DANIŞTAY İNSAN HAKLARI KOMİSYONU MÜLKİYET HAKKI İLHAN HANAĞASI 6. DAİRE ÜYESİ GİRİŞ ; Kişi özgürlükleri arasında bulunan “mülkiyet hakkı” temel haklardan biri olarak pek çok ulusal anayasada ve uluslararası insan hakları sözleşmelerinde yer almış bulunmaktadır. Durum böyle olmasına karşın Mülkiyet hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ilk metninde olmayıp, gerek 2. Dünya Savaşının yıkıntılarını giderebilmek, gerekse sosyalizm ve Marksist Doktrin nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine sonradan dahil edilmiştir AİHS 1 NOLU EK PROTOKOLÜNÜN 1. MADDESİ • Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Nolu Protokol, 20 Mart 1952 tarihinde Paris’te imzalanarak 18 Mayıs 1954 tarihinde yürürlüğe girmiştir.Türkiye tarafından da yürürlüğe girmeden 10 Mart 1954 tarihli 6366 sayılı Kanunla onaylanmıştır. 1 No’lu Ek Protokolün 1. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine “ mülkiyet hakkı” eklenmiş olup, madde metni şöyledir; • “Mülkiyetin Korunması” • “Her gerçek ve tüzel kişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. • Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin, kamu yararına uygun olarak kullanılması düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” MÜLKİYET HAKKININ KAPSAMI • • • • • • • • • • • • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir çok kararında mülk kavramını çok geniş yorumlamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, menkul ve gayrimenkul mallar (Sporrong ve Lönnroth – İsveç), kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi sonucu uygulanan faiz (Aka ve Akkuş – Türkiye), hisseler (Bramelid ve Malmström – İsveç komisyon kararı), patentler (Kline ve French Laboratories – Hollanda), tahkim kararları ( Stran Grek Rafineries ve Stratis Andreadis – Yunanistan), emeklilik maaşı hakkı ( Müler – Avusturya komisyon kararı), bir faaliyetin yürütülmesine ilişkin ekonomik çıkarlar (Tre Traktörer Aktiebolag – İsveç) , bir mesleği icra etme hakkı (Van Marle – Hollanda), belli bir usulün uygulanacağına dair meşru beklenti ( Pine Valley Developments Ltd – İrlanda) , hukuki bir hak iddiasını (Pressos Compania Naveira SA – Belçika) mülkiyet hakkı kapsamı içinde görmüştür. • Öte yandan bir iddianın maddedeki anlamında mal ve mülk sayılabilmesi için de bazı şartların varlığı gereklidir. Bunlardan birisi bir hak iddiasının ortaya konmuş olmasıdır. Yani maddeyle korumaya alınan gelecekte edinilecek mal ve mülk değil, mevcut mal ve mülktür. Diğer bir şart ta, iddianın iktisadi bir değere sahip bulunması, parasal bir değerle ifade edilebilmesidir. • Diğer taraftan Ek Protokol 1. maddenin geçerli olabilmesi için iç hukukun söz konusu çıkarı bir mülkiyet hakkı olarak tanıması gerekli değildir. “Mülk” kavramı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin uygulanması açısından özerktir. • Ulusal hukukun mülk saymadığı bir konuyu AİHM tamamlayıcı hukuk yolu olarak mülk sayabilir. • Öte yandan mülkiyet hakkı diğer haklar gibi, devredilemez sınırlandırılamaz olarak kabul edilmemiş, devletlerin meşru ve uluslar arası hukuka uygun olarak sınırlamalar getirmesi kabul edilmiştir. • Buna karşın sınırlama sonucu kişinin doğan zararının tazmin edilmesi ilkesi benimsenmiştir. • Ek Protokolün 1. maddesi incelendiğinde üç belirgin kural içerdiği görülmektedir. Bu üç kural Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararında ortaya konulmuştur. Bu kurallar; • a-) Mal ve mülkün dokunulmazlığı kuralı, (Her gerçek ve tüzel kişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır.) • b-) Mal ve mülkten yoksun bırakılmama kuralı, (Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.) • c-) Mal ve mülkün kullanımının belli şartlarda devletlerce kısıtlanabileceği (kullanımın kontrol edilmesi) kuralı (Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin, kamu yararına uygun olarak kullanılması düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.) MÜLKİYET HAKKININ KORUNMASI • Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin diğer maddelerinde olduğu gibi bu madde de de, önce genel kural konulmuş, sonra da bu hakkın olası istisnaları belirlenmiştir. Buna göre de mülkiyet hakkı, mutlak olmayıp, genel yarar amacına yönelik bazı kısıtlamalara konu olabilir. • Mülkiyet hakkına genel bir koruma sağlayan kural, maddenin ilk fıkrasında belirtilen “ mülkiyete saygı ilkesi”dir. Ancak Mahkeme mülkiyet hakkına saygı gösterilip gösterilmediğine karar vermeden önce yukarıda yer alan ikinci ve üçüncü kuralların olaya uygulanabilirliğini araştırmaktadır. MÜLKİYET HAKKINA MÜDAHALE • • • • • • • • Yukarıda yer verdiğimiz üç kural çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında mülkiyet hakkının ihlal edilip, edilmediği değerlendirilmesinde bulunulurken aşağıdaki soruların sorulup, bu soruların cevaplarına göre müdahale olup olmadığının değerlendirildiği görülmektedir. Sorular sırası ile şunlardır; 1- 1. madde kapsamındaki tanıma uygun bir mülkiyet hakkı veya mülk bulunmakta mıdır? 2- Bu mülke herhangi bir müdahale söz konusu olmuş mu dur? 3- Müdahale 1. maddenin üç kuralından hangisinin kapsamına girmektedir? 4- Müdahale kamu yararı veya genel çıkarlar doğrultusunda meşru bir amaca hizmet etmekte midir? 5- Müdahale orantısal mıdır? Kamunun genel çıkarlarının gerekleri ile bireyin temel haklarının korunması gereği arasında adil bir denge kurmakta mıdır? 6- Müdahale hukuki kesinlik veya yasallık ilkesi ile uyumlu mudur? Yukarıdaki bu 6 sorudan ilk üçü müdahale olup, olmadığının tespitine yöneliktir. Bu ilk üç soru ile müdahale olduğu belirlenmiş ise ve 4.,5.,6. sorulardan herhangi birine verdiğimiz yanıt “ hayır “ ise, müdahale 1 Nolu Protokolün 1. maddesi ile uyumlu olmayacaktır. • Sonuç itibariyle ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları ışığında şunu söyleyebiliriz. 1 Nolu Protokolün 1. maddesinin ihlal edilip edilmediğini incelerken ilk adım, şikayetçinin 1. madde kapsamına giren bir mülkiyet hakkına veya mülke sahip olup olmadığının belirlenmesidir. İkinci adım, bu mülke herhangi bir müdahale olup olmadığının tespitidir. Sonraki adım, devletin bu müdahaleyi haklı gösterip, gösteremeyeceğidir. İspat yükü devlete ait olmak üzere müdahale haklı gösterilebilirse Ek Protokol 1. madde ihlal edilmiş sayılmaz.Müdahalenin haklı olup olmadığı da yukarıda yer verilen sorulardan 4., 5., ve 6. sorulara göre belirlenir. Müdahaleyi haklı gösterebilecek durumlar temel olarak şu üç başlık altında toplanabilir. • 1 – Kamu veya Genel Çıkarlar Doğrultusunda Meşru Bir Amaca Hizmet ; • Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca mülke yapılan herhangi bir müdahale ancak kamu yararı veya genel çıkarlar dahilinde haklı gösterilebilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kamu yararı kavramını çok geniş anlamda almaktadır. Meşru amaç değerlendirmesinde Mahkeme ulusal mercilere geniş bir takdir marjı tanımaktadır. Sporrong ve Lönnroth Kararında belirtildiği üzere, “toplumlarını ve ihtiyaçlarını doğrudan bilmeleri sebebiyle ulusal merciler neyin kamu yararına olduğunu uluslar arası bir hakime göre daha iyi belirleme imkanına sahiplerdir. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile oluşturulan koruma sistemi içinde mülkten mahrum bırakma önlemlerini haklı kılacak bir kamu meselesinin varlığı ve alınacak önlemler konusunda ilk değerlendirmeyi ulusal merciler yapmaktadırlar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin koruması altındaki diğer alanlarda olduğu gibi burada da ulusal merciler bu nedenle belli bir takdir hakkına sahiptir.” Bu ilkeye göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ulusal yasama meclisinin neyin kamu yararına olduğu konusundaki kararına, bu kararın açık bir biçimde makul bir temele dayanmaması hali dışında saygı gösterecektir. Diğer bir ifadeyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kendi değerlendirmesini ulusal yetkili mercilerin değerlendirmesinin yerine koyamamakla birlikte Ek Protokol 1. madde uyarınca ileri sürülen önlemleri incelemek ve bunu yaparken ulusal yetkili mercilerin dikkate aldığı hususları sorgulamak durumundadır. • 2- Orantılılık ve Adil Denge ; • Mülke müdahaleye izin verilebilmesi için sadece kamu veya genel çıkarlar doğrultusunda meşru bir amaca hizmet etmesi yeterli değildir. Aynı zamanda izlenen yol ile ulaşılmak istenen hedef arasında makul bir orantısallık ilişkisinin bulunması da gereklidir. Toplumun genel çıkarlarının gerekleri ile bireyin temel haklarının korunması gereği arasında adil bir dengenin kurulması şarttır. Bu açıdan ulusal mevzuatın zararı tazminde öngördüğü düzenlemeler ile bunların şikayete konu olan olaya nasıl uygulandıklarına bakmak lazımdır. Genel menfaat ya da kamu yararı amacı ile mülkiyet hakkına müdahalede bulunulduğu zaman birey olağandışı ve aşırı ağır bir yük altına sokulduğunda bu denge bozulmuş olur. • Mahkeme başvurulan yollar ile güdülen amaç arasında makul bir orantı ilişkisine riayet edildiğinden ve mülkiyetinden yoksun kılınan kişiye ölçüsüz ve aşırı bir yük yüklenmediğinden emin olmak zorundadır” Mahkeme’ye göre sözü edilen bu dengenin mevcudiyetini tahkik, bütünüyle 1.maddenin yapısına dahil bir husustur. Kısaca, Mahkeme içtihadında, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirin hem amaçla orantılı, hem de amacın gerçekleştirilmesine elverişli olması gerekir • 3- Hukuki Kesinlik veya Yasallık • Mülkiyet hakkına yapılan herhangi bir müdahalenin diğer şartlarla beraber hukuki kesinlik veya yasallık şartına da uyması gereklidir. Hukuki kesinlik kuralına göre hukuk kavramının temel şartlarını yerine getiren yeterince erişilebilir ve kesinlik içeren iç hukuk hükümlerinin bulunması ve bunlara uyum gereklidir. Bir başka deyişle, kanun tarafından belirlenen koşullara tabi olma ifadesi sadece iç hukukla sınırlı olmayıp, iç hukukun da hukukun temel ilkelerine uyması gerekmektedir. Burada adil ve doğru bir prosedürün uygulanması esastır. Söz konusu önlem doğru merciden kaynaklanmalı, bu merci tarafından uygulanmalı ve keyfi olmamalıdır. Ayrıca devletin yetkilerini kötüye kullanmasına karşı da usulen bazı önlemler alınmış olmalıdır. • Ayrıca demokratik toplumun temel ilkelerinden biri olan hukukun üstünlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin bütün maddelerinin temelini oluşturmaktadır. Devlete ve kamu merciine de, yargının emirlerine ve aleyhine alınmış olan kararlara uyma yükümlülüğünü getirir. Buna göre toplumun genel çıkarları ve bireyin temel haklarının korunması gereği arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı ancak söz konusu müdahalenin hukuksallık şartını yerine getirdiği ve keyfi olmadığı belirlendikten sonra geçerli olur. VI - MÜLKİYET HAKKINA MÜDAHALE SONUCU TAZMİNAT • Mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde ilgili devlet kişilerin mahrum bırakılan haklarının karşılığını ödemek zorundadır. Her zaman ödenecek miktar müdahalede bulunulan mülkün bedeli olması gerekmemekte olup bazen de mülkün rayiç değerine eşit olabilmektedir. • AİHM, tazminat standardının mülkün türüne ve alınma şartlarına bağlı olarak da değişebileceğini vurgulamıştır. Bir ulusallaştırma olayında uygulanacak tazminat standardı diğer mülk alımlarında, örneğin kamusal amaçlar için arazinin alınması gibi durumlardan farklı olabilir. • Neredeyse mülkten mahrum bırakma olarak değerlendirilebilecek bir mülke müdahale olayında tazminatın ödenmediği durumlar da olmuştur. Buna bir örnek Cahassagnou/ Fransa davasıdır. Bu davada başvurucular Fransız yasalarına göre arazileri üzerinde avlanma hakkına münhasıran sahip bulunan mülk sahipleridir. Ancak Fransız yetkililer küçük mülk sahiplerinin bir araya gelerek bütün taraflara avlanma hakkı verecek bir birlik oluşturmasının faydalı olacağına karar vermişlerdir. Arazi sahiplerinin bu birliğe üye olmasını ve münhasıran sahip oldukları avlanma hakkını diğer birlik üyelerine vermelerini zorunlu hale getirmişlerdir. Hayvan hakları savunucuları ve avlanma karşıtları olan başvurucular, avlanma haklarının zorunlu olarak devredilmesinin 1 No’lu Protokolün 1. maddesine aykırı olduğunu iddia etmişlerdir. AİHM önünde, kullanımın kontrolüne ilişkin üçüncü kuralın geçerli olduğuna karar verilmiştir. Kamu yararına gelince, başvurucular kanunun yalnızca avcıların yararına olduğunu, kamu yararına olmadığını savunmuşlardır. AİHM bu argümanı reddetmiştir. Fransız mercilerinin, kontrolsüz avlanmanın önlenmesi için, bunun genel çıkarlara uygun olduğu sonucuna varma yetkilerinin bulunduğuna karar vermiştir. Orantısallığa gelince, AİHM başvurucuların avlanma haklarını, avlanmaya etik ve ahlaki itirazları olmasına rağmen başkalarının kendi arazilerinde avlanmasına imkan sağlayacak şekilde devretmeye zorlanmalarının adil dengeyi bozduğuna karar vermiştir. AİHM özellikle herhangi bir tazminat bulunmamasını dikkate almıştır.(Hükümet başvurucular gibi arazi sahiplerinin başkalarına ait arazilerde avlanabilmesinin yeterli tazminat olacağını düşünmüştür, ancak bu avlanmak istemeyen başvurucular için anlam ifade etmemektedir.) Mevcut şartlar altında başvurucuların 1 No’lu Protokolün 1. maddesi tarafından koruma altına alınan mülkiyet hakkı ihlal edilmiştir. • Lithgow/ Birleşik Krallık davasında, başvurucular mülkleri ulusallaştırılan gemi ve uçak üretim şirketleridir. Devletin alımda meşru bir amacı olduğuna itiraz etmemişler, ancak ödenen tazminatın büyük ölçüde yetersiz olduğunu savunmuşlardır. İngiliz Hükümetinin belirlediği tazminat sisteminde, başvurucuların(ulusallaştırılmış bulunan) hisseleri, hisselerin devrinden yaklaşık üç yıl önceki değerlerine göre değerlenmiştir. Hükümetin yaklaşımına göre bu yolun izlenmesinin nedeni, hisse değerlerinin ulusallaştırma olacağına dayalı bir bilgiden suni olarak etkilenmesini önlemektir. Başvurucular, bu süre içinde hisse değerlerinin artış gösterdiğini ileri sürerek geçerli tarihin devir tarihine daha yakın bir tarih olması gerektiğini savunmuşlardır. Başvurucular benzer durumlarda uluslar arası hukukta değerlendirme tarihi olarak mülkün alındığı veya devredildiği tarihin kullanıldığına dikkat çekmişlerdir. AİHM, “Mülkün değeri ile makul oranda bağlantılı bir miktar ödenmeksizin alınması, normal şartlar altında 1. madde kapsamında haklı gösterilemeyecek orantısız bir müdahale oluşturacaktır. Ancak 1. madde her şartta tam tazminat hakkını da teminat altına almamaktadır, ekonomik reform önlemlerinde veya daha fazla sosyal adalet sağlamayı amaçlayan önlemlerde geçerli olan “kamu çıkarı” ile ilgili meşru hedefler söz konusu olduğunda tam piyasa değerinin altında bir tazminat geçerli olabilir. şeklinde karar vermiştir. 