The Journal of International Civilization Studies Uluslararası Medeniyet Çalışmaları Dergisi Volume I/ Autumn 2016 REFLECTIONS OF THE INTELLECTUAL STRUCTURE FORMING ROMANTICISM TO THE ART OF PAINTING Huriye ALTUNER Yrd. Doç. Dr., Ömer Halisdemir Üniversitesi, Fen-edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü. [email protected]. Sibel YILDIZ KISACIK Yrd. Doç. Dr., Ömer Halisdemir Üniversitesi, Fen-edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü. [email protected] Abstract The developments in the intellectual life were defined with reference to the important events affecting the social structure in the era when the Romantic Movement was emerged in the study, at first. The effects of those developments on Romantic Movement were explained and the reflections to the art of painting were considered. The Romanticism that firstly found its place in philosophical dimension affected all the fields of art and it turned into a manner shaping the life styles of the societies in a short time. The Romantic Movement defended a libertarian, revolutionary understanding for the artist to express the feelings and emphasize the emotions more with compare to the reason that was defined as superior by the Enlightenment. The artist, for the sake of being away from the problems of the society to be lived in opens the gates of a different world for the self and the art consumers with the subjects which are imagined. The Romantic Movement emerged in an era before modern art and became pioneer for the birth of the new understanding of the art. The romantic art of painting treat a desert, mystic nature, strange creatures, mythological figures, historical matters, love, dream and passion with a spiritual perception questioning the creation. The artists who became aware of their individualities use the colours freely with confident impacts of the brush as the messengers of the development of a new style. Keywords: Romanticism, Romantic Painting, Art Philosophy. 47 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting ROMANTİZMİ OLUŞTURAN DÜŞÜNSEL YAPININ RESİM SANATINA YANSIMALARI Özet Araştırmada öncelikle Romantizmin ortaya çıktığı dönemdeki, toplumsal yapıyı etkileyen önemli olaylara değinilerek düşünsel alandaki gelişmeler tanımlanmıştır. Bu gelişmelerin, Romantizm üzerindeki etkileri açıklanmış ve resim sanatına olan yansımaları üzerinde durulmuştur. Öncelikle felsefi boyutta yerini bulan romantizm, sanatın her alanında etkili olmuş kısa zamanda toplumların yaşam biçimini şekillendiren bir tavra dönüşmüştür. Romantizm, sanatçının duygularını anlatan, özgürlükçü, devrimci bir anlayışı savunmuş ve Aydınlanma çağının, aklı üstün kılan, katı kurallarına karşı duyguyu ön plana çıkarmıştır. Sanatçı içinde yaşadığı toplumun sorunlarından uzaklaşmak adına düşselleştirdiği konularla kendine ve sanat tüketicisine farklı bir dünyanın kapılarını açmıştır. Romantizm, modern sanat öncesi bir dönemde ortaya çıkarak yeni sanat anlayışının doğuşunda öncülük yapmıştır. Romantik resimde, ıssız, mistik bir doğa, garip yaratıklar, mitolojik figürler, tarihi olaylar, aşk, düş ve özlem; yaratılışla ilgili bir sorgulamaya kadar giden tinsel bakış açısı ile işlenmiştir. Bireyselliğini fark eden sanatçılar, özgür renk kullanımı ve rahat fırça vuruşlarıyla yeni üslupsal gelişimin habercisi olmuşlardır. Anahtar Kelimeler: Romantizm, Romantik Resim, Sanat Felsefesi. Giriş Avrupa ülkelerinde yaşanan toplumsal değişim ve devrim anlayışı içinde filizlenen romantizm, toplumun tüm kademelerinde yaşanan bir tavrın ürünüdür. Toplumsal alanda yaşanan özgürlük anlayışı, yeni siyasal düzen ve ekonomik gelişmeler, bireyi özgürleştirirken; diğer taraftan toplumları ve sanatçıları bunalıma sürüklemiştir. Sanatçıların özgürlük arayışı ve sanatta yeni bir anlatım biçimi oluşturma yolundaki bitmez tükenmez istek, toplumsal yapıdaki yenilikler, karşılıklı dinamikleri harekete geçirmiştir. Romantizm, bir düşünce biçimi, hayata karşı bir duruş, bir dünya görüşüdür. Felsefi, ahlaki, estetik, siyasi, sosyolojik ve psikolojik bir yapıya sahiptir. Avrupa’da, orta sınıfın aydınlanma hareketine kavuştuğu, özgürlüğün doruk noktasına erişildiği bu dönemde; alt tabakaların duyduğu heyecanların ifadesidir. Bu yüzden de toplumdaki üst tabakaların titiz, ince eleyip sık dokuyan entelektüalizmine ters düşmüştür. Diğer yandan da, bu yüksek tabakaların, usçuluğun yıkıcı etkilerine ve aydınlanma çağının reform getirici eğilimlerine karşı aldıkları tutucu tavrını benimsemiştir 48 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık (Dellaloğlu, 2010: 8, Hauser, 1995: 98). Romantik hareket, modernliğe eleştirel yaklaşan bütün ideolojileri etkilemiştir. Aydınlanma eleştirisinden başlayarak, genel anlamda, modern toplum eleştirisi ortaya koymuşlardır. Öte yandan sanat alanında “Modernizm” in temelleri bu dönemde atılmıştır (Dellaloğlu, 2010: 9; Megill, 2012: 35). Aydınlanmanın temelden yanlış olduğunu ve başarısızlığa uğradığını ilk ileri sürenler Romantiklerdir ve kendi dönemlerini bir geçiş dönemi olarak nitelemişlerdir. Başlangıçta aydınlanma hareketinden yüzeysel bir biçimde etkilenmiş olan ve aydınlanmanın eski klasik kültürle yakından ilişkili olduğunu düşünen burjuvazinin orta kesiminde başlayan Romantizm hareketi; giderek devrin heyecansal eğilimlerini, kendi anti-rasyonel, toplumsal ve siyasal amaçlarına ulaşmak için kullanan sınıfların bir özelliği haline gelmiştir. Orta sınıf, Fransa ve İngiltere’de toplumsal yerinin farkındadır ve aydınlanmanın getirdiklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Almanya’da ki orta sınıf ise, henüz usçuluk deneyimini tam olarak yaşamamışken kendini Romantizmin usdışı eğilimleri içinde bulmuştur (Hauser, 1995: 98). Romantizm, ülkelerin kültürel yapısına ve temsilcilerinin kişisel özelliklerine göre farklılık göstermektedir. Bu nedenle belli bir mekân ve zamanla sınırlandırılan tek bir Romantizmden bahsetmek mümkün değildir. Avrupa ülkelerinde yaşanan, siyasi olaylar, ekonomik ve toplumsal bunalımlar, devrimler, farklı ülkelerde farklı zamanlarda etkilerini göstermişlerdir. Her ülke birbirine benzer olaylara karşı, kendi ulusal kişiliğine, kendi siyasal, toplumsal, tarihsel koşullarına ya da kendi özlemlerine göre değişik biçimlerde tepki göstermişlerdir (Claudon, 1994: 11-12). İngiliz Romantik sanatının ana ilkeleri 1780’den itibaren, Hume ve Locke’nin felsefe metinlerinden kaynaklanmıştır. İtalya’da, Avusturyalılara ve bütün Kutsal-İttifak’a karşı İtalyan Birliği, İtalyan Romantizmi’nin temelini oluşturmuştur. İtalyan Romantikler, halkta ulusal duygular uyandırıp, onları bu uğurda çalışmaya yönlendirmiştir (Claudon, 1994: 16- 17, 47; Kuray,1986: 225). Fransa, İngiltere ve Almanya’daki din savaşlarıyla, iç savaşların baskısı tüm toplumları etkilemiştir. Bu bağlamda, Aydınlanma Felsefesi ile “us” bir kurtarıcı olarak görülmüştür. Jean-Jacques Rousseau’nun görüşleri, Fransız ve Sanayi Devrimi, 18 yüzyıl Avrupa’sının değişim lokomotifleri olmuştur. Jean-Jacques Rousseau’nun (1712-1778), toplumda bir kısım insanın bolluk içinde yaşarken bir kısmının sefalet içinde, kişisel hak ve özgürlüklerden uzak sürdüğü yaşam biçiminin eleştirisi, toplumsal yapıdaki yeni oluşumların habercisidir. Rousseau’ya göre, içinde yaşadığı toplum, eşitsizlik temeli üzerinde kurulmuş ve “kültür” halkın yoksulluğuna dayanan kokuşmuş bir aristokrasinin hizmetinde kalmıştır. Rousseau, demokratik ve eşitliğe dayalı toplumu kurmak için bireyin ve insani erdemlerin