hipertansif hastaların metabolik sendrom parametreleri ve

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
AİLE HEKİMLİĞİ KOORDİNATÖRLÜĞÜ
UZM. DR. FATİH BORLU
TEZ DANIŞMANI: PROF. DR. YÜKSEL ALTUNTAŞ
HİPERTANSİF HASTALARIN METABOLİK SENDROM
PARAMETRELERİ VE AMBULATUVAR KAN BASINCI
MONİTÖRİZASYON SONUÇLARI İLE EKOKARDİYOGRAFİ
BULGULARININ KARŞILAŞTIRILMASI
( UZMANLIK TEZİ )
DR. MURTAZA PEHLİVANOĞLU
İSTANBUL – 2009
İÇİNDEKİLER
Sayfa
1) Teşekkür
3
2) Kısaltmalar
4
3) Giriş
5
4) Genel Bilgiler
6
5) Materyal ve metod
30
6) Bulgular
32
7) Tartışma ve Sonuç
48
8) Özet
51
9) Kaynaklar
53
2
TEŞEKKÜR
Aile Hekimliği dalında aldığım ihtisas eğitimim süresince Şişli Etfal Eğitim ve
Araştırma Hastanesi’nde bilgi ve deneyimlerinden faydalandığım ve kliniklerinde asistan
olarak çalışmaktan gurur duyduğum saygıdeğer hocalarım 2. Dahiliye Klinik Şefi ve tez
danışmanım Prof. Dr.Yüksel ALTUNTAŞ, 3. Dahiliye Klinik Şefi Uzm. Dr.Fatih BORLU,
2. Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi Op. Dr. İnci DAVAS, 2. Çocuk ve Yenidoğan
Klinik Şefi Prof. Dr. Asiye NUHOĞLU, 3. Çocuk Kliniği Emekli Şefi Prof. Dr. Feyzullah
ÇETİNKAYA, 2. Cerrahi Klinik Şef Vekili Op. Dr. Gürkan YETKİN ve Psikiyatri Klinik Şefi
Doç. Dr. Oğuz KARAMUSTAFALIOĞLU’na, bu bölümlerde birlikte zevkle çalıştığım ve
tecrübelerinden faydalandığım tüm meslektaşlarıma ve yardımcı sağlık personeline
teşekkürlerimi sunarım.
Tez çalışmalarımı yaptığım Hipertansiyon ve Lipid Polikliniği’nde, bu çalışmanın
planlanması ve gerçekleştirilmesinde desteğini gördüğüm Kardiyoloji Uzm. Dr. Erkan
ÖZTEKİN, Dahiliye Uzm. Dr. Hüseyin ÇAT ile Aile Hekimliği Uzm. Dr. Ali Osman
ÖZTÜRK’ e ve bu ünite çalışanlarına, bir aile gibi kaynaştığımız değerli Aile Hekimliği
asistan arkadaşlarıma ve aşı merkezi çalışanlarına teşekkürlerimi sunarım.
Son olarak tüm bu çalışmalarımda yanımda olan sevgili eşim Seren
PEHLİVANOĞLU’ na ve bu günlere gelmemde maddi, manevi desteklerini esirgemeyen,
her zaman yanımda olan aileme sonsuz teşekkürler…
3
KISALTMALAR
ABPM
: Ambulatuvar Kan Basıncı Monitörizasyonu
ACE
: Anjiyotensin dönüştürücü enzimi (Angiotensin converting enzyme)
ACEİ
: Anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitöri
ARB
: Anjiyotensin-2 reseptör blokeri
AT-II
: Anjiotensin-II
BB
: Beta bloker
Cl
: Klor
DKB
: Diastolik kan basıncı
DM
: Diabetes mellitus
DÜ
: Diüretik
ESH-ESC
: Avrupa Hipertansiyon Topluluğu - Avrupa Kardiyoloji Topluluğu
(European Society of Hypertension - European Society of Cardiology)
HDL
: Yüksek yoğunluklu lipoprotein (high density lipoprotein)
HT
: Hipertansiyon
IDF
:Uluslararası Diyabet Federasyonu (International Diabetes Federation)
JNC
: Birleşik Ulusal Komite (Joint National Committee)
K
: Potasyum
KB
: Kan basıncı
KKB
: Kalsiyum kanal blokeri
KVH
: Kardiovasküler hastalar
LDL
: Düşük yoğunluklu lipoprotein (low density lipoprotein)
Na
: Sodyum
NE
: Norepinefrin
NO
: Nitrik oksit
RAAS
: Renin anjiyotensin aldosteron sistemi
SSS
: Santral sinir sistemi
SKB
: Sistolik kan basıncı
VKİ ( BMİ)
: Vücut kitle indeksi
4
GİRİŞ VE AMAÇ
Hipertansiyon, multiple genetik faktörlerin, patofizyolojik süreçlerin ve çevresel
etkilerin geniş bir dizi hedef organ hasarı oluşturmak üzere etkileşime girdiği, iyi kontrol
edilmediğinde vücuttaki birçok organın yapı ve fonksiyonunu ciddi şekilde etkileyen
kompleks bir hastalıktır ¹.1960’lı yılların sonlarına doğru gerçekleştirilen bir çalışma
kısmen kontrol edilebilen hipertansiyonun dahi komplikasyon riskini azalttığını ortaya
koyduktan sonra bu konudaki çalışmalar hız kazanmıştır.
Hipertansiyon oluşturduğu hedef organ hasarı ile oldukça önemli bir morbidite ve
mortalite nedenidir. Hipertansif hastalarda kan basıncı normal sınırlar içersinde kontrol
edilmediğinde birçok organ ve sistemin fonksiyonu geri dönüşümsüz olarak etkilenebilir.
Kan basıncı yükseklik oranı ile miyokard infarktüsü, kalp yetersizliği, inme ya da böbrek
hastalığının gelişme riski doğru orantılıdır.²
Hipertansiyonun
kardiyak
komplikasyonlarından
biriside
kalp
yetersizliğidir.
Hipertansif hastalarda sol ventrikül disfonksiyonu bazı fonksiyonel ve morfolojik
safhalardan geçerek yavaş yavaş ilerler.
Bu safhalar sırasıyla:
ƒ
Konsantrik remodelling ile birlikte sol ventrikül diyastolik disfonksiyon
ƒ
Konsantrik sol ventrikül hipertrofisi ile birlikte asemptomatik sistolik disfonksiyon
ƒ
Eksantrik solventrikül hipertrofisi ile birlikte asemptomatik LV dilatasyonu ve
ƒ
Eksantrik LVH ile birlikte daha fazla dilatasyonla birlikte semptomatik LV sistolik
disfonksiyonu
Sonuç olarak hipertansiyonda seyir sinsi ama dereceli olarak ilerleyen bir süreçten
semptomatik konjestif kalp yetmezliği, aritmiler veya ani ölüme dönüşür¹.
Bu çalışmada ki amaç; 2004 ocak ile 2009 ocak tarihleri arasında Şişli Etfal Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Hipertansiyon Polikliniğine başvurmuş takipli hastalarda
metabolik sendrom parametreleri, antropometrik ölçümler, hipertansif retinopati varlığı,
ambulatuvar kan basıncı monitörizasyonu sonuçları ve bunların Ekokardiyografi
parametreleri ile ilişkisini, retrospektif olarak incelemektir.
5
GENEL BİLGİLER
Hipertansiyonun Tanımı ve Sınıflandırılması
Hipertansiyon arteriyel kan basıncının normal sayılan sınırların üzerine çıkmasıdır.
Kan basıncı çok değişken olabilen kantitatif bir özelliktir.(3-6) "Kan basıncı = kardiyak debi
* periferik rezistans" formülü ile ifade edilir ve birimi mmHg’ dır.
7
Kan basıncı ve
kardiyovasküler hastalık (felç, miyokard enfarktüsü, kalp yetmezliği), böbrek hastalığı ve
mortalite arasında normotensif sınırlarda bile güçlü pozitif ve sürekli bir korelasyon
vardır. Normal kan basıncının kardiyovasküler komplikasyonların oluşacağı spesifik bir
üst sınırı yoktur. Bu nedenle, hipertansiyonun tanımı görecelidir, ama hastanın
değerlendirilmesi ve tedavisinde klinik kullanım için gereklidir.
Hipertansiyonun inme, koroner kalp hastalığı gibi majör komplikasyon risklerinde
artışı beraberinde getiren, kan basıncı yüksekliği olarak tanımlanması da mümkündür.
Bugün sistolik kan basıncının 140 mmHg , diyastolik kan basıcının da 90 mmHg veya
üzerinde olması ya da kişinin antihipertansif ilaç kullanıyor olması hipertansiyon olarak
tanımlanır
8
.Sistolik kan basıncının 120-139 mmHg ve diyastolik kan basıncının 80-89
mmHg arasında olması ‘yüksek normal’ kan basıncı (prehipertansiyon) olarak
tanımlanır. Kan basıncı düzeyleri bu sınırlarda seyreden kişilerde zaman içinde
hipertansiyon gelişme riski, daha düşük hipertansiyon değerlerine sahip kişilere göre iki
kez daha fazladır 10.
Esansiyel
ve
sekonder
olmak
üzere
iki
farklı
hipertansiyon
tipi
tanımlanmıştır. Esansiyel (primer, idiyopatik) hipertansiyon renovasküler hastalık,
böbrek yetmezliği, feokromasitoma ve aldesteronizm gibi sekonder nedenlerin
bulunmadığı yüksek kan basıncı olarak tanımlanır ve tüm hipertansiyon nedenlerinin
%95’inden sorumludur.1 Sekonder hipertansiyon ise altta yatan asıl hastalığın bulgusu
olarak ortaya çıkan hipertansiyondur ve tüm hipertansiyon nedenlerinin %5’inden
sorumludur 11.
Erişkinlerde kan basıncı derecesinin sınıflandırılması niteldir. Pratikte tedaviye yaklaşım
kolaylığı sağlamak için kan basıncı değerleri dikkate alınmaktadır. Bu konudaki
karmaşayı gidermek için hipertansiyonun tanımı, sınıflandırması, değişik hasta ve risk
6
gruplarında nasıl tedavi edilmesi ile ilgili olarak çeşitli kılavuzlar yer almaktadır. Bu
kılavuzlar arasında en yaygın olarak bilinenler, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Birleşik
Ulusal Komite (Joint National Committee: JNC)’ nin, Dünya Sağlık Örgütü / Uluslararası
Hipertansiyon Topluluğu (World Health Organization / International Society of
Hypertension: WHO/ISH)’ nun ve Avrupa Hipertansiyon Topluluğu- Avrupa Kardiyoloji
Topluluğu (European Society of Hypertension - European Society of Cardiology: ESHESC)’ nun hazırlamış olduğu kılavuzlardır. Bu kılavuzlar, randomize kontrollü klinik
çalışmalardan elde edilen bilgilerin ışığında belirli zamanlarda güncelleştirilmektedir.
1977 yılında yayınlanmış olan JNC-1 kılavuzunda hedef kan basıncına ulaşılması için
yüksek doz diüretik tedavisi başlangıç terapisi olarak önerilmişti12. Günümüzde, 2003
yılında yayınlanmış olan JNC-7 ve ESH-ESC’nin 2007 yılında yayınlamış olduğu
kılavuzlar en yaygın olarak kullanılan kılavuzlardır 2,13. Her ülkenin hipertansiyon tedavisi
için kendi genetik ve coğrafi özelliklerine göre uluslararası kılavuzlar çerçevesinde
geliştirdiği yerel kullanıma uyarlanan kılavuzlar mevcuttur. Ülkemizde Türk Kardiyoloji
Derneği tarafından düzenlenen kılavuza göre kan basıncı normalde <140/90 mmHg, tip
2
diyabet
varlığında
<130/80
mmHg,
proteinürisi
günde
>1gr
olan
tüm
hipertansiyonlularda ise <125/75 mmHg olmalıdır.
Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institute of Health: NIH), JNC-7
raporunda bildirilen kan basıncı düzeylerinin sınıflaması Tablo 1’de gösterilmiştir. Bu
raporda, ideal kan basıncı düzeyi 120/80 mmHg’ nın altı olarak belirtilmiştir. Bu tablo, 18
ve daha ileri yaştaki erişkinler için, 2 ya da daha çok sayıdaki muayene sırasında, uygun
şekilde ve oturarak ölçülmüş, 2 ya da daha çok sayıdaki kan basıncı değerinin
ortalamasına dayanılarak yapılan kan basıncı sınıflandırmasıdır.
7
Tablo 1. JNC-7 (2003) Bildirisine Göre Kan Basıncı (KB) nın Sınıflandırılması ve
Hipertansiyon (HT)’un Evrelenmesi
KB
Sistolik KB
Diyastolik KB
Sınıflandırması
(mmHg)
(mmHg)
Normal
<120
ve
<80
Prehipertansiyon
120-139
veya
80-89
Evre 1 HT
140-159
veya
90-99
Evre 2 HT
≥160
veya
≥100
Bu sınıflandırmaya göre prehipertansiyon bir hastalık olarak kabul edilmemelidir.
Bu terim, hipertansiyon gelişme riski fazla olan bireyleri tanımlamak ve koruyucu tedavi
stratejileri geliştirmek için kullanılmaktadır. Prehipertansif bireylere ilaç tedavisi değil,
ileride hipertansiyon gelişmesini engellemek için yaşam tarzı değişiklikleri önerilmelidir14.
ESH-ESC’nin
2007
yılında
hazırlamış
olduğu
kılavuzdaki
kan
basıncı
sınıflandırması ise Tablo 2’de gösterilmiştir. Sınıflandırmada sistolik ve diyastolik kan
basınçları farklı sınıflara düşerse, kişinin kan basıncı değerlendirilirken daha yüksek olan
kan basıncı derecesi dikkate alınmaktadır.
Tablo 2. ESH-ESC/2007 Hipertansiyon Kılavuzuna Göre Kan Basıncı Düzeylerinin
(mmHg) Tanımlamaları ve Sınıflandırılması
Kategori
Sistolik KB
Diyastolik KB
Optimal
< 120
ve
Normal
120-129
ve/veya
80-84
Yüksek Normal
130-139
ve/veya
85-89
Evre 1 HT (hafif)
140-159
ve/veya
90-99
Evre 1 HT (orta)
160-179
ve/veya
100-109
Evre 1 HT (şiddetli)
≥ 180
ve/veya
≥ 110
İzole sistolik HT
≥ 140
ve
< 80
<90
8
Kan basıncı ölçüm yöntemleri:
Kan basıncının hasta stresten uzak bir durumda iken (akut bir hastalık ya da ateş
yokken ve boş mesane ile) ve tekrar tekrar ölçülmesi, doğru tanı açısından son derece
önemlidir. Hedef organ hasarının klinik kanıtları mevcut değilse ve kan basıncı 180/110
mmHg üzerinde bulunmamışsa, tek bir ölçümle hipertansiyon tanısı konulmamalıdır.
