Untitled

advertisement
ISTANBUL
TICARET
ODASI
OSMANLI MİSAFİRPERVERLİĞİ
VE
AVRUPA'DAKİ YANKILARI
HAZIRLAYAN
Yrd. Doç. Dr. Bayram NAZIR
YAYIN NO:2007-38
Copyright © İTO
Tüm haklan sakhdır. Bu yaymm hiçbir bölümü, yazarm ve İTO'nun önceden
yazılı izni olmaksızın mekanik olarak, fotokopi yoluyla veya başka herhangi
bir şekilde çoğaltılamaz. Eserin bazı bölümleri veya paragrafları, sadece
araştırma veya özel çalışmalar amacıyla, yazarın adı ve İTO belirtilmek
suretiyle kullanılabilir.
ISBN 978-9944-60-181-8
İTO ÇAĞRI MERKEZİ
Tel: (212) 444 0486
İTO yayınları için ayrıntılı bilgi
Bilgi ve Doküman Yönetimi Şubesi
Dokümantasyon Servisi'nden alınabilir.
Tel
: (212) 455 63 29
Faks
: (212) 512 06 41
E-posta : [email protected]
İnternet: www.ito.org.tr
Odamız yayınlarına tam metin ve ücretsiz olarak
internetten ulaşabilirsiniz.
YAYINA HAZIRLIK, BASKI, CİLT
Elma Bilgisayar Basım ve Ambalaj San.Tic.Paz.Ltd.Şti.
İkitelli Organize Sanayi Bölgesi Keresteciler Sitesi 14. Blok No: 1Küçükçekmece-İSTANBUL
Tel: 0212.670 05 25 Faks: 212.670 05 24
e-mail: elmabasim@elmabasim. com
ÖNSÖZ
Avrupa Birliği tartışmaları ülkemizde yoğun bir şekilde devam ederken bir kez daha
Türkiye'nin en büyük sorunlanndan birinin tanıtım eksikliği olduğu ortaya çıkmıştır. Bu
hususta gerek hükümetler ve gerekse sivil toplum örgütlerinin büyük çaba harcadıklarım
gözlemlemekteyiz. Avrupa ve Amerika'da lobi şirketlerine ve reklamcılara ödenen paralar
milyon dolarlarla ifade edilmektedir. Aynı zamanda üniversiteler de bilimsel çalışmalarla
Türkiye'nin tanıtımında etkin rol üstlenmiş durumdadır.
Bu bağlamda uluslararası ilişkilerde diplomasinin bütün enstrümanlarının kullanıldığı
düşünüldüğünde, tarih boyunca ister siyasi ister dini isterse başka nedenlerle Osmanlı
Devleti'ne sığınanlara gösterilen çarpıcı hoşgörü ve tolerans örneklerinin gündeme
getirilmesi ve ülkemizin tanıtımında kullanılmasının ne denli önemli olduğu
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Zira Osmanlı Devleti, hangi nedenle olursa olsun
ülkelerini terk edip gelenlerin sığındıkları liman olarak tüm dünyanın takdirini
toplamıştır. Tarih bo3mnca zulme uğrayanların sığınılacak ilk kapı olarak gördükleri
Türkler, bu güne kadar binlerce mağdur ve perişan insana kucak açmıştır. Osmanlı
Devleti bu insanları din, dil ve ırk ayrımı yapmadan kabul ederek, bir çok parlak çağa
kendi hoşgörü damgasını vurmuştur.
Bu çahşmanm konusu, 1848-49 Avrupa İhtilalleri'nden sonra Osmanlı ülkesine sığman
Macar ve Polonyalı mühecilere, başta Sultan Abdülmecid olmak üzere Osmanlı
Hükümeti'nin gösterdiği misafirperverlik ve hoşgörüdür. Ülkelerini terk ederek
Osmanlı'ya sığman bu insanları yerel yöneticiler ve halk da hüyük bir coşku ile
karşılamıştır. Osmanlı Devleti'nin mültecilere bu sıcak yaklaşımı İngihere, Fransa ve
Amerika Birleşik Devletleri'nde büyük yankı uyandırmıştır. Ayrıca, Osmanlı Devleti'nin
mültecileri muhafaza edip hürriyet ve insan haklanm savunucu rolünü üstlenmesi, Rusya
ve Avusturya'nın savaş tehditlerine boyun eğmeyerek onlan iade etmemesi Batı'da
hayranlık ve takdirle karşılanmıştır. Gerçekten de, Macar ve Polonyalı mültecilere göster­
ilen misafirperverlik Avrupa'da o derece tesir uyandırmıştı ki, "Paris ve Londra sokak­
larında Frenkler bir fesli görseler "Yaşasın Türkler" diyerek gelip öperler ve iltifat eder­
lerdi". Diğer taraftan Macarlar ve Polonyalılar, Osmanlı'nın kendilerine gösterdiği mis­
afirperverliği unutmamışlar ve hatırlannda günümüze kadar yaşatmışlardır.
Çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde mültecilerin Osmanlı ülkesine
sığınmaları ve Osmanlı Devleti'nin gösterdiği konukseverliğe değinilmiştir. İkinci
bölümde, Rusya ve Avusturya'nın bütün tehdit ve baskılarına rağmen mültecileri iade
etmeyen Osmanlı Devleti'nin mültecilere gösterdiği misafirperverliğin Avrupa ve
Amerika'daki yankılan hakkında bilgi verilmiştir. Nihayet üçüncü bölümde Osmanlı
Devleti'ne sığman ünlü kişilerin hayat hikayelerine kısa değinmelerde bulunulmuştur.
Bu çalışmanın belge, resim ve dokümanlarla ulusumuzun misafirperverliğini ortaya
koyması nedeniyle tüm ilgili taraflara yararlı olmasını, geleneklerimizin örnek teşkil
etmesini temenni eder, bu çalışmayı gerçekleştiren Yardımcı Doçent Doktor Bayram
Nazır'a ve Odamız Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Şubesi'ne teşekkür ederim.
Dr. Cengiz Ersun
Genel Sekreter
SUNUŞ
B
U kitap, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki belgelere dayanılarak hazırlanmış­
tır. Böyle bir araştırmanın gerçekleştirilmesi İstanbul Ticaret Odası'nm verdi­
ği destek sayesinde mümkün olabilmiştir. Bu desteği veren başta İstanbul Ticaret Oda­
sı Başkanı Murat YALÇINTAŞ ve tüm yönetim kurulu üyelerine şükranlarımı ifade et­
mek isterim. Yine İstanbul Ticaret Odası bünyesinde bulunan Ekonomik ve Sosyal
Araştırmalar Şubesi Müdürlüğü'ne teşekkür ediyorum.
Ömrünün en verimli çağlarını Almanya'da bir çimento fabrikasında çalışarak
geçiren ve eğitim hayatı boyunca desteklerini hiç esirgemeyen babam Yaşar NAZIR'm
fedakarlıklarını unutmayacağımı ifade etmek isterim. Keza, 20 yıla aşkın gurbet yolu
bekleyen ve gurbet hasretinin bittiği anda hayatını kaybeden annem Rukiye NAZIR için
Allah'tan rahmet diliyorum. Her ikisine de hayatım boyunca medyun-ı şükranım. Tah­
sil hayatım süresince gösterdiği manevi destekten dolayı Saime NAZIR'a teşekkür et­
mek benim için özel bir anlam ifade etmektedir. Yeğenlerim Fatih ve Bedir NAZIR, ki­
tabın hazırlanması safhasında elinden geleni fazlasıyla yaptılar. Gösterdikleri destekten
dolayı teşekkürü fazlasıyla hak ediyorlar. Yine, İsmail ATALAY çalışmam süresince
önemli katkılarda bulundu. Yardımlarından dolayı kendisine teşekkür ediyorum.
Nihayet bu eserin ortaya çıkmasında gösterdiği yardım ve olağan üstü sabırla
bana her zaman destek olan eşim Hatice NAZIR'a teşekkür etmek benim için ayrı bir
zevk olacaktır. Oğlum Ensar ve kızım İlayda NAZIR kendilerine ayırmam gereken za­
man konusunda benim için çok anlamlı fedakarlık yaptılar.
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Sunuş
Giriş
3
5
11
1. BÖLÜM
23
MACAR VE POLONYALI ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARININ OSMANLI DEVLETÎ'NE
SIĞINMASI VE OSMANLI MÎSAFÎRPERVERLÎĞt
A1234-
Osmanlı Devleti Macar ve Polonyalı İhtilalcilere Kucak Açıyor
İlk Mülteci Kafilesi ve Osmanlı Devleti'nin Aldığı Tedbirler
Mülteciler Silahsızlandırılıyor
Osmanlı Devleti Hiçbir Mültecinin İade Edilmesini İstemiyor
Macar Özgürlük Savaşı'nm Ünlü İsimleri Türk Misafirperverliğine Yakışır Bir
şekilde Karşılanıyor
5- Mehmed Paşa Mültecilerden Özgür Bir Ülkenin Havasını Teneffüs Etmelerini İstiyor
6- Önemli Şahsiyetlerin Sığınması Üzerine Meclis-ı Mahsus Olağanüstü Toplanıyor
7- Vidin Valisi Ziya Paşa'nm Üstün Misafırperveriiği
B1234-
24
24
26
26
28
30
30
31
678-
Macar Devlet Başkanı Lajos Kossuth'ım Osmanlı Ülkesine Sığınması
Kossuth'un Çocuklarından Ayrılması
Kossuth'un Eşiyle Vedalaşması
Kossuth Osmanlı Sınırında
Kossuth'un Sınırdan Sultan Abdülmecid'e Gönderdiği Mektup ve Sultanın İnsanlık
Dersi Veren Cevabı
Kossuth Macaristan Topraklarını Terk Ederken Öğle Dokunaklı Konuştu ki
Kendisi de Göz yaşlarını Tutamadı
Macar Devlet Başkam Lajos Kossuth Tanınmamak İçin Sakalım ve Bıyıklarım Kesiyor
Kossuth Sırp Kralı'nm Teklifini Reddediyor
Kossuth'un Osmanh Ülkesinde Olmaktan Duyduğu Mutluluk
36
41
40
41
C123456-
Osmanlı Devleti'ne Sığınan Diğer Ünlü İsimler
Macar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı da Osmanlı Ülkesinde
Polonyalı Ünlü General Jozef Bem'in Osmanlı Devleti'ne Sığınması
Ünlü Şairimiz Nazım Hikmet'in Dedesi de Osmanlı'ya Sığınanlar Arasındaydı
General Kmety'nin Osmanlı Devleti'ne İlginç Sığınma Öyküsü
Geri Dönmektense Kendilerini Tuna Nehri'ne Atacaklarını Söyleyen Mülteciler
Osmanlı Şehri Vidin Mülteci Akınına Uğruyor
43
43
43
44
46
47
48
5-
31
31
32
32
36
D123456-
Mültecilerin Gündelik Yaşanülanndan Kesitler
Mülteciler Birbirleriyle Tartışıyorlar
Mülteciler Vatanlarından Uzak Olmanın Acısını Unutmaya Çalışıyorlar
Mülteciler Türkçe Öğreniyorlar
Kossuth Hakkında Aşk Dedikoduları
Mültecilerin Sebep Olduğu Fiyat Artışları
Mültecilerden Önemli Şahsiyetler İslamiyet'i Kabul ediyorlar
Mültecilerin Şıraınu'ya Nakilleri ve Buradaki Hayatları
Mültecilerin Şumnu'ya Yolculukları
Kossuth ve Arkadaşlarının Balkan Yolculukları
Türk Askerlerinin Yolculukta Mültecilere Gösterdiği Misafirperverlik
Macar Eski Kralı Rakoczy Ferenc'in Anısı Mültecileri Duygulandmyor
Eski Cuma'da Kossuth'u Duygulandıran Karşılama
Şumnu'da Kossuth ve Arkadaşlarının Karşılaştıkları Büyük Sürpriz
Mülteci Liderlerinin Anadolu'ya Gitmemek İçin Babıâli Nezdinde Başarısız
Kalan Girişimleri
8- Kossuth ve Arkadaşlarının Yılbaşı Kutlamaları
9- Bayan Kossuth'un Şumnu'ya Gehşi
10- Macar Devlet Başkanına Başarısızlıkla Sonuçlanan Suikast Girişimleri
11- Mültecilerin Ahmed Vefık Efendi Onuruna Yaptıkları Gösteri
12- Ahmed Vefık Efendi'nin Kossuth ile Yaptığı Özel Görüşme
13- Kossuth Mültecilere "Atalarımızın Geldiği Yer Olan Anadolu'ya Gönderiliyoruz" dedi.
50
50
51
52
52
53
53
E1234567-
54
55
56
57
58
58
59
60
60
61
62
62
63
. 64
F1234-
Kossuth ve Arkadaşlan Kütahya'da
Avmpa Gazetelerinde Manşetlerden İnmeyen Şehir: Kütahya
Kossuth'un Kütahya'daki Gündelik Hayatı
Kossuth Kütahya'da Türkçe Gramer Hazırladı
Kossuth'un Çocukları Kütahya'da Törenle Karşılanıyor
66
66
66
68
70
G123456-
Kossuth'u Kütahya'dan Kaçuma Girişimleri ve Osmanlı Devleti'nin Aldığı tedbirler . . .
Examiner Gazetesi'nin Ortağı Henningsen Frigyes Karoly'nin Kütahya'ya Gelişi
Rumlar Kütahya Şehrini Yakmak İstediler
Avusturya Ajanı Jasmagy Kütahya'da
At Tüccarı da Kossuth'u Kaçırmak İstedi
Kütahya Aktarlarında Zehir Satımı Yasaklanıyor
Devlet Kossuth ve Arkadaşlanm Bursa'ya Nakletmeyi Düşündü
72
72
73
74
75
75
76
H- Kossuth ve Arkadaşlarmm Kütahya'dan Aynhnalan
76
n. BÖLÜM
79
OSMANLI DEVLETİ'NİN MÜLTECİLERİ HİMAYESİ ve AVRUPA'DAKİ YANKILARI
A- Osmanlı Devleti'nin Mültecileri Himayesi ve Diplomatik Kriz
79
1- Rus Çarı Mültecilerin İadesi İçin Özel Elçisini İstanbul'a Gönderdi
2- Mültecileri İade etmek Onları Cellada Teslim Etmekten Farksızdı
3- Rusya ve Avusturya Osmanlı Devleti'nden "Evet" veya "Hayır" Demesini İstiyor
4- Sultan Abdülmecid "Hayır" Dedi Dünyanı Kendine Hayran Bıraktı
5- Mustafa Reşid Paşa'nm Hayranlık Uyandıran Sözleri
6- Mülteciler Sultana Minnettarlıklarını Bildirdiler
7- Rusya ve Avusturya Osmanlı Devleti İle Diplomatik Münasebetleri Kesiyor
8- Diplomatik İlişkilerin Kesilmesi Ticari İlişkilere Yansıtılmıyor
9- Babıâli'nin İngiltere ve Fransa Elçileriyle Dirsek Teması
10- Fuad Efendi Çar'ı İkna İçin Rusya'ya Gönderiliyor
11- Fuad Efendi'nin Petersburg'taki İlk Temasları
12- Fuad Efendi Rus Çarı İle Görüşüyor
13- Çar Geri Adım Atıyor
14- Sorun Çözülüyor
15- Rusya'dan Sonra Avusturya da Osmanlı Devleti'yle Anlaşıyor
79
80
81
82
82
84
86
87
88
89
91
94
95
96
97
B- Osmanlı Misafirperverliğinin Avrupa'daki Yankılan
98
1- İngiltere'de
98
a- İngiltere Osmanlı Devleti'ne Destek İçin Donanmasını Çanakkale'ye Gönderiyor . . . . 98
b- İngiliz Gençlerinin Osmanlı Elçisine Gösterdikleri Olağanüstü İlgi
100
2- Fransa'da
100
a- Mültecilerin İade Edilmemesinden Dolayı Fransa'nın Duyduğu Memnuniyet
100
b- Paris'te Türk Büyükelçisine Meslek Hayatının En Mutlu ve Gumrlu Günlerini Yaşatan
Olaylar Nasü Gelişti
101
3- Amerika Birleşik Devletleri'nde
103
a- Amerika'da Binbaşı Emin Efendi'yi Şaşırtan Karşüama
103
b- Emin Efendi'nin Amerikan Başkanı Tarafından Kabul Edilmesini
Dünya Şaşkınlıkla İzledi
105
4- Macaristan'da
106
a- Macaristan'da Türk Heyetine Gösterilen Olağanüstü İlgi
106
b- Türk Heyeti İmparator Fransuva Jozef e Bile Tahsis Edilmeyen
Konakta Ağırlanıyor
107
c- Türk Heyetini Peşte'de Yüz Bin Kişi Karşılıyor
107
d- Macar Halkı Osmanlı Padişahı İçin Taç Yaptı
108
e- Osmanlı Devleti Szeged Sel Felaketi Mağdurlarına Yardım Yaptı
108
f- Kanuni Sultan Süleyman'ın Macaristan'dan İstanbul'a Getirttiği Kitaplar
350 Yıl Sonra Macaristan'a Gönderildi
109
niBÖLÜM
109
OSMANLI DEVLETÎ'NE SIĞINAN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİN HAYAT HİKAYELERİ
1- Lajos Kossuth (1802-1894)
Ill
23456-
114
117
117
118
120
Jozef Bern (Murad Paşa) (1794-1850)
Joseph Wysocki (1809-1873)
Kmety (Ismail Paşa) (1813-1865)
Kont Zamoyski (1803-1868)
Richard Guyon (Hurşid Paşa) (1803-1856)
GtRÎŞ
"Bu kadar âlicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik
bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak
ne tatlı."
İsveç Kralı XIL Demirbaş Şari
''Sultanınız mültecilere
gösterdiği
verlik ve üstün hoşgörülü
tavrıyla
halkının ve bütün aydın ülkelerin
misafirper­
Amerikan
sempatisini
kazanmıştır."
Amerikan Başkanı Zachary Taylor
Osmanlı Devleti, tarihi boyunca hem doğudan hem de batıdan ülkele­
rini terk eden binlerce kişiye kapılarını severek açmıştır. Örneğin, 1402 An­
kara Savaşı öncesi Timur'un önünden kaçan Celayirli Ahmed ve Karakoyunlu Kara Yusuf Osmanlı'ya sığınmıştır. Timur, bu şahısların iadesini Yıldırım
Bayezid'den istemiş fakat, Osmanlı Sultanı onun bu talebini reddetmiştir. Bu
hadise, Ankara Savaşı'nm nedenlerinden biri olmuştur. Doğudan bu tür sı­
ğınmalar daha sonra da vuku bulmuştur.
Konumuz gereği, doğudan Osmanlı'ya sığınanlar üzerinde durulma­
yacaktır. Örnek olması bakımından Avrupa'dan Osmanlı'ya sığınanlar üze­
rinde kısaca durulacak ve arkasından da asıl konumuz olan 1848 Avrupa İh­
tilallerinden sonra Osmanlı Devleti'ne sığman Macar ve Polonyalı mülteci­
lerden bahsedilecektir.
İlk olarak Macar Kralı Thököly Imre'den bahsetmek istiyoruz. Thököly, Avusturya'ya karşı yaptığı özgürlük mücadelesini kaybettikten sonra
eşi İlona Zriny ile birlikte Osmanlı Devleti'ne sığındı. Macar Kralı, Osman­
lı Devleti'nde yaklaşık altı yılını geçirdi. Kral, Türkiye'de önemli sayıda
Türkçe kelime öğrendi ve bu kelimelere Macarca eserlerinde sistemli şekil­
de yer verdi. Hayatı boyunca Türk dostu kalan, sadakatini ve bağlılığını her
fırsatta gösteren Thököly kendisini şöyle tanıtıyordu:
Muîn-ı Âl-i Osmanım itaat üzereyim emre
Kral-ı Orta Macarım ki nâmım Thököly Imre.
Thököly, 1705'te İzmit'te öldü ve naaşı 1906 yılında kendi ülkesi-
ne nakledildi.
Osmanlı ülkesine sığman bir başka Macar Kjralı İL Ferenc Rakoczy'dir. Rakoczy'nin ilticası Türk-Macar münasebetlerinde ve hatta Os­
manlı Devleti siyasi tarihinde önemli bir yer tutar. Rakoczy, İstanbul'da Yeniköy'de ikamet ettiği sırada kendisine lazım olan şarap, Akdeniz'deki Adalar'dan temin ediliyordu. Divân-ı Hümâyun'dan Yeniçeri Ağası'na yazılan
hükümde, Adalar'dan Rakoczy'nin ihtiyacı için satın alınacak 2.000 mudra
şarabın oturduğu yere nakline engel olunmaması istendi. Aynı zamanda ko­
nağına gelecek domuzlardan da gümrük vergisi alınmaması hususunda ilgili­
lere talimat verildi.
Rakoczy'nin İstanbul'da ikameti uzun sürmedi ve maiyetiyle birlilcte
Tekirdağ'a yerleştirildi. Tekirdağ Nâibi'ne ve ilgililere gönderilen talimatta
Rakoczy'ye daima saygılı davranılması ve isteklerinin karşılanmasında kusur
gösterilmemesi bildirildi. Kısacası Macar kralının rahat ve huzur içinde yaşa­
mını sürdürebilmesi için Osmanlı Devleti, bütün detayları düşünerek her tür­
lü önlemi almakta tereddüt göstermedi. Macar İkalına Tekirdağ'da 23 ev tah­
sis edildi. Bu evlerden sadece birinin kirası 356 akçe idi. Rakoczy'ye ise gün­
lük tayinat olarak 7.500 akçe ödeniyordu. Rakoczy ve maiyetinde bulunanla­
ra bir ayda yapılan masrafın tutarı ise 336.400 akçe kadardı. Türk medeniyet
tarihinin en parlak simalarından ve ilk Türle matbaasının kurucusu İbrahim
Müteferrika'nm hem Thököly ve hem de Rakoczy ile yakın ilişkisi oldu.
İbrahim Müteferikka, 1672 Thököly ayaklanması sırasında esir düş­
müş ve İstanbul'a getirilmişti. Yevmiye 50 akçeye Rakoczy'nin yanma ter­
cüman tayin edilen Müteferrika, bÜ3Aük bir gayretle ona hizmet etti ve ayrıca
diplomatik vazifeler de üstlendi. Bu görevinde Osmanlı Devlet adamları ve
Rakoczy'nin takdir ve itimadını kazandı. Ölümünden bir süre önce Rakoczy,
Sadrazam Ali Paşa'ya yazdığı mektupta "bilhassa vefakâr tercümanım İbra­
him Efendiyi Padişahın iyi niyetine tevdi ediyorum'' diye yazmıştı.
Osmanlı Devleti'nin misafir ettiği kişi bu kez Rusya'ya karşı yaptığı
savaşı kaybeden "Demirbaş"' lakaplı İsveç Krah Xn.Şarl idi. Şari, 1709 yı­
lında Osmanlı Devleti'ne sığındı ve beş yıl kadar Osmanlı'nın misafiri oldu.
İsveç Kralı, Osmanlı'ya sığınıp kurtulmasına rağmen, askerlerinin çoğu Rus­
lar tarafından öldürüldü. IIL Ahmed, Şarl'm iltica ettiğini haber alınca onun
misafir olarak kabul edilip, bir kral gibi muamele görmesini, masraflarmm
Osmanlı Devleti tarafindan karşılanmasını emretti. Osmanlı ülkesinde kaldı­
ğı süre içinde kendisine gündelik maaş bağlandı. Demirbaş Şari, Osmanlı
Devleti'ne sığındığında niyeti, en fazla iki hafta kaldıktan sonra ülkesine ge­
ri dönmekti. Ancak Osmanlı ülkesinde beş yıl üç ay gibi uzun bir süre kaldı.
Şari, 1714 Ağustos'unda Sultan III. Ahmed'den izin alarak Osmanlı toprakla­
rından ayrıldı. ICral, hareket etmeden önce tanınmamak için yanındaki 15 subayıyla birlikte sakal bıraktı. Şari, ülkesine 1714 Kasım'mda ulaştı. İsveç,
Şarl'm olmadığı dönemde perişan bir hale düşmüştü. Kral, bir zafer kazanarak
ülkesini mevcut durumdan kurtarmak için Norveç'e karşı bir sefer düzenledi
ancak, 1718'de Fredrishald kuşatması sırasında vurularak 36 yaşında öldü
Demirbaş Şari, Osmanlı ülkesinde geçirdiği günlerin kendisine verdi­
ği mutluluğu şu sözlerle ifade etti: "Bu kadar âlicenap, bu kadar asil, bu ka­
dar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak ne tatir. İsveç
Kralı'nm Türkiye'de kaldığı süre içinde Türkçe'ye ilgi duyduğu anlaşılmak­
tadır .Nitekim eskiz çalışmaları sırasında çizdiği teknelere "Yaramaz'' ve "Yıl­
dırım'' isimlerini vermişti. Günümüzde aynı isimler İsveç'te hala kullanılır.
Kralın emriyle yapımına başlanan "Yaramaz" ve "Yıldırım", 1716 yılında bi­
tirildi. 44 top taşıyan ve 39 metre uzunluğundaki Yaramaz, artık İsveç donan­
masının sancak gemisiydi. Türk korsan teknelerinin çizgilerini taşıyan bu tek­
ne, İsveç donanma sancağını buharlı tekneler çağma kadar gururla taşıdı.
"Yıldırım" Prusyalılar ile yapılan bir deniz savaşında batırılmış, İsveçliler ta­
rafından uğruna inanılan "Yaramaz" ise, inşa edilen modem bir tekneye adı
verilerek efsanevi ününü sürdürmüştür.
Demirbaş Şarl'm Osmanlı ülkesinde kalması ve Doğu kültürü ile ta­
nışması İsveç üzerinde günümüze kadar devam eden derin izler bıraktı. İsveç
Kralı'nm ülkesine dönmesinden sonra, "dolma, buzlu şerbet, kahve, kalaba­
lık, sofa, yıldırım, yaramaz, köşk, divan" gibi kelimeler İsveç diline girdi.
Osmanlı Devleti'nin misafir ettiği diğer önemli bir şahsiyet de Polon­
yalıların milli şairi Adam Mickiev^icz'dir. Şair, küçük yaşta haksızlığa ve
baskıya uğrayan vatandaşlarının duygularını şiir diliyle anlatmaya başladı.
Çünkü o, hürriyetinden yoksun kalan ulusunun intikamını şiirle almak ve bu
duyguları her Polonyalının kalbine yerleştirmek için en uygun vasıtanın şiir
olacağım düşünüyordu. Şairin, esir milletlerin, işgal edilmiş topraklarm sa­
vunucusu olan şiirleri tüm gençliğin dilinde dolaşmaktaydı. Aşağıdaki mıs­
raları gençlik toplantılarında çok sık okunurdu:
"Doğmuşum kölelik içinde
Zincire vurulmuşum daha beşikte
Selam sana istikbalin evladı
Ardından doğacaktır hürriyet güneşi''
Mickiev^icz, bir başka ünlü şiirinde ulusunun ıstırabını şöyle di­
le getirmişti:
''Ben kendimi milyon sayarım. Çünkü, milyonlarca ezilmiş
ıstırabını çekiyorum''.
insanın
Mickiev^icz, ezilmiş insanların davası için 25 yıl Avrupa'da sürgünde
mücadele ettikten sonra, 1855'te İstanbul'a geldi. Geliş amacı, 1849 yılında
Osmanlı Devleti'ne sığman Polonyalıların durumunu incelemek ve 1853'te
başlayan Kırım Savaşı'nda onların Osmanlı'nın safında aldıkları yeri güçlen­
dirmekti. Fakat, İstanbul'daki ömrü uzun sürmedi ve 1855 yılının yağmurlu
bir sonbahar gününde, 26 Kasım'da Tarlabaşı'nda oturduğu evinde sessizce
hayata gözlerini kapadı. Şair, Osmanlı ülkesinde kısa bir hayat geçirdi. Fa­
kat, bu kısa süre içerisinde Türklerin kendisine gösterdiği misafirperverlikten
oldukça memnun kaldı. Nitekim o, bu memnuniyetini "Fransa 'da bir ilim
akademisinin umumi katibi olmaktansa, bir Türk taburunun katibi olmayı
tercih ederim" cümlesiyle dile getirmiştir.
Adam Mickiev^icz, 1855'te İstanbul'a geldiği zaman gördüklerini,
duygularını zaman zaman Paris'teki dostlarına gönderdiği mektuplarda tatlı
bir üslupla anlatır. Ölümünden 11 gün önce, yani 15 Kasım 1855'te yazdığı
bir mektupta İstanbul'da nasıl vakit geçirdiğini ve İstanbul'u şöyle tasvir eder:
"...Bazı semtlerden geçerken kendimi tamamen vatanımın toprakların­
da sandım. Bazı meydanlarda tavuklar, horozlar ve köpekler bir arada dolaşı­
yor. Bizim oturduğumuz eve gelmek için bir çok dar ve küçük sokaklardan ge­
çiliyor. Bazen vapurla Boğaziçi 'ndeki ahbaplara gidiyordum. Çok hoş vakitler
geçiriyoruz. Buradaki satıcılarla esnaf çok namuslu kişilerdir. Bu durumları
çok hoşuma gidiyor. Çarşılardan geçerken satıcılar sizi hiç rahatsız etmezler.
Satın alacağınız malları, satıcının hiçbir müdahalesine maruz kalmadan, ra-
hatlıkla seçebilirsiniz. Fiyatını sorduğunuz zaman, yalnızca
cevaplandırırlar
ve tekrar kendi meşguliyetlerine dönerler. Türkparası sıkıntım olduğundan ba­
na veresiye mal veriyorlar. Hayatımda ilk defa burada, böyle bir yerde, alışve­
riş etmek zevkini ve arzusunu duydum '\
Polonya, komşuları tarafından işgal edilmek ve parçalanmak istendi­
ği yıllarda, buna bir çok Avrupa devleti ses çıkarmadı. Bu ülkenin parçalan­
masına tek itiraz sesi, Türklerden geldi. Büyük şair Mickiewicz, gerek Pa­
ris'te gerekse Türkiye'ye geldiğinde Türkiye'nin kendilerine verdiği desteği şu
şekilde dile getirdi:
''Polonya 'nın komşu düşmanlar tarafından ezilmesine hiçbir devletin
ses çıkarmadığı günlerde, tek dostumuz Türkler olmuştur. Biz, Türkleri düş­
manımızın önünde eğilmediği ve Polonya 'nın işgalini kabul etmediği için,
üstün bir millet olarak severiz.''
Her ulus gibi özgürlük ve bağımsızlıklarına bağlı olan Macarlar
1848'de Avusturya'ya karşı mücadele verdiler. Fakat Macar Özgürlük Sava­
şı'nm Rus ve Avusturya orduları tarafından bastırılması üzerine, çaresizlik
içinde kalan Macar ve Polonyalı binlerce vatansever. Ağustos 1849'da Os­
manlı Devleti'ne sığındılar. Sığınanlar arasında başta Macar Devlet Başkanı
Lajos Kossuth olmak üzere bir çok bakan, üst düzey askeri ve sivil Macar ve
Polonyalı devlet erkanı vardı. Orta Avrupa'dan kopup Osmanlı'ya sığman bu
insanları Türkler, Lajos Kossuth'un d^yimiyh ''dostluk güvencesi veren bir
yığın sözlerle'' karşıladılar. Başta Sultan Abdülmecid olmak üzere Sadrazam
Mustafa Reşid Paşa ve diğer devlet adamlarının Macar ve Polonyalıları hi­
maye altına almaları bir insanlık destanı olarak tarihe geçti. Sultan Abdülme­
cid, Rusya ve Avusturya'nın mültecilerin iade edilmeleri için Babıâli üzerin­
de yoğun baskı kurdukları bir dönemde "tacımı veririm, tahtımı veririm fa­
kat, devletime sığınanları asla vermem" deklarasyonunu yayınladı. Bu dek­
larasyon, mültecilerin Sultan'a büyük sevgi duymalarına neden olduğu gibi,
Avrupa başkentlerinde bÜ3mk takdir topladı. İleri görüşlülüğü, zekası ve al­
dığı eğitimle dönemin önde gelen simalarından biri olan Mustafa Reşid Paşa
ise mültecileri iade etmenin onları cellada teslim etmekle eş değer olacağını,
bu durumun ise asırlar boyu hoşgörüsü ve misafirperverliği ile tanınan Os­
manlı Devleti'ne asla yakışmayacağını söyleyerek Macar ve Polonyalıların
Rusya ve Avusturya'ya iadesine şiddetle karşı çıktı.
Macar Lideri Kossuth, Osmanlı ülkesinde yaklaşık iki yıl kaldıktan
sonra Londra'ya gitti. Londra'da büyük bir coşku ile karşılanan Kossuth, bu­
rada yaptığı konuşmada Rusya ve Avusturya'nın bütün baskılarına rağmen
kendisini ve arkadaşlarını muhafaza eden Sultan Abdülmecid ve onun hükü­
metine minnet ve şükranlarını ifade eden duygu dolu konuşmasında "ben
Türklerden gördüğüm lütuf ve saygının hatıralarıyla yaşayacağım" demiştir.
Kuşkusuz, Türk topraklarına sığınanlar yukarıda bahsedilenlerle sı­
nırlı değildir. Vatanlarını terk ederek Türklere sığman daha binlerce kişi var­
dır. Her seferinde Türkler, kendisine sığman bu insanları kabul ettiler ve on­
lara üstün bir misafirperverlik gösterdiler. Zaten hoşgörü ve misafirperverlik
Türk milletinin asli karakteridir. Nitekim Osmanlı askeri teşkilatını Avru­
pa'ya tanıtmakla meşhur olan Comte de MarsigH, Türk toplumun misafirper­
verliği ile ilgili olarak şu gerçekleri dile getirmektedir:
"Türkler hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son de­
rece misafirperverdirler. Ana yollar civarındaki köylerde oturanlardan hali
vakti yerinde olanlar öğleden evvel ve akşamüstü gezintiye çıkıp yolcu bulma­
ya çalışırlar. Eğer bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta çok defa
misafirin hangi evde ağırlanacağını tayin ederken kavgaya bile tutuşurlar".
isveç Krah XII. Demirbaş Sari
4
Thököly 'nin Eşi Ilona Zrinyi
LBÖLÜM
MACAR VE POLONYALI ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARININ
OSMANLI DEVLETÎ'NE SIĞINMASI VE OSMANLI
MÎSAFÎRPERVERLÎĞt
''Sizden bir kişinin saçının bir teline zarar gel­
mektense tebaamdan 50.000 kişinin ölmesini ter­
cih ederim.''
Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid
"Padişah Hazretlerinin
asaleti ve zât-ı âlînizin
yüce duyguları ve bilgeliğiyle yönetilen
metinizin cömert politikası sayesinde,
hükü­
mutsuzlu­
ğun acılarını hafifleten bir güvenin telkin edil­
diği Türkiye 'ye sığınmış bulunmaktayım. "
Macar Devlet Başkanı Lajos Kossuth
Macar ulusal tarihinde 15 Mart 1848 tarihi son derece önemli ve an­
lamlı günlerden biridir. Macar Özgürlük Savaşı, Macarların milli şairi Sandor
Petofı'nin 15 Mart 1848'de Ulusal Marşını okuması ve arkasından M. Jokai'nin Macar halkının 12 maddelik taleplerini bildirmesi ile başladı. Avusturya
İmparatoru V. Ferdinand, 17 Mart 1848'de bu talepleri karşılamak zorunda
kaldı ve Batthyany'yi başbakan olarak atadı. Lajos Kossuth, ilk Macar Hükümeti'nde Maliye Bakanı olarak görev aldı. Kossuth'un, Macar birliklerinin
İtalya'ya gönderilmesini Viyana'nm kabul etmeyeceği siyasi koşullara bağla­
ması. Viyana ile siyasi ilişkileri kopma noktasına getirdi. Aynı zamanda Kos­
suth, Sırp ve Hırvat tehdidine karşı ulusal bir ordu kurulması çağrısında bu­
lundu. Hırvat birliklerinin Eylül 1848'de Macaristan'ı işgal etmeleri onun bu
düşüncesinin yersiz olmadığını ortaya koydu. İşgalden sonra Batthyany göre­
vinden çekildi ve Kossuth geçici hükümetin başına getirildi. Macar birlikleri
kısa sürede işgal ordularını ülkeden çıkarmayı başardı. Avusturya İmparatoru
V. Ferdinand'm Aralık ayında yeğeni Franz Joseph lehine tahttan çekilmesi-
nin ardından yapılan anayasal değişikliklerle, 1848 İhtilali sırasında Macaris­
tan'ın elde ettiği haklara son verildi. Kossuth hükümetinin buna yanıtı ise 14
Nisan 1849'da Macaristan'ın bağımsızlığını ilan etmek oldu.
Yeni Macaristan başkam olarak Kossuth, 1 Mayıs 1849'da Bertalan
Szemere'yi hükümet kurmakla görevlendirir. Macarlar, başlangıçta Avustur­
ya'ya karşı başarılı bir şekilde savaştılarsa da, Avusturya'nın yardım çağrısı­
nı kabul eden Rus ordularının Macar topraklarına girmesi ile savaşın seyri
değişmeye başlar. Çarlık Rusya'nın Avusturya ile yaptığı anlaşma sonunda
15 Mart 1848'de başlayan Macar Özgürlük Savaşı zafere ulaşmak üzere iken
kanlı bir şekilde bastırılır. Arthur Görgei komutasındaki Macar ordularının
10 Ağustos 1849'da Temeşvar savaşında ağır kayıplar vermesi üzerine Kos­
suth, 11 Ağustos 1849'da mücadeleden ümitlerini yitirmiş olarak yetkisini ve
görevlerini Görgei'ye devreder. Görgei ise 13 Ağustos'ta Vilagos'ta silah bı­
rakarak Ruslara teslim olur. Böylece Macarların Avusturya'ya karşı verdik­
leri bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi sona erer.
