061202142646

advertisement
PRENATAL TANI
Prenetal tanı denilince, fetustaki normal dışı bulguların gebeliğin mümkün olduğu
kadar erken döneminde test edilmesi ve gerekiyorsa gebeliğin sonlandırılması akla
gelmektedir. Söz konusu problemler kalıtsal geçiş gösteren hastalıklar olabildiği
gibi, değişik nedenlerle oluşan malformasyonlar, intrauterin enfeksiyonlar,
teratojenik etkenler ve benzeri patolojiler de olabilir. Prenatal tanıda esas sorun
fetusun hasta veya etkilenmiş olabilmesi, perinatal takipte ise fetusun sağlam fakat
dış etkenler nedeni ile tehdit altında olmasıdır.
Tablo 1’de prenetal tanı endikasyonları kabaca gösterilmektedir
Tablo1: Prenatal Tanı Endikasyonları
A. Malformasyonlar ve Anotomik Bozukluklar
a. Merkezi Sinir Sistemi Defektleri
b. Konjenital Kalp Hastalıkları
c. Gastrointestinal Sistem Defektleri
d. Pulmoner Sistem Bozuklukları
e. Üriner Sistem Defektleri
f. İskelet Sistemi Anomalileri
g. Cilt ve ciltaltı doku ve yapılarının anomalileri, fetal konturda anomaliler.
h. Amniyon sıvısı ile ilgili problemler
B. Kromozom Bozuklukları
C. Tek Gen Mutasyonları
a. Aminoasit ve organik asit metabolizma bozuklu
b. Karbonhidrat metabolizması bozukukları
c. Mukolipidozlar
d. Lipide metabolizması bozuklukları
e. Mukopolisakkarit metabolizması bozuklukları
f. Diğerleri
D. Fetal Enfeksiyonlar
E. Diğerleri
Prenatal tanının bir merkezde rutin uygulamaya girmesi bir denge sorunudur. Söz
konusu kalıtsal hastalık veya fetal problemin prenatal tanısı için hem laboratuvar
ekibi, hem de metodu uygulayacak klinisyenler açısından belli bir bilgi birikimi
gerekmektedir. Ayrıca laboratuvarın teknik olanakları ve çalışma ortamı da çok
önemlidir.
Laboratuvar incelemeleri prenatal tanıda farklılıklar gösterebilir. Probleme ve
problemin çözümü için kullanılacak laboratuvar tetkiklerine göre ekibin kadın
doğum uzmanı farklı non-invaziv veya invaziv yöntemler kullanabilir.
Non invaziv yaklaşımlar daha ziyade anotomik bozukluklara yönelik görüntüleme
tekniklerinin kullanılması, maternal kanda biyokimyasal parametrelerin
incelenmesine yönelik testler ve diğer muayene yöntemleridir.
İnvaziv yaklaşımlar ise amniyosentez, koryon villus örneklemesi, çölosentez, fetal
kan örneklemesi ve diğer fetal dokuların işin gereğine göre elde edilmesidir.
Görüntüleme yöntemleri içinde endoskopik cerrahi bir yaklaşım olan fetoskopi de
invaziv yöntemdir.
GENETİK HASTALIKLARIN TANISI
Belirgin bir genetik hastalık ile karşılaşan doktorun ilk amacı doğru tanıdır. Doğru
bir tanı yapılmadan önce genetik danışma yapılmamalıdır. Çünkü yanlış tanı, yanlış
yönlendirmeye sebep olur.Ayrıntılı bir aile öyküsü genellikle gerekir. Tanı sadece
klinik düzeyde olabilir ya da özgül laboratuvar testleri (enzim analizi, sitogenetik
araştırma, DNA analizi) gerekebilir.
Genetik danışmada en sık hataya yol açan durum genetik hetorojenitedir (yani
birçok farklı bozukluğun aynı klinik tabloya yol açması). Bir zamanlar tek bir antite
sanılan birçok hastalığın bugün farklı genetik (genokopiler), kromozom veya
çevresel (fenokopiler) nedenlere bağlı ayrı hastalıklar olduğu anlaşılmıştır. Bu
nedenle hastalığın kesin etiyolojisinin bilinmesi genetik danışmada önemlidir.
GENETİK HASTALIKLARIN TİPLERİ
Hastalıkların etimolojisindeki genetik etmenler, tek majör gen mutasyonları
(monogenik kalıtım), multifaktöriyel kalıtım ve kromozom anomalileri olmak üzere
üç ayrı grupta incelenir.
