MEDENİYET VE DEĞERLER

advertisement
MEDENİYET VE DEĞERLER
AÇIK MEDENİYET — İSTANBUL YAKLAŞIMI
Editör
Prof. Dr. Recep ŞENTÜRK
YAYIN NO: 2012 - 32
İstanbul, 2013
İnsanlığın Geleceği ve İslam Medeniyeti
Prof. Dr. Yılmaz ÖZAKPINAR138
İ
nsan, biyolojik yapısının özellikleri gereği toplumsal bir varlıktır. İnsan
yavrusu, bakıma ve gelişmeye muhtaç durumda doğar. Fakat gelişme
süreci sonunda eriştiği sembolik düşünme yetisi, onu, sadece çevre uyaranlarına
tepki yapan bir varlık olmaktan çıkarır. Sembolik düşünme yetisiyle insan,
biyolojik yapı üzerinde bir temsil ve tasavvur dünyası kurar. Bu niteliğiyle insan,
yaşamakla yetinmez. Bilincinde olduğunun bilincinde olan bir canlı olarak,
yaşamını sorgular; yaşamının amacını belirlemek ister. Eylemlerinin sonucunu
önceden hesaplama yeteneği olan bir varlık olarak insan, başka bir eylemi yapmayı da seçebilecekken o eylemi yapmayı tercih ettiğini bilir. Bu yeti, insanı ahlâk
sorumluluğu olan bir canlı haline getirir. Refleks, içgüdü ve genetik olarak programlanmış bir öğrenme ile davranışlar, hayvanlarda olduğu gibi, belli koşullarda
zorunlu olarak ortaya çıksaydı ve insan bilincinde olduğunun bilincinde olmasaydı
insanın ahlâk problemi olmazdı. Sembolik düşünme yetisi, insanda başka birtakım
kabiliyetleri ortaya çıkarır. Konuşma (dil), kavramlaştırma, içebakış yapabilme ve
kendi düşüncelerini dışarıdaki bir cismi inceler gibi inceleyebilme, varsayımsal
düşünme ve iradî davranışta bulunma bu kabiliyetler arasındadır. Bu kabiliyetlerle
birlikte sembolik düşünme yetisi, insanın karmaşık bir sosyal organizasyon ve
iletişim ağı içinde yaşamasına ve bir kültür birikimi oluşmasına yol açar.
Toplum halinde birlikte yaşamak ve dağılıp gitmemek için toplum üyelerini
bir arada tutan belli bir inanç ve ahlâk nizamının varlığı şarttır. Her toplumun
bir kültürü vardır. Fakat ancak kendi sembolik yetisinin bilincinde olarak inanç
ve ahlâk nizamını rasyonel esaslara bağlamış toplumlarda medeniyet görülür.
Bu anlamda medeniyet, kendisine bağlı kültürün, yani insan yaşamının bütün
138
İstanbul Arel Üniversitesi.
334
İSTANBUL TİCARET ODASI
tezahürlerinin, değişen koşullara ve yeni ortaya çıkan ihtiyaçlara göre değişmesine yalnızca izin vermekle kalmaz, bu değişime müsait bir zemin hazırlar.
Bunu yaparken gözettiği tek ölçüt, değişimin, inanç ve ahlâk nizamının temel
değerleriyle ahenkli olmasıdır. Bu nedenle, medeniyete bağlı kültürler değişir,
çeşitlenir. Medeniyet, rasyonel bir inanç ve ahlâk nizamı olarak, kendisine bağlı
kültürde bir ruh yükselişi sağlar ve büyük kültür eserleri yaratmanın azmini ve
coşkusunu verir. Bir medeniyete bağlı kültürde, herkesi etkileyen ve yaşamın
niteliğini yükselten bilim, sanat, mimarlık eserleri ve davranış biçimleri bu ruhla
ortaya çıkar. Türlü sebeplerle medeniyet bilinci kaybolduğu, o inanç ve ahlâk
nizamının sağladığı azim ve coşku yok olduğu zaman kültür de bütünlüğünü
kaybeder; kültürün, toplum üyelerinin davranışlarını düzenleyici etkisi kalmaz;
insanlar biyolojik düzeyde bencil bir yaşam mücadelesinin girdabına kapılır.
