ÇEVRE VE DİN NACİ PÜRMÜS ELEKTRİK-ELEKTRONİK MÜHENDİSİ Genelde dinlerin ve özelde İslam dininin insan çevreyle ilgili görüşlerini ortaya koymak konumuz olacaktır. Konunun daha iyi anlaşılması için birinci bölümde konuya genel bir giriş yapacağım ve yeni yüzyılda dünyanın karşı karşıya bulunduğu sorunlar ve özellikle de çevre sorununun konumu üzerinde duracağım . ikinci bölümde başlıca çevre sorunları üzerinde , Üçüncü bölümde ise , dinin çevreye yapacağı katkı üzerinde duracağım. ÇEVRE : İnsanın içinde yaşadığı fiziki ve tabii dünyası ve bu dünyada onunla yaşayan canlı cansız tüm varlıklar. Çevre sorunları hepimizi ilgilendiren bir gerçek olduğu halde, ne yazık ki herkes aynı bilinç ve duyarlılıkla hareket etmiyor . Bunun bir nedeni de çoğu insanın çevre sorununu bir teknik sorun olarak görmesi; diğer bir kısmının ise bunun resmi makamların ve kişilerin görevi olduğunu düşünmesidir. Çevreyi koruma , gelecek nesillere daha temiz ve sağlıklı bir çevre bırakma işini bir İBADET olarak telaki etmemiz gerektiği düşüncesindeyim. Tüm bu çalışmaların temelinde , çevrenin biz İnsanlara ALLAH tarafından emanet edildiği ve bizim de çevreden sorumlu olduğumuz anlayışı yatmalıdır. Tüm bu yapıp etmelerimizden, sadece insanlara değil , gelecek nesillere ve Yüce Yaratıcıya da hesap vereceğimiz bilinci ile hareket etmeliyiz. Kur’an’ın şu ayeti bu konuda tüm Müslümanları uyarmaktadır : ’’ Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür . Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.’’ 99/ZilZal:7-8 Bilindiği gibi, çevre sorunları yoğun olarak II . Dünya savaşı’ nı takip eden yıllarda hissedilmeye başlandı. Bu Savaş, sadece milyonlarca insanın ölümü, yaralanması; bir o kadar ailenin parçalanması ve tam bir sefalete uğramasına neden olmakla kalmamış; aynı zamanda medeniyetin ve gelişmişliğin sembolü olan şehirlerin , sanayi kuruluşlarının ve doğal çevrenin tahrip edilmesinde de çok büyük bir etken olmuştur. En değerli ve kutsal olan insan varlığına saygı duyulmayan ; ideolojik saplantılarla insanların kitleler halinde yok edildiği bir ortamda , doğal çevrenin korunmasını beklemek fazla iyimserlik olurdu . Bugün çevreye duyarlı insanların aynı zamanda barış ve özgürlük taraftarı olmaları, savaşın şiddetin ve işkencenin her türlüsünü ret etmelerinin temelinde böyle bir tecrübe yatmaktadır. Artan çevre sorunlarıyla beraber ,çevre bilinci de artmaktadır. Bunun somut sonucu da 113 Ülkenin temsilcileri ilk kez 1972’de stockholm’ da BM Dünya Çevre Zirvesinde bir araya gelerek çevre sorunlarını ayrıntılı bir şekilde görüşmüş olmalarıdır. Stockholm Çevre Konferansının çevre bilincinin gelişmesi ve özellikle de devletlerin çevre mevzuatlarının oluşması ve gelişmesine müspet katkıları olmuştur. Bu konferansın somut sonuçları ise ; 5 Haziran’da DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ olarak kabulü, BM Çevre Programı (UNEP)’nın kurulması, Çevreyle ilgili hukuki dayanakların tespit ve geliştirilmesi sürecinin hızlandırılması olmuştur. Ülkemizde çevreyle ilgili gelişmeler uluslararası gelişmelere paralel olarak gelişmiş , sonuçta 21 Ağustos 1991 Tarihinde Çevre Bakanlığı Kurulmuştur . Bununla beraber bu gelişmelerin en önemli yanını ise , çevre konusunun ilk defa anayasal bir temele oturtulması olmuştur. Bilindiği gibi 1982 Anayasası’nın 56. maddesi ‘’Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.’’ diyerek ,çevre hakkı’nı sosyal ve ekonomik hak ve ödev olarak nitelendirmektedir. ÇEVRE EĞİTİMİ Çevre eğitiminin tarihi oldukça yenidir . Çevre sorunlarının ortaya çıkmasının bir sonucu olarak çevre eğitimi gündeme girmiştir. Peki çevre eğitimi ne anlama gelmektedir? Çevre Eğitimini tanımlayan Bilim adamları onu ‘’İnsanın biyofiziksel ve sosyal çevresiyle ilgili değerlerin, tutumların ve kavramların tanınması ve ayırd edilmesi ‘’ olarak tanımlamaktadırlar. Çevre Eğitimin amacı ise; ‘’Dünyanın karşı karşıya bulunduğu (Çevresel) problemlerden haberdar olan , bu problemlerin nasıl çözüleceğini bilen ve buna gönüllü olan vatandaş yetiştirme olarak ‘’ ifade edilmektedir. Temel bir bilgilenme ve bilinçlenme olmadan ,sadece bazı kanun ve yönetmeliklerle çevrenin korunabileceğini sanmak yanlıştır. ÇEVRE EĞİTİMİNİN TEMELİ DOĞA VE İNSAN SEVGİSİNİ AŞILAMAK OLAMALIDIR. Doğa ve İnsan sevgisini işlerken Tarih ve Kültürümüzdeki zengin örneklerden yararlanmalı ve konu dini motiflerle desteklenmelidir. Bu eğitimin hedefi toplumun bütün kesimlerine ulaşmak ve çevre bilincini yaygınlaştırmak olmalıdır. Bundan beklenen temel amaç ise , günlük hayatımızdan başlayarak, yani hava , su , enerji , gıda , atıklar v.s. gibi konularda çevreci bir bilinçle hareket etmek ve eski alışkanlıklarımızdan kurtulmaktır. Ekolojik dengenin ne olduğunu kavramak ve bu dengeyi koruyacak yeni davranış ve yöntemleri kültürel zenginliğimiz çerçevesinde geliştirmektir. Başka bir ifadeyle, tarih ve kültürümüzdeki çevreyle ilgili değerleri yeni ve çağdaş bir anlayışla yorumlamak göreviyle karşı karşıya bulunmaktayız. Çevre ile ilgili eğitimde; 1-Çevre eğitiminin temeli, doğa ve İnsan sevgisini aşılamak olmalıdır. Yunus Emre’nin ’’Yaratılanı sev yaratandan ötürü’’ vecizesi bunun için güzel bir örnek teşkil etmektedir, 2-Çevreyi,sosyal,fiziksel ve biyolojik çevre öğeleriyle bir bütün olarak anlatmak, 3-Kişinin sağlıklı bir çevrede yaşamasının bir Hak olduğu kadar, böyle bir çevrenin oluşturulması, korunması ve sürdürülebilmesinin de aynı zamanda bir görev olduğu benimsetilmelidir. 4-Etrafımızdaki doğal dünya bütün zenginliği ve çeşitliliği ile tanıtılmalıdır. 5-Yakın çevreyi tanıtmak ,böylece yakın çevremizin bizim faaliyetlerimiz sonucu nasıl etkilendiğini daha dikkatli ve bilinçli olduğumuz takdirde ne gibi değişikliklerin olabileceğini göstermek, 6-Sağlıklı bir çevre ile İnsan sağlığı arasındaki ilişki vurgulanarak, 7-İnsanların günlük yaşayışları ve davranışları sonucu ortaya çıkan çevre kirliliğinin neler olduğunu örneklerle anlatmak, 8-Çevrenin korunması ve mevcut kirliliğin ortadan kaldırılmasında her şeyi Devletten ve başkasından beklemenin yeterli olmadığı ve uygun da olmadığı ,anlatılmalıdır. ÇEVRE SORUNLARI İnsan sosyal bir varlıktır . Sadece doğal çevrede değil , aynı zamanda toplumsal , tarihsel ve kültürel bir çevrede dünyaya geldiği gibi , yine böyle bir çevrede gelişimini tamamlamaktadır . Doğal çevreyle olan ilişkilerini de çoğunlukla bu içinde yetiştiği sosyal ve kültürel çevre belirlemektedir. Bu çalışmada çevre derken , genellikle kastedilen anlam, İnsanın içinde yaşadığı fiziki ve tabii dünyası ve bu dünyada onunla beraber yaşayan canlı cansız tüm varlıklardır . Bununla da İnsanın bütün bu varlıklarla olan ilişkileri sonucunda ortaya çıkan problemler vurgulanmaktadır. Bunun nedeni de, Ekoloji’ nin (Çevrebilimi)bize öğrettiği gibi , insanın davranış ve eylemlerinden sadece canlı doğa değil, cansız doğa da etkilenmekte , ve ekosistem bir bütün olduğundan bu cansız doğadaki etkiler geri dönüp hem diğer canlıları ve hem de insanın kendi varlığını tehdit etmektedir . Bunu en çarpıcı örneği ise ozon tabakasının incelmesi, asit yağmurları ve bunların neden olduğu çevre sorunlarıdır. (Ekoloji : Hayvan ile bitkilerin birbiriyle ve içinde yaşadıkları çevreyle ilişkilerinin bilimi demektir.) Şimdi çevre problemleri olarak anılan ve ekosistemdeki belli başlı bozulmalar , kirlenmeler, kimyasal atıklar, doğal kaynakların yok olması ve canlı tür çeşitlerinin tükenmesi, kısaca ekolojik dengelerin ve sistemlerin bozulması şeklinde ortaya çıkan olumsuzlukların başlıcaları üzerinde duracağım. HAVA KİRLİLİĞİ: İnsanlar tarafından atmosfere karıştırılan yabancı maddelerle hava bileşiminin bozulmasına Hava kirliliği denmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ise Hava kirliliğini şöyle tanımlıyor ; ’’ Hava kirliliği, canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen veya maddi zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin normalin üzerindeki yoğunluğudur’’ Hava kirliliği toz , duman ve gazların havada yoğunlaşması biçiminde ortaya çıkar. Bunların Tabiattaki canlı hayatı etkiler seviyeye yükselmesi de, hava kirliliğini doğurur. Sanayileşme ile büyük hız kazanan hava kirlenmesi özellikle büyük kentlerin çevresinde yoğunlaşmaktadır. Sanayi işletmelerinin çıkardığı baca gazları havadaki oksijen ve su buharı ile birleşerek, bir dizi kimyasal reaksiyonlar sonucu asit yağmurlarına dönüşür . Asit yağmurları toprağın yavaş yavaş asitlenmesine yol açarak , ağaçların ve bitkilerin