multiple skleroz hastalarının kullandığı ilaçların ağız ve diş sağlığına

advertisement
T.C.
Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Nöroloji Anabilim Dalı
MULTİPLE SKLEROZ HASTALARININ KULLANDIĞI
İLAÇLARIN AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞINA ETKİLERİ
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi ARZU ALAGÖZ
DANIŞMAN ÖĞRETİM ÜYESİ: DOÇ. DR. ÖZGÜL EKMEKÇİ ÖZBAY
İZMİR-2013
T.C.
Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Nöroloji Anabilim Dalı
MULTİPLE SKLEROZ HASTALARININ KULLANDIĞI İLAÇLARIN
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞINA ETKİLERİ
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi ARZU ALAGÖZ
DANIŞMAN ÖĞRETİM ÜYESİ: DOÇ. DR. ÖZGÜL EKMEKÇİ ÖZBAY
İZMİR-2013
İÇİNDEKİLER:
1. MULTİPLE SKLEROZ……………………………………………………......2
1.1.
PATOFİZYOLOJİ……………………………………………………..2
1.2.
PATOLOJİ………………………………………………………….….4
1.3.
ETİYOLOJİ…………………………………………………………..10
1.4.
KLİNİK BELİRTİLER VE FİZİK MUAYENE BULGULARI……..12
1.5.
TANI KRİTERLERİ…………………………………………...……..21
1.6.
PROGNOZ……………………………………………………………29
1.7.
TANISAL ÇALIŞMALAR…………………………………..……….32
1.8.
MULTİPLE SKLEROZ VARYANTLARI………………….……….40
1.9.
TEDAVİ VE TAKİP………………………………………….………43
2. ARAŞTIRMANIN PROBLEMİ ……………………………………..………62
3. ANKET SONUÇLARI VE İSTATİSTİKLER ……………………………....63
4. TARTIŞMA…………………………………………………………………..95
5. SONUÇ………………………………………………………………………96
6. KAYNAKLAR………………………………………………………………98
7. ÖZGEÇMİŞ…………………………………………………………………103
1. MULTİPLE SKLEROZ
Multiple skleroz, SSS’de inflamatuar demyelizan olaylar sonucu gelişen
hastalıklardan en sık görülenidir. Genç erişkinlerde gelişen yeti yitiminin başta
gelen nedenidir(1). Yaşam süresi üzerinde sınırlandırıcı etkisi olamamasına rağmen
uzun yıllar içinde gelişen yeti yitimi için bir potansiyel olduğundan sosyoekonomik
sonuçları önemli düzeydedir. Patolojik olarak MS, aksonların kısmen korunduğu
oligodendrosit kaybı ve astroglial skarlaşma ile çok sayıda demyelizasyon alanı ile
karakterizedir. Bazı tipik tanımlayıcı klinik özellikleri olsa da oldukça değişken
klinik gidişi ve pek çok atipik formu vardır. Genellikle tanıyı doğrulamak ve diğer
hastalıkları dışlamak için araştırma amaçlı tetkiklere ihtiyaç duyulur. Hastalık
monitorizasyonu
ve
tedavideki
gelişmeler
yeti
yitimi
ilerleme
sürecinin
yavaşlatılması sonucunda umut vericidir. Hastalığın temel doğasını anlama
konusunda halen kısıtlılıklar vardır ve yakın ve uzak gelecekte amaç hastalığın daha
iyi kontrolü ve hasara uğramış SSS dokusunun tamiridir.
1.1.PATOFİZYOLOJİ
MS’in belirti ve bulguları SSS’inde demyelizasyon adı verilen ve genelde
aksonların görece korunduğu patolojik sürecin yansımalarıdır. Ancak, detaylı
patolojik incelemeler ve ileri manyetik rezonans görüntüleme teknikleri göstermiştir
ki akut ataklarda bile MS plaklarında orta derecede akson kaybı olabilir. Son
zamanlarda tanımlanmış olan hem kortikal hem de derin gri cevher yapılarındaki
norön kaybı henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Normal myelinize aksonlar ile
deymelinize olmuş aksonların fizyolojik özelliklerinin karşılaştırılması MS’in belirti
ve klinik özelliklerinin temellerini kavramada yardımcı olur.
2
Kompakt myelin oligodendrositlerin lipitten zengin plazma membranıdır ve
akson boyunca ilerleyen elektrik uyarıları için izolasyon görevi yapar. Myelinize
aksonlar sinir impulslarının sıçrayıcı(saltatory) tarzda yüksek güvenlik faktörü
ile(eşik değerin 5-7 katı) hızlıca iletir. Ranvier düğümünde bulunan voltaj bağımlı
Na kanallarının açılmasıyla akım indüklenir. İçeri doğru Na girişi bir akım yaratır ve
bu akım sonraki Ranvier düğümüne doğru hareket eder çünkü akım myelinize
internodal segmentlerden dışarı doğru çıkmaz. K kanallarının açılması akımı
sonlandırır ve repolarizasyona yol açar. Aksonda değişik tip potasyum kanalları
vardır. Hızlı K kanalları 4-aminopiridine duyarlı olup internodal aksonal
membranda bulunurlar ve deymelinize aksonların repolarizasyonuna katkıda
bulunurlar. Yavaş K kanalları Ranvier nodunda yerleşimlidir ve tekrarlayıcı
ateşlenmenin modulasyonunda görev alırlar. Akson membranında bulunan Na-K
adenozintrifosfataz yüksek frekanslı ateşlenme sonrasında iyonik dengeyi sağlar.
Demyelinizasyon internodal akson akımının izolasyonunu ortadan kaldırarak
akımı kesintiye uğratır. Kısa segmentler (1 veya 2 internodal yol) için
demyelinizasyon genellikle kritik değildir. Bunun nedeni iletim için yüksek
güvenlik faktörünün olmasıdır. Ancak, daha uzun segmentlere ait demyelinizasyon
akımının kesintiye uğramasına yol açabilir çünkü akım sürekli propagasyon yoluyla
ilerlemelidir. En azından deyelizasyonun erken döneminde düşük dansitedeki Na
kanalları akım yayılımını inhibe etmektedir. Eğer akım olursa, normalin %5-10 u
gibi daha düşük bir hızdadır. Demyelinize aksonların refrakter periotları uzamıştır
ve tekrarlayıcı ateşleme yağmuru eğer refrakter periotta bir akson segmente girerse
bloke olabilir. Persistan nörolojik defektler veya MS’in negatif belirtileri büyük
plakların bulunduğu bölgeler gibi yerlerde ileti bloğunun devam etmesi nedeniyle
meydana gelirken fonksiyonların geçici kötüleşmesi ise parsiyel deymelinize
3
aksondaki fizyolojik değişiklikler nedeniyle güvenlik sınırındaki düşmeyi
yansıtır(Unthoff fenomeni, vücut ısısının artmasıyla kötüleşme). Belirti ve bulgular
zaman-kritik sinapslarda temporal dispersiyon geliştiren yavaşlamış iletim nedeniyle
gelişebilir. Dahası, transeksiyona uğramış aksonlarda ileti bloğu mutlaktır.
Demyelinze aksonların mekanik stimulasyonu aksonda denovo aksiyon
potansiyelleri oluşturabilir ve bu da boynun fleksiyonu ile oluşan elektrik şok hissini
yani Lhermitte fenomenini açıklayabilir. Deymelinize aksonlardan spontan aksiyon
potansiyelleri kaydedilmiştir ve eğer bunlar SSS’de bulunursa trigeminal nevralji,
miyokimi paraspinal kas spazmı ve görsel fosfenler gibi paroksismal pozitif MS
belirtilerini açıklayabilir.
Yapısal değişikliklere ek olarak ödeme ya da plak içinde ve plak
çevresindeki immunokompetan hücrelerden salıverilen çözünmüş faktörlere(sitokin,
kemokin, adezyon molekülleri) bağlı sinir iletimindeki fonksiyonel bozulmayı da
hesaba katmalıdır. Plak etrafındaki ödemin çözülmesi, pH değişiklikleri, selluler
infiltratlarda azalma, sitokin yıkımı ile hızlı düzelme gelişebilir. Daha geç düzelme
ise alternatif nöronal yolların kullanımını veya internodal Na kanallarında artışı
yansıtır, geç iyileşme remyelinizasyonu temsil ediyor olabilir.
1.2.PATOLOJİ
MS’in belirgin patolojik bulgusu, her ne kadar spektroskopi ve patolojik
çalışmalar akson kaybının da hastalık sürecinin bir parçası olabileceğini öne sürse
de, aksonların kısmen korunduğu belirgin demyelizasyon alanlarını içeren serebral
veya spinal plaklardır.
4
MS’de beynin gros incelemesinde değişken derecelerde atrofi ve ventriküler
dilatasyon görülür. İnspeksiyon ile spinal kord yüzeyinde plaklar izlenebilir. Beynin
kesit yüzeyinde bazen sınırları net olarak ayırt edilemeyen beyazımsı sarı veya
pembe renkli aktif plaklar izlenebilir. Daha eski plaklar translüsent görünebilirler,
mavi gri renk değişimi vardır ve sınırları keskin bir şekilde belirlenmiştir. Bu plaklar
genellikle serttir ve lastik benzeri bir kıvamdadır. Tek tek lezyonlar genellikle
küçüktür(1-2cm) fakat birleştiklerinde büyük plaklar yapabilirler. Manyetik
rezonans görüntüleme çalışmaları ile de doğrulandığı gibi, plaklar sıklıkla
preventriküler beyaz cevher, beyin sapı ve spinal kord gibi yerlerde perivenüler
yerleşimli gelişirler. Ancak, kortikal bölgelerde intrakortikal myelinize lifleri
etkileyecek şekilde sadece mikroskop ile görülebilen çok sayıda küçük plak vardır.
Akut MS’in en erken bulgularından biri MRG ile gösterilebilen kan beyin
bariyerinin bozulmasıdır. Lezyon patogenezinde kan beyin bariyerinin bozulması
kritik bir erken basamak olarak görülmektedir. Kan beyin bariyeri beyin ve endotel
hücreleri arasındaki sıkı bileşkelere (tight junction) dayanır. Bu bağlantılar
parçalanmaz ancak transendotelyal hücre veziküler taşıma sistemi aktive olur. Bu
sistem su, proteinler, antikorlar ve sitokinleri (ve gadolinium) beyine taşır.
Aktif plakların histolojik incelemesi perivasküler lenfositler(ağırlıklı olarak
T hücreleri), makrofajlar ve bazen plazma hücreleri ile infiltrasyon olduğunu
gösterir. Plakta, myelin parçalanmıştır ve kümelerde ya da lipit yüklü makrofajlarda
bulunan myelin debrislerine sebep olur. Plağın merkezinde en belirgin olan
makrofajlar myelin lamellerinin aksonlardan soyulmasında önemli bir rol oynar.
Reaktif astrositler de plakta belirgindir. İmmunohistokimyasal çalışmalar da
süregelen immunreaktivitenin göstergesi olarak aktif plaklarda sitokinlerin arttığını
göstermiştir.
5
Oligodenrogliaların MS lezyonlarındaki kaderi tartışmalıdır. Genel kanata
göre plak merkezinde myelin kaybı ile orantılı olarak oligodendria sayısı azalırken
periferde ise remyelizasyonun göstergesi olarak azalmaz ya da artar. Önceleri
SSS’de remyelizasyonun imkansız olduğu (periferik sinir sistemindekinin aksine)
düşünülürdü ancak gölgeli plakların(ince myelinize aksonların olduğu bölgeler)
varlığı santral remyelizasyon (2) konseptini destekler ve erişkin beyninde
oligodendroglial öncüller gösterilmiştir. Remyelizasyon daha önce myelin içeren
oligodendrositler ya da progenitör hücrelerin maturasyonunu içerebilir. Bu
remyelizasyon akut atak sonrası geç ya da yavaş iyileşmeye, hızlı klinik iyileşme ise
ödemin çözülmesi, inflamasyonun sonlanması ve myelin destrüksiyonunun minimal
olduğu plaklarda toksik maddelerin ortadan kaldırılmasına işaret eder.
Son
çalışmalarda progresif hastalığı olanlarda bile remyelizasyonun yaygın olabileceği
gösterilmiştir(3).
Rekürren demyelizasyon gösteren plakların incelenmesi kalıcı demyelizasyon
olabileceği gibi olası bir mekanizmayı destekler. Rekürren aktivite gösteren eski
plaklarda aktivite gadolinyum kontrastlı MRG ile gösterilebilir. Kronik demyelinizan
plaklar sonuç olarak tek bir ciddi demyelizasyon atağından ziyade aynı bölgede
rekürren demyelinizasyon atakları neticesinde gelişir(2). Bu durum sonunda
oligodendrogliaların remyelinizasyon yeteneğini aşar ve nihayetinde myelinizasyonu
engelleyen doku değişiklikleri ile sonuçlanabilir.
Biyopsi ve otopsi materyallerindeki çalışmalarda (4) MS lezyonunun
heterojen özelliği dikkati çekmiştir. Bu araştırıcılar dört farklı patolojik özellik
tanımlamışlardır. Bazı lezyonlar tanımlanabilen prekursör hücrelerden köken alan
aktif oligodendrogliaların biriktiği remyelinizasyona ait bulgular içeren ve daha
belirgin olarak inflamatuar (Tip I ve II) lezyonlardır. En sık gözlenen patolojik tip,
6
kompleman ve IgG depolanması ve inflamatuar infiltratların olduğu Tip II’dir.
Diğer hastalarda ise oligodendrositlerin yaygın destrüksiyonu, çok az yerine koyma
ve viral ya da toksik hücre apopitoz ve nekrozunu yakından andıran tip III ve IV
gözlenir. Bir hastadaki tüm aktif lezyonlar aynı tiptedir. Patolojik spesimenlerin
daha ileri incelemesi bu paternleri daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
MS’deki immun aracılıklı hasarın özel hedefi henüz tanımlanmamıştır.
Orantılı oligodendroglia ve myelin kaybı primer atağın oligodenroglialara ya da
üstünde bulunan antijene ve myeline karşı olduğunu destekler. Alternatif olarak
myelin de hastalığın primer hedefi olabilir, hastalığın en azından başlangıç
dönemlerinde oligodenroglialar demyelinizasyondan etkilenmeyebilirler.
Aktif lezyonlar perivasküler bölgelerde ve parankimde makrofaj ve T
lenfosit içerirler. T lenfositlerin çoğu α /β T hücre reseptörü içerir. Hem CD4 hem
de CD8 hücreleri vardır. SSS’de periferik dolaşım ile karşılaştırıldığında belirgin
olarak CD8 hücre artışı görülür. CD4 hücreleri aktif plakların perifer kısımlarından
komşu beyaz cevhere doğru yayılırken CD8 hücreleri perivaskuler alanlarda
bulunurlar. Bazı MS lezyonları da SSS’de ısı şok proteini eksprese eden hücrelerin
sitolizine aracılık eden γ/δT hücre reseptörü presente eden T hücreleri ekspre
ederler.
Lenfositler arasında özellikle myelin antijenine spesifiye olmuş hücreler
vardır. SSS T hücrelerinin repertuarının profili ve restriksiyonunun miktarına dair
bildirimler çeşitlidir. T hücre sensitizasyonu ya doğrudan myelin antijenine
maruziyet ile ya da SSS antijenlerinin drene olduğu servikal lenf nodları yoluyla ya
da myelinle benzerlik gösteren ekzojen antijenler yoluyla olur. Son bahsedilen
durum moleküler benzerlik olarak da bilinir. Mikroglial hücreleri endotelyal
7
hücreler ve astrositler major histokompaktibilite antijenleri eksprese etmek üzere
indüklenebilirler ve antijen sunan hücreler olarak görev yapabilirler ve böylece
immun aracılı hücrelerle myelin antijen etkileşimini arttırırlar.
Aktive
T
hücreleri
ve
mikroglia-makrofaj
antijen-kısıtlı
olmayan
mekanizmalarla doku hasarına katkıda bulunabilirler. Oligodendroglialar da dahil
olmak üzere bu hücre tiplerinin her biri çözünebilen faktörler salgılayarak doku
hasarına katkıda bulunurlar. T hücresinden salgılanan sitokinler tipik olarak
interlökin II (IL-2), interferon γ (IFN γ) ve tümor nekrozis faktor β(TNF β,
lenfotoksin)’dır. Karakteristik olarak IL-4, IL-5, IL-10 ve IL-3salan Th2
hücrelerinden IFN γ, TNF ve IL-2 salan Th1 hücrelerine doğru kayış vardır.
Makrofaj ve mikroglialardan salınan çözünebilen faktörler TNF alfa, lökotrienler,
tromboksanlar, proteazlar ve kompleman bileşenleridir. İmmunolojik olarak aktif
maddelerin çoğu immun hasar bölgesine nonspesifik lenfosit makrofaj göçünü ve
immun efektör-hedef hücre etkileşimini arttıran ya da kolaylaştıran neden olan
adezyon moleküllerinin artmasına neden olurlar.
B hücreleri ve immunglobünler de MS lezyonlarında bulunurlar. Bugüne
kadar MS için spesifik bir myelinotoksik antikor tanımlanmamıştır. Ancak alerjik
ensefalomyelit(EAE) modellerinde antimyelin antikorlarının hastalık şiddetini
arttırdığı gösterilmiştir ve bu durum immunn hasarın tam olarak ekspresyonu için
hem humoral hem de hücresel mekanizmaların gerekliliğini düşündürmektedir.
Kronik inaktif plaklar çevre beyin dokusundan keskin sınırlarla ayrılırlar ve
hiposelluler özellik gösterirler. Plaklar astrositik proliferasyon gösterirler ve
plaklarda oligodendroglia yokluğu ve çıplak aksonlar bulunur. Değişken oranlarda
aksonal büzüşme ve kayıp söz konusudur. Lezyon boyunca köpüğümsü görünümde
8
makrofaj ve mikroglia mevcuttur. Plağın uç kısımlarında hastalık aktivitesinin
devamını düşündüren hiperselürite mevcuttur.
Klasik MS ile hastalığın varyantları arasında patolojik farklılıklar
bildirilmiştir. Balo’nun konsantrik sklerozu beyaz cevherde alterne myelinize ve
deymelinize bantlarla karakterize bir hastalıktır. Klinik olarak hastalığın başlangıcı
ve gidişi tipik MS’den daha ağırdır ve serebrospinal sıvı daha inflamatuardır. Devic
nöromyeltis optikasında etkilenmiş SSS yapıları daha fazla nekroz, kist formasyonu
ve MS’inkinden daha fazla vaskuler proliferasyon gösterir(4). Marburg varyantında
ise büyük tümor benzeri plaklar ve geniş inflamasyon ve ödem alanları vardır.
Pek çok merkezde, hastalıkla ilgili yeni kavramlar olan patojenik heterejenite
ile gidiş, iyileşmeye eğilimi, süregelen yeti yitimi, akson kaybı veya diğer klinik
özellikler ile ilişkilendirmeye yönelik pek çok araştırma alanı doğmuştur. Zamanla
değişik patolojik özellikler baskınlık gösterir. Sekonder progresif MS’de
kompleman aktivasyonu ile eşleşen bir opsonin olan C3d ile ilişkili olarak plak
sınırlarında düşük derecede demyelinizasyon gözlenebilir ve bu da plakların yavaş
ekspansiyonunu ve progresif fonksiyon kaybına yol açan daha diffuz inflamasyonu
açıklar (2,5).
Son patolojik çalışmalar MS’de gr cevher üzerine yoğunlaşmıştır ve derin gri
yapılarda ve kortekste anlamlı lezyon yükü bulmuştur. İntrakortikal plakların yapısı
beyaz cevherdekinden farklıdır, inflamasyon daha azdır fakat anlamlı reaktif
mikrogliosis mevcuttur (6). Son çalışmalarda özellikle akut plaklarda aksonal
kaybın derecesi üzerine çalışılmıştır.
9
1.3.ETİYOLOJİ
1.3.1.OTOİMMUNİTE
Normal bireylerde az sayıda otoreaktif T ve B hücreleri mevcuttur.
Muhtemelen bu hücreler immun proliferasyonda klonal delesyondan kurtulmuşlardır
ve antijenlerine şu anda tolerandırlar. Bu hücreler toleranslarını kaybettiklerinde ve
hedef hücrelerde immun reaktivite işlemi başladığında otoimmunite gelişir.
