BEŞERİ COĞRAFYADA TEORİ

advertisement
BEŞERİ COĞRAFYADA TEORİ
Daha önce de değinildiği gibi, yakın yıllarda beşeri coğrafyadaki incelemelerde önemli
değişimler olmuştur. Her ne kadar bilim dalının ana konusu çokfazla değişmediyse de, insanın
yeryüzündeki toplumsal ve ekonomik faaliyetlerinin doku ve süreçleri hakkında yeni yeni
sorular sorulmakta ve bunları cevaplamak üzere de yeni analiz yöntemleri geliştirilmektedir.
Bu değişimler bugün "yeni coğrafya" olarak bilinen akımı ortaya çıkarmıştır. Sözü edilen akım
iki aşama göstermektedir: Birincisi, 1953 ile 1963 yıllan arasında oluştuğu kabul edilen
"kantitatif aşama"dır. Bununla birlikte, her ne kadar kantitatif tekniklerin uygulanması bu
devrenin başlıca özelliği olmuş ve istatistik metodlarının kullanılması analitik bir araç olma
özelliğini sürdürmüşse de, meydana gelen değişim basit kantitatifleşmeden çok daha esaslı
olmuş ve coğrafyada teori kurulması için gerekli temeli sağlamıştır. İkincisi, 1960'lann
ortalarında başlayan ve bugünlerde de süren "davranışsal aşama"dır. Böylece, önce de
belirtildiği gibi, beşerî coğrafyada insan davranışının meydana getirdiği şekillerin
incelenmesinden, davranışın kendisinin incelenmesine, özellikle insanın çevreyi algılama,
değerlendirme ve yararlanma biçimlerine ve insanın mekanda nasıl davrandığının incelenmesine yönelinmiştir.
Bilindiği gibi, coğrafya geçmişte geniş çapta tasviriydi. Zamanla bir yandan yeni
araştırma yollarının geliştirilmesi, öte yandan araştırmalarda esas amacı "açıklama"nın
olması, bu bilim dalındaki önemli değişimlerdir. Yakın yıllarda yayınlanan ve coğrafya
metodolojisine ilişkin seçkin eserlerin arasında yer alan "Explanation in (geography"da
David Harvey coğrafyacıların araştırmalarında . izledikleri yollan aşağıdaki başlıklar
altında özetlenmektedir.
(a) Tasvir: Verilerin toplanması ve sınıflandırılması. Bir örnek olarak tek bır alan için
klimatik verilerin toplanması ve sınıflandırılması verilebilir.
(b) Morfometrik
analiz:
Coğrafi
dokuların
biçiminin
incelenmesi.
Bu
yaklaşıma örnek olarak ulaşım ağlan analizi gösterilebilir. Bu tür analiz aşağıda
ki hususlarla sürer;
(c) Sebep ve etki analizi: Coğrafyada esas olarak 19'uncu yüzyılda izle
nen yaklaşımdır. Harvey, zamanımızda özellikle dağılımı yöneten coğrafi "faktörler"in
araştırılmasında kullanıldığını ileri sürmektedir. İngiltere'de Doğu Anglia'daki buğday
üretiminin belirli iklim özellikleri, relief, toprak tip ve, tarla büyüklüğü ile ilişkili olarak
açıklanmasını bu yaklaşıma örnek olarak vermektedir.
1
(d) Açıklamanın zamana bağlı şekilleri: (c) kısmında yer alan sebep ve
etki yaklaşımının zamana bağlı değişimlerinin açıklanması. Harvey buna da örnek olarak
İngiltere'de Midlands'de yerleşmelerin gelişmesinin tarihsel analizini vermektedir.
(e)Fonksiyonel
ve
ekolojik
analiz:
Bu
yaklaşımın
esası
olayları
belirli
bir örgütlenme içinde oynadıkları rol bakımından görmeye çalışmasıdır. Böylece, şehirler bir
ekonomik yapı içinde gösterdikleri fonksiyon bakımından analizedilebilirler.
(f) Sistem analizleri: Bu tür açıklama bir toplum ya da örgütlenmenin bir
karşılıklı etkileşim içindeki kısımlarının bir sistem olarak bütün yapısını incelemek için iskeleti
sağlamaktır.
Harvey, coğrafyada bu açıklama ya da yaklaşım şekillerinin aşağıdaki sorularla da
ilişkili olduğu görüşündedir:
(a) İncelenen olaylar nasıl sıralanabilir ve gruplandırılabilirler?
(b)Olaylar mekansal yapı ve şekil bakımlarından nasıl organize edilebilirler?
