Kas Hastalıklarının Psikolojik Etkileri

advertisement
Kas Hastalıklarının Psikolojik Etkileri
Her türlü bedensel hastalık kişinin vücut bütünlüğüne, yaşam evresine ve yaşam kalitesine doğrudan travmatik bir etki
yapar. Kişi böyle bir hastalık tanısı ile karşılaştığında tanının doğruluğu, hastalığının geleceği ve tedavi olasılıkları
hakkında ciddi kaygılar duyar. Başka doktorlara başvurmak, tekrar tekrar tahlil ve görüntüleme yaptırmayı istemek gibi
patolojik olmayan ‘inkar’ şeklinde bir savunma mekanizması içine girebilir.
Daha sonra bir ‘öfke evresi’ beklenebilir. Bu dönemde kişi ‘bu niye benim başıma geldi?’ sorusuna yanıt arar, iş ve aile
yaşantısında sorunlar olabilir. Tıbbi tedaviye uyumsuzluk olabilir, alkol, sigara veya madde kullanımı artabilir. Ardından
da’depresif evreye’ girilir. Bu depresif dönem, bir hastalık değil yine uyuma yönelik bir başa çıkma çabasıdır ve ilaçlı
tedavi gerektirmez. Doktorun hastasını dinlemeye vakit ayırması, sorularını özenle yanıtlaması ve hasta ile yapılan
görüşmede hastanın ifade ettiği duygularına saygı göstermesi çok önemlidir. Hekimlerin en önemli özürü hastaya
ayırabilecekleri zamanın azlığıdır, ancak yine de hekimin duruşu, tutumu, beden dili ve dinlerken jest ve mimikleri bile
hasta için çeşitli olumlu ya da olumsuz anlamlar ifade edebilir.
Hastalar tanıdan sonraki dönemlerde yukarıda sözü edilen evreler arasında gidip gelebilir. Ardından da ‘ kabulleniş evresi’
başlar. Kabulleniş bazen kendini tamamen doktorlara bırakıp hiç inisiyatif almamak şeklinde “kaderci” bir yön alırken,
bazen de daha “gerçekçi” ve olumlu olabilir. Nörolojik hastalıkla yaşamaya uyumda zorlanan, hayatında hastalıkla birlikte
çok değişim olan, yeti yitimi yaşayan, yeterli aile ve sosyal desteği olmayan kişilerde ise psikiyatrik hastalıklar söz
konusu olabilir.
Nörolojik hastalıklarda; hem beden fonksiyonları hem de zihin fonksiyonları etkilenebildiğinden kişi, ailesi ve yakın
çevresi için daha dramatik sonuçlar ortaya çıkar.
Yeti yitimi ve kısıtlılık oluşturacak hastalıklar, örneğin inme veya multipl skleroz (MS); maalesef kişinin, günlük
hareketlerini, fonksiyonel durumunu, iş yaşantısını, gelirini, cinsel hayatını, sosyal ilişkilerini, “kendilik” algısını ve yaşam
kalitesini doğrudan etkiler. Epilepsi gibi bazı hastalıkların ise ciddi bir stigması olup, kişinin toplum içindeki yerini ve
güvenliğini tehdit edebilir.
Her türlü psikiyatrik belirti nörolojik hastalıklara eşlik edebilir. En sıklıkla görülenler şunlardır:
•
Duygudurum değişiklikleri: Depresif, iritabl veya eleve, manik gibi
•
İştah değişikliği: Artma veya azalma
•
Uyku bozuklukları
•
Enerji kaybı-bitkinlik ya da aşırı enerji
•
Anksiyete-huzursuzluk ve sıkıntı
•
Eksitasyon, ajitasyon
•
Kendine ya da çevresine zarar verme
•
Katatoni, tikler, psikojen distoni ve diskineziler
•
Obsesyon ve kompülsiyonlar
•
Cinsel ilgide artma veya azalma
•
Psikotik bulgular
•
Hezeyanlar
•
Halüsinasyonlar
•
Depersonalizasyon ve derealizasyon
Hiçbir psikiyatrik belirti belirli bir nörolojik hastalığa özgü değildir. Yine, psikiyatrik hastalıklar da belli nörolojik
hastalıklara işaret etmezler. Ama yine de bazı hastalıklar sıklık açısından farklılık gösterebilirler. Örneğin depresif
bozukluklar her türlü nörolojik hastalığa ikincil olarak görülebilirler ancak, inme, demans ve epilepside daha sıkçadırlar.