Toplumların birbirinden izole yaşamasının artık mümkün olmadığı bir
dünyada yaşıyoruz. Bir toplumun, kendi problemlerini başkalarının sırtından
çözme politikası, çıkar sağlarken uluslararası ilişkileri de bataklığa sürüklemiştir. Sömürülenler kadar, sömürenlerin yaşamında da huzur kalmamıştır. Huzur
ancak paylaşılırsa vardır. Dünyaya hâkim siyasî güçlerin değer sistemlerinin
ikiyüzlü olduğu meydana çıkmıştır. İnsanlar artık ümitle değil yılgınlıkla
bekliyor. İnsan hakları gibi başlıklar altında tumturaklı ifadelerle geometrik
mükemmellikte ortaya konan soğuk ilkeler, insanları kalpten bağlayan inanç
temelinden yoksundur. Bu ilkelerin savunulması da çiğnenmesi de bir anlam
taşımıyor. Ortada sadece olayların acı gerçekliği var.
Batı medeniyeti toplumlarının politik, ekonomik ve askerî gücü, büyük
ölçüde bilim ve teknolojiye dayandığı için yanlış bir medeniyet kavramı, bir
izlenim halinde, insanların düşüncesine yerleşti. Oysa medeniyet, kültürü
yöneten, besleyen, çeşitlendiren ve geliştiren bir kaynak olarak rasyonel bir
inanç ve ona bağlı bir ahlâk nizamıdır. Batı medeniyetini tarihsel gelişimi
içinde anlamaya çalıştığım ve analiz ettiğim zaman bir inanç ve ahlâk nizamı
MEDENİYET VE DEĞERLER
335
olarak onda üç öğe tespit ediyorum: Birinci olarak Hıristiyanlık, ikinci olarak
eski Yunan ve Roma medeniyetinin güce ve başarıya tapan ruhu, üçüncü olarak
hümanizm ve onun uzantısı olan bireycilik. Bu üç öğe Avrupa tarihinin olayları
içinde bir alaşım halinde Batı medeniyetini oluşturdu. Batı medeniyetinin
Hıristiyanlık öğesi, ruhlardaki duygusal yerini korumakla birlikte yaşamın
gerisine çekilerek yaşamın dekoru konumuna girmiştir. Batı medeniyetine bağlı
kültürlerde bilim ve teknoloji, yaşamın türlü tezahürlerini yansıtan daha binlerce
öğe arasında bir kültür öğesidir.
Bugün insanlığın meselelerine çare bulunamaması bilgi azlığından değil,
değer sistemlerinin çarpıklığındandır. İnsanlığın bugünkü tarihsel aşamasında
başa çıkmaya çalıştığı meseleler karşısında medeniyetin değeri, onun bütün
insanlığı kucaklayacak bir inanç ve ahlâk nizamı olmasındadır. Batı medeniyeti,
rasyonel düşünceye dayandığı için kültürü besleyen ve çeşitlendiren bir kaynak
olmuş, fakat yaşama ışık tutacak insanlık değerleriyle ahenkli bir bütünlük
oluşturamamıştır. Bugün dünyada insan kitleleri açlıkla boğuşuyor; türlü
hastalıkların pençesinde kıvranıyor; bütün gün bedenini törpüleyerek sağlıksız
koşullarda bir dilim ekmek için çalışıyor; zulüm altında inliyor; sömürüden
belini doğrultamıyor; kıyıma uğruyor; haksız savaşların içinde telef oluyor;
teröre kurban gidiyor. Politik kararlar, diplomatik müzakereler sefalet içindeki
insan kitlelerinin yaşamını değiştiremiyor. İnsanlığın bu feci manzarası göz
önünde dururken politikacılar ve bilim adamları, Batı medeniyetini kastederek,
medeniyetin sürekli ilerlediğini söylüyor.
