
yazmışsınız: “Mevcut krizin başlıca
kurbanı kapitalizm değil, geçerli bir
küresel alternatif sunmaktan âciz olduğu
herkes tarafından görülür olduğu nispette,
bizzat sol olacaktır.” Bunu biraz açar
7
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
radikal bir versiyonudur o sadece. Şimdi,
“işte
bu
yüzden
tüm
bankaları
kamulaştırmalı ve hemen sosyalist
diktatörlük kurmalı” demiyorum, deli
değilim. Diyorum ki problemi psikolojik
bir mesele yaparak yakamızı ondan
kolayca sıyırmayalım. Şerli bir adam
olabilirsiniz
fakat
yaptığınız
şeyi
yapmanıza imkan veren kurumsal,
ekonomik vb arkaplan olmalıdır sonuçta.
Bir yanda dinlemeyi sevdiğim komik sağcı
paranoyalar var. Beni eğlendiriyorlar,
Sarah Palin'in ölüm panelleri fikri gibi.
Gizemli bir bürokrasi, amcanızın yaşayıp
yaşamadığına karar verecek. Matrak bir
şey. Hiç değilse şimdilik gülebiliriz. Fakat
sonra...
İkinci şey, sol ve sağ kanat popülistlerin
“Wall Street'e değil Main Street'e
(sokaktaki vatandaşa) yardım edin”
şeklindeki çığlığından da hazzetmedim.
Üzgünüm, o bankaların yöneticileri
kapitalizmde Wall Street olmadan Main
Street olmayacağını ısrarla vurguladılar.
Bugünün sanayisinde, rekabet ve yeni
icâtlara yapılan çok büyük yatırımdan
dolayı, krediye çaplı erişim olmadığında,
çaplı kredi ulaşılabilir olmadığında,
müreffeh bir Main Street de olmayacaktır.
Bu yüzden yanlış bir seçimdir bu. Solun
hatrına, sanırım mâneviyat öğretimine
atılmaktan sakınmalıyız, şayet onda
ciddiysek.
Slavoj Zizek: Evet, evet. Fakat sonra
gerçek problem var, Cumhuriyetçilerin
seçim özgürlüğü gibi temel bir fikre
tutunarak,
sağlık
reformu
planına
yönelttikleri eleştirinin gerçekten işe
yaradığı bir noktadır. Bunun bir problem
olduğunu
düşünüyorum.
Bununla
yüzleşmeliyiz. Açıklığa kavuşturmamız
gereken şey, seçim özgürlüğünü gerçekten
tasarruf etmek için – bunu defalarca
tekrarlamalıdırsosyal
ve
hukuki
düzenlemelerin, ve de bir şekilde kabul
görmüş etik kuralların, aşırı karmaşık bir
ağını vücuda getirmeliyiz. Başka bir
ifadeyle, daha az seçim, ya da daha az
kamusal seçim, belirli bir düzlemde, farklı
bir düzlemde daha fazla seçim demektir.
Amy Goodman: Şöyle yazmıştınız:
“Kurtarma
operasyonu
gerçekten
“sosyalist” bir tedbir midir? Eğer öyleyse,
acayip bir şekil kazanır: Öncelikli gâyesi
fakire değil zengine, borç alana değil borç
verene yardım etmek olan bir sosyalist
tedbir.”
Sağlık reformu meselesine döneyim.
Benim fikrim, sağlık hizmetlerinin belirli
bir düzeyde olmasıdır, su ve elektrik gibi.
Su veya elektrik tedarikçinizi genelde
seçmezsiniz diyebilirsiniz. Değil mi?
Tamam, Cumhuriyetçi oyunu oynayabilir
ve diyebiliriz ki “ne ürkütücü bir terör! Su
tedarikçisini seçmek gibi temel bir seçim
hakkından mahrum ediyorlar bizi.” Ancak
bizler bir şekilde kabul ederiz ki çok daha
pratik olduğu yerde, başkalarına bel
bağlayabileceğimiz bazı şeyler vardır.
