Slayt 1 - Anadolu Üniversitesi

advertisement
ÇEVRE ETİĞİ VE
ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ
Dr. Ethem TORUNOĞLU
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ
Bakmak ve Görmek…
Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, Ateş
Anıları Üçlemesi’nin son kitabı olan
“Rüzgarın Yüzyılı”nda, Amerikalı romancı
James Baldwin* ile ilgili bir hikâye anlatır:
* James Baldwin (d. 2 Ağustos 1924 – ö. 1 Aralık 1987), Afrikalı – Amerikalı yazar.
20.Yüzyıl ortalarında, ABD’de yaşanan ırk sorunlarının yanında, Baldwin'in siyahi bir eşcinsel
olması da eserlerine “farklı” sosyal ve psikolojik derinlik katar.
Öğlen saatleridir ve James Baldwin bir
arkadaşı ile birlikte Manhattan’ın
caddelerinden birinde yürümektedir.
Kırmızı ışıkta dururlar.
‘Bak,’ der arkadaşı kaldırımı göstererek.
Baldwin bakar. Hiçbir şey göremez.
‘ Bak, bak!’
Bir daha bakar. Kaldırımda bulanık bir su
birikintisinden başka hiçbir şey yoktur.
Arkadaşı ısrar eder. “Bak! Görüyor
musun?”
O zaman Baldwin dikkatlice bakar ve bu sefer
görür:
Su birikintisinin üzerinde yayılmakta olan bir
yağ lekesi vardır. Sonra hepsini birer birer
görür. O yağ lekesinin ortasında beliren
gökkuşağını, su birikintisinin biraz daha
aşağısında hareket eden caddeyi, caddede
yürüyen insanları: talihsizleri, delileri,
büyücüleri, sürekli bir devinim içindeki dünyayı,
dünyada yansıyan sayısız dünyalarla dolu akıl
almaz bir dünyayı…
Baldwin görür!
Hayatında ilk kez görür…
“Çevre Etiği” kavramı, öncelikle dünyaya
ve canlılara, çevremize, yaşam
ortamlarına BAKMAYI gerekli
kılmaktadır…
Ama , farklı biz göz ile bakmalıyız…
Bize dayatılan, algılarımızı belirleyen
görme eylemleri yerine çok geniş bir
perspektifle bakmaya ihtiyacımız var…
ÖNCE ÇEVRE VE EKOSİSTEM VARDI…
DOĞA VE DOĞAL VARLIKLAR VARDI…
SONRA “ÇEVRE VE DOĞA FELSEFESİ”
ORTAYA ÇIKTI…
GÜZEL SÖZ SÖYLEME VE BU YOLLA
DOĞAYI ANLAMAK VE AÇIKLAMAK…
İŞTE BİZİM İŞİMİZ DE BİRAZ BU DEĞİL
Mİ?
DOĞAYI ALGILAMAK,
YAŞAMIN SÜREKLİLİĞİ İÇİN
ÇABALAMAK…
Çevre Felsefesine Giriş
Joseph R. Des Jardins “Çevre Etiği” isimli
kitabının giriş bölümünde şöyle bir
gözlemine yer verir:
Bir yaz sabahı, kent dışında araba kullanırken,
dört yaşındaki oğlum sordu:
“ Baba ağaçlar ne işe yarar?”
Babalık görevi yapmak için elime değerli bir fırsat
geçtiğini duyumsayıp, ona yavaş yavaş ağaçların canlı
varlıklar olarak bir işe yaramak gibi sorunları olmadığını,
ama başka birçok canlı yaratığa ev işlevi gördüklerini,
soluduğumuz havayı yaratmakta ve temizlemekte
olduklarını, şahane ve güzel olabildiklerini anlatmaya
başladım.
“Ama baba “ dedi…
“ ben bilimden anlarım ve senden daha çok
şey biliyorum. Çünkü en önemli noktayı
unuttun.
Ağaçlar insanların tırmanmasına da
yarar …”
Neden felsefe?
İnsan doğada varoluşundan bu yana,
doğadan yararlanmış, doğa ile iç içe bir
yaşam sürmüştür.
İnsan doğayı işlemiş, bilgi birikimine ve
teknik ilerlemeye koşut olarak doğaya
egemen olmaya çalışmıştır.
İnsanlar ilk çağlardan itibaren hayatın ve
doğanın kaynağının nerden geldiğini
düşündüler. Çoğu zaman bir yaratıcının
varlığına indirgenen düşünceler yine de
din ve mitolojinin de dışına çıkarak var
olanların nedenini soruşturmaya yöneldi.
Felsefe deyimi, Yunanca “Philosophia”
sözcüğünden gelmektedir. Tabiat,
matematik ve metafizik bilimleri tek tek
felsefe bilimini oluşturmuşlardır.
Felsefi düşünüş, belli bir doğa tasarımı
içermektedir.Felsefenin öncelikle bir doğa
felsefesi olarak ortaya çıktığı, buna bağlı
olarak da ilk filozofların “doğa filozofları”
olarak anıldığı görülmektedir.
Felsefe sözcüğü, eski Yunancadan
Arapçaya ve bu dilden Türkçeye geçmiştir.
Sözcüğün Yunanca aslı “philosophia”dır
ve iki ayrı sözcükten oluşur: “Philio” sevgi
anlamına gelir: ‘ “sophia” ise, “bilgelik” ya
da genel olarak “bilgi” demektir.
Öyleyse, “philosophia”, bilgi ve bilgelik
sevgisi, aşkı anlamına geliyor.
“Philosophos (filozof) da, “bilgeliği seven”,
“bilgiyi arayan ve ona ulaşmak isteyen
kişidir.
Doğa Felsefesi; felsefe tarihinde Yunan
Felsefesi’nin başlangıcında ortaya çıkan ve
temel sorun olarak var oluşun kaynağının ne
olduğu sorusunu alan bir felsefi yönelimdir.
Milet Okulu M.Ö 600’lerde bu felsefi eğilimin
öncüsü olmuştur ve felsefenin başlangıç
evresini oluşturmuştur.
Bu okulun ilk ismi Thales’tir.
