ZEHEBİ’NİN İBN KESİR’E ve İLMİ TEFSİR ÜZERİNDEN REY TEFSİRİNE BAKIŞI Et-tefsir ve’l-müfessirun adlı eserin yazarı olan Muhammed Hüseyin Zehebi(1977), eserinin ilk cildinde rivayet tefsirleri arasında İbn Kesir’i de zikreder.1 İlk başta müellifi tanıtır. İlmi şahsiyetinden bahseder.(bu durumlar yukarıda geçtiği için burada değinmeyeceğiz)Nihayetinde ise İbn Kesirin tefsirindeki izlediği metoduna değinir ve şöyle der: İnb Kesir’in tefsiri rivayet tefsirleri arasında en meşhur olanıdır bu bakımdan Taberi’den sonra başvurulan ikinci kitaptır. Müellif selef müfessirlerin rivayetlerine itina gözeterek onları alır. Allah’ın kelamını hadislerle tefsir eder bunu yaparken de cerh ve ta ’dile özen gösterir. Tefsirine önemli ve uzun bir mukaddime kalem almıştır ki burada üstadı olan İbn Teymiye’nin usulü tefsirine de yer verir ve bu durum mukaddimede önemli bir yer teşkil eder. İbn kesir’in tefsirini okuduğunda ayetleri zikretmedeki usulünü ve bu ayetleri tefsir ederken kullandığı kolay ve veciz ibareleri görürsün. Genel olarak tefsirinde İbn Cerir’den, ibn Ebi Hatem’den ve İbn Atiy’den nakillerde bulunur.2 Zehebi, bunlardan sonra İbn Kesir’in eserinden birkaç örnek vererek diğer rivayet tefsirlerine geçer. Biz burada konumuzun başlığıyla alakalı olarak eserinde ele aldığı ilmi tefsir bölümünü de zikretmek istiyoruz. Çünkü ilmi tefsir, kaynakların belirttiğine göre dirayet tefsirinin ortaya çıkışıyla başlamıştır.3 İlmi tefsir faaliyetini Abbasiler devrindeki ilim ve tercüme faaliyetlerine kadar da götürebiliriz. Bu faaliyetler neticesinde İslam âlimleri, bu yolla gelen çeşitli fikir, düşünce ve bilgileri aynen alıp kabul ediyor ve onları dini akidelerle uzlaştırmaya çalışıyor doğal olarak da Kur’an’ı düşünmeye, özellikle ilmi ıstılahları ve tabiat olaylarıyla ilgili ayetleri anlamaya ve onların mahiyetlerini araştırmaya sevk ediyordu.4 Bundan dolayıdır ki, tercüme vasıtasıyla İslam dünyasına girerek Müslümanlar arasında bir canlılık ve yeniliğe yol açan felsefe, astronomi, matematik, tıp, fizik ve kimya gibi ilimler, Kur’an’daki kevni ayetlerin tefsirinde, ilmi tefsir hareketinin başlamasında önemli bir faktör olmuştur.5Bütün bunlara rağmen ilmi tefsir anlayışını, derli toplu hale getiren ve bu hareketi merkezi bir düşünce etrafında ele alan Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, I, 179. Zehebi, a.g.e, I, 211-212. 3 Kırca, Celal, Modern İlimler, s.52. 4 Kırca, a.g.e, s.60. 5 Kırca, a.g.e, s.62. 1 2 MUSTAFA GÖKSU Muhammed el-Gazzali(v.505) olmuştur.6 Zehebi de ilmi tefsir başlıklı bölümünde ilk olarak Gazzali’yi ele almıştır. Burada Zehebi’yi tanıtarak eserinde ele aldığı ilmi tefsir bölümünü inceleyeceğiz: Muhammed Hüseyin ZEHEBÎ(1915-1977), Kefrüşşeyh’e bağlı Metûbes’te doğdu. Küçük yaşta babasını kaybettiğinden ağa beyinin yanında yetişti. Kur’an’ı ezberleyip temel dinî bilgileri aldıktan sonra liseyi Desûk’taki el-Ma‘hedü’d-dînî’de okudu. Ardından Ezher’e girdi; 1939’da Şeriat Fakültesi’ni bitirdi, 1946’da o dönemde doktora pâyesine tekabül eden âlimiyye derecesi aldı. Ezher’deki öğrenimi sırasında Muhammed Mustafa el-Merâgi, Îsâ b. Yûsuf Mennûn, Muhammed Zâhid Kevserî, Muhammed Habîbullah eş-Şinkitî ve Muhammed Hadar Hüseyin gibi hocalardan faydalandı. Önceleri evkafa bağlı mescitlerde imamlık yaptı. 1948-1951 yılları arasında bir grup Ezherli hoca ile birlikte Suudi Arabistan’da Tâif ve Medine’de ders verdi. Mısır’a dönüşünde bir süre Ezher’e bağlı el-Ma‘hedü’d-dînî’de öğretmenlik görevi aldı. 1955’te Ezher’in Şeriat Fakültesi’ne hoca oldu. 1955-1956 ve 1961-1963 yıllarında Hukuk Fakültesi’nde ders vermek üzere Irak’a gönderildi. Bağdat’ta bulunduğu yıllarda İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Mescidi’nde hutbe okudu. 1963-1964’te Mısır’da Külliyyetü’l-benâti’l-İslâmiyye’nin kuruluşuna katkı sağladı. 1968’de Küveyt Üniversitesi’ne gönderildi ve 1971’de Mısır’a döndü. 1973’te Ezher’in İlâhiyat (Usûlüddîn) ve Şeriat fakültelerinde dekanlık, Mecmau’l-buhûsi’lİslâmiyye’de genel sekreterlik (1974), ayrıca Vakıflar ve Ezher İşleri bakanlığı (1975-1976) görevlerinde bulundu. İlâhiyat Fakültesi’ndeki hocalık görevini ölümüne kadar sürdürdü. 3 Temmuz 1977’de evini basan silâhlı kişiler tarafından kaçırıldıktan sonra öldürüldü. Bulunan naaşı, 7 Temmuz 1977’de Câmiu’l- Ezher’de kılınan cenaze namazının ardından İmam Şâfiî’nin kabri yakınlarındaki aile mezarlığına defnedildi. Kesin biçimde aydınlatılamayan bu olay, Zehebî’nin Evkaf Nezâreti’ndeki bazı yolsuzlukları önlemeye çalışmasıyla ilişkilendirildiği gibi (Nizâr Abâza – M. Riyâz el-Mâlih, s. 231) cinayetin aşırı görüşlere sahip bir örgüt tarafından işlendiği de ileri sürülmüştür. Hanefî mezhebine mensup olan Zehebî, İslâmî ilimlerdeki birikimi ve hitabetiyle tanınmıştır. 6 Kırca, a.g.e, s.64. MUSTAFA GÖKSU 2.1 Eserleri: a)et-Tefsîr ve’l-müfessirûn. Müfessirlerin izlediği metotlarla ilgili ilk kapsamlı çalışma olup (Kahire 1381/1961- 62, 1976, 1985, 1989, 1995, 2003; Beyrut 1976, 1987, ts.) aslı müellifin İlâhiyat Fakültesi’nde 1946 yılında hazırladığı doktora tezine dayanmaktadır. Bu çalışma aynı zamanda daha sonra bir kısmı Zehebî’ nin danışmanlığında hazırlanan müfessirlerin metotlarına dair çok sayıda tezin öncüsü durumundadır. Muhammed Ebû Zeyd, Muhtaşarü’t-Tefsîr ve’l-müfessirîn li’z-Zehebî adıyla bir eser yazmıştır (San‘a 1999). Zehebî’nin tefsir tarihini mezhep bakış açısından suni ayırımlara tâbi tuttuğu, yapısal bütünlüğe ve kronolojik sürekliliğe dikkat etmediği gibi gerekçelerle esere bazı eleştiriler yöneltilmiştir (Cündioğlu, II/4 [1999], s. 69-71). b)el-İtticâhâtü’l-münharife fî tefsîri’l-Kur’âni’l- Kerîm devâfi’uhâ ve def’uhâ. Kur’an tefsirinde mezheplere ve şahsî kabullere dayalı sapmalara ve aşırı yorumlara dairdir (Kahire 1966, 1976, 1986). c)Tefsîru İbn Arabî li’l-Kur’ân: hakikatüh ve hataruh (Medine, ts.). et-Tefsîr ve’lmüfessirûn’un, “Tefsîrü’s-sûfiyye” başlıklı beşinci bölümünün bazı ilâve ve çıkarmalarla yeniden düzenlenmesiyle meydana gelmiştir. Ancak müellif burada, Abdürrezzâk elKâşânî’ye ait olup Muhyiddin İbnü’l-Ara- bî’ye nisbet edilen tefsire dair önceki eserinden daha sert bir üslûp kullanmış ve Müslümanlar arasında fesada yol açacağı gerekçesiyle bu eserin toplatılmasını istemiştir (Tefsîru İbn Arabî, s. 31). d)el-İsrâiliyyât fi’t-tefsîr ve’l-hadis (Kahire 1971, 1986, 1990, 1995, 2008; Dımaşk 1985) (trc. Enbiya Yıldırım – Asiye Yıldırım, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyat, İstanbul 2003). f)eş-Şerî’atü’l-İslâmiyye: Dirâse mukarene beyne mezâhibi Ehli’s-sünne ve’ş-şîa (Kahire 1968, 1991). Müellifin Irak’ta Hukuk Fakültesi’nde verdiği fıkıh dersine ait notlara dayanmakta olup ilk baskısı Irak’ta gerçekleştirilmiş (el-Ahvâlü’ş-şahsiyye: Dirâse mukarene beyne mezâhibi Ehli’s-sünne ve mezhebi’l-Caferiyye), ardından tekrar basılmıştır (Kahire 2010)7. 2.2 İLMİ TEFSİR Manası: Kur’an ibarelerindeki ilmi ıstılahlarla hükme varmak, çeşitli ilimlerden yola çıkarak bunlardaki felsefi görüşlerle beraber içtihat etmektir. 7 Mehmet Suat Mertoğlu, “et-Tefsir ve’l-müfessirun”, DİA, İstanbul 2013, XLIV, s.188-189. MUSTAFA GÖKSU Tefsir türlerinden ilmi tefsirin genişliği hakkında ve bu konuda birçok şey söylenmiştir: Kur’an, kendinde olan veya olmayan bütün ilimleri ihtiva eder. Kur’an, dini ilimlerin yanı sıra itikadi ve ameli ilimler ile diğer türlerinde ihtilafa düşülen dünya ilimlerini ve türlerini de içerir. 2.2.1 İmam Gazzali ve İlmi Tefsir İmam gazali kendi zamanında Kur’an tefsirinde bu cihetten en çok yararlanan kimsedir. Ve bunu İslam ilminin orta seviyelerde iken Kur’an ibarelerinden yola çıkarak belli kararlara vararak yapması önemlidir. Elimizde olan el-ihya’sında Kur’an’ı anlama ve tefsir etmede Kur’an tilavet adabı konulu başlıklarından 4.sünde bazı âlimlerden naklettiği görüşe göre “Kur’an, 1807 ilim ihtiva eder. Çünkü her kelime ilimdir, bu ise kendinde 4 zayıflık içerir: her kelimenin zahir ve batın manası ile sınırlı ve mutlak olmak üzere manaları vardır. İbn Mesut’tan şu sözü rivayet eder: “kim ki öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isterse Kur’an’ı tedebbür etsin.” Devamında Gazali: bütün ilimler Allah’ın sıfatlarındandır. Kur’an Allah’ın zatını, fiillerini ve sıfatlarını açıklar ki bu ilmin sonu yoktur ve bütün bunlara Kur’an bir işarettir.8 Cevahiru’l-Kur’an adlı eserinde Gazali kısaca şöyle demektedir: Kur’an ilimleri iki kısımdır: 1.dış, kabuk mahiyetinde olan ilimler ki bunlar; lügat ilmi, nahiv ilmi, kıraatler, harflerin çıkış ilmi, zahir tefsir ilmi gibi. 2.Kur’an’ın özünü oluşturan ilimler ki bunlara öncekilerin kıssaları, kelam ilmi, fıkıh ilmi, fıkıh usulü, ahiret günü, sırat-ı müstakim örnek verilebilir. Kitabın beşinci bölümünde Kur’an ilimlerinin keyfiyetinden bahseden Gazali yukarıda saydığı ilimlere tıp ve yıldız ilimlerini, âlemin oluşması, hayvanların oluşumu, sihir ilmi gibi ilimlerden bahseder ve şu şekilde sonlandırır: bize gözüken kadarıyla biz ilimleri bilir vücuda gelmedikten sonra idrak edemeyiz. Bazı ilimleri beşer kuvvetiyle idrak edemez ve kuşatamaz. Bu ilimlere bazı melekler ulaşabilir. Çünkü âdemoğlunun sınırları bellidir. Meleklerin ilmi de Allah’ın ilmi yanında sınırlı ve eksiktir. 8 Gazzali, ihyau ulumi’d-din, III, 135. MUSTAFA GÖKSU Gazali devamında şöyle devam eder: bizim burada saydığımız ve sayamadığımız ilimler Kur’an haricinde olan şeyler değildir. Bunların hepsi Allah’ın ilim denizinden kepçe ile alınmış olandır. Bu deniz oluşumlar denizidir. Bu deniz sahili olmayan denizdir. Allah’ın yaptığı gibi böyle bir denizi kim yapabilir? Örneğin şuara 80. ayette ُ ْ َوإِ َذا َم ِرضHastalandığım İbrahim(a.s) hikâyesinde geçen hastalık ve şifa kelimeleri (ت فَهُ َو يَ ْشفِين zaman bana şifa veren O'dur.) Bu bir tek oluşumu tıp ilmini tam manası ile bilenden başkası bilemez. Çünkü tıp, hastalığı ve onun sebeplerini bilme ile mana kazanır. Aynı zamanda şifa ُ فَإ ِ َذا َس َّو ْيتُهُ َونَفَ ْخOnu ve sebepleri de böyledir. Nitekim sad süresi 72. Ayette geçen: ت فِي ِه ِمن رُّ و ِحي tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman…)tesviye, nefah, ruh gibi kelimelerin ne kastettiği tam olarak bilinemez. Çoğunluğun görüşüne göre bunlardan maksat yaratmadır. Kur’an üzerinde tefekkür edildiği zaman onda önce ve sonrakilerin ilimlerinin cem edildiği görülür.9 2.2.2 Celaleddin Suyuti ve İlmi Tefsir Celalettin Suyuti ilmi tefsir cihetiyle Gazali’yi örnek alarak bu konuda netlik ve genişlik getirdiği eserleri “el-itkan ve el-iklil fi istinbatı’l-tenzil”dir. Suyuti bu eserlerinde Kur’an’ın bütün ilimleri kapsadığını ve bunu da ayet, hadis ve diğer delil olacak eserlerle delillendirdiğini görürüz. ْ َّما فَرBiz o kitapta hiçbir şeyi Ayetlere örnek olarak En’am 38. Ayeti :َيء ْ ب ِمن ش ِ َّطنَا فِي ال ِكتَا eksik bırakmadık.) ve Nahl süresi 89.ayeti: َيء َ َونَ َّز ْلنَا َعلَ ْيAyrıca bu Kitab'ı da ْ َاب تِ ْبيَانا ً لِّ ُكلِّ ش َ ك ْال ِكت sana, her şey için bir açıklama olarak indirdik.) verir.10 Hadislerden ise Tirmizi ve diğerlerinden rivayetle Rasulullah(s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu delil getirir: bir fitne olacaktır. Dediler ki: onun çıkış yeri neresidir? Efendimiz(s.a.v.):Allah’ın kitabıdır. Onda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri ile aranızda hükmettikleri vardır. Ebu hureyre’den gelen başka bir rivayette ise Rasulullah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Allah bir şeyi ihmal etseydi ihmal ettikleri zerre, hardal, sivrisinek olurdu. Eserden zikrettiği örneklere ise ibn Mes’ud’tan rivayetle Said b. Mansur şöyle der: kim ilmi isterse o Kur’an’da vardır ve onda öncekilerin ve sonrakilerin haberi vardır. 9 Gazzali, Cevahiru’l-Kur’an, s.32-34. Suyuti, el-itkan, II, 135. 