ön plana çıkması gerektiğini 49 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting savunmuştur. Bunun için, zaten var olan “duyarlık kültü” ne yönelerek ona başka bir bakış açısı getirmiştir. Avare beğenilere sahip olduğundan, Paris’in sınırlamalarını, zorlamalarını eleştirmiştir. Rousseau’nun toplumsal yargı ve beğenileri küçümsemeyici tavrı romantiklere örnek olmuştur (Russell, 1997: 12-13). Rousseau’da ifadelerinde yer alan, ekonomik dengesizlik, sınıfsal ayırımlar, insanların kişisel hak ve özgürlüklerine sahip olamaması, gücünü tanrıdan aldığını söyleyen tek bir kişiye bağlı yönetim biçimi, 1789 Fransız Devrimi ile birlikte son bulmuştur. Fransız Devrimi’nin, otoriteye, geleneğe karşı özgürlük, bireycilik anlayışı, 1848’e kadar bütün ülkelerde son derce sert tartışmalara neden olmuş ve önemli sonuçlar doğurmuştur. Örneğin Fransa’da kölelik kaldırılmış ve Romantikler, zencilerin köleliğine karşı çalışmalar yapmışlardır. Napolyon yasaları uygulanmaya başlanmış, liberalizm ekonomik dogma haline gelmiş, devletin güçleri ile yurttaşların hakları arasında çatışma durumu oluşmuştur. Birçok ulus anayasal sisteme geçmiş, bağımsızlıkları olmasa da uluslar milliyetlerinin tanınması hakkına kavuşmuş, ulus kavramı asıl konu haline gelmiştir (Claudon, 1994: 16, 29; Özmutlu, 2013: 383). Novalis, Schleiermacher, Schelling, Hölderlin ve Friedrich Schlegel gibi düşünürler, Fransız devrimini büyük bir hayranlıkla karşılamışlardır. Devrimin, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik söylemlerini büyük ölçüde kabul etmişlerdir. Ancak bir süre sonra Devrimin egoizm, materyalizm, faydalıcılık üretmeye başladığını görünce, bu kapitalist oluşumdan uzaklaşmışlardır (Dellaloğlu, 2010: 43). Avrupa’da yaşanan Sanayi Devrimi, teknolojik alanda birçok yeniliklere neden olsa da Romantikler açısından çoğunlukla yadırganmıştır. Onlara göre, endüstrileşme, para kazanma, çirkin ve değersizdir. Ölümsüz “tin” (ruh) ile bağdaşmamaktadır. Modern ekonomik kurumlar, bireysel özgürlüğe müdahale etmektedir (Russell, 1997: 14). Fabrikaların çoğalmasına, şehirlerin giderek büyümesine ve kalabalıklaşmasına, kalabalık içinde insanın yalnızlığa düşmesine ve bireyin yüzleşmek istemediği gerçeklerden kaçmasına neden olmuştur. Kaçış başka bir şeye sığınmayı zorunlu kılmış, sanatçılar gerçeklerle bağlarını kopararak geçmişe, egzotik yerlere, imgelemlerinde ve doğadaki yeni yaşam kaynağına yönelmişlerdir (Özmutlu, 2013: 388). Yaşanan bunalımlar, 19. ve 20. yüzyıl sanatını belirleyen, içinde Romantizmin de yer aldığı, yeni akımların doğuşuna neden olmuştur. Yaşanan bu süreçte, sanat, edebiyat ve felsefe, olumlu ya da olumsuz anlamda “Romantik” denilebilecek bir duygunun etkisi altında kalmıştır. Romantik duygunun dışında kalanlar bile onu dikkate almak zorunda kalmış ve sandıklarından daha çok etkilenmişlerdir. Romantik hareket başlangıçta felsefe ile bağlantılı değildir fakat çok geçmeden bu bağ kurulmuştur (Russell, 1997: 11). Romantikler, Immanuel Kant (1724-1804)’ın metafiziğinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Kant’ın yapıtlarında, odak sorunu “bilgi”dir. Bilgi, gökbilim, matematik, fizik, coğrafya, tarih gibi oldukça geniş bir ilgi alanına sahiptir. Bu alanın içeriğini, romantizmin temel taşları olan, insan, özgürlük, 50 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık nedensellik, varlıkbilim, tin bilim, tanrı, güzel, yüce, doğruluk, gerçeklik, ölümsüzlük gibi sorunlar oluşturmaktadır (Kant, 1997: 10). Kant, ahlakı ele alırken, Romantizmle aynı bakış açısını benimsemiştir. Bizzat insan varlığının dışında hiçbir şey, özgür insanın seçimi hakkında kararlar veremez ve müdahale edemez. İnsanı, hiçbir dış ya da üst yasa yönetmemelidir. İnsanın saygınlığı, nesnelerin onların kendi nesnel nitelikleri için istemenin rasyonel özgürlüğüne bağlıdır. Başka bir deyişle koşulsuz zorunluluğa boyun eğip eğmemesine bağlıdır. Bütün insanlar özgür ve eşittir, nesnel ilkeye dayanan bireycilik, rasyonel bir şekilde ortaya konulan öznelliğin zorunluluğu ve duygunun gerçekliği bunla bağlantılıdır. Kant, belirsiz değerlere, devrimci düşüncelere kuramsal kanıt getiren ilk filozof olarak söylemleri ile Romantiklere kaynaklık etmiştir. (Claudon, 1994: 21). Kant’ın, dünyanın, bir hazır-yapıt olmadığını, dünya bilgisini bilen “özne”nin bir etkinliği olduğu düşüncesi, Romantizmin, insana önem veren, bireyi yücelten, özneyi ön plana çıkaran tavrıyla örtüşmektedir. Kant’ın dünyayı bir hazır yapı olarak görmemiş olması, Romantikleri dünyanın bir sanat eseri olarak tasarlanabileceği konusunda cesaretlendirmiştir. Ancak “eser”, idealin tasarımıdır; “ideal” değildir yani eksiktir (Dellaloğlu, 2010: 26-27). Johann Gottlieb Fichte (1762-1814), Alman Romantizminin oluşumunda önemli bir yere sahiptir. Fichte’nin, Kant’ın özneye yoğunlaşma konusundaki eğilimini güçlendirmesi bir bakıma Romantizmin anahtarı olmuştur (Dellaloğlu, 2010: 32). Fichte, Kant’tan sonra, “gerçekliğin”, insan yapımından başka bir şey olmadığını ileri sürer ve “şey”in insan zekâsını sınırlandırabilmesini tutkuyla reddeder. O, insanın kişiliğinde bir “fatih” görür ki bu da Romantizmin bir niteliğidir. En son gerçeğin sadece “ben” olduğunu ve “ben”in ağırlığını koyması nedeniyle var olduğunu, öznelciliği savunur. Buna benzer yaklaşım Friedrich Hölderlin ve Friedrich von Hardenberg’da (Novalis)’in çalışmalarında söz konudur. Fichte’ye göre, “ben”, etkinliktir, çabadır. “Beni” oluşturan çabanın aldığı temel biçim bilinçaltı, dürtüdür (Russell, 1997: 66; Copleston, 2010: 74). Fichte’nin, doğaya bakış açısı da bireye bağlıdır. Doğayla, insanın onun üzerinde etki yaptığı, onunla kendini gerçekleştirdiği oranda ilgilenmiştir (Claudon, 1994: 21- 22). Fichte’nin, doğayla olan bağlantısı, bireye önem vermesi, bilinçaltının insan karakterini oluşturduğu konusundaki düşüncelerin yansımaları olarak sanatı tanımlaması, romantik tavra yön vermiştir. Bu dönemde, bütün bilgi, eylem, düşünsel çabalar, ahlaksal gelişmeler, ilerde mutlu bir geleceğin inancına bağlı olarak gerçekleştirilmiştir. Kant ve Fichte’nin, özne ile nesne arasındaki diyalektik ilişkiye dayanan “idealist bireycilik” e Friedrich Hegel (1770- 1831) kuramsal bir şekil vermiştir. Zaman zaman Kant’ı eleştirse de onun kuramının doruğa ulaştırmıştır (Russell, 1997: 81). Hegel’in sanat felsefesi, onun genel felsefesi ve mutlak ruhun içinde yer almaktadır. Ruhsal dünyanın gelişmesinde ilk basamak olan “öznel ruh” da 51 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting yani tek insanın hayatında “fikir” henüz eksik bir kavramdır. “Fikir” ruhsal alanda (kültür dünyasında) ikinci olarak “nesnel ruh” olarak görünür. Burada “fikir” özüne uygun bir dünyayı gerçekleştirmiştir. Toplum, devlet ve tarih, “nesnel ruh”un öğeleridir. Ama “fikir” kültür dünyasındaki gelişmesinin üçüncü ve son basamağı olan “Mutlak ruh” da tam birliğe, bilince ulaşır. Çünkü son basamağın öğeleri olan sanat, din ve felsefe sonsuz gelişme gösterir. Onlar toplumlar ve devletler gibi gelip geçici, ölümlü değildir (Arıcan, 2006: 201). Hegel, sonsuz olanla sonlu arasındaki, Tanrı ve yaratıklar arasındaki ilişki üzerinde durmuş ve felsefi düşünceyi dinsel olanla birleştirmiştir. Tarihsel çelişkiler ve çözümlemeler filozofu olan Hegel’e göre dünyanın gerçekliği onun tarihindedir ve bu tarih süreklilik özelliğine sahiptir. “Us” ile “usdışını”, “zorunlu” ile “özle ilgili olamayanı”, “anlam” ile “anlamsızlığı” değişik oranlarda birbirine karıştıran tarihtir. Eğer