T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı KİŞİLERARASI İLETİŞİM SÜRECİNDE İLETİŞİMSİZLİK: ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK BİR ARAŞTIRMA DOKTORA TEZİ Hazırlayan Elif YILDIZ Danışmanı : Prof. Dr. Mustafa DURMAZ İZMİR-2005 1 İÇİNDEKİLER Sayfa No : GİRİŞ……………………………………………………………………………………1 BİRİNCİ BÖLÜM : İLETİŞİM VE KİŞİLERARASI İLETİŞİM…………………………………………8 1.1. İLETİŞİM KAVRAMI VE TANIMI……………………………………………….9 1.1.1. İletişimin İşlevleri…………………………………………………………..17 1.1.2. İletişimin Amaçları………………………………………………………....20 1.1.3. İletişimin Özellikleri………………………………………………………..25 1.1.4. İletişim Gereksiniminin Boyutları …………………………………………31 1.2. KİŞİLERARASI İLETİŞİM………………………………………………………36 1.2.1. Kişilerarası İletişimin Temel Özellikleri……………………………………45 1.2.2. Kişilerarası İletişime Kuramsal Bakış Açısı………………………………..55 1.2.3. Kişilerarası İletişimin İşlevleri……………………………………………..66 1.2.4. Kişilerarası İletişimin Amaçları……………………………………………67 1.2.5. Kişilerarası İletişimin Sınıflandırılması…………………………………….70 1.2.5.1. Sözlü İletişim…………………………………………………………71 1.2.5.1.1. Dilin Doğuşu…………………………………………………..76 1.2.5.1.2. İnsan Dilinin Özellikleri……………………………………….77 1.2.5.1.3. Dilin İşlevleri…………………………………………………..82 1.2.5.1.4. Sözlü İletişimin Özellikleri…………………………………….84 1.2.5.1.5. Kişilerarası İletişimde Dilin Kullanımı………………………..87 1.2.5.2. Sözsüz İletişim………………………………………………………..89 1.2.5.2.1. Sözsüz İletişimin Özellikleri…………………………………..94 1.2.5.2.2. Sözsüz İletişimin Bölümleri…………………………………...97 2 İKİNCİ BÖLÜM: KİŞİLERARASI İLETİŞİM SÜRECİNDE İLETİŞİMSİZLİK……………....…108 2.1. İLETİŞİMSİZLİK KAVRAMI…………………………………………………..108 2.2. KİŞİLERARASINDA İLETİŞİMSİZLİĞE YOL AÇAN NEDENLER………...119 2.2.1. Çevresel Nedenler………………………………………………………….120 2.2.2. Kişisel Nedenler…………………………………………………………...123 2.2.2.1. Kişisel Farklılıklar…………………………………………………..126 2.2.2.2. Algılama Farklılıkları……………………………………………….130 2.2.2.2.1. Mesajın İçeriğinden Kaynaklanan Sorunlar ………………...131 2.2.2.2.2. Mesajın ve Alıcının Yapısından Kaynaklanan Sorunlar……..131 2.2.2.3. Bir İletişimsizlik Nedeni Olarak Duygular …………………………134 2.2.2.3.1. Duyguları İfade Etmede Karşılaşılan Güçlükler……………..138 2.2.2.3.2. Duyguların Sorumluluğunu Diğer Kişilere Yükleme………...142 2.2.2.3.3. Duygusal Kapalılık…………………………………………...146 2.2.2.3.4. Duygulara Yabancılaşma……………………………………..147 2.2.2.3.5. Duygusal Tepki Bozuklukları………………………………...148 2.2.2.4. Dinleme…………………………………………………………….149 2.2.2.4.1. Dinleme Becerisinin Boyutları…………. …………………..153 2.2.2.4.2. Dinleme Sürecinin Aşamaları………………………………..153 2.2.2.4.3. Dinleme Konusunda Yapılan Araştırmalar………………….155 2.2.2.4.4. Dinlemede Karşılaşılan Sorunlar…………………………….157 2.2.2.4.4.1. Tutumsal Engeller……………………………………...161 2.2.2.4.4.2. Hayal Kurmak………………………………………….163 2.2.2.4.4.3. Kişisel Unsurlar………………………………………..164 2.2.2.4.4.4. İlgi Düzeyi……………………………………………..165 2.2.2.4.4.5. Konuşan Kişinin Sözünü Kesmek……………………..165 2.2.2.4.4.6. Dikkat Dağıtıcı Etkenler……………………………….167 2.2.2.4.4.7. Bilişsel Zıtlık…………………………………………..168 2.2.2.4.4.8. Belleğin Özellikleri…………………………………….169 2.2.2.4.4.9. Mesajın Sunuluş Biçimi ve Dil İle İlgili Engeller…….170 2.2.2.4.4.10.Algılama Kanallarının Farklılığı……………………...174 3 2.2.2.4.4.11. Beden Dilinin Yanlış Kullanılması…………………...175 2.2.2.4.4.12. Savunma Mekanizmaları……………………………..176 2.2.2.4.4.13. Yetersiz Göz Teması…………………………………177 2.2.2.4.4.14. Konuşmaya Aşırı Değer Verilmesi…………………...177 2.2.2.4.4.15. Kişinin Kendisiyle Meşgul Olması…………………...178 2.2.2.4.4.16. Kişisel Duygu Yükünü Taşımak……………………...178 2.2.2.4.5. Etkisiz Dinleme Türleri……………………………………...180 2.2.2.4.6. Dinleme Sürecinin Aşamalarında Ortaya Çıkan İletişim Kopuklukları…………………………………………………………………………..184 2.2.2.5. Kişilerarası Algı……………………………………………………..186 2.2.2.5.1. Kişilerarası Algının İletişimdeki Yeri………………………..188 2.2.2.5.2.Stereotipleştirme………………………………………………189 2.2.2.5.3.Özellik Atfetme……………………………………………….197 2.2.2.5.4.Dilsiz bilgilenme ve " halô " etkisi……………………………200 2.2.2.6. Anlama Sürecini Olumsuz Etkileyen Nedenler……………………..201 2.2.2.6.1. Açı Sadakati Ve Ben Bilirimcilik…………………………….202 2.2.2.6.2. Kişileştirme…………………………………………………..205 2.2.2.6.3. Zihin Okuma…………………………………………………206 2.2.2.7.İletişimsizliği Ortaya Çıkaran Gerçekçi Olmayan İrrasyonel Düşünce Biçimleri………………………………………………………………………………206 2.2.2.7.1. Filtreleme……………………………………………………..209 2.2.2.7.2. Aşırı Genelleme …………………………………………..…210 2.2.2.7.3. Etiketleme …………………………………………………...211 2.2.2.7.4. Kutuplaşmış Düşünce ……………………………………….212 2.2.2.7.5. Felaket Tellallığı/ Facialaştırma ……………………………..213 2.2.2.7.6. Kontrol Yanılgısı……………………………………………..214 2.2.2.7.7.Temelde Tercih Olan Davranış Seçeneklerinin Düşüncelerde Yasalaştırılması……………………………………………………………………….214 2.2.2.7.8. Değiştirme Yanılgısı………………………………………….217 2.2.2.7.9. Suçlama………………………………………………………217 2.2.2.7.10. Fedakarlık Seferberliği……………………………….……..218 4 2.2.2.8. Savunucu İletişim…………………………………………………...218 2.2.2.8.1. Savunma Ve Uyum Düzenlerinin İletişimdeki Rolü…………221 2.2.2.8.2.Kişilerarası İletişimde Savunmacı Tutumu Arttıran Yaklaşım Biçimleri………………………………………………………………………………221 2.2.2.9. Empatide Başarısızlık……………………………………………….230 3. BÖLÜM : ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÜZERİNDE İLETİŞİMSİZLİĞİ ORTAYA ÇIKARAN KİŞİSEL NEDENLERE YÖNELİK ALAN ARAŞTIRMASI YÖNTEMİ VE SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ……………………235 3.1. ARAŞTIRMANIN KONUSU……………………………………………………235 3.2. ARAŞTIRMANIN AMACI……………………………………………………...238 3.3. ARAŞTIRMA YÖNTEMİ……………………………………………………….239 3.4. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ…………………..241 SONUÇ………………………………………………………………………..……...303 KAYNAKÇA…………………………………………………………………………311 EK: ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÜZERİNDE İLETİŞİMSİZLİĞİ ORTAYA ÇIKARAN KİŞİSEL NEDENLERE YÖNELİK ALAN ARAŞTIRMASIYLA İLGİLİ ANKET FORMU…………………………………………………………...329 ÖZGEÇMİŞ ÖZET 5 GİRİŞ Canlıların varlıklarını sürdürebilmek için iletişimde bulunmak zorunda oldukları görülmektedir. İletişim kurma özelliği açısından değerlendirildiğinde, diğer canlılarla olan biyolojik ve fizyolojik nitelikteki ortak özelliklerine ek olarak, insanın kendi neslinden gelen önemli ve farklı nitelikleri bulunmaktadır. Bu doğrultuda diğer canlılardan farklı olarak insanın, sürdürmekte olduğu iletişimleri incelemek ve geliştirmek şansına sahip olduğu ifade edilmektedir. Diğer canlıların da birbirleriyle, kendilerine göre derin ve anlamlı iletişimler kurabildikleri söylenebilmektedir. Bununla birlikte, tüm canlılar içinde yalnızca insanların birbirlerinin rolüne girip, birbirleriyle empati kurma şansına sahip olduğu gözlenmektedir. İletişimin insanın varolması ile özdeş olduğu ve insanın iletişimde bulunduğu sürece varlığını gerçekleştirip, kendini dışa açabileceği gerçeği dikkate alındığında, hangi türden olursa olsun iletişimin insan için hem kişisel hem de toplumsal seviyelerde önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. İnsan ve insan topluluklarının kendi varlıklarını, oluşturdukları toplumsal, kültürel ve uygarlık çevrelerini ancak iletişim aracılığıyla gerçekleştirebildikleri görülmektedir. Dolayısıyla insanlar ve toplumların varlıklarını; bilim, kültür ve uygarlık adına ortaya koydukları maddi ve manevi ürünlerini iletişime borçlu oldukları söylenebilmektedir. İletişim, insanın rasyonalite ve sosyalite temelli bireysel veya kolektif bir bilme ve bildirme eylemi olarak değerlendirildiğinde, pek çok işlevsel alanları olduğu ortaya çıkmaktadır. Yeryüzü uygarlığının aktif oluşturucu aktörü insan öğesi kendi tarihini hem yapıp hem de yazarken bunu birkaç özelliğinin yanı sıra özellikle ‘homo kominikus’(iletişim kuran insan) özsel niteliği ile gerçekleştirmiştir. Buna bağlı olarak insanoğlu bir mesajı oluşturup şekillendirirken ya da iletirken mesajın yapısı ve biçiminin yanı sıra içeriği ve alıcıların zihinsel, ruhsal ve fiziksel özelliklerinin kişi-içi, kişilerarası ve toplumsal düzlemlerde etkili iletişimin gerçekleştirilebilmesi için dikkate alınması gereksinimi ortaya çıkmaktadır. İnsanın çevresiyle kurduğu iletişimin temelini oluşturan kişi-içi iletişimin, kişinin kendinde başlayıp kendinde biten iletişimsel bir süreci oluşturduğu görülmektedir. Kişilerin kendilerini bireysel seviyede tanımaları ölçüsünde diğerleriyle 6 olan iletişimde başarılı oldukları ifade edilmektedir. İnsan olmak demek iletişim kurmaktır. Konuşmak, dinlemek, anlamak, anlamlandırabilmek ve dinledikten sonra diğerlerine karşılık vermeyi gerektirmektedir. İnsan etkinliklerinin ve ilişkilerinin tümü iletişimle ilgilidir. Çok farklı anlamlarda ve alanlarda kullanılan, buna bağlı olarak çok sayıda tanımı yapılan iletişim kavramını, en yalın tanımıyla, kişilerarası bir düşünce ve duygu alışverişi olarak ifade etmek mümkündür. Düşünce ve duyguların karşılıklı olarak anlaşılmasını içeren ve söz konusu olan olay veya sorunla ilgili karşılıklı tatmini hedefleyen bir süreçtir. İletişimin çeşitli türlerinden söz etmek mümkündür. Bunlardan birini de kişilerarası iletişimin oluşturduğu görülmektedir Genel bir tanımlamayla, kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişimler ‘kişilerararası iletişim’ olarak ifade edilmektedir. Kişilerarası iletişimi açıklayan farklı kuramsal yaklaşımların söz konusu olduğu gözlenmektedir. Kişilerarası iletişimi tanımlamanın bir yolu, onu diğer iletişim biçimleriyle karşılaştırmak olarak ortaya konmaktadır. Böylece kaç kişinin yer aldığı, birbirlerine fiziksel açıdan ne ölçüde yakın oldukları, kaç tane duyu kanalının kullanıldığı ve geribildirimi (feedback) inceleyebilmek mümkündür. Kişilerarası iletişim, diğer iletişim biçimlerinden katılan kişilerin azlığı, birbirlerine fiziksel anlamda yakın mesafelerde bulunmaları, kullanılan duyu kanallarının çokluğu ve geribildirimin anında alınması yönlerinde farklılaşmaktadır. Bir iletişimin ‘kişilerarası iletişim’ sayılabilmesi için katılanların, belli bir yakınlık içinde yüz yüze olması, katılımcılar arasında tek yönlü değil, karşılıklı mesaj alışverişinin gerçekleşmesi ve söz konusu mesajların sözlü (verbal) ve sözsüz (nonverbal) nitelikte olması ölçütünün gerekli olduğu ifade edilmektedir. Kişinin gelişimi boyunca, sürekli olarak çevresindeki diğer kişileri gözlemlediği, nasıl olduklarını, kendisini nasıl gördüklerini ve kendisine nasıl davrandıklarını incelediği görülmektedir. Bu keşifler sırasındaki kişilerarası etkileşim aynı zamanda bir kişilerarası öğrenme olarak değerlendirilmektedir. Kişi yaşamını devam ettirmek ve içinde yaşadığı dünyaya uyum sağlamak için uygun davranış biçimlerini öğrenmeye çalışmaktadır. Erken yaşlarda bu davranışlar anne-baba yardımı ile, daha sonra da arkadaşlar, öğretmenler ve diğer önemli 7 kişilerin etkisiyle öğrenilmekte, geliştirilmektedir. Toplum tarafından genel olarak onaylanmış davranış normları davranışların şekillenmesinde büyük önem taşımaktadır. Kişi kendi algılarını diğer kişilerin algılarıyla karşılaştırırken, bunların kendisi için önemi olan kişiler tarafından onaylanması ihtiyacını duymaktadır. Bazı gelişim kuramlarına göre, sosyal etkileşim, kişinin gelişiminde ve kimlik oluşumunda en önemli etkendir. Etkileşim sırasında kişi kendisi hakkında çok şey öğrenmektedir. Diğerlerinin kişiye nasıl davrandıkları, onların o kişiyi algılayış biçimi hakkında çok önemli ipuçlarıdır. Başkalarının kişiyi algılayış biçimi, kişinin kendisiyle ilgili düşüncelerine şekil vererek kendisi için oluşturduğu benlik algısını etkilemektedir. Kişinin benlik algısı ve kendisine verdiği değerin de karşılıklı olarak birbirini etkilediği görülmektedir. Eğer diğerleriyle nasıl bir iletişim ve etkileşim içinde olduğu, kendisi için oluşturduğu imajı etkiliyorsa, kendisine verdiği değeri de kaçınılmaz olarak etkilediği ifade edilmektedir. Kişilerarası iletişim kişiye benlik algısını, kendine verdiği değeri, kendine olan saygısını ve güvenini ölçme fırsatı verdiği için kişinin yaşamının çok önemli ihtiyaçlarından biri olma özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla kişilerarası iletişimi birçok farklı ihtiyacın giderilmeye çalışıldığı bir yaşam boyutu olarak değerlendirmek mümkündür. Belirli bir alan içindeki insanların sözlü ya da sözsüz iletişim biçimlerinden uygun olanını kullanarak diğer insanları etkilemek veya ikna etmek amacıyla giriştikleri her türlü çaba kişilerarası iletişim kapsamında değerlendirilebilmektedir. Kişilerarası iletişimde sözlü ve/veya sözsüz mesajlar oldukça büyük önem taşımaktadır. Sözlü veya sözsüz mesajları kodlama ise, kişilerarası iletişim becerisi ile yakından ilgilidir. Bu doğrultuda konuşma dili olarak adlandırılan sözlü iletişim, gündelik yaşamda kişinin kendisini ifade etmek için başvurduğu temel iletişim türlerinden biridir. Toplumsal yaşam içinde birbirleriyle ilişkiyle giren ve iletilmesi gerekli mesajları olan ilk insanlar doğal olarak bu mesajları iletme biçimlerini de ortaya çıkarmışlardır. Hiç şüphesiz, bir çığlık, bir haykırış gibi simgelerle başlayan bu yönelişin, iletişim ihtiyacı içindeki insan türünü diğer canlılardan farklılaştıran dil ve konuşmayı ortaya çıkardığı görülmektedir. İnsanoğlunun iletişim ihtiyacını karşılayan simgesel sisteminin temelini oluşturan dil de kendi başına bir simgeleştirme işlemi olarak ifade edilmektedir. 8 İleti alışverişi canlı dünyasının ortak bir özelliği olmakla birlikte, yalnız insanlar arasında insanın simgeleştirme yetisi sayesinde simgeler aracılığıyla duygu, düşünce ve bilgi aktarımı söz konusu olmaktadır. Dilin, bütün iletişim ve etkileşim sürecinin hem başlangıcı hem de ürünü olduğu ifade edilmektedir. En genel anlamıyla her türlü etkileşimin, daha özel anlamıyla her türlü iletişimin kendine özgü bir dili bulunmaktadır. Dilin, hem bir toplumsal eylem olarak varolduğu, hem de insanların biyolojik yapı farklılığına dayanarak, ancak kişilerarası iletişimin bir dizgesi olabilecek biçimde geliştiği görülmektedir. Bunun yanında insanlarla hayvanlar arasındaki temel dilsel ayırım, insanoğlunun dilinde anlamın varlığı olarak ortaya konmaktadır. Bu bağlamda konuşma, akıl ve düşünce gücüne işlerlik kazandıran, onu üretken hale dönüştüren güç olarak değerlendirilmektedir. Her türlü teknolojik gelişmeye karşın, yüzyıllardır bireysel ve toplumsal ilişkiler alanında vazgeçilmez yerini korumaktadır. Kişilerarası iletişimin bir diğer boyutunu oluşturan sözsüz iletişim ise, daha çok sözlü iletişimi pekiştirmek amacıyla kullanılmakta ve böylece kişilerarası iletişimde duygu ve tavırları düzenleyerek sözlü iletişimi desteklemektedir. Kaynak konumundaki kişi yüz ve bedenin yardımıyla akıcılığı yakalamaya çalışırken, diğer taraftan karşıdaki kişinin yüz ve beden ifadelerine bakarak mesajın algılanıp algılanmadığını ya da karşıdaki kişinin psikolojik durumunu anlayabilmektedir Gündelik yaşamda çok sayıda uyaranın etkisinde olan insanın, bilinçli ya da bilinçsiz olarak beden diline sık sık başvurduğu görülmektedir. İnsanın düşüncelerini, bilgilerini, isteklerini ve şikayetlerini iletmede en temel araç olarak kullandığı konuşma dili yani sözlü iletişim, duyguların, heyecanların, coşkuların iletilmesinde her zaman yeterli ve etkili olmayabilmektedir. Bu nedenle çoğu kez konuşurken, duygular ya da heyecanlar ifade edilirken mimiklere,el kol hareketlerine başvurulduğu gözlenmektedir. Bazı durumlarda kişilerin, gerçek duygu ve düşüncelerini bilinçli olarak dile getirmedikleri ya da getiremedikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Söyledikleri, söylemek istediklerinden farklı olmaktadır. Bu durumda sözsüz iletişim, kişinin gerçekte ne söylediğini ya da söylemek istediğini anlamada başvurulan bir kaynak olarak devreye girmektedir. 9 Yoğun bir rekabetin yaşandığı 21. yüzyıl dünyasında fark yaratan tek şeyin, kişilerin iletişim yeteneklerinin olduğu görülmektedir. Para ya da nesneler dışında saygı görmek, diyalog kurmak, yaşamdan zevk almak, sevmek ve sevilmek, kişiliklerine değer verilmesi gibi, insanların elde etmeyi arzuladığı pek çok şey bulunmaktadır. Burada da başarının tek anahtarının iyi bir iletişim olduğu söylenebilmektedir. Bu doğrultuda iletişimin sağlıklı olabilmesi için bireylerin benimseyip kullanmaları gereken bazı ilişki ilkeleri bulunmaktadır.Bu bağlamda her bireyin kendine has özellikleri ile değerli olduğuna inanması, karşısındaki bireyi koşulsuz kabul etmesi, her bireyin kendi problemini kendisinin çözebilme gücüne inanması, maske takmadan kendini olduğu gibi gösterebilmesi, duygu, düşünce ve davranışlarının tutarlı olması, kendini karşısındaki kişinin yerine koyup nesnelliğini yitirmeden onun sorunlarına onun gibi bakabilmesi, onun hissettiklerini yaşayabilmesi, sözü geçen tüm ilkelerin herhangi bir iletişim durumunda bir arada olması ve karşısındaki kişiye iletilebilmesi ön plana çıkmaktadır. Böylece, iyi bir iletişim ortamı hazırlanmış olmaktadır. İletişim kurulacak olan birey rahatlamakta, kendini ifade etmesi kolaylaşmakta, kendini daha iyi tanıma olanağı bulmakta ve sağlıklı ilişki kurmak için temel atılmış olmaktadır. Tüm bunlara karşın iletişimsizliğin insanın olduğu her ortamda yoğun bir biçimde yaşandığı görülmektedir. İnsanların birbirleriyle çeşitli kişisel ve çevresel nedenlere bağlı olarak iletişim kuramadıkları, kendilerini bir iletişimsizlik ortamının içinde buldukları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Kişilerin kendileriyle de iletişimsizlik yaşadığı, bunun başkalarıyla olan ilişkilere de yansıdığı ortaya çıkmaktadır. Toplumun her kesimine bir virüs gibi bulaşan iletişimsizlik olgusunda, kişiler hemen hemen aynı davranış özelliğini göstermekte ve bu giderek doğal bir davranış olarak kabul edilmektedir. Kişiler, kişisel ilişkilerini derinleştirebilmek, iş yaşamlarında ve diğer sosyal ortamlarda kullanamadıkları yaratıcılıklarını geliştirebilmek ve iletişim sürecinde birbirlerinden bir şeyler öğrenerek, karşılıklı zevk ve değer verebilme olanaklarını gerçeğe dönüştürme şansına sahipken, kendilerini yeterince ifade edememenin, anlaşılamamanın, yeterince etkili dinlenmemenin ve bunun sonucu olarak da ilişkilerde saldırgan, sıradan ve çatışmacı durumlarla karşı karşıya kalmanın kaçınılmaz olduğu gerçeğini yaşamaktadırlar. 10 “Kişilerarası İletişim Sürecinde İletişimsizlik: Üniversite Öğrencilerine Yönelik Bir Araştırma” adlı tezin birinci bölümünde; iletişim ve kişilerarası iletişim kavramlarının tanımı, özellikleri, amaçları, işlevleri ortaya konmaktadır. Kişilerarası iletişim konusunda ön plana çıkan kuramlar ele alınmakta ve kişilerarası iletişim kapsamında sözlü ve sözsüz iletişim değerlendirilmekte, bu bağlamda insan dilinin özellikleri, dilin doğuşu, kişilerarası iletişimde dilin önemi ifade edilmektedir. Beden dilini de kapsayan çok daha geniş bir alanı oluşturan sözsüz iletişimin özellikleri ve bölümleri incelenmektedir. Tezin ikinci bölümünde, öncelikle iletişimsizlik kavramının neyi ifade ettiği belirtilerek, kişilerarasında iletişimsizliğe yol açan nedenler incelenmektedir. İletişimsizliği doğuran nedenler çevresel ve kişisel nedenler olmak üzere iki başlık altında ortaya konmaktadır. Kişisel nedenler üzerinde daha fazla yoğunlaşılarak, bu bağlamda öncelikle kişisel farklılıklar ve algılama farklılıkları üzerinde durulmaktadır. Kişilerarası iletişim sürecinde son derece önemli bir rol oynayan duyguların bir iletişimsizlik nedeni haline gelmesinde, duyguları ifade etmede karşılaşılan güçlükler, yaşanan duyguların sorumluluğunu diğer kişilere yükleme, duygusal kapalılık, duygulara yabancılaşma, bazı duygusal tepki bozuklukları, duygularda iletişimsizlik ele alınmaktadır. Bir diğer iletişimsizlik nedenini oluşturan dinlemede öncelikle etkili dinleme tanımlanmakta, sürecin boyutları ve aşamaları ortaya konmakta ve dinlemeyi engelleyen faktörler ayrıntılı olarak incelenmektedir. Anlama sürecini olumsuz etkileyen nedenler ve kişilerin sahip olduğu irrasyonel düşünce biçimleri değerlendirilmektedir. Kişilerarası iletişimde savunmacı tutumu arttıran yaklaşım biçimleri ele alınmakta ve empati süreci ve empati kuramama nedenleri ifade edilmektedir. Tezin üçüncü ve son bölümünde üniversite öğrencilerinin yaşadığı iletişim problemleri değerlendirilmekte, özellikle yoğun olarak iletişimsizlikle karşılaştıkları alanlar üzerine odaklanılmaktadır. Bu doğrultuda Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okuyan ve iletişimsel kavramları daha iyi değerlendirebileceği düşünülen öğrenciler üzerinde iletişim sorunları yaşadıkları alanları belirlemek amacıyla araştırma gerçekleştirilmiş ve sonuçlar değerlendirilmiştir. 11 Tez çalışması boyunca her türlü fedakarlığı gösteren başta değerli eşim Cumhur YILDIZ ve sevgili annem Ayşegül KÜLTÜR olmak üzere tüm aileme, tez danışmanım değerli hocam Prof. Dr. Mustafa DURMAZ’a, her zaman her konuda desteklerini gördüğüm ve tezime değerli katkılarda bulunan hocalarım Prof. Dr. Ahmet Bülend GÖKSEL’e, Prof. Dr. Demet GÜRÜZ’e ve Yrd. Doç Dr. Ahsen ARMAĞAN’a, değerli arkadaşlarım Yrd. Doç Dr. Bilgehan GÜLTEKİN ve Araş. Gör. Onur ÖKSÜZ’e teşekkürü bir borç bilirim. 12 BÖLÜM 1: İLETİŞİM VE KİŞİLERARASI İLETİŞİM Toplumsal bir varlık olan insanın en önemli özelliklerinden birisi de kendi cinsiyle ilişki kurması, duygu ve düşüncelerini bir diğerine aktarmasıdır. İnsanın bu özelliği, onda var olan iletişim yeteneği ile ilgilidir. İnsanların çağlar boyu birbirleri ile bu yetenekleri sayesinde etkileşimde bulundukları, kültürlerini, uygarlıklarını geliştirmelerinde bu etkileşimlerinin büyük rolü olduğu ortaya çıkmaktadır. İlk insanların da yoğun bir iletişim eylemi içinde bulunduklarına dair en önemli kanıtın, insanlığın günümüzde ulaştığı nokta olduğu görülmektedir. İnsanlığın bugün ulaştığı uygarlık düzeyinin temellerini oluşturan faktörlerin, ilk insanların yoğun çabaları ve iletişim eylemleri olduğu ifade edilmektedir. Birbiri üzerine eklediği her iletişim eyleminde insanların, uygarlık merdiveninde bir basamak tırmandıkları söylenebilmektedir. İnsanlığın ilk döneminde, iletişimde önce sesin olduğu ve insanın kendisini çıkardığı değişik seslerle, çığlıklarla ve bunları desteklediği bedensel hareketlerle ifade ettiği görülmektedir. Bunun yanı sıra ilkel resimlerle, çizgilerle insanın mesajını aktarması da, insanlığın iletişim tarihinde sanatın ilk izlerinin göstergesi olmakta, günümüzün sanatsal anlatımlarına ulaşana değin sanat öncülüğüyle iletişim kurma biçimleri de evrimsel bir çizgi izlemektedir. İnsan iletişiminin gelişiminde en başta gelen koşulun, hiç şüphesiz dilin ortaya çıkması, konuşmanın başlaması, yani sözün kurulması, zamanla yazının bulunması, sözlü ve yazılı ifade biçiminin güçlenmesinin olduğu görülmektedir. İletişim biçimlerinin zamanla büyük gelişmeler kaydettiği, yakın çevreyle iletişimin yanında, dünyanın bir diğer ucundaki insanlarla da iletişimin, hızlı teknolojik gelişimle olanaklı hâle geldiği ifade edilmektedir. Günümüzde, iletişim sözcüğünün, sadece belirli bir meslekte kullanılan ya da bir uzmanlık disipliniyle sınırlı bir terim olmayışı; gündelik yaşamda, birey ve toplum ilişkilerinden siyasete, edebiyattan pazarlamaya, dinden yönetim bilimine, çocuk eğitiminden kadın-erkek ilişkilerine, insan toplumsallaşmasının tüm yansımalarını kapsayan bir özellik taşıması ve yaşam etkinliklerini gerçekleştiren bireylere göre farklılık göstermesi, bu konudaki ortak tanım zorluğunu açıklayabilmektedir. 13 Farklı yaklaşımların ve tanımlamaların ortaya konduğu kişilerarası iletişimi ise, en genel anlamda kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişim olarak değerlendirmek mümkündür. 1.1. İLETİŞİM KAVRAMI VE TANIMI Yaşamsal bir zorunluluk olan iletişim, bireysel ve toplumsal yaşamın vazgeçilmez aracı olarak ifade edilmektedir. İletişimin, insanın yalnızca doğal bir varlık olmaktan fazla bir şey olduğunu keşfetmesiyle birlikte doğduğu ifade edilmektedir. Yalnızca ses çıkarmayı, bedenini hareket ettirmeyi, bazı zeminler üzerine şekiller çizmeyi hayvanların da becerebildiği, dolayısıyla hayvanların da bir iletişim sistemlerinin olduğu, ancak onların çoğunlukla güdüleriyle iletişim kurarak sadece ilettikleri ortaya konmaktadır. Bu doğrultuda, insanı diğer doğal yaratıklardan farklı kılanın, onun ussal ve ruhsal kapasitesi ve yetenekleri olduğu ve uygarlıkların da bu farklılıktan doğduğu gerçeğinden hareketle, yalnızca insanların iletişim kurabildiği, karşılıklı eylemin bir etkileşime dönüştüğü biçimi yalnızca insanın başarabildiği söylenebilmektedir. Günlük yaşamın her aşamasında ve her ortamda birlikte olunan iletişimle insanın, kendi dışındaki insanları etkilediği, onlardan etkilendiği ve böylece biyolojik bir varlık olmaktan çıkarak, toplumun bir üyesi durumuna geldiği ve toplumsal bir varlık olarak kendini gerçekleştirdiği görülmektedir1. Dolayısıyla iletişimin kaçınılmaz bir süreç olduğu ortaya çıkmaktadır. “Herkes yeryüzünü bir sahne, kendisini de oyuncu olarak benimsemiştir. Herkes rolünü oynamakta, karakterinin gerektirdiği replikleri konuşmakta, yapmacık da olsa birbirlerine vermeleri gereken mesajları verip almaktadır. Dünya sahnesindeki oyun bir iletişim oyunudur. Hiç kimsenin bu oyuna katılmama, oyundan kaçma hakkı ve ayrıcalığı yoktur. İnsan olan herkes bu oyuna katılmak, rolünü oynamak, iletişim kurmak zorundadır”2. İletişim kurma eyleminin insanın doğasında bulunan bir gereksinim ve bir güdü olduğu belirtilmektedir. İnsan, doğası gereği yalnız başına yaşayamayacağı gibi, diğer insanlarla iletişim kurmadan da yaşayamamaktadır. Kişiler birbirleriyle iletişim 1 2 Ahmet Yatkın, Halkla İlişkiler ve İletişim, Nobel Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2003, s.42. Sedat Cereci, İletişim Kurmak İnsan Olmaktır, Metropol Yayınları, İstanbul, 2002, s.10. 14 kurarken mesajlar tek yolla gönderilmemekte, bilinen ve becerilebilen bütün iletişim dilleri kullanılarak mesajlar iletilmeye çalışılmaktadır. Söylemek istediğini en anlaşılabilir ve en etkileyici biçimde anlatmak, bütün bireylerin temel amacıdır. İletişim tarihinin, düşüncenin tarihiyle eş zamanlı olduğu ve önce sesini tanıyan insanın, sonra anlamı keşfettiği görülmektedir3. Bu doğrultuda evrim merdiveninin en üst basamağını işgal eden, en evrimli hayvan olarak tanınan insan jest ve mimikleri en iyi kullanan, gelişmiş refleks ve içgüdülerinin yanında dili de içine alan çok karmaşık öğrenilmiş davranışlarla iletişim yapan yegane varlık olarak değerlendirilmektedir4. Normal zihinsel fonksiyonlara sahip olan bir insan, iletişim kurmadan yaşayamamaktadır. İletişim, insanın bireysel ve sosyal yaşamının vazgeçilmez unsurudur. İnsan gündelik yaşamında diğer insan(lar)la, kurumla, kuruluşla, grupla veya kendisiyle iletişim kurarak yaşamaktadır. Tüm yaşamı boyunca, psikolojik olarak insanın, varlığını bildirmek ve varlığının farkındalığının kendisine bildirilmesi ihtiyacının olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ihtiyaç içindeki insan, sözlü veya sözsüz çeşitli iletişim yollarına kaçınılmaz olarak başvurmaktadır. Her türlü iletişim insanın psikolojik gereksinmelerinin sonucudur. Kendisini tanıması, tanıtması ve dönüt alarak kendini değerlendirmesinde, bu iletişim süreçleri önemli rol oynamaktadır. 20. yüzyılda, baş döndürücü bir hızla gelişen medya teknolojisi içinde giderek artan bir önem kazanmış olan ‘iletişim’ sözcüğü kadar, bireysel ve toplumsal yaşamda bu kadar belirleyici bir yer tutmasına karşın üzerinde bu ölçüde bir iletişimsizliğin yaşandığı çok az terim ve kavram olduğu görülmektedir. Öte yandan iletişim olgusunun toplumsal niteliği sadece bir teknolojik görüngü olarak ele alınmasını da olanaksız kılmaktadır5. İletişimin bu çok yönlü özelliği, kavramı bir yandan siyaset bilimine özgü kılarken diğer yandan da ekonomiden sosyal psikolojiye, antropolojiden dilbilime diğer disiplerle de bağlantılandırmaktadır. İletişim sözcüğünün, üzerinde anlaşmaya varılmış ortak bir tek tanımının bulunmayışı ve kişiden kişiye ya da toplumdan topluma binlerce değişik tanımlamanın 3 Banu Duman, Zeynep Y.Dede, Akın Eryürekli, “Her Şey İletişimle Başlar”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Yıl:3, Sayı:36, Şubat 2003, s. 36. 4 Akif Ergin, ÖğretimTeknolojisi/ İletişim, PEGEM, Ankara, 1995, s. 38. 5 Erol Çankaya, Dünya’da ve Türkiye’de Siyasal İletişimin Demokratik Topluma Etkileri, Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Doktora Tezi, 1994, s.3. 15 yapılması, bu kavram konusunda süre gelen belirsizliğin boyutlarını net olarak kavrayabilmek açısından ön plana çıkmaktadır. Örneğin, “Dance ve Larson tarafından saptanmış 4560'a ulaşan kullanım biçiminin ancak 2612 adet tipleştirmeye indirilebildiğini bilmek, sorunun ne derece çetrefil olduğunun çarpıcı bir göstergesidir”6. Dolayısıyla iletişimle ilgili yapılan tanımların, bir anlamda içinde yaşanılan tarihsel süreçlerin siyasal ya da toplumsal niteliğine koşut bir görünüm sunduğu ifade edilmektedir. Bu bağlamda geçmiş dönemlerin ‘iletişim’ tanımı ile bugünün tanımı arasında pek çok farklılık söz konusu olmaktadır. İletişim kavramı, İngilizce'deki communication kelimesinin karşılığı olarak dilimizde kullanılmaktadır. Kavramın kökeni incelendiğinde ‘commun’ yani; ortaklaşmak, ortak kılmak kökünden türediği görülmektedir. Kavramın genel bir tanımını yapmak gerekirse, insanlar arasındaki her türlü bilgi, duygu ve düşünce alışverişi; bilginin ortaklaşa kullanılması şeklinde ifade etmek mümkündür. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, iletişim, hem kişisel, hem de toplumsal bir süreci kapsamaktadır7. Toplumsal yaşantı içerisinde insanın kendinden önce yaşamış insanların kabullendiği ve sürdürdüğü kuralları öğrenmesi, inanç ve değerleri benimsemesi ve bunlara uygun olarak bir yaşam sürdürebilmesi ancak iletişim ve etkileşim süreciyle mümkün olmaktadır. “İnsanlar, başkalarıyla bir arada olabilmek, onları anlayabilmek, kendilerini anlatabilmek ve etkileyebilmek yani toplumsallaşabilmek amacıyla iletişim kurmaktadır. Bunun da ötesinde bireyler, kendileriyle ve başkalarıyla iletişim kurarak kişiliklerini de tanımlama olanağı kazanmaktadır”8. İletişim konusundaki değişik tanımların, tanım geliştirenlerin kavrama farklı yaklaşımları sonucu ortaya çıktığı görülmektedir. İletişim sözcüğü “Teremholm ve Jensen'e göre, insanların kollektif olarak toplumsal gerçekliği yaratıp düzenledikleri süreç olarak, Berelson ve Steiner' e göre, bilginin, fikirlerin, duyguların, becerilerin, simgeler kullanılarak iletilmesi olarak, Rogers ve Kincaid' e göre ise, katılanların bilgi 6 Erol Çankaya, a.g.e., s.4. Metin Işık, İletişimden Kitle İletişimine, Mikro Yayınları, Birinci Baskı, Konya, 2000, s.21. 8 Roger Williams, “İletişim Kavram ve Modelleri”, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, No: 217-14, Eskişehir, 1979, s. 282. 7 16 yaratıp karşılıklı bir anlamaya ulaşmak amacıyla bu bilgiyi birbirleriyle paylaşma süreci olarak tanımlanmaktadır”9. Bu doğrultuda, Berelson ve Steiner gibi bazı iletişim bilimcilerinin göndericimesaj- kanal ve alıcı şeklindeki çizgisel modeli öne çıkarırken; Rogers ve Kincaid'in başını çektiği bir diğer grubun ise, ‘karşılıklı ortak algılama’ ve ‘paylaşma’ gibi bir takım unsurları ön plana çıkardıkları gözlenmektedir. Kullanıldığı alana göre çok değişik anlamlar taşıyan iletişim kavramını, Ünsal Oskay ise geniş bir çerçevede tanımlamaktadır: “İletişim, birbirlerine ortamlarındaki nesneler, olaylar, olgularla ilgili değişmeleri haber veren, bunlara ilişkin bilgilerini birbirlerine aktaran, aynı olgular, nesneler, sorunlar karşısında benzer yaşam deneyimlerinden kaynaklanan, benzer duygular taşıyıp birbirine ifade eden insanların oluşturduğu topluluk ya da toplum yaşamı içinde gerçekleştirilen tutum, yargı, düşünce, duygu bildirişimleridir”10.Bu tanıma göre iletişimi, toplumsal yaşantının temeli olarak tanımlamak mümkündür. İletişim, insanın varlığını sürdürebilmesi için gerekli temel zorunluluklardan biridir. “Charles Cooley için iletişim, insan ilişkilerinin varolmasına ve gelişmesine yarayan mekanizmadır ,-aklın yarattığı tüm simgeler ve bunların uzayda iletimini, zaman içinde saklanmasını sağlayan araçlardır. Bu da yüzdeki anlamları, tavırları ve davranışları, sesin tonunu, sözcükleri, yazımı, basımı, demiryollarını, telgrafları, telefonları ve zaman ile yerden kazanmadaki tüm başarıları içerir”11. Buna göre, iletişimin her yerde olduğunu ve insanın iletişim ağı içinde yaşadığını söylemek mümkündür. “İnsanları birbirine bağlayan ve onların sosyal bir grup halinde ve uyumlu bir şekilde çalışmalarını sağlayan bir araç olan iletişim, istenen sonuçları başarmak ve davranışları etkilemek amacıyla insanlar arasında sözlü ya da sözlü olmayan diğer araçlarla anlayış sağlama”12 olarak da değerlendirilmektedir. İletişim gerçek anlamda çoğu tanımlamada olduğu gibi enformasyonun, 9 Erol Mutlu, İletişim Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Dördüncü Basım, Ankara, 2004, s. 139. Ünsal Oskay, İletişimin ABC’si, Der Yayınları:213, Üçüncü Basım, İstanbul, 2001, s. 9. 11 Ayseli Usluata, İletişim, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınları, 1. Basım, İstanbul, 1994, s.14. 12 Demet Gürüz, Halkla İlişkiler- Reklam Ajansları İşletmeciliği ve Yönetimi, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları No:7, İzmir, 1995, s.118. 10 17 fikirlerin veya davranışların paylaşılmasıdır. Bu paylaşma esnasında en önemli nokta, davranışların bir şeyler üretmeye yönelik olması olarak değerlendirilmektedir. İnsanlar çevrelerindeki dünyayı oluşturacak anlamlar yaratmakta ve sonra anlamlara göre davranmaktadır. İletişim, bireyler arasında bilgi alıp vermek amacıyla oluşturulan bir ilişkiler sistemi olarak da tanımlanabilmektedir. İletişim, kişilerin amaçsız etkileşimleri olmaktan çok, bir etki oluşturmaya veya davranış nedeni olmaya dönük olarak, mesajın kaynaktan hedefe bilinçli bir şekilde aktarılmasıdır. Dolayısıyla “insanlar iletişim kurduklarında, yalnızca dünyanın şu ya da bu yönü hakkında bilgi vermemekte, kendi varoluşlarını iletmek için birbirlerinden nasıl beklentiler içinde olduklarıyla ilgili açık ya da örtük taleplerini birbirlerine dile getirmektedir”13. Kişilerarası iletişim boyutuyla değerlendirildiğinde ise iletişim, karşıdaki kişinin benliğini kabul ederek onu anlama etkinliği olarak da tanımlanabilmektedir. Bu bağlamda iletişim, kişinin dinleme ve karşısındaki kişinin kendisini dinlemesi hakkı olarak değerlendirilmektedir. İletişim fikir birliğiyle ilgili bir şey değildir. İletişim kişinin başkalarının gerçekliğine geçmesine ve onların dünyasının nasıl göründüğünü, onlara nasıl geldiğini incelemesine olanak tanıyan bir köprüdür. İnsanların birbiriyle iletişim kurması yeni giysiler giymeye benzemektedir. Kişinin kimi zaman, kendisine uyan bir şey bulmadan önce birkaç şey denemesi, birkaç mağazaya gitmesi gerekebilir. İletişim yeni düzeylerde keşif ve yakınlığı kolaylaştırmak için başka bir kişiyle yapılan bir sözel ve sözsüz alışveriş dansıdır14. Kişinin başkalarını, kendisinin olmalarını gerektiğini düşündüğü gibi değil, oldukları gibi kabul etmeye başlamasının yaratıcı ve doyurucu bir ilişki için gereken en önemli adımı oluşturduğu söylenebilmektedir. Tüm bunlardan hareketle, iletişim kavramını inceleyen yaklaşımların genel bir değerlendirmesi yapıldığında, bunların temelde iki ayrı grubu oluşturdukları ortaya çıkmaktadır. Birinci grup, iletişimin bir eylem ve etkileşim biçimi olduğu noktasında 13 Kurt Danziger, Interpersonal Communication, Pergamon General Psychology Series, First Edition, Canada, 1976, s.191. 14 Kay Snow Davis, Sevgi Dolu Bir Yaratıcılık İçin Güç Noktanızı Keşfedin, Çev: Sezer Soner, Kozmos Yayınları, Birinci Basım, Adana, 2003, s.79. 18 odaklanırken, diğeri iletişimi anlam üretimi ve mübadelesi olarak nitelendirmektedir15. Bir başka açıdan iletişim, belli bir amaca yönelik, belli istek ve arzuları gerçekleştirmeye yönelik bir süreç olarak kabul edilmektedir. Buna bağlı olarak iletişimin türü ne olursa olsun, her zaman belirli bir amacı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu amaç birinin karşısındakini etkilemek ya da yönlendirmek olabileceği gibi, karşısındakinden etkilenmek, duygu ve düşüncelerini açığa vurmak, kendini gerçekleştirmek, hatta bunların yanında karşısındakini yanlış yönlendirmek, manipüle etmek ve sonuçta iletişimi bitirmek istemesi de olabilmektedir. Bir ifade ile aynı zamanda çok değişik amaçların gerçekleşebilmesi, bir ve aynı amacın da çok değişik ifadelerle ortaya konması mümkün olmaktadır. Dolayısıyla bir ifadeyle kastedilen şeyin anlaşılabilmesi ve kavranabilmesi, bu ifadenin gramer yapısını bilmek ve anlamakla birlikte, konuşan kişi tarafından bu ifadeyle ima edilen amacın fark edilmesine bağlı olduğu açıklanmaktadır. Sonuçta ortaya konan ifadenin, aynı anda pek çok amacının olabileceği görülmektedir. Karşıdaki kişiye herhangi bir konuda bilgi aktarılırken, bilinçli ya da bilinçsiz olarak onu ikna etme, yönlendirme, kandırma, uyarma, söz verme, açıklama gibi amaçlara yönelik işlevlerin de gerçekleştirilebildiği ifade edilmektedir. Dolayısıyla kişi, karşısındakine bir şeyler söylediği zaman, yalnızca duygu, düşünce ve bilgi aktarmamakta, aynı zamanda ikaz etmek, ricada bulunmak, söz vermek gibi bazı amaçlarını da gerçekleştirmektedir. Bu nedenle bilgi aktarımının, iletişim sürecinde bir çok amaçsal faaliyetten yalnızca birini oluşturduğu açığa çıkmaktadır. Böylece bilgi, düşünce ve duyguların karşılıklı aktarılması süreci temelinde yapılandırılan pek çok tanımın, iletişimin anlamını son derece daralttığı görülmektedir. Dinleyici yönünde belli bir amacı olan ve bunu gerçekleştirmek isteyen konuşmacının, bu amacının sosyal normlarla iç içe olduğu belirtilmektedir. Bir başka deyişle amaç, sosyal ve kültürel ortam sayesinde belirlenmektedir. Bu durumun ışığında iletişimin, sosyal davranışın spesifik bir şekli olduğu yönündeki görüşlerin ağırlık kazanmaya başladığı ortaya çıkmaktadır. 15 Orhan Gökçe, İletişim Bilimine Giriş/ İnsanlararası İlişkilerin Sosyolojik Bir Analizi, Turhan Kitabevi, 4. Basım, Ankara, 2002, s.73. 19 İletişim toplumsal eylem olarak değerlendirildiğinde, iletişimde bulunmak isteyen her kişinin öncelikle genel bir amacı olduğu görülmektedir. İletişimde bulunan kişi, en azından başka kişiye bir şeyler bildirmek ya da iletmek istediğini, yani iletişimsel eylemin bildirme niteliğini gerçekleştirmek amacını gütmektedir. Böyle bir amaca sahip olmayan kişinin, karşısındaki ile ilişki kurmasının da mümkün ya da gerekli olmadığı ifade edilmektedir. Dolayısıyla her iletişimsel eylem, yani karşılıklı ilişki, öncelikle genel bir amaca sahip olmakta, ancak bu iletişimsel eylemin gerçekleştiği anlamına gelmemektedir. Bu genel amaç, iletişim sürecinin esas amacının ilk basamağını oluşturmaktadır. İletişim sürecinin özünü oluşturan anlaşma, iletişimde bulunan kişinin kendisi ile karşısındaki arasında dile getirilen hususlar hakkında, yani paylaşmak istenen anlamlar üzerinde bir uzlaşma sağlandığı zaman gerçekleşmektedir. Bu da, iletişimde bulunan kişilerin karşılıklı ortaya koydukları anlamları ortaklaşa paylaşmaları durumunda oluşmaktadır. Bu noktada iletişim, bireyin duygu ve düşüncesini diğer bireylere eksiksiz, doğru ve muhatabının anlayacağı bir dille aktarmasıdır. Bu doğrultuda iletişimin olabilmesi için üç önemli öğe sıralanmaktadır: Kaliteli bir verici, anlamlı mesaj, mesajı algılayabilen alıcı. Bu üç öğe, sağlıklı bir iletişim sürecinin temelini oluşturmaktadır16. Kaliteli ve anlamlı iletişimi oluşturan birinci öğe, duygu ve düşüncesini ileten bireyin, mesaj iletimini en iyi şekilde yapmasıdır. Yani verici konumunda olan bireyin düşüncelerini eksiksiz ve doğru bir şekilde aktarabilmesidir. Kelimelerin kullanımı, diksiyon, ses tonu, vurgulama, bilgi birikimi, beden dilini etkili kullanma, örnekleme gibi mesajı daha anlaşılır kılan tekniklere sahip olmasıdır. İletişimi oluşturan ikinci öğe ise, mesajın anlamlı olmasıdır. Ayrıca sözün mesaj niteliği taşıyacak içeriğe sahip olmasıdır. Üçüncü olarak, kaliteli bir vericinin anlamlı mesajını algılayabilen alıcı olması gerekmektedir. Anlatılan konular kişiye göre ne kadar anlamlı ve önemli olursa olsun, kişinin, alıcı konumunda olan kişinin frekansının dışında bir frekansta konuşması durumunda başarılı bir iletişim süreci gerçekleşmiş olmamaktadır. ‘İletişiminizin anlamı, almış olduğunuz tepkilerdir.’ prensibi, iletişimin 16 Emre Aydın, Bireysel Gelişim Kişisel Kalite Yöntemleri, Hayat Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2000, s.13. 20 başarılı olma ölçüsünün muhatapları tarafından anlaşılır olma olduğunu ortaya koymaktadır. Kişi, düşündüklerini seslendirebildiği ölçüde anlaşılma imkanı bulmaktadır. Aklında tasarladığı ve davranışlarının nedeni olan düşüncelerinin, muhatabına aynen ve net bir şekilde aktarılması, iletişimin sağlığı açısından son derece önemlidir. Kişi, düşündüklerini net bir biçimde ortaya koyamadığında yanlış anlaşılabilmekte, talepleri geri çevrilebilmekte, karşıdaki kişiyi anlayışsızlıkla suçlayabilmektedir. Dolayısıyla kişi, davranışlarına neden olan düşüncelerini karşısındakine aktarabildiği ölçüde anlaşılabilmektedir. Hiç kimsenin, başkalarının düşüncelerini, aklından geçenleri okuyabilme yeteneği bulunmamaktadır. Bir anlamda iletişim kurma serüveni olarak değerlendirilen yaşamda, iletişim öncelikle kişinin kendi içinde başlamaktadır. Kendisiyle iletişim kurduğu zaman duygu ve düşüncelerini değerlendirmekte, etkileşim içine girmekte, kendine mesaj göndermekte, onları yorumlamakta ve geribildirimde bulunarak, inanç tutum ve davranışlarında değişikliğe gitmektedir. Bu süreç insanın iletişim kurmadan yaşamını sürdüremeyeceğini göstermektedir. İletişimin, kişilerin kendini ifade edebilme ve kendilerini dinletme gereksinimleri sonucunda ortaya çıktığı ifade edilmektedir. İletişim, bir başka açıdan ele alındığında ise, “sosyal gelişme ve değişimin bir aracı olduğu kadar, dinamik, sosyal bir olgu, bilgi verici ve estetik özellikler taşıyan bir araç ve sosyal kontrolün güçlü bir vasıtası olarak da değerlendirilmektedir”17. Dolayısıyla iletişimi toplumun temelini oluşturan bir sistem, örgütsel ve yönetsel yapının düzenli işleyişini sağlayan bir araç ve bireysel davranışları görüntüleyen ve etkileyen bir teknik, sosyal süreçler bakımından zorunlu bir bilim, sosyal uyum için gerekli bir sanat olarak da ortaya koymak mümkündür. Yaşamın her alanında vazgeçilmez bir değeri olan iletişimin etkileri insanın bugüne ait eylemlerinden başlayıp geleceğine uzanmaktadır. Her türlü insan etkinliğinin gerçekleşmesi iletişime dayanmaktadır. Bu denli büyük önemi olan iletişimi doğru ve etkili bir tarzda gerçekleştirmenin, bire bir insan ilişkilerini nitelikli kıldığı kadar, uygarlığın ve kültürün gelişmesinde, farklılıklara saygının, düşünsel çok 17 Charles S. Steinberg, The Communicative Arts, Studies in Public Communication, First Edition, USA, 1970, s.32. 21 yönlülüğün güçlenmesinde dolayısıyla insan haklarına dayalı demokratik bir kültürün geliştirilmesinde temel destekleyicilerden birisi olduğu görülmektedir. 1.1.1. İletişimin İşlevleri İletişim en genel anlamıyla tüm düşünce, olgu, veri iletimi ve paylaşımını kapsayan bireysel ya da toplumsal bir olgu olarak ifade edildiğinde, iletişim sürecinin yararlılığını bireysel ve toplumsal açıdan irdelemek mümkündür. İnsan yaşama başladığı günden itibaren diğer insanlarla ve çevresiyle etkileşim halinde bulunmaktadır. İnsanın kendini tanımasında, ifade edebilmesinde ve toplumsal yapının temel taşı olabilmesinde iletişim önemli bir rol oynamaktadır. İnsanın, iletişim sayesinde diğer insanları ve çevresini etkilemekle kalmadığı, aynı zamanda varlığını sürdürebilmek için belli kurallar ve değerler üreterek örgütlenmiş toplumsal ve kültürel kurumlar oluşturduğu görülmektedir. Toplumu oluşturan insanların, iletişim aracılığı ile geleneklerini ve kültürel kimliklerini korumakla birlikte, yeni düşünce ve değerleri de yaygınlaştırma olanağı buldukları ifade edilmektedir. Bununla birlikte iletişim, toplumu meydana getiren bireyler arasında sağladığı etkileşimle düşüncelerde, davranışlarda, değerlerde ve amaçlarda benzerlik ve uzlaşma olasılığını arttırmada da son derece önemli bir rol oynamaktadır. Birey ve grupların kendi çıkarlarını ve amaçlarını, ortak bir hedefe bütünleştirerek toplumsal örgütlerin kurulmasında ve gelişmesinde de önemli işleve sahip olmaktadır. Toplum yaşamında iletişim süreci üç işleve sahiptir18: - Çevrenin konumunu pekiştiren değerleri korumak, tehditleri uzaklaştırmak. - Toplumun parçaları arasında birlikteliği sağlamak. - Toplumsal kalıtın aktarımına katkıda bulunmak. İletişimin temelde işlevleri, “bilgilendirme, denetleme, yönlendirme, bilgi ve becerileri iletme, eğitme, duyguları dile getirme, toplumsal ilişki kurma, sorun çözüp kaygı azaltma, eğlendirme, uyarma, gerekli rolleri üstlenme türünden sıralanabilmektedir. İletişim toplumsal bir gereksinim, siyasal bir araç işlevi görmenin 18 Harold D. Lasswell, “Toplum Yaşamında İletişimin Yapısı ve İşlevi”, Çev: Nazife Güngör, Gazi Üniv. İletişim Fak. Dergisi, İletişim Sayı:4, Ankara, 1997, s.46. 22 yanı sıra, ekonomide bir güç, kültürde bir gözdağı, teknolojide ise yeni düşlerin kaynağı sayılmaktadır”19. İletişim, yalnızca haber ve mesaj alışverişi değil; her türlü düşüncenin ve enformasyonun paylaşılmasını da sağlamaktadır. İletişimin, herhangi bir sosyal sistem içindeki temel işlevlerini ise şöyle ifade etmek mümkündür: Enformasyon: İletişimin bu işlevi kişisel, çevresel, yerel, ulusal ve uluslararası koşulları anlamak, bilinçli tepkiler göstermek ve doğru sonuçlara ulaşmak için gerekli olan haber, veri, bilgi, mesaj, fikir ve yorumların toplanması, depolanması, işlenmesi ve yayılması olarak değerlendirilmektedir. Sosyalizasyon: İnsanoğlunun en temel özelliği iletişim kurmaktır. Dolayısıyla kişilerin içinde yaşadıkları toplumun etkin üyeleri olarak, faaliyet göstermelerini sağlayarak; toplumsal bağlılığı ve bilinci besleyecek genel bilgi birikimini oluşturmak ve böylelikle, toplumsal yaşama aktif bir şekilde katılmalarını sağlamak, iletişimin bir diğer işlevini oluşturmaktadır. Motivasyon: Her toplumun ve topluluğun yakın ve uzak hedeflerini oluşturmak, kişisel ve toplumsal etkinlikleri geliştirmek, herkesçe kabul gören hedeflere ulaşmaya yardımcı olmaktır. Tartışma: Tartışma işlevi ise, karşılıklı fikir birliğini ve alışverişini kolaylaştırmak ve kamuoyunu ilgilendiren konularda farklı görüşleri netleştirmek için gerekli ortamı oluşturmak, genel kabul gören tüm yerel, ulusal ve uluslararası konularda daha geniş bir kamuoyu ilgisi ve katılımı sağlamak olarak ifade edilmektedir. Eğitim: Yaşamın tüm aşamalarında entelektüel gelişme, kişilik oluşumu, kişisel yetenek ve kapasitenin gelişimi için bilgi aktarmaktır. Kültürel Gelişme: Geçmişin mirasını korumak amacıyla, kültürel ve sanatsal ürünlerin yayınlanması, bireyin ufkunun genişletilmesi, hayal gücünün, estetik gereksinmelerinin ve yaratıcılığının canlandırılması yoluyla, kültürel gelişimin sağlanması mümkün hale gelmektedir. Eğlence: Kişisel veya toplu olarak eğlenme amacıyla işaret, sembol, ses, görüntü aracılığıyla tiyatro, dans, sanat, edebiyat, müzik, yaygınlaştırılmasını sağlamak olarak dile getirilmektedir. 19 Ayseli Usluata, a.g.e., s.25. 23 spor vb. aktivitelerin Entegrasyon: Tüm insanların, grupların ve ulusların birbirlerini tanıma ve anlamalarını, kendileri dışındakilerin yaşam koşullarını, görüşlerini ve isteklerini değerlendirebilmek için gereksinim duydukları farklı mesajlara ulaşmalarını sağlamada iletişim temel bir rol oynamaktadır. Bilgi Sağlama İşlevi: Bireyin toplumsallaşması ya da çevresi ile uyumlu bir ilişki kurması için gerekli olan bilgi alış-verişi, iletişimin en temel işlevi olarak kabul edilmektedir. İkna Etme Ve Etkileme İşlevi: Kişilerin çevrelerini amaçlı olarak etkilemek, değiştirmek için iletişim kurdukları, bu noktada birey açısından iletişimin edilgen bir varlık olmak yerine çevre üzerinde etkili olma temel amacını taşıdığı ifade edilmektedir20. İkna etme, bireyin karşısındaki kişi ve kişilerin davranış, düşünce ve tutumlarını istenen biçimde etkileme ve değiştirme süreci olarak açıklanmaktadır. Etkileme ise, kişilerin tutum ve davranışlarını onların istek ve amaçlarına ters düşmeyecek şekilde, daha uzun sürede değiştirme olarak değerlendirilmektedir. İknaya ilişkin iletişimin amacı açıkça ortaya konmasına karşın, etkileme, daha uzun dönemde iletişim kurmayı gerektirmektedir. Kişinin yaşamında farklı alternatifler oluşturmasına katkı sağlayan, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamını sürdürmesine ve geliştirmesine yardımcı olan iletişimin bireysel ya da toplumsal işlevlerini değerlendirmede, onun fonksiyonel tanımlarından biri olan ‘bilgi, düşünce, tutum ve davranışların ortak semboller aracılığıyla, insanlar gruplar, örgütler veya toplumlar arasında değiş tokuş edildiği bir süreç’ şeklindeki tanımın unsurları ön plana çıkmaktadır. Tüm sistemlerin, (biyolojik, mekanik, fiziksel, sosyal) faaliyetlerini iletişim sayesinde sürdürdüğü görülmekte, iletişim, insanın sosyal bir varlık olarak yaşamasının temel koşullarından birini oluşturmaktadır. İletişim, bilgilendirme dışında duygu ve düşünceleri bildirme, eğitme ve öğretme, sorunları çözme ve kaygıları azaltma, bireysel ve dolayısıyla toplumsal gelişim sağlama, ödüllendirme, toplumsal statü kazandırma gibi, birçok işlevi yerine getirmektedir21. Uluslararası arenada siyasi, ekonomik, toplumsal bir güç kazanmanın en etkili 20 Ahmet Bülend Göksel, Nilay Başok Yurdakul, Temel Halkla İlişkiler Bilgileri, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları No:15, İzmir, 2002, s.69. 21 Hasan Tutar, M. Kemal Yılmaz, Genel İletişim, Nobel Yayın Dağıtım, 3. Baskı, Ankara, 2003, s.16. 24 yolu olan iletişimin günümüzde, uluslararası alanda enformasyon gücünü dünyaya ileten ve bildiren bir işlevi söz konusu olmaktadır. Günümüzde enformasyon üretimi gelişmişliğin ölçütü olarak değerlendirilmektedir. Bir toplumun gelişmiş, güçlü ve saygın bir toplum olarak nitelendirilmesi, enformasyon üretiminin ölçüsüyle paralellik göstermektedir. Bu anlamda tüm dünyayla iletişim kurmak, enformasyonun pazarlanması açısından kaçınılmaz bir gereksinim olarak ortaya çıkmaktadır. Bireyler ve toplumlar arası etkileşimin temelini oluşturan iletişim sayesinde, bilgilerin, teknolojinin, deneyimlerin, düşüncelerin, iletilmesi ve paylaşılması söz konusu olmaktadır. İletme ve paylaşma sürecinin, kaynak ve alıcı açısından iki yönlü bir gelişme sağladığı söylenebilmektedir. Kaynak konumunda bulunan bilgisini, duygu ve düşüncelerini simgeleştirerek, kodlayarak kendini ifade etme yetisini kazanırken, alıcının da bu kodları çözümleyerek dinleme, okuma, izleme dolayısıyla kendini geliştirme, enformasyon çağına ayak uydurma şansını yakalayabildiği ifade edilmektedir. İletişim kişisel, örgütsel, ulusal ve uluslararası koşulları anlamak, strateji geliştirmek, tepki göstermek ve karar verebilmek için gerekli enformasyonu sağlamakta, toplanan enformasyonun dağıtılması iletişim sayesinde olmaktadır. Toplumsallaşmada, toplumun etkili üyeleri olabilmek için ortak bilgi sağlamak; güdülemede, her toplumun amaçlarına ulaşabilmesinde, bireysel veya toplu etkinlikleri desteklemek; tartışmada ortak ilgi alanlarını bulmak; eğitimde bilgi aktarıp, aydın bir kişilik oluşturmak, beceri kazanmak; kültürde geçmişin mirasını, sanat ürünlerini saklamak ve ufukları genişleterek yaratıcılığa yönlendirmede iletişim temel bir işlev görmektedir. 1.1.2. İletişimin Amaçları İletişimin bilgi vermek, duyguları ifade etmek, tasavvur etmek, etkilemek ve sosyal beklentileri karşılamak olarak değerlendirilen beş temel amaca hizmet ettiği belirtilmektedir. Bu amaçların her biri, bir iletişim biçimi olarak yansıtılmaktadır22. Bu noktada insan yaşamının vazgeçilmezi olan iletişim sürecinde, insan ister tek başına, ister toplumla birlikte yaşasın, 22 amaçlarına iletişim kurarak ___, Compton’s Encyclopedia, Compton’s Learning Company Division of Encyclopedia Britannica, Inc., A Britannica Publication, Volume 5, 1988, s.609. 25 ulaşabilmektedir. İnsanda iletişim kurma ihtiyacı, çevreyi etkileme isteğinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle iletişim, ister bilgiyi yaymak, ister eğitmek, ister eğlendirmek, ya da yalnızca anlatmak için olsun, asıl amaç, bilgi verme ve karşıdakini etkilemektir. Bu yönüyle iletişim sadece bir ileti alışverişi değil, insanın toplumsallaşma sürecinde ortak bir etkinlik biçimi olarak değerlendirilmektedir. İletişim, insanın kendini sosyal bir varlık olarak ifade etmesi için zorunludur. İnsan, çevresi ile iletişim kurarak yaşamaktadır. Onun her davranışı, konuşması, susması, duruşu ve oturma biçimi, kendini ifade etmesidir; yani çevresine mesaj iletmesidir. Bilgi üretme, iletme ve algılama süreci olarak değerlendirilen iletişimde, asıl amacın, anlaşılabilir mesajların gönderilmesi ve karşı tarafın tutum ve davranışlarında değişiklik yapılması olduğu söylenebilmektedir. İletişim, kişilerin bilgi alışverişinde bulundukları her tür ortamda varolmakta, verdikleri ve aldıkları bilgileri, bu bilgilerin kullanım tarzını ve kişilerin bu bilgilerden anlam çıkarma biçimlerini belirlemektedir. İletişimin temel amacının kişilerarasında etkileşimi sağlamak olduğu görülmektedir. Sağlıklı bir iletişim ortamının yaratılabilmesi için, iletişime giren kişilerin birbirlerini, kişilik yapılarını ve çevre koşullarını da içeren bir bütün olarak değerlendirmeleri gerekliliğinden hareketle, bu tür bir yaklaşımın, sözlü ve sözsüz mesajları oluşturan bütün davranışlar arasında bir bağlantı kurulmasıyla, bütünleştirici bir yorum yapılmasıyla mümkün olduğu ifade edilmektedir. İletişim süreci, konuşanın ve dinleyenin davranışlarından, ait oldukları sosyal sınıftan, eğitim düzeylerinden, kültürlerinden, deneyimlerinden, değerlerinden, bilgilerinden etkilenmektedir. İletişim sürecinde amaçların, niyetlerin duruma ve kişilere göre değişebildiği görülmektedir. Her kişi, iletişim eylemi ile belli bir özel amaç gerçekleştirmek isterken, bu spesifik amaç ancak iletişimde beklenen sonuçlar ortaya çıktığında gerçekleşmiş sayılmaktadır. Tüm bunların sonucunda iletişim eyleminin genel amacı, bu eylemin karşıdaki kişi için anlaşılır bir şekilde ifade edilmesi gerektiğini vurgularken, iletişimin spesifik amacı ise, bu eylemin neden gerçekleşmesi gerektiği hakkında bilgi vermek olarak değerlendirilmektedir. 26 İletişim amaçlarının birbirinden farklı ve değişik ağırlıkta olan iki boyuta sahip olması, belirtilmesi gereken bir diğer noktayı oluşturmaktadır. Bunlar da içeriğe yönelik boyut ve duruma yönelik boyut başlıkları altında incelenmektedir. İletişim amacının içeriğe yönelik boyutu: Burada iletişim eyleminin içeriği, doğrudan gerçekleştirilmek istenen amaçtan ortaya çıkmakta ve bunun tarafından belirlenmektedir. Spesifik amaçla gerçekleşmesi beklenen sonucun, iletişim eyleminin içeriğini belirlediği görülmektedir. İletişim amacının duruma yönelik boyutu: Duruma yönelik iletişim, iletişimde bulunan kişinin o anda karşısındaki kişiyle herhangi bir konu ile ilişki kurmak isteği duymasında söz konusu olmaktadır. Belli bir şeyi bildirmekten ziyade o anda yalnız kalmamak için kurulan ilişkiler buna örnek olarak verilebilmektedir. İletişimde, iletişimin temel amacını oluşturan karşıdaki kişi ile anlaşmanın sağlanmasının yanında, iletişim eylemi ile iletişimin nedeni olan ve iletişim kurulmasının ana noktalarını oluşturan içeriğe veya duruma yönelik amaçların da gerçekleştirilmeye çalışıldığı görülmektedir. İletişim, bir kişiden diğerine anlamların iletilmesi olarak değerlendirildiğinde, anlam iletmenin bir ihtiyaçtan kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Davranışları ortaya çıkaran ihtiyaçlardır. Davranışla ihtiyaç arasındaki söz konusu ilişki nedeniyle, kişinin iletişim kurma biçimini, içinde bulunduğu toplumun değer yargıları belirlemektedir. Bu yönüyle, temel ihtiyaçlar bakımından büyük oranda benzerlikler bulunsa da, ikincil davranışlar bakımından iletişim kurma biçimini kültürel özellikler ve kişilik özelliklerinin belirlediği söylenebilmektedir. Böylece, kişinin içinde bulunduğu toplumda iletişim kurmadaki temel amacı, kişinin kendisi ile içinde bulunduğu toplumsal çevre arasında uyumlu bir ilişki kurmaktır. İletişim her şeyden önce, insanın kendini bir insan olarak gerçekleştirmesi ve sosyal süreçlere girmesi bakımından önemlidir. İletişim sayesinde insanlar zihinlerindeki kavram ve fikirleri açığa vurma, onları paylaşma ve değerlendirme olanağına sahip olmaktadır. Başkalarını etkileme ve onlardan etkilenme, yararlanma, yararlı olma ve bir başarı gösterme iletişim sayesinde mümkün olmaktadır. Öğrenmek, öğretmek, anlamak, anlatmak, etkilemek, etkilenmek, paylaşmak ve sahip olmak için iletişim kurulmaktadır. Bunların dışında yeme, içme, barınma gibi 27 temel fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçları da iletişim kurarak karşılanmaktadır. Kısacası iletişim, insan ilişkilerinin temelini oluşturmaktadır. İnsanlar için iletişimin yaşamsal bir eylem olduğu görülmektedir. Sosyal yaşamın işleyişi, kişilerarası iletişimi zorunlu kılmaktadır. Her birey, kuracağı ilişkiler çerçevesinde varlığını anlamlandırmaktadır. Genel anlamda bakıldığında, kişilerin, içinde yaşadıkları toplumsal sistemin kurallarına uyum sağladıkları oranda kendilerini toplumsallaşmış olarak kabul ettikleri gözlemlenmektedir. Bireyin, benliğini, ait olduğu toplumsal yapılarla özdeşleştirerek varolduğu, toplumsal ortamlarda sürdürdüğü iletişim etkinlikleriyle varlığını kendine ve diğer bireylere kabul ettirme çabası içinde olduğu ifade edilmektedir. Haberleşme, iletişimin bir diğer amacını oluşturmaktadır. Bu noktada insanoğlunun geçmişten bugüne, gerek çevresinde, gerekse dünyada olup bitenleri hep öğrenmek isteği taşıdığı görülmektedir. Posta güvercinleri ya da duman aracılığıyla gerçekleştirilen ilkel haberleşme biçimlerinden bugünün uydulu haberleşme olanaklarına kavuşulması ile birlikte görsel işitsel yayın teknolojilerinin, tüm dünyayı evlere taşırken kitlesel iletişim olanaklarının interaktif (etkileşimli) ortamlarla kişisel kullanıma da açılmasının haberleşmeyi geliştirdiği gözlenmektedir. Telekomünikasyon alanındaki ilerlemelerin, haberleşme gereksiniminin ve haberin niteliğinin de değişmesine neden olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Kitle haberleşmesi, kişilerarası haberleşmeyi kısırlaştırsa da haberleşme olgusu, iletişimin temel amacı olma özelliğini korumaktadır. İletişimin özünde, insanın çevresindekilerin, başkalarının yaşadıkları konusunda bilgi sahibi olma isteğinin olduğu ifade edilmektedir. İçinde yaşanılan toplumda bir statü edinmek, kendini tanımak, toplumsal rolünü benimsemek ve diğer insanlarla ilişkiler zincirini oluşturmak için insanın öncelikle başka yaşamlardan haberdar olması gerekmektedir. İnsanın kendisinin tanımı, kendi konumu ve eylemleri, diğer insanlarınkiyle iç içe geçmiş karmaşık bir bütünü oluşturmaktadır. Bu gereklilik, kitle iletişim araçlarının ortaya çıkışının ve bütün yeryüzüne yayılmasının temel nedenini de ortaya koymaktadır. Kişilerin bilgi, duygu ve düşüncelerini paylaşmak amacıyla iletişim kurduğu görülmektedir. Dolayısıyla insan paylaşmak amacıyla da iletişim kurmaktadır. Yaşamın 28 bilgisini üreten insan, bu bilgiyi diğer insanlara aktarmadıkça kendi varlığını duyumsayamamaktadır. Bilişsel alışverişin, düşünce ortaklığı ya da farklılığının doğmasında belirgin bir işlevi vardır. İletişimde ortaklıklar kadar farklılıkların da paylaşılması insanlığın gelişimine önemli katkılar sağlamaktadır. Duygusal boyut, iletişimin temel belirleyicisidir. Yüzyüze iletişimde daha etkin olan duygu paylaşımı, kitlesel iletişimde müzik, resim, şiir, roman, film vb. iletişim ürünleriyle kendini göstermektedir. Etkileme ve yönlendirme iletişim sürecinin bir diğer amacıdır. Kişilerarası iletişim bağlamında, sosyoekonomik ve kültürel konumlar ve diğer kişisel donanımlar (bilgi, güzellik, kibarlık, güzel konuşma vb.) etkileme ve yönlendirme işlevinde belirleyici olmaktadır. İletişimin eğlenme ve mutlu olma amacına ise, toplumsal sistemin genelinde yer verilmektedir. “İnsanın doğasında bulunan oyunculuğu, kendisini homoludens yani oyuncu insan olarak tanımlamasına neden olmuştur. İlkel toplulukların dans ve ritim ile özdeşleşen coşkulu törenlerinin mistisizminde veya feodal toplulukların kırsal düğün törenlerinin geleneksel atmosferinde, oyuncu insanın toplu eğlence anlayışı ortaya çıkmaktadır”23. Boş zamanları değerlendirme, işten ve yaşamın gerçeklerinden kaçma etkinliklerinin iletişim yoluyla gerçekleştiği ifade edilmektedir. Sanal ortamın yarışçılığı ve rekabeti aşılayan oyunlarından televizyona ve filmlere değin tüm iletişim ürünleri, insanlara eğlence ve mutluluk vaadetmektedir. Bu bağlamda, iletişim araçlarıyla sunulan eğlence anlayışının, kitleleri görsel ve sanal doyum olanaklarıyla sınırlı yeni bir mutluluk kültürüne taşıdığı tartışılmaktadır. İletişim şüphesiz insanlar ve diğer tüm sosyal sistemler için önemlidir; ancak iletişimin özellikle bugün her zamankinden daha büyük bir öneme sahip olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Günümüzde iletişimin öneminin artmasının nedeni, iletişimin bugün bir güç kaynağı olan bilgi iletiminin temel aracı olmasıdır. Yaygın bir tanımlamayla içinde bulunduğumuz çağ enformasyon çağı olarak nitelendirilmektedir. Çağımıza adını veren bilginin bir değer olarak ortaya çıkması ve iletilmesi, iletişim sayesinde mümkün olabilmektedir. 23 İlker Bıçakçı, İletişim ve Halkla İlişkiler, MediaCat Yayınları, Dördüncü Basım, İstanbul, 2003, s.16. 29 1.1.3. İletişimin Özellikleri İletişimin özellikleri incelendiğinde, çeşitli noktalar ön plana çıkmaktadır. Öncelikle iletişim sembollerin kullanılmasını gerektirmektedir. Kelimeler ve beden dili, kişinin duygu ve düşüncelerini ortaya koyan birer semboldür. Kişiler iletişim kurarken aynı sembolleri farklı anlamlarda kullanabilmektedir. Bunun yanında, farklı amaçlarla iletişim kurulduğu görülmektedir. İletişim sürecinde herkes için geçerli olan tek bir amaç bulunmadığı görülmektedir. Bu süreçte ayrıca, kişilerin ifade ettikleri, her zaman, söylemek istedikleri gibi yorumlanmamaktadır. Kişinin karşısındakine ilgisiz davranması ya da tepkisiz kalması iletişimin sonlanmasına yol açabilmektedir. Ayrıca iletişimin, her zaman başarıyla sonuçlanmadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Toplumların yaşam biçimlerine paralel olarak, kişilerarası ilişkilerin kurulup sürdürülebilmesini sağlayan iletişim sistemleri geliştirdikleri görülmektedir. Dolayısıyla iletişimin, insanlık tarihinin her döneminde ve yaşamın her alanında ortaya çıkan kaçınılmaz bir olgu olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Tüm insan etkinliklerinin iletişimle sürdürüldüğü ve değiştirildiği, bireylerin yaşama ilk adım attıkları andan itibaren kendilerini içinde buldukları, sosyal yaşamı olanaklı kılan iletişim ağları içinde olaylar, olgular hakkında biçimlenmiş ya da kendileri tarafından biçimlenen anlamların alışverişini yaparak ilişkilerini düzenledikleri söylenebilmektedir. İnsanoğlunun kendi varoluşunun başkaları tarafından algılanması ve bilinmesi isteğini taşıdığı görülmektedir. Belli bir ortamda kişi, kendisiyle ilgilenilmediğinin farkına vardığında, diğerlerinin dikkatini çekmek için pek çok yolu denemektedir. Yaptığı şey, kendisinde o an olan biten şeyi iletme çabasıdır. Dolayısıyla içinde bulunulan durumu, duyguları, düşünceleri, iç dünyayı, beklentileri, algılamaları vs. karşıdaki kişilere iletme isteğiyle, iletişimin temel bir gereksinim olduğu görülmektedir. İletişimin aynı zamanda fiziksel bir gereksinim olduğu söylenebilmektedir. Bir canlı türünün neslini sürdürebilmek için, doğadaki zor şartlarla baş edebilmesini sağlayacak özelliklere sahip olması kaçınılmazdır. İnsan açısından olaya yaklaşıldığında, iletişim kuramayan, bunun için gerekli donanıma sahip olmayan ve karşısındakilere hiçbir mesaj gönderemeyen kişinin uzun süre yaşama şansı bulunmamaktadır. Buna bağlı olarak, insanoğlunun dünyaya, iletişim kurabilmesi için 30 gerekli tüm altyapı ve donanıma sahip olarak geldiği görülmektedir. Kişinin içinde bulunduğu durumu, karşısındakini ve kendisini algılamak üzere her türlü donanımı bulunmakta, bunun yanında bunu başkalarına anlatmak için her türlü organa, sese, kasa, mimiğe sahip olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Sonuçta fiziksel açıdan yeni kapasite yaratılmamakta, varolan kapasitenin kullanımı geliştirilmektedir. Burada üzerinde durulması gereken nokta, kişinin içinde bulunduğu durumu fark edecek donanımlara ve buna ilişkin bilgisel altyapıya sahip olmasıdır. Bir başka deyişle, kendisini rahatsız eden, sıkıntıya sokan ya da mutlu ve huzurlu olmasını sağlayan şeyleri, duyguları ayırt edebilmesidir. Diğer önemli bir noktayı da, kişinin bu farkındalıklarını karşısındaki kişilere aktarmak için gerekli donanıma sahip olarak yaşama başlaması oluşturmaktadır. İletişim kurmasını sağlayacak organların yokluğu, bu farkındalıkları işlevsiz kılmaktadır. Buna paralel olarak da, karşıdaki kişinin iletmek istediği mesajı anlamak, fark etmek ve duymak için de kişi, gerekli tüm donanımlarla dünyaya gelmektedir. İnsanoğlu, sosyal bir varlık olmasından dolayı sahip olduğu ve iletişim sürecini oldukça basite indirgeyen bu potansiyelin, bu kapasitenin bir kısmını zamanla kullanmayı erteleyebilmekte, başka biçimlere sokmakta veya karmaşıklaştırmaktadır. Bu da iletişim sürecini zorlaştıran bir etkide bulunmaktadır. Tüm bunların yanında, iletişim, kişinin varoluşunu kendi benliğinden, varlığından dışarıya, başkalarına aktarma çabası olarak nitelendirilmektedir. Kişilerarası iletişim sürecinde, karşıdaki kişinin kendini ifade etmesine engel olacak mekanizmalar, yöntemler geliştirmek, iletişimde aksaklıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çünkü bu durumda, kişilerin varoluşlarını aktarmalarına engel olunması söz konusu olmaktadır. Günlük yaşamda kişilerin neden iletişim kurduklarını bilmeden, sadece iletişimde bulundukları görülmektedir. İletişimde bulunulmasının temel nedeni, varoluş ve varoluşun yaşanmasıdır. İletişim sırasında kişi, kendi varoluşunu karşısındakine aktarmakta, aynı zamanda da karşısındakinin kendi varoluşunu yaşamasına etkide bulunmaktadır. Bunun yanında, kendi varoluş aktarımının karşıdaki tarafından algılanıp algılanmadığını ya da nasıl algılandığını sınamış, görmüş olmaktadır. Kişinin varoluşunun karşısındaki tarafından algılanması ve bunun kişiye 31 yansıtılması, iletişimin en önemli yönünü oluşturmaktadır. Toplumsal ve bireysel yaşamın pek çok alanında, kendisini başkalarına aktarma olanağı bulamayan ( örneğin, fikirlerine değer verilmemesi, sözünün sık sık kesilmesi, aktarmak istediklerinin bir biçimde engellenmesi, işyerinde sadece makinenin bir parçası olarak görülmesi gibi) kişilerin, böyle bir ortamda varoluşlarını sürdürmesi zorlaşmakta ve bu durum, kişiyi büyük bir yalnızlıkla karşı karşıya bırakmaktadır. Tüm bunların yanında iletişimin pek çok özelliği bulunmaktadır. Bu özellikleri şöyle özetlemek mümkündür: - İletişim aynen tekrar edilmez, çünkü sürekli olarak değiştirilir. - İletişim dinamiktir, çünkü kendi kendine karmaşık bir düzen içinde oluşan mesajlardan çok aktif bir kişinin kasıtlı hareketlerinden oluşur. - İletişim daireseldir, çünkü kişiden diğerine olan anlam zinciri düz bir çizgi oluşturmaz, başladığı noktaya dönebilir veya daha önceki bölümleriyle yeniden kesişebilir. - İletişim devamlıdır. Çünkü, çok zaman kendi başına tek hareketten ziyade devam eden bir zincir oluşturmaya yöneliktir. - İletişim geri alınamaz, çünkü bir kere verilmiş bir mesajın etkilerinin alıcının zihninden hiç gelmemiş gibi silinmesi mümkün değildir. - İletişim karmaşıktır. Çünkü, değişik seviyelerde değişik kişisel, kurumsal, sosyal ve kültürel anlamlar içerir. İletişim aynı anda dört boyut içersinde yaşanan bir bağlam içersinde meydana gelir: Fiziksel, sosyal, psikolojik ve maddi. .İletişim sürecinin tüm boyutları bununla birlikte, sürekli, tekrar edilemez, geri alınamaz, proaktif ve geçişli olduğu kadar etkileşimsel olarak değerlendirilmektedir24. Bu bağlamda öncelikle iletişimin kaçınılmaz olduğu ifade edilmektedir. Çoğunlukla iletişimin isteyerek yapılan, maksatlı ve bilinçli bir eylem olduğu düşünülmektedir. Pek çok durumda bu geçerlidir. Bununla birlikte diğer durumlarda kişinin iletişim kurma isteği taşımamasına ya da iletişim kurmayı düşünmemesine karşın, iletişim kurduğu görülmektedir. Örneğin, ders sırasında pencereden dışarıya bakan bir öğrenci, öğretmenle ya da diğer arkadaşlarıyla istese de, istemese de iletişim 24 Paule Eckhaus, “Communication: Its Impact on Self-Esteem and Underachievement in the Gifted Child”,www.nexus.edu.au/teachstud/gat/eckhaus2.htm, 17.04.1996. 32 kurmaktadır. Böyle bir davranış, öğrencinin derse karşı ilgisiz, sıkılmış, başka bir düşünceyle meşgul ya da sınıftan en kısa sürede çıkma isteğini yansıtabilmektedir. Buna bağlı olarak iletişim kurmanın kaçınılmaz olduğu ifade edilmektedir. Ya da karşıdaki kişiye aktif bir biçimde ya da açıkça karşılık verilmese bile, cevabın yokluğunun kendisi de o kişi için bir cevap oluşturmaktadır. Öğrencinin ilgisizliği gibi, kişinin karşılık vermedeki sessizliği de yine iletişim kavramının sınırları içinde değerlendirilmektedir. İletişim aynı zamanda tersine çevrilemeyen bir süreçtir. Bazı sistemlerin süreçleri tersine çevrilebilmektedir. Örneğin, suyu buza ve sonra tekrar buzu suya dönüştürebilmek mümkündür. Bu ileri ve geri tersine çevirme süreci istenildiği kadar tekrarlanabilmektedir. Bununla birlikte tersine çevrilemeyen sistemler de bulunmaktadır. Süreç sadece tek yönde hareket etmektedir. Kişilerarası iletişim de tersine çevrilemeyen bir süreçtir. İletişim bir kez kurulduğunda, artık bu sürecin geriye dönüşü bulunmamaktadır. Mesajın etkilerini azaltma, sınırlandırma ya da yumuşatmanın denenmesine karşın, mesajın kendisinin bir kez gönderilmesi ve alınması durumunda artık süreci tersine çevirme imkanı bulunmamaktadır. Tersine çevrilemezlik prensibi, çok sayıda önemli anlama sahiptir. Örneğin, kişilerarası etkileşimlerde (özellikle çatışma durumunda) kişi daha sonra geri almayı isteyebileceği şeyleri söylememe konusunda dikkatli olma gereksinimi duymaktadır. Benzer şekilde, bağlanma mesajlarının –seni seviyorum mesajları ve onların değişik biçimleri- bu mesajlarla kişinin kendisini daha sonra zor bir duruma sokma riskini göz önünde bulundurarak kontrol edilmesi gerekmektedir. İletişim bir uyum süreci gerektirmektedir. Bu noktada iletişim, iletişim kuran tarafların aynı işaret sistemini paylaştığı ölçüde meydana gelmektedir. Bu durum, iki farklı dile sahip tarafların, dil sistemlerinin farklılaşması ölçüsünde birinin diğeriyle iletişim kuramamasında açıkça görülmektedir. Bu ilke, iki kişinin aynı işaret sistemini paylaşmadığında, örneğin ebeveynler ve çocuklar büyük ölçüde farklı deyim ve sözcüklere sahip olmalarının yanında, daha da önemlisi genel anlamda kullandıkları ifadelere, söze farklı anlamlar vermektedir. Farklı kültürler ve alt kültürler genel bir dili paylaştıklarında bile, çoğunlukla büyük ölçüde farklılaşan sözsüz iletişim sistemlerine sahiptir. Bu sistemlerin farklılaşması ölçüsünde 33 iletişim süreci birtakım engellerle karşı karşıya kalmaktadır. İletişim sanatının bir bölümü, diğer kişinin işaret sistemini, onların nasıl kullanıldığını ve ne anlama geldiğini öğrenmektir. İletişim başı ve sonu belli olmayan bir olaylar dizisidir. Süreç açısından iletişim, bilgi, düşünce ve tutumların ortak semboller aracılığı ile kişi veya gruplar açısından değiş tokuş edildiği bir süreçtir. İletişim süreci kaynağın oluşturduğu herhangi bir iletinin uygun bir araçla bir kişi veya bir gruba gönderilmesi işlemidir. Toplumbilim sözlüğü süreci ‘bir olayın düzenli olarak ve birbirini izleyen değişimlerle gelişmesi, bir başka olaya dönüşmesi’ olarak tanımlanmaktadır. Bunun dışında aynı kavram ‘zaman içinde sürekli değişen bir olgu’ ya da ‘süregelen herhangi bir durum’ olarak da tanımlanmaktadır25. Herhangi bir kavram ya da olgunun süreç olduğu ya da süreç karakteri taşıdığı ifade edildiğinde, o olgu veya kavramın tek bir başı ya da tek bir sonu olan belli bir olgular düzeni olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Kavram veya olgunun durağan bir yapı göstermediği, aksine sürekli bir değişim, etkinlik ve hareketliliğin söz konusu olduğu görülmektedir. Süreç içinde bulunan öğelerin sürekli etkileşim halinde olup, sürekli bir değişiklik ortamı içinde olduğu ifade edilmektedir. İletişimsel olaylar sürekli ortaya çıkmaktadır. İletişim süreci içinde insan, bir bütün olarak varolmakta, iletişim, iletişime katılan kişilerin toplumsal, kültürel koşullarının yanısıra kişilik özelliklerini de yansıtmaktadır. Bir başka deyişle iletişim, algılama, öğrenme, dürtü, duygu, eğilim, inanç, değer gibi insanın davranışını belirleyen unsurlardan ayrı düşünülememektedir. İletişimi kuranlar arasında etkileşiminin nerede başlayıp nerede bittiğini belirlemek son derece zor olduğundan, iletişim sürecinde belli ve kesin bir başlangıç ve sondan söz edebilmemiz de oldukça zordur26. Bu doğrultuda “iletişim sürecinde hem mesaj hem de aktörler dinamik bir iletişimle karşılıklı faaliyet içindedirler. Bu dinamizmde hem mesajlar hem de aktörler nitelik bakımından benzer kalma veya değişme ve hatta büyük ölçüde transformasyona uğrama özellikleri ve potansiyeline 25 Roger Williams, a.g.m., s.282. Sereno K. Kenneth, David Mortensen, Foundations of Communication Theory, Harper and Row Publishers, New York, 1970, s.4. 26 34 sahiptirler”27. İletişimin bir diğer özelliğini ise, etkileşimlerin simetrik ya da tamamlayıcı olarak değerlendirilebilmesi oluşturmaktadır. Antropolog Gregory Bateson, Yeni Gine’deki iki kültür arasındaki etkileşimleri incelerken simetrik ve tamamlayıcı ilişkiler kavramlarını ortaya çıkarmıştır. Bateson ve diğerleri, bu kavramların kişilerarası ilişkilerin tüm biçimlerine uygulanabilir olduğunu ifade etmektedir28. Simetrik bir ilişkide, birinin davranışının diğerinin davranışına yansımasıyla iki kişi birbirlerinin davranışlarını yansıtmaktadır. Eğer bir kişi karşısındakine sürekli kusur bulup onu tedirgin ederse, diğeri de buna aynen karşılık vermektedir. Birinin kıskançlığını ifade etmesi durumunda, diğeri de kıskançlık göstermektedir. Kişi pasifse, karşısındaki de pasif olmaktadır. Tamamlayıcı ilişkide, iki kişinin, diğerinin tamamlayıcı davranışı için uyaran olarak hizmet eden birinin davranışıyla, farklı davranışlar gösterdiği görülmektedir. Bu tür ilişkide, iki taraf arasındaki farklılıklar en üst düzeydedir. Tamamlayıcı ilişkide, birinin üstün ve diğerinin alçak, birinin pasif ve diğerinin aktif, birinin güçlü ve diğerinin zayıf olacak biçimde iki tarafın farklı konumda bulunması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu ilişkinin öğretmen ve öğrenci, işveren ve çalışan arasında ortaya çıkması örneğinde olduğu gibi, bu tür ilişkiler zamanla kültür tarafından yerleştirilmektedir. İletişimin bir başka özelliği ise, ilk dakikanın önemli olmasıdır. Karşı karşıya gelen iki kişi arasındaki ilk etkileşimin, iletişim sürecinin önemli bir belirleyicisi olduğu görülmektedir. Kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarının bileşkesi, algılayan kişinin değerleri çerçevesinde yorumlanmakta, algılayanın kişisel özellikleri ve toplumsal normları ile kalıplaşmış olan yargılar, etkileşim verilerine bağlı olarak iletişimin ilk anında karşıdaki kişiyle ilgili bir karar verdirmekte ve bu olumlu ya da olumsuz olabilecek değerlendirme sonucunda karşıdaki kişiye zihinde bir etiket yapıştırılmaktadır. 27 İrfan Erdoğan, İletişim Egemenlik Mücadeleye Giriş, İmge Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 1997, s.91. 28 Katinka Matson, The Psychology Today/ Omnibook of Personal Development, A Psychology Today Book, William Morrow and Company, Inc., New York, 1977, s.48. 35 Kişilerle ilgili ilk anda yapılan değerlendirmelerin ileride o kişi ile gelişecek iletişimin temelini oluşturduğu söylenebilmektedir. Kişi bunları bilinç düzeyine çıkarsa da çıkarmasa da, ilk algıların oluşturduğu yargının, iletişim biçiminde ve o kişiye atfedilen değerde önemli bir rol oynadığı tartışılmaktadır. İletişim aynı zamanda başka bir kişiyle birlikte yapılandırılan bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla iletişimden söz edebilmek için ortak bir platformda buluşmaya gereksinim duyulmaktadır. Bu ortak platformda en az iki kişi, ortak paylaşım içinde iletişimi sürdürebilmektedir. İletişimin bir bütün olduğunu da ön plana almak gerekmektedir. İletişimi sözlü ve sözsüz mesajların meydana getirdiği bir bütün olarak değerlendirmek son derece önemlidir. Sözsüz iletişim işaretlerini veya sözlü iletişim içeriğini bu bütünlükten soyutlayarak ve süreçteki bir kesite bakarak değerlendirmeye çalışmak yanıltıcı olabilmektedir. İletişim belirli kalıplara bağlıdır. İletişim ilişkisi belirli kalıplar içerisinde gerçekleştirilmektedir. İletişim kalıpları, genel kültürel yapıya bağlı olarak gruplarca oluşturulmakta ve kişilerin kabul etmeleri oranında süreklilik kazanmaktadır. İletişimde kullanılan deyimlerin, kelimelerin işaretlerin bazen değişik anlamları söz konusu olmaktadır. Bu kelimeler veya işaretler, iletişim kalıbı içerisinde anlamını bulmaktadır. 1.1.4. İletişim Gereksiniminin Boyutları İletişim gereksiniminin dört boyut içerdiği görülmektedir. Bunlar, “benlik iletimleri, düşünce iletimleri, duygu iletimleri ve yetenek iletimleri”29 olarak belirtilmektedir. Bu boyutlar incelendiğinde, şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır: Benlik İletimleri Bir insanın diğer insanlara iletmek durumunda olduğu en önemli mesajının, kendi benliği olduğu ifade edilmektedir. Birey, var oluşunu yansıtan benliğinin karşısındaki kişiler tarafından olduğu gibi algılanması isteğini taşımaktadır. Benlik, bir insandaki fiziksel, zihinsel, duygusal ve toplumsal etkilerle oluşmuş özelliklerin tümü olarak değerlendirilmektedir. Bireyin fiziksel varlığı, yaşama ilişkin algılamaları, dünya görüşü, dünyaya bakışı, olaylar ve kişiler karşısındaki düşünceleri, duygulanımlarının vs. bu çerçeve içinde düşünülmesi gerekmektedir. Aslında iletişim 29 Nurdoğan Arkış, Gene Annen Geldi, Bütün Günüm Mahvoldu, İletişim Bilincinin Temel İlkeleri, Remzi Kitabevi, Birinci basım, İstanbul, 2004, s.75. 36 gereksinimlerinin zihinsel, duygusal ve yeteneğe ilişkin diğer çeşitlerinin, tümüyle benlik iletimi gereksinimlerinin alt başlıklarını oluşturduğu görülmektedir. Benliği iletme gereksinimi, fizyolojik bir ihtiyaç ve yaşamsal bir koşul olarak değerlendirilmektedir. Doğuştan varolan, dolayısıyla sonradan öğrenilmeyen ve zihinsel herhangi bir özrü olmayan tüm insanların hissettiği bir gereksinimdir. Başlangıçta ağlayarak benliğini ileten bebeğin, büyüdükçe benlik iletimlerini daha güçlü biçimde yaptığı ortaya çıkmaktadır: Buna verilebilecek güzel bir örnek, çocuğun, gazete okuyan babasının kendi benliğiyle, varlığıyla ilgilenmesini istediğinde gidip gazeteyi elleriyle aşağıya indirmesidir. Bu davranışın ebeveynler tarafından farklı şekillerde yorumlandığı görülmektedir. Çocuğun bu yaptığı haylazlık, huysuzluk, disiplinsizlik, görgüsüzlük, olgunlaşmamışlık, hainlik gibi pek çok sıfatla yorumlanmaktadır. Bununla birlikte, çocuk o anda sadece varoluşunu iletme isteği taşımaktadır. Dolayısıyla olaya, çocuğun benlik iletişimi kurmak istediği, bu gereksinimini giderme çabası içinde olduğunu kavrayarak bakabilmek oldukça önemlidir. Benlik iletimlerine ilişkin gereksinimin son derece güçlü olduğu, karşılanmadığı sürece sadece çocuklar değil, tüm insanlar açısından çok ciddi eksiklikler yarattığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bunların giderilmesi için çocuklar gibi yetişkinler de, çoğu kez farkında olmadan çeşitli eylemlere girişmektedir. Çünkü oluşan bu enerjinin boşaltılması gerekmektedir. Araştırmalar, işlenen birçok suç eyleminin temelinde de gerçekte benlik iletiminin giderilmesine yönelik çabaların yattığını ortaya çıkarmaktadır. Bazı Amerikan okullarındaki öğrenciler arasında suç oranlarının arttığı görüldüğünde önlem olarak, ailelerden ve öğretmenlerden bu çocuklarla daha fazla ilgilenmeleri, onların varoluşlarına saygı gösterecek eylem ve söylemlere yönelmeleri istenmiş ve bunun neden ve nasıl yapılacağı öğretilmiştir. Daha sonra yapılan çalışmalar bu öğrenciler arasında suç oranının azaldığını göstermektedir. Benlik iletme isteğinin tüm insanlar için giderilmesi zorunlu bir gereksinim olduğu ve dikkatle bakıldığında pek çok etkenin yön verdiği her insan davranışının altında bu isteğin bulunduğu görülmektedir. Bir çok işyerindeki grev vb. türü olayın, bir çok sınıftaki öğretmen-öğrenci gerginliğinin, buna bağlı olarak iletişimsizliğin 37 yaşanmasında benlik iletimindeki aksaklıkların yer aldığı ifade edilmektedir30. Kişi, bu tür problemlerle pek çok sosyal ortamda sıklıkla karşılaştığında, kendi benliğinin önemsizliğine ilişkin ciddi bir sorun yaşaması kaçınılmaz olmaktadır. Bu sorunu karşısındaki kişilerde yarattığında da sevimsiz, saygısız, çekilmez gibi pek çok olumsuz sıfatla değerlendirilmesi ve karşısındakilerin kendisinden giderek uzaklaşmaları mümkün hale gelmektedir. Düşünce İletimleri İletişim gereksinimlerinin ikinci boyutunu oluşturan düşüncelerin iletilmesi ise, kişinin içinde bulunduğu ortamın bir parçası olarak, kaçınılmaz bir biçimde, yaşadıklarına ilişkin yorumları, fikirleri ve önerilerinin olması ve bunları karşıdaki kişilere, ilgililere aktarmak, dile getirmek isteğini taşımasıdır. Bunlar kişinin varoluşunun önemli bir yanını meydana getirmektedir. Böyle bir gereksinimin karşılanmaması durumunda kişinin önemsenmediği, adam yerine konmadığı, değersiz bulunduğu duygularını yaşaması muhtemeldir. Günlük yaşamda bireyin varlığını kabul eden ama düşüncelerini iletmesine olanak yaratmayan iletişim tarzlarıyla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Bulunulan ortama ve orada olan bitene ilişkin düşünmeye, daha çok küçük yaşlarda başlandığı görülmektedir. Kişi, konuşmayı öğrendiği andan itibaren de giderek artan bir biçimde, bunu karşısındakilere aktarmak için yoğun bir çaba harcamaktadır. Bu düşüncelerin ortaya konmasına izin verilmesi durumunda, karşıdaki kişinin düşünsel yeteneğine ilişkin potansiyelinin sonuna kadar kullanılmasına olanak yaratılmış olunmaktadır. Kişilerin çeşitli konulardaki düşüncelerinin iletilmesine olanak tanınması, bireysel gelişime de büyük bir ivme kazandırmaktadır. Bunu sağlamaya yönelik olarak bazı uygulamaların gerçekleştirildiği görülmekte, işyerlerindeki kaizen (kalite çemberleri), katılımcı yönetim, grup ve bireysel öneri değerlendirme sistemleri, toplumdaki katılımcı demokrasi anlayışı, yerinden yönetim uygulamaları, sivil toplum örgütlerinin yaygınlaşması gibi uygulamaların temel olarak bireylerin ve grupların düşüncelerini daha çok ifade etmelerini sağlamaya yönelik olduğu ifade edilmektedir. Kişilerin pek çok ortamda kendilerini anlatamadıkları, başkaları tarafından 30 Nurdoğan Arkış, a.g.e., s.62. 38 dinlenmedikleri konusunda yakınmalarda bulundukları görülmektedir. Buna paralel olarak düşüncelerini iletme imkanı bulamadıkları bir ortamda, iletişimsizlik sürecinin ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Düşünce iletimi konusunda en önemli görevin aileye ve okula düştüğü, aile ve okul ortamının düşünceleri aktarmaya ve tartışmaya olanak sağlamasına bağlı olarak, çok daha güçlü bir birey profilinin ortaya çıkacağı ifade edilmektedir. Pek çok kişinin, fikirlerinin alınmadığı bir aile ortamında yetiştiği görülmekte, bu durum da kişinin daha sonraki ilişkilerinde birtakım olumsuzluklar yaşamasının temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla düşünce iletimi; daha aile içi ilişkilerde yok edilebilmektedir. Bunun sonucu olarak da fikrini söylemekten çekinen ve kendi fikrine yabancılaşan bir insan profiliyle karşılaşılmaktadır. Düşüncelerini iletme imkanı bulamayan kişi, benliğinin önemli bir parçasına değer verilmediğini algılamaya başlamakta ve bu durum da, o ortamdan ya da kişiden uzaklaşmasına, soğumasına yol açmaktadır. Düşüncelerin her türlüsünün aktarılmasına olanak sağlanan ortamlarda ise kişi, kendisini mutlu ve değerli hissetmekte, düşüncelerinin dinlendiği ortamlarda bulunmayı yeğlemektedir. Düşüncelerin dinlenmemesi sonucu ortaya çıkan eksikliğin, ileri boyutlarda bir çetede, bir terörist örgütte giderildiği görülmektedir. Duygu İletimleri İnsan yaşamının ve algılamasının temelini oluşturan duyguların, paylaşılmadıkça kişinin kendisini anlaşılmış, bilinmiş, kısacası var hissetmediği gözlemlenmektedir. İnsanın, benliğinde var olan duygularını aktarmak isteği taşımasına bağlı olarak, sevinçlerin, kaygıların, üzüntülerin, öfkelerin, arzuların, neşelerin, sıkıntıların, acıların, sevgilerin, hüzünlerin, endişelerin, korkuların kısacası tüm duyguların ifade edilmesi ve ifade edilmesine olanak yaratılması, ortamdaki yaşam kalitesini doğrudan etkilemektedir. Her toplum duyguların ifadesinde seçici davranmakta, ayrıca hangi duyguların kadınlar, hangi duyguların erkekler tarafından ifade edilmesinin uygun olduğu da toplumsal düzeyde belirlenmektedir. Bu çerçevede genel anlamda Türk toplumuna bakıldığında, bazı duyguların dışavurumu konusunda birtakım kısıtlamalar getiren bir 39 toplum yapısıyla karşılaşılmaktadır. Böyle bir özellik taşıyan Türk kültürü duyguların dışavurumunu güçleştirmekte, bireyi, sevgisini dolaylı yollardan göstermeye sevk etmektedir. Duyguları yaşamanın ve yaşanmasına izin vermenin, duygu bildirimi gereksiniminin giderilmesinin tek yolu olarak değerlendirildiği görülmektedir. Aslında duygusal zeka olarak gündeme gelen yaklaşım da bunu ifade etmektedir. Kişi duyguları yaşayamadığında, içinde bulunduğu anı yaşayamamakta, dolayısıyla bir yandan geçmişte yaşanmamış duyguları yaşayabilmek için sürekli mücadele etmekte, diğer yandan da hayali bir gelecekte, istediği duyguların ortaya çıkması ya da istemediklerinin çıkmaması için pek çok çaba sarfetmektedir. Duyguları anında yaşamanın, bireyin ve içinde yer alınan ortamların yaşam kalitesini artırdığı görülmektedir. Kişi çeşitli duygularını yaşamayı ertelemeye başladığında, varoluşunun önemli bir yanının kendini ifade etmesini engellemiş olmaktadır. Bu durumun sonucunda, bastırılmış, açığa vurulmamış duyguların içinde yarattığı olumsuz enerjilerle, kendisiyle ve çevresiyle ilişkiler kurmaya çalışmaktadır. İstisnasız tüm düşüncelerin temelinde, duyguların yattığı ifade edilmektedir. Duygu iletimi, bulunulan ortamdaki duyguların ifade edilmesine olanak yaratma ve burada olumlu duyguların öncelikli hale gelmesini sağlamaya yönelik çabaların tümü olarak değerlendirilmektedir. Böyle bir süreçte, iletişimsizliğe yol açan etkenlerin minimize edilmesi olanaklı duruma gelmektedir. Yetenek İletimleri Yetenek iletimi, temel olarak ‘yapabilirsin-yapamazsın; yapabilirim-yapamam; yapabiliriz-yapamayız’ içeriklerindeki iletilerdir. Yetenek ve zeka düzeyi bakımından tüm normal bireylerin, yaşamda, birkaç istisna dışında, çevrede görülen her şeyi yapabilecek kapasiteyle donanmış durumda olduğu görülmektedir. En azından tümünü yapmak için girişimde bulunmaya yetecek tüm donanımlara sahiptirler. Bununla birlikte zaman içinde, maruz kalınan iletişim içerikleri nedeniyle, bu kapasite yok edilmekte, köreltilmekte ya da sınırlandırılmaktadır. Kişi bir anlamda öğrenilmiş acizlik olarak ortaya konan yetenekleri sınırlandırma ve yok etme yönündeki iletişimle karşı karşıya kalmaktadır. Kısacası, aslında aciz olmayan bir birey aciz olduğunu öğrenmektedir. Ailede, okulda, işyerinde, 40 arkadaşlar arasında daima bu tür mesajlar alan kişi, bu doğrultuda kendisinin aciz olduğuna inanmakta, bu inanış yaşamı boyunca güçlü bir biçimde yerleşmekte ve diğer kişilerle ilişkilerine yansımaktadır. Burada göz ardı edilmemesi gereken nokta, yaşamının başlangıç yıllarında önce çevresi tarafından ne kadar aciz olduğu işlense de sonraki yıllarda kişinin, bu acizlik kabulünü artık başkalarının vurgulamaları olmasa da, kendi içinde taşıması, sürdürmesidir. 