Toleransın kırıldığı bir potansiyel yol moleküler mimikri diye adlandırılan kendine
ait
antijenler
ile
yabancı
antijenler
arasında
benzerlik
sonucu
gelişen
otoimmunitedir. Pek çok bakteriyal ve viral peptidler myelinin önemli proteinleri ile
yapısal benzerlik taşırlar; bunların az bir kısmı ise MS’li hastalarda spesifik T hücre
klonlarını aktive edebilir. Toleransın bozulduğu diğer bir durum ise SSS
enfeksiyonudur ki burada doku hasarı oluşur ve periferik dolaşıma antijenler salınır
ve bunlar da otoreaktif T hücre aktivasyonuna neden olur.
Myelin bazik protein(MBP) uzun zamanlar otoimmun atak için primer
adaylardan biri olarak değerlendirilmiştir. Hem normal insanlarda hem de MS’li
hastalarda özellikle de aktif hastalığı bulunanlarda periferik kanda MBP’ye yanıt
veren T hücreleri tespit edilmiştir. MBP myelin proteinin %30’unu oluşturur ve
MS’in primer hayvan modeli olan EAE için antijen olabilir. MBP’nin azalmış peptid
ligandlarıyla yapılan son çalışmalar da MBP reaktif T hücrelerinin patojenik rolünü
desteklemektedir.
Myelinin pek çok diğer karakteristik proteinleri de otoimmun atak için aday
olabilirler. Proteolipid protein SSS myelin proteininin %50’sini oluşturur ve myelin
yaprakçıklarının iç membranını oluşturur. PSS’de P0 bu rolü proteini üstlenir.
Myelin ilişkili glikoprotein, myelin oligodendrosit glikoprotein ve siklik nükleotid
10
fosfodiesteraz periferik sinir myelininde bulunmazlar ve MS sadece santral myelini
tuttuğu için bu proteinler de ilgi alanı oluşturmaktadır.
MS’de otoimmunitenin muhtemel nedensel mekanizma olduğu düşünülse de
henüz tam kanıtlanmış değildir. Hedef antijen ve immunopatolojik sürecin detayları
henüz tam anlaşılmış değildir. İmmun hücre repertuarında görülen değişiklikler ve
hastalığın aktif döneminde hem kanda hem beyin omurilik sıvısında normallerle
karşılaştırıldığında miktarlarındaki değişiklikler MS’in disimmun bir hastalık
olduğunu desteklemektedir(7,8).
1.3.2.ENFEKSİYON
MS’in nedenleri arasında mikrobiyal enfeksiyonun rolü uzun yıllardır
süregelen tartışma konusudur. MS epidemiyolojisinw bakıldığında bazı tiplerinde
ekzojen ya da çevresel bir faktörün varolduğunu düşündürür. Epidemiyolojinin
yanında çok az bulgu da viral enfeksiyonun rolünü destekler. Otopsi ya da biopsi
materyallerinde virus kültür etmeye yönelik sayısızçabalar birbirleriyle tutarsız
sonuçlar vermektedir. Serolojik verileri yuvarlamak zordur çünküelde edilen titreler
sadece artmış immun reaktiviteye nonspesifik eğilimi yansıtıyor olabilir. Bilindik bir
viral genomu(örneğin insan T hücre lenfotropik virus tipi I(HTLV-I)) tanımlamaya
yönelik çabalar da negatif sonuçlar vermiştir.
Son zamanlarda, insan herpers virus-6(HHV-6), Epstein Barr Virus(EBV) ve
Clamidia Pneumoniae MS’in potansiyel tetikleyicisi oldukları düşünülerek ilgi
odağı olmuşlardır. Serum ve BOS örneklerinden yapılan çok sayıda çalışma farklı
sonuçlar vermiştir. Örneğin erken çalışmalardan birinde MS’li beyinlerin %47’sinin
HHV-6 için pozitif olduğu ve %80’ninde serumda antikorların yüksek olduğu
saptanmıştır. Daha yeni bir çalışmada ise BOS örneklerinde HHV-6 DNAsı
11
saptanmamış ve serum antikor titrelerinin normal populasyondan farklı olmadığı
saptanmıştır. Daha önceden de belirtildiği gibi MS ve virusler ve mikrobiyal
enfeksiyonla ilgili son söz henüz söylenmemiştir.
1.4.KLİNİK BELİRTİLER VE FİZİK MUAYENE BULGULARI
MS klasik olarak, genellikle genç erişkin yaşta başlayan SSS’de multiple
beyaz cevher yollarını etkileyen relaps-remisyonla giden bir hastalık olarak
tanımlansa da hastalık belirgin klinik heterojenite gösterir. Bu farklılık
başlangıçyaşında, başlangıç şeklinde, sıklıkta, relapsların şiddet ve sekellerinde,
progresyonun yaygınlığında ve zaman içindeki kümülatif defisitte olabilir. Her ne
kadar klinik ve patolojik bulgularda farklılık olsa da değişik klinik özellikler,
multifokal SSS(primer olarak myelin) harabiyetini(MS plakları) yansıtır. Yüksek
orandaki değişkenlik göstermesi ve gidişini ve şiddetini tahmin etmekteki güçlükler
MS’in SSS’nin en kafa karıştırıcı hastalıkları arasında tutmaktadır.
MS’in belirti ve bulguları primer olarak geniş deymelinize segmentlerde ya
da aksonal hasar bölgelerde ileti bloguna ek olarak da küçük deymelinize
segmentlerde yavaşlamış iletiyi yansıtmaktadır ki bu yavaşlamış ileti kritik temporal
dispersiyona neden olmaktadır.
1.4.1.KOGNİTİF BOZULMA
Nörofizyolojik çalışmalardan elde edilen veriler gösterir ki MS’de kognitif
bozukluk olduğundan daha az rapor edilmiştir. Nörofizyolojik testlere göre MS’de
kognitif bozukluk oranı %34-65dir (9). En sık görülen anormallikler soyut
kavramlaştırma, yakın hafıza, dikkat ve bilgiyi işleme hızında değişikliktir. Hastalar
hafıza kaybı ya da früstrasyondan yakınabilirler. Rutin ofis vizitinde bu bozukluklar
12
belirgin olmayabilir. MS’li hastalarda kognitif defisit hasta multiple uyarana maruz
kaldığında ve baskı altında olduğunda olur. Afazi, ihmal sendromu, kortikal körlük
ve belirgin davranış bozukluğu nadirdir.
MS’in erken evrelerinde süregelen akson ve nöron kaybının olması korpus
kallusunda incelme, ventriküler sistemde genişleme ve MRG’de beyin doku kaybı
işaretlerinin olması eskiden inanıldığının aksine MS’in daha erken evrelerinde
olmakta ve kontrol populasyonuna göre 10 kat daha sık gözlenmektedir.
1.4.2.DUYGULANIM BOZUKLUKLARI
Kesitsel çalışmalarda MS’li hastaların çoğunda değişik oranlarda effektif
bozukluk olduğu gösterilmiştir(10). Depresyon en sık izlenen bulgudur ve
çoğunlukla da kronik, kür şansı olmayan bir hastalıkla mücadele etmeye ikincildir.
Buna rağmen MS’de diğer kronik hastalıklardan daha fazla oranda görülmektedir ve
bu durum bir komponentinin de olabileceğini düşündürmektedir. MS’de yaşam boyu
major depresyon riski %50 iken, kronik medical durumu olan hastaların
değerlendirildiği başka bir çalışmada bu oran %12,9’dur. Bazı veriler MS ve bipolar
hastalık arasında tahminen genetik olduğu düşünülen komorbit ilişki göstermiştir.
Diğer kronik hastalığı olan hastalarla ya da genel populasyonla karşılaştırıldığında
MS’de intihar eğilimi daha fazladır(11). Frontal ya da subkortikal beyaz cevher
hastalığı eşlik eden nedensel faktör olabilir. Daha önce sık olduğu düşünülen öfori
gerçekte çok sık değildir ve genellikle de MR’da daha fazla hastalık yükü ve orta
veya şiddetli kognitif bozukluk ile ilişkilidir. Hastalar depresyondan elasyona kadar
giden disforik tablo ile karşımıza gelebilirler.
13
1.4.3.KRANİAL SİNİR DİSFONKSİYONU
1.4.3.1.VİZUEL YOLLARDA BOZUKLUK
Vizuel yol tutulumunun en sık izlenen tipi genellikte tek taraflı akut veya
subakut seyreden, göz hareketleriyle artan ağrıya neden olan ve takibinde değişik
derecelerde santral görme kaybı gelişebilen optik nörit(ON)dir. Sık olmasa da
bilateral ON gelişebilir ancak bunun eş zamanlı mı yoksa birbirini takip ederek mi
geliştiği ayırt edilmelidir. Bilateral eş zamanlı ON MS’de oldukça nadirdir ve izole
bulgu halinde saptanması durumunda Leber’in herediter optik nöropatisi veya toksik
optik nöropati gibi diğer tanılarda düşünülmelidir. MS vakalarındaki ON’de
bozulma genelde asimetrik başlar ve genelde bir gözde diğerinden daha fazladır.
Rekürrent oldukça değişkendir. Geniş çaplı bir ON tedavi çalışmasında, plasebo ile
tedavi edilen hastaların %15’inde ilk atağın tedavisinden yaklaşık 6-24 ay
sonra(ipsilateral ya da kontralateral gözde) rekürrens saptanmıştır. Görme alanı
haritalanmasında santral veya çekosantral skotom (fizyolojik kör noktayı içeren
santral skotom) açığa çıkar. Sık olmasa da optik radyasyonun tutulmasıyla homonim
alan defektleri gözlenebilir.
ON’li hastalarda rölatif afferent pupil defekti vardır(Marcus Gun pupil).
Afferent pupiller defekt her iki göze sırayla parlak ışık tutularak test edilir(sallanan
ışık testi). Tek taraflı optik sinir disfonksiyonu söz konusu olduğunda, ışık normal
gözden hasta göze doğru hareket ettirildiğinde anormal pupil paradoks olarak
genişler. ON lezyonu optik sinir başını etkilediğinde çocuklarda erişkinlere göre
daha sık rastlanan disk ödemi(papillit) görülebilir. Sıklıkla optik sinir lezyonu
retrobulbar olup göz dibi muayenesi akut fazda normaldir. Geç dönemde akson
kaybına bağlı optik disk solar.
Bu solukluk diskin temporal bölümünde
14
baskındır(temporal solukluk). Akut ataktan ortalama 2-6 ay sonra ON’li hastaların
%90’ında görme normale döner. İyileşme sonrası parlak renklerin özellikle de
kırmızı rengin soluk görülmesi olabilir; bazı hastalarda etkilenen gözde nonspesifik
hafif görmede bulanıklaşmadan yakınabilirler.
Unthoff fenomeni vücut sıcaklığının artışı sonrası meydana gelen görme
keskinliğinde azalmadır. Egzersiz sonrası, sıcak banyo ya da ateş yükselmesi sonucu
gelişebilir. Bu fenomen subklinik demyelinizasyon veya daha önceden varolan optik
sinir zedelenmesini yansıtır. Vücut ısısının artmasıyla santral sinir sisteminin diğer
bölgelerindeki hasarlarda da benzer fenomen gözlenebilir. Bu fenomenin temel
mekanizması vücut sıcaklığında artmayla ileti etkinliğinde azalma ve subklinik bir
bozukluğun klinik hale gelmesidir.
1.4.3.2.OKULER MOTOR YOLLARDA BOZUKLUK
Bireysel okuler motor sinir tutulumu MS’de sık değildir. Olduğu zaman
tutulan sinirler sıklığı giderek azalacak şekilde VI, III ve nadiren IV. cranial sinirdir.
Daha sık bulgular vestibulookuler bağlantıların ve internükleer bağlantıların
tutulumunu işaret eder. Nistagmus MS’de sık bir bulgudur. MS için karakteristik
olan nistagmus tipi edinsel pendular nistagmustur. Bu bozuklukta gözlerde primer
pozisyonda titreyen jöleye benzeyen hızlı, küçük amplitüdlü pendular osilasyonlar
vardır. Hastalar sıklıkla osilopsi(görme alanı etrafında subjektif cisimlerin
uçuşması)’den yakınırlar. Bu çeşit nistagmus belirgin görme keskinliği kaybını
yansıtır.
İnternükleer oftalmopleji, bozulmuş veya kaybolmuş addüksiyon ve abdukte
olmuş gözde horizontal nistagmus ile karakterizedir ve azalmış addüksiyonun
olduğu tarafta medial longiditunal fasiküldeki lezyona sekonderdir. Konverjans
15
korunmuştur. Bilateral olduğunda, yukarı doğru bakışta vertikal nistagmus ile
eşleşmiştir. Daha çok MS’i düşündürse de bilateral internükleer oftalmopleji beyin
sapı gliomu, vaskuler lezyonlar, Arnold Chiari malformasyonu ve Wernicke
ensefalopatisi gibi diğer intraaksiyal beyin sapı lezyonlarıyla da görülebilir.
Okuler pursuit hareketleri düzgün olmaktan ziyade sıklıkla sakkadiktir.
Okuler dismetri serebellar disfonksiyonun diğer bulgularıyla ve her ne kadar
spinoserebellar dejenerasyonlarda daha sık olsalarda intruziv sakkadik hareket(kare
dalga sıçraması; square wave jerks) gibi diğer okuler osilasyonlarla birlikte olabilir.
1.4.3.3.DİĞER CRANİAL SİNİRLERDE BOZULMA
Yüzde subjektif ya da objektif duyu bozukluğu MS’de görece sık bir
bulgudur. Genç bir erişkinde trigeminal nevralji görülmesi sıklıkla MS’in erken
bulgularından biridir. Fasial miyokimi, inip çıkan dalga gibi yüzde seyirme ve
hemifasial spazm görülebilir, fakat bu durumda diğer fokal beyin sapı lezyonları
dışlanmalıdır. Unilateral fasial parezi gelişebilir fakat tat duyusu hemen daima
hiçbir zaman etkilenmez. Bu sendromlarda akut okulomotor palside olduğu gibi
sinir periferden ziyade beyin sapındaki seyri içinde etkilenir. MS’li hastaların %3050’sinde vertigo vardır ve yakın bölgedeki beyin sapı ya da kranial sinirlerin
disfonksyonu sonucu gelişir. Bununla ilişkili belirtiler hiper ya da hipoakuzi, yüzde
uyuşukluk ve diplopidir. Tam duyma kaybı, genellikle tek taraflıdır ve sık rastalanan
bir bulgu değildir. Üst motor nöron tipinde(psödobulbar sendrom) aşağı kranial sinir
malfonksiyonu genellikle MS’de görülen geç bir bulgudur.
16
1.4.4.DUYUSAL YOLLARDA BOZULMA
Duyusal belirtiler MS’de sık gözlenen başlangıç bulgularıdır ve hastalığın
seyri sırasında hemen her hastada değişik zamanlarda gözlenebilir. Duyusal
özellikler spinothalamic posterior kolon veya arka kök giriş lezyonlarını yansıtabilir.
Duyusal belirtiler sıklıkla uyuşma, karıncalanma, iğnelenme, gerginlik, soğukluk,
kaşıntı, gövde ya da ekstremitelerde şişme olarak tanımlanır. Özellikle aşağı
thorasik ve abdominal bölgelerde unilateral ya da bi lateral radiküler ağrılar ve
abdominal kuşak gibi bir his olabilir.
En sık gözlenen duyusal bozukluklar, değişik derecelerde vibrasyon ve
eklem pozisyon hissinde bozukluk, dört ekstremitenin dışsal kesimlerinde ağrı ve
hafif dokunma hissinin kaybı, ekstremite ve gövdede yamalı alanlar tarzında ağrı ve
hafif dokunma hissi kaybı olabilir. Hemiduyusal sendromdan(Brown-sequart)
ziyade assenden tarzda bilateral duyusal seviye daha sık bir bulgudur. Hastalar
genellikle iğne batması hissinin arttığından ya da hafif elektrik şoku almış gibi
hissettiklerinden veya uyaranın uygulandığı yerden fermuar tarzında yayıldığından
yakınırlar. Duyusal kullanışsız el(uyuşuk, beceriksiz el sendromu) karakteristik ama
nadir bir özelliktir ve kuvvette kayıp olmadan propriocepsiyonda belirgin bir
değişikliğe ikincil fonksiyondaki bozulmadan oluşur. Bu vakalardan spinal korda
ilgili kök girişinde ya da posterior kolonlarda lezyonlar sorumlu olabilir.
1.4.5.MOTOR YOLLARDA BOZULMA
MS’de kortikospinal yol disfonksiyonu sıktır. Üst ekstremitelerde belirgin
güçsüzlükten ziyade paraparezi ve parapleji daha sık görülür. Şiddetli spastisite ile
birlikte, yataktan ya da tekerlekli sandalyeden kalkmaya çalışırken uygulanan aktif
ya da pasif girişimler sonucu bacaklarda ya da gövde de ekstansör ya da flaksör
17
kaslarda spazm görülebilir. Fizik bulgular özellikle bacaklarda kollardan daha
belirgin spastisiteyi içerir. Derin tendon refleksleri ekzejare olmuştur ve sürekli
klonus ortaya çıkarılabilir ve ekstansör plantör cevap gözlenir. Tüm bu belirtiler
genelde asimetriktir. Bazen, refleks arkını segmental seviyede kesintiye uğratan
lezyonlar sonucu derin tendon refleksleri azalabilir, reflekslerde tersine dönme
olabilir, triceps refleksi gibi bir refleks kaybolabilir ve efferent komponenti, triceps
kasında olduğu gibi lezyonun distalindeki kasın kasılmasıyla sonuçlanabilir. Spinal
kordun sakral segment lezyonlarında eşlik edeb sfinkter ya da cinsel bozulma olsun
ya da olmasın Aşil refleksi kaybolabilir. Bazen azalmış refleksler serebellar yol
lezyonlarında hipotoniyi yansıtır. Amiyotofi eğer varsa küçük el kaslarını tutar ve
motor kök çıkış lezyonu akson kaybına bağlı kas denervasyonu ile sonuçlanabilir.
Sekonder tuzak nöropatilerde MS’li hastalarda görülen kas atrofisinin bir nedenidir.
Spinal MS’de görülen diğer bir hastalık gelişimi de önce alt ekstremitelerde
başlayan ve daha sonra tek bir üst ekstremiteyi tutan ve daha sonra diğerlerine
yayılan ve el kaslarından başlayan formdur. Genellikle ilişkili gövde kaslarında
güçsüzlük ve anormal postür vardır ve daha az sıklıkla da solunum kasları etkilenir.
1.4.6.SEREBELLAR YOLLARDA BOZULMA
Serebellar yollarda bozulma yürüme dengesizliği, kollarda koordine
hareketleri becermede güçlük ve konuşmada bozulma ile karakterizedir. Fizik
incelemede genellikle üst ekstremitelerde gözlenen dismetri, kompleks hareketlerin
dekompozisyonu, hipotoni gibi rutin serebellar disfonksiyon bulguları vardır.
Ekstremitelerde intansiyon tremoru ve başın titubasyonu görülebilir. Ataksi
nedeniyle yürüme bozulmuştur. Nistagmus, okuler dismetri ve sık refiksasyon
sakkadları serebellar ya da serebelovestibuler bağlantı disfonksiyonunu yansıtır.
18
Şiddetli vakalarda tam astazi(ayakta duramama), şiddetli intansiyonel tremor
nedeniyle ellerini kullanamama ve anlaşılmaz konuşma görülebilir.
1.4.7.MESANE, BARSAK VE CİNSEL FONKSİYONDA BOZULMA
Sfinkter ve cinsel disfonksiyonun yaygınlığı genellikle alt ekstremitelerdeki
motor bozukluk ile paralel seyreder. Mesane disfonksiyonu olanlarda en sık
gözlenen yakınma, suprasegmental lezyon varlığını düşündüren, inhibe olmamış
detrüsor kontraksiyonuna bağlı idrara sıkışma hissidir. Hastalık ilerledikçe idrara
sıkışmaya bağlı üriner inkontisans daha sık gözlenir. Spinal kordun sakral
kesimlerinin tutulmasıyla mesane hipoaktivitesine bağlı belirtiler ilerleyebilir ve
idrar akımında azalma, işemede kesiklik ve mesanenin tam boşalmaması izlenebilir.
Taşma tarzında boşalan atonik dilate mesane doluluk hissinin kaybı sonucu gelişir
ve üretral, anal ve genital hipoestezi ve sakral dermatomlarda duyu kusurları ile
ilişkilidir. Mesane boşalmasını engelleyen dissinerjik istemli sfinkter , sık ve az
miktarda ürinasyona yol açar ve büyük miktarda postvoidal rezidü ile sonuçlanır.