Üzgünüm, su tedarikçimi, aynı şekilde
elektrik tedarikçimi seçmek gibi bir büyük
özgürlüğü memnuniyetle reddediyorum her
ne kadar işler o noktada biraz daha ustalık
ve dikkat istese de. Bu dizilime sağlık
hizmetlerini niçin eklemeyelim? Avrupa,
özgürlüğü eksiltmeden, bunun etkin bir
şekilde icra edilebileceğini ispatlamaktadır,
gerçek özgürlük için size çok daha geniş
bir alan bırakarak.
Juan Gonzalez: Maalesef Amerika'nın
büyük bir kesiminde değil.
Slavoj Zizek: Evet. Benim tüm tezim,
kapitalizmin her daim zirvedekilerin
sosyalizmi olduğudur. Onun temel
paradoksu mu bu? Değil.
Amy Goodman: Sağlık reformu hakkında
ne düşünüyorsunuz?
Slavoj Zizek: Benim en gözde konu
başlığıma temas ettiniz. Neden biliyor
musunuz? Çünkü – ideoloji hakkında
yazdığımda ve insanlar bana güldüğünde –
insanlar “haha, bunu bilmiyor musun?
İdeoloji sonrası dönemde yaşıyoruz”
dediler. Hayır, burada maddi gücüyle bir
ideolojiyi görmektesiniz. İkiye ayırmalıyız.
8
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Gördüğünüz üzere, seçim ideolojisinin bir
tehlikesidir bu, çünkü, biliyorsunuz, bu bir
bakıma bugünün merkezi kategorisidir.
Tekrar tekrar oynanan eski bir Marksist
kart vardır. Denilir ki bize gerçek değil
yanlış seçimler sunulmakta, Pepsi yahut
Coca Cola gibi. Tamam, bunda bir
gerçeklik payı var. Fakat seçim/tercih
ideolojisinin bir diğer problemi daha
vardır, mâkul bir seçim yapmak için uygun
bir arkaplan verilmeden – siz seçimde
hürsünüz gerçekten seçimlerle
bombardıman altında kalıyoruz. İngiliz
sinik
şüpheci
John
Gray,
başka
bakımlardan
kendisine
hayranım,
özgürmüş gibi davranmaya bugün daha da
zorlanıyoruz diye hoş bir şekilde yazmıştır.
Büyük
kaygılara/anksiyeteye
yol
açmaktadır bu. Seçim/tercih meselesiyle
ilgili olarak hassasiyet sergilemelidir.
Seçim özgürlüğünün hakkıyla yanındayım.
Yalnızca, biliyorsunuz, şu küçük harflerle
yazılmış, seçim özgürlüğü şerâitinin
vesaire vesaire ne olduğuyla ilgili
dipnotları da görmek/anlamak istiyorum.
hiç değilse bazı hükümetler, Latin
Amerika'da, bu uçurumu kapatmaya
çalışıyor ve farklı bir rol üstleniyor.
Bir kez daha söylemek gerekirse,
Obama'nın ne yapabileceği hakkında hiçbir
yanılasama içinde olmamama rağmen,
başkanlık seçimleri öncesinde onu
desteklediğimden dolayı halen gurur
duyuyorum, her ne kadar burada büyük bir
etkisi olmadıysa da. Ancak “aynı
emperyalizme giydirilmiş hoş bir insan
yüzü” “kapitalizmin çıkarlarına daha iyi
hizmet edecektir” vb mottoları olan benim
son derece radikal arkadaşlarımın aksine,
sağlık reformunda, merkezi savaşı
verdiğimizi düşünüyorum.
