Kitap Tanıtımı / Book Review - Hacettepe Üniversitesi Edebiyat

advertisement
Kitap Tanıtımı / Book Review
Edebiyat Fakültesi Dergisi/ Journal of Faculty of Letters
Cilt/Volume 32 Sayı/Number 1 (Haziran/June 2015)
Size Ölmeyi Emrediyorum!
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu
Edward J. Erickson
çev. Mehmet Tanju Akad, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2011 (3. Basım), 348 s.*
Yunus SATILMIŞ**
Edward Erickson’un Size Ölmeyi Emrediyorum!, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu adlı
eseri; Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı ordusuna bakan yönünü ele alan araştırmalarda kullanılan
birincil kaynakların yetersizliği ile içerisinde bulunduğu konjonktürü yeterince açıklayamayan
spesifik çalışmaların henüz kapatamadığı literatür boşluğundan hareketle kaleme alınmıştır. Osmanlı
ordusunun savaştığı Gelibolu, Mezopotamya (Irak) ve Filistin cepheleri hariç, diğer cepheler ve
seferlerle ilgili Türk görüşlerinin ne olduğunun Batı dillerinde pek ele alınmadığı gibi önemli bir
eksikliği de dile getiren Erickson, eserin önemli bir amacının da bu boşluğu doldurmak olduğunu
ifade etmektedir. Nitekim yazara göre bu kitap, Osmanlı ordusunun katıldığı savaşlarla ilgili olarak
bir Batı dilinde konunun tümünü bütüncül bir nazarla ele alan ve Türklerin ilkel bir ekonomi, coğrafi
kısıtlamalar ve sınırlı kaynaklar eşliğinde savaşın stratejik sevk ve idaresini nasıl gerçekleştirdiklerini
tümüyle belgelenmiş bir biçimde açıklayan ilk çalışmadır.
Baba tarafından ailece asker kökenli olan Amerikalı Emekli Yarbay Edward Erickson, İzmir’de
bulunan NATO Güneydoğu Avrupa Kara Kuvvetleri Karargâhında 1990’ların başlarında görevli
olarak bulunmuştur. Bu sırada askerî tarihe duyduğu ilgi ile Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı
ordusunun gösterdiği performansın kapsamlı bir hikâyesinin niçin yazılmadığını merak ederek
araştırmalarına başlamıştır. Yazar, ATASE tarafından yayımlanmış bulunan TSK Tarihi serisi (Beyaz
Seri) gibi genellikle resmi Türk askerî tarih eserleri ile ATASE Arşivi belgeleri ve az sayıda yabancı
kaynak üzerine bina ettiği eserini kaleme alırken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilgili personeli de yazara
gerekli tüm kolaylıkları sağlamıştır. Bu durum, yazara, pek çok Türk askerî tarihçisine nasip olmayan
bir çalışma ortamı sunmuştur. Fakat eserin, Batı literatüründeki Türk görüşlerinin eksikliğinden
hareketle, daha çok resmi Türk askerî tarih eserleri üzerine bina edilmiş olması, esere kısmen güncel
bir TSK Tarihi görünümü de kazandırmış olup, bu yönüyle eserin eleştiriye açık olduğu ifade edilebilir.
Yazarın eserini, ATASE’nin yayınladığı TSK Tarihi serisinden ayıran önemli özellikler de vardır.
Bunların birincisi, yazarın tüm çalışma boyunca, savaş öncesinde ve sırasında elde edilmek istenen
*
Kitabın yazarı, özgün adı, basım yılı ve sayfa sayısı: Edward J. Erickson, Ordered to Die, A History of the Ottoman Empire
ın the First World War, Greenwood Press, London, 2001, 348 s.