MS’li hastalarda özellikle de çok doğum yapmış kadınlarda mesane belirtileri
değerlendirilirken, diğer nedenler dışlanmalıdır. İdrar yolu enfeksiyonu MS’de
özellikle de kadınlarda sıktır. Bu enfeksiyonlar ateş ve yan ağrısı yapmayabilir
ancak mesane belirtilerinde ve diğer nörolojik disfonksiyon belirtilerinde artışa yol
açabilir.
Konstipasyon gaita inkonstinansından daha sık bir bulgudur ve genellikle de
MS’li hastalardaki hareket kabiliyetindeki azalmaya ve hastaların yanlış olarak
idrara sıkışmadan kaçınmak için az sıvı tüketmelerine bağlıdır. Paraplejili hastaların
hemen tümü, barsak hareketlerini düzenli idame ettirebilmek için özel yöntemlere
gereksinim duyarlar.
19
Cinsel disfonksiyon sıklıkla atlansa da MS’de sık gözlenir. Hastaların
ortalama %50’si hastalığa ikincil cinsel olarak tamamen inaktif hale gelirler,
%20’sinin ise aktivitesi azalır. Erkekler değişik oranlarda erektil disfonksiyon
yaşarlar ve sıklıkla da ilişki sırasında ereksiyon hızlı ortadan kalkar, ejekülasyon
kaybı ise daha azdır. Çoğu kadında mesane ve barsak fonksiyonlarında kayıp olsa da
orgazm yeteneği korunur. Cinsel disfonksiyon, lezyonun motor, duysal ve otonomik
yollara doğrudan etkisine bağlı olabileceği gibi, kendine güven, öz bakımı gibi
psikososyal faktörlere ve partneri tarafından reddedilme korkusunun libido üzerinde
etkisine bağlı gelişebilir. Spastisite, paraparezi ve inkontinansın neden olduğu
mekanik problemler de problemi daha da alevlendirebilir.
1.4.8.MULTİPLE SKLEROZ’UN KLİNİK AYIRT EDİCİ KLİNİK
ÖZELLİKLERİ:
Sadece MS’e has herhangi bir klinik fenomen olmasa da, bazıları MS için
yüksek
derecede
karakteristiktir.
Bilateral
internükleer
oftalmoplejiden
bahsedilmiştir. Lhermitte fenomeni boyun fleksiyonunda omurga boyunca ya da
ekstremiteler boyunca yayılan elektrik şoku hissidir. Sık olmayabilir ve baş ve
boynun ufak hareketleriyle olabilir. Genellikle MS ile ilişkili olsa da servikal kordun
tümor, disk hernisi, postradyasyon myelopati ve travma gibi durumlarında
gözlenebilir.
Demyelinizasyon lezyonların belirtisi olarak paroksismal motor ve sensoryal
fenomenler gözlenebilir. Beyin sapındaki lezyonlar paroksismal diplopi, fasial
parestezi, trigeminal nevralji, ataksi ve disartri yapabilir. Motor sistem tutulumu, bir
veya iki(homolateral) ekstremitede bazen de yüzde ağrılı tonik konsantrasyonlara
yol açabilir ancak dört ekstremitenin tümünde ve gövdede nadiren görülür.
20
Isı hassasiyeti MS’de iyi bilinen bir durumdur; vücut ısısındaki küçük artışlar
varolan belirti ve bulgularda geçici kötüleşmeye yol açabilir. Bu fenomen daha
sıklıkta diğer nörolojik bozukluklarla da görülür ve muhtemelen vücut ısısı arttıkça
sinir bloğunun artışına bağlıdır. Normalde vücut ısısı arttıkça sinir iletim güvenlik
faktörü azalır ve bu belli bir noktaya ulaştığında ileti bloğu gelişir; işte bu nokta
demyelinizan sinirlerde daha düşüktür.
Yorgunluk MS’de karakteristik bir bulgudur ve genellikle yapılan aktivite
şiddetiile orantısız fiziksel tükenme şeklinde tarif edilir. Çoğu hasta gece normal
uyusalar da sabah yorgun uyanmaktan yakınırlar. Yorgunluk gün içinde de olabilir
ancak istirahat ile kısmen veya tamamen düzelebilir. Yorgunluğun derecesi
hastalığın şiddeti ve diğer belirtileriyle zayıf korelasyon gösterir. Kognitif
bozuklukta olduğunun aksine depresyon ve yorgunlukla MRG bulguları arasında
korelasyon yoktur. Yorgunluk genelde akut atak ile ilişkilidir ve atağın fokal
nörolojik özelliklerinden önce ortaya çıkıp atak sonlandıktan sonra uzun süre devam
edebilir.
1.5.TANI KRİTERLERİ
MS tanısının temelini nörolojik hikaye ve fizik muayene bulguları
oluşturmaktadır. MS hasta gruplarında homojeniteyi sağlamak için Schmacher MS
tanı komitesi, klinik olarak kesin MS tanısı konması için altı kriterin gerekli
olduğunu belirlemiştir:
1-) Objektif SSS disfonksiyonu
2) Beyaz cevher yapılarının tutulumunu
3-) SSS’de iki veya daha fazla bölge tutulumu
21
4-) Relaps-remisyonla giden ya da kronik(6aydan fazla) progresif seyir
5-) Başlangıç yaşının 10-50 yaş olması
6-) Deneyimli bir nörologun belirtileri başka bir tanıyla açıklayamaması
Bu tanı kriterlerinde laboratuar bulgularına yer verilmemiştir. Bu katı
kriterleri bazı MS hastalarının tanı dışı kalmasına neden olabilir; örneğin otopsi
çalışmalarındaki vakaların ancak %95’i bu kriterleri tam olarak sağlayabilmişlerdir.
Bu kriterler 1983’te Poser ve arkadaşları tarafından başlangıç yaşı 59’a kadar
genişletilerek ve BOS incelemesi, uyarılmış potansiyeller(EP) ve nörogörüntüleme
yöntemleri tanıya eklenerek genişletilmiştir. Bu kriterler araştırma çalışmalarına
sadece MS’li hastaların dahil edildiğini ispatlamak için geliştirilmişlerdir. Daha yeni
olarak McDonald ve arkadaşları, olası ve kesin MS tanılarını koymak için detaylı
MRG tanısı kılavuzlarını ve zamanlama aralıklarını içeren yeni tanı kriterleri
belirlediler. Tanısal değerlendirmenin sonucunda ya MS ya muhtemel MS tanısı
konur ya da MS dışlanır. Son kriterler hem pratikte hem de klinik araştırmalarda
kullanım için geliştirilmiştir. Bu kriterler Ulusal Multiple Skleroz Derneğince
2005’te revize edilmiş ve genişletilmiştir.(12). Tüm MS tanı kriterlerinin ortak fikri
belirti ve bulguların zaman ve alan açısından dissemine olması gerekliliğidir.(birden
fazla episotda birden fazla SSS alanının tutulması).
Hastalığın başlangıç aşamasında tanı kriterlerini karşılayamayan hastalar
klinik olarak kafa karıştırıcı olmuştur. Klinik olarak MS ile uyumlu olan MRG’de
multifokal beyaz cevher demyelizan plak düşündüren lezyonları olan monofazik
nörolojik hastalığı bulunanlarda MS tanısı hemen hemen kesindir. Bu durum klinik
izole sendrom olarak adlandırılır. Brex ve arkadaşları(2002) tarafından yapılan uzun
dönemli bir çalışmada başlangıçta demyelinizan episotları olan hastaları 14 yıla
22
yakın takip etmişlerdir ve MS ya da şüpheli MS dışında bir hastalık
düşünülmemiştir(13). Nadiren, postenfeksiyöz ensefalomyelit, ADEM ve vaskülit
vakaları da benzer özellikler gösterebilir. Ek olarak takip çalışmaları göstermiştir ki,
başlangıçta MRG bulguları saptanan hastaların önemli bir kısmı yıllar sonra bile
klinik semptomatik MS geliştirmezler.
1.5.1.AYIRICI TANI
İki veya daha fazla, en azından parsiyel rezolüsyon gösteren SSS
disfonksiyonu atağı olan genç bir erişkinde MS’in ayırıcı tanısı çok sınırlıdır. Atipik
presentasyonu, monofazik episotları veya progresif hastalığı olanlarda problem
doğmaktadır. Bazı duyusal belirtilerin olağandan farklı olması ve hastaların bunları
tanımlamada güçlük çekmeleri yanlışlıkla konversiyon tanısı almalarına neden
olabilir. Sorgulamanın geriye dönük yapılması da önceki olaylara ilişkin detayları
örter ve bazı vakalarda önceki ataklara dair net değerlendirme yapmak zorlaşır.
SSS’in bir bölgesine atfedilebilen belirtileri olan monofazik bir hastalık durumu söz
konusu olduğunda neoplazm, vasküler olaylar ve enfeksiyonlar gibi pek çok hastalık
ayırıcı tanıda akla gelmelidir. Klinik progresyon ve tutulan yere bağlı olarak uygun
nörogörüntüleme yöntemleri tanıyı netleştirebilir. En çok şüphe tedavi edilebilir
progresif SSS hastalıkları(Vitamin B12 eksikliği, kompresif spinalkord lezyonları,
AV malformasyonları, kavernöz anjiom, Arnold Chiari malformasyonu) varlığında
ortaya çıkar.(Bunları ortaya çıkarabilmek için büyük hassasiyet gösterilmelidir.).
Enfeksiyonlar(Sifiliz, HTLV-1, HIV) ve kalıtımsal hastalıklar(Erişkin metakromatik
lökodistrofi,
Adrenomyelonöropati,
Spinoserebellar
varlığında ortaya çıkar.
23
bozukluklar,
CADASIL)
Genelde sık yapılan hata MRG’de multiple hiperintense lezyonlarının
gereğinden fazla MS’le eşdeğer kabul edilmesidir. Klinik belirtilerin de MS ile
uyumlu olması gerekmektedir. T2 ağırlıklı sekaslarda MRG’de özellikle de
yaşlılarda az sayıda hiperintense alan görülebilir fakat bu MS varlığını
düşündürmez. Sistemik Lupus Eritematozus(SLE), Sjögren hastalığı, Poliartiritis
Nodosa, Sifiliz, retroviral hastalıklar ve Behçet hastalığı gibi SSS’nin vaskulitik
hastalıklarının hepsi seyirleri relaps ve remisyonla olsun olmasın multifokal
lezyonla seyredebilirler. SLE henüz hastalığın diğer sistemik bulguları ortaya
çıkmadan uzun yıllar önce nörolojik sendrom olarak presente olabilir. Behçet
hastalığında mukogenital ülserasyonlara eşlik eden multifokal nörolojik bulgular
görülebilir. SSS sarkoidozu multifokal nörolojik ve MRG lezyonlarıyla MS ile
karışabilir. Sık olmasa da ADEM ayırıcı tanıda akla getirilmelidir. Mitokondrial gen
defektlerinde MS benzeri fenotip gözlenebilir. Karakteristik MS bulgularından daha
önemli olan klinisyeni MS tanısını tekrar gözden geçirmeye yöneltmesi gereken
bulgulardır. Hekimler çoğu hastaya MS tanısı koyduktan sonra ileri tanısal
basamaklara devam etmezler. Aşağıda sayılan klinik özellikler varsa klinisyen diğer
hastalık olasıklarını da akılda tutmalıdır:
1-) Ailede nörolojik hastalık varlığı
2-) Foramen magnumun üstünde hastalık yokken, sınırları iyi belirgin spinal seviye
olması
3-) Sebat eden sırt ağrısı
4-) Tek bir anatomik bölgeyle ilişkilendirilebilen belirti ve bulguların olması
5-) Hastalık başlangıcının 60 yaş üstünde ya da 15 yaşın altında olması
24
6-) Progresif hastalık olması.
Bu özelliklerin hiçbiri MS tanısını dışlamaz ancak, bunlar varsa MS tanısı
kabul edilmeden önce diğer hastalıklar da aranmalıdır.
1.5.2.SEYİR
MS’in en karakteristik klinik seyri, başlangıçta akut veya subakut klinik
disfonksiyona neden olan, günler veya haftalar içinde zirve yapan, belirtilerin ve
bulguların kısmen ya da tam olarak düzeldiği remisyonla sonuçlanan relapslardır.
Relapsın minimum süresi zorunlu olarak 24 saattir. Daha kısa süreli klinik
belirtilerin gerçek relaps(yeni lezyon oluşması veya daha önceki lezyonda boyut
artışı) kabul edilme olasılığı düşüktür. Daha önce var olan klinik bulguların
kötüleşmesi, ateş, enfeksiyon, fiziksel aktivite, metabolik sıkıntı ile eş zamanlı
olabilir ve saatler-bir gün veya daha uzun sürebilir. Bu kötüleşme daha önce
deymelinize
aksonlarda
ileti
bloğunu
yansıtır.
MS
relapsları
atakların
sıklığı(relapslar arasındaki normal aralık haftalar ve yıllar sürebilir); başlangıç
şekli(ani ya da subakut) ve remisyonun süresi, şiddeti kalitesi tutulan SSS bölgesine
göre farklılık gösterir. Relapsların sıklığı yüksek oranda değişkendir ve çalışılan
populasyona göre, hastaarın yakın takip edilme durumuna ve hasta tarafından mı
yoksa doktor tarafından kaydedildiğine göre değişir. Pek çok çalışmanın sonucuna
göre yılda 0,4-0,6 relaps görülür.
Klinik çalışmalarda yakın takip edilen hastalarda relaps oranları daha
yüksektir. Bu da muhtemelen seçime ve bu çalışmalarda muayene ve bildirmenin
daha yakın olmasına bağlıdır. Klinik çalışmalarda plasebo grubunda atak oranı yılda
0,8-1,2’dir. Genel olarak ataklar hastalığın ilk yıllarında daha fazladır. İlerleyen
yıllarda azalmaktadır. Hastalık seyri sırasında relapslar arasına serpiştirilmiş
25
hastalığın uykuda olduğu periyotlarla seyreden forma relaps-remisyonla giden MS
denir.
Hastaların ortalama %15’i ikinci bir relaps yaşamazlar. Bu iyi huylu seyrin
tam sıklığı bilinmemektedir. Çünkü bu kişiler genelde sağlık kuruluşuna
başvurmazlar. Otopsi çalışmalarında patolojik olarak MS ile uyumlu ancak hasta
yaşadığı sürece belirti vermemiş vakalar bildirilmiştir. Benzer olarak MRG’de T2
ağırlıklı sekanslarda hiç nörolojik episot yaşamamış kişilerde MS benzeri plaklar
saptanmıştır. MS’li hastaların asemptomatik yakınlarında MRG’de demyelinizasyon
ile uyumlu lezyonlar görülebilir. MRG’nin kullanılması daha önce prognoz
çalışmalarına dahil edilmemiş hafif MS vakalarını da tespit ederek MS spektrumunu
genişletebilir.
Hastalığın paternini ve seyrini belirlemek için terimler standardize
edilmiştir(14). Dört hastalık kategorisi tanımlanmıştır:

Relaps-remisyonla giden MS: İyileşme döneminde tamamen ya da sekel ve
rezidüel defekt ile iyileşen klinik olarak net tanımlanmış relapslar.

Seconder Progresif(SP) MS: Başlangıçta relaps-remisyonla giden hastalık
seyrinin ardından relapslar, minor remisyonlar ve platolar gösteren seyir takip eder.

Primer Progresif(PP) MS: Başlangıçtan beri progresif olan ara ara plato ve
geçici minor iyileşme gösteren tip.

Progresif Relapsla Giden (PR) MS: Tam iyileşme ile sonuçlanan ya da
sonuçlanmayan net tanımlanmış akut relapsla giden başlangıçtan itibaren progresif
tip. Relapslar arasındaki süre progresyonun devam etmesi ile karakterizedir.
26
Sonlanmanın şiddetine göre de iki antite tanımlanmıştır. Hastalığın
başlamasından sonraki 15 yıl içinde tüm nörolojik sistemleri fonksiyonel olan
hastalık tipi Benign MS; hastalığın başlangıcından sonra kısa bir süre içinde çoğu
nörolojik sistemde belirgin yeti yitimi ile seyreden tip ise malign MS’dir. Kesitsel
bir çalışmada hastaların %55’inin RR, %31’nin SP, %9’unun PP,%5’inin de PR
tipinde olduğu görülmüştür. MS’nin klinik progresyon hızı değişkendir. Sık sık
kullanılan klinik yeti yitimi indeksi normal bulguları 0, MS’e bağlı ölümü 10 olarak
numaralandıran Kutzke genişletilmiş yeti yitimi durumu ölçeği (Kutzke Expanded
Disability Status Scale; EDSS)’dir. Ölçek doğrusal değildir ve puan 4’ün üstünde
olduğunda dikkat ambulasyon yeteneği üzerinde yoğunlaşmalıdır. Pek çok MS
populasyonunun EDSS skorları 1 ve 6(tek taraflı yardım ile ambulasyon) gibi
tepelerde bimodal dağılım gösterir. Belirli bir yeti yitimi seviyesinde geçen süre
puana bağlı değişkenlik gösterir. EDSS soku 4-5 olanlarda bu seviyelerde geçen
ortalama süre 1-2 yıl, EDSS 1 olanlarda bu süre 4 ve 6 olanlarda ise 3 yıldır. Bu
sonuçların klinik çalışmaların yürütülmesinde, hasta seçiminde, sınıflamasında ve
takibin süresinde güçlü etkileri vardır: eğer EDSS 1-6 olan çok sayıda hasta alınırsa,
bir veya iki yıllık takipte grupta çok az hareket olur. 25 yıl takip edilen bir kohortun
verileri(tedavi öncesi dönem) aşağıdaki gibidir: 25 yılda hastaların %80’i progresif
faza geçmişlerdir, %15’i ölmüştür, %65’i EDSS 6 (yürüme için yardım gerekli)
fazına ulaşmıştır ve hastaların %50’si başlangıçtan sonraki 16 yıl içinde EDSS 6’ya
ulaşmışlardır.
Daha
yeni
çalışmalarda
progresyon
hızı
daha
yavaş
bildirilmiştir(15,16)
EDSS klinik çalışmalarda evrensel olarak kullanılmasına rağmen ciddi
kısıtlılıkları vardır. Özel eğitim ve kör değerlendirme yapılmasına rağmen inter-intra
yorumlayıcı farklılıkları vardır. 4 ve üstü EDSS skoru neredeyse tamamen
27
yürüyebilme kabiliyetine dayanır. Kişi bu seviyeye ulaştığında demans, görme kaybı
ve ellerde güçsüzlük tespit edilemeyebilir. Bu gerçeklerin aşikar bir yansıması
şudur: başka sonlanım ölçülendirmeleri de kullanılmalıdır ve EDSS puanındaki
minör değişikliklere olduğundan fazla değer verilmemelidir. Multiple Sclerosis
Functional composite(MSFC) EDSS ile ortaya çıkan problemleri ortadan kaldırmak
için geliştirilen klinik bir araçtır(19). MSFC üç bölümden oluşur: adımlı işitsel
ardışık işitme testleri(paced auditory serial addition tests; PASAT), dokuz delikli
çivileme testi(nine hole peg test, 9HPT) ve 25 adım yürüme süresi(T25FW). Bu üç
ölçüm kognisyon, üst ekstremite fonksiyonu ve alt ekstremite fonksiyonu hesaba
katar. Her bir ölçüm için bir z-skoru elde edilir ve daha sonra kombine z-skoru
bulunur. MSFC’nin geçerliliği birkaç test ile gösterilmiştir. Testler doktor olmayan
kişiler tarafından yapılabilir ve tekrarlanabilirlikleri ve öngörülebilirlikleri yüksektir.
Bu yeni ölçüm şu anki MS çalışmalarında kullanılmaktadır.
1.5.2.1.EKZOJEN FAKTÖRLERİN KLİNİK SEYİR ÜZERİNE
ETKİSİ
MS gelişimini etkileyebilecek veya hastalık alevlenmesini indükleyebilecek
ekzojen faktörlerin rolü epidemiyolojik tekniklerin de yardımıyla incelenmiştir.
Yeni viral enfeksiyon geçiren MS’li hastalarda orantısız derecede yüksek oranda
relaps görülmüş ve çok sayıda viral enfeksiyon geçiren hastalarda da akut atak
görülmüştür. Viral enfeksiyonlar sırasında immun sistem hücreleri tarafından
interferon γ ve TNF α üretiminin artması immun sistem ve SSS hücrelerinde MHC
sınıf II antijenlerinin ve adezyon moleküllerinin ekspresyonunu arttırarak ve sonuçta
aktive T hücre sayısını arttırarak relaps sayısındaki artışta rol oynuyor olabilir.