Anaksimandros ve Anaksimenes de bu felsefi
yönelimin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Aynı felsefi düşüncelerden etkilenen
Herakleitos doğa üzerine fikirler ortaya
atarken politika ve tanrı bilim üzerine de
çalışarak doğa felsefesini biraz daha
genişletmiştir.
Böylelikle insanın kendisini ve çevresini
tanımaya yönelmesini sağlayan felsefe
doğmaya başlamıştır.
Çağımızdan yüzlerce yıl önceki düşünürlerin
ortaya attığı bazı düşüncelerin hiçbir
yapılandırılmış deney olmadan, sadece basit
gözlem ve akıl yürütmelerle şu andaki bilgilere
paralel olması şaşılacak düzeydedir. Ayrıca,
günümüzde var olan bilgi birikimini, onca insanın
aklının alamayacağı veri bankalarını, iletişim
ağlarının ve olanaklarının genişliğini ve
çeşitliliğini düşününce o çağdaki düşünceler
takdire şayan gözükmektedir.
Bilim ve Felsefe
Galileo ve Newton gibi doğa bilimcilerden bu yana, bilimin
temel hedefi doğaya egemen olmak üzerine şekillenmiştir.
Öte yandan, bilim, bilgi üretme ve tekniği geliştirme
olgusudur.
Bu noktada, doğada üstünlük kurmaya yönelen bir arayış,
insan ve insanın yaşadığı doğal ortam arasında var
olagelen uyumu bozmuştur.
Çevre Sorunlarının Ortaya Çıkışı
Çevrenin kirlenmesi ya da bozulması,
çevreyi oluşturan öğelerin bu süreç
içinde giderek niteliğinin değişmesi,
değerini yitirmesi olayıdır.
Çevre sorunları birden bire ortaya çıkmamış,
zaman içinde birikerek varlığını duyurmuştur.
Doğal varlıkların sınırlı olduğunun anlaşılması,
bu noktada doğal varlıkların ve doğal
kaynakların yalnızca zengin ülkelerin tekelinde
olmadığı düşüncesinin gelişmesi bir dizi
tartışmaya da yol açmıştır.
Ayrıca, son 40-50 yıldır dünya genelinde ortaya
çıkan kaynak sorunu, doğal varlıkların ve enerji
kaynaklarının yönetimi ve hızla tüketilerek ve
kirletilerek yok olması sorunu politik bir
mesele olarak öne çıkmıştır.
18. yüzyılda başlayan sanayi devrimi,
insanoğlunun doğayla olan ilişkilerinde
köklü bir değişimi de beraberinde
getirmiştir. Sanayileşme-kentleşme
süreçlerinin yarattığı yoğunlaşmış çevre
kirliliği sorunlarıyla tanımlanabilecek bu
ilişki, 20. yüzyıla gelindiğinde ne yazık ki
artık küresel ölçekte bir çevresel krize
dönüşmüştür.
Doğadaki alıcı ortamların kirlilik özümseme
kapasitelerinin aşılmaya başlanması, doğal
ortamdaki dengelerin geri dönüşü zor,
neredeyse imkansız bir şekilde değişiyor
olması, çevre kirliliği kaynaklı büyük ölçekli
sağlık sorunlarının gündeme gelmesine yol
açmıştır.
Doğal varlıkların hızla tüketilmesi gibi süreçler
sonucu ortaya çıkan ekolojik kriz, bu sorunun
çözümüne yönelik arayışları ve bu noktada
farklı yönelimleri gündeme getirmiştir.
Çevre Nedir ve Çevre Kavramı Nasıl
Tanımlanabilir?
Çevre kavramının insanların ve
toplumların gündemine girmesi çok eski
zamanlara dayanmamaktadır. Çevre
olgusunun bir sorun olarak ortaya çıkması
ile birlikte çok boyutlu ve karmaşık ilişkileri
içeren bir kavram olduğu anlaşılmaya
başlamıştır.
Çevre kavramının çağrıştırdığı “ekoloji”
kavramı ve uygarlık sürecinde ortaya
çıkan “ekoloji bilimi” ise köken olarak çok
eski zamanlara uzanmaktadır.
Canlı varlıkların yaşam ortamları ve
birbirleri ile olan diyalektik ilişkilerini
inceleyen “ekoloji bilimi” ilk kez 1866
yılında Alman Biyologu Ersnt Haeckel
tarafından gerçekleştirilen ve geliştirilen
bilimsel araştırmalar ve çalışmalar
sonucunda bağımsız bir bilim alanı olarak
görülmeye başlamıştır.
Ekoloji sözcüğünün ise, Haeckel’in
araştırmaları sırasında ortaya çıktığı
bilinmektedir. Haeckel, uygarlık tarihinde
önemli yeri olan Eski Yunan coğrafyasını
araştırırken, antik dönemde Eski
Yunancada kullanılan kavram ve
kelimelerden hareketle, “ekoloji” kavramı
üzerinde yoğunlaşmıştır.
Buna göre, Eski Yunancada yaşanılan
yer/yurt anlamına gelen “oikos” ile, bilim,
söylem veya söz söyleme sanatı anlamına
gelen “logia” sözcüklerinin bir arada
kullanımından “ekoloji” sözcüğünü
türetmiştir.
Bu bağlamda, ekoloji kavramı, yaşam
ortamlarının bilimi, ya da canlıların
yaşadıkları yerin söylemi ve bilimi olarak
tanımlanabilir. Çevre ve ekoloji kavramları,
yıllar içinde yeni bir bilim alanının ortaya
çıkmasına, “çevrebilim” olgusunun
gelişmesine de öncülük etmişlerdir.
Ekosistem: Doğal yaşam ortamlarında, canlı
organizmalarla cansız çevre unsurları birbiriyle
sıkı sıkıya bağlıdır. Karşılıklı olarak madde
alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan
organizmalarla, cansız maddelerin bulunduğu
herhangi bir doğa parçası bir “ekosistem”
olarak adlandırılır. Açık bir sistem olan
ekosistemde, enerji ve besin giriş-çıkışı
süreklidir.
Ekoloji: Cansız doğal çevre ile bu çevre
içinde yaşamlarını sürdüren canlılar
arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri
inceleyen bilim dalına ekoloji adı verilir.
