İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi MAKALE 157 Gündelik Yaşamda Çin Malları Derya Nacaroğlu1 ÖZET Bu çalışma; gündelik yaşam içinde yer alan alışveriş ediminde Çin mallarının nasıl bir yere sahip olduğunu, ekonomik ve sosyolojik hangi gereksinimlere yanıt verdiğini tartışarak, değişen dünya düzeninde pek çok gündelik pratiğin değiştiği gibi alışveriş alışkanlıklarının da bundan payını aldığı öngörüsünü kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu amaçla gündelik yaşam deneyimleri ve gözlemlerden yola çıkılarak; medyaya yansıyanlar, ilgili kuruluşların raporları ve daha önce yapılmış araştırmaların ışığında amprik ve teorik verilerden yararlanılmıştır. Bu ürünlerin gündelik yaşamın içine nasıl yerleştiği, tüketim kültürünü nasıl etkilediği, ekonomik ve sosyal yaşamdaki yansımaları tartışması ışığında tüketim toplumları için yeni bir olgu olarak ortaya çıkan Çin mallarının alışveriş ve tüketimde yarattığı yeni durum değerlendirilmiştir. Anahtar sözcükler: Çin malları, tüketim, gündelik yaşam. ABSTRACT Chınese Goods ın Everyday Lıfe This paper tries to prove the prediction of what the place of Chinese goods within the act of consumption in everyday life is, by discussing what economic and sociological needs these goods meet in the changing world order, just like many changing everyday practices and that how shopping habits also get their share out of it. For this purpose, empirical and theoretical data have been used, considering everyday life experiences and observations; what reflected in the mass media, the reports of the relevant institutions and in the light of the research carried out before. How these goods have taken roots in everyday life, and how they influenced the shopping habits, in the light of the discussion of their reflection in economic and sociological life, and the new situation created by Chinese goods as a new phenomenon on shopping and consumption for the consumer societies has been assessed. Keywords: Chinese goods, consumption, everyday life. 1 Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Kuram ve Araştırma Dergisi 158 İLETİŞİM DeryaNacaroğlu Giriş Gündelik yaşam denildiği zaman pek çok başlığın yanı sıra belki de akla ilk gelenlerden birisi, çoklukla ihtiyaçların belirlediği ya da belirlemesi gerektiği, sosyal, ekonomik ve kültürel bir çevrenin içinde gerçekleşen alışveriş alışkanlıklarıdır. Tüketim kültürü ekseninde bir yandan yaşantılanmakta olan tüketim geleneği, tarzı ve biçimi bu alışkanlıkları tanımlarken; öte yandan pazar ekonomisinin egemen olduğu ve ileri ya da post-modern dönemi yaşayan toplumlarda farklılaşmaya başlayan bir olgunun da değişen içeriği olarak alışveriş döngüsü ile karşılaşılmaktadır. İçinde kendi değerlerini, normlarını, yaşam tarzını ve ekonomisini barındıran tüketim kültürü, esasen alışveriş kültürünü de içerimlemektedir. “Toplum bireylerinin çoğunda egemen olan bir tüketim tarzı ile birlikte tüketim toplumunun inşaı da böyle geçekleşmektedir”(Orçan; 2004:19). Baudrillard (2004); Tüketim Toplumu adlı eserinde tüketimin artık güncel yaşamın ahlakı haline geldiğini belirterek; kitle iletişim araçları ve özellikle televizyon tarafından aşırı şekilde desteklenen nesne bolluğunun korkutucu ya da edepsiz dünyasının hepimizi tehdit ettiğini söylemekte ve şöyle devam etmektedir: “tüketimin yeri gündelik yaşamdır”(28). Bireysel harcamaların hızla artmasıyla oluşan tüketim toplumunda, nesneler insanı mutluluk göndergeleriyle ruhen ve bedenen teslim almaktadır artık. Nesnelerin insan ruhunu teslim almasına ve alışveriş kültürünün yaygınlaşmasına hizmet eden en önemli gelişmelerden biri dünyada ekonomik alanda yaşanan değişimler olmuştur. 1980’li yıllardan itibaren gözlenen bu değişimler, mal ve hizmetlerin dolaşımının hızını artırmış ve sınırları ortadan kaldırarak küresel bir alışveriş dünyasının kapılarını insanlara açmaya başlamıştır. Ekonomide serbest piyasa koşullarının geçerli olmaya başladığı, deregülasyon ortamında tam rekabet ve kâr güdüsüyle hareket edilen bir düzen oluşmuş, mal ve hizmetler hızla çeşitlenmeye ve çoğalmaya başlamıştır. Tüketimi hızlandıran teknolojik iletişim ve etkileşim imkânlarının da katkısı ile insan türünün ekolojisinde temel bir dönüşüm oluşturan bir tüketim ve bolluk gerçekliği ile karşı karşıya kalınmıştır. Türkiye de Dünya’daki ekonomik değişmelerden payını almış, küresel ekonomik hareketlerin ülkedeki yansımaları çok hızlı gerçekleşmiştir. Nitekim 2000’li yıllara gelindiğinde Dünya ticaret hacminin bugün büyük bir bölümüne sahip olan Çin Halk Cumhuriyeti, Türkiye pazarında ciddi bir yer edinmeye başlamıştır. Kısaca “Çin malları” adı altında ifade edilen pek çok eşya ve ürün 2004 yılı sonlarına doğru bir çok sektörü istila etmeye başlamıştır (Çetinkaya; 2005,18). Ankara Ticaret Odası’nın bu konuda yaptığı araştırma bu malların yaklaşık 30 sektörü tehdit edecek düzeyde ülke içine yayıldığını göstermektedir (http://atonet. org.tr; Tempo,2008/Ağustos). Pek çok sektörde tüketici kullanımına sunulan mal ve ürünler, kısa sürede tüketici alışkanlıkları ve alışveriş kültürüne ilişkin yeni bir açılım doğurmuştur. Tüketicilerin kendileri bile bu sürecin birer aktörü olmakla birlikte varolan durumu şaşkınlık ve kaygı karışımı bir psikoloji ile izlemeye başlamışlardır. İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Güdelik yaşamda Çin malları 159 Piyasanın ürün çeşitliliğine her geçen gün yeni bir şey daha eklenmekte, üstelik iç piyasanın sunduğu fiyatlarla kıyaslanamayacak ölçüde ucuz fiyatlara mal ve ürünler tüketicilere sunulmaktadır. İlk kez kilitlerle ülkeye giren mallar; iğneden ipliğe her alanda tezgâhlarda ve vitrinlerde yer almaya başlamıştır. Yerli sanayii de tehdit edecek boyuta varan bu durumun diğer yansıması; uygun fiyata istediği ürünü edinebilen mutlu tüketici görüntüleri olmuştur. Hal böyle olunca, söz konusu mallara rağbet artmış, “nur artık bitpazarına değil” sosyete pazarlarına yağmaya başlamıştır. Toplumun ihtiyaçlarını giderme ya da az para ile çok alışveriş yapma potansiyel duygusunu, Çin malları karşılamıştır ve halen bu görevini sürdürdüğü gözlenmektedir. Yarattığı görece bolluk ve çeşitlilik görüntüsü ile gündelik hayatta bireylere sağladığı “rahatlık” atmosferi, fiyatların uygunluğu ile de perçinlenmektedir. Bu durumdan siyasal iktidar da kendine pay çıkarmakta, toplumun yaşadığı bolluk atmosferinin aktörü olarak kendisini konumlamakta, her şeye kolayca ve ucuza ulaşabilen, mutlu ve memnun halk görüntüsü onun da işine gelmektedir. 1990’lı yıllardan itibaren serbest piyasa ekonomisi ve küreselleşme ile birlikte artan mal ve hizmet çeşitliliği; yaşamın ayrılmaz popüler pratiklerinden biri haline gelen alışveriş eylemini farklılaştırmıştır. Özellikle 2000’li yıllarda hayatımıza giren Çin malları ile bu farklılaşma daha belirginleşmiş, alışveriş kültüründe önemli bir dönüşüm yaşanmıştır. O güne değin alışverişi edimini ekonomik alım gücünün büyük oranda belirlediği, çeşit ve seçeneklerin sınırlı olduğu, fiyat yelpazesinin günümüzdeki gibi farklılaşmadığı, satın alınacak mal ve ürünlerin kendine özgü teşhir alanlarının olduğu bir ortam mevcut iken bugün bunların tam tersi bir durum söz konusudur. Bireylerin yaşam standartlarında, ekonomik refah düzeylerinde belirgin bir yükselme olmamasına karşın alışverişte yaşanan hareketlilik dikkat çekicidir. Elbette bunun, bütün dünyada yaşanan ekonomik gelişmeler ve küreselleşme ile birlikte sürekli şekilde önerilen, yükselen bir değer olarak sunulan tüketimin özendirilmesi ve bunu teşvik eden kapitalist politikalarla yakından ilişkisi vardır. Çin ekonomisinin büyüme atılımıyla eş zamanlı olan ve bütün dünyayı saran Çin malları yaygınlığı sözü edilen gelişmelere eklemlenmiş ve onu besleyen bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu makale; gündelik yaşamın bir parçası haline gelen alışveriş alışkanlıklarının Çin malları ile nasıl değiştiğini, toplumun ihtiyaç ve beklentilerinin bu değişimdeki rolünü alışveriş kültürü ve gündelik yaşam söylemi üzerinden sorgulamayı amaçlamaktadır. Bu sorgulama yapılırken Çin mallarına ilişkin olarak yapılmış haber ve araştırmalar önemli bir veri kaynağı olmuş, gündelik yaşamın kullanım alanlarına yerleşen Çin mallarının nitelik, kalite, estetik ve diğer özellikler bakımından tüketici açısından performansı ve yeterliliği de tartışılmıştır. Hem tüketiciler, hem de Çin mallarının satışa sunulduğu iş yeri sahipleri tarafından öncelikle ekonomik, ardından da sosyal ve kültürel olarak hızla benimsendiği gözlemlenen Çin mallarının, makro ölçekte dünya üzerindeki etkisi, mikro ölçekte ise gündelik yaşam içindeki yeri yeniden düşünülmeye sunulmuştur. Kuram ve Araştırma Dergisi 160 İLETİŞİM DeryaNacaroğlu Yöntem Bu çalışmada; özellikle 2000’lerden sonra gündelik yaşamın önemli bir öğesi haline gelen ve son yıllarda her alandan çok çeşitli ürünle tüketicinin kullanımına sunulan, neredeyse hemen her gün farklı bir haber ya da bilgisiyle karşılaşılan Çin Malları konu edinilmiştir. Piyasada özellikle tekstilden oyuncağa, zücaciyeden (mutfak eşyaları) bujiteriye (takı ve süs eşyaları), kırtasiyeye, saraciyeye (deri ürünleri) kadar çok farklı sektörlerde pek çok ürün tüketiciye sunulmaktadır. Daha çok orta ve alt gelir grubu için üretildiği duygusu uyandıran Çin çıkışlı bu mallar; Sosyete pazarları, Bir Milyoncular ya da Japon pazarı gibi değişik adlar altında alışveriş yerlerinde sunularak, insanların ihtiyaç duydukları her şeye ulaşabildikleri, bolluk duygusunun tatmin