topraktan beslenmesine engel olur , çeşitli yollardan suya karışarak , sulardaki canlıların hayatını da etkiler. Havadaki karbon tozları , katı parçacıklar, karbonmonoksit, kükürtdioksit , doymamış hidrokarbonlar, aldehitler ve diğer kanserojen maddeler insanlarda solunum yolları hastalıkları, nefes darlığı ve akciğer kanseri gibi değişik hastalıklara yol açarlar. SULARIN KİRLENMESİ : Dünyanın yaklaşık olarak, dörte üçü sularla kaplıdır . Dünyada ki suların yalnızca % 3 ‘ü tatlı su, geriye kalanı tuzlu sudur. Su kaynaklarının kullanılmasını bozacak veya zarar verecek derecede niteliğini düşürecek biçimde suyun içersin de ORGANİK, İNORGANİK,RADYOAKTİF VE BİYOLOJİK herhangi bir maddenin bulunmasına su kaynaklarının kirlenmesi denilmektedir. Suyun kendi kendini temizlemesi olayı vardır. Akarsulara , göllere ve denizlere boşaltılan organik ve toksik maddelerin oldukça fazla olması halinde, sudaki çözünmüş oksijen son derece azalmakta, bunun sonucu bakteriler ölmektedir. Böylece kendi kendini temizleme olayı tamamlanamamakta ve su kaynakları kirlenmektedir. TOPRAK KİRLENMESİ : Hava ve su gibi Gezegenimizdeki hayatın bir diğer kaynağı topraktır. Toprağın içersin de milyonlarca canlı kaynıyor. Hepsinin ayrı, ayrı görev ve fonksiyonları var. Toprak altındaki solucanlar, köstebekler , böcekler , yılanlar ve bakteriler…v.s. Hepsi Ekosistemin dengesinin devamı için adeta birer görevli toprağın canlılığının devamını bu canlılar sağlıyor. Dünyadaki toprakların yalnız onda birin de tarımsal üretim yapmak mümkündür. Çevrenin bir bileşeni olan toprağın insanlar tarafından özümleme kapasitesinin üzerindeki miktarlarda, çeşitli bileşikler ve anormal toksik maddeler ile yüklenmesi sonucunda anormal fonksiyonlar göstermesi toprak kirlenmesiyle açıklanmaktadır. Toprağın üst tabakası insanlarla birlikte diğer canlılarında beslenmesinde temel kaynaktır. Toprak kayması ve Erozyonla yok olan üç santim toprağın yeniden oluşması yüzyıllar sürebilir. Özellikle Erozyonla ülkemizin çok verimli toprakları yok olmaktadır. Erozyon sonucu her yıl (Yaklaşık 500 milyon ton verimli toprağımız akarsularla ve rüzgarlarla denizlere veya başka ülke sınırlarına taşınıyor. Yapabileceğimiz en önemli şeyler erozyonla mücadele; yeşil alanlara , bitkilere, ağaç ve ormanlara sahip çıkmaktır. Yeryüzünde her canlı hayatını sürdürebilmek için, başka canlılara dayanır. İnsanlarda varlıklarını sürdürebilmek için diğer canlılara muhtaçtır. Bu yüzden İnsanlığın varlığının devam edebilmesi için , önce Havaya ve suya, sonra da toprağa ihtiyaç vardır. <<İNSAN TABİATIN SAHİBİ VE EFENDİSİ DEĞİL,MÜTEVAZİ BİR ÜYESİDİR.>> ORMANLARIN YOK OLMASI: İnsanlar üç-dört bin yıl kadar önce tarıma başladıklarında yeryüzünde 6 (Altı) Milyar Hektar ormanlık arazi vardı . Bu gün ise 1,5 Milyar Balta girmemiş orman olmak üzere geriye sadece 4(Dört) Milyar hektar kalmıştır. Ormanlar ticari ölçülere vurulamayacak kadar değerli kaynaklardır ; -Toprak oluşturur, -İklim Dengesizliklerini yumuşatır, -Yağışlı Fırtınalara set çekerek su taşkınlarını ve selleri önler, -Kuraklık Tehlikesine engel olur, -Şiddetli Yağmurların toprağı aşındırmasını Toprağın sıkılaşmasını , kumsalların çamurlaşmamasını sağlamakla kalmazlar bütün canlıların yaklaşık yarısını bünyelerinde barındırırlar, -Ormanlar dev boyutlarda karbonmonoksit kütlesi oluşturarak , atmosferdeki karbonmonoksitle dengeyi sağlar ASİT YAĞMURLARI: Yağmur damlaları ,küçücük bir çimenden , dev boyutlu ağaçlara kadar tüm canlıların yaşam kaynağıydı. Şimdiyse , bulutlarda yağmurun getirdiği canlılıktan çok ölüm saçan zehir var. Bütün bunların en önemli sebeplerinden birisi sanayi ve teknolojilerimizin bir sonucu olan asit yağmurları . Uzmanların bildirdiklerine göre bunun kaynağı sanayi kuruluşlarıdır. Özellikle Termik santrallerin bacalarından çıkan dumanların içinde bol miktarda kükürt dioksit ve azot oksit gibi gazlar bulunmaktadır. Bunlar atmosferdeki nem ile birleşince yakıcı asitlere dönüşmekte ve kar, yağmur, sis yağışlarıyla yeryüzüne ulaşmaktadır . İşte bunlara ASİT Yağmuru deniliyor. - Asit yağmurları, göller ve nehirler gibi sular dünyasına düştüğünde bunların asitlik derecesini artırır. Balıklar sudaki asitlik değişimine çok duyarlı oldukları için böyle sularda yaşayamazlar. -Asit yağmurları hayvanlar ve bitkiler gibi canlı varlıklara zarar vermekle kalmaz, taşınmaz kültür varlıklarını da olumsuz yönde etkiler. Bir Misal vermek gerekirse ,Kent içi yada dışındaki tarihi binalar, açık hava müzeleri , binlerce yıllık antik kentlere ait yapılar veya Nemrut dağında olduğu gibi taş anıtlar asit yağmurları ile yıpranmakta ve dağılmaktadır. - - Diğer önemli Çevre sorunları; Kimyasal atıklar, Çarpık Şehirleşme, Gürültü kirliliği, İnşaat materyalleri, sentetik malzemeler içeren mefruşat ve çeşitli tüketim ürünlerinin içerdikleri bileşikler sağlık açısından zararlar oluşturmaktadır. Güneş Işınları , Beslenme özellikleri, sigara, hava kirliliği gibi faktörlerin de kanser oluşumunda büyük rolü vardır. Çevreyi çok yönlü tahrip eden diğer bir faktör de savaşlardır. Çevre sorunları ve kirliliği bu sayılanlardan ibaret olmadığı açıktır. Bu nedenle her gün yeni kirlilik kavramları literatüre girmektedir. Siyasi kirlenme , dilin kirlenmesi , ahlaki kirlenme v.s. Gibi, Tüm bunlardan ötürü bir çevre ahlakının geliştirilmesi ve sorumluluk şuurunun yerleştirilmesi bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu Yeni anlayışa göre ,İnsanın yalnız kendine karşı değil ;aynı zamanda diğer canlılara , cansız varlıklara ve hatta gelecek nesillere karşı da sorumlulukları ve görevleri bulunmaktadır. ÇEVRE BİLİNCİNİN GELİŞİMİNDE DİNİN ÖNEMİ: Çevre sorunları ve bunların çözümü söz konusu olduğunda unutulmaması gereken bir olgu da din ve kültür konusudur. Zira insanlar belli bir kültür ve belli bir dini atmosfer içerisinde dünyaya gelmektedir . Bu kişilerin gerek kendileri ve diğer insanlar ile gerekse dünya ve doğayla ilgili değer yargılarını dinleri ve kültürleri oluşturmaktadır. Sosyolojik , antropolojik ve psikolojik araştırmalarla da desteklenen bu gerçeği göz önünde bulunduran BM teşkilatı , çevre korumada her Milletin kendi dini ve kültürel zenginliklerinden yararlanmasını tavsiye etmiştir. Hedef ve amaç dünyayı ve ekosistemi korumak , daha sağlıklı bir gelecek olduğuna göre bu hususta dinlerin yapacağı katkı elbette büyük olacaktır. Bu çerçevede dünyanın en büyük çevre örgütlerinden birisi olan World Wide Fund for Nature (Doğa için Dünya Fonu)1986 yılında yaptığı bir toplantıda dünyanın en Büyük dinlerinin (İslamiyet,Hıristiyanlık, Yahudilik ,Hinduizm ve Budizm) dinlerinin temsilcilerini bir araya getirerek çevre sorunlarına çözüm bulmada dinlerin katkısını ve önemini tartışmışlardır. Yine konunun dini boyutunu vurgulayan diğer önemli bir olayda Şubat 1990 yılında Moskova ’ da meydana gelen ; Astronom Carl Sagan ve tanınmış 22 bilim adamının Global çevreyi korumada kendilerine katılmak ve yardım etmek için dünyanın tanınmış dini liderlerine yaptıkları yardım çağrılarıdır. Bu çağrıyı yapan bilim adamlarının vurguladıkları gerçek şuydu ‘’Çevre Koruma ve doğal güzellikleri muhafazada kesinlikle dinin önemli bir yeri vardır. Her tür manevi değeri dışlayan ; geleneksel, ahlaki ve dini değeri yok farz eden ve dışlayan bir anlayışla bu sorunların üstesinden gelinemeyeceği bugün her zamankinden daha net olarak anlaşılmış bulunulmaktadır. KIZILDERİLİLER VE ÇEVRE : Çevre sorunlarının ortaya çıkmasıyla gündeme gelen bir konuda kadim gelenek ve kültürlerin tekrar araştırma konusu olmasıdır. Daha önceleri ,özelliklede batılı insan tarafından önemsenmeyen ve yok edilmeye çalışılan kültür ve medeniyetler yenilerde tekrar keşfedilmeye başlanmıştır. Böylece çevre sorunlarının sadece kirlenen dünyamız , yok olan doğal kaynaklarımız ve nesli tükenen türlerle sınırlı kalmadığı, yok olmaya yüz tutmuş kültür ve medeniyetlerle; modern zamanlarda önemsenmeyen semavi dinleri yeniden keşfetmeye başladı. Bunun en somut göstergelerinden birisi bir zamanlar yok edilmeye çalışılan Kızılderili kültürünün ve mitolojisinin yeniden keşfedilmesidir. Kızılderili Reisi Seattle’nin zamanın Amerika Başkanına yazdığı mektup tüm dünyada elden ele dolaşmakta ve ilgiyle okunmaktadır. Batılı insan hiçbir zaman Kızılderili’yi anlamaya çalışmamıştı. Bir kızılderili bundan haklı olarak şöyle şikayet eder. <<Siz beyazlar,bizim vahşi olduğumuzu sandınız.Bizim dualarımızı anlamadınız. Anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe , aya, ya da rüzgâra övgüler dizerken , siz bizim putlara taptığımızı söylediniz.Hiç anlamadan Yanlızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye ,bizi kayıp ruhlar diye nitelediniz. Biz , Yüce Ruh’un eserlerini her şeyde görürdük; Güneşte, ayda ağaçlarda, rüzgarda ve dağlarda .Bazen bunlar aracılığıyla ona yaklaşırdık . Bu çok mu kötüydü.? Bence biz Yüce Varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla , gerçek bir inançla bağlıyız….Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızıldereliler , karanlıkta değildir. Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz ? Evet konuşurlar . Birbirleriyle konuşurlar, kulak verirseniz, sizinle de konuşacaklardır . Asıl sorun beyazların dinlememesidir . Kızılderelileri dinlemeyi hiçbir zaman öğrenemediler. Bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben , ağaçlardan çok şey öğrendim; bazen hava, bazen hayvanlar , bazen de Yüce Ruh hakkında.>> 65 65.T.C. McLuhan,Yeryüzüne Dokun,Kızılderili Gözüyle Kızılderili Benliği(Ankara İmge Kitapevi,1994 Modern insan tabiatı ve çevreyi yeni bir gözle anlamaya çalışırken , başka bir ifadeyle tüm doğanın faydacı ve materyalist bir bakış açısından daha başka bir anlamı olup olmadığını araştırırken bu kadim kültürlerden işe başlamaktadır. Onlar kendilerini tabiatın bir parçası ve tabiatı da sembol ve anlamlar yüklü bir şekilde algılamaktaydılar. Görüleceği gibi , kızılderili’nin ibadeti ile doğadaki düzen arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Başka bir ifade ile ,anlamlar ve sembollerle dolu gördüğü tabiatla uyum içinde yaşamayı ve bir iç bütünlüğünü yakalamaya çalıştığı görülmektedir. Onlara göre bütün tabiattaki eserleriyle kendini bize tanıtmak isteyen Yüce Ruhtur. BUDİZM VE ÇEVRE : Genelde doğu din ve felsefelerinin insan-tabiat ilişkisiyle ilgili görüşleri batılı insanın dikkatini çekmemişti. Ünlü çağdaş Budist düşünür İkeda’ya göre Budizm’de insan-doğa ilişkisinin temeli ‘düalist bir karşıtlık olmayıp , karşılıklı bağımlılık’ oluşturmaktadır. Bunu Esho Funi kavramıyla açıklayan İkeda şöyle demektedir. Sho,bağımsız yaşam öğesi demek olan shoho’e bu hayatın dayanağını sağlayan çevre demek olan eho yerine kullanılmıştır. İnsan hayatı çevresini hem etkilediği hem de ona bağımlı olduğu için bu ikisi – Esho-ayrılmaz-Funi.İnsan ve çevresi iki ayrı ve zıt öğe olarak görülürse, ne birini ne diğerini doğru perspektif içinde kavramak mümkün olmaz.Çevre sabit ve değişmez kalmak yerine destek olduğu hayata göre değişir.Yalnız insan ve örneğin kuş için gerekli olan çevre farklı olmakla kalmaz,insanların bireysel özelliklerine göre de çevreleri değişir. Bu anlamda öznel beden ile çevre bölünmez bir bütündür. Budist düşünce bu kavramı daha da ilerleterek özne ve çevre arasındaki birliğin temelini kozmik hayat gücünde bulur. İkeda’ya göre Japon halkının atalarından miras aldıkları ’’İnsan ve çevre arasındaki uyum ‘’inancı tabiatla daha dengeli bir hayat sürmelerinde en belirleyici etkendi . ’’ bu ölçütler kendiliğinden çevre kirlenmesini önleyecek bir güce sahip olmuşlardır.’’Bunun en güzel ve çarpıcı göstergesi ise ‘’çağdaş dönemden önce Japonya’da doğa güzelliklerinin çağlar boyunca korunabilmiş olmasıdır.’ Ancak Japonya’da çevre sorunlarından nasibini almıştır..İkeda’ya göre bunun en önemli ve temel nedenlerinden birisi son birkaç on yıldır etkisine girilen batı medeniyetidir. Bunun bir sonucu olarak Japonlar tekrar geleneksel ve kültürel değerlerine sahip çıkmaya başlamışlardır. Bunun bir nedenini Mahavira’nın şu sözlerinde bulmak mümkündür; Her kim yeryüzünü , hava , su , ateş ve bitkileri ihmal eder veya dikkate almazsa kendi öz varlığını dikkate almamış olur. Zira insan doğanın dışında değil, bilakis onun bir parçasıdır.74 74 Environmetal Policy and Law,17/2(1987) HİNDUİZM VE ÇEVRE : Çevre konusunda özellikle batılıların dikkatini çeken bir diğer kadim din ise hinduizm dir. Son zamanlarda sadece çevreci amaçlarla Hind dinlerine büyük ilgi olduğu görülmektedir . Bu aşırı ilginin bir nedeni , modern zamanlarda kendini tabiatın dışında ve üstünde tanımlayan ; tabiatı ve içindekileri sadece hammadde olarak gören anlayışın , her şeyi canlı ve kutsal gören doğu Kültürlerine olan bir eğilimi olmalıdır. Kadim ve manevi geleneklerin en büyük özellikleri , İnsanı etrafındaki tabii alemden koparılamaz ruhi ve manevi bağlarla bağlı ve bu tabiatın bir parçası olarak görmeleridir. Bu anlayışın en yaygın olduğu gelenek aynı zamanda dünyanın da en eski geleneklerinden biri olan Hinduizm’ min ayırt edici özelliklerindendir. Hind dini metinlerinden olan ve Hindu geleneğinin kaynakları olan kahin ve düşünürlerin bir araya getirdiği ilahilerden oluşan Vedalar , canlı ve cansız tüm mahlukatı aynı manevi güç tarafından kuşatıldığı bir dünya görüşünü yansıtmaktadır. Bunun sonucu olarak Hinduizm ; kendisini evrimin çeşitli safhalarıyla gösteren ve her şeyi kuşatan İlahi hakimiyete inanır . İnsanoğlu şu anda evrim piramidinin en tepesinde olsa da, tabiatı ve onun çok yüzlü/boyutlu hayat şekillerinden ayrı görülemez. Tepe de olma ona ayrıcalıklı bir konum ve meşruiyet vermez. Mundaka upaniştinde ilahi olan şöyle tanımlanmaktadır. Ateş onun başı,ay ve güneş gözleri;uzay ise kulakları,sesi ise vedada ilham edilmiştir. Rüzgar nefesi,bütün kainat ise onun kalbidir;yeryüzü ise onun oturduğu taburesidir. Gerçekten o her şeyin içindeki ruhtur. 76 Hind Kültüründe tabiata verilen bu önemin çevre bunalımıyla yeni bir ivme kazandığı görülmektedir. Çevre problemlerinin geldiği nokta , sadece tabiatı ve türleri değil , yok olmaya yüz tutmuş tüm gelenekleri, kültürleri, medeniyetleri de yeniden tanımayı beraberinde getirmektedir. 76 a.g.e,s.89 YAHUDİ-HIRİSTİYAN GELENEK : Çevre sorunlarının yoğun olarak Görüldüğü 1960’lı yıllarda , bu sorunun tarihi ve felsefi kökleriyle ilgili araştırmaların başladığını daha önce işaret etmiştik . Bu konuda yazılan ilk makale Lynn White’ın ‘’The Historical Roots of our ecological Crisis’’(Çevre bunalımımızın Tarihi Kökleri)adlı yazısıdır. White’ın iddiaları Batıda büyük tartışmalara neden oldu . Zira onun temel argumanı ‘’çevre bunalımının temel nedeni Yahudi-Hıristiyan geleneğinden ’’ kaynaklanmaktaydı. Zira bu gelenek tarihin gördüğü en büyük insan merkezci(antropocentric) geleniğiydi.Bu temel tezini ise Tevrat ve İncil’in yaratılış bölümündeki şu ayetlere dayandırır. 77 Allah dedi : Suretimizde , benzeyişimize göre insan yapalım ;ve denizin balıklarına ve göklerin kuşlarına, sığırlara ve bütün yeryüzüne ve yerde sürünen her şeye hakim olsun’ White’a göre modern insanın ;tabiatı fethedilmesi ve hükmedilmesi gereken bir nesne olarak bakmasının temelinde bu anlayış yatmaktadır. Yahudi-Hıristiyan geleneğin çevre problemlerinin ortaya çıkışındaki rolünü vurgulayan diğer iki düşünür ise Toynbee ve İkeda’ dır. Ancak her iki düşünür bu problemlerin üstesinden gelmek için yine dine müracaat etmemiz gerektiğini ileri sürüyorlar. 78 78 Kitabı-ı Mukaddes,Tekvin,I:26, Ancak ikinci kez dine başvurulurken, çevreci ve bütüncül bir yaklaşım gerekmektedir . İkeda’ya göre bu ‘’bilim adamları dahil bütün insanların , doğaya yaklaşımlarını, varlıklarının en derin noktasından itibaren köklü olarak değiştirmekle mümkün olabilir.’’ ona göre bilimsel -teknolojik uygarlıkla içten bir devrime ancak din öncülük edebilecektir . Din önce düşüncede bir devrim getirecektir . Sonra bu devrimi geçiren insanlar çevrelerine bilimsel-teknolojiyi uygulayacaklardır. 79 80 79 Yaşamı seçin,s.50. 80 a.g.e,s.50 Sonuçta Yahudi ve Hıristiyan dinlerinin düşünürleri şu noktaya vardılar : White’ın temel tezi ilk bakışta doğru görünse bile , zayıf bir temele dayanmaktadır . Zira White tezini desteklemek için seçmeci bir tavırla hareket etmiş ve belli ayetleri kullanmıştır. Halbuki kutsal kitaplar bir bütündür ve bu nedenle de bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir. YAHUDİLİK VE ÇEVRE : Yahudilere göre çevrenin konumu ve değeri konusunda Dünya Musevi Kongresi Başkan Yardımcısı Rabbi Arthur Hertzberg’un görüşleri aynı zamanda zımnen White’ın argümanın a da cevap veriyor.’’ Kim mahlukata karşı merhametliyse , babamız İbrahim’in neslindendir.’’(Bezoh 32h) alıntısıyla yazısına başlayan Hertzberg şöyle devam ediyor: Tevrat’ın bize anlattığı gibi , Tanrı alemi yarattığı zaman , onu bir düzen dahilinde yarattı. Güneş , ay , yıldızlar, bitkiler, hayvanlar ve nihai olarak da insanlar hepsi belli bir düzen ve amaçla ; kainattaki konumlarına uygun olarak yaratıldı. Birbiri üzerine tecavüz etmiyorlardı. ’’ Tanrı insanı aldı ve ona bakması ve koruması için cennete koydu.