T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Halkla

advertisement
T.C.
EGE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı
KİŞİLERARASI İLETİŞİM SÜRECİNDE İLETİŞİMSİZLİK:
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK BİR ARAŞTIRMA
DOKTORA TEZİ
Hazırlayan
Elif YILDIZ
Danışmanı : Prof. Dr. Mustafa DURMAZ
İZMİR-2005
1
İÇİNDEKİLER
Sayfa No :
GİRİŞ……………………………………………………………………………………1
BİRİNCİ BÖLÜM :
İLETİŞİM VE KİŞİLERARASI İLETİŞİM…………………………………………8
1.1. İLETİŞİM KAVRAMI VE TANIMI……………………………………………….9
1.1.1. İletişimin İşlevleri…………………………………………………………..17
1.1.2. İletişimin Amaçları………………………………………………………....20
1.1.3. İletişimin Özellikleri………………………………………………………..25
1.1.4. İletişim Gereksiniminin Boyutları …………………………………………31
1.2. KİŞİLERARASI İLETİŞİM………………………………………………………36
1.2.1. Kişilerarası İletişimin Temel Özellikleri……………………………………45
1.2.2. Kişilerarası İletişime Kuramsal Bakış Açısı………………………………..55
1.2.3. Kişilerarası İletişimin İşlevleri……………………………………………..66
1.2.4. Kişilerarası İletişimin Amaçları……………………………………………67
1.2.5. Kişilerarası İletişimin Sınıflandırılması…………………………………….70
1.2.5.1. Sözlü İletişim…………………………………………………………71
1.2.5.1.1. Dilin Doğuşu…………………………………………………..76
1.2.5.1.2. İnsan Dilinin Özellikleri……………………………………….77
1.2.5.1.3. Dilin İşlevleri…………………………………………………..82
1.2.5.1.4. Sözlü İletişimin Özellikleri…………………………………….84
1.2.5.1.5. Kişilerarası İletişimde Dilin Kullanımı………………………..87
1.2.5.2. Sözsüz İletişim………………………………………………………..89
1.2.5.2.1. Sözsüz İletişimin Özellikleri…………………………………..94
1.2.5.2.2. Sözsüz İletişimin Bölümleri…………………………………...97
2
İKİNCİ BÖLÜM:
KİŞİLERARASI İLETİŞİM SÜRECİNDE İLETİŞİMSİZLİK……………....…108
2.1. İLETİŞİMSİZLİK KAVRAMI…………………………………………………..108
2.2. KİŞİLERARASINDA İLETİŞİMSİZLİĞE YOL AÇAN NEDENLER………...119
2.2.1. Çevresel Nedenler………………………………………………………….120
2.2.2. Kişisel Nedenler…………………………………………………………...123
2.2.2.1. Kişisel Farklılıklar…………………………………………………..126
2.2.2.2. Algılama Farklılıkları……………………………………………….130
2.2.2.2.1. Mesajın İçeriğinden Kaynaklanan Sorunlar ………………...131
2.2.2.2.2. Mesajın ve Alıcının Yapısından Kaynaklanan Sorunlar……..131
2.2.2.3. Bir İletişimsizlik Nedeni Olarak Duygular …………………………134
2.2.2.3.1. Duyguları İfade Etmede Karşılaşılan Güçlükler……………..138
2.2.2.3.2. Duyguların Sorumluluğunu Diğer Kişilere Yükleme………...142
2.2.2.3.3. Duygusal Kapalılık…………………………………………...146
2.2.2.3.4. Duygulara Yabancılaşma……………………………………..147
2.2.2.3.5. Duygusal Tepki Bozuklukları………………………………...148
2.2.2.4. Dinleme…………………………………………………………….149
2.2.2.4.1. Dinleme Becerisinin Boyutları…………. …………………..153
2.2.2.4.2. Dinleme Sürecinin Aşamaları………………………………..153
2.2.2.4.3. Dinleme Konusunda Yapılan Araştırmalar………………….155
2.2.2.4.4. Dinlemede Karşılaşılan Sorunlar…………………………….157
2.2.2.4.4.1. Tutumsal Engeller……………………………………...161
2.2.2.4.4.2. Hayal Kurmak………………………………………….163
2.2.2.4.4.3. Kişisel Unsurlar………………………………………..164
2.2.2.4.4.4. İlgi Düzeyi……………………………………………..165
2.2.2.4.4.5. Konuşan Kişinin Sözünü Kesmek……………………..165
2.2.2.4.4.6. Dikkat Dağıtıcı Etkenler……………………………….167
2.2.2.4.4.7. Bilişsel Zıtlık…………………………………………..168
2.2.2.4.4.8. Belleğin Özellikleri…………………………………….169
2.2.2.4.4.9. Mesajın Sunuluş Biçimi ve Dil İle İlgili Engeller…….170
2.2.2.4.4.10.Algılama Kanallarının Farklılığı……………………...174
3
2.2.2.4.4.11. Beden Dilinin Yanlış Kullanılması…………………...175
2.2.2.4.4.12. Savunma Mekanizmaları……………………………..176
2.2.2.4.4.13. Yetersiz Göz Teması…………………………………177
2.2.2.4.4.14. Konuşmaya Aşırı Değer Verilmesi…………………...177
2.2.2.4.4.15. Kişinin Kendisiyle Meşgul Olması…………………...178
2.2.2.4.4.16. Kişisel Duygu Yükünü Taşımak……………………...178
2.2.2.4.5. Etkisiz Dinleme Türleri……………………………………...180
2.2.2.4.6. Dinleme Sürecinin Aşamalarında Ortaya Çıkan İletişim
Kopuklukları…………………………………………………………………………..184
2.2.2.5. Kişilerarası Algı……………………………………………………..186
2.2.2.5.1. Kişilerarası Algının İletişimdeki Yeri………………………..188
2.2.2.5.2.Stereotipleştirme………………………………………………189
2.2.2.5.3.Özellik Atfetme……………………………………………….197
2.2.2.5.4.Dilsiz bilgilenme ve " halô " etkisi……………………………200
2.2.2.6. Anlama Sürecini Olumsuz Etkileyen Nedenler……………………..201
2.2.2.6.1. Açı Sadakati Ve Ben Bilirimcilik…………………………….202
2.2.2.6.2. Kişileştirme…………………………………………………..205
2.2.2.6.3. Zihin Okuma…………………………………………………206
2.2.2.7.İletişimsizliği Ortaya Çıkaran Gerçekçi Olmayan İrrasyonel Düşünce
Biçimleri………………………………………………………………………………206
2.2.2.7.1. Filtreleme……………………………………………………..209
2.2.2.7.2. Aşırı Genelleme …………………………………………..…210
2.2.2.7.3. Etiketleme …………………………………………………...211
2.2.2.7.4. Kutuplaşmış Düşünce ……………………………………….212
2.2.2.7.5. Felaket Tellallığı/ Facialaştırma ……………………………..213
2.2.2.7.6. Kontrol Yanılgısı……………………………………………..214
2.2.2.7.7.Temelde Tercih Olan Davranış Seçeneklerinin Düşüncelerde
Yasalaştırılması……………………………………………………………………….214
2.2.2.7.8. Değiştirme Yanılgısı………………………………………….217
2.2.2.7.9. Suçlama………………………………………………………217
2.2.2.7.10. Fedakarlık Seferberliği……………………………….……..218
4
2.2.2.8. Savunucu İletişim…………………………………………………...218
2.2.2.8.1. Savunma Ve Uyum Düzenlerinin İletişimdeki Rolü…………221
2.2.2.8.2.Kişilerarası İletişimde Savunmacı Tutumu Arttıran Yaklaşım
Biçimleri………………………………………………………………………………221
2.2.2.9. Empatide Başarısızlık……………………………………………….230
3. BÖLÜM :
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÜZERİNDE İLETİŞİMSİZLİĞİ ORTAYA
ÇIKARAN KİŞİSEL NEDENLERE YÖNELİK ALAN ARAŞTIRMASI
YÖNTEMİ VE SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ……………………235
3.1. ARAŞTIRMANIN KONUSU……………………………………………………235
3.2. ARAŞTIRMANIN AMACI……………………………………………………...238
3.3. ARAŞTIRMA YÖNTEMİ……………………………………………………….239
3.4. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ…………………..241
SONUÇ………………………………………………………………………..……...303
KAYNAKÇA…………………………………………………………………………311
EK: ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÜZERİNDE İLETİŞİMSİZLİĞİ ORTAYA
ÇIKARAN KİŞİSEL NEDENLERE YÖNELİK ALAN ARAŞTIRMASIYLA
İLGİLİ ANKET FORMU…………………………………………………………...329
ÖZGEÇMİŞ
ÖZET
5
GİRİŞ
Canlıların varlıklarını sürdürebilmek için iletişimde bulunmak zorunda oldukları
görülmektedir. İletişim kurma özelliği açısından değerlendirildiğinde, diğer canlılarla
olan biyolojik ve fizyolojik nitelikteki ortak özelliklerine ek olarak, insanın kendi
neslinden gelen önemli ve farklı nitelikleri bulunmaktadır. Bu doğrultuda diğer
canlılardan farklı olarak insanın, sürdürmekte olduğu iletişimleri incelemek ve
geliştirmek şansına sahip olduğu ifade edilmektedir. Diğer canlıların da birbirleriyle,
kendilerine göre derin ve anlamlı iletişimler kurabildikleri söylenebilmektedir. Bununla
birlikte, tüm canlılar içinde yalnızca insanların birbirlerinin rolüne girip, birbirleriyle
empati kurma şansına sahip olduğu gözlenmektedir.
İletişimin insanın varolması ile özdeş olduğu ve insanın iletişimde bulunduğu
sürece varlığını gerçekleştirip, kendini dışa açabileceği gerçeği dikkate alındığında,
hangi türden olursa olsun iletişimin insan için hem kişisel hem de toplumsal seviyelerde
önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
İnsan ve insan topluluklarının kendi varlıklarını, oluşturdukları toplumsal,
kültürel ve uygarlık çevrelerini ancak iletişim aracılığıyla gerçekleştirebildikleri
görülmektedir. Dolayısıyla insanlar ve toplumların varlıklarını; bilim, kültür ve uygarlık
adına ortaya koydukları maddi ve manevi ürünlerini iletişime borçlu oldukları
söylenebilmektedir.
İletişim, insanın rasyonalite ve sosyalite temelli bireysel veya kolektif bir bilme
ve bildirme eylemi olarak değerlendirildiğinde, pek çok işlevsel alanları olduğu ortaya
çıkmaktadır. Yeryüzü uygarlığının aktif oluşturucu aktörü insan öğesi kendi tarihini
hem yapıp hem de yazarken bunu birkaç özelliğinin yanı sıra özellikle ‘homo
kominikus’(iletişim kuran insan) özsel niteliği ile gerçekleştirmiştir. Buna bağlı olarak
insanoğlu bir mesajı oluşturup şekillendirirken ya da iletirken mesajın yapısı ve
biçiminin yanı sıra içeriği ve alıcıların zihinsel, ruhsal ve fiziksel özelliklerinin kişi-içi,
kişilerarası ve toplumsal düzlemlerde etkili iletişimin gerçekleştirilebilmesi için dikkate
alınması gereksinimi ortaya çıkmaktadır.
İnsanın çevresiyle kurduğu iletişimin temelini oluşturan kişi-içi iletişimin,
kişinin kendinde başlayıp kendinde biten iletişimsel bir süreci oluşturduğu
görülmektedir. Kişilerin kendilerini bireysel seviyede tanımaları ölçüsünde diğerleriyle
6
olan iletişimde başarılı oldukları ifade edilmektedir.
İnsan olmak demek iletişim kurmaktır. Konuşmak, dinlemek, anlamak,
anlamlandırabilmek ve dinledikten sonra diğerlerine karşılık vermeyi gerektirmektedir.
İnsan etkinliklerinin ve ilişkilerinin tümü iletişimle ilgilidir. Çok farklı anlamlarda ve
alanlarda kullanılan, buna bağlı olarak çok sayıda tanımı yapılan iletişim kavramını, en
yalın tanımıyla, kişilerarası bir düşünce ve duygu alışverişi olarak ifade etmek
mümkündür. Düşünce ve duyguların karşılıklı olarak anlaşılmasını içeren ve söz konusu
olan olay veya sorunla ilgili karşılıklı tatmini hedefleyen bir süreçtir.
İletişimin çeşitli türlerinden söz etmek mümkündür. Bunlardan birini de
kişilerarası iletişimin oluşturduğu görülmektedir Genel bir tanımlamayla, kaynağını ve
hedefini insanların oluşturduğu iletişimler ‘kişilerararası iletişim’ olarak ifade
edilmektedir. Kişilerarası iletişimi açıklayan farklı kuramsal yaklaşımların söz konusu
olduğu gözlenmektedir.
Kişilerarası iletişimi tanımlamanın bir yolu, onu diğer iletişim biçimleriyle
karşılaştırmak olarak ortaya konmaktadır. Böylece kaç kişinin yer aldığı, birbirlerine
fiziksel açıdan ne ölçüde yakın oldukları, kaç tane duyu kanalının kullanıldığı ve
geribildirimi (feedback) inceleyebilmek mümkündür. Kişilerarası iletişim, diğer iletişim
biçimlerinden katılan kişilerin azlığı, birbirlerine fiziksel anlamda yakın mesafelerde
bulunmaları, kullanılan duyu kanallarının çokluğu ve geribildirimin anında alınması
yönlerinde farklılaşmaktadır.
Bir iletişimin ‘kişilerarası iletişim’ sayılabilmesi için katılanların, belli bir
yakınlık içinde yüz yüze olması, katılımcılar arasında tek yönlü değil, karşılıklı mesaj
alışverişinin gerçekleşmesi ve söz konusu mesajların sözlü (verbal) ve sözsüz
(nonverbal) nitelikte olması ölçütünün gerekli olduğu ifade edilmektedir.
Kişinin gelişimi boyunca, sürekli olarak çevresindeki diğer kişileri gözlemlediği,
nasıl olduklarını, kendisini nasıl gördüklerini ve kendisine nasıl davrandıklarını
incelediği görülmektedir. Bu keşifler sırasındaki kişilerarası etkileşim aynı zamanda bir
kişilerarası öğrenme olarak değerlendirilmektedir. Kişi yaşamını devam ettirmek ve
içinde yaşadığı dünyaya uyum sağlamak için uygun davranış biçimlerini öğrenmeye
çalışmaktadır. Erken yaşlarda bu davranışlar anne-baba yardımı ile, daha sonra da
arkadaşlar,
öğretmenler
ve
diğer
önemli
7
kişilerin
etkisiyle
öğrenilmekte,
geliştirilmektedir. Toplum tarafından genel olarak onaylanmış davranış normları
davranışların şekillenmesinde büyük önem taşımaktadır. Kişi kendi algılarını diğer
kişilerin algılarıyla karşılaştırırken, bunların kendisi için önemi olan kişiler tarafından
onaylanması ihtiyacını duymaktadır. Bazı gelişim kuramlarına göre, sosyal etkileşim,
kişinin gelişiminde ve kimlik oluşumunda en önemli etkendir. Etkileşim sırasında kişi
kendisi hakkında çok şey öğrenmektedir.
Diğerlerinin kişiye nasıl davrandıkları, onların o kişiyi algılayış biçimi hakkında
çok önemli ipuçlarıdır. Başkalarının kişiyi algılayış biçimi, kişinin kendisiyle ilgili
düşüncelerine şekil vererek kendisi için oluşturduğu benlik algısını etkilemektedir.
Kişinin benlik algısı ve kendisine verdiği değerin de karşılıklı olarak birbirini etkilediği
görülmektedir. Eğer diğerleriyle nasıl bir iletişim ve etkileşim içinde olduğu, kendisi
için oluşturduğu imajı etkiliyorsa, kendisine verdiği değeri de kaçınılmaz olarak
etkilediği ifade edilmektedir.
Kişilerarası iletişim kişiye benlik algısını, kendine verdiği değeri, kendine olan
saygısını ve güvenini ölçme fırsatı verdiği için kişinin yaşamının çok önemli
ihtiyaçlarından biri olma özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla kişilerarası iletişimi birçok
farklı ihtiyacın giderilmeye çalışıldığı bir yaşam boyutu olarak değerlendirmek
mümkündür.
Belirli bir alan içindeki insanların sözlü ya da sözsüz iletişim biçimlerinden
uygun olanını kullanarak diğer insanları etkilemek veya ikna etmek amacıyla giriştikleri
her türlü çaba kişilerarası iletişim kapsamında değerlendirilebilmektedir. Kişilerarası
iletişimde sözlü ve/veya sözsüz mesajlar oldukça büyük önem taşımaktadır. Sözlü veya
sözsüz mesajları kodlama ise, kişilerarası iletişim becerisi ile yakından ilgilidir.
Bu doğrultuda konuşma dili olarak adlandırılan sözlü iletişim, gündelik yaşamda
kişinin kendisini ifade etmek için başvurduğu temel iletişim türlerinden biridir.
Toplumsal yaşam içinde birbirleriyle ilişkiyle giren ve iletilmesi gerekli mesajları olan
ilk insanlar doğal olarak bu mesajları iletme biçimlerini de ortaya çıkarmışlardır. Hiç
şüphesiz, bir çığlık, bir haykırış gibi simgelerle başlayan bu yönelişin, iletişim ihtiyacı
içindeki insan türünü diğer canlılardan farklılaştıran dil ve konuşmayı ortaya çıkardığı
görülmektedir. İnsanoğlunun iletişim ihtiyacını karşılayan simgesel sisteminin temelini
oluşturan dil de kendi başına bir simgeleştirme işlemi olarak ifade edilmektedir.
8
İleti alışverişi canlı dünyasının ortak bir özelliği olmakla birlikte, yalnız insanlar
arasında insanın simgeleştirme yetisi sayesinde simgeler aracılığıyla duygu, düşünce ve
bilgi aktarımı söz konusu olmaktadır. Dilin, bütün iletişim ve etkileşim sürecinin hem
başlangıcı hem de ürünü olduğu ifade edilmektedir. En genel anlamıyla her türlü
etkileşimin, daha özel anlamıyla her türlü iletişimin kendine özgü bir dili
bulunmaktadır.
Dilin, hem bir toplumsal eylem olarak varolduğu, hem de insanların biyolojik
yapı farklılığına dayanarak, ancak kişilerarası iletişimin bir dizgesi olabilecek biçimde
geliştiği görülmektedir. Bunun yanında insanlarla hayvanlar arasındaki temel dilsel
ayırım, insanoğlunun dilinde anlamın varlığı olarak ortaya konmaktadır.
Bu bağlamda konuşma, akıl ve düşünce gücüne işlerlik kazandıran, onu üretken
hale dönüştüren güç olarak değerlendirilmektedir. Her türlü teknolojik gelişmeye karşın,
yüzyıllardır bireysel ve toplumsal ilişkiler alanında vazgeçilmez yerini korumaktadır.
Kişilerarası iletişimin bir diğer boyutunu oluşturan sözsüz iletişim ise, daha çok
sözlü iletişimi pekiştirmek amacıyla kullanılmakta ve böylece kişilerarası iletişimde
duygu ve tavırları düzenleyerek sözlü iletişimi desteklemektedir. Kaynak konumundaki
kişi yüz ve bedenin yardımıyla akıcılığı yakalamaya çalışırken, diğer taraftan karşıdaki
kişinin yüz ve beden ifadelerine bakarak mesajın algılanıp algılanmadığını ya da
karşıdaki kişinin psikolojik durumunu anlayabilmektedir
Gündelik yaşamda çok sayıda uyaranın etkisinde olan insanın, bilinçli ya da
bilinçsiz olarak beden diline sık sık başvurduğu görülmektedir. İnsanın düşüncelerini,
bilgilerini, isteklerini ve şikayetlerini iletmede en temel araç olarak kullandığı konuşma
dili yani sözlü iletişim, duyguların, heyecanların, coşkuların iletilmesinde her zaman
yeterli ve etkili olmayabilmektedir. Bu nedenle çoğu kez konuşurken, duygular ya da
heyecanlar ifade edilirken mimiklere,el kol hareketlerine başvurulduğu gözlenmektedir.
Bazı durumlarda kişilerin, gerçek duygu ve düşüncelerini bilinçli olarak dile
getirmedikleri ya da getiremedikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Söyledikleri,
söylemek istediklerinden farklı olmaktadır. Bu durumda sözsüz iletişim, kişinin
gerçekte ne söylediğini ya da söylemek istediğini anlamada başvurulan bir kaynak
olarak devreye girmektedir.
9
Yoğun bir rekabetin yaşandığı 21. yüzyıl dünyasında fark yaratan tek şeyin,
kişilerin iletişim yeteneklerinin olduğu görülmektedir. Para ya da nesneler dışında saygı
görmek, diyalog kurmak, yaşamdan zevk almak, sevmek ve sevilmek, kişiliklerine
değer verilmesi gibi, insanların elde etmeyi arzuladığı pek çok şey bulunmaktadır.
Burada da başarının tek anahtarının iyi bir iletişim olduğu söylenebilmektedir.
Bu doğrultuda iletişimin sağlıklı olabilmesi için bireylerin benimseyip
kullanmaları gereken bazı ilişki ilkeleri bulunmaktadır.Bu bağlamda her bireyin kendine
has özellikleri ile değerli olduğuna inanması, karşısındaki bireyi koşulsuz kabul etmesi,
her bireyin kendi problemini kendisinin çözebilme gücüne inanması, maske takmadan
kendini olduğu gibi gösterebilmesi, duygu, düşünce ve davranışlarının tutarlı olması,
kendini karşısındaki kişinin yerine koyup nesnelliğini yitirmeden onun sorunlarına onun
gibi bakabilmesi, onun hissettiklerini yaşayabilmesi, sözü geçen tüm ilkelerin herhangi
bir iletişim durumunda bir arada olması ve karşısındaki kişiye iletilebilmesi ön plana
çıkmaktadır.
Böylece, iyi bir iletişim ortamı hazırlanmış olmaktadır. İletişim kurulacak olan
birey rahatlamakta, kendini ifade etmesi kolaylaşmakta, kendini daha iyi tanıma olanağı
bulmakta ve sağlıklı ilişki kurmak için temel atılmış olmaktadır.
Tüm bunlara karşın iletişimsizliğin insanın olduğu her ortamda yoğun bir
biçimde yaşandığı görülmektedir. İnsanların birbirleriyle çeşitli kişisel ve çevresel
nedenlere bağlı olarak iletişim kuramadıkları, kendilerini bir iletişimsizlik ortamının
içinde buldukları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Kişilerin kendileriyle de iletişimsizlik
yaşadığı, bunun başkalarıyla olan ilişkilere de yansıdığı ortaya çıkmaktadır.
Toplumun her kesimine bir virüs gibi bulaşan iletişimsizlik olgusunda, kişiler
hemen hemen aynı davranış özelliğini göstermekte ve bu giderek doğal bir davranış
olarak kabul edilmektedir. Kişiler, kişisel ilişkilerini derinleştirebilmek, iş yaşamlarında
ve diğer sosyal ortamlarda kullanamadıkları yaratıcılıklarını geliştirebilmek ve iletişim
sürecinde birbirlerinden bir şeyler öğrenerek, karşılıklı zevk ve değer verebilme
olanaklarını gerçeğe dönüştürme şansına sahipken, kendilerini yeterince ifade
edememenin, anlaşılamamanın, yeterince etkili dinlenmemenin ve bunun sonucu olarak
da ilişkilerde saldırgan, sıradan ve çatışmacı durumlarla karşı karşıya kalmanın
kaçınılmaz olduğu gerçeğini yaşamaktadırlar.
10
“Kişilerarası İletişim Sürecinde İletişimsizlik: Üniversite Öğrencilerine Yönelik
Bir Araştırma” adlı tezin birinci bölümünde; iletişim ve kişilerarası iletişim
kavramlarının tanımı, özellikleri, amaçları, işlevleri ortaya konmaktadır. Kişilerarası
iletişim konusunda ön plana çıkan kuramlar ele alınmakta ve kişilerarası iletişim
kapsamında sözlü ve sözsüz iletişim değerlendirilmekte, bu bağlamda insan dilinin
özellikleri, dilin doğuşu, kişilerarası iletişimde dilin önemi ifade edilmektedir. Beden
dilini de kapsayan çok daha geniş bir alanı oluşturan sözsüz iletişimin özellikleri ve
bölümleri incelenmektedir.
Tezin ikinci bölümünde, öncelikle iletişimsizlik kavramının neyi ifade ettiği
belirtilerek, kişilerarasında iletişimsizliğe yol açan nedenler incelenmektedir.
İletişimsizliği doğuran nedenler çevresel ve kişisel nedenler olmak üzere iki başlık
altında ortaya konmaktadır. Kişisel nedenler üzerinde daha fazla yoğunlaşılarak, bu
bağlamda
öncelikle
kişisel
farklılıklar
ve
algılama
farklılıkları
üzerinde
durulmaktadır. Kişilerarası iletişim sürecinde son derece önemli bir rol oynayan
duyguların bir iletişimsizlik nedeni haline gelmesinde, duyguları ifade etmede
karşılaşılan güçlükler, yaşanan duyguların sorumluluğunu diğer kişilere yükleme,
duygusal kapalılık, duygulara yabancılaşma, bazı duygusal tepki bozuklukları,
duygularda iletişimsizlik ele alınmaktadır. Bir diğer iletişimsizlik nedenini oluşturan
dinlemede öncelikle etkili dinleme tanımlanmakta, sürecin boyutları ve aşamaları
ortaya konmakta ve dinlemeyi engelleyen faktörler ayrıntılı olarak incelenmektedir.
Anlama sürecini olumsuz etkileyen nedenler ve kişilerin sahip olduğu irrasyonel
düşünce biçimleri değerlendirilmektedir. Kişilerarası iletişimde savunmacı tutumu
arttıran yaklaşım biçimleri ele alınmakta ve empati süreci ve empati kuramama
nedenleri ifade edilmektedir.
Tezin üçüncü ve son bölümünde üniversite öğrencilerinin yaşadığı iletişim
problemleri değerlendirilmekte, özellikle yoğun olarak iletişimsizlikle karşılaştıkları
alanlar
üzerine
odaklanılmaktadır.
Bu
doğrultuda
Ege
Üniversitesi
İletişim
Fakültesi’nde okuyan ve iletişimsel kavramları daha iyi değerlendirebileceği düşünülen
öğrenciler üzerinde iletişim sorunları yaşadıkları alanları belirlemek amacıyla araştırma
gerçekleştirilmiş ve sonuçlar değerlendirilmiştir.
11
Tez çalışması boyunca her türlü fedakarlığı gösteren başta değerli eşim Cumhur
YILDIZ ve sevgili annem Ayşegül KÜLTÜR olmak üzere tüm aileme, tez danışmanım
değerli hocam Prof. Dr. Mustafa DURMAZ’a, her zaman her konuda desteklerini
gördüğüm ve tezime değerli katkılarda bulunan hocalarım Prof. Dr. Ahmet Bülend
GÖKSEL’e, Prof. Dr. Demet GÜRÜZ’e ve Yrd. Doç Dr. Ahsen ARMAĞAN’a, değerli
arkadaşlarım Yrd. Doç Dr. Bilgehan GÜLTEKİN ve Araş. Gör. Onur ÖKSÜZ’e
teşekkürü bir borç bilirim.
12
BÖLÜM 1:
İLETİŞİM VE KİŞİLERARASI İLETİŞİM
Toplumsal bir varlık olan insanın en önemli özelliklerinden birisi de kendi
cinsiyle ilişki kurması, duygu ve düşüncelerini bir diğerine aktarmasıdır. İnsanın bu
özelliği, onda var olan iletişim yeteneği ile ilgilidir. İnsanların çağlar boyu birbirleri ile
bu yetenekleri sayesinde etkileşimde bulundukları, kültürlerini, uygarlıklarını
geliştirmelerinde bu etkileşimlerinin büyük rolü olduğu ortaya çıkmaktadır.
İlk insanların da yoğun bir iletişim eylemi içinde bulunduklarına dair en önemli
kanıtın, insanlığın günümüzde ulaştığı nokta olduğu görülmektedir. İnsanlığın bugün
ulaştığı uygarlık düzeyinin temellerini oluşturan faktörlerin, ilk insanların yoğun
çabaları ve iletişim eylemleri olduğu ifade edilmektedir. Birbiri üzerine eklediği her
iletişim eyleminde insanların, uygarlık merdiveninde bir basamak tırmandıkları
söylenebilmektedir.
İnsanlığın ilk döneminde, iletişimde önce sesin olduğu ve insanın kendisini
çıkardığı değişik seslerle, çığlıklarla ve bunları desteklediği bedensel hareketlerle ifade
ettiği görülmektedir. Bunun yanı sıra ilkel resimlerle, çizgilerle insanın mesajını
aktarması da, insanlığın iletişim tarihinde sanatın ilk izlerinin göstergesi olmakta,
günümüzün sanatsal anlatımlarına ulaşana değin sanat öncülüğüyle iletişim kurma
biçimleri de evrimsel bir çizgi izlemektedir. İnsan iletişiminin gelişiminde en başta
gelen koşulun, hiç şüphesiz dilin ortaya çıkması, konuşmanın başlaması, yani sözün
kurulması, zamanla yazının bulunması, sözlü ve yazılı ifade biçiminin güçlenmesinin
olduğu görülmektedir.
İletişim biçimlerinin zamanla büyük gelişmeler kaydettiği, yakın çevreyle
iletişimin yanında, dünyanın bir diğer ucundaki insanlarla da iletişimin, hızlı teknolojik
gelişimle olanaklı hâle geldiği ifade edilmektedir.
Günümüzde, iletişim sözcüğünün, sadece belirli bir meslekte kullanılan ya da bir
uzmanlık disipliniyle sınırlı bir terim olmayışı; gündelik yaşamda, birey ve toplum
ilişkilerinden siyasete, edebiyattan pazarlamaya, dinden yönetim bilimine, çocuk
eğitiminden kadın-erkek ilişkilerine, insan toplumsallaşmasının tüm yansımalarını
kapsayan bir özellik taşıması ve yaşam etkinliklerini gerçekleştiren bireylere göre
farklılık göstermesi, bu konudaki ortak tanım zorluğunu açıklayabilmektedir.
13
Farklı yaklaşımların ve tanımlamaların ortaya konduğu kişilerarası iletişimi ise,
en genel anlamda kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişim olarak
değerlendirmek mümkündür.
1.1. İLETİŞİM KAVRAMI VE TANIMI
Yaşamsal bir zorunluluk olan iletişim, bireysel ve toplumsal yaşamın
vazgeçilmez aracı olarak ifade edilmektedir. İletişimin, insanın yalnızca doğal bir varlık
olmaktan fazla bir şey olduğunu keşfetmesiyle birlikte doğduğu ifade edilmektedir.
Yalnızca ses çıkarmayı, bedenini hareket ettirmeyi, bazı zeminler üzerine şekiller
çizmeyi hayvanların da becerebildiği, dolayısıyla hayvanların da bir iletişim
sistemlerinin olduğu, ancak onların çoğunlukla güdüleriyle iletişim kurarak sadece
ilettikleri ortaya konmaktadır. Bu doğrultuda, insanı diğer doğal yaratıklardan farklı
kılanın, onun ussal ve ruhsal kapasitesi ve yetenekleri olduğu ve uygarlıkların da bu
farklılıktan doğduğu gerçeğinden hareketle, yalnızca insanların iletişim kurabildiği,
karşılıklı eylemin bir etkileşime dönüştüğü biçimi yalnızca insanın başarabildiği
söylenebilmektedir.
Günlük yaşamın her aşamasında ve her ortamda birlikte olunan iletişimle
insanın, kendi dışındaki insanları etkilediği, onlardan etkilendiği ve böylece biyolojik
bir varlık olmaktan çıkarak, toplumun bir üyesi durumuna geldiği ve toplumsal bir
varlık olarak kendini gerçekleştirdiği görülmektedir1.
Dolayısıyla iletişimin kaçınılmaz bir süreç olduğu ortaya çıkmaktadır. “Herkes
yeryüzünü bir sahne, kendisini de oyuncu olarak benimsemiştir. Herkes rolünü
oynamakta, karakterinin gerektirdiği replikleri konuşmakta, yapmacık da olsa
birbirlerine vermeleri gereken mesajları verip almaktadır. Dünya sahnesindeki oyun bir
iletişim oyunudur. Hiç kimsenin bu oyuna katılmama, oyundan kaçma hakkı ve
ayrıcalığı yoktur. İnsan olan herkes bu oyuna katılmak, rolünü oynamak, iletişim
kurmak zorundadır”2.
İletişim kurma eyleminin insanın doğasında bulunan bir gereksinim ve bir güdü
olduğu belirtilmektedir. İnsan, doğası gereği yalnız başına yaşayamayacağı gibi, diğer
insanlarla iletişim kurmadan da yaşayamamaktadır. Kişiler birbirleriyle iletişim
1
2
Ahmet Yatkın, Halkla İlişkiler ve İletişim, Nobel Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2003, s.42.
Sedat Cereci, İletişim Kurmak İnsan Olmaktır, Metropol Yayınları, İstanbul, 2002, s.10.
14
kurarken mesajlar tek yolla gönderilmemekte, bilinen ve becerilebilen bütün iletişim
dilleri kullanılarak mesajlar iletilmeye çalışılmaktadır. Söylemek istediğini en
anlaşılabilir ve en etkileyici biçimde anlatmak, bütün bireylerin temel amacıdır.
İletişim tarihinin, düşüncenin tarihiyle eş zamanlı olduğu ve önce sesini tanıyan
insanın, sonra anlamı keşfettiği görülmektedir3. Bu doğrultuda evrim merdiveninin en
üst basamağını işgal eden, en evrimli hayvan olarak tanınan insan jest ve mimikleri en
iyi kullanan, gelişmiş refleks ve içgüdülerinin yanında dili de içine alan çok karmaşık
öğrenilmiş davranışlarla iletişim yapan yegane varlık olarak değerlendirilmektedir4.
Normal zihinsel fonksiyonlara sahip olan bir insan, iletişim kurmadan
yaşayamamaktadır. İletişim, insanın bireysel ve sosyal yaşamının vazgeçilmez
unsurudur. İnsan gündelik yaşamında diğer insan(lar)la, kurumla, kuruluşla, grupla veya
kendisiyle iletişim kurarak yaşamaktadır. Tüm yaşamı boyunca, psikolojik olarak
insanın, varlığını bildirmek ve varlığının farkındalığının kendisine bildirilmesi
ihtiyacının olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ihtiyaç içindeki insan, sözlü veya sözsüz
çeşitli iletişim yollarına kaçınılmaz olarak başvurmaktadır. Her türlü iletişim insanın
psikolojik gereksinmelerinin sonucudur. Kendisini tanıması, tanıtması ve dönüt alarak
kendini değerlendirmesinde, bu iletişim süreçleri önemli rol oynamaktadır.
20. yüzyılda, baş döndürücü bir hızla gelişen medya teknolojisi içinde giderek
artan bir önem kazanmış olan ‘iletişim’ sözcüğü kadar, bireysel ve toplumsal yaşamda
bu kadar belirleyici bir yer tutmasına karşın üzerinde bu ölçüde bir iletişimsizliğin
yaşandığı çok az terim ve kavram olduğu görülmektedir. Öte yandan iletişim olgusunun
toplumsal niteliği sadece bir teknolojik görüngü olarak ele alınmasını da olanaksız
kılmaktadır5. İletişimin bu çok yönlü özelliği, kavramı bir yandan siyaset bilimine özgü
kılarken diğer yandan da ekonomiden sosyal psikolojiye, antropolojiden dilbilime diğer
disiplerle de bağlantılandırmaktadır.
İletişim sözcüğünün, üzerinde anlaşmaya varılmış ortak bir tek tanımının
bulunmayışı ve kişiden kişiye ya da toplumdan topluma binlerce değişik tanımlamanın
3
Banu Duman, Zeynep Y.Dede, Akın Eryürekli, “Her Şey İletişimle Başlar”, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim Dergisi, Yıl:3, Sayı:36, Şubat 2003, s. 36.
4
Akif Ergin, ÖğretimTeknolojisi/ İletişim, PEGEM, Ankara, 1995, s. 38.
5
Erol Çankaya, Dünya’da ve Türkiye’de Siyasal İletişimin Demokratik Topluma Etkileri, Ankara
Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Doktora Tezi, 1994, s.3.
15
yapılması, bu kavram konusunda süre gelen belirsizliğin boyutlarını net olarak
kavrayabilmek açısından ön plana çıkmaktadır. Örneğin, “Dance ve Larson tarafından
saptanmış 4560'a ulaşan kullanım biçiminin ancak 2612 adet tipleştirmeye
indirilebildiğini
bilmek,
sorunun
ne
derece
çetrefil
olduğunun
çarpıcı
bir
göstergesidir”6.
Dolayısıyla iletişimle ilgili yapılan tanımların, bir anlamda içinde yaşanılan
tarihsel süreçlerin siyasal ya da toplumsal niteliğine koşut bir görünüm sunduğu ifade
edilmektedir. Bu bağlamda geçmiş dönemlerin ‘iletişim’ tanımı ile bugünün tanımı
arasında pek çok farklılık söz konusu olmaktadır.
İletişim kavramı, İngilizce'deki communication kelimesinin karşılığı olarak
dilimizde kullanılmaktadır. Kavramın kökeni incelendiğinde ‘commun’ yani;
ortaklaşmak, ortak kılmak kökünden türediği görülmektedir. Kavramın genel bir
tanımını yapmak gerekirse, insanlar arasındaki her türlü bilgi, duygu ve düşünce
alışverişi; bilginin ortaklaşa kullanılması şeklinde ifade etmek mümkündür. Tanımdan
da anlaşılacağı üzere, iletişim, hem kişisel, hem de toplumsal bir süreci
kapsamaktadır7.
Toplumsal yaşantı içerisinde insanın kendinden önce yaşamış insanların
kabullendiği ve sürdürdüğü kuralları öğrenmesi, inanç ve değerleri benimsemesi ve
bunlara uygun olarak bir yaşam sürdürebilmesi ancak iletişim ve etkileşim süreciyle
mümkün olmaktadır. “İnsanlar, başkalarıyla bir arada olabilmek, onları anlayabilmek,
kendilerini anlatabilmek ve etkileyebilmek yani toplumsallaşabilmek amacıyla iletişim
kurmaktadır. Bunun da ötesinde bireyler, kendileriyle ve başkalarıyla iletişim kurarak
kişiliklerini de tanımlama olanağı kazanmaktadır”8.
İletişim konusundaki değişik tanımların, tanım geliştirenlerin kavrama farklı
yaklaşımları sonucu ortaya çıktığı görülmektedir. İletişim sözcüğü “Teremholm ve
Jensen'e göre, insanların kollektif olarak toplumsal gerçekliği yaratıp düzenledikleri
süreç olarak, Berelson ve Steiner' e göre, bilginin, fikirlerin, duyguların, becerilerin,
simgeler kullanılarak iletilmesi olarak, Rogers ve Kincaid' e göre ise, katılanların bilgi
6
Erol Çankaya, a.g.e., s.4.
Metin Işık, İletişimden Kitle İletişimine, Mikro Yayınları, Birinci Baskı, Konya, 2000, s.21.
8
Roger Williams, “İletişim Kavram ve Modelleri”, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi
Yayınları, No: 217-14, Eskişehir, 1979, s. 282.
7
16
yaratıp karşılıklı bir anlamaya ulaşmak amacıyla bu bilgiyi birbirleriyle paylaşma
süreci olarak tanımlanmaktadır”9.
Bu doğrultuda, Berelson ve Steiner gibi bazı iletişim bilimcilerinin göndericimesaj- kanal ve alıcı şeklindeki çizgisel modeli öne çıkarırken; Rogers ve Kincaid'in
başını çektiği bir diğer grubun ise, ‘karşılıklı ortak algılama’ ve ‘paylaşma’ gibi bir
takım unsurları ön plana çıkardıkları gözlenmektedir.
Kullanıldığı alana göre çok değişik anlamlar taşıyan iletişim kavramını, Ünsal
Oskay ise geniş bir çerçevede tanımlamaktadır: “İletişim, birbirlerine ortamlarındaki
nesneler, olaylar, olgularla ilgili değişmeleri haber veren, bunlara ilişkin bilgilerini
birbirlerine aktaran, aynı olgular, nesneler, sorunlar karşısında benzer yaşam
deneyimlerinden kaynaklanan, benzer duygular taşıyıp birbirine ifade eden insanların
oluşturduğu topluluk ya da toplum yaşamı içinde gerçekleştirilen tutum, yargı,
düşünce, duygu bildirişimleridir”10.Bu tanıma göre iletişimi, toplumsal yaşantının
temeli olarak tanımlamak mümkündür. İletişim, insanın varlığını sürdürebilmesi için
gerekli temel zorunluluklardan biridir.
“Charles Cooley için iletişim, insan ilişkilerinin varolmasına ve gelişmesine
yarayan mekanizmadır ,-aklın yarattığı tüm simgeler ve bunların uzayda iletimini,
zaman içinde saklanmasını sağlayan araçlardır. Bu da yüzdeki anlamları, tavırları ve
davranışları, sesin tonunu, sözcükleri, yazımı, basımı, demiryollarını, telgrafları,
telefonları ve zaman ile yerden kazanmadaki tüm başarıları içerir”11. Buna göre,
iletişimin her yerde olduğunu ve insanın iletişim ağı içinde yaşadığını söylemek
mümkündür.
“İnsanları birbirine bağlayan ve onların sosyal bir grup halinde ve uyumlu bir
şekilde çalışmalarını sağlayan bir araç olan iletişim, istenen sonuçları başarmak ve
davranışları etkilemek amacıyla insanlar arasında sözlü ya da sözlü olmayan diğer
araçlarla anlayış sağlama”12 olarak da değerlendirilmektedir.
İletişim gerçek anlamda çoğu tanımlamada olduğu gibi enformasyonun,
9
Erol Mutlu, İletişim Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Dördüncü Basım, Ankara, 2004, s. 139.
Ünsal Oskay, İletişimin ABC’si, Der Yayınları:213, Üçüncü Basım, İstanbul, 2001, s. 9.
11
Ayseli Usluata, İletişim, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınları, 1. Basım, İstanbul, 1994, s.14.
12
Demet Gürüz, Halkla İlişkiler- Reklam Ajansları İşletmeciliği ve Yönetimi, Ege Üniversitesi
İletişim Fakültesi Yayınları No:7, İzmir, 1995, s.118.
10
17
fikirlerin veya davranışların paylaşılmasıdır. Bu paylaşma esnasında en önemli nokta,
davranışların bir şeyler üretmeye yönelik olması olarak değerlendirilmektedir. İnsanlar
çevrelerindeki dünyayı oluşturacak anlamlar yaratmakta ve sonra anlamlara göre
davranmaktadır.
İletişim, bireyler arasında bilgi alıp vermek amacıyla oluşturulan bir ilişkiler
sistemi olarak da tanımlanabilmektedir. İletişim, kişilerin amaçsız etkileşimleri
olmaktan çok, bir etki oluşturmaya veya davranış nedeni olmaya dönük olarak, mesajın
kaynaktan hedefe bilinçli bir şekilde aktarılmasıdır. Dolayısıyla “insanlar iletişim
kurduklarında, yalnızca dünyanın şu ya da bu yönü hakkında bilgi vermemekte, kendi
varoluşlarını iletmek için birbirlerinden nasıl beklentiler içinde olduklarıyla ilgili açık
ya da örtük taleplerini birbirlerine dile getirmektedir”13.
Kişilerarası iletişim boyutuyla değerlendirildiğinde ise iletişim, karşıdaki kişinin
benliğini kabul ederek onu anlama etkinliği olarak da tanımlanabilmektedir. Bu
bağlamda iletişim, kişinin dinleme ve karşısındaki kişinin kendisini dinlemesi hakkı
olarak değerlendirilmektedir. İletişim fikir birliğiyle ilgili bir şey değildir. İletişim
kişinin başkalarının gerçekliğine geçmesine ve onların dünyasının nasıl göründüğünü,
onlara nasıl geldiğini incelemesine olanak tanıyan bir köprüdür.
İnsanların birbiriyle iletişim kurması yeni giysiler giymeye benzemektedir.
Kişinin kimi zaman, kendisine uyan bir şey bulmadan önce birkaç şey denemesi, birkaç
mağazaya gitmesi gerekebilir. İletişim yeni düzeylerde keşif ve yakınlığı kolaylaştırmak
için başka bir kişiyle yapılan bir sözel ve sözsüz alışveriş dansıdır14. Kişinin başkalarını,
kendisinin olmalarını gerektiğini düşündüğü gibi değil, oldukları gibi kabul etmeye
başlamasının yaratıcı ve doyurucu bir ilişki için gereken en önemli adımı oluşturduğu
söylenebilmektedir.
Tüm bunlardan hareketle, iletişim kavramını inceleyen yaklaşımların genel bir
değerlendirmesi yapıldığında, bunların temelde iki ayrı grubu oluşturdukları ortaya
çıkmaktadır. Birinci grup, iletişimin bir eylem ve etkileşim biçimi olduğu noktasında
13
Kurt Danziger, Interpersonal Communication, Pergamon General Psychology Series, First Edition,
Canada, 1976, s.191.
14
Kay Snow Davis, Sevgi Dolu Bir Yaratıcılık İçin Güç Noktanızı Keşfedin, Çev: Sezer Soner,
Kozmos Yayınları, Birinci Basım, Adana, 2003, s.79.
18
odaklanırken, diğeri iletişimi anlam üretimi ve mübadelesi olarak nitelendirmektedir15.
Bir başka açıdan iletişim, belli bir amaca yönelik, belli istek ve arzuları
gerçekleştirmeye yönelik bir süreç olarak kabul edilmektedir. Buna bağlı olarak
iletişimin türü ne olursa olsun, her zaman belirli bir amacı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu amaç birinin karşısındakini etkilemek ya da yönlendirmek olabileceği gibi,
karşısındakinden etkilenmek, duygu ve düşüncelerini açığa vurmak, kendini
gerçekleştirmek, hatta bunların yanında karşısındakini yanlış yönlendirmek, manipüle
etmek ve sonuçta iletişimi bitirmek istemesi de olabilmektedir.
Bir ifade ile aynı zamanda çok değişik amaçların gerçekleşebilmesi, bir ve aynı
amacın da çok değişik ifadelerle ortaya konması mümkün olmaktadır. Dolayısıyla bir
ifadeyle kastedilen şeyin anlaşılabilmesi ve kavranabilmesi, bu ifadenin gramer yapısını
bilmek ve anlamakla birlikte, konuşan kişi tarafından bu ifadeyle ima edilen amacın
fark edilmesine bağlı olduğu açıklanmaktadır. Sonuçta ortaya konan ifadenin, aynı anda
pek çok amacının olabileceği görülmektedir.
Karşıdaki kişiye herhangi bir konuda bilgi aktarılırken, bilinçli ya da bilinçsiz
olarak onu ikna etme, yönlendirme, kandırma, uyarma, söz verme, açıklama gibi
amaçlara yönelik işlevlerin de gerçekleştirilebildiği ifade edilmektedir. Dolayısıyla kişi,
karşısındakine bir şeyler söylediği zaman, yalnızca duygu, düşünce ve bilgi
aktarmamakta, aynı zamanda ikaz etmek, ricada bulunmak, söz vermek gibi bazı
amaçlarını da gerçekleştirmektedir. Bu nedenle bilgi aktarımının, iletişim sürecinde bir
çok amaçsal faaliyetten yalnızca birini oluşturduğu açığa çıkmaktadır. Böylece bilgi,
düşünce ve duyguların karşılıklı aktarılması süreci temelinde yapılandırılan pek çok
tanımın, iletişimin anlamını son derece daralttığı görülmektedir.
Dinleyici yönünde belli bir amacı olan ve bunu gerçekleştirmek isteyen
konuşmacının, bu amacının sosyal normlarla iç içe olduğu belirtilmektedir. Bir başka
deyişle amaç, sosyal ve kültürel ortam sayesinde belirlenmektedir. Bu durumun ışığında
iletişimin, sosyal davranışın spesifik bir şekli olduğu yönündeki görüşlerin ağırlık
kazanmaya başladığı ortaya çıkmaktadır.
15
Orhan Gökçe, İletişim Bilimine Giriş/ İnsanlararası İlişkilerin Sosyolojik Bir Analizi, Turhan
Kitabevi, 4. Basım, Ankara, 2002, s.73.
19
İletişim toplumsal eylem olarak değerlendirildiğinde, iletişimde bulunmak
isteyen her kişinin öncelikle genel bir amacı olduğu görülmektedir. İletişimde bulunan
kişi, en azından başka kişiye bir şeyler bildirmek ya da iletmek istediğini, yani
iletişimsel eylemin bildirme niteliğini gerçekleştirmek amacını gütmektedir. Böyle bir
amaca sahip olmayan kişinin, karşısındaki ile ilişki kurmasının da mümkün ya da
gerekli olmadığı ifade edilmektedir. Dolayısıyla her iletişimsel eylem, yani karşılıklı
ilişki, öncelikle genel bir amaca sahip olmakta, ancak bu iletişimsel eylemin
gerçekleştiği anlamına gelmemektedir. Bu genel amaç, iletişim sürecinin esas amacının
ilk basamağını oluşturmaktadır.
İletişim sürecinin özünü oluşturan anlaşma, iletişimde bulunan kişinin kendisi ile
karşısındaki arasında dile getirilen hususlar hakkında, yani paylaşmak istenen anlamlar
üzerinde bir uzlaşma sağlandığı zaman gerçekleşmektedir. Bu da, iletişimde bulunan
kişilerin karşılıklı ortaya koydukları anlamları ortaklaşa paylaşmaları durumunda
oluşmaktadır.
Bu noktada iletişim, bireyin duygu ve düşüncesini diğer bireylere eksiksiz,
doğru ve muhatabının anlayacağı bir dille aktarmasıdır. Bu doğrultuda iletişimin
olabilmesi için üç önemli öğe sıralanmaktadır: Kaliteli bir verici, anlamlı mesaj, mesajı
algılayabilen alıcı. Bu üç öğe, sağlıklı bir iletişim sürecinin temelini oluşturmaktadır16.
Kaliteli ve anlamlı iletişimi oluşturan birinci öğe, duygu ve düşüncesini ileten
bireyin, mesaj iletimini en iyi şekilde yapmasıdır. Yani verici konumunda olan bireyin
düşüncelerini eksiksiz ve doğru bir şekilde aktarabilmesidir. Kelimelerin kullanımı,
diksiyon, ses tonu, vurgulama, bilgi birikimi, beden dilini etkili kullanma, örnekleme
gibi mesajı daha anlaşılır kılan tekniklere sahip olmasıdır.
İletişimi oluşturan ikinci öğe ise, mesajın anlamlı olmasıdır. Ayrıca sözün mesaj
niteliği taşıyacak içeriğe sahip olmasıdır. Üçüncü olarak, kaliteli bir vericinin anlamlı
mesajını algılayabilen alıcı olması gerekmektedir. Anlatılan konular kişiye göre ne
kadar anlamlı ve önemli olursa olsun, kişinin, alıcı konumunda olan kişinin frekansının
dışında bir frekansta konuşması durumunda başarılı bir iletişim süreci gerçekleşmiş
olmamaktadır. ‘İletişiminizin anlamı, almış olduğunuz tepkilerdir.’ prensibi, iletişimin
16
Emre Aydın, Bireysel Gelişim Kişisel Kalite Yöntemleri, Hayat Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul,
2000, s.13.
20
başarılı olma ölçüsünün muhatapları tarafından anlaşılır olma olduğunu ortaya
koymaktadır.
Kişi, düşündüklerini seslendirebildiği ölçüde anlaşılma imkanı bulmaktadır.
Aklında tasarladığı ve davranışlarının nedeni olan düşüncelerinin, muhatabına aynen ve
net bir şekilde aktarılması, iletişimin sağlığı açısından son derece önemlidir. Kişi,
düşündüklerini net bir biçimde ortaya koyamadığında yanlış anlaşılabilmekte, talepleri
geri çevrilebilmekte, karşıdaki kişiyi anlayışsızlıkla suçlayabilmektedir. Dolayısıyla
kişi, davranışlarına neden olan düşüncelerini karşısındakine aktarabildiği ölçüde
anlaşılabilmektedir. Hiç kimsenin, başkalarının düşüncelerini, aklından geçenleri
okuyabilme yeteneği bulunmamaktadır.
Bir anlamda iletişim kurma serüveni olarak değerlendirilen yaşamda, iletişim
öncelikle kişinin kendi içinde başlamaktadır. Kendisiyle iletişim kurduğu zaman duygu
ve düşüncelerini değerlendirmekte, etkileşim içine girmekte, kendine mesaj
göndermekte, onları yorumlamakta ve geribildirimde bulunarak, inanç tutum ve
davranışlarında değişikliğe gitmektedir.
Bu süreç insanın iletişim kurmadan yaşamını sürdüremeyeceğini göstermektedir.
İletişimin, kişilerin kendini ifade edebilme ve kendilerini dinletme gereksinimleri
sonucunda ortaya çıktığı ifade edilmektedir. İletişim, bir başka açıdan ele alındığında
ise, “sosyal gelişme ve değişimin bir aracı olduğu kadar, dinamik, sosyal bir olgu, bilgi
verici ve estetik özellikler taşıyan bir araç ve sosyal kontrolün güçlü bir vasıtası olarak
da değerlendirilmektedir”17. Dolayısıyla iletişimi toplumun temelini oluşturan bir
sistem, örgütsel ve yönetsel yapının düzenli işleyişini sağlayan bir araç ve bireysel
davranışları görüntüleyen ve etkileyen bir teknik, sosyal süreçler bakımından zorunlu
bir bilim, sosyal uyum için gerekli bir sanat olarak da ortaya koymak mümkündür.
Yaşamın her alanında vazgeçilmez bir değeri olan iletişimin etkileri insanın
bugüne ait eylemlerinden başlayıp geleceğine uzanmaktadır. Her türlü insan
etkinliğinin gerçekleşmesi iletişime dayanmaktadır. Bu denli büyük önemi olan
iletişimi doğru ve etkili bir tarzda gerçekleştirmenin, bire bir insan ilişkilerini nitelikli
kıldığı kadar, uygarlığın ve kültürün gelişmesinde, farklılıklara saygının, düşünsel çok
17
Charles S. Steinberg, The Communicative Arts, Studies in Public Communication, First Edition,
USA, 1970, s.32.
21
yönlülüğün güçlenmesinde dolayısıyla insan haklarına dayalı demokratik bir kültürün
geliştirilmesinde temel destekleyicilerden birisi olduğu görülmektedir.
1.1.1. İletişimin İşlevleri
İletişim en genel anlamıyla tüm düşünce, olgu, veri iletimi ve paylaşımını
kapsayan bireysel ya da toplumsal bir olgu olarak ifade edildiğinde, iletişim sürecinin
yararlılığını bireysel ve toplumsal açıdan irdelemek mümkündür.
İnsan yaşama başladığı günden itibaren diğer insanlarla ve çevresiyle etkileşim
halinde bulunmaktadır. İnsanın kendini tanımasında, ifade edebilmesinde ve toplumsal
yapının temel taşı olabilmesinde iletişim önemli bir rol oynamaktadır.
İnsanın, iletişim sayesinde diğer insanları ve çevresini etkilemekle kalmadığı,
aynı zamanda varlığını sürdürebilmek için belli kurallar ve değerler üreterek
örgütlenmiş toplumsal ve kültürel kurumlar oluşturduğu görülmektedir. Toplumu
oluşturan insanların, iletişim aracılığı ile geleneklerini ve kültürel kimliklerini
korumakla birlikte, yeni düşünce ve değerleri de yaygınlaştırma olanağı buldukları
ifade edilmektedir.
Bununla birlikte iletişim, toplumu meydana getiren bireyler arasında sağladığı
etkileşimle düşüncelerde, davranışlarda, değerlerde ve amaçlarda benzerlik ve uzlaşma
olasılığını arttırmada da son derece önemli bir rol oynamaktadır. Birey ve grupların
kendi çıkarlarını ve amaçlarını, ortak bir hedefe bütünleştirerek toplumsal örgütlerin
kurulmasında ve gelişmesinde de önemli işleve sahip olmaktadır.
Toplum yaşamında iletişim süreci üç işleve sahiptir18:
- Çevrenin konumunu pekiştiren değerleri korumak, tehditleri uzaklaştırmak.
- Toplumun parçaları arasında birlikteliği sağlamak.
- Toplumsal kalıtın aktarımına katkıda bulunmak.
İletişimin temelde işlevleri, “bilgilendirme, denetleme, yönlendirme, bilgi ve
becerileri iletme, eğitme, duyguları dile getirme, toplumsal ilişki kurma, sorun çözüp
kaygı
azaltma,
eğlendirme,
uyarma,
gerekli
rolleri
üstlenme
türünden
sıralanabilmektedir. İletişim toplumsal bir gereksinim, siyasal bir araç işlevi görmenin
18
Harold D. Lasswell, “Toplum Yaşamında İletişimin Yapısı ve İşlevi”, Çev: Nazife Güngör, Gazi Üniv.
İletişim Fak. Dergisi, İletişim Sayı:4, Ankara, 1997, s.46.
22
yanı sıra, ekonomide bir güç, kültürde bir gözdağı, teknolojide ise yeni düşlerin kaynağı
sayılmaktadır”19.
İletişim, yalnızca haber ve mesaj alışverişi değil; her türlü düşüncenin ve
enformasyonun paylaşılmasını da sağlamaktadır. İletişimin, herhangi bir sosyal sistem
içindeki temel işlevlerini ise şöyle ifade etmek mümkündür:
Enformasyon: İletişimin bu işlevi kişisel, çevresel, yerel, ulusal ve uluslararası
koşulları anlamak, bilinçli tepkiler göstermek ve doğru sonuçlara ulaşmak için gerekli
olan haber, veri, bilgi, mesaj, fikir ve yorumların toplanması, depolanması, işlenmesi ve
yayılması olarak değerlendirilmektedir.
Sosyalizasyon: İnsanoğlunun en temel özelliği iletişim kurmaktır. Dolayısıyla kişilerin
içinde yaşadıkları toplumun etkin üyeleri olarak, faaliyet göstermelerini sağlayarak;
toplumsal bağlılığı ve bilinci besleyecek genel bilgi birikimini oluşturmak ve böylelikle,
toplumsal yaşama aktif bir şekilde katılmalarını sağlamak, iletişimin bir diğer işlevini
oluşturmaktadır.
Motivasyon: Her toplumun ve topluluğun yakın ve uzak hedeflerini oluşturmak, kişisel
ve toplumsal etkinlikleri geliştirmek, herkesçe kabul gören hedeflere ulaşmaya yardımcı
olmaktır.
Tartışma: Tartışma işlevi ise, karşılıklı fikir birliğini ve alışverişini kolaylaştırmak ve
kamuoyunu ilgilendiren konularda farklı görüşleri netleştirmek için gerekli ortamı
oluşturmak, genel kabul gören tüm yerel, ulusal ve uluslararası konularda daha geniş bir
kamuoyu ilgisi ve katılımı sağlamak olarak ifade edilmektedir.
Eğitim: Yaşamın tüm aşamalarında entelektüel gelişme, kişilik oluşumu, kişisel yetenek
ve kapasitenin gelişimi için bilgi aktarmaktır.
Kültürel Gelişme: Geçmişin mirasını korumak amacıyla, kültürel ve sanatsal ürünlerin
yayınlanması, bireyin ufkunun genişletilmesi, hayal gücünün, estetik gereksinmelerinin
ve yaratıcılığının canlandırılması yoluyla, kültürel gelişimin sağlanması mümkün hale
gelmektedir.
Eğlence: Kişisel veya toplu olarak eğlenme amacıyla işaret, sembol, ses, görüntü
aracılığıyla
tiyatro,
dans,
sanat,
edebiyat,
müzik,
yaygınlaştırılmasını sağlamak olarak dile getirilmektedir.
19
Ayseli Usluata, a.g.e., s.25.
23
spor
vb.
aktivitelerin
Entegrasyon: Tüm insanların, grupların ve ulusların birbirlerini tanıma ve
anlamalarını, kendileri dışındakilerin yaşam koşullarını, görüşlerini ve isteklerini
değerlendirebilmek için gereksinim duydukları farklı mesajlara ulaşmalarını sağlamada
iletişim temel bir rol oynamaktadır.
Bilgi Sağlama İşlevi: Bireyin toplumsallaşması ya da çevresi ile uyumlu bir ilişki
kurması için gerekli olan bilgi alış-verişi, iletişimin en temel işlevi olarak kabul
edilmektedir.
İkna Etme Ve Etkileme İşlevi: Kişilerin çevrelerini amaçlı olarak etkilemek,
değiştirmek için iletişim kurdukları, bu noktada birey açısından iletişimin edilgen bir
varlık olmak yerine çevre üzerinde etkili olma temel amacını taşıdığı ifade
edilmektedir20. İkna etme, bireyin karşısındaki kişi ve kişilerin davranış, düşünce ve
tutumlarını istenen biçimde etkileme ve değiştirme süreci olarak açıklanmaktadır.
Etkileme ise, kişilerin tutum ve davranışlarını onların istek ve amaçlarına ters
düşmeyecek şekilde, daha uzun sürede değiştirme olarak değerlendirilmektedir. İknaya
ilişkin iletişimin amacı açıkça ortaya konmasına karşın, etkileme, daha uzun dönemde
iletişim kurmayı gerektirmektedir.
Kişinin yaşamında farklı alternatifler oluşturmasına katkı sağlayan, ekonomik,
sosyal ve kültürel yaşamını sürdürmesine ve geliştirmesine yardımcı olan iletişimin
bireysel ya da toplumsal işlevlerini değerlendirmede, onun fonksiyonel tanımlarından
biri olan ‘bilgi, düşünce, tutum ve davranışların ortak semboller aracılığıyla, insanlar
gruplar, örgütler veya toplumlar arasında değiş tokuş edildiği bir süreç’ şeklindeki
tanımın unsurları ön plana çıkmaktadır.
Tüm sistemlerin, (biyolojik, mekanik, fiziksel, sosyal) faaliyetlerini iletişim
sayesinde sürdürdüğü görülmekte, iletişim, insanın sosyal bir varlık olarak
yaşamasının temel koşullarından birini oluşturmaktadır. İletişim, bilgilendirme dışında
duygu ve düşünceleri bildirme, eğitme ve öğretme, sorunları çözme ve kaygıları
azaltma, bireysel ve dolayısıyla toplumsal gelişim sağlama, ödüllendirme, toplumsal
statü kazandırma gibi, birçok işlevi yerine getirmektedir21.
Uluslararası arenada siyasi, ekonomik, toplumsal bir güç kazanmanın en etkili
20
Ahmet Bülend Göksel, Nilay Başok Yurdakul, Temel Halkla İlişkiler Bilgileri, Ege Üniversitesi
İletişim Fakültesi Yayınları No:15, İzmir, 2002, s.69.
21
Hasan Tutar, M. Kemal Yılmaz, Genel İletişim, Nobel Yayın Dağıtım, 3. Baskı, Ankara, 2003, s.16.
24
yolu olan iletişimin günümüzde, uluslararası alanda enformasyon gücünü dünyaya
ileten ve bildiren bir işlevi söz konusu olmaktadır. Günümüzde enformasyon üretimi
gelişmişliğin ölçütü olarak değerlendirilmektedir. Bir toplumun gelişmiş, güçlü ve
saygın bir toplum olarak nitelendirilmesi, enformasyon üretiminin ölçüsüyle paralellik
göstermektedir. Bu anlamda tüm dünyayla iletişim kurmak, enformasyonun
pazarlanması açısından kaçınılmaz bir gereksinim olarak ortaya çıkmaktadır.
Bireyler ve toplumlar arası etkileşimin temelini oluşturan iletişim sayesinde,
bilgilerin, teknolojinin, deneyimlerin, düşüncelerin, iletilmesi ve paylaşılması söz
konusu olmaktadır. İletme ve paylaşma sürecinin, kaynak ve alıcı açısından iki yönlü
bir gelişme sağladığı söylenebilmektedir. Kaynak konumunda bulunan bilgisini, duygu
ve düşüncelerini simgeleştirerek, kodlayarak kendini ifade etme yetisini kazanırken,
alıcının da bu kodları çözümleyerek dinleme, okuma, izleme dolayısıyla kendini
geliştirme, enformasyon çağına ayak uydurma şansını yakalayabildiği ifade
edilmektedir.
İletişim kişisel, örgütsel, ulusal ve uluslararası koşulları anlamak, strateji
geliştirmek, tepki göstermek ve karar verebilmek için gerekli enformasyonu
sağlamakta, toplanan enformasyonun dağıtılması iletişim sayesinde olmaktadır.
Toplumsallaşmada, toplumun etkili üyeleri olabilmek için ortak bilgi sağlamak;
güdülemede, her toplumun amaçlarına ulaşabilmesinde, bireysel veya toplu etkinlikleri
desteklemek; tartışmada ortak ilgi alanlarını bulmak; eğitimde bilgi aktarıp, aydın bir
kişilik oluşturmak, beceri kazanmak; kültürde geçmişin mirasını, sanat ürünlerini
saklamak ve ufukları genişleterek yaratıcılığa yönlendirmede iletişim temel bir işlev
görmektedir.
1.1.2. İletişimin Amaçları
İletişimin bilgi vermek, duyguları ifade etmek, tasavvur etmek, etkilemek ve
sosyal beklentileri karşılamak olarak değerlendirilen beş temel amaca hizmet ettiği
belirtilmektedir. Bu amaçların her biri, bir iletişim biçimi olarak yansıtılmaktadır22.
Bu noktada insan yaşamının vazgeçilmezi olan iletişim sürecinde, insan ister
tek
başına,
ister
toplumla
birlikte
yaşasın,
22
amaçlarına
iletişim
kurarak
___, Compton’s Encyclopedia, Compton’s Learning Company Division of Encyclopedia Britannica,
Inc., A Britannica Publication, Volume 5, 1988, s.609.
25
ulaşabilmektedir. İnsanda iletişim kurma ihtiyacı, çevreyi etkileme isteğinden
kaynaklanmaktadır. Bu nedenle iletişim, ister bilgiyi yaymak, ister eğitmek, ister
eğlendirmek, ya da yalnızca anlatmak için olsun, asıl amaç, bilgi verme ve karşıdakini
etkilemektir. Bu yönüyle iletişim sadece bir ileti alışverişi değil, insanın
toplumsallaşma sürecinde ortak bir etkinlik biçimi olarak değerlendirilmektedir.
İletişim, insanın kendini sosyal bir varlık olarak ifade etmesi için zorunludur.
İnsan, çevresi ile iletişim kurarak yaşamaktadır. Onun her davranışı, konuşması,
susması, duruşu ve oturma biçimi, kendini ifade etmesidir; yani çevresine mesaj
iletmesidir. Bilgi üretme, iletme ve algılama süreci olarak değerlendirilen iletişimde,
asıl amacın, anlaşılabilir mesajların gönderilmesi ve karşı tarafın tutum ve
davranışlarında değişiklik yapılması olduğu söylenebilmektedir.
İletişim, kişilerin bilgi alışverişinde bulundukları her tür ortamda varolmakta,
verdikleri ve aldıkları bilgileri, bu bilgilerin kullanım tarzını ve kişilerin bu bilgilerden
anlam çıkarma biçimlerini belirlemektedir.
İletişimin
temel
amacının
kişilerarasında
etkileşimi
sağlamak
olduğu
görülmektedir. Sağlıklı bir iletişim ortamının yaratılabilmesi için, iletişime giren
kişilerin birbirlerini, kişilik yapılarını ve çevre koşullarını da içeren bir bütün olarak
değerlendirmeleri gerekliliğinden hareketle, bu tür bir yaklaşımın, sözlü ve sözsüz
mesajları oluşturan bütün davranışlar arasında bir bağlantı kurulmasıyla, bütünleştirici
bir yorum yapılmasıyla mümkün olduğu ifade edilmektedir. İletişim süreci, konuşanın
ve dinleyenin davranışlarından, ait oldukları sosyal sınıftan, eğitim düzeylerinden,
kültürlerinden, deneyimlerinden, değerlerinden, bilgilerinden etkilenmektedir.
İletişim sürecinde amaçların, niyetlerin duruma ve kişilere göre değişebildiği
görülmektedir. Her kişi, iletişim eylemi ile belli bir özel amaç gerçekleştirmek isterken,
bu spesifik amaç ancak iletişimde beklenen sonuçlar ortaya çıktığında gerçekleşmiş
sayılmaktadır. Tüm bunların sonucunda iletişim eyleminin genel amacı, bu eylemin
karşıdaki kişi için anlaşılır bir şekilde ifade edilmesi gerektiğini vurgularken, iletişimin
spesifik amacı ise, bu eylemin neden gerçekleşmesi gerektiği hakkında bilgi vermek
olarak değerlendirilmektedir.
26
İletişim amaçlarının birbirinden farklı ve değişik ağırlıkta olan iki boyuta sahip
olması, belirtilmesi gereken bir diğer noktayı oluşturmaktadır. Bunlar da içeriğe yönelik
boyut ve duruma yönelik boyut başlıkları altında incelenmektedir.
İletişim amacının içeriğe yönelik boyutu: Burada iletişim eyleminin içeriği, doğrudan
gerçekleştirilmek
istenen
amaçtan
ortaya
çıkmakta
ve
bunun
tarafından
belirlenmektedir. Spesifik amaçla gerçekleşmesi beklenen sonucun, iletişim eyleminin
içeriğini belirlediği görülmektedir.
İletişim amacının duruma yönelik boyutu: Duruma yönelik iletişim, iletişimde bulunan
kişinin o anda karşısındaki kişiyle herhangi bir konu ile ilişki kurmak isteği duymasında
söz konusu olmaktadır. Belli bir şeyi bildirmekten ziyade o anda yalnız kalmamak için
kurulan ilişkiler buna örnek olarak verilebilmektedir.
İletişimde, iletişimin temel amacını oluşturan karşıdaki kişi ile anlaşmanın
sağlanmasının yanında, iletişim eylemi ile iletişimin nedeni olan ve iletişim
kurulmasının ana noktalarını oluşturan içeriğe veya duruma yönelik amaçların da
gerçekleştirilmeye çalışıldığı görülmektedir.
İletişim, bir kişiden diğerine anlamların iletilmesi olarak değerlendirildiğinde,
anlam iletmenin bir ihtiyaçtan kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Davranışları ortaya
çıkaran ihtiyaçlardır. Davranışla ihtiyaç arasındaki söz konusu ilişki nedeniyle, kişinin
iletişim kurma biçimini, içinde bulunduğu toplumun değer yargıları belirlemektedir. Bu
yönüyle, temel ihtiyaçlar bakımından büyük oranda benzerlikler bulunsa da, ikincil
davranışlar bakımından iletişim kurma biçimini kültürel özellikler ve kişilik
özelliklerinin belirlediği söylenebilmektedir. Böylece, kişinin içinde bulunduğu
toplumda iletişim kurmadaki temel amacı, kişinin kendisi ile içinde bulunduğu
toplumsal çevre arasında uyumlu bir ilişki kurmaktır.
İletişim her şeyden önce, insanın kendini bir insan olarak gerçekleştirmesi ve
sosyal
süreçlere
girmesi
bakımından
önemlidir.
İletişim
sayesinde
insanlar
zihinlerindeki kavram ve fikirleri açığa vurma, onları paylaşma ve değerlendirme
olanağına sahip olmaktadır. Başkalarını etkileme ve onlardan etkilenme, yararlanma,
yararlı olma ve bir başarı gösterme iletişim sayesinde mümkün olmaktadır.
Öğrenmek, öğretmek, anlamak, anlatmak, etkilemek, etkilenmek, paylaşmak ve
sahip olmak için iletişim kurulmaktadır. Bunların dışında yeme, içme, barınma gibi
27
temel fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçları da iletişim kurarak karşılanmaktadır. Kısacası
iletişim, insan ilişkilerinin temelini oluşturmaktadır.
İnsanlar için iletişimin yaşamsal bir eylem olduğu görülmektedir. Sosyal
yaşamın işleyişi, kişilerarası iletişimi zorunlu kılmaktadır. Her birey, kuracağı ilişkiler
çerçevesinde varlığını anlamlandırmaktadır. Genel anlamda bakıldığında, kişilerin,
içinde yaşadıkları toplumsal sistemin kurallarına uyum sağladıkları oranda kendilerini
toplumsallaşmış olarak kabul ettikleri gözlemlenmektedir.
Bireyin, benliğini, ait olduğu toplumsal yapılarla özdeşleştirerek varolduğu,
toplumsal ortamlarda sürdürdüğü iletişim etkinlikleriyle varlığını kendine ve diğer
bireylere kabul ettirme çabası içinde olduğu ifade edilmektedir.
Haberleşme, iletişimin bir diğer amacını oluşturmaktadır. Bu noktada
insanoğlunun geçmişten bugüne, gerek çevresinde, gerekse dünyada olup bitenleri hep
öğrenmek isteği taşıdığı görülmektedir. Posta güvercinleri ya da duman aracılığıyla
gerçekleştirilen
ilkel
haberleşme
biçimlerinden
bugünün
uydulu
haberleşme
olanaklarına kavuşulması ile birlikte görsel işitsel yayın teknolojilerinin, tüm dünyayı
evlere taşırken kitlesel iletişim olanaklarının interaktif (etkileşimli) ortamlarla kişisel
kullanıma da açılmasının haberleşmeyi geliştirdiği gözlenmektedir.
Telekomünikasyon alanındaki ilerlemelerin, haberleşme gereksiniminin ve
haberin niteliğinin de değişmesine neden olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Kitle
haberleşmesi, kişilerarası haberleşmeyi kısırlaştırsa da haberleşme olgusu, iletişimin
temel amacı olma özelliğini korumaktadır.
İletişimin özünde, insanın çevresindekilerin, başkalarının yaşadıkları konusunda
bilgi sahibi olma isteğinin olduğu ifade edilmektedir. İçinde yaşanılan toplumda bir
statü edinmek, kendini tanımak, toplumsal rolünü benimsemek ve diğer insanlarla
ilişkiler zincirini oluşturmak için insanın öncelikle başka yaşamlardan haberdar olması
gerekmektedir. İnsanın kendisinin tanımı, kendi konumu ve eylemleri, diğer
insanlarınkiyle iç içe geçmiş karmaşık bir bütünü oluşturmaktadır. Bu gereklilik, kitle
iletişim araçlarının ortaya çıkışının ve bütün yeryüzüne yayılmasının temel nedenini de
ortaya koymaktadır.
Kişilerin bilgi, duygu ve düşüncelerini paylaşmak amacıyla iletişim kurduğu
görülmektedir. Dolayısıyla insan paylaşmak amacıyla da iletişim kurmaktadır. Yaşamın
28
bilgisini üreten insan, bu bilgiyi diğer insanlara aktarmadıkça kendi varlığını
duyumsayamamaktadır. Bilişsel alışverişin, düşünce ortaklığı ya da farklılığının
doğmasında belirgin bir işlevi vardır. İletişimde ortaklıklar kadar farklılıkların da
paylaşılması insanlığın gelişimine önemli katkılar sağlamaktadır.
Duygusal boyut, iletişimin temel belirleyicisidir. Yüzyüze iletişimde daha etkin
olan duygu paylaşımı, kitlesel iletişimde müzik, resim, şiir, roman, film vb. iletişim
ürünleriyle kendini göstermektedir.
Etkileme ve yönlendirme iletişim sürecinin bir diğer amacıdır. Kişilerarası
iletişim bağlamında, sosyoekonomik ve kültürel konumlar ve diğer kişisel donanımlar
(bilgi, güzellik, kibarlık, güzel konuşma vb.) etkileme ve yönlendirme işlevinde
belirleyici olmaktadır.
İletişimin eğlenme ve mutlu olma amacına ise, toplumsal sistemin genelinde
yer verilmektedir. “İnsanın doğasında bulunan oyunculuğu, kendisini homoludens yani
oyuncu insan olarak tanımlamasına neden olmuştur. İlkel toplulukların dans ve ritim
ile özdeşleşen coşkulu törenlerinin mistisizminde veya feodal toplulukların kırsal
düğün törenlerinin geleneksel atmosferinde, oyuncu insanın toplu eğlence anlayışı
ortaya çıkmaktadır”23.
Boş zamanları değerlendirme, işten ve yaşamın gerçeklerinden kaçma
etkinliklerinin iletişim yoluyla gerçekleştiği ifade edilmektedir. Sanal ortamın
yarışçılığı ve rekabeti aşılayan oyunlarından televizyona ve filmlere değin tüm iletişim
ürünleri, insanlara eğlence ve mutluluk vaadetmektedir. Bu bağlamda, iletişim
araçlarıyla sunulan eğlence anlayışının, kitleleri görsel ve sanal doyum olanaklarıyla
sınırlı yeni bir mutluluk kültürüne taşıdığı tartışılmaktadır.
İletişim şüphesiz insanlar ve diğer tüm sosyal sistemler için önemlidir; ancak
iletişimin özellikle bugün her zamankinden daha büyük bir öneme sahip olduğu
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Günümüzde iletişimin öneminin artmasının nedeni,
iletişimin bugün bir güç kaynağı olan bilgi iletiminin temel aracı olmasıdır. Yaygın bir
tanımlamayla içinde bulunduğumuz çağ enformasyon çağı olarak nitelendirilmektedir.
Çağımıza adını veren bilginin bir değer olarak ortaya çıkması ve iletilmesi, iletişim
sayesinde mümkün olabilmektedir.
23
İlker Bıçakçı, İletişim ve Halkla İlişkiler, MediaCat Yayınları, Dördüncü Basım, İstanbul, 2003, s.16.
29
1.1.3. İletişimin Özellikleri
İletişimin özellikleri incelendiğinde, çeşitli noktalar ön plana çıkmaktadır.
Öncelikle iletişim sembollerin kullanılmasını gerektirmektedir. Kelimeler ve beden dili,
kişinin duygu ve düşüncelerini ortaya koyan birer semboldür. Kişiler iletişim kurarken
aynı sembolleri farklı anlamlarda kullanabilmektedir. Bunun yanında, farklı amaçlarla
iletişim kurulduğu görülmektedir. İletişim sürecinde herkes için geçerli olan tek bir
amaç bulunmadığı görülmektedir. Bu süreçte ayrıca, kişilerin ifade ettikleri, her zaman,
söylemek
istedikleri
gibi
yorumlanmamaktadır.
Kişinin
karşısındakine
ilgisiz
davranması ya da tepkisiz kalması iletişimin sonlanmasına yol açabilmektedir. Ayrıca
iletişimin, her zaman başarıyla sonuçlanmadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
Toplumların yaşam biçimlerine paralel olarak, kişilerarası ilişkilerin kurulup
sürdürülebilmesini sağlayan iletişim sistemleri geliştirdikleri görülmektedir. Dolayısıyla
iletişimin, insanlık tarihinin her döneminde ve yaşamın her alanında ortaya çıkan
kaçınılmaz bir olgu olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
Tüm insan etkinliklerinin iletişimle sürdürüldüğü ve değiştirildiği, bireylerin
yaşama ilk adım attıkları andan itibaren kendilerini içinde buldukları, sosyal yaşamı
olanaklı kılan iletişim ağları içinde olaylar, olgular hakkında biçimlenmiş ya da
kendileri
tarafından
biçimlenen
anlamların
alışverişini
yaparak
ilişkilerini
düzenledikleri söylenebilmektedir.
İnsanoğlunun kendi varoluşunun başkaları tarafından algılanması ve bilinmesi
isteğini taşıdığı görülmektedir. Belli bir ortamda kişi, kendisiyle ilgilenilmediğinin
farkına vardığında, diğerlerinin dikkatini çekmek için pek çok yolu denemektedir.
Yaptığı şey, kendisinde o an olan biten şeyi iletme çabasıdır. Dolayısıyla içinde
bulunulan durumu, duyguları, düşünceleri, iç dünyayı, beklentileri, algılamaları vs.
karşıdaki kişilere iletme isteğiyle, iletişimin temel bir gereksinim olduğu görülmektedir.
İletişimin aynı zamanda fiziksel bir gereksinim olduğu söylenebilmektedir. Bir
canlı türünün neslini sürdürebilmek için, doğadaki zor şartlarla baş edebilmesini
sağlayacak
özelliklere
sahip
olması
kaçınılmazdır.
İnsan
açısından
olaya
yaklaşıldığında, iletişim kuramayan, bunun için gerekli donanıma sahip olmayan ve
karşısındakilere hiçbir mesaj gönderemeyen kişinin uzun süre yaşama şansı
bulunmamaktadır. Buna bağlı olarak, insanoğlunun dünyaya, iletişim kurabilmesi için
30
gerekli tüm altyapı ve donanıma sahip olarak geldiği görülmektedir. Kişinin içinde
bulunduğu durumu, karşısındakini ve kendisini algılamak üzere her türlü donanımı
bulunmakta, bunun yanında bunu başkalarına anlatmak için her türlü organa, sese, kasa,
mimiğe sahip olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Sonuçta fiziksel açıdan yeni
kapasite yaratılmamakta, varolan kapasitenin kullanımı geliştirilmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken nokta, kişinin içinde bulunduğu durumu fark
edecek donanımlara ve buna ilişkin bilgisel altyapıya sahip olmasıdır. Bir başka deyişle,
kendisini rahatsız eden, sıkıntıya sokan ya da mutlu ve huzurlu olmasını sağlayan
şeyleri, duyguları ayırt edebilmesidir. Diğer önemli bir noktayı da, kişinin bu
farkındalıklarını karşısındaki kişilere aktarmak için gerekli donanıma sahip olarak
yaşama başlaması oluşturmaktadır. İletişim kurmasını sağlayacak organların yokluğu,
bu farkındalıkları işlevsiz kılmaktadır.
Buna paralel olarak da, karşıdaki kişinin iletmek istediği mesajı anlamak, fark
etmek ve duymak için de kişi, gerekli tüm donanımlarla dünyaya gelmektedir.
İnsanoğlu, sosyal bir varlık olmasından dolayı sahip olduğu ve iletişim sürecini oldukça
basite indirgeyen bu potansiyelin, bu kapasitenin bir kısmını zamanla kullanmayı
erteleyebilmekte, başka biçimlere sokmakta veya karmaşıklaştırmaktadır. Bu da iletişim
sürecini zorlaştıran bir etkide bulunmaktadır.
Tüm bunların yanında, iletişim, kişinin varoluşunu kendi benliğinden,
varlığından dışarıya, başkalarına aktarma çabası olarak nitelendirilmektedir. Kişilerarası
iletişim sürecinde, karşıdaki kişinin kendini ifade etmesine engel olacak mekanizmalar,
yöntemler geliştirmek, iletişimde aksaklıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Çünkü bu durumda, kişilerin varoluşlarını aktarmalarına engel olunması söz konusu
olmaktadır.
Günlük yaşamda kişilerin neden iletişim kurduklarını bilmeden, sadece
iletişimde bulundukları görülmektedir. İletişimde bulunulmasının temel nedeni, varoluş
ve varoluşun yaşanmasıdır. İletişim sırasında kişi, kendi varoluşunu karşısındakine
aktarmakta, aynı zamanda da karşısındakinin kendi varoluşunu yaşamasına etkide
bulunmaktadır. Bunun yanında, kendi varoluş aktarımının karşıdaki tarafından algılanıp
algılanmadığını ya da nasıl algılandığını sınamış, görmüş olmaktadır.
Kişinin varoluşunun karşısındaki tarafından algılanması ve bunun kişiye
31
yansıtılması, iletişimin en önemli yönünü oluşturmaktadır. Toplumsal ve bireysel
yaşamın pek çok alanında, kendisini başkalarına aktarma olanağı bulamayan ( örneğin,
fikirlerine değer verilmemesi, sözünün sık sık kesilmesi, aktarmak istediklerinin bir
biçimde engellenmesi, işyerinde sadece makinenin bir parçası olarak görülmesi gibi)
kişilerin, böyle bir ortamda varoluşlarını sürdürmesi zorlaşmakta ve bu durum, kişiyi
büyük bir yalnızlıkla karşı karşıya bırakmaktadır.
Tüm bunların yanında iletişimin pek çok özelliği bulunmaktadır. Bu özellikleri
şöyle özetlemek mümkündür:
- İletişim aynen tekrar edilmez, çünkü sürekli olarak değiştirilir.
- İletişim dinamiktir, çünkü kendi kendine karmaşık bir düzen içinde oluşan
mesajlardan çok aktif bir kişinin kasıtlı hareketlerinden oluşur.
- İletişim daireseldir, çünkü kişiden diğerine olan anlam zinciri düz bir çizgi oluşturmaz,
başladığı noktaya dönebilir veya daha önceki bölümleriyle yeniden kesişebilir.
- İletişim devamlıdır. Çünkü, çok zaman kendi başına tek hareketten ziyade devam eden
bir zincir oluşturmaya yöneliktir.
- İletişim geri alınamaz, çünkü bir kere verilmiş bir mesajın etkilerinin alıcının
zihninden hiç gelmemiş gibi silinmesi mümkün değildir.
- İletişim karmaşıktır. Çünkü, değişik seviyelerde değişik kişisel, kurumsal, sosyal ve
kültürel anlamlar içerir.
İletişim aynı anda dört boyut içersinde yaşanan bir bağlam içersinde meydana
gelir: Fiziksel, sosyal, psikolojik ve maddi. .İletişim sürecinin tüm boyutları bununla
birlikte, sürekli, tekrar edilemez, geri alınamaz, proaktif ve geçişli olduğu kadar
etkileşimsel olarak değerlendirilmektedir24.
Bu bağlamda öncelikle iletişimin kaçınılmaz olduğu ifade edilmektedir.
Çoğunlukla iletişimin isteyerek yapılan, maksatlı ve bilinçli bir eylem olduğu
düşünülmektedir. Pek çok durumda bu geçerlidir. Bununla birlikte diğer durumlarda
kişinin iletişim kurma isteği taşımamasına ya da iletişim kurmayı düşünmemesine
karşın, iletişim kurduğu görülmektedir. Örneğin, ders sırasında pencereden dışarıya
bakan bir öğrenci, öğretmenle ya da diğer arkadaşlarıyla istese de, istemese de iletişim
24
Paule Eckhaus, “Communication: Its Impact on Self-Esteem and Underachievement in the Gifted
Child”,www.nexus.edu.au/teachstud/gat/eckhaus2.htm, 17.04.1996.
32
kurmaktadır. Böyle bir davranış, öğrencinin derse karşı ilgisiz, sıkılmış, başka bir
düşünceyle meşgul ya da sınıftan en kısa sürede çıkma isteğini yansıtabilmektedir. Buna
bağlı olarak iletişim kurmanın kaçınılmaz olduğu ifade edilmektedir. Ya da karşıdaki
kişiye aktif bir biçimde ya da açıkça karşılık verilmese bile, cevabın yokluğunun kendisi
de o kişi için bir cevap oluşturmaktadır. Öğrencinin ilgisizliği gibi, kişinin karşılık
vermedeki sessizliği de yine iletişim kavramının sınırları içinde değerlendirilmektedir.
İletişim aynı zamanda tersine çevrilemeyen bir süreçtir. Bazı sistemlerin
süreçleri tersine çevrilebilmektedir. Örneğin, suyu buza ve sonra tekrar buzu suya
dönüştürebilmek mümkündür. Bu ileri ve geri tersine çevirme süreci istenildiği kadar
tekrarlanabilmektedir.
Bununla
birlikte
tersine
çevrilemeyen
sistemler
de
bulunmaktadır. Süreç sadece tek yönde hareket etmektedir. Kişilerarası iletişim de
tersine çevrilemeyen bir süreçtir.
İletişim bir kez kurulduğunda, artık bu sürecin geriye dönüşü bulunmamaktadır.
Mesajın etkilerini azaltma, sınırlandırma ya da yumuşatmanın denenmesine karşın,
mesajın kendisinin bir kez gönderilmesi ve alınması durumunda artık süreci tersine
çevirme imkanı bulunmamaktadır.
Tersine çevrilemezlik prensibi, çok sayıda önemli anlama sahiptir. Örneğin,
kişilerarası etkileşimlerde (özellikle çatışma durumunda) kişi daha sonra geri almayı
isteyebileceği şeyleri söylememe konusunda dikkatli olma gereksinimi duymaktadır.
Benzer şekilde, bağlanma mesajlarının –seni seviyorum mesajları ve onların değişik
biçimleri- bu mesajlarla kişinin kendisini daha sonra zor bir duruma sokma riskini göz
önünde bulundurarak kontrol edilmesi gerekmektedir.
İletişim bir uyum süreci gerektirmektedir. Bu noktada iletişim, iletişim kuran
tarafların aynı işaret sistemini paylaştığı ölçüde meydana gelmektedir. Bu durum, iki
farklı dile sahip tarafların, dil sistemlerinin farklılaşması ölçüsünde birinin diğeriyle
iletişim kuramamasında açıkça görülmektedir.
Bu ilke, iki kişinin aynı işaret sistemini paylaşmadığında, örneğin ebeveynler ve
çocuklar büyük ölçüde farklı deyim ve sözcüklere sahip olmalarının yanında, daha da
önemlisi genel anlamda kullandıkları ifadelere, söze farklı anlamlar vermektedir. Farklı
kültürler ve alt kültürler genel bir dili paylaştıklarında bile, çoğunlukla büyük ölçüde
farklılaşan sözsüz iletişim sistemlerine sahiptir. Bu sistemlerin farklılaşması ölçüsünde
33
iletişim süreci birtakım engellerle karşı karşıya kalmaktadır. İletişim sanatının bir
bölümü, diğer kişinin işaret sistemini, onların nasıl kullanıldığını ve ne anlama geldiğini
öğrenmektir.
İletişim başı ve sonu belli olmayan bir olaylar dizisidir. Süreç açısından iletişim,
bilgi, düşünce ve tutumların ortak semboller aracılığı ile kişi veya gruplar açısından
değiş tokuş edildiği bir süreçtir. İletişim süreci kaynağın oluşturduğu herhangi bir
iletinin uygun bir araçla bir kişi veya bir gruba gönderilmesi işlemidir.
Toplumbilim sözlüğü süreci ‘bir olayın düzenli olarak ve birbirini izleyen
değişimlerle gelişmesi, bir başka olaya dönüşmesi’ olarak tanımlanmaktadır. Bunun
dışında aynı kavram ‘zaman içinde sürekli değişen bir olgu’ ya da ‘süregelen herhangi
bir durum’ olarak da tanımlanmaktadır25. Herhangi bir kavram ya da olgunun süreç
olduğu ya da süreç karakteri taşıdığı ifade edildiğinde, o olgu veya kavramın tek bir başı
ya da tek bir sonu olan belli bir olgular düzeni olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
Kavram veya olgunun durağan bir yapı göstermediği, aksine sürekli bir değişim,
etkinlik ve hareketliliğin söz konusu olduğu görülmektedir. Süreç içinde bulunan
öğelerin sürekli etkileşim halinde olup, sürekli bir değişiklik ortamı içinde olduğu ifade
edilmektedir.
İletişimsel olaylar sürekli ortaya çıkmaktadır. İletişim süreci içinde insan, bir
bütün olarak varolmakta, iletişim, iletişime katılan kişilerin toplumsal, kültürel
koşullarının yanısıra kişilik özelliklerini de yansıtmaktadır. Bir başka deyişle iletişim,
algılama, öğrenme, dürtü, duygu, eğilim, inanç, değer gibi insanın davranışını
belirleyen unsurlardan ayrı düşünülememektedir.
İletişimi kuranlar arasında etkileşiminin nerede başlayıp nerede bittiğini
belirlemek son derece zor olduğundan, iletişim sürecinde belli ve kesin bir başlangıç ve
sondan söz edebilmemiz de oldukça zordur26. Bu doğrultuda “iletişim sürecinde hem
mesaj hem de aktörler dinamik bir iletişimle karşılıklı faaliyet içindedirler. Bu
dinamizmde hem mesajlar hem de aktörler nitelik bakımından benzer kalma veya
değişme ve hatta büyük ölçüde transformasyona uğrama özellikleri ve potansiyeline
25
Roger Williams, a.g.m., s.282.
Sereno K. Kenneth, David Mortensen, Foundations of Communication Theory, Harper and Row
Publishers, New York, 1970, s.4.
26
34
sahiptirler”27.
İletişimin bir diğer özelliğini ise, etkileşimlerin simetrik ya da tamamlayıcı
olarak değerlendirilebilmesi oluşturmaktadır. Antropolog Gregory Bateson, Yeni
Gine’deki iki kültür arasındaki etkileşimleri incelerken simetrik ve tamamlayıcı ilişkiler
kavramlarını ortaya çıkarmıştır. Bateson ve diğerleri, bu kavramların kişilerarası
ilişkilerin tüm biçimlerine uygulanabilir olduğunu ifade etmektedir28.
Simetrik bir ilişkide, birinin davranışının diğerinin davranışına yansımasıyla iki
kişi birbirlerinin davranışlarını yansıtmaktadır. Eğer bir kişi karşısındakine sürekli kusur
bulup onu tedirgin ederse, diğeri de buna aynen karşılık vermektedir. Birinin
kıskançlığını ifade etmesi durumunda, diğeri de kıskançlık göstermektedir. Kişi pasifse,
karşısındaki de pasif olmaktadır.
Tamamlayıcı ilişkide, iki kişinin, diğerinin tamamlayıcı davranışı için uyaran
olarak hizmet eden birinin davranışıyla, farklı davranışlar gösterdiği görülmektedir. Bu
tür ilişkide, iki taraf arasındaki farklılıklar en üst düzeydedir. Tamamlayıcı ilişkide,
birinin üstün ve diğerinin alçak, birinin pasif ve diğerinin aktif, birinin güçlü ve
diğerinin zayıf olacak biçimde iki tarafın farklı konumda bulunması gerekliliği ortaya
çıkmaktadır. Bu ilişkinin öğretmen ve öğrenci, işveren ve çalışan arasında ortaya
çıkması örneğinde olduğu gibi, bu tür ilişkiler zamanla kültür tarafından
yerleştirilmektedir.
İletişimin bir başka özelliği ise, ilk dakikanın önemli olmasıdır. Karşı karşıya
gelen iki kişi arasındaki ilk etkileşimin, iletişim sürecinin önemli bir belirleyicisi olduğu
görülmektedir. Kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarının bileşkesi, algılayan kişinin
değerleri çerçevesinde yorumlanmakta, algılayanın kişisel özellikleri ve toplumsal
normları ile kalıplaşmış olan yargılar, etkileşim verilerine bağlı olarak iletişimin ilk
anında karşıdaki kişiyle ilgili bir karar verdirmekte ve bu olumlu ya da olumsuz
olabilecek
değerlendirme
sonucunda
karşıdaki
kişiye
zihinde
bir
etiket
yapıştırılmaktadır.
27
İrfan Erdoğan, İletişim Egemenlik Mücadeleye Giriş, İmge Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, Ankara,
1997, s.91.
28
Katinka Matson, The Psychology Today/ Omnibook of Personal Development, A Psychology Today
Book, William Morrow and Company, Inc., New York, 1977, s.48.
35
Kişilerle ilgili ilk anda yapılan değerlendirmelerin ileride o kişi ile gelişecek
iletişimin temelini oluşturduğu söylenebilmektedir. Kişi bunları bilinç düzeyine çıkarsa
da çıkarmasa da, ilk algıların oluşturduğu yargının, iletişim biçiminde ve o kişiye
atfedilen değerde önemli bir rol oynadığı tartışılmaktadır.
İletişim aynı zamanda başka bir kişiyle birlikte yapılandırılan bir süreç olarak
değerlendirilmektedir. Dolayısıyla iletişimden söz edebilmek için ortak bir platformda
buluşmaya gereksinim duyulmaktadır. Bu ortak platformda en az iki kişi, ortak
paylaşım içinde iletişimi sürdürebilmektedir. İletişimin bir bütün olduğunu da ön plana
almak gerekmektedir. İletişimi sözlü ve sözsüz mesajların meydana getirdiği bir bütün
olarak değerlendirmek son derece önemlidir. Sözsüz iletişim işaretlerini veya sözlü
iletişim içeriğini bu bütünlükten soyutlayarak ve süreçteki bir kesite bakarak
değerlendirmeye çalışmak yanıltıcı olabilmektedir.
İletişim belirli kalıplara bağlıdır. İletişim ilişkisi belirli kalıplar içerisinde
gerçekleştirilmektedir. İletişim kalıpları, genel kültürel yapıya bağlı olarak gruplarca
oluşturulmakta ve kişilerin kabul etmeleri oranında süreklilik kazanmaktadır. İletişimde
kullanılan deyimlerin, kelimelerin işaretlerin bazen değişik anlamları söz konusu
olmaktadır. Bu kelimeler veya işaretler, iletişim kalıbı içerisinde anlamını bulmaktadır.
1.1.4. İletişim Gereksiniminin Boyutları
İletişim gereksiniminin dört boyut içerdiği görülmektedir. Bunlar, “benlik
iletimleri, düşünce iletimleri, duygu iletimleri ve yetenek iletimleri”29 olarak
belirtilmektedir. Bu boyutlar incelendiğinde, şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:
Benlik İletimleri
Bir insanın diğer insanlara iletmek durumunda olduğu en önemli mesajının,
kendi benliği olduğu ifade edilmektedir. Birey, var oluşunu yansıtan benliğinin
karşısındaki kişiler tarafından olduğu gibi algılanması isteğini taşımaktadır.
Benlik, bir insandaki fiziksel, zihinsel, duygusal ve toplumsal etkilerle oluşmuş
özelliklerin tümü olarak değerlendirilmektedir. Bireyin fiziksel varlığı, yaşama ilişkin
algılamaları, dünya görüşü, dünyaya bakışı, olaylar ve kişiler karşısındaki düşünceleri,
duygulanımlarının vs. bu çerçeve içinde düşünülmesi gerekmektedir. Aslında iletişim
29
Nurdoğan Arkış, Gene Annen Geldi, Bütün Günüm Mahvoldu, İletişim Bilincinin Temel İlkeleri,
Remzi Kitabevi, Birinci basım, İstanbul, 2004, s.75.
36
gereksinimlerinin zihinsel, duygusal ve yeteneğe ilişkin diğer çeşitlerinin, tümüyle
benlik iletimi gereksinimlerinin alt başlıklarını oluşturduğu görülmektedir.
Benliği iletme gereksinimi, fizyolojik bir ihtiyaç ve yaşamsal bir koşul olarak
değerlendirilmektedir. Doğuştan varolan, dolayısıyla sonradan öğrenilmeyen ve zihinsel
herhangi bir özrü olmayan tüm insanların hissettiği bir gereksinimdir.
Başlangıçta ağlayarak benliğini ileten bebeğin, büyüdükçe benlik iletimlerini
daha güçlü biçimde yaptığı ortaya çıkmaktadır: Buna verilebilecek güzel bir örnek,
çocuğun, gazete okuyan babasının kendi benliğiyle, varlığıyla ilgilenmesini istediğinde
gidip gazeteyi elleriyle aşağıya indirmesidir. Bu davranışın ebeveynler tarafından farklı
şekillerde yorumlandığı görülmektedir. Çocuğun bu yaptığı haylazlık, huysuzluk,
disiplinsizlik,
görgüsüzlük,
olgunlaşmamışlık,
hainlik
gibi
pek
çok
sıfatla
yorumlanmaktadır. Bununla birlikte, çocuk o anda sadece varoluşunu iletme isteği
taşımaktadır. Dolayısıyla olaya, çocuğun benlik iletişimi kurmak istediği, bu
gereksinimini giderme çabası içinde olduğunu kavrayarak bakabilmek oldukça
önemlidir.
Benlik iletimlerine ilişkin gereksinimin son derece güçlü olduğu, karşılanmadığı
sürece sadece çocuklar değil, tüm insanlar açısından çok ciddi eksiklikler yarattığı
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bunların giderilmesi için çocuklar gibi yetişkinler de,
çoğu kez farkında olmadan çeşitli eylemlere girişmektedir. Çünkü oluşan bu enerjinin
boşaltılması gerekmektedir.
Araştırmalar, işlenen birçok suç eyleminin temelinde de gerçekte benlik iletiminin
giderilmesine yönelik çabaların yattığını ortaya çıkarmaktadır. Bazı Amerikan
okullarındaki öğrenciler arasında suç oranlarının arttığı görüldüğünde önlem olarak,
ailelerden ve öğretmenlerden bu çocuklarla daha fazla ilgilenmeleri, onların
varoluşlarına saygı gösterecek eylem ve söylemlere yönelmeleri istenmiş ve bunun
neden ve nasıl yapılacağı öğretilmiştir. Daha sonra yapılan çalışmalar bu öğrenciler
arasında suç oranının azaldığını göstermektedir.
Benlik iletme isteğinin tüm insanlar için giderilmesi zorunlu bir gereksinim
olduğu ve dikkatle bakıldığında pek çok etkenin yön verdiği her insan davranışının
altında bu isteğin bulunduğu görülmektedir. Bir çok işyerindeki grev vb. türü olayın, bir
çok sınıftaki öğretmen-öğrenci gerginliğinin, buna bağlı olarak iletişimsizliğin
37
yaşanmasında benlik iletimindeki aksaklıkların yer aldığı ifade edilmektedir30.
Kişi, bu tür problemlerle pek çok sosyal ortamda sıklıkla karşılaştığında, kendi
benliğinin önemsizliğine ilişkin ciddi bir sorun yaşaması kaçınılmaz olmaktadır. Bu
sorunu karşısındaki kişilerde yarattığında da sevimsiz, saygısız, çekilmez gibi pek çok
olumsuz
sıfatla
değerlendirilmesi
ve
karşısındakilerin
kendisinden
giderek
uzaklaşmaları mümkün hale gelmektedir.
Düşünce İletimleri
İletişim gereksinimlerinin ikinci boyutunu oluşturan düşüncelerin iletilmesi
ise, kişinin içinde bulunduğu ortamın bir parçası olarak, kaçınılmaz bir biçimde,
yaşadıklarına ilişkin yorumları, fikirleri ve önerilerinin olması ve bunları karşıdaki
kişilere, ilgililere aktarmak, dile getirmek isteğini taşımasıdır. Bunlar kişinin
varoluşunun önemli bir yanını meydana getirmektedir. Böyle bir gereksinimin
karşılanmaması durumunda kişinin önemsenmediği, adam yerine konmadığı,
değersiz bulunduğu duygularını yaşaması muhtemeldir.
Günlük yaşamda bireyin varlığını kabul eden ama düşüncelerini iletmesine
olanak yaratmayan iletişim tarzlarıyla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Bulunulan ortama
ve orada olan bitene ilişkin düşünmeye, daha çok küçük yaşlarda başlandığı
görülmektedir. Kişi, konuşmayı öğrendiği andan itibaren de giderek artan bir
biçimde, bunu karşısındakilere aktarmak için yoğun bir çaba harcamaktadır. Bu
düşüncelerin ortaya konmasına izin verilmesi durumunda, karşıdaki kişinin düşünsel
yeteneğine ilişkin potansiyelinin sonuna kadar kullanılmasına olanak yaratılmış
olunmaktadır.
Kişilerin çeşitli konulardaki düşüncelerinin iletilmesine olanak tanınması,
bireysel gelişime de büyük bir ivme kazandırmaktadır. Bunu sağlamaya yönelik
olarak bazı uygulamaların gerçekleştirildiği görülmekte, işyerlerindeki kaizen (kalite
çemberleri), katılımcı yönetim, grup ve bireysel öneri değerlendirme sistemleri,
toplumdaki katılımcı demokrasi anlayışı, yerinden yönetim uygulamaları, sivil toplum
örgütlerinin yaygınlaşması gibi uygulamaların temel olarak bireylerin ve grupların
düşüncelerini daha çok ifade etmelerini sağlamaya yönelik olduğu ifade edilmektedir.
Kişilerin pek çok ortamda kendilerini anlatamadıkları, başkaları tarafından
30
Nurdoğan Arkış, a.g.e., s.62.
38
dinlenmedikleri konusunda yakınmalarda bulundukları görülmektedir. Buna paralel
olarak düşüncelerini iletme imkanı bulamadıkları bir ortamda, iletişimsizlik sürecinin
ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır.
Düşünce iletimi konusunda en önemli görevin aileye ve okula düştüğü, aile ve
okul ortamının düşünceleri aktarmaya ve tartışmaya olanak sağlamasına bağlı olarak,
çok daha güçlü bir birey profilinin ortaya çıkacağı ifade edilmektedir. Pek çok kişinin,
fikirlerinin alınmadığı bir aile ortamında yetiştiği görülmekte, bu durum da kişinin
daha
sonraki
ilişkilerinde
birtakım
olumsuzluklar
yaşamasının
temelini
oluşturmaktadır. Dolayısıyla düşünce iletimi; daha aile içi ilişkilerde yok
edilebilmektedir. Bunun sonucu olarak da fikrini söylemekten çekinen ve kendi fikrine
yabancılaşan bir insan profiliyle karşılaşılmaktadır. Düşüncelerini iletme imkanı
bulamayan kişi, benliğinin önemli bir parçasına değer verilmediğini algılamaya
başlamakta ve bu durum da, o ortamdan ya da kişiden uzaklaşmasına, soğumasına yol
açmaktadır.
Düşüncelerin her türlüsünün aktarılmasına olanak sağlanan ortamlarda ise kişi,
kendisini mutlu ve değerli hissetmekte, düşüncelerinin dinlendiği ortamlarda
bulunmayı yeğlemektedir. Düşüncelerin dinlenmemesi sonucu ortaya çıkan eksikliğin,
ileri boyutlarda bir çetede, bir terörist örgütte giderildiği görülmektedir.
Duygu İletimleri
İnsan
yaşamının
ve
algılamasının
temelini
oluşturan
duyguların,
paylaşılmadıkça kişinin kendisini anlaşılmış, bilinmiş, kısacası var hissetmediği
gözlemlenmektedir.
İnsanın, benliğinde var olan duygularını aktarmak isteği taşımasına bağlı olarak,
sevinçlerin, kaygıların, üzüntülerin, öfkelerin, arzuların, neşelerin, sıkıntıların, acıların,
sevgilerin, hüzünlerin, endişelerin, korkuların kısacası tüm duyguların ifade edilmesi ve
ifade
edilmesine
olanak
yaratılması,
ortamdaki
yaşam
kalitesini
doğrudan
etkilemektedir.
Her toplum duyguların ifadesinde seçici davranmakta, ayrıca hangi duyguların
kadınlar, hangi duyguların erkekler tarafından ifade edilmesinin uygun olduğu da
toplumsal düzeyde belirlenmektedir. Bu çerçevede genel anlamda Türk toplumuna
bakıldığında, bazı duyguların dışavurumu konusunda birtakım kısıtlamalar getiren bir
39
toplum yapısıyla karşılaşılmaktadır. Böyle bir özellik taşıyan Türk kültürü duyguların
dışavurumunu güçleştirmekte, bireyi, sevgisini dolaylı yollardan göstermeye sevk
etmektedir.
Duyguları yaşamanın ve yaşanmasına izin vermenin, duygu bildirimi
gereksiniminin giderilmesinin tek yolu olarak değerlendirildiği görülmektedir. Aslında
duygusal zeka olarak gündeme gelen yaklaşım da bunu ifade etmektedir. Kişi duyguları
yaşayamadığında, içinde bulunduğu anı yaşayamamakta, dolayısıyla bir yandan
geçmişte yaşanmamış duyguları yaşayabilmek için sürekli mücadele etmekte, diğer
yandan da hayali bir gelecekte, istediği duyguların ortaya çıkması ya da
istemediklerinin çıkmaması için pek çok çaba sarfetmektedir.
Duyguları anında yaşamanın, bireyin ve içinde yer alınan ortamların yaşam
kalitesini artırdığı görülmektedir. Kişi çeşitli duygularını yaşamayı ertelemeye
başladığında, varoluşunun önemli bir yanının kendini ifade etmesini engellemiş
olmaktadır. Bu durumun sonucunda, bastırılmış, açığa vurulmamış duyguların içinde
yarattığı olumsuz enerjilerle, kendisiyle ve çevresiyle ilişkiler kurmaya çalışmaktadır.
İstisnasız tüm düşüncelerin temelinde, duyguların yattığı ifade edilmektedir.
Duygu iletimi, bulunulan ortamdaki duyguların ifade edilmesine olanak yaratma ve
burada olumlu duyguların öncelikli hale gelmesini sağlamaya yönelik çabaların tümü
olarak değerlendirilmektedir. Böyle bir süreçte, iletişimsizliğe yol açan etkenlerin
minimize edilmesi olanaklı duruma gelmektedir.
Yetenek İletimleri
Yetenek iletimi, temel olarak ‘yapabilirsin-yapamazsın; yapabilirim-yapamam;
yapabiliriz-yapamayız’ içeriklerindeki iletilerdir. Yetenek ve zeka düzeyi bakımından
tüm normal bireylerin, yaşamda, birkaç istisna dışında, çevrede görülen her şeyi
yapabilecek kapasiteyle donanmış durumda olduğu görülmektedir. En azından tümünü
yapmak için girişimde bulunmaya yetecek tüm donanımlara sahiptirler. Bununla birlikte
zaman içinde, maruz kalınan iletişim içerikleri nedeniyle, bu kapasite yok edilmekte,
köreltilmekte ya da sınırlandırılmaktadır.
Kişi bir anlamda öğrenilmiş acizlik olarak ortaya konan yetenekleri
sınırlandırma ve yok etme yönündeki iletişimle karşı karşıya kalmaktadır. Kısacası,
aslında aciz olmayan bir birey aciz olduğunu öğrenmektedir. Ailede, okulda, işyerinde,
40
arkadaşlar arasında daima bu tür mesajlar alan kişi, bu doğrultuda kendisinin aciz
olduğuna inanmakta, bu inanış yaşamı boyunca güçlü bir biçimde yerleşmekte ve diğer
kişilerle ilişkilerine yansımaktadır.