28
Stresli olaylar ile MS alevlenmesi arasındaki ilişki tartışmalıdır. Travmanın
hastalığın indüklenmesi ve relapsında etkili olmadığı düşünülmektedir. Myelografi
ve lomber ponksiyon gibi nörolojik tanısal prosedürlerin ya da lokal, genel anestezi,
cerrahi uygulaması gibi işlemlerin hastalığın seyri ve alevlenmesine neden olmadığı
bildirilmiştir. Son verilere göre aşılama ve hastalık alevlenmesi arasında bir ilişki
gösterilememiştir; yine influenza ve hepatit gibi aşılar hakkında da destekleyici bilgi
yoktur.
1.5.2.2.HAMİLELİĞİN HASTALIK SEYRİ ÜZERİNE ETKİSİ
MS kadın predominansı gösteren bir hastalıktır ve doğurganlık yaşında
insidansı yüksektir. MS’in gebelik üzerine etkileri araştırılmıştır ve gebelik sırasında
relapsların azaldığı ve doğum sonrası ilk 3 ayda ise beklenenden daha sık olduğu
bildirilmiştir(17). Genel görüş hamile olanlarla olmayanlar arasında prognoz
farkının olmadığıdır. MS’li hastalarda yapılan çalışmalarda ölü doğum, spontan
abortus ya da ektopik gebelik oranlarında artış gözlenmemiştir. Verilere göre
hamileliğin MS’e etkisi yoktur, MS’in de gebeliğin seyri ve fetus üzerine negatif
etkisi yoktur. Postmenopozal kadınlarda yapılan bir çalışmada, nulipar ve
multiparlarda hastalık şiddeti açısından fark yoktur.
1.6.PROGNOZ
Prognozda büyük kişisel farklılıklar olmasına rağmen değişik faktörler olası
prognoz belirleyicileri olarak tanımlanmıştır.

Cinsiyet: MS kadınlarda erkeklere göre daha iyi huylu seyreder.
29

Başlangıç yaşı: MS’in ortalama başlangıç yaşı 29-32’dir. Başlangıç yaşının
erken olmasının prognoz üzerine etkileri olumlu iken, genç yaşın etkisi biraz daha
kötüdür. Daha önce de belirtildiği gibi değişik yaş gruplarında hastalığın seyri
değişkendir; relaps-remisyonla giden form gençlerde daha fazla iken daha yaşlı
grupta progresif form daha sıktır. Bazen paternde hastalığı olanlarda prognozun yaşa
bağlı farklılık göstermediği konusunda veri yoktur.

Hastalığın başlangıç şekli: Relapsla giden formun prognozu progresif hastalıktan
daha iyidir. Erken dönemde relaps sayısı yüksek olanlarda EDSS 6’ya ulaşma süresi
daha kısadır, ataklar arasındaki aralık daha kısadır.

Başlangıçtaki yakınmalar: İlk yakınmaların duyusal yolla ya da kranial sinir
disfonksiyonuna bağlı olması, özellikle de ON olması, pek çok çalışmada iyi
prognoz işareti olarak belirtilmiş olup, piramidal beyin sapı ve serebellar belirtilerin
olması kötü prognoz işaretidir.
MS’in hem benign ve hem de fulminan formları tanımlanmıştır. Araştırıcılar
arasında bu terimlerin ne anlama geldiği konusunda bir fikir birliği yoktur. 15 yıldır
benign seyir gösteren bir hasta nadiren daha kötü bir form geliştirir. Hafif hastalığı
olanlar(EDSS skoru 0-3) tanıdan 5 yıl sonra nadiren şiddetli hastalığa ilerleme
gösterirler(EDSS 6). Bu oran 10 yılda %7,5 , 15 yılda %11,5’tir. Değişik
araştırıcılar malign MS terimini değişik yorumlamışlardır, kimi hızlı seyir için kimi
de düşük oranda iyileşme gösteren sık şiddetli relapslar için bu terimi kullanmıştır.
Klinik spektrumun bu iki ucu arasında etiyolojiye, dirence ve yatkınlığa ait
farklılıklar vardır ancak şu anda bunlar hala net değildir. Devic hastalığı, Balo’nun
konsantrik sklerozu ve kısmen de Marburg hastalığı gibi antiteler MS’in daha
30
fulminan formlarıdır ve erken dönemlerde yeti yitimine ve hatta ölüme yol
açabilirler.
1.6.1.OPTİK NÖRİT
MS’li ve ON’li çocuklarda MRG lezyonları erişkinlere göre daha azdır ve bu
faktör klinik deneyim ile birleştirildiğinde izole ON olan çocuklarda MS’in klinik
progresyonu yetişkinlere göre daha azdır.Optik Nörit Tedavi Çalışmasının beş yıllık
verileri incelendiğinde, kümülatif olarak klinik net MS geliştirme oranı tedavi
guruplarında (oral prednizon, intravenöz metilprednizolon, plasebo) birbirinden
farksız olarak %30’dur. Buna rağmen MRG güçlü bir prediktördür ve MRG ‘de
lezyon saptanmayanlarda klinik olarak net MS geliştirme oranı %16 iken üç veya
daha fazla lezyonu olanlarda %51’dir.
1.6.2.MİYELOPATİK SENDROMLAR
1.6.2.1.AKUT MİYELOPATİ
Akut tam transvers miyelit ile gelen hastaların MS riski %5-10’dur. Buna
rağmen parsiyel veya inkomplet miyelit daha sık görülen bir klinik antitedir ve MS
için daha değerlidir. İlk prezentasyonu akut parsiyel miyelit olan MS’li hastalarla
ilgili çalışmalardan elde edilen verilere göre bu hastaların %52- 72’sinde MS ile
uyumlu MRG bozuklukları mevcuttur. Bu hastalar 3-5 yıl takip edildiklerinde % 6090’ının MS geliştirdiği ve MRG normal olanların ise %10-30’unda MS geliştiği
bildirilmiştir. BOS analizi her ne kadar prognozu belirlemede MRG’ye ek olarak bir
fayda sağlamasa da monosemptomatik hastalığı olup oligoklonal bant OKB pozitif
olanlarda olmayanlara göre MS gelişme oranı daha fazladır. MRG’nin olmadığı
durumlarda BOS incelemesi daha yararlıdır.
31
1.6.2.2.KRONİK MİYELOPATİ
Kronik progresif miyelopatisi olan olgularda,spinal kordun üzerinde hastalık
bulgusu olmadığı durumlarda %60-70 oranında MS ile uyumlu MRG bulguları
vardır.Geri kalan %30 vakada MS dışında bir hastalık olup olmadığı ya da MS’in
saf spinal bir hastalık olarak ortaya çıkıp çıkmadığı konusu henüz net değildir.Belki
de her iki durum birlikte vardır, söz ve spinal nörogörüntüleme tanıda faydalı
olacaktır.
1.7.TANISAL ÇALIŞMALAR
Her ne kadar MS tanısı klinik olsa da bir takım laboratuar testleri tanıda
yardımcı olabilir. Nörogörüntüleme, özellikle de MRG genellikle en kritik bilgiyi
verir. BOS sıvısı incelenmesi,daha az oranda da uyarılmış potansiyellerin
incelenmesi tanıda faydalıdır.
1.7.1.NÖROGÖRÜNTÜLEME
1.7.1.1.MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME
MRG MS’e tanısal yaklaşımı belirgin olarak değiştirmiştir ve günümüzde
klinik bilgiyi arttırmak için kullanılır hale gelmiştir. MS plakları tipik olarak
periventriküler bölge, korpus kallozum, sentrum semiovalede bulunur, daha az
görüldüğü yerler ise derin beyaz cevher alanları ve bazal ganglionlardır. Tipik MS
plakları ovoid görünümlüdür ve lezyonlar korpus kallozumdan dik açılarla etrafa
yayılırlar (Dawson işareti). T2 ağırlıklı çalışmalarda ve proton dansitesinde
lezyonlar hiperintens görünürken, T1 ağırlıklı görüntülerde hipointens görünürler.
T1 ağırlıklı görüntülerde bu şekilde hipointens lezyonların görülmesi (kara delikler)
demiyelinizasyona ek olarak aksonal kaybı gösterir ve kötü prognoz işaretidir. Sıvı
32
ile atenüe edilmiş inversiyon recovery sekanslarında, BOS siyah görülür ve bu tetkik
periventriküler ve jukstakortikal lezyonların şüphesini proton yoğunluklu sekanslara
göre arttırır.
Erken dönemde yapılan kranial MRG çalışmaları göstermiştir ki MRG’de
BT’den çok daha fazla lezyon saptanmıştır. Ayrıca, daha önce tomografiyle nadiren
anormal görülen beyinsapı, serebellum ve spinal kord gibi bölgelerde MRG ile
plaklar saptanabilir. MRG’de saptanan lezyonların çoğu patolojide görülen
lezyonlarla da uyumludur. Ancak MRG’de saptanan bazı büyük plakların patolojik
incelenmesinde lezyonların saptanandan daha küçük olduğu belirlenmiştir ve bu da
belki de kan beyin bariyerinin bozulmasıyla birlikte plak etrafındaki beyin
dokusunun su içeriğinin artmasına bağlıdır. Seri MR takiplerinde plak boyutunun
küçülmesi de bu bilgi ile uyumludur. MRG teknolojisinin hastalıkta en uygun etkisi
tanı üzerine olmuştur. Klinik olarak kesin MS tanısı olan hastaların %90’ından
fazlasında MS ile uyumlu tipik beyaz cevher lezyonları vardır. Ancak, Behçet
hastalığı, vaskülitler, HTLV-1,
sarkoidoz gibi hastalıklarda da MRG’de MS’e
benzer lezyonların görülebileceği akılda tutulmalıdır. Bu özellikle 50 yaşın üstünde
iskemik olay geçiren hastalardaki MRG bulgularında oldukça önemlidir; bu
durumda MRG ile MS tanısının duyarlılığı azalır. MRG’de gözlenen bulguların
gerçekten MS nedeniyle mi oluştuğuna karar vermek için pek çok kriter
belirlenmiştir. Kriterler MS plaklarının tipik olarak bulunduğu yerleri ek olarak da
özellikle yaşlılarda vasküler hastalığa bağlı T2 ağırlıklı sekanslarda özellikle sık
izlenen saçılmış hiperintens sinyalleri dikkate alır. En az üç lezyon bulunan,
lezyonları ventriküle bitişik olan, posterior fossada yerleşim gösteren ve 5mm’den
büyük olan lezyonların MS olma olasılığı yükselir.Yeni modifiye edilmiş tanısal
kriterler daha katıdır (18).
33
Klinik olarak kesin MS evolusyonunun öngörülmesinde MRG, BT, BOS
incelemesi veya EP gibi paraklinik tetkiklere göre hem daha duyarlı hem de daha
özgüldür. MRG’de gözlenen lezyonlar klinik hikayeye göre daha duyarlıdır çünkü
klinik olaylara göre 5-10 kat daha sık gözlenirler.MS şüphesi ile sevk edilen 200
hastanın iki yıllık takipleri göstermiştir ki, klinik MS gelişen %30 hastanın (50 yaş
altı
%50)
%84’ünde
başlangıçta
MRG
bulguları
kuvvetli
olarak
MS’i
desteklemektedir.Takip eden çalışmalar MS’e daha yüksek oranda progresyon
bildirmişlerdir;hatta toplam MRG lezyon sayısının ve yükünün takip eden MS
gelişimi, yeti yitiminin derecesi ve lezyon yüküyle korele olduğu da gösterilmiştir
(13)
Akut aktif ya kronik lezyonların MRG görüntüleri ile ayrımı için çabalar
devam etmektedir. Akut lezyonlar daha büyük olma eğilimindedir, akut dönemde
kenarları iyi belirlenmemişken iyileşme döneminde sınırları daha kesin belirlidir.
Bu, akut dönemde meydana gelen ödem ve inflamasyonun rezolusyonunu yansıtır
ve lezyon iyileştikçe geriye sadece rezidüel demiyelinizasyon alanları,gliozis ve
artmış ekstraselüler boşluk kalır.Primer progresif MS’li hastalarda sekonder
progresif formlara göre MRG’de toplam hastalık yükü daha azdır,küçük lezyonlara
yatkınlık daha fazladır,gadalinyum tutan yeni lezyonlar daha azdır ve birim zaman
başına daha az lezyon kazanılır.
Gadolinyum-dietilen
triamin
pentaasetik
asit
(Gd-DTPA),kan
beyin
bariyerini sadece bozulduğu zaman geçebilen paramanyetik kontrast maddedir ve
plak aktivitesini belirlemede kullanılır. Gadolinyum T1 ağırlıklı görüntülerde sinyal
yoğunluğunu arttırır. Yeni ya da yakın zamanda aktive olmuş plaklarda gadolinyum
tutulması patolojik olarak doğrulanmış akut inflamasyon ile ilişkilidir. Gadolinyum
tutulması genellikle dört haftadan daha az süre ile kalıcıdır ancak akut plaklarda 8
34
haftaya kadar kalabilir. Kortikosteroid tedavisi gibi tedavilerde kan beyin
bariyerinin bütünlüğünün restorasyonu hedeflendiği için geçirgenlik azalacağından
gadolinyum tutulumu azalabilir veya kaybolabilir. Bu nedenle gadolinyum tutan
lezyonların incelenmesi hastalık aktivitesinin değerlendirilmesinden iyi bir
göstergedir.
MRG taramasına plaklar tarafından etkilenen toplam beyin hacminin tayin
edildiği toplam hastalık yükünün belirlenmesi pek çok klinik çalışmada sonlanım
ölçüsü olarak kullanılmıştır.Klinik olarak değişim göstermeyen hastalarda MRG’de
lezyon yükünün arttığı gözlenebilir.
Kranial MRG bulgularının (hatta patolojinin)yaygınlık derecesi ile klinik yeti
yitiminin derecesi arasında mutlak korelasyon yoktur. Az sayıda lezyonu olan
hastalarda klinik yeti yitimi ağır olabilirken,MRG’de ağır hastalık yükü olanlarda
klinik yeti yitimi belirgin kötü olmayabilir.Bunun için pek çok açıklama
mevcuttur.Klinik olarak sessiz bölgelerde lezyonlar oluşabilir ve spinal korddaki
küçük
lezyonlar
major
yeti
yitimine
neden
olabilir.MRG
korteks,bazal
ganglion,beyinsapı ve spinal kord gibi yerlerdeki klinik olarak önemli lezyonları
atlayabilir bunun yanında nörolojik işlevleri bozmayan doku sıvısının artışı da
lezyonun olduğundan büyük değerlendirilmesine neden olabilir.
Birkaç çalışma göstermiştir ki, süregelen MRG aktivitesi ( yeni yada
büyüyen lezyon,gadolinyum tutan lezyonlar yada her ikisi) gözlenen klinik
aktivitenin 2-10 katıdır.Bu sadece daha önce bahsedilen faktörleri yansıtmakta
kalmayıp MS’li hastaların minör belirtileri daha az bildirmesi ve daha az
tanımlamasını da yansıtır.Ayrıca MS’in hem progresif hem de relapsla giden
35
formlarının klinik olarak görünenden çok daha aktif ve dinamik olduğunu, MRG’nin
MS tedavisinin değerlendirilmesinde zorunlu olduğunu da düşündürür.
Spinal miyopatilerde kranial MRG’nın kullanılmasına bu bölümde
monosemptomatik hastalık kısmında değinilmiştir. Spinal MRG hastaların tümünde
değil bazılarında demiyelinizasyon ile uyumlu lezyonları değerlendirmede gelişim
gösteren bir teknolojidir.Bu durum özellikle, spinal MRG’nin teknik kısıtlılıklarına
ve
anatomik
olarak
küçük
bir
bölgede
küçük
yolların
tutulmasının
değerlendirilmesindeki güçlüklere bağlı olabilir.Patolojik lezyonların çoğu tutulmuş
olan
yollarda
vertikal
seyreder
ve
tranvers
görüntüleme
yöntemleriyle
değerlendirilmesi daha uygun olabilir.Yeni teknolojiler kesin MS tanısı olan
hastaların %75’inde lezyon saptayabilmektedir.Normal erişkinlerde anormal sinyal
sıklığı sadece %3’tür çünkü yaşlılarda kranial MRG’de gözlenen non MS
hiperintens T2 ağırlıklı sinyal anormallikleri spinal korda görünmez.
Konvansiyonel MRG teknolojisi muhteşem görüntüler sunar ancak akut
plağın ödemini kronik plağın demiyelinizasyon ve gliozisinden ayrımında
zorlanır.Fosfor MR spektroskobi ile fosfolipid metabolizması hakkında fikir
edinilebilir,öte yandan proton MR spektroskobisi nöronal belirteç olan Nasetilaspartat (NAA),kreatinin fosfat (Cr) (enerji belirteci),kolin (membran
komponenti) ve laktik asit gibi metabolik komponentler hakkında bilgi verir.Kronik
MS’li hastaların beyinlerinde NAA kolin ve Cr’ye oranla azalmıştır ve bu azalma
genel olarak NAA / Cr oranında azalma olarak ifade edilir.Bu azalmış olan nöron ve
akson kaybına işaret eder ve MS’deki yeti yitimi ile paralellik gösterir(Caramanos
ve ark.,2005). Spektroskobik görüntüleme ile tespit edilen akut MS lezyonlarında
NAA / Cr oranı geçici olarak azalabilirken doku asidozu ve miyelin membran
yıkımına bağlı kolin ve laktik asit miktarı artabilir. Bazı araştırmacılar, MR
36
spektroskobide akut demiyelinizasyonu düşündüren anormal lipid tepeleri
bulmuşlardır. Bu metabolik parametrelerin kullanımı hem in vivo plak gelişmesini
daha iyi anlamamıza yardımcı olur hem de klinik yeti yitiminden önce hastalık
progresyonunu anlamamıza yarayan yardımcı ölçüler olabilir.Manyetizasyon
transfer görüntüleme ve diffüzyon tensor görüntüleme gibi yeni teknolojik
gelişmeler hastalığın patogenezini anlamamızı kolaylaştırabilir.
1.7.2.BEYİN OMURİLİK SIVISI ANALİZİ
BOS incelemesi tek başına tanı koydurmaz ya da MS tanısını dışlatmaz
ancak klinik kriterlere yardımcı olabilir. MS’de BOS gros olarak normaldir, renksiz,
berrak ve basıncı normaldir. Hastaların 2/3’ünde toplam lökosit sayısı normaldir,
%5’inden azında 15 hücre/µL iken nadiren 50/µL’nin (bu durumda başka tanı
düşünülmelidir) üstünde olur.Ağırlıklı hücre tipi lenfositlerdir ve ağırlıklı olarak T
hücreleridir.
BOS proteini (veya albumin) hastaların çoğunda normaldir. Albumin tayini
daha çok tercih edilir çünkü albumin SSS’de üretilmez ve bu nedenle kan beyin
bariyerinin bozulmasını daha iyi gösterir, total proteinlerin bir kısmı ise
(immünoglobulinler)
SSS’de
sentezlenebilmektedir.
Hastaların
%20-30’unda
albumin değerleri yükselmiştir ancak %1’den azında düzey normalin iki katıdır.
MS’de sık bir bulgu diğer proteinlere kıyasla BOS immünoglobulin düzeyinde bir
artmadır. Bu da intratekal sentezi düşündürür.İmmünoglobulin artışı ağırlıklı olarak
Ig G’dir,fakat Ig A ve M sentezinde de artış görülür.Ig G seviyesi toplam proteinin
yüzdesi (normali %11’in altında),albümin yüzdesi (normali %27’nin altında),Ig G
indeksi kullanılarak (normali 0,66’nın altında) veya intra-KBB Ig G sentezi formülü
kullanılarak ifade edilebilir.Ig G indeksi ya da Ig G sentezi hızı ile ölçülen anormal
37
SSS Ig G üretimi,klinik olarak kesin MS tanısı konan hastaların %90’ında
mevcuttur.Ig G’nin protein ya da albümine oranının sensitivitesi hafifçe düşüktür.