1.2. KİŞİLERARASI İLETİŞİM “İsa’dan 450 yıl önce, Delfi’deki Apollon tapınağının ön yüzünde şöyle bir yazı vardı: ‘Kendini bil, kendi kendini tanı.’”31. Bu söz, kişilerarası iletişim sürecinde kişinin çevresiyle kuracağı iletişimin öncelikle kendi içinde başladığı gerçeğinden hareketle, öncelikle kendini tanımanın önemini ortaya koymaktadır. Etkili iletişimler kurmanın ilk adımında, kişinin kendisini tanıması olduğu gerçeği ön plana çıkmaktadır. Kişinin kendi duyguları, düşünceleri, tutumları, değerleri ve ihtiyaçları konusunda farkındalığını arttırması gerekmektedir. Özellikle iletişim anında kişinin kendisine şu an ne hissettiği, ne tür ihtiyaçları olduğu, bu durumu ya da kişiyi nasıl algıladığı gibi sorular sormasının ve ulaştığı cevapları karşısındaki kişiye iletmesinin, açık ve etkili bir iletişim sürecinin başlamasında son derece önemli olduğu görülmektedir. İki kişi arasında geçen iletişimin bir benzeri de, kişinin içinde gerçekleşmektedir. Kişinin kendi iç dünyasının gözlenmesi, ihtiyaçlarının farkına varması, üzülmesi ya da sevinmesi, içsel iletişim olarak da ifade edilebilen bu iletişim türünün örneğini oluşturmaktadır. Bu durumda içsel ya da kişi içi iletişimi; insanların kendi içlerinde, ürettikleri bazı mesajları yorumlaması ve yoruma göre davranışa yönlenmesi olarak tanımlamak mümkündür. Bir diğer iletişim türü olan kişilerarası iletişimin gerçekleşebilmesi için öncelikle içsel iletişimin gerçekleşmesi gerekmektedir. Dolayısıyla iletişimin iki insan birbirinin farkına varınca başladığı ve her iletişim durumunda olayların algılandığı, yorumlanıp anlamlandırıldığı bireylerin 'öznel iç dünya'sı ve bireylerin o durumda göstermek veya 31 İsmail Özmen, İnsanın Bölünmüşlüğü ya da İnsanı İnsan Eden Değerler, Felsefi Bir İnceleme, 1. Baskı, Ankara, 1998, s.19. 41 söylemek istediği mesajlardan oluşan 'sosyal dış dünya'sı olarak ifade edilen iki düzeyin olduğu söylenebilmektedir32. Buna bağlı olarak, kişilerarası iletişimde mesajı ileten ya da mesajı alan olarak bireyin konumunun ne olduğu önemli olmaksızın hem bilgi üretirken, hem de aldığı bilgiyi yorumlarken bireyin içsel iletişimde bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda kişilerarası iletişimin içsel iletişim sonucunda gerçekleştiği söylenebilmektedir. Dolayısıyla kişinin “dış iletişiminin çok iyi olmasını istiyorsa, önce iç iletişimini mükemmelleştirmeye çalışması”33 gerektiği ifade edilmektedir. Kişinin düşünmesi, duygulanması, kişisel ihtiyaçlarının farkına varması, iç gözlem yapması, rüyalarıyla kendi içinden mesaj alması ya da kendine sorular sorarak bunlara yanıtlar üretmesi iç iletişim olarak değerlendirilmektedir. Bu süreç içinde kişi hem kaynak, hem de alıcı olmakta, kendi kendisiyle iletişime geçmektedir. Bu yönde bir iletişim, kişinin kendini tanıması, iletişim becerilerini geliştirmesi açısından son derece gerekli ve önemli bir iletişim biçimidir. Çünkü iletişim her şeyden önce kişinin kendisinden başlamaktadır. Kendisini tanımayan, kendisiyle açık ve dürüst bir iletişime geçemeyen bir kişinin, başkalarıyla olan iletişiminde de birtakım sorunlar yaşaması söz konusu olmaktadır. Çünkü “iletişim, ‘ben’ in başkalarına anlatılmasından başka bir şey değildir”34. “İnsanın çevreyle olan iletişiminde ‘ben’, yani kişinin kendisi ve kendisine ait zihinsel modelleri yer alır”35. Kişinin ‘ben’i hakkında bir fikrinin olmaması durumunda, kendisini başkalarına anlatması ve tanıtmasında da güçlüklerle karşılaşması muhtemeldir. Kendi dünyası ile dengeli iletişim içerisinde olan kişi, daha etkin düşünme, özgüvenini geliştirme, kendini değerleme ve karar verme yeteneğine sahip olmakta ve başkalarıyla daha sağlam ve sağlıklı ilişki kurma olanağına sahip olmaktadır. İnsanların birbiri ile iletişim kurması çok önemlidir. Araştırmalar, diğer insanlardan soyutlanmış insanların, diğerleriyle kaynaşmış insanlara göre daha ilkel 32 Doğan Cüceloğlu, ‘Keşke’siz Bir Yaşam İçin İletişim Donanımları, Remzi Kitabevi, 3. Basım, İstanbul, 2002, ss.66-67. 33 Oğuz Saygın, Negatif Limanlardan Pozitif Sulara, Hayat Yayınları, 37. Basım, İstanbul, 2003, s.49. 34 Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, Altın Kitaplar Yayınevi, 7. Basım, İstanbul, 1997, s. 117. 35 Üstün Dökmen, Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak Gelişmek Uzlaşmak, Sistem Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2000, s.97. 42 kaldığını ortaya koymaktadır. Kişiler arasında iletişim kurulmasının ana nedeninin birbirlerine mesajlar, bilgiler göndermek, karşısındakini ikna etmek değil, insanın doğasında varolan, diğer insanlarla ilişki kurma ihtiyacının olduğu ifade edilmektedir36. Kısa bir tanımlamayla kaynağını ve alıcısını insanların oluşturduğu iletişimi kişilerarası iletişim olarak ifade etmek mümkündür. Başkalarını tartıp varılan yargılara göre davranma sanatı olarak da tanımlanan kişilerarası iletişim, iki ya da daha çok birey birbirlerinin sözlü ve/ veya sözsüz iletilerini algıladıklarında gerçekleşmektedir. ‘Sözel Kendini Savunma Sanatı’ adlı kitabında Dr. Suzette Haden Elgin etkin bir kişilerarası iletişimi bir müzik aletinin akord edilmesine benzetmektedir. “Elinizde diyapozon gibi bir standart vardır ve yavaş yavaş tonunuzu o standartla uyumlu hale getirirsiniz. Aynı şekilde, iletişimde de, amaçlarınıza ulaşabilmeniz için en iyi yol, diğer kişi ile dilbilimsel bir uyum veya sintoni içerisinde olmanızdır. Sözcüklerinizi ve söz dışı veya söz ötesi tarzınızı, sizi dinleyen kişininkiler ile uyum sağlayana kadar akord edebilirsiniz”37. Bir başka açıdan kişilerarası iletişim, “fizikman hazır olunduğu zaman partnerlerin her birinin davranışları üzerinde karşılıklı bir nüfuzun gerçekleştirildiği etkileşimi kapsamaktadır”38. Kişilerarası iletişimin etkileşimsel özelliği, kişilerin karşılıklı davranışları üzerine etki yaptığını anlatmaktadır. Bunun yüzyüze iletişim için zorunlu bir koşul olduğu görülmektedir. Kişilerarası iletişim sosyal ortamda bireysel düzeyde ya da kişilerden oluşan toplumda toplumsal düzeyde bir süreç olarak ifade edilmektedir. Kişinin, içinde yaşadığı çevreyi ve çevresindeki kişileri algılayışı, yorumlayışı geçmiş deneyimleri, dili ve geleceğe yönelik beklentileri tarafından biçimlenmektedir. Dolayısıyla, algılama ve yorumlama sürecinin bireysel ya da toplumsal olarak belirli bir süreçten geçtiği görülmektedir. Kişilerle ilgili gözlem ve yargılamayı içeren algılamanın kişilerarası iletişimin ayrılmaz bir parçası olduğu noktasına odaklanılmakta, karşıdaki kişi ile iletişim kurmaya nasıl başlanacağına, iletişimin sürdürülüp sürdürülemeyeceğine karar 36 Arthur Rowshan, Stres Yönetimi, Çev: Şahin Cüceloğlu, Sistem Yayıncılık, Üçüncü Basım, İstanbul, 2002, s. 128. 37 Robert Alberti, Michael Emmons, Atılganlık, Çev: Serap Katlan, HYB Yayıncılık, Ankara, 2002, s.84. 38 Judith Lazar, İletişim Bilimi, Çev: Cengiz Anık, Vadi Yayınları, Birinci Basım, Ankara, 2001, s.52. 43 vermeden önce kişinin tutumu, duyguları ve kişiliğinin algılanması ön plana çıkmaktadır. Algılananlarla yargıya varabilmenin öznel olduğu ve kişinin eğilimlerine, arzularına, geçmiş deneyimlerine, önyargılarına, o an içinde bulunduğu duruma ve ihtiyaçlarına bağlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Kişilerarası iletişim sürecinde belirsizliklerin ortadan kaldırılabilmesi için iletişim kurulan kişi ya da kişileri içinde bulunulan kültürün ya da kültürün toplumsal gruplarının üyelerinden ayrı olarak bireyselleştiren bilginin edinilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak iletişimin değişik düzeylerde gerçekleştiği görülmektedir. Kişilerarasında kurulan iletişimin sıklığının, dolayısıyla gönderilen ve alınan sözlü ve sözsüz mesajların yoğunluğunun, belirsizliği azaltacağı, çünkü kişilerin birbirlerinin düşünce, davranış ve tutumlarını önceden kestirebilme yeteneklerinin artacağı ifade edilmektedir. İki ya da daha fazla sayıda kişi birbirlerinin sözel ya da sözsüz mesajlarını karşılıklı göz önünde bulundurduklarında, karşılıklı veri işleme süreci ortaya çıktığında ilişki biçimlenmekte ve başlayan, gelişen, büyüyen bu ilişki kişilerarası iletişim aracılığıyla gerçekleşmektedir. Araştırmalar kişilerarasındaki iletişimin sadece % 7’sinin kelimelerin kendileri tarafından iletildiğini göstermektedir. % 38’i ses tonu aracılığıyla gerçekleştirilmekte, iletişimin geri kalanını oluşturan % 55’lik bölümü ise fizyoloji ya da beden diliyle sağlanmaktadır. Yüz ifadeleri, el kol hareketleri, kişinin hareketlerinin tipi ve kalitesi, iletişim sürecinde kişinin kelimelerle söylediklerinden çok daha fazlasını anlatmaktadır39. Bir iletişimin kişilerarası iletişim olarak nitelendirilebilmesi için üç unsurun olması gerektiği ifade edilmektedir. Öncelikle, kişilerarası iletişime katılanların (kaynak ve alıcı) belirli bir fiziki yakınlık içerisinde yüz yüze olmaları ya da teknolojik veya mekanik bir kanal ile karşı karşıya olmaları gerekmektedir. Bunun yanında, iletişime katılanlar arasında tek yönlü değil çift yönlü bir mesaj alışverişinin ve bu mesajların sözlü veya sözsüz nitelikte olması ön plana çıkmaktadır. Başarılı bir kişilerarası iletişimin temel koşullarını ise şöyle ifade etmek 39 Anthony Robbins, Kişisel Başarıda Zirveye Ulaşmanın Yolu Sınırsız Güç, Çev: Mehmet Değirmenci, İnkılap Kitabevi, On Dördüncü Baskı, İstanbul, 1993, s.238. 44 mümkündür40: - Karşımızdaki kişilere saygı duymak; onların varlığını kabul etmek, önemli ve değerli olduklarını hissettirmek, olduğu gibi benimsemek anlamını taşımaktadır. - Gerçekçi ve doğal davranmak; abartıdan uzak, olduğu gibi davranmaktır. - İletişimin belki de en önemli koşulu empatidir. Kişilerarası iletişimi, diğer iletişim biçimlerinden ayıran araştırmaların, iki temel perspektiften ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlar, durumsal yaklaşım ve gelişim yaklaşımı olarak ifade edilmektedir. Kişilerarası iletişimi incelemenin bir yolu, iletişim sürecinin kendisindeki faktörleri gözlemlemektir. İletişim kuranların sayısı ve onların birbirlerine olan fiziksel yakınlıkları gibi iletişim faktörleri, kişilerarası iletişimin durumsal yaklaşımının bir bölümünü oluşturmaktadır. Kişilerarası iletişimi farklılaştıran diğer bir yol ise, kişiler arasındaki iletişimin niteliği ve derinliği üzerine odaklanmaktadır. Bu da gelişim yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır. Durumsal Yaklaşım İnsanlar, kişilerarası iletişimin çoğunlukla iki kişi arasındaki iletişim anlamına geldiğini düşünmektedir: dyad iletişim. Dyad terimi ilk olarak 19. yüzyılda Alman Sosyolog Simmel tarafından, tekrarlanan sosyal etkileşimler sisteminde iki kişiyi ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Bu yaklaşımda, az sayıda iletişim kuran kişi önemlidir ve bundan sonra kişilerarası ve dyad terimleri çoğunlukla eşanlamlı olarak kullanılmıştır41. Miller ve Steinberg, durumsal yaklaşımın dört temel niteliğe sahip olduğunu belirtmektedir. Bunlar; iletişim kuranların sayısı, fiziksel yakınlığın derecesi, iletişim kuranların kullandığı potansiyel olarak mevcut duyumsal kanalların sayısı ve geribildirimin dolaysızlığı olarak ortaya konmaktadır. Durumsal yaklaşıma göre, üniversite kampüsünde iki kişi geçerken birbirlerini selamladıklarında, kişilerarası iletişim kurmuş olmaktadır. Bu yaklaşım statiktir ve ilişkisel gelişimin çeşitli aşamalarını göz önüne almamaktadır. Bu yaklaşımın kişilerarası olmanın derecesini hesaba katmadığı ileri sürülmektedir. Buna karşın, 40 Mustafa Durmaz, Kişilerarası İletişim ve Motivasyon, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları No:17, İkinci baskı, İzmir, 2004, s.63. 41 John S. Caputo, Harry C. Hazel, Colleen Mcmahon, Interpersonal Communication/ Competency Through Critical Thinking, Allyn and Bacon, A Division of Simon&Schuster, Library of Congress Cataloging-in- Publication Data, USA, 1994, s.8. 45 iletişimsel bir eylem, kişilerarası olmakta ya da olmamaktadır. Bu bakış açısından, kişinin bir yabancıyla ya da uzun zamandır arkadaş olduğu bir kişiyle iletişim kurmasının aynı olduğu ortaya konmaktadır. Böylece durumsal yaklaşımın, en önemli bileşen olarak değerlendirilen şeye, iletişimin niteliğine önem vermediği görülmektedir. Dyad iletişim, belirli anlamları paylaşan iki kişi arasındaki iletişim olarak ifade edilebilmektedir. Dolayısıyla bu süreçte basit olarak, kaynak-mesaj-alıcı ve geribildirim söz konusu olmaktadır. Kişilerarası iletişim ise, dyad modelindeki temel bileşenleri kullanmanın yanı sıra, derinlik, anlam farklılıkları, detaylar ve niteliği de eklemektedir. Ayrıca, iletişim sürecinde her kişinin ‘yaşam süresi’ kavramını da Kurt Lewin, kişilerarası iletişim literatürüne kazandırmıştır. Bunun yanında, göndericiden alıcıya ve alıcıdan göndericiye akan iletişimden ziyade, iletişim her zaman ve her yönde akmaktadır. Lewin için yaşam süresi, kişiyi tek yapan ve diğerlerinden farklılaştıran, öğrenilenlerin ve yaşanan deneyimlerin toplamı ya da miktarıdır. Bu kavram, kişinin tüm bilgisini, değerlerini ve inançlarını kapsamaktadır. Transaksiyonel modelde iletişim, etkileşimsel modelden ortaya çıkmakta ve transaksiyonel bir yapıya sahip olmaktadır. Sürecin her üyesi diğer kişiyi etkilemekte ve aynı zamanda ondan etkilenmektedir. Kişi, yaşam sürecini diğer kişiyle ne kadar çok paylaşırsa, diğeriyle paylaşacağı anlayışın derecesi o ölçüde artmaktadır. Bir dereceye kadar kişi, kısmen aynı olan yaşam sürecinin bir bölümünü diğer herhangi bir kişiyle paylaşmaktadır. Bu paylaşımda az derecede benzerliğin olması durumunda, anlayışı arttırmanın temel yolu, kendini açma ve paylaşma olarak ifade edilmektedir. Gelişim Yaklaşımı Kişinin diğerleriyle çok farklı ilişkiler kurduğu görülmektedir. Bazı araştırmacılar, kişilerarası iletişim tanımının bu farklılıkları açıklaması gerektiğini ifade etmektedir. Bu araştırmacılara göre, mağazadaki bir satış elemanıyla kurulan ilişki, kişinin arkadaşları ve aile üyeleriyle kurduğu ilişkiden farklıdır. Böylece kişilerarası iletişimi tanımlamanın alternatif bir yolu ortaya konmaktadır. Bu, gelişim yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır42. Bu bakış açısından, kişilerarası iletişim belli bir sürede birbirini tanıyan insanlar arasında meydana gelen iletişim olarak tanımlanmaktadır. Bu 42 Tim Borchers, “Definition of Interpersonal Communication”, www. abacon.com/commstudies/interpersonal/indefinition.html, 01.01.2005. 46 tanımın en önemli yanı, bu insanların birbirlerini yalnızca sosyal durumlarda hareket eden olarak değil, benzersiz, tek bireyler olarak değerlendirmeleridir. İletişimde gelişim yaklaşımı durumsal bakış açısını kuşatmakta ve kişinin diğeriyle yaşam süresi boyunca birtakım şeyleri paylaştığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, bu perspektifte kişilerarası iletişim, iki kişiyle sınırlı değildir ve iletişimin yüzyüze olması gerekmemektedir. Gelişim perspektifinden, kişinin diğer kişiyle ilk iletişimleri, kişisel olmayan bir gereksinim olmakta, bir başka şekilde ifade edilecek olursa diğerleriyle, onların kişiliklerinden ziyade sosyal rolleriyle ilişki kurulmaktadır. İlk etkileşimde, kişi karşısındakiyle ilgili ilk algılamaları ve izlenimleri ışığında, onun kendisine verebileceği yanıt konusunda öngörümlemede bulunabilmektedir. Berger ve Calbrese diğer kişi hakkındaki bilinmemezlik ve yabancılığın, belirsizliği doğurduğunu ortaya koymaktadır. Konuşma sırasında karşılıklı mesaj alışverişinde bulunulduğunda, diğer kişi hakkındaki bilinmezliği azaltmak mümkün olmaktadır. İletişim kuramcısı Gerald Miller, ilk karşılaşmalarda kişilerin birbirlerinin vereceği cevaplarla ilgili tahminleri, psikolojik bilgiden ziyade kültürel ve sosyolojik bilgi temelinde yapılandırdığını belirtmektedir43. Kişilerarası iletişim sürecinde gelişim yaklaşımı doğrultusunda etkileşimlerin kişisel olarak oluşturulmuş kurallara dayandığı ifade edilmektedir. Buna göre, kişisel olmayan durumlarda, davranışsal etkileşimin kuralları sosyal normlar tarafından tesbit edilmektedir. Öğrenciler ve profesörlerin en azından kişisel olmayan durumlarda kültür ya da alt kültür tarafından oluşturulmuş sosyal normlara göre, birbirlerine karşı davranışlar gösterdikleri görülmektedir. Bununla birlikte bir profesörle öğrencisi arasındaki ilişki kişilerararası olduğunda, sosyal normlar tarafından oluşturulan kuralların artık önemli olmadığı ve artık tamamen kişilerin etkileşimini düzenlemediği, kişilerin kendi kurallarını oluşturdukları ifade edilmektedir. Kişilerin etkileşim için kendi kurallarını oluşturduğu ölçüde, süreç kişilerarası bir nitelik kazanmaktadır. Kişiler, bir dereceye kadar karşısındakilere psikolojik veriler temelinde cevap verebilmekte, iletişim sürecinde birbirlerinin davranışlarıyla ilgili tahminleri bir dereceye kadar açıklayıcı bilgi temeline dayandırmakta ve yine bir dereceye kadar 43 Joseph A. Devito, The Interpersonal Communication Book, Harper&Row Publishers, Fifth Edition, New York, 1989, s.12. 47 sosyal olarak oluşturulmuş normlardan ziyade karşılıklı oluşturulmuş kurallar temelinde etkileşime girmektedir. İletişimde gelişim yaklaşımı, son derece kişisel olmayan durumlarla yüksek ölçüde yakınlık arasında değişen bir sürekliliği ortaya koymaktadır. Her kişinin biraz farklı bir biçimde kişilerarası iletişimin sınırlarını çizebilmesine karşın, kişilerarası iletişim bu sürekliliğin geniş bir alanını kaplamaktadır. Sonuç olarak gelişim yaklaşımının, kişilerarası iletişimin ne olduğu ya da ne olmadığıyla ilgili üzerinde genel anlamda fikir birliğine varılan kararların oluşturulmasına olanak sunmamasına karşın, bu özelliklerin kişilerarası iletişime ve onun diğer iletişim biçimlerinden ne ölçüde farklılaştığı konusuna birtakım yeni görüşler eklenmesini sağladığı görülmektedir. Durumsal ve gelişim yaklaşımı karşılaştırıldığında, durumsal yaklaşımın ilişkilerde meydana gelen nitel değişiklikleri göz önüne almadığından, alanında oldukça sınırlı olduğu ifade edilmektedir. İletişim dinamik ve devam eden bir süreçtir. Gelişim yaklaşımı, kişilerarası olmanın dereceleri olduğunu ortaya koymaktadır. Diğerleriyle ilk karşılaşmaların kişisel olmamasına karşın, insanlar zaman içinde iletişim kurdukça birbirleriyle ilgili daha fazla şey öğrenmektedir. İlişki, giderek kişilerarası olduğundan, birbirlerinin davranışlarını tahmin etme ve açıklayabilme olanağına kavuşmaktadır. İnsan yaşamı üzerine odaklanıldığında, kişilerarası iletişimin, ilişkilerin biçimlenmesinde ve sürdürülmesinde hayati bir öneme sahip olduğu görülmektedir. Aslında insan yaşamının kendisinin kişilerarası ilişkiler üzerine kurulduğu görülmektedir. Kişilerarası ilişkilerin egemenliğini sürdürdüğü bir dünyada da, sorunların birçoğunun kaynaklandığı ya da odaklandığı yerlerin ilişkiler olması kaçınılmaz olmaktadır. Kişilerarası iletişim konusunun bugüne dek birçok araştırmacı, kuramcı ve yazar tarafından, farklı boyutlarıyla değerlendirildiği ve ele alındığı görülmektedir. İletişimin doğrusal (tek yönlü) değil, dairesel bir süreç olduğu ortaya çıkmaktadır. Kişilerarası iletişimde verilen herhangi bir mesaj, bu mesajı alan kişi tarafından belli bir biçimde algılanmakta ve bu algı sonucunda ortaya olumlu ya da olumsuz bir tepki çıkmaktadır. Buna kişilerarası geribildirim denmektedir44. Bu noktada, geribildirimin 44 Kim Griffin, Bobby R. Patton, Fundamentals of Interpersonal Communication, U Pr of Amer, 2nd Edition, USA, 1986, s. 28. 48 amacı, kişiye kendi davranışlarının diğer kişilerce nasıl algılandığı ve onları nasıl etkilediği konusundaki farkındalığını arttırmaya yardım edecek yapıcı bilgileri vermek olarak belirtilmektedir. En yararlı geribildirimin, kişiye davranışlarının kendi istediği kadar etkin olmadığını bildiren ve bu nedenle onun davranışlarını daha üretken kılabileceği bir düzenlemeyi yapmasına yardım edenin olduğu ortaya konmaktadır. Kişilerarası iletişim sürecinde geribildirimin gerekliliğinin nedenleri şöyle ifade edilmektedir: - Kişiyle ve söyledikleriyle ilgilenildiğini göstermektedir. - Belirgin olmayan amacı belirginleştirmektedir. - Amaca doğru uygun yolda gitmeyi kolaylaştırmaktadır. - Doğru olmayan davranışın düzeltilmesini sağlamaktadır. - Amaca ulaştıktan sonra yeni bir amaç belirlemeye yaramaktadır. - Kişilerin birbirlerine geri bildirim verme becerisini kazanmaları, başkaları tarafından nasıl görüldüğüne ilişkin bir veri elde etmeleri açısından son derece önemli görünmektedir. Olumlu ya da olumsuz geribildirim, mesajı gönderen kişinin, mesajın nasıl algılandığını ve bu algının duygu, düşünce ve davranış düzeylerinde ne gibi etkiler yaptığını görmesi açısından önemli olmaktadır45. İletişim sürecinde, mesajı verenin davranışı, mesajı alanın davranışından bağımsız olamamaktadır. Bütün iletişim durumlarında veren ve alan arasında bir etkileşim söz konusudur. Buna bağlı olarak dairesel mesaj alışverişi, iletişimi durağan değil, dinamik bir süreç haline getirmektedir. Bu süreç içinde konuşan kişi de dinleyici de, hem mesaj alan hem de veren rolündedir. Kişi bu rolü üstlendiği bütün durumlarda, iletişim süreci içindeki diğer kişi ya da kişileri etkileme potansiyelini de taşımaktadır. İnsanlar arasındaki iletişim, herkesin mesajlar gönderdiği, aldığı, yorumladığı ve aynı anda hepsi ile ilgili sonuçlar çıkardığı, başlangıcı ve sonu olmayan bir süreç olarak belirtilmekte, bu süreçte kişilerin birbirlerine farklı birtakım anlamlar yükledikleri semboller gönderdikleri ve kişilerin güdü, algı, eğilim ve tutumlarının kuracakları 45 Elena Plante, “Introduction to Feedback and Executive Control ın Human Communication”, Journal of Communication Disorders, Volume 31, Issue 6, November 1998, s.459. 49 ilişkilerini etkilediği görülmektedir. Kişi, çevresindekilere, olaya ya da kişiye ilişkin algılamaları, tutumları, duygu ve düşünceleri doğrultusunda tepkiler vermektedir. Kuşkusuz kişiler dışında kültür, ilişkinin türü ve roller, mevsim, yer vb. iletişimi etkileyen başka unsurlar da söz konusu olmaktadır. Ancak kişilerarası iletişim sürecinde, kişilerin kontrolü altında olan davranışsal etkiler ön plana çıkmaktadır. 1.2.1. Kişilerarası İletişimin Temel Özellikleri Kişilerarası iletişimle ilgilenen sosyal bilimcilerin, genel anlamda aşağıdaki yaklaşımlardan birini benimsedikleri görülmektedir: - Bir kişilerarası iletişim modeli geliştirmek- sürecin bileşenlerini tanımlamaya çalışmak -Etkili kişilerarası iletişimle ilgili davranışları tanımlamak- kişilerarası iletişim becerilerini tanımlamak. Bu noktada kişilerarası iletişimi tam anlamıyla anlayabilmek için, her iki yaklaşımı bütünleştirmenin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Kişilerarası iletişim kurulduğunda, kişilerin birbirleriyle kültürel, sosyolojik ve psikolojik bilgiler paylaştığı, kültürel bilginin bir grup tarafından paylaşılan dil, değerler, inançlar, alışkanlıklar ve adetlerinden oluştuğu, sosyolojik bilginin, bireyin çeşitli gruplardaki rolleriyle ilgili olduğu ve psikolojik bilginin ise kişinin öğrenilmiş deneyimler ve davranışlarını içerdiği ifade edilmektedir. Sonuç olarak kişiler iletişimi, kültürel normlar ve sosyal roller temelinde yapılandırmaktadır46. İlk karşılaşmadan sonra eğer kişi konuşmayı sürdürmeyi seçer ve karşısındaki kişiyi çok daha iyi tanımaya odaklanırsa ve eğer kişinin kişilerarası iletişim yeteneği ilişkinin gelişimi için yeterince gelişmişse, ilk ilişkiler birtakım niteliksel değişikliklere maruz kalabilmektedir. İlişki niteliksel olarak değiştikçe, çok daha kişilerarası bir özellik kazanmaktadır. Bazılarına göre kişilerarası iletişim, herhangi bir aracı olmaksızın en az iki kişi arasında gerçekleşen bir iletişim sürecidir. Diğerlerine göre içtenliği, açıklığı ve karşılıklı ilgiyi ifade eden herhangi bir iletişim, kişilerarası niteliktedir. Bu tür yorumlar, iki yakın arkadaşın telefonda konuşması ya da birbirine samimi mektuplar yazan iki sevgilinin arasında kişilerarası iletişim olup olmadığı konusunu açıklığa kavuşturamamaktadır. Kişilerarası iletişimin yaygın pek çok tanımı, bu kavramın kitle 46 John S. Caputo, Harry C. Hazel, Colleen Mcmahon, a.g.e., s.13. 50 iletişimi gibi diğer iletişim türlerinden farklı olduğunu ve onlardan ayrılması gerektiğini ortaya koyarak, bu ayırım sorunundan kaçınmaya çalışmıştır. Bu tür tanımlar her şeyin ve hiçbir şeyin kişilerarası iletişim olarak adlandırılabileceğini ileri sürmektedir. Burgoon’a göre ise, iki kişi arasında yüzyüze temelde gerçekleşen tüm iletişimler, kişilerarası iletişim mahiyetinde değildir. ‘Dyad’ın, yani iki kişi arasındaki etkileşimin, kişilerarası iletişim için muhtemel bir çerçeve oluşturmasına karşın, yalnızca iki kişinin, herhangi bir aracı olmaksızın sohbet etmelerinden dolayı, bu durum ilişkinin ya da iletişimin, kişilerarası olması anlamına gelmemektedir.47 İki kişi herhangi bir kişilerarası amaç temelinde olmaksızın aracılanmamış bir çerçevede tartışabilmekte, yaşamsal istatistikler hakkında bilgi edinebilmekte ya da pek çok sayıda şeyler gerçekleştirebilmektedir. Ortaya atılan ikinci iddia, kişilerarası iletişimin çeşitli çerçevelerde ve yerlerde ortaya çıkabileceğidir. Küçük gruplarda bazı iletişimler kişilerarası nitelik gösterirken, bazıları göstermemektedir. Başka bir şekilde ifade edilecek olursa, kişilerarası iletişimin belirleyici nitelikleri koşullarla sınırlı değildir. İletişimsel bağlamla ile ilgili ayırımlar, bu karmaşık süreç üzerinde çalışmalar yapılmasını oldukça kolaylaştırmaktadır. İletişimin yapısı, niteliği onun kişilerarası olup olmamasını belirlemektedir. Son iddia ise kişilerarası iletişimin, iletişimin diğer katılımcısının tekliğiyle ilgili belli bir dereceye kadar karşılıklı farkındalığı gerektirmesidir. Bu farkındalık, kişiye diğerinin gereksinimleri, güdüleri, tepkileri ve tercihleriyle ilgili tahminlerde bulunma ve değerlendirmeler yapma imkanı sunmaktadır48. Bu ayırım, kişilerarası iletişimi kitle iletişimi ya da diğer iletişim türlerinden çok daha az formal bir duruma getirmektedir. Kişilerarası iletişim birbirleriyle çeşitli roller içinde ilişkilerde bulunan iki kişiyi kapsamaktadır. Roller ve ilişkiler üzerine odaklanan bu tanımlamanın dışında, bazı yazarlar kişilerarası iletişimi daha spesifik bir biçimde ortaya koymaktadır. Örn: John Stewart, bu konuda şöyle bir açıklama getirmektedir: “Kişilerarası iletişim roller, maskeler ya da stereotipler arasında değil, kişiler arasında olmaktadır. Kişilerarası 47 Michael Ruffner, Michael Burgoon, Interpersonal Communication, Holt, Rinehart and Winston, USA, 1981, s.9. 48 A.g.e., s.10. 51 iletişim, bizi insan yapan şeylerin bir kısmını farkına vardığımız ve paylaştığımızda meydana gelmektedir”49. Stewart, kişilerin belirli bir biçimde birbirleriyle iletişim kurmaları gerektiğini ifade etmektedir. Aşağıda belirtilen türde kişisel ilişkileri geliştirmek için iletişim kurulması gerektiğini savunmaktadır: - Yüksek derecede güven olduğunda, - Her kişi, kendi duygularını ve kişisel geçmişini açık bir biçimde tartışmaya hazır olduğunda (çoğunlukla kendini açmayı (self-disclosure) ifade etmektedir, - Taraflar arasında samimi ve karşılıklı sevgi ve ilgi olduğunda. Böylece Stewart, kişilerin sadece yapmaları gereken biçimde iletişim kurdukları durumu, kişilerarası olmanın dışında değerlendirmektedir. Sözgelimi, kişinin çok iyi tanımadığı ancak kendisinden üstün bir otorite konumunda olan diğer kişinin, örneğin bir öğretmenin, kendisine hal hatır sorduğu düşünüldüğünde, o kişinin belki de çok iyi hissetmemesine karşın, iyi olduğunu ifade ettiği görülmektedir. Üzerinde çok fazla düşünmeksizin, kişi orijinal sorunun amacının, kendisi hakkında iyi olup olmadığıyla ilgili samimi araştırma olmadığının, tamamen sosyal bir jest olduğunun bilincine varmaktadır. Soruyu soran kişi, karşısındakiyle gerçek anlamda ilgilenmekten öte, kendisini buna mecbur hissettiği için bu eylemi gerçekleştirmektedir. Bundan dolayı, soru sorulan kişi, nazik fakat dürüst olmayan bir yanıt ortaya koymaktadır. İşte, Stewart’ın ifade ettiği, kişilerarası olarak adlandırılmaması gereken bir biçimde iletişim kurmaktadır. Bunun yanında kişilerarası iletişim, bir olay ya da olaylar dizisinden öte, devam eden bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Bir olay düşünüldüğünde, genellikle, meydana gelen kesin ve belli bir başlangıcı ve sonu olan bir şeyin göz önünde canlandığı görülmektedir. Kişilerarası iletişimin bu şekilde değerlendirilmesi ise, yanıltıcı olabilmektedir. Bu konudaki akademik tartışmalar, kişilerarası iletişimi sürekli gelişen bir süreç olarak anlamanın önemini vurgulamaktadır. Örneğin, seçim için mülakat yapılan bir ortamda, bekleme salonunda bir aday oturmaktadır. Hangi noktada aday görüşmecilerle iletişime başlamaktadır, kişi o ortama geldiğinde mi, ilk soruyu yanıtladığında mı, görüşmenin yapıldığı odaya vardığında mı, seçim komisyonunun 49 Peter Hartley, Interpersonal Communication, Routledge, Florence, USA, 1999, s. 22. 52 üyesini selamlamak için ayağa kalktığında mı gibi pek çok soru akla gelmektedir. Adayın tüm bu noktalardaki davranışı, iletişimin süregelen bir süreç olma niteliğinden dolayı, ne olacağını yönlendiren bir etkiye sahiptir. Statik ve işlemeyen, hareketsiz bir nitelik taşımayan kişilerarası iletişim, aksine ilerleyen bir süreçtir. Kişilerarası iletişim kapsamındaki her şey değişme durumunda bulunmaktadır. Kişi sürekli değişmekte, aynı zamanda iletişim kurduğu kişiler ve çevresi de sürekli değişmektedir. Bazen bu değişiklikler göze çarpmayan bir seyir izlemekte, bazen de son derece açık, belirgin biçimlerde açığa çıkmakta, tüm bunların yanında ne şekilde olursa olsun değişim her zaman görülmektedir50. Kişilerarası iletişim, en iyi biçimde dairesel ve sürekli bir yapıda tanımlanmaktadır. İletişim, mesajların konuşmacıdan dinleyiciye doğru iletilmesi olarak ele alındığında, konuşmacıyla başlayıp dinleyiciyle biten bir süreç ifade edilmektedir. Bu, doğrusal bir bakış açısıdır. Gerçekte kişilerarası iletişim, her kişinin her iki role de sahip olduğu, bir başka deyişle aynı zamanda birer konuşmacı ve dinleyici, mesaj ileten ve buna tepki veren olarak dairesel bir süreci ortaya koymaktadır. Kişilerarası iletişim süreci devamlıdır. Açık bir biçimde başlamamakta ve açık bir yolla sonlanmamaktadır. Belirli bir iletişimsel hareketin başlaması ve süreci sonlandırmanın mümkün görünmesine karşın, gerçekte süreç bitmemiştir ve bir başlangıcın açık bir biçimde farklılaşabilmesinin olanaklı olmadığı ifade edilmektedir. Günlük yaşamdan bir örnekle konu incelendiğinde, kişinin başka bir kişiyle karşılaşması ve konuşması durumunda, bu etkileşimin konuşmaya başlandığında ya da kişilerin birbirlerini ilk gördüklerinde başladığı söylenebilmektedir. Bununla birlikte, tarafların söylediği şeylerin ve etkileşim sırasında birbirlerine nasıl tepki verdiklerinin, büyük ölçüde örneğin kişinin kendisine olan güveni, geçmiş deneyimi, korkuları, yetenekleri, beklentileri, gereksinimleri ve diğer pek çok faktörler gibi önceden belli olmayan bir zamanda başlamış olan faktörlere bağlı olduğu ifade edilmektedir. Kişilerarası iletişim, zaman sürecinde eklemlenen bir süreçtir. Kişi bugün karşısındakine ne söylerse söylesin, karşıdakinin o kişiyi geçmişte söyledikleri ve ayrıca ondan ne söylemesini beklediği temelinde yorumladığı ifade edilmektedir. Daha önceden iletişim kurmuş insanlar arasında iletişimi anlayabilmek için, ilişkilerinin 50 Joseph A. Devito, The Interpersonal Communication Book, a.g.e., s.22. 53 tarihini göz önüne almanın gerekliliği ortaya konmaktadır. Çünkü, şu anda bu, onların birbirlerinin söylediklerini nasıl yorumladıklarını son derece etkileyebilmektedir. Kişilerarası iletişimin diğer özelliklerini ise şöyle ifade etmek mümkündür: - İki kişi bir araya geldiği ve birbirlerini fark ettikleri anda iletişim kaçınılmaz olmaktadır. Bu, kişilerarası iletişimin en temel ilkesini oluşturmaktadır. Bir karşılaşma sürecinde, kişiler birbirlerinin varlığının farkında iseler, bütün davranışlar bir mesaj değeri içermekte ve iletişim yaşanmaktadır. Sözcüklerin, sessizliğin, hareketin, hareketsizliğin tümüyle iletişim potansiyeli içerdiği görülmektedir. Konuşma olmaması ya da diğer kişiyi/kişileri görmezlikten gelmek, iletişim olmadığı anlamına gelmemektedir. Örneğin, bir otobüs yolculuğunda, kişi yanında oturan kişiye arkasını dönerek ve hiç konuşmayarak onunla iletişime girmediğini düşünebilmektedir. Oysa, o kişiye şu anda kendisiyle konuşmak istemediği sessiz mesajını iletmiş olmaktadır. Aynı şekilde kişiler arasında yaşanan dargınlığın da iletişimin bittiğini göstermediği görülmektedir. Kişiler, dargın oldukları süre boyunca birbirlerine kızgın oldukları ve konuşmak istemedikleri mesajını vermektedir. Dolayısıyla, kişilerin birbirlerinin farkında oldukları sürece iletişim kurmamaları söz konusu değildir. Konuşmayı reddetmek de bir iletişim mesajıdır ve önemli bir mesajdır. - Kişilerarası iletişimde hem içerik, hem de süreç vardır. Sözel mesaj alışverişleri sırasında mesajların sözcüklerle sınırlanan bölümü içerik olarak ifade edilmektedir. Ancak iletişimde sözcükler kadar, ses tonu, beden duruşu, mimikler ve jestler de önemlidir. İletişimin sözel olmayan unsurları, sözcüklerin vermediği ya da vermek istemediği mesajları verebilmektedir. Sözel iletişim sırasında verilen mesajın sözcüklerle sınırlı içeriğinin ötesinde verilen diğer mesajlar da süreç olarak nitelendirilmektedir. Süreç, söze dökülmeyen alt mesajın nasıl bir mesaj olduğunu göstermektedir. Örneğin, basit görünen pek çok soru, farklı durumlarda ve farklı biçimlerde sorulduğunda, birbirinden farklı mesajlar verebilmektedir. Aynı içerik farklı zaman ve durumlarda farklı mesajlar verebilmektedir. Kişilerarası iletişimde kişilerin birbirlerine verdiği mesajlar, yalnızca sözcüklerin anlamıyla sınırlı kalmayıp, sözel olmayan 54 diğer iletişim yollarıyla zenginleştirilmektedir. Herhangi bir şeyi söylemek için seçilen zaman, kullanılan ifade, ses tonu, mimikler gibi sözel olmayan ifade araçları, verilen mesajın, mesajı alan kişi tarafından belli biçimlerde algılanmasına ve yorumlanmasına yol açmaktadır. Bunlar, mesajın içeriği hakkında verilen bilgilerdir. Buna bağlı olarak iletişimde süreç en az içerik kadar, hatta bazen daha da önemli olarak karşımıza çıkmaktadır. İletişim sırasında karşıdaki kişi, ne söylendiğine olduğu kadar, onun nasıl söylendiğine de bir tepki vermektedir. Kişilerarası iletişim sürecinde, kişilerin nasıl söylendiğine daha duyarlı oldukları görülmektedir. Bu nedenle, kişinin söylediklerini nasıl söylediğine ve karşıdaki kişinin bu mesajı nasıl algıladığını gösteren ipuçlarına dikkat etmek, sağlıklı iletişimin önemli ayrıntıları olarak değerlendirilmektedir. Eğer iletişimde süreç ve içerik farklı mesajlar veriyorsa ya da süreç net değilse, bu durumda iletişimde tıkanıklıklar, yanlış anlaşılmalar ya da belirsizliklerin ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Bu gibi durumlarda karşıdaki kişiye asıl söylemek istediği şeyin ne olduğu sorulmadığında, kişi söylenenleri kendi algıladığı biçimde değerlendirmektedir. Kendi algısının, karşıdakinin vermek istediği mesaja uymaması durumunda, bu algının etkisiyle verdiği tepki, o iletişim sürecinde bazı sorunlar yaratabilmektedir. Böylece etkili bir mesaj alışverişi için verilmek istenen gerçek mesajın, açık ve net bir biçimde ortaya konması gerekliliği gözler önüne serilmektedir. Algı, bilişsel fonksiyonlarla gerçekleşen bir süreçtir. Algılama sırasında zihne gelen bilgiler bir takım süzgeçlerden geçirilmekte, bu bilgilere biçim verilmekte ve isimlendirilmektedir. Nesneler bile, varolan bütün özellikleriyle oldukları gibi algılanamayabilmektedir. Kısacası algılama, kişinin geçmiş yaşantısından, gelecekle ilgili beklentilerinden ve o andaki duygu ve düşüncelerinden etkilenen, kişiye özgü bir süreçtir. Her kişinin olaylara bakış açısı farklıdır. Buna bağlı olarak, kişilerarası iletişimde algı farklılıkları ve bunların yarattığı sorunlarla sık sık karşılaşılmaktadır. Bu sorunların ilişkilere zarar vermeyecek düzeye indirgenebilmesi için, iletişim süreci içinde duruma ve verilen mesajlara ilişkin kişinin hem kendi algısını hem de karşısındakinin algısını netleştirmeye çalışarak, yakalayabilmesi son derece önemlidir. 55 içeriğin ötesindeki süreci - Kişilerarası iletişimde tarafların verdiği mesajların sıralaması, süreç boyutunda ele alınması gereken bir konudur. İletişim süreci içinde bir mesajın ardından hangi mesajın geldiği etkileşimden çıkarılan anlamı etkilemektedir. Örneğin, evli bir çiftte her iki taraf da kendi davranışlarını ve yaşadıkları çatışmalı durumu bir neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde yorumlayarak, bunlara karşı tarafın neden olduğu mesajını vermektedir. İki kişi biraraya geldiğinde iletişim kaçınılmaz olduğuna ve bu, doğrusal değil, dairesel bir süreç olduğuna göre kişilerarası ilişkilerde kişilerin biraraya gelip, birbirlerinin farkına vardıkları anda, karşılıklı davranışlar zinciri başlamaktadır. Davranış, akıl, duygu ve beden işbirliğinin bir ürünü olarak değerlendirilmektedir. Davranışların tümüyle kişisel seçimler olduğu ifade edilmektedir. Ancak burada vurgulanmak istenen, mesajların niteliği ve içeriği değil, bir mesajın mutlaka bir diğerini getireceği ve davranışların bir sırayı izlediği gerçeğidir. Kişinin karşısındakinin hangi sözünün ardından neyi söylediği, ya da onun hangi davranışının ardından neyi yaptığı, süreci incelerken önemle üzerinde durulması gereken konulardan biridir. Bu nedenle kişilerarası ilişkilerde bir çatışma söz konusu olduğunda, etkileşimin ne şekilde yol aldığına bakmak gerekmektedir. Böyle bir anda kişilerin alışılagelmiş davranış kalıpları içine kilitlenmek yerine, etkileşim sürecinin başına dönüp bu noktaya nasıl geldiklerini birlikte araştırmaları problemin çözümlenmesinde yardımcı olmaktadır. - Duruş, bakış, mimikler, jestler, ses tonu gibi ifade biçimlerini içeren sözsüz iletişimin kişilerarası ilişkilerdeki önemi büyüktür. İletişimde sözel olmayan ipuçları en az sözcükler kadar, hatta zaman zaman daha da etkili olabilmektedir. Bunlar bazen doğrudan mesaj vermek için kullanılmaktadır. Örneğin, kişi birine öfkeli olduğunu onun gözünün içine dik dik bakarak belli etmeye çalışabilmektedir. Bazen de sözel bir mesajı yorumlayabilmek için, ona eşlik eden sözel olmayan ifade yollarına dikkat edilmektedir. Örneğin, kişi ‘seninle konuşmak istediğim şeyler var’ gibi bir cümlenin ardında nasıl bir mesaj olduğunu, bunu söyleyen kişinin kullandığı sözsüz mesajlardan (bakışı, ses tonu, mimikleri, duruşu, seçilen zaman) değerlendirerek yorumlamaya çalışmaktadır. 56 Davranış, kişilerarası ilişkilerde sözcüklerden daha fazla dikkate alınan bir ifade aracıdır. Sözel mesajlar gibi, sözsüz mesajlar da kişiye ya da duruma özgü algılandığı için yanlış yorumlanabilmektedir51. Herhangi bir durumu, nesneyi, sözel mesajı ya da bir bilgiyi gerçeğinden farklı algılama durumuna, ‘algı çarpıtması’ ya da ‘çarpık algılama’ adı verilmektedir. Bu durum, genellikle yetersiz veriyle yola çıkıp, çabuk sonuca varıldığında ortaya çıkabilmektedir. Sözel davranışın doğru algılama için tek başına yeterli olmadığı gibi aynı şekilde, sözel olmayan ipuçlarının da doğru algılama için yetersiz olduğu görülmektedir. Çarpık algılamalar hem kişinin kendisine, hem de ilişkilere zarar verebilmektedir. Örneğin, kişinin yetersiz verilerden yola çıkarak, çevresindeki kişilerden aldığı mesajları yanlış yorumlaması ve ‘kimse beni sevmiyor’ gibi bir sonuca varması durumunda, bu algının olumsuz etkisiyle kendisini diğer insanlardan uzak tutabildiği, ilişkiye girmediği için de sevgi alışverişinde bulunamadığı gözlemlenmektedir. Bu durum değişmediği sürece her geçen gün, sahip olduğu bu inancı daha da pekişmekte ve sonunda kendisine, kimsenin kendisini sevmediğini kanıtlamaya çalışmaktadır. Oysa başlangıçta bu, gerçeği yansıtmayan çarpık bir algıdır. Ancak ona inanıp kendisini insanlardan uzak tutması sonucunda hem onlara hem de kendisine sevgi kanalını kapattığı için bu varsayım gerçeğe dönüşmüştür. Bu durum, ‘kendini gerçekleştiren kehanet’ olarak değerlendirilmektedir. Kendini gerçekleştiren kehanet, gerçeğin çarpıtılması sonucunda oluşturulan algının, zaman içinde gerçeği etkileyerek değiştirmesi biçiminde tanımlanmaktadır. Sözcüklerle beden dilinin birbiriyle uyum içinde olması, birbiriyle çelişen değil, birbirini tamamlayan mesajlar vermesi, çevredekilerin o kişi için oluşturdukları algıların gerçeğe daha yakın olmasını sağlamaktadır. - Kişilerarası iletişimi oluşturan bileşenler birbirine bağlıdır. Kişilerarası iletişimdeki bileşenler birbirleriyle bütünleşmektedir, asla bağımsız olmayıp birbirlerine bağlıdır. Kişilerarası iletişimin her öğesi diğer öğelerle ve sürecin bütünüyle bağlantılı olarak var olmaktadır. Örneğin, alıcı olmaksızın kaynak, kaynak olmadan mesaj, alıcı 51 Richard Dimbleby, More Than Words: An Introduction to Communication, Routledge, Florence, USA, 1998, s. 42. 57 olmaksızın geribildirimden söz etmek mümkün değildir. Kişilerarası iletişim sürecinin her boyutu tüm diğer boyutlarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır ve bu bağımlılıktan dolayı herhangi bir öğedeki değişiklik, diğerlerinde de değişikliklere yol açmaktadır. Örneğin bir ders ya da girdikleri son sınavla ilgili öğrencilerin konuştuğu bir ortama öğretmenin de katıldığı düşünüldüğünde, katılımcılardaki bu değişiklik, belki söylenen şeylerin içeriği, ifade ediliş tarzı gibi diğer değişikliklere de neden olmaktadır. Bununla birlikte hangi değişikliğin ortaya çıktığının önemi olmaksızın, sonuçta diğer değişiklikler de meydana gelmektedir. Bu birbirine bağlı olma durumu ve değişen faktörlerden dolayı, mesajın gönderilmesi ve geribildirim sürecinin tam anlamıyla tekrarlanamadığı ifade edilmektedir. Her kişi bir andan diğerine aynı olmadığından, farklılık gösterdiğinden dolayı, kişinin aynı şeyi aynı biçimde yapmasının mümkün olmadığı görülmektedir. Sonuç olarak tüm kişilerarası etkileşimlerin yeni, alışılmamış deneyimler olmasına bağlı olarak, kişilerarası iletişimin tekrarlanamamazlık niteliğine sahip olduğunu söyleyebilmek mümkündür. - Her katılımcı bir bütün olarak etki ve tepkide bulunmaktadır. Kişi örneğin sadece duygusal düzeyde ya da sadece bilişsel tepki verememektedir; çünkü kişilerin beden ve akılla cevap verdiği ortaya çıkmaktadır. Kişilerarası iletişimdeki tepkiler sadece söylenen şeye ya da beden diline dayalı olmamakta, bunun yanında kişinin varlığını oluşturan önceki deneyimleri, şimdiki duyguları, bilgisi, fiziksel sağlığı ve diğer pek çok faktöre de dayanmaktadır. - Kişilerarası iletişim karmaşık bir süreçtir. Hiçbir iletişim biçiminin basit bir süreç olmadığı görülmektedir. Süreçteki karmaşık pek çok değişkene bağlı olarak, en basit istekler bile son derece karmaşık olarak değerlendirilmektedir. Kuramcılar, kişilerarası iletişim sürecinde, sürece en az altı aşamanın dahil olduğunu ortaya koymaktadır52: - Kişinin kendisiyle ilgili düşünceleri, - Karşıdaki kişi hakkındaki düşünceleri, -Karşıdakinin, kendisiyle ilgili ne düşündüğü hakkında kişinin sahip olduğu düşünceler, 52 Donnell King, “Four Principles of Interpersonal Communication”, http://www.pstcc.cc.tn.us/facstaff/dking/interpr.htm, 25.09.2004. 58 - Karşıdaki kişinin kendisiyle ilgili düşünceleri, - Karşıdaki kişinin iletişim kurduğu kişiyle ilgili düşünceleri, - Kişinin, karşısındaki hakkında ne düşündüğüyle ilgili karşıdakinin düşüncelere sahip olmasıdır. Kişilerin gerçekte fikirlerin değil, fikirleri temsil eden sembol alışverişinde bulunmaları, iletişim sürecini karmaşıklaştıran bir diğer neden olarak belirtilmektedir. Kelimelerin (semboller) kendilerinde doğuştan var olan anlamlara sahip olmadığı, kişilerin onları belirli biçimlerde kullandığı ve iki kişinin aynı kelimeyi farklı anlamlarda kullanabildiği ifade edilmektedir. - Kişilerarası iletişim belirli koşullara bağlıdır. Bu ilke, kişilerarası iletişimin tek başına ortaya çıkmadığı noktasına odaklanmaktadır. Psikolojik bağlam, iletişim sürecindeki her iki tarafın kim olduğu ve etkileşime ne getirdiğidir. Kişilerin gereksinimleri, istekleri, değerleri, kişilikleri gibi kendileriyle ilgili bilgileri kapsamaktadır. İlişkisel bağlam ise, kişinin karşısındakine gösterdiği tepkilerle ilgilenmektedir. Durumsal bağlam, psiko-sosyal açıdan iletişimin hangi düzeyde gerçekleştiğini ön plana almaktadır. Örneğin, sınıf ortamıyla bar ortamında gerçekleşen iletişim arasında belirli farklar görülmektedir. Çevresel bağlam ise, fiziksel anlamda iletişimin nerede gerçekleştiği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ortam, mobilyalar, gürültü düzeyi, sıcaklık, mevsim, günün saatleri gibi faktörler çevresel koşulun örneklerini oluşturmaktadır. Kültürel bağlam, iletişimi etkileyen tüm öğrenilmiş davranışları ve kuralları içine almaktadır. Örneğin, uzun ve doğrudan göz temasında bulunmanın kibarlıktan uzak bir hareket olarak değerlendirildiği bir kültürden gelen kişi, göz temasından kaçınmaktadır. Bununla birlikte, iletişim sürecinde diğer kişinin, aynı hareketin, dürüstlüğün bir göstergesi olarak değerlendirildiği bir kültürden gelmesi durumunda, bu iki kişinin kültürel koşullar açısından, yanlış anlaşılmaların ortaya çıktığı bir süreci yaşaması kaçınılmaz olmaktadır53. 53 Tim Borchers, “Functions of Interpersonal Communication”, www. abacon.com/ commstudies/interpersonal/infunctions.html, 08.07.2004. 59 1.2.2. Kişilerarası İletişime Kuramsal Bakış Açısı Kişilerarası ilişkilerle ilgili çalışmalar, önceki dönemlerde, çoğunlukla laboratuar ortamında, dolayısıyla oluşturulan yapay koşullarda birbirleriyle ilk kez karşılaşan kişilerin tepkilerinin ölçülmesi biçiminde gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların bir kısmında, kişilerin birbirlerini görmeden, sadece kağıt üzerindeki belirli tutum ve özelliklere tepki gösterdikleri görülmektedir. Gerçekte var olmayan ilişkilerin incelendiği bu araştırmaların ortaya koyduğu bulgular, yaşamda karmaşıklık, değişkenlik ve çeşitlilik gösteren insan ilişkilerine ait gerçekçi bilgiler vermekte yetersiz kalmakta ve hatta yanıltıcı olabilmektedir. Yapılan çalışmaların büyük bölümünde, ilişkilerin değil, kişilerin düşünce, algı ve değerlendirmeleri üzerinde odaklanılmaktadır. Bireyin düşünce ve davranışlarından yola çıkılarak, kişilerarasındaki iletişim sürecine açıklama getirilmeye çalışılmaktadır. Araştırma birimi olarak minimum iki kişilik gruplar alınması gereken durumlarda, tek kişi ile yetinildiği ortaya çıkmaktadır. 1970’li yıllardan önceki dönemlerde, insan ilişkileri açısından mercek altına alınan örneklem gruplarının sınırlı olduğu, çoğunlukla üniversite öğrencilerinden oluştuğu görülmektedir. Üniversite öğrencilerinin arkadaşlık ve flört ilişkileriyle, ilk kez yüzyüze gelen kişilerin birbirlerinden hoşlanıp hoşlanmama nedenleri üzerinde yoğunlaşılmıştır. Diğer yaş gruplarını oluşturan kişilerin ilişkileri ile ilişkilerin zaman sürecinde geçirdikleri evreler, inceleme alanı dışında bırakılmıştır. O dönemdeki araştırmaların çıkış noktasını meydana getiren kişilerarası çekicilik kavramı, tutum (attitude) kavramından etkilenmiş, buna bağlı olarak olumlu olumsuz uçları olan (hoşlanmak-hoşlanmamak) tek boyutlu bir değerlendirme ölçütü olarak ortaya konmuştur. Oysa ki kişilerin, birbirlerine ilişkin duygu ve düşüncelerinin tek bir boyutla belirlenemeyeceği, kişilerarası ilişkilerin incelenmesinde birden çok boyuta gereksinim duyulduğu görüşü ortaya çıkmıştır. Ayrıca farklı insan ilişkilerinde farklı boyutların önemli olabileceği ifade edilmiştir. Örneğin arkadaşlık, aşk ve anneçocuk ilişkisinin değişik boyutlarda incelenmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. İnsan ilişkileriyle ilgili açıklamaların ortaya konmasında tutum kavramından etkilenmenin bir diğer sonucu da, duygusal boyutun göz önüne alınmayarak, kişilerarası 60 ilişkilerin daha çok kişilerle ilgili olumlu-olumsuz kararların alındığı karşılaşmalar olarak nitelendirilmesidir. Kişilerarası çekicilik kavramının farklı duygu ve düşünceleri belirlemekte yetersiz kaldığı ifade edilmiş, her tür ilişki için kullanılan çok genel bir kavram olduğu konusunda eleştiri getirilmiş, bu yüzden yeni kuram ve kavramların üretilmesi gereksinimi kendini hissettirmiştir. Bu yeni kavramların arasındaki benzerlik ve farklılıkların belirlenmesinin önemine dikkat çekilmiştir. Bu kavramlar “fiziksel çekim (physical attraction), hoşlanma (like), sevgi (love), değişik sevgi ve aşk türleri, beğenme ( positive evaluation), çatışma (conflict), bağlılık (attachment), bağımlılık (dependence), bağıtlılık- kendini bağlama (commitment), birlikte olma isteği (affilation)...gibi”54 olarak belirtilmektedir. İkili ilişkilerin, pek çok araştırmada, sosyal çevreden soyutlanmış biçimde incelendiği görülmektedir. Buna karşın, ilişkilerin sosyal ve fiziksel çevreden etkilendiği ve bu çevreleri etkilediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. İlişki ve ilişkinin çevresini birbirine bağlı sistemler gibi düşünmek gerekmektedir. Tüm bunların bileşiminde gelinen nokta, 1970’li yıllara kadar yapılan araştırmaların, insan ilişkileriyle ilgili belli bir bilgi birikimi sağlamakla birlikte araştırmalarda kullanılan kavram ve yöntemlerin pek çok yönden eleştirildiğidir. Getirilen bu eleştiriler ışığında, 20. yüzyılın ikinci yarısında kişilerarası ilişkiler alanında ön plana çıkan gelişmeleri şöyle ifade etmek mümkündür: Önceki çalışmalarda çevreden soyutlanmış olarak incelenen insan ilişkileriyle, bu dönemde fiziki ve sosyal çevrenin etkileşimi göz önüne alınmaktadır. Durumsallık (contextualism) olarak ortaya çıkan bu görüş ışığında, çevre ve durum, kişilerin kimlerle hangi tür etkileşimlerde bulunduklarını belirlerken, aynı zamanda değişik davranışların olasılık, yorum ve değerlendirmeleri konusunda da belirleyici olmaktadır. Örneğin suratını asan bir kişi çeşitli sorunların yaşandığı bir ortam veya bir doğum günü partisinde farklı algılanmakta ve farklı değerlendirilmektedir. Bu görüş çerçevesinde gerçekleştirilen çalışmalar, kişilerin bulundukları ortamların etkilerinin bilincinde olduklarını ortaya koymakta, farklı amaçlar için değişik ortamları seçtiklerini göstermektedir. Örneğin, evlilik yıldönümü için bir restoran, 54 Nuran Hortaçsu, İnsan İlişkileri, İmge Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1997, s.13. 61 günlük sohbet için bir pastanenin tercih edilmesi gibi. Dolayısıyla kişilerin aktif varlıklar olarak, ortamları kendi amaçlarına uygun olarak kullanabildikleri ifade edilmektedir. Son yıllarda ikili ilişkileri, içinde bulundukları daha geniş ilişkiler ağı çerçevesinde ele alıp, değişik ilişkiler arasındaki karşılıklı etkileşimi inceleyen araştırmalar yapılmaktadır. Önceki araştırmalarda örneklemin sınırlı tutulmasına karşın, yeni dönemde insan ilişkilerinin gelişimsel açıdan da incelendiği görülmekte, bu nedenle yaş dağılımının genişleyerek çocuk ve yaşlıları da kapsadığı ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak, aynı yaştaki kişilerin değişik ilişkileri de bir arada incelenmektedir. Örneğin gençlerin ebeveyn ve arkadaşları ile olan ilişkilerinin aynı araştırmada incelendiği, böylelikle değişik ilişkilerin kıyaslanabilmesinin mümkün olduğu görülmektedir. 1970’li yıllardan sonra arkadaşlık ilişkileriyle, erişkinlerin kendi aile çevreleri ve çocukları ile olan ilişkileri incelenmekte ve bu ilişkilerin eşlerle olan ilişkiler üzerindeki etkileri üzerinde durulmaktadır. Son dönemde geniş bir araştırma alanı oluşturan bir diğer konu da, kişilerin sahip olduğu sosyal desteğin bir başka deyişle çevreden sağlanan maddi, manevi yardımın, kişi ve ilişkileri açısından önemini ortaya koymaktadır. Kişilerarası ilişkiler ile ilgili önceki dönemlerde ortaya çıkan eski kuramların, 1970’li yıllarda ön planda olan bilişsel (cognitive) görüş ışığında yenilendiği görülmektedir. Kişilerarası çekicilik kavramı çerçevesinde yapılan araştırmalar, ilişkilerin başlangıcı ve gelişim sürecini etkileyen etmenler üzerinde odaklanırken, ‘insan ilişkileri’ görüşünden kaynaklanan araştırmalarda ilişkilerin bozulması, ortaya çıkan iletişim kopuklukları, bu bozulmaya yol açan nedenler, ilişkilerin sona ermesi incelenmekte, kişilerin biten ilişkilerle ilgili duygu ve düşüncelerinin belirlenmesinin ön plana çıktığı ifade edilmektedir. Son yıllarda bilişsel akımın etkisi ile kişilerarası ilişkilerin bilişsel kalıpları ve bunların yaşla gelişiminin, bilişsel-duygusal tepkilerin araştırma konuları olarak önem kazandığı belirtilmektedir. Kişilerarası çekicilik kavramının yerine kişilerarası ilişkiler kavramının ön plana çıktığı görülmektedir. İlişki kavramı üzerinde durulmasıyla 62 birlikte, ilişkilerin ilgili kişilerin özelliklerinin ötesinde, karşılıklı etkileşiminden kaynaklanan özellikleri olabileceği ifade edilmektedir. Bu görüşe bağlı olarak, ilişkilerin dinamik bir yapı gösterdiği ve çevre ile etkileşim içinde olduğu ortaya konmaktadır. Örneğin iki kişi arasındaki arkadaşlık ilişkisi zaman içinde değişebilmekte ve davranışlarda farklılıklar gözlenmektedir. İlişkilerin değişik boyutlarda farklılık gösterebildiği görülmektedir. Bu boyutlar etkileşimin içeriği (ne yapıldığı), çeşitliliği (kaç değişik türden davranış yapıldığı), niteliği, ilişkiyi meydana getiren kişilerin davranışlarının karşılıklılığı (reciprocity), benzerliği (similarity), eşitliği (equality), yakınlığı (intimacy), iletişimi, kişilerin kendilerini ve ilişkilerinde karşı tarafı nasıl algıladıkları ve bu algıların ideal kişi ve ideal ilişki kavramlarına olan benzerliği, kişilerin ilişkinin devam ve gelişmesine olan bağlılıkları biçiminde ortaya konmaktadır55. Burada üzerinde durulması gereken nokta, ilişkilerin davranışlar dizisi olmadığı, onları oluşturan kişilerin etkileşimlerinden doğan etkileşimler dizisi olduğu savıdır. Dolayısıyla Kişilerarası ilişkiler, yalnızca tarafların kişisel özellikleri ile açıklanamamaktadır. Bu yeni görüşün, sistem kuramı varsayımları ile de bağdaştığı görülmektedir. Bu kuramın varsayımlarından biri, ilişkileri kişilerden oluşan ve dış dünya ile bağlantılı sistemler olarak ifade etmektedir. Sistemler sürekli olarak birbirlerini etkileyen, birbirine bağımlı öğelerden oluşmakta, her sistem kendi dışındaki sistemlerin bir parçasını oluşturmaktadır. Buna bağlı olarak, insan ilişkileri bir sistem içinde ele alınmakta, kişi içinde yaşadığı fiziksel ve toplumsal çevreden etkilenmekte, bunun yanında kişiliği ve davranışlarıyla iletişimde bulunduğu kişinin düşünce ve davranışlarını etkilemektedir. Bu ikili ilişkiler, kişilerin sosyal çevrelerindeki diğer insanlarla olan ilişkileriyle de etkileşim halindedir. Bu çok yönlü etkileşim, sistem kuramının varsayımını oluşturmaktadır. 55 Nuran Hortaçsu, a.g.e., s.14. 63 Kişilerarası iletişim alanında ön plana çıkan kuramları ise şöyle ifade etmek mümkündür: Sosyal Nüfuz Kuramı (Social Penetration Theory) Altman ve Taylor, Sosyal Nüfuz Kuramı sürecini belirleyen dört noktaya dikkat çekmektedir56: - Genel bilgiler içeren durumlar, kişisel bilgiden çok daha hızlı ve daha sıklıkla paylaşılmaktadır. - Kendini açma, özellikle ilişkilerin gelişiminin ilk aşamalarında karşılıklıdır. - Nüfuz etme, başlangıçta hızlıdır ancak kişinin birbirine sıkıca sarılmış iç tabakalarına ulaşıldıkça bir başka deyişle kişinin iç dünyasına ulaşıldıkça, hızlı bir biçimde yavaşlamaktadır. - Nüfuz etmeme giderek aşama aşama geri çekilen bir süreçtir. Genişlik ve derinliğin, bir ilişkide ayrı ayrı ne yaptığı ölçümlendiğinde, eşit derecede önemli oldukları görülmektedir. Bu iki kavram olmaksızın, ilişkilerin oldukları noktaya doğru gelişmesinin mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Örneğin, bir evliliğin gerçekleştirilebilmesi ve sürdürülmesi, kendini açmanın genişlik ve derinliğinin seviyelerinin iyi durumda tutulmasıyla mümkündür. Onlar olmaksızın, bir evliliğin, aile ve arkadaşlarla ilişkilerin sürdürülmesinin olanaksızlığı dile getirilmektedir. Ödüller ve Maliyetler: Altman ve Taylor ödüller ve maliyetlerin matematiksel temsilleri olarak bir bilimsel bakış açısı ortaya koymuşlardır. Bunun yanında ilişkilerin ödüller ve maliyetlerle bağlantısını tanımlayabilmek için, Thibault ve Kelley’in Sosyal Değişim Kuramı’ndaki kavramlardan yararlanmaktadır. Thibault ve Kelley’in kuramının anahtar kavramlarını meydana getiren ilişkisel sonuç, ilişki memnuniyeti ve ilişkinin sürekliliği, Altman ve Taylor’un ödüller eksi maliyetler, karşılaştırma düzeyi ve alternatiflerin karşılaştırma düzeyinin oluşturulmasında rol oynamışlardır57. Sonuçlar = Ödüller- Maliyetler 56 ___, “Relationships & Onions: Breadth &Depth of Self Disclosure”, http://students.usm.maine.edu/melissa.noyes/Onions.html, 19.07.2004. 57 Benjamin Zimmer, “Social Penetration Theory”, http://oak.cats.ohiou.edu/bz372497/socpenbz.htm, 11.13.1998. 64 Bu yaklaşım, temel olarak kişilerin diğerleriyle ilişkilerinde maliyetlerini azaltarak ilişkiden sağladıkları ödülleri arttırma isteğinde olduklarını ifade etmektedir. Eğer maliyetleri ödüllerinden daha fazlaysa, ilişki kişi için giderek zararlı olmaktadır. Örneğin, ilişkide fiziksel ve zihinsel anlamda kötüye kullanılma durumu, alınan ödüllerden daha etkili olduğunda, kişinin incinmeden önce bu ilişkiden çıkması gerekmektedir. Diğer yandan, pek çok kişi için bir ebeveyn olmak çok önemli görülürken aynı zamanda çok gerilimli olarak değerlendirilmektedir. Burada açıkça görülmektedir ki, ebeveynler aldıkları ödüllerin maliyetlerden çok daha büyük olduğu düşüncesini taşıdıklarından çocuklarıyla ilişkilerini geliştirmeye devam etmektedir. Altman ve Taylor, kişileri çok katmanlı bir soğanla karşılaştırmaktadır. Onlar her bir düşünce, inanış, önyargı ve saplantının kişinin içinde ve onu çevreleyen katmanlar halinde olduğuna inanmaktadır. Kişiler birbirleri hakkında daha fazla bilgi sahibi oldukça, bu katmanlar, kişinin iç dünyasını açığa çıkarmak için giderek atılmakta, yok olmaktadır58. Bu kuramın kişilerarası iletişim açısından son derece önemli olduğu görülmektedir. Bununla birlikte Altman ve Taylor’ın, kendini açmayı etkileyen çeşitli ana faktörleri göz ardı ettikleri görülmektedir. Cinsiyet, ırk ve etnik geçmiş sonuçları büyük ölçüde etkilemekte ve kişiyi çevreleyen katmanların yok olma hızına ve kişinin içsel dünyasına ulaşılmasına katkıda bulunmaktadır. Altman ve Taylor, sosyal nüfuzu, sadece sosyal psikolojinin bir parçası olmakla kalmayıp, kişilerarası uyumsuzluğun bir konusu olarak değerlendirmektedir. Burada, bir kişinin başkasıyla nasıl bir kişisel ilişki oluşturduğu incelenmektedir. Araştırma, ‘mahremiyet yasası kuramı’nın gelişimine yol açmıştır. Kişisel alan, uzaklık, kalabalık ve mahremiyetin etkilerini ortaya koymak için çalışmalar yapılmıştır. Bu kuram, bir ilişkinin gelişiminin çerçevesini daha iyi anlayabilmek için kullanılmıştır. Araştırma, ilişkilerin başlangıcından gelişimine kadar geçirdiği aşamaları bilimsel bakış açısıyla değerlendirmekte ve onları farklı düzeylere koymaktadır. Altman ve Taylor, ilişkisel gelişimin dört aşamasını başlatan bir yapı 58 ___, “Social Penetration Theory”, http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/socpen.html, 19.07.2004. 65 geliştirmiştir. İlki, ‘etkileşime yönelme’ olarak tanımlanmakta ve insanlarla ilişkilerde kişiliğin çevresinde ortaya çıkan bir ön gerçek olarak kabul edilmektedir. İlk karşılaşmalar sırasında kişiler, kendileri hakkında çok küçük bir bölümü diğerlerine sunmaktadır59. Bunun bir örneğini, bir partide kişilerin iletişim kurma biçimleri oluşturmaktadır. Eğer kişi açık yürekle, hislerini açığa vuruyorsa, olumlu bir tutuma sahip biri olarak algılanmaktadır. Kişinin davranışı, bilinçli bir biçimde diğerlerine kendisiyle ilgili çizdiği resimden, çok daha fazla şey söylemektedir. Sosyal bir ortamda, kişinin kendisini ortaya koyuş biçimi son derece önemlidir. Bunun için çok farklı yollar bulunmaktadır. Örneğin, kişinin nasıl giyindiği, onu diğerlerinin gözünde farklı değerlendirmelere oturtabilmektedir. Diğeri, başkalarının kişiyi ilk kez gördüğünde, onun hakkında neler söyleyebilecekleridir. Bu da müdahaleye yönelme olarak bilinmektedir. Bu yüzden, kişinin başkaları üzerindeki ilk etkisinin, en önemli etki olduğu ifade edilmektedir. İkinci aşama, ‘araştırıcı duygusal alışveriş’ olarak bilinmektedir. Bu, kişinin karşıdakinin kişiliğini hissetmeye başladığında ortaya çıkmaktadır. Bu noktada kişilerin, kendilerini koruyucu tavırlar sergilemeyi bırakarak birbirlerini keşfetmeye başladıkları görülmektedir. Bu, kişilerarası ilişkilerde iletişimin zenginliğinin büyümesine yol açarak, daha önce önlemlerin alındığı kişiliğin çeşitli yönleri şimdi daha detaylı olarak açığa çıkmakta ve diğer kişiye karşı dikkatli olmaya daha az önem verilmektedir. Bu, artık buzların kırıldığı anlamına gelmekte ve şimdi kişiler, kesin tutumları paylaşmaya başladıkları yeni bir düzeyde iletişim kurabilmektedir. Eğer her iki taraf, bu aşamayı kendilerini ödüllendirici bir durum olarak değerlendirirse, ilişkiyi yapılandırmak için bir sonraki aşamaya geçme konusunda çok daha istekli davranmaktadır. Araştırıcı duygusal alışveriş, tamamen kişisel bir düzeyde kişilerin birbirleri hakkında daha fazla bilgiyi araştırmaları ve öğrenmeleri üzerine dayanmaktadır. İlk bilgilerin artması ve daha derin seviyelerde kendini açmanın gerçekleştiği görülmektedir. “Roloff bu durumu, ilişkilerin bu aşamada genel anlamda çok daha arkadaşça ve rahat bir biçimde sürdürüldüğünü ve mahremiyetin arada bulunan 59 ___, Specific Aspects of Social Penetration Process”, http://public.iastate.edu/mredmond/301exch.html, 12.05.2004. 66 alanlarına doğru yönelimin başladığını ifade etmektedir”60. Dolayısıyla sözü edilen bu yönelim, kişinin kendisiyle ilgili çok fazla şey bilen kişilerle arkadaş olmasının zor olmamasından dolayı, kişisel bilginin artmasıyla aynı şeyi ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, derin bilgiler kaygıyı da beraberinde getirmektedir. Kişi, ilk yönelim aşamasını geçtiğinde, iletişim kurmak için daha büyük bir istek ve daha derin bir güven duygusu geliştirmeye başlamaktadır. Bu iletişim kurma istekliliğiyle, kişi kendi yaşamıyla ilgili detayları paylaşmaya başlamaktadır. Kişi, yaşamının önemli bir parçasını oluşturan ailesi ve arkadaşları hakkında konuşmaktadır. Bu açıklıkla kişi, duygularının daha fazlasını paylaşmaya başlamakta ve diğer kişinin kendi iç dünyasına girmesi konusunda yeterince rahat davranmaktadır. Bu, yeni bir arkadaşlığın başlangıcı olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla bilinen, sevilen ve güvenilen bir kişi arkadaş olarak tanımlanmaktadır. Duygusal alışveriş olarak ifade edilen diğer aşama, bir öncekiyle benzerlikler taşımakta, bununla birlikte daha derin olduğu görülmektedir. Burada iletişim süreci, daha özgür bir istekle ve gelişigüzel bir biçimde sürmektedir. Kişiliğin en dış katmanlarında gerçekleşen etkileşim açılmakta ve kişiliğin aradaki katmanlarında etkileşim artmaktadır. Burada birtakım önlemler alınmasına karşın, mahremiyetin keşfedilmeye açık olması konusunda az miktarda direnmenin olduğu görülmektedir61. Bu aşamanın önemi, kişilerarasında engellerin ortadan kaldırılması ve birbirleri hakkında çok fazla bilgi öğrenmeleridir. Duygusal alışveriş, mahremiyetin mümkün olan en üst seviyesine geçiş yapan bir aşama olarak değerlendirilmektedir. Son aşama, en üst seviyeyi oluşturan ‘kalıcı alışveriş’ olarak nitelendirilmektedir. Bu kalıcı aşama, kişiliğin tüm katmanları boyunca zenginliğin yanı sıra, sürekli bir açıklıkla nitelendirilen ve büyüyen ilişkilerdeki gelişmelerden oluşmaktadır. Kişinin, diğer kişiyi mümkün olan en üst seviyede tanıması durumunda, paylaşamayacağı ya da paylaşmadığı hiçbir sırrının olmaması gerektiği ifade edilmektedir. İki kişi bu aşamayı tamamladığında, ötekinin olası davranışını ve duygularını güvenilir bir biçimde yorumlama 60 ve tahminde bulunabilmeye R. Smith, “Altman & Taylor’s Social Penetration Theory: Important People in Our Lives”, http://zimmer.csufresno.edu/johnca/spch100/10-5-altman.htm, 18.04.2004. 61 Michelle Shafer, “ Social Penetration Theory”, http://oak.cats.ohiou.edu/ms218496/socpen.htm, 18.11.1999. 67 yönelmektedir. Burada kişiler, sözlü dil kullanmaksızın, birbirleriyle iletişim kurabilmektedir. Yakınlığın bu düzeyinde, kişilerin kendilerini dış dünyadan korumak için kullandıkları dış tabakaların atılma süreci tamamlanmış olmaktadır. Bu son aşamadaki yakınlığı elde edebilmek için, kişinin incinmekten ya da zarara uğramaktan kendisini korumak için güvenlik bekçileri olarak oluşturduğu engelleri yıkmayı öğrenmesi gerekliliği ortaya konmaktadır. İstenilen ilişkiyi ve/veya arkadaşlığı başarabilmek için, sosyal nüfuz adımları boyunca ilerlemek gerekliliği ifade edilmektedir. Sosyal Alışveriş Kuramı (Social Exchange Theory) Kişilerin birbirleriyle etkileşimleri sürecinde, pek çok psikolojik ve maddi kaynağın alınıp-verildiği, bir başka deyişle takas edildiği ifade edilmektedir. Bu noktada davranışın temelde karşılıklılık ve ödül beklentisiyle güdülendiği; ilişkilerde kişilerin bir ilişkiyi kendileri açısından taşıdığı yarar ve maliyet hesabı bazında değerlendirdiği; sosyal etkileşimin çeşitli duygusal, toplumsal ve maddi çıkarların değiş-tokuşuna dayandığı savıyla tanımlanan bir sosyal yapı modeli olarak ortaya konmaktadır. Sosyal Alışveriş Kuramı, 1952’de Thibault ve Kelley tarafından ortaya konan, kişi için farklı durumlardan ortaya çıkan sonuçların değerlerini niteleyen ödüller ve maliyetlerin alışverişine dayalı bir kuramdır. Kişiler, maliyetleri azaltmaya ve ödülleri arttırmaya çalışmakta ve algılanan olası sonuçlar üzerinde, biriyle bir ilişkiye girmek için elverişli bir ortam oluşturmaktadır. Bu sonuçlar daha büyük olarak algılandıkları zaman, kişi, diğeriyle daha yakın bir ilişkiye girmekte ve daha fazla kendini açmaktadır62. Sosyal hayatta, bireyler arasında mübadele edilen kaynaklar, bir tebessümden veya bir sevgi ifadesinden, maddi destek ve paraya kadar uzanan bir çeşitlilik göstermektedir. Bu çeşitlilikteki düzeni açıklayabilecek bir takas kuramı geliştirme çabalarının, özellikle son otuz yıl içerisinde yoğunlaştığı gözlenmektedir63. Bu 62 ___, “Social Exchange Theory”, http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/socexch.html, 12.04.2004. 63 Özden Almış, “Toplumumuzda Bireylerarası İlişkilerde Kullanılan Kaynaklar ve Takas Normlarının İncelenmesi”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı:10, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 1996, s.133. 68 yıllardan itibaren, Romans, Thibault ve Kelley ve başka pek çok araştırmacı tarafından geliştirilen psikolojik kuramların, kişilerarası etkileşimlerin çoğunu bir kaynak alışverişi olarak açıklamaya çalıştığı görülmektedir. Kişilerarası uzlaşmaya dayanan koalisyon araştırmalarında da, kaynakların alışverişine dayanan kuramlar yoğun bir biçimde kullanılmaktadır. Bu yaklaşımda, ödül ve maliyetler, bireylerarası sosyal ilişkilerde temel uyum sağlama araçları olarak görülmektedir. Yani, insanlar, uyum sağlamayı ‘en iyileştirmek (optimization)’ için, ödülleri çoğaltıp, maliyetleri azaltma eğilimindedirler64. Bu noktada ödüller, bireylerin almaktan hoşlandıkları zevk ve doyumları kapsamakta, maliyetler ise, bunun karşıtını oluşturarak bir davranış dizisinin yerine getirilmesini engelleme işlevi gören unsurlar, bir anlamda cezalar olarak değerlendirilmektedir. Alışveriş kuramı literatüründe, Homans'ın görüşleri de önemli bir yer tutmaktadır. Homans'a göre, takas sürecinde yer alan taraflar bir yarar elde etmiyorsa, bu takas sona ermektedir. Genel olarak bakıldığında, Homans ile Thibault ve Kelley'in, sosyal takas kavramını hemen hemen aynı anlamda kullandıkları görülmektedir. Bu kuram gerçek iletişim uygulamalarıyla ilgili olduğu, kişilerarası ilişkilerle ilgili belli bir anlam taşıdığı ve sezgisel bir inanılırlığa sahip olduğundan, hümanistik bir kuram olarak değerlendirilmektedir. İnsan ilişkileriyle ilgili sonuçta var olan bilgi birikimini düzenleyen ve potansiyel bilginin sınırlarını genişleten yeni hipotezler oluşturmaktadır. Bu kuramın uygulanabilirliği, kişilerin birbirlerinin yaşamsal durumlarını tanıdığı, birbirlerinin ihtiyaçlarının farkına vardığı ve çeşitli şekillerde karşılıklılığının yaşandığı iddiasına dayanmaktadır. Başka bir deyişle, kişiler diğerlerine, davranışlarının farkına varıldığı ve bazen karşılıklı olduğu tam anlamıyla bir farkındalık süreci içinde davranmaktadır. Dolayısıyla, iletişimle ilgili yapmış oldukları yatırımı bir anlamda geri alacaklardır. İlişkisel Dialectics (Relational Dialectics) 1988’de Baxter ve Montgomery tarafından ortaya konan bu kurama göre, iletişim sürecinde taraflar, dialektik gerilim olarak bilinen, ilişkilerin devamlı bir değişiklik durumunda olmasına neden olan içsel ve birbiriyle çatışan etkilerle karşı 64 Özden Almış, a.g.m., s.135. 69 karşıya kalmaktadır. Bu tür gerilimlerin baskıları, zamanla kıvrımlı ya da dairesel bir biçimde ortaya çıkmaktadır65. İlişkisel dialectics, kişilerin birbirleriyle yakınlaştıkça, onları birbirinden uzaklaştıran, ayrı kutuplara çeken çatışmaların daha yoğun biçimde ortaya çıkacağını ifade etmektedir. Üç temel ilişkisel dialectics bulunmaktadır: Bağlantılılık ve Ayrılık: Kişilerarası ilişkilerde yakın ve sürekli bir bağ oluşması isteğinin doğal olmasına karşın, hiçbir ilişki, iletişimde tarafların tek başına zaman geçirmeksizin devam edememektedir. İlişkide çok fazla bağlantı, kişinin bireysel kimliğinin zarara uğraması ya da onu kaybetmesiyle sonuçlanmaktadır. Kesinlik ve Belirsizlik: Tarafların, kişilerarası iletişim sürecinde güven duyabilecekleri bir ortamın gereksinimi içinde oldukları ifade edilmektedir. Bununla birlikte, ilişkilerde alışılmamış yenilikler, anlaşılmaz, gizli kalmış noktalar ve kendiliğinden ortaya çıkan durumlardan kaynaklanan çeşitlilik olmaksızın, ilişki oldukça sıradan, sıkıcı ve durgun bir görünüm almaktadır. Açıklık ve Kapalılık: Kişilerarası iletişim sürecinde taraflar daha yoğun kişisel bilgileri ortaya koyma ve şeffaf olma baskısı hissetmektedir. Buna karşın, bu durum kişinin, mahremiyetin korunması konusunda doğal, kişisel isteğiyle ters düşmektedir. Bu dinamik mücadele, ilişkilerde gizliliğin doğru, güvenilir bir davranış tarzı olmadığını göstermektedir. İlişkisel dialectics’in, insanın iletişim davranışında ani ya da heyecanlı değişiklikleri açıklamaya çalıştığı zaman çeşitli durumlara uygulayabilmek için yararlı olduğu ifade edilmektedir. Her kutbun baskıları, ayın giderek büyüyen ve soluklaşan evreleriyle karşılaştırılabilmektedir. İlişkide taraflar sürekli olarak kutuplar arasında bocalamakta; her uç davranış, eğilimleri diğer kutba doğru yönlendirerek denge sağlamaktadır. Devam eden kişilerarası ilişkiler üzerinde çalışmalar yaparken, bu olguyu anlamak son derece önemlidir. Belirsizlik Azaltma Teorisi (Uncertainty Reduction Theory) Belirsizliği azaltmak için bilgi arama, kişilerin birbirleriyle ilk etkileşimlerinin ayırıcı özelliğini oluşturmaktadır. Kendini açma, sözsüz mesajlardaki içtenlik ve 65 ___, “ Relational Dialectics”, http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/reldial.html, 19.07.2004. 70 kişilerin benzerlik düzeylerinin artması, belirsizliği azaltmaktadır. 1975’te Berger ve Calabrese tarafından ortaya konulan bu teori, kişilerin bilgi arama sayesinde belirsizliği azaltarak kişilerarası durumlardan anlam çıkarma çabasında olduğunu ifade etmektedir66. Çünkü, Berger’e göre kişilerin birbirlerine olan tepkileri sınırlıdır, bu kuramın varlığı belirli kuralları ortaya koyan (deterministic) bir bakış açısına dayanmaktadır. Tepkiler bir dizi bağımlı faktörlerdir ve böylece değerleri göz önüne almaksızın önceden belirlenmektedir. 1.2.3. Kişilerarası İletişimin İşlevleri Ortaya koyduğu işlevlerinden dolayı, kişilerarası iletişim önemlidir. Diğer bir kişiyle ne zaman iletişim kurulursa kurulsun, onun hakkında bilgi elde etmek isteği bulunmaktadır. Ayrıca kişi de pek çok sözlü ve sözsüz ipuçları aracılığıyla karşıdaki kişiye bilgiler göndermektedir. Bu noktada kişilerarası iletişimin işlevleri şöyle ifade edilmektedir: Bilgi Elde Etmek: Kişilerarası iletişim sürecinde yer alınmasının bir nedeni, diğer kişi hakkında bilgi edinebilmektir. Sosyal Nüfuz Kuramı (Social Penetration Theory) kişinin diğer kişilerle daha etkili bir biçimde iletişim kurabilmek için, onlar hakkında bilgi elde etme çabası içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Eğer onların kim olduklarını bilirse, nasıl düşündükleri, hissettikleri ve davrandıklarıyla ilgili daha iyi öngörümlemede bulunmak mümkündür. Bu bilgi hem onları gözlemleyerek edilgin bir biçimde, hem de onlarla etkileşime girerek aktif olarak edinilmektedir. Bu bağlamda kendini açma (selfdisclosure) diğer kişiden bilgi almak için sıklıkla kullanılmaktadır. Anlayışın Geliştirilmesine Yardımcı Olmak: Kişilerarası iletişimin bir diğer işlevi, karşıdaki kişinin ifade ettiği şeyleri daha iyi anlayabilmek için kişinin kendisine yardımcı olmasıdır. Söylenen kelimeler, söyleniş biçimlerine ve hangi durumda söylendiklerine bağlı olarak çok farklı anlamlar ortaya koyabilmektedir. İçerik mesajları, mesajın yüzeysel düzeydeki anlamını işaret etmektedir. İlişki mesajları ise, bir mesajın nasıl söylendiğini göstermektedir. Her ikisi de aynı anda gönderilmekte, bununla birlikte iletişimi belirleyen anlamı her biri ayrı etkilemektedir. Kişilerarası iletişim, kişilerin birbirlerini daha iyi anlamasına yardımcı olmaktadır. 66 ___, “Uncertainty Reduction Theory”, http://changingminds.org/explanations/theories/uncertainty_reduction.htm, 06.09.2004. 71 Kimliği oluşturmak: İletişim sürecinde oynanan roller, kişiye kimliğini ortaya koymasında yardımcı olmaktadır. Bundan dolayı kişi kendisini diğerlerine sunmaktadır. Diğerleriyle nasıl etkileşimde bulunduğuna bağlı olarak roller ve yüzler inşa edilmektedir. Kişilerarası Gereksinimler: Kişiler, kişilerarası gereksinimlerini ifade etmek ve karşılamak için kişilerarası iletişim sürecinde yer almaktadır. Bu bağlamda William Schutz, bir yere dahil olma, kontrol ve sevgi olarak ifade ettiği üç türlü ihtiyacı tanımlamaktadır67. Schutz’un kişilerin bu üç tür gereksinimini karşılamak için yollar aradığına inanmasına karşın, ortaya koyduğu sistem tüm insanların bu gereksinimler tarafından eşit biçimde motive edildiği ve bunların herhangi bir koşulda kesin olarak insan davranışını belirleyebileceğini varsaymamaktadır. Dahil olma, insanlarla etkileşimde kişilerin katılımcı olarak tanımlanma gereksinimini yansıtmaktadır. Eğer dahil olma duygusu, sağlıklı insanın varoluşu için temel bir koşulsa, daha sonra kontrol sırasında farklılaşma gereksinimi bir sonraki mantıksal düzeyi oluşturmaktadır. Kontrol ise, kişinin liderliğini gösterdiği ve yapabileceklerini kanıtlama gereksinimidir. Bu kuramda kontrol teriminin kullanımı, kişilerin sosyal çevrelerinde farklılaşma isteğini göstermektedir. Son olarak kişiler, ilişkilerinde sıcaklık duygusu ve sevilmeyi aramaktadır. Arkadaşlık ve diğer yakın ilişkiler çoğunlukla bu fonksiyonu yerine getirmekte ve şüphesiz bu tür ilişkilerin yokluğu, kişinin çeşitli zamanlarda hissettiği uzaklaşma ve yabancılaşma duygusunun büyük bir bölümünün kaynağını oluşturmaktadır. 1.2.4. Kişilerarası İletişimin Amaçları Kişilerarası iletişimin amaçlarını ise şöyle ifade etmek mümkündür: Öğrenmek Kişilerarası iletişim sürecinde, kişilerin çevrelerindeki dünya hakkında bilgi sahibi olmalarıyla birlikte, ondan daha da önemlisi birbirleri hakkında bir şeyler öğrenmeleri söz konusu olmaktadır. Kişilerarası iletişim nesneler, olaylar ve diğer 67 ___, “Fundamental Interpersonal Relationship Orientation”, http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/firo.html, 19.07.2004. 72 kişilerin dünyasını bir başka deyişle kişinin kendi dışındaki dünyayı daha iyi anlama olanağı sunmaktadır. Kitle iletişim araçlarından kişiye fazla miktarda bilgi gelmesine karşın, bu bilgi kişilerarası etkileşimler yoluyla çoğunlukla tartışılmakta ve sonunda öğrenilmekte ya da içselleştirilmektedir. Aslında kişinin inançları, tutumları ve değerlerinin kitle iletişim araçlarından ve hatta resmi eğitim sürecinden bile daha fazla ölçüde, kişilerarası etkileşimlerce etkilendiğini söylemek mümkündür. Bununla birlikte en önemlisinin, kişilerarası iletişimin kişiye kendisi hakkında şeyler öğrenmesine olanak sağlaması olduğu ifade edilmektedir. Hiçbir şey kişinin, kendi hissettikleri, düşünceleri ve davranışları kadar tartışmaya değer, ilginç ve heyecan verici görünmemektedir. Kişi bir başkasıyla kendisi hakkında konuşarak, duygu, düşünce ve davranışları üzerine değerli geribildirimler elde edebilmektedir68. Kurduğu bu iletişimler yoluyla, başkalarına nasıl göründüğü, kimlerin kendisini sevdiği, sevmediği ve bunun nedenleriyle ilgili birtakım bilgiler de öğrenmektedir. Kişinin kendisi hakkında öğrendiklerini arttırmasının diğer bir yolu, kendi yetenekleri, başarıları, tutumları, fikirleri, değerleri ve zayıf yönlerini diğer kişilerinkiyle karşılaştırmadır. Bir başka şekilde ifade edilecek olursa, kendisini büyük ölçüde, tanıdığı ve etkileşime girdiği kişilerle karşılaştırarak değerlendirmektedir. Farklı kişilerin bu değerlendirmeleri farklı biçimlerde ele aldığı görülmektedir. Bu sosyal karşılaştırma temelinde, bir kişi kendisini üstün olarak algılayıp üstünlük duygularını geliştirirken, diğer bir kişi kendisini yetersiz olarak görebilmekte, bir başkası da kendisini vasat olarak değerlendirebilmektedir. Bazıları sosyal karşılaştırmaları, yeni bilgi ve yeteneklerin kazanılması yönünde motive edici olarak kullanırken, diğerlerinin ise tembellik için mazeret olarak kullandıkları ortaya çıkmaktadır. Kişinin kendisini nasıl değerlendirdiği ve bilgiyle ne yaptığının önemli olmamasının yanında, sosyal karşılaştırmaların kişinin benlik kavramının gelişiminde son derece önemli olduğu ve bu karşılaştırmaları geniş ölçüde kişilerarası etkileşimleri yoluyla yaptığı görülmektedir. İlişki Kurmak Kişilerin en büyük gereksinimlerinden birinin, diğer kişilerle yakın ilişkiler kurmak ve sürdürmek olduğu ifade edilmektedir. Kişi kendisini sevilen ve beğenilen biri olarak 68 Joseph A. Devito, The Interpersonal Communication Book, a.g.e., s.16. 73 hissetmek ve buna bağlı olarak başkalarını sevmeyi ve onlarla yakınlaşmayı istemektedir. Kişilerarası iletişimde geçirilen zamanın çoğu, diğerleriyle sosyal ilişkiler kurmaya ve sürdürmeye ayrılmaktadır. Bu tür ilişkiler yalnızlığı ve depresyonu azaltmaya yardımcı olmakta, kişinin duyduğu memnuniyeti ve aldığı zevki en üst düzeye çıkarmasını ve paylaşmasını sağlamakta ve genellikle kendisiyle ilgili daha olumlu hissetmesine yardımcı olmaktadır. Etkilemek Kişilerarası iletişim yoluyla çoğunlukla, kişi diğerlerinin tutumlarını ve davranışlarını etkilemeye çalışmaktadır. Karşıdaki kişinin belirli bir yönde oy kullanması, yeni bir dieti denemesi, belirli bir nesneyi satın alması, bir filmi seyretmesi, bir kitabı okuması, belirli bir kursa gitmesi, belirli bir biçimde düşünmesi, bir şeyin doğru ya da yanlış olduğuna inanması gibi sonsuz bir listede sıralananları yerine getirmesini beklemektedir. Karşıdaki kişiyi ikna etmeye odaklanarak denetlemek, manipüle etmek ve yönlendirmek söz konusu olmaktadır. Boş Zamanları Değerlendirmek Eğlence, zevk almanın temel amaç olduğu tüm etkinlikleri içermektedir. Haftasonunda yapılacaklarla ilgili arkadaşlarla konuşmalar, öyküler anlatmak ve şakalar yapmak, sporla ilgili tartışmak ve genel anlamda zaman geçirmek için konuşmak, bu işlevi yerine getirmektedir. Anlamsız ve önemsiz olarak değerlendirilmekten öte, bu amaç son derece önemlidir. Bu işlev, kişinin hareketlerine gerekli bir denge sağlamakta ve etrafındaki tüm ciddi olaylardan sıyrılıp zihnine dinlendirici bir ara vermesine yardımcı olmaktadır. Herkesin içinde bir çocuk vardır ve o çocuğa oynaması için zaman tanımak oldukça önemlidir. Yardımcı Olmak Psikiyatristler, klinik psikologlar ve terapistler yardım etme işlevini profesyonel anlamda yerine getirmektedir. Onların görevi, kişilerarası etkileşim yoluyla rehberlik etmek ve öğüt vermektir. Bununla birlikte, kişilerin günlük etkileşimlerinde, aşk hayatında kırgınlık yaşayan bir arkadaşın teselli edilmesi, iş hakkında bir meslektaşa tavsiyelerde bulunulması, ağlayan bir çocuğun avutulması gibi çeşitli biçimlerde bu işlevi yerine getirdikleri görülmektedir. Profesyonel anlamda olsun ya da olmasın, yardım etme işlevini sağlamadaki başarı kişinin bilgisi ve kişilerarası iletişimdeki 74 yeteneğine bağlı olmaktadır. Tüm bunların yanında, kişilerarası iletişimin amaçlarına diğer iki perspektiften de bakabilmek mümkündür. İlk olarak amaçlar, kişilerarası iletişimde bulunulmasının nedenleri ya da motive eden faktörler olarak görülmektedir. Bu bakış açısından, kişinin ilişkileri biçimlendirme ve bilgi elde etme gereksinimini tatmin etmek için kişilerarası iletişimde bulunduğu söylenebilmektedir. Bu perspektiften, kişilerarası iletişimin bir sonucu olarak, kişinin kendisi ve başkalarıyla ilgili bilgisini arttırabileceği ya da muhtemelen diğerlerini etkileyerek onlar üzerinde gücünü ortaya koyabileceği ifade edilmektedir. Kişilerarası iletişim çoğunlukla, çeşitli faktörlerin bileşimi tarafından motive edilmekte ve sonuçlar ve etkilerin bir bileşimine sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu süreç, bir amaçlar bileşimini yerine getirmekte, faktörler bileşimi tarafından yönlendirilmekte ve bir sonuçlar kombinasyonu ortaya koyabilmektedir. 1.2.5. Kişilerarası İletişimin Sınıflandırılması “Dünyayla yalnız dört noktada temas halindeyizdir. Bu dört şeyimizle tartılır, değer kazanırız: Yaptığımız hareketlerle, bakışlarımızla, söylediğimiz sözlerle ve bunları söyleyiş tarzımızla, lisanımızı kullanış şeklimize göre hakkımızda yargıya varılır”69. Bu noktada kişilerarası iletişimi sözlü ve sözsüz iletişim olarak iki gruba ayırmak mümkündür. Sözlü iletişim denince akla konuşma dili gelmektedir. Kişinin kendini anlatması ve başkalarını anlaması konuşarak gerçekleşmektedir. Konuşarak duygular aktarılabilmekte, kişilik ortaya konulmakta, düşüncelerle dünya görüşü yansıtılmakta, sonuçta kişi kendini ifade etmektedir. Bunun yanında kişinin yaşadığı süre boyunca devam eden yolculuğunda sözsüz iletişimin yeri yadsınamamaktadır. Sözsüz iletişim içerisinde beden dili iletişim kurarken büyük önem kazanmaktadır. Bu durumda etkili bir iletişim için beden dilini başarılı bir şekilde kullanmak ya da karşıdaki kişinin beden dilini anlamak zorunlu hale gelmektedir. 69 Dale Carnegie, Söz Söylemek ve Kendine Güvenmek, Çev: Nihal Akkaya, Ak Kitabevi, Dördüncü Baskı, İstanbul, 1975, s.269. 75 1.2.5.1. Sözlü İletişim İnsanoğlunun en geleneksel haberleşme yöntemi olarak değerlendirilen sözlü iletişimin, kitle iletişim araçlarının bulunmadığı ya da bunlara çok güvenilmediği zamanlarda toplumların hayatında daha da çok önem kazandığı ifade edilmektedir. Aristo’nun ünlü bir sözü, sözlü iletişim açısından son derece önemli bir noktayı vurgulamaktadır: ‘Akıllı insanlar her düşündüklerini söylemezler ancak her söylediklerini düşünürler’. Bu sözü konuşarak anlaşan kişilerin, sağlıklı iletişimde bulunabilmek için dikkate almaları son derece önemlidir. Bu doğrultuda başarıya ulaşan sözlü iletişimlerin üretken olduğu, insanların amaçlarına erişmesine, yararlı bilgileri kullanmasına, kendilerini daha mutlu hissetmesine yardımcı olarak yaşamın kalitesini yükselttiği ifade edilmektedir70. Uluslararası ilişkilerde çatışmaların çözümünde önerilen ilk kural olan ‘masada kal ve müzakerelere devam et’ kuralı, masada kaldıkça konuşma şansının artacağı ve konuştukça çözüme daha fazla yaklaşılacağı gerçeğine dayandırılmaktadır71. Uluslararası ilişkiler açısından geçerli olan bu kural, insan ilişkilerinin de temelini oluşturmakta ve yıkılmaması gereken en önemli köprünün iletişim köprüsü olduğunu gözler önüne sermektedir. Sözlü iletişim, ortak simgelerin en gelişmişi olan dil olgusu ile gerçekleşmektedir. “Dil, bireyin dünyayı algılayışında önemli rol oynar. Dilin yapısı grameri ve kavram dağarcığı- düşünce davranışlarımızı kesin bir biçimde belirlemese de, belli seçim eğilimlerimizi gösterir. Çünkü dil, dünyaya bakışımızın ve yaşantılarımızı yorumlayışımızın özel bir biçimidir”72. Dolayısıyla dil, bireyin kendini ve çevresini anlama ve anlamlandırmasında önemli bir rol oynamaktadır. Kişiler ürettikleri bilgileri dil yardımıyla birbirlerine aktararak anlamlandırmakta ve böylece iletişim kurmaktadır. Burada sesin tonu, hızı, şiddeti ve vurgusu ayrı bir önem kazanmaktadır. Buna bağlı olarak insanı öteki canlılardan ayıran temel özelliklerden birinin konuşma yetisi olduğu görülmektedir. Konuşma insanın yaşam sürecinin temel 70 Andrew Leigh, Michael Maynard, Kusursuz İletişim, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 1999, s.41. 71 Münir Arıkan, Nitelikli İnsan, Bilge Yayınları, Beşinci Baskı, İstanbul, 2004, s.156. 72 Haluk Gürgen, Örgütlerde İletişim Kalitesi, Der Yayınları:221, İstanbul, 1997, s.83. 76 dinamiklerinden, asal eylemlerinden birini oluşturmaktadır. Konuşmak; insanın gelişme sürecinde de nefes almak, beslenmek ve yürümek gibi birkaç ilk eylemden hemen sonra yaşanan ana eylemlerdendir. Yaşam, sözlerin dillendirilmesiyle başlamakta ve yine o şekilde bitmektedir. Biyolojik ve metafizik yapısının sürekliliği için insana gerekenlerin bir adım ötesinde konuşmak eylemi vardır. Çünkü konuşmak, yaşam sürecinin omurgasını oluşturan iletişim gereksiniminin asal eylemidir. Konuşmak, bütün insani ilişkilerin başlangıç noktasındaki eylem ve iletişimdeki sürekliliği sağlayan etken olarak değerlendirilmektedir. Yeryüzündeki her canlı türünün kendi aralarında bir iletişim düzeneği bulunmaktadır. Örneğin, hayvanların, koku, ses, hareket ya da dans ile anlaştığı, bu tür davranışların, canlıların bulunduğu ortamda kendi yaşamını ve neslini sürdürebilmek için geliştirdiği özellikleri oluşturduğu görülmektedir. Bütün bunların ötesinde kullanabilecekleri bir iletişim dizgesinin olmadığı ya da çok basit ve insanların geliştirdikleri dizgeleri asla geçemeyeceği ortaya çıkmaktadır. İletişim kurmanın en doğal yolu olarak değerlendirilen konuşma, ağız dışında burun, yutak, nefes borusu, akciğer ve daha fazlasını içeren son derece karmaşık ve sofistike bir mekanizma olarak ifade edilmekte, ortaya konan en anlamsız sözlerde bile, büyük ölçüde kontrollü ses ve havanın birleşiminin konuşmaya yol açtığı görülmektedir. Konuşma sadece ses çıkarmak değildir, kuşlar, hayvanlar, bebekler ses çıkarırlar, bununla birlikte bu, iletişim kurmanın bir başka yolu olmasına karşın, konuşma olarak nitelendirilememektedir73. İnsanların da buna benzer yalın iletişim dizgeleri bulunmaktadır. İnsanlığın ilk döneminde ateş, duman, ses, diğer canlılardan yararlanma biçiminde ilkel iletişim araçlarının kullanıldığı görülmekte, bunun yanında diğer canlılardan farklı olarak, jest, mimik, trafik işaretleri gibi insanların geliştirdikleri biraz daha karmaşık iletişim araçları da söz konusu olmaktadır. Ancak insanların kendi aralarında geliştirdiği iletişim düzeneğinin en gelişmişi ve en karmaşığı olan dilin diğer canlı türlerinde görülmediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. “Dil insanların düşündüklerini ve duyduklarını birbirlerine iletmek için 73 Ronald Carter, Language of Speech and Writing, GBR: Routledge, London, 2001, s.17. 77 geliştirdikleri, sözcük ve işaretlerden oluşan bir iletişim ve etkileşim aracıdır. Sesler, işaretler ve yazmadan meydana gelen dili öğrenme gücü insanın benzer canlılar arasında farklılaşmasını ve gelişmesini sağlamıştır”74. Gerçekten de iletişim denince akla ilk gelen kişilerarası iletişim ve bu amaçla en yaygın kullanılan bir araç olarak dildir. Dil, herşeyden önce kavramları belirten bir göstergeler sistemidir. Terminoloji, yapı, deyimler ve kültür öğelerini bir araya getiren toplumsal bir olgudur ki, kişisel olan konuşma onunla var olmaktadır. Zira herkes bir dili, kendi ana dilini konuşmaktadır. İletişim bağlamında dil bir anlam taşıyıcısıdır. Anlam ise iletişimin anahtarı, iletişim sürecinin odak noktasıdır75. Konuşma bir sanat olarak nitelendirilmektedir. Bu sanatı iyi icra edebilen kişilerin, diğerleriyle etkili ve başarılı ilişkiler kurdukları görülmektedir. Kişinin dış görünüşü ve beden dilinin yanı sıra konuşma biçimi, iletişim sürecinin özünü oluşturan anlaşmanın sağlanmasında etkili ve önemli bir öğedir. Dış görünüşü ve sözsüz mesajlarıyla zarif olarak nitelendirilebilecek bir kişi, kaba ve sert konuşma biçimi nedeniyle diğerleriyle iletişimsizlik sorunu yaşayabilmektedir. Konuşma, temelde başkalarına kişinin kendisini ve tüm yaşamını yansıtmaktadır. Sözlü iletişim biçiminin ve içeriğinin incelenmesi, toplumun uygarlık durumunu ve tarihini gözler önüne sermektedir. Tarih boyunca ve günümüzde, kişilerin kendilerini ve başkalarını anlamak, etkilemek, bireyi ve toplumu incelemek amacıyla sözlü iletişimde kullanılan dil üzerinde yapılan bilimsel araştırma ve çalışmalar halen devam etmektedir. Bu araştırmalar, tarihsel süreçte yaşanan değişme ve gelişmelere paralel olarak, sözlü iletişimde gelinen noktaları vurgulamaktadır. “Toplumları anlamak ve tanımak amacıyla Eski Yunan’da başlayan dile ilişkin ilk incelemelerden sonra, M.