Kan basıncı 140/90 mmHg’ nin üzerinde bulunan hastalarda, dört hafta içinde en az üç
kez tekrar ölçümler yapılarak tanı kesinleştirilmelidir. Doğru bir şekilde kan basıncı
ölçümü yapabilmek için, ölçüm en son tüketilen kahve ve sigaradan 30 dakika sonra ve
sessiz bir şekilde en az 5 dakika oturduktan sonra yapılmalıdır. Manşonun uygun
büyüklükte olduğundan emin olmak için, manşonun kolun en az %80’ini kavradığını
görmek gerekir. Manşon küçük olduğunda kan basıncı ölçümü yalancı bir şekilde yüksek
olacaktır. Manşonun basıncı, palpabl radiyal nabızın kaybolması ile belli olan sistolik
düzeyden 20 mmHg daha yüksek düzeye çıkarılmalıdır. Manşon indirilirken sesin ilk
ortaya çıkışı sistolik kan basıncını belirler ve kaybolması diyastolik kan basıncını belirler.
Aort koartaksiyonu ve diğer vasküler malformasyonları atlamamak için ilk muayenede
kan basıncı her iki koldan ölçülmelidir. Yine ilk muayenede ortostatik hipotansiyonu
atlamamak için, kan basıncı sırt üstü yatar ve ayakta durur vaziyette ölçülmelidir. Kan
basıncı düzeylerinin daha doğru bir şekilde saptanması, tedavinin etkinlik ve
güvenilirliğinin yeterli izlenebilmesi ve hipertansiyonun hedef organ hasarı ile daha iyi
korelasyon göstermesi bakımından 24 saatlik ayaktan kan basıncı izlemi (ambulatory
blood pressure monitoring: ABPM) de yapılmaktadır.
Ambulatuvar Kan Basıncı Monitörizasyonu:
Ambulatuvar ölçümle elde edilen kan basıncı değerlerinin klinikte konvansiyonel
yöntemle elde edilen kan basıncı değerleriyle karşılaştırıldığında hipertansiyon
komplikasyonlarını ve kardiyovasküler morbiditeyi ön görmede çok daha değerli olduğu
bilinmektedir. AKBM ’nun en sık kullanıldığı ve faydalı olduğunun düşünüldüğü hastalar,
beyaz önlük hipertansiyonu şüphesi bulunanlar, noktürnal kan basıncı değişikliklerinin
önemli olduğu düşünülen hastalar, yaşlı hipertansifler, dirençli hipertansiyonlular,
antihipertansif kullanan ve hipotansiyona bağlı olduğu düşünülen semptomları olan
9
hastalar ve gebe hipertansifler olarak sayılabilir. Normal popülasyon çalışmaları
erişkinlerde kan basıncının nokturnal düşüş gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. Gece kan
basıncında meydana gelen düşme oranı kişiden kişiye değişkenlik gösterebilmekle
birlikte popülasyonun büyük çoğunluğunda %10-20 arasında değişmektedir. Gece
düşüşünün bu değerler arasında izlendiği kişilere ''dippers'', düşüşün <%10 olduğu
kişilere ise ''nondippers'' denilmektedir. Diğer yandan gece kan basıncı gündüzden
yüksek olan bir gurup da mevcuttur ve bunlara ''reverse dippers'' denilmektedir. Eğer
gece düşüşü ≥%20 ise bu gurup ''extreme dippers'' olarak sınıflandırılmaktadır. Kan
basıncı gece düşenler ve düşmeyenler diye bir sınıflandırma yapmanın gereği iki grup
arasında kardiyovasküler morbiditenin farklı bulunmasından kaynaklanmıştır.
Epidemiyoloji
Hipertansiyon insidansı farklı yaş guruplarında ve coğrafik bölgelerde, toplumlar
arasında ve aynı toplum içinde büyük ölçüde değişkenlik gösterir 15.
Hipertansiyonun tanımlarındaki ve ölçüm tekniklerindeki farklılıklar, dünya
genelinde ve toplumlar arasında hipertansiyon insidansının incelenmesini engellemekle
birlikte tüm dünyadaki hipertansiyon prevalansının tahminen 1 milyar olabileceği
belirtilmektedir
16
. Batı toplumunda tüm erişkin yaş gruplarında hipertansiyon prevelansı
% 15-30 arasındadır. Ülkemizde yapılan TEKHARF çalışmasına göre hipertansiyon
prevalansının %33 olduğu, yaş ilerledikçe prevalansın arttığı, ülkemiz kuzeyinde
prevalansın %40’ ların üzerine çıktığı, güneyinde ise %30’ ların altına indiği tespit
edilmiştir 17.
Hipertansiyon gelişiminin, genetik ve çevresel faktörler arasındaki etkileşimin
sonucu olduğu kabul edilmektedir. Genetik farklılıklar, popülasyon içindeki kan basıncı
farklılıklarından sorumlu iken, popülasyonlar arasındaki kan basıncı düzeyi farklılıklarını
büyük ölçüde çevresel faktörler belirler. Yaşamın erken dönemlerinde erkeklerde
kadınlara göre daha yüksek oranlar görülürken, yaşamın geç dönemlerinde bunun tam
tersi söz konusu olur 18,19.
10
Hipertansiyonun Etiyolojisi Ve Etiyolojik Sınıflandırma
Hipertansiyonun etiyopatalojisi hakkındaki bilgiler hala çok kısıtlıdır. Hipertansiyon
farklı hastalarda kan basıncında yükselmelere sebep olan heterojen bir hastalıktır.
İnsanda kan basıncı varyasyonunun %25-40’ ı genetik olarak belirlenir; bu süreçte kan
basıncını hem yükselten, hem de düşüren genler rol oynar
20,21
. Bir insanda kan basıncı
fenotipi, yüksek düzeyde alkol tüketimi, tuz içeriği yüksek, potasyum ve kalsiyum içeriği
düşük diyetler, yaşlanma, sedanter yaşam tarzı, sosyoekonomik durum ve stres gibi
çevresel ve demografik faktörlerle etkileşen ve kan basıncını yükselten ve düşüren gen
gruplarının ekspresyonuna bağlıdır 22.
Bununla beraber öteden beri iki farklı hipertansiyon türü tanımlanmıştır. Bunlardan
biri, gösterilebilir hiçbir organ hastalığının başlatmadığı arteriyal hipertansiyon olup
‘primer’ veya ‘idiyopatik’ veya en sık kullanılan terimle ‘esansiyel hipertansiyon’dur.
Sekonder
hipertansiyon
ise
arter
basıncı
yükselmesinin
bir
hastalığın
çeşitli
bulgularından birini oluşturduğu durumlardır. Bu durumda hipertansiyon, asıl hastalığın
ikincil bir yanı, ek bir fenomeni olduğundan bu tür kan basıncı yükselmelerinde sekonder
hipertansiyon sözkonusudur. Yapılan çalışmalar hipertansiyon olgularının %92-95’inin
esansiyel hipertansiyon olduğunu, %5-6 kadar hastada hipertansiyonun kronik böbrek
parankim hastalığına bağlı olduğunu göstermiştir. Diğer tüm nedenler hipertansiyon
etiyolojisinde ancak %1-3 oranında rol oynamaktadır. Bu nedenle, her hastada sekonder
nedenlere bağlı hipertansiyonun araştırılmasına gerek yoktur. Ancak ilk bulgu ve
özelliklerin belirli bir sekonder hipertansiyon tablosunu kuvvetle düşündürdüğü
durumlarda invaziv riskli ve pahalı araştırılmalara gidilmesi daha uygundur.
Kan Basıncını Yükselten Nedenler
1)Sistolik Ve Diyastolik Hipertansiyon
1.Primer (esansiyel)
2.Sekonder hipertansiyonlar
a.Renal hipertansiyon
-Renal parankimal hipertansiyon
11
-Renovasküler hipertansiyon
-Renin salgılayan tümörler
-Primer sodyum retansiyonu (Liddle sendromu...)
b.Endokrin hipertansiyon
-Akromegali
-Hipotiroidi
-Hipertiroidi
-Hiperkalsemi (hiperparatiroidi)
-Sürrenal kökenli hipertansiyonlar
-Sürrenal korteks kökenli hipertansiyonlar
Cushing sendromu
Primer hiperaldosteronizm
Konjenital sürrenal hiperplazi
.-Sürrenal medulasına bağlı hipertansiyon
Feokromositoma
-Sürrenal hormon alımına bağlı
Meyan kökü, anabolik stereoidler, iyatrojenik
glukokortikoid fazlalığı, kontraseptifler, östrojen
içeren ilaçlar, sempatomimetik ilaçlar,tiamin
içeren yiyeceklerle birlikte peynir, şarap alınması,
MAO inhibitörleri....
-Sürrenal dışı kromaffin tümörler
-Karsinoid
c.Aort koarktasyonu
d.Gebeliğe bağlı hipertansiyon
e.Nörolojik bozukluklara bağlı hipertansiyon
1.Kafa içi basınç artışı
2.Uyku apnesi
3.Kuadripleji
4.Ailevi disotonomi
5.Kurşun zehirlenmesi
12
6.Guilain-Barre sendromu
2)Sistolik Hipertansiyon
1.Artmış kalp debisi
a.Aort kapak yetersizliği
b.Arteriovenöz fistül
c.Hipertriroidi
d.Beriberi
e.Hiperkinetik dolaşım yaratan diğer nedenler
2.Aort rijiditesindeki artış (yaşlılardaki sistolik tansiyon)
Hipertansiyonun Fizyopatolojisi
Normal Kan Basıncı : Kan basıncı,kalp debisi ile periferik arter direncinin ürünüdür.
Sistemik Kan Basıncı = Kalp Debisi x Periferik Arteryel Direnç
Bu denklemin bileşenlerini düzenleyen nöral, hümoral ve metabolik etkenler belirli bir
dengede kaldıkça, kan basıncı ‘normal’ sayılan düzeylerde bulunmaktadır. Kalp
debisinin veya arteriyel direncin artması halinde bunların ürünü olan kan basıncı da
artmakta, diğer ifadeyle hipertansiyon ortaya çıkmaktadır
19
. Esansiyel hipertansiyonun
sebebi kesin olarak ortaya konulamamıştır. Ancak kan basıncı yükselmesine yol açan
pek çok mekanizmanın ayrı ayrı veya etkileşim halinde işlediği anlaşılmaktadır. Bunlar
arasında, genetik faktörler, sodyum, vücut sıvı volümü ve böbreklerin rolü, merkezi ve
sempatik sinir sisteminin rolü, nörohümoral faktörler (renin, anjiyotensin, aldosteron) ,
lokal vasküler faktörler, atriyel natriüretik hormon ve vazopressinin rolü sayılabilir.
Genetik faktörler: Esansiyel hipertansiyonun ailevi özelliği iyi bilinmektedir. Hücre
içinde iyonların akımı ve membran anormallikleri muhtelif genlerle ilgili olabilir. Nörojenik
ve hümoral faktörlere bağlı olarak sodyum, klor, potasyum, kalsiyum ve magnezyum gibi
iyonların, hücre içi ve dışına hareketleri bu genler tarafından düzenlenir. Örneğin Na-KATPase
enziminin
konsantrasyonu
(sodyum
pompası
aktivitesi),
esansiyel
hipertansiyonlu hastalarda azalmış olarak bulunmuştur. Hipertansif hastalarda insülin
13
direnci, hiperinsülinemi, lipid anormallikleri, glukoz intoleransı ve obezite gibi
anormallikler sık olarak birlikte bulunmaktadır.
Sempatik sinir sistemi aktivasyonu: Sempatik sinir sistemindeki aktivite arttışı, hem
hipertansiflerde ve hem de normotansif kişlilerde kalp, böbrekler ve periferik damarlar
üzerindeki etkileri yoluyla kalp debisi ve damar direncini artırarak ve sıvı retansiyonuna
neden olarak kan basıncında yükselmelere yol açar. SSS uyarılmasının sonunda kalp
hızında artış, periferik vazokonstriksiyon, adrenallerden norepinefrin salınımı ve kan
basıncında artış gerçekleşir. Ayrıca damar düz kas hücresinde hipertrofi ve buna bağlı
sertlik (kompliyans azalması) gelişmesine yol açar. SSS aktivasyonuyla renal efferent
sempatik lifler de uyarılır, böylece renal kan akımında düşme ve renal vasküler dirençte
artmayla sonuçlanan vazokonstriksiyona neden olur23. Renal sempatik uyarılma
doğrudan sodyum reabsorbsiyonu ve jukstaglomerüler aparattan renin salınımını uyarır.
Artmış SSS aktivitesinin damar duvarında oluşturduğu yapısal değişikliklerin (damar düz
kas hücresi hipertrofisi ve buna bağlı kompliyans azalması) zamanla SSS’deki aktivitede
azalma olmasına rağmen kan basıncı düzeyinin yüksek devam etmesine neden olduğu
düşünülmektedir. Artmış kalp hızı ve kalp debisiyle birlikte yüksek plazma norepinefrin
düzeyleri özellikle bu hasta grubunda saptanmıştır. Bunlarda emosyonel ve fiziksel
streslere kan basıncı yanıtı artmıştır ve bir kısmında beta adrenerjik uyarıya bağlı
plazma renin seviyelerinde de artış vardır. Postgangliyonik sempatik sinir uçlarından
salınan temel nörotransmitter norepinefrindir (NE) ve hipertansiflerin yaklaşık %30’unda
kandaki NE düzeyi yükselmiştir
24
. Bu bulgu özellikle 40 yaşın altındaki genç hastalarda
belirgindir ve yaşla birlikte NE düzeyi azalır. Bu da SSS’deki aktivite artışının,
hipertansiyonun süreğen olmasında değil de özellikle ortaya çıkmasında rolü olduğu
görüşünü desteklemektedir.
.