Burada göz ardı edilmemesi gereken nokta, yaşamının başlangıç yıllarında önce
çevresi tarafından ne kadar aciz olduğu işlense de sonraki yıllarda kişinin, bu acizlik
kabulünü artık başkalarının vurgulamaları olmasa da, kendi içinde taşıması,
sürdürmesidir.
1.2. KİŞİLERARASI İLETİŞİM
“İsa’dan 450 yıl önce, Delfi’deki Apollon tapınağının ön yüzünde şöyle bir yazı
vardı: ‘Kendini bil, kendi kendini tanı.’”31. Bu söz, kişilerarası iletişim sürecinde kişinin
çevresiyle kuracağı iletişimin öncelikle kendi içinde başladığı gerçeğinden hareketle,
öncelikle kendini tanımanın önemini ortaya koymaktadır. Etkili iletişimler kurmanın ilk
adımında, kişinin kendisini tanıması olduğu gerçeği ön plana çıkmaktadır. Kişinin kendi
duyguları, düşünceleri, tutumları, değerleri ve ihtiyaçları konusunda farkındalığını
arttırması gerekmektedir.
Özellikle iletişim anında kişinin kendisine şu an ne hissettiği, ne tür ihtiyaçları
olduğu, bu durumu ya da kişiyi nasıl algıladığı gibi sorular sormasının ve ulaştığı
cevapları karşısındaki kişiye iletmesinin, açık ve etkili bir iletişim sürecinin
başlamasında son derece önemli olduğu görülmektedir.
İki
kişi
arasında
geçen
iletişimin
bir
benzeri
de,
kişinin
içinde
gerçekleşmektedir. Kişinin kendi iç dünyasının gözlenmesi, ihtiyaçlarının farkına
varması, üzülmesi ya da sevinmesi, içsel iletişim olarak da ifade edilebilen bu iletişim
türünün örneğini oluşturmaktadır. Bu durumda içsel ya da kişi içi iletişimi; insanların
kendi içlerinde, ürettikleri bazı mesajları yorumlaması ve yoruma göre davranışa
yönlenmesi olarak tanımlamak mümkündür.
Bir diğer iletişim türü olan kişilerarası iletişimin gerçekleşebilmesi için öncelikle
içsel iletişimin gerçekleşmesi gerekmektedir. Dolayısıyla iletişimin iki insan birbirinin
farkına varınca başladığı ve her iletişim durumunda olayların algılandığı, yorumlanıp
anlamlandırıldığı bireylerin 'öznel iç dünya'sı ve bireylerin o durumda göstermek veya
31
İsmail Özmen, İnsanın Bölünmüşlüğü ya da İnsanı İnsan Eden Değerler, Felsefi Bir İnceleme, 1.
Baskı, Ankara, 1998, s.19.
41
söylemek istediği mesajlardan oluşan 'sosyal dış dünya'sı olarak ifade edilen iki düzeyin
olduğu söylenebilmektedir32.
Buna bağlı olarak, kişilerarası iletişimde mesajı ileten ya da mesajı alan olarak
bireyin konumunun ne olduğu önemli olmaksızın hem bilgi üretirken, hem de aldığı
bilgiyi yorumlarken bireyin içsel iletişimde bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda
kişilerarası iletişimin içsel iletişim sonucunda gerçekleştiği söylenebilmektedir.
Dolayısıyla kişinin “dış iletişiminin çok iyi olmasını istiyorsa, önce iç iletişimini
mükemmelleştirmeye çalışması”33 gerektiği ifade edilmektedir.
Kişinin düşünmesi, duygulanması, kişisel ihtiyaçlarının farkına varması, iç
gözlem yapması, rüyalarıyla kendi içinden mesaj alması ya da kendine sorular sorarak
bunlara yanıtlar üretmesi iç iletişim olarak değerlendirilmektedir. Bu süreç içinde kişi
hem kaynak, hem de alıcı olmakta, kendi kendisiyle iletişime geçmektedir. Bu yönde
bir iletişim, kişinin kendini tanıması, iletişim becerilerini geliştirmesi açısından son
derece gerekli ve önemli bir iletişim biçimidir. Çünkü iletişim her şeyden önce kişinin
kendisinden başlamaktadır. Kendisini tanımayan, kendisiyle açık ve dürüst bir iletişime
geçemeyen bir kişinin, başkalarıyla olan iletişiminde de birtakım sorunlar yaşaması söz
konusu olmaktadır. Çünkü “iletişim, ‘ben’ in başkalarına anlatılmasından başka bir şey
değildir”34.
“İnsanın çevreyle olan iletişiminde ‘ben’, yani kişinin kendisi ve kendisine ait
zihinsel modelleri yer alır”35. Kişinin ‘ben’i hakkında bir fikrinin olmaması durumunda,
kendisini başkalarına anlatması ve tanıtmasında da güçlüklerle karşılaşması
muhtemeldir. Kendi dünyası ile dengeli iletişim içerisinde olan kişi, daha etkin
düşünme, özgüvenini geliştirme, kendini değerleme ve karar verme yeteneğine sahip
olmakta ve başkalarıyla daha sağlam ve sağlıklı ilişki kurma olanağına sahip
olmaktadır.
İnsanların birbiri ile iletişim kurması çok önemlidir. Araştırmalar, diğer
insanlardan soyutlanmış insanların, diğerleriyle kaynaşmış insanlara göre daha ilkel
32
Doğan Cüceloğlu, ‘Keşke’siz Bir Yaşam İçin İletişim Donanımları, Remzi Kitabevi, 3. Basım,
İstanbul, 2002, ss.66-67.
33
Oğuz Saygın, Negatif Limanlardan Pozitif Sulara, Hayat Yayınları, 37. Basım, İstanbul, 2003, s.49.
34
Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, Altın Kitaplar Yayınevi, 7. Basım, İstanbul, 1997, s. 117.
35
Üstün Dökmen, Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak Gelişmek Uzlaşmak, Sistem Yayıncılık,
3. Baskı, İstanbul, 2000, s.97.
42
kaldığını ortaya koymaktadır. Kişiler arasında iletişim kurulmasının ana nedeninin
birbirlerine mesajlar, bilgiler göndermek, karşısındakini ikna etmek değil, insanın
doğasında varolan, diğer insanlarla ilişki kurma ihtiyacının olduğu ifade edilmektedir36.
Kısa bir tanımlamayla kaynağını ve alıcısını insanların oluşturduğu iletişimi
kişilerarası iletişim olarak ifade etmek mümkündür. Başkalarını tartıp varılan yargılara
göre davranma sanatı olarak da tanımlanan kişilerarası iletişim, iki ya da daha çok birey
birbirlerinin sözlü ve/ veya sözsüz iletilerini algıladıklarında gerçekleşmektedir.
‘Sözel Kendini Savunma Sanatı’ adlı kitabında Dr. Suzette Haden Elgin etkin
bir kişilerarası iletişimi bir müzik aletinin akord edilmesine benzetmektedir. “Elinizde
diyapozon gibi bir standart vardır ve yavaş yavaş tonunuzu o standartla uyumlu hale
getirirsiniz. Aynı şekilde, iletişimde de, amaçlarınıza ulaşabilmeniz için en iyi yol,
diğer kişi ile dilbilimsel bir uyum veya sintoni içerisinde olmanızdır. Sözcüklerinizi ve
söz dışı veya söz ötesi tarzınızı, sizi dinleyen kişininkiler ile uyum sağlayana kadar
akord edebilirsiniz”37.
Bir başka açıdan kişilerarası iletişim, “fizikman hazır olunduğu zaman
partnerlerin her birinin davranışları üzerinde karşılıklı bir nüfuzun gerçekleştirildiği
etkileşimi kapsamaktadır”38. Kişilerarası iletişimin etkileşimsel özelliği, kişilerin
karşılıklı davranışları üzerine etki yaptığını anlatmaktadır. Bunun yüzyüze iletişim için
zorunlu bir koşul olduğu görülmektedir.
Kişilerarası iletişim sosyal ortamda bireysel düzeyde ya da kişilerden oluşan
toplumda toplumsal düzeyde bir süreç olarak ifade edilmektedir. Kişinin, içinde
yaşadığı çevreyi ve çevresindeki kişileri algılayışı, yorumlayışı geçmiş deneyimleri, dili
ve geleceğe yönelik beklentileri tarafından biçimlenmektedir. Dolayısıyla, algılama ve
yorumlama sürecinin bireysel ya da toplumsal olarak belirli bir süreçten geçtiği
görülmektedir.
Kişilerle ilgili gözlem ve yargılamayı içeren algılamanın kişilerarası iletişimin
ayrılmaz bir parçası olduğu noktasına odaklanılmakta, karşıdaki kişi ile iletişim
kurmaya nasıl başlanacağına, iletişimin sürdürülüp sürdürülemeyeceğine karar
36
Arthur Rowshan, Stres Yönetimi, Çev: Şahin Cüceloğlu, Sistem Yayıncılık, Üçüncü Basım, İstanbul,
2002, s. 128.
37
Robert Alberti, Michael Emmons, Atılganlık, Çev: Serap Katlan, HYB Yayıncılık, Ankara, 2002, s.84.
38
Judith Lazar, İletişim Bilimi, Çev: Cengiz Anık, Vadi Yayınları, Birinci Basım, Ankara, 2001, s.52.
43
vermeden önce kişinin tutumu, duyguları ve kişiliğinin algılanması ön plana
çıkmaktadır. Algılananlarla yargıya varabilmenin öznel olduğu ve kişinin eğilimlerine,
arzularına, geçmiş deneyimlerine, önyargılarına, o an içinde bulunduğu duruma ve
ihtiyaçlarına bağlı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kişilerarası iletişim sürecinde belirsizliklerin ortadan kaldırılabilmesi için
iletişim kurulan kişi ya da kişileri içinde bulunulan kültürün ya da kültürün toplumsal
gruplarının üyelerinden ayrı olarak bireyselleştiren bilginin edinilmesi gerekliliği ortaya
çıkmaktadır.
Buna
bağlı
olarak
iletişimin
değişik
düzeylerde
gerçekleştiği
görülmektedir. Kişilerarasında kurulan iletişimin sıklığının, dolayısıyla gönderilen ve
alınan sözlü ve sözsüz mesajların yoğunluğunun, belirsizliği azaltacağı, çünkü kişilerin
birbirlerinin düşünce, davranış ve tutumlarını önceden kestirebilme yeteneklerinin
artacağı ifade edilmektedir.
İki ya da daha fazla sayıda kişi birbirlerinin sözel ya da sözsüz mesajlarını
karşılıklı göz önünde bulundurduklarında, karşılıklı veri işleme süreci ortaya çıktığında
ilişki biçimlenmekte ve başlayan, gelişen, büyüyen bu ilişki kişilerarası iletişim
aracılığıyla gerçekleşmektedir.
Araştırmalar kişilerarasındaki iletişimin sadece % 7’sinin kelimelerin kendileri
tarafından iletildiğini göstermektedir. % 38’i ses tonu aracılığıyla gerçekleştirilmekte,
iletişimin geri kalanını oluşturan % 55’lik bölümü ise fizyoloji ya da beden diliyle
sağlanmaktadır. Yüz ifadeleri, el kol hareketleri, kişinin hareketlerinin tipi ve kalitesi,
iletişim
sürecinde
kişinin
kelimelerle
söylediklerinden
çok
daha
fazlasını
anlatmaktadır39.
Bir iletişimin kişilerarası iletişim olarak nitelendirilebilmesi için üç unsurun
olması gerektiği ifade edilmektedir. Öncelikle, kişilerarası iletişime katılanların
(kaynak ve alıcı) belirli bir fiziki yakınlık içerisinde yüz yüze olmaları ya da teknolojik
veya mekanik bir kanal ile karşı karşıya olmaları gerekmektedir. Bunun yanında,
iletişime katılanlar arasında tek yönlü değil çift yönlü bir mesaj alışverişinin ve bu
mesajların sözlü veya sözsüz nitelikte olması ön plana çıkmaktadır.
Başarılı bir kişilerarası iletişimin temel koşullarını ise şöyle ifade etmek
39
Anthony Robbins, Kişisel Başarıda Zirveye Ulaşmanın Yolu Sınırsız Güç, Çev: Mehmet
Değirmenci, İnkılap Kitabevi, On Dördüncü Baskı, İstanbul, 1993, s.238.
44
mümkündür40:
- Karşımızdaki kişilere saygı duymak; onların varlığını kabul etmek, önemli ve değerli
olduklarını hissettirmek, olduğu gibi benimsemek anlamını taşımaktadır.
- Gerçekçi ve doğal davranmak; abartıdan uzak, olduğu gibi davranmaktır.
- İletişimin belki de en önemli koşulu empatidir.
Kişilerarası iletişimi, diğer iletişim biçimlerinden ayıran araştırmaların, iki temel
perspektiften ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlar, durumsal yaklaşım ve gelişim
yaklaşımı olarak ifade edilmektedir. Kişilerarası iletişimi incelemenin bir yolu, iletişim
sürecinin kendisindeki faktörleri gözlemlemektir. İletişim kuranların sayısı ve onların
birbirlerine olan fiziksel yakınlıkları gibi iletişim faktörleri, kişilerarası iletişimin
durumsal yaklaşımının bir bölümünü oluşturmaktadır. Kişilerarası iletişimi farklılaştıran
diğer bir yol ise, kişiler arasındaki iletişimin niteliği ve derinliği üzerine
odaklanmaktadır. Bu da gelişim yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır.
Durumsal Yaklaşım
İnsanlar, kişilerarası iletişimin çoğunlukla iki kişi arasındaki iletişim anlamına
geldiğini düşünmektedir: dyad iletişim. Dyad terimi ilk olarak 19. yüzyılda Alman
Sosyolog Simmel tarafından, tekrarlanan sosyal etkileşimler sisteminde iki kişiyi ifade
etmek amacıyla kullanılmıştır. Bu yaklaşımda, az sayıda iletişim kuran kişi önemlidir ve
bundan sonra kişilerarası ve dyad terimleri çoğunlukla eşanlamlı olarak kullanılmıştır41.
Miller ve Steinberg, durumsal yaklaşımın dört temel niteliğe sahip olduğunu
belirtmektedir. Bunlar; iletişim kuranların sayısı, fiziksel yakınlığın derecesi, iletişim
kuranların kullandığı potansiyel olarak mevcut duyumsal kanalların sayısı ve
geribildirimin dolaysızlığı olarak ortaya konmaktadır.
Durumsal yaklaşıma göre, üniversite kampüsünde iki kişi geçerken birbirlerini
selamladıklarında, kişilerarası iletişim kurmuş olmaktadır. Bu yaklaşım statiktir ve
ilişkisel gelişimin çeşitli aşamalarını göz önüne almamaktadır. Bu yaklaşımın
kişilerarası olmanın derecesini hesaba katmadığı ileri sürülmektedir. Buna karşın,
40
Mustafa Durmaz, Kişilerarası İletişim ve Motivasyon, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları
No:17, İkinci baskı, İzmir, 2004, s.63.
41
John S. Caputo, Harry C. Hazel, Colleen Mcmahon, Interpersonal Communication/ Competency
Through Critical Thinking, Allyn and Bacon, A Division of Simon&Schuster, Library of Congress
Cataloging-in- Publication Data, USA, 1994, s.8.
45
iletişimsel bir eylem, kişilerarası olmakta ya da olmamaktadır. Bu bakış açısından,
kişinin bir yabancıyla ya da uzun zamandır arkadaş olduğu bir kişiyle iletişim
kurmasının aynı olduğu ortaya konmaktadır. Böylece durumsal yaklaşımın, en önemli
bileşen olarak değerlendirilen şeye, iletişimin niteliğine önem vermediği görülmektedir.
Dyad iletişim, belirli anlamları paylaşan iki kişi arasındaki iletişim olarak ifade
edilebilmektedir. Dolayısıyla bu süreçte basit olarak, kaynak-mesaj-alıcı ve geribildirim
söz konusu olmaktadır. Kişilerarası iletişim ise, dyad modelindeki temel bileşenleri
kullanmanın yanı sıra, derinlik, anlam farklılıkları, detaylar ve niteliği de eklemektedir.
Ayrıca, iletişim sürecinde her kişinin ‘yaşam süresi’ kavramını da Kurt Lewin,
kişilerarası iletişim literatürüne kazandırmıştır. Bunun yanında, göndericiden alıcıya ve
alıcıdan göndericiye akan iletişimden ziyade, iletişim her zaman ve her yönde
akmaktadır. Lewin için yaşam süresi, kişiyi tek yapan ve diğerlerinden farklılaştıran,
öğrenilenlerin ve yaşanan deneyimlerin toplamı ya da miktarıdır. Bu kavram, kişinin
tüm bilgisini, değerlerini ve inançlarını kapsamaktadır.
Transaksiyonel modelde iletişim, etkileşimsel modelden ortaya çıkmakta ve
transaksiyonel bir yapıya sahip olmaktadır. Sürecin her üyesi diğer kişiyi etkilemekte ve
aynı zamanda ondan etkilenmektedir. Kişi, yaşam sürecini diğer kişiyle ne kadar çok
paylaşırsa, diğeriyle paylaşacağı anlayışın derecesi o ölçüde artmaktadır. Bir dereceye
kadar kişi, kısmen aynı olan yaşam sürecinin bir bölümünü diğer herhangi bir kişiyle
paylaşmaktadır. Bu paylaşımda az derecede benzerliğin olması durumunda, anlayışı
arttırmanın temel yolu, kendini açma ve paylaşma olarak ifade edilmektedir.
Gelişim Yaklaşımı
Kişinin
diğerleriyle
çok
farklı
ilişkiler
kurduğu
görülmektedir.
Bazı
araştırmacılar, kişilerarası iletişim tanımının bu farklılıkları açıklaması gerektiğini ifade
etmektedir. Bu araştırmacılara göre, mağazadaki bir satış elemanıyla kurulan ilişki,
kişinin arkadaşları ve aile üyeleriyle kurduğu ilişkiden farklıdır. Böylece kişilerarası
iletişimi tanımlamanın alternatif bir yolu ortaya konmaktadır. Bu, gelişim yaklaşımı
olarak adlandırılmaktadır42. Bu bakış açısından, kişilerarası iletişim belli bir sürede
birbirini tanıyan insanlar arasında meydana gelen iletişim olarak tanımlanmaktadır. Bu
42
Tim Borchers, “Definition of Interpersonal Communication”,
www. abacon.com/commstudies/interpersonal/indefinition.html, 01.01.2005.
46
tanımın en önemli yanı, bu insanların birbirlerini yalnızca sosyal durumlarda hareket
eden olarak değil, benzersiz, tek bireyler olarak değerlendirmeleridir.
İletişimde gelişim yaklaşımı durumsal bakış açısını kuşatmakta ve kişinin
diğeriyle yaşam süresi boyunca birtakım şeyleri paylaştığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca, bu perspektifte kişilerarası iletişim, iki kişiyle sınırlı değildir ve iletişimin
yüzyüze olması gerekmemektedir. Gelişim perspektifinden, kişinin diğer kişiyle ilk
iletişimleri, kişisel olmayan bir gereksinim olmakta, bir başka şekilde ifade edilecek
olursa diğerleriyle, onların kişiliklerinden ziyade sosyal rolleriyle ilişki kurulmaktadır.
İlk etkileşimde, kişi karşısındakiyle ilgili ilk algılamaları ve izlenimleri ışığında, onun
kendisine verebileceği yanıt konusunda öngörümlemede bulunabilmektedir.
Berger ve Calbrese diğer kişi hakkındaki bilinmemezlik ve yabancılığın,
belirsizliği doğurduğunu ortaya koymaktadır. Konuşma sırasında karşılıklı mesaj
alışverişinde bulunulduğunda, diğer kişi hakkındaki bilinmezliği azaltmak mümkün
olmaktadır. İletişim kuramcısı Gerald Miller, ilk karşılaşmalarda kişilerin birbirlerinin
vereceği cevaplarla ilgili tahminleri, psikolojik bilgiden ziyade kültürel ve sosyolojik
bilgi temelinde yapılandırdığını belirtmektedir43.
Kişilerarası iletişim sürecinde gelişim yaklaşımı doğrultusunda etkileşimlerin
kişisel olarak oluşturulmuş kurallara dayandığı ifade edilmektedir. Buna göre, kişisel
olmayan durumlarda, davranışsal etkileşimin kuralları sosyal normlar tarafından tesbit
edilmektedir. Öğrenciler ve profesörlerin en azından kişisel olmayan durumlarda kültür
ya da alt kültür tarafından oluşturulmuş sosyal normlara göre, birbirlerine karşı
davranışlar gösterdikleri görülmektedir. Bununla birlikte bir profesörle öğrencisi
arasındaki ilişki kişilerararası olduğunda, sosyal normlar tarafından oluşturulan
kuralların artık önemli olmadığı ve artık tamamen kişilerin etkileşimini düzenlemediği,
kişilerin kendi kurallarını oluşturdukları ifade edilmektedir. Kişilerin etkileşim için
kendi kurallarını oluşturduğu ölçüde, süreç kişilerarası bir nitelik kazanmaktadır.
Kişiler, bir dereceye kadar karşısındakilere psikolojik veriler temelinde cevap
verebilmekte, iletişim sürecinde birbirlerinin davranışlarıyla ilgili tahminleri bir
dereceye kadar açıklayıcı bilgi temeline dayandırmakta ve yine bir dereceye kadar
43
Joseph A. Devito, The Interpersonal Communication Book, Harper&Row Publishers, Fifth Edition,
New York, 1989, s.12.
47
sosyal olarak oluşturulmuş normlardan ziyade karşılıklı oluşturulmuş kurallar
temelinde etkileşime girmektedir.
İletişimde gelişim yaklaşımı, son derece kişisel olmayan durumlarla yüksek
ölçüde yakınlık arasında değişen bir sürekliliği ortaya koymaktadır. Her kişinin biraz
farklı bir biçimde kişilerarası iletişimin sınırlarını çizebilmesine karşın, kişilerarası
iletişim bu sürekliliğin geniş bir alanını kaplamaktadır. Sonuç olarak gelişim
yaklaşımının, kişilerarası iletişimin ne olduğu ya da ne olmadığıyla ilgili üzerinde genel
anlamda fikir birliğine varılan kararların oluşturulmasına olanak sunmamasına karşın,
bu özelliklerin kişilerarası iletişime ve onun diğer iletişim biçimlerinden ne ölçüde
farklılaştığı konusuna birtakım yeni görüşler eklenmesini sağladığı görülmektedir.
Durumsal ve gelişim yaklaşımı karşılaştırıldığında, durumsal yaklaşımın
ilişkilerde meydana gelen nitel değişiklikleri göz önüne almadığından, alanında oldukça
sınırlı olduğu ifade edilmektedir. İletişim dinamik ve devam eden bir süreçtir. Gelişim
yaklaşımı, kişilerarası olmanın dereceleri olduğunu ortaya koymaktadır. Diğerleriyle ilk
karşılaşmaların kişisel olmamasına karşın, insanlar zaman içinde iletişim kurdukça
birbirleriyle ilgili daha fazla şey öğrenmektedir. İlişki, giderek kişilerarası olduğundan,
birbirlerinin davranışlarını tahmin etme ve açıklayabilme olanağına kavuşmaktadır.
İnsan yaşamı üzerine odaklanıldığında, kişilerarası iletişimin, ilişkilerin
biçimlenmesinde ve sürdürülmesinde hayati bir öneme sahip olduğu görülmektedir.
Aslında
insan
yaşamının
kendisinin
kişilerarası
ilişkiler
üzerine
kurulduğu
görülmektedir. Kişilerarası ilişkilerin egemenliğini sürdürdüğü bir dünyada da,
sorunların birçoğunun kaynaklandığı ya da odaklandığı yerlerin ilişkiler olması
kaçınılmaz olmaktadır.
Kişilerarası iletişim konusunun bugüne dek birçok araştırmacı, kuramcı ve yazar
tarafından, farklı boyutlarıyla değerlendirildiği ve ele alındığı görülmektedir.
İletişimin doğrusal (tek yönlü) değil, dairesel bir süreç olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kişilerarası iletişimde verilen herhangi bir mesaj, bu mesajı alan kişi tarafından belli bir
biçimde algılanmakta ve bu algı sonucunda ortaya olumlu ya da olumsuz bir tepki
çıkmaktadır. Buna kişilerarası geribildirim denmektedir44. Bu noktada, geribildirimin
44
Kim Griffin, Bobby R. Patton, Fundamentals of Interpersonal Communication, U Pr of Amer, 2nd
Edition, USA, 1986, s. 28.
48
amacı, kişiye kendi davranışlarının diğer kişilerce nasıl algılandığı ve onları nasıl
etkilediği konusundaki farkındalığını arttırmaya yardım edecek yapıcı bilgileri vermek
olarak belirtilmektedir. En yararlı geribildirimin, kişiye davranışlarının kendi istediği
kadar etkin olmadığını bildiren ve bu nedenle onun davranışlarını daha üretken
kılabileceği bir düzenlemeyi yapmasına yardım edenin olduğu ortaya konmaktadır.
Kişilerarası iletişim sürecinde geribildirimin gerekliliğinin nedenleri şöyle ifade
edilmektedir:
- Kişiyle ve söyledikleriyle ilgilenildiğini göstermektedir.
- Belirgin olmayan amacı belirginleştirmektedir.
- Amaca doğru uygun yolda gitmeyi kolaylaştırmaktadır.
- Doğru olmayan davranışın düzeltilmesini sağlamaktadır.
- Amaca ulaştıktan sonra yeni bir amaç belirlemeye yaramaktadır.
- Kişilerin birbirlerine geri bildirim verme becerisini kazanmaları, başkaları tarafından
nasıl görüldüğüne ilişkin bir veri elde etmeleri açısından son derece önemli
görünmektedir.
Olumlu ya da olumsuz geribildirim, mesajı gönderen kişinin, mesajın nasıl
algılandığını ve bu algının duygu, düşünce ve davranış düzeylerinde ne gibi etkiler
yaptığını görmesi açısından önemli olmaktadır45.
İletişim sürecinde, mesajı verenin davranışı, mesajı alanın davranışından
bağımsız olamamaktadır. Bütün iletişim durumlarında veren ve alan arasında bir
etkileşim söz konusudur. Buna bağlı olarak dairesel mesaj alışverişi, iletişimi durağan
değil, dinamik bir süreç haline getirmektedir. Bu süreç içinde konuşan kişi de dinleyici
de, hem mesaj alan hem de veren rolündedir. Kişi bu rolü üstlendiği bütün durumlarda,
iletişim süreci içindeki diğer kişi ya da kişileri etkileme potansiyelini de taşımaktadır.
İnsanlar arasındaki iletişim, herkesin mesajlar gönderdiği, aldığı, yorumladığı ve
aynı anda hepsi ile ilgili sonuçlar çıkardığı, başlangıcı ve sonu olmayan bir süreç olarak
belirtilmekte, bu süreçte kişilerin birbirlerine farklı birtakım anlamlar yükledikleri
semboller gönderdikleri ve kişilerin güdü, algı, eğilim ve tutumlarının kuracakları
45
Elena Plante, “Introduction to Feedback and Executive Control ın Human Communication”, Journal of
Communication Disorders, Volume 31, Issue 6, November 1998, s.459.
49
ilişkilerini etkilediği görülmektedir. Kişi, çevresindekilere, olaya ya da kişiye ilişkin
algılamaları, tutumları, duygu ve düşünceleri doğrultusunda tepkiler vermektedir.
Kuşkusuz kişiler dışında kültür, ilişkinin türü ve roller, mevsim, yer vb. iletişimi
etkileyen başka unsurlar da söz konusu olmaktadır. Ancak kişilerarası iletişim
sürecinde, kişilerin kontrolü altında olan davranışsal etkiler ön plana çıkmaktadır.
1.2.1. Kişilerarası İletişimin Temel Özellikleri
Kişilerarası iletişimle ilgilenen sosyal bilimcilerin, genel anlamda aşağıdaki
yaklaşımlardan birini benimsedikleri görülmektedir:
- Bir kişilerarası iletişim modeli geliştirmek- sürecin bileşenlerini tanımlamaya çalışmak
-Etkili kişilerarası iletişimle ilgili davranışları tanımlamak- kişilerarası iletişim
becerilerini tanımlamak.
Bu noktada kişilerarası iletişimi tam anlamıyla anlayabilmek için, her iki yaklaşımı
bütünleştirmenin gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Kişilerarası iletişim kurulduğunda, kişilerin birbirleriyle kültürel, sosyolojik ve
psikolojik bilgiler paylaştığı, kültürel bilginin bir grup tarafından paylaşılan dil,
değerler, inançlar, alışkanlıklar ve adetlerinden oluştuğu, sosyolojik bilginin, bireyin
çeşitli gruplardaki rolleriyle ilgili olduğu ve psikolojik bilginin ise kişinin öğrenilmiş
deneyimler ve davranışlarını içerdiği ifade edilmektedir. Sonuç olarak kişiler iletişimi,
kültürel normlar ve sosyal roller temelinde yapılandırmaktadır46.
İlk karşılaşmadan sonra eğer kişi konuşmayı sürdürmeyi seçer ve karşısındaki
kişiyi çok daha iyi tanımaya odaklanırsa ve eğer kişinin kişilerarası iletişim yeteneği
ilişkinin gelişimi için yeterince gelişmişse, ilk ilişkiler birtakım niteliksel değişikliklere
maruz kalabilmektedir. İlişki niteliksel olarak değiştikçe, çok daha kişilerarası bir
özellik kazanmaktadır.
Bazılarına göre kişilerarası iletişim, herhangi bir aracı olmaksızın en az iki kişi
arasında gerçekleşen bir iletişim sürecidir. Diğerlerine göre içtenliği, açıklığı ve
karşılıklı ilgiyi ifade eden herhangi bir iletişim, kişilerarası niteliktedir. Bu tür yorumlar,
iki yakın arkadaşın telefonda konuşması ya da birbirine samimi mektuplar yazan iki
sevgilinin
arasında
kişilerarası
iletişim
olup
olmadığı
konusunu
açıklığa
kavuşturamamaktadır. Kişilerarası iletişimin yaygın pek çok tanımı, bu kavramın kitle
46
John S. Caputo, Harry C. Hazel, Colleen Mcmahon, a.g.e., s.13.
50
iletişimi gibi diğer iletişim türlerinden farklı olduğunu ve onlardan ayrılması gerektiğini
ortaya koyarak, bu ayırım sorunundan kaçınmaya çalışmıştır. Bu tür tanımlar her şeyin
ve hiçbir şeyin kişilerarası iletişim olarak adlandırılabileceğini ileri sürmektedir.
Burgoon’a göre ise, iki kişi arasında yüzyüze temelde gerçekleşen tüm
iletişimler, kişilerarası iletişim mahiyetinde değildir. ‘Dyad’ın, yani iki kişi arasındaki
etkileşimin, kişilerarası iletişim için muhtemel bir çerçeve oluşturmasına karşın,
yalnızca iki kişinin, herhangi bir aracı olmaksızın sohbet etmelerinden dolayı, bu durum
ilişkinin ya da iletişimin, kişilerarası olması anlamına gelmemektedir.47 İki kişi herhangi
bir kişilerarası amaç temelinde olmaksızın aracılanmamış bir çerçevede tartışabilmekte,
yaşamsal istatistikler hakkında bilgi edinebilmekte ya da pek çok sayıda şeyler
gerçekleştirebilmektedir. Ortaya atılan ikinci iddia, kişilerarası iletişimin çeşitli
çerçevelerde ve yerlerde ortaya çıkabileceğidir. Küçük gruplarda bazı iletişimler
kişilerarası nitelik gösterirken, bazıları göstermemektedir.
Başka bir şekilde ifade edilecek olursa, kişilerarası iletişimin belirleyici
nitelikleri koşullarla sınırlı değildir. İletişimsel bağlamla ile ilgili ayırımlar, bu karmaşık
süreç üzerinde çalışmalar yapılmasını oldukça kolaylaştırmaktadır.
İletişimin yapısı, niteliği onun kişilerarası olup olmamasını belirlemektedir. Son
iddia ise kişilerarası iletişimin, iletişimin diğer katılımcısının tekliğiyle ilgili belli bir
dereceye kadar karşılıklı farkındalığı gerektirmesidir. Bu farkındalık, kişiye diğerinin
gereksinimleri, güdüleri, tepkileri ve tercihleriyle ilgili tahminlerde bulunma ve
değerlendirmeler yapma imkanı sunmaktadır48. Bu ayırım, kişilerarası iletişimi kitle
iletişimi ya da diğer iletişim türlerinden çok daha az formal bir duruma getirmektedir.
Kişilerarası iletişim birbirleriyle çeşitli roller içinde ilişkilerde bulunan iki kişiyi
kapsamaktadır. Roller ve ilişkiler üzerine odaklanan bu tanımlamanın dışında, bazı
yazarlar kişilerarası iletişimi daha spesifik bir biçimde ortaya koymaktadır. Örn: John
Stewart, bu konuda şöyle bir açıklama getirmektedir: “Kişilerarası iletişim roller,
maskeler ya da stereotipler arasında değil, kişiler arasında olmaktadır. Kişilerarası
47
Michael Ruffner, Michael Burgoon, Interpersonal Communication, Holt, Rinehart and Winston,
USA, 1981, s.9.
48
A.g.e., s.10.
51
iletişim, bizi insan yapan şeylerin bir kısmını farkına vardığımız ve paylaştığımızda
meydana gelmektedir”49.
Stewart, kişilerin belirli bir biçimde birbirleriyle iletişim kurmaları gerektiğini
ifade etmektedir. Aşağıda belirtilen türde kişisel ilişkileri geliştirmek için iletişim
kurulması gerektiğini savunmaktadır:
- Yüksek derecede güven olduğunda,
- Her kişi, kendi duygularını ve kişisel geçmişini açık bir biçimde tartışmaya hazır
olduğunda (çoğunlukla kendini açmayı (self-disclosure) ifade etmektedir,
- Taraflar arasında samimi ve karşılıklı sevgi ve ilgi olduğunda.
Böylece Stewart, kişilerin sadece yapmaları gereken biçimde iletişim kurdukları
durumu, kişilerarası olmanın dışında değerlendirmektedir. Sözgelimi, kişinin çok iyi
tanımadığı ancak kendisinden üstün bir otorite konumunda olan diğer kişinin, örneğin
bir öğretmenin, kendisine hal hatır sorduğu düşünüldüğünde, o kişinin belki de çok iyi
hissetmemesine karşın, iyi olduğunu ifade ettiği görülmektedir. Üzerinde çok fazla
düşünmeksizin, kişi orijinal sorunun amacının, kendisi hakkında iyi olup olmadığıyla
ilgili samimi araştırma olmadığının, tamamen sosyal bir jest olduğunun bilincine
varmaktadır. Soruyu soran kişi, karşısındakiyle gerçek anlamda ilgilenmekten öte,
kendisini buna mecbur hissettiği için bu eylemi gerçekleştirmektedir. Bundan dolayı,
soru sorulan kişi, nazik fakat dürüst olmayan bir yanıt ortaya koymaktadır. İşte,
Stewart’ın ifade ettiği, kişilerarası olarak adlandırılmaması gereken bir biçimde iletişim
kurmaktadır.
Bunun yanında kişilerarası iletişim, bir olay ya da olaylar dizisinden öte, devam
eden bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Bir olay düşünüldüğünde, genellikle,
meydana gelen kesin ve belli bir başlangıcı ve sonu olan bir şeyin göz önünde
canlandığı görülmektedir. Kişilerarası iletişimin bu şekilde değerlendirilmesi ise,
yanıltıcı olabilmektedir. Bu konudaki akademik tartışmalar, kişilerarası iletişimi sürekli
gelişen bir süreç olarak anlamanın önemini vurgulamaktadır. Örneğin, seçim için
mülakat yapılan bir ortamda, bekleme salonunda bir aday oturmaktadır. Hangi noktada
aday görüşmecilerle iletişime başlamaktadır, kişi o ortama geldiğinde mi, ilk soruyu
yanıtladığında mı, görüşmenin yapıldığı odaya vardığında mı, seçim komisyonunun
49
Peter Hartley, Interpersonal Communication, Routledge, Florence, USA, 1999, s. 22.
52
üyesini selamlamak için ayağa kalktığında mı gibi pek çok soru akla gelmektedir.
Adayın tüm bu noktalardaki davranışı, iletişimin süregelen bir süreç olma niteliğinden
dolayı, ne olacağını yönlendiren bir etkiye sahiptir.
Statik ve işlemeyen, hareketsiz bir nitelik taşımayan kişilerarası iletişim, aksine
ilerleyen bir süreçtir. Kişilerarası iletişim kapsamındaki her şey değişme durumunda
bulunmaktadır. Kişi sürekli değişmekte, aynı zamanda iletişim kurduğu kişiler ve
çevresi de sürekli değişmektedir. Bazen bu değişiklikler göze çarpmayan bir seyir
izlemekte, bazen de son derece açık, belirgin biçimlerde açığa çıkmakta, tüm bunların
yanında ne şekilde olursa olsun değişim her zaman görülmektedir50.
Kişilerarası iletişim, en iyi biçimde dairesel ve sürekli bir yapıda
tanımlanmaktadır. İletişim, mesajların konuşmacıdan dinleyiciye doğru iletilmesi olarak
ele alındığında, konuşmacıyla başlayıp dinleyiciyle biten bir süreç ifade edilmektedir.
Bu, doğrusal bir bakış açısıdır. Gerçekte kişilerarası iletişim, her kişinin her iki role de
sahip olduğu, bir başka deyişle aynı zamanda birer konuşmacı ve dinleyici, mesaj ileten
ve buna tepki veren olarak dairesel bir süreci ortaya koymaktadır.
Kişilerarası iletişim süreci devamlıdır. Açık bir biçimde başlamamakta ve açık
bir yolla sonlanmamaktadır. Belirli bir iletişimsel hareketin başlaması ve süreci
sonlandırmanın mümkün görünmesine karşın, gerçekte süreç bitmemiştir ve bir
başlangıcın açık bir biçimde farklılaşabilmesinin olanaklı olmadığı ifade edilmektedir.
Günlük yaşamdan bir örnekle konu incelendiğinde, kişinin başka bir kişiyle
karşılaşması ve konuşması durumunda, bu etkileşimin konuşmaya başlandığında ya da
kişilerin birbirlerini ilk gördüklerinde başladığı söylenebilmektedir. Bununla birlikte,
tarafların söylediği şeylerin ve etkileşim sırasında birbirlerine nasıl tepki verdiklerinin,
büyük ölçüde örneğin kişinin kendisine olan güveni, geçmiş deneyimi, korkuları,
yetenekleri, beklentileri, gereksinimleri ve diğer pek çok faktörler gibi önceden belli
olmayan bir zamanda başlamış olan faktörlere bağlı olduğu ifade edilmektedir.
Kişilerarası iletişim, zaman sürecinde eklemlenen bir süreçtir. Kişi bugün
karşısındakine ne söylerse söylesin, karşıdakinin o kişiyi geçmişte söyledikleri ve ayrıca
ondan ne söylemesini beklediği temelinde yorumladığı ifade edilmektedir. Daha
önceden iletişim kurmuş insanlar arasında iletişimi anlayabilmek için, ilişkilerinin
50
Joseph A. Devito, The Interpersonal Communication Book, a.g.e., s.22.
53
tarihini göz önüne almanın gerekliliği ortaya konmaktadır. Çünkü, şu anda bu, onların
birbirlerinin söylediklerini nasıl yorumladıklarını son derece etkileyebilmektedir.
Kişilerarası iletişimin diğer özelliklerini ise şöyle ifade etmek mümkündür:
- İki kişi bir araya geldiği ve birbirlerini fark ettikleri anda iletişim kaçınılmaz
olmaktadır. Bu, kişilerarası iletişimin en temel ilkesini oluşturmaktadır. Bir karşılaşma
sürecinde, kişiler birbirlerinin varlığının farkında iseler, bütün davranışlar bir mesaj
değeri içermekte ve iletişim yaşanmaktadır. Sözcüklerin, sessizliğin, hareketin,
hareketsizliğin tümüyle iletişim potansiyeli içerdiği görülmektedir. Konuşma olmaması
ya da diğer kişiyi/kişileri görmezlikten gelmek, iletişim olmadığı anlamına
gelmemektedir.
Örneğin, bir otobüs yolculuğunda, kişi yanında oturan kişiye arkasını dönerek ve
hiç konuşmayarak onunla iletişime girmediğini düşünebilmektedir. Oysa, o kişiye şu
anda kendisiyle konuşmak istemediği sessiz mesajını iletmiş olmaktadır. Aynı şekilde
kişiler arasında yaşanan dargınlığın da iletişimin bittiğini göstermediği görülmektedir.
Kişiler, dargın oldukları süre boyunca birbirlerine kızgın oldukları ve konuşmak
istemedikleri mesajını vermektedir. Dolayısıyla, kişilerin birbirlerinin farkında oldukları
sürece iletişim kurmamaları söz konusu değildir. Konuşmayı reddetmek de bir iletişim
mesajıdır ve önemli bir mesajdır.
- Kişilerarası iletişimde hem içerik, hem de süreç vardır. Sözel mesaj
alışverişleri sırasında mesajların sözcüklerle sınırlanan bölümü içerik olarak ifade
edilmektedir. Ancak iletişimde sözcükler kadar, ses tonu, beden duruşu, mimikler ve
jestler de önemlidir. İletişimin sözel olmayan unsurları, sözcüklerin vermediği ya da
vermek istemediği mesajları verebilmektedir.
Sözel iletişim sırasında verilen mesajın sözcüklerle sınırlı içeriğinin ötesinde
verilen diğer mesajlar da süreç olarak nitelendirilmektedir. Süreç, söze dökülmeyen alt
mesajın nasıl bir mesaj olduğunu göstermektedir. Örneğin, basit görünen pek çok soru,
farklı durumlarda ve farklı biçimlerde sorulduğunda, birbirinden farklı mesajlar
verebilmektedir.
Aynı içerik farklı zaman ve durumlarda farklı mesajlar verebilmektedir.
Kişilerarası iletişimde kişilerin birbirlerine verdiği mesajlar, yalnızca sözcüklerin
anlamıyla
sınırlı
kalmayıp,
sözel
olmayan
54
diğer
iletişim
yollarıyla
zenginleştirilmektedir. Herhangi bir şeyi söylemek için seçilen zaman, kullanılan ifade,
ses tonu, mimikler gibi sözel olmayan ifade araçları, verilen mesajın, mesajı alan kişi
tarafından belli biçimlerde algılanmasına ve yorumlanmasına yol açmaktadır. Bunlar,
mesajın içeriği hakkında verilen bilgilerdir. Buna bağlı olarak iletişimde süreç en az
içerik kadar, hatta bazen daha da önemli olarak karşımıza çıkmaktadır.
İletişim sırasında karşıdaki kişi, ne söylendiğine olduğu kadar, onun nasıl
söylendiğine de bir tepki vermektedir. Kişilerarası iletişim sürecinde, kişilerin nasıl
söylendiğine daha duyarlı oldukları görülmektedir. Bu nedenle, kişinin söylediklerini
nasıl söylediğine ve karşıdaki kişinin bu mesajı nasıl algıladığını gösteren ipuçlarına
dikkat etmek, sağlıklı iletişimin önemli ayrıntıları olarak değerlendirilmektedir. Eğer
iletişimde süreç ve içerik farklı mesajlar veriyorsa ya da süreç net değilse, bu durumda
iletişimde tıkanıklıklar, yanlış anlaşılmalar ya da belirsizliklerin ortaya çıkması
kaçınılmaz olmaktadır.
Bu gibi durumlarda karşıdaki kişiye asıl söylemek istediği şeyin ne olduğu
sorulmadığında, kişi söylenenleri kendi algıladığı biçimde değerlendirmektedir. Kendi
algısının, karşıdakinin vermek istediği mesaja uymaması durumunda, bu algının
etkisiyle verdiği tepki, o iletişim sürecinde bazı sorunlar yaratabilmektedir. Böylece
etkili bir mesaj alışverişi için verilmek istenen gerçek mesajın, açık ve net bir biçimde
ortaya konması gerekliliği gözler önüne serilmektedir.
Algı, bilişsel fonksiyonlarla gerçekleşen bir süreçtir. Algılama sırasında zihne
gelen bilgiler bir takım süzgeçlerden geçirilmekte, bu bilgilere biçim verilmekte ve
isimlendirilmektedir. Nesneler bile, varolan bütün özellikleriyle oldukları gibi
algılanamayabilmektedir. Kısacası algılama, kişinin geçmiş yaşantısından, gelecekle
ilgili beklentilerinden ve o andaki duygu ve düşüncelerinden etkilenen, kişiye özgü bir
süreçtir. Her kişinin olaylara bakış açısı farklıdır. Buna bağlı olarak, kişilerarası
iletişimde algı farklılıkları ve bunların yarattığı sorunlarla sık sık karşılaşılmaktadır. Bu
sorunların ilişkilere zarar vermeyecek düzeye indirgenebilmesi için, iletişim süreci
içinde duruma ve verilen mesajlara ilişkin kişinin hem kendi algısını hem de
karşısındakinin
algısını
netleştirmeye
çalışarak,
yakalayabilmesi son derece önemlidir.
55
içeriğin
ötesindeki
süreci
- Kişilerarası iletişimde tarafların verdiği mesajların sıralaması, süreç boyutunda
ele alınması gereken bir konudur. İletişim süreci içinde bir mesajın ardından hangi
mesajın geldiği etkileşimden çıkarılan anlamı etkilemektedir. Örneğin, evli bir çiftte her
iki taraf da kendi davranışlarını ve yaşadıkları çatışmalı durumu bir neden-sonuç ilişkisi
çerçevesinde yorumlayarak, bunlara karşı tarafın neden olduğu mesajını vermektedir.
İki kişi biraraya geldiğinde iletişim kaçınılmaz olduğuna ve bu, doğrusal değil,
dairesel bir süreç olduğuna göre kişilerarası ilişkilerde kişilerin biraraya gelip,
birbirlerinin farkına vardıkları anda, karşılıklı davranışlar zinciri başlamaktadır.
Davranış, akıl, duygu ve beden işbirliğinin bir ürünü olarak değerlendirilmektedir.
Davranışların tümüyle kişisel seçimler olduğu ifade edilmektedir. Ancak burada
vurgulanmak istenen, mesajların niteliği ve içeriği değil, bir mesajın mutlaka bir
diğerini getireceği ve davranışların bir sırayı izlediği gerçeğidir.
Kişinin karşısındakinin hangi sözünün ardından neyi söylediği, ya da onun hangi
davranışının ardından neyi yaptığı, süreci incelerken önemle üzerinde durulması
gereken konulardan biridir. Bu nedenle kişilerarası ilişkilerde bir çatışma söz konusu
olduğunda, etkileşimin ne şekilde yol aldığına bakmak gerekmektedir. Böyle bir anda
kişilerin alışılagelmiş davranış kalıpları içine kilitlenmek yerine, etkileşim sürecinin
başına dönüp bu noktaya nasıl geldiklerini birlikte araştırmaları problemin
çözümlenmesinde yardımcı olmaktadır.
- Duruş, bakış, mimikler, jestler, ses tonu gibi ifade biçimlerini içeren sözsüz
iletişimin kişilerarası ilişkilerdeki önemi büyüktür. İletişimde sözel olmayan ipuçları en
az sözcükler kadar, hatta zaman zaman daha da etkili olabilmektedir. Bunlar bazen
doğrudan mesaj vermek için kullanılmaktadır. Örneğin, kişi birine öfkeli olduğunu onun
gözünün içine dik dik bakarak belli etmeye çalışabilmektedir.
Bazen de sözel bir mesajı yorumlayabilmek için, ona eşlik eden sözel olmayan
ifade yollarına dikkat edilmektedir. Örneğin, kişi ‘seninle konuşmak istediğim şeyler
var’ gibi bir cümlenin ardında nasıl bir mesaj olduğunu, bunu söyleyen kişinin
kullandığı sözsüz mesajlardan (bakışı, ses tonu, mimikleri, duruşu, seçilen zaman)
değerlendirerek yorumlamaya çalışmaktadır.
56
Davranış, kişilerarası ilişkilerde sözcüklerden daha fazla dikkate alınan bir ifade
aracıdır. Sözel mesajlar gibi, sözsüz mesajlar da kişiye ya da duruma özgü algılandığı
için yanlış yorumlanabilmektedir51.
Herhangi bir durumu, nesneyi, sözel mesajı ya da bir bilgiyi gerçeğinden farklı
algılama durumuna, ‘algı çarpıtması’ ya da ‘çarpık algılama’ adı verilmektedir. Bu
durum, genellikle yetersiz veriyle yola çıkıp, çabuk sonuca varıldığında ortaya
çıkabilmektedir. Sözel davranışın doğru algılama için tek başına yeterli olmadığı gibi
aynı şekilde, sözel olmayan ipuçlarının da doğru algılama için yetersiz olduğu
görülmektedir. Çarpık algılamalar hem kişinin kendisine, hem de ilişkilere zarar
verebilmektedir.
Örneğin, kişinin yetersiz verilerden yola çıkarak, çevresindeki kişilerden aldığı
mesajları yanlış yorumlaması ve ‘kimse beni sevmiyor’ gibi bir sonuca varması
durumunda, bu algının olumsuz etkisiyle kendisini diğer insanlardan uzak tutabildiği,
ilişkiye girmediği için de sevgi alışverişinde bulunamadığı gözlemlenmektedir. Bu
durum değişmediği sürece her geçen gün, sahip olduğu bu inancı daha da pekişmekte ve
sonunda kendisine, kimsenin kendisini sevmediğini kanıtlamaya çalışmaktadır. Oysa
başlangıçta bu, gerçeği yansıtmayan çarpık bir algıdır. Ancak ona inanıp kendisini
insanlardan uzak tutması sonucunda hem onlara hem de kendisine sevgi kanalını
kapattığı için bu varsayım gerçeğe dönüşmüştür. Bu durum, ‘kendini gerçekleştiren
kehanet’ olarak değerlendirilmektedir. Kendini gerçekleştiren kehanet, gerçeğin
çarpıtılması sonucunda oluşturulan algının, zaman içinde gerçeği etkileyerek
değiştirmesi biçiminde tanımlanmaktadır.
Sözcüklerle beden dilinin birbiriyle uyum içinde olması, birbiriyle çelişen değil,
birbirini tamamlayan mesajlar vermesi, çevredekilerin o kişi için oluşturdukları algıların
gerçeğe daha yakın olmasını sağlamaktadır.
- Kişilerarası iletişimi oluşturan bileşenler birbirine bağlıdır. Kişilerarası
iletişimdeki bileşenler birbirleriyle bütünleşmektedir, asla bağımsız olmayıp birbirlerine
bağlıdır. Kişilerarası iletişimin her öğesi diğer öğelerle ve sürecin bütünüyle bağlantılı
olarak var olmaktadır. Örneğin, alıcı olmaksızın kaynak, kaynak olmadan mesaj, alıcı
51
Richard Dimbleby, More Than Words: An Introduction to Communication, Routledge, Florence,
USA, 1998, s. 42.
57
olmaksızın geribildirimden söz etmek mümkün değildir. Kişilerarası iletişim sürecinin
her boyutu tüm diğer boyutlarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır ve bu bağımlılıktan dolayı
herhangi bir öğedeki değişiklik, diğerlerinde de değişikliklere yol açmaktadır. Örneğin
bir ders ya da girdikleri son sınavla ilgili öğrencilerin konuştuğu bir ortama öğretmenin
de katıldığı düşünüldüğünde, katılımcılardaki bu değişiklik, belki söylenen şeylerin
içeriği, ifade ediliş tarzı gibi diğer değişikliklere de neden olmaktadır. Bununla birlikte
hangi değişikliğin ortaya çıktığının önemi olmaksızın, sonuçta diğer değişiklikler de
meydana gelmektedir.
Bu birbirine bağlı olma durumu ve değişen faktörlerden dolayı, mesajın
gönderilmesi ve geribildirim sürecinin tam anlamıyla tekrarlanamadığı ifade
edilmektedir. Her kişi bir andan diğerine aynı olmadığından, farklılık gösterdiğinden
dolayı, kişinin aynı şeyi aynı biçimde yapmasının mümkün olmadığı görülmektedir.
Sonuç olarak tüm kişilerarası etkileşimlerin yeni, alışılmamış deneyimler olmasına bağlı
olarak,
kişilerarası
iletişimin
tekrarlanamamazlık
niteliğine
sahip
olduğunu
söyleyebilmek mümkündür.
- Her katılımcı bir bütün olarak etki ve tepkide bulunmaktadır. Kişi örneğin
sadece duygusal düzeyde ya da sadece bilişsel tepki verememektedir; çünkü kişilerin
beden ve akılla cevap verdiği ortaya çıkmaktadır. Kişilerarası iletişimdeki tepkiler
sadece söylenen şeye ya da beden diline dayalı olmamakta, bunun yanında kişinin
varlığını oluşturan önceki deneyimleri, şimdiki duyguları, bilgisi, fiziksel sağlığı ve
diğer pek çok faktöre de dayanmaktadır.
- Kişilerarası iletişim karmaşık bir süreçtir. Hiçbir iletişim biçiminin basit bir
süreç olmadığı görülmektedir. Süreçteki karmaşık pek çok değişkene bağlı olarak, en
basit istekler bile son derece karmaşık olarak değerlendirilmektedir. Kuramcılar,
kişilerarası iletişim sürecinde, sürece en az altı aşamanın dahil olduğunu ortaya
koymaktadır52:
- Kişinin kendisiyle ilgili düşünceleri,
- Karşıdaki kişi hakkındaki düşünceleri,
-Karşıdakinin, kendisiyle ilgili ne düşündüğü hakkında kişinin sahip olduğu düşünceler,
52
Donnell King, “Four Principles of Interpersonal Communication”,
http://www.pstcc.cc.tn.us/facstaff/dking/interpr.htm, 25.09.2004.
58
- Karşıdaki kişinin kendisiyle ilgili düşünceleri,
- Karşıdaki kişinin iletişim kurduğu kişiyle ilgili düşünceleri,
- Kişinin, karşısındaki hakkında ne düşündüğüyle ilgili karşıdakinin düşüncelere sahip
olmasıdır.
Kişilerin gerçekte fikirlerin değil, fikirleri temsil eden sembol alışverişinde
bulunmaları, iletişim sürecini karmaşıklaştıran bir diğer neden olarak belirtilmektedir.
Kelimelerin (semboller) kendilerinde doğuştan var olan anlamlara sahip olmadığı,
kişilerin onları belirli biçimlerde kullandığı ve iki kişinin aynı kelimeyi farklı
anlamlarda kullanabildiği ifade edilmektedir.
- Kişilerarası iletişim belirli koşullara bağlıdır. Bu ilke, kişilerarası iletişimin tek
başına ortaya çıkmadığı noktasına odaklanmaktadır. Psikolojik bağlam, iletişim
sürecindeki her iki tarafın kim olduğu ve etkileşime ne getirdiğidir. Kişilerin
gereksinimleri, istekleri, değerleri, kişilikleri gibi kendileriyle ilgili bilgileri
kapsamaktadır. İlişkisel bağlam ise, kişinin karşısındakine gösterdiği tepkilerle
ilgilenmektedir.
Durumsal bağlam, psiko-sosyal açıdan iletişimin hangi düzeyde gerçekleştiğini
ön plana almaktadır. Örneğin, sınıf ortamıyla bar ortamında gerçekleşen iletişim
arasında belirli farklar görülmektedir. Çevresel bağlam ise, fiziksel anlamda iletişimin
nerede gerçekleştiği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ortam, mobilyalar, gürültü düzeyi,
sıcaklık, mevsim, günün saatleri gibi faktörler çevresel koşulun örneklerini
oluşturmaktadır.
Kültürel bağlam, iletişimi etkileyen tüm öğrenilmiş davranışları ve kuralları
içine almaktadır. Örneğin, uzun ve doğrudan göz temasında bulunmanın kibarlıktan
uzak bir hareket olarak değerlendirildiği bir kültürden gelen kişi, göz temasından
kaçınmaktadır. Bununla birlikte, iletişim sürecinde diğer kişinin, aynı hareketin,
dürüstlüğün bir göstergesi olarak değerlendirildiği bir kültürden gelmesi durumunda, bu
iki kişinin kültürel koşullar açısından, yanlış anlaşılmaların ortaya çıktığı bir süreci
yaşaması kaçınılmaz olmaktadır53.
53
Tim Borchers, “Functions of Interpersonal Communication”,
www. abacon.com/ commstudies/interpersonal/infunctions.html, 08.07.2004.
59
1.2.2. Kişilerarası İletişime Kuramsal Bakış Açısı
Kişilerarası ilişkilerle ilgili çalışmalar, önceki dönemlerde, çoğunlukla
laboratuar ortamında, dolayısıyla oluşturulan yapay koşullarda birbirleriyle ilk kez
karşılaşan kişilerin tepkilerinin ölçülmesi biçiminde gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların
bir kısmında, kişilerin birbirlerini görmeden, sadece kağıt üzerindeki belirli tutum ve
özelliklere tepki gösterdikleri görülmektedir. Gerçekte var olmayan ilişkilerin
incelendiği bu araştırmaların ortaya koyduğu bulgular, yaşamda karmaşıklık,
değişkenlik ve çeşitlilik gösteren insan ilişkilerine ait gerçekçi bilgiler vermekte yetersiz
kalmakta ve hatta yanıltıcı olabilmektedir.
Yapılan çalışmaların büyük bölümünde, ilişkilerin değil, kişilerin düşünce, algı
ve değerlendirmeleri üzerinde odaklanılmaktadır. Bireyin düşünce ve davranışlarından
yola çıkılarak, kişilerarasındaki iletişim sürecine açıklama getirilmeye çalışılmaktadır.
Araştırma birimi olarak minimum iki kişilik gruplar alınması gereken durumlarda, tek
kişi ile yetinildiği ortaya çıkmaktadır.
1970’li yıllardan önceki dönemlerde, insan ilişkileri açısından mercek altına
alınan örneklem gruplarının sınırlı olduğu, çoğunlukla üniversite öğrencilerinden
oluştuğu görülmektedir. Üniversite öğrencilerinin arkadaşlık ve flört ilişkileriyle, ilk kez
yüzyüze gelen kişilerin birbirlerinden hoşlanıp hoşlanmama nedenleri üzerinde
yoğunlaşılmıştır. Diğer yaş gruplarını oluşturan kişilerin ilişkileri ile ilişkilerin zaman
sürecinde geçirdikleri evreler, inceleme alanı dışında bırakılmıştır.
O dönemdeki araştırmaların çıkış noktasını meydana getiren kişilerarası
çekicilik kavramı, tutum (attitude) kavramından etkilenmiş, buna bağlı olarak olumlu
olumsuz uçları olan (hoşlanmak-hoşlanmamak) tek boyutlu bir değerlendirme ölçütü
olarak ortaya konmuştur. Oysa ki kişilerin, birbirlerine ilişkin duygu ve düşüncelerinin
tek bir boyutla belirlenemeyeceği, kişilerarası ilişkilerin incelenmesinde birden çok
boyuta gereksinim duyulduğu görüşü ortaya çıkmıştır. Ayrıca farklı insan ilişkilerinde
farklı boyutların önemli olabileceği ifade edilmiştir. Örneğin arkadaşlık, aşk ve anneçocuk ilişkisinin değişik boyutlarda incelenmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur.
İnsan ilişkileriyle ilgili açıklamaların ortaya konmasında tutum kavramından
etkilenmenin bir diğer sonucu da, duygusal boyutun göz önüne alınmayarak, kişilerarası
60
ilişkilerin daha çok kişilerle ilgili olumlu-olumsuz kararların alındığı karşılaşmalar
olarak nitelendirilmesidir.
Kişilerarası çekicilik kavramının farklı duygu ve düşünceleri belirlemekte
yetersiz kaldığı ifade edilmiş, her tür ilişki için kullanılan çok genel bir kavram olduğu
konusunda eleştiri getirilmiş, bu yüzden yeni kuram ve kavramların üretilmesi
gereksinimi kendini hissettirmiştir. Bu yeni kavramların arasındaki benzerlik ve
farklılıkların belirlenmesinin önemine dikkat çekilmiştir. Bu kavramlar “fiziksel çekim
(physical attraction), hoşlanma (like), sevgi (love), değişik sevgi ve aşk türleri, beğenme
( positive evaluation), çatışma (conflict), bağlılık (attachment), bağımlılık (dependence),
bağıtlılık- kendini bağlama (commitment), birlikte olma isteği (affilation)...gibi”54
olarak belirtilmektedir.
İkili ilişkilerin, pek çok araştırmada, sosyal çevreden soyutlanmış biçimde
incelendiği görülmektedir. Buna karşın, ilişkilerin sosyal ve fiziksel çevreden
etkilendiği ve bu çevreleri etkilediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. İlişki ve ilişkinin
çevresini birbirine bağlı sistemler gibi düşünmek gerekmektedir.
Tüm bunların bileşiminde gelinen nokta, 1970’li yıllara kadar yapılan
araştırmaların, insan ilişkileriyle ilgili belli bir bilgi birikimi sağlamakla birlikte
araştırmalarda kullanılan kavram ve yöntemlerin pek çok yönden eleştirildiğidir.
Getirilen bu eleştiriler ışığında, 20. yüzyılın ikinci yarısında kişilerarası ilişkiler
alanında ön plana çıkan gelişmeleri şöyle ifade etmek mümkündür:
Önceki çalışmalarda çevreden soyutlanmış olarak incelenen insan ilişkileriyle,
bu dönemde fiziki ve sosyal çevrenin etkileşimi göz önüne alınmaktadır. Durumsallık
(contextualism) olarak ortaya çıkan bu görüş ışığında, çevre ve durum, kişilerin kimlerle
hangi tür etkileşimlerde bulunduklarını belirlerken, aynı zamanda değişik davranışların
olasılık, yorum ve değerlendirmeleri konusunda da belirleyici olmaktadır. Örneğin
suratını asan bir kişi çeşitli sorunların yaşandığı bir ortam veya bir doğum günü
partisinde farklı algılanmakta ve farklı değerlendirilmektedir.
Bu görüş çerçevesinde gerçekleştirilen çalışmalar, kişilerin bulundukları
ortamların etkilerinin bilincinde olduklarını ortaya koymakta, farklı amaçlar için değişik
ortamları seçtiklerini göstermektedir. Örneğin, evlilik yıldönümü için bir restoran,
54
Nuran Hortaçsu, İnsan İlişkileri, İmge Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1997, s.13.
61
günlük sohbet için bir pastanenin tercih edilmesi gibi. Dolayısıyla kişilerin aktif
varlıklar olarak, ortamları kendi amaçlarına uygun olarak kullanabildikleri ifade
edilmektedir.
Son yıllarda ikili ilişkileri, içinde bulundukları daha geniş ilişkiler ağı
çerçevesinde ele alıp, değişik ilişkiler arasındaki karşılıklı etkileşimi inceleyen
araştırmalar yapılmaktadır.
Önceki araştırmalarda örneklemin sınırlı tutulmasına karşın, yeni dönemde insan
ilişkilerinin gelişimsel açıdan da incelendiği görülmekte, bu nedenle yaş dağılımının
genişleyerek çocuk ve yaşlıları da kapsadığı ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak, aynı
yaştaki kişilerin değişik ilişkileri de bir arada incelenmektedir. Örneğin gençlerin
ebeveyn ve arkadaşları ile olan ilişkilerinin aynı araştırmada incelendiği, böylelikle
değişik ilişkilerin kıyaslanabilmesinin mümkün olduğu görülmektedir.
1970’li yıllardan sonra arkadaşlık ilişkileriyle, erişkinlerin kendi aile çevreleri ve
çocukları ile olan ilişkileri incelenmekte ve bu ilişkilerin eşlerle olan ilişkiler üzerindeki
etkileri üzerinde durulmaktadır. Son dönemde geniş bir araştırma alanı oluşturan bir
diğer konu da, kişilerin sahip olduğu sosyal desteğin bir başka deyişle çevreden
sağlanan maddi, manevi yardımın, kişi ve ilişkileri açısından önemini ortaya
koymaktadır.
Kişilerarası ilişkiler ile ilgili önceki dönemlerde ortaya çıkan eski kuramların,
1970’li yıllarda ön planda olan bilişsel (cognitive) görüş ışığında yenilendiği
görülmektedir.
Kişilerarası çekicilik kavramı çerçevesinde yapılan araştırmalar, ilişkilerin
başlangıcı ve gelişim sürecini etkileyen etmenler üzerinde odaklanırken, ‘insan
ilişkileri’ görüşünden kaynaklanan araştırmalarda ilişkilerin bozulması, ortaya çıkan
iletişim kopuklukları, bu bozulmaya yol açan nedenler, ilişkilerin sona ermesi
incelenmekte, kişilerin biten ilişkilerle ilgili duygu ve düşüncelerinin belirlenmesinin ön
plana çıktığı ifade edilmektedir.
Son yıllarda bilişsel akımın etkisi ile kişilerarası ilişkilerin bilişsel kalıpları ve
bunların yaşla gelişiminin, bilişsel-duygusal tepkilerin araştırma konuları olarak önem
kazandığı belirtilmektedir. Kişilerarası çekicilik kavramının yerine kişilerarası ilişkiler
kavramının ön plana çıktığı görülmektedir. İlişki kavramı üzerinde durulmasıyla
62
birlikte, ilişkilerin ilgili kişilerin özelliklerinin ötesinde, karşılıklı etkileşiminden
kaynaklanan özellikleri olabileceği ifade edilmektedir. Bu görüşe bağlı olarak,
ilişkilerin dinamik bir yapı gösterdiği ve çevre ile etkileşim içinde olduğu ortaya
konmaktadır. Örneğin iki kişi arasındaki arkadaşlık ilişkisi zaman içinde değişebilmekte
ve davranışlarda farklılıklar gözlenmektedir.
İlişkilerin değişik boyutlarda farklılık gösterebildiği görülmektedir. Bu boyutlar
etkileşimin içeriği (ne yapıldığı), çeşitliliği (kaç değişik türden davranış yapıldığı),
niteliği, ilişkiyi meydana getiren kişilerin davranışlarının karşılıklılığı (reciprocity),
benzerliği (similarity), eşitliği (equality), yakınlığı (intimacy), iletişimi, kişilerin
kendilerini ve ilişkilerinde karşı tarafı nasıl algıladıkları ve bu algıların ideal kişi ve
ideal ilişki kavramlarına olan benzerliği, kişilerin ilişkinin devam ve gelişmesine olan
bağlılıkları biçiminde ortaya konmaktadır55.
Burada üzerinde durulması gereken nokta, ilişkilerin davranışlar dizisi olmadığı,
onları oluşturan kişilerin etkileşimlerinden doğan etkileşimler dizisi olduğu savıdır.
Dolayısıyla
Kişilerarası
ilişkiler,
yalnızca
tarafların
kişisel
özellikleri
ile
açıklanamamaktadır. Bu yeni görüşün, sistem kuramı varsayımları ile de bağdaştığı
görülmektedir. Bu kuramın varsayımlarından biri, ilişkileri kişilerden oluşan ve dış
dünya ile bağlantılı sistemler olarak ifade etmektedir. Sistemler sürekli olarak
birbirlerini etkileyen, birbirine bağımlı öğelerden oluşmakta, her sistem kendi dışındaki
sistemlerin bir parçasını oluşturmaktadır.
Buna bağlı olarak, insan ilişkileri bir sistem içinde ele alınmakta, kişi içinde
yaşadığı fiziksel ve toplumsal çevreden etkilenmekte, bunun yanında kişiliği ve
davranışlarıyla iletişimde bulunduğu kişinin düşünce ve davranışlarını etkilemektedir.
Bu ikili ilişkiler, kişilerin sosyal çevrelerindeki diğer insanlarla olan ilişkileriyle de
etkileşim halindedir. Bu çok yönlü etkileşim, sistem kuramının varsayımını
oluşturmaktadır.
55
Nuran Hortaçsu, a.g.e., s.14.
63
Kişilerarası iletişim alanında ön plana çıkan kuramları ise şöyle ifade etmek
mümkündür:
Sosyal Nüfuz Kuramı (Social Penetration Theory)
Altman ve Taylor, Sosyal Nüfuz Kuramı sürecini belirleyen dört noktaya dikkat
çekmektedir56:
- Genel bilgiler içeren durumlar, kişisel bilgiden çok daha hızlı ve daha sıklıkla
paylaşılmaktadır.
- Kendini açma, özellikle ilişkilerin gelişiminin ilk aşamalarında karşılıklıdır.
- Nüfuz etme, başlangıçta hızlıdır ancak kişinin birbirine sıkıca sarılmış iç tabakalarına
ulaşıldıkça bir başka deyişle kişinin iç dünyasına ulaşıldıkça, hızlı bir biçimde
yavaşlamaktadır.
- Nüfuz etmeme giderek aşama aşama geri çekilen bir süreçtir.
Genişlik ve derinliğin, bir ilişkide ayrı ayrı ne yaptığı ölçümlendiğinde, eşit
derecede önemli oldukları görülmektedir. Bu iki kavram olmaksızın, ilişkilerin oldukları
noktaya doğru gelişmesinin mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Örneğin, bir evliliğin
gerçekleştirilebilmesi ve sürdürülmesi, kendini açmanın genişlik ve derinliğinin
seviyelerinin iyi durumda tutulmasıyla mümkündür. Onlar olmaksızın, bir evliliğin, aile
ve arkadaşlarla ilişkilerin sürdürülmesinin olanaksızlığı dile getirilmektedir.
Ödüller ve Maliyetler: Altman ve Taylor ödüller ve maliyetlerin matematiksel
temsilleri olarak bir bilimsel bakış açısı ortaya koymuşlardır. Bunun yanında ilişkilerin
ödüller ve maliyetlerle bağlantısını tanımlayabilmek için, Thibault ve Kelley’in Sosyal
Değişim Kuramı’ndaki kavramlardan yararlanmaktadır. Thibault ve Kelley’in
kuramının anahtar kavramlarını meydana getiren ilişkisel sonuç, ilişki memnuniyeti ve
ilişkinin sürekliliği, Altman ve Taylor’un ödüller eksi maliyetler, karşılaştırma düzeyi
ve alternatiflerin karşılaştırma düzeyinin oluşturulmasında rol oynamışlardır57.
Sonuçlar = Ödüller- Maliyetler
56
___, “Relationships & Onions: Breadth &Depth of Self Disclosure”,
http://students.usm.maine.edu/melissa.noyes/Onions.html, 19.07.2004.
57
Benjamin Zimmer, “Social Penetration Theory”,
http://oak.cats.ohiou.edu/bz372497/socpenbz.htm, 11.13.1998.
64
Bu yaklaşım, temel olarak kişilerin diğerleriyle ilişkilerinde maliyetlerini
azaltarak ilişkiden sağladıkları ödülleri arttırma isteğinde olduklarını ifade etmektedir.
Eğer maliyetleri ödüllerinden daha fazlaysa, ilişki kişi için giderek zararlı olmaktadır.
Örneğin, ilişkide fiziksel ve zihinsel anlamda kötüye kullanılma durumu, alınan
ödüllerden daha etkili olduğunda, kişinin incinmeden önce bu ilişkiden çıkması
gerekmektedir. Diğer yandan, pek çok kişi için bir ebeveyn olmak çok önemli
görülürken aynı zamanda çok gerilimli olarak değerlendirilmektedir. Burada açıkça
görülmektedir ki, ebeveynler aldıkları ödüllerin maliyetlerden çok daha büyük olduğu
düşüncesini taşıdıklarından çocuklarıyla ilişkilerini geliştirmeye devam etmektedir.
Altman ve Taylor, kişileri çok katmanlı bir soğanla karşılaştırmaktadır. Onlar
her bir düşünce, inanış, önyargı ve saplantının kişinin içinde ve onu çevreleyen
katmanlar halinde olduğuna inanmaktadır. Kişiler birbirleri hakkında daha fazla bilgi
sahibi oldukça, bu katmanlar, kişinin iç dünyasını açığa çıkarmak için giderek
atılmakta, yok olmaktadır58.
Bu kuramın kişilerarası iletişim açısından son derece önemli olduğu
görülmektedir. Bununla birlikte Altman ve Taylor’ın, kendini açmayı etkileyen çeşitli
ana faktörleri göz ardı ettikleri görülmektedir. Cinsiyet, ırk ve etnik geçmiş sonuçları
büyük ölçüde etkilemekte ve kişiyi çevreleyen katmanların yok olma hızına ve kişinin
içsel dünyasına ulaşılmasına katkıda bulunmaktadır.
Altman ve Taylor, sosyal nüfuzu, sadece sosyal psikolojinin bir parçası olmakla
kalmayıp, kişilerarası uyumsuzluğun bir konusu olarak değerlendirmektedir. Burada,
bir kişinin başkasıyla nasıl bir kişisel ilişki oluşturduğu incelenmektedir. Araştırma,
‘mahremiyet yasası kuramı’nın gelişimine yol açmıştır.
Kişisel alan, uzaklık, kalabalık ve mahremiyetin etkilerini ortaya koymak için
çalışmalar yapılmıştır. Bu kuram, bir ilişkinin gelişiminin çerçevesini daha iyi
anlayabilmek için kullanılmıştır. Araştırma, ilişkilerin başlangıcından gelişimine kadar
geçirdiği aşamaları bilimsel bakış açısıyla değerlendirmekte ve onları farklı düzeylere
koymaktadır.
Altman ve Taylor, ilişkisel gelişimin dört aşamasını başlatan bir yapı
58
___, “Social Penetration Theory”,
http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/socpen.html, 19.07.2004.
65
geliştirmiştir. İlki, ‘etkileşime yönelme’ olarak tanımlanmakta ve insanlarla ilişkilerde
kişiliğin çevresinde ortaya çıkan bir ön gerçek olarak kabul edilmektedir. İlk
karşılaşmalar sırasında kişiler, kendileri hakkında çok küçük bir bölümü diğerlerine
sunmaktadır59. Bunun bir örneğini, bir partide kişilerin iletişim kurma biçimleri
oluşturmaktadır. Eğer kişi açık yürekle, hislerini açığa vuruyorsa, olumlu bir tutuma
sahip biri olarak algılanmaktadır. Kişinin davranışı, bilinçli bir biçimde diğerlerine
kendisiyle ilgili çizdiği resimden, çok daha fazla şey söylemektedir.
Sosyal bir ortamda, kişinin kendisini ortaya koyuş biçimi son derece önemlidir.
Bunun için çok farklı yollar bulunmaktadır. Örneğin, kişinin nasıl giyindiği, onu
diğerlerinin gözünde farklı değerlendirmelere oturtabilmektedir. Diğeri, başkalarının
kişiyi ilk kez gördüğünde, onun hakkında neler söyleyebilecekleridir. Bu da
müdahaleye yönelme olarak bilinmektedir. Bu yüzden, kişinin başkaları üzerindeki ilk
etkisinin, en önemli etki olduğu ifade edilmektedir.
İkinci aşama, ‘araştırıcı duygusal alışveriş’ olarak bilinmektedir. Bu, kişinin
karşıdakinin kişiliğini hissetmeye başladığında ortaya çıkmaktadır. Bu noktada
kişilerin, kendilerini koruyucu tavırlar sergilemeyi bırakarak birbirlerini keşfetmeye
başladıkları görülmektedir.
Bu, kişilerarası ilişkilerde iletişimin zenginliğinin büyümesine yol açarak, daha
önce önlemlerin alındığı kişiliğin çeşitli yönleri şimdi daha detaylı olarak açığa
çıkmakta ve diğer kişiye karşı dikkatli olmaya daha az önem verilmektedir. Bu, artık
buzların kırıldığı anlamına gelmekte ve şimdi kişiler, kesin tutumları paylaşmaya
başladıkları yeni bir düzeyde iletişim kurabilmektedir. Eğer her iki taraf, bu aşamayı
kendilerini ödüllendirici bir durum olarak değerlendirirse, ilişkiyi yapılandırmak için
bir sonraki aşamaya geçme konusunda çok daha istekli davranmaktadır.
Araştırıcı duygusal alışveriş, tamamen kişisel bir düzeyde kişilerin birbirleri
hakkında daha fazla bilgiyi araştırmaları ve öğrenmeleri üzerine dayanmaktadır. İlk
bilgilerin artması ve daha derin seviyelerde kendini açmanın gerçekleştiği
görülmektedir. “Roloff bu durumu, ilişkilerin bu aşamada genel anlamda çok daha
arkadaşça ve rahat bir biçimde sürdürüldüğünü ve mahremiyetin arada bulunan
59
___, Specific Aspects of Social Penetration Process”,
http://public.iastate.edu/mredmond/301exch.html, 12.05.2004.
66
alanlarına doğru yönelimin başladığını ifade etmektedir”60. Dolayısıyla sözü edilen bu
yönelim, kişinin kendisiyle ilgili çok fazla şey bilen kişilerle arkadaş olmasının zor
olmamasından dolayı, kişisel bilginin artmasıyla aynı şeyi ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte, derin bilgiler kaygıyı da beraberinde getirmektedir. Kişi, ilk
yönelim aşamasını geçtiğinde, iletişim kurmak için daha büyük bir istek ve daha derin
bir güven duygusu geliştirmeye başlamaktadır. Bu iletişim kurma istekliliğiyle, kişi
kendi yaşamıyla ilgili detayları paylaşmaya başlamaktadır. Kişi, yaşamının önemli bir
parçasını oluşturan ailesi ve arkadaşları hakkında konuşmaktadır. Bu açıklıkla kişi,
duygularının daha fazlasını paylaşmaya başlamakta ve diğer kişinin kendi iç dünyasına
girmesi konusunda yeterince rahat davranmaktadır. Bu, yeni bir arkadaşlığın başlangıcı
olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla bilinen, sevilen ve güvenilen bir kişi arkadaş
olarak tanımlanmaktadır.
Duygusal alışveriş olarak ifade edilen diğer aşama, bir öncekiyle benzerlikler
taşımakta, bununla birlikte daha derin olduğu görülmektedir. Burada iletişim süreci,
daha özgür bir istekle ve gelişigüzel bir biçimde sürmektedir. Kişiliğin en dış
katmanlarında gerçekleşen etkileşim açılmakta ve kişiliğin aradaki katmanlarında
etkileşim artmaktadır. Burada birtakım önlemler alınmasına karşın, mahremiyetin
keşfedilmeye açık olması konusunda az miktarda direnmenin olduğu görülmektedir61.
Bu aşamanın önemi, kişilerarasında engellerin ortadan kaldırılması ve birbirleri
hakkında çok fazla bilgi öğrenmeleridir. Duygusal alışveriş, mahremiyetin mümkün
olan en üst seviyesine geçiş yapan bir aşama olarak değerlendirilmektedir.
Son
aşama,
en
üst
seviyeyi
oluşturan
‘kalıcı
alışveriş’
olarak
nitelendirilmektedir. Bu kalıcı aşama, kişiliğin tüm katmanları boyunca zenginliğin
yanı sıra, sürekli bir açıklıkla nitelendirilen ve büyüyen ilişkilerdeki gelişmelerden
oluşmaktadır. Kişinin, diğer kişiyi mümkün olan en üst seviyede tanıması durumunda,
paylaşamayacağı ya da paylaşmadığı hiçbir sırrının olmaması gerektiği ifade
edilmektedir. İki kişi bu aşamayı tamamladığında, ötekinin olası davranışını ve
duygularını
güvenilir
bir
biçimde
yorumlama
60
ve
tahminde
bulunabilmeye
R. Smith, “Altman & Taylor’s Social Penetration Theory: Important People in Our Lives”,
http://zimmer.csufresno.edu/johnca/spch100/10-5-altman.htm, 18.04.2004.
61
Michelle Shafer, “ Social Penetration Theory”,
http://oak.cats.ohiou.edu/ms218496/socpen.htm, 18.11.1999.
67
yönelmektedir.
Burada kişiler, sözlü dil kullanmaksızın, birbirleriyle iletişim kurabilmektedir.
Yakınlığın bu düzeyinde, kişilerin kendilerini dış dünyadan korumak için kullandıkları
dış tabakaların atılma süreci tamamlanmış olmaktadır. Bu son aşamadaki yakınlığı elde
edebilmek için, kişinin incinmekten ya da zarara uğramaktan kendisini korumak için
güvenlik bekçileri olarak oluşturduğu engelleri yıkmayı öğrenmesi gerekliliği ortaya
konmaktadır. İstenilen ilişkiyi ve/veya arkadaşlığı başarabilmek için, sosyal nüfuz
adımları boyunca ilerlemek gerekliliği ifade edilmektedir.
Sosyal Alışveriş Kuramı (Social Exchange Theory)
Kişilerin birbirleriyle etkileşimleri sürecinde, pek çok psikolojik ve maddi
kaynağın alınıp-verildiği, bir başka deyişle takas edildiği ifade edilmektedir. Bu
noktada davranışın temelde karşılıklılık ve ödül beklentisiyle güdülendiği; ilişkilerde
kişilerin bir ilişkiyi kendileri açısından taşıdığı yarar ve maliyet hesabı bazında
değerlendirdiği; sosyal etkileşimin çeşitli duygusal, toplumsal ve maddi çıkarların
değiş-tokuşuna dayandığı savıyla tanımlanan bir sosyal yapı modeli olarak ortaya
konmaktadır.
Sosyal Alışveriş Kuramı, 1952’de Thibault ve Kelley tarafından ortaya konan,
kişi için farklı durumlardan ortaya çıkan sonuçların değerlerini niteleyen ödüller ve
maliyetlerin alışverişine dayalı bir kuramdır. Kişiler, maliyetleri azaltmaya ve ödülleri
arttırmaya çalışmakta ve algılanan olası sonuçlar üzerinde, biriyle bir ilişkiye girmek
için elverişli bir ortam oluşturmaktadır. Bu sonuçlar daha büyük olarak algılandıkları
zaman, kişi, diğeriyle daha yakın bir ilişkiye girmekte ve daha fazla kendini
açmaktadır62.
Sosyal hayatta, bireyler arasında mübadele edilen kaynaklar, bir tebessümden
veya bir sevgi ifadesinden, maddi destek ve paraya kadar uzanan bir çeşitlilik
göstermektedir. Bu çeşitlilikteki düzeni açıklayabilecek bir takas kuramı geliştirme
çabalarının, özellikle son otuz yıl içerisinde yoğunlaştığı gözlenmektedir63. Bu
62
___, “Social Exchange Theory”,
http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/socexch.html, 12.04.2004.
63
Özden Almış, “Toplumumuzda Bireylerarası İlişkilerde Kullanılan Kaynaklar ve Takas Normlarının
İncelenmesi”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı:10, Ege Üniv. Basımevi,
İzmir, 1996, s.133.
68
yıllardan itibaren, Romans, Thibault ve Kelley ve başka pek çok araştırmacı tarafından
geliştirilen psikolojik kuramların, kişilerarası etkileşimlerin çoğunu bir kaynak
alışverişi olarak açıklamaya çalıştığı görülmektedir. Kişilerarası uzlaşmaya dayanan
koalisyon araştırmalarında da, kaynakların alışverişine dayanan kuramlar yoğun bir
biçimde kullanılmaktadır.
Bu yaklaşımda, ödül ve maliyetler, bireylerarası sosyal ilişkilerde temel uyum
sağlama araçları olarak görülmektedir. Yani, insanlar, uyum sağlamayı ‘en iyileştirmek
(optimization)’ için, ödülleri çoğaltıp, maliyetleri azaltma eğilimindedirler64. Bu
noktada ödüller, bireylerin almaktan hoşlandıkları zevk ve doyumları kapsamakta,
maliyetler ise, bunun karşıtını oluşturarak bir davranış dizisinin yerine getirilmesini
engelleme işlevi gören unsurlar, bir anlamda cezalar olarak değerlendirilmektedir.
Alışveriş kuramı literatüründe, Homans'ın görüşleri de önemli bir yer
tutmaktadır. Homans'a göre, takas sürecinde yer alan taraflar bir yarar elde etmiyorsa,
bu takas sona ermektedir. Genel olarak bakıldığında, Homans ile Thibault ve Kelley'in,
sosyal takas kavramını hemen hemen aynı anlamda kullandıkları görülmektedir.
Bu kuram gerçek iletişim uygulamalarıyla ilgili olduğu, kişilerarası ilişkilerle
ilgili belli bir anlam taşıdığı ve sezgisel bir inanılırlığa sahip olduğundan, hümanistik
bir kuram olarak değerlendirilmektedir. İnsan ilişkileriyle ilgili sonuçta var olan bilgi
birikimini düzenleyen ve potansiyel bilginin sınırlarını genişleten yeni hipotezler
oluşturmaktadır.
Bu kuramın uygulanabilirliği, kişilerin birbirlerinin yaşamsal durumlarını
tanıdığı, birbirlerinin ihtiyaçlarının farkına vardığı ve çeşitli şekillerde karşılıklılığının
yaşandığı
iddiasına
dayanmaktadır.
Başka
bir
deyişle,
kişiler
diğerlerine,
davranışlarının farkına varıldığı ve bazen karşılıklı olduğu tam anlamıyla bir
farkındalık süreci içinde davranmaktadır. Dolayısıyla, iletişimle ilgili yapmış oldukları
yatırımı bir anlamda geri alacaklardır.
İlişkisel Dialectics (Relational Dialectics)
1988’de Baxter ve Montgomery tarafından ortaya konan bu kurama göre,
iletişim sürecinde taraflar, dialektik gerilim olarak bilinen, ilişkilerin devamlı bir
değişiklik durumunda olmasına neden olan içsel ve birbiriyle çatışan etkilerle karşı
64
Özden Almış, a.g.m., s.135.
69
karşıya kalmaktadır. Bu tür gerilimlerin baskıları, zamanla kıvrımlı ya da dairesel bir
biçimde ortaya çıkmaktadır65. İlişkisel dialectics, kişilerin birbirleriyle yakınlaştıkça,
onları birbirinden uzaklaştıran, ayrı kutuplara çeken çatışmaların daha yoğun biçimde
ortaya çıkacağını ifade etmektedir. Üç temel ilişkisel dialectics bulunmaktadır:
Bağlantılılık ve Ayrılık: Kişilerarası ilişkilerde yakın ve sürekli bir bağ oluşması
isteğinin doğal olmasına karşın, hiçbir ilişki, iletişimde tarafların tek başına zaman
geçirmeksizin devam edememektedir. İlişkide çok fazla bağlantı, kişinin bireysel
kimliğinin zarara uğraması ya da onu kaybetmesiyle sonuçlanmaktadır.
Kesinlik ve Belirsizlik: Tarafların, kişilerarası iletişim sürecinde güven duyabilecekleri
bir ortamın gereksinimi içinde oldukları ifade edilmektedir. Bununla birlikte, ilişkilerde
alışılmamış yenilikler, anlaşılmaz, gizli kalmış noktalar ve kendiliğinden ortaya çıkan
durumlardan kaynaklanan çeşitlilik olmaksızın, ilişki oldukça sıradan, sıkıcı ve durgun
bir görünüm almaktadır.
Açıklık ve Kapalılık: Kişilerarası iletişim sürecinde taraflar daha yoğun kişisel bilgileri
ortaya koyma ve şeffaf olma baskısı hissetmektedir. Buna karşın, bu durum kişinin,
mahremiyetin korunması konusunda doğal, kişisel isteğiyle ters düşmektedir. Bu
dinamik mücadele, ilişkilerde gizliliğin doğru, güvenilir bir davranış tarzı olmadığını
göstermektedir.
İlişkisel dialectics’in, insanın iletişim davranışında ani ya da heyecanlı
değişiklikleri açıklamaya çalıştığı zaman çeşitli durumlara uygulayabilmek için yararlı
olduğu ifade edilmektedir. Her kutbun baskıları, ayın giderek büyüyen ve soluklaşan
evreleriyle karşılaştırılabilmektedir.
İlişkide taraflar sürekli olarak kutuplar arasında bocalamakta; her uç davranış,
eğilimleri diğer kutba doğru yönlendirerek denge sağlamaktadır. Devam eden
kişilerarası ilişkiler üzerinde çalışmalar yaparken, bu olguyu anlamak son derece
önemlidir.
Belirsizlik Azaltma Teorisi (Uncertainty Reduction Theory)
Belirsizliği azaltmak için bilgi arama, kişilerin birbirleriyle ilk etkileşimlerinin
ayırıcı özelliğini oluşturmaktadır. Kendini açma, sözsüz mesajlardaki içtenlik ve
65
___, “ Relational Dialectics”, http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/reldial.html,
19.07.2004.
70
kişilerin benzerlik düzeylerinin artması, belirsizliği azaltmaktadır. 1975’te Berger ve
Calabrese tarafından ortaya konulan bu teori, kişilerin bilgi arama sayesinde belirsizliği
azaltarak kişilerarası durumlardan anlam çıkarma çabasında olduğunu ifade
etmektedir66. Çünkü, Berger’e göre kişilerin birbirlerine olan tepkileri sınırlıdır, bu
kuramın varlığı belirli kuralları ortaya koyan (deterministic) bir bakış açısına
dayanmaktadır. Tepkiler bir dizi bağımlı faktörlerdir ve böylece değerleri göz önüne
almaksızın önceden belirlenmektedir.
1.2.3. Kişilerarası İletişimin İşlevleri
Ortaya koyduğu işlevlerinden dolayı, kişilerarası iletişim önemlidir. Diğer bir
kişiyle ne zaman iletişim kurulursa kurulsun, onun hakkında bilgi elde etmek isteği
bulunmaktadır. Ayrıca kişi de pek çok sözlü ve sözsüz ipuçları aracılığıyla karşıdaki
kişiye bilgiler göndermektedir. Bu noktada kişilerarası iletişimin işlevleri şöyle ifade
edilmektedir:
Bilgi Elde Etmek: Kişilerarası iletişim sürecinde yer alınmasının bir nedeni, diğer kişi
hakkında bilgi edinebilmektir. Sosyal Nüfuz Kuramı (Social Penetration Theory) kişinin
diğer kişilerle daha etkili bir biçimde iletişim kurabilmek için, onlar hakkında bilgi elde
etme çabası içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Eğer onların kim olduklarını bilirse,
nasıl düşündükleri, hissettikleri ve davrandıklarıyla ilgili daha iyi öngörümlemede
bulunmak mümkündür. Bu bilgi hem onları gözlemleyerek edilgin bir biçimde, hem de
onlarla etkileşime girerek aktif olarak edinilmektedir. Bu bağlamda kendini açma (selfdisclosure) diğer kişiden bilgi almak için sıklıkla kullanılmaktadır.
Anlayışın Geliştirilmesine Yardımcı Olmak: Kişilerarası iletişimin bir diğer işlevi,
karşıdaki kişinin ifade ettiği şeyleri daha iyi anlayabilmek için kişinin kendisine
yardımcı olmasıdır. Söylenen kelimeler, söyleniş biçimlerine ve hangi durumda
söylendiklerine bağlı olarak çok farklı anlamlar ortaya koyabilmektedir. İçerik
mesajları, mesajın yüzeysel düzeydeki anlamını işaret etmektedir. İlişki mesajları ise,
bir mesajın nasıl söylendiğini göstermektedir. Her ikisi de aynı anda gönderilmekte,
bununla birlikte iletişimi belirleyen anlamı her biri ayrı etkilemektedir. Kişilerarası
iletişim, kişilerin birbirlerini daha iyi anlamasına yardımcı olmaktadır.
66
___, “Uncertainty Reduction Theory”,
http://changingminds.org/explanations/theories/uncertainty_reduction.htm, 06.09.2004.
71
Kimliği oluşturmak: İletişim sürecinde oynanan roller, kişiye kimliğini ortaya
koymasında yardımcı olmaktadır. Bundan dolayı kişi kendisini diğerlerine sunmaktadır.
Diğerleriyle nasıl etkileşimde bulunduğuna bağlı olarak roller ve yüzler inşa
edilmektedir.
Kişilerarası Gereksinimler: Kişiler, kişilerarası gereksinimlerini ifade etmek ve
karşılamak için kişilerarası iletişim sürecinde yer almaktadır. Bu bağlamda William
Schutz, bir yere dahil olma, kontrol ve sevgi olarak ifade ettiği üç türlü ihtiyacı
tanımlamaktadır67.
Schutz’un kişilerin bu üç tür gereksinimini karşılamak için yollar aradığına
inanmasına karşın, ortaya koyduğu sistem tüm insanların bu gereksinimler tarafından
eşit biçimde motive edildiği ve bunların herhangi bir koşulda kesin olarak insan
davranışını belirleyebileceğini varsaymamaktadır.
Dahil olma, insanlarla etkileşimde kişilerin katılımcı olarak tanımlanma
gereksinimini yansıtmaktadır. Eğer dahil olma duygusu, sağlıklı insanın varoluşu için
temel bir koşulsa, daha sonra kontrol sırasında farklılaşma gereksinimi bir sonraki
mantıksal düzeyi oluşturmaktadır. Kontrol ise, kişinin liderliğini gösterdiği ve
yapabileceklerini kanıtlama gereksinimidir.
Bu kuramda kontrol teriminin kullanımı, kişilerin sosyal çevrelerinde
farklılaşma isteğini göstermektedir. Son olarak kişiler, ilişkilerinde sıcaklık duygusu ve
sevilmeyi aramaktadır. Arkadaşlık ve diğer yakın ilişkiler çoğunlukla bu fonksiyonu
yerine getirmekte ve şüphesiz bu tür ilişkilerin yokluğu, kişinin çeşitli zamanlarda
hissettiği uzaklaşma ve yabancılaşma duygusunun büyük bir bölümünün kaynağını
oluşturmaktadır.
1.2.4. Kişilerarası İletişimin Amaçları
Kişilerarası iletişimin amaçlarını ise şöyle ifade etmek mümkündür:
Öğrenmek
Kişilerarası iletişim sürecinde, kişilerin çevrelerindeki dünya hakkında bilgi
sahibi olmalarıyla birlikte, ondan daha da önemlisi birbirleri hakkında bir şeyler
öğrenmeleri söz konusu olmaktadır. Kişilerarası iletişim nesneler, olaylar ve diğer
67
___, “Fundamental Interpersonal Relationship Orientation”,
http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/firo.html, 19.07.2004.
72
kişilerin dünyasını bir başka deyişle kişinin kendi dışındaki dünyayı daha iyi anlama
olanağı sunmaktadır. Kitle iletişim araçlarından kişiye fazla miktarda bilgi gelmesine
karşın, bu bilgi kişilerarası etkileşimler yoluyla çoğunlukla tartışılmakta ve sonunda
öğrenilmekte ya da içselleştirilmektedir. Aslında kişinin inançları, tutumları ve
değerlerinin kitle iletişim araçlarından ve hatta resmi eğitim sürecinden bile daha fazla
ölçüde, kişilerarası etkileşimlerce etkilendiğini söylemek mümkündür.
Bununla birlikte en önemlisinin, kişilerarası iletişimin kişiye kendisi hakkında
şeyler öğrenmesine olanak sağlaması olduğu ifade edilmektedir. Hiçbir şey kişinin,
kendi hissettikleri, düşünceleri ve davranışları kadar tartışmaya değer, ilginç ve
heyecan verici görünmemektedir. Kişi bir başkasıyla kendisi hakkında konuşarak,
duygu, düşünce ve davranışları üzerine değerli geribildirimler elde edebilmektedir68.
Kurduğu bu iletişimler yoluyla, başkalarına nasıl göründüğü, kimlerin kendisini
sevdiği, sevmediği ve bunun nedenleriyle ilgili birtakım bilgiler de öğrenmektedir.
Kişinin kendisi hakkında öğrendiklerini arttırmasının diğer bir yolu, kendi
yetenekleri, başarıları, tutumları, fikirleri, değerleri ve zayıf yönlerini diğer
kişilerinkiyle karşılaştırmadır. Bir başka şekilde ifade edilecek olursa, kendisini büyük
ölçüde, tanıdığı ve etkileşime girdiği kişilerle karşılaştırarak değerlendirmektedir.
Farklı kişilerin bu değerlendirmeleri farklı biçimlerde ele aldığı görülmektedir.
Bu sosyal karşılaştırma temelinde, bir kişi kendisini üstün olarak algılayıp üstünlük
duygularını geliştirirken, diğer bir kişi kendisini yetersiz olarak görebilmekte, bir
başkası
da
kendisini
vasat
olarak
değerlendirebilmektedir.
Bazıları
sosyal
karşılaştırmaları, yeni bilgi ve yeteneklerin kazanılması yönünde motive edici olarak
kullanırken, diğerlerinin ise tembellik için mazeret olarak kullandıkları ortaya
çıkmaktadır. Kişinin kendisini nasıl değerlendirdiği ve bilgiyle ne yaptığının önemli
olmamasının yanında, sosyal karşılaştırmaların kişinin benlik kavramının gelişiminde
son derece önemli olduğu ve bu karşılaştırmaları geniş ölçüde kişilerarası etkileşimleri
yoluyla yaptığı görülmektedir.
İlişki Kurmak
Kişilerin en büyük gereksinimlerinden birinin, diğer kişilerle yakın ilişkiler kurmak ve
sürdürmek olduğu ifade edilmektedir. Kişi kendisini sevilen ve beğenilen biri olarak
68
Joseph A. Devito, The Interpersonal Communication Book, a.g.e., s.16.
73
hissetmek ve buna bağlı olarak başkalarını sevmeyi ve onlarla yakınlaşmayı
istemektedir. Kişilerarası iletişimde geçirilen zamanın çoğu, diğerleriyle sosyal ilişkiler
kurmaya ve sürdürmeye ayrılmaktadır. Bu tür ilişkiler yalnızlığı ve depresyonu
azaltmaya yardımcı olmakta, kişinin duyduğu memnuniyeti ve aldığı zevki en üst
düzeye çıkarmasını ve paylaşmasını sağlamakta ve genellikle kendisiyle ilgili daha
olumlu hissetmesine yardımcı olmaktadır.
Etkilemek
Kişilerarası iletişim yoluyla çoğunlukla, kişi diğerlerinin tutumlarını ve
davranışlarını etkilemeye çalışmaktadır. Karşıdaki kişinin belirli bir yönde oy
kullanması, yeni bir dieti denemesi, belirli bir nesneyi satın alması, bir filmi seyretmesi,
bir kitabı okuması, belirli bir kursa gitmesi, belirli bir biçimde düşünmesi, bir şeyin
doğru ya da yanlış olduğuna inanması gibi sonsuz bir listede sıralananları yerine
getirmesini beklemektedir. Karşıdaki kişiyi ikna etmeye odaklanarak denetlemek,
manipüle etmek ve yönlendirmek söz konusu olmaktadır.
Boş Zamanları Değerlendirmek
Eğlence, zevk almanın temel amaç olduğu tüm etkinlikleri içermektedir.
Haftasonunda yapılacaklarla ilgili arkadaşlarla konuşmalar, öyküler anlatmak ve
şakalar yapmak, sporla ilgili tartışmak ve genel anlamda zaman geçirmek için
konuşmak,
bu
işlevi
yerine
getirmektedir.
Anlamsız
ve
önemsiz
olarak
değerlendirilmekten öte, bu amaç son derece önemlidir. Bu işlev, kişinin hareketlerine
gerekli bir denge sağlamakta ve etrafındaki tüm ciddi olaylardan sıyrılıp zihnine
dinlendirici bir ara vermesine yardımcı olmaktadır. Herkesin içinde bir çocuk vardır ve
o çocuğa oynaması için zaman tanımak oldukça önemlidir.
Yardımcı Olmak
Psikiyatristler, klinik psikologlar ve terapistler yardım etme işlevini profesyonel
anlamda yerine getirmektedir. Onların görevi, kişilerarası etkileşim yoluyla rehberlik
etmek ve öğüt vermektir. Bununla birlikte, kişilerin günlük etkileşimlerinde, aşk
hayatında kırgınlık yaşayan bir arkadaşın teselli edilmesi, iş hakkında bir meslektaşa
tavsiyelerde bulunulması, ağlayan bir çocuğun avutulması gibi çeşitli biçimlerde bu
işlevi yerine getirdikleri görülmektedir. Profesyonel anlamda olsun ya da olmasın,
yardım etme işlevini sağlamadaki başarı kişinin bilgisi ve kişilerarası iletişimdeki
74
yeteneğine bağlı olmaktadır.
Tüm bunların yanında, kişilerarası iletişimin amaçlarına diğer iki perspektiften
de bakabilmek mümkündür. İlk olarak amaçlar, kişilerarası iletişimde bulunulmasının
nedenleri ya da motive eden faktörler olarak görülmektedir. Bu bakış açısından, kişinin
ilişkileri biçimlendirme ve bilgi elde etme gereksinimini tatmin etmek için kişilerarası
iletişimde bulunduğu söylenebilmektedir. Bu perspektiften, kişilerarası iletişimin bir
sonucu olarak, kişinin kendisi ve başkalarıyla ilgili bilgisini arttırabileceği ya da
muhtemelen diğerlerini etkileyerek onlar üzerinde gücünü ortaya koyabileceği ifade
edilmektedir.
Kişilerarası iletişim çoğunlukla, çeşitli faktörlerin bileşimi tarafından motive
edilmekte ve sonuçlar ve etkilerin bir bileşimine sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu
süreç, bir amaçlar bileşimini yerine getirmekte, faktörler bileşimi tarafından
yönlendirilmekte ve bir sonuçlar kombinasyonu ortaya koyabilmektedir.
1.2.5. Kişilerarası İletişimin Sınıflandırılması
“Dünyayla yalnız dört noktada temas halindeyizdir. Bu dört şeyimizle tartılır,
değer kazanırız: Yaptığımız hareketlerle, bakışlarımızla, söylediğimiz sözlerle ve
bunları söyleyiş tarzımızla, lisanımızı kullanış şeklimize göre hakkımızda yargıya
varılır”69.
Bu noktada kişilerarası iletişimi sözlü ve sözsüz iletişim olarak iki gruba
ayırmak mümkündür. Sözlü iletişim denince akla konuşma dili gelmektedir. Kişinin
kendini anlatması ve başkalarını anlaması konuşarak gerçekleşmektedir. Konuşarak
duygular aktarılabilmekte, kişilik ortaya konulmakta, düşüncelerle dünya görüşü
yansıtılmakta, sonuçta kişi kendini ifade etmektedir.
Bunun yanında kişinin yaşadığı süre boyunca devam eden yolculuğunda sözsüz
iletişimin yeri yadsınamamaktadır. Sözsüz iletişim içerisinde beden dili iletişim
kurarken büyük önem kazanmaktadır. Bu durumda etkili bir iletişim için beden dilini
başarılı bir şekilde kullanmak ya da karşıdaki kişinin beden dilini anlamak zorunlu hale
gelmektedir.
69
Dale Carnegie, Söz Söylemek ve Kendine Güvenmek, Çev: Nihal Akkaya, Ak Kitabevi, Dördüncü
Baskı, İstanbul, 1975, s.269.
75
1.2.5.1. Sözlü İletişim
İnsanoğlunun en geleneksel haberleşme yöntemi olarak değerlendirilen sözlü
iletişimin, kitle iletişim araçlarının bulunmadığı ya da bunlara çok güvenilmediği
zamanlarda toplumların hayatında daha da çok önem kazandığı ifade edilmektedir.
Aristo’nun ünlü bir sözü, sözlü iletişim açısından son derece önemli bir noktayı
vurgulamaktadır:
‘Akıllı
insanlar
her
düşündüklerini söylemezler ancak her
söylediklerini düşünürler’. Bu sözü konuşarak anlaşan kişilerin, sağlıklı iletişimde
bulunabilmek için dikkate almaları son derece önemlidir. Bu doğrultuda başarıya ulaşan
sözlü iletişimlerin üretken olduğu, insanların amaçlarına erişmesine, yararlı bilgileri
kullanmasına, kendilerini daha mutlu hissetmesine yardımcı olarak yaşamın kalitesini
yükselttiği ifade edilmektedir70.
Uluslararası ilişkilerde çatışmaların çözümünde önerilen ilk kural olan ‘masada
kal ve müzakerelere devam et’ kuralı, masada kaldıkça konuşma şansının artacağı ve
konuştukça
çözüme
daha
fazla
yaklaşılacağı
gerçeğine
dayandırılmaktadır71.
Uluslararası ilişkiler açısından geçerli olan bu kural, insan ilişkilerinin de temelini
oluşturmakta ve yıkılmaması gereken en önemli köprünün iletişim köprüsü olduğunu
gözler önüne sermektedir.
Sözlü
iletişim,
ortak
simgelerin
en
gelişmişi
olan
dil
olgusu
ile
gerçekleşmektedir. “Dil, bireyin dünyayı algılayışında önemli rol oynar. Dilin yapısı grameri ve kavram dağarcığı- düşünce davranışlarımızı kesin bir biçimde belirlemese
de, belli seçim eğilimlerimizi gösterir. Çünkü dil, dünyaya bakışımızın ve
yaşantılarımızı yorumlayışımızın özel bir biçimidir”72.
Dolayısıyla dil, bireyin kendini ve çevresini anlama ve anlamlandırmasında
önemli bir rol oynamaktadır. Kişiler ürettikleri bilgileri dil yardımıyla birbirlerine
aktararak anlamlandırmakta ve böylece iletişim kurmaktadır. Burada sesin tonu, hızı,
şiddeti ve vurgusu ayrı bir önem kazanmaktadır.
Buna bağlı olarak insanı öteki canlılardan ayıran temel özelliklerden birinin
konuşma yetisi olduğu görülmektedir. Konuşma insanın yaşam sürecinin temel
70
Andrew Leigh, Michael Maynard, Kusursuz İletişim, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul,
1999, s.41.
71
Münir Arıkan, Nitelikli İnsan, Bilge Yayınları, Beşinci Baskı, İstanbul, 2004, s.156.
72
Haluk Gürgen, Örgütlerde İletişim Kalitesi, Der Yayınları:221, İstanbul, 1997, s.83.
76
dinamiklerinden, asal eylemlerinden birini oluşturmaktadır. Konuşmak; insanın
gelişme sürecinde de nefes almak, beslenmek ve yürümek gibi birkaç ilk eylemden
hemen sonra yaşanan ana eylemlerdendir.
Yaşam, sözlerin dillendirilmesiyle başlamakta ve yine o şekilde bitmektedir.
Biyolojik ve metafizik yapısının sürekliliği için insana gerekenlerin bir adım ötesinde
konuşmak eylemi vardır. Çünkü konuşmak, yaşam sürecinin omurgasını oluşturan
iletişim gereksiniminin asal eylemidir. Konuşmak, bütün insani ilişkilerin başlangıç
noktasındaki
eylem
ve
iletişimdeki
sürekliliği
sağlayan
etken
olarak
değerlendirilmektedir.
Yeryüzündeki her canlı türünün kendi aralarında bir iletişim düzeneği
bulunmaktadır. Örneğin, hayvanların, koku, ses, hareket ya da dans ile anlaştığı, bu tür
davranışların, canlıların bulunduğu ortamda kendi yaşamını ve neslini sürdürebilmek
için geliştirdiği özellikleri oluşturduğu görülmektedir. Bütün bunların ötesinde
kullanabilecekleri bir iletişim dizgesinin olmadığı ya da çok basit ve insanların
geliştirdikleri dizgeleri asla geçemeyeceği ortaya çıkmaktadır.
İletişim kurmanın en doğal yolu olarak değerlendirilen konuşma, ağız dışında
burun, yutak, nefes borusu, akciğer ve daha fazlasını içeren son derece karmaşık ve
sofistike bir mekanizma olarak ifade edilmekte, ortaya konan en anlamsız sözlerde bile,
büyük ölçüde kontrollü ses ve havanın birleşiminin konuşmaya yol açtığı
görülmektedir. Konuşma sadece ses çıkarmak değildir, kuşlar, hayvanlar, bebekler ses
çıkarırlar, bununla birlikte bu, iletişim kurmanın bir başka yolu olmasına karşın,
konuşma olarak nitelendirilememektedir73.
İnsanların da buna benzer yalın iletişim dizgeleri bulunmaktadır. İnsanlığın ilk
döneminde ateş, duman, ses, diğer canlılardan yararlanma biçiminde ilkel iletişim
araçlarının kullanıldığı görülmekte, bunun yanında diğer canlılardan farklı olarak, jest,
mimik, trafik işaretleri gibi insanların geliştirdikleri biraz daha karmaşık iletişim
araçları da söz konusu olmaktadır. Ancak insanların kendi aralarında geliştirdiği
iletişim düzeneğinin en gelişmişi ve en karmaşığı olan dilin diğer canlı türlerinde
görülmediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
“Dil insanların düşündüklerini ve duyduklarını birbirlerine iletmek için
73
Ronald Carter, Language of Speech and Writing, GBR: Routledge, London, 2001, s.17.
77
geliştirdikleri, sözcük ve işaretlerden oluşan bir iletişim ve etkileşim aracıdır. Sesler,
işaretler ve yazmadan meydana gelen dili öğrenme gücü insanın benzer canlılar
arasında farklılaşmasını ve gelişmesini sağlamıştır”74.
Gerçekten de iletişim denince akla ilk gelen kişilerarası iletişim ve bu amaçla en
yaygın kullanılan bir araç olarak dildir. Dil, herşeyden önce kavramları belirten bir
göstergeler sistemidir. Terminoloji, yapı, deyimler ve kültür öğelerini bir araya getiren
toplumsal bir olgudur ki, kişisel olan konuşma onunla var olmaktadır. Zira herkes bir
dili, kendi ana dilini konuşmaktadır. İletişim bağlamında dil bir anlam taşıyıcısıdır.
Anlam ise iletişimin anahtarı, iletişim sürecinin odak noktasıdır75.