** Arş. Gör. (Öğ. Tğm.) Kara Harp Okulu, Askerî Bilimler Bölümü, e-posta: [email protected].
© 2015, Hacettepe University Faculty of Letters, All Rights Reserved
Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu
hedefler (harekât planları) ile bu hedefleri askerî kuvvet aracılığıyla elde etme kabiliyeti arasındaki
ilişkiyi (yani muharebe etkinliğini) ele alan farklı bir metot takip etmesidir. İkincisi, cevaplanması
halinde Osmanlı ordularının savaş içerisinde gösterdiği muharebe etkinliğini açıklayacak sorular
üzerinden araştırma yapmış olmasıdır. Yazar öncelikle şu sorulara cevap aramıştır: Türkler hangi
nedenlerle ve hangi koşullarda savaşa girdiler? Olanaksızlıklar içerisindeki bu ordu nasıl oldu da
Rusya, Bulgaristan ve Romanya ordularının çöktüğü bir savaşta; 1917’de Fransız ordusunda dahi
isyanlar baş gösterirken dört yıl boyunca etkinliğini yitirmeden muharebe meydanlarında mücadele
verebildi? Türkler stratejik seviyede bu topyekûn savaşı nasıl idare ettiler (vb.)? Üçüncü olarak, TSK
Tarihi serisinin zayıf bir şekilde ele aldığı liderlik, komuta ve kontrol, doktrin ve askerî eğitim gibi
barış devrini ilgilendirmekle birlikte muharebenin gidişatını doğrudan etkileyen hususlar da yazar
tarafından daha fazla dikkate alınmıştır.
Eserde genel olarak; Osmanlı ordusu açısından savaşın nasıl bir siyasi, askerî ve ekonomik
konjonktür içerisinde başladığı, cephelerdeki harekâtların nasıl cereyan edip, nasıl değerlendirilmeleri
gerektiği ve Türk askerî etkinliğinin savaş içerisinde nasıl geliştiği (vb.) özellikle ATASE Arşivi ve
TSK Tarihi serisi gibi resmî askerî tarih kaynakları üzerinden bütüncül, kronolojik ve karşılaştırmalı
bir anlayış ve metotla ele alınmıştır. Eser, Osmanlıların savaş hedeflerini, kara kuvvetlerinin yapısını,
bu yapıdaki teşkilat değişikliklerini, savaşın stratejik yönetimini ve harekât alanındaki önemli komuta
kararlarını da incelemekte ve bu kararların savaş üzerindeki etkilerini değerlendirmektedir. Batı
literatüründe Osmanlı ordusuna dair hâkim olan; Türk askerinin firara hazır, katliama eğilimli ve
genellikle Almanlar tarafından komuta edilen birlikler olarak sunulması anlayışı da yazar tarafından
sorgulanmış ve gerçeğin bu olmadığı eldeki deliller ışığında açıklanmıştır. Bu bağlamda eserin,
Birinci Dünya Savaşı içerisinde çarpışan Osmanlı ordularının performansını bütüncül bir şekilde
incelemek isteyen öğrenci, asker ve akademisyenlere hitap ettiğini söylemek mümkündür. Bununla
birlikte eserin bazı bölümlerinin, askerî terminolojiye uzak olan kişilerce anlaşılmasının biraz
zahmetli olabileceğini de burada not düşmek gerekmektedir.
Erickson’un, incelediğimiz eserinin tamamlayıcısı konumunda olup, yine aynı anlayış ve
metotlarla kaleme aldığı Büyük Hezimet, Balkan Harpleri’nde Osmanlı Ordusu1 ve Birinci Dünya
Savaşı’nda Osmanlı ordularının başarılı olduğu üç cephede muvaffakiyet kazanmasının sebeplerini,
İngiliz ordusunun yapısını da inceleyerek açıklayan I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, Çanakkale,
Kutü’l-Amare ve Filistin Cephesi2 adlı eserleri de Türkçe’ye tercüme edilerek yayımlanmıştır.