(Tekvin,2:19)Kabala öğretisinde,Adem’in ad vermesinden dolayı,onların ne olduklarını tanımlamada ilahi yardım gördüğü ileri sürülür. Aden isim verdiği bu mahlukatla uyum içinde yaşamaya yemin etti. Böylece zamanın ta başlangıcında , insanoğlu Tanrının huzurunda mahlukata karşı olan sorumluluğunu kabul etmiştir. Hertzberg’a göre hepimiz hayata karşı sorumluyuz ve her yerde onu korumamız gerekir: Hepimiz bu nazenin ve harika dünyada yolcuyuz . Dünya gemisini korumak için aynı safta ve el ele tutuşalım. Çevrenin ve ona bağlı olarak hayatın tahrip edilmesi ; hayatın zenginliğini hesaba katmayan cahilliğimizin , aç gözlülüğümüzün bir sonucudur. 82 82 Yahudi deklarasyonu,Environmetal Policy and Law,17/2(1987)s.89. Atalarımız bizlere doğal kaynakları zengin ve ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek bir dünyayı miras bıraktılar . Bu bir gerçektir . Eskiden ne kadar tüketilirse tüketilsin doğal kaynakların sınırsız olduğu ve tükenmeyeceğine inanılırdı . Ancak bu gün bu kaynakların tükenebilir olduğunu hepimiz biliyoruz . Şimdi tehlikeli faktörlerin farkındayız . Kendi sorumluluklarımızı ve değerlerimize olan bağlılığımızı sorgulamalıyız . Gelecek nesillere nasıl bir dünya bıraktığımızı iyice düşünmeliyiz. Bu neslin bir yol ayrımında olduğu açıktır. 83 83 Environmetal Policy and Law,17/2(1987),s.90. HIRİSTİYANLIK VE ÇEVRE : Hıristiyan alimlerde çevre konusunda kendilerine yöneltilen eleştirilere ciddi cevaplar vermişleridir . Şayet tarihte bir sorumlu aranıyorsa bunun Hıristiyanlığın o çağdaki yorumu ve algılanış biçimiyle alakalı olabileceği ileri sürülmektedir . Zira Hıristiyan geleneğine bakıldığında çevreci görüşlere ve yorumlara da rastlanmaktadır . Bunun en tipik örneği ise,çevre azizi ilan edilen Asisili Francis’in yorumudur . Konuyla ilgili olarak Peder Lanfranco Serrini’nin görüşleri şöyledir: Tanrı’ya (God) yarattıkları için hamd etmek , görünen ve görünmeyen tüm mahlukatın Yaratıcısı olduğunu itiraf ve Kullarına ihsan ettiği sonsuz nimetler için ona teşekkür etmek demektir. Tanrı var olan her şeyi hür iradesi ve sözüyle yoktan var etmiştir . Tanrı her şeyin iyi olmasını , gerçekten iyi olmasını istemiştir. Lüzumsuz hiçbir şey yaratmadığı gibi , lüzumsuz hiçbir şeyi de ihmal etmemiştir . Böylece birbiriyle çarpışan ve çatışan kainatın elementleri arasında bile bir denge ve ahenk bulunmaktadır . Yaratıcı , Kainattaki tüm bu karşılıklı etkileşimler ve değişmelerle kendi güzelliğini göstermek istemektedir. Elbette ki insanın bu düalist (ikici) vatandaşlığından kaynaklanan sorumluluğundan dolayı , insanın söz konusu bu hakimiyeti; Tanrı’ nın azametini göstermek için yarattığı tabiatı kötüye kullanma ,bozma , israf ve tahrip etme ruhsatını ona vermez. Bu hakimiyet bütün mevcudatla beraber yaşamadan ibaret olan bir kahyalıktan veya vekil harçlıktan başka bir şey olamaz. Bir taraftan insan ’ın konumu ,yani tanrı ’ nın vekili olma durumu ,işe karışırken , diğer taraftan da ,onun hem kendi nefsi ve hem de tüm kainatla uyum içinde yaşaması; Tanrı'nın İnsan ve mahlukat üzerindeki hususi ve tam hakimiyetini göstermesi gerekmektedir. İnsan , kendisini yok etme riskine rağmen , kaosu veya düzensizliği tercih etmemeli , daha kötüsü Tanrının bereketli hazinelerini tahrip etmemelidir. Görüldüğü gibi Yahudi-Hıristiyan geleneğinin çevre bunalımının ortaya çıkmasındaki etkisiyle ilgili tartışmalar yeni bir boyut kazanmıştır . Bunun bir sonucu olarak hem geleneksel Hıristiyanlık anlayışı yeniden yorumlanmış ve hem de bütüncül ve çevreci bir bakış açısıyla incil yeniden yorumlanmıştır. Sonuçta tabiatın ve çevrenin kutsal boyutu vurgulanarak , korunması gerektiği anlayışına varılmıştır. İSLAM VE ÇEVRE : İnsan sosyal bir varlık olduğundan içinde doğduğu ve yaşadığı kültürden etkilenmesi tabiidir . Bireyin kimliği de bu kültürel değerlere göre şekillendiği gibi , dünyayı ve olayları da bu bakış açısıyla değerlendirir. İnsanlarla olduğu gibi ,tüm tabiat alemi ve bu alemdeki diğer canlılar ile ilgili tavır ve davranışlarını da bu kültürel değer yargılarına göre şekillendirir . Buna kültürel süzgeç veya gözlükte denilmektedir. Yani İnsanlar bütün olayları ve olguları bu süzgeçten geçirerek değerlendirir. Bu nedenle , çevre sorunlarının tarihi ve felsefi boyutu araştırıldığında ilginç sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bunların en önemlilerinden biri , bu gün çevre sorunları olarak ortaya çıkan olumsuzlukların aslında modern insanın sorunları olduğunun anlaşılmasıdır. İnsanın modern zamanlardaki Tabiatı fethetme ve hükmetme anlayışı , sınırsız ve sorumsuz bir şekilde tabiatı ve tabii kaynakları sömürmesine dönüşmüştür . Modern anlayışın en belirgin özelliklerinden birisi ise tabiatı nesnelleştirmesi ve her türlü değerden soyutlamasıdır. Bütün Vahiy geleneklerinde kutsal bir boyutu olan , Allah’ın bir mahluku olarak saygı duyulan ve belli bir ölçüyle ondan istifade edilen tabiat , sadece kâr amaçlı ve gelecek nesiller düşünülmeden ve münhasıran şu andaki insanların refahı için adeta talan edilmiştir . Bu yaşam tarzının gelecek nesiller için getirdiği sonuçlar göz ardı edilmiştir. Bundan dolayı , daha önceki ahlak ve hukuk sistemlerinde gelecek nesillerin hukuku söz konusu değilken , şimdi gelecek nesillere karşı ahlaki bir sorumluluğumuzun olup olmadığının yanında , gelecek nesillerin hukukunun nasıl sağlanabileceğinin tartışmaları yapılmaktadır. Burada İslam dininin çevreye ve özelliklede insan-çevre ilişkisiyle ilgili bakış açısını ele alacağız. Ancak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için çevre-ahlak ilişkisinin öncelikle incelenmesi yararlı olacaktır. ÇEVRE-AHLAK İLİŞKİSİ : Çevre-ahlak ilişkisi ve bu bağlamda ifade edilen çevre ahlakı yeni bir konu olup, ahlak felsefesinin bir alt dalı olarak ele alınmaktadır. Bu bakımdan , kendisinden önce ortaya çıkan Tıp ahlakı , iş ahlakı vb. pratik ahlak kuramlarına benzemekle beraber konuyla ilgili tartışmaların tarihi oldukça yenidir . Felsefecilerin konuyla ilgilenmesi ve çevre-ahlak ilişkisiyle ilgili tartışmalara katılmaları ; konuyu felsefi ve eleştirel olarak ele almaları ise daha yenidir . ilk çevreci hareketler 60’lı yıllarda başlamakla beraber , esas yoğunluk ve büyük gösteriler 70’li yıllarda ortaya çıktı . Ancak bütün bu çevreci hareketlerin ve protestoların niteliğine bakıldığında olayın ahlaki boyutundan çok , teknoloji ve aşırı sanayileşme sorunu olarak ele alındığı görülür. Bu nedenle alınacak bazı yasal ve teknolojik önlemlerin veya daha az teknolojilerin uygulanmasıyla sorunun çözüleceği sanılıyordu. 87 Çevreci hareketlerin aynı dönemde siyasallaşmasının ve güçlenmelerinin de yine bununla ilgisi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak 80’li yıllarda çevre sorunları olarak adlandırılan ve sadece doğal dengeyi değil , gerekli önlemler alınmadığı takdirde başta insanın bizzat kendi hayatı olmak üzere , tüm yaşamı tehdit ettiği ileri sürülen ekosistemdeki bazı sorunların daha derin boyutları üzerinde durulmaya başlandı . Yeni bir ahlak felsefesi geliştirmeye çalışan filozoflara göre ‘’çevre sorunlarının kaynağını çevreye yönelik davranışlarımızı yönlendiren , evrene , insana , insanın evrendeki yerine , yaşamın anlamına ilişkin temel felsefi inançlarımız ‘’oluşturuyordu .88 87 Bkz.Jim O’Brien ‘’Environmantalism as a Mass Movement:Historical Notes’’,Radical Americe,1983,no:2. 88 Hasan Ünder ‘’Çevre Ahlakı Anlayışları ve Çevre Eğitiminde Perspektifler.’’ Böylece ilk defa İnsan-doğa ilişkileri , İnsanın doğaya karşı tutum ve davranışlarının ahlaki boyutu vurgulanmaya başlandı . İnsan-doğa ilişkilerinin boyutları anlaşılmadan ,bu boyutun mevcut sorunların ortaya çıkmasındaki etkileri tartışılmadan ortaya atılacak çözümlerin pek tutarlı ve yararlı olamayacağı açıktır . Başka bir ifade ile , insanın sahip olduğu dünya görüşü ve değer yargılarının çevresiyle olan ilişkilerinde temel belirleyici olduğunu vurgularsak, 90 Bu görüşler araştırılmadan , tartışılmadan ve eleştirilmeden insanların görüş ve tavırlarını değiştirmenin mümkün olmadığı söylenebilir. 