Kognitif tutulum hastalarda dikkat, bellek, dil, vizyospasyal işlevler ve frontal yürütücü işlevlerde bozulmalara yol açar.
Psikiyatrik belirtiler, kognitif belirtiler ve altta yatan hastalığın nörolojik belirtileri bir araya gelince hekimler için oldukça
zorlayıcı olur. Ayırıcı tanı için ayrıntılı nörolojik, fizik muayene ve psikiyatrik değerlendirmeyle beraber nöropsikolojik
testlerin uygulanması da tedaviyi şekillendirirken klinisyene yardımcı olur.
Nörolojik sorunu olan hastaları ele alırken dikkat edilmesi gereken bir konu da psikiyatrik belirtilerin süre ve
şiddetidir. Her tür belirti herkeste olabilir; hastalığı belirleyen ise bu belirtilerin ne kadar zamandır olduğu, ne şiddette
olduğu ve kişinin yaşamındaki işlevselliğini ne derecede etkilediğidir. Psikiyatrik bir belirtinin olması o kişinin psikiyatrik
olarak tedavi görmesini gerektirmez.
Örnek 1: MS veya başka bir hastalık tanısının ardından hastanın kendisini durgun ve üzgün hissetmesi ilaç tedavisi
gerektirmez.
Örnek 2: Epilepsi nöbetinin hemen ardından 1-2 gün kulağına ses gelen bir kişinin bu psikotik bulgusu kendisine veya
çevresine zarar potansiyeli taşımıyorsa nöroleptik kullanımı gerektirmez.
Örnek 3: Takıntıları olan Parkinson hastasının bu şikayeti yaşam kalitesini bozmuyor ve ciddi bir zamanını almıyorsa ilaç
tedavisi gerekmeyebilir.
Bir nörolojik hastalığın psikiyatrik belirtiler vermesi için ya da psikiyatrik hastalığın eşlik etmesi için bazı önemli faktörler
vardır:
-Nörolojik hastalığın lezyonunun yeri
Lezyonların yerleri psikiyatrik belirtilere bir renk verebilir. Frontal lobu daha çok tutan bir hastalıkla bazal gangliayı tutan
bir hastalık farklı psikiyatrik belirti dominansı gösterebilir.
-Nörolojik hastalığın özellikleri
MS hastaları yorgunluk halsizlik ve duygudurum belirtilerini daha fazla yaşarken, miyasteni hastaları anksiyete
bozukluklarını daha fazla yaşarlar. Psikotik özellikler kas hastalıklarında neredeyse hiç görülmezken, epilepsi, demans ve
yer kaplayan lezyonlarda sık olabilirler.
-Lezyonun yaygınlığı
Beyni yaygın şekilde tutan vaskülit, ensefalit gibi hastalıklar hemen daima konfüzyonel durum ile seyrederken daha
lokalize tutulumlarda bu özellik yoktur.
-İkincil beyin metabolizma değişikliği
Bazı hastalıklar erken aşamalarında belirgin bir lokalizasyon gösterse de ileri evrelerinde beynin işlevlerinde daha yaygın
bozulmaya yol açarak çok ağır psikiyatrik belirtilere neden olabilirler. Bunlara örnek olarak tümörler, epilepsi veya MS
sayılabilir
-İlaçların etkileri
Kortikosteroidler, antikolinerjik ilaçlar, interferon, dopaminerjik ilaçlar gibi nörolojik hastalıkların tedavisinde kullanılan
ilaçların doğrudan kendilerinin de psikiyatrik hastalık tetikleme özellikleri vardır.