A-Osmanlı Devleti Macar ve Polonyalı İhtilalcilere
Kucak Açıyor
1- İlk Mülteci Kafilesi ve Osmanlı Devleti'nin Aldığı Tedbirler
Temeşvar yenilgisi ve Görgei'nin Ruslara teslim olmasından sonra
Macarlar ve Polonyalılar kitleler halinde Osmanlı sınırına yığılmaya başladı­
lar. Mültecilerin iltica sebepleri, Avusturya ve Rusya'ya karşı duyulan gü­
vensizlik, öldürülme ve hapsedilme korkusuydu. Daha da önemlisi, Osmanlı
Devleti'nin yardımıyla orduyu tekrar ayağa kaldırıp, kaybedilen vatanı geri
alma ümidiydi^.
Bükreş'te bulunan Fuad Efendi^, Babıâli'ye gönderdiği 27 Temmuz
1849 tarihli yazıda sınıra ilk gelen mültecilerin, Erdel'deki Rus askeri ku­
mandam General Lüders'in Kızılkale derbendinde yenilgiye uğrattığı Macar­
lar olduğunu ifade eder. Bu kafile, 36'sı subay, gerisi çavuş, onbaşı ve er ol­
mak üzere toplam 1.120 kişiydi. Fuad Efendi "... asâkir-i hazret-i şahanenin
zîr-i cenâh-ı fütüvvetine iltica...''^ eden subayların iadeleri halinde ağır ceza­
lara çarptırılacaklarını belirterek, bunların sınırdan uzaklaştırılarak iç bölge-
1840 li yıllarda Lajos Kossuth
lere yerleştirilmelerini tavsiye ediyordu. Çok geçmeden subaylar Rimnik
şehrine nakledildi. Daha sonra, smırda görevli bulunan İsmail Paşa'nm, Ki­
nin'deki mültecilere yiyecek temin edilmesinde sıkmtılar yaşanabileceğini
belirtmesi üzerine bütün mülteciler Rimnik'e nakledildiler4,
Fuad Efendi söz konusu tahriratmda, mühecilerin neden kabul edildi­
ğine de değinir. Ona göre, bunlar kabul edilmediği takdirde Ruslar, Macarları takip edip sıkıştıracak ve sınırdan girmek için Osmanlı askerleriyle de savaşabileceklerdi5. Böylesi bir gehşme ise savaşın Osmanlı topraklarına sıçra­
ması anlamına geliyordu. Zaten Rusya, öteden beri Osmanlı Devleti'nin Macarlara karşı savaşa girmesini istiyordu. Rusya'nın bu isteğini bilen Babıâli,
sınıra gönderilen askeri birliklerin kumandanlarına Macarlarla çatışmaya ne­
den olacak hareketlerden kaçınılmasını tembih etmişti.
2- Mülteciler Silahsızlandmlıyor
Bir savaşçıyı birçok tehlikeli durumda sadıkça koruyan ve onu tatlı ve
acı hatıralarıyla kendine bağlayan ve acı günlerinde teselli eden silahından
ayırmanın ne kadar üzücü olduğu inkar edilemez. Fakat, Osmanlı Devleti
hem kendi iç güvenliği hem de komşuluk gereği Macarların silahlı bir şekil­
de Osmanlı ülkesinde yeniden organize olarak Avusturya'ya karşı harekete
geçmeleri riskini göze alamazdı. Çünkü, böylesi bir gelişmeyle ihtilal fikir­
lerinin yayılması sonucu, savaş Osmanlı Devleti'nin yumuşak kamı olan Ef­
lak ve Boğdan'a da sıçrayabilirdi. Bu gehşme ise, Osmanh Devleti'ni iki
komşusu Avusturya ve özellikle de Rusya ile ilişkilerini kritik bir safhaya so­
kabilirdi. Bu sebeple, İstanbul'dan bölgedeki görevli memurlara, mültecile­
rin ellerindeki silahların alınması hususunda titiz davranmalarına dair sürek­
li emirler yazıldı^.
Gerçekten de Babıâli, mültecilerin silahsızlandırılmaları hususuna
azami derecede özen göstermiştir, çok dikkat etmişti. Hatta, Osmanlı Hükü­
meti 16 Ağustos 1849 tarihinde mültecilerin silahlarını teslim etmeleri şartıy­
la hiçbirinin iâde edilmemeleri yolunda karar aldı^.
3- Osmanlı Devleti Hiçbir Mültecinin İade Edilmesini İstemiyor
Osmanh Devleti, sığınmak için sınıra gelen Macar ve Polonyalılardan
1848 Batthvanv Hükümeti Üveleri
meslek ve rütbesine bakılmaksızm hiçbir mülteciyi iade etmeme yönünde ka­
rar aldı. Nitekim, bu hususta o sırada Bükreş'te bulunan Fuad Efendi'ye gön­
derilen talimatta "...o makûleleri Avusturyalulara veyâhûd Rusyalulara tes­
lim etmek canlarını tehlîke-i 'âzîmeye ilkâ eylemek demek olub buna ise merhamet-i seniyye kâil ve şân u şevket-i Devlet-i Aliyyeye bir veçhile muva­
fık.."^ olmayacağı ifade edildi. Böylece Osmanlı Hükümeti, Rusya ve Avus­
turya orduları önünden kaçarak kendisine sığınmak isteyen bütün mültecile­
re kucak açacağını resmen ilan etti.
4- Macar Özgürlük Savaşı'mn Ünlü îsimleri Türk Misafirperverliğine
Yakışu- Bir şekilde Karşılanıyor
General Mor Perczel neşeli, cesur, yerinde karar verebilen popüler bir
savaşçıydı. Macar Özgürlük Savaşı'nda teşkilatçılık kabiliyeti dolayısıyla ol­
dukça yararlı olmuştu. Perczel, Temeşvar savaşında önemli katkılarda bulun­
du. Fakat, savaşın başarısızlıkla neticelenmesi üzerine 10 Ağustos'ta Rekas'ta birkaç kişi ile birlikte )aırtdışına gitmek üzere General György
Kjnety'den ayrıldı ve Orsova'ya doğru yola çıktı^. Onun yurt dışına çıkmaya
karar vermesi, Temeşvar yenilgisinin en cesur komutanların bile ümitlerini
kırdığını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Perczel, 13 Ağustos'ta Eski
Orsova'ya geldi. Burada Tuna'nm karşı kıyısındaki Sırplar, kendilerine düş­
manca bir tavır sergilediler. Perczel ve yanındakiler, Sırpların Tuna'yı geçe­
rek kendilerine saldıracaklarından endişe duyuyorlardı. Bu yüzden Perczel,
kardeşi Miklos Perczel ile yaverleri Yüzbaşı Johan Somsich, Josef Halasz,
eski subaylardan Alexsander Makai ve diğer birkaç kişi ile birlikte Osmanlı
sınırına doğru hareke etti ve 16 Ağustos 1849'da maiyetindekilerle birlikte
Osmanh Devleti'ne iltica ettiıo.
Perczel ve maiyetindekiler sınırı geçtiklerinde Türk askerleri tarafın­
dan bÜ3âik bir coşkuyla karşılandılar^. Türk askerleri, onlara hayatlarının ga­
ranti altında olduğuna dair güvence verdiler. Bu güvence sayesinde Perczel
ve arkadaşları silahlarını Türk askerlerine teslim ettiler. Bir süre dinlendikten
sonra da Türk askerleri eşliğinde Tumu-Severin'ei^ gönderildiler. Perczel ve
arkadaşları, Severin'de Türk misafirperverliğine yakışır bir şekilde karşılan­
dılar. Burada kendileri için hazırlanan çadırlara yerleştirildileri^.
Kossuth ve generalleri Dembinski Görgei ve Bern
Dembinski ve Meszaros ise 15 Ağustos'ta Orsova'dan Osmanlı smırına geldiler. Dembinski ve Meszaros'u dört araba ile bir kaç atlı asker takip
ediyordu. Onlar, tebdil-i kıyafet ederek kendilerini tüccar diye tanıtıp Eflak'a
geldiler. Oysa, Tür askerleri onların kim olduğunu biliyordu. Adı geçen iki
mülteci şefi de Perczel gibi Severin'e getirildi. Onlara Severin'e kadar silahlı
bir alay eşlik ettiı^.
5- Mehmed Paşa Mültecilerden Özgür Bir Ülkenin Havasım Teneffüs
Etmelerini İstiyor
Krayova'nm mülki amiri olan Mehmed Paşa, 17 Ağustos'ta Severin'e
gelen mültecileri ziyaret etti. Görüşmede Perczel, Türk Hükümeti'nin mülteci­
leri Avusturya ve Rusya'ya teslim edeceğine dair aldığı duyumları ve bu konu­
daki endişelerini Paşa'ya iletti. Buna karşılık Paşa da Osmanlı Devleti'nin böy­
le bir tutum içerisine girmeyeceğini ve hayatlarının güvence altında olduğunu
ifade ettii5.
Mehmed Paşa, birkaç gün sonra mültecileri tekrar ziyaret etti. Bu zi­
yarette onlara, Macar Özgürlük Savaşı'nm başarısızlıkla sonuçlanmasından
duyduğu üzüntüyü ve Sultan'm mültecilere dostça bir yaklaşımı olduğunu
söyledi. Ayrıca, mültecilerin gözetim altında tutulacakları ve yakın gelecek­
te İstanbul'a ya da istedikleri bir ülkeye gidebilecekleri hususunda teminat
verdi. Bu güvenceler, mültecileri sevindirdi ve kendilerini uygar bir ülkenin
özgür havasını teneffüs ediyormuş gibi hissetmelerine sebep oldu. Paşa ile
mülteciler arasındaki görüşme bir saatten fazla sürdü ve yapılan görüşmede
Paşa, onlara çeşitli ikramlarda bulundui^.
6- Önemli Şahsiyetlerin Sığmması Üzerine Meclis-ı Mahsus
Olağanüstü Toplamyor
Dembinski, Meszaros ve Perczel'in Osmanlı Devleti'ne iltica ettikleri
haberi İstanbul'a ulaştığında Meclis-i Mahsûs olağanüstü toplanarak durumu
müzakere etti. Yapılan görüşmelerde adı geçen üç generalin vakit geçirilme­
den Vidin'e gönderilmesine karar verildi. Çünkü, Rusya veya Avusturya ani
bir baskınla onları ele geçirebilirdiı^. Ancak, alman karar Severin'e ulaşmadan
mülteciler, birçok araba ve attan oluşan bir kafile ile Vidin'e doğru yola çıka-
rıldılar. Bu yolculukta Yüzbaşı Ali Efendi ile yaklaşık 40 kadar Türk askeri de
onlara eşlik ediyordu^s. Adı geçen mülteci şeflerinden oluşan kafile, Vidin'e
doğru yola çıkan ilk mülteci grubuydu. Kafile, ilk gün Regova'ya ulaştıktan
sonra 20 Ağustos'ta Boyarlar tarafından misafir edilip iyi bir şekilde karşılan­
dıkları Kusmir'e geldiler ve 21 Ağustos'ta da Kalafat'a ulaştılari9.
Diğer taraftan Sadâret, Osmanlı ülkesine sığman bu insanlara karşı dik­
katli davranılması ve bu meselede devletin yüzünün akıyla çıkması için gerek­
li her şeyin yapılması yolunda sınırdaki Fuad Efendi'ye talimatlar gönderdi^o.
7- Vidin Valisi Ziya Paşa'nm Üstün Misafirperverliği
Kalafat, Tuna Nehri'nin solunda yer alan bir yerleşim yeridir. Kalafat'm tam karşısında ve Tuna'nm sağında Vidin şehri bulunmaktadır. Dem­
binski, Meszaros, Perczel ve maiyetlerinde bulunun 23 kişilik mülteci kafile­
si, Vidin Valisi Ziya Paşa tarafından gönderilen bir yelkenliyle Kalafat'tan Vi­
din'e geçtiler2i.
Rumeli Ordu-yı Hümayunu Müşiri Ömer Paşa, Vidin Valisi Ziya Pa­
şa'ya bir yazı göndererek mültecilerin ihtiyaçlarının eksiksiz karşılanması,
saygıda kusur edilmemesi ve muhafazalarına itina gösterilmesini validen istedi22. Ömer Paşa'nm istekleri. Ziya Paşa tarafından eksiksiz yerine getirildi.
Şehre gelen mülteciler, ilk önce Ziya Paşa'nm konağına götürüldüler. Mülte­
ciler, yanlarındaki eşyalarını konağa bıraktıktan sonra Paşa tarafından kabul
edildiler. Ziya Paşa, onları dostça ve misafirperverce karşıladı ve onlara kah­
ve ikram etti. Vidin'e gelen bu ilk mülteci kafilesi, daha sonra kendileri için
hazırlanmış konaklara yerleştirildiler. Paşa, onların yiyecek ihtiyaçlarını kar­
şıladı ve şahsen birkaç defa da ziyaret etti^s.
B- Macar Devlet Başkam Lajos Kossuth'un Osmanlı
Ülkesine Sığunnası
1- Kossuth'un Çocuklarmdan Ayrılması
Kossuth, Temeşvar yenilgisinden sonra Macar Özgürlük Savaş'nm ta­
mamen kaybedildiği sonucunu çıkardı^^ ve görevi Görgei'ye verdikten sonra.
aynı günün akşamı, yani İ İ Ağustos'ta, Arad'ı giziice terk etmeğe karar ver­
di. Kossutlı'un Ferenc ve Lajos adında iki oğiu ve Juİia adında bir kızı vardı.
Temmuz başında Peşte'den Szeged'e gelirken çocuklarını yanma almamıştı.
Çocuklarmı bir ormanın kenarmda saklamış ve onlara bakma sözü veren Mator adlı bir köylüye teslim etmişti. Kossuth ve eşi Theresia, Macaristan'ın za­
feri durumunda ileride çocuklarını yanlarına alacaklardps. Fakat, çocukların
saklandığı yer herkes tarafından biliniyordu. Kossuth'un çocukları saklandık­
ları yerden alınıp, Avusturya askerlerinin gözetiminde 1850 yılının başında
büyük annelerine verilmişti.
Daha sonra da değinileceği gibi, Kossuth'un çocukları İstanbul'a ge­
lecekler ve buradan da Bursa üzerinden anne ve babalarının bulunduğu Kü­
tahya'ya gönderileceklerdi.
2- Kossuth'un Eşiyle Vedalaşması
Kossuth, Arad'ı terk etmeğe karar verdiğinde çoculdarmm geleceği
hakkında bir tahminde bulunacak durumda değildi. Theresia, çocuklarının
geleceğinin belirsiz olması jâizünden eşiyle birlikte gitmek istemiyordu. Bu
yüzden Theresia, Kossuth ile vedalaşıp çocuklarının yanma gitmeğe karar
verdi. Kossuth, eşiyle "Ben insan ve vatandaş olarak vatanını kurtarmak
için elimden geleni yaptım ve görevimi yerine getirmediğim için beni kimse
suçlayamaz"^^ sözleriyle vedalaştı.
Daha sonra da değinileceği üzere, Theresia, 1850 Şubat'mda yanında
çocukları olmadan Şumnu'ya eşinin yanma gelecekti.
3- Kossuth Osmanlı Sınırmda
Kossuth, eşiyle vedalaştıktan sonra, emir subayı Sandor Asboth'un
refakatinde Arad'dan yola çıktı^^. Arad'dan ayrılan Kossuth, 11 Ağustos'ta
Rus karargahından dönen General Emo Poeltenberg ve Yarbay Lajos Beniczky ile buluştu. Bu buluşmada Görgei'nin ordu komutanı olarak Ruslar­
dan istediğini elde edemediğini öğrendi. Zira Rus Generali Rüdiger, Rusların
Macarlarla görüşmek için değil, savaşmak için geldiğini, bu yüzden Görgei
ile ancak Macarların teslim tarihini l<:onuşmaya yanaşabileceğini iletmişti.
Diğer yandan Ruslar, Macarların teslim olmaları halinde hayatlarını kurtara-
1849 da Lajos Kossuth
bilecekleri izlenimini veriyorlardı. Kossuth'a bu bilgileri veren Poeltenberg'in yanında Szemere ve Batthyany de vardı. Kossuth bu kişilerle beraber
Redna üzerinden Lugos'a doğru hareket etti. Redna'da Kossuth, Maliye Ba­
kanı Ferenc Duschek ile buluştuğunda kendisine devlet hazinesinin ne olaca­
ğını soran bakana, Görgei'ye müracaat etmesi emrini verdi^s. Redna'dan ay­
rılan Kossuth Lugos'a vardı.
Kendi ifadesine göre Kossuth'un Lugos'a gidiş sebebi, mücadeleyi
devam ettirmek ve Macar birliklerinin durumunun ne olduğunu görmekti29.
Kossuth, 12 Ağustos'ta Lugos'tan Görgei'ye bir mektup gönderdi. Bu mek­
tupta o, istifasının sebeplerini açıkladıktan sonra, Macar ulusunu kurtarmak
için bütün imkanlara başvurmasını, aksi halde onu vatana ihanet etmiş biri
olarak göreceğini şu cümlelerle ifade ediyordu: "Eğer siz, millet için değil de
yalnızca ordu tarafından, ordu adına ve ordu hesabına pazarlığa
girişirseniz
bunu ihanet sayarım". Esasında Kossuth'un Görgei'ye böylesi ifadeleri kul­
lanması, özgürlük savaşının kaybedilme soramluluğunu biraz da başkasına
jAÜkİemek amacına matuftu. Nitekim mektuptaki "Bu bildirim kendime ve va­
tanıma şükran borcumun ifadesidir, bunu resmi gazeteye aldırmak
istiyo­
rum"^^ ifadesi böylesi bir düşünceye sahip olduğunun bir göstergesi olarak
kabul edilebilir.
Lugos'a vardığında sokakları mülteci kaynıyordu ve Kossuth bunların
bir kısmını şahsen tanıyordu. O, Lugos'ta bir araya gelen orduları ve askerle­
ri o kadar moralsiz ve zayıf görmüştü ki, onların artık hiçbir savaşta kullanılamayacağma karar verdi. Ayrıca Kmety, birliklerin daha fazla savaşamaya­
caklarını, ilk saldırıda kaçacaklarını Kossuth'a iletti. Yani, Lugos'ta tam bir
kaos vardı ve herkes kendisini kaçışa hazırlıyordu. Dahası Kossuth, burada
bulunurken Erdel'deki Macar birliklerinin yenildiği haberini aldı. Böylece son
ümitleri de yok oldu^ı.
Kossuth, 14 Ağustos'ta Lugos'tan Orsova'ya gitmek üzere hareket et­
ti. Albay Zamoyski Leh ve İtalyan lejyonları da Kossuth'a katıldı32. Lu­
gos'tan ayrıldıktan sonra ilk olarak Teregova'ya geldi. Teregova, Mehadia'ya bağlı bir yerleşim yeriydi. Teregova'da bir süre kalan Kossuth, buradan
sınır şehri olan Orsova'ya geldi33.
Kossuth, Teregova'ya vardığında Polonyalı General Bem'in mektubu
Kossuth Türk Topraklarında
kendisine ulaştı. Bern, bu mektupta Kossuth'u yeniden iktidarı alması için ik­
na etmeye çalıştı. Fakat Kossuth, bundan sonra Macar Özgürlük Savaşı'nda
kendisinin artık bir rolü olamayacağım düşündüğünden Bem'e: "Şu anda ben
sıradan bir yurttaştan başka bir şey değilim" şeklinde cevap verdi34.
4- Kossuth'un Sınırdan Sultan Abdülmecid'e Gönderdiği Mektup ve
Sultanın İnsanlık Dersi Veren Cevabı
Bu arada Kossuth, Sultan Abdülmecid, Sırbistan Kralı Kara Giorgevich ve Vidin Valisi Ziya Paşa'ya birer mektup gönderdi. Mektupta Kos­
suth, kendisi ve yanındakiler için sığınma talebinde bulunuyordu^^. Kossuth'un Sultan'a ve Ziya Paşa'ya gönderdiği mektuplara sahip değiliz. Bu
sebeple söz konusu mektuplarda Sultan'dan sığınma talebinden başka ne
tür isteklerde bulunduğunu tespit edebilmiş değiliz. Ancak Kossuth, Vidin'den İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston'a gönderdiği 20 Eylül
tarihli mektupta, Sultan'a yazdığı mektuba bazı atıflarda bulunur. Söz ko­
nusu değinmeler onun ve maiyetindekilerin sığınma talepleriyle ilgilidir.
Ayrıca, Sultan'm onun sığınma isteğine verdiği cevaptan da bahsetmekte­
dir. Mektuptan anlaşıldığı kadarıyla Kossuth, kendisinin bir süre için de ol­
sa, Osmanlı Devleti'nde misafir edilmesini istemişti. Sultan da verdiği ce­
vapta mültecilerin kendisinin misafiri olduklarını, saçlarının bir teline zarar
gelmektense tebaasından 50.000 kişinin kurban edilmesini yeğleyeceği ce­
vabını vermişti36.
Ancak Kossuth, düşmanın yaklaşması üzerine Sultan'dan gelecek ce­
vabı beklemeden 19 Ağustos'ta Osmanlı Devleti'ne iltica etti^^. Sınır bölge­
sindeki Türk komutan, Kossuth'u hemen tanıdı^s. Kossuth'un ilticası, Fuad
Efendi tarafından Macar Özgürlük Savaşı'nm başarısızlıkla sonuçlandığının
kesin bir göstergesi olarak kabul edildi39.
5- Kossuth Macaristan Topraklarmı Terk Ederken Öyle Dokunaklı
Konuştu ki Kendisi de Göz yaşlarını Tutamadı
Her insana anavatanını kaybettiği andan itibaren suların şırıltısı ve
rüzgarın uğultusu yabancıdır. İnsanlar, kaderin kendilerine ön gördüğü bir­
çok olumsuzluğa katlanabilirler, hatta yaşanan talihsizliklere dost bile oİabi-
Lajos Kossuth ve Ailesi
lirler fakat, vatansızlığın verdiği acılara asla dayanamazlar. Kossuth, belki de
bu düşüncelerle Macaristan topraklarından ayrılmadan önce yere diz çöküp
yerleri kucaklamak istercesine kollarını açtı, çocuklarının kanıyla sulanmış
toprakları öptü ve bütün kaderlerin belirleyicisine sessizce bir dua gönderdi.
Yaşlı gözlerle etrafındakilere bakındı ve son bir nefes çekerek, vatanına şu
sözlerle veda etti:
"Tanrı seninle olsun sevgili vatanım! Tanrı seninle olsun Macarla­
rın anavatanı! Tanrı seninle olsun acılar ülkesi! Artık dağlarının tepesine
bakamayacağım; annemden özgürlüğün ve adaletin sütünü emdiğim ana­
vatanım diyemeyeceğim
artık..!
Senin mutluluğun için çalışırken, senden ayrılmak zorunda kaldığım
için beni affet. Şu anda senin sadık oğullarınla birlikte diz çöktüğüm bu kü­
çük alandan başka hiçbir yerini özgür diye nitelendiremediğim için beni af­
fet. Bakışım senin üzerine düşüyor ey zavallı vatanım! Seni acılar içinde kıv­
ranıyor görüyorum. Geleceğe bakıyorum, senin geleceğinde acıdan başka
hiçbir şey yok. Ovaların kırmızı kanlarla sulandı. Bu kırmızı kanlar, yapılan
tahribatla oğullarının kutsal topraklarına göz diken düşmanlarına karşı ka­
zandıkları sayısız zaferlerin yasını tutarcasına simsiyah olacak.
Kaç minnettar kalp dualarını her şeye kadir Tanrı 'nın kapılarına gön­
derdi. Cehennemi bile insafa getiren ne kadar gözyaşı döküldü uğruna. Ma­
carların vatan sevgisine ve uğrunda ölebilecek olduklarını gösterecek kaç
kan gölü aktı. Buna rağmen sevgili vatanım köle oldun...!
Sevgili oğulların köleler olarak kutsal olan herşeyi ayaklar altına
alıp kutsal olmayan herşeye hizmet etmek durumunda kalacakları bir yere
sürükleniyor.
Aman Tanrım! Sana yalvarıyorum. Eğer birçok tehlike altında başarı
kazandırdığın halkını seviyorsan onu ezdirme.
sıl
Gör sevgili vatanım, oğlunun çaresizlik
seslendiğini!
içinde sınırdan sana na­
Eğer senin oğulların, temsilcin olduğum için, benim yüzümden senin
için kan döküyorlarsa, senin alnına kanlı harflerle ''tehlikekelimesi
yazıl­
dığında ben seni koruduğum, bana ''köle oldendiğinde
bu sözü sana söy­
lenmiş kabul ettiğim için beni affet.
Kossuth un Yurt Sınırında
Uğurlanması
Zaman hızla akıp gitti. Kader, senin tarihin üzerine sarı siyah harf­
lerle senin ölümünü yazdı ve üzerine mühür basması için kuzeydeki belayı
çağırdı. Fakat güneyin kızıllaşan sabah güneşi bu mührü bozacaktır.
Gör sevgili vatanım, uğruna bu kadar kanlar dökülen senin için çocukla­
rının kemiklerinden oluşan tepelerde zulüm çiçekleri açarken kimse üzülmüyor.
Bak sevgili vatanım! Meyvelerinle beslediğin nankörün tepeden tırnağa
kadar seni mahvetmek için sana karşı nasıl durduğunu gör. Fakat sen asil ulu­
sum, bütün bunlara, ümidini kaybetmediğinden katlandın ve kaderine küsmedin.
Macarlar gözlerinizi benden ayırmayın. Çünkü şu an dahi, göz yaşlarım
sizin için akıyor ve üzerinde çömeldiğim bu toprak hâlâ sizin adınızı taşıyor.
Düştün, ulusların en sadığı kendi tokatının altında kaldın. Senin me­
zarını kazan düşmanların ve sana karşı sürülen halkların topları değil; on­
lar, senin vatan aşkınla geri püskürtüldüler. Seni silah bırakmaya zorlayan
Karpatlar'dan sızan Moskoflar değildir. Ey sadık vatanım sen satıldın. Senin
idam kararın, vatan sevgisinden şüphelendiğim biri tarafından verildi. Dü­
şüncelerimin en sakin olduğu zamanda bile onun vatan haini olacağından
şüphelenmektense Tanrı 'nin varlığından şüphelenirdim. Sen, bir iki gün ön­
ce vatanı kanının son damlasına kadar koruyacağı sözü üzerine yönetimi
kendisine teslim ettiğim kişi tarafından ihanete uğradın. Ona altının rengi,
uğruna dökülen kanların renginden çok daha cazip geldiği için bir vatan hai­
ni oldu. Şeytanla işbirliği yaptığında altın, onun gözünde onu terk eden va­
tanının tanrısından daha değerliydi.
Macarlar! Benim sadık vatandaşlarım! Bu insana yerimi bırakmak
zorunda kaldığım için beni muhakeme etmeyin. Halk ona güvendi, ordu onu
sevdi ve o da, o zamana kadar sadakatini ispatladığı için bunu yapmak zo­
rundaydım! Yine de bu insan, ulusun güvenini kötüye kullandı ve ordunun
sevgisini küçümsedi.
Seni, uğruna sadakatle savaştığın özgürlüğü sevdiğim gibi seviyorum.
Ey Avrupa'nın en sadık halkı! Özgürlüğün ilâhı seni hiç unutmayarak Tanrı
seni her zaman yüceltsin. Benim temel aldığım düşünceler Willhelm Tell 'in
yaptıkları değil, Washington 'un fikirleriydi. Ben sadece Tanrı 'nin insanları
hür yarattığı gibi bir ulus istiyorum Gelecek bahara güzel çiçekler açacak bir
zambak gibi öldün. Kış geldiği için sen ölüsün. Fakat bu kış Sibirya 'nin soğuk
havası altında ezilen asil kader arkadaşınınki gibi çok uzun sürmeyecek. Ha­
yır, on beş ulus senin mezarını kazdı, fakat on altıncısından binleri seni kur­
tarmak için gelecek
Şimdiye kadar olduğun gibi sadık kal, înciVin kutsal sözlerine bağ­
lan, kurtulman için dua et ve dağların kurtarıcılarının
top sesleriyle
çınla­
dığında millî marşını söyle.
Tanrı sizinle olsun sadık vatandaşlarım! Tanrı ve bağımsızlık melek­
leri sizinle olsun! Kendinizle gurur duyabilirsiniz çünkü Avrupa'nın
aslanı
ihtilalcileri yenmek üzere ayağa kalktı. Bütün uygar dünya size kahramanlar
olarak hayranlık duydu ve bu kahraman halkın meselesi özgür ülkelerin en
özgürü tarafından
desteklenecektir.
Bu kadar kahramanın kanıyla sulanan kutsal toprak Tanrı seninle ol­
sun. Bu kutsal kan lekelerini halkının sana sevgiyle yardıma koşacağının bir
delili olarak sakla.
Tanrı seninle olsun Macarların genç kralı unutma ki, milletim seni
seçmedi. Ümit ediyorum ki, bu sözün tasdik edildiğini göreceğiniz gün gele­
cek. Buda harabeleri üzerinde olsa bile.
Her şeye kadir olanın kutsaması sizin üzerinize olsun benim asil milletim.
İnan! Ümit etl^o
6- Macar Devlet Başkanı Lajos Kossuth Tanınmamak İçin Sakalım
ve Bıyıklarım Kesiyor
Kossuth, 19 Ağustos 1849'da Osmanh Devleti'ne iltica ettikten
sonra Severin'e geldi. Smırı geçerken tanmmamak amacıyla ne kadar gay­
ret göstermişse de bunda başarılı olamadı. Hatta sakalını tamamen kestirdi,
bıyıklarını kısalttı ve öndeki açıklığı kapatmak için öne doğru taradığı saç­
larını kendisini kel gösterecek şekilde arkaya taradı. Fakat buna rağmen
Kossuth, kamufle olmayı başaramadı. Tanınmamak için her yolu deneme­
sine rağmen Severin'deki görevliler tarafından, kendi deyimiyle "Dostluk
güvencesi veren bir yığın sözlerle""^^ karşılandı. Kossuth, Vidin'e geldikten
sonra da bir süre aynı şekilde dolaştı fakat, İngiltere'ye gidebileceğine da­
ir ümitleri sönünce, saçlarını eskisi gibi taramasına karşılık, bıyığını kısa
tutmaya devam etti.
7-Kossuth Sırp Kralı'mn Teklifini Reddediyor
Bu arada Sırbistan Prensi Kara Giorgevich, Kossuth'a bir mektup ve
on pasaport göndererek kendisinin Macar Devİet başkanına yakışacak bir şekiide karşılanacağım garanti etti. Sırbistan Kralı'mn iyi niyetine rağmen Sırp
halkı onunla aynı fikirde değildi. Çünkü Macar ve Sırp halkları arasındaki so­
run henüz ortadan kaldırılamamıştı42. Hatta bu yüzden Macar mültecileri, Os­
manlı Devleti'ne iltica ederken Sırbistan üzerinden geçmemişlerdi. Oysa ki,
Wysocki emrindeki Polonya birliği ile Albay Monti emrindeki İtalyan birli­
ği, birincisi 800, ikincisi 300 kişilik grupla Sırbistan üzerinden Osmanlı Dev­
leti'ne iltica etmişlerdi43. Hutter ise Polonyalı mültecilerin Sırbistan üzerin­
den Osmanlı Devleti'ne iltica etmelerini, onların Slavlarla soy birliğine sahip
olmalarına bağlar44.
Kossuth ve arkadaşlan 20 Ağustos'ta Vidin'e doğru yola çıktılar. On­
ları yolculukları sırasında korumak için yeterli sayıda asker görevlendirildi.
Kossuth, yolculuk boyunca Asboth ve Szöllösy ile birlikte yolculuk ediyordu.
Birkaç at ve 30 arabadan oluşan mülteci kafilesi ise onu takip ediyordu45. Vi­
din'e yolculuk yaklaşık iki gün sürdü. Birlikte yolculuk yaptığı mülteci kafi­
lesi ile geçtiği her yerde sıcak bir şekilde karşılanan Kossuth, 22 Ağustos'ta
Kalafat'a ulaştı. Kossuth burada, yanındaki mühecilerle birlikte yola devam
etmeyerek onları önden gönderdi ve 23 Ağustos'ta Szöllösy, Asboth ve bir
Türle subayın eşliğinde Vidin'e geçti. Aynı gün, 40 mülteci daha Vidin'e ulaş­
tı. Kossuth, kendisine tahsis edilen eve yerleştikten sonra ilk iş olarak Vidin
Valisi Ziya Paşa'yı ziyaret etti46.
Dembinski ve Meszaros hariç, Kossuth'tan önce Vidin'e gelen mül­
teciler onu karşılamaya çıktılar. Imrefı'nin belirttiğine göre, Kossuth'un has­
ta ve çökmüş bir hali vardı. Kossuth, mültecilerin kendi adına yaptığı konuş­
mayı dinledikten sonra, onlarla bir süre sohbet etti. Mülteciler bu karşılama
ile en kötü gününde dahi onun yanında yer alacaklarını göstermiş oldular.
Ancak, Vidin'deki mültecilerin ona öfke duydukları şeklinde haberler yayıl­
maya başladı47.
Kossuth, 27 Ağustos'ta Ziya Paşa'yı bir kez daha ziyaret etti. Bu ziyaret­
te Paşa'dan İstanbul'a gitmesi için izin istedi. Ancak Paşa, İstanbul'dan bu hu­
susta kendisine bir emir gelmediğini, bu sebeple izin veremeyeceğhıi söyledi48.
8- Kossuth'un Osmanlı Ülkesinde Olmaktan Duyduğu Mutluluk
Kossuth, Osmanh Devleti'ne sığmmaktan son derece memnundu. Ni­
tekim o, Vidin'den Mustafa Reşid Paşa'ya gönderdiği mektupta Osmanlı ül­
kesinde olmaktan duyduğu memnuniyeti şu cümlelerle anlatıyordu: "Padişah
Hazretlerinin asaleti ve zât-ı âlînizin yüce duyguları ve bilgeliğiyle
yönetilen
hükümetinizin cömert politikası sayesinde, mutsuzluğun acılarını
hafifleten
bir güvenin telkin edildiği Türkiye ye sığınmış bulunmaktayım''^"^. Kossuth,
mektubunda Osmanlı Devleti'nin mültecilere gösterdiği nazik ve kibar dav­
ranışından dolayı, Mustafa Reşid Paşa'ya ve onun şahsında tüm hükümet
üyelerine minnettarlığını sunmuş, bu sıcak karşılamadan dolayı, Paşa'yı öven
ifadeleri esirgememişti^o. Kossuth'un mektuptaki ifadelerinden Türklerin
mültecilere gösterdiği misafirperverliğin, onun üzerinde memnuniyet verici
bir etki bıraktığı anlaşılmaktadır. Nitekim, mektuptaki teşekkür bahsi önem­
li bir yer tutmaktadır.
C-Osmanlı Devleti'ne Sığman Diğer Ünlü tsimler
1- Macar Başbakam ve Dışişleri Bakam da Osmanlı Ülkesinde
Kossuth'tan sonra Macaristan'ın Dışişleri Eski Bakanı Batthyany, eşi
ile birlikte 26 Ağustos'ta Vidin'e geldi. Batthyany, Özgürlük Savaşı'nm so­
nuna kadar Kossuth'a sadık kaldı ve kaçarken bile Kossuth'tan ayrılmadı. İh­
tilalin önde gelen isimlerinden Szemere de aynı tarihte Vidin'e geldi. Ancak,
Szemere bir süre sonra, Vidin'den ayrılarak Paris'e gitti. Onunla birlikte bir­
kaç Macar daha Osmanlı Devleti'nden ayrılarak Avrupa'ya gittiler^ı.
2-Polonyalı Ünlü General Jozef Bem'in Osmanlı Devleti'ne Sığmması
Jozef Bem, Macar Özgürlük Savaşı'nda büyük kahramanlıklar gös­
terdi. Özellikle Erdel'de Ruslara karşı kazandığı savaşlar onun kahramanlıklarıyla doludur. Bu başarılar Bem'in ününü doruğa ulaştırdı^^. Büyük savaş
kabiliyeti olan Bem, 1830 îhtilali'ne de katılmıştı. Bu savaşta, Polonya ordu­
su Ruslara yenildiğinde hayatını zor kurtarabildi.
Kasım 1848'da Lajos Kossuth tarafından Erdel ordusuna komutan ta­
yin edildi. Bem, burada Avusturya ordusuna karşı sayısız başarılar elde etti.
Ancak, Avusturya'nın yardım teklifini kabul eden Rusya'nın 200.000 kişilik
bir orduyu Macar ve Polonyalılar üzerine göndermesinden sonra, komuta et­
tiği kuvvetler dağıldı. Son olarak Dembinski ile birlikte Avusturyalı General
Haynau'ya karşı verdikleri mücadelede de başarılı olamadı ve Temeşvar sa­
vaşında atından düşerek yaralandı. Macarların Rus ve Avusturya müttefik or­
duları karşısında kesin yenilgiye uğramasından sonra iltica etmek üzere Türk
sınırına doğru yola çıktı^s. Yanında 3mzbaşı Weppler ve 500 Macar süvarisi
bulunuyordu. Sınırda silahları alındıktan sonra, Türk muhafızların eşliğinde
ve Yüzbaşı İbrahim Efendi'nin refakatinde Vidin'e gönderildi54. Maiyetinde
bulunan askerlerden bir kısmı Avusturya'ya esir düşmüş, bir kısmı da dağla­
ra ve sair mahallere dağılmış ve yanlarında bulunan topları da Turla Nehri'ne
atmışlardı. Ziya Paşa'nm bildirdiğine göre Bem, Vidin'e geldiğinde bir kaç
yerinden hafifçe yaralıydı^^.
Bem, aynı zamanda "Légion d'honneur" (Şeref nişanı) sahibiydi56.
