1 - Sendika.Org

advertisement
GİRİŞ
1970’li yıllarla birlikte sermaye, neo-liberal politikalar çerçevesinde yeni bir yapılanma
sürecine girmiştir. Bu süreçte finans sermayesinin önemi artmış; esnek üretim
uygulamalarına geçilmiş ve devletin sosyal işlevi ortadan kaldırılmaya başlanmıştır. İşçi
sınıfının tarihsel -ekonomik ve sosyal- kazanımları geri alınmaya çalışılmıştır. Bu
politikaların bir sonucu olarak; çalışma koşullarında oluşturulan güvencesizlik, işçi
sınıfının bütününü ilgilendiren bir sorun olmaya başlamıştır.
Geleneksel sendikal örgütlenmeler, bu dönemde işçi sınıfının haklarını savunacak ve bu
hakları ilerletecek bir kavrayışa sahip olamamışlardır. Bu yüzden; neo-liberal
politikalara karşı işçiler, bulundukları yerlerden tepkilerini ortaya koymaya ve
taleplerini savunmaya başlamışlardır. 1970’lerin sonu ile birlikte G. Afrika, Brezilya, G.
Kore ve Filipinler’de hayata geçen işçi hareketleri hızla güçlenmişler ve ilerici
toplumsal süreçlerin sürükleyicisi haline gelmişlerdir. Hareketlerin genel çerçevesini,
emek hareketi teorisyenleri, toplumsal hareket sendikacılığı kavramsallaştırmasıyla
açıklamaya çalışmışlardır. Bu tartışma son on yıldır ülkemizde de emek hareketinin
bileşenleri olan akademisyenler, sendikacılar ve demokratik kitle örgütleri temsilcileri
tarafından yapılmaktadır.
Toplumsal hareket sendikacılığı tartışmaları, dünyada ve Türkiye’de toplumsal
dönüşümü sağlayacak bir emek hareketinin oluşturulması olarak algılanmalıdır. Bu
noktadan tartışma; son on yıllardaki yeni işçileştirme dalgası ve onun hareket
biçimlerini kavrama; uğrak noktalarını ve gelişimini anlayabilme; bu harekete emek
hareketinin
ekonomik-toplumsal
kazanımları
noktasında
müdahale
edebilme
tartışmasıdır.
Buradan bakıldığında toplumsal hareket sendikacılığı tartışması alternatif bir model
oluşturma değil, devletten ve sermayeden bağımsız bir emek hareketinin oluşturulması
çabasıdır. Ancak emek hareketi teorisyenlerinin bir ülkeyi model alma; güvencesiz işçi
hareketlerini ve köylü hareketlerini yeterince dikkate almama veya sendika-siyaset
1
ilişkisini yeterince açık kavrayamama-açıklayamama gibi eksik yaklaşımları; toplumsal
hareket sendikacılığının anlaşılmasındaki en önemli handikapları oluşturmaktadır.
Çalışmamızda toplumsal hareket sendikacılığı kavramı, yeni işçi hareketlerinin
çerçevesini ve emek hareketi teorisyenlerinin bu hareketlere yaklaşımlarını temel alarak
ifade edilmiştir. Ancak kavramsal çerçeve genişletilerek, bu görüşlerden farklı olarak;
proleter hareket geniş anlamda ifadelendirilmiştir. Dünya ve ülkemizdeki emek hareketi
dinamizminin kökenleri, hareket biçimleri tartışılmış ve çözüm önerilerinin satırbaşları
oluşturulmaya çalışılmıştır.
Çalışmada emek hareketinin geçmişine de geniş bir biçimde değinilmiştir. Geçmişe dair
değerlendirmenin
gerekçesini,
tarihi
emek
cephesinden
okuma
zorunluluğu
oluşturmuştur. Buradaki emek hareketinin geçmişinin değerlendirmesinde çıkış noktası,
günümüz değerlendirmesidir. Geçmiş değerlendirmesi yapılırken; emek hareketinin
başlıca uğrak noktalarının, yengilerinin ve zaaflarının genel çerçevesini oluşturmakla
yetinilecektir. Yine geçmiş emek hareketi tartışmasını yapmak, tarihten olumlu-olumsuz
dersler çıkarmak; bugünü ve geleceği kurma çabasını göstermek olarak algılanmalıdır.
Çalışmada sınıf mücadelesinin algılanış yöntemi de dikkat edilmesi gereken bir diğer
noktadır. Sınıf mücadelesi, burjuvazi ile işçi sınıfının düzenli ordularının kendi
bayrakları altında birbirleriyle savaşa tutuşması değildir. Sınıf mücadelesi, tarihte son
derece zengin dolayımlar aracılığıyla yürümüştür. İç savaştan ulusal kurtuluş
hareketlerine, siyasi reform hareketlerine, eşkıyalık hareketlerine vb. uzanan bir
yelpazede farklı biçimlere bürünen ve bazen bunların birkaç tanesi ile örtülü bir
mücadeledir.
Birinci bölümde kapitalist ilkel birikime, takiben Sanayi ve Fransız Devrimleri ile
birlikte yaşanan büyük dönüşüme değinilmiştir. Bu süreçte kapitalist sistemin hayata
geçmesiyle birlikte yaşanan kitlesel yoksullaşma-işsizlik vb. sonuçlar, karşılığında
geleneksel toplumsal yapının korunma mücadelesi ve yeni sisteme karşı verilen ilk
kitlesel tepkiler incelenmiştir. Gelişen işçi hareketlerinin merkezi-ulusal bir örgütlenme
rotasına girmesi ve kapitalist sisteme yönelik ilk eleştiriler ele alınmıştır. Bilimsel
sosyalizmin oluşmasıyla birlikte ivme kazanan işçi hareketlerinin Paris Komünü
mücadelesi ve paralelinde yasallaşma, parlamentoda bağımsız bir sınıf olarak temsil
2
edilme mücadelesinin gelişim seyri ortaya konulmuştur. Yine 19.yy.ın son çeyreğinde,
yasal-parlamenter mücadelenin gelişim seyrini takiben burjuvazinin işçi hareketlerini
kontrol altına alma çabaları olan ilk pratiklere -sosyal politika uygulamalarınadeğinilmiştir.
İkinci bölümde kapitalizmin tekelci niteliğe bürünmesi temel alınarak işçi hareketleri
ele alınmıştır. Bu noktada işçi partilerinin, sendikaların ve ulusal kurtuluş hareketlerinin
mücadelelerine değinilmiştir. İşçi hareketlerinde 18.yy.ın sonu ve 19.yy.ın başında
yaşanan büyük kırılma yine bu döneme rengini veren bir belirleyen olarak
değerlendirilmiştir. Rus Devrimi’nin gerçekleşmesi, faşizme karşı işçi hareketlerinin
mücadeleleri ve sömürge kurtuluş savaşları ile birlikte sosyalizmin dünyanın farklı bir
toplumsal çekim merkezi oluşturmasının sonucu olarak, işçi hareketlerinin siyasal
mücadelesinin belirleyen olması tespitinden süreç açıklanmıştır.
Üçüncü bölümde sermayenin yeni liberal politikalar ekseninde yapılanması ile bununla
çakışan işçi hareketlerinin devlet, parti, sendika vb. politik-örgütsel sorunları ifade
edilmiştir. İşçi hareketlerinin geleneksel merkezlerinin gerilemesi sürecinde ortaya
çıkan yeni işçi hareketlerinin ve onların örgütsel formlarının incelenmesinin; emek
hareketinin tarihsel-toplumsal dönüşüm misyonunun sürekliliği açısından ön açıcı
olduğu belirlemesi yapılmıştır. Yeni işçi hareketleri de 1980’lerde gelişen G. Afrika, G.
Kore, Brezilya ve Filipinler gibi birinci kuşak hareketler; 1990’larda gelişen Ekvador,
Bolivya ve Arjantin gibi ikinci kuşak hareketler olarak ele alınmıştır. Yine bu zamansal
ayrımın yanısıra işçi hareketlerinin; bileşenleri ve uğrak noktaları açısından da
özellikleri incelenmiştir. Son olarak Türkiye’de gelişen hareketler ve genel özelliklerine
değinilmiştir. Tüm bu değerlendirmeler toplumsal hareket sendikacılığı kavramı
çerçevesinde, kavramı geniş bir açıdan tanımlayarak ve hareketlerin somut
temellerinden yola çıkılarak yapılmıştır.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
İŞÇİ HAREKETLERİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
I. Kapitalist Toplumun Doğuşu, Sanayi ve Fransız Devrimleri
16.yy. ile birlikte feodal toplum çözülmeye başlamıştır. Bu çözülme, yeni bir toplumun;
kapitalist toplumun başlangıcını oluşturmuştur. Yeni toplumsal düzen, tarımsal
üreticilerin
ve
köylülerin
mülksüzleştirilmeleri-proleterleştirilmeleri
temelinde
gelişmiştir.
Feodal toplumun çözülmesiyle birlikte para sermayesinin sanayi sermayesine
dönüşmesi önündeki engeller kalkmıştır. İlk manüfaktür kentleri de çoğunlukla
kıyılarda oluşmaya başlamıştır. Coğrafi keşifler sonucu gidilen Amerika’da altın ve
gümüşün bulunması, Doğu Hindistan ve Afrika’da girişilen talanlar, sömürgecilik ve
deniz ticareti savaşları bu dönemi karakterize eder. Feodal üretim tarzından kapitalist
üretim tarzına geçilen bu süreci kısaltmak için devlet gücü kullanılır. Bu yollarla
sağlanan birikim, Batı Avrupa sermayesinin temelini oluşturmuştur. Marx’a göre, bu
gelişmelerle birlikte artı-değer yapımı insanlığın tek ve biricik amacı haline gelmiştir1.
Kapitalist
toplumun
yaratılmasının
temelini
Sanayi
ve
Fransız
Devrimleri
oluşturmuştur. Bilim insanları, tarihsel süreç açısından olmamakla birlikte, kuramsal
açıdan bağlantılı bu iki olguya “İkili Devrimler” adını koymuşlardır2. Çünkü 16.yy.dan
18.yy.a gelindiğinde kapitalizm, küreselleşme eğilimi içine girmiştir. Fransa, Belçika ve
Kuzey İtalya gibi bölgelerde, feodal unsurlar çökmeye ve kapitalist unsurlar başat
olmaya başlamıştır. (Tabi ki kapitalist üretimin İngiltere’de 16.yy.dan itibaren
başlamasından dolayı, bu ülke, kapitalizmin başını çeken bir konumda olmuştur.) Bu
açıdan kapitalizmin gelişmesinde ayrı ayrı yer tutan bu iki devrim, birbirleriyle
Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt, Çev. Alaattin Bilgi, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, Temmuz 1975, s.
772.
2
Eric Hobsbawn, The Age of Revolution, Mentor Boks, New York, 1962’den aktaran Muharrem Tünay,
Siyasal Tarih, 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, Nisan 1995, s. 53.
1
4
bağlantılı ve bütünleyici özelliklere sahip olmuşlardır. Yani, küresel bir kapitalist
düzenin kurulmasına İngiltere’deki ekonomik-teknolojik ve Fransa’daki siyasal
devrimler öncülük etmişlerdir3.
Bu noktada kapitalist toplumun köşe taşlarını oluşturan düşüncelere kısaca değinmek
gerekir. Burjuvazinin gelişmesiyle birlikte astronomi, fizik, fizyoloji, mekanik ve
anatomi gibi bilimler yeniden canlanmaya başlamıştır. Burjuvazinin getirdiği dünya
felsefesine “aydınlanma felsefesi” denmektedir. Bu felsefe ile birlikte gelen akılcılık ve
ilerlemecilik ticaretin gelişmesini ve üretimin artmasını sağlamıştır. Diderot, Voltaire,
Montesquieu, Rousseau ve genel anlamda “Ansiklopedi Hareketi”4 Fransız Devrimi’ni
siyasal alanda çok etkilemiştir. Liberal felsefeye göre, devletin varlık sebebi bireyin
doğal hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır. Locke durumu şöyle
değerlendiriyor; yönetim, yönetenlerin sözleşmeden önce sahip oldukları yaşam,
özgürlük ve mülkiyet gibi doğal haklarını çiğnerse sözleşmeyi bozmuş olur, halkın
“devrim hakkı” doğar5. Liberalizm ile İngiltere’de gelişen sanayi devriminin eş zamanlı
oluşu tesadüf değildir. Birbirlerini tamamlamaktadır.
Kapitalist toplumun ilk iktisatçısı ise Adam Smith’tir. 1776’da yayınladığı Ulusların
Zenginliği (Wealth of Nations) adlı yapıtında insanların çıkarları için çabalamalarının
hem kendilerine hem de topluma yararlı olduğunu düşünür. Smith’e göre bir ulusun
zenginleşmesi için, önce emek ve çok çalışma, daha sonra ise üretimde iş bölümü ve
uzmanlaşma gereklidir. Klasik iktisadın kurucusu sayılan Smith’in görüşleri daha sonra
David Ricardo tarafından yeniden incelenmiştir. Smith kapitalizmin manüfaktür
sisteminin, Ricardo ise fabrika sisteminin kuramcısıdır6.
Sanayi devrimi, 18.yy.ın son çeyreğinde buhar motorunun ve pamuklu işleme
makinelerinin icadıyla başlamıştır. James Watt 1763 yılında İskoçya’da buhar
motorunu, Preston’lu berber Richard Arkwright 1767’de döner iplik makinesini
Tünay, s. 54.
Burjuvazinin gelişmesiyle beraber, bilimler de canlanmaya başlamıştır. Maddeci filozoflar; fizik,
mekanik, astronomi vb. bilim dallarında araştırmalara girişilmiştir. Voltaire matematik, Diderot anatomi,
fizyoloji ve kimya, Rousseau botanik alanında büyük araştırmalar yapmıştır. Yine Rousseau’nun
“Toplum Sözleşmesi” adlı eseriyle hukuk-siyaset tezleri; Voltaire dinsel bağnazlığa karşı ticaret ve
zenginlik özgürlüğünü savunuları egemen düşünceleri sarsıcı etki yaratmıştır. Bütün bu görüş ve
araştırmaları Diderot “I’Encyclopedie” adlı eserde bir araya getirmiştir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi
için bkn. “1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, Cilt: 4,
İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975, ss. 834-836.
5
Alaeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, 3. Baskı, Ankara: V Yayınları, 1991. s. 477.
6
Nazif Kuyucuklu, İktisadi Olaylar Tarihi, 1. Baskı, İstanbul: Gür-Ay Matbaası, 1985, s. 24.
3
4
5
(spinnig throstle) ve 1793’te E.Whitney çırçır makinesini (cotton gin) icat etmişlerdir.
1807'de Amerikalı Robert Fulton buhar motorunu gemilere uygulamış ve 1840'da
okyanus ötesi buharlı gemi seferleri başlamıştır. 1825 yılında ise buhar motoru
lokomotiflerde kullanılmaya başlanmıştır. İlerleyen yıllarda telgraf ve telefonun
bulunması ile iletişim hızlanmıştır. Pancardan şeker üretimine başlanması, suni
gübrenin bulunması ve biçerdöverin icadı ile birlikte tarımda kapitalizm hızla
gelişmiştir. Yine madencilik sektöründeki gelişmeler sonucu demir-çelik üretimi hızla
artmış ve demiryolu, köprü ve kanalların yapılmasıyla ulaşım hızlı bir biçimde
ilerlemiştir7.
Bu buluşların tekstil sanayinde (özellikle pamuklu dokuma) kullanılmaya başlanması
seri üretimin önünü açarken, küçük atelyelerden, büyük işletmelere ve fabrika sistemine
giden dönem başlamıştır. Makineleşmenin hızlı bir şekilde yayılmasıyla burjuvazi,
feodal üretime has özellikler taşıyan ve korumacı olan lonca sistemini, serbest rekabetle
ortadan kaldırmıştır. Serbest rekabet, sanayi devrimi ile en önemli sınıf haline gelen
burjuvazinin, geniş yığınları mülksüzleştirmesinin ve proleterleştirmesinin en önemli
araçlarından birisi olmuştur. Rekabet sonucu birçok atelye kapanmış ve zanaatkarlar
mülksüzleşerek burjuvazinin hizmetine girmiştir8.
Fabrika sisteminin oluşması ile daha çok işgücüne duyulan ihtiyaç, kırdan kentlere
yaşanan göçle karşılanmıştır. Kırda küçük toprak sahipleri (yeomanlar) ve küçük
işletmeler bulunmaktaydı. İpliği ve dokumayı gezginci simsarlara satarlardı. Bu
kesimler makineleşme ile rekabet edemeyince, üretim araçlarının yoğun olduğu kentlere
göç ettiler9.
Sanayi devriminin merkezinde makine vardı. Tek bir aleti kullanmaya yetenekli işçi,
birden fazla aletin yerini alan “makine” ile yer değiştirmiş ve makinenin bir uzantısı
haline gelmiştir. Kadın ve çocukların çalıştırılması, makineleşmenin (ve fabrika
sisteminin)
bir
göstergesidir.
Böylece
emeğin
vasıfsızlaştırılmasında
ve
yabancılaştırılmasında en önemli adım atılmıştır.
“Diğer Teknolojik Gelişmeler”, Sanayi Devrimi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Sanayi_devrimi (Erişim
Tarihi: 01 Aralık 2005): p. 1.
8
Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Çev. Yurdakul Fincancı, 1. Baskı, Ankara: Sol
Yayınları, 1987, s. 281.
9
Kuyucuklu, s. 45.
7
6
Feodal toplumun içinde yükselen sınıf olan burjuvazinin, kapitalist üretimin önündeki
bütün engelleri kaldırması için siyasal iktidarı da ele geçirmesi gerekiyordu. 1789’da
gerçekleşen Fransız Devrimi burjuva devrimlerinin klasik modeli olmuş ve yeni bir çağ
açmıştır. 1789 öncesi Fransa’da üç sınıf vardı: Aristokratlar, ruhban sınıfı ve tiers-etat
(üçüncü sınıf). Bu üçüncü sınıfı; burjuvalar, zanaatkarlar, işçiler ve köylüler
oluşturmaktaydı. Toprağın çoğunluğuna sahip olan ruhban sınıfı ve devletin yönetimini
elinde bulunduran aristokrasi feodal düzenin sürmesinden yanaydı. Çünkü feodal düzen
bu iki sınıfın zenginliğinin ve ayrıcalıklarının dayanağını oluşturmaktaydı. Üçüncü
sınıfı oluşturan unsurlardan biri olan burjuvazi ise, 16.yy.dan itibaren gelişmekte ve
çıkarları feodal düzen ile çatışmaktaydı. Üçüncü kesimi oluşturan diğer unsurlar ise
feodal düzen altında ezildikleri için burjuvaziyi desteklemekteydiler10.
1789 yılında Etats-Généraux adı verilen temsili meclisin adı Millet Meclisi olarak
değiştirilmiş ve meclis, vergilerin ulus tarafından onaylanması zorunluluğunu ilan
etmiştir. Burjuvazinin önderliğinde üçüncü sınıf, 14 Temmuz 1789’da Bastille kalesinin
düşmesiyle simgeleşen burjuva devrimi gerçekleştirmiş; feodal düzenin bitişini ve yeni
bir toplumsal düzenin başlangıcını işaret etmiştir. 5 Ekim’de ise İnsan Hakları
Beyannamesi ile tüm yurttaşlara eşitlik, özgürlük ve kardeşlik vaat edilmiştir. Yine
Fransız Devrimi ilk defa geniş halk kitlelerini harekete geçiren, onları ataletten kurtaran
ve yine onlar tarafından gerçekleştirilen ilk modern devrimdir. Bu süreçte burjuvazi ile
dönemin ilk proleterleri arasındaki çelişki düşük bir düzeyde de olsa mevcuttur11.
1789 Fransız devrimi siyasal iktidarı burjuvazinin eline vermiştir. Ancak yeni Kurucu
Meclis’te farklı eğilimler belirmişti: Kral ve aristokrasiyle uzlaşma yanlısı olan “sağ”
jirondenler ve burjuva devrimini sonuna kadar götürmek isteyen “sol” jakobenler.
1791’de yeni anayasa kabul edilmiş ve meclis yeniden seçilmişti. Burjuvazinin gerçek
temsilcisi olan jirondenler iktidarı ele geçirmek için kralla işbirliği içine girdiler. Halka
uygulanan baskılar sonucu ayaklanmalar baş göstermiş, krallık devrilmiş ve 21 Eylül
1792’de Cumhuriyet ilan edilmiştir. Kral, 21 Ocak 1793’te idam edilmiştir. Böylece iki
yıl sürecek, jakoben diktatörlüğü olarak adlandırılan dönem başlamıştır12.
“1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, ss. 817-821.
Daniel Guérin, Fransa’da Sınıf Mücadelesi 1793-95, Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Yazın
Yayıncılık, 1986, s. 15-16. (Fransız Devrimi’nin ayrıntılı bir incelemesi için bkn. Murat Sarıca, 100
Soruda Fransız İhtilali, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1970; François Furet, Fransız Devrimini
Yorumlamak, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1989.)
12
“1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, ss. 845-847.
10
11
7
Jakobenist dönem tarihe küçük burjuvazinin diktatörlüğü olarak geçmiştir. 1793’te
kabul edilen anayasa, getirdiği ekonomik ve sosyal ilkelerle burjuvazinin gelişmesini
engellemiştir. 1795’te jakobenlerin (en ünlüleri Robespierre) devrilmesinden sonra
hazırlanan anayasa ise, 1789 İnsan Hakları Bildirgesi’ne yakın bir içerikle
hazırlanmıştır. 1795 Anayasası, kuvvetler ayrılığından ve temsili rejimden yanaydı.
Yürütme gücü ise beş direktöre verilmişti. Bu yüzden bu sürece Direktuvar Dönemi
denmektedir13. Artık iktidar tümüyle burjuvazinindi ve kapitalist birikim hız kazandı.
Bu dönem 1799 yılında Napolyon’un iktidara gelmesi ve imparatorluğa geçiş ile birlikte
sona ermiştir.
Kapitalizm halk kitlelerine eşitlik ve özgürlük vaat etmiştir. Ancak kapitalizmin hayata
geçmesiyle birlikte işsizlik ve yoksulluk artmıştır. Kentlere göç eden köylüler, yeni bir
sömürü mekanizmasının içinde kalmışlardır. Küçük üreticiler, gelişen sanayi karşısında
hızla üretim araçlarını kaybetmişlerdir. Kadınlar ve çocuklar ücretli çalışan kitleler
arasındaki yerlerini almışlardır. Bütün bu gelişmelerin yanında, halk kitleleri geleneksel
sosyal korunma mekanizmalarının tasfiyesi süreciyle karşı karşıya kalmıştır. Böylece
kapitalist sisteme karşı ilk eleştiriler biçimlenmiştir.
II. Kapitalist Sisteme Karşı İlk Eleştiriler
Kapitalist sistem hızla gelişirken oluşturduğu toplumsal sonuçlara karşı eleştiriler ve
alternatif toplumsal modeller geliştirilmiştir14. Halk kitleleri ile burjuvazi arasındaki
ideolojik kopuşu ilk gerçekleştiren Gracchus Babeuf’tur. Babeuf’a göre politik eşitliğin
ilanı ile toplumsal eşitliğin yokluğu arasındaki çelişki demokrasiyi başarısızlığa
uğratacaktı. Bu yüzden miras hakkının kaldırıldığı, sosyalist ve tarımsal bir toplum
kurulmalıydı. “Bireysel toprak mülkiyetine son, toprak kimsenin değildir. Dünya
nimetlerinden ortak yararlanmayı talep ediyoruz, istiyoruz: meyveler herkesindir”15.
Düşündüğü toplumsal projeyi gerçekleştirmek için “Eşitler (Equals) Komplosu”
“1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, s. 864.
Bu noktada John Stuart Mill ve Patrick H. Coney gibi müdahaleci klasik iktisatçılarda eleştirilerde
bulunmuşlardır. Ancak bu başlıkta ütopik vb. kavramlarla anılan sosyalist görüşlere değinilecektir.
15
Jean Paul Thomas, “Sosyalizm”, Siyaset Felsefesi Sözlüğü, Çev. İsmail Yerguz,
http://www.felsefe.gen.tr/sosyalizm.asp (Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2005): p. 3.
13
14
8
isminde bir örgüt kurmuş ve planlanmış bir siyasal devrim yoluyla (komplo ile)
komünizme geçilmesini savunmuştur. Babeuf’un ortaya koyduğu fikirlerin burjuva
düzenini aşan ilk siyasal düşünce olması önemlidir.
Kapitalist üretim koşullarının henüz yeni olması ve buna bağlı olarak sınıfların özellikle proletaryanın- oluşum sürecinde bulunması, eksik teorilerle karşılanmıştır. Bu
dönemde ütopyacı sosyalistler, çözümü ekonomik koşullarda değil, tüm toplumu
yanılgılardan kurtararak ve bunu örnek alınacak deneyler yoluyla gerçekleştirerek
çözmek istediler. Bu nedenle ortaya koydukları fikirler ve pratikler önceden ütopik
olmaya mahkum olmuştur. İlk ütopik sosyalistler 1802 yılında “Cenevre Mektupları’nı”
yayımlayan Fransız Saint-Simon, yine aynı yıl ilk yapıtını yayımlayan Fransız Charles
Fourier ve 1800 yılında İskoçya’nın New Lanark bölgesinin yönetimini alan İngiliz
Robert Owen’dır16.
Saint-Simon’a göre 1789 Devrimi tüm bir Fransız ulusunun soylulara, papazlara ve boş
gezen sınıflara karşı bir zaferidir. Fakat devrimin ilerleyen günlerinde ulus içindeki bir
kesim, burjuvazi, politik iktidarı ele geçirmiştir. İlerleyen süreçte toplum “çalışanlar” ve
“boş gezenler” olarak ikiye ayrılmıştır. Saint-Simon artık burjuvazinin de boş gezen
sınıfına dahil olduğunu savunmuş ve daha Cenevre Mektupları adlı eserinde “herkes
çalışmalıdır” görüşünü ortaya koymuştur. İdeal toplum düzenini, bankerlerin icracı
olduğu, bilim adamlarının ve sanayicilerin oluşturduğu geniş kapsamlı bir iktisadi
parlamento yönetecekti. Saint-Simon’da embriyon halinde ekonomik kurumların politik
kurumların temeli olduğu fikrine rastlanabilir.