romantizm, ilerleme, görecelik ve devrim ise, kuramsal kanıtını, sistem kurma peşinde olan Hegel diyalektiğinde bulabilir (Claudon, 1994: 22). Hegel’e göre, sanat insani bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar, ruhi ve duygusal olanın uzlaşmasından doğan uyumdur. Sanata olan bu ihtiyacı doğuran da insanın düşünen bir bilinç olmasıdır. Sanat, duyusal bir tasarımdır ve belirleyici özelliği güzelliktir. Güzellik ise gerçeğin kendisidir (Arıcan, 2006: 201-202). Hegel’in Romantiklerle ilgili değerlendirmesi genel de olumsuzdur. Örneğin Romantikler için içtenlik olarak nitelenen “ironi”, onun için bir şımarıklıktır. Buna rağmen Hegel diyalektiği ile “Romantik ironi” arasında bir yakınlık vardır. “Diyalektik”, tıpkı ironi gibi, “var olma ile yok olma” arasında sürekli bir gidip gelmedir, her ikisi de yoğun bir biçimde olumsuzluk taşır. Aslında ikisi arasındaki temel fark, Hegel, felsefeyi tamamlamak bitirmek ister, yani onun diyalektiğinin bir sonu bulunur, oysa ironinin bir sonu yoktur. Romantikler, ideal olanın gerçekleşmesinin mümkün olmadığını ve felsefenin ölümsüzlüğe mahkûm olduğuna inanırlar (Dellaloğlu, 2010: 92-93). Fichte’nin görüşlerinden esinlenerek salt bir idealizm öğretisi geliştirmeye çalışan Friedrich Schlegel (1772-1829)’e göre sanat yapıtı, “kendisinin ötesinde hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, kendinden başka hiçbir şeye indirgenemeyen” bir nitelik kazanır ve bu da romantik estetiği tanımlar. Romantik sanat kuramsallaştırılamaz, çünkü o hiçbir zaman tamamlanamaz. Schlegel’in sanatta olması gerektiğini düşündüğü özellik, sanatın öteki yüzü olarak tanımladığı “alegori”dir. Alegori, kendisinin ötesindekine işaret eder, sanatın öteki yüzüdür. Sanatta, “Mutlaka” ulaşmak mümkün değildir, “Mutlak”tan ancak alegorik olarak söz edilebilir ve bu da sanatın alanıdır. Bu anlayış, Nietzsche’de zirveye ulaşır. Nietzsche’ye göre, varlığın kendisini doğrulaması ancak estetik görüngü olarak mümkündür. Sanat yapıtı temsil edilemeyenin temsildir, aklın yasalarına indirgenemez (Dellaloğlu, 2010: 31). Kant’ın sanatın daha yüce bir rol oynaması yolundaki yarım kalmış önerilerini ilk benimseyen 52 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık Friedrich Schiller (1759- 1805) olmuştur. Schiller’in “Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar (1794-95)” adlı kitabında bütün batı kültürünün tarihini ortaya koyar. Megill’in (2012) tanımıyla; “Modern insan kendisinden kopmuştur; çünkü insan doğasının birliği, kültürün ilerlemesiyle ortadan kalkmıştır. Kısacası, Schiller artık kültürel yorumcuların klişesi haline gelmiş olan modern yabancılaşma fikrini ilk kez dile getiren teorisyenlerden biridir”. Schiller bu yabancılaşmanın tedavisinin sanatta olduğunu ileri sürer. Alman Romantikleri modern dünyanın, Schiller’in dikkat çektiği düşünsel ve yaratıcı parçalanmasının sanat sayesinde giderilebileceğini savunmuşlardır (Megill, 2012: 47-53). Fichte’in kuramını coşkuyla yeniden ele alarak bu alanda daha ileri giden ve peşinden gençleri sürükleyen Friedrich Schelling (1775- 1854)’dir. Schelling, karanlık bir dünya çizmiştir ve buna göre, evrenin içinde bir dram oynanmaktadır. “Birlik”te bir uyuşmazlık vardır ama bu uyuşmazlık, yaşamın ilkesi ve aynı zamanda umudun kaynağıdır. “Ben”e ulaşmak için doğadan yola çıkmak gerekir, çünkü her şey sürekli değişim halindedir. Bu değişim ancak savaşımın, doğa ile çeşitliliğin ve gelişimin kaynağı olan hayat arasındaki savaşımın ürünüdür. Eğer canlı varlık doğanın saldırısına karşı duyarsız olsaydı, sonuç ölüm olurdu çünkü savaşım ve devinim, hayatın bizzat özüdür. Bilgi, inanç ve irade birliği, insanın yüce amacı olmalıdır (Claudon, 1994: 22). Diğer düşünürlerin de vurguladığı gibi doğaya dönüş Schelling de vurgulanmıştır. Arthur Schopenhauer (1788-1860), Romantizmin en ünlü niteliği olan “çağ bunalımı” nın felsefi açıklamasını yapmıştır. Filozoflar arasında kötümserliği ile özel bir yere sahiptir (Russell, 1997: 109). Schopenhauer, Romantizmin temelinde olan aşırılığın en tipik örneğidir. “İrade ve Tasarım Olarak Dünya (1818)” adlı yapıtında, dünyanın bir beyinsel olgu, “fenomen”, olduğunu ileri sürer ki bu da çağıyla tam anlamıyla uyum halinde olan bir tutumdur. Nietzsche’nin en yakın öncüsü Schopenhauer, “dünyayı”, “fikir” ya da “tasarım” olarak görür (Megill, 2012: 51). Eğer tasarımı, zihnimizin yaratısından önsel olarak türüyorsa, dünya bizim olgumuz, “gerçeğimiz” olur. Bunun için varlığın değişmez (sürekli) temeli olan, “istenç” (irade) gereklidir. Düşünce ve bilinç ilk gerçeklikler değildir. Tek doğal mutlak olan “istenç” (irade) den kaynaklanan görüngülerdir (duyularla algılanabilenler). İnsan dayanıksız varlığını, yıkıma karşı daha iyi savunmak amacıyla zekâsını, “istenç” inin buyruğuna verir. “Ölüm”, görüngüler dünyasının bir yanılsamasından başka bir şey değildir. Birey ölür fakat tür varlığını sürdürür. Eğer kendimize mekân, zaman, nesnelerin nedeni ya da sonu üzerine soru sormayı bırakırsak, biçimin, katıksız özün algısına erişebiliriz (Claudon, 1994: 22). Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900), Schopenhauer’in ardılı olarak kendini görür ancak birçok bakımdan onun ötesine geçmiştir. Özelikle de öğretisinin tutarlılığı açısından (Russell, 1997:117). İlk kitabı olan, Yunan drama kuramına dayanan, “Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu (1872)”yla ile sürekli tartışılan sanatın temelleri sorununu aydınlatmıştır. Sanatın “usdışılığını” 53 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting savunarak sanatın ve tüm insan yaratıcılığının kökenini, “düş” ve “şarkı” olarak görmüştür. Nietzsche, Schopenhauer'la birlikte, sanatın, bilimin ve felsefenin, “yanılsamanın biçimleri” olduğunu söyler. Sanat aracılığıyla yeniden yorumlanarak yeni baştan kurulan ve işlev kazandırılan yaşam, örneğin tragedya, varlığın anlamsız akışından, sürüklenişinden anlamlı bir bütünlüğe ve düzenli bir dünyaya dönüşür (Bozkurt, 2014: 175-176). Entelektüel kariyerinin büyük bölümünde, Nietzsche, Romantizme saldırmıştır. Buna rağmen Romantiklerin, edebiyat ile felsefe arasındaki sınırları yıkma perspektifi Nietzsche ve sonrasında devam eder. Tıpkı Romantikler gibi Nietzsche de felsefenin, şiir ve sanata çok yakın bir etkinlik alanı olduğunu savunur. Bu romantik bir temadır. Nietzsche’nin estetik anlayışı ile romantik estetik anlayış arasında paralellik bulunmaktadır (Dellaloğlu, 2010: 39). Nietzsche, Freud’dan önce sanatın bilinçaltıyla olan bağlantısını göstermiş, rüya ve sarhoşluk içindeki insanda karşılaşılan Apollocu ve Dionisoscu eğilime dikkat çekmiştir. Apollocu eğilimde sanat, simgesel dünyanın güzelliğini sunar, görünüşün çözülüşünü estetik aracılığıyla kurtarmaya çalışır. Dionisoscu eğilimde sanat, insanın öncesiz, görünüşler içinde araştırır ve insanı yücelterek görünüşlerin arkasında yatan en derin anlama ulaşır. Nietzsche’ye göre sanat, öncesiz ve sonrasızlığın imgelenmesidir, dünyanın düzeninin taklit edilmesidir. Sanat, oluşu aşma istemi, ebedileştirme, sonsuzlaştırma eğilimidir (Bozkurt, 2014:181). 