alevi-bektaşi kültürel kimliğinin ifadesinde müzik, zâkir ve

advertisement
ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN
İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE
BAĞLAMANIN ROLÜ
Deniz GÜNEŞ
Dr., İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Öğretim Elemanı
e-posta: [email protected]
Özet
Alevi-Bektaşi inanç ve ibadet olgusunda müziğin ne kadar önemli ve olmazsa olmazlarından olduğu bilinmektedir. Öyle ki kendilerince kutsal
bir yerde görülen ve inancın önemli bir bölümünü oluşturan On İki İmam
anlayışı; aynı zamanda ritüelin uygulanmasında On İki Hizmet oluşumunu sağlamıştır. Bu hizmette inanç önderi olan “Dede”den sonra önemli bir yeri teşkil eden, müziğin ve sözel aktarımın sesli anlatımını yapan
kişi “Zâkir”dir. İbadet esnasında ise zâkirin yaygın olarak kullandığı çalgı
“Bağlama”dır.
Tarihin farklı dilimlerinde yaşanan bazı sebeplerden ötürü yaşam alanlarını kırsal bölge olarak tercih eden Alevi toplumu, inanç bağlamında
da kendi iç hiyerarşik yapısını zamanla kendisi oluşturmuştur. “Dede”lik, “Zâkir”lik, “Pir”lik, “Mürşid”lik, “Halife”lik gibi kurumların oluşumu ve
bunun neticesinde gerçekleşen ibadet, gizlilik içerisinde ve “Cem” adı
verilen bir erkân olgusu ile süregelmiştir. Bu bağlamda inanç ve uygulamaları gibi gizli tutulmuş olan müzik, yüzyıllar öncesinden bugüne kültürel kimliğin en etkin aracı olmuştur. Zira dinî toplantılarda inanç önderi
tarafından ele alınan tarihsel ve inanç unsurları ihtiva eden sohbetler,
yine zâkir tarafından icra edilen müzik ile paralel bir çizgidedir. Dede’nin
muhabbetini, o konuya dair okuduğu deyiş ile bütünleyen/cevap veren
zâkir, toplum içinde büyük saygı görür ve kimliksel bir ifadenin ürünü
olan “Bağlama” ile varlığını gösterir. Dolayısıyla dedesiz cem, bağlamasız
da zâkir olmaz. Alevi-Bektaşi müziğinde derin ifadelerin ve semiyolojik
yaklaşımların ortaya çıktığı anlatı biçimine de rastlanır.
Anahtar Kelimeler: Alevi-Bektaşi, Alevi müziği, kültürel kimlik, zâkir,
bağlama (saz).
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 55 |
THE ROLE OF MUSIC, ZÂKIR AND BAĞLAMA IN EXPRESSION
OF THE ALAWITE-BEKTAŞI
CULTURAL IDENTITY
Abstract
In Alevi-Bektaşi belief and worshipping fact it is widely known that the
music is indispensible. Such that the notion of Twelve Imams that is
placed at a sacred level and comprises an important part of the belief;
has provided the Twelve Services in the application of the rituel. In this
belief the person who expresses the music and the verbal transfer and
comes pursuant to the belief’s leader “Dede” is has an important place is
called “Zâkir”. During the worshipping the most widely used instrument
by the Zâkir is “Bağlama”.
The Alevi society with regards to their beliefs has developed their own
domestic hierarchy as they preferred to dwell in the rural areas due to
certain reasons encountered during various time phases of the history.
The development of the institutions like “Dede”ism, “Zâkir”ism, “Pir”ism,
“Mürşid”ism, “Caliph”ism and the worshipping arisen as a result of these,
has continued to be secretly executed with the fact of high officials. In
this regard, their music, that has been kept a secret as in their beliefs
and applications, has been the most efficient means of their cultural
identity from the centuries back till today. Because, the coversations
comprising of historical and belief aspects conducted by the leader
of the belief during the religious meetings, is in a parallel line with the
music conducted by the Zâkir. The Zâkir who supplements/answers
with the folk poem related to the Dede’s friendly chat, demonstrates
his existence with his ”Bağlama” that is higly revered by the general
society and is a product of expression of identity. Therefore, no Cem
is considered without the “Dede” and no Zâkir without the “Bağlama”.
In Alevi-Bektaşi music the kind of narration, with deep expression of
recitations and semiology it is also encountered.
Keywords: Alevi-Bektaşi, Alevi music, cultural identity, Zâkir, Bağlama
(Saz).
Giriş
Yüzyıllar boyunca, insan topluluklarının ve kültürel oluşumların sosyal hayattaki yerini ve değişimlerini takip etmek hiç de kolay olmamıştır. Farklı coğrafya ve bölgelerin kendine ait yaşantısını düzenleyen gelenek yapılarının korunup geleceğe aktarılmasında ise birçok yöntem ve araç kullanılmıştır.
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 56 |
DENİZ GÜNEŞ
Geçmişten günümüze yazılı belgelerden ziyade daha çok sözlü olarak aktarılmış
olan kültür verileri, zamanla ifade ettiği toplum ve bireyleri tarafından aynı yöntemle, yüzyıllar boyu akışını devam ettirmiştir. Bir toplumun inanç yapısı, gelenek
ve adetlerin devamlılığı, toplumsal birliği sürdürebilme eylemleri; kültürün ayakta
durmasına karşı verilen çabayla ilintilidir. Bu bağlamda Alevi-Bektaşi toplumunun
dinî ve din dışı öğretilerinde (yaşam tarzı/felsefe) yazılı kaynaktan ziyade sözlü
aktarımın ön planda olduğunu ve yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan yol/sürek
kavramlarının bu çerçevede şekillenip aktarıldığını söyleyebiliriz.
