Deneyim sözcüğü iş dünyasına ve özellikle de pazarlama literatürüne oldukça yeni katılmış olan bir kavram. Bu kelime iş dünyasıyla ilgili olarak ilk kez 1998 yılında telaffuz edilmeye başlandı; 2000 senesinin başlarından itibaren kullanımı yaygınlaştı. Bu çerçevede baktığınızda bunun aslında 21. yüzyılın başlangıcıyla birlikte tanıştığımız bir kavram olduğunu söylemek mümkün. Ama bu şaşırtıcı bir şey değil. Zira iş dünyamız, özellikle de Çin ve Hindistan ekonomilerinin sarsıcı katılımlarıyla birlikte, daha şafağında olduğumuz bu yüzyılda ilk kez bu denli sert ve keskin değişimlerle karşılaşmaya başladı. Bu değişimlerin sert etkileri önümüzdeki yıllarda azalmayacak. Tersine, artarak ve çok daha geniş sektörleri etkisi altına alarak yayılacak. Çin ekonomisinin dünya ticaretine dev boyutlu katılımının en önemli sonuçlarından biri, esasen yoğun bir şekilde zaten gelmekte olan ‘emtialaşma’ olgusunun şiddetini tahmin edemeyeceğimiz bir şekilde arttırmak oldu. Emtialaşma, bütün ürün ve hizmetlerin birbirleriyle çok benzer ve hatta neredeyse aynı hale geldiği, bir ürün veya hizmetin diğerinden farklılaşmasının pek mümkün olamadığı ve bu nedenle de pazaryerinde talep artışının sadece fiyatların düşmesi suretiyle elde edilebileceği duruma verilen isim. Emtialaşmanın etkileri gerçekten çok ciddi. Örneğin eğer piyasadaki bütün bisikletler kalite ve özellikler anlamında birbirleriyle neredeyse aynı hale gelmişlerse ve bir bisikleti diğerinden farklılaştırma olanağı kalmamışsa, o zaman müşteriler bu farklı bisikletler arasındaki en düşük fiyatlı olanı seçerler. Bu şekilde de. piyasada bisiklet satıcısı sayısı ııe kadar fazla olursa, bisiklet fiyatları da o oranda düşer ve bazı satıcıların yaşamasını sağlayacak karlılıkları bile ortadan kalkar. Üstelik bu durum, piyasadan çekilen satıcıların ardından da genelde bir rahatlık getirmez. Zira günümüzde hemen her sektörde zaten mevcut satıcı sayısı fazladır ve ayrıca da giden kadar genelde pazara yeni giren olmaktadır. Yani, işin özeti, hemen hemen her sektörde emtialaşma ve bunun sonucunda ortaya çıkan yüksek fiyat rekabeti kaçınılmazdır. Emtialaşma, yani bir diğer deyişle ‘aynılaşma’, bugün şirketlerin ve iş adamlarının karşısındaki en temel sorundur. Bu sorun ayrıca pazaryerinin ‘kalabalık’ olması nedeniyle, yani aynı işi yapan satıcı sayısının fazla olması nedeniyle giderek daha güçlenmektedir. Emtialaşmanın hepimizi yakından ilgilendiren tarafı fiyatların düşmesi, rekabet zorlamasıyla pazarlama giderlerinin artması ve neticede de karlarımızın yok olmasıdır. Oysa şirketler kar edebildikleri sürece hayatlarını sürdürebilirler. Kar edemeyen şirketin ömrü kısa olur. O yüzden emtialaşma ve aynılaşma baskılarının üstesinden gelebilme, her şirket için esasen bir yaşam-ölüm meselesidir. Yüksek ve şiddetli rekabet, ürün ve hizmetlerin giderek birbirleriyle aynı hale gelmeleri ve piyasada aynı mal veya hizmetten çok sayıda alternatif bulunması bugünün iş dünyasının en temel sorunları ise ve bu sorunların üstesinden gelememek şirketlerin sonu olacaksa, o zaman “bu yeni ve güç şartlarla nasıl baş edebiliriz” sorusu tüm iş adamlarının ve yöneticilerin en temel sorusu haline gelmektedir. Ne yaparız da aynılaşma baskısından kurtulabiliriz? Ve ne yaparız da eski karlılıklarımıza kavuşabilir, daha fazla müşteri sadakati yaratabiliriz? İşte tüm bu soruların yanıtı 'inovasyon' kelimesinde saklıdır. ‘Deneyim İnovasyonu’ nasıl bir şey? Bunu anlatmadan önce, dilerseniz, deneyim kavramına bir açıklık getireyim. Zira bu başlıktaki her iki kelime de, yani deneyim ve innovasyon sözcüklerinin her ikisi de çoğumuz için yeni. Üstelik kelimeler bir araya gelip ‘deneyim innovasyonu’ diye bir terim oluşturduklarında, bu çok daha yeni ve o nedenle hemen anlaşılamayabilecek bir kavrama dönüşebiliyor. Ama şimdi vereceğim açıklamadan sonra bunun hiç de zor bir kavram olmadığını göreceksiniz. Yalnız önce şu vurguyu yapmama izin verin. Bugünün iş dünyasında ne üretiyor veya satıyor olursanız olun bu ürün, hizmet veya ticaretinizin içine ‘deneyim’ boyutunu koymadığınız sürece başarı şansınız giderek azalacaktır. 