akciğer kanserli olgularda tromboz ve profilaktik varfarin tedavisinin

advertisement
T.C
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
GÖĞÜS HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
Tez Yöneticisi
Yrd. Doç. Dr. Gündeniz ALTIAY
AKCİĞER KANSERLİ OLGULARDA TROMBOZ VE
PROFİLAKTİK VARFARİN TEDAVİSİNİN ETKİNLİĞİ
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Abdullah ÇİFTÇİ
EDİRNE-2006
1
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve tecrübesinden
yararlandığım
Prof.
Dr.
Tuncay
Çağlar’a;
tezimin
hazırlanmasında, bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım,
tez danışmanım Yrd. Doç. Dr. Gündeniz Altıay’a, klinik
eğitimimdeki katkılarından dolayı Prof. Dr. Osman N.
Hatipoğlu’na, Doç. Dr. Celal Karlıkaya’ya, Doç Dr. Erhan
Tabakoğlu’na, Uzm. Dr. Ebru Çakır Edis’e; tezimin her
aşamasında bilgi ve deneyimlerini esirgemeyen Hematoloji
Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Muzaffer Demir’e,
Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Ercüment Ünlü’ye, Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Galip Ekuklu’ya, Nefroloji ve Hematoloji
laboratuvarındaki çalışanlara, çalışmaktan zevk aldığım
tüm asistan arkadaşlarıma, hemşire ve diğer yardımcı
personele katkılarından dolayı çok teşekkür ederim.
1
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ ……………………………………………………….
1
GENEL BİLGİLER………………………………………………...........
3
AKCİĞER KANSERİ………………………………………………….….……
3
DERİN VEN TROMBOZU VE PULMONER EMBOLİ………………........
17
VENÖZ TROMBOEMBOLİ RİSK FAKTÖRLERİ…………………………
17
KANSER VE TROMBOZ……………………………………………………… 20
TROMBOZ TEDAVİSİ………………………………………………………… 29
GEREÇ VE YÖNTEMLER……………………………………………..
35
BULGULAR……………………………………………………………… 38
TARTIŞMA……………………………………………………………….
53
SONUÇLAR………………………………………………………………
63
ÖZET……………………………………………………………………… 65
SUMMARY……………………………………………………………….. 67
KAYNAKLAR……………………………………………………………. 69
EKLER
1
SİMGE VE KISALTMALAR
APC-R:
Aktive protein C rezistansı
DF:
Doku faktörü
DMAH:
Düşük molekül ağırlıklı heparin
DVT:
Derin ven trombozu
INR:
International normalized ratio
KHAK:
Küçük hücreli akciğer kanseri
KHDAK:
Küçük hücreli dışı akciğer kanseri
KP:
Kanser prokoagülanı
KT:
Kemoterapi
NK:
Natural killer
PE:
Pulmoner emboli
RT:
Radyoterapi
TE:
Tromboemboli
UFH:
Unfractioned heparin
VEGF:
Vascular endothelial growth factor
VKSS:
Vena kava superior sendromu
VTE:
Venöz tromboemboli
1
GİRİŞ ve AMAÇ
Akciğer kanseri erkeklerde ve kadınlarda kanser ölümlerinin önemli bir nedenidir. Her
yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde kolon, meme ve prostat kanserinden ölen olguların
toplamından daha fazla insan akciğer kanserinden ölmektedir. Beş yıllık yaşam süresi %15 ya
da daha azdır ve son 30 yıldır çok az artış göstermiştir (1).
Akciğer kanseri insidansı erkeklerde düzenli bir düşüş gösterirken (%2.47/yıl),
kadınlarda plato dönemine ulaşmıştır. Bu açık gelişmeye rağmen 2003 yılında Amerika
Birleşik Devletleri’nde yaklaşık 171.900 kişiye akciğer kanseri tanısı konduğu ve
157.200’nün ölüm ile sonuçlandığı görülmüştür (2).
Akciğer kanserlerinin büyük çoğunluğu sigara kullanımı ile ilişkilidir (3). Sigara
içmeyen olgularda görülen akciğer kanserinin sigara içen akciğer kanserli olgulara göre daha
iyi sağ kalıma sahip olduğu ve çok değişkenli analizler ile hiç sigara içmemenin daha iyi
sağkalımın bağımsız bir prediktörü olduğu gösterilmiştir (4).
Kanserli olguların pek çoğunda gelişen hematolojik komplikasyonlar ya altta yatan
hastalığa veya tedavi ajanlarına bağlıdır. Malignitelerde ölüm nedenlerinin başında gerek
kanser veya gerekse tedaviye bağlı olarak ortaya çıkan trombotik olaylar gelmektedir.
Kanserde tromboza yatkınlık vardır ve bu komplikasyon hayatı tehdit edici özelliktedir (5).
Kanser ve tromboz birlikteliği klinikte çok sık görülmektedir. Kanserli olgularda pıhtılaşma
sistemi aktive olmaktadır. İmmobilizasyon, cerrahi veya infeksiyonlara bağlı staz, tümör
hücrelerinden salgılanan prokoagülan maddeler, kemoterapik ajanlara bağlı endotel hasarı ve
kan akışkanlığındaki bozuklukların tromboz gelişiminde rol oynadığı düşünülmektedir.
Uyarılan pıhtılaşma sistemi kanserin çevre dokuya yayılması ve metastazında rol
oynamaktadır. Kanserli olgularda %30 civarında tromboz görülmekte; bununla beraber %201
30 oranında kanserin ilk bulgusu olabilmektedir. Postmortem otopsi çalışmalarda tromboz
oranı %65’lere kadar çıkmaktadır (5,6). Ülkemizde akciğer kanseri ile tromboz sıklığı
hakkında bulabildiğimiz bir veri mevcut değildir.
Bu çalışmada amacımız: I. Yeni tanı konan akciğer kanserli olgularda tanı anında derin
ven trombozu oranı, II. Akciğer kanserli olguların takibi esnasında gelişen trombotik atak
sıklığını, III. D-dimer, fibrinojen, FVIII, aktive protein C direnci, protrombin fragman 1.2 gibi
protrombotik parametrelerin tromboz oluşumu ile ilişkisi ve bu parametrelerin düzeylerinin
yaşam süresi ile ilişkisini, IV. Düşük-orta yoğunlukta kullanılan varfarinin tromboz
oluşumuna, V. Yaşam süresine ve tedavi yanıtına olan etkisini saptamaktır.
2
GENEL BİLGİLER
AKCİĞER KANSERİ
Epidemiyoloji
Akciğer kanseri 20. yüzyılın başlarında nadir görülen bir hastalıktı. Günümüzde ise
erkeklerde ölüm nedenlerinin başında gelmektedir, kadınlarda da sıklığı giderek artmaktadır
ve bazı ülkelerde ise kanser ölümlerinin en sık nedenidir. Çoğu kanser türünde ölüm
oranlarında azalma varken, akciğer kanseri dünya çapında epidemi yapmıştır. Bununla birlikte
tedavideki gelişmelerin minimal düzeyde olması, tütün kullanımının artışı, ileriye yönelik
olarak sıklığının ve mortalitenin artacağını göstermektedir. 1930 yılında Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki erkekler arasında yaşa göre akciğer kanseri ölüm oranı yaklaşık yıllık 1
milyonda beş idi. Yıllar içersinde artış göstererek; 1950’de 22.2, 1970’de 55.9, 1987 de 74.9
ulaştı. Benzer gelişimler diğer gelişmiş ülkelerde de gözlendi. 1980 yılında İngiltere’de
100.000’de 97 ile erkekler arasında en yüksek rakamın bulunduğu rapor yayınlandı (7).
1998 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde akciğer kanseri olguları arasında
160.100’nün ölümle sonuçlandığı bildirilmiştir. 1999 yılında yine Amerika Birleşik
Devletleri’nde 171.600 olgunun 158.900’ü, 2003 yılında da 171.900 olgunun 157.200’ü ölüm
ile sonuçlandığı saptanmıştır (8,9).
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2005 yılında tahmin edilen yeni akciğer kanseri oranı
tüm kanserler içinde %25, tahmin edilen ölüm oranı ise tüm kanserler içinde %58 olacağı
açıklanmıştır. Akciğer kanseri kadınlarda artmakta iken, erkeklerde azalma eğilimine girmiştir
(Tablo 1) (10).
3
Tablo 1. İlk on sıradaki kanser hastalarının hesaplanan olgu ve ölüm oranları (10)
Erkek
Kadın
Hesaplanan yeni olgular
Prostat
232090
Akciğer ve bronş
93010
Kolon ve rektum
71820
Üriner sistem
47010
Deri melanomu
33580
Non Hodgkin Lenfoma 29070
Böbrek ve renal pelvis 22490
Lösemi
19640
Farinks ve oral kavite 19100
Pankreas
16100
Toplam
710040
%33
%13
%10
%7
%5
%3
%3
%3
%3
%2
%100
Meme
Akciğer ve bronş
Kolon ve rektum
Uterus
Non Hodgkin Lenfoma
Deri melanomu
Over
Tiroid
Üriner sistem
Pankreas
Toplam
211240
79560
73470
40880
27320
26000
22220
19190
16200
16080
662870
%32
%12
%11
%6
%4
%4
%3
%3
%3
%2
%100
%31
%10
%10
%5
%4
%4
%3
%3
%3
%3
%100
Akciğer ve bronş
72020
Meme
40410
Kolon ve rektum
25750
Over
16210
Pankreas
15980
Lösemi
10030
Non Hodgkin Lenfoma
9050
Uterus
7310
Malign melanom
5640
Beyin ve diğer sinir sistemi 5480
Toplam
275000
%27
%15
%10
%6
%6
%4
%3
%3
%2
%2
%100
Hesaplanan ölümler
Akciğer ve bronş
Prostat
Kolon ve rektum
Pankreas
Lösemi
Özafagus
Karaciğer ve safra kesesi
Non Hodgkin Lenfoma
Üriner sistem
Böbrek ve renal pelvis
Toplam
90490
30350
28540
15820
12540
10530
10330
10150
8970
8020
295280
Ülkemizde ise yeterli veri bulunmamaktadır. Sağlık Bakanlığının son verileri 1999
yılına ait olup erkeklerde %28.38 oranı ile ilk sırada, kadınlarda ise %4.07 ile 6. sıradadır.
Ülkemizde 1999-2003 yılları arasında yapılan bir çalışmada; erkek/kadın oranı 12.1/1,
erkeklerde en sık görülen epidermoid, kadınlarda ise adenokanser idi. Kadınların %52.7’si ve
erkeklerin %13.2’i sigara içmeyen grupta yer almaktaydı (11).
Risk Etmenleri
Epidemiyolojik çalışmaların çoğu primer akciğer kanserinin nedeni olarak sigarayı
göstermiştir (12). Akciğer kanseri nedenleri çoğunlukla sigara ve çevresel etmenlerden ortaya
çıkmasına rağmen, solunumsal kanserojenler sağlıklı kişilerde önemli değişikliklere neden
olmaktadır. Hastalığın riski etyolojik ajanlara hassasiyet ve kişinin bağışıklığı ile ilişkilidir
(13).
Akciğer kanseri olgularının %85-90 nedeni sigaradır. Hem inhale edilen sigarada hem
de dumanında yüzlerce karsinojen madde bulunmaktadır. Bununla birlikte sigara içenlerde
risk sigarayı bırakma ile azalmaktadır, ancak bu azalan risk hiçbir zaman hiç sigara içmeyen
biri ile aynı risk düzeyine ulaşamamaktadır. Yirmi paket yılı sigaraya maruz kalmak
populasyonda yüksek risk olarak tanımlanmaktadır. Sigara içiminin karsinojenik etkisi erkek
4
tiryakilerde içmeyenlere oranlara 23.9, kadın içicilerde 8.7 kat daha yüksek olarak
bulunmuştur. Erkeklerde akciğer kanseri olgularının %90’nından, kadınlarda yaklaşık
%60’ından sigara sorumlu bulunmuştur. Sigara içme süresinin önemli olduğu klinik
çalışmalarla gösterilmiştir. 40 yıl 1 paket sigara içenlerin 20 yıl 2 paket sigara içenlere göre
akciğer kanseri gelişme riskinin daha yüksek olduğu ileri sürülmüştür (1,14,15).
Sigara dumanın karsinojenik etkisi, karsinojenlerin DNA’ya ulaşması DNA’da hatalı
kodlama ve mutasyon oluşumuna bağlıdır. Sigaranın kanser riskini artırması, aynı zamanda
maruziyetin özelliklerine bağlıdır. Bu özellikler sigara içme süresi, günlük sigara içme
miktarı, sigaranın ağızda kalma süresi, izmaritin uzunluğu, filtre gibi faktörlerdir. Sigara
dumanındaki major kanserojenler: polisiklik hidrokarbonlar, aromatik aminler, nitrozaminler,
piridin alkaloidler ve radyoaktif bileşenlerdir. Bunların içinde nitrozamin en potent ve
mutajen karsinojendir ve nikotinin nitrozasyonundan oluşur (16).
Pasif sigara içicileri çevresel dumanı dolaylı olarak inhale ederler. Sigara içmeyen evli
kadınlarda yapılan iki çalışma pasif içiciliği muhtemel bir risk faktörü olarak
değerlendirilmiştir. Sigara içmeyen eşlerin, sigara içenlerle evlenmesi sonucunda akciğer
kanserinin %30 daha fazla olduğu gösterilmiştir (13,17).
Mesleksel ve çevresel etmenler: Bazı meslek gruplarında gelişen endüstri ile, fuel oil
ve bazı kimyasal maddeler ile motor yakıtlarının kullanılmasındaki artışla beraber açığa çıkan
karsinojenler ile hava kirliliğinin artması sonucunda akciğer kanserinin riskinin arttığı
söylenebilir. Bu nedenle büyük şehirlerde akciğer kanseri sıklığı dünyanın hemen her yerinde
kırsal bölgelerden daha yüksek bulunmuştur. Akciğer kanseri etyolojisinde hava kirliliğinin
kronik alt solunum yolu hastalıkları yanında, akciğer kanserine de neden olduğunu
destekleyen çalışmalar vardır. İngiltere’de yapılan bir çalışmada, kırsal kesimde yaşayan
insanlarda akciğer kanseri görülme sıklığı 100.000’de 14 iken, sanayileşmiş kesimde yaşayan
insanlarda 100.000’de 26.2 olarak saptanmıştır (18).
Akciğer kanserinde mesleksel maruziyet önemli bir yer tutmaktadır. Kömür madeninde,
arsenik, krom, nikel gibi madenlerde çalışanlar artmış akciğer kanseri riski altındadırlar.
Asbest parçacıkları akciğer kanseri ile ilişkili bulunmuştur. Asbest ile çalışanların, hem sigara
içmeyenlerde hem de sigara içenlerde akciğer kanseri riskini artırdığını bildirilmiştir. Asbest
maruziyeti ve sigara içimi sigara içmeyen birine göre akciğer kanseri riskini 92 kat
artırmaktadır (13).
Ağır bir gaz olan radon içeren uranyum doğada bulunmaktadır. Radon radyoaktif
formlarının bozulması ile radyasyon tehlikesi göstermektedir. Yeraltında çalışan maden
işçilerinde akciğer kanseri riski anlamlı derecede artığı gösterilmiştir. Colorado’da uranyum
5
madencilerinin izlenmesi ile maruziyet, görev süresi ve akciğer kanseri mortalitesi ile anlamlı
ilişki saptanmıştır. Radon parçalanma ürünleri yüksek enerji ve kitle etkisi nedeniyle solunum
epitel hücrelerinde DNA hasarına neden olabilirler. Amerika Birleşik Devletleri’nde evlerin
%15’inde özellikle bodrum katlarında güvenilir sınırın üzerinde radon saptanmıştır ve her yıl
15.000 ile 20.000 dolayında akciğer kanseri ölüm nedeninin radon gazına bağlı olduğu tahmin
edilmektedir (15).
Akciğer kanseri gelişiminde meyve, sebze ve her ikisinde de bulunan antioksidan
elementler üzerinde yoğunlaştı. Olgu kontrol çalışmalarında fazla meyve ve sebze
tüketiminin, az meyve ve sebze tüketimine göre akciğer kanseri gelişmesi açısından daha
düşük riske sahip olduğunu ve fazla alkol tüketiminin akciğer kanserinin artışında daha fazla
bir risk olduğu bildirilmiştir. Bununla beraber meyve sebzenin fazla miktarda tüketilmesinin
kanser sıklığını anlamlı bir şekilde etkilemediği de gösterilmiştir (19-21).
Kanser biyolojisi ve genetiği: Tüm sigara içicilerinin %10-20’sinde akciğer kanseri
gelişimi genetik yatkınlığın önemine işaret etmektedir. Akciğer kanserli hastaların hem sigara
içen hem de içmeyen akrabalarında akciğer kanseri riski 2.4 kat artmıştır. Artmış ailesel
riskin; yaş, cinsiyet, mesleksel maruziyet ve sigara içiciliğinden bağımsız olduğu ve akciğer
kanserine predispozisyon yaratan nadir bir otozomal genin Mendelyen kodominant kalıtımı
ile ilişkili olduğu ileri sürülmüştür. Epidemiyolojik genetik bir çalışmada ailesel riski birinci
dereceden riskli olarak saptandı. Bu özellik daha çok genç yaşta teşhis konulan olgularda
ilişkili bulunmuştur (22-25).
Ülkemizde yapılan bir çalışmada 1995 ve 2000 yılları arasında 1500 kişilik akciğer
kanseri hasta grubunda aile hikayesinde kanser olan %40 olgu vardı. Bu kanserlerin; %51.8
akciğer kanseri idi. Kontrol grubunda ise %5 kanser vardı (26).
Klinik olarak akciğer kanseri gelişene dek 10-20 adet genetik hasarın oluştuğu
bilinmektedir (27). Akciğer kanserinde major genetik olaylar: Onkogenlerin mutasyonel
aktivasyonu, tümör baskılayıcı genlerin inaktivasyonu, hücre siklus regülasyonunda görev
alan genlerde ortaya çıkan değişikler, DNA tamirinde görev alan genlerde ortaya çıkan
değişiklikler, büyüme faktörleri ve reseptörlerine ilişkin değişikliklerdir.
K-ras aktivasyonu küçük hücreli dışı akciğer kanserli hastaların (KHDAK) %1550’sinde görülür. K-ras mutasyonu görülenlerde sağ kalımda azalma, erken relaps ve kötü
prognozu göstermektedir. P53 supresör geni küçük hücreli akciğer kanserli hastaların
(KHAK) %90’nında, yassı hücreli kanserlerin %65’inde gösterilmiştir (28).
6
Pek çok çalışmada epidermal büyüme faktör reseptörü sinyalizasyon ve regülasyon
bozukluğunun tümör gelişimi ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Glutatyon S-transferazlar
akciğer kanseri ile ilişkili bulunmuştur (29,30).
Akciğer tümörlerinin ve tüm solid tümörlerin immünolojik harabiyetinde T-hücre
kaynaklı immünite temel rol oynar. Bağışıklık sistemini etkileyen etkenler kanser gelişiminde
etkili olabilmektedir. Evreler arttıkça CD3+, CD4+, CD4/CD8 oranın anlamlı olarak azaldığı
görülmüştür. İleri evre akciğer kanserinde T ve B lenfositlerin antitümör immünitede rol
oynayabileceği ileri sürülmektedir (31).
Akciğer kanserine diffüz pulmoner fibroz, sarkoidoz ve skleroderma gibi hastalıklarda
daha sık rastlanmaktadır. Pulmoner fibrozu olan olguların %10’u akciğer kanserinden
ölmektedirler. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) yaş, cinsiyet ve sigara durumu
kontrol edilse dahi akciğer kanseri gelişimi, bağımsız risk faktörüdür (32).
Akciğer kanserinde tüberküloz predispozan faktör olarak rol oynamaktadır. Akciğer
kanseri etyolojisinde tüberkülozun rolü üzerinde yapılan araştırmalara göre kanser tüberküloz
kavite
duvarından,
drenaj
bronşundan
veya
skar
dokusundan
kaynaklanmaktadır.
Kalsifikasyonun irritarif etkisi kanser oluşumuna neden olduğu ileri sürülmektedir. Aynı
görüşler bronşektazi, pnömoni, akciğer embolisi ve abseye sekonder gelişen sikatrisler içinde
geçerlidir. Tüberküloz hastalarında kanser riskinin 8.2 kat arttığı ve her iki hastalık arasında
10-15 yıllık bir zaman farkının olduğu belirtilmektedir (33).
Ülkemizde yapılan bir çalışmada 1990-1995 yılları arasında 1012 akciğer tümörü
olgusunun 15’inde (1.48) akciğer tüberkülozu birlikteliği görülmüştür (33).
Patoloji
Akciğer tümörlerinin %95’i bronş epiteliden kaynaklanır. Kalan %5’i içinde bronşiyal
karsinoidler, mezoteliyomalar, bronşiyal gland neoplazmaları, mezenkimal tümörler
(fibrosarkomlar, leiomyomlar), lenfomalar ve bazı benign lezyonlar bulunur (34).
Başlıca dört histolojik tipte akciğer kanseri bulunmaktadır. Skuamöz hücreli,
adenokanser, büyük hücreli indiferensiye ve KHAK olarak sınıflandırılmaktadır. Tedavi
kararı alınırken çoğu kez ilk üç tip bir kategoriye sokulup KHDAK olarak
sınıflandırılmaktadır. Bu şekilde KHAK bu gruptan ayrılır. Bazı olgularda bu histolojik tipler
kombine bulanabilirler (Tablo 2) (34). Bu sınıflama son olarak 1999’da Dünya Sağlık Örgütü
tarafından yeniden sınıflandırılmıştır (Tablo 3) (9).
7
Tablo 2. Akciğer kanseri histolojik sınıflaması ve yaklaşık insidansı (34)
A. Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri (KHDAK) (%70-75)
1. Skuamöz hücreli kanser (%25- 30)
2. Adenokanser (Bronkoalveoler kanser dahil) (%30-35)
3. Büyük hücreli kanser (%10-15)
B. Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) (%20-25)
C. Kombine tipler (%5-10)
Mikst skuamöz hücreli adenokanser
Mikst skuamöz hücreli ve KHAK
KHDAK: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, KHAK: Küçük hücreli akciğer kanseri
Skuamöz hücreli kanser erkeklerde daha sık görülmektedir. Çoğunlukla büyük
bronşların santralinden kaynaklanmaktadır, lokal hiler lenf nodlarına kolay yayılmaktadır.
Toraks dışına diğer hücre tiplerinden daha geç yayılır. Skuamöz kanser bronş epitelinden
yıllar önce başlayan bir metaplazi veya displaziyi izleyen insitu kanserden sonra çıkar.
Mukozada 1-2 cm çapında kalınlaşma görülür. Bu durumda henüz klinik ve radyolojik bulgu
olmadan balgamda ve bronş lavajında atipik hücreler görülür. Histolojik olarak bu tümörler
keratin inciler ve intersellüler köprüler oluşturan iyi diferansiye tipten, minimal skuamöz
özelliği olan indiferensiye tipe kadar değişebilmektedir. Diğer tiplere nazaran daha iyi
prognoza sahiptirler (34).
Adenokanserin erkek ve kadınlarda görülme sıklığı eşit olup, sigara ilişkisi skuamöz
kansera göre daha azdır. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kadınlarda diğer akciğer kanseri
tiplerinden daha fazla artış adenokanserde görülmektedir. Adenokanserlar klasik olarak
periferik havayolları ve alveollerden gelişen periferik tümörlerdir. Bu tümörler epitel ve
submukozal glandların proksimalinden de gelişebilmektedir. Periferik olduklarından
metastatik adenokanser ayrımı zordur. Bronkoalveoler tipte %40-50 müsin sekresyonu vardır
(13,32).
Büyük hücreli akciğer kanseri, sitolojik diferansiyon göstermeyen, skuamöz veya
glandüler kanserlerin herhangi bir kategoriye giremeyecek kadar indiferansiye şeklidir.
Genellikle periferik yerleşimlidir. Kanser bazen kötü bir anaplazi gösteren dev hücrelerden
oluşmuştur. Erken fazda uzak metastaz yapabilmektedirler (34).
KHAK neoplastik hastalıklar içinde bir paradoksdur. Çoğunlukla santral bir bronştan
kaynaklanır. Erkeklerde kadınlara oranlara daha sık olup, nekroz ve hemoraji sıktır.
8
Tablo 3. Akciğer kanseri patolojik sınıflandırılması (DSÖ-1999) (9)
1. Skuamöz hücreli kanser
4. Büyük hücreli kanser
Varyantlar;
Varyantlar;
Papiller
Büyük hücreli nöroendokrin kanser
Berrak hücreli
Kombine büyük hücreli
Küçük hücreli
Nöroendokrin kanser
Bazaloid
Bazaloid kanser
Lenfoepiteliyoma benzeri kanser
2. Küçük hücreli kanser
Varyantlar;
Berrak hücreli kanser
Kombine küçük hücreli kanser
Rabdoid fenotipinde büyük hücreli
3. Adenokanser
5. Adenoskuamöz kanser
Asiner
6. Pleomorfik, sarkomatoid
Papiller
ya da sarkomatöz elemanlar
Bronkoalveoler
içeren kanserler
Non- müsinöz
İğ hücreli ve/veya dev hücreli kanser
Müsinöz
Pleomorfik kanser
Mikst müsinöz ve nonmüsinöz
İğ hücreli kanser
ya da intermedier hücre tipi
Dev hücreli kanser
Müsin salgılayan solid
Karsinosarkom
Mikst subtipler
Pulmoner blastom
Varyantlar;
7. Karsinoid kanserler
İyi diferansiye fötal
Tipik Karsinoid
Müsinöz
Atipik karsinoid
Müsinöz kist adenom
8. Tükrük bezi tipindeki
Taşlı yüzük hücreli
Kanserler
Berrak hücreli
Mukoepidermoid kanserler
Adenokistik kanserler
9. Sınıflandırılamayan kanserler
Submukozal damarlara penetrasyonu sıktır. KHAK hızlı ilerleyen kanser tipidir (35).
Klinik Bulgular
Erken evre akciğer kanseri asemptomatiktir. Büyük boyutlara ulaşmadan belirti
vermeyebilir. Dikkatli hikaye ve fizik muayeneye rağmen akciğer kanserinin %5’i
asemptomatiktir (1). Tanı anındaki belirtiler farklı olabilir. Tümörün göğüs kafesi içinde ya da
dışında olması farklı belirtilere neden olabilmektedir. Hastalık ilerledikçe nefes darlığı,
iştahsızlık, asteni ve öksürük çoğu hastada vardır. Belirtiler tümörün bulunduğu yere, lokal
ilerlemesine, metastaz bulgularına ve paraneoplastik sendromun varlığına göre değişir (36).
9
Orta yaş üzerinde yeni başlamış öksürük ve kronik öksürüğün karakter değiştirmesi
dikkate alınmalıdır. Santral ve endobronşiyal lezyonlarda öksürük, nefes darlığı, göğüs ağrısı,
hemoptizi ve postobstrüktif pnömoni bulguları sıktır (36).
Hastalığın lokal ilerlemesine bağlı olarak vena kava superior sendromu (VKSS), ses
kısıklığı, disfaji, plevral efüzyon, Horner sendromu gelişebilmektedir (37,38).
KHAK tanı konulduğunda %70’i metastaz yapmış durumdadır. Akciğer kanseri en sık
surrenal, karaciğer, beyin, kemik metastazı oluşmaktadır. Metastaz bölgesine göre baş ağrısı,
mental bozukluk, karın ağrısı, mide bulantısı, kemik ağrısı ile karşımıza çıkmaktadır (35,37).
Tümör hücrelerinin biyolojik olarak aktif olan hormon ve protein üretimleri nedeniyle
kendisinden uzak yerlerde meydana getirdiği semptom ve bulgulara paraneoplastik sendrom
denir. Akciğer kanserinin doğal seyri sırasında ya da tedavinin yan etkileri sonucu meydana
gelir (Tablo 4), (8,36-40).
Tanı Yöntemleri
Akciğer kanseri tanısı koymada invaziv ya da invaziv olmayan birçok yöntem
kullanılmaktadır.
Tüm akciğer kanseri hastaların çoğunda akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografisinde
patoloji vardır. Akciğer grafisi, akciğer kanserini %70-88, hiler adenopatiyi %61-71,
mediastinal lenfoadenopatiyi %47-60 oranında saptamaktadır (8,41).
Bilgisayarlı
tomografi
tanı,
evreleme
ve
aynı
zamanda
tedaviye
yanıtın
değerlendirilmesi açısından çok önemli bir yöntemdir. KHDAK’da tümör evrelemesinde rol
oynamaktadır. Yakın zaman önce kullanıma giren çoklu detektör bilgisayarlı tomografi
tümörün fissüre, göğüs duvarına veya mediastene invazyonunu büyük bir güvenle ortaya
koyabilmektedir. Tümörün cerrahi açıdan çıkarılabilir olup olmadığını net bir şekilde
gösterebilir (41,42).
Manyetik rezonans yumuşak dokuları görüntülemede öncelikli olarak kullanılmaktadır.
Özellikle pankoast tümörlerinde vasküler ve brakiyal pleksus tutulumunu en iyi gösterebilen
tanı yöntemidir (41-43).