-Nöronal atrofi varlığı
Beynin nörodejenaratif hastalıkları türlerine göre yaygın ya da başta fokal sonra yaygın nöronal kayba neden olurlar. Bu
da beyindeki nörotransmitter yolaklarını hasarlar, nöronal döngülerde kopmaya neden olur. Sonuçta da bu hastalıklara
sıklıkla eşlik eden psikiyatrik ve davranışsal belirtiler ortaya çıkar. Bu duruma en iyi örnek Alzheimer hastalığıdır. Zengin
psikiyatrik belirtiler bu hastalığın ayrılmaz bir parçasıdır.
- Psiko-sosyal faktörler
Kişilerin farklı karakter özellikleri hastalıklara verdikleri tepkileri de etkiler. Premorbid huylar, stres ile başa çıkma
kapasitesi, hastalık hakkındaki eski bilgi ve olumsuz deneyimler psikiyatrik belirtilerin varlığını veya şiddetini
belirleyebilir. Ağır seyreden bir MS hastasını tanıyan bir kişi kendisine bu tanı konduğunda olumsuz duyguları ve
düşünceleri daha şiddetle yaşayabilir. Hastalığın iyileşme sürecinde de yine psikososyal özellikler önem kazanır. Daha
hayata bağlı ve dirençli bir kişi inme sonrası rehabilitasyonda daha istekli olurken, hayata olumsuz bakan ve depresif
özellikleri yüksek kişiler fizik tedavi açısından daha çabuk pes edebilir.
Sosyal destek sistemleri, kişinin aile içindeki yeri ve ailesi ile ilişkileri de psikiyatrik belirtilere katkıda bulunabilir. Evin
babasının hastalanması ile 85 yaşındaki babaannenin hastalanması arasında aile dinamikleri açısından farklar vardır. Yine
ailesinden destek gören, sevgi ve saygı gören bir birey ile yalnız yaşayan ve her sorununu kendi çözmek durumunda olan
bireylerin de psikolojileri farklı olacaktır.
- Psikiyatrik hastalıklar açısından genetik yatkınlık
Daha önce psikiyatrik hastalığı olan bireylerde veya ailesinde psikiyatrik hastalığı olduğu bilinen kişilerde nörolojik
hastalığa ek olarak psikiyatrik bir bozukluk çıkma olasılığı daha yüksektir. Örneğin, gençliğinden beri majör depresyon
atakları geçiren bir bireyin inme sonrası depresyon geçirme olasılığı yükselir. Bir başka bakış da sık depresif ataklar
geçiren kişilerde stresle başa çıkma kapasitesinin az olduğunu bu nedenle de inmenin ortaya çıkardığı zorlanma ve
çatışmaları çözemeyeceği için yeni bir atak geçireceği görüşüdür.
Aslında beyin davranış ilişkisi oldukça karmaşıktır. Hiçbir psikiyatrik hastalığın belirli bir lokalizasyonu yoktur, ancak belirli
nöroanatomik bölgeleri içine alan döngülerden söz edilebilir. Tam ters yönden bakılınca da belli bir beyin bölgesinin
hasarı çok belirli bir psikiyatrik hastalığa yol açmaz. Yani beyinde bir mani merkezi ya da şizofreni merkezi yoktur. En
bilinen hali ile; beynin belirli bölgelerini içine alan hastalıklarında nispeten benzer psikiyatrik, davranışsal “belirtileri”
görmek mümkündür.