Charles Fourier ise burjuva toplumsal düzenin yarattığı sefaleti eleştirmiştir. Bu
sefaletin aşırı bolluğun kendisinden doğduğu düşüncesi ile diyalektik bir bakış açısına
yaklaşmıştır. Kuramının özünü, insanın kendini emek aracılığıyla gerçekleştirmesi
düşüncesi oluşturmaktadır. Fourier’in ideal toplumu ise, Phalanstéres (geniş üretim
birliği) adını verdiği topluluk evlerinde uyum içinde yaşayan işçilerden meydana
geliyordu. Yine toplumdaki özgürlüğün ölçütünün, o toplumda kadına verilen özgürlüğe
paralel olduğunu ortaya koymuştur17.
Friedrich Engels, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Çev. Öner Ünalan, 5. Baskı, Ankara: Sol Yayınları,
1978, s. 67.
17
Engels, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, ss. 62-65.
16
9
Sanayi devrimini gerçekleştiren İngiltere’de burjuvazi ve proletarya daha net bir şekilde
belirmişti. Kadın ve çocukların aşırı çalıştırılması, mülksüzleştirme sonucu oluşan
güvencesizlik ve kentlerin kalabalıklaşan varoşları kapitalizmin çelişkilerini ortaya
koymaktaydı. Robert Owen New Lanark’lı bir fabrikatördü. İşyerinde 10.5 saatlik
işgünü uygulamasını hayata geçirmiştir. Kriz dönemlerinde de ücretli izin uygulaması
başlatmış ve olağan dönemde karını katlayarak, ticari hesap temeline dayalı pratik
çözüm önerilerini hayata geçirmiştir. Yine New Lanark’da ilk anaokullarını kurmuştur.
1814 yılından itibaren yapılan mücadele ile 1819’da, fabrikalardaki kadınların ve
çocukların çalışma saatlerini sınırlayan ilk yasanın çıkmasına önderlik etmiştir. Bu yasa
ile dokuz yaşından küçük çocukların çalışması yasaklanmış, daha büyük olan çocukların
haftalık çalışma saati 72 saatle sınırlandırılmıştı. Yine Ulusal Sendika Birliği’nin ilk
kongre başkanlığını yapmıştır. İngiliz sosyalizmi Owen’la cisimleşmiştir. Eşitlik ve
demokrasiye dayalı bir rejimin kooperatif esasına dayalı işletmeler vasıtası ile olacağını
düşünmüştür. Bu noktada emek ürünlerinin, tek bir iş saatini birim alan emek pazarları
vasıtasıyla değişimini önermiş ve uygulamıştır. Bu yaşam sistemine de sosyalizm adını
vermiştir. Owen’ın önerileri onu en ileri ütopik sosyalist yapmıştır18. İşçi sınıfının
örgütlenmesinde “kooperasyon hareketi”nin önemli bir yeri vardır.
Ütopik sosyalistler, proletaryanın kaba bir “yoksullar yığınından” devrimci bir sınıfa
dönüşmelerinde önemli bir katkıda bulunmuşlardır. Aynı yıllarda gelişen işçi
hareketlerini etkilemiş ve çakışmışlardır. İngiltere’de kuramsal olarak daha geri ama işçi
sınıfının temsilcisi olan çartist hareket ve Fransa’daki halk dernekleri bu etkileşime
örnektir.
1830’lu yıllarda gelişen Fransız sosyalist teorileri Louis Blanc’da simgeleşmiş ve
barışçı-evrimci bir nitelik taşımıştır. İşçi sınıfının sefaletine acınan ve yeni bir toplumun
kurulmasında ona rol vermeyen bu teoriler ahlakçı, dinci ve ütopyacıdır. Toplumun
kurtuluşunu devletin ve burjuvazinin iyi niyetinden veya önerdikleri kooperatif
sisteminin gelişmesinden ummaktaydılar. Blanc, yoksulluğun nedenini rekabetçi
sistemde görüyor ve “emeğin örgütlenmesi” kavramıyla kooperatif bir sistem
öneriyordu. Devletin de müdahalesi ile kooperatif sistemin özel sektöre üstün geleceğini
düşünmüştür. İşsizliği önlemek için de (özellikle 1848 pratiğinde göreceğimiz)
toplumsal atelyeler (ateliers sociaux) kurulmasını önermiştir. Tüm önerilerini
18
Engels, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, ss. 66-69.
10
“Çalışmanın Düzenlenmesi” (Organisation du Travail) eserinde ortaya koymuştur (bu
görüşler 1860’larda Almanya’da Lasalle’ın çalışmalarının temeli olmuştur)19.
Fransa’da aynı dönemde Auguste Blanqui de simgeleşen komünist-proletaryacı
unsurlar, gizli halk dernekleri vasıtasıyla örgütlenmişlerdir. Blanqui, Babeuf’un
planlanmış bir siyasal devrim düşüncesine bağlı kalmıştır: Bir azınlığa -yani proletarya
seçkinlerine- dayalı komplocu, siyasi iktidarın ele geçirilmesi. Ayrıca sosyalizmin
ancak işçi sınıfının eseri olacağını ve asıl karşıt sınıfın soylular değil, burjuvazi
olduğunu ortaya koymuştur20. Blanqui, Fransız proletaryasında teorik ve pratik olarak o
kadar etkilidir ki, Blanquizm kavramı Fransız komünist hareketi ve hedefi ile
özdeşleşmiştir.
Kapitalist üretim ve mülk edinme biçimini reddeden kuramcılar arasında bulunan Pierre
Joseph Proudhon ise, üreticilerin kendi aralarındaki rekabeti kaldırmak istemiyordu.
Bununla beraber Proudhon’da devletin yalnızca varlıklı sınıfların çıkarını temsil ettiği
(1840’da Prodhon’un içinde “mülkiyet, hırsızlıktır” cümlesi bulunan “Mülkiyet Nedir?”
broşürü) ve yalnızca devlet kurumlarının ilgasının bireye adaleti geri vereceği inancına
dayanan anarşist toplum kavramının başlangıçlarını buluyoruz. İdeal toplumu zanaatkar
ve küçük çiftçilerden oluşan, federal biçimde örgütlenmiş bir ulusun oluşturacağını
savunmuştur. İşçilerse bir halk bankası tarafından finanse edilecek olan üretim ve
tüketim kooperatifleri, sigorta ve destek kuruluşları şeklinde örgütlenecek, eşitçe
paylaştırılmış özel mülkiyete sahip olacaklardı21. Bu bakımdan düşünceleri, gelecekten
çok geçmişe bakmaktadır. Çünkü kitle üretimi ve oluşan fabrika sisteminin, buna
paralel proletaryanın kitleselleşmesinin sınıf mücadelesini beraberinde getireceğini
görememiştir.
Fransa’da 1836 yılında kurulan Haklılar Birliği 1839 ayaklanması sonucu yasaklanmış,
önderleri Karl Schapper, Joseph Moll ve Heinrich Bauer İngiltere’ye göç etmiş ve
burada Alman İşçileri Eğitim Derneği’ni kurmuşlardı. Kıta Avrupası’nın birçok
ülkesinde Paris, Brüksel, İsviçre ve Almanya’da da göçmen işçi dernekleri kurulmuştu
ve bu dernekler gevşek bağlara sahipti. Fransız-İngiliz sosyalizmi ve Alman felsefesi
Ben Fine, Gerd Hardach ve Dieter Karras, Sosyalist İktisadi Düşüncenin Kısa Tarihi, Çev. Sabri
Çaklı, Ankara: İmge Yayınevi, 1993, ss. 28-33.
20
Ben Fine, Gerd Hardach ve Dieter Karras, ss. 33-38.
21
George Woodcock, Anarşizm, Çev. Alev Türker, 2. Baskı, İstanbul: Kaos Yayınları, Şubat 1997, ss.
112-151.
19
11
karışımı bir ideolojiye sahiptiler. Derneklerde Wilhelm Weitling’in görüşleri hakimdi.
Weitling’in öğretisi, İncil’den esinlenen faal devrimci bir komünizmdi. “İnsanlık, Nedir,
Ne Olmalıdır”, “Uyumun ve Özgürlüğün Güvencesi” ve “Zavallı Bir Günahkarın İncili”
adlı eserlerinde işçileri bilim adamlarının ve bilgelerin yönettiği eşit insanlar toplumuna
götürecek bir Mesih çağrısında bulundu. Ona göre işçilerin anavatanları yoktu. İsa bir
komünist, ilkel Hıristiyanlık ise, eşitliğin ve kardeşliğin parlak bir örneğiydi22.
Önderliğini 1837-1844 yılları arasında yaptığı birlik ilk Alman işçi örgütlenmesi
özelliğini taşımaktadır.
III. 1848’e Kadar İlk İşçi Hareketleri
18.yy.ın ikinci yarısından 1848’e kadar olan süreç işçi hareketinin başlangıç dönemidir.
Bu dönemde İngiltere’de sanayi devrimi, Fransa’da siyasal devrim ve Almanya’da
felsefi devrim gerçekleşmiştir. Bu devrimler gerek gerçekleştikleri ülkelerde gerekse
tüm Avrupa’da köklü toplumsal değişimlere yol açmıştır. Üretim araçlarının gelişmesi,
merkezileşmesi ve buna paralel olarak burjuvazinin işçileri, köylüleri arkasına alarak
mutlak monarşilerden ulusal cumhuriyetlere geçilmesi dönemini karakterize etmiştir23.
Ancak burjuvazi, devrimci adımlarla yeni bir toplumu örgütlerken, zorunlu olarak
“kendi mezar kazıcılarını” da yaratmıştır: İşçi sınıfını-proleterleri24.
1848’e kadarki işçi hareketlerini kendi içinde ikiye ayırabiliriz: 1820’lere kadar süren
ilk dönem, gelişen sanayi üretim biçiminin sonuçlarına karşı oluşan ilkel tepki ve bu
tepkiyi oluşturan topluluğun heterojen oluşuyla ifade edilebilir. 1820’lerden 1848’e
kadar olan süreç ise, bağımsız bir işçi hareketinin oluşumunun tarihidir. Yani,
proletaryanın kendinde bir sınıftan kendisi için bir sınıfa geçtiği bir dönemdir. Bu
mücadelelere paralel olarak işçi sınıfının ideolojisi -sosyalizm- oluşmuştur.
Dirk J. Struik, “Komünist Manifesto”nun Doğuşu, Çev. Muzaffer Ardos, 1. Baskı, İstanbul: Sol
Yayınları, 1976, s. 39-40.
23
Engels,İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, s. 61.
24
Karl Marx ve Friedrick Engels, Komünist Parti Manifestosu, Çev. Sol Yayınları Yayın Kurulu,
Ankara: Sol Yayınları, 1997, s. 26.
22
12
A. Kapitalizme Karşı İlk Kitlesel Tepki Hareketleri
İşçi hareketlerini 19.yy.ın ilk çeyreğine kadar karakterize eden olgu, hareketin tepkisel
oluşudur. Sanayi devrimi ile birlikte makineleşme, işçileri çalışma dışı bırakmış ve
böylece yedek bir sanayi ordusu (işsizler) yaratmıştır. Mülksüzleşen ve işleri ellerinden
alınan yığınların ilk tepkisi de makinelere karşı olmuştur. Böylece dönemin ilk büyük
işçi hareketi sanayi devriminin gerçekleşmesiyle başlamıştır.
Tarihe makine kırıcılık ya da ludizm olarak geçen dönem 18.yy.ın ikinci yarısında
İngiltere’de başlamıştır. 1758 yılında İngiliz işçileri ilk mekanik yün biçme makinelerini
parçalamıştır. Nottingham’da Ned Ludham (ya da Ned Ludd) adında bir işçi, çorap
dokuma tezgahını tahrip etmiştir. Buna benzer olaylar tüm İngiltere’ye yayılmış ve
ludizm ortaya çıkmıştır. İngiltere’de makinelerin ve fabrikaların tahribine karşı şiddetli
cezalar -ki ölüm cezası dahil- içeren ilk yasa 1769 yılında hazırlanmıştır. Ancak
ludizmin yayılmasını önleyememiştir25.
Ludizm, ilerlemeye karşı geleneksel üretimin gerici bir tepkisi olarak görülse de,
işçilerin grev, işgal gibi mücadele biçimlerinden önceki toplu pazarlık aracı olmuştur.
Ludistlerin hareketlerinde toprak üzerindeki ipoteği kaldırma, vergileri düşürme gibi
hedefler ortaya konmuştur. Yoksa işletmeler yakılmış, yağma edilmiş ve makineleri icat
edenler saldırıya uğramıştır. Bu bakımdan ludist hareket, açıkça itiraf edilemeyen
devrimci hedeflerin etrafında sürekli olarak dolaşan ayaklanma-benzeri bir hareket’tir26.
Ludist hareket, sanayi kapitalizminin gelişmesine karşı bir tepki hareketi olarak üç
temel özellik taşımaktadır: Birinci olarak ludist hareketi, işleri ellerinden alınan kır ve
şehir zanaatkarları, yüksek vergi yükü olan küçük mülk sahipleri ve yapımevi
(manüfaktür) işçileri ile borç batağında olan kiracı köylüler oluşturmaktadır. Hareketin
bu toplumsal katmanlar arasında bir uzlaşma içinde ve geleneksel üretim yapanların
hegemonyasında gelişmesi, ludist mücadelenin geleneksel değerlere dayanmasına yol
açmıştır (örneğin 1811-1812 ludist hareketinin temel talebi, geleneklere göre belirlenen
Max Beer, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi, Çev. Galip Üstün, 3. Baskı, İstanbul:
Can Yayınları, 1989, s. 460.
26
E.P. Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, Çev. Uygur Kocabaşoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Birikim
Yayınları, 2004, s. 665.
25
13
bir asgari geçim düzeyinin korunması olmuştur). İkinci olarak ludist hareket ideolojik,
politik ve pratik bakımdan bağrından kopup geldiği toplumsal ilişkilerin ve düşünme
biçimlerinin etkisi altında oluşmuştur. Bu yüzden de kendiliğinden bir tepki
biçimindedir (köylü ayaklanmalarında şatonun yağmalanması gibi). Üçüncü olarak
ludist hareket yöresel, yalıtık ve bazı mesleklerle sınırlı bir harekettir. Merkezi ve ulusal
düzeyde bir hareket değildir. Ludist hareket endüstriyel eylem (endüstriyel ilerlemeye
karşı hoşnutsuzluk) temelinde bir harekettir. Özellikle ürünlere yönelik saldırılarda
makine işi olanlar parçalanmıştır.
Zanaatkarların bağımlılaşması-proleterleşmesi, zanaatın standartını düşürme, kadın ve
çocukların çalıştırılması vb. uygulamalar, fabrika sisteminin hedef alınması sonucunu
doğurmuştu. Burada geçmişe duyulan özlem, -bağımsız üreticilik ve her düzeyde
geleneksel yapının korunma isteği- görülmektedir. Tabi ki küçük işletmeler ve fabrika
sistemi arasındaki çelişki nedeniyle, muhafazakar kesimler de ludist harekete göz
yumma gibi destekler vermişti. Ancak fabrika sisteminin gelişen dinamiği içinde bu
kesimler desteklerini çekmişlerdir27.
Ludist hareketin etkisizleşmesi, geleneksel zanaatkar köylü ve işçi topluluklarının da
dağılmasına yol açmıştır. 19.yy.ın ortalarına kadar kapitalizm kurumsallaşmış ve sanayi
devrimi, sanayi proletaryasını kitleselleştirmeye başlamıştır. Bu süreç de doğallığında
ludizmin toplumsal temellerini ortadan kaldırmıştır.
Ludizmi değerlendirirken proletaryanın ilkel bir tepki biçimi olarak görmek gerekir.
Kapitalizme karşı ilk tepki bireysel suç ve hırsızlık iken, devamında ortaya çıkan
makine kırıcılık organize olabilen ve genelleşebilen bir harekettir. Ancak proletarya
makinelerle, onların sermaye tarafından kullanılmasını ayırt etmeyi ve mücadelesini
maddi üretim araçlarının kullanılış biçimine yöneltmeyi öğrenecektir28. 1815 İngilizFransız savaşı sürecinde eski alışkanlık ve direniş biçimleri kırılmıştır. Geleneksel işçi,
köylü ve zanaatkar örgütlenmeleri zor yoluyla dağıtılmıştır. İzleyen yıllarda fabrika
sistemi üretim sürecinin belirleyicisi haline gelmiş ve bu sürece uygun mücadele
biçimleri hayata geçmiştir. Bu hareketten sonra proletarya, tarih sahnesine bağımsız bir
27
Thompson, ss. 658-673.
Wolfgang Abenroth, Avrupa İşçi Hareketleri Tarihi, Çev. Ali Çakıroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge
Yayınları, 1992, s. 11-12.
28
14
sınıf olarak çıkmıştır. Yani ludizm; proletaryanın, kendinde bir sınıftan kendisi için bir
sınıfa doğru evrildiği süreçte bir geçiş aşaması olarak düşünülebilir.
Aynı dönemde Fransa’daki gelişmelere bakmak gerekir. 1789 Fransız Devrimi
feodalizme karşı eşitlik-özgürlük-kardeşlik temeline dayanıyordu. Bu noktada İnsan ve
Yurttaş Hakları Bildirgesi kabul edilmiştir. Bu süreç, çıraklar ve manüfaktür işçilerinin
desteklediği devrimci aydın tabaka-küçük burjuvazinin yerini burjuva yönetiminin
alması ile sonuçlanmıştır. Burjuva devrimi hızla kitleleri yurttaş olmaktan çıkarıp,
çalışan sınıf olmaya zorlamıştır29. Böylece dönemin ikinci büyük işçi hareketi Fransız
Devrimi’nin etkisiyle başlamıştır.
1789 devrimi sonrası Fransa’da kapitalizmin gelişimi hızlanmıştı. Endüstriyel atılım ve
makinelerin manüfaktür üzerindeki etkisi ile, yoğun bir mülksüzleşme ve proleterleşme
yaşanmıştır. Buna ilaveten, taşradan Paris’e yoğun bir işsiz göçü yaşanmış ve
proletaryanın şehirlerdeki nüfusu giderek artmaya, sanayi şehirlerinin kenarlarında yeni
işçi mahalleleri kurulmaya başlanmıştı. İşçiler dernekler ve kulüpler etrafında biraraya
gelmiş ve grevler başlamıştır. Köylü isyanlarından ve kentlerdeki emekçi eylemlerinden
ürken burjuvazi, daha 14 Haziran 1791’de grevi ve sendika kurmayı yasaklayan Le
Chapelier Yasası’nı kabul etmiştir. Bu yasa ile, işçiler arasında kurulabilecek her türlü
derneğin, "özgürlüğe ve insan hakları bildirisine karşı girişilmiş bir fiil" olduğu, ağır
para cezası ve bir yıl süreyle yurttaşlık haklarından yoksun bırakma ile cezalandırılacağı
ilan edilmiştir30. Yine de 1793 yılı sonuna kadar, çoğunluğu işçi ve çıraklardan oluşan
(fırın işçileri, gündelikçi marangoz ustaları, duvarcılar, inşaat işçileri, demirciler,
matbaa ve silah fabrikası işçileri vb.) büyük kalabalıklar Paris Komünü’nden ekmek
istemek üzere, “Gréve” meydanında toplanmaya devam etmişlerdir31.
Özellikle daha önceden de ustaları rahatsız eden ve bir çeşit işçi sendikası sayılabilecek
kalfa derneği (compagnonnane), burjuvazinin gözünde tehlike arzediyordu. Bu yasa,
tüccar ve zanaatkar topluluklarını da yasaklamaktadır. Napolyon döneminde çıkarılan
1803 Kanunu da, işçilerin greve gitmeleri halinde sert cezalar getirmiş; 1810 yılındaki
29
Beer, s. 412.
Hikmet Kıvılcımlı, “Modern Sosyal Sınıflar: Anti Tezler”, Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu,
http://www.comlink.de/demir/kivilcim/eserler/bilimsel/html (Erişim Tarihi: 13 Ağustos 2005): p. 5.
31
“1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, ss. 835-855.
30
15
ceza kanunu da, cezaları hafifletmesine rağmen bu yasakları devam ettirmiştir32. 19.yy.
boyunca Fransa’da örgütlenme özgürlüğü mücadelesi sürmüştür.
Kent merkezlerinde oluşan kulüplerde halk örgütlenmeye başlamıştır. Fransa’da
başlayan “baldırıçıplaklar” (sans-culottes) hareketi, burjuva düzenine karşı ilk ciddi
hareket olarak gelişmiştir. Bu hareket zengin tabakalara düşman, küçük mülkiyeti
korumayı hedefleyen bir harekettir. Gelişen kapitalist sistemde hızla mülksüzleşen
zanaatkarlar, küçük toprak sahipleri, küçük esnaf ve emekçi yoksulların bir direnişi olan
baldırıçıplaklar hareketi, bileşimini oluşturan kesimlerin yoksullaşmasına paralel olarak
radikalleşmiştir. Ancak nesnel koşullara paralel olarak bu hareket, alternatif bir
toplumsal proje sunamamıştır. İşsizliğin önlenmesi, yiyecek sıkıntısının son bulması ve
devletin ücretlerin ödenebilirliğini garanti altına alması taleplerini aşamamıştır33. Bu
dönemde (1796 Direktuvar Dönemi) Gracchus Babeuf, “Eşitler (Equals) Komplosu”
isminde bir örgüt kurmuş ve planlanmış bir siyasal devrim yoluyla (komplo ile)
komünizme geçilmesini savunmuştur ama başarısızlığa uğramıştır.
Fransız Devriminin diğer ülkelerdeki savunucusu ve müttefiki işçi sınıfı olmuştur.
Devrimle birlikte ifade edilen eşitlik-özgürlük-kardeşlik ve demokrasi fikirleri, İngiltere
işçi sınıfı içinde yankısını bulmuştur. İngiliz işçileri ve zanaatçıları ilk kez İskoç kökenli
Londralı bir kunduracı olan Thomas Hardy tarafından 1791 yılında kurulan Londra
Yazışma (İletişim) Derneği’nde örgütlenmiştir34. Dernek Fransız jakobenleri ile de
ilişkiye geçmiştir. Benzer bir şekilde İngiltere’nin dört bir yanında yazışma dernekleri
kurulmuştur. Kendi aralarında mektuplar vasıtasıyla haberleştikleri için bu derneklere
yazışma dernekleri denmektedir.
Yazışma derneklerinin temel iki hedefi vardı: Birincisi, İngiltere’de genel oy hakkı için
mücadele etmekti. İkincisi ise, işçi koruma yasalarının onaylanmasını sağlamaktı. Bu
noktada işsizlik, iş kazası ve dulluk gibi durumlarda üyeleri arasında bir yardımlaşma
niteliğine de sahipti. Kurulan bu dernekler, sanayi üretiminin gelişimine denk düşmüş
ve sadece ücretli işçileri kapsadığı için sınıfsal bir nitelik taşımıştır. Dernekler işçi sınıfı
için yeni bir örgütlenme ve önderlik modeli olmuştur35. İngiltere’de, 1797 yılında
Kıvılcımlı, p. 4.
Guérin, s. 69.
34
Abenroth, s. 13-14.
35
Thompson, ss. 49-52.
32
33
16
yürürlüğe giren Combination Act (Birleşme Yasası) sendikalaşma ve benzeri işçi
örgütlenmelerinin kurulması yasaklanmıştır. Bu süreçte yazışma dernekleri de 1799
yılında faaliyetlerini durdurana kadar yoğun bir baskıyla karşılaşmıştır. 1815 sonrası
işçi hareketi içinde önemli roller oynayan işçi önderleri Londra Yazışma Derneği
bünyesinde yetişen işçilerden oluşmuştur.
Fransız Devrimi ve sanayi devrimi sonrası Almanya’da ise madencilik, deniz ticareti ve
dokumacılık endüstrileri gelişmiştir. 1792 ve 1794 yılları arasında Silezyalı
dokumacıların ayaklanması Fransız Devrimi’nin halkçı karakterini açığa vurmuştur36.
1815 yılında Napolyon Savaşları’nın ortaya çıkardığı işsizlik, yeni vergiler ve ücretlerin
düşmesi gibi sonuçlara -ki en temel sonuç yığınsal yoksullaşmadır- tepki için Fransa’da
ayaklanan işçiler, köylüler ve zanaatkarlar şiddetle bastırılmıştır. Bu olaylar Fransa’da
kitlesel tepki hareketlerinin sonu olmuştur. İngiltere’de ise ludizm, 1811-1813
hareketleri sürecinde doruk noktasına ulaşmış ve ekonomik-politik hedefleri olan bir
kitle hareketi haline gelmiştir. Ama bu süreçte 1812 yılında çıkarılan yasa sonucu
hareket şiddetle bastırılmış ve dağıtılmıştır. Ludist hareketler, 1816 yılında dokuma
makinelerinin tahribi ve kuru ot ambarlarının yakılması şeklinde yeniden ortaya
çıkmıştır.
Thompson’a göre; işçilerin ilkel tepki biçimlerinin sonu sayılabilecek eylem, İngiliz
işçilerinin 1819 yılının Ağustosunda gerçekleştirdikleri Peterloo ayaklanmasıdır. Bu
eylemle birlikte geleneksel zanaatkar-köylü ve işçilerin oluşturduğu topluluklar
dağıtılmıştır. Ancak Peterloo proletaryanın bağımsız bir sınıf olarak tarih sahnesine
çıkmasının da ilk pratiklerinden birisidir. Çünkü işçiler burada kendi toplumsal ve
politik istemlerini de ortaya koymuştur. Bu istemler bir anayasal reform hedefi etrafında
somutlaşmıştır. Ancak orta sınıf reformcularının işçi hareketine ılımlı bir ilerleme
çizgisi gösterme gücü olmadığı için hareket bastırılmıştır. Peterloo’daki anayasal reform
istemi, 1832 yılındaki eylemlerin bir provası niteliğini de taşımaktadır37.
