mülkiyet hakkı

advertisement
DANIŞTAY İNSAN HAKLARI KOMİSYONU
MÜLKİYET
HAKKI
İLHAN HANAĞASI
6. DAİRE ÜYESİ
GİRİŞ ;
Kişi özgürlükleri arasında bulunan “mülkiyet
hakkı” temel haklardan biri olarak pek çok ulusal
anayasada ve uluslararası insan hakları
sözleşmelerinde yer almış bulunmaktadır.
Durum böyle olmasına karşın Mülkiyet hakkı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ilk
metninde olmayıp, gerek 2. Dünya Savaşının
yıkıntılarını giderebilmek, gerekse sosyalizm ve
Marksist Doktrin nedeniyle Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesine sonradan dahil edilmiştir
AİHS 1 NOLU EK
PROTOKOLÜNÜN 1. MADDESİ
• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Nolu Protokol, 20 Mart 1952
tarihinde Paris’te imzalanarak 18 Mayıs 1954 tarihinde yürürlüğe
girmiştir.Türkiye tarafından da yürürlüğe girmeden 10 Mart 1954 tarihli 6366
sayılı Kanunla onaylanmıştır. 1 No’lu Ek Protokolün 1. maddesi ile Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesine “ mülkiyet hakkı” eklenmiş olup, madde metni
şöyledir;
•
“Mülkiyetin Korunması”
•
“Her gerçek ve tüzel kişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına saygı
gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu
yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
•
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin, kamu yararına
uygun olarak kullanılması düzenlemek veya vergilerin ya da başka
katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez.”
MÜLKİYET HAKKININ KAPSAMI
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir çok kararında mülk kavramını çok geniş
yorumlamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında,
menkul ve gayrimenkul mallar (Sporrong ve Lönnroth – İsveç),
kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi sonucu uygulanan faiz (Aka ve Akkuş –
Türkiye),
hisseler (Bramelid ve Malmström – İsveç komisyon kararı),
patentler (Kline ve French Laboratories – Hollanda),
tahkim kararları ( Stran Grek Rafineries ve Stratis Andreadis – Yunanistan),
emeklilik maaşı hakkı ( Müler – Avusturya komisyon kararı),
bir faaliyetin yürütülmesine ilişkin ekonomik çıkarlar (Tre Traktörer Aktiebolag –
İsveç) ,
bir mesleği icra etme hakkı (Van Marle – Hollanda),
belli bir usulün uygulanacağına dair meşru beklenti ( Pine Valley Developments
Ltd – İrlanda) ,
hukuki bir hak iddiasını (Pressos Compania Naveira SA – Belçika)
mülkiyet hakkı kapsamı içinde görmüştür.
• Öte yandan bir iddianın maddedeki anlamında mal ve
mülk sayılabilmesi için de bazı şartların varlığı gereklidir.
Bunlardan birisi bir hak iddiasının ortaya konmuş
olmasıdır. Yani maddeyle korumaya alınan gelecekte
edinilecek mal ve mülk değil, mevcut mal ve mülktür.
Diğer bir şart ta, iddianın iktisadi bir değere sahip
bulunması, parasal bir değerle ifade edilebilmesidir.
•
Diğer taraftan Ek Protokol 1. maddenin geçerli
olabilmesi için iç hukukun söz konusu çıkarı bir
mülkiyet hakkı olarak tanıması gerekli değildir. “Mülk”
kavramı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin
uygulanması açısından özerktir.
• Ulusal hukukun mülk saymadığı bir konuyu AİHM
tamamlayıcı hukuk yolu olarak mülk sayabilir.
• Öte yandan mülkiyet hakkı diğer haklar gibi,
devredilemez sınırlandırılamaz olarak kabul edilmemiş,
devletlerin meşru ve uluslar arası hukuka uygun olarak
sınırlamalar getirmesi kabul edilmiştir.
• Buna karşın sınırlama sonucu kişinin doğan zararının
tazmin edilmesi ilkesi benimsenmiştir.
• Ek Protokolün 1. maddesi incelendiğinde üç belirgin kural içerdiği
görülmektedir. Bu üç kural Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
tarafından Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararında ortaya
konulmuştur. Bu kurallar;
•
a-) Mal ve mülkün dokunulmazlığı kuralı, (Her gerçek ve tüzel
kişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme
hakkı vardır.)
•
b-) Mal ve mülkten yoksun bırakılmama kuralı, (Herhangi bir
kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara
ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve
mülkünden yoksun bırakılabilir.)
•
c-) Mal ve mülkün kullanımının belli şartlarda devletlerce
kısıtlanabileceği (kullanımın kontrol edilmesi) kuralı (Yukarıdaki
hükümler, devletlerin, mülkiyetin, kamu yararına uygun olarak
kullanılması düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya
para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.)
MÜLKİYET HAKKININ
KORUNMASI
• Avrupa
İnsan
Hakları
Sözleşmesinin
diğer
maddelerinde olduğu gibi bu madde de de, önce genel
kural konulmuş, sonra da bu hakkın olası istisnaları
belirlenmiştir. Buna göre de mülkiyet hakkı, mutlak
olmayıp, genel yarar amacına yönelik bazı kısıtlamalara
konu olabilir.
•
Mülkiyet hakkına genel bir koruma sağlayan kural,
maddenin ilk fıkrasında belirtilen “ mülkiyete saygı
ilkesi”dir. Ancak Mahkeme mülkiyet hakkına saygı
gösterilip gösterilmediğine karar vermeden önce
yukarıda yer alan ikinci ve üçüncü kuralların olaya
uygulanabilirliğini araştırmaktadır.
MÜLKİYET HAKKINA
MÜDAHALE
•
•
•
•
•
•
•
•
Yukarıda yer verdiğimiz üç kural çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarında mülkiyet hakkının ihlal edilip, edilmediği değerlendirilmesinde
bulunulurken aşağıdaki soruların sorulup, bu soruların cevaplarına göre müdahale olup
olmadığının değerlendirildiği görülmektedir. Sorular sırası ile şunlardır;
1- 1. madde kapsamındaki tanıma uygun bir mülkiyet hakkı veya mülk
bulunmakta mıdır?
2- Bu mülke herhangi bir müdahale söz konusu olmuş mu dur?
3- Müdahale 1. maddenin üç kuralından hangisinin kapsamına girmektedir?
4- Müdahale kamu yararı veya genel çıkarlar doğrultusunda meşru bir amaca
hizmet etmekte midir?
5- Müdahale orantısal mıdır? Kamunun genel çıkarlarının gerekleri ile bireyin
temel haklarının korunması gereği arasında adil bir denge kurmakta mıdır?
6- Müdahale hukuki kesinlik veya yasallık ilkesi ile uyumlu mudur?
Yukarıdaki bu 6 sorudan ilk üçü müdahale olup, olmadığının tespitine
yöneliktir. Bu ilk üç soru ile müdahale olduğu belirlenmiş ise ve 4.,5.,6. sorulardan
herhangi birine verdiğimiz yanıt “ hayır “ ise, müdahale 1 Nolu Protokolün 1. maddesi
ile uyumlu olmayacaktır.
• Sonuç itibariyle ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
ışığında şunu söyleyebiliriz. 1 Nolu Protokolün 1. maddesinin
ihlal edilip edilmediğini incelerken ilk adım, şikayetçinin 1. madde
kapsamına giren bir mülkiyet hakkına veya mülke sahip olup
olmadığının belirlenmesidir. İkinci adım, bu mülke herhangi bir
müdahale olup olmadığının tespitidir. Sonraki adım, devletin bu
müdahaleyi haklı gösterip, gösteremeyeceğidir. İspat yükü devlete
ait olmak üzere müdahale haklı gösterilebilirse Ek Protokol 1.
madde ihlal edilmiş sayılmaz.Müdahalenin haklı olup olmadığı da
yukarıda yer verilen sorulardan 4., 5., ve 6. sorulara göre
belirlenir. Müdahaleyi haklı gösterebilecek durumlar temel olarak
şu üç başlık altında toplanabilir.
• 1 – Kamu veya Genel Çıkarlar Doğrultusunda Meşru Bir Amaca Hizmet
;
•
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca mülke yapılan herhangi bir
müdahale ancak kamu yararı veya genel çıkarlar dahilinde haklı gösterilebilir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kamu yararı kavramını çok geniş anlamda
almaktadır. Meşru amaç değerlendirmesinde Mahkeme ulusal mercilere geniş
bir takdir marjı tanımaktadır. Sporrong ve Lönnroth Kararında belirtildiği
üzere, “toplumlarını ve ihtiyaçlarını doğrudan bilmeleri sebebiyle ulusal merciler neyin
kamu yararına olduğunu uluslar arası bir hakime göre daha iyi belirleme imkanına
sahiplerdir. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile oluşturulan koruma sistemi
içinde mülkten mahrum bırakma önlemlerini haklı kılacak bir kamu meselesinin varlığı ve
alınacak önlemler konusunda ilk değerlendirmeyi ulusal merciler yapmaktadırlar. Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin koruması altındaki diğer alanlarda olduğu gibi burada da
ulusal merciler bu nedenle belli bir takdir hakkına sahiptir.” Bu ilkeye göre Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi ulusal yasama meclisinin neyin kamu yararına
olduğu konusundaki kararına, bu kararın açık bir biçimde makul bir temele
dayanmaması hali dışında saygı gösterecektir. Diğer bir ifadeyle Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kendi değerlendirmesini ulusal yetkili mercilerin
değerlendirmesinin yerine koyamamakla birlikte Ek Protokol 1. madde
uyarınca ileri sürülen önlemleri incelemek ve bunu yaparken ulusal yetkili
mercilerin dikkate aldığı hususları sorgulamak durumundadır.