edildiği, aradıkları pek çok ürünü görece kalitelilik ve estetik değerle bulabildikleri bir alışveriş düzeni oluşturmuştur. Bu süreçte üst gelir grubu tüketiciler ise pek çok ünlü markanın Çin yapımı versiyonlarıyla büyük alışveriş merkezlerinde karşılaşmaya başlamışlar ve onların hayatına da Çin işi mallar farklı bir konseptte girmeye başlamıştır. Çalışmada; gündelik yaşamın içinde gelişen, bir yandan da gündelik yaşamın yeniden ürettiği Çin malları ile alışveriş ve tüketim; gözlem ve incelemelerden elde edilen veriler eşliğinde bir durum değerlendirmesi ve olay incelemesi olarak sunulmaktadır. İnceleme, daha çok bu malların satışa sunulduğu alışveriş mekânlarında yapılan gözlemlere ve bu konuda medyaya yansımış haber ve araştırmalara dayandırılmaktadır. Bu çalışma; gündelik yaşam alışkanlıkları içinde yer alan alışveriş ediminde Çin mallarının nasıl bir yere sahip olduğunu, ekonomik ve sosyolojik hangi gereksinimlere yanıt verdiğini tartışarak, değişen dünya düzeninde pek çok gündelik pratiğin değiştiği gibi alışveriş alışkanlıklarının da bundan payını aldığı öngörüsünü kanıtlamaya çalışmaktadır. Analiz ve değerlendirme Dünya ekonomisinde Çin’in varlığı 1980’lerden itibaren dünya küreselleşmeye başlarken özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan liberalizasyon ve dışa açılma atılımlarıyla Çin Halk Cumhuriyeti de uzak doğudan yüzünü göstermiş, bugün dünya ekonomisini ciddi boyutlarda etkilemeye başlamıştır. Dünya nüfusunun önemli bölümünü barındıran Çin, gerçekleştirdiği sosyal reformlarla da dikkatleri çekmiştir. Yaklaşık 1.3 milyar nüfus ve 1000 USD kişi başı milli geliriyle Çin, dünya ticaretinde ABD, Almanya, Japonya ve Fransa’nın ardından beşinci sıraya yükselmiştir (http://english.people. com.cn). “Neoliberalizmi ve kapitalist küreselleşmeyi doğal bir düzen, evrensel bir gerçek ve/veya modernleşmenin son durağı gibi kabullenen teslimiyetçi bir eğilim söz konusudur. Neoliberalizm tüm dünyada küresel sermayenin talep ve ihtiyaçları doğrultusunda uygulanan çok yönlü bir programa dayanmaktadır”(Kozanoğlu vd, 2008:9). Çin de ekonomik küreselleşmenin bir halkası olmaya aday olmuş ve bugün dünya ekonomisinin önemli söz sahiplerinden birisi haline gelmiştir. “1985’e kadar İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Güdelik yaşamda Çin malları 161 çeşitli reformlarla kapitalizme hazırlanan Çin’de, bu tarihten sonra fiili hareketlenme başlamıştır. Çinliler buna “kapitalizm” yerine “Çin Usulü Sosyalizm” adını verse de yapılanlar kapitalist ekonomik modelle örtüşmektedir. Çin’deki hareketlilik şu anda pek çok açıdan kural tanımaz biçimde gelişmektedir”(Tempo;2008). Sermayenin ucuz üretim faktörleri, düşük vergiler, “deregüle” edilmiş piyasaların bulunduğu mekânları tercih etmesi, haliyle hükümetlerin ekonomiye müdahale alanlarını iyice daraltmıştır. “Doğu Asya ülkelerinin kalkınma başarılarının devlet stratejilerine, özellikle ihracat teşviklerine dayalı olduğu”(Kozanoğlu vd, 2008:60) düşünülürse Çin’in bu anlamda Dünya ekonomisine etkisi daha iyi anlaşılabilir. Özellikle de Türkiye gibi deregüle edilmiş piyasalarda bu etki daha yoğun yaşanmaktadır. Büyüme ile bolluk kavramlarının bir tutulduğu bir dönemde Çin ekonomisinin büyümesinin gelişmekte olan diğer ülkelerdeki yansıları (buna Türkiye de dâhildir) bolluk ve çeşitlilik şeklinde görülmektedir. “Emek yoğun bir ülke olması, devletin üreticilere desteği, ülkede sendikal hakların zayıf, ücretlerin, vergilerin ve girdi maliyetlerinin düşük olması, marka taklidi gibi önemli haksız rekabet unsurlarının varlığı Çin mallarının maliyetini düşürmekte ve fiyat cazibesini artırmaktadır”(Çetinkaya, 2005:17-19). Bu durum gelişmekte olan ülkelerde Çin mallarının kalite ve estetik dikkate alınmaksızın tercih edilmesine ve her geçen gün bu çeşitliliğe yenilerinin eklenmesine yol açmıştır. 2001- Aralık ayında Çin’in Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’ne üye olması bu çerçevede bir takım sınırlamalar getirmiş olsa da bunlar 2005-Ocak’ta kaldırılmıştır(http:// www.wto.org). Çin’de bu tarihe kadar örgüte üyeliğinden ötürü ticari ilişkilerde; “teknoloji taklidi yaparak genişletilen üretime izin verilmeyecek, çifte fiyat (içeride pahalı, dışarıda ucuz) engellenecek, tüm malların ithal ve ihraç hakları birkaç firmaya değil tüm firmalara tanınacak, ithalat vergilerinde indirime gidilecek, yabancı sermaye firmaları ile yerli sermaye firmalarına eşit davranılacak”(Çetinkaya, 2005:18) idi. Söz edilen bu sınırlamaların kalkması ve Çin’in dünya standartlarına geçmesi, ithalat ve ihracatında büyük değişmeleri de beraberinde getirmiştir. Bu durum, gelişmekte olan dünya ülkelerini olumsuz olarak etkileyebileceği gibi Çin’le ekonomik rekabeti de güçleştirecektir. Şu an Çin’de her çeşit mal üretimi yapılabilmektedir. Bu çeşitlilik içinde kalite yelpazesi de değişebilmektedir. Bugün bütün dünya Çin’de sipariş üzerine mal yaptırmaktadır. 24 Kasım 2008 tarihli Milliyet gazetesinde Çin mallarına ilişkin olarak yapılmış bir haber Çin’in dünya ekonomisindeki yeri konusunda önemli bir veri içermektedir. Dünya oyuncak pazarının büyüklüğünün 55 milyar dolar civarında olduğunu yazan haberde, Çin’in 8 bin civarında oyuncak fabrikası ile dünya üretiminin %70’ini gerçekleştirdiği belirtilmektedir. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde satılan oyuncakların %80’inin Çin’de üretildiği de yine aynı haber başlığı altında yer almaktadır. Çin’in sadece oyuncak değil pek çok farklı pazarda dünya piyasalarına girmiş olması Çin malı ürünlerde kalite kontrolünü önemli kılmaktadır. Çünkü ürün arzının çokluğu kalite konusunda bazı şüpheleri de beraberinde getirmektedir. Avrupalı ve Kuram ve Araştırma Dergisi 162 İLETİŞİM DeryaNacaroğlu Amerikalı firmaların büyük bölümü Çin’den mal satın alırken satın alma acenteleriyle çalışmaktadırlar. Dahası çalıştıkları acentelerle işbirliği halinde kendi kalite kontrol ekiplerini de Çin’e göndererek kalite kontrolünü iki kez sağlamış olmaktadırlar. Çin’den mal alırken çok büyük miktarlarda mal alma gerekliliğinin olmaması da her ürünün kolayca ithaline olanak vermektedir. Çin’de yaşanan ve ürünlere yansıyan en önemli sorun ciddi bir kalite kontrol sistemlerinin olmayışıdır. Bu da doğal olarak ürünlerin kalitelerine yansımakta ve tartışmalara konu olmaktadır. Nitekim 6 Aralık 2008 tarihli Hürriyet gazetesinde de “Çok Tehlikeli Koltuklar” başlıklı haber yine Çin malı ürünlerin kalitelerine ilişkin Fransa’dan gelen bir haberdir. Haberin devamında da, içerdiği kimyasallar nedeniyle bazı cilt enfeksiyonlarına neden olduğu belirtilen Çin malı koltuk, sandalye ve ayakkabı gibi ürünlerin ithalatının yasaklandığı yer almaktadır. “Dimetil fumarate” adlı toksik bir kimyasal madde içeren bu ürünlerle ilgili benzer vakaların İsveç, İngiltere ve Finlandiya’da da görüldüğü belirtilmektedir. Haberde İngiltere’ye ithal edilen 38 bin Çin malı koltuğun satışının durdurulduğu, Fransa hükümetinin ise ithalatı yasaklamakla birlikte bu yasağın tüm AB üyesi ülkeleri kapsaması için başvuruda bulunduğu da yer almaktadır. Görülmektedir ki Çin malı ürünler Avrupa’da da her alanda yaygınlaşmakta ve çoğu kez gündelik yaşamı tehdit edecek sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Türkiye Çin malları ile tanışıyor Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilere bakıldığında; 2002 yılından sonra, özellikle de 2004’ün sonlarına varıldığında Türkiye’nin ithalat hacminde ciddi boyutta bir artış gözlenmektedir. Ankara Ticaret Odası’nın Çin malları ile ilgili yaptığı araştırma, malların Türkiye’ye girişinin kilitlerle başladığını, pek çok farklı alanda ortaya çıkan mallarla yaklaşık 30 sektörde Çin mallarının yaygınlaştığını ve bu durumun yerli üretimi tehdit eder boyutta olduğunu göstermektedir (http://atonet.org.tr/yeni/index.php?p=1366&1=1.). 2005 yılından itibaren Çin’e uygulanan kotaların kaldırılması, Çin’in senelerden beri izlediği politika çerçevesinde devamlı olarak parasını devalüe etmesi, zaten ucuz olan işgücü ve maliyetlerin yanında bir de para birimini düşük tutarak dünya pazarlarındaki payını her geçen gün artırmasına yol açmıştır. Türkiye de Çin için bu pazarlardan biri olmuştur. Türk insanı, gündelik yaşam sürecinde “Made in China” ya da “Made in P.R.C” damgalı mallarla 2003-2004’lerde tanışmaya başlamış ve Türk Lirasından henüz sıfır atılmadığı zamanlarda “Bir Milyoncu” adı altında açılmış dükkânlar, tüketiciye bu ürünlerin gözde sunum ve satış mekanları olmuştur. Dükkânların içinden kaldırımlara kadar taşmış olan her tür plastik, seramik, cam mutfak araç-gereci, oyuncaklar, süs eşyaları, tekstil ürünleri, takılar, tokalar, kozmetik ürünler, çantalar, terlikler, kırtasiye araçları ve daha sayamadığımız birçok kalem mal ve ürünler; özellikle de ekonomik olarak alım gücü düşük, orta ve alt kesime adeta sınırsız bir dünyanın alışveriş kapılarını ardına kadar açıvermiştir. Birbirinin aynı birçok ürün, marka ürünlerin kötü taklitleri, ertesi gün dayanaksız hale gelebilen ama buna rağmen kolay satın alı- İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Güdelik yaşamda Çin malları 163 nan kolay tüketilen ve rağbet gören Çin malları, tüketimi artırmış, gündelik yaşamın her alanında kendine bir kullanım yeri bulmuştur. Ayrıca Gümrük Birliği nedeniyle sonraki dönemlerde Avrupa Birliği’nden de Çin mallarının ülkeye girişi, iç piyasada Çin malı ürün stokunu artıran başka bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ankara Ticaret Odası’nın 2004 yılında yaptırdığı Çin Malları Araştırması; ürünlerin