36
37
Abenroth, s. 13.
Thompson, ss. 808-814.
17
B. İşçi Hareketlerinin Yeni Evresi: Ulusal Düzeyde Örgütlenme
İngiltere’de 1824 yılında parlamentoda kabul edilen Reform Yasası ile İngiliz işçileri
örgütlenme hakkını elde etmiştir. Böylece yasal anlamda ilk sendikalar kurulmuştur.
Sendikacılık çok sayıda niteliksiz işçiyi örgütlemenin merkezi haline gelmiştir. İşçi
hareketinde siyasal seçeneklerin çeşitliliği, işçilerin kısa ve uzun vadeli amaçlarının
doğru bir şekilde birleştirilmesi gereği, sendikal harekette daha başlangıçta anlaşılan
nitelikler olmuştur. Sendikaların ve grevlerin önemi, rekabeti ortadan kaldırmaya
yönelik ilk işçi girişimleri olmasında yatmaktadır38.
Güçlerinin birlikten doğduğunu kavramaya başlayan işçiler, devletin kolayca
bastırabildiği lokal eylemlerden, sanayi sektörlerinin tamamını hatta ülkenin bütününü
kapsayan eşgüdümlü eylemlere geçtiler. Dayanışma ana fikri böylece büyüdü ve gelişti.
Ulusal sendika örgütleri kurmak için ilk girişimler de İngiltere’de yapılmıştır. 1830
yılında Ulusal Emeğin Korunması Derneği kuruldu. 1834 yılında Robert Owen Büyük
Ulusal Sendikalar Birliği’ni kurmuştur. Bu kuruluş modern sendikaların önceli
olmuştur39.
1830 yılında Fransa’da gerçekleşen devrimle burjuva monarşisine geçilmiştir. Ancak
sanayi burjuvazisi, küçük burjuvazi, köylüler ve işçi sınıfı tamamen devlet aygıtının
dışında bırakılmıştı. Louis Philipe ve bankerler (mali aristokrasi) iktidarı kurulmuş ve
sanayileşme hızlanmıştır. Bu süreçte işçi sınıfı burjuvaziyi desteklemişti; çünkü yaşam
koşullarının iyileştirilmesini talep etmekteydi. Fransız proletaryası işçi sınıfının yaşam
koşullarında bir düzelme olmayınca 1831 yılında Lyon’da ayaklanmıştır. Lyonlu
dokumacıların ücret taleplerinin yerine getirilmemesi sonucu başlayan bu ayaklanma
Fransa’da işçi sınıfının ilk kez kendi adına siyasal taleplerde bulunduğu eylemdir40.
Yine 1831 yılında Fransa’da modern anlamda ilk sendika sayılabilecek “Karşılıklı
Görev” isimli bir dernek kurulmuştur. Bu yıllarda siyasal amaçlı dernekler ve
dayanışma dernekleri de faaliyete geçmiştir.
Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, ss. 288-292.
Dünya Sendikalar Federasyonu, Çev. Muhsin Selem, 1. Baskı, İstanbul: Amaç Yayıncılık, Ocak
1988, s. 9.
40
“1848’lerde Avrupa”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, Cilt: 4, İstanbul: Gelişim
Yayınları, 1975, s. 939.
38
39
18
1830 Devrimi sonrası Fransa’da iktidarı değiştirmek isteyen gizli dernekler
kurulmuştur. İlk olarak 1820’li yıllarda bir gurup Parisli öğrenci, liberal İtalyan
Carbonaro örgütünü örnek alarak Hakikatin Dostları (Les Amis de la Vérité) adlı
liberal-burjuva demokratik rejimin kurulmasını hedefleyen gizli bir dernek kurmuşlardı.
1831-1839 yılları arasında ise başlıca dört gizli dernek vardır: Bunlardan ikisi burjuva
cumhuriyeti, diğer ikisi de komünizmi hedeflemiştir. Burjuva cumhuriyetini hedefleyen
dernekler, Halkın Dostları (Les Amis du Peuple) ve İnsan Hakları Topluluğu (Société
des droits de l’homme); komünizmi hedefleyen dernekler ise Mevsimler Topluluğu
(Société des Saisons) ile Aileler Topluluğu (Société des Familles)’dur. 1839
ayaklanması ile önderliğini Auguste Blanqui’nin yaptığı komünist Mevsimler
Topluluğu en etkili topluluk olmuştur. Ancak bu dernek dağıtılmış ve yerine kurulan
Yeni Mevsimler Topluluğu (Novvelles Saisons) ise daha etkisiz bir şekilde varlığını
sürdürmüştür41.
Fransa’da sürgündeki Alman devrimcileri ve işçileri (çırakları) 1834’te Sürgünler
Birliği (Ligue des Proscrits) ve 1836’da Haklılar Birliği (Ligue des justes-Bund der
Gerechten) adında dernekler kurarak örgütlenmişlerdir. Alman Haklılar Birliği önderleri
1839 ayaklanması sonrası İngiltere’ye göç etmiş ve burada Alman İşçileri Eğitim
Derneği’ni kurmuşlardır42.
1830 yılındaki Fransız devriminin etkisiyle, İngiltere’de de orta sınıf reformcuları
önderliğinde gerçekleşen işçi eylemlilikleri sonucu parlamento, 1832 yılında anayasal
reform tasarısını oylamak zorunda kalmıştır. İşçiler oy hakkı elde edememiş, buna
karşılık burjuvazi işsizlere yönelik yeni yoksullar yasasını uygulamaya başlamıştır.
Sanayi devrimi ile gerçekleşen mülksüzleşme sürecinde dokumacı köylüler, küçük çiftçi
ve küçük burjuvazi proleterleşmiş ve yoksullaşmıştır. Yoksullar yasası verilerine göre
1.5 milyon kişi yoksuldur. Ancak yeni yoksullar yasasının çıkarılış nedeni burjuvazinin
yönetim erkini güçlendirmekten başka bir anlam ifade etmemektedir. Eski yoksullar
yasası 1601 tarihli Kraliçe Elizabeth’in 43. fermanına dayanan ve yoksula yardımı
cemaatin görevi sayan safça bir düşünceye dayanmaktaydı. Oysa yeni yoksullar yasası
Maltus’un Nüfus Yasası ile uyumlu olarak hazırlanmıştı ve bu anlamda burjuvazinin
41
Beer, ss. 489-492.
Abenroth, s. 21-22. (Bu noktada Sürgünler Birliği’ne Horlananlar veya Yasaklanmışlar Birliği, Haklılar
Birliği’ne de Doğrular, Adiller veya Adalet Birliği dendiğini hatırlamak gerekir.)
42
19
proletaryaya karşı en açık savaş ilanını ifade etmekteydi. 1834’ten itibaren 12 yıl
yürürlükte kalan yasa ile yoksullara yapılan para ve gıda yardımı kaldırılmış ve
yoksullar Çalışma Yurtlarına kabul edilmiştir. Manchesterlı halkın deyişiyle tepeden
aşağıdaki emekçi halk mahallesini tehdit edercesine bakan, yüksek duvarları ve en
üstteki korkuluklarıyla bir kaleyi andıran “Yoksullara Yardım Bastille’i” olan bu
çalışma yurtlarının kuralları o kadar katıydı ki; halk cezaevine bile girmeyi tercih
ediyordu43.
1820-1844 yılları arasında İngiltere’de manüfaktür işçilerinin sayısı 240 binden 60 bine
inmiş, fabrikalarda çalışan işçilerin sayısı ise 60 binden 150 bine çıkmıştır44. Bu veriler
kentleşmenin yoğunlaştığını ve fabrika sisteminin üretim sürecinin belirleyicisi haline
geldiğini göstermektedir. Fabrika sistemi grevleri ve bu grevlerin burjuvazi tarafından
bastırılmak istenmesiyle, yerel isyanlar meydana gelmiş; bu süreçte ise sendikalar
proletaryanın evrenselleşen mücadele araçları halini almıştır. İşte bu noktada bileşimini
işçi dernekleri önderleri, ütopik sosyalist aydınlar ve radikal burjuvaların oluşturduğu,
proletaryanın geniş kesimlerini de kapsayan ve küçük esnafın da desteklediği çartizm
(people’s charter-halk fermanları) hareketi oluşmuştur.
İlk çartist örgüt, 16 Haziran 1836 tarihinde Londra Emekçi Derneği adıyla kuruldu.
1838’de hazırlanan Halk Çartı 6 temel noktayı içeriyordu45:
1- Bütün yurttaşlara (erkek) genel oy hakkı,
2- Yoksulların da seçilebilmesi için parlamento üyelerine ödenek,
3- Her yıl parlamento seçiminin yapılması,
4- Gizli oy,
5- Seçim bölgelerinin eşitliği,
6- Seçilebilme koşulu olan 300 sterlinlik mülk sahibi olması koşulunun kaldırılması.
Bu taleplere ilaveten 10 saatlik işgünü, yeni yoksullar yasasının kaldırılması ve daha iyi
çalışma koşulları çartist hareketin içeriğini oluşturmaktadır. 1841’de bu taleplerden
oluşan dilekçe için 3,5 milyon imza toplanmıştır. Hareket 1842’de doruk noktasına
ulaşmıştır.
Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, ss. 368-412.
“1848’lerde Avrupa”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, s. 939-940.
45
Beer, s. 482.
43
44
20
Engels’e göre; çartist harekete kadar işçi hareketi, tek tek burjuvalarla savaşan tek tek
işçi gurupları, şubelerdi ve bu yüzden sermayeye karşı çıkış yalıtıktı. Ancak çartizm
serbest rekabete ve ticarete yönelen yoğunlaştırılmış bir karşı çıkıştı. İşçi sınıfının
bütününü kapsıyordu ve bir sınıf hareketi özelliği taşıyordu. Böylece proletarya
burjuvaziden ayrılmıştı. 1848 Kıta Avrupası devrimlerinin denk düştüğü dönem 1842
çartist genel greviydi. 1842 hareketi, cumhuriyet ve genel oy hakkı talebi olan Kıta
Avrupası işçi sınıfına paralel fakat kendine özgün bir hareketti. 1842’yi izleyen yıllarda
Halk Çartı ona karşı çıkan imalatçıların siyasal programı haline geldi. İmalatçıları tehdit
eden sendikalar, işçiler içinde serbest ticaret doktrinlerinin yayılması için sağlam
kurumlar oldular46.
Bu yıllarda işçi hareketi çartist ve sosyalist olarak iki kanada bölünmüştür. Çartistler
kuramsal olarak daha geri, ama sınıflarının temsilcisi gerçek proleterlerdir. Sosyalistler
ise daha ileriye bakmakta, sıkıntılara karşı pratik çareler önermektedirler; ama
burjuvaziden hareket ettikleri için işçi sınıfı ile bütünleşememektedirler. Ancak çartist
hareketin kazandığı ivme sonucu sosyalistler de harekete katılmışlardır. İngiliz
sosyalizmi olan Owencılığın takipçileri, tüketici kooperatiflerinin ilk örneği olan
Rochdale’in Öncüleri Derneği’ni 1844 yılında kurmuşlardır47.
İşçi hareketinin ilkel tepkileri ise hala devam etmekteydi. İngiltere’de ludizm, farklı
isimlerle ve farklı biçimlerde 1840’lı yıllara kadar devam etmiştir. Özellikle kırsal
kesimde yoksulluk had safhadaydı. 1834 yoksullar yasası, makineleşme ve düşük
ücretler yüzünden Sussex yöresinde işçiler; tarlaları, ahırları ve ambarları yaktılar. Bu
yangınları adına “Swing” dedikleri efsanevi bir yaratığa bağladılar. Yine 1843’te
Galler’de “Rebecca Ayaklanmaları” ortaya çıkmıştır. Kadın giysileri giyen, yüzlerini
siyaha boyayıp silahlanan köylüler, paralı köprülere saldırıp yıktılar48.
Kıta Avrupası’nda da 1831 ve 1834’te Lyon’da, 1844’te Silezya’da benzer hareketler
ortaya çıkmıştır. Silezyalı dokumacıların ayaklanması, Alman işçi sınıfının ilk siyasal
eylemi olmuş ve büyük yankı uyandırmıştı. Fabrikaların tahrip edilmesi ve makinelerin
kırılmasıyla elele giden bir işçi hareketi ayaklanmayı takip etmiştir. Sendikal yasağa
Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, ss. 16-37.
Abenroth, s. 17.
48
Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, s. 347-348.
46
47
21
daha geç sanayileşen Almanya’da da rastlanmaktadır. Almanya’da 1845 yılında
çıkarılan Meslek Nizamnamesi (Allgemenie Gewerbeornung) ile işçilere sendikal
örgütlenme yasaklanmıştır.
Makine kırma hareketleri, Osmanlı Devleti’nde de ortaya çıkmıştır. 19.yy.ın ikinci
yarısına doğru Batı ile girişilen ilişkiler sonucu ilk fabrikalar kurulmaya başlanmış ve
makineleşmeye karşı tepkiler ortaya çıkmıştır. 1839 yılında Plevne’de Dobrijokeslov
fabrikasında ve 1851 yılında Samakof’ta kadın işçiler, işsiz kalma endişesi ile makine
kırma girişimlerinde bulunmuşlardır49.
İşçilerin mücadelesi, İngiltere ve Kıta Avrupası’nda gelişen üretim ilişkilerine paralel
olarak büyümüştür. İşte bu koşullar altında kapitalist toplumsal yapıyı bütünlüklü olarak
eleştiren ve işçi sınıfını devrimci bir toplumsal güç olarak değerlendiren bilimsel
sosyalizm şekillenmeye başlamıştır.
IV. İşçi Sınıfı İdeolojisinin -Bilimsel Sosyalizmin- Oluşması
1846 yılında Karl Marx ve Friedrick Engels, Haklılar Birliği’nin çağrısı üzerine birliğe
katıldılar. Bu sırada İngiliz çartistleri ve Fransız sosyal-demokratları ile işbirliğini
geliştirdiler. 1847 yazında proletaryanın ilk uluslararası komünist örgütü olan
Komünist50ler Birliği’nin (Bund der Kommunisten) kurulması bunun sonucuydu. Birlik
amacını burjuvazinin devrilmesi ve sınıfsız-özel mülkiyetsiz bir toplum kurulması
Oya Sencer, Türkiye’de İşçi Sınıfı, 1. Baskı, İstanbul: Habora Yayınları, 1969, ss. 69-90.
Komünist tanımlamasının açıklamasını Engels şöyle yapmaktadır: “1847'de, sosyalist denilince, iki tür
insan anlaşılıyordu. Bir yanda çeşitli ütopik sistemlerin yandaşları vardı, özellikle, o tarihte her ikisi de
salt mezhep durumuna düşüp giderek ölmekte olan İngiltere'deki Owen’cılar ile Fransa'daki Fourier’ciler.
Öte yanda ise, toplumsal bozuklukları çeşitli her derde deva yollarla, her türden bölük-pörçük
çalışmalarıyla, sermayeye ve kâra hiç bir zarar vermeksizin gidermek isteyen çok çeşitli türden toplumsal
şarlatanlar. Her iki durumda da, işçi hareketinin dışında duran ve daha çok "eğitim görmüş" sınıflardan
destek arayanlar. Ama, işçi sınıfının salt siyasal devrimlerin yeterli olmadığına inanan, toplumun köklü
bir biçimde yeniden inşasını isteyen kesimi, kendisine o sıra komünist diyordu. Bu henüz yontulmamış,
yalnızca içgüdüsel ve çoğu kez de biraz kaba bir komünizmdi. Ama, gene de, ortaya iki ütopyacı
komünizm sistemini, Fransa'da Cabet'nin "İkaryan" komünizmini, ve Almanya'da da Weitling'inkini
çıkartacak kadar güçlüydü. 1847'de, sosyalizm bir burjuva hareketi, komünizm ise bir işçi sınıfı hareketi
anlamına geliyordu. Sosyalizm, hiç değilse Kıtada, çok saygıdeğerdi, komünizm için ise, durum bunun
tam tersiydi. Ve "işçilerin kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olmalıdır" kanısını daha o sıralar kesinlikle
taşıyor olduğumuzdan, bu iki addan hangisini seçmemiz gerektiği konusunda hiç bir duraksama
gösteremezdik. O günden beri bunu yadsımak da aklımızdan geçmiş değildir”. Friedrick Engels, “1890
Almanca
Baskıya
Önsöz”,
Komünist
Parti
Manifestosu,
www.kurtuluscephesi.com/marks/manifesto.html (Erişim Tarihi: 14 Eylül 2005): p. 11.
49
50
22
olarak ortaya koyuyordu. Yine, Haklılar Birliği’nin “bütün insanlar kardeştir” ilkesinin
yerine “bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” ilkesi ile enternasyonal bir örgütlenme
oluşturma hedefi konmuştur. Bu örgütün kuruluşu sırasında Proudhon’un, Weitling’in
ve dinsel-gerçek sosyalistlerin görüşlerine, ilk işçi örgütleri üyelerinin zanaatçılara özgü
sınırlılık ve ideolojik gelişmemişliklerine karşı; Marx ve Engels bilimsel sosyalizm
adını verdikleri görüşlerini oluşturmaya başlamışlardır51.
Bilimsel sosyalizmin oluşum sürecinde Hegel’in idealist diyalektiği (eski yunanda sözlü
tartışma anlamında) ve Feuerbach’ın soyut materyalizminden etkilenen Marx ve Engels;
“1844 Elyazmaları”, “Kutsal Aile”, “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu”,
“Feuerbach Üzerine Tezler”, “Alman İdeolojisi”, “Felsefenin Sefaleti” ve “Ücretli
Emek ve Sermaye” eserleriyle diyalektik-tarihsel materyalizm fikirlerinin köşetaşlarını
ortaya koymuşlardır. Böylece proletarya entelektüel silahını felsefede bulmuştu. Marx
sınıfın oluşumunu, “bireyler ancak, bir başka sınıfa karşı ortak bir savaşım yürütmek
zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler” diyerek açıklamıştır52. Yine Marx,
sosyalist sınıf bilinci olmadan proletarya, “kendinde sınıf” durumundan “kendisi için
sınıf” durumuna dönüşemez53, diyerek işçi mücadeleleri ve sosyalizm arasındaki temel
bağı kurmuştur.
Komünist Parti Manifestosu (Manifesto der Kommunistischen Partei) Komünistler
Birliği tarafından görevlendirilen Marx ve Engels tarafından 1848 yılının Şubat ayında
yazılmıştır. “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor-komünizmin hayaleti” sözleriyle başlayan
Manifesto dört bölümden oluşmaktadır: "Burjuvalar ve Proleterler" başlığını taşıyan
birinci bölüm, burjuvazinin feodal sistemin kalıntıları üzerindeki devrimci yükselişini
özetlemektedir. Ancak burjuvazi, tarih sahnesine çıkışıyla birlikte kendi karşıtını ve
mezar kazıcısını da yaratmıştır: -modern işçileri- proleterleri. "Proleterler ve
Komünistler" başlığını taşıyan ikinci bölüm, işçi sınıfının en ileri ve en kararlı kesimi
olarak komünistlerin oynadığı rolü açıklamaktadır. Komünistlerin, proletaryanın
çıkarlarının haricinde ayrı çıkarlara sahip olmadıkları, teorik fikirlerinin ise bizzat canlı
hayatın kendisi içinden çıktığı çarpıcı bir şekilde ifade edilmektedir. "Sosyalist ve
Komünist Yazın" başlığını taşıyan üçüncü bölüm, mevcut sosyalist düşünce okullarını
Karl Marx ve Friedrick Engels, Seçme Yazılar, Çev. Vahap Erdoğdu, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları,
1977, ss. 173-190.
52
Karl Marx ve Friedrick Engels, Alman İdeolojisi, Çev. Sevim Belli, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları,
Kasım 1987, s. 106.
53
Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, Çev. Ahmet Kardam, 4. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, s. 157-158.
51
23
ele almaktadır. Bugüne kadar olan-gelen sosyalist düşünceleri ütopik, gerici, feodal vb.
ilan eden Manifesto, kendini bilimsel sosyalizm olarak ortaya koymaktadır.
"Komünistlerin Çeşitli Muhalefet Partileri Karşısındaki Konumları" başlığını taşıyan
dördüncü bölüm ise, komünistlerin öteki radikal demokratik hareketler karşısındaki
konumunun kısa bir açıklamasıdır. Manifesto, “Proleterlerin zincirlerinden başka
kaybedecek bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri,
birleşin!” sözleriyle son bulmaktadır54.
Manifesto’da tarihsel materyalizm yöntemi ortaya konmuştur. Bu yöntem, kapitalizmin
bir tahlilini ve proleterlerin kurtuluş yollarının izahının teorik temellerini oluşturur.
“Tek bir hükümete, tek bir hukuk düzenine, tek bir sınıra, tek bir gümrük tarifesine”
ihtiyaç duyan burjuvazi, işçi ve köylülerin desteğini alarak burjuva devrimlerini
gerçekleştirmiş ve ulusal cumhuriyetlere geçilmiştir. Ancak temel mantığı daha fazla
kar olan kapitalizm, proleterlerin sayısını ve yoksulluğunu artırmıştır. Yarınından emin
olamama ve güvencesizlik, proletaryanın yaşama koşulları haline gelmiştir. Bu anlamda
sosyalizm, tarihsel olarak gelişen iki sınıfın -burjuvazinin ve proletaryanın- savaşımının
zorunlu bir sonucu olacaktı. Çünkü tarih sınıf savaşımlarının bir tarihi olarak ele
alınıyor, kapitalizmin doğası bilimsel bir şekilde analiz edilerek meta üretimi, üretim
araçlarındaki özel mülkiyet, ücretli işçiler vb. sorunları açıklanıyor ve böylece
sosyalizmin zorunluluğu sorunu ortaya konuyordu55.
Manifesto proletaryaya bağımsız bir parti olarak örgütlenmesi çağrısı yapmakta ve
komünistlerin görevinin de burjuva egemenliğinin yıkılması ve siyasal iktidarın
proletarya tarafından ele geçirilmesi olduğunu açıklamaktadır. Burjuva mülkiyet ve özel
mülkiyet kaldırılmalı, bütün üretim aletleri devletin, yani egemen sınıf olarak
örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirilmeliydi. Bu noktada manifesto
taleplerini ilan ediyordu: Toprak mülkiyetinin kaldırılmasından, parasız eğitime, kır ile
kent arasındaki ayrımın nasıl kaldırılabileceğine56…
Komünistler Birliği 1852 yılında son bulmuştur. Birliğin üyelerinin çoğunluğu Birinci
Enternasyonal’de görev almıştır. 1840’lı yıllardaki işçi mücadeleleri ve Manifesto’da
ifade edilen düşünceler, Kıta Avrupası işçi sınıfının sessiz kalmaksızın ya da egemen
Bkn. Karl Marx ve Friedrick Engels, Komünist Parti Manifestosu.
Struik, s. 89-90.
56
Marx ve Engels, Komünist Parti Manifestosu, ss. 27-37.
54
55
24
sınıfa bağlı olmaksızın kendi talepleriyle, bağımsız bir güç olarak ortaya çıkmaya
başlamasının zamanını işaret etmiştir. 1848 Devrimleriyle birlikte işçi sınıfı bağımsız
bir siyasal güç olarak ortaya çıkmıştır. Manifesto da 1848 Devrimleri sonrası ideolojik
yön gösterici olmuştur.
V. 1848’den 1880’lere Kadar İşçi Hareketleri
1848 devriminden 1880’lere kadar olan süreç, kapitalizmin tüm Avrupa’da hızla
geliştiği ve yayıldığı; paralel olarak da işçi sınıfı hareketlerinin yaygınlaştığı ve
olgunlaştığı dönemdir. 1848’de burjuvazinin her kesiminden bağımsız olarak
proletarya, ilk kez tarih sahnesindeki yerini almıştır. Artan işçi hareketleri ve sosyalizm
akımlarının gelişmesi sonucu 1864 yılında I. Enternasyonal kurulmuştur. 1871’de
yaşanan Paris Komünü deneyimi; proletaryanın, burjuvazinin iktidarını ciddi biçimde
tehdit ettiği bir deneyim olmuştur. Komün’ün yenilgisini izleyen yıllarda ise Marksizm
ve anarşizm işçi sınıfı içinde en etkili akımlar olmuşlardır. Bu dönem 1876’da I.
Enternasyonal’in
feshi,
kitlesel
işçi
partilerinin
doğuşu,
bunu
takiben
II.
Enternasyonal’in kurulması ve kapitalizmin, serbest rekabetçi aşamasından tekelci
aşamasına geçilmesiyle son bulmuştur.
A. Proletaryanın İlk Bağımsız Siyasal Eylemi: 1848 Haziranı
1847 Dünya ticaret bunalımı, 1848’de Kıta Avrupası’nda patlak veren Şubat-Mart
devrimlerinin nedeni olmuştur. Fransa ve İrlanda’da patates hastalığı başgöstermiş -yani
kitlesel açlık ortaya çıkmış-, çalışanların ücretleri %50-60 oranında düşmüş ve işsizlik
artmıştır. Genel bunalım dönemlerinde Fransa, tarihsel olarak özgün bir durum
yaşamıştır. Bunun nedenini, Fransa’daki bunalımın; iflasların yanında endüstri
faaliyetlerini durdurması oluşturmuştur. Böylece Fransa genel bunalım dışında, kendi
ulusal bunalımını da geçirmiştir57.
Karl Marx, Lois Bonaparte’nin 18 Brumaire’i, Çev. Ahmet Acar, 2. Baskı, İstanbul: Yorum
Yayınları, 1993, s. 111.