(c) Olaylar nasıl ortaya çıkar ve gelişir?
(d)Olayların nedenleri nelerdir?
(e)Belirli olayların genel olaylarla ilişkileri nasıldır? Birbirlerini nasıl karşılıklı etkilerler?
(f) Uyumlu bir sistem olarak olaylar nasıl örgütlenirler?
Aslında bu altı açıklama yönteminin hepsi coğrafyanın ya da coğrafi incelemenin birbirini
tamamlayan kısımlarıdır. Coğrafyanın tarihsel gelişmesinde genel olarak Tasvir, daha sonra da
Sebep ve Etki Analizi'nden Açıklamanın Zamana Bağlı Şekilleri yoluyla Fonksiyonel ve
Ekolojik Analiz'e ve daha yakın zamanda da Sistem Analizi'nc doğru bir geçiş olmuştur.
Morfometrik Analiz ise giderek daha da önemli hale gelen bir inceleme şeklidir. Çeşitli
olayların yeryüzündeki dağılış dokularının geometriyle ilişkisini kurarak açıklamaya gitmenin
yararlı olduğu fikri gittikçe taraftar bulmaktadır.
Görülüyor ki, bugün beşeri coğrafya daha az tasviri ve daha fazla "sorunlara yönelik" hale
gelmiştir.Knowles ve Wareing bunu şu örnekle açıklamaya çalışmaktadırlar: Ekonomik
coğrafyada "İngiltere'de buğday tanırımın dağılışını hangi faktörler etkilemektedir?" sorusu
tipik bir sorunu yansıtabilir. Fakat bu çok çeşitli faktörlerle ilgili geniş bir soru olduğundan,
sorunun şu şekilde çerçevelenmesi gerekecektir: "Ne dereceye kadar İngiltere'deki buğday
tanım alçak alanların dağılışıyla etkilenmiştir?"
Bu noktada ikinci aşamada aşağıda belirtilen şekilde bir hipotezin formüle edilmesiyle
2
başlar: "İngiltere'de buğday tarımının dağılımı alçak alanların dağılımı ile ilişkilidir" ve
burada belirtilen şekilde hipotez denemeye sokulabilir. Bu örnekte tümüyle buğday tarımının
dağılımı hakkında bir açıklama sağlanmıyorsa da, bir hipotez temelde bir soruna karşı
hazırlanmış potansiyel cevapür. Nitekim daha karmaşık bir hipotez yağış, toprak tipi,
ekonomik durum, vb.'ni içine alacak şekilde formüle edilebilir.
Hipotez formüle edildiğinde, üçüncü aşama kendisiyle ilişkili bilgileri toplamak ve
sınıflandırmaktır. Bu aşamada ölçme sorunları ilk olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin
"Alçak (düz) alanlar" ve "buğday tanım" deyimlerinin tanımlanması gerekir. Bu işlem de
çalışma alanı, örneğin deniz seviyesi ile 100 m. arasında uzanan alanlarla sınırlanabilir.
Böylece sözü edilen alanlarda üretilen toplamının yüzde 25'ten fazlasını
buğdayın
oluşturduğu görülür.
Dördüncü aşamada hipotez gerçek dünyaya karşı denenmeye başlayınca ciddi
sorunlar da ortaya çıkar. Bu kez, alçak alanların dağılımı ile buğday tarımının dağılımı
arasındaki ilişki üzerine birtakım kurallar koymak için girişimler yapılır. Fizik bilimlerde
yer çekimi kanunu gibi değişmez kurallar ortaya konula-bilmektedir. Buna karşılık sosyal
bilimlerde olaylar arasındaki ilişkiler o kadar açık olmadığından, konulacak kurallar da daha
olasılığa bağlı olacaktır. Böylece de buğday taamının yalnızca 100 m.'nin altında kalan
alanlarda yer alacağım söylemek mümkün değildir, fakat böyle olabileceği konusunda çok
yüksek bir olasılık olduğunu söylemek mümkündür. Bununla beraber hipotezin geçerli kabul
edilebilme olasılığının derecesi nedir ve hangi kural, hatta bir olasılcı kural, formüle
edilebilecektir? Sosyal bilimlerde bir hipotez, iki olay arasında % 75 bağıntı varsa bir kural
haline dönüşebilir mi? Yoksa bu bağıntı % 95'in de üzerinde mi olmalıdır?