10
Tablo 4. Paraneoplastik sendromlar (36)
Endokrin
Hematolojik
Hiperkalsemi
Anemi
Hiponatremi
Otoimmunhemolitik anemi
Cushing sendromu
Lökositoz
Jinekomasti
Eozinofili
Galaktore
Monositoz
Hipoglisemi
Trombositoz
Akromegali
İdiyopatik trombositopenik purpura
Trousseau sendromu
Nonbakteriyal trombotik endokardit
Vaskülit
Yaygın damariçi pıhtılaşma
Polisitemi
Disproteinemi
Nörolojik
Diğerleri
Lambert –Eaton
Kaşeksi
Miyastenik sendrom
Hiperürisemi/Hipoürisemi
Periferik nöropati
Ateş
Serebellar dejenerasyon
Hipertansiyon
Limbik ensefalit
Membranöz nefropati
Ensefalomyelit
Skleroderma
Stiff- Man sendromu
Opsoklonus/Myoklonus
Retinopati
Kas –iskelet
Deri
Çomaklaşma
Pigmente deri lezyonları
Hipertrofik pulmoner osteoartropati
Akantozis nigrikans
Dermatomyozit
Tilosis
Polimyozit
Miyopati
Balgam sitolojisi şüpheli akciğer kanseri olgularında kolay, hızlı, invaziv olmayan bir
yöntemdir. Santral ve hemoptizisi olan olgularda tanısal değeri daha yüksektir. KOAH’lı
sigara tiryakileri, daha öncesinde akciğer kanseri tanısı alanlar, ailesinde akciğer kanseri
öyküsü olanlar veya asbest işçileri, mesleki riski olanlara erken tanı anlamında ilk adım olarak
balgam sitolojisi uygulanması gereken temel adımdır (44).
11
Mevcut bulgular eşliğinde girişimsel tanı yöntemleri kullanılmaktadır; torasentez,
plevra biopsisi, torakoskopi ve ekstratorasik tutulumlarda iğne aspirasyonları ya da biopsiler
faydalıdır.
Ultrasonografi perkütan biopsi için, plevral sıvının tespiti ve torasentez amacıyla ve
batın ultrasonografisi akciğer kanseri evrelemesinde batın içi metastazlarının tespitinde
önemli bir yer tutmaktadır. Deneyimli sitologların elinde plevral efüzyonlarda histolojik tanı
%80’lere, plevra biyopsilerinde %50’ye ulaşmaktadır (42,45).
Bronkoskopi; santral yerleşimli lezyonlarda forseps biopsiler, bronş lavajı, fırçalama,
transbronşiyal biopsiler ve transbronşiyal lenf nodu aspirasyonları bronkoskopi esnasında tanı
amaçlı yöntemlerdir. Forseps biopsi ile histolojik tanı %76-82 oranında bildirilirken, lavaj ve
fırçalama ile bu oran %87’ye çıkmaktadır. Bronkoskopi ayrıca tedaviye yanıtın
değerlendirilmesinde de kullanılan yöntemlerden biridir (42-45).
Bilgisayarlı tomografi ya da ultrasonografi eşliğinde transtorasik iğne aspirasyonu tanı
ve evrelemede önemli bir yer tutar. Histolojik tanı değeri 3 cm’nin altındaki lezyonlarda %8095 arasındadır (42,45).
Mediastinoskopi, mediastinostomi, torakoskopi, torakostomi tanı ve evrelemede yararlı
yöntemlerdir.
Ayrıca
bu
işlemler
doku
tanısında,
pulmoner
soliter
nodüllerin
değerlendirilmesinde, hiler ve mediastinal lenf nodunun örneklenmesinde lenf noduna
metastaz saptanmasında operasyon öncesi önemlidir. Mediastenin normal görüldüğü santral
yerleşimli akciğer kanserlerinin %50’sinde mediastinoskopik inceleme ile lenf bezi tutulumu
saptanmıştır (42,45).
Nükleer tıp yöntemleri: Talyum-201 (Tl-201), Galyum-67 (Ga-67), Teknesyum-99m
metoksi izobutil izonitril ‘‘Sestamibi’’(Tc-99m MIBI) akciğer kanserinin tanısında,
mediastinal ve hiler adenopatilerin gösterilmesinde, radyoterapi (RT) sonrasında oluşan
radyasyon pnömonisinin erken tanı ve tedavisinin izleniminde faydalı olduğu gösterilmiştir.
Tümörün tedavi öncesi düşük talyum tutması ile hastanın sağkalımı arasında anlamlı bir ilişki
bulunmuştur. Somatostatin analogları indium -111-‘‘Octreotide’’ ile nöroendokrin tümörlerin
saptanmasında kullanılmaktadır. Pentavalan dimerkapto süksinik asit (Tc-99m DMSA-V)
kemik metastazının saptanmasında önemli bir yer tutmaktadır. Ventilasyon perfüzyon
sintigrafisi preoperatif operasyon sonrasında tahmini zorlu ekspiratuvar volümü ve zorlu vital
kapasiteyi hesaplamak amacıyla kullanılabilen bir yöntemdir (46,47).
Kemik sintigrafisini evrelendirme, radyasyon tedavisinin planlanması ve patolojik
fraktür açısından yüksek riskli kemikleri belirlemek açısından önemlidir. Kemik
sintigrafisinin duyarlılığı yüksek, özgüllüğü ise düşüktür (47).
12
PET yöntemi: Akciğer kanserlerinin PET görüntülemesi için en sık kullanılan madde
18
[2- F] 2-floro-2 deoksi-D-glukoz (F-18FDG)’dir. Çoğu tümör hücrelerinde artmış glukoz
metabolizma hızını gösterir ve dolayısıyla glukoz tutulumu (F-18FDG) normal hücrelere göre
artmıştır. Ayrıca pek çok malign hücre normal hücrelere göre düşük defosforilasyon hızı
gösterir. Sonuçta F-18FDG-6-fosfat tümör hücrelerinde birikir ve görüntülemeye izin verir.
Ancak her yeni teknoloji gibi hangi koşullarda yararlı veya olmadığını belirlemek
gerekmektedir. Soliter pulmoner nodüllerin benign malign ayrımında, metastatik lezyonların
saptanmasında, normal boyuttaki bir lenf noduna olan metastazı veya büyümüş olan lenf
nodunda tümör olmadığını gösterebilir. Ancak 2 cm altında tümörlerde, bronkoalveoler
kanserde, tüberkülozda fayda sağlayamayabilir. Metaanalizlerde, soliter pulmoner nodüllerin
ayırıcı tanısında duyarlılığı %93-98, özgüllüğü ise %78-80 arasında değişmektedir.
Mediastinal ve hiler lenf nodlarının invazyonunun gösterilmesinde genel olarak duyarlılık
%98, özgüllük ise %91-92 olarak bildirilirken bilgisayarlı tomografide normal büyüklükte
lenf nodu olan olgularda duyarlılık ve özgüllük sırasıyla %73 ve %97 dir. Normal büyük lenf
nodu olanlarda bu değerler %95 ve %76 olarak bildirilmiştir. Toraks dışı uzak metastazların
gösterilmesinde duyarlılık ve özgüllük %93 ve %98 gibi yüksek oranlardadır. Sürrenal bez
metastazların saptanmasında ise duyarlılık ve özgüllük %96 ve %99 olarak sunulmaktadır. Bu
sonuçlar eşliğinde PET endikasyonu için hasta seçimini dikkatli bir şekilde yapmamız
gerekmektedir (42,48) .
Tümör belirleyicileri akciğer kanseri tanısından çok tedavi etkinliğinin izleminde
kullanılmaktadırlar. Akciğer kanserinde Karsinoembriyonik Antijen, Doku Polipeptid
antijeni, Karbonhidrat Antijen 19-9, Nöron Spesifik Enolaz ve Cyfra 21-1 yaygın olarak
kullanılmaktadır (38,49).
Evreleme
Kanserli hastaları prognoz özelliklerine göre gruplayıp, ona göre tedavi planlama
ihtiyacı bir evreleme sisteminin geliştirilmesine yol açmıştır. İlk kez 1946 yılında önerilen
TNM sistemi, Amerikan Kanser Birliği ve Uluslararası Kanser Mücadele Birliği bu iki farklı
yaklaşım 1986 yılında Uluslararası Akciğer Kanseri Evreleme Sistemi adı altında tek bir
sistem meydana getirmişlerdir. 1996 yılında tekrar gözden geçirilen sistem son haline
getirilmiştir: Primer tümörün büyüklüğü ve yaygınlığına (T), bölgesel lenf nodu tutulumuna
(N), uzak metastaz varlığına (M) olarak kısaca TNM olarak adlandırılmıştır. Bu sistem
KHDAK’da uygulanması önerilmiştir (Tablo 5) (50).
13
Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) evrelemesinde ‘‘Veterans Administration Lung
Cancer Group’’un (VALG) önerdiği sınırlı ve yaygın hastalıktan oluşan ikili sistem daha
yaygın olarak kullanılmaktadır. TNM evrelemesine göre sınırlı hastalık evre I, II, III’e denk
gelmektedir. (Tablo 6) (51).
Tablo 5. Akciğer kanserinde yeni uluslararası TNM sınıflaması (50)
PRİMER TÜMÖR (T)
T0: Primer tümör saptanmaması.
Tx: Radyolojik ve bronkoskopik olarak saptanamayan fakat bronkopulmoner sekresyonlarda malign
hücre bulunması.
Tıs: İn situ kanser.
T1: En büyük çapı 3 cm veya daha az olan, akciğer parankimi veya visseral plevra ile çevrilmiş tümör.
Bronkoskopik olarak lob bronşunun invaze olmaması.
T2: 3 cm’den büyük tümör veya herhangi bir büyüklükteki bir tümörün visseral plevraya yayılması
veya hiler bölgeye kadar genişleyen atelektazi ve obstrüktif pnömoniye neden olması. Bronkoskopik
incelemede karinadan en az 2 cm daha uzakta olan tümör.
T3: Herhangi büyüklükte bir tümörün, göğüs duvarı ( superior sulkus tümörleri dahil), diyafragma,
mediastinal plevra, pariyetal perikarda yayılması veya tüm akciğeri kapsayan atelektazi ve obstrüktif
pnömoniye neden olması veya bronkoskopik incelemede karinaya 2 cm’den yakın fakat karinaya ulaşmamış
tümör.
T4: Herhangi büyüklükteki tümörün mediasten, kalp, büyük damarlar, trakea, özafagus, vertebra,
karinaya yayılması veya malign plevra ve perikard sıvısı saptanması veya akciğerin aynı lobunda birden fazla
neoplastik nodül bulunması.
NODAL TUTULUM (N)
N0: Bölgesel lenf nodlarında metastaz olmaması.
N1: Aynı taraf peribronşiyal ve/veya hiler lenf bezlerinde metastaz veya direkt yayılım olması.
N2: Aynı taraf mediastinal ve/veya subkarinal lenf bezlerinde metastaz olması.
N3: Karşı taraf hiler veya mediastinal lenf bezlerinde metastaz saptanması, aynı taraf veya karşı taraf
skalen veya supraklavikuler lenf bezlerinde metastaz olması.
UZAK METASTAZ (M)
M0: Uzak metastazın olmaması.
M1: Uzak metastazın olması.
14
Tablo 6. KHAK’de VALG evreleme sistemi (51)
SINIRLI
Bir hemitoraksta sınırlı tümör
Aynı taraf lenf bezlerinde tutulum olması
Aynı veya karşı taraf supraklaviküler lenf bezlerinde tutulum olması
Aynı veya karşı taraf mediastinal lenf bezlerinde metastaz olması
Aynı taraf malign plevral efüzyon olması
YAYGIN
Karşı akciğerde metastatik lezyonlar
Uzak metastaz
KHAK: Küçük hücreli akciğer kanseri, VALG : ‘‘Veterans Administration Lung Cancer Group’’
Tedavi ve prognoz
Tedavi hastalığın evresi ve hastanın performans durumu göz önüne alınarak
planlanmalıdır. Akciğer kanserli olgularda 5 yıllık yaşam süresi 1974-76 yılları arasında %12
iken, 1992-97 yılları arasında çok az yükselmiş ve %15 oranına ulaşmıştır (9,49)
KHDAK Evre IA ve IB’de tedavi cerrahidir. Postoperatif torasik RT ve sistemik
kemoterapinin (KT) yaşam süresini uzattığı gösterilememiştir. Tam rezeke edilemeyen ve
tamamlayıcı cerrahi uygulanmayan olgularda, primer tümör alanına ve mediastene torasik RT
uygulanır. Medikal inoperabl olan ya da operasyonu kabul etmeyen olgularda torasik RT
uygulanır (52,53).
Evre IIA ve IIB’de standart tedavi yaklaşımı cerrahidir. Tam rezeke edilemeyen
olgularda cerrahi tedavi ve tamamlayıcı cerrahi uygulanamayan olgularda ve medikal
inoperabl olgularda primer tümör alanına ve mediastene torasik RT uygulanır (54).
Pancoast tümörleri uzak metastaz ya da mediastinal lenf bezi tutulumu yoksa cerrahi
yönden değerlendirilmelidir. Olgular gerekirse toraks MR ile değerlendirilmelidir. Tüm
değerlendirmeler sonunda cerrahiye uygun olgular neoadjuvan KT+ RT ya da RT programına
alınmalıdır (52,55).
Evre IIIA olgulardan, T3 (N1) olgularda tedavi cerrahidir. Cerrahi sonrası tam rezeke
edilen olgularda torasik RT’ye gerek yoktur. Tam rezeksiyon sağlanmayan olgularda
postoperatif RT uygulanabilir. N2 olgularda, ‘‘bulky’’ veya çok istasyonlu nodal lenf nodu
tutulumu varsa cerrahi uygulamanın konvansiyonel seçeneklere daha üstün olduğunu
söylemek mümkün değildir. İndüksiyon tedavisine yanıt varsa (evrede küçülme) cerrahi
tedavi uygulanabilir. Günümüz koşullarında bu hastalar spiral toraks bilgisayarlı tomografi,
mediastinoskopi ya da PET ile değerlendirilmelidir. Tam rezeksiyon sağlanan olgularda
15
postoperatif torasik RT uygulanır. Preoperatif değerlendirmeler esnasında tek N2 varsa, kapsül
invazyonu yoksa, indüksiyon KT ya da KT+RT sonrası cerrahi tedavi uygundur. Preoperatif
N2 tespit edilemeyen olgularda ‘‘frozen’’ çalışmasında N2 saptanan olgularda tam rezeksiyon
sağlanacaksa operasyona devam edilmelidir. Tam rezeksiyon mümkün değil veya
ekstrakapsüler nodal hastalık, ‘‘bulky’’ veya çok istasyonlu lenf nodu tutulumu varsa
operasyona devam edilmemelidir (52,56).
Evre IIIB seçilmiş olgularda (superior vena kava, sol atrium, vertebra cismi, ana karina,
distal pulmoner arter minimal tutulum) indüksiyon KT’si sonrasında cerrahi tedavi açısından
değerlendirilir. Stabil ya da progresyonu olan olgular torasik RT ya da eş zamanlı
kemoradyoterapiye alınır. Cerrahi için uygun olmayan olgularda ardışık ya da eş zamanlı
kemoradyoterapi uygulanır. Birincil seri sistemik KT’ye yanıt alınamayan olgularda 2. seri
KT uygulanabilinir. Eşzamanlı RT+KT uygulaması ardışık uygulanıma göre sağ kalım
avantajı olmasına rağmen daha toksik bir uygulamadır. Evre IIIB olgularda plevral
efüzyonunun uzun süre devam etmesi durumunda, drenaj ve plöredez yapılmalıdır. VKSS
varsa deksametazon 16mg/gün başlanması; RT yapılması önerilmektedir (52,57).
Üç trakeal halka tutulumu olan T4N0-1 olgularda pnömonektomi yapılabilir. Aynı lobta
satellit lezyon saptanan olgularda T4N0-1M0 olgularda cerrahi uygulanması önerilir (57).
Yaşam süresini uzatmak amacıyla evre I-II-III tam rezeke edilmiş olgularda postoperatif
torasik RT ve KT önerilmemektedir. Ancak, başka bir çalışmada Cisplatin bazlı adjuvan
KT’nin 5 yıllık yaşam süresinde %5’lik bir düzelme istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur
(58).
Evre IV olgularda temel yaklaşım Cisplatin bazlı KT’dir. Kilo kaybı %10’dan fazla
olan, serum laktik dehidrogenaz değerleri yüksek olan, ikiden fazla organ metastazı olan
olgularda ikincil seri KT’den fayda beklenmemelidir (52,59).
Yaşlı hastalarda, kronolojik yaştan çok biyolojik yaş önemlidir. KT’ye uygun olmayan
ya da iyi tolere edemeyen olgularda sadece RT yapılabilir (60).
İntraluminal obstrüksiyon yapan ya da ciddi hemoptiziye neden olan santral
endobronşiyal tümörlerde lazer koagülasyon, argon-plazma koagülasyon, elektrokoterizasyon,
kriyoterapi, brakiterapi endikasyonu vardır. Bu tedaviler ile başarı sağlanamaz ise
endobronşiyal stent uygulanabilmektedir (61).
KHAK’da tedavide temel yaklaşım KT’dir. Sınırlı hastalıkta RT uygulanması lokal
nüksü azaltır ve yaşam süresini uzatmaktadır. Sınırlı hastalıkta birinci kür ya da ikinci kürden
itibaren eşzamanlı KT ve RT uygulanması önerilmektedir. Evre IA-IB olgulardan genel
durumu iyi olanlarda cerrahi ve sonrası 4 kür KT önerilir. Bir kür KT sonrası torasik RT ve
16
profilaktik kranial ışınlanma önerilmektedir. Yaygın hastalıkta tam yanıt varsa sınırlı
hastalıktaki gibi torasik RT ve profilaktik kraniyal ışınlama yapılması önerilmektedir Medyan
sağkalım süresi sınırlı hastalıkta 18 ay iken, yaygın hastalıkta yaklaşık 9 aydır (62). Yaş
KT’ye tek başına engel değildir. Siu ve ark. (63) 608 sınırlı KHAK’da yaşın prognostik önemi
olmadığını göstermişlerdir.
DERİN VEN TROMBOZU VE PULMONER EMBOLİ
Derin ven trombozu (DVT) çoğunlukla iliyofemoral venlerde gelişmektedir. Üst
ekstremitede oluşan trombozda çoğunlukla kolaylaştırıcı bir neden bulunmaktadır. Pulmoner
emboli (PE) oluşma riski üst ekstremite trombozlarında daha fazladır. Sadece alt ekstremite
ve üst ekstremite venöz sistemde oluşan trombozlar PE nedeni değildir; yağ embolisi, hava
embolisi, amniyotik sıvı embolisi sonucunda da PE meydana gelmektedir (64).
Risk faktörlerinin iyi bilinmesine ve etkin profilaksi uygulanmasına rağmen DVT
sıklığı normal populasyonda 1/1000 olarak kabul edilmektedir. Akciğer tromboembolisi (TE)
sık oluşan, güç teşhis edilebilen, mortalitesi yüksek bir hastalıktır. PE’nin %10 kadarı masif
embolidir; 50000 kadar olgu her yıl PE nedeni ile ölmektedir. Ülkemizde veriler son derece
yetersizdir. Gelişmiş ülkelerin serilerine uyarlandığında ülkemizde 3000 ölüm bildirilmiş
olması gerekirdi. PE’de ölüm oranlarında, teşhis esnasındaki gecikme ve riskli hastaların
korunmasındaki yetersizlik ön plandadır (65,67).
Kolaylaştırıcı faktörler genel olarak Virchow triadı olarak tanınan üç ana olay ile
açıklanabilir. 1. Staz : Uzun süre yatağa bağlı kalanlarda vücudun alt bölgelerinde venöz staz
ve kan akımı yavaşlaması sonucu ile meydana gelir. Özellikle obez, yaşlı, gebe ve yatalak
olan hastalarda meydana gelmektedir. 2. Damar duvar hasarı: Damar endotelindeki fiziksel
değişiklikler, inflamasyon ve travmatik değişiklikler tromboz oluşumuna neden olmaktadır.
3. Pıhtılaşma bozuklukları: Kalıtsal ve edinsel bozukluklar sonucu pıhtılaşma sisteminin
aktivasyonu sonucu tromboz oluşmaktadır (68).
VENÖZ TROMBOEMBOLİ RİSK FAKTÖRLERİ
Genetik Risk Faktörleri
Genetik risk faktörleri sık görülmemekle birlikte gerçek prevalansı bilinmemektedir. PE
saptanan bir hastada; kırk yaş altında olan, ailede venöz tromboemboli (VTE) hikayesi, VTE
için kazanılmış risk faktörü olmayan, idiyopatik olarak adlandırılan olgularda, varfarin
kullanımına bağlı deri nekrozu gelişen olgularda, PE’nin bacak venleri dışında herhangi bir
17
yerden kaynaklandığı olgularda ve tekrarlayan VTE olan olgularda genetik risk faktörlerini
araştırmak gerekmektedir (69).
Antitrombin eksikliği: Karaciğerde sentezlenen tek zincirli glikopeptiddir ve önemli
bir pıhtılaşma inhibitörüdür. Trombin ve faktör X olmak üzere pıhtılaşma protein
inhibitörüdür. Otozomal dominant geçiş göstermektedir. Antitrombin sıklığı VTE’si olan
hastaların %1-2’sinde görülmektedir. DVT ve PE gelişen hastaların çoğunda tromboz
alışagelmiş bölgelerin dışında ve arteriyal dolaşımdadır. Protein C ve protein S eksikliğine
göre daha yüksek tromboz riskine sahiptir (69,70)
Protein C eksikliği: Karaciğerde sentezlenen bir glikoproteindir. Pıhtılaşma sırasında
trombin ile aktive olur. Öncelikli olarak alt ekstremitelerde tromboz olmaktadır. Otozomal
dominant ya da otozomal resesif geçiş gösterebilir. Trombozlu hastaların %2-5’inde
görülmektedir (68-70).
Protein S eksikliği: Protein S öncelikle karaciğerde sentez edilir, endotelden,
megakaryositlerden ve leydig hücrelerinden de sentez edilmektedir. Aktive protein C (APC)
kofaktörüdür. Faktör V ve Faktör VIII’in inhibisyonunda rol oynamaktadır. Trombozu olan
bireylerin yaklaşık %2-3’ünde görülmektedir (68-70).
Aktive protein C rezistansı (Faktör V Leiden varlığı): Kalıtsal trombozun en sık
nedenidir. Olguların %90’dan fazlasında Faktör V geninde tek bir nokta mutasyonu var. Bu
mutasyon arginin ile glutamin yer değiştirmesi ile oluşur. Genel populasyonda bu oran %3-10
arasında değişmektedir. Otozomal dominant geçiş göstermektedir. Aktive protein C rezistansı
(APC-R) olan kişilerde risk gebelik ve oral kontraseptif kullanımı ile artmaktadır. Gebelik
sırasında TE komplikasyonu gözlenen kadınların %60’ında, oral kontraseptif kullanımı
sırasında tromboembolik komplikasyon gözlenen kadınların %30’unda APC-R saptanmıştır
(69-76).
Protrombin G20210A: Protrombin geninin 20210 nukleotidindeki adenozin yerine
guanozin geçmesi sonucu protrombin düzeyinin artması ile oluşur. Kanserle ilişkisi
gösterilmiştir (76,77).
Hiperhomosisteinemi: Vitamin B6, B12, kobalamin, folat veya piridoksin gibi vitamin
eksiklikleri sonucu veya metiyonin metabolizmasındaki genetik enzim defektleri sonucunda
ortaya çıkar. VTE ve arteriyal tromboz içinde risk faktörüdür. Prematür vasküler hastalık,
tromboz, mental retardasyon, ektopik lens ve iskelet sistemi anomalileri ile kendini gösterir
(78,79).
18
Yüksek pıhtılaşma faktörü düzeyleri: Yüksek faktör VIII (>150 IU/dl), faktör IX
(>129 IU/dl) veya faktör XI (121IU/dl) ilk spontan derin ven trombozu için bağımsız risk
faktörüdür. Yüksek faktör VIII düzeyi tekrarlayıcı tromboz için bir risk faktörüdür (80-82).
Kazanılmış Risk Faktörleri
Antifosfolipid sendromu (APS): Kazanılmış antikor bağımlı tromboza eğilim
sonucunda gelişen multisistemik otoimmun bir hastalıktır. Antifosfolipid antikorların varlığı
ile ilintili hiperkoagülabilite, kendisini sadece bir pıhtılaşma laboratuvar bozukluğu ile
gösterebileceği gibi; venöz tromboz serebrovasküler olay, arteriyal tromboz ve obstetrik
komplikasyon olarakta klinik çeşitlilikte ortaya çıkabilir. Mekanizma tam olarak
bilinmemektedir. Antifosfolipid antikorları genel populasyonda %2 oranında bulunmaktadır.
Sistemik Lupus Eritamatosis’li hastaların %30-40’ında pozitiftir. Antikardiyolipin antikor
IgG düzeyinin 40 ünitenin üzerinde olması trombotik olayın gelişimi ile anlamlı ilişkisi
olduğu gösterilmiştir (67,70).
Gebelik ve lohusalık: Aynı yaştaki kişilerde VTE insidansı gebe kadınlarda 5 kat daha
fazladır. Gebelikte meydana gelen değişiklikler VTE gelişimini kolaylaştırmaktadır.
DVT’lerin %75’i doğum öncesinde meydana gelir. Gebelikte meydana gelen fizyolojik
değişiklikler VTE için risk faktörü oluşturmaktadır. Bunlar; uterusa bağlı venöz staz, trombin
üretimi ve çeşitli pıhtılaşma faktörlerinin düzeyinde artış, faktör VIII yükselmesiyle ilişkili
olarak protein C cevabının geçici olarak düşmesidir (70).
Oral kontraseptif kullanımı ve hormon replasman tedavisi: Oral kontraseptif
kullanımı venöz tromboz riskini 3-7 kat artırmaktadır. Bu risk ilaç başlandıktan 4 ay içinde
artmakta, ilaç bırakıldıktan 3 ay içinde ortadan kalkmaktadır. VTE riski ilaç içindeki östrojen
dozuyla yakından ilişkilidir. Postmenapozal dönemde östrojen replasman tedavisi ile tromboz
riski artmaktadır (70,81).
Diğer nedenler: Dahili birimlerdeki mortalitenin %4-8’ini masif PE oluşturmaktadır.
Altta yatan nörolojik, kalp hastalıkları, sistemik lupus eritamatosus, inflamatuar barsak
hastalıkları, nefrotik sendrom, paroksismal nokturnal hemoglobinüri, miyeloproliferatif
hastalıklar, Behçet hastalığı, Cushing sendromu, ve orak hücreli anemi gibi hastalıklarda
genel populasyona göre artmış DVT’li olgu sayısı izlenmiştir (66,67,81).
Ayrıca obezite, etnik köken, variköz venler ve sigaranın tromboz ile ilişkisinin olduğu
bazı araştırmalarda gösterilmiştir (70).
19
KANSER VE TROMBOZ
Kanserde Tromboz Epidemiyolojisi ve Patofizyolojisi
TE kanserin sık karşılaşılan ve iyi bilinen ciddi bir komplikasyonudur. Kanserli
olgularda morbidite ve mortalitenin önemli nedenidir. Ancak yine de kanserli hastalarda
tromboz insidansı net değildir (83). Paris’te ünlü hekim Armand Trousseau 1861 yılında ders
verdiği sırada öğrencilerine ilk kez ‘‘phlegmasia alba dolens’’ ve kanser kaşeksisinin birlikte
bulunduğu hastalıkları sundu. O tarihten bu yana kanser ve VTE arasındaki ilişki ayrıntılı
olarak ortaya konulmuştur. Kanseri nedeniyle hastaneye yatırılan ve tedavi edilen hastalarda
VTE en sık ikinci ölüm nedenidir (84,85).
DVT insidansı yaşla birlikte artmaktadır. 15 yaşın altındaki çocuklarda nadirdir. 65-69
yaşları arasında 1000 kişide yıllık insidans 1.8, 85-89 yaşları arasında 3.1’e çıkmaktadır. İlk
DVT ataklarının 2/3’ü cerrahi, kanser, immobilizasyon gibi hastaneye yatışı gerektiren risk
faktörlerine bağlıdır. İlk DVT geçirme riski ve nüks riski erkeklerde kadınlardan biraz daha
yüksektir. Amerika Birleşik Devletleri’nde medikal arşiv baz alındığında yıllık ilk DVT ve
PE oranı 117/100000’dir. Kanserde tek başına bu risk 4 katına, beraberinde KT 6 katına
çıkartmaktadır. Kanserli olgularda yıllık VTE tahmini insidansı 1/200’dür (81). Ülkemizde bu
konuda yeterli veri yoktur.