Nitekim toplumların inanç yapıları, tarihî, dinî, ideolojik ve siyasi anlayışında oluşan müzik, duruşlarını sergilemede önemli bir yer tutmaktadır. Bu duruş, aynı zamanda sosyal olguların korunması ve toplumsal birlikteliğin oluşmasında da rol
üstlenmektedir. Todor Dijidjev, toplumsal birlikteliğin yanı sıra, müzik ile milli
beraberliğin ve değerlerin öne çıktığını ifade eder. Ona göre toplumların üretmiş
olduğu müzik, yalnız yaratıcılarının etnik mensubiyetine göre değer kazanmamaktadır. Zira onun bütün ideolojik, duygusal, müzikal ve artistik tabiatta milli bir eser
olarak isimlendirilebildiğinde ülkesinin müzik kültürüne ve dolayısıyla dünya müzik kültürü için gerçek anlamda önem kazandığı görüşündedir (Dijidjev 2003: 78).
Genel ifadeyle bireysel üretim topluma, toplumdan kendi ülkesinin müzik kültürüne, kendi ülkesinden ise dünya müziğine katkı sağladığı anlaşılmaktadır. Bu durum
kendi ülkemiz için de geçerlidir ki Anadolu coğrafyasında varlığını sürdüren farklı
inanç ve kültüre sahip birçok toplum mevcuttur.
Türkiye sınırları içerisinde müziği ve toplumları ele aldığımızda çok renkli bir tablo ile karşılaşırız. Bu renklilik aynı zamanda toplumların (bağlı bulunduğu inanç
yapısı ile) gelenek yapıları ve ideolojisini bozmadan farklı kültürlerin de etkisinde
kalmış olabileceğini gösterir. Etkileşim neticesinde insanlar, kendi öz değerlerinin
yanı sıra, kendi kültürlerini değişik bakış açılarıyla yorumlamaya ve zamanla anlamaya çalışırlar. Bu bağlamda Ayten Kaplan, Kongurca ve Türkali Köyü Tahtacı
Cem Törenlerinde Erkân isimli yazısında kültür ve öğelerini şu ifadelerle açıklamıştır:
Kültürel biçimlerde, olgularda ortaya çıkan kavram ve değerlerin açığa çıkarılmasıyla; toplumsal ve tarihsel değişmenin niteliği ortaya çıkar. İnsanın
nasıl düşündüğü, duyduğu, yaptığı, istediği, insanın kendisine nasıl baktığı,
özünü nasıl gördüğü, değerlerini, isteklerini nasıl düzenlediği hususları kültürün ögeleridir (Kaplan 2005: 13).
Kaplan, kültür biçimleri ve değerlerinin ön plana çıkmasıyla tarihsel değişime vurgu yapmaktadır. Burada müziğin önemi ve kültürel yaklaşım ön plandadır. Zira
kimliklerin belirleyici unsurları arasında sayılabilecek en önemli olgu; müziktir.
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 57 |
ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ
Bu bağlamda her toplum kendi inanç, siyasi ve sosyal yapısını ortaya koyan müzikleri inşa etmiştir. Kimliğin yanı sıra, aynı zamanda kültürel ögelerin öne çıkmasında
da müzik temel alınmıştır. Kimlik kavramına girmeden evvel kültürün toplum için
ne ifade ettiği sorusuna cevap bulmamız gerekir. Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür
adlı kitabında kültürün ve gelenek içindeki yeriyle ilgili şu açıklamaları yapmaktadır:
Sosyal miras ve gelenekler birliği olarak: Kültür, varlığımızın yapısını (ilişkilerini)
belirleyen, sosyal bir süreçle öğrendiğimiz uygulama ve inançların, maddi ve manevi
ögelerin birliğidir. Geniş anlamda eğitim olarak: kültür, toplumsal olarak öğrenilen
ve aynı yoldan yeni kuşaklara aşılanan davranış örüntüleri ya da kalıplarıdır (Güvenç
2005: 100).
Farklı bir bakış açısıyla kültürü tanımlayan Erman Artun, Halk Kültürünün
Uluslararası İlişkilerde Ülkelerin Tanıtımına Katkısı başlıklı bildirisinden şu
ifadelere yer vermiştir:
Kültür, bireyin toplumun bir üyesi olarak iletişim kurmasına, belirli davranışları
ve olayları yorumlamasına ve değerlendirmesine yardımcı olan değerler fikirler ve
semboller dizisidir. Kültür, insanların yarattığı değer sisteminin ahlak, sanat, sembol,
inanç, gelenek ve göreneklerin karışımı olarak tanımlanır. Bu sınıflandırmalar ulusal,
dinsel, tarihsel, coğrafi vb olabildiği gibi; genel kültür, halk kültürü gibi sınıflandırmalar olabilmektedir (Artun 2003: 18).
Bu iki tanım neticesinde, toplumların fikri, siyasi, içtimai ve sosyal olarak bütünlüğünü sağlayan temel olgunun kültür olduğunu söyleyebiliriz. Müzik, toplum içerisinde varlığını sürdüren ve kendi siyasi-inançsal kimlikleri doğrultusunda bireysel
tutumlarını gelecek nesillerine aktarmada kullanılan etkin bir araçtır. Dolayısıyla
kültür ve kültürün toplum üzerindeki rolü, bireysel ve toplumsal alanda da işlevselliğini göstermekte; kimliğin oluşumu ve algılanmasında etkin bir rol oynamaktadır.
Bu anlamda “kültürel kimlik”, Bedriye Poyraz’ın ifadesiyle “olma” sorunu olduğu
kadar “oluşma” sorunudur. Geçmişe ait olduğu kadar geleceğe de ait olduğunu ifade eden Poyraz, kültürel kimliklerin yer, zaman ve tarih değiştiren bir şey olarak bir
yerlerden geldiklerini ve tarihlerinin olduğunu ifade eder. Poyraz, Direnişle Piyasa
Arasında: Alevilik ve Alevi Müziği adlı çalışmasında, kültürel kimlik ve Alevi kültürü ile ilgili bağı şu şekilde açıklamaktadır:
Kültürel kimlik, uygun deneyimler, ilişkiler, mevcut sembol ve fikirler doğrultusunda sürekli yapılanmakta ve yeniden inşa edilmektedir. Bu anlamda,
tıpkı Alevilikte olduğu gibi, kültürün tercih edilen öğelerden birini ya da
birkaçını birlikte içerebilmektedirler. Üstelik bu kültürel kimlikler, durağan,
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 58 |
DENİZ GÜNEŞ
yani bir kez kurulmuş ve bir daha değişmeyen mutlak kalıplar olmaktan çok
birbiriyle etkileşim içinde olan, değişen, gelişen kültürel birlikteliklerdir.