10 MUSTAFA GÖKSU Yine ibn Hatem , ibn Mesut’tan rivayetle şöyle der: bütün ilimler Kur’an’la beraber inmiştir ve Kur’an bize her şeyi açıklar, bunlardan başkasını bilmeyiz.11 2.2.3 Ebu’l Fazlı el-Mursi ve İlmi Tefsir "Ebu’l Fazl tefsirinde şöyle der: Kur’an’ın cem edilmesi öncekiler ve sonrakilerin ilmiyledir. Bu yüzden hiçbir ilim onu hakiki manada mütekellimi gibi kuşatamaz. Sonra bu manada kuşatan Rasulullah(s.a.v)dır ki oda Allah’ın tekelinde olması haricinde böyledir. Sonra sahabenin büyüklerinden 4 halife, ibn Mesut, ibn Abbas gibileri bu ilmi miras olarak aldılar. Sahabe ve tabiun kendilerine taşınan bilgiyi ve diğer fenleri çoğalttılar. Böylece ilimler türlere ayrıldı. Bir kavim lügatlerin korunmasında, kelimelerin yazılmasında, harflerin çıkış noktasını bilmekte, harflerin adedinde, kelimelerin adedinde, ayetlerin adedinde, surelerin, hiziplerin, secde ayetlerinin sayısında itina gösterdiler, bunun dışında müteşabih kelimeler ile manalarında çelişki bulunmayan buna meyilli ayetleri ele almakla kurra olarak isimlendirildiler. Filologlar ise fiil ve isimlerden mebni olup Arapçalaştırılmış olanlara, harfi cerler ve diğerlerine itina göstermekle kelamı genişlettiler. Fiillerin durumları, lazım ve müteatti oluşlarında, kelimelerin yazımı, ve bununla bağlantılı olarak hepsini bir araya getirmekle hatta bunların bazısı Arapça da sorunlu olanlar ve bazısı da kelime kelime Arapçalaşmış olmakla beraber özen gösterdiler. Müfessirler Kur’an’ın lafzına itina gösterdiler. Bunun sonucunda bir manaya delalet eden lafız buldular, iki manaya ve daha çok manaya delalet eden lafız buldular. Usulcüler Kur’an’dan kesin deliller buldular ve asli ve nazari şahitlere itina gösterdiler. َّ لَوْ َكانَ فِي ِه َما آلِهَةٌ إِ ََّّلEğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar Enbiya 22. Ayette geçen: َّللاُ لَفَ َس َدتَا bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti.)bu lafızla vahdaniyete ulaştılar. Bu ilmede usulüddin dediler. Usulcülerden bir grup hitaptaki manayı araştırdılar ve umum ve husus olmak üzere iki görüşe vardılar. Hakikat ve mecazdan dilin hükümlerini çıkardılar. Zahir, batın, mücmel, muhkem, müteşabih, emir, nehiy, nesh gibi diğer çeşitlerle bağlantılı olanları da çıkarttılar. Usulcülerden bir grup doğru bir fikir ve bakış açısıyla helal ve haram ile diğer hükümlere hükmetti. Usul ve füru belirlendi. Uzun uzadıya bu konuların ele alındığı bölümde füru fıkıh olarak isimlendirildi. 11 Suyuti, el-iklil, s.2. MUSTAFA GÖKSU Bir başka grupta geçmiş asırlardaki kıssaları aydınlattı. Geçmiş milleri ve onlardan gelen haberleri, onların eserlerini ve dünya başlangıcını, ilk eşyayı yazarak kaydettiler ki bu da tarih olarak isimlendirildi. Diğer taraftan Kur’an’dan vad, vaid, tahzir, tebşir, ölüm, mead, neşr, haşr, hesap, cennet, cehennem gibi mevzulardan kısımlar ve kısıtlamaya dair usulden bahsedenlere de hatip ve vaiz denildi. Bir kısmı da ondan tabir ilmini çıkararak Yusuf ve inek kıssası, yıldız sahibinin rüyası gibi rüyalar ele alınarak rüya tabiri ismi verildi. Bir kısım miras ayetleri ile ilgilenerek feraiz ilmi ortaya kondu. Bir kısım parlayan(yıldızlar) şeylerin hükmü üzerine delalet eden ayetlerden vakit ilmini elde ettiler ki bunlar gece, gündüz, güneş, ay, bunların yeri, burçları ihtiva eder. Kâtipler ve şairler lafzın gelişine, nazmın eşsizliğine bakarak meani, beyan ve bedi’ ilimlerine ulaştılar. İşaret erbabı da hakikat erbabı ile lafızların inceliğine bakarak şu gibi ıstılahlara vardılar: fena, beka, havf, kabz, bast. Bunun yanında tıp, cedel, hendese, cebir ilmi gibi diğer ilimleri de içerdiği muhakkaktır. Tıp ilmine gelince: tıp ilminden beklenen sıhhati koruma, kuvveti sağlamlaştırmadır. Bu Furkan süresi 67’de dile getirilmiştir:ً ك قَ َواما َ ِ َو َكانَ بَ ْينَ َذلikisi arasında orta bir yol tutarlar.) Şifanın ortaya çıkması hastalığın bedeni sarmasından sonradır. Bu durum Nahl 69’da ٌ ِ َش َرابٌ ُّم ْختَلOnların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) şöyle belirtilir:اس ِ َّف أَ ْل َوانُهُ فِي ِه ِشفَاء لِلن çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır.) Astronomi ilmine gelince: bu ilim yerlerin ve göklerin hükümranlığını bildiren ayet ve sureleri içerir. Âlemde de ulvi ve süfli olmak üzere yaratılmışlardan iki kısım vardır. Hendese ilmine gelince: Mürselat; 30,31. Ayetlerde hendese kaidesi olup üçgene işaret vardır:ب ِ َ} ََّل ظَلِيل َو ََّل يُ ْغنِي ِمنَ اللَّه03{ انطَلِقُوا إِلَى ِظلٍّ ِذي ثَ ََلثِ ُش َعبÜç kola ayrılmış, bir gölgeye gidin. Ki ne gölgelendiren ne de alevden koruyandır.) Cedel ilmine gelince: İbrahim(a.s) ve Nemrut münazarası buna örnektir. Kur’an’da bu ilimlerin yanında üretim(sanayi) usulü ile aletlerin isimleri de vardır. Örneğin terzilik Taha 12’de şu şekilde geçer:صفَانِ َوطَ ِفقَا ِ يَ ْخÜstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar.) Demircilik Kehf süresi 96’da: "آتُونِي ُزبَ َر ْال َح ِديدBana, demir kütleleri getirin.") bu şekilde geçmektedir. MUSTAFA GÖKSU Marangozluk ise Hud suresi 37’de: ك بِأ َ ْعيُنِنَا َ َواصْ ن َِع ْالفُ ْلGözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap.)bu şekilde belirtilmiştir. Bütün bunların hepsi kâinatta olmuş ve şuanda olmaya devam eden şeyler olup bunları ْ َّما فَرBiz o kitapta hiçbir şeyi eksik bize Enam 38. Ayet özetlemektedir: َيء ْ ب ِمن ش ِ َّطنَا فِي ال ِكتَا bırakmadık.) Bu türden yaklaşımları İbn Arabi’nin “kanunu’t-te’vil”inde bulmak mümkündür. Kur’an ilimlerini 900, 7 bin ve 700 bin olarak ele alan ibn Arabi, Kur’an kelimelerinin normalin 4 katı olduğuna çünkü her kelimenin zahir ve batın, sınırlı ve mutlak manaları olmak üzere ayrıldığını, mutlak manalarda da terkibe dikkat edilmediğini bu yüzden kesin sayı ile bilinemeyeceğini, bunların sayısının Allah katında olduğunu belirtir. Burada suyuti’den alıntı yapar: Allah’ın kitabı her şeyi ihtiva eder. İlimlerin çeşitlerine gelince onları mesele mesele, bab bab ayırmaz. Aslolan Kur’an’ın onlara delaletidir. Ve Kur’an’da çeşitli yaratılmışlar, yerlerin ve göklerin hükümranlığı gibi nice şerhe muhtaç ayetler vardır. Bu durum Kur’an’ın tefsirinde Müslümanlar için ilmi kültür eserlerinin nasıl ortaya çıktığını açıklar. Ve kadim ulemanın bunları nasıl anladığı, bütün ilimlerin kaynağının Kur’an olduğunu, kıyamete kadar bu durumun devam edeceğini gösterir.12 Şayet bizde Kur’an tefsir araştırma silsilesine tabi olursak ilmi tefsir eğilimini bulacağız. Bu durum Abbasilerden günümüze kadar gelen bir gelenektir. Biz buna baktığımızda ilk işin bir çabadan, denemeden ibaret olduğunu görürüz. Bu çabadan maksat ise Tevfik, Kur’an arasında mutabakata varmadır. Bununla ilimler arasında bağ kurma eğilimidir. Sonra Gazali lisanı üzerinde merkezi fikir olarak bunu görürüz. Bunu Suyuti, Mursi, ibn Arabi’de de görmek mümkün. Bunu ameli tabakada da işlemişlerdir. Bu durum ise Fahrettin Razi’nin tefsirinde fazlasıyla vardır. Kur’an ilimlerinden çıkarımda bulunan müstakil kitaplar bulunur. Bunlarda çeşitli ilimlere özel ayetler getirilir. Bu fikir sonraki asırlarda ilim ehli arasında oldukça yaygınlık kazanmış bir durumdur. 2.3 İLMİ TEFSİRİN REDDİ İlmi tefsir fikri bazı kadim ve müteahhir âlimler nezdinde rağbet gördüğü gibi aynı şekilde kabul etmeyenler de olmuştur. Şatıbi’nin ilmi tefsiri reddi: 12 Suyuti, el-iklil, s.2-5, el-itkan, III, 162-168. MUSTAFA GÖKSU H.79’da vefat eden Endülüslü Ebu İshak İbrahim b. Musa eş-Şatıbi usulde fakih olan kadim ulemadandır. El-muvafakat adlı eserinde Şari’in maksadına özellikle değinir. Bu maksatları ayırarak şerh ve beyanda bulunur. İkinci önemli hususta şudur: Şari’in kastını açıklamak ve anlaşılması için şeriat şarttır. Üçüncü olarak bu mübarek şeriat ümmidir çünkü onun ehli de böyledir. Devamını şöyle getirir; Muhakkak ki Arap, insanların zikrettiği ilimlere itina gösterirdi ve onların akılları güzel ahlak ve güzel huylara çalışırdı. Şeriat böyle olanları doğruladı ve buna ilavelerde bulundu. Bunları iptal eden şeyler ise batıldır. Şeriat faydalı olan ile olmayanı bu şekilde açıklamış sahih ilimleri beraberinde zikretmiştir. Örneğin Arapların özen gösterdiği yıldız ilmine değindi ki o yıldız kara ve denizde onlara yol gösterirdi. Zamanda ihtilaf yıldız seyri ile alakalı olup onun yörüngesindeki değişimden kaynaklıdır. ْ ت ْالبَ ِّر َو ْالبَحْ ِر َوهُ َو الَّ ِذي َج َع َل لَ ُك ُم النُّجُو َم لِتَ ْهتَد Bunu En’am 97. Ayetle açıklar:ُوا ِ بِهَا فِي ظُلُ َماO, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır.)ve Nahl suresi 16. Ayeti delil getirir: َوعََل َمات َوبِالنَّجْ ِم هُ ْم يَ ْهتَ ُدونDaha nice alâmetler (yarattı). Onlar, َ yıldızlarla da yollarını doğrulturlar.)13 Bunun akabinde çeşitli ilimleri zikretti: yağmurun inme vakitleri ve bulutların oluşması konusunda Ra’d 12. Ayeti:ًق خَ وْ فاً َوطَ َمعا َ ْاب الثِّقَا َل هُ َو الَّ ِذي ي ُِري ُك ُم ْالبَر َ َويُ ْن ِش ُئ الس ََّحO, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir.)gösterdi. Tarih ilmi ile geçmiş milletlerin haberlerini Hud 49. Ayeti baz alarak açıkladı: تِ ْلك ِم ْن أَنبَاء ْ ك َما ُكنتَ تَ ْعلَ ُمهَا أَنتَ َوَّلَ قَوْ ُمكَ ِمن قَب ِْل هَـ َذا İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb َ ب نُو ِحيهَا إِلَ ْي ِ (ال َغ ْيResûlüm!) haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin.) Tıp ilmini ele alarak şöyle dedi: tıp, ümmilerin tecrübeleri üzerine bina ettikleri şeydir. Belli kuralları yoktur. Ve şeriat bunun üzerine inmiştir. Bu ise hepsini barındıran ve birçok ْ ُوا و ُكل ْ ُْرف şeyin bu inen üzerine bina edilmesiyledir. Buna örnek A’raf 31. Ayet vardır: وا ِ َوَّلَ تُس ْ َوا ْش َربyeyin, için, fakat israf etmeyin.) ُوا Belagat ilmi ile ilgili olarak kelamların üslubu ve fesahat yönü ile ilgili araştırmalara dikkat çekerek bu konu ile ilgili acizliklerini şu ayetle dile getirdi: İsra 88’de ََّلَ يَأْتُونَ بِ ِم ْثلِ ِه َولَوْ َكان ْ ُت ا ِإلنسُ َو ْال ِج ُّن َعلَى أَن يَأْت وا بِ ِم ْث ِل هَـ َذا ْالقُرْ آ ِن ُ بَ ْعDe ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir ِ ضهُ ْم لِبَعْض ظَ ِهيراً لَّئِ ِن اجْ تَ َم َع benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.) 13 Şatıbi, el-muvafakat, II, 69. MUSTAFA GÖKSU Şeriat batıl ilimleri iptal etti. Bu batıl olanlara örnek; kehanet, zecr, fal ve bunun gibi gaybı bilme cihetinden olanlardır. Bu işlerin çoğu delilsiz olarak gayba dair tahminde bulunarak yalan söyler. Hz. Peygamber gayb ilmini cihetiyle gerçek ve asil olarak gelmiştir ki buda vahiy ve ilhamladır. Efendimiz(s.a.v.)den sonra nübüvvetin bir parçası olarak insanlara salih rüya miras kalmıştır. Şatıbi önceki ve sonraki bütün ilimlerin Kur’an’a izafe edilmesini kınamıştır. Bu tutumun haddi aşma olarak değerlendirmiştir. Şatıbı’nin bunda güttüğü amaç Zehebi’ye göreşeriatın anlaşılmasını sağlamaktı. Şatıbı doğru olan yaklaşımın selefin Kur’an’a bakış açısı olduğunu belirtir ve şöyle der: selefi salihin yani sahabe, tabiun ve tebei tabiin ki bunlar Kur’an’ı en iyi bilenler ve onun ilimlerini en iyi kavrayanlar , Kur’an’ın koyduğunu, yerleştirdiğini en iyi bilenlerdir. Bize gelen meselelerin aslına onlardan bize ulaşanla bakmakla mükellefiz. Eğer bu meselelerden biri onların yanında mevcut değilse bu Kur’an’ın kastetmediği bir şeydir14. Şatıbı bu söylediklerinden sonra ilmi tefsir erbabının delil olarak getirdiklerini sıralar: Nahl 89. Ayet: َيء ْ َاب تِ ْبيَاناً لِّ ُك ِّل ش َ َونَ َّز ْلنَا َعلَ ْيكَ ْال ِكتbu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama olarak ْ َّما فَرBiz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.) indirdik.) En’am 38.ayet: َيء ْ ب ِمن ش ِ َّطنَا فِي ال ِكتَا Şatıbı bu delilleri şu şekilde çürütmek ister: murad olunan levhi mahfuzdur. Bu ayetler akli ve nakli ilimleri içermez. Sure başlangıçları ile ilgili şunları söyler: Arapların zamanında olan şeyleri içerdiğini insanlar söylerler. Bunlar develerin sayıları gibi olan şeyler ki bunları ehli kitapta bilmektedir. Kaldı ki siyer ehli de bunu söylerler. Veya o müteşabihattan ise onun da tevilini Allah’tan başkası bilemez. Onun tefsirine gelince de öncekilerin hiç biri bunu iddia ettikleri gibi bir mana vermemiştir. İddia ettiklerinin delili de yoktur. Hz. Ali’den de bu yönde bir rivayet sadır olmamıştır. Kur’an’a içermediği bir şeyi izafe etmek caiz değildir. Bu durumu anlamak için bir kullanımla sınırlamak gerekir; Araplara has bir ilim olarak izafe etmek gerekir. Bundan başkasını talep etmek anlamaya gölge çekmektir ve Allah ile Resulü hakkında iftira etmektir.15 Bütün bunlardan sonra Zehebi, Şatıbi hakkında şu sonuca varır: onun önce ve sonraki bazı âlimleri çok sevdiği ortaya çıkmaktadır. Onların yolundan gidiyor, o yolda açıklamalarda 14 15 Şatıbi, a.g.e, II, 71-76. Şatıbi, a.g.e, II, 80. MUSTAFA GÖKSU bulunuyor, kendi nefsine hoş gelenleri seçerek delilleri sağlam olan ve kendince hayırlı olan hükme varıyor. 