çeşitliliği ve sektörel yelpazede nasıl bir yer tuttuğunu göstermektedir (http:// atonet.org.tr). Bu rapora göre piyasada satılan cep telefonu aksesuarlarının yüzde 80’i, elektronik cihazların yüzde 50’si, saraciye ürünlerinin yüzde 100’ü, oyuncakların yüzde 80’i, bilgisayarların yüzde 50’si, hazır giyimin yüzde 50 ile yüzde 80’i, tıbbi cihazların yüzde 50’si, klimaların yüzde 35-40’ı kırtasiye ürünlerinin yüzde 30’u, hediyelik eşyaların ise yüzde 15-20 olan oranı Çin malıdır ve bu oranlar hızla artmaktadır. Bu malların ucuzluğu ve aynı malın Türkiye’deki üretim maliyetlerinin pahalı olmasının Çin mallarına olan rağbeti arttırdığı belirtilen raporda, maliyetlerini düşürmeye çalışan Türk firmalarının bile Çin’de fason imalat yaptırdığı ifade edilmektedir. Çin mallarının tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok hızlı bir şekilde yaygınlaştığı bir gerçektir. Türkiye’de üretim maliyetlerinin yüksek olması, yerel sektörlerin bu durumdan çok fazla etkilenmesine neden olmuştur. Pek çoğu kayıt dışı atölyelerde, gelir vergisi ve sigortası olmayan çalışanlarca üretilen Çin malları ucuz ancak kalitesiz olmaları nedeniyle medyada da sık sık gündeme gelmiş, özellikle sağlığa elverişli olup olmamaları ve kaliteleri açısından bugüne değin tartışılmıştır. Türkiye’deki Çinli satıcılar, “Çin mallarının ucuzluğuna ilişkin ön yargıdan rahatsızlıklarını dile getirirken, esasen Çin’de pahalı ve kaliteli malların da üretildiğini, Türkiye’ye ucuz mal getirmenin nedeninin burada ucuz mala olan talepten kaynaklandığını” belirtmektedirler. Yine Çinli satıcılara göre; “Türk ithalatçılar bulunabilecek en ucuz malların peşine düşmekte ve onları Türkiye’de %300’e varan karlarla satmaya çalışmaktadırlar.” Bu da doğal olarak kaliteyi aşağıya çekmektedir (Tempo, Ağustos:2008). Çin’e uygulanan kotaların 2007 yılı sonlarında tüm dünyada kalkmış olması, Çin’in dünya üzerindeki adımlarını hızlandırmıştır. Dünya Çin mallarına karşı önlem almaya çalışırken Türkiye Çin’le dış ticaret hacmini geliştirme yönünde adımlar atmaktadır. Son 5 yıl içinde Çin ile Türkiye arasındaki ticaret ilişkilerine bakıldığında baskın tarafın Çin olduğu çok açıktır. 2000 yılında 1,3 milyar dolar olan Çin’den ithalat, 2006 yılında 9,5 milyar dolara çıkmıştır. 2007 yılının ilk altı ayında Çin, dünyada en çok ithalat yaptığımız üçüncü ülke konumuna gelmiştir. (http://www.kobifinans.com.tr/ tr/icerik.php?Article=17200&Where=dis_pazar&Category=040604). 2007 yılının sonunda kotaların kalkmasıyla birlikte, Çin mallarının Avrupa ülkeleri üzerinden de yurda girişi Türkiye’de hemen her sektörde Çin malı ürünleri yaygınlaştırmıştır. Türkiye’nin önemli ev tekstili firmalarından birinin genel müdürünün; Tempo genel yayın yönetmeni Enis Tayman’a Çin ile ilgili yaptığı açıklamalar da Çin’in 2008 Olimpiyat Oyunları’ndan sonra ihracatının daha da artacağı doğrultusundadır. “Eskiden sadece hammadde alınan Çin, artık mamul alınan bir ülke olmuştur. Türkiye’nin en büyük firmalarının dahi kat be kat üzerinde ucuz işgücü ve hızlı bir teknoloji ile yapılan üretim, bugün her sektörü tehdit eder boyuttadır”(Tempo/Ağustos:2008). Kuram ve Araştırma Dergisi 164 İLETİŞİM DeryaNacaroğlu Türk insanının gündelik yaşamına sadece tüketilmek için yapılmış bu malların girişi, faydalılık, gereklilik, savurganlık gibi pek çok kavramın da içeriğini değiştirmeye başlamıştır. Malın zorunlu olarak faydalı olmasına dayanan ahlaki bir tanımlama, nesnenin kullanım değeri ve dayanma süresi önemini giderek yitirmiştir. Çin malları ile her alanda çok çeşitli pek çok ürün tüketiciye sunulurken, kalite ve estetik açıdan sorgulanabilir olan bu bolluğun aslında bir savurganlığı da beraberinde getirdiği gözlenmektedir. Bu bolluğu ve çeşitliliği psikolojik, sosyolojik ve ekonomik olarak yöneten kavram “faydalılık” gibi görünse de esasen savurganlığın bu durumu besleyen ve yeniden üreten temel bir etken olduğu söylenebilir. İnsanlar kolay satın alabilecekleri ürünlerle karşılaştıklarında faydalılık ya da gereklilik kavramları arkada kalabilmekte, salt tüketim duygusunu ve alışveriş hazzını yaşamak adına bu gündelik yaşam pratiğini gerçekleştirebilmektedirler. Bu durum, gündelik yaşamda kısa vadeli bazı ihtiyaçların giderilmesi için Çin malı ürünlerin kalite ve estetiklerinin dikkate alınmaksızın tercih edilmesini doğurmuş; sektörü her geçen gün canlandırmış, başka taklit yeni ürünlerin çoğalmasını ve çeşitlenmesini de beraberinde getirmiştir. Bazı gündelik yaşam ihtiyaçlarını karşılamakla birlikte Çin malı ürünlerin içinde yararsız olanların, sahte yeniliklerin de gittikçe çoğaldığı görülmektedir. Sunulan malların miktarının ve çoğalmalarının gereksiz yere yinelenmiş göstergesi, yukarıda sözü edilen israfı da beraberinde getirmektedir. Bir süre sonra sadece tüketilmek için yapılmış, “işlevsiz” olan şeyler artmış, bireysel ya da kolektif tüketimler sistemi beslemeye başlamıştır. “Malların tüketilmesinden söz edilmesi, boş zamanın giderek daha fazla metanın satın alınmasıyla dolayımlandığı bir dönemde tüketilen ya da satın alınan malların engin çeşitliliğini gizlemektedir”(Featherstone, 1996:41). Gündelik hayatın erişilebilir görüntüsü Çin mallarının çokluğu, ucuzluğu ve yaygınlığı ile örtüşmektedir. Bireysel tutumlardaki değişim Televizyon gibi bir aygıtın gerçeklik duygumuzu tehdit eden bir imaj ve enformasyon aşırılığı ürettiği bir dönemde, tüketim kültürünün her zaman vaad etmiş olduğu bireysellik ve farklılığı yakalama çabası bireylerde sosyal ve ekonomik koşulları zorlamak güdüsünü harekete geçirmektedir. Bireyselleşmeyi bir seçenek değil, bir kader olarak tanımlayan Bauman; evrensel bir kuralsızlaşma, piyasa rekabetinin akıl dışı ve ahlaki körlüğüne verilen şartsız öncelik, sermaye ve finansa bütün diğer özgürlükler pahasına sunulan sınırsız özgürlükten söz etmekte ve bunun iktisadi kaygıların dışında her şeyin ihmal edilmesine yol açtığını, bunun da hem toplumların içinde hem de kendi aralarında sürekli bir kutuplaşma sürecine devamlı olarak bir itilim kazandırdığını belirtmektedir (2005:108). “Neo liberalizmin çok tüketen, az tasarruf eden, geliri yetmediği zamanlarda dahi talebini canlı tutan bir insan modeli kurguladığı bir dönemde”(Kozanoğlu vd, 2008:100), Çin malları ile yaratılan alışveriş sirkülâsyonu sahte, geçici, gündelik bir İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Güdelik yaşamda Çin malları 165 mutluluk imgelemini beraberinde getirmiştir. Bir nesneden öbürüne doğru giden tüketiciler, artık mal bolluğunun kendisinden doğan ve ucuzluğun getirdiği satın alma ve sahip olabilme duygusunu yaşamaktadır. Pek çok Çin malı ürünün işgaliye alanı haline gelen alışveriş yerleri, insanlara marka ürünlerin iyi ya da kötü taklitlerini sunarak sınıfsal bir tatmin yaşamalarını da olanaklı kılmaktadır. “İnsanlar kısa süreli de olsa imkânlarının üzerinde bir yaşam sürerken (kredi kartlarıyla da bu desteklenmektedir) sistemi sorgulamaktan, ortak iyiyi aramaktan alıkonulmaktadır. “Mal ve hizmet satın almak tüketici için en rasyonel davranış olarak sunulmaktadır”(Seçkin, 2005:332). Kredi kartlarının da tüketicilere reel alım gücünün çok üzerinde bir olanak sağlayarak bu “rasyonel davranış”ı sürekli hale getirdiği gözlenmektedir. Nitekim Newsweek Türkiye dergisinde Sharon Begley yazısında “alışverişlerde kredi kartı kullanımının para ödemenin acısına narkoz etkisi yaptığını, bunun da alışveriş eğilimini, -peşin ödeme yapılmadığı yani cüzdandan somut bir şeyi kaybetme hissinin o an oluşmamasından ötürü- artırdığını” ifade etmektedir (2008/Aralık:60). “Modern kapitalist yaşamda insanlardan üretirken “takım ve grup ruhu”yla hareket etmeleri istenirken, tüketirken de daha bireysel ve bencil olmaları arzulanır ve insanlar buna özendirilir. Bu nedenle ideal insan tüketen insan (homo consuming/consumer) olmuştur artık”(Orçan,2004:245) . Kapitalist küresel tüketim toplumunda artık üretim tarafından belirlenen “ihtiyaçlar” kavramı (Orçan, 2004:19-20), eşitliğin gizemli sisteminde refah kavramıyla dayanışma içindedir. Tüm insanlar ihtiyaç ve tatmin ilkesi önünde eşittir. Çünkü tüm insanlar nesnelerin ve malların kullanım değeri önünde eşittir. (Değişim değeri önünde eşitsiz ve bölünmüşlerdir ve sınıfsal farklılıklar oluşmuştur.) Kullanım değeri söz konusu olduğunda sınıfsal farklılık ya da ayrıcalıklar diye bir şey yoktur. İhtiyaçlar herkes için eşittir. Gündelik yaşamda Çin mallarının kullanımı göreceli de olsa bu eşitliği sağlamaya yaramıştır. “Her türlü farklılığı tüketim potasında eriten bir piyasa söz konusudur”(Çabuklu, 2003:28). Nitekim gündelik yaşamın alt kültürleri dışlamadığını, piyasanın bunları muteber bir tüketim grubu olarak kabul ettiğinin farkındalığıyla özellikle alışveriş kültürünün önemli aktörleri haline getirdiği gözlenmektedir. Zamanla orta ve alt sınıflar için alışverişin bir örnekleşmeye başladığı görülmektedir. Türk gündelik hayatını belirleyen Batılı tüketim kültür ve tarzının yerleşmesi; tüm toplumsal sınıflarda belirli seviyelerde tüketim olgusunun görülmesine, Orçan’ın belirttiği üzere (2004:18) “çalışmak için değil de tüketmek için yaşayan bir sınıf için yapılan bir kavramsallaştırma olan “gösterişçi tüketim”, modern kapitalizmin bu yaşanan evresinde çalışan ya da ya da çalışmayan her bireyin az çok yaşamakta olduğu bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşanan bağlayıcı tüketim olgusu bir sınıf olayı olmaktan çıkmıştır. Bugün pek çok büyük alışveriş merkezi her sosyal sınıfa ve ekonomik gelir grubuna hitap etmektedir. Belli