Ö. 5. yüzyıl ortalarında yayılmaya başlayan bilgecilik akımı (sofizm) dilin, kişilerarası ilişkilerdeki etkinliği ve önemi üzerinde durmuştur”76. Sözlü iletişim bireyin ve toplumun yaşam biçimini etkilediği gibi, toplumun kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal yapısına paralel bir gelişim çizgisi göstermektedir. Dil üzerinde araştırma yapanların çalışmalarında, içinde yaşadıkları toplumsal koşulların 74 İbrahim Ethem Özgüven, Bireyi Tanıma Teknikleri, Pdrem Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2002, s.1. Abdulkuddus Bingöl, “İletişim Bağlamında Mantık ve Dil”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:9, 1999, s.147. 76 Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, a.g.e., s.85. 75 78 izlerini bulmak mümkün olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, içinde bulunduğu doğal ve toplumsal koşullara uygun bir dili ortaya çıkarmakta ve her dilin içinde kişinin dünyaya bakış açısını ve düşünce yapısını oluşturan doğanın ve sosyal yapının bir kalıbı, modeli yer almaktadır. Dilin en temel özelliği, sürekli olarak değişme ve gelişme göstermesidir. Toplumların ortak iletişim aracı olan dil, çeşitli sosyal kesimlerden kaynaklanan sözcüklerle gelişip zenginleşmektedir. Dil insanların ayrıcalık belgesi olarak ifade edilmektedir. Dil yeteneğinin aynı zamanda insanın öteki varlıklardan ayrı olan yaratılışına, düşünme yeteneğine, yapıcılığına sıkı sıkıya bağlı bir konu olduğu görülmektedir. Konuşma dili son derece karmaşık, ancak o ölçüde ileri bir düzenin varlığını göstermektedir. Kişilerin simge yaratma ve bu simgeleri doğal ve sosyokültürel çevreyi açıklama ve anlamlandırma amacıyla kullanma becerisi ve yeteneğine sahip olduğu görülmektedir. Yaratılan bu simgeler olmaksızın iletişimin gerçekleşmesi zorlaşmakta, gerçekleşse de o anda mevcut olan kişi ve nesnelerle sınırlı kalmaktadır. Buna bağlı olarak kişilerin, simgeler sistemi aracılığıyla o anda mevcut olmayan kişi ve nesneler ya da somut olarak gözlenemeyen, algılama alanının dışında kalan sosyal gerçeğin boyutlarını zihinlerinde canlandırma olanağına sahip oldukları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. İletişimde kullanılan sözcükler, kişilerin, nesnelerin ve olayların kendilerini değil, onları temsil eden soyut simgeler olmakta, bu soyutlamalar sırasında simgeler aralarındaki benzerlik ve farklılıklara göre ayırt edilmekte, birleştirilmekte ve sınıflandırılmaktadır. Bunların ışığında dilin, bir tanımlama işlevinin olduğu kadar, bir sınıflandırma ve değerlendirme işlevinin de olduğu ifade edilmektedir. Sözlü iletişimde dolayısıyla konuşma dilinde bulunan simgeler ve kavramların, çevrenin algılanmasında ve anlamlandırılmasında çok önemli etkilere sahip olduğu görülmektedir. Çevreyle ilgili bakış açısı, değerlendirme ve anlamlandırmalar büyük ölçüde dilde var olan simgeler ve kavramlar ışığında oluşturulmaktadır. Kişilerde kavramların oluşması ve gelişmesi sürekli devam eden bir süreçtir. Kavramların oluşmasının çocukluk döneminde başladığı görülmektedir. Oluşan kavramların sonradan sözlü göstergeler ile simgeleştirilmesi sürecinde çocukların 79 çevreleri ile deneyimlerinin son derece önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı sözlü göstergeler ve bunların anlamları, oluşturdukları sosyokültürel çevreden soyutlanarak değerlendirilememektedir. “Simgesel etkileşim kavramına göre çevredeki şeylerin anlamları, kişilerin diğerleriyle etkileşimi sonucu oluşan sosyal ürünlerdir. Bu kuramda dikkatleri çeken bir diğer husus da, çocukların doğum sonucu sadece doğal çevrenin değil; aynı zamanda kültürün, yani anlamlandırma sisteminin de bir parçası olduklarıdır”77. Konuşma dilinde kullanılan sözcüklerin, dilin soyutlayıcı gücüne bağlı olarak kaynağını dili kullananların bireysel deneyiminden aldığı ve çevresi ile ilgili sınıflandırılmış düşünceleri dile getirdiği görülmektedir. Dolayısıyla, simgelerin anlamlarının, büyük oranda o dili konuşanların nesnelerle yapmış oldukları deneyim ve tecrübelerinin niteliğine bağlı olduğu belirtilmektedir. Dil, iletişim sürecinde gitmeye gereksinim duyduğumuz yere gitmemize olanak tanımaktadır. Bu, bir harita gibidir. Onun doğru bir biçimde nasıl kullanılacağını bilmek önemlidir. Kelimeler nadiren orada söylenecek olan her şeyi yakalamaktadır. Şefkatli bir dokunuş, ilgili bir bakış ve kişinin diğer sözsüz ipuçları, çok şey söylemektedir78. Bunun yanında sözlü iletişim anında geri beslemeye imkan vermektedir. Kişiseldir. Sözlü iletişim dil ve dil ötesi olmak üzere iki alt sınıfa ayrılmaktadır. İnsanların karşılıklı konuşmaları ve yazışmaları dille iletişim olarak değerlendirilirken, ses tonu, sesin hızı, şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı, duraklamalar, dolayısıyla sesin niteliği ile ilgili özellikler, dil ötesi iletişim olarak ifade edilmektedir. Dille iletişimde kişilerin ne söyledikleri, dil ötesi iletişimde ise nasıl söyledikleri ön plana çıkmaktadır. “İnsanların yaşadığı her yerde dil vardır; dilin kullanıldığı her yerde de konuşulduğu ve işitildiği için dilin temelini ses dünyası oluşturur”79. Bu açıdan bakıldığında sözlü iletişimde, mesajın içeriğinin yanı sıra iletiliş biçimi de önem taşımaktadır. İletişim esnasında kişinin ses tonu psikolojik durumunu yansıtmaktadır. Bu durumda ise, bireyin ne söylediğinin yanı sıra nasıl söylediği de önem kazanmaktadır. 77 Orhan Gökçe, a.g.e., s.101. ___ , “Interpersonal Communication Involves”, http://www.uh.edu/crc/intcomm.html, 16.02.2005. 79 Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev: Sema P. Banon, Metis Yayını, İstanbul, 1995, s.19. 78 80 1.2.5.1.1. Dilin Doğuşu İnsanın toplumsal varlığını diğer canlılardan ayırabilmesinin en önemli boyutunun üreteceği şeyi önceden tasarlayabilme yeteneği olduğu görülmektedir. Bu tasarım gücü dilde kendini göstermekte, dilsiz bir tasarlama gücü düşünülememektedir. “Piaget ilk sözcüklerin, ağzın söylenmek istenen nesnenin biçimini almasıyla çıkan seslerden oluştuğunu ileri sürmektedir”80.İlk insanların sözcük haznesinin de, ancak ağzın aldığı biçimlerin sayısı kadar sınırlı sözcükten oluştuğu sanılmaktadır. Fakat en ilkel insanlarda bile, toplumsal olarak kabul edilmiş anlamlara sahip olan seslerin ilk konuşma biçimini oluşturduğu görülmektedir. Bu seslere yapay olarak toplum tarafından birer anlam verildiği belirtilmektedir. Buna bağlı olarak sözcüklere yüklenen bu anlamların çoğu, kendiliğinden ya da rastlantısal olmaktadır. Konuşma toplumun belirli seslere yüklediği anlamları bellekte tutabilmeyi ve dizgesel bir biçimde kullanabilmeyi öğrenmek olarak ifade edilmektedir. Konuşma, insanın toplumsal olarak kabul edilmiş bir anlaşma olan dili, dolayısıyla toplumun kurallarını yeni kuşaklara öğretmesi demektir. Bir kurallar bütünü olan dil, bu özelliğinden dolayı, bu kuralları tasarımlayan toplumun kurallarını da bir ölçüde öğrenmeyi gerektirmektedir. Dili, bir başka deyişle insan tasarımını anlatabilme yeteneği olarak da ortaya koymak mümkündür. İnsanın maddi koşullarını yeniden üretebilme gereksinimini duymaması ve tümüyle kendi biyolojisine ve doğaya bağlı kalmakla yetinmesi durumunda, tasarım gereksinimini, dolayısıyla dili yaratma isteğini de duymayacağı ortaya çıkmaktadır. “İnsanoğlu doğayı sömürebilmek, önceden tasarlayarak var ettiği üretim etkinliğini sürdürebilmek ve bu üretim etkinliğini dizgesel biçimlere sokup en yüksek örgütlenmeyi elde edebilmek için, anlamlı ve toplumsal kabul görmüş bir yapıyı, yani dili oluşturmuştur81”. Dilin oluşumu ve zenginleşmesinin, toplumsal tasarımı ve onun bir sonucu olan etkileşimi daha köklü ve dizgesel biçimlerde kuşaktan kuşağa aktarabilme olanaklarını yarattığı görülmektedir. Özerk bir yapı kimliğine bürünen dilin, bir süre sonra etkileşimi, gelenekleri, deneyimleri, kısaca tüm kültürü aktarabilme aracı durumuna 80 81 Galip İsen, Veysel Batmaz, Ben ve Toplum, Om Yayınevi, 2.Baskı, İstanbul, 2002, s.172. A.g.e., s.173. 81 dönüştüğü gözlemlenmektedir. Bu aşamadan sonra dilin, toplumdan çıkan ve onu yansıtan bir yapı olmaktan ziyade, toplumu biçimleyen bir yapı görünümüne girmeye başladığı ifade edilmektedir. İnsanlar dille salt kalıtımsal olarak elde edilmiş bilgiyi hayvanlarda olduğu gibi biyolojik bir biçimde edinmemekte, gözlem yoluyla elde ettiği yaşam birikimlerini, akıl yürütmeyle zenginleştirerek birbirlerine iletmektedir. Dolayısıyla dil, sosyal yaşamın vazgeçilmez bir ortamı olduğu gibi, bunun yanında günlük yaşamın da yeniden üretilme ortamıdır. “Dil, insanın evrene açılmasını, evrenle ilişki kurmasını sağladığı kadar, insanın insanlığını kazanması, kendisi olması, kimliğini bulması ve kendi bilincine de varmasını sağlayan bir araçtır. Bu araç, sözlüklerde toplanan durgun, toplanmış, hasat edilmiş bir ürün değil, aksine canlı, hareketli bir etkinlik olarak anlaşılmalıdır. Bu yönüyle dil, insan zekasını besleyen ve onun gerçekleşmesini sağlayan, aklı ortaya çıkaran özelliklere sahip bir araçtır”82. Bu doğrultuda dilsiz bir toplumsal yaşam düşünülemediği gibi, dil olmaksızın bir düşüncenin üretilebilmesi de mümkün değildir. Tüm bunların sonucunda dilin, yaşamanın, toplumsal etki ve etkileşimin temel taşı olduğu görülmektedir. 1.2.5.1.2. İnsan Dilinin Özellikleri Toplumların kültürleri ve sosyal yapıları açısından birbirlerinden ne denli farklı olduğu düşünüldüğünde, dilin insan uygarlığı için önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Şu halde dil, bir toplumun hem yerel ölçekte hem de toplumlar arası ölçekte diğer insanlarla iletişim kurması için vazgeçilmez nitelikler taşımaktadır83. Dilin doğası konusunda yapılan araştırmalarda, dünyanın her yerinde kişilerarası iletişimin, ortak bazı özellikler gösterdiği bulunmuştur. Öte yandan konuşma dilinin, bu evrensel özelliklerin yanısıra, bazı özgün yerel özellikler de gösterdiği görülmektedir. Örneğin aynı dili kullanan kişilerin kendilerine özgü sosyal, kültürel, duygusal ve entellektüel sorunları anlama ve paylaşma oranları yüksektir. Çünkü herhangi bir sözcüğün kişi tarafından anlamlandırılması, içinde bulunan sosyo82 Ali Osman Özcan, İnsan İlişkilerinde Başarıya Giden Yol, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.267. 83 Ayhan Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Alfa Yayınları, Dördüncü Baskı, İstanbul, 2003, s.116. 82 kültürel bağlama göre farklılaşmaktadır. “Saussure, insan dili denilen iletişim aracını, iki ayrı kesimden kurulu olarak görmektedir: İnsanların gündelik olarak kullandıkları somut ‘kişisel söz’ ve bir dilin kurallarını içeren soyut toplumsal dil”84. Bu noktada, kişisel dil kullanımları birleşerek o dilin gözlenebilen kesimini oluşturmakta, bununla birlikte bu kullanımları yönlendiren düzenek, bütün olarak bir toplumun malı olmaktadır. Dolayısıyla kişisel sözün varlığı toplumsal dile bağlılık göstermektedir. Toplum bilimci gözüyle dil, kişilerin birlikte yaşamaları, anlaşabilmeleri ve dolayısıyla bir toplumu oluşturmaları açısından önemlidir, çünkü bir topluluğu topluma dönüştürmektedir. Bir toplumu millet yapan bağların en güçlüsü olması dolayısıyla da kişileri geçmişine, milletine, yurduna sıkı sıkıya bağlamakta, kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen dil, bireyi geçmişle gelecek arasındaki zincirin halkası durumuna getirmektedir. Dil, benlik duygusunu oluşturmak ve sürdürmek, fikir, duygu ve düşünce alışverişi yapmak ve dünyayla ilgili karşılıklı bir anlayış oluşturmak için soysal yaşamın son derece önemli temel aracı olarak değerlendirilmektedir85. İnsanların geçmişten bugüne dek birbirleriyle iletişim kurmak için el ve yüz hareketleri, ıslık çalma, işaret dili, tamtamlar gibi farklı yöntemler geliştirdikleri görülmektedir. Ancak bu tür yöntemlerin karmaşık iletişim örüntülerinin gerektirdiği bütün gereksinimlere karşılık vermesinin olanaklı olmadığı ifade edilmektedir. Gerçekte dil, tarihsel evrimi içinde giderek daha kompleks hale gelen çağdaş sosyal yaşamın ürünüdür. Dolayısıyla her dil, ait olduğu kültüre özgü kavram ve imgeleri anlamlı söz dizilişleri ile yansıtan sembollerden oluşmaktadır. Bu bağlamda dilin, bir kültürel kalıtın yeni kuşaklara aktarılması kadar, sosyal yaşamın sürekliliğinin sağlanması için de gerekli olduğu ifade edilmektedir. En etkili ve en gelişmiş iletişim aracının insan dili olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Doğal dillerin, yani insan dilinin dışında başka pek çok iletişim aracının varlığı da söz konusu olmaktadır. Bu özelliğiyle yalnız insanlara özgü olan 84 İsa Kayaalp, İletişimde İnsan Dili, Bilge Yayıncılık, İstanbul, 2002, s.64. Joseph P Forgas, Michelle Cromer, “On Being Sad and Efasive: Affective Influences on Verbal Communication Strategies in Conflict Situations”, Journal of Experimental Social Psychology, Volume 40, Issue 4, July 2004, s.516. 85 83 dilin benzersiz özelliklerini şöyle belirtmek mümkündür: Yer değiştirme Yer değiştirme özelliği, insan dilinin benzersiz özelliklerinden birisini oluşturmaktadır. Doğal dillerin dışındaki her iletişim dizgesinin, içinde bulundukları zamana gönderme yaptığı görülmektedir. Örneğin bir kedinin miyavlaması hangi koşulda, yerde ve zaman diliminde olursa olsun hep aynı sestir ve yalnızca içinde bulunduğu zamana gönderme yapmaktadır. Buna karşın insan dilinin, içinde bulunduğu zamana gönderme yaptığı gibi geleceğe ve geçmişe de gönderme yapma özelliğine sahip olduğu ifade edilmektedir. Tüm bunların yanında iletişim dizgelerinin yalnızca bulundukları yere gönderme yapabildikleri, kullanıldıkları yerin dışında bir yere gönderme yapamadıkları ortaya çıkmaktadır. Oysa insanların birbirleriyle iletişimde bulunmak için aynı mekanı paylaşmaları gerekmemektedir. Dünyanın herhangi bir yerindeki kişiyle İnternet, telefon, telsiz gibi sayıları giderek artan çeşitli iletişim araçları yoluyla anında iletişim kurulabilmektedir. İnsan dilinin bu gelişmişlik özelliği, tek bir yer ve tek bir zaman boyutunda iletişim kurmaktan çok daha kapsamlı olmaktadır. Dilin yer değiştirme özelliği, insanların düş dünyasını geliştirici bir etkide bulunmakta, gelecek için kimi öngörülerde bulunmasını sağlamaktadır. Nedensizlik İnsan dilinin bir başka benzersiz özelliği nedensizlik olarak belirtilmektedir. Nedensizlik, kullanılan dilsel birim ile bu dilsel birimin, kişinin gerçek ya da düş dünyasında gönderme yaptığı nesne arasında hiçbir mantıklı bağının olmaması olarak açıklanmaktadır. Kişinin ağzından çıkan ses imgesi ile bu ses imgesinin gönderme yaptığı nesne arasındaki ilişkinin bütünüyle rastlantısal olduğu dile getirilmektedir. Bu nedenle insan dillerinin (doğal diller) kuralsızlıklarla dolu olduğu görülmektedir. Bununla birlikte doğadaki seslere öykünülerek türetilmiş çeşitli sözcükler bulunmaktadır. Bunlara hemen hemen tüm dillerde rastlanmakta, ancak sayıları bir dilin sözvarlığının içinde son derece küçük bir yer tutmaktadır. Dildeki sözcükler ses imgesi ile onların gönderme yaptıkları nesneler ya da 84 olgularla bütünleşmektedir. Ses imgesinin yazılandırılmış biçiminin gösteren ve gösterilen olmak üzere iki bileşeni bulunmaktadır. Gösteren, ağızdan çıkan dilsel birim ya da ses imgesinin kendisidir, onun gerçek ya da düş dünyasında gönderme yaptığı nesne, insan, yer, olay ise gösterilen olarak yorumlanmaktadır. Anlam, gösteren ile gösterilen arasındaki sürtüşmeden oluşmaktadır. Biri, diğerine gönderme yapılarak açıklanabilmektedir. Anlamın soyut olması, değişik bağlamlarda değişiklik göstermesi, aynı şeyin değişik kişilerce farklı olarak algılanmasının temel nedenlerinden birisi, bu iki binleşen arasındaki ilişkinin sonsuzluğu olarak ortaya konmaktadır. Üretkenlik Sadece insan diline özgü bir başka özelliği üretkenlik oluşturmaktadır. Ancak gereksinim duyuldukça yeni sözcükler üretilmekte, kimi sözcükler de yine gereksinim duyulmadığı durumlarda, dilde ya az kullanılmaya başlamakta ya da tümüyle ortadan kalkmaktadır. Üretkenlik dilin söz üretme gizil gücüyle ilişkilidir. Konuşulduğu dilsel toplulukların gereksinimleri, yeni buluşlar, teknolojik gelişmelerin insan yaşamına getirdiği yeni kavramlar, yeni tüketim maddelerinin insan yaşamına daha çok girmesi, kültürel ve sanatsal alandaki yeni gelişmeler, yeni kavramlara ve yeni sözcüklere gereksinim doğurmaktadır. Bu nedenle diller bu gereksinimi karşılamak için kendi ses ve biçimleme kurallarına uygun olarak yeni sözcükler ve kavramlar üretmektedir. Dilin üretkenlik boyutundaki bir diğer noktası şöyle belirtilmektedir: “Ünlü dilbilimci Noam Chomsky'nin öne sürdüğü gibi, herhangi bir dilin, sözvarlığı açısından varsıl ya da yoksul olmasına bakılmaksızın, sınırlı sayıda sözvarlığı, yine sınırlı sayıda dilbilgisel kuralları vardır. Bu sınırlı sayıdaki kurallarla sınırlı sayıdaki sözcükleri bir makineye koyup o aygıtın kolunu çevirdiğiniz zaman sonsuz sayıda tümce elde edebilirsiniz”86. Bir başka şekilde ifade edilecek olursa, insanın belleğinde yer etmiş olan sözcükler ile bilinçsizce edinilmiş olan o dilin kurallarını birleştirerek sonsuz sayıda tümce üretmek olasıdır. Hatta kişinin daha önce hiç duymadığı bir tümceyi duyduğu zaman onu anlayabileceği gibi, daha önce hiç söylememiş olduğu bir tümceyi de aniden söyleyebildiği görülmektedir. Bu tümceler o dilin kurallarına göre benimsenebilir tümceleri oluşturmaktadır. İnsan dilinin bu çok önemli özelliği, kişiye 86 Veysel Kılıç, Dilin İşlevleri ve İletişim, Papatya Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.28. 85 dilde sonsuz anlatım olanakları sunmaktadır. Kültür Taşıyıcılığı Dille kültür arasındaki ilişkiye ışık tutulduğunda, dilin mi kültürü yoksa kültürün mü dili yarattığı konusunda farklı görüşlerin ortaya konduğu gözlemlenmektedir. Bununla birlikte her iki ifadenin de doğruluk payına sahip olduğunu belirtmek mümkündür. Kuşkusuz kültür, bir insan topluluğunun yaşama biçimi olarak alındığında önceliğin doğal olarak kültüre verilmesi gerekmektedir. İnsanların topluluk biçiminde yaşamaya başladıklarında, o topluluğu oluşturan bireylerin ortak bir biçimde uymaları, paylaşmaları gereken kimi kurallar, ilkeler, inançlar, ortak kullanılacak kamusal alanlar, ortak inançlar, görüşler gibi özellikler oluşturdukları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bunların içinde yer alan en önemli bileşenlerden birisini de dilin meydana getirdiği görülmektedir. Bununla birlikte, dilin oluştuktan sonra kültürün hep dilin egemenliğinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Dil ve kültür birbirini hem tamamlamakta, hem de karşılıklı etkilemektedir. Bir başka deyişle, biri diğerine gönderme yapılmadan açıklanamamaktadır. Kültürün dili yarattığı ölçüde, dil de kültürü yaratmaktadır. İkilik Özelliği/ Çift Eklemlilik Dillerin iki katmandan oluşacak biçimde tasarlandığı ifade edilmektedir. Buna çift eklemlilik de denilmektedir. Kişi konuştuğu zaman kullandığı katmanlardan birisi fiziksel düzeydir. Bu düzeyde tek başına bir anlamı olmayan birtakım sesler üretilmekte, bunun yanında bu tek tek seslerin belli bir bağlamda ve belli bir karışımda söylenmesi, başka bir düzeyde de anlamlı olan bir sözcüğü meydana getirmektedir. Seslerin farklı şekillerde bir araya gelmesi, anlamları farklı sözcükleri ortaya çıkarmaktadır. Böylece aynı zaman dilimi içinde bir düzlemde tek tek sesler üretilirken, öte yandan bir başka düzlemde de anlamlı sözcükler üretilmektedir. Buna karşın, hayvanların seslendirdikleri tek seslerdir. Bunların değişik karışımlarıyla anlamlı sözcükler üretmenin söz konusu olmadığı görülmektedir. Ayrıklık ilkesi Dil kesintisiz bir süreçtir. Ancak bu süreci oluşturan dilsel birimlerin, sınırları bellidir ve bunlar anlam açısından tek tek birimlerdir. Özellikle sesbilgisinde kullanılan sesler sınırları kesinlikle belli olan seslerdir. Bu seslerin karışımı ile 86 oluşturulan dilsel birimler aracılığı ile sürekli olarak iletişim sağlanmaktadır. Bu sözlü olarak algılanan, fiziksel olarak ayrı seslerin bir de yazıda harf olarak karşılıkları bulunmaktadır. Bir dilde ağızdan çıkan ses imgesinin izdüşümü olan bir harfi varsa, o ses dilbilimsel olarak belli, anlamlı ve bağımsız bir dilsel birim olarak yorumlanmaktadır. Dil ya da konuşmanın, duraksamasız bir süreç olduğu ifade edilmektedir. O dili konuşan kişiler bu süreci, sınırları belli, yine belli sayıda yani sonsuz olmayan ayrı parçacıklara indirgeyebilmektedir. Bu ayrı dilsel parçacıklar da genelde, dildeki sesbirime denk düşmektedir. 1.2.5.1.3. Dilin İşlevleri Dilsel işlevler değişik biçimde sınıflandırılabilmektedir. Dilin işlevinin yalnızca iki kişi arasındaki bilgi alışverişi, ya da birisinin bir başkasına ileti göndermesi, bilgi vermek ya da düşünceleri açıklamaktan ibaret olmadığı ortaya çıkmaktadır. Dil, bu sayılanların dışında çok önemli işlevlere sahiptir. Yine de bilgi aktarma bir başka deyişle göndergesel işlevinin, insan yaşamındaki birinci derecede ve en önemli işlevi olduğu ifade edilmektedir. Dilin işlevlerinin değişik biçimlerde sınıflandırıldığı görülmektedir. Yapılan tüm bu sınıflandırmalarda ortak noktaları göz önünde bulundurarak, dilin dört temel işlevinden söz etmek mümkündür. Bunlar sırasıyla şunlardır: Betimleme İşlevi Dilin iletişim ortamında alıcıya gerçek bilgileri aktarmak için kullanılan bir işlevidir. Karşıdaki kişilere gerçek dünyadaki olguların aktarılmasıdır. Bazı durumlarda konuşan kişinin yargısını da içermesine karşın gerçek olan bir durumun ifade edilmesini sağlamaktadır. Ayrıca doğal olaylar anlatılırken yine dilin betimleme işlevinden yararlanılmaktadır. Anlatım işlevi Konuşan kişinin duyguları, düşünceleri, ilkeleri, öncelikleri, önyargıları ve geçmiş deneyimleri konusunda bilgi verme işlevini yerine getirmektedir. Toplumsal İşlev Konuşma dili, kişilerarasında toplumsal ilişkilerin kurulması ve sürdürülmesini sağlamaktadır. Kişinin yaşadığı toplumda benimsenen birtakım kurallar, ilkeler, 87 inançlar çerçevesinde selamlaşma, hal hatır sorma gibi işlevleri yerine getirirken, çeşitli konulardan konuşarak toplumsal bir ilişkiyi başlatma durumunda da dilin bu işlevinin kullanıldığı görülmektedir. Toplumsal işlev dilin, bir bakıma içinde kullanıldığı bağlama gönderme yapan işlevidir. Karşılıklı görüş alışverişinde bulunmak ya da bilgi paylaşmaktan çok toplumsal bir bağlam ya da iklim oluşturarak ilişkilerin sürmesini amaçlayan dil kullanımı olarak da ifade etmek mümkündür. Örneğin telefonda konuşurken sıklıkla söylenen ‘evet’ sözcüğü, karşıdaki kişinin söyledikleri ilgi çekici olmasa da, dinlendiğini ve kendisine değer verildiğini simgeleyen bir rol oynamaktadır. Tüm bunların ışığında dilin bu işlevi, kişilerarası toplumsal ilişkileri belirlemek ve oluşturmak ya da sürdürmek biçiminde ortaya konmaktadır. Bu işlev seslenme, birisine hitap etme, konuşma biçimi vb. özellikleri içermektedir. Bunlar, soru soran ya da soruyu yanıtlayan kişilerin rolleri gibi toplumsal roller olarak ifade edilmektedir. Günlük konuşmaların toplumsal işlevin en yoğun kullanıldığı dilsel birimler olduğu belirtilmektedir. Bu konuşmaların çoğunun, toplumsal ilişkilerin sürmesini amaçladığı için, çoğunlukla hiçbir düşünce ve duygu içermeden yapıldığı ifade edilmektedir. Ayrıca kişilerin toplum içindeki ilişkileri, rol ilişkileri, toplumsal konumları dil kullanımını belirlemektedir. Çağrı İşlevi Dilin çağrı işlevinin tümüyle alıcı kaynaklı olduğu görülmektedir. Kişinin söylediği ya da yazdığı dilsel birimlerin, onu dinleyen kişide uyandırdığı etki ön plana çıkmaktadır. Konuşan kişi, kendi niyetini dil içinde dürülmeyerek dinleyiciye ulaştırmakta, bunu da doğrudan ya da dolaylı olarak yapmaktadır. Dinleyen kişinin bir tepkide bulunmasını sağlamak için, yine kendisi ile dinleyen arasındaki toplumsal konumu, o toplumdaki karşılıklı rol ilişkilerini de göz önünde bulundurarak o bağlama en uygun dilsel birimleri seçmektedir. Bu etkinin de dilin çağrı işlevini oluşturduğu görülmektedir. Dilin tüm işlevlerinin, sağlıklı ve etkili bir iletişimi gerçekleştirdikleri sürece var oldukları belirtilmektedir. Dilin bir bütün olarak temel işlevi iletişimdir. İletişim ana başlığı altında pek çok işlevinden söz edilebilmektedir. 88 Dilin işlevinin, dilin içinde var olan bir özellik olmadığı görülmektedir. “İnsanlara özgü olan işlevler, yine insanlara özgü bir imler dizgesi aracılığıyla ifade edilmektedir”87. Örneğin, bir bebeğin ağlaması, onun dilin anlatımcı işlevini kullandığını göstermektedir. Aslında bebeğin ağlamasının, tek başına bir dil olmadığı, içgüdüsel bir tepki olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Buna bağlı olarak işlev kavramının, dilden çok insanlara özgü bir özellik olduğu ortaya çıkmaktadır. Tarihsel açıdan değerlendirildiğinde, değişik çağlarda dil konusunda ileri sürülmüş kuramlara bakıldığında, bunların çoğunun anlamdan çok dilin biçimi üzerine odaklandıkları görülmektedir. “Çok eski çağlardan başlayarak insanların kendi dilleriyle, bir başka deyişle en etkili iletişim aracıyla ilgilenmeleri, kimi zaman birbirine koşut, kimi zaman da birbirlerinden ayrı olarak öz ve biçim konusunda yoğunlaştığı ortaya çıkmaktadır. Öz ile biçimin birbirinden kesin çizgilerle ayrılamayacağı, iletişimde öz ile işlev kavramlarının bir anlamda özdeşleştiği ifade edilmektedir”88. Dil, düşüncenin gelişmesinde, tanımlama, yorumlama, toplumsal normları ve değerleri zorlayarak çok boyutlu bir rol oynamaktadır. Dilin toplumsal özelliğinin yanında, onun bireysel olarak da bir kişinin yaşamının anlamı, kendisine özgü dili içinde bulmaktadır. Bu bağlamda dilin, insanın kişisel benliğini bulma konusunda önemli bir rol oynadığı görülmektedir. 1.2.5.1.4. Sözlü İletişimin Özellikleri Kenneth Burke, insanları bir dereceye kadar/kısmen sembol kullanan, sembolü yanlış kullanan hayvanlar olarak tanımlamaktadır. İnsan diliyle ilgili yapılan kuramsal açıklamalar doğrultusunda, sözlü iletişimin nasıl işlediğini ve yanlış anlamaların, dilin kötü bir biçimde kullanılmasının ve dilsel yargıların kişilerarası ilişkilerde sorunlara nasıl yol açabileceğini değerlendirmek mümkündür89. Konuşmanın en önemli işlevinin iletişim olduğu görülmektedir. İletişim işlevi, konuşmanın bilişsel işlevinin de varlığını vurgulamaktadır. Bireylerin zihinlerinin karşılıklı olarak işleyişi, bu iki işlev olmadan düşünülememektedir. Genel olarak, işaret sisteminin, linguistik özelliklerin ve simgelerin olmadığı bir iletişim, ilkel bir iletişim 87 Veysel Kılıç, a.g.e.,, s.17. A.g.e., s.20. 89 Terence A. Doyle, “Verbal Communication”, http://novaonline.nv.cc.va.us/eli/spd110td/interper/message/messageverbal.html, 25.01.2004. 88 89 olarak değerlendirilmektedir. Bu tür özelliklerin kesiştiği bir nokta olarak sözcük anlamı, dil ve düşünce arasındaki bağı oluşturmaktadır. Bu anlamın bulunmadığı, yalnızca anlatımcı hareketlerle yapılan bir iletişimin, ancak hayvanlar arasında geçerli olabildiği ifade edilmektedir. Buna bağlı olarak insan iletişiminin yalnızca işaretle yüklü olmadığı ve bu iletişim sisteminin asıl biriminin anlam olduğu ileri sürülmektedir. Belirli bir yaşantının akılcı ve amaçsal bir biçimde başkalarına aktarılması, sistemli bir aracı gerektirmektedir. Bu araç, insanın üretim sürecinde diğer insanlarla ilişki kurma zorunluluğundan doğan konuşmadır. Gerçek iletişimin, işaret kadar anlama da sahip olması gerektiği vurgulanmaktadır. Edward Sapir'in çarpıcı deyişiyle yaşantı dünyası (iletişimin yer aldığı ortam), simgelere ve işaretlere dönüştürülmeden önce önemli ölçüde basitleştirilmeli ve genelleştirilmelidir. Bu da sözcük anlamını oluşturmak demektir; yalnızca bu yolla iletebilmek mümkündür90. Bu yüzden kişilerarası iletişim, sözcük anlamının bir türevi olarak değerlendirilmektedir. Sözcük anlamının daha ileri basamakları, kavramlaştırma süreçlerini içermektedir. Kavramlar, anlamın ileri derecedeki genellemesidir; başka bir deyişle, somut anlamların soyutlanmış karşılıklarıdır. İnsan ilişkilerinin karmaşık ve rafine biçimlere ulaşabilmesinin, ancak insan düşüncesinin kavramlaştırılmış gerçeklikleri yansıtabilmesiyle mümkün olduğu ifade edilmektedir. Bu noktada sözlü dilin özelliklerine odaklanıldığında, sözlü dil, kişi tarafından söylenen ve kulağa yönelik bir iletişim aracı olarak nitelendirilmektedir. Sözlü dilde, dinleyen kişi konuşmanın herhangi bir yerinde konuşmaya katılabilmekte ya da katılmama tercihini kullanmaktadır. Konuşan kişi, ifade ettiklerini konuşma durumuna göre ayarlayabilmekte, değiştirebilmektedir. Dinleyenin tepkisini gözlemleyerek konuşmasını geliştirebilmektedir. Konuşma diline dayalı iletişimde karşılıklı etkileşimin önemli olduğu görülmektedir. Konuşan kişinin dile getirdiklerinde anlaşılmayan noktalar ya da bütünüyle anlaşılamayan durumlar söz konusu olabilmekte, ancak bir süreç olarak devam eden karşılıklı konuşmada belirsiz kalan pek çok durum, konuşma bağlamı 90 Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.186. 90 içinde anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla bu noktada dinleyen kişi, bir çok eksik kalan durumu konuşma bağlamından çıkararak, konuşanın boşluklarını doldurarak söylenenleri anlamaya çalışmaktadır. Sözlü iletişimde dinleyen kişinin konuşulanları algılama sırasında gösterdiği davranışların, konuşan kişi için bir ipucu oluşturduğu görülmektedir. Göz temasının süresinden başının nasıl sallandığına kadar çeşitlilik gösteren iletim biçimlerinin, konuşmayı destekleyici rol oynadığı ortaya çıkmaktadır. Konuşma sırasında yapılan davranışların, mesajın anlamına katkısı bulunmaktadır. Zira, sözlü iletişimi ses tonu, mimik, bedensel davranışlar gibi diğer göstergelerle destekleme eğiliminin, insanın genel özelliklerinden olduğu belirtilmektedir. Sözcük, bedensel davranış gibi her anlamlı yapının kullanıldığı bağlama göre, bir değeri söz konusu olmaktadır. Konuşan kişi, dinleyicinin jest ve mimiklerine bağlı olarak mesajına yön verebilmekte ya da mesajını değiştirebilmektedir. Bir söylemdeki eksiklikler ya da yanlış anlamalar, ses tonuyla, mimiklerle ya da yeniden söylenerek düzeltilebilmektedir. Bunun yanında, karşıdaki kişi algıladığının doğru olup olmadığını kontrol amaçlı sorular sorarak, sağlıklı iletişimin gerçekleşmesine yardımcı olabilmektedir. “Vurgulama, yineleme, tonlama, yavaşlatma, hızlandırma, yükseltme, alçaltma hatta susma gibi sessel özellikler dile ait seslemeden doğan anlam yaratıcı yönleri belirtmektedir”91. Bu noktada kullanılan sözcüklerin anlamını etkileyen bürünsel (prosodic) kodlar söz konusu olmaktadır. Alçaltma ve yükseltme ile vurgulama başlıca bürünsel kodları oluşturmaktadır. Bunun yanında konuşmacı hakkında enformasyon aktaran dil-ötesi (paralinguistic) kodlar da bulunmaktadır. Ses tonu, ses yüksekliği, aksan, konuşma hataları ve konuşma hızı, konuşan kişinin duygusal durumunu, kişiliğini, sınıfını, toplumsal konumunu, dinleyiciye nasıl baktığını gösteren ipuçlarını vermektedir92. Sesli-sesli olmayan ve dilsel-dilsel olmayan bildiri türlerinden oluşan dört tür anlatım biçimi ortaya konmuştur. Bu anlatım biçimleri her türlü iletişimde kullanılan tüm anlatım türlerini içermektedir93: 91 Doğan Günay, Dil ve İletişim, Multilingual Yayınları, İstanbul, 2004, s.101. John Fiske, İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev: Süleyman İrvan, Bilim ve Sanat Yayınları, İkinci Basım, Ankara, 2003, s.97. 93 Doğan Günay, a.g.e., s.248. 92 91 - Sesli-sözel (jr. vocal-verbal): Dilsel birim olarak sesbilimsel sözcükler. - Sesli sözel olmayan: Titremleme (jr. intonation), sesin niteliği, tumturak (jr. emphase) - Sesli değil-sözel: Dilbilimsel birim olarak yazılı sözcük, grafiksel yazı. - Sesli değil-sözel değil: yüz anlatımı, jest, davranış. Bütün bildiriler bu öğelerden biri ya da birkaçı bir arada kullanılarak oluşturulmaktadır. Ancak insanlar, her türlü iletişim biçiminde bu dört türden birini kullanmak zorundadır. Sesli-sözel anlatımda kişilerin ne söyledikleri bulunabilir, seslisözel olmayan ya da sesli değil-sözel değil anlatımda ise söylediklerini nasıl söyledikleri ortaya çıkar. Günlük yaşamda kişilerin ne söylediği yerine nasıl söylediğinin arandığını düşünürsek, sözlü dilin yanındaki diğer anlatım biçimlerinin yerini de görebiliriz. 1.2.5.1.5. Kişilerarası İletişimde Dilin Kullanımı Piaget'nin zihinsel gelişim kuramına göre, çocuk erken gelişim dönemlerinde benmerkezci bir bakış açısı içindedir. Kendisi dışındaki insanların da dünyayı kendisi gibi algıladığını ve anladığını düşünmektedir. Bu nedenle de çevresindekilerden, onun kendine özgü dilini anlamalarını beklemektedir. Bu durumun, çocukluk döneminin bir özelliği olarak değerlendirilmesine karşın, bu eğilimin bir kısmının yetişkinliğe de taşındığı görülmekte ve kişilerarası iletişim sürecinde çeşitli problemlerin yaşanmasına zemin hazırlamaktadır. İletişimin dille ya da dil-dışı ileti araçlarıyla gerçekleştirildiği görülmektedir. Dil-dışı araçlarla da yapılsa, iletinin, sonuçta dile dönüştürülebilir, dille ifade edilebilir bir ileti olması kaçınılmazdır. Bu nedenle, dilin her tür iletişimin taşıyıcısı olduğu ifade edilmektedir94. Bu bağlamda konuşma, kişilerarası iletişimde belli anlamlar yüklenmiş sembollerden oluşan, dil denilen bir sistemin kullanılmasıdır. İletişim, mesaj alışverişinin sürdüğü bir süreç olarak değerlendirildiğinde, insanlara özgü sözlü iletişimde yapılan da anlam alışverişidir. Aynı dili konuşan insanların karşılıklı bir fikirbirliği içinde belli anlamların yüklendiği çeşitli semboller ve sesler kullandığı 94 Ömer Naci Soykan, “Her Tür İletişimin Taşıyıcısı Olarak Dil Ya Da İletişim Açısından Olası Tüm Diller İçin Bir Sınıflama Önerisi”, Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Dergisi, Yıl: 19881989, Sayı:10, s.73. 92 görülmektedir. Bu sembollerin, dünyanın algılanmasında kişilerarası bir ortaklık kurma ihtiyacı ile geliştiği ifade edilmektedir. Dilbilimciler, dil ve dilin temsil ettiği gerçek arasındaki ilişkiyi harita ile bölge arasındaki ilişkiye benzetmektedir. Burada bölge gerçeği temsil ederken, harita da bu gerçeği sembolize eden anlamların yüklendiği bir araçtır. Dilin kendisi bir gerçek olmadığı, yalnızca anlam sembollerinden oluşan bir sistem olduğu için de kişilerarası ilişkilerde dilden kaynaklanan bazı sorunlar yaşandığı ortaya çıkmaktadır. Sözcüklere bakıldığında genellikle sözcüklerin çoğunun birden fazla anlamı olduğu, bunun yanında kişilerin sözcüklere yüklediği anlamlar için, bazı durumlarda sözlüklerin de yetersiz kaldığı görülmektedir. Kişi sözcükler hakkında gerek kendi deneyimleri, gerek başkalarının deneyimleri yoluyla bazı duygular, düşünceler ve yorumlar oluşturmaktadır. Sözcüklere yüklenen anlamlar kişiden kişiye değişebileceği gibi, aynı kişi için anlamların niteliği ve yoğunluğu da deneyimlere bağlı olarak değişebilmektedir. Örneğin, savaşın içinde yaşamış biri için savaş sözcüğüne yüklenen anlamlar ve bu sözcüğün uyandırdığı duygular savaş öncesine göre çok farklı olabilmektedir. Kısacası sözcükler ve ifadelerin, onları kullanan kişilerin kafasında dilbilimsel anlamlarını aşan anlamlarla donatıldıkları ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz zihnin işleyişi gibi, dilin kendi doğası da, sınıflandırmaları ve genellemeleri gerektirmektedir. Ancak sözcüklerin yalnızca genellenmiş semboller olduğunu ve kişinin bu sembollere verdiği anlamların da, o ana kadar öğrendikleriyle ve deneyimleriyle sınırlı olduğunu gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Aslında mükemmel bir sözel iletişim biçimi yoktur, çünkü dilin kendisi bir genellemeler sistemidir ve yetersiz bir iletişim aracıdır. Bu nedenle kişi, yaşama ilişkin varsayımlar oluştururken, dilin genelleme tuzaklarına düşerek yanılgıya uğrayabilmektedir. Buna paralel olarak, konuşulanı anlama da ancak çeşitli olasılık düzeylerinde gerçekleşebilen ve hiç bir zaman tamamlanamayan bir süreçtir. Sonuç olarak, dilin yetersizlik özelliği kolaylıkla kişilerin birbirlerini yanlış anlamalarına yol açabilmektedir. Kişiye düşen ise, hiçbir şeyin tam ve mükemmel olmadığı dünyada, 93 varolanı kendi adına daha iyi kullanmak; başka kullanıcıların ve kullanım farklarının olduğunu da unutmamaktır. 1.2.5.2. Sözsüz İletişim Kişilerarası iletişimin, yaşamın her alanında büyük önem kazandığı günümüzde, iletişim sadece sözel ifadelerden ibaret olmamakta, sözel ifadelerin yanı sıra sözsüz iletişim unsurlarına daha fazla önem verilmektedir. “İnsanlar 48.000 (bazı iddialara göre 125.000) yıl önce konuşma yeteneğini elde edinceye kadar beden ve yüz ifadeleriyle anlaşırlardı ya da kendi kendilerine ruh hallerini belki farkına bile varmadan, bu sessiz dille dışa vururlardı”95. Dolayısıyla ilk çağlardan beri Aristo, İbni Sina gibi düşünürlerin büyük önem verdiği beden ve bedene ait unsurların, karakter tahlillerinde vazgeçilmez öneme sahip oldukları görülmektedir. Sözsüz mesajlar, kişiliğin yorumlanmasında yol gösterici olmaktadır. Oxford Üniversitesinden Micheal Argyle’e göre, sözsüz sinyaller kişilikler arası ilişkiyi sağlarken, sözel iletişim; dışsal olaylar üzerindeki iletişimi yerine getirdiği belirtilebilir. Beden dilinin öğreteceği şey, kendi bilinçaltınızla konuşabilmektir, işte tam da bu yüzden beden dili çok güçlü bir iletişim aygıtıdır. Bir insanla ilk karşılaştığımız anda ilk izlenimi yaratmakta en önemli etken beden dilidir96. ‘Sözsüz’ kavramını tanımlamak için, 1972’de Laver ve Hutcheson tarafından ortaya konan iki önemli ayırımı incelemek gerekmektedir; sözlü ve sözsüz, ve sesli ve sessiz. Sesli davranış konuşmanın tüm yönlerini/boyutlarını göstermektedir, bir başka deyişle ses tonu, konuşmanın hızı ve vurgular gibi sözlü ifadelere eşlik eden ve kullanılan gerçek dil, buna karşın sessiz davranış ise, yüz ifadeleri, jestler ve vücut hareketleri gibi iletişimsel işleve sahip tüm diğer aktiviteleri göstermektedir97. Sözlü davranış öte yandan, sadece kullanılan dil ve kelimeler anlamında değerlendirilirken, sözsüz davranış yukarıda tanımlanan anlamda sözlü olmayan tüm sesli ve sessiz davranışları göstermektedir. Böylece, bir kişinin söylediklerinin sözlü içeriği bir yana, 95 Reha Oğuz Türkkan, İkna ve Uzlaşma Sanatı, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 2004, s.95. 96 Judi James, Beden Dili, Olumlu İmaj Oluşturma, Çev: Murat Sağlam, Alfa Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 1999, s.47. 97 Owen Hargie, Christine Saunders, David Dickson, Social Skills in Interpersonal Communication, Brookline Books, Second Edition, Cambridge, 1987, s.9. 94 anlam alışverişi ses tonu, konuşmanın hızı, volümü ve ses perdesi (intonation) yoluyla gerçekleşmektedir. Konuşmanın sözsüz yönlerine ek olarak, bilgi geniş ölçülü vücut hareketleri yoluyla iletilmekte ve alınmaktadır. Sözsüz iletişim, iki kişi arasındaki mesafeyle başlamakta, duruş, oturuş, giyim, kuşam, yüz ve bedenin biçimi, mimik, jest gibi değişik bir çok öğeden oluşan geniş bir yelpaze içinde sürdürülmektedir. Sözsüz iletişimde insanın içinde bulunduğu alan; bu alan içinde yapılan hareketler baş, el, kol hareketlerinin oluşturduğu jestler; yüzün farklı ifadeleri yani mimikler rol oynamaktadır. Buna bağlı olarak, sözsüz iletişimde iletinin hareketlerden oluştuğu görülmektedir. Bu hareketlerin bir bölümü içgüdülerden, dürtülerden kaynaklanmakta, bir bölümü de öğrenilmekte ve taklit edilmektedir. Kişilerarası iletişimde başvurulan simgesel kodlar içinde sözsüz olanlar, çoğu kez bilincinde olmaksızın, bununla birlikte kaçınılmaz olarak sürekli kullanılmaktadır. Beden dili ile kişinin kendi bilinçaltı ile iletişim kurabilmesi mümkün olmaktadır. Karşılaşılan kişiler üzerinde ilk izlenim yaratmada beden dilinin önemli bir etken olduğu görülmektedir. Kişiler söylediklerine göre değil, görünüşlerine göre yargılanmakta, bu yargıda çoğunlukla bilinçaltı ön plana çıkmaktadır. Yargılar analiz edildiğinde, önyargılara ve varsayımlara dayandığı ifade edilmektedir. Sözsüz mesajlar sözlü mesajları pekiştirebilmekte, düzenleyebilmekte ya da sözlü mesajlarla çelişebilmektedir. Bu nedenle iletişimin sözel olmayan unsurlarının sözlü unsurlardan daha önemli olabileceği sonucuna varılmaktadır. İletişim sürecinde karşıdaki kişinin gönderdiği sözsüz mesajlar, verilecek karşılığa ya da belirli bir durumda oynanacak role ilişkin karar verme esnasında sık sık kullanılmaktadır. Davranışların sözcüklerden daha yüksek sesli olduğu söylenebilmektedir. Sözsüz iletişim rastlantısal ya da planlı olarak ortaya çıkabileceği gibi, her iki durumda da sözel olmayan davranışlar, algılamayı ve verilecek karşılığı etkilemektedir. Teknik açıdan bakıldığında, algılama yeteneğinin ya da sezgilerinin kuvvetli olduğu söylenen kişilerin bu yeteneklerinin, aslında başkalarının sözsüz mesajlarını okuma ve bu sözsüz işaretleri sözlü mesajlarla karşılaştırma yeteneği olduğu görülmektedir. “Sözsüz iletişim toplumsal yaşamda insanın kazandığı ve kendine mal ettiği kişilik özelliklerini ve kendini kendine ve ilişkide bulunduğu diğer insanlara ifade stilinin bir parçasını anlatır. Bu anlatmada değerlendirmeler ve değerlendirilmeler 95 vardır. Bunları yaparken kişi kişilik özellikleri ve ifade stiliyle (expressive style) kendini ve diğerlerini kendine yönlendirir, alıştırır; kendini ve diğerlerini kontrol eder; kendi ve diğerleri hakkında düşünerek davranışını biçimlendirir; kendi hareketlerine dikkat gösterir ve hareketlerini kontrol eder; diğerlerinin hareketlerine dikkat eder; böylece kendini ilişki bağlamına ayarlar ve amaç gerçekleştirme, imaj koruma ve ilişki yürütmeyi sağlar. Dikkat edilirse, sözsüz iletişim hem kişilerarası hem de kişinin kendisiyle olan iletişiminde yer almaktadır”98. Uzun yıllar kişilerarası iletişimin temelini konuşmanın oluşturduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. İletişimin doğası ile ilgili bu yanılgının, kişinin işitme ile birlikte en çok gelişmiş olan görsel kanallar aracılığı ile açımladığı sözsüz iletişim kodlarına gereken önemin verilmemesine neden olduğu ortaya çıkmakta, sözsüz iletişimle ilgili bilimsel araştırmaların son dönemlerde gerçekleştirildiği görülmektedir. Beden dilinin teknik olarak incelenmesinde, Charles Darwin’in 1372’de yayınlanmış olan ‘İnsanlarda ve Hayvanlarda Duyguların İfade Edilmesi’ adlı eseri, sözsüz iletişim alanındaki en önemli eserlerden biri olarak kabul edilmektedir. Bu kitabı takiben yüz ifadeleri ve beden diliyle ilgili modern çalışmaların gerçekleştirildiği ve bugüne kadar Darwin’in gözlemlerinden pek çoğunun, çeşitli araştırmacılar tarafından doğrulandığı ortaya çıkmaktadır. Elde edilen bir diğer bulgu da, yapılan çalışmalarda yaklaşık bir milyon sözel olmayan hareket ve işaretin kaydedilmesidir99. Sözsüz iletişimin kişide nasıl ortaya çıktığı ile ilgili pek çok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalarda sözsüz işaretlerin doğuştan gelme, sonradan öğrenilme, genetik olarak aktarılmış ya da başka bir şekilde edinilmiş olup olmadıklarını ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. Sözsüz işaretleri görsel veya işitsel yollardan öğrenmeleri mümkün olmayan kör ve sağırların, dünyanın çeşitli bölgelerinde pek çok farklı kültürdeki davranışların ve maymunların gözlenmesinden, pek çok kanıtlara ulaşılmıştır. Araştırma sonuçları bazı davranışların bu kategorilere girdiğini göstermektedir. Örneğin çoğu primat bebeğin doğar doğmaz emme becerisine sahip olması, bu davranışın doğuştan gelme ya da genetik olduğunu göstermektedir. Kör ve sağır 98 99 İrfan Erdoğan, İletişimi Anlamak, Erk Yayınları, Ankara, 2002, s.203. Allan Pease, Beden Dili, Çev: Yeşim Özben, Rota Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2002, s.10. 96 çocuklar gözlemlendiğinde, bu çocuklardaki gülümseme yeteneğinin de öğrenme veya taklit etmeden bağımsız olarak geliştiği ve bunun da doğuştan gelme bir davranış olması gerektiği sonucu elde edilmektedir. Her kültürde duyguları göstermek için aynı temel yüz hareketlerinin kullanıldığı ve buna bağlı olarak da bu davranışların doğuştan geldiği sonucu ortaya çıkmaktadır. “Charles Darwin, kolları kenetlemenin savunma anlamında evrensel bir işaret olduğunu söylemektedir”100. Bazı davranışların kültürel olarak öğrenilen ve alışkanlık halini alan davranışlar ya da genetik davranışlar olup olmadığı konusunda tartışmaların sürdüğü görülmektedir. Bununla birlikte, sözsüz temel davranışların çoğunun sonradan öğrenildiği ve çeşitli hareket ve davranışların anlamının kültürel olarak belirlendiği ifade edilmektedir. Araştırmalara göre, yaş ve cinsiyet gibi değişkenlerin beden dili üzerinde etkisi olduğu belirtilmektedir. Yaş ilerledikçe jest ve mimiklere ait sözsüz işaretlerin daha iyi anlaşıldığı, bununla birlikte yüz ifadelerinin değerlendirilmesinde yaşın önemli bir etkisinin olmadığı görülmektedir. Cinsiyet de sözsüz mesajların değerlendirilmesinde, rolü olduğu anlaşılan bir değişkendir. Yetişkin bayanların her iki cinsiyetteki farklı yaş grupları arasında beden dilini anlamaya en yatkın olan kesim olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sonucun bayanların yetiştirilme tarzından kaynaklanabileceği ileri sürülmektedir. Bayan cinsiyetinden beklenen ilgi ve şefkat gösterme rolünün erkeklere göre daha önemli olarak görülmesi, bu durumu ortaya çıkarmaktadır. Bu ise, sözsüz mesajların algılanmasında büyük duyarlılık meydana getirmektedir. Ortaya atılan bir başka görüş ise, bayanların insan ilişkileri açısından daha duyarlı olmalarının, sözsüz mesajları algılamalarında motivasyonlarını arttırmasıdır. Çünkü iletişim sürecinde alıcının mesajları almak için daha duyarlı ve yüksek motivasyona sahip olması, sözsüz mesajların alınma oranını yükseltmektedir. Cinsiyetler arasında iletişimin farklı boyutları önem kazanmaktadır. “Erkekler sözlü iletişime daha çok önem verirken, kadınlar için sözsüz iletişimi de kapsayan iletişimin görsel yönü önemlidir. Cinsiyet mesajların alınmasında en önemli faktör değildir. Her iki cinsiyet içinde, insan ilişkilerinde bilişsel becerileri daha üstün olanlar, 100 İzzet Necip, Sözsüz İletişim, Bilge Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2003, s.57. 97 mesajları daha iyi algılamaktadırlar. Bayanların sözsüz iletişim yetenekleri, sahip oldukları statü ve değerlerden çok kişilerarası bilişsel becerilere dayanmaktadır”101. Kişilerin kullandıkları sözsüz mesajların, başkalarının kendilerine olan bakış açısını ve insanlarla olan ilişkilerini etkilediği görülmektedir. Sözsüz iletişimin kişilerarası ilişkilerdeki rolü, ‘Denge Teorisi’ ile açıklanmaktadır. Denge teorisi, kişilerarası iletişim sürecinde kişilerin birbirlerinden belirli davranışları beklemeleri üzerinde odaklanmaktadır. Beklentiler karşılandığı takdirde, sözsüz işaretler karşılıklı olmakta, beklenen ile sunulan veya yorumlanan davranış arasında çelişki olması durumunda ise, yakınlık dengesini yeniden kurmak gerekmektedir. Örneğin, kişinin beklenenden farklı olarak başkasına fiziksel anlamda çok yaklaşması durumunda, yaklaşılan kişi karşısındakinden belirli bir mesafe uzaklaşarak dengeyi yeniden kurmaktadır. Bu teoriye göre, benzer iletişim becerileri olan kişiler, ilişkilerinden daha fazla memnuniyet duymaktadır. “Denge Teorisi, bireylerin insan ilişkilerinde, düşüncelerinde ve duygularında bilişsel bir tutarlılık veya denge sağlamaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Tutum değişikliğinin temel nedenlerinden birisinin bu olduğuna inanılmaktadır”102.Örneğin, hakkında olumsuz düşüncelere sahip olunan bir kişiye ihtiyaç duyulması durumunda, bu uyumsuzluktan ötürü sonunda o kişiden hoşlanılmaya başlanmaktadır. Sözsüz iletişimin önemli bir bölümünü oluşturan görsel kodların kullanımı, insanın iletişim tarihi kadar eskiye dayanmaktadır. İlkel ve geleneksel toplumların insanının, gerek günlük uygulamalarda gerekse de din kökenli törenler için son derece yetkin görsel kodlar geliştirdiği görülmektedir. Toplumların yaşam biçimlerindeki değişiklikler, kişilerarasındaki ilişkileri etkilemekte, değişen yaşam biçimlerine paralel olarak, sözlü ve sözsüz iletişim biçimlerinde de farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Toplumdaki üretim, düşünce ve yaşam biçimi, birbirlerini karşılıklı olarak etkileyerek birlikte değişime uğramakta, bu değişim de konuşulan dilin, selamlaşma şekillerinin, sözsüz iletişimde kullanılan araçların değişmesine yol açmaktadır. 101 Ersin Altıntaş, Devrim Çamur, Beden Dili/ Sözsüz İletişim, Aktüel Basım Yayın, Birinci Baskı, İstanbul, 2004, s. 60. 102 Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, İkinci Basım, Ankara, 2003, s.202. 98 1.2.5.2.1. Sözsüz İletişimin Özellikleri Sözsüz iletişimin kişilerarası iletişim sürecinde iki önemli işleve sahip olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi sözsüz mesajlarla birtakım anlamların iletilebilmesidir. Örneğin, karşıdaki kişiyle araya konan mesafe, o kişiyle olan dostluk düzeyinin bir belirtisi olarak görülmekte, başın sallanmasıyla bir görüşün onaylandığı ifade edilmekte, yakaya takılan rozet kişinin mesleğini göstermektedir. Sözsüz iletişimin ikinci işlevini ise, sözlü iletişimi desteklemesi ve onun akıcılığına katkıda bulunması oluşturmaktadır. Kişi konuşarak ifade ettiği görüşünü, yüzünü ve bedenini kullanarak desteklemekte, daha anlamlı hale getirmektedir. Onu dinleyen kişi ise, yine ortaya koyduğu sözsüz mesajlarıyla konuşana geribildirim vermektedir. Buna bağlı olarak dinleyicinin konuyla ne kadar ilgili olduğu, söylenenleri anlayıp anlamadığı konusunda birtakım ipuçları elde edilmektedir. “Sözsüz iletişim alemi; sözlü ifadenin anlamını mükemmelleştiren ve tamamlayan iradi (istemli) ve gayri iradi (istemsiz) işaretler bütünüdür”103. Bu noktada kişilerarası iletişim sürecinde önemli işlevlere sahip olan sözsüz iletişimin özelliklerini ise şöyle ortaya koymak mümkündür: İletişimsizliği Olanaksız Kılma Kişilerarası iletişimin temel unsurlarından birini mesajların sözlü ve sözsüz nitelikte olması oluşturmaktadır. Dolayısıyla iki kişinin bulunduğu bir ortamda, aralarında sözlü iletişim kurulmasa da, kişilerin davranışları, duruşları, aralarındaki mesafe, yüz ifadeleri gibi sözsüz mesajları, bir açıdan sezgi düzeyinde nasıl bir insan oldukları ya da o ortamda ne tür duygular taşıdıkları konularında ipuçları vermektedir. Suskunluk bile karşıdaki kişiye belli mesajlar iletmektedir. Karşınızdaki insana bir soru sorduğunuz zaman size yanıt vermeme şansı yoktur. Yanıtlarını dile getirmeseler bile yüz ifadeleriyle, beden dilleriyle ya da bakışlarıyla bir yanıt vereceklerdir104. Kişilerarasında ortaya çıkan iletişim kopukluklarının temel nedenini, bu türden iletilerin yeterince değerlendirilememesi oluşturmaktadır. Tüm bunların ışığında sözsüz iletişim ve beden dili, iletişim kuramamayı imkansız hale getirmektedir. 103 İzzet Necip, a.g.e., s. 27. Peter Thomson, İletişimin Sırları, Çev: Metin Yurtbaşı, Arion Yayınevi, 1. Basım, İstanbul, 2002, s.34. 104 99 Duygu ve Coşkuları Dile Getirme Rosenfeld tarafından gerçekleştirilen bir araştırma sonucunda derse hazırlıklı gelen öğretmenlerin yüz ifadeleri, konuşmadaki etkinlikleri, gülümseme biçimleri, jest ve mimikleri gibi davranışlarının derse hazırlıksız gelen öğretmenlerin ayni davranışlarına oranla yaklaşık iki kat daha etkili olduğu bulunmuştur. Kimi zaman, insanların duygularını anlamak gerçekten zordur. Kendilerine soramazsınız, çünkü ne hissettiklerini çoğunlukla söylemek istemezler; söylemek isteseler bile, çoğu kez duygularını kendileri de pek bilemezler. Bu kişilerin kafalarının içine girip ne hissettiklerini öğrenemeyeceğimize göre, yüz ifadelerine, beden belirtilerine bakarak, o anda nasıl bir duygu içinde olduklarını anlamaya çalışırız. Bilişsel iletilerin aktarılmasında temel araç olan konuşma dili, duygu ve coşkuların ifade edilmesinde çoğu durumda yetersiz kalmaktadır. Konuşma dilindeki sözcükler genelde içerik bilgisi taşımakta, sözsüz iletişim ise duygusal bilgiyi dışavurmaktadır. Jestler ve mimikler kişinin içinde bulunduğu duyguların en etkili biçimde açığa çıkmasını sağlamaktadır. Bir bakış, bir dokunuşla sevginin ifade edilmesi, ard arda sıralanan sevgi sözcüklerinden çok daha etkili olmaktadır. Kişinin el, kol ve bacak hareketleri, hatta parmaklarının hareketi bile içindeki gerçek duyguları yansıtmaktadır. "Pek çok insan bedenlerinin bir dili olduğundan; konuşabildiğinden haberdar bile değildir. Kelimeler sizi kandırabilir ama beden asla yalan söylemez”105. Kişilerarasındaki İlişkileri Tanımlama Ses tonu, bedenin duruşu, araya konan mesafe gibi sözsüz iletişim ögeleri, ilişkilerin nasıl anlaşılması gerektiğini belirlemektedir. Bu türden iletiler ikincil ilişkilerde birbirini tanımayan kişiler açısından olduğu kadar, birincil ilişkilerde de oldukça önemlidir. Çünkü ilişkilerin biçimi ve yönü hakkındaki tanımlama, o anki iletişim biçimini ve gereğini de etkilemektedir. Her zaman canayakın davranan, sıcak ve sevecen bir tonla konuşan kişinin, resmi bir tavırla konuşmasından ve el sıkmasından, ya bulunulan ortamın gereklerine 105 David J. Lieberman , Kimse Size Yalan Söyleyemez, Türkçesi: Sinem Sonuvar, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.22. 100 uygun olarak böyle davrandığı sonucu çıkarılmakta ya da içinde bulunduğu ruhsal durumla bağlantılı olarak ilişkilerini nasıl belirlemek istediğini açıklamaktadır. Sözel İçerik Hakkında Bilgi Verme Sözsüz iletişim genellikle sözlü iletişimin yorumlanmasında, bir başka deyişle sözel iletilerin anlamlandırılmasında ipuçları vermektedir. Aynı sözel içeriğin değişik tonlarda ya da değişik bedensel hareketlerle ifade edilmesi, değişik anlamları ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu durumun, kişilerarasında iletişim sürecinde belirlenmiş ya da belirlenmekte olan ilişkilerle yakından ilgili olduğu görülmektedir. Sözsüz iletişimin ilişkilerin ve sözlü iletişimin içeriğinin nasıl anlaşılması gerektiğini bildiren bu özelliği, üst iletişim sağlama özelliği olarak açıklanmaktadır. Güvenilir Mesajlar Sağlama Sözsüz iletişim biçimlerinin genelde sözlü mesajların desteklenmesi ve pekiştirilmesi biçiminde kullanıldığı görülmektedir. Bazı durumlarda kişilerin gerçek duygu ve düşüncelerini dile getiremedikleri, kastedilenden çok farklı sözler ortaya koydukları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bu durumda belli bir konuda kişilerin gerçek duygu ve düşünceleriyle ilgili olarak sözsüz mesajların, sözlü mesajlardan daha güvenilir olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle söylenenlerin gerçekliğini yakalamak için, bu türden mesajlara her zaman bilinçli olmasa da dikkat edilmektedir. Bir bakış ya da suskunluk, çoğu durumda sözlerden daha güvenilir anlamlar ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, sözsüz mesajların belirsizlik taşıdıkları da görülmektedir. Sözsüz iletişimin duyguları belirtmesi, bu belirsizliğin kaynağını oluşturmaktadır. Belli bir ortamda suskunluğu gözlemlenen kişinin bu davranışının, çekingenlik, saygılı olma, yorgunluk ya da ilgisizlik gibi nedenlerin hangisinden kaynaklanmış olabileceğini öğrenebilmek için, ortam koşulları ve diğer sözlü ve sözsüz mesajlarının birlikte incelenmesi gerekmektedir. Kültüre Göre Biçimlenme Konuşma ve yazı dili ile kıyaslandığında sözsüz iletişim biçimlerinin daha evrensel bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Anlamları açısından benzerlikler bulunmasına karşın, her toplumun kültüründe sözsüz iletişim ögeleri dağarcığı ve bu dağarcığın kullanım biçiminin kendine özgü olduğu ifade edilmektedir. Örneğin gülme davranışı kişinin sevincini, bir şeyi komik bulmasını yansıtma açısından evrensel bir 101 davranış olmakla birlikte, kimin nerede ve nasıl güleceği kültürel olarak belirlenmektedir. Çift Anlamlılık Çoğu durumda kişinin sözlü ve sözsüz mesajları, birbiriyle çelişen, farklı anlamları vurgulamaktadır. Sinirli olan kişinin ses tonu, yüz ifadesi ve bedeni, kızgınlık duyguları yansıtan mesajlar gönderdiği halde, sözlü mesajları tamamen farklı bir içerik ortaya koyabilmektedir. Sözlü ve sözsüz mesajlar arasındaki bu çelişki, her zaman bu şekilde belirgin olmamaktadır. Kişi bazen çeşitli sebeplere bağlı olarak, olduğundan ya da hissettiğinden farklı görünmeye çalışmaktadır. Bu çelişkileri kendinde ve başkalarında yakalamasını öğrenen kişinin, insan ilişkilerinde daha güçlü bir duruma geçmeye başladığı ve diğer kişilerle daha derin ilişkiler kurma olanağına sahip olduğu görülmektedir. Belirsizlik Sözsüz iletişimde belirsizlik derecesinin yüksek olduğu sonucuna varılmaktadır. Karşıdaki kişinin gönderdiği sözsüz mesajların pek çok anlamı olabilmekte, bu anlam seçeneklerinden hangisinin doğru olduğunu anlamak için, sözlü mesaja başvurmak gerekebilmektedir. Sözsüz iletişimin gerçek duyguları daha iyi yansıtabilmesine karşın, değişik yorumlara açık olması, kısa bir sürede belirli bir yorumu benimseyip her şeyin anlaşıldığı sonucunun çıkarılmasının doğru olmadığını vurgulamaktadır. Ses tonunun, yüz ifadelerinin, bedenin gergin ya da gevşek oluşunun, duruş ve oturuş konumunun, jestlerin kişinin iç aleminin belirtileri olarak ele alınması, ancak bunlardan çıkarılan anlamın belli bir zaman süresi içinde başka gözlemlerle karşılaştırılması son derece önemlidir. 1.2.5.2.2. Sözsüz İletişimin Bölümleri Bir terapist psikolojik bir durumda yardım olarak beden dilini kullanmaktadır: Karşıdaki kişinin oturuş biçimi, odanın içinde nerede oturduğu, gözlerini nasıl kullandığı gibi. Bir işadamı görünümde belirli ilişkileri korumak ve sürdürmek için beden dilini kullanmaktadır. Bir öğretmen, öğretme eylemine yardımcı olmak amacıyla beden dilinden yararlanmaktadır. Aile ortamında beden dili, evladın saygısını göstermek 102 için bir belirleyicidir106. Bir erkek çocuk, babasının vücut hareketlerini ve tavırlarını taklit edebilmekte ve ona benzemeye çalışabilmektedir; kız çocuğunun da aynı biçimde annesine benzeme gayreti içinde olabildiği söylenebilmektedir. Aile bağlamı içinde beden dilinin nasıl işlev gördüğünün anlaşılması, onun çok daha büyük sosyal ve kültürel durumlarda nasıl kullanıldığını anlamakta önemli olabilmektedir. Beden dilinin değeri, sözsüz iletişimle sözlü iletişim bir bütün oluşturduğunda ortaya çıkmaktadır. Kişi, farklı hareketlerin anlamını anladığında, kelimelere gereksinim duymaksızın bir mesajı iletmekte, bu hareketlerin tek başına yeterli olabildiği durumlar yaratabilmektedir. Sözsüz iletişimi çeşitli bölümlere ayırarak incelemek mümkündür. Genel anlamda değerlendirildiğinde yüz ve beden, bedensel temas, mekan kullanımı ve araçlar olarak ortaya konulabilmektedir. Bu bölümler aşağıda ayrıntılarıyla incelenmektedir. Yüz ve Beden Sözsüz iletişimde kişilerin yüz ifadeleri, duruş, jestler ve mimiklerle karşılarındaki kişilere mesajlar ilettikleri görülmektedir. Bu noktada “bilinçli olmasa ve belirli bir kurala dayanmasa da, insanlar başkalarını dış görünüşlerine göre değerlendirmektedir. Kişi tanıştığı, konuştuğu kişinin öncelikle yüzüne bakmaktadır. O kişiye karşı olan davranışlarında, tutumlarında, yüz ifadesinin kişide bıraktığı izlenim yön verici bir rol oynamaktadır”107. Bununla birlikte yüz ifadelerini anlamanın kolay olmadığı, çünkü yüz ifadelerinin oldukça hızlı değiştiği ifade edilmektedir. Yapılan araştırmalar, yüz ifadelerinin saniyenin 1/5’i gibi kısa bir sürede değiştiğini ortaya koymaktadır108. ‘Gözler ruhun aynasıdır’ deyişi, gözlere tarih boyunca verilen önemi açıkça anlatmaktadır. Gözler kişinin bakış açılarını ve tavırlarını anlatmaktadır. Hangi bilgilerin süzülerek alındığını, hangilerinin dikkate bile alınmadığını da göstermektedir109. Başka bir kişiyle ne zaman, ne kadar sıklıkla ve ne kadar uzun bir süre göz göze 106 Katinka Matson, a.g.e., s.109. Tuncel Altınköprü, İnsan Tanımada Beden-Yüz Yapısı ve Karakter, Hayat Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 2000, s.139. 108 Fatma Yüncü, Kişilerarası İlişkiler, Bilgehan Matbaası, İzmir, 1990, s.35. 109 Mehmet Arif, Murat Toktamışoğlu, Yüzümüz Neler Anlatıyor?, Kapital Medya Hizmetleri A.Ş., 2. Baskı, İstanbul, 2004, s.31. 107 103 gelindiği, kişinin ilişkisi hakkında çok önemli bilgiler göndermesinin, özellikle de ilişkisinde ne kadar egemen ya da samimi olmak istediğini göstermesinin bir yolu olarak değerlendirilmektedir. Birisinin gözünün içine dik dik bakmak, egemenliğe karşı basit bir meydan okumadır. Gözle flört etmek, samimileşme arzusunu göstermektedir. Göz teması, güven ve ilginin belirtisidir. Ancak göz teması kurmak için de, baş ve yüzü de uygun bir şekilde hareket ettirmek gerekmektedir. Konuşmanın başında gözle temas kurmak, dinleyici üzerinde egemenlik kurma, dinleyiciyi dikkat göstermeye zorlama arzusunu göstermektedir. Konuşmanın sonunda yapılan göz teması, daha samimi bir ilişkiye, geri bildirim arzusuna, dinleyicinin nasıl bir tepki verdiğini görme arzusuna işaret etmektedir. Baş, vücudun çatısı ve kontrol merkezidir. Başın içinde bulunan beyin, tüm davranışların ve hayati fonksiyonların merkezi durumundadır. Başın kullanımının karşıdaki kişiyle iletişimi daha etkin hale getirdiği görülmektedir. Baş ile verilen işaretler, bir kişiyi onaylama, ‘evet’ ya da ‘hayır’ deme, etkileşimin ve konuşmanın izlendiğini gösterme gibi hareketleri kapsamaktadır. Kafa sallamalar aynı zamanda konuşmayı kesme ya da sürdürme gibi anlamlara da sahiptir. Avrupalı ve Amerikalıların ‘hayır’ yerine başlarını iki yana, Türklerin ise aşağı yukarı sallamaları, bu bedensel harekette de kültürlerarası farklılığın varlığını göstermektedir. En çok kullanılan sözsüz simgeler olan yüz ifadeleri, konuşmayı tamamlayıcı ve pekiştirici hareketlerdir. Konuşmanın bağlamını yine yüz ifadeleri belirlemektedir. Kişinin konuşmalarının niteliği, yüzündeki değişimlerle birlikte yorumlanmaktadır. Psikolojik dengelerini yitirmiş kişilerin yüz ifadeleriyle konuşmaları arasında çoğu kez bir uyum görülmemektedir. İnsan yüzünde pek çok anlamın gizli olduğu ifade edilmektedir. Yüz ifadelerinin, diğer görsel göstergelerle karşılaştırıldığında, kültürler arasında daha az farklılaşma gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalar, mutluluk, korku, öfke, hayret, üzüntü, tiksinti gibi temel yüz jestlerinin bütün kültürlerde hemen hemen aynı olduğunu göstermektedir. Duygu ve coşkuları yüze yansıtan mimiklerin oluşmasında yüz kaslarının hareketi, kasılıp gevşemesi rol oynamaktadır. Yüz kaslarının hareketlerinin bir 104 bölümünün içgüdü ve dürtülere bağlı olduğu, doğuştan geldiği, beyin kabuğunun altındaki yapıların taşıdığı genetik plan ve programların yüzün görünümünü verirken, aynı zamanda bu görünüme mimiklerle anlam ve renk kattığı ifade edilmektedir. Çocuk geliştikçe duygulanım ve coşkuların mimiklerle anlatılması, başkalarının davranışlarının taklit edilmesiyle gelişip, biçimlenmekte ve kalıplaşmaktadır. Dolayısıyla duygulanım ve coşkuların mimiklerle ifade edilmesinin, içinde yaşanılan topluma ve toplum kesimine göre değiştiği görülmekte, toplumsallaşma süreci içinde kültürle bağlantılı olarak kazanıldığı, benimsendiği ve saklandığı ortaya çıkmaktadır. Mimikler dışında kişi jestleriyle de önemli mesajlar iletebilmektedir. Jestler birincil, konuşma ikincildir. Konuşma işe yaramadığında jestler yine ön plana gelmektedir. Günümüzde bazı insanbilimciler, yaptıkları araştırmalar sonucu, insanlararası etkileşimde jest, mimik ve bedensel davranışların sözcüklerden daha büyük bir önem taşıdığı görüşünü savunmaktadır110. “Nasıl sözcükler tam anlamlarını ancak bir cümlenin içinde veriyorlarsa, jestler de ancak kişiliğin tüm belirtileri içinde doğru olarak anlamlandırılabilmektedir”111. Jestlerin fikirlere uygun olması ve onları açığa çıkarması gerektiği vurgulanmaktadır. Tavır ve hareketin amaçsız, anlamsız ve makineleşmiş olmayıp konuşmada anlatılmak istenen düşüncelere yol gösterici olması son derece önemlidir. Jestin kelimelerin yerini tutmaması ve aynı zamanda kelimelerden ayrı ve bağımsız olmaması gerektiği ifade edilmektedir. Bu noktada tavır ve hareket kelimenin yol arkadaşı, rehberi olarak değerlendirilmektedir. Jestler; “kulağa ses aracılığıyla gelen kelimeleri göz önünde resme çevirmektedir. Tavır ve hareket bir konuşmayı canlandırır, bir tablo haline koyar. Onun için bunlar söylenen sözlere uygun olmalıdır”112. Bu doğrultuda amaçsız sallanan bir kol konuşmacının etkisini azaltmaktadır. Anlamsız yumruk sıkmak, boş yere kolun alt kısmını aşağı yukarı sallamak, elleriyle ceket yakasını kavramak, ellerini ovuşturmak, sürekli sağ elin işaret parmağını tehdit eder gibi sallamak ya da kürsüye yumrukla 110 Engin Geçtan, İnsan Olmak, Metis Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.166. Wolfgang Zielke, Sözsüz Konuşma, Türkçesi: Esat Nermi, Say Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 1993, s.12. 112 Herbert N. Casson, Söz Söyleme Sanatı, Çev: Vedat Yılmaz, Kariyer Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2000, s.57. 111 105 vurmak, bir konuşmayı olumsuz olarak etkilemektedir. İnsanların kendilerini ya da duygu ve düşüncelerini sözcüklerle ifade edemedikleri dönemlerde, ellerini iletişim aracı olarak kullandıkları görülmektedir. Cisimlerin, varlıkların, izlenimlerin, duygu ve düşüncelerin, bir başka deyişle duyulan, görülen ve hissedilenlerin el işaretleri ile anlatıldığına tanık olunmaktadır. Jestler, el ve kol hareketleri kişi kendisini kontrol etmeye çalışsa da, duyguları ortaya koymaktadır. Kızgın kişi, ne kadar kontrollü bir kişi olursa olsun yumruklarının sıkılı oluşu, kaslarının gerginliği ve kollarının önde oluşuyla kızgınlığını açığa vurmaktadır. Karşısındaki kişiye olumsuz şeyler söylese de dokunma ihtiyacını duyan kişi, karşısındakine yakınlık duyduğunu ve ilgisini göstermektedir. Bununla birlikte normal bir konuşmada jestlerin, mimikler kadar konuşmayı tamamlayıcı öğeler olmadığı, daha çok psikolojik heyecan durumlarını gösterdiği ifade edilmektedir. Bazı kültürlerin mümkün olduğu oranda jestlerden kaçındığı görülmektedir. Yapılan deneyler sonucunda konuşarak açıklamalarda bulunan deneklere jest yapmaları yasaklandığında bunun kötü sonuçlar ortaya çıkardığı gözlemlenmektedir. Kişi, konuşurken yaptığı jestlerle aktifleşmektedir. Bununla birlikte konuşan kişinin karşısında dinleyici olsun olmasın aynı jestleri yapmadığı ifade edilmektedir. Bir çok jest bilinçli olarak, karşıdaki kişiye yapacağı etki düşünülerek yapılmakta, buna bağlı olarak telefon görüşmesinde ve dinleyiciler karşısında yüz yüze iken yapılan jestler arasında farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Konuşmayı destekleyen jestin iki işlevi bulunmaktadır. Konuşan kişi bir taraftan jestler aracılığıyla konuşmasının içeriğini daha iyi açıklamakta, diğer taraftan jestler, kişinin emin olmadığı ifade ve düşünceleri aşmak, ayrıca yeni fikirlerin doğmasını sağlamak açısından kendisi için gerekli olmaktadır113. Söylenen kelimelere uyan hareketlerin konuşmanın kuvvet ve etkisini büyük ölçüde arttırdığı görülmektedir. Çünkü bu aynı zamanda, karşıdaki kişiyi de görsel olarak etkilemektedir. Kendisini doğru bir biçimde ifade etmek isteyen kişinin, söylediği fikirleri yansıtabilmesi ve gösterebilmesinin yanında, aynı zamanda 113 Otto Schober, Beden Dili (Davranış Anahtarı), Çev: Süeda Özbent, Arion Yayınevi, 6. Basım, İstanbul, 2003, s.65. 106 yaşamasının önemi ortaya konmaktadır. Konuşmasını duyarak ifade ettiği fikir ve kelimelere uygun tavır ve hareketlerle yaşatması noktasına odaklanılmaktadır. Bedensel Temas Sözsüz iletişim yollarından birisi de bedensel temastır. Bedensel temas, vurmak, itmek, tutmak, el sıkmak, kucaklamak, öpmek, dokunmak gibi bedensel hareketleri kapsamaktadır. Bu hareketlerin kullanımları durumdan duruma farklılaşmakta ve kişilerarası ilişkilerin çeşitli biçimlerinde anlamları değişmektedir; örneğin karşıt cinsler ya da kamusal ve özel mekanlar arasında değişimler göstermektedir. Bedensel temasa, Doğu-Arap ve Akdeniz kültürlerine göre Batı kültürlerinde daha az rastlandığı görülmektedir. Farklı bedensel temaslar kurarak kişinin karşısındakine çeşitli mesajlar ilettiği görülmektedir. Örneğin el sıkışma, kişinin karşısındakini kendisine en azından bir ölçüde eşit kabul ettiğinin bir göstergesi olmakta, karşıdakinin elinin avuçlar arasına alınarak sıkılması dostluğu son derece anlaşılır biçimde ifade etmektedir. Bir başka dostluk gösterme şeklinin ise kişinin koluna, omzuna dokunma, yakasındaki görünmeyen tozları silkeleme olduğu söylenebilmektedir. Diğer sözsüz iletişim şekilleri gibi, bedensel temasın anlamının kültürden kültüre değişebildiği ve farklı kültürler arasında yanlış yorumlamalardan kaynaklanan iletişim problemleriyle karşılaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Özellikle mevcut toplumsal kurallara aykırı olan bedensel temaslar, farklı anlamlandırmalara yol açabildiğinden iletişim sürecinin olumsuz bir boyut kazanmasında belirleyici olabilmektedir. Örneğin kültürümüzdeki gelenekselleşmiş el öpme şeklinin büyüğün elinin dudağa götürülmesi biçiminde olmasına karşın, farklı şekilde el öpen kişilerin bu davranışları çevredekiler tarafından samimiyetsizlik olarak yorumlanabilmektedir. Mekan Kullanımı Kişiye sokakta tanımadığı birisinin çok fazla yaklaşması durumunda, kişinin hemen geriye doğru bir adım atarak, bu davranışıyla karşıdaki kişiye, kendisine fazla yaklaşmaması gerektiği mesajını vermeye çalıştığı görülmektedir. Buna karşın kişinin yakından tanıdığı kişilerin ellerini, kollarını tutarak ya da boyunlarına sarılarak onlarla arasındaki mesafeyi sıfıra indirebildiği ortaya çıkmaktadır. Genelde günümüzdeki Batı kültüründe kişisel mekanların daha büyük, Doğu ve Akdeniz kültürlerinde ise kişisel 107 mekanların daha küçük olduğu ifade edilmektedir. Kişilerin, kendi çevrelerinde oluşturdukları boş mekanlar yoluyla karşılarındaki kişilere birtakım mesajlar ilettikleri görülmektedir. İnsan davranışlarıyla ilgili olarak yapılan çalışmalarda, insan davranışlarının belirli biçimlerinin öğrenildiği, belirli biçimlerinin de insanoğlunda kalıtımsal olarak varlığını sürdürdüğü genel olarak kabul edilmektedir. Bu noktada mekan duygusu dışında hiçbir şeyin kalıtsal olarak varolmadığının da ifade edildiği görülmektedir. Mekanın kullanımı ve gereksinmelere bağlı olarak oluşan özelliklerinin korunması isteği, hayvanlarda görüldüğü kadar yaygın ve açık olmasa bile insanlarda da bulunmaktadır. Burada sözsüz iletişim için önemli olan, kişilerin davranışlarını ve tutumlarını etkileyen mekanın, özgül kullanım biçimlerine bağlı olarak nasıl bir mesaja dönüştüğü sorunudur. Yapılan çalışmalar, insanoğlunda kalıtsal bir içgüdü olarak varolan mekanın korunması isteğinin, kişinin bireysel psikolojik mekanizmalarını biçimlendirdiği ve bir ölçüde yargılarını, davranış biçimlerini, tutum ve kanaatlerini oluşturduğu ya da etkilediğini ortaya koymaktadır114. Kişilerin yaşadıkları çevre ne kadar kalabalık olursa olsun, her bireyin kendi çevresinde yarattığı ve kıskançlıkla koruduğu kendine özgü bir mekanın varlığı dile getirilmektedir. Mekansal bir içgüdü olduğu varsayılan bu duygu aracılığıyla insanoğlu (ve diğer canlılar), sözsüz iletişimin ilk biçimlerini oluşturmaktadır. Mekanın içindeki bedensel hareketlerin, başka insanlar ile olan etkileşimin de temelini oluşturduğu ifade edilmektedir. Mekanın, insan için oluşturduğu değere göre dört temel ayırım yapılabileceği ifade edilmektedir. Bunlar; samimi mesafe, kişisel mesafe, toplumsal mesafe ve kamusal mesafe olarak belirtilmektedir. Samimi mesafe, kişinin yaşadığı mekanda ilişki içinde olduğu tüm diğer nesne ve öznelere en yakın olduğu uzaklık olarak değerlendirilmektedir. Hall, ikili bir samimi uzaklık kavramı geliştirmektedir. Bunlardan birincisi olan yakın samimi uzaklık, gerçek teması içermektedir. Birbirlerini öpen sevgililerin ya da anne ile bebeğin ilişkisi bu uzaklık tanımına girmektedir. Uzak samimi mesafe ise, on santimetreden otuz 114 Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.200. 108 santimetreye kadar olan yakınlığı kapsamaktadır. Bu uzaklık, mekanları olduğu kadar kişilerin davranışlarını da etkilemektedir. Samimi mesafe, kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerinin belirlenmesini de sağlamaktadır. Örneğin, başkalarıyla fazla fiziksel yakınlıktan hoşlanmadığı bilinen bir kişinin tanıştığı biriyle tokalaştığı görüldüğünde, bu görünüm o kişi ile tokalaştığı kişi arasında bir yakınlığın başladığı mesajını iletmektedir. Aynı zamanda, samimi mesafenin kişilerin birbirlerine saygısının da bir ölçütünü oluşturduğu ifade edilmektedir. Çeşitli kültürlerde, bu kişisel mesafe içine giren herkesi, o kültürün normlarına göre sınıflandırmak mümkündür. Uzaklık içinde belirli anlamları olan hareketler yapılmaktadır; fakat iletişim bu kadarıyla belirli istekleri ifade etmekten öteye gidememektedir. Bu hareketlerin anlamlarının iletilebilmesi için, sözsüz iletişimin bu yakın mesafedeki mekansal biçimlerinin sözel davranışlarla tamamlanması gerekmektedir. Örneğin, kadın-erkek ilişkilerinde kol kola dolaşma, belirli bir isteğin ifadesidir; bununla birlikte bunun ne tür bir istek olduğunu belirtmek sözel davranış gerektirmektedir. Kişisel mesafe, ortalama olarak yarım ile bir metre arasında bulunan, Hall’un deyişiyle bir kokteyl partideki kişilerin birbirleriyle en rahat biçimde etkileşimde bulunabildikleri mesafedir. Bu mesafenin içerdiği mesajlar arasında, kişisel yakınlık, samimiyet, saygı gibi samimi mesafede de belirtilen özellikler sayılabilmektedir. Aynı zamanda kişinin egemenliği altında tutmak istediği ve hareket için gereksinim duyduğu en az uzaklığı (mekanı) göstermekte, ayrıca kişilerin kendilerini nasıl algıladığının bir ölçütü olmaktadır. Uzaklığın, kendilerine saygı duyulmasını isteyen kişiler tarafından nasıl kullanıldığı gözlemlendiğinde, bunun tipik bir örneğiyle karşılaşılmaktadır. Bu tür kişilerin, diğerlerini belli mesafelerde tutarak, çevrelerinde bir güvenlik ve egemenlik alanı oluşturdukları ve bu alana tecavüz etmenin, insanlar arasında belirli anlamları olan jestler ve mimikler yoluyla engellendiği görülmektedir. Toplumsal ve kamusal mesafe tanımları, genellikle bir buçuk metreden üç buçuk metreye kadar olan mesafelerin toplumsal, daha fazla olan mesafelerin de kamusal olarak nitelendirilmesiyle farklılaşmaktadır. 109 Toplumsal mesafe, kişilerin statülerinden kaynaklanmakta; yani algılama sürecinde bir anlamda statünün belirlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Sözgelimi bir genel müdürün masası ile en yakın oturma koltukları arasındaki mesafe, ya da bir yönetim kurulu başkanının toplantı sırasında oturduğu koltuğun diğer üyelerden uzaklığı, kişinin toplumsal statüsünün dolaylı bir göstergesidir. Bir siyasal liderin, bir miting sırasında en yakın dinleyicisiyle olan uzaklık da kamusal uzaklığa örnek olarak gösterilebilir. Toplumsal ve kamusal uzaklığın, bedensel ve sözsüz iletişime pek izin vermeyen, ancak sözel davranışla vurgulanan jest ve mimiklerle iletişimi mümkün kılan ortamları oluşturduğu ifade edilmektedir. Sözsüz iletişimin öncelikle bedensel mekanın korunmasıyla başladığı söylenebilmektedir. Bedensel tehdide karşı bütün jest ve mimikler, çoğunlukla içgüdüsel biçimlerde oluşmaktadır. Birçok refleks hareketin varlık nedeni, bedenin dış etkilere karşı duyarlı davranması ve dışarıdan gelebilecek tehlikeleri yok etmeye hazırlıklı olması olarak değerlendirilmektedir. Mekan kullanımı yoluyla belirli mesajlar iletmenin en açık örneklerinden biri de liderlik statüsünde görülenidir. Liderlik, mekansal açıdan genellikle yükseklik aracılığıyla anlatılmaktadır. Bir grup içinde daha yüksek yerde duran biriyle karşılaşıldığında, onun grubun önde gelen kişilerinden biri olduğu algılanmaktadır. Yüksekte olmanın aynı zamanda bir mekansal denetim olanağı sağladığından, bu tür yerlerde olanların genellikle lider olarak algılandığı görülmektedir. Yükseklik olarak mekansal mesaj, kralların önünde eğilme, el etek öpme gibi davranışlarda da vurgulanmaktadır. Hatta bir kişinin önünde hafifçe de olsa eğilmek, onun üstünlüğünün benimsenmesi anlamına gelmektedir. “Bireylerin kendilerini mekana yerleştirmeleri ve durumlarına en uygun yerleri seçmeleri de, sözsüz iletişimin önemli mekansal boyutlarından biri olmaktadır. Mehrabian, bu yer seçimine dolayımsızlık (immediacy) demektedir”115. Bu yakınlık duygusu, en çok birbirlerini seven ve belirli biçimlerde bedensel yakınlıktan doyum sağlayan kişilerde görülmektedir. Dolayımsız bir biçimde yakınlaşmak ve yer seçmek, yine statü gösteren mesajları içermektedir. Kişilerin kendilerini mekanda belirli yerlere yerleştirmeleri, onların birtakım 115 Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.203. 110 psikolojik özelliklerini ve kişilik yapılarını açığa vuran bazı ipuçları vermektedir. Kişilik yapısının, belirli baskıcı koşullarda yer seçimini ve mekanı kullanımını etkilediği ifade edilmektedir. Kişilerin, kendilerine duydukları güvenin ölçüsünde, diğerlerinin kişisel mekanlarına sokulmalarına o kadar fazla izin verdikleri ortaya konmaktadır. Kendilerinden emin olmayanlar ise, yaşamları boyunca hiçbir şeyi denetleyememekten duydukları bunalımı kişisel mekanlarını koruyarak telafi etme yoluna gitmekte, bu mekanın ihlali karşısında saldırganca bir tutum takınabilmektedirler. Bu gibi kimseler, kuşkusuz mekanı korumak gibi içgüdüsel bir duygunun bilincinde olmadıkları için, saldırganlıklarını daha başka nedenlere dayandırmaktadır. Araçlar Kişilerarası iletişimde mesaj iletmek için başvurulan yollardan birisi de, birtakım araçlar kullanmaktır. Rozetler ya da takılar takarak, kokular sürerek, belirli kıyafetlere bürünerek, çevredeki kişilere çeşitli mesajlar iletebilmektedir. Çeşitli toplumlarda askerlerin rütbelerini gösteren özel elbiseler ve işaretler, aralarındaki iletişimin, örneğin selamlaşmanın nasıl gerçekleşeceğini belirlemektedir. Kişilerin birtakım araçlar kullanarak kişisel mekanlarının sınırlarını diğer kişilere bildirebilmeleri söz konusu olmaktadır. Kişinin herhangi bir yerde yanındaki koltuğa ceketini koyarak, çevreye, o koltuğun sahibi bulunduğu mesajını verdiği görülmektedir. Araç ve mekan kullanımı yoluyla statü belirtmek de mümkündür. Genelde, kişilerin statülerinin yükselmesi kullandıkları masaların büyüklüğüyle paralellik göstermektedir. Kişilerarası iletişimde araç kullanımının bazı durumlarda iletişimi engelleyici rol oynaması da söz konusu olmaktadır. Bu noktada Amerika'da bir psikoloğun muayenehanesinde psikoloğun, arada masa engeli olmaksızın görüştüğü deneklerin, araya masa konularak görüştüğü deneklerden kendilerini rahat hissedenlerin sayısının çok daha fazla olduğu sonucuna ulaşılmaktadır116. Bir başka sözsüz iletişim aracı olan giysiler, insanın bedenini örten, onu koruyan, kültürünü yansıtan eşyalar olmanın yanı sıra, insanların iletişim süreçlerinde 116 Ahmet Şerif İzgören, Dikkat Vücudunuz Konuşuyor, Academyplus Yayınevi, 17. Baskı, Ankara, 2000, s.94. 111 kullandıkları iletişim dillerinden de birisini oluşturmaktadır. Kişiler, diğerlerine vermek istedikleri mesajları konuşulan dil, yazılı simgeler ve beden dilinin yanı sıra giysileriyle kodlayarak da verebilmektedir. Farklı giyim biçimleri, desenler, kumaşlar, renkler değişik kültürlerde değişik biçimlerde anlamlandırılmaktadır. Özellikle yüksek bir kültür düzeyine ulaşmış toplumların bireyleri, konuşacakları kişinin ya da girecekleri iletişim sürecinin niteliğine göre giysi seçmeye özen göstermektedir. Giysiler, kişilerarası iletişimde özellikle mesajların algılanması ve hedeflerin ikna edilmesi ve hedef kitle üzerinde olumlu bir imaj yaratılmasında önem taşımaktadır. İletişimdeki kaynağın fiziki görünümünün iyi olmasının alıcı üzerinde olumlu etkiler uyandırdığı bilinmektedir. Ortama göre seçilmiş güzel bir kıyafet, kaynağın kendisine duyduğu güvenin ve hedef kitleyi oluşturan bireylere karşı duyduğu saygının göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Tüm bunların sonucunda insanın anlam yükleyebildiği her şeyin, iletişim amaçlı kullanılabildiği görülmektedir. Konuşma dili bir başka deyişle sözlü iletişimin yanında yazılı dil, ayrıca günümüzde çeşitli çalışmaların gerçekleştirildiği ve üzerinde önemle durulan yüz ifadeleri, mimikler, jestler, mesafeler gibi öğelerin oluşturduğu sözsüz mesajlar, iletişimde kullanılan kodları ifade etmektedir. Günlük yaşamda başvurulan simgesel kodlar içinde sözsüz olanların, anlam yaratma ve paylaşmada çoğu kez bilincinde olmaksızın, bununla birlikte sürekli kullanıldığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Yukarıda belirtilen tüm unsurlar, kişilerin başkalarına mesaj iletmelerinde son derece önem taşımakta, dolayısıyla sözlü ve sözsüz iletişimin bir bütünlük içersinde değerlendirilmesi ön plana çıkmaktadır. 112 BÖLÜM 2: KİŞİLERARASI İLETİŞİM SÜRECİNDE İLETİŞİMSİZLİK İnsanların en temel özelliği iletişim kurmaktır. Bununla birlikte çoğu zaman kişilerin iletişim kurduklarını düşündükleri halde iletişimsizliğin içinde olduklarını algılayamayabildikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. İletişimsizliğin temelinde çoğu zaman çevresel olduğu kadar kişisel etkenlerin yattığı görülmekte ve bu etkenlerin fazla sayıda olduğu ortaya çıkmaktadır. Örneğin, kişilerin yaşadıkları duyguların sorumluluğunu birbirlerine yüklemeleri, başkalarını yeterince dinlememeleri, kendi görüşlerini tek gerçek olarak değerlendirmeleri, karşılarındakilerin söylediklerinin içeriğinden çok nasıl kişiler oldukları üzerine odaklanmaları gibi çeşitli sebeplerle iletişimsizliği yaşamalarının kaçınılmaz olduğu görülmektedir. Tezin konusu gereği bu nedenle çevresel etmenlerden çok kişisel etmenler üzerinde durup, bir iç yolculuğuna çıkıp, bu etmenleri tekrar sorgulayıp doğru bilgiye erişmekle daha sağlıklı iletişim kurulabileceğinin bilinci ön plana alınmaktadır. Bu nedenle daha fazla kişisel etmenler üzerinde yoğunlaşılmaktadır. 2.1. İLETİŞİMSİZLİK KAVRAMI İletişim, konuşan bireyin (gönderici) sahip olduğu güdü, gereksinim, algı ve tutumlarının oluşturduğu duygu, düşünce veya bilgilerin her türlü yolla dinleyici (alıcı) bireye veya bireylere aktarılması sürecidir. Eğer iletişim etkili ise, bir kimseden diğer kimseye iletilen düşünce ve duygular bozulmadan, diğer kişi tarafından olduğu gibi anlaşılmaktadır. Burada anlamların yaratılması, ortaklaştırılması ve paylaşılması süreci vurgulanmaktadır. Etkili iletişimin amacı ‘iletmek istediğimizi karşımızdakine amaçladığımız biçimde iletebilmek, isteneni elde etmek ve beklenen tepkiyi uyandırmak’ olarak değerlendirildiğinde, yaşam boyu sürdürülen iletişimde başarı oranının yüksek olmadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Kişilerin çoğu kez, ‘Ne istediğimi anlatamadım; düşündüğümü iletemedim ya da yanlış anlaşıldım,’diye yakındıklarına sıklıkla şahit olunmaktadır. İletişim kurmanın güçlüğünü, iletişim sürecini de açıklayan şu sözler çok güzel anlatmaktadır: "Söylediğimi sandığını anladığına inanıyorum; ancak duyduğunun 113 benim demek istediğimin olmadığını kavradığından kuşkuluyum"117. Gerçekten de kişinin karşısındakine ya da karşısındakilere kendisini tam anlamıyla ifade edebilmesi ve tam anlamıyla anlaşılabilmesinde birtakım engellerin ortaya çıktığı, dolayısıyla etkili bir iletişim içinde olunamadığı görülmektedir. İletişimde karşılaşılan engeller bir anlamda kişilerin duygusal özelliklerinden, kısıtlılıklarından, bir anlamda da iletişim sürecinin yeterince bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Başkalarının duygu ve düşüncelerini onlarla özdeşleşerek görme duyarlılığını kazanmak, kuşkusuz iletişimin etkinliğini sağlama açısından çok önemlidir. Bireylere belirli bir topluluğun algılama ve davranış biçimlerini, kültürel özdeşliği kazandıran kültür, iletişim biçimlerinin bir toplamı olarak değerlendirilmektedir. Toplumlar ile kültürlerin gerçekte iletişim aracılığında varolup gelişebildikleri; paylaşılan deneyimlerle, belirli bir konuma oturdukları gözlenmektedir. Paylaşılmayan deneyimler ya da alışkanlıklar ise yeterli düzeyde empati kurmayı sağlayamayacağı için değişik kültür ya da topluluktan kişilerle etkili bir iletişim kurma olasılığının yoksunluğu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında, bugün dünyada kişileri kendi toplumlarına ya da kültürlerine bile ‘yabancı’ yapabilecek ölçütte bir değişim hızı ve karmaşıklığı yaşanmaktadır. Dünyada zamanın, sayısız ve sınırsız iletişim olanaklarıyla dolu bir bölümü yaşanmakta ve her haliyle yeryüzüne bir iletişim oyununun mizanseninin kurulmuş olduğu ifade edilmektedir. Bununla birlikte bunca yoğunluğun içinde yine de insanların iletişim yoksulu olduğu, iletişim kuramadıkları, yan yana yürürken, diz dize otururken, göz göze bakışırken anlayamayıp, anlatamadıkları, anlaşamadıkları, çatışmalarının uzlaşmalarından daha fazla olduğu söylenebilmektedir118. İletişim, bir anlamda farklılıkların ve benzerliklerin paylaşımı olarak değerlendirilebilmektedir. Kendini ifade etmenin, iletişim kurmak anlamına gelmediği, yalnızca iletişime giden basit bir adımı oluşturduğu görülmektedir. Gerçek iletişim ise, kişinin kendisini ifade etmesi, söylediklerinin duyulduğuna dair karşı taraftan teyit 117 Brent Ruben, Communication and Human Behaviour, Macmillan Publishing Company, New York, 1984, s.3’den aktaran Ayseli Usluata, İletişim, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınları, 1. Basım, İstanbul, 1994, s.8. 118 Sedat Cereci, İletişiverelim, Şule Yayınları, İstanbul, 1997, s.9. 114 alması, karşıdaki kişinin söylediklerini dinlemesi, onu gayet iyi duyduğunu teyit etmesi ve anlam dünyalarının uyuşması olarak ifade edilen ve birbirini izleyen aşamaları kapsayan bir süreçtir. Oldukça basit görünen bu ardışık aşamaların, aslında içinde pek çok tuzak barındırdığı ortaya çıkmaktadır. Kişi aslında karşısındakinin söylediklerine değil, kendi duyduğuna, yani karşı tarafın söylediğini düşündüğü şeye ya da onun sözlerinin kendinde yarattığı ve tamamen kişisel olan etkiye, bir başka deyişle söylenenlerin yansımasına tepki vermektedir119. Çoğu zaman söylenmek istenilenlerle karşı tarafın duyduğu arasında son derece büyük fark ortaya çıkmakta ve bu durumun karşılıklı olduğu gözlemlenmektedir. Burada unutulmaması gereken nokta, kişinin karşısındakini onaylamak ya da düşüncelerinin doğru olduğunu kabul etmek zorunluluğunda olmadığıdır. Bu aşamada karşı tarafın bakış açısını görmek ve bu bakış açısının ona ait olduğunu kabul etmek son derece önemlidir. Yapılan araştırmalar, insanların birbirlerini anlayıp sevebilmeleri için sağlıklı iletişimin gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, yaşanan mutsuzluğun ve sevgisizliğin ilk nedeni olarak sağlıksız iletişim ileri sürülmektedir. İnsanların mutluluk duygusunu yaşayabilmeleri için ilgi ve sevginin gerekli olduğu, ancak bu ilgi ve sevgi için de insanların birbirlerini anlamaları, etkili bir biçimde dinlemeleri, kendilerini başkalarına anlatmalarının da kaçınılmaz olduğu görülmektedir. Dolayısıyla sağlıklı anlama, dinleme ve anlatma için kişilerarasında verimli ve sağlıklı bir iletişim sürecinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Başarısızlığın nedenleri konusunda yapılan araştırmaların sonuçlarına göre, duygusal hayatlarında veya iş yaşamlarında başarısızlığa uğramış kişilerin yüzde 80’i, başkalarıyla iyi ilişkiler kuramamaktadır. Bu kişilerin en belirgin özellikleri iletişim konusundaki yetersizlikleridir. Yine bu araştırmaların sonuçlarına göre, iş yaşamındaki başarıda entelektüel birikim ve iş konusundaki beceri ile tecrübenin payının yüzde 25 iken, nitelikli insan ilişkileri kurmanın payının ise yüzde 75 olduğu ortaya çıkmaktadır. 119 Jacques Salome, Sylvie Galland, Ah Kendime Bir Kulak Versem!