ZEHEBİ`NİN İBN KESİR`E ve İLMİ TEFSİR

advertisement
ZEHEBİ’NİN İBN KESİR’E ve İLMİ TEFSİR ÜZERİNDEN
REY TEFSİRİNE BAKIŞI
Et-tefsir ve’l-müfessirun adlı eserin yazarı olan Muhammed Hüseyin Zehebi(1977),
eserinin ilk cildinde rivayet tefsirleri arasında İbn Kesir’i de zikreder.1
İlk başta müellifi tanıtır. İlmi şahsiyetinden bahseder.(bu durumlar yukarıda geçtiği için
burada değinmeyeceğiz)Nihayetinde ise İbn Kesirin tefsirindeki izlediği metoduna değinir ve
şöyle der: İnb Kesir’in tefsiri rivayet tefsirleri arasında en meşhur olanıdır bu bakımdan
Taberi’den sonra başvurulan ikinci kitaptır. Müellif selef müfessirlerin rivayetlerine itina
gözeterek onları alır. Allah’ın kelamını hadislerle tefsir eder bunu yaparken de cerh ve ta ’dile
özen gösterir. Tefsirine önemli ve uzun bir mukaddime kalem almıştır ki burada üstadı olan
İbn Teymiye’nin usulü tefsirine de yer verir ve bu durum mukaddimede önemli bir yer teşkil
eder. İbn kesir’in tefsirini okuduğunda ayetleri zikretmedeki usulünü ve bu ayetleri tefsir
ederken kullandığı kolay ve veciz ibareleri görürsün. Genel olarak tefsirinde İbn Cerir’den,
ibn Ebi Hatem’den ve İbn Atiy’den nakillerde bulunur.2
Zehebi, bunlardan sonra İbn Kesir’in eserinden birkaç örnek vererek diğer rivayet
tefsirlerine geçer. Biz burada konumuzun başlığıyla alakalı olarak eserinde ele aldığı ilmi
tefsir bölümünü de zikretmek istiyoruz. Çünkü ilmi tefsir, kaynakların belirttiğine göre dirayet
tefsirinin ortaya çıkışıyla başlamıştır.3
İlmi tefsir faaliyetini Abbasiler devrindeki ilim ve tercüme faaliyetlerine kadar da
götürebiliriz. Bu faaliyetler neticesinde İslam âlimleri, bu yolla gelen çeşitli fikir, düşünce ve
bilgileri aynen alıp kabul ediyor ve onları dini akidelerle uzlaştırmaya çalışıyor doğal olarak
da Kur’an’ı düşünmeye, özellikle ilmi ıstılahları ve tabiat olaylarıyla ilgili ayetleri anlamaya
ve onların mahiyetlerini araştırmaya sevk ediyordu.4 Bundan dolayıdır ki, tercüme vasıtasıyla
İslam dünyasına girerek Müslümanlar arasında bir canlılık ve yeniliğe yol açan felsefe,
astronomi, matematik, tıp, fizik ve kimya gibi ilimler, Kur’an’daki kevni ayetlerin tefsirinde,
ilmi tefsir hareketinin başlamasında önemli bir faktör olmuştur.5Bütün bunlara rağmen ilmi
tefsir anlayışını, derli toplu hale getiren ve bu hareketi merkezi bir düşünce etrafında ele alan
Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, I, 179.
Zehebi, a.g.e, I, 211-212.
3
Kırca, Celal, Modern İlimler, s.52.
4
Kırca, a.g.e, s.60.
5
Kırca, a.g.e, s.62.
1
2
MUSTAFA GÖKSU
Muhammed el-Gazzali(v.505) olmuştur.6 Zehebi de ilmi tefsir başlıklı bölümünde ilk olarak
Gazzali’yi ele almıştır.
Burada Zehebi’yi tanıtarak eserinde ele aldığı ilmi tefsir bölümünü inceleyeceğiz:
Muhammed Hüseyin ZEHEBÎ(1915-1977), Kefrüşşeyh’e bağlı Metûbes’te doğdu.
Küçük yaşta babasını kaybettiğinden ağa beyinin yanında yetişti. Kur’an’ı ezberleyip temel
dinî bilgileri aldıktan sonra liseyi Desûk’taki el-Ma‘hedü’d-dînî’de okudu. Ardından Ezher’e
girdi; 1939’da Şeriat Fakültesi’ni bitirdi, 1946’da o dönemde doktora pâyesine tekabül eden
âlimiyye derecesi aldı. Ezher’deki öğrenimi sırasında Muhammed Mustafa el-Merâgi, Îsâ b.
Yûsuf Mennûn, Muhammed Zâhid Kevserî, Muhammed Habîbullah eş-Şinkitî ve Muhammed
Hadar Hüseyin gibi hocalardan faydalandı.
Önceleri evkafa bağlı mescitlerde imamlık yaptı. 1948-1951 yılları arasında bir grup
Ezherli hoca ile birlikte Suudi Arabistan’da Tâif ve Medine’de ders verdi. Mısır’a dönüşünde
bir süre Ezher’e bağlı el-Ma‘hedü’d-dînî’de öğretmenlik görevi aldı. 1955’te Ezher’in Şeriat
Fakültesi’ne hoca oldu. 1955-1956 ve 1961-1963 yıllarında Hukuk Fakültesi’nde ders vermek
üzere Irak’a gönderildi. Bağdat’ta bulunduğu yıllarda İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Mescidi’nde
hutbe okudu. 1963-1964’te Mısır’da Külliyyetü’l-benâti’l-İslâmiyye’nin kuruluşuna katkı
sağladı. 1968’de Küveyt Üniversitesi’ne gönderildi ve 1971’de Mısır’a döndü. 1973’te
Ezher’in İlâhiyat (Usûlüddîn) ve Şeriat fakültelerinde dekanlık, Mecmau’l-buhûsi’lİslâmiyye’de genel sekreterlik (1974), ayrıca Vakıflar ve Ezher İşleri bakanlığı (1975-1976)
görevlerinde bulundu. İlâhiyat Fakültesi’ndeki hocalık görevini ölümüne kadar sürdürdü.
3 Temmuz 1977’de evini basan silâhlı kişiler tarafından kaçırıldıktan sonra öldürüldü.
Bulunan naaşı, 7 Temmuz 1977’de Câmiu’l- Ezher’de kılınan cenaze namazının ardından
İmam
Şâfiî’nin
kabri
yakınlarındaki
aile
mezarlığına
defnedildi.
Kesin
biçimde
aydınlatılamayan bu olay, Zehebî’nin Evkaf Nezâreti’ndeki bazı yolsuzlukları önlemeye
çalışmasıyla ilişkilendirildiği gibi (Nizâr Abâza – M. Riyâz el-Mâlih, s. 231) cinayetin aşırı
görüşlere sahip bir örgüt tarafından işlendiği de ileri sürülmüştür. Hanefî mezhebine mensup
olan Zehebî, İslâmî ilimlerdeki birikimi ve hitabetiyle tanınmıştır.
6
Kırca, a.g.e, s.64.
MUSTAFA GÖKSU
2.1 Eserleri:
a)et-Tefsîr ve’l-müfessirûn. Müfessirlerin izlediği metotlarla ilgili ilk kapsamlı çalışma
olup (Kahire 1381/1961- 62, 1976, 1985, 1989, 1995, 2003; Beyrut 1976, 1987, ts.) aslı
müellifin İlâhiyat Fakültesi’nde 1946 yılında hazırladığı doktora tezine dayanmaktadır. Bu
çalışma aynı zamanda daha sonra bir kısmı Zehebî’ nin danışmanlığında hazırlanan
müfessirlerin metotlarına dair çok sayıda tezin öncüsü durumundadır. Muhammed Ebû Zeyd,
Muhtaşarü’t-Tefsîr ve’l-müfessirîn li’z-Zehebî adıyla bir eser yazmıştır (San‘a 1999).
Zehebî’nin tefsir tarihini mezhep bakış açısından suni ayırımlara tâbi tuttuğu, yapısal
bütünlüğe ve kronolojik sürekliliğe dikkat etmediği gibi gerekçelerle esere bazı eleştiriler
yöneltilmiştir (Cündioğlu, II/4 [1999], s. 69-71).
b)el-İtticâhâtü’l-münharife fî tefsîri’l-Kur’âni’l- Kerîm devâfi’uhâ ve def’uhâ. Kur’an
tefsirinde mezheplere ve şahsî kabullere dayalı sapmalara ve aşırı yorumlara dairdir (Kahire
1966, 1976, 1986).
c)Tefsîru İbn Arabî li’l-Kur’ân: hakikatüh ve hataruh (Medine, ts.). et-Tefsîr ve’lmüfessirûn’un, “Tefsîrü’s-sûfiyye” başlıklı beşinci bölümünün bazı ilâve ve çıkarmalarla
yeniden düzenlenmesiyle meydana gelmiştir. Ancak müellif burada, Abdürrezzâk elKâşânî’ye ait olup Muhyiddin İbnü’l-Ara- bî’ye nisbet edilen tefsire dair önceki eserinden
daha sert bir üslûp kullanmış ve Müslümanlar arasında fesada yol açacağı gerekçesiyle bu
eserin toplatılmasını istemiştir (Tefsîru İbn Arabî, s. 31).
d)el-İsrâiliyyât fi’t-tefsîr ve’l-hadis (Kahire 1971, 1986, 1990, 1995, 2008; Dımaşk
1985) (trc. Enbiya Yıldırım – Asiye Yıldırım, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyat, İstanbul 2003).
f)eş-Şerî’atü’l-İslâmiyye: Dirâse mukarene beyne mezâhibi Ehli’s-sünne ve’ş-şîa
(Kahire 1968, 1991). Müellifin Irak’ta Hukuk Fakültesi’nde verdiği fıkıh dersine ait notlara
dayanmakta olup ilk baskısı Irak’ta gerçekleştirilmiş (el-Ahvâlü’ş-şahsiyye: Dirâse mukarene
beyne mezâhibi Ehli’s-sünne ve mezhebi’l-Caferiyye), ardından tekrar basılmıştır (Kahire
2010)7.
2.2 İLMİ TEFSİR
Manası: Kur’an ibarelerindeki ilmi ıstılahlarla hükme varmak, çeşitli ilimlerden yola
çıkarak bunlardaki felsefi görüşlerle beraber içtihat etmektir.
7
Mehmet Suat Mertoğlu, “et-Tefsir ve’l-müfessirun”, DİA, İstanbul 2013, XLIV, s.188-189.
MUSTAFA GÖKSU
Tefsir türlerinden ilmi tefsirin genişliği hakkında ve bu konuda birçok şey söylenmiştir:
Kur’an, kendinde olan veya olmayan bütün ilimleri ihtiva eder. Kur’an, dini ilimlerin yanı sıra
itikadi ve ameli ilimler ile diğer türlerinde ihtilafa düşülen dünya ilimlerini ve türlerini de
içerir.
2.2.1 İmam Gazzali ve İlmi Tefsir
İmam gazali kendi zamanında Kur’an tefsirinde bu cihetten en çok yararlanan kimsedir.
Ve bunu İslam ilminin orta seviyelerde iken Kur’an ibarelerinden yola çıkarak belli kararlara
vararak yapması önemlidir.
Elimizde olan el-ihya’sında Kur’an’ı anlama ve tefsir etmede Kur’an tilavet adabı
konulu başlıklarından 4.sünde bazı âlimlerden naklettiği görüşe göre “Kur’an, 1807 ilim
ihtiva eder. Çünkü her kelime ilimdir, bu ise kendinde 4 zayıflık içerir: her kelimenin zahir ve
batın manası ile sınırlı ve mutlak olmak üzere manaları vardır.
İbn Mesut’tan şu sözü rivayet eder: “kim ki öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isterse
Kur’an’ı tedebbür etsin.” Devamında Gazali: bütün ilimler Allah’ın sıfatlarındandır. Kur’an
Allah’ın zatını, fiillerini ve sıfatlarını açıklar ki bu ilmin sonu yoktur ve bütün bunlara Kur’an
bir işarettir.8
Cevahiru’l-Kur’an adlı eserinde Gazali kısaca şöyle demektedir: Kur’an ilimleri iki
kısımdır: 1.dış, kabuk mahiyetinde olan ilimler ki bunlar; lügat ilmi, nahiv ilmi, kıraatler,
harflerin çıkış ilmi, zahir tefsir ilmi gibi.
2.Kur’an’ın özünü oluşturan ilimler ki bunlara öncekilerin kıssaları, kelam ilmi, fıkıh
ilmi, fıkıh usulü, ahiret günü, sırat-ı müstakim örnek verilebilir.
Kitabın beşinci bölümünde Kur’an ilimlerinin keyfiyetinden bahseden Gazali yukarıda
saydığı ilimlere tıp ve yıldız ilimlerini, âlemin oluşması, hayvanların oluşumu, sihir ilmi gibi
ilimlerden bahseder ve şu şekilde sonlandırır: bize gözüken kadarıyla biz ilimleri bilir vücuda
gelmedikten sonra idrak edemeyiz.
Bazı ilimleri beşer kuvvetiyle idrak edemez ve kuşatamaz. Bu ilimlere bazı melekler
ulaşabilir. Çünkü âdemoğlunun sınırları bellidir. Meleklerin ilmi de Allah’ın ilmi yanında
sınırlı ve eksiktir.
8
Gazzali, ihyau ulumi’d-din, III, 135.
MUSTAFA GÖKSU
Gazali devamında şöyle devam eder: bizim burada saydığımız ve sayamadığımız ilimler
Kur’an haricinde olan şeyler değildir. Bunların hepsi Allah’ın ilim denizinden kepçe ile
alınmış olandır. Bu deniz oluşumlar denizidir. Bu deniz sahili olmayan denizdir.
Allah’ın yaptığı gibi böyle bir denizi kim yapabilir? Örneğin şuara 80. ayette
ُ ْ‫ َوإِ َذا َم ِرض‬Hastalandığım
İbrahim(a.s) hikâyesinde geçen hastalık ve şifa kelimeleri (‫ت فَهُ َو يَ ْشفِين‬
zaman bana şifa veren O'dur.) Bu bir tek oluşumu tıp ilmini tam manası ile bilenden başkası
bilemez. Çünkü tıp, hastalığı ve onun sebeplerini bilme ile mana kazanır. Aynı zamanda şifa
ُ ‫فَإ ِ َذا َس َّو ْيتُهُ َونَفَ ْخ‬Onu
ve sebepleri de böyledir. Nitekim sad süresi 72. Ayette geçen: ‫ت فِي ِه ِمن رُّ و ِحي‬
tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman…)tesviye, nefah, ruh gibi kelimelerin ne
kastettiği tam olarak bilinemez. Çoğunluğun görüşüne göre bunlardan maksat yaratmadır.
Kur’an üzerinde tefekkür edildiği zaman onda önce ve sonrakilerin ilimlerinin cem edildiği
görülür.9
2.2.2 Celaleddin Suyuti ve İlmi Tefsir
Celalettin Suyuti ilmi tefsir cihetiyle Gazali’yi örnek alarak bu konuda netlik ve genişlik
getirdiği eserleri “el-itkan ve el-iklil fi istinbatı’l-tenzil”dir. Suyuti bu eserlerinde Kur’an’ın
bütün ilimleri kapsadığını ve bunu da ayet, hadis ve diğer delil olacak eserlerle
delillendirdiğini görürüz.
ْ ‫ َّما فَر‬Biz o kitapta hiçbir şeyi
Ayetlere örnek olarak En’am 38. Ayeti :‫َيء‬
ْ ‫ب ِمن ش‬
ِ ‫َّطنَا فِي ال ِكتَا‬
eksik bırakmadık.) ve Nahl süresi 89.ayeti: ‫َيء‬
َ ‫ َونَ َّز ْلنَا َعلَ ْي‬Ayrıca bu Kitab'ı da
ْ ‫َاب تِ ْبيَانا ً لِّ ُكلِّ ش‬
َ ‫ك ْال ِكت‬
sana, her şey için bir açıklama olarak indirdik.) verir.10
Hadislerden ise Tirmizi ve diğerlerinden rivayetle Rasulullah(s.a.v.)’ın şöyle
buyurduğunu delil getirir: bir fitne olacaktır. Dediler ki: onun çıkış yeri neresidir?
Efendimiz(s.a.v.):Allah’ın kitabıdır. Onda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri
ile aranızda hükmettikleri vardır.
Ebu hureyre’den gelen başka bir rivayette ise Rasulullah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Allah bir şeyi ihmal etseydi ihmal ettikleri zerre, hardal, sivrisinek olurdu.
Eserden zikrettiği örneklere ise ibn Mes’ud’tan rivayetle Said b. Mansur şöyle der: kim
ilmi isterse o Kur’an’da vardır ve onda öncekilerin ve sonrakilerin haberi vardır.
9
Gazzali, Cevahiru’l-Kur’an, s.32-34.
Suyuti, el-itkan, II, 135.