Frontal lob tutulumunun söz konusu olduğu hastalıklar değişik patolojik süreçler içerir; travmalar, tümörler,
serebrovasküler olaylar, infeksiyonlar, Pick hastalığı, diğer fronto-temporal bunamalar ve normal basınçlı hidrosefali bu
bölgeyi etkiler. Bir frontal disinhibisyon sendromu görebiliriz. Klinik özellikler bazen mani ile karışabilir, daha sıklıkla
medyal prefrontal veya orbitofrontal hasarlarda görülür:

Girişkenlik ve artmış atılgan davranış biçimi
Uygunsuz şakacılık, öfori
Duygusal kararsızlık, iritabilite
Yetersiz yargılama ve kavrama
Dikkat dağınıklığı, odaklanma zorluğu
Duyarsızlık, aldırmazlık, kayıtsızlık
Konfabulasyon, lögore
Yargı ve geleceği öngörmede bozulma
Bazen tam tersi biçimde aşırı inhibe, neredeyse apatik, dış dünya ile iletişimi azalmış olgular
görülebilir. Frontal abulik sendromolarak da adlandırabiliriz. Daha sıklıkla dorsolateral prefrontal
hasarlarda görülür:
Psikomotor yavaşlama
Merak ve üretkenlikte, yaratıcılıkta azalma
Motor tekrarlar, davranışı sürdürmede beceriksizlik
Uyaran bağımlılığı (yemek görünce yemek, kalem görünce yazmak gibi)
Yetersiz soyutlama ve kategorize etme
Yetersiz spontane jest ve hareketler
Seyrek ve az miktarda konuşma
Yargı ve geleceği öngörmede bozulma
Temporal lobları etkileyen, farklı patolojik süreçlerin psikopatolojik tablolara neden olabilmesine rağmen en ilginci ve
belki de en tartışmalı olanı temporal loblardan kaynaklanan epilepsi ile ilişkili davranış değişiklikleridir. Özellikle temporal
loblarında kronik beyin hasarları olan hastaların, organik beyin sendromunun direkt bir göstergesi olan “kişilik
değişiklileri” gösterebileceklerini söylenmektedir. Kluver-Bucy sendromunda görüldüğü gibi, hayvanlarda iki yanlı
temporal lobektomiden sonra hiperfaji, hiperoralite gibi ciddi davranış değişiklikleri ortaya çıkmıştır. Temporal epilepsisi
olan bireylerde detaycılık, saplantılı ve stereotipik düşünme biçimleri, felsefi ve dini konularla aşırı uğraşma,
hipergrafi, hiposeksüalite sıkça görüldüğü belirtilen kişilik özellikleridir. Afektif bozukluklar ve psikoz da sıklıkla temporal
tutulum gösteren hastalarda ortaya çıkar.
Bazal ganglianın psikiyatrik semptomların oluşmasında önemli bir rolü olduğu ve bazal ganglion hastalıklarının çoğu
zaman psikopatolojik semptomlarla kendisini gösterdiği uzun zamandır kabul edilmektedir. Nöroanatomik araştırma
teknikleri bu ilişkinin bazı nörobiyolojik temellerini ortaya çıkarmıştır. Özellikle multipl paralel devreleri kapsayan kortikal
yapılar ve bazal ganglion dorsal striatumun (neokorteks ile aralarındaki bağlantıları) ventral striatumdan (büyük ölçüde
limbik, orbitofrontal ve singulat ile bağlantıları) ayırt edilmesine imkan vermiştir. Dahası, limbik sistemle bazal ganglia
arasında hatırı sayılır ölçüde “cross- talk”ın olduğu kabul edilmiştir. Bu da duyusal ve motor hastalıklar arasındaki ilişkinin
anlaşılmasına izin vermiştir. Amigdala, ventral striatum ve nukleus akumbens motivasyonel ve duygusal bilgilerin
trafiğini sağlar ve emosyonların ortaya çıkmasında önemli rolleri vardır. Huntington hastalığı nörolojik hastalıkların sıklıkla
psikiyatrik rahatsızlıkla kendisini göstermesine örnek teşkil etmektedir. Huntington hastalarının neredeyse % 50’si motor
hastalıkları başlamadan psikopatoloji ile kendilerini göstermektedirler. Belirtiler, psikopatik davranışlar ve alkolizm gibi
davranışsal bozukluklardan daha net manik-depresif psikoz, paranoid durum ve şizofreni benzeri durumlara kadar
çeşitlilik göstermektedir. Parkinson hastalığında da neredeyse hastaların % 60’ında depresif şikayetler bulunmaktadır. Bu
genellikle anksiyetenin eşlik ettiği atipik afektif hastalık görünümünde ya da klasik unipolar depresyon görünümünde
olabilir. Uzun zamandır dopamin agonistleri kullanan hastalarda psikotik durumların arttığı bilinmektedir. Psikotik
bozukluklar, obsesif kompülsif belirtiler ve patolojik kumar oynama Parkinson hastalarında görülebilir.