Primer VTE kanserin habercisi olabilmektedir (86-88). Kanser teşhisi sonrasında
görülen VTE oranları ile benzer oranlarda VTE kanserin ilk bulgusu olarak karşımıza
çıkmaktadır. DVT tanısı sonrasında yaklaşık %10 hastada 5-10 yıl içinde kanser
gelişmektedir ve bunların %75’i ilk bir yıl içinde görülmektedir. Prostatik ve pankreatik
malignensilerin çoğunda VTE ilk bulgu iken; meme, akciğer, uterus, beyin kanserli olguların
çoğunda VTE hastalığın terminal olayı olarak saptanmıştır (81,89-92). 4095 kanser hastasını
içeren bir seride 21 TE olayı görülmüş ve TE’si olan hastalardan üçünde akciğer kanseri
saptanmıştır (93). Mide ve pankreas kanserlerinde tekrarlayan ve gezici venöz trombozlar
görülmektedir. Bu durum Trousseau Sendromu olarak bilinmektedir. Trombozun klinikte sık
görüldüğü kanser tipleri akciğer kanseri %21, kolon %18, prostat %17’dir (5,94). Bazı
araştırıcıların ileri sürdüğü gibi son 6 ay içinde bir VTE atağı geçiren hastanın kanser tanısı
konmasının rölatif riski 10 kat artmaktadır (95). Baron ve ark. (96) tarafından İsviçre kayıtları
incelenerek yapılmış bir araştırmada hastaneye yatan 61998 hastada sonradan kanser gelişme
insidansına bakılmış, TE olayı sırasında ve ilk takip yılı boyunca %4 oranında artış
saptanmıştır. Takibin 2. yılından itibaren 25 yıl boyunca, bütün kanserlerin insidansında artış
genel olarak %30’dur. İki veya daha fazla hastaneye yatanlar arasında %40’tır. Kanser
20
insidansı erkek ve kadınlarda, genç ve yaşlılarda, ameliyat geçiren ve geçirmeyenler arasında
hemen hemen aynı bulunmuştur. Bu verilerle VTE olan hastalarda kanser riskinin daha
yüksek olduğu sonucuna varmışlardır.
VTE oluşan kanserli hastalarda beklenen yaşam süresi kısadır. Trombozu olan olguların
uzun süreli takipleri temel alınarak yapılan çalışmalarda ölüm riski kanser olmayanlara göre
4-8 kat daha fazla olduğu görülmüştür (81,84,85).
Akciğer kanseri seyrinde VTE gelişme oranı %20’dir (93). Başka bir çalışmada akciğer
kanseri tanısı almış 1050 hastada %1.9 (20 hasta) tromboembolik hastalık gösterilmiştir. Bu
hastaların 6’sında akciğer kanseri tanısı konmadan 2-6 hafta önce DVT veya PE gelişmiştir.
Üç hastada ise 2-7 ay önce beyin ve periferik arter embolisi gelişmiştir. Tromboz gelişen 12
hastada hücre tipi adenokanserdur. Bu çalışma ile tromboz gelişiminin; gizli akciğer
kanserinin ilk belirtisi olabileceği ve daha çok adenokanserda geliştiği belirtilmiştir (97).
Altmış beş yaş altında görülen TE olgularında bir yıl içinde gelişen kanser olgusunun
daha fazla olarak geliştiği ortaya konmuştur (98).
Kanserli hastaların büyük bir bölümünde kan pıhtılaşma sistemi aktive olmaktadır.
Aktifleşen pıhtılaşma sistemi kanserin ilerlemesinde ve metastaz oluşmasında rol
oynamaktadır (6).
VTE özellikle kanser tedavisinde olmak üzere kanserde sık gözlenen bir
komplikasyondur. Ancak bazı kanserler diğer kanser türlerine göre daha az trombojenik
olabilir (Hodgkin ve nonHodgkin lenfomaları) (6,95,96).
Kanser hastalarındaki tromboz açısından izlenen risk faktörü hareketsizliğe, yatalaklık
durumuna ya da tümör kitlesinin oluşturduğu venöz kompresyona sekonder olarak gelişen
stazdır. Ayrıca venöz staza bağlı hipoksi gelişmekte ve bunun sonucunda doku faktörü
salınımında artış ve trombomodulin seviyesinde azalma gibi trombozu kolaylaştırıcı nedenler
oluşmaktadır (6,99).
Kanser hastalarının pıhtılaşma esnasında laboratuvar belirteçleri; fibrinojen/fibrin yıkım
ürünleri, faktör V, VIII, IX ve XI düzeylerinde artış görülmektedir. Faktörlerdeki bu
değişiklikler hem intrensek hem ortak sistemi ilgilendiren aktive parsiyel tromboplastin
zamanının (aPTZ) kısalmasına neden olur. Kısalmış aPTZ düşük değerleri yaşam süresi ile
ilişkili bulunmuştur. Protrombin zamanı (PTZ) faktör VII eksikliği hakkında bilgi veren bir
testtir. Aynı zamanda intrinsik ve ortak yolları ilgilendiren faktör X, faktör V, protrombin ve
fibrinojen eksikliğini göstermektedir. Kanserli hastalarda PTZ’nin kısaldığı gösterilmiştir.
Kanserli hastalarda edinsel antitrombin, protein C, protein S eksikliği görülebilmektedir. İleri
21
evre kanserli hastalarda fibrinopeptid A düzeyinin ölçümü hastaların tedaviye yanıtın
değerlendirilmesinde, tümörün progresyonun gösterilmesinde faydalıdır. (6,100,101).
Kanser hücreleri doğrudan vasküler invazyon ile endotel hasarı yaparak trombotik
olayları başlatabilir. Ayrıca tümör hücrelerinden fibrinojen ve diğer pıhtılaşma proteinlerinin
ekstravasküler birikimine neden olan vasküler permeabilite faktörü (VPF) salgılanmaktadır,
VPF endotel hücrelerinin ayrışmasını indükleyerek neovaskülarizasyonda rol oynamaktadır
(102).
Plazminojen, ürokinaz, ürokinaz reseptörü, plazminojen aktivatör inhibitör I ve annexin
II gibi fibrinolitik proteinler tümör hücreleri tarafından salgılanmaktadır. Fibrinolitik sistemin
aktivatör ve inhibitörleri, bazı solid tümörlerde ve akut lösemide hiperfibrinoliz ve
hipofibrinolize neden olarak yaşamı tehdit eden kanama ve trombotik olaylara neden
olabilirler. Plazminojen aktivatörü (t-PA) inhibitörü olan plazminojen aktivatör inhibitör I
(PAI-1) oluşumunu uyarmaktadır. Pıhtılaşma önleyici tedavi protein C’nin salınımını
azaltmakta ve trombosit aktive edici faktörü, doku faktörünü ve E-selektinin endoteliyal
salınımını artırmaktadır (85,103-105).
Endotel yüzeyi prokoagülan/antikoagülan dengeyi tromboz oluşumunu önlemede
değişik mekanizmalar ile sağlamaktadır. Endotelden salgılanan prostosiklin endotele bağımlı
gevşeme faktörü trombosit adezyonu, aktivasyonunu ve agregasyonunu inhibe etmektedir ve
vazodilatasyona neden olmaktadır. Adenozin difosfat ise trombosit agregasyonunu
sınırlamaktadır. Trombomodulinde trombinin endotel hücre reseptörü olup karaciğer
tarafından sentezlenen protein C’yi APC’ye çevirir. APC daha sonra aktif faktör V (Va) ve
aktif faktör VIII’i (VIIIa) inhibe ederek prokoagülan aktiviteyi kısıtlar. Heparan sulfat
antitrombin’e bağlanarak pıhtılaşma faktörlerinin inhibisyonunu sağlar. Normal endotelde
bulunan diğer bir özellikte doku plazminojen aktivatörünün salınımıdır. Tüm bu
mekanizmalar ile kanama ve antikoagülasyon arasındaki denge, tromboz oluşumunu önleme
yönünde dengededir (102,106).
Kanserde endotel hücrelerinin protrombotik etki göstermesinin diğer bir nedeni de
inflamasyonda etkin rol oynayan sitokinlerdir. Bu sitokinler miktara bağlı olarak fibrinolitik
aktiviteyi baskılamakta ve endotelden salınan vonWillebrand faktörü artırır. Sitokinler
trombomodulin ekspresyonunu ve protein C aktivasyonunu azaltan küçük molekül ağırlıklı
polipeptidlerdir (85,107). İnflamasyon ve immünitede önemli oynamaktadırlar. Tümör
hücreleri monosit ve makrofajlarla etkileştiğinde; tümör nekroz faktör (TNF-α), interlökin 1
(IL-1) ve interlökin 6 (IL-6) gibi sitokinlerin salınmasına, endotel hücrelerinin dökülmesine
neden olurlar ve mikrovasküler permeabiliteyi artırırlar. Proinflamatuvar sitokinler kanserin
22
gelişimini ve kanserin invazyonunu etkileyebilirler (108,109). Bu olay normalde
nontrombotik olan endoteli trombotik endotel şekline dönüştürür. Tümör hücreleri ile
makrofajlar arasındaki bu etkileşim ve normal endotelin sitokinler tarafından bozulması,
faktör XII’nin subendotel bölgesinde bulunan kollagen ile temasa geçmesine ve neticede
aktive olmasını sağlayarak pıhtılaşma sisteminin aktive olmasını sağlar. Sitokinler endotelyal
fibrinolitik sistemi baskılar. Sitokinlerin ekspresyonu ile pıhtılaşmanın arttığı ve IL-6
salınımını takiben trombin düzeylerinin arttığı gösterilmiştir (109).
Türkiye’de yapılan bir çalışmada IL-6 ve TNF α düzeyleri kanser hastalarında anlamlı
derecede yüksek bulunmuştur (110). Pıhtılaşmayı önleyici ilaçların bu sitokinleri azalttığı
gösterilmiştir (6). Çiftçi ve ark. (111) yaptıkları çalışmada oral antikoagülan alan akciğer
kanserli olgularda almayan gruba göre IL-1, TNF alfa, CD40 ligand, NO değerlerinde azalma
görülmüştür.
Sitokinlerin diğer olumsuz etkileri arasında trombosit aktive edici faktörü (PAF) ve
plazminojen aktivatör inhibitör’ü (PAI) arttırma etkisi vardır. PAF’ın artması ile trombosit,
monosit, nötrofil aktiviteleri artmakta ve tromboz oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Artmış
TNF-α aktivitesi trombomodulin sentezini yavaşlatır. Bu nedenle de faktör Va ve VIIIa’nın
inhibisyonları kısıtlanarak tromboza katkı sağlanır (105,107).
Trombositlerin de pıhtılaşmayı artırmada rolleri olduğu bilinmektedir. Kanserde
trombositlerin aktivitesinde artış olduğunu gösterilmiştir. Fizyolojik durumda endotel
hücreleri tromborezistan bir yüzey oluşturmaktadır, trombositlerin yapışmasını ve
aktivasyonunu engellemektedir. Trombosit granüllerinin boşalması ile pıhtılaşma sisteminde
trombinin açığa çıkmasıdır. Granüllerin boşalması hemostatik cevabın ilk kısmıdır. Trombin
hem trombositleri aktifleştirir, hem de fibrinin stabilitesini sağlar. Kanserli hastalarda ise
trombosit fonksiyonlarındaki bozukluklara bağlı endotelin normal fonksiyonlarında
anormallik oluşabilmektedir. Tümör hücreleri integrin reseptörü GPIIß-IIIα ve integrin
ligandları fibrinopektin ve vonWillebrand faktör aracılığı ile trombositlere yapışırlar. Tümör
hücreleri pıhtılaşma sistemini aktive etmekte, trombositlerin endotele adezyonunu ve
agregasyonunu artırmaktadır. Tümörün varlığında trombositlerin yaşam süresi azaldığı
düşünülmektedir. Kanserli olgularda trombosit fonksiyonları yönünden üzerinde durulan en
önemli plazma belirteci tromboglobulindir. Başlangıçta yüksek olan bu protein KT’yi takiben
düştüğü gösterilmiştir. Trombosit granüllerinin önemli bir komponenti olan çözünür P
selektin düzeyi meme kanserinde ve lökositlerin malign hastalıklarında önem taşımaktadır. P
selektin bir membran glikoproteinidir, trombositlerin alfa granülleri içinde ve endotel
23
hücrelerinin
‘‘Weibel
Plada’’
cisimlerinin
içinde
bulunmaktadırlar.
Trombojenezin
başlamasında ve stabilizasyonunda proinflamatuvar sitokinlerin ve aktifleşmiş trombositlerin
yüzeyinde bulunan adezyon molekülleridir. Otuz dört jinekolojik kanser olgusunda yapılan
bir çalışmada trombosit aktivasyonun artığı tespit edilmiştir. Trombositlerin adezyonunda
önemli yer tutan çözünür P selektin artmış ve vonWillebrand faktörde yüksek bulunmuştur
(99,105-107,109,112).
Tümör hücreleri nedeniyle monositler, trombositler ve endotel hücreleri prokoagülan
etkinliğe sahiptir. En iyi ortaya konan tümör prokagülanları doku faktörü (DF) ve kanser
prokoagülanıdır (KP) (84,107). Kanser prokoagulanı normal dokularda bulunmayıp sadece
kanser hücrelerinde ve fetal dokuda bulunur (114). Kanserli hastalarda özgül doku faktörü ve
kanser prokoagülanı aktivitesi iki ile dört kat daha fazla olmaktadır. DF 47 kDa’lık bir
transmembran glikoproteinidir ve faktör VIIa ile kompleks oluşturmaktadır. DF-VIIa
kompleksi faktör IX ve X’u aktive etmektedir. DF monositler ve endotel hücrelerine yapışmış
olan malign hücrelerde sentezlenmektedir. 68 kDa’lık bir sistein proteazı olan KP faktör VII’
den bağımsız olarak doğrudan faktör X’u aktive etmektedir. Sentezi için vitamin K’ya
gereksinimi olduğu saptanmıştır. DF’nin ve kolaylaşmış olan trombosit aktivasyonun sonucu
malign doku çevresinde trombin ve fibrin toplanması ve sonuçta kanser hastalarında VTE’ye
yol açması şeklinde ortaya konabilir (107,109).
Tümör hücrelerinin etrafındaki fibrin birikimleri bir tarafta VTE, öte yanda ise tümör
büyümesi ve metastaz olmak üzere klinikle iki yönlü bir ilişki göstermektedir. Lokal fibrin
birikiminin tümör büyümesi ve anjiogenez için bir matriks oluşturduğuna ilişkin kanıtlar
bulunmaktadır. Bunun hemen ardından gelişen fibrinolitik aktivite, plazmin üretimi tümör
hücre istilasını kolaylaştırmaktadır. Bu işlem esas olarak DF’nin sitoplazmik bölgesinde
düzenlenmektedir. Hücre iskeleti düzeyindeki bu düzenlemeler tümör hücrelerinin
mobilizasyonunu ve adezyonunu kolaylaştırmaktadır. Sonuçta, DF’nin vasküler endoteliyal
büyüme faktörünü artırdığı ve bazı tümör hücrelerinde tromboplastin sentezini azalttığı
gösterilmiştir. Bu yolla DF tümör anjiogenezini kolaylaştırmaktadır. Bu kavram bu tür bir
antikoagülan tedavinin antitümör tedavi olarak kullanımı konusunda ilgi uyandırmıştır.
Tümörden salınan prokoagülanlar pıhtılaşma sisteminin intravasküler aktivasyonunu
kolaylaştırmakta, böylece yaygın damariçi pıhtılaşma (YDP) ve DVT oluşumuna neden
olmaktadır. Aynı zamanda var olan tümör çevresinde fibrin formasyonu ise antiimmün bir
bariyer
oluşturmakta,
tümör
hücrelerinin
büyüme,
adezyon
ve
metastaz
yapma
potansiyellerini kolaylaştırmaktadır. Akut nonlenfoblastik lösemi (ANLL) hücrelerinde
kanser prokoagülan düzeyinin remisyonda düşük, relapsta ise yüksek olduğu gösterilmiştir.
24
Akut promyelositik lösemide (APL)’nin ATRA tedavisinden sonra KP düzeyinde düşme
saptanmıştır. KP böbrek, akciğer, meme ve malign melanom konsantrasyonun arttığı
bildirilmiştir (6,105,107,114).
Bazı kanser hücrelerinden salgılanan müsinde kuvvetli bir prokoagülan etki
gösterebilmektedir ve ortak yoldaki protrombini aktive edebilmektedir. Müsindeki sialik asit
faktör X’u enzimatik yolla aktive etmektedir (102,109).
Tümör hücreleri TNF-α, IL-1ß ve bakteriyel endotoksinler gibi sitokinler DF’nin
prokoagülan aktivitesini uyarmaktadır. Bu sitokinler DF’nin kan damarlarındaki doku
makrofajları üzerindeki aktivitesinin artması kanserde ortaya çıkan pıhtılaşma aktivasyonunda
önemli bir rol oynamaktadır (6,106).
Trombojenez ile ilişkisi olan diğer bir konu da yeni damar yapımıdır. DF’nin normal
hemostazdaki rolüne ek olarak hücre sinyal iletimi ve ‘‘vascular endothelial growth
factor’’(VEGF)’yi artırarak tümör anjiogenesinde önemli rol oynar. VEGF’nin damar
endotelinde geçirgenliği arttırdığı ve trombosit adezyon ve aktivasyonunu hızlandırdığı
gösterilmiştir. (6,113).
Endotelden salgılanan VEGF endoteldeki tirozin kinaz reseptörlerine bağlanarak
anjiogenezi ve tümör büyümesini aktive eder. VEGF aynı zamanda endoteliyal geçirgenliği,
trombosit aktivasyon ve adezyonunu artırmaktadır (105,108).
Monositlerin ve endotel hücrelerinin prokoagulan aktivitesinin yanında, tümör hücreleri
ya da dolaşımda bulunan tümör membran vezikülleri trombosit adezyonunu ve
agregasyonunu uyarmaktadır. Bu düzeneği tümör hücrelerinin membranlarında az miktarda
sentezlenmesi başlatmaktadır. Tümör hücreleri üzerindeki DF ve KP’nin, monositler ve
endotel hücreleri üzerindeki DF’nin ve kolaylaşmış olan trombosit aktivasyonunun net sonucu
olarak malign doku çevresinde trombin ve fibrin toplanması ve sonuçta kanser hastalarında
VTE’ye yol açması şeklinde ortaya konabilir (106,114).
Trombin ile DF’nin kanser ile ilişkisi özellikle sinyal iletimi yönünden çok dikkat
çekicidir. Sinyal iletimi proanjiogenik faktör olan VEGF’nin ve anjiogenezin artışına
bağlanmaktadır. DF ve VIIa kompleksi hücre içindeki sinyalizasyonu hızlandırmaktadır
(116).
Cerrahi girişim, hormon tedavisi, KT, santral venöz katater yerleştirilmesi dahil olmak
üzere kanser tedavisine yönelik olarak gerçekleştirilen tedavi uygulamaları pıhtılaşma
oluşumuna katkıda bulunurlar ve dolayısıyla bunlar kanserli hastalarda VTE için birer risk
faktörü oluşturur (83,85).
25
Cerrahi girişim uygulanan kanserli hastaların postoperatif tromboz riski kanser dışı
cerrahi girişim uygulanan hastalara göre 2 kat artmıştır. Cerrahi hastalarının tahmini VTE
oranları %4-60 arasında değişmektedir (83,85). Prandoni ve ark. (117) herhangi bir nedenden
dolayı cerrahi müdahaleyi takiben uzayan hareketsizlik sırasında, kanser hastalarının
diğerlerine göre daha yüksek VTE riski taşıdıklarını ileri sürmüşlerdir. Kanserli bir olgunun
operasyon sonrası VTE gelişme sıklığı aynı tip ameliyat geçiren kansersiz olgulara oranla 3
kat daha fazla bulunmuştur. Trombofilaksi yapılmazsa fatal PE riskini 4 kat artmaktadır
(102,118).
Gerek KT gerekse RT vasküler endotele karşı toksik etki göstererek ve sitokin
salınımını artırarak tromboz riskini artırır. Kemoterapik ajanlar aynı zamanda kanserde düşük
olan antikoagülan sistem proteinlerinin karaciğer toksisitesinden dolayı antitrombin, protein S
ve protein C gibi bazı doğal antikoagülanların sentezini kısıtlar. KT endotel hücresinin ve
tümör hücresinin apopitozunu indükler ve sitokinler açığa çıkar. Trombosit aktivasyonu ve
agregasyonunu, doku faktörü salınımını arttırırlar. Platinyum içeren bileşikler, büyüme
faktörleri, koloni stimüle edici faktörler ve eritropoetin tromboz gelişimini artırabilirler
(109,115).
Cisplatin ve gemsitabin ile yapılan prospektif bir çalışmada VTE insidansı %17.6
bulunmuştur. Cisplatin arteriyal tromboz ve aort trombozuna yol açmaktadır Cisplatin
farmakolojik dozlarda monositlerdeki DF’yi uyarır ve trombosit aktivasyonuna katkı da
bulunur. Cisplatine bağlı arteriyal tromboz vonWillebrand faktör artışına bağlıdır
(85,119,120).
Meme kanseri tedavisinde kullanılan siklofosfamid, metotreksat veya 5 fluorourasil gibi
ilaçların kullanılması sonucu tromboz insidansınde artış saptanmıştır. Premenapozal ve
postmenapozal meme kanseri olan klasik KT ve Tamoksifen alan hastalarda tek başına KT
alan hastalara göre daha yüksek oranlarda DVT ve PE izlenmiştir. Evre II meme kanserli ve
KT alan kadın hastalarda TE riski % 7-11 arasında iken KT bittiğinde bu oran dramatik bir
şekilde düşmektedir (102,121,122).
Kemik iliği nakli sonrasında çeşitli nedenlerle tromboz meydana gelmektedir. Daha çok
transplantasyona
hazırlayıcı
nedenler
tromboz
riskini
artırmaktadır.
Kataterler,
immobilizasyon, venoklüziv hastalık (VOD) nakil hastalarında trombozu kolaylaştırmaktadır.
VOD kemoradyoterapiden 2-3 hafta sonra ağrılı hepatomegali, kilo artışı, hiperbilirubinemi
ile kendini gösterir. Bu hastalarda özellikle antitrombin, protein C ve protein S düşüklüğü
saptanmıştır (117).
26
Santral venöz kataterlere (SVK) bağlı sekonder santral venöz trombozlar en önemli
komplikasyonlardandır. Üst ekstremitede venöz portu bulunan kanserli hastalarda subklavyan
tromboz insidansı aynı portu olan fakat kanser olmayan hastalardan çok daha yüksek
orandadır. SVK’ya bağlı tromboz oluşumunda çeşitli kolaylaştırıcı nedenler ileri sürülmüştür.
Üç lümenli kataterlerin kullanılması, kataterin ucunun sağ atriuma yakın ya da superior vena
kavada olması, hastada antitrombin düzeyinin düşük olması, VKSS’nin olması, katater
bakımının iyi olmaması tromboz riskini artırmaktadır. SVK’ya bağlı trombozlarda PE riski
oldukça yüksektir. Özellikle aksiller ve subklavyan vende tromboz sık görülmektedir
(124,125).
Klinik Bulgular ve Tanı
Akut venöz tromboz tanısı güç olan hastalıklardan birisidir. Klinik olarak tanı
zorluklarının birçok nedeni bulunmaktadır. Bunun ilk nedenlerinden biri şikayetin belirsizliği,
hikayenin zayıflığı ve belirtilerin özgül olmayışıdır. DVT’si olan hastaların sadece dörtte
birinde gerçekten hastalık olduğundan, tanı stratejisi olarak girişimsel olmayan, hızlı, mali
anlamda etkin yöntemler kullanarak trombozu güvenli bir şekilde dışlamak gerekmektedir. Bu
amaca ulaşmak için klinik değerlendirme, laboratuvar tetkikleri ve görüntüleme tetkikleri
birlikte kullanılmaktadır (126).
Klinik, asemptomatik olgudan sadece anormal pıhtılaşma testlerinden, yaygın TE’ye ve
akut ya da kronik YDP sendromuna kadar değişmektedir. En fazla alt ekstremitelerde DVT
görülmekle birlikte, üst ekstremite de DVT, PE, serebral sinüs trombozu, gezici yüzeyel
tromboflebit, arteriyal emboli, nonbakteriyal trombotik endokardit, mikroanjiopatiye de
rastlanmaktadır (127,128).
Açıklanamayan VTE’de altta yatan hastalığı olmayan tüm hastalarda malignensi
araştırılmalıdır. Ancak bu konu tam olarak açıklanamamıştır. TE gelişen olgularda kanser
araştırması hem pahalı hem psikolojik strese neden olduğundan önerilmemektedir. Özellikle
50 yaşın üzeri hastalarda gizli bir kanserin araştırılması için anamnez, fizik muayene ve rutin
laboratuvar testlerinin yapılması, akciğer grafisinin çekilmesi, dikkatli ve yakın bir takip
önerilmektedir (129).
DVT’nin klinik bulguları arasında en önemlileri ekstremitelerde ödem, hassasiyet,
kızarıklık ve ağrıdır. Bu bulguların duyarlılığı ve özgüllüğü düşüktür (130).
Üst ekstremitede oluşan DVT aksiller lenfomalar, mediastinal tümör kitleleri, santral
venöz kateterler ve intravenöz KT gibi özgül risk faktörleri ile ilişkilidir. Üst ekstremite
DVT’si sonucunda daha sık PE gelişmekte (%8-36) ve kronik ven yetersizliği ile komplike
27
olmaktadır. Üst ekstremite DVT’si tedavi edilmediği taktirde, santral venöz tromboza ve
klinik olarakta VKSS’ye yol açabilir (81,106).
Üst ve alt ekstremite DVT’si en çok akciğer kanserinde görülmüştür. Adenokanserlerde
en sık üst ekstremitede, epidermoid kanserlerde alt ekstremitede derin ven trombozu
saptanmıştır. PE üst ekstremite derin ven trombozlarında daha sık izlenmektedir (131).
Hızlı asit gelişimi ve hepatomegali ile hepatik ven trombozu (Budd Chiari sendromu)
spesifik olarak myeloproliferatif sendromlu hastalarda ya da hepatoselüler kanseru bulunan
hastalarda görülür. Marantik endokardit kalp kapakçıklarında steril, trombotik vejetasyonlar
ile özellik kazanır. Ender görülen bu sendrom inme ve miyokard infarktüsüne yol açan
arteryel emboli ile komplike olmaktadır. Marantik endokardit akciğer ve müsin yapan
adenokanserla ilişkilidir (6,99).
Göğüs ağrısı, nefes darlığı, takipne PE’de en sık görülen bulgulardır. Hemoptizi nadir
olup, infarktüs olgularında görülür. Bazı kanserli hastalar asemptomatiktir; evreleme amacıyla
çekilen spiral toraks bilgisayarlı tomografilerde rastlantısal olarak PE’ye rastlanmaktadır.
Abdominal ağrı, asit ve hiperbilirubinemi intraabdominal trombozlarda rastlanmaktadır (6).
Tanı yöntemleri arasında d-dimer, renkli doppler ultrasonografisi, ventilasyon
perfüzyon sintigrafisi, spiral bilgisayarlı tomografiler (kontrastlı) sayılabilir.
D-dimer testi tanıda önemli bir yer tutar. Bu testin normal düzeyleri trombozu olma
olasılığını %95-98 oranında ekarte eder. D-dimer duyarlılığı yüksek, özgüllüğü düşük bir
testdir. D-dimer düzeyleri ELİSA ve lateks aglütinasyon yöntemi ile ölçülebilir. ELİSA,
duyarlılığı yüksek ve kantitatif bir yöntemdir (132,133). Ülkemizde yapılan bir çalışmada Ddimer düzeyine lateks aglütinasyon yöntemi ile bakılmış duyarlılığı %94 olarak bulunmuştur
(134).
Doppler ultrasonografisi düşük maliyetli ve taşınabilir olması yanında her zaman için
kolaylıkla tekrarlanabilir ve tanıda oldukça duyarlı bir testtir. Yüksek bir duyarlılık (%95) ve
özgüllük (%96) nedeniyle alt ekstremite doppler ultrasonografisi, popliteal ve daha santral
venlerdeki semptomatik derin ven trombozu tanısında yaygın olarak kullanılmaktadır.
Bununla birlikte bacak DVT’sinde duyarlılık daha düşüktür (130,135).
Transtorasik veya transözefagiyal ekokardiyografi sağ kalp boşluklarında veya santral
pulmoner arterdeki trombozu doğrudan olarak görüntüleyebilir. Sağ kalp boşluklarındaki
hemodinamik değişiklikler dolaylı PE göstergesi olabilir. Duyarlılığı %50, özgüllüğü yaklaşık
%90 civarındadır (130,136).
İmpedans pletismografi alt ekstremitelerdeki hacim değişikliklerini saptayan girişimsel
olmayan bir tanı yöntemidir. Bu testin doğru sonuç vermesi için öncesinde tromboz
28
hikayesinin olmaması ve damara dıştan bası olmaması gerekmektedir. Proksimal venlerdeki
trombozu göstermesi açısından yüksek duyarlılık ve özgüllüğe sahiptir (136).
Spiral bilgisayarlı tomografi her yerde bulunabilecek ve uygulaması kolay olan bir
yöntem olması nedeniyle kliniklerin tercihinde sıkça kullanılmaktadır. PE saptamadaki
duyarlılığı yaklaşık %70, özgüllüğü %90 civarındadır. Bilgisayarlı tomografi lober ve
segmental arterlerde daha iyi sonuçlar vermesine karşın, son çalışmalar subsegmental
arterlerin görüntülenmesinde de gelişme olduğunu göstermiştir. Multidedektör spiral
bilgisayarlı tomografideki gelişmeler pulmoner anjiografinin rolünü azaltmıştır. Beşinci sıra
subsegmental
arter
dallarına
kadar
olan
trombozları
saptamaktadır.