bir düzeyde ekonomik alım gücü; marka ve orijinal ürünleri edinim konusunda belirleyici olmakla birlikte bunu sosyal maliyetin oluşturduğu bir ekonomik maliyet olarak görmek gerekir. Markalar dünyasına ait, “sofistike bir moda duyarlılığı ve kalite garantisi” vermeye çalışan pek çok ürünün taklidini görmek, dahası bu ürünleri çok uygun fiyatlarla edinen tüketiciye Kuram ve Araştırma Dergisi 166 İLETİŞİM DeryaNacaroğlu moda duyarlılığı ve sahip olma, üstünde taşıma anlamında haz duygusunu tatmin etme olanağı sağlayan Çin yapımı ürünler; alışveriş eyleminin biricik metaları haline gelmişlerdir. “Her şeyin gelip geçici, köksüz, yersiz, çok, farklı ve kaosun hüküm sürdüğü postmodern bir gündelik hayatta, toplumsal konformizmin artması, bireyleri tüketim odaklı kılmaktadır”(Çabuklu, 2003:29). Bu anlamda insan eylemi adeta standartlaşmaya başlamıştır. Lefebvre’in belirttiği üzere (1971:114); “çağdaş kent yaşamında tüketime yönelik teşhir ve tüketimin teşhiri, göstergelere yönelik tüketim ve tüketimin göstergeleri vardır.” Günümüz endüstri toplumu, hayatı eşyalar çevresinde düzenlemektedir. Pazar yoğunluklu toplumlar, maddi ilerlemeyi, üretilen eşyaların miktar ve çeşitliliğindeki artışla ölçmektedir. Toplumsal ilerleme de bu eşyalara ulaşabilmedeki dağılımla ölçülmektedir. (Illich;1990:26) Bütün bunlar art arda düşünüldüğünde artık bir alışveriş kültürü oluştuğu ve alışverişin faydayı en çoklaştırmak için yapılan arı bir hesaba dayalı rasyonel iktisadi bir işten çok, insanların savurganlık ve lüksü çağrıştırmak adına gerçekleştirdikleri bir boş zaman eğlencesi haline dönüştüğü söylenebilir. Nitekim büyük alışveriş merkezleri, büyük çarşılar, büyük mağazalar popülist görünümleriyle gündelik yaşamın her anında bir kültür tüketicisi haline gelen bireyleri, bu eğlencenin mekanları olarak kucaklamaktadır. Reklamlar ve kitle iletişimden gelen iletiler; nesnelerin yüceltilmesine, insanı ruhen ve bedenen teslim almasına hizmet ederken, hem ihtiyaç hem arzu nesnesi olan pek çok Çin malı, tüketiciye, özellikle de sosyo-ekonomik düzeyi düşük tüketiciye, Baudrillard’ın sözünü ettiği (2004:51) “tüketim toplumunun mutlak göndergesi olan mutluluğu” da beraberinde getirmiştir. Bu mutluluk pahasına bir alışveriş kültürünün tüketicisi olan bireyler, gündelik hayata ilişkin estetik algıda da bir değişime neden olmuşlardır. Bu durum yine Baudrillard’ın sözünü ettiği; (2004:35) “rasyonelleşmenin ve kitlesel üretimin teknik ve kültürel etkilerinin neden olduğu “kültürel zararları” anımsatmaktadır. Esasen “küresel ortama uygun düşen çok kültürcülüğün kabulü; kitschi, popüler olanı ve farklılığı selamlamıştır” (Featherstone; 1996: 158) Çin mallarının büyük bölümü kitsch hatta kitsch ötesi, estetikten uzak en bayağı tüketim kültürü nesneleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Çoğu estetikten yoksun, sağlığa zararlı, baskı ya da renkleriyle çirkin ve kalitesiz bir görünümdeki ürünlerin zararını nesnel olarak ortaya koymak mümkün değildir. Ayrıca kişisel ihtiyaçların giderilebilirliğini belirleyen sosyoekonomik faktörlerin değer yargıları anlamında ortak ölçütler tanımlamayı olanaksız kılması kültürel zararların oluşmasına ilişkin önlem almayı engelleyebilmektedir. Çin mallarının gündelik hayatta oluşturduğu ekonomik ve kültürel zararların yanı sıra daha çok sağlığı tehdit eden fizyolojik zararları da gündeme sık sık gelmiştir. Çin malları ile gelen gündelik yaşam tehlikeleri Çin malları gündelik yaşamda sadece tüketim ve alışveriş alışkanlıklarını değiştirmekle kalmamış, çoğu zaman ciddi fizyolojik hatta psikolojik tehditlerle de karşımıza çıkmıştır. Pek çok ürüne ilişkin haber, Çin malı ürünlerin tüketiciler için kolay ve İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Güdelik yaşamda Çin malları 167 ucuz edinimin yanı sıra beraberinde getirebileceği tehlikelere de yer vermiştir. “Büyüyen sihirli su topları, su maymunu, renkli jel top” isimleriyle 1 YTL’ye satılan, 400 kata kadar büyüyebilen su topları sözünü ettiğimiz fizyolojik zararları yaratan bu ürünlerden sadece biridir. Pek çok çocuğun ilgisini çeken, bakkal, market, kırtasiye, akvaryumcular ile seyyar satıcılarda satılan ve suyun içine atıldığında bölünerek çoğalan ürünün özelliği suyu içine alıp orada hapsetmesidir. Bu yüzden bitkilerin uzun yaşaması için kullanılan bu ürün, çocukların ellerinde plastik şişelerin içerisinde oluşturabileceği bütün tehlikelere rağmen bir oyun aracı gibi dolaşmıştır. Yanlışlıkla bu renkli maddeleri yutan çocuklar pek çok haber bültenine konu olmuş, aileler uyarılmıştır. Yutulduğunda midede büyüyen jel şeklindeki topların hayati risk taşıdığını dikkate alan Sağlık Bakanlığı, bu ürünlerin satışına el koymuştur. (http://www.veterinerhekimiz.com/forum/showthread.php?tid=17291,Milliyet, 4.12.2008). Çocuk tüketicileri hedef alan ve üretiminde kullanılan maddeler nedeniyle, özellikle üzerlerindeki yüksek düzeydeki kurşundan ötürü sağlık açısından zararları sıkça gündeme getirilen bir başka ürün grubu ise Çin yapımı oyuncaklar olmuştur. Oyuncak yapımında kullanılan sprey boyaların çoğu toksin içermektedir ve sağlık açısından son derece zararlıdır (Milliyet, 24.11.2008). Sadece ülkede değil yurt dışından gelen haberler de Çin malı oyuncak tartışmalarını gündemde tutmaya devam etmektedir. Dünyaca ünlü Barbie marka oyuncakların üreticisi ABD’li Mattel’in dünya genelindeki bazı oyuncaklarını boyalarındaki kurşun oranı yüksek olduğu gerekçesiyle toplama kararı alması ve bu oyuncakların 4 bin 408 adedinin Türkiye’de olması ilgili firmaların yetkililerini hemen harekete geçirmiştir (Milliyet; 12.9.2007). Sadece oyuncaklar değil Çin’de üretilen gıdalar da zaman zaman gündeme gelmeye başlamış, özellikle çocuk mamaları ve şeker içinde yüksek oranda sanayi tipi kimyasal melamin bulunduğu ve pek çok Avrupa ülkesinin bu konuda önlem aldığı haberleri bütün dünya ile birlikte Türkiye’de de takip edilmiştir (Milliyet, 26.9.2008). Tüketici tarafındaki psikolojik travma ve kaygılar da bu haberler eşliğinde her geçen gün artmış, her ürüne şüpheyle yaklaşan bir tüketici profili oluşmaya başlamıştır. Bir başka haberde ise, İzmir’de yapılan bir operasyonla Çin malı zayıflama ilaçları, cinsel gücü artırıcı haplar, estetik amaçlı kullanıma sunulan çeşitli yağlar ele geçirildiği ve bunların sağlık açısından son derece zararlı olduğu, ülkeye de kaçak olarak getirildiği vardır. Üretici firmalarının belirsiz, taşınma ve saklanma koşullarının bilinmemesi gibi nedenlerle ürünlere el konulmuş, satışı durdurulmuştur (Milliyet,18 Aralık 2008). Dünya’da Çin malları rüzgârı eserken üzerinde en çok konuşulan ürünlerden biri de elektronik ürünler olmuştur. Cep telefonları, bilgisayarlar, televizyonlar, MP3, MP4’ler uydu alıcıları, ev aletleri ve daha birçok elektronik eşya. Çin’in kendi basını dahi bu konuda kendi üretimi MP4’lerle ilgili haber yapmıştır. Shangai’de üretilen MP4 oynatıcıların %75’inin yüksek seviyede radyasyon yaydığı belirtilen haberde, bu düzeydeki radyasyonun insanlara ve hayvanlara zarar verebileceği belirtilmektedir. (http://shiftdelete.net) Esasen Avrupa Birliği’nin direktifi doğrultusunda Türkiye’nin 768 üründe TSE Kuram ve Araştırma Dergisi 168 İLETİŞİM DeryaNacaroğlu standart zorunluluğunu kaldırması (Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın 30 Nisan-31 Aralık 2005 tarihleri arasında yayınladığı bir dizi tebliğ ile toplam 768 çeşit malda TSE standardı aranma zorunluluğu kaldırılmıştı), ülkeyi kısa sürede sağlığa zararlı, denetimsiz ürünlerle doldurmuştur. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün; “denetimsiz ithalatın ilk acı sonucu oyuncakta ortaya çıkmıştır. Geride parkeden musluğa, klimadan biberona kadar 767 çeşit ürün var” diyerek durumun vahametini dile getirmiştir (http://atonet.org.tr/yeni/index.php?p=1366&1=1). Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın 2005 yılında yayınlanan 4 ayrı tebliğine göre TSE denetiminden çıkan 768 maldan bazıları şunlardır: İnşaat boyaları, diş macunu, antifiriz, pvc yer döşemesi, elastik yer döşemesi, lavabo, rezervuar, hela taşı, sifon, pisuvar, kurna, duş teknesi, yağ keçeleri, conta, motosiklet, lastik, jant, eldiven, parke, kadın çorabı, seramik karo, cam, profil, fırın, radyatör, kilit, şofben, yangın söndürücü, vana, musluk, zincir, akü, kereste, dondurucu, klima, batarya, lamba, fiş, termometre,sabun, deterjan, plastik boru, iskambil kağıdı, iplik, matkap ucu, tuğla, kibrit, radyo, televizyon, anten, mp3 çalar, güneş gözlüğü, gözlük camları, tuğla, kadife kumaş (http://atonet.org.tr/yeni/index.php?p=1366&1=1). Sonuç Kapitalist küresel tüketim toplumunda ihtiyaçlar üretim tarafından belirlenmektedir ve Çin bugün küresel bir güç olarak bu belirleyicilikte Dünya ölçeğinde önemli bir aktör konumundadır. Çin’in makro ölçekte dünya ekonomisinde edindiği yer, mikro düzeyde gündelik yaşam içerisinde alışveriş ve tüketim alışkanlıklarında da kendini kaçınılmaz biçimde hissettirmektedir. 