Müzik, toplumların kültürel kimliğinin inşasında, onaylanmasında ve pekiştirilmesinde önemli bir simgesel rol oynar (Poyraz 2007: 75-76).
Poyraz’ın bu açıklamasında da anlaşıldığı üzere, Alevi-Bektaşi kültürel kimliğinin
öne çıkması ve yüzyıllar öncesinden bugüne taşınmasında müziğin ne denli önemli
bir yerde olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Özellikle tarihsel inanç verilerinin, sosyolojik olguların oluşumu ve ibadet unsurlarının sürek içinde değerlendirilmesi, bu
müziğin büyük hacmini oluşturan şiirsel yapıyla ilintilidir. Sözlü aktarımı1 gerçekleştiren kişinin yalnız zâkir (âşık, âşık baba, güvende, sazende…) değil, inanç önderi olan “Dede”nin de olduğu görülür. Dede, bazı durumlarda zâkirlik hizmetini
de üstlenen kişidir2. Yani dede, hem cemin kural ve kaideleriyle akışını sağlarken
bir yandan da halkın aydınlanabilmesi için kendi söylemlerini çalıp okuduğu deyişle tasdikleyen, açıklayandır. Geleneksel Türk Halk Müziği’nde de olduğu gibi
kendi âşıkları yoluyla sözlü kültürü, aldığı/edindiği bilgi doğrultusunda koruma ve
sonraki kuşaklara en doğru şekliyle aktarma yöntemleri, bu kültürün canlı kalabilmesine sebep olmuştur.
1. Müziğin Etkin Kullanım Alanı Olarak “Cem ve Zâkir” Olgusu
Alevi-Bektaşi inancında bir olmak, bir araya gelmek ve tevhid ile ibadet olgusuna
başlamak, yılın belirli dönemlerinde yapılan cemlerle özdeştir. Cem; on iki hizmetin yürüdüğü, yol-süreğin işlediği, muhakemenin yapıldığı, inanç içinde önemli
olan şahsiyetlerin tüm özelliklerinin sözel ifadelerle aktarıldığı/anlatıldığı yerdir.
Dede’nin açtığı muhabbeti, zâkirin çalıp okuduğu deyişle sürdürmesi, bir taraftan
muhabbetin/sohbetin saatlerce uzamasına neden olurken diğer yandan bu anlatıları cemaatin aklında resmederek kalıcı bir hâle sokmasına sebebiyet verir. Kitle
iletişim araçlarının olmadığı dönemlerde, cemlerin sohbete ve muhabbete dayalı
1 Sözlü anlatımlarda daha çok Aleviliğin oluşumu ve tarihsel verilerin yanı sıra inanç içinde değer gören şahsiyetlerin yaşamları,
cenkleri, kişiliklerinden bahsedilir. Bunun yanı sıra toplumun yaşam tarzı ve karşılaştıkları zorlukları anlatan ifadeler yine halk
arasından çıkan şair, ozan, âşık, zakir ve geçmişte de farklı isimlerle (kam, bakşi, bahşi, şaman vs) anılan kişilerce günümüze bir
gelenek şeklinde ulaştırılmayı başarmıştır. Ali Yaman, sözlü geleneğin ve aktarıcılarının zaman içindeki oluşum ve önemini Alevîlik
ve Kızılbaşlık Tarihi adlı kitabında şu şekilde açıklamıştır:
Gerek Bektaşi gerekse Kızılbaş olarak bilinen toplulukların Anadolu ve Balkanlar’da Türk Halk İslam’ı olgusu ile bağlantılı olduğu şeklindeki yaklaşım genel olarak konuyu açıklamaktadır. Orta Asya’da Türkler arasında şekillenen ve bugün dahi izlerini
görebileceğimiz bu anlayışın anlaşılabilmesi gerek eski Türk inançları, gerekse Sufilik ile ilgili gelişmelerle yakından ilişkilidir.
Eski ozanlar gibi halk arasında dolaşan ata, baba unvanlı ve zamanla efsanevi nitelik kazanmış şahsiyetlerin büyük rolü vardır
(Yaman 2007: 98).
2 Alevilikte “Seyyid” soyundan gelen kişi/kişilere “Dede” denir. Her Dede’nin tabi olduğu ocak vardır. Bu ocaklara bağlı olan ve
seyyid soyundan gelmeyen kişiler ise “Talip” olarak adlandırılır. Belli bir ocağa bağlı olup ancak ocağın bulunduğu il sınırlarından
uzak olan talip yerleşimleri mevcuttur. Dolayısıyla Dede, yılın belli zamanında gerçekleşen “Görgü/Sorgu Cemi”nde bu köy/
kasabalara gidip sorgusunu yapmakla mükelleftir. Bu tür cemlerde Dede, kendi cemlerinin müziklerini/deyişlerini (semah, duvaz,
tevhid vd.) bilen ve Oniki hizmetin yürümesinde kendisine kolaylık sağlayacak zakiri yanında götürür. Ancak geçmiş dönemlerde
bu özelliklere sahip zakirin bulunması çok kolay bir iş değildir. Zira inanç ve ibadetin uygulama kısmında sorun yaşayan halk,
toplumun içinden bu inanca hizmet edebilecek hizmetli bulmak ve yetiştirmekte sıkıntı çekmiştir. Bundan ötürü zakirliğe heves
eden kişiyi bulmak ve onu yetiştirmek, edep/adap öğretmek bir hayli problemli olduğunda, çoğu zaman hem dede hem de
zakirlik görevini bir kişi üstlenmiştir.