Konuşma bir sanat olarak nitelendirilmektedir. Bu sanatı iyi icra edebilen
kişilerin, diğerleriyle etkili ve başarılı ilişkiler kurdukları görülmektedir. Kişinin dış
görünüşü ve beden dilinin yanı sıra konuşma biçimi, iletişim sürecinin özünü oluşturan
anlaşmanın sağlanmasında etkili ve önemli bir öğedir. Dış görünüşü ve sözsüz
mesajlarıyla zarif olarak nitelendirilebilecek bir kişi, kaba ve sert konuşma biçimi
nedeniyle diğerleriyle iletişimsizlik sorunu yaşayabilmektedir.
Konuşma,
temelde
başkalarına
kişinin
kendisini
ve
tüm
yaşamını
yansıtmaktadır. Sözlü iletişim biçiminin ve içeriğinin incelenmesi, toplumun uygarlık
durumunu ve tarihini gözler önüne sermektedir. Tarih boyunca ve günümüzde, kişilerin
kendilerini ve başkalarını anlamak, etkilemek, bireyi ve toplumu incelemek amacıyla
sözlü iletişimde kullanılan dil üzerinde yapılan bilimsel araştırma ve çalışmalar halen
devam etmektedir. Bu araştırmalar, tarihsel süreçte yaşanan değişme ve gelişmelere
paralel olarak, sözlü iletişimde gelinen noktaları vurgulamaktadır.
“Toplumları anlamak ve tanımak amacıyla Eski Yunan’da başlayan dile ilişkin
ilk incelemelerden sonra, M.Ö. 5. yüzyıl ortalarında yayılmaya başlayan bilgecilik
akımı (sofizm) dilin, kişilerarası ilişkilerdeki etkinliği ve önemi üzerinde durmuştur”76.
Sözlü iletişim bireyin ve toplumun yaşam biçimini etkilediği gibi, toplumun kültürel,
ekonomik, sosyal ve siyasal yapısına paralel bir gelişim çizgisi göstermektedir. Dil
üzerinde araştırma yapanların çalışmalarında, içinde yaşadıkları toplumsal koşulların
74
İbrahim Ethem Özgüven, Bireyi Tanıma Teknikleri, Pdrem Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2002, s.1.
Abdulkuddus Bingöl, “İletişim Bağlamında Mantık ve Dil”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi, Sayı:9, 1999, s.147.
76
Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, a.g.e., s.85.
75
78
izlerini bulmak mümkün olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, içinde bulunduğu doğal ve
toplumsal koşullara uygun bir dili ortaya çıkarmakta ve her dilin içinde kişinin dünyaya
bakış açısını ve düşünce yapısını oluşturan doğanın ve sosyal yapının bir kalıbı, modeli
yer almaktadır.
Dilin en temel özelliği, sürekli olarak değişme ve gelişme göstermesidir.
Toplumların ortak iletişim aracı olan dil, çeşitli sosyal kesimlerden kaynaklanan
sözcüklerle gelişip zenginleşmektedir.
Dil insanların ayrıcalık belgesi olarak ifade edilmektedir. Dil yeteneğinin aynı
zamanda insanın öteki varlıklardan ayrı olan yaratılışına, düşünme yeteneğine,
yapıcılığına sıkı sıkıya bağlı bir konu olduğu görülmektedir. Konuşma dili son derece
karmaşık, ancak o ölçüde ileri bir düzenin varlığını göstermektedir.
Kişilerin simge yaratma ve bu simgeleri doğal ve sosyokültürel çevreyi açıklama
ve anlamlandırma amacıyla kullanma becerisi ve yeteneğine sahip olduğu
görülmektedir. Yaratılan bu simgeler olmaksızın iletişimin gerçekleşmesi zorlaşmakta,
gerçekleşse de o anda mevcut olan kişi ve nesnelerle sınırlı kalmaktadır. Buna bağlı
olarak kişilerin, simgeler sistemi aracılığıyla o anda mevcut olmayan kişi ve nesneler ya
da somut olarak gözlenemeyen, algılama alanının dışında kalan sosyal gerçeğin
boyutlarını
zihinlerinde
canlandırma
olanağına
sahip
oldukları
gerçeğiyle
karşılaşılmaktadır.
İletişimde kullanılan sözcükler, kişilerin, nesnelerin ve olayların kendilerini
değil, onları temsil eden soyut simgeler olmakta, bu soyutlamalar sırasında simgeler
aralarındaki benzerlik ve farklılıklara göre ayırt edilmekte, birleştirilmekte ve
sınıflandırılmaktadır. Bunların ışığında dilin, bir tanımlama işlevinin olduğu kadar, bir
sınıflandırma ve değerlendirme işlevinin de olduğu ifade edilmektedir.
Sözlü iletişimde dolayısıyla konuşma dilinde bulunan simgeler ve kavramların,
çevrenin algılanmasında ve anlamlandırılmasında çok önemli etkilere sahip olduğu
görülmektedir. Çevreyle ilgili bakış açısı, değerlendirme ve anlamlandırmalar büyük
ölçüde dilde var olan simgeler ve kavramlar ışığında oluşturulmaktadır.
Kişilerde kavramların oluşması ve gelişmesi sürekli devam eden bir süreçtir.
Kavramların oluşmasının çocukluk döneminde başladığı görülmektedir. Oluşan
kavramların sonradan sözlü göstergeler ile simgeleştirilmesi sürecinde çocukların
79
çevreleri ile deneyimlerinin son derece önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bundan
dolayı sözlü göstergeler ve bunların anlamları, oluşturdukları sosyokültürel çevreden
soyutlanarak değerlendirilememektedir.
“Simgesel etkileşim kavramına göre çevredeki şeylerin anlamları, kişilerin
diğerleriyle etkileşimi sonucu oluşan sosyal ürünlerdir. Bu kuramda dikkatleri çeken bir
diğer husus da, çocukların doğum sonucu sadece doğal çevrenin değil; aynı zamanda
kültürün, yani anlamlandırma sisteminin de bir parçası olduklarıdır”77.
Konuşma dilinde kullanılan sözcüklerin, dilin soyutlayıcı gücüne bağlı olarak
kaynağını dili kullananların bireysel deneyiminden aldığı ve çevresi ile ilgili
sınıflandırılmış düşünceleri dile getirdiği görülmektedir. Dolayısıyla, simgelerin
anlamlarının, büyük oranda o dili konuşanların nesnelerle yapmış oldukları deneyim ve
tecrübelerinin niteliğine bağlı olduğu belirtilmektedir.
Dil, iletişim sürecinde gitmeye gereksinim duyduğumuz yere gitmemize olanak
tanımaktadır. Bu, bir harita gibidir. Onun doğru bir biçimde nasıl kullanılacağını bilmek
önemlidir. Kelimeler nadiren orada söylenecek olan her şeyi yakalamaktadır. Şefkatli
bir dokunuş, ilgili bir bakış ve kişinin diğer sözsüz ipuçları, çok şey söylemektedir78.
Bunun yanında sözlü iletişim anında geri beslemeye imkan vermektedir. Kişiseldir.
Sözlü iletişim dil ve dil ötesi olmak üzere iki alt sınıfa ayrılmaktadır. İnsanların
karşılıklı konuşmaları ve yazışmaları dille iletişim olarak değerlendirilirken, ses tonu,
sesin hızı, şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı, duraklamalar, dolayısıyla sesin
niteliği ile ilgili özellikler, dil ötesi iletişim olarak ifade edilmektedir. Dille iletişimde
kişilerin ne söyledikleri, dil ötesi iletişimde ise nasıl söyledikleri ön plana çıkmaktadır.
“İnsanların yaşadığı her yerde dil vardır; dilin kullanıldığı her yerde de
konuşulduğu ve işitildiği için dilin temelini ses dünyası oluşturur”79. Bu açıdan
bakıldığında sözlü iletişimde, mesajın içeriğinin yanı sıra iletiliş biçimi de önem
taşımaktadır. İletişim esnasında kişinin ses tonu psikolojik durumunu yansıtmaktadır.
Bu durumda ise, bireyin ne söylediğinin yanı sıra nasıl söylediği de önem
kazanmaktadır.
77
Orhan Gökçe, a.g.e., s.101.
___ , “Interpersonal Communication Involves”, http://www.uh.edu/crc/intcomm.html, 16.02.2005.
79
Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev: Sema P. Banon, Metis Yayını, İstanbul, 1995, s.19.
78
80
1.2.5.1.1. Dilin Doğuşu
İnsanın toplumsal varlığını diğer canlılardan ayırabilmesinin en önemli
boyutunun üreteceği şeyi önceden tasarlayabilme yeteneği olduğu görülmektedir. Bu
tasarım gücü dilde kendini göstermekte, dilsiz bir tasarlama gücü düşünülememektedir.
“Piaget ilk sözcüklerin, ağzın söylenmek istenen nesnenin biçimini almasıyla çıkan
seslerden oluştuğunu ileri sürmektedir”80.İlk insanların sözcük haznesinin de, ancak
ağzın aldığı biçimlerin sayısı kadar sınırlı sözcükten oluştuğu sanılmaktadır. Fakat en
ilkel insanlarda bile, toplumsal olarak kabul edilmiş anlamlara sahip olan seslerin ilk
konuşma biçimini oluşturduğu görülmektedir. Bu seslere yapay olarak toplum
tarafından birer anlam verildiği belirtilmektedir. Buna bağlı olarak sözcüklere yüklenen
bu anlamların çoğu, kendiliğinden ya da rastlantısal olmaktadır.
Konuşma toplumun belirli seslere yüklediği anlamları bellekte tutabilmeyi ve
dizgesel bir biçimde kullanabilmeyi öğrenmek olarak ifade edilmektedir. Konuşma,
insanın toplumsal olarak kabul edilmiş bir anlaşma olan dili, dolayısıyla toplumun
kurallarını yeni kuşaklara öğretmesi demektir. Bir kurallar bütünü olan dil, bu
özelliğinden dolayı, bu kuralları tasarımlayan toplumun kurallarını da bir ölçüde
öğrenmeyi gerektirmektedir.
Dili, bir başka deyişle insan tasarımını anlatabilme yeteneği olarak da ortaya
koymak mümkündür. İnsanın maddi koşullarını yeniden üretebilme gereksinimini
duymaması ve tümüyle kendi biyolojisine ve doğaya bağlı kalmakla yetinmesi
durumunda, tasarım gereksinimini, dolayısıyla dili yaratma isteğini de duymayacağı
ortaya çıkmaktadır. “İnsanoğlu doğayı sömürebilmek, önceden tasarlayarak var ettiği
üretim etkinliğini sürdürebilmek ve bu üretim etkinliğini dizgesel biçimlere sokup en
yüksek örgütlenmeyi elde edebilmek için, anlamlı ve toplumsal kabul görmüş bir
yapıyı, yani dili oluşturmuştur81”.
Dilin oluşumu ve zenginleşmesinin, toplumsal tasarımı ve onun bir sonucu olan
etkileşimi daha köklü ve dizgesel biçimlerde kuşaktan kuşağa aktarabilme olanaklarını
yarattığı görülmektedir. Özerk bir yapı kimliğine bürünen dilin, bir süre sonra
etkileşimi, gelenekleri, deneyimleri, kısaca tüm kültürü aktarabilme aracı durumuna
80
81
Galip İsen, Veysel Batmaz, Ben ve Toplum, Om Yayınevi, 2.Baskı, İstanbul, 2002, s.172.
A.g.e., s.173.
81
dönüştüğü gözlemlenmektedir. Bu aşamadan sonra dilin, toplumdan çıkan ve onu
yansıtan bir yapı olmaktan ziyade, toplumu biçimleyen bir yapı görünümüne girmeye
başladığı ifade edilmektedir.
İnsanlar dille salt kalıtımsal olarak elde edilmiş bilgiyi hayvanlarda olduğu gibi
biyolojik bir biçimde edinmemekte, gözlem yoluyla elde ettiği yaşam birikimlerini, akıl
yürütmeyle zenginleştirerek birbirlerine iletmektedir. Dolayısıyla dil, sosyal yaşamın
vazgeçilmez bir ortamı olduğu gibi, bunun yanında günlük yaşamın da yeniden üretilme
ortamıdır.
“Dil, insanın evrene açılmasını, evrenle ilişki kurmasını sağladığı kadar,
insanın insanlığını kazanması, kendisi olması, kimliğini bulması ve kendi bilincine de
varmasını sağlayan bir araçtır. Bu araç, sözlüklerde toplanan durgun, toplanmış, hasat
edilmiş bir ürün değil, aksine canlı, hareketli bir etkinlik olarak anlaşılmalıdır. Bu
yönüyle dil, insan zekasını besleyen ve onun gerçekleşmesini sağlayan, aklı ortaya
çıkaran özelliklere sahip bir araçtır”82.
Bu doğrultuda dilsiz bir toplumsal yaşam düşünülemediği gibi, dil olmaksızın
bir düşüncenin üretilebilmesi de mümkün değildir. Tüm bunların sonucunda dilin,
yaşamanın, toplumsal etki ve etkileşimin temel taşı olduğu görülmektedir.
1.2.5.1.2. İnsan Dilinin Özellikleri
Toplumların kültürleri ve sosyal yapıları açısından birbirlerinden ne denli
farklı olduğu düşünüldüğünde, dilin insan uygarlığı için önemi daha iyi
anlaşılmaktadır. Şu halde dil, bir toplumun hem yerel ölçekte hem de toplumlar arası
ölçekte diğer insanlarla iletişim kurması için vazgeçilmez nitelikler taşımaktadır83.
Dilin doğası konusunda yapılan araştırmalarda, dünyanın her yerinde
kişilerarası iletişimin, ortak bazı özellikler gösterdiği bulunmuştur. Öte yandan
konuşma dilinin, bu evrensel özelliklerin yanısıra, bazı özgün yerel özellikler de
gösterdiği görülmektedir. Örneğin aynı dili kullanan kişilerin kendilerine özgü sosyal,
kültürel, duygusal ve entellektüel sorunları anlama ve paylaşma oranları yüksektir.
Çünkü herhangi bir sözcüğün kişi tarafından anlamlandırılması, içinde bulunan sosyo82
Ali Osman Özcan, İnsan İlişkilerinde Başarıya Giden Yol, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Birinci
Basım, İstanbul, 2003, s.267.
83
Ayhan Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Alfa Yayınları, Dördüncü Baskı, İstanbul, 2003,
s.116.
82
kültürel bağlama göre farklılaşmaktadır.
“Saussure, insan dili denilen iletişim aracını, iki ayrı kesimden kurulu olarak
görmektedir: İnsanların gündelik olarak kullandıkları somut ‘kişisel söz’ ve bir dilin
kurallarını içeren soyut toplumsal dil”84. Bu noktada, kişisel dil kullanımları
birleşerek o dilin gözlenebilen kesimini oluşturmakta, bununla birlikte bu kullanımları
yönlendiren düzenek, bütün olarak bir toplumun malı olmaktadır. Dolayısıyla kişisel
sözün varlığı toplumsal dile bağlılık göstermektedir.
Toplum bilimci gözüyle dil, kişilerin birlikte yaşamaları, anlaşabilmeleri ve
dolayısıyla bir toplumu oluşturmaları açısından önemlidir, çünkü bir topluluğu topluma
dönüştürmektedir. Bir toplumu millet yapan bağların en güçlüsü olması dolayısıyla da
kişileri geçmişine, milletine, yurduna sıkı sıkıya bağlamakta, kuşaktan kuşağa
aktarılarak gelen dil, bireyi geçmişle gelecek arasındaki zincirin halkası durumuna
getirmektedir.
Dil, benlik duygusunu oluşturmak ve sürdürmek, fikir, duygu ve düşünce
alışverişi yapmak ve dünyayla ilgili karşılıklı bir anlayış oluşturmak için soysal yaşamın
son derece önemli temel aracı olarak değerlendirilmektedir85.
İnsanların geçmişten bugüne dek birbirleriyle iletişim kurmak için el ve yüz
hareketleri, ıslık çalma, işaret dili, tamtamlar gibi farklı yöntemler geliştirdikleri
görülmektedir. Ancak bu tür yöntemlerin karmaşık iletişim örüntülerinin gerektirdiği
bütün gereksinimlere karşılık vermesinin olanaklı olmadığı ifade edilmektedir.
Gerçekte dil, tarihsel evrimi içinde giderek daha kompleks hale gelen çağdaş
sosyal yaşamın ürünüdür. Dolayısıyla her dil, ait olduğu kültüre özgü kavram ve
imgeleri anlamlı söz dizilişleri ile yansıtan sembollerden oluşmaktadır. Bu bağlamda
dilin, bir kültürel kalıtın yeni kuşaklara aktarılması kadar, sosyal yaşamın sürekliliğinin
sağlanması için de gerekli olduğu ifade edilmektedir.
En etkili ve en gelişmiş iletişim aracının insan dili olduğu gerçeğiyle
karşılaşılmaktadır. Doğal dillerin, yani insan dilinin dışında başka pek çok iletişim
aracının varlığı da söz konusu olmaktadır. Bu özelliğiyle yalnız insanlara özgü olan
84
İsa Kayaalp, İletişimde İnsan Dili, Bilge Yayıncılık, İstanbul, 2002, s.64.
Joseph P Forgas, Michelle Cromer, “On Being Sad and Efasive: Affective Influences on Verbal
Communication Strategies in Conflict Situations”, Journal of Experimental Social Psychology, Volume
40, Issue 4, July 2004, s.516.
85
83
dilin benzersiz özelliklerini şöyle belirtmek mümkündür:
Yer değiştirme
Yer değiştirme özelliği, insan dilinin benzersiz özelliklerinden birisini
oluşturmaktadır. Doğal dillerin dışındaki her iletişim dizgesinin, içinde bulundukları
zamana gönderme yaptığı görülmektedir. Örneğin bir kedinin miyavlaması hangi
koşulda, yerde ve zaman diliminde olursa olsun hep aynı sestir ve yalnızca içinde
bulunduğu zamana gönderme yapmaktadır. Buna karşın insan dilinin, içinde bulunduğu
zamana gönderme yaptığı gibi geleceğe ve geçmişe de gönderme yapma özelliğine
sahip olduğu ifade edilmektedir.
Tüm bunların yanında iletişim dizgelerinin yalnızca bulundukları yere
gönderme yapabildikleri, kullanıldıkları yerin dışında bir yere gönderme yapamadıkları
ortaya çıkmaktadır. Oysa insanların birbirleriyle iletişimde bulunmak için aynı mekanı
paylaşmaları gerekmemektedir. Dünyanın herhangi bir yerindeki kişiyle İnternet,
telefon, telsiz gibi sayıları giderek artan çeşitli iletişim araçları yoluyla anında iletişim
kurulabilmektedir.
İnsan dilinin bu gelişmişlik özelliği, tek bir yer ve tek bir zaman boyutunda
iletişim kurmaktan çok daha kapsamlı olmaktadır. Dilin yer değiştirme özelliği,
insanların düş dünyasını geliştirici bir etkide bulunmakta, gelecek için kimi
öngörülerde bulunmasını sağlamaktadır.
Nedensizlik
İnsan dilinin bir başka benzersiz özelliği nedensizlik olarak belirtilmektedir.
Nedensizlik, kullanılan dilsel birim ile bu dilsel birimin, kişinin gerçek ya da düş
dünyasında gönderme yaptığı nesne arasında hiçbir mantıklı bağının olmaması olarak
açıklanmaktadır. Kişinin ağzından çıkan ses imgesi ile bu ses imgesinin gönderme
yaptığı nesne arasındaki ilişkinin bütünüyle rastlantısal olduğu dile getirilmektedir. Bu
nedenle insan dillerinin (doğal diller) kuralsızlıklarla dolu olduğu görülmektedir.
Bununla birlikte doğadaki seslere öykünülerek türetilmiş çeşitli sözcükler
bulunmaktadır. Bunlara hemen hemen tüm dillerde rastlanmakta, ancak sayıları bir
dilin sözvarlığının içinde son derece küçük bir yer tutmaktadır.
Dildeki sözcükler ses imgesi ile onların gönderme yaptıkları nesneler ya da
84
olgularla bütünleşmektedir. Ses imgesinin yazılandırılmış biçiminin gösteren ve
gösterilen olmak üzere iki bileşeni bulunmaktadır. Gösteren, ağızdan çıkan dilsel birim
ya da ses imgesinin kendisidir, onun gerçek ya da düş dünyasında gönderme yaptığı
nesne, insan, yer, olay ise gösterilen olarak yorumlanmaktadır. Anlam, gösteren ile
gösterilen arasındaki sürtüşmeden oluşmaktadır. Biri, diğerine gönderme yapılarak
açıklanabilmektedir.
Anlamın soyut olması, değişik bağlamlarda değişiklik göstermesi, aynı şeyin
değişik kişilerce farklı olarak algılanmasının temel nedenlerinden birisi, bu iki binleşen
arasındaki ilişkinin sonsuzluğu olarak ortaya konmaktadır.
Üretkenlik
Sadece insan diline özgü bir başka özelliği üretkenlik oluşturmaktadır. Ancak
gereksinim duyuldukça yeni sözcükler üretilmekte, kimi sözcükler de yine gereksinim
duyulmadığı durumlarda, dilde ya az kullanılmaya başlamakta ya da tümüyle ortadan
kalkmaktadır. Üretkenlik dilin söz üretme gizil gücüyle ilişkilidir. Konuşulduğu dilsel
toplulukların gereksinimleri, yeni buluşlar, teknolojik gelişmelerin insan yaşamına
getirdiği yeni kavramlar, yeni tüketim maddelerinin insan yaşamına daha çok girmesi,
kültürel ve sanatsal alandaki yeni gelişmeler, yeni kavramlara ve yeni sözcüklere
gereksinim doğurmaktadır. Bu nedenle diller bu gereksinimi karşılamak için kendi ses
ve biçimleme kurallarına uygun olarak yeni sözcükler ve kavramlar üretmektedir.
Dilin üretkenlik boyutundaki bir diğer noktası şöyle belirtilmektedir: “Ünlü
dilbilimci Noam Chomsky'nin öne sürdüğü gibi, herhangi bir dilin, sözvarlığı açısından
varsıl ya da yoksul olmasına bakılmaksızın, sınırlı sayıda sözvarlığı, yine sınırlı sayıda
dilbilgisel kuralları vardır. Bu sınırlı sayıdaki kurallarla sınırlı sayıdaki sözcükleri bir
makineye koyup o aygıtın kolunu çevirdiğiniz zaman sonsuz sayıda tümce elde
edebilirsiniz”86. Bir başka şekilde ifade edilecek olursa, insanın belleğinde yer etmiş
olan sözcükler ile bilinçsizce edinilmiş olan o dilin kurallarını birleştirerek sonsuz
sayıda tümce üretmek olasıdır. Hatta kişinin daha önce hiç duymadığı bir tümceyi
duyduğu zaman onu anlayabileceği gibi, daha önce hiç söylememiş olduğu bir tümceyi
de aniden söyleyebildiği görülmektedir. Bu tümceler o dilin kurallarına göre
benimsenebilir tümceleri oluşturmaktadır. İnsan dilinin bu çok önemli özelliği, kişiye
86
Veysel Kılıç, Dilin İşlevleri ve İletişim, Papatya Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.28.
85
dilde sonsuz anlatım olanakları sunmaktadır.
Kültür Taşıyıcılığı
Dille kültür arasındaki ilişkiye ışık tutulduğunda, dilin mi kültürü yoksa
kültürün
mü
dili
yarattığı
konusunda
farklı
görüşlerin
ortaya
konduğu
gözlemlenmektedir. Bununla birlikte her iki ifadenin de doğruluk payına sahip
olduğunu belirtmek mümkündür. Kuşkusuz kültür, bir insan topluluğunun yaşama
biçimi olarak alındığında önceliğin doğal olarak kültüre verilmesi gerekmektedir.
İnsanların topluluk biçiminde yaşamaya başladıklarında, o topluluğu oluşturan
bireylerin ortak bir biçimde uymaları, paylaşmaları gereken kimi kurallar, ilkeler,
inançlar, ortak kullanılacak kamusal alanlar, ortak inançlar, görüşler gibi özellikler
oluşturdukları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bunların içinde yer alan en önemli
bileşenlerden birisini de dilin meydana getirdiği görülmektedir. Bununla birlikte, dilin
oluştuktan sonra kültürün hep dilin egemenliğinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Dil ve
kültür birbirini hem tamamlamakta, hem de karşılıklı etkilemektedir. Bir başka deyişle,
biri diğerine gönderme yapılmadan açıklanamamaktadır. Kültürün dili yarattığı ölçüde,
dil de kültürü yaratmaktadır.
İkilik Özelliği/ Çift Eklemlilik
Dillerin iki katmandan oluşacak biçimde tasarlandığı ifade edilmektedir. Buna
çift eklemlilik de denilmektedir. Kişi konuştuğu zaman kullandığı katmanlardan birisi
fiziksel düzeydir. Bu düzeyde tek başına bir anlamı olmayan birtakım sesler
üretilmekte, bunun yanında bu tek tek seslerin belli bir bağlamda ve belli bir karışımda
söylenmesi, başka bir düzeyde de anlamlı olan bir sözcüğü meydana getirmektedir.
Seslerin farklı şekillerde bir araya gelmesi, anlamları farklı sözcükleri ortaya
çıkarmaktadır. Böylece aynı zaman dilimi içinde bir düzlemde tek tek sesler
üretilirken, öte yandan bir başka düzlemde de anlamlı sözcükler üretilmektedir. Buna
karşın, hayvanların seslendirdikleri tek seslerdir. Bunların değişik karışımlarıyla
anlamlı sözcükler üretmenin söz konusu olmadığı görülmektedir.
Ayrıklık ilkesi
Dil kesintisiz bir süreçtir. Ancak bu süreci oluşturan dilsel birimlerin, sınırları
bellidir ve bunlar anlam açısından tek tek birimlerdir. Özellikle sesbilgisinde
kullanılan sesler sınırları kesinlikle belli olan seslerdir. Bu seslerin karışımı ile
86
oluşturulan dilsel birimler aracılığı ile sürekli olarak iletişim sağlanmaktadır. Bu sözlü
olarak algılanan, fiziksel olarak ayrı seslerin bir de yazıda harf olarak karşılıkları
bulunmaktadır.
Bir dilde ağızdan çıkan ses imgesinin izdüşümü olan bir harfi varsa, o ses dilbilimsel
olarak belli, anlamlı ve bağımsız bir dilsel birim olarak yorumlanmaktadır. Dil ya da
konuşmanın, duraksamasız bir süreç olduğu ifade edilmektedir. O dili konuşan kişiler
bu süreci, sınırları belli, yine belli sayıda yani sonsuz olmayan ayrı parçacıklara
indirgeyebilmektedir. Bu ayrı dilsel parçacıklar da genelde, dildeki sesbirime denk
düşmektedir.
1.2.5.1.3. Dilin İşlevleri
Dilsel işlevler değişik biçimde sınıflandırılabilmektedir. Dilin işlevinin yalnızca
iki kişi arasındaki bilgi alışverişi, ya da birisinin bir başkasına ileti göndermesi, bilgi
vermek ya da düşünceleri açıklamaktan ibaret olmadığı ortaya çıkmaktadır. Dil, bu
sayılanların dışında çok önemli işlevlere sahiptir. Yine de bilgi aktarma bir başka
deyişle göndergesel işlevinin, insan yaşamındaki birinci derecede ve en önemli işlevi
olduğu ifade edilmektedir.
Dilin işlevlerinin değişik biçimlerde sınıflandırıldığı görülmektedir. Yapılan tüm
bu sınıflandırmalarda ortak noktaları göz önünde bulundurarak, dilin dört temel
işlevinden söz etmek mümkündür. Bunlar sırasıyla şunlardır:
Betimleme İşlevi
Dilin iletişim ortamında alıcıya gerçek bilgileri aktarmak için kullanılan bir
işlevidir. Karşıdaki kişilere gerçek dünyadaki olguların aktarılmasıdır. Bazı durumlarda
konuşan kişinin yargısını da içermesine karşın gerçek olan bir durumun ifade edilmesini
sağlamaktadır. Ayrıca doğal olaylar anlatılırken yine dilin betimleme işlevinden
yararlanılmaktadır.
Anlatım işlevi
Konuşan kişinin duyguları, düşünceleri, ilkeleri, öncelikleri, önyargıları ve
geçmiş deneyimleri konusunda bilgi verme işlevini yerine getirmektedir.
Toplumsal İşlev
Konuşma dili, kişilerarasında toplumsal ilişkilerin kurulması ve sürdürülmesini
sağlamaktadır. Kişinin yaşadığı toplumda benimsenen birtakım kurallar, ilkeler,
87
inançlar çerçevesinde selamlaşma, hal hatır sorma gibi işlevleri yerine getirirken, çeşitli
konulardan konuşarak toplumsal bir ilişkiyi başlatma durumunda da dilin bu işlevinin
kullanıldığı görülmektedir.
Toplumsal işlev dilin, bir bakıma içinde kullanıldığı bağlama gönderme yapan
işlevidir. Karşılıklı görüş alışverişinde bulunmak ya da bilgi paylaşmaktan çok
toplumsal bir bağlam ya da iklim oluşturarak ilişkilerin sürmesini amaçlayan dil
kullanımı olarak da ifade etmek mümkündür. Örneğin telefonda konuşurken sıklıkla
söylenen ‘evet’ sözcüğü, karşıdaki kişinin söyledikleri ilgi çekici olmasa da,
dinlendiğini ve kendisine değer verildiğini simgeleyen bir rol oynamaktadır.
Tüm bunların ışığında dilin bu işlevi, kişilerarası toplumsal ilişkileri belirlemek
ve oluşturmak ya da sürdürmek biçiminde ortaya konmaktadır. Bu işlev seslenme,
birisine hitap etme, konuşma biçimi vb. özellikleri içermektedir. Bunlar, soru soran ya
da soruyu yanıtlayan kişilerin rolleri gibi toplumsal roller olarak ifade edilmektedir.
Günlük konuşmaların toplumsal işlevin en yoğun kullanıldığı dilsel birimler
olduğu belirtilmektedir. Bu konuşmaların çoğunun, toplumsal ilişkilerin sürmesini
amaçladığı için, çoğunlukla hiçbir düşünce ve duygu içermeden yapıldığı ifade
edilmektedir. Ayrıca kişilerin toplum içindeki ilişkileri, rol ilişkileri, toplumsal
konumları dil kullanımını belirlemektedir.
Çağrı İşlevi
Dilin çağrı işlevinin tümüyle alıcı kaynaklı olduğu görülmektedir. Kişinin
söylediği ya da yazdığı dilsel birimlerin, onu dinleyen kişide uyandırdığı etki ön plana
çıkmaktadır. Konuşan kişi, kendi niyetini dil içinde dürülmeyerek dinleyiciye
ulaştırmakta, bunu da doğrudan ya da dolaylı olarak yapmaktadır. Dinleyen kişinin bir
tepkide bulunmasını sağlamak için, yine kendisi ile dinleyen arasındaki toplumsal
konumu, o toplumdaki karşılıklı rol ilişkilerini de göz önünde bulundurarak o bağlama
en uygun dilsel birimleri seçmektedir. Bu etkinin de dilin çağrı işlevini oluşturduğu
görülmektedir.
Dilin tüm işlevlerinin, sağlıklı ve etkili bir iletişimi gerçekleştirdikleri sürece var
oldukları belirtilmektedir. Dilin bir bütün olarak temel işlevi iletişimdir. İletişim ana
başlığı altında pek çok işlevinden söz edilebilmektedir.
88
Dilin işlevinin, dilin içinde var olan bir özellik olmadığı görülmektedir.
“İnsanlara özgü olan işlevler, yine insanlara özgü bir imler dizgesi aracılığıyla ifade
edilmektedir”87. Örneğin, bir bebeğin ağlaması, onun dilin anlatımcı işlevini
kullandığını göstermektedir. Aslında bebeğin ağlamasının, tek başına bir dil olmadığı,
içgüdüsel bir tepki olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Buna bağlı olarak işlev
kavramının, dilden çok insanlara özgü bir özellik olduğu ortaya çıkmaktadır.
Tarihsel açıdan değerlendirildiğinde, değişik çağlarda dil konusunda ileri
sürülmüş kuramlara bakıldığında, bunların çoğunun anlamdan çok dilin biçimi üzerine
odaklandıkları görülmektedir. “Çok eski çağlardan başlayarak insanların kendi
dilleriyle, bir başka deyişle en etkili iletişim aracıyla ilgilenmeleri, kimi zaman birbirine
koşut, kimi zaman da birbirlerinden ayrı olarak öz ve biçim konusunda yoğunlaştığı
ortaya çıkmaktadır. Öz ile biçimin birbirinden kesin çizgilerle ayrılamayacağı,
iletişimde öz ile işlev kavramlarının bir anlamda özdeşleştiği ifade edilmektedir”88.
Dil, düşüncenin gelişmesinde, tanımlama, yorumlama, toplumsal normları ve
değerleri zorlayarak çok boyutlu bir rol oynamaktadır. Dilin toplumsal özelliğinin
yanında, onun bireysel olarak da bir kişinin yaşamının anlamı, kendisine özgü dili
içinde bulmaktadır. Bu bağlamda dilin, insanın kişisel benliğini bulma konusunda
önemli bir rol oynadığı görülmektedir.
1.2.5.1.4. Sözlü İletişimin Özellikleri
Kenneth Burke, insanları bir dereceye kadar/kısmen sembol kullanan, sembolü
yanlış kullanan hayvanlar olarak tanımlamaktadır. İnsan diliyle ilgili yapılan kuramsal
açıklamalar doğrultusunda, sözlü iletişimin nasıl işlediğini ve yanlış anlamaların, dilin
kötü bir biçimde kullanılmasının ve dilsel yargıların kişilerarası ilişkilerde sorunlara
nasıl yol açabileceğini değerlendirmek mümkündür89.
Konuşmanın en önemli işlevinin iletişim olduğu görülmektedir. İletişim işlevi,
konuşmanın bilişsel işlevinin de varlığını vurgulamaktadır. Bireylerin zihinlerinin
karşılıklı olarak işleyişi, bu iki işlev olmadan düşünülememektedir. Genel olarak, işaret
sisteminin, linguistik özelliklerin ve simgelerin olmadığı bir iletişim, ilkel bir iletişim
87
Veysel Kılıç, a.g.e.,, s.17.
A.g.e., s.20.
89
Terence A. Doyle, “Verbal Communication”,
http://novaonline.nv.cc.va.us/eli/spd110td/interper/message/messageverbal.html, 25.01.2004.
88
89
olarak değerlendirilmektedir. Bu tür özelliklerin kesiştiği bir nokta olarak sözcük
anlamı, dil ve düşünce arasındaki bağı oluşturmaktadır. Bu anlamın bulunmadığı,
yalnızca anlatımcı hareketlerle yapılan bir iletişimin, ancak hayvanlar arasında geçerli
olabildiği ifade edilmektedir.
Buna bağlı olarak insan iletişiminin yalnızca işaretle yüklü olmadığı ve bu
iletişim sisteminin asıl biriminin anlam olduğu ileri sürülmektedir. Belirli bir yaşantının
akılcı
ve
amaçsal
bir
biçimde
başkalarına
aktarılması,
sistemli
bir
aracı
gerektirmektedir. Bu araç, insanın üretim sürecinde diğer insanlarla ilişki kurma
zorunluluğundan doğan konuşmadır.
Gerçek
iletişimin,
işaret
kadar
anlama
da
sahip
olması
gerektiği
vurgulanmaktadır. Edward Sapir'in çarpıcı deyişiyle yaşantı dünyası (iletişimin yer
aldığı ortam), simgelere ve işaretlere dönüştürülmeden önce önemli ölçüde
basitleştirilmeli ve genelleştirilmelidir. Bu da sözcük anlamını oluşturmak demektir;
yalnızca bu yolla iletebilmek mümkündür90.
Bu
yüzden
kişilerarası
iletişim,
sözcük
anlamının
bir
türevi
olarak
değerlendirilmektedir. Sözcük anlamının daha ileri basamakları, kavramlaştırma
süreçlerini içermektedir. Kavramlar, anlamın ileri derecedeki genellemesidir; başka bir
deyişle, somut anlamların soyutlanmış karşılıklarıdır. İnsan ilişkilerinin karmaşık ve
rafine
biçimlere
ulaşabilmesinin,
ancak
insan
düşüncesinin
kavramlaştırılmış
gerçeklikleri yansıtabilmesiyle mümkün olduğu ifade edilmektedir.
Bu noktada sözlü dilin özelliklerine odaklanıldığında, sözlü dil, kişi tarafından
söylenen ve kulağa yönelik bir iletişim aracı olarak nitelendirilmektedir. Sözlü dilde,
dinleyen kişi konuşmanın herhangi bir yerinde konuşmaya katılabilmekte ya da
katılmama tercihini kullanmaktadır. Konuşan kişi, ifade ettiklerini konuşma durumuna
göre ayarlayabilmekte, değiştirebilmektedir. Dinleyenin tepkisini gözlemleyerek
konuşmasını geliştirebilmektedir.
Konuşma diline dayalı iletişimde karşılıklı etkileşimin önemli olduğu
görülmektedir. Konuşan kişinin dile getirdiklerinde anlaşılmayan noktalar ya da
bütünüyle anlaşılamayan durumlar söz konusu olabilmekte, ancak bir süreç olarak
devam eden karşılıklı konuşmada belirsiz kalan pek çok durum, konuşma bağlamı
90
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.186.
90
içinde anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla bu noktada dinleyen kişi, bir çok eksik kalan
durumu
konuşma
bağlamından
çıkararak,
konuşanın
boşluklarını
doldurarak
söylenenleri anlamaya çalışmaktadır.
Sözlü iletişimde dinleyen kişinin konuşulanları algılama sırasında gösterdiği
davranışların, konuşan kişi için bir ipucu oluşturduğu görülmektedir. Göz temasının
süresinden başının nasıl sallandığına kadar çeşitlilik gösteren iletim biçimlerinin,
konuşmayı destekleyici rol oynadığı ortaya çıkmaktadır. Konuşma sırasında yapılan
davranışların, mesajın anlamına katkısı bulunmaktadır. Zira, sözlü iletişimi ses tonu,
mimik, bedensel davranışlar gibi diğer göstergelerle destekleme eğiliminin, insanın
genel özelliklerinden olduğu belirtilmektedir. Sözcük, bedensel davranış gibi her
anlamlı yapının kullanıldığı bağlama göre, bir değeri söz konusu olmaktadır.
Konuşan kişi, dinleyicinin jest ve mimiklerine bağlı olarak mesajına yön
verebilmekte ya da mesajını değiştirebilmektedir. Bir söylemdeki eksiklikler ya da
yanlış anlamalar, ses tonuyla, mimiklerle ya da yeniden söylenerek düzeltilebilmektedir.
Bunun yanında, karşıdaki kişi algıladığının doğru olup olmadığını kontrol amaçlı
sorular
sorarak,
sağlıklı
iletişimin
gerçekleşmesine
yardımcı
olabilmektedir.
“Vurgulama, yineleme, tonlama, yavaşlatma, hızlandırma, yükseltme, alçaltma hatta
susma gibi sessel özellikler dile ait seslemeden doğan anlam yaratıcı yönleri
belirtmektedir”91.
Bu noktada kullanılan sözcüklerin anlamını etkileyen bürünsel (prosodic) kodlar
söz konusu olmaktadır. Alçaltma ve yükseltme ile vurgulama başlıca bürünsel kodları
oluşturmaktadır. Bunun yanında konuşmacı hakkında enformasyon aktaran dil-ötesi
(paralinguistic) kodlar da bulunmaktadır. Ses tonu, ses yüksekliği, aksan, konuşma
hataları ve konuşma hızı, konuşan kişinin duygusal durumunu, kişiliğini, sınıfını,
toplumsal konumunu, dinleyiciye nasıl baktığını gösteren ipuçlarını vermektedir92.
Sesli-sesli olmayan ve dilsel-dilsel olmayan bildiri türlerinden oluşan dört tür
anlatım biçimi ortaya konmuştur. Bu anlatım biçimleri her türlü iletişimde kullanılan
tüm anlatım türlerini içermektedir93:
91
Doğan Günay, Dil ve İletişim, Multilingual Yayınları, İstanbul, 2004, s.101.
John Fiske, İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev: Süleyman İrvan, Bilim ve Sanat Yayınları, İkinci
Basım, Ankara, 2003, s.97.
93
Doğan Günay, a.g.e., s.248.
92
91
- Sesli-sözel (jr. vocal-verbal): Dilsel birim olarak sesbilimsel sözcükler.
- Sesli sözel olmayan: Titremleme (jr. intonation), sesin niteliği, tumturak (jr. emphase)
- Sesli değil-sözel: Dilbilimsel birim olarak yazılı sözcük, grafiksel yazı.
- Sesli değil-sözel değil: yüz anlatımı, jest, davranış.
Bütün bildiriler bu öğelerden biri ya da birkaçı bir arada kullanılarak
oluşturulmaktadır. Ancak insanlar, her türlü iletişim biçiminde bu dört türden birini
kullanmak zorundadır. Sesli-sözel anlatımda kişilerin ne söyledikleri bulunabilir, seslisözel olmayan ya da sesli değil-sözel değil anlatımda ise söylediklerini nasıl
söyledikleri ortaya çıkar. Günlük yaşamda kişilerin ne söylediği yerine nasıl
söylediğinin arandığını düşünürsek, sözlü dilin yanındaki diğer anlatım biçimlerinin
yerini de görebiliriz.
1.2.5.1.5. Kişilerarası İletişimde Dilin Kullanımı
Piaget'nin zihinsel gelişim kuramına göre, çocuk erken gelişim dönemlerinde
benmerkezci bir bakış açısı içindedir. Kendisi dışındaki insanların da dünyayı kendisi
gibi algıladığını ve anladığını düşünmektedir. Bu nedenle de çevresindekilerden, onun
kendine özgü dilini anlamalarını beklemektedir. Bu durumun, çocukluk döneminin bir
özelliği olarak değerlendirilmesine karşın, bu eğilimin bir kısmının yetişkinliğe de
taşındığı görülmekte ve kişilerarası iletişim sürecinde çeşitli problemlerin yaşanmasına
zemin hazırlamaktadır.
İletişimin dille ya da dil-dışı ileti araçlarıyla gerçekleştirildiği görülmektedir.
Dil-dışı araçlarla da yapılsa, iletinin, sonuçta dile dönüştürülebilir, dille ifade edilebilir
bir ileti olması kaçınılmazdır. Bu nedenle, dilin her tür iletişimin taşıyıcısı olduğu ifade
edilmektedir94.
Bu bağlamda konuşma, kişilerarası iletişimde belli anlamlar yüklenmiş
sembollerden oluşan, dil denilen bir sistemin kullanılmasıdır. İletişim, mesaj
alışverişinin sürdüğü bir süreç olarak değerlendirildiğinde, insanlara özgü sözlü
iletişimde yapılan da anlam alışverişidir. Aynı dili konuşan insanların karşılıklı bir
fikirbirliği içinde belli anlamların yüklendiği çeşitli semboller ve sesler kullandığı
94
Ömer Naci Soykan, “Her Tür İletişimin Taşıyıcısı Olarak Dil Ya Da İletişim Açısından Olası Tüm
Diller İçin Bir Sınıflama Önerisi”, Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Dergisi, Yıl: 19881989, Sayı:10, s.73.
92
görülmektedir. Bu sembollerin, dünyanın algılanmasında kişilerarası bir ortaklık kurma
ihtiyacı ile geliştiği ifade edilmektedir.
Dilbilimciler, dil ve dilin temsil ettiği gerçek arasındaki ilişkiyi harita ile bölge
arasındaki ilişkiye benzetmektedir. Burada bölge gerçeği temsil ederken, harita da bu
gerçeği sembolize eden anlamların yüklendiği bir araçtır. Dilin kendisi bir gerçek
olmadığı, yalnızca anlam sembollerinden oluşan bir sistem olduğu için de kişilerarası
ilişkilerde
dilden
kaynaklanan
bazı
sorunlar
yaşandığı
ortaya
çıkmaktadır.
Sözcüklere bakıldığında genellikle sözcüklerin çoğunun birden fazla anlamı olduğu,
bunun yanında kişilerin sözcüklere yüklediği anlamlar için, bazı durumlarda sözlüklerin
de yetersiz kaldığı görülmektedir. Kişi sözcükler hakkında gerek kendi deneyimleri,
gerek başkalarının deneyimleri yoluyla bazı duygular, düşünceler ve yorumlar
oluşturmaktadır.
Sözcüklere yüklenen anlamlar kişiden kişiye değişebileceği gibi, aynı kişi için
anlamların niteliği ve yoğunluğu da deneyimlere bağlı olarak değişebilmektedir.
Örneğin, savaşın içinde yaşamış biri için savaş sözcüğüne yüklenen anlamlar ve bu
sözcüğün uyandırdığı duygular savaş öncesine göre çok farklı olabilmektedir. Kısacası
sözcükler ve ifadelerin, onları kullanan kişilerin kafasında dilbilimsel anlamlarını aşan
anlamlarla donatıldıkları ortaya çıkmaktadır.
Kuşkusuz zihnin işleyişi gibi, dilin kendi doğası da, sınıflandırmaları ve
genellemeleri gerektirmektedir. Ancak sözcüklerin yalnızca genellenmiş semboller
olduğunu ve kişinin bu sembollere verdiği anlamların da, o ana kadar öğrendikleriyle ve
deneyimleriyle sınırlı olduğunu gözden uzak tutmamak gerekmektedir.
Aslında mükemmel bir sözel iletişim biçimi yoktur, çünkü dilin kendisi bir
genellemeler sistemidir ve yetersiz bir iletişim aracıdır. Bu nedenle kişi, yaşama ilişkin
varsayımlar
oluştururken,
dilin
genelleme
tuzaklarına
düşerek
yanılgıya
uğrayabilmektedir. Buna paralel olarak, konuşulanı anlama da ancak çeşitli olasılık
düzeylerinde gerçekleşebilen ve hiç bir zaman tamamlanamayan bir süreçtir. Sonuç
olarak, dilin yetersizlik özelliği kolaylıkla kişilerin birbirlerini yanlış anlamalarına yol
açabilmektedir. Kişiye düşen ise, hiçbir şeyin tam ve mükemmel olmadığı dünyada,
93
varolanı kendi adına daha iyi kullanmak; başka kullanıcıların ve kullanım farklarının
olduğunu da unutmamaktır.
1.2.5.2. Sözsüz İletişim
Kişilerarası iletişimin, yaşamın her alanında büyük önem kazandığı günümüzde,
iletişim sadece sözel ifadelerden ibaret olmamakta, sözel ifadelerin yanı sıra sözsüz
iletişim unsurlarına daha fazla önem verilmektedir. “İnsanlar 48.000 (bazı iddialara göre
125.000) yıl önce konuşma yeteneğini elde edinceye kadar beden ve yüz ifadeleriyle
anlaşırlardı ya da kendi kendilerine ruh hallerini belki farkına bile varmadan, bu sessiz
dille dışa vururlardı”95.
Dolayısıyla ilk çağlardan beri Aristo, İbni Sina gibi düşünürlerin büyük önem
verdiği beden ve bedene ait unsurların, karakter tahlillerinde vazgeçilmez öneme sahip
oldukları görülmektedir. Sözsüz mesajlar, kişiliğin yorumlanmasında yol gösterici
olmaktadır.
Oxford Üniversitesinden Micheal Argyle’e göre, sözsüz sinyaller kişilikler arası
ilişkiyi sağlarken, sözel iletişim; dışsal olaylar üzerindeki iletişimi yerine getirdiği
belirtilebilir. Beden dilinin öğreteceği şey, kendi bilinçaltınızla konuşabilmektir, işte
tam da bu yüzden beden dili çok güçlü bir iletişim aygıtıdır. Bir insanla ilk
karşılaştığımız anda ilk izlenimi yaratmakta en önemli etken beden dilidir96.
‘Sözsüz’ kavramını tanımlamak için, 1972’de Laver ve Hutcheson tarafından
ortaya konan iki önemli ayırımı incelemek gerekmektedir; sözlü ve sözsüz, ve sesli ve
sessiz. Sesli davranış konuşmanın tüm yönlerini/boyutlarını göstermektedir, bir başka
deyişle ses tonu, konuşmanın hızı ve vurgular gibi sözlü ifadelere eşlik eden ve
kullanılan gerçek dil, buna karşın sessiz davranış ise, yüz ifadeleri, jestler ve vücut
hareketleri gibi iletişimsel işleve sahip tüm diğer aktiviteleri göstermektedir97. Sözlü
davranış öte yandan, sadece kullanılan dil ve kelimeler anlamında değerlendirilirken,
sözsüz davranış yukarıda tanımlanan anlamda sözlü olmayan tüm sesli ve sessiz
davranışları göstermektedir. Böylece, bir kişinin söylediklerinin sözlü içeriği bir yana,
95
Reha Oğuz Türkkan, İkna ve Uzlaşma Sanatı, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 2004,
s.95.
96
Judi James, Beden Dili, Olumlu İmaj Oluşturma, Çev: Murat Sağlam, Alfa Yayınları, Birinci Basım,
İstanbul, 1999, s.47.
97
Owen Hargie, Christine Saunders, David Dickson, Social Skills in Interpersonal Communication,
Brookline Books, Second Edition, Cambridge, 1987, s.9.
94
anlam alışverişi ses tonu, konuşmanın hızı, volümü ve ses perdesi (intonation) yoluyla
gerçekleşmektedir. Konuşmanın sözsüz yönlerine ek olarak, bilgi geniş ölçülü vücut
hareketleri yoluyla iletilmekte ve alınmaktadır.
Sözsüz iletişim, iki kişi arasındaki mesafeyle başlamakta, duruş, oturuş, giyim,
kuşam, yüz ve bedenin biçimi, mimik, jest gibi değişik bir çok öğeden oluşan geniş bir
yelpaze içinde sürdürülmektedir. Sözsüz iletişimde insanın içinde bulunduğu alan; bu
alan içinde yapılan hareketler baş, el, kol hareketlerinin oluşturduğu jestler; yüzün farklı
ifadeleri yani mimikler rol oynamaktadır. Buna bağlı olarak, sözsüz iletişimde iletinin
hareketlerden oluştuğu görülmektedir. Bu hareketlerin bir bölümü içgüdülerden,
dürtülerden kaynaklanmakta, bir bölümü de öğrenilmekte ve taklit edilmektedir.
Kişilerarası iletişimde başvurulan simgesel kodlar içinde sözsüz olanlar, çoğu
kez bilincinde olmaksızın, bununla birlikte kaçınılmaz olarak sürekli kullanılmaktadır.
Beden dili ile kişinin kendi bilinçaltı ile iletişim kurabilmesi mümkün olmaktadır.
Karşılaşılan kişiler üzerinde ilk izlenim yaratmada beden dilinin önemli bir etken
olduğu
görülmektedir.
Kişiler
söylediklerine
göre
değil,
görünüşlerine
göre
yargılanmakta, bu yargıda çoğunlukla bilinçaltı ön plana çıkmaktadır. Yargılar analiz
edildiğinde, önyargılara ve varsayımlara dayandığı ifade edilmektedir.
Sözsüz mesajlar sözlü mesajları pekiştirebilmekte, düzenleyebilmekte ya da
sözlü mesajlarla çelişebilmektedir. Bu nedenle iletişimin sözel olmayan unsurlarının
sözlü unsurlardan daha önemli olabileceği sonucuna varılmaktadır. İletişim sürecinde
karşıdaki kişinin gönderdiği sözsüz mesajlar, verilecek karşılığa ya da belirli bir
durumda oynanacak role ilişkin karar verme esnasında sık sık kullanılmaktadır.
Davranışların sözcüklerden daha yüksek sesli olduğu söylenebilmektedir.
Sözsüz iletişim rastlantısal ya da planlı olarak ortaya çıkabileceği gibi, her iki durumda
da sözel olmayan davranışlar, algılamayı ve verilecek karşılığı etkilemektedir. Teknik
açıdan bakıldığında, algılama yeteneğinin ya da sezgilerinin kuvvetli olduğu söylenen
kişilerin bu yeteneklerinin, aslında başkalarının sözsüz mesajlarını okuma ve bu sözsüz
işaretleri sözlü mesajlarla karşılaştırma yeteneği olduğu görülmektedir.
“Sözsüz iletişim toplumsal yaşamda insanın kazandığı ve kendine mal ettiği
kişilik özelliklerini ve kendini kendine ve ilişkide bulunduğu diğer insanlara ifade
stilinin bir parçasını anlatır. Bu anlatmada değerlendirmeler ve değerlendirilmeler
95
vardır. Bunları yaparken kişi kişilik özellikleri ve ifade stiliyle (expressive style)
kendini ve diğerlerini kendine yönlendirir, alıştırır; kendini ve diğerlerini kontrol
eder; kendi ve diğerleri hakkında düşünerek davranışını biçimlendirir; kendi
hareketlerine
dikkat
gösterir
ve
hareketlerini
kontrol
eder;
diğerlerinin
hareketlerine dikkat eder; böylece kendini ilişki bağlamına ayarlar ve amaç
gerçekleştirme, imaj koruma ve ilişki yürütmeyi sağlar. Dikkat edilirse, sözsüz
iletişim hem kişilerarası hem de kişinin kendisiyle olan iletişiminde yer
almaktadır”98.
Uzun yıllar kişilerarası iletişimin temelini konuşmanın oluşturduğu gerçeğiyle
karşılaşılmaktadır. İletişimin doğası ile ilgili bu yanılgının, kişinin işitme ile birlikte en
çok gelişmiş olan görsel kanallar aracılığı ile açımladığı sözsüz iletişim kodlarına
gereken önemin verilmemesine neden olduğu ortaya çıkmakta, sözsüz iletişimle ilgili
bilimsel araştırmaların son dönemlerde gerçekleştirildiği görülmektedir.
Beden dilinin teknik olarak incelenmesinde, Charles Darwin’in 1372’de
yayınlanmış olan ‘İnsanlarda ve Hayvanlarda Duyguların İfade Edilmesi’ adlı eseri,
sözsüz iletişim alanındaki en önemli eserlerden biri olarak kabul edilmektedir. Bu kitabı
takiben yüz ifadeleri ve beden diliyle ilgili modern çalışmaların gerçekleştirildiği ve
bugüne kadar Darwin’in gözlemlerinden pek çoğunun, çeşitli araştırmacılar tarafından
doğrulandığı ortaya çıkmaktadır. Elde edilen bir diğer bulgu da, yapılan çalışmalarda
yaklaşık bir milyon sözel olmayan hareket ve işaretin kaydedilmesidir99.
Sözsüz iletişimin kişide nasıl ortaya çıktığı ile ilgili pek çok araştırma
yapılmıştır. Bu araştırmalarda sözsüz işaretlerin doğuştan gelme, sonradan öğrenilme,
genetik olarak aktarılmış ya da başka bir şekilde edinilmiş olup olmadıklarını ortaya
çıkarmak amaçlanmıştır. Sözsüz işaretleri görsel veya işitsel yollardan öğrenmeleri
mümkün olmayan kör ve sağırların, dünyanın çeşitli bölgelerinde pek çok farklı
kültürdeki davranışların ve maymunların gözlenmesinden, pek çok kanıtlara
ulaşılmıştır.
Araştırma sonuçları bazı davranışların bu kategorilere girdiğini göstermektedir.
Örneğin çoğu primat bebeğin doğar doğmaz emme becerisine sahip olması, bu
davranışın doğuştan gelme ya da genetik olduğunu göstermektedir. Kör ve sağır
98
99
İrfan Erdoğan, İletişimi Anlamak, Erk Yayınları, Ankara, 2002, s.203.
Allan Pease, Beden Dili, Çev: Yeşim Özben, Rota Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2002, s.10.
96
çocuklar gözlemlendiğinde, bu çocuklardaki gülümseme yeteneğinin de öğrenme veya
taklit etmeden bağımsız olarak geliştiği ve bunun da doğuştan gelme bir davranış olması
gerektiği sonucu elde edilmektedir. Her kültürde duyguları göstermek için aynı temel
yüz hareketlerinin kullanıldığı ve buna bağlı olarak da bu davranışların doğuştan geldiği
sonucu ortaya çıkmaktadır. “Charles Darwin, kolları kenetlemenin savunma anlamında
evrensel bir işaret olduğunu söylemektedir”100.
Bazı davranışların kültürel olarak öğrenilen ve alışkanlık halini alan davranışlar
ya da genetik davranışlar olup olmadığı konusunda tartışmaların sürdüğü görülmektedir.
Bununla birlikte, sözsüz temel davranışların çoğunun sonradan öğrenildiği ve çeşitli
hareket ve davranışların anlamının kültürel olarak belirlendiği ifade edilmektedir.
Araştırmalara göre, yaş ve cinsiyet gibi değişkenlerin beden dili üzerinde etkisi
olduğu belirtilmektedir. Yaş ilerledikçe jest ve mimiklere ait sözsüz işaretlerin daha iyi
anlaşıldığı, bununla birlikte yüz ifadelerinin değerlendirilmesinde yaşın önemli bir
etkisinin olmadığı görülmektedir. Cinsiyet de sözsüz mesajların değerlendirilmesinde,
rolü olduğu anlaşılan bir değişkendir. Yetişkin bayanların her iki cinsiyetteki farklı yaş
grupları arasında beden dilini anlamaya en yatkın olan kesim olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu sonucun bayanların yetiştirilme tarzından kaynaklanabileceği ileri sürülmektedir.
Bayan cinsiyetinden beklenen ilgi ve şefkat gösterme rolünün erkeklere göre daha
önemli olarak görülmesi, bu durumu ortaya çıkarmaktadır. Bu ise, sözsüz mesajların
algılanmasında büyük duyarlılık meydana getirmektedir.
Ortaya atılan bir başka görüş ise, bayanların insan ilişkileri açısından daha
duyarlı olmalarının, sözsüz mesajları algılamalarında motivasyonlarını arttırmasıdır.
Çünkü iletişim sürecinde alıcının mesajları almak için daha duyarlı ve yüksek
motivasyona sahip olması, sözsüz mesajların alınma oranını yükseltmektedir.
Cinsiyetler arasında iletişimin farklı boyutları önem kazanmaktadır. “Erkekler
sözlü iletişime daha çok önem verirken, kadınlar için sözsüz iletişimi de kapsayan
iletişimin görsel yönü önemlidir. Cinsiyet mesajların alınmasında en önemli faktör
değildir. Her iki cinsiyet içinde, insan ilişkilerinde bilişsel becerileri daha üstün olanlar,
100
İzzet Necip, Sözsüz İletişim, Bilge Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2003, s.57.
97
mesajları daha iyi algılamaktadırlar. Bayanların sözsüz iletişim yetenekleri, sahip
oldukları statü ve değerlerden çok kişilerarası bilişsel becerilere dayanmaktadır”101.
Kişilerin kullandıkları sözsüz mesajların, başkalarının kendilerine olan bakış
açısını ve insanlarla olan ilişkilerini etkilediği görülmektedir. Sözsüz iletişimin
kişilerarası ilişkilerdeki rolü, ‘Denge Teorisi’ ile açıklanmaktadır. Denge teorisi,
kişilerarası iletişim sürecinde kişilerin birbirlerinden belirli davranışları beklemeleri
üzerinde odaklanmaktadır. Beklentiler karşılandığı takdirde, sözsüz işaretler karşılıklı
olmakta, beklenen ile sunulan veya yorumlanan davranış arasında çelişki olması
durumunda ise, yakınlık dengesini yeniden kurmak gerekmektedir. Örneğin, kişinin
beklenenden farklı olarak başkasına fiziksel anlamda çok yaklaşması durumunda,
yaklaşılan kişi karşısındakinden belirli bir mesafe uzaklaşarak dengeyi yeniden
kurmaktadır.
Bu teoriye göre, benzer iletişim becerileri olan kişiler, ilişkilerinden daha fazla
memnuniyet duymaktadır. “Denge Teorisi, bireylerin insan ilişkilerinde, düşüncelerinde
ve duygularında bilişsel bir tutarlılık veya denge sağlamaya çalıştığını ortaya
koymaktadır. Tutum değişikliğinin temel nedenlerinden birisinin bu olduğuna
inanılmaktadır”102.Örneğin, hakkında olumsuz düşüncelere sahip olunan bir kişiye
ihtiyaç duyulması durumunda, bu uyumsuzluktan ötürü sonunda o kişiden hoşlanılmaya
başlanmaktadır.
Sözsüz iletişimin önemli bir bölümünü oluşturan görsel kodların kullanımı,
insanın iletişim tarihi kadar eskiye dayanmaktadır. İlkel ve geleneksel toplumların
insanının, gerek günlük uygulamalarda gerekse de din kökenli törenler için son derece
yetkin görsel kodlar geliştirdiği görülmektedir. Toplumların yaşam biçimlerindeki
değişiklikler, kişilerarasındaki ilişkileri etkilemekte, değişen yaşam biçimlerine paralel
olarak, sözlü ve sözsüz iletişim biçimlerinde de farklılıklar ortaya çıkmaktadır.
Toplumdaki üretim, düşünce ve yaşam biçimi, birbirlerini karşılıklı olarak etkileyerek
birlikte değişime uğramakta, bu değişim de konuşulan dilin, selamlaşma şekillerinin,
sözsüz iletişimde kullanılan araçların değişmesine yol açmaktadır.
101
Ersin Altıntaş, Devrim Çamur, Beden Dili/ Sözsüz İletişim, Aktüel Basım Yayın, Birinci Baskı,
İstanbul, 2004, s. 60.
102
Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, İkinci Basım, Ankara, 2003, s.202.
98
1.2.5.2.1. Sözsüz İletişimin Özellikleri
Sözsüz iletişimin kişilerarası iletişim sürecinde iki önemli işleve sahip olduğu
görülmektedir.
Bunlardan
birincisi
sözsüz
mesajlarla
birtakım
anlamların
iletilebilmesidir. Örneğin, karşıdaki kişiyle araya konan mesafe, o kişiyle olan dostluk
düzeyinin bir belirtisi olarak görülmekte, başın sallanmasıyla bir görüşün onaylandığı
ifade edilmekte, yakaya takılan rozet kişinin mesleğini göstermektedir.
Sözsüz iletişimin ikinci işlevini ise, sözlü iletişimi desteklemesi ve onun
akıcılığına katkıda bulunması oluşturmaktadır. Kişi konuşarak ifade ettiği görüşünü,
yüzünü ve bedenini kullanarak desteklemekte, daha anlamlı hale getirmektedir. Onu
dinleyen kişi ise, yine ortaya koyduğu sözsüz mesajlarıyla konuşana geribildirim
vermektedir. Buna bağlı olarak dinleyicinin konuyla ne kadar ilgili olduğu, söylenenleri
anlayıp anlamadığı konusunda birtakım ipuçları elde edilmektedir. “Sözsüz iletişim
alemi; sözlü ifadenin anlamını mükemmelleştiren ve tamamlayan iradi (istemli) ve gayri
iradi (istemsiz) işaretler bütünüdür”103. Bu noktada kişilerarası iletişim sürecinde önemli
işlevlere sahip olan sözsüz iletişimin özelliklerini ise şöyle ortaya koymak mümkündür:
İletişimsizliği Olanaksız Kılma
Kişilerarası iletişimin temel unsurlarından birini mesajların sözlü ve sözsüz
nitelikte olması oluşturmaktadır. Dolayısıyla iki kişinin bulunduğu bir ortamda,
aralarında sözlü iletişim kurulmasa da, kişilerin davranışları, duruşları, aralarındaki
mesafe, yüz ifadeleri gibi sözsüz mesajları, bir açıdan sezgi düzeyinde nasıl bir insan
oldukları ya da o ortamda ne tür duygular taşıdıkları konularında ipuçları vermektedir.
Suskunluk bile karşıdaki kişiye belli mesajlar iletmektedir.
Karşınızdaki insana bir soru sorduğunuz zaman size yanıt vermeme şansı
yoktur. Yanıtlarını dile getirmeseler bile yüz ifadeleriyle, beden dilleriyle ya da
bakışlarıyla bir yanıt vereceklerdir104.
Kişilerarasında ortaya çıkan iletişim kopukluklarının temel nedenini, bu türden
iletilerin yeterince değerlendirilememesi oluşturmaktadır. Tüm bunların ışığında sözsüz
iletişim ve beden dili, iletişim kuramamayı imkansız hale getirmektedir.
103
İzzet Necip, a.g.e., s. 27.
Peter Thomson, İletişimin Sırları, Çev: Metin Yurtbaşı, Arion Yayınevi, 1. Basım, İstanbul, 2002,
s.34.
104
99
Duygu ve Coşkuları Dile Getirme
Rosenfeld tarafından gerçekleştirilen bir araştırma sonucunda derse hazırlıklı
gelen öğretmenlerin yüz ifadeleri, konuşmadaki etkinlikleri, gülümseme biçimleri, jest
ve mimikleri gibi davranışlarının derse hazırlıksız gelen öğretmenlerin ayni
davranışlarına oranla yaklaşık iki kat daha etkili olduğu bulunmuştur. Kimi zaman,
insanların duygularını anlamak gerçekten zordur. Kendilerine soramazsınız, çünkü ne
hissettiklerini çoğunlukla söylemek istemezler; söylemek isteseler bile, çoğu kez
duygularını kendileri de pek bilemezler. Bu kişilerin kafalarının içine girip ne
hissettiklerini öğrenemeyeceğimize göre, yüz ifadelerine, beden belirtilerine bakarak, o
anda nasıl bir duygu içinde olduklarını anlamaya çalışırız.
Bilişsel iletilerin aktarılmasında temel araç olan konuşma dili, duygu ve
coşkuların ifade edilmesinde çoğu durumda yetersiz kalmaktadır. Konuşma dilindeki
sözcükler genelde içerik bilgisi taşımakta, sözsüz iletişim ise duygusal bilgiyi
dışavurmaktadır. Jestler ve mimikler kişinin içinde bulunduğu duyguların en etkili
biçimde açığa çıkmasını sağlamaktadır. Bir bakış, bir dokunuşla sevginin ifade
edilmesi, ard arda sıralanan sevgi sözcüklerinden çok daha etkili olmaktadır.
Kişinin el, kol ve bacak hareketleri, hatta parmaklarının hareketi bile içindeki
gerçek duyguları yansıtmaktadır. "Pek çok insan bedenlerinin bir dili olduğundan;
konuşabildiğinden haberdar bile değildir. Kelimeler sizi kandırabilir ama beden asla
yalan söylemez”105.
Kişilerarasındaki İlişkileri Tanımlama
Ses tonu, bedenin duruşu, araya konan mesafe gibi sözsüz iletişim ögeleri,
ilişkilerin nasıl anlaşılması gerektiğini belirlemektedir. Bu türden iletiler ikincil
ilişkilerde birbirini tanımayan kişiler açısından olduğu kadar, birincil ilişkilerde de
oldukça önemlidir. Çünkü ilişkilerin biçimi ve yönü hakkındaki tanımlama, o anki
iletişim biçimini ve gereğini de etkilemektedir.
Her zaman canayakın davranan, sıcak ve sevecen bir tonla konuşan kişinin,
resmi bir tavırla konuşmasından ve el sıkmasından, ya bulunulan ortamın gereklerine
105
David J. Lieberman , Kimse Size Yalan Söyleyemez, Türkçesi: Sinem Sonuvar, Kuraldışı Yayıncılık,
İstanbul, 2004, s.22.
100
uygun olarak böyle davrandığı sonucu çıkarılmakta ya da içinde bulunduğu ruhsal
durumla bağlantılı olarak ilişkilerini nasıl belirlemek istediğini açıklamaktadır.
Sözel İçerik Hakkında Bilgi Verme
Sözsüz iletişim genellikle sözlü iletişimin yorumlanmasında, bir başka deyişle
sözel iletilerin anlamlandırılmasında ipuçları vermektedir. Aynı sözel içeriğin değişik
tonlarda ya da değişik bedensel hareketlerle ifade edilmesi, değişik anlamları ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla bu durumun, kişilerarasında iletişim sürecinde belirlenmiş ya
da belirlenmekte olan ilişkilerle yakından ilgili olduğu görülmektedir. Sözsüz iletişimin
ilişkilerin ve sözlü iletişimin içeriğinin nasıl anlaşılması gerektiğini bildiren bu özelliği,
üst iletişim sağlama özelliği olarak açıklanmaktadır.
Güvenilir Mesajlar Sağlama
Sözsüz iletişim biçimlerinin genelde sözlü mesajların desteklenmesi ve
pekiştirilmesi biçiminde kullanıldığı görülmektedir. Bazı durumlarda kişilerin gerçek
duygu ve düşüncelerini dile getiremedikleri, kastedilenden çok farklı sözler ortaya
koydukları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bu durumda belli bir konuda kişilerin gerçek
duygu ve düşünceleriyle ilgili olarak sözsüz mesajların, sözlü mesajlardan daha
güvenilir olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle söylenenlerin gerçekliğini yakalamak için,
bu türden mesajlara her zaman bilinçli olmasa da dikkat edilmektedir. Bir bakış ya da
suskunluk, çoğu durumda sözlerden daha güvenilir anlamlar ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte, sözsüz mesajların belirsizlik taşıdıkları da görülmektedir.
Sözsüz iletişimin duyguları belirtmesi, bu belirsizliğin kaynağını oluşturmaktadır. Belli
bir ortamda suskunluğu gözlemlenen kişinin bu davranışının, çekingenlik, saygılı olma,
yorgunluk ya da ilgisizlik gibi nedenlerin hangisinden kaynaklanmış olabileceğini
öğrenebilmek için, ortam koşulları ve diğer sözlü ve sözsüz mesajlarının birlikte
incelenmesi gerekmektedir.
Kültüre Göre Biçimlenme
Konuşma ve yazı dili ile kıyaslandığında sözsüz iletişim biçimlerinin daha
evrensel bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Anlamları açısından benzerlikler
bulunmasına karşın, her toplumun kültüründe sözsüz iletişim ögeleri dağarcığı ve bu
dağarcığın kullanım biçiminin kendine özgü olduğu ifade edilmektedir. Örneğin gülme
davranışı kişinin sevincini, bir şeyi komik bulmasını yansıtma açısından evrensel bir
101
davranış olmakla birlikte, kimin nerede ve nasıl güleceği kültürel olarak
belirlenmektedir.
Çift Anlamlılık
Çoğu durumda kişinin sözlü ve sözsüz mesajları, birbiriyle çelişen, farklı
anlamları vurgulamaktadır. Sinirli olan kişinin ses tonu, yüz ifadesi ve bedeni, kızgınlık
duyguları yansıtan mesajlar gönderdiği halde, sözlü mesajları tamamen farklı bir içerik
ortaya koyabilmektedir. Sözlü ve sözsüz mesajlar arasındaki bu çelişki, her zaman bu
şekilde belirgin olmamaktadır. Kişi bazen çeşitli sebeplere bağlı olarak, olduğundan ya
da hissettiğinden farklı görünmeye çalışmaktadır. Bu çelişkileri kendinde ve
başkalarında yakalamasını öğrenen kişinin, insan ilişkilerinde daha güçlü bir duruma
geçmeye başladığı ve diğer kişilerle daha derin ilişkiler kurma olanağına sahip olduğu
görülmektedir.
Belirsizlik
Sözsüz iletişimde belirsizlik derecesinin yüksek olduğu sonucuna varılmaktadır.
Karşıdaki kişinin gönderdiği sözsüz mesajların pek çok anlamı olabilmekte, bu anlam
seçeneklerinden hangisinin doğru olduğunu anlamak için, sözlü mesaja başvurmak
gerekebilmektedir. Sözsüz iletişimin gerçek duyguları daha iyi yansıtabilmesine karşın,
değişik yorumlara açık olması, kısa bir sürede belirli bir yorumu benimseyip her şeyin
anlaşıldığı sonucunun çıkarılmasının doğru olmadığını vurgulamaktadır.
Ses tonunun, yüz ifadelerinin, bedenin gergin ya da gevşek oluşunun, duruş ve
oturuş konumunun, jestlerin kişinin iç aleminin belirtileri olarak ele alınması, ancak
bunlardan çıkarılan anlamın belli bir zaman süresi içinde başka gözlemlerle
karşılaştırılması son derece önemlidir.
1.2.5.2.2. Sözsüz İletişimin Bölümleri
Bir terapist psikolojik bir durumda yardım olarak beden dilini kullanmaktadır:
Karşıdaki kişinin oturuş biçimi, odanın içinde nerede oturduğu, gözlerini nasıl
kullandığı gibi. Bir işadamı görünümde belirli ilişkileri korumak ve sürdürmek için
beden dilini kullanmaktadır. Bir öğretmen, öğretme eylemine yardımcı olmak amacıyla
beden dilinden yararlanmaktadır. Aile ortamında beden dili, evladın saygısını göstermek
102
için bir belirleyicidir106. Bir erkek çocuk, babasının vücut hareketlerini ve tavırlarını
taklit edebilmekte ve ona benzemeye çalışabilmektedir; kız çocuğunun da aynı biçimde
annesine benzeme gayreti içinde olabildiği söylenebilmektedir. Aile bağlamı içinde
beden dilinin nasıl işlev gördüğünün anlaşılması, onun çok daha büyük sosyal ve
kültürel durumlarda nasıl kullanıldığını anlamakta önemli olabilmektedir.
Beden dilinin değeri, sözsüz iletişimle sözlü iletişim bir bütün oluşturduğunda
ortaya çıkmaktadır. Kişi, farklı hareketlerin anlamını anladığında, kelimelere
gereksinim duymaksızın bir mesajı iletmekte, bu hareketlerin tek başına yeterli
olabildiği durumlar yaratabilmektedir.
Sözsüz iletişimi çeşitli bölümlere ayırarak incelemek mümkündür. Genel
anlamda değerlendirildiğinde yüz ve beden, bedensel temas, mekan kullanımı ve araçlar
olarak ortaya konulabilmektedir. Bu bölümler aşağıda ayrıntılarıyla incelenmektedir.
Yüz ve Beden
Sözsüz iletişimde kişilerin yüz ifadeleri, duruş, jestler ve mimiklerle
karşılarındaki kişilere mesajlar ilettikleri görülmektedir. Bu noktada “bilinçli olmasa ve
belirli bir kurala dayanmasa da, insanlar başkalarını dış görünüşlerine göre
değerlendirmektedir. Kişi tanıştığı, konuştuğu kişinin öncelikle yüzüne bakmaktadır. O
kişiye karşı olan davranışlarında, tutumlarında, yüz ifadesinin kişide bıraktığı izlenim
yön verici bir rol oynamaktadır”107.
Bununla birlikte yüz ifadelerini anlamanın kolay olmadığı, çünkü yüz
ifadelerinin oldukça hızlı değiştiği ifade edilmektedir. Yapılan araştırmalar, yüz
ifadelerinin saniyenin 1/5’i gibi kısa bir sürede değiştiğini ortaya koymaktadır108.
‘Gözler ruhun aynasıdır’ deyişi, gözlere tarih boyunca verilen önemi açıkça
anlatmaktadır. Gözler kişinin bakış açılarını ve tavırlarını anlatmaktadır. Hangi
bilgilerin
süzülerek
alındığını,
hangilerinin
dikkate
bile
alınmadığını
da
göstermektedir109.
Başka bir kişiyle ne zaman, ne kadar sıklıkla ve ne kadar uzun bir süre göz göze
106
Katinka Matson, a.g.e., s.109.
Tuncel Altınköprü, İnsan Tanımada Beden-Yüz Yapısı ve Karakter, Hayat Yayıncılık, 2. Baskı,
İstanbul, 2000, s.139.
108
Fatma Yüncü, Kişilerarası İlişkiler, Bilgehan Matbaası, İzmir, 1990, s.35.
109
Mehmet Arif, Murat Toktamışoğlu, Yüzümüz Neler Anlatıyor?, Kapital Medya Hizmetleri A.Ş., 2.
Baskı, İstanbul, 2004, s.31.
107
103
gelindiği, kişinin ilişkisi hakkında çok önemli bilgiler göndermesinin, özellikle de
ilişkisinde ne kadar egemen ya da samimi olmak istediğini göstermesinin bir yolu
olarak değerlendirilmektedir.
Birisinin gözünün içine dik dik bakmak, egemenliğe karşı basit bir meydan
okumadır. Gözle flört etmek, samimileşme arzusunu göstermektedir. Göz teması,
güven ve ilginin belirtisidir. Ancak göz teması kurmak için de, baş ve yüzü de uygun
bir şekilde hareket ettirmek gerekmektedir. Konuşmanın başında gözle temas kurmak,
dinleyici üzerinde egemenlik kurma, dinleyiciyi dikkat göstermeye zorlama arzusunu
göstermektedir. Konuşmanın sonunda yapılan göz teması, daha samimi bir ilişkiye,
geri bildirim arzusuna, dinleyicinin nasıl bir tepki verdiğini görme arzusuna işaret
etmektedir.
Baş, vücudun çatısı ve kontrol merkezidir. Başın içinde bulunan beyin, tüm
davranışların ve hayati fonksiyonların merkezi durumundadır. Başın kullanımının
karşıdaki kişiyle iletişimi daha etkin hale getirdiği görülmektedir.
Baş ile verilen işaretler, bir kişiyi onaylama, ‘evet’ ya da ‘hayır’ deme,
etkileşimin ve konuşmanın izlendiğini gösterme gibi hareketleri kapsamaktadır. Kafa
sallamalar aynı zamanda konuşmayı kesme ya da sürdürme gibi anlamlara da sahiptir.
Avrupalı ve Amerikalıların ‘hayır’ yerine başlarını iki yana, Türklerin ise aşağı yukarı
sallamaları, bu bedensel harekette de kültürlerarası farklılığın varlığını göstermektedir.
En çok kullanılan sözsüz simgeler olan yüz ifadeleri, konuşmayı tamamlayıcı ve
pekiştirici hareketlerdir. Konuşmanın bağlamını yine yüz ifadeleri belirlemektedir.
Kişinin konuşmalarının niteliği, yüzündeki değişimlerle birlikte yorumlanmaktadır.
Psikolojik dengelerini yitirmiş kişilerin yüz ifadeleriyle konuşmaları arasında çoğu kez
bir uyum görülmemektedir.
İnsan yüzünde pek çok anlamın gizli olduğu ifade edilmektedir. Yüz
ifadelerinin, diğer görsel göstergelerle karşılaştırıldığında, kültürler arasında daha az
farklılaşma gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalar, mutluluk, korku, öfke,
hayret, üzüntü, tiksinti gibi temel yüz jestlerinin bütün kültürlerde hemen hemen aynı
olduğunu göstermektedir.
Duygu ve coşkuları yüze yansıtan mimiklerin oluşmasında yüz kaslarının
hareketi, kasılıp gevşemesi rol oynamaktadır. Yüz kaslarının hareketlerinin bir
104
bölümünün içgüdü ve dürtülere bağlı olduğu, doğuştan geldiği, beyin kabuğunun
altındaki yapıların taşıdığı genetik plan ve programların yüzün görünümünü verirken,
aynı zamanda bu görünüme mimiklerle anlam ve renk kattığı ifade edilmektedir. Çocuk
geliştikçe duygulanım ve coşkuların mimiklerle anlatılması, başkalarının davranışlarının
taklit edilmesiyle gelişip, biçimlenmekte ve kalıplaşmaktadır. Dolayısıyla duygulanım
ve coşkuların mimiklerle ifade edilmesinin, içinde yaşanılan topluma ve toplum
kesimine göre değiştiği görülmekte, toplumsallaşma süreci içinde kültürle bağlantılı
olarak kazanıldığı, benimsendiği ve saklandığı ortaya çıkmaktadır.
Mimikler dışında kişi jestleriyle de önemli mesajlar iletebilmektedir. Jestler
birincil, konuşma ikincildir. Konuşma işe yaramadığında jestler yine ön plana
gelmektedir. Günümüzde bazı insanbilimciler, yaptıkları araştırmalar sonucu,
insanlararası etkileşimde jest, mimik ve bedensel davranışların sözcüklerden daha
büyük bir önem taşıdığı görüşünü savunmaktadır110.
“Nasıl sözcükler tam anlamlarını ancak bir cümlenin içinde veriyorlarsa, jestler
de ancak kişiliğin tüm belirtileri içinde doğru olarak anlamlandırılabilmektedir”111.
Jestlerin fikirlere uygun olması ve onları açığa çıkarması gerektiği vurgulanmaktadır.
Tavır ve hareketin amaçsız, anlamsız ve makineleşmiş olmayıp konuşmada anlatılmak
istenen düşüncelere yol gösterici olması son derece önemlidir. Jestin kelimelerin yerini
tutmaması ve aynı zamanda kelimelerden ayrı ve bağımsız olmaması gerektiği ifade
edilmektedir. Bu noktada tavır ve hareket kelimenin yol arkadaşı, rehberi olarak
değerlendirilmektedir.
Jestler; “kulağa ses aracılığıyla gelen kelimeleri göz önünde resme
çevirmektedir. Tavır ve hareket bir konuşmayı canlandırır, bir tablo haline koyar. Onun
için bunlar söylenen sözlere uygun olmalıdır”112. Bu doğrultuda amaçsız sallanan bir
kol konuşmacının etkisini azaltmaktadır. Anlamsız yumruk sıkmak, boş yere kolun alt
kısmını aşağı yukarı sallamak, elleriyle ceket yakasını kavramak, ellerini ovuşturmak,
sürekli sağ elin işaret parmağını tehdit eder gibi sallamak ya da kürsüye yumrukla
110
Engin Geçtan, İnsan Olmak, Metis Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.166.
Wolfgang Zielke, Sözsüz Konuşma, Türkçesi: Esat Nermi, Say Yayınları, Birinci Basım, İstanbul,
1993, s.12.
112
Herbert N. Casson, Söz Söyleme Sanatı, Çev: Vedat Yılmaz, Kariyer Yayıncılık, Birinci Baskı,
İstanbul, 2000, s.57.
111
105
vurmak, bir konuşmayı olumsuz olarak etkilemektedir.
İnsanların kendilerini ya da duygu ve düşüncelerini sözcüklerle ifade
edemedikleri dönemlerde, ellerini iletişim aracı olarak kullandıkları görülmektedir.
Cisimlerin, varlıkların, izlenimlerin, duygu ve düşüncelerin, bir başka deyişle duyulan,
görülen ve hissedilenlerin el işaretleri ile anlatıldığına tanık olunmaktadır.
Jestler, el ve kol hareketleri kişi kendisini kontrol etmeye çalışsa da, duyguları
ortaya koymaktadır. Kızgın kişi, ne kadar kontrollü bir kişi olursa olsun yumruklarının
sıkılı oluşu, kaslarının gerginliği ve kollarının önde oluşuyla kızgınlığını açığa
vurmaktadır. Karşısındaki kişiye olumsuz şeyler söylese de dokunma ihtiyacını duyan
kişi, karşısındakine yakınlık duyduğunu ve ilgisini göstermektedir.
Bununla birlikte normal bir konuşmada jestlerin, mimikler kadar konuşmayı
tamamlayıcı öğeler olmadığı, daha çok psikolojik heyecan durumlarını gösterdiği ifade
edilmektedir.
Bazı
kültürlerin
mümkün
olduğu
oranda
jestlerden
kaçındığı
görülmektedir.
Yapılan deneyler sonucunda konuşarak açıklamalarda bulunan deneklere jest
yapmaları yasaklandığında bunun kötü sonuçlar ortaya çıkardığı gözlemlenmektedir.
Kişi, konuşurken yaptığı jestlerle aktifleşmektedir. Bununla birlikte konuşan kişinin
karşısında dinleyici olsun olmasın aynı jestleri yapmadığı ifade edilmektedir. Bir çok
jest bilinçli olarak, karşıdaki kişiye yapacağı etki düşünülerek yapılmakta, buna bağlı
olarak telefon görüşmesinde ve dinleyiciler karşısında yüz yüze iken yapılan jestler
arasında farklılıklar ortaya çıkmaktadır.
Konuşmayı destekleyen jestin iki işlevi bulunmaktadır. Konuşan kişi bir taraftan
jestler aracılığıyla konuşmasının içeriğini daha iyi açıklamakta, diğer taraftan jestler,
kişinin emin olmadığı ifade ve düşünceleri aşmak, ayrıca yeni fikirlerin doğmasını
sağlamak açısından kendisi için gerekli olmaktadır113.
Söylenen kelimelere uyan hareketlerin konuşmanın kuvvet ve etkisini büyük
ölçüde arttırdığı görülmektedir. Çünkü bu aynı zamanda, karşıdaki kişiyi de görsel
olarak etkilemektedir. Kendisini doğru bir biçimde ifade etmek isteyen kişinin,
söylediği fikirleri yansıtabilmesi ve gösterebilmesinin yanında, aynı zamanda
113
Otto Schober, Beden Dili (Davranış Anahtarı), Çev: Süeda Özbent, Arion Yayınevi, 6. Basım,
İstanbul, 2003, s.65.
106
yaşamasının önemi ortaya konmaktadır. Konuşmasını duyarak ifade ettiği fikir ve
kelimelere uygun tavır ve hareketlerle yaşatması noktasına odaklanılmaktadır.
Bedensel Temas
Sözsüz iletişim yollarından birisi de bedensel temastır. Bedensel temas, vurmak,
itmek, tutmak, el sıkmak, kucaklamak, öpmek, dokunmak gibi bedensel hareketleri
kapsamaktadır. Bu hareketlerin kullanımları durumdan duruma farklılaşmakta ve
kişilerarası ilişkilerin çeşitli biçimlerinde anlamları değişmektedir; örneğin karşıt cinsler
ya da kamusal ve özel mekanlar arasında değişimler göstermektedir. Bedensel temasa,
Doğu-Arap ve Akdeniz kültürlerine göre Batı kültürlerinde daha az rastlandığı
görülmektedir.
Farklı bedensel temaslar kurarak kişinin karşısındakine çeşitli mesajlar ilettiği
görülmektedir. Örneğin el sıkışma, kişinin karşısındakini kendisine en azından bir
ölçüde eşit kabul ettiğinin bir göstergesi olmakta, karşıdakinin elinin avuçlar arasına
alınarak sıkılması dostluğu son derece anlaşılır biçimde ifade etmektedir. Bir başka
dostluk gösterme şeklinin ise kişinin koluna, omzuna dokunma, yakasındaki
görünmeyen tozları silkeleme olduğu söylenebilmektedir.
Diğer sözsüz iletişim şekilleri gibi, bedensel temasın anlamının kültürden kültüre
değişebildiği ve farklı kültürler arasında yanlış yorumlamalardan kaynaklanan iletişim
problemleriyle karşılaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Özellikle mevcut toplumsal kurallara
aykırı olan bedensel temaslar, farklı anlamlandırmalara yol açabildiğinden iletişim
sürecinin olumsuz bir boyut kazanmasında belirleyici olabilmektedir. Örneğin
kültürümüzdeki gelenekselleşmiş el öpme şeklinin büyüğün elinin dudağa götürülmesi
biçiminde olmasına karşın, farklı şekilde el öpen kişilerin bu davranışları çevredekiler
tarafından samimiyetsizlik olarak yorumlanabilmektedir.
Mekan Kullanımı
Kişiye sokakta tanımadığı birisinin çok fazla yaklaşması durumunda, kişinin
hemen geriye doğru bir adım atarak, bu davranışıyla karşıdaki kişiye, kendisine fazla
yaklaşmaması gerektiği mesajını vermeye çalıştığı görülmektedir. Buna karşın kişinin
yakından tanıdığı kişilerin ellerini, kollarını tutarak ya da boyunlarına sarılarak onlarla
arasındaki mesafeyi sıfıra indirebildiği ortaya çıkmaktadır. Genelde günümüzdeki Batı
kültüründe kişisel mekanların daha büyük, Doğu ve Akdeniz kültürlerinde ise kişisel
107
mekanların daha küçük olduğu ifade edilmektedir.
Kişilerin, kendi çevrelerinde oluşturdukları boş mekanlar yoluyla karşılarındaki
kişilere birtakım mesajlar ilettikleri görülmektedir. İnsan davranışlarıyla ilgili olarak
yapılan çalışmalarda, insan davranışlarının belirli biçimlerinin öğrenildiği, belirli
biçimlerinin de insanoğlunda kalıtımsal olarak varlığını sürdürdüğü genel olarak kabul
edilmektedir. Bu noktada mekan duygusu dışında hiçbir şeyin kalıtsal olarak
varolmadığının da ifade edildiği görülmektedir. Mekanın kullanımı ve gereksinmelere
bağlı olarak oluşan özelliklerinin korunması isteği, hayvanlarda görüldüğü kadar
yaygın ve açık olmasa bile insanlarda da bulunmaktadır. Burada sözsüz iletişim için
önemli olan, kişilerin davranışlarını ve tutumlarını etkileyen mekanın, özgül kullanım
biçimlerine bağlı olarak nasıl bir mesaja dönüştüğü sorunudur.
Yapılan çalışmalar, insanoğlunda kalıtsal bir içgüdü olarak varolan mekanın
korunması isteğinin, kişinin bireysel psikolojik mekanizmalarını biçimlendirdiği ve bir
ölçüde yargılarını, davranış biçimlerini, tutum ve kanaatlerini oluşturduğu ya da
etkilediğini ortaya koymaktadır114.
Kişilerin yaşadıkları çevre ne kadar kalabalık olursa olsun, her bireyin kendi
çevresinde yarattığı ve kıskançlıkla koruduğu kendine özgü bir mekanın varlığı dile
getirilmektedir. Mekansal bir içgüdü olduğu varsayılan bu duygu aracılığıyla insanoğlu
(ve diğer canlılar), sözsüz iletişimin ilk biçimlerini oluşturmaktadır. Mekanın içindeki
bedensel hareketlerin, başka insanlar ile olan etkileşimin de temelini oluşturduğu ifade
edilmektedir.
Mekanın, insan için oluşturduğu değere göre dört temel ayırım yapılabileceği
ifade edilmektedir. Bunlar; samimi mesafe, kişisel mesafe, toplumsal mesafe ve
kamusal mesafe olarak belirtilmektedir.
Samimi mesafe, kişinin yaşadığı mekanda ilişki içinde olduğu tüm diğer nesne ve
öznelere en yakın olduğu uzaklık olarak değerlendirilmektedir. Hall, ikili bir samimi
uzaklık kavramı geliştirmektedir. Bunlardan birincisi olan yakın samimi uzaklık, gerçek
teması içermektedir. Birbirlerini öpen sevgililerin ya da anne ile bebeğin ilişkisi bu
uzaklık tanımına girmektedir. Uzak samimi mesafe ise, on santimetreden otuz
114
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.200.
108
santimetreye kadar olan yakınlığı kapsamaktadır. Bu uzaklık, mekanları olduğu kadar
kişilerin davranışlarını da etkilemektedir.
Samimi mesafe, kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerinin belirlenmesini de
sağlamaktadır. Örneğin, başkalarıyla fazla fiziksel yakınlıktan hoşlanmadığı bilinen bir
kişinin tanıştığı biriyle tokalaştığı görüldüğünde, bu görünüm o kişi ile tokalaştığı kişi
arasında bir yakınlığın başladığı mesajını iletmektedir. Aynı zamanda, samimi
mesafenin kişilerin birbirlerine saygısının da bir ölçütünü oluşturduğu ifade
edilmektedir.
Çeşitli kültürlerde, bu kişisel mesafe içine giren herkesi, o kültürün normlarına
göre sınıflandırmak mümkündür. Uzaklık içinde belirli anlamları olan hareketler
yapılmaktadır; fakat iletişim bu kadarıyla belirli istekleri ifade etmekten öteye
gidememektedir. Bu hareketlerin anlamlarının iletilebilmesi için, sözsüz iletişimin bu
yakın
mesafedeki
mekansal
biçimlerinin
sözel
davranışlarla
tamamlanması
gerekmektedir. Örneğin, kadın-erkek ilişkilerinde kol kola dolaşma, belirli bir isteğin
ifadesidir; bununla birlikte bunun ne tür bir istek olduğunu belirtmek sözel davranış
gerektirmektedir.
Kişisel mesafe, ortalama olarak yarım ile bir metre arasında bulunan, Hall’un
deyişiyle bir kokteyl partideki kişilerin birbirleriyle en rahat biçimde etkileşimde
bulunabildikleri mesafedir. Bu mesafenin içerdiği mesajlar arasında, kişisel yakınlık,
samimiyet, saygı gibi samimi mesafede de belirtilen özellikler sayılabilmektedir. Aynı
zamanda kişinin egemenliği altında tutmak istediği ve hareket için gereksinim duyduğu
en az uzaklığı (mekanı) göstermekte, ayrıca kişilerin kendilerini nasıl algıladığının bir
ölçütü olmaktadır.
Uzaklığın, kendilerine saygı duyulmasını isteyen kişiler tarafından nasıl
kullanıldığı gözlemlendiğinde, bunun tipik bir örneğiyle karşılaşılmaktadır. Bu tür
kişilerin, diğerlerini belli mesafelerde tutarak, çevrelerinde bir güvenlik ve egemenlik
alanı oluşturdukları ve bu alana tecavüz etmenin, insanlar arasında belirli anlamları olan
jestler ve mimikler yoluyla engellendiği görülmektedir.
Toplumsal ve kamusal mesafe tanımları, genellikle bir buçuk metreden üç buçuk
metreye kadar olan mesafelerin toplumsal, daha fazla olan mesafelerin de kamusal
olarak nitelendirilmesiyle farklılaşmaktadır.
109
Toplumsal mesafe, kişilerin statülerinden kaynaklanmakta; yani algılama
sürecinde bir anlamda statünün belirlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Sözgelimi bir
genel müdürün masası ile en yakın oturma koltukları arasındaki mesafe, ya da bir
yönetim kurulu başkanının toplantı sırasında oturduğu koltuğun diğer üyelerden
uzaklığı, kişinin toplumsal statüsünün dolaylı bir göstergesidir. Bir siyasal liderin, bir
miting sırasında en yakın dinleyicisiyle olan uzaklık da kamusal uzaklığa örnek olarak
gösterilebilir. Toplumsal ve kamusal uzaklığın, bedensel ve sözsüz iletişime pek izin
vermeyen, ancak sözel davranışla vurgulanan jest ve mimiklerle iletişimi mümkün
kılan ortamları oluşturduğu ifade edilmektedir.
Sözsüz
iletişimin
öncelikle
bedensel
mekanın korunmasıyla
başladığı
söylenebilmektedir. Bedensel tehdide karşı bütün jest ve mimikler, çoğunlukla
içgüdüsel biçimlerde oluşmaktadır. Birçok refleks hareketin varlık nedeni, bedenin dış
etkilere karşı duyarlı davranması ve dışarıdan gelebilecek tehlikeleri yok etmeye
hazırlıklı olması olarak değerlendirilmektedir.
Mekan kullanımı yoluyla belirli mesajlar iletmenin en açık örneklerinden biri de
liderlik statüsünde görülenidir. Liderlik, mekansal açıdan genellikle yükseklik
aracılığıyla anlatılmaktadır. Bir grup içinde daha yüksek yerde duran biriyle
karşılaşıldığında, onun grubun önde gelen kişilerinden biri olduğu algılanmaktadır.
Yüksekte olmanın aynı zamanda bir mekansal denetim olanağı sağladığından, bu tür
yerlerde olanların genellikle lider olarak algılandığı görülmektedir. Yükseklik olarak
mekansal mesaj, kralların önünde eğilme, el etek öpme gibi davranışlarda da
vurgulanmaktadır. Hatta bir kişinin önünde hafifçe de olsa eğilmek, onun üstünlüğünün
benimsenmesi anlamına gelmektedir.
“Bireylerin kendilerini mekana yerleştirmeleri ve durumlarına en uygun yerleri
seçmeleri de, sözsüz iletişimin önemli mekansal boyutlarından biri olmaktadır.
Mehrabian, bu yer seçimine dolayımsızlık (immediacy) demektedir”115. Bu yakınlık
duygusu, en çok birbirlerini seven ve belirli biçimlerde bedensel yakınlıktan doyum
sağlayan kişilerde görülmektedir. Dolayımsız bir biçimde yakınlaşmak ve yer seçmek,
yine statü gösteren mesajları içermektedir.
Kişilerin kendilerini mekanda belirli yerlere yerleştirmeleri, onların birtakım
115
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.203.
110
psikolojik özelliklerini ve kişilik yapılarını açığa vuran bazı ipuçları vermektedir.
Kişilik yapısının, belirli baskıcı koşullarda yer seçimini ve mekanı kullanımını
etkilediği ifade edilmektedir.
Kişilerin,
kendilerine
duydukları
güvenin
ölçüsünde,
diğerlerinin
kişisel
mekanlarına sokulmalarına o kadar fazla izin verdikleri ortaya konmaktadır.
Kendilerinden emin olmayanlar ise, yaşamları boyunca hiçbir şeyi denetleyememekten
duydukları bunalımı kişisel mekanlarını koruyarak telafi etme yoluna gitmekte, bu
mekanın ihlali karşısında saldırganca bir tutum takınabilmektedirler. Bu gibi kimseler,
kuşkusuz mekanı korumak gibi içgüdüsel bir duygunun bilincinde olmadıkları için,
saldırganlıklarını daha başka nedenlere dayandırmaktadır.
Araçlar
Kişilerarası iletişimde mesaj iletmek için başvurulan yollardan birisi de,
birtakım araçlar kullanmaktır. Rozetler ya da takılar takarak, kokular sürerek, belirli
kıyafetlere bürünerek, çevredeki kişilere çeşitli mesajlar iletebilmektedir. Çeşitli
toplumlarda askerlerin rütbelerini gösteren özel elbiseler ve işaretler, aralarındaki
iletişimin, örneğin selamlaşmanın nasıl gerçekleşeceğini belirlemektedir.
Kişilerin birtakım araçlar kullanarak kişisel mekanlarının sınırlarını diğer
kişilere bildirebilmeleri söz konusu olmaktadır. Kişinin herhangi bir yerde yanındaki
koltuğa ceketini koyarak, çevreye, o koltuğun sahibi bulunduğu mesajını verdiği
görülmektedir. Araç ve mekan kullanımı yoluyla statü belirtmek de mümkündür.
Genelde, kişilerin statülerinin yükselmesi kullandıkları masaların büyüklüğüyle
paralellik göstermektedir.
Kişilerarası iletişimde araç kullanımının bazı durumlarda iletişimi engelleyici
rol oynaması da söz konusu olmaktadır. Bu noktada Amerika'da bir psikoloğun
muayenehanesinde psikoloğun, arada masa engeli olmaksızın görüştüğü deneklerin,
araya masa konularak görüştüğü deneklerden kendilerini rahat hissedenlerin sayısının
çok daha fazla olduğu sonucuna ulaşılmaktadır116.
Bir başka sözsüz iletişim aracı olan giysiler, insanın bedenini örten, onu
koruyan, kültürünü yansıtan eşyalar olmanın yanı sıra, insanların iletişim süreçlerinde
116
Ahmet Şerif İzgören, Dikkat Vücudunuz Konuşuyor, Academyplus Yayınevi, 17. Baskı, Ankara,
2000, s.94.
111
kullandıkları iletişim dillerinden de birisini oluşturmaktadır. Kişiler, diğerlerine vermek
istedikleri mesajları konuşulan dil, yazılı simgeler ve beden dilinin yanı sıra giysileriyle
kodlayarak da verebilmektedir. Farklı giyim biçimleri, desenler, kumaşlar, renkler
değişik kültürlerde değişik biçimlerde anlamlandırılmaktadır. Özellikle yüksek bir
kültür düzeyine ulaşmış toplumların bireyleri, konuşacakları kişinin ya da girecekleri
iletişim sürecinin niteliğine göre giysi seçmeye özen göstermektedir.
Giysiler, kişilerarası iletişimde özellikle mesajların algılanması ve hedeflerin
ikna edilmesi ve hedef kitle üzerinde olumlu bir imaj yaratılmasında önem
taşımaktadır. İletişimdeki kaynağın fiziki görünümünün iyi olmasının alıcı üzerinde
olumlu etkiler uyandırdığı bilinmektedir. Ortama göre seçilmiş güzel bir kıyafet,
kaynağın kendisine duyduğu güvenin ve hedef kitleyi oluşturan bireylere karşı duyduğu
saygının göstergesi olarak değerlendirilmektedir.
Tüm bunların sonucunda insanın anlam yükleyebildiği her şeyin, iletişim amaçlı
kullanılabildiği görülmektedir. Konuşma dili bir başka deyişle sözlü iletişimin yanında
yazılı dil, ayrıca günümüzde çeşitli çalışmaların gerçekleştirildiği ve üzerinde önemle
durulan yüz ifadeleri, mimikler, jestler, mesafeler gibi öğelerin oluşturduğu sözsüz
mesajlar, iletişimde kullanılan kodları ifade etmektedir.
Günlük yaşamda başvurulan simgesel kodlar içinde sözsüz olanların, anlam
yaratma ve paylaşmada çoğu kez bilincinde olmaksızın, bununla birlikte sürekli
kullanıldığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Yukarıda belirtilen tüm unsurlar, kişilerin
başkalarına mesaj iletmelerinde son derece önem taşımakta, dolayısıyla sözlü ve sözsüz
iletişimin bir bütünlük içersinde değerlendirilmesi ön plana çıkmaktadır.
112
BÖLÜM 2:
KİŞİLERARASI İLETİŞİM SÜRECİNDE İLETİŞİMSİZLİK
İnsanların en temel özelliği iletişim kurmaktır. Bununla birlikte çoğu zaman
kişilerin iletişim kurduklarını düşündükleri halde iletişimsizliğin içinde olduklarını
algılayamayabildikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. İletişimsizliğin temelinde çoğu
zaman çevresel olduğu kadar kişisel etkenlerin yattığı görülmekte ve bu etkenlerin fazla
sayıda olduğu ortaya çıkmaktadır.
Örneğin,
kişilerin
yaşadıkları
duyguların
sorumluluğunu
birbirlerine
yüklemeleri, başkalarını yeterince dinlememeleri, kendi görüşlerini tek gerçek olarak
değerlendirmeleri, karşılarındakilerin söylediklerinin içeriğinden çok nasıl kişiler
oldukları üzerine odaklanmaları gibi çeşitli sebeplerle iletişimsizliği yaşamalarının
kaçınılmaz olduğu görülmektedir.
Tezin konusu gereği bu nedenle çevresel etmenlerden çok kişisel etmenler
üzerinde durup, bir iç yolculuğuna çıkıp, bu etmenleri tekrar sorgulayıp doğru bilgiye
erişmekle daha sağlıklı iletişim kurulabileceğinin bilinci ön plana alınmaktadır. Bu
nedenle daha fazla kişisel etmenler üzerinde yoğunlaşılmaktadır.
2.1. İLETİŞİMSİZLİK KAVRAMI
İletişim, konuşan bireyin (gönderici) sahip olduğu güdü, gereksinim, algı ve
tutumlarının oluşturduğu duygu, düşünce veya bilgilerin her türlü yolla dinleyici (alıcı)
bireye veya bireylere aktarılması sürecidir. Eğer iletişim etkili ise, bir kimseden diğer
kimseye iletilen düşünce ve duygular bozulmadan, diğer kişi tarafından olduğu gibi
anlaşılmaktadır. Burada anlamların yaratılması, ortaklaştırılması ve paylaşılması süreci
vurgulanmaktadır.
Etkili iletişimin amacı ‘iletmek istediğimizi karşımızdakine amaçladığımız biçimde
iletebilmek,
isteneni
elde
etmek
ve
beklenen
tepkiyi
uyandırmak’
olarak
değerlendirildiğinde, yaşam boyu sürdürülen iletişimde başarı oranının yüksek olmadığı
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Kişilerin çoğu kez, ‘Ne istediğimi anlatamadım;
düşündüğümü iletemedim ya da yanlış anlaşıldım,’diye yakındıklarına sıklıkla şahit
olunmaktadır. İletişim kurmanın güçlüğünü, iletişim sürecini de açıklayan şu sözler çok
güzel anlatmaktadır: "Söylediğimi sandığını anladığına inanıyorum; ancak duyduğunun
113
benim demek istediğimin olmadığını kavradığından kuşkuluyum"117. Gerçekten de
kişinin karşısındakine ya da karşısındakilere kendisini tam anlamıyla ifade edebilmesi
ve tam anlamıyla anlaşılabilmesinde birtakım engellerin ortaya çıktığı, dolayısıyla etkili
bir iletişim içinde olunamadığı görülmektedir.
İletişimde karşılaşılan engeller bir anlamda kişilerin duygusal özelliklerinden,
kısıtlılıklarından, bir anlamda da iletişim sürecinin yeterince bilinmemesinden
kaynaklanmaktadır. Başkalarının duygu ve düşüncelerini onlarla özdeşleşerek görme
duyarlılığını kazanmak, kuşkusuz iletişimin etkinliğini sağlama açısından çok
önemlidir.
Bireylere belirli bir topluluğun algılama ve davranış biçimlerini, kültürel
özdeşliği
kazandıran
kültür,
iletişim
biçimlerinin
bir
toplamı
olarak
değerlendirilmektedir. Toplumlar ile kültürlerin gerçekte iletişim aracılığında varolup
gelişebildikleri; paylaşılan deneyimlerle, belirli bir konuma oturdukları gözlenmektedir.
Paylaşılmayan deneyimler ya da alışkanlıklar ise yeterli düzeyde empati kurmayı
sağlayamayacağı için değişik kültür ya da topluluktan kişilerle etkili bir iletişim kurma
olasılığının yoksunluğu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında, bugün dünyada kişileri
kendi toplumlarına ya da kültürlerine bile ‘yabancı’ yapabilecek ölçütte bir değişim hızı
ve karmaşıklığı yaşanmaktadır.
Dünyada zamanın, sayısız ve sınırsız iletişim olanaklarıyla dolu bir bölümü
yaşanmakta ve her haliyle yeryüzüne bir iletişim oyununun mizanseninin kurulmuş
olduğu ifade edilmektedir. Bununla birlikte bunca yoğunluğun içinde yine de insanların
iletişim yoksulu olduğu, iletişim kuramadıkları, yan yana yürürken, diz dize otururken,
göz göze bakışırken anlayamayıp, anlatamadıkları, anlaşamadıkları, çatışmalarının
uzlaşmalarından daha fazla olduğu söylenebilmektedir118.
İletişim, bir anlamda farklılıkların ve benzerliklerin paylaşımı olarak
değerlendirilebilmektedir. Kendini ifade etmenin, iletişim kurmak anlamına gelmediği,
yalnızca iletişime giden basit bir adımı oluşturduğu görülmektedir. Gerçek iletişim ise,
kişinin kendisini ifade etmesi, söylediklerinin duyulduğuna dair karşı taraftan teyit
117
Brent Ruben, Communication and Human Behaviour, Macmillan Publishing Company, New York,
1984, s.3’den aktaran Ayseli Usluata, İletişim, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınları, 1. Basım, İstanbul,
1994, s.8.
118
Sedat Cereci, İletişiverelim, Şule Yayınları, İstanbul, 1997, s.9.
114
alması, karşıdaki kişinin söylediklerini dinlemesi, onu gayet iyi duyduğunu teyit etmesi
ve anlam dünyalarının uyuşması olarak ifade edilen ve birbirini izleyen aşamaları
kapsayan bir süreçtir.
Oldukça basit görünen bu ardışık aşamaların, aslında içinde pek çok tuzak
barındırdığı ortaya çıkmaktadır. Kişi aslında karşısındakinin söylediklerine değil, kendi
duyduğuna, yani karşı tarafın söylediğini düşündüğü şeye ya da onun sözlerinin
kendinde yarattığı ve tamamen kişisel olan etkiye, bir başka deyişle söylenenlerin
yansımasına tepki vermektedir119. Çoğu zaman söylenmek istenilenlerle karşı tarafın
duyduğu arasında son derece büyük fark ortaya çıkmakta ve bu durumun karşılıklı
olduğu gözlemlenmektedir.
Burada unutulmaması gereken nokta, kişinin karşısındakini onaylamak ya da
düşüncelerinin doğru olduğunu kabul etmek zorunluluğunda olmadığıdır. Bu aşamada
karşı tarafın bakış açısını görmek ve bu bakış açısının ona ait olduğunu kabul etmek son
derece önemlidir.
Yapılan araştırmalar, insanların birbirlerini anlayıp sevebilmeleri için sağlıklı
iletişimin gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, yaşanan mutsuzluğun
ve sevgisizliğin ilk nedeni olarak sağlıksız iletişim ileri sürülmektedir. İnsanların
mutluluk duygusunu yaşayabilmeleri için ilgi ve sevginin gerekli olduğu, ancak bu ilgi
ve sevgi için de insanların birbirlerini anlamaları, etkili bir biçimde dinlemeleri,
kendilerini başkalarına anlatmalarının da kaçınılmaz olduğu görülmektedir. Dolayısıyla
sağlıklı anlama, dinleme ve anlatma için kişilerarasında verimli ve sağlıklı bir iletişim
sürecinin gerçekleşmesi gerekmektedir.
Başarısızlığın nedenleri konusunda yapılan araştırmaların sonuçlarına göre,
duygusal hayatlarında veya iş yaşamlarında başarısızlığa uğramış kişilerin yüzde 80’i,
başkalarıyla iyi ilişkiler kuramamaktadır. Bu kişilerin en belirgin özellikleri iletişim
konusundaki yetersizlikleridir. Yine bu araştırmaların sonuçlarına göre, iş yaşamındaki
başarıda entelektüel birikim ve iş konusundaki beceri ile tecrübenin payının yüzde 25
iken, nitelikli insan ilişkileri kurmanın payının ise yüzde 75 olduğu ortaya çıkmaktadır.
119
Jacques Salome, Sylvie Galland, Ah Kendime Bir Kulak Versem!/ Güçlü Bir İletişim Rehberi,
Çev: Neslihan Burcu Akdağ, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.11.
115
Amerikan Purdue Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, beş yıl boyunca izledikleri,
mühendislik diploması almış öğrencileri; eğitimleri boyunca en yüksek notları alan
öğrenciler (A), eğitimleri boyunca en düşük notları alan öğrenciler (B), insan ilişkileri
konusunda en başarılı oldukları düşünülen öğrenciler (C) olarak üç kategoriye
ayırmışlardır120.