Bem, Vidin'e ulaştığında maddi sıkıntı içerisindeydi. Vidin'e geldi­
ğinde Kossuth'a alaylı bir mektup göndererek tek kuruşunun kalmadığını
söyledi. Bem'in parasız olarak geldiğini öğrenen Macar subaylar, aralarında
para toplayarak ona yardım etmek istediler. Ancak Zamoyski, Bem'in bu du­
ruma düşmesini istemediğinden ona 100 duka vererek yardım etti^^.
Bem'den önce Vidin'e gelen mülteciler, Macaristan'ın kurtulabilece­
ği ümidini az da olsa hâlâ taşıyorlardı. Ancak, onun Vidin'e gelişi Macaris­
tan ve Erdel'deki İhtilal Ordusu'nun dağılışının kesin habercisiydi. Bem'den
sonra, Macar süvarileri Yüzbaşı Ihasz'm gözetiminde Vidin'e geldiler^s.
3- Ünlü Şairimiz Nazım Hikmet'in Dedesi de Osmanlı'ya Sığmanlar
Arasmdaydı
Asıl adı Konstantyn Borzecki olan Mustafa Celaleddin Paşa, 1848
Polonya İhtilali'ne karıştığı için, önce Fransa, sonra da Türkiye'ye sığınmak
zorunda kalmıştı. Hatta gemiden denize atlayıp 3âizerek Boğaz kıyısına sığın­
dığı şeklinde rivayetler vardır. Borzecki, İstanbul'a gelir gelmez Osmanlı or­
dusuna katıldı ve maiyetinde çalıştığı Ömer Lütfı Paşa'nm takdir ve sevgisi­
ni kazandı. Sonradan Müslüman oldu, Ömer Paşa'nm kızıyla evlendi. Os­
manlı İmparatorluğu'na duyduğu ilgiyle, 1869'da Türklerin tarihini yazdı.
Nazım Hikmet'in Dedesi Mustafa Celaleddin Paşa
"Les Turcs Anciens et Moderns(Eski
ve Modem Türkler) adlı yapıtı önce
Fransızca olarak, sonra da başka Avmpa dillerine çevrilip yayınlandı. Yapı­
tında Türklerin ulusal bilincini uyandırmaya çalışıyordu. Mustafa Paşa'nm
ölümünden elli yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin kumcusu Mustafa Kemal
Atatürk, onun fikirlerini önemseyerek daha da ileriye götürdü. Atatürk'ün,
Mustafa Celaleddin Paşa için ''Bu Polonyalı gerçek altından anıta layıktır "
dediği biliniyor. İstanbul Harp Okulu'nda uzun yıllar boyunca harita hocalı­
ğı yapan Mustafa Celaleddin Paşa, savaşlara da katılmıştır. Katıldığı tüm sa­
vaşlarda üstün yararlıklar gösterdi. Hayranlık uyandıran bu cesareti sayesin­
de, genç yaşta paşalığa kadar yükseldi. Oğlu, Mirliva Enver Paşa da ünlü komutanlarmdandı.
Ünlü şairimiz Nazım Hikmet, Mustafa Celaleddin Paşa'nm tomnudur. Nitekim Nazım Hilanet Dedesinin Polonyalı bir mülteci olduğunu eşi
Münevver hanıma yazdığı bir şiirinde şu şekilde dile getirir.
Sevgilim, dayı kızım, Mehmed'imin anası
Dedelerimizden biri
1848 Polonya muhaciri
Belki ben bu yüzden sarı bıyıklı
Böyle uzun boyluyum
Oğlumuzun gözleri böyle kuzey mavisi
Lehistan 'dan gelen dedelerimizden biri
Gözlerinden karanlığı yenilginin
Saçları al kana boyalı
Uykusuz geceleri Borzecki 'nin
Benimkine benzer olmalı.
4-General Kmety'nin Osmanlı Devleti'ne İlginç Sığmma Öyküsü
Macar Özgürlük Savaşı'nm önde gelen isimleri arasında yer alan
Kmety'nin Osmanlı Devleti'ne ilginç sığınma öyküsü vardır. Şöyle ki, Temeşvar'da dağılan Macar ordusundan en iyi dummda kalan Kmety'nin birli­
ği olmuştu. Macar ordusunun kalıntıları, Lugos'a geri çekilirken onun birliği
Erdel'e çekilmişti. Bem ve Guyon'un birliklerinden arta kalanlar geri çekilir­
ken 80.000 kişilik Rus ve Avusturya ordusu bunları yok etmek amacıyla iki
yönden onları takip ediyordu. Bunun üzerine Kmety, birkaç bin kişiden olu­
şan birliği ile önce Lugos'un dışında ve daha sonra da içinde adı geçen dev­
letlerin orduları karşısına çıktı. Kendisinden yaklaşık 20 kat daha güçlü olan
düşmanı yarım gün oyalamayı başardı. Böylece Bem ve Guyon'un birlikleri
kurtulmuş oldu. Görevini bu şekilde başarıyla tamamlayan general, ordusu­
nun geri çekilmesinden sonra kendisini zor kurtarabildi. Bir yaveri ile birlik­
te sarp yollardan geçip Meral adlı bir Eflak köyüne geldi. Kmety ve yaveri
adı geçen köye vardıktan sonra halk tarafından kuşatıldılar. Onların atlarına
el konulduğu için kaçma şansları da kalmadı. Köylüler, kendi aralarında
Kmety ve arkadaşlarına nasıl bir ölüm cezası vereceklerini tartışıyorlardı.
Köylülerden birisi onları Avusturya ordusuna teslim etmeyi önerdi. Fakat bu
fikir, cezanın hafif olacağı gerekçesiyle kabul görmedi. Başka birisi, onların
yavaş yavaş ölmesi gerektiğini bu sebeple de vücutlarının parçalanması fik­
rini ortaya attı. Diğer birisi de, büyük bir mezar açılıp onları canlı canlı göm­
meyi teklif etti. Bazıları da onların asılması gerektiğini söylüyordu. Köylüle­
rin büyük çoğunluğu son teklifi yani, onların asılmalarını uygun buldu. Me­
ral köylüleri, infazı kimin yerine getireceği konusunda ihtilafa düştüler. Bu
görevi kimse üzerine almak istemiyordu. Bu yüzden tutukluları bir domuz
damına kapatıp sonra da bu damı yakmaya karar verdiler. Gerçekten de veri­
len bu karar uygulanmaya kondu. Kmety ve arkadaşları domuz damına kapa­
tıldılar ve dam alttan ve üstten ateşe verildi. Fakat tam bu sırada General
Bem'in öncü kuvvetleri yetişerek general ve beraberindekileri bu korkunç
ölümden kurtardılar59. Kmety, bu korkunç olayda canını kurtardıktan sonra
Osmanlı Devleti'ne sığındı.
5- Geri Dönmektense Kendilerim Tuna Nehri'ne Atacaklanm
Söyleyen Mülteciler
Bu arada iltica edenlerin bu kadar artması üzerine son gelenler kabul
edilmek istenmedi. Bunların bir kısmına ülkelerine geri dönmeleri söylendi.
Buna karşılık "kendilerini Tuna ya atıp geri gitmeyeceklerini "6o belirttiler.
Hatta Fuad Efendi'nin ifadesine göre "biraz daha sıkıştırılırsa cümlesi kabûli İslâmiyet "^ı deceklerdi. Ancak sınırdan içeriye bir anda bu kadar mülteci­
nin girmesinin sakıncaları da vardı. Bunların yiyecek ve giyecek ihtiyaçları
yeterince karşılanamayacağı gibi korunmalarında da bazı sıkıntılar yaşana­
caktı. Fuad Efendi, mevcut duram karşısında hem kendisinin hem de diğer
görevlilerin ne yapacaklarını bilemez olduklarını Sadâret'e bildirip yardım
istedi. Hatta, Türk sınırını geçen mültecilerin sayısı yığınlar halinde olduğun­
dan, bundan böyle geleceklerin ellerindeki silahların alınması zorunluluğu­
nun da kaldırıldığını bildiriyordu62.
6- Osmanlı Şehri Vidin Mülteci Akmma Uğrayor
Ziya Paşa'nm verdiği rakamlara göre, 26 Ağustos 1849'da Vidin'deki toplam mülteci sayısı, 1.350 kişiydi. Bunlardan 53'ü Macar, 833'ü Polon­
yalı ve 464'ü de İtalyandı. Macarlar Eflak, Polonyalılar ve İtalyanlar ise Sır­
bistan üzerinden Osmanlı Devleti'ne iltica etmişlerdi. İltica edenlerin mesle­
ki durumları da şöyleydi: 2 Politikacı, 4 General, 2 Miralay, 365 Subay, 949
Asker, 10 Hizmetçi, 18 vasıfsız63.
Vidin'e gelen mültecilere 27 Ağustos'ta birkaç önemli isim daha ka­
tıldı. Bunlar General Kmety, General Richard Guyon, General Baron Stein
ve Yüzbaşı Balog idi64. Mültecilerin Vidin'deki sayısı gün geçtikçe artıyor­
du. Öyle ki, bu sayı yaklaşık olarak 5.000'i bulmuştu^s. Bunlar arasında as­
ker kimlikli kişiler olduğu gibi; tüccarlar, kadınlar ve sanatkârlar da vardı^^.
Bu tarihlerde Vidin, 25.000 nüfusa sahip bir şehirdi. Şehrin ticarî ha­
yatı büyük ölçüde Türklerin elindeydi. Terzilik ve yelken bezi Bulgarlar; tü­
tün ticareti, kahve çekiciliği, silah yapımı, semercilik ve fırıncılık gibi mes­
lekler de Türkler tarafından icra ediliyorduk^. Bütün bu ticari faaliyetlere rağ­
men, şehir kendi nüfusunu dojoıracak ekonomik potansiyele sahip değildi.
Bu şartlar altında da, ancak küçük bir mülteci grubunu barmdırabilirdiös. Da­
hası, başlangıçta şehre gelen ilk müheci gurubunun erzakları tükenmiş, son­
radan gelenlerin ellerindeki az miktardaki para da kısa sürede suyunu çek­
mişti. Öyle ki, Jozef Bem, henüz şehre yeni gelmiş olan Kossuth'a alaylı bir
şekilde; "tek kuruşumuzun olmadığını size bildirmekten şeref duyanm"^^ di­
ye yazıp, mültecilerin Vidin'de düştükleri sıkıntıyı dile getirdi.
İşte, bu şartlar altında, Vidin Valisi Ziya Paşa, vatanlarını terk ederek
buraya gelen yaklaşık 5.000 mülteciyi Osmanlı Devleti'ne yakışır bir misafir­
perverlikle ağırlamış, sıkıntılarını gidermiş ve mali olarak onları desteklemişti.
Vidin'deki Mülteci Kampı
D- Mültecilerin Gündelik Yaşantılarmdan Kesitler
Tuna Nehri kenarında kurulan çadırlara yerleştirilen mültecilerin
kampında her akşam Macar ve İtalyan ulusal melodileri çalmıyordu. Albay
Kotona, kamp komutanıydı ve kampın denetiminden sorumlu olan Türk gö­
revlisiyle sürekli iletişim halindeydi. Kampın dışına çıkmak isteyenler ilk ön­
ce Macar, sonra da Türk kumandanından izin almak zorundaydı. Vidin'i gez­
mek için bu izinlerden subaylar her gün, askerler ise haftada ancak bir defa
yararlanabiliyorlardı. Macar subaylardan yanlarında yüklü miktarda para ge­
tirenlerin bir kısmı, kendi imkânlarıyla şehrin içinde yaşıyorlardı^^.
1- Mülteciler Birbirleriyle Tartışıyorlar
Müheciler, kampta zaman geçirmek ve konuşulacak bir konu bulabil­
mek için tuttukları günlük notları gözden geçiriyorlardı. Subaylar, gruplar
halinde bir araya gelerek çubuklarını içiyor ve geçmiş hakkında tartışmalar
yapıyorlardı^ı. Tartışmaların ağırlılc noktasını, Avusturya'ya karşı yapılan
Macar Özgürlük Savaşı'nm kaybedilmesi oluşturuyordu. Tartışmalar sakin
bir şekilde başlasa da belirli Iconulara gelindiğinde ortam gerginleşiyordu.
Subaylar, "Kossuthçulaf
ve "Perczelcilef
diye ikiye ayrılmıştı. Birinci
grup her zaman çoğunlukta, ikinci grup ise azınlıkta kalıyordu. Kossuth'u
destekleyenler liberalliği savunurken, Perczelci subaylar kendilerini onlardan
daha liberal görüyorlardı. Subayların bir kısmı Kossuth'un yönetici olduğu
zamandaki olayları desteklemelerine karşılık, diğer subay grubu da, ona bü­
yük suçlamalar yüklemiş ve enerji dolu Perczel'in yapmayacağı hataları yap­
tığını ileri sürüyorlardı. Taraflar birbirlerine karşı çok katı bir tutum içine gir­
mişlerdi. Bu tartışmaların karşılıklı meydan okumalarla sonuçlandığı da olu­
yordu. Subaylar arasındaki bu ikilikten dolayı birçok kişi, Macarların Avus­
turya'ya karşı yaptıkları savaşta galip gelseler bile daha sonra kendi araların­
da bir iç savaş yaşayacaklarını söylemiştir72.
Bir araya gelen mültecilerin bütün vakitleri doğal olarak yalnızca tar­
tışmakla geçmiyordu. Mülteciler, birbirlerine savaş sırasındaki kışlalarından,
birlik ve komutanlarından bahsediyorlardı. Yine, savaşta karşılaştıkları tehli­
kelerden söz ediyorlar, ölümle burun buruna gelmelerine rağmen kurtulabil-
miş olmakla teselli buluyorlardı^^.
Diğer taraftan, Vidin kampında, çöküşün sebepleri hakkında mülteci
şefleri arasında da sert tartışmalar yaşanıyordu. Kossuth'un devlet başkanlı­
ğı görevini Görgei'ye devretmesi, büyük bir hata olarak değerlendiriliyordu.
Perczel, askerlere yaptığı konuşmalarda bağımsızlık savaşının kaybedilme­
sinde Kossuth'un zayıflığı ve korkaklığının büjoik rolü olduğunu anlatıyor­
du. Müheci liderleri arasında, Vilagos kalesi önünde Ruslara karşı silahları
bırakan Görgei'ye büyük tepki vardı ve bu tepkiler "hainlilc" suçlamalarına
kadar gidiyordu.
Mülteciler arasında eğitim seviyesi yüksek olanlar, Vidin'deki sosyal
hayattan hareketle Osmanlı Devleti'nin geçmişi, bugünü ve geleceği hakkın­
da yorumlar yapıyorlardı. Osmanlıların daha önceki yüzyıllarda Macaristan
ile yaptıkları savaşlar, Erdel ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler ve Vidin
şehrinin bu ilişkilerdeki rolü hakkında çıkarımlarda bulunuyorlardı^^^
2- Mülteciler Vatanlarından Uzak Olmanın Acısmı Unutmaya
Çalışıyorlar
Mülteciler, yaklaşık iki ay kaldıkları Vidin'de şehir ve sakinlerini da­
ha yakından tanıma fırsatı da buldular. Yeni bir kültürle tanışmak mühecile­
rin ilgisini çekiyor, neşelerini ayakta tutuyor ve vatanlarından ayrı kalan bu
insanları oyalıyordu. Değişik bir yaşam biçimi ve kültürle karşılaşmış olmak
da bilgi hazinelerini genişletiyordu^^.
Kampta, askeri gösteriler ve güreş gibi sportif faaliyetler de yapılıyor­
du. Kossuth, kendisini mültecilerin dert ortağı olarak gösterip grubun mora­
lini 5mkseitmeye çalışıyor, zaman zaman da mültecilere hitaben konuşmalar
yapıyordu^ö. Onun nutukları, mülteciler tarafından kutsal sözler olarak algı­
lanıyor ve hatasız kabul ediliyordu. Kossuth, mühecilerin morallerini bu şe­
kilde ayakta tutmaya gayret ediyordu^^.
Mülteciler, Vidin kampında Avrupa'daki son gelişmelerden haber aiamıyorlardı. Bilhassa, özlemini duydukları vatanları hakkında bilgiye sahip
olamamak, onlarda moral bozukluğuna sebep oluyordu. Her ne kadar liderle­
ri Avrupa'da çıkan gazetelerin birlcaç sayısını elde edebiiiyoriarsa da, bu ga­
zetelerden edinilen bilgiler do5aırucu olmuyordu^^^ Mülteciler, vatanları hak-
kındaki en doyurucu haberleri Rusların elinden kaçarak Vidin'e ulaşabilme
şansına sahip olabilen Macarlardan öğreniyorlardı. Rus esaretinden kurtulan
kişiler, kendilerinden daha önce Macaristan'dan ayrılmış olan Vidin'deki
mülteciler için ilgi odağı oluyordu. Vatanları hakkında daha fazla bilgi alabil­
mek için mülteciler, onları sırasıyla evlerine davet ediyorlar ve onlardan en ta­
ze haberleri alıyorlardı^^.
3- Mülteciler Türkçe Öğreniyorlar
Dil farklılığı yüzünden mültecilerle kamp yetkilileri arasında bazı sı­
kıntılar yaşanıyordu. Bu durum, özellikle mültecilerin alış veriş için Vidin
pazarına çıktıklarında kendisini iyice hissettiriyordu. Dahası Ziya Paşa hiçbir
Avrupa dilini konuşamadığından mülteci şefleriyle iletişim kurmakta bazen
güçlük çekiyordu^o. Bununla birlikte, bazı mülteciler karşılaştıkları zorlukla­
rı daha kolay çözüme kavuşturabilmek amacıyla, dilleri ile aynı grupta yer al­
masının avantajından istifade ederek Türkçe öğrenmişlerdi^ı.
Vidin kampındaki din değiştirme vakaları mülteciler arasında gergin­
liğin yanı sıra birbirlerine kin duymalarına da sebep olmuştu. Zira, din değiş­
tirmeyenler, değiştirenlere soğuk davranıyorlardı. Hatta, bazen dinlerinden
döndükleri için onları küçümsüyor ve onlarla birlikte olmamaya özen göste­
riyorlardı. Böylece, başlangıçtaki sıcak ilişkiler; Macar, Polonyalı ve İtalyan
mülteciler arasında yaşanan din değiştirme hadiselerinden sonra iyice söğü­
dü ve bu insanlar, her geçen gün birbirlerinden biraz daha uzaklaşır hale gel­
diler. Hatta, bu yüzden Kossuth ve Bem'in arası da açılmıştı. Türkler Bem'i
överken, Hıristiyanlar da Kossuth'un yanında yer almışlardı82.
4- Kossuth Hakkmda Aşk Dedikodulan
Vidin kampında Kossuth'u üzen hadiseler de yaşanıyordu. Aslında,
Vidin'de bu tür hadiselerin yaşanacağını kimse tahmin edemezdi. Kossuth'la
alakalı birçok iddia ortaya atılmıştı ve bu iddialar korkunçtu. Öyle ki, mülte­
ciler, bu iddialara inanacak olsalar Kossuth'un işi gerçekten zorlaşacaktı.
Söylentilere göre Kossuth, Vidin'e gelirken yolda Erdel köylerinin birinde,
Dembinski'nin eşiyle aynı odayı paylaşmak zorunda kalmıştı. Bu vesile ile
Bayan Dembinski, değer verdiği Kossuth ile daha yakından tanışma fırsatı
bulmuştu. Bu tamşmadan sonra da ona daha saygılı ve sevecen davranmaya
başlamıştı. Hatta, Vidin'de bir Icomşu olarak eşi ile birlikte Kossuth'u sürek­
li ziyaret ettiğinden ve hasta iken kendisine bakıp yemek gönderdiğinden do­
layı kısa bir süre sonra, bu tanışıklıktan derin bir arkadaşlık ortaya çıkmıştı83.
Kossuth'a düşman olan gazetelerin muhabirlerinden bazıları, Kossuth'u dün­
ya kamuoyunda gülünç duruma düşürmek amacıyla bu arkadaşlığı bir aşk
olarak sundular. İş o kadar ciddi bir boyuta ulaşmıştı ki, Kossuth taraftarı ga­
zeteciler de bunun bir dedikodu olduğunu yazmak zorunda kaldılar. Hatta, 10
Kasım 1849 tarihli "Ost Deutschen Post" gazetesinin İstanbul muhabirine
göre, bu dedikoduların amacı Kossuth ile eşinin arasını açmak. Bayan Kos­
suth'u ortaya çıkarmak ve teslim olmasını sağlamaktı. Muhabir, Kossuth'u
zor duruma sokan dedikodulara karşı bir savunma yazısı yazma gereği de
hissetti. Gazetelerdeki bu poiemilder uzun süre devam etti. Ancak, bu iddia
ve söylentiler 1850 yılının başlarında Bayan Kossuth'un Şumnu'ya eşinin
yanma gelmesiyle sona erdi^^^
5- Mültecilerin Sebep Olduğu Fiyat Artışlan
Mültecilerin Vidin'e gelmelerinden sonra daha önce ucuz olan sebze
fiyatlarında anormal bir yükseliş olduğu dikkat çekmelctedir. Örneğin, mül­
tecilerin şehre geldilderi gün 10 para olan üzümün kilosu bir iki gün sonra
20 paraya çılanıştı. Fiyat tarifelerindeki bu anormal artış üreticileri sevindirirken, doğal olarak halk tarafından pelc hoş İcarşıianmıyordu. Bu anormal
yülcselişe rağmen mültecilere için bu fiyatlar, yaşadıldarı ülkeye nazaran da­
ha ucuzdu85.
6- Mültecilerden Önemli Şahsiyetler islamiyet'i Kabul ediyorlar
Mültecilerden 214 kişi, hiçbir teşvik ve baskı görmeden Vidin'de İslamiyeti İ<:abul ettiler. Bunların 15'i kadındı. Müslüman olmalc isteyenlerin
hepsi, Osmanlı Devletini İçendi anayurtları gibi savunacaklarını ve bu toprak­
ları vatan edinmek istediklerini duygusal Icelimeierie ifade ettiler. Bu olay,
İstanbul'da büyük heyecan ve sevinç yarattı. Islamiyeti kabul eden askerler
Padişah'm emriyle Türle ordusunun çeşitli kademelerinde görevlendirildiler.
Bunlardan bir çoğu paşalığa kadar yükseldi^ö.
Burada yeri gelmişken ünlü Polonyalı General Bem'in nasıl din de­
ğiştirdiğine kısaca değinmek istiyoruz. General Bem, Temeşvar savaşında
yaralandığı için sürekli yatağında yatıyordu. Bu sebeple, başlangıçta geliş­
melerden habersizdi. Fakat, gelişmeleri öğrendikten sonra, Türk görevliyle
tercümanı aracılığı ile konuşmuş ve çok şaşırmıştı. Türk görevlisinin, Rus­
ya'ya karşı açılacak bir savaşta din değiştiren mültecilerin Türk ordusu ile
birlikte bu devlete karşı savaşacağını söylemesi üzerine Bem, "bu tamamıy­
la farklı bir şey ve düşünmeye değer " ^ 7 dedi. General Zamoyski, Bem'in din
değiştirmeye taraftar olduğunu anlayınca, onu bu düşüncesinden vazgeçir­
meye çalıştı. Fakat bu girişiminde başarılı olamadı ve Bem, din değiştirerek
Müslümanlığı seçti.
Din değiştirenler için Vidin'de özel bir merasim düzenlenmedi. İslam
dinine kabul merasimi, camide müftü önüne diz çöküp kelime-i şehâdet ge­
tirilmesiyle gerçekleşiyordu. Ayrıca din değiştirenler, müftünün önünde hiç­
bir zorlama olmadan böyle bir karar aldığını da söylüyorduk^. Bu kısa tören­
den sonra Müslüman olanlara yeni isim ve unvanlar verildi. Bem, Murad Pa­
şa ismini alırken; Kjnety, İsmail Paşa; Stein, Ferhat Paşa; Zarchesty ise Os­
man Bey isim ve rütbelerini aldılar89. Sünnet ve saç kesimi gibi diğer tören­
ler sonraya bırakıldı. Müslüman olan mülteciler, eski arkadaşlarından ayrıl­
dılar ve onlara yeni bir yerleşim yeri tahsis edildi^o.
Din değiştiren bütün mültecilere maaş bağlandı. Murad Paşa'ya 7.500
kuruş, Ferhad ve İsmail Paşalara da 5.000'er kuruş maaş verilmesi uygun bulundu^ı. Bu arada din değiştiren mülteciler, hiçbir baskı ve zorlama olmadan
kendi hür iradeleriyle Müslüman olduklarına dair birer mektup yazarak Ziya
Paşa'ya verdiler. Paşa da söz konusu mektupları İstanbul'a gönderdi92.
E- Mültecilerin Şunmu'ya Nakilleri ve Buradaki Hayatları
7 Ekim 1849'da Sadrazamın konağında toplanan devlet ricâh, Vi­
din'in Rusya sınırına yakın olması sebebiyle mültecilerin güvenliklerinin tam
olarak sağlanamayacağı, bu yüzden de onların sınırdan uzak bir yere yerleş­
tirilmelerini kararlaştırdı. Diğer taraftan İngiltere ve Fransa Elçileri'nin iste­
ği de mültecilerin Vidin'den başka bir yere yerleştirilmeleri doğrultusunday-
dı. Hatta, Babıâli bu konuda Rusya ve Avusturya Eİçiİeri'nin görüşlerini de
sormuş, faicat onlar konu lıakkmda bir görüş bildirmemişlerdi. Babıâli, elçile­
rin suskunluğunu alman kararın zımnen kabul edilmesi şeklinde yorumladı^^.
Toplantıda mültecilerin hangi mahalle yerleştirileceği de tartışıldı.
Mültecilerin Anadolu'ya gönderilmeleri gündeme gelmişse de, meselenin
diplomatik safhası neticelenmeden böyle bir karar alınmasının doğru olma­
yacağı görüşü benimsendi. Toplantıda gündeme gelen Edime ve Vama her
ne kadar Rusya sınırına uzaİc idiyseler de, birincisinin etrafının açık, ikinci­
sinin deniz kenarında olması mültecilerin korunmasını zorlaştırabilirdi. Neti­
cede, mülteciler için en uygun yerin Şumnu olduğuna karar verildi94. Çünkü
bu şehir, gerelc İstanbul'a yakınlığı, gerekse ikliminin uygunluğu bakımından
daha elverişliydi. Üstelik, savunma açısından da Vidin'e göre daha iyi bir ko­
numa sahipti95.
1- Mültecilerin Şumnu'ya Yolculukları
Alman karar gereği, Vidin'i ilk terk eden grup Polonyalılar oldu. Zi­
ya Paşa ve Kossuth, at üzerinde Pazaryeri'ne gelerek bu grubun Vidin'den
ayrılışını izlediler. Şehrin bütün sakinleri özellikle de Türk kadınları şehirden
çıkan bu birliğin söylediği şarkıları dinlemek için meraklı bakışlarla yollara
dizildiler. Grubun önünde Türk askeri ve başlarında Miralay Mehmed, Kay­
makam İsmail Bey ile iki Kolağası bulunuyordu. Bunların arkasında da iki
sıra halinde yaya gidenler, onların arkasında arabalar ve en arkada da atlı
Türk askerleri vardı. Vidin'den Şumnu'ya sevk edilen Polonyalı mülteciler;
General Dembinski, General Meszaros*, General Wysocki, General Yomharin. Miralay Zamoyski, Miralay Przyimski, Miralay Fatonye, 4 Kaymakam,
15 Binbaşı, 87 Yüzbaşı, 139 Mülâzım, 23 Serçavuş, 165 Çavuş, 347 nefer ol­
mak üzere toplam 790 kişiydi^^.
Polonyalı mültecilerin Vidin'den ayrılışını Italyanlarmki takip etti.
Bunlar Şumnu'ya değil, Çanakkale Boğazı'ndaki Gelibolu'ya gidiyorlardı.
Buradan da tüccar gemilerine bindirilerek ülkelerine gönderileceklerdi^^.
Monti önderliğindeki italyan mültecilerin Macarlarla olan kader birlikteliği
Vidin'de böylece son buluyordu. Bu sebeple, İtalyanlarla Macarların veda­
laşması duygusal oldu. Kossuth, onlara hitaben ateşli bir konuşma yaparak
Macar ulusu adına kendilerine duydukları sempati için İtalyanca teşekkür et­
ti ve onlardan İtalya'daki kardeşlerine dost selamı götürmelerini istedi^s.
Uzun zamandır bekledikleri özgürlüğe kavuşmaları temennisinde bulunarak
onları gelecekte müttefik olarak yapacakları savaşta buluşmak üzere uğurladı99. İtalyan mültecilerin sayısı 221 idi.
Vidin'de din değiştiren mülteciler de iki grup halinde Şumnu'ya ha­
reket ettiler. Bunların toplam sayısı 256 idi.
Vidin'i en son terk eden grup Macarlar oldu. Ziya Paşa, bütün subay­
lar için at tahsis etti. Paşa, rahat yolculuk yapabilmesi için Kossuth'a iki adet
fayton verdi. Ayrıca bu kafile içerisinde Türkçe bilen 10 tercüman da bulunuyorduioo. Kossuth, toplanma yerine at üzerinde geldi. Perczel, maiyetiyle
birlikte general üniformasını giymiş olarak, Batthyany ise Macar kıyafeti
içinde eşi ile birlikte geldi^oı. Ziya Paşa, Macar grubuna şehrin dışına kadar
eşlik etti ve yaşlı gözlerle onlarla vedalaştıio^. Yanlarına iki bölük süvari as­
keri katılarak Miralay İsmail Bey'in maiyetindeio^ Şumnu'ya gönderilen Ma­
carlar; Kossuth, Batthyany, General Meszaros, 3 Miralay, 7 Kaymakam, 19
Binbaşı, 1 Kolağası, 53 Yüzbaşı, 90 Mülâzım, 56 Serçavuş, 50 Onbaşı, 90
nefer, 26 hizmetçi, 25 aile olmak üzere toplam 423 kişiydi.
2- Kossuth ve Arkadaşlarmm Balkan Yolculuklan
Mültecilerin Vidin'den Şumnu'ya yolculukları yoğun kar yağışı ve
soğuk nedeniyle yaklaşık üç hafta sürdüıo4. Kossuth, bir yılın yorucu olayla­
rının ardından huzurlu ve ümit verici hayallerle Balkan bölgesinde yolculuk
yapıyor ve ilk kez gerçek bir istirahatın keyfîni yaşıyordu. Ne var ki, bu sü­
re içerisinde mültecilerin tüm dünya ile bağlantıları kesildi. Bu sebeple de,
büyük devletlerin kendi kaderleriyle ilgili yürüttüğü diplomasi faaliyetlerin­
den haberdar olamadılar. Gerçekten mültecilerin Vidin'den Şumnu'ya yolcu­
luk yaptıkları tarihlerde başta İstanbul olmak üzere öteki Avrupa başkentle­
rinde mültecilerle ilgili yoğun bir diploması faaliyeti yürütülüyordu. Nite­
kim, bu sırada Petersburg'tan gelen haberler, Rusya'nın mülteciler mesele­
sinde geri adım attığı ve Polonyalı mültecilerin iade talebinden vazgeçme
eğiliminde olduğu yönündeydi. Oysa Kossuth, Fuad Efendi'nin Petersburg'ta
mülteciler meselesinin Rusya'yı ilgilendiren yönünü halledemeyeceğini ve
Rusya ile Osmanlı Devleti arasında bir savaşın çıkacağını düşünüyordu. İleriki bölümde de ayrıntılı olarak üzerinde durulacağı gibi mülteciler Şum­
nu'ya vardıklarında kendileriyle ilgili önemli kararların alındığım öğrenecek­
lerdir. Bu kararlardan en önemlisi, Mülteci liderlerinin Anadolu'ya gönderi­
lecek olanıydı. Mülteciler, Anadolu'ya gönderileceklerini duyduklarında, bu
karara yoğun bir şekilde itiraz etmişlerdir.
Şumnu yolculuğu sırasında Kossuth'un İstanbul'daki Macar elçisi
Andrassy'ye gönderdiği bir melctubun dışında, hiçbir yazışmasına tesadüf
edilemedi. Kossuth, bu mektupta İstanbul'daki siyasi gelişmeler hakkında
Andrassy'den bilgi istiyordu^o^.
Mülteciler, Şumnu'ya giderken arazinin dağlık ve mevsimin kış ol­
ması sebebiyle yavaş ve zorlukla ilerliyordu. Müheci kafilesi, Vidin'den ayrıldılctan sonra ilk olarak Lompalanga şehrine vardı. Lompalanga'dan 5 Ka­
sım'da ayrılan mültecilerin Plevne'ye kadar yolculukları sırasında uğradıldarı yerleşim yerleri haİdcmda yeterli bilgi mevcut değildir. Çünkü, bu yerler
genellikle ya Icüçük l<:öyler ya da bir mezra niteliğindeydilo^.
3- Türk Askerlerinin Yolculukta Mültecilere Gösterdiği
Misafirperverlik
Türk askeri, mültecilere yolcululdarı sırasında saygı ve hürmette Icusur göstermiyordu. Bir Macar, Türk evine misafir olduğunda İcendini evindeymiş gibi hissediyor ve en az altı çeşit yemekle sofrası donatılıyordu^o^.
Türk makamlarının mühecilerin her yerde saygı ile karşılanması için, İstan­
bul'dan sert emirler aldıkları bir gerçektir. Zira Osmanlı Hükümeti, mülteci­
lerin şilcayetçi olduldarı subayları cezaiandırmalcta en ufak bir tereddüt göstermiyorduios.
Diğer taraftan, mülteci liderlerinin daha rahat yolcululc yapabilmeleri
için büyük mülteci grubundan ayrılması şikayetlere sebep oldu. Bazı Türl<:
subaylarının kendilerine iyi davranmadıkları şikayeti de buna eklenince, ild
mülteci subay açıkça Kossuth ile tartışmaya başladılar. Hatta, Kossuth'u yö­
netici olaralc tanımadıklarını söyleme cesaretini bile gösterdiler. Kossuth, bu
1İ09
tür isyanları Şumnu'ya kadar yaşamak zorunda l<:aldı
4- Macar Eski Kralı Rakoczy Ferenc'in Anısı Mültecileri
Duygulandırıyor
Müİteciİer, l İ Kasım İ849'da Pİevne'ye vardıİar. Pİevne, bu sırada,
çoguniuğu Türkierden oiuşan 8.000 nüfusa salıip bir şdıirdi^o. Burada iid
gün kalan mülteciler, korumalarını yapan kumandandan Rakoczy Ferenc'in
arkadaşlarıyla birlilcte yaklaşık 130 yıl önce Pİevne'de kaldığı öğrenince
duygusal anlar yaşadılar^. Mülteci kafilesi, 13 Kasım'da Pİevne'den ayrıla­
rak çoğunluğu Türklerden oluşan, 12.000 nüfuslu Losdsa'ya doğru hareket
ettiler. Osma Nehri kenarında bulunan Losdsa'nm ressamları özendirecek ta­
bi bir manzaraya sahip olması, bütün mültecileri derinden etkiledin^. Bir
günlük dinlenmeden sonra 14 Kasım'da Losdsa'dan ayrılan mülteci kafilesi,
etrafı üzüm bağları, erik ve ıhlamur ağaçlarıyla çevrili olan Tımova'ya 16
Kasım'da ulaştı. Mülteciler, 18 Kasım'da Osman Pazarı, 21 Kasım'da da Es­
ki Cuma'ya vardı^^.
5- Eski Cuma'da Kossuth'u Duygulandıran Karşılama
Tamamıyla Türklerden oluşan Eski Cuma sakinleri, evlerinden çıka­
rak mültecileri l<:arşıladılarii4. Şehrin paşası, büyük bir hürmetle Kossuth'u
kabul etti. Paşa, Kossuth'a büyük bir saygı göstererelc olabilecek her türlü
eksiklikten dolayı özür diledi. Mültecilere dostane duygularını dile getir­
mekte zorlanan Paşa, Sultan'm misafirlerinin her türlü ihtiyaçlarının özenle
karşılanacağını söyledi. Bununla da yetinmeyerek, Osmanlı Devleti'nin
Rusya'ya savaş açacağını bile ifade etti^ı^. Paşa, mültecilerin gelişini bütün
şehre duyurttu. Şehir halkından Moskof a kafa tutacak kadar cesur olan bu
yiğitlerin iyi karşılanmaları ve hoşnut edilmelerini istedi. Zira Hutter'e gö­
re Türkler, Rus aleyhtarı olan kişilere hizmet etmekten ve sunduldarı hiz­
metlere karşı ücret almamaktan zevk aiıriardınö. Kossuth da Paşa'nm bu
yaptıklarına karşılık olarak, Osmanlı Devleti'nde az vakit geçirdiklerini, fa­
kat Eski Cuma'da kaldıkları iki üç saatin hepsinden daha güzel olduğunu
söyledi. Paşa'nm kendilerini kabul etmesindeki soyluluk, misafirperverlik
ve yurtseverlik ruhunu Sultan'a ileteceğini de sözlerine ekledi. Paşa da Kos­
suth'a teşeklcürlerini sundu^^.
Eski Cuma'yı 22 Kasım'da terk eden mülteciler, aynı gün Şumnu'ya
ulaştı. Mülteciler Şumnu'ya vardıkları gün Babıâli'ye gönderdikleri mektup­
ta, yolculukları boyunca her türlü ihtiyaçlarını karşılayan Osmanlı Devleti'ne
teşekkür ettileriı^.
6- Şunmu'da Kossuth ve Arkadaşlarmm Karşılaşüklan Büyük Sürpriz
Mülteci grupları Vidin'de olduğu gibi, Şumnu'da da bÜ3mk bir içten­
likle karşılandılar ve kendileri için hazırlanan kışlalara yerleştirildiler. Şum­
nu'da en rahat ve en güzel ev, Kossuth'a tahsis edildi. Maviye boyanmış bu
ev, kabul, çalışma ve yatak odaları ile bir mutfaktan oluşuyordu. Aynı za­
manda bu eve bir de hizmetçi tayin edildi. Evde Kossuthia beraber yaveriyle
tercümanı da bulunuyordu. Kossuth, bu evde çalışıyor ve mülteciler için İs­
tanbul'a ve öteki Avrupa başkentlerine mektuplar gönderiyordu. İmrefı, Kos­
suth'un kaldığı evi lüks olarak nitelendirir ve bir zamanların Macaristan dev­
let başkanının bu evde rahat ve sade bir hayat sürdüğünü belirtiriı^.