90 Clire Donting.A Green History Of The World,Penguin Books,London,1991.s.141-160 Kısaca, çevre sorunlarının dünya çapında bir bunalım haline gelmesi ve insanlığın geleceği için bir tehdit oluşturması üzerine ,sorunun tüm boyutları vurgulanmaya başlanmıştır . Bu bağlamda insan-doğa ilişkilerinin meşruiyet zemini ve tarihi boyutu; insan-doğa ilişkilerinin arkasındaki dünya görüşü/görüşleri tartışılmaya başlanmıştır . Geleneksel ahlak kuramlarında çevre gereken ilgiyi görmezken veya ahlaki bakımdan nötr bir durumda iken , yeni ahlak tartışmalarında ‘’ çevre ahlakı ‘’ahlak felsefesinin bir alt dalı olarak yerini almaya başlamıştır. Gerek çevre ve gerekse çevre ahlakı tartışmalarının henüz yeni olduğu ifade edilmiştir . Her yeni alan için olduğu gibi bu alanda da bir kavram kargaşasının olması normaldir. Konuyla ilgili tartışma ve araştırmalar arttıkça, haliyle bu kavramlarda yerine oturacaktır. Çevre derken, daha çok , ekoloji biliminin de etkisiyle sadece doğal ve fiziki çevre anlaşılmaktadır . Bu tanım doğru olmakla beraber , bir felsefe öğrencisi için en azından eksiktir. Bundan hareketle Ahmet İnam, çevre kavramının daha iyi anlaşılmasının , İnsan-toplum ve İnsan-doğa ilişkilerinin daha bütüncül bir kavrayışı için şart olduğunu vurgulayarak 4095 çeşit çevreden bahsetmektedir. 94 Ayrıca İnsanlığın karşı karşıya bulunduğu bozulma ve bunalımın sadece doğal çevreyle sınırlandırılmasının doğru olmadığını da vurgulamaktadır . ‘’İnam ’ın dış ve iç çevre diye kavramlaştırdığı ayrım üzerinde kısaca durmak gerekirse , buna göre dış çevre : -Toplumsal çevre, -Politik çevre, -Ekonomik çevre, -Doğal çevreden oluşmaktadır . İç Çevre ise: -Düşünme-düşünce çevresi, -Bilgi çevresi, -Duygu çevresi, -Anlam çevresi, -Sanat çevresinden oluşmaktadır. 94 Ahmet İnam . ’’Çevrelenmiş bir Çevrede İnsan Olma savaşı ‘’ Teori,Mart 1993,s.45. Ayrıca bu iki çevre arasında köprü görevi gören ; -Teknik-teknolojik çevre, -Ahlak, -Ve Tarih çevreleri bulunmaktadır.’’ İnam ‘’çevre sorunları yalnızca doğa çevre sorunu değil ‘’derken , aslında çevre bunalımının derinlerindeki köklerine işaret ederek soruyor. ‘’Doğal Çevrenin kirlenmesi , toplumsal ve politik çevremizin yanlış işlemesinden , anlam çevresinin yozlaşmasından değil mi? (….) Büyük çevreyi oluşturan küçük çevreler teker teker yozlaşmış, bunlar arasındaki ilişkide uyum yok , çevre sorunu bu işte .’’ İşte ,ahlakın çevreyle ilgili tartışmalara girmesi ve çevre ahlakının yeni bir dal olarak ortaya çıkması insan-doğa arasındaki uyumu yeniden kurmaktan başka bir şey değildir. ÇEVRENİN İSLAMİ AÇIDAN TEMELLENDİRİLMESİ : İslam’ın çevre konusuna yapacağı katkının daha iyi anlaşılabilmesi için şu sorunun yeniden sorulması gerekir : ’’Çevre sorunu ahlaki bir sorun mudur , yoksa teknolojik bir sorun mudur .?’’ Zira soruna bu açıdan bakılması, ona farklı bir boyut kazandıracaktır . Ancak bunun bilimsel ve teknolojik boyutlarının da olduğu bir gerçektir. Şayet bu konuyu daha derinlemesine inceler ve asıl sorunu teşkil eden , işin ahlaki olan yönünü ele alacak olursak karşımıza şöyle bir durum çıkmaktadır. toplumumuz da çevre kirliliği ve çevrenin korunması bir görev olarak algılandığı halde , bu görevin pek yerine getirilmediği görülmektedir. Kıyıların kirletilmemesi ve yağmalanmamasını Yazılı ve görsel basında rahatlıkla savunan bir kişi bu söylediklerinin aksini yaparak bir çelişki sergileyebilmektedir. Sanayii atıklarının çevreye zarar vermeyecek şekilde imha edilmesini isteyen bir sanayici , pekala kendi fabrikalarının sebep olduğu çevre kirliliğini görmemezlikten gelebilmektedir . En basit şekliyle sokakların kirletilmemesinin gereğine inanan birçok vatandaşımız çöplerini sokaklara rast gele atabilmektedir. Böylece, sorunun ilk bakışta göründüğü kadar basit olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü sorun artık bir çevre sorunu olmaktan çıkmış , bir ahlak sorununa dönüşmüştür . Bu durum sadece Ülkemizde değil , dünyanın başka ülkelerinde de böyledir. İnsanlar kişisel menfaatleri uğruna,-kendi nesillerinin ve doğal kaynakların yok olması pahasınabile bile çevreyi kirletmeye ve tabiatı tahrip etmeye devam etmektedir . Ahlaken bu davranışın yanlış olduğunu sezdiği ; aklı ile de bu durumun ne kendi şahsı ne de insanlık için bir gelecek vadetmediğini bildiği halde insanoğlunun çevre sorunlarına ilgisizliği devam etmektedir. İşte burada İslam’ın bir din olarak toplumsal sorunlara genellikle-hukuki yönünü de vurgulayarak-ahlaki sorunlar olarak bakmasının sebeb-i hikmeti ortaya çıkmaktadır . Dolayısıyla bu sorunlara getirdiği çözümler de ahlaki çözümler olarak karşımıza çıkmaktadır . Bu da bizim konuya ahlaki açıdan bakmamızı ve İslam’ın ahlak anlayışını ana hatlarıyla ortaya koymamızı gerektirmektedir . Eğer bu açıdan çevre sorunlarına bakılmazsa , İslam’ın çevreye bakış açısı bir anlam kazanmayacak ve sonuçta uygulamaya yönelik tüm çalışmalar da en azından , başarısızlıkla sonuçlanacaktır. O halde, önce İslam çevre anlayışının dayandığı temeller olarak İslam’ın ahlak görüşünü ana hatlarıyla ele almak gerekmektedir. İslami açıdan ahlak , temelde insan vicdanıyla ilgilidir. Bu görüşümüzle ilgili olarak bir çok Kur’an ayeti delil olarak gösterilebilir: - Dini yalanlayan gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar ; yoksulu doyurmaya teşvik etmez.123 -İnsan benliğine ve onu şekillendiren’e ;ona iyiliği ve kötülüğü sezdiren’e andolsun ki , benliğini arındıran kurtulur; onu kirletip örten zarara uğrar.124 -Kitabı sağ tarafından verilen : Alın kitabımı okuyun doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum der.125 Bundan anlaşılıyor ki Kur’an’a göre ahlak ilkelerinin özü , yaşantı hali olarak insan duygu ve hisleri temelinde yatmaktadır . Çünkü vicdan bir duygu olarak karşımıza çıkmaktadır . Bu yüzden Kur’an insan benliğinin tahlilini yapmakta ve insanı bu konuda düşünmeye sevk etmektedir: 123 -107/ Maun Suresi, 1-3. 124 -91/Şems,6-10. 125 -69/Hakka,19-20 ayrıca bkz.90/Beled , 4-17. -Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın . Çünkü O , işiten ve bilendir. 126 -(Ey Muhammed !) Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o bir temennide bulunduğunda şeytan onun dileğine ille de (beşeri arzular)katmaya kalkışmasın . Ne var ki Allah , şeytanın katacağı şeyi iptal eder . Sonra Allah kendi ayetlerini(Lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir : Allah hakkıyla bilendir . Hüküm ve hikmet sahibidir.127 -Biz emaneti , göklere , yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler,(sorumluluğundan korktular) onu insan yüklendi : Doğrusu o çok zalim ,çok cahildir.128 126 -41/ Fussilet Suresi, 36. 127 -22/Hac,52. 128 -3/Ahzab,72 ayrıca bkz.70/Meariç ,19-21.; 4/Nisa,128; 59/Haşir,9; 64/Teğabun,16; 17/İsra,11 ve 100 ; 21/Enbiya,37 ; 75/Kıyamet,20-21, 2/Bakara,110 ve 223 ; 10/Yunus,9-12 ; 7/Araf,200. Ancak burada kendi benliğini bilenin , ahlaklı olacağını ve dolayısıyla sonuçta İslam’ın istediği bir kişi olacağını ileri sürmek istemiyoruz. Zira genelde yaygın olan görüşün aksine , Kur’an ,’’ kendini bilenin Rabbini de bileceğini’’ değil, tam tersine ‘’Rabbini bilenin kendini bileceğini’’ belirtmektedir: ‘’Allah’ı unutup ta , Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimselerden olmayınız.’’ 129 Dikkat edilirse burada , Allah’ı tanımadıkları için, kendi benliklerini de tanımayan (veya unutturulan, yani bir bakıma ‘’tanıttırılmayan’’) kimselerden bahsedilmektedir. Bu da İslam’ın, ahlakı dini bir temele dayandırmak istediğini açıkça göstermektedir. 130 O halde, İslam ’ i açıdan ahlak ilkeleri , akıl ile çıkarılan kurallar değil de yaratılıştan insan benliğine yerleştirilmiş olan öncel sezgilerdir. 129 -59/ Haşr Suresi, 19. 130 –Bkz.Dr.Recep Kılıç,Ahlakın Dini Temeli,TDV,Ankara 1992. ‘’İnsan benliğine ve onu Şekillendiren’e; ona iyiliği ve kötülüğü Sezdiren’e and olsun ki , benliğini arındıran kurtulur ;onu kirletip örten zarara uğrar’’ 131 Dikkat edilirse burada insan benliğinin Allah tarafından şekillendirildiği ve ahlaki duyguların ,sezgi (ayette elhemeha kelimesi ile ifade edilmektedir.) ile bizzat yine insan benliğine yerleştirildiği belirtilmektedir .O halde İslami açıdan ahlak kurallarının kaynağı, ne tecrübedir, ne de akıldır . Çünkü bunlar bizzat insan fıtratının öncel özellikleridir . Ancak bu, ahlak ilkelerinin , ne tecrübe ve ne de akıl ile temellendirilemeyeceği anlamına gelmez . Zira insan aklı , bunları idrak edecek ve anlayacak bir kabiliyette yaratılmıştır ; insan tecrübesi de bunların doğruluğunu ortaya koyabilecek niteliktedir. 