Ekoloji Politikası :
“İnsan davranışlarına bencillikten uzak,
topluma ve gelecek kuşakların çıkarlarına
öncelik tanıyan bir yön kazandırabilmek,
bu bağlamda yaşanabilir çevre koşullarını
sağlamak ve doğal varlıkların korunması
ve geliştirilmesi süreci olarak tarif
edilebilir."
Çevre sorunlarının ortaya çıkması ya da
görünür olması ile birlikte ekoloji biliminin
kapsamı genişlemiş, bir anlamda ekoloji
geleceğin bilimi olarak görülmeye
başlamıştır. Böylece klasik ekoloji’nin ilgi
alanı çeşitlenmiş, bir süre sonra insan
ekolojisi, toplumsal ekoloji gibi yeni dallar
ortaya çıkmıştır.
Ekoloji biliminin kapsamının genişlemesi,
yeni yöntem ve araçlarla devingen bir bilim
dalı şekline dönüşmesi başka bilim alanları
ile ortak çalışma ortamları yaratmıştır.
Ekoloji biliminin siyasal ve toplumsal alanla
buluşması sonucu, siyaset bilimi, sosyal
bilimler, sosyoloji, kamu yönetimi, iktisat, fen ve
teknik bilimler, mühendislik alanları (çevre
mühendisliği gibi özel bir çalışma ve bilim alanı
doğmuştur), halk sağlığı bilim alanı, sağlık
alanında yeni uzmanlıklar (sağlık teknisyenliği
vb.) ve felsefenin yeni alanları ekoloji bilimi ile
yan yana gelmiştir.
Böylece yeni bir söylem ile birlikte
disiplinler arası bir bilim dalı ortaya
çıkmıştır. Çevrebilim veya Çevre
Bilimleri…
Çevre Bilim, doğa felsefesi ve çevre etiği
kavramlarını da inceleyen bir bilim dalıdır.
Çevre Bilim alanı içinde yer alan,
Çevre Mühendisliği gibi meslek dallarını
da doğrudan etkileyen bir çalışma alanı
olan “çevre etiği” doğa felsefesi ile birlikte
ele alınmak durumundadır.
Etik Kuramı ve Çevre
Etik, insan eylemlerine ilişkin değerler
felsefesi olarak ortaya çıkmıştır.
Etik, insan-insan ilişkilerinde açık uçlu
sorulara “iyi-kötü” değerlendirmeleri ile
yanıtlar bulmaya çalışır.
Etik, ahlaki tutumların ardında yatan
yargıları ele alarak, insanın bütün davranış
ve eylemlerinin temelini araştırır. Çoğu
zaman birbirlerinin yerlerine de kullanıldığı
görülen etik ile ahlak arasında yakın bir
ilişki bulunmakla birlikte etik, ahlak ve
toplumca belirlenen ahlaki ilkelerin
niteliğini sorgulayan felsefedir.
İyi ile kötü arasındaki ayrım, evrimsel
süreçte mistisizme dayandırılarak
Tanrı’nın ve onun yarattığı doğal düzeni
temsil etmiş,daha sonra yerini, daha iyi bir
dünya ve evrene sahip olma yolunda birey
ve toplumsal davranış biçimlerini
sorgulayan bir etik anlayışa bırakmıştır.
Etik değerler, eskiden metafizik
kavramlarla temellendirilirken, günümüzde
insanların daha iyi yaşamalarını ve
dünyanın bir bütün olarak ileriye gitmesini
sağlamaya yönelik kavramlarla
temellendirilmektedir.
Geçmişte değerler felsefesi dar bir
mekânda, dar bir zaman diliminde oluşan
ikilemleri irdelerken, teknolojideki sınırsız
ve hızlı gelişmenin yansımasıyla
günümüzde, gelecek kuşaklar ve evren
kavramları da ikilemlerde belirleyen
olarak önem kazanmıştır.
Etik; Yunanca Ethos (töre, gelenek,
alışkanlık) sözcüğünden türetilmiştir.
Belirli ahlak değerlerinden ya da
ilkelerinden oluşan sistemler veya
kuramlar için de bu terim kullanılır.
Etik bir çalışma faaliyetinde bulunan
insanların ahlak ilkelerini, davranış
biçimlerini, görevlerini ve zorunluluklarını
belirleyen kurallar zinciri olarak
tanımlanabilir .
Etik, yasalardan farklı
olarak,çoğunlukla yazılı ve kesin
koşullar içermez.
Etik Değerler, zamana, değişen koşullara,
toplumsal gereksinim ve bilimsel gelişmelere
bağlı olarak değişimler gösterebilir. Ancak
temelindeki “iyilik etme”,“kötülük etmeme”,
“adil davranma” gibi ana belirleyiciler
değişmez.
Bilimsel düşünce, bilimin genel kurallarına
uymanın yanı sıra sorunların çözümüne
yönelirken mutlak doğru sonucu elde etme ve
uygulamaya koymada “etik” olmak zorundadır.
Bunun yanında, etik ve ahlak arasında
yakın bir ilişki bulunmakla birlikte
kavramların karıştırılmaması
gerekmektedir. Etik, ahlakı da içeren daha
geniş bir alanı ifade eder.
Etik, ahlaki tutumların ardında yatan
yargıları ele alarak, insanın bütün davranış
ve eylemlerinin temelini araştırır.
ÇEVRE ETİĞİ
Çevre Etiği, insanlar ile doğal çevreleri
arasındaki ahlaki ilişkilerin sistemli olarak
incelenmesidir.
Çevre Etiği, ahlak kurallarının insanların
doğal yaşam karşısındaki davranışları
yönettiğini ve yönetmesi gerektiğini
varsayar.
Çevresel Etik konusu felsefenin belirli
bir disiplini olarak 1970’li yıllarda ortaya
çıkmaya ve gelişmeye başlamıştır.
Çevre etiği konusunda Rachel Carson’un
“ Silent Spring – Sessiz Bahar” isimli
çalışması kimyasal atıkların doğal yaşam
alanlarına etkilerini incelerken bir etik
yaklaşım geliştirmeye çalışmıştır.