/ Güçlü Bir İletişim Rehberi, Çev: Neslihan Burcu Akdağ, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.11. 115 Amerikan Purdue Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, beş yıl boyunca izledikleri, mühendislik diploması almış öğrencileri; eğitimleri boyunca en yüksek notları alan öğrenciler (A), eğitimleri boyunca en düşük notları alan öğrenciler (B), insan ilişkileri konusunda en başarılı oldukları düşünülen öğrenciler (C) olarak üç kategoriye ayırmışlardır120. Bu üç kategoriden hangisinin iş yaşamında daha fazla para kazandığı değerlendirildiğinde, A ve B kategorileri karşılaştırıldığında yıllık gelirlerinde kayda değer bir farkın olmadığı; A ve C kategorileri karşılaştırıldığında, C kategorisinin yıllık gelirinin A kategorisine göre ortalama yüzde 15 fazla olduğu; B ve C kategorileri karşılaştırıldığında ise, C kategorisinin yıllık gelirinin B kategorisine göre ortalama yüzde 35 fazla olduğu ortaya çıkmaktadır121. Bu araştırmanın ortaya koyduğu sonuçlar, nitelikli ilişkiler kurmanın önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Buna karşın, çeşitli nedenlere bağlı olarak, iletişim sürecinde sorunlarla karşılaşıldığı ve iletişimsizliğin tüm boyutlarıyla yaşandığı görülmektedir. Bu bağlamda, kişilerin, her ne kadar birçok noktada birbirlerine benzemelerine karşın, aslında birbirlerinden farklı oldukları ve bu farklılıkların da iletişimsizliğin ana kaynağını oluşturduğu gözlenmektedir. Kişilerin yaşamda en zor çözülen, çözmede en zorlandıkları sorunlar diğerleriyle olan iletişim, anlama, anlatma sorunlarıdır. İletişim sorunlarının yıpratıcı, mutsuz edici, strese sokan, uykusuz bırakan bir etkide bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Çevredeki kişilere bakıldığında onların hepsi; “farklı davranırlar, farklı düşünürler, farklı yaşarlar, farklı kararlar alırlar, farklı iletişim kurarlar, farklı algılarlar, farklı anlatırlar, farklı anlarlar, farklı duyguları vardır ve farklı tepkiler verirler”122. Bu noktada yaşamda başarıyı ve mutluluğu bu kadar açık ve net biçimde etkileyen iletişim, kişinin ne anlattığı değil, nasıl anlattığı ve karşıdakinin ne anladığı olarak değerlendirilmektedir. Bu ifadeden hareketle, sağlıklı ve verimli bir iletişim sürecinin gözüktüğü kadar basit olmadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. 120 Erica Guilane-Nachez, İletişim mi? Kolay!, Çev: Gülşah Ercenk Abdelhadifi, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.8. 121 A.g.e., s.8. 122 Murat Toktamışoğlu, Cengiz Alkış, İnsan Tanıma Kılavuzu, Düş Yıldızı Yayınları, 1. Basım, Ankara, 2004, s.6. 116 Tek bir insan zaten başlı başına çok bilinmeyenli bir denklemdir. Ve bu denklemi çözmek çok zordur. Kişilerarası iletişimde ise en az karşılıklı iki insanın olduğu düşünüldüğünde, üst üste çok bilinmeyenli iki denklem olup daha da karışık bir yapı oluşturmaktadır123. Bu noktada birlikte yaşanılan, karşılaşılan insanlarla sağlıklı iletişim kurmak giderek önem kazanan bir beceri olarak değerlendirilmektedir. “İşverenlerin elemanlarında en fazla tercih ettikleri üç özellik konusunda yapılan bir araştırmada, ankete katılan kişilerden %84'ünün en üst sıraya iyi ilişkiler kurmayı koyduğu görülmektedir”124. Dolayısıyla iyi ilişkiler kurmanın, eğitim ve deneyimden daha önce yer alması, üzerinde düşünülmeye değer bir gerçektir. Toplumsal bir varlık olan insan, sürekli iletişim içindedir. Birçok sorunun kaynağında, kişilik, karakter, kültür vb. farklılıklar yatmaktadır. Bu kadar değişik özelliklere sahip insanlarla istenildiği düzeyde sağlıklı ilişki kurabilmek ise pek kolay görünmemektedir. Bu bağlamda, “fiziksel, cinsel, psikolojik ve ruhsal sorunların çoğunun kökeninde kişinin kendisiyle ve başkalarıyla olan iletişimsizliği yatmaktadır”125. İletişimin tarihi insanlık tarihi kadar eski olsa da artık iletişimin her zamankinden daha önemli hale geldiği görülmektedir. İnsanoğlunun nükleer savaşlar, salgın hastalıklar kadar büyük bir korkusunun daha olduğu, bunun da yalnız kalma korkusu olduğu ifade edilmektedir. Yalnızlığı doğuran sebep ise iletişimsizliktir. İletişimsizliği sadece karşıdaki insanlarla konuşamamak, görüşememek olarak değerlendirmemek gerekmektedir. Bazen kişinin karşılıklı görüştüğü, konuştuğunu düşündüğü insanlarla da iletişimsizlik yaşaması kaçınılmaz olmaktadır. Bir başka deyişle, “iletişim sadece karşılıklı eylemsizlik olarak değerlendirilmemelidir; bazen karşılıklı negatif eylemler de iletişimsizliktir”126. 2000’li yıllarda dünya siyasetinin, insan ilişkilerinin en büyük travmasının 123 Murat Toktamışoğlu, Cengiz Alkış, a.g.e., s.10. Leil Lowndes, How to Talk to Anyone, Mc-Graw Hill Contemporary, Lincolnwood, USA, 2003, s.57. 125 Nil Gün, İlişkilerimizde Değiştiremediklerimiz Karakterlerimiz, Kuraldışı Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.11. 126 Nicki Stanton, What Do You Mean “Communication” An Introduction To Communication In Business, Pan Books, London, 1982, s.23. 124 117 iletişimsizlik olduğu söylenebilmektedir. Güvercinle haber salma, dumanla mesajlaşmaların, yerini uydu bağlantılarına ve internet haberleşmelerine bıraktığı günümüzde, iletişimsizlik problemi modern insanın sorunu olarak dikkat çekmektedir. Kentleşmeyle doğru orantılı olarak artan iletişimsizlik sorunu karşısında, insanların her zamankinden daha çok psikolojik sorunlar yaşadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. “Kentleşmenin iletişim şeklini değiştirmesi iletişimin bir bilim haline gelmesinde rol oynamıştır. Çünkü kentli nüfusla beraber iş dünyasında çalışan insan sayısı artmış, iş dünyası platformunda ise çok özel bir iletişime gerek duyulmuştur. Bir diğer taraftan hızlı bir yaşam tarzına yani fast food bir tarza giren insanların azalan iletişimlerini düzenlemek gereği ortaya çıkmıştır”127. Bu doğrultuda, insanlarla anlaşabilmeyi öğrenmenin temel bir konu olduğu görülmektedir. “Birçok fırsatın hüsranla biten bir sona gitmesinin nedenlerinin en başında ilişkilerdeki başarısızlık yer almaktadır. Projeler genellikle teknik yetenek ve bilgi eksikliğinden ötürü başarısız olmamaktadır. Çoğu zaman kişilerin iş arkadaşları, patronları, müşterileri veya çalışanlarıyla arasındaki ilişkilerdeki başarısızlıktan kaynaklanmaktadır”128. Buna bağlı olarak başarının ana kaynağını oluşturan iletişime gereken önemin verilmediği ortaya çıkmakta, çağımızın en büyük hastalığı iletişimsizliğin, insanın olduğu her ortamda çeşitli nedenlerle yaşanabildiği görülmektedir. Birbirini anlamayan, dolayısıyla iletişim sürecinin temel amacını oluşturan anlaşmanın sağlanamadığı kişilerin arasındaki uzaklıkların, yeryüzündeki tüm uzaklıklardan çok daha fazla olduğu gözlenmektedir. İlişkilerin bozulmasına yol açanların, büyük problemler olmadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Uzun bir zaman dilimi içersindeki küçük şeylerin birikiminin sorunlara neden olduğu ortaya çıkmaktadır. Söylenmemiş sözler, düşünülmeden ortaya konmuş ifadeler, karşısındakine önem vermeyen tavırlar, belli bir süre sonra tarafların iletişimden derece derece kopmalarıyla sonuçlanmaktadır. Boşanma kayıtları, birbiriyle uzlaşmayan farklılıkların karışımı olan faktörlerle doludur. Tüm bu faktörlerin dikkatli bir biçimde incelendiğinde, insanların sözlerinin 127 Ercan Kaşıkçı, Doğrucu Beden Dili, Hayat Yayıncılık, İstanbul, 2002, s.24. Dexter Yager, Ron Ball, Dinamik İnsan İlişkileri, Çev: Yelda Ay, Beyaz Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.20. 128 118 kesildiği, dinlenmedikleri, anlaşılamadıkları, kendilerini ifade etmede güçlükler yaşadıkları gibi iletişimsizliği doğuran sebepleri ortaya çıkardığı görülmektedir129. İletişimsizliğin yaşanmasına yol açan nedenlerin, kendi içlerinde dünyayı sarsacak bir önem taşımadıkları, bununla birlikte giderek en güvenilir ilişkilere bile zarar verebileceği ifade edilmektedir. Evrendeki bütün varlıklar gibi insanların da, var oluşlarından kaynaklanan bir doğaları vardır. Her insanın, evrendeki tüm varlıklar gibi farklı bir doğaya sahip olduğu ve kendi doğasıyla içinde bulunduğu dünyada bir anlam taşıdığı ve bir yer edindiği görülmektedir. Hırçın, sakin, sevecen, itici ve daha pek çok çeşitli biçimlerde ortaya çıkan bir kişiliğe bürünerek, yaşama bakışı, kişilere ve olaylara yaklaşımı, zevkleri, huyları, ilkeleri, kuruntuları farklıdır. Bu da bir anlamda dünyanın ve insanlığın zenginliğinin ve renkliliğinin kaynağını oluşturmaktadır. Yeryüzünün doğasında dört mevsim bulunmasına karşın, insanların doğalarında çok daha fazla mevsimin olduğu ve bu mevsimlerin hepsinin bir arada, aynı ruhta yaşayabildiği ve insanın, içinde bulunduğu ortama göre belirginleştiği ve kendini gösterdiği gözlemlenmektedir130. İnsanın doğası, onun kişiliğinin, kimliğinin alt yapısını, temel çizgilerini oluşturmaktadır. İnsancıl özelliklerini geliştirip değerlendiren insanların, diğer insanlarla olumlu iletişim süreçlerini yakalayıp toplumsal etkileşimde önemli adımlar attıkları ifade edilmekte ve nitelikli bir toplumsal statü ve başarı için her insanın öncelikle kendi doğasını, sonra da en yakınından başlayarak diğer insanların doğalarını keşfedip dikkate alması, yaşamsal ve toplumsal bir koşul olarak büyük önem taşımaktadır. Diğer bir insanla konuşmak, anlaşmak, yakınlaşmak, hatta daha da öte inandırmak için ilk koşul da o insanın doğasına yakınlaşmak, onu anlamaya çalışmaktır. Karşısındaki insanla iletişim sürecine girmeye hazırlanan bir kişinin öncelikle, onun mevsimini tanıması, onun atmosferine, ruh dünyasına girmeye çalışması, hazırlığını ona göre yapması son derece önemlidir. Yeryüzünün her yeni mevsimi için gerekli önlemleri alıp hazırlığını yaptığı gibi, diğer insanların doğalarının özelliklerini bilip ona 129 Leo Buscaglia, Loving Each Other/ The Challenge of Human Relationships, USA, 1984, ss.174175. 130 Sedat Cereci, İletişim Denemeleri, Metropol Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.16. 119 göre hazırlık yapmak da iletişim eylemlerini kolaylaştırırken, iletişim sürecinin sonucunu da olumlu bir noktaya sürükleyebilmektedir. “Son derece kompleks ve parçalanmaz bir bütün”131 olarak değerlendirilen insanın, bu yapısı nedeni ile iletişim sürecinde problemlerle karşılaşması söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla kişilerarasındaki anlaşmazlıkların çoğu, diğer kişilerin doğalarını, mevsimlerinin özelliklerini görmezden gelmekten kaynaklanmaktadır. Her insanın farklı bir doğası olduğuna göre de, öncelikle kendisiyle anlaşılmak istenen insanın doğasını okuyup onu anlamak gerekmektedir. İletişim çağında kişilerarasındaki iletişim sürecinde, kişilerin diğerlerini anlamaktan öte konuşmaktan çok tartıştıkları, yargıladıkları, konuşmayı bir çatışma ve yarışma haline dönüştürdükleri görülmekte, buna bağlı olarak da birbirleriyle sağlıklı iletişim kuramamanın huzursuzluğunu yaşadıkları gözlenmektedir. Bu noktada, insan ilişkilerinde sıklıkla gözlemlenen iletişimsizlik kavramının genel çerçevesini ortaya koymak son derece önemlidir. “İletişimsizlik kavramı gürültü ve iletişim çökmesi kavramlarının bir tamamlayıcısıdır. Bu kavramlarla gelen tanımlama, iletişimi tek taraflı amaçlı fonksiyonellik içinde ele alır ve amaç gerçekleşmeyince bunu çökme veya iletişimsizlikle anlamlandırır”132. Bu bakış açısından, kendi fiziksel ve sosyal varlığını sürdürmek zorunda olan insan için iletişimsizliğin söz konusu olmadığı, iletişimsizliğin insan denen biyolojik yapının hastalanması veya ölümü anlamına geldiği, çünkü iletişim olmaksızın toplumun oluşamayacağı ifade edilmektedir. İletişimsizlik, insanlar arasındaki ilişkide iletişimin çökmesinin değil, sadece iletişimin tarzının değişmesi şeklinde değerlendirilmektedir. Buna bağlı olarak, iletişimin nicel ve nitel olarak değişmesi çöküşü değil, değişimi ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım doğrultusunda, kişilerarasında yaşanan küsme, kavga veya tartışma iletişim çökmesini veya iletişimsizliği anlatmamakta, küskünlük, kavga veya tartışma tarzında bir iletişimi ifade etmektedir. Dolayısıyla uyuşmayan amaç, beklenti ve örtüşmeyen istekler ve duygular, yanlış anlamaları ortaya çıkarmakta, bu tür bir iletişim tarzını 131 Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul, Çev: Ömer Durmaz, Hayat Yayınları, Beşinci Baskı, İstanbul, 2003, s.9. 132 İrfan Erdoğan, Korkmaz Alemdar, Öteki Kuram: Kitle İletişimine Yaklaşımların Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi, Erk Yayınları, Ankara, 2002, s. 273. 120 beraberinde getirmektedir. “İyi bir motivasyonun önündeki en büyük engellerden biri kötü iletişimdir. Bu problem en saltanatlı yönetim kurulu odalarından en mütevazı evlere kadar her yerde mevcuttur”133. Dolayısıyla iletişim sürecinde ortaya çıkan problemlerle, iletişimsizlikle insanın olduğu her yerde karşılaşmak mümkündür. Günümüzde hemen her alanda yaşanan iletişim kopuklukları çeşitli problemlerin temel kaynağını oluşturmaktadır. Bilgi akışındaki tıkanıklıkların, büyük problemlere yol açmasının neredeyse anlık bir mesele olduğu iş dünyasında iletişimsizlik, şirketlerin ve çalışanların verimini tahminlerin ötesinde etkileyip düşürmektedir. Kadın erkek ilişkilerinde iletişimsizlik tarafları yıpratmakta, birbirinden koparmakta, ilişkinin derinliklerine öfke tohumlarını eken bir etki yaratmaktadır. Yapılan araştırmalar evliliklerde yaşanan en önemli sorunun iletişimsizlik olduğunu, eşlerin birbirlerinin olumsuz yönlerine odaklanmaları ve olumlu yönlerini görememeleri nedeniyle yıkıcı eleştirilerde bulunmaları, birbirlerinin kişilik özelliklerini içeren yargı, eleştiri ve genellemeler yapmaları, akıl okuma ve yıkıcı niyet getirme, kendini bütünüyle haklı görme, eşlerin kendi davranışlarıyla ilgili olarak sorumluluk almaması, mantığı silah olarak kullanma ve eşlerden birinin danışman rolünü üstlenmesi gibi nedenlerin iletişimsizlik sürecini doğurduğunu ortaya koymaktadır. Sosyal yaşamda iletişimsizlik, doğru zamanda doğru yerde olabilme ve doğru kişilerle tanışabilme olasılığının yolunu büyük ölçüde tıkamakta, kişileri yalnızlığa mahkum etmektedir. Tüm bunların yanında, kişinin kendisiyle olan iletişiminde de birtakım sorunların yaşandığı görülmektedir. Kişinin en çok kendisiyle iletişimsizlik halinde olduğu, kendisiyle iletişim kuramamanın kişiyi kendisine yabancılaştırdığı, duygularını tanıyamaz hale getirdiği ifade edilmektedir. Kişilerarasında yaşanan iletişim kopukluklarının, karşılaşılan sorunları daha da arttırıp, içinden çıkılmaz bir hale gelmesine neden olduğu ortaya çıkmaktadır. Burada bir noktaya değinmekte fayda bulunmaktadır. İletişimi sağlıklı sürdürmek isteyen kişinin, insanın doğasını bilmesi son derece önemlidir. İnsanın doğasını bilmenin en iyi yolu da, insanın kendisini tanıması olarak değerlendirilmektedir. 133 Kurt Hanks, İnsanları Motive Etme Sanatı, Çev: Can İkizler, Alfa Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 1999, s.22. 121 İnsan kendini tanımaya başlayınca, diğer insanları da tanıma fırsatını elde etmiş olmaktadır. Kendini tanıma, kişinin çevresiyle kuracağı iletişimin öncelikle kendi içinde başladığı ilkesine dayanmaktadır. İnsanın kendisiyle sağlıklı iletişimi, kendisini yargılamadan anlamaya çalışarak kurduğu iletişim olarak nitelendirilmektedir. Buna bağlı olarak, kişi kendisinin eksik yönlerini, güçlü yönlerini görme, duygu ve heyecanlarının altında yatan nedenleri keşfetme olanağına sahip olmaktadır. Kişinin kendini tanıması, doğal olarak diğer insanlarla olan ilişkilerine yansımakta ve bu ilişkilerin daha başarılı olmasını mümkün hale getirmektedir. İlişkileri yok sayan şey iletişimsizlik olarak ifade edilmektedir. İletişim kurmamak dünyadan ve yaşamdan kopmanın bir göstergesidir. Kendinden kopmak ve habersiz yaşamak ise insanın psikolojik olarak ölümü anlamına gelmektedir. Psikolojik olarak yaşamdan kopan insanın ise, isteksiz ve dengesiz bir yaşam süreceği söylenebilmektedir. Buna karşın, kişinin kendisiyle ve başkalarıyla kurduğu iletişimi sağlıklı hale getirme konusunda çok fazla çaba harcamayarak genellikle kolay yolu seçtiği, bu anlamda duygularını bastırdığı ya da duygusal patlamalar yaşadığı ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında iletişim kopukluklarının fikir ayrılıklarına bağlı olduğu, çünkü iletişimde ön planda olanın fikirler olduğu düşünülmekte, bununla birlikte arka planda kalan, dikkati çekmeyen duyguların iletişim problemlerinin asıl kaynağını oluşturduğu gözlemlenmektedir134. Bu anlamda, kişilerin yaşadıkları duyguların sorumluluğunu birbirlerine yükledikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Sıradan bir konuyu tartışırken bile kişinin bir anda tepkisel biri haline gelebilmesinin sebebini öfke, çaresizlik, umutsuzluk ya da kızgınlık gibi bir duygunun içine girmesi oluşturmaktadır. Bu durumda iletişim çatışmasına doğru sürüklenmesi neredeyse kaçınılmaz olmaktadır. Kişinin duygularını sağlıklı bir şekilde nasıl ifade edeceğini, daha da önemlisi duygularını nasıl yöneteceğini bilmemesi durumunda, diğer kişilerle yaşadığı her türlü ilişkide iletişim problemlerinin ortaya çıkması son derece muhtemeldir. Kişinin karşısındakinin bir sözünden ya da davranışından tahrik olup tepkisel davranabildiği ve iletişim sürecinin yara almasına neden olabildiği görülmekte, buna 134 Saim Koç, İletişimde Ustalaşmak, Kuraldışı Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2004, s.7. 122 bağlı olarak yaşanan iletişimsizlik, mutsuz, doyumsuz, yüzeysel bir yaşamın kapılarını açmaktadır. Kişinin kendi ihtiyaçlarını, duygularını, beklentilerini dürüstçe tanımlayabildiği ölçüde; kendi iç dünyasıyla gerçekten ilişkide olduğu ölçüde sağlıklı iletişim kurabildiği, bununla birlikte sadece ne istediğini bilmesinin de yeterli olmadığı, ne istediğini başkalarına net bir şekilde anlatabilmesinin de gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Kişinin diğerlerini anlamasının temelinde öncelikle kendisini anlayabilmesi yatmakta, bunu gerçekleştirebildiği ölçüde kendisini net bir biçimde anlatabilmektedir. İletişimin, sadece teknik olmadığı, iletişimi doğal ve etkili hale getiren, sıcak ve samimi kılanın, iletişimde anlayışı ve doğru anlaşılmayı sağlayanın ruh olduğu görülmektedir. Bu nedenle sağlıklı iletişim kurabilmek için, iletişimin ruhunu anlamak son derece önemlidir. Kişinin sadece anladığı bir şeye anlam verebildiği, anlamadığı bir şeyin boşluğunu ise kendisinin verdiği anlamlarla doldurmaya çalıştığı, buna bağlı olarak da yanlış anlaşılmaların ve birtakım sorunların ortaya çıktığı görülmektedir. Kişinin ruhsal zenginliği ya da fakirliğinin, kendisini tanımasıyla ve duygularıyla ne kadar barışık olduğuyla ölçülebilmesi mümkün görünmektedir. Duygular kişinin iç dünyasının pusulaları olarak nitelendirilmektedir. Kişinin duygularından kopuk olduğu ölçüde, kendisine yabancılaştığı gözlemlenmektedir. Pek çok kişinin duygularından korktuğu görülmekte, kiminin çeşitli durumlarda korkularını bastırdığı, kızgınlığını ifade etmekten suçluluk duyduğu, kiminin ise sevgisini, üzüntüsünü ya da neşesini gösteremediği ortaya çıkmaktadır. Kişi, kendisine başkalarının anlattığı şeyleri, kendisini tanıma kapasitesi içinde anlamaktadır. Duyularıyla karşısındakini algılayan kişinin beyni, bu bilgileri işlemden geçirmekte ve karşısındakiyle ilgili belli algılamalar oluşturmaktadır. Bu algılamaların çoğunun da, kendisinin bilinçaltına ittiği çocukluk deneyimleriyle bağlantılı olduğu ifade edilmektedir. Beyinden gelen mesaj sonucunda kişinin bedeni etkilenmekte, diğer kişiyle ilişkisinde kendisini rahat ya da gergin hissetme durumunda olmaktadır. Kişiler arası ilişkilerde ve toplumsal yaşamın her alanında (ev, okul, iş yeri, kamu mekânları vs.) büyük önemi olan iletişimde zaman zaman sıkıntılarla veya 123 engellerle karşılaşılması, gündelik yaşamda bir takım sorunlar yaratmakla kalmayıp, gelecekteki düşünce ve eylemlere de etki etmektedir. İnsanın iletişim eyleminde, dil, dilin kullanımı ve kültürel boyut birincil öneme sahiptir. Bir aktarım aracı olarak dilin kişide yeterli veya yetersiz gelişmiş olması, kişinin kullandığı dilin zenginliği veya kısırlığı insan etkileşimlerinin canlılığında ve dinamiğinde farklı biçimde rol oynamaktadır. Çünkü dilin zenginliği, kurgusal yapısı, düşünme biçimini etkilemekte, ona yeni boyutlar katmakta, olayları, kavramları yorumlamada, duyguların farkına varmada ve bütün bunları olduğu gibi ifade etmede, yani bir diğerine aktarmada, toplumsal ve kültürel yaşamı zenginleştirmede önemli katkılarda bulunmaktadır. Kişinin içine doğduğu, yetiştirildiği ortamdaki iletişim tarzının onun düşünme, ifade etme, kendine ve başkalarına dönük tutumlarını etkilemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla ailedeki, okuldaki ve toplumsal yaşam alanlarındaki ilişki biçimlerinin demokratik veya otoriter olması, açık veya kapalı olması etkili iletişimin önünü açıcı ya da tıkayıcı bir rol oynamaktadır. İletişim çevreden ve kültürden büyük ölçüde etkilenmektedir. Kişinin ruhsal durumu, tutumu, kültürel alt yapısı ve geçmişi hem gönderdiği mesajı hem de aldığı mesajı büyük ölçüde etkilemektedir. Tüm bu faktörler alınan mesajın yorumlanmasında ve ona yanıt vermede etkili olmaktadır. 2.2. KİŞİLERARASINDA İLETİŞİMSİZLİĞE YOL AÇAN NEDENLER Günlük yaşamda kişilerin çeşitli nedenlerle iletişim sorunları yaşadıkları görülmektedir. Kişi belli bir mesaj iletmek istediğinde bununla çelişen yüz ifadesi, dinleyen kişinin gözünde inandırıcılığını yitirmesine neden olabilmektedir. Ya da kişi karşısındakinin mesajını kendi utangaçlığı, inatçılığı, o andaki düşünsel ya da fiziksel durumu ya da birçok başka nedenle yanlış yorumlayabilmektedir. Kişi söylemek istediklerini tam olarak ifade edemeyebilmekte, kendi düşüncelerini mutlak doğru olarak değerlendirebilmekte ya da karşısındakini dinlemede çeşitli sorunlar yaşamaktadır. Kısacası, doğru mesajın alıcıya ulaşmasındaki başarısızlık şu iki nedenden birine 124 ya da ikisine birden bağlıdır135: - İletenin mesajı uygun bir şekilde göndermeyi başaramaması. - Alanın mesajı doğru yorumlamayı başaramaması. Buna bağlı olarak, ailedeki ve dünyadaki tüm sorunların kötü iletişimden kaynaklandığı ve iki taraf iletişim kurmaya başlayana kadar hiçbir sorunun çözülmediği düşüncesinin günümüzde yaygın olduğu ortaya çıkmaktadır. 2.2.1. Çevresel Nedenler Çevrenin, iletişim sürecini etkileyen bütün koşulları içerdiği ve bu koşulların, iletişimi bozma özelliği taşıdığından son derece önemli olduğu görülmektedir. Bu noktada çevreden gelen farklı uyaranların kişilerarası iletişim sürecinde etkili olduğu gözlenmektedir. Bu uyaranlar arasında sosyal, ekonomik, politik, kültürel iklim, inişli çıkışlı değişim ve dönüşümler, gelir seviyesi, iş kayıpları, ailenin dağılması, savaşlar, teknoloji ve medya yer almakta, tüm bu çevresel uyaranlar iletişim sürecinde birtakım aksaklıkların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Toplumsal bir varlık olarak insanın, aile, okul, lobiler gibi çeşitli süreçler tarafından etkilendiği görülmektedir. Bu nedenle insan gelişimi ve başarısı da bu toplumsal bütünlükler içinde ele alınarak anlaşılabilmektedir. Yapılan çeşitli araştırmalar birtakım önemli gerçekliklere işaret etmektedir136: - Farklı toplumsal şartlar farklı bireysel gelişimlere yol açmaktadır. - Ekonomik koşullar kişilerin zekasını ya da bireysel yeteneklerini etkilemektedir. -Kültürel ortam bireylerin düşünme, anlama ve problem çözme yeteneklerini geliştirmektedir. - Aile gibi kolektif yapıların insan varlığı üzerinde derin izleri bulunmaktadır. Kişilerin iletişim kurarken kullandıkları, insana özgü olan davranış biçimleri sembol olarak ifade edilmektedir. Kültürel olarak belirlenmiş kurallar halinde öğrenilen semboller, çeşitli biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Kelimelerden ve beden hareketlerinden oluşan, öğrenilen, sosyal, geleneksel ve kurallaşmış davranış biçimleri olan sembollerin, insanın çevresini anlama, etkileme ve çevresine tepki verme çabalarını biçimlendirdiği görülmektedir. Bu sembolik beceri ve işaretler dizisinin kültürden kültüre ve kişiden 135 George Shinn, Motivasyonun Mucizesi, Çev: Ulaş Kaplan, Sistem Yayıncılık, Yedinci Basım, İstanbul, 2002, s.125. 136 Ergün Yıldırım, Kişisel Gelişimin Sosyolojisi, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.24. 125 kişiye değiştiği, bununla birlikte hepsinin de bu temel özellikleri paylaştığı ortaya konmaktadır. “Buna bağlı olarak iletişimde göndericinin mesaja yüklediği anlam içerisinde, kendi kültürünün dünyayı algılayış biçimi ve o kişiye ait bireysel bütünlük bulunmaktadır”137. Dolayısıyla kişinin yetişmiş olduğu ve halen içinde bulunduğu toplumsal ve kültürel ortamın etkilerinin iletişim sürecinde son derece belirleyici olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Kişilerin iletişim sürecine, ait oldukları toplumsal ve kültürel grubun değerlerini, inançlarını, gelenek ve göreneklerini ve toplumda sahip oldukları yere ilişkin algılarını da getirdikleri görülmektedir. İletişimi bozan en önemli çevre koşulunun ise gürültü olduğu ifade edilmektedir. Bu bağlamda çevre koşulları sadece fiziksel şartlarla sınırlı değildir, sosyal ortamlar da bir çevre koşulu olarak değerlendirilmektedir. İçinde gizli de olsa hata payı taşımayan doğal ya da insan yapısı iletişim sisteminin olmadığı düşünüldüğünde, her türlü elektronik sinyal, yazılan ya da konuşulan sözcüklerin tümünün mutlaka içlerinde amaçlanan anlama şu ya da bu ölçüde de olsa belli bir engel oluşturabilecek bir yapı taşıdıkları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla çeşitli fiziksel gürültüler, psikolojik (önyargılar, zihnin karışık olması gibi) ve nöro-fizyolojik gürültülerin (baş ağrısı, işitme problemleri gibi) iletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini son derece olumsuz etkilediği söylenebilmektedir. İletişimin gerçekleştiği ve içinde iletişimi etkileyen öğelerin bulunduğu iletişim ortamının doğal ve fiziksel koşullarının (koşulların elverişsiz olduğu gürültülü, stresli, kokulu, sıcak, soğuk, dar, geniş, aydınlık-karanlık ortamlar, çeşitli sözsüz mesajlar veren eşyaların yerleştirilme düzeni vb.), iletişim sürecini etkilediği ifade edilmektedir. Bu etki hem iletişim birimleri, hem de kanal üzerinde görülebilmektedir. Sözgelimi iyi aydınlatılmayan bir odada konuşan iki kişi birbirlerinin jest ve mimiklerini kolayca göremediklerinden, fiziksel gürültü içeren bir görme kanalı yoluyla iletişim kurmak zorunda kalmakta, karşılıklı konuşma sırasında dışardan bir kişinin yersiz ve zamansız araya girmesi de görme ve işitme kanalında toplumsal bir gürültü yaratmaktadır. İletişime katılanların birbirlerine olan yakınlıklarının ve iletişim konusunun iletişim ortamında belirgin bir rol oynadığı ifade edilmektedir. Örneğin kişinin çok 137 Zuhal Baltaş, Acar Baltaş, Bedenin Dili, Remzi Kitabevi, 29. Basım, İstanbul, 2001, s.24. 126 samimi olduğu bir kişi ile konuşmasında seçtiği sözcüklerle, hiç tanımadığı biriyle yaptığı konuşmada seçtiği sözcüklerin aynı olmadığı, bunun yanında ev ortamında konuşurken herhangi bir resmi dairede davrandığı gibi davranmadığı gözlenmektedir. Dolayısıyla iletişim ortamının kişilerarası iletişim üzerinde önemli bir rol oynadığı ortaya çıkmaktadır. Burada iletişimin bir diğer boyutu olan teknolojik yönünü de göz ardı etmemek gerekmektedir. Günümüzde kitle iletişim araçlarının (televizyon, radyo, faks, bilgisayar, uydu yayınları vs.) mesajları da iletişim biçimlerini büyük boyutlarda etkilemektedir. Bu araçlar sayesinde dünyadaki gelişim, değişim ve dönüşümlerden, üretilen bilgilerden anında haberdar olunabilmektedir. İnternet erişimi yoluyla dünyanın farklı bölgelerindeki insanlar etkileşime geçmekte, mesaj akışı doğrudan kişilerarasında yüz yüze iletişim şeklinde olmayıp sanal bir ortamda gerçekleşebilmektedir. İletişimin bu yönü, kişilerarası ilişkilerde birebir etkileşimi bir anlamda ortadan kaldırıp kişiyi sanal bir alemde tutsaklaştırırken, bir yandan da kişinin anında evrensel mesajlara ulaşmasını kolaylaştırmakta ve farklı kültürleri, farklı yaşam biçimlerini tanımaya olanak vermekte, toplumları birbirine yakınlaştırmakta, evrensel duyarlılıkları bir arada algılamaya fırsat sağlamaktadır. Kişinin yaşam evrenini genişletmekte, kapalı yapıları sorgulamasında aracı olmaktadır. Özellikle çağımız insanının, bir yandan kentleşme, sanayileşme ve teknolojik gelişmelerin getirdiği hızlı değişim içinde yalnızlığa ve yabancılaşmaya düştüğü, öte yandan günlük yaşamında başkalarıyla ilişki kurma ve sürdürmenin kaygısını duyduğu gözlenmektedir. Böylece çözümü güç bir ikilem içinde bulunan günümüz insanı, üstelik bilmeden yaptığı davranış ve eylemlerle daha karmaşık sorunlar, çelişkiler, sürtüşmeler yaratabilmektedir. Bu durumda hem insanın kendi iç dünyasında denge ve düzen bozulmakta, hem de kişilerarası ilişkide çözülme, duygu ve düşünce alışverişinde bozulma, ortak değer, inanç, amaç ve kavramlarda kargaşa, hatta çatışma olmaktadır. İlgisizlik, geçim sıkıntısı, gelecek endişesi ve işsiz kalma korkusunun yarattığı güvensizliğe bağlı olarak çoğu kişinin yaşamını karamsarlık ve umutsuzluk içinde sürdürdüğü ve bu nedenle kişilerarası ilişkilerde kaygıdan, kızgınlıktan, öfkeden kaynaklanan iletilerle bağlantı kurulduğu 127 görülmektedir. Böylece birbirlerini anlamayan, yeterince dinleyemeyen, dolayısıyla iletişimsizliği yoğun olarak yaşayan kişilerin sayısı arttıkça, bu durumun toplumun dengesini, düzenini olumsuz biçimde etkilediği ortaya çıkmaktadır. 2.2.2. Kişisel Nedenler İletişimsizliğin çevresel nedenler yanında, pek çok kişisel nedene bağlı olarak gerçekleştiği görülmektedir. Bu bağlamda kişinin iletişim tarzı ile varolma tarzı/ varolma düzeyi arasında karşılıklı etkileşim söz konusu olmaktadır. Kurduğu iletişimin niteliği kişinin nasıl bir insan olacağını belirlerken, nasıl bir insan olduğu ise kuracağı iletişimi belirlemektedir138. İletişimin merkezinde insan vardır. İnsanın özellikleri, üslubu, birikimi, niyetleri ve en önemlisi amaçları anlaşma sürecini şekillendirmekte ve neticelendirmektedir. Kişi aynı konuda biriyle anlaşamazken bir diğeri ile anlaşabilmektedir. Bir kişiyle kavga konusu olabilecek bir mesele, diğeri ile anlaşma vesilesi olabilmektedir. Bu örnek iletişimdeki insan faktörünü bütün ağırlığı ile ortaya koymaktadır. Konuşurken, tartışırken, bir fikri savunurken ya da bir fikre hücum ederken görülen bir kişinin hemen arkasında onun hayatını anlatan bir filmin gösterilmesi, insanların konuşurlarken vücutlarında bir uzvun onların çevrelerini, korkularını, arkadaşlarını, çocuklarını, hastalıklarını v.b. birikimlerini (bütün bir geçmişlerini) gösteren bir perde görevinde olması durumunda, bugün birbirini anlamayan, anlamlandıramayan dolayısı ile anlaşamayan insanların sayısının azalabilmesi olasılığının olduğu ifade edilmektedir139. Bu noktada kişilerin birbirlerini dinlerken aynı anda birkaç dakika içinde birbirlerinin hayatlarını seyrederek karşısındaki kişilerin hangi etkiler altında oluştuğunu görmelerinin, anlam dünyalarının uyuşamaması konusundaki nedenlerle ilgili önemli ipuçlarını verebileceği tartışılmaktadır. Tüm bunların ışığında gerçek iletişim, bir ilişkinin farklı noktalarında, çeşitli düzeylerde kişinin kendisini ifade edebildiğinde, söyledikleri duyulduğunda ve onun da karşısındakini duyduğunda ortaya çıkan paylaşım olarak değerlendirilebilmektedir. Günlük yaşamda kişilerin hiç çekinmeden kendilerini ifade etmeleri, hissettiklerini ve düşündüklerini dile getirmekten korkmaları yakın ilişkilerin çoğunda 138 Üstün Dökmen, Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak Gelişmek Uzlaşmak, a.g.e., s.266. Recep Şükrü Apuhan, İnsan İlişkilerinde En Etkili Davranışlar, Timaş Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2003, s.31. 139 128 rastlanan bir durumdur. Ayrıca kullanılan kelimelere çok fazla sorumluluk yüklenmekte, buna karşın onların herkes için farklı gerçekleri ifade ettiği görülmektedir. Kişinin hissettikleri ve söyledikleri, söylemek istedikleri ve ağzından çıkanlar arasında birtakım farklılıklar söz konusu olmaktadır. Bunun yanı sıra, söylediklerinin ve karşısındakinin duyduklarının da birbirlerinden büyük ölçüde farklı olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Karşıdakinin duydukları kendi algılama biçimi ve referansları doğrultusundadır. Buna bağlı olarak kişi, çoğu durumda onun ne anladığını veya ne duyduğunu bile bilememektedir. Bunun yanı sıra, her sözel ifadede; - Kişinin düşündüğü veya hissettiği şey ve söyleyebileceği şey arasında, - Söylediği şey ve karşısındaki kişilerin, kelimelerinin barındırdığı çeşitli anlamlar arasında kendilerini en çok etkileyen, duygulandıran ya da korkutanlara ayrıcalık tanıyarak, duydukları ve anladıkları şey arasında, - Karşısındakinin duyduğunu düşündüğü şey ve karşısındakinin, kendisinin onun duyduğunu düşündüğünü sandığı şey arasında anlaşmazlıkların, çarpıklıkların ya da yanlış anlamaların ortaya çıkma riskinin oldukça fazla olduğu ifade edilmektedir. Bunun sonucunda, hissedilenler, düşünülenler ve kelimeler arasındaki bu kaçınılmaz farklılığın kişilerarasındaki mesafenin azaltılması konusunda göz önünde bulundurulması gerekmektedir. İletişimi daha verimli kılmak için çaba harcamadan önce, bütün sözel ifadelerin bu tip bir eksiklik barındırdığının bilincine varmak son derece önemlidir. Bir başka şekilde değerlendirilecek olursa, iletişim kurmak için yapılan her girişimin tabiatında birtakım yanlış anlamaların olması kaçınılmaz olmaktadır. Bunları şöyle ifade etmek mümkündür: - Karşıdakinin duyduğu, kişinin söylediği şey değildir. - Kişi karşıdakinin söylediklerine değil, kendi duyduğuna yanıt vermektedir. - Olayları, olguları ve söylenenleri kendi filtrelerinden geçirmekte, kendi hassasiyetiyle yorumlamakta ve bağdaştırmaktadır. Bununla birlikte karşıdaki kişinin hassasiyetinin, şifrelerinin ya da değer yargılarının her zaman göz önünde bulundurulması önem taşımaktadır. 129 - Kişi başkalarıyla uzlaşmaya kalkışmadan önce, kendisiyle (korkuları, arzuları, sınırlarıyla) uzlaşmayı ihmal etmektedir. - Karşıdaki kişiye kendi inançlarını kabul ettirmeye çalışmaktadır. - Karşıdaki kişiyi, bakış açısının ne kadar sağlam olduğuna ikna etmeye çalışmaktadır. - Karşıdakini değiştirmek istemektedir. Bunların yanında yargılar, yansıtmalar, kıyaslamalar, beklentilerden oluşan birtakım etkenlerin iletişimsizlik sürecini doğurduğu görülmektedir. Genel anlamda değerlendirildiğinde ise, iletişimsizliği ortaya çıkaran yaygın hataları şöyle sıralamak mümkündür: - Zihin okuma, kişinin karşısındakinin ne düşündüğünü bildiğini düşünmesi140, - Kişinin, karşısındakinden kendisinin ne düşündüğünü bilmesini beklemesi, - İletişim sürecinde aksayan birtakım noktalar ortaya çıktığında, yanlış bir şey yokmuş gibi hareket etmesi, - Kişinin bir sorunu uzun bir süre görmezlikten gelmesi durumunda, o sorunun ortadan kalkacağı düşüncesine sahip olması141, - Kişinin kendisine ya da diğer kişiye karşı dürüst olmaması. Günlük yaşamda kişilerarası ilişkilerde sıklıkla gözlemlenen bu tür yanlışlar sonucunda, ‘Beni anlamıyorlar, anlatamıyorum’ kısır döngüsü içinde geçen bir konuşma, iki tarafın kişilik yapısı, kültürü, günlük yaşam biçimi, eğitimi, öğrenimi, birbirlerine gösterdikleri ilgi, sevgi ve saygının düzeyi ölçüsünde alabildiğine sürüp gitmekte ve büyük bir olasılıkla da kızgınlıkla, tartışmayla, kavgayla ve dargınlıkla sonlanmaktadır. Görüldüğü gibi, iletişim kurmaya çalışan iki kişinin temel sorunu olan kendini anlatamama, bir yandan birbirlerini anlamalarını engellerken, öte yandan da başkalarından, çevreden, dünyadan gelen haberlerin, iletilerin de anlaşılmasını engellemektedir. Buna bağlı olarak insanların sınırlı olan ruhsal gücü , ‘anlamıyorlar, anlatamıyorum’ kısır döngüsü içinde yok olup gitmekte, birbirlerine karşı olumsuz ve hatta düşmanca duygular beslemeleriyle boş yere harcanmaktadır. Sonuç olarak da, karşılıklı konuşma sağırlar diyaloğuna dönüşmekte ve kişilerarası ilişkiler tam bir 140 ___ , “ Lack of Communication”, http:// www.minus1.com/PartnerTherapy/141 , 11.07.2002. Suzanne Mccorkle, Barbara Mae Gayle, “Conflict Management Metaphors:Assessing Everyday Problem Communication”, The Social Science Journal, Volume 40, Issue 1, 2003, s.137. 141 130 kargaşa görünümü almaktadır. Oysa tüm doğal ve evrensel olaylar gibi kişilerarası ilişkinin ve iletişimin de dengesi, düzeni, ilkesi ve kuralı vardır. Başka bir deyişle, kişilerarası iletişim, neden-sonuç bağlantısı içinde belli yasalara göre işlemektedir. Bu noktada, kişiyle, kişilerle iletişim bağlantısı oluşturabilme ve sürdürebilmenin, kazanılmış bir davranış ve yeteneğin ürünü olmasının yanında, çok içten duygularla bir araya gelip birbirleriyle öfkeli bir mücadeleye girmenin de yine, kişinin kazanılmış davranış ve becerilerinin ürünü olduğu ifade edilmektedir. Bu anlamda kişilerin önlerinde, iletişim ya da iletişimsizlik olarak değerlendirilen iki seçenek söz konusu olmaktadır. İnsanlar arasındaki etkin iletişimi zorlaştıran, çarpıtan, hatta imkansız kılan çok farklı engellerle karşılaşılmaktadır. Kişilerarasında iletişimsizliğin yaşanmasına yol açan bu kişisel nedenleri ise şu başlıklar altında değerlendirmek mümkündür: 2.2.2.1. Kişisel Farklılıklar Kişisel farklılıkların iletişimsizliği ortaya çıkaran en temel nedenlerden birini oluşturduğu görülmektedir. “İnsanlar arasındaki sürtüşmeler, genellikle kişiler arasındaki farklılıklardan kaynaklanmaktır”142. Hemen her ortamda başkaları ile iyi ilişki kurma becerisinin başarının çok önemli bir faktörü haline geldiği günümüzde, bu becerinin de insan karakterlerini tanımaktan geçtiği ifade edilmektedir. Her kişinin, başkalarıyla nasıl geçineceğini, tarzının ne olduğunu ve dilediği her zaman bu tarzı nasıl geliştireceğini belirlemede, hemen hemen sınırsız sayıda seçeneklerinin olduğu, başkalarıyla iletişim kurma tarzının kazara olan bir şey değil, daima bir seçim ve bütünüyle kişiye bağlı olduğu ifade edilmektedir143. Gönüllü olarak ya da istemeden kişinin kendisinden başkalarına bir mesaj aktarmak için kullandığı her yön bir iletişim yöntemi olarak değerlendirilmekte, böylece, mesajların ve duyguların bir kişiden diğerine iletilmesinin sayısız yolu olduğu ifade edilmektedir. İnsanların yaşları, cinsiyetleri, kişilik özellikleri, eğitim ve kültür seviyeleri, geçmişteki tecrübeleri insanlar arasındaki başlıca kişisel farklılıkları oluşturmaktadır. 142 Oğuz Saygın, İnsan İlişkilerinde 4*4’lük İletişim, Hayat Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2005, s.11. 143 Shad Helmstetter, Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz, Çev: Betül Çelik, Sistem Yayıncılık, Beşinci Basım, İstanbul, 2001, s.103. 131 Bu tür kişisel farklılıklar, sağlıklı bir iletişim sürecinin yaşanmasında en büyük engellerden biri olarak değerlendirilmektedir. İletişim sürecinde mesaj gönderen kişinin, fikir, inanç, duygu, heyecan, değer ve tutumlarını, diğer kişi için anlamlı olan sözcükler ya da başka ifade biçimleri halinde kodlayarak karşısındakine ilettiği, karşıdakinin de bu mesajı aldığında, ses ve jestleri kendisi için anlamlı olan ve onun fikir inanç, duygu, heyecan, değer ve tutumlarını temsil eden sözcüklere ya da başka ifade biçimlerine dönüştürdüğü, yani bunları deşifre ettiği ya da yorumladığı görülmektedir. Mesajın yapısı, iletişim sürecindeki ilk karmaşık noktayı oluşturmaktadır. Her mesajın bir içeriği (ilettiği şey) ve bir ifadesi (iletiş tarzı) bulunmaktadır. Enformasyonu (içeriği) iletmek için, çoğu zaman sözcüklerden yararlanılmaktadır. Ama bazen de, kişinin ses tonu, konuşma tarzı ve vurguları niyetini ifade etmekte ya da mesajının içeriğini gizlemektedir. Kişilerin bazen farkında olmadan, enformasyonu anlamlı seslerle dile getirdikleri görülmektedir. Böylece içeriği olan bir mesaj ilettiklerini sandıkları, oysa ses tonları ya da konuşma tarzlarının bu içeriği gizleyen bir başka mesaj ilettiği gözlenmektedir. Dolayısıyla bu anlamlı sesleri kendi kullanış tarzları ya da mesajı alanın bunları yorumlayışı, içeriğin aktarılmasının önünde engel oluşturmaktadır. Bu da kastedilenden farklı bir mesajın iletilmesine neden olmakta ve iletişim sürecinde ciddi sorunlara yol açmaktadır. İletişim sürecinde kişilerin inanç, önyargı, duygu, heyecan, değer ve tutumlarının oluşturduğu çeşitli aşılması güç engelleri, çocukluğun erken dönemlerinden itibaren edindikleri deneyimlerin doğurup beslediği ortaya çıkmaktadır. Bütün kodlayıcılar (sözcükler, sesler ve jestler) bu filtrelerden geçmekte, yani kişisel geçmişi bazen kişinin ifadelerine farkında olmadığı anlamlar katmaktadır. Dolayısıyla kişinin kendisinin bir enformasyon iletirken ve söylenenleri yorumlarken, kişisel geçmişinin etkisi altında olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Sonuçta, iletişim sürecinde sözle ya da başka türlü gönderilen mesajın, kişinin göndermek istediği değil, karşıdakinin aldığı mesaj olduğu görülmektedir. Kişinin söyledikleri bir yana, önemli olan, diğer kişinin bunu nasıl yorumladığıdır. Buna bağlı olarak mesajın yorumu konusunda gönderici ile alıcı arasında görüş 132 birliğine varılıp anlam konsensüsü sağlanmadığı takdirde, etkili bir iletişimden söz edilemeyeceği ifade edilmektedir. Ne var ki bu, bazen çok fazla çaba gerektirmektedir. Mesajın doğru ya da geçerli olup almadığı üzerine anlaşmaya varmak zorunlu değilse de, insanlar birbirlerinin ne kastettiğini anlamadıkları sürece, iletişimde bulunmuyorlar demektir144. Filtreler konsensüsün önünde engel oluşturmakta ve böyle olduğu ölçüde de, kişilerin iletişim sorunlarıyla karşılaşmasına yol açmaktadır. Aynı aile içinde yetişmiş iki kişinin bile durumları birbirinden farklı gördüğü, farklı değerlendirdiği gerçeğinden hareketle, aslında belki de ‘aynı aile’den, hatta aynı olan hiçbir şeyden söz edilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Çünkü, iki kişinin filtrelerini oluşturan deneyimler hiçbir zaman birbirinin aynı olmamaktadır. Kişinin zaman ve yer açısından konumu da filtrelerini etkilemekte, yaşadığı yer ve dönem, değerlerini, dünyaya bakış tarzını ve durumları algılayışını belirlemektedir. Aynı şekilde, aile içindeki konumu -tek çocuk mu, küçük kardeş mi vb. olduğu- da filtrelerin oluşumunda büyük bir rol oynamaktadır. Aynı ailede yetişen insanlar bile farklı filtrelere sahip olduğuna göre, değişik aile kültürlerinde ya da başka çevrelerden gelen insanlar söz konusu olduğundan, iletişim sürecinin sağlıklı işlemesinde pek çok engelle karşılaşılması kaçınılmaz olmaktadır. Filtreler, aynı ülkenin değişik bölgelerinde yetişmiş insanlar için dilin de farklılaşmasına neden olmakta, bazı sözcüklerin anlamı, bölgeden bölgeye küçük farklılıklar gösterebilmektedir. Jestlerin de aile kültürüne ve bölgeye göre farklılıklar gösterdiği gözlenmektedir. Dolayısıyla bu durum mesajı gönderenin kastettiği şeylerle mesajı alanın yorumunun birbirinden farklı olmasına neden olmaktadır. Kişisel farklılıklar içinde değerlendirilen yaşın da kişilerarası iletişim sürecini yönlendirici bir etkide bulunduğu söylenebilmektedir. Aynı yaştaki iki kişinin anlaşması ve farklı yaşlardaki iki insanın anlaşması kıyaslandığında, aynı yaştakilerin daha çabuk anlaştıkları gözlenmekte, benzer şekilde yüksek öğrenimli bir kişi ile hiç okumamış bir kişinin aynı evi paylaştıkları düşünüldüğünde, arada iletişim açısından büyük uçurumlar yaşandığı görülmektedir. 144 Brian Davies, Zor İnsanlarla Baş Etme Yöntemleri, Çev: Emel Yıldız, Gölge Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, 2004, s.42. 133 Cinsiyetin de iletişim süreçlerini belirleyici bir rol oynadığı görülmektedir. Erkek ve kadınların beyin yapılarının farklı olduğu ve bu farklılığın iletişim tarzına doğrudan yansıdığı bilinmektedir. Yapılan araştırmalara göre, erkeklerde sözel ve görsel verilerin alanının birbirleriyle, kadınlarınkine göre daha az bağlantılı olduğu, kadınların ise sözel ve görsel alanları koordine etme, dolayısıyla görsel ve sözlü ifadeye dayalı bilgileri bütünleştirme açısından daha yetenekli olduğu açıklanmaktadır. Bu da, erkekler bir bütün içinde ancak belli bir alan üzerinde yoğunlaşırlarken, kadınların bütün bir tabloyu göz önünde tutabildikleri anlamına gelmektedir. Erkeklerde saldırganlık davranışını yöneten merkezlerin daha aktif olduğu, kadınlarda ise duygusal merkezlerin belirleyici rol oynadığı belirtilmektedir. Buna bağlı olarak bu özellikler, erkekleri iletişim sırasında daha kavgacı ve rekabetçi kılarken, kadınların işbirliğine daha yatkın olmalarına yol açmaktadır Cinsiyet aynı zamanda söylenenlerin farklı biçimlerde kavranması üzerinde de etkili olmaktadır145. Bütünüyle cinsel kimlikle bağlantılı olan bu karakteristik özelliklerin yol açtığı farklılıklar, erkeklerin ve kadınların birbirinin mesajlarını nasıl alıp, nasıl değerlendirdiklerini önemli ölçüde belirlemektedir. Mesajların algılanmasında rol oynayan, dolayısıyla iletişim sürecini yönlendiren bir diğer unsur da dindir. Toplumdaki grupların ortak malı olan dinin, insanların moral yaşayışlarına etki eden tavır ve hareketlerin biçimlendirilmesinde etki edebildiği, buna bağlı olarak dinsel değerlerin kişilerin sosyal yaşamına yönelik emir ve yasaklar koymak suretiyle onların tutum ve davranışlarını etkileyebildiği ifade edilmektedir. Kişinin mensubu olduğu dinin mesaj oluşumunda ve algılanmasında büyük rol oynadığı söylenebilmektedir. Kişinin dine bakış açısı ile, karşısındakinin dini algılayış biçimi arasında paralellik olması, mesajın etkinliğini artıran bir faktör olarak değerlendirilmektedir. Kişilerarası iletişimde rol oynayan bir diğer etmen de, kişilerin eğitim seviyesi ve sosyal statüdür. Kişinin eğitim seviyesi yükseldikçe, daha fazla şeyi bilme ve daha geniş kapsamlı düşünme imkanı da artmakta; böylece daha kolay ve sağlıklı akıl ve mantık yürütebilen kişinin olayları daha iyi değerlendirebileceği gözlenmektedir. Dolayısıyla 145 Kate Keenan, Yöneticinin Kılavuzu İletişim, Çev: Veysel Atayman, Remzi Kitabevi, Birinci Basım, İstanbul, 1997, s.13. 134 kişinin kendisini ifade edebilmesi ve karşısındakinden gelen mesajların algılanması ve yorumlanmasında eğitim seviyesinin belirleyici olduğu söylenebilmektedir. Aynı şekilde bireyin sosyal statüsü de mesajın algılanması ve benimsenmesi ya da benimsenmemesi konularında etkili olabilmektedir. Bu noktada içinde bulunduğu aile üyeleri, akraba ve komşularıyla iş ve meslek grupları içerisindeki yeri önem kazanmaktadır. Tüm bunların sonucunda kişisel farklılıkların, kişilerin anlam dünyalarını da farklılaştırdığı görülmekte, dolayısıyla iletişim sürecinde sorunlarla karşılaşılmaktadır. 2.2.2.2. Algılama Farklılıkları Kişilerin dünyayı algılayış tarzlarının, düşüncelerini oluşturup biçimlendirmelerini de belirleyen etmen olduğu görülmektedir. Algıların, kişinin doğduğu andan itibaren başlayan temel öğrenme süreçleri üzerinde biçimlenerek, tutum ve davranışlarını, hal ve tavırlarını, motivasyonlarını ve ilgilerini içerdiği ifade edilmektedir. Algılanan şeylerin, düşüncelerin üretiliş biçimlerini de bilgilerin toplanması, durum ve koşulların yorumlanması ve tavır ve tutum aşamalarında etkilediği belirtilmektedir. Buna bağlı olarak, insanların aynı durum ve koşullarla karşı karşıya kalsalar da, çok nadir olarak aynı bilgileri topladıkları, aynı bilgiyi kullanan insanların, kendi kişisel değerlendirmelerine göre, o bilgiyi hemen hemen tamamen birbirlerinden farklı biçimlerde yorumladıkları ve bir durumu yorumlarken, aslında söz konusu durumla ilgisi bulunmayan olayları, olguları ve etmenleri, onunla ilgiliymiş gibi görebildikleri dile getirilmektedir. Kişilerin izlenimlerine, daha önceki deneyimlerine ve beklentilerine göre farklı ve kendine özgü düşünceler üretmeleri doğrultusunda, bilgilerin önyargılı bir biçimde toplanıp değerlendirilmesi olasılığının yüksek olması, sonuçta iletişim sürecini kaçınılmaz olarak etkilemektedir. Algılama farklılıklarının, kişilerin benzer olgulara farklı tepkiler vermesi sonucunu doğurduğu görülmekte, bu farklılıkların, kişilerin kişisel özelliklerinden, farklı değer yargılarından, ihtiyaçlarından ve geçmiş deneyimlerinden kaynaklandığı ifade edilmektedir. Sonuç olarak belirli kişilerden gelen mesajlar, algılamadaki farklılıklar yüzünden ya hiç algılanamamakta ya da yanlış algılanmaktadır. 135 Başka bir deyişle bu tür durumlarda kişiler duyduklarını değil, duymak istediklerini algılamaktadır. Buna göre kişi, kendi ihtiyaçlarını karşılayan ve inançları ile uyum içerisinde olan mesajları duymaya daha çok meyilli olmakta ve mevcut inançlarıyla çelişen ya da kendisine korkutucu gelen mesajları da reddetme ya da tahrif etmeye eğilimli bulunmaktadır. Mesajı gönderen kişi açısından algılama farklılığı da, karşısındaki alıcının olayları kendisi gibi algıladığını varsaymasıyla ortaya çıkmaktadır. Bu husus, pek çok iletişim sorununun temelinde yer alan nedenlerden birini oluşturmaktadır. Farklı bakış açılarına sahip kişiler, bunun farkına varmadıklarında, çoğu zaman ortak anlama düzeyine ulaşamamaktadırlar. 2.2.2.2.1. Mesajın İçeriğinden Kaynaklanan Sorunlar İletişim sürecinde kişinin gönderdiği mesajın içeriği ile karşıdaki kişinin aldığı ya da algıladığı içerik farklı olabilmektedir. Kişi mesaj oluşturup bunu karşısındakine sunmakta, bu arada kendisini tanıtmakta, karşısındakini nasıl gördüğünü ifade etmekte ve o kişinin duygu, düşünce ve eylemini etkilemeye çalışmaktadır. Kişilerarası iletişim sürecinde kişilerin, çoğu zaman belli algılama kanallarını kapattıklarının bilincinde olmadıkları görülmektedir. Bu da, mesajın herhangi bir boyutunun yanlış anlaşılmasına ve bunun sonucu olarak da iletişimde aksaklıkların yaşanmasına neden olabilmektedir. Sağlıklı bir iletişim sürecinin oluşabilmesi için taraflardan birinin, bir başka deyişle iletişimi başlatan kaynağın, paylaşmak istediği anlamları algılanabilir işaretlere dönüştürmesi gerekmektedir. Bunlar karşıdaki kişiye gönderilen işaretleri oluşturmaktadır. Gönderilmeyenler ve çıkarım yapılması istenenler ise, işaretlerle bağdaştırılan anlamlardır. Bu işaretleri yeniden anlamlandırması beklenen kişinin, bu süreçte beklentilerine, korkularına, endişelerine, deneyimlerine kısaca kişiliğine bağlı olarak anlamlandırmayı gerçekleştirdiği görülmektedir. Bunun sonucunda karşıdaki kişinin mesajın bazı boyutlarını algılayamadığı ya da kaynağın yüklemediği bazı anlamları mesaja yükleyebildiği ortaya çıkmaktadır. 2.2.2.2.2. Mesajın ve Alıcının Yapısından Kaynaklanan Sorunlar Yapılan araştırmalar, algılama farklılıklarının büyük oranda mesajı alan ve yorumlayan kişinin yapısından ve sosyo-kültürel farklılıklardan kaynaklandığını ortaya 136 koymaktadır. İletişim kopukluklarına yol açan mesaj ve alıcının yapısı, iletişimin akışını şu açılardan etkilemektedir: Mesajı Alan Kişinin Kendisi Hakkındaki İmajı Kişinin kendisi hakkındaki imajı, aldığı mesajı anlamlandırma sürecini büyük ölçüde belirlemekte ve sürece yön vermektedir. Kendisiyle ilgili olumsuz bir imaja sahip olan kişi, çevresiyle olan ilişkilerinde sürekli kendi olumsuz imajını destekleyici anlam boyutları arayışı içinde bulunmaktadır. Söylenen her şeyi kendisine yönelik kabul etmekte, kişisel olarak yorumlamakta ve kişiliğine saldırı olarak değerlendirmektedir. Konuşma sırasında karşısındakinin başka yöne bakması, kendisini dışlanmış hissetmesine yeterli olabileceği gibi, karşısındaki kişinin gülmesini, kendisinin küçümsenmesi olarak yorumlayabilmektedir. Bu anlayışa sahip kişilerin, çoğu zaman tarafsız, yani nesnel olan anlam boyutlarını kendi şahıslarına yönelik bir tavır ve davranış olarak algıladıkları ve anlamı çok farklı bir şekilde değerlendirdikleri görülmektedir. Mesajın bu yönde yorumlanması, iletişimsizliği ortaya çıkarmakta, aynı zamanda kişinin kendisi hakkındaki olumsuz imajını destekleyici ve güçlendirici bir deneyimin oluşmasına neden olabilmektedir. İletişim Sürecinde Tarafların Birbirleriyle İlgili Değerlendirmeleri Mesajı gönderen kişi hakkında derin bilgiye sahip olunmasının, gönderdiği mesaj ile hedeflediği anlamın algılanabilmesini kolaylaştırdığı görülmektedir. Bununla birlikte kişilerarası iletişim sürecinde, karşıdaki kişiyle ilgili olarak dış görünüş, cinsiyet, yaş, konuşma tarzı gibi unsurlar göz önünde tutularak bir resim oluşturulmaya çalışılmakta ve oluşan imajın temeli yetersiz bir bilgiye dayanmaktadır. Elde edilen bilgiler ve ortaya çıkan imaj, o kişiye nasıl davranılacağını, mesajlarının hangi anlamlarda yorumlanacağını yönlendirmektedir. Buna bağlı olarak da, karşıdaki kişiyi yorumlama çoğu zaman eksiklerle dolu olmakta, bu da karşılıklı anlaşmayı zorlaştırmakta ve hatta imkansız hale getirmektedir. Alıcının mesaj göndereni ne kadar güvenilir gördüğü, mesajın kabul görmesine doğrudan etki etmektedir. Alıcı, güvenmediği kaynaktan gelen mesajlarda, gizli bir mesaj olduğuna inanmakta ve bu inanç, mesajın geldiği gibi anlaşılmasını engelleyici rol oynamaktadır. 137 Kişinin uzmanlık düzeyi, popülerliği, niyetinin samimi olarak görülmesi, sıcaklığı ve söyledikleri ile yaptıklarının çelişmemesi, mesaj gönderenin güvenilirliğini etkileyen çeşitli faktörler arasında yer almaktadır. Benzer şekilde mesaj gönderenin de alıcıya güvenmediği durumlar söz konusu olmaktadır. Gönderenin, alıcının mesajı algılamakta güçlük çekeceğini, alıcının bilgi birikiminin az olduğunu ya da mesajı almaya çok istekli olmadığını düşünmesi buna örnektir. Bu tür değerlendirmeler neticesinde, gönderen kişinin, mesajı aşırı yüklü, yetersiz ya da isteksiz göndermesi, iletişimin etkinliğini büyük ölçüde zedelemektedir. Benzer şekilde, alıcının mesajla ilgili kanaatleri ya da daha önceden mesaj gönderen hakkında edinmiş olduğu önyargılar da, alıcının mesajı etkin bir biçimde algılamasına engel olmaktadır. Alıcının mesaj gönderen kişiyi sevmemesi ya da o kişinin söylediklerini sevmemesi şeklindeki tutumları, bu tür durumlara örnek olarak gösterilebilmektedir. Örtülü Anlamlar Olgusu Mesajı alan kişinin doğru yorumlayamaması, başka bir deyişle mesaj ile bağdaştırılan diğer anlam boyutlarını algılayamamasına bağlı olarak, ilişkilerde birtakım anlaşmazlıklar ve sorunlar yaşanmaktadır. İletişim sürecinde her şeyi açıklıkla ifade etmenin geri plana atılarak, daha çok üstü örtülü geçiştirilmesi ve karşıdaki kişinin yorumuna bırakılması, bu durumun temel nedenini oluşturmaktadır. Söylenmeyen, dile getirilmeyen şeylerin iletişimin akışını zorlaştırıcı etkisinden dolayı söylenenlerden daha önemli olduğu görülmekte, bu nedenle sağlıklı bir iletişim sürecinin gerçekleşmesi için, yorumların açıkça dile getirilmesi ve doğruluğunun denetlenmesi gerekmektedir. İletişim sürecinde genelde tarafların, doğrudan karşısındakilere yönelik değil de, özellikle karşısındakilerin kendileri hakkındaki yorumlarına yönelik tepki gösterdikleri ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle iletişim sürecinde, öncelikle kişisel yorumların denetim altına alınması ve ayrıca şu üç hususun da göz önünde tutulması gerekmektedir146: -Birinin başkası hakkındaki imajı kendi düşünce ve algılayış tarzının, yani yorumunun bir sonucudur; -Yorum, doğru da yanlış da olabilir; 146 Orhan Gökçe, a.g.e., s.151. 138 -Yorumlar, kişinin kendi yapısının ürünleri olduğu için, iletişim sürecinde karşılıklı anlaşmayı kolaylaştırmak açısından bunların denetlenmesi gereklidir. Eğer bu yorumları kişi kendisine saklar ve davranışını ona göre düzenlerse, iletişimin devamı mümkün olmayabilmektedir. Tüm bunların ışığında, karşıdaki kişinin mesaja tepkisinin, kendi yorumlamasının bir sonucu olduğu görülmektedir. Bu nedenle iletişim sürecinde her iki tarafın da yorumlama, bir başka deyişle mesajı yeniden yapılandırma sürecinde, mümkün olduğunca kendi kişisel tavır ve tutumunu, mesajın anlamını belirleyen ilişki boyutundan ayırması son derece önemlidir. Kişisel tutumların ön plana alınmasıyla zor olarak nitelendirilebilecek anlamlandırma süreci çok daha karmaşıklaşmakta ve buna bağlı olarak da iletişimin başarılı bir biçimde sürmesi olanaksızlaşmaktadır. Dolayısıyla iletişim kopukluklarının minimize edilebilmesi, üstü örtülü ya da ima yoluyla ortaya atılan anlamlardan kaçınmayı gerektirmektedir. 2.2.2.3.Bir İletişimsizlik Nedeni Olarak Duygular Kişilerarası iletişim sürecinde duyguların son derece önemli olduğu görülmektedir. “Duygular insanoğlunun yaşamını sürdürmek için vardır. İnsan, yaşamıyla ilgili olumlu ya da olumsuz durumları duygular aracılığıyla fark eder ve çevresine karşı takınacağı tutumu belirler”147. Mesajı alma anında, kişinin o anki duyguları, hissettikleri, mesajı anlama ve yorumlamasına doğrudan etki etmektedir. Kişi, aynı mesajı kızgın ve sakin olduğu zamanlarda farklı yorumlayabilmektedir. Bunun yanında aynı olayın ardından birbirinden çok farklı duyguların yaşanması söz konusu olmaktadır. Kişinin her eylemi önce duygularının süzgecinden geçmekte, bir eylem hakkında hissettikleri, daima ne yaptığını ve ne derecede iyi yaptığını belirlemekte veya etkilemektedir148. İletişimsizliğin en büyük nedenlerinden birini, duygusal yanılgıların ve yaşanan duyguların sorumluluğunu, kişilerin birbirine yüklemesinin oluşturduğu gözlenmektedir. Davranışların ve duyguların nedenlerini, kişinin kendi dışında oluşan 147 Haluk Özbay, Şenol Göka, Her Halde İnsan, Elips Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2004, s.9. Shad Helmstetter, İçe Dönük Konuşmanın Gücü, Çev: Betül Çelik, Sistem Yayıncılık, Dokuzuncu Basım, İstanbul, 2003, s.49. 148 139 olaylarda, başkalarının davranışlarında araması, kendi duygu ve davranışlarının kendi kontrolünde olmadığı anlamını ortaya çıkarmaktadır. Genelde insan ilişkilerinde ve özelde iletişim sürecinde bu yanılgının iletişimsizliğin kıvılcımlarını oluşturan önemli bir etken olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, insan yaşamında önemli bir yere sahip olan duygular gibi karmaşık bir konuyu net bir şekilde anlayabilmek için, öncelikle duygu kavramının ortaya konması gerekmektedir. Sık sık fark edilmiştir ki herkes mükemmel şekilde duygunun ne olduğunu bilmekte, ama kimse onu tanımlayamamaktadır. Bir taraftan, duygunun ne olduğu hakkında kimse aynı fikirde değildir. Farklı kültürlerden ve farklı dönemlerden insanların bazen duygularla ilgili çok farklı anlayışlara sahip olduğu ifade edilmektedir. Gerçekte, bazı kültürlerde, aslında ‘duygu’ olarak direkt olarak tercüme edilebilecek bir kelime yoktur149. Duygu kelimesi Latince 'movere' (Türkçe: hareket etme) kökünden gelmektedir. Bu kelimeye 'e' ön eki getirildiğinde ise, 'öteye hareket etmek' anlamını taşımaktadır. Bu küçük araştırma bile, bir duygunun, daima bir davranış eğilimi gösterdiğini açığa çıkarmaktadır. Şu sözler, duygu kavramını tam olarak anlatabilmenin ne kadar güç olduğunu ortaya koymaktadır: "Duygu, ilginç bir kelimedir. Tarifini yapmak zorunda kalana kadar hemen herkes onun ne olduğunu bildiğini zanneder. Tarif etmesi gerektiğinde ise artık kimse anladığını iddia edemez"150. İnsanların binlerce yıl boyunca hep 'akıl'la uğraştığı, aklı anlamak, aklın nasıl işlediğini bulmak ve aklın üstünlüğünü sağlamanın çok önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Ortaçağ bağnazlığından aydınlanma dönemine geçmenin büyük mücadelelerle olduğu süreçte, duyguların fazla önemsenmediği, insanın zayıf yanı sayıldığı, aklın erkeklere, duygunun kadınlara yakıştırıldığı görülmektedir151. Duygular hep insanın zayıf yanının simgesi sayıldığı için duyguların gücü hiçbir zaman bilinememiştir. Bununla birlikte bu bilgisizliğin insanlara çok pahalıya mal olduğu ifade edilmektedir. Duyguları tanımamak, duyguları anlamamak, duyguları 149 Brian Parkinson, Ideas & Realities of Emotion, Routledge, USA, 1995, s.8. Stefan Konrad, Claudia Hendl, Duygularla Güçlenmek, Çev: Meral Taştan, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.17. 151 Erdal Atabek, Bizim Duygusal Zekamız, Altın Kitaplar Yayınevi, 2. Basım, İstanbul, 2000, s.1. 150 140 düzenleyebilmek, sonuçta da duyguları yönetememek büyük hatalarla ödenen bir yanlış olagelmiştir. Duyguların yönetiminin öneminin sonradan anlaşıldığı görülmekte ve artık bilinmektedir ki, duygularını yönetemeyen insan aklını da yönetememektedir. Kişi duyguları aracılığıyla kendisine sürekli bir şeyler söylemektedir. Başından geçen olayları ve yaşamını yorumlamak için duyguları yardımcı olmakta, olayları ve insanları yargılarken duygularından yararlanmaktadır. “Duygularımızı dinlemek, radyodaki bir programı dinlemek anlamında değildir. Kendimizi ilk ağızdan duymak, kendimizle ilgili hayati bilgileri almak demektir. ‘Yaşayan ben’deki doğruları yakalamanın yoludur”152. Kişilerarası iletişim sürecinde son derece önemli olan duyguların ortak özelliklerini ise, şöyle ifade etmek mümkündür153: - Kişi, duygu dünyasını önceden tespit edememektedir. Duygular kendiliğinden, irade dışında gelişmektedir. - Kişi, herhangi bir duyguya kapıldığında aynı anda heyecan da hissetmektedir. - Duygular bazen olumlu, bazen de olumsuz olarak ortaya çıkmaktadır. - Duygular, beden diliyle, jest ve mimiklerle dışa yansıtılmaktadır. Kişinin arzularını, amaç ve hareketlerini etkilemektedir. Buradan da açıkça anlaşıldığı gibi, duygusal sürecin çok kompleks bir yapısı bulunmaktadır ve birçok farklı açıdan incelenebilmektedir. Bu sebeple, psikoloji biliminin, duygunun tanımını yaparken birçok zorlukla karşılaşması kaçınılmaz olmaktadır. Konuşma dilinde duygu kelimesinin iki anlamı vardır. Birinci anlamı, örneğin ‘insanın korktuğunda hissettiği şey’ olarak kabul edilmektedir. Bu durum genel anlamda his olarak bilinmektedir. İkinci anlamı, hissedilenin yanı sıra o ruh hali içerisindeki beden duruşu ve ifadesini de kapsamaktadır. Örneğin, kişinin korktuğunda avuçlarının terden sırılsıklam oluşu. Burada duygu, bir üst kavram, his ise alt kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka açıdan, insanın duygusal davranışının, sadece buna zemin hazırlayan olaylarla değil, o kişinin bu olayı nasıl değerlendirdiği gerçeği ile de anlamlandırılması 152 Eugene Kennedy, Beni Gerçekten Tanısaydın Yine de Sever miydin?, Çev: Nesrin Hisli Şahin, İmge Kitabevi, 5. Baskı, Ankara, 2003, s.62. 153 Stefan Konrad, Claudia Hendl, a.g.e., s.18. 141 gerekmektedir. Duygusal yaşantıların en büyük kaynağını insanlar arasındaki ilişkiler oluşturmaktadır. Duygular çok çeşitli etkenlerle ortaya çıkmaktadır. “Schmitd Atzert bunlardan üç ayrı faktör üzerinde durmuştur: Bunlar, günlük tecrübeler, tabii afetler, savaş ve ölüm gibi büyük hadiseler, uzun süreli yaşam ve çevre şartları”154 olarak belirtilmektedir. Kişilerarası ilişkiler bağlamında değerlendirildiğinde, kişinin, yaşamı boyunca geçirdiği biyolojik, zihinsel, duygusal ve sosyal değişimlere uyabilecek bir esneklikte davranabilmesi, kendisi ve çevresiyle barışık olarak dengeli bir ilişki kurabilmesi durumunda, sosyal uyumunun sağlıklı olduğu düşünülmektedir. Zeka düzeyinin yüksekliğine ve çok çalışmaya rağmen, duygusal olgunluktan yoksun oldukları için yaşamda başarı sağlayamamış, sosyal uyumlarını gerçekleştirememiş kişiler bizi, kişiliğin bu çok önemli heyecansal boyutu üzerinde düşündürmektedir155. Her duygu halinin bir dili ve bu dilin de kendine özgü bir mantık akışı vardır. Duygu halinde değişim ya da yaşanan bir duygu halini gelecekte yaşamamak, onun gerisindeki dili ve mantık akışını değiştirmeye bağlıdır. Kişinin çevresindeki olaylara ve kendi davranışlarına ilişkin kazanmış olduğu düşünsel ve inanışsal çerçeveler vardır. Yaşam süresince karşı karşıya kaldığı olayları belirli anlam kalıplarına oturtmaktadır156. Birine öfkelenen, bir olay karşısında korkan ya da kaygılanan, gittikçe çöküntü içine giren, mutlu ya da mutsuz hisseden birisinin belirli bir anlam kalıbına ve onun mantığına bağlı olarak bu duygu hallerini yaşadığı ifade edilmektedir. Bu anlam kalıplarına ve düşünsel alışkanlıklara gösterilen sadakatin bir gereği olarak, kişinin çevresini, geliştirmiş olduğu bakış açılarına uygun davrandırma mücadelesine girebildiği, bir başka deyişle, çevrenin kişinin kendisinin düşündüğü gibi düzenlenmesini isteğini taşıyabildiği ortaya çıkmaktadır. Duygular, bilgilerin değerlendiriliş tarzını ve buradan düşünceler oluşturma biçimini önemli ölçüde belirlemektedir. Bu süreçlerde uzun ya da kısa vadeli etkiler ön 154 Stefan Konrad, Claudia Hendl, a. g. e. , s.19. İlkay Kasatura, Heyecansal Kontrol, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.117. 156 Kadir Özer, Kaygı/ Sınanma Duygusuyla Baş Edebilme, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.83. 155 142 plandadır. Örneğin mutsuzluğa yol açmış duygusal bir deneyimin etkilerini aşabilmek için belli bir zamana ihtiyaç olabilmekte ve kişiye o deneyimi ya da olayı anımsatacak masum bir işaret, elbette ki bundan haberi olmayan kişileri şaşırtacak biçimde, kişinin tepkisini belirleyecek duygulara yol açabilmektedir. Ya da hiç beklenmedik bir övgü kişinin kendisine olan güvenini artırıp, gerek ilişkilerini gerekse duygularını bütün bir gün boyunca etkisi altında tutabilmektedir. Kişinin içinde bulunduğu duygusal durum, alacağı ve vereceği bilgilerin seçimini etkilemektedir. Kendisini sorumlu hissetmesine ya da tersine kayıtsız ve dolayısıyla sakin oluşuna göre, aynı mesajı alış ya da iletiş biçimi ve tutumu da farklı olmaktadır. Aşırı heyecanlı ya da stres altında olması durumunda, mantıklı düşünme süreçleri bu duyguların gölgesinde kalacağından, iletişim sürecinin de bu durumdan etkilenmesi ve engellenmesi olasılığı ön plana çıkmaktadır157. Dolayısıyla belli bir mesajın, amaçlanandan daha olumlu ya da olumsuz karşılanması mümkün olabilmektedir. Kişinin karşısındaki kişi hakkında kesin yargılara sahip olması durumunda, aldığı mesajı yorumlayış tarzı, bu yargının etkisi altında kalmaktadır. Aynı şekilde kişinin verdiği herhangi bir mesajın, karşıdakilerin kendisi hakkındaki görüşlerinin etkisi altında kaldığı görülmektedir. Bunun yanında, diğerlerinden daha fazla ilgisini yönlendirdiği şeyle doğrudan ilintili olan ve kendisine önemli gelen bilgileri toplamaya eğilimli olurken, bunun aksine öteki bilgileri ya görmezden gelmekte ya da fark etmemektedir. Duyguların anlam transferinin gerçekleşmesinde olumlu veya olumsuz rol oynadığı görülmektedir. Bundan dolayı da insanların duygularının elverişli olmadığı durumlarda, iletişim engellenmektedir. Bu tür durumlarda, iletişimsizliğin yaşanmaması için yapılması gerekenin, kişinin duygularına hakimiyet kazanana kadar iletişim kurmayı ertelemesi olduğu ifade edilmektedir. Sonuç olarak, kişilerin içinde bulundukları duygusal durum, onların iletişim sürecinde mesaj alma ve vermeleri üzerinde yönlendirici bir etkide bulunmaktadır. 2.2.2.3.1. Duyguları İfade Etmede Karşılaşılan Güçlükler Duyguların nasıl oluştuğu sorusu, duygu psikolojisinin çekirdek sorularından 157 Kate Keenan, a.g.e., s.17. 143 biridir. Bu soruya yanıt bulabilmek için çeşitli deneyler gerçekleştirilmektedir. Bu deneylerde duygusal psikoloji uzmanlarının, deney için müspet deneme şartlarını, yaklaşık olarak bile gerçekleştirmenin imkansız olduğunu gördükleri, araştırmalarını yalnızca deneklerin ifadelerine dayandırmak zorunda kaldıkları, bununla birlikte bu durumun da birtakım engelleri beraberinde getirdiği, bu ifadelerin büsbütün yanlış ya da eksik olabilmesi ihtimalinin söz konusu olduğu, çünkü duyguların, söz konusu şahsın bir anlık ruh hali ve karakter yapısına bağlı olarak değişiklik arz ettiği görülmektedir. Dolayısıyla bu kadar kompleks bir yapıya sahip olan duyguların ifade edilmesinde kişilerin birtakım güçlükler yaşadıkları ve sonuçta iletişim sürecinde sorunlarla karşılaştıkları ortaya çıkmaktadır. İnsanları, duygularını ifade etmenin güvenli olduğuna inandırmak için terapistler emeklerinin % 90'ını harcamaktadır. Duygularını göstermeyen veya gösteremeyen insanlar çok yalnızdırlar. Bu kimseler çocukluklarında fazla ihmal edilmişlerdir. Onların daha fazla incinmekten korunmak için duygularını göstermekten sakındıkları gözlenmektedir. Bugün birçok aile sorununun temel sebebi budur158. Buna bağlı olarak kişinin duygularını tanıması, kabul etmesi ve buna uygun davranmasının, birlikte yaşadığı diğer kişilerle anlaşmasını kolaylaştırıcı bir etkide bulunduğu ifade edilmektedir. Kendi duygularını algılayabilme, kendini gözlem altında tutmak olarak değerlendirilmektedir. Kişinin kendi duygularını doğru algılayabilmesi, sosyal ilişkilerde kendisine uygun davranışlar kazandırmaktadır. Böylece yaşanan ilişkilerde olası zorlukların önceden önlenebilmesi ve çıkan problemleri çözebilecek güce sahip olunması mümkün olmaktadır. Empati geliştirmenin en temel ilkesi olarak yine kişinin kendi duygularını doğru algılaması ön plana çıkmaktadır. Bir başka deyişle kişinin öncelikle kendi duygularının bilincinde olması gerekmektedir. Kişi, kendi duygularına karşı açık olabildiği ölçüde, başkalarının duygularını daha iyi anlayabilmektedir. Toplumun esasını teşkil eden kişilerarası ilişkiler açısından duyguların doğru ifade edilmesi, mevcut problemlerin anlamsız hale gelmesine yardımcı olmaktadır. Özellikle özel yaşamdaki sorunların büyük bir kısmı, ifade edilmeyen duygular ve bunun sonucunda ortaya çıkan yanlış anlaşılmalardan kaynaklanmaktadır. Duygularını 158 Virginia Satir, İnsan Yaratmak, Çev: Selim Yeniçeri, Beyaz Yayınları, İstanbul, 2001, s. 121. 144 açıkça söylemeyi tercih etmeyen kişi, bunun yerine neler hissettiklerinin karşısındaki kişi tarafından anlaşıldığını varsaymaktadır. Burada empatinin önemi, bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Ortamdaki sessiz ve sözsüz ifadeleri yorumlamasını bilemeyen kişi, başkalarıyla ilişkilerinde başarıya ulaşmasını engellemiş olmaktadır. Duygusal gücünü kullanan kişinin, duygularını tanıdığı, onları kabullendiği, uygun şekilde ifade ettiği ve ayrıca kendi duygusunu tanımlayabildiği, yani farkındalık düzeyi yüksek olduğu için karşısındaki kişilerin de hislerini anlayıp, kendisini başkasının yerine koyabilmeyi başarmasından ötürü kişilerarası iletişimde daha başarılı olduğu görülmektedir. Bununla birlikte çevresindeki kişilerin ve kendi duygularının farkında olması, kişinin güncel yaşamda karşılaşılan sorunların üstesinden gelebilme potansiyelini arttırmaktadır. Kişilerarası iletişimin büyük ölçüde sözsüz olarak gerçekleştiğini vurgulayan araştırmalar tarafından da ortaya konduğu gibi, duygular, sözcüklere dökülemeyen bazı düşüncelerin beden diliyle yansıtılması olarak ifade edilmektedir. Hiç kimse duygusallıktan yalıtılmış bir yaşam sürdürememekte, kişilerin tüm eylem ve etkinlikleri bilişsel olmadığı gibi, bilişsel eylem ve etkinliklerinde bile duygusal yönler bulunmaktadır159. Değişen toplumsal yapının giderek karmaşıklaşması, kişiyi yalnızlığa, güvensizliğe, uyumsuzluğa, saldırgan ve bencil davranışlara yönlendirmesine karşın, duygusal yaşama gereken önemin verilmediği görülmektedir. Kişinin sağlıklı davranışlar göstermesinde yalnızca bilinç ve belleğin gelişmesinin yeterli olmadığı, doğal ve sosyal çevreye uyum sürecini arttıran bilgi, beceri ve deneyimlerinin gelişmesinin, duygusal ve bilişsel yetilerin eşgüdüm içinde eğitilmesine bağlı olduğu ortaya konmaktadır. Duygusallığı bilişsel yetilerle uyum içinde dışa vurabilmek, doğru olarak karşıdaki kişiye aktarabilmek gerekmektedir. Dolayısıyla burada önemli olan, duyguların anlatımını, denetimini, aktarımını bilgi birikiminin getirdiği bilişsel tutumlarla gerçekleştirebilmektedir. Duyguların doğasını anlayabilmenin ve duygusal yaşamı denetleyebilmenin yollarını özümsemenin, kişilerin farklı duygular karşısında etkilenme süreçlerini yönlendirdiği görülmektedir. En olumlu duygulardan bile 159 Michael Morris, Dacher Keltner, “How Emotions Work: The Social Functions of Emotional Expression in Negotiations”, Research in Organizational Behaviour, Volume 22, 2000, s.9. 145 yaşamlarında olumsuz etkilenenler olabileceği gibi, en olumsuz duyguları bile kendileri ve çevreleri lehine dönüştürebilen kişilere de rastlanmaktadır. Duyguların çok yönlü ve karmaşık psikolojik süreçler olmasından dolayı, bilimsel olarak incelenmesinde güçlüklerle karşılaşılmış ve duygular, geçmiş dönemlerde rasyonelliğin, ussalcılığın karşıtı olarak görülmüştür. Günümüzde bile pek çok kişi duygusal yaşantıyı, güdüsel tepkilerle eşdeğer tutmakta, duygular usdan (akıldan), bilgiden uzaklığın göstergesi sayılmaktadır. Buna karşın, duyguların usu geliştiren, yönlendiren, duyarlılığı arttıran, bilgilere ulaştıran temel duyarlılık kanalı ve kaynağı olduğu görüşü dile getirilmektedir. Duyguların aktarılmasında, dışavurumunda insanların bilinçli olarak kullanabildiği tek araç dil olarak ifade edilmektedir. Bir duygu türünün bile yüzlerce tonu olduğu düşünüldüğünde, günlük dilin belirsiz, yetersiz sözcükleriyle duyguları aktarabilmenin güçlüğü ortaya çıkmaktadır. Günlük dildeki sözcüklerin her duygu türünü anlatması beklenememektedir. Bunun yanında o sözcüklerin değişik anlamlarda kullanılması ve söyleniş türleri, duygusal yaşantının aktarımını iyice güçleştirmektedir. Bu nedenle araştırmacılar, duyguların aktarımında dile yaklaşık % 20 pay ayırmaktadır160. Duygular kavramlaştırılamamış, tinsel savunma tepkileridir. Duygular, kişinin bilgi ve deneyimlerine göre biçimlenen, doğal tepkilerdir. İnsan düşündüğü gibi duygulanan, duygulandığı gibi düşünen bir varlık olarak değerlendirilmektedir161. Duygular, kişinin kendisini ve başkalarını değerlendirme biçimidir. Bu değerlendirme haklı-haksız yargılama, kendini ve başkalarını anlama göstergesidir. Duygular önceden planlanmaksızın ortaya çıkan doğal tepkiler olarak ifade edilmektedir. Bu doğal tepkilerin dışavurum biçimleri kişiden kişiye değişse de, nedensiz oluşmamaktadır. Duyguların ortak nedenleri olsa bile, tepkiler kişilere göre değişmektedir. Haksızlığa uğrayan herkes öfkelenmekte, bununla birlikte her kişi farklı tepkiler ortaya koymaktadır. Öfke nedenleri de yine kişilere göre değişmektedir. Duygular çok yönlü tepkilerle dışa vurulabilmektedir. Dışavurumdaki farklılığın, toplumsal 160 161 ve kültürel ortamlardan, bireylerin farklı yaşam deneyimlerinden Hamdullah Aktaş, İnsanda Duygusal Yaşantı, Palme Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2004, s.63. A.g.e. , s.70. 146 kaynaklandığı görülmektedir. Bu nedenle yaşanılan duyguların neler olduğu hissedilse bile, nedenlerini doğrudan kavramakta güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Duyguların yorumlanmasında, dışavurumunda gereksinimler önemli rol oynamaktadır. Olayların, gereksinimler doğrultusunda yorumlanmasının yanında, duygusal tepkilerin de bu doğrultuda işlediği ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında duyguların yalnızca nesnel ortam ve koşulların ve bireysel çabaların ürünü olmadığı üzerinde odaklanılmaktadır. Duyguların oluşmasında, insanlar arası etkileşimin de önemli rolünün bulunduğu görülmektedir. Kişilerin birbirleriyle yalnızca düşünce-bilgi alışverişinde değil, duygusal alışveriş içinde de oldukları gözlemlenmektedir. Her duygunun kendine özgü genel, evrensel bir beden dili olmasına karşın, dışavurumu kişilere göre değişmektedir. Buna bağlı olarak, duyguların tam olarak açıklandığı bir dilin olmadığı söylenebilmektedir. Örneğin her insanın zaman zaman üzüntü yaşayabileceği görülürken, herkesin üzüntüsünü farklı biçimlerde gösterdiği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Çünkü her duygu türünün, kişiye özgü repertuarı bulunmaktadır. Bu repertuar, bireyin duygusal tarihselliği olarak değerlendirilmektedir. 2.2.2.3.2. Duyguların Sorumluluğunu Diğer Kişilere Yükleme Genel anlamda değerlendirildiğinde kişilerin, yaşadıkları duyguların sorumluluğunu başkalarına yükledikleri görülmektedir. Kişinin mutluluk ya da mutsuzluk, üzüntü, öfke, hayal kırıklığı gibi birtakım duyguları yaşamasının, diğer kişilerin yaptığı ya da yapmadığı, söylediği ya da söylemediği şeylere bağlı olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla böyle bir inanış, sorumluluk oklarını karşıdaki kişilere yönelterek, kişinin duygularının kendi kontrolü dışında olduğu noktasını vurgulamaktadır. Buna karşın, kişilerin aynı olaylar karşısında çok farklı duygulara sahip olduğu ve farklı davranışlar sergiledikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Buna bağlı olarak, bir olayın gerçek anlamda neden olabilmesi, aynı sonucu istikrarlı ve istisnasız bir biçimde ortaya çıkarmasını gerektirmektedir. Örneğin, hiç kimsenin uzun süre susuz yaşayabilmesi mümkün değildir. Bu kural istisnasız herkes için geçerli olmakta, dolayısıyla susuz kalma olayının belli bir süre sonra herkesin ölümüne neden olacak bir olay olduğu ortaya çıkmaktadır. 147 Bununla birlikte kişilerarası iletişim sürecinde kişilerin karşı karşıya kaldıkları durumlarla ilgili olarak farklı duygular yaşadıkları gözlemlenmektedir. Buradan hareketle, kişinin bir olaya yüklediği anlamın, olayı yorumlama biçiminin, olayla ilgili yaşanacak duygunun çerçevesini oluşturduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla kişinin, karşısındakine öfke duyarak iletişimden giderek kopması, kişinin iç dünyasında yer alan yorumları, olaya bakış açıları, inanışları ve verdiği anlamların yönlendiriciliğinde kalmaktadır. Burada olayların, yaşanan duygular açısından hiçbir öneminin olmadığını ifade etmek mümkün değildir. Olayların duyguların oluşmasında neden değil, vesile olabileceği belirtilmektedir. Kişinin yorumlama ve düşünme sürecinin başlamasına neden olmaktan öte bir anlam taşımadığı, yaşananların nasıl bir duyguya vesile edileceğinin kişinin yorum seçeneğine bağlı olduğu görülmektedir. Duyguların oluşum sürecinde, kişinin bir yanda dışındaki olayların, bir yandan da düşünce, yorum, anlamlandırma, beklenti ve inançlardan oluşan iç dünyasının katkılarının bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Yaşamda karşılaşılan dış olaylar, duyguların oluşumunda bir araç iken, kişinin düşünce dünyasını oluşturan iç olayların ise nedenleri meydana getirdiği ifade edilmektedir. Kişilerarası ilişkilerde, başkalarının kişinin belli bir duyguyu yaşamasına neden olduğu yaygın kanısı, duygunun değişiminin de başkalarının değişimine bağımlı olduğu noktasına götürmektedir. Oysa ki, bio-psiko-sosyal bir varlık olarak insan, olaylara anlam vermekte, beklentiler oluşturmakta, diğer canlılarda bulunmayan düşünme eylemini gerçekleştirmekte, buna bağlı olarak kendi duygularının oluşumu ve değişiminde söz sahibi olmaması mümkün görünmemektedir. İletişimsizliğin ortaya çıkmasında kişinin, ilişkilerini ve başkalarını kendi istekleri doğrultusunda davranacak şekilde değiştirmek isteğini duyması etkili olmaktadır. Başkalarının duygu ve davranışlarının nedenlerini kişinin kendinde görmesi büyük bir yanılgı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yanılgı çerçevesinde kişi, kendini başkalarının değişiminin merkezi olarak görmekte ve kendisini hep diğer kişiler için değiştirmesi gerektiğine inanmaktadır. Bunların yanında, duygu ve davranışların sahne gerisinde gerçekçi olsun ya da olmasın, belli bir mantığa bağlı olduğu noktasına odaklanılmaktadır. Duygu ve 148 davranışların belirli bir mantıkla tutarlı olma zorunluluğu, ‘tutarlı olma ilkesi’ olarak açıklanmakta, dolayısıyla kişinin inandığı mantıkla tutarlı davranışlar göstermek durumunda olduğu gözlenmektedir. Buradan hareketle, “herhangi bir duygunun gerisinde, temel bir inanç şablonundan başlayan, anlık yorumla devam edip bir sonuçla biten bir mantık akışı söz konusudur”162. Her duyguda olduğu gibi, öfke duygusunun da kişinin inanmış olduğu bir mantık ile tutarlılık gösterdiği görülmektedir. Bir başka deyişle kişi, inandığı bir mantığın gereği olarak öfke yaşamak zorunda kalmaktadır. Diğer kişilere karşı öfke duygusunu yaşamlarında sıklıkla yaşayan ve kendilerini bu duygunun sınırlarına hapseden kişilerin, temel mantığının, kendi bireysel farklılıklarını doğruluk olarak değerlendirmeleri üzerine oturduğu gözlemlenmektedir. Böyle bir bakış açısına sahip olan kişi üzerinde seçeneksizlik mantığı egemen olmakta, -meli, -malı’lı bir düşünce biçimi ortaya çıkmaktadır. Kişisel tercihleri, diğerlerinin de kabul etmesi gereken yasalar olarak görmenin, sonuçta kişiye öfke duygusunu yaşattığı ifade edilmektedir. Kişinin, karşısındakinin kendi tercihleri doğrultusunda davranma olasılığını, kafasında bir zorunluluk veya gereklilik mantığına dönüştürmesi sonucunda ilişkilerde iletişimsizliğin yoğun bir biçimde yaşandığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. İletişimsizliği ortaya çıkaran temel nedenlerden birini oluşturan, ilişkilerde genellikle hissettiklerinin sorumluluğunu başkalarına yükleyerek bu sorumluluğu inkar etmeye çalışma durumunda, kişilerin suçladıkları kişi genellikle ebeveyn, sevilen ya da yakınlık duyulan birisi olmaktadır. Kişi, beklentilerine yanıt vermediği için karşısındaki kişinin kendisini yüz üstü bıraktığını düşünmekte, bazı durumda tüm kızgınlığını ona yöneltmekte ve bütün yetersizliklerden dolayı onu suçlamaktadır. Başkalarına atfedilen bu bir anlamda her şeye kadir oluş, kişinin sorumluluğu kendi üzerine almasından vazgeçmesine neden olmaktadır. Taraflardan diğeri de aynı şekilde düşündüğünde, ilişkilerde sıklıkla gözlemlenen kısır döngülerle karşılaşılmaktadır. Kişi kendisini olanlardan sorumlu hissetmemek için pek çok neden bulabilmekte, her zaman dış nedenler öne sürülmekte ve bu şekilde seçim yapmaktan ya da karar vermekten genellikle kurtulmaya çalışmaktadır. 162 Kadir Özer, Üç Psikolojik Soru, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2001, s.50. 149 Kişilerarası iletişim sürecinde, hissedilenlerden başkalarının sorumlu olduğu inancı üzerine kurulan her strateji, kişileri çaresizlik, durgunluk haline sürükleyerek kendilerini iletişimsizliğin yaşandığı bir ortamda bulmalarına neden olmaktadır. Hissedilenlerden diğerlerinin sorumlu olduğu düşüncesi, kişileri ilişkilerde çoğunlukla rastlanan bir tuzağa sürüklemektedir. Bu da başkalarını değiştirme girişimi olarak ortaya çıkmaktadır. Değişmesi gerekenin başkaları olması, kişiye daha mantıklı görünmekte, kendisini daha iyi hissetmesi ve sıkıntılarına son vermesi için haklı bir gerekçe olarak ortaya konmaktadır. Diğer kişileri istenilen yönde değiştirme çabasının, başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkum olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bu çaba, iletişimi sürekli tekrarlanan cümlelere sürüklediği gibi, gizli bir şiddet ve bastırılmış nefretle doldurulmasına da yol açabilmektedir. Kişi kendisini başkalarının duygularından sorumlu hissettiğinde, bir yandan da vazgeçilmesi çok zor olan bir iktidar duygusuna kapılabilmektedir. Kişinin başkalarının hissettikleri, yaşadıkları ve düşündükleri üzerinde mutlak iktidara sahip olduğu yanılsamasını ne pahasına olursa olsun sürdürebilmek için, ilişkiyi kontrol altında tutmaya çalıştığı görülmektedir. İlişkilerde genellikle ister beden (duyumlar) ister duyarlılık (duygular) aracılığıyla tecrübe edilenlerden aslında kişinin kendisinin sorumlu olduğunu kabul etmekte zorlandığı ifade edilmektedir. Çoğu zaman herhangi bir olay, bir hareket, bir kelime ya da bir tutum, kişinin içinde zaten olan gerçek duyguları, duyumları ve algıları harekete geçirmekte ve ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca çoğu kişinin, başkalarının tutumunu kendi özsaygılarını zedeleyecek şekilde yorumladığı da görülmektedir. Örneğin, eğer karşıdaki, kişinin fikrini göz önünde bulundurmuyorsa, bu durumdan kişi kendisinin haksız olduğu anlamını çıkarabilmekte, karşıdakinin birtakım sözsüz mesajlarından, fazla konuşarak onu sıktığı ve kendisiyle olmak istemediği sonucuna varabilmektedir. Bu mekanizma, kendine mal etme, bir diğer şekilde ifade edilecek olursa, başkasına ait olan bir kelimeyi, bir duyguyu, bir hareketi, ya da tutumu sahiplenme ve karşıdakinin, kişinin olduğunu söylediği şeye dönüşerek bunu kendi kelimesi, kendi duygusu, kendi hareketi ya da tutumu haline getirme yetisi olarak açıklanmaktadır. İletişim sürecinde taraflardan biri, diğerine birtakım olumsuz sıfatlar atfettiğinde, kişi 150 kendisini öyle görmekte ve hemen savunmaya geçmektedir. Kişi kendisinin ve karşıdakinin iki ayrı birey olduğunun bilincinde olarak, karşıdakinin söylediklerini ya da hissettiklerini sahiplenmemeyi tercih edebileceği gibi, söylediklerini benimsemesi ve kendi hisleriyle bütünleştirmesi de mümkün olmaktadır. Bununla birlikte duyguların dizginlenemediği konusunda yaygın bir inanışın olduğu görülmektedir. ‘Ben böyleyim işte, elimden bir şey gelmez, değişemem’ düşüncesi duyguların kesinlikle kontrol edilemeyen dış ya da iç güçler tarafından dayatıldığı yanılgısını ortaya çıkararak iletişim sürecinde birtakım kopuklukların yaşanmasına neden olabilmektedir. 2.2.2.3.3. Duygusal Kapalılık Sağlıklı ilişkiler, büyük ölçüde karşıdaki kişinin söylediği şeylerin anlamını anlamakla kurulmaktadır. Etkili dinlemenin olmadığı, anlaşılmayan noktaların aydınlatılmadığı, dolayısıyla tahminlerde bulunulduğu durumda, iletişimsizliğin ağırlığını hissettirmesi söz konusu olmaktadır. Kişinin zihnindeki sınırlayıcı, olumsuz düşünce ve davranışlarını gözden geçirmesi, kendisini tanıma konusunda istekli davranmasıyla mümkün görünmektedir. Yaşanan korkular, iletilen mesajın anlamını engellemektedir. Sözgelimi, bir öğretmen-öğrenci iletişiminde, öğretmen öğrencisine bir ev ödevi vermektedir. Öğrenci ise, otorite figürü kadınlardan korkması ya da öğretmenin yaklaşımını çok sert olarak değerlendirmesi gibi çeşitli sebeplere bağlı olarak kendisini tehdit altında hissetmektedir. Dolayısıyla öğretmenin ev ödevini izah ederken, öğrencinin yaşadığı korku duygusunun etkisi altında, kendi içinde içsel bir söyleşiye dalarak, öğretmenin söylediklerini duyamadığı ve anlayamadığı görülmektedir. Öğretmenin de kendi bilinçaltının etkisi altında olması durumunda, onun da çocuğa ilettiği mesajın net olmaması söz konusu olmaktadır. Örneğin, öğretmenin de çocukla ilişkisini bir güç mücadelesi olarak görebilmesi, kendi çocukluğundaki, önce babasıyla, sonra öğretmeniyle ve sonra da eşiyle yaptığı güç mücadelesinin etkisi altında olabilmesi mümkündür. Bu doğrultuda, gücünü birilerine göstererek kendisini kanıtlamaya kararlı olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Kendi yetersizlik duygusuyla boğuşan öğretmenin, çocukla arasındaki iletişimde bir sorun olduğunun bilincinde olmaması durumunda, aralarındaki görünmez duvar iyice yükselmekte ve iletişimden 151 derece derece kopmalar görülmektedir. Yaşanan bu iletişimsizlikte, iki tarafın da kendisini onaylanmamış hissettiği, öğretmenin, ‘duygusal’ olarak çocuğun yanında olmadığı için çocuğa duygusal destek vermesinin de mümkün olmadığı, bir başka deyişle duygusal olarak kapalı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Öğretmen ve çocuk, bu iletişimsizliğin sonunda kendilerini kötü hissetmekte, böyle bir olayın sonuçları sanıldığından daha olumsuz bir etki yaratabilmektedir. Öğretmen verdiği ödevi anlamadığı için çocuğun dikkatsiz, ilgisiz, aptal olduğunu düşünebilmekte, çocuk da kendisini yanlış anlaşılmış, kızgın, aptal hissedebilmektedir. Öğretmene güvenmediği için ona saygı da duymamakta, öğretmen tarafından onaylanmadığı için duygusal olarak kendisini özürlü hissetmektedir. Duygusal özürlü olmak kişilerarası iletişimde ciddi bir sorun olarak değerlendirilmekte ve bu durumun oldukça yaygın olduğu görülmektedir. Bu olayda çocuk, duygusal olarak kendisini özürlü hissettiği için düşünce ve duygularını ifade edememektedir. Kendine olan güveni, değerlilik duygusu aşağılara inmiş durumdadır. Bu da onda panik duygusu yaratmaktadır. Sonuçta onaylanmama, kendini onaylamamaya dönüşmektedir. Bu noktada çocuk, öz değeri tehdit altında olduğu için kapanarak kendini korumaya çalışmakta, dolayısıyla artık öğretmenle aralarında gerçek ve sağlıklı bir iletişim kurmaları mümkün olmamaktadır. Bu örnekten hareketle, pek çok kişinin daha fazla incinmemek için duygularını kapatmayı seçtiği görülmektedir. Kişinin kendi duygularından korkması ve kendisine bazı duyguları yasaklaması durumunda, başkalarının duygularıyla ilişkiye geçebilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Kişi, ancak kendi öz-değerini bildiğinde başkalarını değerli bulmakta ve onlara saygı duyabilmektedir. Dolayısıyla tüm bunların temelinde özgüven yatmaktadır. Kendi sınırlı düşüncelerini değiştirme gücünün, kendisini sevebilmesi ve değerli bulması ile doğru orantılı olduğu noktasına odaklanılmaktadır. 