Bu beyin alanları ve davranış bozukluklarının ilişkileri , belirtilerin özellikleri ve psikiyatrik hastalıkların prognozları, tedavi
yanıtları dikkatle incelenmeye değerdir . Bir çok nörolojik durumun fenomenolojik olarak psikiyatrik durumlara benzeyen
davranış bozukluklarıyla (epilepsinin şizofreni benzeri psikozları gibi) görülmesi onları psikiyatrik hastalıkların
nörobiyolojik temellerini anlamak için önemli modeller yapmakta, psikiyatri ile nöroloji arasındaki bağı vurgulamaktadır.
Tedavi Yaklaşimlari
Nörolojik hastalıklarda görülen ek psikiyatrik hastalıkların tedavisi için özel olarak geliştirilmiş
psikotroplar maalesef yoktur. Yukarıda da belirtildiği gibi, her nekadar bu hastalıkların semptom
profilleri primer psikiyatrik hastalıklardan farklılıklar gösterse de halen endikasyonları primer psikiyatrik
hastalık olan ilaçlarla tedavi etme zorunluluğu vardır. Mevcut psikotropların çok azının nörolojik
hastalıklarda kullanımı ile ilgili çalışma vardır. Bu nedenle klinisyenlerin ilaç başladıkları hastaları
dıkkatli ve yakın takipleri önemlidir. Nörolojik bir hastalıkla eş zamanlı psikiyatrik hastalığın tedavisi
düzenlenirken aşağıdaki noktalara dikkat etmek gerekir.
1.
Doğru endikasyon ve hedef seçilmesi
Tedavi etmek istediğimiz hedef belirtilerin neler olduğunu iyi tanımlamak, tedavi amacını iyi belirlemek gerekir. Yeti
yitimi olan, uyku hijyen bozukluğu olan veya adaptasyon sürecinde olan hastalarda hemen ilaç düşünmemek
uygundur. Ayrıca ilaçla zarar vermemek de tedavi etmek kadar önemsememiz gereken bir durumdur.
Her üzüntü, her sıkıntı, her moral bozukluğu ya da kaygı ilaç tedavisi gerektirmez. Hastanın savunma mekanizmalarını,
kişilik özelliklerini, bazı aile içi dinamikleri mutlaka dikkatle irdelemek gerekir. Örneğin bir Alzheimer’li hastanın
yakını arada görsel halüsinasyonlardan bahsediyor olabilir, ancak bu durum bir bakım zorluğuna yol açmıyorsa
nöroleptik endikasyonu olmayabilir. İnmeli bir hastanın ilk birkaç hafta içindeki ağlama ve üzüntüleri adaptasyon süreci
ile bağlantılı olabilir ve hemen antidepresan gerektirmeyebilir.
2.