Günümüzde
multidedektörlü bilgisayarlı tomografilerin pulmoner anjiografiye eşdeğer olabileceği yayınlar
ile desteklenmektedir (135,136).
Ventilasyon perfüzyon sintigrafisi PE tanısında sıklıkla kullanılan güvenilir yöntemdir.
Normal bir ventilasyon perfüzyon sintigrafisi PE’yi ekarte ettirirken, PE şüphesi olan
hastaların %25’inde normal görülmektedir. Yüksek olasılıklı ventilasyon perfüzyon
sintigrafisi sonucu PE’nin pozitif prediktif değerinin %96 olduğu gösterilmiştir. Düşük
olasılıklı klinik ve ventilasyon perfüzyon sonucu olasılığı %4’dür (135,136).
Kontrast venografi DVT tanısında altın standart olarak kabul edilmektedir. Venografi
girişimsel olduğu ve olası komplikasyon riski taşıdığı için, girişimsel olmayan testleri negatif
olan ve klinik olasılığı yüksek hastalarda veya girişimsel olmayan testlerin tartışmalı olduğu
veya uygun olmadığı hastalarda önerilmektedir (81,136).
Pulmoner anjiografi PE tanısında altın standart olarak kabul edilmiştir. Bununla beraber
invazif oluşu, yüksek maliyet ve birçok merkezde yapılamaması nedeniyle, rutin olarak
uygulanamaz (135-138).
TROMBOZ TEDAVİSİ
Antikoagülan ilaçlar yaygın olarak TE’nin önlenmesinde kullanılmaktadır. Son olarak
düşük molekül ağırlıklı heparinler (DMAH) kanserli hastaların VTE komplikasyonlarının
tedavisinde ve profilaksisinde kullanılmaktadır. Bu ilaçlar tümörün büyümesini engelleyerek
yaşam süresine katkı da sağlayabilirler (139,140).
Cerrahi girişim uygulanan kanser olgularının kanser olmayanlarla karşılaştırıldığında
postoperatif fatal DVT riski en az 2 kat, PE riskide 3 kat daha fazladır (141).
Medikal onkoloji hastalarının primer profilaksisi konusunda çok az şey bilinmektedir.
Antikoagülanların etkisi ve yararlığı konusunu tam oturmamıştır. Primer profilaksinin süresi
tam olarak tanımlanmamıştır. Kanser nedeni ile major abdominal ve pelvik ameliyat yapılan
29
olgunun taburcu edildikten sonra DMAH ile profilaksiye devam edilmesi ile DVT ve geç
komplikasyonları önemli ölçüde azaltmaktadır. Klinik çalışmalara göre VTE’nin primer
profilaksisinin kanser hastalarında herhangi bir yararı gösterilememiştir. Bununla birlikte
özellikle uzun süre immobilize olan, cerrahi veya invazif girişim uygulanan, KT alan veya
santral venöz katateri olan hastalara rutin trombofilaksi önerilmektedir (140,141).
Primer profilaksi fiziksel yöntemlerle (postoperatif erken ambulasyon, dereceli
kompresyon çorapları veya aralıklı pnömotik kompresyon) veya antikoagülan ilaçlarla;
‘‘unfractioned heparin’’ (UFH), vitamin K antagonistleri, DMAH veya fondaparinuks ile
yapılmaktadır. Örneğin; günlük 40 mg enoksaparin veya 5000 U deltaparin ya da günlük 2.5
mg dozda başlanarak fondaparinuks ile uygulanabilinir (81).
Kanser operasyonlarından sonra UFH ve DMAH’nın uygulanmasının DVT riskini
azalttığı gösterilmiştir (115).
Profilaktik tedavi immobilizasyon ve KT dönemi süresince, cerrahi tedavi sonrası 4
hafta kadar sürdürülmelidir (100).
Oral varfarin tedavisinin meme kanserli olgularda KT altında DVT riskini %85 azalttığı
gösterilmiştir. Hem DMAH hem de düşük doz varfarin kanserli olgularda santral venöz
katatere bağlı tromboz riskini önlemektedir (115,142).
Akut VTE için standart tedavi antikoagülan tedavidir. Başlangıç tedavi için intravenöz
UFH gibi DMAH’de etkili ve güvenlidir. UFH intravenöz bolus başlanıp sürekli infüzyon
şeklinde devam edilerek aktive parsiyel tromboplastin zamanını 1.5 katına çıkartmak uygun
bir yöntemdir. Günde bir veya iki doz DMAH’de uygulanmaktadır. Günde bir kez 150-200
U/kg DMAH etkili güvenli bir tedavi yöntemidir ve laboratuvar izlemine gerek yoktur.
DMAH ile ayaktan tedavi olanağı da vardır. UFH ya da DMAH başlandıktan sonra birlikte ya
da 2-3 gün sonrasında oral antikoagülan tedaviye eklenerek 3-6 ay düzenli oral antikoagülan
kullanılmaktadır. Kanserli hastalarda başlangıç antikoagülan tedavisini özellikle inceleyen
çalışma literatürde çok fazla sayıda bulunamamasına rağmen UFH gibi DMAH de etkilidir.
DMAH kanserli hastaların tromboz tedavisinde ve profilaksisinde başarılı bir şekilde
kullanılmaktadır. DMAH ile standart heparinin etkinliği hemen hemen aynı olması rağmen
DMAH’nın osteoporoz veya heparin ilişkili trombositopeni riski daha az olması ve kolay
kullanımın gibi ek avantajları vardır (115,143-145).
Sekonder profilakside oral antikoagülan tedavi heparin ile birlikte başlanır.
‘‘International Normalized Ratio’’ (INR) düzeyi 2-3 aralığında tutularak titre edilmekte ve
INR ile takibinin yapılması gerekmektedir (6,143)
30
Kanserli hastaların yaklaşık %10’nunda yeterli düzeyde oral antikoagülan tedaviye
karşın, VTE nüks etmektedir. Tüm bunlara karşın varfarin hala birçok kanserli hastada etkin
bir tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır. Kanserli hastalardaki yüksek tekrarlama oranının
nedenleri; gastrointestinal yan etkiler, K vitamini eksikliği, karaciğer işlev bozukluğu ve zayıf
damar
dolaşımının
terapötik
INR
seviyelerini
büyük
ölçüde
zorlaştırmasından
kaynaklanmaktadır (6,81).
Kanserli hastalarda tedavinin süresi açık değildir. Devam eden bir risk faktörü varken
bu olguların tedaviye sürekli devam etmeleri önerilmektedir. Antikoagülan tedavi devam
ederken bile tekrarlayan tromboemboli kümülatif insidansı kanserli hastalarda yüksektir. Bu
nedenle kanserli hastalarda antikoagülan tedaviye aktif kanser ve KT gibi risk faktörleri
olduğu sürece devam edilmelidir. Optimum oral antikoagülan tedavinin süresi kişiden kişiye
değişebilir. Örneğin cerrahi nedeniyle DVT gelişen bir hasta da 3 ay varfarin kullanmak
yeterlidir. Uzun dönem varfarin ile INR 2-3 arasında olacak şekilde aktif kanser olduğu ve KT
devam ettiği sürece verilmelidir. Beyin metastazı olanlarda tedavi bireyselleştirilmelidir. Bu
tür hastaların çoğunda antikoagülanlar güvenli şekilde kullanılabilinir. Fakat hemorajik beyin
metastazı olan hastalarda antikoagülan tedavi verilmemelidir (108).
Sekonder korumada tedavi süresi önemlidir. İlk venöz TE epizodu sonrasında tedaviye
alınan hastalar 6 haftalık varfarin alan ile 6 aylık varfarin tedavisi alan iki gruba ayrılarak
yapılan çalışmada tekrarlayan VTE 6 haftalık grupta %50 oranında daha fazla görüldü. Her
iki grupta kanama riskinde anlamlı fark yoktu (146).
Oral antikoagülan tedavi sırasında tekrarlayan VTE gelişen hastaların antikoagülan
tedavisi standardize edilmemiştir. Önerilen tedavi şekli tam doz UFH veya DMAH ile
tekrardan başlanması ve INR 3,5-4 arasında olacak şekilde yüksek dozlarda varfarin ile
devam edilmelidir. Yüksek dozlarda varfarine direnç durumunda subkutan heparin
önerilmektedir (6,81,108).
Trombolitik ilaçlar yaygın PE, antikoagülan tedaviye rağmen ilerleyen DVT gibi nadir
karşılaşılan durumlarda kullanılabilir. Sistemik ya da katater yönlendirmeli infüzyon yoluyla
doğrudan tromboz üzerine verilen trombotik ilaçlarla tromboz çözülmesi sağlanmaya çalışılır.
Fakat trombolitik tedavi beyin ve spinal kord tümörlerinde ve göğüs, abdomen veya pelvik
büyük kitlesi olan kanserli hastalarda kontrendikedir (147).
Heparin tedavisine cevap alınamazsa vena kava’ya filtre takılması tek seçenektir. Vena
kava inferior filtreleri yerleştirilmesi aktif VTE’li hastalar ve antikoagülan tedavinin
kontrendike olduğu hastalar (beyin tümörlü, santral sinir sistemi tümörleri ya da perikard
tümörlerinde) uygulanacak bir yöntem olarak düşünülebilinir. Ancak vena kava filtreleri
31
trombojeniktir ve kullanımı sınırlı olduğundan kullanılacağı zamanı iyi seçmek ve birlikte
antikoagülan ilaca devam etmek gerekmektedir (11).
Proksimal ven trombozlu 400 hastanın antikoagülan veya antikoagülasyonun filtreyle
birlikte uygulandığı randomize bir çalışmada 12. günde erken dönemde filtre uygulanan
hastalarda PE sıklığı belirgin derecede düşük olarak bulunmuştur (148).
UFH kullanımında başlangıçta %7 oranında kanama görülebilmektedir. Hastanın yaşı
ve ek ilaç kullanımına bağlı olarak değişebilmektedir. Heparine bağlı trombositopeni immun
kaynaklı bir durumdur ve %30-50 olguda venöz ya da arteriyal tromboza yol açabilmektedir
(147).
CLOT (149) ve CANTHANOX (150) çalışmasında da kanama insidansınde herhangi
bir fark saptanmamıştır.
Antikoagülan tedavinin kontrendikasyonları aktif kanama, ciddi kanama diyatezi,
trombosit sayısının 20000 mm3’ten az olması, son 10 gün içersinde beyin ve göz cerrahisi
geçirilmesi veya intrakranial kanama olması kesin kontrendikasyonlardır. Hafif-orta derecede
kanama diyatezi trombositopeni, beyin metastazı, son 2 gün içinde major batın cerrahisi, son
14 gün içinde gastrointestinal veya genitoüriner sistem kanaması, endokardit, ciddi
hipertansiyon olması göreceli kontrendikasyonlardır (147).
Yeni antikoagülanların halen çeşitli faz III çalışmaları devam etmektedir. Bunlar
ksimelagatran ve bazı Avrupa ülkelerinde lisans almış olan melagatrandır (81,147).
Antikoagülanların Antitümör Etkileri
Pıhtılaşma mekanizmasının kanserin ilerlemesini etkileyebileceği savı 1878’de kanser
hücrelerini bir tromboz içinde tanımlayan ve bu buluşunu tümörlü hücrelerin tromboemboli
ile yayılımına bir kanıt olarak gösteren Billroth tarafından öne sürülmüştü. Son 30 yıl
içindeki çalışmalarda pıhtılaşma sistemi ile kanser arasındaki ilişkiyi ana hatları ile ortaya
çıkarılmıştır.
Bu
bilgilerin
ışığında,
antikoagülan
ilaçların
tümörün
ilerlemesini
önleyebilecek hipotezi bu alanda araştırma yapanlar için önemli bir aşama olmuştur (151).
Pıhtılaşma yolu ile immün sistem arasındaki bağlantı birçok hastalıkta karşımıza
çıkmaktadır. Kanserli hastaların büyük bir bölümünde pıhtılaşma aktive olmakta ve aktifleşen
pıhtılaşma sistemi kanserin ilerlemesinde ve metastazında rol oynamaktadır. Tümör oluşumu
ile birlikte monosit ve lenfositlerden salınan pıhtılaşma faktörleri tümörün yerleşmesine ve
gelişimine
katkıda
bulunmaktadır.
Sonuç
olarak
immunoterapisinde önemli rol oynayabilmektedir (139).
32
antikoagülan
ajanlar
kanser
Tümör hücreleri hızlı bir şekilde trombositleri agrege ederler ve agrege olan tümör
hücreleri metastazı kolaylaştırırlar. Mikroemboli formu lökosit ve trombositlerden çevrili
tümör hücrelerinden oluşmakta ve çeşitli büyüme faktörlerinin salınmasına neden
olmaktadırlar. Trombositler aynı zamanda yeni endotel hücrelerinin ortaya çıkmasını
sağlamaktadır. Bu yolların inhibe edilmesi metastazın önlenmesi ya da yavaşlaması anlamına
gelmektedir (139).
Antikoagülan ilaçlar kanser hücresinin proliferasyonunda, tümör anjiogenezinde,
hücrenin hareketinde, dokuya yapışmasında etkin rol oynamaktadırlar. Fibrin tümör
yayılmasında; doku faktörünün ve endoteliyal hücrelerde proangiogenik interlökin-8’in ortaya
çıkmasında, tümör hücrelerinin dolaşımda yayılmasını kolaylaştırmakta ve yeni kan
damarlarının oluşumuna neden olmaktadır. Bununla birlikte fibrin kanserli hücrelerin
üzerinde bir doku oluşturarak onları bağışıklık sisteminin etkilerinden korur ve KT'nin tümöre
olan etkisini azaltarak, tümörün vasküler duvara yapışmasına aracı olur. Anjiogenezin
kofaktörü olan fibroblast büyüme faktörü hem DMAH hem de varfarine inhibitör etki
gösterdiği bildirilmiştir (152).
DMAH doğrudan veya dolaylı olarak tümör büyümesini etkilemektedir. DMAH ile
tedavi edilen DVT’li kanserli hastaların mortalitesi azalmaktadır. DMAH ve UFH’de doku
faktörünü inhibe etmektedirler. UFH KHDAK’da yaşam süresini uzatmakta ve primer
tümörde regresyon sağlanmaktadır. İlerlemiş kanser hastalarında heparin ve varfarinin
koruyucu etkisi gösterilmiştir. Hem nüks süresi hem de mortalite oranlarında azalma
görülmüştür. Heparinin yaşam süresini nasıl uzattığı bilinmiyorsa da bunun bir kolunun
anjiogenez inhibisyonu ile ilgili olabileceği düşünülmektedir. Endotel hücre aktivasyonu ve
endotel hücrelerinin migrasyonu antikoagülan ilaçlar ile inhibe edebilirler. Endotel
hücrelerinin üzerinde bulunan reseptörler sayesinde tümör birçok büyüme faktörünü
salgılamaktadır. DMAH’ler UFH’den daha fazla inhibitör etki sağlayarak büyüme
faktörlerinin reseptörlere bağlanması azaltmaktadır. 18 sakkaritten daha az olan DMAH’ler
VEGF’yi, 10 sakkaritten daha az olanlar ise fibroblast büyüme faktörünü inhibe ederler.
Laminin ve fibronektin kanserin yayılımında önemli bir yer tutmaktadır. Heparinler
fibronektin ve laminin yapışmasını da engellemektedir (153).
L ve P selektin, CD168, CD44 glikoprotein, ‘‘natural killer’’ (NK) hücreleri, lenfokin
aktiveli katil hücreleri ve monositler kanserin varlığında artış göstermişlerdir. Heparinler
dolaylı yoldan bu inflamatuar yolu inhibe edebilmektedirler (139).
UFH ve DMAH fibroblast büyüme faktörü ve VEGF gibi anjiojenik büyüme
faktörlerine bağlanarak ve fibrin oluşumunu etkileyerek anjiogenesisi, tümör büyümesini,
33
fibroblast ve epitel hücrelerinin proliferasyonunu inhibe etmektedirler. Böylelikle metastazı
etkilemektedir. Heparinler, endotelden doku faktörünün ortaya çıkışını ve tümör hücrelerinin
trombositlere ve diğer kan hücrelerine adezyonunu P-selektin’i engelleyerek tutar (98,152)
Tedavi amacıyla verilen varfarin ile kanser sıklığında azalma gösterilmiştir. K vitamini
antagonistlerinin malign hastalıklardaki biyolojik mekanizması, pıhtılaşma sisteminin
inhibisyonu, doku faktörü/faktör VII kompleksinin inhibisyonu, ürokinaz reseptör uyarımının
azalması ve trombinin inhibisyonunu kapsayan fibrin oluşumunun engellenmesidir. Diğer
mekanizmalar, metalloproteinaz 2’nin subendoteliyal matriksten ve K vitaminine bağlı
proteinlerden serbest bırakılmasını kapsar (154).
Varfarin hem yüksek hem düşük dozda T-hücresi aktivitesini ve IL-2 üretimini ortadan
kaldırmaktadır. Antikoagülan etkiden bağımsız olarak natural killer hücrelerinin aracılığı ile
antitümör etkisi de vardır. Varfarin makrofaj aktivitesini arttırmaktadır. Terapotik dozlarda
lenfosit yanıtını artırmakta, geç hipersensitiviteyi ortaya çıkarmaktadır. Kanser hücreleri
trombosit agregasyonuna ve fibrin oluşumuna neden olduğu gösterilmiştir. Akciğer kanseri
olgularda
sadece
trombosit
birikiminin
ortadan
kaldırılması
değil,
NK
hücre
fonksiyonlarındaki artışı ile antimetastatik etki görülmüştür. Varfarin anti FVIIa ve
rekombinant DF yolu inhibitörleri de benzer şekilde anjiogenez, tümör büyümesi ve tümör
metastazını azaltan ve gerileten etkiler göstermektedir (153).
NK hücrelerinin antimetastatik etkide oynadığı temel rol gösterilmiştir. Bu etki NK
hücrelerinin azaltılmış veya tüketilmiş olduğu farelerde antimetastatik etkinin yok olduğu
gösterilmiştir. Bu çalışmada ortaya konan; hem invitro hem de invivo antikoagülan ilaçların
NK hücrelerine doğrudan etkisidir. Çalışmalar NK hücrelerinin seviyesinin yaşam süresinde
önemli bir faktör olduğunu gösterdiler. Sürekli heparinizasyon ile TNF α ve interferon
aracılığı ile antitümör etki ortaya çıkarılmıştır. Heparinler nötrofil içindeki süperoksit
radikallerin yapımına bağlı olarak lökosit modülasyonu yapar (139).
34
GEREÇ VE YÖNTEMLER
Çalışmamız Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
Kliniğinde akciğer kanseri tanısı almış hastalar üzerinde gerçekleştirildi. Çalışma öncesinde
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu onayı alınmıştır (Ek 1). Her hastadan yazılı
onay alınmıştır (Ek 2). Bu çalışma Trakya Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri
Komisyonu tarafından desteklenmiştir (TÜBAP No: 635) (Ek 3).
Eylül 2004-Ekim 2005 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs
Hastalıkları Kliniğinde akciğer kanseri tanısı alan hastalar çalışmaya dahil edildi. Çalışmamız
prospektif, randomize ve kontrollü araştırma olarak planlandı.
‘‘Eastern Cooperative Oncology Group’’ (ECOG) (Ek 4) performans durumu IV olan
olgular, tanı sırasında derin ven trombozu saptanan olgular, tanı esnasında serebrovasküler
hastalığı bulunan, kraniyal metastazı saptananlar, tanı esnasında cerrahiye verilen hastalar, 30
günden az yaşayanlar ve 30 günden az varfarin tedavisi alanlar, kendi isteğiyle çalışmadan
ayrılan, major hemoptizisi olan, takip esnasında hemoptizisinin dışında hemoglobin değeri 2
gr/dl kadar düşen ya da 2 ünite kadar kan transfüzyon gereksinimi olan kanamalı olgular
çalışma dışı bırakıldı.
Histolojik olarak doğrulanan ve klinik-radyolojik yöntemlerle inoperabl akciğer kanseri
tanısı alan hastalar başlangıçta derin ven trombozu olmayan olgular ilk gelen hasta kurayla
tespit edildikten sonra randomize olarak 2 gruba ayrıldı. İlk gruba akciğer kanseri tedavisi ile
birlikte maksimum 6 ay süreyle ve/veya yaşadığı süre boyunca profilaktik oral antikoagülan
(5 mg Coumadin, Eczacıbaşı, Türkiye) başlandı. Oral antikoagülan tedavi INR düzeyi 1.5-2.5
olacak şekilde takip edildi. İkinci gruba ise akciğer kanseri tedavisi (kemoterapi ve/veya
radyoterapi) dışında tromboz profilaksisi uygulanmadı.
35
Olguların tedavi öncesi, tam kan sayımı (TKS), biyokimya değerleri kaydedildi. Ddimer, fibrinojen, protrombin 1.2, faktör VIII ve APC-R düzeyleri saptanıp; Trakya
Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında alt ekstremite venöz doppler
ultrasonografisi (Simens Sonoline Elegra, Issaquah WA, Amerika Birleşik Devletleri) ve
spiral toraks bilgisayarlı tomografi (Simens Somotom AR SP/WB41 A Erlanger Almanya) ile
evreleme ve pulmoner emboli dışlaması yapıldı. İkinci kür ve 6. kür sonrasında TKS ve
biyokimya değerleri, d-dimer, fibrinojen protrombin 1.2, faktör VIII ve APC-R düzeylerinin
ölçümü yapıldı. Doppler ultrasonografisinin ve spiral toraks bilgisayarlı tomografi tekrarı ile;
derin ven trombozunun ve pulmoner emboli oluşumu incelendi. Tüm hastalara tedavi öncesi
yaşam kalite anketi yapıldı (Ek 5).
Yanıt değerlendirmesi Dünya Sağlık Örgütü ölçütlerine göre yapıldı. En az 4 hafta
süreyle tümörde tam gerileme tam yanıt; lezyonun vertikal çapında %50’den fazla gerileme
ve yeni lezyonların ortaya çıkmaması kısmi yanıt; lezyon vertikal çapında %25’den az olumlu
değişiklik, değişiklik olmaması ve yeni lezyonların ortaya çıkmaması yanıt yok; lezyonun
herhangi bir çapında %25’den fazla büyüme ve/veya yeni lezyonların ortaya çıkması
progresyon olarak değerlendirildi. Olguların yaşam süresi analizi yapıldı.
Olguların tedavi öncesi, 2. ve 6. kür sonrası kan örnekleri 1/9 oranında %3,8 oranında
sitratlı ve kuru kan alınarak, örnekleri 2500/dakika hızında 10 dakika santrifüj edildikten
sonra (-70) oC de çalışılıncaya de derin dondurucuda saklandı.
Laboratuvar çalışmalarının tümü Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
Hematoloji Bilim Dalı laboratuvarında yapıldı. PTZ’ye STA-CK Prest kiti (Diagnostica
Stago, Fransa) kullanılarak ölçüm yapıldı.
D-dimer ELİSA, fibrinojen koagülometrik yöntemle STA Compact (Diagnostica Stago,
Fransa) cihazı ile ölçümleri yapıldı. D-dimer 0-0.5 mg/ml aralığında, fibrinojen 200-400
mg/dl aralığında ölçümleri yapıldı.
Protrombin fragman 1.2 düzeyleri ELİSA yöntemi ile; Enzygnost® F 1+2 micro kiti
(Dade Behring Marburg GmbH, Amerika Birleşik Devletleri) kullanılarak üretici firmanın
protokolüne göre ölçüldü. Referans aralığı 0.4-1.1 nmol/L, ölçüm aralığı ise 0.04-10 nmol/L
kabul edildi.
FVIII düzeyleri STA Compact (Diagnostica Stago, Fransa) cihazı ile koagülometrik
yöntemle; immüno eksik plazma yöntemi kullanılarak, kit (Diagnostica Stago, Fransa) ile
ölçüldü. %60 ile %150 ’ün arası değerler normal değerler olarak kabul edildi.
36
Aktive protein C Rezistansı (APC-R) düzeyleri STA Compact (Diagnostica Stago,
Fransa) cihazı ile STA-STACLOT APC-R kiti (Diagnostica Stago, Fransa) ile koagülometrik
yönteme göre ölçüldü. 120 saniyenin altı pozitif olarak kabul edildi.
Elde edilen sonuçların istatiksel analizler, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı
Bilgi İşlem Merkezin’deki Minitab paket programı (S0064 Minitab Relase 13) (Lisans no:
WCP 1331.00197) kullanılarak değerlendirildi. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı
istatistikler, Ki kare Fisher testi, Mann Whitney U testi, Wilcoxon Signed Test, Paired Sample
Test, Student T testi ve ölçümlerin korelasyonu için Pearson Korelasyon testi, sağ kalım
analizi için Kaplan Meier analizi kullanıldı.
37
BULGULAR
Akciğer kanseri tanısı alan 153 olgu ile çalışmaya başlandı. Ancak aşağıda verilen
nedenlerle 62 olgu çalışma dışı kaldı ve değerlendirme 91 olgu üzerinden yapıldı. Onbir
olgunun kranial metastazı olduğundan, 10 olgunun ECOG performans durumu IV
olduğundan, 3’üne cerrahi kararı alındığından, 19 olguda tanı esnasında DVT saptandığından
bir kez alt ekstremite doppler ultrasonografisi yapıldıktan sonra çalışmaya alınmadılar. Onbir
olgu 30 günden az yaşadığından veya 30 günden az varfarin kullandığından, 8 olgu tedaviyi
kabul etmediğinden çalışma dışı bırakıldı.
91 olgunun 85’i (%93.4) erkek, 6’sı (% 6.6) kadındı. Kırkdört olgu varfarin profilaksisi
alan grupta (%48.35), 47 olgu ise varfarin profilaksisi almayan grupta (%51.65) idi. Varfarin
alan grubun yaş ortalaması 61.27±9.39, almayan grubun ise 61.06±11.04 idi. Olguların
demografik ve klinik özellikleri Tablo 7 ve 8’de gösterilmiştir. Toplam 20 KHAK, 63
KHDAK mevcuttu, 8’nin tipi belli değildi. Profilaksi alan grubun 10’u KHAK, 30’u
KHDAK, 4’ünün tipi belli değildi. Profilaksi almayan grupta 10’u KHAK, 33’ü KHDAK idi,
dört olgunun tipi belli değildi. Varfarin profilaksisi alan olguların 24’ü evre IV, 14’ü evre
IIIB, 6’sı evre IIIA, idi. Varfarin profilaksisi almayan olguların 26’sı evre IV, 15’i evre IIIB,
6’sı evre IIIA idi. Her iki grubun cinsiyet, yaş, kilo, boy, tümör hücre tipi, evreleri, ECOG
performans durumu ve Karnofsky performans ölçekleri arasında istatistiksel fark yoktu.
Olgularımızın varfarin ile birlikte KT ve/veya RT başlama tarihinden itibaren ortalama
takip süresi; sırasıyla 304.79+171.56 gündü. Varfarin profilaksisi alan grupta ortalama
varfarin alma süresi 154.29+50.72 gündü. Yaşayan olgulardan 748 gün ile takip süresi en
uzun olan olgu varfarin almayan grupta idi, en kısa süre ise varfarin alan gruptandı (331
gündü).
38
Varfarin profilaksisi alan 44 olgunun tedavi protokolünde 42’sinde (%95.5) cisplatin
mevcuttu. Etoposit ise 40 (%90.1) olgunun protokolünde vardı. Varfarin profilaksisi almayan
grupta ise 37’sinde (%80.4) cisplatin tedavi protokolünde vardı. Otuz beş (%74.5) olguda
etoposit tedavi protokolünde yer aldı. Varfarin profilaksisi almayan grupta 5 olguya sadece
RT uygulandı. Kür sayısı bakımından istatistiksel fark yoktu.
Çalışmamızda sigara içmeme oranı %4.3 (n:4) idi, sigara içmeyenlerin üç’ü kadındı. İki
olgu varfarin kolunda diğer 2 olgu varfarin almayan kolda idi.
39
Tablo 7. Varfarin profilaksisi alan grubun dökümü
Protokol no İsim Yaş
Hücre tipi
Evresi Tromboz
1.
160408
HT
67
KHAK
IV
2.
167877
ZS
53
KHDAK
IV
3.
170417
ŞA
50
KHAK
IIIB
4.
161381
SÖ
67
KHDAK
IIIA
5.
172673
YÖ
70
KHDAK
IIIB
6.
190211
GT
50
KHDAK
IV
tromboz gelişti
7.
179140
SÇ
48
KHDAK
IIIB
8.
11107
AA
75
Tip belli değil
IV
9.
170163
AG
74
KHDAK
IV
10.
168941
CK
61,
KHDAK
IV
11.
164048
MK
70
KHAK
IIIB
12.
173478
CG
60
KHDAK
IV
13.
165319
AK
74
KHDAK
IV
14.