• 2- Orantılılık ve Adil Denge ;
•
Mülke müdahaleye izin verilebilmesi için sadece kamu veya
genel çıkarlar doğrultusunda meşru bir amaca hizmet etmesi
yeterli değildir. Aynı zamanda izlenen yol ile ulaşılmak istenen
hedef arasında makul bir orantısallık ilişkisinin bulunması da
gereklidir. Toplumun genel çıkarlarının gerekleri ile bireyin temel
haklarının korunması gereği arasında adil bir dengenin kurulması
şarttır. Bu açıdan ulusal mevzuatın zararı tazminde öngördüğü
düzenlemeler ile bunların şikayete konu olan olaya nasıl
uygulandıklarına bakmak lazımdır. Genel menfaat ya da kamu
yararı amacı ile mülkiyet hakkına müdahalede bulunulduğu
zaman birey olağandışı ve aşırı ağır bir yük altına sokulduğunda
bu denge bozulmuş olur.
• Mahkeme başvurulan yollar ile güdülen amaç arasında
makul bir orantı ilişkisine riayet
edildiğinden ve
mülkiyetinden yoksun kılınan kişiye ölçüsüz ve aşırı
bir yük yüklenmediğinden emin olmak zorundadır”
Mahkeme’ye göre sözü edilen bu dengenin
mevcudiyetini tahkik, bütünüyle 1.maddenin yapısına
dahil bir husustur. Kısaca, Mahkeme içtihadında,
mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirin
hem
amaçla
orantılı,
hem
de
amacın
gerçekleştirilmesine elverişli olması gerekir
• 3- Hukuki Kesinlik veya Yasallık
•
Mülkiyet hakkına yapılan herhangi bir müdahalenin diğer
şartlarla beraber hukuki kesinlik veya yasallık şartına da uyması
gereklidir. Hukuki kesinlik kuralına göre hukuk kavramının temel
şartlarını yerine getiren yeterince erişilebilir ve kesinlik içeren iç
hukuk hükümlerinin bulunması ve bunlara uyum gereklidir. Bir
başka deyişle, kanun tarafından belirlenen koşullara tabi olma
ifadesi sadece iç hukukla sınırlı olmayıp, iç hukukun da hukukun
temel ilkelerine uyması gerekmektedir. Burada adil ve doğru bir
prosedürün uygulanması esastır. Söz konusu önlem doğru
merciden kaynaklanmalı, bu merci tarafından uygulanmalı ve
keyfi olmamalıdır. Ayrıca devletin yetkilerini kötüye kullanmasına
karşı da usulen bazı önlemler alınmış olmalıdır.
• Ayrıca demokratik toplumun temel ilkelerinden biri
olan hukukun üstünlüğü, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin
bütün
maddelerinin
temelini
oluşturmaktadır. Devlete ve kamu merciine de, yargının
emirlerine ve aleyhine alınmış olan kararlara uyma
yükümlülüğünü getirir. Buna göre toplumun genel
çıkarları ve bireyin temel haklarının korunması gereği
arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı ancak
söz konusu müdahalenin hukuksallık şartını yerine
getirdiği ve keyfi olmadığı belirlendikten sonra geçerli
olur.
VI - MÜLKİYET HAKKINA
MÜDAHALE SONUCU
TAZMİNAT
• Mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde ilgili devlet
kişilerin mahrum bırakılan haklarının karşılığını ödemek
zorundadır. Her zaman ödenecek miktar müdahalede
bulunulan mülkün bedeli olması gerekmemekte olup
bazen de mülkün rayiç değerine eşit olabilmektedir.
• AİHM, tazminat standardının mülkün türüne ve alınma
şartlarına bağlı olarak da değişebileceğini vurgulamıştır.
Bir ulusallaştırma olayında uygulanacak tazminat
standardı diğer mülk alımlarında, örneğin kamusal
amaçlar için arazinin alınması gibi durumlardan farklı
olabilir.
•
Neredeyse mülkten mahrum bırakma olarak değerlendirilebilecek bir mülke müdahale
olayında tazminatın ödenmediği durumlar da olmuştur. Buna bir örnek Cahassagnou/
Fransa davasıdır. Bu davada başvurucular Fransız yasalarına göre arazileri üzerinde
avlanma hakkına münhasıran sahip bulunan mülk sahipleridir. Ancak Fransız yetkililer
küçük mülk sahiplerinin bir araya gelerek bütün taraflara avlanma hakkı verecek bir
birlik oluşturmasının faydalı olacağına karar vermişlerdir. Arazi sahiplerinin bu birliğe
üye olmasını ve münhasıran sahip oldukları avlanma hakkını diğer birlik üyelerine
vermelerini zorunlu hale getirmişlerdir. Hayvan hakları savunucuları ve avlanma
karşıtları olan başvurucular, avlanma haklarının zorunlu olarak devredilmesinin 1 No’lu
Protokolün 1. maddesine aykırı olduğunu iddia etmişlerdir. AİHM önünde, kullanımın
kontrolüne ilişkin üçüncü kuralın geçerli olduğuna karar verilmiştir. Kamu yararına
gelince, başvurucular kanunun yalnızca avcıların yararına olduğunu, kamu yararına
olmadığını savunmuşlardır. AİHM bu argümanı reddetmiştir. Fransız mercilerinin,
kontrolsüz avlanmanın önlenmesi için, bunun genel çıkarlara uygun olduğu sonucuna
varma yetkilerinin bulunduğuna karar vermiştir. Orantısallığa gelince, AİHM
başvurucuların avlanma haklarını, avlanmaya etik ve ahlaki itirazları olmasına rağmen
başkalarının kendi arazilerinde avlanmasına imkan sağlayacak şekilde devretmeye
zorlanmalarının adil dengeyi bozduğuna karar vermiştir. AİHM özellikle herhangi bir
tazminat bulunmamasını dikkate almıştır.(Hükümet başvurucular gibi arazi sahiplerinin
başkalarına ait arazilerde avlanabilmesinin yeterli tazminat olacağını düşünmüştür,
ancak bu avlanmak istemeyen başvurucular için anlam ifade etmemektedir.) Mevcut
şartlar altında başvurucuların 1 No’lu Protokolün 1. maddesi tarafından koruma altına
alınan mülkiyet hakkı ihlal edilmiştir.
• Lithgow/ Birleşik Krallık davasında, başvurucular mülkleri ulusallaştırılan
gemi ve uçak üretim şirketleridir. Devletin alımda meşru bir amacı olduğuna
itiraz etmemişler, ancak ödenen tazminatın büyük ölçüde yetersiz olduğunu
savunmuşlardır. İngiliz Hükümetinin belirlediği tazminat sisteminde,
başvurucuların(ulusallaştırılmış bulunan) hisseleri, hisselerin devrinden
yaklaşık üç yıl önceki değerlerine göre değerlenmiştir. Hükümetin yaklaşımına
göre bu yolun izlenmesinin nedeni, hisse değerlerinin ulusallaştırma olacağına
dayalı bir bilgiden suni olarak etkilenmesini önlemektir. Başvurucular, bu süre
içinde hisse değerlerinin artış gösterdiğini ileri sürerek geçerli tarihin devir
tarihine daha yakın bir tarih olması gerektiğini savunmuşlardır. Başvurucular
benzer durumlarda uluslar arası hukukta değerlendirme tarihi olarak mülkün
alındığı veya devredildiği tarihin kullanıldığına dikkat çekmişlerdir. AİHM,
“Mülkün değeri ile makul oranda bağlantılı bir miktar ödenmeksizin alınması,
normal şartlar altında 1. madde kapsamında haklı gösterilemeyecek orantısız
bir müdahale oluşturacaktır. Ancak 1. madde her şartta tam tazminat hakkını
da teminat altına almamaktadır, ekonomik reform önlemlerinde veya daha
fazla sosyal adalet sağlamayı amaçlayan önlemlerde geçerli olan “kamu çıkarı”
ile ilgili meşru hedefler söz konusu olduğunda tam piyasa değerinin altında bir
tazminat geçerli olabilir. şeklinde karar vermiştir.
1 NO’LU PROTOKOLÜN 1. MADDESİNİN
AİHS’NİN DİĞER MADDELERİYLE BİRLİKTE
KULLANILMASI
• 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin ihlali her zaman tek başına gerçekleşmeyebilir.
Nitekim maddenin AİHS’nin diğer bazı maddeleriyle birlikte değerlendirilmesi
sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bunlardan kısaca bahsedecek olursak;
• 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin 6. madde (adil yargılanma hakkı) ile birlikte
değerlendirilmesi durumudur:
• Derlemaas/ Hollanda davası bu konuda örnek verilebilir. Dava başvurucunun
Hollanda’da sığır çiftliği olarak işlettiği taşınmazının doğal sit kapsamına alınması
nedeniyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamalara karşı ulusal düzeyde
gidebileceği yargı yeri bulunmadığını ileri sürerek uyuşmazlığı Strasbourg’a
taşımasıyla doğmuştur. AİHM, mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaların
AİHS’nin 6/1. maddesi kapsamında “medeni haklarla ilgili” bir uyuşmazlık
olması nedeniyle olayda 6. maddenin uygulanabileceğini kararlaştırmıştır. Ancak
Hollanda’da üst düzeydeki idari kurumların adil yargılama güvencelerinden
yoksun bulundukları kuşkusu üzerine, idari kararların tam anlamıyla hukukilik
denetimlerinin yapılabilmesi için hukuk mahkemelerine başvurulabileceği
yolunda oluşan yeni içtihadı göz önünde bulundurarak, iç hukuk yolları
tüketilmeden getirilen başvuruyu reddetmiştir.