Mülteciler ve özellikle de önderleri, Şumnu'ya büyük ümitlerle gel­
mişlerdi. Onlar, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, mülteciler meselesi 3mzünden, bir savaşın çıkacağını düşünüyor ve bu savaşın, Macaristan'ın özgür­
lüğünü elde etmesi için iyi bir fırsat olacağı kanaatini taşıyorlardı. Ancak, Os­
manlı Devleti, Rusya, Avusturya, İngiltere ve Fransa arasındaki diploması tra­
fiği, onların istediği gibi gelişmemekteydi. Bu meselede en fazla gürültü ko­
paran Rusya'nın, Polonyalı mültecileri iade talebinden vazgeçip onların sınır
dışı edilmeleriyle yetineceği, Fuad Efendi tarafından Babıâli'ye iletilmişti.
Rusya'nın mülteciler meselesindeki politikasını değiştirdiği yolundaki haber­
lerin Şumnu'ya ulaşması, mülteci önderleri üzerinde derin bir hayal kırıklığı
yaratmıştı. Çok daha önemli başka bir gelişme ise mültecilerin, Şumnu'ya
vardıkları gün, Kossuth ve arkadaşlarının Anadolu'ya gönderilip orada koru­
ma altına alınacakları haberini duymuş olmalarıydı^^o. Gerçekten de Stürmer,
Babıâli'ye sunduğu ve Avusturya'nın yeni taleplerini içeren 5 Kasım 1849 ta­
rihli notasında, Osmanlı topraklarında bulunan Macar mültecilerinin iadesi ta­
lebinden, iki devlet arasındaki dostluk ve iyi komşuluk bağlarının devamı için
vazgeçtiğini iletmiştiı^ı. Buna karşılık Âlî Paşa da, Macar mültecilerinin Kü­
tahya'ya gönderilip Avusturya aleyhine hiçbir faaliyette bulunamayacak şe­
kilde muhafaza edileceklerini Stürmer'e garanti etmiştiı
i 122
7- Mülteci Liderlerinin Anadolu'ya Gitmemek İçin Babıâli Nezdinde
Başarısız Kalan Girişimleri
Mülteciler ve özellikle de şefleri Anadolu'ya gitmeye kesinlikle kar­
şıydılar. Batthyany ve Perczel, alman bu kararın uygulanmaması için Sultan
Abdülmecid'e bir mektup gönderdiler. Meİctupta kendilerinin Anadolu'ya
gönderilmeleri halinde Sultan'a olan güvenlerinin sarsılacağı ve bu kararın
kendileri için ölüm fermanı anlamına geleceği belirtiliyordu. Mektubun en il­
ginç yeri, mültecilerin Osmanlı Devleti'ni Avusturya'ya karşı savaşa çağır­
malarını dile getiren şu satırlardı: "Her an Türk toplarının sesini duymayı
bekliyoruz. Eski zamanlarda olduğu gibi Viyana surları önünde Macar yurt­
severlerinin bayraklarıyla Osmanlı bayraklarının bir arada dalgalandığı za­
manı özlüyoruz. Dağlar Erdel tepelerinde hilalin dalgalanmasını görme ümi­
di içerisindedir''^^^.
Mülteciler, Anadolu'ya gitmemek için büyük uğraş verdiler. Ancak
Babıali nezdinde yaptıkları bütün girişimler neticesiz kaldı. Hariciye Nazırı
Âli Paşa, Osmanlı Devleti açısından bu meselenin kapandığını ve Avusturya
ile varılan anlaşma gereğince mühecilerin Kütahya'ya gönderilmelerinin ke­
sinlik İcazandığım beİirttii24.
8-Kossuth ve Arkadaşlanmn Yılbaşı Kutlamalan
Mülteciler, 1850 yılma Şumnu'da girdiler. 1849 yılı Macarlar için İca­
ra bulutlarla başladı ve korkunç bir depremle bitti. Macarlar, bu yılın sadece
baharında Avusturya'ya karşı başarı sağlayabilmişlerdi. Bunun dışında bütün
yıl, onlar için acı dolu geçmişti. Büyük ümitlerle başlayıp çaresizliklerle bi­
ten bir yılın ardından yılbaşı, mülteciler için bir nebze de olsa üzüntülerini
unutabileceideri bir gündü. Mülteciler, 1 Ocak 1850 gecesi Ermeni Idhsesinde Kossuth'un da İcatıİımıyla bir araya gelmişlerdi. Gecede Protestan Vaiz
Acs, mültecilere Macarca bir Iconuşma yaptı. Bu İconuşmadan etkilenen ve
savaştan yaralı olaralc çıkan bazı mülteciler gözyaşlarını tutamadılar^^s.
Acs'in Iconuşmasmdan sonra, "Tanrı Macarían Kutsasın" (isten ald meg a
Magyart) marşı okundu 126. Kutlamalar sırasında bazı kişiler, yaptıkları ko­
nuşmalarda Avusturya ve Rusya'yı hedef aldılar. Yılbaşı kutlamalarında ya­
pılan bu İconuşmaları haber alan Avusturya'nın İstanbul'dald Elçisi Stürmer,
mültecileri Âlî ve Reşid Paşalara şikayet ettii27. Noel kutlamaları bittikten
sonra mülteciler, yeni yılını kutlamak için Kossuth'un evine gittiler. Kossuth,
mühecilerin yaptığı bu jesti kabul etti ve gelecek baharda silahlı olarak Ma­
i 128
caristan'ı kurtarmak için yeniden harekete geçeceklerini söyledii
9-Bayan Kossuth'un Şunmu'ya Gelişi
Kossuth'un eşi Theresa'nm 2 Şubat 1850'de Şumnu'ya gelişi mülte­
ciler ve özellikle de Kossuth için hoş bir sürpriz oldu. Kossuth, Osmanlı
Devleti'ne iltica etmek için Arad'dan ayrılmaya karar verdiği zaman, çocuk­
larının geleceğinin belirsizliği yüzünden Theresa, kendisine eşlik edeme­
mişti. Bayan Kossuth, annelik sorumluluğunu yerine getirmek için Arad'da
kocasıyla vedalaşmış ve çocuklarını aramaya karar vermişti. Kossuth, 11
Ağustos 1849'da eşinden ayrılmıştıi29. Bir taraftan Macaristan'ın içine düş­
tüğü durum, diğer taraftan da çocukları hakkında hiçbir bilgiye sahip olama­
ması ve son olarak da eşinden ayrılması, Kossuth için kuşkusuz üzüntü ve­
rici bir durum olmuştu.
Bayan Kossuth, Macar Özgürlük Savaşı'nda annelik ve eşlik görevini bü­
yük bir sabırla yerine getirmişti. Onun tek amacı çocuklarını da alarak saklan­
dığı yerden çıkmak ve ülkeyi terk etmekti. Fakat Theresa, çocuklarıyla ileti­
şim kurmayı başaramadı. Çünkü Kossuth'un üç çocuğu da Avusturya tarafın­
dan yakalanarak gözetim altına alınmıştı. Bayan Kossuth ise, Avusturya aske­
ri birlikleri tarafından her yerde arandığı halde ele geçirilemedi. Theresa, Ma­
caristan'da bir soydaşının evinde kalıyordu^^o. Çocuklarını beraberinde Os­
manlı Devleti'ne getiremeyeceğini anlayınca tek başına eşinin yanma gitme­
ye karar verdi^^ı. Bu kaçışta ona, başlangıçta Mayerhoffer adlı bir genç eşlik
etti. Mayerhoffer, bayan Kossuth ile önce Peşte'ye, oradan da Szemlin'e git­
ti. Burada pasaport temin edilmesinden sonra bir muhafız gözetiminde Bel­
grat'a ulaştılar. Bayan Kossuth bu şehirde Sardunya Konsolosu'nun evine sı­
ğındı. Bu evde bir süre kaldıktan sonra Bridham adlı bir İngiliz, onu Şumnu'daki eşinin yanma götürme görevini üstlendi. Bridham, Macar Özgürlük
Savaşı sırasında "Times'' gazetesinin muhabirliği görevini yürütüyordu. Savaş
sonrasında da aynı gazetenin Sırbistan muhabiriydi. Fakat, Sırbistan Kralı'nm
hassa alayı ile korunan Theresa'ya Sırbistan'dan geçerken arkadaşlık etmesin-
den dolayı işinden kovuldui32. Bridham'm yardımları sayesinde bayan Kos­
suth, 2 Şubat 1850'de Şumnu'ya ulaştı. Theresa'mn Şumnu'ya gelişi mülteci­
ler arasında büyük sevinç yarattı. Müheciier onun kendilerine katılmasını kut­
lamak üzere bir fener alayı ile bir de balo düzenledileri33. Theresa'mn Şum­
nu'ya gelmesi hem mültecilerin yaşantılarında önemli değişikliklere neden ol­
du, hem de Kossuth'un mücadele azmini artırdıi34,
10- Macar Devlet Başkanına Başarısızlıkla Sonuçlanan Suikast
Girişimleri
Yılbaşı Icutİamaİarı üzerinden çok geçmeden moral bozucu bir geliş­
me yaşandı. Bu gelişme ise, Avusturya'nın Ruscuİc Konsolosu Rössler'in
Şumnu'ya gelişiydiı^s. Mülteciler, Rössler'in aralarına iidlik soianak ve mül­
teci şeflerinin faaliyetlerini gözetİemelc amacıyla Şumnu'ya geldiğine inanı­
yorlardı. Çok geçmeden Rössler'in asıl amacı ortaya çıktı. Nitekim o Türk gö­
revlisinden Kossuth'un İcendisine verilmesini ya da öldürülmesini istedii36.
Şumnu kampında en çarpıcı gelişmelerden biri de, Kossuth'a karşı suikast
planlarının ortaya çıkarılması oldu. Çeşitli ajanlar tarafından tertip edilen bu
eylemler Osmanlı Devleti'nin aldığı etkin önlemler sayesinde başarısız kaldı.
11- Mültecilerin Ahmed Vefîk Efendi Onuruna YapüMan Gösteri
Ahmed Vefık Efendi modem Türk okuüarmda yetişmiş bir şahsiyet­
tir. Kibar hareketleri, Fransız ve İtalyan dillerini konuşurken sergilediği ma­
haret ona tam bir beyefendi görünüşü vermekteydi. Ahmed Vefık Efendi,
mültecilerin nakillerini gerçekleştirmek üzere tüm yetkilerle donatılmış ola­
rak 31 Ocak 1850'de İstanbul'dan yola çıktıi37 ve 3 Şubat'ta Varna'ya ulaş­
tı. Aynı gün buradan ayrılarak Şumnu'ya harelcet etti. Görkemli bir törenle
karşılandığı Şumnu'ya 5 Şubat 1850'de vardıi^s. Mülteciler, onu kutsal biri
olarak görüyor ve gelişiyle problemlerinin çözüleceğine inanıyorlardı. Türk
görevliler ve mültecilerin önde gelenleri tarafından Ahmed Vefık Efendi için
görkemli bir karşılama töreni düzenlendii39. Mülteciler onun için larmızı, ye­
şil ve beyaz renklerden oluşan ışıklı bir ulusal gösteri hazırlamışlardı. Esasın­
da bu kutlama, Kossuth'un eşinin Şumnu'ya gelişi sebebiyle 2 Şubat'ta yapıİacaktıi4o. Ancak, Ahmed Vefık Efendi'nin Şumnu'ya geleceği daha önce-
den mültecilere bildirildiğinden, bu lambalar onun karşılama töreninde kul­
lanılmak üzere sakİanmıştıi4i.
Ahmed Vefık Efendi kendisine gösterilen bu ilgiden çok memnun kal­
dı. Bundan böyle mültecilerin hayatlarının daha da kolaylaşacağını, padişahın
onların dertleriyle yakından ilgilendiğini söyledi. Sultan'm, Rusya ve Avus­
turya'nın isteklerine karşı çıkma konusunda bir an bile tereddüt göstermediği­
ni söyleyerek, onlara teseUi verici bir konuşma yaptı. Onun bu konuşması
mülteciler üzerinde olumlu tesir yaptı ve yüzlerce mülteci Balkan Dağları'na
çarpıp vadiye dönen bir ses tonuyla Türkçe olarak, "Padişahım çok yaşa" di­
ye bağırdılari42. Ahmed Vefık Efendi'nin ifadesine göre mültecilerin "sadâ-yı
teşekkürleri semâya çıkmış ve dinleyenlerde zâr zar ağlamadık can kalmamış­
tı"^''^. Ancak, mühecilerin bu sevinci kısa sürdü. Zira, Ahmed Vefık Efen­
di'nin Şumnu'ya kendilerini Anadolu'ya göndermek üzere geldiğini öğren­
diklerinde büyük bir üzüntü duydulari44.
12- Ahmed Vefik Efendi'nin Kossuth ile Yaptığı Özel Görüşme
Ahmed Vefık Efendi'nin Şumnu'ya vardıktan sonra yaptığı ilk iş
Kossuth, Murad Paşa, Dembinski ile diğer müheci liderlerini ziyaret etmek
oldu. Bu ziyaret sırasında Ahmed Vefık Efendi, onlara geİeceİderi hakkında
bilgi verdi ve vatansız kalmalarından dolayı kendilerini teselli ettii45.
Daha önce de değinildiği gibi Kossuth, Kütahya'ya gitmek istemiyor­
du. Muhalefetini Ahmed Vefık Efendi'nin Şumnu'ya gelişine İcadar çok cid­
di bir şekilde de devam ettirdi. Kossuth, ''Şumnu 'dan çıkmaktansa kendimi
vururum"^^^ diyecelc kadar Kütahya'ya gitmeye karşıydı. Fakat, Ahmed Ve­
fık Efendi'nin Şumnu'ya gelişi ile bu meseleyle ertelenemez bir şekilde yüz
yüze gelmişti. Kossuth, ya Kütahya'ya gidecek ya da kendisi ve mülteciler
için başka alternatifler bulacaktı. Üstelik, mültecilerin yerleştirilmeleri için
ileri sürdüğü tezlerin hiçbiri Babıâli tarafından kabul görmedi. Bu konuda iti­
mat ettiği İngiltere ve Fransa'dan da beklediği desteği alamadı.
Ahmed Vefık Efendi, mülteci liderleri ve özellikle de Kossuth'u Kü­
tahya'ya gitmeye ikna etmek için büjâik çaba harcadı. Bu amaçla, Kossuth
ile içeriği hakkında kaynakların çok az bilgi verdiği, iki saatlik bir görüşme
yaptı. Kossuth, görüşmede Kütahya'ya gitmeye karşı çıktıysa da bundan bir
netice alamadı. Bu kararın değişmeyeceğini anlayınca da Ahmed Vefık Efendi'den Şumnu'da kalacak mültecilerin akıbetini ö,ğrenmek istedi. Ahmed
Vefık Efendi'den tatmin edici cevaplar alamayınca ikili arasında şiddetli bir
tartışma yaşandıi^v. Bu görüşmede Kossuth, kesin olarak Kütahya'ya nakledi­
leceklerini ve bu kararın değişmeyeceğini anladı. Nitekim, Ahmed Vefık
Efendi'nin Sadâret'e gönderdiği yazısında "... Mösyö Kossuth 'la şimdilik şöy­
le iki saate kadar mükâleme olundukda ibtidâ-yı emirde izhâr eylediği niyât-i
şedîdenin ekserisinden vaz geçirülüp.."^'^^ önemli ölçüde ikna edildiğini yaz­
dı. Hatta, bu görüşmenin hemen arkasından Ahmed Vefık Efendi, Kütahya'da
birlikte kalacağı kişilerin isimlerinin yazılı olduğu bir listeyi ona verdii49.
13- Kossuth Mültecilere "Atalanımzın Geldiği Yer Olan Anadolu'ya
Gönderiliyoruz" dedi
Mültecilerin Kütahya ve Halep'e gönderilmeleri için Tâir-i Bahri Va­
puru tahsis edildii5o. İki seferde mültecileri Gemlik ve İskenderun iskeleleri­
ne götürecek gemi kaptanına mufassal bir talimat verildi. Süleyman Refik
Bey Kütahya'yai5i, Mazhar Bey de Helep'e gönderileceklerin nezaret ve mu­
hafazaları için tayin edildi. Macar ve Polonyalı mülteci şefleri 15 Şubat
1850'de Kütahya'ya gitmek üzere Şumnu'dan ayrıldılar. Lajos Kossuth'un
Şumnu'dan ayrılışı çok dramatik olmuştur.
Mülteciler hatıratlarında, Kossuth'un Şumnu'ya veda ettiği sahneyi,
hayatlarının en acıklı olayı olarak kabul ederler. Bu günün sabahında mülteci­
ler ve çok sayıda Türk toplanarak sessiz bir şekilde Kossuth'un gelmesini bekledileri52. Nihayet Kossuth, ikamet ettiği evden ayrılarak, kendisini bekleyen
topluluğa veda etmek üzere onların karşısına geçti ve şu konuşmayı yaptı:
"Kardeşlerim! Hayatımda ilk zor adımı anavatanımın topraklarını ve
asil ulusumu terk etmek zorunda kaldığımda atmıştım. İkincisini de cesur or­
dumdan artakalan sizlerden ayrılıp, Avrupa 'dan atılıp mezarımın beni bek­
lediği bir yere sürülmek zorunda kaldığım bugün atıyorum. Siz hala güçlü ve
dayanıklısınız. Siz hala anavatan için silah tutmak gerektiğinde sırada iken
ben, gücümün biraz daha azaldığını hissediyorum. Ben kaderin
kaçınılmaz
emrine uyuyor ve benden önce aynı kaderi yaşamış olan Rakoczy 'yi takip
ediyorum. Atalarımız Asya 'dan gelmişlerdi. Biz onların torunları, şimdi on-
19. Yüzyılda Kütahya
ların geldikleri yere geri dönmek zorundayız. Bu, kaderin acımasız emridir.
Eğer anavatana dönebilme şansına sahip olabilirseniz kemiklerimin
yabancı
bir ülkede çürümesine izin vermeyiniz. Bunu bana söz verdiğinizi ve sözünüzü kesinlikle tutacağınızı biliyorum ve bundan eminim''^^^.
Kossuth'un bu duygu 5mklü konuşması üzerine, Graf Ladislaus adın­
da bir mülteci subay öne çıkıp, şunları söyledi:
"Büyük adam! Sen dünyanın gözü önünde temiz ve paksın. Macar ulu­
sunun indinde, seçildiğin ilk günkü saygıyı hala elinde tutuyorsun. Sen, yaşamak
zorundasın ve yaşamalısın. Biz, kemiklerini değil, seni canlı olarak anavatana
geri götüreceğiz. Buna Tanrı 'nin adına yemin ediyoruz''^^"^. Ladislaus'un bu ko­
nuşmasından sonra bütün mülteciler "Yemin ederiz'' diye bağırdılar^^s.
Mülteciler, 18 Şubat'ta Vama'ya geldiler. Bir gün sonra, kendilerine
tahsis edilen gemi ile Vama'dan ayrıldılar. 23 Saat süren bir yolculuktan son­
ra 20 Şubat'ta Gemlik iskelesine ulaşıldı. Ancak kötü hava koşulları nedeniy­
le Bursa'da bir ay zorunlu bekleyişten sonra 31 Ocak 1850'de Kütahya'ya
vardılari56. Başlangıçta Kütahya'ya 57 mülteci gönderildi. Fakat bir süre son­
ra Avusturya Hükümeti ile Babıali, 26 kişilik bir grubun daha Şumnu'dan
Kütahya'ya gönderilmeleri hususunda mutabakat sağladılari57.
F- Kossuth ve Arkadaşlan Kütahya'da
1- Avrupa Gazetelerinde Manşetlerden İnmeyen Şehir: Kütahya
Kossuth ve diğer mülteci şeflerinin Kütahya'ya gelmesiyle bir anda
bütün dünyanın gözü bu şehir üzerine odaklandı. Çünkü Macarlar ve Polon­
yalılardan oluşan yaklaşık 100 seçkin mülteci burada yaşıyorlardı. Avrupa ve
Amerika'da Kütahya şehrini sütunlarına çıkarmayan az sayıda gazete kalmış­
tı. O tarihlerde Kütahya'nın nüfusu yaklaşık 50.000 kadardı. Mülteciler için
Kütahya'daki hayat çok ucuzdu. Avrupa'da yüksek meblağlar karşılığında
elde edebileceklerini burada gülünecek bir ücretle temin edebiliyorlardı.
2- Kossuth'un Kûtahya'daki Gündelik Hayatı
Kossuth ve arkadaşlarının gözetimi vazifesini Süleyman Refik Bey
yapıyordu. Mültecilerin hatıratlarında belirttikleri gibi Süleyman Bey, çok
A'
Kossuth ve BenihcrinJekiienn
Verlestlúi Kütahya Kışlası
şakacı ve sevimli bir kişidir. Kossutlı, Kütahya'da dünyanın politik konumu
hakkındaki bilgileri Osmanlı Devleti'nde görevli olan İngiliz ya da Amerika­
lı diplomatlar vasıtası ile elde ettiği ingiliz ve Fransız gazetelerden öğreni­
yordu. Çalışma saatleri dışındaki vaktini çocuklarına yetiştirmeye harcıyor,
dinlenmek için de oturduğu konağın dışındaki bahçeyi kullanıyordu. Doğu
gezginleri tarafından ziyaret edilmediği tek bir hafta bile geçmiyordu. Onu
ziyaret edenler arasında Bursa'daki ingiliz Konsolosunun damadı Lonkaros
da bulunuyordu. Lonkaros, Kossuth, Batthianyi, General Perczel ve Mesza­
ros ile General Wsocki'nin resimlerini çizdi. Bu resimleri İstanbul'da Lotoğrafya destgahmda bastırıp taliplilerine satıp yüklü miktarda para kazandı.
3- Kossuth Kütahya'da Türkçe Gramer Hazırladı
Kossuth da iyi bir dil yeteneği olduğu için kısa sürede Türkçe'yi
öğrendi. Daha sonra öğrendiklerini belirli bir sisteme sokarak bir Türkçe
gramer hazırladı. . Bazı tarihçiler, Türkiye'ye sığındıktan üç ay sonra,
1849 Aralık ayında, Kossuth'un Türkçe konuştuğunu, yazdığını ve okudu­
ğunu ileri sürerler. El yazısı ile yazılmış bu gramerin özgün nüshası bugün
Ulusal Macar Arşivi'nde bulunmaktadır. Büyük, sert kaplı ve çizgili bir
defterdir. Üzerinde "Türkçe Gramer" yazılıdır. Defter 48 sayfadan oluş­
makta ve son kısımlarında boşluklar vardır. Kossuth, defteri Kütahya'da
birinci harfinden sonuncu harfine kadar kendisi yazmıştır. Ancak, 48. say­
fada her hangi bir not düşülmeden gramer sona ermektedir. Yani Türkçe
gramer tamamlanmamıştır.
Burada cevaplandırılması gereken soru acaba neden Kossuth grameri
bitirmeden yarıda bırakmış olduğudur? Öyle anlaşılıyor ki, Kütahya'daki mi­
safirliğinin ikinci yarısında artık Batı Avrupa ve Amerika'ya yapılacak yol­
culuğa hazırlık yaptığından grameri bitirmeğe zamanı kalmadı. Bir diğer
önemli soru ise Kossuth'un Türkçe'yi kimden öğrendiğidir? Şu andaki bilgi­
lerimiz Kossuth'un Türkçe'yi Adolf Orosdi'den öğrendiğini göstermektedir.
Gerçekten de mülteciler arasında Orosdi'nin adına tesadüf etmekteyiz. Orosdi, Vidin'de Müslüman olmuş, Şumnu'da Kossuth ve arkadaşlarıyla birlikte
olmuş daha sonra Bem ile Halep'e gitmiştiri^s.
suth'un Kütahya'da İkamet Ettiği Ev
4- Kossuth'un Çocuklan Kütahya'da Törenle Karşılanıyor
18 Haziran 1850'de Kütahya bir törene şahit oldu. Kossuth, Şumnu'dan ayrılmaya az bir vakit kala eşi Theresa'ya kavuşmuştu. Fakat, en bü5âiğü sekiz yaşında olan üç çocuğu ise Macaristan'da kalmıştıi59. Kütahya'ya
vardıktan sonra Ferenc, Lajos ve Julia adlarını taşıyani^o, çocuklarından uzun
süre haber alamadı. Bu süre içinde onlar Macaristan'da mahkumdulari^ı.
Avusturya Hükümeti, çocukların babalarının yanma gitmelerine izin verdi. Bu
izinden sonra, Kossuth'un üç çocuğu ile kız kardeşi Lujza Ruttkay, Kütah­
ya'ya gelmek üzere 26 Mayıs'ta Peşte'den ayrıldılar. Çocuklar teyzeleriyle
birlikte, 7 Haziran 1850'de Türk yöneticiler ve Macarlar tarafından iyi karşı­
landıkları İstanbul'a geldileri62. Kossuth'un çocuklarına İstanbul'da İngilizler
tarafından çok kıymetli hediyeler veriİdiı^B, Ancak, İstanbul'dan Kütahya'ya
gidecek kadar yol harçlıktan olmadığından kendilerine para verilmesini iste­
diler. Bu istek üzerine Babıâli, onlara 5.000 kuruş yol harçlığı vererek Kütah­
ya'ya doğru yola çıkardıi64. İstanbul'dan Kütahya'ya kadar güven içinde yol­
culuk edebilmeleri için de yanlarına asker veriİdii65. Ayrıca, Gemlik liman
müdürüne bir buyrultu gönderilerek, Kossuth'un çocukları Gemlik'e vardı­
ğında kendilerine her türlü kolaylığın gösterilmesi ve Bursa'ya kadar olan yol­
culuklarında gerekli olan binek hajrv^anİannm hazırlanması istendi. Bursa mü­
şirine gönderilen buyrultuda da, bunların Kütahya'ya değin bütün ihtiyaçları­
nın karşılanması hususunda titiz davranılması emredildi. Diğer taraftan Süley­
man Refik Bey'e de Kossuth'un çocuklarının Kütahya'ya doğru yola çıkarıl­
dıkları haberi gönderildiı^ö. İstanbul'dan Bursa'ya gelen Kossuth'un çocukla­
rı ve kız kardeşini almak üzere, Kütahya'dan Mülâzim Mestan Ağa, Ali Ça­
vuş, Ah Onbaşı ve üç nefer süvari Bursa'ya gönderildiı^v. Nihayet Kossuth'un
çocukları, 18 Haziran 1850 günü babalarının yanma geldiler.
Kossuth, çocuklarına kavuştuğu için çok mutluydu. Nitekim, Süley­
man Refik Bey'in bildirdiğine göre, çocuklarından uzun süre ayrı kalan Kos­
suth, onlara kavuştuğu sırada şu konuşmayı yaptı: "Bu bîçâre çocuklarımın
zâlimler ellerinden kurtarub melce-i penâh ve merhâmet-i 'adaletlerine ilti­
ca etmiş fukara baba ve analarına böyle mu 'azzezen ve mükerremen gönde­
rilmesi ve Der- 'aliyye 'den hîn-i müfârakatlarında dahî 'atiyye-i seniyye ih­
san buyurulması ve bâb-ı merhametlerine iltica edeliden berü bi 'l-cümle Ma-
Kossııîh'ıın Kütahya'da Kaldığı Evden Görünüm
car fukaralarına olan merhamet ve inâyâtı bir veçhile ifâsı teşekkür olunur
hâlât değildir ve ahâli-i Macaristan bütün bütün esir olsalar yine bir zerre­
sinin edâ-yı teşekkürü değildir ve Cenâb-ı Allah rûy-ı arzı halk edeli böyle
birpâdışâh-ı ma 'den-i 'adalet gelmemişdir ve aşinâ-yı tevârîh olanların ma­
lûmudur. Rabbim 'ömr ü şevket-i şahanesini müzdâd ve firâvân ve düşman­
larını makhûr ve perişan buyursun. Değil Türkistan 'umûm üzere bütün dün­
yada olan bîkes fukarayı bağışlasun ve Sultan Abdülmecid Efendimizin ve
Sadrazam Devletlü Übbehetlü Reşîd Paşa Hazretlerinin bir mûyine ahâli-i
Macaristan ve 'umûm üzere ahâlî-i Avrupa kurbân olsun deyü ağlayarak
du 'â eyledi ve şâir rüfekâları dahî bülend-âvâz ile Türkçe -âmîn deyüferyâd
eylemiş oldukları... ""^^^
Kossuth'un kız kardeşi Ruttkay, Kütahya'da 15 gün kaldıktan sonra
tekrar geri döndü. Ruttkay, Bursa üzerinden Gemlilc'e ve oradan da vapurla
İstanbul'a gidecekti. Kossuth, çocuklarına kavuşmasında büyük emeği geçen
kız İcardeşini Gemlik'e götürmek üzere kendi tercümanı ve bir Macar yüzba­
şısını görevlendirdi. Süleyman Refik Bey de, hem Ruttkay'a refakat etmek
hem de tercüman ve )AÜzbaşıyı Gemlilc'ten Kütahya'ya getirmek için bir mü­
lazım, bir çavuş bir onbaşı ve iki de nefer tayin ettii69.
Bu arada Eylül 1850'de Perczel'in eşi de Kütahya'ya geldi. O, Avrupa'daki gelişmeleri anlatan kitap ve broşürleri getirerek bütün mültecileri sevindirdii7o.
G- Kossuth'u Kütahya'dan Kaçırma Girişimleri ve Osmanlı
Devleti'nin Aldığı tedbirler
1- Examiner Gazetesinin Ortağı Henningsen Frigyes Karoly'nin
Kütahya'ya Gelişi
Kossuth ve arkadaşları, Kütahya'da yaklaşık bir buçuk yıl kaldılar.
Bu süre zarfında onların muhafızlığını Süleyman Refik Bey yaptı. Süleyman
Refik Bey'in Babıâli'ye gönderdiği raporlar, Kossuth'un Kütahya'daki yaşa­
mı hakkında bizlere kıymetli bilgiler vermektedir.
Kütahya'daki mülteciler, genel olarak vakitlerini okuma yazmayla,
Türkçe ya da İngilizce öğrenmekle geçiriyorlardı. Kossuth da Kütahya'da
boş durmuyor, İngiltere ve Fransa'daki arkadaşlarıyla sürekli mektuplaşıyordu. Çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca bildiğinden mektupları politik
arenada büyük yankı uyandırıyordu. Kossuth, mektuplarında özellikle Macar
trajedisinden dolayı Avrupa'daki dengenin bozulduğuna dikkat çekiyordu.
Ancak, Kütahya'da bu küçük fakat önemli mülteci grubunu telaşlan­
dıracak olaylar da yaşanıyordu. Bu tür olayların ilki, 27 Temmuz 1850'de
Henningsen Frigyes Karoly'nin Kütahya'ya gelmesiyle yaşandıi^ı. Henning­
sen, İngihere'de yayın yapan "Examiner" gazetesinin ortağıydı. Henningsen,
daha önce "Thomson" takma adıyla Vidin'e gelmiş ve Kossuth ile bir çok ke­
re görüşmüştüi72 Onun gazeteci kimliğini bilen Kossuth, kendisiyle yakın­
dan ilgilenmiş ve Macaristan'ın o anki durumu ve geleceği haldkmda sohbet­
ler yapmıştı.
Kossuth'un Kütahya'ya gelmesinden üç ay sonra, Henningsen'i de
burada görüyoruz. O, İzmir Valisi Halil Paşa'dan yol buyruldusu alarak, İz­
mir'den Kütahya'ya geldiı^^^ Henningsen, Kossuth ile görüşüp, ona çeşitli
makamlardan yazılan mektupları ulaştırdı. Süleyman Refik Bey ile de bir gö­
rüşme yaparak, Kütahya ve Karahisar taraflarında av yapmak istediğini söy­
ledi. Fakat, Henningsen'in, Vidin'de Kossuth ile sık sık görüştüğünü bilen
Süleyman Refik Bey, onun Kütahya'ya gelişine şüphe ile bakıyordu. Bu şüp­
he üzerine Süleyman Refik Bey, Henningsen'in ne amaçla Kütahya'ya gel­
diğini araştırdı. Sonuçta, gerçekten de, Henningsen'in Kütahya'ya boş bir
amaçla gelmediği ortaya çıktı. Süleyman Refik Bey'in bazı mühecilerden al­
dığı bilgilere göre Henningsen, fırsat bulduğunda başta Kossuth olmak üze­
re mültecileri kaçırmaya teşebbüs edecektii74. Süleyman Refik Bey, Hen­
ningsen'in Kütahya'ya geliş amacını öğrendikten sonra mühecilerin korunmalarıyla ilgili tedbirleri daha da artırdı.
2- Rumlar Kütahya Şehrim Yakmak İstediler
Kossuth'u Kütahya'dan kaçırma planlarından bir başkasını da Rum­
lar organize etmek istediler. Plana göre, Rumlardan birkaç kişi kiralanacak
ve bunlar Kütahya şehrini ateşe vereceklerdi. Kossuth, yangında oluşacak pa­
nik havasından istifade edilerek kaçırılacaktı. Fakat bu plan da bir önceki gi­
bi başarısızlıkla sonuçlandı. Zira Babıâli, Kossuth'u kaçırmak için yapılan bu
planı önceden haber almış ve Süleyman Refik Bey ile Kütahya Kaymakamı­
nı uyarmıştı. Gerek Sadaret gerekse Seraskerlikten Süleyman Refik Bey'e
yazılan bütün yazılarda, başta Kossuth olmak üzere, mültecilerin kaçırılması
operasyonlarına karşı dikkatli olunması istenmiştiri^s.
3- Avusturya Ajam Jasmagy Kütahya'da
Kossuth'u Kütahya'dan kaçırma girişiminde bulunan bir başka kişi
de Jasmagy idi. Bu Avusturya ajanı, aynı zamanda İstanbul'daki Avusturya
elçiliğinin üçüncü tercümanıydıi^ö. Jasmagy, Şumnu'da Kossuth'a bir suikast
teşebbüsünde bulunmuştu. Ancak, bu suikast başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Buna rağmen Jasmagy, Kossuth ve diğer mülteci şeflerinin peşini bırakmadı.
O, mültecileri gittikleri her yerde adeta gölge gibi takip ediyordu. Mülteciler,
Şumnu'dan ayrıldıktan sonra, Jasmagy de yanmdakilerle beraber, Kütah­
ya'ya gitmek üzere yola çıkmıştıi^v. Jasmagy'nin mültecileri takip ettiğini öğ­
renen Türk görevliler de onu yakın takibe almıştı.
Jasmagy, Eylül 1850'de Kütahya'ya geldiı^s. Bunu haber alan Babıâ­
li, bu kişinin Kossuth'a karşı daha önce tertip ettiği suikastı bildiğinden, Sü­
leyman Refik Bey'i dikkatli olması hususunda uyardıi79. Jasmagy, Kütah­
ya'ya gelir gelmez, mültecilere şeflerini bırakıp Avusturya Hükümeti'nin
sunduğu korumayı kabul etmelerini teklif etti. O, Kossuth ve General Mes­
zaros'u da ayrı ayrı ziyaret etti. Adı geçen iki mülteci şefinden bundan böy­
le Avusturya aleyhinde bir harekette bulunmayacaklarına dair söz vermeleri­
ni istedi. Ayrıca bunu yazılı olarak taahhüt etmelerini söyledi^^o. Fakat, Jas­
magy'nin bu girişimi sonuçsuz kaldı. Çünkü, gerek Kossuth gerekse Batt­
hyany, onun isteklerine olumsuz cevap verdilerimi. Diğer taraftan Jas­
magy'nin Kütahya'ya gelmesinden rahatsız olan mülteciler, Kossuth'a gidip
onu şikayet ettiler. Kossuth da durumu Süleyman Refik Bey'e bildirdii82.
Mültecilerin şikayeti üzerine Süleyman Refik Bey, Jasmagy'e 30 saat içeri­
sinde Kütahya'yı terk etmesini söylediı^^. Ancak, verilen sürenin dolmasına
rağmen, Jasmagy şehri terk etmemişti. Hatta, Süleyman Refik Bey'e müra­
caatta bulunarak, birkaç gün daha Kütahya'da kalmasına izin verilmesini is­
tedi. Fakat, onun ne maksatla Kütahya'da bulunduğunu bilen Süleyman Re­
fik Bey, bu isteğe olumsuz cevap verdi. Bunun üzerene Jasmagy, şehri terk
etmek zoranda kaldıi84. Jasmagy, Kütahya'dan ayrıldıktan sonra Bursa'ya
gitti. Ancak, Kütahya'dan ayrılırken Süleyman Refik Bey'e birkaç gün son­
ra tekrar geri döneceğini söyledi. Avusturya basını, Jasmagy'nin Kütah­
ya'dan ayrılmak zorunda kalmasını Kossuth'a bağladı. Onun, ülkesinden çok
uzaklarda bile hala bir devlet başkanı gibi istediğini yaptırmasına büyük tep­
ki gösterdii85.