18.yy sonu ve 19.yy başına kadar olan süreçte, Kant, Fichte, Schlegel, Schiller, Schelling, Schopenhauer, Hegel, Nietzsche gibi pek çok filozof, Avrupa’nın düşünsel hayatında yeni bakış açıları ortaya koymuş ve sanatın tanımını büyük ölçüde şekillendirmişlerdir. Kant’ın insan, özgürlük, nedensellik, varlıkbilim, tin bilim, tanrı, güzel, yüce, doğruluk, gerçeklik, ölümsüzlük konularına yönelişi ve bireyi odak noktasına alışı Fichte’de gelişerek Romantizmi etkilemiştir. Schlegel’in sanat eserini ön plana çıkaran ve alegori ile bütünleştiren sanat anlayışı, Romantizmin, mistik, derinliği olan, sembolizmi hatırlatan duygusal derinlikleri olan yaklaşımını açıklamaktadır. Schiller’in yabancılaşmaya karşı sanatı ve insanın kendine dönüşünü ön plana çıkarması; Schelling’in dramın çaresi olarak doğaya yönelerek “ben”e ulaşma söylemi; Schopenhauer, Romantizmin en ünlü niteliği olan “çağ bunalımı” nın dünyayı kendi beyinsel olgumuz olarak görüp sorunları da irademizle yenme söylemi bu akımın ana çerçevesini çizmiştir. Hegel’in, Kant’ın kuramından hareketle oluşturduğu düşünce ve Hegel diyalektiği ile “Romantik İroni” arasında bir yakınlık; Nietzsche’nin “usdışılığı” savunan, rüyalara, hayallere, bilinçaltına uzanan ve gerçekliğe karşı insana dayanma gücü veren “sanat” yaklaşımı romantik tavrın felsefe boyutundaki oluşum sürecini özetlemektedir. Romantik Resim Alman öğretilerinde, kuramsal bulgu alanında gelişen önceki yüzyıllarda baskın olan, klasik 54 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık kültür ve sanatla beslenen Latinleşmiş Avrupa’ya, “us” (akıl) tutkusuna karşı oluşan, insan ve doğayı yeni bir biçimde kavranmasını savunan bir genel tavır olan Romantizm, İtalya’da aynı doğrultuda gelişmiştir. Aydınlanmanın soyut yönlerine karşı koymak tavrı olarak algılanmıştır. Fransa’da ütopik sosyalizmin ortaya çıkmasında ve devrimciliğinde etkili olmuştur. İngiltere’de ekonomi alanındaki gelişmelere paralel gelişen duyguların ifadesi olmuştur. 19. yüzyılda Romantizmle birlikte, durağanlık ve kesin kurallar geçerliliklerini yitirmiş, sanat, büyük bir yaratıcı serüven ve sürekli devrimci sıçramalar evresini yaşamıştır (Claudon, 1994: 21, 35, 42). Sanat, Romantizme, modern sanata kadar “mimesis” (yansıma, yansıtma) olarak kabul edilmiştir. Sanat, yaşamın kurgulanmış bir tekrarıdır, yaşama tutulan bir aynadır. Sanatçı da aslında bir taklitçidir. Bu görüş, aralarında farklılıklar olsa da Platon ve Aristoteles’e dayanan, Antik Yunan sanat anlayışıdır. Realizm ve Natüralizmi de mimesis estetiğinin bir devamı olarak görmek mümkündür. Realizm, yaşama ayna tutarken, Natüralizm, sanat ile yaşamı bir bütün olarak görmektedir. Romantizmde durum biraz farklıdır. Romantizmde sanat, “anlatımcılığa” dönüşür. Romantizm, modern sanat öncesi bir akımdır ancak özellikleri ile modernizme daha yakındır (Dellaloğlu, 2010: 79). Klasik estetik, sanatı, değişmez normları olan, hiyerarşik bir düzene sahip kurallar bütünü olarak kabul ederken; romantik estetik, sanatın türler arasındaki sonsuz hareketini meşrulaştırmıştır. Dolayısıyla sanatı, sabit kurallardan kurtarıp bir anlamda “anarşik” bir yapıya dönüştürmüştür. Romantizmin, klasik estetiğin kuralları yerine, yaratıcı imgelem ve dehayı koyması, Alman romantiklerinin gençlik dönemlerinde Fransız Devrimine büyük hayranlık duymasına neden olmuştur. Romantizm de sanat alanında yaşanan bir devrim olarak kabul edilmiştir. Fransız Devrimi, toplumsal ve siyasi çerçevede; Romantizm de sanat alanında klasikten moderne geçiş olarak görülmüştür (Dellaloğlu, 2010: 79-81). Romantik sanat, Klasik sanata bir tepki olarak nitelense de aslında Neo-Klasik nitelikleri bulunmaktadır. Romantik ressamların çoğu Neo-Klasik tavır içinden çıkmışlardır. Örneğin, Fransız Neo-Klasik ressam Joseph-Marie Vien (1789 - 1809)’in 1789 Sergisi’nde “Kölelikten Kaçan Aşk” adlı çalışmasında yeni bir eğilimin yer aldığı görülür (Görsel 1). Ressam antik modelden vazgeçmiştir. Aynı evrim, Vien’in öğrencisi Jean-François Pierre Peyron’un (1744-1814) son yıllarında, 1808 sergisi için yaptığı “General Valhubert’in Ölümü” adlı tablosunda da söz konusudur (Görsel 2) (Claudon, 1994: 37). 55 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting Görsel 1 (Sol). Joseph-Marie Vien, Kölelikten Kaçan Aşk, 1789 (http://utpictura18.univmontp3.fr/GenerateurNotice.php?numnotice=A3694). Görsel 2 (Sağ). Jean-François Pierre Peyron, General Valhubert’in Ölümü, 1805 (http://en.gallerix.ru/album/Versailles/pic/glrx-495144243). Neo Klasizmin en önemli temsilcisi olan Fransız ressam, Jacques-Louis David’in (1748-1825) peyzajlarında, öğrencisi Anne-Louis Girodet (1767-1824)’in 1808 tarihli “Atala’nın Gömülüşü” adlı eserinde (Görsel 3), duygu aktarımındaki yoğunluk, arkada derinleşen kurgusal doğada olduğu gibi, romantik öğeler dikkat çekmektedir. İngiliz manzara ressamları olan, John Crome (1768-1821), Richard Parkes Bonington (1802-1828) ve John Constable (1776-1837) ise İngiliz Romantizmin öncüleridir (Claudon, 1994: 38-39). Görsel 3 (Sol). Anne-Louis Girodet, Atala’nın Gömülüşü, 1808 (Antal, 1936:133). Görsel 4 (Orta). John Crome, Wensu Nehri,( https:// org/wiki/John_Crome). Görsel 5 (Sağ). Richard Parkes Bonington, Normandy, 1823 (http://www.abcgallery.com/B/bonington/bonington.html). İngiliz Romantizminin en önemli temsilcilerinden John Constable (1776- 1837) ve William Turner; Wordsworth ve George Gordon Byron’un şiirlerinden esinlenen, aynı duyarlılığa ve aynı doğa sevgisine sahip ressamlardır. Constable, küçük yağlı boya çalışmalarında olduğu kadar büyük kompozisyonlarını da coşkulu bir üslupla tasvir etmiştir. Işığın bütün açıklık ve koyuluk derecelerini ve değişimlerini sağlayan yumuşaklığı, Empresyonizm’in ilk izlerini yansıtır. “Saman Arabası” adlı 56 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık çalışmasında (Görsel 6) olduğu gibi, yaptığı peyzaj çalışmaları Fransız Romantiklerini etkilemiştir (Claudon, 1994: 49). Eserde, aynı zamanda Sanayi Devrimi’nin getirdiği olumsuzluklardan uzak, nostaljik bir manzara seçimi de romantik tavrını yansıtan bir özelliktir. Dönemin Fransız sanatçıları onun natüralizmini, tekniğinin özgürlüğünü, renklerinin canlılığını, havanın ve ışığın titreşimlerini, meltem, bulutlar ya da dalgaların köpüğü gibi devingen olguları saptama özelliğini büyük bir beğeniyle izlemişlerdir (Görsel 7). Artık doğa fon olarak kullanılmaktan çıkmış, resmin esas konusu olmuştur. Görsel 6 (Sol). John Constable, Saman Arabası (The Hay Wain), 1821 (http://www. metmuseum.org/toah/hd/jcns/hd_jcns.htm). Görsel 7 (Sağ). John Constable, Weymouth Körfezi, 1816 (Claudon,1994: 62). Romantik sanatın temeli sanatçının içtenliğidir. Sanatçı yapıtında, doğayı, dünyayı, toplumu ve insanları ele almaz; tüm bunların onun üzerinde bıraktığı izleri ele alır. Sanat dolayısıyla sanatçının düşünceleri, duyguları, yorumları, iç dünyasıdır (Dellaloğlu, 2010: 99). Sanatçının iç dünyası, ne ilk çağlarda ne Orta Çağda dikkate alınmıştır. İnsana bir birey olarak önem verilmesi Rönesans’la başlamış ve ancak gerçek anlamda Romantizm gerçekleştirmiştir. İşin merkezinde sanatçı olunca, sanatın neyi ifade etmesi gerektiği düşüncesi de değişmiştir. Sanat, dış dünyayı yansıttığı kadar sanatçının iç dünyasını da anlatmalıdır. Bir dışavurum haline gelmelidir. Eserlerde tabiat ve dış dünya anlatılsa da sanatçının duygu süzgecinden geçmiş bir görüntüye dönüşmelidir. Moran’a göre (1999), sanatçıyı diğer insanlardan ayıran onun fikirleri değildir. Bunun nedeni, fikirlerin başkaları ile paylaştığı ya da onlardan öğrendiği şeyler olmasıdır. Kendi kişisel yaşantısı, duyguları ise sadece ona özgü şeylerdir, tektir ve eseri önemli kılan da bu özelliğidir. Sanatçı Romantizmde, üstün bir insandır (Moran,1999:101-102). Sanatçılar, yaptığı manzaralarda melankolisini ya da düşlerinin uzantısını anlatmaktadır. Gerçekte bir panorama ya da doğanın doğrudan yansıtılması değil; sanatçının duygusal