Tek Gen Mutasyonları
Tek bir gendeki mutasyon sonucu oluşan kalıtsal hastalıklar, mutant genin
otozomal veya X kromozomu üzerinde oluşuna göre otozomal dominant veya
cinsiyete bağlı resesif kalıtım örneklerinden birisini gösterirler. Herhangi bir
karakterin kalıtım örneği aile ağacı incelemeleri ile belirlenebilir. Aile ağacı, kalıtsal
hastalıkların incelenmesinde ilk adım olduğundan çok önemlidir. Özellikle çocuk yaş
grubunda her hastanın dosyasında mutlaka aile ağacı bulunmalıdır. İnsan iki takım
eş kromozomu olan diploid bir organizmadır. Eş kromozomlardan biri anneden,
öteki ise babadan gelir. İnsandaki değişik karakterler, protein yapısındaki maddeler
(enzim, antikor, reseptör, vs.) bu eş kromozomlar üzerinde aynı lokusta bulunan
bir çift gen ile belirlenir. Birlikte etkili olan bu genlere alel adı verilir. X ve Y
kromozomu üzerindeki genler dışında, öteki kromozomlarda bulunan genler çifttir
ve çocuk bu genlerin birisini anneden, diğerini babadan almıştır. Mutant gen,
değişikliğe uğramış bir gendir. Anormal bir karaktere yol açan bir mutasyon söz
konusu ise majör mutasyon adını alır. Kişi kromozomlarının bir tanesinde mutant
gen taşıyor, ancak aynı lokusta taşıdığı alel gen mutant değil ise, böyle kişiler
mutant gen yönünden heterozigottur. Mutant gen hetorozigot olarak bulunduğu
kişide herhangi bir etki göstermiyorsa, bu gen resesif gendir. Mutant gen,
heterozigot durumda iken etki gösteriyorsa dominant bir gendir.
Otozomal Dominant Kalıtım
Tek mutant geni heterozigot olarak taşıyanlarda gen etkisinin görüldüğü kalıtım
biçimidir. Yapısal protein bozukluklarına yol açan gen mutasyonları genellikle
dominant tipi kalıtım örneği gösterirler. Bu tip kalıtımın esas özelliği, bozukluğun
anne ve babadan çocuklarına iki ya da daha fazla kuşakta vertikal geçişidir.
Dominant kalıtım gösteren hastalıkların hasta anne yada babadan doğan kız ve
erkek çocuklarda ortaya çıkma oranı eşittir ve bu oran 1:1’dir.
Otozomal dominant karakterlerle ilgili genetik danışmanlıkda birçok sorun vardır.
Klinik belirtilerin ağırlık derecesi aynı ailenin değişik bireylerinde bile farklıdır.
Ailede çocuk, hastalığı gösteren tek kişi ise, o zaman yeni bir mutasyondur ve
sonraki kardeşlerde yineleme riski yoktur. Eğer ebeveynlerden biri hafif de olsa
belirtileri gösteriyor ise, bu durumda öteki kardeşler için risk %50dir.
Otozomal Resesif Kalıtım
Mutant gen etkisinin ancak bu geni homozigot olarak taşıyanlarda ortaya çıktığı
kalıtım biçimidir. Doğuştan metabolizma bozukluklarının büyük bir kısmı bu
gruptandır. Fenotip olarak normal olan, ancak mutant geni hetorozigot olarak
taşıyan anne ve babadan doğan çocuklara hastalık %25 olasılıkla geçer. Böyle bir
anne ve babadan genotipi normal olan çocuk doğma olasılığı %25, taşıyıcı olma
olasılığı ise %50’dir. Taşıyıcıların da fenotipi normal olduğundan, taşıyıcı bir anne
babadan normal çocuk doğma olasılığı %75dir.
Yakın ve sık akraba evliliklerinde hasta bir kişi taşıyıcı akrabası ile evlenirse
çocukları %50 olasılıkla hasta olur (Pseudodominant Kalıtım).