BOS’un elektroforetik analizinde katod bölümünde oligoklonal bant (OKB)
bulunması SSS’de Ig G artışı ile ilişkilidir. Normal BOS sıvısı elektroforetik olarak
incelendiğinde katı dal uçta sadece homejen immünglobulin lekesi oluşur. MS ve
inflamasyonveya immün cevap ile alakalı bazı başka durumlarda, elektroforetik
analizde zeminden farklı ayrık bantlar görülür; bu bantlar bir veya daha fazla plazma
hücre klonu tarafından aşırı antikor üretimini yansıtır. Subakut sklerozan
panensefalitte bu OKB’lerin çoğu sebep olan kızamık virüsüne karşı oluşan
antikorları yansıtır. Ancak MS’de henüz hastalığa spesifik herhangi bir antijene
karşı antikor tanımlanamamıştır. Hastalığın seyri sırasında bant paternleri genelde
sabittir fakat zaman içinde bantlar eklenebilir. Bazen de otopsi ile kesin MS tanısı
almış hastalarda OKB saptanmamıştır.
Elektroforez için sık kullanılan metod agaroz jel ile yapılandır ancak
poliakramid jellerde izoelektrik fokuslanan tayin daha sensitiftir. Klinik olarak kesin
MS tanısı alan hastaların %85-95’inde OKB’ler görülür, fakat bazı laboratuvarlarda
tayin edilen frekansı düşüktür.MS olmayan hastalarda %8’varan oranda OKB
görülebilir;bunların çoğu kronik SSS enfeksiyonlarına,viral sendromlara ve
otoimmün nöropatilere bağlıdır.Monosemptomatik hastalarda OKB bulunması
bulunmamasına göre daha yüksek oranda progresif MS’e progresyonu öngördürür ki
üç yıllık takipte OKB olanlarda %25 olmayanlarda ise %9 progresyon
mevcuttur.Buna rağmen OKB varlığı MS tanısı ile eş kabul edilmemelidir çünkü
labratuar ve teknik yöntemlere bağlı yanlış pozitif sonuçlar olabilir.
38
BOS’ta ve diğer vücut sıvılarında miyelin komponentleri ve antimiyelin
antikorlarının bulunmasının SSS’de miyelin destrüksiyonunun ve demiyelinizan
aktivitenin değerlendirilmesinde kısıtlı olarak kullanılmıştır ama bu tekniklerin
spesifitesi halen araştırılmaktadır.
1.7.3.UYARILMIŞ POTANSİYELLER
Uyarılmış potansiyeller (evoked potentials, EP) bir duyu organının periferik
stimulasyonu ile oluşan SSS’deki elektriksel olaylardır ve klinik olarak belirsiz SSS
fonksiyon bozukluğunun tesbitinde faydalıdır. MS durumunda klinik disfonksiyon
bölgesinden uzak bir bölgede subklinik bir lezyonun saptanması multifokal hastalık
tanısını
destekler.
EP’ler
aynı
zamanda
nörogörüntüleme
yöntemleriyle
görüntülenemeyen anatomik bölgelerde (örn.,optik sinir,dorsal kolon) lezyon
saptanmasında faydalıdır. En sık kullanılan üç EP somatosensoriyal EP (SEP),
vizüel uyarılmış yanıt (VEP) ve beyin sapı işitsel uyarılmış potansiyellerdir (BAEP).
Sensitivitesinin yüksek olması ve anatomik bilgi vermesi nedeniyle MRG MS
tanısının EP’nin kullanımını oldukça azaltmıştır.
SEP’ler MS’li hastaların %65-80’inde anormaldir ve bu orana sensoryal
belirti ve bulgusu olmayan MS’li hastaların yarısı da dahildir.Posterior kolon
disfonksiyonu belirtisi olan hastalarda SEP’ler normal olabilir.ON öyküsü olan
hastaların %90’ında vizüel aktivite normale döndüğünde bile,VEP anormallikleri
mevcuttur.Klinik olarak kesin MS tanısı alan hastaların %85’inde anormal VEP
mevcuttur.VEP özellikle kronik progresif miyelopati gibi foramen magnum
üzerinde
fonksiyon
bozukluğuna
ait
net
klinik
bulgusu
olmayanlarda
faydalıdır.Anormal VEP bulgusunu optik yollarda demiyelinizasyona bağlamadan
önce,oküler ve retinal patolojiler dışlanmalıdır.BAEP MS’li hastaların %50-65’inde
39
mevcuttur ve VER ve SEP’ye göre daha az görülür.Subklinik hastalığı tesbit etmede
en faydalı test VEP’dir.
1.8.MULTİPL SKLEROZ VARYANTLARI
MS çok değişken formları olan bir hastalıktır ancak hastaların çoğunda
belirti ve bulgular belirgindir, laboratuar yöntemlerinin de doğrulanması ile tanı
koymaya genelde güçlük çekilmez. Ancak pek çok diğer inflamatuvar demiyelinizan
hastalıkta MS’le nedeni bilinmeyen bir ilişki gösterir. Bu durumlar burada ayrı bir
hastalık olmaktan ziyade, MS varyantları olarak listelenecektir çünkü bunlar genelde
uzun dönem takip sonrası MS için daha tipik özellikler göstermeye başlarlar.
1.8.1.REKÜRREN OPTİK NÖROPATİ
Tüm klinik bulguları optik sinirler ile sınırlı olan hastalar vardır. Bu kişilerde
önce bir sonra diğer sinirde ardışık tutulum olabilir, diğer bir durum ise bilateral
eşzamanlı görme kaybıdır ki bu MS’de pek de sık gözlenmeyen bir durumdur. Bazı
durumlarda kranial MR’da optik sinir lezyonlarına ek olarak saçılmış tarzda
intrserebral lezyonlar ya da BOS incelemesinde OKB’ler gözlenebilir, bu da
lezyonların dissemine olabileceğini düşündürür. Çocuklarda rekürren veya eş
zamanlı optik nöropati görülmesi erişkinlere göre daha yüksektir. Nadiren, optik
sinir kılıf tümörlerinde, menenjiyomda olduğu gibi yavaş progresif optik nöropati
görülebilir. Bu durumun MS varyantlarından ayırt edilmesi güç olabilir. Bilateral
optik nöropati olgularında sarkoidoz da akılda tutulmalıdır.
1.8.2.DEVİC HASTALIĞI (NÖROMİYELİTİS OPTİKA)
Bilateral optik nöropati ve miyelopatinin birlikte olduğu durumdur ancak
otoriteler şu anda bunu MS varyantı olmaktan ziyade ayrı bir antite olarak
40
nitelendirmektedirler. Miyelopati MS’dekinden daha ağırdır ve iyileşme şansı daha
azdır. Otopsideki nöropatolojik bulgular inkomplet demiyelizasyondan çok, şiddetli
nekrotik lezyonlar şeklindedir. Bazı hastalarda optik nöropati ve miyelopati
eşzamanlı görülürken, bazılarında her iki komponentten biri daha geç gözlenir. Son
bilgiler ışığında aquaporin-5 su kanalına karşı antikorların Devic hastalığında
yüksek, tipik MS’de ise düşük frekansda gözlenmesi nedeniyle her iki durumun
birbirinden farklı olduğu düşünülmektedir (20). Dahası son çalışmalar nöromiyelitis
optikanın klinik spektrumunu tipik prezentasyondan daha da genişletmiştir (21)
1.8.3.YAVAŞ İLERLEYEN MİYELOPATİ
Yavaş ilerleyen spinal kord disfonksiyonu sendromu majör bir tanısal güçlük
oluşturabilir.
Eğer duyusal belirti ve bulgu yoksa bu antite primer lateral skleroz olarak
adlandırılan motor nöron hastalığının bir formu sebep olabilir. HTLV-1
enfeksiyonu, vitamin B12 eksikliği ve HIV virüs enfeksiyonu uygun testlerle
dışlanmalıdır. Orta veya alt spinal segmentlerde spinal dural arteriyovenöz fistül
sabit veya basamaklı progresif miyelopati yapabilir. X’e bağlı resessif bir hastalık
olan adrenomiyelonöropati de akılda tutulmalıdır.
Bu kategoride uymayan ve spinal MRG bulguları tekrarlayıcı negatif olan
hastalar vardır. VEP’ler, BOS OKB’leri ve MRG’lerinde başka herhangi bir yerde
demiyelinizasyona ait bulgu yoktur. Kesin tanı konması mümkün değildir. Bu
durumlarda Lhermitte işareti gibi gelip geçen bulgular veya ısıya aşırı duyarlılığın
varlığı gibi durumların olup olmadığına bakılmalıdır. Orta yaşlı kişilerde servikal
kordun intervertebral disk hastalığı gibi durumlar sorun oluşturabilir çünkü çoğu
kişide değişik derecelerde disk hastalığı mevcuttur ve travmadan sonra kordda
41
basıya bağlı T2 parlak sinyali görülebilir. Hatta kesin tanı olarak MS konmadan
önce bazı laminektomiler bile yapılmıştır.
MS nedeniyle oluşan progresif miyelopati primer progresif MS gurubunun
bir parçasıdır ve tipik olarak bu gurubun kötü prognoz özelliğini taşır. Tedavi seçimi
zordur çünkü klinik çalışmalarda etkin herhangi bir ilaç gösterilememiştir.
1.8.4.AKUT
TÜMÖR
BENZERİ
MULTİPL
SKLEROZ
(TUMEFAKTİF MS)
Bazı MS’li hastalarda bir hemisferde nadiren de spinal kord gibi diğer
lokalizasyonlarda akut geniş lezyon ile karakterize demiyelinizan hastalık bulunur.
Lateral ventrikülün kompresyonu ve orta hattan kayma sonucu kitle etkisi oluşabilir.
Bu hastalarda klinik anormallikler değişkendir: masif bir lezyonu olan hastalarda
hafif bozukluklar olabilirken önemsiz görünen bir lezyonu olan hastada konfüzyon,
hemiparezi veya ihmal sendromuna kadar bulgular görülebilir. T2 parlak lezyon
hacminin çoğunu ödem oluşturur ve bu da kortikosteroid tedavisine hızlı yanıt verir
(kortikosteroid tedavisine bu şekilde yanıt gliom veya SSS lenfomalarında da
görülebilir ve yararlı bir tanısal kriter değildir). Doğru tanı koymak için biyopsi
gerekebilir.
Otuzbir hastalık bu seride, prognozun iyi olduğu, klinik olarak hastaların
çoğunun düzeldiği ve lezyon hacminin azaldığı gözlenmiştir. Bu hastaların 24’ünde
lezyon soliter iken, diğerlerinde bir veya daha fazla satelli tnodül saptanmıştır.
Takipte, 28 hastanın 9 ay-12 yıllık peryod içinde yeni demiyelinizan aktivite
göstermedikleri ortaya çıkmıştır. Diğer araştırmacılar ise, daha yüksek oranda
rekürrens bildirmişler ve hem klinik hem de MR bulgularıyla MS’in daha bilindik
bir tipine konversiyon olduğunu belirtmişlerdir.
42
1.9.TEDAVİ VE TAKİP
Önceki dekatlarda MS tanısı olan hastalar ve bu tanıyı koyan hekimlerin
MS’in etkin tedavisi olmadığı, hastalığın progresif olduğu yönünde nihilistik ve
pesimistik düşünceleri vardı. Ancak son 14 yıl içinde ABD Gıda ve İlaç Kurulu
(U.S Food and Drug Adminisrtationİ; FDA)’nun onay verdiği, hastalık gidişatını
modifiye edebilen altı ajan sonrasında da görüşler dramatik olarak değişmiştir. Başta
progresif MS tedavisinde olmak üzere problemler hala devam etmektedir ama
ümitlerin sürmesi için pek çok sebep de vardır.
MS tedavisi aşağıdaki temel hedeflere yönelik olmalıdır:

Belirtilerin ortadan kaldırılması ya da modifikasyonu

Akut relapsın süresini azaltma ve sonrasındaki rezidüel etkileri kısıtlama

Relapsların frekansını azaltma

Progresyonu önleme ya da hızını azaltma

Hasta ve aileye destek olma, sosyal ve ekonomik etkileri düzeltmeye
çalışma; yeti yitimi ve handikapı olanları destekleme
1.9.1.HASTALIK AKTİVİTESİNİN MONİTÖRİZASYONU
1.9.1.1.MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME
Günümüzde kullanılan interferon beta-1a ve 1b, glatiramer asetat,
natalizumab ve mitoksantrone gibi tedavi seçeneklerinin hepsi MRG lezyonlarında
azalma ve klinik iyileşme sağlayabilmektedirler. Klinik çalışmalarda MRG klinik
43
etkinliği değerlendirmek için güçlü bir araç olduğunu kanıtladığından günümüzde
MS tedavisinin takibinde köşe taşı oluşturmuştur. Bununla birlikte problemler
bulunmaktadır ve karışık gelen klinik değişiklik olmadan MRG’nin MS tedavisinin
progresyonunu monitörize etmedeki kullanımının değeri net değildir. Ulusal Sağlık
Enstitülerinin (National Institues of Health) relapsla MS çalışmalarından gelen
veriler incelendiğinde güvenli veri elde etmek için hastaların sık aralıklarla, örneğin
aylık MR takibi gerekmektedir. Daha az sıklıkta çekim yapıldığında gelişen ve
kaybolan lezyonlar atlanabilir. Progresif MS’li hastalarda bazen hasta klinik olarak
kötüleşse bile MR lezyonlarında değişiklik olmayabilir. Bu genellikle iyi
görüntülenemeyen progresif spinal hastalığı bağlıdır. Hastaların çok az bir kısmında,
yaklaşık %5’inde MS’in klasik MR lezyonları gözlenmez.
Bazı klinik durumlarda kranial MRG kısmen yardımcı olabilir. Hastalığın
erken dönemlerinde, özellikle de klinik izole sendrom durumunda, MRG MS
geliştirme riskini belirleyebilir. Hastalık aktivitesi gelişip tedavi olanlarda tedaviye
yanıt ile ilgili bilgiler MRG’den elde edilebilir. Ne yazık ki tedavi başarısızlığının
tanımlanmasında günümüzde henüz net görüş birliği yoktur.
1.9.1.2.İMMÜNOLOJİK VERİLER
Günümüze kadar sitokin seviyeleri ve T hücre alt tiplerinin hastalık
aktivitesinin belirlenmesinde kullanımı açısından önemli veri miktarı çok azdır.
1.9.1.3.KLİNİK MUAYENE
MS tedavisindeki başarı standardı hastanın klinik kondüsyonudur. Her klinik
çalışma bu veriyi primer ya da sekonder sonlanım noktası olarak içermektedir.
Bununla birlikte klinik ölçümlerdeki zorluklar kullanılan ölçekler ve endekslerin
44
fazla olmasından anlaşılmaktadır. EDSS’deki problemlere bu bölümde değinilmiştir.
EDSS’deki bir puan artma veya azalma sonlanım noktası olarak belirlenmiştir; bu
da gözlemcilerin iyi eğitilmiş olmasını gerektirir çünkü aynı gözlemcinin farklı
zamanlarda değerlendirmesinde bile farklılıklar olabilir. Yürümenin doğrudan
değerlendirilmesi ya da 25 adım atmakta geçen zaman süresi ile ölçülen ambulasyon
indeksi birçok hastada kullanışlıdır. Relapsların sıklığı da hastalık aktivitesi için
klinik kanıt oluşturmaktadır.
1.9.2.BELİRTİLERİN GİDERİLMESİ YA DA MODİFİKASYONU
1.9.2.1.SPASTİSİTE
Spastisite istemli hareketleri yavaşlatır, dengeyi ve yürüme kontrolünü
bozar; ağrılı fleksor ya da ekstansor spazma yol açabilir. Parsiyel kontrolü genelde
mümkündür ancak motor gücün tamamen iyileşmesi nadirdir.
Baklofen gama-aminobütirik asit agonistidir, spazmı efektif olarak çözebilir,
performansı düzeltmeye hafif etkileri vardır. Günlük bölünmüş dozlar halinde 20120 mg arası nadiren de daha fazla kullanılır. Daha yüksek dozlar özellikle de
ayakta durmak ve transfer için bir miktar spastisiteye ihtiyaç duyan vakalarda
güçsüzlük yaratacak kadar hipotonisiteye neden olabilir. Uygun hastalarda intratekal
pompa yoluyla verilen baklofen spastisiteye karşı etkin olabilir. Yan etkileri
azaltmak ve etkinliği arttırmak için pompa elektronik olarak ayarlanır ve 24 saat
boyunca sabit veya değişken dozlarda ilaç verilir. İlacın etkinliği çok sayıda
kontrollü çalışmada gösterilmiştir ve yan etkileri azdır.
Tizanidin (Zanatlex), santral etkili alfa 2 noradrenerjik agonistti ve baklofen
ile etki mekanizmaları farklı olduğu için tek başına ya kombinasyon şeklinde
45
verilebilir. Yatmadan önce 2 mg ile başlanıp doz kademeli olarak arttırılır. Yan
etkileri baklofen ile benzerdir; ancak prospektif kör bir çalışmada tizanidinin kas
gücünü etkilemeden spastisiteyi çözdüğü gösterilmiştir.
Benzodiazepinler sedasyon yaratması ve muhtemel ilaç bağımlılığı
potansiyeli taşımalarına rağmen spastisite kontrolüne katkıda bulunurlar.
Dantrolen sodyum (Dantrium), eksitasyon kontraksiyon eşleşmesi üzerine
etkindir ancak karaciğer hasarı riski nedeniyle nadiren kullanılır. Eğer kullanılırsa
25 mg başlanıp günde 3 kez 100 mg’a kadar titre edilebilir.
4-aminopiridin ve 3,4-diaminopiridin (3,4 DAP) aksolemmada potasyum
kanallarını bloke eden ajanlardır, çift kör bir çalışmada motor güçte iyileşme
sağladığı göstermiştir. Konvülsiyon riski bu ajanların kullanımını kısıtlamıştır.
Zamanlamalı salıverilen bir preparatı halen çalışma aşamasındadır.
Botulinum toksini tip A’nın (Botox) da seçilmiş vakalarda faydalı olduğu
gösterilmiştir.
1.9.2.2.TREMOR
MS’in en kısıtlayıcı ve en zor tedavi edilen belirtilerinden biridir.
Apendiküler tremorlar ya hareket sırasında ya da harekete cevap sırasında görülür
ve günlük aktiviteyi kısıtlar. Ağırlık takılmış bilek bilezikleri ve özel ayarlanmış
aletler nonfarmakolojik tedavi secenekleridir. Farmakolojik olarak tremoru önleme
çabaları genelde başarısız olur. 800-1200 mg/gün izoniyazid ve piridoksin 100
mg/gün sınırlı derecede başarılı olabilir. Antikonvülsanlar denenebilir, başarı oranı
deüşüktür. Pirimidon (Mysoline), 125-250 mg/gün denenebilir. Yorgunluk,
somnolans ve bulantı primer yan etkileridir. Karbamazepin (Tegretol) bölünmüş
46
dozlarda 800mg’a kadar kullanılmıştır. Gabapentin (Neurontin) günlük bölünmüş
dozlarda 3600 mg’a kadar kullanılabilir, topiramad (Topamax) ile anekdotal
başarılar bildirilmiştir.
Klonazepam (Klonopin) günde 1-4 kez 0,5-2 mg dozlarında hafif etkili
olabilir. Ancak ataksi, davranış değişiklikleri, konfüzyon ve solunum depresyonu
gibi yan etkiler akılda tutulmalıdır.
Propranolol (Dideral) günde 2-3 kez 20-30 mg diğer bir seçenektir. Eşlik
eden kardiyak, respiratuar ve dolaşımsal hastalığı olanlarda dikkatli olunmalıdır.
Ondansetron (Zofran) günde bir-iki kez 4-8 mg’ın bazı MS vakalarında etkili
olduğu gösterilmiştir. Yan etkileri ishal, başağrısı ve artmış karaciğer enzimleridir.
Cerrahi talamotomi veya derin beyin stimülasyonu refrakter hastalığı
olanlarda kullanılabilir.
1.9.2.3.YORGUNLUK
Hastaların %78’inde görülür ve günlük aktiviteleri engeller. Depresyondan,
ilaç yan etkisinden ve fiziksel tükenmeden ayırt edilmelidir.
Amantadin (Symmetrel), günde iki kez 100 mg, yan etkileri azdır ve
hastaların çoğu tarafından iyi tolere edilir. Böbrek yetmezliği ya da konvülsiyonları
olan hastalarda dikkatli olunmalıdır. Çalışmalarda etkinlik oranının %40 olduğu
gösterilmiştir.