10
MUSTAFA GÖKSU
Yine ibn Hatem , ibn Mesut’tan rivayetle şöyle der: bütün ilimler Kur’an’la beraber
inmiştir ve Kur’an bize her şeyi açıklar, bunlardan başkasını bilmeyiz.11
2.2.3 Ebu’l Fazlı el-Mursi ve İlmi Tefsir
"Ebu’l Fazl tefsirinde şöyle der: Kur’an’ın cem edilmesi öncekiler ve sonrakilerin
ilmiyledir. Bu yüzden hiçbir ilim onu hakiki manada mütekellimi gibi kuşatamaz. Sonra bu
manada kuşatan Rasulullah(s.a.v)dır ki oda Allah’ın tekelinde olması haricinde böyledir.
Sonra sahabenin büyüklerinden 4 halife, ibn Mesut, ibn Abbas gibileri bu ilmi miras olarak
aldılar.
Sahabe ve tabiun kendilerine taşınan bilgiyi ve diğer fenleri çoğalttılar. Böylece ilimler
türlere ayrıldı. Bir kavim lügatlerin korunmasında, kelimelerin yazılmasında, harflerin çıkış
noktasını bilmekte, harflerin adedinde, kelimelerin adedinde, ayetlerin adedinde, surelerin,
hiziplerin, secde ayetlerinin sayısında itina gösterdiler, bunun dışında müteşabih kelimeler ile
manalarında çelişki bulunmayan buna meyilli ayetleri ele almakla kurra olarak
isimlendirildiler.
Filologlar ise fiil ve isimlerden mebni olup Arapçalaştırılmış olanlara, harfi cerler ve
diğerlerine itina göstermekle kelamı genişlettiler. Fiillerin durumları, lazım ve müteatti
oluşlarında, kelimelerin yazımı, ve bununla bağlantılı olarak hepsini bir araya getirmekle hatta
bunların bazısı Arapça da sorunlu olanlar ve bazısı da kelime kelime Arapçalaşmış olmakla
beraber özen gösterdiler.
Müfessirler Kur’an’ın lafzına itina gösterdiler. Bunun sonucunda bir manaya delalet
eden lafız buldular, iki manaya ve daha çok manaya delalet eden lafız buldular.
Usulcüler Kur’an’dan kesin deliller buldular ve asli ve nazari şahitlere itina gösterdiler.
َّ ‫ لَوْ َكانَ فِي ِه َما آلِهَةٌ إِ ََّّل‬Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar
Enbiya 22. Ayette geçen: ‫َّللاُ لَفَ َس َدتَا‬
bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti.)bu lafızla vahdaniyete
ulaştılar. Bu ilmede usulüddin dediler.
Usulcülerden bir grup hitaptaki manayı araştırdılar ve umum ve husus olmak üzere iki
görüşe vardılar. Hakikat ve mecazdan dilin hükümlerini çıkardılar. Zahir, batın, mücmel,
muhkem, müteşabih, emir, nehiy, nesh gibi diğer çeşitlerle bağlantılı olanları da çıkarttılar.
Usulcülerden bir grup doğru bir fikir ve bakış açısıyla helal ve haram ile diğer
hükümlere hükmetti. Usul ve füru belirlendi. Uzun uzadıya bu konuların ele alındığı bölümde
füru fıkıh olarak isimlendirildi.
11
Suyuti, el-iklil, s.2.
MUSTAFA GÖKSU
Bir başka grupta geçmiş asırlardaki kıssaları aydınlattı. Geçmiş milleri ve onlardan
gelen haberleri, onların eserlerini ve dünya başlangıcını, ilk eşyayı yazarak kaydettiler ki bu
da tarih olarak isimlendirildi.
Diğer taraftan Kur’an’dan vad, vaid, tahzir, tebşir, ölüm, mead, neşr, haşr, hesap,
cennet, cehennem gibi mevzulardan kısımlar ve kısıtlamaya dair usulden bahsedenlere de
hatip ve vaiz denildi.
Bir kısmı da ondan tabir ilmini çıkararak Yusuf ve inek kıssası, yıldız sahibinin rüyası
gibi rüyalar ele alınarak rüya tabiri ismi verildi.
Bir kısım miras ayetleri ile ilgilenerek feraiz ilmi ortaya kondu.
Bir kısım parlayan(yıldızlar) şeylerin hükmü üzerine delalet eden ayetlerden vakit ilmini
elde ettiler ki bunlar gece, gündüz, güneş, ay, bunların yeri, burçları ihtiva eder.
Kâtipler ve şairler lafzın gelişine, nazmın eşsizliğine bakarak meani, beyan ve bedi’
ilimlerine ulaştılar. İşaret erbabı da hakikat erbabı ile lafızların inceliğine bakarak şu gibi
ıstılahlara vardılar: fena, beka, havf, kabz, bast. Bunun yanında tıp, cedel, hendese, cebir ilmi
gibi diğer ilimleri de içerdiği muhakkaktır.
Tıp ilmine gelince: tıp ilminden beklenen sıhhati koruma, kuvveti sağlamlaştırmadır. Bu
Furkan süresi 67’de dile getirilmiştir:ً ‫ك قَ َواما‬
َ ِ‫ َو َكانَ بَ ْينَ َذل‬ikisi arasında orta bir yol tutarlar.)
Şifanın ortaya çıkması hastalığın bedeni sarmasından sonradır. Bu durum Nahl 69’da
ٌ ِ‫ َش َرابٌ ُّم ْختَل‬Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal)
şöyle belirtilir:‫اس‬
ِ َّ‫ف أَ ْل َوانُهُ فِي ِه ِشفَاء لِلن‬
çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır.)
Astronomi ilmine gelince: bu ilim yerlerin ve göklerin hükümranlığını bildiren ayet ve
sureleri içerir. Âlemde de ulvi ve süfli olmak üzere yaratılmışlardan iki kısım vardır.
Hendese ilmine gelince: Mürselat; 30,31. Ayetlerde hendese kaidesi olup üçgene işaret
vardır:‫ب‬
ِ َ‫} ََّل ظَلِيل َو ََّل يُ ْغنِي ِمنَ اللَّه‬03{ ‫انطَلِقُوا إِلَى ِظلٍّ ِذي ثَ ََلثِ ُش َعب‬Üç kola ayrılmış, bir gölgeye gidin.
Ki ne gölgelendiren ne de alevden koruyandır.)
Cedel ilmine gelince: İbrahim(a.s) ve Nemrut münazarası buna örnektir.
Kur’an’da bu ilimlerin yanında üretim(sanayi) usulü ile aletlerin isimleri de vardır.
Örneğin terzilik Taha 12’de şu şekilde geçer:‫صفَانِ َوطَ ِفقَا‬
ِ ‫ يَ ْخ‬Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye
çalıştılar.)
Demircilik Kehf süresi 96’da: ‫"آتُونِي ُزبَ َر ْال َح ِديد‬Bana, demir kütleleri getirin.") bu şekilde
geçmektedir.
MUSTAFA GÖKSU
Marangozluk ise Hud suresi 37’de: ‫ك بِأ َ ْعيُنِنَا‬
َ ‫ َواصْ ن َِع ْالفُ ْل‬Gözlerimizin önünde ve vahyimiz
(emrimiz) uyarınca gemiyi yap.)bu şekilde belirtilmiştir.
Bütün bunların hepsi kâinatta olmuş ve şuanda olmaya devam eden şeyler olup bunları
ْ ‫ َّما فَر‬Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik
bize Enam 38. Ayet özetlemektedir: ‫َيء‬
ْ ‫ب ِمن ش‬
ِ ‫َّطنَا فِي ال ِكتَا‬
bırakmadık.)
Bu türden yaklaşımları İbn Arabi’nin “kanunu’t-te’vil”inde bulmak mümkündür.
Kur’an ilimlerini 900, 7 bin ve 700 bin olarak ele alan ibn Arabi, Kur’an kelimelerinin
normalin 4 katı olduğuna çünkü her kelimenin zahir ve batın, sınırlı ve mutlak manaları olmak
üzere ayrıldığını, mutlak manalarda da terkibe dikkat edilmediğini bu yüzden kesin sayı ile
bilinemeyeceğini, bunların sayısının Allah katında olduğunu belirtir.
Burada suyuti’den alıntı yapar: Allah’ın kitabı her şeyi ihtiva eder. İlimlerin çeşitlerine
gelince onları mesele mesele, bab bab ayırmaz. Aslolan Kur’an’ın onlara delaletidir. Ve
Kur’an’da çeşitli yaratılmışlar, yerlerin ve göklerin hükümranlığı gibi nice şerhe muhtaç
ayetler vardır. Bu durum Kur’an’ın tefsirinde Müslümanlar için ilmi kültür eserlerinin nasıl
ortaya çıktığını açıklar. Ve kadim ulemanın bunları nasıl anladığı, bütün ilimlerin kaynağının
Kur’an olduğunu, kıyamete kadar bu durumun devam edeceğini gösterir.12
Şayet bizde Kur’an tefsir araştırma silsilesine tabi olursak ilmi tefsir eğilimini
bulacağız. Bu durum Abbasilerden günümüze kadar gelen bir gelenektir. Biz buna
baktığımızda ilk işin bir çabadan, denemeden ibaret olduğunu görürüz. Bu çabadan maksat ise
Tevfik, Kur’an arasında mutabakata varmadır. Bununla ilimler arasında bağ kurma eğilimidir.
Sonra Gazali lisanı üzerinde merkezi fikir olarak bunu görürüz. Bunu Suyuti, Mursi, ibn
Arabi’de de görmek mümkün. Bunu ameli tabakada da işlemişlerdir. Bu durum ise Fahrettin
Razi’nin tefsirinde fazlasıyla vardır.
Kur’an ilimlerinden çıkarımda bulunan müstakil kitaplar bulunur. Bunlarda çeşitli
ilimlere özel ayetler getirilir. Bu fikir sonraki asırlarda ilim ehli arasında oldukça yaygınlık
kazanmış bir durumdur.
2.3 İLMİ TEFSİRİN REDDİ
İlmi tefsir fikri bazı kadim ve müteahhir âlimler nezdinde rağbet gördüğü gibi aynı
şekilde kabul etmeyenler de olmuştur.
Şatıbi’nin ilmi tefsiri reddi:
12
Suyuti, el-iklil, s.2-5, el-itkan, III, 162-168.
MUSTAFA GÖKSU
H.79’da vefat eden Endülüslü Ebu İshak İbrahim b. Musa eş-Şatıbi usulde fakih olan
kadim ulemadandır. El-muvafakat adlı eserinde Şari’in maksadına özellikle değinir. Bu
maksatları ayırarak şerh ve beyanda bulunur. İkinci önemli hususta şudur: Şari’in kastını
açıklamak ve anlaşılması için şeriat şarttır. Üçüncü olarak bu mübarek şeriat ümmidir çünkü
onun ehli de böyledir. Devamını şöyle getirir; Muhakkak ki Arap, insanların zikrettiği ilimlere
itina gösterirdi ve onların akılları güzel ahlak ve güzel huylara çalışırdı. Şeriat böyle olanları
doğruladı ve buna ilavelerde bulundu. Bunları iptal eden şeyler ise batıldır. Şeriat faydalı olan
ile olmayanı bu şekilde açıklamış sahih ilimleri beraberinde zikretmiştir. Örneğin Arapların
özen gösterdiği yıldız ilmine değindi ki o yıldız kara ve denizde onlara yol gösterirdi.
Zamanda ihtilaf yıldız seyri ile alakalı olup onun yörüngesindeki değişimden kaynaklıdır.
ْ ‫ت ْالبَ ِّر َو ْالبَحْ ِر َوهُ َو الَّ ِذي َج َع َل لَ ُك ُم النُّجُو َم لِتَ ْهتَد‬
Bunu En’am 97. Ayetle açıklar:‫ُوا‬
ِ ‫بِهَا فِي ظُلُ َما‬O, kara ve
denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır.)ve Nahl
suresi 16. Ayeti delil getirir: َ‫وعََل َمات َوبِالنَّجْ ِم هُ ْم يَ ْهتَ ُدون‬Daha
nice alâmetler (yarattı). Onlar,
َ
yıldızlarla da yollarını doğrulturlar.)13
Bunun akabinde çeşitli ilimleri zikretti: yağmurun inme vakitleri ve bulutların oluşması
konusunda Ra’d 12. Ayeti:ً‫ق خَ وْ فاً َوطَ َمعا‬
َ ْ‫اب الثِّقَا َل هُ َو الَّ ِذي ي ُِري ُك ُم ْالبَر‬
َ ‫ َويُ ْن ِش ُئ الس ََّح‬O, size korku ve ümit
içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir.)gösterdi.
Tarih ilmi ile geçmiş milletlerin haberlerini Hud 49. Ayeti baz alarak açıkladı: ‫تِ ْلك ِم ْن أَنبَاء‬
ْ
‫ك َما ُكنتَ تَ ْعلَ ُمهَا أَنتَ َوَّلَ قَوْ ُمكَ ِمن قَب ِْل هَـ َذا‬
İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb
َ ‫ب نُو ِحيهَا إِلَ ْي‬
ِ ‫(ال َغ ْي‬Resûlüm!)
haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin.)
Tıp ilmini ele alarak şöyle dedi: tıp, ümmilerin tecrübeleri üzerine bina ettikleri şeydir.
Belli kuralları yoktur. Ve şeriat bunun üzerine inmiştir. Bu ise hepsini barındıran ve birçok
ْ ُ‫وا و ُكل‬
ْ ُ‫ْرف‬
şeyin bu inen üzerine bina edilmesiyledir. Buna örnek A’raf 31. Ayet vardır: ‫وا‬
ِ ‫َوَّلَ تُس‬
ْ ‫ َوا ْش َرب‬yeyin, için, fakat israf etmeyin.)
‫ُوا‬
Belagat ilmi ile ilgili olarak kelamların üslubu ve fesahat yönü ile ilgili araştırmalara
dikkat çekerek bu konu ile ilgili acizliklerini şu ayetle dile getirdi: İsra 88’de َ‫َّلَ يَأْتُونَ بِ ِم ْثلِ ِه َولَوْ َكان‬
ْ ُ‫ت ا ِإلنسُ َو ْال ِج ُّن َعلَى أَن يَأْت‬
‫وا بِ ِم ْث ِل هَـ َذا ْالقُرْ آ ِن‬
ُ ‫بَ ْع‬De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir
ِ ‫ضهُ ْم لِبَعْض ظَ ِهيراً لَّئِ ِن اجْ تَ َم َع‬
benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun
benzerini ortaya getiremezler.)
13
Şatıbi, el-muvafakat, II, 69.
MUSTAFA GÖKSU
Şeriat batıl ilimleri iptal etti. Bu batıl olanlara örnek; kehanet, zecr, fal ve bunun gibi
gaybı bilme cihetinden olanlardır. Bu işlerin çoğu delilsiz olarak gayba dair tahminde
bulunarak yalan söyler. Hz. Peygamber gayb ilmini cihetiyle gerçek ve asil olarak gelmiştir ki
buda vahiy ve ilhamladır. Efendimiz(s.a.v.)den sonra nübüvvetin bir parçası olarak insanlara
salih rüya miras kalmıştır.
Şatıbi önceki ve sonraki bütün ilimlerin Kur’an’a izafe edilmesini kınamıştır. Bu
tutumun haddi aşma olarak değerlendirmiştir. Şatıbı’nin bunda güttüğü amaç Zehebi’ye
göreşeriatın anlaşılmasını sağlamaktı.
Şatıbı doğru olan yaklaşımın selefin Kur’an’a bakış açısı olduğunu belirtir ve şöyle der:
selefi salihin yani sahabe, tabiun ve tebei tabiin ki bunlar Kur’an’ı en iyi bilenler ve onun
ilimlerini en iyi kavrayanlar , Kur’an’ın koyduğunu, yerleştirdiğini en iyi bilenlerdir. Bize
gelen meselelerin aslına onlardan bize ulaşanla bakmakla mükellefiz. Eğer bu meselelerden
biri onların yanında mevcut değilse bu Kur’an’ın kastetmediği bir şeydir14.
Şatıbı bu söylediklerinden sonra ilmi tefsir erbabının delil olarak getirdiklerini sıralar:
Nahl 89. Ayet: ‫َيء‬
ْ ‫َاب تِ ْبيَاناً لِّ ُك ِّل ش‬
َ ‫ َونَ َّز ْلنَا َعلَ ْيكَ ْال ِكت‬bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama olarak
ْ ‫ َّما فَر‬Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.)
indirdik.) En’am 38.ayet: ‫َيء‬
ْ ‫ب ِمن ش‬
ِ ‫َّطنَا فِي ال ِكتَا‬
Şatıbı bu delilleri şu şekilde çürütmek ister: murad olunan levhi mahfuzdur. Bu ayetler
akli ve nakli ilimleri içermez.
Sure başlangıçları ile ilgili şunları söyler: Arapların zamanında olan şeyleri içerdiğini
insanlar söylerler. Bunlar develerin sayıları gibi olan şeyler ki bunları ehli kitapta bilmektedir.
Kaldı ki siyer ehli de bunu söylerler. Veya o müteşabihattan ise onun da tevilini Allah’tan
başkası bilemez. Onun tefsirine gelince de öncekilerin hiç biri bunu iddia ettikleri gibi bir
mana vermemiştir. İddia ettiklerinin delili de yoktur. Hz. Ali’den de bu yönde bir rivayet sadır
olmamıştır. Kur’an’a içermediği bir şeyi izafe etmek caiz değildir.