Bu üç kategoriden hangisinin iş yaşamında daha fazla para kazandığı
değerlendirildiğinde, A ve B kategorileri karşılaştırıldığında yıllık gelirlerinde kayda
değer bir farkın olmadığı; A ve C kategorileri karşılaştırıldığında, C kategorisinin yıllık
gelirinin A kategorisine göre ortalama yüzde 15 fazla olduğu; B ve C kategorileri
karşılaştırıldığında ise, C kategorisinin yıllık gelirinin B kategorisine göre ortalama
yüzde 35 fazla olduğu ortaya çıkmaktadır121.
Bu araştırmanın ortaya koyduğu sonuçlar, nitelikli ilişkiler kurmanın önemini bir
kez daha gözler önüne sermektedir. Buna karşın, çeşitli nedenlere bağlı olarak, iletişim
sürecinde sorunlarla karşılaşıldığı ve iletişimsizliğin tüm boyutlarıyla yaşandığı
görülmektedir. Bu bağlamda, kişilerin, her ne kadar birçok noktada birbirlerine
benzemelerine karşın, aslında birbirlerinden farklı oldukları ve bu farklılıkların da
iletişimsizliğin ana kaynağını oluşturduğu gözlenmektedir.
Kişilerin yaşamda en zor çözülen, çözmede en zorlandıkları sorunlar diğerleriyle
olan iletişim, anlama, anlatma sorunlarıdır. İletişim sorunlarının yıpratıcı, mutsuz edici,
strese sokan, uykusuz bırakan bir etkide bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Çevredeki
kişilere bakıldığında onların hepsi; “farklı davranırlar, farklı düşünürler, farklı yaşarlar,
farklı kararlar alırlar, farklı iletişim kurarlar, farklı algılarlar, farklı anlatırlar, farklı
anlarlar, farklı duyguları vardır ve farklı tepkiler verirler”122.
Bu noktada yaşamda başarıyı ve mutluluğu bu kadar açık ve net biçimde
etkileyen iletişim, kişinin ne anlattığı değil, nasıl anlattığı ve karşıdakinin ne anladığı
olarak değerlendirilmektedir. Bu ifadeden hareketle, sağlıklı ve verimli bir iletişim
sürecinin gözüktüğü kadar basit olmadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
120
Erica Guilane-Nachez, İletişim mi? Kolay!, Çev: Gülşah Ercenk Abdelhadifi, Sistem Yayıncılık,
Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.8.
121
A.g.e., s.8.
122
Murat Toktamışoğlu, Cengiz Alkış, İnsan Tanıma Kılavuzu, Düş Yıldızı Yayınları, 1. Basım,
Ankara, 2004, s.6.
116
Tek bir insan zaten başlı başına çok bilinmeyenli bir denklemdir. Ve bu
denklemi çözmek çok zordur. Kişilerarası iletişimde ise en az karşılıklı iki insanın
olduğu düşünüldüğünde, üst üste çok bilinmeyenli iki denklem olup daha da karışık bir
yapı oluşturmaktadır123.
Bu noktada birlikte yaşanılan, karşılaşılan insanlarla sağlıklı iletişim kurmak
giderek önem kazanan bir beceri olarak değerlendirilmektedir. “İşverenlerin
elemanlarında en fazla tercih ettikleri üç özellik konusunda yapılan bir araştırmada,
ankete katılan kişilerden %84'ünün en üst sıraya iyi ilişkiler kurmayı koyduğu
görülmektedir”124. Dolayısıyla iyi ilişkiler kurmanın, eğitim ve deneyimden daha önce
yer alması, üzerinde düşünülmeye değer bir gerçektir.
Toplumsal bir varlık olan insan, sürekli iletişim içindedir. Birçok sorunun
kaynağında, kişilik, karakter, kültür vb. farklılıklar yatmaktadır. Bu kadar değişik
özelliklere sahip insanlarla istenildiği düzeyde sağlıklı ilişki kurabilmek ise pek kolay
görünmemektedir. Bu bağlamda, “fiziksel, cinsel, psikolojik ve ruhsal sorunların
çoğunun
kökeninde
kişinin
kendisiyle
ve
başkalarıyla
olan
iletişimsizliği
yatmaktadır”125.
İletişimin tarihi insanlık tarihi kadar eski olsa da artık iletişimin her
zamankinden daha önemli hale geldiği görülmektedir. İnsanoğlunun nükleer savaşlar,
salgın hastalıklar kadar büyük bir korkusunun daha olduğu, bunun da yalnız kalma
korkusu olduğu ifade edilmektedir. Yalnızlığı doğuran sebep ise iletişimsizliktir.
İletişimsizliği sadece karşıdaki insanlarla konuşamamak, görüşememek olarak
değerlendirmemek gerekmektedir. Bazen kişinin karşılıklı görüştüğü, konuştuğunu
düşündüğü insanlarla da iletişimsizlik yaşaması kaçınılmaz olmaktadır. Bir başka
deyişle, “iletişim sadece karşılıklı eylemsizlik olarak değerlendirilmemelidir; bazen
karşılıklı negatif eylemler de iletişimsizliktir”126.
2000’li yıllarda dünya siyasetinin, insan ilişkilerinin en büyük travmasının
123
Murat Toktamışoğlu, Cengiz Alkış, a.g.e., s.10.
Leil Lowndes, How to Talk to Anyone, Mc-Graw Hill Contemporary, Lincolnwood, USA, 2003,
s.57.
125
Nil Gün, İlişkilerimizde Değiştiremediklerimiz Karakterlerimiz, Kuraldışı Yayıncılık, Birinci
Basım, İstanbul, 2003, s.11.
126
Nicki Stanton, What Do You Mean “Communication” An Introduction To Communication In
Business, Pan Books, London, 1982, s.23.
124
117
iletişimsizlik
olduğu
söylenebilmektedir.
Güvercinle
haber
salma,
dumanla
mesajlaşmaların, yerini uydu bağlantılarına ve internet haberleşmelerine bıraktığı
günümüzde, iletişimsizlik problemi modern insanın sorunu olarak dikkat çekmektedir.
Kentleşmeyle doğru orantılı olarak artan iletişimsizlik sorunu karşısında, insanların her
zamankinden daha çok psikolojik sorunlar yaşadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
“Kentleşmenin iletişim şeklini değiştirmesi iletişimin bir bilim haline
gelmesinde rol oynamıştır. Çünkü kentli nüfusla beraber iş dünyasında çalışan insan
sayısı artmış, iş dünyası platformunda ise çok özel bir iletişime gerek duyulmuştur. Bir
diğer taraftan hızlı bir yaşam tarzına yani fast food bir tarza giren insanların azalan
iletişimlerini düzenlemek gereği ortaya çıkmıştır”127.
Bu doğrultuda, insanlarla anlaşabilmeyi öğrenmenin temel bir konu olduğu
görülmektedir. “Birçok fırsatın hüsranla biten bir sona gitmesinin nedenlerinin en
başında ilişkilerdeki başarısızlık yer almaktadır. Projeler genellikle teknik yetenek ve
bilgi eksikliğinden ötürü başarısız olmamaktadır. Çoğu zaman kişilerin iş arkadaşları,
patronları, müşterileri veya çalışanlarıyla arasındaki ilişkilerdeki başarısızlıktan
kaynaklanmaktadır”128.
Buna bağlı olarak başarının ana kaynağını oluşturan iletişime gereken önemin
verilmediği ortaya çıkmakta, çağımızın en büyük hastalığı iletişimsizliğin, insanın
olduğu her ortamda çeşitli nedenlerle yaşanabildiği görülmektedir. Birbirini anlamayan,
dolayısıyla iletişim sürecinin temel amacını oluşturan anlaşmanın sağlanamadığı
kişilerin arasındaki uzaklıkların, yeryüzündeki tüm uzaklıklardan çok daha fazla olduğu
gözlenmektedir.
İlişkilerin bozulmasına yol açanların, büyük problemler olmadığı gerçeğiyle
karşılaşılmaktadır. Uzun bir zaman dilimi içersindeki küçük şeylerin birikiminin
sorunlara neden olduğu ortaya çıkmaktadır. Söylenmemiş sözler, düşünülmeden ortaya
konmuş ifadeler, karşısındakine önem vermeyen tavırlar, belli bir süre sonra tarafların
iletişimden derece derece kopmalarıyla sonuçlanmaktadır.
Boşanma kayıtları, birbiriyle uzlaşmayan farklılıkların karışımı olan faktörlerle
doludur. Tüm bu faktörlerin dikkatli bir biçimde incelendiğinde, insanların sözlerinin
127
Ercan Kaşıkçı, Doğrucu Beden Dili, Hayat Yayıncılık, İstanbul, 2002, s.24.
Dexter Yager, Ron Ball, Dinamik İnsan İlişkileri, Çev: Yelda Ay, Beyaz Yayınları, Birinci Basım,
İstanbul, 2002, s.20.
128
118
kesildiği, dinlenmedikleri, anlaşılamadıkları, kendilerini ifade etmede güçlükler
yaşadıkları gibi iletişimsizliği doğuran sebepleri ortaya çıkardığı görülmektedir129.
İletişimsizliğin yaşanmasına yol açan nedenlerin, kendi içlerinde dünyayı sarsacak bir
önem taşımadıkları, bununla birlikte giderek en güvenilir ilişkilere bile zarar
verebileceği ifade edilmektedir.
Evrendeki bütün varlıklar gibi insanların da, var oluşlarından kaynaklanan bir
doğaları vardır. Her insanın, evrendeki tüm varlıklar gibi farklı bir doğaya sahip olduğu
ve kendi doğasıyla içinde bulunduğu dünyada bir anlam taşıdığı ve bir yer edindiği
görülmektedir. Hırçın, sakin, sevecen, itici ve daha pek çok çeşitli biçimlerde ortaya
çıkan bir kişiliğe bürünerek, yaşama bakışı, kişilere ve olaylara yaklaşımı, zevkleri,
huyları, ilkeleri, kuruntuları farklıdır. Bu da bir anlamda dünyanın ve insanlığın
zenginliğinin ve renkliliğinin kaynağını oluşturmaktadır.
Yeryüzünün doğasında dört mevsim bulunmasına karşın, insanların doğalarında
çok daha fazla mevsimin olduğu ve bu mevsimlerin hepsinin bir arada, aynı ruhta
yaşayabildiği ve insanın, içinde bulunduğu ortama göre belirginleştiği ve kendini
gösterdiği gözlemlenmektedir130.
İnsanın doğası, onun kişiliğinin, kimliğinin alt yapısını, temel çizgilerini
oluşturmaktadır. İnsancıl özelliklerini geliştirip değerlendiren insanların, diğer
insanlarla olumlu iletişim süreçlerini yakalayıp toplumsal etkileşimde önemli adımlar
attıkları ifade edilmekte ve nitelikli bir toplumsal statü ve başarı için her insanın
öncelikle kendi doğasını, sonra da en yakınından başlayarak diğer insanların doğalarını
keşfedip dikkate alması, yaşamsal ve toplumsal bir koşul olarak büyük önem
taşımaktadır.
Diğer bir insanla konuşmak, anlaşmak, yakınlaşmak, hatta daha da öte
inandırmak için ilk koşul da o insanın doğasına yakınlaşmak, onu anlamaya çalışmaktır.
Karşısındaki insanla iletişim sürecine girmeye hazırlanan bir kişinin öncelikle, onun
mevsimini tanıması, onun atmosferine, ruh dünyasına girmeye çalışması, hazırlığını ona
göre yapması son derece önemlidir. Yeryüzünün her yeni mevsimi için gerekli
önlemleri alıp hazırlığını yaptığı gibi, diğer insanların doğalarının özelliklerini bilip ona
129
Leo Buscaglia, Loving Each Other/ The Challenge of Human Relationships, USA, 1984, ss.174175.
130
Sedat Cereci, İletişim Denemeleri, Metropol Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.16.
119
göre hazırlık yapmak da iletişim eylemlerini kolaylaştırırken, iletişim sürecinin
sonucunu da olumlu bir noktaya sürükleyebilmektedir.
“Son derece kompleks ve parçalanmaz bir bütün”131 olarak değerlendirilen
insanın, bu yapısı nedeni ile iletişim sürecinde problemlerle karşılaşması söz konusu
olmaktadır. Dolayısıyla kişilerarasındaki anlaşmazlıkların çoğu, diğer kişilerin
doğalarını, mevsimlerinin özelliklerini görmezden gelmekten kaynaklanmaktadır. Her
insanın farklı bir doğası olduğuna göre de, öncelikle kendisiyle anlaşılmak istenen
insanın doğasını okuyup onu anlamak gerekmektedir.
İletişim çağında kişilerarasındaki iletişim sürecinde, kişilerin diğerlerini
anlamaktan öte konuşmaktan çok tartıştıkları, yargıladıkları, konuşmayı bir çatışma ve
yarışma haline dönüştürdükleri görülmekte, buna bağlı olarak da birbirleriyle sağlıklı
iletişim kuramamanın huzursuzluğunu yaşadıkları gözlenmektedir. Bu noktada, insan
ilişkilerinde sıklıkla gözlemlenen iletişimsizlik kavramının genel çerçevesini ortaya
koymak son derece önemlidir.
“İletişimsizlik kavramı gürültü ve iletişim çökmesi kavramlarının bir
tamamlayıcısıdır. Bu kavramlarla gelen tanımlama, iletişimi tek taraflı amaçlı
fonksiyonellik içinde ele alır ve amaç gerçekleşmeyince bunu çökme veya
iletişimsizlikle anlamlandırır”132. Bu bakış açısından, kendi fiziksel ve sosyal varlığını
sürdürmek zorunda olan insan için iletişimsizliğin söz konusu olmadığı, iletişimsizliğin
insan denen biyolojik yapının hastalanması veya ölümü anlamına geldiği, çünkü iletişim
olmaksızın toplumun oluşamayacağı ifade edilmektedir.
İletişimsizlik, insanlar arasındaki ilişkide iletişimin çökmesinin değil, sadece
iletişimin tarzının değişmesi şeklinde değerlendirilmektedir. Buna bağlı olarak,
iletişimin nicel ve nitel olarak değişmesi çöküşü değil, değişimi ortaya koymaktadır. Bu
yaklaşım doğrultusunda, kişilerarasında yaşanan küsme, kavga veya tartışma iletişim
çökmesini veya iletişimsizliği anlatmamakta, küskünlük, kavga veya tartışma tarzında
bir iletişimi ifade etmektedir. Dolayısıyla uyuşmayan amaç, beklenti ve örtüşmeyen
istekler ve duygular, yanlış anlamaları ortaya çıkarmakta, bu tür bir iletişim tarzını
131
Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul, Çev: Ömer Durmaz, Hayat Yayınları, Beşinci Baskı, İstanbul,
2003, s.9.
132
İrfan Erdoğan, Korkmaz Alemdar, Öteki Kuram: Kitle İletişimine Yaklaşımların Tarihsel ve
Eleştirel Bir Değerlendirmesi, Erk Yayınları, Ankara, 2002, s. 273.
120
beraberinde getirmektedir.
“İyi bir motivasyonun önündeki en büyük engellerden biri kötü iletişimdir. Bu
problem en saltanatlı yönetim kurulu odalarından en mütevazı evlere kadar her yerde
mevcuttur”133. Dolayısıyla iletişim sürecinde ortaya çıkan problemlerle, iletişimsizlikle
insanın olduğu her yerde karşılaşmak mümkündür.
Günümüzde hemen her alanda yaşanan iletişim kopuklukları çeşitli problemlerin
temel kaynağını oluşturmaktadır. Bilgi akışındaki tıkanıklıkların, büyük problemlere yol
açmasının neredeyse anlık bir mesele olduğu iş dünyasında iletişimsizlik, şirketlerin ve
çalışanların verimini tahminlerin ötesinde etkileyip düşürmektedir.
Kadın erkek ilişkilerinde iletişimsizlik tarafları yıpratmakta, birbirinden
koparmakta, ilişkinin derinliklerine öfke tohumlarını eken bir etki yaratmaktadır.
Yapılan araştırmalar evliliklerde yaşanan en önemli sorunun iletişimsizlik olduğunu,
eşlerin birbirlerinin olumsuz yönlerine odaklanmaları ve olumlu yönlerini görememeleri
nedeniyle yıkıcı eleştirilerde bulunmaları, birbirlerinin kişilik özelliklerini içeren yargı,
eleştiri ve genellemeler yapmaları, akıl okuma ve yıkıcı niyet getirme, kendini
bütünüyle haklı görme, eşlerin kendi davranışlarıyla ilgili olarak sorumluluk almaması,
mantığı silah olarak kullanma ve eşlerden birinin danışman rolünü üstlenmesi gibi
nedenlerin iletişimsizlik sürecini doğurduğunu ortaya koymaktadır.
Sosyal yaşamda iletişimsizlik, doğru zamanda doğru yerde olabilme ve doğru
kişilerle tanışabilme olasılığının yolunu büyük ölçüde tıkamakta, kişileri yalnızlığa
mahkum etmektedir. Tüm bunların yanında, kişinin kendisiyle olan iletişiminde de
birtakım sorunların yaşandığı görülmektedir. Kişinin en çok kendisiyle iletişimsizlik
halinde olduğu, kendisiyle iletişim kuramamanın kişiyi kendisine yabancılaştırdığı,
duygularını tanıyamaz hale getirdiği ifade edilmektedir.
Kişilerarasında yaşanan iletişim kopukluklarının, karşılaşılan sorunları daha da
arttırıp, içinden çıkılmaz bir hale gelmesine neden olduğu ortaya çıkmaktadır. Burada
bir noktaya değinmekte fayda bulunmaktadır. İletişimi sağlıklı sürdürmek isteyen
kişinin, insanın doğasını bilmesi son derece önemlidir. İnsanın doğasını bilmenin en iyi
yolu da, insanın kendisini tanıması olarak değerlendirilmektedir.
133
Kurt Hanks, İnsanları Motive Etme Sanatı, Çev: Can İkizler, Alfa Yayınları, Birinci Basım, İstanbul,
1999, s.22.
121
İnsan kendini tanımaya başlayınca, diğer insanları da tanıma fırsatını elde etmiş
olmaktadır. Kendini tanıma, kişinin çevresiyle kuracağı iletişimin öncelikle kendi içinde
başladığı ilkesine dayanmaktadır. İnsanın kendisiyle sağlıklı iletişimi, kendisini
yargılamadan anlamaya çalışarak kurduğu iletişim olarak nitelendirilmektedir. Buna
bağlı olarak, kişi kendisinin eksik yönlerini, güçlü yönlerini görme, duygu ve
heyecanlarının altında yatan nedenleri keşfetme olanağına sahip olmaktadır. Kişinin
kendini tanıması, doğal olarak diğer insanlarla olan ilişkilerine yansımakta ve bu
ilişkilerin daha başarılı olmasını mümkün hale getirmektedir.
İlişkileri yok sayan şey iletişimsizlik olarak ifade edilmektedir. İletişim
kurmamak dünyadan ve yaşamdan kopmanın bir göstergesidir. Kendinden kopmak ve
habersiz yaşamak ise insanın psikolojik olarak ölümü anlamına gelmektedir. Psikolojik
olarak yaşamdan kopan insanın ise, isteksiz ve dengesiz bir yaşam süreceği
söylenebilmektedir.
Buna karşın, kişinin kendisiyle ve başkalarıyla kurduğu iletişimi sağlıklı hale
getirme konusunda çok fazla çaba harcamayarak genellikle kolay yolu seçtiği, bu
anlamda duygularını bastırdığı ya da duygusal patlamalar yaşadığı ortaya çıkmaktadır.
Bunun yanında iletişim kopukluklarının fikir ayrılıklarına bağlı olduğu, çünkü
iletişimde ön planda olanın fikirler olduğu düşünülmekte, bununla birlikte arka planda
kalan, dikkati çekmeyen duyguların iletişim problemlerinin asıl kaynağını oluşturduğu
gözlemlenmektedir134. Bu anlamda, kişilerin yaşadıkları duyguların sorumluluğunu
birbirlerine yükledikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Sıradan bir konuyu tartışırken
bile kişinin bir anda tepkisel biri haline gelebilmesinin sebebini öfke, çaresizlik,
umutsuzluk ya da kızgınlık gibi bir duygunun içine girmesi oluşturmaktadır. Bu
durumda iletişim çatışmasına doğru sürüklenmesi neredeyse kaçınılmaz olmaktadır.
Kişinin duygularını sağlıklı bir şekilde nasıl ifade edeceğini, daha da önemlisi
duygularını nasıl yöneteceğini bilmemesi durumunda, diğer kişilerle yaşadığı her türlü
ilişkide iletişim problemlerinin ortaya çıkması son derece muhtemeldir.
Kişinin karşısındakinin bir sözünden ya da davranışından tahrik olup tepkisel
davranabildiği ve iletişim sürecinin yara almasına neden olabildiği görülmekte, buna
134
Saim Koç, İletişimde Ustalaşmak, Kuraldışı Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2004, s.7.
122
bağlı olarak yaşanan iletişimsizlik, mutsuz, doyumsuz, yüzeysel bir yaşamın kapılarını
açmaktadır.
Kişinin kendi ihtiyaçlarını, duygularını, beklentilerini dürüstçe tanımlayabildiği
ölçüde; kendi iç dünyasıyla gerçekten ilişkide olduğu ölçüde sağlıklı iletişim
kurabildiği, bununla birlikte sadece ne istediğini bilmesinin de yeterli olmadığı, ne
istediğini başkalarına net bir şekilde anlatabilmesinin de gerekliliği üzerinde
durulmaktadır.
Kişinin
diğerlerini
anlamasının
temelinde
öncelikle
kendisini
anlayabilmesi yatmakta, bunu gerçekleştirebildiği ölçüde kendisini net bir biçimde
anlatabilmektedir.
İletişimin, sadece teknik olmadığı, iletişimi doğal ve etkili hale getiren, sıcak ve
samimi kılanın, iletişimde anlayışı ve doğru anlaşılmayı sağlayanın ruh olduğu
görülmektedir. Bu nedenle sağlıklı iletişim kurabilmek için, iletişimin ruhunu anlamak
son derece önemlidir.
Kişinin sadece anladığı bir şeye anlam verebildiği, anlamadığı bir şeyin
boşluğunu ise kendisinin verdiği anlamlarla doldurmaya çalıştığı, buna bağlı olarak da
yanlış anlaşılmaların ve birtakım sorunların ortaya çıktığı görülmektedir.
Kişinin ruhsal zenginliği ya da fakirliğinin, kendisini tanımasıyla ve
duygularıyla ne kadar barışık olduğuyla ölçülebilmesi mümkün görünmektedir.
Duygular kişinin iç dünyasının pusulaları olarak nitelendirilmektedir. Kişinin
duygularından kopuk olduğu ölçüde, kendisine yabancılaştığı gözlemlenmektedir. Pek
çok kişinin duygularından korktuğu görülmekte, kiminin çeşitli durumlarda korkularını
bastırdığı, kızgınlığını ifade etmekten suçluluk duyduğu, kiminin ise sevgisini,
üzüntüsünü ya da neşesini gösteremediği ortaya çıkmaktadır.
Kişi, kendisine başkalarının anlattığı şeyleri, kendisini tanıma kapasitesi içinde
anlamaktadır. Duyularıyla karşısındakini algılayan kişinin beyni, bu bilgileri işlemden
geçirmekte ve karşısındakiyle ilgili belli algılamalar oluşturmaktadır. Bu algılamaların
çoğunun da, kendisinin bilinçaltına ittiği çocukluk deneyimleriyle bağlantılı olduğu
ifade edilmektedir. Beyinden gelen mesaj sonucunda kişinin bedeni etkilenmekte, diğer
kişiyle ilişkisinde kendisini rahat ya da gergin hissetme durumunda olmaktadır.
Kişiler arası ilişkilerde ve toplumsal yaşamın her alanında (ev, okul, iş yeri,
kamu mekânları vs.) büyük önemi olan iletişimde zaman zaman sıkıntılarla veya
123
engellerle karşılaşılması, gündelik yaşamda bir takım sorunlar yaratmakla kalmayıp,
gelecekteki düşünce ve eylemlere de etki etmektedir.
İnsanın iletişim eyleminde, dil, dilin kullanımı ve kültürel boyut birincil öneme
sahiptir. Bir aktarım aracı olarak dilin kişide yeterli veya yetersiz gelişmiş olması,
kişinin kullandığı dilin zenginliği veya kısırlığı insan etkileşimlerinin canlılığında ve
dinamiğinde farklı biçimde rol oynamaktadır. Çünkü dilin zenginliği, kurgusal yapısı,
düşünme biçimini etkilemekte, ona yeni boyutlar katmakta, olayları, kavramları
yorumlamada, duyguların farkına varmada ve bütün bunları olduğu gibi ifade etmede,
yani bir diğerine aktarmada, toplumsal ve kültürel yaşamı zenginleştirmede önemli
katkılarda bulunmaktadır.
Kişinin içine doğduğu, yetiştirildiği ortamdaki iletişim tarzının onun düşünme,
ifade etme, kendine ve başkalarına dönük tutumlarını etkilemesi kaçınılmazdır.
Dolayısıyla ailedeki, okuldaki ve toplumsal yaşam alanlarındaki ilişki biçimlerinin
demokratik veya otoriter olması, açık veya kapalı olması etkili iletişimin önünü açıcı ya
da tıkayıcı bir rol oynamaktadır.
İletişim çevreden ve kültürden büyük ölçüde etkilenmektedir. Kişinin ruhsal
durumu, tutumu, kültürel alt yapısı ve geçmişi hem gönderdiği mesajı hem de aldığı
mesajı büyük ölçüde etkilemektedir. Tüm bu faktörler alınan mesajın yorumlanmasında
ve ona yanıt vermede etkili olmaktadır.
2.2. KİŞİLERARASINDA İLETİŞİMSİZLİĞE YOL AÇAN NEDENLER
Günlük yaşamda kişilerin çeşitli nedenlerle iletişim sorunları yaşadıkları
görülmektedir. Kişi belli bir mesaj iletmek istediğinde bununla çelişen yüz ifadesi,
dinleyen kişinin gözünde inandırıcılığını yitirmesine neden olabilmektedir. Ya da kişi
karşısındakinin mesajını kendi utangaçlığı, inatçılığı, o andaki düşünsel ya da fiziksel
durumu ya da birçok başka nedenle yanlış yorumlayabilmektedir. Kişi söylemek
istediklerini tam olarak ifade edemeyebilmekte, kendi düşüncelerini mutlak doğru
olarak
değerlendirebilmekte
ya
da
karşısındakini
dinlemede
çeşitli
sorunlar
yaşamaktadır.
Kısacası, doğru mesajın alıcıya ulaşmasındaki başarısızlık şu iki nedenden birine
124
ya da ikisine birden bağlıdır135:
- İletenin mesajı uygun bir şekilde göndermeyi başaramaması.
- Alanın mesajı doğru yorumlamayı başaramaması.
Buna bağlı olarak, ailedeki ve dünyadaki tüm sorunların kötü iletişimden
kaynaklandığı ve iki taraf iletişim kurmaya başlayana kadar hiçbir sorunun çözülmediği
düşüncesinin günümüzde yaygın olduğu ortaya çıkmaktadır.
2.2.1. Çevresel Nedenler
Çevrenin, iletişim sürecini etkileyen bütün koşulları içerdiği ve bu koşulların,
iletişimi bozma özelliği taşıdığından son derece önemli olduğu görülmektedir. Bu
noktada çevreden gelen farklı uyaranların kişilerarası iletişim sürecinde etkili olduğu
gözlenmektedir. Bu uyaranlar arasında sosyal, ekonomik, politik, kültürel iklim, inişli
çıkışlı değişim ve dönüşümler, gelir seviyesi, iş kayıpları, ailenin dağılması, savaşlar,
teknoloji ve medya yer almakta, tüm bu çevresel uyaranlar iletişim sürecinde birtakım
aksaklıkların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.
Toplumsal bir varlık olarak insanın, aile, okul, lobiler gibi çeşitli süreçler
tarafından etkilendiği görülmektedir. Bu nedenle insan gelişimi ve başarısı da bu
toplumsal bütünlükler içinde ele alınarak anlaşılabilmektedir.
Yapılan çeşitli araştırmalar birtakım önemli gerçekliklere işaret etmektedir136:
- Farklı toplumsal şartlar farklı bireysel gelişimlere yol açmaktadır.
- Ekonomik koşullar kişilerin zekasını ya da bireysel yeteneklerini etkilemektedir.
-Kültürel ortam bireylerin düşünme, anlama ve problem çözme yeteneklerini
geliştirmektedir.
- Aile gibi kolektif yapıların insan varlığı üzerinde derin izleri bulunmaktadır.
Kişilerin iletişim kurarken kullandıkları, insana özgü olan davranış biçimleri
sembol olarak ifade edilmektedir. Kültürel olarak belirlenmiş kurallar halinde öğrenilen
semboller, çeşitli biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Kelimelerden ve beden hareketlerinden
oluşan, öğrenilen, sosyal, geleneksel ve kurallaşmış davranış biçimleri olan sembollerin,
insanın çevresini anlama, etkileme ve çevresine tepki verme çabalarını biçimlendirdiği
görülmektedir. Bu sembolik beceri ve işaretler dizisinin kültürden kültüre ve kişiden
135
George Shinn, Motivasyonun Mucizesi, Çev: Ulaş Kaplan, Sistem Yayıncılık, Yedinci Basım,
İstanbul, 2002, s.125.
136
Ergün Yıldırım, Kişisel Gelişimin Sosyolojisi, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.24.
125
kişiye değiştiği, bununla birlikte hepsinin de bu temel özellikleri paylaştığı ortaya
konmaktadır. “Buna bağlı olarak iletişimde göndericinin mesaja yüklediği anlam
içerisinde, kendi kültürünün dünyayı algılayış biçimi ve o kişiye ait bireysel bütünlük
bulunmaktadır”137.
Dolayısıyla kişinin yetişmiş olduğu ve halen içinde bulunduğu toplumsal ve
kültürel ortamın etkilerinin iletişim sürecinde son derece belirleyici olduğu gerçeğiyle
karşılaşılmaktadır. Kişilerin iletişim sürecine, ait oldukları toplumsal ve kültürel grubun
değerlerini, inançlarını, gelenek ve göreneklerini ve toplumda sahip oldukları yere
ilişkin algılarını da getirdikleri görülmektedir.
İletişimi bozan en önemli çevre koşulunun ise gürültü olduğu ifade edilmektedir.
Bu bağlamda çevre koşulları sadece fiziksel şartlarla sınırlı değildir, sosyal ortamlar da
bir çevre koşulu olarak değerlendirilmektedir. İçinde gizli de olsa hata payı taşımayan
doğal ya da insan yapısı iletişim sisteminin olmadığı düşünüldüğünde, her türlü
elektronik sinyal, yazılan ya da konuşulan sözcüklerin tümünün mutlaka içlerinde
amaçlanan anlama şu ya da bu ölçüde de olsa belli bir engel oluşturabilecek bir yapı
taşıdıkları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla çeşitli fiziksel gürültüler, psikolojik
(önyargılar, zihnin karışık olması gibi) ve nöro-fizyolojik gürültülerin (baş ağrısı, işitme
problemleri gibi) iletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini son derece
olumsuz etkilediği söylenebilmektedir.
İletişimin gerçekleştiği ve içinde iletişimi etkileyen öğelerin bulunduğu iletişim
ortamının doğal ve fiziksel koşullarının (koşulların elverişsiz olduğu gürültülü, stresli,
kokulu, sıcak, soğuk, dar, geniş, aydınlık-karanlık ortamlar, çeşitli sözsüz mesajlar
veren eşyaların yerleştirilme düzeni vb.), iletişim sürecini etkilediği ifade edilmektedir.
Bu etki hem iletişim birimleri, hem de kanal üzerinde görülebilmektedir. Sözgelimi iyi
aydınlatılmayan bir odada konuşan iki kişi birbirlerinin jest ve mimiklerini kolayca
göremediklerinden, fiziksel gürültü içeren bir görme kanalı yoluyla iletişim kurmak
zorunda kalmakta, karşılıklı konuşma sırasında dışardan bir kişinin yersiz ve zamansız
araya girmesi de görme ve işitme kanalında toplumsal bir gürültü yaratmaktadır.
İletişime katılanların birbirlerine olan yakınlıklarının ve iletişim konusunun
iletişim ortamında belirgin bir rol oynadığı ifade edilmektedir. Örneğin kişinin çok
137
Zuhal Baltaş, Acar Baltaş, Bedenin Dili, Remzi Kitabevi, 29. Basım, İstanbul, 2001, s.24.
126
samimi olduğu bir kişi ile konuşmasında seçtiği sözcüklerle, hiç tanımadığı biriyle
yaptığı konuşmada seçtiği sözcüklerin aynı olmadığı, bunun yanında ev ortamında
konuşurken herhangi bir resmi dairede davrandığı gibi davranmadığı gözlenmektedir.
Dolayısıyla iletişim ortamının kişilerarası iletişim üzerinde önemli bir rol oynadığı
ortaya çıkmaktadır.
Burada iletişimin bir diğer boyutu olan teknolojik yönünü de göz ardı etmemek
gerekmektedir. Günümüzde kitle iletişim araçlarının (televizyon, radyo, faks, bilgisayar,
uydu yayınları vs.) mesajları da iletişim biçimlerini büyük boyutlarda etkilemektedir.
Bu araçlar sayesinde dünyadaki gelişim, değişim ve dönüşümlerden, üretilen bilgilerden
anında
haberdar
olunabilmektedir.
İnternet
erişimi
yoluyla
dünyanın
farklı
bölgelerindeki insanlar etkileşime geçmekte, mesaj akışı doğrudan kişilerarasında yüz
yüze iletişim şeklinde olmayıp sanal bir ortamda gerçekleşebilmektedir. İletişimin bu
yönü, kişilerarası ilişkilerde birebir etkileşimi bir anlamda ortadan kaldırıp kişiyi sanal
bir alemde tutsaklaştırırken, bir yandan da kişinin anında evrensel mesajlara ulaşmasını
kolaylaştırmakta ve farklı kültürleri, farklı yaşam biçimlerini tanımaya olanak vermekte,
toplumları birbirine yakınlaştırmakta, evrensel duyarlılıkları bir arada algılamaya fırsat
sağlamaktadır. Kişinin yaşam evrenini genişletmekte, kapalı yapıları sorgulamasında
aracı olmaktadır.
Özellikle çağımız insanının, bir yandan kentleşme, sanayileşme ve teknolojik
gelişmelerin getirdiği hızlı değişim içinde yalnızlığa ve yabancılaşmaya düştüğü, öte
yandan günlük yaşamında başkalarıyla ilişki kurma ve sürdürmenin kaygısını duyduğu
gözlenmektedir. Böylece çözümü güç bir ikilem içinde bulunan günümüz insanı, üstelik
bilmeden yaptığı davranış ve eylemlerle daha karmaşık sorunlar, çelişkiler, sürtüşmeler
yaratabilmektedir.
Bu durumda hem insanın kendi iç dünyasında denge ve düzen bozulmakta, hem
de kişilerarası ilişkide çözülme, duygu ve düşünce alışverişinde bozulma, ortak değer,
inanç, amaç ve kavramlarda kargaşa, hatta çatışma olmaktadır.
İlgisizlik, geçim sıkıntısı, gelecek endişesi ve işsiz kalma korkusunun yarattığı
güvensizliğe bağlı olarak çoğu kişinin yaşamını karamsarlık ve umutsuzluk içinde
sürdürdüğü ve bu nedenle kişilerarası ilişkilerde kaygıdan, kızgınlıktan, öfkeden
kaynaklanan
iletilerle
bağlantı
kurulduğu
127
görülmektedir.
Böylece
birbirlerini
anlamayan, yeterince dinleyemeyen, dolayısıyla iletişimsizliği yoğun olarak yaşayan
kişilerin sayısı arttıkça, bu durumun toplumun dengesini, düzenini olumsuz biçimde
etkilediği ortaya çıkmaktadır.
2.2.2. Kişisel Nedenler
İletişimsizliğin çevresel nedenler yanında, pek çok kişisel nedene bağlı olarak
gerçekleştiği görülmektedir. Bu bağlamda kişinin iletişim tarzı ile varolma tarzı/
varolma düzeyi arasında karşılıklı etkileşim söz konusu olmaktadır. Kurduğu iletişimin
niteliği kişinin nasıl bir insan olacağını belirlerken, nasıl bir insan olduğu ise kuracağı
iletişimi belirlemektedir138.
İletişimin merkezinde insan vardır. İnsanın özellikleri, üslubu, birikimi, niyetleri
ve en önemlisi amaçları anlaşma sürecini şekillendirmekte ve neticelendirmektedir. Kişi
aynı konuda biriyle anlaşamazken bir diğeri ile anlaşabilmektedir. Bir kişiyle kavga
konusu olabilecek bir mesele, diğeri ile anlaşma vesilesi olabilmektedir. Bu örnek
iletişimdeki insan faktörünü bütün ağırlığı ile ortaya koymaktadır.
Konuşurken, tartışırken, bir fikri savunurken ya da bir fikre hücum ederken
görülen bir kişinin hemen arkasında onun hayatını anlatan bir filmin gösterilmesi,
insanların konuşurlarken vücutlarında bir uzvun onların çevrelerini, korkularını,
arkadaşlarını, çocuklarını, hastalıklarını v.b. birikimlerini (bütün bir geçmişlerini)
gösteren bir perde görevinde olması durumunda, bugün birbirini anlamayan,
anlamlandıramayan dolayısı ile anlaşamayan insanların sayısının azalabilmesi
olasılığının olduğu ifade edilmektedir139. Bu noktada kişilerin birbirlerini dinlerken aynı
anda birkaç dakika içinde birbirlerinin hayatlarını seyrederek karşısındaki kişilerin
hangi etkiler altında oluştuğunu görmelerinin, anlam dünyalarının uyuşamaması
konusundaki nedenlerle ilgili önemli ipuçlarını verebileceği tartışılmaktadır.
Tüm bunların ışığında gerçek iletişim, bir ilişkinin farklı noktalarında, çeşitli
düzeylerde kişinin kendisini ifade edebildiğinde, söyledikleri duyulduğunda ve onun da
karşısındakini duyduğunda ortaya çıkan paylaşım olarak değerlendirilebilmektedir.
Günlük yaşamda kişilerin hiç çekinmeden kendilerini ifade etmeleri,
hissettiklerini ve düşündüklerini dile getirmekten korkmaları yakın ilişkilerin çoğunda
138
Üstün Dökmen, Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak Gelişmek Uzlaşmak, a.g.e., s.266.
Recep Şükrü Apuhan, İnsan İlişkilerinde En Etkili Davranışlar, Timaş Yayınları, 6. Baskı, İstanbul,
2003, s.31.
139
128
rastlanan bir durumdur. Ayrıca kullanılan kelimelere çok fazla sorumluluk
yüklenmekte, buna karşın onların herkes için farklı gerçekleri ifade ettiği görülmektedir.
Kişinin hissettikleri ve söyledikleri, söylemek istedikleri ve ağzından çıkanlar
arasında birtakım farklılıklar söz konusu olmaktadır. Bunun yanı sıra, söylediklerinin ve
karşısındakinin duyduklarının da birbirlerinden büyük ölçüde farklı olduğu gerçeğiyle
karşılaşılmaktadır. Karşıdakinin duydukları kendi algılama biçimi ve referansları
doğrultusundadır. Buna bağlı olarak kişi, çoğu durumda onun ne anladığını veya ne
duyduğunu bile bilememektedir.
Bunun yanı sıra, her sözel ifadede;
- Kişinin düşündüğü veya hissettiği şey ve söyleyebileceği şey arasında,
- Söylediği şey ve karşısındaki kişilerin, kelimelerinin barındırdığı çeşitli anlamlar
arasında kendilerini en çok etkileyen, duygulandıran ya da korkutanlara ayrıcalık
tanıyarak, duydukları ve anladıkları şey arasında,
- Karşısındakinin duyduğunu düşündüğü şey ve karşısındakinin, kendisinin onun
duyduğunu düşündüğünü sandığı şey arasında anlaşmazlıkların, çarpıklıkların ya da
yanlış anlamaların ortaya çıkma riskinin oldukça fazla olduğu ifade edilmektedir.
Bunun sonucunda, hissedilenler, düşünülenler ve kelimeler arasındaki bu
kaçınılmaz farklılığın kişilerarasındaki mesafenin azaltılması konusunda göz önünde
bulundurulması gerekmektedir. İletişimi daha verimli kılmak için çaba harcamadan
önce, bütün sözel ifadelerin bu tip bir eksiklik barındırdığının bilincine varmak son
derece önemlidir.
Bir başka şekilde değerlendirilecek olursa, iletişim kurmak için yapılan her
girişimin tabiatında birtakım yanlış anlamaların olması kaçınılmaz olmaktadır. Bunları
şöyle ifade etmek mümkündür:
- Karşıdakinin duyduğu, kişinin söylediği şey değildir.
- Kişi karşıdakinin söylediklerine değil, kendi duyduğuna yanıt vermektedir.
- Olayları, olguları ve söylenenleri kendi filtrelerinden geçirmekte, kendi hassasiyetiyle
yorumlamakta ve bağdaştırmaktadır. Bununla birlikte karşıdaki kişinin hassasiyetinin,
şifrelerinin ya da değer yargılarının her zaman göz önünde bulundurulması önem
taşımaktadır.
129
- Kişi başkalarıyla uzlaşmaya kalkışmadan önce, kendisiyle (korkuları, arzuları,
sınırlarıyla) uzlaşmayı ihmal etmektedir.
- Karşıdaki kişiye kendi inançlarını kabul ettirmeye çalışmaktadır.
- Karşıdaki kişiyi, bakış açısının ne kadar sağlam olduğuna ikna etmeye çalışmaktadır.
- Karşıdakini değiştirmek istemektedir.
Bunların yanında yargılar, yansıtmalar, kıyaslamalar, beklentilerden oluşan
birtakım etkenlerin iletişimsizlik sürecini doğurduğu görülmektedir. Genel anlamda
değerlendirildiğinde ise, iletişimsizliği ortaya çıkaran yaygın hataları şöyle sıralamak
mümkündür:
- Zihin okuma, kişinin karşısındakinin ne düşündüğünü bildiğini düşünmesi140,
- Kişinin, karşısındakinden kendisinin ne düşündüğünü bilmesini beklemesi,
- İletişim sürecinde aksayan birtakım noktalar ortaya çıktığında, yanlış bir şey yokmuş
gibi hareket etmesi,
- Kişinin bir sorunu uzun bir süre görmezlikten gelmesi durumunda, o sorunun ortadan
kalkacağı düşüncesine sahip olması141,
- Kişinin kendisine ya da diğer kişiye karşı dürüst olmaması.
Günlük yaşamda kişilerarası ilişkilerde sıklıkla gözlemlenen bu tür yanlışlar
sonucunda, ‘Beni anlamıyorlar, anlatamıyorum’ kısır döngüsü içinde geçen bir
konuşma, iki tarafın kişilik yapısı, kültürü, günlük yaşam biçimi, eğitimi, öğrenimi,
birbirlerine gösterdikleri ilgi, sevgi ve saygının düzeyi ölçüsünde alabildiğine sürüp
gitmekte ve büyük bir olasılıkla da kızgınlıkla, tartışmayla, kavgayla ve dargınlıkla
sonlanmaktadır.
Görüldüğü gibi, iletişim kurmaya çalışan iki kişinin temel sorunu olan kendini
anlatamama, bir yandan birbirlerini anlamalarını engellerken, öte yandan da
başkalarından, çevreden, dünyadan gelen haberlerin, iletilerin de anlaşılmasını
engellemektedir. Buna bağlı olarak insanların sınırlı olan ruhsal gücü , ‘anlamıyorlar,
anlatamıyorum’ kısır döngüsü içinde yok olup gitmekte, birbirlerine karşı olumsuz ve
hatta düşmanca duygular beslemeleriyle boş yere harcanmaktadır. Sonuç olarak da,
karşılıklı konuşma sağırlar diyaloğuna dönüşmekte ve kişilerarası ilişkiler tam bir
140
___ , “ Lack of Communication”, http:// www.minus1.com/PartnerTherapy/141 , 11.07.2002.
Suzanne Mccorkle, Barbara Mae Gayle, “Conflict Management Metaphors:Assessing Everyday
Problem Communication”, The Social Science Journal, Volume 40, Issue 1, 2003, s.137.
141
130
kargaşa görünümü almaktadır. Oysa tüm doğal ve evrensel olaylar gibi kişilerarası
ilişkinin ve iletişimin de dengesi, düzeni, ilkesi ve kuralı vardır. Başka bir deyişle,
kişilerarası iletişim, neden-sonuç bağlantısı içinde belli yasalara göre işlemektedir.
Bu
noktada,
kişiyle,
kişilerle
iletişim
bağlantısı
oluşturabilme
ve
sürdürebilmenin, kazanılmış bir davranış ve yeteneğin ürünü olmasının yanında, çok
içten duygularla bir araya gelip birbirleriyle öfkeli bir mücadeleye girmenin de yine,
kişinin kazanılmış davranış ve becerilerinin ürünü olduğu ifade edilmektedir. Bu
anlamda kişilerin önlerinde, iletişim ya da iletişimsizlik olarak değerlendirilen iki
seçenek söz konusu olmaktadır.
İnsanlar arasındaki etkin iletişimi zorlaştıran, çarpıtan, hatta imkansız kılan çok
farklı engellerle karşılaşılmaktadır. Kişilerarasında iletişimsizliğin yaşanmasına yol
açan bu kişisel nedenleri ise şu başlıklar altında değerlendirmek mümkündür:
2.2.2.1. Kişisel Farklılıklar
Kişisel farklılıkların iletişimsizliği ortaya çıkaran en temel nedenlerden birini
oluşturduğu görülmektedir. “İnsanlar arasındaki sürtüşmeler, genellikle kişiler
arasındaki farklılıklardan kaynaklanmaktır”142.
Hemen her ortamda başkaları ile iyi ilişki kurma becerisinin başarının çok
önemli bir faktörü haline geldiği günümüzde, bu becerinin de insan karakterlerini
tanımaktan geçtiği ifade edilmektedir.
Her kişinin, başkalarıyla nasıl geçineceğini, tarzının ne olduğunu ve dilediği her
zaman bu tarzı nasıl geliştireceğini belirlemede, hemen hemen sınırsız sayıda
seçeneklerinin olduğu, başkalarıyla iletişim kurma tarzının kazara olan bir şey değil,
daima bir seçim ve bütünüyle kişiye bağlı olduğu ifade edilmektedir143. Gönüllü olarak
ya da istemeden kişinin kendisinden başkalarına bir mesaj aktarmak için kullandığı her
yön bir iletişim yöntemi olarak değerlendirilmekte, böylece, mesajların ve duyguların
bir kişiden diğerine iletilmesinin sayısız yolu olduğu ifade edilmektedir.
İnsanların yaşları, cinsiyetleri, kişilik özellikleri, eğitim ve kültür seviyeleri,
geçmişteki tecrübeleri insanlar arasındaki başlıca kişisel farklılıkları oluşturmaktadır.
142
Oğuz Saygın, İnsan İlişkilerinde 4*4’lük İletişim, Hayat Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2005,
s.11.
143
Shad Helmstetter, Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz, Çev: Betül Çelik, Sistem Yayıncılık, Beşinci Basım,
İstanbul, 2001, s.103.
131
Bu tür kişisel farklılıklar, sağlıklı bir iletişim sürecinin yaşanmasında en büyük
engellerden biri olarak değerlendirilmektedir.
İletişim sürecinde mesaj gönderen kişinin, fikir, inanç, duygu, heyecan, değer ve
tutumlarını, diğer kişi için anlamlı olan sözcükler ya da başka ifade biçimleri halinde
kodlayarak karşısındakine ilettiği, karşıdakinin de bu mesajı aldığında, ses ve jestleri
kendisi için anlamlı olan ve onun fikir inanç, duygu, heyecan, değer ve tutumlarını
temsil eden sözcüklere ya da başka ifade biçimlerine dönüştürdüğü, yani bunları deşifre
ettiği ya da yorumladığı görülmektedir.
Mesajın yapısı, iletişim sürecindeki ilk karmaşık noktayı oluşturmaktadır. Her
mesajın bir içeriği (ilettiği şey) ve bir ifadesi (iletiş tarzı) bulunmaktadır. Enformasyonu
(içeriği) iletmek için, çoğu zaman sözcüklerden yararlanılmaktadır. Ama bazen de,
kişinin ses tonu, konuşma tarzı ve vurguları niyetini ifade etmekte ya da mesajının
içeriğini gizlemektedir.
Kişilerin bazen farkında olmadan, enformasyonu anlamlı seslerle dile
getirdikleri görülmektedir. Böylece içeriği olan bir mesaj ilettiklerini sandıkları, oysa
ses tonları ya da konuşma tarzlarının bu içeriği gizleyen bir başka mesaj ilettiği
gözlenmektedir. Dolayısıyla bu anlamlı sesleri kendi kullanış tarzları ya da mesajı
alanın bunları yorumlayışı, içeriğin aktarılmasının önünde engel oluşturmaktadır. Bu da
kastedilenden farklı bir mesajın iletilmesine neden olmakta ve iletişim sürecinde ciddi
sorunlara yol açmaktadır.
İletişim sürecinde kişilerin inanç, önyargı, duygu, heyecan, değer ve
tutumlarının
oluşturduğu
çeşitli
aşılması
güç
engelleri,
çocukluğun
erken
dönemlerinden itibaren edindikleri deneyimlerin doğurup beslediği ortaya çıkmaktadır.
Bütün kodlayıcılar (sözcükler, sesler ve jestler) bu filtrelerden geçmekte, yani kişisel
geçmişi bazen kişinin ifadelerine farkında olmadığı anlamlar katmaktadır. Dolayısıyla
kişinin kendisinin bir enformasyon iletirken ve söylenenleri yorumlarken, kişisel
geçmişinin etkisi altında olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
Sonuçta, iletişim sürecinde sözle ya da başka türlü gönderilen mesajın, kişinin
göndermek istediği değil, karşıdakinin aldığı mesaj olduğu görülmektedir. Kişinin
söyledikleri bir yana, önemli olan, diğer kişinin bunu nasıl yorumladığıdır.
Buna bağlı olarak mesajın yorumu konusunda gönderici ile alıcı arasında görüş
132
birliğine varılıp anlam konsensüsü sağlanmadığı takdirde, etkili bir iletişimden söz
edilemeyeceği ifade edilmektedir. Ne var ki bu, bazen çok fazla çaba gerektirmektedir.
Mesajın doğru ya da geçerli olup almadığı üzerine anlaşmaya varmak zorunlu değilse
de, insanlar birbirlerinin ne kastettiğini anlamadıkları sürece, iletişimde bulunmuyorlar
demektir144.
Filtreler konsensüsün önünde engel oluşturmakta ve böyle olduğu ölçüde de,
kişilerin iletişim sorunlarıyla karşılaşmasına yol açmaktadır. Aynı aile içinde yetişmiş
iki kişinin bile durumları birbirinden farklı gördüğü, farklı değerlendirdiği gerçeğinden
hareketle, aslında belki de ‘aynı aile’den, hatta aynı olan hiçbir şeyden söz edilmesinin
mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Çünkü, iki kişinin filtrelerini oluşturan
deneyimler hiçbir zaman birbirinin aynı olmamaktadır.
Kişinin zaman ve yer açısından konumu da filtrelerini etkilemekte, yaşadığı yer
ve dönem, değerlerini, dünyaya bakış tarzını ve durumları algılayışını belirlemektedir.
Aynı şekilde, aile içindeki konumu -tek çocuk mu, küçük kardeş mi vb. olduğu- da
filtrelerin oluşumunda büyük bir rol oynamaktadır.
Aynı ailede yetişen insanlar bile farklı filtrelere sahip olduğuna göre, değişik aile
kültürlerinde ya da başka çevrelerden gelen insanlar söz konusu olduğundan, iletişim
sürecinin sağlıklı işlemesinde pek çok engelle karşılaşılması kaçınılmaz olmaktadır.
Filtreler, aynı ülkenin değişik bölgelerinde yetişmiş insanlar için dilin de
farklılaşmasına neden olmakta, bazı sözcüklerin anlamı, bölgeden bölgeye küçük
farklılıklar gösterebilmektedir. Jestlerin de aile kültürüne ve bölgeye göre farklılıklar
gösterdiği gözlenmektedir. Dolayısıyla bu durum mesajı gönderenin kastettiği şeylerle
mesajı alanın yorumunun birbirinden farklı olmasına neden olmaktadır.
Kişisel farklılıklar içinde değerlendirilen yaşın da kişilerarası iletişim sürecini
yönlendirici bir etkide bulunduğu söylenebilmektedir. Aynı yaştaki iki kişinin anlaşması
ve farklı yaşlardaki iki insanın anlaşması kıyaslandığında, aynı yaştakilerin daha çabuk
anlaştıkları gözlenmekte, benzer şekilde yüksek öğrenimli bir kişi ile hiç okumamış bir
kişinin aynı evi paylaştıkları düşünüldüğünde, arada iletişim açısından büyük uçurumlar
yaşandığı görülmektedir.
144
Brian Davies, Zor İnsanlarla Baş Etme Yöntemleri, Çev: Emel Yıldız, Gölge Yayıncılık, 1. Baskı,
İstanbul, 2004, s.42.
133
Cinsiyetin de iletişim süreçlerini belirleyici bir rol oynadığı görülmektedir.
Erkek ve kadınların beyin yapılarının farklı olduğu ve bu farklılığın iletişim tarzına
doğrudan yansıdığı bilinmektedir. Yapılan araştırmalara göre, erkeklerde sözel ve görsel
verilerin alanının birbirleriyle, kadınlarınkine göre daha az bağlantılı olduğu, kadınların
ise sözel ve görsel alanları koordine etme, dolayısıyla görsel ve sözlü ifadeye dayalı
bilgileri bütünleştirme açısından daha yetenekli olduğu açıklanmaktadır. Bu da, erkekler
bir bütün içinde ancak belli bir alan üzerinde yoğunlaşırlarken, kadınların bütün bir
tabloyu göz önünde tutabildikleri anlamına gelmektedir.
Erkeklerde saldırganlık davranışını yöneten merkezlerin daha aktif olduğu,
kadınlarda ise duygusal merkezlerin belirleyici rol oynadığı belirtilmektedir. Buna bağlı
olarak bu özellikler, erkekleri iletişim sırasında daha kavgacı ve rekabetçi kılarken,
kadınların işbirliğine daha yatkın olmalarına yol açmaktadır Cinsiyet aynı zamanda
söylenenlerin farklı biçimlerde kavranması üzerinde de etkili olmaktadır145.
Bütünüyle cinsel kimlikle bağlantılı olan bu karakteristik özelliklerin yol açtığı
farklılıklar,
erkeklerin
ve
kadınların
birbirinin
mesajlarını
nasıl
alıp,
nasıl
değerlendirdiklerini önemli ölçüde belirlemektedir.
Mesajların algılanmasında rol oynayan, dolayısıyla iletişim sürecini yönlendiren
bir diğer unsur da dindir. Toplumdaki grupların ortak malı olan dinin, insanların moral
yaşayışlarına etki eden tavır ve hareketlerin biçimlendirilmesinde etki edebildiği, buna
bağlı olarak dinsel değerlerin kişilerin sosyal yaşamına yönelik emir ve yasaklar
koymak suretiyle onların tutum ve davranışlarını etkileyebildiği ifade edilmektedir.
Kişinin mensubu olduğu dinin mesaj oluşumunda ve algılanmasında büyük rol oynadığı
söylenebilmektedir. Kişinin dine bakış açısı ile, karşısındakinin dini algılayış biçimi
arasında
paralellik
olması,
mesajın
etkinliğini
artıran
bir
faktör
olarak
değerlendirilmektedir.
Kişilerarası iletişimde rol oynayan bir diğer etmen de, kişilerin eğitim seviyesi ve
sosyal statüdür. Kişinin eğitim seviyesi yükseldikçe, daha fazla şeyi bilme ve daha geniş
kapsamlı düşünme imkanı da artmakta; böylece daha kolay ve sağlıklı akıl ve mantık
yürütebilen kişinin olayları daha iyi değerlendirebileceği gözlenmektedir. Dolayısıyla
145
Kate Keenan, Yöneticinin Kılavuzu İletişim, Çev: Veysel Atayman, Remzi Kitabevi, Birinci Basım,
İstanbul, 1997, s.13.
134
kişinin kendisini ifade edebilmesi ve karşısındakinden gelen mesajların algılanması ve
yorumlanmasında eğitim seviyesinin belirleyici olduğu söylenebilmektedir.
Aynı şekilde bireyin sosyal statüsü de mesajın algılanması ve benimsenmesi ya
da benimsenmemesi konularında etkili olabilmektedir. Bu noktada içinde bulunduğu
aile üyeleri, akraba ve komşularıyla iş ve meslek grupları içerisindeki yeri önem
kazanmaktadır.
Tüm bunların sonucunda kişisel farklılıkların, kişilerin anlam dünyalarını da
farklılaştırdığı görülmekte, dolayısıyla iletişim sürecinde sorunlarla karşılaşılmaktadır.
2.2.2.2. Algılama Farklılıkları
Kişilerin
dünyayı
algılayış
tarzlarının,
düşüncelerini
oluşturup
biçimlendirmelerini de belirleyen etmen olduğu görülmektedir. Algıların, kişinin
doğduğu andan itibaren başlayan temel öğrenme süreçleri üzerinde biçimlenerek, tutum
ve davranışlarını, hal ve tavırlarını, motivasyonlarını ve ilgilerini içerdiği ifade
edilmektedir. Algılanan şeylerin, düşüncelerin üretiliş biçimlerini de bilgilerin
toplanması, durum ve koşulların yorumlanması ve tavır ve tutum aşamalarında
etkilediği belirtilmektedir.
Buna bağlı olarak, insanların aynı durum ve koşullarla karşı karşıya kalsalar da,
çok nadir olarak aynı bilgileri topladıkları, aynı bilgiyi kullanan insanların, kendi kişisel
değerlendirmelerine göre, o bilgiyi hemen hemen tamamen birbirlerinden farklı
biçimlerde yorumladıkları ve bir durumu yorumlarken, aslında söz konusu durumla
ilgisi bulunmayan olayları, olguları ve etmenleri, onunla ilgiliymiş gibi görebildikleri
dile getirilmektedir.
Kişilerin izlenimlerine, daha önceki deneyimlerine ve beklentilerine göre farklı
ve kendine özgü düşünceler üretmeleri doğrultusunda, bilgilerin önyargılı bir biçimde
toplanıp değerlendirilmesi olasılığının yüksek olması, sonuçta iletişim sürecini
kaçınılmaz olarak etkilemektedir.
Algılama farklılıklarının, kişilerin benzer olgulara farklı tepkiler vermesi
sonucunu doğurduğu görülmekte, bu farklılıkların, kişilerin kişisel özelliklerinden,
farklı değer yargılarından, ihtiyaçlarından ve geçmiş deneyimlerinden kaynaklandığı
ifade edilmektedir. Sonuç olarak belirli kişilerden gelen mesajlar, algılamadaki
farklılıklar yüzünden ya hiç algılanamamakta ya da yanlış algılanmaktadır.
135
Başka bir deyişle bu tür durumlarda kişiler duyduklarını değil, duymak
istediklerini algılamaktadır. Buna göre kişi, kendi ihtiyaçlarını karşılayan ve inançları
ile uyum içerisinde olan mesajları duymaya daha çok meyilli olmakta ve mevcut
inançlarıyla çelişen ya da kendisine korkutucu gelen mesajları da reddetme ya da tahrif
etmeye eğilimli bulunmaktadır.
Mesajı gönderen kişi açısından algılama farklılığı da, karşısındaki alıcının
olayları kendisi gibi algıladığını varsaymasıyla ortaya çıkmaktadır. Bu husus, pek çok
iletişim sorununun temelinde yer alan nedenlerden birini oluşturmaktadır. Farklı bakış
açılarına sahip kişiler, bunun farkına varmadıklarında, çoğu zaman ortak anlama
düzeyine ulaşamamaktadırlar.
2.2.2.2.1. Mesajın İçeriğinden Kaynaklanan Sorunlar
İletişim sürecinde kişinin gönderdiği mesajın içeriği ile karşıdaki kişinin aldığı
ya da algıladığı içerik farklı olabilmektedir. Kişi mesaj oluşturup bunu karşısındakine
sunmakta, bu arada kendisini tanıtmakta, karşısındakini nasıl gördüğünü ifade etmekte
ve o kişinin duygu, düşünce ve eylemini etkilemeye çalışmaktadır. Kişilerarası iletişim
sürecinde kişilerin, çoğu zaman belli algılama kanallarını kapattıklarının bilincinde
olmadıkları görülmektedir. Bu da, mesajın herhangi bir boyutunun yanlış anlaşılmasına
ve bunun sonucu olarak da iletişimde aksaklıkların yaşanmasına neden olabilmektedir.
Sağlıklı bir iletişim sürecinin oluşabilmesi için taraflardan birinin, bir başka
deyişle iletişimi başlatan kaynağın, paylaşmak istediği anlamları algılanabilir işaretlere
dönüştürmesi
gerekmektedir.
Bunlar
karşıdaki
kişiye
gönderilen
işaretleri
oluşturmaktadır. Gönderilmeyenler ve çıkarım yapılması istenenler ise, işaretlerle
bağdaştırılan anlamlardır. Bu işaretleri yeniden anlamlandırması beklenen kişinin, bu
süreçte beklentilerine, korkularına, endişelerine, deneyimlerine kısaca kişiliğine bağlı
olarak anlamlandırmayı gerçekleştirdiği görülmektedir. Bunun sonucunda karşıdaki
kişinin mesajın bazı boyutlarını algılayamadığı ya da kaynağın yüklemediği bazı
anlamları mesaja yükleyebildiği ortaya çıkmaktadır.
2.2.2.2.2. Mesajın ve Alıcının Yapısından Kaynaklanan Sorunlar
Yapılan araştırmalar, algılama farklılıklarının büyük oranda mesajı alan ve
yorumlayan kişinin yapısından ve sosyo-kültürel farklılıklardan kaynaklandığını ortaya
136
koymaktadır. İletişim kopukluklarına yol açan mesaj ve alıcının yapısı, iletişimin akışını
şu açılardan etkilemektedir:
Mesajı Alan Kişinin Kendisi Hakkındaki İmajı
Kişinin kendisi hakkındaki imajı, aldığı mesajı anlamlandırma sürecini büyük ölçüde
belirlemekte ve sürece yön vermektedir. Kendisiyle ilgili olumsuz bir imaja sahip olan
kişi, çevresiyle olan ilişkilerinde sürekli kendi olumsuz imajını destekleyici anlam
boyutları arayışı içinde bulunmaktadır. Söylenen her şeyi kendisine yönelik kabul
etmekte, kişisel olarak yorumlamakta ve kişiliğine saldırı olarak değerlendirmektedir.
Konuşma sırasında karşısındakinin başka yöne bakması, kendisini dışlanmış
hissetmesine yeterli olabileceği gibi, karşısındaki kişinin gülmesini, kendisinin
küçümsenmesi olarak yorumlayabilmektedir.
Bu anlayışa sahip kişilerin, çoğu zaman tarafsız, yani nesnel olan anlam
boyutlarını kendi şahıslarına yönelik bir tavır ve davranış olarak algıladıkları ve anlamı
çok
farklı
bir
şekilde
değerlendirdikleri
görülmektedir.
Mesajın
bu
yönde
yorumlanması, iletişimsizliği ortaya çıkarmakta, aynı zamanda kişinin kendisi
hakkındaki olumsuz imajını destekleyici ve güçlendirici bir deneyimin oluşmasına
neden olabilmektedir.
İletişim Sürecinde Tarafların Birbirleriyle İlgili Değerlendirmeleri
Mesajı gönderen kişi hakkında derin bilgiye sahip olunmasının, gönderdiği
mesaj ile hedeflediği anlamın algılanabilmesini kolaylaştırdığı görülmektedir. Bununla
birlikte kişilerarası iletişim sürecinde, karşıdaki kişiyle ilgili olarak dış görünüş,
cinsiyet, yaş, konuşma tarzı gibi unsurlar göz önünde tutularak bir resim oluşturulmaya
çalışılmakta ve oluşan imajın temeli yetersiz bir bilgiye dayanmaktadır.
Elde edilen bilgiler ve ortaya çıkan imaj, o kişiye nasıl davranılacağını,
mesajlarının hangi anlamlarda yorumlanacağını yönlendirmektedir. Buna bağlı olarak
da, karşıdaki kişiyi yorumlama çoğu zaman eksiklerle dolu olmakta, bu da karşılıklı
anlaşmayı zorlaştırmakta ve hatta imkansız hale getirmektedir.
Alıcının mesaj göndereni ne kadar güvenilir gördüğü, mesajın kabul görmesine
doğrudan etki etmektedir. Alıcı, güvenmediği kaynaktan gelen mesajlarda, gizli bir
mesaj olduğuna inanmakta ve bu inanç, mesajın geldiği gibi anlaşılmasını engelleyici
rol oynamaktadır.
137
Kişinin uzmanlık düzeyi, popülerliği, niyetinin samimi olarak görülmesi,
sıcaklığı ve söyledikleri ile yaptıklarının çelişmemesi, mesaj gönderenin güvenilirliğini
etkileyen çeşitli faktörler arasında yer almaktadır.
Benzer şekilde mesaj gönderenin de alıcıya güvenmediği durumlar söz konusu
olmaktadır. Gönderenin, alıcının mesajı algılamakta güçlük çekeceğini, alıcının bilgi
birikiminin az olduğunu ya da mesajı almaya çok istekli olmadığını düşünmesi buna
örnektir. Bu tür değerlendirmeler neticesinde, gönderen kişinin, mesajı aşırı yüklü,
yetersiz ya da isteksiz göndermesi, iletişimin etkinliğini büyük ölçüde zedelemektedir.
Benzer şekilde, alıcının mesajla ilgili kanaatleri ya da daha önceden mesaj
gönderen hakkında edinmiş olduğu önyargılar da, alıcının mesajı etkin bir biçimde
algılamasına engel olmaktadır. Alıcının mesaj gönderen kişiyi sevmemesi ya da o
kişinin söylediklerini sevmemesi şeklindeki tutumları, bu tür durumlara örnek olarak
gösterilebilmektedir.
Örtülü Anlamlar Olgusu
Mesajı alan kişinin doğru yorumlayamaması, başka bir deyişle mesaj ile
bağdaştırılan diğer anlam boyutlarını algılayamamasına bağlı olarak, ilişkilerde birtakım
anlaşmazlıklar ve sorunlar yaşanmaktadır. İletişim sürecinde her şeyi açıklıkla ifade
etmenin geri plana atılarak, daha çok üstü örtülü geçiştirilmesi ve karşıdaki kişinin
yorumuna bırakılması, bu durumun temel nedenini oluşturmaktadır.
Söylenmeyen, dile getirilmeyen şeylerin iletişimin akışını zorlaştırıcı etkisinden
dolayı söylenenlerden daha önemli olduğu görülmekte, bu nedenle sağlıklı bir iletişim
sürecinin gerçekleşmesi için, yorumların açıkça dile getirilmesi ve doğruluğunun
denetlenmesi
gerekmektedir.
İletişim
sürecinde
genelde
tarafların,
doğrudan
karşısındakilere yönelik değil de, özellikle karşısındakilerin kendileri hakkındaki
yorumlarına yönelik tepki gösterdikleri ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle iletişim sürecinde, öncelikle kişisel yorumların denetim altına
alınması ve ayrıca şu üç hususun da göz önünde tutulması gerekmektedir146:
-Birinin başkası hakkındaki imajı kendi düşünce ve algılayış tarzının, yani
yorumunun bir sonucudur;
-Yorum, doğru da yanlış da olabilir;
146
Orhan Gökçe, a.g.e., s.151.
138
-Yorumlar, kişinin kendi yapısının ürünleri olduğu için, iletişim sürecinde
karşılıklı anlaşmayı kolaylaştırmak açısından bunların denetlenmesi gereklidir. Eğer bu
yorumları kişi kendisine saklar ve davranışını ona göre düzenlerse, iletişimin devamı
mümkün olmayabilmektedir.
Tüm
bunların
ışığında,
karşıdaki
kişinin
mesaja
tepkisinin,
kendi
yorumlamasının bir sonucu olduğu görülmektedir. Bu nedenle iletişim sürecinde her iki
tarafın da yorumlama, bir başka deyişle mesajı yeniden yapılandırma sürecinde,
mümkün olduğunca kendi kişisel tavır ve tutumunu, mesajın anlamını belirleyen ilişki
boyutundan ayırması son derece önemlidir.
Kişisel tutumların ön plana alınmasıyla zor olarak nitelendirilebilecek
anlamlandırma süreci çok daha karmaşıklaşmakta ve buna bağlı olarak da iletişimin
başarılı bir biçimde sürmesi olanaksızlaşmaktadır. Dolayısıyla iletişim kopukluklarının
minimize edilebilmesi, üstü örtülü ya da ima yoluyla ortaya atılan anlamlardan
kaçınmayı gerektirmektedir.
2.2.2.3.Bir İletişimsizlik Nedeni Olarak Duygular
Kişilerarası
iletişim
sürecinde
duyguların
son
derece
önemli
olduğu
görülmektedir. “Duygular insanoğlunun yaşamını sürdürmek için vardır. İnsan,
yaşamıyla ilgili olumlu ya da olumsuz durumları duygular aracılığıyla fark eder ve
çevresine karşı takınacağı tutumu belirler”147.
Mesajı alma anında, kişinin o anki duyguları, hissettikleri, mesajı anlama ve
yorumlamasına doğrudan etki etmektedir. Kişi, aynı mesajı kızgın ve sakin olduğu
zamanlarda farklı yorumlayabilmektedir. Bunun yanında aynı olayın ardından
birbirinden çok farklı duyguların yaşanması söz konusu olmaktadır.
Kişinin her eylemi önce duygularının süzgecinden geçmekte, bir eylem
hakkında hissettikleri, daima ne yaptığını ve ne derecede iyi yaptığını belirlemekte veya
etkilemektedir148.
İletişimsizliğin en büyük nedenlerinden birini, duygusal yanılgıların ve yaşanan
duyguların
sorumluluğunu,
kişilerin
birbirine
yüklemesinin
oluşturduğu
gözlenmektedir. Davranışların ve duyguların nedenlerini, kişinin kendi dışında oluşan
147
Haluk Özbay, Şenol Göka, Her Halde İnsan, Elips Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2004, s.9.
Shad Helmstetter, İçe Dönük Konuşmanın Gücü, Çev: Betül Çelik, Sistem Yayıncılık, Dokuzuncu
Basım, İstanbul, 2003, s.49.
148
139
olaylarda, başkalarının davranışlarında araması, kendi duygu ve davranışlarının kendi
kontrolünde olmadığı anlamını ortaya çıkarmaktadır. Genelde insan ilişkilerinde ve
özelde iletişim sürecinde bu yanılgının iletişimsizliğin kıvılcımlarını oluşturan önemli
bir etken olduğu görülmektedir.
Dolayısıyla, insan yaşamında önemli bir yere sahip olan duygular gibi karmaşık
bir konuyu net bir şekilde anlayabilmek için, öncelikle duygu kavramının ortaya
konması gerekmektedir.
Sık sık fark edilmiştir ki herkes mükemmel şekilde duygunun ne olduğunu
bilmekte, ama kimse onu tanımlayamamaktadır. Bir taraftan, duygunun ne olduğu
hakkında kimse aynı fikirde değildir. Farklı kültürlerden ve farklı dönemlerden
insanların bazen duygularla ilgili çok farklı anlayışlara sahip olduğu ifade edilmektedir.
Gerçekte, bazı kültürlerde, aslında ‘duygu’ olarak direkt olarak tercüme edilebilecek bir
kelime yoktur149.
Duygu kelimesi Latince 'movere' (Türkçe: hareket etme) kökünden gelmektedir.
Bu kelimeye 'e' ön eki getirildiğinde ise, 'öteye hareket etmek' anlamını taşımaktadır. Bu
küçük araştırma bile, bir duygunun, daima bir davranış eğilimi gösterdiğini açığa
çıkarmaktadır. Şu sözler, duygu kavramını tam olarak anlatabilmenin ne kadar güç
olduğunu ortaya koymaktadır: "Duygu, ilginç bir kelimedir. Tarifini yapmak zorunda
kalana kadar hemen herkes onun ne olduğunu bildiğini zanneder. Tarif etmesi
gerektiğinde ise artık kimse anladığını iddia edemez"150.
İnsanların binlerce yıl boyunca hep 'akıl'la uğraştığı, aklı anlamak, aklın nasıl
işlediğini bulmak ve aklın üstünlüğünü sağlamanın çok önemli olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Ortaçağ
bağnazlığından
aydınlanma
dönemine
geçmenin
büyük
mücadelelerle olduğu süreçte, duyguların fazla önemsenmediği, insanın zayıf yanı
sayıldığı, aklın erkeklere, duygunun kadınlara yakıştırıldığı görülmektedir151.
Duygular hep insanın zayıf yanının simgesi sayıldığı için duyguların gücü hiçbir
zaman bilinememiştir. Bununla birlikte bu bilgisizliğin insanlara çok pahalıya mal
olduğu ifade edilmektedir. Duyguları tanımamak, duyguları anlamamak, duyguları
149
Brian Parkinson, Ideas & Realities of Emotion, Routledge, USA, 1995, s.8.
Stefan Konrad, Claudia Hendl, Duygularla Güçlenmek, Çev: Meral Taştan, Hayat Yayınları, Birinci
Basım, İstanbul, 2003, s.17.
151
Erdal Atabek, Bizim Duygusal Zekamız, Altın Kitaplar Yayınevi, 2. Basım, İstanbul, 2000, s.1.
150
140
düzenleyebilmek, sonuçta da duyguları yönetememek büyük hatalarla ödenen bir yanlış
olagelmiştir. Duyguların yönetiminin öneminin sonradan anlaşıldığı görülmekte ve artık
bilinmektedir ki, duygularını yönetemeyen insan aklını da yönetememektedir.
Kişi duyguları aracılığıyla kendisine sürekli bir şeyler söylemektedir. Başından
geçen olayları ve yaşamını yorumlamak için duyguları yardımcı olmakta, olayları ve
insanları yargılarken duygularından yararlanmaktadır. “Duygularımızı dinlemek,
radyodaki bir programı dinlemek anlamında değildir. Kendimizi ilk ağızdan duymak,
kendimizle ilgili hayati bilgileri almak demektir. ‘Yaşayan ben’deki doğruları
yakalamanın yoludur”152.
Kişilerarası iletişim sürecinde son derece önemli olan duyguların ortak özelliklerini
ise, şöyle ifade etmek mümkündür153:
- Kişi, duygu dünyasını önceden tespit edememektedir. Duygular kendiliğinden, irade
dışında gelişmektedir.
- Kişi, herhangi bir duyguya kapıldığında aynı anda heyecan da hissetmektedir.
- Duygular bazen olumlu, bazen de olumsuz olarak ortaya çıkmaktadır.
- Duygular, beden diliyle, jest ve mimiklerle dışa yansıtılmaktadır. Kişinin arzularını,
amaç ve hareketlerini etkilemektedir.
Buradan da açıkça anlaşıldığı gibi, duygusal sürecin çok kompleks bir yapısı
bulunmaktadır ve birçok farklı açıdan incelenebilmektedir. Bu sebeple, psikoloji
biliminin, duygunun tanımını yaparken birçok zorlukla karşılaşması kaçınılmaz
olmaktadır.
Konuşma dilinde duygu kelimesinin iki anlamı vardır. Birinci anlamı, örneğin
‘insanın korktuğunda hissettiği şey’ olarak kabul edilmektedir. Bu durum genel anlamda
his olarak bilinmektedir. İkinci anlamı, hissedilenin yanı sıra o ruh hali içerisindeki
beden duruşu ve ifadesini de kapsamaktadır. Örneğin, kişinin korktuğunda avuçlarının
terden sırılsıklam oluşu. Burada duygu, bir üst kavram, his ise alt kavram olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Bir başka açıdan, insanın duygusal davranışının, sadece buna zemin hazırlayan
olaylarla değil, o kişinin bu olayı nasıl değerlendirdiği gerçeği ile de anlamlandırılması
152
Eugene Kennedy, Beni Gerçekten Tanısaydın Yine de Sever miydin?, Çev: Nesrin Hisli Şahin,
İmge Kitabevi, 5. Baskı, Ankara, 2003, s.62.
153
Stefan Konrad, Claudia Hendl, a.g.e., s.18.
141
gerekmektedir.
Duygusal yaşantıların en büyük kaynağını insanlar arasındaki ilişkiler
oluşturmaktadır. Duygular çok çeşitli etkenlerle ortaya çıkmaktadır. “Schmitd Atzert
bunlardan üç ayrı faktör üzerinde durmuştur: Bunlar, günlük tecrübeler, tabii afetler,
savaş ve ölüm gibi büyük hadiseler, uzun süreli yaşam ve çevre şartları”154 olarak
belirtilmektedir.
Kişilerarası ilişkiler bağlamında değerlendirildiğinde, kişinin, yaşamı boyunca
geçirdiği biyolojik, zihinsel, duygusal ve sosyal değişimlere uyabilecek bir esneklikte
davranabilmesi, kendisi ve çevresiyle barışık olarak dengeli bir ilişki kurabilmesi
durumunda, sosyal uyumunun sağlıklı olduğu düşünülmektedir.
Zeka düzeyinin yüksekliğine ve çok çalışmaya rağmen, duygusal olgunluktan
yoksun
oldukları
için
yaşamda
başarı
sağlayamamış,
sosyal
uyumlarını
gerçekleştirememiş kişiler bizi, kişiliğin bu çok önemli heyecansal boyutu üzerinde
düşündürmektedir155.
Her duygu halinin bir dili ve bu dilin de kendine özgü bir mantık akışı vardır.
Duygu halinde değişim ya da yaşanan bir duygu halini gelecekte yaşamamak, onun
gerisindeki dili ve mantık akışını değiştirmeye bağlıdır. Kişinin çevresindeki olaylara ve
kendi davranışlarına ilişkin kazanmış olduğu düşünsel ve inanışsal çerçeveler vardır.
Yaşam süresince karşı karşıya kaldığı olayları belirli anlam kalıplarına oturtmaktadır156.
Birine öfkelenen, bir olay karşısında korkan ya da kaygılanan, gittikçe çöküntü içine
giren, mutlu ya da mutsuz hisseden birisinin belirli bir anlam kalıbına ve onun
mantığına bağlı olarak bu duygu hallerini yaşadığı ifade edilmektedir.
Bu anlam kalıplarına ve düşünsel alışkanlıklara gösterilen sadakatin bir gereği
olarak, kişinin çevresini, geliştirmiş olduğu bakış açılarına uygun davrandırma
mücadelesine girebildiği, bir başka deyişle, çevrenin kişinin kendisinin düşündüğü gibi
düzenlenmesini isteğini taşıyabildiği ortaya çıkmaktadır.
Duygular, bilgilerin değerlendiriliş tarzını ve buradan düşünceler oluşturma
biçimini önemli ölçüde belirlemektedir. Bu süreçlerde uzun ya da kısa vadeli etkiler ön
154
Stefan Konrad, Claudia Hendl, a. g. e. , s.19.
İlkay Kasatura, Heyecansal Kontrol, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.117.
156
Kadir Özer, Kaygı/ Sınanma Duygusuyla Baş Edebilme, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul,
2002, s.83.
155
142
plandadır. Örneğin mutsuzluğa yol açmış duygusal bir deneyimin etkilerini aşabilmek
için belli bir zamana ihtiyaç olabilmekte ve kişiye o deneyimi ya da olayı anımsatacak
masum bir işaret, elbette ki bundan haberi olmayan kişileri şaşırtacak biçimde, kişinin
tepkisini belirleyecek duygulara yol açabilmektedir. Ya da hiç beklenmedik bir övgü
kişinin kendisine olan güvenini artırıp, gerek ilişkilerini gerekse duygularını bütün bir
gün boyunca etkisi altında tutabilmektedir.
Kişinin içinde bulunduğu duygusal durum, alacağı ve vereceği bilgilerin
seçimini etkilemektedir. Kendisini sorumlu hissetmesine ya da tersine kayıtsız ve
dolayısıyla sakin oluşuna göre, aynı mesajı alış ya da iletiş biçimi ve tutumu da farklı
olmaktadır. Aşırı heyecanlı ya da stres altında olması durumunda, mantıklı düşünme
süreçleri bu duyguların gölgesinde kalacağından, iletişim sürecinin de bu durumdan
etkilenmesi ve engellenmesi olasılığı ön plana çıkmaktadır157. Dolayısıyla belli bir
mesajın, amaçlanandan daha olumlu ya da olumsuz karşılanması mümkün
olabilmektedir.
Kişinin karşısındaki kişi hakkında kesin yargılara sahip olması durumunda,
aldığı mesajı yorumlayış tarzı, bu yargının etkisi altında kalmaktadır. Aynı şekilde
kişinin verdiği herhangi bir mesajın, karşıdakilerin kendisi hakkındaki görüşlerinin
etkisi altında kaldığı görülmektedir. Bunun yanında, diğerlerinden daha fazla ilgisini
yönlendirdiği şeyle doğrudan ilintili olan ve kendisine önemli gelen bilgileri toplamaya
eğilimli olurken, bunun aksine öteki bilgileri ya görmezden gelmekte ya da fark
etmemektedir.
Duyguların anlam transferinin gerçekleşmesinde olumlu veya olumsuz rol
oynadığı görülmektedir. Bundan dolayı da insanların duygularının elverişli olmadığı
durumlarda, iletişim engellenmektedir. Bu tür durumlarda, iletişimsizliğin yaşanmaması
için yapılması gerekenin, kişinin duygularına hakimiyet kazanana kadar iletişim
kurmayı ertelemesi olduğu ifade edilmektedir. Sonuç olarak, kişilerin içinde
bulundukları duygusal durum, onların iletişim sürecinde mesaj alma ve vermeleri
üzerinde yönlendirici bir etkide bulunmaktadır.
2.2.2.3.1. Duyguları İfade Etmede Karşılaşılan Güçlükler
Duyguların nasıl oluştuğu sorusu, duygu psikolojisinin çekirdek sorularından
157
Kate Keenan, a.g.e., s.17.
143
biridir. Bu soruya yanıt bulabilmek için çeşitli deneyler gerçekleştirilmektedir. Bu
deneylerde duygusal psikoloji uzmanlarının, deney için müspet deneme şartlarını,
yaklaşık olarak bile gerçekleştirmenin imkansız olduğunu gördükleri, araştırmalarını
yalnızca deneklerin ifadelerine dayandırmak zorunda kaldıkları, bununla birlikte bu
durumun da birtakım engelleri beraberinde getirdiği, bu ifadelerin büsbütün yanlış ya da
eksik olabilmesi ihtimalinin söz konusu olduğu, çünkü duyguların, söz konusu şahsın
bir anlık ruh hali ve karakter yapısına bağlı olarak değişiklik arz ettiği görülmektedir.
Dolayısıyla bu kadar kompleks bir yapıya sahip olan duyguların ifade edilmesinde
kişilerin birtakım güçlükler yaşadıkları ve sonuçta iletişim sürecinde sorunlarla
karşılaştıkları ortaya çıkmaktadır.
İnsanları, duygularını ifade etmenin güvenli olduğuna inandırmak için terapistler
emeklerinin % 90'ını harcamaktadır. Duygularını göstermeyen veya gösteremeyen
insanlar çok yalnızdırlar. Bu kimseler çocukluklarında fazla ihmal edilmişlerdir. Onların
daha fazla incinmekten korunmak için duygularını göstermekten sakındıkları
gözlenmektedir. Bugün birçok aile sorununun temel sebebi budur158.
Buna bağlı olarak kişinin duygularını tanıması, kabul etmesi ve buna uygun
davranmasının, birlikte yaşadığı diğer kişilerle anlaşmasını kolaylaştırıcı bir etkide
bulunduğu ifade edilmektedir. Kendi duygularını algılayabilme, kendini gözlem altında
tutmak olarak değerlendirilmektedir. Kişinin kendi duygularını doğru algılayabilmesi,
sosyal ilişkilerde kendisine uygun davranışlar kazandırmaktadır. Böylece yaşanan
ilişkilerde olası zorlukların önceden önlenebilmesi ve çıkan problemleri çözebilecek
güce sahip olunması mümkün olmaktadır.
Empati geliştirmenin en temel ilkesi olarak yine kişinin kendi duygularını doğru
algılaması ön plana çıkmaktadır. Bir başka deyişle kişinin öncelikle kendi duygularının
bilincinde olması gerekmektedir. Kişi, kendi duygularına karşı açık olabildiği ölçüde,
başkalarının duygularını daha iyi anlayabilmektedir.
Toplumun esasını teşkil eden kişilerarası ilişkiler açısından duyguların doğru
ifade edilmesi, mevcut problemlerin anlamsız hale gelmesine yardımcı olmaktadır.
Özellikle özel yaşamdaki sorunların büyük bir kısmı, ifade edilmeyen duygular ve
bunun sonucunda ortaya çıkan yanlış anlaşılmalardan kaynaklanmaktadır. Duygularını
158
Virginia Satir, İnsan Yaratmak, Çev: Selim Yeniçeri, Beyaz Yayınları, İstanbul, 2001, s. 121.
144
açıkça söylemeyi tercih etmeyen kişi, bunun yerine neler hissettiklerinin karşısındaki
kişi tarafından anlaşıldığını varsaymaktadır. Burada empatinin önemi, bir kez daha
karşımıza çıkmaktadır. Ortamdaki sessiz ve sözsüz ifadeleri yorumlamasını bilemeyen
kişi, başkalarıyla ilişkilerinde başarıya ulaşmasını engellemiş olmaktadır.
Duygusal gücünü kullanan kişinin, duygularını tanıdığı, onları kabullendiği,
uygun şekilde ifade ettiği ve ayrıca kendi duygusunu tanımlayabildiği, yani farkındalık
düzeyi yüksek olduğu için karşısındaki kişilerin de hislerini anlayıp, kendisini
başkasının yerine koyabilmeyi başarmasından ötürü kişilerarası iletişimde daha başarılı
olduğu görülmektedir. Bununla birlikte çevresindeki kişilerin ve kendi duygularının
farkında olması, kişinin güncel yaşamda karşılaşılan sorunların üstesinden gelebilme
potansiyelini arttırmaktadır.
Kişilerarası iletişimin büyük ölçüde sözsüz olarak gerçekleştiğini vurgulayan
araştırmalar tarafından da ortaya konduğu gibi, duygular, sözcüklere dökülemeyen bazı
düşüncelerin beden diliyle yansıtılması olarak ifade edilmektedir. Hiç kimse
duygusallıktan yalıtılmış bir yaşam sürdürememekte, kişilerin tüm eylem ve etkinlikleri
bilişsel olmadığı gibi, bilişsel eylem ve etkinliklerinde bile duygusal yönler
bulunmaktadır159. Değişen toplumsal yapının giderek karmaşıklaşması, kişiyi yalnızlığa,
güvensizliğe, uyumsuzluğa, saldırgan ve bencil davranışlara yönlendirmesine karşın,
duygusal yaşama gereken önemin verilmediği görülmektedir. Kişinin sağlıklı
davranışlar göstermesinde yalnızca bilinç ve belleğin gelişmesinin yeterli olmadığı,
doğal ve sosyal çevreye uyum sürecini arttıran bilgi, beceri ve deneyimlerinin
gelişmesinin, duygusal ve bilişsel yetilerin eşgüdüm içinde eğitilmesine bağlı olduğu
ortaya konmaktadır.
Duygusallığı bilişsel yetilerle uyum içinde dışa vurabilmek, doğru olarak
karşıdaki kişiye aktarabilmek gerekmektedir. Dolayısıyla burada önemli olan,
duyguların anlatımını, denetimini, aktarımını bilgi birikiminin getirdiği bilişsel
tutumlarla gerçekleştirebilmektedir. Duyguların doğasını anlayabilmenin ve duygusal
yaşamı denetleyebilmenin yollarını özümsemenin, kişilerin farklı duygular karşısında
etkilenme süreçlerini yönlendirdiği görülmektedir. En olumlu duygulardan bile
159
Michael Morris, Dacher Keltner, “How Emotions Work: The Social Functions of Emotional
Expression in Negotiations”, Research in Organizational Behaviour, Volume 22, 2000, s.9.
145
yaşamlarında olumsuz etkilenenler olabileceği gibi, en olumsuz duyguları bile kendileri
ve çevreleri lehine dönüştürebilen kişilere de rastlanmaktadır.
Duyguların çok yönlü ve karmaşık psikolojik süreçler olmasından dolayı,
bilimsel olarak incelenmesinde güçlüklerle karşılaşılmış ve duygular, geçmiş
dönemlerde rasyonelliğin, ussalcılığın karşıtı olarak görülmüştür. Günümüzde bile pek
çok kişi duygusal yaşantıyı, güdüsel tepkilerle eşdeğer tutmakta, duygular usdan
(akıldan), bilgiden uzaklığın göstergesi sayılmaktadır. Buna karşın, duyguların usu
geliştiren, yönlendiren, duyarlılığı arttıran, bilgilere ulaştıran temel duyarlılık kanalı ve
kaynağı olduğu görüşü dile getirilmektedir.
Duyguların
aktarılmasında,
dışavurumunda
insanların
bilinçli
olarak
kullanabildiği tek araç dil olarak ifade edilmektedir. Bir duygu türünün bile yüzlerce
tonu olduğu düşünüldüğünde, günlük dilin belirsiz, yetersiz sözcükleriyle duyguları
aktarabilmenin güçlüğü ortaya çıkmaktadır. Günlük dildeki sözcüklerin her duygu
türünü anlatması beklenememektedir. Bunun yanında o sözcüklerin değişik anlamlarda
kullanılması ve söyleniş türleri, duygusal yaşantının aktarımını iyice güçleştirmektedir.
Bu nedenle araştırmacılar, duyguların aktarımında dile yaklaşık % 20 pay
ayırmaktadır160.
Duygular kavramlaştırılamamış, tinsel savunma tepkileridir. Duygular, kişinin
bilgi ve deneyimlerine göre biçimlenen, doğal tepkilerdir. İnsan düşündüğü gibi
duygulanan, duygulandığı gibi düşünen bir varlık olarak değerlendirilmektedir161.
Duygular, kişinin kendisini ve başkalarını değerlendirme biçimidir. Bu
değerlendirme haklı-haksız yargılama, kendini ve başkalarını anlama göstergesidir.
Duygular önceden planlanmaksızın ortaya çıkan doğal tepkiler olarak ifade
edilmektedir. Bu doğal tepkilerin dışavurum biçimleri kişiden kişiye değişse de,
nedensiz oluşmamaktadır. Duyguların ortak nedenleri olsa bile, tepkiler kişilere göre
değişmektedir. Haksızlığa uğrayan herkes öfkelenmekte, bununla birlikte her kişi farklı
tepkiler ortaya koymaktadır. Öfke nedenleri de yine kişilere göre değişmektedir.
Duygular çok yönlü tepkilerle dışa vurulabilmektedir. Dışavurumdaki farklılığın,
toplumsal
160
161
ve
kültürel
ortamlardan,
bireylerin
farklı
yaşam deneyimlerinden
Hamdullah Aktaş, İnsanda Duygusal Yaşantı, Palme Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2004, s.63.
A.g.e. , s.70.
146
kaynaklandığı görülmektedir. Bu nedenle yaşanılan duyguların neler olduğu hissedilse
bile, nedenlerini doğrudan kavramakta güçlüklerle karşılaşılmaktadır.
Duyguların yorumlanmasında, dışavurumunda gereksinimler önemli rol
oynamaktadır. Olayların, gereksinimler doğrultusunda yorumlanmasının yanında,
duygusal tepkilerin de bu doğrultuda işlediği ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında
duyguların yalnızca nesnel ortam ve koşulların ve bireysel çabaların ürünü olmadığı
üzerinde odaklanılmaktadır. Duyguların oluşmasında, insanlar arası etkileşimin de
önemli rolünün bulunduğu görülmektedir. Kişilerin birbirleriyle yalnızca düşünce-bilgi
alışverişinde değil, duygusal alışveriş içinde de oldukları gözlemlenmektedir.
Her duygunun kendine özgü genel, evrensel bir beden dili olmasına karşın,
dışavurumu kişilere göre değişmektedir. Buna bağlı olarak, duyguların tam olarak
açıklandığı bir dilin olmadığı söylenebilmektedir. Örneğin her insanın zaman zaman
üzüntü yaşayabileceği görülürken, herkesin üzüntüsünü farklı biçimlerde gösterdiği
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Çünkü her duygu türünün, kişiye özgü repertuarı
bulunmaktadır. Bu repertuar, bireyin duygusal tarihselliği olarak değerlendirilmektedir.
2.2.2.3.2. Duyguların Sorumluluğunu Diğer Kişilere Yükleme
Genel
anlamda
değerlendirildiğinde
kişilerin,
yaşadıkları
duyguların
sorumluluğunu başkalarına yükledikleri görülmektedir. Kişinin mutluluk ya da
mutsuzluk, üzüntü, öfke, hayal kırıklığı gibi birtakım duyguları yaşamasının, diğer
kişilerin yaptığı ya da yapmadığı, söylediği ya da söylemediği şeylere bağlı olduğu
düşünülmektedir. Dolayısıyla böyle bir inanış, sorumluluk oklarını karşıdaki kişilere
yönelterek,
kişinin
duygularının
kendi
kontrolü
dışında
olduğu
noktasını
vurgulamaktadır.
Buna karşın, kişilerin aynı olaylar karşısında çok farklı duygulara sahip olduğu
ve farklı davranışlar sergiledikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Buna bağlı olarak, bir
olayın gerçek anlamda neden olabilmesi, aynı sonucu istikrarlı ve istisnasız bir biçimde
ortaya çıkarmasını gerektirmektedir. Örneğin, hiç kimsenin uzun süre susuz
yaşayabilmesi mümkün değildir. Bu kural istisnasız herkes için geçerli olmakta,
dolayısıyla susuz kalma olayının belli bir süre sonra herkesin ölümüne neden olacak bir
olay olduğu ortaya çıkmaktadır.
147
Bununla birlikte kişilerarası iletişim sürecinde kişilerin karşı karşıya kaldıkları
durumlarla ilgili olarak farklı duygular yaşadıkları gözlemlenmektedir. Buradan
hareketle, kişinin bir olaya yüklediği anlamın, olayı yorumlama biçiminin, olayla ilgili
yaşanacak duygunun çerçevesini oluşturduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla
kişinin, karşısındakine öfke duyarak iletişimden giderek kopması, kişinin iç dünyasında
yer
alan
yorumları,
olaya
bakış
açıları,
inanışları
ve
verdiği
anlamların
yönlendiriciliğinde kalmaktadır.
Burada olayların, yaşanan duygular açısından hiçbir öneminin olmadığını ifade
etmek mümkün değildir. Olayların duyguların oluşmasında neden değil, vesile
olabileceği belirtilmektedir. Kişinin yorumlama ve düşünme sürecinin başlamasına
neden olmaktan öte bir anlam taşımadığı, yaşananların nasıl bir duyguya vesile
edileceğinin kişinin yorum seçeneğine bağlı olduğu görülmektedir.
Duyguların oluşum sürecinde, kişinin bir yanda dışındaki olayların, bir yandan
da düşünce, yorum, anlamlandırma, beklenti ve inançlardan oluşan iç dünyasının
katkılarının bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Yaşamda karşılaşılan dış olaylar,
duyguların oluşumunda bir araç iken, kişinin düşünce dünyasını oluşturan iç olayların
ise nedenleri meydana getirdiği ifade edilmektedir.
Kişilerarası ilişkilerde, başkalarının kişinin belli bir duyguyu yaşamasına neden
olduğu yaygın kanısı, duygunun değişiminin de başkalarının değişimine bağımlı olduğu
noktasına götürmektedir. Oysa ki, bio-psiko-sosyal bir varlık olarak insan, olaylara
anlam vermekte, beklentiler oluşturmakta, diğer canlılarda bulunmayan düşünme
eylemini gerçekleştirmekte, buna bağlı olarak kendi duygularının oluşumu ve
değişiminde söz sahibi olmaması mümkün görünmemektedir.
İletişimsizliğin ortaya çıkmasında kişinin, ilişkilerini ve başkalarını kendi
istekleri doğrultusunda davranacak şekilde değiştirmek isteğini duyması etkili
olmaktadır. Başkalarının duygu ve davranışlarının nedenlerini kişinin kendinde görmesi
büyük bir yanılgı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yanılgı çerçevesinde kişi, kendini
başkalarının değişiminin merkezi olarak görmekte ve kendisini hep diğer kişiler için
değiştirmesi gerektiğine inanmaktadır.
Bunların yanında, duygu ve davranışların sahne gerisinde gerçekçi olsun ya da
olmasın, belli bir mantığa bağlı olduğu noktasına odaklanılmaktadır. Duygu ve
148
davranışların belirli bir mantıkla tutarlı olma zorunluluğu, ‘tutarlı olma ilkesi’ olarak
açıklanmakta, dolayısıyla kişinin inandığı mantıkla tutarlı davranışlar göstermek
durumunda olduğu gözlenmektedir. Buradan hareketle, “herhangi bir duygunun
gerisinde, temel bir inanç şablonundan başlayan, anlık yorumla devam edip bir sonuçla
biten bir mantık akışı söz konusudur”162.
Her duyguda olduğu gibi, öfke duygusunun da kişinin inanmış olduğu bir mantık
ile tutarlılık gösterdiği görülmektedir. Bir başka deyişle kişi, inandığı bir mantığın
gereği olarak öfke yaşamak zorunda kalmaktadır. Diğer kişilere karşı öfke duygusunu
yaşamlarında sıklıkla yaşayan ve kendilerini bu duygunun sınırlarına hapseden kişilerin,
temel mantığının, kendi bireysel farklılıklarını doğruluk olarak değerlendirmeleri
üzerine oturduğu gözlemlenmektedir.
Böyle bir bakış açısına sahip olan kişi üzerinde seçeneksizlik mantığı egemen
olmakta,
-meli, -malı’lı bir düşünce biçimi ortaya çıkmaktadır. Kişisel tercihleri,
diğerlerinin de kabul etmesi gereken yasalar olarak görmenin, sonuçta kişiye öfke
duygusunu yaşattığı ifade edilmektedir. Kişinin, karşısındakinin kendi tercihleri
doğrultusunda davranma olasılığını, kafasında bir zorunluluk veya gereklilik mantığına
dönüştürmesi sonucunda ilişkilerde iletişimsizliğin yoğun bir biçimde yaşandığı
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
İletişimsizliği ortaya çıkaran temel nedenlerden birini oluşturan, ilişkilerde
genellikle hissettiklerinin sorumluluğunu başkalarına yükleyerek bu sorumluluğu inkar
etmeye çalışma durumunda, kişilerin suçladıkları kişi genellikle ebeveyn, sevilen ya da
yakınlık duyulan birisi olmaktadır. Kişi, beklentilerine yanıt vermediği için karşısındaki
kişinin kendisini yüz üstü bıraktığını düşünmekte, bazı durumda tüm kızgınlığını ona
yöneltmekte ve bütün yetersizliklerden dolayı onu suçlamaktadır.
Başkalarına atfedilen bu bir anlamda her şeye kadir oluş, kişinin sorumluluğu
kendi üzerine almasından vazgeçmesine neden olmaktadır. Taraflardan diğeri de aynı
şekilde
düşündüğünde,
ilişkilerde
sıklıkla
gözlemlenen
kısır
döngülerle
karşılaşılmaktadır. Kişi kendisini olanlardan sorumlu hissetmemek için pek çok neden
bulabilmekte, her zaman dış nedenler öne sürülmekte ve bu şekilde seçim yapmaktan ya
da karar vermekten genellikle kurtulmaya çalışmaktadır.
162
Kadir Özer, Üç Psikolojik Soru, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2001, s.50.
149
Kişilerarası iletişim sürecinde, hissedilenlerden başkalarının sorumlu olduğu
inancı üzerine kurulan her strateji, kişileri çaresizlik, durgunluk haline sürükleyerek
kendilerini iletişimsizliğin yaşandığı bir ortamda bulmalarına neden olmaktadır.
Hissedilenlerden diğerlerinin sorumlu olduğu düşüncesi, kişileri ilişkilerde çoğunlukla
rastlanan bir tuzağa sürüklemektedir. Bu da başkalarını değiştirme girişimi olarak ortaya
çıkmaktadır. Değişmesi gerekenin başkaları olması, kişiye daha mantıklı görünmekte,
kendisini daha iyi hissetmesi ve sıkıntılarına son vermesi için haklı bir gerekçe olarak
ortaya konmaktadır.
Diğer kişileri istenilen yönde değiştirme çabasının, başarısızlıkla sonuçlanmaya
mahkum olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bu çaba, iletişimi sürekli tekrarlanan
cümlelere sürüklediği gibi, gizli bir şiddet ve bastırılmış nefretle doldurulmasına da yol
açabilmektedir.
Kişi kendisini başkalarının duygularından sorumlu hissettiğinde, bir yandan da
vazgeçilmesi çok zor olan bir iktidar duygusuna kapılabilmektedir. Kişinin başkalarının
hissettikleri, yaşadıkları ve düşündükleri üzerinde mutlak iktidara sahip olduğu
yanılsamasını ne pahasına olursa olsun sürdürebilmek için, ilişkiyi kontrol altında
tutmaya çalıştığı görülmektedir. İlişkilerde genellikle ister beden (duyumlar) ister
duyarlılık (duygular) aracılığıyla tecrübe edilenlerden aslında kişinin kendisinin
sorumlu olduğunu kabul etmekte zorlandığı ifade edilmektedir. Çoğu zaman herhangi
bir olay, bir hareket, bir kelime ya da bir tutum, kişinin içinde zaten olan gerçek
duyguları, duyumları ve algıları harekete geçirmekte ve ortaya çıkarmaktadır.
Ayrıca çoğu kişinin, başkalarının tutumunu kendi özsaygılarını zedeleyecek
şekilde yorumladığı da görülmektedir. Örneğin, eğer karşıdaki, kişinin fikrini göz
önünde bulundurmuyorsa, bu durumdan kişi kendisinin haksız olduğu anlamını
çıkarabilmekte, karşıdakinin birtakım sözsüz mesajlarından, fazla konuşarak onu sıktığı
ve kendisiyle olmak istemediği sonucuna varabilmektedir.
Bu mekanizma, kendine mal etme, bir diğer şekilde ifade edilecek olursa,
başkasına ait olan bir kelimeyi, bir duyguyu, bir hareketi, ya da tutumu sahiplenme ve
karşıdakinin, kişinin olduğunu söylediği şeye dönüşerek bunu kendi kelimesi, kendi
duygusu, kendi hareketi ya da tutumu haline getirme yetisi olarak açıklanmaktadır.
İletişim sürecinde taraflardan biri, diğerine birtakım olumsuz sıfatlar atfettiğinde, kişi
150
kendisini öyle görmekte ve hemen savunmaya geçmektedir. Kişi kendisinin ve
karşıdakinin iki ayrı birey olduğunun bilincinde olarak, karşıdakinin söylediklerini ya
da hissettiklerini sahiplenmemeyi tercih edebileceği gibi, söylediklerini benimsemesi ve
kendi hisleriyle bütünleştirmesi de mümkün olmaktadır.
Bununla birlikte duyguların dizginlenemediği konusunda yaygın bir inanışın
olduğu görülmektedir. ‘Ben böyleyim işte, elimden bir şey gelmez, değişemem’
düşüncesi duyguların kesinlikle kontrol edilemeyen dış ya da iç güçler tarafından
dayatıldığı yanılgısını ortaya çıkararak iletişim sürecinde birtakım kopuklukların
yaşanmasına neden olabilmektedir.
2.2.2.3.3. Duygusal Kapalılık
Sağlıklı ilişkiler, büyük ölçüde karşıdaki kişinin söylediği şeylerin anlamını
anlamakla kurulmaktadır. Etkili dinlemenin olmadığı, anlaşılmayan noktaların
aydınlatılmadığı, dolayısıyla tahminlerde bulunulduğu durumda, iletişimsizliğin
ağırlığını hissettirmesi söz konusu olmaktadır. Kişinin zihnindeki sınırlayıcı, olumsuz
düşünce ve davranışlarını gözden geçirmesi, kendisini tanıma konusunda istekli
davranmasıyla mümkün görünmektedir.
Yaşanan korkular, iletilen mesajın anlamını engellemektedir. Sözgelimi, bir
öğretmen-öğrenci iletişiminde, öğretmen öğrencisine bir ev ödevi vermektedir. Öğrenci
ise, otorite figürü kadınlardan korkması ya da öğretmenin yaklaşımını çok sert olarak
değerlendirmesi
gibi
çeşitli
sebeplere
bağlı
olarak
kendisini
tehdit
altında
hissetmektedir. Dolayısıyla öğretmenin ev ödevini izah ederken, öğrencinin yaşadığı
korku duygusunun etkisi altında, kendi içinde içsel bir söyleşiye dalarak, öğretmenin
söylediklerini duyamadığı ve anlayamadığı görülmektedir.
Öğretmenin de kendi bilinçaltının etkisi altında olması durumunda, onun da
çocuğa ilettiği mesajın net olmaması söz konusu olmaktadır. Örneğin, öğretmenin de
çocukla ilişkisini bir güç mücadelesi olarak görebilmesi, kendi çocukluğundaki, önce
babasıyla, sonra öğretmeniyle ve sonra da eşiyle yaptığı güç mücadelesinin etkisi
altında olabilmesi mümkündür. Bu doğrultuda, gücünü birilerine göstererek kendisini
kanıtlamaya kararlı olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Kendi yetersizlik duygusuyla
boğuşan öğretmenin, çocukla arasındaki iletişimde bir sorun olduğunun bilincinde
olmaması durumunda, aralarındaki görünmez duvar iyice yükselmekte ve iletişimden
151
derece derece kopmalar görülmektedir.
Yaşanan bu iletişimsizlikte, iki tarafın da kendisini onaylanmamış hissettiği,
öğretmenin, ‘duygusal’ olarak çocuğun yanında olmadığı için çocuğa duygusal destek
vermesinin de mümkün olmadığı, bir başka deyişle duygusal olarak kapalı olduğu
sonucuna ulaşılmaktadır. Öğretmen ve çocuk, bu iletişimsizliğin sonunda kendilerini
kötü hissetmekte, böyle bir olayın sonuçları sanıldığından daha olumsuz bir etki
yaratabilmektedir.
Öğretmen verdiği ödevi anlamadığı için çocuğun dikkatsiz, ilgisiz, aptal
olduğunu düşünebilmekte, çocuk da kendisini yanlış anlaşılmış, kızgın, aptal
hissedebilmektedir. Öğretmene güvenmediği için ona saygı da duymamakta, öğretmen
tarafından onaylanmadığı için duygusal olarak kendisini özürlü hissetmektedir.
Duygusal özürlü olmak kişilerarası iletişimde ciddi bir sorun olarak değerlendirilmekte
ve bu durumun oldukça yaygın olduğu görülmektedir.
Bu olayda çocuk, duygusal olarak kendisini özürlü hissettiği için düşünce ve
duygularını ifade edememektedir. Kendine olan güveni, değerlilik duygusu aşağılara
inmiş durumdadır. Bu da onda panik duygusu yaratmaktadır. Sonuçta onaylanmama,
kendini onaylamamaya dönüşmektedir.
Bu noktada çocuk, öz değeri tehdit altında olduğu için kapanarak kendini
korumaya çalışmakta, dolayısıyla artık öğretmenle aralarında gerçek ve sağlıklı bir
iletişim kurmaları mümkün olmamaktadır. Bu örnekten hareketle, pek çok kişinin daha
fazla incinmemek için duygularını kapatmayı seçtiği görülmektedir.
Kişinin kendi duygularından korkması ve kendisine bazı duyguları yasaklaması
durumunda, başkalarının duygularıyla ilişkiye geçebilmesinin mümkün olmadığı ifade
edilmektedir. Kişi, ancak kendi öz-değerini bildiğinde başkalarını değerli bulmakta ve
onlara saygı duyabilmektedir. Dolayısıyla tüm bunların temelinde özgüven yatmaktadır.
Kendi sınırlı düşüncelerini değiştirme gücünün, kendisini sevebilmesi ve değerli
bulması ile doğru orantılı olduğu noktasına odaklanılmaktadır.
2.2.2.3.4. Duygulara Yabancılaşma
Duygusal yeteneğin de, bilişsel yetenek gibi çok iyi kullanılması gereken bir
yetenek olduğu görülmektedir. Bilişsel yetilerin temelinde ve yönlendirilmesinde
duygusal yetenekler bulunmaktadır. İnsanlararası ilişkilerin ya da ilişkisizliğin temelinin
152
de yine bu yeti olduğu ortaya çıkmaktadır. Kişi, başkalarını ve kendisini yine bu yetinin
öncülüğünde ve olgunlaşması oranında tanımaktadır. Bütün katı tutum ve önyargıların
da, duygulara yabancılaşmanın göstergesi olduğu ifade edilmektedir. Diğer kişileri,
siyasal, ırksal, mezhepsel, düşünsel, yöresel özelliklerine göre iyi-kötü diye ayırımlara
yönelinmektedir.