Topyekûn Savaş Çağında Osmanlı Ordusunu Anlamak
Birinci Dünya Savaşı, Napoleon Savaşları’ndan 20. yüzyılın başlarına kadar askerlik mesleğini
ilgilendiren tüm ulusçu / ideolojik, endüstriyel ve askerî idare yapısını geliştiren idari devrimleri
bünyesinde barındırması dolayısıyla hafızalara kazınmıştır. Bu bağlamda Birinci Dünya Savaşı topyekûn
savaşın hafızalara kazınan yıkıcı etkilerini dünya sathına yaymış bir gerçek savaştır. 20. yüzyılda
savaş, düşmanın bütünüyle imhası anlamında değil, daha çok, Clausewitz’in asıl amacını da yansıtacak
1
Edward J. Erickson, Büyük Hezimet, Balkan Harpleri’nde Osmanlı Ordusu, çev. Gül Çağalı Güven, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, 2013, XXVIII + 520 s.
2
Edward J. Erickson, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, Çanakkale, Kutü’l-Amare ve Filistin Cephesi, çev. Kerim
Bağrıaçık, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, XIV + 342 s.
290
Yunus SATILMIŞ
şekilde politik iradenin düşmana kabul ettirilmesi sonucunda barışın yeniden tesisi anlamına gelmesine
rağmen,3 bu Büyük Savaş, teknolojik ve ideolojik etkileri itibariyle pek çok devlet için bir ölüm kalım
savaşına dönüşmüştür. İmparatorluklar dağılmış, 1815 Viyana Kongresi’nden bir yüzyıl sonra Avrupa
haritası tekrar büyük ölçüde değişmiş fakat savaş iddia edildiği gibi amaç edindiği gerçek barışı tesis
edememiştir.4 İşte bu Büyük Savaş, uzun asırlarca Avrupa siyaset ve savaş arenası ile emperyal ekonomi
ilişkilerinin öznesi olan Osmanlı Devletini de nihayetinde içine çekmiştir. Osmanlılar için Cihan
Harbi ya da Harb-i Umumi olarak anılan bu savaş, irili ufaklı on iki cephede, ordunun ve milletin tüm
kaynaklarının önemli ölçüde tüketilmesi pahasına dört yıl boyunca sürmüştür.
Erickson’a göre Osmanlı ordusunun bu örneği olmayan dört yıllık mücadelesi en kısa ifadeyle;
özellikle ulaştırma imkânları olmak üzere pek çok alanda olanaksızlıklar içerisinde olan bir ordunun
büyük ve bazen doğrudan kendi amaçlarına hizmet etmeyen stratejik hedefler uğrunda savaşmasının,
büyük zorluklara dayanmasının, büyük bir savaş ve seferberlik tecrübesi yaşamasının ve savaşarak
ölmesinin tarihidir.
Yazar, ülkenin savaş öncesindeki (1908-1914) siyasi, askerî ve ekonomik durumunu kısaca
değerlendirip bu sırada Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulunduğu imkân ve imkânsızlıkları Avrupalı
devletlerle karşılaştırarak eserine giriş yapmaktadır. Bu konjonktürü açıklamasının akabinde,
Osmanlı ordusunun barış devrindeki konuşu ile seferberlik hazırlıklarını ve planlarını ayrıntıları ile
tespit etmekte, bu planlamalar üzerinde Balkan Savaşları’nın (1912-1913) ne gibi etkileri olduğunu
ortaya koymaktadır.
Yazar, Osmanlı Devleti’nin, Balkan Savaşları’ndaki büyük yenilgilerin ardından ordularını
yeniden teşkilatlandırma ve yeni seferberlik planlarını hazırlama aşamasında iken nasıl ve hangi
gerekçelerle büyük bir savaşa girdiğini açıklamaya çalışmakta ve bu hususun tespit edilmesi halinde
Osmanlı ordusu tarafından açılan cephelerin hedeflerinin de daha iyi anlaşılacağını ifade etmektedir.
Eserin diğer bölümlerinde ise; mevcut imkân ve imkânsızlıklar içerisinde çoğunlukla seferberliğini
tamamlayamayan birliklerle başlatılan bu savaş içerisinde 1914’ten savaşın sona erdiği 1918 senesine
kadar Osmanlı ordusunun savaştığı tüm cephelerin durumu birbirleriyle ve Avrupa cepheleriyle
karşılaştırmalı bir şekilde ele alınmaktadır.