Yeryüzü Etiği ( The Land Ethic) isimli
klasik çevre kitabında Aldo Leopold;
etik kuramını insanın toprakla ilişkisini de
kapsayacak şekilde genişletmiş ve
toprakların hızla tüketilmesi ve kirletilmesi
sürecini Odysseus’un Troya Savaşı’ndan
dönüş öyküsü ile anlatmaya çalışmıştır.
Odysseus , Troya Savaşı’ndan dönerken
davranışlarından kuşku duyduğu bazı kadınları
astırmıştır. Böyle davranmakta bir bahis
görmeyen Odysseus’un yaşadığı yıllarda
kadınlar köle olarak görülüyorlardı ve mal
muamelesi görüyorlardı.
Tıpkı Odysseus’un köleleri öldürme
kötülüğünde etik yönden bir sakınca
görmemesi gibi, bizler de toprağın
anlamsız bir biçimde tahrip edildiğini
göremiyoruz Leopold’a göre…
Çevre Etiği Kavramı ve Farklı
Yaklaşımlar
* İnsan Merkezli Etik ( Antroposantrik)
* Canlı Merkezli Etik ( Biocentrik)
Temel Kavramalar ya da
Tılsımlı Sözcükler
 Sorumluluklar
 Görevler
 Doğal Duygu ve Refleksler
Çevre Etiği İki Ana Unsur
Üzerine Şekillenir…
1. Çevre Etiği; her şeyden önce insanın
doğal çevreye ve diğer insanlara, canlılara
karşı bir takım ödev ve sorumlulukları
olduğu tezini kabul eder.
2. İnsanın, doğaya ve diğer canlılara karşı
ne tür sorumlulukları olduğunu tartışmaya
ve bu sorumlulukları tanımlamaya çalışır.
Sonuç olarak; bu sorumluluklar öncelikle,
• dünyada yaşayan insanlara yönelik mi
olmalı?
• * dünyada yaşayan tüm canlılara yönelik
mi olmalı?
• * gelecek kuşaklara mı yönelik olmalı?
Çevre Etiği, bu sorulara belirli bir bilimsel
yöntem ile yanıtlar bulmaya, ekosistem
içinde doğal varlıkların, canlıların ve
insanların davranışlarını, tutumlarını
açıklamaya ve kavramsallaştırmaya
çalışır…
İnsan Merkezli Etik
İnsan merkezli etik yaklaşım, yalınızca
insanın ahlaki bir değere sahip olduğunu
öne sürer. İnsanın doğal çevreye karşı
sorumluluklarının dolaylı olabileceğini
kabul eder.
Örneğin, doğal varlıkların korunması
sorumluluğu, başka insanlara karşı borçlu
olduğumuz ödevlerle açıklanır.
Çevrecilik akımının ilk on yıllarında, insan
merkezli etik yaklaşımın başat olması
nedeni ile, hava ve su kirliği, tehlikeli ve
zehirli atıklar, böcek ilaçlarının kullanımı
gibi değişik konularda tartışmalar ortaya
çıkmıştır.
Bazı tartışmalar;
Kimyasal böcek ilaçları güvenilir midir?
Kabul edilebilir risk düzeylerini kim
belirlemelidir?
Sulak alanların yönetimi nasıl olmalıdır?
Bataklıklar ve sivrisinekler, halk sağlığı
sorunlarında yaklaşım ne olabilir?
Tarım alanlarının tarım dışı kullanımına,
örneğin bu alanlardaki yatırımlara kim ve nasıl
karar verir? O bölgede, o yörede yaşayanların
düşünce ve beklentileri, toplumun diğer
kesimlerinin görüşleri ve talepleri nasıl ölçülür?
Kriter nedir?
ÇED ( Çevresel Etki Değerlendirmesi) ve
SED ( Sağlık Etki Değerlendirmesi ) gibi kavram
ve yaklaşımlar ahlaki sorumluluk ve görevleri de
içerir mi? İçermeli mi?
Otomobil fabrikası mı? Patates tarlası mı?
Enerji mi? Nehirler mi?
Bulaşık makinesi mi? Ormanlar mı?
Her ikisi birden mi?
….
….
????????
İnsan merkezli etik yaklaşım süreç içinde
değişik çevre sorunlarına yönelik ürettiği
çözümler ve tartışmalar ile birlikte gelişim
ve değişime de uğramıştır. Bu noktada,
ahlak olarak sadece insana odaklanan bu
yaklaşım zamanla sorumluluk olarak
henüz doğmamış olanları ( gelecek
kuşakları ) da ilgi alanı içine dahil etmiştir.
Bu genişleme beraberinde birçok soruyu
da gündeme taşımıştır:
• Örneğin; 2114 yılında yeryüzünde
yaşamını sürdürecek olan insanlar için
bugün yaşayan insanların üstlenmesi
gereken sorumluluklar var mıdır? Böyle
bir sorumluluk olabilir mi?
Gelecek kuşaklara karşı bir sorumluluk
olduğunu düşündüğümüzde, gelecek
kuşakların sağlıklı ve doğal güzelliklerle iç
içe bir dünyada yaşaması için nükleer
santral projelerini yeniden düşünmek
gerekmez mi?
Özellikle radyoaktif atıklarının
depolanmasını…

Canlı Merkezli Etik
Canlı merkezli etik tüm yaşamın içsel bir
değere sahip olduğunu varsayan bir
kuramdır.
( Biocentric; merkezinde yaşam olan
demektir.)
Canlı merkezli etiğin ilk örneklerinden biri Albert
Schweitzer’in* “yaşama saygı” ilkesidir.
* Albert Schweitzer (d. 14 Ocak 1875 - ö.4 Eylül 1965), 1952 Nobel Barış Ödülü sahibi
Almanya Yurttaşı… insan hakları savunucusu, hekim, filozof, müzisyen, teolog, hayvan sever
ve anti-nükleer aktivist. Schweitzer, akademik alandaki uğraşılarını süreç içinde bir kenara
bırakarak sahada, sorunlu bölge ve coğrafyalarda hekimlik yapmıştır. Afrika'da doktorluk yapma
amacıyla 30 yaşından sonra tıp tahsili yaptı; Gabon'da bir hastane kurdu ve yaşamını yöre
halkının sağlığına adadı. Geliştirdiği "yaşama saygı felsefesi" ile günümüzdeki çevreci ve
hayvan sever hareketlerin öncüsü kabul edilir.