Modafinil (Provigil), diğer SSS stimulanlarından kimyasal ve farmakolojik
olarak farklı olan, etki mekanizması tam olarak bilinmeyen, uyanıklık sağlayıcı bir
ajandır. Yakın zamanda narkolepside kullanılmak üzere onay almıştır. Bazı açık
47
uçlu çalışmalarda modafinilin MS’li hastalarda yorgunluk üzerine etkin olduğu
gösterilmiştir. Tek kör çapraz geçişli bir çalışmada iyileşme gözlenirken, çift kör,
plasebo kontrollü, parellel grup çalışmasında bir fayda gösterilememiştir. Oral doz
sabahları tek doz 200mg şeklinde başlanır ve 400 mg’a kadar çıkılabilir.
Bazı hastalar metilfenidat (Ritalin),iki üçe bölünmüş dozlarda 10-60 mg/gün
dozda verilebilir ancak bu ajan kullanılırken dikkatli olunmalıdır.
Seçici serotonin geri alım inhibitörleri, özellikle aktivite arttırıcı özelliği
olanlar, hem MS’e bağlı depresif özellikleri tedavi ederler hem de yorgunluk üzerine
etkilidirler. Fluoksetin (Prozac), 10-20 mg günde bir ya da iki kez kullanılabilir, yan
etkileri bulantı, başağrısı, ekstrapiramidal yan etkiler, hipotansiyon ve manidir.
Buproprion, belirgin depresyonun olmadığı zamanlarda bile yorgunluğu azaltabilir.
Konvülsiyon öyküsü olanlarda bu ilaçlardan kaçınılmalıdır.
1.9.2.4.MESANE DİSFONKSİYONU
MS seyri sırasında hastaların %50-80’ inde semptomatik mesane
disfonksiyonu görülür. Mesane belirtilerinin sıklığı hastalığın süresi ile ilişkili
değildir, diğer miyelopatik belirtilerin şiddeti ile paralellik gösterir. Mesane
spastisitesi ile hipotonisini tedaviye başlamadan önce biribirinden ayırtetmek
önemlidir çünkü her iki durumda farklı tedaviler sözkonusudur. İdrar yolu
enfeksiyonu, prostat ve mesane kanseri, benign prostat hipertrofisi gibi durumlar
belirtileri taklid edebilir ve dışlanmalıdır.
Mesane disfonksiyonunu tedavi etmede ilk basamak sıvı tedavisi, zamanlı
işeme ve yatakbaşı lazımlık kullanımıdır.
48
Çıkım yolunda daralma olmayan hiperrefleksif mesanelerde antikolinerjik
tedavi uygulanabilir. Oksibutinin (Ditropan) genellikle ilk seçenek ilaçlardan biridir
çünkü jenerik formu çok ucuzdur ve çok yaygın kullanılmıştır. Doz günde bir veya
üç kez 2,5-5 mg’dir. Uzun salınımlı formları da vardır. Antikolinerjik yan etkiler
açısından gözlenmeli ve dikkatli olunmalıdır. Aynı etkiye sahip olan daha yeni
ilaçlar, tolterodin (Detrol), trospium (Sanctura), darifenazin (Enablex) ve solifenazin
(Vesicare)’dir.
İmipramin (Tofranil), bir trisiklik antidepresandır, günlük bölünmüş dozlar
halinde 50-300 mg faydalı olabilir, özellikle de enüresis üzerine etkilidir. Bu
medikasyonun eşlik eden depresyonu tedavi etme gibi ikili etkileri de vardır.
Dezmopressin özellikle gece vakti alındığında çıkış yolu obstrüksiyonu
olmayan hiperrefleksif mesaneye etkindir. Günlük 20-40 mikrogram dozlarda
önerilmiştir. Yan etkiler, bulantı, kızarıklık ve başağrısıdır.
Çıkış yolu obstrüksiyonun eşlik ettiği detrüzor hiperrefleksisi Crede
manevrası, antispastik ilaçlar veya antikolinerjiklerin terazosin hidroklorür gibi
(hytrin) alfa blokörler ile kombine edilmesine yanıt verebilir. İdame dozu 2-10
mg/gündür. Yan etkiler, taşikardi, yorgunluk, senkop, başağrısı ve astenidir.
Detrüzor arefleksisi, Crede manevrasına, alfa blokörlere veya betanekol
kloride (Ürekolin) yanıt verebilir. Olağan doz günde üç veya dört kez 10-50 mg’dır;
yan etkileri ishal, aşırı lakrimasyon ve deride kızarmadır. Eğer çok sayıda başka ilaç
alınıyorsa bu tedavi kontraendikedir.
Mesanesini uygun olarak boşaltamayan hastalara, kendi kendine yapılan
aralıklı kateterizasyon faydalı olabilir. Bazen de potansiyel riskleri olsa bile kalıcı
49
kateter gerekebilir. On yıldan fazla süreli kateterizasyon uygulananlarda mesanede
skuamöz metaplazi %80 iken, on yıldan az uygulananlarda %42, kateter
uygulanmayanlarda ise %20 dir. Bir barsak halkası ile mesane kapasitesinin
arttırılması uygun hastalarda diğer tedavi seçenekleri yetersiz kaldığında uygun bir
tedavi seçeneğidir.
1.9.2.5.DEPRESYON
Normal popülasyonda depresyon prevelansı %1.3 ile 3.7 arasında değişirken,
MS’li hastalarda bu oran %14-57 arasında değişmektedir. Kronik medikal hastalığı
olanlarda yaşam boyu depresyon prevelansı %12.9 dur. Nörolojik kronik, yaşam
kalitesini kısıtlayıcı bir hastalıkla baş etmeye çalışmak depresif belirtileri arttırır.
Çok sayıda ilaç alan hastalar depresyona yatkındır ve interferon beta tedavisinin yan
etkilerinden biri de depresyondur.
Seçici serotonin geri alım blokörleri MS’te depresif belirtileri tedavi etmek
için kullanılmaktadır. Daha önce de bahsedildiği gibi fluoksetin ve bu sınıftaki diğer
ilaçlar kullanılabilir.
Amitriptilin (Elavil) günde 25-100 mg (veya eş dozda diğer trisiklik
antidepresanlar) antikolinerjik yan etkilerden dolayı ikinci basamak seçenek olarak
düşünülebilir. Öte yandan antikolinerjik yan etkileri mesane spastisitesi olan
hastalarda faydalı olabilir ve çok sayıda ilaç vermek yerine tercih edilebilir.
1.9.2.6.CİNSEL DİSFONKSİYON
Çalışmalar göstermiştir ki, MS’li hastaların %45-74’ü cinsel disfonksiyon
yaşar. Bu belirtiler depresyon, barsak disfonksiyonu, yorgunluk, spastisite ve pelvik
taban zayıflığına bağlı olabilir. Hastalığın süresi, son zamanlarda alevlenme ya da
50
yeti yitimi skorları ile herhangi bir ilgisi yoktur. Erkeklerde özellikle de spinal kord
tutulumu olanlarda erektil disfonksiyon sıktır. İlaç yan etkileri ve psikolojik
faktörler de cinsel disfonksiyon ile ilişkili olabilir.
Sildenafil (Viagra) ve benzeri tedaviler erkeklerde erektil disfonksiyonun
intrakavernöz papaverin, prostoglandin E, fentolamin, vakum cihazları ve penil
protezler gibi eski tedavi yöntemlerine yeni ufuklar açmıştır. Cinsel ilişkiden bir saat
önce 25-100 mg sildenafil başağrısı, kızarıklık, dispepsi ve kas iskelet sistemi ağrısı
gibi minimal yan etkileri sahip olmakla birlikte etkindir. Kardiyovasküler hastalığı
olanlarda dikkatli olunmalıdır.
1.9.2.7.KOGNİTİF BOZUKLUK
MS’li
hastalarda
kognitif
problemler
artan
oranda
tanımlanmaya
başlanmıştır. Çalışmalarda demans ile MRG’de lezyon yükü, korpus kallozum
atrofisi
arasında
korelasyon
saptanmıştır.
Progresif
MS’li
hastaların
değerlendirildiği bir çalışmada, nörofizyolojik batarya ve MRG çalışması
yapıldığında, nörofizyolojik bataryası bozuk çıkanlardabozuk çıkmayanlara göre
MR’da daha yaygın serebral lezyon olduğu saptanmıştır. Kognitif fonksiyon
bozukluğu tedavisi, destek, baş etme stratejilerini arttırma ve depresyon tedavisidir.
1.9.2.8.PAROKSİSMAL BELİRTİLER
Paroksismal belirtiler, sık oluşan hareketle ya da duyusal stimulusla
tetiklenen ani sterotipik hareketlerdir. Nedeni muhtemelen daha önce hastalık
aktivitesi gösteren yerlerde ephaptik sinir transmisyonudur. Belirtiler sadece
sayılacaklarla kısıtlı olmamakla birlikte trigeminal nevralji, ağrı, parestezi,
51
güçsüzlük, tonik konvülsiyonlar, disartri, kaşıntı, diplopi, akinezi, hemifasiyal
spazm ve distoniyi içerir.
Antikonvülsif ilaçlar olağan dozlarında ya da daha düşük dozlarda faydalı
olabilir. Bazı hastalarda benzodiazepinler etkili olabilir.
Baklofen, asetazolamid (Diamox), ibuprofen ve bromokriptinin paroksismal
belirtilere olanlarda potansiyel olarak etkili olabileceği bildirilmiştir.
1.9.3.TEDAVİ STRATEJİLERİ
Bazı hastalarda MS bir veya iki akut nörolojik olay ile seyreden hastalık
aktivitesi daha fazla ilerlemeyen bir hastalıktır.bazı formlarında ise, klinik gidişi net
olarak kestirilemeyen 10-20 yıla dağılım gösteren kronik, relaps gösteren progresif
bir hastalıktır. Diğer hastalıklarda olduğu gibi, MS’in tedavisi de prospektif iyi
kontrollü klinik çalışmalara dayanır. Bu çalışmaların çoğu, etkinlik değerlendirme
çalışmasıdır, hastalar genellikle iki üç yılın üstünde takip edilmemişlerdir;
dolayısıyla uzun dönem tedavi hakkında sadece ipuçları verir. Bir ilacın etkinliği
ispatlandıysa uzun dönem plasebo kontrollü çalışma etik olarak mümkün değildir.
Klinik uygulamadaki hastalar çalışmalara dahil edilenlerden farklı olabilir, bununla
birlikte terapötik kararlar verilmelidir ve en iyi kanıtı bu çalışmalar verir.
1.9.4.AKUT ATAK TEDAVİSİ
Akut ataklar kortikosteroidler ile tedavi edilirler. Akut atağın tedavi
endikasyonu fonksiyonel yeti yitimi belirtileri ve eşlik eden objektif nörolojik
bozukluk bulgusunun olmasıdır. Bu nedenle hafif duyusal ataklar tedavi
gerektirmez. Geçmişte, primer olarak kortikotropin ve oral prednizon kullanılmıştır.
Geçmişte, 3-7 gün süre ile günde 500-100 mg IV metilprednizolon 3-7 gün boyunca
52
doz azaltılarak ya da azaltılmadan kullanılmıştır. 1993’te ON tedavisi üzerinde
yapılan randomize bir çalışmada, tek başına oral prednizon ile tedavi edilen
hastalarda, önce IV metilprednizolon verilip ardından oral prednizon başlananlara
göre daha fazla rekürrens epizodları görülmüştür. Dahası iki yıllık sürede plasebo
grubunda %16.7, oral tedavi gurubunda %14.7 ve IV tedavi gurubunda ise %7.5
oranında kesin MS gelişmiştir. Aynı çalışmanın beş yıllık takipleri incelendiğinde
başlangıçta MRG lezyonu olmayan hastaların %16’sında, iki veya üç lezyonu olan
hastaların ise %51’inde klinik kesin MS gelişmiştir. Yeti yitiminin gelişmesi, MS
tanısı konmuş olsa bile nadirdir, ON ile prezente olan vakalarda hastalığın benign
seyri nedeniyle onlarca yıl boyunca takip yapılmalıdır. Bu veriler, akut MS’te
yüksek doz intravenöz metil prednizon kullanılmasını destekler. Yüksek doz
intravenöz metil prednizolon ile psikiyatrik bozukluk, enfeksiyonlara yatkınlık,
gastrointestinal bozukluklar ve yorgunluk gibi yan etkiler görülebilmesine rağmen
hastaların çoğunda minimal yan etki görülmüştür. Tekrarlayan kortikosteroid
tedavisi alanlarda bazal ve yıllık kemik dansite incelemeleri yapılmalıdır. Anaflaktik
reaksiyonlar nadirdir fakat olabilir. Yüksek doz kortikosteroidin immünolojik
etkileri, CD4+ hücresinde azalma, lenfositlerden TNF alfa, interferon gama gibi
sitokinlerin salınımının azalması ve major histokompatibilite kopleks sınıf II
ekspresyonunun azalmasıdır. Kortikosteroidler SSS’de Ig G sentezini azaltırlar.
İntravenöz metilprednizolon hücrelerin beyne
Başka iki çalışma oral kortikosteroid kullanımı üzerine odaklanmıştır. Çift
kör plasebo kontrollü bir çalışmada, 51 hastada akut atak tedavisinde oral
kortikosteroid istatiksel olarak anlamlı faydalı bulunmuştur. Ciddi yan etki
görülmeden, hastalar 15 gün içinde toplam 3676 mg oral metilprednizolon
almışlardır. İkinci bir randomize çalışmada, akut relaps tedavisinde 80 hastada oral /
53
IV steroid tedavisi karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak tedavi gruplarında istatiksel
anlamlı fark bulunmamıştır. Bu çalışmalardaki yöntem problemi steroid başlamak
için geçen sürenin uzun olmasıdır.
1.9.5.HASTALIK MODİFİYE EDİCİ TEDAVİLER
MS tedavisinde FDA tarafından onaylanan ilk ajan interferon beta 1b
(Betaferon)’dir. 1993’te yapılan çift kör plasebo kontrollü bir çalışmada, relapsremisyonla giden 372 hastada 8mIU günaşırı uygulandığında iki yılsonuna relapsları
%34 oranına azalttığı gösterilmiştir. Tedavi alan hastalarda beş yıl sonunda MR
yükünde % 3.6 artış izlenirken, plasebo grubunda bu %30.2 olmuıştur. Beş yıl
içinde hastalık progresyonunda anlamlı değişiklik gözlenmemiştir. İnterferon beta
1b günaşırı subkutan self enjeksiyon şeklinde uygulanır. Yan etkileri, haftalar ya da
aylar içinde azalan nezle benzeri tablo, enjeksiyon yerinde reaksiyon ve
depresyondur.
Anemi,
lökopeni
ve
karaciğer
enzimlerinde
yükselme
olabileceğinden her üç ayda bir kan tetkiki önerilir. Hastaların %34’ünde ilacın
etkinliğini azaltabilecek nötralize edici antikorlar geliştiği izlenmiştir. İnterferon
beta –1b’nin etki mekanizması henüz bilinmemektedir. Fakat ilacın antiproliferatif
etkileri, sitokinler üzerine yaptığı değişiklikler, kan beyin bariyeri üzerine etkileri ve
T hücreleri üzerine yaptığı değişiklikler nedeniyle olabilir.
Glikolize rekombinal interferon beta olan İnterferon beta-1a (Avonex)’nın
etkinliği, ikinci bir plasebo kontrollü çalışmada, haftalık 6 milyon U (30µg)
dozlarında, relaps remisyonla giden hastalığı olanlarda araştırılmıştır (22). İki
yılsonunda yıllık alevlenme oranı %29 azalmıştır. MRG’de iki yıl sonunda, plasebo
gurubunda lezyon hacmi 122.4 mm³ iken, ilaç gurubunda 74.1 ölçülmüştür. İki yılda
MR’da parlayan lezyon sayısı plasebo gurubunda ortalama 1.65, iken ilaç
54
gurubunda 0.8 saptanmıştır. Yüzdört hafta sonunda progresyon gösteren hasta sayısı
plasebo grubunda %34.9 iken, interferon beta -1a grubunda %21.9’dur ki bu da
%37’ lik azalmaya denk gelir. Yan etkileri hafif grip benzeri tablo ve hafif anemidir.
Cilt reaksiyonu izlenmemiştir. Tedavi grubunda %22 oranında nötralizan antikor
oluşumu izlenmiştir ancak daha sonraki çalışmalarda bu oran daha azdır.
Avrupa ve Kanada’da (PRISMS Çalışma Grubu, 1998) yapılan randomize,
plasebo kontrollü çift kör bir çalışmada interferon beta-1a daha yüksek dozlarda
kullanılmıştır. Relaps remisyonla giden hastalığı bulunan 560 hastaya subkutan
interferon beta-a (Rebif) uygulanmıştır. Hastalar iki yıl süreyle, haftada üç kez 44
mikrogram ya da 22 mikrogram interferon beta-1a ya da plaseboya randomize
edilmişlerdir. Haftada 66 mikrogram alan grupta relaps oranında azalma %27 iken,
132 mikrogram alan grupta %33’dür. Yeti yitiminde anlamlı azalma saptanmıştır.
MRG lezyon yükü haftada 66 µg alan grupta %1.2, haftada 132 gµ alan grupta %3.8
azalma gösterirken; plasebo alan grupta %10.9 artış göstermiştir. Yan etki profili
diğer interferonlarla benzerdir. Nötralizan antikor gelişimi 66 mikrogram alan
grupta %23.8 iken, diğer grupta %12.5 saptanmıştır. Bu verilere dayanarak yeni bir
çalışmada haftada bir kez ve üç kez 44 mikrogram interferon subkutan dozu
karşılaştırılmıştır(23) ve üç günlük doz Mart 2002’de FDA tarafından onaylanmıştır.
Hem EVIDENCE çalışması hem de yüksek / düşük doz interferonu
(INCOMIN) karşılaştıran Avrupa çalışması kısa dönem çalışmalardır(24) ve bu
ajanlardan herhangi birinin uzun dönemde yeti yitimini gerçekten baskılayıp
baskılayamadığı sorusuna cevap olmakta yetersizdir. Görünen o ki beta interferon
kullanımında fark edilebilir bir doz cevabı oluşmaktadır.
55
Glatiramer asetat (daha önceki adı kopolimer 1) (Copaxone) günlük
subkutan enjeksiyon şeklinde uygulanan bir sentetik polipeptittir. Relaps remisyonla
giden hastalığı bulunan 251 hastanın randomize edildiği geniş çift kör bir çalışmada
(25) glatiramer asetat alan hastalarda 2 yılda relaps oranında %29 azalma olmuştur.
Çalışma uzatıldığında 140 haftada plasebo alan hastaların %41’inin yeti yitiminde
1.5 EDSS basamağına eşit ya da daha fazla kötüleşme yaşadığı bulunurken
glatiramer asetat ile tedavi edilenlerde bu oran sadece %21.6 olmuştur (25. Yan
etkileri lokal enjeksiyon yeri reaksiyonu, göğüs ağrısı, kızarıklık, dispne, çarpıntı ve
anksiyete gibi geçici sistemik postenjeksiyon reaksiyonlarıdır. Laboratuar izlemi
gerekmez. Çalışmalarda nötralizan antikor gelişimi izlenmemiştir. Glatiramer
asetatın insanlarda etki mekanizması net bilinmemekle birlikte, antijen prezente
eden hücrelerle enterferans, Th2 düzenleyici hücrelerin indüksiyonu ve immün
cevapların baskılanması olabilir.
Relapsla giden MS formları için onay alan en son ajan adezyon molekülü
alfa 4 integrine karşı direkt monoklonal antikor olan natalizumab (Tysabri)’dir. Bu
molekülün bloke edilmesi lenfositlerin kandan SSS’ye geçişini bloke edecektir.
Plasebo
kontrollü
bir
çalışmada
natalizumab
iki
yılda
relaps
oranını
%68,özürlülükteki kötüleşmeyi de %42 azaltmıştır (12). MRG ölçümleri de benzer
yönde etkilenmiştir.ikinci bir çalışmada, haftada bir gün interferon beta 1a almakta
iken alevlenme izlenen hasta grubuna natalizumab veya plasebo eklenmiştir (üzerine
ekleme çalışması) ve ilaç eklenen grupta hem klinik hem de MRG bulgularında
anlamlı düzelme saptanmıştır (26). Çalışmalar süresince güvenlik profili kısmen iyi
saptanmış ancak uzatma fazlarında hem natalizumab hem de IF alan iki hastada (27,
28) progresif multifokal lökoensefalopati (PML) izlenmiştir. Üçüncü MPL vakası
Crohn hastalığı nedeniyle natalizumab alan bir hastada gelişmiştir. Bu sonuçlar
56
ilacın Haziran 2006’ya kadar piyasadan çekilmesine neden olmuştur, bu tarihten
sonra bu ajanın risklerini daha iyi belirlemek ve kullanımını monitörize etmek
amacıyla bir risk idaresi programı ile birlikte yeniden piyasaya sürülmüştür.