4- At Tüccan da Kossuth'u Kaçırmak İstedi
Kossuth'u Kütahya'ya kaçırmak amacıyla gelen bir başkası da Saint
Görgei idi. Görgei'nin asıl mesleği at tüccarlığıydı. Birkaç arkadaşıyla Kü­
tahya'ya gelen Görgei, önce Süleyman Refik Bey ile görüştü. Kossuth ile gö­
rüşmek istediyse de buna izin verilmedi. Çünkü Süleyman Refik Bey, onla­
rın asıl amacının Kossuth'u kaçırmak olduğunu biliyordu. Bu sebeple, onlar­
dan şehri terk etmelerini istedi. Ancak, onlar yol harçlıklarının olmadığı ba­
hanesiyle kışı Kütahya'da geçirmek zorunda olduklarını bildirdiler. Oysa, bu
kişiler casustu ve asıl amaçları Kossuth'u kaçırmaktı. Bu sebeple bunların
Kütahya'yı bir an önce terk etmeleri gerekiyordu. Süleyman Refik Bey, pa­
ralarının olmadığını söyleyen bu casusların Bursa'ya kadar olan menzil üc­
retlerini bizzat kendisi karşıladı. Ayrıca onlara yol harçlığı olarak da 100 ku­
ruş verdi. Osmanlı Devleti'nin aldığı etkili önlemler sayesinde mültecilerin,
Görgei ve arkadaşlarının Kütahya'ya geliş ve gidişinden hiç haberi olmadıi86.
5- Kütahya Aktarlarmda Zehir Satışı Yasaklamyor
Diğer taraftan, Kütahya'da mültecilerin huzurunu bozacak başka ge­
lişmeler de yaşanıyordu. Kütahya halkından birkaç kişi zehirlenerek ölmüş­
tü. Ölenler arasında mültecilerden kimse yoktu. Yine de bu olay, mülteciler
arasında korku ve paniğe sebep olmuştu. Yapılan araştırmada, zehirlenme
hadisesinin sebebi ortaya çıkarılamadı. İstanbul'daki mülteciler, Kütahya'daki zehirlenme olayını haber aldıklarında, Babıâli'ye müracaatta bulunarak ar­
kadaşları için gerekli önlemlerin alınmasını istediler. Bunun üzerine, Kütah­
ya'da başka zehirlenme hadiselerinin yaşanmaması için, güzel kokular satan
bakkallarda zehir satımının durdurulması yolunu gidildiı^^.
Mülteciler, alman bütün önlemlere rağmen, özellikle Avusturyalı ajan-
larca sıkı bir şekilde takip ediliyordu. Onlardan birinin firar etmesi veya söz konu­
su ajanlarca kaçmlması, Babıâli'yi oldukça güç durumda bırakacaktı. Diğer taraf­
tan, mültecilerin Kütalıya'dan firar edeceklerine dair söylentiler de vardı. Gerçek­
ten de Süleyman Refik Bey'den gelen raporlar, bu söylentileri doğruluyordu.
6- Devlet Kossuth ve Arkadaşlarım Bursa'ya Nakletmeyi Düşündü
Kütahya'daki mültecilerin firar edebileceklerini hisseden Babıâli, böy­
lesi bir gelişmenin yaşanmaması için, tedbir alma yoluna gitti. Babıâli, Rusya ve
Avusturya'nın bütün baskılarına rağmen mültecileri iâde etmemişti. Kossuth ve
arkadaşlarını misafir etmek suretiyle de özgürlüğün koruyucusu olduğunu Av­
rupa'ya göstermişti. Bu tavır, Avrupa'da Osmanlı Devleti lehine olumlu bir İcamuoyunun oluşmasına neden olmuştu. Kossuth'u kaçırmak için tertip edilen bu
tür tuzak ve komploların başarıya ulaşması halinde, Osmanlı Devleti, Avru­
pa'nın sempatisini İcaybetmiş olacaktı. Bu yüzden de Babıâli, Kossuth'un gü­
venliğine büyük önem veriyordu. Nitekim Sadâret, 8 Eylül 1850'de Süleyman
Refik Bey'e bir yazı göndererek; ajanlar tarafından rahatsız edilen Kossuth ve
arkadaşlarının Bursa'ya nakledilmelerinin uygun olup olmayacağını sordu^ss.
Mültecilerin Bursa'ya nakledilmek istenmesinin bir diğer önemli sebebi de, kış
mevsiminin Kütahya'da şiddetli geçmesiydi. Bu da, bu tür ildim koşuİlanna alı­
şık olmayan mültecileri rahatsız ediyordu. Halbuki, Bursa'nm havası Kütah­
ya'ya göre daha 3mmuşaİ<lı. Süleyman Refıİ<: Bey, mültecileri Kütahya'ya götü­
rürken, yaİdaşiİc bir ay Bursa'da kalmıştı. Dolayısıyla o, Bursa'nm mülteciler
için uygun olup olmayacağı hakkında en sağlıklı bilgiye sahiptii89.
Ancak Süleyman Refik Bey, Sadâretle aynı görüşte değildi. Zira,
Kossuth ve arİ<:adaşlarının korunmalarına büyük dild^at gösteriyordu. Ayrıca,
Kütahya'ya gelen Jasmagy ve diğer ajanların da gerekli uyarılardan sonra
şehri terk ettilderini ifade ediyordu. Bu sebeple, mültecilerin Kütahya'dan
Bursa'ya naİdediİmelerinin uygun olmayacağını Sadâret'e biİdirdiı^o.
H- Kossuth ve Arkadaşlarmm Kütahya'dan Aynhnalan
Osmanlı Devleti ile Avusturya Hükümeti arasında varılan mutabakat
gereği Kütahya'da bulunan mültecilerin bir kısmı serbest bırakılacaktı. Ser-
best bırakılacak olan mültecilerin sayısı 69 kişiydi. Fakat Kossuth bu grup
içerisinde yer almıyordu. Kossuth, Kütahya'daki arkadaşlarının serbest bıra­
kılmalarını engelleyemeyeceğini anlayınca, aile doktoru Spaczek'ten başka­
sına canını emanet edemeyeceğini söyleyerek, onun Kütahya'da kalmasını
istedi. Ayrıca en fazla ihtiyaç duyduğu kişiler arasında yer alan, tercümanı
Cseh'in de Kütahya'da kalmasını sağladı. Kossuth'un girişimleri sonucunda
doktoru ve tercümanından başka 11 mülteci daha Kütahya'da kalmış ve 56
kişinin Kütahya'dan ayrılması kesinleşmişti. Bu grupta yer alan 26'sı Macar
ve 30'u Polonyalı olan mülteciler Ahmed Bey'in refakatinde Kütahya'dan
Gemlik'e götürüldüler ve oradan da Avrupa'ya gönderildiler.
Bu mülteci taifesi Kütahya'dan ayrıldıktan sonra geride Kossuth'un
da içinde bulunduğu 51 mülteci kalmıştı. Avusturya hükümeti ile yapılan
uzun müzakerelerden sonra bu mülteci grubunun da Eylül 1851'de serbest
bırakılmasına karar verildi.
Süleyman Refik Bey, mültecilerle tek tek görüşerek onların Amerika
veya İngiltere'den hangisine gitmeyi tercih edeceklerini sordu. Batthyany,
Fransa elçisi tarafından kendisine pasaport ve mektup gönderildiğini, mek­
tupta 15 Eylül'de Marsilya'ya hareket edecek vapurla kendisinin bu ülkeye
gönderileceğine dair söz verildiğini, dolayısıyla bu zamana kadar Çanakka­
le'de kalmayı istediğini Süleyman Refik Bey'e söyledi. Kossuth ve General
Wysocki, hangi ülkeye gideceklerine henüz karar vermediklerini ve bu kara­
rı Gemlik'te vereceklerini söylediler. General Perczel ise, Amerika'ya gitme­
yi çok istediğini, ancak eşinin hamile ve doğumunun yakın olması sebebiyle,
bunun imkansız olduğunu ifade etti. Eşinin Gemlik'te doğum yapması halin­
de burada bir ay kalmak zorunda olduğunu Süleyman Refik Refik Bey'e ilet­
ti. Eğer doğum Gemlik'te olmazsa, bu özel durum nedeniyle, Amerika yeri­
ne İngihere'ye gideceğini söyledi. Eşinin yolda doğum yapması halinde ise
Malta Adası'na çıkacaktı. Ancak Perczel'in eşi, Gemlik'e giderken yolda do­
ğum yaptı. Eşinin doğumu üzerine Perczel, Süleyman Refik Bey'e arkadaş­
larıyla beraber yolculuk yapamayacağını söyledi. Süleyman Refik Bey, bu­
nun üzerine Perczel, eşi, çocukları ve maiyetinde bulunanların Bursa'ya gön­
derilmelerini uygun gördü.
Süleyman Refik Bey, Kütahya'dan Gemlik'e vardıktan sonra burada
en fazla bir gece kalınacağını, dolayısıyla mültecilerin İngiltere veya Ameri­
ka vapurlarından hangisine bineceklerini kendisine bildirilmesini istediyse
de, kesin bir cevap alamadı.
Nihayet Kossuth yaklaşık 1.5 yılını geçirdiği Kütahya'dan 1 Eylül
1851'de ayrıldı. Eylül'de Gemlik'ten gemiyle yoluna devam etti ve 10 Eylül'de Çanakkale'ye vardı. Orada Mississippi adını taşıyan Amerikan savaş
gemisine bindi ve 51 arkadaşı ile birlikte Osmanlı Devleti'nden ayrıldı.
n. BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ'NİN MÜLTECİLERİ HİMAYESİ ve
AVRUPA'DAKİ YANKILARI
"Tacımı veririm, tahtımı veririm, ülkeme sığı­
nanları asla vermem."
Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid
"Osmanlı Devleti'ne sığman bu insanları geri
vermek, onları cellada teslim etmekten farksız­
dır. Böyle bir tutum, asırlar boyu misafirperver­
liği ile tanınan Osmanlı Devleti'ne yakışmaz."
Sadrazam Mustafa Reşid Paşa
A- Osmanlı Devleti'nin Mültecileri Himayesi ve
Diplomatik Kriz
Osmanlı Devleti'nin başta Macar Devlet Başkanı Lajos Kossuth ol­
mak üzere diğer mültecilere gösterdiği üstün misafirperverliğin Avrupa baş­
kentlerindeki yankılarına değinmeden önce, mülteciler sorunun Osmanlı
Devleti ile Rusya ve Avusturya Devletleri arasında meydana getirdiği diplo­
matik kriz üzerinde durmak istiyoruz. Mültecilerin iadesini isteyen Rusya ve
Avusturya devletlerine karşı Osmanlı Devleti'nin savaşı da göze alarak bu
mültecileri vermemesi bir insanlık destanı olarak tarihe geçti.
1- Rus Çan Mültecilerin ladesi İçin Özel Elçisini İstanbul'a Gönderdi
Osmanlı Devleti'ne iltica eden Macarların arasında yaklaşık 1.000
kadar Polonyalı bulunuyordu. İmparator Nikola, bunların iade edilmesi için,
niyetini iyi ifade edilmiş terimlerle açıkladığı mektubu Sultan Abdülmecid'e
gönderdi. Mektubu İstanbul'a getirme görevini maiyetinde bulunan general-
lerden Leon Radziwiire vermişti. Radziwiİİ, 4 Eyİüİ İ849'da İstanbul'a vardıi9i. Çar mektubunda iki üİke arasmda bir sorun yaşanmaması için, Babıa­
li'nin bu kişilere sığınma hakkı vermemesini ve bunların tutuklanarak Rus­
ya'ya iade edilmesini Sultan'dan istiyordui92. Çar'm mektubu İstanbul'a ulaş­
madan Rusya Başbakanı Nesselrod, Titof aracıhğı ile Babıali'ye sunulmak
üzere, adeta emir niteliğinde bir nota gönderdi. Bu notada Polonyalı mültecile­
rin iade edilmemesi halinde Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne savaş açmaktan ka­
çınmayacağı ifade ediliyordui93. Diğer taraftan Rusya'nın İstanbul'daki Elçisi
Titof da konu hakkında hükümetinden kendisine henüz bir talimat gelmeden
Babıali nezdinde girişimde bulundu. Nitekim 15 Ağustos 1849'da Hariciye
Nezareti'ne sunduğu notasında. Küçük Kaynarca Anlaşması'nm II. maddesine
atıfta bulunarak Babıâli'nin geçmiş anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ye­
rine getirmesini yani mültecilerin iade edilmesini istiyordu.
Diğer taraftan Avusturya Elçisi Stürmer, Titof ile eş zamanlı hareket
ederek Avusturya Başbakanı Schwarzenberg'ten gelen nota ile birlikte ken­
disinin kaleme aldığı notaları Babıali'ye takdim etti. Bu notalarda 1739 Bel­
grat Anlaşması'nm XVIII. maddesi hükmünce başta Kossuth olmak üzere
bütün Macarların iadesi isteniyordui94.
2- Mültecileri iade etmek Onlan Cellada Teslim Etmekten Farksızdı
Gerek Çar'm mektubu ve gerekse Babıali'ye arda arda sunulan nota­
lardan sonra, Meclis-i Mahsus'da mesele bütün yönleriyle ele alındı. Üyeler­
den bir kısmı Avusturya ve Rusya'nın isteklerine olumlu cevap verilmesini,
yani mültecilerin iade edilmesi gerektiğini ileri sürdüler. Ancak, Osmanlı
Devleti'nin himayesine sığman bu insanların iade edilmeleri, onların cellada
teslim edilmelerinden farksız olmayacağından bu görüş kabul görmedi. Mec­
liste, mültecilerin iade edilmemesi fikrinin ağırlık kazanmasında, o dönemde
Avrupa Devletleri'nin politik mültecilere bakış açısı da etkili oldu. Zira, o
dönemde Avrupa ülkelerinden firar eden mülteciler iki sınıfa ayrılmaktaydı.
Birincisi, adam öldürme ve hırsızlık suçunu işleyenlerdi. Bunlar, hak ettikle­
ri cezadan kurtulmak için başka ülkelere iltica ettiklerinde yakalanıp iade
edilmeleri gerekiyordu. İkincisi ise, politik endişelerle firar edenlerdi. Bunla­
rın durumu birinci kategoridekiler gibi olmayıp, politik amaçla bir başka dev-
lete iltica edenlerin iade edilmesi teamülü çoktan terkedilmişti. Dolayısıyla,
siyasi mülteciler hususunda Osmanlı Devleti'nin, Avrupa devletleri arasında
adeta hukuki bir sözleşme şeklini alan genel teamülün dışına çıkması da söz
konusu değildi. Üstelik Osmanlı Devleti, bu teamüle aykırı hareket etmesi
halinde bu davranışını Avrupa kamuoyuna izah etmede sıkıntılar yaşayabilir­
di. Ayrıca, Sultan Abdülmecid mühecilere kucak açıp onların hayatlarını gü­
vence altına almakla, bütün dünya kamuoyuna Osmanlı misafirperverliğini
de göstermiş olacaktı. Meclis üyeleri mesele hakkındaki genel kanaatlerini
bu şekilde ifade ettikten sonra, mültecilerin Rusya ve Avusturya'ya iade edil­
memeleri yönünde görüş birliğine vardılari95.
3- Rusya ve Avusturya Osmanlı Devleti'nden "Evet" veya "Hayır"
Demesini İstiyor
Osmanlı Hükümeti'nden istedikleri cevabı alamayan elçiler, Babıali
üzerindeki baskıları daha da artırdılar. Onlar, Osmanlı Devleti'nin "evef ya
da Ihayır" cevabını vermesini istiyorlardı. Elçilerle yapılan bire bir görüşme­
lerde kararlılıklarında bir yumuşama gözlenmeyince konu, 11 Eylül'deki
Meclis-i Mahsus toplantısında tekrar görüşüldü. İki devlet tarafından bu ka­
dar sıkıştırılan Babıâli, konu hakkında artık bir karara varmak mecburiyetindeydi. Yani, meclis ya "evet" ya "hayır" cevabını verecek, ya da üçüncü bir
yolu tercih ederek, kesin bir cevap vermekten kaçınacaktı. Yapılan görüşme­
lerden sonra, Çar'ı Macarlara karşı kazandığı zaferden dolayı kutlamak için,
Petersburg'a özel bir memur gönderilmesine karar verildi. Bu memur, Os­
manlı Devleti'nin mültecileri neden iade etmediğini Çar'a bizzat anlatacaktı.
Çünkü Babıâli, şimdiye kadar Rusya'nın taleplerini hep Titof un ağzından
öğrenmişti. Rusya'ya bir memur gönderilmesi fikri bütün üyeler tarafından
kabul edildi. Bu konudaki kararlılığı göstermek amacıyla hazırlanan bir ka­
ğıdın sol köşesine Rusya'ya bir memur gönderilmesi veya mültecilerin he­
men iade edilmeleri şıkları yazıldı. Meclis üyelerinden hiçbir tesir altında
kalmadan hangi şıkkı tercih ediyorlarsa onun altına isimlerini yazmaları istendii96. Yapılan oylamada bütün üyeler Rusya'ya bir elçi gönderilmesi şık­
kının altına isimlerini yazdılar. Diğer taraftan Avusturya İmparatoru'na da
bir mektup yazılmasına karar verildiı^v.
4- Sultan Abdülmecid "Hayıf' Dedi Dünyam Kendine Hayran Bıraktı
Rusya ve Avusturya Osmanlı Devleti üzerinde yoğun baskı kurdukla­
rı bir dönemde Sultan Abdülmecid, sadece Avrupa'da değil aynı zamanda
Amerika'da lıayranlık uyandıran bir demeçte bulundu. Hürriyetleri uğrunda
ayaklanan ve daha sonra yenilerek Osmanlı'ya sığman Macar ve Polonyalı
mültecilerin sonsuz saygı ve sevgi göstermelerine vesile olan Padişah'm dek­
larasyonu şöyleydi:
"Tacımı veririm, tahtımı veririm. Fakat devletime sığınanları asla ge­
ri vermem"^^^ .
Genç Padişah'm bu sözleri İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik
Devletleri'nde büyük yankı uyandırmış, Avrupa kamuoyunda Osmanlı Dev­
leti lehinde büyük sempati oluşturmuştu.
5- Mustafa Reşid Paşa'nm Hayranlık Uyandıran Sözleri
Reşid Paşa, Osmanlı Devleti'ni her açıdan çağın ihtiyaçlarına cevap
verecek seviyeye getirmek için elinden geleni yapan, ileri görüşlü, zeki ve
eğitimli bir devlet adamıydı. Paşa, devletin son asırda Ruslara karşı girdiği
savaşlarda ne kadar başarısız olduğunu, bunun tabii bir sonucu olarak barış
anlaşmalarının devleti ne kadar zarara soktuğunu biliyordu. Buna rağmen,
şartların Rusya ile savaşmayı gerektirmesi halinde bundan çekinmeyecek ka­
dar da cesur bir mizaca sahiptii99. Daha Londra ve Paris elçilikleri yaptığı sı­
ralarda Reşid Paşa, Avrupa kamuo3aınu Osmanlı Devleti lehine çevirmek
için büyük gayret göstermişti^oo. Ülkesine döndükten sonra yaptığı icraatlar
göz önüne alındığında, Avrupa'daki Osmanlı imajının değiştirilmesinin onun
nihai hedeflerinden biri olduğu açıkça görülmektedir. Bu nedenledir ki Reşid
Paşa, hürriyet ve özgürlük mücadelesi veren Macar ve Polonyalı mültecileri
himaye ederek, Türklere karşı Avrupa'da oluşan olumsuz imajı ortadan kal­
dırmak için bunun iyi bir fırsat olduğunu düşünüyordu.
Nitekim Paşa, Macar ve Polonyalıların iltica etmek üzere Osmanlı ül­
kesine yola çıktıkları haberini aldığında bu gelişmeden memnun kalmıştı. Pa­
şa, iltica edenler arasında Avrupa ihtilalinin önde gelen isimlerinden Kos­
suth, Bem, Kmety, Dembinski, Guyon gibi şahsiyetlerin bulunduğunu öğren­
diğinde, sevincini arkadaşlarından ve Sultan'dan gizlememişti. Zira Paşa,
Osmanlı Devleti'nin bu değerli insanları kabul ve himaye ederek Avrupa'ya
karşı özgürlüğün koruyucusu imajı vereceğini, bunun da az bir şey olmadığı­
nı biliyordu^oı. Böylece ezeli düşman Rusya'ya karşı Avrupa'nın desteği ve
sempatisini kazanılmış olacaktı. Bu sebeple de Paşa'nm mültecilere yaklaşı­
mı her zaman olumlu olmuştu.
Reşid Paşa, bu mesele karşısındaki tutumunu Rusya ve Avusturya'nın
Babıâli üzerinde yoğun baskı kurduğu sırada bile değiştirmedi. Niteldm Mec­
lis-i Mahsûs'un 8 Eylül 1849'daki toplantısından sonra. Sultan'a arz ettiği
tezkiresinde şu görüşleri dile getirdi:
"Mülteciler iade edildiklerinde ya kurşuna dizilecekler ya da Sibir­
ya 'da yer altında bulunan maden ocaklarına gönderileceklerdir. Sibirya 'ya
gönderilmeseler bile bir kalenin zindanına atılmaları veya küreğe vurulma­
ları kesindir. Bu nedenle, Osmanlı Devleti 'ne sığınan bu insanları geri ver­
mek, onları cellada teslim etmekten farksızdır. Böyle bir tutum ise, asırlar
boyu misafirperverliği ile tanınan Osmanlı Devleti'ne yakışmazdı. Rusya'nın
mültecileri bu kadar ısrarla istemesi, sadece cezalandırma arzusuyla açıkla­
namaz. Bu ısrarların asıl sebebi, mültecilerin iadesini sağlayarak Osmanlı
Devleti 'nin onurunu kırmak ve Babıâli 'yi istediği şekilde yönlendirebileceği­
ni Avrupa kamuoyuna ve Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslim aha­
liye göstermektir''^^^.
Reşid Paşa'nm bu düşünceleri Sultan tarafından da kabul gördü. Böy­
lece, Osmanlı Devleti'nin mültecileri iade etmeyeceği kesinleşti. Aynı za­
manda, Osmanlı Hükümeti'nin böylesine kararlı bir tutum sergilemesi, özel­
likle Fransa ve İngiltere tarafından takdirle karşılandığı gibi, mültecilerin de
Osmanlı Sultam'na büyük sevgi duymalarına neden oldu.
6- Mülteciler Sultana MinnettarlJdarmı Bildirdiler
Osmanlı Devleti'nin mültecileri iade etmeme yönünde karar alması
mülteciler arasında büyük bir sevinçle karşılandı. Nitekim Babıâli'ye sun­
dukları dilekçelerinde bu sevinçlerini şu şekilde dile getirdiler:
"Aşağıda imzası bulunan Macar mültecilerinin, majestelerinin top­
raklarında cömertçe karşılanmalarından dolayı minnettarlıklarını
göster­
mekten başka bir arzulan yoktur.
Mustafa Reşid Paşa
Kalpten gelen bu minnettarlık duygularına Majestelerinin samimiyet­
le inanmalarını rica ediyoruz ve şartlar ne olursa olsun bunun değişmeyece­
ğine inanmasını istiyoruz. Zira, majestelerine hizmette bulunduğumuz müd­
detçe ancak vatanımıza hizmet edeceğimiz bilincindeyiz.
Majestelerinin devletlerinde, kendimize sığınacak yer aramamıza ne­
den olan güç, bir taraftan kurtuluşumuzun sizin topraklarınızda olduğu inan­
cı ki, biz bu kurtuluşu bulduk. Öte yandan Macar halkının tüm kesimlerinde
hakim olan Osmanlı İmparatorluğu'nun çıkarlarıyla Macarların çıkarları­
nın aynı olduğu inancıdır. Bu inanç, Osmanlı topraklarına ayak bastığımız
andan itibaren daha da arttı ve günden güne Osmanlı 'nin düşmanlarının, va­
tanımıza saldıranlardan başkası olmadığına inanmaya başladık.
Bu inanç ve duygulara sahip olan bizler, şimdiye kadar bu inanç ve
duygularımızın yanlış olabileceğini gösteren hiçbir şeyle karşılaşmadık. Bu
yüzden majestelerinin devletlerine yardımcı olmak bize yakışan bir harekettir.
Efendim! Hiçbir durumda, bizlere göstermiş olduğunuz yüce gönüllü­
lüğünüzden, misafirperverliğinizden ve iyiliklerinizden dolayı majestelerinin
zaferleri ve tacı için Tanrı ya dua etmekten vazgeçmeyeceğiz''^^^.
7- Rusya ve Avusturya Osmanlı Devleti İle Diplomatik
Münasebetleri Kesiyor
Titof ve Stürmer'in bütün baskılarma rağmen Babıâli'den elçilere res­
mi bir açıklama yapılmadı. Elçiler, Âlî Paşa'ya mültecilerin iâde edilmeme­
si lıalinde Osmanlı Devleti ile resmi ilişkileri kesme emri aldıklarını ilettiler.
Ancak, bu blöflerinden de bir netice elde edemediler. Zira Âlî Paşa, 11 Eylül
1849'da toplanan Meclis-i Mahsûs'taki görüşmelerden sonra iki elçiye. Sul­
tan'm Rus Çar'ı ve Avusturya imparator'undan mültecileri kendi koruması­
na bırakmalarını bizzat rica edeceğini, bu nedenle de mültecilerin iadesinin
gerçekleşmeyeceğini biİdirdi^o^.
Titof ve Stürmer, yapılan bu açıklama üzerine bir araya gelerek Ba­
bıâli'ye karşı oluşturulacak stratejiyi görüştüler ve bir kez daha mültecileri
iâde talebinde bulunma noktasında anlaştılar. Aralarında vardıkları mutaba­
kat gereği, 14 Eylül 1849'da Hâriciye Nâzın'na hemen hemen aynı mealde
birer nota verdiler. Titof notasında, iki ülke arasındaki mevcut anlaşmalar ge-
reği Çar'm politik sığınmacıların iade edilmesi isteğini yineliyordu. Titof no­
tada, Babıâli'nin dikkatini çekmek için bu hatırlatmayı son kez yaptığını ifa­
de ediyor, kaçamak cevapların kabul edilmeyeceğinin bilinmesini de istiyor­
du. Elçi, asıl söylemek istediğini notanın sonuna saklamıştı. Eğer Pazar ak­
şamına kadar Rusya vatandaşı olup Osmanlı Devleti'ne iltica eden asiler ge­
ri verilmezse, ikinci bir emre kadar diplomatik ilişkilerin kesilmiş sayılaca­
ğını bildiriyordu205.
Avusturya Elçisi Stürmer de aynı tarihli ve benzer içerikli notasında,
mültecilerin iadesiyle ilgili notalarına olumlu cevap verilmemesinden yakmı­
yor ve Osmanlı ülkesine sığman bütün Macar mültecilerinin iadesini talep
ediyordu. Stürmer, Osmanlı ülkesine sığman mülteci sayısının hızla arttığını
buna rağmen, Babıâli'nin sürekli kaçamak cevaplar vererek zaman kazanma­
ya çalıştığına değiniyordu. Stürmer de Titof gibi, asıl söylemek istediğini no­
tasının sonuna saklamıştı. O da bundan sonra verilecek cevabın geciktirilme­
sini "hayır" olarak değerlendireceğini ifade ediyor, 24 saat içerisinde olum­
lu bir cevap verilmezse diplomatik ilişkilerin kesileceğini belirtiyordtfoö.
Eş zamanlı sunulan bu notalardan sonra elçiler, Hariciye Nazırı Âlî Pa­
şa ile bir kez daha görüştüler ancak, bu görüşmeden de bir sonuç çıkmadı. Gi­
rişimlerinden bir netice elde edemeyen Titof ve Stürmer, Babıâli ile ilişkilerin
kesildiğini bildirdiler^ov. Diplomatik ilişkilerin kesilmesi üzerine Çar'm özel
temsilcisi Radziwill, Saraya veda ziyareti yapmadan İstanbul'u terk etti^os.
8- Diplomatik İlişkilerin Kesihnesi Ticari İlişkilere Yansıtıkmyor
Sadâret, diplomatik ilişkilerin kesilmesinden sonra hem Osmanlı hem
Rusya hem de Avusturya vatandaşlarının zarar görmemeleri için bazı vilâyet
ve sancaklara gizli bir talimat gönderdi. Söz konusu emir öncelikle Bursa, Se­
lanik, Aydın, Edime, Silistre, Niş, Bosna, Belgrat, Vidin, Trabzon, Erzurum,
Van-Hakkari, Hayda, Halep, Şam, Cezâyir-i Bahr-ı Sefîd, İzmir, Filibe, Tırnova, Tırhâlâ, Mısır, Yanya, İşkodra, Hersek ve Trablusgarb'a yollandı. Bu
talimatta diplomatik ilişkilerin kesilmesine rağmen, ticari faaliyetlerin önceki
gibi devam edeceği ifade ediliyordu. Ayrıca, ülkenin her yerinde Rusya ve
Avusturya'nın konsolos, tüccar ve tebaasının işlerinin görülmesinde bir engel
çıkarılmaması isteniyordu^o^. Kuşkusuz bu talimatın gönderildiği vilayet ve
sancakların hepsinde Rusya ve Avusturya konsoloslukları yoktu. Ancak, bu
iki devletin az ya da çok Osmanlı ülkesinin her tarafına dağılmış, ticaretle uğ­
raşan vatandaşları vardı. Gerçekten de iki ülkenin Babıâli ile diplomatik iliş­
kilerini kesmesi politik saha ile sınırlı kalmıştı. Nitekim, Cezâyir-i Balır-ı Sefîd Valisi Melrmed Ragıb ve Van-Hakkari Valisi Esad Paşa, Sadâret'e gönder­
dikleri yazılarda kendilerine verilen emir doğrultusunda politik münasebetle­
rin kesilmesinin ticari münasebetlere yansıtılmadığını ifade etmişlerdi^ıo.
9- Babıâli'nin İngiltere ve Fransa Elçileriyle Dirsek Teması
Macar ve Polonyalı müheciler lehine İngiltere, Fransa ve Amerika'da
bir kamuoyu oluşmuştu. Babıâli'nin mültecileri iade etmemesi bir çok Avru­
pa ülkesinde taktirle karşılandı. Reşid Paşa, Avrupa kamuoyunda oluşan bu
olumlu havadan yararlanmak istiyordu^n. Mülteciler meselesi yüzünden her
an bir savaş çıkabilirdi. Reşid Paşa, Titof ve Stürmer'in siyasi münasebetle­
rin kesilmesi tehdidini içeren notalarının ardından, İngiltere ve Fransa'nın
meseleye bakışlarını öğrenmek istiyordu2i2. Bunun için de Hariciye Nazırı
Âlî Paşa'yı görevlendirdi. Âlî Paşa, 15 Eylül akşamı İngiltere ve Fransa elçi­
lerine hemen cevaplamalarını rica ettiği bir dizi yazılı soru gönderdi. İngilte­
re Elçisi Canning ve Fransa Elçisi Aupick, bir araya gelerek Âlî Paşa'nm sor­
duğu sorulara ortak cevap verdiler. Âlî Paşa, İngiltere elçiliğinden Babıâli'ye
gönderilen cevapları tercüme ettirerek Reşid Paşa'ya sundu^ı^.
Âlî Paşa'nm elçilere sorduğu sorular ve aldığı cevaplar şöyleydi:
1- Osmanlı Devleti, Rusya ve Avusturya Devletleriyle imzaladığı Kay­
narca ve Belgrat Anlaşmalarına göre mültecileri geri vermek zorunda mıdır?
- Bizim düşüncemize göre hayır.
2- Osmanlı Devleti, mühecilerin iadesini reddedip ilgili devletlerin is­
teğine hayır cevabı verirse, söz konusu anlaşmaları ihlal etmiş olur mu?
- Birinci soruya verilen cevap göz önüne alınırsa ihlal etmeyeceği açık­
tır.
3- Eğer Babıâli olumsuz bir cevap verirse Rusya bunu kendisine ya­
pılmış bir hakaret olarak değerlendirip savaşa karar verebilir mi?
- Doğrulanması
yapmak olur.
güç bir hareketi Rusya'ya
atfetmek ona haksızlık
4- Anlaşmalar, Rusya'ya savaş ilan etme hakkı ve gerekçesi vermedi­
ği halde Osmanlı Devleti'ne savaş açması durumunda, Fransa ve ingiltere
böyle bir hareketi nasıl karşılar? Böyle bir hadisenin vukuu halinde İngiltere
ve Fransa Babıâli'ye destek verir mi?
- İki hükümetin Rusya 'nin tutumunu kınayacağı ve Babıâli 'ye gerekli
desteği sağlayacağının açıkça bilinmesi gerekir.
5- Mülteciler meselesi yüzünden Rusya harp ilan etmeyip, iki devlet
arasındaki ilişkilerde soğukluk meydana gelirse, bunun ortadan kaldırılması
için İngiltere ve Fransa aracılık yapacaklar mıdır?
- Bu durumda her iki devlet de ilişkilerin normale dönmesi için elin­
den gelen gayreti sarf edeceklerdir.
6- Vidin'de bulunan mülteciler, Rusya vatandaşı mıdır?
- Bunlar arasında Rusya vatandaşı olanlar olabilir. Ancak, bunlar
Rusya vatandaşı olsalar bile, Kaynarca ve Belgrad Anlaşmalarına göre,
bunların iade edilmesi gerekmez^^"^.
Yukarıdaki soru ve cevaplarda en fazla dikkati çeken husus, Rus­
ya'nın Osmanlı Devleti'ne savaş açması ihtimalinden söz edilirken, Avustur­
ya'nın adının anılmamış olmasıydı. Burada akla gelen ilk husus, Osmanlı
Devleti'nin mülteciler meselesinde asıl belirleyici rolü Rusya'nın oynayaca­
ğına inanmış olmasıdır. Zira, Rusya'nın, Osmanlı Devleti'ne savaş açmaya
karar vermesi durumunda, müttefikini de benzer bir karara sürüklemesinin
zor olmayacağı gayet açıktı2i5.
10- Fuad Efendi Çar'ı îkna îçin Rusya'ya Gönderiliyor
Hatırlanacağı üzere 11 Eylül 1849'da toplanan Meclis-i Mahsûs'ta
Rus Çarı ve Avusturya İmparatoru'na Abdülmecid tarafından birer mektup
gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Bu mektuplardan Avusturya İmparatoruna
olanı Viyana Elçisi Kostaki Mussurus Bey, Rus Çarı'na gönderilecek olanı
ise o sırada Bükreş'te görev yapan Fuad Efendi takdim edecekti. Babıâli'nin
Fuad Efendi'yi Petersburg'a göndermekteki asıl amacı, mülteciler meselesin­
de Rusya'nın görüşünü birinci ağızdan, yani Çar'dan öğrenmekti. Diğer bir
amaç da, Osmanlı Devleti'nin mühecileri iade etmemesi halinde, Rusya'nın
bunu bir savaş nedeni sayıp saymayacağını öğrenme arzusuydu. Ayrıca Fu-
ad Efendi, Petersburg'a gidip ikili temaslara başlayana kadar zaman kazanı­
lacak ve bu zaman zarfında İngiltere ve Fransa'nın meseleye bakış açıları da
tam anlamıyla öğrenilmiş olunacaktı2i6.
Fuad Efendi, başlangıçta sadece Sultan'm mektubunu Çar'a iletmek­
le görevlendirilmişti. Ancak, daha sonra Fuad Efendi'ye "Fevka'l-'âde Mu­
rahhas Büyükelçr unvanı verildi^ı^. Böylesine önemli bir göreve Fuad Fendi'nin getirilmesinin başlıca sebebi, Fransızca'yı çok güzel konuşabilen iyi
bir diplomat olmasıydı. Ayrıca, onun Bükreş'te bulunmasının da bu görev­
lendirmede etkili olduğu anlaşılmaktadır. Zira Bükreş, Petersburg'a İstan­
bul'dan daha yakındı. Dolayısıyla, onun Bükreş'ten Petersburg'a gitmesi da­
ha az bir zaman alacaktınız.
Fuad Efendi'nin Petersburg'a gönderilmesi kararlaştırıldıktan sonra
kendisine Çar ile meseleyi nasıl müzakere edeceğine dair bir de talimat ve­
rildi. Talimatta, Çar'm sert mizaçlı olduğu ve bu )aizden de ikna edilmesinin
zor olduğu belirtildikten sonra Fuad Efendi'nin öncelikle dikkat etmesi gere­
ken hususlar şu şekilde belirtildi:
Fuad Efendi, Rus devlet adamlarına Osmanlı ülkesine iltica eden
mültecileri kabul etmenin, onların yaptıkları eylemleri onaylamak anlamına
gelmediğini anlatacaktı. Çar'dan "elini kalbine koyaraK' kendini Sultan'm
yerine koymasını ve meseleye bir de Osmanlı Devleti açısından bakmasını
isteyecekti. Eğer Çar, mültecilerin iade edilmesindeki ısrarlı tutumundan
vazgeçmezse, meseleyi çıkmaza sokmaktan titizlikle kaçınacaktı2i9.
Talimatla birlikte Çar'a yazılan mektup Fuad Efendi'ye gönderildi.
Sultan Abdülmecid'in Çar'a göndereceği mektubun içeriği iki nokta üzerin­
de odaklanıyordu. Birincisi, Çar'ı Macaristan'da kazandığı zaferden dolayı
kutlamak, ikincisi de mültecilerin iade isteğinden vazgeçmesini sağlamaktı.
Yine mektupta, Çar'm sıkıntılı anlarda Osmanlı Devleti'ne gösterdiği iyi ni­
yet ve dostluğun hiçbir zaman unutulmayacağı da belirtiliyordu. Bu iyi niyet
ve dostluğun güçlendirilmesi arzusu ve bu arzuyu da Çar'a bildirmek için fır­
sat kollanıldığı söyleniyordu. Sultan, bu gönül alıcı cümlelerden sonra, Titof
tarafından Babıâli'ye iletilen istekleri yerine getiremediğinden dolayı üzgün
olduğunu ifade ediyordu. Mültecilerin Osmanlı ülkesinde her türlü koruma­
larının sağlanacağına ve bundan sonra Rusya aleyhinde bir faaliyette bulun-
mayacaklarma dair Çar'a teminat veriyordu22o.
