Sayfa 20 Şubat 2004 Serxwebûn DE⁄‹fi‹MDE SANAT VE KÜLTÜR ◆ D eğişim. Herkes bir şeylerin değişmesinden yana. Kimisi az kimisi çok, ama her halükarda ve koşulda, insanlar yaşamın iyiye gitmediğinin farkında. Yaşadığımız çevre ile duygu dünyamız arasındaki farklılık, değişim gerekliliğini hatırlatmakta. İstemlerimizi gerçekleştirme şansından tutalım da yarattığımızın yaşamımızı etkileme ve geliştirme düzeyindeki zayıflığa kadar gelen çelişkiler çağımızın temel sorusu durumunda. Bunun nasılına ilişkin verilen cevaplar ise yüzyılın çatışma nedenlerinin başında geliyor. Yaşam anlayışımız, arayışlarımız, ilişki biçimlerimiz ve eylem tarzımızdaki farklılıklar bu soruya aradığımız cevapta yatan farklılığa dayanıyor. Yaşadığımız coğrafya ve zaman açısından ele aldığımızda ‘nasıl bir değişim istiyoruz’ ya da ‘sorunun kaynağı nerede’ sorularına doğru bir cevap hala aranmakta ve bunun mücadelesi verilmekte. Bu mücadelelerin en büyüğü hatta birçok savaşın nedeni olabilecek zemin “kültür”dür. Kültür ve sanat alanında yaşanılan bu mücadele, siyasal ve askeri örtüyle örtülmüş olsa da, günümüz çelişkiler düzeyi ve bilim teknik gelişimin ulaştığı ilişki düzeneği bu mücadeleyi gün yüzüne çıkarmıştır. Büyük bir kavga ile sürdürülen mücadelenin başarısı ve toplum yaşamının gelişmesi ise doğru ve gerçek olana dayanma oranına denktir. Bin yıllardır büyük savaşlara tanık olan Ortadoğu’nun bugün içinden çıkılmaz siyasal, sosyal sorunlara sahip olmasının nedeni de özünde bir kültür mücadelesidir. Yaşam biçimindeki farklılığın dayandığı derin mitolojik inanç ve büyük gelişimlere rağmen hala çözülemeyen islamiyetin etkisi, dışarıdan dayatılan her türlü farklılığı reddetmeye götürmüştür. Bugün Ortadoğu için bir değişikliğin, yenilenmenin gerekliliği konusunda herkes hemfikirdir. Ancak bunun nasılı konusu oldukça tartışmaya yol açan hatta savaşlara bile neden olan bir konudur. Tarihsel akış göstermiştir ki, Ortadoğu asla savaşlar ve dayatmalarla değişmez. O ancak kendi yarattıkları ve ihtiyaçları çerçevesinde değişir. Bu nedenle değişimi dışarıdan bekleyen, yönetim değişikliği ile olacağına inanan, Batı’nın geçirdiği evreleri Ortadoğu’nun da geçirmesi gerektiğini düşünen eğilimler etkili olamamıştır. Özgürlük mücadelemiz bu konudaki düşünce farklılığını hep ortaya koymuş ve bunun için gerekli tüm mücadele alanlarını açmaya çalışmıştır. Ortadoğu’nun değişmesi için gerekli tüm tarihsel birikimlere ve halkların kültürel zenginliğine sahip olduğu düşüncesinden hareketle yine kendi yaratımları ile değişeceği konusundaki ısrarı, mücadelemizde kültür ve sanat alanında aktif bir mücadele gerekliliğini hep gündemde tutmuştur. Çünkü bir medeniyet yaratılış diyalektiği ile kendisini yeniler ve değiştirir. Bu nedenle yeni örgütlenme modelimiz olan KONGRA-GEL, halkların yaşamlarında yaratılacak olan bir değişikliğin yine halkların kendi öz dinamikleri ile olacağından hareketle her türlü sanatsal ve kültürel yaratımı desteklediği gibi, bu konuda yanılgılı yaklaşımlara karşı da mücadele edecektir. Sanat ve kültür alanında doğal bir