57
25
1815’te oluşturulan Kutsal İttifak sarsılmış ve İtalya-Palermo’da köylü isyanları olarak
başlayan hareket, Fransa’ya sıçramıştır. Fransa’da 1830 yılından beri mali aristokrasi
egemen olmuş ve sanayi burjuvazisi muhalefet kalmıştır. 1840’lı yıllarda hükümetten
reform istenmiş ama tüm reform isteyen hareketler bastırılmıştır. 1848 yılının Şubat
ayında Paris’te meydana gelen ayaklanma sonucu mali aristokrasi ve Louis Philipe
iktidarı yıkılmıştır. Cumhuriyet ve “çalışma hakkı” temel istemleri oluşturmuştur.
Ayaklanmanın temel gücünü oluşturan işçiler 1830 Temmuz olayları ile nasıl burjuva
monarşisini aldılarsa şimdi de burjuva cumhuriyetini koparıp almışlardır58. İşgünü ise
10 saate indirilmiştir.
1848 Devrimleri Kıta Avrupası’na yayılmıştır. Almanya’da Mart ayında Berlin’de
ayaklanma başlamıştır. Berlinli işçiler bir çalışma bakanlığı, tek dereceli genel oyla
seçilmiş bir parlamento ve anayasa istiyorlardı. Köylülerin talepleri ise feodal
yükümlülüklerin kaldırılmasıydı. Ancak burjuvazinin ürkekliği sonucu feodal
mutlakıyetçi rejim devam etmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda da toprak
köleliğinin varlığı ve ulusal baskı sonucu Milano, Prag ve Macaristan’da ayaklanmalar
olmuştur59. Sonuçta Macaristan bağımsız olmuş, Viyana’da erkekler için oy hakkı elde
edilmiş ve anayasa oluşturulmuştur. Ancak burjuvazi ve monarşinin anlaşmasıyla
imparatorluk yeniden kurulmuştur. Rusya’da da köylü ayaklanmaları başgöstermiştir.
Özetle 1848 Devrimleri; Fransa, Alman Konfederasyonu, Prusya, Avusturya, Bohemya,
Macaristan, İtalya, Eflak ve Moldavya'yı doğrudan; İsviçre, Belçika, Danimarka ve
İspanya'yı dolaylı olarak etkilemiştir.
1848 Devrimlerinin merkezini Fransa oluşturmuştur. Şubat ayaklanması sonucu sanayi
burjuvazisi iktidarı ele geçirmiştir. Blanc’ın önerdiği ulusal atelyelerde, işsizler
örgütlenmiştir. Bu süreçte proletarya, burjuvazinin Blanqui adını taktığı komünizm
çerçevesinde toplanmıştır. İşçilerin bağımsız bir güç oluşturmasından ve iktidarını
tehdit etmesinden çekinen burjuva hükümet, işçilere karşı uygulamalara başlamıştır.
Ulusal atelyeler kapatılmış 113 bin işçi işsiz kalmıştır. Haziran’da proletarya bu sefer
burjuva hükümete karşı ayaklanmıştır. İşçi sınıfının doğrudan doğruya kapitalist
sisteme ve burjuvaziye karşı 19.yy.daki ilk bağımsız ayaklanması, 1848 Paris işçi
ayaklanmasıdır. Marx’a göre bu ayaklanma modern toplumu burjuvazi ve proletarya
Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, Çev. Sevim Belli, 3. Baskı, Ankara: Sol
Yayınları, Ocak 1988, ss. 45-47.
59
Tünay, s. 108-109.
58
26
olarak bölen ilk büyük karşı karşıya geliştir ve Avrupa’daki iç savaşlar tarihinin o güne
kadar ki en önemli olayıdır. Ancak proletaryayı ara sınıflar olan köylüler ve küçük
burjuvazi desteklememiştir. Çünkü Şubat Devrimi’nin masraflarını vergi olarak
köylüler ödemişti. Bunun sonucu olarak köylüler, Paris proletaryasına cephe almıştır.
Küçük burjuvazi ise yoksullaşmasını, Blanc’ın önerisiyle kurulan ulusal işliklerde
görmüş ve Paris proletaryasına cephe almıştır. Böylece proletarya müttefiksiz
kalmıştır60. Bunun sonucu olarak proletarya ilk büyük yenilgisini almıştır.
1848 Kasımı’nda 3. cumhuriyet ilan edilmiş ve Aralık’ta seçimler yapılmıştır. Bu
seçimlerde Raspail’i aday gösteren proletarya, ilk kez bağımsız bir siyasal parti olarak
(küçük burjuvaziden ayrı) davranmıştır. Küçük burjuvazi burjuvaziyi, köylülerse Louis
Napolyon’u desteklemişlerdir. Seçimler sonucu cumhurbaşkanı, Louis Napolyon
olmuştur. 1848’de genel oy sistemi, anayasanın temelini oluşturmuştur. Ancak 2 Aralık
1851’de bir hükümet darbesiyle cumhurbaşkanı olan III. Napolyon, imparator ilan
edilmiş ve genel oy hakkı kaldırılmıştır. Böylece Fransız burjuvazisinin iki büyük
gurubunun -sanayici Orleanistler ve büyük arazi sahibi Lejimistler’in- ortaklaştığı,
bonapartizm denen dönem başlamıştır.
1848 Fransası’nın modern sınıflar açısından öğrettiği çok önemli dersler vardır:
Birincisi, proletaryanın bağımsız olarak yönetimi ele geçirmesinden korkan burjuvazi,
başlangıçta büyük zaferler elde etmesine karşın tutucu güçlerle işbirliğine gitmiştir.
Burjuvazi artık 1789’ların burjuvazisi değildi ve devrimci niteliklerini yitirmişti.
İlerleyen yıllarda burjuvazi, proletaryayı siyasal olarak etkisizleştirecek, aynı zamanda
düzenle barıştıracak yol ve yöntemleri hayat geçirme taktiğini benimsemiştir61. İkincisi,
Haziran Ayaklanması, 1848’e kadar kendi gözünde bile bir “yoksullar yığını” olan
proletaryanın bağımsız devrimci enerjisini bu çapta açığa çıkartan ilk büyük çatışmadır.
Ama bunu yaparken proletarya, yalnızca o zamanın koşullarında egemenliğini
sürdürmesinin ne kadar olanaksız olduğunu da kanıtlamıştır. Üçüncüsü, proletarya,
bağımsız bir güç olarak başarıya ulaşmak istiyorsa ara sınıfların, özellikle köylülerin
desteğini almalıydı.
Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, ss. 56-65.
Haluk Yurtsever, “1848 Devrimleri” (Gelenek Dergisi sayı 78’den alınmıştır.), 1848 ve 1918
Devrimleri, http://www.uzaklar.net./html/1848ve1918devrimleri.html (Erişim Tarihi: 14 Eylül 2005): pp.
8-15.
60
61
27
1850’li yıllarda ekonomik yükseliş dönemi başlamıştır. Kaliforniya ve Avustralya’da
altın, Meksika’da gümüş madenlerinin bulunması; demiryollarının, telgrafın ve buharlı
gemiciliğin gelişmesi; pozitif bilimlerin gelişimi; Süveyş Kanalı’nın açılması bu
döneme
rastlamıştır.
Bu
gelişmeler
sonucu
Avrupa
endüstrisi
bir
atılım
gerçekleştirmiştir. İzleyen otuz yılda İngiltere’de buhar enerjisi 1.3’ten 7.6 milyon tona,
Fransa’da 0.4’ten 1.3 milyon tona, Alman Konfederasyonu’nda 0.26’dan 5.1 milyon
tona, Avusturya İmparatorluğu’nda 0.1’den 1.6 milyon tona yükselmiştir. Kömür
üretimi ise, İngiltere’de 49’dan 147 milyon tona, Fransa’da 0.8’den 3.8 milyon tona,
Almanya’da 1.3’ten 12 milyon tona çıkmıştır62. Rusya’da 1861 reformuyla başlayan
kapitalist ekonomik dönüşüm de bu dönemde gerçekleşmiştir.
1848 Devrimlerinin yenilgisi izleyen yıllarda başlayan ekonomik yükseliş, işçi sınıfının
nicelik olarak genişlemesine yol açmıştır. 1850’li yılardan itibaren çartist hareket,
işçiler arasında yeniden etkili olmaya başlamıştı. Rusya’da ise Herzen, Çernişevski ve
Ogarev önderliğinde ilk proleter örgütlenme nüvesini oluşturacak olan Zemlya Volya
örgütlenmesi kurulmuştur. Ancak işçi hareketinin ana canlanması, 1857-58 ekonomik
bunalımı ile birlikte gerçekleşmiştir. New York’ta imalat sektöründeki kadın işçiler, 8
Mart 1857’de yaptıkları grevle; 10 saatlik işgünü, işyerindeki temel sağlık koşulları ve
erkeklerle eşit ücret talebini istemişlerdir63. 1859’da Londralı işçilerin grevi ve ortaya
çıkan radikal sendikacılık da Avrupa proletaryasının sessizliğine son vermiştir.
Bu dönemde Londra, Kıta Avrupası’ndaki baskıcı rejimlerden kaçan işçi sınıfı
temsilcilerinin, ülkelerindeki devrimci hareketlerle bağlantı kurdukları bir merkez
işlevini görmüştür. Polonyalı, Alman, Fransız, İtalyan ve İngiliz işçileri arasında bir
ilişki kurulmuştur. İtalya’da süren Ulusal Birlik mücadelesi, 1863’deki Ruslara karşı
Polonya Ayaklanması ve Amerikan İç Savaşı, işçilerin ilgilendiği konulardı. Polonya ile
dayanışma toplantıları işçiler arasındaki ilişkiyi güçlendirmiştir. Ancak işçi hareketini
harekete geçiren esas dinamik Amerikan İç Savaşı ve bu savaşta İngiliz hükümetinin
tutumu olmuştu. İç savaşın yol açtığı pamuk kıtlığının etkisiyle Britanya sanayisinin
temelini oluşturan tekstil sanayi, ani bir hammadde kıtlığıyla karşı karşıya kalmıştı.
Çünkü bu dönemde Britanya’nın ithal ettiği pamuğun %80’i Birleşik Devletler’den
gelmekteydi. Konfederasyon (Güney) gemilerine Kuzey’in uyguladığı abluka sonucu bu
ithalattan mahrum kalan Britanya’da, stokları bulunmayan küçük üreticilerin durumu
62
63
Abenroth, s. 30.
Dünya Sendikalar Federasyonu, s. 19.
28
endüstriyel krizi daha da derinleştirmiştir. Bunun sonucu olarak -örneğin- Lancashire’da
pamuk endüstrisindeki tam istihdam, Kasım 1861’de 533.950 iken, Kasım 1862’de
203.200’e düşmüştür. Yani krizden temel etkilenen -yükünü çeken- işçiler olmuştur.
İngiliz hükümetinin Konfederasyon’u desteklemesine karşılık, Manchesterlı işçiler,
Londra Sendikalar Konseyi ve tüm Britanya işçi sınıfı köleliğe karşı savaşı desteklemiş;
Britanya ve Birleşik Devletler işçileri arasında karşılıklı dayanışma eylemleri
gerçekleşmiştir. Almanya’da ise Ferdinand Lassalle, ilk bağımsız işçi partisinin
adımlarını atmıştır. Bu dönemde Marx, uluslararası sömürünün, yoksul ulusları zengin
uluslara bağımlılaştıran kalıcı bir yapısal ilişki yarattığını ve bunun işçi sınıfı
enternasyonalizmine etkisine dikkat çekmiştir. İrlanda ve Hindistan örneklerinde, bu
sömürü biçiminin kapitalist sistemin özünde yattığı sonucuna varmıştır64.
1860’larda Avrupalı işçilerce kavranan şekliyle proleter örgütlenme sorunu, hem ulusal
ve hem de uluslararası bir sorundu. Buradan hareketle Birinci Enternasyonal sadece bir
ulusal krizden değil, uluslararası işçi hareketinin tarihsel bir dayanışma eyleminin
sonucu olarak doğmuştur.
B. Birinci Enternasyonal (Uluslararası İşçi Birliği) ve Paris Komünü
28 Eylül 1864’te, Birinci Enternasyonal adıyla tanınan Uluslararası İşçi Birliği,
Londra’da kurulmuştur (Enternasyonalizm fikri, sanayi devriminden itibaren gelişen
işçi hareketlerinin yarattığı sinerjinin bir ifadesidir de.) St. Martin’s Hall’de yapılan ilk
toplantısına İngiliz sendikacıları ve işçileri, Fransız işçi delegasyonu ve Londra’da
yaşayan siyasi göçmenler katılmıştır. Hazırlanan geçici tüzükte, işçi sınıfının
kurtuluşunun kendi ellerinde olduğu ifade ediliyor ve işçileri ekonomik bağımlılıktan
kurtarma hedefi benimsenmiştir.
I. Enternasyonal’in kuruluş aşamasında üç önemli siyasi akım temsil edilmiştir: Fransız
Proudhonculuğu,
İtalyan
Mazziniciliği
ve
Trade
Unionism
(sendikacılık).
Proudhonculuk, 1830 Fransız Devrimi anlatılırken açıklanmıştı. Mazzinicilik, henüz
John Bellamy Foster (Monthly Review Dergisi Editörü), “Marks ve Enternasyonalizm”, Cosmopolitik
Dergisi, Çev. Ali Ekber, İlkbahar-Yaz 2002, sayı: 3, s. 11-22. (“Marx and Internationalism”, Monthly
Reivew, Temmuz/Ağustos 2000, sayı: 52, no: 3’ten çevrilmiştir.)
64
29
ulusal birliğini gerçekleştiremeyen İtalya’da gelişen bir düşünce olmuştur. Bu
düşünceye göre bir devrimin itici gücünü sınıf mücadelesi değil, milliyetçi bir halk
ayaklanması oluşturmaktadır. Trade Unionism ise, çartizmin siyasal mücadele
perspektifinden uzak olan, ekonomik hedeflerde odaklanan bir sendikacılıktır65.
I. Enternasyonal’in gelişme sürecini 1865-1867 ve 1868-1870 arasındaki iki döneme
bölmek mümkündür: İlk dönemde farklı eğilimler ve geleneklerin biraraya gelmesinin
güçlükleri; ikinci dönemde ise, sınıf mücadelesinin ve artan grevlerin etkisi altında
yükselen hareketin yansıması yaşanmıştır. I. Enternasyonal kongrelerinin temel özelliği,
sanayi gelişmenin yaşandığı ülkelerde Marx’ın; tarımın ağırlıkta olduğu ülkelerde ise
önceleri Proudhon’un, sonra ise Bakunin’in görüşlerinin etkili olmasıdır66. Genel olarak
baktığımızda Enternasyonal’in yapısının gevşek ve federatif bir yapıda olduğunu ve
Proudhoncu, Bakuninci, Marksist, Blanquist vb. düşüncelerin varolduğunu görebiliriz.
Marksizm, ancak Paris Komünü sonrası proleter hareket içinde genelleşen bir düşünce
olmuştur.
Enternasyonal; 1866 yılındaki Cenevre kongresinde, işgününün yasal olarak 8 saatle
sınırlanmasını benimsemiştir. Bu karar daha sonraki yıllarda dünya işçi sınıfını harekete
geçirecek önemli bir dinamik olacaktır. Ayrıca işçilerin çalışma mevzuatlarına dair
istemleri de, 8 saatlik çalışma talebini bütünlemiş ve işçilerin ekonomik mücadele
programı ortaya konmuştur. Sendikaların işçilerin gündelik mücadelelerinin merkezi
olmasının yanısıra, sosyal ve politik eylemlere de yardımcı olma zorunluluğu
vurgulanmıştır67. Yine 1869 yılında bir Alman sendikacılar heyetiyle konuşmasında
Marx, sendikaların sosyalizmin okulları olduğunu söylemektedir68.
1869 Basel kongresinde de merkeziyetçilik düşüncesini savunan komünistlerle,
federalizm düşüncesini savunan anarşistler arasında ilk ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Yine
bu kongrede sürekli ordunun kaldırılması, kilise ve devletin ayrılması, memurların
seçilebilirliği ve görevden geri alınabilme olanağı, toplanma ve basın özgürlüğü, dolaylı
vergilerin kaldırılması, bankaların, ulaştırmanın ve madenlerin ulusallaştırılması, yerel
65
Abenroth, ss. 34-37.
Bu konu için bkn. Jacques Duclos, Birinci Enternasyonal, Çev. Ö. Ufuk, 2. Baskı, İstanbul: Sorun
Yayınları, Ocak 1988.
67
Duclos, ss. 56-59.
68
John Molyneux, Marksizm ve Parti, Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, Mart
1991, s. 36.
66
30
yönetim ilkesi gibi kararlar benimsenmiştir. Alınan bu kararlar Paris Komünü’ndeki
uygulamaların temelini oluşturacaktı69.
Fransa’da 1850’li yıllardan itibaren demir-çelik, maden ve kimya endüstrisi gelişmiş ve
zanaatkarlardan ayrı olarak bir ücretli emekçi kitlesi oluşmuştu. 1866 yılında 1.825
milyonu bulan Paris nüfusunun 605 bini yeni oluşan işçilerden, yine 70 bini bu işçilerin
yaşama koşullarına yakın zanaatkarlardan oluşmaktaydı. Zanaatkarların mücadelesi
sonucu 1864 yılında dernek kurma hakkı elde edilmiş ve medeni kanunun işverene
hukuki üstünlük sağlayan 1781. maddesi kaldırılmıştı. 1868 yılında ise sendika odaları
kurulmuştu70.
Bonapartist rejimin siyasal baskısına karşı oluşan huzursuzluğa, sömürgelerin
bağımsızlaşma hareketleri eklenince rejim sarsılmıştı. 1870 yılında Prusya’ya açılan
savaş ve Meksika isyanı sonucu Bonaparte devrilmiş; cumhuriyet ilan edilmiştir. Yeni
kurulan burjuva hükümet, Prusya kuşatması altındaki Paris halkını Ulusal Muhafız
adıyla silahlandırdığında, -henüz iktidarını sağlamlaştıramayan burjuvazi yanındaproletarya (ulusal muhafız) ikinci bir iktidar olarak şekillenmiştir. Çünkü işçi sınıfı artık
ne zaman burjuva siyasi haklarını elde etmek için bir mücadele yürütüyorsa, bu
mücadele her defasında bir iktidar biçimini almaktaydı.
18 Mart 1871’de Paris Komünü ilan edilmiştir. Paris Komünü, hedefini “emeği, sınıf
karşıtlığını ortadan kaldıracak ve toplumsal eşitliği sağlayacak yeni temeller üzerinde
yeniden örgütlemek” olarak tanımlamış ve uygulamaya koyulmuştur71. Engels’in
tanımlamasına göre “enternasyonal’in çocuğu”72, Marx’ın tanımlamasına göre
“imparatorluğun doğrudan antitezi” olan Paris Komünü; mülksüzleştiricilerin
mülksüzleşmesini amaçlamıştır73.
Paris Komünü’nün talepleri, Enternasyonal’in 1869 Basel Kongresi’ndeki taleplerdi. Bu
taleplere ek olarak; fırıncıların gece çalıştırılmasının yasaklanması, kira tavanı
C. Galman ve Diğerleri, Paris Komünü ve Marksizm, Çev. Kenan Somer, 1. Baskı, İstanbul: Sarmal
Yayınevi, Şubat 1996, s. 61-62.
70
“1871 Paris Komünü”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi, Cilt: 3, İstanbul: Gelişim
Yayınları, 1975, s. 510.
71
C. Galman ve Diğerleri, s. 7.
72
Karl Marx ve Friedrick Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Çev. M. Kabagil, 3.
Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Ekim 1989, s. 124.
73
Karl Marx, İç Fransa’da Savaş, Çev. Kenan Somer, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Ekim 1991, ss.
57-62.
69
31
konulması, işyeri sahiplerinin ücretler üzerinden para cezası kesmesinin yasaklanması,
asgari ücret güvencesinin getirilmesi, terkedilen işyerlerinin işletmeye açılması ve
hayırsever derneklerinin yasaklanması gibi uygulamalar hayata geçirilmiştir. 1869
taleplerinden bir tek bankaların ve demiryollarının ulusallaştırılması talebi hayata
geçmemiştir. Çünkü Komün’ü monarşiye karşı cumhuriyetin bir kalesi olarak gören
Paris küçük burjuva demokratları ve bir çok radikal burjuva, en demokratik istemleri
uyguladığı sürece işçi hükümetini bütün olanaklarıyla desteklemişlerdir (özel mülkiyet
ilkesine kastetmemesi koşuluyla). Bir de Komün’de en eleştirilen nokta merkez bankası
niteliğinde olan Fransız Bankası’nın kamulaştırılmamasıdır. Bu eksiklik Komün’ün
temel yenilgi nedenlerinden birisi olarak gösterilir74.
Paris Komünü’nde politik olarak en etkili guruplar Blanquistler ve Proudhoncular
olmuştur. Buna ek olarak Marksistler, Lassalleciler, Bakuninciler, Jakobinler
(cumhuriyetçi burjuvalar) ve Trade-Unioncular bulunmaktaydı. Paris Komünü kent
merkezini kapsamıştır. Kapitalizmin gelişme dinamikleri tükenmemiş ve köylülerle bağ
kurulamamıştı. Komün deneyimi, dönemin Fransız toplumunun en kalabalık sınıfı olan
köylülüğün desteği olmadıkça, işçi sınıfının bir zaferine güvenmenin güç olduğu
konusunda hiçbir kuşku bırakmamıştır75. Komüncüler ise zanaatçılar ya da işçilerdi.
Parisli işçiler artık 1848 barikatçıları olmamakla birlikte, henüz modern proletarya da
değildi. Paris’te modern proletarya ancak 19.yy.ın sonundan itibaren gelişmiştir.
Birçok ülkede Paris Komünü’yle dayanışma hareketi gerçekleşmiştir. 1871’de
İngiltere’de Enternasyonal’e bağlı Toprak ve Emek Birliği üyeleri, Komün tipi
cumhuriyetin kurulmasını istiyorlardı. İspanya ve İtalya’da da benzer olaylarla
karşılaşılıyordu. Amerika ve Avrupa’da grevler yoğunlaştı ve siyasal içerikler kazandı.
Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Avustralya’da da destek eylemleri gerçekleşmiştir.
Enternasyonal’in 1. maddesi olan “işçi sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının eseri olmalıdır”
ilkesi dünya çapında destek görmeye başlamıştır76. Paris Komünü 28 mayıs 1871’de
Prusya desteğindeki merkezi Fransız hükümeti tarafından sona erdirilmiştir.
“1871 Paris Komünü”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi, ss. 493-495.
C. Galman ve Diğerleri, s. 133.
76
C. Galman ve Diğerleri, ss. 149-162. (Paris Komünü’nde ezici çoğunluğu Fransızların oluşturmasına
rağmen birçok göçmen işçinin de Komün üyesi olduğunu hatırlatmakta fayda var. Öyle ki Alman Leo
Frankel Komün’ün Çalışma Bakanı’dır. Bu nokta günümüz işçi sınıfı mücadelesini tartışırken, özellikle
göçmen işçilerin örgütlenmesi sorununda akıllarda kalmalıdır.)
74
75
32
Paris Komünü deneyimi Enternasyonal içinde birçok tartışma başlatmıştır. Ancak en
önemlisi anarşizmle sosyalizm arasındaki bağları koparan, işçi hareketi içinde
marksizmin ve anarşizmin en etkili iki akım olmasını sağlayan; Marx ve Bakunin
arasında gerçekleşen devlet üzerine olan tartışmadır. Marx’a göre devlet, bir sınıfın
başka bir sınıf tarafından bastırılmasına yarayan bir makineden başka bir şey değildir77.
Çünkü modern sanayi geliştikçe devlet, sermayenin emek üzerindeki sınıf aygıtı niteliği
taşımaya başlıyordu. Bu yüzden işçi sınıfı devlet makinesini olduğu gibi alıp işletmekle
yetinmemeliydi. Burjuva devlet mekanizmasını kırmak zorunluydu78. Bakunin ise
Komünü, devletin yadsınması ve anarşist federalizmin doğuşu olarak yorumlamaktadır.
Bakunin “Paris Komünü ve Devlet Fikri” adlı yapıtında Komün’ün devrimci
sosyalistlerin, yani anarşistlerin parlak bir deneyimi ve devletin açıkça yadsıması
olduğunu ileri sürüyordu. Komün’ün büyük yanılgısını; komüncülerin, anarşizmin ilk
koşulundan vazgeçmeleri ve devrimci bir hükümet ile bir ordu kurmaları olarak görüyor
ve Komün’ü jakobenizmle eleştiriyordu. Bakunin’e göre proletarya her türlü siyasal
etkinlikten vazgeçmeliydi. Geleceğin toplumu, işçilerin özgür birlik ve federasyonu
biçiminde örgütlenen özgürlükçü bir düzen olacaktı79.
Paris Komünü sonrası Enternasyonal içindeki tartışmalar ve Enternasyonal’e yönelik
uluslararası baskılar sonucu örgütlenme bir kriz sürecine girmiştir. Özellikle Marksistler
ve Blanquistler arasında gelişen tartışmalar80; İngiliz Trade-Unioncuları ile gelişen
tartışmalar (çoğunluğu özel mülkiyet ilkesini savunuyordu) sonucu örgütlenme dağılma
sürecine girmiştir. Bu süreçte Amerika’da Komüne beslenen sempati üzerine
Enternasyonal Philadelphia’ya taşınmıştır. 1876 yılında yapılan son kongresinde I.
Enternasyonal’in varlığına resmen son verilmiştir.
Komünün en önemli pratik derslerinden birisi de proletaryanın bağımsız bir parti
şeklinde örgütlü olmamasıdır. Bu sorun, Enternasyonal’in 1871 Londra ve 1872 Lahey
kongrelerinde ortaya konmuş ve izleyen yıllarda uluslararası işçi hareketinin en önemli
ve en güncel sorunu haline gelmiştir. Ayrıca 1866’daki Cenevre Raporu’nda da kitlesel
Marx, Fransa’da İç Savaş, s. 19.
Burjuva devlet mekanizmasının kırılma zorunluluğunu Marx, ilk kez Lois Bonaparte’nin 18 Brumaire’i
adlı eserinde ortaya koymuştur. Daha ayrıntılı olarak bu konuyu Paris Komünü üzerine görüşlerini
yazdığı Fransa’da İç Savaş adlı eserinde incelemiştir.