0 nedenle yüzyılımızın bu yeni iş kavramını iyi anlamak ve aynı ölçüde iyi uygulamak bir zorunluluk olmaya başlamıştır. Deneyim, müşterilerinizin sizin sattığınız ürünle ilişkilerinde sizin ürününüzün onlar üzerinde yaratacağı etkiye verilen isim. Bu etki sıradan bir ürün kullanıyormuş hissi gibi ‘nötr’ bir etki olabileceği gibi, çok olumsuz bir tepki şeklini de alabilir, şaşkınlık ve hayranlık uyandıracak bir tepki şeklini de. Bu durumda gerek nötr veya olumsuz, gerekse hayranlık ve şaşkınlık yaratan tepkilerin tümü müşteri üzerinde yaratılımış olan farklı deneyimleri ifade eder. Burada aslolan, sizin ürün veya hizmetinizle ilgili tüm tüketim aşamalarında müşterinizin hayranlık ve ‘başka yerde yok’ izlenimi edinmesini sağlayabilmektedir. İşte bu çok olumlu izlenimleri oluşturabilmek ancak ve ancak müşterinize kolay unutamayacağı deneyimler yaşatmak suretiyle mümkün olabilir. Ama bu deneyimlerin neler olması gerektiğini belirlemek asıl yaratıcılık, asıl girişimcilik meseleleridir. Sıradan olmayan, daha önce kolay kolay kimsenin aklına gelmeyen ama yaşandığında müşterinizi şaşkın bir hayranlık içinde bırakan yaratıcı yeni deneyimler, farklılaşmanızın en önemli silahları olabilir. Kimse sizin ürününüzle ilgilenmez! Sizler elbette ekmeğinizi, üretip satmakta olduğunuz ürün ya da hizmetinizden kazanıyorsunuz. Hatta bu ürünü veya hizmeti mükemmel kılmak için sabahlara kadar düşündüğünüz ve çalıştığınız çok oluyor. Ama bazen aklınıza şu soru gelmiyor değil: “Yahu, biz bu kadar didinip duruyor ve böylesine güzel bir ürün yapıyoruz, müşteriler bunu neden bir türlü anlamıyor? Üstelik hala gelip fiyatını düşürmemizi istiyorlar ve buna rağmen yine yeterince satamıyoruz.” Eğer böyle düşünüyorsanız, emin olun yalnız değilsiniz. Rakiplerinizin çoğu da büyük ihtimalle sizin gibi düşünüyor. Hatta genel anlamda iş dünyasındaki yönetici ve iş adamlarının çoğu böyle düşünüyor. Oysa ticaretin çok önemli bir gerçeği var: Kimse sizin sattığınız ürünle zerre kadar ilgilenmez. Siz istediğiniz kadar ürününüzü dünyanın en güzel, en sıradışı ürünü haline getirin. İnsanlar yine de bu ürünle sizin ilgilendiğiniz kadar ilgilenmeyecektir. Çünkü tüketicileri ilgilendiren şey kesinlikle ürün veya hizmet değildir. Onların asıl ilgilendiği konu, bu ürün veya hizmetin kendileri için ‘hangi işi gördüğü’ konusudur. Bütçesini mi koruyor, yakışıklı görünmesini mi sağlıyor, statü sahibi olduğunu mu gösteriyor, kendisini bir asilzade gibi hissetmesine mi yardım ediyor, hava atmasını mı kolaylaştırıyor, çocuklarını mutlu mu ediyor? İşte ürünleri tüketen kişilerin bu tüketimlerinin sonunda elde etmek istedikleri tatmin ya da ‘fayda’ bunlar gibi daha bir dizi yarardan oluşur. İnsanlar ürün ve hizmetlerin kendilerine sağladığı fayda ile ilgilenirler. Ürünün kendisi ile zinhar ilgilenmezler. O zaman siz kendi ürün veya hizmetinizi tasarlarken, kendinize hedef olarak seçtiğiniz kitlenin bu ürün veya hizmetin tüketiminden ne tür yararlar beklediğini anlayabildiğiniz ve bu yararları ürününüzün içine koyabildiğiniz ölçüde rakiplerinizden farklılaşırsınız. Bunun sonucunda da insanları hakkınızda daha çok konuşturur, daha fazla sadık müşteri yaratır, hatta tüketicilerin Fiyata olan hassasiyetini bile azaltabilirsiniz. Zaten ‘business’ dediğiniz nedir ki? Bunları yapıp, piyasa ortalamasının üzerinde kar etmek ve büyümek değil mi?