167881
RK
68
KHAK
IV
15.
161120
HG
81
KHAK
IIIA
16.
174886
SK
43
KHDAK
IIIB
tromboz gelişti
17.
147863
RD
62
KHDAK
IV
18.
185901
EA
65
KHAK
IV
19.
140878
ŞA
60
KHDAK
IIIA
20.
8231
ST
51
Tipi belli değil
IV
21.
183864
AA
58
KHDAK
IIIA
22.
77748
HK
75
Tipi belli değil
IV
23.
192232
AB
64
KHDAK
IIIB
24.
203642
AÖ
61
KHDAK
IV
tromboz gelişti
25.
202802
HD
71
KHDAK
IV
26.
192384
EÇ
49
KHAK
IIIB
27.
34504
YÇ
63
KHDAK
IV
28.
201586
OA
58
KHAK
IIIB
29.
128999
MÖ
55
KHDAK
IIIB
30.
195389
FD
46
KHAK
IIIA
31.
196270
AD
61
KHDAK
IV
32.
197817
HS
60
KHDAK
IV
33.
196987
NK
50
KHDAK
IV
34.
203796
AK
52
Tipi belli değil
IV
35.
198368
AÇ
59
KHDAK
IIIA
36.
199920
AB
66
KHDAK
IV
37.
84385
SK
48
KHDAK
IIIB
38.
206582
RY
68
KHDAK
IIIB
39.
204022
CÇ
62
KHDAK
IIIB
40.
207814
AŞ
60
KHAK
IV
41.
208727
BA
65
KHDAK
IV
42.
211079
HÖ
62
KHDAK
IIIB
tromboz gelişti
43.
213495
MD
81
KHDAK
IV
44.
210418
İM
53
KHDAK
IIIB
KHAK: Küçük hücreli akciğer kanseri, KHDAK: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri
40
Tablo 8. Varfarin profilaksisi almayan grubun dökümü
Protokol no İsim Yaş
Hücre tipi
Evresi
Tromboz
1.
166523
CS
52
KHAK
IV
2.
171145
MZ
37
KHDAK
IV
3.
161638
HS
54
KHDAK
IV
4.
160333
İE
58
KHDAK
IIIB
5.
171748
FE
51
KHDAK
IV
6.
18338
İÇ
60
KHDAK
IV
7.
160370
TK
59
KHDAK
IV
8.
178909
SÇ
71
KHDAK
IIIB
9.
177682
İS
54
KHAK
IV
10.
176640
NÇ
51
KHAK
IIIA
11.
173949
MB
64
KHDAK
IV
12.
186354
HD
75
KHDAK
IV
13.
9057
RG
78
KHDAK
IIIA
14.
177215
YM
44
KHDAK
IIIA
15.
182475
SK
57
KHDAK
IIIB
16.
164876
MD
40
KHDAK
IIIB
tromboz gelişti
17.
170050
AA
64
KHAK
IV
tromboz gelişti
18.
200569
NE
52
Tipi belli değil
IV
tromboz gelişti
19.
191964
YK
65
KHAK
IV
20.
196556
HÇ
61
KHAK
IIIB
21.
8710
AM
60
KHDAK
IIIB
22.
197693
SZ
59
KHDAK
IIIA
23.
127217
MY
70
KHDAK
IIIB
24.
198056
AB
65
KHDAK
IV
25.
188844
RÖ
41
KHDAK
IV
26.
142278
EK
59
KHDAK
IIIB
27.
208663
ŞD
63
KHDAK
IIIB
28.
207449
HS
73
Tipi belli değil
IV
29.
199247
KD
42
KHDAK
IV
30.
207248
SA
60
KHAK
IV
31.
60269
ET
70
KHDAK
IIIB
32.
199212
ŞG
60
KHDAK
IIIB
33.
190540
AD
55
KHDAK
IV
34.
206837
AK
65
KHAK
IV
35.
183862
MP
78
Tipi belli değil
IIIB
36.
179597
GU
73
KHDAK
IV
37.
182911
MK
82
KHDAK
IIIA
38.
44188
ÜE
72
KHDAK
IV
39.
112296
MB
71
KHDAK
IIIB
40.
99610
MV
46
KHAK
IV
41.
169243
HA
67
KHDAK
IV
42.
181589
HK
74
KHAK
IV
43.
156692
AÜ
45
Tipi belli değil
IIIA
44.
18363
İD
74
KHDAK
IV
45.
213092
FD
68
KHDAK
IIIB
46.
127088
SF
67
KHDAK
IV
47.
2210676
SG
64
KHDAK
IIIB
KHAK: Küçük hücreli akciğer kanseri, KHDAK: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri
41
153 olgunun tanı sırasında ya da takipleri esnasında çekilen alt ekstremite doppler
ultrasonografisinde ya da bilgisayarlı tomografisinde 28’inde (%18.3) tromboz saptandı. 28
hastanın biri başka bir klinik tarafından takip edilmekte, diğer hasta ise varfarin profilaksisini
30 günden az kullanmıştı. Tromboz saptanan olguların ikisi kadındı. On dört olguda sadece
DVT, üçünde hem DVT hem PE, altısında sadece PE, bir olgunun Vena Kava Superior’unda
tromboz saptandı. Dört olguda arteriyal tromboz, bir olguda da tekrarlayan tromboz saptandı.
Tekrarlayan trombozu olan tanı esnasında tromboz tanısı konarak çalışma dışında kalan
grupta idi. Trombozu olan dört olguda VKSS saptandı; VKSS’si olan 4 olgunun 3’ünde
tromboz üst ekstremitede tespit edildi. Toplam 28 tromboz olgusunun izlemlerinde ise 3
(%10.7) olgunun trombozu katater ilişkili idi. Trombozu saptanan olgulardan sadece birinin
yakınması yoktu. Trombozu olanların 12’sinin (%42.8) tipi belli değildi, 2’si (%7.1) KHAK,
13’ü (%46.4) KHDAK; bunların 7’si (%25) adenokanserdi. On olguya genel durumunun kötü
olmasından dolayı tanısal işlem yapılamadı. Tromboz saptanan olguların demografik ve klinik
özellikleri Tablo 9 ve 10’da gösterilmiştir.
Yüz elli üç olgunun 19’unda tedavi öncesinde tromboz saptandı. Dokuzunda DVT,
altısında sadece PE vardı. Olguların biri katater ilişkili idi.
Çalışmaya dahil edilen 91 olgunun 7’sinde (%7.69) takip sırasında tromboz saptandı.
Çalışmaya dahil edilen ve varfarin profilaksisi alan bir olguda tromboz saptandı ancak toplam
varfarin alma süresi 30 günden az olduğundan çalışmaya dahil edilmedi. Bu olgunun
trombozu saptandığı sırada INR düzeyi 3.12 idi. Dört olgu varfarin profilaksisi alan grupta, üç
olgu varfarin profilaksisi almayan grupta idi. Yedi olgunun ikisinde üst ekstremitesinde
tromboz saptandı ve her ikiside kataterle ilişkiliydi. Bir olguda tromboz varfarin altında iken
gelişti ve INR düzeyi 1.22 idi. Varfarin profilaksisi alan gruptaki diğer olguların trombozu,
varfarin kesildikten sonra gelişti. Yedi trombozun ikisinde hem DVT hem de PE saptandı. Bir
tanesi kranial infarkttı. Her iki grupta tromboz gelişimi açısından istatistiksek olarak fark
saptanmadı (Ki kare Fisher testi, X2=0.235, p=0.62).
Tanı anında trombozu olan olgularla, olmayan olgular karşılaştırıldığında d-dimer
anlamlı olarak yüksekti, fibrinojen ve kalsiyumda trombozlu olgularda, saptanmayan olgulara
oranla anlamlı olarak azalmış olarak saptandı (Tablo 11).
Protrombin fragman 1.2, faktör VIII, APCR tanı anındaki değerleri, trombozu olan
olgular ile tromboz saptanmayan olgular karşılaştırıldığında istatistiksel fark saptanmadı
(Tablo 11).
42
Tablo 9. Tanı anında ve takip sırasında tromboz
saptanan olguların demografik ve klinik
özellikleri
Protokol
no
İSİM
Yaş
Hücre tipi
Evre
192303
188658
30102
217003
195691
170687
196393
34023
205153
145117
19201
152095
131916
217547
179019
169577
209604
44247
160128
31417
174886
AÖ
AK
AY
AD
AA
GD
HK
HÖ
HU
İE
İT
ME
NŞ
SM
SO
SG
YK
ŞY
AT
ZÖ
SK
60
46
76
63
61
34
79
85
59
68
77
64
62
66
39
54
74
79
68
75
43
Belli değil
KHDAK
Belli değil
KHDAK
KHDAK
KHDAK
KHDAK
Belli değil
Belli değil
Belli değil
Belli değil
Belli değil
KHDAK
KHDAK
KHDAK
Belli değil
Belli değil
KHDAK
KHAK
Belli değil
KHDAK
IIIA
IV
IV
IV
IV
IV
IIIB
IV
IV
IV
170050
AA
64
KHAK
IV
203642
AÖ
61
KHDAK
IV
190211
GT
50
KHDAK
IV
211079
HÖ
62
KHDAK
IIIB
164876
MD
40
KHDAK
IIIB
200569
NE
52
Belli değil
IV
IV
IIIB
IV
IV
IIIB
IV
IV
IV
IV
IIIB
Çalışmaya dahil
olanlar
Çalışmaya
dahil*
Çalışmaya
dahil*
Çalışmaya
dahil*
Çalışmaya
dahil*
Çalışmaya
dahil*
Çalışmaya
dahil*
Çalışmaya
dahil*
207513
SK
45
Belli değil IV
KHAK: Küçük hücreli akciğer kanseri,
KHDAK: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri
*Çalışmaya dahil olan tromboz gelişen olgular çalışma dışı bırakılmadı,
takip esnasında tromboz gelişti.
43
Tablo 10. Trombozlu olguların demografik ve klinik özellikleri
Varfarin profilaksisi
alan grup (n=4)
Yaş
54+9.12
Varfarin
profilaksisi
Almayan
grup(n=3)
52+12
Çalışma dışı
kalan
olgular(n=21)
Bayan cinsiyet
0
0
2
Adenokanser
2
1
4
Arteriyal tromboz
0
1
3
Derin ven trombozu
4
2
11
Pulmoner emboli
2
0
7
Katater ilişkili tromboz
1
1
1
Üst ekstremite derin ven
trombozu
1
2
1
63.52+13.82
Tablo 11. Tanı anında tromboz saptanan olguların trombozu olmayan olgularla
hemostatik parametreler açısından karşılaştırılması
Takip edilen
parametre
Hemoglobin
g/dl
Trombosit
mm3
Laktik
dehidrogenaz U/L
Alkalen fosfataz
U/L
Kalsiyum
mg/dl
Sedimantasyon
mm/h
D-dimer
mg/ml
aPTZ
sn
Fibrinojen
mg/dl
INR
Tanı anında
trombozu saptanan
olgular
12.26+2.16 (n=19)
Trombozu olmayan
olgular
P değeri
12.36+2.10 (n=100)
0.858**
307421+136255
(n=19)
283,00+130.08
(n=16)
101,57+51.57 (n=14)
320686+123877
(n=99)
282.65+271.46
(n=100)
96.96+60.30 (n=96)
0.675**
0.088*
8.43+0.64 (n=18)
8.99+0.65 (n=94)
0.001**
39.50+27.31 (n=16)
52.28+32.22 (n=90)
0.138**
4.08+5.35 (n=12)
1.54+2.78 (n=79)
0.013*
27.90+3.22 (n=16)
28.92+3.32 (n=73)
0.269**
333.20+116.51
(n=15)
1.42+0.58 (n=18)
412.14+99.18 (n=98)
0.006**
1.14+0.14 (n=96)
0.038*
5.85+9.41 (n=90)
0.456*
2,45+1.63 (n=79)
0.524*
140,82+63.21 (n=84)
0.365**
162.76+36.23 (n=82)
0.896**
C reaktif protein
5.95+4.94 (n=17)
mg/dl
Protrombin 1.2
2,17+1.31 (n=10)
nmol/L
FVIII
171.90+92.47 (n=10)
%
APC-R
161.19+31.24 (n=10)
sn
*Mann Whitney U Testi, **Student T Testi
44
0.433*
Her iki grubun evre IIIB ve IV olgularının tedavi tarihinden itibaren Kaplan Meier sağ
kalım analizinde varfarin alan grupta daha uzun yaşam süresi olduğu saptandı. Tedavi
tarihinden itibaren evre IIIB ve evre IV olguların, varfarin profilaksisi alan grupta ortalama
yaşam süresi 375.59+34.01, medyan yaşam süresi 358 gün %95 GA (226.90-489.10),
varfarin profilaksisi almayan grupta ortalama yaşam süresi 280.30+34.01 gün, medyan yaşam
süresi 236 gün %95 GA (187.07-284.93 ) gündü (Long Rank: 4.48, p=0.0343) (Şekil 1). Evre
IIIB ve IV ölen olgulardan varfarin grubunda minimum yaşam süresi 57 gün, maksimum
yaşam süresi 571 gündü. Varfarin almayan kolda ise sırasıyla minimum yaşam süresi 38,
maksimum yaşam süresi ise 523 gündü.
İlk başvuru sırasında tromboz saptanan olgular ile trombozu olmayan olgular
karşılaştırıldığında trombozu olmayan grubun yaşam süresi anlamlı olarak daha uzundu. Tanı
esnasında trombozu olan olguların ortalama sağ kalım süresi 126.75+39.66 gün, medyan
sağkalım süresi 63 gün, %95 GA (22.26-103.74), trombozu olmayan olguların ortalama
yaşam süresi 393.69+28.25 gün, medyan sağkalım süresi 320, %95 GA (267.76-372.24)
gündü (Log Rank: 20.31, p=0.0000) (Şekil 2).
Protrombin fragman 1.2, Faktör VIII, APC-R düzeylerinin KT öncesi değerleri cinsiyet,
tümörün evresi, tümör tipi ile karşılaştırıldığında ilişki saptanmadı.
1,2
1,0
,8
Kümülatif
survi
,6
varfarin alan almaya
,4
varfarin almayan
varfarin almayan
,2
varfarin alan
varfarin alan
0,0
0
200
400
600
800
Yaşam süresi
Şekil 1. Kaplan Meier Yöntemi ile EVRE IIIB ve IV olan olguların
tedavi sonrasında sağkalım analizi
45
1,2
*TETYÖ: Tanı esnasında trombozu olmayıp ölen olgular.
1,0
**TETYY: Tanı esnasında trombozu olmayan yaşayan olgular.
***TETVÖ: Tanı esnasında trombozu olan ölen olgu
,8
****TETVY: Tanı esnasında trombozu olan ve yaşayan olgular.
Kümülatif
survi
,6
TROMBOZ VAR YOK
TETYÖ
,4
TETYY
,2
TETVÖ
TETVY
0,0
0
200
400
600
800
Yaşam süresi
Şekil 2. Tanı esnasında trombozu saptanan olgularla trombozu olmayan olguların
sağkalım analizi
Varfarin alan grubun 2. kür sonrası INR değeri 1.9, almayan grubun ise 1.2 idi (Şekil 3).
2,5
INR
2
1,5
1,16
1,13
1
1,9
1,97
1,2
1,1
Varfarin alan
Varfarin
almayan
0,5
0
1
2
3
*2. kür sonrasında INR değerleri istatistiksel
olarak farklıydı (p=0.002).
Şekil 3. Her iki grubun ortalama INR değerleri
Varfarin profilaksisi alan ve almayan grupların mortalite oranlarına bakıldığında
istatistiksel fark saptanmadı. (Tablo 12). Tam yanıt veren olgular varfarin alan kolunda grupta
11 olgu, almayan grupta 4 olgu, parsiyel yanıt veren olgu sayıları 14 ve 13 olgu idi. Progresif
yanıt ise sırasıyla 12 ve 18 olgu idi (Tablo 13).
Evre IV ve IIIB olan olguların varfarin profilaksisi alan grupta eksitus sayısı 24 ve
almayan grupta 34 idi, evre IV ve IIIB olan olguların sonuçları Tablo 14’dedir.
46
Tüm hastalarımızın protrombin fragman 1.2 düzeyi 81 hastanın 70’inde (%86.41)
yüksek saptandı. Ortalaması 2.39+1.61 nmol/l idi. 2. kür sonrası bu değer 56 hastanın 44’ünde
(%78.57) yüksek saptanmıştır. Ortalaması ise 2.14+1.56 nmol/l idi.
APC-R hastaların %7.31’inde (6/82) pozitif olarak saptandı. Bu hastalardan sadece
birinde FVIII düzeyi yüksekti. Seksen dört hastaya FVIII bakıldı ve hastaların %34,5’ünde
(29/84) %150’nin üzerindedir.
Varfarin profilaksisi alan grupta INR, trombosit sayısı, sedimantasyon anlamlı olarak
arttığı, laktik dehidrogenazın ve hemoglobinin ise anlamlı olarak azaldığı, Ca, d-dimer,
fibrinojen, CRP ve protrombin fragman 1.2 değerlerinin azaldığı saptandı (Tablo 15,16).
Varfarin almayan grupta alkalen fosfataz, sedimantasyonun anlamlı olarak arttığı,
hemoglobinin azaldığı saptandı (Tablo 17).
Varfarin profilaksisi alan grupta d-dimer KT öncesinde 0.91+1.15 (mg/ml), 2. kür
sonrasında 0.74+1.05 (mg/ml) idi. Yaşam süresi daha kısa olan varfarin almayan grupta ddimer KT öncesinde 2.22+4.60 (mg/ml), 2. kür sonrasında 1.28+1.32 (mg/ml) idi. Her iki
grupta azalan d-dimer varfarin alan grupta daha düşük olarak saptandı.
Tüm hastalarda varfarin profilaksisi alan grupla almayan grup karşılaştırıldığında KT
öncesi d-dimer, fibrinojen, CRP, protrombin fragman 1.2, FVIII ve APCR ortalama değerleri
arasinda fark yoktu. 2. kür KT sonrası tüm hastalarda bakılan d-dimer, protrombin fragman
1.2 FVIII değerleri anlamlı olarak farklıydı (Tablo 19).
Pearson korelasyon testi ile protrombin fragman 1.2 ile yaşam kalite skoru arasında
pozitif korelasyon saptandı. (r=0.32, p=0.005).
Sigara paket yılı, lökosit, trombosit sayısının, sedimantasyonun, d-dimer ve fibrinojenin
sağkalım ile negatif korelasyonu gösterildi.
Varfarin profilaksisi alan grupta; iki olguda major, beş’inde minor kanama, varfarin
profilaksisi almayan grupta 3 olguda minor kanama izlendi. Her iki grup kanama açısından
karşılaştırıldığında fark saptanmadı (Ki kare Fisher testi, X2=3.009, p=0.222).
Tablo 12. Varfarin profilaksisi alan ve almayan gruplarda mortalitenin
değerlendirilmesi
Varfarin profilaksisi
almayan grup (n=47)
37 (%78)
p değeri*
Ölen
Varfarin profilaksisi alan
grup (n=44)
26 (%59)
Yaşayan
18 (%41)
10 (%22)
0.13
*Ki Kare Fisher testi
47
0.16
Tablo 13.Varfarin profilaksisi alan ve almayan
gruplarda yanıt değerlendirilmesi
Varfarin
profilaksisi
alan grup
(n=44)
11 (%25)
Varfarin
profilaksisi
almayan grup
(n=47)
4 (%9)
Parsiyel
yanıt
14 (%31)
13 (%29)
0.84
Stabil
yanıt
7 (%16)
10 (%22)
0.46
Progresif
yanıt
12 (%27)
18 (%40)
0.27
Tam
yanıt
P değeri*
0.071
*Ki Kare Fisher testi
**İki olgunun yanıt değerlendirilmesi yapılamadı.
Tablo 14. Evre IV ve IIIB olan olguların mortalitesi
Varfarin profilaksi alan
grup (n=38)
24 (%63)
Varfarin profilaksi almayan
grup (n=41)
34 (%83)
p değeri*
0.18
Ölen
14 (%37)
Yaşayan
*Ki Kare Fisher testi
7 (%17)
0.12
Tablo 15. Varfarin alan grupta bakılan değerlerin 1. kür öncesi ve 2. kür
sonrası karşılaştırılması
Takip edilen
parametre
Hemoglobin
(n=42) g/dl
Trombosit
(n=42)
mm3
Laktik
dehidrogenaz
(n=40) U/L
Alkalen fosfataz
(41=) U/L
Kalsiyum
(n=38)
mg/dl
Sedimantasyon
(n=33) mm/h
KT öncesi
(ortalama)
12.71+1.44
2. kür KT sonrası
(ortalama)
10.84+1.21
<0.001**
290904+87928
351286+130374
0.004**
259.90+250.51
198.22+161.33
0.015*
91.34+642.87
122.54+99.77
0.510**
9.17+0.70
8.93+0.90
0.086**
43.60+25.83
56.48+26.06
0.023**
*Wilcoxon Signed Test, ** Paired Sample Test, KT: Kemoterapi
48
P değeri
Tablo 16. Varfarin alan grupta hemostatik parametrelerin 1. kür öncesi ve
2. kür sonrası karşılaştırılması
Takip edilen
parametre
D -dimer (n=26) mg/ml
KT öncesi (ortalama)
P değeri
0.91+1.15
2. kür KT sonrası
ortalama
0.74+1.05
Aktive parsiyel
tromboplatin zamanı
(n=28) sn
Fibrinojen (n=41) mg/dl
28.94+4.05
30.17+4.17
0.128**
396.09+78.54
383.12+60.34
0.384**
INR (n=39)
1.14+0.13
1.91+1.24
<0.001*
C reaktif protein (n=34)
mg/dl
Protrombin 1.2 (n=29)
nmol/L
Faktör VIII (n=35) %
7.04+14.08
3.38+4.60
0.218*
2.05+0.98
1.82+1.69
0.075*
135.05+59.71
141.25+59.60
0.634**
178.73+43.46
0.787**
Aktive protein C direnci 176.25+37.24
(n=34) sn
INR: International normalized ratio, KT: Kemoterapi
*Wilcoxon Signed Test, ** Paired Sample Test
Tablo 17. Varfarin almayan grupta bakılan değerlerin 1. kür ve
2. kür sonrası karşılaştırılması
Takip edilen
KT öncesi
2. kür KT
parametre
sonrası
Hemoglobin (n=34)
12.11+2.86
10.64+1.17
g/dl
Trombosit (n=34)
335647+138576
379500+174024
mm3
Laktik dehidrogenaz
277.12+271.97
228.69+177.16
(n=33) U/L
Alkalen fosfataz
99.12+69.71(n=45) 124.28+100.85
(n=32) U/L
Kalsiyum (n=33)
9.00+0.58
8.91+0.38
mg/dl
Sedimantasyon (n=23) 51.52+34.39
68.78+33.87
mm/h
* Wilcoxon Signed Test, **Paired T Testi, KT: Kemoterapi
49
P değeri
0.006**
0.070**
0.385*
0.019**
0.499**
0.011**
0.239*
Tablo 18. Varfarin almayan grupta hemostatik parametreler açısından
1. kür öncesi ve 2. kür sonrası karşılaştırılması
Takip edilen
parametre
D-dimer (n=20) mg/ml
KT öncesi (ortalama)
P değeri
2.22+4.60
2. kür KT sonrası
ortalama
1.28+1.32
Aktive parsiyel
tromboplatin zamanı
(n=18) sn
Fibrinojen (n=29) mg/dl
30.25+2.93
28.12+3.97
0.068**
402.13+87.09
389.44+90.79
0.408**
INR (n=33)
1.15+0.12
1.20+0.33
0.688*
C reaktif protein (n=26)
mg/dl
Protrombin 1.2 (n=22)
nmol/L
Faktör VIII (n=23) %
5.21+4.80
5.45+5.43
0.786*
2.75+1.95
2.50+1.29
0.689*
141.78+67.21
121.56+39.85
0.271**
165.63+30.85
0.909**
Aktive protein C direnci 166.84+37.37
(n=23) sn
INR: International normalized ratio, KT: Kemoterapi
* Wilcoxon Signed Test, **Paired T Testi
50
0.760*
Tablo 19. Varfarin alan almayan tüm olguların tanı öncesi ve
2. kür sonrası hemostatik değerlerinin karşılaştırılması
KT öncesi d- dimer varfarin alan (n=37)
Ortalama
0.90+1.09
varfarin almayan (n=37)
2.56+4.77
2.KT sonrasi ddimer
varfarin alan (n=29)
0.85+1.11
varfarin almayan (n=23)
2.37+5.08
KT öncesi
fibrinojen
varfarin alan (n=43)
400,32+79,51
varfarin almayan (n=46)
415,76+99,82
2.KT sonrasi
fibrinojen
varfarin alan (n=41)
383,12+60,34
varfarin almayan (n=30)
395,20+94,61
KT öncesi CRP
varfarin alan (n=41)
6.54+12.98
varfarin almayan (n=42)
4.90+4.42
varfarin alan (n=37)
3.25+4.43
varfarin almayan (n=28)
5.22+5.32
Tedavi öncesi
protrombin 1.2
Varfarin alan (n=39)
1.97+0.89
Varfarin almayan (n=42)
2.78+2.01
2. kür KT sonrası
protrombin 1.2
Varfarin alan (n=32)
1.78+1.62
Varfarin almayan (n=24)
2.63+1.37
2.KT sonrasi CRP
Tedavi öncesi FVIII Varfarin alan (n=42)
p değeri
0.062*
0.007*
0.424**
0.542**
0.733*
0.228*
P=0.26*
P=0.001*
129.90+56.67
P=0.123**
2. kür KT sonrası
FVIII
Varfarin almayan (n=42)
150.54+71.03
Varfarin alan (n=36)
145,66+64,42
p=0.049**
Varfarin almayan (n=26)
APCR tedavi öncesi Varfarin alan (n=40)
Varfarin almayan (n=42)
116,61+41,58
170.64+37.88
p=0.31**
162.29+36.01
APCR 2. kür KT
sonrası
Varfarin alan (n=36)
178.28+42.25
Varfarin almayan (n=25)
171.16+35.97
*Mann Whitney U, **Student T Testi, KT: Kemoterapi
51
p=0.49**
Tablo 20. Varfarin profilaksisi alan ve almayan grupların
6. kür sonrasında bakılan hemostatik
parametrelerin karşılaştırılması
Ortalama
D-dimer
Fibrinojen
CRP
Protrombin 1.2
FVIII
APCR
Varfarin alan (n=8)
p değeri
2.08+2.93
Varfarin almayan (n=5)
Varfarin alan (n=14)
Varfarin almayan (n=10)
Varfarin alan (n=13)
Varfarin almayan (n=10)
Varfarin alan (n=14)
Varfarin almayan (n=10)
Varfarin alan (n=14)
Varfarin almayan (n=10)
Varfarin alan (n=14)
Varfarin almayan(n=10)
0.70+0.50
364.07+61.54
384.00+69.97
1.81+3.49
2.19+2.49
1.57+0.79
2.90+2.30
144,42+64.48
114,4+62,80
166.95+26.87
162.28+41.28
P=0.884*
P=0.46**
P=0.43*
p=0.046*
P=0.26**
P=0.74**
*Mann Whitney U, **Student T Testi, KT: Kemoterapi
D-dimer düzeyi 74 hastadan 43’ünde (%58.10), fibrinojen 89 hastadan 46’sında (51.68)
yüksek bulunmuştur. Sırasıyla ortalamalar ise 1.73+3.53 (mg/ml) ve 408.30+90.40 (mg/dl)
olarak saptanmıştır. Yaşayan olgularda d-dimer ve fibrinojen düzeyi ölen olgulara oranlara
ortalama değerleri daha düşük olarak saptandı (Tablo 21). D-dimer ve fibrinojen düzeyi tam
ve parsiyel yanıtta progresif hastalığa göre anlamlı olarak düşük saptandı (Tablo 22).
Tablo 21. Yaşayan ve ölen olgularda
d-dimer ve fibrinojen düzeyleri.
Ortalama
KT öncesi
d- dimer
(mg/ml)
Ölen
2.24+4.11
(n=52)
Yaşayan 0.53+0.41
(n=22)
KT öncesi
Ölen
428,36+92.41
fibrinojen
(n=61)
(mg/dl)
Yaşayan 364.60+69.09
(n=28)
*Mann Whitney U, **Student T Testi
P değeri
0.001*
0.002**
52
TABLO 22. KT öncesi yanıt ve
d-dimer ve fibrinojen ilişkisi
Yanıt
KT öncesi
d- dimer
(mg/ml)
TY ve
PY
(n=36)
PH
(n=24)
KT öncesi
fibrinojen
(mg/dl)
TY ve
PY
(n=40)
PH
(n=30
Ortalama
P değeri
1.14+2.21
0.021*
3.00+5.41
379.52+75.71
0.006**
438.73+100.07
*Mann Whitney U, **Student T Testi
TY: Tam yanıt
PY: Parsiyel yanıt
PH: Progresif hastalık
53
TARTIŞMA
Akciğer kanseri Dünya’da ve Türkiye’de en sık görülen kanser türlerinden biri olup,
mortalitesi çok yüksektir. Sağlık Bakanlığı son verilerine göre (1999) 16023 kanser
olgusunun 4707’si (%29.38) akciğer kanseridir. Ülkemizde akciğer kanseri erkeklerde %29.4
ilk sırada, kadınlarda %4.1 ile 6. sıradadır (155). Akciğer kanserinin en sık görüldüğü yaş
aralığı 6. dekaddır (9). Çalışmamızdaki olguların yaş ortalaması 61.16+10.22’dir.