Duygulara yabancılaşmada, ortaya çıkan duyguların bu nedenle orantılı ve
doğrudan ilişkisi bulunmamakla birlikte duyguların ölçüsüz ve abartılı olduğu
görülmektedir. Duygusal konular, nesneler, olaylar kişinin yaşantısıyla doğrudan ilgili
olmamasına karşın, yaşantısına yabancı konular, yaşantısının asıl sorunuymuş gibi
algılanmaktadır ve kişi duygusal tepkilerde bulunmaktadır. Duygusal yabancılaşmaya
duyguların her türünde rastlanabilmektedir. Yabancılaşan duygu, zamanla kişinin tüm
yaşam alanını da kapsamaktadır.
2.2.2.3.5. Duygusal Tepki Bozuklukları
Duygusal ve düşünsel yaşamın birbiriyle sıkı ilişki içinde olduğu görülmektedir.
Birbiriyle eşgüdüm içinde çalışmaktadır. Duygusal ve bilişsel tepki oranları insana ve
konulara göre değişse de, ne yalnızca bilişsel ne de yalnızca duygusal olan eylem
içermektedir. Bilişsel yaşamın kişi açısından önemli olmasının yanında, duygusal
yaşamın da o ölçüde önem taşıdığı ifade edilmektedir. Ben bilincinin gelişmesi, bilişsel
yaşamın bütünlüğü duygusal yaşama bağlı olmaktadır.
Duygusal yaşam, insanın en doğal tepkileri olarak değerlendirilmektedir. Bu
doğal tepkiler bilişsel yeteneklerle düzenlenmektedir. Bilişsel yetilerdeki aksaklık,
duygusal, düşünsel ve bedensel tepkilere de yansımaktadır. “Örneğin, paraoid bir
düşünce biçimi, bazı kişilerin haksız, yersiz, gereksiz ya da düşman olarak
algılanmasına yol açabilmektedir. Sağlıksız düşünce ve duyguların alanını daraltmakla
kalmamakta, aynı zamanda kişinin yanlış duygusal tepkiler vermesine de neden
olmaktadır”163.
Kişinin kendi yaşamına özgü, her duygu türünün bir tepki repertuarı olduğu
ifade edilmektedir. Kişi yaşadığı olayların benzerini yaşamasa da, repertuarındaki
duygu ile tepkide bulunmaktadır. Duygusal tepkilerdeki tarihselliğin, çoğu kez göz ardı
edildiği gözlemlenmektedir. Duygunun, tarihi olmayan o anki olaya karşı verilen tepki
163
Hamdullah Aktaş, a.g.e., s. 257.
153
olarak düşünülmemesi gerekmektedir. Bununla birlikte, yeni olaya gösterilen duygusal
tepkinin de eskisiyle aynı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu durum, gittikçe gelişen bir
duygusal tepkiye, sönükleşmeye ya da yeni hatta karşıt bir nitelik bürünmeye doğru da
bir değişim gösterebilmektedir.
Yaşanılan olaylar, kişinin tarihsel duygu repertuarını, duygu repertuarı da
yaşadığı olayları değerlendirmeyi etkilemektedir. Bu sürekli karşılıklı, bir başka deyişle
diyalektik bir etkileşimdir. Bu nedenle hiçbir kişi, karşılaştığı olayın değerine uygun ve
eşit tepkide bulunamamaktadır. Kime niçin, ne ölçüde, ne zaman kızacağını ya da kimi
niçin, ne zaman sevindireceğini bilememektedir. Bu tarihselliğin genel anlamda,
duygusal tepkinin silikleşmesi, duygusal tepkilerde artma, duygularda yön değiştirme,
fobi, duygusal yaşantıda gecikme ve duygularda iletişimsizlik olarak adlandırılan
duygusal tepki biçimlerini oluşturduğu görülmektedir.
Duygularda İletişimsizlik
Duyguların dilinin genellikle beden dili olduğu, bunun da yanlış anlamaya ve
anlaşılmaya kolaylıkla yol açabildiği görülmektedir. Kişinin kendi yaşadığı duyguları
bile tanımayabildiği gözlemlenmektedir. Kişinin kendi duygularını tanımadan,
bilincinde olmadan karşısındakine doğru bir biçimde aktarması mümkün olmamaktadır.
Buna bağlı olarak, bir duygusal tepkinin olumlu niyetle dışa vurulsa bile,
karşıdaki kişide olumsuz bir duygu uyandırabildiği, olumsuz olarak yorumlanabildiği,
bu durumun da kişilerarasında iletişimsizliğin önünü açtığı görülmektedir. Bu nedenle
kişinin kendi duygularını dile getirirken, yanlış anlaşılmaması konusunda çaba
göstermesi ve geri bildirim isteyebilmesi önem taşımaktadır.
Duygusal iletişimsizliğin, aile, arkadaş ve iş gibi çok yakın çevrede ortaya
çıktığı belirtilmektedir. Yaşanan bu iletişimsizliğin sonucunda da anne-baba
çocuklarını, çocuklar anne-babalarını, eşler birbirini anlayamaz duruma gelmektedir.
İlişkiler ya büsbütün kopmakta ya da tek yönlü, baskı ilişkisine dönüşmektedir.
Duygusal iletişimsizlik, bilişsel ilişkisizliği de beraberinde getirmekte, bu da
birlikte yaşamayı güçleştirici bir etkide bulunmaktadır.
2.2.2.4. Dinleme
Kişilerin birbirlerini çeşitli nedenlere bağlı olarak etkili bir biçimde
dinlememelerinin de iletişimsizliği beraberinde getirdiği sonucuna ulaşılmaktadır.
154
İletişimin temelinin karşıdaki kişiyi dinlemeye dayandığı düşünüldüğünde, etkili
dinlemenin önemi ön plana çıkmaktadır. Bu noktada öncelikle dinleme kavramının neyi
ifade ettiğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Genel anlamda değerlendirildiğinde, dinlemek duymayı istemekle başlayan bir
süreç olarak değerlendirilmektedir. Bu noktada çoğu kişinin duymak ile dinlemek
arasındaki farkı ayırt edemediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. “Duymak ve gerçekten
dinlemek arasındaki zıtlık, gece ve gündüz kadar farklı olabilmektedir”164.
Dinleme, kişinin dinleme araçlarını, kulaklarını ve zihnini, diğer tüm duyuları
kadar harekete geçirmesi anlamına gelmektedir. Duyma, kişinin gönderilmiş mesajı,
başarılı bir biçimde alması olarak açıklanmaktadır. Anlama ise, kişinin duyduğu ve
gözlemlediğini doğru bir biçimde kavramak ve yorumlamaktır165.Bu bağlamda,
dinlemenin zihinsel bir yöntem olarak duymayla birlikte aynı zamanda anlama, dikkat
etme, duyulanı analiz etme, eleştirel değerlendirme, duyulan mesajdan hareketle tepki
verme gibi temel boyutları da kapsadığı görülmektedir.
Etkin dinleme, bir diğeriyle olan ilişkiye karşı sorumluluktaki en önemli
boyutlardan biri olarak değerlendirilmektedir. İçinde ötekine karşı saygıyı, onu kabul
etmeyi, ona değer vermeyi, empatiyi, algılamayı, algıladıklarını yansıtarak sınamayı,
ayrıntıların
farkına
varmayı,
dolayısıyla
eşitlikçi,
demokratik
bir
tutumu
barındırmaktadır.
Herkes, başkalarını dinlemeden önce duyulma ihtiyacı hissetmektedir166.
Dolayısıyla kendi görüş, duygu ve düşüncelerinin duyulmasını isteyen kişiler açısından
etkili dinleyicilerin istenilen niteliklere sahip olduğu görülmektedir. Bunun yanında,
etkin dinleme duygusal olarak gerilimi ve savunmayı azaltan, öz güveni zedelemeyen
bir iletişim tekniğidir. Etkin dinleyici olmak; karşıdakinin duygularını anlayabilmek,
tanımlayabilmek, onlara zamanında yanıt verebilmek ve onları kendi sözcükleriyle
tekrarlayarak konuşanın onayını almaktır.
164
Kenneth R. Johnson, “Effective Listening Skills”,
http://www.itmweb.com/essay514.htm, 20.10.1999.
165
Dilip R. Abayasekara, “Overcoming Obstacles to Listening, Hearing and Understanding”,
http://drdilip.com/listening.doc. ,12.03.2005.
166
Kare Anderson, “Resolving Everyday Conflicts Sooner”,
www.amazon.com/exec.obidos/ISBN=0890877424/basketcaseA, 26.01.2004.
155
Dinleme becerisinin temel olarak iki şekilde tanımlandığı görülmektedir.
Dinleyicinin bilgiyi duyması, tekrar edebilmesi ve hatırlayabilmesi üzerine odaklanan
birinci görüşe göre, kişinin konuşulan konuyla ilgili bilgiyi aklında tutması durumunda
dinleme gerçekleşmiş olmaktadır. Dinlemenin bilişsel yaklaşımla ele alındığını gösteren
bu tanımlamada, dinleme becerisinin diğer bilişsel becerilere benzemeyen, kendine
özgü bir yetenek olduğu vurgulanmaktadır. Bellek ön plana alınmakta, dinleme
esnasında kısa bir süre de olsa, mesaj bellekte tutulmaktadır. Buna bağlı olarak, dinleme
becerisini ölçmek için geliştirilen ölçekler de bilişsel nitelik taşımaktadır. Kişinin
hatırlama ile ilgili bir testte iyi puan alması durumunda, iyi bir dinleyici olduğu
sonucuna varılmaktadır.
Ortaya konan diğer bir tanımlama ise, kişinin dinlemeye ilişkin tutumlarının
dinleme davranışlarını etkilediği yönündedir. Dinleme becerisini bilişsel yaklaşımla
açıklayan ilk görüşün yetersiz kaldığı görülmekte, dinlemenin ilişkilere, davranışa ve
duygulara odaklı olarak açıklanmasının gerekliliği ifade edilmektedir. İyi dinleyiciler,
başkalarına ilgi ve saygı duyan kişiler olarak nitelendirilmektedir. Buna bağlı olarak
bazı kişilerin diğerlerinden daha iyi dinleyiciler olduklarını açıklayabilmek için,
dinlemenin zekadan farklı bir şekilde ortaya konması gerektiği belirtilmekte ve bunun
için dinleme ve tutumlar arasında ilişki kurulmaktadır. Burada tutum kavramı,
dinlemeye istekli olmak ya da başkalarına ilgi göstermek biçiminde tanımlanmaktadır.
Kişilerarası iletişim sürecinde zeki ama iyi dinleyici olarak nitelendirilemeyecek
insanların varlığının, bu görüşün ortaya çıkmasında önemli bir etken olduğu
görülmektedir. Kişinin iyi bir dinleyici olmasının, akılda tutma yetisinden ziyade, onun
süreç ile ilgili olumlu bir tutumunun olmasına bağlı olduğu ifade edilmektedir. “İyi
dinleyiciler iyi yakalayıcılar olarak değerlendirilmektedir, kendileriyle konuşan kişilere
bir hedef vermekte ve ardından gönderilen bilgiyi yakalamak için o hedefe doğru
harekete geçmektedir167”.
Bu doğrultuda dinleme, kişiler arası bir beceri olarak ele alınmakta ve kişiler iyi
dinledikleri zaman yeterli görülmektedirler. Ebeveynlerin çocuklarını, öğretmenlerin
167
___,“Listening
Skills”,
www.casaa-resources.net/mainpages/resources/sourcebook/listening-
skills.html, 25.07.2004.
156
öğrencilerini, yöneticilerin çalışanlarını etkili bir şekilde dinleyerek, onların dinlemeye
karşı olumlu tutum geliştirmelerini sağlayabildikleri ifade edilmektedir.
Dinleme eyleminin, kişinin varoluşunu yaşatma ve karşısındakine aktarma
özelliğini taşımasına bağlı olarak, ilişkinin canlı ve geliştiren bir ilişki olmasındaki
temel unsurlardan birini oluşturduğu söylenebilmektedir. Dinlemek sabırlı, rahat ve
empatik olmayı, bir başkasına ilgi ve saygı duymayı gerektirmektedir. Dolayısıyla
karşıdaki kişiyi ve onun dış çevreyi nasıl algıladığını anlayabilmek için dinlemek büyük
önem taşımaktadır. Dinleme davranışı karşıdaki kişiye kabul edildiğini gösteren temel
bir davranış olarak nitelendirilmekte, iletişimin yeterliliğini arttırmakta ve iletişimin
başkalarının ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirilebilmesini sağlamaktadır. Dinleme
karşıdaki kişiye değer verildiğinin en önemli göstergelerinden biridir. “İnsanlara değer
vermek demek, o insanı gereksinmeleri içinde algılamak ve kabul etmek demektir”168.
Bu doğrultuda karşıdaki kişinin sözlerinin dikkatle ve ilgiyle dinlenerek davranışlarının
gözlenmesi, iletişimin özünü oluşturmaktadır.
Ulaşılmak istenen amaç, eğitimle ilgili, sosyal ya da mesleki başarı ya da kişinin
kendi öz saygısını koruma olsun, durumun öneminin arttığı ölçüde, başkalarını daha
etkin bir biçimde dinleme gereksinimi de o ölçüde yaşamsal bir önem arzetmektedir169.
Dinlemek en az konuşmak kadar, çoğu defa daha çok aktiviteyi temsil
etmektedir. Dinlemenin, konuşmaktan daha çok çaba gerektirdiği, kişinin yanlış ve
etkisiz dinlemekten dolayı uğrayacağı kayıpların, yanlış ve etkisiz konuşmaktan dolayı
uğrayacağı kayıplardan daha fazla olduğu ifade edilmektedir170. Anlam verici olarak,
dinlemek, konuşmaya verilen bir tür cevap, dolayısı ile bir konuşma şekli olarak
değerlendirilmektedir.
Olumlu ilişkiler olumlu duyguları da beraberinde getirdiğinden, dinlemek kişiler
arasındaki ilişkiyi olumlu yönde etkilemektedir. Böyle bir ortamda her iki tarafın da
iletişim kanalları açık olacağından, birbirlerine duygu ve düşüncelerini rahatlıkla
iletebilme imkanı bulunmaktadır. Kişilerin birbirlerini anlamaya açık olduğu ortamlarda
168
Doğan Cüceloğlu, Dayanışma Bilincinin Temeli/İçimizdeki Biz, Remzi Kitabevi, 34. Basım,
İstanbul, 2002, s.160.
169
Stewart L. Tubbs, Sylvia Moss, Human Communication, Mcgraw-Hill Inc., Sixth Edition, USA,
1991, s.177.
170
Recep Şükrü Apuhan, a.g.e., s.68.
157
yanlış anlamalar, çatışmalar genellikle meydana gelmemekte, olsa da kısa bir sürede
giderilebilmekte ve sorunlara yapıcı çözümler bulunabilmektedir. Dolayısıyla sağlıklı
ve verimli bir iletişim, etkili dinleme ile başlamakta ve sürdürülmektedir.
2.2.2.4.1. Dinleme Becerisinin Boyutları
Dinleme eyleminin, bireyin varoluşunu yaşatma ve karşısındakine aktarma
özelliğini içinde taşıdığından, çok önemli olduğu ifade edilmektedir. Dinleme aynı
zamanda, ilişkinin canlı ve geliştiren bir ilişki olmasındaki temel unsur olarak
değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda, dinlemenin daha net anlaşılabilmesi açısından, kavramın
boyutlarını ortaya koymak gerekmektedir. Dinleme; ayırt etme, saygı gösterme ve
pekiştirme olarak üç boyutta açıklanabilmektedir. Ayırt etme; sosyal zekanın bir boyutu
ve iletişimin gerekli bir öğesi olarak ifade edilmektedir. İyi bir iletişim iyi bir ayırt
etmeyi gerektirdiği kadar, ayırt etme becerisi de karşıdaki kişiyle ve etkileşimde
bulunduğu bağlamla da birlikte olmayı gerektirmektedir. Dinleme; kelimeleri,
cümleleri, düşünceleri, sözlü davranışları, kişilerarası durumları, kültüre ait belirli
mesajları ve o toplumdaki eğilimleri içermektedir. Karşıdaki kişiyi etkin bir şekilde
dinlemek, ona, onunla birlikte olmaya önem verildiği mesajını vererek, etkili iletişimin
temelini oluşturmaktadır.
Dinlemenin ikinci boyutunu oluşturan saygı ise, sosyal etkileme sürecinde
karşıdaki kişiye dönük olma, göz teması kurma, kesmeden dinleme ve genelde
olduğundan daha rahat pozisyonda olma gibi dinleme davranışları olarak ele
alınmaktadır. Üçüncü boyut olan pekiştirmede ise önemli olanın, karşıdaki kişiye dikkat
etmenin potansiyel olarak bir pekiştireç olduğudur.
2.2.2.4.2. Dinleme Sürecinin Aşamaları
Dinleme; duyma (ham veriyi alma), seçme (uyaranı seçme), odaklanma
(dikkatin konuşan kişide toplanması), anlama (duyulanı anlamlandırma), değerlendirme
(analiz etme ve yargılama), hatırlama (hafızaya alma) ve cevap verme (geribildirim)
aşamalarından oluşan bir süreç olarak değerlendirilmektedir171. “DeVito’a göre ise,
dinleme süreci daireseldir. Bir kişinin tepkileri, diğeri için uyarı niteliğindedir ve onun
171
Terence A. Doyle , “Perception and Listening”,
http://novaonline.nv.cc.va.us/eli/spd110td/interper/listen/listening.html, 24.12.2003.
158
tepkileri de diğeri için aynı özelliği taşımaktadır”172. Dinlemenin genel anlamda
algılama, anlama, anımsama, değerlendirme ve tepki verme olarak beş aşamada ele
alındığı görülmektedir. Bu aşamalar şöyle açıklanmaktadır:
Algılama Aşaması: Dinleme, konuşan kişinin gönderdiği sözlü ve sözsüz mesajların
algılanmasıyla başlayan bir süreçtir. Bu aşamada, yalnızca ne söylendiğine değil,
nelerin söylenmediğine de dikkat edilmektedir. Karşıdaki kişinin söylediklerini
algılayabilmek için, dikkat etmek, sözünü kesmemek ve daha sonra nasıl tepki
verileceğini düşünmeden dinlemenin önemi vurgulanmaktadır.
Anlama Aşaması: Dinleyenin, konuşan kişinin ne demek istediğini öğrendiği aşamadır.
Ortaya konan düşünceleri ve bu düşüncelere eşlik eden duyguları anlamayı
içermektedir. Burada dinleyenin bildikleriyle, karşısındaki kişiden aldığı yeni bilgiler
arasında bağlantılar kurması, onu yargılamaması, konuşan kişinin anlattıklarını onun
bakış açısı içersinde anlamaya çalışması, ifade edilmeyen duygu ve düşünceleri de
anlamaya çalışması, anlayışın geliştirilmesi için sorular sorması ve anladıklarını
iletmesi ön plana çıkmaktadır.
Anımsama Aşaması: Algılanan ve anlaşılan mesajların bir süre için akılda tutulması
gerekmektedir. Burada mesajın hatırlanmasını sağlayan not tutma söz konusu
olmaktadır. Algılanan ve anlaşılan mesajlarla ilgili daha sonra karşıdaki kişiye sorular
yöneltmek, kişinin ve anlattıklarının önemsendiğini ve onunla ilgilenildiğini
göstermenin iyi bir yolu olarak ifade edilmektedir.
Dinleyenin daha sonra anımsadığı mesajın, konuşan kişinin anlattığının aynısı
olmayabildiği görülmektedir. Kişinin aldığı mesaj, beynin uyarıcıları basit, tam ve
anlamlı olarak algılama eğiliminden dolayı, eski bilgileriyle birleşerek anlamlı yeni bir
bütün oluşturmaktadır. Kişinin aklına gelen bilgi, ona söylenen değil, kişinin
söylendiğini düşündüğü ya da anımsadığı mesaj olabilmektedir. Anımsama aşamasında,
dinleyenin konuşan kişinin anlattığı konudaki temel noktaları belirlemesi ve
anladıklarını ona özetleyerek yansıtması gerekmektedir.
Değerlendirme Aşaması: Değerlendirme, dinleme sürecinin öznel bir boyutunu
oluşturmaktadır. Karşıdaki kişinin ortaya koyduğu ifadelerin temel amaçlarını ya da
172
Zeynep Cihangir, Kişilerarası İletişimde Dinleme Becerisi, Nobel Yayınları, 1. Basım, Ankara,
2004, s.25.
159
gerekçelerini yorumlamaya çalışmaktır. Dinleyenin, konuşmacının mesajlarını kendi
düşünce ve duyguları ile zihinsel olarak yorumlayabildiği görülmektedir. Bu
değerlendirme işlemi, çoğu durumda bilinçsiz bir şekilde devam edebilmektedir. Kişinin
görüşünü net bir biçimde anlayabilmek için, açıklama yapmasına fırsat verilmesi, kişiyi
tamamen anlamadan değerlendirmenin gerçekleştirilmemesi ve önyargıların bir kenara
bırakılması son derece önemlidir.
Tepki Verme Aşaması: Bu aşama, kişinin konuşması sırasında ve konuşmasını
tamamladıktan sonra verilen tepkiler olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır. Bu
tepkilerin, konuşan kişiye verilen geribildirimler olduğu görülmektedir. Dinleyenin
hissettiklerini ve duyduğu mesajlarla ilgili düşündüklerini konuşmacıya aktarmasıdır.
Kişi konuşurken verilen tepkilerin destekleyici olmaması ve kişiye dinlendiğini
hissettirmemesi durumunda, iletişimsizlik sürecinin yaşanması kaçınılmaz olmaktadır.
Kişi konuşmasını bitirdikten sonra verilen tepkiler ise, empatik bir tutum sergileyen,
daha fazla açıklama isteyen, kişinin ortaya koyduğu düşüncelerini içeren ifadeleri
kapsamaktadır.
Bu aşamada, dikkat gösterilmesi gereken bazı noktalar bulunmaktadır.
Konuşmacının dinlendiği izlenimini edinmesini sağlayan onaylayıcı tepkilerin
gereğinden fazla kullanılması ya da sürekli tek bir onaylayıcı tepkinin olması,
‘anlıyorum’ sözünün sıklıkla kullanılmasında olduğu gibi, kişinin dinlenmediğini
hissetmesine neden olabilmektedir. Ayrıca konuşan kişiye verilen desteğin sözlü ve
sözsüz mesajlarla gösterilmesi, kişinin anlaşıldığı duygusunu yaşamasını ve
konuşmasını
istekle
sürdürmesini
sağlayabilmektedir.
Dinleyenin
tepkilerini
yargılamadan uzak ve kişiye değil, duruma/davranışa ilişkin ne düşündüğünü ve
hissettiğini yansıtacak biçimde ifade etmesi, iletişim sürecini ve dinlemeyi çok daha
etkili kılmaktadır.
2.2.2.4.3. Dinleme Konusunda Yapılan Araştırmalar
Dinleme becerisine ilişkin literatür incelendiğinde, yurt içinde yapılan
araştırmalarda, sadece dinleme becerisi, dinleme eğitimi konularında gerçekleştirilmiş
bir araştırmaya rastlanmamaktadır. Dinleme becerisi; iletişim becerisi, arabuluculuk
eğitimi, empatik beceri eğitimi ve çatışma çözme becerileri kapsamında bir boyut olarak
ele alınmakta, benzer şekilde yurt dışında da sınırlı sayıda araştırmaların olduğu
160
görülmektedir. Bu araştırmalarda ön plana çıkan nokta, iletişim sürecinde dinlemeye
ayrılan zamanın vurgulanmasıdır.
“Dinleme becerisi alanındaki araştırmalar, diğer iletişim araştırmalarında olduğu
gibi, davranışsal ya da ilişkisel sonuçlar yerine ‘sembolik’ sonuçlar üzerinde
durmaktadır. İletişim sembolik olarak yazma, dinleme ve konuşma, iletişimsel
aktiviteler olarak kabul edilmektedir”173.
Etkili iletişimin başlangıç aşaması olarak kabul edilen dinlemenin, büyük oranda
yaygın bir iletişim davranışı olduğu görülmektedir. Yapılan çalışmalar iletişim
sürecinde ortalama olarak bir kişinin zamanının “%42-53 arasında dinleyerek, %16-32
konuşarak, %15-17 okuyarak ve %9-14 yazarak geçirdiğini göstermektedir”174.
“Üniversite öğrencileri üzerinde yapılan başka bir araştırmada ise, konuşmaya
%16, okumaya %17, yazmaya %14, dinlemeye ise %53 zaman ayrıldığı
belirtilmektedir175”. Dolayısıyla pek çok araştırmacı, iletişim davranışının en verimli
bölümünün dinleme aracılığı ile gerçekleştiğine dikkat çekmektedir. İletişimsel
alışverişte haz veren hemen her şeyin dinleme süreci kaynaklı olduğu ifade
edilmektedir.
Dinleyicilerin, diğerlerinin sorunlarını ortaya dökmeleri karşılığında neler
yaşadıkları, duruma ve bireye göre değişiklik göstermekte, destek verme bakış açısından
bakıldığında,
sıkıntılı
birini
dinlemek
olumsuz
bir
sosyal
etkileşim
olarak
görülmektedir. Buna bağlı olarak sağlık üzerinde zararlı etkiler yaratabilmektedir.
Yapılan araştırmalar, dinleyicinin sözel tepkilerinin belli duygularla ilintili
olabileceğini ortaya koymaktadır. Stres altındaki bir ekip çalışanı ile konuşurken, ekip
çalışanının duygularını onaylayanların, etkileşimden sonra kendilerini daha stresli
hissederken; ekip çalışanının duygularını göz ardı edenlerin destek sonrasında daha az
stresli oldukları ifade edilmektedir.
Karşıdaki kişiye sosyal destek verme amacıyla onu dinlemenin ortaya çıkardığı
sonuçları inceleyen başka bir araştırmada da, stresli yaşantılara ilişkin güvenilecek
birinin olmasının, stres ve hastalıklar arasındaki bağı zayıflattığı görülmektedir. Stres
173
Zeynep Cihangir, a.g.e., s.58.
Teri Kwal Gamble, Michael Gamble, Communication Works, McGraw-Hill Publishing Company,
Third Edition, USA, 1990, s.142.
175
Zeynep Cihangir, a.g.e., s.58.
174
161
yaratan olayların ortaya dökülmesinin, konuşan kişi için pozitif yarar sağlamasına
karşın, dinleyici üzerindeki etkileri belirsiz olarak nitelendirilmektedir.
2.2.2.4.4. Dinlemede Karşılaşılan Sorunlar
Kişilerarası ilişkiyi kurup sürdürmenin, iletişim ve etkileşimin temel koşulu
konuşmasını ve dinlemesini bilmek olarak ifade edilmektedir. Bu bağlamda, kişinin
kendisini konuşarak etkin bir biçimde ifade etmesinin yanında, karşısındakini etkin bir
biçimde dinlemesi büyük önem kazanmaktadır. Etkin dinleme, kişinin öncelikle
empatik
düşünme
becerisini
geliştirmesiyle
pekişen
bir
beceri
olarak
değerlendirilmektedir. Empatik dinleyici, mesajın önyargı vb. etkenlerle tahrif
edilmesine izin vermeden, doğrudan mesajın kendisine ulaşmaktadır. Böylelikle kişi,
mesaj hakkında daha sağlıklı değerlendirmeler yapabilme imkanını elde etmektedir.
“Çoğu kişi duyma eylemini hem kulakları, hem de kalpleri ile gerçekleştirir. Bu
durumun temelinde duyulan kelimelere isteğe göre farklı anlamlar yükleme eğilimi
yatar”176. “Kişiliğin gelişmesinde dilin önemi göz önünde bulundurulursa, her insanın
sözcüklere ilişkin; kendisine özgü bir duygusu, düşüncesi, birikimi ve yorumu
olabileceği kolayca anlaşılmaktadır. Bu nedenle, bir sözcüğe konuşanın verdiği
anlamla, dinleyenin verdiği anlamın farklı olması doğaldır. İnsanlar sıklıkla aynı
sözcükleri kendi ruhsal yapıları, amaçları ve beklentileri doğrultusunda değişik
anlamlarda kullanmaktadır”177. Dolayısıyla sözcüklerin yorumu anlatanın ve
dinleyenin verdiği anlama göre değişmektedir.
Bu noktada dinleyen kişinin mesajı tam olarak anlayabilmesi için, mesajın
içerdiği anlamın yanı sıra, mesajdaki duygusal öğenin de farkına varabilmesi
gerekmektedir. Çünkü çoğu kez, mesajın içeriği, mesajın altında yatan duygulardan çok
daha önemsiz olmaktadır178. Bu yüzden, karşı tarafın mesajını anlayabilmek için,
mesajın altında yatan söz konusu duyguyu sezebilmek büyük önem taşımaktadır.
Mesajla ilgili duygusal öğeler de daha çok ses tonu, mimikler ve beden hareketleri gibi
sözsüz iletişim unsurlarıyla dile getirilmektedir. Kişilerarasında iletişimsizliğin
yaşanmaması için mesajın tam olarak anlaşılması ve etkin bir dinlemenin ortaya çıkması
176
Müjde Ker Dinçer, Kazanan İmajınız, Alfa Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2002, s.54.
Özcan Köknel, Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, Altın Kitaplar Yayınevi, 15. Basım, İstanbul, 1999,
s.347.
178
Şaban Kızıldağ, Ayinesi İştir Kişinin Lafa Bakılır, Beyaz Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.86.
177
162
konusunda, bu unsurların her birine dikkat edilmesi son derece önemlidir.
Etkin dinleme faaliyetini olumsuz yönde etkileyen nedenlerden biri, dinleyen
kişinin, gönderilen mesaja karşı erken sayılabilecek değerlendirmelerde bulunmasıdır.
“Bu tür değerlendirmelerle kişi, gerçekte omuzları üzerinden dinleme yükünü
kaldırmaktadır”179. Böyle bir tavır, aynı zamanda karşı tarafın savunmacı bir tutum
takınmasına da yol açmaktadır. Bu durum karşısında değerlendirildiğini ya da
eleştirildiğini düşünen kişi rahatsızlık duymakta, elinden gelenin en iyisini ortaya
koyma çabası içine girmekte ve gösterdiği performansı tatmin edici bulamadığı zaman
da iletişim kurmaktan kaçınmaya başlamaktadır. Bununla birlikte mesaj gönderenin,
olumlu tepki aldığında da suni tepkiler göstermesi ve iletişim sürecini olumsuz
etkilemesi olasıdır.
Genel anlamda değerlendirildiğinde, pek çok kişinin iyi bir dinleyici olma
konusunda sınıfta kaldığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. “Bu noktada, kişilerin
birbirlerini ve kendilerini dinlemeyi bıraktıkları, iletişim sanatını kaybettikleri ortaya
konmaktadır. Günlük yaşamın tüm boyutlarını sosyal sağırlığın kapladığı bir noktaya
gelindiği ifade edilmektedir”180.
Buna karşın, gerçek manada iletişim, yalnızca iki kişinin aktif olarak birbirini
dinlemesi ile gerçekleşmektedir. İletişimsizliğin yaşanmasına yol açan en büyük
nedenlerin başında gelen dinleme sorunlarıyla ilgili olarak “25 yaş üstü büro çalışanları
ile yapılan bir çalışmada en çok 'karşısındakinin kendisini dinlemediğinden' şikayet
ettikleri görülmüştür”181.
“Çeşitli mesleklerden gelen 8000 kişi üzerinde yapılan başka bir araştırmada, bu
kişilerin kendilerini meslektaşları kadar etkili hatta onlardan çok daha etkili biçimde
iletişim kurduklarını ifade ettikleri görülmektedir. Buna karşın, araştırma ortalama bir
kişinin sadece %25 etkinlikle karşısındakini dinlediğini göstermektedir182.
Birçok kişinin, konuştuğu insanın söylediklerini iyi dinlememesinin nedeni
179
Joseph A. Devito, Human Communication/The Basic Course, Harper&Row Publishers, Third
Edition, New York, 1985, s.65.
180
Nicholas P.W. Coe, “A Time to Listen”, Baystate Medical, Excerpta Medica Inc., Massachusetts,1997,
s. 5.
181
Sandy Mcmillan, Daha İyi Nasıl İletişim Kurma, Çev: Ali Çimen, Timaş Yayınları, 1. Baskı,
İstanbul, 1998, s.26.
182
Scott Williams, “Listening Effectively”,
http://www.wright.edu/~scott.williams/LeaderLetter/listening.htm, 16.04.2002.
163
olarak dinlemeyi istememeleri değil, bunu nasıl yapmaları gerektiğini bilmemeleri
gösterilmektedir. Bu kişilerin, bütün dikkatlerini verseler bile, pasif bir şekilde
dinledikleri gözlenmektedir. “Soruların, bilgi verici geribeslemenin, yorumların ve
susuşların kullanılmasını içeren etkin dinleme ise, hem diğer kişinin görüşlerini daha iyi
anlamayı sağlamakta, hem de onu daha fazla bilgi vermeye teşvik etmektedir”183.
Etkili dinlemenin genellikle etkileşim için farklı gereksinim, istek ve amaçlara
sahip kişilerin, kendilerini ne kadar açıklıkla ifade ettikleri ölçüsünde ve iletişim
becerilerinde farklılık göstermelerine bağlı olarak birtakım engellerle karşılaştığı ortaya
çıkmaktadır. Etkileşimin farklı türleri ya da iletişim düzeyleri de yine etkili dinlemenin
önünde engel oluşturmaktadır. Bu dört farklı düzey şunlardır184:
- Basmakalıp sözler (clishes)
- Olgular, gerçekler (facts)
- Düşünceler ve inanışlar
- Duygular ve hissedilenler
Konuşan kişi için önemli olan ve en ilgili düzeyin farkına varamamak, iki kişinin
aynı dalga boyunda olmadığı, bir çeşit karşı tellerde olma durumuna yol açmaktadır.
İletişimin amacı ve ilişkinin doğası genel anlamda belirli bir etkileşim için hangi seviye
ya da seviyelerin uygun ve önemli olduğunu belirlemektedir. Örneğin, eşlerden birinin
kalbinde hissettikleriyle ilgili bir şeyler anlatmasına karşın, diğerinin durumun
gerçekleri üzerine odaklanması ve onun duygularını anladığını ifade etmemesi
durumunda, bu kişinin kendisini çok daha üzgün ve altüst olmuş hissetmesi
muhtemeldir.
Etkin bir iletişim için, dinleyenin iyi bir aktif dinleyici olması gerekmektedir.
Kişi iyi bir dinleyici olduğu sürece iletişim süreci etkin olmaktadır. Aktif bir dinleyici
olabilmek için, dinleyenin;
- Konuşmaktan çok dinlemesi,
- Dinlerken her türlü önyargı,öntipler (stereotype), değerlendirmeler ve genellemelerden
kendini uzak tutması,
- Konuşana karşı empati göstermesi,
183
Brian Davies, a.g.e., s.26.
David J. Mortensen, Problematic Communication: The Construction of Invisible Walls,
Greenwood Publishing Group, Westport, USA, 1994, s. 52.
184
164
- Sabırlı olması ve konuşan kişinin sözünü kesmemesi büyük önem kazanmaktadır.
Kişilerin
kalbinde
yargılanmadan,
sözü
kesilmeden,
yatıştırılmadan,
reddedilmeden ya da etiketlenmeden kendini ifade edebilme isteği yatmaktadır. Herkes
kendini daha iyi duyabilmek için ilk önce sesini karşı tarafa duyurmak istemektedir.
Duyabilmek için, kişinin kendisini ötekinin yerine koyabilmesi ve kendi
gerçeğinde ona katılabilmesi son derece önemlidir. Karşıdakinin söylediklerini
duyarken aynı zamanda tebessümlerine, bakışlarına, el kol hareketlerine, nefes
alışverişine, davranışlarına, üzüntülerine, coşkularına ve enerjisine de dikkat etmek ön
plana çıkmaktadır.
Kişinin karşısındaki kişiyi gerçekten duyabilmesi, onu sadece konuştuğu
düzeyde duymakla kalmayıp, bu düzeyin başka bir düzeyi gizleyebileceğini de
anlamasını gerektirmektedir. Söylenen kelimelerin ötesine giderek, yeraltında uzun
mesafeler kat ettikten sonra toprağın üstüne çıkan bir kaynağa benzeyen gerçek
kelimeleri bulması son derece önemlidir. Tam olarak duymak için, söyleneni her zaman
söylendiği düzeyde değil, kelimelerin ortaya çıktığı düzeyde anlamak gerekmektedir.
Buna karşılık, eğer kişi karşısındakine hayal dünyasından bahsederken
karşısındaki onu gerçekçi düzeyde duyuyorsa, bu onu yanlış anladığı anlamına
gelmektedir. Bu tip yanlış anlamalar, çoğu zaman düş kırıklıklarına ve sonuçta
iletişimsizliğe neden olmaktadır.
Dinleme, kişinin istediği zaman gerçekleştirebildiği, kişinin kontrolü altında
olan bilinçli bir eylem olarak değerlendirilmektedir. Bu açıdan, dinlemenin etkili bir
biçimde gerçekleşmesi, kişilerin dinlemeye hazır ve istekli olmaları ile mümkün
olmaktadır. Bu sağlanmadığında ise, dinlemede yetersizlikler görülmekte, dinleme,
dolayısıyla iletişim süreci son derece sağlıksız ve etkisiz olmaktadır.
Konuşurken kişinin seçtiği sözcükler ve hareketler, etkili iletişimin anahtarını
oluşturmaktadır. Ancak etkili iletişimin ´görünmez kahramanı´ dinleme becerisinin
birçok kişi tarafından yeterince önemsenmediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
Etkili dinleme becerisi çevredeki kişilerle kurulan iletişimin temelini oluşturmaktadır.
Karşıdaki kişiyi tam anlamıyla dinlememek, kişinin uygun tepkiler vermesini
engellemektedir. Etkili dinleyememe, beyin donması olarak nitelendirilen, çağın
hastalıklarından biri olarak ifade edilmektedir. Uzmanların bu sözü kullanmasının
165
nedenini, beynin diyaloğun yalnızca bir tarafına şartlanması oluşturmaktadır. Karşıdaki
kişiyi dinlemek yerine ona verilecek cevabı düşünmek, diyalog sürecinin önünü
tıkamaktadır.
Dinleme alışkanlığının, sonrasında meydana gelen tepkileri de etkilediği ortaya
çıkmaktadır. Örneğin, kişinin çoğu durumda sinirlerine hakim olamayarak verdiği
tepkilerin ana nedeninin, aslında iyi bir dinleyici olmamasından kaynaklandığı
görülmektedir.
Shakespeare, IVHenry'de dinlemek ile duymak arasındaki farkı sarayda
uslanmaz bir dolandırıcı olan Falstaff ve adaletten sorumlu Lord arasında geçen
diyalogda çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır185:
Lord: Sana söylediklerimi duymuyorsun.
Falstaff: Evet, Lordum, Evet; hoşunuza gitmeyecek ama bu kendisinden
çektiğim dinlememe hastalığı, diğer bir deyişle ilgi göstermeme illetidir.
Günlük yaşamda pek çok kişinin Falstaff gibi dinlememe hastalığından çektiği
görülmektedir. Buna bağlı olarak, taraflar arasında iletişimsizliğin ortaya çıkmasına
neden olan etkin dinlemenin önündeki engelleri, bir başka şekilde ifade edilecek olursa
kötü dinleme sendromunun belirtilerini şu şekilde ortaya koymak mümkündür:
2.2.2.4.4.1. Tutumsal Engeller
Etkili dinleme önünde engel oluşturan faktörler arasında, kişilerde bulunan
yargılama eğilimi, reddetme, değerlendirme, öğüt verme, onaylamama vb. davranışlar
yer almaktadır.
- Direktif, emir verme. Burada kişi, karşısındakinin sorununu anladığını ona yansıtmak
yerine, ona bir şeyler yapmasını söylemekte, emir ya da komut verici bir biçimde geri
bildirimde bulunmaktadır.
- Karşıdaki kişinin derece derece iletişim sürecinden kopmasıyla sonuçlanan bir diğer
durumda da, öğüt verme, tavsiye etme, çözüm önerme veya kişiye dile getirdiği sorunu
nasıl çözmesi gerektiğini anlatma söz konusudur. Bu engeli oluştururken dinleyen kişi
ana-baba rolü oynamakta ve konuşmacıyı küçümseyici bir tavır içinde bulunmaktadır.
185
John Adair, Etkili İletişim, Çev: Ömer Çolakoğlu, Babıali Kültür Yayıncılığı, Birinci Baskı, İstanbul,
2003, s.86.
166
- Uyarma, azarlama, tehdit etme, yine iletişimsizliğin yaşanmasına yol açan, önemli bir
engel oluşturmaktadır. Bunlarla, konuşmayı yapan kişiye, kendisinin ifade ettiği şeyi
yapması durumunda hangi olumsuz sonuçlarla karşılaşacağının belirtilmesi söz konusu
olmaktadır.
- Bir diğer aşamada ise, karşıdaki kişiye ahlak dersi ve vaaz verildiği görülmektedir. Bu
tepkide dinleyen kişi, bir anlamda ilahi sezgisi olan üstün peygamber rolü
takınmaktadır.
- İletişim kopukluğuyla sonuçlanan bir diğer engel de inandırma, kanıt gösterme, ders
verme olarak ortaya konmaktadır. İletişim sürecinde bazen, dinleyen, konuşmacının
duygularını ve inançlarını önemsememekte, hiçe saymaktadır. Fikirlerinin aptalca,
düşünce biçiminin anlamsız ve yanlışlarla dolu olduğunun karşı tarafa iletilmesi,
iletişim sürecini sekteye uğratmaktadır. Konuşmacının duygularını anlamak yerine, kişi
kendi düşünceleriyle onu etkilemek için ‘kendine göre gerçekleri’, karşıt fikirleri,
mantığı ve bilgileri kullanmaktadır. Burada da, düşüncelerini dile getiren kişinin
anlaşılamadığı duygusunu yaşaması kaçınılmaz olmaktadır.
İletişimsizliği gündeme getiren diğer faktörlere genel anlamda odaklanıldığında,
bunların kişisel aşağılama ve terslemeler, gerçek benlik bastırmaları olduğu
gözlemlenmektedir. Bu tepkilerde, diğerlerine göre konuşmacıya daha az saygı
duyulmakta, kişi yanlış anlaşılmakta ve sorun paylaşılmaya çalışılmazsa konuşmadan
vazgeçilmektedir. Bu kapsamda ele alınabilecek engeller yargılama, eleştirme, karşı
çıkma ve kınama olarak ifade edilmektedir.
- Yersiz övgü de göz önünde tutulması gereken bir engeldir. Burada, düşüncesini dile
getiren kişinin şımartıldığı ya da yeterli dinlenmeden söylenenler hakkında olumlu bir
değerlendirme ve yorumlama yapıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak da, iletişim
süreci kesintiye uğramaktadır.
- Kişiye kötü sözler söyleme, onunla alay etme ve onu utandırma olarak biçimlenen bir
başka engel, konuşmacının kendisini aptal gibi hissetmesine, genellikle onu belli bir
kalıba sokmaya ya da sınıflandırmaya neden olmaktadır.
Bunların yanında iletişimsizliği doğuran diğer engellerin, varolan bir sorunun
dolaylı olarak inkar edilmesi, sorunun sadece kişinin hayalinin ürünü olduğunun
varsayılmasının oluşturduğu ifade edilmektedir. Soruna değil, kişiye odaklanmanın söz
167
konusu olduğu bir tepkide, dinleyen kişi, sorunu dile getiren konuşmacının güdülerinin
ne olduğunu ya da bazı şeyleri neden yaptığını veya söylediğini açıklayan bir
psikiyatrist rolünü oynamaktadır.
- Geri çekilme, başka yöne çekme ve mizah kullanmanın da son derece önemli bir
engeli meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır. Bu tepki, kişiye sorununu açıklaması
konusunda yardımcı olmak yerine, dikkati sorundan başka yöne çekme çabası olarak
belirtilmektedir. Yanlış kullanılan mizah, kişiyi sorunuyla yüzüstü bırakmaktadır.
- Araştırma, soruşturma, sorgulama, kişiyi savunmaya zorlama ya da yanlış
değerlendirme, ilişkilerde yaşanan, iletişim sürecini yıpratıcı engellerin bir başka
boyutunu oluşturmaktadır. Burada, dinleyen kişi karşısındakinin ifade ettikleriyle ilgili
olarak güdüleri ya da nedenleri bulmaya çalışan, sorunu çözmeye yardımcı olacak
bilgileri araştıran bir dedektif ya da savcı gibi davranmaktadır. Dolayısıyla çözüm
beklemeyen, sadece söylediklerinin anlaşılmasını isteyen kişi, dile getirdiklerinin
analiziyle karşı karşıya kalmaktadır.
- Diğer bir iletişim engeli ise, karşıdaki kişiyi koruyucu tavır takınma ve küçümseme
olarak değerlendirilmektedir. Dinleyen kişi, konuşmacının daha iyi hissetmesini
sağlamaya çalışmakta, onun duyguları hakkında konuşmamakta, duyguların ortadan
kaybolmasını sağlamaya çalışmakta, duyguların etkisini inkar etmektedir. Dinleyen
kişinin bu tavrı, düşüncelerini açıklayan konuşmacının küçümsendiği duygusunu
yaşamasına neden olmaktadır.
2.2.2.4.4.2. Hayal Kurmak
Dinleyen kişinin verdiği tepkiler açısından iletişimsizliği ortaya çıkaran tüm bu
nedenlerin dışında, etkili dinlemeye engel oluşturan en temel nedenlerden biri, kişinin
konuştuğundan daha hızlı düşündüğü gerçeğidir. Bu durum, dinleme sırasında,
zamanlamanın önemini ortaya koymaktadır. “Ortalama bir konuşmacının dakikada
yaklaşık 150 kelime ile cümlelerini kurabildiği ifade edilmektedir”186. “Bu 13 milyar
hücresiyle
dakikada
800
kelime
tarayan
insan
beyni
için
oldukça
yavaş
sayılmaktadır187”. Konuşan kişinin ağzından dökülen 150 sözcüğe, dinleyicinin tam
olarak dikkatini verememesi durumunda, dinleyenin aklı dakikada 650 kelimelik bir
186
Arnold Carter, Etkin İletişim Kurun, Çev: Zeynep Güden, Arion Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul,
2004, s.120.
187
Zeynep Cihangir, a.g.e., s.55.
168
kapasiteyle bambaşka yerlere kayabilmektedir. Diğer konulara dalınca, konuşmacının
sözlerinden giderek uzaklaşmaya başlamakta, bir süre sonra oradaki varlığı hem
konuşmacı hem de dinleyici açısından zaman kaybı haline gelmektedir.
Kişinin karşısındaki kişiyi dinlerken diğer kulağı, kendi içinde içsel bir söyleşiye
dalmaktadır. Zihin, kişisel düşünceler ve ilgilerle o kadar doludur ki, karşıdaki kişinin
söylediklerine dikkatin verilmesinde güçlük çekilmektedir. Edmond G. Addeo ve
Robert E. Burger bu durumu, aynı adı taşıyan kitaplarında kişinin konuşma yoluyla
kendi
egosunu
yükseltme
eğilimi
ya
da
‘Ego
Konuşması’
olarak
değerlendirmektedir188. Böyle bir durumda da konuşanın söylediklerinin ana
noktalarının kaçırılması söz konusu olmakta, iletişim sürecinden derece derece
kopmalar yaşanmaktadır.
Dinlemedeki konuşma ve düşünme oranı arasındaki bu fark, beynin
duyduklarına ek olarak, yüzlerce kelime ile çalıştığı anlamına gelmektedir. Kısacası
dakika başına zihnin kapasitesi dilden çok daha fazladır. Buna bağlı olarak kişi,
dinleyici konumundayken atıl zihinsel kapasiteye sahiptir. Dolayısıyla, söylenen
sözcükler kişiye düşük hızda ulaşırken, beyin yüksek hızda düşünmeye devam
etmektedir. Kişi dinlediğinde, düşünmek için hala zamanı olabilmektedir. Bu zamanın
kullanılması ya da kullanılmaması, bir insanın söylenen sözü ne kadar iyi
dinleyebildiğini belirlemektedir. Konuşan kişinin hızıyla, dinleyenin düşünme hızı
arasında bir denge kurulması, böyle bir dinleme engelinin ortadan kaldırılması yönünde
önemli bir adım olmaktadır.
2.2.2.4.4.3. Kişisel unsurlar
Dinleyenin konuşan kişiye karşı olan tutumu, güveni ve inancı iletişimin farklı
değerlendirilmesine sebep olabilmektedir. Kişisel unsurlarda halo etkisi (halo effect),
öntipler (stereotype), temel tutum hatası (fundamental attribution error), kendine yontan
önyargı (self serving bias) ve etkileme yönetimi (impression management) gibi temel
algılama hataları etkin iletişim için engel oluşturmaktadır.
Halo etkisinde, kişilerin eğer bir alanda başarılılarsa her alanda başarılı olduğu
düşünülmektedir. Stereotipler ise, kişilerin cinsiyetlerine, ırklarına atfedilmiş genel ön
188
Cynthia Dennis, “Listen...”, Communication, Social Issues Resources Series Inc,Volume 2, Article
94, 1985, s. 62.
169
yargılar olarak değerlendirilmektedir. İş ortamlarında kadın çalışanların daha başarısız
olacağının düşünülmesi bir öntiptir. Temel tutum hatası ise, başkaları hatalı
davrandığında onun hatasının sebeplerini içsel unsurlara (hata yaptı çünkü fazla akıllı
değil), kişinin kendisi hata yaptığında hatasının sebeplerini ise dışsal unsurlara (hata
yaptım çünkü üstüm bana haksızlık yaptı) şeklinde atıflarda bulunulmasıdır. Kendine
yontan önyargıda, kişi iyi ve olumlu davranışları kendisine, kötü ve olumsuz
davranışları ise dışarıdaki sebeplere bağlamaktadır. Amaç kişinin öz-güven seviyesini
koruyabilmektir. Etkileme yönetiminde, kişiler her zaman iyi ve olumlu yanlarını
dışarıdakilere göstermeye çalışmaktadırlar.
2.2.2.4.4.4. İlgi Düzeyi
Dinlemenin kişinin beklentileriyle de ilişkili olduğu görülmektedir. Buna bağlı
olarak konuşulan konunun dinleyen kişinin ilgisini çekmemesi durumunda, kişi
dikkatini vermemekte ve sonuçta etkili dinleme gerçekleşmemektedir.
2.2.2.4.4.5. Konuşan Kişinin Sözünü Kesmek
Karşıdaki kişiyi gerçekten dinlemenin, sanıldığı kadar kolay olmadığı
görülmektedir. Karşınızdakinin söylediklerine tam olarak konsantre olabilmek ve ne
demek istediğini kesin olarak anlamak çaba ve deneyim gerektirir. Çoğu kişi, daha ilk
birkaç cümleyi duyar duymaz karşılarındakinin ne demek istediğini anladığı yanılgısına
saplanmaktadır189. En önemli bilginin genellikle en sonda saklı olduğunu unutarak,
konuşanın söyledikleri konusunda erken değerlendirmelerde bulunarak söz kesmenin
yaygın bir eğilim olduğu ortaya çıkmaktadır.
Karşıdaki konuşurken dinleyenin araya girip kendi düşüncelerini söylemesi ya
da kendi söyleyeceği şeyi düşünmesi, karşıdakini dikkatle dinlememesi ve hatta
söylenenlerin anlaşılmasında önemli bir ipucu olan beden diline dikkat etmemesi
demektir190. Dinleyen sabırsızlanıp bunu konuşan kişiye belli ettiğinde, karşıdaki,
dinleyenin, kendi söylediklerine karşı çıktığını düşünebilmekte ve kendisinin söylemek
istediğini tam olarak dinlemeden hakkında bir sonuca vardığı için rahatsızlık duyması
kaçınılmaz
olmaktadır.
Önemsenmediğini,
189
yanlış
anlaşıldığını,
hatta
haksız
Chris Roebuck, Etkili iletişim, Çev: Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık, Birinci Baskı, İstanbul,
2000, s.26.
190
Bettie B. Youngs, Jennifer Leigh Youngs, Gençler İçin Stres ve Yaşamın Baskılarıyla Başetme
Kılavuzu, Çev: Semra Kunt Akbaş, HYB Yayıncılık, Ankara, 2004, s.153.
170
bulunduğunu sanarak konuşmayı kesebilmektedir.
“Bir kamuoyu araştırmasına göre, Amerikalılar’ın %88’i başkaları konuşurken
araya girenleri can sıkıcı bulmaktadır”191. Kötü dinleyicinin en belirgin özelliği
konuşmayı devamlı kesmesidir. Kişinin, muhatap olduğu kişinin konuşmasından daha
hızlı bir şekilde düşünebilmesinden dolayı araya girmesi, günlük konuşmaların
kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum, dinleyiciyi, karşısındakinin
söylediklerini tahmin etme hatasına götürmektedir.
Konuşan kişiyi dinlemek yerine, konuşmasını bitirdiğinde dinleyen kişi ne
söyleyeceği üzerine odaklanmaktadır. Egosentrik düşüncelerle zihin o kadar meşguldur
ki, dinleyen ya konuşanın sözünü kesmekte ya da araya girerek tartışmak istediği
konuya doğru konuşmanın yönünü değiştirmeye çalışmaktadır.
Pek çok kişi, diğerlerinin sözünü, söylenen şeyi anladıklarının bir göstergesi
olarak ve konuşan kişiyle birlikte oldukları duygusunu ifade etmeye çalışmak için
kesmektedir. Buna karşın, buradaki sorun, konuşan kişinin genellikle sözünün
kesilmesinden hoşlanmadığı ve ortaya koyduğu düşüncelerinin yolunu tamamlamasına
izin verilmesinden zevk aldığıdır. Söz kesmeler, ayrıca dinleyen kişinin konuyla ilgili
üstün bilgisini kanıtlamaya çalışması olarak da değerlendirilebilmektedir192.
Bazı durumda konuşan kişinin konuşma amacının farklı olduğu görülmekte,
buna karşın dinleyen onu kendi istediği kulvara çekebilmektedir. Dolayısıyla iki kişi
arasındaki ilişkide konuşmaların hep ya da çoğu kez böyle olması durumunda, iletişim
kopuklukları
ortaya
çıkmaktadır.
Çünkü,
kişi
kendi
anlatmak
istediklerini
anlatamamakta, sürekli olarak ‘içimde kaldı’ durumunu yaşamaktadır. Bu da onu
ilişkinin yetersiz, kalitesiz olduğu konusunda etkilemekte ve rahatsız etmektedir.
Burada
dinleyen,
konuşanın
kendi
niyetini
gerçekleştirmesine
olanak
yaratmamaktadır. Bu tür dinleme tavırlarının etkisinin olumsuz olduğu, bununla birlikte
çok daha güçlü olumsuz dinleme tavırlarının, konuşmak isteyenin daha da sıkıntılı
olduğu anlardaki dinlemelerde ortaya çıktığı görülmektedir.
Gerçek
dinleme
eylemi,
karşıdaki
191
kişinin
anlatacaklarının
tamamını
Jo Condrill, Bennie Bough, Ne Demek İstiyorsunuz? Etkili İletişimin Yaratıcı ve Pratik Yolları,
Çev: Pelin Ozaner, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.34.
192
Bronwen Schoombie, “Ineffective Communication”,
www.suite101.com/subjectheadings/contents.cfm/1600, 11.04.2000.
171
nakletmesine olanak yaratan bir tavır olarak değerlendirilmektedir. Konuşan kişinin
sözünü kesmeden, dinleyicinin göz, kulak, vücut yani tüm benliğiyle dinlemesi son
derece önemlidir.
Dinleme, konuşanın kendisini dört iletişim gereksinimi çerçevesinde dinleyene
aktarabilmesini sağlamaya yöneliktir. Bir başka deyişle, benliğini, düşüncelerini,
duygularını ve yeteneklerini nakletmesine olanak yaratma çabasıdır. Bu, dinleyenin,
konuşanı geliştirecek, tümüyle kendisini aktarmasını sağlayacak biçimde eylemlerde
bulunmasını gerektirmektedir. Dinleyenin, konuşanın kendini ifade etmesine olanak
yaratmaması durumunda, konuşanın iletişim gereksinimleri giderilmemiş olmakta,
dinleyenden adım adım uzaklaşmaya başlamakta ve bunun sonucunda iletişimsizliğin
ortaya çıktığı görülmektedir.
Kişilerin reddedilmesi, başka yönlere çekilmesi, engellenmesi, özgürce, ifade
etmeye niyetlendiklerini aktarma fırsatı bulamaması durumunda, iletişim problemleriyle
karşılaşması kaçınılmaz olmaktadır.
2.2.2.4.4.6. Dikkat Dağıtıcı Etkenler
Herkes duyulmayı, dinlendiğini ve anlaşıldığını hissetmeyi istemektedir.
Dolayısıyla karşıdaki kişiyi bölünmemiş bir ilgiyle dinlemek ve dikkati başka yöne
çeviren şeylere karşı kişinin bilinçli bir çaba göstermesi son derece önemlidir193. Buna
karşın pek çok kişinin çeşitli türdeki ‘kalem dinleyicileri’nden biri olduğu için,
dinlemenin etkin bir biçimde gerçekleşmediği ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda,
bir şeylerle ilgilenip, kağıda anlamsız birtakım şekiller çizip, aynı zamanda karşıdaki
kişiyi dinleme yanlışına saplanılmaktadır194.
“Dinleyenin algılayabilmesi, havanın durumundan dinleyenin sağlık durumuna
kadar türlü nedenlerle, zaman zaman değişebilmektedir”195. Buna karşın dinlemenin
kalitesinin ne kadar kuvvetli olursa, dış güçlerin iletişimi bölme ihtimalinin o ölçüde
zayıf olacağı belirtilmektedir. Dinleme, işlerin, ilişkilerin ve konuların bölünme ve
parçalanma doğrultusunda pamuk ipliği ile bağlı bulundukları anda devreye
193
Joey Araniego, “Effective Listening/Helping Skill”, http://usfweb2.usf.edu/counsel/elh_skills.htm,
20.08.2002.
194
Hadley Read, Communication: Methods for All Media, University of Illinois Press, USA, 1972,
s.85.
195
R. F. Tredgold, Çağdaş Çalışma Düzeninde Kişilerarası İlişkiler, Çev: Cevdet Aykan, Yaprak
Yayınları, İstanbul, 1992, s.151.
172
girmektedir. Yetersiz dinleyicilerin bu tür durumlarda kullanabilecekleri ekstra
kaynaklarının olmadığı ifade edilmektedir.
Dikkat dağıtıcı etkenleri, iç gürültüler ve dış kaynaklı gürültüler olarak iki başlık
altında incelemek mümkündür. İç gürültü faktörü, söylenenlerin sağlıklı bir şekilde
duyulmasını engellemektedir. Kişinin fiziksel olarak yorgun, aç, üşümüş ya da farklı
şekillerde rahatsız bir durum içerisinde olması, bulunulan ortamın koşulları (sıcak,
soğuk, nemli ya da kuru), geçmişte çözüme kavuşmamış bir sorun üzerinde düşünülüyor
olması, korku, kaygı ve benliğin karışık olmasının dinleyicinin kavrama gücünü
azaltması durumları, dinlemenin yeterli düzeyde oluşmasını engellemektedir.
Ayrıca trafik, havalandırma, televizyon sesi ve diğer sesler ve bir numaralı
dikkat dağıtıcı olarak telefon da iletişimin verimliliğini etkileyen dış kaynaklı gürültüler
arsında yer almaktadır. Herhangi bir gürültü nedeniyle sohbet kesildiği zaman, sohbetin
son dakikaları eğer yinelenmezse unutulma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Sözün yarıda kesilmesinden sonra her iki tarafın da konuya yeniden yoğunlaşmaları ve
iletişim sürecini yeniden düzenlemeleri için belli bir süreye gereksinim duydukları
görülmektedir.
Tüm bunların yanında mesajların, kullanılan dildeki sözcükler gibi düz ve yan
anlamlarının bulunmasından dolayı, dinleme sürecinin verimliliğini önemli ölçüde
etkilediği ortaya çıkmaktadır.
2.2.2.4.4.7. Bilişsel Zıtlık
Dinlemeyi aksatan bir diğer neden de psikologların ‘Bilişsel Zıtlık’ olarak
adlandırdıkları durumdur. Bu, kişinin aynı konu hakkında zıt kanılara sahip olmaktan
dolayı duyduğu huzursuzluk olarak belirtilmektedir. Buna örnek olarak, içkili araba
kullanmanın tehlikeli olduğunu bilmesine karşın, içki içtiğinde daha güvenli bir şekilde
araba kullandığına inanan kişinin duyduğu huzursuzluk verilebilmektedir.
Dinleme sırasında karşıdaki kişiden birbiriyle çelişen mesajlar alındığında,
gerçek mesajın algılanmasında güçlük çekilmektedir. Kendisinden sürekli iyi haberler
duymaya alışılan kişi, bir gün kötü bir haber verdiğinde yaşanan bu durum, gerçek
mesajın anlaşılmasını büyük ölçüde engellemektedir.
173
2.2.2.4.4.8. Belleğin Özellikleri
Akılda tutma ve dikkat
Von Restorff etkisi
Belirgin ve hatırlanabilir şeyler
Sonda yüksek
son etki
Başlangıçta
yüksek
ilk etki
Zaman
Şekil 1: Von Restorff etkisi
Kaynak: Richard Hale, Peter Whitlam, İnsanları Etkileme Gücü, Çev: Tarkan
Topuzluoğlu, Yöneticinin Kitaplığı, Epsilon Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s.172.
Belleğin
özellikleri
dinleme
yeteneğini
etkileyen
bir
diğer
faktörü
oluşturmaktadır. Şekil 1 belirli bir süre geçtikten sonra oluşan akılda tutma ve ilgi
düzeyini göstermektedir. Dinleyici, bilgileri almaya başladığında dikkat ve ilginin en
üst düzeyde olduğu görülmektedir. Geçen zaman boyunca dikkatin ve akılda tutmanın
ani çıkışlar yaptığı ortaya çıkmaktadır. Bunlar Von Restorff etkisi olarak
bilinmektedir196. Bu figürler, bir prezantasyon sırasında dinleyicilerin ilgisini ve
dikkatini çeken konular tarafından çizilmektedir. Akılda tutma ve dikkat sonlara doğru
zayıflamakta ve ancak en sonda bir yükselme göstermektedir. Bu nedenle, konuşan
kişinin mesajlarını etkileyici bir giriş ve sonuçlandırmayla yapması, ayrıca dikkati ve
196
Richard Hale, Peter Whitlam, a.g.e., s.172.
174
akılda tutmayı ani olarak arttıracak küçük duraklamalardan da yararlanması dinleyici
üzerinde etkili olmaktadır.
2.2.2.4.4.9. Mesajın Sunuluş Biçimi ve Dil İle İlgili Engeller
Konfüçyüs yaklaşık 2500 yıl önce “Dil kusurlu olursa, sözler düşünceleri iyi
anlatamaz; düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gerekenler doğru yapılmaz”197
ifadesini kullanmıştır. Dolayısıyla anlatılması gereken duyguları, söylenmesi gereken
düşünceleri olan kişilerin, anlatımın en uygun yollarını seçmeye, bu aşamada da,
iletişimin en verimli kodlama sistemi olan dilin bütün özelliklerini öğrenmeye ve dili en
anlaşılabilir biçimde kullanmaya çalıştıkları görülmektedir. İletişim için dilden çok daha
başka araçlar, kodlama sistemlerinin de söz konusu olmasına karşın, dil kadar kurallara
bağlanmış, benimsenmiş, yaygınlaşmış bir başka sistem bulunmamaktadır.
Anlatmak, iletişim sürecinin büyük parçasıdır, ağır basan eylemidir. Anlatmak,
anlatılması gerekeni, gerektiği gibi iletmek olarak değerlendirilmektedir. Mesajın
hedefine ulaşıp ulaşmaması, konuşan ya da dinleyenin özelliklerinin dışında, bir ölçüde
anlatımın ustalığıyla ilgili görünmektedir.
Dil, yanlış yoruma çok açıktır. İnsanlar nadiren ne demek istediklerini ifade
etmektedir. Bu sorun, kişilerin söylenenlere dikkatini veremeyerek ‘tembel dinleyiciler’
olma eğilimiyle daha da büyümektedir198.
Bu noktada, dinleme olayının gerçekleşebilmesinin, mesajın sunuluş biçimiyle
de paralellik gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Aktarılan şeylerin, uygunsuz bir dille bir
başka deyişle son derece karmaşık ya da son derece basit bir şekilde sunulması ya da
uygunsuz bir hızla yani gereğinden hızlı ya da yavaş iletilmesi, konuşanın monoton bir
ses tonu kullanarak dinleyenlerle etkileşime girmemesi, büyük bir dinleme engeli
oluşturmaktır.
İletişim sürecindeki olumsuzluklarda konuşan kişi genellikle dinleyeni
suçlamaya
yönelmektedir.
Dinleyenin,
kendisini
anlamadığından,
anlamak
istemediğinden yakınmaktadır. Oysa iletişimdeki olumsuzluğa neden olan etkenin,
anlatımdaki yetersizlik olduğunu, dolayısıyla hatalı tarafın kendisi olduğunu gözden
uzak tutmaktadır.
197
Kamil Yazıcı, “İletişim Denemeleri”, Activeline, Mart 2003, s. 6.
Roger Fritz, Mıknatıs İnsanlar Sırları ve Onlar Gibi Olmanın Yolları, Çev: Pelin Ozaner, Sistem
Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2004, s.62.
198
175
“Dünya sahnesinde herkes bir şeyler anlatmaktadır. Ama yalnızca iyi
anlatabilenler
başarıya
ulaşabilmekte,
mesajını
hedefine
ulaştırabilmektedir.
Anlatanların gereğince anlatabildikleri, anlayanların da yeterince anlayabildikleri ölçüde
sahne sağlam temeller üzerinde durmakta, aksaksız işleyen iletişim süreçleri nedeniyle
anlaşmazlıktan, gürültüden, kargaşadan uzak bir oyun sahnelenmektedir. Yaşamak,
sahneyi paylaşmak demektir. Zor da olsa, başkalarıyla birlikte aynı sahneyi paylaşmak
zorundadır insanlar”199.
Buna bağlı olarak, dilin karşıdaki kişiyi dinleme konusunda önemli bir engel
oluşturduğu, iki kişinin eğitim seviyesi, tecrübe ve beklenti farklılıklarına bağlı olarak,
dili değişik seviyelerde kullanmasının, anlaşmanın gerçekleşememesine neden olduğu
görülmektedir.
Bunun yanında çoğunlukla, mesajın kendisinin, dinlememek için bir mazeret
olarak kullanıldığı gözlenmektedir. Konuşan kişinin konusunun ilgi çekici olmadığı,
anlaşılmasının ve kavranmasının zor ya da üzerinde zaman harcamaya değmeyecek
ölçüde
basit
ve
sıradan
olduğu
konusunda
çok
erken
değerlendirmelerde
bulunulmaktadır.
Belirsizlik de kişinin karşısındakini dinlemesini büyük ölçüde etkileyen bir
faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişi bir şey söylemek isterken, karşıdakinin bunun
tam tersini algılayabilmesi günlük yaşamda sıklıkla gözlemlenmektedir. Bu nedenle
kesin bir dil, kişileri doğru yöne götürdüğü gibi, belirsizliklerle dolu bir dil kullanımı ise
ters yöne götürebilmektedir. “George Orwell ‘1984’ isimli kitabının ana temasını
oluşturan fikri şöyle özetlemektedir: Düşünce dili çürütürse, dil de düşünceyi
çürütebilir”200.
Dolayısıyla kullanılan kelimelerin kişiler arasında bir duvar oluşturabileceği
gibi, köprü de oluşturabildiği görülmektedir. Bu noktada dilin, kişileri ayırmak için
değil, birleştirmek için kullanılması önem kazanmaktadır.
Kullanılan birçok kelime ve deyim, genellikle ya hiç ya da çok az kesinlik içeren
anlamlarda kullanılmaktadır. Genelleştirilmiş ve herhangi bir duyuya dayanmayan bu
kelimeler, tanımsal bir dil ortaya çıkarmamakta ve belirsizliği de beraberinde
199
Sedat Cereci, İletişim Denemeleri, a.g.e., s.125.
Anthony Robbins, a.g.e., s.220.
200
176
getirmektedir. Konuşan kişi belirsiz deyim ve genellemeler kullandığında, karşıdaki
kişinin onun zihinsel bulanıklığı içinde kaybolduğu görülmektedir.
Kişiler, yaşları, eğitim düzeyleri ve kültürel geçmişlerindeki farklılıklardan
dolayı, kelimelere, başka insanlara göre farklı anlamlar yükleyebilmektedir. Başka bir
deyişle, kelimeler farklı insanlara, farklı anlamlar ifade etmektedir. “İnsanlar farklı
kalıplar kullandıkları ve onları farklı biçimlerde yorumladıklarından dolayı, yanlış
anlaşılma riskinin olduğu görülmektedir”201.
Bu sebeple, iletişim sırasında kullanılan kelimeler, iletişime taraf olanlarca aynı
şekilde anlaşılıp yorumlanmadıkça etkin bir iletişimin varlığından söz etmek mümkün
değildir. Etkin bir iletişim için esas olan, tarafların konuştuğu dilin aynı olması değil,
dili nasıl kullandıklarının farkında olmalarıdır.
Mesajı kodlayan, çoğu zaman kullandığı kelime ve terimlerin, alıcı tarafından
kendisinin anlamlandırdığı şekilde anlaşıldığını düşünmekte ve varsaymaktadır. Bu tür
varsayımlar, iletişimde sorunlar yaşanmasına yol açmaktadır. Bunun yanı sıra mesaj
gönderenin, soyut ya da teknik ifadeleri çok fazla kullanması da sıklıkla bu tür
problemlerin yaşanmasına neden olmaktadır.
Mesaj gönderenin, mesajı iletmede yanlış kelimeler kullanması, kurduğu
cümlelerin gramer açısından hatalı olması, telaffuz bozuklukları gibi hususlar da
mesajın anlaşılırlığını olumsuz etkilemekte ve bu, iletişim kopukluklarının yaşanmasına
sebep olmaktadır.
Bir kişinin kelime hazinesinin kullandığı veya bildiği kelime sayısı ile ölçülmesi
genel bir yaklaşımdır. Buna karşın, kişinin kelime hazinesiyle ilgili tek önemli şeyin,
kelime ve deyimlerinin gerek kendi gerekse karşısındakinin düşüncelerinde yarattığı
etkinin olduğu ifade edilmektedir202.
Sözcüklere dökülmeden önce mesajların beyinde, içlerinden en gereklilerini
vurgulayacak biçimde bir öncelik sırasına konulmaması, dolayısıyla söyleneceklerin
önceden belli bir plana oturtulmaması, özellikle karmaşık mesajların söz konusu olduğu
201
Tzur M. Karelitz, David Budescu, “You Say Probable and I Say Likely: Improving Interpersonal
Communication With Verbal Probability Phrases”, Journal of Experimental Psychology: Applied,
Volume 10, Issue 1, March 2004, s.27.
202
David J. Schwartz, Büyük Düşünmenin Büyüsü, Çev: Tanol Türkoğlu, Sistem Yayıncılık, On
Dördüncü Basım, İstanbul, 2002. s.70.
177
durumlarda, etkili dinlemeyi zorlaştırıcı ve iletişim kopukluklarını ortaya çıkarıcı bir
etkide bulunmaktadır.
İletişim kopukluğuyla sonuçlanan bir diğer durum da, konuşan kişinin,
karşısındakine dikkatini toplama fırsatı bile tanımadan, konuya aniden girmesidir.
Kişinin hem iyi, hem kötü haberleri olduğunu ifade etmesi, karşıdaki kişiyi memnuniyet
ve hayal kırıklığı duyguları arasında bırakmaktadır. Günlük yaşamda sıklıkla kullanılan,
konu hakkındaki kısa bilgilendirmeler, dinleyen kişinin neyle karşılaşacağı konusunda
tereddütler yaşamasına neden olmaktadır. Örneğin, ‘dün gece konusunda...’ ya da
‘geçen günkü davranışınla ilgili seninle konuşmak istiyorum’ gibi ifadeler belirsizlikler
taşımakta ve yöneltilen kişileri, boşluğu kendilerince doldurmaları yanlışına
sürüklemektedir.
Etkili iletişimde, karşıdaki kişinin neden söz edileceğini bilmesi ve anlaması
için, yeni bilgiyi almaya ve sonunda da önemli noktaları hatırlamaya hazırlamak
gerekmektedir. Konuya ısındırma, konuşulacak konuya kısaca değinilmesiyle gerekli
sahneyi yaratmaktadır. Dinleyicinin geribildirimde bulunabilmek için, kendisini
bekleyen konusunda ortaya net bir tablonun konmuş olması, dikkatinin düzeyini ve
iletişim sürecine katılımını arttırmaya yönelik teşvik edici bir unsur oluşturmaktadır.
Konuya ısındırma iletişime girişi, özetleme ise kapanışı yapmanın yollarından
birini meydana getirmektedir. Ayrıca konunun özetlenmesi, içerikteki önemli noktaların
altının çizilmesine ve herkesin aynı noktada buluştuğunun kesinleştirilmesine yardımcı
olmaktadır.
Mesajın etkili bir biçimde aktarılmasında konuyla ilgili örnekler, benzetmeler ve
karşılaştırmalar içeren canlı bir dil kullanılması ön plana çıkmaktadır. Çünkü
monotonluğun, kişileri giderek iletişim sürecinden koparıcı bir etkiye sahip olduğu
görülmektedir. Kişi, mesajına karşı taraftan son derece kısa yanıtlar aldığında
önemsenmediğini düşünebilmekte, iletişim başladığı noktada bitme tehlikesiyle
karşılaşmaktadır.
Mesajın
sunuluş
biçimiyle
ilgili
bir
başka
noktada
da,
dinleyiciler
kaldırabileceklerinden daha fazla bilgiyle karşılaştıklarında iletişimin etkinliği
azalmaktadır. Bu yüzden iletişim sürecinde sorunlarla karşılaşılmaması açısından, mesaj
gönderenin, alıcıya, bir seferde çok fazla mesaj göndermemesi önem taşımaktadır.
178
Uygun kelimelerin seçimi de çok önemlidir. Sözcüklerin karşıdaki kişinin
sözcük dağarcığının dikkate alınarak seçilmemesi bir iletişimsizlik nedeni olarak ortaya
çıkmakta, kişinin anlayarak dinlemesini engelleyici bir faktör olmaktadır.
2.2.2.4.10. Algılama Kanallarının Farklılığı
Bir tabloya üç ayrı kişi baktığında gördükleri şeyler aynı olsa bile, dikkatlerini
çeken noktaların farklı olduğu gözlemlenmektedir. Algılanan incelikler ayrı olmaktadır.
Bir olay, durum ya da nesneyle ilgili olarak farklı kişilerin farklı noktalara ağırlık
verdikleri ortaya çıkmaktadır. İşte kişinin algılama şekli, hayalinde canlandırma şekli iç
temsilleri veya temsil sistemleri olarak ifade edilmektedir203.
İç temsillerin beş duyu kanalıyla yapılandırıldığı görülmektedir. Bunlar da
görme, işitme, tatma, dokunma ve koklamadır. Diğer bir anlatımla kişinin dünya
deneyimi görsel, işitsel, tatsal, dokunsal ve kokusaldır. Bu nedenle zihninde hangi
deneyimleri biriktirirse biriktirsin; onlar, bu duyular aracılığıyla özellikle üç alt biçem
olan görsel, işitsel ve dokunsal mesajlar aracılığıyla temsil edilmektedir.
Kişilerin görsel, işitsel ya da dokunsal gibi sinir sistemlerinin belirli bir kısmını
diğerlerinden daha çok kullanma eğiliminde oldukları ortaya çıkmaktadır. Karşıdaki
kişiyle iletişim kopukluklarının yaşanmaması için, onun temel temsil sisteminin
öğrenilmesi gerekmektedir. Temel olarak görsel algılama kanalını ya da görsel temsili
kullanan kişiler, dünyayı görüntüler halinde algılama eğilimindedir. Beyinlerindeki
görüntülerle uyumlu olmaya çalıştıklarından, görsel kişilerin çok hızlı konuşmak
eğiliminde olduğu görülmektedir. Onlar için önemli olan, görüntüleri kelimelerle
eşleştirmeye çalışmaktır. Bu kişilerin görsel mecazlarla konuşma eğilimde olduğu
gözlemlenmektedir. Nesnelerin kendilerine nasıl göründüklerinden, gördüklerinin
paternlerinden, onların parlak ya da koyu olduklarından söz ettikleri ifade edilmektedir.
Görmek, fark etmek, hayal etmek vb. sözcükler; görme duyusunu içeren renkler,
şekiller, hareketler, resimler, aydınlık ya da karanlık görsel algılamaya aittir.
İşitsel eğilimli kişiler gözlemlendiğinde ise, kullandıkları kelimelere daha çok
dikkat ettikleri ortaya çıkmaktadır. Sesleri daha yankılı, konuşmaları daha yavaş, daha
ritmik ve daha ölçülüdür. Kelimeler onlar için çok şey ifade ettiğinden, söylediklerine
çok dikkat ettikleri görülmektedir. Konuşmalarında genellikle sesle ilgili kelimelerin
203
Anthony Robbins , a.g.e., s.91.
179
ağırlık kazandığı açığa çıkmaktadır. Duymak, dinlemek, düşünmek gibi sözcükler,
işitme duyusunu içeren sesler, gürültüler işitsel canlandırma biçimine aittir.
Dokunsal algılama kanalını baskın olarak kullanan kişilerin ise, çok daha yavaş
olma eğiliminde oldukları ifade edilmektedir. Daha çok hislere tepki gösterdikleri
belirtilmektedir. Dokunsal kişilerin fiziksel dünyadan mecazlar kullandıkları, daima
somut şeyleri kavradıkları görülmektedir. Nesneler ağırdır ya da yoğundur; fakat onlar
nesnelere dokunma gereği duymaktadır. Hissetmek, anımsamak, dokunmak, okşamak,
yoğurmak, tatmak vb. sözcükler, dokunma duyusunu içeren tatlar, kokular veya
duygular-heyecanlar, fiziksel duyumlar kinestetik algılamanın kapsamı içinde
yorumlanmaktadır.
Belli bir başarı düzeyindeki insanların %60'ının birden çok temsil sistemini
kullandıkları görülmektedir. Ortalama bir üniversite sınıfında birden çok temsil
sistemini kullanan öğrencilerin oranının %50'den %90'a kadar çıktığını gösteren
araştırmalar vardır. Herkes baskın olarak kullandığı temsil sistemi yanında ikincil ve
üçüncül olarak kullandığı sistemi de zaman içerisinde daha çok kullanmayı
öğrenebilmektedir204.
Bunun yanında, herkesin bu üç tarzdan elemanlara sahip olduğu, ancak çoğu
kişide bir sistemin diğerlerinden daha üstün olduğu ifade edilmektedir. Bu noktada
sunulan mesajların anlaşılabilmesi için, karşıdaki kişilerin temel temsil sistemlerinin
bilinmesi önem kazanmaktadır. Kişileri gözleyerek ve söylediklerini etkin bir şekilde
dinleyerek, onların hangi sistemi kullandığına ilişkin ipuçlarını elde edebilmek mümkün
olmaktadır.
2.2.2.4.4.11. Beden Dilinin Yanlış Kullanılması
Konuşan kişinin söyledikleriyle uyum sağlamayan yüz ifadeleri ya da konuyla
oldukça ilgisiz olan hareketleri, rahatsız hatta daha ileri boyutta yalan söylediği
görüntüsünü veren beden dili kullanımı, konu ne kadar ilgi çekici olursa olsun etkili
dinlemeyi sağlayamamaktadır. Bu durumda, konuşmacı özgüven ve inandırıcılıktan
yoksun olarak değerlendirilmektedir. Kişisel gelişimin bir parçası olarak sözsüz iletişim
değerlendirildiğinde, sözsüz iletişimin öncelikle kişinin kendisini çok iyi tanıması,
204
Yüksel Özden, Kendini Keşfet Tanı Gelişir Gerçekleştir, Pegem A Yayınları, 1. Baskı, Ankara,
2002, s.85.
180
düşüncelerini daha iyi ifade edebilmesi, sözleriyle uyumlu tavırlar sergileyerek istenilen
iletişim çizgisini yakalaması temelinde ele alınması gerekmektedir. Burada aksayan ve
iletişimi koparan etkenin, beynin özellikle bilinçaltının asli görevini yerine getirirken
yaptıkları olarak açıklanmaktadır.
Bütün karar ve değerlendirme süreçlerinin yaşandığı bilinçaltı, bir anlamda
büyük bir depo gibi çalışmaktadır. Kişiyi olumlamak ve istenileni yapmak üzere
zamandan ve mekandan bağımsız çalışan beyin, bir tür biyolojik bilgisayar gibi işlev
görmektedir. Zihni meşgul eden geçmişte olmuş ya da olması muhtemel bir olay, beyin
tarafından o an içinde ele alınmaktadır.
Buna uygun sinir, kas ve salgı sistemleriyle tepki vermesi yüz yüze iletişimde bir
sızıntı olarak dışa vurmakta ve analog mesajlar (bedensel mesajlar), sözcüklerin
çözümlenme hızından daha çabuk algılanmaktadır. Dinleyen kişinin bilinçaltı tarafından
sorgulamaya tabi tutulmaktadır205.
Dolayısıyla, dinleyenlerin konuşan
kişinin
söylediklerinden çok yaptıklarından etkilendikleri ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak
kişinin, beden diliyle ilgili farkındalık düzeyini arttırarak, bu tür yanlış anlatım yollarına
sapmadan istenilen ortamı sağlayabilmesi, söyledikleriyle verdiği sözsüz mesajların
uyum içinde olması önem taşımaktadır.
Konuşurken kişinin vücudunun aldığı biçim, jest ve mimikleri, bakışları, el
işaretlerinin önemli olmasının yanında, dinlerken gösterdiği bütün vücut hareketleri de
önemlidir ve bu hareketler kişinin nasıl dinlediğini belirlemektedir. Samimi bir
tebessüm, kaşların çatılması, öne doğru eğilme, arkaya yaslanma, başka şeylerle
uğraşma, kişinin dinleyip dinlemediği ya da nasıl dinlediği konusunda konuşana fikir
vermektedir.
2.2.2.4.4.12. Savunma Mekanizmaları
Kişiler bazı durumlarda, duymak istemeyecekleri şeylere maruz kalabilmektedir.
Bu
gibi
durumlarda
dinlememek,
konuşulan
konuyu
duymak
istememekten
kaynaklanan bir savunma mekanizması olarak kullanılabilmektedir. İşvereni tarafından
azarlanan bir çalışan, azar işitmekten hoşlanmamakta ve kendisine bağıran kişinin
sözlerini duymamak amacıyla dinlememeye başlamaktadır.
205
Soner Selçuklu, “Sözsüz İletişim”, İtişmeyelim İletişelim/ Önce Kendinizle İletişim, Rota Yayınları,
İstanbul, 2003, s.38.
181
2.2.2.4.4.13. Yetersiz Göz Teması
“Pek çok konuşmacı dinleyicisini dikkate almamakta, onlara değil yukarılara ya
da yerlere bakmaktadır. Kendi kendine konuşuyormuş gibi davranmaktadır. Bir iletişim
duygusu yaratmamakta, dinleyiciyle aralarında alışveriş olmamaktadır. Böyle bir tavır
karşılıklı konuşmayı ve sonuçta konuşmayı öldürmektedir”206.
Kişilerarası iletişim sürecinde en önemli noktalardan birini oluşturan göz teması
kurma, konuşan kişiye ve onun söylediklerine verilen değerin bir göstergesi olarak
değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, konuşanın dinleyiciye karşı yeterli göz teması
kurma konusunda hassas davranmaması, dinleyiciyi konudan uzaklaştırmakta ve
iletişimden giderek kopmasına neden olmaktadır.
2.2.2.4.4.14. Konuşmaya Aşırı Değer Verilmesi
‘Mümkün olduğu kadar çok dinle, fakat konuşman gerektiği zaman konuş’
olarak
ifade
edilen
iletişim
kuralının
çoğu
kez
ihlal
edildiği
gerçeğiyle
karşılaşılmaktadır207.
Günlük yaşamda iletişim kurmanın temelini oluşturan etkili dinlemenin, çoğu
durumda gözardı edildiği görülmektedir. Karşıdaki kişinin görüşlerini dile getirmesine
yeterli zamanı vermek yerine, kurulan ilişkilerde konuşmaya aşırı değer verildiği ortaya
çıkmaktadır. Bu durumun kişilerarası iletişim açısından yanlışlığını şu sözün etkili bir
biçimde vurguladığı görülmektedir: “Büyük insanlar dinlemeyi, küçük insanlar
konuşmayı tekellerine alır”208.
Bununla birlikte, sosyal ortamlarda aranan ve başarılı olarak nitelendirilen
kişilerin, konuşma ve dinleme arasında sağlıklı bir denge kurdukları görülmektedir. İki
kulağa ve bir ağza sahip olan kişinin, bu orantıdan hareketle konuştuğunun iki katı
düşünmesi son derece önemlidir. Bu konuda Amerikan tarihinin en etkili liderlerinden
ve en iyi ilişki kuran insanlarından biri olarak gösterilen eski Başkan Abraham
Lincoln’ün söylediği bir söz yol gösterici olmaktadır : “Birisiyle ilişkimde bir sonuç
206
Dale Carnegie, Söz Söyleme ve İş Başarma Sanatı, Çev: Ali Bucak, Yaprak Yayınevi, İstanbul,
1990, s.133.
207
V.Jayaram, “Effective Listening Skills”,
http://hinduwebsite.com/selfdevt/listening.htm, 26.05.2000.
208
David J Schwartz, a.g.e., s.106.
182
almaya hazırlanıyorsam, zamanımın üçte birini kendi söyleyeceklerimi, üçte ikisini
onun söyleyeceklerini düşünerek geçiririm”209.
Konuşmaya çok fazla önem verilmesi, kişinin aslında kendisine saklamak
istediği birtakım sırların açığa çıkmasına da neden olabilmektedir. Gereğinden fazla
konuşmak, belli bir konuda kişinin bilgi seviyesini, düşünce ve bilgisinin nerede
bittiğini ortaya çıkarmaktadır. Buna bağlı olarak, zor bir durumla karşılaşılmaması
açısından, karşıdaki kişinin konuşulan konu hakkındaki düşünce ve görüşlerini dile
getirmesine uygun bir ortam yaratılması gerekmektedir.
2.2.2.4.4.15. Kişinin Kendisiyle Meşgul Olması
Burada tamamen kendine odaklanma, kendinden başka kimseyle ilgilenmeme
durumu söz konusu olmaktadır. Kişiler karşılıklı olarak kendi bakış açılarını dile
getirerek, diyalog kurma sürecinden uzaklaşmaktadır. Çünkü kişiler birbirlerini geri
planda sadece bir uğultu olarak duymaya başlamakta, sırayla kendi monologlarını
ortaya koymaktadır.
Tanınmış psikolog Alfred Adler, ‘Sizin için hayatın manası nedir?’ isimli
eserinde şöyle der: “Çevresindekilerle ilgilenmeyen kişi, hayatta en çok güçlükle
karşılaşan ve yakınlarına fenalık yapan kişidir. İnsanların başına gelen her türlü kötülük
hep bunlardan gelir210”. Ancak böyle bir durumda kişinin kendine verdiği zarar,
karşısındakine verdiğinden çok daha fazla olmakta, yaşanan iletişimsizlik ilişkilerin
sona ermesine neden olabilmektedir.
2.2.2.4.4.16. Kişisel Duygu Yükünü Taşımak
Etkili bir dinleyicinin en az üç alanda duygularını nasıl denetleyeceğini bildiği
görülmektedir211:
- Konuşmacılarla, kim oldukları hiç önemli değil,
- Söz konusu sorunla, her ne olursa olsun ve
- Kullanılan dille ya da sözcüklerle, ne olduklarına aldırmadan.
Kişilerin kendilerini ve çevrelerini çeşitli filtrelerle dinledikleri görülmektedir.
209
John J. Maxwell, Jim Dornan, Etkili İnsan Olmak, Çev: Demet Dizman, Sistem Yayıncılık, Beşinci
Basım, İstanbul, 2001, s. 101.
210
Dale Carnegie, Dost Kazanmak ve İnsanlar Üzerine Etki Yapmak Sanatı, Çev: Türkan Akbaş, Ak
Kitabevi, Üçüncü Baskı, İstanbul, 1971, s.51.
211
Arthur K Robertson, Etkili Dinleme, Çev: E. Sabri Yarmalı, Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul,
2002, s.121.
183
Kişinin çevresiyle etkileşimde bulunurken kendisi için bir yapı oluşturan filtrelere
gereksinim duyduğu ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, kişisel, ailevi, sosyolojik,
dini ve kültürel filtreler başkalarını dinlerken farkında olmadan çeşitli önyargıları ortaya
çıkarmaktadır. Bilinçli ya da bilinçsiz ortaya çıkan önyargı, anlama sürecini
bozmaktadır212.
Bu doğrultuda dinleme sırasında kişi, çeşitli duygularını da katmakta, önceden
belirli konulara ilişkin sahip olduğu görüş ve inanışları ve insanlara, fikirlere ve
kavramlara
karşı
tutumları
doğrultusunda
dinlemektedir.
Kişi
duygularının
karşısındakini etkilemesini, inançlarının desteklenmesini, tutumlarının onaylanmasını
beklemektedir213. Bu durum gerçekleşmediğinde ise, kişi karşısındakini dinlememeye
başlamaktadır.
Söylenenlerin yeterince duyulmasını ve anlaşılmasını engelleyen duygusal
filtrelere hemen herkesin sahip olduğu görülmektedir. Kişilerarası iletişim sürecinde bu
filtrelerden süzülen mesajlar değerlendirmeye alınmaktadır. Özellikle geçmişte yaşanan
ağır duygusal deneyimler, zihnin çözüme kavuşmamış sorunlarla meşgul olması, kişiyi
savunmasız durumda bırakan çeşitli konular, mesajın ana noktalarının algılanmasını
engellemektedir. Bundan dolayı iyi bir dinleyici olma yeteneğini geliştirme sürecinde,
öncelikle zihnin meşgul olduğu sorunların mümkün olduğu ölçüde çözülmesi
gerekmektedir.
Konuşan kişinin bilerek ya da bilmeyerek sesine kattığı duygusal tonların
dinlemeyi etkilediği görülmektedir. Bu gibi durumlarda kişinin duygusal tavırları
nedeniyle dinleyici söylenenleri gözden kaçırabilmektedir. “Hoşnutsuzluk, üzüntü ve
düş kırıklığını belirten ses tonlarının verdiği mesajları anlamak kolaydır, ne var ki hafif
bir endişe, korku ya da şaşkınlık, eğer çok iyi dinlemiyorsanız, dikkatinizden
kaçabilmektedir”214.
212
Gerard Egan, “Obstacles to Listening”,
http://www.sparrow.org/pastoralcare/pastoral_listening.asp, 03.11.2004.
213
Hadley Read, a.g.e., s.83.
214
Jo-Ellan Dimitrius, Mark Mazzarella, İnsanları Okumak 1, Çev: Acar Doğangün, Arıtan Yayınevi,
Birinci Baskı, İstanbul, 2001, s.169.
184
Bazen karşıdaki kişinin kullandığı bir sözcük bile, özellikle kişisel nedenlere
bağlı olarak, büyük bir duygusal etki yaratabilmektedir. Bu, geçmişte yaşanmış ya da iz
bırakmış iyi ya da kötü olayların dinleme sürecini etkilemesiyle ilgili olmaktadır.
Duygular dinleme kapasitesini büyük ölçüde etkilemektedir. Dinlemeyi etkisiz
bir duruma getiren bir diğer neden de karşıdaki kişiden hoşlanılmaması ve o kişi
hakkında sabit bir fikre sahip olunmasına bağlı olarak, söylediği her şeyin aynı şekilde
algılanmasıdır. Benzer şekilde kişinin diğer kişiye karşı olumlu olması durumunda etkili
bir biçimde dinlemeye eğilimli olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Uzmanlar,
konuşmacının dinleyen kişinin sevdiği biri olması durumunda, dinleme endişesi
taşımadan söylediği her şeyi alabileceğini belirtmektedir. Çünkü dinleyen kişinin,
mesajı değerlendirmeden konuşmacıya olan olumlu tutumundan dolayı söylediği her
şeyi aldığı görülmektedir.
2.2.2.4.5. Etkisiz Dinleme Türleri
Dinlemenin kişilerarasında iletişim sürecini güçleştirmesi ya da iletişimi
engellemesi durumunda, etkisiz bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. İyi bir dinleyici
olabilmenin kapsamı içerisinde yer alan, karşıdaki kişiyi dinlemeye ve anlamaya hazır
olma, empatik anlayış, konuşmacının sözlü ve sözsüz mesajlarına dikkat etme ve etkili
sözsüz mesajlar kullanma gibi davranışların gösterilmemesi, dinlemeyi etkisiz duruma
getirerek iletişim kopukluğunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu sürece yol açan
dinleme türleri ise şöyle ifade edilmektedir:
Seçici dinleme
Seçici dinlemede, dinleyenin, karşısındakinin söylediklerinden sadece kendi
ilgisini çeken bölümleri dinlemesi söz konusu olmaktadır. Konuşmanın diğer
kısımlarında görünürde dinleyici olarak kalınmakta, dikkati çekecek bir ifade
duyulduğunda konuşmacıya odaklanılmaktadır.
Seçici dinlemenin iyi bir dinleyicide bulunması gereken dikkatli dinleme ile
karıştırılmaması son derece önemlidir. Seçici dinlemenin en kötü tarafı, alışkanlık
haline gelebilmesi veya şuuraltına işlemesidir. Kişi, belli kişileri veya sadece egosunu
tatmin edecek şeyleri dinlediğinden konuşulanlar hakkında bilgi sahibi olamamakta,
duyduklarını filtreden geçirmekte ve süzmektedir.
Bu tarz dinleme biçiminde, kişi anlatılanlar üzerinde yoğunlaşmakta, bununla
185
birlikte, söylenenlerin içinden daha sonra kullanabileceği bilgiyi seçerek belleğine
yerleştirmektedir. Bir anlamda, konuşmayla ilgili olarak önemli-önemsiz ayırımı
yapmaktadır. Önemsiz olanların zihninden silinmesine izin verirken, önemli
gördüklerini belleğine yerleştirdiği ortaya çıkmaktadır. Seçme eyleminin bilinçli olduğu
ve kişinin daha konuşmanın başında, kendine yarayacak bilgiye odaklanmaya zihnen
hazırlandığı görülmektedir.
Bu dinleme biçiminin en önemli dezavantajı, karşıdaki kişilerin bir süre sonra
bunu fark ederek, söyleyecekleri şeylerde temel bölümleri atıp konuşmanın gerisini de
yarım gerçeklerle doldurmaları olarak ifade edilmektedir. Kişi, diğerlerince kendisine
gerçeği söylemenin imkansız olduğu, bunları duymak ve bilmek istemeyen biri olarak
değerlendirilebilmektedir.
Yetersiz Dinleme
Kişilerin duyduklarını anlama ve hatırlama yeteneklerinin ölçümlenmesi
amacıyla çeşitli araştırmaların yapıldığı ve bu çalışmalarda deneklerin dinledikleri kısa
bir konuşmadan sonra, içeriği kavrayışları açısından test edildikleri görülmektedir.
Ortaya çıkan sonuçlara göre, kişiler, birini dinledikten hemen sonra duyduklarının
sadece yarısını anımsamakta, belli bir zaman geçtikten sonra akılda kalan kısım %25
düzeyinde olmaktadır. Ayrıca, sekiz saatlik bir zaman dilimi içerinde duyulanların üçte
biri ile yarısı arasındaki bir oranın unutulma eğiliminde olduğu ifade edilmektedir215.
Çoğu durumda, dinleme konusunda sergilenen zayıf performansın irade dışı
olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle dinlemenin doğuştan gelen bir beceri olduğu
konusundaki yaygın kanı, kişinin kendisini bu beceri alanında geliştirmesinin önünde
bir engel oluşturmakta, buna bağlı olarak da dinlemede yetersizlikler ortaya
çıkmaktadır.
Kalıplaşmış Dinleme
Kişinin, karşısındakini anlamadan kendi yaşadıklarını ön plana alarak dinlemesi,
bu türü oluşturmaktadır. Dolayısıyla burada, anlama süreci olgunlaşmadan kişinin kendi
iç iletilerine dönmesi söz konusudur.
215
Zeynep Cihangir, a.g.e., s.48.
186
Yüzeysel Dinleme
Bu dinleme türünde, dinleyicilerin iletişimin yüzeyinde kaldıkları ve
derinlerdeki duygulara, düşüncelere ve anlama ulaşamadıkları gözlemlenmektedir.
Mantık kurallarına göre duydukları, içeriğe duygulardan ve içinde bulunulan
koşullardan daha çok dikkat ettikleri görülmektedir. Özellikle bilgi almak amaçlı
durumlarda, anlayışlı bir tepki gerektirmemesinden dolayı, uygun olabileceği ifade
edilmektedir.
Bununla birlikte kişilerarasında sağlıklı ilişkilerin ortaya çıkması söz konusu
olduğunda, yüzeysel dinlemenin son derece yetersiz kaldığının göz ardı edilmemesi
gerekmektedir. Kişilerin beklentilerini doğru yorumlayabilmek, söylediklerinden
gerçekçi
anlamlar
çıkarabilmek
için,
derinlemesine
dinlenmelerinin
önemi
vurgulanmaktadır.
Görünüşte Dinleme
Etkisiz dinleme kapsamında ele alınabilecek diğer bir dinleme türünü görünüşte
dinleme oluşturmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere burada kişi, karşısındakini
dinliyor görünmesine rağmen zihnini meşgul eden başka konularla uğraşmaktadır.
Dolayısıyla kendi içinde, içsel bir söyleşiye daldığı görülmektedir.
Karşısındaki kişinin kendisine söyleyecek yeni bir şeyi olmadığını varsayarak216
hareket edebilen görünüşte dinleyici, zaman zaman başıyla onaylama hareketleri
yapabilmekte, dinlediği izlenimini veren sesler çıkarabilmektedir. Ancak zihni başka bir
konuyla meşguldur. Görünüşte dinlediği halde, söylenenleri duymamaktadır. Aslında
kişinin yalnızca dinler gibi göründüğünü beden dili kolaylıkla ele verebilmektedir.
Çünkü, bu durumdaki bir kişinin üst bedeni hareketsizleşmekte, bunun yanında el ve
ayakları gereksiz hareketler yapabilmektedir.
Kağıt karalama, saçla oynama, ayaklarını sallama, bacağı titretme, oturduğu
yerde dizleri açıp kapama gibi hareketler, en sık rastlananlardır. Dinleyici konuşan
kişiyle göz teması kurabilmekte, ancak bakışlarının cansız ve sabit olduğu, göz
hareketlerinin
azaldığı
görülmektedir.
İletişim
sürecinden
kopmakta,
kendi
düşüncelerinin akışına kapılmaktadır. Bu durum, çeşitli nedenlerle bilinçdışı
216
Roger Fritz, Küçük Adımlar Büyük Sonuçlar, Çev: Demet Dizman, Sistem Yayıncılık, Birinci
Basım, İstanbul, 2004, s.52.
187
gelişebileceği gibi, tümüyle bilinçli bir tavır da olabilmektedir.
Duyguya Saplanarak Dinleme
Duyguya saplanarak dinleme ise, dinleyicide sürekli bir duygusal tonu taşıma
isteğinin görülmesiyle ortaya çıkmaktadır. Söylenen her şeyden bir hüzün çıkarmak
isteyenlerle karşılaşılabileceği gibi, bir espri çıkarmaya çalışanlar da olabilmektedir.
Dinleyen kişi konuşanın söylediklerinden birine takılıp kalmakta ve ardından gelen
sözleri neredeyse duymamaktadır. Anlatımın özüyle değil, herhangi bir cümle ya da
sözcükle ilgilenmektedir. Konuşanın anlatmak istediğini algılamamakta, kendi duymak
istediğine odaklanmaktadır. Ciddi bir konuşmada bile, tek bir sözcüğe takılarak alay
etmek ya da gülmek gibi bir tepki verebilmektedir. Yaklaşımı ve tepkilerinin, mantıklı
olmaktan çok duygusal olduğu gözlenmektedir.
Bu tarz dinleyen kişiden, konuşmanın tümünü anlamasını beklemek gerçekçi
olmamaktadır. Üstelik, bu kişiler, öfke, korku, nefret, sevinç, üzüntü vb. biçimde
duygulandırıcı ifadelerin dışındaki sözleri duymamakta ya da hemen unutma eğiliminde
bulunmaktadır.
Savunucu Dinleme
Kişinin yetiştirilme tarzının, mesajları algılamasında önemli bir etken olduğu
görülmektedir. Çocukların davranışları ebeveynler tarafından iyi ve kötü gibi
nitelendirmelerle değerlendirildiğinden, yargılama tutumunun küçük yaşlarda kişiye
yerleştiği ve kişinin, gelen mesajları bu eğilim ışığında değerlendirdiği ortaya
çıkmaktadır. Kişinin eski beklentileri, mesajların altında kendisine yönelik bir suçlama,
bir yargılama algılamasına neden olmaktadır.
Bu doğrultuda iletişimsizliğe yol açabilen bir diğer dinleme türü olan savunucu
dinlemede ise, dinleyici, duyduğu her şeyi kendisine yönelik bir eleştiri ya da saldırı
olarak algılamakta ve hemen savunmaya geçmektedir.
Bu tür dinleme tavırları sergileyen kişilerin, anlatılanlarla ilgili saldırıya geçerek
konuşanı alt etmek, ya da söylenen ne olursa olsun kendini savunmak için fırsat
kollamak olarak değerlendirilebilecek çeşitli amaçlarının olduğu ifade edilmektedir. Her
iki durumda da konuşanla dinleyen arasında sağlıklı bir bağ kurulamayacağı açıktır.
“Hatta bazen dinleyen kişinin, konuşanın söyledikleriyle hiç ilgisi bulunmadığı halde,
sırf savunma ya da saldırma amacıyla bambaşka bir konudan söze girmesi olasıdır.
188
Ama'yla başlayan çürütme cümleleri kurulmakta, konuşanın sözü gerekli gereksiz yerde
kesilebilmektedir. Konuşma, bir düşüncenin tartışılması ya da paylaşımı değil, üstünlük
mücadelesi haline dönüşmektedir”217.
Tuzak Kurucu Dinleme
Tuzak kurucu dinlemede ise, konuşmacıya odaklanılmakta, çünkü dinlenen bilgiden
yararlanılarak, kişiyi zor duruma sokacak fırsatlar yakalanmaya çalışılmaktadır. Bu tür
bir dinleme tavrı sergileyen kişinin kendi üstünlüğünü gösterdiğine inandığı
söylenebilmektedir.
2.2.2.4.6. Dinleme Sürecinin Aşamalarında Ortaya Çıkan İletişim Kopuklukları
Algılama: Karşıdaki kişinin söylediğini işitme, görme, hissetme ve koklama bile
iletişimi algılamak olarak ifade edilmektedir. İletişim kopukluklarının çoğu bu düzeyde
olmaktadır. Dinleyici, konuşmacı tarafından iletilmekte olanı asla işitmemekte,
görmemekte ya da hissetmemektedir. Kişi, pek çok uyarıcıyla karşı karşıya olduğundan
kendisini korumak için sesin seçilmiş frekanslarını ve niteliklerini ayırt etmeyi ve onlara
tepki vermeyi öğrenmektedir. Çevresel, gerçekçi ve kültürel açıdan da seçici
olmaktadır. Bu düzeylerin her birinde otomatik olarak dinlemeyi kesmektedir.
Algılama ilgi, duygu ve önyargılardan da etkilenmektedir. Dolayısıyla, kişinin
yaşamı için önemli olabilecek birçok şeyi işitmesini engelleyebilen alışkanlıklar
oluşturduğu görülmektedir.
Eş Zamanlama: Eş zamanlama, konuşan kişiyle benzer beden duruşu, ses ve yüz
ifadeleri benimseyerek ilişki kurma anlamına gelmektedir. Karşıdakinin ilettiği,
dinleyici tarafından algılanmadığında eşleme gerçekleşmemektedir. Dinleyen kişi,
konuşmacının
söylediklerini
görmeye,
işitmeye
ve
hissetmeye
samimiyetle
yoğunlaştığında, eşleme yapma otomatik olarak gerçekleşmektedir.
Eşleme eksikliği ile sonuçlanan kişilik çatışmalarının, çoğunlukla iletişim
biçimindeki farklılıklardan kaynaklandığı görülmektedir. Kişi, kendisi gibi olduğunu
düşündüğü kişilerle otomatik olarak eşlemeye geçmektedir. Kendisiyle benzer iletişim
kuranlara değer vermekte, onlarla kendisini rahat hissetmektedir. Buna karşın, farkında
olmadan,
217
farklı
şekilde
iletişim
kuranlarla
bu
düzeydeki
iletişim
Müjgan Özçay, Sesler, Sözler, Etkiler, Günışığı Kitaplığı, 1. Baskı, İstanbul, 2001, s.187.
189
bağını
koparabilmektedir. Eşleme düzeyindeki iletişim kopukluğuyla sıklıkla karşılaşıldığı
ortaya çıkmaktadır.
Yorumlama: Algılama ve eşlemenin yorumlamayı etkilediği görülmektedir. Mesajın
dinleyici tarafından algılanamadığı ve eşlenmediği durumda, doğru bir biçimde
yorumlanamadığı gözlemlenmektedir. Yorumlamak, konuşan kişinin söylediğinden,
onun demek istediğini anlamaktır. Doğru şekilde yorumlamak, konuşmacının
dediklerine katılmak anlamına gelmemektedir. Burada karşılaşılan sorun, pek çok
kişinin yeterli hazırlık yapmaksızın söylenenleri yorumlaması olarak ortaya
çıkmaktadır. Doğru yorumlama yapmaksızın, kişilerin önyargıları, geçmişleri,
varsayımları ve deneyimleri, söylenecek olanı önceden düşünmelerine yol açan bir
refleks oluşturmaktadır. Yetersiz düzeyde dinleme becerisine sahip olan kişilerin,
genellikle söyleneceğini düşündüklerinin yarısından daha azında haklı çıktıkları
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
Değerlendirme: Değerlendirme, dinleyen kişinin işittiği ve anladığına değer biçen kapı
nöbetçisi olarak yorumlanmaktadır. Değerlendirmenin, konuşmacının giyinme tarzından
dolayı dinleyenin iletişimi reddetmesinde olduğu gibi, bilinçsiz varsayımlardan da
etkilendiği görülmektedir. Aynı zamanda inanç ve beklentilerden de etkilenmektedir.
Mesajı anlamadan önce, kişilerin başkalarına kendi değerlendirmelerine göre tepki
verme eğiliminde oldukları görülmektedir.
Carl Rogers, Eli Porter ve arkadaşları ilk hangi tepkinin verildiğini –
değerlendirme, yorumlama, destek, araştırma ya da anlayış- ortaya çıkarmak için bir
araştırma yapmışlardır. Elde edilen sonuca göre, değerlendirmenin genel sıralamanın en
başında yer aldığı belirtilmektedir218. İyi bir dinleyici olmanın işlevi, duyulan şeyleri
tarafsız bir biçimde ayırt etmek ve güvenilir sonuçlara varmak olarak ortaya
konmaktadır.
Değerlendirme düzeyindeki iletişim eksiklikleri, tam olarak anlamadan karşı
çıkmanın altında yatmaktadır. Yanlış zamanda yapılan değerlendirmeler, etkili
dinlemeyi engelleyebilmektedir.
218
Arthur K. Robertson, Etkili Dinleme, s.95.
190
2.2.2.5. Kişilerarası Algı
Bireyin dış dünyadaki nesnelere ilişkin olarak gerçekleşen algılamaları ele
alındığında,
algılama
sorununu
bir
sosyal
algılama
olarak
değerlendirmek
gerekmektedir. Bireyin içinde bulunduğu sosyal ortama ve kendi psikolojik alanına
bağlı olarak, algılamanın somut duyumsal bir bilgilenme olmanın ötesinde sosyal bir
olgu haline geldiği görülmektedir.
“Kişisel motivler, kişinin içinde bulunduğu duygusal (emotionel) durum, belirli
bir nesnenin algılanması sırasında bireyin içinde bulunduğu grup ilişkileri, algılamayı
etkileyen diğer faktörlerdir. Bu durum hiçbir birey toplumdan soyutlanamayacağı için
sosyal bir olgu olduğuna, algılamanın bireysel değil soyut (subjectif) etmenlere de bağlı
sosyal bir olgu olduğunu göstermektedir”219.
Algı, kişilerarası iletişimin ayrılmaz bir parçasıdır. İletişim sırasında kişilerin
çok karmaşık algısal yaşantılar geçirdiği, kendi davranışlarını, karşısındaki kişinin
davranışlarını algıladığı ve kendilerinin nasıl algılandığını algılamaya çalıştığı
gözlenmektedir. Bu süreçte yanlış algılamaların ortaya çıktığı ve bunların da iletişimde
sorunlara yol açtığı ifade edilmektedir.
Algılamanın, sözlü ve sözsüz iletişim açısından önemli bir işleve sahip olduğu
görülmektedir. Kişilerin, karşılarındaki kişiden kendilerine yönelen, yüz ve beden
hareketleri, ses tonu gibi uyarıcıları anlamlandırarak, yorumlayarak sosyal çevreye
uyum sağlamaya çalıştıkları ifade edilmektedir.