Bu durumu anlamak için bir kullanımla sınırlamak gerekir; Araplara has bir ilim olarak
izafe etmek gerekir. Bundan başkasını talep etmek anlamaya gölge çekmektir ve Allah ile
Resulü hakkında iftira etmektir.15
Bütün bunlardan sonra Zehebi, Şatıbi hakkında şu sonuca varır: onun önce ve sonraki
bazı âlimleri çok sevdiği ortaya çıkmaktadır. Onların yolundan gidiyor, o yolda açıklamalarda
14
15
Şatıbi, a.g.e, II, 71-76.
Şatıbi, a.g.e, II, 80.
MUSTAFA GÖKSU
bulunuyor, kendi nefsine hoş gelenleri seçerek delilleri sağlam olan ve kendince hayırlı olan
hükme varıyor.
2.3.1 Bu konuda Zehebi’nin kendi görüşleri:
Benim inancıma gelince gerçek olan şudur ki: Şatıbi ile beraber diğerlerinin de
savunduklarıdır. Çünkü delilleri kuvvetlidir. Bizim burada söyleyeceklerimiz itikadımızı
güçlendirecek niteliktedir.16
2.3.1.1 Dil bakımından
Lafızlar kullanıldıkları zamandan günümüze kadar bir mana üzerinde durmazlar. Aksine
lafızlar ve delilleri tedrici olarak ilerlerler. Bunun sonucunda da birçok lafız ve çeşitli delilleri
vardır. Biz tarihteki zuhurunu ve bu tedrici durumdan ilim ve fen erbabının modern ıstılahta
kullandığı manadan başkasını bilmiyoruz. Orada lügavi mana vardır, şeri mana vardır, örfi
mana vardır. Bütün bunları tek bir lafızda görmek mümkündür. Bunlardan bazısı Kur’an
nüzulü vaktindeki Arap örfünde olanlardır, bazılarını Araplar da bilmez. Biz bunları acayip
bir genişletmeyle Kur’an’ı anlamada kullanırız. Modern ıstılahta bulduğumuz mana ile bunu
yaparız. Şu soruyu sormadan da edemez: bilmez misin ki Kur’an Araplar üzerine inmiştir.
2.3.1.2.Belagat açısından
Belagat; kelamın ve durumun ihtiva ettiği şeyin mutabakatıdır. Bilindiği gibi Kur’an’ın
belagati en üst seviyededir. İlmi tefsir erbabına yönelince bize bu konuda şöyle derler: Kur’an
bütün ilimleri içerir. Onun lafızları modern manalara hamledilir. Bizim kendimizce vaki
olduğumuz, Kur’an’ın belagatini yaralamadan öteye gitmiyor. Veya Arap nasıl anlamışsa
bizimki de o yönde oluyor. Bu da Kur’an’ın indiği vakitte bu manada hitapta bulunup bunun
bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Allah bu hitap şekli ile onları sakındırmak istiyor.
Bunun için Kur’an’ın belagatsız olması lazım gelir. Çünkü Kur’an’ın en önemli özelliği
muhatabının halini temel alıp zorlamamasıdır. Şayet onlar bu manayı bilselerdi öncekilerin ve
sonrakilerin ilmini içeren Kur’an nüzulünün yanında Arap ilminde de bir ilerleme ortaya
çıkmaz mıydı?
16
Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 430.
MUSTAFA GÖKSU
2.3.1.3. İtikadi açıdan
Kur’an’ı kerim baki olup gece gündüzün peşi sıra gitmesi gibi onun nizamı bütün
zaman ve asırlar için faydalıdır. O bütün insanların akıllarına hitap eder. Bu Allah’ın onu
yeryüzüne ve onun üzerindekilere indirip miras bırakmasından bu tarafa böyledir. Kur’an
onların hayatında seyir halinde olup zaman merhalelerini Kur’an’la geçmişlerdir. Bunların
hepsi şeriat kitabının kevni hükmü ile olup geneli kapsamaktadır. Dini kanun ki Allah onu
yeryüzü ve gökyüzü ehlinin son şeriatı kılmıştır.
Bu duruma bütün Müslümanların inanması gerekir. Biz Kur’an’ın her şeye
hamledilebileceği yoluna gitsek, Kur’an bir tıp, astronomi, hendese nazarisi, kimya kanunları
ve bunun gibi çeşitli ilimlere kaynak kılmış oluruz. Böyle yapmakla Müslümanların
akaididinde bir şüphe oluştururuz ki bu nazarilerden oluşan ilmi kurallar olması sebebiyledir.
Bunun üzerine karar kılınmaz ve bunlar bakide değildir. Bugünkü bilinen ilim az ya da çok
zaman sonra değişebilir. Kur’an’ın ilmi kural ve nazariyelerden oluştuğu ihtimali ve bunlar
arasındaki tezatlığı ve uygunluğu akıl etmez misin? Şayet bu geçerli olsa bundan sonra
Müslümanların Kur’an’ı tasdik etmesi düşünülür mü?
Tefsir erbabına gelince ki onların işi budur. Bunlar şahit oldukları ve kevni
hakikatlerden Kur’an ayetlerinin bazılarını ele alıp incelemeyi temel almaktadırlar. Onlar için
Allah’ın daveti afakta ve enfüste yayılan ayetler ve kâinat kitabındaki nazariyelerdir. Böyle
bir çağrıyı temel almak Kur’an’ın evvel ve ahir ilimleri toplaması demektir. Onlar şüphesiz
hata edenlerdir. Bu kevni ve onun şahitliğinde Kur’an’ı incelemektir. Yerin ve göğün
hükümdarına ve kendilerine bakmaya bir çağrıdır. Buradaki murad olunan riyazetten başkası
değildir. Genel ve özelde onları vaaz ve ibret makamına yöneltmektir.
Bu fikre sahip olanlar bilmelidirler ki Kur’an, bu gibi abartıya kaçmakla güçlü olduğunu
hissetmekten daha zengindir. Öyle ki toplumsal, insani hedefinden çıkartmak şüphedir. Bu
hayatın ıslahı içinde nefsin riyazatında da Allah’a dönen diğer şeylerde de böyledir. Onlara
Kur’an’ın açık, anlaşılır naslarla olması, sabit ilmi hakikatte direnmesi yeter. Kur’an ilmi
kaideler ve nazariyelerde bulunan ve bulunacak olanlar arasında mutabakat sağlamaya yeter.
Kur’an hak olan esaslar üzerine oturtuldu ve sağlam asıllar ile temellendirildi.
Modern asırda tefsir kelimesi ve çeşitleri
MUSTAFA GÖKSU
2.3.2 Modern ve geçmiş zaman arasındaki tefsir
Öncekiler Allah’ın kitabını sonrakiler için tefsir etmede büyük bir çaba harcadılar. Onun
mana ve meramında keşifte bulundular. Çünkü onların Kur’an’a bakış düsturları dünya ve
ahiret saadetini elde etmekti. Kur’an’ı ilk nüzulünden beri tefsir tahlilleri yaparak kavradılar.
Bu inceleme gözle görülür bir zaman aldı. Kur’an’ın bütününde geçen çeşitli kelimelerle veya
bizim ona ulaştığımız tahkik üzerine derslerde ve okumalarda geniş istifade ettiğimiz tahkik
üzerine çeşitlendirdiler.
Öyle ki tefsir kitapları çeşitli ihtilaflar üzerine okunur. Şüphe olmayan durum ise kadim
müfessirlerin çeşitli derslerinden oluşan tefsirin gerçeği araştırma ve tahkikidir. Bu lügavi
açıdan, belagat açısından, edebi açıdan, nahiv açısından, fıkhi açıdan, mezhebi açılardan,
felsefi kevnilik açısından ve bunların dışında olanlar ilk müfessirlerin somut olarak elde
ettikleridir. Şimdikiler ise bunların üzerine bina edilmektedir.
2.3.2.1 Modern asırda tefsirin avantajı
Tefsir faaliyetleribu dönemde de aynen sürdü ve aynı safha da kalarak bir aşma durumu
söz konusu olmadı. Yapılanlar öncekilerden bağımsız değildi. Bu durum modern ilimde
ilerleme kaydedilmesine rağmen böyledir. Bunun üzerine âlimlerin bakışı bu durgunluktan
bağımsız tefsir derslerine itina gösterme yönünde oldu ve bu şekil donuk sözlerden bağımsız
olmaya yöneldiler. Allah’ın kitabına bu şekilde baktılar. İlk tefsirlerin bu yaptıklarının bir
aşağısında olduğuna büyük bir güvenleri vardı. Kur’an için bu tefsire yönelme bizim inkâr
edemeyeceğimiz bir etki gösterdi. Bu da bütün ilmi arasözlerden bağımsızlık üzerine olan
ameldir ki zaruret olmayan şeyler üzerine tefsiri toplamak ve bunları tefsire sıkıştırmaktı. Bu
Kur’an’ın celal ve cemaline giden İsrail’i kıssalardan tefsiri ayıklama ameliyesidir. Aynı
zamanda Rasulullah(s.a.v.) üzerine veya sahabe üzerine olan mevzu veya zayıf hadislerden
arıtma ameliyesidir.
Tefsir elbisesi sosyal ve edebi bir elbisedir. Kur’an’ın güzelliğini ortaya çıkarır. Doğru
ilmi nazariyelerden gayretle elde edilen ve Kur’an arasında görünen bir çabadır ki bu uygun
hale getirme demektir. Modern tefsire yöneliş çeşitli amilleri beraberinde getirmiştir. Bunların
en önemlisi ilmi genişleme ve bunun itikadi ve mezhepsel olarak tesiri ve ilhadi olarak etkisi
ki bu fasit görüş hürriyeti üzerine kurulması demektir.
MUSTAFA GÖKSU
2.3.2.2 Modern asırda tefsir çeşitleri
Bu dönemde çıkan en önemli tefsir çeşitleri şunlardır: 1.ilmi tefsir, 2. Mezhebi tefsir, 3.
İlhadi tefsir 4. Edebi ve içtimai tefsir.
2.3.3 Modern asrımızda tefsir için ilmi çeşitlilik
müteahhirun ulema arasında yüksek bir kabulle kabul görmüş olan ilmi tefsir hakkında
şunları söyleyeceğim:
Modern asrımızda ilmi tefsirin yayılması: bize göre ilmi tefsirle hedeflenen Kur’an’ı
diğer ilimler üzerine Kur’an’da bulunmuş veya bulunacak şeylerle kapsamlı kılmadır.17
Kur’an’ı kerime ve ilimlere itina gösteren bazı entelektüellerin elinde bu tefsir türü
yayıldı. Bu tefsire temayüllerinin eseri öyle bir hal aldı ki bu işi yapanların kalpleri Kur’an’ı
bütün yer ve gök ilimlerine taşımaya uğraşmak üzere üstün geldi. Ve onlar Kur’an’ı işaret ve
beyan yolu ile delil kıldılar. Onların inancı-ki bizimde inancımız bu yönde-bu beyan
Kur’an’ın doğruluğu yönlerinden en önemlisidir ve icaz yönü de böyle olup bekası için
uygunluğu da bu cihettendir.
Bu tefsir çeşidi ile ilgilenen en önemli kitaplar: Keşfu’l-esrar en-nuraniyye ve’lKur’aniyye. Bu kitapta gök cisimleri, yeryüzü, hayvanlar, bitkiler, madenler ele alınır. Yazarı
h.13 asırda yaşayan alimlerden doktor ve faziletli imam olan Muhammet b. Ahmet elİskenderanidir. Üç cilttir.
Abdullah paşa risalesi: heyet araştırmalarının bazı karşılaştırmaları hakkındaki fikri ki
bunlar şeri naslarda bulunan fikirlerdir.
Elimizde bulunan kişilerin İslami ıslahları için merhum Seyit Abdurrahman el-Kavakibi
tarafından kaleme alınan tabaiu el-istibdat ve mesariu el-isti’bad’tır.
Elimizde bulunan kitaplardan biride i’caru’l-kur’an’dır. Merhum Mustafa Sadık el-rafi’:
bu tefsire eğilimi ile yardımcı olandır ve bu konudaki müeyyideleriyle ki bunlar özel
araştırma konusu yaptığı “Kur’an ve ilimler” mevzuunda Suyuti’nin itkan ve el-iklil’den
nakiller de bulunur.
İlmi tefsiri kitabına konu edinen başka bir bilinen doktor, merhum Abdülaziz İsmail ve
kitabı İslam ve modern tıptır. Bu kitabında Kur’an’ın ne bir tip kitabı ne bir astronomi ne de
matematik kitabı olmadığını söyler.
17
Zehebi, a.g.e, II, 435.
MUSTAFA GÖKSU
2.3.3.1 Şeyh Tantavi Cevheri’nin el- Cevahir adlı Kur’an tefsiri
H.1287’de doğdu. Ezher’de ilmini aldı sonra devlet okulunda ve daru’l ilimde eğitimini
alıp yine buraya tayin edildi. Kadılık teklifini kabul etmedi. Kahire İslamiyye Cemiyetinin
başkanı idi. “ihvan-ı Müslim’in” dergisinin başkanlığını üstlendi. Kahire’de h.1358 yılında
vefat etti. 30 civarında eseri vardır: bunlardan bir kaçı: 1.el-Ervah, 2.aslu’l-âlem, 3.eynel
İslam?
Müellifin bu tefsiri kitabına taşımasına etken olan: müellif kendine şöyle diyor: kevni
ayetlere olan tutkunluğu, tabii eşsizliğe hayranı, gökyüzünün güzelliğine teşviki ve
yeryüzünün güzelliği ve kemali der.18
Bu konuda şu kitaplar ele alındı: nizam’ul-âlem ve’l-ümem, cevahir’ul-ulum, et-tacu’lmersu’, ve cemal’ul-alem, en-nizamu ve’l-islam, el-ümmetü ve hayatüha. Müellif bu
kitaplardaki keşifleri az bularak izzet ve celal sahibine yöneldi ve beşerin ilimlerden ulaştığı
bütün şeyleri içeren Kur’an tefsirine muvaffak olmayı diledi. Allah duasını kabul etti ve
istediği şekilde onu tamamladı.
2.3.3.1.1 Tefsirinde şu yolu izledi
Hükümlerden, ahlaktan, kevni mucizelerden Müslümanların ihtiyacı olanları tefsirinde
ortaya koydu. Yaratılıştaki mucizeleri ve ilimdeki gariplikleri eserinde tespit etti.
Müslümanları yer ve gökyüzü, hayvan ve bitkiler hakkındaki ayetleri anlama ve açıklama ve
gerçeğe vukufiyetleri üzerine teşvikte bulundu.
Eserinde birçok konuya temas eden müellif matematik ilmi ile feraiz ilmini karşılaştırıp
fıkıh
konusuna
da
değinmiştir.
Diğer
bir
konu
Kur’an
ilminin
belagatle
sınırlandırılamayacağı, belagatin lafız ilmi olduğu bugün ise Kur’an’ın manası üzerindeki
ilimlerin yazılması gerektiğini ve yeryüzündeki Allah’ın izhar ettiği ilimlerle bağlantısının
kurulmasını ve buna delil olarak da Kıyamet suresi 19.ayeti getirir: ُ‫ثُ َّم إِ َّن َعلَ ْينَا بَيَانَه‬Sonra şüphen
olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.)
Diğer bir konu İslam âlimleri niçin on binlerce fıkıh kitabı kaleme almışken ki bunlar
için lazım olan ayet sayısı 150yi geçmez ve fıkıh demek Kur’an demek değildir. Diğer tarafta
750 ayetten oluşan sarih Kevni ayetler bu kadar ele alınıp eser ortaya konmamıştır? Aklen ve
18
Tantavi, el-cevahir, III, 19.
MUSTAFA GÖKSU
Şer ’en Müslümanların az bir ayet grubunun ilmi ile sivrilmesi ve gerçekten büyük bir yekûn
tutan ayet grubunun ilminden cahillik göstermesi caiz midir? Bizim ecdadımız fıkıh ilminde
sivrildiler bizim ise kâinat ilimlerinde bu sivrilmeyi göstermemiz lazım.19
Müellif Kur’an ayetlerini lafız olarak muhtasar şekilde tefsir eder. Bu tefsir elimizde
telif olunan tefsirlerden neredeyse örneği çıkmamış bir tefsirdir. Ancak bunlardan bağımsız
olmadığından lafzi olarak da isimlendirilir. Kapsamlı bir şekilde ilmi konulara yer
verdiğinden ötürü de letaif veya cevahir olarak da isimlendirilmiştir. Bu ilmi konular modern
asırda doğu ve batı âlimlerinin fikirlerinden büyük bir derlemedir. Müellif bunları
Müslümanlar ve gayri Müslimlere açıklamak için getirir.
Müellifin eserinde birçok konunun tefsirini bulmak mümkün: bitkiler, hayvanlar, tabiat
manzaraları, ilmi tecrübeler ki bunlar okuyanların önüne hakikatleri serer. Zaman zaman
incilde ki geçen olaylara dikkat çeker. Cumhurdan sayılan Eflatun’dan gelenlere veya ihvan-ı
Safa’nın risalelerinden gelenlerle bazı dini gerçekleri açıklamaya çalışır.