Akciğer kanserli olguların yaşam süresinde yıllar içinde çok anlamlı olarak değişiklikler
olmamıştır. Tedavide kullanılan yeni ajanlarda değişiklikler olmasına rağmen yaşam
süresinden çok yaşam kalitesi iyileşmiştir. Akciğer kanserli olgularda 5 yıllık yaşam süresi
1974-76 yılları arasında %12 iken, 1992-97 yılları arasında çok az yükselmiş ve %15 oranına
ulaşmıştır (9,49).
Akciğer kanserinin sık görülen dört tipi; skuamöz, adenokarsinom, KHAK ve büyük
hücreli akciğer kanseridir. Bu dört tip akciğer kanserinin % 90’nını oluşturmaktadır. Bu
tiplerin
sıklıkları
bölgesel
olarak
değişmektedir.
Adenokanser
Amerika
Birleşik
Devletleri’nde başta kadınlarda olmak üzere artış göstermektedir. Adenokanserdeki artış
nedeni olarak sigara çeşitlerinin ve inhale edilen karsinojenlerin tiplerinin değişmesi olduğu
ileri sürülmektedir (13).
Tüm akciğer kanserli olgularda 5 yıllık sağkalım oranı %15 iken, KHDAK’da evre
IIIB’nin 5 yıllık sağkalımı %5-20, ortalama medyan süre de 9 ila 20 ay arasında
değişmektedir. Evre IV KHDAK’da 1 yıllık sağkalım %30-35 iken, medyan sağkalım süresi
8-10 aydır. Yaygın hastalık KHAK’da medyan sağkalım süresi yaklaşık 9 aydır (49,57,59,62).
Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir çalışmada (5628 olgu) akciğer kanseri tanılı
olguların %42’sinin kadın olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada adenokanser oranı %45.3,
54
skuamöz tip %23.7 ve KHAK%11.3 oranında görülmüştür. KHDAK’lı olguların %65.2’sinin
evre III ve IV olduğu KHAK’lı olguların ise %53’ünde tanı anında yaygın hastalık olduğu
gösterilmiştir. Hiç sigara içmemiş olanlar ya da sigara içmeyi bırakanlar halen sigara içenlere
oranla daha çok evre I olarak bildirildi. Tanı tarihinden itibaren toplam medyan sağkalım
süresi 1.24 yıl, KHDAK’da evre IIIB ve IV’de sırasıyla medyan sağkalım 0.88 ve 0.63,
KHAK’da evre IV hastalıkta ise 0.71 yıldı. Evre IV olguların %27’si herhangi bir tedavi
almadan, %64’ü RT ve/veya KT alarak izlenmiştir (156).
Ülkemizde Gemsitabin ve Cisplatin bazlı yapılan bir çalışmada evre IIIB ve IV
KHDAK’lı olgularda yaşam süresi sırasıyla 13.4 ve 12.3 ay olarak bulunmuştur (157).
Sınırlı ya da yaygın hastalığı olan KHAK’lı olgularda yapılan bir çalışmada medyan
sağkalımın 13.6 ay olduğu gösterilmiştir. Değişik KT rejimlerinin prognoz üzerine küçük
farklılıklar dışında benzer etkinlikleri olduğu gösterilmiş olmasına rağmen, KT rejimlerinde
etopositin bulunması medyan sağkalım süresinde belirgin yarar sağladığı gösterilmiştir (158).
KHDAK’da evre IIIB’ye kadar olan olgularda cerrahi tedavi mümkün olabilmektedir
(55).
Çalışmamızda akciğer kanserli evre IIIB ve IV olan olgular, varfarin profilaksisi alan
grupta 38, profilaksi almayan grupta 41 olgudan oluşmakta idi. Evre IIIB ve IV olan
olgulardan profilaksi alan grupta tedavi tarihinden itibaren medyan yaşam süresi 358 gün %95
GA (226.90-489.10), profilaksi almayan grupta ise medyan yaşam süresi 236 gün %95 GA
(187.07-284.93) gündü. Arada istatistiksel fark vardı ve ortalama 4 aylık bir uzama mevcuttu.
KT protokolü ve hücre tipi farklı olmamasına rağmen bu uzamanın varfarinin etkisine bağlı
olduğu söylenebilir.
Bizim çalışmamızda KHAK %22, KHDAK %69.2 idi. Tüm olguların %15.4
adenokanserdi. Doksan bir olgunun 6’sı kadındı.
Tedavi protokolünde %70’in üzerinde cisplatin+etoposit tedavisi uygulanmıştır.
Çalışmamıza alınan 91 olgunun sadece 5’ine KT verilmedi. Diğer tüm olgulara en az bir kür
olmak üzere KT verildi. Olguların %70.3’üne torakal RT uygulandı. Varfarin alan grupta 30,
almayan grupta 34 olguya torakal RT uygulandı.
Akciğer kanseri için en önemli risk etmeni sigaradır. Akciğer kanseri sigaraya bağlı
ölümün en yüksek olduğu hastalıktır. Tüm akciğer kanserlerinin % 71’i; erkeklerde akciğer
kanserlerinin % 79’u, kadınlarda % 48’i sigaraya bağlı olarak gözlenmiştir. Sigaraya bağlanan
ölüm, 2000 yılı için hesaplanan toplam genel erişkin ölümlerinin % 12’sini oluşturmaktadır.
Bununla birlikte pasif içicilikte akciğer kanseri görülme sıklığını artırmaktadır. Bu risk
55
çocukluk ve adolesans dönemde 25 yıl veya daha fazla süre ev sigara maruziyeti akciğer
kanseri riskini 2 katına çıktığı gösterilmiştir (13,16,17)
Çalışmamızda sigara içmeme oranı %4.3 (n:4) idi, sigara içmeyenlerin üç’ü kadındı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde yıllık 5 milyon VTE meydana geldiği tahmin
edilmektedir. Bu venöz trombozların en az %10’u pulmoner emboli ile sonuçlanmaktadır.
Yayınlanan bir araştırmada 1996 yılı içinde PE’nin mortalite hızı yüzbinde 2.7’dir. DVT’lerin
2/3’si sessiz kalmakta ve gözden kaçmaktadır (65).
VTE insidansının en yüksek olduğu kanser tipleri pankreas ve gastrointestinal
sistemdeki müsin üreten adenokanserlar, akciğer kanseri ve over kanseridir (101).
Bütün tromboz tiplerinde olduğu gibi kanser olgularındaki VTE’nin fizyopatolojisinde
staz, damar hasarı ve kanın koagülasyonuna yol açan değişiklikler rol oynamaktadır. Klasik
Virchow
triadı
elemanlarından
biri
olan
tümör
hücrelerinin
meydana
getirdiği
hiperkoagülasyon durumu, en göze çarpan ve belirleyici faktörü oluşturmaktadır. Kısaca
tümör hücrelerinin trombin oluşturarak doğrudan veya prokoagülan maddelerin üretimine yol
açan mononükleer hücreleri uyararak pıhtılaşma sistemini aktive etmesi, fibrinolitik sistem ve
pıhtılaşma kaskatının aktivasyon bozukluğu, tümör hücrelerinin endotel ve kan damarları ile
etkileşmesi, doğal antikoagülanların azalması sonucunda tromboza yatkınlığın arttığı
düşünülmektedir (108,114).
Akciğer kanseri olgularında tromboz insidansı tam olarak bilinmemektedir. Klinik
olarak kanserli olguların %15-50’sinde olgulığın ilerleme süresi boyunca VTE ortaya
çıkabilmektedir Postmortem çalışmalarda VTE insidansı %30-50 olduğunu göstermektedir
(5,6,85).
İlk DVT ve PE’nin büyük epidemiyolojik çalışması 1966 ve 1990 yılları arasında 25 yıl
boyunca prospektif olarak yapıldı. Burada yıllık VTE insidansı 117/100000, yalnız DVT
48/100000 ve PE insidansı 69/100000 olarak bulundu; bu oranlar 65 yaş üzerinde artış
gösterdi ve kanser ile ilişkisinin oranı %20 olarak saptandı. Tromboz kanserli hastanın ilk
bulgusu olabilir ya da klinik takip boyunca karşımıza çıkabilmektedir Akciğer kanserinin alt
tipi olan adenokanserde VTE insidansı çok yüksektir (85,106).
İdiopatik VTE tanılı olgularda kanser görülme riski 3-19 kat artmıştır. VTE gelişen
olgularda gizli kanser prevalansının %4-10 arasında olduğu bildirilmiştir. Tekrarlayan VTE
tanısı konulduktan sonraki ilk 6-12 ayda yeni kanser gelişme riski genel populasyona göre
artmıştır (96,129).
Schulman ve Lindmarker (154) yaptıkları çalışmada VTE tanısından sonraki dönemde
olgulara 6 hafta ve 6 aylık dönemlerde varfarin profilaksisi uygulamış ve kanser
56
insidansındaki artış gözlenmiştir. Altı haftalık antikoagülan verilen olgularda, 6 ay varfarin
verilen olgulardan daha fazla kanser olgusu görülmüştür.
Ülkemizde yapılan bir çalışmada, 212 DVT’li olgunın 21’inde (%9.9) malignite,
6’sında (%28.5) akciğer kanseri saptanmıştır (86).
Yapılan çalışmalarda; venöz trombozla ilişkili tümörlerde prognozun daha kötü ve bir
yıllık yaşam süresinin daha düşük olduğu gösterilmiştir. Sorenson ve ark. (159) kanserli
olgularda tanıdan sonraki bir yıl içinde saptanan VTE’li olgularla, VTE’si olmayan olguların
prognozunu karşılaştırmışlar. Trombozu olan olguların bir yıllık yaşam oranı %12 iken,
kontrol grubunda (kanseri olup trombozu olmayan) %36 olarak bulunmuştur. Kanser
tanısından sonra 1 yıl içinde VTE gelişen olgularda hayatta kalma oranı %38 iken bu oran
kontrol grubunda %47 olarak bulunmuştur. Başlangıç klinik bulgusu VTE olan kanserli
olguların prognozları daha kötü olup yaşam süreleri daha kısa bulunmuştur.
Tromboz tanısı zor konulan klinik bir süreçtir. Üstelik kanserli olgularda bu süreç daha
da zor olmaktadır. DVT ve PE, kanserde gözlenen TE komplikasyonlar arasında en sık
gözlenen iki komplikasyonu oluşturur. DVT ve PE tanısına yönelik yaklaşım kanser olmayan
hastalardakinden farklı değildir. Tanı konulamayan pulmoner emboli olgularında mortalite
%30’lara ulaşmaktadır. Kanserli olgular, pulmoner emboliden 2 kat daha fazla ölmektedir ve
ölümlerin %60’ı erken dönemde olmaktadır (115,130).
Türkiye’de yapılan 50 hastalık bir çalışmada akciğer kanseri tanısı aldıktan sonra
yapılan alt ekstremite doppler ultrasonografisi sonucunda hiçbir hastada DVT bulgusuna
rastlanmamıştır (160).
Bizim çalışmamızda taranan 153 olgunun %18.3 tromboz tespit edildi. Tanı esnasında
19 olguda tromboz saptandı ve bunlar çalışma dışı bırakıldı. Çalışmamıza dahil edilen 91
olgumuzun 7’sinde tromboz saptandı. Çalışmamızda sadece bir hastamızda yakınması yokken
alt ekstremite doppler ultrasonografisinde trombozu saptandı. Çalışma dahil olan
hastalarımızda DVT ya da PE nedeni ile ölüm gerçekleşmedi.
Yapılan çalışmalarda sonucunda antikoagülanların hem profilakside hem de sepsisi
önlemede faydalı olduğu sonucuna varılmıştır (125).
Yirmi sekiz tromboz olgusunun 7’si kanserin ilk bulgusu olarak tespit edildi. Tromboz
literatür ile uyumlu olarak en çok adenokanserde izlendi. Trombozu olan hastalarımızdan en
genci 34 yaşındaydı. Trombozu olanların yaş ortalaması ise 60.92+13.51 idi. Tanı esnasında
trombozu olan hastaların ortalama sağkalım süresi 126.75+39.66 gündü. Trombozu
saptanmayan hastalara oranla anlamlı olarak yaşam süresi daha kısaydı.
57
Bern ve ark. (161) yaptığı bir çalışmada SVK’sı olanlara profilaktik olarak 1 mg
varfarin tedavisi vermişler, diğer gruba vermemişler ve tüm hastalara 90 gün sonra üst
ekstremite venografisi yapılmış, tromboz şüphesi olanlara hemen venografi yapılmış varfarin
alan grupta tromboz oranı %9.5 iken, almayan grupta %37.5 bulunmuştur.
Tromboz saptanan hastalarımızın 3 tanesinde katater ilişkili tromboz saptandı. Biri
varfarin profilaksisi alan grupta INR değeri (1.22) iken, diğer olgu varfarin profilaksisi
almayan grupta, üçüncü olgu ise tanı esnasında saptandı.
Kanserli
olguların
%50-70’inde
laboratuvar
incelemelerinde
hiperkoagülasyon
saptanmaktadır. Fibrinojen ve d-dimer gibi fibrin yıkım ürünleri kanserde artmaktadır.
Pıhtılaşma yolunda bulunan diğer birçok koagülasyon proteinlerinin aktivitesinde artış ve
buna bağlı olarak edinsel APC-R’de artış meydana gelmektedir. APC-R’ye karşı dirence
kanserli olgularda daha fazla rastlanmaktadır. Ayrıca bu yolda bulunan antikoagülanların
düzeyinde ise genellikle bir azalma vardır. Çeşitli kanser gruplarında yapılan çalışmalarda
doku plazminojen aktivatör (dPA) düzeyleri azalmıştır. Bu da endojen fibrinolitik aktivitenin
azaldığını göstermektedir. Biz çalışmamızda d-dimer dışında başka bir fibrinolitik göstergeye
bakmadık.
Kanserli olgularda tromboza olan eğilimin farklılıklar göstermesi, hemostatik
mekanizmanın nedenli aktif olduğunun göstergesidir. Eğer hemostatik aktivasyon minimal
düzeyde ise; bu olgularda tromboza olan eğilimleri ancak Fibrinopeptid A ve protrombin
fragman 1.2 gibi trombin oluşumunun in vivo göstergesi olan belirleyicilerin yüksek olarak
gösterilmesi ile konur. Pıhtılaşma ve pıhtı eritici sistemin kanser hücresinin büyüme,
invazyon ve metastaz yapma potansiyelini arttırdığı bilinmektedir (102). Tümör doku
stromasında tümürü çevreleyen histolojik kesitlerde fibrinojen ve fibronektinin olduğunu ve
en yoğun biçimde normal ve tümör dokusu arasındaki transisyonel hatta toplandıklarını ve bu
birikimin tümör hücresinin inokulasyonundan hemen sonra olduğu gösterilmiştir (138).
PTZ ve aPTZ uzaması, artmış d dimer ve fibrinojen ölüm riski ile gerçek anlamda
ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu antikoagülan tedavinin pozitif etkisi ile desteklenmektedir.
Pıhtılaşma aktivasyon peptidlerinin (Fibrinopeptid A, protrombin aktivasyon parçaları 1+2,
trombin antitrombin kompleksleri) artışı sonucunda tüketim koagülopatisi oluşmaktadır. Ddimer sadece çapraz fibrin yıkım ürünlerinden birinin yıkımı ile oluşur. Diğer fibrin yıkım
ürünlerinin aksine, d-dimer düzeyi ölçümü koagülasyonu gösterebilir. Koagülasyon
faktörlerinden fibrinojen ve fibrinolitik sistem parametrelerinden fibrin yıkım ürünleri olan
FDP, d-dimer, protrombin fragman 1.2, trombin antitrombin kompleksi kanserli olgularda
kontrol grubuna göre yüksek bulunmuştur. D-dimer kanserli olgularda kötü prognostik
58
faktördür. Protrombin fragman 1.2 protrombinin trombine FX ile dönüşümü sırasında,
trombin antitrombin kompleksi ise antitrombinin trombini inhibisyonu sırasında oluşur. Bu iki
test koagülasyon sisteminin aktivasyonunu yansıtır. Aktivasyon sonrasında trombin serbest
kalır. Bunların yükselmesi artmış mortalite ilişkilidir (101,163).
Bizim çalışmamızda da protrombin fragman 1.2 düzeyi %78 hastada yüksek
bulunmuştur.
Bizim çalışmamızda; varfarin profilaksisi alan grupta d-dimer KT öncesinde 0.91+1.15
(mg/ml), 2. kür sonrasında 0.74+1.05 (mg/ml) idi. Yaşam süresi daha kısa olan varfarin
almayan grupta d-dimer KT öncesinde 2.22+4.60 (mg/ml), 2. kür sonrasında 1.28+1.32
(mg/ml) idi. Yaşayan olgularda d-dimer ve fibrinojen düzeyi ölen olgulara oranlara ortalama
değerleri daha düşük olarak saptandı. D-dimer ve fibrinojen düzeyi tedaviye yanıt ile
karşılaştırıldığında tam ve parsiyel yanıtta progresif hastalığa göre anlamlı olarak düşük
saptandı.
Tanı anında trombozu olan olgularla, olmayan olgular karşılaştırıldığında d-dimer
anlamlı olarak yüksekti, fibrinojen ve kalsiyumda trombozlu olgularda, saptanmayan olgulara
oranla anlamlı olarak azalmış olarak saptandı.
Kanserli hastaların %30-60’ında trombositoz geliştiği bilinmektedir (164). Bizim
çalışmamızda 91 hastanın 19’unda (%20.87) trombositoz saptanmıştır.
Medikal onkoloji hastalarında primer profilaksi konusunda uzlaşma yoktur.
Antikoagülanların çeşitliliği, kansere spesifik çok fazla çalışma yapılamaması bu konuyu daha
da zorlaştırmaktadır. Bu çalışmalardan biri Levine ve ark. (165) yapmış olduğu çift kör
çalışmada 311 evre IV meme kanseri olgusuna düşük doz varfarin tedavisi ve KT ile plasebo
ve KT verildi. Bir mg varfarin ile INR düzeyi 1.3-1.9 arasında tutulmaya çalışılarak 6 hafta
tedavi verildi. Takip boyunca plasebo grubunda 7, varfarin alan grupta 1 olguda tromboz
görüldü. Sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı idi.
Samama ve ark. (166) yapmış olduğu çalışmada uzun süreli hospitalizasyonu olan ya da
yatağa bağımlı hastalarda profilaksinin faydası gösterilmiştir. Plasebo grubunda %15,
enoksaparin alan grupta ise %6 tromboz saptanmıştır.
117 kanser hastası abdominal cerrahi sonrasında ilk yedi gün deltaparin sonraki 21 gün
aynı doz deltaparin ve alacak şekilde randomize edilmişler ve beraberinde varis çorapları
kullanılmış, tüm hastalara 28. gün venogramlarına bakılmış sonuç olarak deltaparin ile
profilaksinin uzatılması proksimal DVT insidansını %15.9’dan %0’a düşürmüştür (167).
Başka bir çalışmada (Enoxacan I), günde bir kez 40 mg enoksaparin alan grup ile günde
üç kez 5000 ünite subkutan standart heparin alan 1115 kanserli hastanın abdominal veya
59
pelvik cerrahiden sonra DVT profilaksisi karşılaştırılmış sırası ile %14. 7 ve %18.2 olarak
bulunmuştur. Yapılan bu geniş çalışmada günde tek doz uygulanan enoksaparinin günde üç
kez uygulanan heparine eşit olduğu gösterilmiştir (168).
Bergqvist ve ark. (169) yaptıkları çalışmada ise trombofilaksinin optimal süresini
belirlemek için, Enoxacan II çalışmasında abdominal ve pelvik kanser cerrahisi geçiren 505
hastaya 8+2 gün süreyle günde bir kez enoksaparin verilmiş daha sonra bu hastalar randomize
edilerek bir gruba 3 hafta süreyle enoksaparin 40 mg ile devam edilmiş diğer gruba ise
plasebo uygulanmış; plasebo grubunda VTE insidansı %12 bulunurken, 40 mg tek doz
uygulanan enoksaparin grubunda %4.8 olarak bulunmuştur. Postoperatif dönemde tek doz
enoksaparin VTE riskini %60 oranında azaltmaktadır.
Tedaviye rağmen kanser dışı hastalarda tekrarlayan emboli oranı %8’dir. Kanama
riskleri açısından farklılık yokken, tekrarlayan tromboz kanserli hastalarda kanser
olmayanlara oranla 6 kat daha fazla görülmüştür. Buna rağmen, oral antikoagülan alan
kanserli hastaların varfarin başarısızlığı tam olarak saptanmış değildir. Varfarin hem arteriyal
hem de venöz trombozların sekonder profilaksisinde güvenilir bir şekilde kullanılabilir (170172).
CLOT çalışmasında (149) ise birbirine benzer kanserli olgular 2 grup olarak ayrıldılar.
Başlangıçta deltaparin ile ardından oral antikoagülan ya da deltaparin uygulandı. Bu
çalışmanın sonucunda ise sürekli deltaparin alan grupta rekürren tromboz riski anlamlı olarak
azaldı. Deltaparin alan grupta tahmin edilen tekrarlayan tromboemboli olasılığı %9, oral
antikoagülan alan grupta %17 idi. Tanı esnasında tromboz saptanan bir hastada tekrarlayan
tromboz saptandı ve varfarin yerine DMAH ile tedavi edildi. CLOT çalışmasında gösterildiği
gibi deltaparin ölüm oranını %50 düşürmüştür.
Çalışmamızda varfarin süresi 6 ay olarak düşünülerek başlandı. Ancak gelişen
komplikasyonlar (hemoptizi, kraniyal metastaz) yüzünden bazı hastalarda erken kesildi ya da
tedaviye ara verildi. Ortalama varfarin alma süresi 154.29+50.72 gündü.
Taranan 153 hastamızın sadece birisinde tekrarlayan tromboz saptandı. Başlangıçta
çalışma dışı kalan bu hastada varfarin kesilerek DMAH ile tedaviye devam edildi.
Çalışmaya dahil olan ve varfarin profilaksisi alan hastalardan 3’ünde tromboz varfarin
tedavisi kesildikten sonra gelişti. Bir hastamızda ise varfarin almakta iken tromboz gelişti ve
INR düzeyi 1.12 idi. Çalışma dışı kalan bir hastamızda varfarin alma süresi 30 günden azdı ve
INR düzeyi 3.12 olmasına rağmen alt ekstremitesinde derin ven trombozu saptandı. Diğer
gruptaki tromboz gelişen hastalarımıza ise varfarin (INR 2-3) ile tedaviye başlandı. Takip
edilen hastalarımıza vena cava filtresi takılmamıştır. Her iki gruptaki kanama oranları da
60
literatür ile benzerdi. Trombozu olan hastalarımızdan sadece bir tanesine streptokinaz
uyguladı.
Kakkar ve ark. (115) 125 kanserli ve trombozlu hastada reviparin sodyumu UFH ile
karşılaştırmıştırlar. İntravenöz heparin ve varfarin alan grupta tedaviye yanıt %19 iken, günde
iki kez reviparin alan ve varfarin alan grupta yanıt %46.7, günde tek doz reviparin alan grupta
ise % 46.3 olarak saptanmıştır. Klinik rekürrens oranlarıda; sırasıyla %17.1, %3.0, %5.9
olarak bulunmuştur. Sonuç olarak DMAH bu çalışmada daha etkin olarak bulunmuştur.
Kanser
hastalarında
varfarin
ile
DMAH’yı
karşılaştırılan
bir
çalışmada
(CANTHANOX) (150) DVT ve PE’si ya da her ikisinin olduğu 147 olguda 3 aylık
enoksaparin tedavisini takiben tek başına varfarin ya da enoksaparin verilerek VTE açısından
iki grup arasında istatistiksel fark saptanmadığı gösterilmiştir.
PREVENT çalışmasında (173) düşük yoğunluklu varfarin ile (INR 1.5-2) plaseboyu en
az klasik yoğunlukta antikoagülan ilaç alan hastalar karşılaştırdılar. Dört yıl sonunda plasebo
grubundaki olguların %15’inde semptomatik tromboz tekrar ederken, düşük doz varfarin ile
tedavi edilenlerde %5.5’inde semptomatik tromboz saptandı. Başka bir çalışmada düşük doz
varfarini klasik yoğunluktaki varfarin ile karşılaştırdılar. Düşük yoğunluktaki grupta
tekrarlama oranı %4.3 iken, klasik yoğunluktaki grupta %1.6 olarak bulundu (174).
Tüpte ve hayvan modellerinde yapılan bazı deneysel araştırmalar K vitamini ve
heparinin anti-tümör etkisini göstermiştir. Antikoagulan ilaçların antitümör etkisi pıhtılaşmayı
önleyici ve immün stimulan etkisinden kaynaklanmaktadır. Fakat bu unsurlar, özellikle
heparinin malign dokularda tespit edilmiş hemostatik yolları durdurma kapasitesi ve
inflamasyonda azalma nedeniyle pıhtılaşmadan bağımsız yollarında olduğunu kanıtlandı
(83,175,176).
Preklinik ve klinik çalışmalar antikoagülan ilaçların hematojen metastazı engellediği,
tedavideki yararını ve prognoza katkı sağladığını gösterdiler (139,152).
KHAK olgularında varfarin ve heparinlerin sağkalıma katkıda bulunduğunu gösteren
çalışmalar mevcuttur (115).
Pıhtılaşmanın önlenmesi kanserin ilerleyişini özellikle fibrin oluşumu ve trombin
üretimini azaltarak yapabilir. Bu iki ürün, tümör gelişimini ve metastaz oluşumunu
kolaylaştırmaktadır. Trombinin hücresel sinyalizasyonu kanser hücrelerinde çoğalmayı
desteklemektedir ve endotel hücrelerinde proanjiogenik faktör rol oynamaktadır (153).
Bir olgu bildiriminde kolon kanserli ve karaciğer metastazı olan hastada heparin
kullanımının yaşam süresini uzattığı gösterildi (153). Başka bir çalışmada inoperabl 28 küçük
hücreli dışı akciğer kanserli hasta KT ya da KT’ye ek olarak standart heparin aldı. Yalnız
61
multipl KT alan grupta hiçbir gerileme görülmediği, aksine hepsinde progresyon izlendiği ve
diğer gruptaki olgulardan %50’sinde klinik ve radyolojik regresyon gösterildi (153).
Wojtukiewicz’in (177) yaptığı çalışmada 20 mg enoksaparin ekleyerek en az 6 ay ya da
48 ay tedavi ettiği DMAH eklenen hastalarda yaşam süresini anlamlı olarak artmış olarak
buldu.
Türkiye’de KHAK’lı hastalarda yapılan bir çalışmada gruplar randomize olarak iki
gruba ayrılmıştır. Bir gruba DMAH ve KT, diğer gruba ise tek başına KT verilmiştir. DMAH
olarak Deltaparin 5000U 18 hafta boyunca uygulanmıştır. Sonuç olarak tam yanıt tek başına
KT alan hastalarda %42.5, KT+DMAH alan hastalarda %69.2 olarak bulunmuştur. Medyan
progresyon süresi tek başına KT alan hastalarda 6 ay, KT+DMAH alanlarda 10 aydı.
Ortalama yaşam süresi tek başına KT alan hastalarda 8 ay iken, KT+DMAH alan grupta 13 ay
idi. Bu çalışmada da antikoagülanların yaşam süresine katkıları gösterilmiştir (178).
Başka çalışmalarda da KHAK’de KT’ye varfarin eklenmesi ile sağkalım sürelerinde
düzelme gösterilmiştir. Bu çalışmaların birinde KHAK’lı olgularda, varfarin+KT alan grupta
ortalama yaşam süresi 50 hafta, tek başına KT alan grupta 24 hafta bulunmuştur. İlk
progresyon süresi de anlamlı derecede uzadığı gösterilmiştir (87,179,180).
Radyokemoterapi uygulanan KHAK’lı 272 hastada 5 hafta boyunca verilen UFH ve KT
ya da tek başına KT alan hasta grupları karşılaştırılmıştır. Heparin+KT alan hasta grubunda
artan yanıt oranları ve sağkalım gösterilmiştir. Olumlu etki özellikle sınırlı hastalıkta
gösterilmiştir (181). Fibrinolitik olan ürokinazın da KHAK’da olumlu etkileri görülmüştür
(182).
Bizim çalışmamızda KHAK’lılarda varfarin alan grupta ortalama yaşam süresi
549.54+76.08, almayan grupta 297.95+61.30 idi (p=0.055). Çalışmamızda KHAK’lı
hastaların toplam sayısı 20 idi. Varfarin alan grupta ölen hasta sayısı 4, almayan grupta ise 8
idi.
FAMOUS çalışmasında Kakkar ve ark. (183) DMAH’lerin sağkalımı istastistiksel
olarak düzelttiğini bildirmişlerdir.