Cephelerin anlatımına baktığımızda yazarın; cephelerin açılma nedenlerini, hangi plan ve
amaçlarla hareket edildiğini, birliklerin; teşkilat, teçhizat ve eğitim durumları ile cephelerin genel
gidişatının nasıl olduğunu ve askerî harekâtların sonucuna tesir eden önemli etkenlerin neler
olduğunu temel sorular olarak aldığını görmekteyiz. Bunun yanında yazarın çoğunlukla TSK Tarihi
serisi içerisinden paylaştığı haritalar ile birliklerin teşkilat ve mevcutlarını gösterir tablolar savaşın
takibini kolaylaştırmaktaysa da özellikle cephelerdeki harekâtların durumunu gösteren haritaların
nicelik bakımından iyileştirilmesinin faydalı olacağı belirtilebilir. Eserin genel okuyucuyu savaşın
takibinden uzaklaştıran önemli bir problem ise birliklerin teşkilat yapılarını gösterir tablolarda
paylaşılan bilgilerin daha çok askerlerin anlayabileceği şekilde metinde sık sık tekrar edilmeleridir.
3
Herfried Münkler’in ifadesiyle “Clausewitz’in ele alıp analiz ettiği devletlerarası savaştan, savaşların uzun süre kısık ateşte
ağır ağır kaynatıldığı düşük yoğunluklu savaşlar dönemine geçişi” ve günümüzde toplumların savaşı nasıl algıladığını inceleyen örnek çalışmalar için bkz. Herfried Münkler, Yeni Savaşlar, çev. Zehra Aksu Yılmazer, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010
ve Cemil Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012.
4
Birinci Dünya Savaşı’nın tesis edemediği kalıcı barış ile ilgili örnek bir çalışma için bkz. David Fromkin, Barışa Son Veren
Barış, çev. Mehmet Harmancı, Epsilon Yayınları, İstanbul, 2004.
291
Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu
Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda büyük kayıplar vermesine rağmen, savaşın son
yılına gelindiğinde halâ savaşma kabiliyetini ve bütünlüğünü kaybetmeyen bir ordu olduğunu söyleyen
yazar, bu görüşünü Fransız ordusundaki isyanlar ile Bulgar ve Rus ordularının çöküşünü ortaya
koyarak kanıtlamaya çalışmaktadır. Nitekim yazar, Türk ordusunun muharebeye girdiği neredeyse
her harekât alanında ve seferde bir sayısal dezavantaj (asker, silah, lojistik destek vb.) ile savaştığını
ve bu dezavantajın savaş boyunca da sürdüğünü belirterek yukarıdaki görüşünü desteklemektedir.
Osmanlı ordusunun muharebe etkinliği üzerine değerlendirmelerde bulunan yazara göre,
Osmanlı ordusunun muharip birlikleri; savaşçı ruhları, yüksek moralleri ve savaş içerisinde iyice
artan taktik yetenek ve tecrübeleri ile dikkat çekici bir güce ulaşmışlardır. Buna karşın, özellikle
büyük birliklerin subaylar tarafından kötü bir şekilde sevk ve idare edilmesi ve düşman güçlerine
oranla devamlılık gösteren sayısal eksiklikler yanında, birbirinden uzak, eşgüdümsüz ve ulaştırma
hatlarından yeterli şekilde yararlanamayan cephelerde ordunun muharebe gücü, özellikle de taarruz
muharebelerinde, düşman güçlerine karşı zayıflamıştır. Bu duruma, cephe gerilerinde yaşanıp
cephe hattını olumsuz etkileyen Ermeni ve Arap isyanları5 gibi olumsuzluklar da eklenince bazı
askerî birliklerin cephe gerilerinde kolluk kuvvetlerine yardım etmesi gerekmiş, tüm bu nedenlerin
birleşimi de ordunun muharebe gücünü zayıflatmıştır. Fakat yazara göre, Osmanlı birlikleri muharebe
öncesinde siper kazıp, tahkimat yapabildikleri, personel ve teçhizat ihtiyaçlarını tamamlayabildikleri,
kısacası yeterli şekilde hazırlanabildikleri takdirde üstün savaşçı yetilerini daha etkin kullanıyor ve
iddia edildiği gibi düşmanı görünce kaçan değil mevzilerinden çıkarılması çok zor birlikler haline
geliyorlardı.