2.3.1 Bu konuda Zehebi’nin kendi görüşleri: Benim inancıma gelince gerçek olan şudur ki: Şatıbi ile beraber diğerlerinin de savunduklarıdır. Çünkü delilleri kuvvetlidir. Bizim burada söyleyeceklerimiz itikadımızı güçlendirecek niteliktedir.16 2.3.1.1 Dil bakımından Lafızlar kullanıldıkları zamandan günümüze kadar bir mana üzerinde durmazlar. Aksine lafızlar ve delilleri tedrici olarak ilerlerler. Bunun sonucunda da birçok lafız ve çeşitli delilleri vardır. Biz tarihteki zuhurunu ve bu tedrici durumdan ilim ve fen erbabının modern ıstılahta kullandığı manadan başkasını bilmiyoruz. Orada lügavi mana vardır, şeri mana vardır, örfi mana vardır. Bütün bunları tek bir lafızda görmek mümkündür. Bunlardan bazısı Kur’an nüzulü vaktindeki Arap örfünde olanlardır, bazılarını Araplar da bilmez. Biz bunları acayip bir genişletmeyle Kur’an’ı anlamada kullanırız. Modern ıstılahta bulduğumuz mana ile bunu yaparız. Şu soruyu sormadan da edemez: bilmez misin ki Kur’an Araplar üzerine inmiştir. 2.3.1.2.Belagat açısından Belagat; kelamın ve durumun ihtiva ettiği şeyin mutabakatıdır. Bilindiği gibi Kur’an’ın belagati en üst seviyededir. İlmi tefsir erbabına yönelince bize bu konuda şöyle derler: Kur’an bütün ilimleri içerir. Onun lafızları modern manalara hamledilir. Bizim kendimizce vaki olduğumuz, Kur’an’ın belagatini yaralamadan öteye gitmiyor. Veya Arap nasıl anlamışsa bizimki de o yönde oluyor. Bu da Kur’an’ın indiği vakitte bu manada hitapta bulunup bunun bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Allah bu hitap şekli ile onları sakındırmak istiyor. Bunun için Kur’an’ın belagatsız olması lazım gelir. Çünkü Kur’an’ın en önemli özelliği muhatabının halini temel alıp zorlamamasıdır. Şayet onlar bu manayı bilselerdi öncekilerin ve sonrakilerin ilmini içeren Kur’an nüzulünün yanında Arap ilminde de bir ilerleme ortaya çıkmaz mıydı? 16 Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 430. MUSTAFA GÖKSU 2.3.1.3. İtikadi açıdan Kur’an’ı kerim baki olup gece gündüzün peşi sıra gitmesi gibi onun nizamı bütün zaman ve asırlar için faydalıdır. O bütün insanların akıllarına hitap eder. Bu Allah’ın onu yeryüzüne ve onun üzerindekilere indirip miras bırakmasından bu tarafa böyledir. Kur’an onların hayatında seyir halinde olup zaman merhalelerini Kur’an’la geçmişlerdir. Bunların hepsi şeriat kitabının kevni hükmü ile olup geneli kapsamaktadır. Dini kanun ki Allah onu yeryüzü ve gökyüzü ehlinin son şeriatı kılmıştır. Bu duruma bütün Müslümanların inanması gerekir. Biz Kur’an’ın her şeye hamledilebileceği yoluna gitsek, Kur’an bir tıp, astronomi, hendese nazarisi, kimya kanunları ve bunun gibi çeşitli ilimlere kaynak kılmış oluruz. Böyle yapmakla Müslümanların akaididinde bir şüphe oluştururuz ki bu nazarilerden oluşan ilmi kurallar olması sebebiyledir. Bunun üzerine karar kılınmaz ve bunlar bakide değildir. Bugünkü bilinen ilim az ya da çok zaman sonra değişebilir. Kur’an’ın ilmi kural ve nazariyelerden oluştuğu ihtimali ve bunlar arasındaki tezatlığı ve uygunluğu akıl etmez misin? Şayet bu geçerli olsa bundan sonra Müslümanların Kur’an’ı tasdik etmesi düşünülür mü? Tefsir erbabına gelince ki onların işi budur. Bunlar şahit oldukları ve kevni hakikatlerden Kur’an ayetlerinin bazılarını ele alıp incelemeyi temel almaktadırlar. Onlar için Allah’ın daveti afakta ve enfüste yayılan ayetler ve kâinat kitabındaki nazariyelerdir. Böyle bir çağrıyı temel almak Kur’an’ın evvel ve ahir ilimleri toplaması demektir. Onlar şüphesiz hata edenlerdir. Bu kevni ve onun şahitliğinde Kur’an’ı incelemektir. Yerin ve göğün hükümdarına ve kendilerine bakmaya bir çağrıdır. Buradaki murad olunan riyazetten başkası değildir. Genel ve özelde onları vaaz ve ibret makamına yöneltmektir. Bu fikre sahip olanlar bilmelidirler ki Kur’an, bu gibi abartıya kaçmakla güçlü olduğunu hissetmekten daha zengindir. Öyle ki toplumsal, insani hedefinden çıkartmak şüphedir. Bu hayatın ıslahı içinde nefsin riyazatında da Allah’a dönen diğer şeylerde de böyledir. Onlara Kur’an’ın açık, anlaşılır naslarla olması, sabit ilmi hakikatte direnmesi yeter. Kur’an ilmi kaideler ve nazariyelerde bulunan ve bulunacak olanlar arasında mutabakat sağlamaya yeter. Kur’an hak olan esaslar üzerine oturtuldu ve sağlam asıllar ile temellendirildi. Modern asırda tefsir kelimesi ve çeşitleri MUSTAFA GÖKSU 2.3.2 Modern ve geçmiş zaman arasındaki tefsir Öncekiler Allah’ın kitabını sonrakiler için tefsir etmede büyük bir çaba harcadılar. Onun mana ve meramında keşifte bulundular. Çünkü onların Kur’an’a bakış düsturları dünya ve ahiret saadetini elde etmekti. Kur’an’ı ilk nüzulünden beri tefsir tahlilleri yaparak kavradılar. Bu inceleme gözle görülür bir zaman aldı. Kur’an’ın bütününde geçen çeşitli kelimelerle veya bizim ona ulaştığımız tahkik üzerine derslerde ve okumalarda geniş istifade ettiğimiz tahkik üzerine çeşitlendirdiler. Öyle ki tefsir kitapları çeşitli ihtilaflar üzerine okunur. Şüphe olmayan durum ise kadim müfessirlerin çeşitli derslerinden oluşan tefsirin gerçeği araştırma ve tahkikidir. Bu lügavi açıdan, belagat açısından, edebi açıdan, nahiv açısından, fıkhi açıdan, mezhebi açılardan, felsefi kevnilik açısından ve bunların dışında olanlar ilk müfessirlerin somut olarak elde ettikleridir. Şimdikiler ise bunların üzerine bina edilmektedir. 2.3.2.1 Modern asırda tefsirin avantajı Tefsir faaliyetleribu dönemde de aynen sürdü ve aynı safha da kalarak bir aşma durumu söz konusu olmadı. Yapılanlar öncekilerden bağımsız değildi. Bu durum modern ilimde ilerleme kaydedilmesine rağmen böyledir. Bunun üzerine âlimlerin bakışı bu durgunluktan bağımsız tefsir derslerine itina gösterme yönünde oldu ve bu şekil donuk sözlerden bağımsız olmaya yöneldiler. Allah’ın kitabına bu şekilde baktılar. İlk tefsirlerin bu yaptıklarının bir aşağısında olduğuna büyük bir güvenleri vardı. Kur’an için bu tefsire yönelme bizim inkâr edemeyeceğimiz bir etki gösterdi. Bu da bütün ilmi arasözlerden bağımsızlık üzerine olan ameldir ki zaruret olmayan şeyler üzerine tefsiri toplamak ve bunları tefsire sıkıştırmaktı. Bu Kur’an’ın celal ve cemaline giden İsrail’i kıssalardan tefsiri ayıklama ameliyesidir. Aynı zamanda Rasulullah(s.a.v.) üzerine veya sahabe üzerine olan mevzu veya zayıf hadislerden arıtma ameliyesidir. Tefsir elbisesi sosyal ve edebi bir elbisedir. Kur’an’ın güzelliğini ortaya çıkarır. Doğru ilmi nazariyelerden gayretle elde edilen ve Kur’an arasında görünen bir çabadır ki bu uygun hale getirme demektir. Modern tefsire yöneliş çeşitli amilleri beraberinde getirmiştir. Bunların en önemlisi ilmi genişleme ve bunun itikadi ve mezhepsel olarak tesiri ve ilhadi olarak etkisi ki bu fasit görüş hürriyeti üzerine kurulması demektir. MUSTAFA GÖKSU 2.3.2.2 Modern asırda tefsir çeşitleri Bu dönemde çıkan en önemli tefsir çeşitleri şunlardır: 1.ilmi tefsir, 2. Mezhebi tefsir, 3. İlhadi tefsir 4. Edebi ve içtimai tefsir. 2.3.3 Modern asrımızda tefsir için ilmi çeşitlilik müteahhirun ulema arasında yüksek bir kabulle kabul görmüş olan ilmi tefsir hakkında şunları söyleyeceğim: Modern asrımızda ilmi tefsirin yayılması: bize göre ilmi tefsirle hedeflenen Kur’an’ı diğer ilimler üzerine Kur’an’da bulunmuş veya bulunacak şeylerle kapsamlı kılmadır.17 Kur’an’ı kerime ve ilimlere itina gösteren bazı entelektüellerin elinde bu tefsir türü yayıldı. Bu tefsire temayüllerinin eseri öyle bir hal aldı ki bu işi yapanların kalpleri Kur’an’ı bütün yer ve gök ilimlerine taşımaya uğraşmak üzere üstün geldi. Ve onlar Kur’an’ı işaret ve beyan yolu ile delil kıldılar. Onların inancı-ki bizimde inancımız bu yönde-bu beyan Kur’an’ın doğruluğu yönlerinden en önemlisidir ve icaz yönü de böyle olup bekası için uygunluğu da bu cihettendir. Bu tefsir çeşidi ile ilgilenen en önemli kitaplar: Keşfu’l-esrar en-nuraniyye ve’lKur’aniyye. Bu kitapta gök cisimleri, yeryüzü, hayvanlar, bitkiler, madenler ele alınır. Yazarı h.13 asırda yaşayan alimlerden doktor ve faziletli imam olan Muhammet b. Ahmet elİskenderanidir. Üç cilttir. Abdullah paşa risalesi: heyet araştırmalarının bazı karşılaştırmaları hakkındaki fikri ki bunlar şeri naslarda bulunan fikirlerdir. Elimizde bulunan kişilerin İslami ıslahları için merhum Seyit Abdurrahman el-Kavakibi tarafından kaleme alınan tabaiu el-istibdat ve mesariu el-isti’bad’tır. Elimizde bulunan kitaplardan biride i’caru’l-kur’an’dır. Merhum Mustafa Sadık el-rafi’: bu tefsire eğilimi ile yardımcı olandır ve bu konudaki müeyyideleriyle ki bunlar özel araştırma konusu yaptığı “Kur’an ve ilimler” mevzuunda Suyuti’nin itkan ve el-iklil’den nakiller de bulunur. İlmi tefsiri kitabına konu edinen başka bir bilinen doktor, merhum Abdülaziz İsmail ve kitabı İslam ve modern tıptır. Bu kitabında Kur’an’ın ne bir tip kitabı ne bir astronomi ne de matematik kitabı olmadığını söyler. 17 Zehebi, a.g.e, II, 435. MUSTAFA GÖKSU 2.3.3.1 Şeyh Tantavi Cevheri’nin el- Cevahir adlı Kur’an tefsiri H.1287’de doğdu. Ezher’de ilmini aldı sonra devlet okulunda ve daru’l ilimde eğitimini alıp yine buraya tayin edildi. Kadılık teklifini kabul etmedi. Kahire İslamiyye Cemiyetinin başkanı idi. “ihvan-ı Müslim’in” dergisinin başkanlığını üstlendi. Kahire’de h.1358 yılında vefat etti. 30 civarında eseri vardır: bunlardan bir kaçı: 1.el-Ervah, 2.aslu’l-âlem, 3.eynel İslam? Müellifin bu tefsiri kitabına taşımasına etken olan: müellif kendine şöyle diyor: kevni ayetlere olan tutkunluğu, tabii eşsizliğe hayranı, gökyüzünün güzelliğine teşviki ve yeryüzünün güzelliği ve kemali der.18 Bu konuda şu kitaplar ele alındı: nizam’ul-âlem ve’l-ümem, cevahir’ul-ulum, et-tacu’lmersu’, ve cemal’ul-alem, en-nizamu ve’l-islam, el-ümmetü ve hayatüha. Müellif bu kitaplardaki keşifleri az bularak izzet ve celal sahibine yöneldi ve beşerin ilimlerden ulaştığı bütün şeyleri içeren Kur’an tefsirine muvaffak olmayı diledi. Allah duasını kabul etti ve istediği şekilde onu tamamladı. 2.3.3.1.1 Tefsirinde şu yolu izledi Hükümlerden, ahlaktan, kevni mucizelerden Müslümanların ihtiyacı olanları tefsirinde ortaya koydu. Yaratılıştaki mucizeleri ve ilimdeki gariplikleri eserinde tespit etti. Müslümanları yer ve gökyüzü, hayvan ve bitkiler hakkındaki ayetleri anlama ve açıklama ve gerçeğe vukufiyetleri üzerine teşvikte bulundu. Eserinde birçok konuya temas eden müellif matematik ilmi ile feraiz ilmini karşılaştırıp fıkıh konusuna da değinmiştir. Diğer bir konu Kur’an ilminin belagatle sınırlandırılamayacağı, belagatin lafız ilmi olduğu bugün ise Kur’an’ın manası üzerindeki ilimlerin yazılması gerektiğini ve yeryüzündeki Allah’ın izhar ettiği ilimlerle bağlantısının kurulmasını ve buna delil olarak da Kıyamet suresi 19.ayeti getirir: ُثُ َّم إِ َّن َعلَ ْينَا بَيَانَهSonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.) Diğer bir konu İslam âlimleri niçin on binlerce fıkıh kitabı kaleme almışken ki bunlar için lazım olan ayet sayısı 150yi geçmez ve fıkıh demek Kur’an demek değildir. Diğer tarafta 750 ayetten oluşan sarih Kevni ayetler bu kadar ele alınıp eser ortaya konmamıştır? Aklen ve 18 Tantavi, el-cevahir, III, 19. MUSTAFA GÖKSU Şer ’en Müslümanların az bir ayet grubunun ilmi ile sivrilmesi ve gerçekten büyük bir yekûn tutan ayet grubunun ilminden cahillik göstermesi caiz midir? Bizim ecdadımız fıkıh ilminde sivrildiler bizim ise kâinat ilimlerinde bu sivrilmeyi göstermemiz lazım.19 Müellif Kur’an ayetlerini lafız olarak muhtasar şekilde tefsir eder. Bu tefsir elimizde telif olunan tefsirlerden neredeyse örneği çıkmamış bir tefsirdir. Ancak bunlardan bağımsız olmadığından lafzi olarak da isimlendirilir. Kapsamlı bir şekilde ilmi konulara yer verdiğinden ötürü de letaif veya cevahir olarak da isimlendirilmiştir. Bu ilmi konular modern asırda doğu ve batı âlimlerinin fikirlerinden büyük bir derlemedir. Müellif bunları Müslümanlar ve gayri Müslimlere açıklamak için getirir. Müellifin eserinde birçok konunun tefsirini bulmak mümkün: bitkiler, hayvanlar, tabiat manzaraları, ilmi tecrübeler ki bunlar okuyanların önüne hakikatleri serer. Zaman zaman incilde ki geçen olaylara dikkat çeker. Cumhurdan sayılan Eflatun’dan gelenlere veya ihvan-ı