79
Paul Avrich, Anarşist Portreler-I, Çev. Osman Akınhay, 1. Baskı, İstanbul: Sarmal Yayınevi, Mayıs
1992, s. 142.
80
Blanquistlerle Marksistler arasında yapılan tartışma için bkn. Friedrick Engels, Blankici Komün
Mültecilerinin Programı, Marks-Engels, Seçme Yazılar, Cilt: 2, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları,
Temmuz 1977, s. 453-461.
77
78
33
sendikalar oluşturma fikri benimsenmiştir. Ancak sendikaların tek başlarına işgününün
kısaltılması ve yüksek ücretler için mücadele edebileceği, yani; kapitalist sistem
içindeki taleplerle yetineceği vurgulanmıştır. Bu yüzden bütün Avrupa ülke işçilerine
bağımsız işçi partisi kurulması hedefi gösterilmiştir. Bu süreçte işçi hareketinin ağırlık
merkezi Fransa’dan Almanya’ya geçmiş ve Marksizm81le anarşizm, Komünü izleyen
yıllarda yayılmıştır. Bu dönem II. Enternasyonal’i hazırlayan gelişmeleri barındırması
açısından bir geçiş süreci olarak algılanabilir.
C. İşçi Sınıfı Partilerinin ve Kitlesel Sendikaların Doğuşu
Bağımsız işçi hareketinin ilk adımları Almanya’da Leipzig işçileri tarafından atılmıştır.
1862 yılında oluşturmaya başladıkları örgütlenmenin önderliğini Ferdinand Lassalle
yapmıştır. Lassalle’a göre, işçilerin görevi genel oy hakkının tanınması ve devletin
yardımıyla üretim kooperatiflerinin oluşturulması için bir siyasi parti yapılanmasını
gerçekleştirmekti. Böylece özgür halk devletine ulaşılacaktı. Yani Lassalle’de toplumsal
sorunların çözümü, devlete bağlanmaktadır. Ücretlerin tunç yasası adını verdiği
görüşüne
göre,
ücretli
işçilik
devam
ettiği
sürece
işçiler
yoksulluktan
kurtulamayacaklardı. Buna alternatif olarak da emeğin tüm ürününe sahip olacağı
üretim kooperatiflerini görmekteydi. Böylece 1863 yılında Alman İşçileri Genel Birliği
(Union Générale des Ouvriers Allemands); bir yıl sonra Lassalle’ın ölümüyle Birlik’in
başkanı olan J.B. von Schweitzer örgütlenmeyi Prusya’nın hedefleri doğrultusunda bir
çizgiye oturtunca, I. Enternasyonal çizgisinde olan marksist Wilhelm Liebknect ve
Auguste Bebel önderliğinde 1869 yılında Eisenach’lılar Partisi (Sosyal Demokrat İşçi
Partisi) kurulmuştur82. Bu örgütlenme ilk bağımsız işçi partisidir.
1866 yılında Prusya ve Avusturya arasında yaşanan savaş sonucu galip gelen Prusya
önderliğinde Kuzey Alman Birliği kurulmuş ve Almanya’da 1866 yılında genel oy
sistemi kurumsallaşmıştır. 1871 Fransa Savaşı sonucunda ise Almanya kurulmuştur.
Bu noktada Marx’ın Kapital I-II-III eserlerine değinmek gerekir. İlk cildi 1867’de yayınlanan, ikinci
cildi Marx’ın ölümünden sonra Engels tarafından derlenip 1885 yılında yayınlanan ve yine son cildi
Engels tarafından 1894’te yayınlanan Kapital, burjuva iktisatçılar dahil; bugüne kadar yapılan en
kapsamlı kapitalizm analizi olarak kabul edilmektedir. Kapital’de sermaye ile emek arasındaki ilişki
gözler önüne serilmiştir. Kapital’in özet bir anlatımı için bkn. Friedrick Engels, “Marks’ın Kapital’i”,
Marks-Engels: Seçme Yazılar, Cilt: 2, ss. 174-182.
82
Beer, ss. 567-569.
81
34
1875’te Lasalle’cılar ve Eisenach’lılar birleşerek Alman Sosyal Demokrat Partisi’ni
(Sozialdemokratische Partei Deutschlands-SPD) oluşturmuşlardır.
Kuruluşundan
itibaren parti giderek kitleselleşmiştir. Bu süreci Bismarc’ın 1878-90 yılları arasında
yürürlüğe koyduğu sosyalistlere karşı yasa -ki bu yasayla toplantılar yasaklanmış,
gazeteler baskı altına alınmış ve bir siyasal partinin normal faaliyetleri çok
zorlaştırılmıştı- ve hükümetin aldığı kaza, hastalık ve sağlık sigortası gibi (ilk sosyal
politika83 örnekleri) önlemler de engelleyememiştir.
Marks ve Engels bu birleşmenin ilkelerini şiddetle eleştirmişlerdir. Engels’e göre SPD
karma ve çelişkili bir ideolojiye sahipti84. Engels, 1891’de Kautksy tarafından
hazırlanan Erfurt programındaki barışçıl yoldan sosyalizme geçiş ilkesini de eleştirecek
ve çalışma odaları vasıtasıyla işçilerin ve patronların işbirliği yapmasına karşı çıkacak;
bağımsız işçi odasını savunacaktı85. Bu yıllarda Avrupa’da kurulacak olan bütün işçi
partilerinde, 1. Dünya Savaşı’nda işçi partilerinin bölünmesine neden olan tartışmalar
tam da bu temelden başlamıştır. İşçi sınıfı partilerini oluşturacak olan büyük bir
çoğunluk, siyasal iktidarın işçi sınıfı tarafından fethi ve üretim araçlarının
kamulaştırılmasına karşılık, işçilerin devlet yönetimine katılması fikrini savunacak ve
tek tek reformlar için mücadele ederek, kapitalizmle sosyalizmin barışçıl bir biçimde
bütünleşmesini hedefleyecekti. Bu tartışma bugün bile işçi sınıfı mücadelesinin önemli
bir gündemi olmaktadır.
Diğer Avrupa ülkelerindeki işçi sınıfı partileri ve sendikaların gelişimine bakarsak86;
Avusturya-Macaristan’da işçi hareketi Almanya’ya paralel olarak gelişmiştir. Andreas
Schhen, Johann Most ve Pabst önderliğinde 1872 yılında Avusturya Sosyal Demokrat
“Sosyal politika” (sozialpolitik) terimini, ilk kez Almanya’da Prof. Riechl kullanmıştır. 20. yy.ın
başlarına kadar bilimsel bir disiplin olmayan sosyal politika, “kapitalist ekonomi düzeninde iki sınıf
arasındaki tezatları ve mücadeleleri hafifletmeye, mümkün olduğu takdirde bunları ortadan kaldırmaya,
mevcut ve yürürlükteki düzeni devam ettirmeye ve sağlamlaştırmaya yönelmiş bir siyaset(tir)”. Ulusal
düzeyde sosyal politika oluşturma girişimleri de Fransa, Almanya ve özellikle İsviçre’de 19. yy.ın son
çeyreğinde ortaya çıkmıştır. Mesut Gülmez, “Kavramlar Tanımlar”, Uluslararası Sosyal Politika,
Ankara: TODAİ Yayınları, 2000, s. 1.
84
Marx ve Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, s. 60.
85
Marx ve Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, ss. 100-106. (SPD’nin Marksizmden
uzaklaşma eğilimleri Engels’le hep polemik oluşturmuştur. SPD’nin barışçıl yoldan sosyalizme geçiş
fikrine karşı; Engels, Paris Komünü’nün proletarya diktatörlüğü olduğunu savunmuştur. Bkn. Fransa’da
İç Savaşa Önsöz, s. 20. Ayrıca Erfurt Programı’nın eleştirisinin önemi, Engels’in SPD’nin programını
eleştirirken, -sendikaların siyaseten tarafsız kalması, legalizm vb.- II. Enternasyonal’in bütün partilerine
örnek teşkil eden SPD şahsında Enternasyonal’e egemen anlayışı eleştirmesinde yatar.)
86
Beer, ss. 589-602; Abenroth, ss. 51-58.
83
35
Partisi (Sozialdemokratische Partei Österreichs-SPÖ) kurulmuştur. Bulanık bir
programa sahip olan parti, bir yıl sonra radikaller ve ılımlılar olarak ikiye bölünmüştür.
1888 yılında Victor Adler önderliğinde yeniden birleşmiştir. Ayrıca 1880 sonrası
Viyanalı işçiler arasında anarşist görüşler de oldukça etkili olmuştur.
Çartist hareketin yıkılmasından sonra, Büyük Britanya’da ilk olarak Trade-Union’lar
(sendikalar) ortaya çıkmıştır. Bu sendikalar 1868 yılında bir araya gelmiş ve Sendikalar
Kongresi’ni (Trade-Union Congress-TUC) kurarak, ulusal sendikaların temelini
atmışlardır. 1882 yılında ise Henry Myers Hyndman önderliğinde Demokratik
Federasyon (kısa bir süre sonra Sosyal Demokrat Federasyon adını alacaktı)
kurulmuştur. Federasyon özellikle işsizler üzerinde etkili olmuştur. Yine 1884 yılında
Sidney Webb, Beatrice Webb ve Bernard Shaw önderliğinde sosyalizme parlamenter
reformlar yoluyla ulaşılabileceğini savunan Fabian Derneği kuruldu. James Keir
Hardie’de İskoç İşçi Partisi’ni kurmuştur.
Fransa’da Paris Komünü sonrası işçi hareketi ancak 80’li yıllarda toparlanmıştır. Çünkü
Komün sonrası yasaklamalar, ancak 1879’da hafifletilmişti. 1880 yılında Jules Guesde
ve Paul Lafarge önderliğinde -Marksist- Fransız İşçi Partisi kurulmuştur. SPD ile
karşılaştırılabilecek güçte bir parti ve gelenek üretebilecek tek ülke Fransa’ydı. Ancak
1882’de Paul Brousse ve Benoit Malon önderliğinde İşçi Partisi’nden ayrılan çoğunluk,
anarşistleri de içine alarak yeni bir parti kurmuştur. Bu partiye, elde edilmesi olanaklı
şeyi elde etme yolundaki reformist ilkeyi benimsediği için Olanakçılar (PossibilistsFédération des Travailleurs Socialistes de France) denmiştir. Burjuva demokratlarıyla
sistemli bir ittifakı savunmuş ve federal bir Fransa istemişlerdir. Olanakçılar 1889’a
kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Auguste Blanqui de, 1881’de Merkezi Devrimci
Komite (Comité Central Révolutionnaire) isimli bir örgüt kurmuştur. Daha sonra
Blanquiciler, Edouard Vaillant önderliğinde Sosyalist Devrim Partisi adıyla
örgütlendiler. Millerand, Viviani, Briand, Augagneur ve Jaurés de bağımsız bir
sosyalistler örgütü kurmuştur. Bu dönemde Fransız işçi sınıfı 1884’te sendikal
örgütlenme hakkını elde etmiştir.
İtalya’da endüstrileşme daha geri ve yavaş gelişmiştir. I. Enternasyonal döneminde
filizlenen işçi örgütlenmeleri Carlo Cafferio ve Matesta önderliğinde Bakuninci
anarşizmin etkisi altında oluşmuştur. 1892’de de belirsiz biçimde Marksist ama
36
anarşizm karşıtı İtalyan Sosyalist Partisi (Partito Sosialista Italiano-PSI) kurulmuştur.
İspanya’da ise endüstrileşme İtalya’dan da geriydi. Burada da anarşistler etkiliydi.
Tarım işçileri ve kalifiye işçilerin partisi olan İberya Anarşist Federasyonu (FAI) ve
anarko-sendikalist Ulusal İşçi Federasyonu (CNT) başlıca anarşist örgütlenmelerdir.
Avusturyalı maden işçilerinin ve vasıflı sanayi işçilerinin sendikası olan Ulusal İşçi
Federasyonu (UGT) desteğinde 1879 yılında İspanyol Sosyalist Partisi, Pablo İglesias
tarafından kurulmuştur.
Belçika’da endüstrileşme ileri bir noktadaydı. İşçiler arasında Bakunincilik ve
Blanquizm yaygın görüşlerdi. Hollanda’da ise Hıristiyan sosyalist eski papaz Donala
Niewenhuis’in 1881’de kurduğu Sosyalist Birlik örgütlenmesi etkiliydi. Danimarka’da
İşçi Partisi 1889’da kuruldu. İsveç’te Danimarka’daki işçi partisine dayanan ve
sendikaları da içine alan Sosyal Demokrat Parti 1889’da kuruldu. Norveç’te 1883’te bir
sendika federasyonu ve 1887’de İşçi Partisi kuruldu. İsviçre’de ise önce Bakuninci Jura
Federasyonu etkiliydi. 1873’te sendikalar Hermann Greulich önderliğinde İsviçre İşçi
Birliği adını alarak birleştiler. 1888’de ise İsviçre Sosyal Demokrat Partisi kuruldu.
Rusya’da ise Narodnik adı verilen anarşist guruplar 1870’li ve 1880’li yıllarda etkiliydi.
1876 yılında kapitalistleşmeye karşı Köy Topluluklarını (Mir) savunan Toprak ve
Özgürlük, ardından Şelyabçek Mihaylov ile Sofya Perovskaya önderliğinde Narodnaya
Volya (Halkın İradesi) örgütlenmeleri kuruldu. 1883’te Cenevre’de sürgünde George
Plekhanov, Paul Axelrod ve Vera Zasulich Marksist Emeğin Kurtuluşu gurubunu
kurdular. Polonya’da ise narodniklere paralel olarak Proletarya isimli örgüt
kurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nde ise 19.yy.ın sonlarına gelindiğinde feodal ve askeri merkezli yapı
devam etmekteydi. Bu nedenle kapitalist üretim ilişkileri ülkede hızlı gelişme gösterme
olanağı bulamamıştır87. Türk burjuvazisi bürokratik yapısıyla yavaş gelişim gösteren bir
ticaret burjuvazisi özelliği göstermektedir. Tüm bu durum işçi sınıfın sayıca az ve
örgütsüz olmasına neden olmaktaydı. Böylece işçi hareketi ve örgütleri gelişim
gösterememekteydi. Bugünkü anlamıyla işçi kavramı Türkiye’de ancak 19. yüzyılın ilk
yarısından sonra kullanılmaya başlamıştır. İşçilerle işverenler arasındaki ücret ve
çalışma koşullarına yönelik ilk anlaşmazlıklarda bu dönemlerde ortaya çıkmıştır88.
Dimıtır Şişmanov, Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi, Çev. Ayşe-Ragıp Zarakolu, 2. Baskı, İstanbul:
Belge Yayınları, 1990, s. 21.
88
Kemal Sülker, Türkiye Sendikacılık Tarihi, 1. Baskı, İstanbul: Bilim Yayınevi, 1987, s. 17.
87
37
1871 yılında kurulan Ameleperver Cemiyeti (İşçi Severler Derneği) Osmanlı
Devleti’nde kurulan ilk işçi örgütüdür. Bu dernek bir sendikadan çok yardımlaşma
sandığı işlevi göstermektedir. 1872 yılının Ocak ayında Türkiye işçi hareketinin ilk
grevi İstanbul’daki tersane işçileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Greve Müslüman ve
Hıristiyan 600 kadar işçi katılmıştır. Daha sonra Abdülhamit’in istibdat rejimi
uyguladığı yıllar boyunca işçi hareketi ve örgütlülükleri tüm topluma yapıldığı gibi
baskıya uğramış ve dağıtılmıştır.
Anarşistlerle Marksistlerin ayrıştığı I. Enternasyonal’in Hauge Kongresi’nden sonra,
anarşistler; birbirinden kopuk ve merkezi olmayan küçük birimler halinde varlıklarını
sürdürdüler. 1881 yılında Kropotkin, Elisée Reclus, Johann Most ve Errico Malatesta
önderliğinde Fransa, İtalya ve ABD’yi kapsayan Kara Enternasyonal (Aliance
Internationale Ouvriére) kuruldu. Ancak Kara Enternasyonal gevşek bir birlik olmaktan
öteye gidememiştir89.
Bu dönemde sekiz saatlik çalışma talebi işçi hareketinin temel eksenini oluşturmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işçi mücadelesi, işçi hareketinin bu talebi en çok
dalgalandırdığı ülke olmuştur. 1871 Paris Komünü yenilgisi sonrası Avrupa’da yukarıda
ifade ettiğimiz gibi işçi sınıfı partileri ve sendikaların kurulması ile anarşist tedhiş
yöntemlerine sıkışan bir işçi mücadelesi mevcuttu. Oysa ABD’de ise, çoğunluğunu
göçmen işçilerin oluşturduğu yeni bir işçi sınıfı oluşmaktaydı. 1 Mayıs ve 8 saatlik
çalışma olarak ifade edebileceğimiz buradaki işçi hareketi, proletaryanın burjuvaziye
karşı dünya çapındaki savaşımının simgesi haline gelmiştir.
19.yy.ın başında oluşan ilk ABD işçileri beyaz ve aristokratik özelliklere sahiptir. Oysa
İç Savaş sonrası yaşanan hızlı sanayileşme ve krizler sonrası çalışma koşulları
kötüleşmiştir. Bu süreçte yaşanan ağır işsizlik koşulları ve vasıflı işçilerin makineleşme
aracılığıyla tasfiye edilmesi sonucu büyük sanayi kentleri oluşmuş; Chicago, Detroit
gibi bu sanayi kentlerinin varoşlarında yaşamaya başlayan işsizler ve yeni göçmenlerle
birlikte işçi hareketinin ilk biçimleri ortaya çıkmıştır.
James Joll, II. Enternasyonal, Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, Aralık 2002,
s. 32.
89
38
İşçi hareketinde atılan ilk önemli örgütsel adım 1863’te kurulan Makinist ve Demirciler
Sendikası’dır. İç Savaş’tan sonra kurulan ilk ulusal işçi federasyonu Ulusal İşçi Birliği
(NLU) önderliğinde I. Enternasyonal’e paralel olarak 8 saat talebine yönelik
kampanyalar başlatılmıştır. 1870’lerin sonunda gizli dernekler, sendikalar ve işçi sınıfı
partileri ortaya çıkmıştır. 1881’de ilk işçi konfederasyonu Amerikan Emek Federasyonu
(AFL) kurulmuştur. 1880’lerin büyük kısmında ise ABD’deki en büyük ve en önemli
işçi örgütü, 1884’te kurulan ve 1886’da 700 binin üzerindeki üye sayısıyla Emek
Şövalyeleri’ydi. Emek Şövalyeleri hem kalifiye hem de kalifiye olmayan işçileri
örgütlemiş, saflarına siyah işçileri almış ve birçok kadın üyeyle kadın örgütçü
barındırmıştır. Emek Şövalyeleri üyeliklerini ücretli işçilerle sınırlamamıştır90.
Bu dönemde ABD Sosyalist İşçi Partisi tek kabul gören işçi partisi olmasına karşın,
Engels’in deyimiyle Alman göçmenleri kapsayan sekter bir örgüt91 olması nedeniyle
1880’de Newyork’tan ayrılan bir gurup, Toplumsal Devrimci Kulüp adıyla anarşist bir
örgüt kurmuştur. Toplumsal Devrimci Kulüpler, Boston’dan Philadelphia, Milwaukee
ve Chicago’ya; özellikle göçmenlerin olduğu şehirlere yayılmıştır. Anarko sendikalistler
siyasal eylemin yararsızlığını savunuyordu. Özellikle Chicago, politik işçi hareketini
barındırmaktaydı ve ABD ekonomisinin ucuz emek ihtiyacını karşılayan, her
milliyetten işçinin toplandığı bir şehirdi. 1884’te Örgütlü Sendikalar Birliği, 1 Mayıs
1886’da fiilen 8 saat çalışılacağını ve buna uymayan fabrikaların fiilen engelleneceğini
ilan etmiştir. 1886 yılı 1 Mayıs’ı, ABD’de emekle sermaye arasındaki en önemli
çatışma günü olmuş, birçok gösteri ve grevler yaşanmıştır.
Bu sürece destek için Kıta Avrupası’ndan Rusya’ya kadar eylemler gerçekleşmiştir (II.
Enternasyonal, kurulduğu 1889 yılında 1 Mayıs’ı uluslararası eylem günü olarak
önermiştir. AFL’de, 1 Mayıs 1890’ı emeğin 8 saati dayatma günü ilan etmiş ve buna
paralel olarak II. Enternasyonal bu kararı kabul etmiştir). 8 saat çalışma, 8 saat
dinlenme ve 8 saat uyku temel prensibine dayanan bu talep; işçi sınıfının toplumsal
ilişkiler ve zihinsel gelişimini içeren, daha iyi bir yaşam isteğinin cisimleştiği bir talep
olmuştur. İzleyen yıllarda Pazar günü çalışma birçok işkolunda kalkmış ve Cumartesi
günü yarım gün tatil hakkı elde edilmiştir92.
Philip Foner, Mayıs Günleri, Çev. Şen Süer Kaya, 1. Baskı, İstanbul: Bibliotek Yayınları, Mayıs 1996,
ss. 14-18.
91
C. Galman ve Diğerleri, s. 123.
92
Foner, ss. 23-38.
90
39
8 saatlik çalışma ve işçi sınıfının parlamentoda genel oy hakkı (yasallaşma) talebi,
19.yy. proletaryasının özgün politik gelişiminin ürünüdür. Ancak işçi partileri ve
sendikalar güçlendikçe, gerek toplumsal yaşamdaki etkileri gerek de parlamenter
temsilcilerinin
etkileri
geliştikçe,
hareketin
sorumluları
parlamenter
etkinliği
mutlaklaştırmak, onu iktidar savaşımının temel aracı durumuna getirmek yönünde bir
eğilim göstermişlerdir. Bu eğilim kendini II. Enternasyonal sürecinde gösterecekti. Yine
bu dönemde oldukça etkili olan anarşist düşünce, bireysel tedhiş yönteminden anarko
sendikalizme yönelince işçi sınıfı içinde etkinliğini başka bir biçimde devam ettirecekti.
Ama bu süreci geçmeden önce, 1880’li yıllardan itibaren ekonomide başlayan
tekelleşme eğilimlerini incelediğimiz zaman işçi sınıfı hareketini daha iyi analiz etme
olanağına kavuşmuş oluruz.
40
İKİNCİ BÖLÜM
İŞÇİ HAREKETLERİNİN TARİHSEL YOL AYRIMI
I. Serbest Rekabetten Tekelleşmeye Doğru
19.yy.ın ikinci yarısı işçi hareketlerinin gelişimine sahne olurken ekonomik anlamda da
büyük değişiklikler gerçekleşmiştir. 1861-1865 İç Savaşı’yla ABD, 1870-71 sürecinde
de Almanya ve İtalya ulusal birliklerini gerçekleştirmiş; Balkanlarda da ulusçu akımın
etkisiyle bağımsızlık hareketleri hız kazanmıştır. Afrika kıtasının keşfi tamamlanmış ve
İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmıştır. Afrika, Asya ve Kuzey Amerika’da
demiryolları, telgraf ve limanların hızlı bir biçimde yapılmasıyla birlikte, ulaşımın ve
iletişimin önündeki engeller kalkmıştır. Böylece endüstri için gereken yeraltı
zenginlikleri, belli ülkelerde gelişen sanayiye aktarılmaya başlanmıştır.
Sanayinin temel iki girdisi olan kömür ve demir üretiminin hızı, büyük bir sıçrama içine
girmiştir. 1880 ile 1913 yılları arası baz alındığında kömür üretimi, İngiltere’de 147’den
292 milyon tona, Fransa’da 19.4’ten 41 milyon tona, Almanya’da 59’dan 277 milyon
tona ve ABD’de 70.5’ten 517 milyon tona çıkmıştır. Yine aynı yıllarda ham demir
üretimi İngiltere’de 7.78’den 10.4 milyon tona, Fransa’da 3.07’den 5.3 milyon tona,
Almanya’da 5.12’den 19.4 milyon tona ve ABD’de 3.84’ten 31.5 milyon tona çıkmıştır.
Avrupa’nın nüfusu 315’ten 419 milyon kişiye, ABD’nin nüfusu ise 51’den 105 milyon
kişiye çıkmıştır93. Sanayi devriminde buharın ve mekaniğin oynadığı rol şimdi kimya ve
elektrik sektörlerine kaymıştır.
Üretimde hızlanan bu anarşi ve hızla yaşanan proleterleşme sonucu işsizlik, fiyatların
düşmesi ve durgunluk gibi eğilimler yeni pazarların bulunması zorunluluğunu ortaya
çıkarmıştır. Yine bu dönemde makineleşmedeki artış diri emeğe olan ihtiyacı azaltmıştı.
Ancak bu da üretimdeki artık değer oranını azaltan bir sonuca yolaçtığı için kar
oranlarının düşme eğilimi daha açıkça ortaya çıkmıştır. Buna çözüm olarak
93
Beer, s. 577.
41
gerçekleştirilen yığın üretimi, karın artırılmasını sağlamıştır. Yığın üretimi için gereken
hammadde ihtiyacı da sömürgelerden sağlanmıştır. Bu durum deniz aşırı birçok
sömürgesi bulunan İngiltere ve Fransa ile Almanya arasında yoğun bir gerilime
yolaçmıştır. Ulusal birliğini geç sağlayan ve bu yüzden de geç kapitalistleşen ülkeler,
örneğin Almanya, korumacı politikalar (1879 gümrük tarifeleri) ve devlet denetimi
vasıtasıyla sanayilerini geliştirme imkanı bulmuşlardır. Bütün bu gelişmeler serbest
rekabetçi kapitalizmin ayırtedici özelliği olan meta ihracına dayalı üretim biçiminin,
ayırtedici özelliği sermaye ihracı olan başka bir biçime dönüşmesine (emperyalizme)
yolaçmıştır.