•
•
1 No’lu Protokolün 1. maddesinin 8. madde (özel hayata ve aile hayatına saygı) ile
birlikte ihlal edilmesi durumudur:
Matyar/ Türkiye davası bu konuda örnek verilebilir. Dava kürt kökenli Türk vatandaşı
olan başvurucunun evine güvenlik güçlerince yapılan saldırı ve evi ile bir yıllık toplam
mahsulünün yakılması ile ilgilidir. AİHM, başvuranın ailesiyle birlikte oturduğu eve
kasten saldırılmasının, köyünden ayrılmak zorunda bırakılmasının, mallarının,
ürününün ve diğer malzemelerinin yok edilmesinin açıkça her iki hükmün de ihlalini
teşkil ettiğini düşünmekte ve başvurana göre yetkililer tarafından köylerin sistematik
olarak yok edilmesi uygulaması olduğunu gösteren yeterli kanıtların mevcut olduğu
iddia edilse de, eldeki kanıtlarla başvuranın evinin ne zaman ve kim tarafından yakıldığı
ve orada yaşamayı ne zaman ve hangi koşullarda bıraktığı konusunda herhangi bir
bulguya ulaşmanın mümkün olmadığını sonuç olarak, başvuranın evine ve mülküne
verilen zararla ilgili olarak Devletin sorumluluğu konusundaki şikayetleri
kanıtlayamadığını dolayısıyla bu iki hükmün ihlaliyle ilgili bir saptamaya
rastlanamadığına karar vermiştir. Yeni Gündem/ Türkiye davası da bu yönde karara
bağlanan bir diğer örnek davadır. Ancak aynı nitelikteki Selçuk ve Asker/ Türkiye
davasında AİHM, güvenlik güçlerinin başvurucuların evlerini ve eşyalarını ve Bayan
Selçuk’un ortak olduğu değirmeni, onları İslamköy’ü terk etmeye zorlamak için, kasten
tahrip ettiğinin sabit olduğuna hükmettiğini, bu fiillerin 3. maddenin ihlaline neden
olmanın yanı sıra, başvurucuların özel ve aile yaşamlarına ve meskenlerine saygı
gösterilmesi haklarına ve mülkiyetlerini müdahaleden uzak kullanma haklarına özellikle
ciddi ve haksız bir müdahale oluşturduğuna karar vermiştir.
• 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin 10. madde (ifade özgürlüğü)
ile birlikte değerlendirilmesi durumudur:
• Handyside/ İngiltere davası bu konuda örnek verilebilir. Dava
“Küçük Kırmızı Ders Kitabı “ adlı, çocuklara yönelik cinsel
bilgiler içeren kitabın yayıncısı müstehcen yayın yapmaktan
yargılanmış ve suçlu bulunmuştur. Mahkeme, para cezası ile
birlikte kitapların zoralımına karar vermiştir. Toplatılan kitaplar
yakılmıştır. AİHM, kitabın toplatılıp yayıncının cezalandırılması
biçiminde ortaya çıkan müdahalenin “… iç hukuktaki
müstehcenlik konusundaki yasaya dayandırılması nedeniyle
hukuken öngörülebilir olduğunu, genel ahlakın korunmasına
yöneldiğinden meşru bir amacı bulunduğunu ve demokratik bir
toplumun gereklerine aykırı düşmediğini benimseyerek, olayda,
düşünceyi açıklama özgürlüğünün, mülkiyet hakkının ve
ayrımcılık yasağının çiğnenmediğine karar vermiştir.
• 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin 14. madde (AİHS’ndeki hak
ve özgürlüklerin kullanımında ayrımcılığın yasaklandığı madde)
ile birlikte kullanılması durumudur:
• Marckx/ Belçika davası bu konuda belirtilebilecek bir örnektir.
Bu dava annenin miras bırakma hakkı üzerine kısıtlamalar
getirmesi nedeniyle gayri meşru çocuklara ayrımcılık uygulayan
bir yasa ile ilgilidir. AİHM tek başına 1 No’lu Protokolün 1.
maddesinin ihlali anlamına gelmese de bunun AİHS’in 14.
maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 1 No’lu Protokolün 1.
maddesi altında mülkiyet hakkına müdahale olduğuna karar
vermiştir.
MÜLKİYET HAKKINA İLİŞKİN AİHM KARARLARINDA
YER ALAN BAZI İLKELER
• Gayrimenkul kiralarının devlet denetimi altında
tutulması, devletlerin takdir marjına dahil bir
husus olup, Ek Protokol 1. madde hükmüne
aykırı değildir. (Mellacher Et Autres –
Avusturya)
• İşletme izni müessesesi Ek Protokol 1. madde
anlamında bir mal niteliğindedir. Fakat bu iznin bazı
şartlara bağlanması ve bu şartların yokluğu halinde izin
istemini reddi yahut mevcut iznin iptali madde
hükmüne aykırı düşmez. Ezcümle bir restoranda alkollü
içki satımı bu müessesenin işletiminde önemli bir
unsurdur. Bu nedenle alkol satım izninin iptali Ek
Protokol 1. madde hükmünün kapsamına dahil olmakla
beraber iznin geri alınması devletin takdir yetkisi
içindedir. (Tre Traktörer AB – İsveç)
• Bir muhasebe bürosu sahiplerinin gördükleri
hizmet sayesinde edindikleri müşteri topluluğu
çoğu yönleri bakımından mamelek değerine
sahip bir özel hak niteliğindedir ve bu nedenle
Ek Protokol 1. madde hükmü içindedir. (Van
Marle et Autres – Hollanda)
• Bir mal ancak malikinin bu mal üstünde bir hak
iddia edebilmesi halinde mevcuttur. Yani
mülkiyet hakkı müstakil bir mal edinme hakkını
içermez. ( Marckx – Belçika)
• Bir disiplin kabahati sonucu okuldan kaydı
silinen askeri okul öğrencisinin devletçe yapılan
harcamaları geri ödeme mecburiyeti mülkiyet
hakkına müdahale teşkil etmez. (Kemal Yanasık
– Türkiye)
• Bir avukat stajyerinin bazı meslek hizmetlerini
zorunlu ve ücretsiz ifası, onun mevcut mallardan
mahrumiyeti demek olmadığından, böyle bir
durumda 1. madde hükmü ihlâl edilmiş olmaz
( Van der Mussele/Belçika )
• Uzun süreli “istimlâk izni” her ne kadar, teorik
olarak, mülkiyet hakkını ortadan kaldırmamakta
ise de malikin, fiilen, mülkünden yararlanmasını
imkânsız kılar derecede kısıtladığından, böyle bir
uygulama “malların masuniyetine riayet edilmesi
hakkının” ihlâlini teşkil eder ( Sporrong et
Lönnroth/İsveç).
• 1. maddenin içerdiği üç kural, ..... aralarında bir
bağlantı bulunmadığı anlamında birbirinden
“farklı” değildirler: ikinci ve üçüncü kural mal ve
mülke saygı kuralına vâki ihlâle ilişkin (iki) özel
hâldir ve (bu sıfatla) birinci kuralda yer alan
genel ilke ışığında yorumlanmaları gerekir”
(Gasus
Dosier
und
Fördertechnik
GmbH/Hollanda).
• Devlet kişiler arasında gerçekleştirilen ve mal ve
mülke saygı hakkının kullanılmasına müdahale
teşkil eden işlemlerden 1. madde bağlamında
(icabında) sorumlu tutulabilir” (devletin pozitif
yükümü) ( Gustafsson/İsveç, ).
• “Mal ve mülke saygı gösterme hakkına müdahale teşkil
eden bir tedbirin, topluluğun genel menfaati icaplarıyla
bireyin temel haklarının korunması gerekleri arasında
bir “adil denge” gözetmesi lâzımdır (.....). Böyle bir
dengenin sağlanması endişesi bütünüyle 1. maddenin
yapısında (.....), bin netice birinci cümlenin içerdiği ilke
ışığında okunması gereken ikinci cümlede de
yansımaktadır. Özellikle kullanılan araç ile kişiyi mal ve
mülkünden yoksun kılan her tedbirin güttüğü amaç
arasında makûl bir orantılılık ilişkisinin varolması
gerekir” (Les Saints Monāsteres/Yunanistan ve
Wiesinger/Avusturya).
• Yasa koyucu takdir marjı sınırlarını aşmadıkça
Mahkeme, yasa koyucunun sorunu en iyi şekilde
mi ele aldığı yahut yetkisini daha başka türlü
kullanması mı gerektiği konusunda mütalâada
bulunmaya yetkili değildir” ( Mellaher ve
öte./Avusturya, ).
• 1. maddedeki mal ve mülk (Fransızca “biens”;
İngilizce “possessions”) kavramı muhakkak ki,
sadece maddî varlığa sahip mal ve mülke
malikiyete inhisar etmeyen özerk bir kapsama
sahiptir: aktif oluşturan bazı başka haklar ve
menfaatler de mülkiyet hakları sayılabilirler ve,
böylece, bu hükümdeki anlamında mal ve
mülktürler” ( Gasus Dosier und Fördertechnik
GmbH/Hollanda).