Safa’nın risalelerinden gelenlerle bazı dini gerçekleri açıklamaya çalışır. İlimleri iki kısma ayırır: lügavi olan ve olmayan olarak. Lügavi ilimler öğrenmede bir mukaddime niteliğindedir. Çünkü lügatler ilahi, tabii ve matematik ilimlerinden ilmi gerçekleri bilmeye birer vesiledir. İlimlerde başka şeyler için bir alettir. İlimlerin usulü ve tahlili yapılmadıkça gerçekler bilinemez. Nübüvvet, Allah’ın emri iledir. Allah yeryüzü ehlini çiftçi kıldı. Onlar tohum saçmanın zahirinden başkasını bilmezler. Doktorlar ise tohum ve ağaçtan çeşitli fayda elde ederler. Hekimler de bunlardan ilimler ve bilimler elde ederler. Hepsi kendi alanındaki ilimden başkasını bilemez. Doktor çiftçi ile yeme noktasında birdir fakat yediğindeki tıbbi faydayı bilmekle çiftçiden ayrılır. Bunun gibi İslam ümmetinin âlimleri cahiller ile Kevser havuzunu anlama, kabul etme ve reddetme konusunda ortaktırlar. Âlimleri onlardan ayıran özellik ümmetin reisleri olup onları peşlerinden götürmeleridir. Bu konuda şöyle denir: muhakkak ki nebi(s.a.v.) daha üstün vasıflar istedi, Cennet ki onu gözler görmedi, kulaklar onu işitmedi. Oradaki su baldan da tatlıdır. Orada olanlar kardan da daha beyazdır. Cennette susama veya susatacak şeyler yoktur. Havuz bize göre ilmi simgelemektedir. Misk kötü koku değildir. Cevherlerin kendisi yakut ve inci cinsinden değildir. Bunun gibi balın tadı da bu suyun 19 Tantavi, a.g.e, v, 35. MUSTAFA GÖKSU tadından değildir. Havuz ise ilmin dallarından ve çeşitli çıkış yerlerinin hayret verici manzarasından başka bir şey değildir. Bu manada tatlı bir içecektir.20 Bu kitap ilimi bir ansiklopedidir. İlmi fenlerin çoğunu konu edinir. Fahrettin Razi hakkında yapılan “eserinde tefsirden başka her şey var” eleştiri bu kitap içinde geçerlidir. ْ َّما فَرBiz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.) Müellif En’am 38. Ayeti َيء ْ ب ِمن ش ِ َّطنَا فِي ال ِكتَا temel alarak böyle bir yola girmiştir. 2.3.3.2 Çağdaş bazı âlimlerin ilmi tefsiri inkârı Kadim ulemada görüldüğü gibi asrımızda da ilmi tefsir hakkında çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Bunlardan biri Şeyh Mahmut Şaltuti, 1941 senesinde “ibril” dergisinin 407 ve 408. sayısında bu konu hakkında reddiyelerini ve delillerini görmek mümkündür. Bir başkası ise Emin el-Huli’dir. Tefsirinde güçlü delillerle bu konuya karşı çıkar. Bunlardan biride Merhum Seyyid Muhammet Reşit Rıza’dır. Tefsirinin mukaddimesinde onların tefsirine etki eden ilmi dürtüleri sayıp dökerek yerer. Onlar tefsirlerinde nahiv konularıyla, fıkıh konularıyla, beyan ilmiyle, israiliyatla vb. şeylerle meşgul oldular ve bu uğraşlarını insanlara Kur’an ve yol gösterici olarak sarf ettiler. Sonra Fahrettin Razi ve tefsirindeki modern ilimden bazı bahisleri yerer ve bunu da Kur’an’dan ve yol gösterici olarak insanların tasarrufuna sunduğunu söyler.21 Diğer bir isim Şeyh Muhammed Mustafa el-Meraği’dir. Tefsir de bu yöntemi benimsemediğini “İslam ve modern tıp” adlı eserinde görmek mümkündür. Bunun yanında kitabında bu konuda övgüler de bulunduğu da olmuştur; şöyle ki Kur’an bütün ilimleri kapsamaktadır, öğretici ve bilgilendirici üslubuyla tafsilatlı bir şekilde bu konuları ele alır. İnsan bunları bilince bedenen ve ruhen kemale erer.22 Bütün bunlar açıklamaktadır ki ilmi tefsir modern asırda bazı âlimlerin nezdinde kabul görüp, revaç bulmuştur. Ama bu asırda kabul etmeyenler çoğunluktadır. Bana göre(zehebi) öncekilerin görüşleri gerçeği kabule daha yakındır. 20 Tantavi, a.g.e, xxv, 269-273. Reşit Rıza, tefsiru’l-menar, I, 7. 22 Meraği, İslam ve modern tıp mukaddimesi. 21 MUSTAFA GÖKSU 2.3.4 Modern asırda tefsirde mezhebi çeşitlilik Modern asırda cevher veya öz olarak İslam’a nispet edilen farklardan hiçbiri kalmadı. Ehli-sünnet ve İmamiye ve İsmailiye, zeydiye; haricilerden İbaziye, batınilerden Behaiye diye bir fark bizce sona ermez ve günümüzde de destek bulur. Bunların zuhurunda ilk zamanlarda olduğu gibi akide ve öğrenmede korunma veya sürdürme eğilimi devam eder. Bu durumda bunların tefsire yansıması kaçınılmaz olmuştur. Ehli-sünnet Kur’an’ı kendi ittifak ettiği akide üzerine tefsir edip kitaplar kaleme almışlardır. Muhammed Abduh’un tefsiri bu şekilde bir tefsirdir. On iki İmamiyesi de aynı şekilde Kur’an’ı kendi mezheplerince tefsir etmişlerdir. Şeyh Sultan Muhammed Horasani’nin kaleme aldığı “beyanu’s-saadeti fi makamati’l-ibadeti” adlı eser buna örnektir. Yine Şeyh Muhammed Cevat en-Necefi’nin kaleme aldığı “alairrahman fi tefsiri’l-Kur’an” adlı eserde böyledir. İbadiye mezhebinden olan Şeyh Muhammed b. Yusuf İdfiş’in kaleme aldığı “himyanu’z-zad ila dari’l-mead” adlı eserde bu şekilde mezhepsel olarak ele alınmış olup kelam bahisleri içermektedir. 2.3.5 Modern asrımızda tefsirde ilhadi hareketler İslam, bir grup insanın uzun zamandır tuzağa düşürme çabasıyla karşı karşıyadır. Onlar güç yetirdikleriçeşitli tuzaklarla İslam’ı yıkmaya çalışıyorlar. Bu konuda geçmişi ele alarak Kur’an’ı sahih olmayan vecihler üzerine tevil etmektedirler. Bu asırda ortaya çıkan durum şahısların Kur’an’ı tevilden uzak bir şekilde şehvetlerine uygun, nefislerinin arzuları doğrultusunda yorumlayarak hüküm vermeleridir. Kur’an’ın tefsirine saçma görüşlerini katmakla kendi iddialarını halka kabul ettirmek istiyorlar. Bunları yutan halkta bunları el üstünde tutmakla dinlerini ve akıllarını Allah’ın korumasından çıkarmış oluyorlar. Tefsirde bu duruma sebep olan şeyler: onlardan biri çıkarak Kur’an’ı çeşitli şekillerde anladığını, yenilenmeye gideceğini belirtip Allah’ın kitabını tahrifle şöhrete kavuştu. Bunu da kadim müfessirlerin ortaya koyduklarını protesto ederek yaptı. Bu yenilenme Kur’an lügatinden ve dinin aslından uzak bir şekilde oldu ve bunlar senetsiz ve delilsizdi. MUSTAFA GÖKSU Bu tefsirler bazı felsefi görüşlerin etkisinde kalıp sabit olan dini gerçekleri inkâra kalkışıyorlar. Örneğin şeytan hakikatini inkâr ediyorlar, cinler âleminin olmadığını iddia ediyorlar. Bu grubun Nahl 44. Ayette geçen :ك َ اس َما نُ ِّز َل إِلَ ْي ِه ْم َوأَن َز ْلنَا إِلَ ْي ِ َّ ال ِّذ ْك َر لِتُبَيِّنَ لِلنİnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.) ve yine Nur 63’te:ِ صيبَهُ ْم َع َذابٌ أَلِي ٌم ِ ُصيبَهُ ْم فِ ْتنَةٌ أَوْ ي ِ ُ فَ ْليَحْ َذ ِر الَّ ِذينَ يُ َخالِفُونَ ع َْن أَ ْم ِرهأَن تonun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.) ve yine Haşr 7’de : َو َما آتَا ُك ُم ال َّرسُو ُل فَ ُخ ُذوهُ َو َمنَهَا ُك ْم َع ْنهُ فَانتَهُوا اPeygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.) ibareleri görmezden gelerek Kur’an’ın kendi kendine yeteceğini sünnete ihtiyacın olmadığını savunmaktadırlar. Bu durumda Kur’an ve sünnetin hükümlerini inkâr ortaya çıkmakta sahabe ve ondan sonra gelen Müslüman imamların icmasını inkâr ortaya çıkmaktadır. 2.3.5.1 Peygamberlerin mucizelerini inkâr Bu kimse(kötü zan beslenmesin diye Zehebi yukarıda da isim vermemişti) peygamber mucizelerini şaz olarak görmekte bunu fasit bir teville yapmakta bütün insanları resul veya resul olmayan olarak ikiye ayırmaktadır. İsa(a.s)’ın mucizelerinden tereddüt duyması: İsa(a.s)’ın abraş hastalığını iyileştirmesi ve ölüleri diriltmesi hakkındaki tereddüdünün yersiz olması ve bunu dini bir hidayetle yaptığını kavrayamamasındandır. Yine beşikte iken insanlarla konuşma mucizesini ele alan müellif burada takıldığı noktanın küçük yaşta birinin büyükler gibi konuşmaya güç yetirememesidir. ْ صبِيّاًفَأَشَا َر Buna delil olarak da Meryem 29. Ayeti getirir: ت إِلَ ْي ِه قَالُوا َك ْيفَ نُ َكلِّ ُم َمن َكانَ فِي َ ْال َم ْه ِدBunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. "Biz, dediler, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?") Musa(a.s)’ın mucizelerinden tereddüdü: şuara63’te geçen: ك َ صا َ فَأَوْ َح ْينَا إِلَى ُمو َسى أَ ِن اضْ ِرببِّ َع ق فَ َكانَ ُكلُّ فِرْ ق َكالطَّوْ ِد ْال َع ِظ ِيم َ َ ْالبَحْ َر فَانفَلBunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! Diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.) bu mevzuda da ıslak, kurumamış bir yerden nasıl geçileceği gibi bir tereddüt taşımaktadır. İbrahim(a.s)mucize hakkında tereddüdü: Enbiya 69’da geçen:” ً قُ ْلنَا يَا نَا ُر ُكونِي بَرْ داً َو َس ََلما َعلَى إِب َْرا ِهي َمEy ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!" dedik)bu mevzudaki görüşü ise herhangi bir tedbir olmaksızın nasıl olurda ateşten sağ salim çıkabilmesidir. Süleyman(a.s.)’ın mucizeleri hakkında tereddüdü: Enbiya 81’de anlatılan: ِّيح َ َولِ ُسلَ ْي َمانَ الر َاصفَةً تَجْ ِري بِأ َ ْم ِر ِه ِ عSüleyman'ın emrine de kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde MUSTAFA GÖKSU bereketler yarattığımız yere doğru eserdi.) bu durumu Avrupalıların telgraf ve telefonla iletişim kurmasına benzetir. ْ َ َم َسا ِكنَ ُك ْم َحتَّى إِ َذا أَتَوْ ا َعلَى َوا ِدي النَّ ْم ِل قَالNihayet Karınca Neml 18’de geçen:ت نَ ْملَةٌ يَا أَيُّهَا النَّ ْم ُل ا ْد ُخلُوا vadisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin) karınca ile konuşmasını karıncaları bir kabile olarak gördüğünü böyle bir durumun nasıl olabileceğini sorgular. Ayrıca hüthüt kelimesinin bir uçak ismi olduğunu burada kastedilen mananın peygamberler olduğunu söyler. İsra mucizesi hakkında tereddüdü: İsra suresinin başında anlatılan bu olaya bakışı şu şekildedir: İsra nebilerin hicrette kullandıklarıdır. Bununla ilgili Taha 77, Araf 138, Şuara 52. Ayetleri delil getirir. Arıları isra ile alakalandırır. “mescidi haram” da insanların hepsinin hürmet ettiği bir yerdir ona göre. Mescidi Aksa ise mescidi-Nebi’dir. 2.3.5.2 Şeytanları, cinleri ve melekleri inkârı: Bunlar hakkında sabit şer’i gerçekler olduklarında ittifak yoktur, der. Bakara 34’te geçen melekleri düzenden sorumlu elçiler ve gelenekleri bilenler olarak yorumlarken onların insanlara secde etmesini, insanlara musahhar kılınması olarak yorumlar. İblis’i ise Hakk’ karşı kibirlenen herkes için kullanılan bir isim olarak algılar. Cin ve şeytan lafızları da buna uyar ve insanın asi gelme türlerinden bir tür sayarak yine insanın hizmetine verilmiştir. 2.3.5.3 Hiçbir müçtehidin karşı çıkmadığı dini hükümleri inkârı Bazı konularda Allah’ın isteği dışında veya murat etmediği, dil kurallarına uymayan ve şeri usulde olmayan hükümlerin verildiğini iddia eder: Hırsızlık haddi: Maide38’de geçen hırsızın ellerin kesilmesi hakkında şöyle der: kim ki bir veya iki kez çalarda bu işlemi devam ettirmezse eli kesilmez. Çünkü elin kesilmesi hırsızlıklıktan aciz bırakmadır ve tedavisi de yoktur. Zina haddi: Nur 2. Ayette geçen zina haddinin bu işi yapan erkek ve kadının yaratılışında olup, adet haline getirmeleri halinde had uygulanmalı der. Eşlerin çokluğu: Nisa 3’te geçen yetim kadınlarla evlenilmesindeki amaç mallarının heba olmaması içindir. Eşlerin çokluğu ancak zaruret halinde caizdir. Bu zaruret adaletle beraber terkedildiğinde toplumda en az zararla telafi edilmesi içindir. MUSTAFA GÖKSU Riba: Ali-imran 130’te geçen ًضا َعفَة َ ال ِّربَا أَضْ َعافا ً ُّمFaizi kat kat alarak) cümleden kasıt fahiş ribadır. Yani ana maldan haddinden fazla kar elde etmektir. Bu karı her millet kendi örfüne göre belirler. Bu işin cezası Bakara suresinin sonlarında belirtilmiştir. Ve bu Nisa suresinin ْ َُوَّلَ تُ ْؤت sonlarında anlatılan Yahudilerle ilgilidir. Bunlar da Nisa 5’te şöyle dile getirilir: وا ال ُّسفَهَاء أَ ْم َوالَ ُك ُمAllah'ın sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı, beyinsizlere vermeyin.) Ziraatın zekâtı: En’am 141’de geçen: صا ِد ِهيَوْ َم َ َحdevşirildiği ve biçildiği gün) bu ifadeden devrin âlimleri ve hükümdarları beyti’l- mal için vergi alırlardı, der. Zehebi bu duruma şu şekilde karşı çıkar: bunun kararını ve miktarını ümmeti için Rasulullah(s.a.v) takdir etmiştir. Talak: Talak 1’de geçen: َو ََّل يَ ْخرُجْ نَ إِ ََّّل أَن يَأْتِينَ بِفَا ِحشَة ُّمبَيِّنَة ََّل تُ ْخ ِرجُوه َُّن ِمن بُيُوتِ ِه َّنonları, apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana evlerinden çıkarmayın) ifadeden boşanma için bilinmesi gereken şudur: boşama erkek eliyle olursa bunun vaki olması eşin, ailesinin düzenine halel getirmesi sebebiyledir. 