Yazara göre, Osmanlı ordusu savaş müddetince devamlı olarak koşulların gerektirdiği teşkilat
değişikliklerini stratejik seviyede hızlı bir şekilde gerçekleştirebiliyor ve bu değişikliklere tüm
imkânsızlıklar içerisinde ayak uydurabiliyordu. Bu uzun ve yıpratıcı savaş, Türklerin tarih sahnesine
kendisini iyi yetiştirmiş komutanların çıkmasına da imkân verdi ki bu komutanların çoğu Milli
Mücadele muharebelerinde Türk ordularını yeniden teşkilatlandıracak kimseler olmuştur. Yine savaş
içerisinde görüldü ki Türkler ulusal çıkarları açıkça tehdit altında olmadığı zamanlarda bile bir ittifak
savaşını türlü imkânsızlıklar içerisinde de olsa yürütmek için büyük bir kararlılık gösteriyor ve
Romanya ve Galiçya gibi müttefik orduların askere ihtiyaç duyduğu cephelere en seçkin birliklerini
gönderebiliyordu.
Tüm bunların yanında Osmanlı ordusunu nihayetinde yenilgiye götüren nedenleri de inceleyen
yazar, ilk hatayı, büyük bir hezimet akabinde (1912-1913 Balkan Savaşları) ve seferberliğini
tamamlayamadan milletini ve ordusunu, pek de gerek yok iken ‘Büyük Güçler’in emperyal mücadele
sahasına süren idareci ve ordu üst yönetiminin tavırlarında görmektedir. Enver Paşa’nın “amatör
5
292
Yazar, Ermeni halkının 1915 tehciri sırasında bir soykırıma kurban gidip gitmediği meselesinin çalışmasında değerlendirilecek bir konu olmadığını dile getirmiştir. Yazar, tehcir kararının 1915 yılının Nisan ayındaki çok cepheli ve sırasıyla Doğu
Anadolu, Suriye-Filistin ve Irak cephelerinden sorumlu olan 3., 4., ve 6. Orduların cephe gerisini doğrudan tehdit eden isyan
ortamının zaruretleri nedeniyle alındığını fakat zorunlu göçün, ordunun dahî etkilendiği ulaştırma alanındaki imkânsızlıklar
içerisinde ve karşılıklı baskın ve öldürme olayları eşliğinde ilerlediğini açıklamaktadır. Buna karşın yazar, yetersiz kaynak
kullanımı sonucunda ve yer yer de kaynak gösteriminde bulunmaksızın Ermeni nüfusunun durumuna ilişkin net olmayan
abartılı rakamlar vermiş ve tehcir sonucunda da net bir rakam vermeksizin yüz binlerce Ermeni’nin öldüğünü ifade etmiştir.
Yazarın, kitabın değerlendireceği bir konu olmadığını ifade etmesine karşın ordunun harekâtını etkilediği ölçüden fazla olarak
Ermeni meselesine yer ayırması (s. 130-143) ve yetersiz kaynaklar eşliğinde önemli hükümler vermesi eleştirilmesi gereken
bir husustur.