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 59 |
ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ
bölümlerinin çok uzun işlendiğini dile getiren Alican Yıldırım, burada ‘senlik-benlik’ olmadığını ve sohbette geçen konuyla ilgili bilgisi olan her kâmil kişinin söz
aldığından bahsetmiştir. Bir nevi bilgi alışverişinin işlendiği muhabbetlerin sabaha
kadar dinlendiğini ifade eden Yıldırım, bu sohbetlere dünyanın kündünden (kuruluşundan) başlandığını söylemekte ve konuyu şu şiir örneğiyle bütünlemektedir
(Görüşme: Alican Yıldırım, 11 Ocak 2011, İstanbul/Okmeydanı):
Cihan derya iken âlem su iken
Arştan yeşil kandil nur inmedi mi
Zöhre yıldızından kırkbin yıl evvel
Kuduretten bir top nur inmedi mi
Onur idi üç mürşidin atası
Allah âşık Muhammed’tir putası
Allah Muhammed Ali’den ötesi
O zaman üç güruh bir olmadı mı
Sözlü geleneğin bu denli etkin olmasını Alevilerin yüzyıllarca sosyal ve siyasal nedenlerden ötürü, kırsal alanda kapalı toplum yaşantısı sürmek durumunda kalmalarına dayandıran Ali Yaman, bu durumun doğal bir sonucu olarak kendine özgü
sözlü bir anlatım geleneğinin oluştuğunu ifade etmektedir (Yaman 2007: 29).
Buna paralel olarak Anadolu Aleviliğinin bölge ve coğrafyalara göre farklı isimlendirilmesi3, müzikal ifadelerin ritmik ve ses dizgeleri üzerindeki değişiklikler, cemin
ibadet kısmında icra edilen ve inancın temelini oluşturan “Kırklar” olgusunda okunan mihraçlamanın farklılığı4, On iki hizmetin sürdürülmesinde görülen sıralama
veya uygulama farklılıkları, “yol bir, sürek binbir” ifadesinin çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla bu farklılıklar, cemlerde çalınıpokunan müziklerin tür ve çeşitlerinin zenginleşmesine ve cem içinde olduğu kadar dışında da icra edilmesine
zemin oluşturmuştur.
3 Belli nedenlerden ötürü birbirinden kopuk ve habersiz yaşayan Anadolu’daki Alevi toplumu için de bu farklı isimlendirmeler
ortaya çıkmıştır. Bu isimlendirmeler toplumun uğraştığı iş alanıyla ilgili olduğu kadar, bulundukları coğrafyanın etkilendiği inanç
ve ideolojilerle de paraleldir. Örneğin; güney/güney doğuya inildiğinde (Hatay, İskenderun, Tarsus…) “Arap Alevileri” veya “Nusayriler” olarak adlandırılan Alevi grupları vardır. Bunların dışında, Türkiye sınırları içerisinde hemen tüm bölgelerde (özellikle
Cumhuriyet dönemi sonrası) farklı kimliklerle yaşantısını sürdüren, inanç ve geleneklerini devam ettiren Kürt (kırmanç), Zaza ve
Türkmen olarak isimlendirilen toplumlar da mevcuttur. Değişik isimlerle adlandırılan fakat farklı kimlikler çerçevesinde aynı inanç
yapısının devam ettirildiği görülmektedir. Bu bağlamda Nail Yılmaz, Anadolu dışında kalan ve Hz. Ali taraftarlığından ötürü diğer
ülkelerdeki isimlendirmeleri Kentin Alevîleri adlı kitabında şu şekilde açıklamıştır:
… Öte yandan Alevilik kavramı Pakistan’da “İsmailî”, İran’da “Caferî”, Mısır ve Yemen’de “Zeydi”, Suriye’de “Nusayri” mezhebi
anlamında kullanılmıştır (Yılmaz 2005: 32).
4 Alan çalışmamız esnasında değerli bilgiler aldığımız Âşık Cemal Hakiroğlu, bir görüşmemizde; “Cemde Feyzullah Efendi
mihraçlaması, Şah Hatayi mihraçlaması ve Amasyalı Hamdullah Efendinin mihraçlamasını zakirin bilmesi” gerektiğini söylemiştir
(Görüşme: Ali Rıza Aykul; Aziz Koçak ve Cemal Hakiroğlu 20 Mayıs 2010, Zile Merkez, Aziz Koçak’ın evi). Buradan da anlaşılacağı
gibi tek bir mihraçlama örneği yok. Tokat/Almus/Varzıl kasabasından olan İrfan Çoban, bu konuyla ilgili bölgesel farklılığa hatta
aynı il sınırlarındaki farklı Alevi gruplarının cemlerinde okudukları mihraçlama icrasını şu şekilde aktarmaktadır (Görüşme: İrfan
Çoban, 16 Ekim 2009 ve 06 Ocak 2010, kendi evi, İstanbul/Sultanbeyli):
“Sofiyan cemlerinde Şah Hataî’nin -Geldi Cebrail buyurdu- mihraçlamasını okurlar. Bektaşiler ise cemlerinde -Kün
dedi yarattı arşullahı- mısrasıyla başlayan mihraçlamayı okurlar”.
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 60 |
DENİZ GÜNEŞ
2. Göç Olgusu ve Merkezde Karşılaşılan Kimlik Sorunu
Kapalı ve içe dönük yaşam olgusu, büyükşehir ve il merkezlerine yapılan göçlerden
sonra karşılaşılan bir kimlik problemi olarak süregelmiştir. Öyle ki 1990’lı yılların
başına kadar, Alevi inancına haiz olan bir kişi inancını açık bir şekilde açıklayamıyordu. Bu tarihlerden itibaren cereyan eden bir dizi olaydan ötürü kimliklerini her
alanda gösteriyor olmaları, gecikmiş bir benliğin dışa vuruluşunun yanında, “bizden-sizden” kavramının da öne çıkmasına sebep olmuştur. Bu durum özellikle kırsaldan merkeze göçün neticesinde ortaya çıkan bir olgudur. Hiçbir toplum kendi
arasında ayrı veya öteki olmayı, kendi ulusal kimliğinde bir bütün iken ayrı yaşamayı istemez. Zira siyasi çerçevede tanınmayan bir inanç ve doğal olarak bu inancın
süreğini gerçekleştiren toplum, bu tutumlar karşısında kendini savunmak amaçlı
“bizden” kavramını çıkarmıştır.