gelişimin olmaması birçok nedenin yanı sıra, tarihsel gelişimden kopuk ele alınması, sınıflı toplumun sanat ve kültür yaklaşımından kurtulamamasından kaynaklanmaktadır. Öncelikle doğru tanımı koymak ve sanat yaklaşımlarının ve gelişim sorunlarının kendi başına bir mücadele sahası olduğunu kabul etmek gerekiyor. Çünkü gerçek olan biraz da orada saklıdır. Kendini yaratma biçimi olarak sanat S ırlarla dolu doğada insanın kendini yaratma biçimi olarak tanımladığımız sanat, insanın yaşam öyküsü ile eş zamanlıdır. İnsanın duyumlarını yorumladığı, işlediği ve eyleme geçtiği süreçte ortaya çıkmıştır. Bu nedenle sanat, insana özgüdür ve insanın tüm yaratımlarının, yetkinliğinin temelidir. Diyebiliriz ki, insanın doğada kendi yaşamına biçim vermek için ürettiği her araç ve uyguladığı yöntem sanat kapsamına girer. Günümüzde sanatın, özüne denk düşen bir işlevsellikte olamaması doğru bir tanımlamanın yapılmamasından kaynaklanıyor. Dar sınırlar içerisinde, toplumsal dinamizmden yoksun, dönüştürücülükten değerinin ve emeğinin öneminin bilinmediği günümüzde, sanatın yanlış ifadesi ve işlevselliğinin yetersizliği toplumsal ve bireysel sorunların nedeni olduğu gibi bu sorunları aşmanın bir aracıdır da. Bu nedenle sanatın doğru tanımlanması ve gerçek işlevselliğine kavuşması demokratik mücadele konusudur. Demokratik bir toplum yapılanmasında sanat, ayrışmanın, yabancılaşmanın, üretimsizliğin veya bireyciliğin aracı değil insanın insanlaşmaya ilk adımlarındaki topluma doğru gidişte, bireyin yaratıcı dünyasının gelişmesinde, toplum birey uyumunda, ahlaki, dini, bilim ve dilin yaratımındaki gerçek rolüne kavuşacaktır. Toplumun, toplumsal varlığın ve toplumsal bilincin daha ileriye doğru gidişinde sanatsal yaratıcı etkinliğin rolü tartışmasızdır. ‹deolojisiz sanat sanat› ifllevinden koparmak anlam›na gelir S anatın doğası gereği yaşama dair belirli bir bilgiyi taşıdığından insanların aydınlatılması ile eğitimin önemli bir biçimi olarak işlev görür. Sanatın gerçeklik üstüne edindiği geniş bilgi gerek bireylerin manevi dünyalarının gelişmesi açısından gerek tüm toplumun ileriye doğru gelişmesi açısından son derece değer taşır. İleri toplumsal düşünceler sanatın aydınlatıcı etkisini en üst dereceye çıkarmaya çalışırken, egemenliklerini halk kitlelerinin bilgisizliği ve eğitimsizliği üstüne kuran tutucu, gerici güçler arasında belirgin bir ayrım vardır. Sanat aracılığı ile toplum, yaşama dair bilgi ve tecrübe edinirken, güzele dair hazzı da alır. Bu ne- “Bir medeniyet yarat›l›fl diyalekti¤i ile kendisini yeniler ve de¤ifltirir. Bu nedenle yeni örgütlenme modelimiz olan KONGRA-GEL, halklar›n yaflamlar›nda yarat›lacak olan bir de¤iflikli¤in yine halklar›n kendi öz dinamikleri ile olaca¤›ndan hareketle her türlü sanatsal ve kültürel yarat›m› destekledi¤i gibi, bu konuda yan›lg›l› yaklafl›mlara karfl› da mücadele edecektir.” “S›rlarla dolu do¤ada insan›n kendini yaratma biçimi olarak tan›mlad›¤›m›z sanat, insan›n yaflam öyküsü ile efl zamanl›d›r. ‹nsan›n duyumlar›n› yorumlad›¤›, iflledi¤i ve eyleme geçti¤i süreçte