Fuad Efendi, İstanbul'dan gönderilen talimat ve mektupları aldıktan
sonra, 20 Eylül İ849'da Bükreş'ten ayrıldı. Fuad Efendi'nin Bükreş'ten ay­
rıldığı sırada Çar Nikola, kardeşi Grandük Michael'in hastalığı sebebiyle
Varşova'da bulunuyor ve kardeşini ziyaret ettikten sonra Petersburg'a dön­
meyi düşünüyordu. Ancak, Michael'e felç inmişti ve hastalığı gittikçe ağır­
laşmıştı. Bu sebeple de Çar, Petersburg'a gidişini erteledi. Fuad Efendi, bu
haberi Bükreş'ten hareket ettiği sırada öğrendi. Çok geçmeden Michael öldü.
Fakat, kardeşinin ölümünden sonra Çar'm Varşova'dan ayrıldığına dair Fu­
ad Efendi'ye bir bilgi ulaşmadı. Bu nedenle önce Varşova'ya, Çar'ı burada
bulamadığı takdirde de Petersburg'a gitmeyi planladı22i.
Çar'm asker sever bir kişiliğe sahip olduğunu bilen Fuad Efendi, Mi­
ralay Tevfik Bey ve Binbaşı Latif Ağa'yı da beraberinde götürdü. Fuad Efen­
di, Bükreş'ten hareket etmek üzereyken, Rusya ve Avusturya elçilerinin Ba­
bıâli ile olan diplomatik ilişkilerini kestikleri haberini aldı. Bu gelişme, onun
Rusya'daki görevini daha da zorlaştıracaktı222. Fuad Efendi'nin Varşova'ya
gideceği düşünülerek İ00.000 kuruş yol harcırahı tahsis edildi. Ancak, onun
Petersburg'a gitmesi durumunda bu para yetersiz kalacaktı. Bu sebeple
100.000 kuruş ihtiyat poliçesi de gönderilmesi kararlaştırıldı223.
Fuad Efendi Bükreş'ten ayrıldıktan 10 gün sonra, 30 Eylül 1849'da
Varşova'ya vardı. Ancak Çar, kardeşinin ölümünden sonra Varşova'da bir
gün kalmış ve Petersburg'a hareket etmişti. Dolayısıyla Fuad Efendi'nin Çar­
la Varşova'da görüşme ve Sultan'm mektubunu takdim etme ihtimali kalma­
dı. Fuad Efendi, Varşova'da birkaç saat dinlendikten sonra buradan ayrılarak
Petersburg'a hareket etti ve 6 Ekim'de Petersburg'a ulaştı. Petersburg'a gel­
diğini Nesselrod'a bildirip görüşme talebinde bulundu. Nesselrod, görüşme
tarihi olarak 8 Ekim 1849 tarihini belirledi224.
11- Fuad Efendi'nin Petersburg'taki îlk Temaslan
Fuad Efendi, 8 Ekim'de Nesselrod tarafından kabul edildi. Görüşme­
de Nesselrod, ilk olarak Çar'm Osmanlı Devleti'ne yaptığı hizmet ve yardım­
lara değindi. Bu hizmet ve yardımlara karşılık, Çar'm Osmanlı Devleti'nden
iyi bir karşılık ve dostluk görmek ümidinde olduğu halde, isteklerinin geri
çevrilmesine gücendiğini söyledi. Bu kısa giriş konuşmasından sonra, Kay­
narca Anlaşması'nm 11. maddesini gündeme getirip, mültecilerin derhal iade
edilmesini istedi225.
Fuad Efendi ise, bu meselenin iki boyutu olduğunu söyledi. Birinci
bo)aıtu. Kaynarca ve Belgrat Anlaşmalarının yorumlanması, ikinci boyutu
ise, Padişah'm bu meseleye bizzat el koyup kendisiyle Çar arasında dostane
bir şekilde sonuçlandırmak arzusunda olduğunu belirtti. Mültecilerin iade
edilmesiyle ilgili anlaşma şartlarının gayet açık ve bu konuda bir tartışma
yapmanın yersiz olduğunu ifade etti. Ayrıca, Sultan'm bu konu5Au bir şeref
meselesi olarak değerlendirdiğini, bu yüzden İstanbul'da yapılan görüşmele­
ri dikkate almayıp doğrudan Çar'm adalet ve insafına müracaat ettiğini söy­
ledi. Çar'a dujmlan bu güvene karşılık, mültecilerin iadesi talebinden vazgeç­
mesini umduğunu belirtti. Sultan'm, mültecilerin Osmanlı ülkesinde muhafa­
zasını bir şeref meselesi olarak kabul ettiğini, bu yüzden de iadelerinin onun
şerefine dokunacağını ifade etti^^e.
Fuad Efendi'nin bildirdiğine göre, bu konuşmadan sonra Nesselrod'un tutumunda 3aımuşama oldu. Buna rağmen, Çar'm kendisini kabul
edip etmeyeceği konusunda önceden bir şey söyleyemeyeceğini Fuad Efen­
di'ye bildirdi227.
Fuad Efendi, Nesselrod'un ifadelerinden kendisinin Çar'la görüştü­
rülmek istenmediğini anladı. Oysa, Fuad Efendi'nin asıl amacı Çar ile görüş­
mek ve Sultan'm mektubunu ona takdim etmekti. Öncelikle, Rus Başbakanı'nm bu konudaki fikrinin değiştirilmesi gerekiyordu. Bu nedenle Fuad
Efendi, Babıâli ile ilişkilerin kesilmiş olmasının iki ülke arasındaki asli iliş­
kilere zarar vermeyeceğini Nesselrod'a söyledi. Ayrıca, Sultan'm Çar'a özel
bir elçi göndermesine rağmen, kabul edilmemesinin Çar'm Osmanlı Devle­
ti'ne gösterdiği dostluğa ters düşeceğini ifade etti. Bunun yanı sıra, bu dav­
ranışın dünya kamuoyunda nasıl karşılanacağının iyi hesap edilmesi gerekti­
ğini de sözlerine ekledi^ns.
Fuad Efendi'nin bu konuşması üzerine Nesselrod, aralarında geçen
diyalogu Çar'a aktaracağını ve vereceği kararı kendisine ileteceğini söyledi.
Ayrıca Nesselrod, Sultan'm mektubunun içeriğini öğrenmek için bir suretini
de kendisine vermesini istedi. Bu istek üzerine Fuad Efendi, mektubun bir
kopyasını Nesselrod'a verdi229.
İlk görüşmeden üç gün sonra Nesselrod, Fuad Efendi'yle tekrar bir
araya geldi. Fuad Efendi, 20 Eldm İ849'da Babıâli'ye gönderdiği mufassal
tahriratında bu görüşme hakkında ayrıntılı bilgi verir. Onun verdiği bilgiye
göre Nesselrod, ilk görüşmede konuşulanları Çar'a ilettiğini söyleyerek söze
başladı. Daha sonra Sultan'm verdiği teminatı, yani mültecilerin iyi bir şekil­
de muhafaza edilmelerini Çar'm takdir ettiğini söyledi. Ancak, kendisi tara­
fından Osmanlı Devleti'ne bunca yardım ve iyilikler yapılmasının yanı sıra,
iki ülke arasındaki anlaşmalara uyulması hususunda Rusya'nın küçülc bir ih­
mal göstermediğine değindi. Öte yandan, mühecilerin Osmanlı ülicesinde bu­
lunmalarının Rusya'da sürekli bir huzursuzluk meydana getirebileceği gibi,
Osmanlı Devleti'nin iç güvenliği için de tehlikeli olacağını söyledi23o.
Daha sonra Nesselrod, İngiliz ve Fransız filolarının Akdeniz'e gönde­
rileceğine dair gazetelerde çıkan haberlere değindi ve Osmanlı Devleti ile
Rusya arasında yürürlükte olan anlaşmalara göre, iki ülke arasındaki ihtilaf­
lara Avrupa devletlerinin müdahaleye hakkı olmadığını belirtti. Anlaşmalar
bu kadar açıkken İngiltere ve Fransa'nın meseleye karışır tavır içerisine gir­
melerinin ve bu konuda gazetelerde yer alan haberlerin Çar'ı üzdüğünü de
sözlerine ekiedi23i.
Rus Hükümeti'nin isteklerinden vazgeçmediğini gören Fuad Efendi,
Küçük Kaynarca Anlaşması çerçevesinde Osmanlı Devleti'nin meseleye ba­
kış açısını bir kez daha Nesselrod'a anlattı. O, Padişah'm mülteciler mesele­
sinde Çar'a duyduğu güven ve dostluktan dolayı bizzat ona müracaat ettiği­
ni, bu yüzden de Rusya'dan istenilenin, bu müracaata Çar'm olumlu karşılık
vermesi olduğunu ifade etti. Ayrıca, meselenin diplomasi dairesinden çıkar­
tılarak Sultan ile Çar arasında kişisel bir mesele haline geldiğini, dolayısıyla
Osmanlı Devleti'nin başka bir devlete yardım için başvuruda bulunmasının
imkânsız olduğunu belirtti. Ancak, bir yardım talebi olmadan adı geçen ülke­
lerin kendi inisiyatifleri ile Osmanlı Devleti'nin yanında yer almasında B a ­
bıâli'nin bir sorumluluğunun olmadığını söyledi. Son olarak, ortada dolaşan
bu tür spekülasyonlara son vermenin en iyi yolunun bu meseleyi bir an önce
bitirmek olduğunu da dile getirdi232.
Fuad Efendi'nin belirttiğine göre, başlangıçta Çar'm kendisini kabul
etmeyeceği izlenimi vermeye çalışan Nesselrod, kendisini dinledikten sonra
yavaş yavaş fikir değiştirmeye başladı. Nitekim Nesselrod, Çar'm kendisini
kabul edeceğini, ancak iki hükümetin isteklerinde asgari müştereklerin tespit
edilip bir protokol düzenlenmesini istedi. Protokolün düzenlenmesi için de
Fuad Efendi'nin muvafakatinin şart olduğunu söyledi. Fakat, bu teklifi Fuad
Efendi olumlu karşılamadı. Çünkü onun görevi. Padişahın mektubunu Çar'a
teslim etmekti. Petersburg'a gelirken kendisine resmi bir evrak tanzim edip
imzalama yetkisi verilmemişti. Bu jâizden Fuad Efendi, söz konusu teklifi
Babıâli'ye bildirip gelecek cevaba göre hareket edeceğini bir kez daha Nes­
selrod'a söyledi. Görüşme, Nesselrod'un konuşulanlar hakkında Çar'ı bilgi­
lendirip, vereceği kararı kendisine ileteceğini söylemesiyle son buldu233.
12- Fuad Efendi Rus Çan İle Görüşüyor
Fuad Efendi, Rusya'ya gönderildiğinde genel kanı, onun Çar tarafın­
dan kabul edilmeyeceği yönündeydi. Hatta, Fuad Efendi'nin Petersburg'ta
geçirdiği ilk günlerde bu genel eğilim giderek artıyordu. Her ne kadar Nes­
selrod, Fuad Efendi ile yaptığı ikinci görüşmede Çar'm onu kabul edeceğini
ima etmişse de, şimdiye kadar somut bir gelişme de olmamıştı. Üstelik, Nes­
selrod da Çar'm Fuad Efendi'yi kabul edeceği konusunda karamsardı.
Öte yandan Petersburg'ta bu gelişmeler olurken Çar, olayları şehre
üç-dört saat mesafede bulunan yazlık sarayından takip ediyordu. Bu esnada,
devletler arası konjonktür giderek Rusya'nın aleyhine gelişiyordu. Şöyle ki,
Osmanlı Devleti'ne destek vermek amacıyla İngiliz ve Fransızların donan­
malarını harekete geçirdikleri haberi Çar'a ulaştı. Bu gelişmeler karşısında
endişelenen Çar, geri adım atmanın ve daha ılımlı tekliflerde bulunmanın
mantıklı olacağını anladı234 ve 16 Ekim 1849'da Fuad Efendi'ye görüşme
için randevu verdi^^s.
Verilen randevu üzerine Fuad Efendi, Çar'm kaldığı saraya gitti. Çar,
onu bir odada yalnız olarak kabul etti. Fuad Efendi, daha önce hazırladığı ko­
nuşma metnini Çar'm huzurunda okudu. Sultan'm yazdığı mektubu iletmek
üzere kendisini görevlendirildiğini ve Petersburg'a gönderilme amacının,
Rus ordusunun Macaristan'da elde ettiği parlak zaferi kutlamak olduğunu
söyledi. Rusya'nın, Avusturya'ya yardım ederek Avrupa'daki barış ortamı-
nm tesisinde önemli bir görev ifa ettiğini Çar'a belirtti. Bu savaştan canmı
kurtarıp Osmanlı Devleti'ne sığman mültecilerin iade edilememesinden do­
layı, Sultan'm duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Sultan'm bunları kabul etmek­
le, ülkesini onların fesat ve ihtilal yuvası haline getirmek gibi bir düşüncesi­
nin olmadığını söyledi. Sultan'm, Osmanlı ülkesine sığınma talebinde bulu­
nan bu insanları, bütün ülkelerde özellikle de doğu kültüründe kutsal sayılan
sığınma hald<:ını hiçe sayarak kabul etmemesinin imkânsızlığına değindi.
Çar'm istemesi halinde Sultan'm Osmanlı Devleti'nin bir yerinde onları gö­
zetim altında tutarak, kendi şerefi ve Çar'm arzusunu bağdaştırmak istediği­
ni de sözlerine ekledi. Fuad Efendi, konuşmasının sonunda Michael'in ölü­
münden büyük üzüntü duyduğunu, Sultan'm da Çar'm acısını gerçek bir kar­
deş gibi paylaştığından emin olmasını istediğini belirtti236.
13- Çar Geri Adrnı Aüyor
Çar, Fuad Efendi'yi dikkatle dinledikten sonra, kızgın bir şekilde Os­
manlı Devleti hakkındaki dostane düşüncelerine ve yaptığı yardımlara dair
bir çok söz söyledi. Kendisinin iki ülke arasındaki anlaşmalara tam uyduğu­
nu belirterek, aynı hassasiyetin karşı taraftan gösterilmesini beklerken, Os­
manlı Devleti'nin mülteciler meselesinde takındığı tavırdan şikayetçi oldu.
Bu kısa konuşmadan sonra Çar ile Fuad Efendi arasında Avrupa'nın umumi
durumu ve Osmanlı Devleti ile Rusya'nın politikaları üzerine bir saate yakın
sohbet mahiyetinde bir fikir alış verişi oldu237.
Fuad Efendi'nin belirttiğine göre, bu sohbetten sonra Çar aniden fikir
değiştirdi ve iki hükümdar arasındaki muhabbete dayanarak Sultan'm kendi­
sine müracaat etmesine sevindiğini ve onun isteklerinin gerçekleşmesini ken­
disinin de arzuladığını söyledi. Ancak, tahtının şerefini ve devletinin menfa­
atlerini korumaya mecbur olduğunu ve bu konuda vereceği kararı Nesselrod'a
ileteceğini söyledi. Çar, Fuad Efendi'den vereceği karan Sultan'a iletmesini
ve cevap gelinceye kadar da Petersburg'ta beklemesini istedi. Böylece onun
hem Osmanlı Devleti'ne hem de Rusya'ya hizmet edeceğini belirtti238.
İkili görüşme bittikten sonra, Fuad Efendi'nin maiyetinde bulunanlar da
Çar'm talebi üzerine huzura çıktılar. Fuad Efendi, onlan tek tek Çar'a takdim et­
ti. Bir iki dakika süren bu kabulden sonra Çar'm huzurundan aynldılar239.
Fuad Efendi ile yaptığı görüşmeden sonra Çar, Osmanlı Devleti ile en
kısa zamanda diplomatik ilişkilerin normale döndürülmesini Nesselrod'a bildirdi24o. Mülteciler meselesinin başından beri, Osmanlı Devleti'ne karşı sert
politika izleyen Çar, nihayet olayın ne tarafa yöneldiğini fark etmişti. Çar'ı
bu meselede ılımlı bir tavır sergilemeye sevk eden sebeplerin başında, Babıâ­
li ve özellikle de Reşid Paşa'nm ortaya koyduğu kararlı tutum gelmektedir.
Ayrıca, İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'nin yanında yer alacaklarını
ilan etmeleri, onun yumuşamasında önemli bir etken olmuştur. Çar, diploma­
tik ilişkilerin yeniden başlamasını isteyerek, İngiltere ve Fransa donanmala­
rının Rusya'ya daha fazla yaklaşmasını engellemek istiyordu. Diğer taraftan,
Fuad Efendi'nin Petersburg'ta sergilediği diplomatik performansın, sorunun
barışçı yönde çözümlenmesinde önemli bir rol oynadığı açıktır. Ayrıca, Av­
rupa'da Osmanlı Devleti lehine hatırı sayılır bir kamuo3m oluşmuştu. Çar,
Rusya'ya karşı Avrupa'da ciddi bir karşı duruşun olduğunu fark etmişti,
Fransız gazetesi "Press''ĞQ yayınlanan bir yazıda Çar, olayların böyle sonuç­
lanacağını daha önceden bilseydi, mülteciler meselesinde kesinlikle böyle
katı davranmazdı deniliyordu. Gazetede herkesin Osmanlı Devleti'ne sempa­
ti duymaya başladığı belirtiliyor ve bu meselede, Çar'm Osmanlı Devleti'nin
yalnız olmadığı ve onu küçümsememek gerektiğini kabul etmek zorunda kal­
dığı ifade ediliyordu24i.
14- Sorun Çözülüyor
Diplomatik ilişkilerin kurulması yönünde Çar'dan emir alan Nessel­
rod, bunu hemen Fuad Efendi'ye iletmek istiyordu, Fuad Efendi'nin ifadesi­
ne göre, "nâ-mizâç'' olmasından dolayı, Nesselrod'a "külfef olmamak için
kendisi onun yanma gitti.
Yapılan uzun müzakerelerden sonra Polonyalı mülteciler sorunu şu
şekilde sonuçlandırıldı,
1- Rusya vatandaşı iken Macaristan'daki olaylardan sonra Osmanlı
topraklarına sığman ve isimleri Rusya elçisi tarafından verilecek defterdeki
Polonyalıların, bir daha geri dönmemek üzere, Osmanlı Devleti'nden sınır
dışı edilmesi
2- İslamiyet'i kabul edenlerin Halep veya Konya'ya yerleştirilmesi
3- Bundan böyle başka bir devletin vatandaşlığına girerek Osmanlı
Devleti'ne gelebilecek ve Rusya aleyhine entrikalar kurabilecek kişilerin sı­
nır dışı edilmesi için pasaportlarının ait olduğu ülke elçisine başvuruda bulunulması242.
Polonyalı mülteciler sorunu bu şekilde halledildikten sonra Osmanlı
Devleti ile Rusya arasındaki diplomatik ihşkiler 25 Aralık 1850'de yeniden
kuruldu.
Rusya'nın geri adım atması ve Osmanlı Devleti ile siyasi münasebet­
leri yeniden kurmaları, Babıâli'nin kazandığı diplomatik başarı olarak değer­
lendirilebilir. Çünkü o zamana kadar özellikle Rusya, haklı veya haksız her
istediğini Osmanlı Devleti'ne kabul ettirmiş ancak, bu kez bunu başaramadı.
Ayrıca, bu meselede İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti ile kavlen ve
fiilen müttefik olarak hareket etmeleri Kırım Savaşı'nda bu üç devletin güç
birliği yapacaklarının ilk işareti olarak da kabul edilebilir.
15- Rusya'dan Sonra Avusturya da Osmanlı Devleti'yle Anlaşıyor
Babıali'nin mültecileri iade etmemedeki kararlı tutumu ve Avrupa
kamuoyunda oluşan olumlu hava Avusturya'yı da geri adım atmağa zorla­
mıştı. Nitekim uluslararası konjöktürün tamamen aleyhlerine döndüğünü gö­
ren Avusturya Hükümeti, mültecilerin iadesi talebinden vazgeçtiğini Babıa­
li'ye iletti. Fakat iki ülke arasında önemli bir başka sorun daha vardı. Avus­
turya, Babıali'den mültecilerin sonsuza kadar gözetim altında tutulmasını is­
tiyordu. Bu mesele iki ülke arasında uzun süren tartışmalara neden oldu. Tar­
tışmalar uzadıkça da mevcut sorunlara yenileri ekleniyordu. Şubat 1850'de
Stürmer, Babıâli'den mültecilerin Osmanlı ülkesinde beş yıl süre kalmaları­
nı istedi. Babıali ise sürenin bir yılla sınırlandırılmasını istiyordu. Sorun,
Meclis-i Mahsûs ve Meclis-i Vâlâ'da görüşüldü. Alman karara göre, Osman­
lı Devleti mültecileri bir sene sonra serbest bırakacaktı. Ancak, bunu yapar­
ken de Avusturya Devleti'nin onayını alacaktı. Alman karar doğrultusunda
Stürmer'e bir takrir verilmesi de kararlaştırıldı243. Mültecilerin Osmanlı Dev­
leti'nde sürekli gözetim altında tutulmalarını isteyen Avusturya için, bu du­
rum büyük bir avantaj sağlıyordu. Böylece Avusturya iç barış ortamının sağ­
lanmadığını ileri sürecek ve mültecilerin mümkün olduğu kadar Osmanlı
Devleti'nde kalmasını sağlayabilecekti. Gerçekten de Avusturya Hükümeti,
bu şartı ileri sürerek mültecilerin Kütahya'dan serbest bırakılmalarına uzun
süre itiraz etmiştir. Neticede Stürmer'e sunulan takrirdeki hususların Avus­
turya Devleti tarafından da kabul edilmesiyle iki ülke arasındaki diplomatik
ilişkiler yeniden kuruldu.
B- Osmanlı Misafîrpen^erliğmin Avrupa'daki Yankılan
Yukarıda da değinildiği gibi Macar ve Polonyalı mültecilere, başta Sultan Ab­
dülmecid olmak üzere Osmanlı Hükümeti üstün bir konukseverlik ömeği gös­
termiştir. Ülkelerini terk ederek Osmanlı'ya sığman bu insanları, yerel yöneti­
ciler ve halk da büyük bir coşku ile karşılamışlardı. Osmanlı Devleti'nin mül­
tecilere bu sıcak yaklaşımı, hürriyet ve insan haklarının bu denli savunucu ro­
lünü üstlenmesi İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde hayran­
lık ve takdirle karşılandı. Gerçekten de Macar ve Polonyalı mültecilere göste­
rilen misafirperverlik Avrupa'da o derece tesir uyandırmıştı ki, Paris ve Lon­
dra sokaklannda Frenkler bir Türk görseler ''Yaşasın Türkler" diyerek iltifat
ederlerdi244. XIX. Yüzyıl ortalarında dünya siyasetinin ağırlık merkezini oluş­
turması bakımından İngiltere ve Fransa'da Türklere bakışın nasıl değiştiğine
değineceğiz. Yine, o dönemde Avrupa'daki siyasi gelişmelere fazla müdahil
olmayan Amerika Birleşik Devletleri'nin Osmanh Devleti'nin mültecileri ko­
rumasından dolayı duyduğu memnuniyeti ve bir Osmanlı subayına gösterdiği
olağanüstü ilgiye temas edeceğiz. Ayrıca Macarların, Osmanlı Devleti'nin
kendilerine gösterdiği misafirperverliği unutmadıklarını göreceğiz.
1 - İngiltere'de
a- İngiltere Osmanlı Devleti'ne Destek İçin Donanmasmı
Çanakkale'ye Gönderiyor
Mültecilerin Osmanlı Devleti'ne sığınmasından sonra Babıâli ile Rus­
ya ve Avusturya hükümetleri arasında gelişen siyasi süreç, Londra'da büyük
bir heyecan uyandırdı245. Rusya ve Avusturya elçilerinin siyasi münasebetle-
rin kesildiğine dair notayı Babıâli'ye iletmelerinden sonra, Avrupa basınında
sık sık mülteciler meselesi yüzünden savaş çıkacağına dair haberler yer alma­
ya başladı. İngiliz basını, Osmanlı Devleti ve Macaristan'a karşı sempatik,
Rusya'ya karşı ise antipatik bir hava oluşturmak için yayınlar yapıyordu246.
Kamuoyunda oluşan bu havaya rağmen, İngiltere'den resmi açıklama gecik­
meli olarak geldi. Çünkü, İngiliz Parlamentosu tatilde olduğundan meclis
üyeleri ve bakanların bir kısmı Londra'da bulunmuyordu. Meclis, ancak 1
Kasım 1849'da toplanabildi. Rusya ve Avusturya'ya karşı gösterdiği direniş­
te Osmanlı Hükümeti'ne yardımcı olmak amacıyla, 12 gemiden oluşan İngi­
liz filosuna Akdeniz'den Çanakkale Boğazı'na hareket etmesi için emir ve­
rildi. Bunlara ek olarak, Canning'e gerektiğinde filoya Marmara ve hatta Ka­
radeniz'e girmek hususunda emir yetkisi verildi247. Diplomatik arenada bun­
lar cereyan ederken Londra'da Rusya ve Avusturya aleyhinde sürekli miting­
ler düzenleniyordu248.
Lord Palmerston, İngiltere'nin Paris elçisi Normanby'e 29 Eylül
1849'da yazdığı mektupta, Rusya ve Avusturya'nın Babıâli ile siyasi müna­
sebetleri kesmeleri üzerine Hükümeti'nin takınacağı tavrı ve kendi görüşünü
şu cümlelerle açıklamıştı: "Ben öyle zannediyorum İd, iki İmparatorluk sefir­
leri tarafindan vuku bulan bu teşebbüs gözdağı vermek içün bir oyundur. Şâyed muvaffakiyetle neticelenmeyecek olur ise -ki şimdiye kadar da hâl onu
gösteriyor- o zaman devletleri tarafından ya iltizâm edilmeyecek veya geri
alınacaklardır. Fakat bu neticeyi elde etmek içün yegâne çâre İngiltere ile
Fransa 'mn pâdişâha samîmâne ve 'azimkârâne yardımda bulunmaları ve
Rusya ile Avusturya devletlerine icâbında Türk'ü müdâfa'a edecek dostlar
bulunduğunu da göstermeleridir. Bunun içün de evvelâ Viyana ile Peters­
burg'ta dostâne fakat 'azim-perverâne vesâyâda bulunmak pâdişâhın kendi­
sinden istenilen şeyi ifâya bir mecburiyeti bulunmadığını ve tarafından bir
mecburiyet bulunmadığı cihetle de bu hareketi şeref ve haysiyetine mugayir
olarak yapamayacağını anlatmak lâzımdır. Saniyen gerek İstanbul'u hâlen
veya ani bir ta 'arruzdan vikaye etmek ve gerek Boğaziçinde bulunarak ken­
disine ma 'nevi bir istinâd teşkil etmek üzere pâdişâh tarafından da 'vet olu­
nur olunmaz hâzır bulunmak içün müşterek donanmalarımızın Çanakkale 'de
bulunmalarını emr etmelidir Ben kat'iyen eminim ki, Almanya'nın, Lehis-
tan'ın ve şimalî İtalya'nın şu günkü vaziyetinde Avusturya ve Rusya böyle
bir mesele içün İngiltere, Fransa ve Türkiye ile bozuşmak tehlikesini göze aldıramaz''^'^^.
b- İngiliz Gençlerinin Osmanlı Elçisine Gösterdikleri Olağanüstü İlgi
Osmanlı Devleti'nin mültecileri himayesi etmesi ve Rusya ve Avus­
turya'ya teslim etmemesi İngiltere halkından büyük destek gördü. Nitekim,
Mehmed Emin Paşa'nm yerinde Londra Büyükelçiliği'ne elçi tayin edilen
Kostaki Mussurus Paşa, Londra'ya vardığında İngiliz gençleri, Osmanlı Hü­
kümeti'nin ülkelerini terk edip Osmanlı'ya sığman bu insanlara gösterdiği
misafirperverliğin bir nişanesi olaraİ<:, Paşa'nm bindiği arabanın atlarını sö­
kerek kendileri arabayı çektiler. Aynı zamanda. Kraliyet ailesi Mussurus Pa­
şa'ya özel bir ihtimam gösterdi. Zira, Mussurus itimatnamesini takdim ettiği
gün. Kraliçe Viktorya tuttuğu hatıra defterine "Yeni Türk sefirini gördüm, ga­
yet hoş bir zaf cümlesini yazdı. Ayrıca, Mussurus'un iki erkek ve üç İaz ço­
cuğunun hemen hemen yaşıtları olan genç prenslerle gayet sıkı dostluİdar
kurmaları, İngiltere'nin Türk Büyük Elçisi'ne verdikleri değerin bir göster­
gesi olarak İcabuİ edilebilir. İki ülke arasında mülteciler meselesi ile daha da
ileri noktaya taşman dostluk ilişkileri uzun bir süre devam etti. Nitekim, 1856
yılında Paris Sulh Muahedesi'ni kutlamak için verilen baloda Kraliçe Viktor­
ya da hazır bulundu.
Mussurus Paşa, 1885'te Londra'dan ayrılması vesilesi ile muhafazakar
"Moming Post" gazetesi Mussurus isminin İngilizlerin nazarında daima İngiliz-Türk dostluğunun kurulmasını hatırlatacağını yazdı.
2-Fransa'da
a- Mültecilerin İade Edilmemesinden Dolayı Fransa'mn Duyduğu
Memnuniyet
İngiltere, mülteciler meselesi jmzünden bir savaş çıkması halinde
Fransa Hükümeti'ni bütün imkânlarını seferber ederek Babıâli'ye destek ver­
meye çağırdı25o. Ancak, diplomatik ilişkilerin kesilmesinden sonra takımla-
cak tavır konusunda Fransa Hükümeti başlangıçta kararsızdı. Ayrıca Fransız
Hükümeti, mülteciler meselesi yüzünden bir savaş çıkarsa Meclis ve l<:amuoyu tarafından desteklenip desteklenmeyeceğinden emin değildi^^ı. Bununla
birlikte, Babıâli'nin mültecileri iade etmemesi Fransız kamuoyu tarafından
takdirle karşılandı. Nitekim, 27 Eylül 1849'da Fransa Hükümeti'nin İstan­
bul'daki elçisine gönderdiği talimatta şunlar yazılıydı: ''Şimdiki halde Saltanat-ı Seniyye 'nin gerek kendi şân ve namusuna ve gerek bütün insaniyetin
menâfi 'ine 'âid olan bir meselede ibraz buyurduğu sebat ve metânet-i 'âlîsi­
ni tahsîn ve sitayişle iktifa ederim. Şu kadar ki, bu iki devlet-i împaratoriyenin istid'âsını redd birle beraber nafile vekârlarını ihlâl ve namuslarını tahrîk edebilecek şeylerden içtinâba dahî dikkat buyurulmuş olacağını memul
ederim. Her hâlde Saltanat-ı Seniyye 'nin bir mevki '-i müşkile ve mükeddereden çıkmasına Fransa Devlet-i Cumhûriyyesi elinden geldiği mertebe
mu 'âvenet eylemeğe hâhişkar... " dır252.
b- Paris'te Türk Bü)aikelçisine Meslek Hayatmm En Mutlu ve
Gururlu Günlerini Yaşatan Olaylar Nasıl Gelişti
Osmanlı Devleti'nin Paris Elçisi Kalimaki Bey'in 14 Ekim 1849'da
"gayet mahremâne" ifadeyle Babıâli'ye gönderdiği mufassal raporda Os­
manlı Devleti'nin mülteciler meselesinde ortaya koyduğu tavrın Fransız ka­
muoyunca nasıl algılandığı anlatılıyordu. Kalimaki, raporunda bir sene önce­
sine kadar çeşitli gazete ve risalelerde Osmanlı Devleti'nin geleceği hakkın­
da düşmanca spekülasyonlar yapıldığını hatta, bazı önyargılı kişilerin ger­
çekleri görmezlikten gelerek, Osmanlı Devleti'nin hayat ve bekasına inan­
madıklarını belirtiyordu. Ancak, Osmanlı Devleti hakkındaki bütün bu dü­
şünceler, Rusya ve Avusturya ile siyâsi münasebetlerin 17 Eylül 1849'da ke­
silmesini takip eden 24 saat içerisinde ortadan kalktığı ifade ediliyordu. Sa­
dece "NationaF gazetesi, Osmanlı Devleti hakkındaki asılsız ve çirkin iftira­
larına devam etmekteydi253. Ona göre, Osmanlı Devleti bu politikasını devam
ettirdiği sürece, Fransa'da oluşan bu kamuoyunu hiçbir hükümetin değiştir­
meye gücü yetmeyecektir. Kalimaki Bey, Osmanlı Devleti'nin mültecilere
gösterdiği misafirperverliğin Fransız kamuoyunda oluşturduğu olumlu izle­
nimleri özet olarak şu şekilde anlatır:
Sultan'm mülteciler meselesinde ortaya koyduğu tavrı bütün Avrupa
ve dünya takdir etmiştir. Böylesi önemli kararları ancak, bağımsız ve özgür
ülkeler alabilirdi. Osmanlı Sultanı ve Hükümeti mültecileri iade etmemekle
onurlu bir davranış sergilemiş, buna karşı Rusya ve Avusturya ise dünya kamuojomda küçük duruma düşmüşlerdir. Fransız kamuoyu ağız birliği yapa­
rak kesin olarak Osmanlı Devleti lehinde yayınlar yapmakta ve bu konuda
Osmanlı Hükümeti'ne her türlü yardımı vermeğe hazırdır. Osmanlı Suhanı
ve hükümeti mültecileri korumakla bütün insanlığın takdirini kazandığı gibi,
uluslar arası bir sorunda nasıl davramlacağım bütün dünyaya göstermiştir.
Osmanlı Hükümeti Rusya ve Avusturya'nın isteklerine boyun eğip, mühecileri iade etseydi dünya kamuoyunda olumsuz bir izlenim bırakmış olacaktı.
Osmanlı Devleti, mühecileri iade etmeyerek bütün dünyanın övgüsünü ka­
zanmıştır. Kalimaki Bey, Osmanlı Devleti'nin Avrupa yayın organları tara­
fından övülmesinin kendisini fazlasıyla sevindirdiğini ve hatta meslek haya­
tının en mutlu ve gururlu günlerini yaşadığını da ifade etmektedir.
Kalimaki Bey, Fransız kamuoyunda Osmanlı Devleti'ne karşı oluşan
havayı yansıttıktan sonra Fransa Başbakanı ile yaptığı görüşme hakkında da
bilgi verir. Osmanlı Elçisi, Başbakanla Rusya ve Avusturya devletleriyle dip­
lomatik ilişkilerin kesilmesinden hemen sonra görüşmüştür. Kalimaki Bey'e
göre Fransa Başbakanı, Osmanlı Devleti'nin mültecilere gösterdiği misafir­
perverlikten büyük bir memnuniyet duymaktadır. Rusya'nın Osmanlı Devleti
ile siyasi münasebetleri kesmesinden dolayı son derece üzüntü duymakta ve
hatta bu devlete karşı öfke beslemektedir. Ayrıca, Fransa Başbakanı Osmanlı
Devleti'nin mültecilere gösterdiği üstün misafirperverlik ve hoşgörüyü Fran­
sa meclisinde gündeme getireceğinden şüphe dujaılmamasım istemektedir.
Kalimaki Bey, mufassal raporunun sonunda Osmanlı Devleti'nin
mültecileri himayesi etmesinden dolayı Rusya tarafından tehdit edilmesi ola­
sılığına karşı, Fransa'nın İngiltere ile ortak hareket ederek bir donanmasını
Çanakkale Boğazı'na göndereceği bilgisini verir. Bu bilgiyi yazdığı anı, ken­
di ifadesiyle hayatının "en 'azız vakti" olarak kabul eder. Elçi, şifre yazısı bil­
mediğinden ve postaya da güven duymadığından Fransız devlet adamlarıyla
yaptığı gizli görüşmeler hakkında da bilgi verdiği raporunu Türk Elçiliği'nde
çalışan Rıza Bey ile gönderdiğini belirtir.
Gerçekten de Fransız kamuojmnda oluşan bu müspet hava, Fransız
Hükümeti'ni de etkilemişti. Nitekim Avusturya'nın Paris Elçisi Hübner, Fran­
sız Dışişleri Bakanı Tocqueville ile görüşmesinin ardından, bu ülkenin mülte­
ciler meselesindeki ılımlı tutumunu değiştirdiğini hükümetine rapor etmişti.
Hübner raporunda Fransa Dışişleri Bakam'nm da meseleye İngiltere Dışişleri
Bakanı Lord Palmerston gibi bakmaya başladığını ifade ediyordu. Tocquevil­
le, Rusya ve Avusturya'nın mültecileri iade isteklerinde haklı olsalar bile,
mültecilerin durumunu belirleyen anlaşma maddelerinin geçerliliğini yitirdiği
görüşündeydi. Bakana göre. Sultan'ı mültecileri iade etmeğe zorlamak, onu
Avrupa ve kendi kamuoyunda küçük düşürmeye çalışmak demekti254.