Serbest rekabetçi kapitalizmin doruk noktası 1860-1880 yılları arasıdır. Ancak 1873
krizi sonrası embriyon halinde başlayan tekelleşme, yüzyılın sonunda ekonomideki
belirleyici özellik halini almıştı. Bu dönemde “Örgütlenme Zorunluluğu” adlı bir kitap
yayınlayan Alman iktisatçı Kestner, tekelci birliklerin (karteller), tekelci olmayan
işletmeler üzerindeki tahakkümünü temel olarak sekiz noktada açıklamaktadır94:
1- Kartele katılmak için hammaddeden yoksun bırakmak,
2- İşçi sendikalarıyla anlaşma yapıp, işçilerin kartel dışı işletmelerde çalışmasını
önlemek,
3- Ulaştırma araçlarından yoksun bırakmak,
4- Mahreçleri kapamak,
5- Müşterilerle sadece kartellerle ticaret ilişkileri yapmaları için anlaşmak,
6- Sistemli bir fiyat rekabetine girmek,
7- Kredileri kesmek,
8- Boykot.
Kestner böylece ticari faaliyetten örgütlü bir spekülasyona gidildiğini vurgulamış ve
tekelci işletmelerle bankalar arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir.
Marx’ın yaşadığı serbest rekabetçi kapitalizm döneminde, en ileri kapitalist-sömürgeci
ülke olan İngiltere’de tekeller ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunu gözlemleyen Marx,
nesnel koşulların yeterince elverişli olmaması nedeniyle tekelcilik eğilimini yaptığı
analize (Kapital’e) almamıştır. Marx’ın ölümünden on bir yıl sonra Engels, Kapital’in
V. İ. Lenin, Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev. Cemal Süreya, 9. Baskı, İstanbul:
Sol Yayınları, Kasım 1992, s. 29-30.
94
42
ikinci ve üçüncü ciltlerini derlerken önsözde tekelleşmeye değinmiş; ancak tekeli,
Marksist iktisadi analize katmamıştır. Engels, tekelci kapitalizme SPD’nin Erfurt
Programı’nı eleştirirken de değinmiştir: “Eğer hisse senetli şirketlerden, koca sanayi
kollarını egemenliği altına alan ve tekelleştiren tröstlere geçersek, bunun yalnızca özel
üretimin değil plan yokluğunun da sonu olduğunu görürüz”95.
Son olarak üretim sürecinin yeni düzenlemesine değinmek gerekir. Frederick Winslow
Taylor’un 1911’de “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” kitabında ifade ettiği Taylorizm,
kapitalist üretimde emek süreci organizasyonu ve emeğin kontrolündeki temel ilkeleri
oluşturmuştur. Taylor’a göre emek gücü, aptallık ve kaytarmacılık gibi doğal
özelliklerinden dolayı, pasifize edilmeli ve makinenin uzantısı haline gelmeliydi. Bu
yüzden üretim süreci küçük parçalara ayrılmalı ve böylece emek gücünden maksimum
verim alınmalıydı. Taylorizm, kapitalist ideolojiyi doğrudan yansıtan bir düşüncedir.
Taylorist ilkelerin pratik uygulanması ise Henry Ford’un otomobil fabrikasında
olmuştur. Fordist montaj hattı (akar band), seri hareket ve süreklilik temelinde,
esnekliği olmayan ve yoğun stoğa dayalı bir sistemdir. II. Dünya Savaşı sonrası
fordizm, dünya çapında yaygınlık kazanmıştır. Ancak fordizmin nitelikleri işçilere tüm
üretimi durdurabilme olanağı da sağlamıştır96.
II. Enternasyonal, serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçilen bir
dönemde ortaya çıkmıştır. Yukarıda değindiğimiz gibi işçi partileri ve sendikalarda
proleterleşme sürecine paralel olarak ortaya çıkmış ve güçlenmişlerdir. Sekiz saatlik
çalışma talebinin harekete kazandırdığı ivme, I. Enternasyonal’in maddi-manevi
gücünün mirası ve genel-eşit oy hakkı ile parlamentoda temsil talepleri II.
Enternasyonal’in ortaya çıkış koşullarını oluşturmuştur.
Marx ve Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, s. 95-96.
Hacer Ansal, “Kapitalizmde Teknolojik Gelişmeler”, Esnek Üretimde İşçiler ve Sendikalar, Birleşik
Metal-İş, http://members.tripod.com/~metalworkers/yayin/esnek3.htm (Erişim Tarihi: 16 Aralık 2005):
pp. 10-20.
95
96
43
II. 1880’lerden I. Dünya Savaşı Sonuna Kadar İşçi Hareketleri
II. Enternasyonal’in kurulmasından 1917’ye kadar geçen bu süreç belki de işçi
mücadelelerinin küllerinden yeniden doğması olarak adlandırılabilir. Çünkü modern işçi
partilerinin ve kitlesel sendikaların doğması sonucu Avrupa’daki işçi mücadeleleri,
enternasyonal bir nitelik almış ve yaklaşan büyük savaşa karşı parlamenter mücadele
ekseninde çözümler aramıştır. Ancak kapitalizmin tekelci aşamasına geçiş, kapitalist
ülkelerarası çelişkileri son haddine vardırmış ve büyük savaş için artık son hazırlıklar
yapılmıştır. Bu noktada kapitalist devletler, işçi sınıfının ayrıcalıklı kesimi olan işçi
aristokrasisi ve onun işçi partilerindeki temsilcilerini savaş lehine tavır almak
konusunda “ikna” etmişlerdir. Böylece büyük umutlarla kurulan II. Enternasyonal’in
varlık nedeni ortadan kalkmıştır. İşçi sınıfı ideolojik-politik-pratik büyük bir yenilgi
(belki de 1990’lardaki reel sosyalizmin çözülmesiyle işçi mücadelelerinde yaşanacak
yenilgi benzeri) alacakken; Rusya’da sosyalizme geçiş, diğer işçi partilerinde savaş
karşıtı pratik etrafında şekillenen sınıf mücadelesi ve Sovyet etkisi; o dönemi işçi
sınıfının yengisi haline dönüştürmüştür. Bu noktada Lenin’in özellikle örgüt,
emperyalizm ve devlet konularında Marksizme yaptığı ideolojik-politik katkı, 21.yy.ın
Marksizmi olarak adlandırılacak Leninizmi doğurmuştu. Bu süreç 21.yy.daki işçi
mücadeleleri ve daha genel anlamda ideolojik-politik olayları anlamamız için bir
anahtar niteliğindedir.
A. İkinci Enternasyonal’in Kuruluşu (1889-1896 Dönemi)
Yeni kurulan işçi partilerinde uluslararası bağlantıların yeniden kurulması istenmiştir.
SPD’nin 1887’deki toplantısında uluslararası sosyalist kongre toplanması kararı
alınmıştı. Yine aynı yıl benzer bir girişim İngiliz sendikacılar ve Fransız Olanakçılar
tarafından başlatılmıştı. Swansea’da toplanan Sendikalar Kongresi sekiz saatlik işgünü
için bir uluslararası konferans toplama kararı almıştı. Aynı anda alınan bu iki karar,
toplantının sendikaları mı yoksa partileri mi kapsayacağı ve bileşenlerinin kimler
olacağı sorularını beraberinde getirmişti. Böylece 1889 yılında Paris’te iki ayrı
uluslararası sosyalist kongre gerçekleştirilmiştir. Alman Marksistleri önderliğinde
44
yapılan kongrede -ki II. Enternasyonal’in kuruluşu olarak kabul edilir- proletaryanın
siyasal birliği vurgusu yapılmıştır. Bu kongrenin önemi, Komün’den beri sosyalist
önderlerin düştüğü yalıtılmışlığı kırması ve sosyalistler arası bilgi alışverişinin
sağlanmasıdır. Böylece Avrupa’nın küçük partilerine verilecek destek vasıtasıyla
onların gelişimlerinin önü açılmış, sosyalist gelişmenin ortak biçimi kavranılmıştı.
Kongrede çalışma koşullarının iyileştirilmesi, sekiz saatlik işgünü sağlanması, orduların
dağıtılıp yerine silahlı milislerin devralması kararları alınmış ve gelişen sosyalizm
mücadelesinin savaşları kendiliğinden ortadan kaldıracağı tespiti yapılmıştır97.
Savaş karşıtlığı II. Enternasyonal’in temelini; işçilerin genel oy hakkı yolu ve kitlesel
işçi partileri aracılığı ile parlamentoda temsili ise Enternasyonal’in temel mücadele
biçimini oluşturmuştur. Bunun dışında doğrudan eylem yoluyla, özellikle genel grev
yoluyla bu haklar için mücadele edilmesi görüşü de savunulmakla birlikte, doğrudan
eylem; Rusya, Belçika ve Fransa dışında hayata geçememiştir. Bunda II.
Enternasyonal’in belirleyici pozisyonundaki SPD’nin, yasallığa sıkı sıkıya sarılan
örgütlenme biçimi önemli rol oynamıştır. SPD’nin bu düzeyde belirleyici olmasındaki
temel etken, parlamentodaki ve işçilerin gündelik yaşamındaki gücüdür. Diğer etkense
Avrupa’nın diğer büyük ülkesi olan Fransız sosyalistlerinin kendi içlerinde bölünmüş
olması ve tarz olarak Fransız biçimi mücadelenin 1871 sonrası ağır biçimde yenilgiye
uğramasıdır98. Olanakçı Kongre diye adlandırılan diğer kongrede ise, emek koşullarının
iyileştirilmesi gibi pratik önlemler tartışılmıştır. Fakat bu girişim dağılmıştır.
1889’dan 1896’daki Londra Kongresi’ne kadar II. Enternasyonal’deki temel tartışma,
anarşistlerle Marksistler arasındaki ilişkinin nasıl olacağı sorusudur. Çünkü I.
Enternasyonal’in dağılmasındaki temel etkenlerden birisi, anarşistlerin devlete bakışı ve
mücadele biçimleriydi. 1881’de Rus Çarı, 1894’te Fransa Cumhurbaşkanı, 1898’de
Avusturya İmparatoriçesi, 1900’de İtalya Kralı ve 1901’de ABD Başkanını öldüren
anarşist tedhiş hareketi, kapitalist sistemi yıkamamış, aksine; işçi sınıfına karşı sert
uygulamaların hayata geçmesine neden olmuştu. Bu noktada anarşistler de -tedhiş
eylemlerine devam edenler olsa da- başka bir mücadele tarzına, anarko-sendikalizme
yönelmişlerdir. Anarko-sendikalizme göre parlamenter eylem yararsızdır. Daha geniş
97
Joll, s. 49.
Bu konu için James Joll’un yazdığı II. Enternasyonal kitabı incelenebilir. Çünkü SPD’nin mücadele
biçimi, II. Enternasyonal’in geleceğini belirlemiş ve hatta bugünün Avrupa toplumlarındaki sosyal
demokrat partilerinin anlayışının temelini oluşturmuştur.
98
45
anlamda ise işçi sınıfı siyasal mücadele yoluyla değil, siyaset dışı alandan yapılan
doğrudan eylem -genel grev- yoluyla devrim yapabilirdi. Tabi ki doğrudan eylem,
sadece devrim yapmak için savunulmamakta, işçilerin ekonomik haklarını elde etmeleri
için de savunulmaktaydı. Anarko-sendikalizmle birlikte, anarşistler “örgüt” fikrine karşı
olmalarına rağmen sanayi işçilerinin örgütü olan sendikaları baz almışlardır. Ancak bu
sendikalar; örgüt içi kuralların asgariye indiği, bireyin ön plana çıktığı örgütlenmelerdir.
Devrim sonrası toplumsal düzenin temeli bu sendikalar olacaktır99. Sendikalara “Emek
Birlikleri” adı verilmekte, işçiler meslek ayrımı gözetilmeksizin önce mahalli planda,
sonra bölgesel ve ulusal planda biraraya gelmekteydi. Anarko-sendikalizm, Georges
Sorel’de kuramcısını bulmuş ve 1895’de kurulan Genel İş Federasyonu’nda
(Confédération Generale du Travail-CGT) cisimleşmiştir100.
1891 Brüksel ve 1893 Zürich Kongreleri’nde anarşistlerle Marksistler arasında, savaş ve
savaşa karşı takınılacak eylem biçimi arasında çıkan anlaşmazlıklarda -ki anarşistler
Hollanda’da çoğunluktaydılar, Fransa’da da sendikal harekette etkindiler- gerilimler
yaşanmıştır. Bu noktada Marksistlerin tutumunu en iyi Bebel yansıtmıştır: “Onların
(anarşistlerin) ne programları var ne de ilkeleri; tabii burjuvaziden daha büyük
düşmanları kabul ettikleri sosyal demokratlarla mücadele etme amacını saymazsak.
Onlarla hiçbir ilişkimiz olamaz”101. Nihayet 1896 Londra Kongresi’nde CGT’li anarşist
sendikacıların ve Kropotkin, Malatesta, Nieuwenhuis gibi anarşistlerin de katılımıyla
gerçekleşen tartışma, anarşistlerin II. Enternasyonal’den ihracıyla son bulmuştur.
1891 Brüksel Kongresi’nde sendikal faaliyet ve sendikalar arasındaki iletişim konuları
ele alınmıştır. Her ülkede bir sendikal sekretarya kurulması benimsenmiştir. Bu sayede
bir ülkede emekle sermaye arasında bir çatışma çıktığında, diğer ülkelerdeki işçiler bu
çatışmadan haberdar olacak ve uluslararası dayanışma sağlanacaktı. Ayrıca tekellerin
her sektöre hızla hakim olması, sendikaları meslek ve işkolu düzeyinde güçlendirme
zorunluluğunu ortaya çıkarmıştı. Bütün bu ihtiyaçların sonucu olarak Uluslararası
Meslek Sekretaryaları (ITS) kurulmuştur. 1903 yılında bu uluslararası sendika
kuruluşları inşaat, madencilik, grafik sanatlar, taşımacılık, metalürji ve dokumacılık
işkolları dahil olmak üzere 17 işkolunu kapsamıştır. Aynı yıl bütün ülkelerdeki
Alpaslan Işıklı, Sendikacılık ve Siyaset, 4. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1990, s. 218.
“Avrupa’da Anarşizm”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi, İstanbul: Gelişim Yayınları,
Cilt 3, 1975, s. 565.
101
Woodcock, s. 268.
99
100
46
sekretaryaları kapsayacak eşgüdüm merkezi olan Uluslararası Sendika Sekretaryası
kurulmuştur. 1913 yılında Uluslararası Sendikalar Federasyonu’na dönüşen fakat I.
Dünya Savaşı süreci içinde dağılan bu oluşum, dünya sendikal merkezi oluşturmak için
yapılan ilk girişim sayılabilir102.
Bu dönemde sendikalar konusunda son olarak, AFL’nin kuruluşundan 1924 yılına kadar
(1893-1895 hariç) başkan olan Samuel Gompers’in adıyla özdeşleşen Gomperizm
akımına değinmekte yarar vardır. Gompers, işçilerin siyasal parti kurma fikrine karşı
çıkmış ve politika dışı bir düz sendikacılığı savunmuştur. Anti-sosyalist bir çizgide
şekillenen Gomperizm, devletleştirme fikrine de karşı çıkmış, laissez-faire kuralları
içinde sendikaların, en iyi ücreti sağlamaya yönelik çaba göstermesi gerektiğini
savunmuştur. Sendikalar örgütlenmiş işçi kitlelerinin örgütlenmesidir ve örgütlü
olmayan işçilerin haklarını düşünmeleri gerekmez103. Böylece işçi sınıfının bütününü
kapsamak yerine, işçi sınıfı içindeki bölünmeleri (vasıflı-vasıfsız gibi) artıran, “bütün
ülkelerin işçileri birleşiniz” söylemine zıt, politik alanı burjuvaziye bırakan bir
sendikacılık ortaya çıkmıştır. AFL günümüze kadar benzer bir çizgiyi devam ettirmiş ve
ABD dış politikasının dünya işçilerine yönelik stratejisinin bir parçası haline gelmiştir.
B. Reformizme ve Revizyonizme Karşı Mücadele (1896-1904 Dönemi)
1896-1904 arasındaki döneme, sosyalist partilerin burjuva hükümetlere karşı tutumu ve
reformizm-revizyonizm tartışmaları damgasını vurmuştur. Kitlesel işçi partilerinin
gelişimine paralel olarak başlayan kriz, SPD’de kuramsal düzeyde, Fransa’da ise
eylemler ve gündelik politikanın gerektirdiği sorunlar biçimini almıştır.
Fransa’da Allemaneciler (Parti Ouvrier Socialiste Révolutionnaire-POF), Olanakçılar,
Blanquiciler ve kendilerine Bağımsız Sosyalist adını veren milletvekilleri ılımlı
reformlara, sömürgeciliğe ve anti-demokratik uygulamalara karşı oy vermişlerdir.
Dünya Sendikalar Federasyonu, s. 15. (Buraya kadar işçi hareketinin gelişimi Avrupa ve ABD
merkezli anlatılmıştır. Ancak bu durum dünyanın diğer bölgelerinde işçi hareketlerinin olmadığı anlamına
gelmemektedir. 18.yy.ın sonu ve 19.yy.ın başında Orta ve Güney Amerika’da ilk grevler ve sendikalar
ortaya çıkmıştır. Yine aynı dönemde benzer bir gelişim süreci G. Afrika, Hindistan, Çin ve Japonya’da
yaşanmıştır.)
103
Işıklı, s. 158.
102
47
Sosyalist milletvekillerinin 1890’larda hükümeti değiştirme gücü bile bulunuyordu.
Pratik başarılara ulaşmak için, sosyalistler arasındaki kuramsal ayrılıklar gözardı
edilmiştir. 1898’de yaşanan “Dreyfus Davası”104 sosyalistler arasındaki ayrımları gözler
önüne serecek ve II. Enternasyonal’e de yansıyan bir kriz yaşanacaktır. Dreyfus
Davası’nda ulusallık, yurtseverlik ve enternasyonalizm konularındaki görüş ayrılıkları
ortaya çıkmıştır. Bağımsız sosyalistlerden Millerand, önceden beri güç kullanımını
reddetmiş, genel oy hakkı ve parlamenter yoldan iktidara varılması gerektiğini
savunmuştur. 1901’de Millerand Ticaret Bakanı olarak hükümete katılmıştır.
Hükümetin Çalışma Bakanı da Komün’ü bastıran General Gallifet’ti105. Bu dönemde
reformist ilke birçok işçi partisine egemen olmuştur. Guesde’in 27 Eylül 1900’de
“İtalyan bir Millerand, Alman, İngiliz bir Millerand’la artık Enternasyonal olamaz”
sözleri, II. Enternasyonal’in kendisinin de içinde yeraldığı 1914 Ağustosu’ndaki tavrı
açısından önemlidir106.
SPD’de ise tartışma kuramsal çizgide olmuştur. Reformizmin “kuramsal silahı” olan
revizyonizm, sözcüsü Eduard Bernstein’le özdeşleşen (Bernsteinizm) bir şekilde ortaya
çıkmıştır. 1899’da yayımladığı “Sosyalizmin Öngörüleri ve Sosyal Demokrasinin
Görevleri”
(Die
Voraussetsungen
des
Sozialismus
und
die
Aufgaben
der
Sozialdemokratie) adlı kitabında marksist kurama üç ana noktada saldırmıştır: Maddeci
tarih görüşü, emek-değer kuramı ve adlandırdığı biçimle “kapitalizmin çöküş kuramı”.
Bernstein’ın şu ünlü sözleri görüşlerini özetlemektedir: “Hareket her şeydir:
sosyalizmin nihai hedefi hiçbir şeydir”107. Bernstein Marksist maddeci tarih kuramını
mekanik bir biçimde algılamış ve eleştirmiştir. Bernstein’e göre, Marx’ın değer ve artıkdeğer kuramı; genel anlamda siyasal iktisadı, kapitalizmin hareket yasalarını
açıklayamamaktaydı.
Çok
sayıda
küçük
firmanın
varlığı
sermayenin
merkezileşmediğinin bir kanıtıydı. İletişimin, ulaştırmanın gelişmesi ve pazarın
genişlemesi, uzun bir süre ticari krizlerin ortaya çıkmasına engeldi108.
Yüzbaşı Dreyfus’un casuslukla ithamı üzerine, gerici monarşist çevreler cumhuriyete ve demokratik
özgürlüklere karşı bir saldırı başlatmışlardır. Cumhuriyetçi burjuvazi Dreyfus’un özgürlüğüne yönelik bir
kampanya düzenlemiş ve sosyalistlerin bir bölümü bu kampanyayı desteklemişti. Tartışma burjuva
partilerle işbirliği ekseninde olmuştur.
105
Joll, ss. 75-81.
106
Joll, s. 90.
107
Joll, s. 87.
108
Fine, Hardach ve Karras, ss. 83-85.
104
48
Bu görüşleri II. Enternasyonal’in en ünlü kuramcısı olacak olan Karl Kautsky,
“Bernstein ve Sosyal-Demokrat Program” (Bernstein und das sozialdemokratische
Programm: Antikritik-Stuttgart 1899) adlı kitabında Marksizmin genel ilkeleri
vasıtasıyla çürütmüştür. SPD’nin sol kanadında yer alacak olan Rosa Luxemburg’da
Bernstein’ın; sendikalar, sosyal reformlar ve devletin siyasi demokratikleştirilmesi,
sosyalizme geçiş araçlarıdır görüşünü, burjuvazinin toplumsal varlığının ve politik
etkinliğinin bir eylemidir, diye eleştirir109. Bu bakımdan revizyonizm, işçi sınıfı
ideolojisi olarak sosyalizmin-Marksizmin burjuvazi tarafından tahrifidir. Böylece
revizyonizm, SPD’nin 1899 Hannover Kongresi’nde mahkum edilmiştir.
Reformizm ve revizyonizm, sosyal demokrasinin kitlesel ve parlamenter alandaki
başarısının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Millerand’ın bakan olması sonucu,
Kautsky’nin önerisiyle II. Enternasyonal, sosyalistlerin geçici ve istisnai olarak burjuva
hükümetlere girmesine -parti tarafından kabul edilirse- izin veriyordu110. Takiben
Fransız sosyalistleri arasındaki bölünme 1902’de resmileşmiştir. Guesde ve Vailant
önderliğinde Fransa Sosyalist Partisi (Parti Socialiste de France), Jaures önderliğinde
eski Olanakçılar ve bağımsızların oluşturduğu Fransız Sosyalist Partisi (Parti Socialiste
Français) kurulmuştur.
Revizyonizm tartışmaları “gericiliğin kalesi” olarak adlandırılan Çarlık Rusyası’ndaki
sosyalistler arasında “ekonomizm” adıyla ortaya çıkmıştır111. Rusya’da ana ekonomist
gurup İşçilerin Düşüncesi (Rabocheye Mysl), yarı ekonomist gurup ise İşçilerin Görevi
(Rabocheye Dyelo)’ydi. Ekonomistlere göre politika, ekonomik mücadeleye tabi
olmalıydı. Proletarya yalnız ekonomik mücadele vermeli, politikada liberal muhalefete
destek olmalıydı (yedeklenmeliydi). 1902’de Lenin “Ne Yapmalı?” adlı broşüründe,
ekonomizmin çürütülmesi, merkezileşmiş bir devrimciler örgütü ve Rusya’da merkezi
günlük bir gazete fikirlerini savunmuş ve kendiliğindenliğe-kendiliğindenciliğe karşı
bilinç temasını işlemiştir. Lenin’e göre sınıf mücadelesi kendiliğindenlikten bilinçliliğe
hareket eder ve politik mücadele temel alınmalıdır. “Politik sınıf bilinci işçilere ancak
dışarıdan, yani ekonomik mücadelenin dışından, işçiler ile patronlar arasındaki ilişkiler
Rosa Luxemburg, Sosyal Reform mu Devrim mi?, Çev. Nihal Yılmaz, 1. Baskı, İstanbul: Belge
Yayınları, Ağustos 1993, s. 58.
110
Joll, s. 90.
111
Rusya’da sosyal demokrat hareketin gelişimi sürecini incelemek için bkn. E. H. Carr, Bolşevik
Devrimi 1, Çev. Orhan Suda, 1. Baskı, İstanbul: Metis Yayıncılık, Kasım 1989.
109
49
alanının dışından taşınabilir”112. Ne Yapmalı? broşürüyle RSDİP içindeki farklılıklarda
ortaya çıkmaya başlamış; 1903’deki RSDİP 2. Kongresi sonrası parti, Bolşevik
(çoğunluk) ve Menşevik (azınlık) gurupları olarak iki ayrı hizbe bölünmüştür113.
1904 yılında toplanan II. Enternasyonal’in Amsterdam Kongresi’nde SPD’nin bir yıl
evvel aldığı Dresden Kararları kabul edilmiştir. Buna göre reformizm-revizyonizm
mahkum edilmiş ve sınıf savaşının devam ettiği vurgulanmıştır. Hükümete katılma
hedefi eleştirilmiş, işçi partilerinin bağımsız olarak iktidara gelmesi savunulmuştur.
Dresden Kararları’nın kabulü Alman tarzı örgütsel modelin Enternasyonal’e egemen
olmasıdır da. Diğer alınan önemli karar, Fransızların tek bir parti içinde
birleştirilmesidir. Ertesi yıl Fransız sosyalist partileri Section Française de
l’Internationale Ouvriére-SFIO, yani Enternasyonalin Fransız Seksiyonu adını alarak
birleşmişlerdir114.
C. Savaşa Karşı Tutum, II. Enternasyonal’in Dağılması ve Sovyetler’in Kuruluşu
Çin’in paylaşım sürecinde çıkan anlaşmazlıklar sonucu 1904 yılında Rusya ile Japonya
arasında çıkan savaş, ilk kez bir Avrupalı güç olmayan ülkenin lehine sonuçlanmıştır.
Savaştaki yenilgi ve kayıpları takiben, köylülerin ve işçilerin çarlığa yönelik tepkileri
artmıştır. -İşçilerin tepkilerini kontrol altında tutabilmek için Çarlık tarafından yaptırılan
eyleme- askerlerin müdahale etmesi sonucu, tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen olay
gerçekleşmiştir. Rusya’da 1905 Devrimi böylece başlamıştır115. Yaklaşık iki yıllık bir
süreç sonunda Çar inisiyatifi tamamen ele geçirmiş ve devrimi yenilgiye uğratmıştır.