2.4 MODERN ASRIMIZDA İÇTİMA-i EDEBİ TEFSİR Bu tefsir bu asırda zuhur etmiş sayılmaz. İnsanlar Kur’an’ın hidayetinden yüz çevirmeye başlayıp şerefinden ve cömertliğinden nasiplenemeyince bu tür ortaya çıkmıştır. Bu durum Kur’an naslarını tedavini etmek içindir. Bu tedavi ilk olarak her şeyden önce Kur’an tabirinde dikkat çeken mevzuları açıklamaktır. Sonra da manayı şekillendirmektir. Öyle ki Kur’an manada üslup olarak göz alıcılığı hedefliyor. Bundan sonra Kur’an nasları, sosyal adetler ve aile düzeni üzerine mutabakata varmaktadır. 2.4.1 Şeyh Muhammed Abduh Ekolü ve Tefsirde Etkisi Tefsirde edebi-içtimai türü bizim nazarımızda yeni bir durumdur. Bu tefsir alanında üstün konuma gelende Muhammed Abduh ekolüdür. Bu ekol bu tefsir türünde önderdir. Ve Abduh’tan sonra gelen bu ekolün adamları bu işin önderleridir. Bunlar Allah’ın kitabını tefsirde büyük bir çaba olan dünya ve ahiret hayırlarından biri olarak insanları hidayete ulaştırma çabasındadırlar. Bu ekol Kur’an’a mezhebi olarak bakmaktan uzaktır. Bu ekol birçok müfessirin tabi olduğu mezhebin etkisi altında kalarak Kur’an’ı mezhebine tabi kılma ve bununla beraber mezhebin ittifak ettiklerine dayandırma haliyle de yapmacık ve Kur’an’da uzak teviller gibi olmamıştır. MUSTAFA GÖKSU Bu ekol israiliyatlara eleştirel gözle bakmıştır. Kadim kitapların birçoğunda olan şekil bozukluğu veya çirkinlik bu ekolün tefsirlerinde olmadı. Çirkinlikten kasıt yalan hurafelerden oluşan rivayetlerdir. Bunlar diğerlerinde Kur’an’ın ve güzelliğini kuşatmış şekildedir. Bu nedenle bu ekol birçok müfessirin zayıf ve uydurma hadisler de gösterdiği yanılmayı göstermemiştir. Sahih, sari naslar cihetiyle tefsire yönelmişlerdir. Bu ekol tamamı ile ilmi ve fenni ıstılahların tesirinden de uzaktır. Ancak ihtiyaç kadarını tefsirlerine almışlardır. Bu durum zaruri miktarın dışına çıkmamıştır. Bu ekol tefsirde edebi ve içtimai olarak hareket gösterdiler ve ilerlediler. Kur’an’ın belagat ve icazını keşfettiler. Kur’an’ın mana ve meramına açıklık getirdiler. Tefsirlerinde büyük kainat adetleri ve içtimai düzen ortaya çıkmıştır. Bilhassa da İslam Ümmet’inin sorunlarını tedavi etmiştir. Genel olarak diğer milletlerin sorunlarını Kur’an’ın yol göstermesi ve öğretilmesi ile tedavi etmişlerdir. Dünya ve ahiret hayrını birleştirdiler ve Kur’an ile onun tespit ettiği sahih nazariyeler arasında bir konum izlemişlerdir. Kur’an, Allah’ın kitabıdır, ebedidir. Öyle ki beşerî ve güncel gelişmelere güç yetirir. Allah yeryüzü ve onun üzerinde olanlara Kur’an’ı miras bırakmıştır. Kur’an üzerine olan şüpheleri de def etmiştir. 2.4.1.1 Bu ekolün noksanlıkları Bu ekolden elde ettiğimiz kanı, akla geniş yer vermeleridir. Kur’an’da gelen bazı şeri hakikatleri akılla tevil etmişlerdir. Böylece hakikatten mecaza veya temsile yöneldiler. Bu da beşerin sınırlı kudretine nispetle uzak bir mana kazanmasına yol açtı. Bundan da garibi Allah’ın her şey için mümkün olan kudretinden cahilce uzaklaşılması veya davranış sergilenmesidir. Bu durum mutezile de olduğu gibi akla geniş hürriyet vererek bazı Kur’an lafızlarını Kur’an nüzulü sırasında Araplarda olmayan manalara hamletmeleri gibidir. Ve bazı hadislere itiraz ettiler. Bunlar arasında İslam âlimlerinin Kur’an’dan sonra en sahih kaynak olmada icma ettikleri Buhari ve Müslim de vardır. Ayrıca sahihliği sabit olmuş ahad hadisleri de almazlar. Haberi vahid, ilimden faydalanma üzerine cereyan edip akidenin tespitine imkân sağlar. Olur, da zan olarak cereyan ederse de akide de ihtilaf edilen durumların tespitinde ve bu ihtilaftaki seçimde faydalanılır. Böyle olunca ilmi ifade etmiş olur. Ümmet de bunu kabule yanaşır ki o hatadan beridir. Koruma altında olan zan da hata içermez. MUSTAFA GÖKSU Buradaki akideden maksat furu’ fıkıhtır. Bununla amel edilmesinde hüküm açısından sıhhatli olduktan sonra bir beis yoktur. Bir başka akide de usuldür. Usulde ihlal olursa küfrü gerektirir. Allah’a ve ahiret iman konusunda olduğu gibi. Geçmişle ilgili konularda veya gelecekle ilgili veya ahiret günüyle ilgili tafsilatlar varit olan hadislere gelince de bunda tevatür şartı aranmaz. Çünkü bu gibi durumlar akide cihetinden değildir. Şöyle ki bunlar Allah’a sığınma ve küfrü doğrulamaktan yoksun olarak tertip edilmiştir. Ancak bunlarda da sahih tarikle gelmiş olma şartı aranır.23 2.4.1.2 Bu ekolün önemli şahsiyetleri Bu ekolün direği mahiyetinde olan Muhammed Abduh’tur. Sonra merhum Seyit Muhammed Reşit Rıza’dır. Sonra büyük üstat şeyh Muhammed Mustafa el-Meraği’dir. 2.4.1.2.1 Üstat İmam Şeyh Muhammed Abduh: 1849’da Mısır’ın bir köyünde doğdu. 1866’da Ezher’e girdi. 1877 senesinde âlim derecesine ulaştı. Derviş Hızır, Hasan ed-Davil, Cemalettin Afgani gibi büyük alimlerin öğrencisi oldu. Ezher’de, daru’l-ulum’da, dil medresesinde ve vakaı-Mısrıyye dergisinde çalıştı. Sonra 1883 senesinde Suriye’ye gitti. 1884’te de Paris’te Cemalettin Afgani’ye dâhil oldu. Beraber urvetü’l-vusga dergisini çıkarttılar. 1885 senesinde Beyrut’a geçerek meşhur “tevhit” adlı risalesini kaleme aldı. Mısır’a döndüğünde şer’i mahkemede kadı olarak görevine devam etti. Eserlerinden bir kaçı: tevhit risalesi, nehcü’l-beleğa şerhi, İslam ve Hıristiyanlık. Tefsirini ortaya koyması: meşhur Amme cüzünün tefsirine baktığımızda bu cüzü tefsir etmesinin amacı; öğretmenlerin başvurabileceği bir kaynak olması ve öğrencilerin manasını anlayıp kolayca ezberlemeleri içindir. Ve bu sayede ahlaklarını ıslah etmek istemiştir. H.1321 senesinde Mağrip’te tamamlamıştır.24 Birde uzunca tefsir ettiği Asr suresi tefsirini bulduk. Bu tefsirini konferans heyeti ile Cezayir âlimlerine yaptığı derslerden kaleme alındığı ve h.1321 senesinde olduğu belirtilir. Bunun gibi bazı tefsir çalışmaları ile Kur’an meselelerini tedavi ettiğini gördük.(zehebi) örneğin Hac suresi 52.-55. Ayetlerden yola çıkarak gıranik hadisesinin olmadığını ispatlar. 23 24 Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 481. Muhammed Abduh, Amme cüzü tefsirinin mukaddimesi, s.2 MUSTAFA GÖKSU Burada vurguladığı nebi(s.a.v.)’in ismetidir. Korumasını Allah’ın üstlendiği vahyin güvenilirliğini yükseltir. Tefsirine 1317’de Muharrem ayında başlayan üstat Nisa suresi 126. Ayetiyle 1323 yılında vefat etmesi üzerine yarım kalır ve öğrencisi Reşit Rıza derslerinde aldığı notlarla Menar’ı oluşturur. Tefsirdeki metodu: üstat Ezher ricali arasında yenilenmeye davet eden tek kişiydi. Kayıt altına alınmış taklitten vazgeçip özgürleşmek istiyordu. Aklını kitaplarında ve araştırmalarında hür bir şekilde kullandı. Geçmişlerin sözlerinden ve fikirlerinden bir şey almadı. Bu şekilde geçmişe fikir ve görüş olarak muhalefet etti. İlim ehlinin bir çoğu ona bu yüzden öfkelendi ve etrafında müritleri ve hayranlarından başka bunlardan kimse toplanmadı. Bu hür akıl ve kadim üzerine olan tepkisi kendi metoduna tesir etti ve tefsirde de bu metodu benimsedi. Üstat, Allah’ın kitabından anladığının insanları irşat ederek dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak istiyordu. Çünkü Kur’an bunu en üstün gaye olarak görüyordu. Bundan başka mevzular bu ana gayeye tabidirler veya bu mevzuyu elde etmek içindirler.25 Tefsirini iki kısma ayırır: a) Allah ve kitabından uzaklaştıran ki bununla kastı lafızları çözümlemek ve cümlenin irabı ile beyanıdır. Bu kısım tefsir diye isimlendirilmez bunlar fenni alıştırmalardan nahiv ve meani gibi bir çeşittir, der. b) müfessir bu bölümde sözden muradın ne olduğunu anlama yoluna gitti ve akaidin konmasındaki ve diğer hükümlerin hikmetine yöneldi. Lokman 3.ayette beliren: هُدًى ً َو َرحْ َمةrahmet ve doğru yol rehberi)mananın tahakkuk etmesi için ve bunun gibi vasıfların gerçekleşmesi için bu bölümü ele aldı. Üstat bu konuda şöyle der: bu öncekilerin hedefidir ki bende tefsir okumalarımda buna yönelirim. Üstadın istediği müfessirlerin geçmişlerin kelamından belagat ve nahiv gibi konularda ihtiyaç kadarının alınmasıdır. İyi bir müfessir ele aldığı bir konuyu veya lafzı belagat açısından açıklar, mananın gerektirdiği kadarı ile iraba girer ve Kur’an’ın fesahat ve belagatine layık olan yönü ile bunu gerçekleştirir.26 Kur’an akideye tabi olmaz, akide Kur’an’dan alınır: Kur’an bir terazi olup akaidin kıymetinin bilinmesi için onu tartar. Akidenin aslının Kur’an olduğuna karar kılar. Birçok 25 26 Muhammed Abduh, Tefsiru’l-Menar, I, 17. Muhammed Abduh, a.g.e, I, 35. MUSTAFA GÖKSU müfessir görüşlerini Kur’an’dan çıkarıp açıklar. Akide onların üzerine üstün gelir ve akidenin noksanlığından dolayı Kur’an’a bakarlar hatta Kur’an’ı kendi akidelerine uygun olarak tevil ederler ve akideyle beraber uyum sağlatmaya çalışırlar. Bu konuda üstat şöyle der: ben istiyorum ki dindeki görüşlerin ve mezheplerin aslının Kur’an olmasını. Asıl olmayan mezhebin Kur’an’ı taşıması onu tevil ve tahriften başka bir şey değildir. Bunun akabinde de dalalet ve sapkınlık gelir.27 Tefsirinin okunup kaleme alınma aşaması: üstadın tefsiri Ezher üniversitesindeki derslerinden oluşur. Altı sene boyunca Kur’an’ın yaklaşık 5 cüzünün burada okuyarak kaleme alınmasına vesile olmuştur. Bunun gibi Cezayir şehrindeki tefsir dersleri ile Beyrut mescitlerindeki tefsir dersleri de bu şekilde kaleme alınmıştır. Derslerinde şöyle bir yöntem izlerdi: onu dinleyen cemaatten gelen fikirleri onlara açıklardı bu az sözle olmasına rağmen Allah’ın ona bu sözleri beyan ettirmesiyle birçok söze dönüşürdü. Üstat tefsir derslerinde kendi hür aklına itimat ederdi. Bunu tefsirini kaleme alanlar şöyle dile getirmiştir: tefsirinde kitaba gerek duymazdı. Mushaf’tan okur Allah’ın kalbine akıttığını aktarırdı. Öğrencisi Reşit Rıza’nın bildirdiğine göre ise üstat en sade tefsir olan Celaleyn’e müracaat ederek ondan belirli kısımları okur sonra ilavelerde bulunurdu.28 Allah bize kıyamet günü insanların sözlerinden veya anladıklarından değil bizim hidayetimiz ve yol göstericimiz olarak indirdiği kitabından soracaktır. Ve peygamberimizin ُّ ت َو الزب ُِر َوأَن َز ْلنَا إِلَيْكال ِّذ ْك َر ِ بِ ْالبَيِّنَا َاس َما نُ ِّز َل إِلَ ْي ِه ْم َولَ َعلَّهُ ْم يَتَفَ َّكرُون ِ َّلِتُبَيِّنَ لِلنApaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, ona ineni açıkladığı sünnetinden soracaktır. Nitekim Nahl 44’te: kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.) buyrularak buna dikkat çekilir. Bize sorulacak olan bu risalenin ulaşıp ulaşmadığı, ulaşan şeyi düşünüp düşünmediğimizi, onun emir ve yasaklarında akıl yürütüp yürütmediğimizi, Kur’an’ın rehberliğinde amel edip etmediğimizi, nebinin yol göstericiliğinden ve onun sünnetine uyup uymadığımızdır.29 Üstat diğer müfessirler gibi israiliyat meraklısı olmadığı gibi bundan da kaçındığını görmekteyiz. İsrailiyat havuzunda gezinmediğini, Allah’ın kitabının kapalı olarak gelmediğini ve bunlardan bizi sorumlu tutmadığını vurgular. Şayet bu istenirse delil olarak kitap ve nebinin lisanı vardır ki O’nun yolu Kur’an’ın mübhematlarını toplamış olup kesin 27 Muhammed Abduh, Fatiha suresinin tefsiri, s.54. Emin Osman, Muhammed Abduh, s.11. 29 Muhammed Abduh, Tefsiru’l-Menar, I, 27. 28 MUSTAFA GÖKSU delillerle bunların üzerinde durmaktadır ve bunlarında faydaları tespit edilmiş olup bundan başkası üzerinde durulmaz.30 2.4.1.2.1.1 İçtimai meseleleri tedavi etmesi: Üstat, Kur’an’dan bir ayet ele almasın ki onu toplumun hastalıklarına bir ilaç veya َّ اصوْ ا بِال tedavi olarak mümkün görmesin. Örneğin Asr suresi 3.ayette geçen: صب ِْر َ وتَ َوsabrı َ tavsiye edenler) sabır ibaresini nefiste bir meleke olup ona zor geleni kolaylaştırıcı bir unsur olarak bakar. Maun suresi 3.ayette geçen: و ََّل يَحُضُّ َعلَى طَ َع ِام ْال ِم ْس ِكي ِنYoksulu doyurmaya teşvik َ etmez) karar hakkında şu kanaattedir: bu ayette kinaye vardır; muhtaç fakirin malından bir şey bulamaz ve onu kazanmaya güç yetiremez… Sonra şöyle devam eder: kinaye ile gelmesi yoksulun hacetinin görülmesine bir faydadır ve ona verecek bir şey bulamamasıdır ve sana gerekli olan ise insanlardan ona verecekleri şeyi istemendir. Ve onda olan dinde fakirlere yardımda tasadduk etmeye teşviktir. Bunun dışında malların toplanması hayır adına çalışan cemiyetler vasıtasıyladır. Bunun aslı kitaptaki bu ayetle ve Fecr suresi 17,18.ayetle sabittir: َك ََّل ْ } َو ََّل تَ َحاضُّ ونَ َعلَى طَ َع71{ بَل ََّّل تُ ْك ِر ُمونَ ْاليَتِي َمHayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, اال ِم ْس ِكينِ ِم Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz) bunun gibi Meraği’nin de tefsirinde belirttiği gibi üstadın tefsir derslerinde sosyal bilimciler, Kur’an’ın tatbikini kendi bilgileri yönünde olduğunu bulabilirler.31 2.4.1.2.1.2 Moder ilmin ışığında Kur’an’ı tefsiri ْ َّإِ َذا ال َّس َماء ان َشقGök yarıldığı zaman)buna örnek teşkil İnşikak suresinin ilk ayetini tefsiri: ت eder. Semanın yarılması, İnfitar suresinde geçen göğün yükseltilmesi meselesinde ele alınmıştı: Mevcut düzenin bozulması ki Allah, bu âlemi biz içinde iken harap etmek istemektedir. Bu iş bu türden bir olay olup âlemin seyrinin bozulması manasınadır. Bu duruma yıldızların seyrinde birinin diğerine yakınlaşması, birbirlerini çekmeleri, çarpmaları ve bütün bunların güneş sisteminin bir eseri olması ve bundan dolayı bulutun oluşması, geniş gökyüzü küresinin farklı yerlerinde ortaya çıkar ve bunun akabinde gök bulutlarla yarılır ve ortaya çıktığı hal ile gökyüzü düzeni bizleri aldatır.32 30 Muhammed Abduh, a.g.e, I, 320. Emin Osman, Muhammed Abduh, s.122. 