3-Amerika Birleşik Devletleri'nde
a-Amerika'da Binbaşı Emin Efendi'yi Şaşırtan Karşılama
Osmanlı Devleti'nin mültecilere gösterdiği misafirperverlik, Rusya ve
Avusturya'nın mültecilerin iadelerini istemeleri ve buna bağlı olarak gelişen
olaylar, Okyanus'un öteki kıyısındaki Amerika'da da yankı buldu. Macar Öz­
gürlük Savaşı'nm sonra ermesinden sonra Macarlar'm bir kısmı Osmanlı
Devleti'ne sığınırken bir kısmı da dünyanın çeşitli ülkelerine gitmişlerdi. Ma­
carların sığındıkları ülkeler arasında Amerika da vardır. Amerika'ya giden
mülteciler, gerek halk tarafından gerekse yöneticiler tarafından bÜ3mk bir coş­
kuyla karşılandı. Bu coşkuya rağmen Amerikan yönetimi, mültecilerle ilgili
resmi açıklamasını gecikmeli olarak yaptı. Bilindiği üzere Amerika Birleşik
Devletleri Başkanı Monreo, tarihe kendi adıyla geçen Monreo Doktrini'yle 2
Aralık 1823'te Avrupalı güçleri ilgilendiren savaşlara ve politikalara karışma­
mayı kararlaştırmıştı. Yani, kendi kıtasına kapanarak 'Tnfırad" politikası izle­
meyi esas almıştı. Gerçekten de Birleşik Devletler Başkanı Taylor'un, 26 Ara­
lık 1849'da konuyla ilgili olarak kamuoyuna yayınladığı bildiride, bu politi­
kanın esaslarına bağlı kalındığı açık bir şekilde görülmektedir. Başkan bildi­
ride, Amerika'nın Avrupa'daki savaşlara bilinçli olarak katılmadığını belirti­
yordu. Ancak, Avusturya-Macaristan savaşında Amerikan halkının Macar va­
tanseverlerine karşı duyduğu sempatiyi sahiplenmeyi de görev bildiğini ifade
ediyordu. Bu sebeple Avrupa'da bulunan elçisine, eğer Macarlar bağımsızlık-
larım ilan edecek durumdaysalar, onların devletini resmi olarak tanıyacağını
bildirdiğini söylüyordu. Başkan, Macarların savaşı kaybetme nedeni olarak da
Rusya'nın müdahalesini gösteriyordu. Kendilerini özgürlüğe götürecek cesur,
fakat başarısız bir girişimde bulunan bu halkın sıkıntı ve acılarına karşı Ame­
rika'nın derin bir sempati duyduğunu belirtiyordu^^s.
Ancak Avusturya'ya karşı asıl büyük tepki. Senator General Cass ta­
rafından ortaya kondu. Cass, 4 Ocak 1850 tarihinde Senato'ya sunduğu öne­
risinde Amerika halkı ile hiçbir bağlantısı bulunmayan Avusturya ile diplo­
matik ilişkilerin İcesilmesini önerdi. Bu öneri. Senato'nun bÜ3mk kısmı ve
halk tarafından coşlm ile karşılandı. Ancak, kamuoyunda sansasyon yaratan
bu öneri, Senato'da kabul edilmedi. Arkasından Senator Sewerd, Amerikan
Senatosu'na yeni bir öneride bulundu. Bu öneride de, Rusya ve Avustur­
ya'nın Macar ulusunu ve özgürlüğünü yok etmesinin bir haksızlık ve baskı
olduğu ve bu sebeple de kınanmayı hale ettikleri üzerinde duruluyordu. Se­
werd, Macarların başta Birİeşilc Devletler halİa olmak üzere bütün haİİdarm
sempatisini kazandıklarını ve Amerika'ya gelmiş ve gelecek mültecilere top­
rak verilmesi önerisinde bulundu. Bu teklifler üzerinde haftalarca tartışmalar
yapıldığı gibi, bir çok yeni öneriler de ortaya atıldı. Bu öneriler arasında, Ma­
caristan'ın bağımsızlığının geri verilmesinden Avusturya ile siyasi münase­
betlerin kesilmesine kadar bir çok husus vardı. Ancak, Avusturya ile siyasi
ilişkilerin kesilmesi önerisi Senato'da kabul görmedi. Buna karşın halkın
mültecilere duyduğu sempati ilan edildi ve onlara toprak verilmesi İcararlaştırıİdı. Ayrıca, Kossuth ve arkadaşlarının serbest bırakılmaları için Babıâli
nezdinde girişimlerde bulunulması da kararlaştırıldı256.
Amerika'nın bu tavrı, Washington'daki Avusturya elçisi ile ABD Dı­
şişleri Balcanı arasında uzun süren görüşmelere neden oldu. Elçi Ritter von
Hüifeman, Macaristan'a iiişidn olarak yayınladığı bildirideki ifadelerinden
dolayı Amerikan Başkam'm protesto etti. Ayrıca, Kossuth ve arkadaşlarının
Amerika'ya gelmeleri için bir girişimde bulunulması halinde, ülkesinin Was­
hington ile diplomatik ilişkilerini keseceğine dair bir nota verdi. Bunun üze­
rine Amerika Dışişleri Bakanı, ülkesinin her zaman siyasi mültecileri kabul
etmeye hazır olduğunu, elçinin bu durumu İcabul etmemesi halinde pasapor­
tunun kendisine hemen teslim edileceğini bildirdi^sv.
Osmanlı Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki resmi iliş­
kiler, 7 Mayıs 1830'da imzalanan "Ticaret ve Dostluk" anlaşması ile kurul­
muştu. Amerika, İstanbul'daki ilk daimi temsilciliğini maslahatgüzar düze­
yinde açmıştı. İlk maslahatgüzar, 11 Ağustos 1831'de İstanbul'a gelmişti.
Daha sonra Amerika Birleşik Devletleri, 3 Mart 1839'da İstanbul'daki mas­
lahatgüzarına "elçi" unvanını vermişti^ss. Washington ile Viyana hükümetle­
ri arasındaki gerilim devam ederken, ABD Marsch'ı İstanbul'a elçi olarak
gönderdi. Babıâli de, 1850 yılında ilk defa resmi temsilci sıfatıyla Emin
Efendi'yi Washington'a gönderdi. Emin Efendi, Washington'da üst düzey
devlet erkânı gibi l<:arşılandı. İl<:ametine tahsis edilen binanın önünde tören
yapıldı ve Amerikan Kongresi tarafından resmen kabul edildi. Daha sonra
Beyaz Saray'da Amerikan Başkan tarafından ağırlandı. Sıcak bir şekilde kar­
şılanan Emin Efendi, Amerilca'nm başarılı eğitim sistemi hakkında bilgi
edinmek ve ülkesine bilgi vermek amacıyla görevlendirildiğini belirtti. Ayrı­
ca, Sultan'm Macar mültecileri meselesinde takip ettiği siyasetin Amerilcan
kamuo3aınca desteklenmesinden büyülc sevinç duyduğunu söyledi. Yeni
Dünya'ya ayak bastığı andan itibaren kendisine gösterilen misafirperverlik
ve sevgiyi, Sultan'a duyulan saygının bir işareti olarak gördüğünü de sözle­
rine ekledi259. Elçinin Iconuşmasmdan sonra, ABD Başkanı şunları söyledi:
"Barış ve dostluk niyetleriyle Haliç 'ten Atlantik Okyanusu 'nun kıyısı­
na geldiniz. Çok eski ve zengin bir tarihe sahip olan bir ülkeden ileri görüş­
lü yöneticiniz, sizi ancak 200 yıllık geçmişe sahip 25 milyon nüfuslu yeni bir
cumhuriyetin uygarlığını, yönetimini, yükselişini ve gücünü incelemek üzere
göndermiş. Emin Efendi, farkında mısınız ki. Sultanınız Macar
meselesine
karşı takındığı tavırla Amerikan halkının ve bütün aydın ülkelerin
sempatisi­
ni kazanmıştır. Bizi ilgilendirmeyen siyasi meselelere karışmadan
Amerikan
halkı dünyada olup bitenleri yakından izliyor"^
"260
b-Emin Efendi'nin Amerikan Başkam Tarafından Kabul Edilmesini
Dünya Şaşkınlıkla İzledi
Amerikan Başkanı tarafından gösterilen bu sıcak karşılama. Emin
Efendi'nin yanı sıra diğer yabancı temsilcileri de şaşırtmıştır. Emin Efendi
Babıâli'ye gönderdiği raporda, kendisine gösterilen olağanüstü karşılama ve
ilginin başka devletlerin temsilcilerine gösterilmediğini ifade eder. Hatta,
Avusturya Maslahatgüzarı'nm Amerikan senatosu ve başkanın kendisine
gösterdiği ilgi ve alaka karşısında şaşırdığını ve bunun neden kaynaklanmış
olabileceği hakkında araştırma yaptığını belirtir. "Bu misillü iltifat ve ikram
şâir devletler tarafından gelenlere bir vakitte vuk«' bulmuş değil ve bu taraf­
ta Nemçe (Avusturya) maslahatgüzarı ziyadesiyle hayrette kalup acaba se­
bep nedir? Bu tarafta bu derecelerde iltifat olunmaz deyü tecessüs etmekte
bulunduğu...'' şeklinde hayretini dile getirmiştir26i. Bu karşılama sanırız Os­
manlı Devleti'nin dünya siyasetindeki konumunu göstermesi açısından önem
taşımaktadır.
4-Macaristan'da
a- Macaristan'da Türk Heyetine Gösterilen Olağanüstü İlgi
Osmanlı-Macar dostluk ilişkilerinin en önemlilerinden biri,
1848/1849 "Macar Özgürlük Savaşı"ndan sonra kuruldu. Rusya ve Avustur­
ya'nın tehditlerine rağmen, Osmanlı Devleti'nin Macar mültecilerini koru­
ması ve onları misafir etmesi bu dostluğun kurulmasında önemli etken ol­
muştur. Diğer taraftan, Osmanlılar gibi Macarlar da Avusturya Devleti'ni
kendilerine düşman olarak gördüklerinden iki ülke arasındaki dostane ilişki­
ler artarak devam etti. Bu karşılıklı dostluk daha sonraları iyice pekişti. Zira,
Macar mültecilerinin Osmanlı ülkesinden ayrılmasından sonra iki ülke bir
çok sahada işbirliği yaptılar. Macarlar, Osmanlı Devleti'nin kendilerine gös­
terdiği misafirperverliği hiçbir zaman unutmadılar. Nitekim, 1878 yılında
Macaristan'da gönderilen Türk heyetine gösterilen ilgi bunun en güzel kanı­
tıdır. Peşte Şehbenderi'nin İstanbul'a gönderdiği raporda Türk heyetinin Ma­
caristan'da nasıl büyük bir ilgi ve alaka ile karşılandığı tafsilatlı bir şekilde
anlatılır. Şehbender'in yazdıklarına göre, Türk heyeti Orsova'dan Peşte'ye
kadar bütün şehir ve kasabalarda olağanüstü bir hürmet ve saygı ile karşılan­
dı. Osmanlı heyetini taşıyan tren Peşte'ye yaklaştığında şehrin bütün ahalisi
izdiham içerisinde heyetin şehre girişini izledi. Macaristan'da hiçbir hüküm­
dara böylesine saygı ve sevgi gösterilmemiştir. Şehbender'in bu son ifadesin-
deki bilgiyi abartılı olabileceği düşüncesiyle ihtiyatla karşılamak gerekir. Fa­
kat, Türk heyetine gösterilen sevgi ve heyecanı belirtmek için Şehbender'in
böylesi ifadeleri seçmesi, heyetin Macaristan'ı ziyaretinin bu ülkede meyda­
na getirdiği olumlu tesirleri anlamamız bakımından önemlidir.
Türk heyeti onuruna, Temeşvar, Szeged ve Kiskun'da ziyafetler tertip
edildi. Heyet, nüfusu yetmiş bin olan Szeged'e girdiğinde şehir halkı, misafir­
leri için müzikli bir gösteri hazırladı. Aynı zamanda sokaklarda meşaleler ya­
kıldı. Heyeti karşılamak için kırk bin kişi toplandı. Toplanan kalabalık, heye­
tin tren istasyonundan ikamet edecekleri otele kadar bindikleri arabalann at­
larını sökerek kendileri çektiler. Heyette bulunan Şeyh Süleyman Efendi'ye
halk büyük ilgi gösterdi. Şehbender'in yazdıklarına göre kadın erkek bir çok
kişi Süleyman Efendi'nin elini öpmek için onun etrafında toplandıran.
b- Türk Heyeti İmparator Fransuva Jozef e Bile Tahsis Edilmeyen
Konakta Ağu-lamyor
Peşte Şehbenderi raporunda Türk heyetinin karşılanması hakkında il­
ginç bilgiler verir. Onun verdiği bilgilere göre, 1876 yılından önce özel ko­
nağını İmparator Fransuva Jozef e bile tahsis etmeyen Baron Dukaric, Türk­
lerin kendi misafiri olduklarını söyleyerek onlara konağında özel bir ziyafet
verdi. Kuşkusuz Türklere gösterilen bu sıcak karşılamanın Osmanlı Devle­
ti'nin daha birkaç sene önce Macar mültecilerine gösterdiği misafirperverlik­
le yakın ilgisi vardır. Osmanlı Sultanı, Macarían düşmanlarına karşı korumuş
ve onları himayesi altına almıştı. Şimdi, Macarların Osmanlı Devleti'nde
gördükleri yakın ilgi ve alakanın bir nişanesi olarak Osmanlı heyetine ilgide
r263
kusur göstermeme gayreti içerisinde oldukları anlaşılmaktadırn
c- Türk Heyetini Peşte'de Yüz Bin Kişi Karşılıyor
Türk heyeti, Temeşvar, Szeged ve Kiskun ziyaretlerinden sonra
Peşte'ye hareket etti. Misafirleri taşıyan tren Peşte'de son durağa vardı­
ğında, buradan heyetin kalacağı Hungarya Oteli'ne kadar caddelerde tah­
minen yüz bin kişi toplanmıştı. Misafirlerini karşılamak için sadece halk
sokaklarda değildi. Aynı zamanda hükümet üyeleri, milletvekilleri ve ga­
zete muhabirleri de Türk heyetini karşılayanlar arasında idiler. Türk heye-
tine halkın gösterdiği ilk tepki yüksek sesle "çok yaşa, çok yaşa" tezahü­
ratı oldu. Bu arada istasyonda Türkçe ve Macarca hazırlanan iki nutuk
okudundu.İstasyondan Hungarya Oteli'ne kadar heyetin geçeceği caddeler
ve cadde üzerinde bulunan binalar çiçeklerle süslendi. Türk heyetini kala­
cakları otele kadar takip eden bu büyük kalabalık, misafirlerine otelde de
büyük ilgi gösterdiler. Hatta, Türk heyeti kaldığı otelin balkonuna çıkarak
buradan halkı tekrar selamladı. Şehbender'in yazdıklarına göre, bütün bu
gösterilere hiçbir polis ve hükümet üyesi müdahale etmedi. Türk heyeti,
Peşte'de kaldığı her gün, Macarlar tarafından ziyafetlere davet edildi. Ay­
nı zamanda, misafirlerin onuruna balo, konferans ve eğlenceler tertip edil­
di. Bu arada heyette yer alan talebeler, bazı okul ve müzeleri ziyaret etti­
ler ve bu ziyaretler sırasında görevliler tarafından büyük ilgi ve alaka ile
karşılandılar. Türk heyetine sadece Peşte'te yaşayan halk değil, aynı za­
manda ülkenin diğer illerinde yasanlar da Peşte'ye telgraf çekerek misafir­
lerine olan sevgilerini ilettiler. Bu arada. Şeyh Süleyman Efendi'ye Szeged'de olduğu gibi Peşte'de de büyük bir ilgi gösterildi. Süleyman Efen­
di'ye Macar halkı kadar, Macaristan'da yaşayan diğer milletler de sevgi
gösterisinde bulundular264.
d- Macar Halkı Osmanlı Padişahı İçin Taç Yaptı
Macar şehirlerinden Debrecen halkı, Osmanlı Devleti'nin kendile­
rine gösterdiği misafirperverlikten dolayı Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid'e bir taç yaptılar. Debrecen halkının yaptığı taç, bir sandık içerisine
konarak Peşte'de bulunan Osmanlı Şehbenderine gönderildi. Tacın üze­
rinde Osmanlı hilali bulunuyordu. Hilalin üzerine ise "Şevketlü Sultan
Abdülhamid Han Hazretlerine ve asâkir-i şeci 'a-i Osmaniyeye" ifadesi
yazıldı. Tacı Peşte şehbenderine talcdim eden Kont Emil, Osmanlı Devle­
ti'nin sadece 1849'da kendilerine gösterdiği misafirperverliğe değil, aynı
zamanda daha önceki tarihlerde Rakoczy Frence ve diğer Macar mülteci­
lerini korumasının bir teşekkürü olarak böylesi bir girişimde bulundukla­
rını ifade etti. Debrecen halkının bu kadirşinaslığı Osmanlı Sultam'm
hoşnut etti. Nitekim Sultan, Debrecen hallana teşekkürlerini bildiren bir
ferman gönderdi265.
e- Osmanlı Devleti Szeged Sel Felaketi Mağdurlarma Yardım Yaptı
İki ülke arasındaki dostluk ilişkileri en üst düzeye çıkmıştı. 1880 yılın­
da Macaristan'da suların taşması ülkede önemli zararlar meydana getirmişti.
Szeged'in halkı da sularından taşmasından etkilenmiş ve zarara uğramıştı. Hat­
ta, Szeged halkı, Peşte'de Konsolosluklara müracaat ederek, uğradıkları zara­
rın telafi edilmesi için yardım talebinde bulundular. Osmanlı Devleti'nin Peşte
Şehbenderi, durumu İstanbul'a yazarak Szeged halkına yardım yapılmasını is­
tedi. İstanbul'da yapılan değerlendirme Szeged şehrinin Peşte'den sonra Maca­
ristan'ın en önemli şehri olduğu ve bu yüzden meydana gelen su baskınlarına
kayıtsız kalınamayacağı yönünde oldu. Başlangıçta zarara uğrayan halk için
500 Florin gönderilmesi kararlaştırıldı. Fakat, daha sonra yapılan araştırmada
Szeged halkının sel felaketinde uğradıklan zararların tahmin edilenden daha
fazla olduğu anlaşıldı. Bu yüzden yapılacak yardımın miktarı da artınldı266.
f- Kanuni Sultan Süleyman'm Macaristan'dan İstanbul'a Getirttiği
Kitaplar 350 Yıl Sonra Macaristan'a Gönderildi
Osmanlı Devleti ile Macaristan arasında tesisi edilen dostluk ve iyi
ilişkiler bir çok sahada genişleyerek devam etti. Bu ihşkilerin bir sonucu ola­
rak II. Abdülhamid, daha önce Kanuni Sultan Süleyman'ın 1541'de Budin'i
fethi sırasında ganimet olarak alıp İstanbul'a getirdiği 34 adet ilmi ve tarihi
eseri Macaristan'a iade etmiştir. Kitaplar Macaristan'a gönderildikten sonra,
Osmanlı Devleti'nin Peşte şehbenderi vasıtasıyla Peşte Darülfünunu'na tes­
lim edildi. Macaristan'a gönderilen kitapların isimleri şunlardı:
1. Vitruvius et Candidus
2. Pauİe de Venire sur Aristote et Aegivius Romanus
3. Traité sur ie movement
4. Suetone, Vies des Empereures. Les miniatures
5.
6.
7.
8.
9.
Grammaire Latine
Piutarque, vie d'Aristide et de Latou en latin
Mitologie
Albertus magnus de mineralibus
Aelius Spartavus, Aemiluis Probus
10. Grammaire
11. Terence, Comédies
12. Simon Sanuensis Clavis
13. Testus Pompejus
14. Cicero
IS.Plinieus Secundus, Panégyriques
16. Traité de Chirurgie
IT.Caeser de bello galledus et hispánico
18.Collection des écuimaus des Empereurs Romains
19.Clementius itinéraire de St Pierre
20. Simon Samuensis, Synonymes
21. Speculum humanea , Solutions
22. Eheophraste, histoire de Plantes
23. Fertulliaius Cuotra Mauvais
24. Baeitus
25. Siluis Melius
26. Eusebius Préparation Evangélique
27. Bible,Manuscrit du 13 eme siècle tres ruinée par le teules 28.
Livre Religieux
29.
30.
32.
33.
34.
Quintus Curtius, Alexander Magnus
Dante, Comedia Liria,manuscrit contemporain de Dante
Eusebius, Chronique traduit par Seious
Historiographes
Livre de navigation en Haleius^^v.
lILBÖLÜM
OSMANLI DEVLETÎ'NE SIĞINAN ÖNEMLİ
ŞAHSİYETLERİN HAYAT HİKAYELERİ
1- Lajos Kossuth (1802-1894)
19 Eylül 1802'de soylu bir ailenin oğlu olarak Monok'ta dünyaya gel­
di. Hukuk öğrenimi gördü ve bir süre avukatlık yaptı. Devlet hizmetine gir­
mek için yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine babasının yanında çalış­
maya başladı. 1832'de Pozsony'deki (bugünkü Bratislava) ulusal meclise
(Diet) seçilen Pal Vecsey'in bu göreve gitmemesi üzerine yerine Kossuth
gönderildi. Fakat Kossuth, mecliste temsil ettiği kişinin yerine söz alma hak­
kına sahip değildi. Yine de, bu meclisin coşkulu ortamı, Kossuth'un siyasal
ve toplumsal görüşlerinin biçimlenmesinde belirleyici bir rol oynadı. Kos­
suth, parlamentonun ilk gününden itibaren bölgesel ve ulusal oturumlara ka­
tıldı. Oturumlarda olup bitenleri dikkatle not etti.
Kossuth, dönemin liberal uygulamalarının Macaristan'da da yaşama
geçirilmesini ve her türlü adaletsizliğe son verilmesini istiyordu. Kossuth için
özgürlük her şeyden önce ulusal özgürlük anlamına geliyordu. Bu yüzden ön­
celik siyasal mücadeleye verilmeliydi.
Kossuth, tutanakları yayımlanmayan meclis oturumları üzerine mek­
tuplar yazarak sesini dujoırmaya çalıştı. Bu mektuplar, çoğaltılarak Macaris­
tan'ın her bir köşesine ulaştırıldı ve çok sayıda kişi tarafından ilgiyle okun­
du. Fakat 1836'da meclisin dağılması üzerine Kossuth, dokunulmazlık hak­
kını kaybetti ve yazılarında dile getirdiği görüşler yüzünden 5 Mayıs 1837'de
tutuklandı. Kossuth'un tutuklanması şaşkınlık uyandırdı ve hükümete karşı
bir dizi sert protestolar yapıldı. 18 ay tutukluluk döneminin ardından yıkıcı­
lık suçundan 4 yıl hapis cezasına çaptırıldı. Kossuth, hapisteyken vaktini sa­
dece savunmasına harcamakla geçirmedi. Hapsedilir edilmez annesinden ki­
taplar istedi ve dış dünya ile bağlantısını kesmedi. Yabancı dil bilgisini geliş­
tirdi ve Almanca'dan kitaplar çevirmeye başladı.
1840'ta ilan edilen afla serbest bırakıldığında, halkın kahraman gö­
züyle baktığı bir kişi durumuna geldi. Kendisine Pesti Hirlap gazetesinin ya­
yın yönetmenliğini teklif eden Lajos Landerer'e "gazetenin redaksiyonu gö­
revini bana verdiğin takdirde Pesti Hiralp gazetesinin hiçbir zaman çıkma­
yacağından endişe duymuyor musunl diye sordu. Fakat Landerer, Kossuth'u
teskin etti. Gazetede yayımlanan etkileyici makaleleri kendisine çok sayıda
yandaş kazandırdı. Kossuth pek çok yazısında reform fikirlerini halk arasın­
da yayarak, var olan feodal durumun devam etmeyeceğini vurguluyordu. Ga­
zetenin baskısı başlangıçta 60 iken sonra 5000'e kadar 3âikseldi. O dönemde
Habsburg monarşisinde çıkan tirajı en yüksek gazeteydi. Fakat onun yazıla­
rının kitlelere ulaşması bazı çevrelerde tedirginlik yarattı. Kossuth'un yazıla­
rı sansürcüleri de uğraştırıyordu. Onun yazılarının sansür edilebilir gibi ol­
madığı, zira ya hepsini silmek ya da hepsine izin vermek gerektiği Viyana'ya
rapor edildi. Onun yazılarına daha fazla tahammül edilemeyince 1844'te ga­
zetenin sahibi tarafından görevinden uzaklaştırıldı.
1847'de Peşt eyaleti tarafından toplanacak mecliste eyaleti temsil et­
mekle görevlendirildi. Meclisin toplanmasından sonra ulusal muhalefetin ön­
derliğini üstlendi. Şubat 1848'de Paris'ten ihtilal haberleri geldiğinde, bu or­
tamın yarattığı koşullardan faydalanarak harekete geçen Kossuth 3 Mart
1848'de mecliste son derece etkileyici bir konuşma yaptı. Ardından reform
yanlılarının programını temel alarak İmparatora sunmak üzere hazırladığı
bildiriyi meclise onaylattı ve devrimin yarattığı kargaşa ortamından da fay­
dalanarak Viyana hükümetine bu bildiriyi kabul ettirdi.
Bildirinin onaylanmasından sonra Başbakan Kont Batthyany tarafın­
dan maliye bakanlığına getirildi. Kossuth, Macar birliklerinin İtalya'ya gön­
derilmesini Viyana'nm kabul etmeyeceği siyasi koşullara bağlaması. Viyana
ile siyasi ilişkileri kopma noktasına getirdi. Aynı zamanda Sırp ve Hırvat teh­
didine karşı ulusal bir ordu kurulması çağrısında bulundu. Hırvat birlikleri­
nin Eylül 1848'de Macaristan'ı işgal etmeleri onun bu düşüncesinin yersiz
olmadığını ortaya koydu. İşgalden sonra Batthyany görevinden çekildi ve
Kossuth geçici hükümetin başına getirildi. Macar birlikleri kısa sürede işgal
ordularını ülkeden çıkarmayı başardı. Avusturya İmparatoru I.Ferdinand'm
aralık ayında yeğeni Franz Joseph lehine tahtan çekilmesi ardından yapılan
Kossuth 'un Cenaze Töreni
anayasal değişikliklerle, 1848 İhtilali sırasında Macaristan'ın elde ettiği hak­
lara son verildi. Kossuth hükümetinin buna yanıtı ise 14 Nisan 1849'da Ma­
caristan'ın bağımsızlığını ilan etmek oldu.
Macarlar, başlangıçta Avusturya'ya karşı başarılı bir şekilde savaşmışlarsa da, Rus ordularının Avusturya'nın yardım çağrısını kabul ederek
Macar topraklarına girmesi ile savaşın seyri değişmeye başlamıştır.
Son yıllılarını yalnızlık ve hastalıklar içinde geçiren Kossuth, 1894'te
öldü. Macaristan'a getirilen cenazesi ulusal bir matem ortamında gömüldü.
Cenaze törenine Macaristan resmi yöneticilerinden pek azı katıldı. Fakat on
binlerin katılması milletin Kossuth'a verdiği değeri gösteriyordu. Çünkü Ma­
caristan'ın doğuşu için onun kadar mücadele eden pek az çağdaşı olmuş da­
ha fazlasını yapan hiç kimse belki de çıkmamıştı.
Kossuth'un sürgündeki anıları 13 ciltlik Irataim az emigraciobol
(1850-95) adlı eserde, makalelerini ve konuşmalarını ise Összes Munkai (1948-61) makaleler ve söylevler başlığıyla yayımlanmıştır. Kütahya'da
bulunduğu yıllarda hazırladığı Türkçe dilbilgisi kitabı ise Lajos Kossuth 'un
Türkçe Grameri (1968) S. Kakuk tarafından basılmıştır.
2- Jozef Bem (Murad Paşa) (1794-1850)
Macar Özgürlük Savaşı kahramanlarından Jozef Bem, Polonyalı asil
bir ailenin çocuğu olarak 14 Mart 1794'te Tamov'da dünyaya geldi. Varşo­
va Askeri Akademisi'nde eğitimini tamamladı. 1813'te Varşova'daki topçu­
luk okulunda hocalık yaptı. Daha sonra askerlik görevinden ayrılarak teknik
ve tabii ilimler üzerinde çalışmalarda bulundu. Ardından topçu olarak Polon­
yalıların Rusya'ya karşı giriştikleri 1830-31 ayaklanmasına iştirak etti. Bu
savaşlarda büyük başarı göstermesine rağmen, Varşova kuşatmasında, Gene­
ral Paskeviç idaresindeki Rus ordusuna yenilmekten kurtulamadı. Ayaklan­
manın Ruslar tarafından bastınİmasmm ardından Batı Avrupa'ya göç etti.
1832'den sonra Paris'e yerleşen Bem, bu tarihten sonra Polonyah mültecile­
rin teşkilatlanması üzerine çalıştı. Burada bazı bilimsel yayınlar yaptı. Bu
arada İspanya, Portekiz, Belçika ve Hollanda'yı dolaştı. Daha sonra Viyana'ya geldi ve Macarların Avusturya'ya karşı başlattıkları özgürlük savaşın­
da aktif rol aldı. Kasım 1848'de Lajos Kossuth tarafından Erdel ordusuna ko-
Murad Pasa Hasta Yatağında
Murad Paşa'nın 1929'da Halep'teki Mezarının Nakli
mutan tayin edildi. Bem, burada Avusturya ordusuna karşı sayısız başarılar
elde etti. Ancak, Avusturya'nın yardım teklifini kabul eden Rusya'nın
200.000 kişilik bir orduyu Macar ve Polonyalılar üzerine göndermesinden
sonra, komuta ettiği kuvvetler dağıldı. Son olarak Dembinski ile Avusturya­
lı General Haynau'ya karşı verdikleri mücadelede de başarılı olamadı ve
atından düşerek yaralandı. Macarların Rus ve Avusturya müttefik orduları
karşısında kesin yenilgiye uğramasından sonra Osmanlı Devleti'ne iltica et­
ti. Macar Özgürlük Savaşı'nm kahramanları arasında yer alan Bem, aynı za­
manda "Légion d'honneuf
sahibiydi.
General Bem, Vidin'de yaklaşık iki buçuk ay kadar kaldı. Bu süre
içerisinde din değiştirerek İslamiyet'e girdi ve Murad Paşa ismini aldı.
Onunla birlikte yaklaşık 200 Polonyalı mülteci dinlerinden döndüler. Bem
ve diğer din değiştiren mülteci şefleri Vidin'den Şumnu'ya nakledildiler.
Burada bir süre kaldıktan sonra, Rusya ile varılan anlaşma gereğince Ha­
lep'e gönderildiler.
İslamiyet'e geçtikten sonra Murad Paşa'nm tek amacı yeni vatanına
ve çok değer verdiği Sultan Abdülmecid'e yararlı olabilmekti. Rusya'ya kar­
şı büyük kin ve nefret duyuyordu. Kurmaya karar verdiği güherçiİe fabrika­
sının temellerini atarak planlarını da İstanbul'a gönderdi. Babıâli, devlet büt­
çesinden kendisine destek verileceğini temin etmiş ve ondan bu fabrikayı en
iyi şekilde kurmasını istemişti.
Murad Paşa, Halep'te meydana gelen isyanın bastırılmasında da bü­
yük bir başarı gösterdi. Fakat Türkiye'deki ömrü düşündüklerini hayata ge­
çirmeye yeterli olmadı ve 10 Aralık 1850'de Halep'te öldü.
Murad Paşa öldüğünde 56 yaşındaydı. Onun ölümü Avrupa'da geniş
yankı uyandırdı. Bazı gazetelerde onun Osmanlı Devleti tarafından zehirletiİdiği yolunda yazılar yayınlandı. Bu yazılardan biri de Belçilca'da çıkan 26
Ocak 1851 tarihli "L'Indépendance Belge" gazetesinin baş yazarı tarafından
kaleme alındı. Osmanlı Devleti'nin Brüksel Maslahatgüzarı Eugène de Kerckhove, adı geçen gazetede yayınlanan yazı üzerine, bir tekzip yazısı yayınlat­
ma gereği duydu. Bu yazı, baş yazarın söz konusu yazısından iki gün sonra
yani, 28 Ocak 1851'de yayınlandı. Maslahatgüzar Kerckhove, yayınlanan bu
tekzip yazısını Babıâli'ye gönderdi.
Öldüğünde Murad Paşa'nm Halep esnafma kabarık borcu vardı. Tere­
kesinin bir kısmı satılarak borçlan kapatılmaya çalışıldı. Ancak, terekesinden
elde edilen para borcunu kapatmağa yetmiyordu. Arta kalan borcun cüziyat ka­
bilinden olması hasebiyle Sadâret, bunun Halep Emvali'nden karşılanmasını
uygun gördü. İsmail Paşa (ICmety), bu tip şöhretli insanların ölümünden sonra
bırakmış oldukları eşyaya, Avrupalıların büyük değer verdiğini ileri sürerek,
Murad Paşa'nm eşyalarının müzayede usulüyle satılmasını önerdi.
Murad Paşa'nm naaşı ölümünden 79 yıl sonra 1929 yılında yapılan
bir devlet töreniyle Polonya'ya gönderildi.
3- Joseph Wysocki (1809-1873)
Polonya'dan 1831 yılında asteğmen rütbesiyle ayrıldı. Askeri eğitimi­
ni Metz okulunda pekiştirdi. Maddi durumunun kötü olması sebebiyle, eğiti­
mine ülkesine yararlı insanlar yetiştirmek için kurulmuş olan Polonya De­
mokrasi Birliği'nin verdiği parayla devam etti. 1848'de Macarlara yardım et­
mek amacıyla Peşte toplanan Polonyalılar, Wysocki'yi şefleri olarak kabul
ettiler. Daha sonra Macar Hükümeti, ona binbaşı rütbesi verdi. Arad'm kuşatılmasmdaki üstün başarısından dolayı yarbay, Szolnok Savaşı'nda albay ve
nihayet Komarom Savaşı'ndan sonra da generalliğe jâikseldi. Macar komu­
tanları Wysocki'nin buraya mevki ve rütbe için değil, Macaristan'ın bağım­
sızlığına destek vermek için geldiğini anlamakta gecikmediler. Daha sonra
ülkesinin gerçek dostu olan Osmanlı Devleti'ne sığındı ve Osmanlıya karşı
olan sevgi ve bağlılığını dile her fırsatta dile getirdi.
4- Kmety (İsmail Paşa) (1813-1865)
Macar Özgürlük Savaşı'nda, bilhassa Budin ve Temeşvar savaşların­
da kendini gösterdi. Macar Özgürlük Savaşı'nm başarısızlıkla neticelenmesi
üzerine Osmanlı Devleti'ne iltica etti. İltica ettikten kısa bir süre sonra din
değiştirerek İsmail Paşa ismini aldı. İsmail Paşa, mirliva rütbesiyle Osmanlı
Ordusu'na girdi, Kırım Savaşı'nda Anadolu Ordusu Erkân-ı Harbiye Riyâseti'ne tayin olunarak Kars'ı müdafaa etti. İstanbul'a döndüğünde Ferik rütbe­
siyle Meclis-i Tanzimat üyeliğine seçildi. Bir süre Girit Valiliği yaptıktan
sonra 1865'te öldü.
5- Kont Zamoyski (1803-1868)
Macar Özgürlük Savaşı'nm başarıya ulaşacağına inanmıyor, bu yüz­
den de başlangıçta bu savaşa iştirak etmek istemiyordu. Ancak, Adam Czartoryski'den Macaristan'a gitme emri alması üzerine bu İcararmdan vazgeçe­
rek savaşa katılmak üzere Szeged'e geldi. Burada Kossuth ve Dembinski ile
bir görüşme yaptı. Onlardan edindiği izlenim her şeyin bittiği ve ordunun ar­
tık savaşamayacak durumda olduğu yolundaydı. Dembinski'nin isteği üzeri­
ne onun yanında subay olarak savaşa katıldı. Savaşın kesin olarak kaybedil­
mesini müteakip, Kossuth ve öteki ihtilal liderleriyle birlikte Osmanlı Devle­
ti'ne iltica etti. Vidin'de bir süre kaldıktan sonra, bir kısmı vatandaşı olan di­
ğer mültecilerle birlikte Şumnu'ya nakledildi. Ancak, Şumnu'da bulunduğu
sırada İngiliz elçisi Canning ve Fransız elçisi Aupick, Rus otoritelerinin ken­
disini tanıdığını ve bu sebeple de sıkı bir şekilde takip edildiğini bildirerek,
Osmanlı Devleti'ni kendi isteği ile terk etmesini tavsiye ettiler. O da bu tav­
siyeye uyarak, Osmanlı Devleti'nin tahsis etmiş olduğu gemi ile Malta Adası'na gitti. Zamoyski, Osmanlı Devİeti'nde bulunduğu süre zarfında bütün
vaktini Macaristan'dan iltica eden Polonyalıların işleriyle uğraşmaya ayırdı.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1853'te başlayan Kırım Savaşı'nda Za­
moyski tekrar Osmanlı Devleti'ne geldi. Bu savaş Polonyalıların bağımsızlık
ümitlerini iyice artırmıştı. İstanbul'da bulunan Zamoyski, Sadrazam'm ona­
yı ile Ömer Paşa'nm emrindeki orduya katılmak üzere Şunmu'ya gitti. Bu
arada, Ruslara karşı Osmanlı'nın yanında savaşa katılmak isteyen Polonyalı­
ların sayısı giderek artıyordu. Ömer Paşa, Rusçuk'ta Polonyalılardan bir bir­
lik oluşturarak Şumnu'ya göndermişti. O ana kadar savaşa aktif olarak katıl­
mayan Polonyalılardan oluşan güçlerin kullanılması düşünüldü. Sadrazam,
General Zamoyski'ye Sadık Paşa ile birlikte ''Sultan'ın İkinci Kazak Alayı''
adı altında bir birlik kurmayı kabul edip etmeyeceğini sordu. Özellikle Po­
lonyalıların savaşa katılmasını isteyen Zamoyski, bu teklifi kabul etti. Böyle
bir birliğin organizasyonunu da Albay Skubicki'ye bıraktı. Bu arada Osman­
lı ordusunda, İngiliz subaylarının yönetiminde değişik organizasyonlar oluş­
turulmaya başlanmıştı. General Zamoyski, Polonyalılardan da benzer bir ya­
pı oluşturulması için Londra'ya çağrıldı. Zamoyski, "Sultandın Kazakları''
adı altında İngiliz birliklerine mensup komutanıyla içerisine Türk birİikİeri-
György Kmety - İsmail Paşa
nin de katılacağı bir Polonyalılar tümeni oluşturulmasını teklif etti. Bu tekli­
fin kabul görmesi üzerine "Sultan 'ın Kazakları Tümenf adıyla, özel bir Po­
lonyalılar birliği oluşturmak üzere resmi olarak harekete geçti. Bu birlik,
Türk ordusunun içinde yer alacak, fakat İngiliz komutanının emrinde olacak­
tı. Tümenin öncelikle iki piyade alayı, bir tabur keskin nişancı ve bir topçu
bataryasından oluşturulması düşünülmüştü. Zamoyski, bu birliğin paralı as­
kerlerden meydana gelmesini istiyordu. Yüzlerce yıllık düşmana yani Rusla­
ra karşı mücadelede dost ve müttefik olarak kabul edilmelerini büyük bir
memnuniyetle karşılıyordu. Londra'dan İstanbul'a geldikten sonra bunca ça­
ba harcadığı birliğin kurulması için harekete geçti. Fakat fazla zaman geçme­
den Kırım Savaşı'nı sona erdiren Paris Anlaşması imzalandı. "Kazak Tümenr de 3 Ağustos 1856'da dağıtıldı. Zamoyski, birliklerin dağılmasından son­
ra, bir yıl süreyle eski askerlerine yardım etmekle meşgul oldu ve onlardan
maddi ve manevi yardımı esirgemedi. Bu arada Reşid Paşa, Polonyalılara ka­
bul edilebilir şartlarda kendi mülkünden çiftlikler tahsis etti. Kazak tümenin­
de yer alan bir kısım Polonyalılar ise, değişik yerlere dağıldılar. Bazıları ya­
bancı alaylara yazılırken bazıları da Eflak ve Boğdan'a yerleştirildi. Ruslara
karşı büyük bir kin besleyenler, Çerkezlerle birlikte düşmanlarına karşı sa­
vaşmak üzere Albay Lapinski'nin yanında yer alırken, yüz kadarı yeni kurul­
muş olan Polonya Süvari alayına katıldılar. Nihayet tarımla uğraşmak iste­
yenler de Adampol'a (Polonezköy) yerleştirildiler. Zamoyski ise, İstanbul'da
bir müddet daha kaldıktan sonra Sultan Abdülmecid'den izin alarak Mayıs
1857'de Paris'e döndü (Gasztowtt, Aynı eser, s. 226-238).