değerlerine göre seçilmiş parçaların bütünüdür. Fransız Eugène Delacroix (1798-1863) “Biz romantik olduktan 57 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting sonra dağlar güzelleşti” demiştir. Buna benzer tanımla, Kant da “doğa, bir sanat eseri olarak görüldüğü zaman güzeldir” demektedir (Ergün:5). Görsel 8. Ferdinand Victor Eugène Delacroix,, Gemi Kazası, 1862 (http://www.eugenedelacroix.org/). Constable, şiirsel natüralizmin sınırları içinde kalmasına rağmen, William Turner (17751851) yeni bir yola, Empresyonizm’e götüren yola girmiştir. Turner, Avrupa’nın değişik bölgelerine yaptığı seyahatlerde birçok taslak ve sulu boya çalışmalar yapmış ve bunları daha sonra büyük boyutlu tuvallere aktarmıştır. Bu izlenimlerini, kendine has bir hava ve atmosfer (Görsel 9) içinde eriterek, nerdeyse görünmez olan görüntüler olarak resmetmiştir. Bu şekilde etkileyici bir ifade kazanmıştır. İsterse Grisons’da bir çığ, Alpler’de bir kar fırtınası, denizin çekildiği bir kumsal ya da deniz içinde batmış bir enkaz olsun, ışık, renk, bir tür sis, nem ve pus içinde tasvir etmiştir (Claudon, 1994: 50). Gerçek dışı, metafizik bir doğa söz konusudur. Görsel 9 (Sol). William Turner, Harbour Ağzın’da Kar Fırtınasındaki Buharlı Gemi, 1842 (Eyüboğlu, İpşiroğlu: 128). Görsel 10 (Sağ). William Turner, Kar Fırtınasında Hannibal ve Ordusunun Alpleri Geçişi, 1812 (http://www.tate.org.uk/art/artworks/turner-snow-storm-hannibal-and58 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 his-army-crossing-the-alps-n00490). Alman romantik resminin en önemli temsilcisi Caspar David Friedrich ( 1774 - 1840), peyzaj ve doğaya ilişkin kuramları yeniden ele almıştır. Ressam yalnızca karşısında gördüklerini değil, kendi içinden gelenleri ve algılarını tuvale yansıtma taraftarıdır. Pomeranya’da doğan sanatçı, çocukluğunun görünümlerini, Baltık sahillerini, Harz Dağları, Elbe kıyılarını resimlerine taşımıştır. Gün batımlarını, ay ışığını, iskelete benzeyen ağaçları, mevsimsel değişiklikleri işlemiştir. Tinsel yaşam anlayışının yanı sıra derin doğa bilgisinin üzerinde durmuştur. Friedrich’in tablolarını, yaşam ve ölüm; insan, Tanrı ve doğa arasındaki ilişkilerin monologları olarak tanımlamak mümkündür. Peyzajlarında doğaüstü bir anlayış vardır. Peyzaj, metafizik, trajik bir boyut kazanarak zamandan bağımsız bir dekora dönüşmüştür (Görsel 11-12). “Deniz Kıyısında Keşiş” adlı tablosunda (Görsel 13), doğa güçleri karşısında insanın büyük yalnızlığını ve bunun sonucu olan yıkımı dile getirir. İnsan varlığını ve önemsizliğini anımsatarak tinsel bir boyut kazandırır (Claudon, 1994: 51-52). Görsel 11 (Sol). Caspar David Friedrich, Neubrandenburg, 1816 (http://www.caspardavidfriedrich.org/Neubrandenburg-c.-1817.html). Görsel 12. (Sağ) Caspar David Friedrich: Watzmann, 1824/25 (http://www.berchtesgadener-land.com/natur/wandern/hike- society/caspar-david-friedrich). Bu tinsellik insanın doğa karşısında çaresizliğini, yaşamdaki yalnızlığını ve yaratıcı gücün büyüklüğünü tanımlamaktadır. Romantizm'de dini bir heyecanla geleneksel inançlara bir dönüş vardır. Romantiklerin dini, manevi değerler üzerine kurulmuş bir dindir. Bu din Tanrı ile dünya arasında bir bağ kurarak insanoğlunun doğada Tanrı'nın varlığını hissetmesini sağlamaktadır (Kuray, 223). Din, bilinenin aksine, romantik dünya görüşü içinde, büyük önem kazanmıştır. Caspar David Friedrich, 59 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting Philipp Otto Runge gibi sanatçılar, çalışmalarında kimi zaman uçsuz bucaksız doğa tasvirleriyle, kimi zamanda Hıristiyanlığı simgeleyen unsurları kullanarak maneviyatlarını yoğunlaştırmışlar, sığınacakları bir güç olarak dine yönelmişlerdir (Görsel 13, 14, 15). Görsel 13 (Sol). Caspar David Friedrich, Deniz Kıyısında Keşiş, 1808-1810 (Mingey, 2007: 3). Görsel 14 (Sağ). Caspar David Friedrich, Tetschen Altarı, Dağdaki Haç, 1807 (Passeron, 1990: 101). Görsel 15. Philipp Otto Runge, Mısır’a Seyahat Dinlenme, 1805 (Claudon,1994: 52). Romantizmde geçmişe olan düşkünlük, geçip giden zaman olgusu içinde, Antikite merakı özellikle Winckelmann’ın arkeolojik kazı çalışmalarıyla, 1755 yılına doğru Hercalanium ve Pompei’nin bulunuşu ile artmıştır. Roma’nın hümanizmi ve klasisizmin bütün güzelliklerinin yok olduğu duygusu, Gotik katedrallerin mimari etkileri ve özlemleri, Ortaçağ inanç dünyası, yeni sanatı şekillendirmiştir. Geçmiş kültürlere dair kalıntıları, Hubert Robert’un (1733-1808) gibi sanatçıların çalışmalarında görmek mümkündür (Görsel 16,17) (Claudon, 1994: 14-15; Hauser, 1995: 132-133). 60 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 Görsel 16 (Sol). H. Altuner-S. Yıldız Kısacık Hubert Robert, Roma’daki Rippeta’nın Görünüşü, 1766 (http://www.nga. gov/content/ngaweb/exhibitions/2016/hubert-robert.html). Görsel 17 (Sağ). Hubert Robert, Louvre Galeri’nin Harabe Görünüşü, 1796 (Hollingswoerth, 2009: 376). Ayrıca bu düşkünlük, tarihin, geleneklerin; toplum yaşamının ana ve kaçınılmaz öğesi olarak görmeleriyle de ilgilidir. Onlara göre, tarihin her dakikası özel, yinelenmez bir nitelik taşır ve Kuray’ın ifadesinde yer aldığı gibi, romantik melankoliyi de tanımlamaktadır: “Yaşanan zaman geçmişin sonucudur ve içinde geleceğin tohumlarını besler. Eski yaşam kavramının birtakım değerleri değişmez olarak görünen durgun bir yapıya sahip olmasına karşın yenisi sürekli olarak daha yüce değerleri elde etmeye çalışan böylece sonsuzluğun karmaşıklığını çözmeye uğraşan, ileriye dönük bir kavramdır. İşte bu sonsuzluğun sırrını çözme çabasından Romantizme özgü olan hüzün ve melankoli doğar. Sonsuzluk, sınırsızlık Romantizmin en önemli özelliğini oluşturur” (Kuray, 1986:224). Romantikler, garip olanı sevmişlerdir; hortlaklar, geçmiş devirlerden kalma harap şatolar, eski büyük ailelerin son melankolik torunları, gizli bilimlerle uğraşanlar, düşen tiranlar, ortadan kalkmakta olan korsanlar gibi. Onlar büyük, uzak ve dehşet verici olanları seviyorlardı. Ortaçağa ve onu andıran şeylere ilgi duyan romantik sanatçılar bu sayede yaşanan dönemin gerçekliğinden uzaklaşıyorlardı (Russell, 1997: 15). Gerçeklikten uzaklaşma, estetik ya da özel metafizik değer kazanan bir gece düşünü anlatan, kimi zaman da duygu yüklü imgelerin yer aldığı tasvirlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur (Claudon, 1994: 14-25). Henry Fuseli (1741-1825) (Görsel 18,19) ve Francico Goya’nın (1746-1828) (Görsel 20,21) çalışmalarında bunu görmek mümkündür. 61 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting Görsel 18 (Sol). Henry Fuseli, Kabus, 1781 (Stokstad, 2005: 925). Görsel 19 (Sağ). Henry Fuseli, Macbeth’in Başkomutanla Görüşmesi, 1793 (http://www.tate.org.uk/whats-on/tate- britain/exhibition/gothic-nightmares-fuseli-blake-and-romantic-imagination/gothic-3). Görsel 20 (Sol). Francico Goya, Colossus, 1808–1812, (http://www.franciscodegoya.net/TheColossus.html). Görsel 21 (Sağ). Francico Goya, Madrid Şehir Alegorisi, 1810, (http://www. franciscodegoya.net/Allegory-of-the-City-of-Madrid.html). Düş, hayal ve ironi sanatın ayrılmaz bir parçasıdır. Romantikler, akıl yasalarını izlemektense, sanatın, düş aracılığıyla ulaşabileceği, büyülü bir evreni tercih etmişlerdir. Ayrıca, duyular dünyasının gerisinde sezinlenen ruh dünyasına yönelme ve ironi, adeta ruhsal göçü mümkün kılmıştır. Romantik tavır, ironiyi kullanarak gerçekliği, ikinci plana almıştır. Bu ironi, gerçek olanın, gerçek olmayan üzerindeki egemenliği etkisizleştirir. Romantik ironi, nesnelliğe teslim olmamanın bir biçimidir. 