Chavez'in iyi bir açılış yaptığını
düşünüyorum sadece. Tarihi önemde
birşeyler yaptı. Bildiğim kadarıyla,
favelalarda/varoşlarda yaşayan ve kamusal
alandan dışlanan insanları bihakkın
seferber etmeye çalışan ilk kişidir. Onları
siyasi sürece dâhil etmeye çalıştı
gerçekten. Bunu yapacağımız bir yol
bulmazsak, bir tür ırk ayrımcısı topluma
doğru yavaşça seyretmek olduğumuzu
iddia ediyorum; düşük yoğunluklu kalıcı
bir sivil savaş içinde yaşayacağımız bir
noktadır, Paris banliyölerinde arabaların
yakıldığı Fransa örneğindeki gibi bir tür
irrasyonel patlamaların yaşanacağı bir
noktadır.
Slavoj Zizek: Çalışıyorlar. Gerçekten
beceriyorlar mı? Bu benim şüpheciliğim.
Şimdi söyleyeceklerimden dolayı bazı
insanlar beni gizli neocon olmakla
suçluyorlar. Yanılsama içine düşmeyelim
Latin
Amerika
popülizminin
son
dalgasının, Hugo Chavez'in vb, yarattığı
çekiciliğin solun bu eski arzusundan
kaynaklandığını iddia ediyorum. Açık
olalım, bugün ABD'deki pek çok solcu,
kirli bölüm kariyeri savaşı veren, iyi maaş
alan akademisyenlerdir fakat kalplerinde
bir sıcaklık da hissetmektedirler. Bu
yüzden, sempati duyabileceğiniz, mümkün
olduğunca uzakta bir diğer ülkenin varlığı
iyidir. “Ah, burada bir şeyler oluyor
gerçekten.” Biliyorsunuz bu, 1930'larda
Sovyetler Birliği, Küba, Çin Kültür
Devrimi ve Nikaragua idi. Korkarım şimdi
de biraz olsun Venezüella. Ve Chavez'in
diktatör olduğu şeklindeki liberal eleştiriye
müşteri de değilim.
Juan Gonzalez: Krize verilen tepkiyle
ilgili olarak sizin kötümser bakışa sahip
olmanızdan hareketle sormak istiyorum,
tüm bir kıta, Güney Amerika ve Latin
Amerika, farklı bir seyir içerisinde.
Diğer yandan, Chavez'in uzun vadede
gerçekte neyi başaracağı hususunda biraz
kötümserim. Petrol zenginliğinin verdiği
imkan sayesinde petrolle, parayla oynadığı,
Standart Latin Amerika popülizmine
yaklaşan yolunu sanırım tüketiyor. Bana
soracak olursanız, Bolivya daha ilginç bir
Slavoj Zizek: Bu noktada benim eleştirel
solculuğum giriyor devreye.
Juan Gonzalez: Duymayı diliyorum,
çünkü bu alanların büyük bir kesiminde –
dünyanın geri kalanında uçurum artarken –
9
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
fenomendir. Daha sahihtir. Yeni bir şeyler
icât etmeye zorlanıyorlar. Sahici bir şekilde
ütopik anların, daha iyisi neden olmasın
deyip uygun işler yaptığınız zamanlar
değil, açmazda kaldığınız zamanlar
olduğuna inanıyorum. Bu durumda,
normalde ayakta kalmak için bile birşeyler
icât etmeye mecbur kalırsınız. Ancak
bütününü kastettiğinizde – yo, hayır, Latin
Amerika'dan çok fazla ümitvar değilim.
Şu an Avrupa'dan ziyâde ABD'de ümit var.
Avrupa şimdi, sanırım büyük bir çöküş
içerisinde. Avrupa için bazı ümitler
beslemiştim. Niçin? Çünkü, basitçe
söylemek gerekirse, halen, rekabet halinde
olan iki modelimiz var gibi görünüyor ve
analizi sadeleştirecek olursam: AngloSakson liberal piyasa modeli ve şâirane bir
tarzda Asya değerleriyle kapitalizm
dediğimiz yani otoriteryan kapitalizm
modeli var. Her solcu üzülmeli bu duruma
zira şeytana ait olanın şeytana ait olduğunu
kabul etmeli. Yakın zamanlara kadar öyle
değilmiydi – tekrar söylüyorum üzgünüm,
tuhaf bir komünist olarak diyeceksiniz ki –
kapitalizm için iyi tek bir sav mı vardı?