İslâm toplumları, kendi medeniyetini nasıl yaşadığına bakmıyor; Batı
medeniyetinden şikâyet ediyor. Batı medeniyetini eleştirel bir gözle görmekte
bir yanlışlık yoktur. Fakat ona bağlı kültürlerde insanlık için yararlı olumlu
gelişmeleri gözden kaçırmamak gerekir. İslâm toplumları, kendi medeniyetini
özü bakımından yeniden kavrama çabası içine girmeli, kendi medeniyetinin
dayandığı değerleri yeniden benimsemelidir. Bugün İslâm toplumlarında
336
İSTANBUL TİCARET ODASI
İslâmiyet ibadet şekillerine indirgenmiş görünüyor. İbadet önemli olmakla
birlikte, ibadetin amacı unutulunca İslâmiyet’in insan ilişkilerini güzelleştirici,
toplum yaşamının niteliğini yükseltici, düşünce derinliği verici, insan yaşamına
felsefî bir boyut getirici manevî özü kayboluyor. İbadet, âdeta bencilce paçasını
kurtarma gayretine dönüşüyor. Felsefeciler, İslâm inancına ve öğretisine felsefî
boyutta bir yorum getirmekle ilgilenmiyor. Oysa benim gözümde “hakikat”
kavramı bile ancak Allah’a inanmakla insan düşüncesinde korunabilir. Bir
bilen yoksa hakikat de yoktur. İnsanın kendi aklı ve deneyimleriyle eriştiği
bilgiler yaşamı sürdürmek için önemlidir. Fakat insan aklının sınırlılığı ve
insan deneyimlerinin yanılmalara açık oluşu, prensip olarak ancak gözlenebilir
dünyaya ilişkin ihtimalî bilgiler doğurabilir. İman eden için Allah her şeyi
bilendir. Onun için ben, aslını tam olarak ancak Allah’ın bildiği hakikatleri kendi
aklımın ve deneyimlerimin elverdiği ölçüde bilebilirim. Fakat eğer hakikat diye
bir şey yoksa benim bilimle, felsefeyle, sanatla hakikati arama çabalarımın da
bir anlamı ve amacı olamaz. Aynı şekilde, Allah’ın her şeyi bilen, gören ve her
şeye kadir olan sınırsız yetkinliğine inanmasam, adalet duygum da en büyük
dayanağından yoksun kalır. Adaletsizlikle mücadele etmek gerekir. Fakat bu
dünyadaki mücadelenin sonucu ne olursa olsun ölümden sonraki yaşamda her
yapılanın hesabının görüleceğini, mizanın tam olarak sağlanacağını bilmenin
verdiği güven, adaletsizlikle mücadele azmini güçlendirir, dayanma gücünü
artırır.
İslâmiyet bir yönetim biçimi değildir. İktidara gelen ve makamlara oturan
İslâmiyet değil, hepimiz gibi meziyet ve zaafları olan somut insanlardır. Bu
nedenle, İslâm adına icraat yapmak İslâmiyet’i insanların yapabileceği hataların
gölgesinde bırakmaktan başka bir sonuç sağlamaz. İslâmiyet’in yapabileceği
şey, iktidara gelen ve makamlara oturan insanların ruhlarını yüceltmek ve onları
düz yoldan ayrılmaktan alıkoyacak olan iç murakabesi yapmaya teşvik etmektir.
Onun için, yapılan icraatın sorumluluğu yapana aittir ve hesap da bu dünyada
o icraattan etkilenen halka verilir.
MEDENİYET VE DEĞERLER
337
İslâmiyet’in evrensel özünü belirginleştirecek düşünce eserlerine ihtiyaç
vardır. Kalbinin derinliklerinde bir yerde hemen herkes Allah’a inanmakla
birlikte ve birçokları ibadete de önem verdiği halde İslâmiyet’in evrensel
özünün yaşama yansıtıldığı söylenemez. Ülkemizde insan ilişkilerinde, kamu
vicdanında, vatandaşlık bilincinde aksaklıklar olduğunu açık yüreklilikle kabul
etmek gerekiyor. Kural tanımazlığın yayılması, gittikçe artan sayıda kişilerin
bencil çıkarlarını kamuya zarar verme pahasına ön planda tutma eğiliminde
olması, nezaket ve başkalarının hakkına saygı gösterme anlayışından uzak bir
toplumsal ilişkiler görüntüsünün yaşam estetiğini bozan boyutlara ulaşması,
bir medeniyet sarsıntısının belirtileridir. Müslüman olduğu için elhamdülillah
diyen kişinin bu tablo içindeki yerini eleştirel bir gözle incelemesi ve bu tabloyu
iyileştirmek için ne yapabileceğini düşünmesi gerekiyor.