ortaya ç›km›flt›r. Bu nedenle sanat, insana özgüdür ve insan›n tüm yarat›mlar›n›n, yetkinli¤inin temelidir. Diyebiliriz ki, insan›n do¤ada kendi yaflam›na biçim vermek için üretti¤i her araç ve uygulad›¤› yöntem sanat kapsam›na girer.” ve üretimden öte tüketime ve verili olana dayalı olması günümüz toplumsal sorunlarının nedenlerinden biridir. Halklar arasındaki ön yargılardan, toplum ile birey ilişkisinin uyum sorunlarından ve insan ile doğa, insan ile bilim arasına örülen duvarlara kadar olan sorunların kaynağında sanatın işlevsel rolünü doğru oynamaması yatmaktadır. Bu nedenle toplumsal sorunlara çözüm ararken, insanlar arası ilişki bilgisinden, dinsel inançlardan, bilimden ve bilgiden yararlandığımız kadar sanatın toplumsallaştırma ve bireysel yaratım gücünü de görmek gerekiyor. Çünkü sanat, reel olanın sınırlarının dışında bir tasarım içine girmekte ve insanların yaşamlarını kendi yasalarına göre düzenlediğinden gerçekliğe bağlı kalmaktadır. Sanatsal üretimin gerçek Sınıflı toplum ile birlikte sanat işlevsellikte bir daralmayı yaşamakla kalmamış sadece egemen sınıfın yaşamının bir aracı haline gelmiştir. Sınıfları birbirinden ayrıcı bir özellikte olmanın yanı sıra egemenlerin gücü ve köleliğin aşılamaz sınırları da sanatla belirlenmiştir. Bu anlamda uygarlık gelişiminde sanat, toplumsal farklılıkların belirginleşmesi ve bu farklılığın mutlaklığını ifadelendirmekle sınırlı bırakılmıştır. Bir anlamda da sanatsal etkinlikte bulunmak, ilk çağlardan günümüze kadar insanın kendisini toplumsal bir varlık olarak biçimlendirmesi düşüncesini egemene göre oluşturmasıdır. Kısacası bireyi yalnızlaştıran toplumsal değer yönlendiricilerini öğretmek yerine hiçbir amaca bağlı olmayan bireyi yaratma aracı olan sanat, varoluş biçimine ters düşer. denle sanat aracılığı ile öğrenme, kendini yetiştirme hoş ve özlem duyulan bir sosyal etkinlik olur. İnsanın çevresini ve doğanın bilgisini edinmesinin bir aracı olmakla kalmaz, insanın kendisini tanıma ve gerçekleştirme aracı olarak da işlev görür. İnsan bu yolla kendisini, içinde yaşadığı toplumu ve rolünü, gücünü ve sorumluluklarını daha rahat, kalıcı ve eşitlikli bir şekilde öğrenir. Bununla da kalmaz kişinin geleceğe dair ideallerini de yansıtabilir, kişi bunun içinde kendisine hedef belirleyebilir. Günümüz sanatının insan ve toplum bilgisinden kopukluğunun yol açtığı amaçsızlık, insanları sanat yapıtlarına ve faaliyetlerine karşı soğutup, ilgisiz bırakmıştır. Sanatı yaşamın merkezine oturtmak yerine boş zamanların geçirildiği bir uğraş haline getirilmiştir. “Kabul edilemez bir yaşam koşulundan veya onun darlıklarından sıyrılmak, kurtulmak edimi olarak başlayan sanat, sadece bilgi iletme ile kalmaz, o bilginin taşıdığı anlamı, diğer olgularla ilişkisinin nasılını ve değerinin bilgisini, doğa ile insan arasındaki gerçek ilişkilerin bilinişini öğretir.” Yani sanat bizim sosyal, siyasal değer yargılarımızı ve bunlarla ilişkilerimizi düzenler. Kısacası bakış açısı ve davranış kazandırır, eylemselliğe dönüştürür. Bu nedenle her düşünce ve sistem sanatı kendi