1 NO’LU PROTOKOLÜN 1. MADDESİNİN AİHS’NİN DİĞER MADDELERİYLE BİRLİKTE KULLANILMASI • 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin ihlali her zaman tek başına gerçekleşmeyebilir. Nitekim maddenin AİHS’nin diğer bazı maddeleriyle birlikte değerlendirilmesi sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bunlardan kısaca bahsedecek olursak; • 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin 6. madde (adil yargılanma hakkı) ile birlikte değerlendirilmesi durumudur: • Derlemaas/ Hollanda davası bu konuda örnek verilebilir. Dava başvurucunun Hollanda’da sığır çiftliği olarak işlettiği taşınmazının doğal sit kapsamına alınması nedeniyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamalara karşı ulusal düzeyde gidebileceği yargı yeri bulunmadığını ileri sürerek uyuşmazlığı Strasbourg’a taşımasıyla doğmuştur. AİHM, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaların AİHS’nin 6/1. maddesi kapsamında “medeni haklarla ilgili” bir uyuşmazlık olması nedeniyle olayda 6. maddenin uygulanabileceğini kararlaştırmıştır. Ancak Hollanda’da üst düzeydeki idari kurumların adil yargılama güvencelerinden yoksun bulundukları kuşkusu üzerine, idari kararların tam anlamıyla hukukilik denetimlerinin yapılabilmesi için hukuk mahkemelerine başvurulabileceği yolunda oluşan yeni içtihadı göz önünde bulundurarak, iç hukuk yolları tüketilmeden getirilen başvuruyu reddetmiştir. • • 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin 8. madde (özel hayata ve aile hayatına saygı) ile birlikte ihlal edilmesi durumudur: Matyar/ Türkiye davası bu konuda örnek verilebilir. Dava kürt kökenli Türk vatandaşı olan başvurucunun evine güvenlik güçlerince yapılan saldırı ve evi ile bir yıllık toplam mahsulünün yakılması ile ilgilidir. AİHM, başvuranın ailesiyle birlikte oturduğu eve kasten saldırılmasının, köyünden ayrılmak zorunda bırakılmasının, mallarının, ürününün ve diğer malzemelerinin yok edilmesinin açıkça her iki hükmün de ihlalini teşkil ettiğini düşünmekte ve başvurana göre yetkililer tarafından köylerin sistematik olarak yok edilmesi uygulaması olduğunu gösteren yeterli kanıtların mevcut olduğu iddia edilse de, eldeki kanıtlarla başvuranın evinin ne zaman ve kim tarafından yakıldığı ve orada yaşamayı ne zaman ve hangi koşullarda bıraktığı konusunda herhangi bir bulguya ulaşmanın mümkün olmadığını sonuç olarak, başvuranın evine ve mülküne verilen zararla ilgili olarak Devletin sorumluluğu konusundaki şikayetleri kanıtlayamadığını dolayısıyla bu iki hükmün ihlaliyle ilgili bir saptamaya rastlanamadığına karar vermiştir. Yeni Gündem/ Türkiye davası da bu yönde karara bağlanan bir diğer örnek davadır. Ancak aynı nitelikteki Selçuk ve Asker/ Türkiye davasında AİHM, güvenlik güçlerinin başvurucuların evlerini ve eşyalarını ve Bayan Selçuk’un ortak olduğu değirmeni, onları İslamköy’ü terk etmeye zorlamak için, kasten tahrip ettiğinin sabit olduğuna hükmettiğini, bu fiillerin 3. maddenin ihlaline neden olmanın yanı sıra, başvurucuların özel ve aile yaşamlarına ve meskenlerine saygı gösterilmesi haklarına ve mülkiyetlerini müdahaleden uzak kullanma haklarına özellikle ciddi ve haksız bir müdahale oluşturduğuna karar vermiştir. • 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin 10. madde (ifade özgürlüğü) ile birlikte değerlendirilmesi durumudur: • Handyside/ İngiltere davası bu konuda örnek verilebilir. Dava “Küçük Kırmızı Ders Kitabı “ adlı, çocuklara yönelik cinsel bilgiler içeren kitabın yayıncısı müstehcen yayın yapmaktan yargılanmış ve suçlu bulunmuştur. Mahkeme, para cezası ile birlikte kitapların zoralımına karar vermiştir. Toplatılan kitaplar yakılmıştır. AİHM, kitabın toplatılıp yayıncının cezalandırılması biçiminde ortaya çıkan müdahalenin “… iç hukuktaki müstehcenlik konusundaki yasaya dayandırılması nedeniyle hukuken öngörülebilir olduğunu, genel ahlakın korunmasına yöneldiğinden meşru bir amacı bulunduğunu ve demokratik bir toplumun gereklerine aykırı düşmediğini benimseyerek, olayda, düşünceyi açıklama özgürlüğünün, mülkiyet hakkının ve ayrımcılık yasağının çiğnenmediğine karar vermiştir. • 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin 14. madde (AİHS’ndeki hak ve özgürlüklerin kullanımında ayrımcılığın yasaklandığı madde) ile birlikte kullanılması durumudur: • Marckx/ Belçika davası bu konuda belirtilebilecek bir örnektir. Bu dava annenin miras bırakma hakkı üzerine kısıtlamalar getirmesi nedeniyle gayri meşru çocuklara ayrımcılık uygulayan bir yasa ile ilgilidir. AİHM tek başına 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin ihlali anlamına gelmese de bunun AİHS’in 14. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 1 No’lu Protokolün 1. maddesi altında mülkiyet hakkına müdahale olduğuna karar vermiştir. MÜLKİYET HAKKINA İLİŞKİN AİHM KARARLARINDA YER ALAN BAZI İLKELER • Gayrimenkul kiralarının devlet denetimi altında tutulması, devletlerin takdir marjına dahil bir husus olup, Ek Protokol 1. madde hükmüne aykırı değildir. (Mellacher Et Autres – Avusturya) • İşletme izni müessesesi Ek Protokol 1. madde anlamında bir mal niteliğindedir. Fakat bu iznin bazı şartlara bağlanması ve bu şartların yokluğu halinde izin istemini reddi yahut mevcut iznin iptali madde hükmüne aykırı düşmez. Ezcümle bir restoranda alkollü içki satımı bu müessesenin işletiminde önemli bir unsurdur. Bu nedenle alkol satım izninin iptali Ek Protokol 1. madde hükmünün kapsamına dahil olmakla beraber iznin geri alınması devletin takdir yetkisi içindedir. (Tre Traktörer AB – İsveç) • Bir muhasebe bürosu sahiplerinin gördükleri hizmet sayesinde edindikleri müşteri topluluğu çoğu yönleri bakımından mamelek değerine sahip bir özel hak niteliğindedir ve bu nedenle Ek Protokol 1. madde hükmü içindedir. (Van Marle et Autres – Hollanda) • Bir mal ancak malikinin bu mal üstünde bir hak iddia edebilmesi halinde mevcuttur. Yani mülkiyet hakkı müstakil bir mal edinme hakkını içermez. ( Marckx – Belçika) • Bir disiplin kabahati sonucu okuldan kaydı silinen askeri okul öğrencisinin devletçe yapılan harcamaları geri ödeme mecburiyeti mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmez. (Kemal Yanasık – Türkiye) • Bir avukat stajyerinin bazı meslek hizmetlerini zorunlu ve ücretsiz ifası, onun mevcut mallardan mahrumiyeti demek olmadığından, böyle bir durumda 1. madde hükmü ihlâl edilmiş olmaz ( Van der Mussele/Belçika ) • Uzun süreli “istimlâk izni” her ne kadar, teorik olarak, mülkiyet hakkını ortadan kaldırmamakta ise de malikin, fiilen, mülkünden yararlanmasını imkânsız kılar derecede kısıtladığından, böyle bir uygulama “malların masuniyetine riayet edilmesi hakkının” ihlâlini teşkil eder ( Sporrong et Lönnroth/İsveç). • 1. maddenin içerdiği üç kural, ..... aralarında bir bağlantı bulunmadığı anlamında birbirinden “farklı” değildirler: ikinci ve üçüncü kural mal ve mülke saygı kuralına vâki ihlâle ilişkin (iki) özel hâldir ve (bu sıfatla) birinci kuralda yer alan genel ilke ışığında yorumlanmaları gerekir” (Gasus Dosier und Fördertechnik GmbH/Hollanda). • Devlet kişiler arasında gerçekleştirilen ve mal ve mülke saygı hakkının kullanılmasına müdahale teşkil eden işlemlerden 1. madde bağlamında (icabında) sorumlu tutulabilir” (devletin pozitif yükümü) ( Gustafsson/İsveç, ). • “Mal ve mülke saygı gösterme hakkına müdahale teşkil eden bir tedbirin, topluluğun genel menfaati icaplarıyla bireyin temel haklarının korunması gerekleri arasında bir “adil denge” gözetmesi lâzımdır (.....). Böyle bir dengenin sağlanması endişesi bütünüyle 1. maddenin yapısında (.....), bin netice birinci cümlenin içerdiği ilke ışığında okunması gereken ikinci cümlede de yansımaktadır. Özellikle kullanılan araç ile kişiyi mal ve mülkünden yoksun kılan her tedbirin güttüğü amaç arasında makûl bir orantılılık ilişkisinin varolması gerekir” (Les Saints Monāsteres/Yunanistan ve Wiesinger/Avusturya). • Yasa koyucu takdir marjı sınırlarını aşmadıkça Mahkeme, yasa koyucunun sorunu en iyi şekilde mi ele aldığı yahut yetkisini daha başka türlü kullanması mı gerektiği konusunda mütalâada bulunmaya yetkili