131 -91/ Şems Suresi, 7-10. Bu açıklamalar ışığında diyebiliriz ki, İslam’ın ahlak anlayışı , insan fıtratı , insan tecrübesi ve insan aklı üçlüsü içersin de temellendirilmektedir. İnsan fıtratı , ahlaki duygulara kaynaklık yapmakta ;insan tecrübesi , bunların uygulanabilir olduklarını ve insanlık için yararlı ve gerekli olduklarını göstermekte ; akıl ise , bunları mantıki açıdan sistemleştirerek bir ahlak anlayışı şeklinde onları , anlaşılabilir bir duruma sokmaktadır. Ahlak ilkelerinin toplumda etkin olabilmeleri için , sadece temellendirilmeleri yeterli olmayıp , ayrıca İslam’ın Dünya görüşü çerçevesinde fertlere verilmesi gerekir. Bu durumda İslam ahlakının, İslam Dünya görüşünü zaten varsaydığını belirtmek zorundayız . Onun için bu ahlak anlayışının, İslam Dünya Görüşünden koparılması onun yok edilmesi anlamına gelir. O halde İslam Dünya Görüşü çerçevesinde fertlere eğitimle verilen bir ahlak anlayışı, hem akli , hem de tecrübi olarak bir işlerlik kazanır. Ahlaki bir sorun olarak tanımladığınız çevre sorunu da ahlaki açıdan çözümlenmiş olur . Böylece toplumun tüm fertlerine verilen ahlaki duyarlılıkla teknik bağlamdaki çevre sorunları da daha kolay çözülebilir . Zira sorunları çözen bizzat insandır ; aksi halde ne bilim ve ne de teknoloji bu sorunları mahiyetleri icabı tek başlarına çözemezler. İslam Dünya Görüşünün temelinin şu üç noktadan oluştuğu söylenebilir. -Birincisi, Allah , veya Tevhid İnancı; -İkincisi, Peygamberlik veya Nübüvvet; -Üçüncüsü, Ahiret ve hesaba çekilme inancı. İşte bu sebeple ,Müslüman birey çevreye bakış açısını bu üç temel noktadan hareketle oluşturulan bir ahlaki zemine oturtmak zorundadır . İslami çevre anlayışının temeli, bütün mahlukatın (canlı-cansız) Allah tarafından yaratıldığı esasına dayanır . Buna İnsan da dahildir. Görüldüğü gibi , İslami anlayışta insan-tabiat iki ayrı ve birbirine yabancı unsur değil , aynı Yaratıcı tarafından yaratılmış birer mahlukturlar . Bunu şu ayet açıkça ifade etmektedir. ’’Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar(Ümmet)’’ 132. İnsanla tabiat arasındaki farklılık ise sadece derece farklılığıdır . Bu farklılık insana tabiatı ve tabiattaki mahlukatı istediği gibi kullanmasını değil , aksine belli bir sorumluluk duygusuyla ve israf etmeden kullanmasını gerektirir . Allah Kur’an’ı Kerim’de :’’ Şüphesiz , Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır’’ 133 buyurduğu göz önüne alınırsa, bu ölçüye dikkat etme ve onu bozmama görevinin insana düştüğü görülmektedir. 132 -6/ En’am Suresi, 38. 133 –54/Kamer Suresi, 49. Çevrenin korunmasının İslami bir görev olduğuyla ilgili argumanı şöyle temellendirilmektedir. Birincisi , Çevre Allah’ın eseridir . Onu korumak , Allah’ın bir ayeti olarak ,onun değerini muhafaza etmektir . Çevrenin insanlığa olan faydalarının onu korumak için yegane sebep olduğunu sanmak çevreyi yanlış kullanmaya veya tahribe götürebilir. İkincisi , tabiattaki bütün varlıklar yaratıcısını devamlı tesbih halinde bulunur . İnsanlar bu tesbihin şeklini veya niteliğini anlamayabilirler. Fakat Kur’an’ın tanımladığı bu gerçek , çevreyi korumak için ilave bir sebeptir: Yedi gök , dünya ve bunlarda bulunan her şey Allah’ı tesbih eder . O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur , Ne var ki siz , onların tesbihini anlayamazsınız, O, çok halim (merhametli)ve bağışlayıcıdır. 135 135 -17/ İsra Suresi, 44; ayrıca 57/Hadid Suresi , 1; 62/Cuma Suresi, 1. Üçüncüsü, tabiatın bütün kanunları Allah tarafından konulmuş kanunlardır ve varlığın mutlak devamlılığı kavramına dayalıdır. Allah sünnetinde bazen değişiklik yapsa da, meydana gelen her şey o’nun tabii kanunlarına göre meydana gelir ve insanlar da bunu Yaratıcının iradesi olarak kabul etmelidir Allah’ın kanunlarını bozma teşebbüsleri önlenmelidir . Kur’an’ın da ifade ettiği gibi: Görmedin mi ki , göklerde olanlar ve yerde olanlar ; güneş, ay, yıldızlar, dağlar , ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor. 136 Dördüncüsü ,Kur’ an’ın ‘’Yeryüzünde yürüyen hayvanların ve iki kanadıyla uçan kuşların hepsi ancak sizin gibi ümmetlerdir.’’ 137 ayetine dayanarak , insanlığın bu dünyada yaşayan tek ümmet olmadığı ve insanların devamlı olarak diğer ümmetlere üstün olmadığını beyan etmesi bu diğer yaratıkların (ümmetlerin) da bizim gibi varlıklar olduğu , saygıya ve korumaya değer oldukları anlamına gelir . Bu anlayışın en somut örneği ise ,Hz. Peygamberin (SAV) yaşayan bütün varlıkların hürmete ve yumuşak davranışa şayan olarak telakki etmesidir. 136 -22/ Hac Suresi, 18. 137 -6/ En’am Suresi, 38. Beşincisi , İslam Çevre Ahlakı bütün insan ilişkilerinin adalet ve İhsan (kavramları) üzerine kurulu olduğu anlayışına dayalıdır. ‘’ Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder.’’ 138 Altıncısı, Allah’ın yarattığı bu kainatın dengesi aynı şekilde muhafaza edilmelidir . Çünkü ‘’O’nun katında her şey ölçü iledir.’’ 139 Yine , ’’ Hiçbir şey yoktur ki, O’nun hazineleri bizim yanımızda olmasın , ama biz onu bilinen bir miktar ile indiririz.’’ 140 Yedincisi , Çevre sadece bugünkü neslin hizmetinde değildir . O , daha ziyade , Allah’ın geçmiş , şimdiki ve gelecek bütün çağlara lütfudur. Bu gerçek , Bakara süresinin 29. ayetinin manasından anlaşılabilir: ‘’O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.’’ Burada kullanılan sizin için tabiri zaman ve mekan olarak sınırlandırılmaksızın bütün insanlara işaret etmektedir. 138 -16/ Nahl Suresi, 90. 139 -13/Ra’d Suresi, 8. 140 -15/Hicr Suresi ,21. Son olarak, diğer hiçbir yaratık çevreyi koruma görevini icra edebilecek kudrette değildir . Allah diğer hiçbir yaratığın kabul edemeyeceği kadar ağır ve ezici bir görev olan halifelik vazifesini insanlara emanet etmiştir. ‘’Biz emaneti göklere , yere ve dağlara teklif ettik , fakat onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve korktular . Onu İnsan yüklendi.’’ 141 İslam ahlakı birini insan tabiatı , diğerini ise dini ve hukuki temeller olmak üzere iki prensip üzerine kurulmuştur . Birinci prensip, yani tabii insiyak (fıtrat),insan ruhuna Allah tarafından yaratılış esnasında verilmiştir. 142 İslam ahlakının üzerine kurulu olduğu ikinci prensibe gelince söz konusu dini ve hukuki temellerin Allah’ın elçileri (Resul ve Nebiler) tarafından ortaya konulmuş olmasıdır. 141 -33/ Ahzab Suresi, 72. 142 -91/ Şems suresi, 7-8. İslam’ın hukuki talimatları , vicdanı itaate zorlaması bakımından , olumsuz değildir . Aksine, hukuki talimatlar vicdanın doğru olarak onayladığı ve tasdik ettiği bir tarzda vahyedilmiştir . Böylece hukukun kendisi insan vicdanının bir parçası olur ; bununla da uygulanmasını ve başarısını garanti eder. Dışarıdan ithal edilen ,yabancı hukuk (Müslümanlar üzerinde etkili olamaz. Çünkü , bu hukukun Müslümanları kanuni yönden bağlaması mümkün olabilirken ,ahlaki olarak bağlayıcı olması beklenemez . Müslümanlar zekatlarını isteyerek verirler . Çünkü , onlar eğer bunu yapmaktan geri kalırlarsa hem kanuni hem de ahlaki yönden sorumlu olacaklarını bilirler. Müslümanlar bunun şuurundadırlar. İslam’da ahlak; dürüstlük ve doğruluk gibi bir faziletin bir diğerinden soyutlandığı farklı faziletlerin bir karışımına dayalı değildir. Aksine İslam’da fazilet bir bütünün , yani bütün insan hareketlerini kontrol etmeye ve onlara rehberlik etmeye hizmet eden hayat tarzının bir parçasıdır. Doğruluk , aynen hayatı korumak , çevreyi muhafaza etmek ve Allah’ın emrettiği sınırlar içersinde gelişmesini sağlamak gibi bir ahlaki değerdir. Hz . Peygamber (SAV)temel misyonunu şu şekilde ifade etmesi bu bağlamda dikkat çekicidir: Ben güzel ahlakı tamamlamak(Kemale erdirmek) üzere gönderildim . Ayrıca Hz . Peygamberin (SAV) hanımı Hz. Ayşe’ye onun ahlakı sorulduğunda şöyle cevap vermiştir . ’’ Onun ahlakı Kur’an’dır.’’ Kur’an-ı Kerime bütüncül bir gözle bakıldığında farklı , dağınık ve parçacı tarzdaki ahlaki değerleri ihtiva etmediği görülür . Daha ziyade Külli (Kuşatıcı)bir hayat tarzını ihtiva eden emirleri içine alır . Bu nedenle Kur’an’da siyasi , sosyal ve ekonomik prensipler ; yeryüzünün imarı ve muhafaza edilmesiyle ilgili talimatlarla yan yana bulunmaktadır. İslam’ın ahlaki değerleri , ne Aristo’nun iddia ettiği değerler gibi insan aklına; ne Durkheim’in düşündüğü gibi, toplumun ferde empoze ettiği şeylere; ne de, marksistlerin iddia ettiği gibi, belli bir sınıfın menfaatlerine dayalıdır . Bütün bunlar, değerlerin hal ve şartlardan etkilendiğini iddia ederler. İslam’da ahlaki değerler zaman ve mekana göre değiştirilmesi imkansız tam doğru bir ölçüye dayalı olarak bulunur. 