2.2.2.3.4. Duygulara Yabancılaşma Duygusal yeteneğin de, bilişsel yetenek gibi çok iyi kullanılması gereken bir yetenek olduğu görülmektedir. Bilişsel yetilerin temelinde ve yönlendirilmesinde duygusal yetenekler bulunmaktadır. İnsanlararası ilişkilerin ya da ilişkisizliğin temelinin 152 de yine bu yeti olduğu ortaya çıkmaktadır. Kişi, başkalarını ve kendisini yine bu yetinin öncülüğünde ve olgunlaşması oranında tanımaktadır. Bütün katı tutum ve önyargıların da, duygulara yabancılaşmanın göstergesi olduğu ifade edilmektedir. Diğer kişileri, siyasal, ırksal, mezhepsel, düşünsel, yöresel özelliklerine göre iyi-kötü diye ayırımlara yönelinmektedir. Duygulara yabancılaşmada, ortaya çıkan duyguların bu nedenle orantılı ve doğrudan ilişkisi bulunmamakla birlikte duyguların ölçüsüz ve abartılı olduğu görülmektedir. Duygusal konular, nesneler, olaylar kişinin yaşantısıyla doğrudan ilgili olmamasına karşın, yaşantısına yabancı konular, yaşantısının asıl sorunuymuş gibi algılanmaktadır ve kişi duygusal tepkilerde bulunmaktadır. Duygusal yabancılaşmaya duyguların her türünde rastlanabilmektedir. Yabancılaşan duygu, zamanla kişinin tüm yaşam alanını da kapsamaktadır. 2.2.2.3.5. Duygusal Tepki Bozuklukları Duygusal ve düşünsel yaşamın birbiriyle sıkı ilişki içinde olduğu görülmektedir. Birbiriyle eşgüdüm içinde çalışmaktadır. Duygusal ve bilişsel tepki oranları insana ve konulara göre değişse de, ne yalnızca bilişsel ne de yalnızca duygusal olan eylem içermektedir. Bilişsel yaşamın kişi açısından önemli olmasının yanında, duygusal yaşamın da o ölçüde önem taşıdığı ifade edilmektedir. Ben bilincinin gelişmesi, bilişsel yaşamın bütünlüğü duygusal yaşama bağlı olmaktadır. Duygusal yaşam, insanın en doğal tepkileri olarak değerlendirilmektedir. Bu doğal tepkiler bilişsel yeteneklerle düzenlenmektedir. Bilişsel yetilerdeki aksaklık, duygusal, düşünsel ve bedensel tepkilere de yansımaktadır. “Örneğin, paraoid bir düşünce biçimi, bazı kişilerin haksız, yersiz, gereksiz ya da düşman olarak algılanmasına yol açabilmektedir. Sağlıksız düşünce ve duyguların alanını daraltmakla kalmamakta, aynı zamanda kişinin yanlış duygusal tepkiler vermesine de neden olmaktadır”163. Kişinin kendi yaşamına özgü, her duygu türünün bir tepki repertuarı olduğu ifade edilmektedir. Kişi yaşadığı olayların benzerini yaşamasa da, repertuarındaki duygu ile tepkide bulunmaktadır. Duygusal tepkilerdeki tarihselliğin, çoğu kez göz ardı edildiği gözlemlenmektedir. Duygunun, tarihi olmayan o anki olaya karşı verilen tepki 163 Hamdullah Aktaş, a.g.e., s. 257. 153 olarak düşünülmemesi gerekmektedir. Bununla birlikte, yeni olaya gösterilen duygusal tepkinin de eskisiyle aynı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu durum, gittikçe gelişen bir duygusal tepkiye, sönükleşmeye ya da yeni hatta karşıt bir nitelik bürünmeye doğru da bir değişim gösterebilmektedir. Yaşanılan olaylar, kişinin tarihsel duygu repertuarını, duygu repertuarı da yaşadığı olayları değerlendirmeyi etkilemektedir. Bu sürekli karşılıklı, bir başka deyişle diyalektik bir etkileşimdir. Bu nedenle hiçbir kişi, karşılaştığı olayın değerine uygun ve eşit tepkide bulunamamaktadır. Kime niçin, ne ölçüde, ne zaman kızacağını ya da kimi niçin, ne zaman sevindireceğini bilememektedir. Bu tarihselliğin genel anlamda, duygusal tepkinin silikleşmesi, duygusal tepkilerde artma, duygularda yön değiştirme, fobi, duygusal yaşantıda gecikme ve duygularda iletişimsizlik olarak adlandırılan duygusal tepki biçimlerini oluşturduğu görülmektedir. Duygularda İletişimsizlik Duyguların dilinin genellikle beden dili olduğu, bunun da yanlış anlamaya ve anlaşılmaya kolaylıkla yol açabildiği görülmektedir. Kişinin kendi yaşadığı duyguları bile tanımayabildiği gözlemlenmektedir. Kişinin kendi duygularını tanımadan, bilincinde olmadan karşısındakine doğru bir biçimde aktarması mümkün olmamaktadır. Buna bağlı olarak, bir duygusal tepkinin olumlu niyetle dışa vurulsa bile, karşıdaki kişide olumsuz bir duygu uyandırabildiği, olumsuz olarak yorumlanabildiği, bu durumun da kişilerarasında iletişimsizliğin önünü açtığı görülmektedir. Bu nedenle kişinin kendi duygularını dile getirirken, yanlış anlaşılmaması konusunda çaba göstermesi ve geri bildirim isteyebilmesi önem taşımaktadır. Duygusal iletişimsizliğin, aile, arkadaş ve iş gibi çok yakın çevrede ortaya çıktığı belirtilmektedir. Yaşanan bu iletişimsizliğin sonucunda da anne-baba çocuklarını, çocuklar anne-babalarını, eşler birbirini anlayamaz duruma gelmektedir. İlişkiler ya büsbütün kopmakta ya da tek yönlü, baskı ilişkisine dönüşmektedir. Duygusal iletişimsizlik, bilişsel ilişkisizliği de beraberinde getirmekte, bu da birlikte yaşamayı güçleştirici bir etkide bulunmaktadır. 2.2.2.4. Dinleme Kişilerin birbirlerini çeşitli nedenlere bağlı olarak etkili bir biçimde dinlememelerinin de iletişimsizliği beraberinde getirdiği sonucuna ulaşılmaktadır. 154 İletişimin temelinin karşıdaki kişiyi dinlemeye dayandığı düşünüldüğünde, etkili dinlemenin önemi ön plana çıkmaktadır. Bu noktada öncelikle dinleme kavramının neyi ifade ettiğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Genel anlamda değerlendirildiğinde, dinlemek duymayı istemekle başlayan bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Bu noktada çoğu kişinin duymak ile dinlemek arasındaki farkı ayırt edemediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. “Duymak ve gerçekten dinlemek arasındaki zıtlık, gece ve gündüz kadar farklı olabilmektedir”164. Dinleme, kişinin dinleme araçlarını, kulaklarını ve zihnini, diğer tüm duyuları kadar harekete geçirmesi anlamına gelmektedir. Duyma, kişinin gönderilmiş mesajı, başarılı bir biçimde alması olarak açıklanmaktadır. Anlama ise, kişinin duyduğu ve gözlemlediğini doğru bir biçimde kavramak ve yorumlamaktır165.Bu bağlamda, dinlemenin zihinsel bir yöntem olarak duymayla birlikte aynı zamanda anlama, dikkat etme, duyulanı analiz etme, eleştirel değerlendirme, duyulan mesajdan hareketle tepki verme gibi temel boyutları da kapsadığı görülmektedir. Etkin dinleme, bir diğeriyle olan ilişkiye karşı sorumluluktaki en önemli boyutlardan biri olarak değerlendirilmektedir. İçinde ötekine karşı saygıyı, onu kabul etmeyi, ona değer vermeyi, empatiyi, algılamayı, algıladıklarını yansıtarak sınamayı, ayrıntıların farkına varmayı, dolayısıyla eşitlikçi, demokratik bir tutumu barındırmaktadır. Herkes, başkalarını dinlemeden önce duyulma ihtiyacı hissetmektedir166. Dolayısıyla kendi görüş, duygu ve düşüncelerinin duyulmasını isteyen kişiler açısından etkili dinleyicilerin istenilen niteliklere sahip olduğu görülmektedir. Bunun yanında, etkin dinleme duygusal olarak gerilimi ve savunmayı azaltan, öz güveni zedelemeyen bir iletişim tekniğidir. Etkin dinleyici olmak; karşıdakinin duygularını anlayabilmek, tanımlayabilmek, onlara zamanında yanıt verebilmek ve onları kendi sözcükleriyle tekrarlayarak konuşanın onayını almaktır. 164 Kenneth R. Johnson, “Effective Listening Skills”, http://www.itmweb.com/essay514.htm, 20.10.1999. 165 Dilip R. Abayasekara, “Overcoming Obstacles to Listening, Hearing and Understanding”, http://drdilip.com/listening.doc. ,12.03.2005. 166 Kare Anderson, “Resolving Everyday Conflicts Sooner”, www.amazon.com/exec.obidos/ISBN=0890877424/basketcaseA, 26.01.2004. 155 Dinleme becerisinin temel olarak iki şekilde tanımlandığı görülmektedir. Dinleyicinin bilgiyi duyması, tekrar edebilmesi ve hatırlayabilmesi üzerine odaklanan birinci görüşe göre, kişinin konuşulan konuyla ilgili bilgiyi aklında tutması durumunda dinleme gerçekleşmiş olmaktadır. Dinlemenin bilişsel yaklaşımla ele alındığını gösteren bu tanımlamada, dinleme becerisinin diğer bilişsel becerilere benzemeyen, kendine özgü bir yetenek olduğu vurgulanmaktadır. Bellek ön plana alınmakta, dinleme esnasında kısa bir süre de olsa, mesaj bellekte tutulmaktadır. Buna bağlı olarak, dinleme becerisini ölçmek için geliştirilen ölçekler de bilişsel nitelik taşımaktadır. Kişinin hatırlama ile ilgili bir testte iyi puan alması durumunda, iyi bir dinleyici olduğu sonucuna varılmaktadır. Ortaya konan diğer bir tanımlama ise, kişinin dinlemeye ilişkin tutumlarının dinleme davranışlarını etkilediği yönündedir. Dinleme becerisini bilişsel yaklaşımla açıklayan ilk görüşün yetersiz kaldığı görülmekte, dinlemenin ilişkilere, davranışa ve duygulara odaklı olarak açıklanmasının gerekliliği ifade edilmektedir. İyi dinleyiciler, başkalarına ilgi ve saygı duyan kişiler olarak nitelendirilmektedir. Buna bağlı olarak bazı kişilerin diğerlerinden daha iyi dinleyiciler olduklarını açıklayabilmek için, dinlemenin zekadan farklı bir şekilde ortaya konması gerektiği belirtilmekte ve bunun için dinleme ve tutumlar arasında ilişki kurulmaktadır. Burada tutum kavramı, dinlemeye istekli olmak ya da başkalarına ilgi göstermek biçiminde tanımlanmaktadır. Kişilerarası iletişim sürecinde zeki ama iyi dinleyici olarak nitelendirilemeyecek insanların varlığının, bu görüşün ortaya çıkmasında önemli bir etken olduğu görülmektedir. Kişinin iyi bir dinleyici olmasının, akılda tutma yetisinden ziyade, onun süreç ile ilgili olumlu bir tutumunun olmasına bağlı olduğu ifade edilmektedir. “İyi dinleyiciler iyi yakalayıcılar olarak değerlendirilmektedir, kendileriyle konuşan kişilere bir hedef vermekte ve ardından gönderilen bilgiyi yakalamak için o hedefe doğru harekete geçmektedir167”. Bu doğrultuda dinleme, kişiler arası bir beceri olarak ele alınmakta ve kişiler iyi dinledikleri zaman yeterli görülmektedirler. Ebeveynlerin çocuklarını, öğretmenlerin 167 ___,“Listening Skills”, www.casaa-resources.net/mainpages/resources/sourcebook/listening- skills.html, 25.07.2004. 156 öğrencilerini, yöneticilerin çalışanlarını etkili bir şekilde dinleyerek, onların dinlemeye karşı olumlu tutum geliştirmelerini sağlayabildikleri ifade edilmektedir. Dinleme eyleminin, kişinin varoluşunu yaşatma ve karşısındakine aktarma özelliğini taşımasına bağlı olarak, ilişkinin canlı ve geliştiren bir ilişki olmasındaki temel unsurlardan birini oluşturduğu söylenebilmektedir. Dinlemek sabırlı, rahat ve empatik olmayı, bir başkasına ilgi ve saygı duymayı gerektirmektedir. Dolayısıyla karşıdaki kişiyi ve onun dış çevreyi nasıl algıladığını anlayabilmek için dinlemek büyük önem taşımaktadır. Dinleme davranışı karşıdaki kişiye kabul edildiğini gösteren temel bir davranış olarak nitelendirilmekte, iletişimin yeterliliğini arttırmakta ve iletişimin başkalarının ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirilebilmesini sağlamaktadır. Dinleme karşıdaki kişiye değer verildiğinin en önemli göstergelerinden biridir. “İnsanlara değer vermek demek, o insanı gereksinmeleri içinde algılamak ve kabul etmek demektir”168. Bu doğrultuda karşıdaki kişinin sözlerinin dikkatle ve ilgiyle dinlenerek davranışlarının gözlenmesi, iletişimin özünü oluşturmaktadır. Ulaşılmak istenen amaç, eğitimle ilgili, sosyal ya da mesleki başarı ya da kişinin kendi öz saygısını koruma olsun, durumun öneminin arttığı ölçüde, başkalarını daha etkin bir biçimde dinleme gereksinimi de o ölçüde yaşamsal bir önem arzetmektedir169. Dinlemek en az konuşmak kadar, çoğu defa daha çok aktiviteyi temsil etmektedir. Dinlemenin, konuşmaktan daha çok çaba gerektirdiği, kişinin yanlış ve etkisiz dinlemekten dolayı uğrayacağı kayıpların, yanlış ve etkisiz konuşmaktan dolayı uğrayacağı kayıplardan daha fazla olduğu ifade edilmektedir170. Anlam verici olarak, dinlemek, konuşmaya verilen bir tür cevap, dolayısı ile bir konuşma şekli olarak değerlendirilmektedir. Olumlu ilişkiler olumlu duyguları da beraberinde getirdiğinden, dinlemek kişiler arasındaki ilişkiyi olumlu yönde etkilemektedir. Böyle bir ortamda her iki tarafın da iletişim kanalları açık olacağından, birbirlerine duygu ve düşüncelerini rahatlıkla iletebilme imkanı bulunmaktadır. Kişilerin birbirlerini anlamaya açık olduğu ortamlarda 168 Doğan Cüceloğlu, Dayanışma Bilincinin Temeli/İçimizdeki Biz, Remzi Kitabevi, 34. Basım, İstanbul, 2002, s.160. 169 Stewart L. Tubbs, Sylvia Moss, Human Communication, Mcgraw-Hill Inc., Sixth Edition, USA, 1991, s.177. 170 Recep Şükrü Apuhan, a.g.e., s.68. 157 yanlış anlamalar, çatışmalar genellikle meydana gelmemekte, olsa da kısa bir sürede giderilebilmekte ve sorunlara yapıcı çözümler bulunabilmektedir. Dolayısıyla sağlıklı ve verimli bir iletişim, etkili dinleme ile başlamakta ve sürdürülmektedir. 2.2.2.4.1. Dinleme Becerisinin Boyutları Dinleme eyleminin, bireyin varoluşunu yaşatma ve karşısındakine aktarma özelliğini içinde taşıdığından, çok önemli olduğu ifade edilmektedir. Dinleme aynı zamanda, ilişkinin canlı ve geliştiren bir ilişki olmasındaki temel unsur olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, dinlemenin daha net anlaşılabilmesi açısından, kavramın boyutlarını ortaya koymak gerekmektedir. Dinleme; ayırt etme, saygı gösterme ve pekiştirme olarak üç boyutta açıklanabilmektedir. Ayırt etme; sosyal zekanın bir boyutu ve iletişimin gerekli bir öğesi olarak ifade edilmektedir. İyi bir iletişim iyi bir ayırt etmeyi gerektirdiği kadar, ayırt etme becerisi de karşıdaki kişiyle ve etkileşimde bulunduğu bağlamla da birlikte olmayı gerektirmektedir. Dinleme; kelimeleri, cümleleri, düşünceleri, sözlü davranışları, kişilerarası durumları, kültüre ait belirli mesajları ve o toplumdaki eğilimleri içermektedir. Karşıdaki kişiyi etkin bir şekilde dinlemek, ona, onunla birlikte olmaya önem verildiği mesajını vererek, etkili iletişimin temelini oluşturmaktadır. Dinlemenin ikinci boyutunu oluşturan saygı ise, sosyal etkileme sürecinde karşıdaki kişiye dönük olma, göz teması kurma, kesmeden dinleme ve genelde olduğundan daha rahat pozisyonda olma gibi dinleme davranışları olarak ele alınmaktadır. Üçüncü boyut olan pekiştirmede ise önemli olanın, karşıdaki kişiye dikkat etmenin potansiyel olarak bir pekiştireç olduğudur. 2.2.2.4.2. Dinleme Sürecinin Aşamaları Dinleme; duyma (ham veriyi alma), seçme (uyaranı seçme), odaklanma (dikkatin konuşan kişide toplanması), anlama (duyulanı anlamlandırma), değerlendirme (analiz etme ve yargılama), hatırlama (hafızaya alma) ve cevap verme (geribildirim) aşamalarından oluşan bir süreç olarak değerlendirilmektedir171. “DeVito’a göre ise, dinleme süreci daireseldir. Bir kişinin tepkileri, diğeri için uyarı niteliğindedir ve onun 171 Terence A. Doyle , “Perception and Listening”, http://novaonline.nv.cc.va.us/eli/spd110td/interper/listen/listening.html, 24.12.2003. 158 tepkileri de diğeri için aynı özelliği taşımaktadır”172. Dinlemenin genel anlamda algılama, anlama, anımsama, değerlendirme ve tepki verme olarak beş aşamada ele alındığı görülmektedir. Bu aşamalar şöyle açıklanmaktadır: Algılama Aşaması: Dinleme, konuşan kişinin gönderdiği sözlü ve sözsüz mesajların algılanmasıyla başlayan bir süreçtir. Bu aşamada, yalnızca ne söylendiğine değil, nelerin söylenmediğine de dikkat edilmektedir. Karşıdaki kişinin söylediklerini algılayabilmek için, dikkat etmek, sözünü kesmemek ve daha sonra nasıl tepki verileceğini düşünmeden dinlemenin önemi vurgulanmaktadır. Anlama Aşaması: Dinleyenin, konuşan kişinin ne demek istediğini öğrendiği aşamadır. Ortaya konan düşünceleri ve bu düşüncelere eşlik eden duyguları anlamayı içermektedir. Burada dinleyenin bildikleriyle, karşısındaki kişiden aldığı yeni bilgiler arasında bağlantılar kurması, onu yargılamaması, konuşan kişinin anlattıklarını onun bakış açısı içersinde anlamaya çalışması, ifade edilmeyen duygu ve düşünceleri de anlamaya çalışması, anlayışın geliştirilmesi için sorular sorması ve anladıklarını iletmesi ön plana çıkmaktadır. Anımsama Aşaması: Algılanan ve anlaşılan mesajların bir süre için akılda tutulması gerekmektedir. Burada mesajın hatırlanmasını sağlayan not tutma söz konusu olmaktadır. Algılanan ve anlaşılan mesajlarla ilgili daha sonra karşıdaki kişiye sorular yöneltmek, kişinin ve anlattıklarının önemsendiğini ve onunla ilgilenildiğini göstermenin iyi bir yolu olarak ifade edilmektedir. Dinleyenin daha sonra anımsadığı mesajın, konuşan kişinin anlattığının aynısı olmayabildiği görülmektedir. Kişinin aldığı mesaj, beynin uyarıcıları basit, tam ve anlamlı olarak algılama eğiliminden dolayı, eski bilgileriyle birleşerek anlamlı yeni bir bütün oluşturmaktadır. Kişinin aklına gelen bilgi, ona söylenen değil, kişinin söylendiğini düşündüğü ya da anımsadığı mesaj olabilmektedir. Anımsama aşamasında, dinleyenin konuşan kişinin anlattığı konudaki temel noktaları belirlemesi ve anladıklarını ona özetleyerek yansıtması gerekmektedir. Değerlendirme Aşaması: Değerlendirme, dinleme sürecinin öznel bir boyutunu oluşturmaktadır. Karşıdaki kişinin ortaya koyduğu ifadelerin temel amaçlarını ya da 172 Zeynep Cihangir, Kişilerarası İletişimde Dinleme Becerisi, Nobel Yayınları, 1. Basım, Ankara, 2004, s.25. 159 gerekçelerini yorumlamaya çalışmaktır. Dinleyenin, konuşmacının mesajlarını kendi düşünce ve duyguları ile zihinsel olarak yorumlayabildiği görülmektedir. Bu değerlendirme işlemi, çoğu durumda bilinçsiz bir şekilde devam edebilmektedir. Kişinin görüşünü net bir biçimde anlayabilmek için, açıklama yapmasına fırsat verilmesi, kişiyi tamamen anlamadan değerlendirmenin gerçekleştirilmemesi ve önyargıların bir kenara bırakılması son derece önemlidir. Tepki Verme Aşaması: Bu aşama, kişinin konuşması sırasında ve konuşmasını tamamladıktan sonra verilen tepkiler olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır. Bu tepkilerin, konuşan kişiye verilen geribildirimler olduğu görülmektedir. Dinleyenin hissettiklerini ve duyduğu mesajlarla ilgili düşündüklerini konuşmacıya aktarmasıdır. Kişi konuşurken verilen tepkilerin destekleyici olmaması ve kişiye dinlendiğini hissettirmemesi durumunda, iletişimsizlik sürecinin yaşanması kaçınılmaz olmaktadır. Kişi konuşmasını bitirdikten sonra verilen tepkiler ise, empatik bir tutum sergileyen, daha fazla açıklama isteyen, kişinin ortaya koyduğu düşüncelerini içeren ifadeleri kapsamaktadır. Bu aşamada, dikkat gösterilmesi gereken bazı noktalar bulunmaktadır. Konuşmacının dinlendiği izlenimini edinmesini sağlayan onaylayıcı tepkilerin gereğinden fazla kullanılması ya da sürekli tek bir onaylayıcı tepkinin olması, ‘anlıyorum’ sözünün sıklıkla kullanılmasında olduğu gibi, kişinin dinlenmediğini hissetmesine neden olabilmektedir. Ayrıca konuşan kişiye verilen desteğin sözlü ve sözsüz mesajlarla gösterilmesi, kişinin anlaşıldığı duygusunu yaşamasını ve konuşmasını istekle sürdürmesini sağlayabilmektedir. Dinleyenin tepkilerini yargılamadan uzak ve kişiye değil, duruma/davranışa ilişkin ne düşündüğünü ve hissettiğini yansıtacak biçimde ifade etmesi, iletişim sürecini ve dinlemeyi çok daha etkili kılmaktadır. 2.2.2.4.3. Dinleme Konusunda Yapılan Araştırmalar Dinleme becerisine ilişkin literatür incelendiğinde, yurt içinde yapılan araştırmalarda, sadece dinleme becerisi, dinleme eğitimi konularında gerçekleştirilmiş bir araştırmaya rastlanmamaktadır. Dinleme becerisi; iletişim becerisi, arabuluculuk eğitimi, empatik beceri eğitimi ve çatışma çözme becerileri kapsamında bir boyut olarak ele alınmakta, benzer şekilde yurt dışında da sınırlı sayıda araştırmaların olduğu 160 görülmektedir. Bu araştırmalarda ön plana çıkan nokta, iletişim sürecinde dinlemeye ayrılan zamanın vurgulanmasıdır. “Dinleme becerisi alanındaki araştırmalar, diğer iletişim araştırmalarında olduğu gibi, davranışsal ya da ilişkisel sonuçlar yerine ‘sembolik’ sonuçlar üzerinde durmaktadır. İletişim sembolik olarak yazma, dinleme ve konuşma, iletişimsel aktiviteler olarak kabul edilmektedir”173. Etkili iletişimin başlangıç aşaması olarak kabul edilen dinlemenin, büyük oranda yaygın bir iletişim davranışı olduğu görülmektedir. Yapılan çalışmalar iletişim sürecinde ortalama olarak bir kişinin zamanının “%42-53 arasında dinleyerek, %16-32 konuşarak, %15-17 okuyarak ve %9-14 yazarak geçirdiğini göstermektedir”174. “Üniversite öğrencileri üzerinde yapılan başka bir araştırmada ise, konuşmaya %16, okumaya %17, yazmaya %14, dinlemeye ise %53 zaman ayrıldığı belirtilmektedir175”. Dolayısıyla pek çok araştırmacı, iletişim davranışının en verimli bölümünün dinleme aracılığı ile gerçekleştiğine dikkat çekmektedir. İletişimsel alışverişte haz veren hemen her şeyin dinleme süreci kaynaklı olduğu ifade edilmektedir. Dinleyicilerin, diğerlerinin sorunlarını ortaya dökmeleri karşılığında neler yaşadıkları, duruma ve bireye göre değişiklik göstermekte, destek verme bakış açısından bakıldığında, sıkıntılı birini dinlemek olumsuz bir sosyal etkileşim olarak görülmektedir. Buna bağlı olarak sağlık üzerinde zararlı etkiler yaratabilmektedir. Yapılan araştırmalar, dinleyicinin sözel tepkilerinin belli duygularla ilintili olabileceğini ortaya koymaktadır. Stres altındaki bir ekip çalışanı ile konuşurken, ekip çalışanının duygularını onaylayanların, etkileşimden sonra kendilerini daha stresli hissederken; ekip çalışanının duygularını göz ardı edenlerin destek sonrasında daha az stresli oldukları ifade edilmektedir. Karşıdaki kişiye sosyal destek verme amacıyla onu dinlemenin ortaya çıkardığı sonuçları inceleyen başka bir araştırmada da, stresli yaşantılara ilişkin güvenilecek birinin olmasının, stres ve hastalıklar arasındaki bağı zayıflattığı görülmektedir. Stres 173 Zeynep Cihangir, a.g.e., s.58. Teri Kwal Gamble, Michael Gamble, Communication Works, McGraw-Hill Publishing Company, Third Edition, USA, 1990, s.142. 175 Zeynep Cihangir, a.g.e., s.58. 174 161 yaratan olayların ortaya dökülmesinin, konuşan kişi için pozitif yarar sağlamasına karşın, dinleyici üzerindeki etkileri belirsiz olarak nitelendirilmektedir. 2.2.2.4.4. Dinlemede Karşılaşılan Sorunlar Kişilerarası ilişkiyi kurup sürdürmenin, iletişim ve etkileşimin temel koşulu konuşmasını ve dinlemesini bilmek olarak ifade edilmektedir. Bu bağlamda, kişinin kendisini konuşarak etkin bir biçimde ifade etmesinin yanında, karşısındakini etkin bir biçimde dinlemesi büyük önem kazanmaktadır. Etkin dinleme, kişinin öncelikle empatik düşünme becerisini geliştirmesiyle pekişen bir beceri olarak değerlendirilmektedir. Empatik dinleyici, mesajın önyargı vb. etkenlerle tahrif edilmesine izin vermeden, doğrudan mesajın kendisine ulaşmaktadır. Böylelikle kişi, mesaj hakkında daha sağlıklı değerlendirmeler yapabilme imkanını elde etmektedir. “Çoğu kişi duyma eylemini hem kulakları, hem de kalpleri ile gerçekleştirir. Bu durumun temelinde duyulan kelimelere isteğe göre farklı anlamlar yükleme eğilimi yatar”176. “Kişiliğin gelişmesinde dilin önemi göz önünde bulundurulursa, her insanın sözcüklere ilişkin; kendisine özgü bir duygusu, düşüncesi, birikimi ve yorumu olabileceği kolayca anlaşılmaktadır. Bu nedenle, bir sözcüğe konuşanın verdiği anlamla, dinleyenin verdiği anlamın farklı olması doğaldır. İnsanlar sıklıkla aynı sözcükleri kendi ruhsal yapıları, amaçları ve beklentileri doğrultusunda değişik anlamlarda kullanmaktadır”177. Dolayısıyla sözcüklerin yorumu anlatanın ve dinleyenin verdiği anlama göre değişmektedir. Bu noktada dinleyen kişinin mesajı tam olarak anlayabilmesi için, mesajın içerdiği anlamın yanı sıra, mesajdaki duygusal öğenin de farkına varabilmesi gerekmektedir. Çünkü çoğu kez, mesajın içeriği, mesajın altında yatan duygulardan çok daha önemsiz olmaktadır178. Bu yüzden, karşı tarafın mesajını anlayabilmek için, mesajın altında yatan söz konusu duyguyu sezebilmek büyük önem taşımaktadır. Mesajla ilgili duygusal öğeler de daha çok ses tonu, mimikler ve beden hareketleri gibi sözsüz iletişim unsurlarıyla dile getirilmektedir. Kişilerarasında iletişimsizliğin yaşanmaması için mesajın tam olarak anlaşılması ve etkin bir dinlemenin ortaya çıkması 176 Müjde Ker Dinçer, Kazanan İmajınız, Alfa Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2002, s.54. Özcan Köknel, Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, Altın Kitaplar Yayınevi, 15. Basım, İstanbul, 1999, s.347. 178 Şaban Kızıldağ, Ayinesi İştir Kişinin Lafa Bakılır, Beyaz Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.86. 177 162 konusunda, bu unsurların her birine dikkat edilmesi son derece önemlidir. Etkin dinleme faaliyetini olumsuz yönde etkileyen nedenlerden biri, dinleyen kişinin, gönderilen mesaja karşı erken sayılabilecek değerlendirmelerde bulunmasıdır. “Bu tür değerlendirmelerle kişi, gerçekte omuzları üzerinden dinleme yükünü kaldırmaktadır”179. Böyle bir tavır, aynı zamanda karşı tarafın savunmacı bir tutum takınmasına da yol açmaktadır. Bu durum karşısında değerlendirildiğini ya da eleştirildiğini düşünen kişi rahatsızlık duymakta, elinden gelenin en iyisini ortaya koyma çabası içine girmekte ve gösterdiği performansı tatmin edici bulamadığı zaman da iletişim kurmaktan kaçınmaya başlamaktadır. Bununla birlikte mesaj gönderenin, olumlu tepki aldığında da suni tepkiler göstermesi ve iletişim sürecini olumsuz etkilemesi olasıdır. Genel anlamda değerlendirildiğinde, pek çok kişinin iyi bir dinleyici olma konusunda sınıfta kaldığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. “Bu noktada, kişilerin birbirlerini ve kendilerini dinlemeyi bıraktıkları, iletişim sanatını kaybettikleri ortaya konmaktadır. Günlük yaşamın tüm boyutlarını sosyal sağırlığın kapladığı bir noktaya gelindiği ifade edilmektedir”180. Buna karşın, gerçek manada iletişim, yalnızca iki kişinin aktif olarak birbirini dinlemesi ile gerçekleşmektedir. İletişimsizliğin yaşanmasına yol açan en büyük nedenlerin başında gelen dinleme sorunlarıyla ilgili olarak “25 yaş üstü büro çalışanları ile yapılan bir çalışmada en çok 'karşısındakinin kendisini dinlemediğinden' şikayet ettikleri görülmüştür”181. “Çeşitli mesleklerden gelen 8000 kişi üzerinde yapılan başka bir araştırmada, bu kişilerin kendilerini meslektaşları kadar etkili hatta onlardan çok daha etkili biçimde iletişim kurduklarını ifade ettikleri görülmektedir. Buna karşın, araştırma ortalama bir kişinin sadece %25 etkinlikle karşısındakini dinlediğini göstermektedir182. Birçok kişinin, konuştuğu insanın söylediklerini iyi dinlememesinin nedeni 179 Joseph A. Devito, Human Communication/The Basic Course, Harper&Row Publishers, Third Edition, New York, 1985, s.65. 180 Nicholas P.W. Coe, “A Time to Listen”, Baystate Medical, Excerpta Medica Inc., Massachusetts,1997, s. 5. 181 Sandy Mcmillan, Daha İyi Nasıl İletişim Kurma, Çev: Ali Çimen, Timaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1998, s.26. 182 Scott Williams, “Listening Effectively”, http://www.wright.edu/~scott.williams/LeaderLetter/listening.htm, 16.04.2002. 163 olarak dinlemeyi istememeleri değil, bunu nasıl yapmaları gerektiğini bilmemeleri gösterilmektedir. Bu kişilerin, bütün dikkatlerini verseler bile, pasif bir şekilde dinledikleri gözlenmektedir. “Soruların, bilgi verici geribeslemenin, yorumların ve susuşların kullanılmasını içeren etkin dinleme ise, hem diğer kişinin görüşlerini daha iyi anlamayı sağlamakta, hem de onu daha fazla bilgi vermeye teşvik etmektedir”183. Etkili dinlemenin genellikle etkileşim için farklı gereksinim, istek ve amaçlara sahip kişilerin, kendilerini ne kadar açıklıkla ifade ettikleri ölçüsünde ve iletişim becerilerinde farklılık göstermelerine bağlı olarak birtakım engellerle karşılaştığı ortaya çıkmaktadır. Etkileşimin farklı türleri ya da iletişim düzeyleri de yine etkili dinlemenin önünde engel oluşturmaktadır. Bu dört farklı düzey şunlardır184: - Basmakalıp sözler (clishes) - Olgular, gerçekler (facts) - Düşünceler ve inanışlar - Duygular ve hissedilenler Konuşan kişi için önemli olan ve en ilgili düzeyin farkına varamamak, iki kişinin aynı dalga boyunda olmadığı, bir çeşit karşı tellerde olma durumuna yol açmaktadır. İletişimin amacı ve ilişkinin doğası genel anlamda belirli bir etkileşim için hangi seviye ya da seviyelerin uygun ve önemli olduğunu belirlemektedir. Örneğin, eşlerden birinin kalbinde hissettikleriyle ilgili bir şeyler anlatmasına karşın, diğerinin durumun gerçekleri üzerine odaklanması ve onun duygularını anladığını ifade etmemesi durumunda, bu kişinin kendisini çok daha üzgün ve altüst olmuş hissetmesi muhtemeldir. Etkin bir iletişim için, dinleyenin iyi bir aktif dinleyici olması gerekmektedir. Kişi iyi bir dinleyici olduğu sürece iletişim süreci etkin olmaktadır. Aktif bir dinleyici olabilmek için, dinleyenin; - Konuşmaktan çok dinlemesi, - Dinlerken her türlü önyargı,öntipler (stereotype), değerlendirmeler ve genellemelerden kendini uzak tutması, - Konuşana karşı empati göstermesi, 183 Brian Davies, a.g.e., s.26. David J. Mortensen, Problematic Communication: The Construction of Invisible Walls, Greenwood Publishing Group, Westport, USA, 1994, s. 52. 184 164 - Sabırlı olması ve konuşan kişinin sözünü kesmemesi büyük önem kazanmaktadır. Kişilerin kalbinde yargılanmadan, sözü kesilmeden, yatıştırılmadan, reddedilmeden ya da etiketlenmeden kendini ifade edebilme isteği yatmaktadır. Herkes kendini daha iyi duyabilmek için ilk önce sesini karşı tarafa duyurmak istemektedir. Duyabilmek için, kişinin kendisini ötekinin yerine koyabilmesi ve kendi gerçeğinde ona katılabilmesi son derece önemlidir. Karşıdakinin söylediklerini duyarken aynı zamanda tebessümlerine, bakışlarına, el kol hareketlerine, nefes alışverişine, davranışlarına, üzüntülerine, coşkularına ve enerjisine de dikkat etmek ön plana çıkmaktadır. Kişinin karşısındaki kişiyi gerçekten duyabilmesi, onu sadece konuştuğu düzeyde duymakla kalmayıp, bu düzeyin başka bir düzeyi gizleyebileceğini de anlamasını gerektirmektedir. Söylenen kelimelerin ötesine giderek, yeraltında uzun mesafeler kat ettikten sonra toprağın üstüne çıkan bir kaynağa benzeyen gerçek kelimeleri bulması son derece önemlidir. Tam olarak duymak için, söyleneni her zaman söylendiği düzeyde değil, kelimelerin ortaya çıktığı düzeyde anlamak gerekmektedir. Buna karşılık, eğer kişi karşısındakine hayal dünyasından bahsederken karşısındaki onu gerçekçi düzeyde duyuyorsa, bu onu yanlış anladığı anlamına gelmektedir. Bu tip yanlış anlamalar, çoğu zaman düş kırıklıklarına ve sonuçta iletişimsizliğe neden olmaktadır. Dinleme, kişinin istediği zaman gerçekleştirebildiği, kişinin kontrolü altında olan bilinçli bir eylem olarak değerlendirilmektedir. Bu açıdan, dinlemenin etkili bir biçimde gerçekleşmesi, kişilerin dinlemeye hazır ve istekli olmaları ile mümkün olmaktadır. Bu sağlanmadığında ise, dinlemede yetersizlikler görülmekte, dinleme, dolayısıyla iletişim süreci son derece sağlıksız ve etkisiz olmaktadır. Konuşurken kişinin seçtiği sözcükler ve hareketler, etkili iletişimin anahtarını oluşturmaktadır. Ancak etkili iletişimin ´görünmez kahramanı´ dinleme becerisinin birçok kişi tarafından yeterince önemsenmediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Etkili dinleme becerisi çevredeki kişilerle kurulan iletişimin temelini oluşturmaktadır. Karşıdaki kişiyi tam anlamıyla dinlememek, kişinin uygun tepkiler vermesini engellemektedir. Etkili dinleyememe, beyin donması olarak nitelendirilen, çağın hastalıklarından biri olarak ifade edilmektedir. Uzmanların bu sözü kullanmasının 165 nedenini, beynin diyaloğun yalnızca bir tarafına şartlanması oluşturmaktadır. Karşıdaki kişiyi dinlemek yerine ona verilecek cevabı düşünmek, diyalog sürecinin önünü tıkamaktadır. Dinleme alışkanlığının, sonrasında meydana gelen tepkileri de etkilediği ortaya çıkmaktadır. Örneğin, kişinin çoğu durumda sinirlerine hakim olamayarak verdiği tepkilerin ana nedeninin, aslında iyi bir dinleyici olmamasından kaynaklandığı görülmektedir. Shakespeare, IVHenry'de dinlemek ile duymak arasındaki farkı sarayda uslanmaz bir dolandırıcı olan Falstaff ve adaletten sorumlu Lord arasında geçen diyalogda çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır185: Lord: Sana söylediklerimi duymuyorsun. Falstaff: Evet, Lordum, Evet; hoşunuza gitmeyecek ama bu kendisinden çektiğim dinlememe hastalığı, diğer bir deyişle ilgi göstermeme illetidir. Günlük yaşamda pek çok kişinin Falstaff gibi dinlememe hastalığından çektiği görülmektedir. Buna bağlı olarak, taraflar arasında iletişimsizliğin ortaya çıkmasına neden olan etkin dinlemenin önündeki engelleri, bir başka şekilde ifade edilecek olursa kötü dinleme sendromunun belirtilerini şu şekilde ortaya koymak mümkündür: 2.2.2.4.4.1. Tutumsal Engeller Etkili dinleme önünde engel oluşturan faktörler arasında, kişilerde bulunan yargılama eğilimi, reddetme, değerlendirme, öğüt verme, onaylamama vb. davranışlar yer almaktadır. - Direktif, emir verme. Burada kişi, karşısındakinin sorununu anladığını ona yansıtmak yerine, ona bir şeyler yapmasını söylemekte, emir ya da komut verici bir biçimde geri bildirimde bulunmaktadır. - Karşıdaki kişinin derece derece iletişim sürecinden kopmasıyla sonuçlanan bir diğer durumda da, öğüt verme, tavsiye etme, çözüm önerme veya kişiye dile getirdiği sorunu nasıl çözmesi gerektiğini anlatma söz konusudur. Bu engeli oluştururken dinleyen kişi ana-baba rolü oynamakta ve konuşmacıyı küçümseyici bir tavır içinde bulunmaktadır. 185 John Adair, Etkili İletişim, Çev: Ömer Çolakoğlu, Babıali Kültür Yayıncılığı, Birinci Baskı, İstanbul, 2003, s.86. 166 - Uyarma, azarlama, tehdit etme, yine iletişimsizliğin yaşanmasına yol açan, önemli bir engel oluşturmaktadır. Bunlarla, konuşmayı yapan kişiye, kendisinin ifade ettiği şeyi yapması durumunda hangi olumsuz sonuçlarla karşılaşacağının belirtilmesi söz konusu olmaktadır. - Bir diğer aşamada ise, karşıdaki kişiye ahlak dersi ve vaaz verildiği görülmektedir. Bu tepkide dinleyen kişi, bir anlamda ilahi sezgisi olan üstün peygamber rolü takınmaktadır. - İletişim kopukluğuyla sonuçlanan bir diğer engel de inandırma, kanıt gösterme, ders verme olarak ortaya konmaktadır. İletişim sürecinde bazen, dinleyen, konuşmacının duygularını ve inançlarını önemsememekte, hiçe saymaktadır. Fikirlerinin aptalca, düşünce biçiminin anlamsız ve yanlışlarla dolu olduğunun karşı tarafa iletilmesi, iletişim sürecini sekteye uğratmaktadır. Konuşmacının duygularını anlamak yerine, kişi kendi düşünceleriyle onu etkilemek için ‘kendine göre gerçekleri’, karşıt fikirleri, mantığı ve bilgileri kullanmaktadır. Burada da, düşüncelerini dile getiren kişinin anlaşılamadığı duygusunu yaşaması kaçınılmaz olmaktadır. İletişimsizliği gündeme getiren diğer faktörlere genel anlamda odaklanıldığında, bunların kişisel aşağılama ve terslemeler, gerçek benlik bastırmaları olduğu gözlemlenmektedir. Bu tepkilerde, diğerlerine göre konuşmacıya daha az saygı duyulmakta, kişi yanlış anlaşılmakta ve sorun paylaşılmaya çalışılmazsa konuşmadan vazgeçilmektedir. Bu kapsamda ele alınabilecek engeller yargılama, eleştirme, karşı çıkma ve kınama olarak ifade edilmektedir. - Yersiz övgü de göz önünde tutulması gereken bir engeldir. Burada, düşüncesini dile getiren kişinin şımartıldığı ya da yeterli dinlenmeden söylenenler hakkında olumlu bir değerlendirme ve yorumlama yapıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak da, iletişim süreci kesintiye uğramaktadır. - Kişiye kötü sözler söyleme, onunla alay etme ve onu utandırma olarak biçimlenen bir başka engel, konuşmacının kendisini aptal gibi hissetmesine, genellikle onu belli bir kalıba sokmaya ya da sınıflandırmaya neden olmaktadır. Bunların yanında iletişimsizliği doğuran diğer engellerin, varolan bir sorunun dolaylı olarak inkar edilmesi, sorunun sadece kişinin hayalinin ürünü olduğunun varsayılmasının oluşturduğu ifade edilmektedir. Soruna değil, kişiye odaklanmanın söz 167 konusu olduğu bir tepkide, dinleyen kişi, sorunu dile getiren konuşmacının güdülerinin ne olduğunu ya da bazı şeyleri neden yaptığını veya söylediğini açıklayan bir psikiyatrist rolünü oynamaktadır. - Geri çekilme, başka yöne çekme ve mizah kullanmanın da son derece önemli bir engeli meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır. Bu tepki, kişiye sorununu açıklaması konusunda yardımcı olmak yerine, dikkati sorundan başka yöne çekme çabası olarak belirtilmektedir. Yanlış kullanılan mizah, kişiyi sorunuyla yüzüstü bırakmaktadır. - Araştırma, soruşturma, sorgulama, kişiyi savunmaya zorlama ya da yanlış değerlendirme, ilişkilerde yaşanan, iletişim sürecini yıpratıcı engellerin bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Burada, dinleyen kişi karşısındakinin ifade ettikleriyle ilgili olarak güdüleri ya da nedenleri bulmaya çalışan, sorunu çözmeye yardımcı olacak bilgileri araştıran bir dedektif ya da savcı gibi davranmaktadır. Dolayısıyla çözüm beklemeyen, sadece söylediklerinin anlaşılmasını isteyen kişi, dile getirdiklerinin analiziyle karşı karşıya kalmaktadır. - Diğer bir iletişim engeli ise, karşıdaki kişiyi koruyucu tavır takınma ve küçümseme olarak değerlendirilmektedir. Dinleyen kişi, konuşmacının daha iyi hissetmesini sağlamaya çalışmakta, onun duyguları hakkında konuşmamakta, duyguların ortadan kaybolmasını sağlamaya çalışmakta, duyguların etkisini inkar etmektedir. Dinleyen kişinin bu tavrı, düşüncelerini açıklayan konuşmacının küçümsendiği duygusunu yaşamasına neden olmaktadır. 2.2.2.4.4.2. Hayal Kurmak Dinleyen kişinin verdiği tepkiler açısından iletişimsizliği ortaya çıkaran tüm bu nedenlerin dışında, etkili dinlemeye engel oluşturan en temel nedenlerden biri, kişinin konuştuğundan daha hızlı düşündüğü gerçeğidir. Bu durum, dinleme sırasında, zamanlamanın önemini ortaya koymaktadır. “Ortalama bir konuşmacının dakikada yaklaşık 150 kelime ile cümlelerini kurabildiği ifade edilmektedir”186. “Bu 13 milyar hücresiyle dakikada 800 kelime tarayan insan beyni için oldukça yavaş sayılmaktadır187”. Konuşan kişinin ağzından dökülen 150 sözcüğe, dinleyicinin tam olarak dikkatini verememesi durumunda, dinleyenin aklı dakikada 650 kelimelik bir 186 Arnold Carter, Etkin İletişim Kurun, Çev: Zeynep Güden, Arion Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 2004, s.120. 187 Zeynep Cihangir, a.g.e., s.55. 168 kapasiteyle bambaşka yerlere kayabilmektedir. Diğer konulara dalınca, konuşmacının sözlerinden giderek uzaklaşmaya başlamakta, bir süre sonra oradaki varlığı hem konuşmacı hem de dinleyici açısından zaman kaybı haline gelmektedir. Kişinin karşısındaki kişiyi dinlerken diğer kulağı, kendi içinde içsel bir söyleşiye dalmaktadır. Zihin, kişisel düşünceler ve ilgilerle o kadar doludur ki, karşıdaki kişinin söylediklerine dikkatin verilmesinde güçlük çekilmektedir. Edmond G. Addeo ve Robert E. Burger bu durumu, aynı adı taşıyan kitaplarında kişinin konuşma yoluyla kendi egosunu yükseltme eğilimi ya da ‘Ego Konuşması’ olarak değerlendirmektedir188. Böyle bir durumda da konuşanın söylediklerinin ana noktalarının kaçırılması söz konusu olmakta, iletişim sürecinden derece derece kopmalar yaşanmaktadır. Dinlemedeki konuşma ve düşünme oranı arasındaki bu fark, beynin duyduklarına ek olarak, yüzlerce kelime ile çalıştığı anlamına gelmektedir. Kısacası dakika başına zihnin kapasitesi dilden çok daha fazladır. Buna bağlı olarak kişi, dinleyici konumundayken atıl zihinsel kapasiteye sahiptir. Dolayısıyla, söylenen sözcükler kişiye düşük hızda ulaşırken, beyin yüksek hızda düşünmeye devam etmektedir. Kişi dinlediğinde, düşünmek için hala zamanı olabilmektedir. Bu zamanın kullanılması ya da kullanılmaması, bir insanın söylenen sözü ne kadar iyi dinleyebildiğini belirlemektedir. Konuşan kişinin hızıyla, dinleyenin düşünme hızı arasında bir denge kurulması, böyle bir dinleme engelinin ortadan kaldırılması yönünde önemli bir adım olmaktadır. 2.2.2.4.4.3. Kişisel unsurlar Dinleyenin konuşan kişiye karşı olan tutumu, güveni ve inancı iletişimin farklı değerlendirilmesine sebep olabilmektedir. Kişisel unsurlarda halo etkisi (halo effect), öntipler (stereotype), temel tutum hatası (fundamental attribution error), kendine yontan önyargı (self serving bias) ve etkileme yönetimi (impression management) gibi temel algılama hataları etkin iletişim için engel oluşturmaktadır. Halo etkisinde, kişilerin eğer bir alanda başarılılarsa her alanda başarılı olduğu düşünülmektedir. Stereotipler ise, kişilerin cinsiyetlerine, ırklarına atfedilmiş genel ön 188 Cynthia Dennis, “Listen...”, Communication, Social Issues Resources Series Inc,Volume 2, Article 94, 1985, s. 62. 169 yargılar olarak değerlendirilmektedir. İş ortamlarında kadın çalışanların daha başarısız olacağının düşünülmesi bir öntiptir. Temel tutum hatası ise, başkaları hatalı davrandığında onun hatasının sebeplerini içsel unsurlara (hata yaptı çünkü fazla akıllı değil), kişinin kendisi hata yaptığında hatasının sebeplerini ise dışsal unsurlara (hata yaptım çünkü üstüm bana haksızlık yaptı) şeklinde atıflarda bulunulmasıdır. Kendine yontan önyargıda, kişi iyi ve olumlu davranışları kendisine, kötü ve olumsuz davranışları ise dışarıdaki sebeplere bağlamaktadır. Amaç kişinin öz-güven seviyesini koruyabilmektir. Etkileme yönetiminde, kişiler her zaman iyi ve olumlu yanlarını dışarıdakilere göstermeye çalışmaktadırlar. 2.2.2.4.4.4. İlgi Düzeyi Dinlemenin kişinin beklentileriyle de ilişkili olduğu görülmektedir. Buna bağlı olarak konuşulan konunun dinleyen kişinin ilgisini çekmemesi durumunda, kişi dikkatini vermemekte ve sonuçta etkili dinleme gerçekleşmemektedir. 2.2.2.4.4.5. Konuşan Kişinin Sözünü Kesmek Karşıdaki kişiyi gerçekten dinlemenin, sanıldığı kadar kolay olmadığı görülmektedir. Karşınızdakinin söylediklerine tam olarak konsantre olabilmek ve ne demek istediğini kesin olarak anlamak çaba ve deneyim gerektirir. Çoğu kişi, daha ilk birkaç cümleyi duyar duymaz karşılarındakinin ne demek istediğini anladığı yanılgısına saplanmaktadır189. En önemli bilginin genellikle en sonda saklı olduğunu unutarak, konuşanın söyledikleri konusunda erken değerlendirmelerde bulunarak söz kesmenin yaygın bir eğilim olduğu ortaya çıkmaktadır. Karşıdaki konuşurken dinleyenin araya girip kendi düşüncelerini söylemesi ya da kendi söyleyeceği şeyi düşünmesi, karşıdakini dikkatle dinlememesi ve hatta söylenenlerin anlaşılmasında önemli bir ipucu olan beden diline dikkat etmemesi demektir190. Dinleyen sabırsızlanıp bunu konuşan kişiye belli ettiğinde, karşıdaki, dinleyenin, kendi söylediklerine karşı çıktığını düşünebilmekte ve kendisinin söylemek istediğini tam olarak dinlemeden hakkında bir sonuca vardığı için rahatsızlık duyması kaçınılmaz olmaktadır. Önemsenmediğini, 189 yanlış anlaşıldığını, hatta haksız Chris Roebuck, Etkili iletişim, Çev: Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2000, s.26. 190 Bettie B. Youngs, Jennifer Leigh Youngs, Gençler İçin Stres ve Yaşamın Baskılarıyla Başetme Kılavuzu, Çev: Semra Kunt Akbaş, HYB Yayıncılık, Ankara, 2004, s.153. 170 bulunduğunu sanarak konuşmayı kesebilmektedir. “Bir kamuoyu araştırmasına göre, Amerikalılar’ın %88’i başkaları konuşurken araya girenleri can sıkıcı bulmaktadır”191. Kötü dinleyicinin en belirgin özelliği konuşmayı devamlı kesmesidir. Kişinin, muhatap olduğu kişinin konuşmasından daha hızlı bir şekilde düşünebilmesinden dolayı araya girmesi, günlük konuşmaların kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum, dinleyiciyi, karşısındakinin söylediklerini tahmin etme hatasına götürmektedir. Konuşan kişiyi dinlemek yerine, konuşmasını bitirdiğinde dinleyen kişi ne söyleyeceği üzerine odaklanmaktadır. Egosentrik düşüncelerle zihin o kadar meşguldur ki, dinleyen ya konuşanın sözünü kesmekte ya da araya girerek tartışmak istediği konuya doğru konuşmanın yönünü değiştirmeye çalışmaktadır. Pek çok kişi, diğerlerinin sözünü, söylenen şeyi anladıklarının bir göstergesi olarak ve konuşan kişiyle birlikte oldukları duygusunu ifade etmeye çalışmak için kesmektedir. Buna karşın, buradaki sorun, konuşan kişinin genellikle sözünün kesilmesinden hoşlanmadığı ve ortaya koyduğu düşüncelerinin yolunu tamamlamasına izin verilmesinden zevk aldığıdır. Söz kesmeler, ayrıca dinleyen kişinin konuyla ilgili üstün bilgisini kanıtlamaya çalışması olarak da değerlendirilebilmektedir192. Bazı durumda konuşan kişinin konuşma amacının farklı olduğu görülmekte, buna karşın dinleyen onu kendi istediği kulvara çekebilmektedir. Dolayısıyla iki kişi arasındaki ilişkide konuşmaların hep ya da çoğu kez böyle olması durumunda, iletişim kopuklukları ortaya çıkmaktadır. Çünkü, kişi kendi anlatmak istediklerini anlatamamakta, sürekli olarak ‘içimde kaldı’ durumunu yaşamaktadır. Bu da onu ilişkinin yetersiz, kalitesiz olduğu konusunda etkilemekte ve rahatsız etmektedir. Burada dinleyen, konuşanın kendi niyetini gerçekleştirmesine olanak yaratmamaktadır. Bu tür dinleme tavırlarının etkisinin olumsuz olduğu, bununla birlikte çok daha güçlü olumsuz dinleme tavırlarının, konuşmak isteyenin daha da sıkıntılı olduğu anlardaki dinlemelerde ortaya çıktığı görülmektedir. Gerçek dinleme eylemi, karşıdaki 191 kişinin anlatacaklarının tamamını Jo Condrill, Bennie Bough, Ne Demek İstiyorsunuz? Etkili İletişimin Yaratıcı ve Pratik Yolları, Çev: Pelin Ozaner, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.34. 192 Bronwen Schoombie, “Ineffective Communication”, www.suite101.com/subjectheadings/contents.cfm/1600, 11.04.2000. 171 nakletmesine olanak yaratan bir tavır olarak değerlendirilmektedir. Konuşan kişinin sözünü kesmeden, dinleyicinin göz, kulak, vücut yani tüm benliğiyle dinlemesi son derece önemlidir. Dinleme, konuşanın kendisini dört iletişim gereksinimi çerçevesinde dinleyene aktarabilmesini sağlamaya yöneliktir. Bir başka deyişle, benliğini, düşüncelerini, duygularını ve yeteneklerini nakletmesine olanak yaratma çabasıdır. Bu, dinleyenin, konuşanı geliştirecek, tümüyle kendisini aktarmasını sağlayacak biçimde eylemlerde bulunmasını gerektirmektedir. Dinleyenin, konuşanın kendini ifade etmesine olanak yaratmaması durumunda, konuşanın iletişim gereksinimleri giderilmemiş olmakta, dinleyenden adım adım uzaklaşmaya başlamakta ve bunun sonucunda iletişimsizliğin ortaya çıktığı görülmektedir. Kişilerin reddedilmesi, başka yönlere çekilmesi, engellenmesi, özgürce, ifade etmeye niyetlendiklerini aktarma fırsatı bulamaması durumunda, iletişim problemleriyle karşılaşması kaçınılmaz olmaktadır. 2.2.2.4.4.6. Dikkat Dağıtıcı Etkenler Herkes duyulmayı, dinlendiğini ve anlaşıldığını hissetmeyi istemektedir. Dolayısıyla karşıdaki kişiyi bölünmemiş bir ilgiyle dinlemek ve dikkati başka yöne çeviren şeylere karşı kişinin bilinçli bir çaba göstermesi son derece önemlidir193. Buna karşın pek çok kişinin çeşitli türdeki ‘kalem dinleyicileri’nden biri olduğu için, dinlemenin etkin bir biçimde gerçekleşmediği ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda, bir şeylerle ilgilenip, kağıda anlamsız birtakım şekiller çizip, aynı zamanda karşıdaki kişiyi dinleme yanlışına saplanılmaktadır194. “Dinleyenin algılayabilmesi, havanın durumundan dinleyenin sağlık durumuna kadar türlü nedenlerle, zaman zaman değişebilmektedir”195. Buna karşın dinlemenin kalitesinin ne kadar kuvvetli olursa, dış güçlerin iletişimi bölme ihtimalinin o ölçüde zayıf olacağı belirtilmektedir. Dinleme, işlerin, ilişkilerin ve konuların bölünme ve parçalanma doğrultusunda pamuk ipliği ile bağlı bulundukları anda devreye 193 Joey Araniego, “Effective Listening/Helping Skill”, http://usfweb2.usf.edu/counsel/elh_skills.htm, 20.08.2002. 194 Hadley Read, Communication: Methods for All Media, University of Illinois Press, USA, 1972, s.85. 195 R. F. Tredgold, Çağdaş Çalışma Düzeninde Kişilerarası İlişkiler, Çev: Cevdet Aykan, Yaprak Yayınları, İstanbul, 1992, s.151. 172 girmektedir. Yetersiz dinleyicilerin bu tür durumlarda kullanabilecekleri ekstra kaynaklarının olmadığı ifade edilmektedir. Dikkat dağıtıcı etkenleri, iç gürültüler ve dış kaynaklı gürültüler olarak iki başlık altında incelemek mümkündür. İç gürültü faktörü, söylenenlerin sağlıklı bir şekilde duyulmasını engellemektedir. Kişinin fiziksel olarak yorgun, aç, üşümüş ya da farklı şekillerde rahatsız bir durum içerisinde olması, bulunulan ortamın koşulları (sıcak, soğuk, nemli ya da kuru), geçmişte çözüme kavuşmamış bir sorun üzerinde düşünülüyor olması, korku, kaygı ve benliğin karışık olmasının dinleyicinin kavrama gücünü azaltması durumları, dinlemenin yeterli düzeyde oluşmasını engellemektedir. Ayrıca trafik, havalandırma, televizyon sesi ve diğer sesler ve bir numaralı dikkat dağıtıcı olarak telefon da iletişimin verimliliğini etkileyen dış kaynaklı gürültüler arsında yer almaktadır. Herhangi bir gürültü nedeniyle sohbet kesildiği zaman, sohbetin son dakikaları eğer yinelenmezse unutulma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Sözün yarıda kesilmesinden sonra her iki tarafın da konuya yeniden yoğunlaşmaları ve iletişim sürecini yeniden düzenlemeleri için belli bir süreye gereksinim duydukları görülmektedir. Tüm bunların yanında mesajların, kullanılan dildeki sözcükler gibi düz ve yan anlamlarının bulunmasından dolayı, dinleme sürecinin verimliliğini önemli ölçüde etkilediği ortaya çıkmaktadır. 2.2.2.4.4.7. Bilişsel Zıtlık Dinlemeyi aksatan bir diğer neden de psikologların ‘Bilişsel Zıtlık’ olarak adlandırdıkları durumdur. Bu, kişinin aynı konu hakkında zıt kanılara sahip olmaktan dolayı duyduğu huzursuzluk olarak belirtilmektedir. Buna örnek olarak, içkili araba kullanmanın tehlikeli olduğunu bilmesine karşın, içki içtiğinde daha güvenli bir şekilde araba kullandığına inanan kişinin duyduğu huzursuzluk verilebilmektedir. Dinleme sırasında karşıdaki kişiden birbiriyle çelişen mesajlar alındığında, gerçek mesajın algılanmasında güçlük çekilmektedir. Kendisinden sürekli iyi haberler duymaya alışılan kişi, bir gün kötü bir haber verdiğinde yaşanan bu durum, gerçek mesajın anlaşılmasını büyük ölçüde engellemektedir. 173 2.2.2.4.4.8. Belleğin Özellikleri Akılda tutma ve dikkat Von Restorff etkisi Belirgin ve hatırlanabilir şeyler Sonda yüksek son etki Başlangıçta yüksek ilk etki Zaman Şekil 1: Von Restorff etkisi Kaynak: Richard Hale, Peter Whitlam, İnsanları Etkileme Gücü, Çev: Tarkan Topuzluoğlu, Yöneticinin Kitaplığı, Epsilon Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s.172. Belleğin özellikleri dinleme yeteneğini etkileyen bir diğer faktörü oluşturmaktadır. Şekil 1 belirli bir süre geçtikten sonra oluşan akılda tutma ve ilgi düzeyini göstermektedir. Dinleyici, bilgileri almaya başladığında dikkat ve ilginin en üst düzeyde olduğu görülmektedir. Geçen zaman boyunca dikkatin ve akılda tutmanın ani çıkışlar yaptığı ortaya çıkmaktadır. Bunlar Von Restorff etkisi olarak bilinmektedir196. Bu figürler, bir prezantasyon sırasında dinleyicilerin ilgisini ve dikkatini çeken konular tarafından çizilmektedir. Akılda tutma ve dikkat sonlara doğru zayıflamakta ve ancak en sonda bir yükselme göstermektedir. Bu nedenle, konuşan kişinin mesajlarını etkileyici bir giriş ve sonuçlandırmayla yapması, ayrıca dikkati ve 196 Richard Hale, Peter Whitlam, a.g.e., s.172. 174 akılda tutmayı ani olarak arttıracak küçük duraklamalardan da yararlanması dinleyici üzerinde etkili olmaktadır. 2.2.2.4.4.9. Mesajın Sunuluş Biçimi ve Dil İle İlgili Engeller Konfüçyüs yaklaşık 2500 yıl önce “Dil kusurlu olursa, sözler düşünceleri iyi anlatamaz; düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gerekenler doğru yapılmaz”197 ifadesini kullanmıştır. Dolayısıyla anlatılması gereken duyguları, söylenmesi gereken düşünceleri olan kişilerin, anlatımın en uygun yollarını seçmeye, bu aşamada da, iletişimin en verimli kodlama sistemi olan dilin bütün özelliklerini öğrenmeye ve dili en anlaşılabilir biçimde kullanmaya çalıştıkları görülmektedir. İletişim için dilden çok daha başka araçlar, kodlama sistemlerinin de söz konusu olmasına karşın, dil kadar kurallara bağlanmış, benimsenmiş, yaygınlaşmış bir başka sistem bulunmamaktadır. Anlatmak, iletişim sürecinin büyük parçasıdır, ağır basan eylemidir. Anlatmak, anlatılması gerekeni, gerektiği gibi iletmek olarak değerlendirilmektedir. Mesajın hedefine ulaşıp ulaşmaması, konuşan ya da dinleyenin özelliklerinin dışında, bir ölçüde anlatımın ustalığıyla ilgili görünmektedir. Dil, yanlış yoruma çok açıktır. İnsanlar nadiren ne demek istediklerini ifade etmektedir. Bu sorun, kişilerin söylenenlere dikkatini veremeyerek ‘tembel dinleyiciler’ olma eğilimiyle daha da büyümektedir198. Bu noktada, dinleme olayının gerçekleşebilmesinin, mesajın sunuluş biçimiyle de paralellik gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Aktarılan şeylerin, uygunsuz bir dille bir başka deyişle son derece karmaşık ya da son derece basit bir şekilde sunulması ya da uygunsuz bir hızla yani gereğinden hızlı ya da yavaş iletilmesi, konuşanın monoton bir ses tonu kullanarak dinleyenlerle etkileşime girmemesi, büyük bir dinleme engeli oluşturmaktır. İletişim sürecindeki olumsuzluklarda konuşan kişi genellikle dinleyeni suçlamaya yönelmektedir. Dinleyenin, kendisini anlamadığından, anlamak istemediğinden yakınmaktadır. Oysa iletişimdeki olumsuzluğa neden olan etkenin, anlatımdaki yetersizlik olduğunu, dolayısıyla hatalı tarafın kendisi olduğunu gözden uzak tutmaktadır. 197 Kamil Yazıcı, “İletişim Denemeleri”, Activeline, Mart 2003, s. 6. Roger Fritz, Mıknatıs İnsanlar Sırları ve Onlar Gibi Olmanın Yolları, Çev: Pelin Ozaner, Sistem Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2004, s.62. 198 175 “Dünya sahnesinde herkes bir şeyler anlatmaktadır. Ama yalnızca iyi anlatabilenler başarıya ulaşabilmekte, mesajını hedefine ulaştırabilmektedir. Anlatanların gereğince anlatabildikleri, anlayanların da yeterince anlayabildikleri ölçüde sahne sağlam temeller üzerinde durmakta, aksaksız işleyen iletişim süreçleri nedeniyle anlaşmazlıktan, gürültüden, kargaşadan uzak bir oyun sahnelenmektedir. Yaşamak, sahneyi paylaşmak demektir. Zor da olsa, başkalarıyla birlikte aynı sahneyi paylaşmak zorundadır insanlar”199. Buna bağlı olarak, dilin karşıdaki kişiyi dinleme konusunda önemli bir engel oluşturduğu, iki kişinin eğitim seviyesi, tecrübe ve beklenti farklılıklarına bağlı olarak, dili değişik seviyelerde kullanmasının, anlaşmanın gerçekleşememesine neden olduğu görülmektedir. Bunun yanında çoğunlukla, mesajın kendisinin, dinlememek için bir mazeret olarak kullanıldığı gözlenmektedir. Konuşan kişinin konusunun ilgi çekici olmadığı, anlaşılmasının ve kavranmasının zor ya da üzerinde zaman harcamaya değmeyecek ölçüde basit ve sıradan olduğu konusunda çok erken değerlendirmelerde bulunulmaktadır. Belirsizlik de kişinin karşısındakini dinlemesini büyük ölçüde etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişi bir şey söylemek isterken, karşıdakinin bunun tam tersini algılayabilmesi günlük yaşamda sıklıkla gözlemlenmektedir. Bu nedenle kesin bir dil, kişileri doğru yöne götürdüğü gibi, belirsizliklerle dolu bir dil kullanımı ise ters yöne götürebilmektedir. “George Orwell ‘1984’ isimli kitabının ana temasını oluşturan fikri şöyle özetlemektedir: Düşünce dili çürütürse, dil de düşünceyi çürütebilir”200. Dolayısıyla kullanılan kelimelerin kişiler arasında bir duvar oluşturabileceği gibi, köprü de oluşturabildiği görülmektedir. Bu noktada dilin, kişileri ayırmak için değil, birleştirmek için kullanılması önem kazanmaktadır. Kullanılan birçok kelime ve deyim, genellikle ya hiç ya da çok az kesinlik içeren anlamlarda kullanılmaktadır. Genelleştirilmiş ve herhangi bir duyuya dayanmayan bu kelimeler, tanımsal bir dil ortaya çıkarmamakta ve belirsizliği de beraberinde 199 Sedat Cereci, İletişim Denemeleri, a.g.e., s.125. Anthony Robbins, a.g.e., s.220. 200 176 getirmektedir. Konuşan kişi belirsiz deyim ve genellemeler kullandığında, karşıdaki kişinin onun zihinsel bulanıklığı içinde kaybolduğu görülmektedir. Kişiler, yaşları, eğitim düzeyleri ve kültürel geçmişlerindeki farklılıklardan dolayı, kelimelere, başka insanlara göre farklı anlamlar yükleyebilmektedir. Başka bir deyişle, kelimeler farklı insanlara, farklı anlamlar ifade etmektedir. “İnsanlar farklı kalıplar kullandıkları ve onları farklı biçimlerde yorumladıklarından dolayı, yanlış anlaşılma riskinin olduğu görülmektedir”201. Bu sebeple, iletişim sırasında kullanılan kelimeler, iletişime taraf olanlarca aynı şekilde anlaşılıp yorumlanmadıkça etkin bir iletişimin varlığından söz etmek mümkün değildir. Etkin bir iletişim için esas olan, tarafların konuştuğu dilin aynı olması değil, dili nasıl kullandıklarının farkında olmalarıdır. Mesajı kodlayan, çoğu zaman kullandığı kelime ve terimlerin, alıcı tarafından kendisinin anlamlandırdığı şekilde anlaşıldığını düşünmekte ve varsaymaktadır. Bu tür varsayımlar, iletişimde sorunlar yaşanmasına yol açmaktadır. Bunun yanı sıra mesaj gönderenin, soyut ya da teknik ifadeleri çok fazla kullanması da sıklıkla bu tür problemlerin yaşanmasına neden olmaktadır. Mesaj gönderenin, mesajı iletmede yanlış kelimeler kullanması, kurduğu cümlelerin gramer açısından hatalı olması, telaffuz bozuklukları gibi hususlar da mesajın anlaşılırlığını olumsuz etkilemekte ve bu, iletişim kopukluklarının yaşanmasına sebep olmaktadır. Bir kişinin kelime hazinesinin kullandığı veya bildiği kelime sayısı ile ölçülmesi genel bir yaklaşımdır. Buna karşın, kişinin kelime hazinesiyle ilgili tek önemli şeyin, kelime ve deyimlerinin gerek kendi gerekse karşısındakinin düşüncelerinde yarattığı etkinin olduğu ifade edilmektedir202. Sözcüklere dökülmeden önce mesajların beyinde, içlerinden en gereklilerini vurgulayacak biçimde bir öncelik sırasına konulmaması, dolayısıyla söyleneceklerin önceden belli bir plana oturtulmaması, özellikle karmaşık mesajların söz konusu olduğu 201 Tzur M. Karelitz, David Budescu, “You Say Probable and I Say Likely: Improving Interpersonal Communication With Verbal Probability Phrases”, Journal of Experimental Psychology: Applied, Volume 10, Issue 1, March 2004, s.27. 202 David J. Schwartz, Büyük Düşünmenin Büyüsü, Çev: Tanol Türkoğlu, Sistem Yayıncılık, On Dördüncü Basım, İstanbul, 2002. s.70. 177 durumlarda, etkili dinlemeyi zorlaştırıcı ve iletişim kopukluklarını ortaya çıkarıcı bir etkide bulunmaktadır. İletişim kopukluğuyla sonuçlanan bir diğer durum da, konuşan kişinin, karşısındakine dikkatini toplama fırsatı bile tanımadan, konuya aniden girmesidir. Kişinin hem iyi, hem kötü haberleri olduğunu ifade etmesi, karşıdaki kişiyi memnuniyet ve hayal kırıklığı duyguları arasında bırakmaktadır. Günlük yaşamda sıklıkla kullanılan, konu hakkındaki kısa bilgilendirmeler, dinleyen kişinin neyle karşılaşacağı konusunda tereddütler yaşamasına neden olmaktadır. Örneğin, ‘dün gece konusunda...’ ya da ‘geçen günkü davranışınla ilgili seninle konuşmak istiyorum’ gibi ifadeler belirsizlikler taşımakta ve yöneltilen kişileri, boşluğu kendilerince doldurmaları yanlışına sürüklemektedir. Etkili iletişimde, karşıdaki kişinin neden söz edileceğini bilmesi ve anlaması için, yeni bilgiyi almaya ve sonunda da önemli noktaları hatırlamaya hazırlamak gerekmektedir. Konuya ısındırma, konuşulacak konuya kısaca değinilmesiyle gerekli sahneyi yaratmaktadır. Dinleyicinin geribildirimde bulunabilmek için, kendisini bekleyen konusunda ortaya net bir tablonun konmuş olması, dikkatinin düzeyini ve iletişim sürecine katılımını arttırmaya yönelik teşvik edici bir unsur oluşturmaktadır. Konuya ısındırma iletişime girişi, özetleme ise kapanışı yapmanın yollarından birini meydana getirmektedir. Ayrıca konunun özetlenmesi, içerikteki önemli noktaların altının çizilmesine ve herkesin aynı noktada buluştuğunun kesinleştirilmesine yardımcı olmaktadır. Mesajın etkili bir biçimde aktarılmasında konuyla ilgili örnekler, benzetmeler ve karşılaştırmalar içeren canlı bir dil kullanılması ön plana çıkmaktadır. Çünkü monotonluğun, kişileri giderek iletişim sürecinden koparıcı bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Kişi, mesajına karşı taraftan son derece kısa yanıtlar aldığında önemsenmediğini düşünebilmekte, iletişim başladığı noktada bitme tehlikesiyle karşılaşmaktadır. Mesajın sunuluş biçimiyle ilgili bir başka noktada da, dinleyiciler kaldırabileceklerinden daha fazla bilgiyle karşılaştıklarında iletişimin etkinliği azalmaktadır. Bu yüzden iletişim sürecinde sorunlarla karşılaşılmaması açısından, mesaj gönderenin, alıcıya, bir seferde çok fazla mesaj göndermemesi önem taşımaktadır. 178 Uygun kelimelerin seçimi de çok önemlidir. Sözcüklerin karşıdaki kişinin sözcük dağarcığının dikkate alınarak seçilmemesi bir iletişimsizlik nedeni olarak ortaya çıkmakta, kişinin anlayarak dinlemesini engelleyici bir faktör olmaktadır. 2.2.2.4.10. Algılama Kanallarının Farklılığı Bir tabloya üç ayrı kişi baktığında gördükleri şeyler aynı olsa bile, dikkatlerini çeken noktaların farklı olduğu gözlemlenmektedir. Algılanan incelikler ayrı olmaktadır. Bir olay, durum ya da nesneyle ilgili olarak farklı kişilerin farklı noktalara ağırlık verdikleri ortaya çıkmaktadır. İşte kişinin algılama şekli, hayalinde canlandırma şekli iç temsilleri veya temsil sistemleri olarak ifade edilmektedir203. İç temsillerin beş duyu kanalıyla yapılandırıldığı görülmektedir. Bunlar da görme, işitme, tatma, dokunma ve koklamadır. Diğer bir anlatımla kişinin dünya deneyimi görsel, işitsel, tatsal, dokunsal ve kokusaldır. Bu nedenle zihninde hangi deneyimleri biriktirirse biriktirsin; onlar, bu duyular aracılığıyla özellikle üç alt biçem olan görsel, işitsel ve dokunsal mesajlar aracılığıyla temsil edilmektedir. Kişilerin görsel, işitsel ya da dokunsal gibi sinir sistemlerinin belirli bir kısmını diğerlerinden daha çok kullanma eğiliminde oldukları ortaya çıkmaktadır. Karşıdaki kişiyle iletişim kopukluklarının yaşanmaması için, onun temel temsil sisteminin öğrenilmesi gerekmektedir. Temel olarak görsel algılama kanalını ya da görsel temsili kullanan kişiler, dünyayı görüntüler halinde algılama eğilimindedir. Beyinlerindeki görüntülerle uyumlu olmaya çalıştıklarından, görsel kişilerin çok hızlı konuşmak eğiliminde olduğu görülmektedir. Onlar için önemli olan, görüntüleri kelimelerle eşleştirmeye çalışmaktır. Bu kişilerin görsel mecazlarla konuşma eğilimde olduğu gözlemlenmektedir. Nesnelerin kendilerine nasıl göründüklerinden, gördüklerinin paternlerinden, onların parlak ya da koyu olduklarından söz ettikleri ifade edilmektedir. Görmek, fark etmek, hayal etmek vb. sözcükler; görme duyusunu içeren renkler, şekiller, hareketler, resimler, aydınlık ya da karanlık görsel algılamaya aittir. İşitsel eğilimli kişiler gözlemlendiğinde ise, kullandıkları kelimelere daha çok dikkat ettikleri ortaya çıkmaktadır. Sesleri daha yankılı, konuşmaları daha yavaş, daha ritmik ve daha ölçülüdür. Kelimeler onlar için çok şey ifade ettiğinden, söylediklerine çok dikkat ettikleri görülmektedir. Konuşmalarında genellikle sesle ilgili kelimelerin 203 Anthony Robbins , a.g.e., s.91. 179 ağırlık kazandığı açığa çıkmaktadır. Duymak, dinlemek, düşünmek gibi sözcükler, işitme duyusunu içeren sesler, gürültüler işitsel canlandırma biçimine aittir. Dokunsal algılama kanalını baskın olarak kullanan kişilerin ise, çok daha yavaş olma eğiliminde oldukları ifade edilmektedir. Daha çok hislere tepki gösterdikleri belirtilmektedir. Dokunsal kişilerin fiziksel dünyadan mecazlar kullandıkları, daima somut şeyleri kavradıkları görülmektedir. Nesneler ağırdır ya da yoğundur; fakat onlar nesnelere dokunma gereği duymaktadır. Hissetmek, anımsamak, dokunmak, okşamak, yoğurmak, tatmak vb. sözcükler, dokunma duyusunu içeren tatlar, kokular veya duygular-heyecanlar, fiziksel duyumlar kinestetik algılamanın kapsamı içinde yorumlanmaktadır. Belli bir başarı düzeyindeki insanların %60'ının birden çok temsil sistemini kullandıkları görülmektedir. Ortalama bir üniversite sınıfında birden çok temsil sistemini kullanan öğrencilerin oranının %50'den %90'a kadar çıktığını gösteren araştırmalar vardır. Herkes baskın olarak kullandığı temsil sistemi yanında ikincil ve üçüncül olarak kullandığı sistemi de zaman içerisinde daha çok kullanmayı öğrenebilmektedir204. Bunun yanında, herkesin bu üç tarzdan elemanlara sahip olduğu, ancak çoğu kişide bir sistemin diğerlerinden daha üstün olduğu ifade edilmektedir. Bu noktada sunulan mesajların anlaşılabilmesi için, karşıdaki kişilerin temel temsil sistemlerinin bilinmesi önem kazanmaktadır. Kişileri gözleyerek ve söylediklerini etkin bir şekilde dinleyerek, onların hangi sistemi kullandığına ilişkin ipuçlarını elde edebilmek mümkün olmaktadır. 2.2.2.4.4.11. Beden Dilinin Yanlış Kullanılması Konuşan kişinin söyledikleriyle uyum sağlamayan yüz ifadeleri ya da konuyla oldukça ilgisiz olan hareketleri, rahatsız hatta daha ileri boyutta yalan söylediği görüntüsünü veren beden dili kullanımı, konu ne kadar ilgi çekici olursa olsun etkili dinlemeyi sağlayamamaktadır. Bu durumda, konuşmacı özgüven ve inandırıcılıktan yoksun olarak değerlendirilmektedir. Kişisel gelişimin bir parçası olarak sözsüz iletişim değerlendirildiğinde, sözsüz iletişimin öncelikle kişinin kendisini çok iyi tanıması, 204 Yüksel Özden, Kendini Keşfet Tanı Gelişir Gerçekleştir, Pegem A Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2002, s.85. 180 düşüncelerini daha iyi ifade edebilmesi, sözleriyle uyumlu tavırlar sergileyerek istenilen iletişim çizgisini yakalaması temelinde ele alınması gerekmektedir. Burada aksayan ve iletişimi koparan etkenin, beynin özellikle bilinçaltının asli görevini yerine getirirken yaptıkları olarak açıklanmaktadır. Bütün karar ve değerlendirme süreçlerinin yaşandığı bilinçaltı, bir anlamda büyük bir depo gibi çalışmaktadır. Kişiyi olumlamak ve istenileni yapmak üzere zamandan ve mekandan bağımsız çalışan beyin, bir tür biyolojik bilgisayar gibi işlev görmektedir. Zihni meşgul eden geçmişte olmuş ya da olması muhtemel bir olay, beyin tarafından o an içinde ele alınmaktadır. Buna uygun sinir, kas ve salgı sistemleriyle tepki vermesi yüz yüze iletişimde bir sızıntı olarak dışa vurmakta ve analog mesajlar (bedensel mesajlar), sözcüklerin çözümlenme hızından daha çabuk algılanmaktadır. Dinleyen kişinin bilinçaltı tarafından sorgulamaya tabi tutulmaktadır205. Dolayısıyla, dinleyenlerin konuşan kişinin söylediklerinden çok yaptıklarından etkilendikleri ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak kişinin, beden diliyle ilgili farkındalık düzeyini arttırarak, bu tür yanlış anlatım yollarına sapmadan istenilen ortamı sağlayabilmesi, söyledikleriyle verdiği sözsüz mesajların uyum içinde olması önem taşımaktadır. Konuşurken kişinin vücudunun aldığı biçim, jest ve mimikleri, bakışları, el işaretlerinin önemli olmasının yanında, dinlerken gösterdiği bütün vücut hareketleri de önemlidir ve bu hareketler kişinin nasıl dinlediğini belirlemektedir. Samimi bir tebessüm, kaşların çatılması, öne doğru eğilme, arkaya yaslanma, başka şeylerle uğraşma, kişinin dinleyip dinlemediği ya da nasıl dinlediği konusunda konuşana fikir vermektedir. 2.2.2.4.4.12. Savunma Mekanizmaları Kişiler bazı durumlarda, duymak istemeyecekleri şeylere maruz kalabilmektedir. Bu gibi durumlarda dinlememek, konuşulan konuyu duymak istememekten kaynaklanan bir savunma mekanizması olarak kullanılabilmektedir. İşvereni tarafından azarlanan bir çalışan, azar işitmekten hoşlanmamakta ve kendisine bağıran kişinin sözlerini duymamak amacıyla dinlememeye başlamaktadır. 205 Soner Selçuklu, “Sözsüz İletişim”, İtişmeyelim İletişelim/ Önce Kendinizle İletişim, Rota Yayınları, İstanbul, 2003, s.38. 181 2.2.2.4.4.13. Yetersiz Göz Teması “Pek çok konuşmacı dinleyicisini dikkate almamakta, onlara değil yukarılara ya da yerlere bakmaktadır. Kendi kendine konuşuyormuş gibi davranmaktadır. Bir iletişim duygusu yaratmamakta, dinleyiciyle aralarında alışveriş olmamaktadır. Böyle bir tavır karşılıklı konuşmayı ve sonuçta konuşmayı öldürmektedir”206. Kişilerarası iletişim sürecinde en önemli noktalardan birini oluşturan göz teması kurma, konuşan kişiye ve onun söylediklerine verilen değerin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, konuşanın dinleyiciye karşı yeterli göz teması kurma konusunda hassas davranmaması, dinleyiciyi konudan uzaklaştırmakta ve iletişimden giderek kopmasına neden olmaktadır. 2.2.2.4.4.14. Konuşmaya Aşırı Değer Verilmesi ‘Mümkün olduğu kadar çok dinle, fakat konuşman gerektiği zaman konuş’ olarak ifade edilen iletişim kuralının çoğu kez ihlal edildiği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır207. Günlük yaşamda iletişim kurmanın temelini oluşturan etkili dinlemenin, çoğu durumda gözardı edildiği görülmektedir. Karşıdaki kişinin görüşlerini dile getirmesine yeterli zamanı vermek yerine, kurulan ilişkilerde konuşmaya aşırı değer verildiği ortaya çıkmaktadır. Bu durumun kişilerarası iletişim açısından yanlışlığını şu sözün etkili bir biçimde vurguladığı görülmektedir: “Büyük insanlar dinlemeyi, küçük insanlar konuşmayı tekellerine alır”208. Bununla birlikte, sosyal ortamlarda aranan ve başarılı olarak nitelendirilen kişilerin, konuşma ve dinleme arasında sağlıklı bir denge kurdukları görülmektedir. İki kulağa ve bir ağza sahip olan kişinin, bu orantıdan hareketle konuştuğunun iki katı düşünmesi son derece önemlidir. Bu konuda Amerikan tarihinin en etkili liderlerinden ve en iyi ilişki kuran insanlarından biri olarak gösterilen eski Başkan Abraham Lincoln’ün söylediği bir söz yol gösterici olmaktadır : “Birisiyle ilişkimde bir sonuç 206 Dale Carnegie, Söz Söyleme ve İş Başarma Sanatı, Çev: Ali Bucak, Yaprak Yayınevi, İstanbul, 1990, s.133. 207 V.Jayaram, “Effective Listening Skills”, http://hinduwebsite.com/selfdevt/listening.htm, 26.05.2000. 208 David J Schwartz, a.g.e., s.106. 182 almaya hazırlanıyorsam, zamanımın üçte birini kendi söyleyeceklerimi, üçte ikisini onun söyleyeceklerini düşünerek geçiririm”209. Konuşmaya çok fazla önem verilmesi, kişinin aslında kendisine saklamak istediği birtakım sırların açığa çıkmasına da neden olabilmektedir. Gereğinden fazla konuşmak, belli bir konuda kişinin bilgi seviyesini, düşünce ve bilgisinin nerede bittiğini ortaya çıkarmaktadır. Buna bağlı olarak, zor bir durumla karşılaşılmaması açısından, karşıdaki kişinin konuşulan konu hakkındaki düşünce ve görüşlerini dile getirmesine uygun bir ortam yaratılması gerekmektedir. 2.2.2.4.4.15. Kişinin Kendisiyle Meşgul Olması Burada tamamen kendine odaklanma, kendinden başka kimseyle ilgilenmeme durumu söz konusu olmaktadır. Kişiler karşılıklı olarak kendi bakış açılarını dile getirerek, diyalog kurma sürecinden uzaklaşmaktadır. Çünkü kişiler birbirlerini geri planda sadece bir uğultu olarak duymaya başlamakta, sırayla kendi monologlarını ortaya koymaktadır. Tanınmış psikolog Alfred Adler, ‘Sizin için hayatın manası nedir?’ isimli eserinde şöyle der: “Çevresindekilerle ilgilenmeyen kişi, hayatta en çok güçlükle karşılaşan ve yakınlarına fenalık yapan kişidir. İnsanların başına gelen her türlü kötülük hep bunlardan gelir210”. Ancak böyle bir durumda kişinin kendine verdiği zarar, karşısındakine verdiğinden çok daha fazla olmakta, yaşanan iletişimsizlik ilişkilerin sona ermesine neden olabilmektedir. 2.2.2.4.4.16. Kişisel Duygu Yükünü Taşımak Etkili bir dinleyicinin en az üç alanda duygularını nasıl denetleyeceğini bildiği görülmektedir211: - Konuşmacılarla, kim oldukları hiç önemli değil, - Söz konusu sorunla, her ne olursa olsun ve - Kullanılan dille ya da sözcüklerle, ne olduklarına aldırmadan. Kişilerin kendilerini ve çevrelerini çeşitli filtrelerle dinledikleri görülmektedir. 209 John J. Maxwell, Jim Dornan, Etkili İnsan Olmak, Çev: Demet Dizman, Sistem Yayıncılık, Beşinci Basım, İstanbul, 2001, s. 101. 210 Dale Carnegie, Dost Kazanmak ve İnsanlar Üzerine Etki Yapmak Sanatı, Çev: Türkan Akbaş, Ak Kitabevi, Üçüncü Baskı, İstanbul, 1971, s.51. 211 Arthur K Robertson, Etkili Dinleme, Çev: E. Sabri Yarmalı, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.121. 183 Kişinin çevresiyle etkileşimde bulunurken kendisi için bir yapı oluşturan filtrelere gereksinim duyduğu ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, kişisel, ailevi, sosyolojik, dini ve kültürel filtreler başkalarını dinlerken farkında olmadan çeşitli önyargıları ortaya çıkarmaktadır. Bilinçli ya da bilinçsiz ortaya çıkan önyargı, anlama sürecini bozmaktadır212. Bu doğrultuda dinleme sırasında kişi, çeşitli duygularını da katmakta, önceden belirli konulara ilişkin sahip olduğu görüş ve inanışları ve insanlara, fikirlere ve kavramlara karşı tutumları doğrultusunda dinlemektedir. Kişi duygularının karşısındakini etkilemesini, inançlarının desteklenmesini, tutumlarının onaylanmasını beklemektedir213. Bu durum gerçekleşmediğinde ise, kişi karşısındakini dinlememeye başlamaktadır. Söylenenlerin yeterince duyulmasını ve anlaşılmasını engelleyen duygusal filtrelere hemen herkesin sahip olduğu görülmektedir. Kişilerarası iletişim sürecinde bu filtrelerden süzülen mesajlar değerlendirmeye alınmaktadır. Özellikle geçmişte yaşanan ağır duygusal deneyimler, zihnin çözüme kavuşmamış sorunlarla meşgul olması, kişiyi savunmasız durumda bırakan çeşitli konular, mesajın ana noktalarının algılanmasını engellemektedir. Bundan dolayı iyi bir dinleyici olma yeteneğini geliştirme sürecinde, öncelikle zihnin meşgul olduğu sorunların mümkün olduğu ölçüde çözülmesi gerekmektedir. Konuşan kişinin bilerek ya da bilmeyerek sesine kattığı duygusal tonların dinlemeyi etkilediği görülmektedir. Bu gibi durumlarda kişinin duygusal tavırları nedeniyle dinleyici söylenenleri gözden kaçırabilmektedir. “Hoşnutsuzluk, üzüntü ve düş kırıklığını belirten ses tonlarının verdiği mesajları anlamak kolaydır, ne var ki hafif bir endişe, korku ya da şaşkınlık, eğer çok iyi dinlemiyorsanız, dikkatinizden kaçabilmektedir”214. 212 Gerard Egan, “Obstacles to Listening”, http://www.sparrow.org/pastoralcare/pastoral_listening.asp, 03.11.2004. 213 Hadley Read, a.g.e., s.83. 214 Jo-Ellan Dimitrius, Mark Mazzarella, İnsanları Okumak 1, Çev: Acar Doğangün, Arıtan Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, 2001, s.169. 184 Bazen karşıdaki kişinin kullandığı bir sözcük bile, özellikle kişisel nedenlere bağlı olarak, büyük bir duygusal etki yaratabilmektedir. Bu, geçmişte yaşanmış ya da iz bırakmış iyi ya da kötü olayların dinleme sürecini etkilemesiyle ilgili olmaktadır. Duygular dinleme kapasitesini büyük ölçüde etkilemektedir. Dinlemeyi etkisiz bir duruma getiren bir diğer neden de karşıdaki kişiden hoşlanılmaması ve o kişi hakkında sabit bir fikre sahip olunmasına bağlı olarak, söylediği her şeyin aynı şekilde algılanmasıdır. Benzer şekilde kişinin diğer kişiye karşı olumlu olması durumunda etkili bir biçimde dinlemeye eğilimli olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Uzmanlar, konuşmacının dinleyen kişinin sevdiği biri olması durumunda, dinleme endişesi taşımadan söylediği her şeyi alabileceğini belirtmektedir. Çünkü dinleyen kişinin, mesajı değerlendirmeden konuşmacıya olan olumlu tutumundan dolayı söylediği her şeyi aldığı görülmektedir. 2.2.2.4.5. Etkisiz Dinleme Türleri Dinlemenin kişilerarasında iletişim sürecini güçleştirmesi ya da iletişimi engellemesi durumunda, etkisiz bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. İyi bir dinleyici olabilmenin kapsamı içerisinde yer alan, karşıdaki kişiyi dinlemeye ve anlamaya hazır olma, empatik anlayış, konuşmacının sözlü ve sözsüz mesajlarına dikkat etme ve etkili sözsüz mesajlar kullanma gibi davranışların gösterilmemesi, dinlemeyi etkisiz duruma getirerek iletişim kopukluğunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu sürece yol açan dinleme türleri ise şöyle ifade edilmektedir: Seçici dinleme Seçici dinlemede, dinleyenin, karşısındakinin söylediklerinden sadece kendi ilgisini çeken bölümleri dinlemesi söz konusu olmaktadır. Konuşmanın diğer kısımlarında görünürde dinleyici olarak kalınmakta, dikkati çekecek bir ifade duyulduğunda konuşmacıya odaklanılmaktadır. Seçici dinlemenin iyi bir dinleyicide bulunması gereken dikkatli dinleme ile karıştırılmaması son derece önemlidir. Seçici dinlemenin en kötü tarafı, alışkanlık haline gelebilmesi veya şuuraltına işlemesidir. Kişi, belli kişileri veya sadece egosunu tatmin edecek şeyleri dinlediğinden konuşulanlar hakkında bilgi sahibi olamamakta, duyduklarını filtreden geçirmekte ve süzmektedir. Bu tarz dinleme biçiminde, kişi anlatılanlar üzerinde yoğunlaşmakta, bununla 185 birlikte, söylenenlerin içinden daha sonra kullanabileceği bilgiyi seçerek belleğine yerleştirmektedir. Bir anlamda, konuşmayla ilgili olarak önemli-önemsiz ayırımı yapmaktadır. Önemsiz olanların zihninden silinmesine izin verirken, önemli gördüklerini belleğine yerleştirdiği ortaya çıkmaktadır. Seçme eyleminin bilinçli olduğu ve kişinin daha konuşmanın başında, kendine yarayacak bilgiye odaklanmaya zihnen hazırlandığı görülmektedir. Bu dinleme biçiminin en önemli dezavantajı, karşıdaki kişilerin bir süre sonra bunu fark ederek, söyleyecekleri şeylerde temel bölümleri atıp konuşmanın gerisini de yarım gerçeklerle doldurmaları olarak ifade edilmektedir. Kişi, diğerlerince kendisine gerçeği söylemenin imkansız olduğu, bunları duymak ve bilmek istemeyen biri olarak değerlendirilebilmektedir. Yetersiz Dinleme Kişilerin duyduklarını anlama ve hatırlama yeteneklerinin ölçümlenmesi amacıyla çeşitli araştırmaların yapıldığı ve bu çalışmalarda deneklerin dinledikleri kısa bir konuşmadan sonra, içeriği kavrayışları açısından test edildikleri görülmektedir. Ortaya çıkan sonuçlara göre, kişiler, birini dinledikten hemen sonra duyduklarının sadece yarısını anımsamakta, belli bir zaman geçtikten sonra akılda kalan kısım %25 düzeyinde olmaktadır. Ayrıca, sekiz saatlik bir zaman dilimi içerinde duyulanların üçte biri ile yarısı arasındaki bir oranın unutulma eğiliminde olduğu ifade edilmektedir215. Çoğu durumda, dinleme konusunda sergilenen zayıf performansın irade dışı olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle dinlemenin doğuştan gelen bir beceri olduğu konusundaki yaygın kanı, kişinin kendisini bu beceri alanında geliştirmesinin önünde bir engel oluşturmakta, buna bağlı olarak da dinlemede yetersizlikler ortaya çıkmaktadır. Kalıplaşmış Dinleme Kişinin, karşısındakini anlamadan kendi yaşadıklarını ön plana alarak dinlemesi, bu türü oluşturmaktadır. Dolayısıyla burada, anlama süreci olgunlaşmadan kişinin kendi iç iletilerine dönmesi söz konusudur. 215 Zeynep Cihangir, a.g.e., s.48. 186 Yüzeysel Dinleme Bu dinleme türünde, dinleyicilerin iletişimin yüzeyinde kaldıkları ve derinlerdeki duygulara, düşüncelere ve anlama ulaşamadıkları gözlemlenmektedir. Mantık kurallarına göre duydukları, içeriğe duygulardan ve içinde bulunulan koşullardan daha çok dikkat ettikleri görülmektedir. Özellikle bilgi almak amaçlı durumlarda, anlayışlı bir tepki gerektirmemesinden dolayı, uygun olabileceği ifade edilmektedir. Bununla birlikte kişilerarasında sağlıklı ilişkilerin ortaya çıkması söz konusu olduğunda, yüzeysel dinlemenin son derece yetersiz kaldığının göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Kişilerin beklentilerini doğru yorumlayabilmek, söylediklerinden gerçekçi anlamlar çıkarabilmek için, derinlemesine dinlenmelerinin önemi vurgulanmaktadır. Görünüşte Dinleme Etkisiz dinleme kapsamında ele alınabilecek diğer bir dinleme türünü görünüşte dinleme oluşturmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere burada kişi, karşısındakini dinliyor görünmesine rağmen zihnini meşgul eden başka konularla uğraşmaktadır. Dolayısıyla kendi içinde, içsel bir söyleşiye daldığı görülmektedir. Karşısındaki kişinin kendisine söyleyecek yeni bir şeyi olmadığını varsayarak216 hareket edebilen görünüşte dinleyici, zaman zaman başıyla onaylama hareketleri yapabilmekte, dinlediği izlenimini veren sesler çıkarabilmektedir. Ancak zihni başka bir konuyla meşguldur. Görünüşte dinlediği halde, söylenenleri duymamaktadır. Aslında kişinin yalnızca dinler gibi göründüğünü beden dili kolaylıkla ele verebilmektedir. Çünkü, bu durumdaki bir kişinin üst bedeni hareketsizleşmekte, bunun yanında el ve ayakları gereksiz hareketler yapabilmektedir. Kağıt karalama, saçla oynama, ayaklarını sallama, bacağı titretme, oturduğu yerde dizleri açıp kapama gibi hareketler, en sık rastlananlardır. Dinleyici konuşan kişiyle göz teması kurabilmekte, ancak bakışlarının cansız ve sabit olduğu, göz hareketlerinin azaldığı görülmektedir. İletişim sürecinden kopmakta, kendi düşüncelerinin akışına kapılmaktadır. Bu durum, çeşitli nedenlerle bilinçdışı 216 Roger Fritz, Küçük Adımlar Büyük Sonuçlar, Çev: Demet Dizman, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2004, s.52. 187 gelişebileceği gibi, tümüyle bilinçli bir tavır da olabilmektedir. Duyguya Saplanarak Dinleme Duyguya saplanarak dinleme ise, dinleyicide sürekli bir duygusal tonu taşıma isteğinin görülmesiyle ortaya çıkmaktadır. Söylenen her şeyden bir hüzün çıkarmak isteyenlerle karşılaşılabileceği gibi, bir espri çıkarmaya çalışanlar da olabilmektedir. Dinleyen kişi konuşanın söylediklerinden birine takılıp kalmakta ve ardından gelen sözleri neredeyse duymamaktadır. Anlatımın özüyle değil, herhangi bir cümle ya da sözcükle ilgilenmektedir. Konuşanın anlatmak istediğini algılamamakta, kendi duymak istediğine odaklanmaktadır. Ciddi bir konuşmada bile, tek bir sözcüğe takılarak alay etmek ya da gülmek gibi bir tepki verebilmektedir. Yaklaşımı ve tepkilerinin, mantıklı olmaktan çok duygusal olduğu gözlenmektedir. Bu tarz dinleyen kişiden, konuşmanın tümünü anlamasını beklemek gerçekçi olmamaktadır. Üstelik, bu kişiler, öfke, korku, nefret, sevinç, üzüntü vb. biçimde duygulandırıcı ifadelerin dışındaki sözleri duymamakta ya da hemen unutma eğiliminde bulunmaktadır. Savunucu Dinleme Kişinin yetiştirilme tarzının, mesajları algılamasında önemli bir etken olduğu görülmektedir. Çocukların davranışları ebeveynler tarafından iyi ve kötü gibi nitelendirmelerle değerlendirildiğinden, yargılama tutumunun küçük yaşlarda kişiye yerleştiği ve kişinin, gelen mesajları bu eğilim ışığında değerlendirdiği ortaya çıkmaktadır. Kişinin eski beklentileri, mesajların altında kendisine yönelik bir suçlama, bir yargılama algılamasına neden olmaktadır. Bu doğrultuda iletişimsizliğe yol açabilen bir diğer dinleme türü olan savunucu dinlemede ise, dinleyici, duyduğu her şeyi kendisine yönelik bir eleştiri ya da saldırı olarak algılamakta ve hemen savunmaya geçmektedir. Bu tür dinleme tavırları sergileyen kişilerin, anlatılanlarla ilgili saldırıya geçerek konuşanı alt etmek, ya da söylenen ne olursa olsun kendini savunmak için fırsat kollamak olarak değerlendirilebilecek çeşitli amaçlarının olduğu ifade edilmektedir. Her iki durumda da konuşanla dinleyen arasında sağlıklı bir bağ kurulamayacağı açıktır. “Hatta bazen dinleyen kişinin, konuşanın söyledikleriyle hiç ilgisi bulunmadığı halde, sırf savunma ya da saldırma amacıyla bambaşka bir konudan söze girmesi olasıdır. 188 Ama'yla başlayan çürütme cümleleri kurulmakta, konuşanın sözü gerekli gereksiz yerde kesilebilmektedir. Konuşma, bir düşüncenin tartışılması ya da paylaşımı değil, üstünlük mücadelesi haline dönüşmektedir”217. Tuzak Kurucu Dinleme Tuzak kurucu dinlemede ise, konuşmacıya odaklanılmakta, çünkü dinlenen bilgiden yararlanılarak, kişiyi zor duruma sokacak fırsatlar yakalanmaya çalışılmaktadır. Bu tür bir dinleme tavrı sergileyen kişinin kendi üstünlüğünü gösterdiğine inandığı söylenebilmektedir. 2.2.2.4.6. Dinleme Sürecinin Aşamalarında Ortaya Çıkan İletişim Kopuklukları Algılama: Karşıdaki kişinin söylediğini işitme, görme, hissetme ve koklama bile iletişimi algılamak olarak ifade edilmektedir. İletişim kopukluklarının çoğu bu düzeyde olmaktadır. Dinleyici, konuşmacı tarafından iletilmekte olanı asla işitmemekte, görmemekte ya da hissetmemektedir. Kişi, pek çok uyarıcıyla karşı karşıya olduğundan kendisini korumak için sesin seçilmiş frekanslarını ve niteliklerini ayırt etmeyi ve onlara tepki vermeyi öğrenmektedir. Çevresel, gerçekçi ve kültürel açıdan da seçici olmaktadır. Bu düzeylerin her birinde otomatik olarak dinlemeyi kesmektedir. Algılama ilgi, duygu ve önyargılardan da etkilenmektedir. Dolayısıyla, kişinin yaşamı için önemli olabilecek birçok şeyi işitmesini engelleyebilen alışkanlıklar oluşturduğu görülmektedir. Eş Zamanlama: Eş zamanlama, konuşan kişiyle benzer beden duruşu, ses ve yüz ifadeleri benimseyerek ilişki kurma anlamına gelmektedir. Karşıdakinin ilettiği, dinleyici tarafından algılanmadığında eşleme gerçekleşmemektedir. Dinleyen kişi, konuşmacının söylediklerini görmeye, işitmeye ve hissetmeye samimiyetle yoğunlaştığında, eşleme yapma otomatik olarak gerçekleşmektedir. Eşleme eksikliği ile sonuçlanan kişilik çatışmalarının, çoğunlukla iletişim biçimindeki farklılıklardan kaynaklandığı görülmektedir. Kişi, kendisi gibi olduğunu düşündüğü kişilerle otomatik olarak eşlemeye geçmektedir. Kendisiyle benzer iletişim kuranlara değer vermekte, onlarla kendisini rahat hissetmektedir. Buna karşın, farkında olmadan, 217 farklı şekilde iletişim kuranlarla bu düzeydeki iletişim Müjgan Özçay, Sesler, Sözler, Etkiler, Günışığı Kitaplığı, 1. Baskı, İstanbul, 2001, s.187. 189 bağını koparabilmektedir. Eşleme düzeyindeki iletişim kopukluğuyla sıklıkla karşılaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Yorumlama: Algılama ve eşlemenin yorumlamayı etkilediği görülmektedir. Mesajın dinleyici tarafından algılanamadığı ve eşlenmediği durumda, doğru bir biçimde yorumlanamadığı gözlemlenmektedir. Yorumlamak, konuşan kişinin söylediğinden, onun demek istediğini anlamaktır. Doğru şekilde yorumlamak, konuşmacının dediklerine katılmak anlamına gelmemektedir. Burada karşılaşılan sorun, pek çok kişinin yeterli hazırlık yapmaksızın söylenenleri yorumlaması olarak ortaya çıkmaktadır. Doğru yorumlama yapmaksızın, kişilerin önyargıları, geçmişleri, varsayımları ve deneyimleri, söylenecek olanı önceden düşünmelerine yol açan bir refleks oluşturmaktadır. Yetersiz düzeyde dinleme becerisine sahip olan kişilerin, genellikle söyleneceğini düşündüklerinin yarısından daha azında haklı çıktıkları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Değerlendirme: Değerlendirme, dinleyen kişinin işittiği ve anladığına değer biçen kapı nöbetçisi olarak yorumlanmaktadır. Değerlendirmenin, konuşmacının giyinme tarzından dolayı dinleyenin iletişimi reddetmesinde olduğu gibi, bilinçsiz varsayımlardan da etkilendiği görülmektedir. Aynı zamanda inanç ve beklentilerden de etkilenmektedir. Mesajı anlamadan önce, kişilerin başkalarına kendi değerlendirmelerine göre tepki verme eğiliminde oldukları görülmektedir. Carl Rogers, Eli Porter ve arkadaşları ilk hangi tepkinin verildiğini – değerlendirme, yorumlama, destek, araştırma ya da anlayış- ortaya çıkarmak için bir araştırma yapmışlardır. Elde edilen sonuca göre, değerlendirmenin genel sıralamanın en başında yer aldığı belirtilmektedir218. İyi bir dinleyici olmanın işlevi, duyulan şeyleri tarafsız bir biçimde ayırt etmek ve güvenilir sonuçlara varmak olarak ortaya konmaktadır. Değerlendirme düzeyindeki iletişim eksiklikleri, tam olarak anlamadan karşı çıkmanın altında yatmaktadır. Yanlış zamanda yapılan değerlendirmeler, etkili dinlemeyi engelleyebilmektedir. 218 Arthur K. Robertson, Etkili Dinleme, s.95. 190 2.2.2.5. Kişilerarası Algı Bireyin dış dünyadaki nesnelere ilişkin olarak gerçekleşen algılamaları ele alındığında, algılama sorununu bir sosyal algılama olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bireyin içinde bulunduğu sosyal ortama ve kendi psikolojik alanına bağlı olarak, algılamanın somut duyumsal bir bilgilenme olmanın ötesinde sosyal bir olgu haline geldiği görülmektedir. “Kişisel motivler, kişinin içinde bulunduğu duygusal (emotionel) durum, belirli bir nesnenin algılanması sırasında bireyin içinde bulunduğu grup ilişkileri, algılamayı etkileyen diğer faktörlerdir. Bu durum hiçbir birey toplumdan soyutlanamayacağı için sosyal bir olgu olduğuna, algılamanın bireysel değil soyut (subjectif) etmenlere de bağlı sosyal bir olgu olduğunu göstermektedir”219. Algı, kişilerarası iletişimin ayrılmaz bir parçasıdır. İletişim sırasında kişilerin çok karmaşık algısal yaşantılar geçirdiği, kendi davranışlarını, karşısındaki kişinin davranışlarını algıladığı ve kendilerinin nasıl algılandığını algılamaya çalıştığı gözlenmektedir. Bu süreçte yanlış algılamaların ortaya çıktığı ve bunların da iletişimde sorunlara yol açtığı ifade edilmektedir. Algılamanın, sözlü ve sözsüz iletişim açısından önemli bir işleve sahip olduğu görülmektedir. Kişilerin, karşılarındaki kişiden kendilerine yönelen, yüz ve beden hareketleri, ses tonu gibi uyarıcıları anlamlandırarak, yorumlayarak sosyal çevreye uyum sağlamaya çalıştıkları ifade edilmektedir. Kişilerin sosyal çevre içinde birbirlerini algılamaları konusundaki çalışmalar ‘sosyal algı’, ‘sosyal biliş’ en çok da ‘kişi algısı’ adı altında sürdürülmektedir. İnsanların birbirlerine ve belli gruplara karşı oluşturacakları tutumlarda ve sergileyebilecekleri iletişim çatışmalarında kişi algısı önemli bir rol oynamaktadır. İnsanların birbirleriyle ne tür iletişimler kuracaklarını, birbirleriyle nasıl geçineceklerini yordamada (tahmin etmede) ilk adım, onların birbirlerini nasıl algıladıklarını belirlemek olmalıdır220. Etkileşim içinde olunan başka bireylerin algılanması, o kişinin duygusal ve coşkusal durumu, o andaki mizacı gibi, ilişki anında geçerli olan durumlara ait bilişsel etkenlerle (algılama, yorumlama) bağıntılıdır; kişi karşısındakinin kişiliğini bu etkenlere bakarak 219 Metin İnceoğlu, Tutum Algı İletişim, V Yayınları, Birinci Baskı, Ankara, 1993, s.55. Üstün Dökmen, Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık, 15. Baskı, İstanbul, 2001, s.98. 