Kişilerin sosyal çevre içinde birbirlerini algılamaları konusundaki çalışmalar ‘sosyal
algı’, ‘sosyal biliş’ en çok da ‘kişi algısı’ adı altında sürdürülmektedir. İnsanların
birbirlerine ve belli gruplara karşı oluşturacakları tutumlarda ve sergileyebilecekleri
iletişim çatışmalarında kişi algısı önemli bir rol oynamaktadır. İnsanların birbirleriyle ne
tür iletişimler kuracaklarını, birbirleriyle nasıl geçineceklerini yordamada (tahmin
etmede) ilk adım, onların birbirlerini nasıl algıladıklarını belirlemek olmalıdır220.
Etkileşim içinde olunan başka bireylerin algılanması, o kişinin duygusal ve coşkusal
durumu, o andaki mizacı gibi, ilişki anında geçerli olan durumlara ait bilişsel etkenlerle
(algılama, yorumlama) bağıntılıdır; kişi karşısındakinin kişiliğini bu etkenlere bakarak
219
Metin İnceoğlu, Tutum Algı İletişim, V Yayınları, Birinci Baskı, Ankara, 1993, s.55.
Üstün Dökmen, Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık,
15. Baskı, İstanbul, 2001, s.98.
220
191
tanımaya çalışmaktadır. Başkasını algılamak, onu, kültürel açıdan bir anlam taşıyan
belirli kategorilere yerleştirmek ve böylece statü ve rolünü kavramak anlamına da
gelebilmektedir221. Dolayısıyla başkalarının algılanmasında, psikolojik ve sosyolojik
birtakım kavramsal çerçevelerin önceden var olduğu kabul edilebilmektedir. Bu psikososyolojik çerçevelerin, her durumda gerek söz konusu toplumun kültürüne, gerekse
bireyin deneyimlerine ve sosyalleşmesine bağlı olduğu ortaya konmaktadır.
Yani bireye herhangi bir kişilik özelliği atfedildiğinde, onunla bağlantılı başka
kişilik özelliklerinin de o bireyde bulunduğu, otomatik olarak varsayılmaktadır.
Atfedilen bu özellikler birbiriyle bağlantılandırıldığında, o bireyin adeta zihinsel bir
resmi çizilmektedir. Kişinin belirli bir kişi üzerindeki değerlendirmesinin, bir yandan
yaşadığı deneyimlerde yer almış kişiler arasında bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaptığı
çok sayıda karşılaştırma ve kıyaslamalara, öte yandan da, söz konusu kişi ile o zamana
kadar tanımış olduğu bazı kimseler arasında varsaydığı benzetme ve çağrışımlara
dayandığının da göz önüne alınması gerekmektedir.
Sosyal algılamada, diğer kişinin yalnızca merkezi, önemli özelliklerinin farkında
olunması söz konusu olabilmektedir. Diğerlerini algılamada, sadece Sherlock
Holmes’un yakalayabileceği, küçük detayları atlamak muhtemeldir. Örneğin, birinin
aksanının derhal fark ediliyor olmasına karşın, sol elle ya da sağ elle yazı yazması
haftalarca gözden kaçırılabilmektedir222. Büyük miktarda dışarıdan gelen uyarım
olduğunda, herhangi bir şeyle meşgul olmak zordur. Örneğin, radyo açıkken öğretmenin
söylediklerini duymak ya da öğretmen konuşurken radyoyu duymak zordur. Aşırı
derecede uyarıcı aynı zamanda ortaya çıktığında, aşırı duyumsal yüklenme
yaşanmaktadır. Bu durumun tersinde ise, az miktarda duyum, duyumsal kısıtlamayı
ortaya çıkarmaktadır.
Duyumlar kodlanıp kısa dönemli hafızadan uzun dönemli hafızaya geçtiğinde,
benzer faktörler, olaylar ya da deneyimlerle birlikte depolanmaktadır. Bu transfer
boyunca, duyumun benzersizliği kaybolmakta ve uzun dönemli hafızada önceden var
olan diğer imajlara daha benzer duruma gelmektedir. Bu süreç kategorileştirme olarak
221
Barlas Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş, Adım Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara, 1991, s.411.
David J. Stang, Introduction to Social Psychology, Brooks, Cole Publishing Company, Monterey,
California, 1981, s.150.
222
192
ifade edilmektedir223.
Kategorileştirme süreci, kişinin çeşitli biçimlerde sosyal deneyimlerini
etkileyebilmektedir. Örneğin, bazen kimin yaptığına bakmaksızın bir davranışa belirli
bir anlam verilmektedir. Gerçekte şüphesiz davranışı yapmanın nedeni değişmektedir.
Kategorileştirme, kişinin bir davranışı bir grubun niteliği olarak değerlendirmesini
etkileyebilmektedir.
2.2.2.5.1. Kişilerarası Algının İletişimdeki Yeri
İletişim kurmanın ilk adımı karşıdaki kişi için bir izlenim oluşturmaktır. Bu
izlenim, kişinin o kişiye olan davranış ve tepkilerini yönlendirmekte ve onunla olan
iletişiminin niteliğini ve niceliğini etkilemektedir. İlk izlenimlerin oluşmasında, kişinin
daha önceden zihninde şekillenmiş olan şemalar önemli bir rol oynamaktadır. “Şema;
nesneler, kişiler, olaylar, roller hakkındaki inanç ve duyguların kategoriler halinde
biriktirilerek organize edilmiş zihinsel örüntüleri”224 olarak değerlendirilmektedir.
Zihin, sınıflamalar yoluyla çalıştığı için kişi, aldığı her bilgiyi bir kategoriye yerleştirme
ihtiyacı duymaktadır.
Sınıflandırma ve isimlendirme ihtiyacı, bellekteki bilgileri düzenlemek ve
koruyabilmek için duyulan bir ihtiyaçtır. Kişinin kendi deneyimleri ve çevreden aldığı
bilgilerin sınıflandırılması sonucunda, gerek kendisine, gerek çevresindeki kişilere,
gerekse genel olarak rollere ve olaylara ilişkin oluşturduğu şemaların kendisinde
beklentiler yarattığı görülmektedir. Örneğin kişi hayatında hiç doktora gitmemiş olsa da
‘doktor rolü’ne ilişkin şeması, o kişinin doktordan belli davranışlar beklemesine yol
açmaktadır. Ya da hiç yılan görmemiş olmasına karşın, yılan için oluşturduğu ‘tehlikeli
hayvan’ şeması, yılanlardan aşırı derecede korkmasına neden olabilmektedir. Şaşkınlık
duygusu ise, bu şemalara uymayan durum, olay ve davranışların yarattığı bir duygu
olarak nitelendirilmektedir. Örneğin, kişinin anne ve babasının, başarılı bir öğrenci
olduğuna ilişkin bir şema oluşturması durumunda, o kişiden bu şemaya uygun
davranmasını bekledikleri görülmektedir. O kişinin herhangi bir durumda başarısızlığı,
onlar için şaşırtıcı olabilmektedir.
223
Thomas Malloy, “Effects of Communication, Information Overlap and Behavioral Consistency on
Consensus in Social Perception”, Journal of Personality and Social Psychology, Volume 73, Issue 2,
August 1997, s.275.
224
Kim Griffin, Bobby R. Patton, a.g.e., s. 98.
193
Şemaların etkisiyle oluşan beklentiler sonucunda, ilk izlenimler bazı gizli
önyargılar taşıyabilmektedir. Örneğin, kişinin ‘sarışınlar aptaldır’ gibi bir şemasının
olması durumunda, bu kendisinin sarışın biriyle ilk karşılaşmasında, onun için
oluşturduğu izlenimi etkileyebilmektedir. Sosyal psikoloji araştırmalarında ilk
izlenimlerin kişilerle ilgili yorum ve beklentileri önemli ölçüde etkilediği bulunmuştur.
İlk izlenimlerin gücünün şemaların gücünden geldiği görülmektedir. Zihinsel şemalar
değişmeye oldukça dirençli olmalarına karşın, değişme potansiyeline sahiptirler ve yeni
şemaların oluşması eskileri değiştirebilmektedir.
Kişilerarası ilişkilerde iletişim devam ettikçe değerlendirmenin de devam ettiği
görülmektedir. Buna bağlı
olarak, kişilerle ilgili algılar
da
zaman
içinde
değişebilmektedir. İlk izlenimlerin olumlu ya da olumsuz yönde değişebileceğini
gözönünde bulundurmak ve bunları gerçekçi değerlendirmelerle yeniden test etmek,
kişilerarası ilişkilerde daha dikkatli seçim yapma, daha az hayal kırıklığına uğrama,
daha esnek olma şansı tanımakta, böylelikle de sağlıklı ve etkili iletişimlere zemin
hazırlamaktadır.
Bu bağlamda kişilerarası algı, iletişimin temelini oluşturmaktadır. Algıların
gerçeği yansıtması için, şemaların gücünün farkında olmak ve bunların doğruluklarını
sık sık test etmek gerekmektedir. Kişilerarası iletişimde, yeni bilgileri eski bilgi
kategorilerine eklemekle yetinmek yerine, kişilerin kendilerine özgü gerçeklerini
yakalamanın son derece önemli olduğu görülmektedir. Kişilerarasında iletişimin
niteliğini etkileyen izlenim oluşturmayı şu alt başlıklar altında incelemek mümkündür:
2.2.2.5.2. Stereotipleştirme
Gündelik yaşamda kişilerin işlerinde, eylemlerinde, büründükleri rollerde ve
statülerinde görüldüğü, buna bağlı olarak da onların ilk önce toplumsal bir kimlikle
algılandığı ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlar kişinin ilk anda, herhangi bir eylemine
ilişkin toplumsal tanımıyla oluşturulan belirli bir kategori içerisinde algılanmasına yol
açmaktadır.
Kişiler, bir kez toplumsal ilişkiler içindeki kategorilere konulduktan sonra
(meslek, toplumsal statü, giyim-kuşam, fiziksel görüntü), artık o kişiler hakkında bazı
düşüncelere sahip olunmaya başlanmaktadır. Örneğin, bir genç ‘üniversite öğrencileri’
kategorisine yerleştikten sonra, diğerleri için artık belirli özellikleri olan bir kişidir.
194
Genel anlamda zihinlerdeki ‘üniversite öğrencisi’ görüntüsü neyse, o genç de artık o
yönde bir belirlenmeye sahip olmakta ve onun bütün davranışları bu önyargıyla
algılanmaktadır. Böylece bütün öğretmenler, bütün öğrenciler, bütün memurlar, bütün
kadınlar gibi göndermelerle kişiler stereotipleştirilmekte, belirli algı kategorileri içinde
görülmeye başlanmaktadır.
İnsan zihninin, algıladığı bilgiyi sınıflama ve adlandırma ihtiyacı, doğal olarak
bu bilginin genellenmesine ve basitleştirilmesine neden olmaktadır. İnsanların bu
biçimde sınıflanarak genel kategorilere oturtulması sonucunda ortaya çıkan kalıplar
stereotip olarak adlandırılmaktadır. Kadın-erkek, zenci-beyaz, yaşlı-genç, Türk-yabancı,
asker-sivil gibi kalıplar bunun örnekleridir. Genellemeler bireysel farklılıkları
algılamaya engel olabileceği için, önyargılara yol açarak kişilerarası iletişimi
etkilemekte ve büyük ölçüde iletişimsizliğin yaşanmasına neden olmaktadır.
Son dönemdeki araştırmalar, kişilerarası iletişimin stereotipin sürdürülmesinde
önemli bir kaynak olabileceğini ortaya koymaktadır. Bir grup insanla iletişim
kurulduğunda, stereotiple ilgili bilginin çok daha stereotipik hale gelme eğiliminde
olduğu ve böylece iletişimin alıcıları tarafından inanılan stereotiplerin doğrulandığı
ifade edilmektedir225.
Stereotipler, belirli türdeki insanların nasıl düşündükleri, hissettikleri ve
davrandıkları
hakkında
genelleştirilmiş
inanışlar
ve
beklentiler
olarak
değerlendirildiğinde, kişileri yeni yaşadıkları bir şeyin, önceden yaşadıkları diğer
şeylere benzer olmasını beklemeye ve dolaysız yoldan hakkında öğrenmeye
sevketmektedir. Eğer birisi karşısındakine kendisinin bir vaiz, hayat kadını ya da bilardo
oyuncusu olduğunu söylerse, derhal o kişinin, o gruplara atfedilen tüm özelliklere sahip
olduğu sonucuna ulaşılmaktadır
Genellikle bir grubu tanımlamak için kullanılan özelliklerin, karşılaşılan her üye
için gerçekten doğru olup olmadığı konusunda herhangi bir araştırma yapılmadığı
görülmektedir. Bu tür hükümler ilişkilere zarar verebilmektedir. Stereotipleştirmeden
dolayı, muhtemelen bir ilişkiyi oluşturmanın bile mümkün olmadığı ifade edilmektedir.
İnsanları sınıflara ayırmanın, onları algılama ve onlara karşı davranış
225
Anthony Lyons, Yoshihisa Kashima, “How Are Stereotypes Maintained Through Communication?:
The Influence on Stereotype Sharedness”, Journal of Personality and Social Psychology, Volume 85,
Issue 6, December 2003, s.989.
195
biçimlerinde son derece önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. İnsanları bölümlere ayırmak
(zenci/beyaz, erkek/kadın, konuşkan/sessiz, yaşlı/genç), bir ölçüde kişinin karmaşık
dünyaya bakış açısını kolaylaştırmada ve dünyayı anlamada ilk adımı oluşturmaktadır.
Kişinin belirli özellikleri belirli kategorilerle ilişkilendiren inançları, aileler, medya ve
arkadaşlar gibi dolaylı kaynaklardan gelmektedir.
Kişinin belirli bir gruba yerleştirdiği kişilerin tipik örneğiyle doğrudan deneyimi,
başkalarıyla ilgili inançları için diğer önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Onların
birkaçıyla ilişki kurduktan sonra, bireylerin tüm kategoriler için kişilik özellikleriyle
ilgili sonuçlar çıkarılmaktadır. Bu tür sonuçlar çoğunlukla yalnızca sınırlı düzeydeki
ilişkiden sonra gelişmektedir. Bununla birlikte, grubun pek çok üyesiyle önemli ölçüde
iletişimde bulunduktan sonra da oluşturulabilmektedir.
“Tektipleştirme ya da stereotipleştirme, ortak bir kültürel özellik, yaşam tarzı ve
eylem içinde bulunan kişilerin, bu ortak özelliklerin kişilerin kafasında uyandırdığı
çağrışımlarla birleştirerek oluşturduğu imgeler aracılığıyla algılanması olarak ifade
edilmektedir”226. Bu tür ortaklaşa özelliklere sahip olan kişiler, daha sonra tek tek
bireyler halinde de görülse, tektipleştirme sürecindeki yargılar, tüm değerlendirmelere
temel oluşturmaktadır. Bütün bir kategori, o anda gözlenen bireyin gerçek durumu ne
olursa olsun, onun değerlendirilmesi için bir süzgeç oluşturmakta, bu süzgeç içinde,
toplumsal olarak belirli özelliklere sahip kişilerin yerleştirildiği kategoriler, bu
özellikler hakkında daha önce yaşanan deneyimlerle oluşan değer yargıları, kişinin ve
karşısındakinin o andaki durumu ve çıkarı, eylemin niteliği ve bütün bir toplumsal yapı
bulunmaktadır. Kişilerin algılanmasında ortaya çıkan bu ‘normlar’, kişilerarası ilişkileri
belirleyen bir işlev üstlenmektedir. Kişinin önyargısız davrandığını düşünmesine karşın,
çevresindeki ilişkilerin tümünü (nesnelere ya da öznelere yönelik) bu stereotipleştirme
süreci içinde oluşturduğu görülmektedir.
Stereotipler kolaylıkla değişmemektedir. Stereotip oluştururken sahip olunan az
miktardaki bilginin, stereotipin değişmesinde, daha sonra edinilen bilgiden çok daha
büyük bir etkiye sahip olduğu ifade edilmektedir. Bu, ilk giriş etkisi (prior-entry effect)
olarak adlandırılmaktadır227.
226
227
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.192.
David j. Stang, a.g.e., s. 155.
196
Stereotiplerin
değişime
karşı
koymasının
bir
nedeni,
onların sıklıkla
doğrulanması ve kısmi destek almalarıdır. Bir başka neden de, kişinin stereotiplerini
doğrulayan bilgileri seçici bir biçimde araması ve onları onaylamayanları ise
görmezlikten gelme eğilimi içinde olmasıdır.
Bu konuda ortaya çıkan bir diğer neden, onların kişinin davranışlarını
yönlendirmesi, buna bağlı olarak diğerlerine karşı davranışlarını biçimlendirmesidir.
Böylece, bir stereotip ‘kendini gerçekleştiren kehanet’ olarak rol oynamaktadır. Bu
olgu, bir laboratuar deneyinde ortaya konmuştur: Araştırmacılar, bir erkek ve bir
kadından telefonla kısa bir konuşma yapmalarını, deney yapanların tanışma sürecini
gözleyebilmeleri açısından istemiştir. Erkeklere konuşacakları kadın partnerlerine ait
olduklarına inandırıldıkları bir fotoğraf verilmiştir. Erkeklerin çekici ya da çekici
olmayan bir partnerle etkileşimde bulunduklarını düşünmeleri için standart bir resim
gösterilmiştir. Bu resimlerin, bu çalışmada yer alan kadınların resimleri olmadığı ve
gerçekte kadınların çekici ya da çekici olmayan kategorilerinde olduklarını bilmedikleri
gözlenmektedir.
Çekici bir kadınla konuştuklarına inanan erkeklerin, diğerlerinden farklı
davrandığı görülmektedir. Onların daha sosyal, sıcak, ilgili, bağımsız, cesur, açık
yürekli, şakacı ve sosyal ilişkilerde uzman oldukları gözlemlenmektedir. Bu erkeklerle
bir çift oluşturan kadınların, çekici olmayan bir partnerle konuştuklarına inandıkları
erkeklerle çift oluşturan kadınlardan ise, farklı davrandıkları ortaya çıkmıştır. ‘Çekici’
kadınlar, diğerleriyle kıyaslandığında konuşmadan aldıkları zevk ve daha büyük bir
güveni, ve partnerlerine daha büyük bir sevgi gösterisi sergilemişlerdir.
Bu araştırmanın diğer önemli bir bulgusu da, bu iki grup kadının sadece her
erkeğin şahsi çekicilik teorisine göre, çekiciliği çekici olmayandan ayıran kişilik
özellikleri üzerinde farklı biçimde değerlendirilmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
durum, insanların başkasının davranışını, kendi kişisel stereotipleriyle ilişkili
niteliklerden çıkardıklarını göstermektedir. Ayrıca, bu çalışmada erkeklerin, çekici ya
da çekici olmayan olarak sınıflandırdıkları kadınlarla ilgili doğrulanan kendi şahsi
stereotipleri temelinde davrandıkları görülmektedir.
Bu tür kendini gerçekleştiren kehanetler, günlük yaşamda sıklıkla ortaya
çıkmaktadır. Kişinin diğer insanlarla ilgili kişisel teorileri, onlara karşı davranışlarını
197
yönlendirmektedir. Ve kişi kendi bireysel teorilerini farkında olmadan doğrulamaktadır.
Bu etki, dramatik ve bazen trajik olabilmektedir. Rosenthal ve Jacobson öğretmenin, iyi
öğrencilerin nasıl davranacaklarıyla ilgili beklentilerinin, öğrencilerin beklenildiği
şekilde davranmalarını sağlayan her tür davranışa çevrildiği sonucuna varmaktadır228.
Her iki çalışma, stereotiplerin diğerleriyle etkileşimleri nasıl etkilediğini
göstermektedir. Genellikle insanların kişilerarası ilişkiler sürecinde stereotiplerin çok
önemli bir yer kapladığının farkında olmadığı ortaya çıkmaktadır. Belirli bir kişi ya da
grupla ilgili stereotip oluştuğunda, yanlış fikirlerin, anlamlandırmaların düzeltilmesi zor
olabilmektedir.
Kişilerarası iletişimde çarpık algılardan, yanlış yargılardan kaçınmak için,
stereotiplerin algı ve değerlendirmelerimizdeki etkisini göz önünde bulundurmak
gerekmektedir. Kişilerin, stereotiplerin etkisi ile algılama özgürlüklerini kısıtlaması
durumunda, etkileşimlerde karşılarındaki kişiye özgü gerçekleri gözden kaçırabildikleri
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
Stereotipleştirmenin Boyutları
Stereotipleştirme, kişiler, yerler ve olaylar hakkında zayıf genellemeler yapma
ya da aşırı derecede genellemelerden kaynaklanan yaygın bir algısal hata olarak
değerlendirilmektedir. Bu terim, ilk olarak 1920’li yılların başlarında, kişilerin etnik
grup üyeliklerine dayalı olarak onlarla ilgili fikirleri betimlemek için oluşturulmuştur.
Pek çok kişinin, kültürel stereotipin kullanımından dolayı yanlış anlaşılma,
başkaları tarafından incitilme ve suçlamalarla karşı karşıya kaldığı görülmektedir.
Kültürel stereotipler, belirli bir insan grubunun tüm üyelerini aynı kişisel özelliklere
sahip olarak görme eğilimidir. Çoğunlukla bu tür kültürel stereotipler uygun değildir ve
kişileri haksızca ve taraflı bir biçimde zararlı bir duruma sokmaktadır.
Bazı stereotipler kişileri tamamen kültürel altyapılarına ve geçmişlerine göre
kategorize etmenin ötesine geçmekte ve onların mesleklerine ve temsil ettikleri rollere
karşılık vermektedir. Üniversite ortamında, çoğu öğrencinin temel çalışma alanlarıyla
ilgili stereotipleştirmelere aşina olduğu görülmektedir. İnsanlar, kişiliklerle ilgili ve
belirli bir mesleki alanda çalışmayı seçmiş olan bir kişinin karşısında nasıl davranılacağı
ile ilgili yargılamalarda bulunmaktadır.
228
David j. Stang, a.g.e., s.156.
198
Stereotipleştirme, kişinin belirli bir ortamda nasıl davranılacağını belirlemesine
yardımcı olabilmektedir. Örneğin, bir doktor ya da avukatın ofisinde kişi, iyi ve uyumlu
davranışlar
gösterme
gereksiniminin
bilincinde
olabilmekte,
çünkü
kişinin,
karşısındakinin kendisinden davranışsal beklentileri olduğunu düşünmesi gibi, kişi de
karşısındakinden belirli bir biçimde davranmasını beklemektedir.
Buna karşın, genel anlamda bakıldığında, stereotipleştirmenin yardımcı
olmaktan çok daha fazla ölçüde zararlı olabildiği ortaya çıkmaktadır. Çoğu kişinin,
çeşitli zamanlarda, bilinçli ya da bilinçsiz olarak diğerleriyle ilgili belirli bir etnik ya da
kültürel geçmiş, meslek ve hatta gelir seviyesine dayalı olarak sabit izlenimler
oluşturduğu görülmektedir.
Algısal yeteneği geliştirebilmek için, kişiler arasındaki benzerlikler kadar
farklılıkların da bilincine varmak üzere odaklanılması gerekmektedir. “İletişim bilimci
Irwing J. Lee’nin de belirttiği gibi, kişiler arasında ne kadar fazla ölçüde ayırım
yapabilirsek, kişilere karşı o ölçüde daha az ayırımcı olabilmemiz mümkündür”229.
Bu bağlamda, iletişimsizliğin yaşanmasına neden olan kıvılcımlardan birini
oluşturan stereotipleştirme; kişileri, görünür kimlikleri, yani toplumsal ilişki içindeki
kişilikleriyle algılama ve bir anlamda da, önyargılı algılama süreci içinde değerlendirme
olarak ortaya konmaktadır. Stereotipleştirmenin, iki ayrı biçimde olduğu görülmektedir.
‘Toplumsal stereotipleştirme’, kişinin, toplumca ortak olarak nitelenen bazı
özellikleri kullanarak, bireyleri belirli toplumsal kategoriler içinde sınıflandırması
olarak değerlendirilmektedir. ‘Çingeneler hırsızdır’ yargısı, her çingene için gerçek
olmasa bile, toplumca benimsenen bir önyargı olması nedeniyle pek çok kişi tarafından
kullanılan toplumsal bir stereotipleştirmedir. Burada söz konusu olan toplumsal
normlar, çingene toplumunda geçerli olan normlar değil, böyle bir önyargıyla hareket
eden kişinin kendi toplumu açısından geçerli olan normlardır. Toplum içinde
biçimlenen bu tür bir önyargı, kişinin çingenelere olumsuz bir özellik atfetmesine yol
açmakta ve bütün çingeneleri bu doğrultuda değerlendirmesinin bir başka deyişle
stereotipleştirmesinin nedenini oluşturmaktadır.
Stereotipleştirmenin bir diğer biçimini oluşturan kişisel stereotipleştirme ise,
kişinin, görece öznel yargılarıyla, gözlediği ya da içinde bulunduğu ilişkilerdeki
229
John S. Caputo, Harry C. Hazel, Colleen Mcmahon, a.g.e., s.64.
199
bireyleri değerlendirmesidir. ‘Düzensiz kişilerden hoşlanmam’ yargısı, toplumsal bir
anlamı olmasa da, kişinin kendi yaşantısındaki bazı deneyimlerin sonucunda oluşmuş
bir stereotipleştirmedir. Bu yargılama türü, toplumsal kategoriler içinde değerlendirme
yapılmamasına rağmen, toplumsal stereotipleştirme süreci kadar etkili olabilmektedir;
ayrıca tümüyle bireysel bir yargı olsa da, zamanla toplumsal önyargılarla birleşerek,
genel stereotipleştirme içinde yargı oluşturucu bir işleve bürünebilmektedir.
Stereotipleştirmenin, bu iki ayrı biçiminin gündelik yaşamda birbiri içine
geçerek, kişisel önyargılarla toplumsal olarak verilmiş önyargıların stereotipleştirme
süreci içinde ortaklaşa bir işlev gördüğü gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Başkalarının bu
tür önyargılarla değerlendirilmesi, sonuçta iletişimsizliğin yaşanmasını kaçınılmaz
kılmaktadır.
Stereotipleştirme Sürecinin Niteliği
Stereotipleştirme, önyargılı değerlendirme yoluyla kişileri belirli bazı kümeler
içine yerleştirerek görmektedir. Algılama sürecinde çoğu kez toplumsal olarak
oluşturulan normların süzgeci içinde belirlenen bir işlemdir. Genellikle toplumsal
açıdan olumsuz değerlendirmeleri içermektedir. Sosyal psikoloji kavramı olarak da,
bireysel değerlendirmenin ve toplumsal ilişkilerin zenginliği ve çeşitliliği yerine, tek
yanlılığını, ben merkezciliğini ve zayıflığını belirten bir nitelemedir.
Toplumsal stereotipleştirmenin dış gruplara yansıtılmış biçimlerinin, ırkçılığa
kadar varan boyutlara sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Toplumsal stereotipleştirme,
toplumca sağlanan normlarla bireyi, kendi ulusu, ırkı, topluluğu dışındaki kişileri ortak
özellikleri içinde algılamaya, çoğu kez tek yanlı bir algılama süreciyle diğer bireyleri
toplu olarak değerlendirmeye zorlamaktadır. Dışa yansıtılmış stereotipleştirme, bazen
topluluğun varlığını sürdürebilmesinin zorunlu bir koşulu da olsa, uluslararası
politikanın ve savaş ortamlarının destekleyici bir psikolojik öğesi haline gelmektedir.
Aynı durum toplum içindeki farklı gruplara da uygulanabilmektedir; burada da, farklı
olduğu vurgulanan ‘öteki’ topluluklara yöneltilmiş tek yanlı ve önyargılı tutumlar söz
konusudur.
Bu tür bir stereotipleştirmenin yararlı ve işlevsel olduğu da söylenebilmektedir;
çünkü toplumsal farklılıkları giderebilmenin yolu, önce onların farkına varabilmekten
geçmektedir. Fakat genellikle görüldüğü gibi, stereotipleştirmenin tek yanlı, önyargılı
200
ve giderek düşmanca biçimlere bürünmesi, toplumsal güveni ve ortak yaşamı çoğu kez
tehdit eder nitelikte yapay ve kışkırtılmış duyguların ve tutumların oluşmasına ve
toplumları bölmeye kadar varabilmektedir.
Stereotipleştirmenin yaygın bir psikolojik olgu olarak görülmesinde, kişileri ve
olguları tanımak, onları çok yanlı bakış açılarıyla, yani farklılaşma düzeyi yüksek fakat
soyutlanma düzeyi düşük bir bilişsel örgütlenme içinde değerlendirmek ve kendi
özgünlükleri içinde algılamaya çalışmak, zihinsel olarak yorucu ve zaman alıcı
olduğundan, bireylerin ilişkilerinde daha kolay olan yolu tercih ettikleri, buna bağlı
olarak kendilerinden önce oluşturulmuş ve bir parça da gerçeklik taşıyan yargılara
kolayca kapılabildikleri ortaya çıkmaktadır.
Bu psikolojik tembelliğin, içinde yaşanılan toplumsal yapıyla da sıkı bir ilişkisi
bulunmaktadır. Genellikle uymacı davranış özelliklerine sahip olarak toplumsallaşan
kişiler, bu uymacı davranışları aracılığıyla zihinsel tembelliğe alışmakta ve sonuçta
uymacı davranışla stereotipleştirmenin birbirini var eden ve pekiştiren süreçler olarak
çalışmaya başladığı görülmektedir. Çünkü, uymacı ilişkilerde bulunabilmek, bir ölçüde
toplumsal normları tek gerçek olarak algılamakla eş anlamlıdır. Tektipleştirme, bu
sürecin bir uç noktası olarak toplumsal normların oluşturulmasına yardım etmekte ve
zamanla bu normları, uymacı davranışlar doğrultusunda pekiştirmektedir.
Kişilerin önyargılı biçimde değerlendirildiği stereotipleştirme, çoğu kez
değerlendirme yapan kişinin toplumsal konumuna göre belirlenmektedir. Bununla
birlikte, bu kategoriler, ister istemez toplumsal normlar biçiminde oluşmaktadır. Burada
da kişinin kendisi, bir referans noktası olarak değerlendirmenin merkezini ve
kategorinin değer yargısını oluşturmaktadır.
İletişim sürecinde diğerleri, kişinin kendi referans çerçevesiyle algılanmaktadır.
Bu bağlamda stereotipleştirmenin de, bu referans çerçevesinin paralelinde kişinin kendi
açısından bir değerlendirme olduğu ifade edilmektedir. Zira kişisel stereotipleştirmede
çoğu kez başvurulan ayırımlar, biraz da kişinin kendini nasıl gördüğüne bağlı
olmaktadır. Bazı kişilerin soğuk, bazılarının ise sıcak olarak değerlendirildiği çok genel
iki kişilik özelliği üzerine odaklanıldığında, bu genel niteliklerin, stereotipleştirme
süreci içinde bir anlam kazandıkları görülmektedir. Gönderme yapılan kişinin diğer
kişinin kişilik tipine uygun olması durumunda, onu genellikle toplumsal olarak daha
201
olumlu bir anlama sahip olan ‘sıcak’ sıfatıyla değerlendirmektedir. Tersi durumlardaki
kişiler ise, gerçekte ne olurlarsa olsunlar o kişi için ‘soğuktur’.
Kişileri değerlendirmenin üç boyutundan söz edilmektedir. Bu boyutlar, genel
olarak tüm değerlendirmelerimize kaynak olurken, stereotipleştirme sürecinin de temel
boyutlarını oluşturmaktadır230.
- Değerlendirme Boyutu: ‘iyi’, ‘kötü’, ‘olumlu’, ‘olumsuz’, ‘yararlı’, ‘zararlı’ gibi
sıfatlarla yapılan değerlendirmelerdir.
- Güçlülük Boyutu: ‘zayıf’, ‘güçlü’, ‘dirençli’, ‘dirençsiz’ gibi nitelemelerle yapılan
değerlendirmeleri içermektedir.
- Etkinlik Boyutu: ‘çalışkan’, ‘işe yaramaz’, ‘etkin’, ‘pasif’, ‘geçerli’, ‘geçersiz’ gibi
sıfatlara başvurularak yapılan değerlendirmeleri kapsamaktadır.
Bu üç boyutun, hem değerlendiren, hem de değerlendirilen kişilerin konumlarını
içerdiği; kişilerin temel özellikleri açısından atfedilen özellikleri vurguladığı ifade
edilmektedir. Başka bir anlatımla kişiler, kendi özelliklerinden çıkarsayarak, diğerlerini
yine kendi konumlarına göre algılamaktadır. Bunun sonunda da, stereotipleştirmeye
varsın varmasın belirli bir değerlendirme süreci başlamakta ve bu süreç genel
çizgileriyle ‘izlenim oluşturma’ olarak açıklanmaktadır. İzlenim oluşturmanın,
stereotipleştirmenin temelini oluşturduğu söylenebilmektedir. “İzlenim oluşturmanın üç
değişik biçiminden söz etmek mümkündür: stereotipleştirme, özellik atfetme
(attribution) ve dilsiz bilgilenme (nonverbal information)”231. Bu üç değişik biçim,
birbirleriyle ilişkili bir bütün olarak işleseler de bazen tek tek ve ayrı ayrı
oluşabilmektedir. Özellik atfetme ve dilsiz bilgilenmenin izlenimleri nasıl oluşturduğu
şöyle ortaya konmaktadır:
2.2.2.5.3. Özellik Atfetme
Özellik atfetme, karşımızdaki bireyin görünen bazı özelliklerinden ya da belli
özellikleri içeren bir durum içindeki davranışlarından algılama yoluyla çıkarsanan
bilgiler aracılığıyla atfedilen özelliklere denmektedir. Özellik atfetme genellikle,
değerlendirmeyi yapan bireyin bilişsel yapısı içinde birbirleriyle bağıntılı olan
nitelemelerin art arda gelmesiyle gerçekleşmektedir. Örneğin bir kişi, ‘tembel’ sıfatını
230
231
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.195.
A.g.e., s. 196.
202
aynı zamanda ‘zeki olmama’ gibi bir başka özellikle birleştirmişse, ders çalışmayan
herkesi ‘zeka düzeyi düşük’ olarak değerlendirmektedir. İzlenimler de birbirlerine
anlamlı olarak bağıntılandırılmış olan bu nitelendirmelerle oluşmaktadır. Kişinin
çağrışım yoluyla o anda zihnine gelen birbirine bağlı özelliklerle değerlendirme
yapması ‘özellik atfetme’ olarak ifade edilmektedir.
Kişilerarası algılamanın önemli bir bölümü olan özellik atfetme, değerlendirme
yapan kişinin daha önceki değer yargılarına, kişileri değerlendirme biçimine ve söz
konusu olaya ilişkin bütün özellikleri birbirine bağlayan bilişsel süreçlerle de ilintilidir.
Kişinin bilişsel yapısına bağlı olarak, değerlendirilen kişilere yaptıkları eylemin amacını
ve neler yapabileceklerini soran ön bilgilerle işlemeye başlamaktadır. Birinci soru
karşıdaki kişinin niyetini, ikinci soru da onun kapasitesini algılamaya dayanmaktadır.
Bu iki ön bilgi de, kişiler arasında oluşan etkileşimin bir türevidir. Kişilerarası
algılamanın bu iki boyutunun, ancak etkileşim sürecinde, yani yaşanan anın
değerlendirilmesinde ortaya çıkabileceği; bu nedenle de izlenim oluşumuyla ilgili
olduğu ifade edilmektedir.
İzlenim oluşturmanın algılamayla diğer bir ilişkisi de, algılamanın genel
yapısıyla biçimlenmiş olmasına rağmen, içinde yaşanılan anlık duruma ve kişilerin
etkileşim yapısına dayanmasıdır. Kişilerin özgül nitelikleri, kişilerarası algının
toplumsal yönünü oluşturmaktadır. İzlenim oluşturmanın temel olarak üç işleme tarzı
vardır.
Bu işleyiş tarzlarından birincisi Heider'ın ‘tutarlılık’ kavramıyla bağıntılıdır.
Heider, kişilerarası etkileşimin algısal yönlerini, tutarlılığa varma eylemi olarak
görmektedir. Buna göre kişi, izlenim edindiği diğer kişiye ya da olaya karşı bu
izlenimleriyle önyargılı olarak yaklaşmaktadır. Algılama sonucu belirli bir izlenim bir
kez oluştuktan sonra, o kişi hakkında bu izlenime ters düşebilecek yeni bilgileri kabul
edebilmek güçtür. İşte bu nedenle kişilerarası algılama, çoğu kez, daha önceden
edinilmiş bilgilerle çarpıtılmış olarak izlenim biçimlerine dönüştürülmektedir. Bu
çarpıtma ise, tek yanlı algılamayı ve stereotipleştirmeyi yaratmaktadır. “Heider'a göre,
bu durumda yeni ve çelişkili bilgiler edinen kişi ya yeni bilgileri eski izlenimleriyle
çarpıtılmış olarak algılayacak, ya da bilgilenme kaynağının gücüne ve niteliğine göre,
izlenimlerinde tutarlılığa varana kadar bir ‘bilişsel yeniden örgütlenme’ sürecine
203
girecektir. Bu yüzden ilk izlenimler, genellikle, algılanan kişinin statüsü ve rolü
açısından ‘tutarlı özellikleri atfetme’ (consistent attributes) süreci olmaktadır”232.
İzlenim oluşturmanın ikinci tarzı, dengeleme işleyişidir. Bu süreçte kişi, diğer
kişiden edindiği artı ve eksi özellikleri izlenim örüntüsünde bilişsel bir elemeye tabi
tutmakta ve bir tür denklem çözümü yaparak farklı değerdeki bu özellikleri bir dengeye
oturtmaktadır. Bilişsel denge kuramlarında dengeleme, bir kişiyi yeni ve eski
özellikleriyle olumlu olumsuz boyutunda değerlendirmek demektir. Örmeğin Ali,
arkadaşı Uğur’u çalışkan olarak bilmektedir; genel izlenim örüntüsü, Uğur'u hep
çalışkanlık boyutuyla değerlendirmektedir. Bir gün, hem de sınav öncesi Uğur'u kız
arkadaşıyla sinemaya giderken görmesi, bu izlenim örüntüsüne yeni bir değer (bilgi)
katmaktadır. Bu bilginin Ali’nin zihnindeki değeri eğer olumlu (artı) ise, Uğur'un
davranışı dengeleme yoluyla bu olumlu izlenimi sürdürecektir. Fakat Ali kız
arkadaşlarıyla samimi ilişkiler içine girememiş ve bu yüzden de kız-erkek ilişkilerine
olumsuz yaklaşan biriyse, genel izlenim örüntüsünde olumsuz (eksi) bir değere sahip
olması nedeniyle Uğur'un bu yeni davranışının dengelenmesi, Ali’nin bilişinde olumsuz
bir etki kazanacaktır.
Üçüncü bir izlenim oluşturma tarzı da, olgusal nedensellik (phenomenal
causality) olarak kavramlaştırılmaktadır. Bu tarzda bilişsel dengeleme ve tutarlılığa
varma süreçleri, durumsallık içinde incelenmektedir. Heider'a göre dengeli, dengesiz ve
dengedışı (non-balance) olarak belirtilen üç tür bilişsel durum söz konusudur. Bu üç
bilişsel durum, bir kişinin diğer kişileri algılama ve değerlendirme süreçlerinde anahtar
rolü oynamaktadır233. Denge-dışılık durumunda, eğer bir kişi diğerini sevmiyorsa onun
eylemleriyle de dolaysız olarak ilgilenmiyor demektir; buna nötr durum da denilebilir.
Buna göre herhangi bir etkileşim sürecinde birbirini sevmeyen iki kişi, olayın yalnızca
olgusal biçimiyle etkilenmekte ve izlenimlerini, kişilerin özelliklerinden çok, içinde
yaşanan anın koşullarının niteliğinden çıkarsamaktadır. Örneğin, Ali ile Uğur
birbirleriyle hiç ilgilenmemişlerse, bir arkadaş toplantısında buluştuklarında o anın
koşullarıyla birbirleri hakkında izlenim oluşturacaklardır. Eğer bir tartışma sırasında
Uğur birdenbire Ali’yi desteklemeye başlamışsa, önceden varolan denge-dışı durum
232
233
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.197.
A.g.e., s. 197.
204
yavaş yavaş olumlu bir dengeye varmakta, ancak bunun tersi de söz konusu
olabilmektedir.
Daha başka durumlarda, kişilerarası algılama ve izlenim oluşturma, genellikle
olayın
özgül
biçimlerinden
değil,
kişilerin
çıkarsanan
özelliklerinden
kaynaklanmaktadır. Birçok kimse durumsal özelliklere gerektiği kadar önem
vermemekte, durumları ve kişilerarası etkileşimi kişilere atfettikleri özellikler
aracılığıyla değerlendirmektedir.
2.2.2.5.4. Dilsiz Bilgilenme Ve Halô Etkisi
İzlenim oluşturmanın özellik atfetme dışındaki bir başka yolu da, dilsiz
bilgilenmedir. Dilsiz bilgilenme, kişinin gördüğü özellikleri bilişinde belirli bir düzene
sokarak değerlendirmesidir. Dilsiz bilgilenme, dış özelliklerden önemli ölçüde
etkilenmektedir. “Secord ve Backman'a göre, dilsiz bilgilenmenin iki biçimi vardır:
Yapısal (structural) ve etkisel (effective). Yapısal bilgilenme, yüz ifadeleri, giyimkuşam ve beden yapısıyla ilgili izlenimlerin, içinde yaşanılan durumun özgül
koşullarıyla
birleştirilmesinden
ve
belirli
bir
değerlendirmeye
varılmasından
oluşmaktadır. Etkisel bilgilenme ise, jest, mimik, beden hareketi ya da bedene yansıyan
psikolojik durumlar (sözgelimi gerilimli ya da rahat olma hali) gibi etkenlerden
oluşmaktadır. Bu özellikler, bilişteki diğer ön algılar yoluyla yeniden düzenlenmekte ve
böylece izlenim oluşmaya başlamaktadır”234.
İzlenim oluşmasının bu dışsal biçimi, ilk izlenim oluşmalarında önemli bir rol
oynamaktadır. Bir kişiyi ilk kez gördüğümüzde edindiğimiz bu anlık izlenim, o kişiyi
değerlendirmemizde daha sonraki yargılarımızın temelini oluşturmaktadır; bu halô
etkisi olarak ifade edilmektedir.
Halo etkisi, yargılama ve karar verme sürecini kolaylaştırma gereksiniminin
sonucudur. Halo etkisini açıklamak için, ilk izlenimin olumlu ya da olumsuz olması
önemli değildir. Bu, ilk izlenimin sadece baskın olan tek izlenim olduğu anlamına
gelmektedir. Bu algısal yanılgı, belirli bir nitelik ya da kişisel özellik, kişinin tüm diğer
izlenimlerini derinden etkilediğinde ortaya çıkmaktadır.
“Swann’a göre, kişiler genellikle diğerlerinin kişisel özellikleri hakkında tahmin
yürütmede zayıftırlar. Araştırma sonuçları, diğer kişilerin durumdan duruma
234
Galip İsen, Veysel Batmaz, a.g.e., s.198.
205
davranışlarında tutarlı olduklarını, kendi ilk izlenimleriyle çelişen kanıtları yanlış
algıladıkları ya da görmezlikten geldiklerini ve insan davranışları üzerinde çeşitli
durumların etkilerini görmezlikten gelmeye eğilimli oldukları sonucunu ortaya
koymaktadır”235.
Herkes karşısındaki kişinin davranışını gözlemlemekte ve diğer kişinin
kişiliğiyle ilgili özellikleri hakkında sonuçlar çıkarmaktadır. Kişiler, kişisel özellikler ve
çeşitli durumların etkileriyle ilgili sahip oldukları bilgileri, diğerlerinin nasıl
davranacağını tahmin etmekte kullanmaktadır.
Bunun yanında ne kadar işlevsel olursa olsun, bu etkinin kişiyi önyargılı bir
konuma itebilmesinin her zaman için söz konusu olduğu görülmektedir. İlk izlenim ne
kadar önemli ipuçları verirse versin, kişileri bu tür kalıplar içinde değerlendirmekten
ötürü bazı yanlışlara düşmek kaçınılmaz olmaktadır. Fakat bilişin kendiliğinden bir
eylemi olarak halô etkisi, yine de kişilerarası algılamanın önemli bir tarzı olmaktadır.
2.2.2.6. Anlama Sürecini Olumsuz Etkileyen Nedenler
İnsanları anlamanın söze döktükleri kelimelerin ötesine geçebilmek ve satır
aralarını yorumlamak olarak değerlendirildiği görülmektedir236. İletişim sürecinin
dinlemeden sonraki aşamasını oluşturan anlama, konuşulan konuyla ilgili farklı
düşüncelerin her birinin oturdukları mantıkların kendi içlerinde tutarlı oldukları
varsayımını ve düşüncelerin birbirlerinden farklılıklarını temel almaktadır.
Kişinin
kendisini
anlamadan,
karşısındaki
kişinin
kendisini
nasıl
değerlendirebileceğini bilmeden başkalarını anlayabilmesi olası değildir237. Bu noktada
öncelikle kişinin kendini tanıması, içsel iletişiminin sağlıklı olmasının başkalarının
dünyalarını anlamlandırmada son derece önemli olduğu görülmektedir.
İletişim iki yönlü bir caddedir ve her zaman yanlış anlaşılma ya da yanlış
yorumlama riski vardır238. Buna bağlı olarak iletişim sürecinde anlamayı engelleyen
çeşitli nedenler söz konusu olmaktadır. Bunları şöyle ifade etmek mümkündür:
235
John S. Caputo, Harry C. Hazel, Colleen Mcmahon, a.g.e., s.64.
Mel Silberman, Freda Hansburg, İnsan Sarrafı/Toplumsal Zeka Düzeyinizi Geliştirme, Çev: Pelin
Ozaner, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s.3.
237
İlkay Kasatura, Kişilik ve Özgüven, Evrim Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 1998, s.246.
238
David J. Lieberman, Anında Analiz, Türkçesi: Göker Talay, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2004,
s.271.
236
206
2.2.2.6.1. Açı Sadakati Ve Ben Bilirimcilik
Karşıdaki kişiyi anlamayı olumsuz etkileyen, dolayısıyla iletişimsizliğe neden
olan açı sadakatinde, kişinin kendi gerçeğini, tek gerçeklik olarak algıladığı
görülmektedir. Kişinin düşünceleri, önyargıları, egoları, korkuları, arzuları ve başka
duygularıyla birlikte; gerçekliği nasıl algıladığının bir aynasıdır.
Açı sadakati ve ben bilirimcilik, “kişinin tümüyle kendi iç iletilerinin mantıksal
döngüsü içinde kalması ve bu döngüyü bir kale gibi savunması”239 olarak
değerlendirilmektedir. Kendi bakış açılarına son derece sadık olan bu kişiler,
anlamaktan çok görüşlerinin diğerlerince anlaşılması ve kabul edilmesi için çaba
harcamaktadır.
İnsanların düşüncelerini değiştirmeye çalışmak, bir meseleyi çözmenin en güç
yollarından biri olarak değerlendirilmektedir. Diğerleri, o kişinin düşüncesini kabul
etmek için kendi düşüncelerini bir tarafa bırakmak zorundadırlar. Bu, insanların,
genelde yaptıklarının tersidir. Çoğunlukla, kişilerin, yanıldıklarını itiraf etmektense,
gerçekleri kendi önyargılarını doğrulayacak şekilde yorumlamayı tercih ettikleri
görülmektedir240.
Kişinin meseleyi çözmenin, olayları başkalarının kişinin kendi açısından
görmeleri gerektiği inancını taşıması, insanların görüş ayrılıkları karşısında nasıl
davrandıklarını açıklamaktadır. Herkes, kendisinin haklı olduğuna inanmakta; ardından,
karşısındakini pes ettirmeyi düşünerek, kendi bakış açısını dayatıp, meselenin kendi
istediği şekilde çözülmesi için uğraşmaktadır. İnsanların, ne olursa olsun, kendi
mantıklarının doğru olduğunu düşündükleri söylenebilmektedir.
Kişi konuşma sırasında kendisini haklı olmanın ve kazanmanın cazibesine
kaptırmakta, bu noktadan sonra onun için, haklı olmak, karşısındakinin ne
hissettiğinden çok daha önemli hale gelmektedir. Bu durumda kazanmanın, haklı
olmanın, artık ilişkinin niteliğinden çok daha fazla önem kazandığı gözlenmektedir.
Öyle ki, artık konuşmanın niteliği ve kişinin karşısındakinden bir şeyler öğrenebilme
şansının bile önemini yitirdiği, karşılaşılan durumun, kişilere, birbirlerinden bir şeyler
öğrenip, birbirlerine zevk ve değer verebilme, ilişkilerini derinleştirme şansı tanırken,
239
Kadir Özer, İletişimsizlik Becerisi, Sistem Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2001, s.100.
David Stiebel, Konuştukça Batıyoruz, Çev: Deniz Akkuş, Beyaz Balina Yayınları, 2. Baskı, İstanbul,
2001, s.47.
240
207
birdenbire bir yarış ve çatışmaya dönüştüğü ortaya çıkmaktadır.
İsrailli felsefeci Martin Buber, bu konuya farklı bir görüşle yaklaşmaktadır.
“Buber'e göre bizler, medeni dünyalarımızda öylesine organize olmuşuzdur ki,
ilişkilerimizde ‘Ben-O’ ilişkisini yaratarak birbirimize birer nesneymişiz gibi
davranırız”241.
Günlük yaşamda da bu doğrultuda kişilerin birbirlerine bazen, hatta, çoğu zaman
nesnelere davrandığı gibi davrandığı ve böylece çeşitli sosyal ortamlarda iletişimsizliğin
yoğun olarak yaşandığı görülmektedir. Diğerlerinin duygularını ve düşüncelerini
kontrol etme ve yargılamaya çalışmaktan vazgeçmenin, onların doğrularını görüp
kabullenmeyi öğrenmenin sevgi ve huzur dolu bir dünyaya kavuşabilmek için çok
önemli bir adım olduğu vurgulanmaktadır
Tüm bunların ışığında kendi bakış açılarına son derece sadık olan kişilerin
karşılarındakilere şu tür geribildirimlerde bulundukları söylenebilmektedir:
Mantığa Bürünme
Kişinin karşısındakini dinledikten sonra mantığa bürünerek geribildirimde bulunması,
karşısındakinin hatalarını ortaya koymakta, davranışlarına belli sınırlamalar getirerek
olması ya da olmaması gerekenleri vurgulamaktadır. Aktarılan böyle bir mesaj,
karşıdaki kişide savunucu tutumların harekete geçmesine, kişinin yetersizlik duyguları
yaşamasına neden olmaktadır. Buna bağlı olarak etkili dinlemenin gerçekleşmediği ve
iletişimde kopuklukların yaşandığı görülmektedir.
Ahlak Dersi Verme
Söylenenler karşısında ahlak dersi içeren yanıtlar oluşturulması sonucunda
iletişim süreci, doğruların ve yanlışların karşı karşıya geldiği, son derece derin
tartışmaların yaşandığı bir iletişimsizlik ortamına dönüşebilmektedir. Bu durum, kişide
yine kendi bakış açısını savunucu tutumlar yaratmakta, zorunluluk ya da suçluluk
duyguları yaşamasına yol açmaktadır.
Öğüt Verme, Çözüm Önerme
Günlük yaşamda kişilerin yaşadıklarını, duygu ve düşüncelerini aktarma
amaçlarının farklı nedenlerden kaynaklandığı görülmektedir. Kişi, karşı tarafın
kendisini anlamasını beklerken, karşı tarafın anlatılanlara ilişkin getirdiği çözüm
241
Michael Kahn, İletişimin TAO’su, Çev: Hande Gündüz, Okyanus Yayıncılık, İstanbul, 1995, s.17.
208
önerileri ve verdiği öğütler, kişiyi sorun çözme becerisinden yoksun, aciz bir duruma
getirmektedir. Anlaşılma isteği duyan kişinin, birtakım öğütlerle karşı karşıya kaldığı
görülmektedir. Bu durumun da kişide, sorunlar karşısında sıklıkla çözüm isteyen bir
bağımlılık yarattığı ya da kendi bakış açısına bağlanarak direnme oluşturduğu ifade
edilmektedir.
Yargılama, Suçlama, Eleştirme
Colorado Üniversitesi’nden O.J.Harvey, kullanılan dil ile şiddet arasındaki
ilişkiyi araştırırken, dünyadaki bir çok ülkenin edebiyatından rasgele örnekler almış,
insanları sınıflandıran ve yargılayan kelimelerin sıklığını bir çizelgeye dökmüştür.
Bulguları, bu tür kelimelerin kullanım sıklığı ile şiddete başvurma arasında yüksek bir
korelasyon olduğunu göstermektedir. İnsanları ‘iyi’ ya da ‘kötü’ diye ayıran ve
kötülerin cezalandırılmayı hak ettiğine inanan kültürlere oranla, insanların ihtiyaçlarını
ön planda tutan kültürlerde çok daha az şiddet kullanılması şaşırtıcı değildir242.
Dolayısıyla karşıdaki kişiyi yargılayıcı, suçlayıcı ve eleştiren bir nitelik taşıyan
mesajların kısa ve uzun vadede iletişimsizliğin yaşanmasına neden olduğu
belirtilmektedir. “Hiç kimse eleştiriyi sevmez. En iyi sonucu insanları savunmaya
itmesi, en kötüsü de saldırıya sebep olmasıdır243”. Buna bağlı olarak bu tür mesajları
alan kişiler, yetersizlik ve karşı koyma duygularını yoğun bir biçimde yaşamaktadır.
“Yargılama ilişkilerde ve iletişimde en güçlü baltalama mekanizmalarından
biridir”244. Kişi, derhal bir yargıyla mimlenmeden ve etiketlenmeden kendini ifade
edebilme, kılık değiştirmeden kendini gösterebilme isteği taşımaktadır. Ancak çoğu
durumda karşısındaki kişilerin kendisine yönelttiği bir yığın yargıyla karşılaşmaktadır.
Örneğin çocuklar, her yetişkinin başka bir yetişkine doğrudan söylemekten çekineceği
bir yığın yargıyla karşı karşıya kalmaktadır.
Birini dinlerken kişinin verdiği ilk tepki, derhal yapılan içsel bir değerlendirme
olma eğilimindedir: Söyledikleri normal, garip, yanlış, doğru, güzel, adil, vs. Bu şekilde
karşıdakinin fikirlerini ve hareketlerini kendi referanslarına göre sınıflandırmaktadır.
242
Marshall B. Rosenberg, Şiddetsiz İletişim, Çev: Gülden Şen-Mahmut Tuna, Sistem Yayıncılık,
Birinci Basım, İstanbul, 2004, s. 21.
243
Eileen Mulligan, Yaşam Yönetimi/ Hayatınızı 7 Günde Değiştirin, Çev: Fatma Can Akbaş, Kariyer
Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2002, s.121.
244
Jacques Salome, Sylvie Galland, a.g.e., s. 220.
209
Ama başkalarını bu şekilde kuralcı yöntemlerle değerlendirmek ve onlara önyargılarla
yaklaşmak, iletişimsizliğin ağırlığını hissettirmesine neden olmaktadır. Başkalarını
anlamanın kişinin kendi değer yargılarını ve kişisel inançlarını bir kenara koyduğunda
mümkün olabileceği ifade edilmektedir.
Tanı Koyma
Bazı kişilerin iletişim kurdukları diğer kişilere bir anlamda psikologca bir tavırla
yaklaşarak, olayların nedenleriyle ilgili birtakım teşhislerde bulundukları, tanı
koydukları gözlemlenmektedir. Kişinin ifade ettiklerine, karşısındaki tarafından tanı
konulması, kendisine inanılmadığı ya da iletişimsizliği ortaya çıkaran en önemli
nedenlerden
birini
oluşturan
yanlış
anlaşıldığı
duygularını
yaşamasıyla
sonuçlanmaktadır.
2.2.2.6.2. Kişileştirme
İletişim sürecinde anlamayı engelleyen etkenlerden birini oluşturan kişileştirme,
kişinin gelen mesajı anlamlandırma sürecinde kişiliğine yönelik bir anlam arama
çabasını ortaya koymaktadır. Belirli bir konu ya da olayla ilgili farklı bakış açıları ve
farklı görüşler ifade edilmekte, dolayısıyla her şeyden önce bu farklı görüşlerin
anlaşılması esas amacı oluşturmakta, ancak burada kendisine yöneltilen mesajı
kişileştirmek, kişileri, bir kişilik savaşının ortasında bırakmaktadır. Konuşma sırasında
karşıdakinin kişiliğiyle ilgili varılan yargıların yansıtılması, kişinin karşı saldırıya
geçmesine ve karşılıklı kişilik yakıştırmalarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Böylece tartışılan konu bir kenara bırakılmakta, tamamen bir kişilik savaşı
yaşanmaktadır.
Bununla birlikte, iletişim sürecinde kişilerin birbirlerine bilinçli olarak
kişilikleriyle ilgili değerler ilettikleri gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Ancak iletişimsizlik
sorununun yaşanmaması için burada önemli olanın, kişilikle ilgili değerlendirmelerin
göz önüne alınmayıp, gelen mesajın ana noktalarını özümseyebilmek olduğu
görülmektedir. Karşıdaki kişinin, mesajının özünde ne aktarmaya çalıştığı üzerinde
odaklanılması gerekmektedir. Buna bağlı olarak iletişimde bir anlamda kişiliksiz
davranabilmenin önemi belirtilmektedir. Sağlıklı bir iletişim ortamının oluşturulması,
kişilik değerlendirmelerinden arındırılmış, karşılıklı ‘ben’lerin savaş ya da yarış halinde
210
olmadığı, buna karşın farklı bakış açılarının aktarıldığı ve kıyaslandığı bir düzenin
sağlanmasıyla mümkün hale gelmektedir.
2.2.2.6.3. Zihin Okuma
Zihin okuma yansıtma olarak tanımlanan bir süreçtir. Kişinin karşısındakilerin
kendisi gibi hissedecekleri inancıyla düşünerek ya da sezgi ile karşıdaki kişinin bir
hareketini anlamlandırıp düşündüklerine, hissettiklerine ve yapıp yapmayacağı şeylere
dair sonuçlar çıkartmaktır. Başkalarını yeterince dikkatli gözlemleme, dinlemek,
anlamak ve hissetmek yerine, kişinin önyargı ve kendi öğretileriyle yola çıkarak kararlar
alması, sonuçlara ulaşması da irrasyonel bir düşünce biçimini oluşturmakta ve bu durum
da iletişim kopukluklarına neden olmaktadır.
Zihin okuma, sahip olunduğu varsayılan ben değerini, sürekli olarak başkalarının
sözlü ya da sözsüz davranışlarına bakarak tartıp biçmek ve tahmin etmeyi içermektedir.
Zihin okuyucular iyi senaristtirler. Ufacık bir hareketten yola çıkarak, kimin ne
düşündüğünü, ne hissettiğini, ne yapacağını, yapmayacağını kafalarında karara
bağlamaktadır. Bir zihin okuyucu sezgiden, belli belirsiz tahminden, bir iki geçmiş
deneyimden kaynaklanan varsayımlar üzerine koca bir senaryo oluşturabilmektedir245.
Bu konuyla ilgili günlük yaşamda sıklıkla gözlemlenen bir örnek, kafası çeşitli
düşüncelerle dolu birinin, bir ortamda karşılaştığı diğer tanıdığı kişiyi görmemesine
bağlı olarak o kişi tarafından ‘benimle konuşmak istemiyor’ zihin okuması yapılmasıdır.
Eğer, bazı alışkanlıklar ve özellikler konusunda önyargılıysa, herkesin kendisi gibi
düşündüğünü sanmaktadır. Zihin okuyuculuk, bazı yargılara çok çabuk varıp, bunların
başkaları için geçerli olup olmadığını test etmeye gerek duymamaktır.
2.2.2.7. İletişimsizliği Ortaya Çıkaran Gerçekçi Olmayan İrrasyonel Düşünce
Biçimleri
İnsan ilişkilerinin herhangi bir zaman diliminde yaşanan mutluluk düzeyi ya da
gerginlik ve ortaya çıkan sonuçlar rastlantısal olmamaktadır. İlişkilerin sonucunu
belirleyenin, tarafların yapılmış ve yapılmamış davranışları olduğu ifade edilmektedir.
Dolayısıyla bu durum, ilişki sürecinde yer alan her kişinin, o ilişkiden sorumlu
olduğunu göstermekte ve ilişkinin oluşmasındaki etkilerinin önemini vurgulamaktadır.
245
Kadir Özer, “Ben” Değeri Tiryakiliği/Duygusal Gerilimle Baş Edebilme, Sistem Yayıncılık, İkinci
Basım, İstanbul, 2000, s. 57.
211
Günlük yaşamda karşıdaki kişinin böyle konuşmaması gerektiği ya da sözün bu
şekilde söylenmesinin daha doğru olduğuyla ilgili ifadelere sıklıkla rastlanmaktadır.
Aynı durumu anlatmak, aynı duygu ve düşünceleri ortaya koymak için farklı
seçeneklerin bulunduğu görülmektedir. Bu doğrultuda, iletişim kopukluklarının
minimize edilebilmesi, iletişim sürecinde yer alan tarafların, mesajlarını iletmeden önce
düşünce süzgecinden geçirmeleri ve amaca uygun doğru alternatifi seçmeleriyle
mümkün olmaktadır.
Karşıdaki kişinin gerginlik oluşturan girişimlerine, dinleyen kişinin de katılması,
ayrıca daha da büyümesi ve hızlanması için gayret göstermesi ve bunun nedeni olarak
da
karşıdakinin
davranışlarını
göstermesi,
yaşamda
çoğunlukla
gözlemlenen
durumlardır. Dolayısıyla davranışları belirleyenin, kişinin kendisinin değil, başkalarının
olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Davranışlarının sorumluluğunu diğer kişilere
yükleyen birey, aslında kendi yaşamının kontrolünün kendi elinde olmadığı gerçeğini de
ortaya koymuş olmaktadır.
Mutluluğunun ve yaşam kalitesinin kontrolünü kendi dışındaki birilerine
bırakmış olmak, kişinin giderek iletişimsizliğin yoğun yaşandığı bir ortamın içinde
kendisini bulmasına neden olmaktadır. Diğerlerinin yaptıkları ya da yapmadıkları
önemli olsa da, kişinin hangi seçeneği kullanacağı konusundaki son kararın kişiye ait
olması, buna bağlı olarak iletişim sürecinde ortaya çıkan sonuçları etkileyen faktörlerin,
kişinin kendi seçimleri olması önem taşımaktadır.
İletişim sırasında bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde, karşıdaki kişiye şimdinin
ve
geleceğin
nasıl
olmasının
istendiğine
ilişkin
yapılan
seçimlerin
bilgisi
aktarılmaktadır.
Yaşam boyu kişiler farklı seçeneklerin sunulduğu bir dünyada çeşitli
belirsizlikler ve olasılıklarla karşılaşmaktadır. Belirgin bir durum karşısında karar alma,
plan yapma ve gerekli çözümü ortaya koyma süreci oldukça hızlı işlerken, belirsizlik
söz konusu olduğunda çözüm giderek zorlaşmaktadır. Dolayısıyla renklilik ve
farklılıkların egemen olduğu kişilerarası ilişkiler sürecinde, bu farklılıkların sorun
hanesinden silinebilmesi için olasılıklı düşünme alışkanlığının geliştirilmesi, sağlıklı ve
verimli bir iletişim sürecinin yaşanabilmesi için son derece önemlidir.
212
Ayrıca iletişim sürecinde görünenleri bir tarafa bırakarak, görünmeyen
olasılıklara ya da belirsizliklere odaklanmak, iletişim kopukluklarının gündeme
gelmesine zemin hazırlayan belirli düşünce biçimlerini açığa vurmaktadır. Özellikle
meli, malı’lı konuşan, kendi tercihlerini tek doğruymuş gibi sunan ve birtakım
kutuplaşmış düşüncelere ve kalıp yargılara sahip olan kişilerin, en dikkat çekici
özelliklerinin olasılıklı düşünme alışkanlığından yoksun olmaları olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Herhangi bir duygunun temelinde, duyguyla ilişkili olayın değil, kişinin olay
hakkında öğrenmiş ve geliştirmiş olduğu inanç ve yorum kalıplarının ve anlam
yakıştırmalarının yattığı vurgulanmaktadır. Buna bağlı olarak günlük yaşamın öfke,
kaygı ve çöküntü gibi duygularla sürdürüldüğü görülmekte, bunların sorumluluğunun
da, ilişkili oldukları olaylarda değil, bu olaylarla yüz yüze kalındığında zihinde oluşan
yorum ve anlamlarda ve bunların kaynağı olan inançlar sisteminde arandığı ifade
edilmektedir. Kişinin çevresi ve kendisi hakkında geliştirmiş olduğu düşünce, yorum ve
anlam kalıplarının gerçekçilik ölçütü doğrultusunda duyguların da o ölçüde sağlıklı,
daha az yıpratıcı ve yaşamı anlamlı kılmaya yönelik olduğu gözlenmektedir.
Gerçekçilik ise, düşünce, inanç ve yorumların, subjektif görüşlere değil, objektif
olgulara dayandırılması olarak değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda gerçekçi yaklaşım,
"bireyin başkaları ve kendisi hakkında ürettiği bilgilerin ve düşüncelerin beş duyusuyla
yaptığı gözlemlerce desteklenip desteklenmemesi"246 şeklinde tanımlanabilmektedir.
İnsanda gerçekçi düşünme potansiyeli olmasına karşın, gerçekçi olmayan düşünce ve
inanç tarzlarının öğrenilip, kişinin yaşamını duygusal rahatsızlık ve uyumsuzlukla da
doldurulabilmesinin mümkün olduğu ve bu durumun da iletişim sürecinde pek çok
problemi beraberinde getirdiği noktasına odaklanılmaktadır.
“Ben değeri tiryakiliği, bireylerin yaşamlarını sıkıntı, rahatsızlık ve bunalım ile
sürdürmelerine katkısı olan, yaygın ve öğrenilmiş, gerçekçi olmayan bir inanç türü
olarak değerlendirilmektedir”. Kişilerarasında yaşanan iletişim sorunlarının temelinde
ben
değeri
tiryakiliğinin
yattığı
söylenebilmektedir.
Bu
noktada
kişilerin
davranışlarından, özelliklerinden ya da performanslarından (küçük ‘ben’lerinden)
hareketle onlar hakkında toptancı bir değer oluşturulması gerçekçilikten uzak, hemen
246
Kadir Özer, “Ben” Değeri Tiryakiliği/Duygusal Gerilimle Baş Edebilme, a.g.e., s. 46.
213
hemen olanak dışı olarak ifade edilmektedir.
Ben değeri olduğu zaman, bu değer belirli bir ortamda veya zamanda yapılan bir
davranış, sergilenen bir özellik veya performansla belirlenmektedir. Bu doğrultuda
kişilerin sahip olduğu bazı özellikler, onların sahip oldukları bireysel değerin yansıması
olarak değerlendirilmektedir. Yaptıkları şeylere bakarak kişilere bir toptancı değer, bir
başka deyişle onların nasıl bireyler olduklarına ilişkin bir etiket vermeye çalışıldığı
gözlemlenmektedir. Dolayısıyla, yapılan bir şeyin iyiliğinden veya kötülüğünden
hareketle, kişi olarak ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olma değerlendirmesini içermektedir.
İletişimsizlik sürecinin ortaya çıkmasında son derece etkin bir rol oynayan bu
değerlendirmelerin
alışkanlıklarıyla
çeşitli
yansıtıldığı
görünümlerinin
belli
gözlenmektedir.
başlı
Kişilerin
bazı
aksak
düşüncelerinin,
düşünce
onların
duygularını ve davranışlarını yönlendirme etkisine sahip olduğu görüşünden hareketle,
kişilerin sahip oldukları düşünce yapılarının, kuracakları kişilerarası iletişimler üzerinde
de etkili olması kaçınılmaz olmaktadır. Buna bağlı olarak sahip olunan kalıplaşmış
düşünceler, iletişimde sorunlar yaşanmasına sebep olmaktadır.
Aşırı genellemelerde bulunma, olaylara ve insanlara karşı ya hep ya hiç tarzı
yaklaşma, keşkeci düşünme, başkalarının fikirlerini değiştirme gayreti içinde olma,
sahip olduğu kuralların asla değişmeyeceğini düşünme, hiç etkisi olmadığı halde
olaylardan kendisini sorumlu tutma ya da üzerine alınma bu kalıplaşmış düşünceler
arasında yer almaktadır.
2.2.2.7.1. Filtreleme
Filtreleme,
toptancı
benlik
anlayışının
en
dolaysız
ifadesi
olarak
değerlendirilmektedir. Filtrelemede temel aksaklık; belirli bir bütünü, bireyi, olayı, bir
tek öğeye dayalı olarak, diğer öğeleri ya saf dışı ederek ya da onlara seçici bir körlük
geliştirerek
değerlendirmesindedir.
Sözgelimi
eleştirilere
duyarlı bir
çalışana,
patronunun bir gün, genelde yaptığı işten memnun olduğunu, ancak şu an yaptığı işi
biraz daha hızlı tamamlamasını rica ettiği düşünüldüğünde, o kişinin bu yaklaşıma,
patronun kendisini ‘yavaş’ olarak gördüğü anlamını verdiği gözlenmektedir. Çalışan, bu
olayda toptancı bir benlik anlayışına sahip olarak hareket etmekte ve patronun kendisini
yavaş bir personel olarak gördüğünü ve ben değerini yitirdiğini düşünüp kendisini
çökertmektedir.
214
Böylece bu örnekteki kişi patronun, hızlı bir tempoda çalışma isteğini, bireysel
değerini küçültücü bir eylem olarak yorumlayıp filtrelediğinden, patronunun işine
yönelttiği övgüyü, filtreleme içinde göz ardı etmektedir. Çünkü patron çalışanından
şikayet etmemiş, sadece 'işi hızlı yapmasını' istemiştir. Bu şekilde bütünün tek bir
parçasını alıp değerlendirme yapmak bütünü görmeyi engellemekte ve körlük meydana
getirmektedir.
2.2.2.7.2. Aşırı Genelleme
Filtrelemede, bir bütüne bakıp, onun bir veya birkaç öğesine, ayrıntısına veya
parçasına takılarak, o bütün hakkında bir değer biçilmesine karşın, filtrelemenin tam
tersi olan bu düşünce biçiminde, olayın bütünü gözler önünde değilken bile, tek bir
özellik veya öğeden bir bütüne genelleme yapılması söz konusu olmaktadır. Aşırı
genellemede tek bir özellik, bütünün tamamını oluşturmaktadır. Bu kişilerin
konuşmalarında, 'sık sık, her zaman, asla, daima, hiç kimse, herkes, kesinlikle'
kelimelerini yaygın bir biçimde kullandıkları görülmektedir. Aşırı genellemede bir
özellik, performans ya da davranış hakkında verilecek hüküm -bütünün diğer
niteliklerini görmeden- bütün hakkında bir hüküm olarak kabul edilmektedir.
Kişinin bir arkadaşının kendisiyle sinemaya gelmemesi durumunda 'Beni
sevmiyor' diye düşünmesi, aşırı genelleme yapması demektir. Oysa arkadaşı sinemaya
gitmeyi sadece kendi nedenlerine bağlı olarak istememiştir. Aynı şekilde bir kişi tek bir
hata yaptığında ‘o kişi hep hatalı davranır' anlamlarının verilmesi, aşırı genelleme
örnekleridir.
Günlük yaşamda kişilerarası ilişkilerde, aşırı genelleme yoluyla çok sayıda
etiketlemeler yapıldığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. ‘Ayşe’nin yüzüne bakılmaz’,
‘Engin değerli bir insandır’, ‘Uğur işe yaramaz’, ‘Beceriksiz biriyim’ ifadeleri, toptancı
etiketlerdir. Bunları her insan ilişkisinde duymak olasıdır. Kişinin toptancı benlik
anlayışını geliştirmesi durumunda, bu etiketleri hem kendine hem de başkalarına
rahatlıkla uygulayabildiği görülmektedir. Bu inancın mantığına göre, başkalarının
yöneltebilecekleri aşırı genellemelerden kaçınılması gerekmektedir. Çünkü, hata
yapmanın, çevrenin gözünden düşmeye neden olduğu, bir zayıflık işareti olduğu, kişiyi
aptal gibi gösterdiği ve hatanın gizlenmesi gerektiğine inanılmaktadır.
Yine bu anlayış doğrultusunda, başkalarının belirli davranış ve sözlerinden
215
hareketle onlar hakkında aşırı genellemelerde bulunulmaktadır. Bu noktada kişi bencil,
saldırgan veya kaba davranmışsa, onun bencil saldırgan veya kaba olduğuna, birisinin
bir eksiği veya hatası yüzüne vurulduğunda, bunun kişiyi ondan bir basamak yukarıya
çıkarttığına inanılmaktadır. Tüm bunların yanında, iletişimsizlik ortamı yaratan bu
irrasyonel düşünce biçiminin bazı kişilerin, diğerlerinden daha iyi oldukları
etiketlemesini yaptırdığı görülmektedir.
2.2.2.7.3. Etiketleme
Kişilerin toplumdaki ilişkileri incelendiğinde, en sık kullanılan değer
yargılarının başında, herkesin birbiri için kullandığı etiketlerin geldiği görülmektedir.
Bir kişi ile ilgili bilgi istendiğinde veya kişinin kendi hafızasında o kişi hakkında bir
değerlendirme yapmak gerektiğinde, otomatik olarak bu etiketler devreye girmektedir.
Etiketlerin doğruluğu araştırılmamakta, bu değerlendirme ve etiketleme işleminin bir
kez, hayatın bir döneminde, belirli bir zamanda yapılmış olması önemli olmaktadır.
Değerlendirmenin yanlışlığı, asılsızlığı hatta tam tersinin ispat edilmesine karşılık
kolaylıkla değiştirilmesi mümkün olmamaktadır. İşte önyargı, bu bakış açısının bir
diğer adı olarak ifade edilmektedir.
Dünyanın pek çok yerinde yaşanan kaosun, çatışmaların, huzursuzlukların,
iletişimsizliklerin, çözümsüzlüklerin arkasında yatan başlıca nedenlerden birinin
gereksiz, kasıtlı ve olumsuz önyargılar olduğu söylenebilmektedir. Bu konuda ünlü
bilgin Einstein, bir önyargıyı yok etmenin atomu parçalamaktan daha zor olduğunu
belirterek, kişilerarası ilişkilerde önyargıların ortadan kaldırılmasının bir anlamda
imkansızlığı üzerinde odaklanılmaktadır. Önyargılar, kişinin yaşama objektif gözlerle
bakabilmesini engelleyen en önemli etkenlerden biri olarak kabul edilmektedir.
İletişimsizliği gündeme getiren etiketleme, kişinin bir olayda hata yapan birini
ya da kendisini hemen aşırı genellemeden yola çıkarak etiketlemesi olarak
değerlendirilmektedir. Örneğin, matematikte bir problemi çözemeyen bir çocuğa 'Sen
aptalsın, matematiğe kafan çalışmıyor', iki akşam eve geç gelen eşine 'Zaten hep geç
gelirsin' genellemesi ile 'Sorumsuzun birisin' etiketlemesi gibi.
Etiketlemede, yapılanın değeri, kişilik değeri olarak görülmektedir. Ali bey,
başarılı bir konuşma yapmıştır, Ali bey başarılı bir konuşmacıdır. Dar açılıdır, çünkü
gözü, bir bütünün bazı parçalarını filtreler, diğerlerini görmez: Ayşe, beş sınava girmiş
216
ve başarılı olmuştur; sonuncusunda başarısız olmuştur ve bir tek bunu filtreleyip kendini
başarısız ilan etmiştir. Bu örneklerin dışında etiketlemede olguyla inancı ya da sanıyı
karıştıran bir dil ortaya çıkmakta, belirli bir konuda kazanılmış yetenek ya da bilginin
belirli bir zaman kesiti içinde alınan ölçümü, kişiliğin bir ölçümü olarak
kabullenilmektedir.
2.2.2.7.4. Kutuplaşmış Düşünce
İnsan ilişkilerinin, yaşamlarında esnek davranmayı becerebilen kişilerle daha
tutarlı ve işlevsel bir model oluşturduğu görülmektedir. Bu tür kişilerin çevreleriyle
kurdukları iletişimde çok daha uyumlu ve rahat davrandıkları ortaya çıkmaktadır.
Buna karşın iletişimsizliğin temel nedenlerinden birini oluşturan kutuplaşmış
düşüncelere sahip olmada, kişinin kendisini ve diğer kişileri iyi ya da kötü, aptal ya da
akıllı gibi tamamen iki ayrı uçta ve kutupta kabul etmesi söz konusudur. Siyah beyazın
ortasındaki griler yaşamlarında bulunmamaktadır. Kişinin bazı alanlarda iyi, bazılarında
da başarısız olması doğaldır. Kişileri iki ayrı uç arasında değerlendirmeye tabi tutmak,
irrasyonel düşünce biçimi olarak nitelendirilmektedir. Davranış esnekliğinden yoksun
olan böyle bir iletişim, kırıcı diyaloglarla sonuçlanabilmektedir.
Kişilerarası ilişkilerin çeşitlilik ve değişkenlik göstermesinden dolayı, iletişim
sürecindeki olaylarla ilgili değerlendirmelerin farklı farklı olması beklenmektedir.
Bununla birlikte bazı kişilerin, olaylara ‘ya hep, ya hiç’ gibi bir düşünce tarzıyla
yaklaştıkları görülmektedir. Bir işin kendilerinin gösterdiği şekilde yapılması ya da hiç
yapılmaması, diğer kişilerin ya iyi ya da kötü olarak algılanması, kendilerine karşı hiç
hata yapılmaması gibi birtakım katı tutumlara sahip olmak, olaylara geniş açıdan
bakabilmeyi engellemektedir.
Bu düşünce biçiminin kullandığı dilde, insanlar başarılı ve başarısız olarak iki
kutup arasında gidip gelmektedir. Kişinin başarılı davranıp başarılı birisi olarak, bundan
dolayı da başkalarının sevgi ve takdirini kazanmış olması gibi yanılgılı bir inanışa
mahkum edildiyse, bütün çabasının öbür kutup olan ‘başarısız, takdir edilmeyen,
sevilmeyen birisi’ olmamaya yöneldiği gözlenmektedir.
Başarısız davranıp, başarısız biri olduğu yanılgısına kendisini kaptırması
durumunda ise, tüm çabası, başkalarının sevgi ve takdirini elde edeceğine inandığı
‘başarılı, sevilen ve takdir edilen birisi’ olmaya yönelecektir. İşte bu kutuplar arası
217
yolculuğun faturası da kaygıdır247.
Buna paralel olarak, iletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini
sağlayan, olayları farklı açılardan ve olasılıklı düşünme tarzları yerine, bu süreci önemli
ölçüde zarara uğratan kutuplaşmış düşüncelere sahip kişilerle iletişimde sorunlarla
karşılaşıldığı gözlemlenmektedir.
İnsanoğlu doğası gereği, yaşamına belirli bir anlam kazandırma eğilimi
duymaktadır. Diğer kişiler tarafından nasıl algılandığı, kimlerce sevilip sevilmediği,
kimlere güven duyup duyamayacağı, iş yaşamındaki geleceği gibi belirsizlik taşıyan pek
çok konuyla meşgul olmaktadır. Sorulan bu sorulara anlamlı yanıtlar bulabilme çabası
yaşam boyu sürmektedir. Buna bağlı olarak kişilerin, yaşadıkları ilişkilerde belirsizlik
yaratabileceğini düşündükleri seçeneklerden mümkün olduğunca uzak durarak, sahip
oldukları kutuplaşmış düşüncelerle yaşamı biraz daha belirgin hale getirme çabası
içinde oldukları görülmektedir. Böylece yaşama bakış açıları farklılaşarak, yaşamı
zihinlerde resmedildiği şekliyle sürdürme eğilimi ağırlık kazanmaktadır. Zihinlerdeki bu
varsayımsal belirginliği korumak üzere, dünyayı kendi eksenleri etrafında dönmeye
zorlama yanlışına düştükleri görülmektedir.
“Kuşkusuz yaşam, belirsizlikler ve olasılıklar karşısında belirli seçenekler
karşısında kararlar vererek ilerleme becerisidir”248. Bunu tam anlamıyla başarabilmek
için, kişileri dar kalıplara sokacak düşünce biçimlerinden uzak durmak, olayları,
durumları,
ilişkileri
tüm boyutlarıyla
değerlendirip
geniş
açılarla
düşünmek
gerekmektedir.
2.2.2.7.5. Felaket Tellallığı/ Facialaştırma
Ufacık bir delikten, kayığın batacağı anlamını çıkartmak, 'facia'laştırma olarak
ifade edilmektedir. Bu düşünce tarzı, kişiye, benlik değerini her an kaybetme kaygısını
yaşatmaktadır. Facialaştırma ve felaket tellallığı eğiliminde, hayal gücünün sınırlarını
zorlayacak ölçüde, işte bir başarısızlığın, kovulma anlamına gelmesi, hasta olup yatağa
düşmenin, herkese muhtaç olmak olarak değerlendirilmesi gibi pek çok düşünce söz
konusu olmaktadır.
Bu irrasyonel düşünce biçiminde, hatanın, kişiyi başkalarının gözünde kötü bir
247
248
Kadir Özer, Kaygı/ Sınanma Duygusuyla Baş Edebilme, a.g.e., s.86.
Kadir Özer, İletişimsizlik Becerisi, a.g.e., s.76.
218
yere götürme, bir zayıflık işareti olma, ya da aptal yapma gibi felaketlere götüreceğine
çok güçlü bir şekilde inanıldığından, benlik değerini özellikle hatalardan uzak tutarak
koruma isteği bulunmaktadır. Hata yapılabilir ve hayat devam eder esnekliği yoktur.
Hataları yaşam deneyimine çevirmek yerine, karşılaşılan durumların abartılması söz
konusu olmaktadır.
2.2.2.7.6. Kontrol Yanılgısı
Burada çevreyi sürekli kontrol etme yanılgısı vardır. Çevredeki kişilerin
başarısızlığından ve başarısından kişinin kendini sorumlu tutma düşüncesi irrasyonel bir
düşünce biçimidir. Bunun karşıtı olarak diğerlerinin duygu, düşünce ve davranışlarından
da kişinin kendini sorumlu tutması irrasyonel bir davranış olarak ifade edilmektedir.
Kişi çevresindekileri memnun etmek için aşırı yüklenme ve uğraşıya girerek kendi
potansiyellerini ve enerjisini kendine harcamak yerine başkaları için uğraş vermektedir.
Kimin neyi kontrol ettiğine ilişkin düşünceler temelde iki şekilde görülmektedir.
Bu noktada çevrenin kişiyi ya da kişinin çevreyi kontrol ettiği yanılgılarından birinde
ısrar edildiği gözlenmektedir. Hangi kontrol yanılgısı olursa olsun, benlik değerini
koruma çabası içine girilmektedir. Benzer şekilde, başkalarının iltifatlarının ve
beğenilerinin de, benliğe değer kattığına inanılmaktadır. Her şey başkalarının elindedir.
Çevrenin kişiyi kontrol ettiği inanışına göre, başarılı veya başarısız; sevilen ya da
sevilmeyen; iyi ya da kötü; becerikli ya da beceriksiz yapan çevredir ve kişi temelde
çevrenin gücü karşısında acizdir. Kişinin değeri iniyor ya da çıkıyorsa, bunu kontrol
edenin başkaları olduğu düşünülmektedir.
Çevresel kontrol yanılgısının aşırı karşıtı, kişinin kendisine atfettiği kontrol
yanılgısıdır. Buna göre, kişi çevresindeki her şeyden, başkalarının duygularından ve
davranışlarından sorumlu olduğu inancını taşımaktadır. Dolayısıyla herkes muhtaç ve
bağımlı görülmektedir. Çevreyi kontrol ettiği yanılgısıyla yaşayan kişinin kendisini,
arkadaşlarının, ailesinin ve birçok kişinin mutluluğundan, acılarından, zevklerinden,
şikayetlerinden, kaygılarından, yalnızlıklarından sorumlu tuttuğu görülmektedir.
2.2.2.7.7.
Temelde
Tercih
Olan
Davranış
Seçeneklerinin
Düşüncelerde
Yasalaştırılması
Sosyal yaşamda karşı karşıya kalınan çeşitli olaylar, birbirine bağımlı olarak,
başka herhangi bir seçenek olmaksızın ortaya çıkmaktadır. Sözgelimi insanların ne
219
şimdi ne de başka bir zaman oksijensiz yaşamlarını sürdürebilmeleri mümkün değildir,
ya da yere bir nesne atıldığı zaman yerçekiminden dolayı mutlaka düşmektedir.
Dolayısıyla tüm bu ve benzeri olayların başka şekillerde ortaya çıkması ya da farklı
seçeneklerin olması gibi bir durum söz konusu olmamaktadır.
Bununla birlikte günlük yaşamda karşılaşılan olaylar, kişiler tarafından çoğu
durumda bir zorunlulukmuş gibi algılanmakta, bu durum da kişilerarasında
iletişimsizlik sürecinin yaşanmasına neden olmaktadır. Olayların kişilerin kendi bakış
açılarına göre olması gerektiği, bunun dışında diğer seçeneklerin yanlış olduğu gibi
inanışlara paralel olarak, kişiler bir anlamda özel anayasalarını oluşturmakta ve onun
doğrultusunda hareket etmektedirler. Böylece gerçekte tüm renklerin varolduğu bir
dünya, sadece siyah ve beyazlardan oluşan bir görünüme sahip olmaktadır.
Buna bağlı olarak kişilerarası ilişkilerde, temelde pek çok seçeneği bulunan
davranış ya da eğilimler, kişilerin düşünce yapılarında yasalara dönüştürülmektedir. Bu
aksak düşünce tarzının üzerine oturduğu mantığa göre belirsizlik, olasılık, seçeneklilik
yaşamsal bir olgu değildir. Her şey açık bireysel yasalara bağlıdır. Hem kişi, hem de
başkaları için nerede ne yapılması ve yapılmaması gerektiği kuralların denetimindedir.
Kullanılan dilde dikkat etmeli, yapmalı, benimsemeli, yerine getirmeli gibi -meli ve malı’lardan oluşan ifadeler ağırlık kazanmaktadır.
Yorumlarımız, olaylara bakış açılarımız, olaylarla ilgili inanışlarımız, olaylara
verdiğimiz anlamlar, bizim ‘zihinsel bahçemizde’ yer alan önemli olaylardır249.
Dolayısıyla belli bir olayla ilgili farklı bakış açılarının, farklı anlamlandırmaların
olabilirliğinin çoğu durumda göz ardı edildiği ve bunun yerine kişilerarası iletişim
sürecinde seçeneksizlik mantığına, ‘-meli'lere, -malı'lara’, ‘olamazlara’, ‘mümkün
değillere’ kapanıp kalındığı, her şeyin bu sınırlar çerçevesinde değerlendirildiği ortaya
çıkmaktadır. Bireysel tercihleri, başkalarını da bağlaması gereken yasalar olarak
görmenin kişiye kazandırdığı becerinin, öfkelenmek olduğu dile getirilmektedir.
Kişinin duygularını ifade ettiğinde, bir değer yargısıyla veya rasyonel mantıkla
karşılaşması durumunda, söylediklerine kulak verilmediği hissini taşıması söz konusu
olmaktadır. Dolayısıyla ifade edilen çeşitli duygular ‘-malısın’ larla karşılaşmaktadır:
Genel anlamda değerlendirildiğinde kişilerarası ilişkilerde yaşayan, güncel, insanı teşvik
249
Kadir Özer, Üç Psikolojik Soru, a.g.e., s.17.
220
eden ve değişime açık bir diyalog kurmak yerine basmakalıp cevaplar verildiği ortaya
çıkmaktadır.
-Meli -malı 'ların bireye aile ve toplum tarafından öğretildiği ifade edilmektedir.
Bu düşünce yapısında her şeyin kanunlara bağlandığı, kişinin kendisinin ve başkalarının
nasıl olacağının tanımlandığı görülmektedir. Bunlar gerçekleşmediğinde kişi, benlik
saygısını kaybedebilmektedir.
Dürüst olmalıyım, mükemmel olmalıyım (öğrenci, evlat, eş vs.), her şeyi
önceden görebilmeliyim, hata yapmamalıyım, acele etmeliyim, hep mutlu olmalıyım,
kendimi sevdirmeliyim, adil olmalıyım gibi çeşitli ifadelerden oluşan meli malı’larla
davranmanın yaratıcılığı yok ettiği ve diğer kişilerin bireyin meli malı'larına
uymadığında sert tartışmaların çıkabildiği gözlenmektedir.
Bu düşünce mantığında, kişilerarası ilişkilerde bir mahkeme söz konusu olmaktadır.
Kişi kendini, bu mahkemenin hem yargıcı, hem avukatı, hem de savcısı olarak
görmektedir. İnsanların nasıl davranmaları gerektiği konusunda kesin yargılıdır. Bu
düşünce yapısına sahip kişilerin, başkalarının bakış açılarına önem vermedikleri ortaya
çıkmaktadır.
Bu mantıkla yaşayan kişinin kendini, bir adalet olduğu kadar bir doğruluk anıtı
olarak da gördüğü ve kişilerarası ilişkilerde neyin doğru neyin yanlış olduğunu çok iyi
bildiği inancını taşıdığı gözlenmektedir. Diğerlerinin bu doğrulara uymaması
durumunda onlara karşı öfke yaşanmakta, çünkü bu kişiliğe bir saygısızlık olarak
yorumlanmakta veya hiçe sayma anlamında değerlendirilmektedir. Bireysel yasaların
doğruluğunu ve dolayısıyla benlik değerini korumak amacıyla sürekli olarak görüşlerin,
dünya hakkındaki düşüncelerin ve davranışların doğruluğunun ispatı için çaba
harcandığı görülmektedir.
Böyle bir düşünce yapısına sahip olmak, dünyanın nasıl olması gerektiği ile ilgili
belli şablonların olmasını da gerektirmektedir. Kişilerin yaşadıkları ilişkilerde
farklılıkların ve seçeneklerin olduğu gerçeğini göz ardı eden, dünyayı tek renkli görüp
diğer kişilerin de bu renge uygun davranmalarını bekleme gibi bir durum, sonuçta
iletişimsizliğe yol açmaktadır.
221
2.2.2.7.8. Değiştirme Yanılgısı
Bu düşünce biçiminin temelinde, kişi önemli ve mutlu hissetmenin hiçbir şekilde
kendi seçimine bağlı olmadığına inanmakta ve başkalarının onun istekleri
doğrultusunda değişmeleri gerektiği görüşünü benimsemektedir. Çoğu karı koca
ilişkileri değiştirme yanılgısıyla doludur. Öyle ki, birbirlerini değiştirmek için çeşitli
yarışlara ve mücadelelere girişildiği, her iki tarafın, eşinin değişmesiyle her şeyin
düzeleceği yanılgısı içinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Kişi mutlu olmak istiyorsa, en
iyisi başkalarını değiştirip, onun istekleri doğrultusunda yaşamalarını ne pahasına olursa
olsun sağlamalıdır.
Buna karşın aksak bir düşünce sistemi olarak değerlendirilen başkalarının kişinin
kendi
istekleri
doğrultusunda
değişmelerini
istemek,
iletişimsizliğin
temel
nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Herkesin kendi anayasasına göre karşısındakinden
davranış beklemesi, çatışmalar doğurmaktadır. Her kişinin, ilişkide olduğu diğerinin
farklılığını kabul edip, ilişkiyi yapılandırırken orta noktayı bulabilme becerisine sahip
olmayı öğrenebilmesi sağlıklı bir iletişim açısından son derece önemlidir.
Dolayısıyla iletişimsizliği gündeme getiren bu düşünce biçiminde, değiştirmeye
çalışılan kişinin daha da sorunlu hale geldiği, çünkü onu değiştirmeye kalkışmanın, onu
savunma sistemleri içine daha fazla ittiği, davranışını savunma konusunda daha da
kararlı hale getirdiği, kişinin eleştirildiğinde savunmaya geçtiği ve savunmaya
geçtiğinde de davranışı için haklı gerekçeler bulduğu ifade edilmektedir250. Bu durum
kısa sürede iki insanın birbirinden daha da uzaklaşmasına neden olmakta ve aradaki
mesafe büyümektedir.
2.2.2.7.9. Suçlama
Karşısındakini suçlama ve kendini rahatlatma ya da kendini suçlama şeklinde
ortaya çıkan bu aksak düşünce biçiminin kişinin gelişimini engellediği ve kişiyi
etiketlemelere götürdüğü ifade edilmektedir. Bu düşünce tarzında suçlanacak birisinin
olmasını bilmek büyük bir rahatlık vesilesi olarak görülmektedir.
Örneğin U.S. News & World Report'un 16 Aralık 1996 tarihli sayısında çıkan
makalenin başlığında ‘ben iyiyim, ama sen değilsin’ ifadesi yer almaktadır. Makalenin
250
Steve Chandler, Başarılı İlişkiler Kurmanın 50 Yolu, Çev: Günhan Günay, 1. Basım, Rota
Yayınları, İstanbul, 2001, s.51.
222
özünü ‘bu benim hatam değil; başkasının hatası. Başkasının karaktersizliği ya da
ahlaksızlığı, benim değil,’ düşüncesi oluşturmaktadır. Makaleye göre, 'Ben iyiyim, sen
değilsin' sendromunun en çarpıcı tarafı, evrensel oluşudur251. Bu noktada kişilerde
başkalarını suçlama alışkanlığının yaygın olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır.
Bir diğer şekilde de kişi, benliğine olumsuz etiketler yapıştırarak kendini
suçlamaktadır. Konuşurken sesi titriyorsa ‘aptallığına’, bir arkadaşı onu aramıyorsa,
‘itici olmasına’ fatura çıkartarak, toptancı benlik anlayışını daha da pekiştirdiği
görülmektedir.
2.2.2.7.10. Fedakarlık Seferberliği
Değiştirme yanılgısının tersine, fedakarlık seferberliği mantığı ile yaşayan kişi,
başkalarına kendi ‘doğrularını’ kabul ettirerek mutluluğu garantilemek yerine;
başkalarının saptamış olduğu doğrular için, onların istekleri doğrultusunda yaşaması
gerektiğine, ancak eninde sonunda bu seferberliğin ona mutluluk getireceğine
inanmaktadır. Kimseye hayır demeden, büyük bir fedakarlık göstererek yaşamak
demek, başkalarının onayına ve ödülüne aşırı ihtiyaç duymak demektir.
Görünüşte özgeci bir düşünce tarzı olmasına rağmen, burada asıl söz konusu
olan, istenmese de, hiç ‘hayır’ demeden başkalarının mutluluğu ve rahatlığına hizmet
etmenin, sadece bu fedakarlık süreci sonunda değil, fedakarlık yapıldığı sürece de
başkalarının sevgisine neden olacağı inancının taşınmasıdır. Fedakarlıkların çevrenin
gözünde oluşturduğu benlik değeri, nihai bir ödül olarak görülmekte, bu ödül
gelmediğinde öfke, kızgınlık ve hayal kırıklığı duyularak, nankörlükle karşılaştığına
inanan kişide depresyon ve somatik hastalıklar oluşabildiği ifade edilmektedir. Kişinin,
hiç kimsenin değerini anlamadığından yakındığı görülmektedir.
2.2.2.8. Savunucu İletişim
Kişilerin en sıklıkla karşılaştıkları iletişimsizlik nedenlerinden birini oluşturan
anlaşılmamaya yol açan etkenlerden birinin de savunucu iletişim olduğu görülmektedir.
“Olumlu ve güven verici iletişim, sevgi ve duyguların ifade edilmesinden doğmakta,
düşmanca ya da savunucu iletişim ise, nefret (düşmanlık, kin duygularından) ya da
251
Russel W. Gough, Karakteriniz Kaderinizdir, Çev: Gökhan Sezgi, HYB Yayıncılık, Birinci Basım,
Ankara, 2002, s.144.
223
egemen olan davranıştan kaynaklandığı sonucuna varılmaktadır”252. Savunuculuk,
kişinin benlik bilincini koruma gereksiniminden ortaya çıkmaktadır. Yapılan
araştırmalar, savunma özelliği arttıkça, iletişim sürecinde verimin de düştüğü, savunma
azaldıkça mesajın anlamına ve yapısına daha çok dikkat edilebildiğini göstermektedir.
Savunmacılık konusundaki literatürün değerlendirmesini yapan G. H. Stamp, A.
L. Vangelisti ve A. Daly’nin, kavramsal bir savunmacılık modeli geliştirdikleri
görülmektedir. Bu modele göre savunmacılık şu özelliklerle bağlantılı olarak ortaya
çıkmaktadır:253
- kişinin kabul etmeyi reddettiği bir kusurun aslında kişi tarafından algılanıyor oluşu;
- bu kusura duyarlılık;
- saldıranın diğerinde bir kusur olarak algıladığı bir alan ya da konu üzerinde
odaklanması;
- bir başka kişinin başka bir saldırısı.
Araştırma sonuçları bu dört etmenli savunmacılık tanımını doğrulamakta ve her
bir etmenin insanların savunmacılık duygularına önemli, bağımsız bir katkıda
bulunduğunu göstermektedir.
Önceki araştırmaların savunmacı duyguların uyarılmasında iletişimin merkezi
konumunu kabul etmekle birlikte, bu araştırmaların çoğunun savunmacılığa ya içsel bir
psikolojik durum, ya da bir kişi tarafından icra edilen ve diğerinin savunmaya çekilmek
gereğini hissettiği iletişim davranışı olarak yaklaştığı ortaya çıkmaktadır. Bunun
yanında kavramsal savunmacılık modelini geliştiren araştırmacılara göre ise, ortaya
koydukları tanımın savunmacılığın etkileşimsel doğasını yansıtmasına paralel olarak bu
model, konuyla ilgili mevcut literatüre önemli bir katkıda bulunmaktadır.
İletişim sürecinde insanların çeşitli durumlarda reddedilme ve incinme
korkusuyla içinden geçenleri olduğu gibi söyleyemedikleri ortaya çıkmaktadır.
İnsanların çevresinin değerlerini ve beğenilerini dikkate alarak oluşturduğu tutum ve
davranışların tümü sosyal benlik olarak ifade edilmektedir. Sosyal benlik, diğer
insanları düşünerek oluşturulan görünüş, düşünce, davranış ve duyguların bir bileşimi,
bir sentezidir.
252
253
Michael Ruffner, Michael Burgoon, a.g.e., s.206.
Erol Mutlu, a.g.e., ss.249-250.
224
Sosyal benlik bilincinin yanında iç benlik bilincinin de olduğu ve bu bilincin
görünüş, düşünce, davranış ve duyguların kişiye görünümü, onu etkileyiş biçimi olarak
değerlendirildiği görülmekte, bu etki, son derece ona özgü ve onun iç dünyasına ait bir
bireşim oluşturmaktadır. Sosyal benlik bilincinin, insan ilişkilerini kolaylaştırıcı
işlevinin olmasının yanında kişinin yakın ilişki içinde olduğu, yaşamını paylaştığı
bireylerle ilişkilerinde, sosyal benliğin baskın olması duygusal anlamda uzaklıkları
ortaya çıkarabilmektedir.
Savunucu iletişimin temel nedenleri karşılanmamış kişilerarası ihtiyaçlar,
egemenlik ya da düşmanlık boyutlarıyla diğer kişinin algılanması ve kişilerarası
çatışmadır. Bu üç durumun gereğine bakmanın geleneksel yöntemleri diğer kişiye karşı
boyun eğme yada ona uyma, ya da onun üzerinde baskınlık kurma ve onu ezmeye
çalışmadır254.
Kişilikli yaşamanın bir boyutunu oluşturan toplumla uyumlu yaşama sürecinde,
uzlaşabilmek için karşıdakini suçlamak yerine, onun olumlu yönlerini ön plana
çıkarmak büyük önem taşımaktadır. Suçlamanın olduğu yerde, savunma veya karşı
saldırı söz konusu olmaktadır. Çünkü suçlamak, karşı tarafı kışkırtmaktadır255. İnsan
tabiatının en güçlü dürtülerinden biri de kendini savunmaktır. Ortak nokta bulmanın,
karşıdakinin savunma mekanizmasını kırmasına karşın, insanların iletişimde, ortak
yönlerden çok, farklılıklara odaklandıkları, bu durumun da savunuculuğun artmasına
neden olduğu söylenebilmektedir.
Kişilerin birbirinden çekinmesi ve herkes gibi değerlendirmenin söz konusu
olacağını
düşünmeleri
durumunda,
öncelikle
karşılıklı
bir
güven
ortamının
oluşturulması gerekmektedir. Yargılayıcı, denetleyici, üstünlük belirten bir tutum içinde
kesin bir tavırla konuşan kişilere karşı daha savunucu yaklaşıldığı gözlemlenmektedir.
Buna karşın, kişinin karşısındakine kendisini eşit gören bir tutum içinde, soruna yönelik
bir biçimde denemeci bir yaklaşımla anlayış göstererek konuşması, karşısındakinin daha
az savunucu olmasını sağlamaktadır.
254
255
Michael Ruffner, Michael Burgoon, a.g.e., s.206.
Tuncer Elmacıoğlu, Hayatın Bütününde Başarı, Hayat Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul, 2003, s.175.
225
2.2.2.8.1. Savunma ve Uyum Düzenlerinin İletişimdeki Rolü
Savunma düzenlerinin tümünün normal insanların günlük davranışlarında
görüldüğü, ılımlı ve ölçülü biçimde kullanıldıkları sürece, yaşamdan alınan doyumu
zenginleştirdiği ve kişinin uyum sağlamasına yardımcı olduğu ifade edilmektedir.
Bununla birlikte, kişinin sorun çözmede sürekli olarak bu düzenlere başvurması ve
bunlara baskın bir rol vermesi durumunda, kendiyle ve başkalarıyla olan iletişimini
bozan başlıca etkenlerden birini oluşturan kişilik uyumsuzluğunun ortaya çıktığı
görülmektedir.
Savunma düzenleri arasındaki sınırların kesin ve belirli olmadığı, çoğu kez
kişinin sorun yaratan bir durum karşısında gösterdiği tepkinin iki ya da üç farklı
savunma
mekanizmasının özelliğini
taşıyabildiği
gözlenmektedir.(örneğin, yön
değiştiren saldırganlık).
Sağlıklı bir iletişim kurmak, doğru anlamak ve anlatmak açısından kişinin
kendinin ve karşısındakinin kullandığı savunma düzenini bilmesi ve tanıması son derece
önemlidir. Savunma ve uyum düzenleri olarak ifade edilen benlik işlevleri savunma
görevi yaptıkça iletişimi bozmakta, uyum görevi yaptıkça iletişimi kolaylaştırmaktadır.
Buna bağlı olarak iletişim, kaynakla alıcının tüm kişilik yapılarıyla başlatıp sürdürdüğü
bir süreç olarak değerlendirilmektedir.
Dolayısıyla iletişim, “kişiliklerin birbirine yansıtılması, birbirleri içinde çözülüp
anlaşılmasıdır. Bu süreç içinde kaynağın ve alıcının kişiliğini oluşturan katmanlar ayrı
ayrı ve bütün olarak işler yapmaktadır. İletişimin sağlıklı biçimde kurulup
sürdürülmesinde bu katmanlardan gelen iletileri anlamak, tanımak kaynak ve alıcı
açısından önemlidir. Böylece geri iletişim yoluyla iletişimi bozan gürültünün nedeni
bulunmuş, giderilme olanağı yaratılmış olmaktadır”256.
2.2.2.8.2. Kişilerarası İletişimde Savunmacı Tutumu Arttıran Yaklaşım Biçimleri
Gerçek bir savaşta, bize saldırılması yaşamımızı tehdit eder. Böylece biz geri
çekilme, teslim olma ya da karşı saldırı alternatifleri arasında seçim yapabiliriz.
Konuşma sırasında diğer kişiler tarafından bize saldırılmış hissettiğimizde – eleştirilmiş
ya da yargılanmış- , hep o aynı tür yaşamda kalma zihniyetine girer ve otomatik olarak
kendimizi savunuruz. Fakat konuşma savaştan farklıdır. Eleştiriye karşı kendimizi
256
Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, a.g.e., s.131.
226
savunduğumuzda kendimizi haklı göstermekten ziyade, bizi eleştiren kişiye daha fazla
güç veririz257.
Bu noktada pek çoğumuz için, savunucu olmaksızın eleştiriye cevap verme
savunmasızlık, karşıdakine boyun eğmek, kendini yitirmek, kendisi hakkında kötü
hissetmek anlamına gelmektedir. Öte yandan, savunucu tepkiler ortaya koyan kişilerin
sert, kapalı bir yapıya sahip ve kendilerini diğer kişilerden soyutlayıcı olarak
değerlendirildikleri gözlemlenmektedir. Bu durum aynı zamanda, kişinin kendine olan
saygısını da zayıflatıcı bir etkide bulunmaktadır. Dolayısıyla burada kişinin, kazançlı
çıktığı bir seçeneğin olmadığı görülmektedir.
Landfield yaptığı bir araştırmada, bireyin güvenliği ve kendi hakkındaki
beğenisi tehdit edildiği zaman, savunucu davranışın arttığını gözlemlemiştir. Bu tür
tehdit durumları, daha çok bireyin kendisi için önemli olan ve onun davranışlarını
değerlendirebilecek mevkide bulunan kişiler çevresinde olduğu zaman ortaya
çıkmaktadır. İnsanların iki tür tanışığından birini oluşturan tehdit edici olan tanışıklarla
kurulan iletişimde savunuculuğun kendini daha sık gösterdiğini ifade etmektedir258.
Savunmacı tutumun en önemli nedenlerinden birini, kişinin doyurulmamış
kişilerarası ihtiyaçları oluşturmaktadır. Kişinin benlik imajını doyum veren bir biçimde
oluşturabilmek için, başkalarından destekleyici geribildirimler almaya ihtiyacının
olduğu ifade edilmektedir. Bu ihtiyaç karşılanmadığında bir kaygı duygusunun oluştuğu
ve bu duygunun bazen çok kısa sürdüğü ve çözüldüğü görülmektedir. Bununla birlikte,
kaygının çözülemediği durumlarda kişi başkalarıyla birlikte iken savunmacı bir tutum
içine girmektedir. Savunmacı davranış kaygının ve korkunun temsilcisidir. Kendini,
beden duruşu, yüz ifadesi, hareketler ve sözel göstergelerle belli etmektedir. Bu durum
aynı zamanda diğer kişilere de dikkatli olmaları için bir uyarı mesajıdır.
Kimi zaman da kişi kendisini yetersiz ve çaresiz hissettiğinde bilinçdışı
savunmalara başvurmaktadır. Bu savunmalara ne kadar sık başvurursa onlara o kadar
sık ihtiyaç duyduğu gözlenmektedir. Bağımlılık yapan maddelerle ilişkilerde olduğu
gibi kısa zamanda kişinin benlik denetimini ele almakta ve onlarsız yapamayacağını
257
Sharon Ellison, “Responding to Criticism Without Being Defensive”,
http://www.amazon.com/exec/obidos/tg/detail/-/0972002103/myriamagazine, 20,05.2004.
258
Doğan Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, 7. Basım, İstanbul, 1994, s. 152.
227
hissetmektedir. Alışkanlık haline gelen savunmalar, karşılaştığı en ufak stres
durumunda hemen devreye giren davranış kalıpları olarak otomatikleşmektedir259.
İletişimi anlamanın bir yolu, onu bir dil sürecinden çok bir insan süreci olarak
değerlendirmektir. Kişiler duyguları, yaşam deneyimleri, benlik anlayışları, beklentileri
ve toplumdaki konumlarıyla ayrı kişilikleri oluşturmaktadır260. Buna bağlı olarak ne
kadar kişi varsa o kadar anlamlandırma ve algı farklılığının olduğu görülmektedir.
Savunucu davranış, kişinin kendisine yönelik bir tehdidi algıladığı ya da grup
içinde tehditle karşılaştığında ortaya çıkan davranış olarak tanımlanmaktadır. Savunucu
biçimde davranan kişi, konuşmanın genel noktalarına dikkat etmesine karşın, enerjisinin
önemli bir bölümünü kendisini savunmak için ayırmaktadır. Karşıdaki kişiyle
konuşmasının yanında, diğer kişilere karşı nasıl göründüğü, daha uygun nasıl
görünebileceği, maruz kaldığı yargılamalar karşısında nasıl galip gelebileceği, bunlar
üzerinde nasıl baskın olacağı, etkileyeceği ya da bunlardan kaçabileceği, ve/veya
beklenen bir saldırıdan nasıl kaçınabileceği ya da saldırıyı nasıl dindireceği hakkında
düşünmektedir.
Bu tür iç duygular ve dışa yansıyan davranışlar, diğer kişilere karşı benzer
ölçüde savunucu tavırların ortaya çıkmasına yol açmakta ve eğer kontrolsüz olursa,
meydana gelen bu birbirine bağlı tutumlar, giderek zarar verici olmaktadır. Bunların
sonucunda, savunucu davranışın savunucu dinlemeye neden olduğu, bunun da
konuşmayı başlatan kişinin savunma düzeyini arttıran bedensel, yüze ait ve sözlü
işaretlerini ortaya çıkardığı görülmektedir.
Savunuculuğun artması, dinleyicinin mesaja odaklanmasını büyük ölçüde
engellemektedir. Savunucu iletişimde bulunan mesajı gönderen kişi, değişken değerlere,
güdülere ve etkilere sahip mesajlar iletmekte kalmamakta, savunucu dinleyiciler de
aldıkları mesajları çarpıtmaktadır. Kişinin giderek daha fazla savunucu oldukça,
karşıdaki kişinin duygularını, değerlerini ve güdülerini doğru bir biçimde algılayabilme
ve anlamlandırabilme yeteneğinin giderek azaldığı ifade edilmektedir. Yapılan
araştırmalar, savunucu davranıştaki artışın, iletişimde verimliliğin düşmesiyle kesin
olarak karşılıklı bağlantısının bulunduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle, gruplarda
259
260
Cengiz Güleç, İnsana Yolculuk, HYB Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2002, s.110.
