Ön Söz Roma Kulübünün, “Ekonomik Büyümenin Sınırları” isimli çalışması kamuoyunda tartışmaya açıldığında, dünya kamuoyu âdeta ikiye bölünmüştü. Bir kısım insanlar, raporun sonuçlarının doğru olduğu veya olma ihtimali karşısında insanlığın sonunun yaklaşmaya başladığını düşünerek acil tedbir alınması gerektiğini yüksek sesle dillendirmeye başladılar. Bir kısım insanlar ise bu raporun gündem yaratmak isteyen bir felaket tellallığından başka bir şey olmadığını söylediler. Benzeri bazı çalışmalarında insanlığın bir felakete sürüklendiğinin söylendiği dönemde düzenlenen Stockholm Çevre Konferansı’nda iktisadi büyümenin, ekolojik sorunlarda temel faktör olduğu düşüncesinden hareketle büyümenin durdurulması bile gündeme geldi. Ancak az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki gelişmişlik farkı öne sürülerek kısa sürede bu iddiadan vazgeçildi. Ama tartışma bitmedi. Doğrudan ekolojik sorunlarla ilgili olmamakla beraber başka felaket senaryoları ve gelecek tahlilleri de yapılmaya başladı aynı dönemde. “Hayvanlar Çiftliği”, “1984” gibi eserler de insanoğlunu yeniden düşünmeye ve yaşadığı medeniyeti daha ciddi şekilde sorgulamaya itti. Bu sorgulamanın bütün hızıyla bugün de devam ettiğini görüyoruz. 1960’lı ve 1970’li yıllar hem Batı’nın yoğun biçimde kendini sorguladığı hem de mevcut sistemin ve ekolojik sorunların da sorgulandığı yıllar olarak geçti. Sanayi medeniyeti, aydınlanma ve modernite eleştirileri yoğunlaştı. Sonuçta ekolojik sorunların ciddi şekilde insanoğlunu ve gelecek kuşakları tehdit edeceği düşüncesi genel bir kabul görmeye başladı. Sanayi Devrimi başlangıcından itibaren, zaten bir tepkiyi ve yeni arayışları gündeme getirmişti. İngiltere, Fransa gibi ülkelerde 1800’lü yıllardan itibaren ekolojik eğilimli görüşler ortaya atılmaya başlamıştı. 1960’lı yıllardan itibaren ekolojik düşünce giderek siyasal bir akım ve dünya görüşü hâline gelirken, mevcut siyasal sistemin devamını savunanlar da çevre sorunlarının çözümüne ilişkin tedbirler geliştirmeye başladılar. Bu arada ekolojik sorunlara bakış ve bu sorunların çözümü ile ilgili olarak genel bir ayrışma da yaşandı. iii iv Çevre Sorunları Bir taraftan doğaya dönüşü savunacak kadar radikal düşünceler ortaya çıkarken, diğer yandan, mevcut teknolojik gelişmelerin devamında ekolojik sorunların çözümüne yönelik tedbirlerin de ortaya çıkacağını savunan düşünceler karşı karşıya geldi. Bu görüşün içerisinde sayılan “sürdürülebilir kalkınma” son yılların en kabul gören çevre politikası hâline geldi. Birleşmiş Milletler düzeyinde kabul gören bu politikanın, pek çok ülkenin çevre politikasının da temeli olduğu gözlenmektedir. Ekolojik sorunların ortaya çıkışının Aydınlanma ve Sanayi Devrimi ile bağlantılı olduğunu düşünen ekolojik görüş, sürdürülebilir kalkınma anlayışının sorunlara çözüm üretemeyeceğini düşünmekte ısrarlı. Radikal ekoloji düşüncesi topyekün, bir düşünce ve zihniyet devrimi ile mevcut paradigmanın değişmeden ekolojik sorunların artmaya devam edeceğini iddia etmektedir. Aralarında bir fikrî birlik olmasa da günümüz radikal