220 191 tanımaya çalışmaktadır. Başkasını algılamak, onu, kültürel açıdan bir anlam taşıyan belirli kategorilere yerleştirmek ve böylece statü ve rolünü kavramak anlamına da gelebilmektedir221. Dolayısıyla başkalarının algılanmasında, psikolojik ve sosyolojik birtakım kavramsal çerçevelerin önceden var olduğu kabul edilebilmektedir. Bu psikososyolojik çerçevelerin, her durumda gerek söz konusu toplumun kültürüne, gerekse bireyin deneyimlerine ve sosyalleşmesine bağlı olduğu ortaya konmaktadır. Yani bireye herhangi bir kişilik özelliği atfedildiğinde, onunla bağlantılı başka kişilik özelliklerinin de o bireyde bulunduğu, otomatik olarak varsayılmaktadır. Atfedilen bu özellikler birbiriyle bağlantılandırıldığında, o bireyin adeta zihinsel bir resmi çizilmektedir. Kişinin belirli bir kişi üzerindeki değerlendirmesinin, bir yandan yaşadığı deneyimlerde yer almış kişiler arasında bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaptığı çok sayıda karşılaştırma ve kıyaslamalara, öte yandan da, söz konusu kişi ile o zamana kadar tanımış olduğu bazı kimseler arasında varsaydığı benzetme ve çağrışımlara dayandığının da göz önüne alınması gerekmektedir. Sosyal algılamada, diğer kişinin yalnızca merkezi, önemli özelliklerinin farkında olunması söz konusu olabilmektedir. Diğerlerini algılamada, sadece Sherlock Holmes’un yakalayabileceği, küçük detayları atlamak muhtemeldir. Örneğin, birinin aksanının derhal fark ediliyor olmasına karşın, sol elle ya da sağ elle yazı yazması haftalarca gözden kaçırılabilmektedir222. Büyük miktarda dışarıdan gelen uyarım olduğunda, herhangi bir şeyle meşgul olmak zordur. Örneğin, radyo açıkken öğretmenin söylediklerini duymak ya da öğretmen konuşurken radyoyu duymak zordur. Aşırı derecede uyarıcı aynı zamanda ortaya çıktığında, aşırı duyumsal yüklenme yaşanmaktadır. Bu durumun tersinde ise, az miktarda duyum, duyumsal kısıtlamayı ortaya çıkarmaktadır. Duyumlar kodlanıp kısa dönemli hafızadan uzun dönemli hafızaya geçtiğinde, benzer faktörler, olaylar ya da deneyimlerle birlikte depolanmaktadır. Bu transfer boyunca, duyumun benzersizliği kaybolmakta ve uzun dönemli hafızada önceden var olan diğer imajlara daha benzer duruma gelmektedir. Bu süreç kategorileştirme olarak 221 Barlas Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş, Adım Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara, 1991, s.411. David J. Stang, Introduction to Social Psychology, Brooks, Cole Publishing Company, Monterey, California, 1981, s.150. 222 192 ifade edilmektedir223. Kategorileştirme süreci, kişinin çeşitli biçimlerde sosyal deneyimlerini etkileyebilmektedir. Örneğin, bazen kimin yaptığına bakmaksızın bir davranışa belirli bir anlam verilmektedir. Gerçekte şüphesiz davranışı yapmanın nedeni değişmektedir. Kategorileştirme, kişinin bir davranışı bir grubun niteliği olarak değerlendirmesini etkileyebilmektedir. 2.2.2.5.1. Kişilerarası Algının İletişimdeki Yeri İletişim kurmanın ilk adımı karşıdaki kişi için bir izlenim oluşturmaktır. Bu izlenim, kişinin o kişiye olan davranış ve tepkilerini yönlendirmekte ve onunla olan iletişiminin niteliğini ve niceliğini etkilemektedir. İlk izlenimlerin oluşmasında, kişinin daha önceden zihninde şekillenmiş olan şemalar önemli bir rol oynamaktadır. “Şema; nesneler, kişiler, olaylar, roller hakkındaki inanç ve duyguların kategoriler halinde biriktirilerek organize edilmiş zihinsel örüntüleri”224 olarak değerlendirilmektedir. Zihin, sınıflamalar yoluyla çalıştığı için kişi, aldığı her bilgiyi bir kategoriye yerleştirme ihtiyacı duymaktadır. Sınıflandırma ve isimlendirme ihtiyacı, bellekteki bilgileri düzenlemek ve koruyabilmek için duyulan bir ihtiyaçtır. Kişinin kendi deneyimleri ve çevreden aldığı bilgilerin sınıflandırılması sonucunda, gerek kendisine, gerek çevresindeki kişilere, gerekse genel olarak rollere ve olaylara ilişkin oluşturduğu şemaların kendisinde beklentiler yarattığı görülmektedir. Örneğin kişi hayatında hiç doktora gitmemiş olsa da ‘doktor rolü’ne ilişkin şeması, o kişinin doktordan belli davranışlar beklemesine yol açmaktadır. Ya da hiç yılan görmemiş olmasına karşın, yılan için oluşturduğu ‘tehlikeli hayvan’ şeması, yılanlardan aşırı derecede korkmasına neden olabilmektedir. Şaşkınlık duygusu ise, bu şemalara uymayan durum, olay ve davranışların yarattığı bir duygu olarak nitelendirilmektedir. Örneğin, kişinin anne ve babasının, başarılı bir öğrenci olduğuna ilişkin bir şema oluşturması durumunda, o kişiden bu şemaya uygun davranmasını bekledikleri görülmektedir. O kişinin herhangi bir durumda başarısızlığı, onlar için şaşırtıcı olabilmektedir. 223 Thomas Malloy, “Effects of Communication, Information Overlap and Behavioral Consistency on Consensus in Social Perception”, Journal of Personality and Social Psychology, Volume 73, Issue 2, August 1997, s.275. 224 Kim Griffin, Bobby R. Patton, a.g.e., s. 98. 193 Şemaların etkisiyle oluşan beklentiler sonucunda, ilk izlenimler bazı gizli önyargılar taşıyabilmektedir. Örneğin, kişinin ‘sarışınlar aptaldır’ gibi bir şemasının olması durumunda, bu kendisinin sarışın biriyle ilk karşılaşmasında, onun için oluşturduğu izlenimi etkileyebilmektedir. Sosyal psikoloji araştırmalarında ilk izlenimlerin kişilerle ilgili yorum ve beklentileri önemli ölçüde etkilediği bulunmuştur. İlk izlenimlerin gücünün şemaların gücünden geldiği görülmektedir. Zihinsel şemalar değişmeye oldukça dirençli olmalarına karşın, değişme potansiyeline sahiptirler ve yeni şemaların oluşması eskileri değiştirebilmektedir. Kişilerarası ilişkilerde iletişim devam ettikçe değerlendirmenin de devam ettiği görülmektedir. Buna bağlı olarak, kişilerle ilgili algılar da zaman içinde değişebilmektedir. İlk izlenimlerin olumlu ya da olumsuz yönde değişebileceğini gözönünde bulundurmak ve bunları gerçekçi değerlendirmelerle yeniden test etmek, kişilerarası ilişkilerde daha dikkatli seçim yapma, daha az hayal kırıklığına uğrama, daha esnek olma şansı tanımakta, böylelikle de sağlıklı ve etkili iletişimlere zemin hazırlamaktadır. Bu bağlamda kişilerarası algı, iletişimin temelini oluşturmaktadır. Algıların gerçeği yansıtması için, şemaların gücünün farkında olmak ve bunların doğruluklarını sık sık test etmek gerekmektedir. Kişilerarası iletişimde, yeni bilgileri eski bilgi kategorilerine eklemekle yetinmek yerine, kişilerin kendilerine özgü gerçeklerini yakalamanın son derece önemli olduğu görülmektedir. Kişilerarasında iletişimin niteliğini etkileyen izlenim oluşturmayı şu alt başlıklar altında incelemek mümkündür: 2.2.2.5.2. Stereotipleştirme Gündelik yaşamda kişilerin işlerinde, eylemlerinde, büründükleri rollerde ve statülerinde görüldüğü, buna bağlı olarak da onların ilk önce toplumsal bir kimlikle algılandığı ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlar kişinin ilk anda, herhangi bir eylemine ilişkin toplumsal tanımıyla oluşturulan belirli bir kategori içerisinde algılanmasına yol açmaktadır. Kişiler, bir kez toplumsal ilişkiler içindeki kategorilere konulduktan sonra (meslek, toplumsal statü, giyim-kuşam, fiziksel görüntü), artık o kişiler hakkında bazı düşüncelere sahip olunmaya başlanmaktadır. Örneğin, bir genç ‘üniversite öğrencileri’ kategorisine yerleştikten sonra, diğerleri için artık belirli özellikleri olan bir kişidir. 194 Genel anlamda zihinlerdeki ‘üniversite öğrencisi’ görüntüsü neyse, o genç de artık o yönde bir belirlenmeye sahip olmakta ve onun bütün davranışları bu önyargıyla algılanmaktadır. Böylece bütün öğretmenler, bütün öğrenciler, bütün memurlar, bütün kadınlar gibi göndermelerle kişiler stereotipleştirilmekte, belirli algı kategorileri içinde görülmeye başlanmaktadır. İnsan zihninin, algıladığı bilgiyi sınıflama ve adlandırma ihtiyacı, doğal olarak bu bilginin genellenmesine ve basitleştirilmesine neden olmaktadır. İnsanların bu biçimde sınıflanarak genel kategorilere oturtulması sonucunda ortaya çıkan kalıplar stereotip olarak adlandırılmaktadır. Kadın-erkek, zenci-beyaz, yaşlı-genç, Türk-yabancı, asker-sivil gibi kalıplar bunun örnekleridir. Genellemeler bireysel farklılıkları algılamaya engel olabileceği için, önyargılara yol açarak kişilerarası iletişimi etkilemekte ve büyük ölçüde iletişimsizliğin yaşanmasına neden olmaktadır. Son dönemdeki araştırmalar, kişilerarası iletişimin stereotipin sürdürülmesinde önemli bir kaynak olabileceğini ortaya koymaktadır. Bir grup insanla iletişim kurulduğunda, stereotiple ilgili bilginin çok daha stereotipik hale gelme eğiliminde olduğu ve böylece iletişimin alıcıları tarafından inanılan stereotiplerin doğrulandığı ifade edilmektedir225. Stereotipler, belirli türdeki insanların nasıl düşündükleri, hissettikleri ve davrandıkları hakkında genelleştirilmiş inanışlar ve beklentiler olarak değerlendirildiğinde, kişileri yeni yaşadıkları bir şeyin, önceden yaşadıkları diğer şeylere benzer olmasını beklemeye ve dolaysız yoldan hakkında öğrenmeye sevketmektedir. Eğer birisi karşısındakine kendisinin bir vaiz, hayat kadını ya da bilardo oyuncusu olduğunu söylerse, derhal o kişinin, o gruplara atfedilen tüm özelliklere sahip olduğu sonucuna ulaşılmaktadır Genellikle bir grubu tanımlamak için kullanılan özelliklerin, karşılaşılan her üye için gerçekten doğru olup olmadığı konusunda herhangi bir araştırma yapılmadığı görülmektedir. Bu tür hükümler ilişkilere zarar verebilmektedir. Stereotipleştirmeden dolayı, muhtemelen bir ilişkiyi oluşturmanın bile mümkün olmadığı ifade edilmektedir. İnsanları sınıflara ayırmanın, onları algılama ve onlara karşı davranış 225 Anthony Lyons, Yoshihisa Kashima, “How Are Stereotypes Maintained Through Communication?: The Influence on Stereotype Sharedness”, Journal of Personality and Social Psychology, Volume 85, Issue 6, December 2003, s.989. 195 biçimlerinde son derece önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. İnsanları bölümlere ayırmak (zenci/beyaz, erkek/kadın, konuşkan/sessiz, yaşlı/genç), bir ölçüde kişinin karmaşık dünyaya bakış açısını kolaylaştırmada ve dünyayı anlamada ilk adımı oluşturmaktadır. Kişinin belirli özellikleri belirli kategorilerle ilişkilendiren inançları, aileler, medya ve arkadaşlar gibi dolaylı kaynaklardan gelmektedir. Kişinin belirli bir gruba yerleştirdiği kişilerin tipik örneğiyle doğrudan deneyimi, başkalarıyla ilgili inançları için diğer önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Onların birkaçıyla ilişki kurduktan sonra, bireylerin tüm kategoriler için kişilik özellikleriyle ilgili sonuçlar çıkarılmaktadır. Bu tür sonuçlar çoğunlukla yalnızca sınırlı düzeydeki ilişkiden sonra gelişmektedir. Bununla birlikte, grubun pek çok üyesiyle önemli ölçüde iletişimde bulunduktan sonra da oluşturulabilmektedir. “Tektipleştirme ya da stereotipleştirme, ortak bir kültürel özellik, yaşam tarzı ve eylem içinde bulunan kişilerin, bu ortak özelliklerin kişilerin kafasında uyandırdığı çağrışımlarla birleştirerek oluşturduğu imgeler aracılığıyla algılanması olarak ifade edilmektedir”226. Bu tür ortaklaşa özelliklere sahip olan kişiler, daha sonra tek tek bireyler halinde de görülse, tektipleştirme sürecindeki yargılar, tüm değerlendirmelere temel oluşturmaktadır. Bütün bir kategori, o anda gözlenen bireyin gerçek durumu ne olursa olsun, onun değerlendirilmesi için bir süzgeç oluşturmakta, bu süzgeç içinde, toplumsal olarak belirli özelliklere sahip kişilerin yerleştirildiği kategoriler, bu özellikler hakkında daha önce yaşanan deneyimlerle oluşan değer yargıları, kişinin ve karşısındakinin o andaki durumu ve çıkarı, eylemin niteliği ve bütün bir toplumsal yapı bulunmaktadır. Kişilerin algılanmasında ortaya çıkan bu ‘normlar’, kişilerarası ilişkileri belirleyen bir işlev üstlenmektedir. Kişinin önyargısız davrandığını düşünmesine karşın, çevresindeki ilişkilerin tümünü (nesnelere ya da öznelere yönelik) bu stereotipleştirme süreci içinde oluşturduğu görülmektedir. Stereotipler kolaylıkla değişmemektedir. Stereotip oluştururken sahip olunan az miktardaki bilginin, stereotipin değişmesinde, daha sonra edinilen bilgiden çok daha büyük bir etkiye sahip olduğu ifade edilmektedir. Bu, ilk giriş etkisi (prior-entry effect) olarak adlandırılmaktadır227. 226 227 Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.192. David j. Stang, a.g.e., s. 155. 196 Stereotiplerin değişime karşı koymasının bir nedeni, onların sıklıkla doğrulanması ve kısmi destek almalarıdır. Bir başka neden de, kişinin stereotiplerini doğrulayan bilgileri seçici bir biçimde araması ve onları onaylamayanları ise görmezlikten gelme eğilimi içinde olmasıdır. Bu konuda ortaya çıkan bir diğer neden, onların kişinin davranışlarını yönlendirmesi, buna bağlı olarak diğerlerine karşı davranışlarını biçimlendirmesidir. Böylece, bir stereotip ‘kendini gerçekleştiren kehanet’ olarak rol oynamaktadır. Bu olgu, bir laboratuar deneyinde ortaya konmuştur: Araştırmacılar, bir erkek ve bir kadından telefonla kısa bir konuşma yapmalarını, deney yapanların tanışma sürecini gözleyebilmeleri açısından istemiştir. Erkeklere konuşacakları kadın partnerlerine ait olduklarına inandırıldıkları bir fotoğraf verilmiştir. Erkeklerin çekici ya da çekici olmayan bir partnerle etkileşimde bulunduklarını düşünmeleri için standart bir resim gösterilmiştir. Bu resimlerin, bu çalışmada yer alan kadınların resimleri olmadığı ve gerçekte kadınların çekici ya da çekici olmayan kategorilerinde olduklarını bilmedikleri gözlenmektedir. Çekici bir kadınla konuştuklarına inanan erkeklerin, diğerlerinden farklı davrandığı görülmektedir. Onların daha sosyal, sıcak, ilgili, bağımsız, cesur, açık yürekli, şakacı ve sosyal ilişkilerde uzman oldukları gözlemlenmektedir. Bu erkeklerle bir çift oluşturan kadınların, çekici olmayan bir partnerle konuştuklarına inandıkları erkeklerle çift oluşturan kadınlardan ise, farklı davrandıkları ortaya çıkmıştır. ‘Çekici’ kadınlar, diğerleriyle kıyaslandığında konuşmadan aldıkları zevk ve daha büyük bir güveni, ve partnerlerine daha büyük bir sevgi gösterisi sergilemişlerdir. Bu araştırmanın diğer önemli bir bulgusu da, bu iki grup kadının sadece her erkeğin şahsi çekicilik teorisine göre, çekiciliği çekici olmayandan ayıran kişilik özellikleri üzerinde farklı biçimde değerlendirilmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum, insanların başkasının davranışını, kendi kişisel stereotipleriyle ilişkili niteliklerden çıkardıklarını göstermektedir. Ayrıca, bu çalışmada erkeklerin, çekici ya da çekici olmayan olarak sınıflandırdıkları kadınlarla ilgili doğrulanan kendi şahsi stereotipleri temelinde davrandıkları görülmektedir. Bu tür kendini gerçekleştiren kehanetler, günlük yaşamda sıklıkla ortaya çıkmaktadır. Kişinin diğer insanlarla ilgili kişisel teorileri, onlara karşı davranışlarını 197 yönlendirmektedir. Ve kişi kendi bireysel teorilerini farkında olmadan doğrulamaktadır. Bu etki, dramatik ve bazen trajik olabilmektedir. Rosenthal ve Jacobson öğretmenin, iyi öğrencilerin nasıl davranacaklarıyla ilgili beklentilerinin, öğrencilerin beklenildiği şekilde davranmalarını sağlayan her tür davranışa çevrildiği sonucuna varmaktadır228. Her iki çalışma, stereotiplerin diğerleriyle etkileşimleri nasıl etkilediğini göstermektedir. Genellikle insanların kişilerarası ilişkiler sürecinde stereotiplerin çok önemli bir yer kapladığının farkında olmadığı ortaya çıkmaktadır. Belirli bir kişi ya da grupla ilgili stereotip oluştuğunda, yanlış fikirlerin, anlamlandırmaların düzeltilmesi zor olabilmektedir. Kişilerarası iletişimde çarpık algılardan, yanlış yargılardan kaçınmak için, stereotiplerin algı ve değerlendirmelerimizdeki etkisini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Kişilerin, stereotiplerin etkisi ile algılama özgürlüklerini kısıtlaması durumunda, etkileşimlerde karşılarındaki kişiye özgü gerçekleri gözden kaçırabildikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Stereotipleştirmenin Boyutları Stereotipleştirme, kişiler, yerler ve olaylar hakkında zayıf genellemeler yapma ya da aşırı derecede genellemelerden kaynaklanan yaygın bir algısal hata olarak değerlendirilmektedir. Bu terim, ilk olarak 1920’li yılların başlarında, kişilerin etnik grup üyeliklerine dayalı olarak onlarla ilgili fikirleri betimlemek için oluşturulmuştur. Pek çok kişinin, kültürel stereotipin kullanımından dolayı yanlış anlaşılma, başkaları tarafından incitilme ve suçlamalarla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Kültürel stereotipler, belirli bir insan grubunun tüm üyelerini aynı kişisel özelliklere sahip olarak görme eğilimidir. Çoğunlukla bu tür kültürel stereotipler uygun değildir ve kişileri haksızca ve taraflı bir biçimde zararlı bir duruma sokmaktadır. Bazı stereotipler kişileri tamamen kültürel altyapılarına ve geçmişlerine göre kategorize etmenin ötesine geçmekte ve onların mesleklerine ve temsil ettikleri rollere karşılık vermektedir. Üniversite ortamında, çoğu öğrencinin temel çalışma alanlarıyla ilgili stereotipleştirmelere aşina olduğu görülmektedir. İnsanlar, kişiliklerle ilgili ve belirli bir mesleki alanda çalışmayı seçmiş olan bir kişinin karşısında nasıl davranılacağı ile ilgili yargılamalarda bulunmaktadır. 228 David j. Stang, a.g.e., s.156. 198 Stereotipleştirme, kişinin belirli bir ortamda nasıl davranılacağını belirlemesine yardımcı olabilmektedir. Örneğin, bir doktor ya da avukatın ofisinde kişi, iyi ve uyumlu davranışlar gösterme gereksiniminin bilincinde olabilmekte, çünkü kişinin, karşısındakinin kendisinden davranışsal beklentileri olduğunu düşünmesi gibi, kişi de karşısındakinden belirli bir biçimde davranmasını beklemektedir. Buna karşın, genel anlamda bakıldığında, stereotipleştirmenin yardımcı olmaktan çok daha fazla ölçüde zararlı olabildiği ortaya çıkmaktadır. Çoğu kişinin, çeşitli zamanlarda, bilinçli ya da bilinçsiz olarak diğerleriyle ilgili belirli bir etnik ya da kültürel geçmiş, meslek ve hatta gelir seviyesine dayalı olarak sabit izlenimler oluşturduğu görülmektedir. Algısal yeteneği geliştirebilmek için, kişiler arasındaki benzerlikler kadar farklılıkların da bilincine varmak üzere odaklanılması gerekmektedir. “İletişim bilimci Irwing J. Lee’nin de belirttiği gibi, kişiler arasında ne kadar fazla ölçüde ayırım yapabilirsek, kişilere karşı o ölçüde daha az ayırımcı olabilmemiz mümkündür”229. Bu bağlamda, iletişimsizliğin yaşanmasına neden olan kıvılcımlardan birini oluşturan stereotipleştirme; kişileri, görünür kimlikleri, yani toplumsal ilişki içindeki kişilikleriyle algılama ve bir anlamda da, önyargılı algılama süreci içinde değerlendirme olarak ortaya konmaktadır. Stereotipleştirmenin, iki ayrı biçimde olduğu görülmektedir. ‘Toplumsal stereotipleştirme’, kişinin, toplumca ortak olarak nitelenen bazı özellikleri kullanarak, bireyleri belirli toplumsal kategoriler içinde sınıflandırması olarak değerlendirilmektedir. ‘Çingeneler hırsızdır’ yargısı, her çingene için gerçek olmasa bile, toplumca benimsenen bir önyargı olması nedeniyle pek çok kişi tarafından kullanılan toplumsal bir stereotipleştirmedir. Burada söz konusu olan toplumsal normlar, çingene toplumunda geçerli olan normlar değil, böyle bir önyargıyla hareket eden kişinin kendi toplumu açısından geçerli olan normlardır. Toplum içinde biçimlenen bu tür bir önyargı, kişinin çingenelere olumsuz bir özellik atfetmesine yol açmakta ve bütün çingeneleri bu doğrultuda değerlendirmesinin bir başka deyişle stereotipleştirmesinin nedenini oluşturmaktadır. Stereotipleştirmenin bir diğer biçimini oluşturan kişisel stereotipleştirme ise, kişinin, görece öznel yargılarıyla, gözlediği ya da içinde bulunduğu ilişkilerdeki 229 John S. Caputo, Harry C. Hazel, Colleen Mcmahon, a.g.e., s.64. 199 bireyleri değerlendirmesidir. ‘Düzensiz kişilerden hoşlanmam’ yargısı, toplumsal bir anlamı olmasa da, kişinin kendi yaşantısındaki bazı deneyimlerin sonucunda oluşmuş bir stereotipleştirmedir. Bu yargılama türü, toplumsal kategoriler içinde değerlendirme yapılmamasına rağmen, toplumsal stereotipleştirme süreci kadar etkili olabilmektedir; ayrıca tümüyle bireysel bir yargı olsa da, zamanla toplumsal önyargılarla birleşerek, genel stereotipleştirme içinde yargı oluşturucu bir işleve bürünebilmektedir. Stereotipleştirmenin, bu iki ayrı biçiminin gündelik yaşamda birbiri içine geçerek, kişisel önyargılarla toplumsal olarak verilmiş önyargıların stereotipleştirme süreci içinde ortaklaşa bir işlev gördüğü gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Başkalarının bu tür önyargılarla değerlendirilmesi, sonuçta iletişimsizliğin yaşanmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Stereotipleştirme Sürecinin Niteliği Stereotipleştirme, önyargılı değerlendirme yoluyla kişileri belirli bazı kümeler içine yerleştirerek görmektedir. Algılama sürecinde çoğu kez toplumsal olarak oluşturulan normların süzgeci içinde belirlenen bir işlemdir. Genellikle toplumsal açıdan olumsuz değerlendirmeleri içermektedir. Sosyal psikoloji kavramı olarak da, bireysel değerlendirmenin ve toplumsal ilişkilerin zenginliği ve çeşitliliği yerine, tek yanlılığını, ben merkezciliğini ve zayıflığını belirten bir nitelemedir. Toplumsal stereotipleştirmenin dış gruplara yansıtılmış biçimlerinin, ırkçılığa kadar varan boyutlara sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Toplumsal stereotipleştirme, toplumca sağlanan normlarla bireyi, kendi ulusu, ırkı, topluluğu dışındaki kişileri ortak özellikleri içinde algılamaya, çoğu kez tek yanlı bir algılama süreciyle diğer bireyleri toplu olarak değerlendirmeye zorlamaktadır. Dışa yansıtılmış stereotipleştirme, bazen topluluğun varlığını sürdürebilmesinin zorunlu bir koşulu da olsa, uluslararası politikanın ve savaş ortamlarının destekleyici bir psikolojik öğesi haline gelmektedir. Aynı durum toplum içindeki farklı gruplara da uygulanabilmektedir; burada da, farklı olduğu vurgulanan ‘öteki’ topluluklara yöneltilmiş tek yanlı ve önyargılı tutumlar söz konusudur. Bu tür bir stereotipleştirmenin yararlı ve işlevsel olduğu da söylenebilmektedir; çünkü toplumsal farklılıkları giderebilmenin yolu, önce onların farkına varabilmekten geçmektedir. Fakat genellikle görüldüğü gibi, stereotipleştirmenin tek yanlı, önyargılı 200 ve giderek düşmanca biçimlere bürünmesi, toplumsal güveni ve ortak yaşamı çoğu kez tehdit eder nitelikte yapay ve kışkırtılmış duyguların ve tutumların oluşmasına ve toplumları bölmeye kadar varabilmektedir. Stereotipleştirmenin yaygın bir psikolojik olgu olarak görülmesinde, kişileri ve olguları tanımak, onları çok yanlı bakış açılarıyla, yani farklılaşma düzeyi yüksek fakat soyutlanma düzeyi düşük bir bilişsel örgütlenme içinde değerlendirmek ve kendi özgünlükleri içinde algılamaya çalışmak, zihinsel olarak yorucu ve zaman alıcı olduğundan, bireylerin ilişkilerinde daha kolay olan yolu tercih ettikleri, buna bağlı olarak kendilerinden önce oluşturulmuş ve bir parça da gerçeklik taşıyan yargılara kolayca kapılabildikleri ortaya çıkmaktadır. Bu psikolojik tembelliğin, içinde yaşanılan toplumsal yapıyla da sıkı bir ilişkisi bulunmaktadır. Genellikle uymacı davranış özelliklerine sahip olarak toplumsallaşan kişiler, bu uymacı davranışları aracılığıyla zihinsel tembelliğe alışmakta ve sonuçta uymacı davranışla stereotipleştirmenin birbirini var eden ve pekiştiren süreçler olarak çalışmaya başladığı görülmektedir. Çünkü, uymacı ilişkilerde bulunabilmek, bir ölçüde toplumsal normları tek gerçek olarak algılamakla eş anlamlıdır. Tektipleştirme, bu sürecin bir uç noktası olarak toplumsal normların oluşturulmasına yardım etmekte ve zamanla bu normları, uymacı davranışlar doğrultusunda pekiştirmektedir. Kişilerin önyargılı biçimde değerlendirildiği stereotipleştirme, çoğu kez değerlendirme yapan kişinin toplumsal konumuna göre belirlenmektedir. Bununla birlikte, bu kategoriler, ister istemez toplumsal normlar biçiminde oluşmaktadır. Burada da kişinin kendisi, bir referans noktası olarak değerlendirmenin merkezini ve kategorinin değer yargısını oluşturmaktadır. İletişim sürecinde diğerleri, kişinin kendi referans çerçevesiyle algılanmaktadır. Bu bağlamda stereotipleştirmenin de, bu referans çerçevesinin paralelinde kişinin kendi açısından bir değerlendirme olduğu ifade edilmektedir. Zira kişisel stereotipleştirmede çoğu kez başvurulan ayırımlar, biraz da kişinin kendini nasıl gördüğüne bağlı olmaktadır. Bazı kişilerin soğuk, bazılarının ise sıcak olarak değerlendirildiği çok genel iki kişilik özelliği üzerine odaklanıldığında, bu genel niteliklerin, stereotipleştirme süreci içinde bir anlam kazandıkları görülmektedir. Gönderme yapılan kişinin diğer kişinin kişilik tipine uygun olması durumunda, onu genellikle toplumsal olarak daha 201 olumlu bir anlama sahip olan ‘sıcak’ sıfatıyla değerlendirmektedir. Tersi durumlardaki kişiler ise, gerçekte ne olurlarsa olsunlar o kişi için ‘soğuktur’. Kişileri değerlendirmenin üç boyutundan söz edilmektedir. Bu boyutlar, genel olarak tüm değerlendirmelerimize kaynak olurken, stereotipleştirme sürecinin de temel boyutlarını oluşturmaktadır230. - Değerlendirme Boyutu: ‘iyi’, ‘kötü’, ‘olumlu’, ‘olumsuz’, ‘yararlı’, ‘zararlı’ gibi sıfatlarla yapılan değerlendirmelerdir. - Güçlülük Boyutu: ‘zayıf’, ‘güçlü’, ‘dirençli’, ‘dirençsiz’ gibi nitelemelerle yapılan değerlendirmeleri içermektedir. - Etkinlik Boyutu: ‘çalışkan’, ‘işe yaramaz’, ‘etkin’, ‘pasif’, ‘geçerli’, ‘geçersiz’ gibi sıfatlara başvurularak yapılan değerlendirmeleri kapsamaktadır. Bu üç boyutun, hem değerlendiren, hem de değerlendirilen kişilerin konumlarını içerdiği; kişilerin temel özellikleri açısından atfedilen özellikleri vurguladığı ifade edilmektedir. Başka bir anlatımla kişiler, kendi özelliklerinden çıkarsayarak, diğerlerini yine kendi konumlarına göre algılamaktadır. Bunun sonunda da, stereotipleştirmeye varsın varmasın belirli bir değerlendirme süreci başlamakta ve bu süreç genel çizgileriyle ‘izlenim oluşturma’ olarak açıklanmaktadır. İzlenim oluşturmanın, stereotipleştirmenin temelini oluşturduğu söylenebilmektedir. “İzlenim oluşturmanın üç değişik biçiminden söz etmek mümkündür: stereotipleştirme, özellik atfetme (attribution) ve dilsiz bilgilenme (nonverbal information)”231. Bu üç değişik biçim, birbirleriyle ilişkili bir bütün olarak işleseler de bazen tek tek ve ayrı ayrı oluşabilmektedir. Özellik atfetme ve dilsiz bilgilenmenin izlenimleri nasıl oluşturduğu şöyle ortaya konmaktadır: 2.2.2.5.3. Özellik Atfetme Özellik atfetme, karşımızdaki bireyin görünen bazı özelliklerinden ya da belli özellikleri içeren bir durum içindeki davranışlarından algılama yoluyla çıkarsanan bilgiler aracılığıyla atfedilen özelliklere denmektedir. Özellik atfetme genellikle, değerlendirmeyi yapan bireyin bilişsel yapısı içinde birbirleriyle bağıntılı olan nitelemelerin art arda gelmesiyle gerçekleşmektedir. Örneğin bir kişi, ‘tembel’ sıfatını 230 231 Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.195. A.g.e., s. 196. 202 aynı zamanda ‘zeki olmama’ gibi bir başka özellikle birleştirmişse, ders çalışmayan herkesi ‘zeka düzeyi düşük’ olarak değerlendirmektedir. İzlenimler de birbirlerine anlamlı olarak bağıntılandırılmış olan bu nitelendirmelerle oluşmaktadır. Kişinin çağrışım yoluyla o anda zihnine gelen birbirine bağlı özelliklerle değerlendirme yapması ‘özellik atfetme’ olarak ifade edilmektedir. Kişilerarası algılamanın önemli bir bölümü olan özellik atfetme, değerlendirme yapan kişinin daha önceki değer yargılarına, kişileri değerlendirme biçimine ve söz konusu olaya ilişkin bütün özellikleri birbirine bağlayan bilişsel süreçlerle de ilintilidir. Kişinin bilişsel yapısına bağlı olarak, değerlendirilen kişilere yaptıkları eylemin amacını ve neler yapabileceklerini soran ön bilgilerle işlemeye başlamaktadır. Birinci soru karşıdaki kişinin niyetini, ikinci soru da onun kapasitesini algılamaya dayanmaktadır. Bu iki ön bilgi de, kişiler arasında oluşan etkileşimin bir türevidir. Kişilerarası algılamanın bu iki boyutunun, ancak etkileşim sürecinde, yani yaşanan anın değerlendirilmesinde ortaya çıkabileceği; bu nedenle de izlenim oluşumuyla ilgili olduğu ifade edilmektedir. İzlenim oluşturmanın algılamayla diğer bir ilişkisi de, algılamanın genel yapısıyla biçimlenmiş olmasına rağmen, içinde yaşanılan anlık duruma ve kişilerin etkileşim yapısına dayanmasıdır. Kişilerin özgül nitelikleri, kişilerarası algının toplumsal yönünü oluşturmaktadır. İzlenim oluşturmanın temel olarak üç işleme tarzı vardır. Bu işleyiş tarzlarından birincisi Heider'ın ‘tutarlılık’ kavramıyla bağıntılıdır. Heider, kişilerarası etkileşimin algısal yönlerini, tutarlılığa varma eylemi olarak görmektedir. Buna göre kişi, izlenim edindiği diğer kişiye ya da olaya karşı bu izlenimleriyle önyargılı olarak yaklaşmaktadır. Algılama sonucu belirli bir izlenim bir kez oluştuktan sonra, o kişi hakkında bu izlenime ters düşebilecek yeni bilgileri kabul edebilmek güçtür. İşte bu nedenle kişilerarası algılama, çoğu kez, daha önceden edinilmiş bilgilerle çarpıtılmış olarak izlenim biçimlerine dönüştürülmektedir. Bu çarpıtma ise, tek yanlı algılamayı ve stereotipleştirmeyi yaratmaktadır. “Heider'a göre, bu durumda yeni ve çelişkili bilgiler edinen kişi ya yeni bilgileri eski izlenimleriyle çarpıtılmış olarak algılayacak, ya da bilgilenme kaynağının gücüne ve niteliğine göre, izlenimlerinde tutarlılığa varana kadar bir ‘bilişsel yeniden örgütlenme’ sürecine 203 girecektir. Bu yüzden ilk izlenimler, genellikle, algılanan kişinin statüsü ve rolü açısından ‘tutarlı özellikleri atfetme’ (consistent attributes) süreci olmaktadır”232. İzlenim oluşturmanın ikinci tarzı, dengeleme işleyişidir. Bu süreçte kişi, diğer kişiden edindiği artı ve eksi özellikleri izlenim örüntüsünde bilişsel bir elemeye tabi tutmakta ve bir tür denklem çözümü yaparak farklı değerdeki bu özellikleri bir dengeye oturtmaktadır. Bilişsel denge kuramlarında dengeleme, bir kişiyi yeni ve eski özellikleriyle olumlu olumsuz boyutunda değerlendirmek demektir. Örmeğin Ali, arkadaşı Uğur’u çalışkan olarak bilmektedir; genel izlenim örüntüsü, Uğur'u hep çalışkanlık boyutuyla değerlendirmektedir. Bir gün, hem de sınav öncesi Uğur'u kız arkadaşıyla sinemaya giderken görmesi, bu izlenim örüntüsüne yeni bir değer (bilgi) katmaktadır. Bu bilginin Ali’nin zihnindeki değeri eğer olumlu (artı) ise, Uğur'un davranışı dengeleme yoluyla bu olumlu izlenimi sürdürecektir. Fakat Ali kız arkadaşlarıyla samimi ilişkiler içine girememiş ve bu yüzden de kız-erkek ilişkilerine olumsuz yaklaşan biriyse, genel izlenim örüntüsünde olumsuz (eksi) bir değere sahip olması nedeniyle Uğur'un bu yeni davranışının dengelenmesi, Ali’nin bilişinde olumsuz bir etki kazanacaktır. Üçüncü bir izlenim oluşturma tarzı da, olgusal nedensellik (phenomenal causality) olarak kavramlaştırılmaktadır. Bu tarzda bilişsel dengeleme ve tutarlılığa varma süreçleri, durumsallık içinde incelenmektedir. Heider'a göre dengeli, dengesiz ve dengedışı (non-balance) olarak belirtilen üç tür bilişsel durum söz konusudur. Bu üç bilişsel durum, bir kişinin diğer kişileri algılama ve değerlendirme süreçlerinde anahtar rolü oynamaktadır233. Denge-dışılık durumunda, eğer bir kişi diğerini sevmiyorsa onun eylemleriyle de dolaysız olarak ilgilenmiyor demektir; buna nötr durum da denilebilir. Buna göre herhangi bir etkileşim sürecinde birbirini sevmeyen iki kişi, olayın yalnızca olgusal biçimiyle etkilenmekte ve izlenimlerini, kişilerin özelliklerinden çok, içinde yaşanan anın koşullarının niteliğinden çıkarsamaktadır. Örneğin, Ali ile Uğur birbirleriyle hiç ilgilenmemişlerse, bir arkadaş toplantısında buluştuklarında o anın koşullarıyla birbirleri hakkında izlenim oluşturacaklardır. Eğer bir tartışma sırasında Uğur birdenbire Ali’yi desteklemeye başlamışsa, önceden varolan denge-dışı durum 232 233 Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.197. A.g.e., s. 197. 204 yavaş yavaş olumlu bir dengeye varmakta, ancak bunun tersi de söz konusu olabilmektedir. Daha başka durumlarda, kişilerarası algılama ve izlenim oluşturma, genellikle olayın özgül biçimlerinden değil, kişilerin çıkarsanan özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Birçok kimse durumsal özelliklere gerektiği kadar önem vermemekte, durumları ve kişilerarası etkileşimi kişilere atfettikleri özellikler aracılığıyla değerlendirmektedir. 2.2.2.5.4. Dilsiz Bilgilenme Ve Halô Etkisi İzlenim oluşturmanın özellik atfetme dışındaki bir başka yolu da, dilsiz bilgilenmedir. Dilsiz bilgilenme, kişinin gördüğü özellikleri bilişinde belirli bir düzene sokarak değerlendirmesidir. Dilsiz bilgilenme, dış özelliklerden önemli ölçüde etkilenmektedir. “Secord ve Backman'a göre, dilsiz bilgilenmenin iki biçimi vardır: Yapısal (structural) ve etkisel (effective). Yapısal bilgilenme, yüz ifadeleri, giyimkuşam ve beden yapısıyla ilgili izlenimlerin, içinde yaşanılan durumun özgül koşullarıyla birleştirilmesinden ve belirli bir değerlendirmeye varılmasından oluşmaktadır. Etkisel bilgilenme ise, jest, mimik, beden hareketi ya da bedene yansıyan psikolojik durumlar (sözgelimi gerilimli ya da rahat olma hali) gibi etkenlerden oluşmaktadır. Bu özellikler, bilişteki diğer ön algılar yoluyla yeniden düzenlenmekte ve böylece izlenim oluşmaya başlamaktadır”234. İzlenim oluşmasının bu dışsal biçimi, ilk izlenim oluşmalarında önemli bir rol oynamaktadır. Bir kişiyi ilk kez gördüğümüzde edindiğimiz bu anlık izlenim, o kişiyi değerlendirmemizde daha sonraki yargılarımızın temelini oluşturmaktadır; bu halô etkisi olarak ifade edilmektedir. Halo etkisi, yargılama ve karar verme sürecini kolaylaştırma gereksiniminin sonucudur. Halo etkisini açıklamak için, ilk izlenimin olumlu ya da olumsuz olması önemli değildir. Bu, ilk izlenimin sadece baskın olan tek izlenim olduğu anlamına gelmektedir. Bu algısal yanılgı, belirli bir nitelik ya da kişisel özellik, kişinin tüm diğer izlenimlerini derinden etkilediğinde ortaya çıkmaktadır. “Swann’a göre, kişiler genellikle diğerlerinin kişisel özellikleri hakkında tahmin yürütmede zayıftırlar. Araştırma sonuçları, diğer kişilerin durumdan duruma 234 Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.198. 205 davranışlarında tutarlı olduklarını, kendi ilk izlenimleriyle çelişen kanıtları yanlış algıladıkları ya da görmezlikten geldiklerini ve insan davranışları üzerinde çeşitli durumların etkilerini görmezlikten gelmeye eğilimli oldukları sonucunu ortaya koymaktadır”235. Herkes karşısındaki kişinin davranışını gözlemlemekte ve diğer kişinin kişiliğiyle ilgili özellikleri hakkında sonuçlar çıkarmaktadır. Kişiler, kişisel özellikler ve çeşitli durumların etkileriyle ilgili sahip oldukları bilgileri, diğerlerinin nasıl davranacağını tahmin etmekte kullanmaktadır. Bunun yanında ne kadar işlevsel olursa olsun, bu etkinin kişiyi önyargılı bir konuma itebilmesinin her zaman için söz konusu olduğu görülmektedir. İlk izlenim ne kadar önemli ipuçları verirse versin, kişileri bu tür kalıplar içinde değerlendirmekten ötürü bazı yanlışlara düşmek kaçınılmaz olmaktadır. Fakat bilişin kendiliğinden bir eylemi olarak halô etkisi, yine de kişilerarası algılamanın önemli bir tarzı olmaktadır. 2.2.2.6. Anlama Sürecini Olumsuz Etkileyen Nedenler İnsanları anlamanın söze döktükleri kelimelerin ötesine geçebilmek ve satır aralarını yorumlamak olarak değerlendirildiği görülmektedir236. İletişim sürecinin dinlemeden sonraki aşamasını oluşturan anlama, konuşulan konuyla ilgili farklı düşüncelerin her birinin oturdukları mantıkların kendi içlerinde tutarlı oldukları varsayımını ve düşüncelerin birbirlerinden farklılıklarını temel almaktadır. Kişinin kendisini anlamadan, karşısındaki kişinin kendisini nasıl değerlendirebileceğini bilmeden başkalarını anlayabilmesi olası değildir237. Bu noktada öncelikle kişinin kendini tanıması, içsel iletişiminin sağlıklı olmasının başkalarının dünyalarını anlamlandırmada son derece önemli olduğu görülmektedir. İletişim iki yönlü bir caddedir ve her zaman yanlış anlaşılma ya da yanlış yorumlama riski vardır238. Buna bağlı olarak iletişim sürecinde anlamayı engelleyen çeşitli nedenler söz konusu olmaktadır. Bunları şöyle ifade etmek mümkündür: 235 John S. Caputo, Harry C. Hazel, Colleen Mcmahon, a.g.e., s.64. Mel Silberman, Freda Hansburg, İnsan Sarrafı/Toplumsal Zeka Düzeyinizi Geliştirme, Çev: Pelin Ozaner, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.3. 237 İlkay Kasatura, Kişilik ve Özgüven, Evrim Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 1998, s.246. 238 David J. Lieberman, Anında Analiz, Türkçesi: Göker Talay, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.271. 236 206 2.2.2.6.1. Açı Sadakati Ve Ben Bilirimcilik Karşıdaki kişiyi anlamayı olumsuz etkileyen, dolayısıyla iletişimsizliğe neden olan açı sadakatinde, kişinin kendi gerçeğini, tek gerçeklik olarak algıladığı görülmektedir. Kişinin düşünceleri, önyargıları, egoları, korkuları, arzuları ve başka duygularıyla birlikte; gerçekliği nasıl algıladığının bir aynasıdır. Açı sadakati ve ben bilirimcilik, “kişinin tümüyle kendi iç iletilerinin mantıksal döngüsü içinde kalması ve bu döngüyü bir kale gibi savunması”239 olarak değerlendirilmektedir. Kendi bakış açılarına son derece sadık olan bu kişiler, anlamaktan çok görüşlerinin diğerlerince anlaşılması ve kabul edilmesi için çaba harcamaktadır. İnsanların düşüncelerini değiştirmeye çalışmak, bir meseleyi çözmenin en güç yollarından biri olarak değerlendirilmektedir. Diğerleri, o kişinin düşüncesini kabul etmek için kendi düşüncelerini bir tarafa bırakmak zorundadırlar. Bu, insanların, genelde yaptıklarının tersidir. Çoğunlukla, kişilerin, yanıldıklarını itiraf etmektense, gerçekleri kendi önyargılarını doğrulayacak şekilde yorumlamayı tercih ettikleri görülmektedir240. Kişinin meseleyi çözmenin, olayları başkalarının kişinin kendi açısından görmeleri gerektiği inancını taşıması, insanların görüş ayrılıkları karşısında nasıl davrandıklarını açıklamaktadır. Herkes, kendisinin haklı olduğuna inanmakta; ardından, karşısındakini pes ettirmeyi düşünerek, kendi bakış açısını dayatıp, meselenin kendi istediği şekilde çözülmesi için uğraşmaktadır. İnsanların, ne olursa olsun, kendi mantıklarının doğru olduğunu düşündükleri söylenebilmektedir. Kişi konuşma sırasında kendisini haklı olmanın ve kazanmanın cazibesine kaptırmakta, bu noktadan sonra onun için, haklı olmak, karşısındakinin ne hissettiğinden çok daha önemli hale gelmektedir. Bu durumda kazanmanın, haklı olmanın, artık ilişkinin niteliğinden çok daha fazla önem kazandığı gözlenmektedir. Öyle ki, artık konuşmanın niteliği ve kişinin karşısındakinden bir şeyler öğrenebilme şansının bile önemini yitirdiği, karşılaşılan durumun, kişilere, birbirlerinden bir şeyler öğrenip, birbirlerine zevk ve değer verebilme, ilişkilerini derinleştirme şansı tanırken, 239 Kadir Özer, İletişimsizlik Becerisi, Sistem Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2001, s.100. David Stiebel, Konuştukça Batıyoruz, Çev: Deniz Akkuş, Beyaz Balina Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2001, s.47. 240 207 birdenbire bir yarış ve çatışmaya dönüştüğü ortaya çıkmaktadır. İsrailli felsefeci Martin Buber, bu konuya farklı bir görüşle yaklaşmaktadır. “Buber'e göre bizler, medeni dünyalarımızda öylesine organize olmuşuzdur ki, ilişkilerimizde ‘Ben-O’ ilişkisini yaratarak birbirimize birer nesneymişiz gibi davranırız”241. Günlük yaşamda da bu doğrultuda kişilerin birbirlerine bazen, hatta, çoğu zaman nesnelere davrandığı gibi davrandığı ve böylece çeşitli sosyal ortamlarda iletişimsizliğin yoğun olarak yaşandığı görülmektedir. Diğerlerinin duygularını ve düşüncelerini kontrol etme ve yargılamaya çalışmaktan vazgeçmenin, onların doğrularını görüp kabullenmeyi öğrenmenin sevgi ve huzur dolu bir dünyaya kavuşabilmek için çok önemli bir adım olduğu vurgulanmaktadır Tüm bunların ışığında kendi bakış açılarına son derece sadık olan kişilerin karşılarındakilere şu tür geribildirimlerde bulundukları söylenebilmektedir: Mantığa Bürünme Kişinin karşısındakini dinledikten sonra mantığa bürünerek geribildirimde bulunması, karşısındakinin hatalarını ortaya koymakta, davranışlarına belli sınırlamalar getirerek olması ya da olmaması gerekenleri vurgulamaktadır. Aktarılan böyle bir mesaj, karşıdaki kişide savunucu tutumların harekete geçmesine, kişinin yetersizlik duyguları yaşamasına neden olmaktadır. Buna bağlı olarak etkili dinlemenin gerçekleşmediği ve iletişimde kopuklukların yaşandığı görülmektedir. Ahlak Dersi Verme Söylenenler karşısında ahlak dersi içeren yanıtlar oluşturulması sonucunda iletişim süreci, doğruların ve yanlışların karşı karşıya geldiği, son derece derin tartışmaların yaşandığı bir iletişimsizlik ortamına dönüşebilmektedir. Bu durum, kişide yine kendi bakış açısını savunucu tutumlar yaratmakta, zorunluluk ya da suçluluk duyguları yaşamasına yol açmaktadır. Öğüt Verme, Çözüm Önerme Günlük yaşamda kişilerin yaşadıklarını, duygu ve düşüncelerini aktarma amaçlarının farklı nedenlerden kaynaklandığı görülmektedir. Kişi, karşı tarafın kendisini anlamasını beklerken, karşı tarafın anlatılanlara ilişkin getirdiği çözüm 241 Michael Kahn, İletişimin TAO’su, Çev: Hande Gündüz, Okyanus Yayıncılık, İstanbul, 1995, s.17. 208 önerileri ve verdiği öğütler, kişiyi sorun çözme becerisinden yoksun, aciz bir duruma getirmektedir. Anlaşılma isteği duyan kişinin, birtakım öğütlerle karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Bu durumun da kişide, sorunlar karşısında sıklıkla çözüm isteyen bir bağımlılık yarattığı ya da kendi bakış açısına bağlanarak direnme oluşturduğu ifade edilmektedir. Yargılama, Suçlama, Eleştirme Colorado Üniversitesi’nden O.J.Harvey, kullanılan dil ile şiddet arasındaki ilişkiyi araştırırken, dünyadaki bir çok ülkenin edebiyatından rasgele örnekler almış, insanları sınıflandıran ve yargılayan kelimelerin sıklığını bir çizelgeye dökmüştür. Bulguları, bu tür kelimelerin kullanım sıklığı ile şiddete başvurma arasında yüksek bir korelasyon olduğunu göstermektedir. İnsanları ‘iyi’ ya da ‘kötü’ diye ayıran ve kötülerin cezalandırılmayı hak ettiğine inanan kültürlere oranla, insanların ihtiyaçlarını ön planda tutan kültürlerde çok daha az şiddet kullanılması şaşırtıcı değildir242. Dolayısıyla karşıdaki kişiyi yargılayıcı, suçlayıcı ve eleştiren bir nitelik taşıyan mesajların kısa ve uzun vadede iletişimsizliğin yaşanmasına neden olduğu belirtilmektedir. “Hiç kimse eleştiriyi sevmez. En iyi sonucu insanları savunmaya itmesi, en kötüsü de saldırıya sebep olmasıdır243”. Buna bağlı olarak bu tür mesajları alan kişiler, yetersizlik ve karşı koyma duygularını yoğun bir biçimde yaşamaktadır. “Yargılama ilişkilerde ve iletişimde en güçlü baltalama mekanizmalarından biridir”244. Kişi, derhal bir yargıyla mimlenmeden ve etiketlenmeden kendini ifade edebilme, kılık değiştirmeden kendini gösterebilme isteği taşımaktadır. Ancak çoğu durumda karşısındaki kişilerin kendisine yönelttiği bir yığın yargıyla karşılaşmaktadır. Örneğin çocuklar, her yetişkinin başka bir yetişkine doğrudan söylemekten çekineceği bir yığın yargıyla karşı karşıya kalmaktadır. Birini dinlerken kişinin verdiği ilk tepki, derhal yapılan içsel bir değerlendirme olma eğilimindedir: Söyledikleri normal, garip, yanlış, doğru, güzel, adil, vs. Bu şekilde karşıdakinin fikirlerini ve hareketlerini kendi referanslarına göre sınıflandırmaktadır. 242 Marshall B. Rosenberg, Şiddetsiz İletişim, Çev: Gülden Şen-Mahmut Tuna, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2004, s. 21. 243 Eileen Mulligan, Yaşam Yönetimi/ Hayatınızı 7 Günde Değiştirin, Çev: Fatma Can Akbaş, Kariyer Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2002, s.121. 244 Jacques Salome, Sylvie Galland, a.g.e., s. 220. 209 Ama başkalarını bu şekilde kuralcı yöntemlerle değerlendirmek ve onlara önyargılarla yaklaşmak, iletişimsizliğin ağırlığını hissettirmesine neden olmaktadır. Başkalarını anlamanın kişinin kendi değer yargılarını ve kişisel inançlarını bir kenara koyduğunda mümkün olabileceği ifade edilmektedir. Tanı Koyma Bazı kişilerin iletişim kurdukları diğer kişilere bir anlamda psikologca bir tavırla yaklaşarak, olayların nedenleriyle ilgili birtakım teşhislerde bulundukları, tanı koydukları gözlemlenmektedir. Kişinin ifade ettiklerine, karşısındaki tarafından tanı konulması, kendisine inanılmadığı ya da iletişimsizliği ortaya çıkaran en önemli nedenlerden birini oluşturan yanlış anlaşıldığı duygularını yaşamasıyla sonuçlanmaktadır. 2.2.2.6.2. Kişileştirme İletişim sürecinde anlamayı engelleyen etkenlerden birini oluşturan kişileştirme, kişinin gelen mesajı anlamlandırma sürecinde kişiliğine yönelik bir anlam arama çabasını ortaya koymaktadır. Belirli bir konu ya da olayla ilgili farklı bakış açıları ve farklı görüşler ifade edilmekte, dolayısıyla her şeyden önce bu farklı görüşlerin anlaşılması esas amacı oluşturmakta, ancak burada kendisine yöneltilen mesajı kişileştirmek, kişileri, bir kişilik savaşının ortasında bırakmaktadır. Konuşma sırasında karşıdakinin kişiliğiyle ilgili varılan yargıların yansıtılması, kişinin karşı saldırıya geçmesine ve karşılıklı kişilik yakıştırmalarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Böylece tartışılan konu bir kenara bırakılmakta, tamamen bir kişilik savaşı yaşanmaktadır. Bununla birlikte, iletişim sürecinde kişilerin birbirlerine bilinçli olarak kişilikleriyle ilgili değerler ilettikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Ancak iletişimsizlik sorununun yaşanmaması için burada önemli olanın, kişilikle ilgili değerlendirmelerin göz önüne alınmayıp, gelen mesajın ana noktalarını özümseyebilmek olduğu görülmektedir. Karşıdaki kişinin, mesajının özünde ne aktarmaya çalıştığı üzerinde odaklanılması gerekmektedir. Buna bağlı olarak iletişimde bir anlamda kişiliksiz davranabilmenin önemi belirtilmektedir. Sağlıklı bir iletişim ortamının oluşturulması, kişilik değerlendirmelerinden arındırılmış, karşılıklı ‘ben’lerin savaş ya da yarış halinde 210 olmadığı, buna karşın farklı bakış açılarının aktarıldığı ve kıyaslandığı bir düzenin sağlanmasıyla mümkün hale gelmektedir. 2.2.2.6.3. Zihin Okuma Zihin okuma yansıtma olarak tanımlanan bir süreçtir. Kişinin karşısındakilerin kendisi gibi hissedecekleri inancıyla düşünerek ya da sezgi ile karşıdaki kişinin bir hareketini anlamlandırıp düşündüklerine, hissettiklerine ve yapıp yapmayacağı şeylere dair sonuçlar çıkartmaktır. Başkalarını yeterince dikkatli gözlemleme, dinlemek, anlamak ve hissetmek yerine, kişinin önyargı ve kendi öğretileriyle yola çıkarak kararlar alması, sonuçlara ulaşması da irrasyonel bir düşünce biçimini oluşturmakta ve bu durum da iletişim kopukluklarına neden olmaktadır. Zihin okuma, sahip olunduğu varsayılan ben değerini, sürekli olarak başkalarının sözlü ya da sözsüz davranışlarına bakarak tartıp biçmek ve tahmin etmeyi içermektedir. Zihin okuyucular iyi senaristtirler. Ufacık bir hareketten yola çıkarak, kimin ne düşündüğünü, ne hissettiğini, ne yapacağını, yapmayacağını kafalarında karara bağlamaktadır. Bir zihin okuyucu sezgiden, belli belirsiz tahminden, bir iki geçmiş deneyimden kaynaklanan varsayımlar üzerine koca bir senaryo oluşturabilmektedir245. Bu konuyla ilgili günlük yaşamda sıklıkla gözlemlenen bir örnek, kafası çeşitli düşüncelerle dolu birinin, bir ortamda karşılaştığı diğer tanıdığı kişiyi görmemesine bağlı olarak o kişi tarafından ‘benimle konuşmak istemiyor’ zihin okuması yapılmasıdır. Eğer, bazı alışkanlıklar ve özellikler konusunda önyargılıysa, herkesin kendisi gibi düşündüğünü sanmaktadır. Zihin okuyuculuk, bazı yargılara çok çabuk varıp, bunların başkaları için geçerli olup olmadığını test etmeye gerek duymamaktır. 2.2.2.7. İletişimsizliği Ortaya Çıkaran Gerçekçi Olmayan İrrasyonel Düşünce Biçimleri İnsan ilişkilerinin herhangi bir zaman diliminde yaşanan mutluluk düzeyi ya da gerginlik ve ortaya çıkan sonuçlar rastlantısal olmamaktadır. İlişkilerin sonucunu belirleyenin, tarafların yapılmış ve yapılmamış davranışları olduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla bu durum, ilişki sürecinde yer alan her kişinin, o ilişkiden sorumlu olduğunu göstermekte ve ilişkinin oluşmasındaki etkilerinin önemini vurgulamaktadır. 245 Kadir Özer, “Ben” Değeri Tiryakiliği/Duygusal Gerilimle Baş Edebilme, Sistem Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2000, s. 57. 211 Günlük yaşamda karşıdaki kişinin böyle konuşmaması gerektiği ya da sözün bu şekilde söylenmesinin daha doğru olduğuyla ilgili ifadelere sıklıkla rastlanmaktadır. Aynı durumu anlatmak, aynı duygu ve düşünceleri ortaya koymak için farklı seçeneklerin bulunduğu görülmektedir. Bu doğrultuda, iletişim kopukluklarının minimize edilebilmesi, iletişim sürecinde yer alan tarafların, mesajlarını iletmeden önce düşünce süzgecinden geçirmeleri ve amaca uygun doğru alternatifi seçmeleriyle mümkün olmaktadır. Karşıdaki kişinin gerginlik oluşturan girişimlerine, dinleyen kişinin de katılması, ayrıca daha da büyümesi ve hızlanması için gayret göstermesi ve bunun nedeni olarak da karşıdakinin davranışlarını göstermesi, yaşamda çoğunlukla gözlemlenen durumlardır. Dolayısıyla davranışları belirleyenin, kişinin kendisinin değil, başkalarının olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Davranışlarının sorumluluğunu diğer kişilere yükleyen birey, aslında kendi yaşamının kontrolünün kendi elinde olmadığı gerçeğini de ortaya koymuş olmaktadır. Mutluluğunun ve yaşam kalitesinin kontrolünü kendi dışındaki birilerine bırakmış olmak, kişinin giderek iletişimsizliğin yoğun yaşandığı bir ortamın içinde kendisini bulmasına neden olmaktadır. Diğerlerinin yaptıkları ya da yapmadıkları önemli olsa da, kişinin hangi seçeneği kullanacağı konusundaki son kararın kişiye ait olması, buna bağlı olarak iletişim sürecinde ortaya çıkan sonuçları etkileyen faktörlerin, kişinin kendi seçimleri olması önem taşımaktadır. İletişim sırasında bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde, karşıdaki kişiye şimdinin ve geleceğin nasıl olmasının istendiğine ilişkin yapılan seçimlerin bilgisi aktarılmaktadır. Yaşam boyu kişiler farklı seçeneklerin sunulduğu bir dünyada çeşitli belirsizlikler ve olasılıklarla karşılaşmaktadır. Belirgin bir durum karşısında karar alma, plan yapma ve gerekli çözümü ortaya koyma süreci oldukça hızlı işlerken, belirsizlik söz konusu olduğunda çözüm giderek zorlaşmaktadır. Dolayısıyla renklilik ve farklılıkların egemen olduğu kişilerarası ilişkiler sürecinde, bu farklılıkların sorun hanesinden silinebilmesi için olasılıklı düşünme alışkanlığının geliştirilmesi, sağlıklı ve verimli bir iletişim sürecinin yaşanabilmesi için son derece önemlidir. 212 Ayrıca iletişim sürecinde görünenleri bir tarafa bırakarak, görünmeyen olasılıklara ya da belirsizliklere odaklanmak, iletişim kopukluklarının gündeme gelmesine zemin hazırlayan belirli düşünce biçimlerini açığa vurmaktadır. Özellikle meli, malı’lı konuşan, kendi tercihlerini tek doğruymuş gibi sunan ve birtakım kutuplaşmış düşüncelere ve kalıp yargılara sahip olan kişilerin, en dikkat çekici özelliklerinin olasılıklı düşünme alışkanlığından yoksun olmaları olduğu ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir duygunun temelinde, duyguyla ilişkili olayın değil, kişinin olay hakkında öğrenmiş ve geliştirmiş olduğu inanç ve yorum kalıplarının ve anlam yakıştırmalarının yattığı vurgulanmaktadır. Buna bağlı olarak günlük yaşamın öfke, kaygı ve çöküntü gibi duygularla sürdürüldüğü görülmekte, bunların sorumluluğunun da, ilişkili oldukları olaylarda değil, bu olaylarla yüz yüze kalındığında zihinde oluşan yorum ve anlamlarda ve bunların kaynağı olan inançlar sisteminde arandığı ifade edilmektedir. Kişinin çevresi ve kendisi hakkında geliştirmiş olduğu düşünce, yorum ve anlam kalıplarının gerçekçilik ölçütü doğrultusunda duyguların da o ölçüde sağlıklı, daha az yıpratıcı ve yaşamı anlamlı kılmaya yönelik olduğu gözlenmektedir. Gerçekçilik ise, düşünce, inanç ve yorumların, subjektif görüşlere değil, objektif olgulara dayandırılması olarak değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda gerçekçi yaklaşım, "bireyin başkaları ve kendisi hakkında ürettiği bilgilerin ve düşüncelerin beş duyusuyla yaptığı gözlemlerce desteklenip desteklenmemesi"246 şeklinde tanımlanabilmektedir. İnsanda gerçekçi düşünme potansiyeli olmasına karşın, gerçekçi olmayan düşünce ve inanç tarzlarının öğrenilip, kişinin yaşamını duygusal rahatsızlık ve uyumsuzlukla da doldurulabilmesinin mümkün olduğu ve bu durumun da iletişim sürecinde pek çok problemi beraberinde getirdiği noktasına odaklanılmaktadır. “Ben değeri tiryakiliği, bireylerin yaşamlarını sıkıntı, rahatsızlık ve bunalım ile sürdürmelerine katkısı olan, yaygın ve öğrenilmiş, gerçekçi olmayan bir inanç türü olarak değerlendirilmektedir”. Kişilerarasında yaşanan iletişim sorunlarının temelinde ben değeri tiryakiliğinin yattığı söylenebilmektedir. Bu noktada kişilerin davranışlarından, özelliklerinden ya da performanslarından (küçük ‘ben’lerinden) hareketle onlar hakkında toptancı bir değer oluşturulması gerçekçilikten uzak, hemen 246 Kadir Özer, “Ben” Değeri Tiryakiliği/Duygusal Gerilimle Baş Edebilme, a.g.e., s. 46. 213 hemen olanak dışı olarak ifade edilmektedir. Ben değeri olduğu zaman, bu değer belirli bir ortamda veya zamanda yapılan bir davranış, sergilenen bir özellik veya performansla belirlenmektedir. Bu doğrultuda kişilerin sahip olduğu bazı özellikler, onların sahip oldukları bireysel değerin yansıması olarak değerlendirilmektedir. Yaptıkları şeylere bakarak kişilere bir toptancı değer, bir başka deyişle onların nasıl bireyler olduklarına ilişkin bir etiket vermeye çalışıldığı gözlemlenmektedir. Dolayısıyla, yapılan bir şeyin iyiliğinden veya kötülüğünden hareketle, kişi olarak ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olma değerlendirmesini içermektedir. İletişimsizlik sürecinin ortaya çıkmasında son derece etkin bir rol oynayan bu değerlendirmelerin alışkanlıklarıyla çeşitli yansıtıldığı görünümlerinin belli gözlenmektedir. başlı Kişilerin bazı aksak düşüncelerinin, düşünce onların duygularını ve davranışlarını yönlendirme etkisine sahip olduğu görüşünden hareketle, kişilerin sahip oldukları düşünce yapılarının, kuracakları kişilerarası iletişimler üzerinde de etkili olması kaçınılmaz olmaktadır. Buna bağlı olarak sahip olunan kalıplaşmış düşünceler, iletişimde sorunlar yaşanmasına sebep olmaktadır. Aşırı genellemelerde bulunma, olaylara ve insanlara karşı ya hep ya hiç tarzı yaklaşma, keşkeci düşünme, başkalarının fikirlerini değiştirme gayreti içinde olma, sahip olduğu kuralların asla değişmeyeceğini düşünme, hiç etkisi olmadığı halde olaylardan kendisini sorumlu tutma ya da üzerine alınma bu kalıplaşmış düşünceler arasında yer almaktadır. 2.2.2.7.1. Filtreleme Filtreleme, toptancı benlik anlayışının en dolaysız ifadesi olarak değerlendirilmektedir. Filtrelemede temel aksaklık; belirli bir bütünü, bireyi, olayı, bir tek öğeye dayalı olarak, diğer öğeleri ya saf dışı ederek ya da onlara seçici bir körlük geliştirerek değerlendirmesindedir. Sözgelimi eleştirilere duyarlı bir çalışana, patronunun bir gün, genelde yaptığı işten memnun olduğunu, ancak şu an yaptığı işi biraz daha hızlı tamamlamasını rica ettiği düşünüldüğünde, o kişinin bu yaklaşıma, patronun kendisini ‘yavaş’ olarak gördüğü anlamını verdiği gözlenmektedir. Çalışan, bu olayda toptancı bir benlik anlayışına sahip olarak hareket etmekte ve patronun kendisini yavaş bir personel olarak gördüğünü ve ben değerini yitirdiğini düşünüp kendisini çökertmektedir. 214 Böylece bu örnekteki kişi patronun, hızlı bir tempoda çalışma isteğini, bireysel değerini küçültücü bir eylem olarak yorumlayıp filtrelediğinden, patronunun işine yönelttiği övgüyü, filtreleme içinde göz ardı etmektedir. Çünkü patron çalışanından şikayet etmemiş, sadece 'işi hızlı yapmasını' istemiştir. Bu şekilde bütünün tek bir parçasını alıp değerlendirme yapmak bütünü görmeyi engellemekte ve körlük meydana getirmektedir. 2.2.2.7.2. Aşırı Genelleme Filtrelemede, bir bütüne bakıp, onun bir veya birkaç öğesine, ayrıntısına veya parçasına takılarak, o bütün hakkında bir değer biçilmesine karşın, filtrelemenin tam tersi olan bu düşünce biçiminde, olayın bütünü gözler önünde değilken bile, tek bir özellik veya öğeden bir bütüne genelleme yapılması söz konusu olmaktadır. Aşırı genellemede tek bir özellik, bütünün tamamını oluşturmaktadır. Bu kişilerin konuşmalarında, 'sık sık, her zaman, asla, daima, hiç kimse, herkes, kesinlikle' kelimelerini yaygın bir biçimde kullandıkları görülmektedir. Aşırı genellemede bir özellik, performans ya da davranış hakkında verilecek hüküm -bütünün diğer niteliklerini görmeden- bütün hakkında bir hüküm olarak kabul edilmektedir. Kişinin bir arkadaşının kendisiyle sinemaya gelmemesi durumunda 'Beni sevmiyor' diye düşünmesi, aşırı genelleme yapması demektir. Oysa arkadaşı sinemaya gitmeyi sadece kendi nedenlerine bağlı olarak istememiştir. Aynı şekilde bir kişi tek bir hata yaptığında ‘o kişi hep hatalı davranır' anlamlarının verilmesi, aşırı genelleme örnekleridir. Günlük yaşamda kişilerarası ilişkilerde, aşırı genelleme yoluyla çok sayıda etiketlemeler yapıldığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. ‘Ayşe’nin yüzüne bakılmaz’, ‘Engin değerli bir insandır’, ‘Uğur işe yaramaz’, ‘Beceriksiz biriyim’ ifadeleri, toptancı etiketlerdir. Bunları her insan ilişkisinde duymak olasıdır. Kişinin toptancı benlik anlayışını geliştirmesi durumunda, bu etiketleri hem kendine hem de başkalarına rahatlıkla uygulayabildiği görülmektedir. Bu inancın mantığına göre, başkalarının yöneltebilecekleri aşırı genellemelerden kaçınılması gerekmektedir. Çünkü, hata yapmanın, çevrenin gözünden düşmeye neden olduğu, bir zayıflık işareti olduğu, kişiyi aptal gibi gösterdiği ve hatanın gizlenmesi gerektiğine inanılmaktadır. Yine bu anlayış doğrultusunda, başkalarının belirli davranış ve sözlerinden 215 hareketle onlar hakkında aşırı genellemelerde bulunulmaktadır. Bu noktada kişi bencil, saldırgan veya kaba davranmışsa, onun bencil saldırgan veya kaba olduğuna, birisinin bir eksiği veya hatası yüzüne vurulduğunda, bunun kişiyi ondan bir basamak yukarıya çıkarttığına inanılmaktadır. Tüm bunların yanında, iletişimsizlik ortamı yaratan bu irrasyonel düşünce biçiminin bazı kişilerin, diğerlerinden daha iyi oldukları etiketlemesini yaptırdığı görülmektedir. 2.2.2.7.3. Etiketleme Kişilerin toplumdaki ilişkileri incelendiğinde, en sık kullanılan değer yargılarının başında, herkesin birbiri için kullandığı etiketlerin geldiği görülmektedir. Bir kişi ile ilgili bilgi istendiğinde veya kişinin kendi hafızasında o kişi hakkında bir değerlendirme yapmak gerektiğinde, otomatik olarak bu etiketler devreye girmektedir. Etiketlerin doğruluğu araştırılmamakta, bu değerlendirme ve etiketleme işleminin bir kez, hayatın bir döneminde, belirli bir zamanda yapılmış olması önemli olmaktadır. Değerlendirmenin yanlışlığı, asılsızlığı hatta tam tersinin ispat edilmesine karşılık kolaylıkla değiştirilmesi mümkün olmamaktadır. İşte önyargı, bu bakış açısının bir diğer adı olarak ifade edilmektedir. Dünyanın pek çok yerinde yaşanan kaosun, çatışmaların, huzursuzlukların, iletişimsizliklerin, çözümsüzlüklerin arkasında yatan başlıca nedenlerden birinin gereksiz, kasıtlı ve olumsuz önyargılar olduğu söylenebilmektedir. Bu konuda ünlü bilgin Einstein, bir önyargıyı yok etmenin atomu parçalamaktan daha zor olduğunu belirterek, kişilerarası ilişkilerde önyargıların ortadan kaldırılmasının bir anlamda imkansızlığı üzerinde odaklanılmaktadır. Önyargılar, kişinin yaşama objektif gözlerle bakabilmesini engelleyen en önemli etkenlerden biri olarak kabul edilmektedir. İletişimsizliği gündeme getiren etiketleme, kişinin bir olayda hata yapan birini ya da kendisini hemen aşırı genellemeden yola çıkarak etiketlemesi olarak değerlendirilmektedir. Örneğin, matematikte bir problemi çözemeyen bir çocuğa 'Sen aptalsın, matematiğe kafan çalışmıyor', iki akşam eve geç gelen eşine 'Zaten hep geç gelirsin' genellemesi ile 'Sorumsuzun birisin' etiketlemesi gibi. Etiketlemede, yapılanın değeri, kişilik değeri olarak görülmektedir. Ali bey, başarılı bir konuşma yapmıştır, Ali bey başarılı bir konuşmacıdır. Dar açılıdır, çünkü gözü, bir bütünün bazı parçalarını filtreler, diğerlerini görmez: Ayşe, beş sınava girmiş 216 ve başarılı olmuştur; sonuncusunda başarısız olmuştur ve bir tek bunu filtreleyip kendini başarısız ilan etmiştir. Bu örneklerin dışında etiketlemede olguyla inancı ya da sanıyı karıştıran bir dil ortaya çıkmakta, belirli bir konuda kazanılmış yetenek ya da bilginin belirli bir zaman kesiti içinde alınan ölçümü, kişiliğin bir ölçümü olarak kabullenilmektedir. 2.2.2.7.4. Kutuplaşmış Düşünce İnsan ilişkilerinin, yaşamlarında esnek davranmayı becerebilen kişilerle daha tutarlı ve işlevsel bir model oluşturduğu görülmektedir. Bu tür kişilerin çevreleriyle kurdukları iletişimde çok daha uyumlu ve rahat davrandıkları ortaya çıkmaktadır. Buna karşın iletişimsizliğin temel nedenlerinden birini oluşturan kutuplaşmış düşüncelere sahip olmada, kişinin kendisini ve diğer kişileri iyi ya da kötü, aptal ya da akıllı gibi tamamen iki ayrı uçta ve kutupta kabul etmesi söz konusudur. Siyah beyazın ortasındaki griler yaşamlarında bulunmamaktadır. Kişinin bazı alanlarda iyi, bazılarında da başarısız olması doğaldır. Kişileri iki ayrı uç arasında değerlendirmeye tabi tutmak, irrasyonel düşünce biçimi olarak nitelendirilmektedir. Davranış esnekliğinden yoksun olan böyle bir iletişim, kırıcı diyaloglarla sonuçlanabilmektedir. Kişilerarası ilişkilerin çeşitlilik ve değişkenlik göstermesinden dolayı, iletişim sürecindeki olaylarla ilgili değerlendirmelerin farklı farklı olması beklenmektedir. Bununla birlikte bazı kişilerin, olaylara ‘ya hep, ya hiç’ gibi bir düşünce tarzıyla yaklaştıkları görülmektedir. Bir işin kendilerinin gösterdiği şekilde yapılması ya da hiç yapılmaması, diğer kişilerin ya iyi ya da kötü olarak algılanması, kendilerine karşı hiç hata yapılmaması gibi birtakım katı tutumlara sahip olmak, olaylara geniş açıdan bakabilmeyi engellemektedir. Bu düşünce biçiminin kullandığı dilde, insanlar başarılı ve başarısız olarak iki kutup arasında gidip gelmektedir. Kişinin başarılı davranıp başarılı birisi olarak, bundan dolayı da başkalarının sevgi ve takdirini kazanmış olması gibi yanılgılı bir inanışa mahkum edildiyse, bütün çabasının öbür kutup olan ‘başarısız, takdir edilmeyen, sevilmeyen birisi’ olmamaya yöneldiği gözlenmektedir. Başarısız davranıp, başarısız biri olduğu yanılgısına kendisini kaptırması durumunda ise, tüm çabası, başkalarının sevgi ve takdirini elde edeceğine inandığı ‘başarılı, sevilen ve takdir edilen birisi’ olmaya yönelecektir. İşte bu kutuplar arası 217 yolculuğun faturası da kaygıdır247. Buna paralel olarak, iletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini sağlayan, olayları farklı açılardan ve olasılıklı düşünme tarzları yerine, bu süreci önemli ölçüde zarara uğratan kutuplaşmış düşüncelere sahip kişilerle iletişimde sorunlarla karşılaşıldığı gözlemlenmektedir. İnsanoğlu doğası gereği, yaşamına belirli bir anlam kazandırma eğilimi duymaktadır. Diğer kişiler tarafından nasıl algılandığı, kimlerce sevilip sevilmediği, kimlere güven duyup duyamayacağı, iş yaşamındaki geleceği gibi belirsizlik taşıyan pek çok konuyla meşgul olmaktadır. Sorulan bu sorulara anlamlı yanıtlar bulabilme çabası yaşam boyu sürmektedir. Buna bağlı olarak kişilerin, yaşadıkları ilişkilerde belirsizlik yaratabileceğini düşündükleri seçeneklerden mümkün olduğunca uzak durarak, sahip oldukları kutuplaşmış düşüncelerle yaşamı biraz daha belirgin hale getirme çabası içinde oldukları görülmektedir. Böylece yaşama bakış açıları farklılaşarak, yaşamı zihinlerde resmedildiği şekliyle sürdürme eğilimi ağırlık kazanmaktadır. Zihinlerdeki bu varsayımsal belirginliği korumak üzere, dünyayı kendi eksenleri etrafında dönmeye zorlama yanlışına düştükleri görülmektedir. “Kuşkusuz yaşam, belirsizlikler ve olasılıklar karşısında belirli seçenekler karşısında kararlar vererek ilerleme becerisidir”248. Bunu tam anlamıyla başarabilmek için, kişileri dar kalıplara sokacak düşünce biçimlerinden uzak durmak, olayları, durumları, ilişkileri tüm boyutlarıyla değerlendirip geniş açılarla düşünmek gerekmektedir. 2.2.2.7.5. Felaket Tellallığı/ Facialaştırma Ufacık bir delikten, kayığın batacağı anlamını çıkartmak, 'facia'laştırma olarak ifade edilmektedir. Bu düşünce tarzı, kişiye, benlik değerini her an kaybetme kaygısını yaşatmaktadır. Facialaştırma ve felaket tellallığı eğiliminde, hayal gücünün sınırlarını zorlayacak ölçüde, işte bir başarısızlığın, kovulma anlamına gelmesi, hasta olup yatağa düşmenin, herkese muhtaç olmak olarak değerlendirilmesi gibi pek çok düşünce söz konusu olmaktadır. Bu irrasyonel düşünce biçiminde, hatanın, kişiyi başkalarının gözünde kötü bir 247 248 Kadir Özer, Kaygı/ Sınanma Duygusuyla Baş Edebilme, a.g.e., s.86. Kadir Özer, İletişimsizlik Becerisi, a.g.e., s.76. 218 yere götürme, bir zayıflık işareti olma, ya da aptal yapma gibi felaketlere götüreceğine çok güçlü bir şekilde inanıldığından, benlik değerini özellikle hatalardan uzak tutarak koruma isteği bulunmaktadır. Hata yapılabilir ve hayat devam eder esnekliği yoktur. Hataları yaşam deneyimine çevirmek yerine, karşılaşılan durumların abartılması söz konusu olmaktadır. 2.2.2.7.6. Kontrol Yanılgısı Burada çevreyi sürekli kontrol etme yanılgısı vardır. Çevredeki kişilerin başarısızlığından ve başarısından kişinin kendini sorumlu tutma düşüncesi irrasyonel bir düşünce biçimidir. Bunun karşıtı olarak diğerlerinin duygu, düşünce ve davranışlarından da kişinin kendini sorumlu tutması irrasyonel bir davranış olarak ifade edilmektedir. Kişi çevresindekileri memnun etmek için aşırı yüklenme ve uğraşıya girerek kendi potansiyellerini ve enerjisini kendine harcamak yerine başkaları için uğraş vermektedir. Kimin neyi kontrol ettiğine ilişkin düşünceler temelde iki şekilde görülmektedir. Bu noktada çevrenin kişiyi ya da kişinin çevreyi kontrol ettiği yanılgılarından birinde ısrar edildiği gözlenmektedir. Hangi kontrol yanılgısı olursa olsun, benlik değerini koruma çabası içine girilmektedir. Benzer şekilde, başkalarının iltifatlarının ve beğenilerinin de, benliğe değer kattığına inanılmaktadır. Her şey başkalarının elindedir. Çevrenin kişiyi kontrol ettiği inanışına göre, başarılı veya başarısız; sevilen ya da sevilmeyen; iyi ya da kötü; becerikli ya da beceriksiz yapan çevredir ve kişi temelde çevrenin gücü karşısında acizdir. Kişinin değeri iniyor ya da çıkıyorsa, bunu kontrol edenin başkaları olduğu düşünülmektedir. Çevresel kontrol yanılgısının aşırı karşıtı, kişinin kendisine atfettiği kontrol yanılgısıdır. Buna göre, kişi çevresindeki her şeyden, başkalarının duygularından ve davranışlarından sorumlu olduğu inancını taşımaktadır. Dolayısıyla herkes muhtaç ve bağımlı görülmektedir. Çevreyi kontrol ettiği yanılgısıyla yaşayan kişinin kendisini, arkadaşlarının, ailesinin ve birçok kişinin mutluluğundan, acılarından, zevklerinden, şikayetlerinden, kaygılarından, yalnızlıklarından sorumlu tuttuğu görülmektedir. 2.2.2.7.7. Temelde Tercih Olan Davranış Seçeneklerinin Düşüncelerde Yasalaştırılması Sosyal yaşamda karşı karşıya kalınan çeşitli olaylar, birbirine bağımlı olarak, başka herhangi bir seçenek olmaksızın ortaya çıkmaktadır. Sözgelimi insanların ne 219 şimdi ne de başka bir zaman oksijensiz yaşamlarını sürdürebilmeleri mümkün değildir, ya da yere bir nesne atıldığı zaman yerçekiminden dolayı mutlaka düşmektedir. Dolayısıyla tüm bu ve benzeri olayların başka şekillerde ortaya çıkması ya da farklı seçeneklerin olması gibi bir durum söz konusu olmamaktadır. Bununla birlikte günlük yaşamda karşılaşılan olaylar, kişiler tarafından çoğu durumda bir zorunlulukmuş gibi algılanmakta, bu durum da kişilerarasında iletişimsizlik sürecinin yaşanmasına neden olmaktadır. Olayların kişilerin kendi bakış açılarına göre olması gerektiği, bunun dışında diğer seçeneklerin yanlış olduğu gibi inanışlara paralel olarak, kişiler bir anlamda özel anayasalarını oluşturmakta ve onun doğrultusunda hareket etmektedirler. Böylece gerçekte tüm renklerin varolduğu bir dünya, sadece siyah ve beyazlardan oluşan bir görünüme sahip olmaktadır. Buna bağlı olarak kişilerarası ilişkilerde, temelde pek çok seçeneği bulunan davranış ya da eğilimler, kişilerin düşünce yapılarında yasalara dönüştürülmektedir. Bu aksak düşünce tarzının üzerine oturduğu mantığa göre belirsizlik, olasılık, seçeneklilik yaşamsal bir olgu değildir. Her şey açık bireysel yasalara bağlıdır. Hem kişi, hem de başkaları için nerede ne yapılması ve yapılmaması gerektiği kuralların denetimindedir. Kullanılan dilde dikkat etmeli, yapmalı, benimsemeli, yerine getirmeli gibi -meli ve malı’lardan oluşan ifadeler ağırlık kazanmaktadır. Yorumlarımız, olaylara bakış açılarımız, olaylarla ilgili inanışlarımız, olaylara verdiğimiz anlamlar, bizim ‘zihinsel bahçemizde’ yer alan önemli olaylardır249. Dolayısıyla belli bir olayla ilgili farklı bakış açılarının, farklı anlamlandırmaların olabilirliğinin çoğu durumda göz ardı edildiği ve bunun yerine kişilerarası iletişim sürecinde seçeneksizlik mantığına, ‘-meli'lere, -malı'lara’, ‘olamazlara’, ‘mümkün değillere’ kapanıp kalındığı, her şeyin bu sınırlar çerçevesinde değerlendirildiği ortaya çıkmaktadır. Bireysel tercihleri, başkalarını da bağlaması gereken yasalar olarak görmenin kişiye kazandırdığı becerinin, öfkelenmek olduğu dile getirilmektedir. Kişinin duygularını ifade ettiğinde, bir değer yargısıyla veya rasyonel mantıkla karşılaşması durumunda, söylediklerine kulak verilmediği hissini taşıması söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla ifade edilen çeşitli duygular ‘-malısın’ larla karşılaşmaktadır: Genel anlamda değerlendirildiğinde kişilerarası ilişkilerde yaşayan, güncel, insanı teşvik 249 Kadir Özer, Üç Psikolojik Soru, a.g.e., s.17. 220 eden ve değişime açık bir diyalog kurmak yerine basmakalıp cevaplar verildiği ortaya çıkmaktadır. -Meli -malı 'ların bireye aile ve toplum tarafından öğretildiği ifade edilmektedir. Bu düşünce yapısında her şeyin kanunlara bağlandığı, kişinin kendisinin ve başkalarının nasıl olacağının tanımlandığı görülmektedir. Bunlar gerçekleşmediğinde kişi, benlik saygısını kaybedebilmektedir. Dürüst olmalıyım, mükemmel olmalıyım (öğrenci, evlat, eş vs.), her şeyi önceden görebilmeliyim, hata yapmamalıyım, acele etmeliyim, hep mutlu olmalıyım, kendimi sevdirmeliyim, adil olmalıyım gibi çeşitli ifadelerden oluşan meli malı’larla davranmanın yaratıcılığı yok ettiği ve diğer kişilerin bireyin meli malı'larına uymadığında sert tartışmaların çıkabildiği gözlenmektedir. Bu düşünce mantığında, kişilerarası ilişkilerde bir mahkeme söz konusu olmaktadır. Kişi kendini, bu mahkemenin hem yargıcı, hem avukatı, hem de savcısı olarak görmektedir. İnsanların nasıl davranmaları gerektiği konusunda kesin yargılıdır. Bu düşünce yapısına sahip kişilerin, başkalarının bakış açılarına önem vermedikleri ortaya çıkmaktadır. Bu mantıkla yaşayan kişinin kendini, bir adalet olduğu kadar bir doğruluk anıtı olarak da gördüğü ve kişilerarası ilişkilerde neyin doğru neyin yanlış olduğunu çok iyi bildiği inancını taşıdığı gözlenmektedir. Diğerlerinin bu doğrulara uymaması durumunda onlara karşı öfke yaşanmakta, çünkü bu kişiliğe bir saygısızlık olarak yorumlanmakta veya hiçe sayma anlamında değerlendirilmektedir. Bireysel yasaların doğruluğunu ve dolayısıyla benlik değerini korumak amacıyla sürekli olarak görüşlerin, dünya hakkındaki düşüncelerin ve davranışların doğruluğunun ispatı için çaba harcandığı görülmektedir. Böyle bir düşünce yapısına sahip olmak, dünyanın nasıl olması gerektiği ile ilgili belli şablonların olmasını da gerektirmektedir. Kişilerin yaşadıkları ilişkilerde farklılıkların ve seçeneklerin olduğu gerçeğini göz ardı eden, dünyayı tek renkli görüp diğer kişilerin de bu renge uygun davranmalarını bekleme gibi bir durum, sonuçta iletişimsizliğe yol açmaktadır. 221 2.2.2.7.8. Değiştirme Yanılgısı Bu düşünce biçiminin temelinde, kişi önemli ve mutlu hissetmenin hiçbir şekilde kendi seçimine bağlı olmadığına inanmakta ve başkalarının onun istekleri doğrultusunda değişmeleri gerektiği görüşünü benimsemektedir. Çoğu karı koca ilişkileri değiştirme yanılgısıyla doludur. Öyle ki, birbirlerini değiştirmek için çeşitli yarışlara ve mücadelelere girişildiği, her iki tarafın, eşinin değişmesiyle her şeyin düzeleceği yanılgısı içinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Kişi mutlu olmak istiyorsa, en iyisi başkalarını değiştirip, onun istekleri doğrultusunda yaşamalarını ne pahasına olursa olsun sağlamalıdır. Buna karşın aksak bir düşünce sistemi olarak değerlendirilen başkalarının kişinin kendi istekleri doğrultusunda değişmelerini istemek, iletişimsizliğin temel nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Herkesin kendi anayasasına göre karşısındakinden davranış beklemesi, çatışmalar doğurmaktadır. Her kişinin, ilişkide olduğu diğerinin farklılığını kabul edip, ilişkiyi yapılandırırken orta noktayı bulabilme becerisine sahip olmayı öğrenebilmesi sağlıklı bir iletişim açısından son derece önemlidir. Dolayısıyla iletişimsizliği gündeme getiren bu düşünce biçiminde, değiştirmeye çalışılan kişinin daha da sorunlu hale geldiği, çünkü onu değiştirmeye kalkışmanın, onu savunma sistemleri içine daha fazla ittiği, davranışını savunma konusunda daha da kararlı hale getirdiği, kişinin eleştirildiğinde savunmaya geçtiği ve savunmaya geçtiğinde de davranışı için haklı gerekçeler bulduğu ifade edilmektedir250. Bu durum kısa sürede iki insanın birbirinden daha da uzaklaşmasına neden olmakta ve aradaki mesafe büyümektedir. 2.2.2.7.9. Suçlama Karşısındakini suçlama ve kendini rahatlatma ya da kendini suçlama şeklinde ortaya çıkan bu aksak düşünce biçiminin kişinin gelişimini engellediği ve kişiyi etiketlemelere götürdüğü ifade edilmektedir. Bu düşünce tarzında suçlanacak birisinin olmasını bilmek büyük bir rahatlık vesilesi olarak görülmektedir. Örneğin U.S. News & World Report'un 16 Aralık 1996 tarihli sayısında çıkan makalenin başlığında ‘ben iyiyim, ama sen değilsin’ ifadesi yer almaktadır. Makalenin 250 Steve Chandler, Başarılı İlişkiler Kurmanın 50 Yolu, Çev: Günhan Günay, 1. Basım, Rota Yayınları, İstanbul, 2001, s.51. 222 özünü ‘bu benim hatam değil; başkasının hatası. Başkasının karaktersizliği ya da ahlaksızlığı, benim değil,’ düşüncesi oluşturmaktadır. Makaleye göre, 'Ben iyiyim, sen değilsin' sendromunun en çarpıcı tarafı, evrensel oluşudur251. Bu noktada kişilerde başkalarını suçlama alışkanlığının yaygın olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Bir diğer şekilde de kişi, benliğine olumsuz etiketler yapıştırarak kendini suçlamaktadır. Konuşurken sesi titriyorsa ‘aptallığına’, bir arkadaşı onu aramıyorsa, ‘itici olmasına’ fatura çıkartarak, toptancı benlik anlayışını daha da pekiştirdiği görülmektedir. 2.2.2.7.10. Fedakarlık Seferberliği Değiştirme yanılgısının tersine, fedakarlık seferberliği mantığı ile yaşayan kişi, başkalarına kendi ‘doğrularını’ kabul ettirerek mutluluğu garantilemek yerine; başkalarının saptamış olduğu doğrular için, onların istekleri doğrultusunda yaşaması gerektiğine, ancak eninde sonunda bu seferberliğin ona mutluluk getireceğine inanmaktadır. Kimseye hayır demeden, büyük bir fedakarlık göstererek yaşamak demek, başkalarının onayına ve ödülüne aşırı ihtiyaç duymak demektir. Görünüşte özgeci bir düşünce tarzı olmasına rağmen, burada asıl söz konusu olan, istenmese de, hiç ‘hayır’ demeden başkalarının mutluluğu ve rahatlığına hizmet etmenin, sadece bu fedakarlık süreci sonunda değil, fedakarlık yapıldığı sürece de başkalarının sevgisine neden olacağı inancının taşınmasıdır. Fedakarlıkların çevrenin gözünde oluşturduğu benlik değeri, nihai bir ödül olarak görülmekte, bu ödül gelmediğinde öfke, kızgınlık ve hayal kırıklığı duyularak, nankörlükle karşılaştığına inanan kişide depresyon ve somatik hastalıklar oluşabildiği ifade edilmektedir. Kişinin, hiç kimsenin değerini anlamadığından yakındığı görülmektedir. 2.2.2.8. Savunucu İletişim Kişilerin en sıklıkla karşılaştıkları iletişimsizlik nedenlerinden birini oluşturan anlaşılmamaya yol açan etkenlerden birinin de savunucu iletişim olduğu görülmektedir. “Olumlu ve güven verici iletişim, sevgi ve duyguların ifade edilmesinden doğmakta, düşmanca ya da savunucu iletişim ise, nefret (düşmanlık, kin duygularından) ya da 251 Russel W. Gough, Karakteriniz Kaderinizdir, Çev: Gökhan Sezgi, HYB Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2002, s.144. 223 egemen olan davranıştan kaynaklandığı sonucuna varılmaktadır”252. Savunuculuk, kişinin benlik bilincini koruma gereksiniminden ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalar, savunma özelliği arttıkça, iletişim sürecinde verimin de düştüğü, savunma azaldıkça mesajın anlamına ve yapısına daha çok dikkat edilebildiğini göstermektedir. Savunmacılık konusundaki literatürün değerlendirmesini yapan G. H. Stamp, A. L. Vangelisti ve A. Daly’nin, kavramsal bir savunmacılık modeli geliştirdikleri görülmektedir. Bu modele göre savunmacılık şu özelliklerle bağlantılı olarak ortaya çıkmaktadır:253 - kişinin kabul etmeyi reddettiği bir kusurun aslında kişi tarafından algılanıyor oluşu; - bu kusura duyarlılık; - saldıranın diğerinde bir kusur olarak algıladığı bir alan ya da konu üzerinde odaklanması; - bir başka kişinin başka bir saldırısı. Araştırma sonuçları bu dört etmenli savunmacılık tanımını doğrulamakta ve her bir etmenin insanların savunmacılık duygularına önemli, bağımsız bir katkıda bulunduğunu göstermektedir. Önceki araştırmaların savunmacı duyguların uyarılmasında iletişimin merkezi konumunu kabul etmekle birlikte, bu araştırmaların çoğunun savunmacılığa ya içsel bir psikolojik durum, ya da bir kişi tarafından icra edilen ve diğerinin savunmaya çekilmek gereğini hissettiği iletişim davranışı olarak yaklaştığı ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında kavramsal savunmacılık modelini geliştiren araştırmacılara göre ise, ortaya koydukları tanımın savunmacılığın etkileşimsel doğasını yansıtmasına paralel olarak bu model, konuyla ilgili mevcut literatüre önemli bir katkıda bulunmaktadır. İletişim sürecinde insanların çeşitli durumlarda reddedilme ve incinme korkusuyla içinden geçenleri olduğu gibi söyleyemedikleri ortaya çıkmaktadır. İnsanların çevresinin değerlerini ve beğenilerini dikkate alarak oluşturduğu tutum ve davranışların tümü sosyal benlik olarak ifade edilmektedir. Sosyal benlik, diğer insanları düşünerek oluşturulan görünüş, düşünce, davranış ve duyguların bir bileşimi, bir sentezidir. 252 253 Michael Ruffner, Michael Burgoon, a.g.e., s.206. Erol Mutlu, a.g.e., ss.249-250. 224 Sosyal benlik bilincinin yanında iç benlik bilincinin de olduğu ve bu bilincin görünüş, düşünce, davranış ve duyguların kişiye görünümü, onu etkileyiş biçimi olarak değerlendirildiği görülmekte, bu etki, son derece ona özgü ve onun iç dünyasına ait bir bireşim oluşturmaktadır. Sosyal benlik bilincinin, insan ilişkilerini kolaylaştırıcı işlevinin olmasının yanında kişinin yakın ilişki içinde olduğu, yaşamını paylaştığı bireylerle ilişkilerinde, sosyal benliğin baskın olması duygusal anlamda uzaklıkları ortaya çıkarabilmektedir. Savunucu iletişimin temel nedenleri karşılanmamış kişilerarası ihtiyaçlar, egemenlik ya da düşmanlık boyutlarıyla diğer kişinin algılanması ve kişilerarası çatışmadır. Bu üç durumun gereğine bakmanın geleneksel yöntemleri diğer kişiye karşı boyun eğme yada ona uyma, ya da onun üzerinde baskınlık kurma ve onu ezmeye çalışmadır254. Kişilikli yaşamanın bir boyutunu oluşturan toplumla uyumlu yaşama sürecinde, uzlaşabilmek için karşıdakini suçlamak yerine, onun olumlu yönlerini ön plana çıkarmak büyük önem taşımaktadır. Suçlamanın olduğu yerde, savunma veya karşı saldırı söz konusu olmaktadır. Çünkü suçlamak, karşı tarafı kışkırtmaktadır255. İnsan tabiatının en güçlü dürtülerinden biri de kendini savunmaktır. Ortak nokta bulmanın, karşıdakinin savunma mekanizmasını kırmasına karşın, insanların iletişimde, ortak yönlerden çok, farklılıklara odaklandıkları, bu durumun da savunuculuğun artmasına neden olduğu söylenebilmektedir. Kişilerin birbirinden çekinmesi ve herkes gibi değerlendirmenin söz konusu olacağını düşünmeleri durumunda, öncelikle karşılıklı bir güven ortamının oluşturulması gerekmektedir. Yargılayıcı, denetleyici, üstünlük belirten bir tutum içinde kesin bir tavırla konuşan kişilere karşı daha savunucu yaklaşıldığı gözlemlenmektedir. Buna karşın, kişinin karşısındakine kendisini eşit gören bir tutum içinde, soruna yönelik bir biçimde denemeci bir yaklaşımla anlayış göstererek konuşması, karşısındakinin daha az savunucu olmasını sağlamaktadır. 254 255 Michael Ruffner, Michael Burgoon, a.g.e., s.206. Tuncer Elmacıoğlu, Hayatın Bütününde Başarı, Hayat Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul, 2003, s.175. 225 2.2.2.8.1. Savunma ve Uyum Düzenlerinin İletişimdeki Rolü Savunma düzenlerinin tümünün normal insanların günlük davranışlarında görüldüğü, ılımlı ve ölçülü biçimde kullanıldıkları sürece, yaşamdan alınan doyumu zenginleştirdiği ve kişinin uyum sağlamasına yardımcı olduğu ifade edilmektedir. Bununla birlikte, kişinin sorun çözmede sürekli olarak bu düzenlere başvurması ve bunlara baskın bir rol vermesi durumunda, kendiyle ve başkalarıyla olan iletişimini bozan başlıca etkenlerden birini oluşturan kişilik uyumsuzluğunun ortaya çıktığı görülmektedir. Savunma düzenleri arasındaki sınırların kesin ve belirli olmadığı, çoğu kez kişinin sorun yaratan bir durum karşısında gösterdiği tepkinin iki ya da üç farklı savunma mekanizmasının özelliğini taşıyabildiği gözlenmektedir.(örneğin, yön değiştiren saldırganlık). Sağlıklı bir iletişim kurmak, doğru anlamak ve anlatmak açısından kişinin kendinin ve karşısındakinin kullandığı savunma düzenini bilmesi ve tanıması son derece önemlidir. Savunma ve uyum düzenleri olarak ifade edilen benlik işlevleri savunma görevi yaptıkça iletişimi bozmakta, uyum görevi yaptıkça iletişimi kolaylaştırmaktadır. Buna bağlı olarak iletişim, kaynakla alıcının tüm kişilik yapılarıyla başlatıp sürdürdüğü bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla iletişim, “kişiliklerin birbirine yansıtılması, birbirleri içinde çözülüp anlaşılmasıdır. Bu süreç içinde kaynağın ve alıcının kişiliğini oluşturan katmanlar ayrı ayrı ve bütün olarak işler yapmaktadır. İletişimin sağlıklı biçimde kurulup sürdürülmesinde bu katmanlardan gelen iletileri anlamak, tanımak kaynak ve alıcı açısından önemlidir. Böylece geri iletişim yoluyla iletişimi bozan gürültünün nedeni bulunmuş, giderilme olanağı yaratılmış olmaktadır”256. 2.2.2.8.2. Kişilerarası İletişimde Savunmacı Tutumu Arttıran Yaklaşım Biçimleri Gerçek bir savaşta, bize saldırılması yaşamımızı tehdit eder. Böylece biz geri çekilme, teslim olma ya da karşı saldırı alternatifleri arasında seçim yapabiliriz. Konuşma sırasında diğer kişiler tarafından bize saldırılmış hissettiğimizde – eleştirilmiş ya da yargılanmış- , hep o aynı tür yaşamda kalma zihniyetine girer ve otomatik olarak kendimizi savunuruz. Fakat konuşma savaştan farklıdır. Eleştiriye karşı kendimizi 256 Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, a.g.e., s.131. 226 savunduğumuzda kendimizi haklı göstermekten ziyade, bizi eleştiren kişiye daha fazla güç veririz257. Bu noktada pek çoğumuz için, savunucu olmaksızın eleştiriye cevap verme savunmasızlık, karşıdakine boyun eğmek, kendini yitirmek, kendisi hakkında kötü hissetmek anlamına gelmektedir. Öte yandan, savunucu tepkiler ortaya koyan kişilerin sert, kapalı bir yapıya sahip ve kendilerini diğer kişilerden soyutlayıcı olarak değerlendirildikleri gözlemlenmektedir. Bu durum aynı zamanda, kişinin kendine olan saygısını da zayıflatıcı bir etkide bulunmaktadır. Dolayısıyla burada kişinin, kazançlı çıktığı bir seçeneğin olmadığı görülmektedir. Landfield yaptığı bir araştırmada, bireyin güvenliği ve kendi hakkındaki beğenisi tehdit edildiği zaman, savunucu davranışın arttığını gözlemlemiştir. Bu tür tehdit durumları, daha çok bireyin kendisi için önemli olan ve onun davranışlarını değerlendirebilecek mevkide bulunan kişiler çevresinde olduğu zaman ortaya çıkmaktadır. İnsanların iki tür tanışığından birini oluşturan tehdit edici olan tanışıklarla kurulan iletişimde savunuculuğun kendini daha sık gösterdiğini ifade etmektedir258. Savunmacı tutumun en önemli nedenlerinden birini, kişinin doyurulmamış kişilerarası ihtiyaçları oluşturmaktadır. Kişinin benlik imajını doyum veren bir biçimde oluşturabilmek için, başkalarından destekleyici geribildirimler almaya ihtiyacının olduğu ifade edilmektedir. Bu ihtiyaç karşılanmadığında bir kaygı duygusunun oluştuğu ve bu duygunun bazen çok kısa sürdüğü ve çözüldüğü görülmektedir. Bununla birlikte, kaygının çözülemediği durumlarda kişi başkalarıyla birlikte iken savunmacı bir tutum içine girmektedir. Savunmacı davranış kaygının ve korkunun temsilcisidir. Kendini, beden duruşu, yüz ifadesi, hareketler ve sözel göstergelerle belli etmektedir. Bu durum aynı zamanda diğer kişilere de dikkatli olmaları için bir uyarı mesajıdır. Kimi zaman da kişi kendisini yetersiz ve çaresiz hissettiğinde bilinçdışı savunmalara başvurmaktadır. Bu savunmalara ne kadar sık başvurursa onlara o kadar sık ihtiyaç duyduğu gözlenmektedir. Bağımlılık yapan maddelerle ilişkilerde olduğu gibi kısa zamanda kişinin benlik denetimini ele almakta ve onlarsız yapamayacağını 257 Sharon Ellison, “Responding to Criticism Without Being Defensive”, http://www.amazon.com/exec/obidos/tg/detail/-/0972002103/myriamagazine, 20,05.2004. 258 Doğan Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, 7. Basım, İstanbul, 1994, s. 152. 227 hissetmektedir. Alışkanlık haline gelen savunmalar, karşılaştığı en ufak stres durumunda hemen devreye giren davranış kalıpları olarak otomatikleşmektedir259. İletişimi anlamanın bir yolu, onu bir dil sürecinden çok bir insan süreci olarak değerlendirmektir. Kişiler duyguları, yaşam deneyimleri, benlik anlayışları, beklentileri ve toplumdaki konumlarıyla ayrı kişilikleri oluşturmaktadır260. Buna bağlı olarak ne kadar kişi varsa o kadar anlamlandırma ve algı farklılığının olduğu görülmektedir. Savunucu davranış, kişinin kendisine yönelik bir tehdidi algıladığı ya da grup içinde tehditle karşılaştığında ortaya çıkan davranış olarak tanımlanmaktadır. Savunucu biçimde davranan kişi, konuşmanın genel noktalarına dikkat etmesine karşın, enerjisinin önemli bir bölümünü kendisini savunmak için ayırmaktadır. Karşıdaki kişiyle konuşmasının yanında, diğer kişilere karşı nasıl göründüğü, daha uygun nasıl görünebileceği, maruz kaldığı yargılamalar karşısında nasıl galip gelebileceği, bunlar üzerinde nasıl baskın olacağı, etkileyeceği ya da bunlardan kaçabileceği, ve/veya beklenen bir saldırıdan nasıl kaçınabileceği ya da saldırıyı nasıl dindireceği hakkında düşünmektedir. Bu tür iç duygular ve dışa yansıyan davranışlar, diğer kişilere karşı benzer ölçüde savunucu tavırların ortaya çıkmasına yol açmakta ve eğer kontrolsüz olursa, meydana gelen bu birbirine bağlı tutumlar, giderek zarar verici olmaktadır. Bunların sonucunda, savunucu davranışın savunucu dinlemeye neden olduğu, bunun da konuşmayı başlatan kişinin savunma düzeyini arttıran bedensel, yüze ait ve sözlü işaretlerini ortaya çıkardığı görülmektedir. Savunuculuğun artması, dinleyicinin mesaja odaklanmasını büyük ölçüde engellemektedir. Savunucu iletişimde bulunan mesajı gönderen kişi, değişken değerlere, güdülere ve etkilere sahip mesajlar iletmekte kalmamakta, savunucu dinleyiciler de aldıkları mesajları çarpıtmaktadır. Kişinin giderek daha fazla savunucu oldukça, karşıdaki kişinin duygularını, değerlerini ve güdülerini doğru bir biçimde algılayabilme ve anlamlandırabilme yeteneğinin giderek azaldığı ifade edilmektedir. Yapılan araştırmalar, savunucu davranıştaki artışın, iletişimde verimliliğin düşmesiyle kesin olarak karşılıklı bağlantısının bulunduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle, gruplarda 259 260 Cengiz Güleç, İnsana Yolculuk, HYB Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2002, s.110. Merih Zıllıoğlu, İletişim Nedir?, Cem Yayınevi, 2. Basım, İstanbul, 2003, s.281. 