1905 Devrimi’nin temel yenilgi nedenini, işçi-köylü ittifakının kurulamaması
V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Çev. Gün Başarır, 1. Baskı, Ankara: Başak Yayınlar, Şubat 1990, s. 76.
(Lenin’in savunduğu “dışarıdan bilinç” esprisinin iki temel nedeni vardır: Birincisi, yerel bakış açısının
aşılıp bütünsel bir bakış açısına ulaşılmasıydı. İkincisi, işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesiyle ancak
sendikacılık bilincine -ekonomik hak bilincine, gündelik yaşam bilincine- ulaşmasıydı. Burada ilk defa
eşitsiz gelişim ilkesini görüyoruz. İleri sosyalist işçilerin bilincinin işçi sınıfı içinde etkili olabilmesi için,
merkezi biçimde örgütlenmesi gerekliydi.)
113
Bu bölünme süreci tartışmaları için bkn. V. İ. Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Çev. Yurdakul
Fincancı, 4. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, Mart 1979.
114
Joll, ss. 94-98.
115
1905 Devrimi sürecinde işçi partilerinin tutumu için bkn. V. İ. Lenin, Demokratik Devrimde SosyalDemokrasinin İki Taktiği, Çev. Muzaffer Erdost, 6. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Mayıs 1992.
(Menşevikler II. Enternasyonal’e hakim görüş temelinden hareket etmişler; Bolşevikler ise işçi
hareketlerinin tarihsel ayrışmasının pratik temellerini bu dönemde atmışlardır. Lenin 1905 Devrimini,
Fransa’daki 1848 Devrimi’ne benzeterek görüşlerinin önemli bir ayağını oluşturmuştur.)
112
50
oluşturmuştur. Avrupa güçlerinin Çarlık Rusyası’na verdikleri destek de, devrimin
yenilgisinde önemli bir etken olmuştur. 1905 Devrimi’nin önemli bir olgusunu ise, işçi
sınıfı mücadelesinde ilk kez ortaya çıkan “siyasal grev” oluşturmuştur. Yine bu süreçte
“Sovyet” deneyi tarih sahnesindeki yerini almış ve 1871 sonrası parlamenter mücadele
alanına sıkışan hareket, yeni bir ivme kazanmıştır.
Bu sürecin etkisi olarak, işçi hareketinin merkezi ağırlığı Almanya’dan Rusya’ya
geçmiş ve yankısını özellikle ulusal kurtuluş savaşlarında bulmuştur. 1905 Devrimi
şiddete dayalı devrim pratiğiyle, SPD ve II. Enternasyonal’e egemen olan
parlamentarizm tartışmasını da alevlendirmiştir. Savaşa karşı genel grevin kullanılması,
partinin bu noktadaki işlevi ve ulusal soruna yaklaşım konuları I. Dünya Savaşı’na
kadar sosyalistlerin merkezi tartışmalarını oluşturmuştur.
II. Enternasyonal, 1907 Stuttgart Kongresi’nde aldığı kararlarda, savaşların kapitalizmin
doğasında olduğunu, proletaryanın gücününde barışı sağlayabileceğini iddia etmiş ve
yine de savaşın patlak vermesi halinde, savaşın getirdiği krizden yararlanarak kapitalist
sınıf iktidarının yıkılması görevini ortaya koymuştur. Yine 1912 Basle Kongresi’nde bu
görev ayrıntılandırılarak yinelenmiş ve işçi partilerinin savaşı durduracağı fikri açıkça
ilan edilmişti116. Çünkü bu dönemde gerek Afrika sömürgelerindeki savaşlar gerekse
Balkan Savaşları “Büyük Paylaşım”ın yakınlaştığını ortaya koymuştur. Buna rağmen II.
Enternasyonal önderleri savaşın çıkmayacağına dair iyimserliklerini korumuşlardır.
I. Dünya Savaşı’na kadar olan bu dönemdeki en önemli tartışma “Ulusların Kendi
Kaderini Tayin Hakkı” (UKKTH) tartışmalarıdır. Lenin’e göre, çokuluslu devletlerde;
birinci olarak, kapitalizmin eşitsiz gelişmesi ve kapitalizmin gelişme güçsüzlüğü, ikinci
olarak, dış devlet baskısı ve batı devletlerinin çokuluslu devletleri sömürgeleştirme
çabaları sonucu toplumsal kriz oluşmuş ve bu kriz içinde ulusal sorun bağımlı uluslar
sorunu biçimini almıştır. Bu yüzden UKKTH, ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkıdır.
Lenin, Rus proletaryasının Çarlığın ezdiği uluslara bu hakkı tanımaksızın demokratik
devrime yürüyemeyeceğini ve sosyalist devrim mücadelesinde Avrupa proletaryasının
yanında yer alamayacağını savunmuştur117. Buna karşılık SPD içinde mücadele eden
Joll, (Stuttgart Kararı-Ek), ss. 181-183; Lenin, (Emperyalizm-Basle Bildirisi), ss. 139-145.
V. İ. Lenin, “Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı”, Ulusal Sorun ve
Ulusal Kurtuluş Savaşları, Çev. Yurdakul Fincancı, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Ekim 1993, ss.
201-204. ( Bu tutum II. Enternasyonal’in sosyal şoven tutumuna da karşı bir tavır alıştır. Tabi ki burada
Lenin’e ait aktarılan görüşleri daha iyi anlamak için kitabın bütününü oluşturan makaleler sistematik bir
116
117
51
Luxemburg, Almanya’nın sosyalist devrim aşamasında oluşundan dolayı ulusal sorun
konusuna önem vermemiştir.
Osmanlı’da ise 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla, İttihat ve Terakki iktidarı ve liderleri
yabancı sermaye ile işbirliği geliştirmişlerdir. Gelişen işçi sınıfı mücadelesini ve
örgütlenmesini engellemek amacıyla, yabancı sermayenin de isteğiyle sendika kurma
yasağı bile getirilmiştir. İttihat ve Terakki hükümeti, Alman sermayedarların isteği
üzerine, Adiliye Nezaretinde müşavirlik yapan Kont Ostrog’un önerdiği şekilde sendika
kurma yasağını hükme bağlamıştır118. Bu yasağın temel nedeni 1908’le birlikte işçi
sınıfının, hakları için yeniden örgütlenmesi ve etkin mücadele biçimleridir. Peş peşe
patlayan Rumeli ve Anadolu demiryolları grevi, Zonguldak kömür havzası grevi
yabancı sermayeyi ve yerli hükümeti epeyce rahatsız etmiş, bastırma ve yasaklama
temel anlayış olmuştur. 1912 yılına kadar esnaf örgütleri dışında işçi örgütlenmelerine
izin verilmemiştir.
I. Dünya Savaşı yılları ülkenin Almanya’nın yanında felakete sürüklenmesine neden
olmuştur. Savaş boyunca yoksulluk, açlık, verilen kayıplar tüm toplumu ve dolayısıyla
işçi sınıfını perişan etmiştir. İmparatorluğun dağılması, yurdun emperyalistlerce işgali
ve kurtuluş hareketinin zorunluluğu işçi sınıfının ve varolan tüm örgütlerin Kurtuluş
Savaşı’nda aktif bir rol almasına neden olmuştur.
Sosyalistlerin hükümetleri etkileme olanağı Almanya ve Fransa için öngörülürken
1913’de Almanya’da askeri harcamaların artırılması ve Fransa’da askerlik süresinin
uzatılmasının engellenememesi sosyalistlerin etkisizliğini ortaya koymuştur. Nitekim
1914 yılında Avusturya-Macaristan Arşidük’ü Ferdinand’ın bir Sırp tarafından
öldürülmesi sonucu II. Dünya Savaşı süreci ortaya çıkmıştır. Fransız Jaurées’in
öldürülmesi, Rus ve Sırp sosyalistlerinin savaşa açık tavır alması, Çek ve İtalyan
sosyalistlerinin ortada tutumu ve diğer tüm sosyalist grupların savaş yanlısı sosyal
şoven tutumu ile özetlenebilecek bu süreçte, Fransız, Alman ve Avusturyalı
sosyalistlerin savaş harcamaları lehine oy kullanmaları, II. Enternasyonal’in fiilen
sonunu getirmiştir. “Savaşa karşı savaş” temel ilkesinin benimsendiği Stuttgart ve Basle
Kararları’nın anlamsızlaşması savaş karşısındaki ilk pratikti. Sosyal şovenler
biçimde incelenmelidir. Ayrıca bu konu ile ilgili bkn. Horaca B. Davis, Sosyalizm ve Ulusallık, Çev.
Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1991.)
118
Sülker, s. 21.
52
emperyalist olan bu savaşı anayurt savunması olarak nitelemiş ve burjuva hükümetlere
katılmışlardır. Bu da burjuva partilerle işbirliğini ve burjuva hükümetlere katılmayı
yasaklayan Amsterdam Kararı’nın ihlali olmuştur. Guesde’in 27 Eylül 1900’de “İtalyan
bir Millerand, Alman, İngiliz bir Millerand’la artık Enternasyonal olamaz” sözleri,
şimdi ne kadar da anlamlıydı119.
Savaşan ülkelerdeki gözle görülür ilk karşı çıkış 1915 yılında olmuştur. Karl Liebknect
SPD milletvekilleri içinde savaş harcamalarına karşı oy vermiş ve Rosa Luxemburg’la
birlikte SPD’den ayrışmaya başlamışlardır. Fransa’da CGT’nin tutumuna karşı metal
işçileri savaş karşıtı gösteriler düzenlemiştir. Avusturya’da ise 1916’dan itibaren
Friedrich Adler, savaş karşıtı tutumun öncüsü olmuştur. Ama esas olarak savaşa karşı
en tutarlı çizgiyi Lenin izlemiştir. Emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi120
çağrısını yapan Lenin savaş karşıtı azınlık içindeki azınlığı temsil etmiştir. Lenin,
savaşın politikanın başka araçlarla devamı olduğu121 görüşünden hareketle, I. Dünya
Savaşı’nı emperyalist bir savaş olarak görmüş ve savaşa anayurdun savunulması savaşı
deyip sınıf savaşımını bırakanları sosyal şoven olarak nitelemiştir. Kautsky, Plekhanov,
Scheideman, Guesde, Hyndmann, Webbler ve Fabianlar, Vandervelde, Turati, Sembat
ve CGT’yi, II. Enternasyonal’in savaş karşıtı Basle Bildirisi’ne imza atmalarına rağmen
şimdiki tutumlarıyla sosyal şoven, merkez, pasifist vb. eleştirmiş ve herkesi Karl
Liebknecht’in diliyle konuşmaya çağırmıştır: “Ulusal kurtuluştan söz açan kendi
burjuvazisine ikiyüzlülük ettiğini, proletarya “silahlarını” kendi hükümetine karşı
çevirmedikçe, bu savaşın demokratik bir barışla sonuçlanamayacağını söylemesi”122
gerekmektedir. Yani Lenin’e göre emperyalist savaş iç savaşa çevrilmeliydi. 1915
Zimmerwald Konferansı’nda sosyal demokrasi ile sosyal şovenler arasındaki ayrımın,
geçmişteki anarşist-Marksist ayrımı gibi zorunlu olduğunu vurgulamış, bağımsız
Marksist partiler ve III. Enternasyonal kurulması çağrısını yapmıştır.
Bu dönemde yapılan emperyalizm değerlendirmeleri savaşa karşı tutum ve işçi sınıfı
mücadelesini şekillendiren bir temel oluşturmuştur. Avusturyalı Rudolf Hilferding,
1910’da “Finans Kapital” adlı eserinde, finans kapitali, bankacıların tasarrufunda ve
sanayiciler
tarafından
kullanılan
sermaye
119
olarak
tanımlamıştır.
Sermayenin
Joll, ss. 137-165.
V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Çev. N. Solukçu, 6. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Kasım 1992, s. 25.
121
Bkn. Carl von Clausewitz, Savaş Üzerine, Çev. Şiar Yalçın, 1. Baskı, İstanbul: May Yayınları, Nisan
1975.
122
Lenin, Sosyalizm ve Savaş, s. 75.
120
53
merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının geldiği noktanın sınıf çelişkilerini daha da
artırdığını, bunun devlet gücüne geçtiğini ve yapılması gerekenin devleti ele geçirmek
olduğunu vurgulamıştır123. Luxemburg’un emperyalizm teorisine göre ise kapitalizm,
sürekli olarak kapitalist olmayan çevreye (sömürgeler) doğru genişlemek zorundadır.
Bu yüzden kapitalizm dünyanın kapitalizme entegre olmasıyla sona erecektir. Tabi bu
zamana kadar olacak olan krizlerle sonlanmazsa124. Luxemburg’un “kapitalizmin çöküş
kuramı” kendiliğindenci ve Kapital’in yanlış yorumlanmasına dayalıdır. Kautsky ise,
bütün emperyalistlerin birleştiği bir evre, ultra-emperyalizm evresini öngörmüştür.
Ancak gelişmeler Kautsky’nin tezindeki sınıfsal analiz yoksunluğunu ortaya koymuştur.
Lenin’e göre emperyalizm ideolojik bir kavramdır. 19.yy.ın sonu ile 20.yy.ın başında
ortaya çıkan bu kavram, tekeller çağını, merkezi bir paylaşım sürecini ve siyasal bir
gericiliği ifade etmektedir. Emperyalizmden önce, dünyayı merkezi bir şekilde paylaşım
süreci yoktu. Lenin’e göre emperyalizm, kapitalizmin politik bir tercihi değil zorunlu
bir aşamasıdır. Leninist emperyalizm teorisi II. Enternasyonal’in burjuvazi ile uzlaşan
sosyal şoven bir tutum benimseyen çizgisine karşı açık bir tavır almıştır. Leninist
emperyalizm teorisi iki ana safhada incelenebilir: Sanayi üretimi ve sömürgecilik. Lenin
sanayi üretimi safhasına önem vermiş ve iktisadi-tarihsel analizini yapmıştır.
Emperyalizm, kapitalizmin son aşamasıdır. Çünkü mali sermaye, genel anlamda
sermayenin son halidir. Lenin, çağımızı emperyalizm ve proleter devrimler çağı olarak
tanımlamıştır125.
I. Dünya Savaşı’nın getirdiği zorlukların da etkisiyle 1917 Şubatı’nda Çarlık devrilmiş
ve başta Petrograd ile Moskova olmak üzere “Sovyetler 126” kurulmuştur: Tam adı İşçi
ve Asker Delegeleri Sovyeti. Bu iktidar organlarının yanında kurulan hükümeti
Menşevikler ve sosyalist devrimciler desteklemişlerdir. Lenin ise bu hükümeti
“burjuvaların ve burjuvalaşmış toprak ağalarının hükümeti”127 olarak değerlendirmiştir.
Yine
bu
dönemde
ortaya
koyduğu
123
“Nisan
Tezleri”yle
Rus
Devrimi’ni
Fine, Hardach ve Karras, ss. 93-100.
Bkn. Rosa Luxemburg, Sermaye Birikimi, İstanbul: Alan Yayınları, 1986.
125
Bu konuda ayrıntılı bilgi için Lenin’in Emperyalizm kitabı ana kaynak niteliğindedir.
126
Rus Devrimi İşçilerin, köylülerin ve askerlerin Sovyetlerinin doğmasına yol açmıştı. 1917 sonrası
Lenin’in deyişiyle Komün’ün genelleşen bir hali olacaklardı. Daha fazla ayrıntı için bkn. Oscar
Anweiller, Rusya’da Sovyetler, Çev. Temel Keşoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınevi, Temmuz
1990.
127
“1917 Büyük Rus Devrimi”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi, Cilt: 3, İstanbul: Gelişim
Yayınları, 1975, s. 642.
124
54
şekillendirmiştir128.
Bu dönemde Lenin’in görüşlerinin ikinci ayağını, Marx ve
Engels’e “danışarak” ortaya koyduğu “Devlet ve Devrim” tezleri oluşturmuştur129.
Lenin’in, Marx’ın, proletaryanın devlet olarak örgütlenmesinin hangi somut biçimleri
alabileceği sorusuna yanıtı, yığın hareketi deneyimi olmasına atfen; 1905 Devrimi’ni
1848 Devrimleri’ne, Komün’ü ise 1917 Sovyetleri’ne örnek alması olmuştur. Bolşevik
Parti ile Sovyetler arasında kurulan bağdan hareketle de, Marksist “işçi sınıfının
kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olacaktır” ilkesini somutlamıştır. İşte bu temelin
üzerinde 25 Ekim 1917, dünyanın ilk proleter devletinin doğuşunun tarihi olmuştur.
Sovyet iktidarı, kitleleri, özellikle sömürülen kitleleri yönetime, katılıma çeken
dünyadaki ilk iktidar hayata geçmiştir130.
Ekim Devrimi, kapitalizmin ve sanayi proletaryasının en az geliştiği Avrupa ülkesinde
gerçekleşmiştir. Oysa Marx Kapital’de, proleter devrimi kapitalizmin ve sanayinin en
geliştiği ülkelerde -İngiltere ve Almanya- beklemiştir. Bu Gramsci’nin deyimiyle
“Kapital’e karşı bir devrimdi”131. Yine Ekim Devrimi bir azınlık örgütünün
önderliğinde gerçekleşen bir devrim olmuştur. Oysa Komünist Manifesto’da MarxEngels proleter partinin bir çoğunluk partisi olacağını söylemişlerdi. Bu Luxemburg’un
deyimiyle “Komünist Manifesto’ya karşı bir devrimdi”132. Marksizm, Komün’den evvel
sosyalizm içindeki akımlardan bir tanesi olmuş ancak Komün sürecinden sonra
sosyalizm Marksizmle özdeşleşmiş bir hale gelmişti. Leninizm de Marksizm içindeki
akımlardan bir tanesi olmuş; Ekim Devrimi ile birlikte, emperyalist dönemin Marksizmi
olarak çok geniş somut bir kabul bulmuştur.
Nisan Tezleri’nde belirtilen; bütün iktidar Sovyetlere, sosyalist üretim, komünist adının tercihi vb.
konular için bkn. Bkn. V. İ. Lenin, Nisan Tezleri, Çev. M. Ardos, 4. Baskı, Ankara: Sol Yayınları,
Ağustos 1989. (Ayrıca “komünist” tartışması için bkn. tezin 52. dipnot.)
129
Devlet ve Devrim tezlerinde belirtilen; şiddete dayalı devrim, devletin egemen sınıf olan proletarya
olarak örgütlenmesi, proleter devletin sönmesi vb. konular için bkn. V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, 6.
Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Aralık 1978.
130
V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, Çev. Süheyla Kaya ve İsmail Yarkın, 1. Baskı,
Ankara: İnter Yayınları, Mart 1996, ss. 45-54. (Burada Lenin aslında ikinci iktidardır, diye bir ekleme
yapar. Çünkü tarihte ünsüzleri ilk defa iktidar yapan Paris Komünüdür. Bkn. Galman ve Diğerleri, s.
162.)
131
Guiseppe Fiori, Bir Devrimcinin Yaşamı: A. Gramsci, Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, Ankara: V
Yayınları, Haziran 1989, s. 99.
132
Rosa Luxemburg, “1917-1918”, Siyasal Yazılar, 1. Baskı, Ankara: V Yayınları, 1989.
128
55
III. Ekim Devrimi’nden II. Dünya Savaşı’nın Sonuna Kadar İşçi Hareketleri
Ekim devrimi ile birlikte işçi hareketlerinde yeni bir dönem başlamıştı. Çünkü somut
olarak işçi sınıfı, bir ülkede egemen sınıf halinde örgütlenmişti. Buna karşılık
geleneksel sosyal demokrat anlayışın temsilcileri burjuvazi ile uzlaşmıştı. Ekim
Devrimi’nin etkisi işçi sınıfı içinde hızla yayılmıştır. Almanya, Avusturya, Macaristan,
İtalya ve daha birçok ülkede işçi konseyleri oluşturulmuş ve bu konseyler hızla iktidar
organları olarak benimsenmiştir. Ancak kendi özgünlükleri de olan bu deneyimler
yenilgiye uğrayacak ve 1929 ekonomik krizine kadar kapitalizm bir büyüme dönemi
yakalayacaktı.
İşçi hareketi 20.yy. boyunca iki ana harekete bölünmüştür: Bir yanda komünist
partilerin önderliğini yaptığı ve işçi sınıfının iktidarını hedefleyen III. Enternasyonal,
diğer yanda ise burjuvaziyle uzlaşan ve bugüne kadar da kapitalist sistemin bir parçası
olarak konumlanacak olan yeni II. Enternasyonal. Bu bölünme sendikal harekete de
yansımıştır.
Bir
yanda
komünist
partilerin
önderliğindeki
Kızıl
Sendikalar
Enternasyonal’ini, diğer yanda sosyal demokratların etkinliğinde kurulan, kapitalist
sistemin çözülmesine karşı bir emniyet sübabı işlevi görecek olan Uluslararası
Sendikalar Federasyonu ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nü görmekteyiz.
Bu dönemi kendi içinde ikiye ayırabiliriz: İlk dönemi yukarıda belirtilen unsurlar
oluşturmuştur. İkinci dönem ise 1929 ekonomik krizi ile başlamıştır. Krizin etkileri
sonucunda burjuva demokrasileri de meşruiyet krizi içine girmiş ve faşizm, bir dünya
tehlikesi olarak bazı büyük devletlerde iktidara gelmiştir. Faşizme karşı gelişen işçi
mücadeleleri, bu dönemin temel belirleyeni olmuştur.
A. Ekim Devrimi’nin Etkisi ve III. Enternasyonal (1918-1929 Arası)
Savaş sonrası sırasıyla II. Enternasyonal (Sosyalist Enternasyonal) ve III. Enternasyonal
(Komintern) kurulmuştur. Ancak iki enternasyonalin kapitalizm analizleri çok farklı
olmuştur. Komintern ve teorisyenlerinden Varga’ya göre, sınıf mücadelesi “son kesin
56
savaş dönemi”ne girmiştir. Çünkü savaş zamanında yaşam koşulları çok bozulmuş,
devletle ekonomi kaynaşmış; Ekim Devrimi ve sömürgelerdeki ulusal kurtuluş savaşları
kapitalist egemenliğin coğrafi alanını küçültmüştür. 1921 ekonomik krizi de bu tespiti
doğrular nitelikteydi. Ancak sonrasında 1929’a kadar yaşanacak istikrar dönemi üzerine
“kapitalizmin göreli istikrarı” tezi ortaya konmuştu. Bu teze göre kapitalist ekonomiye
devlet müdahalesi artmış, böylece kriz uzun dönemli istikrarsızlık anlamında
kullanılmıştı. Varga, 1929 krizinden sonra artacak olan bu müdahalenin, tekelci
kapitalizm ve büyük toprak sahipleri yararına olduğunu işaret etmiştir133. II.
Enternasyonal’in görüşünü ise Hilferding tarafından geliştirilen “örgütlü kapitalizm”
kuramı oluşturur. Buna göre, sermayenin üretim sürecine doğrudan müdahalesi,
kapitalizmin uzun dönemli istikrarına doğru bir adımdır. Hilferding, bu kuramını önce
sosyalizme alternatif olarak görmüş, sonra sosyalizme geçiş aşaması olarak
tanımlamıştır134.
Paris Komünü sonrası Avrupa ülkelerinde geniş proleter yığınlar, sosyalist harekete
destek vermeye başlamıştı. II. Enternasyonal bu temel üzerinden şekillenmişti. III.
Enternasyonal’in temelini ise iki unsur oluşturur: Birincisi, Ekim Devrimi ile Sovyet
Cumhuriyeti’nin kurulmasıdır. İkincisi, sosyal şovenizmle bölünme sırasında birçok
ülkede komünist partilerin kurulmasıdır. Bölünme enternasyonalizm-şovenizm, sınıf
savaşımı, parlamenter mücadele, Sovyet sisteminin benimsenmesi ve II. Enternasyonal
eleştirisi üzerinden olmuştur. Komünist hareketin proletarya diktatörlüğünü dünya
üzerinde gerçekleştirme çizgisine karşı, emperyalizm; Sovyet Cumhuriyeti’ni yenme,
izole etme ve diğer ülkelere komünist rejimin geçmesini engelleme politikaları
izlemiştir. İşçi hareketlerinin başladığı 18.yy. ortalarından itibaren hareketin önderliği,
sırasıyla İngiltere’de, Fransa’da ve Almanya’da gerçekleşmişti. Ekim Devrimiyle
birlikte sosyalist hareketin önderliği Rusya’ya geçmiştir135.
III. Enternasyonal’in temel güvencesi Batı işçi sınıfı olmuş ve Avrupa’dan devrim
beklentisi içine girilmişti. Ancak sosyalist devrim bir tek Rusya’da hayat bulmuştur.
Bununla beraber Almanya, Macaristan, İtalya ve Avusturya başta olmak üzere birçok
133
Fine, Hardach ve Karras, ss. 117-122.
Fine, Hardach ve Karras, s. 124-125.
135
V. İ. Lenin, III. Enternasyonal ve Tarihteki Yeri-15 Nisan 1919, Marx-Engels-Marxizm, 2. Baskı,
İstanbul: Sol Yayınları, Mayıs 1990, ss. 275-284. (III. Enternasyonal 1919 Mart’ında Moskova’da
kurulmuş ve Lenin’in görüşleri III. Enternasyonal’i şekillendirmiştir.)
134
57
ülkede Sovyet benzeri deneyimler yaşanmıştır. Yazımızda kendi özgün yönleriyle
dikkat çeken İtalya’ya değinilecektir136.