kalıcılaşmasının ve yaşam olanağı bulmasının yolu olarak seçmiştir. Sınıflı toplum uygarlığı süresince insanlara biçim verme, yaşam görüşü ve davranış kazandırmanın bir aracı olarak kullanılmıştır. Oysa ki sanat, bir araç olmanın ötesinde toplumsal tahribatların giderilmesinde, yaşamın güzelleştirilmesinde, insan ile doğa arasındaki yabancılığın kaldırılmasında önemli bir role sahiptir. Ancak günümüzde sanatın estetik kaygısından çok içerdiği mesajın toplumsal yaşamı ne denli etkilediği bir soru durumundadır. Sanat, insan düşüncesini ve yaşamını kendi yasaları çerçevesinde biçimlendirip, dönüşüme uğratabilmektedir. Sanatın bu gücünün toplumları yönlendiren değerlerin bir aracı olması, onun kendi yasaları ile vücut bulduğu anlamına gelmemektedir. Günümüz sanatında sanatçılar siyasal kavramlardan ve içerikten uzak durduklarını ifadelendirseler de, topluma ön gördükleri yaşam, ilişki ve dünya görüşü tüketim sisteminin yaşam alışkanlıklarının ötesine geçmemektedir. Bu anlamda bir sanatçı eserinde hem bilimsel bilgiyi (psikolojik, sosyolojik, tarih vb) hem de bunun insan ile olgular arasındaki ilişkide bir gelişimi sağlayan imgeyi ifadelendirmesinin kaygısını taşımalıdır. Yaşam deneyimlerinin iletilmesi de ayrıca insan yaşamında ilerlemenin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Toplumsal çözümlemelerden kopuk bir sanat verimli olamaz ve bunu çözümleyemeyen bir sanatçı uzun yıllara sarkan eserler üretemez. Bu nedenle sanatçı, toplumu çözümlemek ile kalmaz, toplumun değişim dinamiklerinin bilimsel birikimlerini de aktarır. Ayrıca eğitmek, biçim vermek ve yenilemek gibi bir işlevinin de farkındadır. Bir dünya görüşü önermeyen, yaşam modeli sunmayan bunun nasılına yönelik mesajı içermeyen eser sanatsal özellik taşımaz. İdeolojisiz sanat, sanatı işlevinden koparmak anlamına gelir. İnsanlara haz vermek mutluluk yaşatmak önemlidir, ama bu, insanı yeni yaşamdan koparıyor, gerçeklikten uzaklaştırıyor, beğeni ölçülerinde bir gelişim sağlamıyorsa üretilen eser, geçici olmaktan kurutulamaz. Oysa sanat, yüzyıllara sarkan kalıcı özelliklere sahiptir. İnsanın beyninde ve yüreğinde izler bırakır. Sanatın sürekli olarak yaratımı öngörmesi onu tüm dogmatik düşünce ve görüşlerden uzaklaştırır. Bu onu, sahip olduğu ideolojiyi sorgulama, onun yeni yaşama ne kadar uyduğu konusunda eleştirme, mücadele etme özelliği olmalıdır. İdeolojisiz hareket edilmediği gibi, ideolojinin mutlaklaşan, dar kalıplar içine tıkatılan yanlarına karşı mücadele de esastır. Diyebiliriz ki, ideolojisiz sanat, sanatı işlevine ve varoluş biçimine denk düşen bir tarzda yapmamaktır. Bu pencereden baktığımızda sanatçıların kültürü hem yeniden yaratma hem de küresel emperyalizmin öngördüğü yaşam anlayışlarına karşı savunma duyarlılıklarında yetersizlik yaşanmaktadır. Kendini dar üretim sınırlarında tutan, ürettiğinin dönüştürücülüğü konusunda kaygı taşımayan tasarımlar zamanın gerisinde kalmaya mahkumdur. Örneğin Sümer rahipleri tasarım güçlerini sanata ve estetik beğeniye tabi tutarak bir ifadeye kavuşturmuş ve egemen düşüncenin gü-