2000’li yılların ilk yıllarından itibaren, özellikle orta ve orta-alt sosyo-ekonomik düzeye sahip kitleler için en azından ihtiyaçların giderimi adına Çin malı ürünler pek rağbet gören, ihtiyaç ve isteklerin tatmini ölçüsünde kişileri mutluluk paydasında buluşturan ve gündelik yaşamın alışveriş alışkanlıklarını değiştiren bir süreci başlatmıştır. Çin malı ürünlerin sadece alt ve orta-alt sosyo ekonomik düzeye değil; bol alışveriş yapabilecek, ekonomik düzeyi yüksek, paralı insanlar için de marka ürünlerin çok iyi taklitlerini sunarak, onlara da hitap ettiği görülmektedir. Bu insanlar için büyük alışveriş merkezlerindeki, elektronik, tekstil, kozmetik, spor ve dekorasyon malzemeleri gibi pek çok ürün Çin’de üretilmiş ve dış pazarlarda tüketicinin kullanımına sunulmuş ürünlerdir. Gündelik yaşamda özellikle alışveriş eyleminin arttığı dönemlerde (bayramlar, yeni yıl, anneler günü, sevgililer günü gibi özel günler) “hediyelik eşya” kavramının altını da Çin malı ürün yelpazesinden her ekonomik ve sosyal düzeye hitap eden ürünle doldurmak mümkündür. Bu tür hediyelik eşya dükkânlarının sayısındaki artış, içerisindeki ürün çeşitliliği, ziyaretçilerinin hemen her tür sosyal sınıfa ait bireylerden ve çok sayıda oluşu, Çin mallarının gündelik yaşamda farkında olunan ya da olunmayan yerine ilişkin bir başka veridir. Alışveriş potansiyeli yüksek bir kitlenin ekonomik olarak uygun ürünlerle buluştuğu bu mekânlarda, ürünlerin kalite ya da İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Güdelik yaşamda Çin malları 169 estetiğine ilişkin değerlendirmeler elbette görecelidir. Bu ürünlerin satıcısı olan kişilerle yapılan görüşmeler ve bu satış yerlerindeki izlenimler; özellikle fiyat faktörü, marka ürünlerin iyi taklit edilmesi, ürün çeşitliliği gibi nedenlerden ötürü Çin mallarının bir takım fizyolojik ve kültürel zararlarına rağmen talep edildiği yönündedir. Bu malların sosyal sınıfların her kategorisine seslenecek şekilde çeşitlendiği gözlemlerden elde edilen bir başka veridir. Ürünler bazı çeşitleriyle sosyo-ekonomik düzeyi düşük alt gelir grubuna hitap ederken, büyük alışveriş merkezlerinin şık ve pahalı vitrinlerinde üst sosyo-kültürel ve ekonomik düzeye sahip tüketiciye de yönelik olabilmektedir. Dünyaca ünlü bir markanın Çin yapımı ürününü (bu bir spor ayakkabısı, bir saat ya da elektronik bir ürün olabilir) cazibesi yüksek alışveriş merkezlerinin mağazalarında görmek mümkündür. Özellikle ekonomik alışveriş tüketici için keyifli ve haz verici olmaktadır. Ekonomik durumun ötesinde “büyük mağazaların özünde simülasyonlar ve davetkar egzotik hayaller sunan teşhir alanlarında dolaşabilen tüketiciler için (çoğunluğu kadın) bu yerler, mallara tapındıkları “tüketim sarayları”, “rüya âlemleri” ve “tapınaklar” olarak tasarlanmış ve bugün bu işlevi yerine getirmektedir (Featherstone;1996:173). Küresel bir düzenin sergilendiği alışveriş merkezleri, benzerliği çok fazla, orijinalden ayırt edilmesi çok güç, üstelik sefil de durmayan pek çok Çin yapımı ürünü tüketiciye sunarken alışveriş çılgınlığını hem tatmin etmekte hem yeniden üretmektedir. Bir gündelik yaşam etkinliğinin ötesinde sosyal bir faaliyet, boş zaman değerlendirmesi, doyumların çoğaltımını sağlayan bir araç, tarz ve sınıflara ilişkin seçeneklerin deformasyonuna yol açarak tüketim mallarının ve kültürel ürünlerin aşırı arzının oluşturduğu baskılar ile bir alışkanlık haline gelen alışveriş, bu son dönemde adeta bir bağımlılık olmuştur. Baudrillard’ın sözünü ettiği şey tam da bu durumu özetlemektedir belki de. “Tüketim hiçbir anlama gelmediğinde herkese özgü bir şey haline gelmiştir”(2004:63). Nitekim iş yeri sahipleri ve tüketicilerle yapılan görüşmeler ve edinilen izlenimler de bu tezi doğrulamaktadır. Tüketim; Çin malları ile altın çağını yaşamakta, alışveriş tutkusu görece bolluk ve mutluluk getirisi ile yeniden üretilmektedir. Türkiye’de bireyleri alışveriş kültürünü tüketen birer tüketici konumuna getirdiği gözlemlenen bu süreç, dünya ekonomisindeki gelişmelere bakıldığında ileriki günlerde de etkisini sürdüreceğe benzemektedir. Bu aşamada tüketim ve alışveriş alışkanlıklarında kültürel bir düzeyi ve yüksek nitelikli seçici davranışı yitirmemek ya da kazanmak için, ekonomik koşullar çerçevesinde bireylerin, alışveriş edimlerini gereklilik/ucuzluk/kalitelilik/ faydalılık dörtgeninde rasyonel yönlendirmeleri ve bilinçli tüketiciler olmaları önerilebilir. KAYNAKÇA Ankara Ticaret Odası. (2004). Çin Malları Araştırması. http://atonet.org.tr/yeni/index.php?p=1366&1=1. (Erişim: 26 Ağustos 2008). Baudrillard, J. (1982). The Beabourg Effect:Implasion and Deterrence, October 20. Kuram ve Araştırma Dergisi 170 İLETİŞİM DeryaNacaroğlu Baudrillard, J. (2004). Tüketim Toplumu. (çev:H.Deliceçaylı ve F.Keskin). İstanbul: Ayrıntı. Bauman, Z. (2005). Bireyselleşmiş Toplum. (çev: Y. Alogan). İstanbul:Ayrıntı. Begley, Sharon (2008). Alışveriş Yapan Beynin İçi. Newsweek Türkiye. Aralık: s.60. Çabuklu, Y. (2003). Özgürlükçü Düşüncenin Peşinde. İstanbul:Metis. Çetinkaya, C. (2005). Çin Malları İstilası. Pivolka, 4(16), 17-19. Featherstone, M. (1996). Postmodernizm ve Tüketim Kültürü. (çev: M.Küçük). İstanbul: Ayrıntı. Illich;I. (1990). Tüketim Köleliği. İstanbul: Pınar. Kozanoğlu, H., Gür, N ve Özden, B. (2008). Neoliberalizmin Gerçek 100’ü. İstanbul: İletişim. Lefebvre,H. (1971). Everday Life the Modern World. Londra: Allen Lane. Orçan, M. (2004). Osmanlı’dan Günümüze Modern Türk Tüketim Kültürü. Ankara: Kadim. People’s Daily Online:”China’s Goods Trade Volume Ranks Fifth in the World” http://english.people.com. cn/200304/24/eng20030424_115732. (Erişim: 20 Eylül 2008). Seçkin, G. (2007). Piyasanın Tahakküm Yolu, Modern Tüketicinin Kırılgan Bir Kimlik Aracı Kredi Kartları’nın Reklamlarla Sunumu. İçinde: N.Türkoğlu ve M.Cinman Şimşek (ed.). Medya Okuryazarlığı. İstanbul:Kalemus. Tayman;E. (2008). Çin asıl 2008’de patlayacak. Tempo Dergisi. Ağustos. World Trade Organization: “WTO successfully concludes negotiations on China’s entry” http://www.wto. org/english/news_e/pres01_e/pr243_e.htm (Erişim: 20 Eylül 2008). Çin işi viagra operasyonu. (2008, 18 Aralık). Milliyet. Çin’li oyuncak işçileri. (2008, 24 Kasım). Milliyet. Büyüyen sihirli su topları. (2008, 4 Aralık). Milliyet. Çin malı şeker uyarısı. (2008, 26 Eylül). Milliyet. Çin malı oyuncak tartışması büyüyor. (2007, 12 Eylül). Milliyet. Çok tehlikeli koltuklar. (2008,6 Aralık). Hürriyet. http://www.kobifinans.com.tr/tr/icerik.php?Article=17200&Where=dis_pazar&Category=040604) (Erişim:7 Ekim 2008). http://shiftdelete.net. (Erişim: 3 Aralık 2008). http://www.veterinerhekimiz.com/forum/showthread.php?tid=17291(Erişim: 7 Ekim 2008). İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi MAKALE 171 Gündelik Yaşamın Tiyatrosu Süreyya Karacabey1 ÖZET Gündelik Yaşamın Tiyatrosu bize, sahnelenmiş bir gerçekliğin deneyimini sunar. Yalın bir varoluşun sessiz üyeleri, aniden kimin tarafından izlendiği belirsiz bir oyunun rol figürleri haline gelir. Kendilerini sahneledikleri bu sahne yaşamında, kimlikleri bir rolün içinde iyice çözülecektir. Bu noktada ise, gündeliğin tiyatrosunun başladığı tarihsel avangardlar döneminde, negatif bir biçimde tanımlanan yabancılaşma, artarak süren roller oyununda, pozitif bir anlama kavuşur. Böyle bir dünya algısının içinde sanat, yıkıcı enerjisini yitirir ve işlevsizleşir. Varoluşunu bir hakikat nosyonuna bağlayan kurmaca, hakikat duygusunun kaybolduğu bir uzamda, ya kurmacanın kurmacasına dönüşür, ya da kendini anlamlandırabilmek için bir gerçeklik iddiasına. Anahtar sözcükler: happening, gündelik yaşam, avangardlar, teatrallik, kurmaca. The Theater of Daıly Lıfe ABSTRACT The Theatre of Daily Life presents us the experience of a staged reality. The silent members of a plain existence, all of a sudden, become the role figures of a play with an indefinite audience. Their identities are to be solved within a role in this stage life where they stage themselves. And in this point, in the age of historical avangardes where the theatre of the daily had begun, the concept of alienation, which had been defined negatively, receives a positive meaning. In such a world perception, the art loses its destructive energy and becomes nonfunctional. The fictional, which connects its existence to a truth notion, within a space where the sense of truth itself is lost, either turns into the fictional of the fictional, or into a claim of reality for being able to give meaning to itself. Keywords: happening, daily life, avantgarde, theatrallik, fiction. 1 Dr., Ankara Üniversitesi, DTCF Tiyatro Bölümü Kuram ve Araştırma Dergisi 172 İLETİŞİM SüreyyaKaracabey Giriş Geleneksel anlayış, “rol yapmaya” sadece sahnede izin vermiştir, “rol” oyuncunun sanatsal ediminin bir parçası olarak görüldüğünden, gündelik yaşamda rol yapma’nın olumsuz bir karşılığı vardır. Herhangi bir kişiye yöneltilen “rolünü iyi yapıyorsun” sözünün bir iltifat olmadığını anlamak için kimsenin İroni Sanatı’nı okuması gerekmez. Böyle bir kavrayış, bir ayrıma temellenir: Rol, gerçek olmayandır, sahici varoluşun öteki tarafındaki kurmaca benliktir, dolayısıyla “rol”, daima rol olmayanın ne olduğu bilgisini gerektirir. Benzer akıl yürütme sahne için de geçerlidir, oyuncudan rolünü, gerçekle bozmaması talep edilir. Oyuncunun başarısının ölçüsü, kendi gerçekliğinifenomenal varlığını, rol aracılığıyla –numenal varlığıyla- unutturmasındadır. Klasik tiyatro, oyuncu rol ilişkisini böyle görür, kurmaca figürler tarafından oyuncunun sahici varlığının örtülmesi. Tiyatroda oyuncuya bakış, 20. yüzyılın başlangıç yıllarında değişmeye başlar ve bu değişim günümüze kadar sürer. Değişimin başlangıcında, rol ve oyuncu arasındaki geçişlerin görünür kılınmasına çalışılırken, oyuncunun rolle gizlenen bedeni, açığa çıkarılmaya çalışılır. Süreç radikalleşerek ilerleyecek ve tiyatroda rol yapmak, neredeyse rol yapmanın, gündelik yaşamdaki olumsuz anlamıyla birleşecektir. Oyuncu artık kendi sahici varlığını gizlemeyecektir, -mış gibi yapmaktan kaçınacak ve seyirciye hakiki bir deneyim sunacaktır. Tiyatronun yakın