İlimleri iki kısma ayırır: lügavi olan ve olmayan olarak. Lügavi ilimler öğrenmede bir
mukaddime niteliğindedir. Çünkü lügatler ilahi, tabii ve matematik ilimlerinden ilmi
gerçekleri bilmeye birer vesiledir. İlimlerde başka şeyler için bir alettir. İlimlerin usulü ve
tahlili yapılmadıkça gerçekler bilinemez.
Nübüvvet, Allah’ın emri iledir. Allah yeryüzü ehlini çiftçi kıldı. Onlar tohum saçmanın
zahirinden başkasını bilmezler. Doktorlar ise tohum ve ağaçtan çeşitli fayda elde ederler.
Hekimler de bunlardan ilimler ve bilimler elde ederler. Hepsi kendi alanındaki ilimden
başkasını bilemez. Doktor çiftçi ile yeme noktasında birdir fakat yediğindeki tıbbi faydayı
bilmekle çiftçiden ayrılır. Bunun gibi İslam ümmetinin âlimleri cahiller ile Kevser havuzunu
anlama, kabul etme ve reddetme konusunda ortaktırlar. Âlimleri onlardan ayıran özellik
ümmetin reisleri olup onları peşlerinden götürmeleridir. Bu konuda şöyle denir: muhakkak ki
nebi(s.a.v.) daha üstün vasıflar istedi, Cennet ki onu gözler görmedi, kulaklar onu işitmedi.
Oradaki su baldan da tatlıdır. Orada olanlar kardan da daha beyazdır. Cennette susama veya
susatacak şeyler yoktur. Havuz bize göre ilmi simgelemektedir. Misk kötü koku değildir.
Cevherlerin kendisi yakut ve inci cinsinden değildir. Bunun gibi balın tadı da bu suyun
19
Tantavi, a.g.e, v, 35.
MUSTAFA GÖKSU
tadından değildir. Havuz ise ilmin dallarından ve çeşitli çıkış yerlerinin hayret verici
manzarasından başka bir şey değildir. Bu manada tatlı bir içecektir.20
Bu kitap ilimi bir ansiklopedidir. İlmi fenlerin çoğunu konu edinir. Fahrettin Razi
hakkında yapılan “eserinde tefsirden başka her şey var” eleştiri bu kitap içinde geçerlidir.
ْ ‫ َّما فَر‬Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.)
Müellif En’am 38. Ayeti ‫َيء‬
ْ ‫ب ِمن ش‬
ِ ‫َّطنَا فِي ال ِكتَا‬
temel alarak böyle bir yola girmiştir.
2.3.3.2 Çağdaş bazı âlimlerin ilmi tefsiri inkârı
Kadim ulemada görüldüğü gibi asrımızda da ilmi tefsir hakkında çeşitli görüşler öne
sürülmüştür. Bunlardan biri Şeyh Mahmut Şaltuti, 1941 senesinde “ibril” dergisinin 407 ve
408. sayısında bu konu hakkında reddiyelerini ve delillerini görmek mümkündür. Bir başkası
ise Emin el-Huli’dir. Tefsirinde güçlü delillerle bu konuya karşı çıkar.
Bunlardan
biride
Merhum
Seyyid
Muhammet
Reşit
Rıza’dır.
Tefsirinin
mukaddimesinde onların tefsirine etki eden ilmi dürtüleri sayıp dökerek yerer. Onlar
tefsirlerinde nahiv konularıyla, fıkıh konularıyla, beyan ilmiyle, israiliyatla vb. şeylerle
meşgul oldular ve bu uğraşlarını insanlara Kur’an ve yol gösterici olarak sarf ettiler. Sonra
Fahrettin Razi ve tefsirindeki modern ilimden bazı bahisleri yerer ve bunu da Kur’an’dan ve
yol gösterici olarak insanların tasarrufuna sunduğunu söyler.21
Diğer bir isim Şeyh Muhammed Mustafa el-Meraği’dir. Tefsir de bu yöntemi
benimsemediğini “İslam ve modern tıp” adlı eserinde görmek mümkündür. Bunun yanında
kitabında bu konuda övgüler de bulunduğu da olmuştur; şöyle ki Kur’an bütün ilimleri
kapsamaktadır, öğretici ve bilgilendirici üslubuyla tafsilatlı bir şekilde bu konuları ele alır.
İnsan bunları bilince bedenen ve ruhen kemale erer.22
Bütün bunlar açıklamaktadır ki ilmi tefsir modern asırda bazı âlimlerin nezdinde kabul
görüp, revaç bulmuştur. Ama bu asırda kabul etmeyenler çoğunluktadır. Bana göre(zehebi)
öncekilerin görüşleri gerçeği kabule daha yakındır.
20
Tantavi, a.g.e, xxv, 269-273.
Reşit Rıza, tefsiru’l-menar, I, 7.
22
Meraği, İslam ve modern tıp mukaddimesi.
21
MUSTAFA GÖKSU
2.3.4 Modern asırda tefsirde mezhebi çeşitlilik
Modern asırda cevher veya öz olarak İslam’a nispet edilen farklardan hiçbiri kalmadı.
Ehli-sünnet ve İmamiye ve İsmailiye, zeydiye; haricilerden İbaziye, batınilerden Behaiye diye
bir fark bizce sona ermez ve günümüzde de destek bulur. Bunların zuhurunda ilk zamanlarda
olduğu gibi akide ve öğrenmede korunma veya sürdürme eğilimi devam eder. Bu durumda
bunların tefsire yansıması kaçınılmaz olmuştur.
Ehli-sünnet Kur’an’ı kendi ittifak ettiği akide üzerine tefsir edip kitaplar kaleme
almışlardır. Muhammed Abduh’un tefsiri bu şekilde bir tefsirdir.
On iki İmamiyesi de aynı şekilde Kur’an’ı kendi mezheplerince tefsir etmişlerdir. Şeyh
Sultan Muhammed Horasani’nin kaleme aldığı “beyanu’s-saadeti fi makamati’l-ibadeti” adlı
eser buna örnektir. Yine Şeyh Muhammed Cevat en-Necefi’nin kaleme aldığı “alairrahman fi
tefsiri’l-Kur’an” adlı eserde böyledir.
İbadiye mezhebinden olan Şeyh Muhammed b. Yusuf İdfiş’in kaleme aldığı
“himyanu’z-zad ila dari’l-mead” adlı eserde bu şekilde mezhepsel olarak ele alınmış olup
kelam bahisleri içermektedir.
2.3.5 Modern asrımızda tefsirde ilhadi hareketler
İslam, bir grup insanın uzun zamandır tuzağa düşürme çabasıyla karşı karşıyadır. Onlar
güç yetirdikleriçeşitli tuzaklarla İslam’ı yıkmaya çalışıyorlar. Bu konuda geçmişi ele alarak
Kur’an’ı sahih olmayan vecihler üzerine tevil etmektedirler. Bu asırda ortaya çıkan durum
şahısların Kur’an’ı tevilden uzak bir şekilde şehvetlerine uygun, nefislerinin arzuları
doğrultusunda yorumlayarak hüküm vermeleridir. Kur’an’ın tefsirine saçma görüşlerini
katmakla kendi iddialarını halka kabul ettirmek istiyorlar. Bunları yutan halkta bunları el
üstünde tutmakla dinlerini ve akıllarını Allah’ın korumasından çıkarmış oluyorlar.
Tefsirde bu duruma sebep olan şeyler: onlardan biri çıkarak Kur’an’ı çeşitli şekillerde
anladığını, yenilenmeye gideceğini belirtip Allah’ın kitabını tahrifle şöhrete kavuştu. Bunu da
kadim müfessirlerin ortaya koyduklarını protesto ederek yaptı. Bu yenilenme Kur’an
lügatinden ve dinin aslından uzak bir şekilde oldu ve bunlar senetsiz ve delilsizdi.
MUSTAFA GÖKSU
Bu tefsirler bazı felsefi görüşlerin etkisinde kalıp sabit olan dini gerçekleri inkâra
kalkışıyorlar. Örneğin şeytan hakikatini inkâr ediyorlar, cinler âleminin olmadığını iddia
ediyorlar.
Bu grubun Nahl 44. Ayette geçen :‫ك‬
َ ‫اس َما نُ ِّز َل إِلَ ْي ِه ْم َوأَن َز ْلنَا إِلَ ْي‬
ِ َّ‫ ال ِّذ ْك َر لِتُبَيِّنَ لِلن‬İnsanlara,
kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.)
ve yine Nur 63’te:ِ ‫صيبَهُ ْم َع َذابٌ أَلِي ٌم‬
ِ ُ‫صيبَهُ ْم فِ ْتنَةٌ أَوْ ي‬
ِ ُ‫ فَ ْليَحْ َذ ِر الَّ ِذينَ يُ َخالِفُونَ ع َْن أَ ْم ِرهأَن ت‬onun emrine aykırı
davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet
etmesinden sakınsınlar.) ve yine Haşr 7’de :‫ َو َما آتَا ُك ُم ال َّرسُو ُل فَ ُخ ُذوهُ َو َمنَهَا ُك ْم َع ْنهُ فَانتَهُوا ا‬Peygamber
size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.) ibareleri görmezden gelerek
Kur’an’ın kendi kendine yeteceğini sünnete ihtiyacın olmadığını savunmaktadırlar. Bu
durumda Kur’an ve sünnetin hükümlerini inkâr ortaya çıkmakta sahabe ve ondan sonra gelen
Müslüman imamların icmasını inkâr ortaya çıkmaktadır.
2.3.5.1 Peygamberlerin mucizelerini inkâr
Bu kimse(kötü zan beslenmesin diye Zehebi yukarıda da isim vermemişti) peygamber
mucizelerini şaz olarak görmekte bunu fasit bir teville yapmakta bütün insanları resul veya
resul olmayan olarak ikiye ayırmaktadır.
İsa(a.s)’ın mucizelerinden tereddüt duyması: İsa(a.s)’ın abraş hastalığını iyileştirmesi ve
ölüleri diriltmesi hakkındaki tereddüdünün yersiz olması ve bunu dini bir hidayetle yaptığını
kavrayamamasındandır. Yine beşikte iken insanlarla konuşma mucizesini ele alan müellif
burada takıldığı noktanın küçük yaşta birinin büyükler gibi konuşmaya güç yetirememesidir.
ْ ‫صبِيّاًفَأَشَا َر‬
Buna delil olarak da Meryem 29. Ayeti getirir: ‫ت إِلَ ْي ِه قَالُوا َك ْيفَ نُ َكلِّ ُم َمن َكانَ فِي‬
َ ‫ ْال َم ْه ِد‬Bunun
üzerine Meryem çocuğu gösterdi. "Biz, dediler, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?")
Musa(a.s)’ın mucizelerinden tereddüdü: şuara63’te geçen: ‫ك‬
َ ‫صا‬
َ ‫فَأَوْ َح ْينَا إِلَى ُمو َسى أَ ِن اضْ ِرببِّ َع‬
‫ق فَ َكانَ ُكلُّ فِرْ ق َكالطَّوْ ِد ْال َع ِظ ِيم‬
َ َ‫ ْالبَحْ َر فَانفَل‬Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! Diye vahyettik.
(Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.) bu
mevzuda da ıslak, kurumamış bir yerden nasıl geçileceği gibi bir tereddüt taşımaktadır.
İbrahim(a.s)mucize hakkında tereddüdü: Enbiya 69’da geçen:” ً ‫قُ ْلنَا يَا نَا ُر ُكونِي بَرْ داً َو َس ََلما‬
‫ َعلَى إِب َْرا ِهي َم‬Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!" dedik)bu mevzudaki görüşü ise
herhangi bir tedbir olmaksızın nasıl olurda ateşten sağ salim çıkabilmesidir.
Süleyman(a.s.)’ın mucizeleri hakkında tereddüdü: Enbiya 81’de anlatılan: ‫ِّيح‬
َ ‫َولِ ُسلَ ْي َمانَ الر‬
‫َاصفَةً تَجْ ِري بِأ َ ْم ِر ِه‬
ِ ‫ ع‬Süleyman'ın emrine de kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde
MUSTAFA GÖKSU
bereketler yarattığımız yere doğru eserdi.) bu durumu Avrupalıların telgraf ve telefonla
iletişim kurmasına benzetir.
ْ َ‫ َم َسا ِكنَ ُك ْم َحتَّى إِ َذا أَتَوْ ا َعلَى َوا ِدي النَّ ْم ِل قَال‬Nihayet Karınca
Neml 18’de geçen:‫ت نَ ْملَةٌ يَا أَيُّهَا النَّ ْم ُل ا ْد ُخلُوا‬
vadisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin) karınca ile
konuşmasını karıncaları bir kabile olarak gördüğünü böyle bir durumun nasıl olabileceğini
sorgular. Ayrıca hüthüt kelimesinin bir uçak ismi olduğunu burada kastedilen mananın
peygamberler olduğunu söyler.
İsra mucizesi hakkında tereddüdü: İsra suresinin başında anlatılan bu olaya bakışı şu
şekildedir: İsra nebilerin hicrette kullandıklarıdır. Bununla ilgili Taha 77, Araf 138, Şuara 52.
Ayetleri delil getirir. Arıları isra ile alakalandırır. “mescidi haram” da insanların hepsinin
hürmet ettiği bir yerdir ona göre. Mescidi Aksa ise mescidi-Nebi’dir.
2.3.5.2 Şeytanları, cinleri ve melekleri inkârı:
Bunlar hakkında sabit şer’i gerçekler olduklarında ittifak yoktur, der. Bakara 34’te
geçen melekleri düzenden sorumlu elçiler ve gelenekleri bilenler olarak yorumlarken onların
insanlara secde etmesini, insanlara musahhar kılınması olarak yorumlar. İblis’i ise Hakk’ karşı
kibirlenen herkes için kullanılan bir isim olarak algılar. Cin ve şeytan lafızları da buna uyar ve
insanın asi gelme türlerinden bir tür sayarak yine insanın hizmetine verilmiştir.
2.3.5.3 Hiçbir müçtehidin karşı çıkmadığı dini hükümleri inkârı
Bazı konularda Allah’ın isteği dışında veya murat etmediği, dil kurallarına uymayan ve
şeri usulde olmayan hükümlerin verildiğini iddia eder:
Hırsızlık haddi: Maide38’de geçen hırsızın ellerin kesilmesi hakkında şöyle der: kim ki
bir veya iki kez çalarda bu işlemi devam ettirmezse eli kesilmez. Çünkü elin kesilmesi
hırsızlıklıktan aciz bırakmadır ve tedavisi de yoktur.
Zina haddi: Nur 2. Ayette geçen zina haddinin bu işi yapan erkek ve kadının
yaratılışında olup, adet haline getirmeleri halinde had uygulanmalı der.
Eşlerin çokluğu: Nisa 3’te geçen yetim kadınlarla evlenilmesindeki amaç mallarının
heba olmaması içindir. Eşlerin çokluğu ancak zaruret halinde caizdir. Bu zaruret adaletle
beraber terkedildiğinde toplumda en az zararla telafi edilmesi içindir.
MUSTAFA GÖKSU
Riba: Ali-imran 130’te geçen ً‫ضا َعفَة‬
َ ‫ال ِّربَا أَضْ َعافا ً ُّم‬Faizi kat kat alarak) cümleden kasıt fahiş
ribadır. Yani ana maldan haddinden fazla kar elde etmektir. Bu karı her millet kendi örfüne
göre belirler. Bu işin cezası Bakara suresinin sonlarında belirtilmiştir. Ve bu Nisa suresinin
ْ ُ‫َوَّلَ تُ ْؤت‬
sonlarında anlatılan Yahudilerle ilgilidir. Bunlar da Nisa 5’te şöyle dile getirilir: ‫وا ال ُّسفَهَاء‬
‫أَ ْم َوالَ ُك ُم‬Allah'ın sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı, beyinsizlere vermeyin.)
Ziraatın zekâtı: En’am 141’de geçen: ‫صا ِد ِهيَوْ َم‬
َ ‫ َح‬devşirildiği ve biçildiği gün) bu ifadeden
devrin âlimleri ve hükümdarları beyti’l- mal için vergi alırlardı, der. Zehebi bu duruma şu
şekilde karşı çıkar: bunun kararını ve miktarını ümmeti için Rasulullah(s.a.v) takdir etmiştir.
Talak: Talak 1’de geçen: ‫ َو ََّل يَ ْخرُجْ نَ إِ ََّّل أَن يَأْتِينَ بِفَا ِحشَة ُّمبَيِّنَة ََّل تُ ْخ ِرجُوه َُّن ِمن بُيُوتِ ِه َّن‬onları, apaçık
bir hayasızlık yapmaları hali bir yana evlerinden çıkarmayın) ifadeden boşanma için bilinmesi
gereken şudur: boşama erkek eliyle olursa bunun vaki olması eşin, ailesinin düzenine halel
getirmesi sebebiyledir.
2.4 MODERN ASRIMIZDA İÇTİMA-i EDEBİ TEFSİR
Bu tefsir bu asırda zuhur etmiş sayılmaz. İnsanlar Kur’an’ın hidayetinden yüz
çevirmeye başlayıp şerefinden ve cömertliğinden nasiplenemeyince bu tür ortaya çıkmıştır.