Merih Zıllıoğlu, İletişim Nedir?, Cem Yayınevi, 2. Basım, İstanbul, 2003, s.281.
228
savunucu
tutumlar
ortaya
çıktığında,
mesajları
çarpıtılmış
bir
biçimde
anlamlandırmanın daha fazla olduğu ileri sürülmektedir.
Bunun yanında, ifade edilenlerin tersi bir durumun da gerçeği yansıttığı
görülmektedir. Daha destekleyici ve savunuculuğu azaltıcı tutumların, dinleyicinin
kendi kaygıları, güdüleri ve ilgilerinin yansımalarından kaynaklanan anlamların
çarpıtıldığı iletişimi azalttığı noktası üzerinde durulmaktadır. Böylece savunuculuk
azaldıkça, mesajın bilişsel anlamlarına, içeriğine ve yapısına daha iyi odaklanabilmesi
mümkün olmaktadır.
Çeşitli ortamlarda yapılan tartışmaların kayıtlarıyla sekiz yıllık bir süreçte
yapılan çalışmalarda Gibb, altı çift savunucu ve destekleyici kategori geliştirmiştir.
Savunucu kategorideki niteliklerden herhangi birine sahip olmak, iletişim sürecinde
savunuculuğu arttırmakta, buna bağlı olarak iletişimsizliğin yaşanması söz konusu
olmaktadır. Bu tür tepkilerin derecesi, belli bir zamanda gruptaki genel ortama bağlı
olarak ve kişinin savunuculuk düzeyine dayalı olarak meydana gelmektedir261. Bu
nitelikleri şöyle belirtmek mümkündür:
Değerlendirici Davranış
Değerlendirici bir biçimde ortaya çıkan konuşma ya da diğer davranış,
savunuculuğu arttırmaktadır. İfadesi, konuşma tarzı, ses tonu ya da sözel içerikle,
mesajı gönderen kişinin, dinleyici tarafından kendisinin yargılandığı ya da
değerlendirildiği biçiminde algılanması durumunda, dinleyici de hemen savunmaya
geçmektedir.
Kuşkusuz
diğer
faktörler,
böyle
bir
savunucu
tepkiyi
engelleyebilmektedir. Örneğin, eğer dinleyici, konuşan kişinin, kendisini konuşmacıya
eşit
olarak
gördüğünü,
açık
ve
samimi
davrandığını
düşünürse
mesajdaki
değerlendiricilik etkisiz hale gelebilmekte ve hatta algılanmama olasılığının yüksek
olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu aynı ilke, etkili bir biçimde savunma üreten tutumların
diğer beş kategorisine de aynı derecede uygulanmaktadır. Bu altı kategori birbirini
karşılıklı olarak etkilemektedir.
Çünkü kişilerin diğerlerine karşı tutumlarının sıklıkla ve çoğu durumda
kaçınılmaz olarak değerlendirici ve yargılayıcı olduğu ortaya çıkmakta, savunucu
261
Jack Gibb, “Defensive Communication”,
www. geocities.com/toritrust/index.html, 07.09.2004.
229
biçimde davranan kişinin ifadelerini yargılayıcı olmaktan uzak olarak değerlendirmenin
zorluğu gündeme gelmektedir. En basit soru bile, mesajı gönderen kişinin kendi değer
sistemine uyan yanıtı beklediği ya da onları içeren yanıtı genellikle ifade etmektedir.
Dinleyen tarafından eleştiri ya da yargılama olarak algılanan değerlendirmeler
savunma davranışına yol açabilmektedir. Örneğin, kişinin herhangi bir sorunu dile
getirirken açık ya da kapalı olarak genellikle ‘sen’ sözcüğü ile başlayan ifadeler
kullanması durumunda, karşıdaki kişide olumsuz ve savunmacı bir tepkinin ortaya
çıktığı görülmektedir.
Örneğin, ‘yeterince açık konuşmuyorsun, beni hiç anlamıyorsun, doğruyu
söylediğine inanmıyorum’ gibi ifadeler karşıdaki kişinin duyguları ve düşünceleriyle
ilgili yorumlardır ve o kişiye ‘Ben senin duygu ve düşüncelerini senden daha iyi
biliyorum’ mesajını vermektedir.
Kişilerarası iletişimde bazen kullanılan ifadelerin karşıdaki kişiyi yargılayıcı
nitelikte olduğu görülmektedir. Bu tür yargılayıcı ifadeler, karşıdaki kişinin uzaklaşarak
geri çekilmesine neden olabileceği gibi, karşı saldırıya geçmesine de uygun bir zemin
hazırlamaktadır.
Bu bağlamda sen dilinin suçlayıcı, davranıştan çok kişiliğe yönelik, kişiye
anlaşılmadığını hissettiren, yeniden konuşma isteğini engelleyici, kişiyi inciten, kıran
dolayısıyla kişinin direnmesine, yani savunucu iletişime neden olduğu ifade
edilmektedir. Savunucu iletişim ise iletişimin içerik düzeyinden ilişki düzeyine
geçmesine, ilişkinin bir savaş, bir kazanma sorununa dönüşmesine neden olmaktadır.
Kişilerin kendi yetersizliklerinden kaçmak için karşılarındaki kişilere sen dili ile
yönelttikleri eleştiriler, saldırı mantığına dayandığı için kişiliğe yönelik olarak
algılanmaktadır. Sen mesajları, kişinin kendisi hakkında bir ileti göndermemekte,
tamamen karşıdaki kişiye odaklanılmaktadır.
Değerlendirici olanın aksine tanımlayıcı konuşma, savunucu tepkileri minimum
düzeye indirmektedir. Özellikle, alıcının tutum ya da davranışını değiştirmesini
gerektirmeyen ya da buna yönlendirmeyen duyguların, olayların, algılamaların ve
süreçlerin sunumu, savunucu tepkilerin ortaya çıkmasını azaltmaktadır.
230
Denetimci Davranış
Konuşan kişinin denetlemeye yönelik bir tutum içersinde olması, dinleyiciye
daha yetersiz, daha aciz olduğu izlenimini yansıttığından, dinleyicinin savunuculuğunu
arttırmaktadır. Kişinin benliğiyle ilgili, duygusal ve düşünsel açıdan kendisinin bir
parçası
olarak
gördüğü
konularda,
savunuculuk
düzeyinin
yüksek
olduğu
görülmektedir.
Dinleyiciyi kontrol etmek için kullanılan konuşma, direnmeye neden olmaktadır.
Sosyal ilişkilerin çoğunda, bir kişi diğerine bir tutumu değiştirmek, davranışı etkilemek
ya da hareket alanını sınırlamak gibi bir amaçla mesaj iletmekte, sonuçta bu mesajların
savunucu bir iletişim ortamı yaratabildiği görülmektedir. Karşıdaki kişiyi denetlemeye
yönelik girişimler, o kişi tarafından, aldığı mesajlarda gizli amaçlardan kuşkulanması
sebebiyle karşı çıkmasını şiddetlendirmekte ve böylece savunuculuğu ortaya
çıkarmaktadır.
Karşıdaki kişiyi değiştirmek için ortaya konan tüm çabalardaki açıkça
söylenmemiş, örtük yan, değiştirilmesi gereken kişinin yetersiz olduğu sanısından yola
çıkmaktadır. Konuşmacının dinleyiciyi ilgisiz, kendi kararlarını veremeyen, bilgisiz,
olgunlaşmamış, akılsız, yanlış ya da yetersiz tutumlara sahip olarak gizli bir biçimde
değerlendirmesi, sonraki aşamada savunucu tepkiler için geçerli bir taban oluşturan bir
bilinçaltı algılama olarak ifade edilmektedir.
Kontrol yöntemleri çok ve çeşitlidir. Toplumsal bağlamda alınan sınırlayıcı
düzenlemeler ve politikalar, tüm yasalar bu yöntemlerin arasında yer almaktadır. Jestler,
yüz ifadeleri, sözsüz iletişimin diğer biçimleri ve belirli bir tarzda bir kapıyı açık tutma
gibi basit hareketler bile, kişinin kendi isteğini diğerine empoze etme aracıdır ve bu
aşamadan sonra dinleyicide direnmenin potansiyel kaynaklarını oluşturmaktadır.
Öte yandan, soruna yönelik tutum, ikna etmenin karşıtıdır. Mesajı gönderen kişi,
karşılıklı bir sorunun tanımlanması ve çözümünün aranmasında işbirliği yapma isteğiyle
iletişim kurduğunda, dinleyicide de aynı soruna yönelme konusunda eğilim
yaratmaktadır ve daha büyük bir önem taşıyan nokta, göndericinin empoze edilecek bir
yöntem, tutum ya da önceden kararlaştırılmış bir çözüme sahip olmadığı anlamına
gelmektedir. Bu tür bir davranış mesajı alan kişinin, göndericiyle paylaşım içinde
olmasına, kendi gelişimini değerlendirmesine, kendi kararlarını vermesine, kendi
231
hedeflerini oluşturmasına, kendi düşünce ve değerlerini ortaya koymasına olanak
tanımaktadır. Bu esnekliğin sadece mesajı gönderen kişinin kontrol uygulamak için gizli
istekleri olmadığına dair sözlü vaadinin ötesine gittiği görülmektedir.
Strateji İzleyen Davranış
Mesajı gönderen kişinin, belirsiz anlamlı ve çeşitli motivasyonları içine alan bir
kurnazlıkla hareket ediyor olarak algılanması durumunda, alıcı savunucu olmaktadır.
Kimse bir kobay, önceden belirlenmiş bir oyunun oyuncusu olmak istememekte ve hiç
kimse bir kısım gizli motivasyonun kurbanı olmayı tercih etmemektedir. Gizlenen şey,
gizli tutulan öğenin algılanan büyüklüğünü kararlaştıran dinleyicinin savunuculuğunun
derecesiyle olduğundan daha büyük gözükebilmektedir.
Buna karşın, alınan mesajın taşıdığı anlam göz önüne alınmayarak, belli bir
amaca yönelik, insanları kandırmak için hile ve numara olarak algılanan şeylere karşı
olan, konuşmacının karşıdaki kişiyi kendi kararlarını verebilmesi için düşündürmesi ya
da dinleyiciye kendisinin onunla bir insan olarak samimi bir biçimde ilgilendiğini, açık
ve dürüst davrandığını hissettirmesi durumunda, iletişim sürecinde savunuculuğun
gelişmesi tehlikesi azalmaktadır. Şiddetli tepkiler, özellikle mesajı gönderen kişinin
belli bir stratejiyi, planı izliyor göründüğünde ortaya çıkmaktadır.
Umursamaz Davranış
Dinleyicinin konuşmadaki tarafsızlığı kendisine yönelik ilgisizliğin bir
göstergesi olarak algıladığında, savunucu olduğu görülmektedir. Dinleyicinin taşıdığı
değere saygı gösteren ve doğru empatik tepkiler aldığı iletişim, destekleyici ve
savunuculuğu azaltıcıdır. Konuşmacı dinleyicinin sorunlarına değer ve önem
verdiğinde, onun duygularını paylaştığında ve yüz ifadesiyle onun duygusal tepkilerini
kabul ettiğinde mesaj, karşıdaki kişiye güven verici sonuçlar ortaya koymaktadır.
Çoğunlukla destek verme niyetiyle yola çıkılmasına karşın, alıcının aşırı
derecede endişeli olduğu, kendisini reddedilmiş hissetmemesi gerektiği ya da kötü
hissettiği konusunda alıcıyı ikna ederek onun duygularının haklılığını reddeden boş
çabalar,
dinleyicide
kabul
edilmeme
olarak
algılanmakta
ve
derin
etkiler
bırakabilmektedir. Karşıdaki kişiyi değiştirme çabasının eşlik etmediği onun
duygularını anlama ve onunla empati kurma, yüksek düzeyde destekleyici olmaktadır.
232
Empati kurma konusunda jestlerle ilgili ipuçlarının önemi ifade edilmelidir.
İlginin beden diliyle açık bir biçimde gösterilmesi, çoğunlukla derin seviyedeki kabulün
geçerli bir kanıtı olarak yorumlanmaktadır.
Üstünlük Taslayan Davranış
“Adler'e göre insan denen varlık, bütünü ile bir amacın etkisi altındadır. Bu amaç,
üstünlüğü, erekliliği sağlamaya çalışır. Başkalarını geçmek şeklinde kendini belli eder.
İnsan yaşadığı sürece, bütün çağlarında ve yaşlarında daima herkesten daha üstün
olmak, güçlü, erekli görünmek arzusunu duyar”262.
Mesajı veren kişinin üstünlüğünü kanıtlamaya çalıştığı algısı da, dinleyicide öfke ya
da yetersizlik duyguları yaratarak savunmayı arttırabilmektedir. Bir kişinin kendisini,
mevki, güç, varlık, zihinsel yetenek, fiziksel özellikler ya da diğer şekillerde üstün
hissederek ve bu tür mesajlar yansıtarak diğer kişiyle iletişim kurması durumunda, o
kişide savunucu tutum ve davranışların ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Buna bağlı
olarak dinleyicide yetersizlik duygularını uyandıran çeşitli faktörler, dinleyicinin idrak
etmeye ilişkin öğelerden ziyade konuşmanın duygu yükü üzerine odaklanmasına neden
olmaktadır. Bu durumun sonucunda alıcı, mesajı duymayarak, onu unutarak, mesajı
gönderen kişiyle rekabete geçerek ya da o kişiyi kıskanarak tepkide bulunmaktadır.
Mesajı gönderen kişinin kendisini, dinleyiciyle eşit bir konumda gören bir
atmosferi yaratan pek çok nokta söz konusudur. Dinleyicinin, konuşmacının karşılıklı
güven ve saygıya dayalı katılımcı bir iletişim sürecine girmeye istekli olduğunu
algılaması durumunda, savunuculuğun azaldığı görülmektedir. Yetenek, değer, görünüş,
statü ve güçteki farklılıklar çoğunlukla olmakta, bununla birlikte iletişimde
savunuculuğun azalması, bu tür farklılıkların göz ardı edilmesiyle mümkün
görünmektedir.
Kesinlik Taşıyan Davranış
Düşünce esnekliği olmayan, kendi bakış açısında direten bir tutum, dinleyiciyi
savunmacı bir davranış geliştirmeye yönlendirebilmektedir. Örneğin, ‘Kırılmaya hiç
hakkın yok, böyle davranmak için haklı nedenlerim var’ şeklinde bir ifade dinleyicide
otomatik olarak olumsuz bir etki yaratmaktadır.
262
Alfred Adler, Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Çev: Halis Özgü, Hayat Yayınları,
Birinci Basım, İstanbul, 2002, s.11.
233
Bu doğrultuda savunuculuğun ortaya çıkmasında dogmatik tavır ve davranışların
etkileri ön plana çıkmaktadır. Bütün cevapları bildiğine inanan, hiçbir ek bilgiye
gereksinim duymayan, kendilerini bir öğretmen, karşısındakileri bir öğrenci olarak
gören kişilerin, diğerlerinin savunucu davranışlar göstermesine yol açtığı ifade
edilmektedir. Dahası, belli bir konuda kendi bakış açısının tek doğru olduğuna inanan
kişilerin mesajlarında, dinleyicilerin çoğunlukla içsel aşağılık duygusunu çağrıştıran
belli kesinlik ifadeleri algıladıkları gözlemlenmektedir.
Dogmatik kişiler, haklı olmaya ihtiyaç duyan, bir problemi çözmekten çok,
tartışmayı kazanmak isteyen ve kendi düşüncelerini savunulması gereken gerçekler
olarak değerlendiren kişiler olarak görülmektedir. Bu tür davranış çoğunlukla diğerlerini
kontrol altına alma girişimlerini göstermektedir. Haklı olduklarını düşünen kişilerin,
kendileriyle aynı fikirleri paylaşmayan, düşünceleri yanlış olarak değerlendirilen
üyelere
düşük
tolerans
gösterdikleri
ortaya
çıkmaktadır.
Bu
tür
kişilerin
hoşgörüsüzlükleri, mesajlarında doğruluk payı olanların da göz ardı edilmesi ve bunlara
karşı savunucu tepkilerin doğmasıyla sonuçlanmaktadır.
Buna karşın, konuşan kişi kendi davranışı, tutumları ve fikirlerini sorgulamaya
istekli
bir
biçimde
iletişime
geçtiğinde,
dinleyen
kişinin
savunuculuğunu
azaltabilmektedir. Geçici tutumlar takınan, konuların belli bir yanında yer almaktan
ziyade onları araştıran, şüphecilikten problem çözmeyi tercih eden, tecrübe etme ve
keşfetme
konusunda
istekli
davranan
kişiler,
düşüncelerin
araştırılması
ve
incelenmesinin paylaşımı üzerinde dinleyicinin de belirli kontrolü olabileceği bir
iletişim sürecine yönlendirebilmektedir. Kişinin araştırıcı bir tutumla hareket etmesi
durumunda, karşıdaki kişiden gelecek olan yardım ve arkadaşlığı reddetmesi
beklenmemektedir.
Tüm bunların yanında ‘Neden’ sözcüğünün kullanıldığı bazı soruların da
savunmaya yol açabildiği ifade edilmektedir. Günlük yaşamda kişilerin bazı sözcüklere,
sözlük karşılıklarını aşan anlamlar yükledikleri görülmektedir. Neden sözcüğü de
bunlardan biridir. Aslında bu sözcük, içerik olarak bir şeyin nedenini öğrenme isteğini
belirten bir merak ifadesi ve sembolüdür. Ancak, kullanıldığı ortama göre farklı
mesajlar iletebilmektedir. Örneğin ‘Neden beni aramadın?’ sorusu kişinin, karşıdaki
kişinin aramamasının gerçek nedenini öğrenme isteğinden çok, ona aramadığı için
234
kızgın olduğu mesajını vermektedir. Kişilerarası iletişimde bu sözcüğe, sözlük
anlamının yanısıra hesap sorma anlamının da yüklendiği ortaya çıkmaktadır.
Kullanımda bu anlamıyla daha sık karşılaşıldığı için, ‘Neden’ sorusu savunmacı tutumu
arttırabilmektedir.
Kişilerin dolaylı mesajlara başvurdukları sürece, hem asıl söylemek istedikleri
şeyi söyleyememe, hem de bunlardan zarar görme riski artmaktadır. Duygu ne kadar
olumsuz ve ne kadar yoğun olursa olsun, açık bir biçimde ifade edilmesi, dolaylı duygu
ifadelerinden çok daha az savunma yaratmaktadır. Dolaylı geribildirimler, bir anlamda
sihirli aynalar olarak değerlendirilmektedir. Hiç bir zaman gerçek görüntüyü
yansıtmamaktadır. Bunun yanında, dolaysız ve açık geribildirim vermenin de her zaman
kolay olmadığı görülmektedir. Kişinin duygularını açıkça söylemesi, karşıdaki kişinin
bazen hoşuna gitmeyebilmektedir. Burada göz ardı edilmemesi gereken nokta, doğru
aynaların kişiye değiştirebileceklerini değiştirme, değiştiremeyeceklerini de kabul etme
fırsatı vermesidir.
Esneklik ve karşılıklı anlama çabasının olduğu etkileşim süreçlerinde savunma
eğiliminin daha az olduğu ortaya çıkmaktadır. Araştırmalara göre, kişilerarası güven ile
destekleyici, kabul edici bir ortamın birleşmesi sonucunda savunmacı tutum
azalmaktadır. Savunmacı tutumun azalması da kişilerarası güvenin artmasına ve
kişilerarası iletişimin sağlıklı yürümesine katkıda bulunmaktadır.
2.2.2.9. Empatide Başarısızlık
Empati kuramamanın en temel iletişimsizlik nedenlerinden birini oluşturduğu
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Kişilerarası iletişimde empati, bir insanın kendisini
karşısındaki insanın yerine koyarak, onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak
anlaması olarak değerlendirilmektedir. Empati ya da başka bir deyişle duygu sezisi
psikolojik bir terim olarak insanın diğer insanların gerçekliğini, nasıl algıladıkları ve
yorumladıklarını, bu gerçekliğe ilişkin kendi görüşlerinden vazgeçmeksizin anlama
yetisi olarak tanımlanmaktadır.
Empati, iletişimde bulunan kişinin söylediklerinin değerlendirmesini yapmadan
sorununu ve neler hissettiğini anlamaya yönelik bir çabadır. Herhangi bir olay, kavram
ya da durumla ilgili olarak kişinin kendisini başkalarının yerine koyup onlar gibi
değerlendirilmesi, başkalarının gözüyle bakabilme yeteneğidir.
235
Empati, diğerlerinin nasıl davranacakları konusunda tahminde bulunabilmek
için, diğerlerinin içsel yaşantılarına ve kişiliklerine kişinin kendisini yansıttığı süreci
ifade etmektedir. Diğerlerinin içsel yaşantılarını kişi kendi tutum ve eğilimleriyle
karşılaştırarak anlamaktadır263.
Bu bağlamda empati tanımlamalarının iki grupta toplandığı görülmektedir.
Bunlardan birincisi, diğer insanların duygularının, düşüncelerinin ve amaçlarının
farkında olmadır.
Empatiye ilişkin bu bilişsel bakış açısı rol alma, diğer insanların duygu
durumunu tanıma, sosyal biliş gibi başlıklar altında toplanan çok sayıdaki
araştırmalarına dayanmaktadır. İkinci grup tanımlamalarda ise empati, diğer insanların
duygularını imgeleme yoluyla anlamak ve benzer duygusal tepkileri vermektir264. Bu iki
anlayışın birbiri içine geçmiş durumda olduğu ve bir başkasının duygusal durumunu
imgeleme yoluyla anlama becerisinin, o kişinin duygusal durumunu bilişsel olarak
anlayabilmeye bağlı olduğu ifade edilmektedir.
Barret-Lennard, empatiyi, sadece karşımızdaki kişinin tepkisini doğru olarak
öngörmek olmayıp, kişilerarası döngüsel bir iletişim modeli olduğunu savunmuştur. Bu
kurama göre empatik davranış döngüsünün üç basamağı vardır265:
- A kişisi B kişisinin mimiklerini anlamlandırır, onu empatik biçimde dinler. Bu sadece
A'nın içsel bir işlemidir.
- B'nin anlattıkları A tarafından empatik olarak anlaşılır ve ifade edilir.
- B, A'nın empatik mesajını algılar ve bu tepkinin doğruluğu hakkında geribildirim
verir.
Bu modele göre, empati ve kendini açma davranışının birbirinin tanımlayıcısı
oldukları kabul edilmektedir. Her ikisi de kişilerarası ilişkilerde eşzamanlı oluştukları
koşulda anlamlıdır. Buna göre, bir kişi ancak kendini açarsa, karşısındaki de onunla
empati kurabilmektedir. Benzer şekilde bir kişi, karşısındaki kişinin empatik tepkisini
yansıtacağını bilirse, kendisini gerektiği gibi ve etkili biçimde ifade etmektedir.
263
David K. Berlo, The Process of Communication: An Introduction to Theory and Practice,
Michigan State University, Rinehart Pres, San Francisco, 1960, s.130.
264
Arzu Gürkan, “Empati Kavramına Genel Bir Bakış”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi
Yayını, Sayı:12, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 2001, s. 50.
265
Lennard Barret, “The Empathy Cycle; Refinement of a Nuclear Concept and Some Theoretical
Considerations”, Journal of American Psychoanalitic Association, 31, s.101.
236
Buradan
empati
konusunda
bireysel
farklılıkların
dayandığı
faktörlere
gelindiğinde, dört farklı bireysel özellikten söz edildiği görülmektedir:
- Belirli durumlara ilişkin farklı yaşam deneyimleri
- Dikkatin odağına bağlı olarak durumun farklı algılanması
- Zor durumda olan kişi ile yaşanılan ilişkinin farklılığı
- Hem empati eğilimi hem de genel duygu durumu bakımından mizaç farklılıkları.
Empati kuracak kişinin, kendisini karşısındakinin yerine koyması, orada bir
müddet kalıp olaylara onun bakış açısıyla bakması gerekmektedir. Her insanın, dünyaya
kendi bakış açısıyla baktığı görülmektedir.
İnsanın en kolay anlayabileceği kişinin kendisi olduğunun ifade edilmesine bağlı
olarak, bir başka insanı anlamanın en kolay yolunun, kendini onun yerine koymak
olduğu ortaya çıkmaktadır. Kendisini, karşısındaki insanın içinde bulunduğu atmosferde
düşünen ve o atmosferi bütün ayrıntılarıyla hissetmeye çalışan kişi, önce diğer insanın
içinde bulunduğu psikolojik ortamı, sonra da o insanın duygularını ve sorunlarını
anlayabilme imkanını elde etmiş olmaktadır.
Teknolojinin, insanların duygu dünyaları üzerinde bile egemenlik kurduğu
modern çağların insanlarının, çağdaşlarıyla aralarındaki sorunların çoğu, kendilerini
diğer
insanların
yerine
koyamamaktan,
onların
içinde
bulunduğu
atmosferi
anlayamamaktan kaynaklanmaktadır. İnsanların, diğer insanların yaşadıklarına hep
kendi bulundukları noktalardan, kendi dünyalarından bakmaları sonucunda, onları
anlayamamaları için yeterli bir neden açığa çıkmaktadır.
Çünkü karşıdaki kişi bir başka noktada durmakta, bir başka dünyada
yaşamaktadır. Kişi, başkalarının yaşadıklarına ve diğer insanlarla ilgili durumlara hep
kendi bulunduğu noktadan baktığında bütün durumları ve gelişmeleri kendi
deneyimlerine ve ölçütlerine göre değerlendirmekte, sürekli kendi çıkarlarını ön planda
tutarak düşünmekte ve davranmaktadır.
Bir bakıma, baktığı yerde de büyük ölçüde kendi dünyasındaki görüntüleri
görmektedir. Bu da zamanla anlaşmayı ve barışı olanaksız hale getirmektedir.
İnsanların, diğer insanların içinde yaşadığı dünyalara yine onların gözüyle bakmayı
öğrenmedikçe evrensel barışın da hep bir ütopya olarak kalacağı ifade edilmektedir.
İnsanların, bilmedikleri, tanımadıkları yeni bir coğrafyaya ya da mekana
237
girmeden önce, gidecekleri yerin özelliklerini öğrenmeye ve buna göre hazırlık
yapmaya çalıştıkları görülmektedir. O yerin atmosferi, koşulları, orada bulunanlar
hazırlık aşamasının verileri ve ölçütleridir. Bir insanla iletişim kurmak, konuşmak, onu
anlamak ve ona bir şey anlatmak da benzer bir süreci gerektirmektedir. O insanın
özellikleri, psikolojisi, huyları, bilgileri, deneyimleri, zevkleri, korkuları dikkate
alınarak iletişim sürecinden önce bir hazırlık yapılması ve o kişinin içinde bulunduğu
psikolojik atmosfere ve dünyaya girilmeye çalışılmasının önemi vurgulanmaktadır.
Bu durum insanın, bir başka insanı anlamasının ve ona kendisini anlatmasının da
koşulu olarak değerlendirilmektedir. Bir insanın içinde bulunduğu psikolojik atmosferi,
coşku yaratan durumları, sıkıntıları, hatta onun yaşam deneyimlerini bilmeden onunla
iletişim kurmanın neredeyse mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Bu ilk koşuldan
sonraki aşama da, kişinin kendisini diğer kişinin içinde bulunduğu atmosferde
hissetmeye çalışması, onun yaşam deneyimlerini ve doğasını birlikte dikkate alarak onu
anlamaya çabasına girişmesidir. Böylece bir iletişim sürecine girmesi olası hale
gelebilmektedir.
Empati,
iletişimde
bulunulan
kişiye
anlayışla
ve
özenle
yaklaşmayı
öngörmektedir. Empatiye dayalı bir iletişimin kurulması durumunda kişilerin
güdülenimlerini ve geçmiş deneyimlerini, o anki duygu ve tutumlarını, gelecek için
umutlarını ve beklentilerini daha iyi anlayacak ortamın yaratılmış olduğu ifade
edilmektedir. Kişinin bu anlamda duygu-sezisel yetilerini arttırması başarılı iletişimci
olmanın ön koşullarından biri olarak değerlendirilmektedir.
Kişinin bir başkası imiş gibi hareket etmeyi ve hissetmeyi dile getiren bu
yeteneğinin kaynağı arandığında, doğuştan gelen bir sosyal duygu ile karşılaşılmaktadır.
Bu, gerçekten de, evrensel bir duygudur ve birbiriyle ilişkili unsurlardan oluşan bütün
bir dünyanın kişinin kendi içindeki yankısından başka bir şey değildir; insan olmanın
kaçınılmaz bir ayırt edici niteliğidir. Kişiye, kendisini kendisi dışındaki nesnelerle
birleştirme yeteneğini vermektedir266.
Sosyal duygunun çeşitli dereceleri olduğu gibi, kendini başkalarının yerine
koyabilme yeteneğinin de çeşitli dereceleri söz konusu olmaktadır. Çocuklukta
266
Alfred Adler, İnsan Tabiatını Tanıma, Çev: Ayda Yörükan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
Altıncı Basım, İstanbul, 2003, s.77.
238
rastlamış olduğumuz şekliyle hayvanlara eziyet etme vakaları, başka varlıklarla
özdeşleşme yeteneğinin ve sosyal duygunun hemen hemen tümüyle ortadan kalkması
halinde mümkündür. Böyle bir yoksunluk, çocukları, insanlığa yakınlık duyan kimseler
olarak, gelişmek bakımından pek az bir değeri ve önemi olan şeylere ilgi göstermeye
götürmektedir. Bu gibi çocuklar yalnızca kendilerini düşünmekte ve başkalarının
sevinçlerine ve kederlerine hiçbir ilgi duyamaz hale gelmektedir. Bütün bunlar, kendini
başkalarının yerine koyabilme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması ile sıkı sıkıya
ilgilidir. Kendini bir başkası ile birleştirme konusundaki yeteneksizlik o derece aşırı bir
hal alabilir ki, bir insanın başka insanlarla herhangi bir işbirliğinde bulunmayı kesinlikle
reddetmesi bile mümkün olabilmektedir.
Çağımızın ekonomi, ulaşım, kitle iletişimi, teknoloji, popüler kültür ve yaşam
biçimi açısından hızlı dönüşüm ve değişimlere tanıklık ettiği söylenebilmektedir.
Geçmiş çağlardan farklı olarak, öznelliği oluşturan anlam ve yaşantılar dönüşüme
uğramaktadır. Empati yoksulluğu benmerkezli söylemin ön plana çıkmasıyla kendini
göstermektedir.
“Kleinman, empatinin de bu hızlı sosyal değişimden payına düşeni aldığı
kanaatindedir. Kleinman farklı dünya ve çağların değişik öznelliklerle uğraştığını ve
bunun için farklı terapötik yaklaşımlar geliştirilmesi gerektiğini söylemektedir. Daha
fazla maddeci, daha az empatik ve insanlararası ilişkilerde daha az duyarlı bir öznellik
yaratan değişim, bugünün terapisinin kayıtsız kalmaması gereken bir husustur”267. Bu
doğrultuda metropol hayatının keşmekeşi ve gündelik hayatın şiddetinin de empati
duygusunu körelttiği ifade edilmektedir.
Tüm bunların sonucunda çevresel etkenlerin dışında, sıralanan kişisel nedenlerin
pek çok problemin ana kaynağını oluşturan iletişimsizliğin yoğun olarak yaşanmasında
belirleyici olduğu görülmektedir.
267
Erdal Atabek, Modern Dünyada Değer Kayması ve Gençlik, Alkım Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul,
2004, s.131.
239
BÖLÜM 3:
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÜZERİNDE İLETİŞİMSİZLİĞİ ORTAYA
ÇIKARAN KİŞİSEL NEDENLERE YÖNELİK ALAN ARAŞTIRMASI
YÖNTEMİ VE SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
3.1. ARAŞTIRMANIN KONUSU
Çevresel etkenlerin yanında çok çeşitli kişisel etkenlere bağlı olarak ortaya çıkan
iletişimsizliği üniversite öğrencilerinin de yaşadığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Genel
anlamda değerlendirildiğinde, üniversite öğrencileriyle ilgili çeşitli araştırmaların
gerçekleştirildiği görülmektedir.
Bu doğrultuda ailede, okulda ve iş yaşamındaki iletişim sorunlarıyla, ülkemizde
son yıllarda yapılan araştırmalarda sıkça karşılaşılmaktadır. Bu çalışmalarda lise ve
üniversite öğrencilerinin iletişim yeterlikleriyle ilgili sorunların fazla olduğu
görülmektedir. Bu sorunlardan bazıları; topluluk içinde konuşamamak, karşı cinsle
arkadaşlık etmekten çekinmek, ana-baba ile sorunlarını tartışamamak olarak ifade
edilmektedir.
Üniversite öğrencileri üzerinde gerçekleştirilen bir çalışmada, öğrencilerin çok
problemli olduğu alanlardan az problemli olduğu alana doğru bir sıralama yapıldığında,
birinci sırada üniversite ile ilgili problemler, ikinci sırada başkaları ile iletişim kurmaya
ait sorunlar ve üçüncü sırada gelecekle ilgili sorunların yer aldığı görülmektedir.
Üniversite öğrencilerinin iletişim problemlerini inceleyebilmek açısından,
öncelikle üniversite öğrencisinin tanımlanması ve gelişim döneminde hangi evrede yer
aldığının belirlenmesi son derece önemlidir.
Bu doğrultuda üniversite öğrencileri, öğrenim düzeylerine göre bireylerin
oluşturacağı bir piramidin tepesinde sayıca az, ama dinamik ve seçkin bir bölümü
oluşturmaktadır. Üniversite gençliği akademik bir çevrede yaşamaktadır. Bu çevrede
gence kendi kişiliğini oluşturmada, yaşamın anlamını bulmada çeşitli olanakların
sunulduğu gözlenmektedir. Üniversite gençliğinin ortaya koyduğu düşünce ve yaşam
biçiminin bir bakıma geçmiş yaşantıların bir özeti olduğu ifade edilmektedir.
Kişiliğin gelişmesi doğumdan itibaren başlayan ve çeşitli aşamaları içeren bir
süreçtir. Bu süreç içinde yaşamın en kritik dönemi gençlik çağı olarak
değerlendirilmektedir. Birey bu dönemde fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan hızlı ve
240
önemli değişmelere uğramakta, kendisinden ise bu değişmelere uyum sağlaması
beklenmektedir. “Gençlik döneminde gençte duygu, yargı, tutum, davranış
konularında keskin değişmeler söz konusudur. Genç bu dönemde kimlik ve benlik
oluşumu sorunu yaşamaktadır. Kimlik oluşumu süreç içerisinde gerçekleşmektedir.
Yaşamın ilk yıllarında oluşmaya başlamakta, ergenlik döneminde biçim alarak gençlik
döneminde netleşmektedir”268. Üniversite yaşamının ise gencin sosyalleşmesinde ve
kişilik kazanmasında çok önemli bir etkiye sahip olduğu görülmektedir.
Üniversite öğrencisinin niteliklerini daha iyi anlayabilmek açısından gelişim
döneminde hangi evrede yer aldığını incelemek ön plana çıkmaktadır. Bu noktada
“gelişim evreleri, insanın doğal gelişim sürecinin bir doğurgusu”269 olarak
değerlendirilmektedir. Gelişim psikologları, insanın gelişim sürecini değişik yönlerden
inceleyerek, adları değişik bununla birlikte içeriklerinde çok az farklılıkların
görüldüğü gelişim evreleri ortaya koymaktadır.
Buna göre araştırmanın yapıldığı öğrencilerin yer aldığı yükseköğretim, ilk yetişkinlik
(yaklaşık 19-30 yaş) evresini kapsamaktadır. “Gençlik yılları veya gençlik olarak
isimlendirilen kesim ergenlik ile genç yetişkinlik arasında olan, genellikle yüksek
öğrenim gören kesimi tanımlamaktadır. Ergenlikten sonraki dönemlerde psikolojik ve
sosyal gelişim bireye özgü olmaktadır”270.
Bu dönemde gencin, kim olduğunu, nereden geldiğini, nereye gideceğini, nasıl
bir yaşam içinde olduğunu, kendine nasıl bir yaşam tasarladığını, kim olmak istediğini,
ülküsünü bilen bir kişi olarak benliğini (kimliğini) kazandığı gözlenmektedir. Gencin,
her iki cinsten insanla iyi ilişkiler kurabildiği, ana baba ve yetişkinlerle olan duygusal
bağımlılığından sıyrıldığı ifade edilmektedir.
“Gençlik çağı aynı zamanda bunalımlar, öfkeler, çatışmalar ve kaygılar
dönemidir Yanılgıların, bencilliğin, başkaldırmanın sık görüldüğü, bocalama, çelişkiler
ve kararsızlıklar dönemidir. Kendi kendisiyle ve çevresiyle sürtüşme ve savaşma
268
Nevzat Güldiken, Mehmet Eser, “Üniversite Öğrencilerinin Karşılaştıkları Sorunlara Sosyolojik Bir
Bakış”, Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 19, Sivas,
1997, s.57.
269
İbrahim Ethem Başaran, Eğitim Psikolojisi/ Gelişim Öğrenme ve Ortam, 6. Baskı, Nobel Yayın
Dağıtım, İstanbul, 2005, s.34.
270
Betül Aydın, Ahmet Şirin, Müge Yaycı, Mustafa Otrar, Levent Yaycı, Gelişim Psikolojisi/İnsan
Gelişiminin Temelleri, T.C. Emniyet Genel Müdürlüğü, Polis Akademisi Başkanlığı:15, Ankara, 2002,
s.125.
241
dönemidir. Kısacası olumlu olumsuz tüm duyguların yoğun, bütün tepkilerin aşırı
olduğu dönemdir”271.
Bu doğrultuda üniversite öğrencilerinin yer aldığı genç yetişkinlik (young
adulthood) dönemi, yetişkinliğe girişi temsil ettiği için insan yaşamındaki en önemli
dönüm noktalarından biri olarak değerlendirilmektedir. Genç yetişkinlik toplumsal
bağlamda değerlendirildiğinde genç yetişkinin, çocukluk ve ergenlik bağlarından
kurtulmuş özerk bir birey olduğu görülmektedir. Bu özerklik, bireyin, yaşamının önceki
yıllarında kazandığı fiziksel, zihinsel, toplumsal gelişiminin ve birikiminin bir
sonucudur. Bütün bu kazanımlar bireyi dış dünyaya yöneltmektedir. Genç yetişkinlikte
bireyin temel çabaları toplumsal dünyaya yönelmektedir. Yetişkinlikte gelişim sürecini
özellikle toplumsal etkileşimler sağlamaktadır.
Genç yetişkinlik yakınlaşma dönemi olarak değerlendirilmektedir. Bu dönemin
çekirdek çatışmasının yalnız kalmaya karşı yakınlaşma olduğu, başarılı bir yakınlaşma
edimi gerçekleştirebilen gencin, bu dönemin olumsuz niteliği olan yalnız kalmadan
kurtulabileceği ifade edilmektedir272.
“Genç yetişkin aile içinde, iş dünyasında ve arkadaş topluluğunda yeni bir
ilişkiler örüntüsü içindedir. Bu ilişkiler toplumsal bir ağ oluşturmakta ve gelişimin
sürmesini sağlamaktadır. Tüm yetişkinler, oldukça karmaşık, çeşitli yaşam biçimleri ve
katılma olanakları sunan toplumsal bir çerçevede yaşamaktadır”273.
Genç yetişkinlik dönemini yaşayan üniversite gençliğinin sorunlarına yönelik
olarak yapılan araştırmalardan genel olarak ortaya çıkan sonuçlar değerlendirildiğinde,
arkadaşlık ilişkileri kurmada, karşı cinsle sağlıklı ilişkiler kurmada güçlüklerle
karşılaşıldığı, çevreye uyum sağlayamamanın da önemli bir sorun olarak belirdiği,
özellikle öğrencilerin okul ve çevresine uyum sağlama güçlüğü çektiği görülmekte, aile
ile yaşanan uyumsuzluklar, arkadaşlar ile geçinememe, içki sigara gibi alışkanlıklara
yönelme, suçluluk, intihar düşüncesi, geleceğe yönelik kaygılar ve beklentiler
konularında ön plana çıkan psikolojik sorunların varlığı söz konusu olmaktadır.
Gençliğin sorunlarının kendisinden, ailesinden ve çevresinden, daha geniş bir
ifadeyle yaşadığı toplumdan kaynaklandığı söylenebilmektedir. Bu nedenle gençliğin
271
Atalay Yörükoğlu, Gençlik Çağı, Özgür Yayınları, On İkinci Basım, İstanbul, 2004, s.19.
Erdal Atabek, Kuşatılmış Gençlik, Altın Kitaplar Yayınevi, 17. Basım, İstanbul, 1999, s.63.
273
Bekir Onur, Gelişim Psikolojisi, İmge Kitabevi, 6. Baskı, Ankara, 2004, s.135.
272
242
sorunlarını anlamak ve değerlendirmek için toplumun, ekonomik, sosyal ve kültürel
niteliklerinin göz ardı edilememesinin de son derece önemli olduğu ifade edilmektedir.
Bu çalışmada özellikle mesleki kariyerlerine başlayacak gençler arasında ileriye
yönelik etkinlik, verimlilik ve doyum sürecini tamamlayabilmek ve iyi bir iletişim ve
etkileşim yeteneği geliştirmek amacıyla bu konuda karşılaşılabilecek iletişim
boşluklarını ve yetersizliğini gidermek amacıyla başlangıç noktası olan öğrencilik
yaşamındaki sahip oldukları iletişim yetersizliğinin ve bunun altında yatan nedenlerin
analiz edilerek çözümlenmesi gerekmektedir. Tüm bunları veri olarak kabul edip,
iletişim sürecinde bireyin iletişim kuramama sorunsalları bu çalışmada irdelenmeye
çalışılmaktadır.
3.2. ARAŞTIRMANIN AMACI
Genel olarak 17-23 yaşlarını kapsayan üniversite eğitimi yılları gençleri
üstesinden gelinmesi gereken çeşitli sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Yüksek
eğitime başlayan gençler bir taraftan yeni bir ortama ve çevreye uyum sağlamaya, bir
taraftan da meslek sahibi olmaya hazırlanarak ilerideki yaşamlarına yön vermeye
çalışmaktadır.
Bunların yanısıra, yüksek eğitim yaşlarının, en çalkantılı gelişim dönemi olarak
kabul edilen ergenlik döneminin son yılları ve genç yetişkinlik dönemine denk gelmesi
de, üniversite öğrencilerinin uyumları ve psikolojik sağlıkları ile ilgili birçok araştırma
yapılmasına zemin hazırlamıştır274.
Üniversite öğrencilerinin yer aldığı 18-26 yaşları arasında yakınlığa karşı
yalıtılmıştık (isolation) karmaşasının yaşandığı ifade edilmektedir275. Genç yetişkinlik
olarak da bilinen bu evrede, kişi arkadaşlık ve dostluk ilişkileri kurmakta, kişinin sosyal
ilişkilerinde, karşılıklı güven ve dayanışma duyguları egemen olmaktadır. Ancak bu tür
sosyal ilişkilerde başarısızlığa düşen kişilerin, yetersizlik duygularına kapılarak,
insanlardan uzaklaştıkları görülmektedir. Dolayısıyla diğer insanlarla bütünleşme ve
toplumsal kabul görme, bu evrenin kritik özelliğini oluşturmaktadır.
Erdal Atabek’e göre; dünya hızla değişmekte, yerleşik değer yargıları ise bu
274
Yasemin Akman, Ceylan Tuğrul, “Üniversite Gençliğinin Aile Sorunları, Yalnızlık ve Uyum
Düzeyleri”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı:11, Ege Üniv. Basımevi,
İzmir, 1996, s.117.
275
Ayhan Aydın, a.g.e., s.90.
243
değişime en iyi uyum sağlamaktadır. Artık doğal olan yerini yapaya, gerçek yerini
sanala bırakmakta, asıl da yerini imgeye bırakarak gözden yitmektedir. Biyoteknoloji,
genlerle oynayarak yapayı; telekomünikasyon sanal dünyayı; medyatik kültür de imge
imajı yaratmıştır. Bütün değer yargıları hızla değişmekte, insanlar bu hızlı değişime
ayak uydurmakta çok zorlanmaktadır. Bu değişimden en çok etkilenen de gençlerdir276.
Bu doğrultuda üniversite öğrencilerinin hızla değişen dünyada birtakım çevresel
ve
kişisel
nedenlere
bağlı
olarak
iletişim
sürecinde
sorunlar
yaşadıkları
gözlemlenmektedir.
Bu araştırmanın amacı da meydana gelmiş ve olası iletişim sürecindeki
iletişimsizliğin nedenlerini irdelemek, özellikle üniversite gençliğinin yaşadığı
iletişimsizlik sürecini ele almak ve bu süreçte en fazla sorun yaşadıkları alanları
belirlemektir.
3.3. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Bu araştırma iletişim eğitimi alan ve iletişimsel kavramları daha iyi
değerlendirebileceği düşünülen üniversite öğrencilerinin, kendilerinin iletişim sürecini
nasıl
değerlendirdiklerini
algıladıklarını
ve
süreçte
belirleyebilmek
yaşadıkları
amacıyla,
Ege
sorunlarda kendilerini nasıl
Üniversitesi
İletişim
Fakültesi
öğrencilerinden birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflardan tesadüfi örneklem
yöntemiyle seçilen, 55’er kişi alınarak toplam 220 kişi üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Uygulama 5-17 Mayıs 2005 tarihleri arasında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde,
tüm sınıflardan gönüllü öğrencilere ve ders saatlerinde toplu olarak uygulanmıştır. Elde
edilen sonuçlar SPSS programında değerlendirilmiştir.
Verilerin İstatistiki Analizi
İstatistiksel işlemler kapsamında, tek yönlü varyans analizi, frekans dağılımları,
tanımlayıcı istatistik değerleri, madde analizi ve güvenilirlik analizi ve iletişimsizlik
ölçeğinin her bir maddesi için pasta grafikler yapılmıştır.
Araştırmanın Temel Varsayımları
- İnsanlar arasındaki başlıca kişisel farklılıkları oluşturan yaş, cinsiyet, kişilik
özellikleri, eğitim ve kültür seviyeleri, inançlar, geçmişteki tecrübeler, sağlıklı bir
iletişim sürecinin yaşanmasında en büyük engellerden birini oluşturmaktadır.
276
Erdal Atabek, Modern Dünyada Değer Kayması ve Gençlik, a.g.e., s.153.
244
- Kişilerin kişisel özelliklerinden, farklı değer yargılarından, ihtiyaçlarından ve geçmiş
deneyimlerinden kaynaklandığı ifade edilen algılama farklılıklarına bağlı olarak
mesajların hiç algılanamaması ya da yanlış algılanması söz konusu olmakta, bu da
iletişimsizliği gündeme getirmektedir.
- İletişimsizliğin en büyük nedenlerinden birini, duygusal yanılgıların ve yaşanan
duyguların sorumluluğunu, kişilerin birbirine yüklemesi oluşturmaktadır.
- Kişisel unsurlarda halo etkisi (halo effect), stereotipleştirme, temel tutum hatası
(fundamental attribution error), kendine yontan önyargı (self serving bias) ve etkileme
yönetimi (impression management) gibi temel algılama hataları etkin iletişim için engel
oluşturmaktadır.
- Karşıdaki kişiyi anlamaya yönelik olmayan etkisiz dinleme alışkanlığı iletişimsizliğin
en temel nedenlerinden birini oluşturmaktadır.
- Kişilerin kendi gerçekliğini tek gerçeklik olarak algılamaları, başkalarının duygu ve
düşüncelerini öngörebildikleri inancını taşımaları, içerikten çok kişilik özellikleri
üzerine odaklanmaları anlama süreci olumsuz etkilemekte ve iletişimsizliğin yaşanması
kaçınılmaz olmaktadır.
- Fitreleme, aşırı genelleme, etiketleme, kutuplaştırma, çevreyi kontrol etme ve
değiştirme yanılgısı, suçlama gibi toptancı benlik anlayışını yansıtan irrasyonel düşünce
biçimleri sonuçta iletişimsizliğe neden olmaktadır.
Araştırmada
benimsenen
kuramsal
yaklaşım
açısından
konu
değerlendirildiğinde, üniversite öğrencilerinin yaşadığı iletişimsizliğin temel nedenlerini
oluşturan kişisel faktörlerin incelenmesinde temel yaklaşımı tezin birinci bölümünde
açıklanan
sosyal
alışveriş,
belirsizlik
azaltma
oluşturmaktadır.
245
ve
sosyal
nüfuz
kuramları
3.4. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Tablo 1: Örneklemin Frekans Dağılımı
Değişken
Değişken Kategorileri
19
20
21
22
Yaş
23
24
25
Toplam
kız
Cinsiyet
erkek
Toplam
düşük
Gelir
orta
Durumu
yüksek
Toplam
kent
Orta
Öğrenimini
ilçe
Tamamladığı yurtdışı
Yer
Toplam
aile ile birlikte
Nerede
yurtta
Barındığı
ayrı bir mekanda
Toplam
Kişi Sayısı (n)
20
44
54
39
33
16
14
220
71
149
220
25
185
10
220
144
72
4
220
72
102
46
220
Yüzde (%)
9,1
20,0
24,5
17,7
15,0
7,3
6,4
100,0
32,3
67,7
100,0
11,4
84,1
4,5
100,0
65,5
32,7
1,8
100,0
32,7
46,4
20,9
100,0
Tablo 1’de de görüldüğü üzere, araştırmaya katılan öğrencilerin yaşları 19-25
arasında değişmektedir. Toplam 220 kişiden %9.1’i 19, %20’si 20, %24.5’i 21,
%17.7’si 22, %15’i 23, %7.3’ü 24 ve geri kalan %6.4’ü ise 25 yaşındadır. %32.3’ü kız,
%67.7’si erkektir. Kendilerini düşük gelir grubunda algılayanlar %11.4, orta gelir
grubunda algılayanlar %84.1 ve yüksek gelir grubunda algılayanlar %4.5’lik bir bölümü
oluşturmaktadır. Öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin orta öğrenimini kentte tamamladığı
(%65.5), ikinci sırayı ilçe ve üçüncü sırayı ise yurtdışının aldığı görülmektedir. Ayrıca
araştırmada yer alan öğrencilerin yaklaşık yarısı yurtta kalmakta (%46.4), %32.7’si
ailesi ile birlikte ve %20.9’u ise ayrı bir mekanda yaşamaktadır. Aşağıdaki grafik
1,2,3,4 ve grafik 5’te de benzer şekilde yaş, cinsiyet, gelir durumu, orta öğrenimin
tamamlandığı yer ve barınılan yer gösterilmektedir.
246
Grafik 1. Yaşa Göre Dağılımın Grafiği
72
70
68
66
64
62
60
58
19
20
21
22
23
24
Grafik 2. Cinsiyete Göre Dağılımın Grafiği
70
69
68
67
66
65
64
63
kýz
erkek
247
25
Grafik 3. Gelir Grubuna Göre Dağılımın Grafiği
67
66
65
64
63
62
61
düþük
orta
yüksek
Grafik 4. Orta Öğrenimini Tamamladığı Yere Göre Dağılımın Grafiği
67,5
67,0
66,5
66,0
65,5
65,0
64,5
64,0
kent
ilçe
yurtdýþý
248
Grafik 5. Barındığı Yere Göre Dağılımın Grafiği
72
70
68
66
64
62
60
aile ile birlikte
yurtta
ayrý bir mekanda
249
Tablo 2: İletişimsizlik Ölçeği Maddelerinin Frekans Dağılımı
Sorular
1.
Çoğu
zaman
kendi
inandığım şeylerle çelişen mesajları
duymaktan hoşlanmam.
2.
İletişimde
karşımdaki
kişilerin
olayları
benim
gibi
algıladığını düşünürüm.
3.
Genelde
kişilerden
aldığım mesajlar, kendimi olumlu
hissetmeme neden olur.
4.
Genelde
kişilerden
aldığım mesajlar, kendimi olumsuz
hissetmeme neden olur.
5.
Karşımdaki kişinin tutum
ve davranışlarını sevmediğimde,
genelde iletişime kapalı olurum.
6.
İletişimde
her
şeyi
açıklıkla ifade etmek yerine, kapalı
ve imalı iletişim kurmayı tercih
ederim.
7.
Karşımdaki kişinin sözlü
ve
sözsüz
mesajlarını
değerlendirmemde
duygusal
durumum
(olumlu,
olumsuz)
önemlidir.
8.
İletişim
kurarken
duygularımı
anlatmakta
güçlük
çekerim.
9.
İletişimde karşımdaki ile
empati kurmakta güçlük çekerim.
10.
İletişim kurduğum kişinin
mesajları duygusal yapımı yakından
etkiler.
11.
Çoğu
zaman
iletişim
becerilerimin kısıtlı olduğunu ve
karşımdakinin sözsüz mesajlarından
konuşmamın onları sıktığını ve
benimle birlikte olmak istemediğini
anlıyorum.
12.
İletişimde
genelde
incinmemek
için
duygularımı
kapatmayı tercih ederim.
13.
İletişimde
genelde
karşımdakini kendi bakış açıma göre
anlamaya çalışırım.
14.
İletişimde başkaları beni
dinlemiyorsa,
genelde
bunun
onlardan kaynaklandığını düşünürüm.
15.
Bana göre ‘söylediğini
duyuyorum’ ile ‘seni dinliyorum’
aynı şeyi ifade etmektedir.
16.
İletişimde
genelde
başkalarını düşüncelerimin doğru
olduğuna inandırmaya, bununla ilgili
kanıt göstermeye ve ders vermeye
çalışırım.
17.
İletişimde
genelde
karşımdaki kişinin dile getirdiği
sorunundan çok, sorunuyla ilgili tanı
koymaya yönelirim.
Tamamen
katılıyorum
Sayı Yüzde
(n)
(%)
Sayı
(n)
Yüzde
(%)
Sayı
(n)
Yüzde
(%)
Sayı
(n)
Yüzde
(%)
Kesinlikle
katılmıyorum
Sayı
Yüzde
(n)
(%)
46
20,9
92
41,8
18
8,2
38
17,3
26
11,8
15
6,8
50
22,7
25
11,4
57
25,9
73
33,2
54
24,5
113
51,4
31
14,1
15
6,8
7
3,2
21
9,5
57
25,9
36
16,4
69
31,4
37
16,8
88
40,0
52
23,6
23
10,5
34
15,5
23
10,5
20
9,1
51
23,2
25
11,4
38
17,3
86
39,1
94
42,7
78
35,5
11
5,0
18
8,2
19
8,6
17
7,7
56
25,5
13
5,9
46
20,9
88
40,0
7
3,2
32
14,5
19
8,6
60
27,3
102
46,4
46
20,9
94
42,7
35
15,9
35
15,9
10
4,5
22
10,0
33
15,0
27
12,3
51
23,2
87
39,5
29
13,2
58
26,4
27
12,3
38
17,3
68
30,9
30
13,6
61
27,7
30
13,6
48
21,8
51
23,2
33
15,0
52
23,6
37
16,8
62
28,2
36
16,4
7
3,2
7
3,2
7
3,2
15
6,8
184
83,6
52
23,6
75
34,1
18
8,2
40
18,2
35
15,9
43
19,5
69
31,4
40
18,2
37
16,8
31
14,1
Katılıyorum
250
Kararsızım
Katılmıyorum
18.
İletişimde
genelde
başkalarının
sözünü
bitirmesini
beklemeden kendi düşüncelerimi
ifade etmeye başlarım.
19.
İletişimde genelde zihnim
benim için daha önemli konularla
meşgul olduğundan karşımdakinin
söylediklerine dikkatimi veremem.
20.
Konuşurken karşımdaki
kişinin eğitim seviyesi, tecrübe ve
beklentilerine
göre
dili
kullanmadığımı düşünüyorum.
21.
Karşımdaki
kişiden
hoşlanıyorsam, bütün mesajlarını
daha olumlu değerlendiririm.
22.
Başkalarının
söyledikleriyle yüz ifadeleri ve
hareketlerinin birbiriyle çelişmesi
genelde onları dinlememi engeller.
23.
Bana
duymak
istemeyeceğim şeyler söylendiğinde,
genelde bunları dinlememeyi tercih
ederim.
24.
Benim için konuşmak,
kendi düşüncelerimi ifade etmek
başkalarını
dinlemekten
daha
önemlidir.
25.
İnsanları genelde birey
olarak değil, bir grubun üyesi olarak
değerlendiririm.( tipik genç, aptal
sarışın gibi.)
26.
İletişimde başkalarından
önce ben ve benim düşüncelerim
önemlidir.
27.
Genelde
insanları
dinlemediğim
halde
dinliyor
görünürüm.
28.
Karşımdakinin
söylediklerini genelde bana yönelik
bir eleştiri ya da saldırı olarak
algılarım.
29.
İletişimde
karşımdaki
kişileri söyledikleriyle zor duruma
sokacak fırsatlar yaratmaya çalışırım.
30.
İletişimi,
kişileri
her
zaman
kendi
açımdan
değerlendiririm.
31.
İletişimde
genelde
karşımdakinin hislerinden çok, haklı
olmayı ön planda tutarım.
32.
Çoğu zaman iletişimde
başkalarını eleştirmekten hoşlanırım.
33.
İletişim kurarken konunun
içeriğinden çok, karşımdaki kişinin
kişilik özelliğine göre yargıda
bulunurum.
34.
Genelde
karşımdaki
kişinin duygu ve düşüncesini
öngörebilirim.
35.
Karşımdakinin
bana
yönelttiği en ufak bir eleştiriyi,
bireysel değerimi küçültücü bir eylem
olarak yorumlarım.
36.
Karşımdakinin
benim
istediğim şeyi yapmaması, onun beni
sevmediğini gösterir.
10
4,5
25
11,4
15
6,8
36
16,4
134
60,9
19
8,6
37
16,8
17
7,7
55
25,0
92
41,8
40
18,2
41
18,6
31
14,1
43
19,5
65
29,5
71
32,3
81
36,8
30
13,6
22
10,0
16
7,3
80
36,4
84
38,2
21
9,5
18
8,2
17
7,7
47
21,4
49
22,3
26
11,8
47
21,4
51
23,2
16
7,3
20
9,1
24
10,9
56
25,5
104
47,3
6
2,7
15
6,8
25
11,4
33
15,0
141
64,1
10
4,5
33
15,0
22
10,0
43
19,5
112
50,9
10
4,5
29
13,2
21
9,5
47
21,4
113
51,4
2
,9
20
9,1
18
8,2
40
18,2
140
63,6
20
9,1
24
10,9
16
7,3
42
19,1
118
53,6
26
11,8
53
24,1
25
11,4
57
25,9
59
26,8
23
10,5
33
15,0
28
12,7
45
20,5
91
41,4
15
6,8
27
12,3
23
10,5
62
28,2
93
42,3
29
13,2
56
25,5
27
12,3
39
17,7
69
31,4
66
30,0
79
35,9
44
20,0
13
5,9
18
8,2
11
5,0
27
12,3
25
11,4
43
19,5
114
51,8
9
4,1
36
16,4
17
7,7
46
20,9
112
50,9
251
37.
İletişim kurarken genelde
karşımdaki kişi beni onaylamazsa,
iletişim kurmakta güçlük çekerim.
38.
Yanlış
bir
şey
söylediğimde, başkalarının beni zayıf
olarak algıladığını düşünür ve iletişim
kurmaktan çekinirim.
39.
Mutlu
olmam
için,
karşımdaki
kişileri
değiştirmem
gerektiğine inanıyorum.
40.
İletişimde önemli olan
karşılıklı mesaj alışverişi değil,
tarafların birbirlerini nasıl bir insan
olarak algıladıklarıdır.
41.
İletişimde çoğu zaman
başkalarının bana karşı ilgisiz
davrandıklarını düşünüyorum.
42.
İletişim kurarken sözel ya
da beden dilimle çoğu zaman üstün
olduğumu
(karizmatik)
karşımdakilere
hissettirmeye
çalışırım.
43.
Karşımdaki kişinin ilgili
ilgisiz her konuda konuşması,
iletişimi önemsemememe neden olur.
44.
Karşımdaki kişinin dünya
görüşü, değer sistemi, ideolojisi
iletişim kurmayı istememde önemli
etkendir.
45.
Karşımdaki kişinin bende
bıraktığı ilk fiziksel izlenimi (olumlu
olumsuz) iletişim kurmamda etkilidir.
46.
İletişimde
konuları
yönlendirmede insiyatif bende olsun
isterim.
33
15,0
71
32,3
19
8,6
46
20,9
51
23,2
19
8,6
58
26,4
27
12,3
51
23,2
65
29,5
17
7,7
37
16,8
21
9,5
34
15,5
111
50,5
37
16,8
62
28,2
29
13,2
30
13,6
62
28,2
8
3,6
40
18,2
30
13,6
52
23,6
90
40,9
30
13,6
64
29,1
32
14,5
43
19,5
51
23,2
84
38,2
63
28,6
24
10,9
26
11,8
23
10,5
71
32,3
80
36,4
17
7,7
28
12,7
24
10,9
70
31,8
84
38,2
20
9,1
26
11,8
20
9,1
33
15,0
65
29,5
49
22,3
45
20,5
28
12,7
Tablo 2, ölçekte yer alan her bir madde için üniversite öğrencilerinin verdiği cevapların
frekans dağılımını (sayı yüzde) göstermektedir.
252
Tablo 3: Betimleyici İstatistikler
N
S1YAS
En Küçük Değeri
En Büyük Değeri
19
25
220
Tablo 4: Betimleyici İstatistikler
En Küçük
N
Değeri
En Büyük
Ortalama
Standart
Sapma
21,57
1,644
Ortalama Standart
Değeri
Sapma
HAM_PUAN 220
84
216
154,76
24,433
220
36
92
65,86
10,397
PUAN
Tablo 3 ve tablo 4’de de görüldüğü üzere, araştırmaya katılan toplam 220
öğrencinin yaşları değerlendirildiğinde, en küçük değerin 19, en büyük değerin 25 ve
yaş ortalamasının 21.57 olduğu görülmektedir. 220 öğrenciden araştırmada en küçük
84, en büyük 216 ham puan alındığı, bunun da ortalamasının 154.76 olduğu ortaya
çıkmaktadır. Yüzdelik puan anlamında ise, öğrencilerin testten aldığı en küçük değer
%36, en büyük değer %92, ortalama ise %65.86’dır.
253
Tablo 5: Üniversite Öğrencilerinin İletişim Düzeyleri İçin Sorulan Soruların Madde Analizi ve
Güvenilirlik Analizi Sonuçları.
Sorular
1. Çoğu zaman kendi inandığım şeylerle çelişen
mesajları duymaktan hoşlanmam.
2.İletişimde karşımdaki kişilerin olayları benim gibi
algıladığını düşünürüm.
3.Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi
olumlu hissetmeme neden olur.
4.Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi
olumsuz hissetmeme neden olur.
5. Karşımdaki kişinin tutum ve davranışlarını
sevmediğimde, genelde iletişime kapalı olurum.
6. İletişimde her şeyi açıklıkla ifade etmek yerine,
kapalı ve imalı iletişim kurmayı tercih ederim.
7.Karşımdaki kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarını
değerlendirmemde duygusal durumum (olumlu,
olumsuz) önemlidir.
8.İletişim kurarken duygularımı anlatmakta güçlük
çekerim.
9.İletişimde karşımdaki ile empati kurmakta güçlük
çekerim.
10.İletişim kurduğum kişinin mesajları duygusal
yapımı yakından etkiler.
11.Çoğu zaman iletişim becerilerimin kısıtlı
olduğunu ve karşımdakinin sözsüz mesajlarından
konuşmamın onları sıktığını ve benimle birlikte
olmak istemediğini anlıyorum.
12.İletişimde genelde incinmemek için duygularımı
kapatmayı tercih ederim.
13.İletişimde genelde karşımdakini kendi bakış
açıma göre anlamaya çalışırım.
14.İletişimde başkaları beni dinlemiyorsa, genelde
bunun onlardan kaynaklandığını düşünürüm.
15.Bana göre ‘söylediğini duyuyorum’ ile ‘seni
dinliyorum’ aynı şeyi ifade etmektedir.
16.İletişimde genelde başkalarını düşüncelerimin
doğru olduğuna inandırmaya, bununla ilgili kanıt
göstermeye ve ders vermeye çalışırım.
17.İletişimde genelde karşımdaki kişinin dile
getirdiği sorunundan çok, sorunuyla ilgili tanı
koymaya yönelirim.
18.İletişimde genelde başkalarının sözünü
bitirmesini beklemeden kendi düşüncelerimi ifade
etmeye başlarım.
19.İletişimde genelde zihnim benim için daha önemli
konularla meşgul olduğundan karşımdakinin
söylediklerine dikkatimi veremem.
20.Konuşurken karşımdaki kişinin eğitim seviyesi,
tecrübe ve beklentilerine göre dili kullanmadığımı
düşünüyorum.
21.Karşımdaki kişiden hoşlanıyorsam, bütün
mesajlarını daha olumlu değerlendiririm.
22.Başkalarının söyledikleriyle yüz ifadeleri ve
hareketlerinin birbiriyle çelişmesi genelde onları
dinlememi engeller.
23.Bana duymak istemeyeceğim şeyler
söylendiğinde, genelde bunları dinlememeyi tercih
ederim.
24.Benim için konuşmak, kendi düşüncelerimi ifade
etmek başkalarını dinlemekten daha önemlidir.
Madde
Çıktığında
Ölçek
Ortalaması
Madde
Çıktığında
Ölçek Varyansı
Madde-Ölçek
Toplam
Korelasyonu
Madde
Çıktığında
Ölçek Alfa’sı
152,1909
574,3196
,3326
,8831
151,2045
580,4100
,2300
,8846
152,6364
593,8489
,0468
,8863
151,5636
582,4663
,2120
,8848
152,4364
584,0005
,1626
,8858
151,2227
573,4890
,3129
,8835
152,7182
584,8791
,1726
,8854
151,1636
572,9594
,3232
,8833
150,7727
579,5189
,2792
,8838
152,3591
585,1536
,1951
,8848
151,0909
571,2702
,3593
,8827
151,5000
573,4292
,3057
,8836
151,6318
566,4072
,4295
,8816
151,6909
579,3013
,2480
,8844
150,1182
587,0271
,2012
,8846
152,0773
571,9712
,3387
,8830
152,0182
576,6024
,2913
,8837
150,5864
577,8327
,2979
,8836
151,0182
570,5111
,3744
,8824
151,5273
572,8988
,3045
,8837
152,5318
582,1131
,2294
,8845
152,6364
588,4060
,1207
,8860
151,7364
567,7293
,3800
,8824
150,8000
566,0785
,4859
,8808
254
25.İnsanları genelde birey olarak değil, bir grubun
üyesi olarak değerlendiririm.( tipik genç, aptal
sarışın gibi.)
26.İletişimde başkalarından önce ben ve benim
düşüncelerim önemlidir.
27.Genelde insanları dinlemediğim halde dinliyor
görünürüm.
28.Karşımdakinin söylediklerini genelde bana
yönelik bir eleştiri ya da saldırı olarak algılarım.
29.İletişimde karşımdaki kişileri söyledikleriyle zor
duruma sokacak fırsatlar yaratmaya çalışırım.
30.İletişimi, kişileri her zaman kendi açımdan
değerlendiririm.
31.İletişimde genelde karşımdakinin hislerinden çok,
haklı olmayı ön planda tutarım.
32.Çoğu zaman iletişimde başkalarını eleştirmekten
hoşlanırım.
33.İletişim kurarken konunun içeriğinden çok,
karşımdaki kişinin kişilik özelliğine göre yargıda
bulunurum.
34.Genelde karşımdaki kişinin duygu ve düşüncesini
öngörebilirim.
35.Karşımdakinin bana yönelttiği en ufak bir
eleştiriyi, bireysel değerimi küçültücü bir eylem
olarak yorumlarım.
36.Karşımdakinin benim istediğim şeyi yapmaması,
onun beni sevmediğini gösterir.
37.İletişim kurarken genelde karşımdaki kişi beni
onaylamazsa, iletişim kurmakta güçlük çekerim.
38.Yanlış bir şey söylediğimde, başkalarının beni
zayıf olarak algıladığını düşünür ve iletişim
kurmaktan çekinirim.
39.Mutlu olmam için, karşımdaki kişileri
değiştirmem gerektiğine inanıyorum.
40.İletişimde önemli olan karşılıklı mesaj alışverişi
değil, tarafların birbirlerini nasıl bir insan olarak
algıladıklarıdır.
41.İletişimde çoğu zaman başkalarının bana karşı
ilgisiz davrandıklarını düşünüyorum.
42.İletişim kurarken sözel ya da beden dilimle çoğu
zaman üstün olduğumu (karizmatik) karşımdakilere
hissettirmeye çalışırım.
43.Karşımdaki kişinin ilgili ilgisiz her konuda
konuşması, iletişimi önemsemememe neden olur.
44.Karşımdaki kişinin dünya görüşü, değer sistemi,
ideolojisi iletişim kurmayı istememde önemli
etkendir.
45.Karşımdaki kişinin bende bıraktığı ilk fiziksel
izlenimi (olumlu olumsuz) iletişim kurmamda
etkilidir.
46.İletişimde konuları yönlendirmede insiyatif bende
olsun isterim.
150,4545
578,9340
,3223
,8832
150,7909
564,1570
,5153
,8804
150,7455
567,6609
,4678
,8811
150,4182
574,3175
,4404
,8819
150,7909
563,4629
,4873
,8807
151,4455
557,3988
,5703
,8793
151,0909
561,1333
,5076
,8803
150,8955
569,8566
,4195
,8818
151,4773
560,8716
,4901
,8805
152,5000
585,0731
,1829
,8851
150,7545
563,9212
,5274
,8803
150,7818
564,8289
,5054
,8805
151,7136
561,4747
,4910
,8805
151,3773
563,2771
,4887
,8806
150,9227
563,5785
,4742
,8808
151,6818
570,8024
,3364
,8831
150,9636
567,4233
,4694
,8811
151,6682
568,9351
,3908
,8822
152,4864
576,4062
,2881
,8838
152,4273
579,7527
,2400
,8845
152,4818
579,0910
,2649
,8841
151,9000
559,7525
,5958
,8792
N = 220; Madde sayısı =46 ; Alpha =0.89
Bir ölçme aracının önemli niteliklerinden biri güvenilirliktir. Güvenilirlik
katsayısı bir çok halde korelasyon katsayısı olarak ifade edilmektedir. Korelasyon bir
istatistiksel yöntem olarak iki değişken arasındaki ilişkinin derecesi ve yönü hakkında
bilgi vermekte, -1 ile +1 arasında değerler almaktadır. Ancak konu güvenilirlik katsayısı
255
olunca elde edilen korelasyonun pozitif sınırlar içinde ve oldukça yüksek olması arzu
edilmektedir277.
Yukarıdaki ölçeğin güvenilirlik analizi yukarıdaki tabloda gösterilmiştir. Bütün
maddelerin iyi olduğu, ölçek bütünlüğünü belirgin şekilde zedeleyen, bozan maddenin
bulunmadığı, bu nedenle 46 soruda ölçülmek istenen bu konuda oluşturulan bu soruların
amacı karşıladığı söylenebilmektedir.
277
İbrahim Ethem Özgüven, Psikolojik Testler, Pdrem Yayınları, Dördüncü Baskı, Ankara, 2000, s. 84.
256
Tablo 6: Tek yönlü varyans analizi
Kişi
Yaş
Ortalama
sayısı
grupları
(n)
Standart
Sapma
19
20
65,3404
10,97
20
44
60,82
12,076
21
22
23
24
25
Toplam
54
39
33
16
14
220
64,14
69,49
68,23
67,85
71,03
65,86
10,561
7,644
9,557
8,722
6,210
10,397
Tablo 7: Tek yönlü varyans analizi
Kişi
Cinsiyet
sayısı
Ortalama
grupları
(n)
Standart
Sapma
kız
71
69,3197
10,19
erkek
149
64,21
10,114
Toplam
220
65,86
10,397
Tablo 8: Tek yönlü varyans analizi
Kişi
Gelir
Ortalama
sayısı
grupları
(n)
Gruplar
Arası
Gruplar
İçi
Toplam
Serbestlik
derecesi
Kareler
Ortalaması
F
P
2418,304
6
403,051
4,039
,001
21255,704
213
99,792
23674,008
219
Kareler
Toplamı
Serbestlik
derecesi
Kareler
Ortalaması
F
P
1257,101
1
1257,101
12,225
,001
22416,907
218
102,830
23674,008
219
Standart
Sapma
düşük
25
65,7362
10,57
orta
185
66,06
10,368
yüksek
Toplam
10
220
62,38
65,86
10,973
10,397
Tablo 9: Tek yönlü varyans analizi
Orta öğrenimi
Kişi
tamamlama yeri sayısı
Ortalama
grupları
(n)
144
66,3978
10,74
ilçe
72
64,70
9,759
yurtdışı
Toplam
4
220
67,13
65,86
9,345
10,397
Tablo 10: Tek yönlü varyans analizi
Nerede
Kişi
barınıldığına
sayısı
Ortalama
ilişkin gruplar
(n)
Gruplar
Arası
Gruplar
İçi
Toplam
Standart
Sapma
kent
Gruplar
Arası
Gruplar
İçi
Toplam
Standart
Sapma
aile ile birlikte
72
69,9527
8,86
yurtta
102
61,89
10,460
46
68,24
9,391
220
65,86
10,397
ayrı bir
mekanda
Toplam
Gruplar
Arası
Gruplar
İçi
Toplam
Kareler
Toplamı
Gruplar
Arası
Gruplar
İçi
Toplam
257
Kareler
Toplamı
Serbestlik
derecesi
Kareler
Ortalaması
F
P
128,749
2
64,374
,593
,553
23545,259
217
108,503
23674,008
219
Kareler
Toplamı
Serbestlik
derecesi
Kareler
Ortalaması
F
p
144,202
2
72,101
,665
,515
23529,806
217
108,432
23674,008
219
Kareler
Toplamı
Serbestlik
derecesi
Kareler
Ortalaması
F
p
3074,827
2
1537,414
16,196
,000
20599,181
217
94,927
23674,008
219
Tek yönlü varyans analizinde (One Way ANOVA) iki değişken veya grup
arasındaki varyans incelenebilmektedir. ANOVA iki ortalamadan fazlasını test eden ttesttir. Varyans analizinde bağımlı değişkenin varyansının değişme nedeni üzerinde
durulmaktadır. Varyans analiziyle istatistiksel farklılık olduğu değerlendirilmektedir.
ANOVA analizinde, ortalama ile varyans veya her grubun rastlantılı hata ölçüleri
arasındaki ilişkide farkın anlamlı olup olmadığı değerlendirilmektedir. ANOVA nedensonuç ilişkisi olduğunu varsaymaktadır278.
Ölçekten alınan puanlar yaş değişkeni açısından karşılaştırıldığında, yaş
gruplarındaki puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır;
(F (6,213)=4,039; p<0,05). Buna göre araştırmada yer alan 20 yaşındaki öğrencilerin
diğer tüm yaş gruplarından daha düşük puan aldığı gözlemlenmekte, yaş yükseldikçe
iletişim sorunlarının daha az yaşandığı söylenebilmektedir.
Kişilerin iletişim puanları cinsiyet değişkeni açısından karşılaştırıldığında, kız ve
erkek puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır;
(F (1,218)=12,225; p<0,05). Kızların iletişim puanlarının erkeklerden daha yüksek
olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda kızların erkeklerden daha az iletişim problemleri
yaşadıkları ortaya çıkmaktadır.
Öğrencilerin gelir durumu açısından sonuçlar değerlendirildiğinde, gelir grupları
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktur; (F (2,217)= ,593; p>0,05). Bu
durumda diğer pek çok etkenin iletişim sürecinde gelir düzeyi gibi bir çevre faktörünün
etkisini azalttığı görülmektedir.
Öğrencilerin iletişim puanları orta öğrenimini tamamladıkları yer açısından
karşılaştırıldığında, gelir gruplarında olduğu gibi istatistiksel olarak anlamlı farklılığın
olmadığı ortaya çıkmaktadır; (F (2,217)= ,665; p>0,05). Dolayısıyla orta öğrenimin
tamamlandığı yerin iletişim sürecinde etkili olmadığı görülmektedir.
Öğrencilerin nerede barındığına ilişkin sonuçlar değerlendirildiğinde ise,
gruplardaki puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılığın olduğu
gözlenmektedir; (F (2,217)= ,000; p<0,05). Bu doğrultuda yurtta kalan öğrencilerin
iletişim puanlarının ailesiyle birlikte ya da ayrı bir mekanda kalan öğrencilere göre daha
278
Hüseyin Tatlıdil, Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistiksel Analiz, Cem Ofset, Ankara, 1996, s.148.
258
düşük olduğu ortaya çıkmakta, bu da yurtta kalanların iletişim sürecinde daha fazla
sorunlar yaşadıklarını göstermektedir.
Grafik 6. Çoğu zaman kendi inandığım şeylerle çelişen mesajları duymaktan
hoşlanmam.
Kes.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
11,8%
20,9%
Kıs.Katılmıyorum
17,3%
Kararsızım
8,2%
Kıs.Katılıyorum
41,8%
Algılama
farklılıklarının
iletişimsizliğin en temel nedenlerinden birini
oluşturduğu görülmektedir. Bu durumda kişilerin, karşıdaki kişilerin söylediklerine
değil, duymak istediklerine odaklanmaları söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla burada
seçici dinlemenin gerçekleştiği gözlenmektedir. Kişilerin seçici dinledikleri, seçiciliğe
meyilli oldukları, öncelikle kendi düşünceleri ile uyuşan düşünceleri dinledikleri, seçici
bellekle mesajların, kendi düşüncelerini destekleyen bölümlerini hatırlama ve
desteklemeyenleri unutma eğiliminde olduğu ifade edilmektedir.
Bu çalışmada da, yukarıdaki ifadeye üniversite öğrencilerinin %20.9’unun
tamamen, %41.8’inin ise kısmen katıldıklarını belirtmeleri, öğrencilerin kendi inançları
ile paralellik gösteren mesajları duyma, dolayısıyla mevcut inançlarıyla çelişen
mesajları da reddetme eğiliminin yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır.
259
Grafik 7. İletişimde karşımdaki kişilerin olayları benim gibi algıladığını düşünürüm.
Tam.Katılıyorum
6,8%
Kes.Katılmıyorum
Kıs.Katılıyorum
33,2%
22,7%
Kararsızım
11,4%
Kıs.Katılmıyorum
25,9%
Pek çok iletişim sorununun temelinde yer alan nedenlerden birini oluşturan bu
düşünce biçiminde, bir anlamda zihin okuma yapılarak, kişinin karşısındakinin de
olayları kendisi gibi algıladığı inancını taşıması söz konusu olmaktadır. Bu anlayışın,
iletişimin benzerliklerin ve farklılıkların paylaşımı olarak değerlendirilmesini, belli bir
konuda çok farklı bakış açılarının olabileceğini göz ardı ettiği ve karşıdaki kişiyi
anlamaya çalışmaktan son derece uzak olduğu söylenebilmektedir.
Bu ifadeye öğrencilerin %22.7’si kısmen, %6.8’i tamamen katıldıklarını, buna
karşın %25.9’u kısmen ve %33.2’si ise kesinlikle katılmadıklarını belirttikleri ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla bu durumun da, öğrencilerin iletişimlerinde önemli ölçüde
belirleyici olmadığı, yalnızca öğrencilerin üçte birlik bir bölümünün diğer kişilerin de
kendileri gibi algıladığını düşündükleri görülmektedir.
260
Grafik 8. Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumlu hissetmeme neden olur.
Kes.Katılmıyorum
3,2%
Kıs.Katılmıyorum
6,8%
Tam.Katılıyorum
24,5%
Kararsızım
14,1%
Kıs.Katılıyorum
51,4%
İletişim sürecinde yaşanılan duygularla diğer kişilerin sözlü ve sözsüz
mesajlarının bir neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirilme eğiliminin yüksek olduğu
ifade edilmektedir. Bu noktada kişilerin kendilerini olumlu hissetmelerinin sorumluluğu
diğer kişilere yüklenmekte, kişilerin olaylara verdiği anlamlar, düşünceler ve yorumlar
göz ardı edilmektedir.
Yukarıdaki ifadeye araştırmada yer alan öğrencilerin %24.5’inin tamamen,
%51.4’ünün
ise
kısmen
katıldığı
görülmektedir.
Kısmen
ya
da
kesinlikle
katılmayanların oranının düşük olduğu gözlenmektedir. Bu konuda kararsız olduklarını
ifade edenlerin oranı ise %14.1’dir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık dörtte üçünün
duygusal yapıları üzerinde karşıdaki kişilerin sözlü ve sözsüz mesajlarının son derece
önemli ve etkili olduğu ortaya çıkmaktadır.
261
Grafik 9. Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumsuz hissetmeme neden
olur.
Tam.Katılıyorum
Kes.Katılmıyorum
9,5%
16,8%
Kıs.Katılıyorum
25,9%
Kıs.Katılmıyorum
31,4%
Kararsızım
16,4%
Kişinin kendisiyle ilgili düşüncelerinin, aldığı mesajı anlamlandırma sürecini
yönlendirdiği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla, kendisiyle ilgili olumsuz bir
imaja sahip olan kişi, diğerleriyle kurduğu iletişimde çoğu zaman diğerlerinin sözel ve
sözsüz mesajlarıyla kişiliğini olumsuz olarak değerlendirdiklerini düşünmekte, duyduğu
şeyleri kişisel olarak yorumlamakta, sürekli kendi olumsuz imajını destekleyici anlam
boyutları arayışı içinde bulunduğu görülmektedir.
Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %9.5’i tamamen, %25.9’u ise kısmen
katıldıklarını, buna karşın %16.8’i kesinlikle ve %31.4’ü ise kısmen katılmadıklarını
belirtmektedir. Bu durum, araştırma yapılan öğrencilerin yaklaşık üçte birinin,
karşılarındaki
kişilerin
söylem
ve
eylemleriyle
kendilerini
olumsuz
olarak
değerlendirdiklerini, her şeyi kendilerine yönelik olarak kabul ettiklerini göstermektedir.
262
Grafik 10. Karşımdaki kişinin tutum ve davranışlarını sevmediğimde, genelde iletişime
kapalı olurum.
Kes.Katılmıyorum
10,5%
Kıs.Katılmıyorum
15,5%
Tam.Katılıyorum
40,0%
Kararsızım
10,5%
Kıs.Katılıyorum
23,6%
İletişimsizliği doğuran en önemli nedenlerden birini kişilerin sahip olduğu
önyargıların oluşturduğu gözlenmektedir. Dolayısıyla kişinin mesajı etkin bir biçimde
algılamasına ve anlamlandırmasına engel olan önyargıların, kişiyi iletişim sürecinden
derece derece kopardığı görülmektedir. Kişi, karşısındaki kişinin tutum ve
davranışlarını sevmediğinde, onunla iletişim kurma isteğinden giderek uzaklaşmaktadır.
Burada da üniversite öğrencilerinin bu düşünceye %40 oranında tamamen,
%23.6 oranında ise kısmen katıldıklarını ifade ettikleri ortaya çıkmaktadır. Bu ifadeye
kısmen ve kesinlikle katılmayanların oranının diğerlerine göre düşük olduğu
gözlemlenmektedir. Buna bağlı olarak öğrencilerin üçte ikisinin çoğunlukla temeli
yetersiz bilgilere dayanan birtakım önyargılar ile yaklaştıkları kişilere karşı iletişime
kapalı oldukları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
263
Grafik 11. İletişimde her şeyi açıklıkla ifade etmek yerine, kapalı ve imalı iletişim
kurmayı tercih ederim.
Tam.Katılıyorum
9,1%
Kes.Katılmıyorum
Kıs.Katılıyorum
39,1%
23,2%
Kararsızım
11,4%
Kıs.Katılmıyorum
17,3%
Bir kişiyi tümüyle işlevsel bir birey yapan ve toplum içinde yaşamanın en güç
ama dirimsel derecede önemli yanı iletişim kurabilme yeteneğidir. Kişi eğer
eylemleriyle olduğu kadar kullandığı sözcüklerle de kim olduğunu bildirme yolunda
yeterli ve istekli olmazsa, kimsenin kendisinin nasıl bir insan olduğunu anlaması
mümkün görünmemektedir. Kişisel olarak konuşmakla, jestlerle ve eylemlerle her an
değişen benliğini anlatmak durumundadır279. Dolayısıyla yalnız kalma ve yanlış
anlamaların kişinin kendisini olaylarda arı bir biçimde sunma yetersizliğinden ortaya
çıktığı ifade edilmektedir.
Mesajı net bir biçimde ortaya koymanın geri plana atılarak, karşıdaki kişinin
yorumuna bırakılmasına bağlı olarak karşıdaki kişinin doğru yorumlayamaması, bir
başka deyişle mesaj ile bağdaştırılan diğer anlam boyutlarını algılayamaması, bunun
sonucunda da iletişimsizliğin yoğun bir biçimde yaşanması söz konusu olmaktadır.
279
Leo Buscaglia, Kişilik, Tümüyle İnsan Olabilme Sanatı, Çev: Nejat Ebcioğlu, İnkılap Kitabevi ,7.
Baskı, İstanbul, 1987, s.123.
264
Bu ifadeye öğrencilerin %9.1’inin tamamen, %23.2’sinin ise kısmen katıldıkları
görülmekte, %39.1’ise kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Bu durum
öğrencilerin yaklaşık üçte birinin açık iletişim kurmayı tercih etmeyerek, karşıdaki
kişiler açısından mesajın sunulmasında önemli dinleme ve anlama engelleri ortaya
çıkardıklarını göstermektedir.
Grafik 12. Karşımdaki kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarını değerlendirmemde
duygusal durumum (olumlu, olumsuz) önemlidir.
Kes.Katılmıyorum
8,6%
Kıs.Katılmıyorum
8,2%
Kararsızım
5,0%
Tam.Katılıyorum
42,7%
Kıs.Katılıyorum
35,5%
İletişim kurarken kişinin her zaman rasyonel bir tutum içerisinde olduğunu
söylemek mümkün değildir. Yaşanılan iletişim süreçlerinde duygular da her zaman için
önemli bir yer tutmaktadır. Kişinin aldığı mesajı anlamlandırmasında, o anki olumlu
olumsuz duygularının önemli ve belirleyici olduğu görülmektedir. Aynı mesajı mutlu,
sakin ve kızgın, öfkeli, umutsuz olduğu durumlarda kişinin farklı yorumlayabildiği
ortaya çıkmaktadır.
Yukarıdaki ifadeye kısmen ve kesinlikle katılmayanların oranının düşük olduğu
gözlemlenirken, öğrencilerin %47.2’si tamamen, %35.5’i ise kısmen katıldıklarını
belirterek, başkalarının sözlü ve sözsüz mesajlarını değerlendirmelerinde yaşadıkları
265
duyguların son derece belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır.
Grafik 13. İletişim kurarken duygularımı anlatmakta güçlük çekerim.
Kes.Katılmıyorum
40,0%
Tam.Katılıyorum
7,7%
Kıs.Katılıyorum
25,5%
Kararsızım
5,9%
Kıs.Katılmıyorum
20,9%
Kişilerin birbirlerini anlamaları, birbirleriyle olumlu ilişkiler kurmaları, kişinin
kendisini çevresine kanıtlaması, kabul ettirmesi, dolayısıyla tüm bunların en üst sınırını
oluşturan mutlu ve başarılı bir yaşama sahip olmasında duyguların çok önemli bir
yerinin olduğu görülmektedir. Duygular dünyasına açıklama getirebilmenin birtakım
engellerle karşılaştığı ifade edilmekte, bu engellerin başında da duyguların belli sınırlara
oturtulamayışı ön plana çıkmaktadır. Duygular bir anlamda renklere benzetilmekte, her
rengin değişik tonlara sahip olması gibi, her duygunun da farklı tonları olduğu
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Örneğin, her kişi zaman zaman mutluluk duygusunu
yaşayabilmekte, bununla birlikte hiçbirinin mutluluk tonu birbirine benzememektedir.
Duyguların ifade edilmesi konusundaki bir diğer zorluğu da, duyguların sözcüklere tam
anlamıyla dökülemeyişi oluşturmaktadır.
İletişim
sürecinde
bazen
kişilerin
yaşadıkları
duyguları
doğru
tanımlayamadıkları ve duygularını kolayca ifade edemedikleri görülmektedir. İletişim
266
problemlerinin büyük bir bölümünün ifade edilmeyen duygular ve bunun sonucunda
ortaya çıkan yanlış anlaşılmalardan kaynaklandığı gözlenmektedir. Duygularını
anlatmakta güçlükler yaşayan kişinin, hissettikleri karşıdaki kişilerin yorumuna
bırakılmakta,
dolayısıyla
farklı
anlamlandırmalar
iletişimsizliği
de
gündeme
getirmektedir.
Grafik 13’de de görüldüğü üzere yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %25.5’i kısmen,
%7.7’si ise tamamen katılmakta, bununla birlikte %20.9 oranında kısmen, %40
oranında ise kesinlikle katılmadıkları ortaya çıkmaktadır. Bu durum çalışmada yer alan
öğrencilerin yaklaşık üçte birinin duygularını ifade etmede güçlükler yaşadıklarını açığa
çıkarmaktadır.
Grafik 14. İletişimde karşımdaki ile empati kurmakta güçlük çekerim.
Kes.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
46,4%
3,2%
Kıs.Katılıyorum
14,5%
Kararsızım
8,6%
Kıs.Katılmıyorum
27,3%
“İnsan bir yandan iletişim kurar, sosyaldir, yardımseverdir; ama bir yandan
benmerkezcidir (ego-santriktir), olaylara karşısındakinin bakış tarzıyla bakmaz, onunla
empati kurmaz”280. Bu doğrultuda benmerkezciliğin fiziksel, zihinsel ve duygusal
olarak gerçekleştiği görülmekte, kişinin karşısındaki kişilerin dünyayı ve olayları
280
Üstün Dökmen, Küçük Şeyler, Sistem Yayıncılık, Üçüncü Basım, İstanbul, 2005, s.42.
267
algılama ve düşünme biçimlerinin yanlış olduğunu, kendisinin algılama ve düşünme
biçiminin ise tek doğru olduğunu düşünmesi zihinsel ben merkezciliği gündeme
getirmekte, bazı durumda kişinin kendisi gibi düşünmeyenleri değiştirmeye, kendine
benzetmeye çalıştığı gözlenmektedir. Bunun yanında karşısındakinin bakış açısını
kavrayabilmekte, ancak onun duygularına kapalı kalıp neler hissettiğini anlayamamakta,
kendi duygularını ön plana almaktadır. Dolayısıyla kişinin fiziksel, zihinsel ve duygusal
açıdan
ben
merkezci
davranışlar
sergilemesi
diğerleriyle
empati
kurmasını
engellemekte, iletişimsizlik yaşamasına neden olmaktadır.
Araştırmaya katılan öğrencilerin iletişimde empati kurmada güçlük çekmeleriyle
ilgili olarak %27.3’ünün kısmen, %46.4’ünün ise kesinlikle katılmadıklarını ifade
ettikleri görülmektedir. Buna karşın %14.5’inin kısmen, %3.2’sinin ise kendisini
karşısındaki kişilerin yerine koyup onları anlamakta güçlükler yaşadıkları ortaya
çıkmaktadır.
Grafik 15. İletişim kurduğum kişinin mesajları duygusal yapımı yakından etkiler.
Kes.Katılmıyorum
4,5%
Kıs.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
20,9%
15,9%
Kararsızım
15,9%
Kıs.Katılıyorum
42,7%
Burada bilişsel kısmın ihmal edilip, duyguların ön plana çıkarılması söz
268
konusudur. Kişilerarası iletişim sürecinde başkalarının kişinin belli bir duyguyu
yaşamasına neden olduğu kanısı, duygunun değişiminin de başkalarının değişimine
bağımlı olduğu noktasına götürmektedir.
Bu çalışmada öğrencilerin yukarıdaki ifadeye %20.9 tamamen ve %42.7 kısmen
katıldıkları gözlemlenmekte, buna karşın kısmen katılmayanların %15.9, kesinlikle
katılmayanların ise %4.5 olduğu ortaya çıkmaktadır. Kararsızların oranı ise %15.9’dur.
Bu oranlar öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin yaşadıkları duyguların nedenlerini
karşılarındaki kişilerde gördüklerini ve duygularının değişmesinin bu kişilerin
değişimine bağlı olduğu inancında olduklarını ortaya koymaktadır.
Grafik 16. Çoğu zaman iletişim becerilerimin kısıtlı olduğunu ve karşımdakinin sözsüz
mesajlarından konuşmamın onları sıktığını ve benimle birlikte olmak istemediğini
anlıyorum.
Kes.Katılmıyorum
39,5%
Tam.Katılıyorum
10,0%
Kıs.Katılıyorum
15,0%
Kararsızım
12,3%
Kıs.Katılmıyorum
23,2%
İletişim sürecinde bazı durumlarda kişilerin diğerlerinin tutumlarını kendi
özsaygılarını zedeleyecek biçimde yorumlayabildiği gözlenmektedir. Örneğin, kişinin
fikri karşısındaki tarafından göz önüne alınmadığında, bu durumdan kişi kendisinin
269
haksız olduğu anlamını çıkarabilmektedir. Dolayısıyla karşıdaki kişinin sözsüz
mesajlarından kendisinin olumsuz olarak değerlendirildiği sonucuna varılabilmekte, kişi
iletişim
kurma
konusunda
yetersizlikler
gösterdiği
yönünde
kendisini
suçlayabilmektedir.
Yukarıdaki ifadeye araştırmada yer alan öğrencilerin %15’i kısmen ve %10’u
tamamen katılırken, %23.2’sinin kısmen ve %39.5’inin ise kesinlikle katılmadığı ortaya
çıkmaktadır. Bu sonuç öğrencilerin yaklaşık dörtte birinin iletişimde başkalarının
tutumlarının kendi özsaygıları üzerinde etkili olduğu noktasına götürmektedir.
Grafik 17. İletişimde genelde incinmemek için duygularımı kapatmayı tercih ederim.
Tam.Katılıyorum
13,2%
Kes.Katılmıyorum
30,9%
Kıs.Katılıyorum
26,4%
Kıs.Katılmıyorum
Kararsızım
17,3%
12,3%
Kişi duygusal kapalılığı tercih ettiğinde, kendi duygularına karşı kapanmakta, bir
süre sonra kendi duygularıyla da iletişimini koparmakta ve ne hissettiğini bilemez
duruma gelmektedir. Bunun sonucunda da özgüvenden yoksun bir kişi olabilmektedir.
Genel
anlamda
değerlendirildiğinde,
aile
ortamının
kişiye
duygularını
gizlemesinin, açığa vurmamasının önemini vurguladığı gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
Bir anlamda kişiye yetişkin olana dek, duygusal kapalılığın yolları aşılanmaktadır.
Dolayısıyla kişiyi verdiği karışık mesajlarla başkaları anlamadan önce, kişinin kendisini
270
anlayamadığı görülmektedir.
Öğrencilerin incinmemek için duygularını kapatmayı seçme konusunda
%13.2’sinin tamamen, %26.4’ünün kısmen katıldıkları, buna karşın %17.3’ünün kısmen
ve %30.9’unun ise kesinlikle katılmadıkları ortaya çıkmaktadır. Bu durum, öğrencilerin
yaklaşık üçte birinin iletişim sürecinde gerçek duygularını gizlediğini göstermektedir.
Grafik 18. İletişimde genelde karşımdakini kendi bakış açıma göre anlamaya çalışırım.
Tam.Katılıyorum
Kes.Katılmıyorum
13,6%
23,2%
Kıs.Katılıyorum
27,7%
Kıs.Katılmıyorum
21,8%
Kararsızım
13,6%
Kişiler arasında etkili iletişimin kurulmasını olanaksızlaştıran nokta, kişilerin
çoğu zaman karşılarındakileri kendi algısal dünyalarına göre anlamaya çalışmaları ve
kendi algısal dünyalarına uymayan uyaranları reddetmeleridir. Diğerlerini yargılama,
değerlendirme, onaylama-onaylamama eğilimleri kişilerin kendi bakış açılarından
yapılmaktadır. Bu noktada sağlıklı bir iletişimin, değerlendirme eğiliminden sakınarak,
diğerlerini anlamaya çalışarak dinlemenin gerçekleştiği durumda meydana geldiği
görülmektedir.
Grafik 18’den de anlaşılacağı üzere bu ifadeye kısmen ya da bütünüyle katılan
ya da katılmayanların oranının hemen hemen eşit olduğu gözlenmekte, dolayısıyla
271
öğrencilerin %40’lık bir bölümünün kendi bakış açıları doğrultusunda kişileri anlamaya
çalıştıkları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
Grafik 19. İletişimde başkaları beni dinlemiyorsa, genelde bunun onlardan
kaynaklandığını düşünürüm.
Kes.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
15,0%
16,4%
Kıs.Katılıyorum
23,6%
Kıs.Katılmıyorum
28,2%
Kararsızım
16,8%
Burada sorumluluğun bütünüyle karşı tarafa yüklenmesi söz konusu olmaktadır.
Kimi zaman, kişinin kendisine kulak verilmediğini, duyulmadığını hissettiğinde, bunun
sorumluluğunu üzerine almaktan kaçındığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü bazen, kişi
ötekinin tahmin edeceğini düşünerek, kendisini net ya da doğrudan ifade etmemektedir.
Bu noktada isteğini açık bir dille ifade etmeye (‘Seninle konuşmak istiyorum’, ‘Beni
dinlemeni istiyorum’, ‘Sana neler hissettiğimi söylemek istiyorum’) cesaret
edemeyebildiği de söylenebilmektedir.
Grafik 19’dan da anlaşılacağı üzere bu ifadeye öğrencilerin %23.6’sı kısmen,
%15’i tamamen katılmakta, buna karşın %28.2’si kısmen ve %16.4’ü ise kesinlikle
katılmamaktadır. Bu konuda kararsız olduklarını belirtenlerin oranının ise %16.8 olduğu
görülmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık üçte birinin iletişim sürecinde mesajın
sunuluşuyla ilgili kendilerinden kaynaklanan etkenleri göz ardı ederek sorumluluğu
272
diğer kişilere yüklediklerini ve buna bağlı olarak iletişim problemleri yaşamalarının bir
anlamda kaçınılmaz olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Grafik 20. Bana göre ‘söylediğini duyuyorum’ ile ‘seni dinliyorum’ aynı şeyi ifade
etmektedir.
Kes.Katılmıyorum
83,6%
Kıs.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
3,2%
6,8%
Kıs.Katılıyorum
3,2%
Kararsızım
3,2%
Dinlemenin duymakla karıştırılmasının genel bir eğilim olduğu ortaya
çıkmaktadır. Bununla birlikte, 'söylediğini duyuyorum' ile 'seni dinliyorum' aynı şey
değildir. Dinlemek, seslerin kulak tarafından sadece tanınmaktan öte analiz edilmesi
olarak ifade edilmektedir. Dinlemek, kişinin o anda keşfetmeye çalıştığı, söylenen
şeylerin anlamlarını dikkatlice süzmeyi ve açıklığı getirmektedir.
Dinlemek, ilk aşamasını duymanın oluşturduğu ve duymayı istemek olarak ifade
edilen bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Ancak dinlemenin duymakla aynı şey
olmadığı ortaya çıkmaktadır. Kişinin uyanık olması ya da işitsel kaybının olmaması,
söylenenleri dinlediği anlamına gelmemektedir. Bu anlamda işitmek pasif bir eylem,
dinlemek ise bilinçli bir çaba gerektiren, işitmenin ötesinde bir eylem olarak
nitelendirilmektedir. “Dinleme, duyma mekanizmalarından geçerek gelen bilgilerin
273
kayıt edilip, kullanıma hazır hale gelmesine yol açan bir farkındalıktır. Bu açıdan
dinleme duymadan farklı olarak aktif bir zihinsel yöntemdir”281.
Yukarıdaki ifadeye kısmen ve tamamen katılanların oranının oldukça düşük
olduğu gözlemlenmekte, bunun yanında kesinlikle katılmayanların %83.6 gibi büyük
bir çoğunluğu oluşturduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç da öğrencilerin büyük bir
bölümünün duymakla dinlemek arasındaki farkı algılayabildiğini göstermektedir.
Grafik 21. İletişimde genelde başkalarını düşüncelerimin doğru olduğuna inandırmaya,
bununla ilgili kanıt göstermeye ve ders vermeye çalışırım.
Kes.Katılmıyorum
15,9%
Tam.Katılıyorum
23,6%
Kıs.Katılmıyorum
18,2%
Kararsızım
8,2%
Kıs.Katılıyorum
34,1%
Karşıdaki kişileri anlamaktan uzak eğilimlerden birinin de, inandırma, kanıt
gösterme, ders verme olduğu ifade edilmektedir. İletişim sürecinde dinleyenin, konuşan
kişinin duygularını ve inançlarını önemsemediği ve bunun sözlü ve sözsüz mesajlarla o
kişiye aktarıldığı durumda iletişimsizliğin yaşanabildiği görülmektedir. Konuşmacının
duygularını anlamak yerine, kişi kendi düşünceleriyle onu etkilemek için kendine göre
281
Zeynep Cihangir, a.g.e., s.23.
274
gerçekleri, karşıt fikirleri, mantığı ve bilgileri kullanmakta ve ders vermeye çalışır
biçimde düşüncelerini dile getirmektedir.
Araştırmada yer alan öğrenciler bu ifadeye %23.6 oranında tamamen ve %34.1
oranında ise kısmen katılmaktadır. Öğrencilerin %18.2’si kısmen, %15.9’u ise
kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte
ikisinin karşıdaki kişileri anlamaya çalışmaktan uzaklaşarak kendi düşüncelerinin
doğruluğunu
kanıtlama
ve
diğerlerini
inandırma
çabası
içinde
oldukları
söylenebilmektedir.
Grafik 22. İletişimde genelde karşımdaki kişinin dile getirdiği sorunundan çok,
sorunuyla ilgili tanı koymaya yönelirim.
Kes.Katılmıyorum
14,1%
Tam.Katılıyorum
19,5%
Kıs.Katılmıyorum
16,8%
Kıs.Katılıyorum
31,4%
Kararsızım
18,2%
Burada kişinin dile getirdiği sorunundan ziyade, kişiye odaklanmanın söz
konusu olduğu görülmekte, dinleyen, konuşan kişinin güdülerinin ne olduğunu ya da
yaptığı ve söylediğinin nedenlerini açıklamaya çalışan bir psikolog rolünü
oynamaktadır. Bu noktada kişilerin olayların nedenleriyle ilgili birtakım teşhislerde
275
bulundukları, tanı koydukları gözlemlenmektedir. Kişinin ifade ettiklerine tanı koyma
eğilimi kişiyi yanlış anlaşıldığı duygusuyla baş başa bırakabilmektedir.
Yukarıdaki ifadeye araştırmada yer alan öğrencilerin %31.4’ünün kısmen,
%19.5’inin ise tamamen katıldığı görülürken, %16.8’inin kısmen ve %14.1’inin ise
kesinlikle katılmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu konuda kararsızların oranının ise göz ardı
edilemeyecek ölçüde olduğu gözlenmektedir. Bu durum öğrencilerin yarısından büyük
bir bölümünün iletişim sürecinde tanı koyma eğiliminde bulundukları sonucuna
ulaştırmaktadır.
Grafik 23. İletişimde genelde başkalarının sözünü bitirmesini beklemeden kendi
düşüncelerimi ifade etmeye başlarım.
Tam.Katılıyorum
4,5%
Kıs.Katılıyorum
11,4%
Kararsızım
6,8%
Kes.Katılmıyorum
Kıs.Katılmıyorum
16,4%
60,9%
Dinlemek için kişinin ilk önce susması ve tepki vermekten vazgeçmesi
gerekmektedir. Tepkisellik, dinlemenin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.
Dinlemek, en azından bir süre için cevap vermekten ve kişinin kendi düşüncesini ifade
etmek
için
karşısındakinin
sözünü
zaptetmekten
vazgeçmesi
olarak
değerlendirilmektedir. Böylece söz kesme alışkanlığına sahip kişiler, belirtilen noktayı
ya yanlış kavramakta, ya da daha kötüsü karşısındakilere dinlemediklerini kanıtlayan
276
geri bildirimlerde bulunmaktadır. Bu kişiler genellikle dinleme sırasında, konuşma
sırası kendilerine geldiğinde kafalarında ne söyleyecekleriyle meşgul oldukları için,
anlatılana yeterince odaklanamamaktadır. Düşünceleri kafalarında hazır olduğu anda ya
da biraz belirginleşince zaman geçirmeden bunları ifade etmek için, konuşmanın uygun
olmayan bir yerinde söze girmekten çekinmemektedir.
Bu araştırmada öğrencilerin yukarıdaki ifadeye %16.4’ünün kısmen ve
%60.9’unun ise kesinlikle katılmadıklarını ifade ettikleri görülmekte, kısmen ve
tamamen katılanların oranının ise oldukça düşük olduğu gözlenmektedir. Bu durum
öğrencilerin yaklaşık dörtte üçünün söz kesme alışkanlığı içinde olmadıklarını,
karşılarındaki kişilere kendilerini ifade etmeleri için zaman tanıdıkları sonucunu ortaya
çıkarmaktadır.
Grafik 24. İletişimde genelde zihnim benim için daha önemli konularla meşgul
olduğundan karşımdakinin söylediklerine dikkatimi veremem.
Kes.Katılmıyorum
41,8%
Tam.Katılıyorum
8,6%
Kıs.Katılıyorum
16,8%
Kararsızım
7,7%
Kıs.Katılmıyorum
25,0%
Kişilerin birbirinden farklı özelliklere sahip olmalarından dolayı, dinleme
davranışlarının da farklılık gösterdiği görülmektedir. Bu durum bir topluluğa karşı
konuşulduğunda daha da belirginleşmektedir. Bireysel farklılıklar, dinleyicilerin başka
277
düşüncelere kayıp kaymamalarını ve eğer dinlemeyi bırakırlarsa bu düşüncelerde uzun
süre kalıp kalmayacaklarını belirlemektedir. Ayrıca bu farklılıklar, kişilerin değişik
zamanlarda
dinlemeyi
durdurabilecekleri
ve
konuşmanın
farklı
bölümlerini
duyabilecekleri gerçeğini açıklamaktadır.
Hayal kurmak, zor bir durumdan kurtulmak için doğal bir kaçış yolu olmasının
yanında,
kişilerarasında
iletişimsizliğin
yaşanmasına
yol
açan
kötü
dinleme
alışkanlığının da bir göstergesi olabilmektedir. Hayal kuran kişinin bütün dikkatinin
içindeki ekrana yoğunlaştığı, iç dürtülerinin, dışarıdaki seslere hakimiyet kurduğu ifade
edilmektedir.
Grafik 24’de de görüldüğü üzere, öğrencilerin %25’i bu ifadeye kısmen, %41.8’i
ise kesinlikle katılmadıklarını belirtmektedir. Tamamen ve kısmen katılanların oranı ise
yaklaşık dörtte birlik bir bölümü kapsamaktadır. Dolayısıyla bu durum, öğrencilerin
dörtte birinin kendi iç iletilerine yoğunlaşarak karşıdaki kişilerin söylediklerine
odaklanmakta güçlükler yaşadıklarını ortaya koymaktadır.
278
Grafik 25. Konuşurken karşımdaki kişinin eğitim seviyesi, tecrübe ve beklentilerine
göre dili kullanmadığımı düşünüyorum.
Tam.Katılıyorum
18,2%
Kes.Katılmıyorum
29,5%
Kıs.Katılıyorum
18,6%
Kıs.Katılmıyorum
Kararsızım
19,5%
14,1%
İletişim sürecindeki olumsuz sonuçlar ya da doğrudan doğruya iletişimsizlik,
konuşanın anlatımdaki yetersizliğinden kaynaklanabilmektedir. Konuşan kişinin, mesaj
için uygun kod sistemini seçememesi, başarılı kodlama yapamaması, dinleyicinin kabul
edip çözebileceği kodu bulamaması durumunda iletişim sürecinin aksaması, hatta hiç
başlayamaması söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla konuşmanın dinleyen kişinin
anlayabileceği şekilde yapılandırılmaması, büyük bir dinleme engeli olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %18.6’sının kısmen, %18.2’sinin ise tamamen
katıldığı gözlenirken, %19.5’i kısmen ve %29.5’i ise kesinlikle katılmadığını dile
getirmektedir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte birinin konuşurken karşıdaki
kişilerin özelliklerini dikkate almayarak kendi anlayışları doğrultusunda hareket ettikleri
sonucuna ulaşılmaktadır.
279
Grafik 26. Karşımdaki kişiden hoşlanıyorsam, bütün mesajlarını daha olumlu
değerlendiririm.
Kes.Katılmıyorum
7,3%
Kıs.Katılmıyorum
10,0%
Tam.Katılıyorum
32,3%
Kararsızım
13,6%
Kıs.Katılıyorum
36,8%
Bu eğilim, iletişim sürecinde halo etkisini ortaya koymaktadır. Halo etkisi,
“kişiye ilişkin genel izlenimin veya kişinin dikkati çeken tek bir kişilik özelliğinin, ona
ilişkin özel değerlendirmeleri etkileme eğilimi ile tanımlanan bir tür yargı hatası”282
olarak değerlendirilmektedir. Bu etkinin, her psikolojik testte ciddi yargı hatalarına yol
açabildiği ifade edilmektedir.