Sodyum, vücud sıvı volümü ve böbreklerin rolü: Tuz alımı hücre içi kalsiyum ve
diğer iyonların dağılımını etkiler; bu da sempatik sinir sistemi ve renin anjiyotensin aldosteron sistemi ile ilgili değişikliklere yol açar. Pek çok kişide aşırı sodyum alımının
kan basıncının yükselmesine yol açtığı bilinmektedir. Epidemiyolojik çalışmalar da daha
az tuz tüketen popülasyonlarda esansiyel hipertansiyon sıklığının az olduğunu ortaya
14
koymuştur. Ancak bu faktörlerin başlı başına etiyolojik bir faktör olarak rolleri de kesin
olarak ortaya konulamamıştır. Burada önemli olan bir ayrıntı, sodyumun klorlu tuzun
(NaCl) hipertansiyona neden olduğu, sodyum bikarbonat veya askorbatın ise böyle bir
etkisinin olmadığıdır 25. Batı tipi diyetin fazla sodyum içeriğine ek olarak düşük potasyum
içeriği, sodyum fazlalığından gelen zararlı etkiyi arttırmaktadır 26.
Renin-anjiyotensin-aldosteron
sisteminin
rolü:
Renin-Anjiyotensin-Aldosteron
sistemi (RAAS) hem hipertansif ve hem de normotansiflerde dolaşan kan hacmini ve
kan basıncını düzenleyen en önemli mekanizmalardan biridir. Renin, böbrekte
jukstaglomerüler
hücrelerden
salınır
ve
karaciğerden
plazmaya
verilen
anjiyotensinojenin anjiyotensin-I’ e çevrilmesi reaksiyonunu katalize eder. Bu da
anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) tarafından anjiyotensin-II’ ye yıkılır. RAAS’ nin
fizyolojik ve patolojik etkileri anjiyotensin-II (AT-II) üzerinden gerçekleşir
27
. AT-II’ nin
AT1 ve AT2 olmak üzere 2 tip reseptörü vardır ve etkilerinin çoğu AT1 üzerinden olur.
AT-II’ nin AT1 reseptörüne bağlanmasıyla periferik damarlarda vazokonstriksiyon,
aldosteron sentez ve salınımı, renal tübüler sodyum geri alımı, SSS aktivitesi ve
vasopressin salınımı uyarılır, negatif geri besleme ile renin salınımı inhibe olur. Ayrıca
AT-II, güçlü bir büyüme faktörü ve mitojen olup, hücre ve matriks çoğalmasını uyarır.
Kan
basıncında
yükselme
olduğunda
negatif
geri
besleme
yoluyla
jukstaglomerüler hücrelerden renin salgısı azalır. Bu nedenle esansiyel hipertansiyonu
olanlarda bu inhibisyona bağlı olarak plazma renin düzeyinin düşük olması beklenir.
Ancak hipertansif hastalarda plazma renin düzeyleri homojen olmayıp kan basıncı
düzeyi ile orantılı değildir. Sadece %30’unda renin düzeyi düşük olup %50’sinde normal,
%20’sinde ise yüksektir.
Hipertansif hastalarda plazma renin düzeylerinin uygunsuz bir şekilde normal
veya yüksek olmasını açıklayacak başlıca 2 mekanizma öne sürülmüştür. Bunlardan
birincisi, nefron heterojenitesidir
28
. İskemik nefronlardan salınan renin plazma düzeyini
farklı seviyelerde arttırarak normal ya da yüksek plazma renin düzeylerine neden olur.
Sonuçta, hiperfiltrasyon yapan nefronlarda aşırı vazokonstriksiyon ve sodyum tutulumu
gerçekleşerek hipertansiyon gelişir. Plazma renin düzeyinin hipertansiflerde normal
olmasının diğer bir nedeni, bu esansiyel hipertansifler arasında önemli bir oranda non-
15
modülatör kişiler olmasıdır29. Yani bu kişilerde sodyum kısıtlamasına yanıt olarak
aldosteron salgılanması uyarılmaz. Ayrıca rezistans damarların AT-II’ ye olan
duyarlılığında artış meydana geldiği ve renin ve AT-II’nin düşük serum düzeylerinde bile
kan basıncının yükselebileceği öne sürülmüştür.
Nitrik oksit (NO):Vazokonstriktör hormonlara yanıt olarak salgılanan bir vazodilatör
maddedir ve normal kan basıncının sürdürülmesini sağlar
30
. Ateroskleroza bağlı veya
genetik olarak NO sentez veya salgılanmasındaki bir bozukluk, kişinin hipertansiyona
olan yatkınlığını belirleyen önemli bir faktördür 31.
Lokal vasküler faktörlerin rolü: Küçük arter ve arteriyollerin endotelinde bir bölümü
renin, anjiyotensin, endotelin ve serotonin gibi vazokonstriktör, bir kısmı da prostasiklin ,
PGE2, kallikrein ve EDRF gibi vazodilatatör etkisi olan pekçok vazoaktif maddeler
yapılmaktadır.Bu maddeler arasındaki denge lokal vasküler faktörlerin nihai etkisini
belirlemektedir. Bu dengeyi etkileyecek faktörlerin hipertansiyon oluşumunda rolü
olabileceği düşünülmektedir 32.
Atriyal natriüretik faktörün rolü: Sağ atriyum duvarının gerilmesi ya da sağ atriyum
basıncının artması ANF salımına yol açar. ANF, üriner sodyum ve su atımını arttırır.
ANF’nin hipertansiyon patogenezinde rolü olabileceğini gösteren çalışmalar vardır.
Vazopressin’in rolü: Arginin-vazopressin güçlü bir vazopressör ve antidiüretik
hormondur. Sempatik sinir sistemi ile etkileşime girerek hipertansiyon gelişimine indirekt
katkısı olabileceği düşünülmektedir.
Endotelin: Endotel hücrelerinden salgılanan ve düz kas hücrelerine ETA üzerinden etki
ederek vazokonstriksiyona, ETB reseptörüne bağlanarak prostasiklin ve NO üretimi
yoluyla vazodilatasyona neden olan bir peptiddir
33
. Endotelin üretimindeki artış, kan
basıncı yükselmesinin yanında hipertansif kişilerde küçük damarlarda hipertrofik yeniden
şekillenmenin oluşumundan da sorumlu tutulmaktadır.
16
Hipertansiyonda Hedef Organlardaki Değişiklikler ve Komplikasyonlar
HİPERTANSİF
ATEROSKLEROTİK
Retinopati
Serebral tromboz
Ensefalopati
Myokard infarktüsü
Serebral kanama
Koroner kalp hastalığı
Sol ventrikül hipertrofisi
Kloadikasyo sendromları
Konjestif kalp yetmezliği
Böbrek yetmezliği
Aort disseksiyonu
Hipertansiyona Bağlı Gelişen Komplikasyonlar
Kardiyak Komplikasyonlar
Hipertansiyonun major klinik sonuçları, sadece kan basıncı yükselmesinden değil
aynı zamanda hiprtansiyona karşı patofizyolojik, yapısal ve fonksiyonel yanıtlardan
kaynaklanır. Kardiyak hemodinamikte en erken değişiklikler büyük ölçüde kompansatuar
olmasına rağmen, tedavi edilmemiş veya kontrol edilmemiş hipertansif hastalarda,
bunlar her zaman kardiyak yapı ve fonksiyonunda bozukluğa yol açarlar. Sistolik ve
diyastolik
kan
basıncı
yükseldikçe,
özellikle
koroner
hastalık
olmak
üzere,
kardiyovasküler hastalığın nisbi riski sürekli olarak artarken, riskin azalmaya devam
etmediği bir alt sınır görünmemektedir.34
Sol Ventrikül Hipertrofisi
LVH’nın felç, akut koroner sendromlar, kalp yetmezliği ve ani ölum riskinde artışla
ilişkisi, birçok çalışma ile ortaya konmuştur. Yaş haricinde hipertansiyonu olan
hastalarda, sol ventrikül kütlesinde artış kardiyak komplikasyonların, diğer risk
faktorlerine göre daha iyi bir prediktörüdur. 35
Sol ventrikül hipertrofisi, kardiyovasküler hastalık insidansında artış, erkeklerde ve
kadınlarda kardiyak ve tüm nedenlere bağlı mortalite ve koroner hastalık, kalp yetmezliği
ve felç riskinde artış açısından güçlü bağımsız bir risk faktörüdur. LV kütlesinin nisbi
duvar kalınlığı ile olan ilişkisine göre üç LVH modeli tanımlanmıştır: “konsantrik
17
remodeling”, “konsantrik LVH”, ve “eksantrik LVH”22 Konsantrik LVH, basınç yükü için
tipik olan, duvar kalınlığı artmış, LV kütlesi artmış ve LV diyastolik hacmi normal olan
ventrikülü tarif eder. (or:sistemik hipertansiyon veya aort stenozu). Eksantrik LVH,
normal veya azalmış duvar kalınlığı, artmış LV kutlesi ve diyastolik hacimde artışla
birlikte olan ventrikülü tarif eder ve en sık hacim yükü (or:aort yetmezliği) veya ilerlemiş
kalp yetmezliği ile ilişkilidir. Konsantrik remodeling’de , ventriküler hacimde anlamlı artış
olmaksızın duvar kalınlığı artabilir. Böylece, duvar stresi minimal olur ve sistolik
fonksiyon korunur, ama diyastolik fonksyon bozulur. Hipertansif bir toplumda, konsantrik
LVH’sı olan hastalarda , ölüm riski ve morbidite, eksantrik hipertrofisi veya konsantrik
remodeling’i olan hastalara göre daha yüksekti.36
Diyastolik Disfonksiyon
Yakın zamana kadar diyastolik disfonksiyon kalp yetmezliğinin iyi anlaşılamamış ve
genelde göz ardı edilen sebeplerinden biriydi. Öte yandan son 10 yıl içerisinde
geliştirilen invazif ve noninvazif metodlar diyastolik fonksiyonda meydana gelen
patofizyolojik değişikliklerin anlaşılmasını kolaylaştırdı. Konjestif kalp yetmezliğinin
sebeplerinden biri olan sistolik disfonksiyon ayrıntılı olarak araştırılmış olup sistemik
hipoperfüzyonla sonuçlanan uygunsuz sistol sonu basıncı şeklinde tanımlanmıştır. Diğer
taraftan diyastolik disfonksiyon ise normal sistol sonu basıncının olduğu ancak dolum
basıncının uygun şekilde artmadığı, yetersiz sol ventrikül dolumuyla karakterize bir
tablodur. Normal dolum basıncının olduğu diyastolik disfonksiyonda, sol ventrikul dolum
kapasitesi sınırlıdır. Sol ventrikul dilate olmayıp diyastolik basıncı artmıştır ve normal
ejeksiyon fraksiyonu vardır. Diğer taraftan çoğu hastada kalp yetersizliğinin belirti ve
bulguları görülmektedir. Konsantrik sol ventrikül hipertrofisi diyastolik disfonksiyonun sık
sebeplerinden biridir. Çoğunlukla amiloidoz gibi infiltratif hastalıkların seyrinde ve
infarktus sonrası gelişen remodelling döneminde görünür.. Diyastolik kalp yetmezliği
tanısı icin konjestif kalp yetmezliğine ait belirti ve bulguların yanında, normal ya da
normale yakın sol ventrikül sistolik fonksiyonu, anormal sol ventrikul relaksasyonu,
dolumu ve diyastolik sertliği=stiffness ) gereklidir. Tanı genellikle Eko-doppler ile sol
ventrikül ejeksiyon raksiyonu, duvar kalınlıkları, duvar hareketleri, ve dolum paterni gibi
parametrelerin incelenmesi ile konur. Konjestif kalp yetmezliği ile ilgili yapılan
18
çalışmalardan elde edilen bilgilere göre prevelans yaşla artış göstermekte olup ortalama
50 yaş civarında 15 dolaylarındadır. Prognoz altta yatan hastalığa ve hastanın yaşına
göre değişmekle birlikte yıllık mortalitenin %8 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Diyastolik disfonksiyonun patofizyolojisi
Diyastolik
disfonksiyonun
patofizyolojisi
3
faza
ayrılabilir.
Bunlar
erken
disfonksiyon, ara disfonksiyon ve geç disfonksiyondur. Erken diyastolik disfonksiyon
büyük oranda sol ventrikül relaksasyonunda ve elastik yapısındaki anormalliklere
bağlıdır. Ara diyastolik disfonksiyon sol ventrikülün pasif sertliği ve kompliyansının bir
sonucudur. Gec diyastolik disfonksiyon ise sol atrial kontraksiyon ile ilişkilidir.
Izovolumetrik relaksasyon ventrikul sertliği ve vizkositesindeki azalma ile bağlantılıdır.
Diğer bir deyişle ventrikulun sistolik mekaniklerden diyastolik mekaniklere geciş hızı ile
ilişkilidir. Relaksasyon aynı zamanda atrio-ventriküler basınç gradiyenti, pik ventrikul
dolum hızı ve “erken-geç” dolum hızı şekilleri gibi faktörlerden etkilenir. Elastik gerilim ya
da ventriküler restorasyon düşük basınç volümündeki fraksiyonel kısalmaya bağlıdır. Bu
durumda negatif diyastolik basınçlar henüz dolum halinde olmayan kalpte geçici bir
emici güç yaratırlar. Diyastolik basınç volüm ilişkisini etkileyen internal ve eksternal
güçler vardır. İnternal güçler arasında yapısal sertlik ( sarkomerler, miyositler vs ) aktif
sertlik ve vizkosite vardır. Eksternal güçler ise septal düzleşme, sağ ventrikül hareketleri
ve hatta çıkış yolu gradiyentleridir. Atrial kontraksiyon da diyastolik fonksiyonun önemli
parametrelerinden biridir. Atrio-ventriküler interval diyastol dolum süresini önemli
derecede etkilemekte olup verapamil gibi kalsiyum kanal blokerleri,
blokerler ve iki
odacıklı pace makerların kullanımıyla olumlu yönde değiştirilebilir. Deneysel çalışmalar
göstermiştir ki optimal ventrikül dolumu PR intervali 100-120 ms aralığında olduğunda
gerçekleşmektedir. Atrial büyükluk, basınç ve sertlik de şaşırtıcı olarak sol ventrikul
dinamiklerini etkilemektedir. Bu özellikler sol ventrikül diyastolik disfonksiyonunda
çoğunlukla bozulmuştur. Diyastolik fonksiyonun moleküler ve biyokimyasal regülasyonu
diyastolik fonksiyonu bozarak diyastolik kalp yetmezliğinin gelişimine neden olan
mekanizmalar; miyokardın içindeki ve dışındaki faktörler olarak ayrılabilir. Miyokarda ait
faktörler kalp kası hücresi ( kardiyomiyosit ), kalp kasını saran extrasellüler matrix ve
nörohormanların otokrin ve parakrin üretimini aktive eden yapılar olmak üzere yapısal ve
19
işlevsel bileşenlere ayrılabilir. Her bir mekanizma diyastolik disfonksiyon ve kalp
yetmezliği gelişiminden sorumlu major patolojik işlevleri etkileyebilir. Basınç yükü
hipertrofisine, iskemiye ve kardiomiyopatiye bağlı gelişen diyastolik kalp yetmezliğinde
miyokarda ait, miyokard dışı, hücresel ve nörohumoral faktörlerden herbiri rol oynar.