Kapitalizm
on,
yirmi
yıllığına
diktatörlüklere ihtiyaç duymuş olabilir –
Şili, Güney Kore – fakat hareket
başladığında, kapitalizm her daim bir tür
demokrasiye yol açtı Fakat artık öyle
değil. Uzakdoğu'da şu an ortaya çıkmakta
olanın – Singapur'da başladı – otoriteryan
kapitalizm olduğunu iddia ediyorum.
Sanırım yeni bir şey olacak bu:
Bizimkinden çok daha dinamik bir
kapitalizm fakat uzun vade'de demokrasiye
ihtiyaç duymayanından.
10
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Slavoj Zizek: Burada bulunmaktan dolayı
mutluyum. Teşekkür ederim.
Slavoj Zizek'le aşırı sağın ve
göçmen karşıtı politikacıların
yükselişi üzerine
Amy Goodman: Çok-kültürlülüğün sona
erdiğini söyleyen Angela Merkel‟den
Fransa‟da devam eden kitlesel protestolara
kadar neler olup bittiğini bizim için şöyle
bir toparlar mısınız? Ve çok-kültürlülüğün
anlamı nedir?
Amy Goodman: Yönümüzü biraz da
Avrupa‟ya dönüyoruz. Göçmen karşıtı
söylem ve politikalar Avrupa‟da gitgide
kabul görüyor. Göçmen karşıtlığını
yalnızca aşırı sağ değil, merkez de dile
getiriyor. Alman Şansölye Angela Merkel,
partisi Hıristiyan Demokratların genç
üyelerine çok-kültürlülüğün başarısız
olduğunu söyledi. Merkel, daha sonra
göçmenlerin Almanya‟da memnuniyetle
karşılandığını ve İslamın Almanya‟nın
modern kültürünün bir parçası olduğunu
ilave etti. Merkel‟in göçmenler hakkındaki
yorumu, merkez solda yer alan Friedrich
Ebert Vakfı‟nın yürüttüğü bir araştırmanın
duyurulmasından sonra geldi; araştırmaya
göre halkın yüzde 30‟dan fazlası,
Almanya‟nın yabancılar tarafından istila
edildiğine inanıyor. Yine halkın yaklaşık
yüzde 30‟u, yabancıların ülkeye sosyal
yardımlar için geldiğine ve “istihdam
sıkıntısı baş gösterdiğinde evlerine geri
gönderilmeleri gerektiğine” inanıyor.
Slavoj Zizek: Biz Avrupalılar biraz
kibirliyiz, hoşgörü vs modeli olmaktan
hoşlanıyoruz. Ancak şimdi çok berbat
şeyler oluyor ve gerçekte üzücü olan şey
ise işin içinde sadece Romanya,
Macaristan gibi genelde hoşgörüsüzlükle
ilişkilendirdiğimiz Avrupa‟nın bir parçası
olan güneydoğu Avrupa ülkeleri olmayıp
Hollanda, Norveç gibi tam da hoşgörü
modeli olan ülkelerin olmasıdır.
Beni gerçekten rahatsız eden şey – çok
basit, hiss-i müşterekten süzülen bir şey
söyleyeceğim, biliyorsunuz, benim işim
sansürdür. Demokrasi, hoşgörü, sahih
anlamıyla, bazı belirli şeyleri alenen
söyleyemeyeceğiniz
anlamına
gelir.
Yahudi karşıtlığını, seks şakalarını alenen
ifade etmeniz kabul edilemezdir. Bundan
on-onbeş yıl evvel kabul edilemez olan
şeyler bugün kabul edilebilir bir haldedir.
Beni gerçekten rahatsız eden şey ise aşırı
sağın, azınlık olsa bile, genel gündemi
belirlemesidir.