6- Richard Guyon (Hurşid Paşa) (1803-1856)
Macar Özgürlük Savaşı'nm kahramanları arasında Guyon'un önemli
bir yeri vardır. Macar ordusu, Avusturya'ya karşı organize edildiği sırada, as­
keri bilgilerinden dolayı kısa zamanda yüzbaşılığa )aikseldi ve Macar ordu­
suna katıldı. Onun Macar ordusunda ilk hizmeti, Macarlar Viyana önündeyken 29 Ekim 1849'da Schwechat Savaşı'nda oldu. Bu savaşta gösterdiği üs­
tün başarılardan dolayı binbaşılığa getirildi. Gösterdiği büyük kahramanlık­
lar sayesinde Manswörth alındı. Ancak, Manswörth'ün ele geçirilmesi sıra­
sında bindiği at kurşunlandığından, birliğini yürüyerek yönetmek zorunda
kaldı. Guyon, Macaristan'a en büyük hizmeti, Branyiszka savaşında yaptı.
Aslında, Guyon'a Branyiszka'yı alma emri verildiğinde onun bunu başaraca­
ğına hiç kimse inanmıyordu. Hatta bu emri ona veren Görgei bile bu işin "ge­
reksiz kan dökülmesi ve kurşun harcaması" olacağını ifade etmişti. Fakat o,
kendisine verilen bu görevi, mükemmel bir şekilde sonuçlandırdı. Guyon'un
bu başarısı bütün Macaristan'da mucize olarak anlatıldı. Orduda herkes, on­
dan hayranlıkla bahsediyordu. Bu hizmetine karşılık, ona Macaristan'ın ikin­
ci derece askeri hizmet madalyası verildi. Buna benzer bir kahramanlığı da
22 Nisan 1849'da Komarom'un almışında göstermişti. Buradaki başarıların­
dan dolayı Macar Hükümeti tarafından generalliğe yükseltilmişti. Arad'm
Macarlar tarafından alınmasından sonra. General Guyon, Jellacic'in ordusuy­
la savaşmak üzere Perlass'a gitti. Fakat Dembinski'nin yardım istemesi üze­
rine 1 Ağustos 1849'da 10.000 askeriyle Szeged'e geldi. Bu tarihten sonra ta­
lih Avusturya ordusundan yana döndü. Temeşvar'da Macar ordusu dağıldı.
Guyon, dağılan Macar ordusunu toplamak üzere hemen Lugos'a gitti. Te­
meşvar yenilgisinden sonra birçok kimse Macar meselesinden vazgeçti. Gu­
yon, General Bem ile Erdel'e gitti. Fakat, burada başarı sağlayamadı ve Macarlarla birlikte Osmanlı Devleti'ne iltica etti.
Guyon, Vidin'de bir süre kaldıktan sonra İstanbul'a geldi. İstanbul'da
mülteciler için çalışmalar yapan Guyon, daha sonra Osmanlı ordusunda istih­
dam olunmak için istekte bulundu. Onun bu isteği Seraskerlikçe Sadâret'e
bildirildi ve neticede Guyon, 7.500 kuruş maaş ile Arabistan ordusunun mer­
kezi olan Şam'da istihdam edildi.
I. BÖLÜMÜN NOTLARI
1
Vahot Imrefı, Die Ungarischen Flüchtlinge in der Türkei, Leipzig 1851, s.7.
2
Tanzimat döneminin meşhur üç paşasmdan Fuad Paşa'dır.
3
BOA., DUİT., 75-1/13-2 Fuad Efendi'nin Sadâret'e gönderdiği 7 N 65/27 Temmuz 1849
tarihli tahrirat.
4
BOA., DUİT., 75-1/13-2.
5
BOA., DUİT., 75-1/13-2.
6
Bu hususta bir örnek olması bakımından Silistre Valisine yazılan emirname için BOA.
HR. MKT. 24-65 nolu belgeye bakılabilir.
7
BOA,, DUİT., 75-1/3-1 Sadâret'in Mâbeyn'e takdim ettiği 27 N 65/16 Ağustos 1849
tarihli arz tezkiresi.
8
BAO., BEO., A.MKT. 220-28.
9
Imrefı, Aynı eser, s. 10.
10
BOA., DUİT.,75-1/5-2 Fuad Efendi'nin Sadâret'e takdim ettiği 29 N 65/18 Ağustos
1849 tarihli tahrirat; Imrefı, Aynı eser, s. 14.
11
Imrefı, Aynı eser, s. 14.
12
Tumu-Severin, Macar kaynaklarında Szöreny olarak geçer. Osmanlı kaynaklarında ise
Sörin ya da Severin şeklinde geçmektedir. Rumen kaynaklarında ise Tumu-Severin
olarak geçmektedir. (F. Eckart, Macaristan Tarihi, çev. İbrahim Kafesoğlu, Ankara,
1949, S.278).
13
Imrefı, Aynı eser, s. 14.
14
Imrefı, Aynı eser, s. 13-14.
15
Imrefı, Aynı eser, s. 16.
16
Imrefı, Aynı eser, s. 17.
17
BOA., DUİT., 75-1/5-1 Sadâret'in Mâbeyn'e takdim ettiği 4 L 65/23 Ağustos 1849
tarihli arz tezkiresi.
18
BOA., BEO., A.MKT, 222-47 Ömer Paşa'nm Vidin Vahşi Ziya Paşa'ya gönderdiği 27
N 65/16 Ağustos 1849 tarihli tahrirat.
19
Imrefı, Aynı eser, s.21-24.
20
B O A . , B E O . , A . MKT. 220-18.
21
Imrefı, Aynı eser, s.38-39.
22
BAO., BEO., A.MKT,, 222-18.
23
Imrefı, Aynı eser, s.39.
24
Robert Hermann, Lajos Kossuth ve 1848-49 yıllarında Macar Özgürlük
Budapest 2003, s.82,
25
Imrefı, Aynı eser, s. 31.
26
Imrefı, Aynı eser, s. 31.
27
Imrefı, Aynı eser, s. 33.
28
Hermann, Aynı eser, s.83
Savaşı,
29
Philipp Kom, Kossuth und die Ungarn in der Türkei, Hamburg und New York 1851, s.51.
30
Hermann, Aynı eser, s.83.
31
Imrefî, Aynı eser, s. 33.
32
Hermann, Aynı eser, s.83.
33
Charles d'Eszlary, "L'émigration hongroise de Louis Kossuth en Turque entre 1849-1850",
Türk Tarih Kongresi, IV, (20-26 Ekim 1961) Ankara 1967, s.434; Imrefı, Aynı eser, s. 33.
34
Hermann, Aynı eser, s.83-84.
35
Kom, Aynı eser, s.55.
36
Istvan Hajnal, A Kossuth-emigracio
Törökorszagban, Budapest 1927, belge no:24,
S.483; Kom, Aynı eser, s. 102; Imrefı, Aynı eser, s. 88.
37
Kom, Aynı eser, s.55; Imrefı, Aynı eser, s.34.
38
Eszlary , aynı makale, s.436.
39
BOA., DUİT., 75-1/7-2 Fuad Efendi'nin Sadâret'e takdim ettiği Gurre L 65/20 Ağustos
1849 tarihH tahrirat.
40
Kom, Aynı eser, s.55-60.
41
Imrefı, Aynı eser, s.36.
42
Kom, Aynı eser, s.62.
43
Kom, Aynı eser, s.63.
44
Joseph Hutter, Von Orsova bis Kiutahia, Braunschweig 1851, s.25.
45
imrefî. Aynı eser, s.37.
46
Imrefı, Aynı eser, s.46.
47
Imrefı, Aynı eser, s.50.
48
Imrefı, Aynı eser, s.50.
49
Hajnal, Aynı eser, belge no: 10, s.455.
50
Hajnal, Aynı eser, belge no: 10, s.454-455.
51
Imrefı, Aynı eser, s.52.
52
Thadée Gasztowtt, La Pologne et L Islam, Paris 1907, s. 187.
Magyar Nagy Lexikon, III., Budapest 1994, s.579-580; Der Große Brockhause, II,
Leipzig 1929, s.515.
Başbakanlık Osmanh Arşivi (BOA), Dosya Usulü İradeler (DUİT), 75-1/13-2 Ziya
Paşa'nm Sadâret'e takdim ettiği 10 Şevval Sene 1265/29 Ağustos 1849 tarihli tahrirat.
55
BOA., DUİT, 75-1/13-2 Ziya Paşa'nm Sadâret'e takdim ettiği 10 L 65/ 29 Ağustos 1849
tarihli tahrirat; Imrefı, Aynı eser, s.62.
56
Thadée Gasztowtt, La Pologne et L İslam, Paris 1907, s.204.
57
Imrefı, Aynı eser, s.63.
58
Imrefi, Aynı eser, s.63-64.
59
(Imrefı, Aynı eser, s. 54-59).
60
BOA., DUİT., 75-1/11-3 Fuad Efendi'nin Sadâret'e takdim ettiği 7 L 65/ 26 Ağustos
1849 tarihh tahrirat.
61 BOA., DUİT., 75-1/11-3.
62 BOA., DUİT., 75-1/11-3.
63
BAO., DUİT, 75-1/11-7.
64
Hutter, Aynı eser, s.36; Imrefî, Aynı eser, s.53.
65
Hutter, Aynı eser, s.38.
66
BOA., İra. Har. 3051.
67 Hutter, Aynı eser, s.44-45.
68
69
Eszlary, Aynı makale, s.437.
Istvan Hajnal, Kossuth-Emigracio
Törökorszagban, Budapest 1927, belge no: 14, s.462,
Bem'in Kossuth'a 30 Ağustos 1849 tarihli mektubu; Eszlary, aynı makale, s.437.
70 Kom, Aynı eser, s. 88-89.
71 Hutter, Aynı eser, s.54.
72 Hutter, Aynı eser, s54-.55.
73
Imrefı, Aynı eser, s.99.
74
Imrefı, Aynı eser, s. 102.
75
Imrefı, Aynı eser, s. 102.
76 Kom, Aynı eser, s.91.
77 Hutter, Aynı eser, s.83-84.
78 Zamoyski, Belgrat'taki Sardunya Konsolosluğu'na özel ulak göndererek,Südsiavische
Zeitunğ'
79
un bazı sayılarını elde ediyordu (Imrefı, Aynı eser, s. 101).
Imrefı, Aynı eser, s. 101.
80 Kom, Aynı eser, s.65.
81 Kom, Aynı eser, s.90; Hutter, Aynı eser, s.57.
82 Imrefı, Aynı eser, s. 192.
83 Imrefı, Aynı eser, s.96.
84
Imrefı, Aynı eser, s.96-91.
85 Hutter, Aynı eser, s.38-39.
86 Taha Toros, Geçmişte Türkiye Polonya İlişkileri / Turco-Polish Relations in History,
İstanbul 1983, s. 20.
87 Hajnal, Aynı eser, s. 137.
88
Imrefı, Aynı eser, s. 191.
89 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 1983, s.219; Hutter, Aynı eser, s.64.
90
Hutter, Aynı eser, s.64-65.
91 BOA., BEO., A.MKT. 234-34.
92 BOA., BEO., A.MKT. 232-26 Ziya Paşa'nm Sadâret'e gönderdiği 12 Z 65/29 Ekim
1849 tarihü tahriratı.
93 BOA., DUİT., 75-1/30-1; Refik, Aynı eser, s.73 Sadrazamın Mâbeyn'e takdim ettiği 20
ZA 65/7 Ekim 1849 tarihli arz tezkiresi.
94 BOA., DUİT., 75-1/30-1; Refik, Aynı eser, s.74.
95
Eszlary, Aynı makale, s.442.
*
General Meszaros Macar olmasına rağmen, Polonyalılarla birlikte Şumnu'ya yolculuk yapmıştır.
96
BOA., DUİT., 75-1/47-2.
97
BOA., DUİT., 75-1/47-2; Kom, Aynı eser, s. 143; Hutter, Aynı eser, s.87.
98
Hutter, Aynı eser, s.87; Kom, Aynı eser, s. 144
99
Kom, Ayni eser, s. 144.
00 Kom, Aynı eser, s. 144.
01 Hutter, Aynı eser, s.89.
02 Hutter, Aynı eser, s.89.
03 BOA., DUİT., 75-1/47-2.
04 Eszlary, Aynı makale, s.442.
05 Hajnal, Aynı eser, belge no: 49, s.540.
06 Hutter, Aym eser, s. 104.
07 Kom, Aynı eser, s. 146.
08 Hajnal, Aynı eser, s.257.
09 Hajnal, Aynı eser, s.256.
10 Kom, Aynı eser, s. 148.
11 Hutter, Aynı eser, s.105; Kom, Aynı eser, s.148.
12 Hutter, Aynı eser, s. 106.
13 Hutter, Aynı eser, s. 112-113.
14 Hutter, Aynı eser, s. 113.
5 Hajnal, Aynı eser, s.257.
6 Hutter, Aynı eser, s. 113; Kom, Aynı eser, s. 146.
7 Hutter, Aynı eser, s. 113.
Hajnal, Aynı eser, belge no:51, s.542.
19 Imrefı, Aynı eser, s.218.
20 Hajnal, Aynı eser, belge no:50, s.541 G3Aula Andrassy'nin Kossuth'a gönderdiği 19
Kasım 1849 tarihli mektup.
21 BOA., DUİT., 75-1/46; Hajnal, Aynı eser, belge no:155, s.722; Refik, Aynı eser, s.123-124.
22 BOA., DUİT., 75-1/46; BEO. A. DVN.DVE 14-89; Hajnal, Aynı eser, belge no: 158,
S.776; Refik, Aynı eser, s. 131-132.
23 Hajnal, Aynı eser, belge no51, s.545.
24 Hajnal, Aynı eser, belge no:98, s.649.
25 Imrefi, Aynı eser, s.225.
26 Imrefi, Aynı eser, s.225; Kom, Aynı eser, s. 165.
27 Hajnal, Aynı eser, belge no: 167, 794.
28 Imrefi, Aynı eser, s.225; Kom, Aynı eser, s.166.
29 Imrefi, Aynı eser, s.31.
30 Kom, Aynı eser, s. 174.
31 Imrefı, Aynı eser, s.228-229.
32 Kom, Aynı eser, s. 174.
33 Imrefı, Aynı eser, s.229; Kom, Aynı eser, s. 174; Eszlary, Aynı makale, s.446.
^34 Eszlary, Aynı makale, s.446.
35 BOA., HR.MKT., 28-100.
36 BOA., HR.MKT., 29-60.
^37 Cende-i Havadis, nr.470, 23 RA 1266/6 Şubat 1850.
38 Hutter, Aynı eser, s.l44; Kom, Aynı eser, s.l78; Imrefı, Aynı eser, s.229; BOA., 75-2/1313, Ahmed Vefık Efendi'nin Sadâret'e takdim ettiği 23 RA 66/6 Şubat 1850 tarihli tahrirat.
39 Kom, Aynı eser, s. 178.
40 Kom, Aynı eser, s. 174.
141 Hutter, Ayi22 eser, s. 145.
42 Kom, Aynı eser, s.178; BOA., DUİT., 75-1/ 13-3 Ahmed Efendi 6 Şubat 1850 tarihinde
Sadâret'e sunduğu tahrîrât.
143 BOA., DUİT., 75-1/ 13-3.
44 Imrefı, Aynı eser, s.229.
45 Kom, Aynı eser, s. 181.
46 Imrefı, Aynı eser, s.230.
47 Kom, Aynı eser, s. 182.
148 BOA., DUİT., 75-1/ 13-3.
49 Hutter, Aynı eser, s. 146.
50 BOA., DUİT., 75-1/48-2 Kaptan Paşa'nm Sadâret'e takdim ettiği 27 Z 65/13 Kasım
1849 tarihli tezkire.
51 BOA., DUİT., 75-1/59-1; Ahmed Refik, Türkiye'de Mülteciler Meselesi, İstanbul 1926, s.l45.
52 Hutter, Kossuth'un beklenmesi sırasında bir idam mahkumunun, idam edileceği yere geç
gelmesinde oluşan uğultular gibi bir uğultunun oluştuğundan bahseder (Hutter, Aynı eser, s. 148).
53 Kom, Aynı eser, s. 187; Imrefı, Aynı eser, s.231; Hutter, Aynı eser, s. 148-149.
54 Hutter, Aynı eser, s. 150; Kom, Aynı eser, s. 188; Imrefı, Aynı eser, s.231.
55 Kom, Aynı eser, s.188.
56 BOA., DUİT., 75-2/39-2 Miralay Süleyman Refik Bey'in Sadâret'e takdim ettiği Gurre
C 66/14 Nisan 1850 tarihli tahrîrât; Imrefı, Aynı eser, s.268; İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
Kütahya Şehri, İstanbul 1932, s.277.
157 BOA., DUİT., 75-2/23-1 Sadâretin Mâbeyn'e takdim ettiği 2 CA 66/16 Mart 1850 tarihli
arz tezkiresi.
Zs. Kakuk, Lajos Kossuth'un Türkçe Grameri, ''XI Türk Dil Kurultayında
Bilimsel Bildirilen,
Ankara 1966, s. 161.
159 Hajnal, Aynı eser, belge no: 102, s.660.
160 Imrefı, Aynı eser, s.269.
161 Kom, Aynı eser, s.318.
Okunan
Imrefı, Aynı eser, s.269.
163 Kom, Ayui eser, S.318.
164 BO:, DUİT., 75-2/46-1 Sadâret'in Mâbeyn'e takdim ettiği 5 Ş 66/16 Haziran
1850
tarihli arz tezkiresi; Ahmed Refik, Aynı eser, s. 189.
165 imrefi. Aynı eser, s.269.
166 BOA., HR. MKT., 34-65 Bursa Müşiri, Gemlik Müdürü ve Süleyman Refik Bey'e 27 B
66/8 Haziran 1850 tarihinde gönderilen buymltular.
167 BO:, DUİT., 75-2/47-5.
168 BOA., DUİT., 75-2/49-2, Süleyman Refik'in Seraskerhğe takdim ettiği 11 Ş 66/22
Haziran 1850 tarihli arîza.
169 Ahmed Refik, Aynı eser, s. 192.
170 Imrefı, Aynı eser, s.270.
171 BOA., DUİT., 75-2/56 Süleyman Refik Bey'in 28 Temmuz 1849'da Seraskerliğe
gönderdiği yazı.
172 BOA., DUİT., 75-2/56; imrefi, Aynı eser, s.84.
173 BOA., DUİT., 75-2/56; Ahmed Refik, Aynı eser, s.l93.
174 BOA., DUİT., 75-2/56.
175 BOA., Babıâli Evrak Odası, (BEO), Sadâret Evrakı Mektubî Mühimme Kalemi Umum
Vilâyet (A. MKT.UM) 55-91. 1267.C.13.
176 BOA., DUİT., 75-2/59; Ahmed Refik, Aynı eser, s.l96.
177 imrefi, Aynı eser, s.270-271.
178 BOA., DUİT., 75-2/59; imrefi. Aynı eser, s. 171.
179 BAO., DUİT., 75-2/59, Seraskerliğin Süleyman Refik B e y ' e gönderdiği Gurre-i ZA 66/8
Eylül 1849 tarihli tahrirat.
180 BOA., DUİT., 75-2/59; Süleyman Refik Bey'in Sadâret'e takdim ettiği 9 Z A 66/16 Eylül
1849 tarihh tezkire.
181 BOA., DUİT., 75-2/59 .
182 imrefi, Aynı eser, s.271.
183 BOA., DUİT., 75-2/59; Ahmed Refik, Aynı eser, s.196; imrefi. Aynı eser, s.271.
184 BOA., DUİT., 75-2/59.
185 imrefi. Aynı eser, s.271.
186 Ahmed Refik, Aynı eser, s. 198.
187 BOA., A.MKT.UM. 55-91.
188 BOA., BEO. Sadâret Amedî (A.AMD), Dosya Nr.21, SıraNr.30, 1266.12.4.
189 BOA., BEO. A. AMD., 21-30; BOA., DUİT., 75-2/59.
190 BOA., DUİT., 75-2/59.
227 BOA., DUİT., 75-1/42-3; Mehmed Galib, " Leh ve Macar Mültecileri", Yeni
Tasvir-i
Efkâr, Nr.45; 25 C1327/13 Temmuz 1909, s.4; Mehmed Memduh, Aynı eser, s . l l 3 ;
Ahmed Refik, Aynı eser, s.85; Ahmed Refik, Aynı makale, s.375; Bapst, Aynı eser, s. 107.
228 BOA., DUİT., 75-1/42-3; Mehmed Galib, "Leh ve Macar Mültecileri", Yeni
Tasvir-i
Efkâr, Nr.45, 25 C1327/13 Temmuz 1909, s.4; Mehmed Memduh, Aynı eser, s. 113-114;
Ahmed Refik, Aynı eser, s.86; Ahmed Refik, Aynı makale, s.375.
229 BOA., DUİT., 75-1/42-3; Mehmed Galib, "Leh ve Macar Mültecileri" Yeni
Tasvir-i
Efkâr, Nr.45; 25 C1327/13 Temmuz 1909, s.4; Mehmed Memduh, Aynı eser, s . l l 3 114; Ahmed Refik, Aynı eser, s.86; Ahmed Refik, Aynı makale,
s376.
230 BOA., DUİT., 75-1/42-3, Mehmed Galib, "Leh ve Macar Mültecileri", Yeni
Tasvir-i
Efkâr, Nr.45, 26 C 1327/14 Temmuz 1909, s.5; Mehmed Memduh, Aynı eser, s . l l 5 ;
Ahmed Refik, Aynı eser, s.86-87; Ahmed Refik, Aynı makale, s.376.
231 BOA., DUİT., 75-1/42-3, Mehmed Galib, "Leh ve Macar Mültecileri", Yeni
Tasvir-i
Efkâr, Nr.45, 26 C 1327/14 Temmuz 1909, s.5; Mehmed Memduh, Aynı eser, s . l l 5 ;
Ahmed Refik, Aynı eser, s.87; Ahmed Refik, Aynı makale, s.377.
232 BOA., DUİT., 75-1/42-3, Mehmed Galib, "Leh ve Macar Mültecileri" , Yeni
Tasvir-i
Efkâr, Nr.45, 26 C 1327/14 Temmuz 1909, s.5; Mehmed Memduh, Aynı eser, s . l l 5 ;
Ahmed Refik, Aynı eser, s.87; Ahmed Refik, Aynı makale,
s311.
233 BOA., DUİT., 75-1/42-3; Mehmed Galib, "Leh ve Macar Mültecileri", Yeni
Tasvir-i
Efkâr, Nr.46, 27 C 1327/15 Temmuz 1909, s,4; Ahmed Refik, Aynı eser, s.88-89;
Ahmed Refik, Aynı makale, s.88; Mehmed Memduh, Aynı eser, s.l 17.
234 Imrefı, Aynı eser, s.201.
235 BOA., DUİT., 75-1/42-3; Mehmed Galib, "Leh ve Macar Mültecileri", Yeni
Tasvir-i
E&âr, Nr.45, 26 C 1327/14 Temmuz 1909, s.5; Ahmed Refik, Aynı eser, s.88; Ahmed
Refik, Aynı makale, s.379; Mehmed Memduh, Aynı eser, s. 117. Temperley, eserinde
İmparator'un Fuad Efendi'yi 7 Ekim'de kabul ettiğini yazar ki, bu tarih yanlıştır
(Temperley, Aynı eser, s.262).
236 BOA., DUİT., 75-1/42-3; Ahmed Refik, Aynı eser, s.92-93 Fuad Efendi, İmparator'un
huzurunda Fransızca olarak okuduğu nutkun bir suretini de Sadâret'e gönderdi ( BOA.,
DUİT., 75-1/42-3; Mehmed Galib, "Leh ve Macar Mültecileri", Yeni Tasvir-i Efkâr,
Nr.46, 27 C 1327/15 Temmuz 1909, s.4; Ahmed Refik, Aynı eser, s.89; Ahmed Refik,
Aynı makale, s.379; Mehmed Memduh, Aynı eser, s.l 18). Bu arada, İstanbul'da Çar'm
kardeşinin ölüm haberinin duyulması üzerine bir ''ta'ziyet-nâme-i
hümâyûn''
gönderilmesine karar verildi. Bu tür ölüm hadiselerinde, durumun karşı taraftan
bildirildikten sonra bir ta'zîyet-nâme-i hümâyûn yazılması usuldü. Ancak, politik
endişelerle bu usulün dışına çıkıldığı görülmektedir. Zira Sadâret, Rus Hükümeti ölüm
haberini vermeden Sultan'm bu müessif olaydan duyduğu üzüntüyü içeren bir mektubun
İmparator'a gönderilmesinde bir beis olmadığına karar vermişti (BOA., İra. Har. Nr.
2800 Sâdaret'in Mâbeyn'e takdim ettiği 12 ZA 65/ 29 Eylül 1849 tarihli arz tezkiresi).
Sultan'm bu müessif olaydan duyduğu üzüntüyü ifade eden mektup Fuad Efendi
tarafından Çar'a takdim edildi
(BOA., İra. Har. Nr. 2865 Fuad Efendi'nin Sadâret'e
gönderdiği 19 Z 65/5 Kasım 1849 tarihli tahrîrat).
İmparator sohbette "askerinizi epeyce tanzim ve kıyafetinizi
tebdil ettiniz. Şimdi de
Fransız ve sair ecnebi lisanlarını öğrenmeye çalıştığınızı haber alıyorum. Bu sizin için
lüzumsuz bir şeydir. Siz kendi lisanınızı öğreniniz, kafidir'' demesi üzerine Fuad Efendi,
"Elsine-i ecnebiyye tahsil etmek bizim için nasıl lüzumsuz addolunur ki, bu gün zat-ı
haşmet-penâhmızla
o sayede teşerrüf ediyorum" cevabını vermiştir (Mahmut Kemal,
Aynı eser, s. 152).
238 BOA., DUİT., 75-1/42-3; Mehmed Galib, Yeni Tasvir-i Efkâr, Nr.46, 27 C 1327/15
Temmuz 1909, s.4; Ahmed Refik, Aynı eser, s.89-90; Ahmed Refik, Aynı makale, s.379;
Mehmed Memduh, Aynı eser, s. 118-119.
239 BOA., DUİT., 75-1/42-3; Mehmed Galib, "Leh ve Macar Mültecileri", Yeni Tasvir-i
Eücâr, Nr.46, 27 C 1327/15 Temmuz 1909, s.4; Ahmed Refik, Aynı eser, s.89-90;
Ahmed Refik, Aynı makale, s.379; Mehmed Memduh, Aynı eser, s.l 19.
240 Bapst, Aynı eser, s.l 12.
241 Imrefı, Aynı eser, s.209.
BOA., DUİT., 75-1/59-5; Ahmed Refik, Aynı eser, s. 147; Ahmed Refik, Aynı
s.25; Hajnal, Aynı eser, belge no: 164, s.787.
243 BOA., DUİT., 75-2/26-1.
makale,
244 Cevdet Paşa, Tezakir, yay. Prof Cavid Baysun, Ankara 1986, s.29.
245 ]y[ Tayyib Gökbilgin, "XIX. Asır Sonlarında Türk-Macar Münasebetleri ve Yakınlığı",
Nemeth Armağanı, Ankara 1962, s. 172.
246 Imrefı, Aynı eser, s. 185.
247 Bapst, Aynı eser, s.95.
248 Imrefı, Ayiii eser, s. 185.
249 Ahmed Refik, Aynı eser, s.82; Ahmed Refik, Aynı makale, s.373.
250 Imrefı, Aynı eser, s. 184.
251 Bapst, Aynı eser, s.97-97.
252 Ahmed Refik, Aynı makale, s.372.
253 BOA., DUİT., 75-1/43-3 Fransa Elçisi Kalimaki Bey'in Hâriciye Nezâreti'ne takdim
ettiği 14 Ekim 1849 tarihli arîza.
254 Hajnal, Aynı eser, belge no: 187, s.822-823 Hübner'in hükümetine sunduğu 3 Ekim 1849
tarihli raporu.
255 Imrefı, Aynı eser, s.251.
256 Imrefı, Aynı eser, s.252-253.
257 Imrefı, Aynı eser, s.254.
258 Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, İstanbul 1985, s. 123.
259 Imrefı, Aynı eser, s.256.
260 Imrefı, Aynı eser, s.257.
261 Ezgü, Fuat, Osmanlı İmparatorluğu-Amerika
Kültürel Münasebetlerin
Birleşik Devletleri, İktisadi, Siyasi ve
Kuruluşu ve Gelişmesi (1795-1908), [İÜ Edebiyat Fak.
Yayınlanmamış Doktora Tezi], İstanbul 1949, s.96-97.
262 BOA., İra. Har. Dosya no: 273, belge no: 16579.
263 BOA., İra. Har. Dosya no: 273, belge no: 16579.
264 BOA., İra. Har. Dosya no: 273, belge no: 16579.
265 BOA., İra. Har., Dosya no: 275, belge no: 16775.
266 BOA., Y.A.Res. Dosya no:2. Sıra no: 50
267 BOA., ÜR. 5 ^ 5 . , Dosya No: 176, sıra no: 11, tarih: 1877.4.28.
vrapa'da 1848 ihtilallerinin meydana getirdiği havayla Avusturya ve
/ \
^
Rus işgaline başkaldıran Macar ve Polonyalılar başarılı olamaymca,
^ 1 8 4 9 Ağustos'unda Osmanlı topraklarına sığmdılar. Osmanlı Devle­
ti'ne iltica edenler arasında başta Macar Devlet Başkanı Lajos Kossuth olmak
üzere bakanlar, üst düzey askeri ve sivil yöneticiler vardı. Avrupa'dan kopup
Osmanlı'ya sığman bu insanları atalarımız Lajos Kossuth'un kendi deyimiy­
le "dostluk güvencesi veren bir yığın sözlerle" karşıladılar. Mültecilerin Os­
manlı Devleti'ne ilticasıyla yoğun bir diplomasi trafiği başladı. Osmanlı yö­
netimi, Avusturya ve Rusya'nın baskısına rağmen mültecileri iade etmedi.
Sultan Abdülmecid, "Tacımı veririm, tahtımı veririm fakat devletime sığı­
nanları asla geri vermem" demişti. Sultanın bu sözleri, mültecilerin sultana
büyük sevgi duymalarını sağladığı gibi, Avrupa'da da geniş yanla uyandırdı.
Osmanlıların davranışı, hürriyet ve insan haklarının bu denli savunucu rolü­
nü üstlenmesi İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde bÜ5âil<:
yankı uyandırdı.
Lajos Kossuth sığınmak üzere Osmanlı sınırına geldiği zaman Sultan Abdülmecid'e bir mektup göndermişti. Melctup'ta Kossuth, kendisi ve yanındakiler
için sığınma talebinde bulunuyor ve Osmanlı Hükümeti'nin bu sığınma tale­
bine nasıl baktığını suhandan öğrenmek istiyordu. Suhan da verdiği cevapta
mültecilerin kendisinin misafiri olduldarmı, saçlarının bir teline zarar gel­
mektense tebaasından 50 bin kişinin kurban edilmesini yeğleyeceği cevabını
vermişti. Avrupa basını, mülteciler meselesinden dolayı Osmanlı Devleti için
sempati, Avusturya ve Rusya için de antipati oluşturmak amacıyla etkili ya­
yınlar yaptı. Özellikle İngihere kamuoyunda Osmanlı Devleti lehinde büyük
bir sempati oluştu. Tarihçi ve devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa Osmanlı
Devleti'nin mültecilere gösterdiği misafirperverliğin Avrupa başlcentlerinde
uyandırdığı etki için şunları söyler: "Frenkler, Paris ve Londra sokaklarında
bir fesli görseler yaşasın Türkler diyerek gelip öperler ve iltifat ederlerdi".
İTO YAYINLARI (2006)
2006-1 Avrupa Birliği Rehberi
2006-2 AB Mesleki Eğitim Programı Leonardo da Vinci İçin Proje Hazırlama Teknikleri
2006-3 Elektronik Ticaret Rehberi
2006-4 İstanbul Ticaret Odası İş Rehberi 2005/2006
2006-5 Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Elektronik Tedarik Sistemleri ve Avantajları
2006-6 Gelişmiş Ülkelerde İthalatın ve Dış Rekabetin Kontrolü
2006-7 İşletmelerin Tüketici Odaklı Marka Stratejisi
2006-8 Fiyat İndeksleri
2006-9 Sınai Mülkiyet Hakları ve Ekonomik Değerleri
2006-11 Kırmızı Et Sanayi Sorunları ve Çözüm Önerileri
2006-12 Organik Tarım Analizi ve AB Pazarı Fırsatı
2006-14 Türkiye Lojistik Sektörü Altyapı Analizi
2006-15 2813 Sayılı Telsiz Kanunun'da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve
Uygulamaları
2006-16 Türk Yan Sanayi Borsası Üye Profili Araştırması
2006-17 Vergi Rehberi
2006-18 Yurtdışı Fuarlar Rehberi 2006
2006-19 Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsaları
2006-20 Ekonomik Göstergeler
2006-22 Motorlu Taşıtlar Dağıtım ve Servis Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti
2006-23 Katı Atıkların Ekonomide Değerlendirilmesi
2006-24 Uluslararası Pazarlarda Türk Gıda Sektörünün Rekabet Gücü ve İhracatta Aranan
Kriterler/ Karşılaşılan Engeller
2006-25 Yeniden Yapılanmanın Eşiğinde Sosyal Güvenlik Reformu
2006-26 Unlu Mamul Üreten ve Satan İşyeri Mevzuatı ve Avrupa Birliği Uyumu Raporu
2006-27 Konut Amaçlı Arazi Yatırımlarında Fizibilite ve Pratik Bir Metot Önerisi
2006-28 Yemek Hizmet Alım İhalelerinde Yaşanan Sorunlar ve Çözüm Önerileri
2006-29 Kuş Gribi, Merdivenaltı Üretim ve Gıda Terörü Gölgesindeki Gıda Sektörü ve
Beklentileri
2006-30 5084 Sayılı Kanun ve Teşvik Uygulama Rehberi
2006-31 Türkiye'de Yazılım Endüstrisinin Yapısı ve Gelişimi
2006-32 Sağlıklı Beslenme, Sağlıklı Yaşam
2006-33 İskandinav Ülkeleri Otomotiv Yan Sanayi Pazar Araştırması
2006-34 Yayıncıların Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile İlgili Sorunları ve Çözüm Öneri­
leri
2006-35 Özel Öğretim Kurumlarının Problemleri ve Çözüm Yolları
2006-36 Türkiye'de Bakliyat Üretimindeki Sorunların Çözümü ve Dışa Bağımlılığı
Azaltacak
Politikaların Geliştirilmesi (Güncelleştirilmiş 2.bs.)
2006-37 Kağıt Sektörünün Sorunları ve 2006 Yılında Türkiye Ekonomisinin Beklenüleri
2006-38 Başarılı İhracatçılar 2005 (rehber + cd-rom)
2006-39 Bitki Sağlığı Önlemlerine Yönelik Ahşap Ambalaj Malzemelerinin İşaretlenmesi
2006-40 2005 Yılı İstanbul Küçük Sanayi Kapasite Araştırması
2006-41 İş Dünyamızın İhtiyaçları ve İşgücü Arzı Karşısında Mesleki Eğitimimiz-İş
Dünyasının Mesleki Eğitime Bakışı Araştırması
2006-42 Rakamlarla Türkiye Ekonomisi
2006-43 Turkey in Figures
2006-44 Otomotiv Sektör Raporu,2006
2006-45 İşsizlik Sorununun Çözümünde KOBİTerin Desteklenmesi
2006-46 İstanbul'un Ekonomik ve Sosyal Göstergeleri
2006-47 Social and Economic Indicators of istanbul
2006-48 Küresel Petrol Stratejilerinin Jeopolitik Açıdan Dünya ve Türkiye Üzerindeki
Etkileri
2006-49 Dünden Bugüne İstanbul'un Nüfus ve Demografik Yapısı
2006-50 Ekonomik Rapor
2006-52 Ticaret ve Sanayi Odasında Müteşekkil İstanbul İktisat Komisyonu Tarafından
Tanzim Edilen Rapor
Bilgi için www.ito.org.tr
Download