değildir” ( Mellaher ve öte./Avusturya, ). • 1. maddedeki mal ve mülk (Fransızca “biens”; İngilizce “possessions”) kavramı muhakkak ki, sadece maddî varlığa sahip mal ve mülke malikiyete inhisar etmeyen özerk bir kapsama sahiptir: aktif oluşturan bazı başka haklar ve menfaatler de mülkiyet hakları sayılabilirler ve, böylece, bu hükümdeki anlamında mal ve mülktürler” ( Gasus Dosier und Fördertechnik GmbH/Hollanda). • Büyük yerleşim yerlerinin düzenlenmesi gibi karmaşık ve güçlük arz eden bir alanda, sözleşen devletler şehircilik politikalarını gerçekleştirmede geniş bir takdir marjına sahiptirler” ( Sporrong ve Lönnroth/İsveç ve Phocas/Fransa). • Acil durum ödeneğine hak-olaya uygulanan mevzuatça öngörülmüş olmak kaydıyla-1 No.lu Protokol’ün 1. maddesindeki anlamında bir mamelek hakkıdır. Bu nedenle, münhasıran âcil durum ödeneğinin tahsisi ile vergilerin ya da başka katkıların ödenmesi yükümü arasındaki bağa başvurma gereği olmadan, bu hüküm (somut olaya) uygulanır” ( Gaygusuz/Avusturya). • “Kamu yararı kavramı doğası itibariyle kapsamı geniş bir kavramdır. Özellikle mülkiyetten mahrumiyeti konu olan yasalar yapma kararı, genellikle, ..... politik, ekonomik ve sosyal sorunların ele alınmasını gerektirir ve bu konular demokratik bir devlette derin fikir ayrılıklarının hüküm sürmesi makûl ve doğaldır. Bir ekonomik ve sosyal politikayı yürütmek için yasa koyucunun geniş bir yetkiye sahip bulunduğunu normal gören mahkeme onun kamu yararı isterlerini değerlendirme konusundaki takdir ve anlayışına saygılıdır; meğerki bu değerlendirme makûl bir temelden açıkça yoksun ola”; ve “(.....) Sözleşme sisteminde, gerek mülkiyetten mahrumiyeti meşru kılacak olan kamu yararıyla ilgili bir sorunun mevcudiyeti; gerek bu sorunun çözümü için alınacak tedbirler konusunda karar vermek öncelikle ulusal makamlara aittir” (James ve öte,/İngiltere ve Pressos Compania Naviera S.A/Belçika). • Bir toplumsal adâlet politikası nedeniyle yapılan bir mülkiyetten mahrumiyet işlemini, pekâlâ, kamu yararına yapılmış işlem saymak mümkündür. Özellikle, bireylerin akdî ve aynî haklarını düzenleyen bir hukuk sisteminin âdil nitelikte olması herkesi ilgilendiren bir husustur; bu nedenledir ki, anılan adâleti sağlamaya yönelik yasal tedbirler, bir malın belli bir bireyden alınıp başka bir bireye zorunlu devrini sonuçlasa bile, kamu yararına hizmet edebilecektir” ( James ve öte./İngiltere). • Kamulaştırmalarda bir tazminatın ödenmesinde vâki anormal bir gecikme, özellikle bazı devletlerde öngörülen para değerindeki düşüş göz önünde tutulduğu takdirde, mülkü kamulaştırılan kişinin malî kaybını ağırlaştıracak ve kendisini belirsizlik içinde bırakacaktır” ( Akkuş/Türkiye). • Mülkiyet hakkına vaki müdahalenin resmî makamlardan gelmeyip üstelik özel kişiler arasındaki akdî münasebetlere ilişkin olması halinde 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin uygulanma kabiliyeti yoktur ( Gustafsson/İsveç). KARARLARDAN ÖRNEKLER • Herhangi bir unsurun mal tanımına dahil olması için başvuru sahibinin ilgili ekonomik varlığa dair yasal bir hak ya da bu hakkın maddiyata dönüşeceğine dair meşru bir beklenti gösterebilmesi gerekir. (Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis – Yunanistan davası). • Lisanslar, uzun süreli makul ve yasal bir beklentiyi beraberinde getirdikleri sürece mal sayılırlar. (Tre Traktorer AB – İsveç davası). • Mülkiyet ve mülkiyetin kullanılması hakkı, diğer tarafların mülkten ihraç edilmesi hakkını da içerir. Chassagnou – Fransa davasında arazinin av amaçlı olarak kullanılması başvuru sahibinin haklarını ihlal etmiştir. • Gelir ancak halihazırda kazanılmışsa ya da üzerinde icra yoluyla alınması mümkün bir borç varsa mal olarak kabul edilebilir (Yunanistan Gümrük Görevlileri Federasyonu – Yunanistan davası). • Uygulanabilirliği olan bir tahkim kararı ve yeterli bir dayanağı olduğu sürece hususi hukuk usulünde askıda olan bir alacak davası mal olarak kabul edilir (Pressos Compania Naviera SA – Belçika davası). • Miras hususlarına ilişkin muamelelerdeki farklılıklar ayrımcılık konularını gündeme getirse de, miras yoluyla mal elde edilmesinin garantisi yoktur (Marckx – Belçika davası). • Geçici müdahale mahrumiyet durumunu yaratmaz. Air Canada – İngiltere davasında, uyuşturucu mevzuatının özel hükümlerinin uygulanması için uçaklarına geçici olarak el koyulması, mülkiyet hakkından mahrum edilme kapsamına girmemiştir. • Mahrumiyet durumunun olup olmadığına karar verirken Mahkeme yasal formalitelerden çok durumun gerçekliğine bakacaktır (Sporrong ve Lonnroth – İsveç davası). Mahrumiyet, mallardan mahrum etme ile eşdeğer tutulabilecek ya da kamulaştırmaya denk gelecek şekilde sahiplik haklarının alınması önlemlerini içerir (Hentrich – Fransa davası). Kutsal Manastırlar – Yunanistan davasında Mahkeme, manastır mülkünün Devlete ait olduğu çürütülebilir varsayımını ortaya koyan yasal bir hükmün, pratikte manastırlar tarafından yerine getirilemeyeceğine karar vermiştir. Bu yüzden de Mahkeme yürürlükteki hükmün söz konusu mülkün tüm sahiplik haklarını Devlete verdiğini ve mahrumiyet durumunun olduğunu belirtmiştir. • Türkiye’de güvenlik güçleri tarafından evlerin, eşyaların ve malların harap edilmesi ile ilgili olarak Strasbourg Mahkemesi bunların mülkiyet hakkı kapsamına girdiğini ve bu yüzden de yapılan müdahalenin yasal ve kamu yararına olup olmadığının ve adil bir dengenin kurulup kurulmadığının araştırılması gerktiğini belirtmiştir (Dulas ve diğerleri – Türkiye). Aynı şekilde İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde patlayan çöplükte yaşayan başvuru sahibinin evinin yıkılmasında da mülkiyet hakları söz konusudur (Oneryildiz – Türkiye davası). Söz konusu kişinin, yaşadığı evin üzerinde bulunduğu araziye sahip olmamasına ve ev, planlama kontrolleri ihlal edilerek inşa edilmiş olmasına rağmen Mahkeme, ilgili şahsın söz konusu yapının fiili sahibi olduğuna karar vermiştir. Ayrıca başvuru sahibinin, arazinin tapusunun devredilmesi için geçerli bir talebi olmamasına rağmen, maddi çıkarı söz konusudur. Mahkeme; yetkililerin, başvuru sahibinin mallarının korunmasına yönelik pozitif bir yükümlülüğü olduğunu ve bu yüzden de patlama riskini ortadan kaldırmak için gerekli tüm önlemleri almış olmaları gerektiğini öne sürmüştür. • Adil denge gerekliliğinin yerine getirilebilmesi için genel kamu yararı talepleri ile kişilerin mülklerini kullanma hakları arasında adil bir dengenin kurulmuş olması gerekir. Kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi için bir alternatifin var olması, seçilen yöntemin Devletin değerlendirme sınırları dahilinde olduğu sürece mülkiyet hakkının mahrumiyetini yasadışı kılmaz. • Bu tür konuların karara bağlanmasında değerlendirme sınırları esas alınır ancak, tamamen keyfi olarak alınmış bir önlem, makul bir orantısallık ilişkisinin kurulamadığı anlamına gelebilir (Papachelas – Yunanistan davası). • İnsanların mülkiyet haklarından mahrum bırakılması temelde tazminat ödemeleri ile karşılanır. Mahkeme bir mülkün, değerine uygun olarak makul bir miktar ödenmeden alınmasının normal şartlarda orantısız bir müdahale oluşturmayacağını öne sürmüştür. Hiçbir şekilde tazminatın olmaması, yalnızca istisnai durumlarda 1. Madde kapsamında açıklanabilir niteliktedir (Kutsal Manastırlar – Yunanistan davası). Tüm mülk sahiplerinin bir düzmeceden çıkar sağladıklarına yönelik çürütülemez bir yasal varsayım, ödenmesi gereken tazminatı da etkileyecek ve böylece 1. Protokol’ün 1. Maddesinin ihlaline neden olacaktır. Çünkü bu maddede bireylerin kendi davalarına ilişkin