143 İslam’ın değerleri , hem fertlerin hem de tabii çevrenin varlıklarını sürdürebilmeleri (ayakta durabilmeleri) için olmazsa olmaz şartlarıdır. Ayrıca Kur’an’ı Kerim’de yeryüzü ile ilgili ayetler okunduğu zaman yeryüzünün aslında , insanlar için bir huzur ve dinlenme yeri olduğuna dair kuvvetli işaretler buluruz: ‘’Yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan , aralarından ırmaklar çıkaran , orada sabit dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir perde koyan kimdir? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var ? Hayır , onların çoğu bilmiyorlar.’’ 143 Yeryüzü , karşılıklı ilişki kavramı için de önemlidir . İnsanlar yeryüzünün iki unsurundan yaratılmıştır: Toprak ve Su. ‘Allah, sizi (babanız Adem'i) yerden (bitki bitirir gibi) bitirdi (yarattı.)' ﴾17﴿ ‘Sonra sizi yine oraya döndürecek ve kesinlikle sizi (yeniden) çıkaracaktır.' ﴾18﴿ ‘Allah yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır ki, oradaki geniş yollarda yürüyesiniz.' 144 Yeryüzü(arz) kelimesi bu kısa ayette iki defa zikredilir ve Kur’an’da bu kelime , öneminin basit bir ölçüsü olarak, toplam 485 defa geçer ve yeryüzü insanlığın hizmetine sunulmuş olarak tarif edilir. ‘’ O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve Allah'ın rızkından yiyin. Dönüş ancak onadır. ‘’145 143 27/Neml Suresi :61, 144 71/Nuh Suresi : 17-20, 145 67/Mülk Suresi : 15, Yeryüzü aynı zamanda bir toplanma yeri olarak tarif edilir; ’’ Biz yeryüzünü dirileri de ölüleri de toplayan (bir yurt) yapmadık mı?’’146 Daha da Önemlisi yeryüzü , İslam tarafından bir temizlenme ve Allah’a ibadet yeri olarak telakki edilmiştir. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur :’’ Yeryüzü bana (Ve Müslümanlara) bir ibadet yeri (mescid) ve temizleyici kılınmıştır.’’ Bu, su bulunmadığında ,toprağın , ibadetten önce bir kimsenin temizlenmesi(teyemmüm) için kullanabileceği anlamına gelir.’’ 147 İbn Ömer , Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet ediyor: ‘’Allah güzeldir ve güzel olan her şeyi sever. O, cömerttir , cömertliği sever ve temizdir, temizliği sever.’’ 146 77/Mürselat Suresi :25-26, 147 Buhari, I,86. Bu böyle olunca ,İslam’ın ‘’Yeryüzünü korumak için bütün insanlar birbirini uyarmalı ‘’,şeklindeki çevreyle ilgili tavrı şaşırtıcı değildir. Yeryüzü tahrip edilirken insanlar geriye çekilmemelidir . ‘’ Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yok. O sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise ondan bağışlanma dileyin; sonra da ona tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.’’ 148 Konuyla ilgili Hz.Peygamber’den (SAV) vereceğimiz örnekler bunu daha açık şekilde ortaya koyacaktır. 148 11/Hud Suresi :61, İslam tabii çevreden faydalanılmasına izin verir, ama bu faydalanma gereksiz(Keyfi)kullanımı icap ettirmez.İsraf ve savurganlık Allah tarafından yasaklanmıştır. ‘Ey Ademoğulları! Her mescitde ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez..’’ 149 Bu Kur’an ayetindeki yemek ve içmek hayatı devam ettirmemiz (için gerekli olan)kaynaklardan yararlanmaya işaret etmektedir. Böyle bir yararlanma kontrolsüz değildir . Kendilerinden istifadenin sürekli bir şekilde olması için hayatı meydana getiren unsurlar korunmalıdır . Hatta daha da ötesi , bu koruma diğerkam bir tarzda olmalıdır.Yani sadece insanları faydaları gözetilerek gerçekleştirilmemelidir . Hz.Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur. ’’ Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için , yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.’’ 150 149 7/ Araf Suresi: 31. 150 / Ahmet İbnü’l-Hüseyin el-Beyhaki, Sünenü’l- Beyhaki el-Kübra, (Haydarabat,Hindistan:tz.),III,19. Böylece Müslüman , dünya nimetlerinden yararlanırken sınırsız ve sorumsuz bir tüketim anlayışıyla hareket edemez . Aksine o, bütün hareketlerini ve tüketim biçimlerini İslam’ın iktisat ilkesine dayandırmak zorundadır. Dünyadaki kaynakların sınırlı olduğunun her gün daha iyi anlaşıldığı;sürdürlebilir kalkınma ve ekonomi modellerinin tartışıldığı bir ortamda, Kur’an’ın şu emirleri dikkat çekicidir: ‘’Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. ‘’ 151 ‘’Onlar (Rahman’ın gerçek kulları), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.’’ 152 151 17 /İsra Suresi :26-27. 152 25/ Furkan :67. Günlük yeme-içmelerde ,israf ve savurganlıktan kaçınma alışkanlığını kazandırmak için Kur’an şöyle emreder: ‘’ Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.’’ 153 Tutumlu olma ve elindekileri saçıp savurmadan kullanma Allah’ın sevgisinin ölçüsü olduğu sık sık vurgulanmaktadır. Bu nedenle çevre açısından çok önemli olan bilinçli tüketici olmak, kullandığımız her şeyi belli bir ölçüyle saçıp-savurmadan kullanmak çok önemlidir. Ancak ,günümüzde bazı Müslümanların maddeci fikirlerin etkisiyle veya büyüsüyle kendi gelenek ve dünya görüşüne zıt olarak çevreyi , ekolojik dengeleri bozan proje ve teknolojilere sahip çıktıkları ve hatta bu tür projelerde yer aldıkları görülmektedir . İddialarını da Kur’an’daki ‘’Teshir’’ kavramıyla, yani insanın yeryüzünde Allah’ın halifesi ve her şeyin de onun emrine verildiği iddiasına dayandırmaktadırlar. Ancak bu kavramları Kur’an’ın ve İslam’ın temel öğretileri çerçevesinden değil de, parçacı ve eklektik bir şekilde temellendirdikleri görülmektedir. İslam Dünya Görüşü, Allah’ın yarattığı ve kendi varlığının ayetleri olarak bildirdiği ekolojik dengeleri ,tabiattaki nizam , intizam ve düzeni yok eden , bozan tahrip eden bir halifelik anlayışını onaylamaz .Zira Halife demek , vekil demektir . Bunun anlamı ise, insanın Allah’ın yeryüzünde sorumlu tutuğu ,yeryüzünün sorumluluk ve korunmasını ona bıraktığı tek varlıktır . Bu vekil , bu alemi belli bir düzen , denge ve ahenkle yaratan Zat’ın emanetine ihanet edemez. Bu düzeni ve ahengi bozduğu ve tahrip ettiği anda artık o kötü bir vekil olarak anılacaktır. İslam Çevre Ahlakının Uygulanması : 1-Temizlik İslam dini, temizliği imanın şartlarından sayar. Böylece iman etmeyle temiz olma arasında doğrudan bir ilişki kurar . Bundan dolayı temizlik bütün tarih boyunca Müslümanların en çarpıcı özelliği olmuştur. İslam Dünya Görüşü, Allah’ın yarattığı ve kendi varlığının ayetleri olarak bildirdiği ekolojik dengeleri ,tabiattaki nizam , intizam ve düzeni yok eden , bozan tahrip eden bir halifelik anlayışını onaylamaz .Zira Halife demek , vekil demektir . Bunun anlamı ise, insanın Allah’ın yeryüzünde sorumlu tutuğu ,yeryüzünün sorumluluk ve korunmasını ona bıraktığı tek varlıktır . Bu vekil , bu alemi belli bir düzen , denge ve ahenkle yaratan Zat’ın emanetine ihanet edemez. Bu düzeni ve ahengi bozduğu ve tahrip ettiği anda artık o kötü bir vekil olarak anılacaktır. İslam Çevre Ahlakının Uygulanması : 1-Temizlik İslam dini, temizliği imanın şartlarından sayar. Böylece iman etmeyle temiz olma arasında doğrudan bir ilişki kurar.Bundan dolayı temizlik bütün tarih boyunca Müslümanların en çarpıcı özelliği olmuştur. Bunun nedeni ise İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’in temizliğe çok önem vermesi ve temizliği İslam’ın temel prensiplerinden saymasındandır. Hz.Peygamber’in (SAV) bir hadis-i şerifi şöyledir.’’ Temizlik İmanın yarısıdır.’’ 153 İslam’ın daha ilk günlerinde Hz.Peygamber’in Allah’tan aldığı ilk ayetlerde şöyle buyurulmaktadır.’’ Ey örtünüp bürünen (Peygamber!) Kalk da uyar. Rabbini yücelt. Nefsini arındır. Şirkten uzak dur. İyiliği, daha fazlasını bekleyerek (bir kazanç elde etmek için) yapma. Rabbinin rızasına ermek için sabret. ’’ 154 23 yıllık risalet döneminde de temizlikle ilgili çeşitli ayetler nazil olmuş ve temizlik Allah sevgisinin bir ölçüsü olarak kabul edilmiştir. 155 İslam’ın temeli, dinin direği ve Müminin mi’racı olan namazın temel şartı temizlikle başlamaktır. Üstelik namaz kılınacak mekanın ve giyilen elbisenin de temiz olması gerekmektedir. Ayrıca temizlik, Allah sevgisinin ölçüsü olduğu gibi, ibadetlerin de şartıdır. Böylece İslam dinin kişinin hem maddi ve hem de manevi temizliğini hedeflediği görülmektedir. 153 Müslim,Taharet:1. 154 74/ Müdessir Suresi :1-6. 155 2/ Bakara Suresi : 222; 9/ Tevbe Suresi : 108. 2-Temiz Havaya Verilen Önem : Allah, yeryüzünün huzur ve sükunun insan eliyle bozulacağını, bunun acısını ise yine insanın bizzat kendisinin tadacağını Kur’an‘da Bizlere bildirmektedir. ‘’ İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.’’ 