228 savunucu tutumlar ortaya çıktığında, mesajları çarpıtılmış bir biçimde anlamlandırmanın daha fazla olduğu ileri sürülmektedir. Bunun yanında, ifade edilenlerin tersi bir durumun da gerçeği yansıttığı görülmektedir. Daha destekleyici ve savunuculuğu azaltıcı tutumların, dinleyicinin kendi kaygıları, güdüleri ve ilgilerinin yansımalarından kaynaklanan anlamların çarpıtıldığı iletişimi azalttığı noktası üzerinde durulmaktadır. Böylece savunuculuk azaldıkça, mesajın bilişsel anlamlarına, içeriğine ve yapısına daha iyi odaklanabilmesi mümkün olmaktadır. Çeşitli ortamlarda yapılan tartışmaların kayıtlarıyla sekiz yıllık bir süreçte yapılan çalışmalarda Gibb, altı çift savunucu ve destekleyici kategori geliştirmiştir. Savunucu kategorideki niteliklerden herhangi birine sahip olmak, iletişim sürecinde savunuculuğu arttırmakta, buna bağlı olarak iletişimsizliğin yaşanması söz konusu olmaktadır. Bu tür tepkilerin derecesi, belli bir zamanda gruptaki genel ortama bağlı olarak ve kişinin savunuculuk düzeyine dayalı olarak meydana gelmektedir261. Bu nitelikleri şöyle belirtmek mümkündür: Değerlendirici Davranış Değerlendirici bir biçimde ortaya çıkan konuşma ya da diğer davranış, savunuculuğu arttırmaktadır. İfadesi, konuşma tarzı, ses tonu ya da sözel içerikle, mesajı gönderen kişinin, dinleyici tarafından kendisinin yargılandığı ya da değerlendirildiği biçiminde algılanması durumunda, dinleyici de hemen savunmaya geçmektedir. Kuşkusuz diğer faktörler, böyle bir savunucu tepkiyi engelleyebilmektedir. Örneğin, eğer dinleyici, konuşan kişinin, kendisini konuşmacıya eşit olarak gördüğünü, açık ve samimi davrandığını düşünürse mesajdaki değerlendiricilik etkisiz hale gelebilmekte ve hatta algılanmama olasılığının yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu aynı ilke, etkili bir biçimde savunma üreten tutumların diğer beş kategorisine de aynı derecede uygulanmaktadır. Bu altı kategori birbirini karşılıklı olarak etkilemektedir. Çünkü kişilerin diğerlerine karşı tutumlarının sıklıkla ve çoğu durumda kaçınılmaz olarak değerlendirici ve yargılayıcı olduğu ortaya çıkmakta, savunucu 261 Jack Gibb, “Defensive Communication”, www. geocities.com/toritrust/index.html, 07.09.2004. 229 biçimde davranan kişinin ifadelerini yargılayıcı olmaktan uzak olarak değerlendirmenin zorluğu gündeme gelmektedir. En basit soru bile, mesajı gönderen kişinin kendi değer sistemine uyan yanıtı beklediği ya da onları içeren yanıtı genellikle ifade etmektedir. Dinleyen tarafından eleştiri ya da yargılama olarak algılanan değerlendirmeler savunma davranışına yol açabilmektedir. Örneğin, kişinin herhangi bir sorunu dile getirirken açık ya da kapalı olarak genellikle ‘sen’ sözcüğü ile başlayan ifadeler kullanması durumunda, karşıdaki kişide olumsuz ve savunmacı bir tepkinin ortaya çıktığı görülmektedir. Örneğin, ‘yeterince açık konuşmuyorsun, beni hiç anlamıyorsun, doğruyu söylediğine inanmıyorum’ gibi ifadeler karşıdaki kişinin duyguları ve düşünceleriyle ilgili yorumlardır ve o kişiye ‘Ben senin duygu ve düşüncelerini senden daha iyi biliyorum’ mesajını vermektedir. Kişilerarası iletişimde bazen kullanılan ifadelerin karşıdaki kişiyi yargılayıcı nitelikte olduğu görülmektedir. Bu tür yargılayıcı ifadeler, karşıdaki kişinin uzaklaşarak geri çekilmesine neden olabileceği gibi, karşı saldırıya geçmesine de uygun bir zemin hazırlamaktadır. Bu bağlamda sen dilinin suçlayıcı, davranıştan çok kişiliğe yönelik, kişiye anlaşılmadığını hissettiren, yeniden konuşma isteğini engelleyici, kişiyi inciten, kıran dolayısıyla kişinin direnmesine, yani savunucu iletişime neden olduğu ifade edilmektedir. Savunucu iletişim ise iletişimin içerik düzeyinden ilişki düzeyine geçmesine, ilişkinin bir savaş, bir kazanma sorununa dönüşmesine neden olmaktadır. Kişilerin kendi yetersizliklerinden kaçmak için karşılarındaki kişilere sen dili ile yönelttikleri eleştiriler, saldırı mantığına dayandığı için kişiliğe yönelik olarak algılanmaktadır. Sen mesajları, kişinin kendisi hakkında bir ileti göndermemekte, tamamen karşıdaki kişiye odaklanılmaktadır. Değerlendirici olanın aksine tanımlayıcı konuşma, savunucu tepkileri minimum düzeye indirmektedir. Özellikle, alıcının tutum ya da davranışını değiştirmesini gerektirmeyen ya da buna yönlendirmeyen duyguların, olayların, algılamaların ve süreçlerin sunumu, savunucu tepkilerin ortaya çıkmasını azaltmaktadır. 230 Denetimci Davranış Konuşan kişinin denetlemeye yönelik bir tutum içersinde olması, dinleyiciye daha yetersiz, daha aciz olduğu izlenimini yansıttığından, dinleyicinin savunuculuğunu arttırmaktadır. Kişinin benliğiyle ilgili, duygusal ve düşünsel açıdan kendisinin bir parçası olarak gördüğü konularda, savunuculuk düzeyinin yüksek olduğu görülmektedir. Dinleyiciyi kontrol etmek için kullanılan konuşma, direnmeye neden olmaktadır. Sosyal ilişkilerin çoğunda, bir kişi diğerine bir tutumu değiştirmek, davranışı etkilemek ya da hareket alanını sınırlamak gibi bir amaçla mesaj iletmekte, sonuçta bu mesajların savunucu bir iletişim ortamı yaratabildiği görülmektedir. Karşıdaki kişiyi denetlemeye yönelik girişimler, o kişi tarafından, aldığı mesajlarda gizli amaçlardan kuşkulanması sebebiyle karşı çıkmasını şiddetlendirmekte ve böylece savunuculuğu ortaya çıkarmaktadır. Karşıdaki kişiyi değiştirmek için ortaya konan tüm çabalardaki açıkça söylenmemiş, örtük yan, değiştirilmesi gereken kişinin yetersiz olduğu sanısından yola çıkmaktadır. Konuşmacının dinleyiciyi ilgisiz, kendi kararlarını veremeyen, bilgisiz, olgunlaşmamış, akılsız, yanlış ya da yetersiz tutumlara sahip olarak gizli bir biçimde değerlendirmesi, sonraki aşamada savunucu tepkiler için geçerli bir taban oluşturan bir bilinçaltı algılama olarak ifade edilmektedir. Kontrol yöntemleri çok ve çeşitlidir. Toplumsal bağlamda alınan sınırlayıcı düzenlemeler ve politikalar, tüm yasalar bu yöntemlerin arasında yer almaktadır. Jestler, yüz ifadeleri, sözsüz iletişimin diğer biçimleri ve belirli bir tarzda bir kapıyı açık tutma gibi basit hareketler bile, kişinin kendi isteğini diğerine empoze etme aracıdır ve bu aşamadan sonra dinleyicide direnmenin potansiyel kaynaklarını oluşturmaktadır. Öte yandan, soruna yönelik tutum, ikna etmenin karşıtıdır. Mesajı gönderen kişi, karşılıklı bir sorunun tanımlanması ve çözümünün aranmasında işbirliği yapma isteğiyle iletişim kurduğunda, dinleyicide de aynı soruna yönelme konusunda eğilim yaratmaktadır ve daha büyük bir önem taşıyan nokta, göndericinin empoze edilecek bir yöntem, tutum ya da önceden kararlaştırılmış bir çözüme sahip olmadığı anlamına gelmektedir. Bu tür bir davranış mesajı alan kişinin, göndericiyle paylaşım içinde olmasına, kendi gelişimini değerlendirmesine, kendi kararlarını vermesine, kendi 231 hedeflerini oluşturmasına, kendi düşünce ve değerlerini ortaya koymasına olanak tanımaktadır. Bu esnekliğin sadece mesajı gönderen kişinin kontrol uygulamak için gizli istekleri olmadığına dair sözlü vaadinin ötesine gittiği görülmektedir. Strateji İzleyen Davranış Mesajı gönderen kişinin, belirsiz anlamlı ve çeşitli motivasyonları içine alan bir kurnazlıkla hareket ediyor olarak algılanması durumunda, alıcı savunucu olmaktadır. Kimse bir kobay, önceden belirlenmiş bir oyunun oyuncusu olmak istememekte ve hiç kimse bir kısım gizli motivasyonun kurbanı olmayı tercih etmemektedir. Gizlenen şey, gizli tutulan öğenin algılanan büyüklüğünü kararlaştıran dinleyicinin savunuculuğunun derecesiyle olduğundan daha büyük gözükebilmektedir. Buna karşın, alınan mesajın taşıdığı anlam göz önüne alınmayarak, belli bir amaca yönelik, insanları kandırmak için hile ve numara olarak algılanan şeylere karşı olan, konuşmacının karşıdaki kişiyi kendi kararlarını verebilmesi için düşündürmesi ya da dinleyiciye kendisinin onunla bir insan olarak samimi bir biçimde ilgilendiğini, açık ve dürüst davrandığını hissettirmesi durumunda, iletişim sürecinde savunuculuğun gelişmesi tehlikesi azalmaktadır. Şiddetli tepkiler, özellikle mesajı gönderen kişinin belli bir stratejiyi, planı izliyor göründüğünde ortaya çıkmaktadır. Umursamaz Davranış Dinleyicinin konuşmadaki tarafsızlığı kendisine yönelik ilgisizliğin bir göstergesi olarak algıladığında, savunucu olduğu görülmektedir. Dinleyicinin taşıdığı değere saygı gösteren ve doğru empatik tepkiler aldığı iletişim, destekleyici ve savunuculuğu azaltıcıdır. Konuşmacı dinleyicinin sorunlarına değer ve önem verdiğinde, onun duygularını paylaştığında ve yüz ifadesiyle onun duygusal tepkilerini kabul ettiğinde mesaj, karşıdaki kişiye güven verici sonuçlar ortaya koymaktadır. Çoğunlukla destek verme niyetiyle yola çıkılmasına karşın, alıcının aşırı derecede endişeli olduğu, kendisini reddedilmiş hissetmemesi gerektiği ya da kötü hissettiği konusunda alıcıyı ikna ederek onun duygularının haklılığını reddeden boş çabalar, dinleyicide kabul edilmeme olarak algılanmakta ve derin etkiler bırakabilmektedir. Karşıdaki kişiyi değiştirme çabasının eşlik etmediği onun duygularını anlama ve onunla empati kurma, yüksek düzeyde destekleyici olmaktadır. 232 Empati kurma konusunda jestlerle ilgili ipuçlarının önemi ifade edilmelidir. İlginin beden diliyle açık bir biçimde gösterilmesi, çoğunlukla derin seviyedeki kabulün geçerli bir kanıtı olarak yorumlanmaktadır. Üstünlük Taslayan Davranış “Adler'e göre insan denen varlık, bütünü ile bir amacın etkisi altındadır. Bu amaç, üstünlüğü, erekliliği sağlamaya çalışır. Başkalarını geçmek şeklinde kendini belli eder. İnsan yaşadığı sürece, bütün çağlarında ve yaşlarında daima herkesten daha üstün olmak, güçlü, erekli görünmek arzusunu duyar”262. Mesajı veren kişinin üstünlüğünü kanıtlamaya çalıştığı algısı da, dinleyicide öfke ya da yetersizlik duyguları yaratarak savunmayı arttırabilmektedir. Bir kişinin kendisini, mevki, güç, varlık, zihinsel yetenek, fiziksel özellikler ya da diğer şekillerde üstün hissederek ve bu tür mesajlar yansıtarak diğer kişiyle iletişim kurması durumunda, o kişide savunucu tutum ve davranışların ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Buna bağlı olarak dinleyicide yetersizlik duygularını uyandıran çeşitli faktörler, dinleyicinin idrak etmeye ilişkin öğelerden ziyade konuşmanın duygu yükü üzerine odaklanmasına neden olmaktadır. Bu durumun sonucunda alıcı, mesajı duymayarak, onu unutarak, mesajı gönderen kişiyle rekabete geçerek ya da o kişiyi kıskanarak tepkide bulunmaktadır. Mesajı gönderen kişinin kendisini, dinleyiciyle eşit bir konumda gören bir atmosferi yaratan pek çok nokta söz konusudur. Dinleyicinin, konuşmacının karşılıklı güven ve saygıya dayalı katılımcı bir iletişim sürecine girmeye istekli olduğunu algılaması durumunda, savunuculuğun azaldığı görülmektedir. Yetenek, değer, görünüş, statü ve güçteki farklılıklar çoğunlukla olmakta, bununla birlikte iletişimde savunuculuğun azalması, bu tür farklılıkların göz ardı edilmesiyle mümkün görünmektedir. Kesinlik Taşıyan Davranış Düşünce esnekliği olmayan, kendi bakış açısında direten bir tutum, dinleyiciyi savunmacı bir davranış geliştirmeye yönlendirebilmektedir. Örneğin, ‘Kırılmaya hiç hakkın yok, böyle davranmak için haklı nedenlerim var’ şeklinde bir ifade dinleyicide otomatik olarak olumsuz bir etki yaratmaktadır. 262 Alfred Adler, Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Çev: Halis Özgü, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.11. 233 Bu doğrultuda savunuculuğun ortaya çıkmasında dogmatik tavır ve davranışların etkileri ön plana çıkmaktadır. Bütün cevapları bildiğine inanan, hiçbir ek bilgiye gereksinim duymayan, kendilerini bir öğretmen, karşısındakileri bir öğrenci olarak gören kişilerin, diğerlerinin savunucu davranışlar göstermesine yol açtığı ifade edilmektedir. Dahası, belli bir konuda kendi bakış açısının tek doğru olduğuna inanan kişilerin mesajlarında, dinleyicilerin çoğunlukla içsel aşağılık duygusunu çağrıştıran belli kesinlik ifadeleri algıladıkları gözlemlenmektedir. Dogmatik kişiler, haklı olmaya ihtiyaç duyan, bir problemi çözmekten çok, tartışmayı kazanmak isteyen ve kendi düşüncelerini savunulması gereken gerçekler olarak değerlendiren kişiler olarak görülmektedir. Bu tür davranış çoğunlukla diğerlerini kontrol altına alma girişimlerini göstermektedir. Haklı olduklarını düşünen kişilerin, kendileriyle aynı fikirleri paylaşmayan, düşünceleri yanlış olarak değerlendirilen üyelere düşük tolerans gösterdikleri ortaya çıkmaktadır. Bu tür kişilerin hoşgörüsüzlükleri, mesajlarında doğruluk payı olanların da göz ardı edilmesi ve bunlara karşı savunucu tepkilerin doğmasıyla sonuçlanmaktadır. Buna karşın, konuşan kişi kendi davranışı, tutumları ve fikirlerini sorgulamaya istekli bir biçimde iletişime geçtiğinde, dinleyen kişinin savunuculuğunu azaltabilmektedir. Geçici tutumlar takınan, konuların belli bir yanında yer almaktan ziyade onları araştıran, şüphecilikten problem çözmeyi tercih eden, tecrübe etme ve keşfetme konusunda istekli davranan kişiler, düşüncelerin araştırılması ve incelenmesinin paylaşımı üzerinde dinleyicinin de belirli kontrolü olabileceği bir iletişim sürecine yönlendirebilmektedir. Kişinin araştırıcı bir tutumla hareket etmesi durumunda, karşıdaki kişiden gelecek olan yardım ve arkadaşlığı reddetmesi beklenmemektedir. Tüm bunların yanında ‘Neden’ sözcüğünün kullanıldığı bazı soruların da savunmaya yol açabildiği ifade edilmektedir. Günlük yaşamda kişilerin bazı sözcüklere, sözlük karşılıklarını aşan anlamlar yükledikleri görülmektedir. Neden sözcüğü de bunlardan biridir. Aslında bu sözcük, içerik olarak bir şeyin nedenini öğrenme isteğini belirten bir merak ifadesi ve sembolüdür. Ancak, kullanıldığı ortama göre farklı mesajlar iletebilmektedir. Örneğin ‘Neden beni aramadın?’ sorusu kişinin, karşıdaki kişinin aramamasının gerçek nedenini öğrenme isteğinden çok, ona aramadığı için 234 kızgın olduğu mesajını vermektedir. Kişilerarası iletişimde bu sözcüğe, sözlük anlamının yanısıra hesap sorma anlamının da yüklendiği ortaya çıkmaktadır. Kullanımda bu anlamıyla daha sık karşılaşıldığı için, ‘Neden’ sorusu savunmacı tutumu arttırabilmektedir. Kişilerin dolaylı mesajlara başvurdukları sürece, hem asıl söylemek istedikleri şeyi söyleyememe, hem de bunlardan zarar görme riski artmaktadır. Duygu ne kadar olumsuz ve ne kadar yoğun olursa olsun, açık bir biçimde ifade edilmesi, dolaylı duygu ifadelerinden çok daha az savunma yaratmaktadır. Dolaylı geribildirimler, bir anlamda sihirli aynalar olarak değerlendirilmektedir. Hiç bir zaman gerçek görüntüyü yansıtmamaktadır. Bunun yanında, dolaysız ve açık geribildirim vermenin de her zaman kolay olmadığı görülmektedir. Kişinin duygularını açıkça söylemesi, karşıdaki kişinin bazen hoşuna gitmeyebilmektedir. Burada göz ardı edilmemesi gereken nokta, doğru aynaların kişiye değiştirebileceklerini değiştirme, değiştiremeyeceklerini de kabul etme fırsatı vermesidir. Esneklik ve karşılıklı anlama çabasının olduğu etkileşim süreçlerinde savunma eğiliminin daha az olduğu ortaya çıkmaktadır. Araştırmalara göre, kişilerarası güven ile destekleyici, kabul edici bir ortamın birleşmesi sonucunda savunmacı tutum azalmaktadır. Savunmacı tutumun azalması da kişilerarası güvenin artmasına ve kişilerarası iletişimin sağlıklı yürümesine katkıda bulunmaktadır. 2.2.2.9. Empatide Başarısızlık Empati kuramamanın en temel iletişimsizlik nedenlerinden birini oluşturduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Kişilerarası iletişimde empati, bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak, onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması olarak değerlendirilmektedir. Empati ya da başka bir deyişle duygu sezisi psikolojik bir terim olarak insanın diğer insanların gerçekliğini, nasıl algıladıkları ve yorumladıklarını, bu gerçekliğe ilişkin kendi görüşlerinden vazgeçmeksizin anlama yetisi olarak tanımlanmaktadır. Empati, iletişimde bulunan kişinin söylediklerinin değerlendirmesini yapmadan sorununu ve neler hissettiğini anlamaya yönelik bir çabadır. Herhangi bir olay, kavram ya da durumla ilgili olarak kişinin kendisini başkalarının yerine koyup onlar gibi değerlendirilmesi, başkalarının gözüyle bakabilme yeteneğidir. 235 Empati, diğerlerinin nasıl davranacakları konusunda tahminde bulunabilmek için, diğerlerinin içsel yaşantılarına ve kişiliklerine kişinin kendisini yansıttığı süreci ifade etmektedir. Diğerlerinin içsel yaşantılarını kişi kendi tutum ve eğilimleriyle karşılaştırarak anlamaktadır263. Bu bağlamda empati tanımlamalarının iki grupta toplandığı görülmektedir. Bunlardan birincisi, diğer insanların duygularının, düşüncelerinin ve amaçlarının farkında olmadır. Empatiye ilişkin bu bilişsel bakış açısı rol alma, diğer insanların duygu durumunu tanıma, sosyal biliş gibi başlıklar altında toplanan çok sayıdaki araştırmalarına dayanmaktadır. İkinci grup tanımlamalarda ise empati, diğer insanların duygularını imgeleme yoluyla anlamak ve benzer duygusal tepkileri vermektir264. Bu iki anlayışın birbiri içine geçmiş durumda olduğu ve bir başkasının duygusal durumunu imgeleme yoluyla anlama becerisinin, o kişinin duygusal durumunu bilişsel olarak anlayabilmeye bağlı olduğu ifade edilmektedir. Barret-Lennard, empatiyi, sadece karşımızdaki kişinin tepkisini doğru olarak öngörmek olmayıp, kişilerarası döngüsel bir iletişim modeli olduğunu savunmuştur. Bu kurama göre empatik davranış döngüsünün üç basamağı vardır265: - A kişisi B kişisinin mimiklerini anlamlandırır, onu empatik biçimde dinler. Bu sadece A'nın içsel bir işlemidir. - B'nin anlattıkları A tarafından empatik olarak anlaşılır ve ifade edilir. - B, A'nın empatik mesajını algılar ve bu tepkinin doğruluğu hakkında geribildirim verir. Bu modele göre, empati ve kendini açma davranışının birbirinin tanımlayıcısı oldukları kabul edilmektedir. Her ikisi de kişilerarası ilişkilerde eşzamanlı oluştukları koşulda anlamlıdır. Buna göre, bir kişi ancak kendini açarsa, karşısındaki de onunla empati kurabilmektedir. Benzer şekilde bir kişi, karşısındaki kişinin empatik tepkisini yansıtacağını bilirse, kendisini gerektiği gibi ve etkili biçimde ifade etmektedir. 263 David K. Berlo, The Process of Communication: An Introduction to Theory and Practice, Michigan State University, Rinehart Pres, San Francisco, 1960, s.130. 264 Arzu Gürkan, “Empati Kavramına Genel Bir Bakış”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı:12, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 2001, s. 50. 265 Lennard Barret, “The Empathy Cycle; Refinement of a Nuclear Concept and Some Theoretical Considerations”, Journal of American Psychoanalitic Association, 31, s.101. 236 Buradan empati konusunda bireysel farklılıkların dayandığı faktörlere gelindiğinde, dört farklı bireysel özellikten söz edildiği görülmektedir: - Belirli durumlara ilişkin farklı yaşam deneyimleri - Dikkatin odağına bağlı olarak durumun farklı algılanması - Zor durumda olan kişi ile yaşanılan ilişkinin farklılığı - Hem empati eğilimi hem de genel duygu durumu bakımından mizaç farklılıkları. Empati kuracak kişinin, kendisini karşısındakinin yerine koyması, orada bir müddet kalıp olaylara onun bakış açısıyla bakması gerekmektedir. Her insanın, dünyaya kendi bakış açısıyla baktığı görülmektedir. İnsanın en kolay anlayabileceği kişinin kendisi olduğunun ifade edilmesine bağlı olarak, bir başka insanı anlamanın en kolay yolunun, kendini onun yerine koymak olduğu ortaya çıkmaktadır. Kendisini, karşısındaki insanın içinde bulunduğu atmosferde düşünen ve o atmosferi bütün ayrıntılarıyla hissetmeye çalışan kişi, önce diğer insanın içinde bulunduğu psikolojik ortamı, sonra da o insanın duygularını ve sorunlarını anlayabilme imkanını elde etmiş olmaktadır. Teknolojinin, insanların duygu dünyaları üzerinde bile egemenlik kurduğu modern çağların insanlarının, çağdaşlarıyla aralarındaki sorunların çoğu, kendilerini diğer insanların yerine koyamamaktan, onların içinde bulunduğu atmosferi anlayamamaktan kaynaklanmaktadır. İnsanların, diğer insanların yaşadıklarına hep kendi bulundukları noktalardan, kendi dünyalarından bakmaları sonucunda, onları anlayamamaları için yeterli bir neden açığa çıkmaktadır. Çünkü karşıdaki kişi bir başka noktada durmakta, bir başka dünyada yaşamaktadır. Kişi, başkalarının yaşadıklarına ve diğer insanlarla ilgili durumlara hep kendi bulunduğu noktadan baktığında bütün durumları ve gelişmeleri kendi deneyimlerine ve ölçütlerine göre değerlendirmekte, sürekli kendi çıkarlarını ön planda tutarak düşünmekte ve davranmaktadır. Bir bakıma, baktığı yerde de büyük ölçüde kendi dünyasındaki görüntüleri görmektedir. Bu da zamanla anlaşmayı ve barışı olanaksız hale getirmektedir. İnsanların, diğer insanların içinde yaşadığı dünyalara yine onların gözüyle bakmayı öğrenmedikçe evrensel barışın da hep bir ütopya olarak kalacağı ifade edilmektedir. İnsanların, bilmedikleri, tanımadıkları yeni bir coğrafyaya ya da mekana 237 girmeden önce, gidecekleri yerin özelliklerini öğrenmeye ve buna göre hazırlık yapmaya çalıştıkları görülmektedir. O yerin atmosferi, koşulları, orada bulunanlar hazırlık aşamasının verileri ve ölçütleridir. Bir insanla iletişim kurmak, konuşmak, onu anlamak ve ona bir şey anlatmak da benzer bir süreci gerektirmektedir. O insanın özellikleri, psikolojisi, huyları, bilgileri, deneyimleri, zevkleri, korkuları dikkate alınarak iletişim sürecinden önce bir hazırlık yapılması ve o kişinin içinde bulunduğu psikolojik atmosfere ve dünyaya girilmeye çalışılmasının önemi vurgulanmaktadır. Bu durum insanın, bir başka insanı anlamasının ve ona kendisini anlatmasının da koşulu olarak değerlendirilmektedir. Bir insanın içinde bulunduğu psikolojik atmosferi, coşku yaratan durumları, sıkıntıları, hatta onun yaşam deneyimlerini bilmeden onunla iletişim kurmanın neredeyse mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Bu ilk koşuldan sonraki aşama da, kişinin kendisini diğer kişinin içinde bulunduğu atmosferde hissetmeye çalışması, onun yaşam deneyimlerini ve doğasını birlikte dikkate alarak onu anlamaya çabasına girişmesidir. Böylece bir iletişim sürecine girmesi olası hale gelebilmektedir. Empati, iletişimde bulunulan kişiye anlayışla ve özenle yaklaşmayı öngörmektedir. Empatiye dayalı bir iletişimin kurulması durumunda kişilerin güdülenimlerini ve geçmiş deneyimlerini, o anki duygu ve tutumlarını, gelecek için umutlarını ve beklentilerini daha iyi anlayacak ortamın yaratılmış olduğu ifade edilmektedir. Kişinin bu anlamda duygu-sezisel yetilerini arttırması başarılı iletişimci olmanın ön koşullarından biri olarak değerlendirilmektedir. Kişinin bir başkası imiş gibi hareket etmeyi ve hissetmeyi dile getiren bu yeteneğinin kaynağı arandığında, doğuştan gelen bir sosyal duygu ile karşılaşılmaktadır. Bu, gerçekten de, evrensel bir duygudur ve birbiriyle ilişkili unsurlardan oluşan bütün bir dünyanın kişinin kendi içindeki yankısından başka bir şey değildir; insan olmanın kaçınılmaz bir ayırt edici niteliğidir. Kişiye, kendisini kendisi dışındaki nesnelerle birleştirme yeteneğini vermektedir266. Sosyal duygunun çeşitli dereceleri olduğu gibi, kendini başkalarının yerine koyabilme yeteneğinin de çeşitli dereceleri söz konusu olmaktadır. Çocuklukta 266 Alfred Adler, İnsan Tabiatını Tanıma, Çev: Ayda Yörükan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Altıncı Basım, İstanbul, 2003, s.77. 238 rastlamış olduğumuz şekliyle hayvanlara eziyet etme vakaları, başka varlıklarla özdeşleşme yeteneğinin ve sosyal duygunun hemen hemen tümüyle ortadan kalkması halinde mümkündür. Böyle bir yoksunluk, çocukları, insanlığa yakınlık duyan kimseler olarak, gelişmek bakımından pek az bir değeri ve önemi olan şeylere ilgi göstermeye götürmektedir. Bu gibi çocuklar yalnızca kendilerini düşünmekte ve başkalarının sevinçlerine ve kederlerine hiçbir ilgi duyamaz hale gelmektedir. Bütün bunlar, kendini başkalarının yerine koyabilme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması ile sıkı sıkıya ilgilidir. Kendini bir başkası ile birleştirme konusundaki yeteneksizlik o derece aşırı bir hal alabilir ki, bir insanın başka insanlarla herhangi bir işbirliğinde bulunmayı kesinlikle reddetmesi bile mümkün olabilmektedir. Çağımızın ekonomi, ulaşım, kitle iletişimi, teknoloji, popüler kültür ve yaşam biçimi açısından hızlı dönüşüm ve değişimlere tanıklık ettiği söylenebilmektedir. Geçmiş çağlardan farklı olarak, öznelliği oluşturan anlam ve yaşantılar dönüşüme uğramaktadır. Empati yoksulluğu benmerkezli söylemin ön plana çıkmasıyla kendini göstermektedir. “Kleinman, empatinin de bu hızlı sosyal değişimden payına düşeni aldığı kanaatindedir. Kleinman farklı dünya ve çağların değişik öznelliklerle uğraştığını ve bunun için farklı terapötik yaklaşımlar geliştirilmesi gerektiğini söylemektedir. Daha fazla maddeci, daha az empatik ve insanlararası ilişkilerde daha az duyarlı bir öznellik yaratan değişim, bugünün terapisinin kayıtsız kalmaması gereken bir husustur”267. Bu doğrultuda metropol hayatının keşmekeşi ve gündelik hayatın şiddetinin de empati duygusunu körelttiği ifade edilmektedir. Tüm bunların sonucunda çevresel etkenlerin dışında, sıralanan kişisel nedenlerin pek çok problemin ana kaynağını oluşturan iletişimsizliğin yoğun olarak yaşanmasında belirleyici olduğu görülmektedir. 267 Erdal Atabek, Modern Dünyada Değer Kayması ve Gençlik, Alkım Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul, 2004, s.131. 239 BÖLÜM 3: ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÜZERİNDE İLETİŞİMSİZLİĞİ ORTAYA ÇIKARAN KİŞİSEL NEDENLERE YÖNELİK ALAN ARAŞTIRMASI YÖNTEMİ VE SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ 3.1. ARAŞTIRMANIN KONUSU Çevresel etkenlerin yanında çok çeşitli kişisel etkenlere bağlı olarak ortaya çıkan iletişimsizliği üniversite öğrencilerinin de yaşadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Genel anlamda değerlendirildiğinde, üniversite öğrencileriyle ilgili çeşitli araştırmaların gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu doğrultuda ailede, okulda ve iş yaşamındaki iletişim sorunlarıyla, ülkemizde son yıllarda yapılan araştırmalarda sıkça karşılaşılmaktadır. Bu çalışmalarda lise ve üniversite öğrencilerinin iletişim yeterlikleriyle ilgili sorunların fazla olduğu görülmektedir. Bu sorunlardan bazıları; topluluk içinde konuşamamak, karşı cinsle arkadaşlık etmekten çekinmek, ana-baba ile sorunlarını tartışamamak olarak ifade edilmektedir. Üniversite öğrencileri üzerinde gerçekleştirilen bir çalışmada, öğrencilerin çok problemli olduğu alanlardan az problemli olduğu alana doğru bir sıralama yapıldığında, birinci sırada üniversite ile ilgili problemler, ikinci sırada başkaları ile iletişim kurmaya ait sorunlar ve üçüncü sırada gelecekle ilgili sorunların yer aldığı görülmektedir. Üniversite öğrencilerinin iletişim problemlerini inceleyebilmek açısından, öncelikle üniversite öğrencisinin tanımlanması ve gelişim döneminde hangi evrede yer aldığının belirlenmesi son derece önemlidir. Bu doğrultuda üniversite öğrencileri, öğrenim düzeylerine göre bireylerin oluşturacağı bir piramidin tepesinde sayıca az, ama dinamik ve seçkin bir bölümü oluşturmaktadır. Üniversite gençliği akademik bir çevrede yaşamaktadır. Bu çevrede gence kendi kişiliğini oluşturmada, yaşamın anlamını bulmada çeşitli olanakların sunulduğu gözlenmektedir. Üniversite gençliğinin ortaya koyduğu düşünce ve yaşam biçiminin bir bakıma geçmiş yaşantıların bir özeti olduğu ifade edilmektedir. Kişiliğin gelişmesi doğumdan itibaren başlayan ve çeşitli aşamaları içeren bir süreçtir. Bu süreç içinde yaşamın en kritik dönemi gençlik çağı olarak değerlendirilmektedir. Birey bu dönemde fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan hızlı ve 240 önemli değişmelere uğramakta, kendisinden ise bu değişmelere uyum sağlaması beklenmektedir. “Gençlik döneminde gençte duygu, yargı, tutum, davranış konularında keskin değişmeler söz konusudur. Genç bu dönemde kimlik ve benlik oluşumu sorunu yaşamaktadır. Kimlik oluşumu süreç içerisinde gerçekleşmektedir. Yaşamın ilk yıllarında oluşmaya başlamakta, ergenlik döneminde biçim alarak gençlik döneminde netleşmektedir”268. Üniversite yaşamının ise gencin sosyalleşmesinde ve kişilik kazanmasında çok önemli bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Üniversite öğrencisinin niteliklerini daha iyi anlayabilmek açısından gelişim döneminde hangi evrede yer aldığını incelemek ön plana çıkmaktadır. Bu noktada “gelişim evreleri, insanın doğal gelişim sürecinin bir doğurgusu”269 olarak değerlendirilmektedir. Gelişim psikologları, insanın gelişim sürecini değişik yönlerden inceleyerek, adları değişik bununla birlikte içeriklerinde çok az farklılıkların görüldüğü gelişim evreleri ortaya koymaktadır. Buna göre araştırmanın yapıldığı öğrencilerin yer aldığı yükseköğretim, ilk yetişkinlik (yaklaşık 19-30 yaş) evresini kapsamaktadır. “Gençlik yılları veya gençlik olarak isimlendirilen kesim ergenlik ile genç yetişkinlik arasında olan, genellikle yüksek öğrenim gören kesimi tanımlamaktadır. Ergenlikten sonraki dönemlerde psikolojik ve sosyal gelişim bireye özgü olmaktadır”270. Bu dönemde gencin, kim olduğunu, nereden geldiğini, nereye gideceğini, nasıl bir yaşam içinde olduğunu, kendine nasıl bir yaşam tasarladığını, kim olmak istediğini, ülküsünü bilen bir kişi olarak benliğini (kimliğini) kazandığı gözlenmektedir. Gencin, her iki cinsten insanla iyi ilişkiler kurabildiği, ana baba ve yetişkinlerle olan duygusal bağımlılığından sıyrıldığı ifade edilmektedir. “Gençlik çağı aynı zamanda bunalımlar, öfkeler, çatışmalar ve kaygılar dönemidir Yanılgıların, bencilliğin, başkaldırmanın sık görüldüğü, bocalama, çelişkiler ve kararsızlıklar dönemidir. Kendi kendisiyle ve çevresiyle sürtüşme ve savaşma 268 Nevzat Güldiken, Mehmet Eser, “Üniversite Öğrencilerinin Karşılaştıkları Sorunlara Sosyolojik Bir Bakış”, Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 19, Sivas, 1997, s.57. 269 İbrahim Ethem Başaran, Eğitim Psikolojisi/ Gelişim Öğrenme ve Ortam, 6. Baskı, Nobel Yayın Dağıtım, İstanbul, 2005, s.34. 270 Betül Aydın, Ahmet Şirin, Müge Yaycı, Mustafa Otrar, Levent Yaycı, Gelişim Psikolojisi/İnsan Gelişiminin Temelleri, T.C. Emniyet Genel Müdürlüğü, Polis Akademisi Başkanlığı:15, Ankara, 2002, s.125. 241 dönemidir. Kısacası olumlu olumsuz tüm duyguların yoğun, bütün tepkilerin aşırı olduğu dönemdir”271. Bu doğrultuda üniversite öğrencilerinin yer aldığı genç yetişkinlik (young adulthood) dönemi, yetişkinliğe girişi temsil ettiği için insan yaşamındaki en önemli dönüm noktalarından biri olarak değerlendirilmektedir. Genç yetişkinlik toplumsal bağlamda değerlendirildiğinde genç yetişkinin, çocukluk ve ergenlik bağlarından kurtulmuş özerk bir birey olduğu görülmektedir. Bu özerklik, bireyin, yaşamının önceki yıllarında kazandığı fiziksel, zihinsel, toplumsal gelişiminin ve birikiminin bir sonucudur. Bütün bu kazanımlar bireyi dış dünyaya yöneltmektedir. Genç yetişkinlikte bireyin temel çabaları toplumsal dünyaya yönelmektedir. Yetişkinlikte gelişim sürecini özellikle toplumsal etkileşimler sağlamaktadır. Genç yetişkinlik yakınlaşma dönemi olarak değerlendirilmektedir. Bu dönemin çekirdek çatışmasının yalnız kalmaya karşı yakınlaşma olduğu, başarılı bir yakınlaşma edimi gerçekleştirebilen gencin, bu dönemin olumsuz niteliği olan yalnız kalmadan kurtulabileceği ifade edilmektedir272. “Genç yetişkin aile içinde, iş dünyasında ve arkadaş topluluğunda yeni bir ilişkiler örüntüsü içindedir. Bu ilişkiler toplumsal bir ağ oluşturmakta ve gelişimin sürmesini sağlamaktadır. Tüm yetişkinler, oldukça karmaşık, çeşitli yaşam biçimleri ve katılma olanakları sunan toplumsal bir çerçevede yaşamaktadır”273. Genç yetişkinlik dönemini yaşayan üniversite gençliğinin sorunlarına yönelik olarak yapılan araştırmalardan genel olarak ortaya çıkan sonuçlar değerlendirildiğinde, arkadaşlık ilişkileri kurmada, karşı cinsle sağlıklı ilişkiler kurmada güçlüklerle karşılaşıldığı, çevreye uyum sağlayamamanın da önemli bir sorun olarak belirdiği, özellikle öğrencilerin okul ve çevresine uyum sağlama güçlüğü çektiği görülmekte, aile ile yaşanan uyumsuzluklar, arkadaşlar ile geçinememe, içki sigara gibi alışkanlıklara yönelme, suçluluk, intihar düşüncesi, geleceğe yönelik kaygılar ve beklentiler konularında ön plana çıkan psikolojik sorunların varlığı söz konusu olmaktadır. Gençliğin sorunlarının kendisinden, ailesinden ve çevresinden, daha geniş bir ifadeyle yaşadığı toplumdan kaynaklandığı söylenebilmektedir. Bu nedenle gençliğin 271 Atalay Yörükoğlu, Gençlik Çağı, Özgür Yayınları, On İkinci Basım, İstanbul, 2004, s.19. Erdal Atabek, Kuşatılmış Gençlik, Altın Kitaplar Yayınevi, 17. Basım, İstanbul, 1999, s.63. 273 Bekir Onur, Gelişim Psikolojisi, İmge Kitabevi, 6. Baskı, Ankara, 2004, s.135. 272 242 sorunlarını anlamak ve değerlendirmek için toplumun, ekonomik, sosyal ve kültürel niteliklerinin göz ardı edilememesinin de son derece önemli olduğu ifade edilmektedir. Bu çalışmada özellikle mesleki kariyerlerine başlayacak gençler arasında ileriye yönelik etkinlik, verimlilik ve doyum sürecini tamamlayabilmek ve iyi bir iletişim ve etkileşim yeteneği geliştirmek amacıyla bu konuda karşılaşılabilecek iletişim boşluklarını ve yetersizliğini gidermek amacıyla başlangıç noktası olan öğrencilik yaşamındaki sahip oldukları iletişim yetersizliğinin ve bunun altında yatan nedenlerin analiz edilerek çözümlenmesi gerekmektedir. Tüm bunları veri olarak kabul edip, iletişim sürecinde bireyin iletişim kuramama sorunsalları bu çalışmada irdelenmeye çalışılmaktadır. 3.2. ARAŞTIRMANIN AMACI Genel olarak 17-23 yaşlarını kapsayan üniversite eğitimi yılları gençleri üstesinden gelinmesi gereken çeşitli sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Yüksek eğitime başlayan gençler bir taraftan yeni bir ortama ve çevreye uyum sağlamaya, bir taraftan da meslek sahibi olmaya hazırlanarak ilerideki yaşamlarına yön vermeye çalışmaktadır. Bunların yanısıra, yüksek eğitim yaşlarının, en çalkantılı gelişim dönemi olarak kabul edilen ergenlik döneminin son yılları ve genç yetişkinlik dönemine denk gelmesi de, üniversite öğrencilerinin uyumları ve psikolojik sağlıkları ile ilgili birçok araştırma yapılmasına zemin hazırlamıştır274. Üniversite öğrencilerinin yer aldığı 18-26 yaşları arasında yakınlığa karşı yalıtılmıştık (isolation) karmaşasının yaşandığı ifade edilmektedir275. Genç yetişkinlik olarak da bilinen bu evrede, kişi arkadaşlık ve dostluk ilişkileri kurmakta, kişinin sosyal ilişkilerinde, karşılıklı güven ve dayanışma duyguları egemen olmaktadır. Ancak bu tür sosyal ilişkilerde başarısızlığa düşen kişilerin, yetersizlik duygularına kapılarak, insanlardan uzaklaştıkları görülmektedir. Dolayısıyla diğer insanlarla bütünleşme ve toplumsal kabul görme, bu evrenin kritik özelliğini oluşturmaktadır. Erdal Atabek’e göre; dünya hızla değişmekte, yerleşik değer yargıları ise bu 274 Yasemin Akman, Ceylan Tuğrul, “Üniversite Gençliğinin Aile Sorunları, Yalnızlık ve Uyum Düzeyleri”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı:11, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 1996, s.117. 275 Ayhan Aydın, a.g.e., s.90. 243 değişime en iyi uyum sağlamaktadır. Artık doğal olan yerini yapaya, gerçek yerini sanala bırakmakta, asıl da yerini imgeye bırakarak gözden yitmektedir. Biyoteknoloji, genlerle oynayarak yapayı; telekomünikasyon sanal dünyayı; medyatik kültür de imge imajı yaratmıştır. Bütün değer yargıları hızla değişmekte, insanlar bu hızlı değişime ayak uydurmakta çok zorlanmaktadır. Bu değişimden en çok etkilenen de gençlerdir276. Bu doğrultuda üniversite öğrencilerinin hızla değişen dünyada birtakım çevresel ve kişisel nedenlere bağlı olarak iletişim sürecinde sorunlar yaşadıkları gözlemlenmektedir. Bu araştırmanın amacı da meydana gelmiş ve olası iletişim sürecindeki iletişimsizliğin nedenlerini irdelemek, özellikle üniversite gençliğinin yaşadığı iletişimsizlik sürecini ele almak ve bu süreçte en fazla sorun yaşadıkları alanları belirlemektir. 3.3. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ Bu araştırma iletişim eğitimi alan ve iletişimsel kavramları daha iyi değerlendirebileceği düşünülen üniversite öğrencilerinin, kendilerinin iletişim sürecini nasıl değerlendirdiklerini algıladıklarını ve süreçte belirleyebilmek yaşadıkları amacıyla, Ege sorunlarda kendilerini nasıl Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinden birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflardan tesadüfi örneklem yöntemiyle seçilen, 55’er kişi alınarak toplam 220 kişi üzerinde gerçekleştirilmiştir. Uygulama 5-17 Mayıs 2005 tarihleri arasında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde, tüm sınıflardan gönüllü öğrencilere ve ders saatlerinde toplu olarak uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlar SPSS programında değerlendirilmiştir. Verilerin İstatistiki Analizi İstatistiksel işlemler kapsamında, tek yönlü varyans analizi, frekans dağılımları, tanımlayıcı istatistik değerleri, madde analizi ve güvenilirlik analizi ve iletişimsizlik ölçeğinin her bir maddesi için pasta grafikler yapılmıştır. Araştırmanın Temel Varsayımları - İnsanlar arasındaki başlıca kişisel farklılıkları oluşturan yaş, cinsiyet, kişilik özellikleri, eğitim ve kültür seviyeleri, inançlar, geçmişteki tecrübeler, sağlıklı bir iletişim sürecinin yaşanmasında en büyük engellerden birini oluşturmaktadır. 276 Erdal Atabek, Modern Dünyada Değer Kayması ve Gençlik, a.g.e., s.153. 244 - Kişilerin kişisel özelliklerinden, farklı değer yargılarından, ihtiyaçlarından ve geçmiş deneyimlerinden kaynaklandığı ifade edilen algılama farklılıklarına bağlı olarak mesajların hiç algılanamaması ya da yanlış algılanması söz konusu olmakta, bu da iletişimsizliği gündeme getirmektedir. - İletişimsizliğin en büyük nedenlerinden birini, duygusal yanılgıların ve yaşanan duyguların sorumluluğunu, kişilerin birbirine yüklemesi oluşturmaktadır. - Kişisel unsurlarda halo etkisi (halo effect), stereotipleştirme, temel tutum hatası (fundamental attribution error), kendine yontan önyargı (self serving bias) ve etkileme yönetimi (impression management) gibi temel algılama hataları etkin iletişim için engel oluşturmaktadır. - Karşıdaki kişiyi anlamaya yönelik olmayan etkisiz dinleme alışkanlığı iletişimsizliğin en temel nedenlerinden birini oluşturmaktadır. - Kişilerin kendi gerçekliğini tek gerçeklik olarak algılamaları, başkalarının duygu ve düşüncelerini öngörebildikleri inancını taşımaları, içerikten çok kişilik özellikleri üzerine odaklanmaları anlama süreci olumsuz etkilemekte ve iletişimsizliğin yaşanması kaçınılmaz olmaktadır. - Fitreleme, aşırı genelleme, etiketleme, kutuplaştırma, çevreyi kontrol etme ve değiştirme yanılgısı, suçlama gibi toptancı benlik anlayışını yansıtan irrasyonel düşünce biçimleri sonuçta iletişimsizliğe neden olmaktadır. Araştırmada benimsenen kuramsal yaklaşım açısından konu değerlendirildiğinde, üniversite öğrencilerinin yaşadığı iletişimsizliğin temel nedenlerini oluşturan kişisel faktörlerin incelenmesinde temel yaklaşımı tezin birinci bölümünde açıklanan sosyal alışveriş, belirsizlik azaltma oluşturmaktadır. 245 ve sosyal nüfuz kuramları 3.4. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Tablo 1: Örneklemin Frekans Dağılımı Değişken Değişken Kategorileri 19 20 21 22 Yaş 23 24 25 Toplam kız Cinsiyet erkek Toplam düşük Gelir orta Durumu yüksek Toplam kent Orta Öğrenimini ilçe Tamamladığı yurtdışı Yer Toplam aile ile birlikte Nerede yurtta Barındığı ayrı bir mekanda Toplam Kişi Sayısı (n) 20 44 54 39 33 16 14 220 71 149 220 25 185 10 220 144 72 4 220 72 102 46 220 Yüzde (%) 9,1 20,0 24,5 17,7 15,0 7,3 6,4 100,0 32,3 67,7 100,0 11,4 84,1 4,5 100,0 65,5 32,7 1,8 100,0 32,7 46,4 20,9 100,0 Tablo 1’de de görüldüğü üzere, araştırmaya katılan öğrencilerin yaşları 19-25 arasında değişmektedir. Toplam 220 kişiden %9.1’i 19, %20’si 20, %24.5’i 21, %17.7’si 22, %15’i 23, %7.3’ü 24 ve geri kalan %6.4’ü ise 25 yaşındadır. %32.3’ü kız, %67.7’si erkektir. Kendilerini düşük gelir grubunda algılayanlar %11.4, orta gelir grubunda algılayanlar %84.1 ve yüksek gelir grubunda algılayanlar %4.5’lik bir bölümü oluşturmaktadır. Öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin orta öğrenimini kentte tamamladığı (%65.5), ikinci sırayı ilçe ve üçüncü sırayı ise yurtdışının aldığı görülmektedir. Ayrıca araştırmada yer alan öğrencilerin yaklaşık yarısı yurtta kalmakta (%46.4), %32.7’si ailesi ile birlikte ve %20.9’u ise ayrı bir mekanda yaşamaktadır. Aşağıdaki grafik 1,2,3,4 ve grafik 5’te de benzer şekilde yaş, cinsiyet, gelir durumu, orta öğrenimin tamamlandığı yer ve barınılan yer gösterilmektedir. 246 Grafik 1. Yaşa Göre Dağılımın Grafiği 72 70 68 66 64 62 60 58 19 20 21 22 23 24 Grafik 2. Cinsiyete Göre Dağılımın Grafiği 70 69 68 67 66 65 64 63 kýz erkek 247 25 Grafik 3. Gelir Grubuna Göre Dağılımın Grafiği 67 66 65 64 63 62 61 düþük orta yüksek Grafik 4. Orta Öğrenimini Tamamladığı Yere Göre Dağılımın Grafiği 67,5 67,0 66,5 66,0 65,5 65,0 64,5 64,0 kent ilçe yurtdýþý 248 Grafik 5. Barındığı Yere Göre Dağılımın Grafiği 72 70 68 66 64 62 60 aile ile birlikte yurtta ayrý bir mekanda 249 Tablo 2: İletişimsizlik Ölçeği Maddelerinin Frekans Dağılımı Sorular 1. Çoğu zaman kendi inandığım şeylerle çelişen mesajları duymaktan hoşlanmam. 2. İletişimde karşımdaki kişilerin olayları benim gibi algıladığını düşünürüm. 3. Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumlu hissetmeme neden olur. 4. Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumsuz hissetmeme neden olur. 5. Karşımdaki kişinin tutum ve davranışlarını sevmediğimde, genelde iletişime kapalı olurum. 6. İletişimde her şeyi açıklıkla ifade etmek yerine, kapalı ve imalı iletişim kurmayı tercih ederim. 7. Karşımdaki kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarını değerlendirmemde duygusal durumum (olumlu, olumsuz) önemlidir. 8. İletişim kurarken duygularımı anlatmakta güçlük çekerim. 9. İletişimde karşımdaki ile empati kurmakta güçlük çekerim. 10. İletişim kurduğum kişinin mesajları duygusal yapımı yakından etkiler. 11. Çoğu zaman iletişim becerilerimin kısıtlı olduğunu ve karşımdakinin sözsüz mesajlarından konuşmamın onları sıktığını ve benimle birlikte olmak istemediğini anlıyorum. 12. İletişimde genelde incinmemek için duygularımı kapatmayı tercih ederim. 13. İletişimde genelde karşımdakini kendi bakış açıma göre anlamaya çalışırım. 14. İletişimde başkaları beni dinlemiyorsa, genelde bunun onlardan kaynaklandığını düşünürüm. 15. Bana göre ‘söylediğini duyuyorum’ ile ‘seni dinliyorum’ aynı şeyi ifade etmektedir. 16. İletişimde genelde başkalarını düşüncelerimin doğru olduğuna inandırmaya, bununla ilgili kanıt göstermeye ve ders vermeye çalışırım. 17. İletişimde genelde karşımdaki kişinin dile getirdiği sorunundan çok, sorunuyla ilgili tanı koymaya yönelirim. Tamamen katılıyorum Sayı Yüzde (n) (%) Sayı (n) Yüzde (%) Sayı (n) Yüzde (%) Sayı (n) Yüzde (%) Kesinlikle katılmıyorum Sayı Yüzde (n) (%) 46 20,9 92 41,8 18 8,2 38 17,3 26 11,8 15 6,8 50 22,7 25 11,4 57 25,9 73 33,2 54 24,5 113 51,4 31 14,1 15 6,8 7 3,2 21 9,5 57 25,9 36 16,4 69 31,4 37 16,8 88 40,0 52 23,6 23 10,5 34 15,5 23 10,5 20 9,1 51 23,2 25 11,4 38 17,3 86 39,1 94 42,7 78 35,5 11 5,0 18 8,2 19 8,6 17 7,7 56 25,5 13 5,9 46 20,9 88 40,0 7 3,2 32 14,5 19 8,6 60 27,3 102 46,4 46 20,9 94 42,7 35 15,9 35 15,9 10 4,5 22 10,0 33 15,0 27 12,3 51 23,2 87 39,5 29 13,2 58 26,4 27 12,3 38 17,3 68 30,9 30 13,6 61 27,7 30 13,6 48 21,8 51 23,2 33 15,0 52 23,6 37 16,8 62 28,2 36 16,4 7 3,2 7 3,2 7 3,2 15 6,8 184 83,6 52 23,6 75 34,1 18 8,2 40 18,2 35 15,9 43 19,5 69 31,4 40 18,2 37 16,8 31 14,1 Katılıyorum 250 Kararsızım Katılmıyorum 18. İletişimde genelde başkalarının sözünü bitirmesini beklemeden kendi düşüncelerimi ifade etmeye başlarım. 19. İletişimde genelde zihnim benim için daha önemli konularla meşgul olduğundan karşımdakinin söylediklerine dikkatimi veremem. 20. Konuşurken karşımdaki kişinin eğitim seviyesi, tecrübe ve beklentilerine göre dili kullanmadığımı düşünüyorum. 21. Karşımdaki kişiden hoşlanıyorsam, bütün mesajlarını daha olumlu değerlendiririm. 22. Başkalarının söyledikleriyle yüz ifadeleri ve hareketlerinin birbiriyle çelişmesi genelde onları dinlememi engeller. 23. Bana duymak istemeyeceğim şeyler söylendiğinde, genelde bunları dinlememeyi tercih ederim. 24. Benim için konuşmak, kendi düşüncelerimi ifade etmek başkalarını dinlemekten daha önemlidir. 25. İnsanları genelde birey olarak değil, bir grubun üyesi olarak değerlendiririm.( tipik genç, aptal sarışın gibi.) 26. İletişimde başkalarından önce ben ve benim düşüncelerim önemlidir. 27. Genelde insanları dinlemediğim halde dinliyor görünürüm. 28. Karşımdakinin söylediklerini genelde bana yönelik bir eleştiri ya da saldırı olarak algılarım. 29. İletişimde karşımdaki kişileri söyledikleriyle zor duruma sokacak fırsatlar yaratmaya çalışırım. 30. İletişimi, kişileri her zaman kendi açımdan değerlendiririm. 31. İletişimde genelde karşımdakinin hislerinden çok, haklı olmayı ön planda tutarım. 32. Çoğu zaman iletişimde başkalarını eleştirmekten hoşlanırım. 33. İletişim kurarken konunun içeriğinden çok, karşımdaki kişinin kişilik özelliğine göre yargıda bulunurum. 34. Genelde karşımdaki kişinin duygu ve düşüncesini öngörebilirim. 35. Karşımdakinin bana yönelttiği en ufak bir eleştiriyi, bireysel değerimi küçültücü bir eylem olarak yorumlarım. 36. Karşımdakinin benim istediğim şeyi yapmaması, onun beni sevmediğini gösterir. 10 4,5 25 11,4 15 6,8 36 16,4 134 60,9 19 8,6 37 16,8 17 7,7 55 25,0 92 41,8 40 18,2 41 18,6 31 14,1 43 19,5 65 29,5 71 32,3 81 36,8 30 13,6 22 10,0 16 7,3 80 36,4 84 38,2 21 9,5 18 8,2 17 7,7 47 21,4 49 22,3 26 11,8 47 21,4 51 23,2 16 7,3 20 9,1 24 10,9 56 25,5 104 47,3 6 2,7 15 6,8 25 11,4 33 15,0 141 64,1 10 4,5 33 15,0 22 10,0 43 19,5 112 50,9 10 4,5 29 13,2 21 9,5 47 21,4 113 51,4 2 ,9 20 9,1 18 8,2 40 18,2 140 63,6 20 9,1 24 10,9 16 7,3 42 19,1 118 53,6 26 11,8 53 24,1 25 11,4 57 25,9 59 26,8 23 10,5 33 15,0 28 12,7 45 20,5 91 41,4 15 6,8 27 12,3 23 10,5 62 28,2 93 42,3 29 13,2 56 25,5 27 12,3 39 17,7 69 31,4 66 30,0 79 35,9 44 20,0 13 5,9 18 8,2 11 5,0 27 12,3 25 11,4 43 19,5 114 51,8 9 4,1 36 16,4 17 7,7 46 20,9 112 50,9 251 37. İletişim kurarken genelde karşımdaki kişi beni onaylamazsa, iletişim kurmakta güçlük çekerim. 38. Yanlış bir şey söylediğimde, başkalarının beni zayıf olarak algıladığını düşünür ve iletişim kurmaktan çekinirim. 39. Mutlu olmam için, karşımdaki kişileri değiştirmem gerektiğine inanıyorum. 40. İletişimde önemli olan karşılıklı mesaj alışverişi değil, tarafların birbirlerini nasıl bir insan olarak algıladıklarıdır. 41. İletişimde çoğu zaman başkalarının bana karşı ilgisiz davrandıklarını düşünüyorum. 42. İletişim kurarken sözel ya da beden dilimle çoğu zaman üstün olduğumu (karizmatik) karşımdakilere hissettirmeye çalışırım. 43. Karşımdaki kişinin ilgili ilgisiz her konuda konuşması, iletişimi önemsemememe neden olur. 44. Karşımdaki kişinin dünya görüşü, değer sistemi, ideolojisi iletişim kurmayı istememde önemli etkendir. 45. Karşımdaki kişinin bende bıraktığı ilk fiziksel izlenimi (olumlu olumsuz) iletişim kurmamda etkilidir. 46. İletişimde konuları yönlendirmede insiyatif bende olsun isterim. 33 15,0 71 32,3 19 8,6 46 20,9 51 23,2 19 8,6 58 26,4 27 12,3 51 23,2 65 29,5 17 7,7 37 16,8 21 9,5 34 15,5 111 50,5 37 16,8 62 28,2 29 13,2 30 13,6 62 28,2 8 3,6 40 18,2 30 13,6 52 23,6 90 40,9 30 13,6 64 29,1 32 14,5 43 19,5 51 23,2 84 38,2 63 28,6 24 10,9 26 11,8 23 10,5 71 32,3 80 36,4 17 7,7 28 12,7 24 10,9 70 31,8 84 38,2 20 9,1 26 11,8 20 9,1 33 15,0 65 29,5 49 22,3 45 20,5 28 12,7 Tablo 2, ölçekte yer alan her bir madde için üniversite öğrencilerinin verdiği cevapların frekans dağılımını (sayı yüzde) göstermektedir. 252 Tablo 3: Betimleyici İstatistikler N S1YAS En Küçük Değeri En Büyük Değeri 19 25 220 Tablo 4: Betimleyici İstatistikler En Küçük N Değeri En Büyük Ortalama Standart Sapma 21,57 1,644 Ortalama Standart Değeri Sapma HAM_PUAN 220 84 216 154,76 24,433 220 36 92 65,86 10,397 PUAN Tablo 3 ve tablo 4’de de görüldüğü üzere, araştırmaya katılan toplam 220 öğrencinin yaşları değerlendirildiğinde, en küçük değerin 19, en büyük değerin 25 ve yaş ortalamasının 21.57 olduğu görülmektedir. 220 öğrenciden araştırmada en küçük 84, en büyük 216 ham puan alındığı, bunun da ortalamasının 154.76 olduğu ortaya çıkmaktadır. Yüzdelik puan anlamında ise, öğrencilerin testten aldığı en küçük değer %36, en büyük değer %92, ortalama ise %65.86’dır. 253 Tablo 5: Üniversite Öğrencilerinin İletişim Düzeyleri İçin Sorulan Soruların Madde Analizi ve Güvenilirlik Analizi Sonuçları. Sorular 1. Çoğu zaman kendi inandığım şeylerle çelişen mesajları duymaktan hoşlanmam. 2.İletişimde karşımdaki kişilerin olayları benim gibi algıladığını düşünürüm. 3.Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumlu hissetmeme neden olur. 4.Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumsuz hissetmeme neden olur. 5. Karşımdaki kişinin tutum ve davranışlarını sevmediğimde, genelde iletişime kapalı olurum. 6. İletişimde her şeyi açıklıkla ifade etmek yerine, kapalı ve imalı iletişim kurmayı tercih ederim. 7.Karşımdaki kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarını değerlendirmemde duygusal durumum (olumlu, olumsuz) önemlidir. 8.İletişim kurarken duygularımı anlatmakta güçlük çekerim. 9.İletişimde karşımdaki ile empati kurmakta güçlük çekerim. 10.İletişim kurduğum kişinin mesajları duygusal yapımı yakından etkiler. 11.Çoğu zaman iletişim becerilerimin kısıtlı olduğunu ve karşımdakinin sözsüz mesajlarından konuşmamın onları sıktığını ve benimle birlikte olmak istemediğini anlıyorum. 12.İletişimde genelde incinmemek için duygularımı kapatmayı tercih ederim. 13.İletişimde genelde karşımdakini kendi bakış açıma göre anlamaya çalışırım. 14.İletişimde başkaları beni dinlemiyorsa, genelde bunun onlardan kaynaklandığını düşünürüm. 15.Bana göre ‘söylediğini duyuyorum’ ile ‘seni dinliyorum’ aynı şeyi ifade etmektedir. 16.İletişimde genelde başkalarını düşüncelerimin doğru olduğuna inandırmaya, bununla ilgili kanıt göstermeye ve ders vermeye çalışırım. 17.İletişimde genelde karşımdaki kişinin dile getirdiği sorunundan çok, sorunuyla ilgili tanı koymaya yönelirim. 18.İletişimde genelde başkalarının sözünü bitirmesini beklemeden kendi düşüncelerimi ifade etmeye başlarım. 19.İletişimde genelde zihnim benim için daha önemli konularla meşgul olduğundan karşımdakinin söylediklerine dikkatimi veremem. 20.Konuşurken karşımdaki kişinin eğitim seviyesi, tecrübe ve beklentilerine göre dili kullanmadığımı düşünüyorum. 21.Karşımdaki kişiden hoşlanıyorsam, bütün mesajlarını daha olumlu değerlendiririm. 22.Başkalarının söyledikleriyle yüz ifadeleri ve hareketlerinin birbiriyle çelişmesi genelde onları dinlememi engeller. 23.Bana duymak istemeyeceğim şeyler söylendiğinde, genelde bunları dinlememeyi tercih ederim. 24.Benim için konuşmak, kendi düşüncelerimi ifade etmek başkalarını dinlemekten daha önemlidir. Madde Çıktığında Ölçek Ortalaması Madde Çıktığında Ölçek Varyansı Madde-Ölçek Toplam Korelasyonu Madde Çıktığında Ölçek Alfa’sı 152,1909 574,3196 ,3326 ,8831 151,2045 580,4100 ,2300 ,8846 152,6364 593,8489 ,0468 ,8863 151,5636 582,4663 ,2120 ,8848 152,4364 584,0005 ,1626 ,8858 151,2227 573,4890 ,3129 ,8835 152,7182 584,8791 ,1726 ,8854 151,1636 572,9594 ,3232 ,8833 150,7727 579,5189 ,2792 ,8838 152,3591 585,1536 ,1951 ,8848 151,0909 571,2702 ,3593 ,8827 151,5000 573,4292 ,3057 ,8836 151,6318 566,4072 ,4295 ,8816 151,6909 579,3013 ,2480 ,8844 150,1182 587,0271 ,2012 ,8846 152,0773 571,9712 ,3387 ,8830 152,0182 576,6024 ,2913 ,8837 150,5864 577,8327 ,2979 ,8836 151,0182 570,5111 ,3744 ,8824 151,5273 572,8988 ,3045 ,8837 152,5318 582,1131 ,2294 ,8845 152,6364 588,4060 ,1207 ,8860 151,7364 567,7293 ,3800 ,8824 150,8000 566,0785 ,4859 ,8808 254 25.İnsanları genelde birey olarak değil, bir grubun üyesi olarak değerlendiririm.( tipik genç, aptal sarışın gibi.) 26.İletişimde başkalarından önce ben ve benim düşüncelerim önemlidir. 27.Genelde insanları dinlemediğim halde dinliyor görünürüm. 28.Karşımdakinin söylediklerini genelde bana yönelik bir eleştiri ya da saldırı olarak algılarım. 29.İletişimde karşımdaki kişileri söyledikleriyle zor duruma sokacak fırsatlar yaratmaya çalışırım. 30.İletişimi, kişileri her zaman kendi açımdan değerlendiririm. 31.İletişimde genelde karşımdakinin hislerinden çok, haklı olmayı ön planda tutarım. 32.Çoğu zaman iletişimde başkalarını eleştirmekten hoşlanırım. 33.İletişim kurarken konunun içeriğinden çok, karşımdaki kişinin kişilik özelliğine göre yargıda bulunurum. 34.Genelde karşımdaki kişinin duygu ve düşüncesini öngörebilirim. 35.Karşımdakinin bana yönelttiği en ufak bir eleştiriyi, bireysel değerimi küçültücü bir eylem olarak yorumlarım. 36.Karşımdakinin benim istediğim şeyi yapmaması, onun beni sevmediğini gösterir. 37.İletişim kurarken genelde karşımdaki kişi beni onaylamazsa, iletişim kurmakta güçlük çekerim. 38.Yanlış bir şey söylediğimde, başkalarının beni zayıf olarak algıladığını düşünür ve iletişim kurmaktan çekinirim. 39.Mutlu olmam için, karşımdaki kişileri değiştirmem gerektiğine inanıyorum. 40.İletişimde önemli olan karşılıklı mesaj alışverişi değil, tarafların birbirlerini nasıl bir insan olarak algıladıklarıdır. 41.İletişimde çoğu zaman başkalarının bana karşı ilgisiz davrandıklarını düşünüyorum. 42.İletişim kurarken sözel ya da beden dilimle çoğu zaman üstün olduğumu (karizmatik) karşımdakilere hissettirmeye çalışırım. 43.Karşımdaki kişinin ilgili ilgisiz her konuda konuşması, iletişimi önemsemememe neden olur. 44.Karşımdaki kişinin dünya görüşü, değer sistemi, ideolojisi iletişim kurmayı istememde önemli etkendir. 45.Karşımdaki kişinin bende bıraktığı ilk fiziksel izlenimi (olumlu olumsuz) iletişim kurmamda etkilidir. 46.İletişimde konuları yönlendirmede insiyatif bende olsun isterim. 150,4545 578,9340 ,3223 ,8832 150,7909 564,1570 ,5153 ,8804 150,7455 567,6609 ,4678 ,8811 150,4182 574,3175 ,4404 ,8819 150,7909 563,4629 ,4873 ,8807 151,4455 557,3988 ,5703 ,8793 151,0909 561,1333 ,5076 ,8803 150,8955 569,8566 ,4195 ,8818 151,4773 560,8716 ,4901 ,8805 152,5000 585,0731 ,1829 ,8851 150,7545 563,9212 ,5274 ,8803 150,7818 564,8289 ,5054 ,8805 151,7136 561,4747 ,4910 ,8805 151,3773 563,2771 ,4887 ,8806 150,9227 563,5785 ,4742 ,8808 151,6818 570,8024 ,3364 ,8831 150,9636 567,4233 ,4694 ,8811 151,6682 568,9351 ,3908 ,8822 152,4864 576,4062 ,2881 ,8838 152,4273 579,7527 ,2400 ,8845 152,4818 579,0910 ,2649 ,8841 151,9000 559,7525 ,5958 ,8792 N = 220; Madde sayısı =46 ; Alpha =0.89 Bir ölçme aracının önemli niteliklerinden biri güvenilirliktir. Güvenilirlik katsayısı bir çok halde korelasyon katsayısı olarak ifade edilmektedir. Korelasyon bir istatistiksel yöntem olarak iki değişken arasındaki ilişkinin derecesi ve yönü hakkında bilgi vermekte, -1 ile +1 arasında değerler almaktadır. Ancak konu güvenilirlik katsayısı 255 olunca elde edilen korelasyonun pozitif sınırlar içinde ve oldukça yüksek olması arzu edilmektedir277. Yukarıdaki ölçeğin güvenilirlik analizi yukarıdaki tabloda gösterilmiştir. Bütün maddelerin iyi olduğu, ölçek bütünlüğünü belirgin şekilde zedeleyen, bozan maddenin bulunmadığı, bu nedenle 46 soruda ölçülmek istenen bu konuda oluşturulan bu soruların amacı karşıladığı söylenebilmektedir. 277 İbrahim Ethem Özgüven, Psikolojik Testler, Pdrem Yayınları, Dördüncü Baskı, Ankara, 2000, s. 84. 256 Tablo 6: Tek yönlü varyans analizi Kişi Yaş Ortalama sayısı grupları (n) Standart Sapma 19 20 65,3404 10,97 20 44 60,82 12,076 21 22 23 24 25 Toplam 54 39 33 16 14 220 64,14 69,49 68,23 67,85 71,03 65,86 10,561 7,644 9,557 8,722 6,210 10,397 Tablo 7: Tek yönlü varyans analizi Kişi Cinsiyet sayısı Ortalama grupları (n) Standart Sapma kız 71 69,3197 10,19 erkek 149 64,21 10,114 Toplam 220 65,86 10,397 Tablo 8: Tek yönlü varyans analizi Kişi Gelir Ortalama sayısı grupları (n) Gruplar Arası Gruplar İçi Toplam Serbestlik derecesi Kareler Ortalaması F P 2418,304 6 403,051 4,039 ,001 21255,704 213 99,792 23674,008 219 Kareler Toplamı Serbestlik derecesi Kareler Ortalaması F P 1257,101 1 1257,101 12,225 ,001 22416,907 218 102,830 23674,008 219 Standart Sapma düşük 25 65,7362 10,57 orta 185 66,06 10,368 yüksek Toplam 10 220 62,38 65,86 10,973 10,397 Tablo 9: Tek yönlü varyans analizi Orta öğrenimi Kişi tamamlama yeri sayısı Ortalama grupları (n) 144 66,3978 10,74 ilçe 72 64,70 9,759 yurtdışı Toplam 4 220 67,13 65,86 9,345 10,397 Tablo 10: Tek yönlü varyans analizi Nerede Kişi barınıldığına sayısı Ortalama ilişkin gruplar (n) Gruplar Arası Gruplar İçi Toplam Standart Sapma kent Gruplar Arası Gruplar İçi Toplam Standart Sapma aile ile birlikte 72 69,9527 8,86 yurtta 102 61,89 10,460 46 68,24 9,391 220 65,86 10,397 ayrı bir mekanda Toplam Gruplar Arası Gruplar İçi Toplam Kareler Toplamı Gruplar Arası Gruplar İçi Toplam 257 Kareler Toplamı Serbestlik derecesi Kareler Ortalaması F P 128,749 2 64,374 ,593 ,553 23545,259 217 108,503 23674,008 219 Kareler Toplamı Serbestlik derecesi Kareler Ortalaması F p 144,202 2 72,101 ,665 ,515 23529,806 217 108,432 23674,008 219 Kareler Toplamı Serbestlik derecesi Kareler Ortalaması F p 3074,827 2 1537,414 16,196 ,000 20599,181 217 94,927 23674,008 219 Tek yönlü varyans analizinde (One Way ANOVA) iki değişken veya grup arasındaki varyans incelenebilmektedir. ANOVA iki ortalamadan fazlasını test eden ttesttir. Varyans analizinde bağımlı değişkenin varyansının değişme nedeni üzerinde durulmaktadır. Varyans analiziyle istatistiksel farklılık olduğu değerlendirilmektedir. ANOVA analizinde, ortalama ile varyans veya her grubun rastlantılı hata ölçüleri arasındaki ilişkide farkın anlamlı olup olmadığı değerlendirilmektedir. ANOVA nedensonuç ilişkisi olduğunu varsaymaktadır278. Ölçekten alınan puanlar yaş değişkeni açısından karşılaştırıldığında, yaş gruplarındaki puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır; (F (6,213)=4,039; p<0,05). Buna göre araştırmada yer alan 20 yaşındaki öğrencilerin diğer tüm yaş gruplarından daha düşük puan aldığı gözlemlenmekte, yaş yükseldikçe iletişim sorunlarının daha az yaşandığı söylenebilmektedir. Kişilerin iletişim puanları cinsiyet değişkeni açısından karşılaştırıldığında, kız ve erkek puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır; (F (1,218)=12,225; p<0,05). Kızların iletişim puanlarının erkeklerden daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda kızların erkeklerden daha az iletişim problemleri yaşadıkları ortaya çıkmaktadır. Öğrencilerin gelir durumu açısından sonuçlar değerlendirildiğinde, gelir grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktur; (F (2,217)= ,593; p>0,05). Bu durumda diğer pek çok etkenin iletişim sürecinde gelir düzeyi gibi bir çevre faktörünün etkisini azalttığı görülmektedir. Öğrencilerin iletişim puanları orta öğrenimini tamamladıkları yer açısından karşılaştırıldığında, gelir gruplarında olduğu gibi istatistiksel olarak anlamlı farklılığın olmadığı ortaya çıkmaktadır; (F (2,217)= ,665; p>0,05). Dolayısıyla orta öğrenimin tamamlandığı yerin iletişim sürecinde etkili olmadığı görülmektedir. Öğrencilerin nerede barındığına ilişkin sonuçlar değerlendirildiğinde ise, gruplardaki puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılığın olduğu gözlenmektedir; (F (2,217)= ,000; p<0,05). Bu doğrultuda yurtta kalan öğrencilerin iletişim puanlarının ailesiyle birlikte ya da ayrı bir mekanda kalan öğrencilere göre daha 278 Hüseyin Tatlıdil, Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistiksel Analiz, Cem Ofset, Ankara, 1996, s.148. 258 düşük olduğu ortaya çıkmakta, bu da yurtta kalanların iletişim sürecinde daha fazla sorunlar yaşadıklarını göstermektedir. Grafik 6. Çoğu zaman kendi inandığım şeylerle çelişen mesajları duymaktan hoşlanmam. Kes.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 11,8% 20,9% Kıs.Katılmıyorum 17,3% Kararsızım 8,2% Kıs.Katılıyorum 41,8% Algılama farklılıklarının iletişimsizliğin en temel nedenlerinden birini oluşturduğu görülmektedir. Bu durumda kişilerin, karşıdaki kişilerin söylediklerine değil, duymak istediklerine odaklanmaları söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla burada seçici dinlemenin gerçekleştiği gözlenmektedir. Kişilerin seçici dinledikleri, seçiciliğe meyilli oldukları, öncelikle kendi düşünceleri ile uyuşan düşünceleri dinledikleri, seçici bellekle mesajların, kendi düşüncelerini destekleyen bölümlerini hatırlama ve desteklemeyenleri unutma eğiliminde olduğu ifade edilmektedir. Bu çalışmada da, yukarıdaki ifadeye üniversite öğrencilerinin %20.9’unun tamamen, %41.8’inin ise kısmen katıldıklarını belirtmeleri, öğrencilerin kendi inançları ile paralellik gösteren mesajları duyma, dolayısıyla mevcut inançlarıyla çelişen mesajları da reddetme eğiliminin yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. 259 Grafik 7. İletişimde karşımdaki kişilerin olayları benim gibi algıladığını düşünürüm. Tam.Katılıyorum 6,8% Kes.Katılmıyorum Kıs.Katılıyorum 33,2% 22,7% Kararsızım 11,4% Kıs.Katılmıyorum 25,9% Pek çok iletişim sorununun temelinde yer alan nedenlerden birini oluşturan bu düşünce biçiminde, bir anlamda zihin okuma yapılarak, kişinin karşısındakinin de olayları kendisi gibi algıladığı inancını taşıması söz konusu olmaktadır. Bu anlayışın, iletişimin benzerliklerin ve farklılıkların paylaşımı olarak değerlendirilmesini, belli bir konuda çok farklı bakış açılarının olabileceğini göz ardı ettiği ve karşıdaki kişiyi anlamaya çalışmaktan son derece uzak olduğu söylenebilmektedir. Bu ifadeye öğrencilerin %22.7’si kısmen, %6.8’i tamamen katıldıklarını, buna karşın %25.9’u kısmen ve %33.2’si ise kesinlikle katılmadıklarını belirttikleri ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu durumun da, öğrencilerin iletişimlerinde önemli ölçüde belirleyici olmadığı, yalnızca öğrencilerin üçte birlik bir bölümünün diğer kişilerin de kendileri gibi algıladığını düşündükleri görülmektedir. 260 Grafik 8. Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumlu hissetmeme neden olur. Kes.Katılmıyorum 3,2% Kıs.Katılmıyorum 6,8% Tam.Katılıyorum 24,5% Kararsızım 14,1% Kıs.Katılıyorum 51,4% İletişim sürecinde yaşanılan duygularla diğer kişilerin sözlü ve sözsüz mesajlarının bir neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirilme eğiliminin yüksek olduğu ifade edilmektedir. Bu noktada kişilerin kendilerini olumlu hissetmelerinin sorumluluğu diğer kişilere yüklenmekte, kişilerin olaylara verdiği anlamlar, düşünceler ve yorumlar göz ardı edilmektedir. Yukarıdaki ifadeye araştırmada yer alan öğrencilerin %24.5’inin tamamen, %51.4’ünün ise kısmen katıldığı görülmektedir. Kısmen ya da kesinlikle katılmayanların oranının düşük olduğu gözlenmektedir. Bu konuda kararsız olduklarını ifade edenlerin oranı ise %14.1’dir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık dörtte üçünün duygusal yapıları üzerinde karşıdaki kişilerin sözlü ve sözsüz mesajlarının son derece önemli ve etkili olduğu ortaya çıkmaktadır. 261 Grafik 9. Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumsuz hissetmeme neden olur. Tam.Katılıyorum Kes.Katılmıyorum 9,5% 16,8% Kıs.Katılıyorum 25,9% Kıs.Katılmıyorum 31,4% Kararsızım 16,4% Kişinin kendisiyle ilgili düşüncelerinin, aldığı mesajı anlamlandırma sürecini yönlendirdiği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla, kendisiyle ilgili olumsuz bir imaja sahip olan kişi, diğerleriyle kurduğu iletişimde çoğu zaman diğerlerinin sözel ve sözsüz mesajlarıyla kişiliğini olumsuz olarak değerlendirdiklerini düşünmekte, duyduğu şeyleri kişisel olarak yorumlamakta, sürekli kendi olumsuz imajını destekleyici anlam boyutları arayışı içinde bulunduğu görülmektedir. Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %9.5’i tamamen, %25.9’u ise kısmen katıldıklarını, buna karşın %16.8’i kesinlikle ve %31.4’ü ise kısmen katılmadıklarını belirtmektedir. Bu durum, araştırma yapılan öğrencilerin yaklaşık üçte birinin, karşılarındaki kişilerin söylem ve eylemleriyle kendilerini olumsuz olarak değerlendirdiklerini, her şeyi kendilerine yönelik olarak kabul ettiklerini göstermektedir. 262 Grafik 10. Karşımdaki kişinin tutum ve davranışlarını sevmediğimde, genelde iletişime kapalı olurum. Kes.Katılmıyorum 10,5% Kıs.Katılmıyorum 15,5% Tam.Katılıyorum 40,0% Kararsızım 10,5% Kıs.Katılıyorum 23,6% İletişimsizliği doğuran en önemli nedenlerden birini kişilerin sahip olduğu önyargıların oluşturduğu gözlenmektedir. Dolayısıyla kişinin mesajı etkin bir biçimde algılamasına ve anlamlandırmasına engel olan önyargıların, kişiyi iletişim sürecinden derece derece kopardığı görülmektedir. Kişi, karşısındaki kişinin tutum ve davranışlarını sevmediğinde, onunla iletişim kurma isteğinden giderek uzaklaşmaktadır. Burada da üniversite öğrencilerinin bu düşünceye %40 oranında tamamen, %23.6 oranında ise kısmen katıldıklarını ifade ettikleri ortaya çıkmaktadır. Bu ifadeye kısmen ve kesinlikle katılmayanların oranının diğerlerine göre düşük olduğu gözlemlenmektedir. Buna bağlı olarak öğrencilerin üçte ikisinin çoğunlukla temeli yetersiz bilgilere dayanan birtakım önyargılar ile yaklaştıkları kişilere karşı iletişime kapalı oldukları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. 263 Grafik 11. İletişimde her şeyi açıklıkla ifade etmek yerine, kapalı ve imalı iletişim kurmayı tercih ederim. Tam.Katılıyorum 9,1% Kes.Katılmıyorum Kıs.Katılıyorum 39,1% 23,2% Kararsızım 11,4% Kıs.Katılmıyorum 17,3% Bir kişiyi tümüyle işlevsel bir birey yapan ve toplum içinde yaşamanın en güç ama dirimsel derecede önemli yanı iletişim kurabilme yeteneğidir. Kişi eğer eylemleriyle olduğu kadar kullandığı sözcüklerle de kim olduğunu bildirme yolunda yeterli ve istekli olmazsa, kimsenin kendisinin nasıl bir insan olduğunu anlaması mümkün görünmemektedir. Kişisel olarak konuşmakla, jestlerle ve eylemlerle her an değişen benliğini anlatmak durumundadır279. Dolayısıyla yalnız kalma ve yanlış anlamaların kişinin kendisini olaylarda arı bir biçimde sunma yetersizliğinden ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Mesajı net bir biçimde ortaya koymanın geri plana atılarak, karşıdaki kişinin yorumuna bırakılmasına bağlı olarak karşıdaki kişinin doğru yorumlayamaması, bir başka deyişle mesaj ile bağdaştırılan diğer anlam boyutlarını algılayamaması, bunun sonucunda da iletişimsizliğin yoğun bir biçimde yaşanması söz konusu olmaktadır. 279 Leo Buscaglia, Kişilik, Tümüyle İnsan Olabilme Sanatı, Çev: Nejat Ebcioğlu, İnkılap Kitabevi ,7. Baskı, İstanbul, 1987, s.123. 264 Bu ifadeye öğrencilerin %9.1’inin tamamen, %23.2’sinin ise kısmen katıldıkları görülmekte, %39.1’ise kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık üçte birinin açık iletişim kurmayı tercih etmeyerek, karşıdaki kişiler açısından mesajın sunulmasında önemli dinleme ve anlama engelleri ortaya çıkardıklarını göstermektedir. Grafik 12. Karşımdaki kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarını değerlendirmemde duygusal durumum (olumlu, olumsuz) önemlidir. Kes.Katılmıyorum 8,6% Kıs.Katılmıyorum 8,2% Kararsızım 5,0% Tam.Katılıyorum 42,7% Kıs.Katılıyorum 35,5% İletişim kurarken kişinin her zaman rasyonel bir tutum içerisinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Yaşanılan iletişim süreçlerinde duygular da her zaman için önemli bir yer tutmaktadır. Kişinin aldığı mesajı anlamlandırmasında, o anki olumlu olumsuz duygularının önemli ve belirleyici olduğu görülmektedir. Aynı mesajı mutlu, sakin ve kızgın, öfkeli, umutsuz olduğu durumlarda kişinin farklı yorumlayabildiği ortaya çıkmaktadır. Yukarıdaki ifadeye kısmen ve kesinlikle katılmayanların oranının düşük olduğu gözlemlenirken, öğrencilerin %47.2’si tamamen, %35.5’i ise kısmen katıldıklarını belirterek, başkalarının sözlü ve sözsüz mesajlarını değerlendirmelerinde yaşadıkları 265 duyguların son derece belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır. Grafik 13. İletişim kurarken duygularımı anlatmakta güçlük çekerim. Kes.Katılmıyorum 40,0% Tam.Katılıyorum 7,7% Kıs.Katılıyorum 25,5% Kararsızım 5,9% Kıs.Katılmıyorum 20,9% Kişilerin birbirlerini anlamaları, birbirleriyle olumlu ilişkiler kurmaları, kişinin kendisini çevresine kanıtlaması, kabul ettirmesi, dolayısıyla tüm bunların en üst sınırını oluşturan mutlu ve başarılı bir yaşama sahip olmasında duyguların çok önemli bir yerinin olduğu görülmektedir. Duygular dünyasına açıklama getirebilmenin birtakım engellerle karşılaştığı ifade edilmekte, bu engellerin başında da duyguların belli sınırlara oturtulamayışı ön plana çıkmaktadır. Duygular bir anlamda renklere benzetilmekte, her rengin değişik tonlara sahip olması gibi, her duygunun da farklı tonları olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Örneğin, her kişi zaman zaman mutluluk duygusunu yaşayabilmekte, bununla birlikte hiçbirinin mutluluk tonu birbirine benzememektedir. Duyguların ifade edilmesi konusundaki bir diğer zorluğu da, duyguların sözcüklere tam anlamıyla dökülemeyişi oluşturmaktadır. İletişim sürecinde bazen kişilerin yaşadıkları duyguları doğru tanımlayamadıkları ve duygularını kolayca ifade edemedikleri görülmektedir. İletişim 266 problemlerinin büyük bir bölümünün ifade edilmeyen duygular ve bunun sonucunda ortaya çıkan yanlış anlaşılmalardan kaynaklandığı gözlenmektedir. Duygularını anlatmakta güçlükler yaşayan kişinin, hissettikleri karşıdaki kişilerin yorumuna bırakılmakta, dolayısıyla farklı anlamlandırmalar iletişimsizliği de gündeme getirmektedir. Grafik 13’de de görüldüğü üzere yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %25.5’i kısmen, %7.7’si ise tamamen katılmakta, bununla birlikte %20.9 oranında kısmen, %40 oranında ise kesinlikle katılmadıkları ortaya çıkmaktadır. Bu durum çalışmada yer alan öğrencilerin yaklaşık üçte birinin duygularını ifade etmede güçlükler yaşadıklarını açığa çıkarmaktadır. Grafik 14. İletişimde karşımdaki ile empati kurmakta güçlük çekerim. Kes.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 46,4% 3,2% Kıs.Katılıyorum 14,5% Kararsızım 8,6% Kıs.Katılmıyorum 27,3% “İnsan bir yandan iletişim kurar, sosyaldir, yardımseverdir; ama bir yandan benmerkezcidir (ego-santriktir), olaylara karşısındakinin bakış tarzıyla bakmaz, onunla empati kurmaz”280. Bu doğrultuda benmerkezciliğin fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak gerçekleştiği görülmekte, kişinin karşısındaki kişilerin dünyayı ve olayları 280 Üstün Dökmen, Küçük Şeyler, Sistem Yayıncılık, Üçüncü Basım, İstanbul, 2005, s.42. 267 algılama ve düşünme biçimlerinin yanlış olduğunu, kendisinin algılama ve düşünme biçiminin ise tek doğru olduğunu düşünmesi zihinsel ben merkezciliği gündeme getirmekte, bazı durumda kişinin kendisi gibi düşünmeyenleri değiştirmeye, kendine benzetmeye çalıştığı gözlenmektedir. Bunun yanında karşısındakinin bakış açısını kavrayabilmekte, ancak onun duygularına kapalı kalıp neler hissettiğini anlayamamakta, kendi duygularını ön plana almaktadır. Dolayısıyla kişinin fiziksel, zihinsel ve duygusal açıdan ben merkezci davranışlar sergilemesi diğerleriyle empati kurmasını engellemekte, iletişimsizlik yaşamasına neden olmaktadır. Araştırmaya katılan öğrencilerin iletişimde empati kurmada güçlük çekmeleriyle ilgili olarak %27.3’ünün kısmen, %46.4’ünün ise kesinlikle katılmadıklarını ifade ettikleri görülmektedir. Buna karşın %14.5’inin kısmen, %3.2’sinin ise kendisini karşısındaki kişilerin yerine koyup onları anlamakta güçlükler yaşadıkları ortaya çıkmaktadır. Grafik 15. İletişim kurduğum kişinin mesajları duygusal yapımı yakından etkiler. Kes.Katılmıyorum 4,5% Kıs.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 20,9% 15,9% Kararsızım 15,9% Kıs.Katılıyorum 42,7% Burada bilişsel kısmın ihmal edilip, duyguların ön plana çıkarılması söz 268 konusudur. Kişilerarası iletişim sürecinde başkalarının kişinin belli bir duyguyu yaşamasına neden olduğu kanısı, duygunun değişiminin de başkalarının değişimine bağımlı olduğu noktasına götürmektedir. Bu çalışmada öğrencilerin yukarıdaki ifadeye %20.9 tamamen ve %42.7 kısmen katıldıkları gözlemlenmekte, buna karşın kısmen katılmayanların %15.9, kesinlikle katılmayanların ise %4.5 olduğu ortaya çıkmaktadır. Kararsızların oranı ise %15.9’dur. Bu oranlar öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin yaşadıkları duyguların nedenlerini karşılarındaki kişilerde gördüklerini ve duygularının değişmesinin bu kişilerin değişimine bağlı olduğu inancında olduklarını ortaya koymaktadır. Grafik 16. Çoğu zaman iletişim becerilerimin kısıtlı olduğunu ve karşımdakinin sözsüz mesajlarından konuşmamın onları sıktığını ve benimle birlikte olmak istemediğini anlıyorum. Kes.Katılmıyorum 39,5% Tam.Katılıyorum 10,0% Kıs.Katılıyorum 15,0% Kararsızım 12,3% Kıs.Katılmıyorum 23,2% İletişim sürecinde bazı durumlarda kişilerin diğerlerinin tutumlarını kendi özsaygılarını zedeleyecek biçimde yorumlayabildiği gözlenmektedir. Örneğin, kişinin fikri karşısındaki tarafından göz önüne alınmadığında, bu durumdan kişi kendisinin 269 haksız olduğu anlamını çıkarabilmektedir. Dolayısıyla karşıdaki kişinin sözsüz mesajlarından kendisinin olumsuz olarak değerlendirildiği sonucuna varılabilmekte, kişi iletişim kurma konusunda yetersizlikler gösterdiği yönünde kendisini suçlayabilmektedir. Yukarıdaki ifadeye araştırmada yer alan öğrencilerin %15’i kısmen ve %10’u tamamen katılırken, %23.2’sinin kısmen ve %39.5’inin ise kesinlikle katılmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç öğrencilerin yaklaşık dörtte birinin iletişimde başkalarının tutumlarının kendi özsaygıları üzerinde etkili olduğu noktasına götürmektedir. Grafik 17. İletişimde genelde incinmemek için duygularımı kapatmayı tercih ederim. Tam.Katılıyorum 13,2% Kes.Katılmıyorum 30,9% Kıs.Katılıyorum 26,4% Kıs.Katılmıyorum Kararsızım 17,3% 12,3% Kişi duygusal kapalılığı tercih ettiğinde, kendi duygularına karşı kapanmakta, bir süre sonra kendi duygularıyla da iletişimini koparmakta ve ne hissettiğini bilemez duruma gelmektedir. Bunun sonucunda da özgüvenden yoksun bir kişi olabilmektedir. Genel anlamda değerlendirildiğinde, aile ortamının kişiye duygularını gizlemesinin, açığa vurmamasının önemini vurguladığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bir anlamda kişiye yetişkin olana dek, duygusal kapalılığın yolları aşılanmaktadır. Dolayısıyla kişiyi verdiği karışık mesajlarla başkaları anlamadan önce, kişinin kendisini 270 anlayamadığı görülmektedir. Öğrencilerin incinmemek için duygularını kapatmayı seçme konusunda %13.2’sinin tamamen, %26.4’ünün kısmen katıldıkları, buna karşın %17.3’ünün kısmen ve %30.9’unun ise kesinlikle katılmadıkları ortaya çıkmaktadır. Bu durum, öğrencilerin yaklaşık üçte birinin iletişim sürecinde gerçek duygularını gizlediğini göstermektedir. Grafik 18. İletişimde genelde karşımdakini kendi bakış açıma göre anlamaya çalışırım. Tam.Katılıyorum Kes.Katılmıyorum 13,6% 23,2% Kıs.Katılıyorum 27,7% Kıs.Katılmıyorum 21,8% Kararsızım 13,6% Kişiler arasında etkili iletişimin kurulmasını olanaksızlaştıran nokta, kişilerin çoğu zaman karşılarındakileri kendi algısal dünyalarına göre anlamaya çalışmaları ve kendi algısal dünyalarına uymayan uyaranları reddetmeleridir. Diğerlerini yargılama, değerlendirme, onaylama-onaylamama eğilimleri kişilerin kendi bakış açılarından yapılmaktadır. Bu noktada sağlıklı bir iletişimin, değerlendirme eğiliminden sakınarak, diğerlerini anlamaya çalışarak dinlemenin gerçekleştiği durumda meydana geldiği görülmektedir. Grafik 18’den de anlaşılacağı üzere bu ifadeye kısmen ya da bütünüyle katılan ya da katılmayanların oranının hemen hemen eşit olduğu gözlenmekte, dolayısıyla 271 öğrencilerin %40’lık bir bölümünün kendi bakış açıları doğrultusunda kişileri anlamaya çalıştıkları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Grafik 19. İletişimde başkaları beni dinlemiyorsa, genelde bunun onlardan kaynaklandığını düşünürüm. Kes.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 15,0% 16,4% Kıs.Katılıyorum 23,6% Kıs.Katılmıyorum 28,2% Kararsızım 16,8% Burada sorumluluğun bütünüyle karşı tarafa yüklenmesi söz konusu olmaktadır. Kimi zaman, kişinin kendisine kulak verilmediğini, duyulmadığını hissettiğinde, bunun sorumluluğunu üzerine almaktan kaçındığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü bazen, kişi ötekinin tahmin edeceğini düşünerek, kendisini net ya da doğrudan ifade etmemektedir. Bu noktada isteğini açık bir dille ifade etmeye (‘Seninle konuşmak istiyorum’, ‘Beni dinlemeni istiyorum’, ‘Sana neler hissettiğimi söylemek istiyorum’) cesaret edemeyebildiği de söylenebilmektedir. Grafik 19’dan da anlaşılacağı üzere bu ifadeye öğrencilerin %23.6’sı kısmen, %15’i tamamen katılmakta, buna karşın %28.2’si kısmen ve %16.4’ü ise kesinlikle katılmamaktadır. Bu konuda kararsız olduklarını belirtenlerin oranının ise %16.8 olduğu görülmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık üçte birinin iletişim sürecinde mesajın sunuluşuyla ilgili kendilerinden kaynaklanan etkenleri göz ardı ederek sorumluluğu 272 diğer kişilere yüklediklerini ve buna bağlı olarak iletişim problemleri yaşamalarının bir anlamda kaçınılmaz olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Grafik 20. Bana göre ‘söylediğini duyuyorum’ ile ‘seni dinliyorum’ aynı şeyi ifade etmektedir. Kes.Katılmıyorum 83,6% Kıs.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 3,2% 6,8% Kıs.Katılıyorum 3,2% Kararsızım 3,2% Dinlemenin duymakla karıştırılmasının genel bir eğilim olduğu ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, 'söylediğini duyuyorum' ile 'seni dinliyorum' aynı şey değildir. Dinlemek, seslerin kulak tarafından sadece tanınmaktan öte analiz edilmesi olarak ifade edilmektedir. Dinlemek, kişinin o anda keşfetmeye çalıştığı, söylenen şeylerin anlamlarını dikkatlice süzmeyi ve açıklığı getirmektedir. Dinlemek, ilk aşamasını duymanın oluşturduğu ve duymayı istemek olarak ifade edilen bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Ancak dinlemenin duymakla aynı şey olmadığı ortaya çıkmaktadır. Kişinin uyanık olması ya da işitsel kaybının olmaması, söylenenleri dinlediği anlamına gelmemektedir. Bu anlamda işitmek pasif bir eylem, dinlemek ise bilinçli bir çaba gerektiren, işitmenin ötesinde bir eylem olarak nitelendirilmektedir. “Dinleme, duyma mekanizmalarından geçerek gelen bilgilerin 273 kayıt edilip, kullanıma hazır hale gelmesine yol açan bir farkındalıktır. Bu açıdan dinleme duymadan farklı olarak aktif bir zihinsel yöntemdir”281. Yukarıdaki ifadeye kısmen ve tamamen katılanların oranının oldukça düşük olduğu gözlemlenmekte, bunun yanında kesinlikle katılmayanların %83.6 gibi büyük bir çoğunluğu oluşturduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç da öğrencilerin büyük bir bölümünün duymakla dinlemek arasındaki farkı algılayabildiğini göstermektedir. Grafik 21. İletişimde genelde başkalarını düşüncelerimin doğru olduğuna inandırmaya, bununla ilgili kanıt göstermeye ve ders vermeye çalışırım. Kes.Katılmıyorum 15,9% Tam.Katılıyorum 23,6% Kıs.Katılmıyorum 18,2% Kararsızım 8,2% Kıs.Katılıyorum 34,1% Karşıdaki kişileri anlamaktan uzak eğilimlerden birinin de, inandırma, kanıt gösterme, ders verme olduğu ifade edilmektedir. İletişim sürecinde dinleyenin, konuşan kişinin duygularını ve inançlarını önemsemediği ve bunun sözlü ve sözsüz mesajlarla o kişiye aktarıldığı durumda iletişimsizliğin yaşanabildiği görülmektedir. Konuşmacının duygularını anlamak yerine, kişi kendi düşünceleriyle onu etkilemek için kendine göre 281 Zeynep Cihangir, a.g.e., s.23. 274 gerçekleri, karşıt fikirleri, mantığı ve bilgileri kullanmakta ve ders vermeye çalışır biçimde düşüncelerini dile getirmektedir. Araştırmada yer alan öğrenciler bu ifadeye %23.6 oranında tamamen ve %34.1 oranında ise kısmen katılmaktadır. Öğrencilerin %18.2’si kısmen, %15.9’u ise kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin karşıdaki kişileri anlamaya çalışmaktan uzaklaşarak kendi düşüncelerinin doğruluğunu kanıtlama ve diğerlerini inandırma çabası içinde oldukları söylenebilmektedir. Grafik 22. İletişimde genelde karşımdaki kişinin dile getirdiği sorunundan çok, sorunuyla ilgili tanı koymaya yönelirim. Kes.Katılmıyorum 14,1% Tam.Katılıyorum 19,5% Kıs.Katılmıyorum 16,8% Kıs.Katılıyorum 31,4% Kararsızım 18,2% Burada kişinin dile getirdiği sorunundan ziyade, kişiye odaklanmanın söz konusu olduğu görülmekte, dinleyen, konuşan kişinin güdülerinin ne olduğunu ya da yaptığı ve söylediğinin nedenlerini açıklamaya çalışan bir psikolog rolünü oynamaktadır. Bu noktada kişilerin olayların nedenleriyle ilgili birtakım teşhislerde 275 bulundukları, tanı koydukları gözlemlenmektedir. Kişinin ifade ettiklerine tanı koyma eğilimi kişiyi yanlış anlaşıldığı duygusuyla baş başa bırakabilmektedir. Yukarıdaki ifadeye araştırmada yer alan öğrencilerin %31.4’ünün kısmen, %19.5’inin ise tamamen katıldığı görülürken, %16.8’inin kısmen ve %14.1’inin ise kesinlikle katılmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu konuda kararsızların oranının ise göz ardı edilemeyecek ölçüde olduğu gözlenmektedir. Bu durum öğrencilerin yarısından büyük bir bölümünün iletişim sürecinde tanı koyma eğiliminde bulundukları sonucuna ulaştırmaktadır. Grafik 23. İletişimde genelde başkalarının sözünü bitirmesini beklemeden kendi düşüncelerimi ifade etmeye başlarım. Tam.Katılıyorum 4,5% Kıs.Katılıyorum 11,4% Kararsızım 6,8% Kes.Katılmıyorum Kıs.Katılmıyorum 16,4% 60,9% Dinlemek için kişinin ilk önce susması ve tepki vermekten vazgeçmesi gerekmektedir. Tepkisellik, dinlemenin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Dinlemek, en azından bir süre için cevap vermekten ve kişinin kendi düşüncesini ifade etmek için karşısındakinin sözünü zaptetmekten vazgeçmesi olarak değerlendirilmektedir. Böylece söz kesme alışkanlığına sahip kişiler, belirtilen noktayı ya yanlış kavramakta, ya da daha kötüsü karşısındakilere dinlemediklerini kanıtlayan 276 geri bildirimlerde bulunmaktadır. Bu kişiler genellikle dinleme sırasında, konuşma sırası kendilerine geldiğinde kafalarında ne söyleyecekleriyle meşgul oldukları için, anlatılana yeterince odaklanamamaktadır. Düşünceleri kafalarında hazır olduğu anda ya da biraz belirginleşince zaman geçirmeden bunları ifade etmek için, konuşmanın uygun olmayan bir yerinde söze girmekten çekinmemektedir. Bu araştırmada öğrencilerin yukarıdaki ifadeye %16.4’ünün kısmen ve %60.9’unun ise kesinlikle katılmadıklarını ifade ettikleri görülmekte, kısmen ve tamamen katılanların oranının ise oldukça düşük olduğu gözlenmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık dörtte üçünün söz kesme alışkanlığı içinde olmadıklarını, karşılarındaki kişilere kendilerini ifade etmeleri için zaman tanıdıkları sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Grafik 24. İletişimde genelde zihnim benim için daha önemli konularla meşgul olduğundan karşımdakinin söylediklerine dikkatimi veremem. Kes.Katılmıyorum 41,8% Tam.Katılıyorum 8,6% Kıs.Katılıyorum 16,8% Kararsızım 7,7% Kıs.Katılmıyorum 25,0% Kişilerin birbirinden farklı özelliklere sahip olmalarından dolayı, dinleme davranışlarının da farklılık gösterdiği görülmektedir. Bu durum bir topluluğa karşı konuşulduğunda daha da belirginleşmektedir. Bireysel farklılıklar, dinleyicilerin başka 277 düşüncelere kayıp kaymamalarını ve eğer dinlemeyi bırakırlarsa bu düşüncelerde uzun süre kalıp kalmayacaklarını belirlemektedir. Ayrıca bu farklılıklar, kişilerin değişik zamanlarda dinlemeyi durdurabilecekleri ve konuşmanın farklı bölümlerini duyabilecekleri gerçeğini açıklamaktadır. Hayal kurmak, zor bir durumdan kurtulmak için doğal bir kaçış yolu olmasının yanında, kişilerarasında iletişimsizliğin yaşanmasına yol açan kötü dinleme alışkanlığının da bir göstergesi olabilmektedir. Hayal kuran kişinin bütün dikkatinin içindeki ekrana yoğunlaştığı, iç dürtülerinin, dışarıdaki seslere hakimiyet kurduğu ifade edilmektedir. Grafik 24’de de görüldüğü üzere, öğrencilerin %25’i bu ifadeye kısmen, %41.8’i ise kesinlikle katılmadıklarını belirtmektedir. Tamamen ve kısmen katılanların oranı ise yaklaşık dörtte birlik bir bölümü kapsamaktadır. Dolayısıyla bu durum, öğrencilerin dörtte birinin kendi iç iletilerine yoğunlaşarak karşıdaki kişilerin söylediklerine odaklanmakta güçlükler yaşadıklarını ortaya koymaktadır. 278 Grafik 25. Konuşurken karşımdaki kişinin eğitim seviyesi, tecrübe ve beklentilerine göre dili kullanmadığımı düşünüyorum. Tam.Katılıyorum 18,2% Kes.Katılmıyorum 29,5% Kıs.Katılıyorum 18,6% Kıs.Katılmıyorum Kararsızım 19,5% 14,1% İletişim sürecindeki olumsuz sonuçlar ya da doğrudan doğruya iletişimsizlik, konuşanın anlatımdaki yetersizliğinden kaynaklanabilmektedir. Konuşan kişinin, mesaj için uygun kod sistemini seçememesi, başarılı kodlama yapamaması, dinleyicinin kabul edip çözebileceği kodu bulamaması durumunda iletişim sürecinin aksaması, hatta hiç başlayamaması söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla konuşmanın dinleyen kişinin anlayabileceği şekilde yapılandırılmaması, büyük bir dinleme engeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %18.6’sının kısmen, %18.2’sinin ise tamamen katıldığı gözlenirken, %19.5’i kısmen ve %29.5’i ise kesinlikle katılmadığını dile getirmektedir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte birinin konuşurken karşıdaki kişilerin özelliklerini dikkate almayarak kendi anlayışları doğrultusunda hareket ettikleri sonucuna ulaşılmaktadır. 279 Grafik 26. Karşımdaki kişiden hoşlanıyorsam, bütün mesajlarını daha olumlu değerlendiririm. Kes.Katılmıyorum 7,3% Kıs.Katılmıyorum 10,0% Tam.Katılıyorum 32,3% Kararsızım 13,6% Kıs.Katılıyorum 36,8% Bu eğilim, iletişim sürecinde halo etkisini ortaya koymaktadır. Halo etkisi, “kişiye ilişkin genel izlenimin veya kişinin dikkati çeken tek bir kişilik özelliğinin, ona ilişkin özel değerlendirmeleri etkileme eğilimi ile tanımlanan bir tür yargı hatası”282 olarak değerlendirilmektedir. Bu etkinin, her psikolojik testte ciddi yargı hatalarına yol açabildiği ifade edilmektedir. Halô etkisi, ilk izlenimlerin diğer kişiyi algılamada önemli bir referans noktası oluşturması anlamına gelmektedir. Kişinin ilk kez çok bilgili bir insan olarak algılanması durumunda, bu önyargı o kişinin bütün diğer ilişkilerinde de değerlendirilme ölçütü olmaktadır; en azından yeni bilgiler edinmedikçe, o kişiyi hep bilgili olarak görmeyi sürdürme olasılığı büyüktür. Anlık ilk izlenimin kişi algısında yarattığı bu derin etki, bilişsel yapıyı genellikle daha ayrıntılı bilgilerle oyalanmaktan kurtardığı için işlevsel de sayılabilmektedir. Bu çalışmada yer alan öğrencilerin yukarıdaki ifadeye %36.8 oranında kısmen, %32.3 oranında ise tamamen katıldığı görülmektedir. Kısmen ve kesinlikle 282 Selçuk Budak, a.g.e., s.100. 