Schweitzer’in etik düşüncesi, doğa ile etik
arasındaki bağı yeniden kurmayı
amaçlamıştır. Bu düşünce ile Afrika’ nın
değişik yerlerinde insanlarla ve doğal
yaşamla baş başa bir hayat süren
Schweitzer , “…doğadan yumuşak ve
nazik bir olgu” olarak söz ederken tam da
yaşamın içinden gelen bir sesle son
derece samimi ve sahicidir…
Schweitzer , “…insan bilincinin en temel
olgusunun, herkesin yaşama istencine sahip bir
yaşamın ortasında, yaşama istencine sahip
olması olduğunu” söyler. Ve etik, biz şu gerçeği
tam anlamıyla anladığımız zaman başlar:
“ …düşünen bir varlık olan insan, herkesin
yaşama arzusuna gösterdiği saygıyı gösterme
konusunda bir zorunlulukla karşı karşıyadır.
Başkalarının yaşamını kendi yaşamında dener.
Şunların iyi olduğunu kabul eder: Yaşamı
korumak, yaşamı geliştirmek, onu gelişme gücü
olan en yüksek yaşam değerine
yükseltmek.Şunların ise kötü olduğunu kabul
eder: yaşamı tahrip etmek, yaşamı zarara
uğratmak, gelişme gücü olan yaşamı baskı
altında tutmak.”
•
•
•
•
Bu yaklaşımın devamı olarak, 1970’li
yıllarda çevresel kaygıların da artması ile
birlikte, ekoloji politikalarında ve doğa
felsefesinde de yeni kavramlar ve akımlar
ortaya çıkmıştır.
Derin ekoloji
Toplumsal ekoloji
Ekofeminizm
Ekososyalizm
DERİN EKOLOJİ
Arne Naess, ilk olarak 1973 yılında derin
ve sığ çevreci bakış açıları arasında ayrım
yapmıştır. Bu noktada, bugüne kadar
gündeme gelen çevreci kaygı ve
söylemlerin, soruna köklü çözümler
getirmediğini ifade ederek, ‘derin ekoloji’
kavramı ile doğa merkezci yeni bir
düşünsel değişimi tanımlamıştır.
Arne Naess’in, 1973’de yayınladığı “The
Shallow and the Deep: Long Range Ecology
Movement: A Summary” adlı makalesinde çevre
hareketini derin ekoloji olarak, temellerde
değişiklik yapmayı önermeyen reformcu çevreci
hareketten farklı olarak, dünya görüşünde, insan
değerlerinde ve amaçlarında ve politikalarda,
yaşam tarzımızda köklü değişiklikler yapılması
gereğini savunan hareket olarak tanımlar.
Bir felsefi hareket olarak Derin Ekoloji;
çevrenin tahrip edilmesinden sorumlu
olduğu belirtilen ‘ egemen dünya
görüşünün’ radikal bir eleştirisidir. ‘Derin
Ekoloji’, insan merkezci görüşün karşıtı,
doğa merkezci bir felsefi düşünceyi
savunur.
Arne Naess ile George Session’ın 1984’de
birlikte saptadığı “derin ekoloji hareketinin
platform ilkeleri”, derin ekoloji
taraftarlarının büyük çoğunluğunun kabul
ettiği genel ilkelerdir.
Derin Ekoloji’nin Temel İlkeleri…
Norveçli felsefeci Arne Neass’ın ileri
sürdüğü derin ekoloji kavramı 8 temel
ilke üzerine kurulmuştur:
1. Yeryüzündeki her şey değerlidir ve insan
merkezci düşünceden uzaklaşmaya
davet etmek.
2. Ekosistemin tümüyle değerli olduğunu
kabul edip, türlerin devamını sürdürmek.
3. İnsanların yaşamaları için gerekli
ihtiyaçlarını, çevreyi yok etmeden sade bir
biçimde doğadan alması gerekeni almaya
davet etmek.
4. Ekosistemdeki tüm yaşamın dengeli
olması.
5. İnsanların çevrelerine olan etkilerinin aşırı
olduğu ilkesine karşı çıkabilecek çok az
kişi olmasına rağmen,pek çok kişinin bu
müdahaleyi vicdanları rahatsız olmadan
yaptıkları inancı.
6. Yapılacak değişmeler, ekonomik ve
ideolojik kurumları mutlaka etkileyecektir.
7. Yaşamın niteliği her şeyden önemlidir.
8. İnsanların derin ekoloji ilkelerini kabul
etmeleriyle çok büyük değişikliklerin
yaşanacak olması. Buna gerekçe olarak;
mekanik dünya görüşü ile gelişen endüstri
toplumunun gereklerine göre yaşam
felsefesinin maddeci, faydacı ve insanı
birbirinin kurdu olarak gören rekabet içinde
görmesidir.
Bu ilkelere farklı düşünsel ve dinsel
geleneklerden de hareket edilerek, varılabilir.
Herkes bu geleneklerden birinin veya birkaçının
temel ilkelerine yaslanarak kendi ekozofilerini,
yani çevreye ilişkin kendi ‘uyum ve denge’
felsefelerini geliştirebilir.
Naess kendi ekozofisini Norveç’teki kendi
Tvergastein adlı dağ kulübesinin adından
hareketle ‘Ekozofi-T’ diye adlandırır. Naess,
ekozofisini oluştururken, özellikle Spinoza ve
Gandhi’den yararlandığını açıklar.(Hasan Ünder, Çevre
Felsefesi, Doruk Yayınları, Ankara 1996.)
Derin Ekoloji’nin İki Temel Unsuru
Bu iki unsur, üstün kural olarak da tanımlanır.
 1. Kendini Gerçekleştirmek
 2.Canlı Merkezci Eşitlik
Naess için en temel ilke, ‘kendini
gerçekleştirmedir’. Ona göre, biyosferdeki
tüm canlıların kendilerini gerçekleştirmeye
eşit ölçüde hakları olduğu açık bir olgudur.