Otozomal resesif hastalıklar, akraba evliliğinden doğan çocuklarda daha sık
görülür. Bu tip evliliklerde anne ve babanın aynı mutant geni ortak aile
bireylerinden alma olasılığı, ortak bir atadan gelmeyen kişilerin yaptığı evliliklere
oranla daha yüksektir. Akraba evlilikleri, nadir görülen resesif hastalıkların
toplumdaki sıklığını artırır. Akraba evliliklerinden doğan çocuklarda doğumsal
hastalıkların görülme oranı, genel toplumda % 5 olarak bildirilen orandan daha
yüksektir.
Cinsiyete (X kromozonuna) Bağlı Resesif Kalıtım
Cinsiyete bağlı resesif hastalıklar, X kromozomu üzerindeki gen mutasyonlarına
bağlıdır ve ancak normal alelin yokluğunda belirti verirler. Erkeklerde yanlız bir X
kromozomu bulunduğundan, bütün erkekler X kromozomu üzerindeki genler için
hemizigotturlar ve mutant bir gen resesif karakterde olsa bile hastalık belirtileri ortaya çıkar. Kadınlar iki X kromozomu taşıdıklarından ancak her iki X kromozomu
aynı mutant geni içeriyor ise ya da Turner Sendromunda (45X) olduğu gibi tek X
kromozomları varsa hastalığı gösterirler, aksi durumda taşıyıcı olurlar. Genellikle
cinsiyete bağlı hastalıklar erkeklerde görülürler, ancak hastalık geninin geçişi fenotipi normal taşıyıcı kadınlar yoluyla olur. Hasta bir erkeğin erkek çocuklarında,
anneden gelen X kromozomu taşıdıkları için onlarda hastalık görülmez. Ancak
hasta erkeğin bütün kızları taşıyıcı olacağından, erkek torunlarda hastalık % 50
olasılıkla görülecektir. Hastanın dayılarında da hastalık görülebilir. Duchenne tipi
kas distrofisi, Hemofili ve Hunter Sendromu gibi bazı cinsiyete bağlı kalıtımla geçen
hastalıklarda klinik belirti vermeyen taşıyıcılar biyokimyasal testlerle belirlenebilmektedir. Fetus gelişiminin erken evrelerinde hücrelerdeki X kromozomlarından
birisi rastlantısal olarak aktivitesini kaybeder. Vücut hücresindeki iki G’den birinin
rasgele in aktivasyonu belirli bir hastalık için taşıyıcı olan kadınlarda mutant genin,
hücrelerin yaklaşık yarısında aktif, diğer yarısında ise inaktif olmasına yol açar.
Böylece taşıyıcı bir kadında mutant olan genin etkisi hücrelerin ancak %50’sinde
belirebilir. Geri kalan hücrelerin işlevi normaldir. Örneğin klasik hemofili taşıyıcısı
bir kadının faktör VIII düzeyi normalden düşük olmasına karşın hasta erkek çocuğunkinden yüksektir. Bu nedenle taşıyıcı kadınlar hastalık belirtilerini göstermez.
Cinsiyete Bağlı Dominant Kalıtım
X kromozomu üzerindeki çok az sayıda olmakla birlikte, dominant karakterde gen
mutasyonları olabilmekte ve kadınlarda da klinik belirtilere yol açabilmektedir. Bu
durumda hastalık hem erkeklerde, hem de dişilerde görülür. Ancak belirtiler
erkeklerde daha ağırdır. Cinsiyete bağlı dominant kalıtımla geçen hastalıklar
nadirdir. Bunlar arasında en iyi bilinen örnek D vitaminine dirençli rahitisdir.
Cinsiyete bağlı dominant kalıtım ile geçen hastalıklarda hasta bir babanın bütün kız
çocukları hasta, erkek çocukları ise normaldir. Hasta kadınların ise erkek ve kız
çocuklarının yarısı hastadır. Bu tip kalıtım otozomal dominant kalıtımla karışır,
ancak belirtilerin erkeklerde daha ağır olması ve erkekten erkeğe geçiş olmaması
ile ayrılır
Cinsiyetle Sınırlanan Tek Mutant Gen Kalıtımı
Bazı dominant karakterler erkek hücrelerin ölümüne yol açar (letal etki), bu
nedenle bu tip hastalıklar yalnız kadınlarda görülür. Böyle hastalıkların cinsiyete
bağlı dominant ya da cinsiyetle sınırlı otozomal dominant olduğunu belirlemek
güçtür.