Hipertansiyon ve Serebral Bulgular
Serebrovasküler olayların en sık görüleni %85 oranı ile beyin kan akımının
azalması
veya
durmasıyla
sonuçlanan
serebral
infarktüsdür.
Serebrovasküler
infarktüsün büyük çoğunluğu serebral otoregülasyonu bozan intrakraniyal veya
ekstrakraniyal arterlerin tıkanmasına bağlı aterotrombotik inmedir. Serebral kan akımı,
genelde serebral otoregülasyon ile kontrol altında tutulur. Bu, vasküler tonus ve kalp
debisi ile sağlanır. Normotansif kişilerde dinlenme sırasında ortalama arteriyel kan
basıncı 90mmHg olup bunun alt limiti 60mmHg’dir. Bu limitlerin altına düştüğünde
oksijen ekstraksiyonu artar; ancak ileri dönemde iskemik beyin zedelenmesi meydana
gelmeye başlar. Hipertansiyon bulunan kişilerde genelde serebral otoregülasyon
bozulur. Hipertansiyon, hem iskemik hem de hemorajik serebrovasküler olayların en sık
nedenidir
37,38
. Özellikle yaşlı popülasyonu etkileyen izole sistolik hipertansiyonun tedavi
edilip edilmemesi gerektiğine ilişkin sorular da geniş serili çalışmalarla araştırılmış,
tedavi almayan hastalarda serebrovasküler olay riskinin 2–4 kat arttığı ve antihipertansif
tedavi ile serebrovasküler olay insidansında %26 azalma olduğu gösterilmiştir 39.
Hipertansif ensefalopati, beyinde yüksek kan basıncı sonucunda ortaya çıkan
geçici değişikliklere verilen klinik tablonun adıdır. Son yıllarda etkin hipertansif tedaviden
dolayı ender rastlanır hale gelmiştir 40.
Hipertansiyon ve Böbrek Bulguları
Hipertansiyonun böbrekte neden olduğu en önemli patolojik değişiklik, afferent
arteriyol duvarında hyalinizasyon ve skleroz ile karakterize hipertansif nefrosklerozdur.
Hipertansif hastalarda böbrek tutulumu genellikle asemptomatik olmakla beraber ilk
belirti
konsantrasyon
defektini
yansıtan
noktüridir.
İlk
objektif
bulgu
ise
20
mikroalbüminüridir ve intrarenal vazodilatör cevabın azalması ile tubulointerstisyel
hasarın başlamasından ve progresyonundan sorumludur. Mikroalbüminüri hem böbrek
hasarının ilerleyici karakterini hem de genel kardiyovasküler morbiditeyi yansıtan bir
belirteçtir 41.
Hipertansiyon, gelişmiş ülkelerde renal yetersizlik nedenleri arasında diabetes
mellitustan sonra ikinci sırayı almaktadır. Böbrek bozukluğu, hipertansiyon süresi ve
eşlik eden metabolik bozukluklarla artmaktadır. ABD’de düzenli diyaliz tedavisi görmekte
olan hastaların yaklaşık %25-30’unda renal yetmezlik nedenini HT oluşturmaktadır 42.
Başlangıçta KB artışının glomerüllere aktarılması, artmış afferent arterioler direnç
ile engellenmeye çalışılırsa da ileri dönemlerde bu otoregülasyonun kaybı ile afferent
arterioler vazodilatasyon oluşarak glomerül içi basınç artar. Basınç artışı ile izole nefron
glomerüler filtrasyonu ve filtrata geçen protein, solut artar ve mezengial hücreler uyarılır.
Mekanik etki ile başlayan olaya, vasküler duvar büyüme faktörlerinin etkisi ile hiperplazi
ve hipertrofi, interstisyel enflamasyon, serbest radikal oluşumu, kalsinozis, lipid ve
karbonhidrat
gelişmektedir
metabolizması
43
bozukluklarının
eklenmesiyle
glomerüloskleroz
. Glomerüler kapillerdeki hidrostatik basınç artışı ve elektrik yük değişimi
ile idrarla albumin atılımı artar. Glomerüler albumin geçişi ile iş yükü artan proksimal
tubülden, lizozom kaynaklı N-asetil beta-D glukozaminidazın (NAG) idrara atılımı da
artar Başlangıçta hemodinamik değişimle oluşan bu atılım, nefronda yapısal değişimin
oluşması ile daha da artar. Bu nedenle renal fonksiyonların normal olduğu erken evrede,
glomerüler ve tubüler etkilenmenin erken belirleyicileri olan üriner albumin ekskresyonu
ve NAG’ın idrar düzeylerindeki artış böbrekte geriye dönüşümlü bozulmaları saptamada
giderek önem kazanmaktadır.
Hipertansiyon Ve Göz Bulguları
Hipertansiyona bağlı göz komplikasyonları 18. yüzyılın ilk yarısından beri
bilinmektedir. En sık bilinen göz komplikasyonu retinopati olmasına rağmen, retinopati
dışında da retinal ven ve retinal arter oklüzyonları, retinal emboli, iskemik optik nöropati
ve hipertansif korioidopati gibi tablolar da hipertansiyona eşlik edebilir. Hipertansiyon ve
diyabetin sık olarak birlikte bulunmaları nedeniyle de diyabetik ve hipertansif göz
21
komplikasyonları birlikte bulunuyor olabilirler. Bilindiği gibi gözdibi, vücutta arter ve
arteriyollerin görülebildiği tek yerdir. Bu nedenle hipertansiyonun yarattığı mikrovasküler
hasarı doğrudan değerlendirme imkânı verir. Hipertansif retinopatinin Keith ve Wagener
tarafından yapılan sınıflandırması halen geçerliliğini korumaktadır 44.
Retina
değişikliklerinin
izlenmesi
mikrovasküler
hasarın
doğrudan
değerlendirilmesinin en önemli yolu olması nedeni ile hipertansiyonlu her hastada hem
tanı, hem de takip açısından önemlidir. Bir başka önemi de risk belirleyici olmasıdır.
Böylece Evre II retinopatiden itibaren damarlarda organik değişikliklerin ortaya çıkmaya
başladığı söylenebilir. Bu nedenle, Evre II retinpatinin ortaya çıkması ‘hedef organ
hasarı’ olarak nitelendirilmeli ve tedavi hedefleri buna göre değerlendirilmelidir.
Tablo-3: Hipertansif retinopatinin sınıflandırılması
____________________________________________________________________________________
Vaskülopati
Nöroretinal Değişiklik
____________________________________________________________________________________
Evre
Arter/Ven oranı
Fokal Spazm
Kanama
Eksüdalar
Papilla Ödemi
____________________________________________________________________________________
Normal
> 3/4
(-)
0
0
0
Evre I
3/4-1/2
(-)
0
0
0
Evre II
<1/2-1/3
<1/1-2/3
0
0
0
Evre III
<1/3-1/4
<2/3-1/3
+
+
0
Evre IV
< 1/4
<1/3
+
+
0
Hipertansiyon Tedavisi
Hipertansiyonlu hastada tedavinin birincil amacı, uzun dönemdeki kardiyovasküler
morbidite ve mortalitede maksimum azaltılmanın sağlanmasıdır. Bu, sigara, dislipidemi,
abdominal obezite ya da diyabet gibi saptanabilen bütün geriye çevrilebilir risk
faktörlerinin kontrol edilmesi ve ilişkili klinik durumların uygun biçimde tedavi edilmesini
ve yükselmiş kan basıncının tedavisini gerektirmektedir. Hipertansiyon tedavisini 2’ye
ayırabiliriz;
1- Hipetansiyonun Nonfarmakolojik Tedavisi-Yaşam Tarzı Değişiklikleri
2- Hipertansiyonun Farmakolojik Tedavisi
22
Nonfarmakolojik Tedavi
Hipertansiyonu olan herhangi bir yaştaki hastanın tedavisinde ilk basamak, sodyum
alımının azaltılması (9 gram/gun’den 6 gram/gun’e) olmalıdır. Sebze, meyve ve
baklagillerin tüketiminin artırılması ile birlikte potasyumdan zengin bir diyet önerilir. Kilo
vermek, düzenli ritmik egzersiz ve alkol tüketiminin kısıtlanması(<20gram/gun),
hipertansiyon prevansiyonu ve nonfarmakolojik tedavi planları içine dahil edilmelidir.
Hipertansiyonun tedavisi ve prevansiyonunda, kalsiyum, magnezyum ve stres
tedavisinin rolünü destekleyen bulgular sınırlıdır.
Farmakolojik Tedavi
Hipertansiyonun prevansiyonu ve tedavisinin hedefi, morbidite ve mortaliteyi
mümkün olan en kolay yollarla azaltmaktır. Bu, sistolik kan basıncını 140mmHg’nin
altında ve diyastolik kan basıncını 90 mmHg’nin altında tutarak ve kardiyovasküler
hastalık açısından diğer modifiye edilebilir risk faktörlerini kontrol ederek başarılabilir.
Diyabetik hipertansif hastalarda ise ideal kan basıncı hedefi 130/80 mmHg’nın altı
olmalıdır.
Yayınlanan JNC VII Kılavuzu’nda zorunlu endikasyon yoksa komplikasyonsuz
hipertansiflerde ilk seçenek ilaç olarak tiazid grubu diüretikler önerilmektedir
(2)
. ESH-
ESC HT Kılavuzu’na göre başlangıç ve idame tedavisi için diüretikler, ACE inhibitörleri,
anjiotensin reseptör blokerleri, kalsiyum kanal blokerleri ve beta blokerlerden birisinin
verilebileceği bildirilmektedir. Uygulanan bireyselleştirilmiş tedavi yönteminde, hastanın
demografik özellikleri (yaş, cins, ırk v.b), eşlik eden kardiyovasküler risk faktörleri, hedef
organ hasarları değerlendirilerek uygun ilacın kullanılması önerilmektedir 2.
Prehipertansiyonu olan hastalarda gelecekte HT gelişme riskinin yüksek olduğu ve
kardiyovasküler riski önlemek için bu hastalara mutlak yaşam tarzı değişikliklerinin
önerilmesi gerektiği JNC VII raporunda vurgulanmıştır. Bu bireylerde eşlik eden kronik
böbrek yetmezliği, diabetes mellitus, kalp yetersizliği, inme ve koroner kalp hastalığı
varsa
antihipertansif
ilaç
tedavisi
başlanması
önerilmektedir2.
ESH-ESC
HT
23
Kılavuzu’nda, tedavinin zamanlanması ve ilacın seçimi kardiyovasküler risk sınıflaması
esasına göre yapılmıştır 13.
Tablo-4: Kan basıncı sınıflandırması (JNC-7) ve tedavi yaklaşımı
Kan Basıncı
Yaşam tarzı
Özel endikasyon*
Özel endikasyon*
sınıflaması
değişiklikleri
yoksa
varsa
Önerilir
_
_
Antihipertansif ilaç
Özel endikasyon için
endikasyonu yok
ilaç(lar)
Çoğunlukla tiyazid
Özel endikasyon için
grubu diüretik;
ilaç(lar). Gerektikçe
ACEİ, ARB, KKB, BB
diğer antihipertansif
veya kombinasyon
ilaçlar (diüretikler,
değerlendirilebilir
ACEİ,ARB,KKB,BB)
Çoğunlukla iki ilaç
Özel endikasyon için
kombinasyonu.
ilaç(lar). Gerektikçe
(çoğunlukla tiyazid
diğer antihipertansif
grubu diüretik ve
ilaçlar (diüretikler,
ACEİ/ARB/ BB/KKB)
ACEİ,ARB,KKB,BB)
Normal
(SKB < 120 ve
DKB < 80 mmHg)
Pre-Hipertansiyon
(SKB
veya
120-139
DKB
Evet
80-
89mmHg)
Evre 1 HT
(SKB
140-159
Evet
veya
DKB 90-99mmHg)
Evre 2 HT
(SKB ≥160 veya
DKB > 100mmHg)
Evet
*
Özel endikasyon: Kronik böbrek hastalığı veya diyabetes mellitus
24
ESH 2007 Hipertansiyon Tedavi Yaklaşımı
Diğer risk
Normal
Yüksek-
Evre 1 HT
Evre 2 HT
Evre 3 HT
faktörleri,
(120-129/
normal
(140-159/ 90-
(160-179/
(≥180/≥ 110)
organ hasarı
80-84)
(130-139/
99)
100-109)
85-89)
veya hastalık
Başka risk
KB’ na
KB’ na
Birkaç ay
Birkaç hafta
Yaşam tarzı
faktörü yok
yönelik
yönelik
süreyle
süreyle
değişiklikleri
girişime
girişime
yaşam tarzı
yaşam tarzı
+
gerek yok
gerek yok
değişiklikleri,
değişiklikleri,
Hemen ilaç
KB kontrol
KB kontrol
tedavisi
edilemezse
edilemezse
ilaç tedavisi
ilaç tedavisi
1-2 risk
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
Birkaç hafta
Birkaç hafta
Yaşam tarzı
faktörü
değişiklikleri
değişiklikleri
süreyle
süreyle
değişiklikleri
yaşam tarzı
yaşam tarzı
+
değişiklikleri,
değişiklikleri,
Hemen ilaç
KB kontrol
KB kontrol
tedavisi
edilemezse
edilemezse
ilaç tedavisi
ilaç tedavisi
≥3 risk
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
faktörü,
değişiklikleri
değişiklikleri
değişiklikleri
değişiklikleri
değişiklikleri
metabolik
ilaç tedavisi
+
+
+
sendrom
düşünülebilir
İlaç tedavisi
İlaç tedavisi
Hemen ilaç
tedavisi
veya organ
hasarı
Diabetes
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
mellitus
değişiklikleri
değişiklikleri
+ ilaç
tedavisi
Saptanmış
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
Yaşam tarzı
KVH veya
değişiklikleri
değişiklikleri
değişiklikleri
değişiklikleri
değişiklikleri
böbrek
+
+
+
+
+
hastalığı
Hemen ilaç
Hemen ilaç
Hemen ilaç
Hemen ilaç
Hemen ilaç
tedavisi
tedavisi
tedavisi
tedavisi
tedavisi
25
METABOLİK SENDROM ( İNSÜLİN DİRENCİ SENDROMU )
Gerald M Reaven, 1988 yılında insülinle uyarlmış glukoz uptake’ine direnç, glukoz
intolerans, hiperinsülinemi, azalmış HDL kolesterol, artmış VLDL kolesterol düzeyleri ve
hipertansiyondan oluşan, birlikteliğinde iskemik kalp hastalığı riskinin yükseldiği bulgular
bütününe “Sendrom X” adını vermiştir.