Bu durum Kur’an naslarını tedavini etmek içindir. Bu tedavi ilk olarak her şeyden önce
Kur’an tabirinde dikkat çeken mevzuları açıklamaktır. Sonra da manayı şekillendirmektir.
Öyle ki Kur’an manada üslup olarak göz alıcılığı hedefliyor. Bundan sonra Kur’an nasları,
sosyal adetler ve aile düzeni üzerine mutabakata varmaktadır.
2.4.1 Şeyh Muhammed Abduh Ekolü ve Tefsirde Etkisi
Tefsirde edebi-içtimai türü bizim nazarımızda yeni bir durumdur. Bu tefsir alanında
üstün konuma gelende Muhammed Abduh ekolüdür. Bu ekol bu tefsir türünde önderdir. Ve
Abduh’tan sonra gelen bu ekolün adamları bu işin önderleridir. Bunlar Allah’ın kitabını
tefsirde büyük bir çaba olan dünya ve ahiret hayırlarından biri olarak insanları hidayete
ulaştırma çabasındadırlar.
Bu ekol Kur’an’a mezhebi olarak bakmaktan uzaktır. Bu ekol birçok müfessirin tabi
olduğu mezhebin etkisi altında kalarak Kur’an’ı mezhebine tabi kılma ve bununla beraber
mezhebin ittifak ettiklerine dayandırma haliyle de yapmacık ve Kur’an’da uzak teviller gibi
olmamıştır.
MUSTAFA GÖKSU
Bu ekol israiliyatlara eleştirel gözle bakmıştır. Kadim kitapların birçoğunda olan şekil
bozukluğu veya çirkinlik bu ekolün tefsirlerinde olmadı. Çirkinlikten kasıt yalan hurafelerden
oluşan rivayetlerdir. Bunlar diğerlerinde Kur’an’ın ve güzelliğini kuşatmış şekildedir. Bu
nedenle bu ekol birçok müfessirin zayıf ve uydurma hadisler de gösterdiği yanılmayı
göstermemiştir. Sahih, sari naslar cihetiyle tefsire yönelmişlerdir.
Bu ekol tamamı ile ilmi ve fenni ıstılahların tesirinden de uzaktır. Ancak ihtiyaç
kadarını tefsirlerine almışlardır. Bu durum zaruri miktarın dışına çıkmamıştır. Bu ekol tefsirde
edebi ve içtimai olarak hareket gösterdiler ve ilerlediler. Kur’an’ın belagat ve icazını
keşfettiler. Kur’an’ın mana ve meramına açıklık getirdiler. Tefsirlerinde büyük kainat adetleri
ve içtimai düzen ortaya çıkmıştır. Bilhassa da İslam Ümmet’inin sorunlarını tedavi etmiştir.
Genel olarak diğer milletlerin sorunlarını Kur’an’ın yol göstermesi ve öğretilmesi ile tedavi
etmişlerdir. Dünya ve ahiret hayrını birleştirdiler ve Kur’an ile onun tespit ettiği sahih
nazariyeler arasında bir konum izlemişlerdir.
Kur’an, Allah’ın kitabıdır, ebedidir. Öyle ki beşerî ve güncel gelişmelere güç yetirir.
Allah yeryüzü ve onun üzerinde olanlara Kur’an’ı miras bırakmıştır. Kur’an üzerine olan
şüpheleri de def etmiştir.
2.4.1.1 Bu ekolün noksanlıkları
Bu ekolden elde ettiğimiz kanı, akla geniş yer vermeleridir. Kur’an’da gelen bazı şeri
hakikatleri akılla tevil etmişlerdir. Böylece hakikatten mecaza veya temsile yöneldiler. Bu da
beşerin sınırlı kudretine nispetle uzak bir mana kazanmasına yol açtı. Bundan da garibi
Allah’ın her şey için mümkün olan kudretinden cahilce uzaklaşılması veya davranış
sergilenmesidir. Bu durum mutezile de olduğu gibi akla geniş hürriyet vererek bazı Kur’an
lafızlarını Kur’an nüzulü sırasında Araplarda olmayan manalara hamletmeleri gibidir. Ve bazı
hadislere itiraz ettiler. Bunlar arasında İslam âlimlerinin Kur’an’dan sonra en sahih kaynak
olmada icma ettikleri Buhari ve Müslim de vardır. Ayrıca sahihliği sabit olmuş ahad hadisleri
de almazlar.
Haberi vahid, ilimden faydalanma üzerine cereyan edip akidenin tespitine imkân sağlar.
Olur, da zan olarak cereyan ederse de akide de ihtilaf edilen durumların tespitinde ve bu
ihtilaftaki seçimde faydalanılır. Böyle olunca ilmi ifade etmiş olur. Ümmet de bunu kabule
yanaşır ki o hatadan beridir. Koruma altında olan zan da hata içermez.
MUSTAFA GÖKSU
Buradaki akideden maksat furu’ fıkıhtır. Bununla amel edilmesinde hüküm açısından
sıhhatli olduktan sonra bir beis yoktur. Bir başka akide de usuldür. Usulde ihlal olursa küfrü
gerektirir. Allah’a ve ahiret iman konusunda olduğu gibi. Geçmişle ilgili konularda veya
gelecekle ilgili veya ahiret günüyle ilgili tafsilatlar varit olan hadislere gelince de bunda
tevatür şartı aranmaz. Çünkü bu gibi durumlar akide cihetinden değildir. Şöyle ki bunlar
Allah’a sığınma ve küfrü doğrulamaktan yoksun olarak tertip edilmiştir. Ancak bunlarda da
sahih tarikle gelmiş olma şartı aranır.23
2.4.1.2 Bu ekolün önemli şahsiyetleri
Bu ekolün direği mahiyetinde olan Muhammed Abduh’tur. Sonra merhum Seyit
Muhammed Reşit Rıza’dır. Sonra büyük üstat şeyh Muhammed Mustafa el-Meraği’dir.
2.4.1.2.1 Üstat İmam Şeyh Muhammed Abduh:
1849’da Mısır’ın bir köyünde doğdu. 1866’da Ezher’e girdi. 1877 senesinde âlim
derecesine ulaştı.
Derviş Hızır, Hasan ed-Davil, Cemalettin Afgani gibi büyük alimlerin öğrencisi oldu.
Ezher’de, daru’l-ulum’da, dil medresesinde ve vakaı-Mısrıyye dergisinde çalıştı. Sonra 1883
senesinde Suriye’ye gitti. 1884’te de Paris’te Cemalettin Afgani’ye dâhil oldu. Beraber
urvetü’l-vusga dergisini çıkarttılar. 1885 senesinde Beyrut’a geçerek meşhur “tevhit” adlı
risalesini kaleme aldı. Mısır’a döndüğünde şer’i mahkemede kadı olarak görevine devam etti.
Eserlerinden bir kaçı: tevhit risalesi, nehcü’l-beleğa şerhi, İslam ve Hıristiyanlık.
Tefsirini ortaya koyması: meşhur Amme cüzünün tefsirine baktığımızda bu cüzü tefsir
etmesinin amacı; öğretmenlerin başvurabileceği bir kaynak olması ve öğrencilerin manasını
anlayıp kolayca ezberlemeleri içindir. Ve bu sayede ahlaklarını ıslah etmek istemiştir. H.1321
senesinde Mağrip’te tamamlamıştır.24
Birde uzunca tefsir ettiği Asr suresi tefsirini bulduk. Bu tefsirini konferans heyeti ile
Cezayir âlimlerine yaptığı derslerden kaleme alındığı ve h.1321 senesinde olduğu belirtilir.
Bunun gibi bazı tefsir çalışmaları ile Kur’an meselelerini tedavi ettiğini gördük.(zehebi)
örneğin Hac suresi 52.-55. Ayetlerden yola çıkarak gıranik hadisesinin olmadığını ispatlar.
23
24
Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 481.
Muhammed Abduh, Amme cüzü tefsirinin mukaddimesi, s.2
MUSTAFA GÖKSU
Burada vurguladığı nebi(s.a.v.)’in ismetidir. Korumasını Allah’ın üstlendiği vahyin
güvenilirliğini yükseltir.
Tefsirine 1317’de Muharrem ayında başlayan üstat Nisa suresi 126. Ayetiyle 1323
yılında vefat etmesi üzerine yarım kalır ve öğrencisi Reşit Rıza derslerinde aldığı notlarla
Menar’ı oluşturur.
Tefsirdeki metodu: üstat Ezher ricali arasında yenilenmeye davet eden tek kişiydi. Kayıt
altına
alınmış
taklitten
vazgeçip
özgürleşmek
istiyordu.
Aklını
kitaplarında
ve
araştırmalarında hür bir şekilde kullandı. Geçmişlerin sözlerinden ve fikirlerinden bir şey
almadı. Bu şekilde geçmişe fikir ve görüş olarak muhalefet etti. İlim ehlinin bir çoğu ona bu
yüzden öfkelendi ve etrafında müritleri ve hayranlarından başka bunlardan kimse toplanmadı.
Bu hür akıl ve kadim üzerine olan tepkisi kendi metoduna tesir etti ve tefsirde de bu metodu
benimsedi.
Üstat, Allah’ın kitabından anladığının insanları irşat ederek dünya ve ahiret saadetine
ulaştırmak istiyordu. Çünkü Kur’an bunu en üstün gaye olarak görüyordu. Bundan başka
mevzular bu ana gayeye tabidirler veya bu mevzuyu elde etmek içindirler.25
Tefsirini iki kısma ayırır: a) Allah ve kitabından uzaklaştıran ki bununla kastı lafızları
çözümlemek ve cümlenin irabı ile beyanıdır. Bu kısım tefsir diye isimlendirilmez bunlar fenni
alıştırmalardan nahiv ve meani gibi bir çeşittir, der.
b) müfessir bu bölümde sözden muradın ne olduğunu anlama yoluna gitti ve akaidin
konmasındaki ve diğer hükümlerin hikmetine yöneldi. Lokman 3.ayette beliren:
‫هُدًى‬
ً‫ َو َرحْ َمة‬rahmet ve doğru yol rehberi)mananın tahakkuk etmesi için ve bunun gibi vasıfların
gerçekleşmesi için bu bölümü ele aldı. Üstat bu konuda şöyle der: bu öncekilerin hedefidir ki
bende tefsir okumalarımda buna yönelirim. Üstadın istediği müfessirlerin geçmişlerin
kelamından belagat ve nahiv gibi konularda ihtiyaç kadarının alınmasıdır. İyi bir müfessir ele
aldığı bir konuyu veya lafzı belagat açısından açıklar, mananın gerektirdiği kadarı ile iraba
girer ve Kur’an’ın fesahat ve belagatine layık olan yönü ile bunu gerçekleştirir.26
Kur’an akideye tabi olmaz, akide Kur’an’dan alınır: Kur’an bir terazi olup akaidin
kıymetinin bilinmesi için onu tartar. Akidenin aslının Kur’an olduğuna karar kılar. Birçok
25
26
Muhammed Abduh, Tefsiru’l-Menar, I, 17.
Muhammed Abduh, a.g.e, I, 35.
MUSTAFA GÖKSU
müfessir görüşlerini Kur’an’dan çıkarıp açıklar. Akide onların üzerine üstün gelir ve akidenin
noksanlığından dolayı Kur’an’a bakarlar hatta Kur’an’ı kendi akidelerine uygun olarak tevil
ederler ve akideyle beraber uyum sağlatmaya çalışırlar. Bu konuda üstat şöyle der: ben
istiyorum ki dindeki görüşlerin ve mezheplerin aslının Kur’an olmasını. Asıl olmayan
mezhebin Kur’an’ı taşıması onu tevil ve tahriften başka bir şey değildir. Bunun akabinde de
dalalet ve sapkınlık gelir.27
Tefsirinin okunup kaleme alınma aşaması: üstadın tefsiri Ezher üniversitesindeki
derslerinden oluşur. Altı sene boyunca Kur’an’ın yaklaşık 5 cüzünün burada okuyarak kaleme
alınmasına vesile olmuştur. Bunun gibi Cezayir şehrindeki tefsir dersleri ile Beyrut
mescitlerindeki tefsir dersleri de bu şekilde kaleme alınmıştır. Derslerinde şöyle bir yöntem
izlerdi: onu dinleyen cemaatten gelen fikirleri onlara açıklardı bu az sözle olmasına rağmen
Allah’ın ona bu sözleri beyan ettirmesiyle birçok söze dönüşürdü. Üstat tefsir derslerinde
kendi hür aklına itimat ederdi. Bunu tefsirini kaleme alanlar şöyle dile getirmiştir: tefsirinde
kitaba gerek duymazdı. Mushaf’tan okur Allah’ın kalbine akıttığını aktarırdı. Öğrencisi Reşit
Rıza’nın bildirdiğine göre ise üstat en sade tefsir olan Celaleyn’e müracaat ederek ondan
belirli kısımları okur sonra ilavelerde bulunurdu.28
Allah bize kıyamet günü insanların sözlerinden veya anladıklarından değil bizim
hidayetimiz ve yol göstericimiz olarak indirdiği kitabından soracaktır. Ve peygamberimizin
ُّ ‫ت َو‬
‫الزب ُِر َوأَن َز ْلنَا إِلَيْكال ِّذ ْك َر‬
ِ ‫بِ ْالبَيِّنَا‬
َ‫اس َما نُ ِّز َل إِلَ ْي ِه ْم َولَ َعلَّهُ ْم يَتَفَ َّكرُون‬
ِ َّ‫لِتُبَيِّنَ لِلن‬Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara,
ona ineni açıkladığı sünnetinden soracaktır. Nitekim Nahl 44’te:
kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.)
buyrularak buna dikkat çekilir. Bize sorulacak olan bu risalenin ulaşıp ulaşmadığı, ulaşan
şeyi düşünüp düşünmediğimizi, onun emir ve yasaklarında akıl yürütüp yürütmediğimizi,
Kur’an’ın rehberliğinde amel edip etmediğimizi, nebinin yol göstericiliğinden ve onun
sünnetine uyup uymadığımızdır.29
Üstat diğer müfessirler gibi israiliyat meraklısı olmadığı gibi bundan da kaçındığını
görmekteyiz. İsrailiyat havuzunda gezinmediğini,
Allah’ın kitabının kapalı olarak
gelmediğini ve bunlardan bizi sorumlu tutmadığını vurgular. Şayet bu istenirse delil olarak
kitap ve nebinin lisanı vardır ki O’nun yolu Kur’an’ın mübhematlarını toplamış olup kesin
27
Muhammed Abduh, Fatiha suresinin tefsiri, s.54.
Emin Osman, Muhammed Abduh, s.11.
29
Muhammed Abduh, Tefsiru’l-Menar, I, 27.
28
MUSTAFA GÖKSU
delillerle bunların üzerinde durmaktadır ve bunlarında faydaları tespit edilmiş olup bundan
başkası üzerinde durulmaz.30
2.4.1.2.1.1 İçtimai meseleleri tedavi etmesi:
Üstat, Kur’an’dan bir ayet ele almasın ki onu toplumun hastalıklarına bir ilaç veya
َّ ‫اصوْ ا بِال‬
tedavi olarak mümkün görmesin. Örneğin Asr suresi 3.ayette geçen: ‫صب ِْر‬
َ ‫وتَ َو‬sabrı
َ
tavsiye edenler) sabır ibaresini nefiste bir meleke olup ona zor geleni kolaylaştırıcı bir unsur
olarak bakar. Maun suresi 3.ayette geçen: ‫و ََّل يَحُضُّ َعلَى طَ َع ِام ْال ِم ْس ِكي ِن‬Yoksulu
doyurmaya teşvik
َ
etmez) karar hakkında şu kanaattedir: bu ayette kinaye vardır; muhtaç fakirin malından bir şey
bulamaz ve onu kazanmaya güç yetiremez… Sonra şöyle devam eder: kinaye ile gelmesi
yoksulun hacetinin görülmesine bir faydadır ve ona verecek bir şey bulamamasıdır ve sana
gerekli olan ise insanlardan ona verecekleri şeyi istemendir. Ve onda olan dinde fakirlere
yardımda tasadduk etmeye teşviktir. Bunun dışında malların toplanması hayır adına çalışan
cemiyetler vasıtasıyladır. Bunun aslı kitaptaki bu ayetle ve Fecr suresi 17,18.ayetle sabittir: ‫َك ََّل‬
ْ ‫} َو ََّل تَ َحاضُّ ونَ َعلَى طَ َع‬71{ ‫بَل ََّّل تُ ْك ِر ُمونَ ْاليَتِي َم‬Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz,
‫اال ِم ْس ِكينِ ِم‬
Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz) bunun gibi Meraği’nin de tefsirinde
belirttiği gibi üstadın tefsir derslerinde sosyal bilimciler, Kur’an’ın tatbikini kendi bilgileri
yönünde olduğunu bulabilirler.31
2.4.1.2.1.2 Moder ilmin ışığında Kur’an’ı tefsiri
ْ َّ‫إِ َذا ال َّس َماء ان َشق‬Gök yarıldığı zaman)buna örnek teşkil
İnşikak suresinin ilk ayetini tefsiri: ‫ت‬
eder. Semanın yarılması, İnfitar suresinde geçen göğün yükseltilmesi meselesinde ele
alınmıştı: Mevcut düzenin bozulması ki Allah, bu âlemi biz içinde iken harap etmek
istemektedir. Bu iş bu türden bir olay olup âlemin seyrinin bozulması manasınadır. Bu
duruma yıldızların seyrinde birinin diğerine yakınlaşması, birbirlerini çekmeleri, çarpmaları
ve bütün bunların güneş sisteminin bir eseri olması ve bundan dolayı bulutun oluşması, geniş
gökyüzü küresinin farklı yerlerinde ortaya çıkar ve bunun akabinde gök bulutlarla yarılır ve
ortaya çıktığı hal ile gökyüzü düzeni bizleri aldatır.32
30
Muhammed Abduh, a.g.e, I, 320.