62 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 Sanatçı tahammül edemediği; ama değiştirmeye de gücünün yetmediği gerçeklik karşısında, ironiyi, gerçeklikle yaşayabilmek için kullanır (Dellaloğlu, 2010: 97). Romantizm, öteki dünyaya doğru bir kaçışında, “Görünen dış dünya” ile “ruhun ve düşün dünyası olan iç dünyaya” ait olma duygusu, ruhun hiçbir çatışma olmaksızın doğanın uyumunda yer aldığı bir dünya tasarlama çabası vardır. Sanatçı ruhuna açılan yolları ararken, düşün, coşkunun, alışılmış sınırlarımızın aşıldığı bütün durumların, kendisini kendi temel kaynağına ve bizzat hayata yaklaştırdığına inanmaya başlar (Claudon, 1994: 25) (Görsel 22,23). Görsel 22 (Sol). Caspar David Friedrich, Mezarlık Girişi, 1825, (http://www.caspardavidfriedrich.org/The-Cemetery-Entrance-1825.html). Görsel 23 (Sağ). Caspar David Friedrich, Ayı izleyen İki Kişi, 1825-1830 (Ruken, 2007: 27). Romantizmde, “kara romantizm” olarak adlandırılan, beden, ölüm ve şeytan gibi sözcüklerin kullanıldığı bir yaklaşımdan bahsetmek mümkündür. Bu anlayışta, Zevk ile acı, güzellik ile dehşet birbirine karışmıştır. Delacroix ve Goya, kara romantizm denince resim alanında akla gelen sanatçılardır. Goya’nın çarpıcı, acımasız anlatımıyla, şeytan ve büyücülerin varlığı, şiddete ve gülünce olan düşkünlüğü, savaşın yıkımlarından, düşlemlerden, kral portrelerine kadar, onun yapıtını, dehşetin sınırlarına uzanmış romantizmin bu yanının en etkileyici tanığı yapar (Claudon, 1994: 27) (Görsel 24,25). 63 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting Görsel 24 (Sol). Francico Goya, Aklın Uykusu Canavarlar Üretir, 1790 (Stokstad, 2005: 954). Görsel 25 (Sağ). Francico Goya, Yangın, 1793-94, (http://www.franciscodegoya.net/The-Firelarge.html). Fransız Romantik Delacroix, oryantalist bir tavır içinde doğu unsurları ile bezediği resimlerinde, güzellik, zevk ve ölüm kavramlarını işlemektedir. Çalışmalarında çoğunlukla savaşlar, katliamlar, birbiri içine geçmiş figürlerin devingen halleriyle anlatılmaktadır (Görsel 26, 27, 31). Bu tür çalışmalarda egzotik bir tavır söz konusudur. Egzotizm, bilinmeyen toprakların çekiciliği, her türlü zorbalıktan kurtulmuş bir yerin özlemiyle de ilgilidir (Claudon, 1994: 27). Görsel 26 (Sol). Eugène Delacroix, Sardanapalus’un Ölümü,1827, loyola.edu/brnygren/www/Honors/Romanticism.htm). Görsel 27 (Sağ). (http://evergreen. Eugène Delacroix, Taillebourg Muharebesi,1834-35 (http://www.wga.hu/html_m/d/delacroi/3/309delac.html). Goya ve Delacroix, toplumsal sorunlara ve yaşanan özgürlük bağımsız hareketlerine, tarihi olaylara yabancı kalmamıştır, eserlerinde bu konuları sembolik bir tavırla işlemişlerdir (Görsel 28-29). Örneğin, Delacroix’in 1830 yılında yaptığı “Özgürlük” adlı yapıtı (Görsel 29), Avrupa’da hızla 64 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık gelişmekte olan, J.J Rousseau ve Napolyon’la başlayan, ulusallık, özgürlük, bağımsızlık akımının bir simgesidir, halkı özgürlüğe çağırmaktadır. Görsel 28 (Sol). Francico Goya, 3 Mayıs 1808, (http://www.franciscodegoya.net/May-3-- 1808.html). Görsel 29 (Sağ). Eugène Delacroix, Özgürlük, 1830 (Claudon,1994: 45). Uzak kültürlerin tasviri, tarihi olayları ele almalarının yanı sıra “Helenizm”i savunmak gibi kimi ideolojik tutum da söz konusudur. Militan ve ulusal savaşlara destek söylemleri bulunmaktadır. Delacroix’nın “Messolongion Yıkıntıları Altında Can Çekişen Yunanistan”ı (Görsel 30 ) tasvir ederek geçmiş büyük bir imparatorluğun yaşadıklarını tasvir etmesi ya da “Sakız Adası Katliamı” adlı tablosu (Görsel 31); Hugo’nun “Les Orientales”de Türk baskısını eleştirmesi gibi eserler bu konuyla ilgili örneklerdir. 1822 Salon’unda sergilediği “Dante ve Vergilius Ölümünden Sonra Ruhların Gittiği Yerde” (Görsel 32) diğer iki çalışması gibi aydınlar kadar sanatçıları da coşturan Yunan bağımsızlık savaşı dönemini anlatmaktadır (Claudon, 1994: 16, 43). 65 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting Görsel 30 (Sol). Eugène Delacroix, Messolongion Yıkıntıları Altında Can Çekişen Yunanistan, 1826 (http://www.eugenedelacroix.org/home-2-12-1-0.html). Görsel 31 (Sağ). Eugène Delacroix, Sakız Adası Katliamı, 1824, (Labudde, 1960:100). Görsel 32. Eugène Delacroix, Dante ve Vergilius Ölümünden Sonra Ruhların Gittiği Yerde, 1822, (https://mydailyartdisplay.wordpress.com/2011/09/06/). Fransız Romantizm en ünlü temsilcilerinden bir diğeri Théodore Géricault (1791- 1824), Goya ve Delacroix’de olduğu gibi tarihi olayları işlemiştir. Gericault, vücutları işleyiş tarzıyla, acı çekenlerin yüz ifadesindeki aşırılıkla, kalın ve yoğun boya tabakalarındaki yalın ve gerçekçi tekniğiyle İspanyol Romantik sanatçı Goya’ya yaklaşır. Örneğin 1812 Sergisi’de “Avci Subay’ın Atlı Portresi”yle (Görsel 33) bir madalya kazanmıştır. Şaha kalmış atın ve ışığın içinde kılıçla saldıran subayın atılganlık ve gücü hayranlık kazanmıştır. Ancak 1814 Salon’unda sergilenen, ayağını yere basmış ve atını zapdetmeye çalışan “Yaralı Süvari” (Görsel 34) adlı tablosu belki de imparatorluğun düşüşünü simgelediği için eleştirmenler tarafından pek olumlu karşılanmamıştır (Claudon, 1994: 42). 66 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık Görsel 33 (Sol). Théodore Géricault, Avci Subay’ın Atlı Portresi, 1812 (Lee, 2012: 7). Görsel 34 (Sağ). Théodore Géricault, Yaralı Süvari,1814 (Lee, 2012: 8). Géricault’un,1816 yılında yaşanan yüzlerce kişinin ölümüne neden olan gemi kazasından esinlenerek yaptığı “Medusa’nın Salı” adlı tablosu (Görsel, 35) bu tür çalışmalarından bir diğeridir. Eser sanatçının, on altı ay boyunca durmadan çalıştığı, Michelangelo, Caravaggio gibi büyük ustalardan esinlenerek yaptığı bir başyapıttır. Sahne, duygusallık yüklüdür ve okyanus ortasında tek başına kalmış insanların uğradığı yıkım, acı, yosunlukla biçimsizleşmiş vücutlarını, yaşadıkları dehşeti tasvir etmektedir (Claudon, 1994: 42; Boydaş, : 219). Görsel, 35 (Sol). Théodore Géricault, Medusa’nın Salı, 1819 (Lee, 2012:1). Görsel 36 (Sağ). Théodore Géricault, Üç Sevgili, 1817-1820 (https://tr.pinterest.com/pin/463307880388629827/). Ancak romantik resimde her şey bu kadar dramatik değildir. Gericault, dönemin diğer ressamları gibi aşk temalı çalışmalar da yapmıştır (Görsel 36). François Pascal Simon (Baron Gérard) (1770-1837), askeri, tarihsel konular işlemekle birlikte 1798 Salonu’nda sergilenen “Psykhe 67 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting ve Aşk Tanrısı” (Görsel 37) adlı tablosuyla ünlenmiştir. Bu dönemin aşk sözcüsü PierrePaul Prud'hon (1758-1823)’dur. Portre çalışmalarının yanı sıra “Sevme Sanatı”, “Poul ve Virginie” ve “Yeni Heloise” gibi kitapları resimlemiş, zarif ve ince üsluplu bir sanatçıdır (Claudon, 1994: 42-43) (Görsel 38-39). Romantizmde işlenen aşk ve sevgi konuları çoğunlukla mitolojik figürler üzerinden işlenmiştir. Mitolojik konu ve figürler bu boyutuyla kullanılmakla birlikte, romantizmde var olan mistik, garip, doğaüstü olayları anlatmak için de kullanılmışlardır. Bu tür tasvirler, geçmiş kültürlere bağlılıkla ilgili romantik bir tavrın ürünü olmakla birlikte, figürler üzerinden ulaşılan çağrışımlar sayesinde derinliği olan anlatıma hizmet etmektedir. Görsel 37 (Sol). François Pascal Simon, “Psykhe ve Aşk Tanrısı”,1789 (http://www.christies.com/lotfinder/Lot/after-francois-pascal-simon-baron-gerard-cupid-5909708details.aspx). Görsel 38 (Orta). Pierre-Paul Prud'hon, “Psykhe’nin Kaçırılışı”, 1808 (https://tr.pinterest.com/pin/194499277629495197/). Görsel 39 (Sağ). Pierre-Paul Prud'hon, “Venüs ve Adonis”, (https://tr.pinterest.com/marianazanazzi /pierre-paul-prudhon/) Romantik üslupta çalışan çoğu sanatçı da tekrarlanan diğer bir konu ise portrelerdir (Görsel 40, 41). Neo-Klasik üslubu anımsatan renk ve ışık kullanımıyla, ama bu sefer farklı olarak kişilerin duygularını ele veren ifadeleriyle, hissedilen boya dokusu ve fırça darbeleriyle figürler tasvir edilmiştir. Hatta Géricault’ta olduğu gibi, duygu taşkınlıkları yüzlerine yansıyan, akıl sağlığı yerinde olmayan insanların portreleri yapılmıştır (Görsel 42,43). 