• Büyük yerleşim yerlerinin düzenlenmesi gibi
karmaşık ve güçlük arz eden bir alanda, sözleşen
devletler şehircilik politikalarını gerçekleştirmede
geniş bir takdir marjına sahiptirler” ( Sporrong
ve Lönnroth/İsveç ve Phocas/Fransa).
• Acil durum ödeneğine hak-olaya uygulanan
mevzuatça öngörülmüş olmak kaydıyla-1 No.lu
Protokol’ün 1. maddesindeki anlamında bir
mamelek hakkıdır. Bu nedenle, münhasıran âcil
durum ödeneğinin tahsisi ile vergilerin ya da
başka katkıların ödenmesi yükümü arasındaki
bağa başvurma gereği olmadan, bu hüküm
(somut
olaya)
uygulanır”
( Gaygusuz/Avusturya).
• “Kamu yararı kavramı doğası itibariyle kapsamı geniş bir kavramdır.
Özellikle mülkiyetten mahrumiyeti konu olan yasalar yapma kararı,
genellikle, ..... politik, ekonomik ve sosyal sorunların ele alınmasını
gerektirir ve bu konular demokratik bir devlette derin fikir
ayrılıklarının hüküm sürmesi makûl ve doğaldır. Bir ekonomik ve
sosyal politikayı yürütmek için yasa koyucunun geniş bir yetkiye
sahip bulunduğunu normal gören mahkeme onun kamu yararı
isterlerini değerlendirme konusundaki takdir ve anlayışına saygılıdır;
meğerki bu değerlendirme makûl bir temelden açıkça yoksun ola”;
ve “(.....) Sözleşme sisteminde, gerek mülkiyetten mahrumiyeti
meşru kılacak olan kamu yararıyla ilgili bir sorunun mevcudiyeti;
gerek bu sorunun çözümü için alınacak tedbirler konusunda karar
vermek öncelikle ulusal makamlara aittir” (James ve öte,/İngiltere
ve Pressos Compania Naviera S.A/Belçika).
• Bir toplumsal adâlet politikası nedeniyle yapılan bir
mülkiyetten mahrumiyet işlemini, pekâlâ, kamu yararına
yapılmış işlem saymak mümkündür. Özellikle, bireylerin
akdî ve aynî haklarını düzenleyen bir hukuk sisteminin
âdil nitelikte olması herkesi ilgilendiren bir husustur; bu
nedenledir ki, anılan adâleti sağlamaya yönelik yasal
tedbirler, bir malın belli bir bireyden alınıp başka bir
bireye zorunlu devrini sonuçlasa bile, kamu yararına
hizmet edebilecektir” ( James ve öte./İngiltere).
• Kamulaştırmalarda bir tazminatın ödenmesinde
vâki anormal bir gecikme, özellikle bazı
devletlerde öngörülen para değerindeki düşüş
göz önünde tutulduğu takdirde, mülkü
kamulaştırılan kişinin malî kaybını ağırlaştıracak
ve kendisini belirsizlik içinde bırakacaktır”
( Akkuş/Türkiye).
• Mülkiyet hakkına vaki müdahalenin resmî
makamlardan gelmeyip üstelik özel kişiler
arasındaki akdî münasebetlere ilişkin olması
halinde 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin
uygulanma kabiliyeti yoktur ( Gustafsson/İsveç).
KARARLARDAN ÖRNEKLER
• Herhangi bir unsurun mal tanımına dahil olması için başvuru
sahibinin ilgili ekonomik varlığa dair yasal bir hak ya da bu
hakkın maddiyata dönüşeceğine dair meşru bir beklenti
gösterebilmesi gerekir. (Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis –
Yunanistan davası).
• Lisanslar, uzun süreli makul ve yasal bir beklentiyi beraberinde
getirdikleri sürece mal sayılırlar. (Tre Traktorer AB – İsveç davası).
• Mülkiyet ve mülkiyetin kullanılması hakkı, diğer tarafların
mülkten ihraç edilmesi hakkını da içerir. Chassagnou – Fransa
davasında arazinin av amaçlı olarak kullanılması başvuru
sahibinin haklarını ihlal etmiştir.
• Gelir ancak halihazırda kazanılmışsa ya da üzerinde icra yoluyla
alınması mümkün bir borç varsa mal olarak kabul edilebilir
(Yunanistan Gümrük Görevlileri Federasyonu – Yunanistan davası).
• Uygulanabilirliği olan bir tahkim kararı ve yeterli bir dayanağı
olduğu sürece hususi hukuk usulünde askıda olan bir alacak
davası mal olarak kabul edilir (Pressos Compania Naviera SA –
Belçika davası).
• Miras hususlarına ilişkin muamelelerdeki farklılıklar ayrımcılık
konularını gündeme getirse de, miras yoluyla mal elde edilmesinin
garantisi yoktur (Marckx – Belçika davası).
• Geçici müdahale mahrumiyet durumunu yaratmaz. Air Canada –
İngiltere davasında, uyuşturucu mevzuatının özel hükümlerinin
uygulanması için uçaklarına geçici olarak el koyulması, mülkiyet
hakkından mahrum edilme kapsamına girmemiştir.
• Mahrumiyet durumunun olup olmadığına karar verirken
Mahkeme yasal formalitelerden çok durumun gerçekliğine
bakacaktır (Sporrong ve Lonnroth – İsveç davası). Mahrumiyet,
mallardan mahrum etme ile eşdeğer tutulabilecek ya da
kamulaştırmaya denk gelecek şekilde sahiplik haklarının alınması
önlemlerini içerir (Hentrich – Fransa davası). Kutsal Manastırlar –
Yunanistan davasında Mahkeme, manastır mülkünün Devlete ait
olduğu çürütülebilir varsayımını ortaya koyan yasal bir hükmün,
pratikte manastırlar tarafından yerine getirilemeyeceğine karar
vermiştir. Bu yüzden de Mahkeme yürürlükteki hükmün söz
konusu mülkün tüm sahiplik haklarını Devlete verdiğini ve
mahrumiyet durumunun olduğunu belirtmiştir.
• Türkiye’de güvenlik güçleri tarafından evlerin, eşyaların ve malların harap
edilmesi ile ilgili olarak Strasbourg Mahkemesi bunların mülkiyet hakkı
kapsamına girdiğini ve bu yüzden de yapılan müdahalenin yasal ve kamu
yararına olup olmadığının ve adil bir dengenin kurulup kurulmadığının
araştırılması gerktiğini belirtmiştir (Dulas ve diğerleri – Türkiye). Aynı şekilde
İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde patlayan çöplükte yaşayan başvuru
sahibinin evinin yıkılmasında da mülkiyet hakları söz konusudur (Oneryildiz –
Türkiye davası). Söz konusu kişinin, yaşadığı evin üzerinde bulunduğu araziye
sahip olmamasına ve ev, planlama kontrolleri ihlal edilerek inşa edilmiş
olmasına rağmen Mahkeme, ilgili şahsın söz konusu yapının fiili sahibi
olduğuna karar vermiştir. Ayrıca başvuru sahibinin, arazinin tapusunun
devredilmesi için geçerli bir talebi olmamasına rağmen, maddi çıkarı söz
konusudur. Mahkeme; yetkililerin, başvuru sahibinin mallarının korunmasına
yönelik pozitif bir yükümlülüğü olduğunu ve bu yüzden de patlama riskini
ortadan kaldırmak için gerekli tüm önlemleri almış olmaları gerektiğini öne
sürmüştür.
• Adil denge gerekliliğinin yerine getirilebilmesi için genel
kamu yararı talepleri ile kişilerin mülklerini kullanma
hakları arasında adil bir dengenin kurulmuş olması
gerekir. Kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi için bir
alternatifin var olması, seçilen yöntemin Devletin
değerlendirme sınırları dahilinde olduğu sürece mülkiyet
hakkının mahrumiyetini yasadışı kılmaz.
• Bu tür konuların karara bağlanmasında değerlendirme
sınırları esas alınır ancak, tamamen keyfi olarak alınmış
bir önlem, makul bir orantısallık ilişkisinin kurulamadığı
anlamına gelebilir (Papachelas – Yunanistan davası).
• İnsanların mülkiyet haklarından mahrum bırakılması temelde tazminat
ödemeleri ile karşılanır. Mahkeme bir mülkün, değerine uygun olarak makul
bir miktar ödenmeden alınmasının normal şartlarda orantısız bir müdahale
oluşturmayacağını öne sürmüştür. Hiçbir şekilde tazminatın olmaması,
yalnızca istisnai durumlarda 1. Madde kapsamında açıklanabilir niteliktedir
(Kutsal Manastırlar – Yunanistan davası). Tüm mülk sahiplerinin bir düzmeceden
çıkar sağladıklarına yönelik çürütülemez bir yasal varsayım, ödenmesi gereken
tazminatı da etkileyecek ve böylece 1. Protokol’ün 1. Maddesinin ihlaline
neden olacaktır. Çünkü bu maddede bireylerin kendi davalarına ilişkin olarak
belirli koşulları öne sürmelerine izin verilmemektedir (Papachelas – Yunanistan
davası). Tazminat ödemesinin uzun süre gecikmesi de 1. Protokol’ün 1.
Maddesini ihlal edebilir.
• Tazminat ödemesi ayrıca devlet tarafından el koyulan ve daha sonra üçüncü
bir tarafa devredilen mülkün orijinal sahibine geri verilmesi ile de ilişkilidir
(Pincova ve Pink – Çek Cumhuriyeti davası)
• Vergi alınması kaçınılmaz olarak mülkiyetin kullanılması hakkı ile
çakışmaktadır.