Böylece her canlı türünün kendi doğal
tarzına göre yaşama ve potansiyellerini
geliştirme, mükemmelleştirme kabiliyeti
vardır. Kısaca ‘yaşa ve bırak yaşasın!’
ilkesi temel ilkedir. İnsan için kendini
gerçekleştirme, tinsel gelişme ve içsel
özün açımlanması, gizil güçlerin
kullanılması, güçlenme, mükemmelleşme
gibi anlamlara gelir.
Kendini gerçekleştirme, yaşam tarzlarının
ve yeteneklerinin var olan çeşitliliğini
kullanmayı gerektirdiğinden, her varlığın
kendini gerçekleştirmesi, çeşitliliği en çoğa
çıkarmayı gerektirir. Potansiyellerin azamî
gerçekleştirilmesi azamî çeşitliliği,
çeşitliliğin arttırılması karmaşıklığın
arttırılmasını, yani başka yaşam
formlarının da kendi kendini
gerçekleştirmelerini gerektirir.
Sömürü ve bağımlılık ise, potansiyellerin
gerçekleşmesini azaltır. Kendini
gerçekleştirme ilkesinden herkes için
kendini gerçekleştirme, yani ‘biyosferik
eşitlik’ ilkesi çıkar…
Bu bağlamda derin ekoloji anlayışı;
kapitalizmin öngördüğü sürdürülebilir
kalkınma anlayışına göre,olaylara daha
gerçekçi ve doğal olarak yaklaşmaktadır.
Derin ekolojistler doğanın kendisi için ve
kendinde bir değer taşıdığını ileri sürerler,
kalkınmayı ve ilerlemeyi ikinci plana atarlar
ve insan merkezciliğe tamamıyla karşı
çıkarlar.
Günseli Tamkoç; “derin ekoloji çevreci
reformculuğun tam tersidir” der. “Yani
insanı odak alan bir düşünüş değil, doğayı
odak alan (biyosantrik) bir görüştür.”
Günseli Tamkoç çevreci hareketin 19.
yüzyılda gelişmeye başladığı dönemden
itibaren pragmatik amaçlı olduğunu ve
endüstrileşmeve kentleşmenin temelindeki
sosyal ve felsefi varsayımları pek
kurcalamadığını söyler.
Çevreciliğin gelişimindeki kaynak korumacı
yaklaşımı ve ekonomik değerlere verilen
önemi eleştirir.
TOPLUMSAL EKOLOJİ
İnsanın doğaya hükmetmesi ve
sömürmesi gerektiği şeklindeki varsayımın
insanın insana hükmetmesi ve onu
sömürmesinden kaynaklandığını savunur.
Yani tersten ele alacak olursak; “insanın
doğayı emek potasında eriterek
özgürleşeceği” varsayımının tersine
insanın, ancak doğayla ahenkli bir şekilde
oluşturacağı etiksel ve ekolojik bir
müdahale ile doğayı zenginleştirerek
özgürleşebileceğini savunur.
Şimdiki ekolojik sorunların hemen
tümünün iyice kökleşmiş sosyal
problemlerden kaynaklandığı”
öncülünden yola çıkan, sosyal ekolojinin
kurucusu Murray Bookchin’e göre,
insan doğa ayırımı, doğanın hiyerarşik
algılanması, doğa üzerinde egemenlik
kurma çabası, hiyerarşik ilişki biçimlerinin
oluştuğu toplumlarda ortaya çıkmıştır.
Bu hiyerarşik ilişkiler ortadan
kaldırılmadıkça, ne kadar çalışırsak
çalışalım, doğa ile ilişkilerin ritüellerle,
sihirli sözlerle, eko-teolojilerle, görünüşte
‘doğal’ yaşam tarzlarının
benimsenmesiyle,
uyum içine girmesi mümkün değildir.
Bookchin’e göre, çevre hareketi toplumsal
bir hareket olup, çevre sorunları da
siyasal ve ekonomik temelleri olan, sosyal
sorunlardır.
Murray Bookchin ( d. 14 Ocak 1921- ö.
30 Temmuz 2006) özgürlükçü sosyalist,
siyaset felsefecisi, hatip ve yazar.
Özgürlükçü sosyalist ve ekolojik düşünsel
çizgide bulunan toplumsal ekoloji
hareketinin kurucusu Bookchin anarşist
gelenek ile çağdaş ekolojik bilincin
sentezini kurması ile dikkatleri üzerine
çekmiştir. Bookchin siyaset, felsefe, tarih
ve kentsel sorunlar üzerine bir çok kitap ve
makalenin yazarıdır.
Bookchin göçmen Rusya yahudisi olan Nathan
ve Rose (Kaluskaya) Bookchinlerin çocuğu
olarak New York'ta doğdu, ve Marksist
ideolojiyle çocukluğunda tanıştı. Komünist
gençlik örgütü olan Young Pioneers'a dokuz
yaşında katıldı. Fabrikalarda çalıştı ve
Endüstriyel Örgütler Kongresi -Congress of
Industrial Organizations- aracılığı ile çalışanların
örgütlenmesinde görev aldı. 1930'ların sonunda,
Stalinizmle yollarını ayırdı ve Contemporary
Issues adlı yayını çıkaran bir grupla çalışarak
Troçkizme yakınlaştı. Geleneksel MarksizmLeninizm baskıları karşısında hayal kırıklığına
uğrayan Bookchin 1950'lerde New York'ta
Özgürlükçüler Birliği'nin kurulmasına yardım etti
ve Anarşist oldu.
1950'ler ve 1960'lar boyunca, Bookchin işçi
olarak aralarında demiryollarında yükleme
işçiliğinin de bulunduğu birçok işte çalıştı.
1960’ların sonlarında Manhattan'da 1960’ların
muhalif bir enstitüsü olan Özgür Üniversite’de
ders vermeye başladı. Bu ona Mahwah’da -New
Jersey- bulunan Ramapo Devlet Koleji’nde
öğretim üyesi görevini kazanmasını sağladı.
Aynı zamanda, Vermont’da Goddard Koleji
bünyesinde 1971 yılında kurulan Toplusal
Ekoloji Enstitüsü’nün kurucuları arasında yer
aldı.