32 Muhammed Abduh, Amme cüzü tefsiri, s.49. 31 MUSTAFA GÖKSU Üstadın bu şekilde tefsirinin amacı Kur’an’ın manasına yaklaşımındandır ve insan kendi aklından böyle bir şeyi haber veremez. Oysaki bu durum bu ekolün indinde meşhurdur. Ancak kâinatın bozulmasında bu gibi açık kâinat olaylarının düzeni gerekmez mi? Gökyüzünün bozulması ve birbirinden ayrılması ve bunun gibi diğerleri Allah’ın mucizesi değil midir? Öyleyse ilk olarak Kur’an’la gelene iman etmeli değil miyiz? Ve bunu ardı sıra gelen şeyhlerin mezhebine ve tafsilatlarına uymalı değil miyiz? Bu duruma başka bir örnekle devam eden üstat Fil suresi tefsirinde kuşların Ebrehe’nin üzerine gönderilmesi mevzuunda onların getirdiği şey çiçek hastalığı veya kızamık hastalığı olduğudur. Bu konuda şöyle der: bu sure bize açıklıyor ki, çiçek hastalığı veya kızamık ordunun fertleri üzerine düşen yaş taşlardan yayılmıştır. Allah’ın rüzgârla beraber gönderdiği o şeylerden ve kuşlardan büyük farklılık arz etmektedir. Senin bu kuşların sivrisinek veya sinek cinsinden olup bazı hastalıklardan mikroplar taşımasına inanman caizdir ve bu taşların ıslak çamurdan olmalarına inanmanda böyledir. Öyle ki rüzgâr bu hayvanların gözeneklerine bu mikropları taşımıştır. Bu da iltihaplı yaraların oluşmasına ve cesetlerinin bozulmasına, etlerinin çürümesine yol açmıştır. Bu zayıf kuşların çok olması Allah’ın ordusunun, beşerden helakini istediğini helak etmesi ile büyüklüğü olarak algılanır. Bu küçük hayvanlar bugün mikrop olarak isimlendirilmektedir. Zehebi’nin bu yoruma tepkisi şöyledir: mikroplardan böyle bir olayın çıkarılamayacağını, ikisinin birbirinden farklı olduğunu, sayı olarak da böyle bir şeyin sayılmasının mümkün olmayacağını belirtir. Allah’ın kudreti ile azgınları yenmesi, dağların tepeleri büyüklüğünce kuşların olmasıyla veya bunun cinsinden olanlarla olamayacağını özelliklede bu şekilde bir durumun hâsıl olamayacağını ve taşların miktarının bilinemeyeceğini ve bu taşların tesirlerinin ne ölçüde olmuş olacağının hepsinin bilgisi Allah katındadır.33 Bu mikroplar modern ilimlerin keşfettiği şeyler olup Kur’an’ın nazil olduğu dönemdeki Arapların ilminde olan şeyler değildir. Kur’an Arap belagatinde gelmiştir. Onları muhatap almakta ve onların zamanında edildiği gibidir. Üstat akla tam bir hürriyet vermekle Kur’an’ı tefsir ettiğinden bu hürriyet ve genişlikte boğulmuştur. Bu boğulmanın derecesi fikirlerin de aşırılığa çok kaçmış olup görüşlerine yansımasına sebep olmuştur. 33 Muhammed Abduh, Amme cüzü tefsiri, s.158. MUSTAFA GÖKSU 2.4.1.2.1.3 İblis ve melekler gerçeğine karşı tutumu: ْ َوإِ ْذ قُ ْلنَا لِ ْل َمَلَئِ َك ِة ا ْس ُجدُوآل َد َم فَ َس َجدHani Bakara 34’te geçen: َيس أَبَى َوا ْستَ ْكبَ َر َو َكانَ ِمنَ ْال َكافِ ِرين َ ُِوا إَِّلَّ إِ ْبل biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.) bu olay hakkında üstadın şöyle dediğini bulduk: bazı müfessirler melaike kelimesini anlama yoluna gittiler. Onlar melaikenin tabiatından varid olan şeyleri bir araya getirdiler. Bitkilerin işleyişi, hayvanların yaratılışı, insanın muhafaza edilmesine vekil tayin edilmiştir. Bunda ibarenin zahirinden daha ince olan bir hassasiyete işaret vardır ki o da bitkinin bu şekilde yetişmesidir bu yetişme özel bir ruh iledir. Bu ruhu Allah çekirdeğine üflemiştir. Bu şekilde bitkiye özel bir hayat olmuştur. Bu durumun hayvan ve insan içinde böyle olduğunu söyler. Bunların her biri için özel nizam olup bununla üretimde hikmeti ilahi tamam olmuştur.34 İlahi ruhun gücü şer’i lisanda melek olarak isimlendirilmiştir. Melek âlemin imkânlarını bilemez, bildiği sadece tabiat olaylarıdır. Veya tabiata tesir eden zahir kuvveti bilebilir. Meleğin görevi sabit olup bu görevde bir çekişme, karışma olmaz. Bu görev yaratılışında gizli olup hedefi, amacı yalnızca budur. Kuvveti ve düzeni de böyledir. İnkâr edecek akla sahip değildir. Şayet mümin olmayan vahyi inkâr etmesi sebebiyle melek olarak isimlendirilir. Ve o melaikenin var olduğuna delilin olmadığını iddia ederse veya bazı müminler vahyi inkâr ederlerse o zaman tabiatın kuvveti veya tabiat namusu diye isimlendirilir. Çünkü bu isimler şer’i sayılmaz. Hakikatte bir ve akıllı olan kimse onun ismini diğer isimlendirmelerden gizlemez. Şayet mümin olan kimse gayba iman etmekle ruhların mevcut olduğunu mahiyetini bilmediği halde görür. Gayba iman etmeyen ise şöyle der: ruh nedir ben bilmem. Ancak hakikatini bilmediğim bir güç bilirim. İnsanların ihtilaf ettikleri isimleri Allah’tan başkası bilemez.35 Melekler ile Âdem kıssasında anlatılan durumda meleklerin, Ademoğlunun yeryüzünde fesatlık çıkaracağını bilmeleri mevzuunda ise şöyle der: insanoğluna ilimde ve amelde sınırı olmayan yapabilme özgürlüğü verilmiştir. Âdem’e bütün isimlerin öğretilmesi insanın yeryüzünde her şeyi bilme gücünün verilmesidir. Meleklerin bu isimleri bilememesi ilimlerinin sınırlı olup vazifelerini aşmamalarındandır. Meleklerin Âdem’e secde etmesi bu yüzdendir. Allah’ın adetlerini bilmekle ilimde yükselmesinin faydası bundandır. İblisin 34 35 Muhammed Abduh, tefsiru’l-Menar, I, 168, 267. Muhammed Abduh, a.g.e, I, 269. MUSTAFA GÖKSU büyüklenip secdeden yüz çevirmesi, insanın şer ruhuna boyun eğmekle acizliğinin bir göstergesidir.36 2.4.1.2.1.4 Sihre karşı tutumu Üstadın kendisine geniş hürriyet vermesi Kur’an’ı anlamasına tesir etmiş olup sihir hakkında Mutezile gibi düşünerek sihrin gerçek olmadığı görüşüne varmasına sebep olmuştur. Bunu Felak suresi 4.ayetin tefsirinde dile getirir: ت فِالْ ُعقَ ِدي ِ َو ِمن َش ِّر النَّفَّاثَاVe düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden)bu ayette kastedilen dedikoduculardır. Bu kimseler sevgi bağlarını keserler. Onların iftiraları ile ateş tutuşmaktadır. Allah ayette sihirbazların sihrini bu şekilde benzetme yaparak anlatmaktadır. Bu durum iki eş arasında veya iki dostun bir birine düşman kesilmesinde böyledir.37 Bu konu ile ilgili bazı sahih hadisleri reddetmesi: Lubeyt b. El-a’san’ın sihri Rasulallah(s.a.v.)’a tutmuştu. Hatta öyle tesir etmişti ki bir şeyi yapmadığı halde yaptı zannediyor, bir şeyi getirmediği halde getirmiş olduğunu zannediyordu. Allah o’na bu durumu haber verdi. Sihir yaptığı şey kuyudan çıkartıldı. Bunun üzerine bu sure nazil oldu. Rasulullah(s.a.v) kendinde olan bu değişikliği gizlemedi. Ve bu bedeni hastalıklardan da değildi. Ve normal işlerden bazısında olduğu gibi unutma veya yanılma durumlarından biride değildi. Aksine o bir elmas ki aklında olup ruhu ile aldığı bir şeydir ki Furkan suresi 8.ayet bunu tasdik eder:ًإِن تَتَّبِعُونَ إِ ََّّل َر ُجَلً َّم ْسحُوراSiz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız) buradaki sihirden maksat kafa karışıklığıdır; bir şeyi koydu zannedip aslında koymaması o’na vahyedildi zannedip aslında vahyedilmemesidir. Taklitçilerden birçoğu demiştir ki bu kimseler nübüvvetin ne olduğunu akletmiyorlar: haber sihrin etkisi ile kendi nefsindendir. Doğru olanda buna inanmanın gerekliliğidir. Bunu onaylamamak yenilik ortaya çıkarma olup sihri inkârdan dolayı bidattir. Kur’an sağlıklı bir sihirle gelmiştir. Bak sahih din nasıl da değişmiştir. Açık olan gerçek mukallitlerin bidate bakış açısıyla nasılda değişmiştir. Bundan Allah’a sığınırız. Kur’an’ı sihrin sabitliği üzerine delil olarak sunar. Kur’an sihrin Efendimiz’e olan olumsuzluğundan yüz çevirir ki bu müşriklerin o’na iftirasından başka bir şey değildir. 36 37 Muhammed Abduh, a.g.e, I, 282. Muhammed Abduh, Amme cüzü tefsiri, s.181. MUSTAFA GÖKSU Müşrikler şöyle diyordu: muhakkak ki şeytan efendinizi giydirdi. Onun elbisesi onlara göre sihirdi ve bununla bir vuruş yaptı ve o sihir tesir etti bu da Lubeyt’e nispet edildi. Çünkü o aklını ve idrakini onların iddialarına göre karıştırmıştı.38 2.4.1.2.2 Seyyit Muhammed Reşit Rıza: Aslen Bağdatlıdır. Şam da h.1282 yılında doğmuştur ve burada yetişmiştir. Menar dergisinin sahibidir. İyi bir hadis ve edebiyat âlimidir. H.1315’te Mısır’a seyahat edip Muhammed Abduh’un öğrencisi olmuştur. Onun görüşlerini dergisi Menar’da ortaya koymuştur. Yetiştiği vatanında Fransa ihtilalinin başlangıcını paylaştı. Vatanı Suriye’nin hürriyetinde, istiklalinde başı çeken o oldu. Mısır’a döndü ve burada 1354 yılında vefat etti buraya defnedildi. Eserleri: mecelletü’l-Menar, el-vahyü’l-Muhammedi, el-vahdetü’l-İslamiyye Reşit Rıza hakkında Zehebi şöyle der: şeyh Reşit ilmin üstadı olan önceki imamın varisidir. Çünkü bilincini, şuurunu ondan almıştır. Onun hayatında ve vefatından sonra da bu şuuru telif etmiştir. Onun yönteminden sapmamış, fikirlerinde değişikliğe gitmemiştir. Reşit Rıza’nın üstadından rivayette bulunması garip bir durum değildir ki zaten kendisi şöyle demektedir: Menar’ın sahibi benim fikirlerimin tercümanıdır. Üstadı da Reşit Rıza hakkında şöyle bir vasıflandırma yapar: Reşit’le beraber akidede, fikirde, görüşlerde, yaratılışta ve amelde bir bütünüz.39 Tefsirini ortaya koyması: tefsirini medresedeki üstatların çoğundan aldığıyla ortaya koydu. Şu şekilde isimlendirdi: el-Kur’an’il-hakim ve Menar tefsiri ile meşhur oldu. Kur’an’ın başından başlayarak Yusuf suresi 101.ayete kadar tefsir etmiştir. Bu tefsir 12 cilt halinde basılmıştır. Bu son cilt Yusuf suresi 35.ayetle biter. Yusuf suresinin tefsirini üstat Behçet Baydır tamamlamış ve Şeyh Reşit Rıza ismini verdiği müstakil bir kitap halinde bastırmıştır. Tefsirinin kaynağı: Kur’an ayetlerini diğer bazı ayetleri anlamada kullanmıştır. Özelliklede bir konu hakkında tekrar eden ayetler olduğu zaman onları baz almıştır. Aynı şekilde Rasulallah(s.a.v.)’dan gelen sahih rivayetlerin yardımı ile sahabe ve tabiundan gelen sahih rivayetlerle, Arap dilinin üslubundan ve Allah’ın yaratılıştaki adetlerinden yararlanmıştır. 38 39 Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 503. Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 506. MUSTAFA GÖKSU Bütün bunlardan sonra kendi aklına yatan diğer müfessirlerin sözlerini tefsirine almıştır. Özelliklede kendi şeyhi Abduh’un sözlerinden alıntı yapmıştır. Öğrencilerinin bize verdiği bilgi şöyledir: o tefsirde yazılanlara müracaat etmez ayetten anladığını yazardı. Müfessirlerin görüşlerinin kendisini etkileyeceği kaygısını taşırdı. Allah Kur’an’ı anlamayı verdiği zaman üstat onun önüne geçmez veya onun aleyhine bir şey ondan sadır olmaz, kardeşlerine bunları anlatmaktan ve ehl-i beytine bahsetmekten hoşnut olur onlara teşekkür ederdi. Tefsirindeki hedefi: bu konuda üstadının hedefini kendine hedef seçip dünya ve ahiret mutluluğuna insanları irşat etmekle ulaştırmaktır. Bu konuda kendi şöyle der: insanların tefsire olan ihtiyacı artmıştır ve yöneldikleri ilk şey Kur’an’ın hidayetidir. Kur’an’ın vasfı uyarma, müjdeleme, hidayet etme ve ıslah etmedir. Tefsirinde izlediği yöntem: yöntem olarak da üstadının yöntemini benimsemiştir. Müfessirlerin sözlerine yer vermez, Kur’an naslarını akide için hüküm vermede kullanmaz, israiliyata kendini kaptırmaz. Mübhematları belirlemez, mevzu hadislerle bağlantı kurmaz, ilmi konuları bir araya getirmez, ilmi ıstılahlar için nassı kullanmaz bilakis ayetleri kendi görüşündeki üslupla şerh eder ve manalarından kolay ve makul olanı keşfeder. Müşkilatü’lKur’an’ı açıklar, şüpheden uzak olanları savunur. Savunmakla da kalmaz bunları yol gösterici olarak açıklar ve irşatta büyük delil olarak ve hüküm koymada ve toplumsal hastalıklara tedavi olarak, yaratılışta Allah’ın adetlerini açıklamada kullanır.40 Büyük günah işleyenler hakkındaki görüşü: Bakara 275’te geçen :Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların "Alım-satım tıpkı faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.) bu ibareyi ehli-sünnete muhalif olarak ele aldığı görülür: kasten adam öldüren ve faiz yiyen büyük günah sahibi kimseler tövbe etmeden ölürlerse cehennemde ebedi kalacaklardır.41 Âdem(a.s) kıssası hakkında şeyhini taklit etmesi: bu konu secde konusundaki sıkıntı üzerine bina edilmektedir. Bu diyalog Rab ile iblis arasında vaki olmuştur. Buradaki söze gelince yaratma için olup kıssada insanın, hayvanın ve şeytanın tabiatını açıklamak için cereyan etmiştir. Bundaki mana şudur: Allah, melekleri yeryüzünün yöneticisi kılmıştır. 