• Vergi toplamanın gerekli olup olmadığı, kullanılan araçlarla
hedeflenen amaçlar arasında makul bir orantısallık ilişkisinin olup
olmadığının değerlendirilmesini gerektirir. Bu anlamda, işin
büyük kısmı ilgili yetkililerin inisiyatifine bırakılmıştır. Bu yüzden
Mahkeme, Devletler tarafından gerekli görülerek çıkarılan mali
kanunlara, alınan önlemler keyfi el koyma durumunu
yaratmadıkça, karışmak istemez (National and Provincial Building
Society – İngiltere davası).
•
Sosyal yardım ödemeleri mülkiyet hakkını gündeme getirebilir. Aynı şekilde emekli
sandığına ödenen katkılar, söz konusu emekli sandığının belli bir oranı üzerinde
mülkiyet hakkı doğurabilir (Muller – Avusturya davası). Ancak buradaki hak, belirli bir
miktar üzerinde olan hak değil, programdan yararlanma hakkıdır.
•
1. Protokol’ün 1. Maddesinin uygulanması yalnızca bir takım çıkarların Devlete
devredilmesini içeren mülkiyet müdahaleleri ile sınırlı değildir. Bu madde aynı zamanda,
bir kişinin mülkiyet haklarının Devlet tarafından başka kişi ya da kişilere devredilmesi
ya da bizzat Devlet tarafından kullanılması ya da kişinin mülkiyet haklarını
kullanmasının düzenlenmesi yoluyla Devlet tarafından getirilen önlemlere de
uygulanabilir.
•
Eğer söz konusu mülk üzerindeki hakkın varlığı ispatlanabilirse, her tüzel ve gerçek
kişiye uygulanabilir olan 1. Protokol’ün 1. Maddesi esas alınabilir. Şirket hissedarları ve
mütevelli heyeti üyeleri bu maddeyi esas alabilirler.
•
Bir kurum, üyeleri adına talepte bulunmak istiyorsa, temsil ettiği şahısları tanımlamalı
ve her birinden özel talimatname aldığını ispat etmelidir.
• 1. Protokol’ün 1. Maddesini ilgilendiren durumların çoğunda
medeni haklar da işin içindedir. Bu yüzden 6. Madde ve adil
yargılanma hakkı, medeni hakların söz konusu olduğu durumlara
ilişkin işlemlerde geçerli olacaktır. Vergi ödemesinin
uygulanmasına yönelik sıradan önlemler ise bu gibi medeni
hakları ya da cezai bir suçlamayı içermez. Bazı istisnalar olabilir
(Perrin - Fransa; Editions Pariscope – Fransa davaları). Sosyal yardım
ödemeleri ve emekli aylıkları ile ilgili tartışmalarda genel kural
olarak Madde 6(1) uygulanacaktır.
• Rainer – İngiltere davasında, havaalanına yakın olmadan
kaynaklanan gürültü kirliliğinin, bir gayri menkulün değerini ciddi
şekilde etkileyebileceğine, hatta söz konusu mülkü satılamaz hale
getirebileceğine ve bu yüzden de mülke kısmen el koyulmuş
olduğuna karar verilmiştir. Burada 1. Protokol’ün 1. Maddesini
çevresel haklar kapsamında ele almak gerekebilir.
• Loizidou – Türkiye davası, Sözleşme’nin yargı yetkisi kapsamı ile Türkiye’nin,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerindeki fiili kontrol yetkisinin sınırları
hakkındaki konuları gündeme getirmiştir. Dava aynı zamanda Sözleşme’nin ve
özellikle de başvuru sahibinin mülkiyet haklarının sürekli olarak ihlali
kavramını doğrulamıştır. Başvuru sahibi, Kuzey Kıbrıs‘ta, 1974 yılında Tük
güçleri tarafından işgal edilen bölgedeki evini terketmeye zorlandığı için
mülkiyet hakkının sürekli olarak ihlal edildiğini öne sürmüştür. Mahkeme,
başvuru sahibinin, mülkiyet hakkını kullanma imkanını ve kontrolünü fiili
olarak kaybetmiş olduğunu ortaya koymuştur. İlginç bir şekilde bu davada
haktan mahrumiyet ya da mülkiyet hakkının kullanılmasının düzenlemesi
konuları gündeme getirilmemiştir. Bunun yerine Mahkeme, ilgili şahsın
mülkiyetini kullanma hakkına müdahale edildiğine karar vermiştir. Mahkeme
bir engellemenin, yasal bir engel düzeyinde ihlale yol açabileceğini görmüştür.
Daha sonra açılan Kıbrıs – Türkiye davasında Kuzey Kıbrıs’taki Kıbrıslı
Rumların mülkiyet haklarının tanınması talep edilmiştir.
•
•
Gasus Dosier und Födertechnik GmbH-Hollanda davasında, başvurucu bir beton
karıştırıcıyı satarken anlaşmaya sattığı malın mülkiyetini elinde tutma hükmü
koymuştur. AİHM sattığı malın mülkiyetini elinde tutma hükmünün Madde
kapsamında mülk anlamına geldiğine karar vermiştir (23 Şubat 1995, Seri A No. 306-B,
s. 46, paragraf 53). AİHM aynı zamanda 1. Madde’de değinilen mal ve mülk kavramına
ilişkin bir takım genel ilkeleri de ortaya koymuştur: Mahkeme 1 No.’lu Protokolün 1.
Maddesi’nde geçen “mal ve mülk” kavramının (İngilizce’de ‘possessions’, Fransızca’da
‘biens’) fiziki malların mülkiyeti ile sınırlı olmayan özerk bir anlamı olduğuna dikkat
çekmektedir: bazı diğer hak ve çıkarlar da “mülkiyet hakkı” kapsamına girebilir ve
dolayısıyla da bu hüküm çerçevesinde “mal ve mülk” anlamına gelebilir. Bu nedenle,
söz konusu bağlamda Gasus’un beton karıştırıcısı üzerindeki hakkının mülkiyet hakkı
mı yoksa bir mala ilişkin bir aynî rehin hakkı mı olduğu önemsizdir. Her halükârda,
beton karıştırıcıya el konulması ve bunun satışı, 1 No.’lu Protokolün 1. Maddesi
kapsamında başvurucu şirketin “mal ve mülk”ünün “dokunulmazlığına saygı
gösterilmesini isteme” hakkına yapılmış bir müdahale sayılmaktadır.
• Van Marle ve Diğerleri-Hollanda davasında, AİHM, müşterileri
de “mülk” kapsamında değerlendirmiştir (26 Haziran 1986, Seri
A No. 101, s. 13, paragraf 41-42): Mahkeme, başvurucuların
iddialarını dayandırdığı hakkın 1.Madde’nin konusunu oluşturan
mülkiyet hakkına benzetilebileceği konusunda Komisyon'a
katılmaktadır: Başvurucular kendi çabaları sonucu bir müşteri
kitlesi oluşturmuşlardır; bu birçok bakımdan özel hak
niteliğindedir ve başvurucuya ait bir öz varlıktır, yani 1.
Madde’nin kapsamında mülk tanımına girmektedir. Bu nedenle
söz konusu hüküm, mevcut davada geçerlidir.
•
•
Van der Mussele-Belçika kararında AİHM bedelsiz hizmet sunmak üzere resmi olarak
görevlendirilmiş bir avukatın bu yükümlülüğünün, kendisini 1. Madde anlamındaki bir
"mülk"ten yoksun bırakmadığına karar vermiştir. AİHM bunun yanı sıra, avukatın
yükümlülüğünü yerine getirirken yaptığı masrafların da 1. Madde kapsamı dışında kalacağına
karar vermiştir (23 Kasım 1983, Seri A No. 70, s. 23-24, paragraf 47-49): Bay Van der
Mussele iddiasını son olarak 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’ne dayandırmıştır.
Başvurucunun hizmetleri karşılığında ödeme yapılmamasına ilişkin iddiaları Sözleşme
yönünden uygulama alanı bulmamaktadır. Yukarıda geçen metin herkese "kendi" mal ve
mülk hakkının dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkını vermekle sınırlıdır; bu
nedenle sadece "mevcut" mal ve mülk kapsamında uygulanabilir (bkz. gerekli değişikliklerle,
yukarıda anlatılan Marckx davası kararı, Seri A, No. 31, s. 23, paragraf 50). Ancak söz
konusu davada, Antwerp Barosunun Hukuki Danışmanlık ve Savunma Bürosu 18 Aralık
1979 tarihinde, Bay Ebrima'nın yeterli maddi imkâna sahip olmaması nedeniyle (bkz.
yukarıdaki paragraf 12) ödemelerle ilgili herhangi bir değerlendirme yapılamayacağına karar
vermiştir. Bundan hareketle, Komisyon oybirliğiyle başvurucunun lehine herhangi bir
alacağın hiç bir noktada ortaya çıkmadığı kararına varmıştır. Sonuç itibariyle, bu çerçevede,
kendi başına ya da 1 No.’lu Protokol'ün 14. Maddesi ile birlikte ele alındığında, 1 No.’lu
Protokol'ün 1. Maddesi’nin herhangi bir uygulama alanı yoktur;
•
Marckx-Belçika kararında da aynı hususa değinilmektedir (13 Haziran 1979, Seri A
No.31, s. 23, paragraf 50). Burada, başvurucu Belçika kanunlarının veraset yoluyla mülk
edinmesine engel olduğu konusunda şikâyette bulunmuş ve 1 No.’lu Protokol'ün 1.