MULTIFAKTÖRİYEL KALITIM (POLİGENİK KALITIM)
Multifaktöriyel kalıtım ile geçen hastalıklar, tüm genetik bozukluklar içinde
toplumda insidansı ve prevalansı en yüksek olan grubu oluşturur. Multifaktöriyel
kalıtım ile geçen bozuklukların, iki yada daha çok sayıda minör mutant gen ile
çevresel etmenlerin birlikte etkileşimi sonucu ortaya çıktığı düşünülmektedir. Tek
gen kalıtımı ile Mendel kurallarına uygun bir biçimde geçen hastalıklardan farklı
olarak poligenik kalıtımda çok sayıda mutant genin etkisi söz konusudur. Böyle
hastalıkların etyolojisindeki genetik komponent, genetik eğilimi (predispozisyon)
oluşturur. Ancak hastalığın belirmesi için günümüzde iyi bilinmeyen çevresel
etmenlerin de katkısı gerekir. Bu hastalıklar aileyi olmakla birlikte Mendel tipi
kalıtıma kıyasla, kalıtım biçimleri çok daha karmaşıktır. Multifaktöriyel kalıtımla
geçen hastalıkların aile bireylerinde görülme olasılığı genelde Mendel tipi kalıtıma
kıyasla daha düşüktür. Bu hastalıkların hemen hepsinde bu olasılık birbirine
yakındır ve 1. derece akrabalar arasında (anne, baba, kardeşler) yaklaşık % 210’dur. Çocuklarda (nöral tüp defektleri, konjenital kalp anomalileri, konjenital
kalça çıkığı, pilor stenozu, yarık dudak, yarık damak gibi) sık görülen izole
konjenital malformasyonlar, erişkinlerde ise iskemik kalp hastalıkları, şizofreni,
allerjik hastalıklar, hipertansiyon multifaktöriyel kalıtım ile geçen bozukluklara
örnektir.
KROMOZOM ANOMALİLERİ
İnsan somatik hücrelerinde diploid kromozom sayısı 23 çifttir (toplam 46). Çeşitli
sitogenetik yöntemlerle günümüzde (kan, deri, kemik iliği, amniyon dokusu,
koriyon villusu gibi) çok çeşitli dokulardan elde edilen hücrelerde kromozomları tek
tek tanıma sayı yada minör yapı anomalilerini ortaya çıkarma olanağı sağlanmıştır.
Böylece kromozom anomalilerinin yol açtığı birçok hastalığa prenatal yada
postnatal olarak tanı koyulabilmekte ve bu hastalıklar genetik danışma kapsamına
alınabilmektedir. Kromozom anomalileri, sayı ve yapısal anomaliler olarak iki ana
grupta incelenir.
Tablo 2 Kromozom anomalileri yönünden
yüksek riskli gruplar
Ölü doğum, Neonatal ölüm
%7
Multipl konjenital malformasyon ve mental gerilik
%15
İntrauterin gelişme geriliği
%4-6
Multipl düşükler
%5
İnfertilite
%2
İleri anne yaşı (>35)
%1,5-7,6
KROMOZOM ANOMALİLERİNE BAGLI KLİNİK SENDROMLAR
Bu tip anomaliler genellikle letaldir. Yaşamla bağdaşan durumlarda ise
dismorfogenetik sendromlar ortaya çıkar. İlk üç ayda spontan düşüklerde
kromozom anomalisi oranı yaklaşık %50-60 bulunmuştur. Yenidoğan canlı
bebeklerde ise bu oran yaklaşık 5,6/1000’dir. Zamanında doğan düşük doğum
tartılı bebeklerde bu oran %2.2, perinatal dönemde ölen bebeklerde ise %5.8’ dir.
Kromozom anomalileri, konjenital malformasyon ve/veya zeka geriliği
gösterenlerde %15 oranında bulunmuştur. Kromozom bozuklukları yönünden
yüksek risk grupları Tablo2’ de gösterilmiştir. Kromozom anomalileri genellikle
sporadik olduklarından nadir olgular dışında ailenin diğer bireyleri normaldir ve
yineleme riski yüksek değildir. Ancak kalıtsal translokasyonlar fenotipi normal
kişiler aracılığı ile ailede bir kuşaktan ötekine geçebilir ve dengesiz gametler
oluşturarak anomalilere yol açabilirler.