olarak belirli koşulları öne sürmelerine izin verilmemektedir (Papachelas – Yunanistan davası). Tazminat ödemesinin uzun süre gecikmesi de 1. Protokol’ün 1. Maddesini ihlal edebilir. • Tazminat ödemesi ayrıca devlet tarafından el koyulan ve daha sonra üçüncü bir tarafa devredilen mülkün orijinal sahibine geri verilmesi ile de ilişkilidir (Pincova ve Pink – Çek Cumhuriyeti davası) • Vergi alınması kaçınılmaz olarak mülkiyetin kullanılması hakkı ile çakışmaktadır. • Vergi toplamanın gerekli olup olmadığı, kullanılan araçlarla hedeflenen amaçlar arasında makul bir orantısallık ilişkisinin olup olmadığının değerlendirilmesini gerektirir. Bu anlamda, işin büyük kısmı ilgili yetkililerin inisiyatifine bırakılmıştır. Bu yüzden Mahkeme, Devletler tarafından gerekli görülerek çıkarılan mali kanunlara, alınan önlemler keyfi el koyma durumunu yaratmadıkça, karışmak istemez (National and Provincial Building Society – İngiltere davası). • Sosyal yardım ödemeleri mülkiyet hakkını gündeme getirebilir. Aynı şekilde emekli sandığına ödenen katkılar, söz konusu emekli sandığının belli bir oranı üzerinde mülkiyet hakkı doğurabilir (Muller – Avusturya davası). Ancak buradaki hak, belirli bir miktar üzerinde olan hak değil, programdan yararlanma hakkıdır. • 1. Protokol’ün 1. Maddesinin uygulanması yalnızca bir takım çıkarların Devlete devredilmesini içeren mülkiyet müdahaleleri ile sınırlı değildir. Bu madde aynı zamanda, bir kişinin mülkiyet haklarının Devlet tarafından başka kişi ya da kişilere devredilmesi ya da bizzat Devlet tarafından kullanılması ya da kişinin mülkiyet haklarını kullanmasının düzenlenmesi yoluyla Devlet tarafından getirilen önlemlere de uygulanabilir. • Eğer söz konusu mülk üzerindeki hakkın varlığı ispatlanabilirse, her tüzel ve gerçek kişiye uygulanabilir olan 1. Protokol’ün 1. Maddesi esas alınabilir. Şirket hissedarları ve mütevelli heyeti üyeleri bu maddeyi esas alabilirler. • Bir kurum, üyeleri adına talepte bulunmak istiyorsa, temsil ettiği şahısları tanımlamalı ve her birinden özel talimatname aldığını ispat etmelidir. • 1. Protokol’ün 1. Maddesini ilgilendiren durumların çoğunda medeni haklar da işin içindedir. Bu yüzden 6. Madde ve adil yargılanma hakkı, medeni hakların söz konusu olduğu durumlara ilişkin işlemlerde geçerli olacaktır. Vergi ödemesinin uygulanmasına yönelik sıradan önlemler ise bu gibi medeni hakları ya da cezai bir suçlamayı içermez. Bazı istisnalar olabilir (Perrin - Fransa; Editions Pariscope – Fransa davaları). Sosyal yardım ödemeleri ve emekli aylıkları ile ilgili tartışmalarda genel kural olarak Madde 6(1) uygulanacaktır. • Rainer – İngiltere davasında, havaalanına yakın olmadan kaynaklanan gürültü kirliliğinin, bir gayri menkulün değerini ciddi şekilde etkileyebileceğine, hatta söz konusu mülkü satılamaz hale getirebileceğine ve bu yüzden de mülke kısmen el koyulmuş olduğuna karar verilmiştir. Burada 1. Protokol’ün 1. Maddesini çevresel haklar kapsamında ele almak gerekebilir. • Loizidou – Türkiye davası, Sözleşme’nin yargı yetkisi kapsamı ile Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerindeki fiili kontrol yetkisinin sınırları hakkındaki konuları gündeme getirmiştir. Dava aynı zamanda Sözleşme’nin ve özellikle de başvuru sahibinin mülkiyet haklarının sürekli olarak ihlali kavramını doğrulamıştır. Başvuru sahibi, Kuzey Kıbrıs‘ta, 1974 yılında Tük güçleri tarafından işgal edilen bölgedeki evini terketmeye zorlandığı için mülkiyet hakkının sürekli olarak ihlal edildiğini öne sürmüştür. Mahkeme, başvuru sahibinin, mülkiyet hakkını kullanma imkanını ve kontrolünü fiili olarak kaybetmiş olduğunu ortaya koymuştur. İlginç bir şekilde bu davada haktan mahrumiyet ya da mülkiyet hakkının kullanılmasının düzenlemesi konuları gündeme getirilmemiştir. Bunun yerine Mahkeme, ilgili şahsın mülkiyetini kullanma hakkına müdahale edildiğine karar vermiştir. Mahkeme bir engellemenin, yasal bir engel düzeyinde ihlale yol açabileceğini görmüştür. Daha sonra açılan Kıbrıs – Türkiye davasında Kuzey Kıbrıs’taki Kıbrıslı Rumların mülkiyet haklarının tanınması talep edilmiştir. • • Gasus Dosier und Födertechnik GmbH-Hollanda davasında, başvurucu bir beton karıştırıcıyı satarken anlaşmaya sattığı malın mülkiyetini elinde tutma hükmü koymuştur. AİHM sattığı malın mülkiyetini elinde tutma hükmünün Madde kapsamında mülk anlamına geldiğine karar vermiştir (23 Şubat 1995, Seri A No. 306-B, s. 46, paragraf 53). AİHM aynı zamanda 1. Madde’de değinilen mal ve mülk kavramına ilişkin bir takım genel ilkeleri de ortaya koymuştur: Mahkeme 1 No.’lu Protokolün 1. Maddesi’nde geçen “mal ve mülk” kavramının (İngilizce’de ‘possessions’, Fransızca’da ‘biens’) fiziki malların mülkiyeti ile sınırlı olmayan özerk bir anlamı olduğuna dikkat çekmektedir: bazı diğer hak ve çıkarlar da “mülkiyet hakkı” kapsamına girebilir ve dolayısıyla da bu hüküm çerçevesinde “mal ve mülk” anlamına gelebilir. Bu nedenle, söz konusu bağlamda Gasus’un beton karıştırıcısı üzerindeki hakkının mülkiyet hakkı mı yoksa bir mala ilişkin bir aynî rehin hakkı mı olduğu önemsizdir. Her halükârda, beton karıştırıcıya el konulması ve bunun satışı, 1 No.’lu Protokolün 1. Maddesi kapsamında başvurucu şirketin “mal ve mülk”ünün “dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme” hakkına yapılmış bir müdahale sayılmaktadır. • Van Marle ve Diğerleri-Hollanda davasında, AİHM, müşterileri de “mülk” kapsamında değerlendirmiştir (26 Haziran 1986, Seri A No. 101, s. 13, paragraf 41-42): Mahkeme, başvurucuların iddialarını dayandırdığı hakkın 1.Madde’nin konusunu oluşturan mülkiyet hakkına benzetilebileceği konusunda Komisyon'a katılmaktadır: Başvurucular kendi çabaları sonucu bir müşteri kitlesi oluşturmuşlardır; bu birçok bakımdan özel hak niteliğindedir ve başvurucuya ait bir öz varlıktır, yani 1. Madde’nin kapsamında mülk tanımına girmektedir. Bu nedenle söz konusu hüküm, mevcut davada geçerlidir. • • Van der Mussele-Belçika kararında AİHM bedelsiz hizmet sunmak üzere resmi olarak görevlendirilmiş bir avukatın bu yükümlülüğünün, kendisini 1. Madde anlamındaki bir "mülk"ten yoksun bırakmadığına karar vermiştir. AİHM bunun yanı sıra, avukatın yükümlülüğünü yerine getirirken yaptığı masrafların da 1. Madde kapsamı dışında kalacağına karar vermiştir (23 Kasım 1983, Seri A No. 70, s. 23-24, paragraf 47-49): Bay Van der Mussele iddiasını son olarak 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’ne dayandırmıştır. Başvurucunun hizmetleri karşılığında ödeme yapılmamasına ilişkin iddiaları Sözleşme yönünden uygulama alanı bulmamaktadır. Yukarıda geçen metin herkese "kendi" mal ve mülk hakkının dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkını vermekle sınırlıdır; bu nedenle sadece "mevcut" mal ve mülk kapsamında uygulanabilir (bkz. gerekli değişikliklerle, yukarıda anlatılan Marckx davası kararı, Seri A, No. 31, s. 23, paragraf 50). Ancak söz konusu davada, Antwerp Barosunun Hukuki Danışmanlık ve Savunma Bürosu 18 Aralık 1979 tarihinde, Bay Ebrima'nın yeterli maddi imkâna sahip olmaması nedeniyle (bkz. yukarıdaki paragraf 12) ödemelerle ilgili herhangi bir değerlendirme yapılamayacağına karar vermiştir. Bundan hareketle, Komisyon oybirliğiyle başvurucunun lehine herhangi bir alacağın hiç bir noktada ortaya çıkmadığı kararına varmıştır. Sonuç itibariyle, bu çerçevede, kendi başına ya da 1 No.’lu Protokol'ün 14. Maddesi ile birlikte ele alındığında, 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’nin herhangi bir uygulama alanı yoktur; • Marckx-Belçika kararında da aynı hususa değinilmektedir (13 Haziran 1979, Seri A No.31, s. 23, paragraf 50). Burada, başvurucu Belçika kanunlarının veraset yoluyla mülk edinmesine engel olduğu konusunda şikâyette bulunmuş ve 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’nin ihlal edildiğini iddia etmiştir. AİHM kararında şöyle denilmektedir: İkinci başvurucuya ilişkin olarak, Mahkeme görüşünü sadece, kendi başına ya da 14. Madde ile bağlantılı olarak, Sözleşme'nin 8. Maddesi’ne dayanarak belirlemiştir. Mahkeme aslında 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’ni hiç bir şekilde uygulamamıştır: Komisyon ve Devlet gibi, Mahkeme de bu Madde’nin herkese "kendi" mal ve mülk hakkının dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkını vermekle sınırlı olduğunu, sonuç itibariyle kişinin sadece mevcut mal ve mülküne uygulanabileceğini ve vasiyetname ya da bağış yoluyla mülk edinebilme hakkını garanti altına almadığını belirtmiştir. Bunun yanı sıra, öyle görünmektedir ki, başvurucular Alexandra'nın iddialarını desteklemek üzere bu hükümden faydalanmamışlardır. Protokol'ün 1. Maddesi geçerli olmadığına göre, ele alınan konu çerçevesinde Sözleşme'nin 14. Maddesi de bununla bağlantılı olarak dikkate alınamaz. • AİHM Marckx-Belçika davası kararında (13 Haziran 1979, Seri A No.31, s. 27, paragraf 63) 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’nin mülkiyet hakkını koruma altına aldığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Aşağıdaki bölüm bu karardan alınmıştır: Mahkeme Komisyon ile aynı görüşü paylaşmaktadır. Herkesin kendi mal ve mülk dokunulmazlığına saygı duyulmasını isteme hakkına sahip olduğunu kabul ederek, 1. Madde özde mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. "Mal ve mülk" ve "mülkün kullanımı" (İngilizce "possessions", "use of property", Fransızca "biens", "propriété", "usage des biens") terimleri ile açık bir biçimde ifade edilen budur; travaux préparatoires’da, bunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde teyit etmektedir: Sözleşme’yi kaleme alanlar sürekli olarak kullandıkları “mülkiyet hakkı” (“right of property” ya da “right to property”) terimlerini, mevcut 1. Madde’nin temelini oluşturan ve art arda hazırlanan taslakların konusunu tanımlamak için kullanmışlardır. • Marckx davası kararı aynı zamanda bir kişinin mülkü üzerindeki tasarruf hakkının da 1. Madde tarafından koruma altına alındığını vurgular (a.g.e., s. 27, paragraf 63). Bu husus şu şekilde açıklanmaktadır: Gerçekten de, kişinin mülkü üzerindeki tasarruf hakkı, mülkiyet hakkının geleneksel ve temel bir yönüdür (Handyside davası kararı, 7 Aralık 1976, Seri A No.24, s. 29, paragraf 62). • Bu karardan da anlaşılabileceği gibi, 1. Madde yalnızca bir bütün olarak mülkiyet hakkına müdahalelere karşı koruma sağlamakla kalmaz (örneğin kamulaştırma durumunda), aynı zamanda bu hakkı oluşturan çeşitli unsurlara münferit olarak yapılabilecek müdahalelere karşı da teminat içerir. • Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis-Yunanistan davası kararında (9 Aralık 1994, Seri A No. 301-B, s. 84-85, paragraf 58-62), AİHM, çeşitli adli kovuşturma ve tahkim yargılamalarının konusunu oluşturduğu için, bir "alacağın" varlığına yeteri kadar dayanak bulunduğunu kabul etmiştir. Böylece AİHM, Yunan Hükümetinin, "ne kararın, [...] ne de tahkim kararının, bir alacağın, dolayısıyla da bir mülkün varlığını belirlemeye yeterli olmadığı” şeklindeki iddiasını reddetmiştir. Bu şekilde, öne sürülen alacağın 1. Madde kapsamında bir "mülk" olarak sınıflandırılabileceğine karar vermiştir. AİHM kararı şöyledir: Devlet’in iddiası, 1701/1987 Sayılı Yasa'nın işletilmesi yoluyla başvuruculara ait herhangi bir mülke 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi çerçevesinde müdahale oluşmadığı temel noktasına dayanmaktadır. Onların görüşüne göre, ne 13910/79 sayılı karar, ne de tahkim kararı Devlet'e karşı bir alacak oluşturmak için yeterli değildir. Henüz kesinleşmemiş bir adli karar ya da bir tahkim kararı böyle bir karar veya tahkim kararı tarafından tanınacak bir hakka eşdeğer tutulamaz. Başvurucuların 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi kapsamında bir "mülke" sahip olup olmadıklarını belirlemek için, Mahkeme'nin, Atina Birinci Derece Mahkemesi'nin 13910/79 sayılı kararının ve tahkim kararının kendi lehlerine icra edilecek kadar kesinlik kazanmış bir borç oluşturup oluşturmadığını incelemesi gereklidir. Usule göre, bir ara karar, delil toplama talimatı içermekle bir ihtilâfın esası konusunda yapılacak muhakemenin habercisidir. Atina Birinci Derece Mahkemesi, Komisyon'un da yaptığı gibi Devlet'in başvuruculara borçlu olduğu ilkesini kabul ediyor görünse de, iddia edilen hasarın varlığı ve miktarı konusunda karar vermeden önce tanıkların dinlenmesini emretmiştir (bkz. yukarıda paragraf 11). • Böyle bir kararın tek etkisi, ortaya koydukları iddianın kesin olarak kabul edileceğine dair başvurucularda bir ümit oluşturmak şeklinde olmuştur. Sonuç itibariyle ortaya çıkan borcun icra edilebilir olup olmadığı iki üst mahkemenin yapacağı inceleme ile belirlenecektir. Üç farklı para birimi üzerinden belirlenen azami miktarlara göre Devlet'in yükümlülüğünü açıkça tanıyan tahkim kararında durum bundan farklıdır (bkz. yukarıda paragraf 13). Mahkeme bu tahkim kararının özünü onaylama veya onaylamamanın kendi görevi olmadığı konusunda Devlet ile aynı görüştedir. Ancak bu karar tarafından taraflara ilişkin olarak ortaya konulan hukuki görüşü dikkate almak Mahkeme'nin görevidir. Kullanılan ifadelere göre, tahkim kararı nihai ve bağlayıcıdır; herhangi bir icra tedbirine gereksinimi yoktur ve karşısında herhangi bir olağan ya da özel itiraz bulunmamaktadır (bkz. yukarıda paragraf 10). Yunanistan yasalarına göre tahkim kararları nihai karar niteliğindedir ve uygulanabilir olarak kabul edilmektedir. Bunlara itiraz etme gerekçeleri Medeni Usul Kanununun 897 No.’lu Maddesi’nde tam olarak sıralanmaktadır (bkz. yukarıda paragraf 25); esasa ilişkin bir itirazda bulunma imkânı yoktur. Bu nedenle 1701/1987 Sayılı Yasa'nın kabul edildiği anda, 27 Şubat 1984 tarihli tahkim kararı, başvuruculara kararda belirtilen miktarlar üzerinden bir alacak tahakkuk ettirmiştir. Kararın iptal edilmesi mümkündü, bu nedenle geriye alınabilirdi, ancak genel mahkemeler (hem birinci derecede hem de temyizde) iki kez böyle bir iptale gerek olmadığını yönünde karar vermişlerdi. Bu çerçevede, Mahkeme'nin görüşüne göre, hak 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi uyarınca "mal ve mülk" olarak kabul edilmektedir. • Matos e Silva, Lda ve Diğerleri-Portekiz davasında (16 Eylül 1996, Collection of Judgments and Decisions 1996-IV, s. 1111, paragraf 75) AİHM, başvurucuların 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi altında bir "mülk"e sahip olup olmadıklarını değerlendirmek zorunda kalmıştır. Matos e Silva arazi ekimi, balık çiftçiliği ve tuz çıkarımı yapan bir özel limited şirkettir. İşlettiği arazinin bir bölümü şirketin mülkiyetindedir, geri kalan kısmı ise imtiyaz olarak elde tutulmaktadır. AİHM kararında şunların altını çizmiştir: Komisyon gibi, Mahkeme de arazinin bir bölümünün mülkiyetinin tartışmasız olduğunun altını çizmektedir. Diğer bölüme gelince [...] Mahkeme, iç hukuka göre mülkiyet hakkının bulunup bulunmadığı kararının Mahkeme'ye ait olmadığı konusunda Devlet'e katılmaktadır. Ancak aynı zamanda, 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi çerçevesinde "mal ve mülk" (İngilizce’de "possessions", Fransızca’da "biens") kavramının özerk bir anlamı bulunduğuna da dikkat çeker (bkz. Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH-Hollanda davası kararı, 23 Şubat 1995, Seri A No. 306-B, s. 46, paragraf 53). Mevcut davada tartışmalı arazi üzerinde başvurucuların neredeyse yüz yıldır itiraza konu olmayan hakları ve bunu işletmekten elde ettikleri gelir, 1. Madde kapsamında "mal ve mülk" olarak tanımlanmasına yol açabilir. • • Sporrong ve Lönnroth-İsveç davası, 23 Eylül 1982, Seri A No. 52, s. 23-24, paragraf 60), AİHM bu ilkeyi tekrar vurgulamıştır. Bu davada, Stockholm şehrine birkaç yıl boyunca belli mülkleri kamulaştırma imkânı sağlayan izinler verilmiştir. Bu izinlerle birlikte mülk sahiplerine de inşaat yasağı getirilmiştir. AİHM kararında şöyle denilmektedir: Kamulaştırmada mülk sahiplerinin mülklerini kullanma ve tasarruf hakları saklı kalmakla birlikte, uygulamada bunların yapılabilmesi imkânı önemli ölçüde azaltmıştır. Aynı zamanda, kamulaştırmanın hukuka uygun olacağını peşinen kabul etmekle ve Stockholm şehrine, uygun gördüğü herhangi bir anda kamulaştırmalara başlama yetkisi vermekle mülkiyetin özü de etkilenmiştir. Böylece, başvurucuların mülkiyet hakkı belirsiz ve geri alınabilir bir hale gelmiştir. Ayrıca inşaat yasağı getirilmiş olması da kuşkusuz, başvurucuların mülklerini kullanma hakkını kısıtlamıştır. Dolayısıyla, başvurucuların mülkiyet hakkına bir müdahale gerçekleşmiştir ve Komisyon’un haklı olarak vurguladığı gibi, bu müdahalenin sonuçları, kamulaştırma izinlerinin ve inşaat yasaklarının uzun süreli olarak bir arada kullanılmasıyla hiç şüphesiz daha ciddi bir özellik kazanmıştır. Bu kararda, AİHM 1. Madde’nin üçüncü cümlesinin altını çizmiştir. Bu da bizi, mal ve mülke yapılacak herhangi bir müdahalede, 1. Madde’de belirtilen koşulların incelemesine yöneltmektedir. • • • • Papamichalopoulos ve Diğerleri-Yunanistan davası kararında (24 Haziran 1993, Seri A No. 260-B, s. 69-70, paragraf 41-46) böyle bir fiili kamulaştırma olduğunu kabul etmiştir. Bu davada ordu, araziyi 109/1967 sayılı Yasa uyarınca işgal etmiştir. AİHM'nin görüşü şöyledir: Söz konusu arazinin Donanma Fonu tarafından işgal edilmesi, başvurucuların mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme haklarına açık bir müdahale oluşturmaktadır. Müdahale 1 No.’lu Protokol’ün 1. Maddesi’nin ikinci fıkrasına göre mülkün kullanımının düzenlenmesi amacıyla yapılmamıştır. Ayrıca, başvurucular hiçbir zaman resmi bir kamulaştırmayla da karşı karşıya kalmamışlardır: 109/67 sayılı Yasa söz konusu arazinin mülkiyetini Donanma Fonuna devretmemiştir. Sözleşme’nin amacı güvence altına alınan hakların “uygulanabilir ve etkin” biçimde korunması olduğundan, şikâyet edilen durumun başvurucuların iddia ettiği gibi fiili kamulaştırma sayılıp sayılmayacağının belirlenmesi gereklidir (bkz. diğer kararların yanı sıra, Sporrong ve Lönnroth-İsveç kararı, 23 Eylül 1982, Seri A No. 52, paragraf 63). Hatırlanmalıdır ki 1967’de, zamanın askeri hükümeti tarafından yürürlüğe konan bir yasaya göre, Donanma Fonu, aralarında başvurucuların arazisinin de bulunduğu büyük bir araziye el koymuş; orada bir donanma üssü ile subaylar ve aileleri için bir askeri kamp kurmuştur. Bu tarihten itibaren, başvurucular mülklerini ne kullanabilmişler, ne de satabilmiş, hibe edebilmiş, ipotek ettirebilmiş veya hediye olarak verebilmişlerdir; Donanmanın mülkünü kendisine iade etmesi için nihai bir mahkeme kararı çıkartabilen tek kişi olan Bay Petros Papamichalopoulos’un arazisine girmesine dahi izin verilmemiştir (bkz. yukarıda paragraflar 11-12). Mahkeme, söz konusu arazinin elden çıkarılabilmesi imkânının tamamen ortadan kalkmasının, şimdiye kadar şikâyete konu olan durumu telâfi etme girişimlerinin başarısız olduğu da dikkate alındığında, başvurucuların mal ve mülklerinin dokunulmazlığına saygı duyulmasını isteme haklarını ihlal edecek şekilde; fiili bir kamulaştırmaya konu olmalarına varan ciddi sonuçlara yol açtığına karar vermiştir. Bu nedenle 1 No.’lu Protokol’ün 1. Maddesi ihlal edilmiştir ve ihlal edilmeye devam etmektedir. • Hentrich-Fransa davasında vergi yetkilileri, kişiler arasında gerçekleşen gayri menkul satışında ödenen fiyatın yetersiz olduğu durumlarda yasalar tarafından öngörülen şufa hakkına başvurmuştur. AİHM kararında şöyle denilmektedir: Şufa hakkı uygulamaya konulduğundan, Bayan Hentrich 1. Madde’nin birinci bendinin ikinci cümlesine göre mülkünden yoksun bırakılmıştır; • James ve Diğerleri-Birleşik Krallık davasında (22 Şubat 1986, Seri A No. 98, s. 32, paragraf 46) AİHM "kamu yararı" koşulunun incelenmesindeki yaklaşımını ortaya koymuştur: Toplumlar ve onların ihtiyaçları hakkında doğrudan bilgi sahibi olmalarından dolayı, ulusal yetkililer neyin "kamu yararına" olduğunu uluslararası yargıçlardan daha iyi belirleme imkânına sahiptirler. AİHS'nin oluşturduğu koruma sistemi altında, hem mülkten yoksun bırakmayı gerekli kılacak kamuyu ilgilendiren bir sorunun varlığını hem de alınacak telâfi önlemini belirlemek ulusal yetkililerin görevidir • (bkz. gerekli değişikliklerle, Handyside kararı, 7 Aralık 1976, Seri A No. 24, s. 22, paragraf 48). Bu çerçevede, Sözleşme'nin koruması altına giren diğer alanlarda olduğu gibi, ulusal yetkililer belli bir takdir hakkına sahiptirler. • Ayrıca, "kamu yararı" kavramı oldukça kapsamlıdır. Özellikle, Komisyon'un vurguladığı üzere, mülkün kamulaştırılması ile ilgili yasaları yürürlüğe koyma kararı, genellikle siyasi, ekonomik ve sosyal konuların dikkate alınmasını gerektirir. Bunlarla ilgili görüşler ise, demokratik bir toplumda büyük farklılık gösterebilir. Mahkeme, sosyal ve ekonomik politikaların uygulanmasında yasama organlarına sunulan takdir yetkisinin geniş olması gerektiğini doğal karşılayarak, yasama organlarının neyin "kamu yararına" olduğu konusundaki kararına da, bu karar açık bir biçimde makul temelden yoksun olmadığı takdirde, saygı duyacaktır. • Başka bir deyişle, Mahkeme kendi değerlendirmesini ulusal yetkililerin değerlendirmesinden üstün tutamaz, ancak 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi kapsamında tartışılan önlemleri incelemek, bunu yaparken de ulusal yetkililerin değerlendirmesine temel oluşturan verileri sorgulamak zorundadır. Dolayısıyla AİHM sadece öne sürülen "kamu yararı" amacının hukuka uygun veya "açıkça makul olmaktan uzak" olup olmadığını değerlendirir. Bu davada, AİHM şunları vurgulamıştır (a.g.e., s. 34, paragraf 49 ): Mahkeme, bu nedenle Komisyon'un kararına katılmaktadır. Birleşik Krallık Parlamentosu'nun [kamu yararına bir sebebin] bulunduğuna inanması açık bir biçimde makul olmaktan uzak olarak değerlendirilemez. Ancak, "kamu yararı" koşulu hukuki veya makul olmaktan uzak olmayan bir amaçtan fazlasını gerektirmektedir. AİHM'nin kararın devamında ifade ettiği gibi (a.g.e., s.34, paragraf 50) kamu yararı, kamu yararına olduğu iddia edilen amaç ile kullanılan yöntem (mal ve mülkten yoksun bırakma) arasında âdil bir denge kurulmasını da gerektirir: • Ancak bu, sorunu çözmemektedir. Bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin, ilkede olduğu kadar uygulamada da "kamu yararına" meşru bir amaca hizmet etmesi yeterli değildir. Bunun yanı sıra, seçilen yol ve gerçekleştirilmeye çalışılan amaç (bkz., diğerlerinin yanı sıra ve gerekli değişikliklerle, yukarıda sözü edilen Ashingdane kararı, Seri A No. 93, s. 2425, paragraf 57) arasında da makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır. Bu ikinci koşul, Sporrong ve Lönnroth kararında başka bir ifadeyle, toplumun genel çıkarının gerektirdikleri ve kişinin temel haklarının korunması ihtiyacı arasında kurulması gereken "âdil denge" kavramı