Almanya‟da etkili bir bankacının bu yılın
başlarında yayınlanan, Alman ulusunun
çöküşünü
göçmenlerin
Almanya‟ya
entegre olamayışına bağlayan kitabı ülkede
curcurna çıkmasına yol açmıştı.
Tartışmalar Avrupa‟da sürüp giderken biz
de burada “kültürel teorinin Elvis‟i” olarak
nitelendirilen bir entelektüelle birlikteyiz.
Evet, Slovenyalı filozof Slavoj Zizek‟ten
bahsediyorum. Yaklaşık otuz kitap kaleme
aldı. Verso‟nun yayınladığı son kitabının
adı Living in the End Times [Ahir
Zaman‟da Yaşamak]. Geçenlerde The
Guardian‟da yayınlanan makalesinde “aşırı
sağ siyasetin „makul‟ göçmen karşıtı
politika ihtiyacı” üzerinden Avrupa‟da
herkese bulaştığını” kaydetti.
Tipik söylemsel numara iki hamlede
yapılıyor. Önce, aşırı sağı şöyle bir
kınarsınız, “gelişmiş demokrasimizde ona
yer yoktur.” Ama sonra ilave edersiniz:
“Fakat halkın gerçekten rahatsızlık
duyduğu şeyleri ele alıyorlar.” Dolayısıyla
– kirli sofist numaradır bu – nefret
patlamasının önünü almak için durumu
kontrol altında tutmamız gerekir. Biraz
önce bahsettiğiniz bankacı Sarrazin hangi
bakımdan önemlidir biliyor musunuz?
Siyasi olarak Sosyal Demokrasiye yakındır
o kişi.
Hoşgeldiniz.
11
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Amy Goodman: Yani?
Amy Goodman: Christian Science
Monitor anketi hakkında soru sormak
istiyorum. Ankete göre Almanların yüzde
13‟ü yeni bir Führer‟i memnuniyetle
karşılayacağını söylüyor. Yüzde 30‟dan
fazlası, ülkenin yabancılar tarafından istila
edildiğini hissediyor. Kabaca yüzde 60‟ı,
İslami hayatı kısıtlayacağını söylüyor;
yüzde 17‟si Yahudilerin çok fazla nüfuza
sahip olduklarına inanıyor.
Slavoj Zizek: Yani, aşırı sağ, kendi
mevzusunu herkese dayatmıştır. Ancak
şaşıracağınız bir şey söyleyeyim. Gerçek
patlamaların önünü almak için bunu daha
ılımlı şekilde yapmalıyız diyen bu çirkin
mantığı elbette ki kabul etmiyorum fakat
her etnik grubu kastederek, ihtiyaç
duyduğumuz tek şey, grupların birlikte var
olmalarını garanti altına alacak tarafsız bir
yasal çerçevedir diyen bu standart, liberal,
çok-kültürlü vizyonda bir başarısızlık var
diye düşünüyorum. Birilerini şok edersem
özür dilerim ama Almanların Leitkultur
[Egemen Üst Kültür] dedikleri şeye
ihtiyacımız
olduğunu
düşünüyorum.
Bunun sadece ulusal temelle sınırlı
tutularak tanımlanmaması gerekir. Bunun
için
savaşmalıyız.
Evet,
sağcılara
katılıyorum. Herkesin kabul ettiği değerler
dizgesine ihtiyacımız var. Aman tanrım, iyi
de bu değerler hangi değerler olacak? İşte
bunu biraz savsakladık. Malumunuz, senin
dünyan var, benim dünyam var ve bize
sadece yasal bir ağ lazım diyen birbirimizi nazikçe yoksaydığımız- soyut
liberal model değildir bu.
Slavoj Zizek: Sizi tekrar şok edebilirim
fakat bunu fazla abartmayın. Hayır, hayır –
pekala, ilk tezim şu ki Almanya, ki bu
ülkenin Almanya olması durumu daha bir
acıklı kılıyor, benim şahsi tecrübeme göre
Almanya
günlük
yaşamda
mesela
Fransa‟dan daha hoşgörülüdür. Bunu tüm
sorumluluğu üstlenerek iddia ediyorum.