156 Kur’an dünyadaki ekolojik dengeyi ısrarla vurgulayarak ve bunu Allah’ın ilim , irade ve kudretinin bir eseri olduğunu açıklayarak, bizlerden bu dengeyi korumamızı istemektedir. Kur’an-ı kerim , rüzgarların, yer ile gök arasında ilahi emre hazır bekleyen bulutların evirilip çevrilmesinde , bir taraftan diğer bir tarafa esmesi ve bir halden diğer bir hale değiştirilip döndürülmesinde düşünen bir topluluk için Allah’ın varlığına ve birliğine deliller olduğuna işaret etmekle ,gezegenimiz olan dünyada sağlıklı yaşamamızı sağlayan etkenlerden birinin de rüzgar olduğunu açıkça bildirilmektedir. 157 Bunun gibi konuya dikkatimizi çeken daha birçok ayetler vardır. Ayrıca bazı ayetlerde hava,gaz ve zehirli dumanlar ile rüzgara dikkatimiz çekilmiş ve bunlardan ibret ve dersler çıkarmamız istenmiştir. 158 156 30/Rum suresi:41.. 157 41/ffussilet suresi :16, 54 / Kamer Suresi 19 . 69 // Hakka Suresi :6 158 44/Duhan suresi :10-11; 55 / Rahman Suresi :35, 30/ Rum Suresi :46-48, 25 / Furkan Suresi ;48, 7/ A’raf suresi 57.. 3- Suların Temizliği ve Korunması : Allah dikkatlerimizi öncelikle suya çekmiş ve suyun hayatın temeli ve esası olduğunu belirtmiştir. ‘’ İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? ’’159 Allah’ın Kullarına bahşettiği nimetlerin başında gelen suyun israfına sebep olan her türlü davranıştan kaçınmak her müslüman’ın en önemli görevlerinden birisidir. Zira Allah, yukarıda zikredilen ayet-i kerimede ‘’canlı olan her şeyi sudan yarattık ,meydana çıkardık derken, çok ilginç ve anlamlı bir şekilde suyun hayat için , yaşama için temel şart olduğunu belirtmiştir. 159 21 / Enbiya Suresi : 30.. 4- Ağaç ve Orman Sevgisi : Gerek Kur’an ve gerekse Hz.Peygamber’in (SAV) hadis-i şeriflerinde ve uygulamalarında konuya büyük önem verildiğini görmekteyiz . Bu, sadece çevre ve ormanın korunması değil,belki bir bütün olarak bütün alemin Allah’ın mahluku olması dolayısıyla korunması gerektiğiyle ilgilidir. "Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının." 160 160 26/Şu’ ‘ara suresi :132-134 (Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler. 161 Taneler, bitkiler, sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye yağmur yüklü yoğun bulutlardan şarıl şarıl yağmur yağdırdık. 162 161 56/Vak’a Suresi 28-34. 162 78 / Nebe Suresi : 14-16. ’’Gerçekten biz, yağmuru bol bol yağdırdık. Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık! Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık. ‘’163 Görüldüğü gibi bu ayetler ilahi dengeyi vurgulamakta , tüm bunlardan ibret almamız istenmektedir . Kur’an’ın konuyla ilgili olarak oluşturduğu bu bakış açısı ve çerçeve , müslümanlara buna uygun davranış kalıpları ve üretim-tüketim biçimleri geliştirmeleri sorumluluğunu yüklemektedir. Hz.peygamber’in (SAV)konuya daha geniş perspektiften bakarak , çağlar ötesine ışık tutacak uygulamalar başlattığını görmekteyiz. Buna en güzel örnek Medine yakınlarında bizzat kurduğu ormandır. Daha sonraları el-Gabe (Orman) olarak anılan bu alana , Resulullahın ormanlara verdiği önemin en bariz ve açık örneği olarak önümüzde durmaktadır. 163 80/ Abese :25-32. 5-Hayvanlara Şefkat : Atalarımızın Hayvanlara önem vermesinin temeline bakıldığında, onların hayvanları sevmesi , koruması ve onların için vakıflar kurmasının temelinde İslam Dünya Görüşünün bulunduğu görülür. Varlığın birliğini (Tevhid)vurgulayan İslami anlayış, bu alemdeki her şey (canlı-cansız)kendi lisanlarıyla Allah’ı tesbih etmektedir. ‘’Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah'ı tespih ederler. Her şey O'nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm'dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.’’ 164 ‘’Göklerdeki ve yerdeki her şey, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ı tespih eder.’’165 164 17/ İsra Suresi : 44. 165 62/ Cuma Suresi 1. Bu Hakikatı ifade eden daha birçok ayetler bulunmaktadır.Sevgi ve aşkla dopdolu olan Mevlana,Yunus Emre Hacı Bektaş-ı Velive benzeri büyük şahsiyetler Kur’an’dan aldıkları bu bakış açısını ve anlayışı kendi hayatlarında çok güzel yansıtmışlardır. Kur’an’a şöyle baktığımızda,eko sistemin önemli üyeleri olan hayvanlara verilen önem hemen fark edilir. Kur’an’ın bazı surelerinin çeşitli hayvan adlarını taşıdığı görülmektedir: Bakara(İnek) suresi,Nahl (arı) suresi, Ankebut(örümcek) suresi, Neml (karınca) suresi.Ayrıca,Kur’an’ın çeşitli yerlerinde çeşitli hayvanlardan bahsedilmektedir. Kur’an’ın hayvanlarla ilgili dikkat çekici bir ifadesi de, hayvanların da ‘’Ümmet’’ olduklarının ifade edilmesidir. ‘’Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.’’ 166 166 6/En’am Suresi :38. Türklerin Hayvan haklarına ne kadar saygılı olduklarını, onların beslenme ve korunmalarına ne kadar önem verdiklerini gösteren en önemli hususlardan birisi de, hayvanlar için kurdukları özel vakıflardır. 167 Hayvanlar için kurulmuş vakıflar iki kısımdır. Birincisi, geçici vakıflardır.En yaygın olan hayvan vakıfları bu türden olanlardır. Ünlü Fransız yazar Montaigne bile bu hususa işaret etmeden edememiştir..’’Türklerin hayvanlar için bile Vakıf ve hastaneleri vardır.’’ 168 Ecdadımızın hayvanlara karşı gösterdiği bu şefkat ve merhametin yabancı seyahların dikkatini çektiğini ve bazen de bu durumu anlamada zorlandıkları görülmektedir. 167 / Ricaut:Histoire del’Etat Present de l’Empire Ottomann,Fransızca çeviri Briot, paris,1670,s.301;Danişmend a.g.e. 168 /Montaigne :Essais.CII.206;Danişmend,a.g.e Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için vakıfların genelde ilgilendiği alanları hatırlamakta faydalı olacaktır. İslam Dünyasının hemen her yerinde karşımıza çıkan vakıfların elini uzatmadığı bir alan yok gibidir.Dünyanın her bölgesinde ve her zaman görülebilen yoksulların elem ve ıstıraplarını gidermek,yollar,köprüler,çeşmeler,su bentleri ,okul,cami,hamam v.s. Gibi daha nice hizmetleri yerine getiren bu kurumların pek çok çeşidi bulunmaktadır. Vakıflarla ilgili bölümü konuyla ilgili tarihi bir belgeyi zikretmek yerinde olacaktır. Fatih Sultan Mehmed’in Çevre ve çevre sağlığı ile ilgili ünlü vasiyetnamesi, Gevher Nesibe Eğitim Enstitüsü’nde bulunmaktadır. 167 / Ricaut:Histoire del’Etat Present de l’Empire Ottomann,Fransızca çeviri Briot, paris,1670,s.301;Danişmend a.g.e. 168 /Montaigne :Essais.CII.206;Danişmend,a.g.e Ben ki İstanbul Fatihi abd-i aciz Fatih Sultan Mehmet,bizzatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satun aldığım İstanbul’un Taşlık Mevkiinde kain ve malulu’l hudut olan 136 bap dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki : Bu gayr-i menkulatımdan elde olunacak nemalarla istanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içersin de kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezerler .Bu sokaklara tükürenlerin , tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki,yevmiye20’şer akçe alsunlar,ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasp eyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar bilaistisna her kapuya vuralar ve o evde hasta olup olmadığın soralar; var ise şifası, yada mümkün ise şıfayap olalar.Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemksizin Darülacezeye kaldırılarak orada salah bulduralalar. Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah, ehli erbaba verile . Bunlar ki hayvanat-ı vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki, zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar. Ayrıca, külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ve şühedanın harimleri ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizzatihi kendileru gelmeyüp yemeklerin güneşin bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içersinde evlerine götürüle. İslam Dünya görüşünün özünü, bütün kainatın Allah tarafından yaratıldığı gerçeği oluşturur. İslam , bizlere Allah tarafından yaratıldığımızı ve hesap vermek için tekrar ona döneceğimizi öğretir. Bütün yaptıklarımızdan, yani iyi yaptıklarımızdan da kötü yaptıklarımızdan da sorumlu olduğumuzdur. İslam’ın öz ve temelini ifade eden kavram Tevhid,yani Allah’ın birliği kavramıdır. Bu nedenle Allah’ın yeryüzündeki halife ve emanetçileri mahlukatın birliğini,dünyanın bütünlüğünü , flora ve faunayı,yaban hayatını ve doğal çevreyi korumada birinci dereceden sorunludur. Tevhid, emanet ve sorumluluk kavramları Müslümanın bireysel takva ve ibadetleriyle sınırlandırılmamalıdır. Bilakis hayatlarının bütün safhalarını kuşatmalıdır. Bu değerler bize,çevre açısından doğru soruları sorma,muhtemel çözümlerin en iyisini bulma,istediklerimizin çevre açısından kar ve zararını tam olarak ölçme, Allah’ın bizlere ihsan ettiği ahlak sistemi çerçevesinde diğer mahlukatın haklarına tecavüz etmeden neler yapabileceğimizi görmemizi sağlar. UMARIM,UFKUNUZDA BİR PENCERE AÇABİLMİŞİMDİR.