Bu sorunlara rağmen kuralların formüle edilebilmesi beşeri coğrafyada bilimsel
yöntemde beşinci ve son aşamayı oluştururken bir dizi değişken arasındaki ilişkileri açıklayan
ve tanımlayan bir dizi kanunları da içeren bir teori kurulmasındaki en önemli adımı da
meydana getirmektedir. Şayet bir dizi kural buğday tarımının yer şekilleri, iklim ve ekonomik
koşullarla ilişkilerini kurabiliyorsa, böylece aynı ilişkilerin diğer ürünler için de geçerli
olmasıyla bir tarımsal arazi kullanılışı teorisi önerilebilir. Böyle bir teori beşeri olayların çok
yönlü ve karmaşık yapısı gereği fizik bilimlerdeki teoriler kadar kesin olmayabilir, fakat yine
de teori kurulması beşeri faaliyetlerin açıklanmasında önemli bir aşamadır.
Coğrafya'da teori ile ilgilenme yeni bir gelişme değildir. Coğrafi kuralları oluşturmak için
19'uncu yüzyıl sonlan ve 20'inci yüzyıl başlarında birçok girişimler yapılmıştı. Fakat bunlar
fizik bilimlerde çok iyi işleyen basit sebep ve etki kurallan gibi kurallar yaratmak üzere yapılan
3
girişimlerdi. Dolayısıyla da, bilindiği gibi, insanın karmaşık ve önceden daha az bilinen
dünyasına uygulandığında bugün önemi azalmış olan çevreci (fizikî) determinizmle
sonuçlanmışlardı. Possiblizm ise buna bir tepki olarak onaya çıkmıştı. Fakat asıl önemli olan
bunun teoriye ya da herhangi bi türde genellemeye karşı bir tepki meydana getirmesidir.
Şimdiye dek tüm yerlerin tek olduğu ve coğrafyacının görevinin ise yeryüzünde var olan
farklılıkları açıklamak ve tasvir etmek olduğu üzerinde durulmuştur. Bu, mekanların (yerlerin)
tekliğine önem veren ideographic yaklaşım yerler ve olaylar arasındaki benzerlikleri bulmaya
ağırlık veren bir yaklaşım olan nomothetic yaklaşımla ters düşmektedir. Nomothetic yaklaşım
bugün için çok daha önemlidir. Bununla birlikte, henüz yaygınlaşmamıştır. Bu nedenle de birçok coğrafyacı hâlâ Paris ve Londra'nın niçin ve nasıl birbirlerinden farklı olduk-lannı
açıklamanın, niçin ve nasıl birbirlerine benzediklerini açıklamaktan daha önemli olduğu
kanısındadırlar.
Bununla birlikte, yerlerin tek olduğunu açıklamanın hakim tema olduğu devrede bile
ekonomik ve toplumsal faaliyetin yer seçimi ve dağılımı hakkında genellemeler geliştirmek
için girişimler yapılmıştı. Bu ilk çalışmalar deneysel ve tümevarımcı (inductive) idi. Örneğin
fabrikalar gibi gerçek lokasyonlar analiz edilerek her birinden alınan sonuçlara göre daha
sonra sanayinin yer seçimi hakkında genel sonuçlara varılmıştı. Yakın zamanlardaki eğilimler
teorik, tümdengelim (deductive) yaklaşıma önem verilmesi şeklindedir. Bunda bir sorun formüle edilmekte, sorun hakkında bir dizi varsayımlar yapılmakta ve soruna bir teorik cevap
çıkarılmaktadır. Böylece bu varsayımların, söz gelimi sanayinin yer seçimini etkileyen
faktörlerin, doğru olup olmadığı kontrol edilerek gerçek dünya koşullarına karşı geçerlilikleri
denenmiş olmaktadır.
Teori kurmanın ana amacı, coğrafî doku ve süreçleri açıklayacak bir bütünlüğe sahip
teorileri geliştirmek için fikirleri ya da kuralları birbirine bağlamaktır. Bu nedenle de iki
inceleme alanı ortaya çıkmaktadır. Birincisi, insan faaliyetinin mekansal örgütlenmesindeki
düzensizlikler bulunmalı ve dokular ayırdedilmelidir. İkincisi, bu düzensizlikler kendilerini
meydana getiren süreçlerin incelenmesiyle açıklanmalıdırlar.
Coğrafyada bu yeni eğilimi destekleyenlerden bazdan bu hususu şöyle açıklamaktadırlar:
Gerçek dünya yeryüzündeki insan faaliyetinin genişliği nedeniyle açıkça görülen bir
karmaşıklık içindedir. Fakat coğrafyacıların başlıca görevi bu gerçeğin kaos mu yoksa yalnızca
karmaşıklık ya da farklılık mı olduğunu ortaya koymaktır. Teorinin geliştirilmesinde sıra ve
düzenliliğin ortaya konması ilk adımdır; çünkü böylece farklı yerlerde aynı süreçlerin işlediği
açığa çıkmaktadır. Öte yandan sıra da aynı olmayanların ölçülebileceği karşıt bir standart
4
sağlamaktadır.