Göründüğü kadar genel bir hadise değil bu.
Eski Batı Berlin‟in bazı kesimlerine gidin,
harika bir işbirliği göreceksiniz. Bunun
için kaygılanmayın. Bu nevi tafsilatların
büyüsüne
kapılmamamız
gerektiğini
söylemeye çalışıyorum.
Sizin de adını andığınız metinde
bahsettiğim, Avrupa‟nın siyasi haritasının
dehşet verici şekilde nasıl değiştiği gibi
daha esaslı soruları sormalıyız. Uzun bir
hikayeyi kısaca anlatacaksak, şimdiye
değin, standart durum vardı. Şimdiye
değin, büyük bir merkez sol ve büyük bir
merkez sağ parti oldu. Tüm bir nüfusa
hitap eden bu ikisidir. Bir de küçük
marjinal partiler var. Şimdi Avrupa‟da bir
başka kutuplaşma ortaya çıkıyor: Büyük
bir liberal kapitalist parti ki buna kürtaj,
kadın hakları gibi sosyal meselelerde
ilerlemeci çizgide gidebilecek kapitalist bir
parti diyelim; ve en ciddi muhalefet,
göçmen karşıtı ulusçular. Berbat bir şey
bu. Göçmen karşıtları kendilerini tek
özgün protesto sesi olarak ihdas ediyorlar –
siyasi bakımdan elbette özgün değiller
fakat tecrübede öyle algılanıyorlar. Eğer
protesto edeceksiniz, Avrupa‟da bunu
etkili şekilde yapmanın tek yolu bu. Biraz
İkinci husus, göçmen karşıtı galeyanın, sol
siyasetin
özellikle
de
ekonomik
meselelerde geri çekilişine bağlı olması
kesinlikle can alıcıdır. Ekonomik manada
tepkici görünmemeliyiz fikrine takılıp
kalmış sol “hayır, hayır, hayır, işçi sınıfının
eski
sendika
temsilcileri
değiliz,
postmodern sayısal/dijital kapitalizmin
temsilcileriyiz” diyor sanki. İşçi sınıfına
veya sözümona aşağı sıradan insana el
sürmek istemiyorlar. İşte bu noktada
sağcılar
devreye
giriyor.
Sevimsiz
paradoks şu ki küçük bazı sol partiler
hâriç, Avrupa‟daki ciddi tek siyasi kuvvet,
sıradan işçi sınıfını cezbetmeye halen hazır
olan
göçmen
karşıtı
sağcılardır.
Dolayısıyla biz solcuların korkutulmuş
kırgın, hoşgörülü halkın kibirli görüşünü
alıp – hayır, biz sadece bu olup bitenlere
nasıl yol verdiğimizi sormalıyız.
12
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
daha radikal bir solun ortaya çıkması bu
yüzden bir hayat memat meselesidir bence.
oldu artık. Thomas Frank‟ın yazdığı
kitapta gösterdiği üzere “Kansas, yirmi,
otuz yıl evvel, radikal sosyalist kitle
hareketlerini besleyen bir zemindi. Aynı
şey Avrupa‟da da var. Bu bizi rahatsız
etmelidir, şu olumsuz sınıf çağrışımları
olan değil. insanlar avamın ırkçılığına
hücum ettiğinde, biz üst–orta sınıf
liberaller sıradan insanı takmıyormuşuz
gibidir. Nerede hata yaptığımızı sormaya
başlamalıyız.
Frankfurt Okulu‟nun büyüklerinden Walter
Benjamin her zaman akılda tutmamız
gereken bir şey söylemişti: “Her faşizmin
ardında başarısız bir devrim yatar.” Bu,
bizim için daha önce hiç olmadığı kadar
doğru. Mesela sizin memleketinizi,
Kansas‟ı
ele
alalım.
Hıristiyan
köktenciliğin sağlam kayalarından biri
13
Download