280 katılmayanların oranının ise düşük olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum öğrencilerin büyük bir bölümünün aldıkları mesajları anlamlandırmalarında karşıdaki kişilere olan duygusal yakınlıklarının belirleyici olduğunu göstermektedir. Grafik 27. Başkalarının söyledikleriyle yüz ifadeleri ve hareketlerinin birbiriyle çelişmesi genelde onları dinlememi engeller. Kes.Katılmıyorum 7,7% Kıs.Katılmıyorum 8,2% Tam.Katılıyorum Kararsızım 36,4% 9,5% Kıs.Katılıyorum 38,2% Sözsüz mesajların uygun olmayan kullanımları, iletişimin etkinliğine etki etmektedir. Sözlü ve sözsüz mesajların birbirleriyle uyum derecesi iletişimin etkinliğini belirlemektedir. Kişiler özellikle jest ve mimikler yoluyla karşı tarafa kontrolsüz mesajlar gönderebilmekte ve bu tür mesajlar istenmeyen davranışlara yol açabilmektedir. Mesaj gönderenin jest ve mimikleri kullanım amacı ile dinleyenin bunları değerlendirme biçiminin farklı olması durumunda iletişim kopukluklarının yaşandığı gözlemlenmektedir. Konuşan kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarının birbiriyle çelişmesi durumunda o kişiye karşı bir güven kaybı söz konusu olmakta, dolayısıyla büyük bir dinleme engeli ortaya çıkmaktadır. 281 Grafik 27’den de anlaşılacağı üzere yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %38.2’si kısmen, %36.4’ü ise tamamen katılmakta, kısmen ve kesinlikle katılmayanların oranının ise düşük olduğu görülmektedir. Buna bağlı olarak öğrencilerin yaklaşık dörtte üçü dinleme sürecinde karşılarındaki kişilerin sözlü ve sözsüz mesajlarının uyum içinde olmalarına önem vermektedir. Grafik 28. Bana duymak istemeyeceğim şeyler söylendiğinde, genelde bunları dinlememeyi tercih ederim. Kes.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 21,4% 23,2% Kıs.Katılmıyorum Kıs.Katılıyorum 22,3% 21,4% Kararsızım 11,8% Kişiler bazı durumlarda, duymak istemedikleri şeylere maruz kalmaları durumunda dinlememeyi, konuşulan konuyu duymak istememekten kaynaklanan bir savunma mekanizması olarak kullanılabildikleri ortaya çıkmaktadır. Bu noktada savunmacı tutumun sergilendiği davranışlar, içe kapanma, başka şeylerle ilgilenme, küsme, bulunulan yeri terk etme ya da sözel olarak kendini savunma gibi çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilmektedir. Bazen de savunmacı tutum kendini saldırgan bir kılığa bürünmüş olarak göstermektedir. 282 Araştırmada yer alan öğrencilerin %22.3’ü bu ifadeye kısmen, %21.4’ü ise tamamen katılmakta, buna karşın %21.4’ü kısmen ve %23.2’si ise kesinlikle katılmamaktadır. Kararsızların oranı ise %11.8’dir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık yarısı dinleme sürecinde beklentileri doğrultusunda davranma eğiliminde olmakta ve duymaktan hoşlanmadıkları şeylere maruz kaldıklarında dinlememeyi bir savunma mekanizması olarak kullanmaktadır. Grafik 29. Benim için konuşmak, kendi düşüncelerimi ifade etmek başkalarını dinlemekten daha önemlidir. Kes.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 47,3% 7,3% Kıs.Katılıyorum 9,1% Kararsızım 10,9% Kıs.Katılmıyorum 25,5% Dinleme becerisi, önemli, her zaman gerekli, bununla birlikte genel anlamda değerlendirildiğinde az gelişmiş olan bir iletişim öğesidir ve başkalarıyla yaşanılan birçok problem bu alandaki büyük beceri eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Pek çok kişinin, etkili bir şekilde dinleme konusunda yetersizlik gösterdiği görülmektedir. Konuşmanın, kişiler arasında anlaşma sağlanabilmesi için yeterli olmadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bunun nedeni tarafların başlangıçta birbirlerini anlamak için dinlememeleri olmaktadır. “Dinleme 283 iletişim sürecinin diğer yarısını oluşturmaktadır. Karşısında iyi bir dinleyici olmaksızın, konuşan kişinin sözleri rüzgarda dağılıp gitmektedir”283. Buna bağlı olarak sosyal ilişkilerin pek çoğunda yüzeysel dinleme örneklerine rastlanmaktadır. Bu noktada etkin dinlemenin gerçekleşmediği durumlarda, iletişimde sorunlar yaşanmaktadır. Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %25.5’inin kısmen, %47.3’ünün ise kesinlikle katılmadıklarını ifade ettikleri görülmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin karşılarındaki kişileri de dinlemeye zaman ayırdıklarını, onların da kendilerini ifade etmelerine olanak sağlayan ortamı yarattıklarını göstermektedir. Grafik 30. İnsanları genelde birey olarak değil, bir grubun üyesi olarak değerlendiririm. ( tipik genç, aptal sarışın gibi.) Kes.Katılmıyorum 64,1% Tam.Katılıyorum 2,7% Kıs.Katılıyorum 6,8% Kararsızım 11,4% Kıs.Katılmıyorum 15,0% Etkili dinlemenin önündeki en büyük engellerden bir tanesini, insan zihninin, algıladığı bilgiyi stereotipleştirilmesi, sınıflama ve adlandırma ihtiyacına belirli algı kategorileri içinde bağlı olarak görülmeye kişilerin başlanmasının oluşturduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum kişileri birey olarak değil, bir grubun üyeleri 283 Frank A. Lindner, “Listening Well: A Key to Successful Hypnosis”, http://www.nfnlp.com/listeningwell_lindner.htm, 12.10.2004. 284 olarak katı ve dar kalıplar içinde değerlendirme eğilimini ifade etmekte, dinleyenlerin bekledikleri şeylerin dışında farklı şeyler duymalarını engellemektedir. Belirli türdeki insanların nasıl düşündükleri, hissettikleri ve davrandıkları hakkında genelleştirilmiş inanışlar ve beklentiler olarak ortaya konan stereotipleştirme sürecinde, çoğu durumda bir grubu tanımlamak için kullanılan özelliklerin, karşılaşılan her üye için gerçekten doğru olup olmadığı konusunda herhangi bir araştırma yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla bu tür ön yargıların iletişimsizliği gündeme getirmesinin de kaçınılmaz olduğu söylenebilmektedir. Grafik 30’dan da anlaşılacağı üzere öğrencilerin %15’inin bu ifadeye kısmen, %64.1’inin ise kesinlikle katılmadıkları görülmekte, kısmen ve tamamen katılanların oranının ise düşük olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada öğrencilerin yaklaşık dörtte üçünün karşılarındakileri ayrı bireyler olarak değerlendirdiği sonucuna ulaşılmaktadır. Grafik 31. İletişimde başkalarından önce ben ve benim düşüncelerim önemlidir. Tam.Katılıyorum 4,5% Kıs.Katılıyorum 15,0% Kararsızım 10,0% Kes.Katılmıyorum 50,9% Kıs.Katılmıyorum 19,5% Burada kişinin tamamen kendi içsel mesajlarına yönelmesi söz konusu olmakta, dışarıdan gelen mesajlara karşı ise sağırlık ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla kişilerin birbirlerinin söylediklerini sadece bir uğultu olarak duyabildikleri, etkili dinlemenin 285 temel noktalarını oluşturan duymayla birlikte aynı zamanda anlama, dikkat etme, duyulanı analiz etme, eleştirel değerlendirme, duyulan mesajdan hareketle tepki vermenin ortadan kalktığı görülmektedir. Bu ifadeye öğrencilerin %19.5’i kısmen ve %50.9’u ise kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Tamamen ve kısmen katılanlar ise yaklaşık %20’lik bir bölümü oluşturmaktadır. Bu durum öğrencilerin yaklaşık dörtte üçünün iletişim sürecinde karşılarındaki kişileri dinlerken onlara odaklanabildiklerini, onların düşündüklerine ve hissettiklerine de önem verdiklerini ortaya koymaktadır. Grafik 32. Genelde insanları dinlemediğim halde dinliyor görünürüm. Tam.Katılıyorum 4,5% Kıs.Katılıyorum 13,2% Kararsızım 9,5% Kes.Katılmıyorum 51,4% Kıs.Katılmıyorum 21,4% Görünüşte dinlemenin yanlış anlaşılmaların temel nedenlerinden birini oluşturduğu söylenebilmektedir. Kişinin fiziksel olarak orada bulunmasına karşın, zihnini meşgul eden başka konularla uğraştığı, dolayısıyla içsel bir söyleşiye daldığı ortaya çıkmaktadır. Kişilerin duygu ve düşünceleri tamamen başka yöndedir. Bu eğilimin yaygın olmasının tarafları iletişim sürecinden giderek kopardığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. 286 Grafik 32’de de görüldüğü üzere, yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %21.4’ü kısmen, %51.4’ü ise kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Bununla birlikte kısmen ve tamamen katılanların oranı yaklaşık %20’lik bir bölümü oluşturmakta, bu da öğrencilerin beşte birinin karşılarındaki kişileri gerçekten dinlememelerine karşın dinliyor görüntüsü verdiklerini ortaya koymaktadır. Grafik 33. Karşımdakinin söylediklerini genelde bana yönelik bir eleştiri ya da saldırı olarak algılarım. Kes.Katılmıyorum 63,6% Tam.Katılıyorum ,9% Kıs.Katılıyorum 9,1% Kararsızım 8,2% Kıs.Katılmıyorum 18,2% Burada kişinin duyduğu şeyleri kendi benliğine, kişiliğine yönelik bir eleştiri, saldırı olarak değerlendirmesi söz konusu olmakta, kişi her sözün altında bir ima aramakta ve mesajların yorumlanması benmerkezli olarak yapılmaktadır. Böyle bir dinleme tavrına sahip kişilerin karşıdaki kişilere kendini savunucu geri bildirimde bulunduğu görülmektedir. Bu tür dinleme biçiminde, konuşan kişinin de bu saldırgan ya da savunmacı tavırdan etkileneceği açıktır. Bu durum ses tonlarının yükselmesine, olumlu cümlelerin yerine baskıcı ifadelerin kullanılmasına, üst üste konuşma ve söz kesmenin artmasına 287 neden olmaktadır. Sonuçta, her iki tarafın da olumlu tavırlarını yitirerek, aralarındaki iletişimin iletişimsizliğe dönüşmesi mümkün hale gelmektedir. Yukarıdaki ifadeye çalışmada yer alan öğrencilerin %18.2’si kısmen ve %63.6’sı ise kesinlikle katılmadıklarını dile getirmektedir. Katılanların oranının ise oldukça düşük olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla genel anlamda değerlendirildiğinde öğrencilerin karşılarındaki kişiyi dinlerken savunucu dinleme eğiliminde bulunmadıklarını ortaya koymaktadır. Grafik 34. İletişimde karşımdaki kişileri söyledikleriyle zor duruma sokacak fırsatlar yaratmaya çalışırım. Tam.Katılıyorum 9,1% Kıs.Katılıyorum 10,9% Kararsızım 7,3% Kes.Katılmıyorum 53,6% Kıs.Katılmıyorum 19,1% Bu tür bir dinleme tavrı sergileyen kişilerin karşısındakinin söylediklerini anlamak amacında olmadıkları, sadece konuşan kişinin yanlışlarını, birtakım eksikliklerini ortaya çıkarma, kişiyi zor durumda bırakacak ipuçlarını yakalama eğiliminde oldukları gözlenmektedir. Grafik 34’ün de ortaya koyduğu üzere, araştırmada yer alan öğrencilerin %19.1’i bu ifadeye kısmen ve %53.6’sı ise kesinlikle katılmamaktadır. Kısmen ve tamamen katılanların oranının ise düşük olduğu gözlenmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık 288 üçte ikisinin iletişimsizliğe neden olan dinleme türlerinden birini oluşturan tuzak kurucu dinleme eğiliminde olmadıklarını göstermektedir. Grafik 35. İletişimi, kişileri her zaman kendi açımdan değerlendiririm. Tam.Katılıyorum 11,8% Kes.Katılmıyorum 26,8% Kıs.Katılıyorum 24,1% Kıs.Katılmıyorum Kararsızım 25,9% 11,4% Kendi gerçeğini, tek gerçeklik olarak algılayan kişiler, diğerlerinin bakış açılarına karşı hoşgörüsüz olmakta ve belli bir konuda farklı yaklaşımlarla konuşulması konusunda ilgilerini kaybetmektedir. Tartışmanın sadece bir yönüne ağırlık verdikleri ve diğerlerinin ikinci planda kalan düşüncelerine zaman ayırmayı gereksiz gördükleri için, karşı tarafın düşüncelerini dinlemek onlar için hoş olmayan bir durum olarak değerlendirilmektedir284. Sonuçta iki taraf arasındaki diyalog sona ermekte ve artık taraflar arasında çözüm getirebilecek bilgi akışı söz konusu olmamaktadır. Mevcut iletişim kanalları ve imkanlar kullanılmamakta ya da diğer kişiyi yanıltmak ya da korkutup sindirme gayreti içersinde kullanılmaktadır. Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %24.1’i kısmen, %11.8’i ise tamamen katılırken, %25.9’u kısmen ve %26.8’i ise kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık üçte birinin iletişim sürecinde her zaman kendi açılarına 284 ___, “Lack of Communication Channels/Avoided Communication”, http://colorado.edu/conflict/peace/problem/nocomml.htm, 11.07.2004. 289 bağlı olduklarını ortaya koymaktadır. Grafik 36. İletişimde genelde karşımdakinin hislerinden çok, haklı olmayı ön planda tutarım. Kes.Katılmıyorum 41,4% Tam.Katılıyorum 10,5% Kıs.Katılıyorum 15,0% Kararsızım 12,7% Kıs.Katılmıyorum 20,5% Burada karşıdaki kişiyi anlama gayretinin geri plana atılarak haklı olmanın önem kazandığı görülmekte, bu noktadan sonra kişi için, haklı olmak, karşısındakinin ne hissettiğinden çok daha önemli hale gelmektedir. Artık konuşmanın niteliği ve kişinin karşısındakinden bir şeyler öğrenebilme şansının bile önemini yitirdiği, iletişim sürecinin birdenbire bir yarış ve çatışmaya dönüştüğü ortaya çıkmaktadır. Grafik 36’dan da anlaşılacağı üzere öğrencilerin %10.5’i bu ifadeye tamamen, %15’i ise kısmen katılmaktadır. Buna karşın kısmen katılmayanların %20.5 ve kesinlikle katılmayanların %41.4 oranında olduğu görülmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık dörtte birinin iletişim sürecinde haklı olmayı ön plana aldığını, dolayısıyla empati kurmaktan uzaklaşarak son derece benmerkezci davrandıklarını ortaya koymaktadır. 290 Grafik 37. Çoğu zaman iletişimde başkalarını eleştirmekten hoşlanırım. Kes.Katılmıyorum 42,3% Tam.Katılıyorum 6,8% Kıs.Katılıyorum 12,3% Kararsızım 10,5% Kıs.Katılmıyorum 28,2% İletişimsizliğin yaşanmasına neden olan karşıdaki kişiyi yargılayıcı, suçlayıcı ve eleştiren bir nitelik taşıyan mesajların iletilmesinde, bu tür mesajları alan kişilerin, yetersizlik ve karşı koyma duygularını yoğun bir biçimde yaşadığı söylenebilmektedir. Bu tepkide, konuşmacı kişisel olarak reddedilmekte, kişinin paylaşılan sorununu çözümleme yerine, kişiliğini olumsuz yargılama söz konusu olmaktadır. “Eğer birinin size duyduğu güvene son vermek istiyorsanız, yargılayıcı ve tartışmacı olmanız ya da üstünlük taslamanız yeterlidir. Ama o sıra sizinle konuşmaya devam ediyorsa, söyleyeceği her şeyi, kırıcı cevaplarınızdan kaçınmak için kullanacaktır”285. Dolayısıyla konuşan kişiyle empati kurmaktan uzaklaşarak onu yargılayıcı ve ona karşı üstünlük taslayıcı geri bildirimlerde bulunulması, kurulan iletişim hatlarını sabote etmektedir. Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %28.2’si kısmen ve %42.3’ü ise kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Tamamen ve kısmen katılanların oranının düşük olduğu gözlenmekte, dolayısıyla bu sonuç, öğrencilerin iletişimde genel anlamda başkalarını eleştiren yaklaşımlarda bulunmadıklarını ortaya koymaktadır. 285 Jo-Ellan Dimitrius, Mark Mazzarella, İnsanları Okumak 2, Çev: Acar Doğangün, Arıtan Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, 2001, s.16. 291 Grafik 38. İletişim kurarken konunun içeriğinden çok, karşımdaki kişinin kişilik özelliğine göre yargıda bulunurum. Tam.Katılıyorum 13,2% Kes.Katılmıyorum 31,4% Kıs.Katılıyorum 25,5% Kıs.Katılmıyorum Kararsızım 17,7% 12,3% Konunun içeriğinin geri plana atılarak, mesajın anlamlandırılması sürecinde kişiliğe yönelik anlam aranması, karşıdaki kişiyi anlamayı büyük ölçüde engelleyici rol oynamaktadır. Karşıdakinin kişiliğiyle ilgili varılan yargıların yansıtılması, kişinin karşı saldırıya geçmesine neden olmakta, bunun sonucunda iletişim süreci mesaj alışverişi olmaktan uzaklaşarak bir kişilik savaşına dönüşebilmektedir. Grafik 38’den de anlaşılacağı üzere, yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %13.2’si tamamen, %25.5’i kısmen katıldıklarını belirtmekte, buna karşın %17.7’si kısmen ve %31.4’ü ise kesinlikle katılmamaktadır. %12.3’ünün ise kararsız olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum öğrencilerin yaklaşık üçte birinin mesajları yorumlamada karşılarındaki kişilerin kişilik özelliklerini temel aldıklarını, dolayısıyla kişiselleştirme eğilimlerinin yüksek olduğunu göstermektedir. 292 Grafik 39. Genelde karşımdaki kişinin duygu ve düşüncesini öngörebilirim. Kararsızım 20,0% Kıs.Katılmıyorum 5,9% Kes.Katılmıyorum 8,2% Kıs.Katılıyorum 35,9% Tam.Katılıyorum 30,0% Anlama sürecini olumsuz etkileyen nedenlerden birini de zihin okumanın oluşturduğu ifade edilmektedir. Zihin okuma kişinin aldığı mesajların karşıdaki kişinin nasıl bir amaç ya da niyetle göndermiş olduğunu bilme yanılgısına düşmesi olarak değerlendirilmektedir. Bir anlamda kişinin iç iletişimine dönerek diğer kişinin iç iletişimini öngörümlemeye çalışması olarak ortaya konmaktadır. Yukarıdaki ifadeye araştırmada yer alan öğrencilerin %35.9’u kısmen, %30’u ise tamamen katıldıklarını dile getirirken, bu konuda kararsızların %20 oranında olduğu gözlenmektedir. Kısmen ve kesinlikle katılmayanların oranının ise son derece düşük olduğu karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin karşılarındaki kişilerin duygu ve düşüncelerini rahatlıkla tahmin edebildiğini düşündükleri sonucuna ulaşılmaktadır. 293 Grafik 40. Karşımdakinin bana yönelttiği en ufak bir eleştiriyi, bireysel değerimi küçültücü bir eylem olarak yorumlarım. Tam.Katılıyorum 5,0% Kıs.Katılıyorum 12,3% Kararsızım 11,4% Kes.Katılmıyorum 51,8% Kıs.Katılmıyorum 19,5% Kişinin kendisine yöneltilen en ufak bir eleştiriyi, bireysel değerini küçültücü bir eylem olarak yorumlaması iletişimsizliği ortaya çıkaran irrasyonel düşünce biçimlerinden birini oluşturan filtrelemeyi gündeme getirmektedir. Filtrelemede belirli bir bütünü, bireyi, olayı, bir tek öğeye dayalı olarak, diğer öğeleri ya saf dışı ederek ya da onlara seçici bir körlük geliştirerek değerlendirme eğilimi söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla bütünün tek bir parçasını alıp değerlendirme yapmak bütünü görmeyi engellemektedir. Bu ifadeye öğrencilerin %5’i tamamen, %12.3’ü ise kısmen katılırken, %19.5’i kısmen, %51.8’i ise kesinlikle katılmamaktadır. %11.4’ü ise kararsız olduklarını ifade etmektedir. Dolayısıyla toptancı benlik anlayışı doğrultusunda hareket etme ve filtreleme eğiliminin araştırmaya katılan öğrencilerde düşük düzeyde olduğu gözlenmektedir. 294 Grafik 41. Karşımdakinin benim istediğim şeyi yapmaması, onun beni sevmediğini gösterir. Tam.Katılıyorum 4,1% Kıs.Katılıyorum 16,4% Kararsızım 7,7% Kes.Katılmıyorum 50,9% Kıs.Katılmıyorum 20,9% Bu anlayışa sahip kişilerin aşırı genellemede bulundukları söylenebilmektedir. Aşırı genellemede tek bir özellik, bütünün tamamını oluşturmaktadır. Bir özellik, performans ya da davranış hakkında verilecek hüküm -bütünün diğer niteliklerini görmeden- bütün hakkında bir hüküm olarak kabul edilmektedir. İletişim sürecinde diğer kişilerin belirli davranış ve sözlerinden hareketle onlar hakkında aşırı genellemeler yapıldığı görülmektedir. Koşullu ilgiye bağlı olarak ortaya çıkan bir iletişim sürecinde, kişiyle ilişkinin devam edip etmemesi, karşıdaki kişinin kendi özel kurallarına ve bakış açısına uygun davranışlar gösterip göstermemesi koşuluna bağlı bulunmaktadır. Kişileri dinleme ve anlama çabasını göstermekten son derece uzak böyle bir ilişkide, bir süre sonra iletişim kopuklukları görülmesi kaçınılmazdır. İletişim sürecinde sadece kendi beklentilerinin karşılanmasını isteyen, söylediklerini yerine getirmeyenlerle iletişime girmeyen kişilerin bu davranışlarının temelinde, değer verilme, kabul edilme ve güven ihtiyaçlarının bulunduğu görülmektedir. Kendilerine uyum sağlanmadığında şiddetli ve yapıcı olmayan 295 eleştiriler, suçlama ve nutuk çekme, azarlama ve bağırma gibi yollarla tepkide bulundukları ortaya çıkmaktadır. Grafik 41’de de görüldüğü üzere bu ifadeye öğrencilerin %20.9’u kısmen, %50.9’u ise kesinlikle katılmamaktadır. Buna karşın kısmen katılanların oranının %16.4 ve tamamen katılanların oranının %4.1 olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda öğrencilerin yaklaşık beşte birinin diğerlerinin kendi istedikleri şeyleri yapmamalarını, kendilerinin sevilmeme nedeni olarak gördükleri sonucuna ulaşılmaktadır. Grafik 42. İletişim kurarken genelde karşımdaki kişi beni onaylamazsa, iletişim kurmakta güçlük çekerim. Tam.Katılıyorum Kes.Katılmıyorum 15,0% 23,2% Kıs.Katılıyorum Kıs.Katılmıyorum 32,3% 20,9% Kararsızım 8,6% İletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini sağlayan, olayları farklı açılardan ve olasılıklı düşünme tarzları yerine, bu süreci önemli ölçüde zarara uğratan kutuplaşmış düşüncelere sahip kişilerle iletişimde sorunlarla karşılaşıldığı gözlemlenmektedir. Kişilerarası ilişkilerin çeşitlilik ve değişkenlik göstermesinden dolayı, iletişim sürecindeki olaylarla ilgili değerlendirmelerin farklı farklı olması beklenmektedir. Bununla birlikte bazı kişilerin, olaylara ‘ya hep, ya hiç’ gibi bir düşünce tarzıyla 296 yaklaştıkları görülmektedir. Bir işin kendilerinin gösterdiği şekilde yapılması ya da hiç yapılmaması, diğer kişilerin ya iyi ya da kötü olarak algılanması, kendilerine karşı hiç hata yapılmaması gibi birtakım katı tutumlara sahip olmak, olaylara geniş açıdan bakabilmeyi engellemektedir. Genel anlamda onaylanmak, fark edilmek ve kabul edilmek için başkalarına karşı aşırı korumacı bir iletişime girenler, karşılarındaki kişiyi kendileri olmadan bir şeyler yapamaz duruma getirmeye çalışmaktadır. Kendisinin önemli olmadığı, karşısındakine, onun önemli olduğu duygusunu vermeye çalışmak, kendi değersizlik duygusundan kaynaklanmaktadır. Aşırı korumacı ebeveynlerin yetiştirdiği, yetersizlik ve güvensizlik duyguları içindeki kişilerin kendi ayakları üzerinde duramadıkları için, başkalarıyla ilişkilerinde sorunlar yaşadıkları gözlemlenmekte, kurdukları sağlıksız iletişimlerde hep başkalarına bağlı olan bir tavır sergiledikleri görülmektedir. Böyle bir tavrın da, kısa bir süre sonra, karşılarındaki kişilerin tavırlarına göre, ya bütünüyle başkalarına tabi olmaları gereken sağlıksız ilişkiler sürdürmelerine, ya başkaları kendilerine yetiştikleri aile ortamının koruyuculuğunu sağlayamadığından dolayı bir itilmişlik duygusu yaşamalarına, ya da hiçbir biçimde kendilerine özgü davranışlar sergileyemedikleri değişken bir kişilik yapısına sahip olmalarına neden olduğu ifade edilmektedir. Buna bağlı olarak, kişilerarası iletişim sürecinde diğerlerini fazla koruyucu davranan bir kişiyle korunmak istenen bir şekilde davrandıkları gözlemlenen kişilerin, davranış örüntülerinin de kişisel geçmişlerinden kaynaklandığı belirtilmektedir. Grafik 42’de de görüldüğü gibi, araştırmaya katılan öğrencilerin bu ifadeye %15’inin tamamen, %32.3’ünün ise kısmen katıldığı ortaya çıkmaktadır. Buna karşın kısmen katılmayanların oranı %20.9, kesinlikle katılmayanlar ise %23.2’dir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte birinin iletişim kurabilmek için karşıdaki kişilerin onayına gereksinim duyduğunu, bu durum gerçekleşmediğinde ise iletişim sürecinden giderek uzaklaştıklarını göstermektedir. 297 Grafik 43. Yanlış bir şey söylediğimde, başkalarının beni zayıf olarak algıladığını düşünür ve iletişim kurmaktan çekinirim. Tam.Katılıyorum 8,6% Kes.Katılmıyorum 29,5% Kıs.Katılıyorum 26,4% Kıs.Katılmıyorum Kararsızım 23,2% 12,3% İletişimsizliğe neden olan irrasyonel düşünce biçimlerinden birini oluşturan facialaştırma ve felaket tellallığı eğiliminde, kişinin, benlik değerini her an kaybetme kaygısını yaşadığı görülmektedir. Burada, hatanın, kişiyi başkalarının gözünde kötü bir yere götürme, bir zayıflık işareti olma, ya da aptal yapma gibi felaketlere götüreceğine çok güçlü bir şekilde inanıldığından, benlik değerini özellikle hatalardan uzak tutarak koruma isteği bulunmaktadır. Hata yapılabilir ve hayat devam eder esnekliği yoktur. Hataları yaşam deneyimine çevirmek yerine 'Ben berbat, beceriksiz biriyim, feci oldu bu durum' abartması vardır. Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %23.2’si kısmen ve %29.5’i kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Buna karşın kısmen katılanların oranının dikkate değer olduğu gözlenmektedir.(%26.4). Tamamen katılan %8.6’lık bölümle birlikte öğrencilerin yaklaşık üçte birinin toptancı benlik anlayışı doğrultusunda hareket ederek iletişim sürecinde esneklikten uzak davrandıklarını ortaya koymaktadır. 298 Grafik 44. Mutlu olmam için, karşımdaki kişileri değiştirmem gerektiğine inanıyorum. Tam.Katılıyorum 7,7% Kıs.Katılıyorum 16,8% Kararsızım Kes.Katılmıyorum 9,5% 50,5% Kıs.Katılmıyorum 15,5% Çoğu kişinin, yaşadığı duyguların nedenlerini kendi dışında, başkalarının yaptıklarında veya yapmadıklarında, söylediklerinde ve söylemediklerinde görmeyi tercih ettiği ortaya çıkmaktadır. Başkalarının kişinin belli duyguları yaşamasına neden olması, yaşanan duyguların kontrolünün o kişide değil başkalarında olduğu sonucuna götürmektedir. Bu mantık doğrultusunda duyguların değişimi de, başkalarının değişimine koşulludur286. Bu noktada kişinin mutluluk duygusunu yaşamasının başkalarının değişime bağlı olduğu inancını taşıması durumunda iletişimde sorunlarla yüz yüze gelmesinin kaçınılmaz olduğu söylenebilmektedir. Bu ifadeye öğrencilerin %7.7’si tamamen, %16.8’si kısmen katılmakta, %50.5’i ise kesinlikle katılmamaktadır. Dolayısıyla öğrencilerin yarısından fazlasının duygularının sorumluluğunu üstlendikleri, mutluluklarını çevrelerindeki kişilerin değişime koşullandırmadıkları ortaya çıkmaktadır. 286 Kadir Özer, Üç Psikolojik Soru, a.g.e., s.24. 299 Grafik 45. İletişimde önemli olan karşılıklı mesaj alışverişi değil, tarafların birbirlerini nasıl bir insan olarak algıladıklarıdır. Tam.Katılıyorum 16,8% Kes.Katılmıyorum 28,2% Kıs.Katılıyorum 28,2% Kıs.Katılmıyorum 13,6% Kararsızım 13,2% Gönderilen mesajların içeriğiyle değil, kişilik değerleri üzerine odaklanıldığında iletişimde sorunlar yaşandığı gözlenmektedir. Kişiselleştirmenin ortaya çıkması birtakım önyargıları da beraberinde getirmekte ve anlama sürecini engelleyen olumsuz eğilimlerden birini oluşturmaktadır. Belli bir konu ya da olayla ilgili farklı anlamlandırmaların olabileceği gerçeğinin göz ardı edilerek kişinin aldığı mesajı kişiliğine yöneltilmiş bir değerlendirme olarak telakki etmesinin, iletişimsizliği kaçınılmaz kıldığı söylenebilmektedir. Araştırmada yer alan öğrencilerin %28.2’si bu ifadeye kesinlikle katılmadıklarını belirtirken, %16.8’i tamamen, %28.2’si ise kısmen katıldıklarını dile getirmektedir. %13.2’si ise bu konuda kararsız kaldıklarını ifade etmektedir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte birinin mesajları kişiselleştirdiği gözlenmektedir. 300 Grafik 46. İletişimde çoğu zaman başkalarının bana karşı ilgisiz davrandıklarını düşünüyorum. Kes.Katılmıyorum 40,9% Tam.Katılıyorum 3,6% Kıs.Katılıyorum 18,2% Kararsızım 13,6% Kıs.Katılmıyorum 23,6% Kişinin kendisine kayıtsız kalındığı, dikkate alınmadığı mesajını alması durumunda, yine savunmacı bir tutum içine girdiği görülmektedir. Çünkü herkesin, kendisine değer verildiğini hissetme gereksiniminin olduğu gözlemlenmektedir. Dinleyen kişinin sadece sözleriyle değil, beden diliyle de karşısındakinin duygu ve düşüncelerini umursamayan, ona değer vermeyen bir tavrı yansıtması sonuçta iletişimsizliğin yaşanmasına yol açabilmektedir. Bu ifadeye ise, öğrencilerin %23.6’sı kısmen, %40.9’u ise kesinlikle katılmadıklarını belirtmektedir. Kısmen katılanların oranı ise %18.2’dir. Böylece öğrencilerin yaklaşık yarısının iletişim sürecinde başkalarından bu tür umursamaz mesajlar almadıkları, kendilerinin önemli olduğunu hissedebildikleri gözlenmektedir. 301 Grafik 47. İletişim kurarken sözel ya da beden dilimle çoğu zaman üstün olduğumu (karizmatik) karşımdakilere hissettirmeye çalışırım. Tam.Katılıyorum Kes.Katılmıyorum 13,6% 23,2% Kıs.Katılıyorum 29,1% Kıs.Katılmıyorum 19,5% Kararsızım 14,5% Kişide savunucu tutum ve davranışların ortaya çıkmasına neden olabilen etkenlerden biri de karşısındaki kişinin kendisini, mevki, güç, varlık, zihinsel yetenek, fiziksel özellikler ya da diğer şekillerde üstün hissetmesi, sözlü ve sözsüz mesajlarıyla da bunu yansıtmasıdır. Buna bağlı olarak dinleyicide yetersizlik duygularının uyandığı görülmekte ve mesajların içeriği geri planda kalmaktadır. Böylece kendisini üstün olarak algılayan kişi, iletişim sürecinde paylaşılan sorunları çözmeye yönelik bir ilişkiye girmekte isteksiz davranmakta, muhtemelen karşısındakinden geri bildirim almayı gerekli bulmamakta, herhangi bir yardım talep etmemekte, ve/veya mesajı alan kişinin gücü, konumu ve değerini düşürme eğiliminde bulunmaktadır. Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %13.6’sının tamamen, %29.1’inin kısmen katıldığı, %23.2’sinin ise kesinlikle katılmadığı görülmektedir. Bu durum da öğrencilerin yaklaşık üçte birinin kurduğu iletişimde kendilerine yönelik olumsuz 302 duyguların ön plana çıktığı ve karşısındakilerden savunucu tepkiler aldığını ortaya koymaktadır. Grafik 48. Karşımdaki kişinin ilgili ilgisiz her konuda konuşması, iletişimi önemsemememe neden olur. Kes.Katılmıyorum 10,5% Kıs.Katılmıyorum 11,8% Tam.Katılıyorum 38,2% Kararsızım 10,9% Kıs.Katılıyorum 28,6% Mesajların etkin bir biçimde iletilebilmesi açısından, beynin özümseyebileceği bilgi miktarının sınırlı olduğu gerçeğini göz önüne alarak, karşı tarafa ne ölçüde bilgi aktarılmak istendiğinin belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Belli bir konuda genel bir bilgi mi, yoksa en ince ayrıntıların mı verileceğini kararlaştırmak, ilgisiz olayları konuşmaya katmamak, iletişimin sağlıklı bir biçimde sürmesine yardımcı olmaktadır. Konunun özüyle ilgili önemli bilgi parçalarının dışarıda bırakılması ya da aralarında hiçbir bağlantı veya paralellik olmamasına karşın bir konudan diğerine geçilmesi, dinleyenin mesajı anlayabilmesini bir ölçüde imkansız hale getirmekte ve giderek iletişim sürecinden kopmasına yol açmaktadır. Grafik 48’den de anlaşılacağı üzere, öğrencilerin yaklaşık üçte ikisi kendilerine iletilen mesajlarda belirginliğe önem vermekte, ilgili ilgisiz pek çok konunun birbiri ardına dile getirilmesi onlar için büyük bir dinleme engeli oluşturmakta ve iletişim 303 sürecinden kopmalarına neden olmaktadır. İfadeye tamamen katılanların oranı %38.2 ve kısmen katılanlar ise %28.6’dır. Grafik 49. Karşımdaki kişinin dünya görüşü, değer sistemi, ideolojisi iletişim kurmayı istememde önemli etkendir. Kes.Katılmıyorum 10,9% Kıs.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 32,3% 12,7% Kararsızım 7,7% Kıs.Katılıyorum 36,4% Kişiler sosyalizasyon süreci içerisinde aileden, eğitim kurumlarından ve dış çevreyle sürekli etkileşim sonucunda kendi kimlik ve kişiliklerini inşa etmektedir. Belirli bir değerler sistemini içselleştirip, tutum ve davranışlarına kendi ideolojisi ve değerler sistemi çerçevesinde yön vermektedir. Bir başka anlatımla, davranışlarının altında ideoloji, değerler sistemi yatmaktadır. Dolayısıyla iletişimde kod açma sürecinde bunlar büyük bir etki sağlamaktadır. Benzer kişilik özellikleri, ortak ilgi ve hobiler, birbirine yakın değer ve dünya görüşü, yakın ahlak anlayışı ve eğitim düzeyi gibi pek çok faktörün, insanlar arası ilişkilerde temel öneme sahip olduğu görülmektedir. Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %32.3’ü tamamen, %36.4’ü ise kısmen katıldıklarını dile getirirken, %12.7’si kısmen ve %10.9’u ise kesinlikle katılmadıklarını 304 ifade etmektedir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin başkalarıyla iletişim kurmalarında dünya görüşü, değerler sistemi ve ideolojinin belirleyici olduğu görülmektedir. Grafik 50. Karşımdaki kişinin bende bıraktığı ilk fiziksel izlenimi (olumlu olumsuz) iletişim kurmamda etkilidir. Kes.Katılmıyorum 9,1% Kıs.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 11,8% 31,8% Kararsızım 9,1% Kıs.Katılıyorum 38,2% Önyargıların, dinleme yeteneğinin önünde büyük bir engel oluşturduğu görülmektedir. Kapalı bir zihin, yeni bilgiyi alamamakta, özümseyememektedir. Belirli fikirlere karşı önyargılı ve muhalif bir zihnin etkili bir dinleme tutumu sergileyemeyeceği ifade edilmektedir287. Dinleme sürecindeki yaygın eğilimlerden biri de, dinleyicinin, zamanını mesajı almaktan ziyade, konuşan kişiyi analiz etmeye harcamasıdır. Geçmişte dört dakika olduğu düşünülen, bununla birlikte son araştırmaların, sekiz saniye gibi kısa bir zamanda insan beyninin karşısındakinden aldığı verileri kendi filtresinden geçirerek o kişiyle ilgili ilk izlenimi edindiğini gösterdiği görülmektedir. İlk 287 Sarve Janaah Sukhino Bhavanthu, “Effective Listening Skills”, http://www.mypurohith.com/Yoga/Skills_Listen.asp, 12.03.2005. 305 izlenim edinmek için ikinci bir şansın da olmadığı açığa çıkmaktadır. Grafik 50’den de anlaşılacağı üzere öğrencilerin %31.8’i tamamen, %38.2’si ise kısmen karşılarındaki kişilerin fiziksel özelliklerinin onlarla kurdukları iletişimde belirleyici rol oynadığını ifade etmektedir. Bu sonuç, öğrencilerin üçte ikisinin karşılarındaki kişilerin kendilerinde bıraktığı olumlu olumsuz fiziksel ilk izlenimin, iletişim kurmalarında birtakım önyargıları da beraberinde getirdiğini gözler önüne sermektedir. Kişiyle ilgili ilk algıların oluşturduğu yargının, iletişim biçiminde ve o kişiye atfedilen değerde önemli bir rol oynadığı söylenebilmektedir. Grafik 51. İletişimde konuları yönlendirmede insiyatif bende olsun isterim. Kes.Katılmıyorum Tam.Katılıyorum 12,7% 15,0% Kıs.Katılmıyorum 20,5% Kıs.Katılıyorum 29,5% Kararsızım 22,3% Her iki tarafın da kendini aynı anda ifade etmesi mümkün değildir. Sağlıklı bir iletişim ancak birbirini sırayla dinleyerek sağlanabilmektedir. Bununla birlikte çoğu diyaloğun, ilk olarak konuşan ve kendini dinleten taraf olmak için verilen bir savaşa dönüştüğü görülmektedir. Dolayısıyla kişinin başkalarını dinlemeden önce kendisini dinlemeleri gerektiğini düşünmesi iletişimsizliği gündeme getirebilmektedir. Kişinin konuları yönlendirmede insiyatifin kendisinde olmasını istemesi aynı zamanda karşıdaki kişide savunucu tutum ve davranışların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. 306 Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %15’i tamamen, %29.5’i ise kısmen katılırken, %12.7’si kesinlikle, %20.5’i ise kısmen katılmamaktadır. %22.3’ü ise bu konuda kararsız olduklarını ifade etmektedir. Bu sonuç, araştırmada yer alan öğrencilerin yaklaşık yarısının iletişim sürecinde konuları yönlendirmede insiyatifin kendilerinde olmaları gerektiğini düşündüklerini ortaya koymakta, iletişimsizlikte belirleyici olduğu söylenebilmektedir. 307 dolayısıyla yaşanan SONUÇ İnsanın, bireysel varlığını ve toplumsal ilişkilerini iletişim yoluyla sürdüren bir varlık olduğu görülmektedir. Bu açıdan iletişimin tarihi insanlık tarihi ile başlamaktadır. İlkel insanın tüm ihtiyaçlarını karşılamakta kullanılan ilkel yöntemlerin, iletişim gereksinmesini gidermek için de kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. İlk insanların mağara duvarlarına çizdiği resimler, çeşitli araçlarla iletişim kurmaya ve haberleşmeye çalışmaları, günümüz insanının olduğu gibi ilkel insanların da iletişim gereksinimini gidermek amacını taşımaktadır. Bu, insanı diğer yaratıklardan ayıran en önemli ve en büyük özelliklerden birisini oluşturmaktadır. Bu nedenle iletişim, belli bir başlangıcı ve sonu bulunmayan, dinamik ve çeşitli unsurlarla etkileşim içinde bulunan karmaşık bir dizi süreçlerin bileşkesi ve bütünü olarak ortaya çıkmaktadır. İletişim kuramamanın mümkün olmadığı görülmektedir. İletişim kurmama çabaları bile, bir iletişimi ifade etmektedir. Sadece kelimelerle değil, ses tonu, duruş, jestler, yüz ifadesi vb. mesajlar yoluyla, çevredeki kişilerle sürekli olarak iletişim kurulmaktadır. İletişim kurmanın genellikle niyet ve anlamı birlikte içerdiği gözlenmektedir. Daha kesin bir biçimde açıklanacak olursa, iletişim esasen bir kişinin diğer kişiyle bağlantı kurma yoluyla kendini anlatmasıdır. Buna bağlı olarak iletişimi, anlamların insanlar arasında ortak sembollerin kullanılmasıyla yer değiştirdiği bir işlem olarak ifade etmek mümkündür. İnsanların, sınırsız zenginlikteki bir potansiyel ile en gelişmiş bir hayvanın ulaşabileceği en yüksek noktanın çok daha ötesinde, kendi tanıdıklarıyla ve başkalarıyla iletişim kurabildikleri görülmektedir. İnsanların, içinde yaşadıkları her toplulukta iletişimin temel unsurları olan ileten ve iletilen rollerini mutlaka üstlendikleri ortaya çıkmaktadır. Her insanın iletişimi farklı biçimde algıladığı ve yorumladığı görülmektedir. Bir mesajı almak, yorumlamak, ya da göndermek, insanın kişisel birikimi tarafından etkilenmektedir. İnsanoğlunun tüm başarısının arkasındaki en temel faktörü oluşturan iletişim yeteneğinin ona, soyut düşünebilme, daha ilkel bir yaşamı, daha uygar bir yaşama dönüştürebilme olanağını sağladığı görülmektedir. Bir bakıma bilgi paylaşımı 308 süreci olan iletişimin, insanların kendilerini ifade edebilme, kendilerini dinletme ve kabul ettirme faaliyetlerinin sonucunda ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Günümüz dünyasında yalnızlık duygusu ve yalnızlık duygusunun sonucu yaşanan depresyonun, geçmiş dönemlerle karşılaştırıldığında çok daha yaygın olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Artık her an yeni gelişmelerin yaşandığı iletişim okyanusunun ortasında, kişilerin sağlıklı iletişim kuramamaktan kaynaklanan çeşitli sorunlarla yüz yüze geldiği görülmektedir. Genel anlamda iletişimin; bir olayı, bir durumu, bir fikri bir yere iletmekten ibaret olduğu sanılmakta, durum böyle olunca birçok insanda ‘iletişim’ sözcüğü mekanik çağrışımlar uyandırmaktadır. Çoğu durumda kişilerin iletişim kurmayı bilmediklerinin bilincinde olmadıkları, bunu inkar ettikleri, sonra da sıkça yanlış anlaşılmaktan şikayet ettikleri ortaya çıkmaktadır. İnsanoğlu bireysel ve toplumsal ilişkilerinde sürekli olarak konuşan ve dinleyen konumda bulunmaktadır. Bununla birlikte bu iki etkinlikte başarılı olunamadığı gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Sosyal, ekonomik, politik, kültürel iklim, inişli çıkışlı değişim ve dönüşümler, gelir seviyesi, iş kayıpları, ailenin dağılması, savaşlar, teknoloji ve medya gibi çevresel uyaranların iletişim sürecinde birtakım aksaklıkların ortaya çıkmasına neden olabildiği gözlenmektedir. İletişimi bozan en önemli çevre koşulunun ise gürültü olduğu ifade edilmektedir. Bu doğrultuda çeşitli fiziksel, psikolojik ve nöro-fizyolojik gürültülerin iletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini son derece olumsuz etkilediği söylenebilmektedir. İnsanların yaşları, cinsiyetleri, kişilik özellikleri, eğitim ve kültür seviyeleri, geçmişteki tecrübelerinin başlıca kişisel farklılıkları oluşturduğu görülmekte, bu farklılıkların, mesajların algılanmasında ve yorumlanmasında belirleyici olduğu ortaya çıkmakta ve sağlıklı bir iletişim sürecinin yaşanmasında en büyük engellerden biri olarak değerlendirilmektedir. Ne kadar birey varsa o kadar algı ve anlamlandırma farklılığı olduğu gerçeğinden hareketle, algılama farklılıklarının da temel iletişimsizlik nedenlerinden birini oluşturduğu söylenebilmektedir. Bu noktada kişilerin duyduklarını değil, duymak istediklerini algılama eğiliminde oldukları, kendi inançları ile uyum içerisinde olan 309 mesajları duymaya daha çok odaklandıkları ve mevcut inançlarıyla çelişen mesajları da reddetme ya da tahrif etme eğiliminde bulundukları ifade edilmektedir. Genel anlamda değerlendirildiğinde, iletişim sürecinin temelini oluşturan ve kişilerarası ilişkilerde, kalitenin asıl belirleyicisi olarak değerlendirilen dinleme becerilerine gereken önemin verilmediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Yapılan araştırmalar kişilerin gerçekte iyi bir dinleyici olmadığını ortaya koymaktadır. Özellikle kişilerin dinlemeye ilişkin tutumlarının dinleme davranışını etkilediği görülmekte, dolayısıyla karşıdaki kişiyi duymaktan öte onu dinlemeye istekli olmak ve tamamen ona odaklanmak büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte etkili dinlemeyi engelleyen, buna bağlı olarak iletişimsizliğin ağırlığını hissettirmesine neden olan pek çok etken söz konusu olmaktadır. Dinlemeyle ilgili tutumsal engeller arasında direktif, emir, öğüt verme, çözüm önerme, uyarma, azarlama, tehdit etme, ahlak dersi ve vaaz verme, dinleyenin karşısındakinin duygularını ve inançlarını önemsemeden ona kendine göre gerçekleri, karşıt fikirleri sunması, yargılama, eleştirme, kınama, yersiz övgü, alay etme, utandırma, karşıdaki kişiyi koruyucu tavır takınma, tanı koyma şeklinde gözlemlenebilen davranışlar, konuşan kişinin anlaşılmadığı duygusunu yaşamasına neden olabilmektedir. Dinleyenin konuşan kişiye karşı olan tutumu, güveni ve inancı iletişimin farklı değerlendirilmesine sebep olabilmektedir. Kişisel unsurlarda hale etkisi (halo effect), stereotipleştirme, temel tutum hatası, kendine yontan önyargı ve etkileme yönetimi gibi temel algılama hataları sağlıklı iletişim sürecinin önünü tıkamaktadır. Dile getirilen konunun ilgiyi çekmemesi, kişinin mesajla ilgili erken değerlendirmelerde bulunması sonucu karşısındaki kişinin kendisini yeterince ifade etmesine olanak tanımadan sözünü kesme eğilimi, birisini dinlemeye çalışırken kendisi için daha önemli konulara odaklanıp içsel söyleşiye dalması, iç ve dış kaynaklı gürültüler olarak ayrımlanabilecek birtakım dikkat dağıtıcı etkenler dinlemenin etkili bir biçimde gerçekleşmesini engellemektedir. Bunun yanında etkili dinleyememenin sorumluluğu genelde karşıdaki kişiye yüklenmekte, onun anlatımdaki yetersizliği ön plana alınmaktadır. Çoğu kişi için, kendi görüşleri ve düşüncelerinin evrensel gerçekler olarak 310 algılandığı görülmektedir. Bu kişilerin inançlarının önyargıdan kaynaklandığının bilincinde olmadıkları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bu durum kişilerce doğal bir süreç olarak algılanmaktadır. İletişim sürecinde çoğu kez ihmal edilen bir nokta, her kişinin olaylara, olgulara bir bakış açısının olduğu gerçeğini göz ardı ederek, kişinin kendi düşüncelerinin, bakış açısının mutlak doğru ve karşısındaki kişinin bakış açısının ise yanlış olduğuna inanarak iletişim kurmasıdır. Buna bağlı olarak, kişinin, benmerkezci bir tavır sergileyerek, kendi paradigmasına saplanıp kalması nedeniyle, derinliği olan iletişim kurmaktan da mahrum kaldığı görülmektedir. Burada göz önüne alınması gereken nokta, kişinin kendisinden farklı görüşler ve bakış açılarıyla karşılaştığında, hemen bir güç savaşına girmekten kaçınması ve diğer farklı bakış açılarını, altında yatan sebeplerini de düşünerek ve de kendisininkiyle karşılaştırarak anlamaya çalışmasıdır. İletişim sürecinde karşıdaki kişileri anlamayı engelleyen bir diğer neden de kişileştirme olarak ifade edilmektedir. Bu süreçte kişinin gelen mesajı anlamlandırma sürecinde kişiliğine yönelik bir anlam arama çabası içinde olduğu görülmektedir. İletişimde asıl olan içerik değil, bireyin karakteri olarak değerlendirilmekte, dolayısıyla konunun içeriğinden çok karşıdaki kişinin kişilik özelliğine göre yargıda bulunulmaktadır. Bununla birlikte bu tür yargıların yansıtılması, kişinin karşı saldırıya geçmesine ve karşılıklı kişilik yakıştırmalarının ortaya çıkmasına da neden olmaktadır. Böylece bir kişilik savaşının ortasında iletişimsizliğin gündeme gelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Zihin okumanın da iletişimde sorunlara yol açtığı söylenebilmektedir. Kişi karşısındakinin duygu ve düşüncelerini öngörebildiği inancını taşımakta, karşıdaki kişinin bir hareketini anlamlandırıp düşündüklerine, hissettiklerine ve yapıp yapmayacağı şeylere dair sonuçlara ulaşmaktadır. Burada diğerlerini yeterince dikkatli gözlemleme, dinleme, anlama çabasının bir kenara bırakılarak kişinin kendi önyargı ve öğretileriyle yola çıkarak kararlar alması söz konusu olmakta, buna bağlı olarak iletişimsizliğin de kendini gösterdiği görülmektedir. Toptancı benlik anlayışının da iletişimde sorunlar yaşanmasına neden olduğu tartışılmaktadır. Bu doğrultuda kişilerin sahip olduğu bazı özelliklerin, onların sahip oldukları bireysel değerin yansıması olarak değerlendirildiği ve yaptıkları şeylere 311 bakarak kişilere, onların nasıl bireyler olduklarına ilişkin bir etiket verilmeye çalışıldığı gözlemlenmektedir. İletişimsizliğe neden olan bu tür kalıplaşmış düşünceler arasında, kişinin belirli bir bütünü, bireyi, olayı, bir tek öğeye dayalı olarak, diğer öğeleri ya saf dışı ederek ya da onlara seçici bir körlük geliştirerek değerlendirdiği filtreleme, başkalarının belirli davranış ve sözlerinden hareketle onlar hakkında aşırı genellemelerde bulunma, yapılanın değerini, kişilik değeri olarak gören etiketleme, olayları farklı açılardan ve olasılıklı düşünme tarzları yerine, esneklikten son derece uzak ya hep ya hiç tarzıyla değerlendirme, bir başka deyişle kutuplaşmış düşüncelere sahip olma, olayların kişilerin kendi bakış açılarına göre olması gerektiği, bunun dışında diğer seçeneklerin yanlış olduğu inanışına bağlı olarak, kişilerin bir anlamda oluşturdukları özel anayasaları doğrultusunda hareket etmeleri, başkalarının kişinin kendi istekleri doğrultusunda değişmelerini istemek yer almakta ve bu tür gerçekçilikten uzak düşünceler kişilerin birbirlerini anlamalarını engelleyici bir etkide bulunmaktadır. İletişimde en başta gelen bozuk temellerden biri de, savunuculuk olarak ifade edilmektedir. Savunuculuk, bireyin benlik bilincini koruma gereksinmesinden kaynaklanmaktadır. Savunucu durumda olan kişinin, zihin gücünü söz konusu edilen konudan çok, kendisini savunmaya harcadığı görülmektedir. Konudan söz etmek yerine, karşısındakine nasıl göründüğünü düşünmektedir. Karşıdakini nasıl alt edeceğine, tartışmayı nasıl kazanacağına nasıl baskın çıkacağına, karşısındaki sözlü saldırıda bulunursa nasıl karşı koyacağına zihnini yormaktadır. İletişimdeki savunuculuk kendini sadece sözlü iletişimde değil, beden hareketlerinde, yüz ifadelerinde ve sesin tonunda da göstermektedir. Bu çalışmada, genel anlamda değerlendirildiğinde çevresel nedenlerin yanı sıra iletişimsizliğe neden olan kişisel nedenler açısından Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri üzerinde yapılan araştırmada, öğrencilerin algılama farklılıklarına bağlı olarak kendi inançları ile paralellik gösteren mesajları duyma, dolayısıyla mevcut inançlarıyla çelişen mesajları da reddetme eğiliminin yüksek olduğu görülmekte, büyük bölümünün duygusal yapıları üzerinde karşıdaki kişilerin sözlü ve sözsüz mesajlarının son derece önemli ve etkili olduğu ortaya çıkmaktadır. 312 Öğrencilerin çoğunlukla temeli yetersiz bilgilere dayanan birtakım önyargılar ile yaklaştıkları kişilere karşı iletişime kapalı oldukları, diğerlerinin sözlü ve sözsüz mesajlarını değerlendirmelerinde yaşadıkları duyguların son derece belirleyici olduğu gözlenmektedir. İletişimsizliği ortaya çıkaran duyguların ifade edilmesinde yaşanan güçlükleri, araştırma yapılan öğrencilerin de yaşadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bunun yanında iletişim kurdukları kişilerin mesajları duygusal yapılarını yakından etkilemekte, yaşadıkları duyguların nedenlerini karşılarındaki kişilerde gördükleri ortaya çıkmaktadır. İletişim sürecinde duygular açısından gözlemlenen bir diğer durum da, öğrencilerin az da olsa duygusal kapalılığı tercih ederek gerçek duygularını gizleme eğilimidir. Araştırmaya katılan öğrencilerin bir bölümünde, başkalarının tutumlarının kendi özsaygıları üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Ayrıca başkalarını kendi bakış açıları doğrultusunda anlamaya çalıştıkları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. İletişim sürecinin temelini oluşturan dinleme konusunda ise, öğrencilerin büyük bir bölümünün duymakla dinlemek arasındaki farkı ayırt edebildiği görülmekte, bunun yanında iletişim sürecinde sorumluluğun karşı tarafa yüklendiği ortaya çıkmaktadır. Çünkü öğrencilerin bir bölümü dinlenmedikleri zaman bunun diğer kişilerden kaynaklandığını düşünmektedir. Ayrıca öğrencilerin çoğunluğunun karşıdaki kişileri anlamaya çalışmaktan uzaklaşarak kendi düşüncelerinin doğruluğunu kanıtlama ve diğerlerini inandırma çabası içinde ve kişilerin söylediklerine tanı koyma eğiliminde oldukları söylenebilmektedir. Öğrencilerin belli bir bölümü dinleme sırasında kendi iç iletilerine yoğunlaşarak karşıdaki kişilerin söylediklerine odaklanamadıklarını da dile getirmektedir. Benzer şekilde konuşurken karşıdaki kişilerin özelliklerini dikkate almayarak kendi anlayışları doğrultusunda hareket ettikleri ortaya çıkmaktadır. Öğrencilerin dinleme açısından sözlü ve sözsüz mesajların uyum içinde olmasına önem verdikleri, bunun tersi durumda karşılarındaki kişileri etkili dinleyemedikleri, duymaktan hoşlanmadıkları şeylere maruz kaldıklarında dinlememeyi bir savunma mekanizması olarak kullandıkları görülmektedir. Bunun yanında 313 öğrencilerin az da olsa karşılarındaki kişileri gerçekten dinlememelerine karşın dinliyor görüntüsü verdikleri de gözlemlenmektedir. Halo etkisinin de son derece baskın olduğu görülmekte, alınan mesajların anlamlandırılmasında karşıdaki kişilere olan duygusal yakınlıkların belirleyici olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Öğrencilerin bir bölümünde iletişim sürecinde her zaman kendi açılarına bağlı olma eğilimi görülmekte, ayrıca iletişim sürecinde haklı olmanın ön plana alınarak, empati kurmaktan uzaklaşıldığı ortaya çıkmaktadır. İletişim kurarken konunun içeriğinden çok, karşılarındaki kişilerin kişilik özelliğine göre yargıda bulunduklarını ifade eden öğrencilerin mesajları yorumlamada kişiselleştirme eğilimlerinin yüksek olduğu görülmektedir. Genelde karşılarındaki kişilerin duygu ve düşüncelerini öngörebildiklerini ifade eden öğrencilerin bu doğrultuda zihin okuma eğilimlerinin yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında öğrencilerin bir bölümü diğerlerinin kendi istedikleri şeyleri yapmamalarını, kendilerinin sevilmeme nedeni olarak gördükleri sonucuna ulaşılmaktadır. Öğrencilerin rahat iletişim kurabilmek için karşıdaki kişilerin onayına gereksinim duyduğu da gözlenmektedir. Araştırmaya katılan öğrencilerin bir bölümünün toptancı benlik anlayışı doğrultusunda hareket ederek iletişim sürecinde esneklikten uzak davrandıkları ortaya çıkmakta, iletişim kurarken sözlü ya da sözsüz mesajlarıyla çoğu zaman üstün olduklarını (karizmatik) karşıdaki kişilere hissettirmeye çalıştıklarını ve iletişimde kendilerine yönelik olumsuz duyguların ön plana çıktığı ve karşıdakilerden savunucu tepkiler aldıklarını ifade ettikleri görülmektedir. Karşıdaki kişilerin ilgili ilgisiz her konuda konuşmasını, iletişimi önemsememe nedeni olarak değerlendiren öğrencilerin, büyük bir bölümünün kendilerine iletilen mesajlarda belirginliğe önem verdikleri, ilgili ilgisiz pek çok konunun aynı anda dile getirilmesinin kendileri için büyük bir dinleme engeli oluşturduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Tüm bunların yanında, öğrencilerin yine büyük bir bölümünün başkalarıyla iletişim kurmalarında dünya görüşü, değerler sistemi ve ideolojinin belirleyici olduğu görülmektedir. Araştırmada ortaya çıkan bir diğer sonuç, ilk fiziksel izlenimin (olumlu 314 olumsuz) iletişim kurmada etkili olduğu yönündedir. Buna göre, öğrencilerin karşılarındaki kişilerin kendilerinde bıraktığı olumlu olumsuz fiziksel ilk izlenimin, iletişim kurmalarında birtakım önyargıları da beraberinde getirdiği noktasına odaklanılmaktadır. Bunun yanında öğrencilerin yaklaşık yarısının iletişim sürecinde konuları yönlendirmede insiyatifin kendilerinde olmaları gerektiğini düşündükleri, dolayısıyla sıralanan tüm bu etkenlerin yaşanan iletişimsizlikte belirleyici olduğu söylenebilmektedir. 315 KAYNAKÇA 1. KİTAPLAR A. TÜRKÇE KİTAPLAR ADAIR John, Etkili İletişim, Çev: Ömer Çolakoğlu, Babıali Kültür Yayıncılığı, Birinci Baskı, İstanbul, 2003. ADLER Alfred, İnsan Tabiatını Tanıma, Çev: Ayda Yörükan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Altıncı Basım, İstanbul, 2003. ADLER Alfred, Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Çev: Halis Özgü, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002. AKTAŞ Hamdullah, İnsanda Duygusal Yaşantı, Palme Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2004. ALBERTI Robert, EMMONS Michael, Atılganlık, Çev: Serap Katlan, HYB Yayıncılık, Ankara, 2002. ALTINKÖPRÜ Tuncel, İnsan Tanımada Beden-Yüz Yapısı ve Karakter, Hayat Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 2000. ALTINTAŞ Ersin, ÇAMUR Devrim, Beden Dili/ Sözsüz İletişim, Aktüel Basım Yayın, Birinci Baskı, İstanbul, 2004. APUHAN Recep Şükrü, İnsan İlişkilerinde En Etkili Davranışlar, Timaş Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2003. ARIKAN Münir, Nitelikli İnsan, Bilge Yayınları, Beşinci Baskı, İstanbul, 2004. ARİF Mehmet, TOKTAMIŞOĞLU Murat, Yüzümüz Neler Anlatıyor?, Kapital Medya Hizmetleri A.Ş., 2. Baskı, İstanbul, 2004. ARKIŞ Nurdoğan, Gene Annen Geldi, Bütün Günüm Mahvoldu, İletişim Bilincinin Temel İlkeleri, Remzi Kitabevi, Birinci basım, İstanbul, 2004. ATABEK Erdal, Bizim Duygusal Zekamız, Altın Kitaplar Yayınevi, 2. Basım, İstanbul, 2000. 316 ATABEK Erdal, Kuşatılmış Gençlik, Altın Kitaplar Yayınevi, 17. Basım, İstanbul, 1999. ATABEK Erdal, Modern Dünyada Değer Kayması ve Gençlik, Alkım Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul, 2004. AYDIN Ayhan, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Alfa Yayınları, Dördüncü Baskı, İstanbul, 2003. AYDIN Betül, ŞİRİN Ahmet, YAYCI Müge, OTRAR Mustafa, YAYCI Levent, Gelişim Psikolojisi/İnsan Gelişiminin Temelleri, T.C. Emniyet Genel Müdürlüğü, Polis Akademisi Başkanlığı:15, Ankara, 2002. AYDIN Emre, Bireysel Gelişim Kişisel Kalite Yöntemleri, Hayat Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2000. BALTAŞ Zuhal, BALTAŞ Acar, Bedenin Dili, Remzi Kitabevi, 29. Basım, İstanbul, 2001. BAŞARAN İbrahim Ethem, Eğitim Psikolojisi/ Gelişim Öğrenme ve Ortam, 6. Baskı, Nobel Yayın Dağıtım, İstanbul, 2005. BIÇAKÇI İlker, İletişim ve Halkla İlişkiler, MediaCat Yayınları, Dördüncü Basım, İstanbul, 2003. BUSCAGLIA Leo, Kişilik, Tümüyle İnsan Olabilme Sanatı, Çev: Nejat Ebcioğlu, İnkılap Kitabevi ,7. Baskı, İstanbul, 1987. CARNEGIE Dale, Dost Kazanmak ve İnsanlar Üzerine Etki Yapmak Sanatı, Çev: Türkan Akbaş, Ak Kitabevi, Üçüncü Baskı, İstanbul, 1971. CARNEGIE Dale, Söz Söylemek ve Kendine Güvenmek, Çev: Nihal Akkaya, Ak Kitabevi, Dördüncü Baskı, İstanbul, 1975. CARNEGIE Dale, Söz Söyleme ve İş Başarma Sanatı, Çev: Ali Bucak, Yaprak Yayınevi, İstanbul, 1990. CARREL Alexis, İnsan Denen Meçhul, Çev: Ömer Durmaz, Hayat Yayınları, Beşinci Baskı, İstanbul, 2003. 317 CARTER Arnold, Etkin İletişim Kurun, Çev: Zeynep Güden, Arion Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 2004. CASSON Herbert N., Söz Söyleme Sanatı, Çev: Vedat Yılmaz, Kariyer Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2000. CERECİ Sedat, İletişim Kurmak İnsan Olmaktır, Metropol Yayınları, İstanbul, 2002. CERECİ Sedat, İletişim Denemeleri, Metropol Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002. CERECİ Sedat, İletişiverelim, Şule Yayınları, İstanbul, 1997. CHANDLER Steve, Başarılı İlişkiler Kurmanın 50 Yolu, Çev: Günhan Günay, 1. Basım, İstanbul, 2001. CİHANGİR Zeynep, Kişilerarası İletişimde Dinleme Becerisi, Nobel Yayınları, 1. Basım, Ankara, 2004. CONDRILL Jo, BOUGH Bennie, Ne Demek İstiyorsunuz? Etkili İletişimin Yaratıcı ve Pratik Yolları, Çev: Pelin Ozaner, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003. CÜCELOĞLU Doğan, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, 7. Basım, İstanbul, 1994. CÜCELOĞLU Doğan, ‘Keşke’siz Bir Yaşam İçin İletişim Donanımları, Remzi Kitabevi, 3. Basım, İstanbul, 2002. CÜCELOĞLU Doğan, Dayanışma Bilincinin Temeli/İçimizdeki Biz, Remzi Kitabevi, 34. Basım, İstanbul, 2002. DAVIS Kay Snow, Sevgi Dolu Bir Yaratıcılık İçin Güç Noktanızı Keşfedin, Çev: Sezer Soner, Kozmos Yayınları, Birinci Basım, Adana, 2003. DAVIES Brian, Zor İnsanlarla Baş Etme Yöntemleri, Çev: Emel Yıldız, Gölge Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, 2004. DIMITRIUS Jo-Ellan, MAZZARELLA Mark, İnsanları Okumak 1, Çev: Acar Doğangün, Arıtan Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, 2001. 318 DIMITRIUS Jo-Ellan, MAZZARELLA Mark, İnsanları Okumak 2, Çev: Acar Doğangün, Arıtan Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, 2001. DİNÇER Ker Müjde, Kazanan İmajınız, Alfa Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2002. DÖKMEN Üstün, Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık, 15. Baskı, İstanbul, 2001. DÖKMEN Üstün, Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak Gelişmek Uzlaşmak, Sistem Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2000. DÖKMEN Üstün, Küçük Şeyler, Sistem Yayıncılık, Üçüncü Basım, İstanbul, 2005. DURMAZ Mustafa, Kişilerarası İletişim ve Motivasyon, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları No:17, İkinci baskı, İzmir, 2004. ELMACIOĞLU Tuncer, Hayatın Bütününde Başarı, Hayat Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul, 2003. ERDOĞAN İrfan, ALEMDAR Korkmaz, Öteki Kuram: Kitle İletişimine Yaklaşımların Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi, Erk Yayınları, Ankara, 2002. ERDOĞAN İrfan, İletişim Egemenlik Mücadeleye Giriş, İmge Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 1997. ERDOĞAN İrfan, İletişimi Anlamak, Erk Yayınları, Ankara, 2002. ERGİN Akif, ÖğretimTeknolojisi/İletişim, PEGEM , Ankara, 1995. FISKE John, İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev: Süleyman İrvan, Bilim ve Sanat Yayınları, İkinci Basım, Ankara, 2003. FRITZ Roger, Küçük Adımlar Büyük Sonuçlar, Çev: Demet Dizman, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2004. FRITZ Roger, Mıknatıs İnsanlar Sırları ve Onlar Gibi Olmanın Yolları, Çev: Pelin Ozaner, Sistem Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2004. GEÇTAN Engin, İnsan Olmak, Metis Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003. 319 GOUGH Russel W., Karakteriniz Kaderinizdir, Çev: Gökhan Sezgi, HYB Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2002. GÖKÇE Orhan, İletişim Bilimine Giriş/ İnsanlararası İlişkilerin Sosyolojik Bir Analizi, Turhan Kitabevi, 4. Basım, Ankara, 2002. GÖKSEL Ahmet Bülend, YURDAKUL Nilay Başok, Temel Halkla İlişkiler Bilgileri, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları No:15, İzmir, 2002. GÜN Nil, İlişkilerimizde Değiştiremediklerimiz Karakterlerimiz, Kuraldışı Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003. GUILANE-NACHEZ Erica, İletişim mi? Kolay!, Çev: Gülşah Ercenk Abdelhadifi, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003. GÜLEÇ Cengiz, İnsana Yolculuk, HYB Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2002. GÜNAY Doğan, Dil ve İletişim, Multilingual Yayınları, İstanbul, 2004. GÜRGEN Haluk, Örgütlerde İletişim Kalitesi, Der Yayınları:221, İstanbul, 1997. GÜRÜZ Demet, Halkla İlişkiler- Reklam Ajansları İşletmeciliği ve Yönetimi, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları No:7, İzmir, 1995. HALE Richard, WHİTLAM Peter, İnsanları Etkileme Gücü, Çev: Tarkan Topuzluoğlu, Yöneticinin Kitaplığı, Epsilon Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 1998. HANKS Kurt, İnsanları Motive Etme Sanatı, Çev: Can İkizler, Alfa Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 1999. HELMSTETTER Shad, Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz, Çev: Betül Çelik, Sistem Yayıncılık, Beşinci Basım, İstanbul, 2001. HELMSTETTER Shad, İçe Dönük Konuşmanın Gücü, Çev: Betül Çelik, Sistem Yayıncılık, Dokuzuncu Basım, İstanbul, 2003. HORTAÇSU Nuran, İnsan İlişkileri, İmge Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1997. IŞIK Metin, İletişimden Kitle İletişimine, Mikro Yayınları, Birinci Baskı, Konya, 2000. İNCEOĞLU Metin, Tutum Algı İletişim, V Yayınları, Birinci Baskı, Ankara, 1993. 320 İSEN Galip, BATMAZ Veysel, Ben ve Toplum, Om Yayınevi, 2.Baskı, İstanbul, 2002. İZGÖREN Ahmet Şerif, Dikkat Vücudunuz Konuşuyor, Academyplus Yayınevi, 17. Baskı, Ankara, 2000. JAMES Judi, Beden Dili, Olumlu İmaj Oluşturma, Çev: Murat Sağlam, Alfa Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 1999. KAHN Michael, İletişimin TAO’su, Çev: Hande Gündüz, Okyanus Yayıncılık, İstanbul, 1995. KASATURA İlkay, Heyecansal Kontrol, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 2003. KASATURA İlkay, Kişilik ve Özgüven, Evrim Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 1998. KAŞIKÇI Ercan, Doğrucu Beden Dili, Hayat Yayıncılık, İstanbul, 2002. KAYAALP İsa, İletişimde İnsan Dili, Bilge Yayıncılık, İstanbul, 2002. KEENAN Kate, Yöneticinin Kılavuzu İletişim, Çev: Veysel Atayman, Remzi Kitabevi, Birinci Basım, İstanbul, 1997. KENNEDY Eugene, Beni Gerçekten Tanısaydın Yine de Sever miydin?, Çev: Nesrin Hisli Şahin, İmge Kitabevi, 5. Baskı, Ankara, 2003. KILIÇ Veysel, Dilin İşlevleri ve İletişim, Papatya Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2002. KIZILDAĞ Şaban, Ayinesi İştir Kişinin Lafa Bakılır, Beyaz Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004. KOÇ Saim, İletişimde Ustalaşmak, Kuraldışı Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2004. KONRAD Stefan, HENDL Claudia, Duygularla Güçlenmek, Çev: Meral Taştan, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003. KÖKNEL Özcan, İnsanı Anlamak, Altın Kitaplar Yayınevi, 7. Basım, İstanbul, 1997. 321 KÖKNEL Özcan, Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, Altın Kitaplar Yayınevi, 15. Basım, İstanbul, 1999. KRAMER Marc, Güçlü İletişim, Çev: Burak Tezcan, Arıtan Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, 2000. LAZAR Judith, İletişim Bilimi, Çev: Cengiz Anık, Vadi Yayınları, Birinci Basım, Ankara, 2001. LEIGH Andrew, MAYNARD Michael, Kusursuz İletişim, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 1999. LIEBERMAN David J., Anında Analiz, Türkçesi: Göker Talay, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2004. LIEBERMAN David J., Kimse Size Yalan Söyleyemez, Türkçesi: Sinem Sonuvar, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2004. MAXWELL John J., DORNAN Jim, Etkili İnsan Olmak, Çev: Demet Dizman, Sistem Yayıncılık, Beşinci Basım, İstanbul, 2001. McMILLAN Sandy, Daha İyi Nasıl İletişim Kurma, Çev: Ali Çimen, Timaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1998. MULLIGAN Eileen, Yaşam Yönetimi/ Hayatınızı 7 Günde Değiştirin, Çev: Fatma Can Akbaş, Kariyer Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2002. MUTLU Erol, İletişim Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Dördüncü Basım, Ankara, 2004. NECİP İzzet, Sözsüz İletişim, Bilge Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2003. ONG Walter J., Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev: Sema P. Banon, Metis Yayını, İstanbul, 1995. ONUR Bekir, Gelişim Psikolojisi, İmge Kitabevi, 6. Baskı, Ankara, 2004. OSKAY Ünsal, İletişimin ABC’si, Der Yayınları:213, Üçüncü Basım, İstanbul, 2001. ÖZBAY Haluk, GÖKA Şenol, Her Halde İnsan, Elips Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2004. 322 ÖZCAN Ali Osman, İnsan İlişkilerinde Başarıya Giden Yol, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003. ÖZÇAY Müjgan, Sesler, Sözler, Etkiler, Günışığı Kitaplığı, 1. Baskı, İstanbul, 2001. ÖZDEN Yüksel, Kendini Keşfet Tanı Gelişir Gerçekleştir, Pegem A Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2002. ÖZER Kadir, Üç Psikolojik Soru, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2001. ÖZER Kadir, “Ben” Değeri Tiryakiliği/Duygusal Gerilimle Baş Edebilme, Sistem Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2000. ÖZER Kadir, Kaygı/ Sınanma Duygusuyla Baş Edebilme, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2002. ÖZER Kadir, İletişimsizlik Becerisi, Sistem Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2001. ÖZGÜVEN İbrahim Ethem, Bireyi Tanıma Teknikleri, Pdrem Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2002. ÖZGÜVEN İbrahim Ethem, Psikolojik Testler, Pdrem Yayınları, Dördüncü Baskı, Ankara, 2000. ÖZMEN İsmail, İnsanın Bölünmüşlüğü ya da İnsanı İnsan Eden Değerler, Felsefi Bir İnceleme, 1. Baskı, Ankara, 1998. PEASE Allan, Beden Dili, Çev: Yeşim Özben, Rota Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2002. ROBBINS Anthony, Kişisel Başarıda Zirveye Ulaşmanın Yolu Sınırsız Güç, Çev: Mehmet Değirmenci, İnkılap Kitabevi, On Dördüncü Baskı, İstanbul, 1993. ROEBUCK Chris, Etkili iletişim, Çev: Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2000. ROBERTSON Arthur K., Etkili Dinleme, Çev: E. Sabri Yarmalı, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002. ROSENBERG Marshall B., Şiddetsiz İletişim, Çev: Gülden Şen-Mahmut Tuna, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2004. 323 ROWSHAN Arthur, Stres Yönetimi, Çev: Şahin Cüceloğlu, Sistem Yayıncılık, Üçüncü Basım, İstanbul, 2002. SALOME Jacques, GALLAND Sylvie, Ah Kendime Bir Kulak Versem!/ Güçlü Bir İletişim Rehberi, Çev: Neslihan Burcu Akdağ, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2002. SATIR Virginia, İnsan Yaratmak, Çev: Selim Yeniçeri, Beyaz Yayınları, İstanbul, 2001. SAYGIN Oğuz, Negatif Limanlardan Pozitif Sulara, Hayat Yayınları, 37. Basım, İstanbul, 2003. SAYGIN Oğuz, İnsan İlişkilerinde 4*4’lük İletişim, Hayat Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2005. SCHOBER Otto, Beden Dili (Davranış Anahtarı), Çev: Süeda Özbent, Arion Yayınevi, 6. Basım, İstanbul, 2003. SCHWARTZ David J., Büyük Düşünmenin Büyüsü, Çev: Tanol Türkoğlu, Sistem Yayıncılık, On Dördüncü Basım, İstanbul, 2002. SHINN George, Motivasyonun Mucizesi, Çev: Ulaş Kaplan, Sistem Yayıncılık, Yedinci Basım, İstanbul, 2002. SILBERMAN Mel, HANSBURG Freda, İnsan Sarrafı/Toplumsal Zeka Düzeyinizi Geliştirme, Çev: Pelin Ozaner, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003. STIEBEL David, Konuştukça Batıyoruz, Çev: Deniz Akkuş, Beyaz Balina Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2001. TATLIDİL Hüseyin, Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistiksel Analiz, Cem Ofset, Ankara, 1996. THOMSON Peter, İletişimin Sırları, Çev: Metin Yurtbaşı, Arion Yayınevi, 1. Basım, İstanbul, 2002. TOKTAMIŞOĞLU Murat, ALKIŞ Cengiz, İnsan Tanıma Kılavuzu, Düş Yıldızı Yayınları, 1. Basım, Ankara, 2004. 324 TOLAN Barlas, Toplum Bilimlerine Giriş, Adım Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara, 1991. TREDGOLD R. F., Çağdaş Çalışma Düzeninde Kişilerarası İlişkiler, Çev: Cevdet Aykan, Yaprak Yayınları, İstanbul, 1992. TUTAR Hasan, YILMAZ M. Kemal, Genel İletişim, Nobel Yayın Dağıtım, 3. Baskı, Ankara, 2003. TÜRKKAN Reha Oğuz, İkna ve Uzlaşma Sanatı, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 2004. USLUATA Ayseli, İletişim, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınları, 1. Basım, İstanbul, 1994. YAGER Dexter, BALL Ron, Dinamik İnsan İlişkileri, Çev: Yelda Ay, Beyaz Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002. YATKIN Ahmet, Halkla İlişkiler ve İletişim, Nobel Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2003. YILDIRIM Ergün, Kişisel Gelişimin Sosyolojisi, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002. YOUNGS Bettie B., YOUNGS Jennifer Leigh, Gençler İçin Stres ve Yaşamın Baskılarıyla Başetme Kılavuzu, Çev: Semra Kunt Akbaş, HYB Yayıncılık, Ankara, 2004. YÖRÜKOĞLU Atalay, Gençlik Çağı, Özgür Yayınları, On İkinci Basım, İstanbul, 2004. YÜNCÜ Fatma, Kişilerarası İlişkiler, Bilgehan Matbaası, İzmir, 1990. ZIELKE Wolfgang, Sözsüz Konuşma, Türkçesi: Esat Nermi, Say Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 1993. ZILLIOĞLU Merih, İletişim Nedir?, Cem Yayınevi, 2. Basım, İstanbul, 2003. 325 B. İNGİLİZCE KİTAPLAR BERLO David K., The Process of Communication: An Introduction to Theory and Practice, Michigan State University, Rinehart Pres, San Francisco, 1960. BUSCAGLIA Leo, Loving Each Other/ The Challenge of Human Relationships, USA, 1984. CAPUTO John S., HAZEL Harry C., McMAHON Colleen, Interpersonal Communication/ Competency Through Critical Thinking, Allyn and Bacon, A Division of Simon&Schuster,Library of Congress Cataloging-in- Publication Data, USA, 1994. CARTER Ronald, Language of Speech and Writing, GBR: Routledge, London,2001. DANZIGER Kurt, Interpersonal Communication, Pergamon General Psychology Series, First Edition, Canada, 1976. DEVİTO Joseph A., The Interpersonal Communication Book, Harper&Row Publishers, Fifth Edition, New York, 1989. DEVİTO Joseph A., Human Communication/The Basic Course, Harper&Row Publishers, Third Edition, New York, 1985. DIMBLEBY Richard, More Than Words: An Introduction to Communication, Routledge, Florence, USA, 1998. GAMBLE Teri Kwal, GAMBLE Michael, Communication Works, McGraw-Hill Publishing Company, Third Edition, USA, 1990. GRIFFIN Kim,PATTON Bobby R., Fundamentals of Interpersonal Communication, U Pr of Amer, 2nd Edition, USA, 1986. HARGIE Owen, SAUNDERS Christine, DICKSON David, Social Skills in Interpersonal Communication, Brookline Books, Second Edition, Cambridge, 1987. HARTLEY Peter, Interpersonal Communication, Routledge, Florence, USA, 1999. KENNETH K. Sereno, MORTENSEN David, Foundations of Communication Theory, Harper and Row Publishers, New York, 1970. 326 LOWNDES Leil, How to Talk to Anyone, Mc-Graw Hill Contemporary, Lincolnwood, USA, 2003. MATSON Katinka, The Psychology Today/ Omnibook of Personal Development, A Psychology Today Book, William Morrow and Company, Inc., New York, 1977. MORTENSEN David J., Problematic Communication: The Construction of Invisible Walls, Greenwood Publishing Group, Westport, USA, 1994. PARKINSON Brian, Ideas & Realities of Emotion, Routledge, USA, 1995. READ Hadley, Communication: Methods for All Media, University of Illinois Press, USA, 1972. ROLOFF Michael, Interpersonal Communication: The Social Exchange Approach, The Sage Commtext Series, Sage Publications, Volume 6, USA, 1981. RUFFNER Michael, BURGOON Michael, Interpersonal Communication, Holt, Rinehart and Winston, USA, 1981. SPITZBERG Brian H., CUPACH William R., Interpersonal Communication Competence, Sage Publications, Volume 4, First Edition, USA, 1984. STANG David J., Introduction to Social Psychology, Brooks, Cole Publishing Company, Monterey, California, 1981. STANTON Nicki, What Do You Mean “Communication” An Introduction To Communication In Business, Pan Books, London, 1982. STEINBERG Charles S., The Communicative Arts, Studies in Public Communication, First Edition, USA, 1970. TUBBS Stewart L., MOSS Sylvia, Human Communication, Mcgraw-Hill Inc., Sixth Edition, USA, 1991. 327 2.MAKALELER A.TÜRKÇE MAKALELER AKMAN Yasemin, TUĞRUL Ceylan, “Üniversite Gençliğinin Aile Sorunları, Yalnızlık ve Uyum Düzeyleri”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı:11, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 1996. ALMIŞ Özden, “Toplumumuzda Bireylerarası İlişkilerde Kullanılan Kaynaklar ve Takas Normlarının İncelenmesi”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı:10, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 1996. BİNGÖL Abdulkuddus, “İletişim Bağlamında Mantık ve Dil”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:9, 1999. DUMAN Banu, Y.DEDE Zeynep, ERYÜREKLİ Akın, “Her Şey İletişimle Başlar”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Şubat 2003, Yıl:3 Sayı:36. GÜLDİKEN Nevzat, ESER Mehmet, “Üniversite Öğrencilerinin Karşılaştıkları Sorunlara Sosyolojik Bir Bakış”, Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 19, Sivas, 1997. GÜRKAN Arzu, “Empati Kavramına Genel Bir Bakış”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı:12, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 2001. LASSWELL Harold D., “Toplum Yaşamında İletişimin Yapısı ve İşlevi”, Çev: Nazife Güngör, Gazi Üniv. İletişim Fak. Dergisi, İletişim Sayı:4, Ankara, 1997. WILLIAMS Roger, “İletişim Kavram ve Modelleri”, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, No: 217-14, Eskişehir, 1979. SELÇUKLU Soner, “Sözsüz İletişim”, İtişmeyelim İletişelim/ Önce Kendinizle İletişim, Rota Yayınları, İstanbul, 2003. SOYKAN Ömer Naci, “Her Tür İletişimin Taşıyıcısı Olarak Dil Ya Da İletişim Açısından Olası Tüm Diller İçin Bir Sınıflama Önerisi”, Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Dergisi, Yıl: 1988-1989, Sayı:10. YAZICI Kamil, “İletişim Denemeleri”, Activeline, Mart 2003 328 B. İNGİLİZCE MAKALELER BARRET Lennard, “The Empathy Cycle; Refinement of a Nuclear Concept and Some Theoretical Considerations”, Journal of American Psychoanalitic Association, 31, 1981. COE Nicholas P.W., “A Time to Listen”, Baystate Medical, Excerpta Medica Inc., Massachusetts,1997. DENNİS Cynthia, “Listen...”, Communication, Social Issues Resources Series Inc,Volume 2, Article 94, 1985. FORGAS Joseph P., CROMER Michelle, “On Being Sad and Efasive: Affective Influences on Verbal Communication Strategies in Conflict Situations”, Journal of Experimental Social Psychology, Volume 40, Issue 4, July 2004. KARELITZ Tzur M., BUDESCU David, “You Say Probable and I Say Likely: Improving Interpersonal Communication With Verbal Probability Phrases”, Journal of Experimental Psychology: Applied, Volume 10, Issue 1, March 2004. LYONS Anthony, KASHIMA Yoshihisa, “How Are Stereotypes Maintained Through Communication?: The Influence on Stereotype Sharedness”, Journal of Personality and Social Psychology, Volume 85, Issue 6, December 2003. MALLOY Thomas, “Effects of Communication, Information Overlap and Behavioral Consistency on Consensus in Social Perception, Journal of Personality and Social Psychology, Volume 73, Issue 2, August 1997. McCORKLE Suzanne, GAYLE Barbara Mae, “Conflict Management Metaphors:Assessing Everyday Problem Communication”, The Social Science Journal, Volume 40, Issue 1, 2003. MORRIS Michael, KELTNER Dacher, “How Emotions Work: The Social Functions of Emotional Expression in Negotiations”, Research in Organizational Behaviour, Volume 22, 2000. 329 PLANTE Elena, “Introduction to Feedback and Executive Control ın Human Communication”, Journal of Communication Disorders, Volume 31, Issue 6, November 1998. 3. INTERNET YAYINLARI ABAYASEKARA Dilip R., “ Overcoming Obstacles to Listening, Hearing and Understanding”, http://drdilip.com/listening.doc. ,12.03.2005. ANDERSON Kare, “Resolving Everyday Conflicts Sooner”, www.amazon.com/exec.obidos/ISBN=0890877424/basketcaseA, 26.01.2004. ARANIEGO Joey , “Effective Listening/Helping Skill”, http://usfweb2.usf.edu/counsel/elh_skills.htm, 20.08.2002. BHAVANTHU Sarve Janaah Sukhino, “Effective Listening Skills”, http://www.mypurohith.com/Yoga/Skills_Listen.asp, 12.03.2005. BORCHERS Tim, “Functions of Interpersonal Communication”, www. abacon.com/ commstudies/interpersonal/infunctions.html, 08.07.2004. BORCHERS Tim, “Definition of Interpersonal Communication”, www. abacon.com/commstudies/interpersonal/indefinition.html, 01.01.2005. DOYLE Terence A., “Verbal Communication”, http://novaonline.nv.cc.va.us/eli/spd110td/interper/message/messageverbal.html, 25.01.2004. DOYLE Terence A., “Perception and Listening”, http://novaonline.nv.cc.va.us/eli/spd110td/interper/listen/listening.html, 24.12.2003. ECKHAUS Paule, “Communication: Its Impact on Self-Esteem and Underachievement in the Gifted Child”, www.nexus.edu.au/teachstud/gat/eckhaus2.htm, 17.04.1996. 330 EGAN Gerard, “Obstacles to Listening”, http://www.sparrow.org/pastoralcare/pastoral_listening.asp, 03.11.2004. ELLISON Sharon, “Responding to Criticism Without Being Defensive”, http://www.amazon.com/exec/obidos/tg/detail/-/0972002103/myriamagazine, 20.05.2004. GIBB Jack, “Defensive Communication”, www. geocities.com/toritrust/index.html, 07.09.2004. ___, “Listening Skills”, www.casaa-resources.net/mainpages/resources/sourcebook/listening-skills.html, 25.07.2004. ___, “ Lack of Communication”, http:// www.minus1.com/PartnerTherapy/141 , 11.07.2002. JAYARAM V., “ Effective Listening Skills”, http://hinduwebsite.com/selfdevt/listening.htm, 26.05.2000. JOHNSON Kenneth R., “Effective Listening Skills”, http://www.itmweb.com/essay514.htm, 20.10.1999. KİNG Donnell, “Four Principles of Interpersonal Communication”, http://www.pstcc.cc.tn.us/facstaff/dking/interpr.htm, 25.09.2004. LINDNER Frank A., “Listening Well: A Key to Successful Hypnosis”, http://www.nfnlp.com/listeningwell_lindner.htm, 12.10.2004. SCHOOMBIE Bronwen, “Ineffective Communication”, www.suite101.com/subjectheadings/contents.cfm/1600, 11.04.2000. SHAFER Michelle, “ Social Penetration Theory”, http://oak.cats.ohiou.edu/ms218496/socpen.htm, 18.11.1999. 331 SMİTH R., “Altman & Taylor’s Social Penetration Theory: Important People in Our Lives”, http://zimmer.csufresno.edu/johnca/spch100/10-5-altman.htm, 18.04.2004. ___ , “Interpersonal Communication Involves”, http://www.uh.edu/crc/intcomm.html, 16.02.2005. ___ , “Lack of Communication Channels/Avoided Communication”, http://colorado.edu/conflict/peace/problem/nocomml.htm, 11.07.2004, s.1. ___, “Barriers to Effective Listening”, http://www.vuw.ac.nz/st_services/slss/study_exams/effective_listening.html, 14.05.2000. WILLIAMS Scott, “Listening Effectively”, http://www.wright.edu/~scott.williams/LeaderLetter/listening.htm, 16.04.2002. ___, “Relationships & Onions: Breadth &Depth of Self Disclosure”, http://students.usm.maine.edu/melissa.noyes/Onions.html, 19.07.2004. ZİMMER Benjamin, “Social Penetration Theory”, http://oak.cats.ohiou.edu/bz372497/socpenbz.htm, 11.13.1998 ___, “Social Penetration Theory”, http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/socpen.html, 19.07.2004. ___, “Specific Aspects of Social Penetration Process”, http://public.iastate.edu/mredmond/301exch.html, 12.05.2004. ___, “Social Exchange Theory”, http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/socexch.html, 12.04.2004. ___, “ Relational Dialectics”, http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/reldial.html, 19.07.2004. 332 ___, “Uncertainty Reduction Theory”, http://changingminds.org/explanations/theories/uncertainty_reduction.htm, 06.09.2004. ___, “Fundamental Interpersonal Relationship Orientation”, http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/firo.html, 19.07.2004. 4. DİĞER KAYNAKLAR BUDAK Selçuk, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, İkinci Basım, Ankara, 2003. ÇANKAYA Erol, Dünya’da ve Türkiye’de Siyasal İletişimin Demokratik Topluma Etkileri, Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Doktora Tezi, 1994. ___, Compton’s Encyclopedia, Compton’s Learning Company Division of Encyclopedia Britannica, Inc., A Britannica Publication, Volume 5, 1988. 333 EK ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÜZERİNDE İLETİŞİMSİZLİĞİ ORTAYA ÇIKARAN KİŞİSEL NEDENLERE YÖNELİK ALAN ARAŞTIRMASIYLA İLGİLİ ANKET FORMU 1.Yaş: ……….. 2.Cinsiyet: Kız ( ) Erkek ( ) 3.Kendinizi hangi gelir grubunda algılıyorsunuz: Düşük ( ) Orta ( ) Yüksek ( ) 4.Orta Öğreniminizi nerede tamamladınız: Kent ( ) İlçe ( ) 5.Nerede Barınıyorsunuz : Ailem ile birlikte ( ) Yurtdışı ( ) Yurtta ( ) Ayrı bir mekanda ( ) 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. Çoğu zaman kendi inandığım şeylerle çelişen mesajları duymaktan hoşlanmam. İletişimde karşımdaki kişilerin olayları benim gibi algıladığını düşünürüm. Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumlu hissetmeme neden olur. Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumsuz hissetmeme neden olur. Karşımdaki kişinin tutum ve davranışlarını sevmediğimde, genelde iletişime kapalı olurum. İletişimde her şeyi açıklıkla ifade etmek yerine, kapalı ve imalı iletişim kurmayı tercih ederim. Karşımdaki kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarını değerlendirmemde duygusal durumum (olumlu, olumsuz) önemlidir. İletişim kurarken duygularımı anlatmakta güçlük çekerim. İletişimde karşımdaki ile empati kurmakta güçlük çekerim. İletişim kurduğum kişinin mesajları duygusal yapımı yakından etkiler. Çoğu zaman iletişim becerilerimin kısıtlı olduğunu ve karşımdakinin sözsüz mesajlarından konuşmamın onları sıktığını ve benimle birlikte olmak istemediğini anlıyorum. İletişimde genelde incinmemek için duygularımı kapatmayı tercih ederim. İletişimde genelde karşımdakini kendi bakış açıma göre anlamaya çalışırım. İletişimde başkaları beni dinlemiyorsa, genelde bunun onlardan kaynaklandığını düşünürüm. Bana göre ‘söylediğini duyuyorum’ ile ‘seni dinliyorum’ aynı şeyi ifade etmektedir. İletişimde genelde başkalarını düşüncelerimin doğru olduğuna inandırmaya, bununla ilgili kanıt göstermeye ve ders vermeye çalışırım. İletişimde genelde karşımdaki kişinin dile getirdiği sorunundan çok, sorunuyla ilgili tanı koymaya yönelirim. 334 Kesinlikle katılmıyorum Katılmıyorum Kararsızım Katılıyorum Tamamen katılıyorum LÜTFEN KENDİNİZE UYGUN OLAN CEVAP SEÇENEĞİ İÇİN SORUNUN SONUNDAKİ KUTUCUĞU İŞARETLEYİNİZ 64. 65. 66. 67. 68. 69. 70. 71. 72. 73. 74. 75. 76. 77. 78. 79. 80. 81. 82. 83. 84. 85. 86. 87. 88. 89. 90. 91. 92. İletişimde genelde başkalarının sözünü bitirmesini beklemeden kendi düşüncelerimi ifade etmeye başlarım. İletişimde genelde zihnim benim için daha önemli konularla meşgul olduğundan karşımdakinin söylediklerine dikkatimi veremem. Konuşurken karşımdaki kişinin eğitim seviyesi, tecrübe ve beklentilerine göre dili kullanmadığımı düşünüyorum. Karşımdaki kişiden hoşlanıyorsam, bütün mesajlarını daha olumlu değerlendiririm. Başkalarının söyledikleriyle yüz ifadeleri ve hareketlerinin birbiriyle çelişmesi genelde onları dinlememi engeller. Bana duymak istemeyeceğim şeyler söylendiğinde, genelde bunları dinlememeyi tercih ederim. Benim için konuşmak, kendi düşüncelerimi ifade etmek başkalarını dinlemekten daha önemlidir. İnsanları genelde birey olarak değil, bir grubun üyesi olarak değerlendiririm.( tipik genç, aptal sarışın gibi.) İletişimde başkalarından önce ben ve benim düşüncelerim önemlidir. Genelde insanları dinlemediğim halde dinliyor görünürüm. Karşımdakinin söylediklerini genelde bana yönelik bir eleştiri ya da saldırı olarak algılarım. İletişimde karşımdaki kişileri söyledikleriyle zor duruma sokacak fırsatlar yaratmaya çalışırım. İletişimi, kişileri her zaman kendi açımdan değerlendiririm. İletişimde genelde karşımdakinin hislerinden çok, haklı olmayı ön planda tutarım. Çoğu zaman iletişimde başkalarını eleştirmekten hoşlanırım. İletişim kurarken konunun içeriğinden çok, karşımdaki kişinin kişilik özelliğine göre yargıda bulunurum. Genelde karşımdaki kişinin duygu ve düşüncesini öngörebilirim. Karşımdakinin bana yönelttiği en ufak bir eleştiriyi, bireysel değerimi küçültücü bir eylem olarak yorumlarım. Karşımdakinin benim istediğim şeyi yapmaması, onun beni sevmediğini gösterir. İletişim kurarken genelde karşımdaki kişi beni onaylamazsa, iletişim kurmakta güçlük çekerim. Yanlış bir şey söylediğimde, başkalarının beni zayıf olarak algıladığını düşünür ve iletişim kurmaktan çekinirim. Mutlu olmam için, karşımdaki kişileri değiştirmem gerektiğine inanıyorum. İletişimde önemli olan karşılıklı mesaj alışverişi değil, tarafların birbirlerini nasıl bir insan olarak algıladıklarıdır. İletişimde çoğu zaman başkalarının bana karşı ilgisiz davrandıklarını düşünüyorum. İletişim kurarken sözel ya da beden dilimle çoğu zaman üstün olduğumu (karizmatik) karşımdakilere hissettirmeye çalışırım. Karşımdaki kişinin ilgili ilgisiz her konuda konuşması, iletişimi önemsemememe neden olur. Karşımdaki kişinin dünya görüşü, değer sistemi, ideolojisi iletişim kurmayı istememde önemli etkendir. Karşımdaki kişinin bende bıraktığı ilk fiziksel izlenimi (olumlu olumsuz) iletişim kurmamda etkilidir. İletişimde konuları yönlendirmede insiyatif bende olsun isterim. 335 Kesinlikle katılmıyorum Katılmıyorum Kararsızım Katılıyorum Tamamen katılıyorum LÜTFEN KENDİNİZE UYGUN OLAN CEVAP SEÇENEĞİ İÇİN SORUNUN SONUNDAKİ KUTUCUĞU İŞARETLEYİNİZ TÜRKÇE ABSTRAKT (en fazla 250 sözcük): 2000’li yıllarda dünya siyasetinin, insan ilişkilerinin en büyük travmasının iletişimsizlik olduğu söylenebilmektedir. Güvercinle haber salma, dumanla mesajlaşmaların, yerini uydu bağlantılarına ve internet haberleşmelerine bıraktığı günümüzde, iletişimsizlik problemi modern insanın sorunu olarak dikkat çekmektedir. Buna bağlı olarak başarının ana kaynağını oluşturan iletişime gereken önemin verilmediği ortaya çıkmakta, çağımızın en büyük hastalığı iletişimsizliğin, insanın olduğu her ortamda çeşitli nedenlerle yaşanabildiği görülmektedir. Birbirini anlamayan, dolayısıyla iletişim sürecinin temel amacını oluşturan anlaşmanın sağlanamadığı kişilerin arasındaki uzaklıkların, yeryüzündeki tüm uzaklıklardan çok daha fazla olduğu gözlenmektedir. İletişimsizliğin çeşitli çevresel ve özellikle kişisel nedenlere bağlı olarak insanın olduğu her ortamda yaşanabildiği gözlenmektedir. Başlıbaşına çok bilinmeyenli bir denklem olarak ifade edilen kişilerin farklı özellikleri, yaşadıkları duyguların sorumluluğunu birbirlerine yüklemeleri, duygularını ifade etmede karşılaştıkları güçlükler, etkili dinleme konusundaki yetersizlikleri, kendi görüşlerini başkalarının da uyması gereken kurallar olarak benimsemeleri, başkalarının duygu ve düşüncelerini öngörebildikleri inancını taşımaları, iletişimde içeriğe değil, kişilikler üzerine odaklanmaları, karşılarındaki kişilerle empati kuramamaları gibi çok çeşitli sebeplerle iletişimsizliğin gündeme gelmesinin kaçınılmaz olduğu söylenebilmektedir. İletişimsizliği doğuran çeşitli kişisel nedenlerden hareketle, iletişim eğitimi alan Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri üzerinde araştırma gerçekleştirilmiş ve kendilerini iletişim sürecinde sorunlar yaşadıkları konularda değerlendirmeleri istenmiştir. Öğrencilerin dinleme sürecinde sorunlarla karşılaştıkları, duygularını ifade etmede güçlükler yaşadıkları, kişileştirme eğilimlerinin yüksek olduğu, anlamayı olumsuz etkileyen zihin okuma alışkanlığına sahip oldukları, toptancı benlik anlayışı doğrultusunda hareket ederek çeşitli gerçekçilikten uzak düşünce biçimlerine sahip oldukları ve önyargılı davranabildikleri ön plana çıkmaktadır. 336 İNGİLİZCE ABSTRAKT (en fazla 250 sözcük) : During years 2000s it can be argued that most significant trauma in human relations is lack of communication. In our present life, in which sending messages by pigeons, making communications by smokes are replaced by satellites and internet communications the matter of lack of communication appeals attention as a problem for modern individual. In contrast, it can be seen that required importance for communication which provide main source for success is not provided, the most significant disease of our contemporary age lack of communication is seen to be experienced in every environments where human beings occupy due to plenty of reasons. Far long distances between individuals whom fail to understand each other thus main purpose of communication process when is not provided are seen to be much diverse that all distances in the world. Lack of communication is observed to be emerging related to many environmental and especially personal factors. Various qualities of individuals which are explained as multi unknown equation significantly, their tendency to pass responsibilities of their experienced feelings to each other, their difficulties to explain their feelings, their insufficiency to listen others efficiently, their assimilations of their own ideas as the rules are needed to be followed by others, their belief in the way of predicting others feelings and ideas, focusing on personalities rather than contents in communication, their failure to establish communication with individuals they face, together with plenty of various reasons it can be argued that emergence of lack of communication is possible to be considered inevitable. In that study, from many different personal factors lead to lack of communication, an investigation among the students of Ege University Faculty of Communication was conducted and they were requested to evaluate themselves related to the subjects they experienced problems. Student’s encounter problems in listening duration, their experience to have problems to express themselves, their significant inclination to generate personalization, their habits to understand others mind which impose negative impact for understanding, having ideas moving from massive identification approach far away from reality and their possibility to behave in a prejudiced course is possible to have dominant manner. 337 ÖZGEÇMİŞ 1975 İzmir doğumluyum. 1992 yılında İzmir Selma Yiğitalp Lisesi’ni bitirdikten sonra, 1996 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden bölüm birincisi ve fakülte ikincisi olarak mezun oldum. Aynı yıl Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans öğrenimime başladım. Yüksek lisans öğrenimimi 2000 yılında “7-12 Yaş Grubu Çocuklarda Aileyle İlgili Kavramların Oluşmasında Televizyon Reklamlarının Etkisi” adlı tez çalışmamla tamamlayarak, 2001 yılında Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı’nda Doktora Programına başladım. 1997-1998 eğitim öğretim yılında Sacide Ayaz ve Buca Otuz Ağustos İlköğretim Okulları’nda İngilizce öğretmeni olarak çalıştım. 2001 yılı Ekim ayından itibaren Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak görev yapmaktayım. Evliyim. 338