68 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 Görsel 40 (Sol).Francisco Goya, Kendi portresi, 1815 (http://www.franciscogoya.com/biography.jsp). Görsel 41 (Sağ). Eugène Delacroix, Mezarlıktaki Yetim Kız, 1823-24 (http://www.gunde1resim.com/post/6629782702/ressam-eug%C3%A8ne- delacroix-1798-1863-resim) Görsel 42 (Sol). Görsel 43 (Sağ). Théodore Géricault, Obsessive Hasta Kadın,1822 (Claudon,1994: 84). Théodore Géricault, Bir Kleptomanın Portresi, 1822, (https://tr.khanacademy.org/humanities/becoming-modern/romanticism/romanticism-in-france/a/ gricault-portraits-of-the-insane) SONUÇ Romantizm, yalnızca bir sanatsal üslup değil, bir dizi toplumsal ya da ekonomik değişim sonucunda ortaya çıkmış bir düşünce biçimidir. Öncelikle felsefi boyutta yerini bulan bu kavram, toplumların yaşam biçimini tanımlayan bir tavır; sanat alanında belli bir üslup ve konu bütünlüğü olan ancak sanatçının bireysel tavrına göre şekillenen bir akım olarak tanımlanabilir. Kısa zamanda, sanatın 69 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting her alanında etkili olan Romantizm’de, doğa, tarihi olaylar, din, bilinmeyen yerler, aşk, mitoloji, düş, hayal gibi konular yoğun duygu aktarımıyla işlenmiştir. Romantik sanatçılar,18.yy sonu ve 19.yy başına denk gelen süreçte Avrupa’nın düşünsel hayatını belli yönlerde kullanmıştır. O dönemde hâkim olan Alman düşünce biçimi ve felsefesinin yenilikçi eğilimleri içinde romantizmin temel felsefesi belirmeye başlamıştır. Alman öğretilerinde, kuramsal bulgu alanında etkili olan romantizm, estetik bir hareket olarak ortaya çıkmış ama kısa zamanda genişleyip açık ve kapsamlı bir dünya görüşü haline gelmiştir. Fransa’da, Rousseau’dan ilham alan romantizm daha çok toplumsal uzlaşımlara karşı bir protesto niteliğindedir ve hareketin estetik yönleri çok geç ortaya çıkmıştır. İngiltere’de, Megill’in (2012) dediği gibi; romantizm, savunucularının doğallıktan uzak ve ketleyici olduğunun düşündükleri sanatsal ve şiirsel uzlaşımları yıkmayı hedefleyen tamamen estetik bir harekettir. Romantizmi destekleyen ülkelerden, hatta bireyler arasında ki farklılıklardan dolayı tek bir romantik tavırdan bahsetmek mümkün değildir. Romantizm, keskin hatları olan sistematik bir birlikten çok şiirsel bir atmosfer birliği içindedir ve estetik karakteri son derece önemlidir. Romantik devir, ölçüt olarak ‘yararcılığı’ değil ‘estetiği’ getirmiştir. Romantik ahlak, her şeyden önce estetik gerçeklere sahiptir ve romantiklerin güzellik anlayışını, öncekilerden ayıran, ‘beğeni’ (zevk) anlayışıdır (Russell, 1997: 14). Romantizm’le birlikte, sanat, bir “yansıtma” değil, sanatçının iç dünyasına, ruhuna açılan bir pencereye dönüşür ve “anlatımcılık” (expressionism) olarak tanımlanır. Romantizmde, sanatçı, sanat eseri kadar önemlidir. Sanatçı katı kurallara bağlı sanat anlayışından uzaklaşmış kendi iç dünyasına dönmüştür. Etrafında gördüklerini ise bu süzgeçten geçirerek tuvaline yansıtmıştır. Yansıtmalarında doğayı kullanabildiği gibi düş ve hayallerinin ürünü olan görüntüleri de kullanmıştır. Bu, aynı zamanda duygusal bir rahatlamayı da sağlamıştır. Bilinmeyen yerlerin tasviri, gerçeklerden uzaklaşma duygusu ile ortaya çıkmıştır ve geniş bir bakış açısı sağlamıştır. Dönemin şartları ve yaşananlar, sanatçının içindeki heyecanları ve duyguları ifade etme ihtiyacını güçlendirmiştir. Birçok felsefecinin üstünde durduğu ve Freud’u önceleyen, sanatsal eylemin bir tedavi biçimi olarak kullanılmasını benimseyen Romantizmin bu anlayışının kökeni; “tragedyanın, sanatçı ve izleyici üzerinde ruhsal bir arınma oluşturduğunu” ifade eden Aristoteles’ e kadar gitmektedir. Romantizm’de, Ekspresyonizm ve Sürrealizm de olduğu gibi, “yaratma” eylemi, bir çeşit ruhsal rahatlama durumu sağlar. Bireyin var olana karşı hoşnutsuzluğu, kurulu düzen içinde sıkıntısı, kutsala, sonsuza olan sevgisi somut bir hal kazanmıştır. Bunun için metafizik, düş ve ironiyi kullanılmıştır (Claudon, 1994: 16). Romantizmde gerçeklik, öznel imgelerle inşa edilmiş bir gerçekliktir ve sonsuz seçenekleri vardır. Romantikler gerçek zaman ve mekân sınırları içinde kalmayı reddetmişlerdir (Dellaloğlu, 2010: 82). 70 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık Romantizmde tenha bir doğa, sanatçısına bağlı olarak, bir yıkıntı ya da Gotik katedral, küçük dallar arasından görünen sisli gökyüzü ve deniz görüntüsü üzerinde ufukta silikleşen kaçış noktası gibi görüntüler içsel duygularla yorumlanan manzaralar ya da zamanın durduğu ve ruhun boşlukta akışını gösteren ortak atmosfer içinde şekillenmiştir. Bu çoğu zaman tekdüze, minör bir tonalitenin seçildiği, belirsiz bir saatte gerçekleşen, alacakaranlık, ölmekte olan yaşam duygusu hissini veren bir atmosferdir. Romantizmin Hıristiyanlığa bakış açısıyla bağlantılı olarak, manzara içinde beliren mezarlıkla ya da mezar taşları ise doğa güçlerinin karşısında bir saman çöpü kadar olan insanın yazgısı üzerinde düşünmeyi sağlamaktadır. Isısız ve sakin bir doğa, adeta ölümü beklemek için bir sığınak, insanı gerçeklerden uzaklaştıran bir alandır (Claudon, 1994: 16). İnsan, sonsuzlukta bir zerredir ve bütün bunlar romantik melankoliyi oluşturmaktadır. Dönemin değişen tavrı ve düşünce yapısı içinde şekillenen Romantizmde; renk, boya ve fırça kullanımı da değişmiştir. Neo-Klasizmde görülen kuralcı, katı tutum, pürüzsüz boya dokusu terk edilmiştir. Özgürlüğün verdiği heyecan ve cesaretle serbest fırça vuruşlarıyla canlı renkleri, duyguların aktarımı için, diledikleri gibi kullanmışlardır. Fırça vuruşları ve hissedilen doku yüzeyleri sanatçının kişisel tavrını, sanatçı olarak varlığını gösteren unsurlar olarak da dikkat çekmektedir. Üslupsal değişikler, anlatılan olayın ve ya durumun etkisini artırmakta, dışavurumculuk ön plana geçmektedir. Hareketlenmeler, devingenlik, dramatik etkiyi güçlendirecek renk kullanımı ile desteklenmiştir. Tuşlar halinde boyanın kullanıldığı doğa tasvirleri, günün değişen ışığının, yavaş yavaş ilgi odağı haline gelmesi, İzlenimciliğe giden yolu açmıştır. Işık bir problem olarak ilk kez Romantizmde incelenmeye başlanmıştır. Bunu Turner ve Constable’ın doğa tasvirlerinde görmek mümkündür. Turner, tasvirlerinde, doğanın gücü karşısında sanki ezilen ve tefekküre dalan bir kişi iken Constable, doğayı daha gerçekçi bir tavırla işlemiştir. Renk katmanları arasında belli unsurların ön plana çıktığı, bir kaybolup bir ortaya çıkan unsurlar, sembolik tavrın habercisi olmuştur. Fuseli ve Goya bu tarz resimleriyle Romantizmin sembolik yanını temsil etmektedirler. İspanyol Romantik olan Goya aynı zamanda toplumun bozulan ahlakını ve zalimliklerini dile getirmiştir. Bunu yaparken, zaman mekân ve ya doğa gibi ayrıntıları ikinci plana itmiş; insanı şaşırtan, ifadeci bir anlatımı tercih etmiştir. Canavarlar, katiller, kurşuna dizilmiş insanlar, insanların duygusal yönüne hitap eder şekilde tasvir edilmiştir. Friedrich ve Otto Runge gibi sanatçılar, Romantik söylemde vazgeçilmez unsur olan din ile ilgi temalar üzerinde durmuşlardır. İnsanın, yaşam karşısında çaresizliğe düştüğü anlarda inançlarına yönelmesi, yazgısını sorgulaması noktasında dine yönelme bu dönemde de yinelenmiştir. Tarihi ve güncel olaylar Delacroix, Géricault ve Goya gibi sanatçıların çalışmalarında çarpıcı ve sembolik bir dille işlenmiştir. Günlük yaşam ve dönemin çarpıcı olayları resmin konusu olmuştur. 