tarihi, bu algının sonucunda gerçekleştirilen sayısız örneklerle doludur. Sahnede rol konsepti olumsuzlandığında, gündelik yaşamda da tam ters yönde bir gelişim gerçekleşir. Bütün dünyanın bir sahne olarak kavrandığı bir zamanda, yeryüzünün sakinleri için rol, varoluşlarının bir parçası haline gelecektir, bir zamanlar otantik varoluşun dışında bir sahteliğe denk düşen rol durumu, adeta antropolojik bir değişmez olarak kavranacaktır. Gündelik yaşamın tiyatrosu böyle oluşmuştur. Gündelik yaşamın tiyatrosu, sahici varoluşun imkansız olduğuna yönelik düşünceler tarafından belirlenen, bir dünya algısının içinde şekillenmiştir. Bu algının radikal sonuçlarından birini ise sanat ile yaşam arasındaki ayrımın iptali oluşturur. Kategorik ayrımları mümkün kılan bir teorik kavrayışın yokluğunda, sınırlar belirsizleşir, bölgeler birbirinin içinde dağılmaya başlar ve özellikle de sanat açısından önceden verili bir alanın ortadan kalkması gerçekleşir. Her şey sanat haline geldiğinde sanat yok olacaktır ve sanat, mevcut sistem içinde kendini nasıl etkin bir hale getirecektir? Bu soru, yeni bir soru değil, sanatsal uygulamaların önemli bir bölümünü, bu soruya verilen cevaplar olarak düşünebiliriz. Ünlü “kriz” teşhisi, sanatı da içine almış ve onun yaşadığı kimlik krizini, modern sonrası dönemin semptomlarından biri olarak işaretlemiştir. Bu çalışma, krizin “tarih öncesi” olarak görülen tarihsel avangardların, süreci nasıl başlattıklarından söz edecek ve daha sonra gündeliğin tiyatrosunu mümkün kılan “epistemik” değişimin , avangard sonrası dönemdeki etkilerini inceleyecek ve son olarak ta sanatın, yaşamla giriştiği rekabetin biçimlerinden biri olan gösterilerin, happening’lerin dönüştürücü bir güçten neden yoksun olduklarını göstermeye çalışacaktır. İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Gündelik yaşamın tiyatrosu 173 Yöntem Sanat ve yaşam arasındaki ayrımların ortadan kalktığı bir dünyada, sanatın içine girdiği kimlik krizinin, nedenleri ve sonuçlarından hareket ederek, gündeliğin tiyatrosuyla girdiği rekabeti kaybeden çağdaş sanatı değerlendiren bu makale, sosyal bilimlerin çeşitli disiplinleri ile sanat teorisinden yararlanılarak oluşturulmuş disiplinler arası niteliksel bir incelemedir. İçinde yaşadığımız dönemde sanatın sahip olduğu işlevi ya da işlevsizliği anlamamız için, onun tarihsel bir tasarım içinde neyi temsil ettiğini bilmemiz gerekmektedir. Bu temsilin değişimindeki durakların belirlenmesi için, çeşitli disiplinlerin, makalenin “sınırlılığı çerçevesinde”, teorik ve ampirik bilgilerinden yararlanılacaktır. Analiz ve değerlendirme Değişimin soykütüğü Sanatın krizi, insan düşüncesine temellük etmiş bir krizin semptomu olarak okunabilir. Bu krizin anlamsal boyutlarını eşzamanlı bir çözümlemeyle kavramak imkansızdır, şimdiki zamanın koşullarına bağlıymış gibi görünen paradoksal manzara, genellikle 20. yüzyılın başlangıç yıllarında ortaya çıkan, dağınık ve şekilsiz sanat hareketlerinin –tarihsel avangardların- yarattığı sarsıcı etkilerin bir sonucu olarak görülmektedir. Avangard hareketleri her şeyden önce, Avrupa’nın yaşadığı dramatik değişimlerin, sarsıcı deneyimlerin sonucunda oluşan yıkıcı bir moment olarak görebiliriz, modernliğin modern eleştirisi olarak. Christopher Innes, avangard hareketlerin belirleyici unsurlarından birini, kendi varoluşunu bile inkar edecek denli ilerlemiş nihilist eğilim olarak görür (Innes, 2004 ) Verili mantık yasalarının tersine çevrildiği sanat hareketleri, Dieter Mersch’ e göre de üç belirleyici unsura sahiptir: Yapıbozum, öz- gönderimsellik ve paradoks (Mersch, 2002: 200 ) Peter Bürger ise, tarihsel avangardlarla birlikte gerçekleşen değişimi, tarihsel bir biçimde kavrar ve ona göre, bu aşamada yaşanan, epistemolojik bir kopuştur (Bürger,1976:26 ) Sanata bakışın değişimi, gerçekliği kavrayan bilincin değişimiyle doğru orantılıdır ve bu yüzden yaptıkları radikal eleştiri, sanat tarihinin önceki dönemlerinde ortaya çıkan “tepkisel” eleştirilerden, bir “aşma” hamlesini de içinde barındırdığı için farklıdır. Bu noktada Bürger, değişimlerin mantığını Romantik sanatta bulan kuramcılardan kopar, sanatın bu dönemde –Marksçı anlamda- sisteme içkin eleştiri aşamasından, özeleştiri aşamasına geçtiği düşüncesindedir.2 Çünkü artık sanat yoluyla dile getirilen eleştiri, sadece geçmiş ya da mevcut sanatsal biçimlere yönelmez, doğrudan sanat kavramının kendisine yönelir. Sanatı, bağlantısını yitirdiği yaşamsal dinamiklerle yeniden buluşturmak için yola çıkan sanatçılar, sanatı Kantçı anlamda, bir boş alan olarak tanımlayan ve bu alanı güzel nesnelerle dolduran klasik estetik paradigmanın öteki tarafına geçmişlerdir. 2 Marx’ın açıklamasına göre sisteme içkin eleştiri, örneğin Protestanlığın Katolikliğe yönelttiği eleştiridir, eleştiri bir din sisteminin içinden yapılır, oysa özeleştir, sistemin dışından yapılan bir eleştiridir, örneğin ateizmin din eleştirisi. Kuram ve Araştırma Dergisi 174 İLETİŞİM SüreyyaKaracabey Örneğin, Duchamp, bir pisuarı imzalayıp, sanat eseri olarak sergilediğinde, kışkırttığı soru, “sanat nedir” sorusudur, sanatın alanını, ne ile doldurursanız, sanattır demektedir. Dönem, birbirinden farklı yönelimlere sahip hareketleri içinde barındırır, ortak noktaları, sanat nedir sorusuna cevap vermek için giriştikleri hummalı çalışmalardır. Sanatın klasik temsil biçimi ve temsil mekanları sorunsallaşmıştır ve döneme damgasını vuran, “hayatın estetikleştirilmesi” çağrısı, düşünceleriyle bir yaşam felsefesini mümkün kılan Nietzsche’den kaynaklanmaktadır. Nietzsche’nin yanılsama ve gerçeklik konusundaki klasik ikiliği aşmaya çalışması ve bütün olgulara estetik yanılsama açısından bakması, dönemin sanatsal uygulamalarına düşünsel bir temel oluşturması açısından önemli görünmektedir. “Kısacası” der Allan Megill, “ sanat yapıtı anlamındaki sanattan, asli yanılsama- yaratıcı eğilim şeklindeki daha geniş anlamında sanata geçilmiştir” (Megill, 1998: 82). Yanılsama, insanı hakikatin korkunçluğundan koruyacak bir çeşit Apollon’un “maya tülü” dür ve dünyanın kendisine estetik bir boyut kazandıran bu düşünce, sanat ile yaşam arasındaki bütün ayrımların iptaliyle sonuçlanır. Nietzsche herkese sanatçı olmalarını önermişti, dönemin gerçeküstücü sanatçıları, sokaklarda dağıttıkları el ilanlarında, “Gerçeküstücülüğe bilinçten uzaklaşan herkes erişebilir” diye seslenmektedirler (Joubert, 1993: 56). Şiirsel etkinlik, deha’ya, sıra dışı kişilere özgü bir şey olmaktan çıkıp, herkese eşit olarak paylaştırılmış bir şey haline gelmiştir ve bu durumda da her insan şair olabilir. Dönem sanatının ayırıcı özelliklerinden biri olan öz-gönderimsellik, sanatın meta bir düzleme geçtiğin işaretidir ve yaşamın estetikleştirilmesi projesinin kaçınılmaz duraklarından biridir. Bir teknik araç olarak meta- tiyatro ya da meta – kurmaca, sanatın dışsal bir şey anlatmaktan vazgeçerek, kendi sürecine, oluşum nedenlerine dikkat çekmesi anlamına gelir. Sanat, artık “ne” sorusuna cevap vermez, sanatın sorusu, “nasıl” sorusudur. Sanatsal oluşumlar, kendi süreçselliklerinin bir ifadesidir, örneğin, eskiden resmettiği nesne karşısında tefekküre dalınan, bir tefekkür nesnesi olan resim, şimdi hangi unsurlardan oluştuğunu, nasıl yapıldığını gösteren bir tekliftir. Uç örneklerini, dönemin kolaj- resimlerinin oluşturduğu bu eğilimde, resim gösterenlerin özgür bırakıldığı boş bir alandır. Alan, sanata işaret eder ve sanatçı, onu kağıt parçaları, kumaş kesikleri, ilgisiz nesnelerle doldurarak, onun materyal değerine dikkat çekecektir. “Ben bunlardan oluştum” diye seslenir resim. Tiyatro da, hatta müzik de benzer süreci izler, biri atonal seslerde, melodiye değil, sesin fizikselliğine dikkat çeker, öteki sahnesel oluşumun içindeki unsurların (beden, müzik, ışık, kostüm, dekor, vb.) kendiliklerine dikkat çeker. Kendi hakkında bir düşünce olarak biçimlenen tiyatroda, ya oyun içinde oyunla, tiyatro durumuna dikkat çekilir (Pirandello: Altı Kişi Yazarını Arıyor), ya da genel bir üslup ilkesine dönüşen parodiyle, geçmiş tiyatro metinlerini konulaştırır (Alfred Jarry: Kral Übü). Tiyatro metaforik bir nitelik kazanmıştır, Helmarr Schramm, tiyatro metoforunun yaygınlaşmasıyla dünyanın bir tiyatro olarak kavranışı arasında mantıksal bir bağ kurar (Schramm 1990). Özellikle Barok çağın karakteristik bir özelliğidir, tiyatronun İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Gündelik yaşamın tiyatrosu 175 metafor olarak kullanılması. Schramm, Barok çağın düşünsel ortamında, Tanrı’nın bir rejisörü olan dünya sahnesinde insanların kendilerini oyuncu olarak gördüklerini belirtir. Geçici bir dünya imgesi, çağın özelliğidir ve en iyi ifadesini Calderon’un ve Shakespeare’in oyunlarında bulur. Kararsız, kuşkularla dolu, eski ile yeni arasında kalmış Barok dönemi ile avangard hareketlerin ait oldukları dönemin özellikleri arasında bir paralellik kurulmuştur. Aslında metafor olarak tiyatro, tam olarak şuna işaret eder, bütün dünyanın bir tiyatro olduğu yerde, tiyatro, zorunlu olarak “tiyatronun tiyatrosu”dur. İki dönemin karşılaştırılmasını mümkün kılan çalışmalardan biri de Walter Benjamin’e aittir, 17. Yüzyıl Alman Yas oyunlarını incelediği bir çalışmasında, Benjamin, Barok ruhunu geçicilikle, güvensizlikle nitelendirmiştir; bozulmuş eski bir dünya imgesinden arta kalanlarla oluşturamadığı anlamı, sadece nesneleri birbirine ekleyerek, organik bütünlüğünü yitirmiş parçalarla sağlamaya çalışan bu çağın temel travmasını, dinsel tasarımdaki değişimle açıklar. Ortaçağın Katolik bilme biçiminin yerini Calvizm’in