Özellikle Cumhuriyet döneminden sonra kırsal alandan şehir merkezlerine ve büyükşehirlere yapılan göçler, kültür ve kimlik sorununu da beraberinde getirmiştir.
Köy ve kasabalarda dahi büyük bir gizlilik içerisinde inançlarını devam ettirmeye
çalışan Alevi toplumu, büyükşehirlerde özellikle ibadet mekânı anlamında sorun
yaşamıştır. Kırsal alanda olduğu gibi büyükşehirlerde de cem yapmak için ilk başlarda büyük evlerin tercih edildiği bilinir. Bu durum son 20-25 seneden beri artık
cemevlerinin yapılmasıyla bir nebze özgür alanlara taşınmıştır.
Alevilik, kent ve şehir merkezinde tam anlamıyla tanınmadan önce var olan müzik
ve geliştirip bugüne taşıdığı gelenek içerisinde kendini ifade etmiştir. Yani kentsel
yaşama geçmeden evvel ibadet ortamında ele alınan müzik pratikleri, büyük şehirlerdeki en etkin kimlik göstergesi olmuştur. Müzik, Aleviler için yalnız kimliğin bir
göstergesi değil, aynı zamanda yaşam tarzı ve inanç ögelerinin de anlatıldığı sözel
aktarım aracıdır. Bu bağlamda zâkir ve zâkirin aktarımını gerçekleştirdiği müzik,
tanınmayan inancın farkındalık yaratması ve kültürel kimliğin oluşumuna zemin
hazırlamıştır. Alevi toplumu üzerinde büyük ilgi toplayan ve muhtelif dönemlerde gerek dinî gerekse dernek/vakıf toplantıları şeklinde gerçekleşen etkinliklerin
tümünde müzik ve dolayısıyla zâkirler/âşıklar başköşeyi almıştır. Sonrasında ise
Alevi sanatçıların yaptığı kaset/albümlerin müzik piyasasında yerini almasıyla
başlayan bir dönemden söz edilebilir. Ses kayıt ve dinleme cihazlarının olmadığı
dönemlerde gezici veya belli bir mahalde varlığını gösteren, halkın sözcüsü olmuş
ozanlar/âşıklar, kültürel kimliğin farkındalık yaratmasının başladığı ilk dönemlerin
hem şahitleri hem de farkındalığı yaratan kişileri olmuşlardır.
Büyükşehir ve kırsal alandan ilçe merkezlerine gerçekleşen göçün neticesinde karşılaşılan farklı kültürler karşısında duruş ve kimliklerini yansıtmaya çalışan Aleviler, dönem dönem kendilerini ifade etmekte zorluk yaşamışlardır. Bu tutumu Bedriye Poyraz, yaptığı bir değerlendirmede dönemsel olarak ele almıştır. Cumhuriyet
döneminden sonraki siyasi yaklaşımların ön planda olduğuna ve bu yaklaşımların
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 61 |
ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ
toplum üzerindeki etkisine değinen Poyraz, özellikle Alevilik ve müziğinin kamusal alana çıkışını, yarattığı etkiyi ve muhafazakâr devlet kurumlarıyla kendilerini
özdeşleştirme bağlamında en önemli örneğini her yıl düzenlenen Hacı Bektaş Veli
Şenlikleri’nden vermektedir. Burada medya ve siyasi iktidarın tavır ve politikaları
üzerinden inceleme yapan Poyraz, Direnişle Piyasa Arasında: Alevilik ve Alevi Müziği adlı çalışmasında üç döneme ayırdığı örneği şu şekilde aktarmaktadır:
1975-80 döneminde tahmin edileceği gibi devlet, bu şenliklere destek vermek şöyle dursun katılan ozanları tutuklamakta hatta şenliklerin yapılmasını yasaklayarak engellemektedir; yani bu dönemde devlet, Hacı Bektaş Veli
Şenlikleri’ne sadece polis gücü ile katılmıştır. Ancak 1985-90 döneminde
yavaş yavaş olumlu değişiklikler olmuştur ki bunların başında, ANAP’lı dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in bakan olarak destek vermesidir. 1995-2000 döneminde ise Hacı Bektaş Veli Şenlikleri, artık devletin
en üst düzey katılımı ile devlet protokolünün gündeminde yerini almıştır
(Poyraz 2007: 117-118).
Görüldüğü üzere zamanla ılımlı bir yaklaşımın sergilendiği ve tanınmaya başlanan
bir şenliğin varlığından bahsedilmektedir. Tanınmaya çalışılan yalnız şenlik değil,
aynı zamanda şenliğin katılımcı ve düzenleyicisi olan Alevi-Bektaşi toplumunun da
gerek kamu gerekse devlet iradesince tanınmasıdır. Bu sürecin devamında müzik
piyasasında yer alan albümler, toplumun birlikteliği ve kimliğin farklı kültürler içinde farkındalık yaratması anlamında önem kazanmaktadır. 1980’li yıllarda Arif Sağ,
Yavuz Top, Muhlis Akarsu, Musa Eroğlu gibi sanatçıların birlikte seslendirdikleri
“Muhabbet” adlı kasetlerin seri olarak piyasaya çıkması, bahsettiğimiz toplumsal
birlikteliğin ve kültürel kimliğin ön plana çıkmasını sağlayan ögelerden en etkilisidir. Köy dernekleriyle başlayan ve sonrasında vakıf ve federasyonlarla devam eden
süreç, küreselleşmenin getirisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Son çeyrek asırda ise
kitle iletişim araçlarının (Radyo, TV, Net, Dergi, Gazete vs.) ortaya çıkışı ve artması, kültürel kimliğin ve aidiyetin herkesçe bilinmesi-tanınması amaçlı yapılan
adımlar olmuştur.