Doku bir kez ayırdedildiğinde ikinci adım onu yaratan süreçleri analiz etmek ve
açıklamaktır. Bunun için de başlıca iki tür teori geliştirilmiştir. Bunların birincisi, özellikle
beşerî faaliyetin mekansal özelliklerine uygulanan normative teoridir. Bu tür teoride ideal
mekan dokuları yaratılmaktadır. Amaç, ölçülebilen gerçeğin tersine, bir norm ya da standart
ortaya koyarak ideal koşullar altında neler olabileceğini göstermektedir. Bu yöntem
kullanılarak geliştirilen teorilerin genellikle gerçek dışı olması tartışmalara yol açmıştır.
Bununla birlikte, coğrafya'da teorilerin gelişmesi uygulama alanında modelleri ortaya
çıkarmıştır. Bu konunun öncüleri olan ve jeomorfolojiden yerleşmelere kadar çok çeşitli
konularda model oluşturan R. Chorley ve P. Haggett modeli şu şekilde tanımlanmaktadırlar:
"Önemli olduğu varsayılan özellik ya da ilişkileri genelleştirilmiş bir biçimde gösteren,
gerçeğin basitleştirilmiş bir halidir". İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra özellikle ekonomik
coğrafyacılar lokasyon ve karşılıklı etkileşim kalıplarını açıklamak için çeşitli modeller
kullanmaya başlamışlardır .
MODELLER
Coğrafyada teorilerin gelişmesi uygulama
alanında modelleri ortaya çıkarmıştır.
Jeomorfolojiden başlayıp yerleşmelere kadar modellerin çeşitli şekillerini ve modele dayalı
paradigmayı coğrafyada başlatanlar Richard Chorlay ve Peter Hagget olmuştur. Onlara göre
model “gerçeğin, önemli olduğu varsayılan özellik ya da ilişkilerini genelleştirilmiş bir
şekilde
gösteren
basitleştirilmiş
bir halidir. Dünya son derece
karmaşık ve
farklı
olduğundan onu anlamak için ilk önce basitleştirmek gerektiği görüşünden yürünerek seçici,
tabakalaşmış, gerçeğin basitleştirilmiş yaklaşık durumları olan modeller oluşturularak temel
özellikler ayrıştırılabilir ve analiz edilebilir kılınmıştır.
Coğrafyada, her bir gerçeğin soyut görüntüsünü temsil eden üç temel tip modelle
karşılaşılmaktadır: İkonik modeller denilen birinciye en iyi örnekleri hava fotoğrafları ya da
plancıların hazırladığı şehir geliştirme planları (master plan) oluşturmaktadır, bunlarda
gerçek dünya yalnızca ölçek değiştirilerek basite indirgenmiştir. İkinci tip olan analog
modele, mekanın (örneğin dünyanın) belirli özelliklerinin, örneğin nüfus dağılışının nokta ya
da tarama yöntemiyle gösterildiği haritalar örnek verilebilir. Üçüncü tip sembolik modelde ise
daha fazla soyutlaşma söz konusudur ve gerçek dünyanın özellikleri sembollerle, özellikle
de matematik sembollerle gösterilmiştir. Sembolik modeller, matematik modeller halinde,
coğrafi araştırmada kantitatif devrim sırasında büyük kazanmışlardı.
5
HÜMANİZM VE COĞRAFYA
“Yorumlayıcı anlayış”a önem veren insanla ilgili konuları kapsayan bir sözcük olan
“hümanizm”in bir çok yönü, bir çok anlamı vardır. Anne Buttimer, “Geopraphy, humanism
and global concern” (1990) adlı makalesinde, tarihsel boyut içinde, hümanizm ile ilgili bir
çok sözcüğü açıklığa kavuşturmuştur. “Coğrafyada yakın zamanlarda hümanizme dönüşün
geniş konturlarını çizerken” diye başlayan Buttimer, fikrini “Hümanizm, bağımsız bir bilgi
araştırma alanı olarak güçlükle yada nadiren kabul edilebilir. Daha çok, yaşama bir bakıştır
ve dünya
coğrafyacılarda dahil
ayrı yaşam yürüyüşleri
olan insanalr tarafından
paylaşılmıştır” şeklinde sürdürmektedir.