Our Synthetic Environment(Sentetik
Çevremiz) adlı kitabı ‘Lewis Herber’ takma
adı ile Rachel Carson’un Silent Spring
(Sessiz Bahar) kitabından altı ay önce
yayınlandı, kitabında çevre sorunlarını
geniş çaplı ele aldı fakat siyasi radikalizmi
nedeniyle çok az ilgi gördü. Çığır açan
makalesi "Ekoloji ve Devrimci Düşünce" ile
ekolojiyi radikal politik kavram olarak
ortaya attı.
The Ecology of Freedom (Özgürlüğün Ekolojisi)
1982 yılında yayınlanan kitabı, Birleşik Devletler
ve diğer ülkelerde ortaya çıkan ekolojik
hareketler üzerinde derin etkilerde bulundu.
Kentleşmeden Şehirlere (İlk olarak
Kentleşmenin Yükselişi ve Yurttaşlığın Düşüşü
adı ile yayınlandı) adlı kitabında politik
felsefesini etkileyen ve özgürlükçü yerel yönetim
kavramının uygulamasını tarif eden demokratik
gelenekler üzerinde iz sürdü.
Bookchin doğayı evrimsel bir açıdan ele
alır. Ona göre, doğa yalnızca bir yapı
değil, aynı zamanda yeni,karmaşık ve
indirgenemez yapıların ortaya çıktığı bir
süreçtir.
Doğal evrimde, gittikçe daha karmaşık
ilişkiler ve çeşitlilik yaratma yönünde bir
erek vardır.
‘ Doğa
nedir? İnsanlığın doğadaki yeri nedir? Toplumun doğal dünya
ile ilişkisi nedir?
Bir ekolojik çöküntü çağında bu soruları yanıtlamak gündelik
yaşamlarımız açısından ve bizimle birlikte diğer yaşam biçimlerinin
yüz yüze geleceği gelecek açısından büyük önem taşımaktadır.
Bunlar metafizik düşünceye ait uzak, hayali bir dünya ile
ilişkilendirilmesi gereken soyut felsefi sorular değildir. Bu soruları
şiirsel eğretilemelerle veya düşüncesiz, sıradan tepkilerle, rastgele
bir tarzda da yanıtlayamayız. Bunları yanıtlarken kullanacağımız
tanımlar ve etik standartlar, sonuçta insan toplumunun doğal evrimi
yaratıcı şekilde destekleyeceğini mi, yoksa, kendimiz de dahil olmak
üzere, bütün kompleks yaşam-biçimleri açısından gezegenimizi
yaşanmaz hale mi getireceğine, karar verebilir.
( Murray Bookchin)
‘
Eko-Feminizm
Eko feminizm 1970'lerin kadın ve çevre
arasındaki ilişkinin daha da önemsendiği
ortamında, 1974'te tarafından kadınların
dünyayı kurtarmak için önderlik edeceği
ekolojik devrimin adı olarak ortaya
çıkmıştır.
Kadın ve doğa sorunlarının nedeni olarak
erkek egemenliğini gören ekofeminizm
Ynestra King tarafından 1976'da
Toplumsal Ekoloji Enstitüsü’nde (VermontABD) geliştirilmiştir. , ve Carolyn
Merchant önde gelen yazarlar olmasına
rağmen 1970'lerde tutarlı bir teori
oluşturulamamıştır,
1980-'te “Dünyada Yaşam ve Kadın” adlı
konferansta hareket haline gelmiştir, nükleer ve
silah karşıtı hareketlerde savunulmuştur
(Merchant 1995). 1980'lerde aktivist gruplar ve
konferanslar ile ekofeminizm yaygınlaşmıştır ve
ABD’deki kültürel feministler kadın ve doğanın
birlikte özgürleşeceği düşüncesiyle eko
feminizme evrilmiştir. Ekofeminizm zamanla
Amerika, Kanada, Kuzeybatı Avrupa, Hindistan
ve Avustralya’ya yayılmıştır.
Genel olarak feminist çalışmaların ayırt
edici özelliği, çeşitli alanlardaki erkek
önyargılarına karşı duyarlılığı, kadın
üzerindeki tahakkümü anlama ve
sergileme ve bunları ortadan kaldırma
çabasıdır.
‘ Eko-feminizm’ terimini 1974’de, kadının
baskı altına alınması ile doğanın baskı
altına alınması arasında açık bağlantılar
gören ve feminist hareketin çevreci
hareket ile birleştirilmesini savunan
Fransız feminist Françoise d’Eaubonne
literatüre sokmuştur.
Eko-feminist düşünce, hem kadın hem de
doğa üzerinde kurulan tahakkümü
sergilemeyi, aralarındaki ilişkiyi anlamayı
ve ortadan kaldırmayı amaçlar.
Eko feminizmi,diğer çevre felsefelerinden
ayıran nokta, onun çevreye ilişkin
çözümlemelerinde kadın sorununu ile
çevre sorununu ilişkilendirmesi, çevre
sorunlarının analizinde kadın bakış açısını
kullanmasıdır.
Eko-feministlere göre, erkeğin kadın
üzerindeki egemenliği ile insanın doğa
üzerindeki egemenliği arasında bir
bağlantı vardır. Onlara göre, doğanın
tahribinden sorumlu olan insan merkezcilik
değil, erkek merkezciliktir.
Feminist çözümlemelerde genellikle
kullanılan kavramsal şemaya göre, erkek
egemen Batı düşüncesinde kendimize ve
doğaya bakışımıza şekil veren birbiriyle
bağlantılı ve birbirini güçlendiren –
örneğin,zihin/beden, akıl/duygu,
erkek/kadın, insan/doğa, kültür/doğa,
özel/kamusal, aşkın/içkin gibi– birbiriyle
bağlantılı ve birbirini güçlendiren ikilikler
vardır.
İkiliğin birinci terimleri eril olanla, ikinci
terimleri dişil olanla eşleşir; birinci terimler
hiyerarşik olarak diğerinden üstün ve özsel
olarak daha değerli görülür; ikinci terimler
birinci terimin hizmetinde, onun
ihtiyaçlarını tatmin etmek için var olan bir
araç olarak değerlendirilir.
Bu ikiliklerin tarihte ne zaman başladığı
konusunda bir anlaşma olsa da, ikiliğin
kadınlar aleyhine olduğu konusunda
anlaşmazlık vardır.