yoluyla ortaya konulmuştur (Seri A No.52, s. 26, paragraf 69). Söz konusu kişi eğer “aşırı ve özel bir yük" altına girmiş ise (a.g.e., s. 28, paragraf 73) zorunlu denge kurulamaz. Mahkeme bu kararda, birinci fıkranın birinci cümlesinde ortaya konulan mal ve mülk dokunulmazlığına saygı hakkı ile ilgili genel kural bağlamında hareket ediyor olsa da, "bu dengenin aranmasının [...] bir bütün olarak 1. Madde’nin yapısında" bulunduğunu vurgulamıştır (a.g.e., s. 26, paragraf 69). • AİHM, James ve Diğerleri davası kararında şu noktayı vurgulama şansına sahip olmuştur: Mal ve mülk mülkiyetine yapılan müdahalenin sadece belli kişilerin yararına olması, yoksun bırakmanın "kamu yararına" olmadığı anlamına gelmez (Yukarıda sözü edilen James ve Diğerleri davası kararı, s. 31-32, paragraf 41 ve 45). "Kamu yararına" (“in the public interest”) şeklindeki İngilizce ifade, devredilen mülkün kamunun veya genel olarak toplumun kullanımına sunulması gerektiği, hatta toplumun büyük bir oranının bu alımdan doğrudan faydalanması gerektiği şeklinde yorumlanamaz. Mülkün, toplum içinde sosyal adaleti arttırmak amacıyla uygulanan bir politika dahilinde alınması da "kamu yararına" olarak tanımlanabilir. • Özel kişilerin gerçek ve sözleşmelerden kaynaklanan haklarını düzenleyen bir yasal sistemin âdil oluşu da kamuyu ilgilendiren bir konudur, bu nedenle, mal ve mülkün bir bireyden diğerine zorunlu geçişini öngörse de, böyle bir adaleti sağlamaya yönelik yasal önlemler de "kamu yararına" olarak değerlendirilebilir. Bu sebeplerle, Mahkeme Komisyon'la aynı sonuca varmaktadır: toplumun geneli alınan mülkü doğrudan kullanmasa veya faydalanmasa da meşru sosyal, ekonomik veya diğer politikalar çerçevesinde mülkün alınması "kamu yararına" olabilir. Bu nedenle kiraların dondurulması reformu yasası 1. Madde’nin (P1-1) fiilen ihlali anlamına gelmez. Yine buna uygun olarak, yasanın diğer yönlerden "kamu yararı" şartını geçip geçmediği ve 1. Madde’nin ikinci cümlesinde belirtilen diğer şartları yerine getirip getirmediği incelenmelidir. • • Hentrich-Fransa kararında (22 Eylül 1994, Seri A No: 296-A, s. 19, paragraf 42), AİHM bir mal ya da mülk üzerindeki şufa hakkı önlemi ile bağlantılı olarak şunları belirtmiştir: Mevcut davada, şufa hakkı rastgele ve seçici olarak uygulanmıştır ve büyük ölçüde öngörülemezdir. Usule ilişkin temel teminatlardan yoksundur. Özellikle, Genel Vergi Kanununun 668 No.’lu Maddesi, o tarihe kadar Yüksek Mahkeme tarafından yorumlandığı ve başvurucuya uygulandığı şekliyle, AİHS kapsamındaki yasa kavramına uygun olarak açıklık ve öngörülebilirlik şartlarını tam olarak yerine getirmemiştir. Gasus Dosier- und Fördertechnik GmbH-Hollanda davasında (22 Şubat 1995, Seri A No. 306-B, s. 49, paragraf 62) şu noktalara dikkat çekmiştir: Mahkeme’nin yerleşmiş içtihadına göre, 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’nin ikinci fıkrası, Madde’nin birinci cümlesinde belirtilen ilke ışığında ele alınmalıdır (bkz, birçok diğer kararın yanı sıra AGOSI kararı, a.g.e.). Sonuç itibariyle, bir müdahale toplumun genel çıkarlarının gerekleri ve bireyin temel haklarının korunması gerekliliği arasında "âdil bir denge" oluşturmalıdır. Bu dengeyi oluşturmanın önemi ikinci fıkra da dahil olmak üzere, 1. Madde’nin yapısının genelinde yansıtılmaktadır: Kullanılan yöntem ve ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi olmalıdır. • Mellacher ve Diğerleri davası kararında (19 Aralık 1989, Seri A No. 169, s. 25, paragraf 44) şunları vurgulamıştır: Mahkeme alınan önlemlerin ne resmi ne de fiili kamulaştırma anlamına gelmediğine karar vermiştir. Başvurucuların mülkünün devri söz konusu değildir ve mülklerini kullanma, kiralama veya satma haklarından yoksun bırakılmamışlardır. İtiraz konusu önlemler başvurucuları mülklerinden elde ettikleri gelirin bir bölümünden yoksun bıraksa da, mevcut şartlar altında ancak mülklerinin kullanımının düzenlenmesi anlamına gelmektedir. Buna göre, 1. Madde’nin ikinci fıkrası uygulanır. AİHM şu karara varmıştır (a.g.e., s. 30, paragraf 57): Bu nedenlerle Mahkeme, Avusturya yasama organının 1981 tarihli Kira Yasasını yürürlüğe koyarken toplumun genel çıkarları ve genelde mülk sahiplerinin, özelde ise başvurucuların hakları arasında âdil bir denge oluşturma ihtiyacını dikkate aldığı, bu nedenle seçilen yolun ulaşılmak istenen meşru amaca uygun olduğu şeklindeki yaklaşımının makul olduğuna kanaat getirmiştir. Mahkeme, 1981 Kira Yasası uyarınca başvurucuların maruz kaldıkları kira düşüşüne ilişkin olarak 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’nin ikinci fıkrasında belirtilen şartların yerine getirildiği görüşündedir. • Poiss-Avusturya davasında (23 Nisan 1987, Seri A No.117, s.107108, paragraf 62 ve 64) AİHM geçici arazi devri ile bağlantılı olarak aşağıdakileri ortaya koymuştur: Başvurucuların Protokol'ün 1. Maddesi tarafından teminat altına alınan mülkiyet hakkına tartışmasız olarak bir müdahale gerçekleşmiştir (bkz. Marckx kararı, 13 Haziran 1979, Seri A No. 31, s. 27, paragraf 63): 22 Nisan 1963'te arazileri tevhid işleminin tarafları olan diğer mülk sahiplerine tahsis edilmiş veya ortak tesisler için kullanılmış; şu ana kadar, yerel yasaların öngördüğü ayni tazminat nihai bir kararla kendilerine ödenmemiştir. Mahkeme öncelikle, Avusturya yetkililerinin ne resmi bir kamulaştırma, ne de fiili kamulaştırmayı hayata geçirmediğinin altını çizer (bkz. Sporrong-Lönnroth davası kararı, 23 Eylül 1982, Seri A No. 52, p. 24, paragraf 6263). • Nisan 1963'te gerçekleşen devir geçici bir devirdir; ancak tevhide ilişkin planının yürürlüğe girmesi bunu geriye dönülmez kılacaktır (bkz. yukardaki paragraf 32). Yani başvurucular, nihai plan işlemlerin daha önceki aşamasında yapılan dağıtımı teyit etmediği takdirde arazilerini geri alabilirler. Buna göre, başvurucuların 1. Madde’nin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde vurgulandığı şekilde kesin olarak mal ve mülklerinden yoksun bırakıldıkları söylenemez. Geçici devir, arazinin "kullanımını" (1. Madde’nin ikinci fıkrası) kısıtlamak veya düzenlemek amacı ile de tasarlanmamıştır; "geçici mülk sahipleri" tarafından, daha gelişmiş ve uygun tarım yapılması için düzenleme alanının yeniden yapılandırılması amaçlanmıştır (bkz. yukarıdaki paragraf 32) Bu nedenle devir 1. Madde’nin birinci fıkrasının birinci cümlesi kapsamında ele alınmalıdır (Poiss davası, Seri A No. 117, paragraf 64). TÜRKİYE İLE İLGİLİ BAZI İHLAL KARARI ÖRNEKLERİ • Kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeniyle uğranılan zarar, (Aka, Akkuş, Akagün, Akıncı, Bağcı,Baskın ve daha birçok karar) • Gümrükte el konulan aracın mahkeme kararına rağmen iade edilmemesi (Akan) • Haksız tutuklama nedeniyle hükmedilen tazminatın ödenmemesi ve faize hükmedilmemesi nedeniyle uğranılan zarar (Ali Göktaş, Apaydın) • Davacı mülküne orman olması nedeniyle tazminatsız el koyma (Ali Taş, Turgut vd, Şatır, Arif Erdem, Bozak, Hüseyin Ak) • Manevi Tazminata faiz işletilmemesi (Alphan) • Mirasçılığın mütekabiliyet kuralları çerçevesinde kabul edilmemesi (Apostalidis vd) • Belediyeden maaşlarını alamama (Arat vd) • Kıyıda kalan taşınmazın tapusunun tazminatsız iptali (Ardıçoğlu) • Taşınmaza mayın döşemek suretiyle tazminatsız ve askeri alan olarak el koyma (Arı vd) • Jandarmanın açtığı ateş üzerine ölüm sonucu tazminat, adli yardım talebinin reddi, harç yatırılmadığından ret, adli yardım talebi yönünden 6/1 ihlali, P1/1 için ayrıca hükme gerek yok. (Bakan) • Güvenlik görevlilerince mezradaki evin ve eşyaların yakılması (Bilgin), • 3194/18 uygulaması