Kromozomların hatalı dağılımının yada yapısal anomalilerinin kesin nedeni bilinmemektedir. Bununla birlikte, özellikle trizomi 21‘li hasta gruplarında yapılan istatistik
ve sitogenetik çalışmalar, nondisjunction olayından olguların yaklaşık 2/3’ ünde
anne yaşının, 1/3’ ünde ise baba yaşının sorumlu olduğunu göstermiştir.
OTOZOMAL TRİZOMİ SENDROMLARI
DOWN SENDROMU (TRİZOMI 21)
Trizomi sendromları içinde en iyi tanınan ve en sık görülen kromozom anomalisidir.
Genel toplumda görülme oranı canlı doğan bebeklerde 1/600 - 1/800 arasındadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi anne yaşının ilerlemesi görülme sıklığını artırmaktadır.
Down senrdromlu bütün hastaların yaklaşık %95’i basit trizomi 21‘dir. Yaklaşık
%4’ü translokasyon % 1‘ise mozaik (46, XY, 47, XY, +21) tipindedir.
Down sendromlu hastalarda son yıllarda bazı biyokimyasal özellikler saptanmıştır.
Süperoksit dismutaz enzimi ile ilgili genin 21. kromozomda olduğu ortaya çıkmış ve
bu hastalarda enzim düzeyi, normal kişilere oranla 1 .5 kat fazla bulunmuştur.
İnterferon ile ilgili genin de 21 .kromozomda olduğu bilinmektedir.
TRİZOMİ 18 SENDROMU (E-TRİZOMİ, EDWARD’S SENDROMU)
1/3000 - 1/8000 oranında görülür ve otozomal trizomi sendromları arasında ikinci
sıklıkla görülür. Yüzün küçük görünümü, mikrognati, belirgin oksipit, düşük ve
malforme kulaklar tipiktir. Bunun dışında en sık görülen malformasyonlar düşük
doğum tartısı, kas ve yağ dokusu hipoplazisi, hipertoni, mental gerilik, gelişme
geriliği, konjenital kalp anomalileri (VSD-PDA), böbrek anomalileri, herniler,
kriptoorşidizm, parmaklarda fleksiyon deformiteleri, yarık dudak ve damak, göz
anomalileridir. Kız çocuklarında daha sıktır. Hemen bütün olgularda ağır bir kalp
defekti bulunduğundan yaşama süresi çok kısıtlı ve genelde 3 aydır. Down
Sendromu’nda olduğu gibi anne yaşı etiyolojide önemli bir etmendir. Trizomi 18
translokasyon tipinde de olabilmektedir. Kalıtsal translokasyonlarda yineleme riski
yüksektir.
DİĞER TRİZOMİ SENDROMLARI
Trizomi 13 ( D-Trizomi, Patau Sendromu), Trizomi 22, daha nadir görülen ve son
yıllarda tanımlanan trizomi 8 ve 9 görülebilen diğer kromozom anomalileridir. Bu
gruptaki olguların çoğu bebeklik çağında ölür.
NÖRİLASYON ANOMALİLERİ
Nöral tüpün kapanmasındaki orta hat bozukluklarına “disrafi” denir. Disrafik
defektler daha çok tüpün alt ve üst kısımlarında görülmekle beraber tüpün
herhangi bir yerinde de görülebilir. Tüpün anterior bölümündeki kapanma
bozukluğu sonucu anansefali, posterior bölümündeki kapanma bozukluğu sonucu
ise meningomyelosel oluşur. Nöral tüpün uzunluğu boyunca olan füzyon defekti
sonucu ise erken fetal ölümle sonuçlanan kraniyoraşisizis oluşur. Anansefali ve
meningomyelosel prevalansı 1 900’lü yıllardan 1 960’Iı yıllara kadar artma
göstermiştir, fakat yakın zamanda azalma dikkati çekmektedir. NTD’li
embriyonların %50’si spontan abortusla sonuçlanır. Spontan abortuslardaki NTD
prevalansı ise 10.2/1000’dir. NTD ile birlikte olan kromozom anomalileri trizomi 13,
trizomi 18 ve triploididir. Yapılan geniş epidemiyolojik çalışmalara rağmen etyolojisi
halen belli değildir. Genetik ve çevresel faktörler beraber sebep olur
(Multifaktöriyel). NTD’ li ailelerde X’e bağlı geçiş ve otozomal dominant geçiş tarif
edilmiştir. Çevresel faktörlerden valproik asit, maternal hipertermi, diabet ve çinko