40 41 Muhammed Abduh, tefsiru’l-Menar, II, 196. Muhammed Abduh, tefsiru’l-Menar, III, 99. MUSTAFA GÖKSU Allah’ın emri ve izni ile bu işi yaparlar. Naziat 5’te geçtiği gibi: ًت أَ ْمرا ِ فَ ْال ُم َدبِّ َراişleri yöneten melekler) Allah bu türü yarattı ki diğer bütünü kullanıma hazır hale getirdi. Allah’ın adetleri ilmiyle ve bu adetlerin içerdiği su, hava, elektrik, ışık, yeryüzündeki madenler, bitkiler, hayvanlar Allah’ın hükmünü ortaya çıkarır ve fertlerden bazısının istifadesine hazır duruma getirir. Onlara özellikle vahiy ve Risalet vermekle ve onların eli ile hidayeti ve şer’i mizanı ikame eder. Buna işaret ise Bakara 31.ayettir: صا ِدقِينَ َو َعلَّ َم آ َد َم األَ ْس َماء َ فَقَا َل أَنبِئُونِي بِأ َ ْس َماء هَـؤَُّلء إِن ُكنتُ ْم ضهُ ْم َعلَى ْال َمَلَئِ َك ِة َ ُكلَّهَا ثُ َّم ع ََرVe Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. "Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin" dedi.) Allah, şeytanı insandan kaçınan olarak yarattı hatta düşman kıldı. Bundan dolayı insan ruhu fıtrat olarak meleklerin ruhu arasında orta bir haldedir. Bu Allah’a itaat ve yaratılmadaki ıslahta ve onun adetlerini yerine getirmede de böyledir. Cin ruhu ki bu ruh cinleri kötülüğe çağırır ve onlarda şeytandır, insan isyan bakımından da böyledir. İnsana seçme hürriyeti verilmiştir ki bununla meleklerin ufkuna erişebildiği gibi şeytanların hizasına da düşebilir.42 Mecaz ve teşbihe dayanması: Menar sahibinde bulduğumuz bir durumda bazı Kur’an lafızlarını zahirlerine göre ele alırken bazılarında mecaz veya teşbihe doğru bir kayış da sergilemiştir. Bunu yaparken de hakiki mana üzerine uzaktan ve yakından alaka kurarak yapar ki bu yol onun şeyhinin ve Zemahşeri gibi diğer bazı mutezilelerin izlediği bir yoldur. Bunlar teşbih ve temsili Kur’an’ın açıkladığı gerçeklerden kaçmak için tutundukları bir yoldur. Allah’ın kudreti bunlardan aciz değildir ve insanın eriştiği bu manalardan uzaktır. Nitekim ْ َّصدِّقا ً لِّ َما َم َع ُكم ِّمن قَ ْب ِل أَن ن ْ َُاب آ ِمن ْ ُيَا أَيُّهَا الَّ ِذينَ أُوت Nisa 47’de şöyle buyrulur: ًس ُوجُوها َ ط ِم َ وا بِ َما نَ َّزلْ نَ ُم َ وا ْال ِكت ّ ت َو َكانَ أَ ْم ُ ًرَّللاِ َم ْفعُوَّل َ ارهَا أَوْ ن َْل َعنَهُ ْم َك َما لَ َعنَّا أَصْ َح ِ اب ال َّس ْب ِ َفَنَ ُر َّدهَ َعلَى أَ ْدبEy Kitap verilenler! Yüzleri silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, yanınızdakini tasdik ederek indirdiğimiz Kuran'a inanın; Allah'ın emri daima yapılagelmiştir.)43 Sihir hakkındaki görüşü: Menar sahibi sihri bir hile olarak görür. Ehlisünnetin dediği gibi bir hakikatin olmadığını beyan eder. Bu söz şeyhinin ve daha önceki mutezilelerin ْ ك ِكتَابا ً فِي قِرْ طَاس فَلَ َمسُوهُ بِأ َ ْي ِدي ِهملَقَا َل الَّ ِذينَ َكفَر sözüdür. En’am 7.ayeti: ُوا إِ ْن هَـ َذا إَِّلَّ ِسحْ ٌر َ َولَوْ نَ َّز ْلنَا َعلَ ْي ٌ ِ ُّمبEğer sana kâğıtta yazılı bir kitap indirmiş olsak da onu elleriyle tutsalardı, yine de o ْ ين kâfirler: "Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir" derlerdi.) sihrin geçersiz bir hile olduğuna delil getirir. 42 43 Muhammed Abduh, a.g.e, VIII, 332. Muhammed Abduh, a.g.e, V, 146. MUSTAFA GÖKSU Şeyh Reşit, şeyhinin yaptığı gibi Buhari hadisini reddetmeye güç yetirememiş fakat hadisi tevil cihetine giderek cerh ve ta ’dil imamları tarafından tan edildiğini belirtmiştir.44 Cin ve şeytan hakkındaki görüşü: cinni şeytanlar insanlara aklını çelmeden başka musallat olmazlar. İnsanların cinleri göremeyeceğini onlara görünenin hayal olup dışarıdan somut olarak sezinlenemeyeceğini bazı garip hayvanları görüp de bunları cin sanmalarından ibaret olduğunu ve buna delil olarak Ebu Hureyre’den nakille Hamiş’in sadaka hurmalarının çalındığını Rasulallah(s.a.v)’a haber verince Efendimiz’in bunu yapanın şeytan olduğunu haber verdiği rivayeti getirir.45 Hz. Peygamber’in mucizeleri hakkındaki görüşü: Kur’an’dan başka Hz. Peygamber’in mucizesinin olmadığı kanaatindedir. Bazı Kevni mucizeleri inkar eder. Rabbinden ikram olan bazı Kevni ayetlerin mucize cihetinden olmadığını veya davetinin doğruluğuna delil olamayacağını belirtir. İsra suresi 59.ayeti bu cihetten ele alır: ب َ ت إَِّلَّ أَن َك َّذ ِ َو َما َمنَ َعنَا أَن نُّرْ ِس َل بِاآليَا ْ ص َرةً فَظَلَ ُم ِ ًوا بِهَا َو َما نُرْ ِس ُل بِاآليَاتإَِّلَّ ت َْخ ِويفا ِ بِهَا األَ َّولُون َوآتَ ْينَا ثَ ُمو َد النَّاقَةَ ُم ْبBizi, ayetler (mucizeler) ve peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona zulmetmişlerdi (deveyi boğazlayarak kendilerine yazık etmişlerdi). Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz.)46 Ayın yarılması olayını ele alarak hadis metni ve senedinde sıkıntı olduğunu belirtir. Bu hadisten kastın ise Kureyşlilerin, Rasulallah(s.a.v)’a nebi olduğuna delil istemeleri ve bu olay üzerine iki fırkaya ayrıldıklarını söyler. Fıkhi meseleler hakkındaki görüşü: Menar sahibi, Kur’an’dan hüküm çıkarmada kendine verdiği geniş yetki ile cumhur fukahanın görüşlerine karşı çıkar. Bakara 180.ayette geçen: ُ ْض َر أَ َح َد ُك ُم ْال َمو َُوف َحقّاً َعلَى ْال ُمتَّقِين َ ت إِن تَ َر َ ب َعلَ ْي ُكمإ ِ َذا َح َ ِ ُكتBirinize ِ صيَّةُ لِ ْل َوالِ َديْن َواأل ْق َربِينَ بِ ْال َم ْعر ِ ك خَ يْراً ْال َو ölüm geldiği vakit, bir hayır (bir mal) bırakacaksa, babası, anası ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek, Allah'tan korkan kimseler üzerine yerine getirilmesi vacip bir hak olarak size farz kılındı.) vasiyetle ilgili hükmün ehli sünnet tarafından mensuh kabul edilmiş olup, İmam Şafi’nin de bu konuda gelen hadisin mütevatir olduğunu söylediğini Muhammed Abduh, tefsiru’l-Menar, VII, 311. Muhammed Abduh, a.g.e, VII, 512. 46 Muhammed Abduh, a.g.e, XI, 233. 44 45 MUSTAFA GÖKSU belirtir. Kendisi ise Ferrah’ın görüşünü alır: bütün deliller bu ayeti şu şekilde anlamayı teyit eder: anne-baba ve yakın akrabaya vasiyetin hükmü baki olup nesh edilmemiştir.47 ْ صَلَ َوأَنتُ ْم ُس َكا َرى َحتَّ َى تَ ْعلَ ُم ْ وا َّلَ تَ ْق َرب ْ ُيَا أَ ُّيهَا الَّ ِذينَ آ َمن َّ ُوا ال Nisa suresinde geçen: َّوا َما تَقُولُونَ َوَّلَ جُ نُباً ِإَّل ْ وا َمافَتَ َي َّم ُم ْ ضى أَوْ َعلَى َسفَر أَوْ َجاأَ َح ٌد ِّمن ُكم ِّمن ْالغَآئِ ِط أَوْ َّلَ َم ْستُ ُم ال ِّن َساء فَلَ ْم ت َِج ُد ْ ُعَابِ ِر َسبِيل َحتَّ َى تَ ْغتَ ِسل وا َ ْوا َوإِن ُكنتُم َّمر ْ ص ِعيداً طَيِّباً فَا ْم َسح ّ َُّوا بِ ُوجُو ِه ُك ْم َوأَ ْي ِدي ُك ْم إِن ًاّللَ َكانَ َعفُ ّواً َغفُورا َ Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Cünüp iken de yolcu olanlar müstesna gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince veya cinsî münasebette bulunup, su da bulamazsanız o zaman tertemiz bir toprak ile teyemmüm edin. Niyetle yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.)teyemmüm hakkındaki görüşü ise şudur: yolcu için teyemmüm caiz olup elinde su bulunsa ve onu kullanmaya bir mani bulunmasa bile yolcu olması ona yeter der. Böyle demekle bütün fukaha ile ters düşmüş olur. 2.4.1.2.3 Büyük Üstat Şeyh Muhammed Mustafa el- Meraği: Meraği beldesinde m.1881’de doğan Mustafa el-Meraği, Kur’an’ı köyünde hıfzettikten sonra Ezher’e gitti. Büyük şeyh ve âlimlerden ilim tahsil etti. İmam Muhammed Abduh’a yetişti ve ondan siyasi, içtimai, tarih ile ilgili derslerinden istifade etti. M.1904’de Ezher’den diplomasını alarak mezun oldu. Şeyh Muhammed Abduh’un yerine 3 yıl kadılık vazifesini yürüttü. M.1945’te vefat edinceye kadar Ezher şeyhliğini belirli aralıklarla sürdürdü. Mustafa el-Meraği de Muhammed Abduh’un medresesinde yetişmiş olup onun izinden gidenlerdendir. Hayatını İslam’a ve Müslümanlara adayıp içtimai ıslah için çalışmıştır. Allah’ın kitabını kendine düstur edinerek dünya ve ahiret mutluluğu için çalıştı ve bunun sonucunda hayırdan başka bir şeye ulaşmadı ve hedefi de ıslahtan başka bir şey olmadı. Tefsirini ortaya koyması: bu konuda şeyhin izlediği yol dini dersleri tefsirine almasıdır. İnsanlar nezdinde ihtilafı olan birçok konuyu dinleyerek ve kendisinin de dediği gibi bu coğrafyadaki ve diğer İslam devletlerindeki olan oradaki meliklerin üzerinde durduğu konulardan oluşmaktadır. Kur’an ayetleri ile ilgili ulaşabildiğimiz dersler çok azdır.(zehebi)48 47 48 Muhammed Abduh, a.g.e, I, 141. Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 518. MUSTAFA GÖKSU Tefsirinde izlediği yöntem: üstat Kur’an ayetlerinden gelenlerin kökenine tefsirinde iner. Üstat derslerinde Kur’an’dan Allah’ın kudretine ve ayetlerin azametine dikkatleri çeker. Onda beşerin hidayetine vesileler zuhur etmez ve izzet ile ibret konuları da böyledir. Aynı şekilde büyük bir yönelme ile ayetlerin inayetlerine yönelir ve bunların hepsinin ayetlerde cem edildiğini ve modern ilmi meselelerle yakından ilgili olduğunu ayrıca bunları insanlara açıklamak için ilmi meseleler üzerinde durmaz çünkü bu meseleler zaten sahih nazariyelerle çakışmaz. Bu Allah’ın bir hidayeti olup Kur’an meseleleri arasındaki uyuma dikkatleri çeker ve modern ilimdeki meseleler arasındaki uyumada değinir. Tefsirinin kaynakları: derslerinde izlediği yol; ayetleri ayetler ile açıklama olup müphem olanları diğer bu yöntemle açıklama yoluna gitti. Aynı şekilde sahih olan Rasulallah(s.a.v.)’ın rivayetlerine başvurdu. Selefi Salih’ten ki bunlar sahabe, tabiunun görüşlerine yer verdi. Sonra kadim müfessirlerin yazdıklarına yer verdi. Ancak bunların hepsine aklı yatmadı. Bütün bunların hepsini kaynak olarak göz önüne koydu kalbi ve aklına yatanları aldı diğerlerinden yüz çevirdi. Mübhematü’l-Kur’an’a bakışı: bu konuda üstat Meraği, şeyhinin metodunu izlemiştir. Mübhematü’l-Kur’an’a tafsilatıyla yanaşmaz. Kur’an’ın bu türden cüzlerine ses çıkarmaz. Rasulallah(s.a.v) bundan yüz çevirmiştir. Zayıf ve mevzu dahi olsa tefsirinde bu konuda rivayet sıkıştırmamıştır. Elindeki geçerli israiliyatla ilgili haberleri de almamıştır. Eğer ْ ارع değinmek zorunda kalmışsa bile ayrıntısına girmemiştir. Ali-İmran 133.ayet: ُوا إِلَى َم ْغفِ َرة ِ َو َس ْ ات َواألَرْ ضُ أُ ِع َّد ُ ضهَال َّس َما َو ت لِ ْل ُمتَّقِينَ ا ُ ْ ِّمن َّربِّ ُك ْم َو َجنَّة َعرRabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah'tan gereği gibi korkanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun!)hakkında yorumu şu şekilde olmuştur: bu ayetin zahirinde delalet ettiği şey cennetin şu anda yaratılmış olduğudur. Çünkü mazi fiil bu manayı vermektedir. Yaratılmadığına delil َّ ت َو َمن فِي ْاألَرْ ضإ ِ ََّّل َمن شَاء olarak ise Zumer 68.ayeti: َّللاُ ثُ َّم نُفِ َخ فِي ِه َ ص ِع َ َور ف ِ اوا َ ق َمن فِي ال َّس َم ِ َُّونُفِ َخ فِي الص َأُ ْخ َرى فَإ ِ َذا هُم قِيَا ٌم يَنظُرُونVe sura üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah'ın dilediği müstesna. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır.)getirir. Öyleyse der bu konuda tartışmanın bir mantığı yoktur. ْ ُيَا أَيُّهَا الَّ ِذينَ آ َمن Bu duruma bir başka örnek Bakara 183’te geçen: ب َعلَى َ ِوا ُكتِب َعلَ ْي ُك ُم الصِّ يَا ُم َك َما ُكت الَّ ِذينَ ِمن قَ ْبلِ ُكلَ َعلَّ ُك ْم تَتَّقُونَ ْمEy iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.) geçmiş milletlerin Ramazan orucu tutup tutmadıkları, orucun nasıl olduğu, süresi gibi konulara girmek gereksiz olup tartışmaya girmeye gerek yoktur. MUSTAFA GÖKSU Hüküm koymanın sırlarını açıklamadaki çabası: büyük üstadın tefsirinde İslami teşri’nin sırlarını açıklamada büyük özen gösterdiğini görürüz. İlahi yaratmada ki hikmeti ve İslam’ın güzelliklerini açıklamak için, insanların hidayeti için keşifte bulunduğunu görürüz.49 Bakara suresinde geçen oruçla ilgili şunları söyler: oruç İslam’ın üzerine kurulduğu beş esastan biridir. O bedeni bir riyazettir, ruhi bir arınmadır. Bu şehvetleri terk etmek ve lezzetlerden kurtulmakladır. Kutsi kemalat ile ruh arasında bir perde olup ilahi feyizdir. Oruç lezzete ulaştıran ilhamlara engel olur. Bunu için arifler oruca sığınır. Her ne zaman böyle yaparlarsa ilahi lezzetten yudumlamış olurlar. Bunun dışındaki bir düşünce onları rahatsız eder ki bu da onları ilahi zevkten alıkoyar. Toplumsal problemleri tedavisi: toplumsal problemleri ve İslam devletlerinin bozulma sebeplerini ele alır. Bütün bunları Allah’ın kalbine, aklına ve lisanına Kur’an’ın hidayeti ve irşadı doğrultusunda verdiği feyizlerle tedavi etmeye çalışır. Üstat bu hastalıkların batınına inerek şifa sebepleri aramıştır. Hedefi yaptığı derslerle tedavi etmek olmuştur. Bunların çoğu devlet erbabına yönelik olup onları ilgilendiren meselelerdi. Bunları onların boynuna bir emanet olarak doluyordu. Onlarda kendi altlarındakine bu işi tevdi ediyorlardı ve bu şekilde kendi elleri ile yine kendilerinin ıslahı sağlanıyordu. Ve en önemlisi bunların hepsi samimi bir şekilde Rabbi, vatanı ve milleti için yapılıyor olmasıdır. Örneğin Şura suresi 13.ayet: Allah dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye buyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.)hakkında şunları dile getirir: bu ilahi şeriattaki hikmet; insan akli nazariyesini ve hissi idrakini terk ettiği zaman hayat kötüleşir ve insan sapar. Böyle olduğu zamanda hayvan türlerinden daha bahtsız olur ve bu bahtsızlık kendi aklı ciheti iledir. Tecrübe ile sabittir ki akıl ilahi şeriat müeyyidesinin dışında olursa bölünmüş yollara girer. Bu yollardan kimisi doğrudur kimisi sapıklık içindedir. Sapıklık içinde olan doğruluk içinde olandan daha çoktur. Bu felsefe ve ahlak alanındaki âlimlerin görüşüdür. Bunlardan bazısı hezeyana benzer bazısı da elde etmiş olduğu birçok delillerle sunulmuş olandan söylediklerini idrak edemez. Bu toplumsal yöntem eski ve modernde böyledir. Bu da topluma mutluluk getirmez. Allah’ın yüce hikmetinden bu hikmeti taşıyan masumlardan sadır Bütün bu bilgileri Ramazan ayında yapmış olduğu derslerden aktarıldığına dair bkz: Zehebi, a.g.e, 520-526. Sayfaların dipnotları. 49 MUSTAFA GÖKSU olan hidayet gerekir. Yine tecrübe ile sabittir ki bu hidayetle amel eden topluluklar amel ettikleri oranda mutlu olmuşlardır. Başka bir örnek olarak Bakara suresi 185.ayeti getirir ve şöyle der: O Ramazan ayı ki, insanları irşat için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur’an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.)Kur’an ki onunla Müslümanlar mutlu oldular. İnsani nefis için en yüce örnek olan, hayatı ruhiyelerinde temiz ve kötülükten uzak, cismani hayatları ile ilmi hayatlarında Kur2an’ın nurundan kalan şeyler ile bu şekilde mutlu oldular. Hucurat suresi 6.ayetle: صيبُوا قَوْ ما ً بِ َجهَالَة فَتُصْ بِحُوا َعلَى َما فَ َع ْلتُ ْم نَا ِد ِمينَ يَا أَ ُّيهَا الَّ ِذينَ آ َمنُوا إِن َجاء ُك ْم ِ ُأَن ت ٌ اس ق بِنَبَأ فَتَبَيَّنُوا ِ َفEy iman edenler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirsen onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınızdan pişman olursunuz.)ilgili şunları söyler: haberde fazileti tespit içindir. Bu birçok insanda bulunmaz. İnsanların çoğu haberlerin sıhhati konusunda bilmeden tuzağa düşerler. Bazı maharetli yalancılar insanların haberlerinden tespit ettikleri üzerinde gizlice değişime giderler.50 2.4.1.2.3.1 Kur’an ve modern ilim arasında mutabakata varması Üstadın itikadı şu yönde olmuştur; Kur’an genel usuller getirmişti. Müfessirin Kur’an ayetleri ilme veya ilimleri ayete doğru yönlendirme yolunu kerih görür. İlmi tefsir yapmak için modern ilmi nazariyelerle beraber ittifak halinde olunmalıdır. Şeyh tefsirde ilmi tefsir metodunu kerih görür ve bunda tutkun olan ashabın hatasını açıklar ve birçok konuda da bunu tekrar eder. Tefsir derslerinde bu konuların bazısından söz eder. Müslümanlar arasında fıkhi hükümler ve akait hakkında ihtilaflar bulur ve Müslümanlar yanında felsefi aldatmalar ve Kur’an’ın bunlara yönelik tevilini buldu. Bunların yanında karar kılınmamış ilmi nazariyelerden bazısını buldu. Bu kitap üzerine büyük bir tehlikedir. Felsefeciler için bir kurgudur. Karar kılınmamış nazariyelerle Allah’ın kitabını reddetmek doğru değildir. Üstat Meraği bütün bunlara beraber modern ilmi nazariyelerden bazısı ile ilimden bazı konular üzerine Allah’ın kitabını tefsir etmiştir. Bu ilmi mevzulardan almakla Allah’ın kudreti üzerine delil getirmeye güç yetirmek içindir. 50 Meraği, Hucurat Süresinin Tefsiri, s.11. MUSTAFA GÖKSU Lokman suresi 10.ayette geçen: ض َر َوا ِس َي أَن تَ ِميد ِب ُك ْم ِ َخلَق ال َّس َما َوا ِ ْت بِ َغي ِْر َع َمد تَ َروْ نَهَا َوأَ ْلقَى فِي ْاألَر َّ َ َوبO, gökleri direksiz yarattı, onları ث فِيهَا ِمن ُك ِّل دَابَّة َوأَن َز ْلنَا ِمنَ ال َّس َما ِء َما ًء فَأَنبَ ْتنَا فِيهَ ِمن ُكلِّ زَ وْ ج َك ِريم ا görüyorsunuz. Yeryüzüne de sizi çalkalar diye ağır baskılar (sabit ve büyük dağlar) bıraktı ve orada herbir hayvandan üretti. Hem biz gökten bir su indirdik de orada her güzel çiftten (veya her hoş çeşitten) bitkiler yetiştirdik.)göklerin direksiz yaratılması hakkında şöyle der: semavatta gökyüzünde gördüğümüz şeyler toplanmıştır, yıldız ve nebulalar mertebe olarak birbirinin üzerindedirler, gökyüzünde daire çizerler. Bunlardan her birinin yeri ilahi namusla ve çekici bir düzenle takdir edilmiş, belirlenmiştir. Buranın direksiz olması mümkün değildir. Allah’a yemin olsun ki burayı tutan O’dur ve bu cereyanı gerçekleştiren de O’dur. Ta ki ona takdir edilen zamana kadar bu böyledir. Şöyle denirse: çekici bir düzen veya çekim kuvveti ki bu ilahi namustur. Mutlak manada direğin ismidir. Şöyle dememiz caizdir: oradaki direk tahmin edilemeyen bir şey olup maddi bir şey değildir. O zaman şöyle dememiz gerekir: orada direk yoktur. Semavi hacmin miktarı ve ağırlığı yeryüzü ehli tarafından bilinmez. Arzın kendisi bu hacimle ölçüldüğü zaman gökyüzündeki ince bir toz zerresi kadardır. Sonra Kur’an yeryüzünün semavatta bir cüz olduğu hakkında karar kıldı ve ondan ayrıldı. Kur’an Fussilet َ ض اِ ْئتِيَا 11’de: ٌ َطوْ عا ً أَوْ كَرْ هاً قَالَتَا أَتَ ْينَا طَائِ ِعين ِ ْثُ َّم ا ْستَ َوى إِلَى ال َّس َماء َو ِه َي دُخَ انفَقَا َل لَهَا َولِ ْْلَرSonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin." dedi. Her ikisi de: "İsteyerek geldik" dediler.)karar kılar.51 Âlimler dediler ki: ortaya çıkan evren güneşten bir parça çekti ve ondan ayrıldı, bu parça onun üzerinden defalarca geçti parçaladı ve bir daire oluştu. Ondan her bir parça hareket eder hale geldi bu hareket güneşin etrafında devam etti ve onun çekim kuvvetine tutunarak bu şekilde kaldı ki yeryüzü bu hareketlerden bir tanesidir. O da güneşin bir parçasıdır. Güneş de bütün bu hareketliliğin merkezidir. Yeryüzü öncekilerin zannettiği gibi âlemin merkezi değildir. Bilakis güneş ve uydusu gökyüzü âleminde küçük bir kuvvettir. Necm 49’da: ُّال ِّش ْع َرى َوأَنَّهُ هُ َو َربDoğrusu Şi'râ yıldızının Rabbi O'dur) bu ak yıldızın ışık saçma üzerine kuvveti güneşin kuvvetiyle eşittir. Ve onun ışığı yaymadaki gücü normal ışığın yaydığı ile aynıdır. Şayet günlerden bir gün bu ak yıldızın güneşin yerine geçtiği sayılsa hayat kötü bir şekilde sona erer: nehirlerin taşmasıyla ve okyanusların coşmasıyla, kutupların çevresinde olan buz tepelerinin oynamasıyla bu durum gerçekleşir. Kaldı ki ak yıldızın ışığı bize 8 senede anca ulaşırken güneşin ışığı ise 3dk.da bize 51 Meraği, Lokman Süresinin Tefsiri, s.14. MUSTAFA GÖKSU ulaşmaktadır. Bu aradaki uçuruma bak! Ak yıldız gökteki en büyük yıldız değildir. Semada bazı yıldızlar vardır ki güç olarak ak yıldızdan 10bin kat daha fazla güce sahiptir. Semanın büyüklüğü güneş ve uydusu kadar olmayıp onun büyüklüğü yıldızların yerleşkesiyle ve miktarıyla, düzenleriyle ve ışıklarıyla, uzaklıklarıyla, çeşitlerinde olan ihtilaf üzerinedir. Semada mirat isminde bir yıldız vardır ki 3 milyon kat güneşten daha büyüktür. Semada nebulalar vardır ve onlar ilk yaratılmışlara daha yakındır. Bunun ötesine insan ilmi geçemez. Allah yarattığını bilmede tektir. Kehf 51.ayet: ق َ ض َو ََّل َخ ْل َ َما أَ ْشهَدتُّهُ ْم َخ ْل َ ق ال َّس َما َو ِ ْاتو ْاألَر ًضلِّينَ َعضُدا ُ أَنفُ ِس ِه ْم َو َما ُكBen, onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışında, ِ نت ُمتَّ ِخ َذ ْال ُم ne de kendilerinin yaratılışında şahit tutmadım ve hiçbir zaman doğru yoldan çıkanları yardımcı edinmiş değilim.) bunun delilidir. Yeryüzüne sizin sarsılmamanız için ulu dağlar koydu: ayetin bu kısmına ise şöyle der: yani dağları yeryüzünde yarattık ki yer sarsılmasın. Yeryüzü güneşten ayrıldıktan sonra etrafında dönmesiyle beraber yeryüzünden olan şeyler güneşe tutundu. Seyir halinde bazı vadilere ulaştı sonra güneş gibi tutuşmuş vadiler oldu. Ve üzerinde sert kabuk meydana geldi. Sonra sıcaklığı azaldı ve hava ile kuşatıldı. Bunun peşi sıra soğukluk gelip kabuğu buruşturdu. Bu oluşumdan çıkıntılar ve mağaralar oluştu. İlk dağlar sert kabukta tümsek oluşturdu ve bu şekilde yeryüzünü sardılar. Bu dağlar denizin diplerindeki kalıntılarda basınç artmasından ortaya çıktı. Yanar dağlar yeryüzünün ortasından çıkan lavlardan oluştu ve bu lavlar tabakalara girmesiyle yeryüzüne saplanmış birer kazık gibi oldular. Dağların hepsi duvarlarında büyük basınç taşırlar ve bu basınç dağıtılmış haldedir. Bu sayede basıncın keskinliği kırılmıştır. Bu dağıtılma sayesinde tabakaların sonunda nebatatları yetişmesi desteklenmiş olup bunlarla insan ve hayvanlar beslenmektedir ve bu basınç onları salınmaktan veya savrulmaktan korur. Dağlar ilk olarak ateşi yeryüzünün içinde hapsettiler. Bundan sonra yeryüzü hayat için sağlıklı bir yere dönüştü. Dağlar tabakalarda oluşan basıncı dağıttılar. Bundan başka şiddetli rüzgarların keskinliğini kırdılar. Bu yeryüzü için bir korumadır. Yeryüzündeki meydanlara girebilme sebeplerinden biridir ki buralara şiddetli rüzgarlar gelme sebebiyle dağlar bu durumda kalkan görevi görür.52 52 Meraği, Lokman Süresinin Tefsiri, s.13-15. MUSTAFA GÖKSU Tefsirindeki hür görüşleri: Bakara 184.ayette:(Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.) yolculukta oruç tutmamanın mübahlığını söyleyen fıkıh alimlerine ihtilafını şöyle dile getirir: Enes(r.a)’dan rivayetle: Rasulallah(s.a.v.)’ın namazı 3 mil mesafede kısalttığını, Ebi Şeybe’den gelen senedi sahih rivayette ise 1 mil mesafede kısalttığıdır. Kur’an nassına baktığımızda ise mutlaktır. Bunu tahsis eden rivayetler ise ahad haberlerdir. Bu haberler ise tahsis etme konusunda ittifaka varmış değillerdir. O zaman şöyle dememiz caizdir: mutlak manada seferde iken yemek, oruç tutmamak mubahtır ve bu Ebu Davud ve diğer başka imamlarında görüşüdür.53 Başka bir örnek Lokman suresi 27.ayette geçen: َُولَوْ أَنَّ َما فِي ْاألَرْ ض ِمن َش َج َرة أَ ْق ََل ٌم َو ْالبَحْ ُر يَ ُم ُّده َّ ات ْ ِمن بَ ْع ِد ِه َس ْب َعةُ أَ ْب ُحر َّما نَفِدEğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz ُ َت َكلِ َم َزي ٌز َح ِكي ٌم َ َّ َّللاِ إِ َّن ِ َّللا ع de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah'ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.) 7 sayısı üzerine şu açıklamayı yapar: bunun cehennem kapıları üzerine söylenmiş olması mümkündür. Cennetin 8 kapısı vardır. Ancak cehennem yollarının çokluğundan delille bunu artırmak istiyorum ki onun ehli rahat etsin ve onlara bu yol kolaylaşsın! Zehebi, Meraği hakkında şöyle der: Hadid 12.ayette: ت يَ ْس َعى نُو ُرهُم ِ يَوْ َم تَ َرى ْال ُم ْؤ ِمنِينَ َو ْال ُم ْؤ ِمنَا بَ ْينَ أَ ْي ِدي ِه ْم َوبِأ َ ْي َمانِ ِهم ٌ َّبُ ْش َرا ُك ُم ْاليَوْ َم َجنO gün inanan erkekleri ve َ ات تَجْ ِري ِمن تَحْ تِهَا ْاألَ ْنهَا ُر خَ الِ ِدينَ فِيهَا َذلِكهُ َو ْالفَوْ ُز ْال َع ِظي ُم inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve sağlarında koşuyor. (Kendilerine): "Bugün müjdeniz altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir." (denilir) İşte büyük kurtuluş budur!)beyan edilen müjdeye tefsiri sayesinde mazhar olacağını belirterek beğendiğini vurgular.54 53 54 Meraği, Sünnetle Dini Dersler, s.11. Zehebi, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, II, 535. MUSTAFA GÖKSU