45
. Sendrom X tablosu içine sonralar üst vücut
şişmanlığı eklenerek Sendrom X Plus olarak adlandrlmıştır. Vücut üst yarısı şişmanlığı,
glukoz intolerans, hipertansiyon ve hipertrigliseridemi birlikteliği, kardiyovasküler riski
arttırması nedeniyle “deadly quartet” (ölümcül dörtlü ) olarak adlandırılırken, insülin
direnci buzdağının yüzeyde görünen kısım olan şişmanlık, diyabet, hipertansiyon, HDL
kolesterol düşüklüğü, hipertrigliseridemi ve ateroskleroz birlikteliği “deadly pentat” (
ölümcül beşli ); bunlara ek olarak yine kardiyovasküler risk faktörü olması sebebiyle
eritrositoz ve ürik asit yüksekliğinin eklenmesi deadly sextet ( ölümcül altılı ) hatta deadly
orchestra ( ölümcül orkestra ) olarak isimlendirilmiştir
45
. Tanımlanan bu tablolarda
insülin direnci ortak sorumlu olarak yer almaktadır.
Günümüzde metabolik sendrom için en çok kabul gören tanı kriterleri World Health
Organization ( WHO-Dünya Sağlık Örgütü ) ve US National Cholesterol Education
Program–Adult Treatment Panel III [NCEP/ATP III ( Amerika Birleşik Devletleri Ulusal
Kolesterol Eitim Program/Yetişkin Tedavi Paneli III )] kriterleridir46. Ancak Nisan 2005’te
IDF ( International Diabetes Federation ) kriterleri üzerinde konsensüs sağlanmıştır.
Mevcut kriterlere göre Amerika Birleşik Devletleri’nde Metabolik Sendrom görülme
sıklığı %23,7 olarak bulunmuştur. Bu oran erkeklerle kadınlar için aynı olup yaş ile
artma eğilimindedir47. Ülkemizde son yıllarda yaplan çalışmalarda; TEKHARF
epidemiyolojik çalışmasında erişkinlerdeki Metabolik Sendrom oranı % 37, Türkiye
Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği ( TEMD ) metabolik sendrom taramasında %41,3
ve son olarak Türkiye Metabolik Sendrom araştırmasında ( METSAR ) ise oran %33,9
olarak bulunmuştur. NCEP kriterlerine göre metabolik sendrom sıklığı TEKHARF
çalışmasında 1990 yılında %24,4 iken, 2000 yıl verilerinde %36,2 ye yükselmiştir. On
yıllık süre içindeki %38’lik bu artış çok ciddi bir epidemiye işaret etmektedir(48).
26
Kriterler
WHO- 1999
(Diabet Med 1998;15:539553)
Hipertansiyon
Mevcut antihipertansif ilaç
kullanm ve/veya
KB > 140/90 mmHg
Dislipidemi
Plazma trigliserid
düzeyinin
1.7 mmol/L (150 mg/dL)
den
yüksek olması ve/veya
erkeklerde HDL-K
düzeyinin
0.9 mmol/L (35 mg/dL)
kadnlarda ise 1.0 mmol/L
(< 40 mg/dL) den düşük
olması
BMI > 30 ve/veya
bel/kalça
oranın erkeklerde 0.90,
kadnlarda 0.85 ten büyük
olması
Tip 2 diyabet veya
bozulmuş
açlık glukozu veya
tolerans,
( BGT/IGT )
Mikroalbüminüri
( >20μg/min ) spot idrar
veya
(300> MAU> 30 mg/24h)
Tip 2 diyabet veya
IGT/BGT
ve yannda yukardaki
kriterlerden herhangi 2
tanesi. Eğer glukoz
tolerans normalse
en az 3 diğer kriter
gereklidir
Obezite
Glukoz
Diğerleri
Tanı için
gerekenler
NCEP ATP III 2001
(JAMA
2001;285:24862497)
Hipertansiyon
tedavisi
veya KB ≥130/85
mmHg
Plazma
trigliseridlerinin
150 mg/dL den
fazla
olması veya
erkeklerde
HDL Kolesterol 40
mg/dL, kadnlarda
50
mg/dL
den
az
olması.
Bel çevresinin
erkeklerde
102 cm, kadnlarda
88 cm
den geniş olması
Açlık kan glukozu
>110 mg/dL den
fazla
Olması
AACE/ADA - 2004
(American Assoc.Of
Cl Endocrinologists)
IDF-2005
Konsensus
(International
Diabetes
Federation)
Hipertansiyon tedavisi
veya
KB
≥130/85
mmHg
Hipertansiyon
tedavisi
veya KB ≥130/85
mmHg
Plazma
trigliseridlerinin
150 mg/dL de
fazla
olması veya
erkeklerde
HDL Kolesterol
40
mg/dL, kadnlarda
50 mg/dL den az
olması
Bel Çevresi
E > 94 cm
K > 80 cm
Plazma trigliseridlerinin
150 mg/dL den fazla
olması veya erkeklerde
HDL Kolesterol 40
mg/dL, kadnlarda 50
mg/dL den az olması
ATPlll risk faktör
tanmlamasına BMI>
25kg/m2 olarak alınmş
Açlık kan glukozu>
100 mg/dl
Açlık kan
glukozu>
100 mg/dl
PCOS ( Polikistik over
Sendromu )
Yukardaki
kriterlerden
herhangi 3 tanesi
tanı
için yeterlidir.
Abominal obezite ile
birlikte diğer iki
kriterin birlikte
bulunması gereklidir
Abominal obezite
ile
birlikte diğer iki
kriterin birlikte
bulunması
gereklidir
Tablo-I: WHO, NCEP ATP III, ADA-2004, IDF-2005’e göre Metabolik Sendrom Tanı
Kriterleri.
Metabolik Sendromun Komponentleri
Obezite: Obeziteyi değerlendirmenin en iyi iki yolu vücut kitle indeksi ( VKİ ) ve bel
çevresi ölçümüdür. VKİ kg cinsinden vücut ağırlığının boyun karesine bölünmesiyle
hesaplanır. VKİ 30 kg/m²‘nin üzerinde olanlar obez olarak tanımlanmaktadırlar. Vücut
kitle indeksinin artmış olması Metabolik Sendrom için bir risk faktörüdür. Obezite direkt
olarak insülin direncine neden olur. Viseral ve subkütan yağ dokusunun artması
27
obeziteye yol açarken, özellikle viseral ve santral obezite daha fazla insülin direnci
gelişimine neden olmaktadır49,50 Viseral obeziteyi BT veya MRI ile değerlendirebiliriz,
santral obezite için mezuro kullanılabilir ya da sadece klinik gözlem yapılabilir.
Kadınlarda bel çevresinin 88 cm, erkeklerde 102 cm den büyük olması viseral obezite
olarak değerlendirilir51.
Hipertansiyon: Metabolik Sendromlu hastalarn 1/3’üne hipertansiyon eşlik eder. İnsülin
direnci hipertansiyon ve vasküler hastalıkların gelişimi ile ilişkilidir. Endotel fonksiyonu
üzerinde nitrik oksit ( NO ) gibi mediatörler etki gösterebilir. İnsülin seviyelerinin artması
sempatik sistem aktivitesini ve sodyum tutulumunu arttırabilir. Primer olarak insülin
direncini tedavi etmenin kan basıncını düşürmede yararlı olması mümkün olur. Ayrıca
hedef kan basıncı değeri olan 130/85 mmHg seviyelerine ulaşmak için Anjiotensin
Converting Enzim İnhibitörü ( ACE-İ ) / Anjiotensin Reseptör Blokeri, Beta bloker,
Kalsiyum Kanal Blokeri gibi standart antihipertansifler ilk sırada tercih edilmelidir50.
Dislipidemi: Hipertrigliseridemi insülin direnci koşulunun mükemmel bir yansımasıdır ve
Metabolik Sendrom tanısında önemli kriterlerden biridir. İnsülin direncinde lipid
metabolizmasi anomalileri görülmektedir. İnsülin direncine bağlı dislipidemide kan
trigliserid düzeyi 150 mg/dL’nin üzerinde iken, HDL-K erkekler için 40 mg/dL, kadınlar
için 50 mg/dL’nin altndadr28. Bu sendromda total non-HDL kolesterol yükselmesine
rağmen gerçek LDL-K seviyeleri anlamlı derecede yükselmez. Ve eğer partikül
büyüklüğü ölçülürse LDL partiküllerinin daha küçük ve yoğun olduğu görülür ki bu
aterojenik potansiyeli arttırmaktadır 52.
İnsülin Direnci: Pankreas adacıklarındaki beta hücrelerinde insülin direnci, glukoza
bağmlı insülin sekresyonunu gerçekleştiren sinyallerin olumsuz biçimde değiştiğini veya
asitlerinin birincil adaylar olduğunu akla getirir. Serbest yağ asitleri insülin sekresyonunu
stimüle etse de aşırı yüksek konsantrasyonlara uzun süreli ve artan biçimde maruz
kalım insülin sekresyonunda düşüşe yol açar53. Bu değişikliğin mekanizması birçok farklı
potansiyel mekanizma yoluyla ortaya çıkan lipotoksisiteye bağlanmıştır
54-56.
İnsülin
28
kendi sekresyonu üzerinde de feedback mekanizmasına sahiptir. İskelet kasında insülin
reseptörü inaktive edildiğinde, hiperglisemi ortaya çıkmaz 57; ancak insülin reseptörünün
beta hücresine spesifik tam delesyonu ( knockout ) progresif glukoz intolerans ve
diyabete yol açar. Diyabet gelişimi için genetik yatkınlık olan kişilerde, insüline dirençli
ortamın beta hücre fonksiyonu üzerindeki varsayılan baskısı glukoz intoleransına ve
sonunda da artmış diyabet riskine neden olur.
29
MATERYAL VE METOD
Çalışma retrospektif olarak Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Hipertansiyon ve Lipid Metabolizması Bozuklukları Polikliniği’ ne 2004 - 2009 yılları
arasında başvuran ve kayıtlı takip edilen , ambulatuvar kan basıncı monitörizasyonu
yapılmış 1200 hipertansif hastanın poliklinik dosyaları taranarak gerçekleştirildi.
Kullanılacak olan temel verileri ve tıbbi kayıtları
(metabolik sendrom parametreleri,
antropometrik ölçümler, hipertansif retinopati açısından göz muayenesi, Ekokardiyografi
ölçümleri ) dosyalarında bulunan ve düzenli takiplere gelen 142 hasta çalışmaya dahil
edildi. Çalışmaya alınan hastaların, sosyodemografik özellikleri, detaylı öyküleri,
antropometrik ölçümleri, fizik muayene bulguları, laboratuvar ve görüntüleme tetkikleri
sonuçları ve hedef organ hasarı göstergeleri incelendi.
Hastaların cinsiyet, yaş, bel çevresi, boy, kilo, bilinen hipertansiyon süresi (yıl),
sigara ve alkol kullanım öyküsü, özgeçmişlerinde ek hastalık varlığı, 24 saatlik idrardaki
mikroalbümin düzeyleri, lipid profili, açlık kan şekeri, hipertansif retinopati derecesi,
ambulatuvar kan basıncı monitörizasyonu sonuçlarına göre ortalama sistolik ve diastolik
kan basıncı, ortalama nabız sayısı ve Ekokardiyografi ölçümleri kayıt edildi.
Bel çevresi, açlıkta, ayakta ve ekspiryum ortasında, en alt kot sınırıyla spina iliaca
anterior superior ortasından, bu bölge çıplak olarak sabit gerilimli mezura ile ölçülerek
santimetre biriminde kaydedilen değer alındı.
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Laboratuvarında, en az 12
saatlik gece açlığı sonrası alınmış venöz kan örneklerinde enzimatik, kalorimetrik ve
kemülüminesan immunoassay yöntemlerle Abbott Aeroset Otoanalizörde ve Immulite1000 cihazında çalışılan biyokimyasal ve hormonal tetkik sonuçları alındı.
IDF kriterlerine göre Metabolik sendrom varlığı ve hasta dağılımları incelendi.
Kan basıncı değerleri ambulatuvar kan basıncı monitörizasyonu sayesinde 24
saatlik ölçümler sonunda tüm gün ortalama sistolik, diastolik kan basıncı ve ortalama
nabız sayısı alınarak yapıldı. Ölçümler 30 dakikalık aralarla hastaların aktif olmayan
kollarından yapıldı.
Tüm ekokardiyografiler vivid 3 pro marka (cingmed teknoloji) EKO cihazı ile
transtorasik olarak yapıldı. Hastalar sol lateral dekubit pozisyonunda olacak şekilde
30
incelenip, parasternal uzun, kısa aks, apikal dört boşluk, beş boşluk görüntüleri eşliğinde
iki boyutlu, M Mode, C- Doppler ve akım doppleri kullanılarak ölçümler yapıldı. Amerikan
Ekokardiyografi Birliği’nin önerileri doğrultusunda; tüm ekolar aynı kişi tarafından ve
sirkadyen değişikliklerin diyastolik disfonksiyona olan etkisini ortadan kaldırmak için gün
ortasında yapılması gerekiyordu, fakat bu çalışma retrospektif olduğu için bu kurala
uygunluğu tartışmalıdır. Diyastolik fonksiyonların sınıflandırılmasında klasik bilgiler
kullanıldı. ( Stage I: Bozulmuş relaksasyon, Stage II: Pseudonormal pattern, Stage
III:Restriktif patern )
Diğer standart incelemeler içerisinde sol ventrikül diyastol ve sistol sonu çapları,
duvar kalınlıkları, aort kökü, sol atrium çıkış yolu genişliği bulunmaktadır. Kapak yapıları
ve duvar hareketleri ayrıntılı olarak incelenerek patolojisi olanlar çalışmaya alınmadı.