Maddesi’nin ihlal edildiğini iddia etmiştir. AİHM kararında şöyle denilmektedir: İkinci
başvurucuya ilişkin olarak, Mahkeme görüşünü sadece, kendi başına ya da 14. Madde
ile bağlantılı olarak, Sözleşme'nin 8. Maddesi’ne dayanarak belirlemiştir. Mahkeme
aslında 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’ni hiç bir şekilde uygulamamıştır: Komisyon ve
Devlet gibi, Mahkeme de bu Madde’nin herkese "kendi" mal ve mülk hakkının
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkını vermekle sınırlı olduğunu, sonuç
itibariyle kişinin sadece mevcut mal ve mülküne uygulanabileceğini ve vasiyetname ya
da bağış yoluyla mülk edinebilme hakkını garanti altına almadığını belirtmiştir. Bunun
yanı sıra, öyle görünmektedir ki, başvurucular Alexandra'nın iddialarını desteklemek
üzere bu hükümden faydalanmamışlardır. Protokol'ün 1. Maddesi geçerli olmadığına
göre, ele alınan konu çerçevesinde Sözleşme'nin 14. Maddesi de bununla bağlantılı
olarak dikkate alınamaz.
• AİHM Marckx-Belçika davası kararında (13 Haziran 1979, Seri A
No.31, s. 27, paragraf 63) 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’nin mülkiyet
hakkını koruma altına aldığını açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Aşağıdaki bölüm bu karardan alınmıştır: Mahkeme Komisyon ile aynı
görüşü paylaşmaktadır. Herkesin kendi mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı duyulmasını isteme hakkına sahip olduğunu kabul ederek, 1.
Madde özde mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. "Mal ve mülk"
ve "mülkün kullanımı" (İngilizce "possessions", "use of property",
Fransızca "biens", "propriété", "usage des biens") terimleri ile açık bir
biçimde ifade edilen budur; travaux préparatoires’da, bunu şüpheye yer
bırakmayacak şekilde teyit etmektedir: Sözleşme’yi kaleme alanlar
sürekli olarak kullandıkları “mülkiyet hakkı” (“right of property” ya da
“right to property”) terimlerini, mevcut 1. Madde’nin temelini
oluşturan ve art arda hazırlanan taslakların konusunu tanımlamak için
kullanmışlardır.
• Marckx davası kararı aynı zamanda bir kişinin mülkü üzerindeki
tasarruf hakkının da 1. Madde tarafından koruma altına alındığını
vurgular (a.g.e., s. 27, paragraf 63). Bu husus şu şekilde
açıklanmaktadır: Gerçekten de, kişinin mülkü üzerindeki tasarruf
hakkı, mülkiyet hakkının geleneksel ve temel bir yönüdür
(Handyside davası kararı, 7 Aralık 1976, Seri A No.24, s. 29,
paragraf 62).
•
Bu karardan da anlaşılabileceği gibi, 1. Madde yalnızca bir
bütün olarak mülkiyet hakkına müdahalelere karşı koruma
sağlamakla kalmaz (örneğin kamulaştırma durumunda), aynı
zamanda bu hakkı oluşturan çeşitli unsurlara münferit olarak
yapılabilecek müdahalelere karşı da teminat içerir.
•
Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis-Yunanistan davası kararında (9 Aralık 1994, Seri A
No. 301-B, s. 84-85, paragraf 58-62), AİHM, çeşitli adli kovuşturma ve tahkim yargılamalarının
konusunu oluşturduğu için, bir "alacağın" varlığına yeteri kadar dayanak bulunduğunu kabul
etmiştir. Böylece AİHM, Yunan Hükümetinin, "ne kararın, [...] ne de tahkim kararının, bir
alacağın, dolayısıyla da bir mülkün varlığını belirlemeye yeterli olmadığı” şeklindeki iddiasını
reddetmiştir. Bu şekilde, öne sürülen alacağın 1. Madde kapsamında bir "mülk" olarak
sınıflandırılabileceğine karar vermiştir. AİHM kararı şöyledir: Devlet’in iddiası, 1701/1987 Sayılı
Yasa'nın işletilmesi yoluyla başvuruculara ait herhangi bir mülke 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi
çerçevesinde müdahale oluşmadığı temel noktasına dayanmaktadır. Onların görüşüne göre, ne
13910/79 sayılı karar, ne de tahkim kararı Devlet'e karşı bir alacak oluşturmak için yeterli değildir.
Henüz kesinleşmemiş bir adli karar ya da bir tahkim kararı böyle bir karar veya tahkim kararı
tarafından tanınacak bir hakka eşdeğer tutulamaz. Başvurucuların 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi
kapsamında bir "mülke" sahip olup olmadıklarını belirlemek için, Mahkeme'nin, Atina Birinci
Derece Mahkemesi'nin 13910/79 sayılı kararının ve tahkim kararının kendi lehlerine icra edilecek
kadar kesinlik kazanmış bir borç oluşturup oluşturmadığını incelemesi gereklidir. Usule göre, bir
ara karar, delil toplama talimatı içermekle bir ihtilâfın esası konusunda yapılacak muhakemenin
habercisidir. Atina Birinci Derece Mahkemesi, Komisyon'un da yaptığı gibi Devlet'in
başvuruculara borçlu olduğu ilkesini kabul ediyor görünse de, iddia edilen hasarın varlığı ve miktarı
konusunda karar vermeden önce tanıkların dinlenmesini emretmiştir (bkz. yukarıda paragraf 11).
•
Böyle bir kararın tek etkisi, ortaya koydukları iddianın kesin olarak kabul edileceğine dair
başvurucularda bir ümit oluşturmak şeklinde olmuştur. Sonuç itibariyle ortaya çıkan borcun icra
edilebilir olup olmadığı iki üst mahkemenin yapacağı inceleme ile belirlenecektir. Üç farklı para
birimi üzerinden belirlenen azami miktarlara göre Devlet'in yükümlülüğünü açıkça tanıyan tahkim
kararında durum bundan farklıdır (bkz. yukarıda paragraf 13). Mahkeme bu tahkim kararının
özünü onaylama veya onaylamamanın kendi görevi olmadığı konusunda Devlet ile aynı görüştedir.
Ancak bu karar tarafından taraflara ilişkin olarak ortaya konulan hukuki görüşü dikkate almak
Mahkeme'nin görevidir. Kullanılan ifadelere göre, tahkim kararı nihai ve bağlayıcıdır; herhangi bir
icra tedbirine gereksinimi yoktur ve karşısında herhangi bir olağan ya da özel itiraz
bulunmamaktadır (bkz. yukarıda paragraf 10). Yunanistan yasalarına göre tahkim kararları nihai
karar niteliğindedir ve uygulanabilir olarak kabul edilmektedir. Bunlara itiraz etme gerekçeleri
Medeni Usul Kanununun 897 No.’lu Maddesi’nde tam olarak sıralanmaktadır (bkz. yukarıda
paragraf 25); esasa ilişkin bir itirazda bulunma imkânı yoktur. Bu nedenle 1701/1987 Sayılı
Yasa'nın kabul edildiği anda, 27 Şubat 1984 tarihli tahkim kararı, başvuruculara kararda belirtilen
miktarlar üzerinden bir alacak tahakkuk ettirmiştir. Kararın iptal edilmesi mümkündü, bu nedenle
geriye alınabilirdi, ancak genel mahkemeler (hem birinci derecede hem de temyizde) iki kez böyle
bir iptale gerek olmadığını yönünde karar vermişlerdi. Bu çerçevede, Mahkeme'nin görüşüne göre,
hak 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi uyarınca "mal ve mülk" olarak kabul edilmektedir.
•
Matos e Silva, Lda ve Diğerleri-Portekiz davasında (16 Eylül 1996, Collection of
Judgments and Decisions 1996-IV, s. 1111, paragraf 75) AİHM, başvurucuların 1
No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi altında bir "mülk"e sahip olup olmadıklarını
değerlendirmek zorunda kalmıştır. Matos e Silva arazi ekimi, balık çiftçiliği ve tuz
çıkarımı yapan bir özel limited şirkettir. İşlettiği arazinin bir bölümü şirketin
mülkiyetindedir, geri kalan kısmı ise imtiyaz olarak elde tutulmaktadır. AİHM kararında
şunların altını çizmiştir: Komisyon gibi, Mahkeme de arazinin bir bölümünün
mülkiyetinin tartışmasız olduğunun altını çizmektedir. Diğer bölüme gelince [...]
Mahkeme, iç hukuka göre mülkiyet hakkının bulunup bulunmadığı kararının
Mahkeme'ye ait olmadığı konusunda Devlet'e katılmaktadır. Ancak aynı zamanda, 1
No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi çerçevesinde "mal ve mülk" (İngilizce’de "possessions",
Fransızca’da "biens") kavramının özerk bir anlamı bulunduğuna da dikkat çeker (bkz.
Gasus Dosier-und Fördertechnik GmbH-Hollanda davası kararı, 23 Şubat 1995, Seri A
No. 306-B, s. 46, paragraf 53). Mevcut davada tartışmalı arazi üzerinde başvurucuların
neredeyse yüz yıldır itiraza konu olmayan hakları ve bunu işletmekten elde ettikleri
gelir, 1. Madde kapsamında "mal ve mülk" olarak tanımlanmasına yol açabilir.