İnsan bilimleriyle ya da insanla ilgili konular, odak noktasını insanlığın yani , felsefe,
edebiyat, güzel sanatlar, konuşma sanatı ve diğerleri- incelenmesinin oluşturduğu bir dizi
bilgi alanıdır. Coğrafya,
tarihsel olarak, insanla ilgili bu konuların
hep kenarlarında
dolaşmıştır. Bu konumda, genellikle, toplumsal bilim kanalındaki ana akışdan ayrılan tek
tek coğrafyacıların eğilimlerine göre olmuştur. Örneğin, Amerikan üniversitelerinde arada
sırada düzenlenen kurslar “humanities” denilen şemşiyenin altında sürdürülürken, bazı
coğrafyacılar ise, insan bilimlerine doğru ya da oradan coğrafyaya yönelik yazılar yazmışlar.
Yakın zamanlardaki en bilinen örnekler Yi-Fu Tuan ve David Lowenthal’dır. (1968-1975)
Çevresel ya da çevreci hümanizmde esaslarını çevresel birliğe dayandırmıştır; yani
küresel dengede beşeri faktörün üzerinde durarak , “insanın çevre üzerindeki etkisi”
çerçevesinde, yeryüzü mekanının eleman ve olgularının birbirleriyle ilişkili ve birbirlerine
bağımlı olduklarına birinde meydana gelen
değişimin diğer hepsinde de değişime yol
açacağına inanılmaktadır.
EDEBİYAT VE COĞRAFYA
Hümanistik coğrafya çerçevesinde, coğrafi görünümün açıklanmasında ya da genel
olarak
coğrafyanın öğretilmesinde edebiyatın
kullanımıyla ilgili yaklaşımlar
değişik
olmuştur. İnsanların yeryüzüne vurdukları özel “damga”lar ya da “peyzaj imzaları” denilen
kavramlar,
insanların coğrafi mekanı kullanımlarıyla ilgilidir. Bu damgalardan ya da
imzalardan biri (örneğin ev tasarımları ya da kutsal mekanlar) seçilerek coğrafi görünüm
özelliklerinin romanlarda ya da kısa
hikayelerde nasıl ele alındığı ortaya konulup bu
“imza”lara daha çok yakınlık sağlayabilir. Coğrafyacılar, yeryüzündeki insanlaşmış kültürel
coğrafi
görünümleri derinlemesine tanımak için edebiyatın onu tanıma gücünden
yararlanmak zorundadırlar.
6
SANAT VE COĞRAFYA
Filmlerde coğrafi öğrenimi şekillendirir, bir bölgesel karakteri yansıtabilirler ya da
yeniden yorumlarlar. (Burgass 1982): bir fitzcaraldo, bir Gugukkuşunu Öldürmek ya da bir
Elvira Madigan’ın sinemasal görüntülerinde, insanların kültür ve yer görüşleri kilitlenip
kalıyor. Video bantlar, CD ve disketler çoğaldıkça, coğrafi içeriği olan malzemeler hem
evlerde hem de sınıflarda daha çok kullanılır hale gelmektedir. Buna paralel olarak da,
gittikçe daha fazla coğrafi doğrular ve yanlışlar elenecektir. Gerçekler ise, seyredenler için
film yapımcısının ortaya koyduğu çeşitli algısal ve kültürel engeller yoluyla
edileceklerinden , daha az doğru olacaktır. Bununla birlikte,
“yer”lerin
coğrafyasını nesnel bir şekilde
filtre
filmlerden doğal olarak,
açıklamaları; hatta bunların senaryo olarak
kullandıkları romanlara sadık kalmaları beklenemez. Gerçekten de, örneğin yönetmen Franco
Zeffirelli’nin Hamlet’e bir Danimarka şatosu yerine bir İskoçya şatosunu (Dunottor) mekan
seçmesi “coğrafi gerçekliğim
görsel bir ideal uğruna kurban edilmesi” olarak
değerlendirilmektedir.
Resim Sanatı da coğrafi analizde
verimli bir alan oluşturmuştur; özellikle de
ondokuzuncu yüzyıl manzara ressamları çeşitli incelemelere
konu olmuşlardır. Örneğin,
bunske (1981), a. Von Humbold’un Andlardaki öncü çalışmalarını Amerikalı ressam
Frederick Church’ün sanatına “fikirlerin görsel çevirisi” dediği bakış açısıyla uygulayarak,
bir yazarla bir ressamı birlikte yorumlamıştı. Bundan başka, Ronald Rees’in (1976) on
dokuzuncu yüzyılın ilk yarısının İngiliz “doğa ressamı” John Constable ile ilgili çalışması da
örnek olarak verilebilir.
7
Download