Çalışmada elde edilen veriler değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS
(Windows için SPSS 11.5 , Microsoft , USA) programı kullanıldı. Çalışma verileri
değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma,
frekans) yanı sıra niceliksel verilerin parametrelerin iki grup arası karşılaştırmalarında
İndependent sample t test kullanıldı. Normal dağılım gösteren parametrelerin grup içi
karşılaştırmalarında paired sample t testi, Pearson correlation, Significant 2-tailed test,
normal dağılım göstermeyen parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında ise NonParametrik korelasyon testi kullanıldı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık
p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
31
BULGULAR
Hipertansiyon polikliniğinde takipli medikal kayıtları incelenen hastaların
cinsiyetlerine göre dağılımına bakıldığında % 72’sinin kadın, % 28’inin ise erkek olduğu
görülmektedir.
Erkek
39%
Kadın
61%
Grafik-1: Hastaların cinsiyete göre dağılımı
Kadınların yaş ortalaması 56±13 iken, erkeklerin yaş ortalaması 53±14 olarak
bulunmuştur.
Histogram
30
25
20
15
Frequency
10
5
Mean = 55,0352
Std. Dev. = 13,09724
N = 142
0
20,00
40,00
60,00
80,00
YAŞ
Grafik-2:Hastaların yaşa göre dağılımı
32
Kayıtları incelenen erkek ve kadın hastaların yaş gruplarına göre dağılımı
yapıldığında olguların en çok 51-60 yaş grubunda toplandığı görülür. Daha sonra 41-50
ve 61-70 yaş grubunda yığılım görülmektedir. Erkek hastaların %39.29’u, kadın
hastaların ise %32.56’sı 51-60 yaş grubunda yer almaktadır.(Grafik 3 ve 4)
< 40
10%
> 70
12%
41-50
23%
61-70
20%
51-60
35%
Grafik-3: Hastaların yaş gruplarına göre dağılımı
33
40
Cinsiyet
39,29%
kadın
erkek
32,56%
30
27,91%
19,77%
20
Percent
16,07%
16,07%
13,95%
10
8,93%
5,81%
0
< 40
41-50
51-60
61-70
> 70
yaş
Grafik-4:Hastaların cinsiyetine göre yaş dağılımı
10 YILDAN
FAZLA
22%
1-5 YIL
51%
6-10 YIL
27%
Grafik-5:Hipertansiyon sürelerine göre dağılım
34
Polikinliğe başvuran hastalardan %51’inin (n=73) hipertansiyon süresi 1-5
yıl grubunda iken, hastaların %27’sinde (n=38) hipertansiyon süresi 6-10 yıl arasında
olup ,%22’sinde (n=31) ise 10 yıldan daha uzun süreli hipertansiyon
saptanmıştır.(Grafik-5)
CiNSiYET
70
kadın
66,07%
erkek
60
50
41,86%
40
31,4%
Percent
30
26,74%
19,64%
20
14,29%
10
0
1-5 YIL
6-10 YIL
10 YILDAN FAZLA
hipertansiyon süreleri
Grafik-6: Hastaların cinsiyete göre hipertansiyon sürelerinin dağılımı
Hipertansiyon polikliniğine başvuran kadın hastaların %41.86’sında hipertansiyon
1-5 yıl arasında ,%31.4’ünde 6-10 yıl arasında, %26.74’ünde ise 10 yıldan daha uzun
süreli hipertansiyon vardır.
Polikliniğimize başvuran erkek hastaların %66.07’sinde hipertansiyon süresi 1-5
yıl arasında iken, %19.64’ünde 6-10 yıl, %14.29’unda ise hipertansiyon süresi 10 yıldan
daha uzun sürelidir.
35
Kayıtları incelenen olgulardaki sigara, alkol ve koroner arter hastalığı yönünden
bakıldığında ise hastalardaki yüzdesinin küçük olduğu saptanmıştır.( Grafik 7-8-9)
SİGARA:
Hastalar, sigara içme oranları açısından değerlendirildiğinde %62’sinin (n=88) hiç
sigara içmediği, %23’ünün (n=32) sigara içtiği, %15 ’inin (n=22) ise sigarayı bırakmış
olduğu görülmüştür. Sigara içmeyenler en büyük yüzdelik grubunu oluşturmaktadır.
bırakmış
15%
içer
23%
içmez
62%
Grafik-7: Hastaların sigara öyküsüne göre dağılımı
ALKOL : Çalışmaya katılan hastaların %22’ sinin alkol kullandığı, %78 inin ise alkol
kullanmadığı görülmüştür. Erkek hastaların kadın hastalara oranla daha çok alkol
aldıkları görülmüştür.
içer
22%
içmez
78%
Grafik-8: Hastaların alkol öyküsüne göre dağılımı
36
KORONER ARTER HASTALIĞI
var
15%
yok
85%
Grafik-9: Hastaların koroner arter hastalığı öyküsüne göre dağılımı
Çalışmaya katılan hastaların %15’inde (n=21) koroner arter hastalığının
bulunduğu, %85 inde (n=121) ise bu hastalığın görülmediği saptanmıştır.
HİPERTANSİF RETİNOPATİ
2
gr3
51
gr2
47
gr1
42
yok
0
10
20
30
40
50
60
Grafik-10: Hastaların hipertansif retinopati derecesine göre dağılımı
37
Hastaların %29.6’sında (n=42) hipertansif retinopatinin bulunmadığı,
%33.1’inde grade 1 seviyesinde, %35.9’unda grade 2 seviyesinde, %1.4 ünün ise grade
3 seviyesinde bu hastalığın bulunduğu gözlenmiştir.(Grafik 10)
Ayrıca, serebro vasküler hastalığın yalnızca 1 hastada olduğu görülmüştür.
BOY,KİLO,BEL ÇEVRESİ ÖLÇÜMLERİ VE VÜCUT KİTLE İNDEKSİ DAĞILIMI
Hipertansiyon polikliniğine başvuran hastaların boy ortalaması erkek hastaların
genelinde 169.25 ± 6.68 cm, ağırlık ortalaması ise 84.99 ± 12.88 kg olarak saptandı.
Kadınlarda boy ortalaması 155.97 ± 5.76 cm, ağırlık ortalaması 75.19 ± 13.69 ± kg
bulundu.
Bel çevresi ölçümlerine bakıldığında erkek hastalarda ortalama bel çevresinin
100.34 ± 11.24 cm, kadınlarda ise bu değerin ortalama 95.55 ± 11.4 cm olduğu
görülmektedir.
yas_kategori
< 40
120,00
41-50
51-60
61-70
> 70
101,44 102,00
99,11
100,00
98,36
97,78
97,12
100,00
94,00
93,12
85,60
Mean BEL ÇEVRESİ
80,00
60,00
40,00
20,00
0,00
kadın
erkek
CİNSİYET
Grafik-11: Hastaların bel çevresi ölçümünün cinsiyete göre dağılımı
38
VÜCUT KİTLE İNDEKSİ VE OBEZİTE
Ortalama vücut kitle indeksi, erkeklerde 29.71 ± 4.06, kadınlarda 31.38 ± 5.75
olduğu görüldü.
Cinsiyet
kadın
erke
k
40,00
33,90
31,36
31,02
29,94
30,00
30,42
29,84
30,08
29,12
28,62
26,52
20,00
Mean vücut kitle indeksi
10,00
0,00
< 40
41-50
51-60
61-70
> 70
yaş ve cinsiyet
Grafik 12: Vücut kitle indeksinin yaş ve cinsiyete gore dağılımı
Olguların artık birçok otör tarafından kardiak hastalıklar açısından önemli kabul
ettiği bel çevresi oranlarının kadın ve erkek cinsiyeti açısından ayrı ayrı bakıldığında
riskli gruba ait hasta populasyonun en çok 50- 60 yaş grubununda olduğu
görülmüştür.(Grafik 13-14)
39
50
45,45%
Percent
40
30
22,73%
20
18,18%
10
9,09%
4,55%
0
< 40
41-50
51-60
61-70
> 70
yas_kategori
Grafik 13: Bel çevresi 94 cm’den büyük olan erkeklerin yaş gruplarına göre dağılımı:
40
35,29%
30
Percent
25,0%
22,06%
20
13,24%
10
4,41%
0
< 40
41-50
51-60
61-70
> 70
yas_kategori
Grafik 14: Bel çevresi 80 cm’den büyük olan kadın hastalarının yaş gruplarına göre
dağılımı
40
SİSTOLİK VE DİYASTOLİK BASINÇ DEĞERLERİNİN DAĞILIMI
Sistolik kan basıncı ortalamaları
Polikliniğe başvuran toplam 56 erkek hastanın ortalama sistolik kan basıncı
değeri 128.43 ± 22.85 mmHg, toplam 86 kadın hastanın ortalama sistolik kan basıncı
değeri ise 118.26 ± 12.93 mmHg olarak bulundu.
yas_kategori
140,00
< 40
130,89
122,92
121,40
Mean SİSTOLİK TANSİYON ORTALAMASI
120,00
115,33
132,80
129,64
125,11
41-50
51-60
124,73
61-70
> 70
118,29 118,12
100,00
80,00
60,00
40,00
20,00
0,00
kadın
erkek
CİNSİYET
Grafik-15: Cinsiyet ve yaş gruplarına göre sistolik kan basıncı ortalamaları
Diyastolik kan basıncı ortalamaları
Erkek hastaların ortalama diyastolik kan basıncı değerleri 80.05 ± 11.50 mmHg,
kadın hastaların diyastolik kan basıncı ortalaması ise 69.68 ± 11.52 mmHg olarak tespit
edildi.(Grafik-16)
41
yas_kategori
Mean DİASTOLİK TANSİYON ORTALAMASI
100,00
< 40
41-50
51-60
81,44
80,00
82,56 82,91
61-70
> 70
77,80
71,92
73,27
69,75
75,40
68,83
64,65
60,00
40,00
20,00
0,00
kadın
erkek
CİNSİYET
Grafik-16: Cinsiyet ve yaş gruplarına göre diastolik kan basıncı ortalamaları
HDL, LDL ve TRİGLİSERİDİN ORTALAMA DEĞERLERİ
HDL-kolestrol ortalamaları polikliniğimize başvuran hastalar arasında 50.45 ± 13.63
mg/dl olarak bulunmuştur.
HDL
30
25
Frequency
20
15
10
5
Mean = 50,4507
Std. Dev. = 13,63224
N = 142
0
20,00
40,00
60,00
80,00
100,00
120,00
HDL
Grafik-17: HDL değerlerinin hastalara göre dağlımı
42
Hesaplanan LDL-kolestrol ortalamaları hastalarda 126.36 ± 37.42mg/dl
olarak bulunmuştur.(Grafik-18)
LDL
30
25
Frequency
20
15
10
5
Mean = 126,3655
Std. Dev. = 37,42431
N = 142
0
0,00
50,00
100,00
150,00
200,00
250,00
LDL
Grafik-18: LDL değerlerinin hastalara göre dağlımı
TRİGLİSERİD
40
Frequency
30
20
10
Mean = 146,2042
Std. Dev. = 75,00464
N = 142
0
0,00
100,00
200,00
300,00
400,00
500,00
TRİGLİSERİD
TG değerlerinin ortalaması hastalarda 146.20 ± 75.00 mg/dl olarak saptanmıştır.
Grafik-19:Trigliserid değerlerinin hastalara göre dağılımı
43
Olgulardaki vücut kitle endeksi, sistolik-diyastolik basınç, nabız, hipertansiyonun
süresi ve metabolik sendrom paremetreleri ile ejeksiyon fraksiyonu ve kalp
segmentlerinin boyutları ayrı ayrı karşılaştırımıştır. Bulgular aşağıdaki gibidir.
•
Vücut kitle indeksinin ejeksiyon fraksiyonu, sol ventrikül diyastol çapı,
sol ventrikül sistol çapı, aort kökü genişliği, sol atrium çapı ve septal duvar
kalınlığı ile ilişkili olmadığı görülmüştür (p>0.05). (Tablo-1)
Tablo-1:VKi ile Eko bulgularının karşılaştırılması
EF
BMI
Pearson
Correlation
Sig. (2-tailed)
N
•
LVEDD
LVESD
AD
SAD
İVS
-0.126
-0.050
0.108
0.112
0.160
0.164
0.135
0.552
0.200
0.185
0.057
0.051
142
142
142
142
142
142
Sistolik tansiyonun sol ventrikül sistol çapı, sol atrium çapı ve septal
duvar kalınlığı ile ilişkili olduğu (p<0.05), buna karşın ejeksiyon fraksiyonu, sol
ventrikül diyastol çapı, aort kökü genişliği ile ilişkili olmadığı görülmüştür (p>0.05).
Bu sonuca göre, sistolik tansiyon ortalaması arttıkça sol ventrikül sistol sonu
çapında, sol atrium çapında ve septal duvar kalınlığında artış gözlenmesi
beklenmektedir.
(Tablo-2)
44
Tablo-2:Sistolik tansiyon ile Eko bulgularının karşılaştırılması
EF
SİSTOLİK
TANSİYON
•
Pearson
Correlation
Sig. (2tailed)
N
LVEDD
LVESD
AD
SAD
İVS
-0.152
-0.050
0.196
0.111
0.282
0.294
0.070
0.551
0.020
0.188
0.001
0.000
142
142
142
142
142
142
Diastolik tansiyon ortalamasının, sol atrium çapı ve septal duvar
kalınlığı ile ilişkili olduğu (p<0.05), fakat sol ventrikül sistol çapı, ejeksiyon
fraksiyonu, sol ventrikül diyastol çapı, aort kökü genişliği ile ilişkili olmadığı
görülmüştür (p>0.05). Bu sonuca göre, diastolik tansiyon ortalaması arttıkça sol
atrium çapının ve septal duvar kalınlığının artması beklenmektedir.(Tablo-3)
Tablo-3: Sistolik tansiyon ile Eko bulgularının karşılaştırılması
EF
DİASTOLİK
TANSİYON
Pearson
Correlation
Sig. (2-tailed)
N
•
LVEDD
LVESD
AD
SAD
İVS
-0.075
-0.023
0.156
0.091
0.214
0.297
0.378
0.782
0.064
0.284
0.010
0.000
142
142
142
142
142
142
Nabız ortalamasının aort kökü genişliği ilişkili olduğu (p<0.05) fakat
ejeksiyon fraksiyonu, sol ventrikül diyastol çapı, sol ventrikül sistol çapı, sol atrium
çapı ve septal duvar kalınlığı ile ilişkili olmadığı görülmüştür (p>0.05).