Natalizumab günümüzde interferon ya da glatiramer asetat gibi ajanları tolere
edemeyen ya da başarısız olunmuş relapsla giden MS vakalarına önerilmektedir.
RR MS’de kullanım alanına giren onaylanmış 5 ajan ile ilgili oldukça fazla
tartışma vardır. Bu konudaki çalışmaların analizi ve sonuçların yorumlanması güçtür
çünkü her çalışmada değişik istatiksel metodlar kullanılmış, farklı klinik ve
laboratuar özellikleri değerlendirilmiştir. Direkt karşılaştırma yapmak doğru değildir
çünkü ilaçların tamamı çalışmalarda plasebo ile karşılaştırılmıştır. Nötralizan
antikor oluşumu da üzerinde durulması gereken diğer bir noktadır. Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki şu anki konsensüs rutin nötralizan antikor takibi önermez ve eğer
nötralizan antikorlar yüksek titrede saptandıysa interferonlar arası kayma önerilmez.
Hastalık modifiye edici ajanların kullanılabirliği, MS’i nörolojideki özel
hastalıklardan biri yapar. Bu ilaçlar sadece kısmen etkin olsa da kayda değer fayda
sağlarlar. Yakın gelecekte şimdiki tedavi rejimlerinde de gelişmeler olacağı ümit
edilmektedir. Genel bir kurak olarak, aktif relapsla giden MS’i olan tüm hastalar bu
immünmodulatuar ajanlardan birini süresiz kullanmak zorundadırlar.
1.9.6.PROGRESİF HASTALIK TEDAVİSİ
Geçmişte, kronik progresif MS ile ilgili çok sayıda klinik çalışmalar vardı.
Ne yazık ki bu çalışmalar bu bölümde bahsedilen hastalık seyir tanımlamaları henüz
yapılmadan yayımlanmışlardı. Sonuç olarak, bu çalışmalarda karışık hasta tipleri
vardı ve bu da tedavinin hastalığa etkisini gölgede bırakabilirdi. Bu hem primer hem
de sekonder MS vakalarının dahil edildiği çalışmalar için söz konusudur çünkü
57
sekonder form tedaviye daha yatkındır. Dahası basamaklı progresyon gösteren bazı
RR MS vakaları da bu çalışmalara dahil edilmiş olabilir. Bu çalışmaların çoğu MS
için çalışma desenlerinin daha az sofistike olduğu zamanlarda gerçekleştirilmiştir
(çalışma desenlerindeki ilerleme değerlidir çünkü araştırmacılar önceki hatalarından
doğruları öğrenirler) dolayısıyla terapötik etki gözden kaçabilir.
Geçmişteki
klinik
çalışmaların
çoğunda
progresif
MS
vakalarında
kemoterapötik ajanlar (sitostatikler) kullanılmıştır. Bunların hepsinin ortak
dezavantajı sistemik immündepresyon ve olası sistemik toksiste özelliğine sahip
olmalarıdır. Ek olarak, bu ajanların toksit ve uzun dönem rezidüel etkileri kronik ya
da repetetif kullanımını kısıtlar ki bu da kullanışlılığını daha da kısıtlar.
Progresyon gösteren hastalarda en başarılı çalışma Avrupa’da kemoterapötik
bir ajan olan mitoksantron (Novantrone) kullanılarak yapılmıştır ve bu ajan
özürlülüğün ilerlemesinde bir azalma oluşturmuş ve kötüleşen RR,PR ve SP MS
hastalarında iki yıllık bir periyotta relaps hızını anlamlı olarak azaltmıştır (29).
Hastalığın MR bulgularında da iyileşme izlenmiştir. Üçüncü yılda bile dozlama
ikinci yılda kesilmiş olmasına rağmen kabul edilebilir fayda halen devam
etmektedir. Toksisite profil kabul edilebilir düzeydedir ancak kardiyak toksisite
nedeniyle yaşam boyu doz 140 mg/m²’ye sınırlandırılmıştır. Diğer yan etkiler,
bulantı, alopesi ve nötropenidir. Çok nadir olsa da sekonder lösemiler bildirilmiştir.
Son çalışmalar indükte edici bir ajan kullanıp mitoksantron dozunu minimalize
etmeye yöneliktir.
Progresif MS’de siklofosfomid ile yapılan çalışmaların bazılarında yarar
göstermiş bazılarında ise gösterilememiştir. Çalışmaları birbiriyle karşılaştırmak
tehlikeli olabilir çünkü steroid ya da plazmaferez gibi değişik indüksiyon yöntemleri
58
gibi değişik indüksiyon metodları kullanılmıştır. Kanada Kooperatif MS Çalışması
(Canadian Cooperative MS Study)1991’de yapılmıştır ve ilacın etkin olmadığını
gösteren en güvenilir çalışmadır. Buna rağmen anektodal başarı raporları bu ilacın
umutsuz vakalarda kullanımını sağlamıştır.
Azatioprin pek çok klinik çalışmada denenmiştir. Relapslarla orta derecede
etki gözlenmiştir ancak progresif hastalık üzerine güvenilir etkileri yoktur. Sistemik
toksisite siklofosfamidden az da olsa bu ajanı kullanırken de dikkate alınmalıdır.
Metotreksat diğer otoimmün hastalıklarda da kullanılmaktadır (örn.,
romatoid artrit). Progresif MS’li hastalarda, tıpkı romatoid artritdeki gibi 7,5
mg/haftalık dozda metotreksat çalışması yapılmıştır. Bu çift kör, plasebo kontrollü
çalışmada metotreksatın, üst ekstremite fonksiyonlarında orta derecede etkili
olduğu, ambulasyon üzerine ise etkisi olmadığı saptanmıştır. Toksisite minimaldir.
Metotreksat MS’de yaygın olarak kullanılmamaktadır.
Kladribin tüylü hücreli lösemi tedavisinde kullanılan bir ajandır. Pilot
çalışmalarda RR ve progresif MS hastaları üzerinde etkin olduğu gösterilmiştir.
Daha geniş çok merkezli bir çalışma hem primer progresif hem de sekonder
progresif MS’de bir yıldan sonra her hangi bir klinik fayda gösterememiştir ancak
gadolinyum kontrastlı MRG’de lezyonlarda belirgin azalma saptanmıştır. Son
zamanlarda kladribinin oral formu da çıkarılmıştır.
MS’de kronik kortikosteroid tedavisinin etkili olmadığı ve potansiyel
morbiditesi olduğu gösterilmiştir. Bazı araştırmacılar, sekonder progresif hastalıkta
pulse steroid tedavisini önermişlerdir. Bir yaklaşım da progresif MS hastalarının iki
yıl boyunca aylık 500 mg IV metil prednizolon ile tedavisidir. Bu tedavi
yaklaşımının ikna edici bir etkisi yoktur. Diğer bir çalışmada, RR MS’de üç yıl
59
boyunca 5 gün günde 1 gr pulse metil prednizolon ardından iki yıl boyunca her altı
ayda bir aynı kürün tekrarlanması uygulanmıştır. Akut alevlenme için IV
metilprednizolon alan hastalarla karşılaştırıldığında daha sık tedavi edilen grupta
daha az beyin atrofisi, MRG’de daha az siyah delikler ve EDSS ile ölçülen daha az
yeti yitimi olduğu gözlenmiştir. Tedavinin yıllık relaps oranına ve T2 lezyon yüküne
etkisi yoktur. Bu yaklaşımın progresif hastalarda faydası tartışmalıdır.
Avrupa SP MS (European SPMS) çalışmasında IVIg’ faydalı etkisi olmadığı
ve MRG bulgularına çok az etkisi olduğu saptanmıştır (30).
Kemik iliği ya da kök hücre transplantasyonu ile ilgili çok sayıda anektodal
rapor vardır fakat kontrollü çalışma verisi yoktur. Kontrollü çalışma olmayışı, tek
vaka çalışmaları, çok sayıda vaka çalışmaları ve uluslararası kayıtların hepsi
güvenilir veri için yeterli değildir.
İşlemin morbiditesi yüksektir bazen de bazı MS hastalarında mortaliteyi
arttırabilir.
İnterferon beta-1b iki SP MS çalışmasında kullanılmıştır. Çalışmalardan
ilkinde Avrupa da çok merkezli plasebo kontrollü bir çalışmada 718 SP MS hastası
8 MIU günaşırı subkutan interferon beta-1b ya da plasebo almışlardır. Çalışma üç
yıllık planlanmış olup, ikinci yılda ilacın etkinliğinin gösterilmesi nedeniyle erken
sonlandırılmıştır (31). Çalışma analizleri intereferon beta-1balan hastalarda yeti
yitimi progresyonunun yavaşladığını göstermiştir. Bu gecikme ortalama 9-12 aydır.
Benzer olarak, tedavi alan hastalarda plasebo ile karşılaştırıldığında tekerlekli
sandalyeye bağımlı olma vakti 9 ay gecikmiştir. Yaklaşık benzer sonuçlar relaps
hızında azalma, MRG analizi, hastaneye yatışlar ve steroid kullanımı gibi
durumlarda da gözlenmiştir.
60
İkinci interferon beta-1b çalışması, Kuzey Amerika’da yapılmıştır. Bu
çalışmada, SP MS hastaları plasebo, interferon beta-1b 8 mIU/günaşırı ya da
Interferon beta-1b 5 mIU/ metrekare günaşırı (bu doz ortalama 9.6 mIU’dur)
almışlardır. Avrupa çalışmasının aksine, bu çalışmada primer sonlanım noktası olan
yeti yitiminde kötüleşmeyi azaltma üzerine etki saptanmamıştır (31). Relaps hızı,
MRG aktivitesi ve lezyon yükünde azalma tedavi grubu lehine bulunmuştur. İki
çalışmanın da ileri analizleri göstermiştir ki, çalışmalar arasındaki sonuç
farklılığının nedeni, iki çalışmadaki hastalarda MS aktivitesinin farklı olmasıdır.
Çalışmaya alınma kriterleri benzer olmasına rağmen, gruplar pek çok yönden
birbirinden farklıdır(31). Bu da aynı problemi aynı hasta grubunda çözmeye
çalışsalar bile çalışma sonuçlarını karşılaştırmada güçlük olduğunun altını
çizmektedir.
Diğer bir yüksek doz interferon beta-1a (Rebif) çalışması olan Avrupa /
Kanada çalışması da primer sonlanım noktalarına (EDSS’de kötüleşmeye kadar
geçen süre) ulaşmada başarılı olamamıştır. Relaps oranı ve MRG bulguları gibi
diğer sonlanım noktalarında ise olumlu sonuçlar elde edilmiştir.
Diğer bir çalışmada ise interferon beta-1a (Avonex) haftada 60 mikrogram
verilmiş (RR MS’deki Standard dozun iki katı ) ve MSFC ile ölçülen primer
sonlanım noktasına ulaşmada başarılı olmuştur (32). Relaps oranı ve MRG bulguları
üzerine de olumlu etki saptanmıştır. Buna rağmen, EDSS ile ölçülen özürlülüğe
kadar geçen sürede düzelme saptanmamış, bu nedenle de bu ilaç SP MS tedavisinde
düzenleyici onayı almamıştır.
Özetle, SP MS tedavisinde aşırılı olduğu gösterilen iki tedavi seçeneği
mitoksantron ve de interferon betadır. PP MS tedavisi için elde ilaç yoktur. PR MS
61
tedavisi üzerine az sayıda araştırma yapılmıştır ancak mitoksantron çalışmasında
hastaların bir kısmında PR MS mevcuttur dolayısıyla bu hastalarda mitoksantron
tercih etmek uygun olacaktır.
2. ARAŞTIRMANIN PROBLEMİ :
Multiple skleroz hastalarının kullandığı ilaçlar ve ağız diş sağlığı arasında
anlamlı bir ilişki var mıdır?
Alt Problemler:
I. Ege Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi gören Multiple skleroz hastalarının
demografik ve bireysel özellikleri nasıldır?
a) Yaşı
b) Cinsiyeti
c) Hangi şikayetle hekimine başvurduğu
d) İlk tanıyı aldığı zaman aralığı
e) Atak tipi
f) Atakları tetikleyen bir dışsal nedenin olup olmadığı
g) İlaca bağlı dişeti büyümesi olup olmadığı
h) İlaca bağlı dişeti kanaması olup olmadığı
ı) İlaca bağlı aftöz ülserlerin olup olmadığı
i) Temporomandibuler eklem sorunu olup olmadığı
j) Trigeminal nevraljiye sahip olup olmadığı
62
k) Düzenli bir şekilde dişlerini fırçalayıp fırçalamadığı
l) İlaca bağlı ağız kuruluğu, ağız yanması ve metalik tat olup olmadığı
m) Protez kullanıp kullanmadığı
n) Kullandığı ilaç sayısı
o) Lenf muayenesinde ele gelen kitle olup olmadığı
II. Multiple skleroz hastalarının kullandığı ilaçlar ile dişeti kanaması
arasında
anlamlı bir ilişki var mıdır?
III. Multiple skleroz hastalarının kullandığı ilaçlar ile dişeti büyümesi arasında
anlamlı bir ilişki var mıdır?
3. ANKET-ANKET SONUÇLARI-İSTATİSTİKLER:
1.
Hastalığınızın tanısı ne zaman kondu? Yılı………
o
0-2 yıl önce
o
2-6 yıl önce
o
6-10 yıl önce
o
Daha fazla
2.
Hangi şikayetle ilgili hekime başvurmuştunuz?
o
Ekstremitelerde kuvvet kaybı, uyuşukluk, duyu bozukluğu
o
Bir gözde ağrılı görme kaybı veya bulanık görme, çift görme
o
Yürüyüş bozukluğu, denge kaybı
63
o
İdrar yapmada zorluk, idrar kaçırma
o
Diğer…………………………………………………………………
3.
Hastalığınızın tipi nedir?
o
Atak ve düzelme dönemleri ile giden Multiple Skleroz
o
Kronik Progresif Multiple Skleroz (uzun seyirli ilerleyici Multiple Skleroz)
o
Primer Progresif Multiple Skleroz
o
Sekonder Progresif Multiple Skleroz
o
Progresif Relapsing multiple Skleroz
4.
Ataklarınızın sıklığı nedir?
o
Günde bir
o
Haftada bir
o
Ayda bir
o
Diğer…………..
5.
Atakları tetikleyen dışsal etkenler var mı?(hafif travma, yorgunluk, vb.)
o
Hayır
o
Evet…………………………………………………………..
6.
Kullandığınız ilaçlar nelerdir?
o
Betainterferonlar(Betaferon, Kebif, Avonex)
64
o
Glatiramer asetat(Copaxone)
o
İmmunsupresifler(Azotiopirin, Siklofosfamid, Mitoksantran)
o
Natalizumab(Tysabri)
o
Fingolimod(Gilenya)
o
Kortikosteroid(Betametaz,
Kortizon,
Deksametazon,
Fludrokortizon,
Hidrokortizon, Prenizolon, Triamsinolon)
o
Diğer………………………..
7.
İlacınızı kullanmaya başladıktan sonra dişetlerinizde büyüme oldu mu?
o
Evet
o
Hayır
8.
İlacınızı kullanmaya başladıktan sonra dişetlerinizde kanama oldu mu? Daha
sık kanadığını hissettiniz mi?
o
Evet
o
Hayır
9.
İlacınızı kullanmaya başladıktan sonra ağız içinde beyaz ve ağrılı yaralar
oluştu mu?
o
Evet
o
Hayır
65
10.
Temporomandibular eklem muayenesinde herhangi bir ağrı, deviasyon vb.
bir şikayet var mı?
o
Hayır
o
Evet ………………………………………….
11.
Yemek yerken çenenizin yorulduğunu hissediyor musunuz?
o
Evet
o
Hayır
12.
Yüzünüzde belli noktalara dokunulunca veya yüzünüzü yıkarken bir taraflı
şimşek çakması gibi ağrılar oluyor mu?
o
Evet
o
Hayır
13.
Hangi diş tedavilerini oldunuz? Ne zaman?
o
Protez yaptırdım
o
Kanal tedavisi yaptırdım
o
Dolgu yaptırdım.
o
Dişeti tedavisi gördüm
o
Diş çektirdim
13. Düzenli olarak dişlerinizi fırçalayabiliyor musunuz?
o
Evet, fırçalayabiliyorum
66
o
Hayır,
fırçalayamıyorum.
Çünkü…………………………………………………..
14.
İlaçlarınızı kullanmaya başladığınızdan beri ağız ve diş sağlığınızda olumsuz
yönde değişimler oldu mu?
o
Hayır
o
Evet…………………………………………………………………………
15.
Hareketli protez kullanıyor musunuz?
Eğer kullanıyorsanız sizin için
herhangi bir problem yaratıyor mu?
o
Hayır kullanmıyorum
o
Evet kullanıyorum……………………………………………………………..
16. Lenf muayenesinde ele gelen kitle var mı? Varsa özelliği nasıl?
o
Hayır yok
o
Evet
var………………………………………………………………………….
67
Grafik 1. Anket yapılan hastalarının ilk tanıyı ne zaman aldığını veren
dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 39’unun tanısı 0-2 yıl içinde, yüzde 17’sinin
tanısı 2-4 yıl içinde, yüzde 13’ünün tanısı 4-6 yıl içinde, yüzde 17’sinin tanısı da 6
yıldan daha fazla zaman önce konulmuştur.
68
Grafik 2. Anket yapılan hastaların hangi şikayetle doktorlarına başvurduğunu
veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 38’i ekstremitelerde kuvvet kaybı, uyuşukluk
ve duyu bozukluğu ile, yüzde 37’si gözde ağrılı görme kaybı veya bulanık görme,
çift görme ile, yüzde 20’si yürüyüş bozukluğu ve denge kaybı ile, yüzde 5’i idrar
yapmada zorluk ve idrar kaçırma şikayeti ile hekimine başvurmuştur.
69
Grafik
3.
Anket
yapılan
hastaların
hastalıklarının
tipini
veren
dağılım
3. Soruya verilen cevaplar
%7
% 12
%1
% 1 Cevap 4 Cevap 3 Cevap 2
Cevap 5
% 79
Anket yapılan hastaların hastalıklarının tipinin yüzde 79’u atak ve düzelme
dönemleriyle giden Multiple Skleroz, yüzde 12’si kronik progresif Multiple Skleroz,
yüzde 7’si primer progresif Multiple Skleroz, yüzde 1’i sekonder progresif Multiple
Skleroz, yüzde 1’i de progresif relapsing Multiple Skleroz’dur.
70
Grafik 4. Anket yapılan hastaların ataklarını tetikleyen dışsal bir etki olup
olmadığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 78’inin ataklarını tetikleyen dışsal etkenler
varken yüzde 22’sinde yoktur.
71
Grafik 5. Anket yapılan hastaların hangi ilaçları kullandığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 40’ı betainterferon, yüzde 14’ü glatimer
asetat, yüzde 15’i kortikosteroid, yüzde 31’i de diğer ilaçlardan kullanmaktadır.
İmmunsupresif, natalizumab ve fingolimod kullanan hasta bulunmamaktadır.
72
Grafik 6. Anket yapılan hastalarda ilaca bağlı dişeti büyümesi olup
olmadığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 5’inde ilaca bağlı dişeti büyümesi
gözlenirken, yüzde 95’inde ilaca bağlı dişeti büyümesi gözlenmemiştir.
73
Grafik 7. Anket yapılan hastalarda ilaca bağlı dişeti kanaması olup
olmadığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 28’inde ilaca bağlı dişeti kanaması
gözlenirken, yüzde 72’sinde ilaca bağlı dişeti kanaması gözlenmemiştir.
74
Grafik 8. Anket yapılan hastalarda ilaca bağlı ağız içinde beyaz ağrılı yaralar
olup olmadığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 33’ü ilaca bağlı ağız içinde ağrılı beyaz
yaralar gözlenirken, yüzde 72’sinde ilaca bağlı ağız içinde ağrılı beyaz yaralar
gözlenmemiştir.
75
Grafik 9. Anket yapılan hastalarda temporomandibular eklem muayenesinde
herhangi bir ağrı, deviasyon vb. şikayet olup olmadığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 64’ünde temporomandibular eklem
muayenesinde ağrı, deviasyon vb. şikayetler bulunurken yüzde 36’sında herhangi
bir şikayet bulunmamıştır.
76
Grafik 10. Anket yapılan hastaların yemek yerken çenelerinin yorulup
yorulmadığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 70’inde yemek yerken çenelerde yorulma
bulunurken yüzde 30’unda bulunmamıştır.