eksikliği sorumlu tutulmuştur. Bir tane NTD’li çocuktan sonra tekrarlama riski %2,
iki tane çocuktan sonra ise %6’dır. Folik asit kullanımının NTD riskini azalttığı
belirtilmiştir
Tablo 3: TAHMİNİ NTD RİSKİ
Popülasyon
İnsidans
1000 canlı doğum
Anne Referans Alındığında
Genel İnsidans
1,4-1,6
Yaş İndikasyonu ile AS
1,5-3,0
Diabetes Mellitus
20
İlk trimesterde valproik asit kullanımı
10-20
Fetus Referans Alındığında
NTD’li 1 kardeş
15-30
NTD’li 2 kardeş
57
NTD’li eş
11
NTD‘li kuzen
10
Multipl vertebral defektlere bağlı ağır skolyoz
15-30
Okkult spina bifidalı kardeş
15-30
Sakrokoksigeal teratum 1 hamrtomlu kardeş
<15-30
PRENATAL TANIDA BİYOKİMYASAL PARAMETRELER
Biyokimyasal genetik günümüzde kalıtsal geçiş gösteren hastalıkların prenatal
tanısında çok önemli yer tutmaktadır. Elde edilen biyolojik dokularda doğrudan
veya bu dokulardan elde edilen hücrelerin hücre kültürü ortamlarında enzim, amino
asit, protein veya değişik hormon tayinleri prenetal tayin amacıyla
yapılabilmektedir.
Biyokimyasal genetik incelemeler için genellikle amniyon sıvısı ve fetal kan
gerektiği halde, maternal kanda da bazı tetkikler yapılabilmektedir.
Günümüzde maternal serumda alfa-Fetoprotein, Östriol (özellikle unkonjuge
östriol), insan koriyonik gonodotropini (HCG) ve bunun alfa ve beta zincirleri, CA125, bazı endometriyal proteinler ile Pregnancy Associated Plasma Protein A (PAPPA) prenatal tanı amacıyla kullanılabilmektedir.
Alfa-FETO PROTEİN (AFP)
AFP fetusdaki dominant protein olup doğumdan sonra yerini albumine bırakır. AFP
özellikle gebeliğin ilk dönemlerinde Yolk Sac ve gelişen fetal karaciğerden salınarak
amniyon sıvısında 10-14’üncü gebelik haftaları arasında en üst düzeylerine ulaşır.
Daha sonra albümin sentezi de devreye girdiğinden plato yaparak azalmaya başlar.
Anne kanında ise 10-14. gebelik haftalarından sonra az da olsa yükselmeye devam
eder. Biyolojik rolü tam açık olmayan bu proteinin gebeliğin 30-32. haftalarına
kadar anne kanında artış göstermesi amniyon AFP değerleri ile maternal serum
değerlerinin dikkatli karşılaştırılması gereğini vurgular. AFP çoğul gebeliklerde,
nöral tüp defektlerinde, Konjenital Nefrozisde, karın ön duvarı defektlerinde,
Oligohidramniyozda, Plasental anomalilerde, Fetomaternal kanamaarda, annenin
karaciğer hastalıklarında ve bazı kanserlerde yükselir. Buna mukabil bazı trizomi
olgularında maternal serum değerleri düşüş gösterir. Down Sendromu buna iyi
örnektir.
İNSAN KORİYONİK GONODOTROP1Nİ (HCG)
HCG yarılanma ömrü 24 saat olan bir glikoproteindir. HCG’nin alfa ve beta-subüniteri vardır. Beta-HCG sinsisyotrofoblastlarca salınırken, alfa-HCG
sitotrofoblastlardan salgılanır. HCG’nin bir subüniti olan alfa-HCG’nin HCG’ye oranı
erken gebelik dönemlerinde düşük iken gebelik ilerledikçe artmaya başlar. HCG’nin
fizyolojik rolü tam açık değildir. Davranış biçimi tek bir hormondan ziyade
hormonlar grubu şeklindedir. HCG’nin subünitlerinin rolleri de tam açık değildir.
Örneğin dış gebelikte alfa-HCG fazlaca salınırken, normal gebelikte beta-HCG ön
plandadır. HCG gebeliğin 10. haftası civarına kadar artış gösterir ve gebelik korpus
luteumunu destekler. AIfa-HCG’nin ve total HCG’nin bazı kromozomal
bozukluklarda (Down sendromu,Trizomi 18 vb.) normal gebelikle kıyaslandığında
daha yüksek olduğu saptanmıştır.