Nabız
ortalamasının aort kökü genişliği ile ilişkisi negatiftir (r=-0.21). Bu da nabız
ortalaması arttıkça aort kökü genişliğinin azalacağını göstermektedir.(Tablo-4)
45
Tablo-4:Nabız ile Eko bulgularının karşılaştırılması
EF
NABIZ
Pearson
Correlation
Sig. (2-tailed)
N
•
LVEDD
LVESD
AD
SAD
İVS
-0.061
-0.039
0.024
-0.205 -0.140 -0.113
0.474
0.649
0.773
0.015
0.096
0.182
142
142
142
142
142
142
Hipertansiyon süresinin ejeksiyon fraksiyonu, sol ventrikül diyastol çapı,
sol ventrikül sistol çapı, aort kökü genişliği, sol atrium çapı ve septal duvar
kalınlığı ile ilişkili olmadığı görülmüştür (p>0.05).
Tablo-5:Hipertansiyon süresi ile Eko bulgularının karşılaştırılması
EF
HİPERTANS Pearson
İYON SÜRE Correlation
Sig. (2tailed)
N
•
LVEDD
LVESD
AD
SAD
İVS
-0.160
0.024
0.116
0.069
0.081
0.094
0.057
0.781
0.171
0.416
0.340
0.268
142
142
142
142
142
142
Metabolik sendromun ejeksiyon fraksiyonu, sol ventrikül diyastol çapı,
sol ventrikül sistol çapı, aort kökü genişliği, sol atrium çapı ve septal duvar
kalınlığı ile ilişkili olmadığı görülmüştür (p>0.05). (Tablo-6)
46
Tablo-6: Metabolik sendrom ile Eko bulgularının karşılaştırılması
EF
METABOLİK
SENDROM
Pearson
Correlation
Sig. (2-tailed)
N
LVEDD
LVESD
AD
SAD
İVS
-0.160
-0.071
0.164
0.031
0.023
0.031
0.057
0.404
0.052
0.715
0.784
0.715
142
142
142
142
142
142
Independent sample t test ile diastolik disfonksiyon ve sol ventrikül hipertrofinin
sistolik tansiyon ortalaması, diastolik tansiyon ortalaması, nabız ortalaması, vücut kitle
indeksi ve hipertansiyon süresi değişkenleriyle ilişkili olup olmadığına bakıldı.
Buna göre diastolik disfonksiyon ile sistolik tansiyon ortalaması, diastolik tansiyon
ortalaması, nabız ortalaması, vücut kitle indeksi ve hipertansiyon süresi değişkenlerinin
ilişkili olmadığı (p>0.05). Öte yandan sol ventrikül hipertrofi ile istatistiksel olarak anlamlı
bir sonuç veren sistolik tansiyon ortalaması, vücut kitle indeksi ve hipertansiyon süresi
olduğu gözlenmiştir (p<0.05).
Yapılan bir diğer analizde, metabolik sendromun diastolik disfonksiyon ve sol
ventrikül hipertrofi ile anlamlı bir ilşkisinin olmadığı görülmüştür (p>0.05).(Tablo-7)
Tablo-7:Metabolik sendromda diastolik disfonksiyon ve sol ventrikül hipertrofi analizi
DD
METABOLİK
SENDROM
Correlation
Coefficient
Sig. (2-tailed)
N
LVH
0.124
0.116
0.140
0.169
142
142
47
TARTIŞMA ve SONUÇ
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)'nün verilerine göre, dünyada ölüm nedenleri arasında
en üst sırada hipertansiyon yer almaktadır. Hipertansiyon bir dizi kardiyovasküler
hastalık ve bunlarla ilişkili bozuklukların yanı sıra kardiyovasküler hastalklarda belirgin
artış oluşturan tüm hastalıklar için majör risk faktörüdür.
Ülkemizde hipertansiyon prevalansı ile ilgili yapılan PATENT çalışmasında, 18
yaş üstü yetişkin nüfusun % 31,8’ inde, TEKHARF çalışmasında
%33.7 sinde ve
ülkemizde yapılan bir diğer çalışma olan METSAR çalışmasında ise yetişkinlerde
hipertansiyon prevalansı %41 olduğu belirtilmiştir.
Kan basıncı yüksek olan bireylerde elektrokardiyografi rutin değerlendirmenin bir
parçası
olmalıdır.
Bunun
yanında
sol
ventrikül
hipertrofisini
değerlendirmede
ekokardiyografi daha değerlidir.
Çalışmamızda kayıtları incelenen 142 olgunun; elektrokardiyografi bulguları ile
vücut kitle endeksleri karşılaştırıldığında vücut kitle indeksinin ejeksiyon fraksiyonu, sol
ventrikül diyastol çapı, sol ventrikül sistol çapı, aort kökü genişliği, sol atrium çapı ve
septal duvar kalınlığı ile ilişkili olmadığı görülmüştür (p>0.05). Movahad ve Satio’ da58
yapmış oldukları çalışmada da sol ventrikül disfonksiyonu ile artmış vücut kitle endeksi
arasında ilişki bulunamamış. Yine Kartal ve arkadaşlarının59 çalışmasında sol ventrikül
hipertrofisi mevcudiyeti ile VKİ’i grupları arasında da anlamlı bir ilişki bulunamamış.
Masaidi ve arkadaşların60 yapmış olduğu başka bir çalışmada ise çalışmada
biventriküler hipertrofisiyle obez hipertansifler arasında güçlü ilişki olduğunu öne
sürülmüştür. Ballo ve arkadaşları61 ise 112 olgulu serisinde VKİ yüksek olan hipertansif
hastalarda myokard kontraktilitesinin deprese olduğu bunun yanında M-mode EKO’ da
sol atrio-venriküler düzlemde yer değiştirmede anlamlı fark olmadığını belirtmiştir.
Çalşmamızda sistolik tansiyonun sol ventrikül sistol sonu çapı, sol atrium çapı ve
septal duvar kalınlığı ile ilişkili olduğu (p<0.05), buna karşın ejeksiyon fraksiyonu, sol
ventrikül diyastol sonu çapı, aort kökü genişliği ile ilişkili olmadığı görülmüştür (p>0.05).
Bu sonuca göre, sistolik tansiyon ortalaması arttıkça sol ventrikül sistol sonu çapında,
sol atrium çapında ve septal duvar kalınlığında artış gözlenmesi beklenmektedir. Supino
48
ve arkadaşlarının62 80 olguluk serilerinde sistolik hipertansiyon ile nabız ortalaması ve
ejeksiyon fraksiyonu arasında pozitif bağ saptamıştır.
Kayıtlarını incelediğimiz hastaların çoğunluğunun kadın (%72) olması, yaş
ortalamasının yaklaşık 55 olması, sigara içim oranının %23 olmasıdan dolayı
kardiyovasküler
komplikasyonlar
açısından
daha
az
riskli
bir
populasyon
oluşturmaktadır. Bu da çalışmamızın istatiki sonuçlarını etkilemiş olabilir.
Matsui63 ve ark.ları yaptıkları çalışmada sistolik tansiyon ortalaması sol ventrikül
hipertrofisi ve interventriküler septum yüksek oranda ilişkili bulmuştur.
Cuspidi 330 tedavili ve tedavisiz komplike olmayan esansiyel hipertansiyon
hastalarındaki ekokardiyografik incelemelerinde biventriküler hipertrofi saptandığı ve
bununda kardiyovasküler hasar için risk taşıdığını belirtmiştir.64
Çalışmamızda nabız ortalamasının aort kökü genişliği ilişkili olduğu (p<0.05)
fakat ejeksiyon fraksiyonu, sol ventrikül diyastol çapı, sol ventrikül sistol çapı, sol atrium
çapı ve septal duvar kalınlığı ile ilişkili olmadığı görülmüştür. Supino ve ark. nın
çalışmasında ise nabız ortalamasının ejeksiyon farksiyonun ile ilişkili olduğu
belirtilmiştir.62
Hipertansiyon süresinin ejeksiyon fraksiyonu, sol ventrikül diyastol sonu çapı, sol
ventrikül sistol çapı, aort kökü genişliği, sol atrium çapı ve septal duvar kalınlığı ile ilişkili
olmadığını saptadık. (p>0.05). Çalışmamızda kayıtları incelenen hastalarda 10 yıldan
daha uzun süreli hipertansiyon olgularının yüzdesinin düşük olması ( kadınların
%26.74’ünde, erkeklerin
%14.29’unda ) çoğu hastanın yeni tanı konmuş olması
hipertansiyon süresi ile ilgili istatiki sonuçlarımızı etkilemiş olabilir. Bu da retrospektif
olan çalışmamızın kısıtlayıcı yönlerinden biridir.
Son 30 yıllık çalışmalar göstermiştir ki hipertansif hastalardaki myokard iskemisi
oldugu ile ilgili güçlü kanıtlar vardır. Tedavisiz uzamış hipertansif hastalarda bu daha
belirgindir.65
Başka bir çalışmada ise hipertansiyon süresi ile sistolik kan basıncı arasında ilişki
bulunamamış.
Metabolik sendromun en tipik özeliği viseral obezite, kan basıncında değişiklikler
ve
glukoz
ile
lipid
metabolizmasındaki
bozuklukların
farklı
kombinasyonlarla
49
seyretmesidir. Metabolik sendromun prevelansı orta yaşlarda daha yüksektir bu
bireylerde sol ventrikül hipertrofisi ve arter duvarında sertleşme daha yüksektir. 66
Bizim çalışmamızda metabolik sendromun ejeksiyon fraksiyonu, sol ventrikül
diyastol çapı, sol ventrikül sistol çapı, aort kökü genişliği, sol atrium çapı ve septal duvar
kalınlığı ile ilişkili olmadığı görülmüştür (p>0.05)
Leocini metobolik sendrom ile sol ventrikül hipertrofisi arasında istatiksel olarak
anlamlı ilişki bulmuştur.67
Cuspidi 447 olguluk serisinde hastaların 135’inde metabolik sendrom olduğu ve bu
hastalardaki sol ventrikülün konsantirik yeniden yapılanmasının metabolik sendrom
olmayan gruba göre daha anlamlı bulunduğunu belirtmiştir.68
Lakka ve arkadaşları metabolik sendromun kardiyovaskülar hastalığı ve bunların
yol açtığı ölümleri arttırdığını belirtmiştir69.
Bizim çalışmamızda da 61 metabolik sendrom hastası tek tek ele alındığnda
bunların verileri ile, ejeksiyon fraksiyonu azalması ve sol ventikül sistol sonu çapının
artması arasında rakamsal ilişki kaydedilmesine karşın, istatiksel fark elde edilememiştir.
Bunun nedeni de hastaların sadece hipertansiyon polikliniğinden takipli olanlardan
seçilmesi, diabet tanısı almış olan hastaların ayrı bir poliklinikten takip edilmesinden
dolayı olabilr. Ayrıca çoğu olgunun yeni metabolik sendrom tanısı almış olması ve olgu
sayısının azlığı çalışmamızı kısıtlayan diğer nedenlerdir.
Sonuç olarak diastolik disfonksiyon ile sistolik tansiyon ortalaması, diastolik
tansiyon ortalaması, nabız ortalaması, vücut kitle indeksi ve hipertansiyon süresi
değişkenlerinin ilişkili olmadığı öte yandan sol ventrikül hipertrofi ile istatistiksel olarak
anlamlı bir sonuç veren sistolik tansiyon ortalaması, vücut kitle indeksi ve hipertansiyon
süresi olduğu gözlenmiştir.
50
ÖZET
Giriş: Hipertansiyon, multiple genetik faktörlerin, patofizyolojik süreçlerin ve çevresel
etkilerin geniş bir dizi hedef organ hasarı oluşturmak üzere etkileşime girdiği ,iyi kontrol
edilmediğinde vücuttaki birçok organın yapı ve fonksiyonunu ciddi şekilde etkileyen
kompleks bir hastalıktır.
Hipertansiyon oluşturduğu hedef organ hasarı ile oldukça
önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir.
Amaç: 2004 ocak ile 2009 ocak tarihleri arasında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Hipertansiyon Polikliniğine başvurmuş takipli hastalarda metabolik sendrom
parametreleri, antropometrik ölçümler, hipertansif retinopati varlığı, ambulatuvar kan
basıncı monitörizasyonu sonuçları ve bunların Ekokardiyografi parametreleri ile
ilişkisini, retrospektif olarak incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışma retrospektif olarak Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Hipertansiyon ve Lipid Metabolizması Bozuklukları Polikliniği’ ne 2004 - 2009 yılları
arasında başvuran ve kayıtlı takip edilen , ambulatuvar kan basıncı monitörizasyonu
yapılmış 1200 hipertansif hastanın poliklinik dosyaları taranarak gerçekleştirildi.
Kullanılacak olan temel verileri ve tıbbi kayıtları
(metabolik sendrom parametreleri,
antropometrik ölçümler,hipertansif retinopati açısından göz muayenesi, Ekokardiyografi
ölçümleri ) dosyalarında bulunan ve düzenli takiplere gelen 142 hasta çalışmaya dahil
edildi.
Bulgular: Medikal kayıtları incelenen hastaların % 72’sinin kadın, % 28’i ise erkektir.
Kadınların yaş ortalaması 56±13, erkeklerin yaş ortalaması 53±14 tür. Hipertansiyon
süresi 1 ile 30 yıl arasında değişmekte idi. Olgulardaki sigara, alkol ve koroner arter
hastalığı yönünden bakıldığında ise hastalardaki yüzdesinin küçük olduğu saptanmıştır.
Hastaların %1.3’ ünde evre 3 retinopati saptanırken, evre 4 retinopatiye ise rastlanmadı.
Ortalama
VKİ, erkeklerde 29.71 ± 4.06, kadınlarda 31.38 ± 5.75 bulundu. Erkek
hastaların ortalama sistolik kan basıncı değeri 128.43 ± 22.85 mmHg, kadın hastaların
ise 118.26 ± 12.93 mmHg idi. Ortalama diyastolik kan basıncları ise sırasıyla 80.05 ±
11.50 mmHg, 69.68 ± 11.52 mmHg bulundu.VKİ ‘nin çalışma yapılan EKO değerleri ile
istatiksel olarak anlam bulunamadı.Sistolik ve diastolik tansiyonun yalnızca sol ventrikül
sistol sonu çapı, sol atrium çapı ve septal duvar kalınlığıyla ilişkili olduğu
51
görüldü.Hipertansiyon süresi ve metabolik sendromun parametreler arası istatiksel ilişki
bulunamadı.Dİastolik disfonksiyon ile sol ventrikül hipertrofisi ile anlamlı sonuç saptandı.