•
•
Sporrong ve Lönnroth-İsveç davası, 23 Eylül 1982, Seri A No. 52, s. 23-24, paragraf
60), AİHM bu ilkeyi tekrar vurgulamıştır. Bu davada, Stockholm şehrine birkaç yıl
boyunca belli mülkleri kamulaştırma imkânı sağlayan izinler verilmiştir. Bu izinlerle
birlikte mülk sahiplerine de inşaat yasağı getirilmiştir. AİHM kararında şöyle
denilmektedir: Kamulaştırmada mülk sahiplerinin mülklerini kullanma ve tasarruf
hakları saklı kalmakla birlikte, uygulamada bunların yapılabilmesi imkânı önemli ölçüde
azaltmıştır. Aynı zamanda, kamulaştırmanın hukuka uygun olacağını peşinen kabul
etmekle ve Stockholm şehrine, uygun gördüğü herhangi bir anda kamulaştırmalara
başlama yetkisi vermekle mülkiyetin özü de etkilenmiştir. Böylece, başvurucuların
mülkiyet hakkı belirsiz ve geri alınabilir bir hale gelmiştir. Ayrıca inşaat yasağı getirilmiş
olması da kuşkusuz, başvurucuların mülklerini kullanma hakkını kısıtlamıştır.
Dolayısıyla, başvurucuların mülkiyet hakkına bir müdahale gerçekleşmiştir ve
Komisyon’un haklı olarak vurguladığı gibi, bu müdahalenin sonuçları, kamulaştırma
izinlerinin ve inşaat yasaklarının uzun süreli olarak bir arada kullanılmasıyla hiç
şüphesiz daha ciddi bir özellik kazanmıştır.
Bu kararda, AİHM 1. Madde’nin üçüncü cümlesinin altını çizmiştir. Bu da bizi,
mal ve mülke yapılacak herhangi bir müdahalede, 1. Madde’de belirtilen koşulların
incelemesine yöneltmektedir.
•
•
•
•
Papamichalopoulos ve Diğerleri-Yunanistan davası kararında (24 Haziran 1993, Seri A No. 260-B, s. 69-70,
paragraf 41-46) böyle bir fiili kamulaştırma olduğunu kabul etmiştir. Bu davada ordu, araziyi 109/1967 sayılı
Yasa uyarınca işgal etmiştir.
AİHM'nin görüşü şöyledir:
Söz konusu arazinin Donanma Fonu tarafından işgal edilmesi, başvurucuların mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme haklarına açık bir müdahale oluşturmaktadır. Müdahale 1 No.’lu Protokol’ün 1.
Maddesi’nin ikinci fıkrasına göre mülkün kullanımının düzenlenmesi amacıyla yapılmamıştır. Ayrıca,
başvurucular hiçbir zaman resmi bir kamulaştırmayla da karşı karşıya kalmamışlardır: 109/67 sayılı Yasa söz
konusu arazinin mülkiyetini Donanma Fonuna devretmemiştir. Sözleşme’nin amacı güvence altına alınan
hakların “uygulanabilir ve etkin” biçimde korunması olduğundan, şikâyet edilen durumun başvurucuların iddia
ettiği gibi fiili kamulaştırma sayılıp sayılmayacağının belirlenmesi gereklidir (bkz. diğer kararların yanı sıra,
Sporrong ve Lönnroth-İsveç kararı, 23 Eylül 1982, Seri A No. 52, paragraf 63). Hatırlanmalıdır ki 1967’de,
zamanın askeri hükümeti tarafından yürürlüğe konan bir yasaya göre, Donanma Fonu, aralarında
başvurucuların arazisinin de bulunduğu büyük bir araziye el koymuş; orada bir donanma üssü ile subaylar ve
aileleri için bir askeri kamp kurmuştur. Bu tarihten itibaren, başvurucular mülklerini ne kullanabilmişler, ne de
satabilmiş, hibe edebilmiş, ipotek ettirebilmiş veya hediye olarak verebilmişlerdir; Donanmanın mülkünü
kendisine iade etmesi için nihai bir mahkeme kararı çıkartabilen tek kişi olan Bay Petros Papamichalopoulos’un
arazisine girmesine dahi izin verilmemiştir (bkz. yukarıda paragraflar 11-12). Mahkeme, söz konusu arazinin
elden çıkarılabilmesi imkânının tamamen ortadan kalkmasının, şimdiye kadar şikâyete konu olan durumu telâfi
etme girişimlerinin başarısız olduğu da dikkate alındığında, başvurucuların mal ve mülklerinin dokunulmazlığına
saygı duyulmasını isteme haklarını ihlal edecek şekilde; fiili bir kamulaştırmaya konu olmalarına varan ciddi
sonuçlara yol açtığına karar vermiştir. Bu nedenle 1 No.’lu Protokol’ün 1. Maddesi ihlal edilmiştir ve ihlal
edilmeye devam etmektedir.
• Hentrich-Fransa davasında vergi yetkilileri, kişiler
arasında gerçekleşen gayri menkul satışında ödenen
fiyatın yetersiz olduğu durumlarda yasalar tarafından
öngörülen şufa hakkına başvurmuştur. AİHM kararında
şöyle denilmektedir: Şufa hakkı uygulamaya
konulduğundan, Bayan Hentrich 1. Madde’nin birinci
bendinin ikinci cümlesine göre mülkünden yoksun
bırakılmıştır;
• James ve Diğerleri-Birleşik Krallık davasında (22 Şubat 1986, Seri
A No. 98, s. 32, paragraf 46) AİHM "kamu yararı" koşulunun
incelenmesindeki yaklaşımını ortaya koymuştur: Toplumlar ve
onların ihtiyaçları hakkında doğrudan bilgi sahibi olmalarından
dolayı, ulusal yetkililer neyin "kamu yararına" olduğunu
uluslararası yargıçlardan daha iyi belirleme imkânına sahiptirler.
AİHS'nin oluşturduğu koruma sistemi altında, hem mülkten
yoksun bırakmayı gerekli kılacak kamuyu ilgilendiren bir sorunun
varlığını hem de alınacak telâfi önlemini belirlemek ulusal
yetkililerin görevidir
• (bkz. gerekli değişikliklerle, Handyside kararı, 7 Aralık 1976, Seri
A No. 24, s. 22, paragraf 48). Bu çerçevede, Sözleşme'nin
koruması altına giren diğer alanlarda olduğu gibi, ulusal yetkililer
belli bir takdir hakkına sahiptirler.
• Ayrıca, "kamu yararı" kavramı oldukça kapsamlıdır. Özellikle,
Komisyon'un vurguladığı üzere, mülkün kamulaştırılması ile ilgili
yasaları yürürlüğe koyma kararı, genellikle siyasi, ekonomik ve
sosyal konuların dikkate alınmasını gerektirir. Bunlarla ilgili
görüşler ise, demokratik bir toplumda büyük farklılık gösterebilir.
Mahkeme, sosyal ve ekonomik politikaların uygulanmasında
yasama organlarına sunulan takdir yetkisinin geniş olması
gerektiğini doğal karşılayarak, yasama organlarının neyin "kamu
yararına" olduğu konusundaki kararına da, bu karar açık bir
biçimde makul temelden yoksun olmadığı takdirde, saygı
duyacaktır.
• Başka bir deyişle, Mahkeme kendi değerlendirmesini ulusal yetkililerin
değerlendirmesinden üstün tutamaz, ancak 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi
kapsamında tartışılan önlemleri incelemek, bunu yaparken de ulusal yetkililerin
değerlendirmesine temel oluşturan verileri sorgulamak zorundadır. Dolayısıyla
AİHM sadece öne sürülen "kamu yararı" amacının hukuka uygun veya "açıkça
makul olmaktan uzak" olup olmadığını değerlendirir. Bu davada, AİHM
şunları vurgulamıştır (a.g.e., s. 34, paragraf 49 ): Mahkeme, bu nedenle
Komisyon'un kararına katılmaktadır. Birleşik Krallık Parlamentosu'nun [kamu
yararına bir sebebin] bulunduğuna inanması açık bir biçimde makul olmaktan
uzak olarak değerlendirilemez. Ancak, "kamu yararı" koşulu hukuki veya
makul olmaktan uzak olmayan bir amaçtan fazlasını gerektirmektedir.
AİHM'nin kararın devamında ifade ettiği gibi (a.g.e., s.34, paragraf 50) kamu
yararı, kamu yararına olduğu iddia edilen amaç ile kullanılan yöntem (mal ve
mülkten yoksun bırakma) arasında âdil bir denge kurulmasını da gerektirir:
• Ancak bu, sorunu çözmemektedir. Bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir
önlemin, ilkede olduğu kadar uygulamada da "kamu yararına" meşru bir
amaca hizmet etmesi yeterli değildir. Bunun yanı sıra, seçilen yol ve
gerçekleştirilmeye çalışılan amaç (bkz., diğerlerinin yanı sıra ve gerekli
değişikliklerle, yukarıda sözü edilen Ashingdane kararı, Seri A No. 93, s. 2425, paragraf 57) arasında da makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır. Bu ikinci
koşul, Sporrong ve Lönnroth kararında başka bir ifadeyle, toplumun genel
çıkarının gerektirdikleri ve kişinin temel haklarının korunması ihtiyacı arasında
kurulması gereken "âdil denge" kavramı yoluyla ortaya konulmuştur (Seri A
No.52, s. 26, paragraf 69). Söz konusu kişi eğer “aşırı ve özel bir yük" altına
girmiş ise (a.g.e., s. 28, paragraf 73) zorunlu denge kurulamaz. Mahkeme bu
kararda, birinci fıkranın birinci cümlesinde ortaya konulan mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı hakkı ile ilgili genel kural bağlamında hareket ediyor
olsa da, "bu dengenin aranmasının [...] bir bütün olarak 1. Madde’nin
yapısında" bulunduğunu vurgulamıştır (a.g.e., s. 26, paragraf 69).