getirdiği yeni bilme biçimi almıştır ve ikisi arasındaki temel farkı, insan edimlerinin Tanrı’nın huzurunda nasıl değerlendirilebileceğine ait eminliğin yerine geçen belirsizlik oluşturmaktadır. Ortaçağın sıradan bir mümini , ibadetlerini yerine getirdiğinde, Kilise’nin buyruklarına riayet ettiğinde Tanrı tarafından seçildiğini bilir, oysa artık, Tanrı’nın seçimi, insani edimlere bağlı değildir, yani buradaki davranışlarla Tanrısal inayete kabul ediliş arasındaki hat, dolayım kazanmıştır. Yerinden oynamış anlamlar dünyası, eskinin tanımlı bölgelerini çözerek belirsiz bir dünya üretir (Benjamin, 1963: 65). Şüphesiz dinsel duyuştaki bu yarılmaya, bilimsel gelişmelerin getirdiği yeni bilgilerle, teolojik bir tasarımın etkisinden kurtulmamış bireyin bilgisi arasındaki çelişkileri de eklemek gerekecektir. Rolünü oynayan insanlardan oluşan dünya imgesi, hakikat kuşkusunun içinde gelişir ve böylece ilerlemenin vaatleri ile modern dünyanın düş kırıklıklarını eşzamanlı yaşayan avangard hareketlerin ikilemlerini anlatmak için Barok çağ bir modele dönüşür. Burada, gerçeklik ve kurmaca arasında, bir şeyden kaçınılmaya çalışıldığı için hala bir gerilim vardır, sanat yabancılaşmayı, şok ilkesiyle sarsmaya çalışırken, tüm geleneksel kurumları yıkmaya uğraşırken devrimci bir ruha, bir protesto gücüne sahip görünmektedir. Ancak tarihsel süreç, onların niyetlerini sistemin içine dahil ederek eritecek, avangard olumsuzlama, sonraki tekrarında eleştirel gücünü yitirecek ve metalaşmaya karşı bir itirazla başlayan süreç, sanatın kendisini metaya dönüştürecektir. Şimdinin ontolojisi Henri Lefebvre (1983), gündelik yaşamda karşımıza çıkan tiyatronun etki gücüne hiçbir sanatsal tiyatronun erişemediğini düşünmektedir, özellikle politikanın sahnesi, tiyatronun bütün yaşam enerjisini kendini kamusal yaşamda güçlendirmek için kullanır ve bu durumda gündelik yaşam, tiyatro sahnesinde gördüğümüzden daha dramatik, daha etkili figürler üretmektedir. Kamusal yaşamın teatral bir boyut kazanması, tiyatronun varoluşunu tehdit eden bir unsur haline gelmiştir, ancak bu meşru- Kuram ve Araştırma Dergisi 176 İLETİŞİM SüreyyaKaracabey iyet krizi bütün sanatlar için geçerli görülmelidir. Jean Baudrillard, bu noktayı, klasik kategorilerin çözüldüğü durumu, sanatın, “vanishing point”i olarak adlandırır. Geleneksel sanatlarda yaşanan kimlik ve meşruiyet krizi, “dünyanın estetikleşmesi”nin sonucudur ve kendi özerk statüsünü yitiren sanatlar, “sanat ve toplumun estetikleşmiş mekanı arasında, teknolojinin yönetimi’nin sultası altında, sadece bir tercüme merci olarak görev yapmaktadır” (Schramm, 1996: 15). Sanatın temsil edilişinin tür ve biçimlerinin, tekniğin aracısı olduğu genel bir sahneleme fikri tarafından tayin edilmesi, zamanın kültürel durumu için doğal kabul edilmektedir. Gerçekliğin sahnelenmesi, zaten kendisi “senaryolaşmış bir düşüncenin” mantığına uygundur ve yaşam giderek, “ kurmaca gerçekliklerin deneyiminin, seyredilen, ikinci elden bir yaşamı ” (Schramm, 1996: 15) olarak görülmektedir: Kurmacanın kurmacası olarak. Post bir gerçekliğin içinde yaşayanların, kendini sahneleme eğilimi arttıkça, sanatın ifade ediş biçimlerinin eski ayrıcalıkları elinden alınacak ve algılama odaklarının hızla dönüşüme uğradığı bir zamanda, kültürün merkezine “oyunun kuralı” yerleşecektir; kültürel çözümlemeler ise, köy olarak dünya, hareketsizlik olarak hareket, başarısızlık olarak başarı, dilsizlik olarak dil türünden paradoksal nitelemelerin aracılığıyla gerçekleşir. Bugünün kültürel dünyasında kaydedilen değişimlere paralel olarak, geleneksel tiyatro kavramının kullanımı da yenilenir ve teatrallik, disiplinler arası kullanılan bir terim haline gelir, artık pek çok disiplin- sosyoloji, psikoloji, etnoloji, kültürbilim vb.- nesnesini çözümlerken teatrallik teriminin yardımına başvurur. Amerikalı toplumbilimci, Erving Goffman, 1959 yılında yayınlanan kitabında (Goffman, 1983) tiyatro modelinden yola çıkarak ve odağa kendini göstermeyi yerleştirerek, gündelik davranışların çözümlemesini yapar; toplumsal rol oyuncusu olarak kişilerin, eylemlerini, dil, jest, mimik ve kostümlerini, sahne üzerinde belirli dramaturjik ilkelere, kurallara göre hareket eden oyuncularla karşılaştırır. Goffman, hem bireyin/ tikelin davranış maskelerini, hem de toplumsal grupların üyelerinin birbirlerinin davranışları üzerindeki ortak etkilerini, zaman ve mekan kategorilerini de dikkate alarak, dramaturjik teknikler ve sahneleme süreci gibi inceler. Burada, dinamik olduğu varsayılan toplumsal bir yapının, stabil bir sahne düşüncesi içinde dondurulması söz konusudur. Yine bir başka toplum bilimci, Pierre Bourdieu, Die feinen Unterschiede başlıklı kitabında, toplumsal ilişkilerin estetik bir taslağını oluşturmaya girişir; çağdaş ortak yaşamın estetik biçimlenişini, duyusal olarak deneyimlenen, toplumsal çatışmaların yarattığı koşulları dikkate alarak anlatan yazar, uçurum, mesafe ve fark’ı, bu çatışmalar için birincil görür ve algıyı biçimlemede toplumsal, politik ve kültürel işleve sahip olduklarını belirtir. Görmek, işitmek, dokunmak, hissetmek, tat almak olarak algı; zevkin, hazzın algısıdır. Oysa Kantçı tasarımda estetik beğeni/zevk, her türlü çıkar ilişkisinden, herhangi bir gereksinimi karşılamaktan uzaktı, estetik beğeninin düşünsel tasarımı, böylece doğrudan bedenin gereksinimleriyle birleşir. Müzik ve mutfak, resim ve spor, edebiyat ve kuaförlük, Bourdieu’ya göre bir birliğin içine eklenirler. İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Gündelik yaşamın tiyatrosu 177 Teatralliğin toplumsal yapıyı ve gündelik ilişkiler içindeki insanı tanımlamak için kullanılmasının, daha eski bir örneğini de Marks’ın kapitalist sistem içindeki insanları, karakter maskesi olarak nitelemesi oluşturur (Münz, 1979). Örnekleri çoğaltmak mümkündür, toplumbilimcilerin ve antropologların teatrallik kavrayışları, tiyatro teorisinde de karşılık bulur, yeni teoriler genellikle antropolojinin ve toplumbiliminin verilerini kullanırlar. Uri Rapp, “tiyatroyu hem bir toplumsal durum hem de karşılıklı toplumsal ilişkilerin somutlanışı olarak ele alan Handeln und Zuschauen’de (1973) yakın dönemin sosyolojik ve antropolojik araştırmalarını kullanır (Carlson 2007:50). Gündelik yaşamın “görünmez” tiyatrosu, normalliğin sahnelenmesi sonucunu getirir ve bu koşullarda teatrallik, hareketin ve dilin özel bir biçimi değil, algılamanın özel biçimidir. ”Gösteri Toplumu” nda, algının niteliğini ise gözlemcinin perspektifi tayin edecektir, bu türden bir gözleme ilişkin Michel de Carteau’nun , iki uç bakış açısını karşı karşıya getirdiği pasajını, Schramm, örnek olarak gösterir. Yer, New York, Manhattan’daki Dünya Ticaret Merkezi’nin 110. katıdır ve manzara şöyle betimlenir: Bu “beton, çelik ve camdan yapılmış sahne”den bakıldığında, şehir bir “metin örgüsü” gibi etki eder ve yüksek mesafe, gözlemcinin, röntgencinin, “bu metni okumasına, bir güneş gözü olmasına ya da Tanrının bakışı olmasına “ izin verir. Bakış noktası dışındaki her şey bilmenin kurmacasıdır. “Şehrin bildik kullanıcıları ama, aşağıda yaşarlar, (…) yayalar, seyyahlar ve onların bedenleri kentsel metnin yazısı için bir yazısal imgedir, onlar yazarlar, yazdıklarını okuyamazlar (Schramm, 1996:33). “Oynanan ve yaşanan hayatın” sakinleri, hem turistlerin, röntgencinin bakışına sunulan bir oyun oynayacak, hem de ortak yaşam mekanlarında kendilerini sahneleyecektir. Gerçekliğin kurmaca bir karakter kazandığı bir zamanda, tiyatronun yeni arayışlara yönelmesi, kendini var edebilmek için yeni ifade biçimleri araması kaçınılmazdır. Seyirciyle yeni bir ilişki kurmak arzusu, avangard sanatın da temel yönelimini oluşturmuştu, sahne ile seyir yeri arasındaki boşluğu kapatma, tiyatro mekanlarının dışına çıkma, seyirciye kapalı bir temsil değil, bir “kışkıtma” olarak gösteri sunma, ya da kendi gereksizliğinin iç bilincini, aşırı anlamsızlaştırmalarla dile getirme, hepsi, artık sanat olmadığını bilen bir sanatın yarattığı görüntülerdi. Tiyatronun, hakikatin kurucusu olarak tarif ettiği dile yönelik kuşkusu, zaten metni, tiyatronun “burada ve şimdi”liğine uymayan bir yabancı beden haline getirmişti. Dolayısıyla, daha çağdaş arayışların, örneğin happening’in temelleri, dadacıların yıkıcı gösterileri tarafından zaten öncelenmişti. 