Sonuç:Çalışmamızda
istatiksel
olarak
metabolik
sendrom
ile
ekokardiyografik
parametrelerde fark saptanmasa da metabolik sendromun literetürde de belirtildiği gibi
hipertansif hastalarda çoklu organ hasarının prevalansı yüksektir.
52
KAYNAKLAR
1) Crawford Kardiyoloji 1.Baskı 2.Cilt, Michael H Crawford, John P DiMarco, Bölüm
3:Hipertansif Kalp Hastalığı, Sayfa:1.1-11.16.
2) Chobanian AV, Bakris GL, Black HR, et al: The seventh report of the Joint
National Committee on Prevention, Detection, Evaluation, and Treatment of High
Blood Pressure: the JNC 7 report. JAMA 2003:289:2560-2572
3) Oparil S, Calhoun DA. High blood pressure. ln: Dale DC, Federman DD, eds.
ScientificAmerican medicine. New York: Scientific American, 1997; vol. 1, sect. 1,
subsect 2:1-14.
4) Lifton RP. Moleculer genetics of human blood pressure variation.Science
1996;272:676-80.
5) Carretero OA, Oparil S. Essential hypertension: part 1: definition and etiology.
Circulation 2000; 101:329-35.
6) Harrap SB. Genetics. Ln: Oparil S, Weber MA, eds. Hypertension: companion to
Brenner and Rector’s The kidney. Philadelphia, PA : WB Saunders, 1999: ch. 4.
7) Heart Disease A Textbook of Cardiovascular Medicine 6th Edition Eugene
Braunwald, Douglas P. Zipes, Peter Libby, Norman M. Kaplan . Chapter 28. Page
941-972.
8) Joint National Committee on Detection, Evaluation and Treatment of High Blood
Pressure (JNC VI).Arch Inter Med 1997;157:2413-46
9) Guidelines Subcommitte of the WHO-International Society of
Hypertension.Guidelines for the Management of Hypertension.J Hypertens
53
1999;17:151-83
10) Cecil Textbook of Medicine,22nd edition, Ch. 63 Arterial Hypertension pp:346363
11) Chobanian AV, Bakris GL, Black HR, et al. Seventh Report of the Joint National
Committee on Prevention, Detection, Evaluation and Treatment of High Blood
Pressure: The JNC 7 Complete Report. Hypertension.2003;42:1206-1252
12) Joint National Committee on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood
Pressure. Report of the Joint National Committee on Detection, Evaluation, and
Treatment of High Blood Pressure. A cooperative study. JAMA 1977; 237: 255–
61.
13) Guidelines Committee. 2003 European Society of Hypertension-European
Society of Cardiology guidelines for the management of arterial hypertension. J
Hypertens, 2003;21:1011-1053.
14) Franco V, Oparil S, Carretero OA. Hypertension Treatment. Circulation.
2004;109: 2953-2958-11. World Health Report 2002: Reducing risks, promoting
healthy life. Geneva, Switzerland: World Health Organization, 2002.
15) Bruce NG, Cook DG, Shaper AG, et al. Geographical variations in blood
pressure in British men and women. J Clin Epidemiol 1990;43:385-98.
16) World Health Report 2002: Reducing risks, promoting healthy life. Geneva,
Switzerland:World Health Organization, 2002.
17) Onat A, Türkmen S, Karabulut A, Yazıcı M, Can G, Sansoy V. Türk
Yetişkinlerinde Hiperkolesterolemi ve Hipertansiyon Birlikteliği; Sıklığına ve
54
Kardiyovasküler Riski Öngördümesine İlişkin TEKHARF Çalışması Verileri. Türk
Kardiyoloji Derneği Arşivi 2004; 32:533-541
18) Michael H Crawford, John P DiMarco. Hipertansif Kalp Hastalığı Crawford
Kardiyoloji 1.Baskı 2.Cilt, Bölüm 3: 1- 11.
19) Abaoğlu-Aliksanyan:Semptomdan Teşhise 10. Baskı, Cilt1, İstanbul 2003, sayfa
574-594
20) Lifton RP. Moleculer genetics of human blood pressure variation. Science 1996;
272:676- 80.
21) Harrap SB. Genetics. Ln: Oparil S, Weber MA, eds. Hypertension: companion to
Brennerand Rector’s The kidney. Philadelphia, PA :WB Saunders, 1999: ch. 4.
22) Carretero OA, Oparil S. Essential hypertension: part 1: definition and etiology.
Circulation 2000; 101:329- 35.
23) Urata H, Boehm KD, Philip A, et al. Cellular localization and regional distribution
of an angiotensin-II forming chimase in the heart. J Clin Invest 1993;91:1269-81.
24) Grassi G. Role of the sympathetic nervous sysytem in hypertension. J Hypertens
1998;16: 1979- 87.
25) Schorr U, Distler A, Sharma AM. Effect of sodium chloride and sodium
bicarbonate rich mineral water on blood pressure and metabolic parameters in
elderly normotensive individuals: a randomized double blind crossover trial. J
Hypertens 1996;14:131-5.
55
26) Geleijnse JM, Witteman JCM, den Breeijen JH, et al. Dietary electrolyte intake
and blood pressure in older subjects: the Rotterdam study. J Hypertens
1996;14:737-41.
27) Googfriend TL, Elliott ME, Catt KJ. Angiotensin receptors and their antagonists. N
Engl J Med 1996;334:1649-54.
28) Brenner BM, Chertow GM. Congenital oigonephropathy and the etiology of adult
hypertension and progressive renal injury. Am J Kidney Dis 1994;23:171-5.
29) Williams GH, Fisher NDL, Hunt SC, et al. Effects of genderand genotype on the
fenotypic expression of nonmodulating essential hypertension. Kidney Int
2000;57:1404.
30) Higashi Y, Oshima T, Ozono R, et al. Effect of L-arginin infusion on systemic and
renal hemodynamics in hypertensive patients. Am J Hypertens 1999;12 (part
1):8-15.
31) Vogel RA. Cholesterol lowering and endothelial function. Am J Med
1999;107:479-87.
32) Dzau VJ, Gibbons GH, Cooke JP, et al. Vascular biology and medicine in the
1990s: scope, concepts, potentials, and perspectives. Circulation 1993;87:705-19
33) Levin ER. Endothelins. N Engl J Med 1995;333:356-63.
34) Van den Hoogen PCW, Feskens EJM, Nagelkerke NJD, et al. The relation
between blood pressure and mortality due to coronary heart disease among men
in different parts of the world. N Engl J Med 2000 ; 342 : 1-8.
56
35) . Liao Y Cooper RS, McGee DL, Mensah G, Ghali JK. The relative effects of left
ventricular hypertrophy,coronary artery disease, and ventricular dysfunction on
survival among black adults JAMA 1995; 273 :1529-7
36) Koren MJ, Devereux RB, Casale PN, Savage DD, Laragh JH. Relation of left
ventricular mass and geometry to morbidity and mortality in uncuomplicated
essential hpertension . Ann İntern med 1991; 114:345-52
37) Kumral E, Özkaya B, Sağduyu A et al.The Ege Stroke Registry: a hospital-based
study in the Aegean region, İzmir, Turkey. Cerebrovasc Dis 1998; 8: 278-88.
38) Sacco RL, Benjamin EJ, Broderick JP, et al. Risk factors. Stroke 1997: 28: 150717.
39) SHEP Cooperative Research Group. Prevention of stroke by antihypertensive
drug treatment in older persons with isolated systolic hypertension: final results of
the Systolic Hypertension in the Elderly Program (SHEP) JAMA 1991; 265: 325564.
40) Kumral K, Kumral E. Hipertensif ansefalopati: I. Santral sinir sisteminin damarsal
hastalıkları . Ege Üniversitesi Basımevi, 1993: 433-6.
41) Gangevoort RT, Navis GJ, Wapstra FH, et al: Proteinuria and progression of
renal disease: Therapeutic implications. Curr Opin Nephrol Hypertens 1997; 6:
133-140.
42) Geronimus AT, Bound J, Waidmann TA, Hillemeier MM, Burns PB. Excess
mortality among blacks and whites in the United States. N Engl J Med
1996;335:1552-8.
57
43) Navar LG. The kidney in blood pressure regulation and development of
hypertension. Med Clin North Am 1997;81(5):1165-98.
44) Wagener HP,Clay GE,Gipner JF: Classication of retinal lesions in the presence of
vascular hypertension.Trans Am Ophtalmol Soc 1947;43:55-73
45) Neşe Özbey, Yusuf Orhan. Diabetes Mellitus. 2003;69-70.
46) .Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Cholesterol
in Adults: Executive Summary of the Third Report of the National Cholesterol
Education Program ( NCEP ) Expert Panel on Detection, Evaluation, and
Treatment of High Blood Cholesterol in Adults ( Adult Treatment Panel III ).
JAMA. 2001;285:2486-2497.
47) Park YW, Zhu S, Palaniappan L, et al. The metabolic syndrome: prevalence and
associated risk factor findings in the US population from the Third National Health
and Nutrition Examination Survey, 1988-1994. Arch Intern Med. 2003;163:427436.
48) Onat A, Sansoy V. Halkmzda koroner arter hastalnn ba_suçlusu metabolik
sendrom: sıkığıl, unsurlar, koroner risk ile ili_kisi ve yüksek risk kriterleri. Türk
Kardiyol Dern Arş 2002;39:9-15.
49) 14.Hayashi T, Boyko EJ, Leonetti DL, et al. Visceral adiposity and the risk of
impaired glucose tolerance: a prospective study among Japanese Americans.
Diabetes Care. 2003;26:650-655.
50) Tracy RP. Is visceral adiposity the "enemy within"? Arterioscler Thromb Vasc
Biol.2001;21:881-883.
58
51) Ito H, Nakasuga K, Ohshima A, et al. Detection of cardiovascular risk factors by
indices of obesity obtained from anthropometry and dual-energy x-ray
absorptiometry in Japanese individuals. Int J Obes Relat Metab Disord.
2003;27:232-237. Vijan S, Hayward RA. Treatment of hypertension in type 2
diabetes mellitus: blood pressure goals, choice of agents, and setting priorities in
diabetes care. Ann Intern Med. 2003;138:593-602.
52) Lamarche B, Tchernof A, Mauriege P, et al. Fasting insulin and apolipoprotein B
levels and low-density lipoprotein particle size as risk factors for ischemic heart
disease. JAMA. 1998;279:1955-1961.
53) Lee Y, Hirose H, Ohneda M, Johnson JH, McGarry JD, Unger RH. Beta-cell
lipotoxicity in the pathogenesis of non-insulin-dependent diabetes mellitus of
obese rats: impairment in adipocyte-beta-cell relationships. Proc Natl Acad Sci
USA 1994;91:10878-10882.
54) Yaney GC, Corkey B E. Fatty acid metabolism and insulin secretion in pancreatic
beta cells. Diabetologia 2003;46:1297-1312.
55) Boucher A, Lu D, Burgess SC, et al. Biochemical mechanism of lipid-induced
impairment of glucose-stimulated insulin secretion and reversal wiht a malate
analogue. J Biol Chem 2004;279:27263-27271.
56) Joseph JW, Koshkin V, Saleh MC, et all Free fatty acid induced beta-cell defects
are dependent on uncoupling protein 2 expression. J Biol Chem 2004;279:1504915056.
57) Bruning JC, Michael MD, Winay JN, et all A muscle-specific insulin receptor
knockout exhibits features of the metabolic syndrome of NIDDM without altering
glucose tolerance. Mol Cell 1998;2:559-569.
59
58) Movahed MR, Saito Y. Lack of association between obesity and left ventricular
systolic dysfunction.Echocardiography. 2009 Feb;26(2):128-32.
59) Kartal O, Inal V, Baysan O, Sağlam K.Relationship between serum leptin levels
and left ventriküler hipertropy in obeze hypertension patients.anadolu kardiyol.
Derg.2008 oct (8)342-6
60)Masaidi M, Cuspidi C, Negri F, Giudici V, Sala C, Zanchetti A, Mancia G.Left and
right ventricular structral changes in obesive hypertension. : Blood Press.
2009;18(1):23-9
61)Ballo P, Zacà V, Giacomin E, Galderisi M, Mondillo S. Impact of obesity on left
ventricular systolic function in hypertensive subjects with normal ejection fraction.
Int J Cardiol. 2009 Jan 12.
62) Supino PG, Borer JS, Herrold EM, Hochreiter CA, Prebisz J, Schuleri K, Roman MJ,
Klingfield P. Prognostik impact of systolik hypertension on asymptomatik patients
with severe aortic regurgitation and initially normal left ventrikuler performance at rest
Am J Cardiol. 2005 Oct 1;96 (7):964-70
63) Matsui Y, Eguchi K, Shibasaki S, Shimizu M, Ishikawa J, Shimada K, Kario K.
Association between the morning-evening difference in home blood pressure and
cardiac damage in untreated hypertensive patients.J Hypertens. 2009
Apr;27(4):712-20.
64) Cuspidi C, Negri F, Giudici V, Valerio C, Meani S, Sala C, Esposito A, Masaidi M,
Zanchetti A, Mancia G.Prevalance and clinical correlates of right ventricular
hypertrophy in essential hypertension. J Hypertens 2009 Apr;27( 4): 854-60
60
65)Murphy BP, Stanton T, Dunn FG. Hypertension and myocardial ischemia. Med
Cmesidirlin North Am. 2009 May;93(3):681-95
66)Mule G, Nardi E. İnfluence of metabolik sendrom on hypertension related target
organ damage. J İntern Med 2005;257:503-513
67) Leocini G,RattoE, Viazzi F. Metabolic syndrome is associated wit early signs of
organ damage in non diabetic hypertensive patients.J Intern Med2005;257:454-60
68) Cuspidi C, Meani S,Fusi V;Metabolic syndrome
and target organ damage in
untreated essential hypertensives.J Hypertens 2004 Oct;22:1907-10
69)
Laka HM et all the metabolic sydrome and total and cardiovascular disease
mortality in middle age d menJAMA 2002.288;2009-16
61
Download