Emin Osman, Muhammed Abduh, s.122.
32
Muhammed Abduh, Amme cüzü tefsiri, s.49.
31
MUSTAFA GÖKSU
Üstadın bu şekilde tefsirinin amacı Kur’an’ın manasına yaklaşımındandır ve insan kendi
aklından böyle bir şeyi haber veremez. Oysaki bu durum bu ekolün indinde meşhurdur. Ancak
kâinatın bozulmasında bu gibi açık kâinat olaylarının düzeni gerekmez mi? Gökyüzünün
bozulması ve birbirinden ayrılması ve bunun gibi diğerleri Allah’ın mucizesi değil midir?
Öyleyse ilk olarak Kur’an’la gelene iman etmeli değil miyiz? Ve bunu ardı sıra gelen
şeyhlerin mezhebine ve tafsilatlarına uymalı değil miyiz?
Bu duruma başka bir örnekle devam eden üstat Fil suresi tefsirinde kuşların Ebrehe’nin
üzerine gönderilmesi mevzuunda onların getirdiği şey çiçek hastalığı veya kızamık hastalığı
olduğudur. Bu konuda şöyle der: bu sure bize açıklıyor ki, çiçek hastalığı veya kızamık
ordunun fertleri üzerine düşen yaş taşlardan yayılmıştır. Allah’ın rüzgârla beraber gönderdiği
o şeylerden ve kuşlardan büyük farklılık arz etmektedir. Senin bu kuşların sivrisinek veya
sinek cinsinden olup bazı hastalıklardan mikroplar taşımasına inanman caizdir ve bu taşların
ıslak çamurdan olmalarına inanmanda böyledir. Öyle ki rüzgâr bu hayvanların gözeneklerine
bu mikropları taşımıştır. Bu da iltihaplı yaraların oluşmasına ve cesetlerinin bozulmasına,
etlerinin çürümesine yol açmıştır. Bu zayıf kuşların çok olması Allah’ın ordusunun, beşerden
helakini istediğini helak etmesi ile büyüklüğü olarak algılanır. Bu küçük hayvanlar bugün
mikrop olarak isimlendirilmektedir.
Zehebi’nin
bu
yoruma
tepkisi
şöyledir:
mikroplardan
böyle
bir
olayın
çıkarılamayacağını, ikisinin birbirinden farklı olduğunu, sayı olarak da böyle bir şeyin
sayılmasının mümkün olmayacağını belirtir. Allah’ın kudreti ile azgınları yenmesi, dağların
tepeleri büyüklüğünce kuşların olmasıyla veya bunun cinsinden olanlarla olamayacağını
özelliklede
bu
şekilde
bir
durumun
hâsıl
olamayacağını
ve
taşların
miktarının
bilinemeyeceğini ve bu taşların tesirlerinin ne ölçüde olmuş olacağının hepsinin bilgisi Allah
katındadır.33
Bu mikroplar modern ilimlerin keşfettiği şeyler olup Kur’an’ın nazil olduğu dönemdeki
Arapların ilminde olan şeyler değildir. Kur’an Arap belagatinde gelmiştir. Onları muhatap
almakta ve onların zamanında edildiği gibidir. Üstat akla tam bir hürriyet vermekle Kur’an’ı
tefsir ettiğinden bu hürriyet ve genişlikte boğulmuştur. Bu boğulmanın derecesi fikirlerin de
aşırılığa çok kaçmış olup görüşlerine yansımasına sebep olmuştur.
33
Muhammed Abduh, Amme cüzü tefsiri, s.158.
MUSTAFA GÖKSU
2.4.1.2.1.3 İblis ve melekler gerçeğine karşı tutumu:
ْ ‫ َوإِ ْذ قُ ْلنَا لِ ْل َمَلَئِ َك ِة ا ْس ُجدُوآل َد َم فَ َس َجد‬Hani
Bakara 34’te geçen: َ‫يس أَبَى َوا ْستَ ْكبَ َر َو َكانَ ِمنَ ْال َكافِ ِرين‬
َ ِ‫ُوا إَِّلَّ إِ ْبل‬
biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz
çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.) bu olay hakkında üstadın şöyle
dediğini bulduk: bazı müfessirler melaike kelimesini anlama yoluna gittiler. Onlar melaikenin
tabiatından varid olan şeyleri bir araya getirdiler. Bitkilerin işleyişi, hayvanların yaratılışı,
insanın muhafaza edilmesine vekil tayin edilmiştir. Bunda ibarenin zahirinden daha ince olan
bir hassasiyete işaret vardır ki o da bitkinin bu şekilde yetişmesidir bu yetişme özel bir ruh
iledir. Bu ruhu Allah çekirdeğine üflemiştir. Bu şekilde bitkiye özel bir hayat olmuştur. Bu
durumun hayvan ve insan içinde böyle olduğunu söyler. Bunların her biri için özel nizam olup
bununla üretimde hikmeti ilahi tamam olmuştur.34
İlahi ruhun gücü şer’i lisanda melek olarak isimlendirilmiştir. Melek âlemin imkânlarını
bilemez, bildiği sadece tabiat olaylarıdır. Veya tabiata tesir eden zahir kuvveti bilebilir.
Meleğin görevi sabit olup bu görevde bir çekişme, karışma olmaz. Bu görev yaratılışında gizli
olup hedefi, amacı yalnızca budur. Kuvveti ve düzeni de böyledir. İnkâr edecek akla sahip
değildir. Şayet mümin olmayan vahyi inkâr etmesi sebebiyle melek olarak isimlendirilir. Ve o
melaikenin var olduğuna delilin olmadığını iddia ederse veya bazı müminler vahyi inkâr
ederlerse o zaman tabiatın kuvveti veya tabiat namusu diye isimlendirilir. Çünkü bu isimler
şer’i sayılmaz. Hakikatte bir ve akıllı olan kimse onun ismini diğer isimlendirmelerden
gizlemez. Şayet mümin olan kimse gayba iman etmekle ruhların mevcut olduğunu mahiyetini
bilmediği halde görür. Gayba iman etmeyen ise şöyle der: ruh nedir ben bilmem. Ancak
hakikatini bilmediğim bir güç bilirim. İnsanların ihtilaf ettikleri isimleri Allah’tan başkası
bilemez.35
Melekler ile Âdem kıssasında anlatılan durumda meleklerin, Ademoğlunun yeryüzünde
fesatlık çıkaracağını bilmeleri mevzuunda ise şöyle der: insanoğluna ilimde ve amelde sınırı
olmayan yapabilme özgürlüğü verilmiştir. Âdem’e bütün isimlerin öğretilmesi insanın
yeryüzünde her şeyi bilme gücünün verilmesidir. Meleklerin bu isimleri bilememesi
ilimlerinin sınırlı olup vazifelerini aşmamalarındandır. Meleklerin Âdem’e secde etmesi bu
yüzdendir. Allah’ın adetlerini bilmekle ilimde yükselmesinin faydası bundandır. İblisin
34
35
Muhammed Abduh, tefsiru’l-Menar, I, 168, 267.
Muhammed Abduh, a.g.e, I, 269.
MUSTAFA GÖKSU
büyüklenip secdeden yüz çevirmesi, insanın şer ruhuna boyun eğmekle acizliğinin bir
göstergesidir.36
2.4.1.2.1.4 Sihre karşı tutumu
Üstadın kendisine geniş hürriyet vermesi Kur’an’ı anlamasına tesir etmiş olup sihir
hakkında Mutezile gibi düşünerek sihrin gerçek olmadığı görüşüne varmasına sebep olmuştur.
Bunu Felak suresi 4.ayetin tefsirinde dile getirir: ‫ت فِالْ ُعقَ ِدي‬
ِ ‫ َو ِمن َش ِّر النَّفَّاثَا‬Ve düğümlere üfürüp
büyü yapan üfürükçülerin şerrinden)bu ayette kastedilen dedikoduculardır. Bu kimseler sevgi
bağlarını keserler. Onların iftiraları ile ateş tutuşmaktadır. Allah ayette sihirbazların sihrini bu
şekilde benzetme yaparak anlatmaktadır. Bu durum iki eş arasında veya iki dostun bir birine
düşman kesilmesinde böyledir.37
Bu konu ile ilgili bazı sahih hadisleri reddetmesi: Lubeyt b. El-a’san’ın sihri
Rasulallah(s.a.v.)’a tutmuştu. Hatta öyle tesir etmişti ki bir şeyi yapmadığı halde yaptı
zannediyor, bir şeyi getirmediği halde getirmiş olduğunu zannediyordu. Allah o’na bu durumu
haber verdi. Sihir yaptığı şey kuyudan çıkartıldı. Bunun üzerine bu sure nazil oldu.
Rasulullah(s.a.v) kendinde olan bu değişikliği gizlemedi. Ve bu bedeni hastalıklardan da
değildi. Ve normal işlerden bazısında olduğu gibi unutma veya yanılma durumlarından biride
değildi. Aksine o bir elmas ki aklında olup ruhu ile aldığı bir şeydir ki Furkan suresi 8.ayet
bunu tasdik eder:ً‫إِن تَتَّبِعُونَ إِ ََّّل َر ُجَلً َّم ْسحُورا‬Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız)
buradaki sihirden maksat kafa karışıklığıdır; bir şeyi koydu zannedip aslında koymaması o’na
vahyedildi zannedip aslında vahyedilmemesidir.
Taklitçilerden birçoğu demiştir ki bu kimseler nübüvvetin ne olduğunu akletmiyorlar:
haber sihrin etkisi ile kendi nefsindendir. Doğru olanda buna inanmanın gerekliliğidir. Bunu
onaylamamak yenilik ortaya çıkarma olup sihri inkârdan dolayı bidattir. Kur’an sağlıklı bir
sihirle gelmiştir. Bak sahih din nasıl da değişmiştir. Açık olan gerçek mukallitlerin bidate
bakış açısıyla nasılda değişmiştir. Bundan Allah’a sığınırız.
Kur’an’ı sihrin sabitliği üzerine delil olarak sunar. Kur’an sihrin Efendimiz’e olan
olumsuzluğundan yüz çevirir ki bu müşriklerin o’na iftirasından başka bir şey değildir.
36
37
Muhammed Abduh, a.g.e, I, 282.
Muhammed Abduh, Amme cüzü tefsiri, s.181.
MUSTAFA GÖKSU
Müşrikler şöyle diyordu: muhakkak ki şeytan efendinizi giydirdi. Onun elbisesi onlara göre
sihirdi ve bununla bir vuruş yaptı ve o sihir tesir etti bu da Lubeyt’e nispet edildi. Çünkü o
aklını ve idrakini onların iddialarına göre karıştırmıştı.38
2.4.1.2.2 Seyyit Muhammed Reşit Rıza:
Aslen Bağdatlıdır. Şam da h.1282 yılında doğmuştur ve burada yetişmiştir. Menar
dergisinin sahibidir. İyi bir hadis ve edebiyat âlimidir. H.1315’te Mısır’a seyahat edip
Muhammed Abduh’un öğrencisi olmuştur. Onun görüşlerini dergisi Menar’da ortaya
koymuştur. Yetiştiği vatanında Fransa ihtilalinin başlangıcını paylaştı. Vatanı Suriye’nin
hürriyetinde, istiklalinde başı çeken o oldu. Mısır’a döndü ve burada 1354 yılında vefat etti
buraya defnedildi.
Eserleri: mecelletü’l-Menar, el-vahyü’l-Muhammedi, el-vahdetü’l-İslamiyye
Reşit Rıza hakkında Zehebi şöyle der: şeyh Reşit ilmin üstadı olan önceki imamın
varisidir. Çünkü bilincini, şuurunu ondan almıştır. Onun hayatında ve vefatından sonra da bu
şuuru telif etmiştir. Onun yönteminden sapmamış, fikirlerinde değişikliğe gitmemiştir. Reşit
Rıza’nın üstadından rivayette bulunması garip bir durum değildir ki zaten kendisi şöyle
demektedir: Menar’ın sahibi benim fikirlerimin tercümanıdır. Üstadı da Reşit Rıza hakkında
şöyle bir vasıflandırma yapar: Reşit’le beraber akidede, fikirde, görüşlerde, yaratılışta ve
amelde bir bütünüz.39
Tefsirini ortaya koyması: tefsirini medresedeki üstatların çoğundan aldığıyla ortaya
koydu. Şu şekilde isimlendirdi: el-Kur’an’il-hakim ve Menar
tefsiri ile meşhur oldu.
Kur’an’ın başından başlayarak Yusuf suresi 101.ayete kadar tefsir etmiştir. Bu tefsir 12 cilt
halinde basılmıştır. Bu son cilt Yusuf suresi 35.ayetle biter. Yusuf suresinin tefsirini üstat
Behçet Baydır tamamlamış ve Şeyh Reşit Rıza ismini verdiği müstakil bir kitap halinde
bastırmıştır.
Tefsirinin kaynağı: Kur’an ayetlerini diğer bazı ayetleri anlamada kullanmıştır.
Özelliklede bir konu hakkında tekrar eden ayetler olduğu zaman onları baz almıştır. Aynı
şekilde Rasulallah(s.a.v.)’dan gelen sahih rivayetlerin yardımı ile sahabe ve tabiundan gelen
sahih rivayetlerle, Arap dilinin üslubundan ve Allah’ın yaratılıştaki adetlerinden
yararlanmıştır.
38
39
Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 503.
Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 506.
MUSTAFA GÖKSU
Bütün bunlardan sonra kendi aklına yatan diğer müfessirlerin sözlerini tefsirine almıştır.
Özelliklede kendi şeyhi Abduh’un sözlerinden alıntı yapmıştır. Öğrencilerinin bize verdiği
bilgi şöyledir: o tefsirde yazılanlara müracaat etmez ayetten anladığını yazardı. Müfessirlerin
görüşlerinin kendisini etkileyeceği kaygısını taşırdı. Allah Kur’an’ı anlamayı verdiği zaman
üstat onun önüne geçmez veya onun aleyhine bir şey ondan sadır olmaz, kardeşlerine bunları
anlatmaktan ve ehl-i beytine bahsetmekten hoşnut olur onlara teşekkür ederdi.
Tefsirindeki hedefi: bu konuda üstadının hedefini kendine hedef seçip dünya ve ahiret
mutluluğuna insanları irşat etmekle ulaştırmaktır. Bu konuda kendi şöyle der: insanların
tefsire olan ihtiyacı artmıştır ve yöneldikleri ilk şey Kur’an’ın hidayetidir. Kur’an’ın vasfı
uyarma, müjdeleme, hidayet etme ve ıslah etmedir.
Tefsirinde izlediği yöntem: yöntem olarak da üstadının yöntemini benimsemiştir.
Müfessirlerin sözlerine yer vermez, Kur’an naslarını akide için hüküm vermede kullanmaz,
israiliyata kendini kaptırmaz. Mübhematları belirlemez, mevzu hadislerle bağlantı kurmaz,
ilmi konuları bir araya getirmez, ilmi ıstılahlar için nassı kullanmaz bilakis ayetleri kendi
görüşündeki üslupla şerh eder ve manalarından kolay ve makul olanı keşfeder. Müşkilatü’lKur’an’ı açıklar, şüpheden uzak olanları savunur. Savunmakla da kalmaz bunları yol gösterici
olarak açıklar ve irşatta büyük delil olarak ve hüküm koymada ve toplumsal hastalıklara
tedavi olarak, yaratılışta Allah’ın adetlerini açıklamada kullanır.40
Büyük günah işleyenler hakkındaki görüşü: Bakara 275’te geçen :Faiz yiyenler
(kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal
onların "Alım-satım tıpkı faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alım-satımı
helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden
vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize
dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.) bu ibareyi ehli-sünnete muhalif
olarak ele aldığı görülür: kasten adam öldüren ve faiz yiyen büyük günah sahibi kimseler
tövbe etmeden ölürlerse cehennemde ebedi kalacaklardır.41
Âdem(a.s) kıssası hakkında şeyhini taklit etmesi: bu konu secde konusundaki sıkıntı
üzerine bina edilmektedir. Bu diyalog Rab ile iblis arasında vaki olmuştur. Buradaki söze
gelince yaratma için olup kıssada insanın, hayvanın ve şeytanın tabiatını açıklamak için
cereyan etmiştir. Bundaki mana şudur: Allah, melekleri yeryüzünün yöneticisi kılmıştır.
40
41
Muhammed Abduh, tefsiru’l-Menar, II, 196.
Muhammed Abduh, tefsiru’l-Menar, III, 99.