Cumhuriyet döneminden sonra başlayan Halk Türkülerini derleme çalışmaları ve
sonrasında TRT’nin denetimden geçerek arşivlenen ciddi sayıda Alevi müziği vardır. Özellikle Muzaffer Sarısözen ve Nida Tüfekçi gibi duayen müzik adamlarının
çabaları, günümüzde TRT ve birçok yayın kuruluşunda bu eserlerin icra ediliyor
olmasının önünü açmıştır. Devletin yayın organı olan TRT’nin Alevi müziklerini
halkla buluşturması, çok önemli bir husustur. Zira inanç ve ibadete yönelik kelimelerin sözler üzerinde değiştiriliyor olması -sansürlemek5-, bu müziği siyasi otoritenin inanç dairesinin dışında gördüğü ve değerlerinin tam olarak tanınmadığının6
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 62 |
DENİZ GÜNEŞ
göstergesi de olmuştur. Aslında Alevi müziği başlı başına bir sorun olmaktan öteye
gidememiştir. Sözlerin sansürlenmesinin yanında, eserlerin yasaklanması, müziği
icra edenlerin de temkinli davranmak zorunda kalmaları, Alevi kültürel kimliğinin
üzerindeki baskıyı da özetlemektedir.
Bahsi geçen engelleme ve yasaklamalardan veya geleneklerinin tümünü özgür olarak aktarabilme anlayışından ötürü bir takım icraatlar göze çarpmaktadır. Örneğin;
günümüzde Alevi kuruluşu olan televizyon veya radyo kanallarıyla halkına ulaşan
bir medya anlayışı ortaya çıkmıştır. Bunun yanında düzenli yayınlar ve dergiler
aracılığıyla, gelişen olayları okuruna ulaştıran yayın organları varlık göstermiştir.
Derneklerin akabinde yurt içi ve yurt dışında kurulan vakıf ve federasyonlar; organizasyon, örgütlenme, birlik, ibadet gibi işleyişin organizma görevini üstlenmiştir.
Bu dernek, vakıf ve federasyonların kendi internet sayfaları üzerinden yayınlarını
yapıyor olması ise sosyal medyanın da gücünün etkin olarak kullanıldığını göstermektedir. Bahsettiğimiz kitle iletişim araçlarının tümü, kırsal alandan merkeze yerleşmiş olan halkın gereksinimleri doğrultusunda planlı veya plansız olarak ortaya
çıkmıştır. Merkezdeki yaşam, kırsala göre daha dağınık ve kopuk olduğundan, bir
nebze halkın birlikteliğini sağlamak amaçlı bu oluşumlara ihtiyaç duyulmuştur.
3. Müzik, Zâkir ve Bağlama
Alevi toplumu gerek kırsalda gerekse merkezde, geçmişten ‘sır’ olarak emanet aldığı
inanç ve müziğini, büyük bir değerle günümüze taşımıştır. Anadolu Aleviliğinde
görülen müzik ve özellikle bağlama çalgısı, bu inanca yakın ancak değişik isimlerle
karşımıza çıkan topluluklar arasındaki büyük farkı da ortaya koyar. Belki de ibadet
esnasında kullanılan müzik, ibadetin kendisi gibi saklı/gizli tutulduğu için günümüze ulaşan en doğal ürünlerin ve kimliğin öne çıkmasındaki temel olgu sayılmıştır. Tabii ki müziği icra eden zâkir kadar, icra ettiği müziğin sözlerini/şiirini yazan
ozanlar da son derece önemli yere konulur. Yani Alevi kültürel kimliğinde müzik,
zâkir ve bağlama bir bütündür. Müzik, ibadet içinde olduğu kadar dışında da muhabbetlerin7 kaynağı, halka yol gösteren ve öğreticidir. Alevi müziği, her ne kadar dinî ve
inançsal verilerin işlendiği bir müzik türü olsa da –tüm tür ve çeşitleri bu açıklamaya
5 İnanç içinde önemli unsurları simgeleyen tabirlerin yerine farklı dolgu ve tamlama cümlelerinin kullanıldığı bilinmektedir.
Örneğin “Ali” yerine “dost” tabirinin kullanılması, Kerbela, On İki İmam/hizmet, Kırklar vb. tabirlerin kullanılmaması gibi.
6 Türkiye’de Alevi müziği olgusunun, tıpkı Alevilik gibi uzun yıllar ‘yeraltında’ yaşamak zorunda bırakıldığının altını çizen Bedriye
Poyraz, Alevi kimliği ve müziğinin kamusal alana çıkışını şu ifadelerle dile getiriyor:
Alevi kimliği ve müziğinin kamusal alana çıkış serüvenini anlatırken bütün zorluk ve baskılara karşın, çeşitli yöntemlerle
çoğaltılarak illegal olarak satıldığı ve dinlendiği gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerekir. Maraş, Tunceli, Sivas, Tokat ve diğer
birçok ilde gizli olarak kaydedilip satılan Alevi kasetlerinin varlığı ya da Alevi toplumu arasında böyle bir olgunun yaygın olarak
pratik edilmesidir (Poyraz 2007: 139).
7 Muhabbet kavramı genel olarak üç şekilde ele alınmaktadır. İlki, cemin başında ve sonunda âşıklar arasında yapılan müzikli
sohbet; ikincisi dede ve zâkir arasındaki dinî konunun derinliğine inilmesi, üçüncüsü ise yola girecek gençlerin bilgi sahibi olması
için düzenlenen muhabbetlerdir. Hubyar dedesi ve zâkiri olan Âşık Alican Yıldırım, “muhabbet” kavramı ile ilgili bize şu bilgileri
aktarmıştır [Görüşme: Alican Yıldırım, 11 Ocak 2011, kendi evi, İstanbul/Okmeydanı]:
“Muhabbetin açılacağı konunun, kaynağını okunan deyişten alması gerektiği gibi bir sınırlama ve katî bir kural yoktur.
Geçmişten günümüze gelen, anlatı şeklini almış yol uluları veya önderleriyle ilgili söylencelerden, destanlardan da
yola çıkılarak muhabbet derinleştirilebilir. Muhabbetin bir diğer kaynağı ise, cemde bulunan canların merak ettiği
konu üzerine, dedeye sorulan soru ile açılır. Merak edilenler veya çok iyi anlaşılmamış inanca bağlı konular detaylı
bir şekilde konuşulur”.