77
Grafik 11. Anket yapılan hastalarda trigeminal nevralji olup olmadığını
veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 77’sinde
trigeminal nevralji bulunurken
yüzde 23’ünde trigeminal nevraljiye ait herhangi bir bulguya rastlanmamıştır.
78
Grafik 12. Anket yapılan hastaların diş tedavilerinden hangilerinin olduğunu
veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 16’sı diş protezi yaptırmış, yüzde 11’i kanal
tedavisi yaptırmış, yüzde 30’u dolgu yaptırmış, yüzde 21’i diş eti tedavisi görmüş ve
yüzde 22’si de diş çekimi yaptırmıştır.
79
Grafik 13. Anket yapılan hastaların düzenli olarak dişlerini fırçalayıp
fırçalamadığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 80’i dişlerini düzenli fırçalayabiliyorken,
yüzde 20’si dişlerini düzenli fırçalayamıyor.
80
Grafik 14. Anket yapılan hastaların ağızlarında ilaca bağlı olumsuz yönde
değişimler olup olmadığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 39’unda ilaca bağlı ağız kuruluğu, ağız
yanması veya metalik tat gibi olumsuz yönde değişimler meydana gelirken yüzde
61’inde böyle olumsuzluklar meydana gelmemiştir.
81
Grafik 15. Anket yapılan hastaların hareketli protez kullanıp kullanmadığını
veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 13’ü hareketli protez kullanırken yüzde 87’si
hareketli protez kullanmamaktadır.
82
Grafik 16. Anket yapılan hastaların lenf muayenesinde ele gelen kitle olup
olmadığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 22’sinin lenf muayenesinde ele gelen kitle
tespit edilirken yüzde 78’inde ele gele kitle tespit edilmemiştir.
83
Grafik 17. Anket yapılan hastaların yaş aralığını veren dağılım
Anket yapılan hastaların yüzde 0.1’i 0-20 yaş aralığında, yüzde 55’i 20-40
yaş aralığında, yüzde 39’u 40-60 yaş aralığında, yüzde 4.9’u da 60 yaş üstünde
olduğu tespit edilmiştir.
84
Grafik 18. Anket yapılan hastaların cinsiyet dağılımı
Anket yapılan hastaların yüzde 78’inin kadın, yüzde 22’sinin de erkek
olduğu tespit edilmiştir.
Tablo.1. Anket yapılan hastaların hastalığının tanısının koyulduğu yıl
ile ilaca bağlı diş eti büyümesi arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
Chi-Square Tests
Asymp. Sig. (2Value
df
sided)
Pearson Chi-Square
3,187(a)
3
,364
Likelihood Ratio
4,764
3
,190
85
Linear-by-Linear Association
,013
N of Valid Cases
151
1
,909
a 4 cells (50,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
,87.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.364>0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile ilaca bağlı diş eti büyümesi arasında anlamlı
bir ilişki bulunmamıştır.
Tablo.2. Anket yapılan hastaların hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile
ilaca bağlı diş eti kanaması arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
Chi-Square Tests
Asymp. Sig. (2Value
df
sided)
Pearson Chi-Square
2,551(a)
3
,466
Likelihood Ratio
2,681
3
,444
2,033
1
,154
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 0 cells (,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
6,99.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.466>0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile ilaca bağlı diş eti kanaması arasında anlamlı
bir ilişki bulunmamıştır.
86
Tablo.3. Anket yapılan hastaların hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile
ilaca bağlı ağız içinde beyaz ağrılı yaralar arasında ilişki olup olmadığını gösteren
tablo
Chi-Square Tests
Asymp. Sig. (2Value
df
sided)
Pearson Chi-Square
31,892(a)
3
,000
Likelihood Ratio
30,842
3
,000
4,849
1
,028
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 0 cells (,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
6,70.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.000<0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile ilaca bağlı ağız içinde beyaz ağrılı yaralar
arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
Tablo.4. Anket yapılan hastaların hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile
temporomandibular eklemde ağrı, deviasyon vb. şikayetler arasında ilişki olup
olmadığını gösteren tablo
87
Chi-Square Tests
Asymp. Sig. (2Value
df
sided)
Pearson Chi-Square
12,953(a)
3
,005
Likelihood Ratio
12,808
3
,005
,191
1
,662
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 0 cells (,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
8,30.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.005<0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile temporomandibular eklemde ağrı, deviasyon
vb. şikayetler arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
Tablo.5. Anket yapılan hastaların hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile
trigeminal nevralji arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
Chi-Square Tests
Asymp. Sig. (2Value
df
sided)
Pearson Chi-Square
,465(a)
3
,926
Likelihood Ratio
,489
3
,921
,119
1
,730
Linear-by-Linear
Association
88
N of Valid Cases
151
a 0 cells (,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
5,25.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.926>0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile trigeminal nevralji arasında anlamlı bir ilişki
bulunmamıştır.
Tablo.6. Anket yapılan hastaların hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile
düzenli diş fırçalayabilmeleri arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
Chi-Square Tests
Asymp. Sig. (2Value
df
sided)
Pearson Chi-Square
6,311(a)
3
,097
Likelihood Ratio
6,378
3
,095
4,475
1
,034
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 3 cells (37,5%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
3,79.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.097>0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile düzenli diş fırçalayabilme arasında anlamlı
bir ilişki bulunmamıştır.
89
Tablo.7. Anket yapılan hastaların hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile
ilaca bağlı ağız ve diş sağlığında olumsuz değişimler arasında ilişki olup olmadığını
gösteren tablo
Chi-Square Tests
Asymp. Sig. (2Value
df
sided)
Pearson Chi-Square
13,843(a)
3
,003
Likelihood Ratio
14,348
3
,002
3,060
1
,080
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 0 cells (,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
9,91.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.003<0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tanısının koyulduğu yıl ile ilaca bağlı ağız diş sağlığındaki olumsuz
değişimler arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
Tablo.8. Anket yapılan hastaların hastalığının tipi ile ilaca bağlı diş eti
büyümesi arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
Chi-Square Tests
Asymp. Sig. (2Value
df
90
sided)
Pearson Chi-Square
1,833(a)
4
,767
Likelihood Ratio
2,394
4
,664
,036
1
,849
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 7 cells (70,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
,16.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.767>0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tipi ile ilaca bağlı diş eti büyümesi arasında anlamlı bir
ilişki
bulunmamıştır.
Tablo.9. Anket yapılan hastaların hastalığının tipi ile ilaca bağlı diş eti
kanaması arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
Chi-Square Tests
Value
df
Asymp. Sig. (2-sided)
Pearson Chi-Square
14,563(a)
4
,006
Likelihood Ratio
17,053
4
,002
,013
1
,908
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
91
a 6 cells (60,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
1,27.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.006<0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tipi ile ilaca bağlı diş eti kanaması arasında anlamlı bir
ilişki
bulunmuştur.
Tablo.10. Anket yapılan hastaların hastalığının tipi ile ilaca bağlı ağız
içindeki beyaz ağrılı yaralar arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
Chi-Square Tests
Pearson
Value
df
Asymp. Sig. (2-sided)
9,052(a)
4
,060
14,216
4
,007
7,769
1
,005
Chi-
Square
Likelihood Ratio
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 6 cells (60,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
1,22.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.06>0,05 olduğundan hastaların hastalığının
tipi ile ilaca bağlı ağız içindeki beyaz ağrılı lezyonlar arasında anlamlı bir ilişki
bulunmamıştır.
Tablo.11. Anket yapılan hastaların hastalığının tipi ile temporomandibular
eklemde ağrı, deviasyon vb. şikayetler arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
92
Chi-Square Tests
Pearson
Value
df
Asymp. Sig. (2-sided)
19,508(a)
4
,001
25,449
4
,000
5,589
1
,018
Chi-
Square
Likelihood Ratio
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 6 cells (60,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
1,51.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.001<0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tipi ile temporomandibular eklemde ağrı, deviasyon vb. şikayetler
arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
Tablo.12. Anket yapılan hastaların hastalığının tipi ile trigeminal nevralji
arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
Chi-Square Tests
Value
df
Asymp. Sig. (2-sided)
Pearson Chi-Square
6,736(a)
4
,151
Likelihood Ratio
8,000
4
,092
,013
1
,911
Linear-by-Linear
Association
93
N of Valid Cases
151
a 6 cells (60,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
,95.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.151>0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tipi ile trigeminal nevralji arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.
Tablo.13. Anket yapılan hastaların hastalığının tipi ile düzenli diş
fırçalayabilmeleri arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
Chi-Square Tests
Value
df
Asymp. Sig. (2-sided)
Pearson Chi-Square
1,854(a)
4
,763
Likelihood Ratio
3,210
4
,523
1,101
1
,294
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 6 cells (60,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
,69.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.763>0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tipi ile düzenli diş fırçalayabilmeleri arasında anlamlı bir
ilişki
bulunmamıştır.
Tablo.14. Anket yapılan hastaların hastalığının tipi ile ağız diş sağlığındaki
olumsuzluklar arasında ilişki olup olmadığını gösteren tablo
94
Chi-Square Tests
Value
df
Asymp. Sig. (2-sided)
Pearson Chi-Square
13,116(a)
4
,011
Likelihood Ratio
17,036
4
,002
10,666
1
,001
Linear-by-Linear
Association
N of Valid Cases
151
a 5 cells (50,0%) have expected count less than 5. The minimum expected count is
1,80.
α= 0,05 ; %95 önem düzeyinde 0.011<0,05 olduğundan hastaların
hastalığının tipi ile ağız diş sağlığındaki olumsuzluklar arasında anlamlı bir ilişki
bulunmuştur.
4. TARTIŞMA
Multiple skleroz hastalarında görülen diş problemleri birçok nedenle
oluşmaktadır. Bunlar, multiple skleroz tedavisinde kullanılan ilaçlara bağlı
olabileceği gibi, geçirilen multiple skleroz ataklarından sonra kalan sekellerden
kaynaklı olarak ağız bakımının yeteri kadar yapılamaması kaynaklı da olabilir. Diş
problemlerini bunlar dışında sosyo-kültürel seviye düşüklüğü de artırmaktadır. Her
ne kadar bizim hasta grubumuzdaki diş eti hipertrofisi %5 düzeyinde karşılaşılmış
olsa da, bunun nedeni erken dönemde fark edilerek uzun döneme yayılmadan
gerekli önlemler alınarak (etken ilacın kesilmesi, ağız bakımı gibi) sorun olmaktan
çıkarılmasıdır.
95
Multiple skleroz tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkisi sadece diş eti
hipertrofisi olmayıp, diş eti kanamasına eğilim, ağız florasındaki değişiklikler ve
kemik gelişimi üzerine olan olumsuz etkiler de olabilir. Hastalarımızın % 39’u bir
şekilde ilaçların yan etkisini yaşamıştır.
Tüm bu veriler ışığında; multiple skleroz hastalarında artmış diş problemlerin
tek bir faktöre bağlı olmadığı multifaktöryel nedenlerle oluştuğu ve Nöroloji
uzmanlarının Diş hekimleri ile koordineli çalışarak bu sorunların üstesinden
gelmeleri gerektiği kanısı yaygındır.
5. SONUÇ
Multiple skleroz, SSS’de inflamatuar demyelizan olaylar sonucu gelişen
hastalıklardan en sık görülenidir. Genç erişkinlerde gelişen yeti yitiminin başta
gelen nedenidir(Noseworthy ve ark, 2000). Yaşam süresi üzerinde sınırlandırıcı
etkisi olamamasına rağmen uzun yıllar içinde gelişen yeti yitimi için bir potansiyel
olduğundan sosyoekonomik sonuçları önemli düzeydedir. Patolojik olarak MS,
aksonların kısmen korunduğu oligodendrosit kaybı ve astroglial skarlaşma ile çok
sayıda demyelizasyon alanı ile karakterizedir. Hastalarda kullandığı ilaçlara bağlı
olarak dental yan etkiler ya da ataklardan geriye kalan sekeller sonucu hastaların öz
bakımını yapamaması sonucu dental problemler gözlenmiştir.
Multiple skleroz hastalarında görülebilecek dental problemler; ilaca
bağlı gingival hiperplazi, bazı ilaçlardan kaynaklanan artmış kanama eğilimi, ilaç
tedavisi sonucu kserostomia, yumuşak doku lezyonları ve ülserasyonlar, ilaç
tedavisinin sonucu olarak koordinasyon eksikliğidir.
96
Yapılan araştırmaya ve istatistiksel olarak bakılan sonuca göre multiple
skleroz hastalarının kullandıkları ilaçlar ile dişeti kanamaları ve dişeti büyümeleri
arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Bunun gibi hastaların atak tipi ile dental
problemler arasında da anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Sonuç olarak multiple
skleroz hastalığı bu hastaların kullandığı ilaçlar ile dişeti kanaması, dişeti büyümesi
ya da diğer dental problemler doğrudan ilişkilendirilemez.
97
6.KAYNAKÇA
1. 2000, 343, S: 938-952, Noseworthy, J. H., Lucchinetti, C., Rodriguez, , M.,
& Weinschenker, B. G., Multiple Sclerosis, N Engl J Med
2. 2001, 50, S: 646-657, Prineas, J. W., Kwon, E. E., Cho, E. S.,
immunopathology of seconder-progresive multiple sclerosis, Ann Neurol
3. 2006, 129, S: 3156-3172, Patrikios, P., Stadelman, C., Kutzelnigg, A.,.
Remyelination is extensive in a subset of multiple sclerosis patient, Brain
4. 2002, 125, S: 1450-1461, Lucchinietti, C. F., Mandler, R. N., McGavern, D.,
A role for humoral mechanisms in the pathogenesis of Devic’s neuromyelitis
optica, Brain
5. 2005, 128, S: 2705-2712, Kutzelnigg, A., Lucchinetti, C. F., Stadelman, C.,
Cortikal demyelination and diffuse white matter injury in multiple sclerosis,
Brain
6. 2003, 9, S: 323-331, Bo, L., Vedeler, C. A., Nyland, H., Intracortical
multiple sclerosis lesions are not associated with increased lymphocyte
infiltration, Mult Scler
7. 1999, 6, S: 149-166, Conlon, P., Oksenberg, J. R. , Zhang, J., & Steinman,
L., The immunobiology of multiple sclerosis: an autoimmune disease of the
central nervous system, Neurobiol Dis
8. 2005, 204, S: 208-231, Hafler, D. A., Slavik, J. M., Anderson, D. E., Multple
Sclerosis, Immunol Rev
98
9. 2006, 12, S: 77-87, Nocentini, U., Pasqualetti, P., Bonavita, S., Cognitive
dysfunction in patients with relapsing-remitting multiple sclerosis, Mult
Scler
10. 2005, 11, S: 328-337, Arnett, P., Ben-Zacharia, A., Benedict, R., The
Goldman Consensus statement on depression in multiple sclerosis, Mult
Scler
11. 2005, 76, S: 1457-1459, Bronum-Hansen, H., Stenager, E., Nylev , S. E., &
Koch-Henriksen, N., Suicide among Danes with mutiple sclerosis, J Neurol
Neurosurg Psychiatry
12. 2006, 354, S: 899-910, Polman,C. H., O’Connor, P. W., Havrdova, E., A
randomized, plasebo-controlled trial of natalizumab for relapsing multiple
sclerosis, N Engl J Med
13. 2002, 346, S: 158-164, Brex, P. A., Ciccarelli, O., O’Riordan, J. I., A
longitudinal study of abnormalities on MRI and disability from multiple
sclerosis, N Engl J Med
14. 1996, 46, S: 907-911, Lublin, F. D., & Reingold, S. C., Definiting the
clinical course of multiple sclerosis: results of an international survey.
National Multiple Sclerosis Society(USA) Advisory Committee on Clinical
Trials of New Agents in Multiple Sclerosis, Neurology
15. 2004, 62, S: 51-59, Pittock, S. J., Mayr, W. T., McClelland, R. L., Change in
MS-related disability in a population-based cohort: a 10-year follow-up
study, Neurology
99
16. 2006, 66, S: 172-177, Tremlett, H., Paty, D., & Devonshire, V.,
Disabilityprogression in multiple sclerosis is slower than previosly reported,
Neurology
17. 2006, 108, S: 266-270, Vukusic, S., & Confavreux, C., Pregnancy and
multiple sclerosis: the children of PRIMS, Clin Neurol Neurosurg
18. 2006, 67, S: 968-972, Tintore, M.,Rovira, A., Rio, J., Baseline MRI predicts
future attacks and disability in clinically isolated syndroms, Neurology
19. 1999, 122, S: 871-882, Cutter, G. R., Baier, M. L., Rudick, R. A.,
Development of a multiple sclerosis functional composite as a clinical trial
outcome measure, Brain
20. 2006, 22, S: 197-206, Weinschenker, B. G., Wingerchuk, D. M., Pittock, S.
J., NMO-IgG: a spesific biomarker for neuromyelitis optica, Dis Markers
21. 2006, 66, S: 1485-1489, Wingerchuk, D. M., Lennon, V. A., Pittock, S. J.,
revised diagnostic criteria for neuromyelitis optica, Neurology
22. 1996, 39, S: 285-294, Jacobs, L. D., Cookfair, D. L., Rudick, R. A., for The
Multiple Sclerosis Collaborative Research Group (MSCRG), Intramuscular
interferon beta-1a for disease progression in relapsing multiple sclerosis,
Ann Neurol
23. 2002, 59, S: 1496-1506, Panitch, H., Goodin, D. S., Francis, G.,
Randomized, comparative study of interferon beta-1a treatment regimens in
MS- the EVIDENCE trial, Neurology
100
24. 2002, 359, S: 1453-1460, Durelli, L., Verdun, E., Barbero, P., Every-otherday interferon beta-1b versus once-weekly interferon beta-1a for multiple
sclerosis: results of a 2-year prospective randomised multicentre study
(INCOMIN), Lanset
25. 1995, 45, S: 1268-1276, Johnson, K. P., Brooks, B. R., Cohen, J. A., et al.,
fort he Copolymer 1 Multiple Sclerosis Study Group, Copolymer 1 reduce
relapse rate and improves disability in relapsing-remitting multiple sclerosis:
results of a phase III multicentre, double-blind plasebo-controlled trial,
Neurology
26. 2006, 354, S: 911-923, Rudick, R. A., Stuart, W. H., Calibresi, P. A.,
Natalizumab plus interferon beta-1a for relapsing multiple sclerosis, N Engl
J Med
27. 2005, 353, S: 369-374, Kleinschmidt-DeMasters, B. K., & Tyler, K. L.,
Progressive multifokal leukoencephalopathy complicating treatment with
natalizumab and interferon beta-1a for multiple sclerosis, N Engl J Med
28. 2005, 353, S: 375-381, Langer-Gould, A., Atlas, S. W., Gren, A. J.,
Progressive multifokal leukoencephalopathy in a patient treated with
natalizumab and, N Engl J Med
29. 2002, 360, S: 1149-1156, Hartung, H. P., Gonsette, R., Konig, N.,
Mitoxantrone in progressive multiple sclerosis: a plasebo-controlled, doubleblind, randomised, multicentre trial, Lanset
101
30. 2004, 364, S. 1149-1156, Hommes, O. R., Sorensen, P. S., Fazekas, F.,
Intravenosus immunoglobulin in secondary progressive multiple sclerosis:
randomised plasebo-controlled trial, Lanset
31. 2004, 63, S: 1779-1787, Kappos, L., Weinshenker, B., Pozzilli, C.,
Interferon beta-1bin secondary progressive MS: a combined analysis of two
trials, Neurology
32. 2002, 59, S: 679-687, Cohen, J. A., Cutter, G. R., Fischer J. S., Benefit of
interferon beta-1a on MSFC progression in secondary progressive MS,
Neurology
102
7. ÖZGEÇMİŞ
7 ekim 1990 tarihinde Çorlu’da doğdum. 1996-2000 yıllarında Uncular
Süleyman Peker İlköğretim Okulu’nda, 2000-2002 yıllarında Yavuz Selim
İlköğretim Okulu’nda, 2002-2004 yıllarında Adem Çelik ilköğretim Okulu’nda,
2004-2006 yıllarında İstanbul Ticaret Odası Çok Programlı Lisesi’nde, 2006-2008
yıllarında Buca Lisesi’nde, 2008-2013 yıllarında da Ege Üniversitesi Diş Hekimliği
Fakültesi’nde eğitim gördüm.
103
Download