MUSTAFA GÖKSU
Allah’ın emri ve izni ile bu işi yaparlar. Naziat 5’te geçtiği gibi: ً‫ت أَ ْمرا‬
ِ ‫فَ ْال ُم َدبِّ َرا‬işleri yöneten
melekler) Allah bu türü yarattı ki diğer bütünü kullanıma hazır hale getirdi. Allah’ın adetleri
ilmiyle ve bu adetlerin içerdiği su, hava, elektrik, ışık, yeryüzündeki madenler, bitkiler,
hayvanlar Allah’ın hükmünü ortaya çıkarır ve fertlerden bazısının istifadesine hazır duruma
getirir. Onlara özellikle vahiy ve Risalet vermekle ve onların eli ile hidayeti ve şer’i mizanı
ikame eder. Buna işaret ise Bakara 31.ayettir: ‫صا ِدقِينَ َو َعلَّ َم آ َد َم األَ ْس َماء‬
َ ‫فَقَا َل أَنبِئُونِي بِأ َ ْس َماء هَـؤَُّلء إِن ُكنتُ ْم‬
‫ضهُ ْم َعلَى ْال َمَلَئِ َك ِة‬
َ ‫ ُكلَّهَا ثُ َّم ع ََر‬Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi.
"Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin" dedi.)
Allah, şeytanı insandan kaçınan olarak yarattı hatta düşman kıldı. Bundan dolayı insan
ruhu fıtrat olarak meleklerin ruhu arasında orta bir haldedir. Bu Allah’a itaat ve yaratılmadaki
ıslahta ve onun adetlerini yerine getirmede de böyledir. Cin ruhu ki bu ruh cinleri kötülüğe
çağırır ve onlarda şeytandır, insan isyan bakımından da böyledir. İnsana seçme hürriyeti
verilmiştir ki bununla meleklerin ufkuna erişebildiği gibi şeytanların hizasına da düşebilir.42
Mecaz ve teşbihe dayanması: Menar sahibinde bulduğumuz bir durumda bazı Kur’an
lafızlarını zahirlerine göre ele alırken bazılarında mecaz veya teşbihe doğru bir kayış da
sergilemiştir. Bunu yaparken de hakiki mana üzerine uzaktan ve yakından alaka kurarak yapar
ki bu yol onun şeyhinin ve Zemahşeri gibi diğer bazı mutezilelerin izlediği bir yoldur. Bunlar
teşbih ve temsili Kur’an’ın açıkladığı gerçeklerden kaçmak için tutundukları bir yoldur.
Allah’ın kudreti bunlardan aciz değildir ve insanın eriştiği bu manalardan uzaktır. Nitekim
ْ َّ‫صدِّقا ً لِّ َما َم َع ُكم ِّمن قَ ْب ِل أَن ن‬
ْ ُ‫َاب آ ِمن‬
ْ ُ‫يَا أَيُّهَا الَّ ِذينَ أُوت‬
Nisa 47’de şöyle buyrulur: ً‫س ُوجُوها‬
َ ‫ط ِم‬
َ ‫وا بِ َما نَ َّزلْ نَ ُم‬
َ ‫وا ْال ِكت‬
ّ ‫ت َو َكانَ أَ ْم‬
ُ ً‫رَّللاِ َم ْفعُوَّل‬
َ ‫ارهَا أَوْ ن َْل َعنَهُ ْم َك َما لَ َعنَّا أَصْ َح‬
ِ ‫اب ال َّس ْب‬
ِ َ‫فَنَ ُر َّدهَ َعلَى أَ ْدب‬Ey Kitap verilenler! Yüzleri silip
arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi
lanetlemeden önce, yanınızdakini tasdik ederek indirdiğimiz Kuran'a inanın; Allah'ın emri
daima yapılagelmiştir.)43
Sihir hakkındaki görüşü: Menar sahibi sihri bir hile olarak görür. Ehlisünnetin dediği
gibi bir hakikatin olmadığını beyan eder. Bu söz şeyhinin ve daha önceki mutezilelerin
ْ ‫ك ِكتَابا ً فِي قِرْ طَاس فَلَ َمسُوهُ بِأ َ ْي ِدي ِهملَقَا َل الَّ ِذينَ َكفَر‬
sözüdür. En’am 7.ayeti: ‫ُوا إِ ْن هَـ َذا إَِّلَّ ِسحْ ٌر‬
َ ‫َولَوْ نَ َّز ْلنَا َعلَ ْي‬
ٌ ِ‫ ُّمب‬Eğer sana kâğıtta yazılı bir kitap indirmiş olsak da onu elleriyle tutsalardı, yine de o
ْ ‫ين‬
kâfirler: "Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir" derlerdi.) sihrin geçersiz bir hile olduğuna delil
getirir.
42
43
Muhammed Abduh, a.g.e, VIII, 332.
Muhammed Abduh, a.g.e, V, 146.
MUSTAFA GÖKSU
Şeyh Reşit, şeyhinin yaptığı gibi Buhari hadisini reddetmeye güç yetirememiş fakat
hadisi tevil cihetine giderek cerh ve ta ’dil imamları tarafından tan edildiğini belirtmiştir.44
Cin ve şeytan hakkındaki görüşü: cinni şeytanlar insanlara aklını çelmeden başka
musallat olmazlar. İnsanların cinleri göremeyeceğini onlara görünenin hayal olup dışarıdan
somut olarak sezinlenemeyeceğini bazı garip hayvanları görüp de bunları cin sanmalarından
ibaret olduğunu ve buna delil olarak Ebu Hureyre’den nakille Hamiş’in sadaka hurmalarının
çalındığını Rasulallah(s.a.v)’a haber verince Efendimiz’in bunu yapanın şeytan olduğunu
haber verdiği rivayeti getirir.45
Hz. Peygamber’in mucizeleri hakkındaki görüşü: Kur’an’dan başka Hz. Peygamber’in
mucizesinin olmadığı kanaatindedir. Bazı Kevni mucizeleri inkar eder. Rabbinden ikram olan
bazı Kevni ayetlerin mucize cihetinden olmadığını veya davetinin doğruluğuna delil
olamayacağını belirtir. İsra suresi 59.ayeti bu cihetten ele alır: ‫ب‬
َ ‫ت إَِّلَّ أَن َك َّذ‬
ِ ‫َو َما َمنَ َعنَا أَن نُّرْ ِس َل بِاآليَا‬
ْ ‫ص َرةً فَظَلَ ُم‬
ِ ً‫وا بِهَا َو َما نُرْ ِس ُل بِاآليَاتإَِّلَّ ت َْخ ِويفا‬
ِ ‫بِهَا األَ َّولُون َوآتَ ْينَا ثَ ُمو َد النَّاقَةَ ُم ْب‬Bizi, ayetler (mucizeler) ve
peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır.
Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona zulmetmişlerdi (deveyi
boğazlayarak kendilerine yazık etmişlerdi). Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için
göndeririz.)46
Ayın yarılması olayını ele alarak hadis metni ve senedinde sıkıntı olduğunu belirtir. Bu
hadisten kastın ise Kureyşlilerin, Rasulallah(s.a.v)’a nebi olduğuna delil istemeleri ve bu olay
üzerine iki fırkaya ayrıldıklarını söyler.
Fıkhi meseleler hakkındaki görüşü: Menar sahibi, Kur’an’dan hüküm çıkarmada
kendine verdiği geniş yetki ile cumhur fukahanın görüşlerine karşı çıkar. Bakara 180.ayette
geçen:
ُ ْ‫ض َر أَ َح َد ُك ُم ْال َمو‬
َ‫ُوف َحقّاً َعلَى ْال ُمتَّقِين‬
َ ‫ت إِن تَ َر‬
َ ‫ب َعلَ ْي ُكمإ ِ َذا َح‬
َ ِ‫ ُكت‬Birinize
ِ ‫صيَّةُ لِ ْل َوالِ َديْن َواأل ْق َربِينَ بِ ْال َم ْعر‬
ِ ‫ك خَ يْراً ْال َو‬
ölüm geldiği vakit, bir hayır (bir mal) bırakacaksa, babası, anası ve en yakın akrabası için
meşru bir surette vasiyet etmek, Allah'tan korkan kimseler üzerine yerine getirilmesi vacip bir
hak olarak size farz kılındı.) vasiyetle ilgili hükmün ehli sünnet tarafından mensuh kabul
edilmiş olup, İmam Şafi’nin de bu konuda gelen hadisin mütevatir olduğunu söylediğini
Muhammed Abduh, tefsiru’l-Menar, VII, 311.
Muhammed Abduh, a.g.e, VII, 512.
46
Muhammed Abduh, a.g.e, XI, 233.
44
45
MUSTAFA GÖKSU
belirtir. Kendisi ise Ferrah’ın görüşünü alır: bütün deliller bu ayeti şu şekilde anlamayı teyit
eder: anne-baba ve yakın akrabaya vasiyetin hükmü baki olup nesh edilmemiştir.47
ْ ‫صَلَ َوأَنتُ ْم ُس َكا َرى َحتَّ َى تَ ْعلَ ُم‬
ْ ‫وا َّلَ تَ ْق َرب‬
ْ ُ‫يَا أَ ُّيهَا الَّ ِذينَ آ َمن‬
َّ ‫ُوا ال‬
Nisa suresinde geçen: َّ‫وا َما تَقُولُونَ َوَّلَ جُ نُباً ِإَّل‬
ْ ‫وا َمافَتَ َي َّم ُم‬
ْ ‫ضى أَوْ َعلَى َسفَر أَوْ َجاأَ َح ٌد ِّمن ُكم ِّمن ْالغَآئِ ِط أَوْ َّلَ َم ْستُ ُم ال ِّن َساء فَلَ ْم ت َِج ُد‬
ْ ُ‫عَابِ ِر َسبِيل َحتَّ َى تَ ْغتَ ِسل‬
‫وا‬
َ ْ‫وا َوإِن ُكنتُم َّمر‬
ْ ‫ص ِعيداً طَيِّباً فَا ْم َسح‬
ّ َّ‫ُوا بِ ُوجُو ِه ُك ْم َوأَ ْي ِدي ُك ْم إِن‬
ً‫اّللَ َكانَ َعفُ ّواً َغفُورا‬
َ Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi
bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Cünüp iken de yolcu olanlar müstesna gusül edinceye
kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz
abdest bozmaktan gelince veya cinsî münasebette bulunup, su da bulamazsanız o zaman
tertemiz bir toprak ile teyemmüm edin. Niyetle yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki
Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.)teyemmüm hakkındaki görüşü ise şudur: yolcu için
teyemmüm caiz olup elinde su bulunsa ve onu kullanmaya bir mani bulunmasa bile yolcu
olması ona yeter der. Böyle demekle bütün fukaha ile ters düşmüş olur.
2.4.1.2.3 Büyük Üstat Şeyh Muhammed Mustafa el- Meraği:
Meraği beldesinde m.1881’de doğan Mustafa el-Meraği, Kur’an’ı köyünde hıfzettikten
sonra Ezher’e gitti. Büyük şeyh ve âlimlerden ilim tahsil etti. İmam Muhammed Abduh’a
yetişti ve ondan siyasi, içtimai, tarih ile ilgili derslerinden istifade etti.
M.1904’de Ezher’den diplomasını alarak mezun oldu. Şeyh Muhammed Abduh’un
yerine 3 yıl kadılık vazifesini yürüttü. M.1945’te vefat edinceye kadar Ezher şeyhliğini belirli
aralıklarla sürdürdü. Mustafa el-Meraği de Muhammed Abduh’un medresesinde yetişmiş olup
onun izinden gidenlerdendir. Hayatını İslam’a ve Müslümanlara adayıp içtimai ıslah için
çalışmıştır. Allah’ın kitabını kendine düstur edinerek dünya ve ahiret mutluluğu için çalıştı ve
bunun sonucunda hayırdan başka bir şeye ulaşmadı ve hedefi de ıslahtan başka bir şey olmadı.
Tefsirini ortaya koyması: bu konuda şeyhin izlediği yol dini dersleri tefsirine almasıdır.
İnsanlar nezdinde ihtilafı olan birçok konuyu dinleyerek ve kendisinin de dediği gibi bu
coğrafyadaki ve diğer İslam devletlerindeki olan oradaki meliklerin üzerinde durduğu
konulardan oluşmaktadır. Kur’an ayetleri ile ilgili ulaşabildiğimiz dersler çok azdır.(zehebi)48
47
48
Muhammed Abduh, a.g.e, I, 141.
Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 518.
MUSTAFA GÖKSU
Tefsirinde izlediği yöntem: üstat Kur’an ayetlerinden gelenlerin kökenine tefsirinde
iner. Üstat derslerinde Kur’an’dan Allah’ın kudretine ve ayetlerin azametine dikkatleri çeker.
Onda beşerin hidayetine vesileler zuhur etmez ve izzet ile ibret konuları da böyledir. Aynı
şekilde büyük bir yönelme ile ayetlerin inayetlerine yönelir ve bunların hepsinin ayetlerde
cem edildiğini ve modern ilmi meselelerle yakından ilgili olduğunu ayrıca bunları insanlara
açıklamak için ilmi meseleler üzerinde durmaz çünkü bu meseleler zaten sahih nazariyelerle
çakışmaz. Bu Allah’ın bir hidayeti olup Kur’an meseleleri arasındaki uyuma dikkatleri çeker
ve modern ilimdeki meseleler arasındaki uyumada değinir.
Tefsirinin kaynakları: derslerinde izlediği yol; ayetleri ayetler ile açıklama olup
müphem olanları diğer bu yöntemle açıklama yoluna gitti. Aynı şekilde sahih olan
Rasulallah(s.a.v.)’ın rivayetlerine başvurdu. Selefi Salih’ten ki bunlar sahabe, tabiunun
görüşlerine yer verdi. Sonra kadim müfessirlerin yazdıklarına yer verdi. Ancak bunların
hepsine aklı yatmadı. Bütün bunların hepsini kaynak olarak göz önüne koydu kalbi ve aklına
yatanları aldı diğerlerinden yüz çevirdi.
Mübhematü’l-Kur’an’a bakışı: bu konuda üstat Meraği, şeyhinin metodunu izlemiştir.
Mübhematü’l-Kur’an’a tafsilatıyla yanaşmaz. Kur’an’ın bu türden cüzlerine ses çıkarmaz.
Rasulallah(s.a.v) bundan yüz çevirmiştir. Zayıf ve mevzu dahi olsa tefsirinde bu konuda
rivayet sıkıştırmamıştır. Elindeki geçerli israiliyatla ilgili haberleri de almamıştır. Eğer
ْ ‫ارع‬
değinmek zorunda kalmışsa bile ayrıntısına girmemiştir. Ali-İmran 133.ayet: ‫ُوا إِلَى َم ْغفِ َرة‬
ِ ‫َو َس‬
ْ ‫ات َواألَرْ ضُ أُ ِع َّد‬
ُ ‫ضهَال َّس َما َو‬
‫ت لِ ْل ُمتَّقِينَ ا‬
ُ ْ‫ ِّمن َّربِّ ُك ْم َو َجنَّة َعر‬Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer
arası kadar olan, Allah'tan gereği gibi korkanlar için hazırlanmış bulunan cennete
koşun!)hakkında yorumu şu şekilde olmuştur: bu ayetin zahirinde delalet ettiği şey cennetin
şu anda yaratılmış olduğudur. Çünkü mazi fiil bu manayı vermektedir. Yaratılmadığına delil
َّ ‫ت َو َمن فِي ْاألَرْ ضإ ِ ََّّل َمن شَاء‬
olarak ise Zumer 68.ayeti: ‫َّللاُ ثُ َّم نُفِ َخ فِي ِه‬
َ ‫ص ِع‬
َ َ‫ور ف‬
ِ ‫اوا‬
َ ‫ق َمن فِي ال َّس َم‬
ِ ُّ‫َونُفِ َخ فِي الص‬
َ‫أُ ْخ َرى فَإ ِ َذا هُم قِيَا ٌم يَنظُرُون‬Ve sura üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp
yıkılmıştır. Ancak Allah'ın dilediği müstesna. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep
onlar kalkmışlar bakıyorlardır.)getirir. Öyleyse der bu konuda tartışmanın bir mantığı yoktur.
ْ ُ‫يَا أَيُّهَا الَّ ِذينَ آ َمن‬
Bu duruma bir başka örnek Bakara 183’te geçen: ‫ب َعلَى‬
َ ِ‫وا ُكتِب َعلَ ْي ُك ُم الصِّ يَا ُم َك َما ُكت‬
‫الَّ ِذينَ ِمن قَ ْبلِ ُكلَ َعلَّ ُك ْم تَتَّقُونَ ْم‬Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz
kılındı. Umulur ki korunursunuz.) geçmiş milletlerin Ramazan orucu tutup tutmadıkları,
orucun nasıl olduğu, süresi gibi konulara girmek gereksiz olup tartışmaya girmeye gerek
yoktur.