Yunus SATILMIŞ
stratejik bakış açısı”6 ise eserde incelenen tüm cephelerde etkisi görüleceği üzere, adeta ordunun
pek çok yerde devletin doğrudan amaçlarına hizmet etmeyecek şekilde ve yetersiz hazırlıklarla
sevk ve idaresine neden olmakla büyük kayıpları ve nihai yenilgiyi beraberinde getirmiştir. Üçüncü
olarak, Enver Paşa’nın ve Osmanlı Genelkurmayı’nın belirli stratejik harekât alanlarına öncelik
vermeyi ve yeterli askerî gücü bu alanlarda yoğunlaştırmayı becerememesi (sıklet/ağırlık merkezini
oluşturamaması) de birliklerin pek çok cephede düşmanın sayısal üstünlüğü karşısında zayıf kalarak
ağır zayiatlar vermesine neden olmuştur. Doğu cephesindeki 3. Ordu’nun sayı ve teçhizat yönünden
üstün Rus orduları karşısındaki zayıf durumu sonucu Erzurum şehrinin düşmesi, özellikle Romanya
ve Galiçya’ya gönderilen seçkin birliklerin verdiği kayıplar ile bir arada düşünüldüğünde bu gerçek
daha iyi anlaşılmaktadır. Son olarak, ulaştırma hatlarının stratejik harekâtları destekleme kapasitesinin
çok zayıf olmasına karşılık bu kapasitenin seferberlik planlarında ve savaş sırasında iyimser şekilde
değerlendirilmesi ve bu eksikliğin savaş boyunca da giderilememesi7 özellikle Doğu cephesi ile
Suriye-Filistin ve Irak cephelerinin kaderinin tayininde önemli bir etkiye sahip olmuştur.
Yazara göre bu savaş hakkında dile getirilmesi gereken önemli bir husus da Osmanlı ordusu
hakkında Batılı kaynakların iddia ettiği bazı durumlar ile gerçek durum arasında önemli tezatlar
olduğudur. Örneğin iddia edildiğinin aksine: Türkler savaş boyunca iyi bir şekilde kayıt tutmuş,
birçok harekât sanıldığının aksine Türk kurmay subayları tarafından planlanmış, cephelerin
açılmasına Turan fikrinden çok mevcut konjonktür veya başta Almanya olmak üzere müttefiklerin
beklentileri / yönlendirmeleri neden olmuş, Turan fikri ile bağdaştırılabilecek tek harekât ise ancak
Çarlık Rusyası’nın yıkılması akabinde İran içlerine ve Kafkaslara yönelik olarak tertip edilmiştir.
Yazar son olarak, Osmanlı ordusunun bu imkân ve imkânsızlıklar dâhilinde uzun ve yıpratıcı
bir savaş vermesine rağmen 1918’in Kasım ayına gelindiğinde ordunun bütünlüğünü ve savaşma
kabiliyetini kaybetmediğini ve ordu üst yönetiminin de hiçbir zaman bozgun fikrine kapılmadığını
vurgulamaktadır. Yazar, Büyük Savaş içerisinde her yenilgiden sonra yeni bir teşkilatlanma ile
mücadeleye devam eden Osmanlı ordusunun Mondros sonrasında da aynı şeyi yaptığını, farklı olanın
ise; Türk İstiklal Savaşı’nı yürüten kadroların büyük bir savaş tecrübesi ile yola çıktıkları gerçeği
olduğunu ifade etmektedir.
Sonuç olarak, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun; doktrin, teşkilat, teçhizat,
seferberlik, askeri eğitim, muharebe etkinliği ve en nihayetinde siyasi iradenin tercihleri ve ekonomik
problemler nedeniyle nasıl bir durum içerisinde yer aldığını, ağırlıklı olarak Türk arşiv ve resmi
askerî tarih kaynaklarına dayanarak açıklayan bu eserin, uzun bir süre boyunca, anılan konularda
araştırma yapan asker, öğrenci ve akademisyenlerin Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı
serüvenini anlamak için başvurabileceği ilk eserler arasında olacağı kuşkusuzdur.
6
Erickson, a.g.e., s. 284.
7
Örneğin İngilizler Birinci Dünya Savaşı yıllarında Süveyş kanalından Akabe’ye ulaşacak ve Filistin harekâtını destekleyecek
bir demiryolu hattı yapmakla meşgul olmuşlar ve askerî ulaştırma imkânlarını geliştirmişlerdir.
293
Download