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 63 |
ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ
dâhil olmayabilir- halk müziğinden ayırmak imkânsızdır. Zira inanca yönelik üretimde veya icrada bulunan kişi, toplumsal ve sıradan olgular üzerine konuları da işleyebilir. Dolayısıyla halkın ürettiği ve o toplumun taşıyıcıları tarafından gelenekselleşip
akışı sağlanan müzik kültürü, yine o toplumun “folklorik oluşum süreci”ne paralel
geçişini sürdürmektedir. Yani farklılaşan tüm kültürel ögeler ve müzikal tınıların değişimi veya zamanla yeni algılamaların var olması, müzikal ifadelerin de zaman içinde
sabit kalmamasına neden olabilmektedir. Bu duruma açıklık getirmek gerekirse ibadet esnasında zâkirin sunduğu performansın, daha önceki zamanlarda vokal ve sözel
anlatıda etkin olmasına karşın günümüzde artık çalgı icra teknikleri, kullanılan çalgı,
vokal ağız özellikleri ve üsluplarıyla da fark yarattığını görmekteyiz.
4. Kültürel Kimliğin Simgesi Olarak “Bağlama”
Cem, zâkir ve dede olgusundan sonra önemli bir yerde tutulan ve saygı gören bağlama
(saz), cem içi ve cem dışı müzikal icralarda özel bir kimlik kazanır. Cemlerde, zâkir
tarafından çalınıp okunan deyişlerin önemli bir kısmı, Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerin
şiirsel yapısını ihtiva eder. Bu bakımdan çoğu kez karşılaştığımız “telli Kur’an” söylemi, bağlamanın kutsal bir çalgı olarak saygı görmesine neden olmuştur. Çünkü zâkir,
Kur’an ayetlerinde geçen söylemlerin, ozanlarca şiirleştirilmiş olan kısmını Türkçe
olarak sazıyla okuyup çalar. Dolayısıyla zâkirin her bir kelamı, Allah’ın kelamı olarak
düşünüldüğünden büyük bir saygı ve sessizlik içerisinde dinlenir. Sazın dik asılması,
başköşede olması, icra edilsin edilmesin evlerde muhakkak var olması, sazın anatomik
yapısına simgesel yaklaşımlarda bulunulması vb. yaklaşımlar, kutsaliyetin bir yansıması olmuştur. Zâkirsiz cem olmayacağı gibi, sazsız da zâkirin olmayacağı ortadadır. Bu
bağlamda Nejat Birdoğan, Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik adlı eserinde, halkın
simgeleştirdiği ve farklı kimlik kazandırdığı bağlamanın yorumunu şu şekilde vermektedir:
Alevilere göre sazın teknesi gizli bilimleri ve Tanrıyı bulmaya yarayan bir hazinedir. Bundan dolayı buraya ‘ilim şehri’ derler. Göğüs kısmı olmazsa sesler
çıkmayacaktır. Ayrıca bu göğüs kısmı, teknedeki bilimin bozulmasını, yitip
gitmesini önleyen kapıdır. Sazın göğsüne ‘kapı’ derler. Eşik, Alevilkte zaten
kutsaldır. Sazın eşiği bu nedenle ayrı bir önem taşır. Sap, ‘elif’ biçimindedir. Elif
ise Allah’a ve Ali’ye değinmek olduğu için kutsallığı üzerindedir. Sazın karar
perdesi olan ‘la’ sesi, ‘şah perdesi’ adını taşır. Aranağmeleri bulmaya çalışan ‘fa,
sol, la’ seslerinden ilk ikisi ‘anımsatma’ ve ‘arama’ perdeleri olduğundan, ‘niyaz
perdesi’ adını alır (Birdoğan 2006: 438).
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 64 |
DENİZ GÜNEŞ
Cemlerde zâkirlik yapan âşıkların hemen hepsi bir ustaya bağlıdır. Cem ve müzikli muhabbetlerde yetişen zâkirler, yolun incelikleri ve esaslarının yanı sıra kullandıkları çalgının da
icrasının temel özelliklerini ustasından öğrenir. Bilhassa demelerde verilmek istenen mesajın ustaca aktarılması, yine usta-çırak ilişkisine bağlı bir olgudur. Âşıklar için çalgının bir
ilham vasıtası olduğu kadar, aynı zamanda onlara kimlik veren bir aksesuar görevi gördüğünü belirten Süleyman Şenel, zihinlerindeki deyişleri hazırlarken de dinleyenleri oyalama
görevinin büyük bir bölümünün çalgıya düştüğünü belirtmektedir. Bu bağlamda kullanılan
bağlama çalgısına orgonolojik ve semiyolojik8 yaklaşımları ile farklı bir yorum katan Şenel,
Kastamonu’da Âşık Fasılları (Tür-Çeşitler-Çeşitlemeler) adlı iki ciltlik eserinin I. cildinde
şu bilgilere yer vermiştir:
… Bu inanışlar doğrultusunda, çalgıya takılan tel sırası; çalgının göğsüne ve
teknesine açılan delikler ve bu deliklerin sayısı; sap dibinin gövdeye bitiştiği kısımlarda görülen bazı şekiller ve çalgının bazı parçaları, remz ve/veya
itikarlarla, bazı inançlara dayandırılır. Sözgelimi tellerin üç sıra bağlanması,
çalgının göğsüne ve teknenin üst kısmına üç delik açılması Allah-Muhammed-Ali üçlemesini ifade eder. Çalgı sapının, gövde ile birleştiği yere yapıştırılan üçgen şekiller de bu inanç doğrultusunda kullanılır. Çalgı üzerinde
on iki tel bulunması, bu tellerin Oniki İmam aşkına bağlandığı anlamını da
işaret eder ki bir çalgıya on iki telin bağlanabilmesi için tabiatıyla ebatın büyük olması gerekir (Şenel 2007: 76).