Nörolojik hastalığın özellikleri
Hastalarda ilaç seçerken alttaki nörolojik hastalığı ve seyrini de göz önünde tutmak uygun olacaktır. Her iki durum
arasındaki etkileşim hakkında hastayı bilgilendirmek, başlangıç psikiyatrik belirtiler hakkında eğitmek, psikiyatrik
morbiditenin önlenmesi için yardımcı olur. Örneğin her MS atağı ile depresyon geçiren hastanın depresyonun öncü
belirtilerini tanıması yararlıdır. Her epilepsi atağından sonra psikotikleşen bir hastanın atak sonrası nasıl bir yol izlenmesi
konusunda ailesinin ve kendisinin eğitilmesi önemlidir. Yine hastalığa göre psikotrop seçmek önemlidir. Epilepsili hastaya
epilepsi eşiğini düşüren, miyastenili veya demanslı hastaya antikolinerjik etkinliği olan bir ilaç ve Parkinson hastalığında
tipik bir nöroleptik seçmemek gerekir.
Yoğun psikiyatrik problemler ve yatalak sürekli bakım, gözetim gerektiren hastalar hasta yakınlarını yorabilir, depresyon
ya da bakıcı tükenme sendromunu tetikleyebilir. Tedavi bazen hem hastayı hem de hasta yakınını ilgilendirebilir. Doğru
bilgilendirme ve durumu kabullenmeye yardım gerekebilir. Hiçbir psikiyatrik belirtisi olmadığı halde, sürekli uyuyan ya da
yatan hasta gibi beklentileri olan bazı hasta yakınları da doktorları daha fazla ilaç yazmaya yönlendirebilir.
3.
İyi dahili takip
Nörolojik hastalık seyrinde ortaya açıkan ani, zengin psikiyatrik belirtiler bize akut konfüzyonel durumu, deliryumu
düşündürmelidir. Demanslı, inmeli, MSlu, yaşlı ya da organ yetmezliği olan, çoğul ilaç kullanan hastalarda araya eklenen
infeksiyonlar, elektrolit denge değişiklikleri, şeker seviyesi oynamaları, psikiyatrik belirtilere fazla odaklanıldığında gözden
kaçabilir. Eklenen dahili hastalıklar da psikiyatrik hastalıkları tetikleyebilir. Örneğin inmeli hastada depresyon tedavi
edilirken araya girmiş bir hipotiroidi atlanabilir.
4.
Sosyal şartlar
Yalnız yaşayan, ilaç ve yeterli beslenme temininde zorlanan hastalar olabilir. Hasta yakınları hastalığın şiddetini her
zaman doğru değerlendiremeyebilir. Gözetim ve denetim gereken hastaların bu imkana kavuşmasını sağlamaya yardımcı
olmak, aileden, sosyal hizmet kurumlarından yardım almaya çalışmak gerekir. İlaç ve rapor temini, yeti yitimi olan,
fiziksel hareketleri yavaşlamış, kognitif yetmezliği olan ve yaşlı hastalar için sorun olmakta ve tedavi devamlılığını
engellemektedir. İlaçların mümkün olduğunca gün içinde tek doz kullanılanlarını ve en azından birer aylık formlarını
yazmak uygun olabilir.
5.
Çoğul ilaç kullanımı ve yan etki profili
Pek çok hasta çoğul ilaç kullanır. İlaçların metabolizmaları, karaciğerden atılımları, proteine bağlanma kapasiteleri dikkate
alınmazsa bu grup hastada ciddi yan etkiler ve kalıcı hasar bırakan sonuçlar ortaya çıkabilir. Hastalara her vizitte
kullandığı tüm ilaçları sormayı unutmamak gerekir. Bazı ilaçlar gençlerde hayat kurtarıcı olabilirken yaşlılarda ciddi
kullanım zorlukları ve intoksikasyon riski taşımaktadır. Lityum veya Na-valproat buna örnek gösterilebilir. Psikiyatrik
ilaçların bazı hafif sanılan yan etkileri ilaç etkileşimi ile potansiyelize olabilir. Epilepsi nedeni ile karbamazepin kullanan bir
hastaya SSRI verilirse ciddi hiponatremi olabilir. Bazı SSRI’lar Parkinson hastalığını kötüleştirebilirler. Gerek
nöroleptiklerin gerekse antidepresanların nörolojik hastalık zemininde yan etki potansiyelleri artar. Dikkatle seçmek ve iyi
takip önemlidir.