MUSTAFA GÖKSU
Hüküm koymanın sırlarını açıklamadaki çabası: büyük üstadın tefsirinde İslami
teşri’nin sırlarını açıklamada büyük özen gösterdiğini görürüz. İlahi yaratmada ki hikmeti ve
İslam’ın güzelliklerini açıklamak için, insanların hidayeti için keşifte bulunduğunu görürüz.49
Bakara suresinde geçen oruçla ilgili şunları söyler: oruç İslam’ın üzerine kurulduğu beş
esastan biridir. O bedeni bir riyazettir, ruhi bir arınmadır. Bu şehvetleri terk etmek ve
lezzetlerden kurtulmakladır. Kutsi kemalat ile ruh arasında bir perde olup ilahi feyizdir. Oruç
lezzete ulaştıran ilhamlara engel olur. Bunu için arifler oruca sığınır. Her ne zaman böyle
yaparlarsa ilahi lezzetten yudumlamış olurlar. Bunun dışındaki bir düşünce onları rahatsız
eder ki bu da onları ilahi zevkten alıkoyar.
Toplumsal problemleri tedavisi: toplumsal problemleri ve İslam devletlerinin bozulma
sebeplerini ele alır. Bütün bunları Allah’ın kalbine, aklına ve lisanına Kur’an’ın hidayeti ve
irşadı doğrultusunda verdiği feyizlerle tedavi etmeye çalışır. Üstat bu hastalıkların batınına
inerek şifa sebepleri aramıştır. Hedefi yaptığı derslerle tedavi etmek olmuştur. Bunların çoğu
devlet erbabına yönelik olup onları ilgilendiren meselelerdi. Bunları onların boynuna bir
emanet olarak doluyordu. Onlarda kendi altlarındakine bu işi tevdi ediyorlardı ve bu şekilde
kendi elleri ile yine kendilerinin ıslahı sağlanıyordu. Ve en önemlisi bunların hepsi samimi bir
şekilde Rabbi, vatanı ve milleti için yapılıyor olmasıdır.
Örneğin Şura suresi 13.ayet: Allah dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir
kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye
buyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat
senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve
kendisine yöneleni de doğru yola iletir.)hakkında şunları dile getirir: bu ilahi şeriattaki
hikmet; insan akli nazariyesini ve hissi idrakini terk ettiği zaman hayat kötüleşir ve insan
sapar. Böyle olduğu zamanda hayvan türlerinden daha bahtsız olur ve bu bahtsızlık kendi aklı
ciheti iledir. Tecrübe ile sabittir ki akıl ilahi şeriat müeyyidesinin dışında olursa bölünmüş
yollara girer. Bu yollardan kimisi doğrudur kimisi sapıklık içindedir. Sapıklık içinde olan
doğruluk içinde olandan daha çoktur. Bu felsefe ve ahlak alanındaki âlimlerin görüşüdür.
Bunlardan bazısı hezeyana benzer bazısı da elde etmiş olduğu birçok delillerle sunulmuş
olandan söylediklerini idrak edemez. Bu toplumsal yöntem eski ve modernde böyledir. Bu da
topluma mutluluk getirmez. Allah’ın yüce hikmetinden bu hikmeti taşıyan masumlardan sadır
Bütün bu bilgileri Ramazan ayında yapmış olduğu derslerden aktarıldığına dair bkz: Zehebi, a.g.e, 520-526.
Sayfaların dipnotları.
49
MUSTAFA GÖKSU
olan hidayet gerekir. Yine tecrübe ile sabittir ki bu hidayetle amel eden topluluklar amel
ettikleri oranda mutlu olmuşlardır.
Başka bir örnek olarak Bakara suresi 185.ayeti getirir ve şöyle der: O Ramazan ayı ki,
insanları irşat için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan
Kur’an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de
hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size
kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı
Allah'ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.)Kur’an ki onunla Müslümanlar mutlu
oldular. İnsani nefis için en yüce örnek olan, hayatı ruhiyelerinde temiz ve kötülükten uzak,
cismani hayatları ile ilmi hayatlarında Kur2an’ın nurundan kalan şeyler ile bu şekilde mutlu
oldular.
Hucurat suresi 6.ayetle: ‫صيبُوا قَوْ ما ً بِ َجهَالَة فَتُصْ بِحُوا َعلَى َما فَ َع ْلتُ ْم نَا ِد ِمينَ يَا أَ ُّيهَا الَّ ِذينَ آ َمنُوا إِن َجاء ُك ْم‬
ِ ُ‫أَن ت‬
ٌ ‫اس‬
‫ق بِنَبَأ فَتَبَيَّنُوا‬
ِ َ‫ف‬Ey iman edenler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirsen onun doğruluğunu
araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınızdan pişman
olursunuz.)ilgili şunları söyler: haberde fazileti tespit içindir. Bu birçok insanda bulunmaz.
İnsanların çoğu haberlerin sıhhati konusunda bilmeden tuzağa düşerler. Bazı maharetli
yalancılar insanların haberlerinden tespit ettikleri üzerinde gizlice değişime giderler.50
2.4.1.2.3.1 Kur’an ve modern ilim arasında mutabakata varması
Üstadın itikadı şu yönde olmuştur; Kur’an genel usuller getirmişti. Müfessirin Kur’an
ayetleri ilme veya ilimleri ayete doğru yönlendirme yolunu kerih görür. İlmi tefsir yapmak
için modern ilmi nazariyelerle beraber ittifak halinde olunmalıdır.
Şeyh tefsirde ilmi tefsir metodunu kerih görür ve bunda tutkun olan ashabın hatasını
açıklar ve birçok konuda da bunu tekrar eder. Tefsir derslerinde bu konuların bazısından söz
eder. Müslümanlar arasında fıkhi hükümler ve akait hakkında ihtilaflar bulur ve Müslümanlar
yanında felsefi aldatmalar ve Kur’an’ın bunlara yönelik tevilini buldu. Bunların yanında karar
kılınmamış ilmi nazariyelerden bazısını buldu. Bu kitap üzerine büyük bir tehlikedir.
Felsefeciler için bir kurgudur. Karar kılınmamış nazariyelerle Allah’ın kitabını reddetmek
doğru değildir.
Üstat Meraği bütün bunlara beraber modern ilmi nazariyelerden bazısı ile ilimden bazı
konular üzerine Allah’ın kitabını tefsir etmiştir. Bu ilmi mevzulardan almakla Allah’ın kudreti
üzerine delil getirmeye güç yetirmek içindir.
50
Meraği, Hucurat Süresinin Tefsiri, s.11.
MUSTAFA GÖKSU
Lokman suresi 10.ayette geçen: ‫ض َر َوا ِس َي أَن تَ ِميد ِب ُك ْم‬
ِ ‫َخلَق ال َّس َما َوا‬
ِ ْ‫ت بِ َغي ِْر َع َمد تَ َروْ نَهَا َوأَ ْلقَى فِي ْاألَر‬
َّ َ‫ َوب‬O, gökleri direksiz yarattı, onları
‫ث فِيهَا ِمن ُك ِّل دَابَّة َوأَن َز ْلنَا ِمنَ ال َّس َما ِء َما ًء فَأَنبَ ْتنَا فِيهَ ِمن ُكلِّ زَ وْ ج َك ِريم ا‬
görüyorsunuz. Yeryüzüne de sizi çalkalar diye ağır baskılar (sabit ve büyük dağlar) bıraktı ve
orada herbir hayvandan üretti. Hem biz gökten bir su indirdik de orada her güzel çiftten (veya
her hoş çeşitten) bitkiler yetiştirdik.)göklerin direksiz yaratılması hakkında şöyle der:
semavatta gökyüzünde gördüğümüz şeyler toplanmıştır, yıldız ve nebulalar mertebe olarak
birbirinin üzerindedirler, gökyüzünde daire çizerler. Bunlardan her birinin yeri ilahi namusla
ve çekici bir düzenle takdir edilmiş, belirlenmiştir. Buranın direksiz olması mümkün değildir.
Allah’a yemin olsun ki burayı tutan O’dur ve bu cereyanı gerçekleştiren de O’dur. Ta ki ona
takdir edilen zamana kadar bu böyledir. Şöyle denirse: çekici bir düzen veya çekim kuvveti ki
bu ilahi namustur. Mutlak manada direğin ismidir. Şöyle dememiz caizdir: oradaki direk
tahmin edilemeyen bir şey olup maddi bir şey değildir. O zaman şöyle dememiz gerekir:
orada direk yoktur. Semavi hacmin miktarı ve ağırlığı yeryüzü ehli tarafından bilinmez. Arzın
kendisi bu hacimle ölçüldüğü zaman gökyüzündeki ince bir toz zerresi kadardır. Sonra Kur’an
yeryüzünün semavatta bir cüz olduğu hakkında karar kıldı ve ondan ayrıldı. Kur’an Fussilet
َ ‫ض اِ ْئتِيَا‬
11’de: ٌ َ‫طوْ عا ً أَوْ كَرْ هاً قَالَتَا أَتَ ْينَا طَائِ ِعين‬
ِ ْ‫ثُ َّم ا ْستَ َوى إِلَى ال َّس َماء َو ِه َي دُخَ انفَقَا َل لَهَا َولِ ْْلَر‬Sonra duman
halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma
gelin." dedi. Her ikisi de: "İsteyerek geldik" dediler.)karar kılar.51
Âlimler dediler ki: ortaya çıkan evren güneşten bir parça çekti ve ondan ayrıldı, bu
parça onun üzerinden defalarca geçti parçaladı ve bir daire oluştu. Ondan her bir parça hareket
eder hale geldi bu hareket güneşin etrafında devam etti ve onun çekim kuvvetine tutunarak bu
şekilde kaldı ki yeryüzü bu hareketlerden bir tanesidir. O da güneşin bir parçasıdır. Güneş de
bütün bu hareketliliğin merkezidir.
Yeryüzü öncekilerin zannettiği gibi âlemin merkezi değildir. Bilakis güneş ve uydusu
gökyüzü âleminde küçük bir kuvvettir. Necm 49’da: ُّ‫ال ِّش ْع َرى َوأَنَّهُ هُ َو َرب‬Doğrusu Şi'râ yıldızının
Rabbi O'dur) bu ak yıldızın ışık saçma üzerine kuvveti güneşin kuvvetiyle eşittir. Ve onun
ışığı yaymadaki gücü normal ışığın yaydığı ile aynıdır. Şayet günlerden bir gün bu ak yıldızın
güneşin yerine geçtiği sayılsa hayat kötü bir şekilde sona erer: nehirlerin taşmasıyla ve
okyanusların coşmasıyla, kutupların çevresinde olan buz tepelerinin oynamasıyla bu durum
gerçekleşir. Kaldı ki ak yıldızın ışığı bize 8 senede anca ulaşırken güneşin ışığı ise 3dk.da bize
51
Meraği, Lokman Süresinin Tefsiri, s.14.
MUSTAFA GÖKSU
ulaşmaktadır. Bu aradaki uçuruma bak! Ak yıldız gökteki en büyük yıldız değildir. Semada
bazı yıldızlar vardır ki güç olarak ak yıldızdan 10bin kat daha fazla güce sahiptir.
Semanın büyüklüğü güneş ve uydusu kadar olmayıp onun büyüklüğü yıldızların
yerleşkesiyle ve miktarıyla, düzenleriyle ve ışıklarıyla, uzaklıklarıyla, çeşitlerinde olan ihtilaf
üzerinedir. Semada mirat isminde bir yıldız vardır ki 3 milyon kat güneşten daha büyüktür.
Semada nebulalar vardır ve onlar ilk yaratılmışlara daha yakındır. Bunun ötesine insan ilmi
geçemez. Allah yarattığını bilmede tektir. Kehf 51.ayet: ‫ق‬
َ ‫ض َو ََّل َخ ْل‬
َ ‫َما أَ ْشهَدتُّهُ ْم َخ ْل‬
َ ‫ق ال َّس َما َو‬
ِ ْ‫اتو ْاألَر‬
ً‫ضلِّينَ َعضُدا‬
ُ ‫أَنفُ ِس ِه ْم َو َما ُك‬Ben, onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışında,
ِ ‫نت ُمتَّ ِخ َذ ْال ُم‬
ne de kendilerinin yaratılışında şahit tutmadım ve hiçbir zaman doğru yoldan çıkanları
yardımcı edinmiş değilim.) bunun delilidir.
Yeryüzüne sizin sarsılmamanız için ulu dağlar koydu: ayetin bu kısmına ise şöyle der:
yani dağları yeryüzünde yarattık ki yer sarsılmasın. Yeryüzü güneşten ayrıldıktan sonra
etrafında dönmesiyle beraber yeryüzünden olan şeyler güneşe tutundu. Seyir halinde bazı
vadilere ulaştı sonra güneş gibi tutuşmuş vadiler oldu. Ve üzerinde sert kabuk meydana geldi.
Sonra sıcaklığı azaldı ve hava ile kuşatıldı. Bunun peşi sıra soğukluk gelip kabuğu buruşturdu.
Bu oluşumdan çıkıntılar ve mağaralar oluştu. İlk dağlar sert kabukta tümsek oluşturdu ve bu
şekilde yeryüzünü sardılar. Bu dağlar denizin diplerindeki kalıntılarda basınç artmasından
ortaya çıktı. Yanar dağlar yeryüzünün ortasından çıkan lavlardan oluştu ve bu lavlar
tabakalara girmesiyle yeryüzüne saplanmış birer kazık gibi oldular.
Dağların hepsi duvarlarında büyük basınç taşırlar ve bu basınç dağıtılmış haldedir. Bu
sayede basıncın keskinliği kırılmıştır. Bu dağıtılma sayesinde tabakaların sonunda nebatatları
yetişmesi desteklenmiş olup bunlarla insan ve hayvanlar beslenmektedir ve bu basınç onları
salınmaktan veya savrulmaktan korur.
Dağlar ilk olarak ateşi yeryüzünün içinde hapsettiler. Bundan sonra yeryüzü hayat için
sağlıklı bir yere dönüştü. Dağlar tabakalarda oluşan basıncı dağıttılar. Bundan başka şiddetli
rüzgarların keskinliğini kırdılar. Bu yeryüzü için bir korumadır. Yeryüzündeki meydanlara
girebilme sebeplerinden biridir ki buralara şiddetli rüzgarlar gelme sebebiyle dağlar bu
durumda kalkan görevi görür.52
52
Meraği, Lokman Süresinin Tefsiri, s.13-15.
MUSTAFA GÖKSU
Tefsirindeki hür görüşleri: Bakara 184.ayette:(Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir.
İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca
tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim
de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç
tutmanız sizin için daha hayırlıdır.) yolculukta oruç tutmamanın mübahlığını söyleyen fıkıh
alimlerine ihtilafını şöyle dile getirir: Enes(r.a)’dan rivayetle: Rasulallah(s.a.v.)’ın namazı 3
mil mesafede kısalttığını, Ebi Şeybe’den gelen senedi sahih rivayette ise 1 mil mesafede
kısalttığıdır. Kur’an nassına baktığımızda ise mutlaktır. Bunu tahsis eden rivayetler ise ahad
haberlerdir. Bu haberler ise tahsis etme konusunda ittifaka varmış değillerdir. O zaman şöyle
dememiz caizdir: mutlak manada seferde iken yemek, oruç tutmamak mubahtır ve bu Ebu
Davud ve diğer başka imamlarında görüşüdür.53
Başka bir örnek Lokman suresi 27.ayette geçen: ُ‫َولَوْ أَنَّ َما فِي ْاألَرْ ض ِمن َش َج َرة أَ ْق ََل ٌم َو ْالبَحْ ُر يَ ُم ُّده‬
َّ ‫ات‬
ْ ‫ ِمن بَ ْع ِد ِه َس ْب َعةُ أَ ْب ُحر َّما نَفِد‬Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz
ُ ‫َت َكلِ َم‬
‫َزي ٌز َح ِكي ٌم‬
َ َّ ‫َّللاِ إِ َّن‬
ِ ‫َّللا ع‬
de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah'ın
kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.)
7 sayısı üzerine şu açıklamayı yapar: bunun cehennem kapıları üzerine söylenmiş olması
mümkündür. Cennetin 8 kapısı vardır. Ancak cehennem yollarının çokluğundan delille bunu
artırmak istiyorum ki onun ehli rahat etsin ve onlara bu yol kolaylaşsın!
Zehebi, Meraği hakkında şöyle der: Hadid 12.ayette: ‫ت يَ ْس َعى نُو ُرهُم‬
ِ ‫يَوْ َم تَ َرى ْال ُم ْؤ ِمنِينَ َو ْال ُم ْؤ ِمنَا‬
‫بَ ْينَ أَ ْي ِدي ِه ْم َوبِأ َ ْي َمانِ ِهم‬
ٌ َّ‫بُ ْش َرا ُك ُم ْاليَوْ َم َجن‬O gün inanan erkekleri ve
َ ‫ات تَجْ ِري ِمن تَحْ تِهَا ْاألَ ْنهَا ُر خَ الِ ِدينَ فِيهَا َذلِكهُ َو ْالفَوْ ُز ْال َع ِظي ُم‬
inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve sağlarında koşuyor. (Kendilerine): "Bugün
müjdeniz altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir." (denilir) İşte
büyük kurtuluş budur!)beyan edilen müjdeye tefsiri sayesinde mazhar olacağını belirterek
beğendiğini vurgular.54
53
54
Meraği, Sünnetle Dini Dersler, s.11.
Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 535.
MUSTAFA GÖKSU
Download