Rosermary Radford Reuther’e göre, Batı
uygarlığının tarihinde, İbranilerden bu
yana doğa ile kadın özdeşleştirilmiş;
erkekler aşağı yukarı eş zamanlı olarak
hem doğayı hem de kadınları tahakküm
altına almışlardır. Merchant’a göre de,
kadın ile doğa modern doğa biliminin
ortaya çıkışından çok önceleri
özdeşleştirilmiştir.
ETİK DÜŞÜNCE VE MESLEK
ETİĞİ : MÜHENDİSLİK
Mühendislik mesleğinde çalışan bizler iş hayatımızda
sık sık çelişkili durumlarla karşılaşırız. Bu durumlarda
ahlâki kararlar vermekte zorlanırız, çünkü tüm değer
yargılarımızı önümüze koyarak karar vermek
mecburiyetinde kalmış olabiliriz. Eğer bu çelişkileri
sistemli bir biçimde ele alır ve çözersek, ileride
gerekirse kararlarımızı açıklamakta ve kendimizi
savunmakta güçlük çekmeyeceğimizi biliriz.
Her yeni sorunla karşılaştığımızda da sıfırdan
başlamak zorunda kalmayız.
Meslek ahlâkı ile ilgili çelişkili sorunlara
yaklaşırken izlememiz gereken yol şöyle
özetlenebilir:
• İyi, kötü, doğru, yanlış, gerekli, zorunlu
kelimeleri ile neyi kastediyoruz çok iyi
düşünmek gerek..
• Çok genel anlamda hangi davranışlara izin
verilebilir,hangi davranışlar ahlâken
savunulabilir ayırmak zorundayız.
Örneğin, savaş savunulabilir bir olay mıdır?
Savaşın ardından artan ticaretten pay almak
bizce ahlâklı bir davranış mıdır? İnsan
yaşamına parasal değer biçilebilir mi?Yaşayan
bir canlı türünü doğadan silme hakkına sahip
miyiz?
Mühendislerin topluma karşı olan etik
sözleşmesinde en önemli kısım,
toplumun sağlık, emniyet ve refahını en
üstte tutma konusunda kararlı olmaktır.
Mühendislik açısından ahlâki sorumluluklar
bir çok etik kuralı ile belirlenmiştir. Hatta her
mühendislik disiplininde ayrı bir yazılı etik
kurallar listesi vardır. Ancak,bunlar çoğu kez
genel mühendislik etik kurallarının o
disiplinlerdeki sorunlara göre uyarlamaları olup,
temelde birbirlerinden çok farklı değillerdir.
ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ
ETİK KURALLARI
…yaşamı ve doğal varlıkların korunmasını,
doğal kaynakların korunmasını ve koruma,
geliştirme politikaları kapsamında
kullanılmasını göz önüne alan bir değerler
ve düşünce sistemi çevre mühendisliği
alanında etkin olabilmelidir.
Tüm canlı varlıklar
İnsanlar
Gelecek kuşaklar
Çevre mühendisliği etiğinin değişmez
unsurları olmak durumundadır.
Doğanın hakları proje ve tasarım
süreçlerinin öznesi olmalı, mühendislik ya
da çevre mühendisliği sadece en çok kar
elde etmeye yarayan, teknik çözümlerin el
verdiği ölçüde sınırları olan bilim dalı
olmaktan çıkmalıdır.
kirleten öder (  )
yerine kirlilik önleme ( ) yaklaşımı bir
değer olarak çevre mühendisliği biliminin
başat kuralı haline gelmelidir.
İyi tasarım, doğru mühendislik ve halkın
çıkarları, toplum ve kamu yararı
tartışmaları , örneğin ÇED sürecinde yer
seçiminden önce ele alınması gereken
temel kriterler olabilmelidir.
….
“Çevre Etiği ve Çevre
Mühendisliği” Dersi
Temel Kavramlar





Neden Felsefe
Çevre Felsefesine Giriş
Çevreci Ütopyalar
Ütopya ve Thomas More
Güneş ülkesi ve Tommasso Campanella
Bilim, Etik ve Çevre





Uygarlık Tarihi ve Gelişme
Doğal Varlıklar ve Doğal Kaynaklar
Doğanın Diyalektiği
Bilim ve Teknolojideki Gelişim ve Değişimler
Bilim ve Etik
Etik Kuramı ve Çevre








Doğanın Hakları
Gelecek Kuşaklar Kavramı
İnsan Merkezci ve Doğa Merkezci Yaklaşımlar
Ekolojik Akımlar
Derin Ekoloji
Toplumsal Ekolojinin Felsefesi
Çevre Bilim
Politik Ekoloji
Çevre Etiği ve Çevre Mühendisliği
 Meslek Ahlakı
 Mühendislikte Etik
 Çevre Mühendisliği ve Çevre Sorunlarının
Çözümlenmesinde Etik Yaklaşım
 Çevre Mühendisliği Uygulamalarında Etik
Normlar ve Değerler
 Örnek Olaylar ve Proje, Tasarım ve
Uygulamada Etik Değerler
Kaynakça
Bookchin,Murray ,(1995) Toplumsal Ekolojinin
Felsefesi Diyalektik Doğacılık Üzerine Denemeler,
Çeviri: Rahmi G. Öğdül
Campanella,Tommasso ,(2005) Güneş Ülkesi
Foster, John Bellamy , (2000) Marx’ın Ekolojisi
Materyalizm ve Doğa
Jardins,Joseph R. , (1992,2006) Çevre Etiği Çevre
Felsefesine Giriş, Çeviri: Prof. Dr. Ruşen Keleş
Leopold Aldo, The Land Ethics ( Yeryüzü Etiği)
More,Thomas ,(2005) Ütopya
Müezzinoğlu Aysen, “Mühendislik ve Etik”, Türkiye
Mühendislik Haberleri (TMH), TMMOB İnşaat Müh.
Odası Yayını, Sayı: 423- 2003/1
Ünder Hasan, (1996) Çevre Felsefesi
Toprak Zerrin, “ Etik Felsefe ve Çevre Etiği”, Etik,
Syf.45-77, İzmir, 2012.
Mutluluğun Resmini Yapabilmek ya da Bunu Hayal
Edebilmek…
Download