71 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting Delacroix, Romantik sanat anlayışı içinde oryantalist bir tavrın gelişmesine neden olmuştur. Yabancı kültürler romantik bir tavırla işlenmiştir. Aşk ve sevgi teması Romantik resim anlayışında, mitolojik figürler kullanılarak işlenmiştir. Özellikle Pascal Simon ve Pierre-Paul Prud'hon gibi sanatçılar bu tür konulara ağırlık vermişlerdir. Romantik doğa görüntüleri, dinsel açıdan insan varlığını sorgulayan bir bakış açısıyla işlense de sevgi ve duygusallıkla bağlantılı olarak da pek çok kez tasvirlere yer edinmiştir. Romantizm, bütün bu özellikleriyle birlikte, “sanatın”, ifade biçiminin ve anlamının ne olması gerektiği ile ilgili arayışın başlangıcı olarak görülmektedir. Romantizm bu anlamda modern sanatın öncüsü olmuştur. Ayrıca, Rönesans’la başlayan ve Neo-Klasizmle birlikte 19 yüz yılda devam eden, sanatçının bireysel olarak varlığını ispat etme çabasının farklı boyut kazandığı bir anlayıştır. Sembolizm, Empresyonizm, Ekspresyonizm, Kübizm, Sürrealizm, Soyut Sanat gibi akımlara öncülük etmiştir.. KAYNAKÇA ANTAL, Friedrich (1936). “Reflections on Classicism and Romanticism-II”, The Burlington Magazine for Connoisseurs, Vol. 68, No. 396, March, pp. 130-133+136 -139+141, (http://www.jstor.org/stable/866429) (Temmuz,2015). ARICAN, Kazım (2006). “Hegel’in Estetik/Sanat Anlayışı ve Din İle İlişkisi (Hegel’in Güzel Sanat Felsefesinden Din Felsefesine Geçişi)”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı X/2, s. 199-221. Sivas (http://eskidergi.cumhuriyet.edu.tr/makale/ 1384.pdf). ASLAN, Ruken (2007). “Plastik Sanatlarda Romantik Tavır” Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim Anasanat Dalı, Sanatta Yeterlilik Tezi, İstanbul. BOYDAŞ, Nihat. (….). Sanat Eleştirisine Giriş, Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık. BOZKURT, Nejat (2014). Sanat ve Estetik Kuramları, Bursa: Sentez Yayınları. BOZKURT, Nejat. “Hegel Estetik'ine Genel Bir Bakış”, (file:///C:/Documents%20and %20Settings/User /Belgelerim/Downloads/17738-38980-1-SM%20(2).pdf) (2016,Haziran). CLAUDON, Francis (1994). Romantizm Sanat Ansiklopedisi, İstanbul: Remzi Kitapevi. COPLESTON, Frederick (2010). Alman İdealizmi (Çev: Aziz Yardımlı), İstanbul: İdea Yayınevi. DELLALOĞLU, Besim F. (2010). Romantik Muamma, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. ERGÜN, Mustafa. “Felsefeye Giriş (Estetik)” http://mustafaergun.com.tr/wordpress /wpcontent/uploads/2015/11/sanatfelsefesi.pdf (2015, Aralık). 72 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 EYÜBOĞLU, Sabahattin, Mazhar Ş. İpşiroğlu (2013). Avrupa Resminde Gerçek Duygusu, İstanbul: Hayalperest Yayınevi. FARMER; John David (1974). “Henry Fuseli, Milton and English Romanticism”, Bulletin of the Art Institute of Chicago (1973-1982), Vol. 68, No. 4 (http://www.jstor.org/stable/4108656), (Temmuz,2015). HAUSER, Arnold (1995). Sanatın Toplumsal Tarihi, çev. Yıldız Gölönü, İstanbul: Remzi Kitapevi. HOLLİNGSWOERTH, Mary (2009). Dünya Sanat Tarihi, İstanbul: İnkılâp Kitapevi. KANT, İmmanuel, (1997), Pratik Usun Eleştirisi, (Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu) İstanbul: Say Yayınları. KURAY, Gülbende (1986). “İtalya'da Aydınlanma Cağından Romantizm Çağına Geçiş”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara, Sayı 1, s. 219-225. (http://www.efdergi.hacettepe.edu.tr/makale_goster.php?id=1576 bakma 2016mart). KULA, Onur Bilge (2009). “Hegel’in ‘Alman İdealizminin En Eski Dizge Programı’ ve Romantik Yazın Kuramı”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C 26,s.1,s. 135-143. LABUDDE, Kenneth J. (1960). “ Romanticism and European Painting”, American Quarterly, Vol. 12, No. 1 (Spring), pp. 95-101. (http://www.jstor.org/stable/2710193) (Temmuz, 2015). LEE, Galven Keng Yue (2012), “All at Sea: Romanticism in Géricault's Raft of the Medusa”, ANU Undergraduate Research Journal: Volume Four, pp.1-21. (https://press.anu.edu.au/publications/anu-undergraduate-research-journal-volume-four2012/download) (2016 Ocak). MEGILL, Allan (2012). Aşırılığın Peygamberleri; Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida (Çev. Tuncay Birkan), İstanbul: Say yayınları. MİNGEY, Kendall Anne (2007). “ New Romantıcısm”, University of Montana ScholarWorks at University of Montana, Theses, Dissertations, Professional Papers (http://scholarworks.umt.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=2237&context=etd)(Temmuz 2015). MORAN, Berna, 1999, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul: İletişim Yayınları. ÖZMUTLU, Günnaz (2013). “David, Rossetti ve Daumier’nin Edebi Konulu Resimlerinde Avrupa’daki Toplumsal Değişimin Yansımaları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi/The Journal of International Social Research, Cilt: 6 Sayı: 25, s. 382-409. 73 Reflections of the Intellectual Structure Forming Romanticism to the Art of Painting PASSERON, Rene (1990). Sürrealizm Sanat Ansiklopedisi, İstanbul: Remzi Kitapevi. ROUSSEAU, Jean Jacques (1995). İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma, (Çev. Rasih Nuri İleri), İstanbul: Say Yayınları. RUSSELL, Bertrand (1997). Batı Felsefesi Tarihi, Yeniçağ, (Çev. Muammer Sencer) İstanbul: Say Yayınları. STOKSTAD, Marilyn (2005). Art History, Canada: Pearson Education. https:// org/wiki/John_Crome http://en.gallerix.ru/album/Versailles/pic/glrx-495144243 http://utpictura18.univ-montp3.fr/GenerateurNotice.php?numnotice=A3694 http://www.abcgallery.com/B/bonington/bonington.html http://www. metmuseum.org/toah/hd/jcns/hd_jcns.htm http://www.eugenedelacroix.org/ http://www.tate.org.uk/art/artworks/turner-snow-storm-hannibal-and-his-army-crossing-thealps-n00490 http://www.caspardavidfriedrich.org/Neubrandenburg-c.-1817.html http://www.berchtesgadener-land.com/natur/wandern/hike-society/caspar-david-friedrich http://www.nga.gov/content/ngaweb/exhibitions/2016/hubert-robert.html http://www.tate.org.uk/whats-on/tate-britain/exhibition/gothic-nightmares-fuseli-blake-andromantic-imagination/gothic-3 http://www.franciscodegoya.net/The-Colossus.html http://www. franciscodegoya.net/Allegory-of-the-City-of-Madrid.html http://www.caspardavidfriedrich.org/The-Cemetery-Entrance-1825.html http://www.franciscodegoya.net/The-Fire-large.html http://evergreen. loyola.edu/brnygren/www/Honors/Romanticism.htm http://www.wga.hu/html_m/d/delacroi/3/309delac.html http://www.franciscodegoya.net/May-3--1808.html http://www.eugenedelacroix.org/home-2-12-1-0.html https://mydailyartdisplay.wordpress.com/2011/09/06/ 74 www.inciss.com Volume I/ Autumn 2016 H. Altuner-S. Yıldız Kısacık https://tr.pinterest.com/pin/463307880388629827/ http://www.christies.com/lotfinder/Lot/after-francois-pascal-simon-baron-gerard-cupid5909708-details.aspx https://tr.pinterest.com/pin/194499277629495197/ https://tr.pinterest.com/marianazanazzi /pierre-paul-prudhon/ http://www.franciscogoya.com/biography.jsp http://www.gunde1resim.com/post/6629782702/ressam-eug%C3%A8ne-delacroix-17981863-resim https://tr.khanacademy.org/humanities/becoming-modern/romanticism/romanticism-infrance/a/ gricault-portraits-of-the-insane 75