Yapılan bir çalışmada 331’i kanser cerrahisi olan hastaları geriye dönük incelenmesinde
perioperatif standart heparin alan grup ile almayan grup 3 yıllık mortalite oranının heparin
alan grupta önemli ölçüde azaldığı gösterilmiştir (152).
MALT çalışmasında (184) 302 solid tümörü olan hastaya; nadropin profilaktik olarak
VTE bulgusu olmayan hastalara uygulandı diğer grup plasebo aldı. DMAH alan grupta yaşam
süresinde anlamlı olarak düzelme görüldü. Altı aydan daha kısa yaşam süresi beklentisi
olanlarda daha anlamlı idi.
62
Bizim çalışmamızda tedavi sonrasında 122 gün varfarinin yaşam süresine katkı
sağladığı gösterilmiştir.
Literatürde, kanserli hastalara primer profilaksi verilmesi sonucunda DVT gelişmesi
incelenmiş, yaşam süreleri karşılaştırılmıştır, bu çalışmaların sonuçları arasında çeşitli
farklılıklar bulunmaktadır.
Çalışmamızda ise düşük doz varfarin tedavisi (INR 1.3-1.9) alan grup ile almayan grup
arasında tromboz gelişmesi açısından fark saptanmamıştır.
Çalışmamızda sigara paket yılı, lökosit, trombosit sayısının, sedimantasyonun, d-dimer
ve fibrinojenin sağkalım ile negatif korelasyonu gösterildi.
Bizim çalışmamızın amacı düşük doz varfarin verilen hastalarda tromboz gelişimden
bağımsız olarak varfarinin immün stimulan ve antiinflamatuvar etkisinden faydalanarak
yaşam süresine katkısını gösterdik.
Varfarin alan grupta protrombin 1.2’nin KT öncesi değerleri almayan gruba göre
anlamlı olarak düşüktü; varfarin profilaksisi alan grupta ikinci kür sonrasında protrombin
fragman 1.2’de almayan gruba göre anlamlı olarak azaldığı ve varfarinin trombini azaltarak
fibrin oluşumu engellediği gösterdik. Aynı zamanda CRP’de varfarin alan grupta yarı yarıya
azalma, almayan grupta ise minimal bir artış saptandı. Varfarin alan grupta mortalite anlamlı
olarak düşük ve evre IIIB ve IV olan hastaların yaşam süresi daha uzundu. Varfarin
profilaksisi alan grup almayan grup ile karşılaştırıldığında tam yanıt oranı sırasıyla %25’e,
%8.9, progresyon oranı ise %27.3’e, %40 idi. Bu grupta yaşam süresinin uzun olmasının
trombinin etkisi sonucu tümör hücresinin büyümesi, çevre dokuya yayılması ve uzak
metastazın engellenmesine bağlanabilmektedir.
Protrombin 1.2 ile yaşam kalite skoru arasında pozitif korelasyon saptandı. Yaşam
kalite skoru bozuldukça protrombin 1.2 değerinin arttığı saptandı. Protrombin 1.2’nin yaşam
süresine etkisinin yanı sıra yaşam kalitesine olan etkisini de çalışmamızda saptadık.
Yukarıda yapılan tartışmalarda da görüldüğü gibi, antikoagülanların kanserin doğal
seyrini; kanserin büyümesini ve yayılmasını, kanserin tedaviye cevabını da artırmaktadır. Bu
yaklaşımdan hangi kanser tiplerinin daha fazla yararlanacağını belirlemek ve hangi kanser
safhasında bu uygulamanın daha iyi sonuç vereceğini öğrenmek için, daha geniş kapsamlı
araştırmalar gerekmektedir. Netleştirilmesi gereken diğer hususlar; doz ayarı, varfarin
tedavisinin süresidir.
63
SONUÇLAR
Akciğer kanseri Dünya’da ve ülkemizde ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer
almaktadır. İlaç sanayi ve yeni teknolojik gelişmelere rağmen akciğer kanserinde yaşam
beklentisi düşüktür. Ortalama yaşam süresi kısa olan bu hastalığa yapılan harcamalar gün
geçtikçe artmaktadır.
Bu çalışmamızda, tanı anında trombozu olmayan hastalara, standart kemoterapiye
eklenen düşük yoğunluktaki varfarin tedavisinin tromboz oluşumunu engelleme oranı ile
hastanın yaşam süresine ve tedavi yanıtına etkisi araştırılmış ve şu sonuçlar elde edilmiştir:
1. Taranan 153 olguda 28’inde tromboz saptandı, 19’u tedavi öncesinde idi.
2. Çalışmaya dahil olan hastalardan 7’sinde tromboz saptandı. 4’ü varfarin kolunda, 3
varfarin almayan kolda idi.
3. Tromboz saptanan hastaların 7’si (%25) adenokanserdi.
4. Dört olguda arteriyal tromboz, bir olguda da tekrarlayan tromboz saptandı.
5. Trombozu olan 3 olgu katater ilişkili idi.
6. Protrombin fragman 1.2, faktör VIII, APCR tanı anındaki değerleri, trombozu olan
olgular ile tromboz saptanmayan olgular karşılaştırıldığında istatistiksel fark
saptanmadı.
7. Trombozu tanı esnasında saptanan hastaların, trombozu olmayan hastalara göre
anlamlı olarak daha kısa yaşam süresine sahip olması trombozun kötü prognostik
faktörlerden biri olduğunu göstermektedir.
8. Evre IIIB ve IV olan olgularda varfarin profilaksisi alan grup tedavi anından itibaren
ortalama yaşam süresi 375.59+34.01, almayan grupta ise 280.30+34.01 gündü. Her
iki grup arasındaki fark yeni geliştirilen antikanser ajanların maliyetinin çok altında
bir maliyet ile yaşam süresinde anlamlı bir katkı sağlandığı gösterdik.
64
9. Varfarin profilaksisi alan ve almayan grupların mortalite oranlarına bakıldığında
istatistiksel fark saptanmadı. Ancak evre IV ve IIIB olan olguların varfarin
profilaksisi alan grupta eksitus sayısı 24 ve almayan grupta 34 idi. Tam yanıt veren
olgular ise varfarin alan kolunda grupta 11 olgu, almayan grupta 4 olgu, parsiyel
yanıt veren olgu sayıları alan grupta sırasıyla 14 ve almayan grupta 13 olgu idi.
Progresif yanıt ise sırasıyla 12 ve 18 olgu idi.
10. Yaşayan olgularda d-dimer ve fibrinojen düzeyi ölen olgulara oranlara ortalama
değerleri daha düşük olarak saptandı. D-dimer ve fibrinojen düzeyi tam ve parsiyel
yanıtta progresif hastalığa göre anlamlı olarak düşük saptandı.
11. Sigara paket yılı, lökosit, trombosit sayısının, sedimantasyonun, d-dimer ve
fibrinojenin sağkalım ile negatif korelasyonu gösterildi.
12. D-dimer düzeyi 74 hastadan 43’ünde, fibrinojen 89 hastadan 46’sında yüksek
bulunmuştur.
13. Hastalarımızın protrombin fragman 1.2 düzeyi 81 hastanın 70’inde (%86.41) yüksek
saptandı.
14. APC-R hastaların %7.31’inde (6/82) pozitif olarak saptandı. Bu hastalardan sadece
birinde FVIII düzeyi yüksekti. Seksen dört hastaya FVIII bakıldı ve hastaların
%34,5’ünde (29/84) %150’nin üzerindedir.
15. Varfarin profilaksisi alan grupta INR, trombosit sayısı, sedimantasyon anlamlı
olarak arttığı, laktik dehidrogenazın ve hemoglobinin ise anlamlı olarak azaldığı,
Ca, d-dimer, fibrinojen, CRP ve protrombin fragman 1.2 değerlerinin azaldığı
saptandı.
16. Varfarin almayan grupta alkalen fosfataz, sedimantasyonun anlamlı olarak arttığı,
hemoglobinin azaldığı saptandı.
17. Tüm hastalarda varfarin profilaksisi alan grupla almayan grup karşılaştırıldığında
KT öncesi d-dimer, fibrinojen, CRP, protrombin fragman 1.2, FVIII ve APCR
ortalama değerleri arasinda fark yoktu.
18. İkinci kür KT sonrası her iki kolda tüm hastalarda bakılan d-dimer, protrombin
fragman 1.2, FVIII değerleri anlamlı olarak farklıydı.
19. Aktifleşen trombotik sistemin varfarin verilerek immün stimülan etkisi CRP’nin
azaldığı ve trombin üretiminin azaltıldığı varfarin kolunda gösterildi.
20. Protrombin fragman 1.2 düzeyi yaşam kalite skorunu bozduğu saptanmıştır.
65
21. Varfarin profilaksisi alan grupta; iki olguda major, beş’inde minor kanama, varfarin
profilaksisi almayan grupta 3 olguda minor kanama izlendi. Her iki grup kanama
açısından karşılaştırıldığında fark saptanmadı.
66
ÖZET
Akciğer kanseri Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir sağlık sorunu olmaya
devam etmektedir. Akciğer kanseri tanı ve tedavisindeki tüm gelişmelere rağmen, 5 yıllık
sağkalımda çok fazla artış saptanmamıştır. Bu çalışmada düşük doz varfarin profilaksisinin
akciğer kanserinde yaşam süresine katkısını ortaya çıkarmayı amaçladık.
Eylül 2004-Ekim 2005 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Göğüs Hastalıklarına
Kliniğine başvuran, 91 akciğer kanseri hastası çalışmaya alındı. Olguların %93.4 erkek, %6.6
kadındı. Hastaların 20’si küçük hücreli akciğer kanseri iken, 63’ü küçük hücreli dışı akciğer
kanseri, 8’nin hücre tipi belli değildi. Varfarin profilaksisi alan grupta 44, almayan grupta 47
hasta vardı. Her iki grup arasında yaş ve cins dağılımı arasında fark yoktu. Varfarin
profilaksisi alan grupta evre IIIB ve IV olan hastaların sayısı 38, almayan grupta 41 idi. Evre
IIIB ve IV hastalarda ortalama yaşam süreleri karşılaştırıldığında tedaviye başlangıcından
itibaren ortalama yaşam süresi varfarin alan grupta 375.59+34.01, medyan yaşam süresi 358,
%95 GA (226.90-489.10) gündü. Almayan grupta ise ortalama yaşam süresi 280.30+34.01,
medyan yaşam süresi 236, %95 GA (187.07-284.93) gündü. Trombozu olan 28 hastanın
ortalama yaşam süresi daha kısaydı. Ayrıca çalışma boyunca 7 hastada tromboz saptandı.
Yaşayan hastalarda d-dimer ve fibrinojen düzeyi ölen hastalara oranlara ortalama
değerleri daha düşük olarak saptandı. D-dimer ve fibrinojen düzeyi tam ve parsiyel yanıtta
progresif hastalığa göre anlamlı olarak düşük saptandı.
Çalışmada araştırılan protrombin fragman 1.2, Faktör VIII, Aktive protein C rezistansı,
tanı anında trombozu olan hastalar ile tromboz saptanmayan hastalar karşılaştırıldığında
istatistiksel fark saptanmadı. Protrombin 1.2 ile yaşam kalite skoru arasında pozitif
korelasyon saptandı. Protrombin 1.2’nin yaşam süresine etkisinin yanı sıra yaşam kalitesine
olan etkisini de çalışmamızda saptadık. Çalışmanın sonucunda akciğer kanserinde varfarinin
67
yaşam süresine olumlu katkısını gösterdik. Ancak varfarinin dozu, kullanma süresinin daha
net ortaya konması ve diğer antikoagülan ilaçlarla karşılaştırılarak, kanserin hangi evresinde
daha iyi yanıt verdiği görmek için daha geniş serilere ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Akciğer Kanseri, varfarin, tromboz, yaşam süresi
68
THROMBOSIS IN PATIENTS WITH LUNG CANCER AND THE
EFFECTIVENESS OF WARFARIN PROPHYLAXIS
SUMMARY
Lung cancer remains to be a major health problem in Turkey as well as throughout the
world. In spite of developments in the diagnosis and treatment of lung cancer, 5-year survival
rate stay unchanged and very poor. The aim of this study was to investigate the effectiveness
of low dose warfarin prophylaxis in the survival rate of patients with lung cancer.
91 lung cancer patients who applied Trakya University Chest Department between
September 2004-October 2005 were enrolled in to the study. 93.4% patients were male; 6.6%
patients were female. 63 patients were non-small lung cancer, 20 patients were small cell lung
cancer and 8 patients had no type of lung cancer. 44 patients were administered warfarin
prophylaxis and 47 had not been given warfarin therapy. There was no significant difference
in age and gender between two groups. In warfarin group 38 patients had stage IIIB and IV, in
the other group 41 patients had stage IIIB and IV. When survival time were compared
between two groups, average survival time for patients who had stage 3B-4 in warfarin group
was 375.59 +34.01 days, median survival time was 358 (95% Confidence Interval 226.90489.10) and average survival time was 280.20+34.01 days and median survival time was 236
(95% Confidence Interval 187.07-284.93) in patients who were not given warfarin. Average
survival time was shorter in 28 patients who had thrombosis. During the study period
thrombosis was found in 7 patients.
69
D-dimer and fibrinojen average levels were lower in live patients when comparing with
exitus patients. D-dimer and fibrinojen level were found lower in patients who had complete
and partial response, comparing with progressive disease.
No statistically significant difference was found in prothrombin fragmant 1.2, Factor
VIII, Active protein C resistance levels between patients with and without. Positive
correlation was found between prothrombin fragmant 1.2 and quality of life score. In this
study the effectiveness of prothrombin fragmant 1.2 on quality of life and survival time was
found.
In conclusion; warfarin prophylaxis is effective in improving survival time in lung
cancer patients. But further larger studies are necessary for determining the answers to the
questions such as warfarin dosage, warfarin usage time, comparative treatment with warfarin
and other anticoagulants, and in which stage good response can be seen.
Key words: Lung cancer, warfarin, thrombosis, survival time
70
KAYNAKLAR
1.
Keith RL. Bronchogenic Carcinoma & Solitary Pulmonary Nodules. In: Hanley ME,
Welsh CH (Eds.). Diagnosis & treatment in pulmonary medicine. New York: Lange
Medical Books/McGraw Hill; 2003. p.424-32.
2.
Jemal A, Murray T, Ward E, Samuels A, Tiwari RC, Ghafoor A, et al. Cancer
istatistics. CA Cancer J Clin 2003;53:5-26.
3.
Barbone F, Bovenzi M, Cavallieri F, Stanta G. Cigarette smoking and histologic type of
lung cancer in men. Chest 1997;112:1474-9.
4.
Nordquist LT, Simon GR, Cantor A, Alberts WM, Bepler G. Improved survival in
never smokers vs current smokers with primary adenocarcinoma of the lung. Chest
2004;126:347-51.
5.
Bauer KA, Jennis AA, Coagulopathic complications of cancer. In: Holland JF, Frei E,
Bast RC, Kufe DW, Morton DL, Weichselbaum RR (Eds.). Cancer medicine. 3th ed.
Philedelphia: Lea Febiger; 1993.p.2314-22.
6.
Hillen HFP. Thrombosis in cancer patients. Ann Oncol 2000;11(3):273-6.
7.
Postmus PE. Epidemiyology of lung cancer. In: Fishman AP, Elias JA, Fishman JA,
Grippi MA, Kaiser LR, Saenior RM (Eds.). Fishman’s pulmonary diseases and
disorders.3th edition. New York: McGraw Hill; 1998: p.1707-17.
8.
Tai DYH, Dweik RA, Mehta AC, Ahmad M. Lung cancer. In: Bone R, Campbell GD,
Payne DK (Eds.). Bone’s atlas of pulmonary and critical care medicine.
Philadelphia:Williams & Wilkins.1999: p.6.2-14
9.
Prager D, Cameron R, Ford J, Figlin RA, Bronchogenic carcinoma. In: Murray JF,
Nadel JA, Mason RJ, Bousey HA (Eds.). Textbook of respiratory medicine 3 th ed.
Philadelphia: W.B. Saunders Co; 2000. p.1415-45.
10.
Jemal A, Murray T, Ward E, Samuel A, Tiwari RC, Ghafoor A, et al. Cancer statistics,
2005. CA J Clin 2005;55:10-30.
71
11.
Arınç S, Özvaran MK, Güngör N, Çelik O, Soğukpınar Ö, Baran İR. Hastanemizde tanı
alan akciğer kanserli olguların epidemiyolojik ve histolojik özellikleri. Akciğer Arşivi
2005;6:149-52.
12.
Takahashi T, Sidransky D. Biology of lung cancer. In: Mason J, Murray JF, Broaddus
VC, Nadel JA (Eds.). Murray and Nadel's textbook of respiratory medicine.
Philadelphia: Elsevier Saunders ; 2005: p.1311-28.
13.
Anthony J, Alberg D, Rex C, Jonathan M. Epidemiology of lung cancer. In: Mason J,
Murray JF, Broaddus VC, Nadel JA (Eds.). Murray and Nadel's Textbook of respiratory
medicine Philadelphia: Elsevier Saunders ; 2005: p.1328-54.
14.
Simonato L, Agudo A, Ahrens W, Benhamou E, Boffetta P, Brennan P et al. Lung
cancer and cigarette smoking in Europe: an update of risk estimates and an assessment
of inter-country heterogeneity. Int J Cancer 2001;91:876-87.
15.
Osann KE, Ernster VL, Mustacchi P. Epidemiology of lung cancer. In: Murray JF,
Nadel JA, Mason RJ, Bousey HA (Eds.). Textbook of respiratory medicine 3 th ed.
Philadelphia: W.B. Saunders Co; 2000: p.1395-407.
16.
Köktürk N, Öztürk C, Kırışoğlu C. Sigara ve akciğer kanseri. Solunum Dergisi
2003;5:139-45.
17.
Janerich DT, Thompson WD, Varela LR, Greenwald P, Chorost S, Tucci C et al. Lung
cancer and exposure to tobacco smoke in the household. N Eng J Med 1990;323:632-6.
18.
Crofton J, Douglas A. Respiratory Disease. London: Blackwell Scientific Publications;
1989: 142-91.
19.
Feskanich D, Ziegler RG, Michaud DS, Giovannucci EL, Speizer FE, Willett WC et al.
Prospective study of fruit and vegetable consumption and risk of lung cancer among
men and women. J Natl Cancer Inst 2000;92:1812-23.
20.
Rom WN. Asbestos related lung disease. In: Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi
MA, Kaiser LR, Saenior RM (Eds.). Fishman’s pulmonary diseases and disorders.3th
edition. New York: McGraw Hill; 1998: p. 877-92.
21.
Alberg AJ, Samet JM. Epidemiology of lung cancer. Chest 2003;123: Suppl 1:21-49.
22.
Siegfried JM. Biology and chemoprevention of lung cancer. Chest 1999;113 Supp l:405.
23.
Davidson BJ, Hsu TC, Schantez SP. The genetics of tobacco induced malignancy. Arch
Otolaryngol Head Neck Surg 1993;119:1198-205.
24.
Schwartz AG, Yang P, Swanson GM. Familial risk of lung cancer among nonsmokers
and their relatives. Am J Epidemiol 1996;144:554–62
25.
Yang P, Schwartz AG, McAllister AE, Swanson GM, Aston CE. Lung cancer risk in
families of nonsmoking probands: Heterogeneity by age at diagnosis. Genet Epidemiol
1999 (abstract);17(4):253–73.
72
26.
Topu Z, Ülger F, Numanoğlu N. Ailesel kanser hikayesi ve akciğer kanseri. Tüberküloz
ve Toraks Dergisi 2004;52:130-6.
27.
Fong KM, Sekido Y, Gazdar AF, Minna JD. Lung cancer 9: Molecular biology of lung
cancer: clinical implication. Thorax 2003;58:892-900.
28.
Köktürk N, Öztürk C, Kırışoğlu CE. Akciğer kanseri moleküler biyolojisi. Solunum
Dergisi, 2003;5:127-38.
29.
Raymond E, Faivre S, Armand JP. Epidermal growth factor receptor tyrosine kinase as
a target for anticancer therapy. Drugs 2000; 60 suppl 1:15-23.
30.
Mohr LC, Rodgers JK, Silvestri GA. Glutathione S-transferase M1 polymorphism and
the risk of lung cancer. Anticancer Res 2003;23:2111-24.
31.
Annakkaya AN, Yaman M. Erturan S, Aydın G, Müsellim B, Altuğ E. İleri evre akciğer
kanserinde hücresel ve hümoral immunite. Solunum 2002;4:224-8.
32.
Bordow RA, Ries AL, Morris TA (Çeviri: S Gönüllü, A Kaya). Akciğer
kanseri:sınıflama, patoloji ve epidemiyoloji. Akciğer hastalıklarında klinik sorunlar el
kitabı. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi; 2001. s.606-9
33.
Tatar D, Kılınç O, Yorgancıoğlu A, Aksel N, Halilçolar H, Özacar R. Akciğer tümörü
ve akciğer tüberkülozu birlikteliği. Solunum 2000;2:56-60.
34.
Robbins K (çeviri: U Çevikbaş ). Solunum sistemi. 2th. İstanbul: Nobel & Yüce; 1995:
s.385-437.
35.
Kaiser LR. Non-small cell lung cancer- clinical aspects, diagnosis, staging, and
treatment. In: Fishman AP (Ed.). Fishman’s Manual of Pulmonary Disease and
Disorders. 3th Philadelphia: McGraw Hill; 2002: p.615-42.
36.
Atıcı AG, Erkan L, Fındık S, Uzun O, Kandemir B. Küçük hücreli akciğer dışı akciğer
kanserli hastaların klinik özellikleri. Tüberküloz ve Toraks Dergisi 2004;52:150-8.
37.
Johnson DH, Blanke CD. Small cell lung cancer: Diagnosis, treatment and natural
history. In: Fishman AP (Eds). Fishman’s pulmonary diseases and disorders.: 3th ed.
Philadelphia: Mc Graw Hill; 1998. p.1819-31.
38.
Margolis ML. Non-small cell lung cancer-clinical aspects, Diagnosis, staging and
history . Fishman AP (Ed). Fishman’s pulmonary diseases and disorders. 3th ed.
Philadelphia: Mc Graw Hill 1998. p.1759-81.
39.
Mazzone PJ, Arroliga AC, Endocrine paraneoplastic syndromes in lung cancer. Curr
Opin Pulm Med 2003;9:313-20.
40.
Patel AM, Davilla DG, Peters SG. Paraneoplastic syndromes associated with lung
cancer. Mayo Clin Proc 1993;68:278-87.
41.
Verscchakelen JA, Wever W, Bogaert J. Role of computed tomography in lung cancer
staging. Curr Opin Pulm Med 2004;10:248-55.
73
42.
Rivera MP, Detterbeck F, Mehta AC. Diagnosis of lung cancer. Chest 2003;123 Suppl
1:129-36.
43.
Çakan A, Şahin B, Aksel N, Erbaycu AE, Özsöz A, Soy Ö. Akciğer kanseri tedavisine
yanıtın değerlendirilmesinde bronkoskopi ve bilgisayarlı tomografi bulgularının analizi.
Solunum 2005;7(3):107-14
44.
Thomas L. Sputum cytology for the detection of early lung cancer. Curr Opin Pulm
Med 2003;9:309-12
45.
Kaya A, Güngör A, Gönüllü U. İnvaziv tanı yöntemleri. Çavdar T, Ekim N (Editörler).
Akciğer kanseri multidisipliner yaklaşım’da. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi; 1999:3843.
46.
Kumanlıoğlu K, Değirmenci B, Akın H. Nükleer tıbbın tanı ve izlemdeki yeri. Çavdar
T, Ekim N (Editörler). Akciğer kanseri multidisipliner yaklaşım’da. Ankara: Bilimsel
Tıp Yayınevi, 1999: s.33-7.
47.
Yüksel M, Çermik TF, Karlıkaya C, Salan A, Çakır E, Gültekin A et al. Monitoring the
chemotherapeutic response in primary lung cancer using 99mTc-MIBI SPET. Eur J of
Nucl Med 2001;28:799-806.
48.
Detterbeck FC, Falen S, Rivera MP, Halle JS, Socinski MA. Seeking a home for a PET,
part 1. Chest 2004;125:2294-9.
49.
Albert WM. Lung cancer guidelines. Chest 2003;123 Suppl 1:1-2.
50.
Silvestri GA. Tanoue LT, Margolis ML, Barker J, Detterbeck F. The noninvasive
staging of non small cell lung cancer. Chest 2003;123 supp 1:147-56.
51.
Akmansu M, Benekli M, Büyükberber S, Çoksun U, Demircan S, Köktürk N. Akciğer
kanseri tanı ve tedavi konsepti’inde. Ankara: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları;
2005. s.1-25.
52.
Akkoçlu A, Yaman M, Sanal S, Öztürk C, Yılmaz U, Göksel T ve ark. Evrelere göre
tedavi ve izlem. Çavdar T, Ekim N (Editörler). Akciğer kanseri multidisipliner
yaklaşım’da. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi;1999: s.64-74.
53.
Smythe WR. Treatment of stage I non small cell lung carcinoma. Chest 2003;123 Suppl
1:181-7.
54.
Scott WJ, Howington J, Movsas W. Treatment of Stage II nonsmall cell lung cancer.
Chest 2003:123 Suppl 1:188-201.
55.
Detterbeck FC, Jones DR, Kernstine KH, Naunheim KS. Special treatment issues.
Chest 2003:123 Suppl 1:244-58.
56.
Robinson LA, Wagner H, Ruckdeschel JC. Treatment of stage IIIA nonsmall cell lung
cancer. Chest 2003;123 Suppl 1:202-20.
57.
Jett JR, Scott WT, Rivera MP, Sause WT. Guidelines on treatment of stage IIIB
nonsmall cell lung cancer. Chest 2003; 123 Suppl 1:221-5.
74
58.
Dunant A, Pignon JP, Chevalier T. Adjuvant chemotherapy for non small cell lung
cancer: contribution of the international adjuvant lung trial. Clin Cancer Res 2005;11
Suppl 13:5017-21.
59.
Socinski MA, Morris DE, Masters GA, Lilenbaum R. Chemotherapeutic management
of stage IV non small cell lung cancer. Chest 2003;123:226-43.
60.
Sause WT, Machtay M. Treatment of non small cell lung cancer: radiation therapy. In:
Fishman AP (Ed.). Fishman’s pulmonary diseases and disorders. 3th ed. New York:
McGraw Hill:1998. p.1805-18.
61.
Sterman DH. Bronchoscopy ,transtoracic needle aspiration and related procedures. In:
Fishman AP (Ed.). Manual of pulmonary diseases and disorders. 3th ed. New York:
McGraw Hill;2002. p.75-95.
62.
Simon GR, Wagner H. Small cell lung cancer. Chest 2003; 123 Suppl 1:259-71.
63.
Siu LL, Shepherd FA, Murray N, Feld R, Pater J, Zee B. Influence of age on the
treatment of limited stage small cell lung cancer. J Clin Oncol 1996:14;821-8.
64.
Palevsky H, Kelley MA, Fishman AP. Pulmonary thromboembolism disease. In:
Fishman AP (Ed.). Fishman’s pulmonary diseases and disorders. 3th ed. New York:
McGraw Hill; 1998; p.1297-329.
65.
Fedullo P, Morris T. Pulmonary thromboembolism. In: Mason J, Murray JF, Broaddus
VC, Nadel JA (Eds.). Murray and Nadel's textbook of respiratory medicine.
Philadelphia: Elsevier Saunders the Curtis Center; 2005. p.1425-59.
66.
Boisblanc B. Pulmonary vasculer disease. In: Ali J, Summer W, Levitzky M(Eds.).
Pulmonary Pathophysiology. New York: Mc Graw Hill; 2005. p.126-49.
67.
Gözü O. Pulmoner tromboemboli’de predispozan faktörler. Venöz trombüs ve
pulmoner tromboemboli epidemiyolojisi. Metintaş M (Editör). Pulmoner
tromboemboli’de. Eskişehir: Metin Ofset Matbaacılık; 2001. s.17-20.
68.
Özkan S. Venöz tromboembolinin risk faktörleri. Şahin A (Editör). Venöz
tromboembolizm tanı ve tedavi’sinde. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi; 2005. s. 29-35.
69.
Lahey JM, Kearney JJ, Tunc M. Hypercoagulable states and central retinal vein
occlusion. Curr Opin Pulm Med 2003;9:385-92.
70.
Kolsuz M. Venöz trombüs ve tromboemboli risk faktörleri. Metintaş M (Ed). Pulmoner
tromboemboli’de. Eskişehir: Metin Ofset Matbaacılık; 2001. s. 21-41.
71.
Ridker PM, Glynn RJ, Miletich JP, Goldhaber SZ, Stampfer MJ, Hennekens CH. Age
specific incidence rates of venous thromboembolism among heterozygous carriers of
factor V Leiden mutation. Ann Intern Med. 1997; 126: 528-31.
72.
Dahlback B.Inherited thrombophilia: resistance to activated protein C as a pathogenetic
factor of venous thromboembolism. Blood 1995;85:607-14.
75
73.
Uçar N, Dursun N, Alpar S, Karakaya T. Protein C, protein S eksikliği, aktive protein C
rezistansı ve faktör V Leiden mutasyonuna bağlı tekrarlayan pulmoner tromboemboli
olgusu. Solunum Hastalıkları 2005;16:90-4.