ÖSTRİOL (E3)
Fetal adrenallerden salınan dehidroepiandrosteron (DHEA) 16 hidroksilasyona
uğrar ve değişik matabolik aşamalardan sonra serbest biçimde maternal kana
geçer. Maternal kanda total östriol’ün sadece % 9 kadarı serbesttir. Geri kalan
kısım glukuronik ve sülfirik asitle bağlı haldedir. E3 entero-hepatik siklustan
etkilenir ve farklı bağlı formları arasında bir denge söz konusudur. E3 fetoplasental
ünitenin göstergesi olarak daha yaygın biçimde kullanılmaktadır. Down Sendromlu
hastalarda serbest östriol düzeylerinin normal gebeliklerden anlamlı oranda düşük
olduğu saptanmıştır.
ASETİLKOLİNESTERAZ
Asetilkolinesteraz (AKE) karmaşık yapıya sahiptir ve fetal fizyolojide oynadığı rol
tam açıklanamamıştır. Ancak nöral tüp defektleri başta olmak üzere birçok fetal
anomalinin prenatal tanısında kullanılan bir enzimdir.
Kolinesterazlar pseudokolinesteraz ve asetilkolinesteraz olmak üzere 2 ana gruba
ayrılmaktadır. Söz konusu enzimler ile ilgili genlerin açıklığa kavuşması, ilgili
sorunların çözümünde kolaylık sağlayacaktır.
AKE sinir hücrelerinde ve belli miktarlarda eritrositler gibi değişik doku ve
hücrelerde de bulunabilmektedir. AKE bir grup enzim olup, kollajen benzeri
komponent ihtiva eden (asimetrik) ve etmeyen (globüler) olmak üzere farklı
formları içerir. Bu formlarda kendi içlerinde alt gruplar bulundurmaktadır.
AKE anansefali ve açık spina bifida gibi nöral tüp defektlerinde ve ekzomfalos gibi
anomalilerde amniyon sıvısında artış göstermektedir. Uygun analitik yöntem
kullanılırarak yapılacak AFP ölçümleri prenatal tanıda önemli bir rol
oynayabilmektedir. Önemli bir konu da AKE ve AFP’nin 14. gebelik haftası ve
sonrasında kullanılmasının doğru olacağıdır.
İNSAN PLASENTAL BUYUME HORMONU (hPGH)
Plesanta tarafından salgılanan bir Büyüme Hormonu (GH) varyantıdır. Hamilelik
sırasında plesantadan salgılanan bu hormon varyantı anne kanında sürekli
artarken, annenin hipofizinden salgılanan düzey kararlı bir şekilde düşer.
Trizomi 21, Trizomi 18 ve Nöral Tüp Defekti olan çocuğa gebe annelerin serumunda
hPGH düzeyleri anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Bu yükseklik en belirgin
olarak 15-20 haftalar arasındadır.
PREGNANCY ASSOCIATED PLASMA PROTEIN-A (PAPP-A)
PAPP-A 800.000 molekül ağırlığında bir glikoproteindir. Hamile olmayan kadınlarda
PAPP-A granüloma hücrelerinde, ovaryum foliküler sıvısında, fallop tüpleri mukozasında, servikal mukoza ve endometriumda çok az miktarda tanımlanmıştır.
Erkeklerde seminal sıvıda ve testislerde düşük düzeyde görülmüştür.Fetus Down
Sendromlu ise anne serumunda PAPP-A düzeyinde azalma gözlenir. İlk trimester
boyunca trisomi 21 riskli bebeklerin saptanmasında bu proteinin duyarlı olduğu öne
sürülmüştür.
PRENATAL TANI TEST KOMBİNASYONLARI
ÜÇLÜ TEST
Maternal serumda AFP, uE3 ve HCG’nin birlikte değerlendirilmesi “ÜÇLÜ TEST”
olarak adlandırılmaktadır. Anne yaşı, sigara içip içmediği, diabet,ırk ve çoğul
gebelik durumlarını göz önüne alıp her üç biyokimyasal parametreyi de
değerlendirirek Down Sendromu ve NTD riskini hesaplayan bilgisayar programları
ve tabloları geliştirilmiştir. Hesaplanan risk 11250’den yüksek ise daha ileri
tetkikler (amniyosentez vb) önerilmektedir. Üçlü Test, anne yaşı ve fetal NT ile
tarama yapıldığı taktirde trisomi 21‘li hastaların % 751 saptanabilmektedir.