ekoloji hareketleri kurulu, düzenin sorgulanması ve değiştirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Son yıllarda alınan tedbirlere rağmen ekolojik sorunların giderek tehlikeli boyutlara ulaşması ekolojik düşüncenin söylemini haklı kılmaktadır. “Global ısınma”, “sera etkisi”, ozon tabakasında seyrelme, biyolojik, kimyasal ve nükleer silah üretiminde artış, türlerin yok olması, kuraklık ve çölleşme, açlık, ülkeler arası gelişmişlik farkları, insanlığın bugün karşılaştıkları felaketlerden sadece bazılarıdır. Bunlar sadece bilinenlerdir. Ekolojik dengede bilinmeyen bozulmaların çoğaldığına dair işaretler de bulunmaktadır. Gelişmeler bu hızla sürdüğünde, felaketlerin boyutunu tahmin etmek pek de güç olmayacaktır. Bu gerçeğin farkında bulunan gelişmiş ülkelerde ekolojik kaygıların, hiç olmazsa çevresel kaygıların arttığı gözlenmektedir. Dolayısıyla bu ülkelerde ekolojik düşünce biçimi önemli ölçüde taban bulup ülkelerin politikalarına yansırken, gelişmekte olan ülkeler, açlık ve gelişmemişlik gibi olumsuzlukların baskısıyla ekolojik kaygıları öne çıkaracak durumda bile değildirler. Kirlenmenin ve bozulmanın sorumluluğu üzerinde olan gelişmiş ülkelerin de gelişmekte olan ülkelere bu anlamda yardım yaptıkları söylenemez. Hatta gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere hızla kirli teknoloji ihracatına devam etmektedirler. Kendi ülkelerindeki ekolojik muhalefet dolayısıyla pek çok kirletici faaliyet, gelişmekte olan ülkelere taşınmaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki sorun sadece kirlenme ihracından kaynaklanan sorunlar da değildir. Bu ülkelerdeki nüfus baskısı, genel olarak üretim yetersizliği, gelir dağılımındaki bozukluk, ekolojik duyarlılığın oluşmasına da engel olmaktadır. Zaruri ihtiyaçların bile tam olarak karşılanmadığı toplumlarda ekolojik değerler ve duyarlılıklar rahatlıkla geri plana atılabilmektedir. Dolayısıyla anılan ülkeler yeterince sanayileşmemiş olmalarına rağmen giderek artan çevre sorunlarıyla karşı karşıyadırlar. Ekolojik dengenin korunması, çevrenin korunması ve geliştirilmesi artık geçici, parçal ve palyatif düzenlemelerle gerçekleştirilebilecek bir sorun olmaktan çıkmıştır. İnsanlığın, sorunların kaynaklandığı yer ve alanları tespit ederek sorunların çözümüne Ön Söz v yönelik adımları atmaları gerekmektedir. Ayrıca bu görev, ne insanların tek başına ne de toplumların ve devletlerin tek başlarına yapacakları bir eylem olmaktan çıkmıştır. Mevcut üretim ilişkileri, tüketim biçimi ve hiyararşik ilişkilerin sürmesi, sorunun en temel kaynağı iken bu ilişkilerin dönüştürülmeden, sorunların önlenmeye çalışılması anlamsız çabalardan öteye gidemez. Dolayısıyla ekolojik bir dünya için bir zihniyet dönüşümüne ve bir paradigma değişimine ihtiyaç vardır. Türkiye sanayileşme ve kentleşme sürecine geç girmiş bir ülke olmasına rağmen ekolojik sorunlar, Türkiye için de ciddi olumsuzlukları gündeme getirmiştir. Günümüzde de sorunların boyutları giderek artmaktadır. Tüm kirlilik çeşitlerine artık Türkiye’de de rastlanılmaktadır. Türkiye’de bir ekolojik bilincin oluştuğuna dair işaretler görülmemesi ise sorunun başka bir boyutudur. 