Halô etkisi, ilk izlenimlerin diğer kişiyi algılamada önemli bir referans noktası
oluşturması anlamına gelmektedir. Kişinin ilk kez çok bilgili bir insan olarak
algılanması durumunda, bu önyargı o kişinin bütün diğer ilişkilerinde de
değerlendirilme ölçütü olmaktadır; en azından yeni bilgiler edinmedikçe, o kişiyi hep
bilgili olarak görmeyi sürdürme olasılığı büyüktür. Anlık ilk izlenimin kişi algısında
yarattığı bu derin etki, bilişsel yapıyı genellikle daha ayrıntılı bilgilerle oyalanmaktan
kurtardığı için işlevsel de sayılabilmektedir.
Bu çalışmada yer alan öğrencilerin yukarıdaki ifadeye %36.8 oranında kısmen,
%32.3 oranında ise tamamen katıldığı görülmektedir. Kısmen ve kesinlikle
282
Selçuk Budak, a.g.e., s.100.
280
katılmayanların oranının ise düşük olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum öğrencilerin
büyük bir bölümünün aldıkları mesajları anlamlandırmalarında karşıdaki kişilere olan
duygusal yakınlıklarının belirleyici olduğunu göstermektedir.
Grafik 27. Başkalarının söyledikleriyle yüz ifadeleri ve hareketlerinin birbiriyle
çelişmesi genelde onları dinlememi engeller.
Kes.Katılmıyorum
7,7%
Kıs.Katılmıyorum
8,2%
Tam.Katılıyorum
Kararsızım
36,4%
9,5%
Kıs.Katılıyorum
38,2%
Sözsüz mesajların uygun olmayan kullanımları, iletişimin etkinliğine etki
etmektedir. Sözlü ve sözsüz mesajların birbirleriyle uyum derecesi iletişimin etkinliğini
belirlemektedir. Kişiler özellikle jest ve mimikler yoluyla karşı tarafa kontrolsüz
mesajlar
gönderebilmekte
ve
bu
tür
mesajlar
istenmeyen
davranışlara
yol
açabilmektedir. Mesaj gönderenin jest ve mimikleri kullanım amacı ile dinleyenin
bunları değerlendirme biçiminin farklı olması durumunda iletişim kopukluklarının
yaşandığı gözlemlenmektedir.
Konuşan kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarının birbiriyle çelişmesi durumunda o kişiye
karşı bir güven kaybı söz konusu olmakta, dolayısıyla büyük bir dinleme engeli ortaya
çıkmaktadır.
281
Grafik 27’den de anlaşılacağı üzere yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %38.2’si kısmen,
%36.4’ü ise tamamen katılmakta, kısmen ve kesinlikle katılmayanların oranının ise
düşük olduğu görülmektedir. Buna bağlı olarak öğrencilerin yaklaşık dörtte üçü dinleme
sürecinde karşılarındaki kişilerin sözlü ve sözsüz mesajlarının uyum içinde olmalarına
önem vermektedir.
Grafik 28. Bana duymak istemeyeceğim şeyler söylendiğinde, genelde bunları
dinlememeyi tercih ederim.
Kes.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
21,4%
23,2%
Kıs.Katılmıyorum
Kıs.Katılıyorum
22,3%
21,4%
Kararsızım
11,8%
Kişiler bazı durumlarda, duymak istemedikleri şeylere maruz kalmaları
durumunda dinlememeyi, konuşulan konuyu duymak istememekten kaynaklanan bir
savunma mekanizması olarak kullanılabildikleri ortaya çıkmaktadır. Bu noktada
savunmacı tutumun sergilendiği davranışlar, içe kapanma, başka şeylerle ilgilenme,
küsme, bulunulan yeri terk etme ya da sözel olarak kendini savunma gibi çeşitli
biçimlerde ortaya çıkabilmektedir. Bazen de savunmacı tutum kendini saldırgan bir
kılığa bürünmüş olarak göstermektedir.
282
Araştırmada yer alan öğrencilerin %22.3’ü bu ifadeye kısmen, %21.4’ü ise
tamamen katılmakta, buna karşın %21.4’ü kısmen ve %23.2’si ise kesinlikle
katılmamaktadır. Kararsızların oranı ise %11.8’dir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık
yarısı dinleme sürecinde beklentileri doğrultusunda davranma eğiliminde olmakta ve
duymaktan hoşlanmadıkları şeylere maruz kaldıklarında dinlememeyi bir savunma
mekanizması olarak kullanmaktadır.
Grafik 29. Benim için konuşmak, kendi düşüncelerimi ifade etmek başkalarını
dinlemekten daha önemlidir.
Kes.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
47,3%
7,3%
Kıs.Katılıyorum
9,1%
Kararsızım
10,9%
Kıs.Katılmıyorum
25,5%
Dinleme becerisi, önemli, her zaman gerekli, bununla birlikte genel anlamda
değerlendirildiğinde az gelişmiş olan bir iletişim öğesidir ve başkalarıyla yaşanılan
birçok problem bu alandaki büyük beceri eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Pek çok
kişinin, etkili bir şekilde dinleme konusunda yetersizlik gösterdiği görülmektedir.
Konuşmanın, kişiler arasında anlaşma sağlanabilmesi için yeterli olmadığı
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bunun nedeni tarafların başlangıçta birbirlerini anlamak
için
dinlememeleri
olmaktadır.
“Dinleme
283
iletişim
sürecinin
diğer
yarısını
oluşturmaktadır. Karşısında iyi bir dinleyici olmaksızın, konuşan kişinin sözleri
rüzgarda dağılıp gitmektedir”283. Buna bağlı olarak sosyal ilişkilerin pek çoğunda
yüzeysel dinleme örneklerine rastlanmaktadır. Bu noktada etkin dinlemenin
gerçekleşmediği durumlarda, iletişimde sorunlar yaşanmaktadır.
Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %25.5’inin kısmen, %47.3’ünün ise kesinlikle
katılmadıklarını ifade ettikleri görülmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık üçte
ikisinin karşılarındaki kişileri de dinlemeye zaman ayırdıklarını, onların da kendilerini
ifade etmelerine olanak sağlayan ortamı yarattıklarını göstermektedir.
Grafik 30. İnsanları genelde birey olarak değil, bir grubun üyesi olarak değerlendiririm.
( tipik genç, aptal sarışın gibi.)
Kes.Katılmıyorum
64,1%
Tam.Katılıyorum
2,7%
Kıs.Katılıyorum
6,8%
Kararsızım
11,4%
Kıs.Katılmıyorum
15,0%
Etkili dinlemenin önündeki en büyük engellerden bir tanesini, insan zihninin,
algıladığı
bilgiyi
stereotipleştirilmesi,
sınıflama
ve
adlandırma
ihtiyacına
belirli
algı
kategorileri
içinde
bağlı
olarak
görülmeye
kişilerin
başlanmasının
oluşturduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum kişileri birey olarak değil, bir grubun üyeleri
283
Frank A. Lindner, “Listening Well: A Key to Successful Hypnosis”,
http://www.nfnlp.com/listeningwell_lindner.htm, 12.10.2004.
284
olarak katı ve dar kalıplar içinde değerlendirme eğilimini ifade etmekte, dinleyenlerin
bekledikleri şeylerin dışında farklı şeyler duymalarını engellemektedir.
Belirli türdeki insanların nasıl düşündükleri, hissettikleri ve davrandıkları
hakkında genelleştirilmiş inanışlar ve beklentiler olarak ortaya konan stereotipleştirme
sürecinde, çoğu durumda bir grubu tanımlamak için kullanılan özelliklerin, karşılaşılan
her üye için gerçekten doğru olup olmadığı konusunda herhangi bir araştırma
yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla bu tür ön yargıların iletişimsizliği gündeme
getirmesinin de kaçınılmaz olduğu söylenebilmektedir.
Grafik 30’dan da anlaşılacağı üzere öğrencilerin %15’inin bu ifadeye kısmen,
%64.1’inin ise kesinlikle katılmadıkları görülmekte, kısmen ve tamamen katılanların
oranının ise düşük olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada öğrencilerin yaklaşık dörtte
üçünün karşılarındakileri ayrı bireyler olarak değerlendirdiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Grafik 31. İletişimde başkalarından önce ben ve benim düşüncelerim önemlidir.
Tam.Katılıyorum
4,5%
Kıs.Katılıyorum
15,0%
Kararsızım
10,0%
Kes.Katılmıyorum
50,9%
Kıs.Katılmıyorum
19,5%
Burada kişinin tamamen kendi içsel mesajlarına yönelmesi söz konusu olmakta,
dışarıdan gelen mesajlara karşı ise sağırlık ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla kişilerin
birbirlerinin söylediklerini sadece bir uğultu olarak duyabildikleri, etkili dinlemenin
285
temel noktalarını oluşturan duymayla birlikte aynı zamanda anlama, dikkat etme,
duyulanı analiz etme, eleştirel değerlendirme, duyulan mesajdan hareketle tepki
vermenin ortadan kalktığı görülmektedir.
Bu
ifadeye
öğrencilerin
%19.5’i
kısmen
ve
%50.9’u
ise
kesinlikle
katılmadıklarını ifade etmektedir. Tamamen ve kısmen katılanlar ise yaklaşık %20’lik
bir bölümü oluşturmaktadır. Bu durum öğrencilerin yaklaşık dörtte üçünün iletişim
sürecinde karşılarındaki kişileri dinlerken onlara odaklanabildiklerini, onların
düşündüklerine ve hissettiklerine de önem verdiklerini ortaya koymaktadır.
Grafik 32. Genelde insanları dinlemediğim halde dinliyor görünürüm.
Tam.Katılıyorum
4,5%
Kıs.Katılıyorum
13,2%
Kararsızım
9,5%
Kes.Katılmıyorum
51,4%
Kıs.Katılmıyorum
21,4%
Görünüşte dinlemenin yanlış anlaşılmaların temel nedenlerinden birini
oluşturduğu söylenebilmektedir. Kişinin fiziksel olarak orada bulunmasına karşın,
zihnini meşgul eden başka konularla uğraştığı, dolayısıyla içsel bir söyleşiye daldığı
ortaya çıkmaktadır. Kişilerin duygu ve düşünceleri tamamen başka yöndedir. Bu
eğilimin yaygın olmasının tarafları iletişim sürecinden giderek kopardığı gerçeğiyle
karşılaşılmaktadır.
286
Grafik 32’de de görüldüğü üzere, yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %21.4’ü
kısmen, %51.4’ü ise kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir. Bununla birlikte
kısmen ve tamamen katılanların oranı yaklaşık %20’lik bir bölümü oluşturmakta, bu da
öğrencilerin beşte birinin karşılarındaki kişileri gerçekten dinlememelerine karşın
dinliyor görüntüsü verdiklerini ortaya koymaktadır.
Grafik 33. Karşımdakinin söylediklerini genelde bana yönelik bir eleştiri ya da saldırı
olarak algılarım.
Kes.Katılmıyorum
63,6%
Tam.Katılıyorum
,9%
Kıs.Katılıyorum
9,1%
Kararsızım
8,2%
Kıs.Katılmıyorum
18,2%
Burada kişinin duyduğu şeyleri kendi benliğine, kişiliğine yönelik bir eleştiri,
saldırı olarak değerlendirmesi söz konusu olmakta, kişi her sözün altında bir ima
aramakta ve mesajların yorumlanması benmerkezli olarak yapılmaktadır. Böyle bir
dinleme tavrına sahip kişilerin karşıdaki kişilere kendini savunucu geri bildirimde
bulunduğu görülmektedir.
Bu tür dinleme biçiminde, konuşan kişinin de bu saldırgan ya da savunmacı
tavırdan etkileneceği açıktır. Bu durum ses tonlarının yükselmesine, olumlu cümlelerin
yerine baskıcı ifadelerin kullanılmasına, üst üste konuşma ve söz kesmenin artmasına
287
neden olmaktadır. Sonuçta, her iki tarafın da olumlu tavırlarını yitirerek, aralarındaki
iletişimin iletişimsizliğe dönüşmesi mümkün hale gelmektedir.
Yukarıdaki ifadeye çalışmada yer alan öğrencilerin %18.2’si kısmen ve %63.6’sı
ise kesinlikle katılmadıklarını dile getirmektedir. Katılanların oranının ise oldukça
düşük olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla genel anlamda değerlendirildiğinde
öğrencilerin
karşılarındaki
kişiyi
dinlerken
savunucu
dinleme
eğiliminde
bulunmadıklarını ortaya koymaktadır.
Grafik 34. İletişimde karşımdaki kişileri söyledikleriyle zor duruma sokacak fırsatlar
yaratmaya çalışırım.
Tam.Katılıyorum
9,1%
Kıs.Katılıyorum
10,9%
Kararsızım
7,3%
Kes.Katılmıyorum
53,6%
Kıs.Katılmıyorum
19,1%
Bu tür bir dinleme tavrı sergileyen kişilerin karşısındakinin söylediklerini
anlamak amacında olmadıkları, sadece konuşan kişinin yanlışlarını, birtakım
eksikliklerini ortaya çıkarma, kişiyi zor durumda bırakacak ipuçlarını yakalama
eğiliminde oldukları gözlenmektedir.
Grafik 34’ün de ortaya koyduğu üzere, araştırmada yer alan öğrencilerin %19.1’i
bu ifadeye kısmen ve %53.6’sı ise kesinlikle katılmamaktadır. Kısmen ve tamamen
katılanların oranının ise düşük olduğu gözlenmektedir. Bu durum öğrencilerin yaklaşık
288
üçte ikisinin iletişimsizliğe neden olan dinleme türlerinden birini oluşturan tuzak kurucu
dinleme eğiliminde olmadıklarını göstermektedir.
Grafik 35. İletişimi, kişileri her zaman kendi açımdan değerlendiririm.
Tam.Katılıyorum
11,8%
Kes.Katılmıyorum
26,8%
Kıs.Katılıyorum
24,1%
Kıs.Katılmıyorum
Kararsızım
25,9%
11,4%
Kendi gerçeğini, tek gerçeklik olarak algılayan kişiler, diğerlerinin bakış
açılarına karşı hoşgörüsüz olmakta ve belli bir konuda farklı yaklaşımlarla konuşulması
konusunda ilgilerini kaybetmektedir. Tartışmanın sadece bir yönüne ağırlık verdikleri
ve diğerlerinin ikinci planda kalan düşüncelerine zaman ayırmayı gereksiz gördükleri
için, karşı tarafın düşüncelerini dinlemek onlar için hoş olmayan bir durum olarak
değerlendirilmektedir284. Sonuçta iki taraf arasındaki diyalog sona ermekte ve artık
taraflar arasında çözüm getirebilecek bilgi akışı söz konusu olmamaktadır. Mevcut
iletişim kanalları ve imkanlar kullanılmamakta ya da diğer kişiyi yanıltmak ya da
korkutup sindirme gayreti içersinde kullanılmaktadır.
Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %24.1’i kısmen, %11.8’i ise tamamen
katılırken, %25.9’u kısmen ve %26.8’i ise kesinlikle katılmadıklarını ifade etmektedir.
Bu durum öğrencilerin yaklaşık üçte birinin iletişim sürecinde her zaman kendi açılarına
284
___, “Lack of Communication Channels/Avoided Communication”,
http://colorado.edu/conflict/peace/problem/nocomml.htm, 11.07.2004.
289
bağlı olduklarını ortaya koymaktadır.
Grafik 36. İletişimde genelde karşımdakinin hislerinden çok, haklı olmayı ön planda
tutarım.
Kes.Katılmıyorum
41,4%
Tam.Katılıyorum
10,5%
Kıs.Katılıyorum
15,0%
Kararsızım
12,7%
Kıs.Katılmıyorum
20,5%
Burada karşıdaki kişiyi anlama gayretinin geri plana atılarak haklı olmanın önem
kazandığı görülmekte, bu noktadan sonra kişi için, haklı olmak, karşısındakinin ne
hissettiğinden çok daha önemli hale gelmektedir. Artık konuşmanın niteliği ve kişinin
karşısındakinden bir şeyler öğrenebilme şansının bile önemini yitirdiği, iletişim
sürecinin birdenbire bir yarış ve çatışmaya dönüştüğü ortaya çıkmaktadır.
Grafik 36’dan da anlaşılacağı üzere öğrencilerin %10.5’i bu ifadeye tamamen,
%15’i ise kısmen katılmaktadır. Buna karşın kısmen katılmayanların %20.5 ve
kesinlikle katılmayanların %41.4 oranında olduğu görülmektedir. Bu durum
öğrencilerin yaklaşık dörtte birinin iletişim sürecinde haklı olmayı ön plana aldığını,
dolayısıyla empati kurmaktan uzaklaşarak son derece benmerkezci davrandıklarını
ortaya koymaktadır.
290
Grafik 37. Çoğu zaman iletişimde başkalarını eleştirmekten hoşlanırım.
Kes.Katılmıyorum
42,3%
Tam.Katılıyorum
6,8%
Kıs.Katılıyorum
12,3%
Kararsızım
10,5%
Kıs.Katılmıyorum
28,2%
İletişimsizliğin yaşanmasına neden olan karşıdaki kişiyi yargılayıcı, suçlayıcı ve
eleştiren bir nitelik taşıyan mesajların iletilmesinde, bu tür mesajları alan kişilerin,
yetersizlik ve karşı koyma duygularını yoğun bir biçimde yaşadığı söylenebilmektedir.
Bu tepkide, konuşmacı kişisel olarak reddedilmekte, kişinin paylaşılan sorununu
çözümleme yerine, kişiliğini olumsuz yargılama söz konusu olmaktadır. “Eğer birinin
size duyduğu güvene son vermek istiyorsanız, yargılayıcı ve tartışmacı olmanız ya da
üstünlük taslamanız yeterlidir. Ama o sıra sizinle konuşmaya devam ediyorsa,
söyleyeceği her şeyi, kırıcı cevaplarınızdan kaçınmak için kullanacaktır”285. Dolayısıyla
konuşan kişiyle empati kurmaktan uzaklaşarak onu yargılayıcı ve ona karşı üstünlük
taslayıcı geri bildirimlerde bulunulması, kurulan iletişim hatlarını sabote etmektedir.
Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %28.2’si kısmen ve %42.3’ü ise kesinlikle
katılmadıklarını ifade etmektedir. Tamamen ve kısmen katılanların oranının düşük
olduğu gözlenmekte, dolayısıyla bu sonuç, öğrencilerin iletişimde genel anlamda
başkalarını eleştiren yaklaşımlarda bulunmadıklarını ortaya koymaktadır.
285
Jo-Ellan Dimitrius, Mark Mazzarella, İnsanları Okumak 2, Çev: Acar Doğangün, Arıtan Yayınevi,
Birinci Baskı, İstanbul, 2001, s.16.
291
Grafik 38. İletişim kurarken konunun içeriğinden çok, karşımdaki kişinin kişilik
özelliğine göre yargıda bulunurum.
Tam.Katılıyorum
13,2%
Kes.Katılmıyorum
31,4%
Kıs.Katılıyorum
25,5%
Kıs.Katılmıyorum
Kararsızım
17,7%
12,3%
Konunun içeriğinin geri plana atılarak, mesajın anlamlandırılması sürecinde
kişiliğe yönelik anlam aranması, karşıdaki kişiyi anlamayı büyük ölçüde engelleyici rol
oynamaktadır. Karşıdakinin kişiliğiyle ilgili varılan yargıların yansıtılması, kişinin karşı
saldırıya geçmesine neden olmakta, bunun sonucunda iletişim süreci mesaj alışverişi
olmaktan uzaklaşarak bir kişilik savaşına dönüşebilmektedir.
Grafik 38’den de anlaşılacağı üzere, yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %13.2’si
tamamen, %25.5’i kısmen katıldıklarını belirtmekte, buna karşın %17.7’si kısmen ve
%31.4’ü ise kesinlikle katılmamaktadır. %12.3’ünün ise kararsız olduğu ortaya
çıkmaktadır. Bu durum öğrencilerin yaklaşık üçte birinin mesajları yorumlamada
karşılarındaki kişilerin kişilik özelliklerini temel aldıklarını, dolayısıyla kişiselleştirme
eğilimlerinin yüksek olduğunu göstermektedir.
292
Grafik 39. Genelde karşımdaki kişinin duygu ve düşüncesini öngörebilirim.
Kararsızım
20,0%
Kıs.Katılmıyorum
5,9%
Kes.Katılmıyorum
8,2%
Kıs.Katılıyorum
35,9%
Tam.Katılıyorum
30,0%
Anlama sürecini olumsuz etkileyen nedenlerden birini de zihin okumanın
oluşturduğu ifade edilmektedir. Zihin okuma kişinin aldığı mesajların karşıdaki kişinin
nasıl bir amaç ya da niyetle göndermiş olduğunu bilme yanılgısına düşmesi olarak
değerlendirilmektedir. Bir anlamda kişinin iç iletişimine dönerek diğer kişinin iç
iletişimini öngörümlemeye çalışması olarak ortaya konmaktadır.
Yukarıdaki ifadeye araştırmada yer alan öğrencilerin %35.9’u kısmen, %30’u ise
tamamen katıldıklarını dile getirirken, bu konuda kararsızların %20 oranında olduğu
gözlenmektedir. Kısmen ve kesinlikle katılmayanların oranının ise son derece düşük
olduğu karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin
karşılarındaki kişilerin duygu ve düşüncelerini rahatlıkla tahmin edebildiğini
düşündükleri sonucuna ulaşılmaktadır.
293
Grafik 40. Karşımdakinin bana yönelttiği en ufak bir eleştiriyi, bireysel değerimi
küçültücü bir eylem olarak yorumlarım.
Tam.Katılıyorum
5,0%
Kıs.Katılıyorum
12,3%
Kararsızım
11,4%
Kes.Katılmıyorum
51,8%
Kıs.Katılmıyorum
19,5%
Kişinin kendisine yöneltilen en ufak bir eleştiriyi, bireysel değerini küçültücü bir
eylem
olarak
yorumlaması
iletişimsizliği
ortaya
çıkaran
irrasyonel
düşünce
biçimlerinden birini oluşturan filtrelemeyi gündeme getirmektedir. Filtrelemede belirli
bir bütünü, bireyi, olayı, bir tek öğeye dayalı olarak, diğer öğeleri ya saf dışı ederek ya
da onlara seçici bir körlük geliştirerek değerlendirme eğilimi söz konusu olmaktadır.
Dolayısıyla bütünün tek bir parçasını alıp değerlendirme yapmak bütünü görmeyi
engellemektedir.
Bu ifadeye öğrencilerin %5’i tamamen, %12.3’ü ise kısmen katılırken, %19.5’i
kısmen, %51.8’i ise kesinlikle katılmamaktadır. %11.4’ü ise kararsız olduklarını ifade
etmektedir. Dolayısıyla toptancı benlik anlayışı doğrultusunda hareket etme ve
filtreleme eğiliminin araştırmaya katılan öğrencilerde düşük düzeyde olduğu
gözlenmektedir.
294
Grafik 41. Karşımdakinin benim istediğim şeyi yapmaması, onun beni sevmediğini
gösterir.
Tam.Katılıyorum
4,1%
Kıs.Katılıyorum
16,4%
Kararsızım
7,7%
Kes.Katılmıyorum
50,9%
Kıs.Katılmıyorum
20,9%
Bu anlayışa sahip kişilerin aşırı genellemede bulundukları söylenebilmektedir.
Aşırı genellemede tek bir özellik, bütünün tamamını oluşturmaktadır. Bir özellik,
performans ya da davranış hakkında verilecek hüküm -bütünün diğer niteliklerini
görmeden- bütün hakkında bir hüküm olarak kabul edilmektedir. İletişim sürecinde
diğer kişilerin belirli davranış ve sözlerinden hareketle onlar hakkında aşırı genellemeler
yapıldığı görülmektedir.
Koşullu ilgiye bağlı olarak ortaya çıkan bir iletişim sürecinde, kişiyle ilişkinin
devam edip etmemesi, karşıdaki kişinin kendi özel kurallarına ve bakış açısına uygun
davranışlar gösterip göstermemesi koşuluna bağlı bulunmaktadır. Kişileri dinleme ve
anlama çabasını göstermekten son derece uzak böyle bir ilişkide, bir süre sonra iletişim
kopuklukları görülmesi kaçınılmazdır.
İletişim sürecinde sadece kendi beklentilerinin karşılanmasını isteyen,
söylediklerini yerine getirmeyenlerle iletişime girmeyen kişilerin bu davranışlarının
temelinde, değer verilme, kabul edilme ve güven ihtiyaçlarının bulunduğu
görülmektedir. Kendilerine uyum sağlanmadığında şiddetli ve yapıcı olmayan
295
eleştiriler, suçlama ve nutuk çekme, azarlama ve bağırma gibi yollarla tepkide
bulundukları ortaya çıkmaktadır.
Grafik 41’de de görüldüğü üzere bu ifadeye öğrencilerin %20.9’u kısmen,
%50.9’u ise kesinlikle katılmamaktadır. Buna karşın kısmen katılanların oranının
%16.4 ve tamamen katılanların oranının %4.1 olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda
öğrencilerin yaklaşık beşte birinin diğerlerinin kendi istedikleri şeyleri yapmamalarını,
kendilerinin sevilmeme nedeni olarak gördükleri sonucuna ulaşılmaktadır.
Grafik 42. İletişim kurarken genelde karşımdaki kişi beni onaylamazsa, iletişim
kurmakta güçlük çekerim.
Tam.Katılıyorum
Kes.Katılmıyorum
15,0%
23,2%
Kıs.Katılıyorum
Kıs.Katılmıyorum
32,3%
20,9%
Kararsızım
8,6%
İletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini sağlayan, olayları farklı
açılardan ve olasılıklı düşünme tarzları yerine, bu süreci önemli ölçüde zarara uğratan
kutuplaşmış
düşüncelere
sahip
kişilerle
iletişimde
sorunlarla
karşılaşıldığı
gözlemlenmektedir.
Kişilerarası ilişkilerin çeşitlilik ve değişkenlik göstermesinden dolayı, iletişim
sürecindeki olaylarla ilgili değerlendirmelerin farklı farklı olması beklenmektedir.
Bununla birlikte bazı kişilerin, olaylara ‘ya hep, ya hiç’ gibi bir düşünce tarzıyla
296
yaklaştıkları görülmektedir. Bir işin kendilerinin gösterdiği şekilde yapılması ya da hiç
yapılmaması, diğer kişilerin ya iyi ya da kötü olarak algılanması, kendilerine karşı hiç
hata yapılmaması gibi birtakım katı tutumlara sahip olmak, olaylara geniş açıdan
bakabilmeyi engellemektedir.
Genel anlamda onaylanmak, fark edilmek ve kabul edilmek için başkalarına
karşı aşırı korumacı bir iletişime girenler, karşılarındaki kişiyi kendileri olmadan bir
şeyler yapamaz duruma getirmeye çalışmaktadır. Kendisinin önemli olmadığı,
karşısındakine, onun önemli olduğu duygusunu vermeye çalışmak, kendi değersizlik
duygusundan kaynaklanmaktadır.
Aşırı korumacı ebeveynlerin yetiştirdiği, yetersizlik ve güvensizlik duyguları
içindeki kişilerin kendi ayakları üzerinde duramadıkları için, başkalarıyla ilişkilerinde
sorunlar yaşadıkları gözlemlenmekte, kurdukları sağlıksız iletişimlerde hep başkalarına
bağlı olan bir tavır sergiledikleri görülmektedir. Böyle bir tavrın da, kısa bir süre sonra,
karşılarındaki kişilerin tavırlarına göre, ya bütünüyle başkalarına tabi olmaları gereken
sağlıksız ilişkiler sürdürmelerine, ya başkaları kendilerine yetiştikleri aile ortamının
koruyuculuğunu sağlayamadığından dolayı bir itilmişlik duygusu yaşamalarına, ya da
hiçbir biçimde kendilerine özgü davranışlar sergileyemedikleri değişken bir kişilik
yapısına sahip olmalarına neden olduğu ifade edilmektedir.
Buna bağlı olarak, kişilerarası iletişim sürecinde diğerlerini fazla koruyucu
davranan bir kişiyle korunmak istenen bir şekilde davrandıkları gözlemlenen kişilerin,
davranış örüntülerinin de kişisel geçmişlerinden kaynaklandığı belirtilmektedir.
Grafik 42’de de görüldüğü gibi, araştırmaya katılan öğrencilerin bu ifadeye
%15’inin tamamen, %32.3’ünün ise kısmen katıldığı ortaya çıkmaktadır. Buna karşın
kısmen katılmayanların oranı %20.9, kesinlikle katılmayanlar ise %23.2’dir.
Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte birinin iletişim kurabilmek için karşıdaki
kişilerin onayına gereksinim duyduğunu, bu durum gerçekleşmediğinde ise iletişim
sürecinden giderek uzaklaştıklarını göstermektedir.
297
Grafik 43. Yanlış bir şey söylediğimde, başkalarının beni zayıf olarak algıladığını
düşünür ve iletişim kurmaktan çekinirim.
Tam.Katılıyorum
8,6%
Kes.Katılmıyorum
29,5%
Kıs.Katılıyorum
26,4%
Kıs.Katılmıyorum
Kararsızım
23,2%
12,3%
İletişimsizliğe neden olan irrasyonel düşünce biçimlerinden birini oluşturan
facialaştırma ve felaket tellallığı eğiliminde, kişinin, benlik değerini her an kaybetme
kaygısını yaşadığı görülmektedir.
Burada, hatanın, kişiyi başkalarının gözünde kötü bir yere götürme, bir zayıflık
işareti olma, ya da aptal yapma gibi felaketlere götüreceğine çok güçlü bir şekilde
inanıldığından, benlik değerini özellikle hatalardan uzak tutarak koruma isteği
bulunmaktadır. Hata yapılabilir ve hayat devam eder esnekliği yoktur. Hataları yaşam
deneyimine çevirmek yerine 'Ben berbat, beceriksiz biriyim, feci oldu bu durum'
abartması vardır.
Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %23.2’si kısmen ve %29.5’i kesinlikle
katılmadıklarını ifade etmektedir. Buna karşın kısmen katılanların oranının dikkate
değer olduğu gözlenmektedir.(%26.4). Tamamen katılan %8.6’lık bölümle birlikte
öğrencilerin yaklaşık üçte birinin toptancı benlik anlayışı doğrultusunda hareket ederek
iletişim sürecinde esneklikten uzak davrandıklarını ortaya koymaktadır.
298
Grafik 44. Mutlu olmam için, karşımdaki kişileri değiştirmem gerektiğine inanıyorum.
Tam.Katılıyorum
7,7%
Kıs.Katılıyorum
16,8%
Kararsızım
Kes.Katılmıyorum
9,5%
50,5%
Kıs.Katılmıyorum
15,5%
Çoğu kişinin, yaşadığı duyguların nedenlerini kendi dışında, başkalarının
yaptıklarında veya yapmadıklarında, söylediklerinde ve söylemediklerinde görmeyi
tercih ettiği ortaya çıkmaktadır. Başkalarının kişinin belli duyguları yaşamasına neden
olması, yaşanan duyguların kontrolünün o kişide değil başkalarında olduğu sonucuna
götürmektedir. Bu mantık doğrultusunda duyguların değişimi de, başkalarının
değişimine koşulludur286.
Bu noktada kişinin mutluluk duygusunu yaşamasının başkalarının değişime
bağlı olduğu inancını taşıması durumunda iletişimde sorunlarla yüz yüze gelmesinin
kaçınılmaz olduğu söylenebilmektedir.
Bu ifadeye öğrencilerin %7.7’si tamamen, %16.8’si kısmen katılmakta, %50.5’i
ise kesinlikle katılmamaktadır. Dolayısıyla öğrencilerin yarısından fazlasının
duygularının sorumluluğunu üstlendikleri, mutluluklarını çevrelerindeki kişilerin
değişime koşullandırmadıkları ortaya çıkmaktadır.
286
Kadir Özer, Üç Psikolojik Soru, a.g.e., s.24.
299
Grafik 45. İletişimde önemli olan karşılıklı mesaj alışverişi değil, tarafların birbirlerini
nasıl bir insan olarak algıladıklarıdır.
Tam.Katılıyorum
16,8%
Kes.Katılmıyorum
28,2%
Kıs.Katılıyorum
28,2%
Kıs.Katılmıyorum
13,6%
Kararsızım
13,2%
Gönderilen mesajların içeriğiyle değil, kişilik değerleri üzerine odaklanıldığında
iletişimde sorunlar yaşandığı gözlenmektedir. Kişiselleştirmenin ortaya çıkması
birtakım önyargıları da beraberinde getirmekte ve anlama sürecini engelleyen olumsuz
eğilimlerden birini oluşturmaktadır. Belli bir konu ya da olayla ilgili farklı
anlamlandırmaların olabileceği gerçeğinin göz ardı edilerek kişinin aldığı mesajı
kişiliğine yöneltilmiş bir değerlendirme olarak telakki etmesinin, iletişimsizliği
kaçınılmaz kıldığı söylenebilmektedir.
Araştırmada
yer
alan
öğrencilerin
%28.2’si
bu
ifadeye
kesinlikle
katılmadıklarını belirtirken, %16.8’i tamamen, %28.2’si ise kısmen katıldıklarını dile
getirmektedir. %13.2’si ise bu konuda kararsız kaldıklarını ifade etmektedir.
Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte birinin mesajları kişiselleştirdiği gözlenmektedir.
300
Grafik 46. İletişimde çoğu zaman başkalarının bana karşı ilgisiz davrandıklarını
düşünüyorum.
Kes.Katılmıyorum
40,9%
Tam.Katılıyorum
3,6%
Kıs.Katılıyorum
18,2%
Kararsızım
13,6%
Kıs.Katılmıyorum
23,6%
Kişinin kendisine kayıtsız kalındığı, dikkate alınmadığı mesajını alması
durumunda, yine savunmacı bir tutum içine girdiği görülmektedir. Çünkü herkesin,
kendisine değer verildiğini hissetme gereksiniminin olduğu gözlemlenmektedir.
Dinleyen kişinin sadece sözleriyle değil, beden diliyle de karşısındakinin duygu ve
düşüncelerini umursamayan, ona değer vermeyen bir tavrı yansıtması sonuçta
iletişimsizliğin yaşanmasına yol açabilmektedir.
Bu ifadeye ise, öğrencilerin %23.6’sı kısmen, %40.9’u ise kesinlikle
katılmadıklarını belirtmektedir. Kısmen katılanların oranı ise %18.2’dir. Böylece
öğrencilerin yaklaşık yarısının iletişim sürecinde başkalarından bu tür umursamaz
mesajlar almadıkları, kendilerinin önemli olduğunu hissedebildikleri gözlenmektedir.
301
Grafik 47. İletişim kurarken sözel ya da beden dilimle çoğu zaman üstün olduğumu
(karizmatik) karşımdakilere hissettirmeye çalışırım.
Tam.Katılıyorum
Kes.Katılmıyorum
13,6%
23,2%
Kıs.Katılıyorum
29,1%
Kıs.Katılmıyorum
19,5%
Kararsızım
14,5%
Kişide savunucu tutum ve davranışların ortaya çıkmasına neden olabilen
etkenlerden biri de karşısındaki kişinin kendisini, mevki, güç, varlık, zihinsel yetenek,
fiziksel özellikler ya da diğer şekillerde üstün hissetmesi, sözlü ve sözsüz mesajlarıyla
da bunu yansıtmasıdır. Buna bağlı olarak dinleyicide yetersizlik duygularının uyandığı
görülmekte ve mesajların içeriği geri planda kalmaktadır.
Böylece kendisini üstün olarak algılayan kişi, iletişim sürecinde paylaşılan
sorunları çözmeye yönelik bir ilişkiye girmekte isteksiz davranmakta, muhtemelen
karşısındakinden geri bildirim almayı gerekli bulmamakta, herhangi bir yardım talep
etmemekte, ve/veya mesajı alan kişinin gücü, konumu ve değerini düşürme eğiliminde
bulunmaktadır.
Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %13.6’sının tamamen, %29.1’inin kısmen
katıldığı, %23.2’sinin ise kesinlikle katılmadığı görülmektedir. Bu durum da
öğrencilerin yaklaşık üçte birinin kurduğu iletişimde kendilerine yönelik olumsuz
302
duyguların ön plana çıktığı ve karşısındakilerden savunucu tepkiler aldığını ortaya
koymaktadır.
Grafik 48. Karşımdaki kişinin ilgili ilgisiz her konuda konuşması, iletişimi
önemsemememe neden olur.
Kes.Katılmıyorum
10,5%
Kıs.Katılmıyorum
11,8%
Tam.Katılıyorum
38,2%
Kararsızım
10,9%
Kıs.Katılıyorum
28,6%
Mesajların etkin bir biçimde iletilebilmesi açısından, beynin özümseyebileceği
bilgi miktarının sınırlı olduğu gerçeğini göz önüne alarak, karşı tarafa ne ölçüde bilgi
aktarılmak istendiğinin belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Belli bir konuda genel
bir bilgi mi, yoksa en ince ayrıntıların mı verileceğini kararlaştırmak, ilgisiz olayları
konuşmaya katmamak, iletişimin sağlıklı bir biçimde sürmesine yardımcı olmaktadır.
Konunun özüyle ilgili önemli bilgi parçalarının dışarıda bırakılması ya da
aralarında hiçbir bağlantı veya paralellik olmamasına karşın bir konudan diğerine
geçilmesi, dinleyenin mesajı anlayabilmesini bir ölçüde imkansız hale getirmekte ve
giderek iletişim sürecinden kopmasına yol açmaktadır.
Grafik 48’den de anlaşılacağı üzere, öğrencilerin yaklaşık üçte ikisi kendilerine
iletilen mesajlarda belirginliğe önem vermekte, ilgili ilgisiz pek çok konunun birbiri
ardına dile getirilmesi onlar için büyük bir dinleme engeli oluşturmakta ve iletişim
303
sürecinden kopmalarına neden olmaktadır. İfadeye tamamen katılanların oranı %38.2 ve
kısmen katılanlar ise %28.6’dır.
Grafik 49. Karşımdaki kişinin dünya görüşü, değer sistemi, ideolojisi iletişim kurmayı
istememde önemli etkendir.
Kes.Katılmıyorum
10,9%
Kıs.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
32,3%
12,7%
Kararsızım
7,7%
Kıs.Katılıyorum
36,4%
Kişiler sosyalizasyon süreci içerisinde aileden, eğitim kurumlarından ve dış
çevreyle sürekli etkileşim sonucunda kendi kimlik ve kişiliklerini inşa etmektedir.
Belirli bir değerler sistemini içselleştirip, tutum ve davranışlarına kendi ideolojisi ve
değerler sistemi çerçevesinde yön vermektedir. Bir başka anlatımla, davranışlarının
altında ideoloji, değerler sistemi yatmaktadır. Dolayısıyla iletişimde kod açma sürecinde
bunlar büyük bir etki sağlamaktadır. Benzer kişilik özellikleri, ortak ilgi ve hobiler,
birbirine yakın değer ve dünya görüşü, yakın ahlak anlayışı ve eğitim düzeyi gibi pek
çok faktörün, insanlar arası ilişkilerde temel öneme sahip olduğu görülmektedir.
Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %32.3’ü tamamen, %36.4’ü ise kısmen
katıldıklarını dile getirirken, %12.7’si kısmen ve %10.9’u ise kesinlikle katılmadıklarını
304
ifade etmektedir. Dolayısıyla öğrencilerin yaklaşık üçte ikisinin başkalarıyla iletişim
kurmalarında dünya görüşü, değerler sistemi ve ideolojinin belirleyici olduğu
görülmektedir.
Grafik 50. Karşımdaki kişinin bende bıraktığı ilk fiziksel izlenimi (olumlu olumsuz)
iletişim kurmamda etkilidir.
Kes.Katılmıyorum
9,1%
Kıs.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
11,8%
31,8%
Kararsızım
9,1%
Kıs.Katılıyorum
38,2%
Önyargıların, dinleme yeteneğinin önünde büyük bir engel oluşturduğu
görülmektedir. Kapalı bir zihin, yeni bilgiyi alamamakta, özümseyememektedir. Belirli
fikirlere karşı önyargılı ve muhalif bir zihnin etkili bir dinleme tutumu
sergileyemeyeceği ifade edilmektedir287. Dinleme sürecindeki yaygın eğilimlerden biri
de, dinleyicinin, zamanını mesajı almaktan ziyade, konuşan kişiyi analiz etmeye
harcamasıdır.
Geçmişte dört dakika olduğu düşünülen, bununla birlikte son araştırmaların,
sekiz saniye gibi kısa bir zamanda insan beyninin karşısındakinden aldığı verileri kendi
filtresinden geçirerek o kişiyle ilgili ilk izlenimi edindiğini gösterdiği görülmektedir. İlk
287
Sarve Janaah Sukhino Bhavanthu, “Effective Listening Skills”,
http://www.mypurohith.com/Yoga/Skills_Listen.asp, 12.03.2005.
305
izlenim edinmek için ikinci bir şansın da olmadığı açığa çıkmaktadır.
Grafik 50’den de anlaşılacağı üzere öğrencilerin %31.8’i tamamen, %38.2’si ise
kısmen karşılarındaki kişilerin fiziksel özelliklerinin onlarla kurdukları iletişimde
belirleyici rol oynadığını ifade etmektedir. Bu sonuç, öğrencilerin üçte ikisinin
karşılarındaki kişilerin kendilerinde bıraktığı olumlu olumsuz fiziksel ilk izlenimin,
iletişim kurmalarında birtakım önyargıları da beraberinde getirdiğini gözler önüne
sermektedir. Kişiyle ilgili ilk algıların oluşturduğu yargının, iletişim biçiminde ve o
kişiye atfedilen değerde önemli bir rol oynadığı söylenebilmektedir.
Grafik 51. İletişimde konuları yönlendirmede insiyatif bende olsun isterim.
Kes.Katılmıyorum
Tam.Katılıyorum
12,7%
15,0%
Kıs.Katılmıyorum
20,5%
Kıs.Katılıyorum
29,5%
Kararsızım
22,3%
Her iki tarafın da kendini aynı anda ifade etmesi mümkün değildir. Sağlıklı bir
iletişim ancak birbirini sırayla dinleyerek sağlanabilmektedir. Bununla birlikte çoğu
diyaloğun, ilk olarak konuşan ve kendini dinleten taraf olmak için verilen bir savaşa
dönüştüğü görülmektedir. Dolayısıyla kişinin başkalarını dinlemeden önce kendisini
dinlemeleri gerektiğini düşünmesi iletişimsizliği gündeme getirebilmektedir. Kişinin
konuları yönlendirmede insiyatifin kendisinde olmasını istemesi aynı zamanda karşıdaki
kişide savunucu tutum ve davranışların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.
306
Yukarıdaki ifadeye öğrencilerin %15’i tamamen, %29.5’i ise kısmen katılırken,
%12.7’si kesinlikle, %20.5’i ise kısmen katılmamaktadır. %22.3’ü ise bu konuda
kararsız olduklarını ifade etmektedir. Bu sonuç, araştırmada yer alan öğrencilerin
yaklaşık yarısının iletişim sürecinde konuları yönlendirmede insiyatifin kendilerinde
olmaları
gerektiğini
düşündüklerini
ortaya
koymakta,
iletişimsizlikte belirleyici olduğu söylenebilmektedir.
307
dolayısıyla
yaşanan
SONUÇ
İnsanın, bireysel varlığını ve toplumsal ilişkilerini iletişim yoluyla sürdüren bir
varlık olduğu görülmektedir. Bu açıdan iletişimin tarihi insanlık tarihi ile
başlamaktadır.
İlkel
insanın
tüm
ihtiyaçlarını
karşılamakta
kullanılan
ilkel
yöntemlerin, iletişim gereksinmesini gidermek için de kullanıldığı ortaya çıkmaktadır.
İlk insanların mağara duvarlarına çizdiği resimler, çeşitli araçlarla iletişim kurmaya ve
haberleşmeye çalışmaları, günümüz insanının olduğu gibi ilkel insanların da iletişim
gereksinimini gidermek amacını taşımaktadır. Bu, insanı diğer yaratıklardan ayıran en
önemli ve en büyük özelliklerden birisini oluşturmaktadır.
Bu nedenle iletişim, belli bir başlangıcı ve sonu bulunmayan, dinamik ve çeşitli
unsurlarla etkileşim içinde bulunan karmaşık bir dizi süreçlerin bileşkesi ve bütünü
olarak ortaya çıkmaktadır.
İletişim kuramamanın mümkün olmadığı görülmektedir. İletişim kurmama
çabaları bile, bir iletişimi ifade etmektedir. Sadece kelimelerle değil, ses tonu, duruş,
jestler, yüz ifadesi vb. mesajlar yoluyla, çevredeki kişilerle sürekli olarak iletişim
kurulmaktadır.
İletişim kurmanın genellikle niyet ve anlamı birlikte içerdiği gözlenmektedir.
Daha kesin bir biçimde açıklanacak olursa, iletişim esasen bir kişinin diğer kişiyle
bağlantı kurma yoluyla kendini anlatmasıdır. Buna bağlı olarak iletişimi, anlamların
insanlar arasında ortak sembollerin kullanılmasıyla yer değiştirdiği bir işlem olarak
ifade etmek mümkündür.
İnsanların, sınırsız zenginlikteki bir potansiyel ile en gelişmiş bir hayvanın
ulaşabileceği en yüksek noktanın çok daha ötesinde, kendi tanıdıklarıyla ve başkalarıyla
iletişim kurabildikleri görülmektedir. İnsanların, içinde yaşadıkları her toplulukta
iletişimin temel unsurları olan ileten ve iletilen rollerini mutlaka üstlendikleri ortaya
çıkmaktadır.
Her insanın iletişimi farklı biçimde algıladığı ve yorumladığı görülmektedir. Bir
mesajı almak, yorumlamak, ya da göndermek, insanın kişisel birikimi tarafından
etkilenmektedir. İnsanoğlunun tüm başarısının arkasındaki en temel faktörü oluşturan
iletişim yeteneğinin ona, soyut düşünebilme, daha ilkel bir yaşamı, daha uygar bir
yaşama dönüştürebilme olanağını sağladığı görülmektedir. Bir bakıma bilgi paylaşımı
308
süreci olan iletişimin, insanların kendilerini ifade edebilme, kendilerini dinletme ve
kabul ettirme faaliyetlerinin sonucunda ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
Günümüz dünyasında yalnızlık duygusu ve yalnızlık duygusunun sonucu
yaşanan depresyonun, geçmiş dönemlerle karşılaştırıldığında çok daha yaygın olduğu
gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Artık her an yeni gelişmelerin yaşandığı iletişim
okyanusunun ortasında, kişilerin sağlıklı iletişim kuramamaktan kaynaklanan çeşitli
sorunlarla yüz yüze geldiği görülmektedir.
Genel anlamda iletişimin; bir olayı, bir durumu, bir fikri bir yere iletmekten
ibaret olduğu sanılmakta, durum böyle olunca birçok insanda ‘iletişim’ sözcüğü
mekanik çağrışımlar uyandırmaktadır. Çoğu durumda kişilerin iletişim kurmayı
bilmediklerinin bilincinde olmadıkları, bunu inkar ettikleri, sonra da sıkça yanlış
anlaşılmaktan şikayet ettikleri ortaya çıkmaktadır.
İnsanoğlu bireysel ve toplumsal ilişkilerinde sürekli olarak konuşan ve dinleyen
konumda bulunmaktadır. Bununla birlikte bu iki etkinlikte başarılı olunamadığı gerçeği
karşımıza çıkmaktadır.
Sosyal, ekonomik, politik, kültürel iklim, inişli çıkışlı değişim ve dönüşümler,
gelir seviyesi, iş kayıpları, ailenin dağılması, savaşlar, teknoloji ve medya gibi çevresel
uyaranların iletişim sürecinde birtakım aksaklıkların ortaya çıkmasına neden olabildiği
gözlenmektedir. İletişimi bozan en önemli çevre koşulunun ise gürültü olduğu ifade
edilmektedir. Bu doğrultuda çeşitli fiziksel, psikolojik ve nöro-fizyolojik gürültülerin
iletişim sürecinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini son derece olumsuz etkilediği
söylenebilmektedir.
İnsanların yaşları, cinsiyetleri, kişilik özellikleri, eğitim ve kültür seviyeleri,
geçmişteki tecrübelerinin başlıca kişisel farklılıkları oluşturduğu görülmekte, bu
farklılıkların, mesajların algılanmasında ve yorumlanmasında belirleyici olduğu ortaya
çıkmakta ve sağlıklı bir iletişim sürecinin yaşanmasında en büyük engellerden biri
olarak değerlendirilmektedir.
Ne kadar birey varsa o kadar algı ve anlamlandırma farklılığı olduğu
gerçeğinden hareketle, algılama farklılıklarının da temel iletişimsizlik nedenlerinden
birini oluşturduğu söylenebilmektedir. Bu noktada kişilerin duyduklarını değil, duymak
istediklerini algılama eğiliminde oldukları, kendi inançları ile uyum içerisinde olan
309
mesajları duymaya daha çok odaklandıkları ve mevcut inançlarıyla çelişen mesajları da
reddetme ya da tahrif etme eğiliminde bulundukları ifade edilmektedir.
Genel anlamda değerlendirildiğinde, iletişim sürecinin temelini oluşturan ve
kişilerarası ilişkilerde, kalitenin asıl belirleyicisi olarak değerlendirilen dinleme
becerilerine gereken önemin verilmediği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
Yapılan araştırmalar kişilerin gerçekte iyi bir dinleyici olmadığını ortaya
koymaktadır. Özellikle kişilerin dinlemeye ilişkin tutumlarının dinleme davranışını
etkilediği görülmekte, dolayısıyla karşıdaki kişiyi duymaktan öte onu dinlemeye istekli
olmak ve tamamen ona odaklanmak büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte etkili
dinlemeyi engelleyen, buna bağlı olarak iletişimsizliğin ağırlığını hissettirmesine neden
olan pek çok etken söz konusu olmaktadır.
Dinlemeyle ilgili tutumsal engeller arasında direktif, emir, öğüt verme, çözüm
önerme, uyarma, azarlama, tehdit etme, ahlak dersi ve vaaz verme, dinleyenin
karşısındakinin duygularını ve inançlarını önemsemeden ona kendine göre gerçekleri,
karşıt fikirleri sunması, yargılama, eleştirme, kınama, yersiz övgü, alay etme,
utandırma,
karşıdaki
kişiyi
koruyucu
tavır
takınma,
tanı
koyma
şeklinde
gözlemlenebilen davranışlar, konuşan kişinin anlaşılmadığı duygusunu yaşamasına
neden olabilmektedir.
Dinleyenin konuşan kişiye karşı olan tutumu, güveni ve inancı iletişimin farklı
değerlendirilmesine sebep olabilmektedir. Kişisel unsurlarda hale etkisi (halo effect),
stereotipleştirme, temel tutum hatası, kendine yontan önyargı ve etkileme yönetimi gibi
temel algılama hataları sağlıklı iletişim sürecinin önünü tıkamaktadır.
Dile getirilen konunun ilgiyi çekmemesi, kişinin mesajla ilgili erken
değerlendirmelerde bulunması sonucu karşısındaki kişinin kendisini yeterince ifade
etmesine olanak tanımadan sözünü kesme eğilimi, birisini dinlemeye çalışırken kendisi
için daha önemli konulara odaklanıp içsel söyleşiye dalması, iç ve dış kaynaklı
gürültüler olarak ayrımlanabilecek birtakım dikkat dağıtıcı etkenler dinlemenin etkili bir
biçimde gerçekleşmesini engellemektedir. Bunun yanında etkili dinleyememenin
sorumluluğu genelde karşıdaki kişiye yüklenmekte, onun anlatımdaki yetersizliği ön
plana alınmaktadır.
Çoğu kişi için, kendi görüşleri ve düşüncelerinin evrensel gerçekler olarak
310
algılandığı görülmektedir. Bu kişilerin inançlarının önyargıdan kaynaklandığının
bilincinde olmadıkları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bu durum kişilerce doğal bir süreç
olarak algılanmaktadır.
İletişim sürecinde çoğu kez ihmal edilen bir nokta, her kişinin olaylara, olgulara
bir bakış açısının olduğu gerçeğini göz ardı ederek, kişinin kendi düşüncelerinin, bakış
açısının mutlak doğru ve karşısındaki kişinin bakış açısının ise yanlış olduğuna inanarak
iletişim kurmasıdır. Buna bağlı olarak, kişinin, benmerkezci bir tavır sergileyerek, kendi
paradigmasına saplanıp kalması nedeniyle, derinliği olan iletişim kurmaktan da mahrum
kaldığı görülmektedir. Burada göz önüne alınması gereken nokta, kişinin kendisinden
farklı görüşler ve bakış açılarıyla karşılaştığında, hemen bir güç savaşına girmekten
kaçınması ve diğer farklı bakış açılarını, altında yatan sebeplerini de düşünerek ve de
kendisininkiyle karşılaştırarak anlamaya çalışmasıdır.
İletişim sürecinde karşıdaki kişileri anlamayı engelleyen bir diğer neden de
kişileştirme olarak ifade edilmektedir. Bu süreçte kişinin gelen mesajı anlamlandırma
sürecinde kişiliğine yönelik bir anlam arama çabası içinde olduğu görülmektedir.
İletişimde asıl olan içerik değil, bireyin karakteri olarak değerlendirilmekte, dolayısıyla
konunun
içeriğinden
çok
karşıdaki
kişinin
kişilik
özelliğine
göre
yargıda
bulunulmaktadır. Bununla birlikte bu tür yargıların yansıtılması, kişinin karşı saldırıya
geçmesine ve karşılıklı kişilik yakıştırmalarının ortaya çıkmasına da neden olmaktadır.
Böylece bir kişilik savaşının ortasında iletişimsizliğin gündeme gelmesi kaçınılmaz
olmaktadır.
Zihin okumanın da iletişimde sorunlara yol açtığı söylenebilmektedir. Kişi
karşısındakinin duygu ve düşüncelerini öngörebildiği inancını taşımakta, karşıdaki
kişinin bir hareketini anlamlandırıp düşündüklerine, hissettiklerine ve yapıp
yapmayacağı şeylere dair sonuçlara ulaşmaktadır. Burada diğerlerini yeterince dikkatli
gözlemleme, dinleme, anlama çabasının bir kenara bırakılarak kişinin kendi önyargı ve
öğretileriyle yola çıkarak kararlar alması söz konusu olmakta, buna bağlı olarak
iletişimsizliğin de kendini gösterdiği görülmektedir.
Toptancı benlik anlayışının da iletişimde sorunlar yaşanmasına neden olduğu
tartışılmaktadır. Bu doğrultuda kişilerin sahip olduğu bazı özelliklerin, onların sahip
oldukları bireysel değerin yansıması olarak değerlendirildiği ve yaptıkları şeylere
311
bakarak kişilere, onların nasıl bireyler olduklarına ilişkin bir etiket verilmeye çalışıldığı
gözlemlenmektedir.
İletişimsizliğe neden olan bu tür kalıplaşmış düşünceler arasında, kişinin belirli
bir bütünü, bireyi, olayı, bir tek öğeye dayalı olarak, diğer öğeleri ya saf dışı ederek ya
da onlara seçici bir körlük geliştirerek değerlendirdiği filtreleme, başkalarının belirli
davranış ve sözlerinden hareketle onlar hakkında aşırı genellemelerde bulunma,
yapılanın değerini, kişilik değeri olarak gören etiketleme, olayları farklı açılardan ve
olasılıklı düşünme tarzları yerine, esneklikten son derece uzak ya hep ya hiç tarzıyla
değerlendirme, bir başka deyişle kutuplaşmış düşüncelere sahip olma, olayların kişilerin
kendi bakış açılarına göre olması gerektiği, bunun dışında diğer seçeneklerin yanlış
olduğu inanışına bağlı olarak, kişilerin bir anlamda oluşturdukları özel anayasaları
doğrultusunda hareket etmeleri, başkalarının kişinin kendi istekleri doğrultusunda
değişmelerini istemek yer almakta ve bu tür gerçekçilikten uzak düşünceler kişilerin
birbirlerini anlamalarını engelleyici bir etkide bulunmaktadır.
İletişimde en başta gelen bozuk temellerden biri de, savunuculuk olarak ifade
edilmektedir. Savunuculuk, bireyin benlik bilincini koruma gereksinmesinden
kaynaklanmaktadır. Savunucu durumda olan kişinin, zihin gücünü söz konusu edilen
konudan çok, kendisini savunmaya harcadığı görülmektedir. Konudan söz etmek yerine,
karşısındakine nasıl göründüğünü düşünmektedir. Karşıdakini nasıl alt edeceğine,
tartışmayı nasıl kazanacağına nasıl baskın çıkacağına, karşısındaki sözlü saldırıda
bulunursa nasıl karşı koyacağına zihnini yormaktadır. İletişimdeki savunuculuk kendini
sadece sözlü iletişimde değil, beden hareketlerinde, yüz ifadelerinde ve sesin tonunda da
göstermektedir.
Bu çalışmada, genel anlamda değerlendirildiğinde çevresel nedenlerin yanı sıra
iletişimsizliğe neden olan kişisel nedenler açısından Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi
öğrencileri üzerinde yapılan araştırmada, öğrencilerin algılama farklılıklarına bağlı
olarak kendi inançları ile paralellik gösteren mesajları duyma, dolayısıyla mevcut
inançlarıyla çelişen mesajları da reddetme eğiliminin yüksek olduğu görülmekte, büyük
bölümünün duygusal yapıları üzerinde karşıdaki kişilerin sözlü ve sözsüz mesajlarının
son derece önemli ve etkili olduğu ortaya çıkmaktadır.
312
Öğrencilerin çoğunlukla temeli yetersiz bilgilere dayanan birtakım önyargılar ile
yaklaştıkları kişilere karşı iletişime kapalı oldukları, diğerlerinin sözlü ve sözsüz
mesajlarını değerlendirmelerinde yaşadıkları duyguların son derece belirleyici olduğu
gözlenmektedir.
İletişimsizliği ortaya çıkaran duyguların ifade edilmesinde yaşanan güçlükleri,
araştırma yapılan öğrencilerin de yaşadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bunun yanında
iletişim kurdukları kişilerin mesajları duygusal yapılarını yakından etkilemekte,
yaşadıkları
duyguların
nedenlerini
karşılarındaki
kişilerde
gördükleri
ortaya
çıkmaktadır. İletişim sürecinde duygular açısından gözlemlenen bir diğer durum da,
öğrencilerin az da olsa duygusal kapalılığı tercih ederek gerçek duygularını gizleme
eğilimidir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin bir bölümünde, başkalarının tutumlarının kendi
özsaygıları üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Ayrıca başkalarını kendi bakış açıları
doğrultusunda anlamaya çalıştıkları gerçeğiyle karşılaşılmaktadır.
İletişim sürecinin temelini oluşturan dinleme konusunda ise, öğrencilerin büyük
bir bölümünün duymakla dinlemek arasındaki farkı ayırt edebildiği görülmekte, bunun
yanında iletişim sürecinde sorumluluğun karşı tarafa yüklendiği ortaya çıkmaktadır.
Çünkü öğrencilerin bir bölümü dinlenmedikleri zaman bunun diğer kişilerden
kaynaklandığını düşünmektedir. Ayrıca öğrencilerin çoğunluğunun karşıdaki kişileri
anlamaya çalışmaktan uzaklaşarak kendi düşüncelerinin doğruluğunu kanıtlama ve
diğerlerini inandırma çabası içinde ve kişilerin söylediklerine tanı koyma eğiliminde
oldukları söylenebilmektedir.
Öğrencilerin belli bir bölümü dinleme sırasında kendi iç iletilerine yoğunlaşarak
karşıdaki kişilerin söylediklerine odaklanamadıklarını da dile getirmektedir. Benzer
şekilde konuşurken karşıdaki kişilerin özelliklerini dikkate almayarak kendi anlayışları
doğrultusunda hareket ettikleri ortaya çıkmaktadır.
Öğrencilerin dinleme açısından sözlü ve sözsüz mesajların uyum içinde
olmasına önem verdikleri, bunun tersi durumda karşılarındaki kişileri etkili
dinleyemedikleri, duymaktan hoşlanmadıkları şeylere maruz kaldıklarında dinlememeyi
bir savunma mekanizması olarak kullandıkları görülmektedir. Bunun yanında
313
öğrencilerin az da olsa karşılarındaki kişileri gerçekten dinlememelerine karşın dinliyor
görüntüsü verdikleri de gözlemlenmektedir.
Halo etkisinin de son derece baskın olduğu görülmekte, alınan mesajların
anlamlandırılmasında karşıdaki kişilere olan duygusal yakınlıkların belirleyici olduğu
sonucuna ulaşılmaktadır.
Öğrencilerin bir bölümünde iletişim sürecinde her zaman kendi açılarına bağlı
olma eğilimi görülmekte, ayrıca iletişim sürecinde haklı olmanın ön plana alınarak,
empati kurmaktan uzaklaşıldığı ortaya çıkmaktadır. İletişim kurarken konunun
içeriğinden çok, karşılarındaki kişilerin kişilik özelliğine göre yargıda bulunduklarını
ifade eden öğrencilerin mesajları yorumlamada kişiselleştirme eğilimlerinin yüksek
olduğu görülmektedir.
Genelde karşılarındaki kişilerin duygu ve düşüncelerini öngörebildiklerini ifade
eden öğrencilerin bu doğrultuda zihin okuma eğilimlerinin yüksek olduğu ortaya
çıkmaktadır. Bunun yanında öğrencilerin bir bölümü diğerlerinin kendi istedikleri
şeyleri yapmamalarını, kendilerinin sevilmeme nedeni olarak gördükleri sonucuna
ulaşılmaktadır. Öğrencilerin rahat iletişim kurabilmek için karşıdaki kişilerin onayına
gereksinim duyduğu da gözlenmektedir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin bir bölümünün toptancı benlik anlayışı
doğrultusunda hareket ederek iletişim sürecinde esneklikten uzak davrandıkları ortaya
çıkmakta, iletişim kurarken sözlü ya da sözsüz mesajlarıyla çoğu zaman üstün
olduklarını (karizmatik) karşıdaki kişilere hissettirmeye çalıştıklarını ve iletişimde
kendilerine yönelik olumsuz duyguların ön plana çıktığı ve karşıdakilerden savunucu
tepkiler aldıklarını ifade ettikleri görülmektedir.
Karşıdaki kişilerin ilgili ilgisiz her konuda konuşmasını, iletişimi önemsememe
nedeni olarak değerlendiren öğrencilerin, büyük bir bölümünün kendilerine iletilen
mesajlarda belirginliğe önem verdikleri, ilgili ilgisiz pek çok konunun aynı anda dile
getirilmesinin kendileri için büyük bir dinleme engeli oluşturduğu sonucuna
ulaşılmaktadır.
Tüm bunların yanında, öğrencilerin yine büyük bir bölümünün başkalarıyla
iletişim kurmalarında dünya görüşü, değerler sistemi ve ideolojinin belirleyici olduğu
görülmektedir. Araştırmada ortaya çıkan bir diğer sonuç, ilk fiziksel izlenimin (olumlu
314
olumsuz) iletişim kurmada etkili olduğu yönündedir. Buna göre, öğrencilerin
karşılarındaki kişilerin kendilerinde bıraktığı olumlu olumsuz fiziksel ilk izlenimin,
iletişim kurmalarında birtakım önyargıları da beraberinde getirdiği noktasına
odaklanılmaktadır. Bunun yanında öğrencilerin yaklaşık yarısının iletişim sürecinde
konuları yönlendirmede insiyatifin kendilerinde olmaları gerektiğini düşündükleri,
dolayısıyla sıralanan tüm bu etkenlerin yaşanan iletişimsizlikte belirleyici olduğu
söylenebilmektedir.
315
KAYNAKÇA
1. KİTAPLAR
A. TÜRKÇE KİTAPLAR
ADAIR John, Etkili İletişim, Çev: Ömer Çolakoğlu, Babıali Kültür Yayıncılığı, Birinci
Baskı, İstanbul, 2003.
ADLER Alfred, İnsan Tabiatını Tanıma, Çev: Ayda Yörükan, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, Altıncı Basım, İstanbul, 2003.
ADLER Alfred, Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Çev: Halis Özgü,
Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002.
AKTAŞ Hamdullah, İnsanda Duygusal Yaşantı, Palme Yayıncılık, Birinci Basım,
Ankara, 2004.
ALBERTI Robert, EMMONS Michael, Atılganlık, Çev: Serap Katlan, HYB
Yayıncılık, Ankara, 2002.
ALTINKÖPRÜ Tuncel, İnsan Tanımada Beden-Yüz Yapısı ve Karakter, Hayat
Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul, 2000.
ALTINTAŞ Ersin, ÇAMUR Devrim, Beden Dili/ Sözsüz İletişim, Aktüel Basım
Yayın, Birinci Baskı, İstanbul, 2004.
APUHAN Recep Şükrü, İnsan İlişkilerinde En Etkili Davranışlar, Timaş Yayınları,
6. Baskı, İstanbul, 2003.
ARIKAN Münir, Nitelikli İnsan, Bilge Yayınları, Beşinci Baskı, İstanbul, 2004.
ARİF Mehmet, TOKTAMIŞOĞLU Murat, Yüzümüz Neler Anlatıyor?, Kapital
Medya Hizmetleri A.Ş., 2. Baskı, İstanbul, 2004.
ARKIŞ Nurdoğan, Gene Annen Geldi, Bütün Günüm Mahvoldu, İletişim Bilincinin
Temel İlkeleri, Remzi Kitabevi, Birinci basım, İstanbul, 2004.
ATABEK Erdal, Bizim Duygusal Zekamız, Altın Kitaplar Yayınevi, 2. Basım,
İstanbul, 2000.
316
ATABEK Erdal, Kuşatılmış Gençlik, Altın Kitaplar Yayınevi, 17. Basım, İstanbul,
1999.
ATABEK Erdal, Modern Dünyada Değer Kayması ve Gençlik, Alkım Yayınevi, 2.
Baskı, İstanbul, 2004.
AYDIN Ayhan, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Alfa Yayınları, Dördüncü Baskı,
İstanbul, 2003.
AYDIN Betül, ŞİRİN Ahmet, YAYCI Müge, OTRAR Mustafa, YAYCI Levent,
Gelişim Psikolojisi/İnsan Gelişiminin Temelleri, T.C. Emniyet Genel Müdürlüğü,
Polis Akademisi Başkanlığı:15, Ankara, 2002.
AYDIN Emre, Bireysel Gelişim Kişisel Kalite Yöntemleri, Hayat Yayıncılık, Birinci
Basım, İstanbul, 2000.
BALTAŞ Zuhal, BALTAŞ Acar, Bedenin Dili, Remzi Kitabevi, 29. Basım, İstanbul,
2001.
BAŞARAN İbrahim Ethem, Eğitim Psikolojisi/ Gelişim Öğrenme ve Ortam, 6.
Baskı, Nobel Yayın Dağıtım, İstanbul, 2005.
BIÇAKÇI İlker, İletişim ve Halkla İlişkiler, MediaCat Yayınları, Dördüncü Basım,
İstanbul, 2003.
BUSCAGLIA Leo, Kişilik, Tümüyle İnsan Olabilme Sanatı, Çev: Nejat Ebcioğlu,
İnkılap Kitabevi ,7. Baskı, İstanbul, 1987.
CARNEGIE Dale, Dost Kazanmak ve İnsanlar Üzerine Etki Yapmak Sanatı, Çev:
Türkan Akbaş, Ak Kitabevi, Üçüncü Baskı, İstanbul, 1971.
CARNEGIE Dale, Söz Söylemek ve Kendine Güvenmek, Çev: Nihal Akkaya, Ak
Kitabevi, Dördüncü Baskı, İstanbul, 1975.
CARNEGIE Dale, Söz Söyleme ve İş Başarma Sanatı, Çev: Ali Bucak, Yaprak
Yayınevi, İstanbul, 1990.
CARREL Alexis, İnsan Denen Meçhul, Çev: Ömer Durmaz, Hayat Yayınları, Beşinci
Baskı, İstanbul, 2003.
317
CARTER Arnold, Etkin İletişim Kurun, Çev: Zeynep Güden, Arion Yayınevi, Birinci
Basım, İstanbul, 2004.
CASSON Herbert N., Söz Söyleme Sanatı, Çev: Vedat Yılmaz, Kariyer Yayıncılık,
Birinci Baskı, İstanbul, 2000.
CERECİ Sedat, İletişim Kurmak İnsan Olmaktır, Metropol Yayınları, İstanbul, 2002.
CERECİ Sedat, İletişim Denemeleri, Metropol Yayınları, Birinci Basım, İstanbul,
2002.
CERECİ Sedat, İletişiverelim, Şule Yayınları, İstanbul, 1997.
CHANDLER Steve, Başarılı İlişkiler Kurmanın 50 Yolu, Çev: Günhan Günay, 1.
Basım, İstanbul, 2001.
CİHANGİR Zeynep, Kişilerarası İletişimde Dinleme Becerisi, Nobel Yayınları, 1.
Basım, Ankara, 2004.
CONDRILL Jo, BOUGH Bennie, Ne Demek İstiyorsunuz? Etkili İletişimin Yaratıcı
ve Pratik Yolları, Çev: Pelin Ozaner, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003.
CÜCELOĞLU Doğan, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, 7. Basım, İstanbul,
1994.
CÜCELOĞLU Doğan, ‘Keşke’siz Bir Yaşam İçin İletişim Donanımları, Remzi
Kitabevi, 3. Basım, İstanbul, 2002.
CÜCELOĞLU Doğan, Dayanışma Bilincinin Temeli/İçimizdeki Biz, Remzi Kitabevi,
34. Basım, İstanbul, 2002.
DAVIS Kay Snow, Sevgi Dolu Bir Yaratıcılık İçin Güç Noktanızı Keşfedin, Çev:
Sezer Soner, Kozmos Yayınları, Birinci Basım, Adana, 2003.
DAVIES Brian, Zor İnsanlarla Baş Etme Yöntemleri, Çev: Emel Yıldız, Gölge
Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, 2004.
DIMITRIUS Jo-Ellan, MAZZARELLA Mark, İnsanları Okumak 1, Çev: Acar
Doğangün, Arıtan Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, 2001.
318
DIMITRIUS Jo-Ellan, MAZZARELLA Mark, İnsanları Okumak 2, Çev: Acar
Doğangün, Arıtan Yayınevi, Birinci Baskı, İstanbul, 2001.
DİNÇER Ker Müjde, Kazanan İmajınız, Alfa Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2002.
DÖKMEN Üstün, Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati,
Sistem Yayıncılık, 15. Baskı, İstanbul, 2001.
DÖKMEN Üstün, Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak Gelişmek Uzlaşmak,
Sistem Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2000.
DÖKMEN Üstün, Küçük Şeyler, Sistem Yayıncılık, Üçüncü Basım, İstanbul, 2005.
DURMAZ Mustafa, Kişilerarası İletişim ve Motivasyon, Ege Üniversitesi İletişim
Fakültesi Yayınları No:17, İkinci baskı, İzmir, 2004.
ELMACIOĞLU Tuncer, Hayatın Bütününde Başarı, Hayat Yayınları, İkinci Baskı,
İstanbul, 2003.
ERDOĞAN
İrfan, ALEMDAR
Korkmaz,
Öteki Kuram: Kitle
İletişimine
Yaklaşımların Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi, Erk Yayınları, Ankara,
2002.
ERDOĞAN İrfan, İletişim Egemenlik Mücadeleye Giriş, İmge Kitabevi Yayınları, 1.
Baskı, Ankara, 1997.
ERDOĞAN İrfan, İletişimi Anlamak, Erk Yayınları, Ankara, 2002.
ERGİN Akif, ÖğretimTeknolojisi/İletişim, PEGEM , Ankara, 1995.
FISKE John, İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev: Süleyman İrvan, Bilim ve Sanat
Yayınları, İkinci Basım, Ankara, 2003.
FRITZ Roger, Küçük Adımlar Büyük Sonuçlar, Çev: Demet Dizman, Sistem
Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2004.
FRITZ Roger, Mıknatıs İnsanlar Sırları ve Onlar Gibi Olmanın Yolları, Çev: Pelin
Ozaner, Sistem Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2004.
GEÇTAN Engin, İnsan Olmak, Metis Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003.
319
GOUGH Russel W., Karakteriniz Kaderinizdir, Çev: Gökhan Sezgi, HYB
Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2002.
GÖKÇE Orhan, İletişim Bilimine Giriş/ İnsanlararası İlişkilerin Sosyolojik Bir
Analizi, Turhan Kitabevi, 4. Basım, Ankara, 2002.
GÖKSEL Ahmet Bülend, YURDAKUL Nilay Başok, Temel Halkla İlişkiler Bilgileri,
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları No:15, İzmir, 2002.
GÜN
Nil,
İlişkilerimizde
Değiştiremediklerimiz
Karakterlerimiz,
Kuraldışı
Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003.
GUILANE-NACHEZ Erica, İletişim mi? Kolay!, Çev: Gülşah Ercenk Abdelhadifi,
Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003.
GÜLEÇ Cengiz, İnsana Yolculuk, HYB Yayıncılık, Birinci Basım, Ankara, 2002.
GÜNAY Doğan, Dil ve İletişim, Multilingual Yayınları, İstanbul, 2004.
GÜRGEN Haluk, Örgütlerde İletişim Kalitesi, Der Yayınları:221, İstanbul, 1997.
GÜRÜZ Demet, Halkla İlişkiler- Reklam Ajansları İşletmeciliği ve Yönetimi, Ege
Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları No:7, İzmir, 1995.
HALE Richard, WHİTLAM Peter, İnsanları Etkileme Gücü, Çev: Tarkan
Topuzluoğlu, Yöneticinin Kitaplığı, Epsilon Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 1998.
HANKS Kurt, İnsanları Motive Etme Sanatı, Çev: Can İkizler, Alfa Yayınları, Birinci
Basım, İstanbul, 1999.
HELMSTETTER Shad, Bizi Biz Yapan Seçimlerimiz, Çev: Betül Çelik, Sistem
Yayıncılık, Beşinci Basım, İstanbul, 2001.
HELMSTETTER Shad, İçe Dönük Konuşmanın Gücü, Çev: Betül Çelik, Sistem
Yayıncılık, Dokuzuncu Basım, İstanbul, 2003.
HORTAÇSU Nuran, İnsan İlişkileri, İmge Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1997.
IŞIK Metin, İletişimden Kitle İletişimine, Mikro Yayınları, Birinci Baskı, Konya,
2000.
İNCEOĞLU Metin, Tutum Algı İletişim, V Yayınları, Birinci Baskı, Ankara, 1993.
320
İSEN Galip, BATMAZ Veysel, Ben ve Toplum, Om Yayınevi, 2.Baskı, İstanbul, 2002.
İZGÖREN Ahmet Şerif, Dikkat Vücudunuz Konuşuyor, Academyplus Yayınevi, 17.
Baskı, Ankara, 2000.
JAMES Judi, Beden Dili, Olumlu İmaj Oluşturma, Çev: Murat Sağlam, Alfa
Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 1999.
KAHN Michael, İletişimin TAO’su, Çev: Hande Gündüz, Okyanus Yayıncılık,
İstanbul, 1995.
KASATURA İlkay, Heyecansal Kontrol, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci Basım,
İstanbul, 2003.
KASATURA İlkay, Kişilik ve Özgüven, Evrim Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul,
1998.
KAŞIKÇI Ercan, Doğrucu Beden Dili, Hayat Yayıncılık, İstanbul, 2002.
KAYAALP İsa, İletişimde İnsan Dili, Bilge Yayıncılık, İstanbul, 2002.
KEENAN Kate, Yöneticinin Kılavuzu İletişim, Çev: Veysel Atayman, Remzi
Kitabevi, Birinci Basım, İstanbul, 1997.
KENNEDY Eugene, Beni Gerçekten Tanısaydın Yine de Sever miydin?, Çev:
Nesrin Hisli Şahin, İmge Kitabevi, 5. Baskı, Ankara, 2003.
KILIÇ Veysel, Dilin İşlevleri ve İletişim, Papatya Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul,
2002.
KIZILDAĞ Şaban, Ayinesi İştir Kişinin Lafa Bakılır, Beyaz Sanat Yayıncılık,
İstanbul, 2004.
KOÇ Saim, İletişimde Ustalaşmak, Kuraldışı Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul,
2004.
KONRAD Stefan, HENDL Claudia, Duygularla Güçlenmek, Çev: Meral Taştan,
Hayat Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003.
KÖKNEL Özcan, İnsanı Anlamak, Altın Kitaplar Yayınevi, 7. Basım, İstanbul, 1997.
321
KÖKNEL Özcan, Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, Altın Kitaplar Yayınevi, 15. Basım,
İstanbul, 1999.
KRAMER Marc, Güçlü İletişim, Çev: Burak Tezcan, Arıtan Yayınevi, Birinci Baskı,
İstanbul, 2000.
LAZAR Judith, İletişim Bilimi, Çev: Cengiz Anık, Vadi Yayınları, Birinci Basım,
Ankara, 2001.
LEIGH Andrew, MAYNARD Michael, Kusursuz İletişim, Altın Kitaplar Yayınevi,
Birinci Basım, İstanbul, 1999.
LIEBERMAN David J., Anında Analiz, Türkçesi: Göker Talay, Kuraldışı Yayıncılık,
İstanbul, 2004.
LIEBERMAN David J., Kimse Size Yalan Söyleyemez, Türkçesi: Sinem Sonuvar,
Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2004.
MAXWELL John J., DORNAN Jim, Etkili İnsan Olmak, Çev: Demet Dizman, Sistem
Yayıncılık, Beşinci Basım, İstanbul, 2001.
McMILLAN Sandy, Daha İyi Nasıl İletişim Kurma, Çev: Ali Çimen, Timaş
Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1998.
MULLIGAN Eileen, Yaşam Yönetimi/ Hayatınızı 7 Günde Değiştirin, Çev: Fatma
Can Akbaş, Kariyer Yayıncılık, Birinci Baskı, İstanbul, 2002.
MUTLU Erol, İletişim Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Dördüncü Basım, Ankara,
2004.
NECİP İzzet, Sözsüz İletişim, Bilge Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2003.
ONG Walter J., Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev: Sema P. Banon, Metis Yayını, İstanbul,
1995.
ONUR Bekir, Gelişim Psikolojisi, İmge Kitabevi, 6. Baskı, Ankara, 2004.
OSKAY Ünsal, İletişimin ABC’si, Der Yayınları:213, Üçüncü Basım, İstanbul, 2001.
ÖZBAY Haluk, GÖKA Şenol, Her Halde İnsan, Elips Yayınları, 1. Baskı, Ankara,
2004.
322
ÖZCAN Ali Osman, İnsan İlişkilerinde Başarıya Giden Yol, IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003.
ÖZÇAY Müjgan, Sesler, Sözler, Etkiler, Günışığı Kitaplığı, 1. Baskı, İstanbul, 2001.
ÖZDEN Yüksel, Kendini Keşfet Tanı Gelişir Gerçekleştir, Pegem A Yayınları, 1.
Baskı, Ankara, 2002.
ÖZER Kadir, Üç Psikolojik Soru, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2001.
ÖZER Kadir, “Ben” Değeri Tiryakiliği/Duygusal Gerilimle Baş Edebilme, Sistem
Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2000.
ÖZER Kadir, Kaygı/ Sınanma Duygusuyla Baş Edebilme, Sistem Yayıncılık, Birinci
Basım, İstanbul, 2002.
ÖZER Kadir, İletişimsizlik Becerisi, Sistem Yayıncılık, İkinci Basım, İstanbul, 2001.
ÖZGÜVEN İbrahim Ethem, Bireyi Tanıma Teknikleri, Pdrem Yayınları, 4. Baskı,
Ankara, 2002.
ÖZGÜVEN İbrahim Ethem, Psikolojik Testler, Pdrem Yayınları, Dördüncü Baskı,
Ankara, 2000.
ÖZMEN İsmail, İnsanın Bölünmüşlüğü ya da İnsanı İnsan Eden Değerler, Felsefi
Bir İnceleme, 1. Baskı, Ankara, 1998.
PEASE Allan, Beden Dili, Çev: Yeşim Özben, Rota Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2002.
ROBBINS Anthony, Kişisel Başarıda Zirveye Ulaşmanın Yolu Sınırsız Güç, Çev:
Mehmet Değirmenci, İnkılap Kitabevi, On Dördüncü Baskı, İstanbul, 1993.
ROEBUCK Chris, Etkili iletişim, Çev: Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık, Birinci
Baskı, İstanbul, 2000.
ROBERTSON Arthur K., Etkili Dinleme, Çev: E. Sabri Yarmalı, Hayat Yayınları,
Birinci Basım, İstanbul, 2002.
ROSENBERG Marshall B., Şiddetsiz İletişim, Çev: Gülden Şen-Mahmut Tuna, Sistem
Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2004.
323
ROWSHAN Arthur, Stres Yönetimi, Çev: Şahin Cüceloğlu, Sistem Yayıncılık, Üçüncü
Basım, İstanbul, 2002.
SALOME Jacques, GALLAND Sylvie, Ah Kendime Bir Kulak Versem!/ Güçlü Bir
İletişim Rehberi, Çev: Neslihan Burcu Akdağ, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım,
İstanbul, 2002.
SATIR Virginia, İnsan Yaratmak, Çev: Selim Yeniçeri, Beyaz Yayınları, İstanbul,
2001.
SAYGIN Oğuz, Negatif Limanlardan Pozitif Sulara, Hayat Yayınları, 37. Basım,
İstanbul, 2003.
SAYGIN Oğuz, İnsan İlişkilerinde 4*4’lük İletişim, Hayat Yayınları, Birinci Baskı,
İstanbul, 2005.
SCHOBER Otto, Beden Dili (Davranış Anahtarı), Çev: Süeda Özbent, Arion
Yayınevi, 6. Basım, İstanbul, 2003.
SCHWARTZ David J., Büyük Düşünmenin Büyüsü, Çev: Tanol Türkoğlu, Sistem
Yayıncılık, On Dördüncü Basım, İstanbul, 2002.
SHINN George, Motivasyonun Mucizesi, Çev: Ulaş Kaplan, Sistem Yayıncılık,
Yedinci Basım, İstanbul, 2002.
SILBERMAN Mel, HANSBURG Freda, İnsan Sarrafı/Toplumsal Zeka Düzeyinizi
Geliştirme, Çev: Pelin Ozaner, Sistem Yayıncılık, Birinci Basım, İstanbul, 2003.
STIEBEL David, Konuştukça Batıyoruz, Çev: Deniz Akkuş, Beyaz Balina Yayınları,
2. Baskı, İstanbul, 2001.
TATLIDİL Hüseyin, Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistiksel Analiz, Cem Ofset,
Ankara, 1996.
THOMSON Peter, İletişimin Sırları, Çev: Metin Yurtbaşı, Arion Yayınevi, 1. Basım,
İstanbul, 2002.
TOKTAMIŞOĞLU Murat, ALKIŞ Cengiz, İnsan Tanıma Kılavuzu, Düş Yıldızı
Yayınları, 1. Basım, Ankara, 2004.
324
TOLAN Barlas, Toplum Bilimlerine Giriş, Adım Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara,
1991.
TREDGOLD R. F., Çağdaş Çalışma Düzeninde Kişilerarası İlişkiler, Çev: Cevdet
Aykan, Yaprak Yayınları, İstanbul, 1992.
TUTAR Hasan, YILMAZ M. Kemal, Genel İletişim, Nobel Yayın Dağıtım, 3. Baskı,
Ankara, 2003.
TÜRKKAN Reha Oğuz, İkna ve Uzlaşma Sanatı, Altın Kitaplar Yayınevi, Birinci
Basım, İstanbul, 2004.
USLUATA Ayseli, İletişim, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınları, 1. Basım, İstanbul,
1994.
YAGER Dexter, BALL Ron, Dinamik İnsan İlişkileri, Çev: Yelda Ay, Beyaz
Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2002.
YATKIN Ahmet, Halkla İlişkiler ve İletişim, Nobel Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2003.
YILDIRIM Ergün, Kişisel Gelişimin Sosyolojisi, Hayat Yayınları, Birinci Basım,
İstanbul, 2002.
YOUNGS Bettie B., YOUNGS Jennifer Leigh, Gençler İçin Stres ve Yaşamın
Baskılarıyla Başetme Kılavuzu, Çev: Semra Kunt Akbaş, HYB Yayıncılık, Ankara,
2004.
YÖRÜKOĞLU Atalay, Gençlik Çağı, Özgür Yayınları, On İkinci Basım, İstanbul,
2004.
YÜNCÜ Fatma, Kişilerarası İlişkiler, Bilgehan Matbaası, İzmir, 1990.
ZIELKE Wolfgang, Sözsüz Konuşma, Türkçesi: Esat Nermi, Say Yayınları, Birinci
Basım, İstanbul, 1993.
ZILLIOĞLU Merih, İletişim Nedir?, Cem Yayınevi, 2. Basım, İstanbul, 2003.
325
B. İNGİLİZCE KİTAPLAR
BERLO David K., The Process of Communication: An Introduction to Theory and
Practice, Michigan State University, Rinehart Pres, San Francisco, 1960.
BUSCAGLIA Leo, Loving Each Other/ The Challenge of Human Relationships,
USA, 1984.
CAPUTO John S., HAZEL Harry C., McMAHON Colleen, Interpersonal
Communication/ Competency Through Critical Thinking, Allyn and Bacon, A
Division of Simon&Schuster,Library of Congress Cataloging-in- Publication Data,
USA, 1994.
CARTER Ronald, Language of Speech and Writing, GBR: Routledge, London,2001.
DANZIGER Kurt, Interpersonal Communication, Pergamon General Psychology
Series, First Edition, Canada, 1976.
DEVİTO Joseph A., The Interpersonal Communication Book, Harper&Row
Publishers, Fifth Edition, New York, 1989.
DEVİTO Joseph A., Human Communication/The Basic Course, Harper&Row
Publishers, Third Edition, New York, 1985.
DIMBLEBY Richard, More Than Words: An Introduction to Communication,
Routledge, Florence, USA, 1998.
GAMBLE Teri Kwal, GAMBLE Michael, Communication Works, McGraw-Hill
Publishing Company, Third Edition, USA, 1990.
GRIFFIN Kim,PATTON Bobby R., Fundamentals of Interpersonal Communication,
U Pr of Amer, 2nd Edition, USA, 1986.
HARGIE Owen, SAUNDERS Christine, DICKSON David, Social Skills in
Interpersonal Communication, Brookline Books, Second Edition, Cambridge, 1987.
HARTLEY Peter, Interpersonal Communication, Routledge, Florence, USA, 1999.
KENNETH K. Sereno, MORTENSEN David, Foundations of Communication
Theory, Harper and Row Publishers, New York, 1970.
326
LOWNDES Leil, How to Talk to Anyone, Mc-Graw Hill Contemporary,
Lincolnwood, USA, 2003.
MATSON Katinka, The Psychology Today/ Omnibook of Personal Development, A
Psychology Today Book, William Morrow and Company, Inc., New York, 1977.
MORTENSEN David J., Problematic Communication: The Construction of
Invisible Walls, Greenwood Publishing Group, Westport, USA, 1994.
PARKINSON Brian, Ideas & Realities of Emotion, Routledge, USA, 1995.
READ Hadley, Communication: Methods for All Media, University of Illinois Press,
USA, 1972.
ROLOFF Michael, Interpersonal Communication: The Social Exchange Approach,
The Sage Commtext Series, Sage Publications, Volume 6, USA, 1981.
RUFFNER Michael, BURGOON Michael, Interpersonal Communication, Holt,
Rinehart and Winston, USA, 1981.
SPITZBERG Brian H., CUPACH William R., Interpersonal Communication
Competence, Sage Publications, Volume 4, First Edition, USA, 1984.
STANG David J., Introduction to Social Psychology, Brooks, Cole Publishing
Company, Monterey, California, 1981.
STANTON Nicki, What Do You Mean “Communication” An Introduction To
Communication In Business, Pan Books, London, 1982.
STEINBERG Charles S., The Communicative Arts, Studies in Public Communication,
First Edition, USA, 1970.
TUBBS Stewart L., MOSS Sylvia, Human Communication, Mcgraw-Hill Inc., Sixth
Edition, USA, 1991.
327
2.MAKALELER
A.TÜRKÇE MAKALELER
AKMAN Yasemin, TUĞRUL Ceylan, “Üniversite Gençliğinin Aile Sorunları,
Yalnızlık ve Uyum Düzeyleri”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi
Yayını, Sayı:11, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 1996.
ALMIŞ Özden, “Toplumumuzda Bireylerarası İlişkilerde Kullanılan Kaynaklar ve
Takas Normlarının İncelenmesi”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv. Edebiyat Fakültesi
Yayını, Sayı:10, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 1996.
BİNGÖL Abdulkuddus, “İletişim Bağlamında Mantık ve Dil”, İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:9, 1999.
DUMAN Banu, Y.DEDE Zeynep, ERYÜREKLİ Akın, “Her Şey İletişimle Başlar”,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Şubat 2003, Yıl:3 Sayı:36.
GÜLDİKEN Nevzat, ESER Mehmet, “Üniversite Öğrencilerinin Karşılaştıkları
Sorunlara Sosyolojik Bir Bakış”, Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 19, Sivas, 1997.
GÜRKAN Arzu, “Empati Kavramına Genel Bir Bakış”, Psikoloji Seminer, Ege Üniv.
Edebiyat Fakültesi Yayını, Sayı:12, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 2001.
LASSWELL Harold D., “Toplum Yaşamında İletişimin Yapısı ve İşlevi”, Çev: Nazife
Güngör, Gazi Üniv. İletişim Fak. Dergisi, İletişim Sayı:4, Ankara, 1997.
WILLIAMS Roger, “İletişim Kavram ve Modelleri”, Eskişehir İktisadi ve Ticari
İlimler Akademisi Yayınları, No: 217-14, Eskişehir, 1979.
SELÇUKLU Soner, “Sözsüz İletişim”, İtişmeyelim İletişelim/ Önce Kendinizle
İletişim, Rota Yayınları, İstanbul, 2003.
SOYKAN Ömer Naci, “Her Tür İletişimin Taşıyıcısı Olarak Dil Ya Da İletişim
Açısından Olası Tüm Diller İçin Bir Sınıflama Önerisi”, Gazi Üniversitesi Basın
Yayın Yüksekokulu Dergisi, Yıl: 1988-1989, Sayı:10.
YAZICI Kamil, “İletişim Denemeleri”, Activeline, Mart 2003
328
B. İNGİLİZCE MAKALELER
BARRET Lennard, “The Empathy Cycle; Refinement of a Nuclear Concept and Some
Theoretical Considerations”, Journal of American Psychoanalitic Association, 31,
1981.
COE Nicholas P.W., “A Time to Listen”, Baystate Medical, Excerpta Medica Inc.,
Massachusetts,1997.
DENNİS Cynthia, “Listen...”, Communication, Social Issues Resources Series
Inc,Volume 2, Article 94, 1985.
FORGAS Joseph P., CROMER Michelle, “On Being Sad and Efasive: Affective
Influences on Verbal Communication Strategies in Conflict Situations”, Journal of
Experimental Social Psychology, Volume 40, Issue 4, July 2004.
KARELITZ Tzur M., BUDESCU David, “You Say Probable and I Say Likely:
Improving Interpersonal Communication With Verbal Probability Phrases”, Journal of
Experimental Psychology: Applied, Volume 10, Issue 1, March 2004.
LYONS Anthony, KASHIMA Yoshihisa, “How Are Stereotypes Maintained Through
Communication?: The Influence on Stereotype Sharedness”, Journal of Personality
and Social Psychology, Volume 85, Issue 6, December 2003.
MALLOY Thomas, “Effects of Communication, Information Overlap and Behavioral
Consistency on Consensus in Social Perception, Journal of Personality and Social
Psychology, Volume 73, Issue 2, August 1997.
McCORKLE
Suzanne,
GAYLE
Barbara
Mae,
“Conflict
Management
Metaphors:Assessing Everyday Problem Communication”, The Social Science
Journal, Volume 40, Issue 1, 2003.
MORRIS Michael, KELTNER Dacher, “How Emotions Work: The Social Functions of
Emotional Expression in Negotiations”, Research in Organizational Behaviour,
Volume 22, 2000.
329
PLANTE Elena, “Introduction to Feedback and Executive Control ın Human
Communication”, Journal of Communication Disorders, Volume 31, Issue 6,
November 1998.
3. INTERNET YAYINLARI
ABAYASEKARA Dilip R., “ Overcoming Obstacles to Listening, Hearing and
Understanding”, http://drdilip.com/listening.doc. ,12.03.2005.
ANDERSON Kare, “Resolving Everyday Conflicts Sooner”,
www.amazon.com/exec.obidos/ISBN=0890877424/basketcaseA, 26.01.2004.
ARANIEGO Joey , “Effective Listening/Helping Skill”,
http://usfweb2.usf.edu/counsel/elh_skills.htm, 20.08.2002.
BHAVANTHU Sarve Janaah Sukhino, “Effective Listening Skills”,
http://www.mypurohith.com/Yoga/Skills_Listen.asp, 12.03.2005.
BORCHERS Tim, “Functions of Interpersonal Communication”,
www. abacon.com/ commstudies/interpersonal/infunctions.html, 08.07.2004.
BORCHERS Tim, “Definition of Interpersonal Communication”,
www. abacon.com/commstudies/interpersonal/indefinition.html, 01.01.2005.
DOYLE Terence A., “Verbal Communication”,
http://novaonline.nv.cc.va.us/eli/spd110td/interper/message/messageverbal.html,
25.01.2004.
DOYLE Terence A., “Perception and Listening”,
http://novaonline.nv.cc.va.us/eli/spd110td/interper/listen/listening.html, 24.12.2003.
ECKHAUS Paule, “Communication: Its Impact on Self-Esteem and Underachievement
in the Gifted Child”,
www.nexus.edu.au/teachstud/gat/eckhaus2.htm, 17.04.1996.
330
EGAN Gerard, “Obstacles to Listening”,
http://www.sparrow.org/pastoralcare/pastoral_listening.asp, 03.11.2004.
ELLISON Sharon, “Responding to Criticism Without Being Defensive”,
http://www.amazon.com/exec/obidos/tg/detail/-/0972002103/myriamagazine,
20.05.2004.
GIBB Jack, “Defensive Communication”, www. geocities.com/toritrust/index.html,
07.09.2004.
___, “Listening Skills”,
www.casaa-resources.net/mainpages/resources/sourcebook/listening-skills.html,
25.07.2004.
___, “ Lack of Communication”, http:// www.minus1.com/PartnerTherapy/141 ,
11.07.2002.
JAYARAM V., “ Effective Listening Skills”,
http://hinduwebsite.com/selfdevt/listening.htm, 26.05.2000.
JOHNSON Kenneth R., “Effective Listening Skills”,
http://www.itmweb.com/essay514.htm, 20.10.1999.
KİNG Donnell, “Four Principles of Interpersonal Communication”,
http://www.pstcc.cc.tn.us/facstaff/dking/interpr.htm, 25.09.2004.
LINDNER Frank A., “Listening Well: A Key to Successful Hypnosis”,
http://www.nfnlp.com/listeningwell_lindner.htm, 12.10.2004.
SCHOOMBIE Bronwen, “Ineffective Communication”,
www.suite101.com/subjectheadings/contents.cfm/1600, 11.04.2000.
SHAFER Michelle, “ Social Penetration Theory”,
http://oak.cats.ohiou.edu/ms218496/socpen.htm, 18.11.1999.
331
SMİTH R., “Altman & Taylor’s Social Penetration Theory: Important People in Our
Lives”, http://zimmer.csufresno.edu/johnca/spch100/10-5-altman.htm, 18.04.2004.
___ , “Interpersonal Communication Involves”,
http://www.uh.edu/crc/intcomm.html, 16.02.2005.
___ , “Lack of Communication Channels/Avoided Communication”,
http://colorado.edu/conflict/peace/problem/nocomml.htm, 11.07.2004, s.1.
___, “Barriers to Effective Listening”,
http://www.vuw.ac.nz/st_services/slss/study_exams/effective_listening.html,
14.05.2000.
WILLIAMS Scott, “Listening Effectively”,
http://www.wright.edu/~scott.williams/LeaderLetter/listening.htm, 16.04.2002.
___, “Relationships & Onions: Breadth &Depth of Self Disclosure”,
http://students.usm.maine.edu/melissa.noyes/Onions.html, 19.07.2004.
ZİMMER Benjamin, “Social Penetration Theory”,
http://oak.cats.ohiou.edu/bz372497/socpenbz.htm, 11.13.1998
___, “Social Penetration Theory”,
http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/socpen.html, 19.07.2004.
___, “Specific Aspects of Social Penetration Process”,
http://public.iastate.edu/mredmond/301exch.html, 12.05.2004.
___, “Social Exchange Theory”,
http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/socexch.html, 12.04.2004.
___, “ Relational Dialectics”,
http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/reldial.html, 19.07.2004.
332
___, “Uncertainty Reduction Theory”,
http://changingminds.org/explanations/theories/uncertainty_reduction.htm,
06.09.2004.
___, “Fundamental Interpersonal Relationship Orientation”,
http://www.uky.edu/drlane/capstone/interpersonal/firo.html, 19.07.2004.
4. DİĞER KAYNAKLAR
BUDAK Selçuk, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, İkinci Basım, Ankara,
2003.
ÇANKAYA Erol, Dünya’da ve Türkiye’de Siyasal İletişimin Demokratik Topluma
Etkileri, Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Doktora Tezi, 1994.
___, Compton’s Encyclopedia, Compton’s Learning Company Division of
Encyclopedia Britannica, Inc., A Britannica Publication, Volume 5, 1988.
333
EK
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ÜZERİNDE İLETİŞİMSİZLİĞİ ORTAYA
ÇIKARAN KİŞİSEL NEDENLERE YÖNELİK ALAN ARAŞTIRMASIYLA
İLGİLİ ANKET FORMU
1.Yaş: ………..
2.Cinsiyet:
Kız ( )
Erkek ( )
3.Kendinizi hangi gelir grubunda algılıyorsunuz:
Düşük ( )
Orta ( )
Yüksek ( )
4.Orta Öğreniminizi nerede tamamladınız:
Kent ( )
İlçe ( )
5.Nerede Barınıyorsunuz : Ailem ile birlikte ( )
Yurtdışı ( )
Yurtta ( )
Ayrı bir
mekanda ( )
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
Çoğu zaman kendi inandığım şeylerle çelişen mesajları duymaktan
hoşlanmam.
İletişimde karşımdaki kişilerin olayları benim gibi algıladığını düşünürüm.
Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumlu hissetmeme neden olur.
Genelde kişilerden aldığım mesajlar, kendimi olumsuz hissetmeme neden
olur.
Karşımdaki kişinin tutum ve davranışlarını sevmediğimde, genelde iletişime
kapalı olurum.
İletişimde her şeyi açıklıkla ifade etmek yerine, kapalı ve imalı iletişim
kurmayı tercih ederim.
Karşımdaki kişinin sözlü ve sözsüz mesajlarını değerlendirmemde duygusal
durumum (olumlu, olumsuz) önemlidir.
İletişim kurarken duygularımı anlatmakta güçlük çekerim.
İletişimde karşımdaki ile empati kurmakta güçlük çekerim.
İletişim kurduğum kişinin mesajları duygusal yapımı yakından etkiler.
Çoğu zaman iletişim becerilerimin kısıtlı olduğunu ve karşımdakinin sözsüz
mesajlarından konuşmamın onları sıktığını ve benimle birlikte olmak
istemediğini anlıyorum.
İletişimde genelde incinmemek için duygularımı kapatmayı tercih ederim.
İletişimde genelde karşımdakini kendi bakış açıma göre anlamaya çalışırım.
İletişimde başkaları beni dinlemiyorsa, genelde bunun onlardan
kaynaklandığını düşünürüm.
Bana göre ‘söylediğini duyuyorum’ ile ‘seni dinliyorum’ aynı şeyi ifade
etmektedir.
İletişimde genelde başkalarını düşüncelerimin doğru olduğuna inandırmaya,
bununla ilgili kanıt göstermeye ve ders vermeye çalışırım.
İletişimde genelde karşımdaki kişinin dile getirdiği sorunundan çok,
sorunuyla ilgili tanı koymaya yönelirim.
334
Kesinlikle
katılmıyorum
Katılmıyorum
Kararsızım
Katılıyorum
Tamamen
katılıyorum
LÜTFEN KENDİNİZE UYGUN OLAN CEVAP SEÇENEĞİ İÇİN
SORUNUN SONUNDAKİ KUTUCUĞU İŞARETLEYİNİZ
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
75.
76.
77.
78.
79.
80.
81.
82.
83.
84.
85.
86.
87.
88.
89.
90.
91.
92.
İletişimde genelde başkalarının sözünü bitirmesini beklemeden kendi
düşüncelerimi ifade etmeye başlarım.
İletişimde genelde zihnim benim için daha önemli konularla meşgul
olduğundan karşımdakinin söylediklerine dikkatimi veremem.
Konuşurken karşımdaki kişinin eğitim seviyesi, tecrübe ve beklentilerine göre
dili kullanmadığımı düşünüyorum.
Karşımdaki kişiden hoşlanıyorsam, bütün mesajlarını daha olumlu
değerlendiririm.
Başkalarının söyledikleriyle yüz ifadeleri ve hareketlerinin birbiriyle
çelişmesi genelde onları dinlememi engeller.
Bana duymak istemeyeceğim şeyler söylendiğinde, genelde bunları
dinlememeyi tercih ederim.
Benim için konuşmak, kendi düşüncelerimi ifade etmek başkalarını
dinlemekten daha önemlidir.
İnsanları genelde birey olarak değil, bir grubun üyesi olarak değerlendiririm.(
tipik genç, aptal sarışın gibi.)
İletişimde başkalarından önce ben ve benim düşüncelerim önemlidir.
Genelde insanları dinlemediğim halde dinliyor görünürüm.
Karşımdakinin söylediklerini genelde bana yönelik bir eleştiri ya da saldırı
olarak algılarım.
İletişimde karşımdaki kişileri söyledikleriyle zor duruma sokacak fırsatlar
yaratmaya çalışırım.
İletişimi, kişileri her zaman kendi açımdan değerlendiririm.
İletişimde genelde karşımdakinin hislerinden çok, haklı olmayı ön planda
tutarım.
Çoğu zaman iletişimde başkalarını eleştirmekten hoşlanırım.
İletişim kurarken konunun içeriğinden çok, karşımdaki kişinin kişilik
özelliğine göre yargıda bulunurum.
Genelde karşımdaki kişinin duygu ve düşüncesini öngörebilirim.
Karşımdakinin bana yönelttiği en ufak bir eleştiriyi, bireysel değerimi
küçültücü bir eylem olarak yorumlarım.
Karşımdakinin benim istediğim şeyi yapmaması, onun beni sevmediğini
gösterir.
İletişim kurarken genelde karşımdaki kişi beni onaylamazsa, iletişim
kurmakta güçlük çekerim.
Yanlış bir şey söylediğimde, başkalarının beni zayıf olarak algıladığını
düşünür ve iletişim kurmaktan çekinirim.
Mutlu olmam için, karşımdaki kişileri değiştirmem gerektiğine inanıyorum.
İletişimde önemli olan karşılıklı mesaj alışverişi değil, tarafların birbirlerini
nasıl bir insan olarak algıladıklarıdır.
İletişimde çoğu zaman başkalarının bana karşı ilgisiz davrandıklarını
düşünüyorum.
İletişim kurarken sözel ya da beden dilimle çoğu zaman üstün olduğumu
(karizmatik) karşımdakilere hissettirmeye çalışırım.
Karşımdaki kişinin ilgili ilgisiz her konuda konuşması, iletişimi
önemsemememe neden olur.
Karşımdaki kişinin dünya görüşü, değer sistemi, ideolojisi iletişim kurmayı
istememde önemli etkendir.
Karşımdaki kişinin bende bıraktığı ilk fiziksel izlenimi (olumlu olumsuz)
iletişim kurmamda etkilidir.
İletişimde konuları yönlendirmede insiyatif bende olsun isterim.
335
Kesinlikle
katılmıyorum
Katılmıyorum
Kararsızım
Katılıyorum
Tamamen
katılıyorum
LÜTFEN KENDİNİZE UYGUN OLAN CEVAP SEÇENEĞİ İÇİN
SORUNUN SONUNDAKİ KUTUCUĞU İŞARETLEYİNİZ
TÜRKÇE ABSTRAKT (en fazla 250 sözcük):
2000’li yıllarda dünya siyasetinin, insan ilişkilerinin en büyük travmasının
iletişimsizlik
olduğu
söylenebilmektedir.
Güvercinle
haber
salma,
dumanla
mesajlaşmaların, yerini uydu bağlantılarına ve internet haberleşmelerine bıraktığı
günümüzde, iletişimsizlik problemi modern insanın sorunu olarak dikkat çekmektedir.
Buna bağlı olarak başarının ana kaynağını oluşturan iletişime gereken önemin
verilmediği ortaya çıkmakta, çağımızın en büyük hastalığı iletişimsizliğin, insanın
olduğu her ortamda çeşitli nedenlerle yaşanabildiği görülmektedir. Birbirini anlamayan,
dolayısıyla iletişim sürecinin temel amacını oluşturan anlaşmanın sağlanamadığı
kişilerin arasındaki uzaklıkların, yeryüzündeki tüm uzaklıklardan çok daha fazla olduğu
gözlenmektedir.
İletişimsizliğin çeşitli çevresel ve özellikle kişisel nedenlere bağlı olarak insanın
olduğu her ortamda yaşanabildiği gözlenmektedir. Başlıbaşına çok bilinmeyenli bir
denklem olarak ifade edilen kişilerin farklı özellikleri, yaşadıkları duyguların
sorumluluğunu birbirlerine yüklemeleri, duygularını ifade etmede karşılaştıkları
güçlükler, etkili dinleme konusundaki yetersizlikleri, kendi görüşlerini başkalarının da
uyması gereken kurallar olarak benimsemeleri, başkalarının duygu ve düşüncelerini
öngörebildikleri inancını taşımaları, iletişimde içeriğe değil, kişilikler üzerine
odaklanmaları, karşılarındaki kişilerle empati kuramamaları gibi çok çeşitli sebeplerle
iletişimsizliğin gündeme gelmesinin kaçınılmaz olduğu söylenebilmektedir.
İletişimsizliği doğuran çeşitli kişisel nedenlerden hareketle, iletişim eğitimi alan
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri üzerinde araştırma gerçekleştirilmiş ve
kendilerini iletişim sürecinde sorunlar yaşadıkları konularda değerlendirmeleri
istenmiştir. Öğrencilerin dinleme sürecinde sorunlarla karşılaştıkları, duygularını ifade
etmede güçlükler yaşadıkları, kişileştirme eğilimlerinin yüksek olduğu, anlamayı
olumsuz etkileyen zihin okuma alışkanlığına sahip oldukları, toptancı benlik anlayışı
doğrultusunda hareket ederek çeşitli gerçekçilikten uzak düşünce biçimlerine sahip
oldukları ve önyargılı davranabildikleri ön plana çıkmaktadır.
336
İNGİLİZCE ABSTRAKT (en fazla 250 sözcük) :
During years 2000s it can be argued that most significant trauma in human
relations is lack of communication. In our present life, in which sending messages by
pigeons, making communications by smokes are replaced by satellites and internet
communications the matter of lack of communication appeals attention as a problem for
modern individual.
In contrast, it can be seen that required importance for communication which
provide main source for success is not provided, the most significant disease of our
contemporary age lack of communication is seen to be experienced in every
environments where human beings occupy due to plenty of reasons. Far long distances
between individuals whom fail to understand each other thus main purpose of
communication process when is not provided are seen to be much diverse that all
distances in the world.
Lack of communication is observed to be emerging related to many environmental
and especially personal factors. Various qualities of individuals which are explained as
multi unknown equation significantly, their tendency to pass responsibilities of their
experienced feelings to each other, their difficulties to explain their feelings, their
insufficiency to listen others efficiently, their assimilations of their own ideas as the
rules are needed to be followed by others, their belief in the way of predicting others
feelings and ideas, focusing on personalities rather than contents in communication, their
failure to establish communication with individuals they face, together with plenty of
various reasons it can be argued that emergence of lack of communication is possible to
be considered inevitable.
In that study, from many different personal factors lead to lack of communication,
an investigation among the students of Ege University Faculty of Communication was
conducted and they were requested to evaluate themselves related to the subjects they
experienced problems. Student’s encounter problems in listening duration, their
experience to have problems to express themselves, their significant inclination to
generate personalization, their habits to understand others mind which impose negative
impact for understanding, having ideas moving from massive identification approach far
away from reality and their possibility to behave in a prejudiced course is possible to
have dominant manner.
337
ÖZGEÇMİŞ
1975 İzmir doğumluyum. 1992 yılında İzmir Selma Yiğitalp Lisesi’ni bitirdikten
sonra, 1996 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım
Bölümü’nden bölüm birincisi ve fakülte ikincisi olarak mezun oldum. Aynı yıl Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı’nda
Yüksek Lisans öğrenimime başladım.
Yüksek lisans öğrenimimi 2000 yılında “7-12 Yaş Grubu Çocuklarda Aileyle
İlgili Kavramların Oluşmasında Televizyon Reklamlarının Etkisi” adlı tez çalışmamla
tamamlayarak, 2001 yılında Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım
Anabilim Dalı’nda Doktora Programına başladım. 1997-1998 eğitim öğretim yılında
Sacide Ayaz ve Buca Otuz Ağustos İlköğretim Okulları’nda İngilizce öğretmeni olarak
çalıştım. 2001 yılı Ekim ayından itibaren Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla
İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak görev yapmaktayım.
Evliyim.
338
Download