Adalet, iyilik, hoşgörü, merhamet, insaf, şefkat, ahde vefa, fedakârlık,
yardımlaşma gibi değerler, sadece bir toplumda insan ilişkilerinde değil
toplumların ve politik anlamda ülkelerin ilişkilerinde de belirleyici değerler
olmalıdır. Bu bir hayal olabilir. Fakat insan eylemleriyle başarılan her gerçek,
daima, bir zamanlar arkasında azim olan bir hayaldi. Bu hayalin gerçekleşmesi
amacına yönelik büyük katkılar yapabilecek olan İslâm medeniyetinin evrensel
özü, kendi ülkemizde bile algılanmıyor. İslâmiyet, düşünürlere, filozoflara,
sanatçılara ilham verecek yerde rutin şekillere, ibadet kurallarına indirgenerek
dar kafalıların ve gündelik politikanın çekişme malzemesi yapılıyor. İslâm’ın
sükûnetinden, olgunluğundan, vakarından, düşünce derinliğinden ve duygu
inceliğinden yoksun birtakım insanlar, İslâmiyet’i ideoloji haline getirerek
çıkardıkları gürültüyle kendilerine İslâmiyet’in temsilcisi ve savunucusu rolünü
veriyorlar. Bu gibi kişiler, İslâm’ı, nefes alır gibi doğal ve sade bir üslûpla
yaşayan Müslümanları bile ürkütüyor. İslâm’ın ne savunulmaya ne yüceltilmeye
ihtiyacı vardır. Müslüman’a düşen, İslâmiyet’i yaşamaktır; İslâmiyet’i yaşayan
kendi yücelir ve İslâmiyet ile ilgili olumsuz söze meydan vermez. Hazreti
Peygamber’e bile düşen ancak tebliğ ise bir Müslüman için tebliğin en güzel
338
İSTANBUL TİCARET ODASI
ve etkili yolu, İslâm’ın evrensel değerlerini her günkü yaşamında göstermektir.
İslâmiyet’in özü, imandan sonra iyiliktir. İbadet, başka insanlara iyi davranmayana bir yarar getirmez.
Günümüzde bütün dünyadaki insanlar bunalmış kurtuluş yolu arıyor; iyi bir
dünya özlüyor. Türkiye’nin önünde kendi ile birlikte bütün dünyanın selâmeti
için çok güzel bir imkân ve çok önemli bir görev var. Türkiye yüzyıllarca İslâm
medeniyetinin en parlak temsilcisi olmaktan gelen engin tarih tecrübesini ve Batı
ile yakın temastan gelen kazanımlarını birleştirmelidir. Kimseye akıl öğretmeye
çalışmak ve kimseye bir şey zorlamak gerekmiyor. İslâmiyet’i insanlık değerleriyle ve asıl manevî özüyle her günkü yaşamımıza yansıtarak somut bir insanlık
modeli oluşturmak gerekiyor. İslâm medeniyetini bütün insanlık değerleriyle
ruhumuzda duymanın coşkusuyla Batı medeniyeti kültürlerinde gelişmiş yeni
düşünce tekniklerini özümlemeliyiz. Böylece kültürümüzde evrensel eserler
yaratacak bir zihinsel uyanışı sağlamalıyız. Dünyanın bir tarafındaki büyük
teknolojik ilerlemelere rağmen, bütün insanlığın içine düştüğü çaresizliklerin,
sosyal dengesizliklerin kaynağında bu terkipten yoksunluk vardır. Türkiye bu
terkibi başarmaya en büyük adaydır. Türkiye bunu başararak ya bütün insanlığın
kurtuluş ümidi olacak ya da modern görüntüye bürünmüş bir ilkellik içinde
bütün insanlıkla birlikte belirsiz bir geleceğe doğru yürüyecektir.
Download