1980’li yıllarda dünyadaki genel gelişmelere paralel olarak çevre korunmasına yönelik bazı hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Ancak dikkatli incelendiğinde bu düzenlemelerin önemli ölçüde ekolojik duyarlılıktan yoksun olduğu görülmektedir. Ayrıca sorunların çözümü için yasa çıkarmanın yetmemesi, en iyi Türkiye’de görülebilir. Yasaları uygulayacak veya uygulanmasını takip edecek bir duyarlılığın bulunmaması Türkiye’nin en temel sorunlarından biridir. Son yıllarda yaşanan ekonomik ve siyasal krizlerin, çevreye olan duyarlılığı giderek azalttığı da tespitlerimiz arasındadır. Türkiye’de nüfus artışı ve kentleşmenin sürmesi sorunların boyutlarını giderek artırırken, ekonomik kriz, sorunu daha da derinleştireceğe benzemektedir. Ülkenin öncelikler sıralamasında işsizlik, yoksulluk, bozulan ekonomik dengeleri onarmak gibi sorunlar yer almaktadır. Ekolojik duyarlılığa sahip olmayan kesimlerin, çevre sorunlarını önleme çabalarının iktisadi gelişmeye engel olmadığını bilmemeleri de ayrı bir sorundur. Türkiye’de çevre ve sorunlarına karşı bir duyarlılık toplum kesimlerinde de yeterince yoktur. 1980 sonrasında belirli kesimlerde az da olsa görülen tepkiler, son zamanlarda da adeta sönmüş durumdadır. Çalışma esas olarak öğrencilerin ekoloji ve çevre sorunları ile ilgili giriş düzeyinde kaynak ihtiyacını karşılamak amacıyla yazılmıştır. Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde çevre, çevre sorunları, ekoloji gibi kavramlar açıklanmış ve sorunların sebepleri ile ilgili açıklamalar yapılmıştır. İkinci bölümde çevre sorunlarının dünyada ve Türkiye’de görünümleri ve boyutları, üçüncü bölümde, genel olarak çevre sorunlarının ortaya çıkmasına paralel oluşan çevre koruma fikri ve ekoloji düşüncesi tartışılacaktır. Ayrıca çeşitli ülkelerdeki ekolojik hareketlerle, sorunun çözümüne ilişkin uluslararası kurumsallaşma ve kurumların çevreye ilişkin faaliyetleri de incelenecektir. Dördüncü bölüm, Türkiye’de çevre koruma düşüncesinin gelişimi ve çevre korumaya yönelik teşkilatlanmayı ele almaktadır. Bu bölümde Osmanlı’dan günümüze Türkiye’deki çevre duyarlılığı ve çevre koruma için kurulan teşkilatlar incelenecektir. Son bölüm Türkiye’nin çevre politikalarının genel hatlarıyla irdelenmesine yöneliktir. vi Çevre Sorunları Gerek ekolojik düşüncede gerekse ekolojik dengenin korunmasına ilişkin çabalarda her gün ortaya çıkan yeni değişme, gelişme ve anlayışların, yazılanları kısa sürede eskiteceğinden eminiz. Ancak bu gelişmelerin takibi ve en azından temel ve değişmeyecek alanlarda genel bilgiler vermek açısından bu çalışmanın yapılması gerekiyordu. Türkiye’de çevre politikalarının da kısa sürede pek çok değişikliğe uğrayacağını gözlemek mümkün. Ama en azından tarihsel bir perspektif verme düşüncesiyle bu çalışmanın anlamlı olacağını düşündük. Bu çalışma, daha önce yayımlanan “Çevre Sorunları ve Türkiye” isimli kitabın gözden geçirilmiş ve yenileştirilmiş hâlidir. Prof. Dr. Kemal GÖRMEZ Nisan, 2015, Ankara