• AİHM, James ve Diğerleri davası kararında şu noktayı vurgulama
şansına sahip olmuştur: Mal ve mülk mülkiyetine yapılan
müdahalenin sadece belli kişilerin yararına olması, yoksun
bırakmanın "kamu yararına" olmadığı anlamına gelmez (Yukarıda
sözü edilen James ve Diğerleri davası kararı, s. 31-32, paragraf 41
ve 45). "Kamu yararına" (“in the public interest”) şeklindeki
İngilizce ifade, devredilen mülkün kamunun veya genel olarak
toplumun kullanımına sunulması gerektiği, hatta toplumun büyük
bir oranının bu alımdan doğrudan faydalanması gerektiği şeklinde
yorumlanamaz. Mülkün, toplum içinde sosyal adaleti arttırmak
amacıyla uygulanan bir politika dahilinde alınması da "kamu
yararına" olarak tanımlanabilir.
• Özel kişilerin gerçek ve sözleşmelerden kaynaklanan haklarını
düzenleyen bir yasal sistemin âdil oluşu da kamuyu ilgilendiren bir
konudur, bu nedenle, mal ve mülkün bir bireyden diğerine zorunlu
geçişini öngörse de, böyle bir adaleti sağlamaya yönelik yasal
önlemler de "kamu yararına" olarak değerlendirilebilir. Bu
sebeplerle, Mahkeme Komisyon'la aynı sonuca varmaktadır:
toplumun geneli alınan mülkü
doğrudan kullanmasa veya
faydalanmasa da meşru sosyal, ekonomik veya diğer politikalar
çerçevesinde mülkün alınması "kamu yararına" olabilir. Bu nedenle
kiraların dondurulması reformu yasası 1. Madde’nin (P1-1) fiilen
ihlali anlamına gelmez. Yine buna uygun olarak, yasanın diğer
yönlerden "kamu yararı" şartını geçip geçmediği ve 1. Madde’nin
ikinci cümlesinde belirtilen diğer şartları yerine getirip getirmediği
incelenmelidir.
•
•
Hentrich-Fransa kararında (22 Eylül 1994, Seri A No: 296-A, s. 19, paragraf 42),
AİHM bir mal ya da mülk üzerindeki şufa hakkı önlemi ile bağlantılı olarak şunları
belirtmiştir: Mevcut davada, şufa hakkı rastgele ve seçici olarak uygulanmıştır ve büyük
ölçüde öngörülemezdir. Usule ilişkin temel teminatlardan yoksundur. Özellikle, Genel
Vergi Kanununun 668 No.’lu Maddesi, o tarihe kadar Yüksek Mahkeme tarafından
yorumlandığı ve başvurucuya uygulandığı şekliyle, AİHS kapsamındaki yasa kavramına
uygun olarak açıklık ve öngörülebilirlik şartlarını tam olarak yerine getirmemiştir.
Gasus Dosier- und Fördertechnik GmbH-Hollanda davasında (22 Şubat 1995, Seri A
No. 306-B, s. 49, paragraf 62) şu noktalara dikkat çekmiştir: Mahkeme’nin yerleşmiş
içtihadına göre, 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’nin ikinci fıkrası, Madde’nin birinci
cümlesinde belirtilen ilke ışığında ele alınmalıdır (bkz, birçok diğer kararın yanı sıra
AGOSI kararı, a.g.e.). Sonuç itibariyle, bir müdahale toplumun genel çıkarlarının
gerekleri ve bireyin temel haklarının korunması gerekliliği arasında "âdil bir denge"
oluşturmalıdır. Bu dengeyi oluşturmanın önemi ikinci fıkra da dahil olmak üzere, 1.
Madde’nin yapısının genelinde yansıtılmaktadır: Kullanılan yöntem ve ulaşılmak istenen
amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi olmalıdır.
•
Mellacher ve Diğerleri davası kararında (19 Aralık 1989, Seri A No. 169, s. 25, paragraf
44) şunları vurgulamıştır: Mahkeme alınan önlemlerin ne resmi ne de fiili kamulaştırma
anlamına gelmediğine karar vermiştir. Başvurucuların mülkünün devri söz konusu
değildir ve mülklerini kullanma, kiralama veya satma haklarından yoksun
bırakılmamışlardır. İtiraz konusu önlemler başvurucuları mülklerinden elde ettikleri
gelirin bir bölümünden yoksun bıraksa da, mevcut şartlar altında ancak mülklerinin
kullanımının düzenlenmesi anlamına gelmektedir. Buna göre, 1. Madde’nin ikinci
fıkrası uygulanır. AİHM şu karara varmıştır (a.g.e., s. 30, paragraf 57): Bu nedenlerle
Mahkeme, Avusturya yasama organının 1981 tarihli Kira Yasasını yürürlüğe koyarken
toplumun genel çıkarları ve genelde mülk sahiplerinin, özelde ise başvurucuların hakları
arasında âdil bir denge oluşturma ihtiyacını dikkate aldığı, bu nedenle seçilen yolun
ulaşılmak istenen meşru amaca uygun olduğu şeklindeki yaklaşımının makul olduğuna
kanaat getirmiştir. Mahkeme, 1981 Kira Yasası uyarınca başvurucuların maruz
kaldıkları kira düşüşüne ilişkin olarak 1 No.’lu Protokol'ün 1. Maddesi’nin ikinci
fıkrasında belirtilen şartların yerine getirildiği görüşündedir.
• Poiss-Avusturya davasında (23 Nisan 1987, Seri A No.117, s.107108, paragraf 62 ve 64) AİHM geçici arazi devri ile bağlantılı
olarak aşağıdakileri ortaya koymuştur: Başvurucuların
Protokol'ün 1. Maddesi tarafından teminat altına alınan mülkiyet
hakkına tartışmasız olarak bir müdahale gerçekleşmiştir (bkz.
Marckx kararı, 13 Haziran 1979, Seri A No. 31, s. 27, paragraf
63): 22 Nisan 1963'te arazileri tevhid işleminin tarafları olan diğer
mülk sahiplerine tahsis edilmiş veya ortak tesisler için kullanılmış;
şu ana kadar, yerel yasaların öngördüğü ayni tazminat nihai bir
kararla kendilerine ödenmemiştir. Mahkeme öncelikle, Avusturya
yetkililerinin ne resmi bir kamulaştırma, ne de fiili kamulaştırmayı
hayata geçirmediğinin altını çizer (bkz. Sporrong-Lönnroth
davası kararı, 23 Eylül 1982, Seri A No. 52, p. 24, paragraf 6263).
• Nisan 1963'te gerçekleşen devir geçici bir devirdir; ancak tevhide ilişkin
planının yürürlüğe girmesi bunu geriye dönülmez kılacaktır (bkz. yukardaki
paragraf 32). Yani başvurucular, nihai plan işlemlerin daha önceki aşamasında
yapılan dağıtımı teyit etmediği takdirde arazilerini geri alabilirler. Buna göre,
başvurucuların 1. Madde’nin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde vurgulandığı
şekilde kesin olarak mal ve mülklerinden yoksun bırakıldıkları söylenemez.
Geçici devir, arazinin "kullanımını" (1. Madde’nin ikinci fıkrası) kısıtlamak
veya düzenlemek amacı ile de tasarlanmamıştır; "geçici mülk sahipleri"
tarafından, daha gelişmiş ve uygun tarım yapılması için düzenleme alanının
yeniden yapılandırılması amaçlanmıştır (bkz. yukarıdaki paragraf 32) Bu
nedenle devir 1. Madde’nin birinci fıkrasının birinci cümlesi kapsamında ele
alınmalıdır (Poiss davası, Seri A No. 117, paragraf 64).
TÜRKİYE İLE İLGİLİ BAZI
İHLAL KARARI ÖRNEKLERİ
• Kamulaştırma bedelinin geç ödenmesi nedeniyle uğranılan
zarar, (Aka, Akkuş, Akagün, Akıncı, Bağcı,Baskın ve daha
birçok karar)
• Gümrükte el konulan aracın mahkeme kararına rağmen iade
edilmemesi (Akan)
• Haksız tutuklama nedeniyle hükmedilen tazminatın
ödenmemesi ve faize hükmedilmemesi nedeniyle uğranılan
zarar (Ali Göktaş, Apaydın)
• Davacı mülküne orman olması nedeniyle tazminatsız el
koyma (Ali Taş, Turgut vd, Şatır, Arif Erdem, Bozak,
Hüseyin Ak)
• Manevi Tazminata faiz işletilmemesi (Alphan)
• Mirasçılığın mütekabiliyet kuralları çerçevesinde kabul
edilmemesi (Apostalidis vd)
• Belediyeden maaşlarını alamama (Arat vd)
• Kıyıda kalan taşınmazın tapusunun tazminatsız iptali
(Ardıçoğlu)
• Taşınmaza mayın döşemek suretiyle tazminatsız ve askeri
alan olarak el koyma (Arı vd)
• Jandarmanın açtığı ateş üzerine ölüm sonucu tazminat, adli
yardım talebinin reddi, harç yatırılmadığından ret, adli
yardım talebi yönünden 6/1 ihlali, P1/1 için ayrıca hükme
gerek yok. (Bakan)
• Güvenlik görevlilerince mezradaki evin ve eşyaların
yakılması (Bilgin),
• 3194/18 uygulaması
Download