74.
Simioni P, Prandoni P, Lensing AWA, Scudeller A, Sardella C, Prins MH, et al. The
risk of recurrent venous thromboembolism in patients with an Arg506 Gln mutation in
the gene for factor V. N Engl J Med 1997;336:399–403.
75.
Lensing AWA, Prandoni P, Prins MH, Buller HR. Deep vein thrombosis. Lancet
1999;353:479-85.
76.
Stefano V, Martinelli I, Manucci PM, Paciaroni K, Chiusolo P, Casorelli IT. The risk of
recurrent deep venous thrombosis among heterozygous carriers of both factor V Leiden
and the G 20210a prothrombin mutation. N Eng J Med 1999;341:801-6.
77.
Kennedy M, Andreescu ACM, Greenblatt MS, Jiang H, Thomas CA, Chassereau L.
Faktor V Leiden, prothrombin 202210A and the risk of venous thrombosis among
cancer patients. Br J Haematol 2005;128:386-8.
78.
Fermo I, Vigano DS, Paroni R, Mazzola G, Calori G, D’Angela A. Prevalance of
moderate hyperhomocysteinemia in patients with early-onset venous and arterial
occlusive disease. Ann Intern Med 1995;123:747-53.
79.
Heijer M, Koster T, Blom HJ, Bos GMJ, Briet E, Reitsma, et al.
Hyperhomocysteinemia as a risk factor for deep-vein thrombosis. N Engl J Med
1996;334:759-62.
80.
Kyrle PA, Minar E, Hirscchl M, Bialonczyk C, Stain M, Schneider B, et al. High
plasma levels of factor VIII and the risk of recurrent thromboembolism. N Eng J Med
2000;343:457-62.
81.
Kyrle PA, Eichinger S. Deep vein thrombosis. Lancet 2005;365:1163-74.
82.
Meijers JC, Tekelenburg WL, Bouma BN, Bertina RM, Rosendaal FR. High levels of
coagulation factor XI as a risk factor for venous thrombosis. N Engl J Med
2000;342:696-701.
83.
Prandoni P, Falanga A. Cancer and venous thromboembolism. Lancet 2005;6:401-10.
84.
Köksal D, Karnak D, Kayacan O, Beder S. Kanserli hastalarda tromboembolik
hastalıklar. Akciğer Arşivi 2002;3:125-8.
85.
Haddad TF, Greeno EW. Chemotherapy induced thrombosis. Thrombosis Research
2005. intl.elsevierhealth.com/journals/thre.
86.
Ege T, Duran E, Yüksel V, Çakır H. Derin ven trombozu etyolojisinde önemli bir
etken: malignite. Gülhane Tıp Dergisi 2003;45:326-30.
87.
Lee AYY, Levine MN. Cancer and thrombosis. Connecticut: Chase Medical
Communciations;2002: p.97-101.
76
88.
Buller HR. Primary venous thromboembolism and cancer screening. N Engl J Med
1998;338:1221-2.
89.
Prandoni P , Lensing AW, Buller HR, A. Cogo A, Prins MH, Cattelan AM, et al.
Deep-vein thrombosis and the incidence of subsequent symptomatic cancer. N Eng J
Med 1992;327;1128-33.
90.
Lee AYY. Epidemiology and management of venous thromboembolism in patients
with cancer. Thromb Res 2003;110:167-72.
91.
Kyrle PA, Minar E, Bialonczyk C, Hirschl M, Weltermann A, Eichinger S. The risk of
recurrent venous thromboembolism in men and women. N Engl J Med 2004;350:255863.
92.
Eichinger S, Weltermann A, Minar E, Stain M, Schonauer V, Schneider B.
Symptomatic pulmonary embolism and the risk of recurrent venous thromboembolism.
Arch Intern Med 2004;164:92-6.
93.
Shlebak AA, Smith DB. Incidence of objectively diagnosed thromboembolic disease in
cancer patients undergoing cytotoxic chemotherapy and/or hormonal therapy. Cancer
Chemother Pharmacol 1997; 39:462-6.
94.
Rickles FR, Falanga A. Molecular basis for the relationship between thrombosis and
cancer. Thromb Res 2001;102:215-24.
95.
Piccoli A, Lensing AW, Prins MH, Falanga A, Scannapieco GL, Ieran M. Extensive
screening for occult malignant disease in idiopathic venous thromboembolism: a
prospective randomized clinical trial. J Thromb Haemost 2004;2:884-9.
96.
Baron JA, Gridley G, Weiderpass E, Nyren O, Linet M. Venous thromboembolism and
cancer. Lancet 1998;351:1077-80.
97.
Lu W, Li L, Gao Y. Thrombosis diseases and lung cancer. (Abstract). Chin J Tuberc
Respir Dis 2000;23:400-2.
98.
Zielinski CC, Hejna M. Warfarin for cancer prevention. N Eng J Med 2000;342:1991-3.
99.
Luzatto G, Schafer AI. The prethrombotic state in cancer. Semin Oncol 1990;17:14758.
100. Öztürk AB, Kaya Z, Okumuş G, Kıyan E, Arseven O, Ece T. Akciğer kanserinde
tromboz: üç olgu sunumu. Solunum 2004;6:62-6.
101. Buccheri G, Ferrigno D, Ginardi C, Zuliani. Haemostatic abnormalities in lung cancer:
prognostic implications. Eur J Cancer 1997;33:50-5.
102. Gezer S. Kanser ve tromboz. XXXI. Ulusal Hematoloji Kongresi, VIII. Mezuniyet
sonrası eğitim kursu notları, s. 75-80, Antalya, 2004.
103. Wojtukiewicz MZ, Rucinsca M, Zimnoch L, Jaromin J, Piotrowski Z, Rozanska M, et
al. Expression of protrombin fragment 1+2 in cancer tissue as an indicator of local
activation of blood coagulation. Thromb Res 2000;97:335-42.
77
104. Lykke J, Nielsen HJ. The role of tissue factor in colorectal cancer. Eur Surg Oncol
2003; 29: 417-22.
105. Lip GYH, Chin BSP, Blann AD. Cancer and the prothrombotic state. Lancet 2002;3:2734.
106. Green KB, Silverstein RL. Hypercoagulability in cancer. Hemat Onc Clin North Am
1996; 10:499-530.
107. Emekli N. Kanserde hemostatik değişiklikler. 6. Ulusal tromboz, hemostaz ve anjioloji
kongresi kitabı, s.25-37, İzmir, 2006.
108. Hoffman R, Haim N, Brenner B. Cancer and thrombosis revisited. Blood Rev
2001;15:61-7.
109. Bick RL. Cancer-associated thrombosis. N Eng J Med 2003;349:109-11.
110. Var A, Onur E, Şakar A, Ertuğrul G, Çelik P, Özacar R. Akciğer kanseri olgularında
IL-1 beta, IL-2, IL-6, TNF alfa düzeyleri. Toraks Derneği 7. Yıllık Kongresi Bildiri
Özetleri, s.79, Antalya, 2004.
111. Çiftçi A, Altıay G, Demir M, Fareed J, Ünlü E, Gül H ve ark. Akciğer kanserinde oral
antikoagülan kullanımının sitokinler üzerine etkisi. Toraks Derneği 9. Yıllık Kongresi
Bildiri Özetleri, s.165, Antalya, 2006.
112. Klepfish A, Schattner A, Lugassy G, Karpatkin S. Trombosits and cancer. In: Lugassy
G, Falanga A, Kakkar AJ, Rickles FR (Eds.). Thrombosis and cancer. London: Martin
Dunitz; 2004. p.31-46.
113. Nash GF, Walsh DC, Kakkar AK. The role of the coagulation system in tumor
angiogenesis. Lancet Oncol 2001;2:608-13.
114. Bromberg ME, Capello M. Cancer and blood coagulation: molecular aspects. Cancers J
1999;3:132-8.
115. Kakkar AK, Williamson RCN. Antithrombotic therapy in cancer. Br Med J
1999;318:1571-2.
116. Falanga a, Marchetti M, Vignoli A. Pathogenesis of thrombosis in cancer. In: Lugassy
G, Falanga A, Kakkar AJ, Rickles FR (Eds.). Thrombosis and cancer. London: Martin
Dunitz; 2004. p.11-28.
117. Prandoni P, Piccoli A, Grolami A. Cancer and venous thromboembolism: an overview.
Haematologica 1999;84:437-45.
118. Maxwell GL, Myers ER, Clarke DL. Cost effectiveness of deep venous thrombosis
prophlaxias in gynecologic oncology surgery. Obstet Gynecol 2000; 95: 206-14.
119. Apiyasawat S, Wongpraparut N, Jaconbson L, Berkowitz H, Jacobs L, Kotler M.
Cisplatin induced localized aortic thrombus. Echocardiography 2003;20:199-200.
78
120. Togna G, Togna A, Franconi M, Caprino L. Cisplatin triggers trombosit activation.
Thromb Res 2000;99:503-9.
121. Pritchard KI, Paterson AHG, Paul NA, Zee B, Fine S, Pater J. Increased
thromboembolic complications with concurrent tamoxifen and chemotherapy in a
randomized trial of adjuvant therapy for women with breast cancer. J Clin Oncol
1996;14:2731-7.
122. Saphner T. Tormey DC. Gray R. Venous and arterial thrombosis in patients who
received adjuvant therapy for breast cancer. J Clin Oncol. 1991;9:286-94.
123. Faioni EM, Krachmalnicoff A, Bearman SI, Federici AB, Decarli A, Gianni AM et al.
Naturally occurring anticoagulants and bone marrow transplantation: plasma protein C
predicts the development of venocclusive disease of the liver. Blood 1993;81:3458-62.
124. Randolph, AG, Cook, DJ, Gonzales, CA, Andrew M. Benefit of heparin in central
venous and pulmonary artery catheters. A meta-analysis of randomized controlled
trials. Chest 1998;113:165-71.
125. Bona RD, Central line thrombosis in patients with cancer Curr Opion Pulm Med
2003;9:362-6.
126. Wells PS, Anderson DR, Rodger M, et al. Evaluation of D-dimer in the diagnosis of
suspected deep-vein thrombosis. N Engl J Med 2003; 349: 1227-35.
127. Prandoni P. Cancer and thromboembolic disease: how important is the risk of
thrombosis? Cancer Treat Rev 2002;28:133-6.
128. Levi M, Cate HT. Disseminated intravascular coagulation. New Eng J Med
1999;341:586-92.
129. Sorensen HT, Mellemkjaer L, Steffensen FH, Olsen JH, Nielsen GL. The risk of a
diagnosis of cancer after primary deep venous thrombosis or pulmonary embolism. N
Engl J Med 1998;338:1169-73.
130. Arseven O. Pulmoner embolide klinik ve laboratuvar bulguları, tanı yaklaşımı. Metintaş
M (Editör). Pulmoner tromboemboli’de. Eskişehir: Metin Ofset Matbaacılık;2001. s.65110.
131. Oymak S, Karahan İ, Bilgin M, Kart L, Gülmez İ, Demir R ve ark. Üst ekstremite derin
ven trombozları : risk faktörleri, tanı ve komplikasyonlar. Toraks Dergisi 2001;2:41-4.
132. Perrier A. Pulmoner D- dimer for pulmonary embolism: whom should we test? Chest
2004;125:807-9
133. Rathbun SW, Whitsett TL, Vesely SK, Raskob GE. Clinical utility of D-dimer in
patients with suspected pulmonary embolism and nondiagnostic lung scans or negative
CT findings. Chest 2004;125:851-5.
134. Solak ZY, Telli CG, Kabaroğlu C, Doğan B, Bayındır Ü, Erdener D. Pulmoner emboli
tanısında D-dimer testinin yeri. Solunum Hastalıkları 2003;14:11-6.
79
135. Gülsün M, Goodman LR. CT for the diagnosis of venous thromboembolic disease. Curr
Opion Pulm Med 2003;9:367-73.
136. Demir M. Venöz tromboembolizm. Tanı cephesinde yeni ne var? XXX. Ulusal
Hematoloji Kongresi, III. Ulusal Hematoloji İlk Basamak Kurs Notları. s.57-65,
İstanbul, 2003.
137. Rickles FR, Edwards RL, Barb C, Cronlund M. Abnormalities of blood coagulation in
patients with cancer. Fibrinopeptide a genetation and tumor growth. Cancer
1983;51:301-7.
138. Prandoni P, Lensing AW, Cogo A, Cuppini S, Villalta S, Carta M, et al. The long-term
clinical course of acute deep venous thrombosis. Ann Intern Med 1996;125:1-7.
139. Bobek V, Boubelik M, Fiserova A, L’uptovcova M, Vanucci L, Kacprazak G, et al.
Anticoagulant drugs increase natural killer cell activity in lung cancer. Lung Cancer
2005;47:215-23.
140. Prandoni P. How I treat venous thromboembolism in patients with cancer? Blood
2005;106:4027-33.
141. Bergqvist D. Venous thromboembolism in cancer patients. Expanding horizons. Semin
Thromb Hemost 2002;28 Suppl 3:19-23.
142. Levine MN. Managing thromboembolic disease in cancer patient: efficacy and safety of
antithrombotic treatment options in patient with cancer. Cancer Treat Rev 2002;28:1459.
143. Hyers TM, Agnelli G, Hull RD, Weg JG, Morris TA, Samama M, et al. Antithrombotic
therapy for venous thromboembolic disease. Chest 1998;114:561-78.
144. Lee AYY. The role of low-molecular-weight heparins in the prevention and treatment
of venous thromboembolism in cancer patients. Curr Opion Pulm Med 2003;9:351-5.
145. Zacharski LR. Anticoagulantions in cancer treatment: malignancy as a solid phase
coagulopathy. Cancer Lett 2002;186:1-9.
146. Schulman S, Rhedin AS, Lindmarker P, Carlsson A, Larfars G, Nicol P, et al. A
comparison of six weeks and six months of oral anticoagulant therapy after a first
episode of venous thromboembolism. N Engl J Med 1995;332:1661-5.
147. Bates SM, Ginsberg JS. Treatment of deep vein thrombosis. N Eng J Med
2004;351:268-77.
148. Decousus H, Leizorovicz A, Parent F, Page Y, Tardy B, Girard P. A clinical trial of
vena caval filters in the prevention of pulmonary embolism in patients with proximal
deep vein thrombosis. N Eng J Med 1998;338:409-15.
149. Lee AYY, Levine MN, Baker RI, Bowden C, Kakkar AK, Prins M, et al. Lowmolecular-weight heparin versus coumarin for the prevention of recurrent venous
thromboembolism in cancer (CLOT). N Engl J Med 2003;349:146-53.
80
150. Meyer G, Marjanovic Z, Valcke J, Lorcerie B, Gruel Y, Celigny PS, et al. Comparison
of low-molecular-weight heparin and warfarin for the secondary prevention of venous
thromboembolism in patients with cancer: a randomized controlled study
(CANTHANOX). Arch Intern Med 2002;162:1729-35.
151. Falanga A. The effect of anticoagulant drugs on cancer. J Thromb Haemost 2004;
2:1263-5.
152. Falanga A, Piccioli A. Effect of anticoagulant drugs in cancer. Curr Opin Pulm Med
2005;11:403-7.
153. Bobek V, Kovarik J. Antitumor and antimetastatic effect of warfarin and heparins.
Biomedicine & Pharmacotherapy 2004;58:213-9.
154. Schulman S, Lindmarker P. Incidence of cancer after prophylaxis with warfarin against
recurrent venous thromboembolism. N Engl J Med 2000;342:1953-57.
155. Sağlık Bakanlığı İstatistikleri. (Son Erişim tarihi 25.09.2006). http://www.saglik.gov.tr
156. Yang P, Allen MS, Aubry MC, Wampfler JA, Marks RS, Edell ES. Clinical features of
5628 primary lung cancer patients: experience at Mayo Clinic from 1997 to 2003. Chest
2005;128:452-62.
157. Üçsular FD, Uslu Ö, Tuksavul F, Gülpek M, Kös T, Güçlü SZ. Küçük hücreli akciğer
kanserinde gemsitabin- sisplatin kemoterapisinin etkinliği. Solunum 2005;7(3):115-22.
158. Pehlivan M, Yılmaz U, İtil O, Alakavuklar M, Akkoçlu A. Küçük hücreli akciğer
kanseri tedavisinde kemoterapi rejimlerinde yer alan ilaçların prognoza etkisi. Toraks
Dergisi 2000;2:36-40.
159. Sorensen HT, Mellemkjaer L, Olsen JH, Baron JA. Prognosis of cancers associated
with venous thromboembolism. N Engl J Med 2000;343:1846-50.
160. Doğan H, Aksel N, Öksüzler M, Çakan A, Özsöz A, Seçil M. Akciğer kanserlerinde alt
ekstremite derin ven trombozu insidansınin renkli doppler ultrasonografi ile
araştırılması. İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi 2004;18(2):55-63.
161. Bern MM, Lokich JJ, Wallach SR, Bothe AJ, Benotti PN, Arkin CF, et al . Very low
doses of warfarin can prevent thrombosis in central venous catheters. A randomized
prospective trial. Ann Intern Med 1990;112:423-8.
162. Nakstad B, Lyberg T. Immunohistochemical localization of coagulation, fibrinolytic
and antifibrinolytic markers in adenocarcinoma of the lung (Abstract). APMIS
1991;99:981-8.
163. Salah S, Husain A, Sigounas V, Wan J, Turturro F, Sigounas G et al. Plasma
coagulation markers in patients with solid tumors and venous thromboembolic disease
receiving oral anticoagulation therapy. Clin Cancer Res. 2004;10:7238-7243.
164. Anderson K. Hematologic complications. In: Holland J, Kufe D, Morton D (Eds.).
Cancer medicine. 3th edition. Philadelphia: Lea Febiger; 1993. p. 2294-314.
81
165. Levine MN, Hirsh J, Gent M, Arnold A, Warr D, Falanga A et al. Double-blind
randomised trial of a very-low-dose warfarin for prevention of thromboembolism in
stage IV breast cancer (Abstract) Lancet 1994;343:886-9.
166. Samama MM, Cohen AT, Darmon JY, Desjardins L, Eldor A, Janbon C, et al. A
comparison of enoxaparin with placebo for the prevention of venous thromboembolism
in acutely ill medical patients. Prophylaxis in Medical Patients with Enoxaparin Study
Group. N Engl J Med 1999;341(11):793-800.
167. Rasmussen MS. Preventing thromboembolic complications in cancer patients after
surgery: a role for prolonged thromboprophylaxis. Cancer Treat Rev 2002;28:141-4.
168. ENOXACAN Study Group. Efficacy and safety of enoxaparin versus unfractionated
heparin for prevention of deep vein thrombosis in elective cancer surgery: a doubleblind randomized multicentre trial with venographic assessment. Br J Surg
1997;84:1099-1103.
169. Bergqvist D, Agnelli G, Alexander TC, Eldor A, Cohen T, Nilsson PE. Duration of
prophylaxis against venous thromboembolism with enoxaparin after surgery for cancer.
N Engl J Med, 2002;13:975-80.
170. Bona RD, Hickey AD, Wallace DM. Warfarin is safe as secondary prophylaxis in
patients with cancer and a previous episode of venous thrombosis. Am J Clin Oncol
2000;23:71-3.
171. Schulman S. Care of patients receiving long term anticoagulant therapy. N Eng J Med
2003;349:675-83.
172. Hutten BA, Prins MH, Gent M, Ginsberg J, Tijssen JG, Buller HR. Incidence of
recurrent thromboembolic and bleeding complications among patients with venous
thromboembolism in relation to both malignancy and achieved international normalized
ratio: a retrospective analysis. J Clic Oncol 2000;18: 3078-83.
173. Ridker PM, Goldhaber SZ, Danielson E, Danielson E, Rosenberg Y, Eby CS, et al.
Long-term, low intensity warfarin therapy for the prevention of recurrent venous
thromboembolism (PREVENT). N Engl J Med 2003 348:1425-34.
174. Kearon C, Ginsberg JS, Kovacs MJ, Anderson DR, Wells P, Julian JA, et al.
Comparison of low intensity warfarin therapy with conventional-intensity warfarin
therapy for long-term prevention of recurrent venous thromboembolism. N Engl J Med
2003;349:631-9.
175. Berkarda B, Marrack P, Kappler JW, Bakemeier RF. Effects of warfarin administration
on the immune response of mice (Abstract). Arzneimittelforschung 1978;28:1407-10.
176. Berkarda B, Bouffard Eyüpoğlu B, Derman U. The effect of coumarin derivatives on
the immunological system of man. Agent Actions 1983;13:50-2.
177. Wojtukiewicz MZ. Low molecular weight heparin treatment for malignant melanoma: a
pilot clinical trial. Thromb Haemost 2003;89:405-7.
82
178. Altınbaş M, Çoşkun HS, Özkan M, Eser B, Ünal A, Çetin M, et al. A randomized
clinical trial of combination chemotherapy with and without low molecular weight
heparin in small cell lung cancer. J Thromb Haemost 2004;2:1266-71.
179. Chahinian AP, Propert KJ, Ware JH, Zimmer B, Perrymc C, Hirsh V, et al. A
randomized trial of anticoagulation with warfarin and of alternating chemotherapy in
extensive small-cell lung cancer by the Cancer and Leukemia Group B. J Clin Oncol
1989; 7: 993–1002.
180. Lee AYY, Levine MN. Cancer and thrombosis. Connecticut: Chase Medical
Communciations;2002: p.1-14.
181. Lebeau B, Chastang C, Brechot JM, Capron F, Dautzenberg B, Delaisements C, et al.
Subcutaneous heparin treatment increases survival in small cell lung cancer. Cancer
1994;74:38-45.
182. Calvo FA, Hidalgo OF, Gonzales F, Rebollo J, Martin AS, Ortiz UD, et al. Urokinase
combination chemotherapy in small cell lung cancer. Cancer 1992;70:2624-30.
183. Kakkar AK, Levine MN, Kadziola Z, Lemoine NR, Low V, Patel HK, et al. Low
molecular weight heparin, therapy with dalteparin, and survival in advanced cancer: the
fragmin advanced malignancy outcome study (FAMOUS). J Clin Oncol 2004;22:19448.
184. Klerk CPW, Smorenburg SM, Otten HM, Lensing AWA, Prins MH, Piovella P, et al.
The effect of low molecular weight heparin on survival in patients with advanced
malignancy (MALT). J Clin Oncol 2005;23:2130-5.
83
EKLER
84
EK 1
85
EK 2
BİLGİLENDİRİLMİŞ OLUR FORMU
Bu katıldığınız çalışma bilimsel bir araştırma olup, araştırmanın adı ‘Akciğer tümörlü olgularda
tromboz sıklığı ve profilaktik warfarin tedavisinin etkinliği’’dir.
Bu araştırmanın amacı, akciğer malignitesi olan olgularda tromboz sıklığı, mortaliteye etkisi
ve profilaktik warfarin tedavisinin etkinliğini ortaya koymaktır. Bu araştırmada size ek olarak tromboz
oluşumunu engellemek amacıyla düşük doz Warfarin tedavisi uygulanacaktır. Bu araştırmada yer
almanız öngörülen süre 1 yıl olup, araştırmada yer alacak gönüllülerin sayısı 100’dir.
Bu araştırma ile ilgili olarak uygulanan tedavi şemasına özen gösterme, araştırıcının
önerilerine uyma, ilaç kutularını getirme sizin sorumluluklarınızdır.
Bu araştırmada sizin için ürtiker, duyarlılık, kanama gibi riskler ve rahatsızlıklar söz konusu
olabilir; ancak sizin için beklenen yararlar tromboz riskini azaltma ve Pulmoner Emboli gibi ölüm
riski yüksek olan komplikasyonlardan profilaktik tedavi ile korunmaktır.
Araştırma sırasında sizi ilgilendirebilecek herhangi bir gelişme olduğunda, bu durum size veya
yasal temsilcinize derhal bildirilecektir. Araştırma hakkında ek bilgiler almak için ya da çalışma ile
ilgili herhangi bir sorun, istenmeyen etki ya da diğer rahatsızlıklarınız için 0533 775 2508 no.lu
telefondan Dr. Abdullah Çiftçi’ye başvurabilirsiniz.
Bu araştırmada yer almanız nedeniyle size hiçbir ödeme yapılmayacaktır (yapılacaksa ödeme
miktarı yazılmalıdır); ayrıca, bu araştırma kapsamındaki bütün muayene, tetkik, testler ve tıbbi bakım
hizmetleri için sizden veya bağlı bulunduğunuz sosyal güvenlik kuruluşundan hiçbir ücret
istenmeyecektir. Bu araştırmada yer almak tamamen sizin isteğinize bağlıdır. Araştırmada yer almayı
reddedebilirsiniz ya da herhangi bir aşamada araştırmadan ayrılabilirsiniz; bu durum herhangi bir
cezaya ya da sizin yararlarınıza engel duruma yol açmayacaktır. Araştırıcı bilginiz dahilinde veya
isteğiniz dışında, uygulanan tedavi şemasının gereklerini yerine getirmemeniz, çalışma programını
aksatmanız veya tedavinin etkinliğini artırmak vb. nedenlerle sizi araştırmadan çıkarabilir.
Araştırmanın sonuçları bilimsel amaçla kullanılacaktır; çalışmadan çekilmeniz ya da araştırıcı
tarafından çıkarılmanız durumunda, sizle ilgili tıbbi veriler de gerekirse bilimsel amaçla
kullanılabilecektir.
Size ait tüm tıbbi ve kimlik bilgileriniz gizli tutulacaktır ve araştırma yayınlansa bile kimlik
bilgileriniz verilmeyecektir, ancak araştırmanın izleyicileri, yoklama yapanlar, etik kurullar ve resmi
makamlar gerektiğinde tıbbi bilgilerinize ulaşabilir. Siz de istediğinizde kendinize ait tıbbi bilgilere
ulaşabilirsiniz (tedavinin gizli olması durumunda, gönüllüye kendine ait tıbbi bilgilere ancak verilerin
analizinden sonra ulaşabileceği bildirilmelidir).
Çalışmaya Katılma Onayı:
Yukarıda yer alan ve araştırmaya başlanmadan önce gönüllüye verilmesi gereken bilgileri
okudum ve sözlü olarak dinledim. Aklıma gelen tüm soruları araştırıcıya sordum, yazılı ve sözlü
olarak bana yapılan tüm açıklamaları ayrıntılarıyla anlamış bulunmaktayım. Çalışmaya katılmayı
isteyip istemediğime karar vermem için bana yeterli zaman tanındı. Bu koşullar altında, bana ait tıbbi
bilgilerin gözden geçirilmesi, transfer edilmesi ve işlenmesi konusunda araştırma yürütücüsüne yetki
veriyor ve söz konusu araştırmaya ilişkin bana yapılan katılım davetini hiçbir zorlama ve baskı
olmaksızın büyük bir gönüllülük içerisinde kabul ediyorum.
86
Bu formun imzalı bir kopyası bana verilecektir.
Gönüllünün,
Adı-Soyadı:
Adresi:
Tel.-Faks:
Tarih ve İmza:
Velayet veya vesayet altında bulunanlar için veli veya vasinin,
Adı-Soyadı:
Adresi:
Tel.-Faks:
Tarih ve İmza:
Açıklamaları yapan araştırmacının,
Adı-Soyadı:
Görevi:
Adresi:
Tel.-Faks:
Tarih ve İmza:
* Bu örnek form araştırıcılara fikir vermek için formda bulunması gereken asgari bilgiler verilerek hazırlanmıştır,
gerektiğinde eklemeler yapılmalıdır. İstendiğinde Etik Kurul sekreterliğinden ya da Tıp Fakültesi web sayfasından temin
edilerek ve üzerinde gerekli düzenlemeler yapılmak suretiyle kullanılabilir (ör. bu paragraf, metindeki noktalı kısımlar ve
parantezler çıkarılmalı ve uygun şekilde düzenlenmelidir). Gönüllünün beyan ve imzası, bilgilendirme metninin devamı
şeklinde olmalıdır; kesinlikle ayrı sayfalarda olmamalıdır. Konuyla ilgili olarak T.Ü. Tıp Fakültesi Etik Kurul yönergesi
okunmalıdır.
87
EK 3
88
EK 4
KARNOFSKY PERFORMANS SKALASI
100
90
80
70
Normal
Normal aktivitesini yapabilmekte,hastalığın belirtileri önemsiz
Normal aktivite eforla yapabilmekte, belirti bulgular daha belirgin
Kendi kendine bakabilmekte, buna karşın diğer aktivitelerini yürütemiyor
60
50
40
30
20
10
0
Kendi kendine bakabilmekte ancak ara sıra yardıma ihtiyacı olmakta
Hatırı sayılır derecede yardıma ihtiyacı var
Güçsüz ve özel bakıma ihtiyacı var
Ciddi derecede güçsüz, hospitalizasyon ihtiyacı var
Çok hasta destek tedavisi
Ölüme yakın
Ölüm
89
ECOG
0
1
Normal aktivite
Semptom var ancak yatmıyor
2
Tüm zamanının % 50 sinden azı yatakta
geçiyor
3
Tüm zamanının % 50 sinden fazla yatakta gçr
4
% 100 yatakta geçirmekte
EK 5
90
91
Download