1950’li yılların yarısından itibaren, Japonya, Amerika ve Avrupa’da eşzamanlı olarak gelişen, disiplinler arası ifade biçimlerinin farklı formüllerini geliştiren sanatsal olaylara verilen bir üst terimdir happening. Sanatsal eylem ve materyal, happening’le birlikte klasik temsil yerinde sahnelenmez ya da sergilenmez, kamusal alanların içine giren sanatçılar, burada kendilerini var edecek bir yer ararlar. Rol ortadan kalkmış, sanatçılar gösterinin, öteki materyalleri gibi bir unsuru haline gelmiştir. Susan Sontag, happening’in zamandan bağımsızlığı ifade ettiği kanısındadır, çünkü gösterinin, önceden belirlenmiş bir süresi yoktur, daha da önemlisi seyirciler, tanık oldukları olayın ne zaman biteceğini bilmeden seyrederler. Çoğunlukla, bir defalık olan bu olaylar, bir öykü, olay örgüsü ya da gerilime ait herhangi bir unsur Kuram ve Araştırma Dergisi 178 İLETİŞİM SüreyyaKaracabey taşımazlar. Onun zamanı, mutlak bir şimdidir. Dil, en asal noktasına kadar azaltılır; dil, sadece bir gerekliliğin dilidir. İçerdiği eylem ve jestler ise, genellikle aynının tekrarından oluşur (Sontag, 1999:409-410). Happening, bir karşılaşma “tezgahlar”, gündeliğin tiyatrosunun içine katılmak istemiştir, gündelik zamanın –kısa bir süre için, bir belirsizlik içinde- durdurulması, zamanın bir çeşit esnetilmesi ve kendi varoluş koşullarını elinden alan toplumsalı, sanatın, sanat dışılığını kullanarak, bildik kalıpları kırarak şaşırtmak ister. Hemen ve şimdide vuku bulan olay olarak happening, gündelik yaşamın sakinlerini farklı bir deneyimle yüz yüze getirmek ister, ancak, şaşırmak, bir gösterinin sekanslarında yaşadığını düşünen oyuncu-seyirci için, artık imkansızdır, çünkü şaşkınlık, oyunun kuralıdır ve alışılmış bir duygu durumuna dönüşmüştür. Bir olay, anidenliğin sarsıcılığıyla, sanatın yitirdiği geleneksel etki gücünü yeniden elde etmeye çalışır, eğer sokaklar doğal tiyatronun bir sahnesiyse, sanatın temsil yeri olarak bu sokakları seçmesi bile, yaratmaya çalıştığı etkiyi daha baştan, tersine çevirir. Gündelik yaşamın mekanlarına giren sanatçılar için sokaklar tek seçenek değildir, fabrikalara, insanların çalıştıkları büyük iş merkezlerine de giderler ve kendilerini “yerin misafirleri” olarak nitelendirirler. (Lehmann, 1999: 306) Tiyatro ya da gösteri, gündelik yaşamın farklı mekanlarında kendine bir yer arar. Estetik yaşamın kendi bedeninde, her gün yeniden ürettiği biçimler oyununa karşı, sanatsal hamlelerin onunla giriştiği tuhaf rekabetin sonucunda, rolünü elinden kaptıran oyuncu, artık rolün yeni sahiplerine, eskiden olduğu gibi, hakiki bir yaşamın kurmacasını sunamayacaktır. Tersine dönmüş bir ilişkinin yeni gramerine uygun olarak rolden vazgeçecek, kendi fenomenal bedeninin mevcudiyetine dikkat çekecek, çabuk sıkılıp, çabuk tüketen bir kitlenin karşısına gerçeklik iddiasıyla çıkacaktır. Ya da onun dolaştığı, çalıştığı, dua ettiği, alışveriş yaptığı mekanlara “dalarak”, kendini göstermeye çalışacaktır. Ama gerçek yaşamın teatralleştiği bir yerde, sanatın kendini bir gerçeklik olarak sunması hiçbir biçimde bir fark yaratmaz, ikisi de aynı bütünün bir parçası olarak işlevselleşirler. Sokakları atölye haline getiren sanatçılar, sokakta “yani herkesin marjinal olduğu bir toplumsal ortamdaki herhangi bir marjinal kişiliğe dönüşerek merkezden yoksun” (Kuspit, 2006: 70) kalacaklardır, çünkü “sokakların merkezi yoktur.” Sanatın kişisel bir alan yaratmaksızın, toplumsal alanı işgal ettiği bu konumda, dışsal dünyanın koşullarına karşı bir seçenek geliştirmesi imkansızlaşır, çünkü, o, kalabalığın içinde hüküm süren koşulları yeniden üretmektedir. Donald Kuspit, sanatın, bu biçimde yaşamdan üstün bir şey olarak görülmediğini, yaşam yarışı kazandığı için, sanatın yaşama katılmaktan başka bir şey yapmadığını söylemektedir. Allan Kaprow’un şu sözleri, gündelik yaşamın tiyatrosunun gerisinde kalan sanatı çok iyi betimlemektedir: (…)gettolarda yaşayan ailelerin antropologlar tarafından (bu ailelerin izniyle) uzaktan kumanda edilen kameralarla çekilen yaşamları o ünlü, gerçekçi yer altı dünyası filmlerinden daha muhteşemdir;(…) Süpermarkette alışveriş yapan insanların rasgele, esrik hareketleri modern danst yapılan her tür hareketten daha zengindir;(…) vb.., vb.. sanat olmayan şeyler İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Gündelik yaşamın tiyatrosu 179 sanat olan sanattan daha çok sanattır (Kuspit, 2006). Allan Kaprow, happening’in Amerikalı öncülerindendi, sanatın yaşam tarafından yok edilmesinin gerekliliğini dile getiren biri olarak, sanatçı olarak adlandırılmayı arzu edenlere yapmaları gereken tek şeyin çevrelerine sanatsal açıdan bakmak, bunu açıklamak ve çevrelerindeki insanları da buna ikna etmek olduğunu söylemiş ve “buna da reklam denir” diye de eklemişti. Gündelik yaşamın içine, sokağa, ondan uzaklaşmak için, onu dönüştürmek için değil, eklemlenmek üzere “sızan” sanat, kendini görünür kılmaya çalıştıkça görünmez ve etkisiz hale gelir; sokakların sakinleri için karşılarına çıkan ve can sıkıntılarını bir süreliğine durdurmaya çalışan eylemler, onun kendi yaşamının bir uzantısıdır. Sanatın yaygınlaşan bu post biçimini, Kupshid, sokağın bir atığı olmakla suçlar, bu benzetme, gündelik nesneleri, çöpleri seçip dizerek, alımlayıcının karşısına getiren, atıklarla oynayan sanatçıya yapılan bir göndermedir. Gündelik yaşam, bu durumda, sanatla ilişkisini onu eğlendiren ya da canını sıkan metalarla kurduğu ilişkiler gibi kurar; sabırsızlıkla bir an gözünün önünde beliren manzaraya, kısacık bir bakış atar, sonra da yoluna devam eder, gösteri ise, dünya sahnesinde oynanan gündelik temsillerden sadece biridir. Sanat, bu biçimiyle, ne farklı bir varoluşun deneyimini sunar, ne de içinde kaybolunan yüzey görüntüsünü aralayacak bir seçenek olarak görülür. Yeniden üretmenin sonsuz döngüsüne eklemlenerek, farksızlığını olumladığı yaşam gösterisinin unsurlarından biri haline gelir, toplumun bütün üyeleri gibi kendini görünür kılmaya çalışır, onların arasında dolaşır, ancak herkesin kendini sahnelediği bir mekanda bütün bu olanları kim izleyecektir, barok çağın hiç değilse bir Tanrı seyircisi vardı. Sonuç Sanatı yaşamla birleştirme hamlesinin tarihteki ilk belirişi tarihsel avangardlara aitti; yakın zamanların sanatı da aynı arzuyu dile getirmektedir, ancak tarihsel bir olayın tekrarı elbette “fars” olarak görülecektir. Avangard hareketlerin içerdiği yıkıcı eleştiri, burada aşılmıştır, çünkü eleştiri her şeyden önce mesafeyi gerektirir. “Mesafelerin gözden kaybolduğu” bir dönemde sanat, eleştirel konumunu yitirecektir. 20. Yüzyılın başlarında yabancılaşma negatif bir anlama sahipti, oysa yabancılaşma eski negatif anlamını yitirmiş ve pozitif bir içerikle karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği gibi yabancılaşma, Marks’a göre kapitalist sistemin ortaya çıkardığı, tarihsel bir durumdu. Tarihsellik aynı zamanda tarihselleşebileceğinin işaretlerini içermekte, bir zorunluluktan çok geçici bir semptom olarak görülmektedir. Oysa yabancılaşmanın Hegelci konseptinde, bir zorunluluk söz konusudur, kaçınılmaz bir biçimde Tin’in kendini gerçekleştirme hamlelerine bağlanmış, kendini tanımanın zorunlu biçimi olarak kavramsallaştırılmıştır. Yabancılaşmanın bu biçimiyle uzlaşıldığında, yabancılaşma negatif anlamını yitirir. Ayrıca, avangard hareketlerin ortak biçimsel ilkesi olarak görülen şok ilkesi, yadırgatma, otomatikleşmiş algının yarattığı körlüğü ortadan kaldırmak türünden bir hedefe sahipti. Artık, şok gündelik hayatın tiyatrosunun vazgeçilmez unsurlarından biridir, hızla geçip giden görüntülerin yarattığı “görme baskısı” ile Kuram ve Araştırma Dergisi 180 İLETİŞİM SüreyyaKaracabey aşırı uyarılan algı körleşmiş, sürekli yeni bir olaya maruz kalan insan kayıtsızlaşmış ve geçmişte devrimci bir teknik olarak görülen yabancılaştırma, araçlar tarafından aşırı kullanıldığından, hatta sömürüldüğünden bütün etkisini yitirmiştir. Gündelik yaşamın tiyatrosuna sarsıcı bir olay olarak giren sanat, en marjinal duruşunda bile sistem tarafından tanımlanarak, onun bir fazlası olarak görev alarak işlevini yitirmektedir. Yaşanan Herbert Marcuse’ün sözünü ettiği türden bir “olumsuzlama” eksikliğidir, ancak günümüzde sanatın bu olumsuzlamayı hangi araçlarla, nasıl elde edeceği hala bilinmemektedir. Sokağın tiyatrosu, her türden beklenti bozmayı, süreklileştirmek yoluyla normalleştirir, fazla eğlenmekten, uyaranların aşırılığından canı sıkılmış insanı, canının neden sıkıldığı konusunda düşünmeden eğlendirmeye ve oyalamaya geçen pop-sanat, neyi, nasıl değiştirebilir? İnsanlar işlerine gidecek, modern hayatın yarattığı “boş zaman” baskısının altında hazlarının bir listesini çıkaracak ya da televizyonda naklen savaş izleyecektir, akşam yemeklerini kopmuş kafaların, yanmış derilerin görüntüsü eşliğinde yiyen insanı, sanat, şaşırtmaktan belki de vazgeçmelidir. Çağdaş yaşamın getirdiği bütün yeniliklere hızla uymanın bir anlamı var mıdır, ya da hız ilkesinin başatlığıyla uzlaşmanın. Belki de gerçekten şu atasözünde söylendiği gibi “akıntıda yüzebilen sadece ölü balıklardır” ve sanat, akıntıda yüzmekten vazgeçtiğinde, gündeliğin sahnesini değiştirmeyi ya da insanlar için bir anlama sahip olmayı, yeniden başarabilir. Şimdi, oturalım ve hep birlikte sokağın tiyatrosunu seyredelim. KAYNAKÇA Benjamin, W. (1963) Ursprung des deutschen Trauerspiels, Suhrkamp Verlag. Bürger, P. (1974) Theorie der Avangard, Suhrkamp Verlag. Bourdieu, P. (1984) Die feinen Unterschiede. Kritik der gesellschaftlichen Urteilskraft. Frankufurt a. Main. Carlson, M. (2007) Tiyatro Teorileri, Çev. Eren Buğlalılar,Barış Yıldırım, De Ki Yay. Goffman, E (1983) Wir alle spielen Theater. Der Selbstdarstellung im Alltag, München. Innes, Christopher (2004) Avant-Garde Tiyatro. Çev.Beliz Güçbilmez, Aziz V. Kahraman, Dost Yay. Jourbert, J- L (1993). Şiir Nedir? Çev. Ece Korkut, Öteki Yay. Kuspit, Donald (2006) Sanatın Sonu, Çev.Yasemin Tezgiden, Metis Yay. Lefebvre, H (1974) Kritik des Alltagslebens, Frankfurt a. Main. Lehmann, H-T (1999) Postdramatisches Theater, Verlag der Autoren. Megill, A. (1998) Aşırılığın Peygamberleri, Çev. Tuncay Birkan, Bilim ve Sanat Yay.. İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Gündelik yaşamın tiyatrosu 181 Mersch, D (2002). Ereignis und Aura, Suhrkamp Verlag. Münz, R. (1979) “Charaktermaske und Theatergleichnis bei Marks.”, Das Andere Theater, Studien zu einem deutschsprachigen Teatro dell’arte der Lessingszeit, Berlin. Schramm, H. (1990) “Theatralitaet und Öffentlichkeit”, Aesthetische Grundbegriffe Studien zu einem historischen Wörtebuch, hrsg.,K.Barck, M.Fontius, W.Thierse, Berlin. ------------------(1996), Karneval de Denkens, Akademie Verlag. Sontag, S. (1999) Kunst und Antikunst, Çev.Mark W. Rien, Fischer Taschenbuch Verlag.