Her iki referansta açıkça belirtildiği gibi inanç kaidelerinin simgesel olarak anlam kazandırıldığı bağlama, yalnız bir enstrüman değil aynı zamanda büyük bir misyonun da taşıyıcısıdır. Ayrıca ibadet esnasında, dedenin izni ile müziğe başlanması ve bitiminde aldığı dua
için “Dar”a duran zâkir, sazını öpmeden müzik icrasına başlamadığı gibi, sazı bıraktığında
da aynı işlemi tekrarlar. Bu işlem, sazın öpülüp baş üstüne konmasıdır. Ayrıca zâkirin “Oniki
Hizmet” olgusunda bir postun sahibi olması ve bağlama ile bütünleşmesinden dolayı cemde onu inanç önderi olan Dede’den sonraki en önemli kişi yapmaktadır.
Bağlamanın, ibadet dışında da kullanımının yaygınlaşması, kültürel kimlik içinde
zamanla simgeleşmesine neden olmuştur. Cemlerde, bağlamanın dışında kullanılan
çalgılar da vardır. Bunlardan belirgin olanı keman ve kemanedir.
Sonuç
Alevi-Bektaşi inancına yakın toplumlarda görülmeyen ve en keskin ayrımın bir parçası olan zâkir ve bağlama; kültürel kimliğin ortaya çıkmasındaki temel oluşumun
ögeleridir. On iki hizmetin sürdürüldüğü ve kırkların yeryüzündeki devamı olarak
algılanan cem olgusu, Alevi müziğinin canlı kalması ve geleneksel olarak icra edilmesinin zeminini hazırlamıştır. Dinî ve din dışı öğretilerinde (yaşam tarzı/ felsefesi)
8 Bağlamanın, ibadet dışında da kullanımının yaygınlaşması, kültürel kimlik içinde zamanla simgeleşmesine neden olmuştur.
Cemlerde, bağlamanın dışında kullanılan çalgılar da vardır. Bunlardan belirgin olanı keman ve kemanedir.
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 65 |
ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜREL KİMLİĞİNİN İFADESİNDE MÜZİK, ZÂKİR VE BAĞLAMANIN ROLÜ
yazılı kaynaktan ziyade sözlü aktarımın ön planda olduğunu ve yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan yol/sürek kavramlarının bu çerçevede şekillenip aktarıldığını söyleyebiliriz. Yakın dönemlere kadar birbirinden habersiz ve kopuk yaşamış
olan Anadolu Alevileri, ibadetlerinde gizliliği “sır” olarak algılamıştır. Dolayısıyla
kırsaldan merkeze doğru ilerleyen toplum, kimlik ve inanç sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlar kimliğin açıklanamaması, inanç unsurlarının ve ibadetin
gizliliği, ibadet mekânının bulunmaması, İslam içinde Aleviliğin yeri, müziğin rahat
icra edilememesi, dinî önder ve sanatçılarının baskı altında olması vb. konulardır.
Zamanla devlet tarafından tanınmaya başlayan Alevilik, bazı kısıtlama ve sansür uygulamalarıyla birlikte müziklerini gerek TRT gerekse kamusal alanda icra etmeye
başlamıştır. Alevi sanatçıların yaptığı (solo veya birlikte) plak ve kasetler aracılığıyla
dinleyicisine ulaşan müzik, toplumun bir araya gelmesi ve farklı toplumlar karşısında duruşlarını sergilemede önemli bir yer oluşturmuştur. Bu bağlamda kullanılan
çalgı, müzikal ifade, ses örgüleri, ritmik öge, okunan şiirlerin içeriği ve icra edildikleri ortam, eserin kendi kültürel kimliğini yansıttığı gibi başka bir kültüre karşı
farkını ortaya koymadaki en önemli unsur olmuştur.
KAYNAKLAR
ARTUN, Erman (2003). “Halk Kültürünün Uluslararası İlişkilerde Ülkelerin Tanıtımına Katkısı”. Halk Kültürünün Uluslararası İlişkilere Katkısı
Sempozyumu. İstanbul: 12-14 Aralık.
BİRDOĞAN, Nejat (2006). Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik. İstanbul:
Kaynak Yay.
DİJİDJEV, Todor (2003). “Etnik Kimliğin Bir İşareti ve Ulusal Kültürler Arasındaki
Karşılıklı Faaliyetler İçin Folk (Halk) Müziği”. Halk Kültürünün Uluslararası İlişkilere Katkısı Sempozyumu. İstanbul: 12-14 Aralık.
GÜVENÇ, Bozkurt (2005). İnsan ve Kültür. İstanbul: Remzi Kitabevi.
KAPLAN, Ayten (1997). “Kongurva ve Türkali Köyü Tahtacı cem Törenlerinde Erkân”. Folklor Edebiyat Dergisi. C. IV, S. 24, s. 192. Ankara.
POYRAZ, Bedriye (2007). Direnişle Piyasa Arasında: Alevilik ve Alevi Müziği.
İstanbul: Ütopya Yayınları.
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 66 |
DENİZ GÜNEŞ
ŞENEL, Süleyman (2007). Kastamonu’da Âşık Fasıllar (Türler, Çeşitler, Çeşitlemeler). C. I. İstanbul: Kastamonu Valiliği İl Özel İdaresi Yayınları, 1. Baskı.
YAMAN, Ali (2007). Alevilik&Kızılbaşlık Tarihi. İstanbul: Nokta Kitap.
YILMAZ, Nail (2005). Kentin Alevileri (Reşadiye-İkitelli Örneği). İstanbul:
Kitabevi Yay.
Kişisel Görüşmeler:
Ali Rıza AYKUL, Aziz KOÇAK ve Cemal HAKİROĞLU, Kişisel Görüşme: Zile/
Merkez/A. KOÇAK’ın evi, 20 Mayıs 2010.
Alican YILDIRIM, Kişisel Görüşme: İstanbul/Okmeydanı 11 Ocak 2011.
İrfan ÇOBAN, Kişisel Görüşme: İstanbul/Sultanbeyli 16 Ekim 2009 ve 06 Ocak 2010.
Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi | 67 |
Download