6.
Uzun süreli kullanım
Maalesef tüm psikotropların nörolojik hastalıklarda uzun süre kullanımı hakkında veri çok sınırlıdır. En fazla 14-16 haftalık
takip ve izleme çalışmaları vardır. Bu da bizi bu ilaçları uzun süreli kulllanırken tamamen kanıta dayalı tıp dışında
uygulama yapmaya itmektedir. Bu ilaçların nörolojik hastalıkların seyrine uzun dönemde etkisi ile ilgili de fazla çalışma
yoktur. Ayrıca antidepresanların etkinliğinin aslında ikincil durumda ne olduğu, yan etki profilleri ile ilgili çalışma da azdır.
Öte yandan nöroleptiklerin yaşlı ve demanslı hastalarda uzun süreli kullanımının inme ve ani ölüm riskini artırdığı
gösterilmiştir. Yine 85 ve 90’lı yaşlardan sonra psikotrop etkinliği ile ilgili ciddi soru işaretleri mevcuttur.
Aslında nörolojik hastalık zemininde ilaçların etkinliğinin azalabileceği de ön görülebilir. Aşağıda
olası nedenler sıralanmıştır.
1. Hedef nöron kaybı: Demans, inme lezyonu ya da MS plakları nedeni ile belli bir grup alan kaybı
2. Reseptör ve post-reseptör değişiklikler, hedef olan reseptörlerin etkinliklerinin azalması (örneğin
dopamin reseptör sayısı yaşla azalır.)
3. Farmakokinetik değişiklikler
•
Vücutta artmış/ azalmış yağ oranı
•
Tüm gastrointestinal sistemde emilim ve işlev değişiklikleri
•
Azalmış böbrek/karaciğer fonksiyonları veya otoindüksiyon
•
Çoğul ilaç kullanımı etkileşimleri
Psikotrop ilaçları kullanmak bu ilaçlarla ilgili olarak hastalarımızı yakın takip etme sorumluluğu da getirmektedir. Bir
antidepresanı kullanırken öncelikle ilacın tolere edilip edilemediğini, ilk iki hafta içinde ilacın etkin olup olmadığını, ilk
dört-altı hafta içinde ve en önemlisi tedavi hedefimiz olan remisyonun on-oniki hafta içinde gelişip gelişmediğini izlemek
durumundayız. Herhangi bir antidepresanın en düşük dozu çoğu kere yanıtı sağlayabilir ancak remisyonu sağlamayabilir.
Uygun takip edilmeyen hastalarda kronikleşme ve yaşam kalitesinde ciddi düşüşler gelişir. Tekrarlayan veya tedaviye
dirençli depresif bozukluklarda, bipolar bozukluk, intihar fikri, psikotikleşme, ilaç uyumsuzluğu, polifarmasi hallerinde
mutlaka psikiyatrik konsütasyon gerekir. Bir nöroleptik kullanırken de etkinlik ve yan etki takibi sık kontrollerle yapılmalı,
en kısa zamanda ilaç kesimi hedef olmalıdır. Kontrolsüz kullanımlar tardif sendromlar gibi kalıcı olumsuz sonuçlara yol
açabilir. Uzun süre nöroleptik kullanımı gereken durumlarda yine mutlaka psikiyatrik konsültasyon yapılmalıdır.
İnsan beyni ile ilgili çalışıyorsak ve hastalarımıza doğru tanı ve tedavi olanakları sunmak istiyorsak bu ancak nöroloji ve
psikiyatri işbirliği ile olabilecektir.
Işın Baral Kulaksızoğlu, 11.9.2009
İÜ İstanbul Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı
Download