Eğer 10-14. gebelik haftasında bu parametrelere maternal serum serbest HCG ve
PAPP-A ölçümleri eklenirse kromozomal anomaliyi saptama yüzdesi % 90’Iara
ulaşmaktadır.
TARAMA TESTLERİ NE ZAMAN YAPILMALI?
Birinci trimester tarama testleri (serbest HCG, PAPP-A) ideal olarak 10-14. haftalarda yapılmalıdır. Üçlü tarama testi (AFP, uE3, betaHCG) ise 16-20. haftalar
arasında yapılmalıdır. Gebelik haftasının ultrasonografi ile saptanması tercih
edilmelidir. Belirtilen haftalar gerek üçlü test, gerekse ikili test için normal
popülasyonla riskli grup (Down Sendromu, NTD) arasındaki dağılımları maksimal
farklılık göstermekte ve belirleyicilik değerleri en yüksek düzeye ulaşmaktadır. Bu
zaman dilimi psikolojik ve diğer tıbbi nedenler açısından da son derece önemlidir.
Tarama testlerinin öngörülen gebelik haftalarının dışında yapılması hatalı sonuçlara
yol açar. Unutulmaması gereken en önemli nokta bu testlerde laboratuvar
deneyiminin ve güvenirliliğinin ön planda olması gereğidir.
35 yaşın üzerindeki gebelere prenatal tanı mutlaka önerilmelidir. Bu
tarama testleri fetusta Down sendromu olup olmadığını göstermez. Sadece
yaş ve diğer özelliklerine göre Down sendromu ve NTD riskini
somutlaştırır. Test 35 yaşın altındaki tüm gebelere ve 35 yaşın üzerinde
olup anksiyete, infertilite gibi nedenlerle başlangıçta prenatal tanıyı kabul
etmeyen gebelere uygulanmalı ve testin sonucu bu gebelere verilecek olan
genetik danışmada kullanılmalıdır.
PRENATAL TESTLERDEN YARARLANMA PERİYODLARI
Free beta HCG
Fetal NT
PAPP-A
AFP
Serbest Östriol
İntact HCG
Asetilkolinesteraz
hPGH
8
10
12
14
16
Gebelik Yaşı
18
20
Hafta
ULTRASONOGRAFİ ve BİYOKİMYASAL
TESTLERİN KOMBİNASYONLARI
TESTLER
Free beta HCG
ETKİNLİK
<%5 yalancı pozitiflik)
%47
22
PAPP-A
Fetal NT
Free beta HCG+PAPP-A
Fetal NT+Free beta HCG
Fetal NT+PAPP-A
Fetal NT+Free beta HCG+PAPP-A
Fetal NT+Free beta HCG+PAPP-A+AFP+uE3
%37
%69
%63
%78
%79
%89
%90
KAYNAKLAR
1.Aydınlık K. Prenatal Tanı ve Tedavi Perspektif Yayın ve Reklam Hiz. 1992
2.Wald N. et all. The use of free beta HCG in antenatal screening for Down’s syndrome.
Br J Obstet Gynaecol 100 (6): 550-7, 1993
3.Cuckle H.S. et ali. Urinary multiple marker screening for Down ‘s syndrome. Prenat
Diagn 15 (8): 745-51,1995
4.Onat T Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Eksen Yayıncılık, 1996
5.Beksaç S. Fetal Tıp, Prenatal Tanı Medical Networks Nobel, 1996
6.Cole L.A., et all. Combining beta-core fragment and total oestriol measurements to
test for Down syndrome. Prenat Diagn. 17(12): 1125-33,1997
7.Spencer K. et all. First trimester urine free beta HCG, beta core and total oestriol in
pre gnancies affected by Down’s syndrome: implications for first trimester screening
with nuchal translucency and serum free beta HCG. Prenat. Diagn. 17(6): 525-38, 1997
8.Hsu JJ. et all. Urinary free beta HCG, beta core fragment and total oestriol as markers
of Down syndrome in the second trimeyter of presgnancy. Prenat. Diagn. 19(2)146 58,
1999
9.Casals E. et all. First trimester Biochemical Markers for Down Syndrome. Prenat.
Diagn. 19.8-11,1999
Download