21 Ağustos 1917’de, Torinolu işçilerin, dükkanların ekmek satmamalarından
kaynaklanan protestoları kısa sürede ayaklanmaya dönüşmüştü. Torino başta olmak
üzere Cenova, Milano vs. Kuzey İtalya’da özellikle metal sektöründe fabrika konseyleri
kurulmaya başlanmış ve ilk deneyim Bravetti Fiat fabrikasında gerçekleşmiştir. Fabrika
konseyleri önce işverenlerle yapılan sözleşmelerle ortaya çıkmalarına rağmen, hızla
sendikalardan bağımsızlaşarak işyerindeki sendikasız işçileri de kapsayan bir niteliğe
bürünmüştür. Fabrika konseyleri (iç komisyonlar), yürütme ve denetleme anlamında işçi
iradesini yansıtmıştır. PSI içinde Lenin’in desteklediği L’Ordine Nuova gurubunda
yeralan Gramsci, iç komisyonları, “karşı devlet örgütlenmelidir” fikri ile geleceğin
iktidar nüveleri olarak değerlendirmiştir137. Yukardancı bir anlayışa sahip olduğu,
işçileri ekonomik temel üzerinden birleştirdiği ve bu niteliğinden dolayı sınıf savaşımını
bile engelleyebileceğini düşündüğü için sendikalizmi eleştirmiştir. Konseyler ise sanayi
alanındaki yasallığın yadsınmasıdır138. Bordiga ise, fabrika konseylerini, “kapitalizm,
halen devletin ve siyasal gücün kullanımını elinde bulundururken, ekonomik ilişkiler
düzeyinde işçi sınıfının kurtuluşunu” savunmak olarak değerlendirmiştir. Ayrıca PSI
çizgisini belirleyen Maksimilistlerin önderi Serrati de fabrika konsey hareketini tehlike
olarak görmüştür139.
Fabrika konseylerinin kurulmasıyla başlayan hareket, 1920’de gerçekleşen fabrika
işgalleri ile hız kazanmıştır. Ancak Gramsci’ye göre, fabrikaların işgali, kendinde ve
kendisi için bu işgal, bir komünist toplum deneyi olarak kabul edilemez. Çünkü, metal
işçileri, en ileri proletaryayı temsil etmiş ve bu yüzden işgaller yayılmıştır. Fakat
devrimci dönüşüm olmazsa uzun vadede işgaller, burjuvazinin işine yarayacaktır.
Ayrıca işçilerin, komünist devrimin, savunmasız bir fabrikanın işgal edilmesi kadar
Savaş sonrası İtalyan işçi hareketinin durumu şöyleydi: Reformistlerin etkili olduğu Genel İşçi
Konfederasyonu’nun (Generale del Lavore-CGL) üye sayısı 2 milyona ulaşmıştı. Anarko-sendikalist bir
çizgide olan İtalyan Ulusal Sendikası (Unione Sindiacale İtaliano-USI) ise 800 bin üyeye sahipti. Katolik
İtalyan İşçileri Konfederasyonu ise 1 milyon üyeliydi. Esas olarak tarım işçilerini temsil eden İtalyan
Halkçı Partisi’nin (Parti do Popolove İtaliano-PPI) Metal İşçileri Federasyonu’nun (Federazione Italiana
Operei Metallurgici-FIOM) üye sayısı ise 160 bini bulmuştu. Ayrıntılı bilgi için bkn. Volkan Yaraşır,
Uluslararası İşçi Hareketleri 1, 1. Baskı, İstanbul: Bibliotek Yayınları, Ekim 1997, ss. 197-200.
137
Antonio Gramsci, İtalya’da İşçi Konseyleri Deneyimi, Çev. Yusuf Alp, 1. Baskı, İstanbul: Belge
Yayınları, Ekim 1989, s. 29.
138
Gramsci, s. 112.
139
Yaraşır, s. 205. (21 Ocak 1921’de İtalyan Komünist Partisi (Partito Comunista’d Italia-PCI) kurulmuş
ve III. Enternasyonal’e üye olmuştur.)
136
58
kolayca gerçekleştirilebileceğine bir an bile inanmamaları gerekir, diye eleştirmiştir140.
Nitekim sanayide “işçi denetimi” sağlayacak yasa taslağı hazırlanmış ama
uygulanmamıştır. Yine de işçi ve işverenlerin görüşmeleri sonucunda işçi ücretlerinde
büyük artış sağlanmış ve fabrika işgallerine 26 Eylül 1920’de son verilmiştir.
1921’de Komintern işçi hareketinin duraklaması ve uluslararası sermaye saldırısına
karşı “birleşik işçi cephesi” politikasını benimsemiştir. Böylece sosyalist, anarşist ve
komünist işçiler bu cephelerde yükselen faşizme karşı ortak mücadele vermişler ve
faşizme karşı “işçi savunma komiteleri” içinde örgütlenmeye başlamışlardır. Yine
Komintern 3. kongresinde, Kızılordu’nun Polonya ve Batı işçi sınıfının da kapitalizm
karşısındaki
yenilgisi
üzerine
“dünya
devriminin
yakın
olduğu”
tespitini
değiştirmiştir141.
Bu dönemde dünya sendikal hareketini incelediğimizde üç ana akım buluruz;
Birincisi, II. Enternasyonal’in 1919’da yeniden kurulmasıyla faaliyete geçen
Uluslararası Sendikalar Federasyonu (Amsterdam Enternasyonali-USF)’dur (gerçi USF
1913’te kurulmuştu ama 1919’da faaliyete geçebildi). Müttefik ve bazı tarafsız ülkelerin
kurduğu USF, Avrupa ve Amerika’da 17.7 milyon işçiyi temsil etmekte, amaçları
arasında uluslararası işçi birliğini sağlamak, tüm savaşlara ve gericiliğe karşı savaşmak
ve üretim araçlarının toplumsallaştırılması ilkeleri bulunmaktaydı. Sovyet Rusya ve
Macaristan’a uygulanan ambargoya karşı çıkan USF, Polonya’ya yapılan silah yardımı
ve Sovyetler Birliği’ne gıda yardımı gibi bazı uygulamalar içinde de bulunmuştur142.
Gerçekte sınıf uzlaşmasını savunan USF’nin yanında yine 1919’da şimdiki BM’nin
kökeni olan ama o dönem başarısız olan Milletler Cemiyeti ve ona bağlı olarak da
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kurulmuştur. Bu dönemde hazırlanan “İşçi Hakları
Bildirgesi”nde benimsenen temel ilkelere göre emek bir meta olarak değerlendirilmiş,
sendikal örgütlenmenin sağlanması, 8 saatlik işgünü ve işçileri korumaya yönelik
yasaların uygulanmasının denetlenmesi gibi ilkeler belirlenmiştir. Böylece uluslararası
sosyal politikada önemli bir adım atılmıştır143.
140
Gramsci, s. 144-145.
Yaraşır, s. 141.
142
Yıldırım Koç, Sendikal Eğitim Notları, 1. Baskı, Ankara: Öteki Yayınevi, 1994, s. 74-75.
143
Hava-İş Sendikası, Dünya Sendikal Hareketi, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=115 (Erişim
Tarihi: 30 Aralık 2005): p. 6-7.
141
59
İkincisi, çeşitli ülkelerdeki Hıristiyan sendikaların birleşerek 1920’de kurduğu
Uluslararası Hıristiyan Sendikaları Konfederasyonu (IFCTU)’dur. 3.5 milyon üyesi olan
Konfederasyon Hıristiyanlığın özüne aykırı olduğu için sınıf savaşımını reddetmekte ve
sınıflararası sistematik işbirliğini savunmaktaydı. Hıristiyan sendikacılığı sermayenin
sosyalizme ve komünizme karşı mücadelesinde önemli bir silah olmuştur. Sendikal
birliği ve geniş anlamda işçilerin birliğini din vasıtasıyla bölme girişimlerinde
sermayenin bir silahı olan bu sendikalar, işçiler arasında günümüze kadar anti-komünist
propagandanın merkezi olmuşlardır144.
Üçüncüsü, 1921’de kurulan ve önce Komintern içinde bulunan sendikaların oluşturduğu
Kızıl Sendikalar Enternasyonali (Profintern-KSE)’dir. KSE’nin temel ilkelerini,
kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulması oluşturmuştur. Lenin’in düşünceleri
KSE’ni belirlemiştir. Lenin’e göre sendikalar, proleter devlet iktidarından bağımsız
olmamalıdır. Çünkü sendikalar siyaset dışı bırakma ve dargörüşlülük kaynağı olabilir.
Sendikalar proleter iktidarın hazırlık okulları olmalıdır. Ayrıca işçi yığınlarının çoğu
partisiz ve sendikalarda örgütlü için, tüm Avrupa komünistleri gerici sendikalarda da
çalışmalı -Engels’in 1858’de Marx’a yazdığı mektuba atfen- ve işçileri işçi
aristokrasisine bırakmamalıdır145.
Komintern’in sendikalar üzerine aldığı kararlar da Lenin’in düşüncelerini yansıtmıştır.
Temmuz 1920’de yapılan 2. Kongresinde, bütün sendikalarda-fabrika konseylerinde
çalışmak ve mümkün olan en geniş işçi kitlesine ulaşmak benimsenmiş; bu mücadelenin
iktidar mücadelesine dönüşeceği öngörülmüştür. Ayrıca Milletler Cemiyetine bağlı
olarak kurulan ILO eleştirilmiştir146. Temmuz 1921’de yapılan 3. kongrede ise, USF’nin
tarafsız kalma politikası eleştirilmiş, sendikaların komünist partilerle organik bağ
kurması savunulmuş ve işçilerin-sendikaların sermayeye karşı doğrudan eylemi olarak;
boykot, grev, fabrika işgalleri vb. desteklenmiştir147. Aralık 1922’de yapılan 4.
Kongrede ise, sendikal hareketin zayıfladığı, bölünmelere uğradığı tespiti yapılmış; bu
durumdan USF’nin yanısıra KSE’den ayrılan anarko-sendikalistlerin de payı olduğu
savunulmuştur.
Işıklı, s. 191.
V. İ. Lenin, “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, Çev. Osman Saidoğlu, 2. Baskı, İstanbul:
Yorum Yayınları, Temmuz 1993, ss. 46-52.
146
“Komünist Enternasyonalde Sendikalar Sorunu”,
http://www.marksist.com/kitaplik/ceviriler/Sendikalar%20.htm çev. marksist.com, 1997, (Erişim Tarihi:
21 Aralık 2005): p. 13.
147
Marksist.com., pp. 32-36.
144
145
60
Bu dönemde özgün bazı sendikal hareketler de öne çıkmışlardır. İngiltere’de 1896’dan
itibaren işyeri temsilcilikleri (Shop stewards) denilen, sermayenin uygulamalarına karşı
tepkisel temelde gelişen, işçi inisiyatifinin doğrudan yansıdığı ve doğrudan
demokrasinin fiilen uygulandığı bir işleyişe sahip olan komiteler oluşmuştu. Lenin’in
“şahane proleter örgütlenmeleri” dediği shop stewards’lardaki devrimci işçiler, hareketi,
işçi iktidarı nüveleri olarak değerlendirmişlerdir. Ekim Devrimi’nin başarısı İngiliz işçi
hareketini de etkilemiş ve shop stewards hareketinin kitleselleşmesini sağlamıştır. Ama
İngiltere Komünist Partisi’nin onları salt bir ekonomik örgüt olarak kavraması ve
sermayenin artan baskıları sonucu, hareket; giderek işyeri duvarları içine hapsolmuş ve
1926 madenci grevi sonrası dağılmıştır148.
Bu dönemde ülkemizdeki sendikal hareketin gelişimine bakarsak, 1919 yılının Kasım
ayında demiryolu, liman, matbaa, inşaat, marangoz işçilerinin meslek birlikleri bir
kongre yapmıştır. Kongrede ulusal kurtuluş savaşında nasıl yer alınacağı, sınıf
mücadelesinin ve grevlerin daha etkin nasıl yönetileceği, meslek birliklerinin sınıf
esasına göre örgütlenmesi ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerinin geliştirilmesi
kararlaştırılmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra izlenen devletçilik ve ulusal sanayi kurma politikası işçi
sınıfını gerek nicel anlamda gerekse sınıf bilincinin gelişmesi bakımından ilerletmiştir.
1924 yılının Eylül ayında Amele Teali Cemiyeti kurulmuştur. 1924 Anayasası
vatandaşlarına örgütlenme hakkı tanımıştır. Bilinçli işçiler bundan yararlanarak, büyük
işçi merkezlerinde sendikalar kurmaya girişirler149. Bu cemiyet 1926 yılında İş Kanunu
çıkarılması için Meclise bir heyet yollamış ama heyet tutuklanmış ve cemiyet
kapatılmıştır.
Son olarak işçi hareketlerinin ulusal soruna etkisine değinmek gerekir. Komintern’de
ulusal sorun, bağımlı ulusların mücadelesi olarak ele alınırken, Çin-Hindi delegesi Roy,
sömürge halklarının ulusal sorununu ortaya koymuştur. Sömürge kurtuluş hareketleri
demokratik bir niteliğe sahip oldukları için, bu devrimler genellikle sosyalizme
148
149
Yaraşır, ss. 31-34.
Şişmanov, s. 130.
61
yönelmişlerdir. Çin, Hindiçin ve Türkiye’nin kuruluşları kendi özgünlükleri içinde bu
sınıfsal temelde gerçekleşmiştir150.
1929 yılında dünya çapında başgösteren ekonomik kriz, başta Almanya olmak üzere
birçok ülkede faşizmin iktidarını beraberinde getirmiştir. Liberalizm artık yerini faşizme
bırakmış ve tarihin en büyük savaşı II. Dünya Savaşı gerçekleşmiştir.
B. Faşizme Karşı İşçi Mücadelesi (1929-1945 Arası)
1929 Ekonomik Krizi, aşırı üretim, durgunluk, ve işsizlik biçiminde ortaya çıkmıştır.
ABD’den -New York Borsası- başlayarak dünyaya yayılmıştır. Aşırı üretim sonucu
birçok fabrika kapanmış ve bu durum işsizliği artırmıştır. Bu gelişmeler, liberal
ekonomi kuramında büyük değişikliğe yol açmıştır. ABD’de New Deal adı verilen ve
özünü devletin ekonomiye müdahalesinin oluşturduğu politikalar dahilinde; merkezi
federal devlet, federe devletlerin bütçelerine müdahale etmiş ve sanayi kredileri
kesilerek üretim kısılmıştır. Böylece pratik olarak uygulamaya konulan korumacılık
politikaları, tüm dünyada gündeme gelmiştir. Tarımsal ürün fiyatlarının düşmesi,
azgelişmiş ülkeleri de bu politikalara itmiştir. Ama esas olarak yeni ekonomi
politikalarını İngiliz İşçi Partisi’nden Lord John Maynard Keynes formüle etmiş ve bu
politikalar II. Dünya Savaşı sonrası kapitalist blokta uygulanmıştır. Merkezi planlama
uygulayan Sovyetler Birliği ise, kriz döneminde dünyanın büyüyen ekonomisi olmuştur.
Liberalizmin güvenilirliği sarsılmış, işçi hareketleri yükselmiş ve faşizm ortaya
çıkmıştır151.
1929 krizinin belirlediği dönemde KSE politikalarına bakarsak, grevin en önemli
mücadele aracı olduğunu görürüz. İktisadi mücadelenin kriz koşullarında direkt politik
mücadeleye dönüştüğü ve grevlerin, politik kitle grevleri şekline dönüştüğü,
dönüştürülmesi gerektiği savunulmuştur. KSE’nin bu tespite rağmen sendikaları iktisadi
mücadele aracı olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Bunun sebebi olarak, o dönemin politik
150
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkn. Josef Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu,
Çev. Muzaffer Erdost, 5. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Kasım 1994.
151
Gencay Şaylan, Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi,
Ocak 1995, ss. 55-59.
62
konjonktürü ve komünist partilerin dünya çapındaki hızlı yükselişlerini gösterebiliriz.
Yine sendikal örgütlenme, işyeri ve işkolu temelinde ele alınmıştır. KSE, sendikaların
bağımsız olmasını ve partinin sendikalara karışmamasını savunan sosyal demokrat ve
anarko-sendikalistleri bu dönemde de şiddetle eleştirmiştir. Sendikal hareket, tradeunion’cı, anarko-sendikalist, reformist ve komünist sendikalar olmak üzere dört parçada
ele alınmıştır152. Ancak bu dönem için en hatalı yaklaşım, sosyal demokratların özellikle Almanya’daki komünistlere karşı almış oldukları tutumdan dolayı- sosyal
faşist olarak değerlendirilmeleri ve bu değerlendirmenin sosyal demokratların etkili
oldukları bütün işçi örgütlenmeleri için de yapılmış olmasıdır. Bu tartışma ve ayrılık,
Komintern’de faşizme karşı birleşik cephe politikasının benimsenmesine kadar
sürmüştür. 1935 sonrası ise proletaryanın sermaye ile çatışması, politik partiler ve savaş
üzerinden olmuştur.
Faşizm ilk olarak 1922 yılının sonbaharında İtalya’da Mussolini ile iktidara gelmiş ve
bunu 1933 Ocak’ında Hitler’in Almanya’da iktidara gelişi izlemiştir. Hitler’in iktidara
gelişi önce Komintern tarafından faşizm olarak yorumlanmamıştır153. Faşizm bu
yıllarda birçok ülkede iktidara gelmiştir. Bunun nedeni 1929 dünya ekonomik bunalımı,
işçi hareketlerinin yükselmesi ve liberalizme olan tepkidir. Bunalım, işçi sınıfını,
köylülüğü ve kent orta sınıfını etkilemişti. Bu noktada Dimitrov ise, faşizmin iktidara
gelişini, sosyal demokrat partilerin işçilere burjuva yatıştırma politikası uygulamasına
ve komünist partilerin bu işçilere ulaşamamasına; köylülerinse faşizme karşı
mücadeleye katılmamasına bağlamıştır154. Dimitrov, tekelci sermayenin en gerici,
emperyalist kesimlerinin, bunalımın bütün yükünü emekçilerin omuzlarına yüklemek
istediğini ve dünyanın yeniden paylaşımıyla pazarlar sorununu savaşlar yoluyla çözmek
zorunluluğunu belirtmiştir155. Faşizm halka, tüm işçi sınıfına ve SSCB’ye karşıydı.
Dimitrov, Komintern’de 1920’li yıllardan itibaren birleşik cephe politikasını
savunmuştur.
Faşizmin sınıfsal niteliğini belirlemek bu dönemde işçi sınıfının en önemli
görevlerinden biri olmuştur. Faşizm emperyalizm çağında ortaya çıkmıştır. Bu noktada
A. S. Losovsky, Sendikalar Üzerine 1, Çev. İsmail Yarkın, 1. Baskı, İstanbul: İnter Yayınları, Eylül
1988, ss. 14-24.
153
Georgi Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe, 2. Baskı, Ankara: Maya Yayınları, Şubat 1974, s.
16.
154
Dimitrov, s. 48.
155
Elfriede Lewerenz, Komünist Enternasyonalde Faşizmin Tahlili, Çev. Yalçın Doğan, 2. Baskı,
Ankara: Sol Yayınları, Aralık 1979, s. 149.
152
63
Komintern Yürütme Kurulu, XIII. Oturumunda faşizmi, “mali-sermayenin (finanskapitalin) en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü”
olarak değerlendirmiştir156. Dimitrov’a göre de faşizmin iktidarı, bir burjuva hükümetin
bir yenisiyle basit yer değiştirmesi değildir. Burjuvazinin, burjuva demokrasisinin sınıf
egemenliğindeki devlet biçimini kaldırarak, yerine bir başkasını, açık terörcü
diktatörlüğünü kurmasıdır157.
Almanya’da faşist hükümetinin 16 üyesinden dokuzu büyük sanayici, dördü bankacı ve
ikisi de büyük toprak sahibidir. Krupp, Thyssen, Siemens, Bosch, IG-Farben vs.nin
temsilcileridir158. Faşizm, tekelci sermayeye, küçük burjuvazi içinde kitle tabanı
yaratmaya çalışır. Bu noktada, kararsız köylülere, küçük esnafa, memurlara ve özellikle
büyük kentlerde sınıf-dışı olmuş unsurlara yönelir. İşçi sınıfı içine sızmak için, sınıf
sendikacılığını bastırmak ve sendikaları kendi devlet aygıtına bağlamak ister. Faşizm,
ulusal sorun, milliyetçilik ve anti kapitalizm demagojisi yapar. Faşizmin sınıfsal niteliği
mali sermayenin en gerici kesimlerine dayanmasına rağmen, faşist kitle eylemlerinin
sınıfsal birleşimini bu unsurlar oluşturur. Kuzinen’e göre önemli olan, faşizmin hangi
sınıfsal politikayı uyguladığı ve hangi sınıfa hizmet ettiğidir159.
Almanya gibi işçi sınıfının güçlü olduğu bir ülkede faşizmin iktidara gelmesi, proletarya
diktatörlüğü sloganının işçi kitlelerini faşizme karşı harekete geçiremediğini
göstermiştir. Fransa’da işçi sınıfının eylem birliğinin, faşizmin önlenmesinde ilk kez en
önemli etken olması üzerine, Komintern’de faşizme karşı birleşik cephe politikası
destek görmeye başlamıştır. 25 Temmuz 1935’te Komintern’in VII. Kongresinde
“faşizme karşı birleşik cephe” politikası kabul edilmiştir. Böylece faşizmin iktidarda
olduğu ülkelerde önce siyasal demokrasinin inşası hedeflenmiştir. Yine bu kongrede
faşizmin emperyalizm döneminde her zaman hayata geçebileceği vurgulanmıştır160.
156
Lewerenz, s. 29.
Dimitrov, s. 60.
158
Lewerenz, s. 32.
159
Lewerenz, s. 39.
160
Komintern faşist uygulamaları üçe ayırır: Almanya ve İtalya’daki bütünsel diktatörlükler, Bulgaristan,
Yugoslavya ve Japonya’daki askeri diktatörlükler, Polonya, Finlandiya ve Macaristan’daki gibi
parlamentarizmin belli bir görünüm olarak kaldığı tiplerdir. Farklı biçimler, faşizmin kurulmasında kitle
tabanına mutlaka dayanmak zorunda olmamasından kaynaklanmıştır. Ancak, faşizm, tekelci sermayeye
bir kitle tabanı yaratmak istemiştir. Bu tabanın, faşizmin iktidara gelmesinden önce mi, yoksa sonra mı
gerçekleşeceği, ya da hangi kapsamda olacağı ülkenin somut koşullarına bağlı olmuştur. (Lewerenz, ss.
158-161) Faşizmi tek tek ülkelere göre en ayrıntılı inceleyen Dimitrov’dur. Bu yüzden üçüncü bir biçim
olarak parlamentarizm görüntüsü altında gerçekleşen faşizm biçimi, bugün yeni sömürge ülkelerdeki işçi
hareketlerini incelerken gözönünde bulundurmamız gereken en önemli etkendir.
157
64
Bütün bu gelişmelerin bir iç savaş biçiminde yaşandığı İspanya’yı anlamak, faşizm ve
birleşik
cephe
arasındaki
mücadeleyi
kavramamızı
sağlayacaktır.
İspanya’da
çoğunluğunu tarım proletaryasının oluşturduğu dinamik bir işçi sınıfı mevcuttu. 1931
yılında başlayan grevler, toprak işgalleri ve köylü ayaklanmaları sonucu 14 Nisan
1931’de monarşi devrilmiş ve
reformunun
yapılmaması,
cumhuriyet ilan edilmiştir. Radikal bir toprak
Katalan
ve
Bask
halkının
özerklik
taleplerinin
karşılanmaması ve CNT’ye cumhuriyet hükümetinin baskısı üzerine anarşistlerin
Katalonya’daki ayaklanması 1931’den sonraki dört yıl en önemli konular olmuştur161.
Nisan 1935’te Komünist Parti, faşizme karşı bir halk cephesinin kurulmasını önermiştir.
Komünist Parti’nin, ittifakın gerçekleşmesi için önerdiği asgari programın içeriğini,
proletarya önderliğinde feodal kalıntıların tasfiyesi ve siyasal demokrasinin inşası; sonra
da üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı mücadele oluşturmuştur 162. Monarşist
General Franco, 17 Temmuz 1936’da Fas’ta cumhuriyete karşı bir ayaklanma
başlatmıştır. İşçi sınıfı ise bu girişimi genel grevlerle protesto etmiştir. Ancak
cumhuriyet ordusu, Faşist Franco ordularına karşı ağır yenilgiler almıştır. Bunun
nedeni, cumhuriyet sonrası İspanya’ya yayılan işçi-köylü komiteleriyle, burjuva devlet
arasındaki ikili iktidar durumudur163.
Bu yıllarda Türkiye’ye bakarsak; 1929-33 yılları arasında dünyada yaşanan ekonomik
kriz, Türkiye’de işçilerin ekonomik durumunu kötüleştirmiştir. Patlak veren grevler
sonrası 1933 yılında hükümet, grevi yasaklayan bir kanun çıkartır. 8 Haziran 1936
tarihinde İş Kanunu çıkartılmıştır.
1939’da başlayan ve altı yıl süren II. Dünya Savaşı, tarihin en büyük yıkım sürecidir.
Ancak savaş sonunda faşizm yenilmiş ve dünya üzerindeki belirleyici aktörler
değişmiştir. Kapitalist ülkelerin liderliğini ABD almıştır. Buna karşılık Doğu Avrupa
Yaraşır, ss. 237-240. (İspanya’da işçileri temsil eden parti ve sendikalar ise şöyleydi: Largo Caballero
ve Indalecio Prieto’nun önderliğinde İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (Partido Socialista Obrero EspanolPSOE) ve onun hegemonyasındaki bir milyon işçiyi kapsayan Genel İşçi Sendikası (Union General de
Tabazadores-UGT); anarşist sendika örgütleri olan Ulusal İşçi Konfederasyonu (Confederacion Nacional
del Trabojo-CNT) ve İberya Anarşist Federasyonu (Federacion Anarguista İberica-FAI); Andreas Nin ve
Andrade’nin önderliğinde Marksist Birlik Partisi (Partido Obrero de Unificacion Marxista-POUM);
İspanyol Komünist Partisi (Partido Cominista de Espana-PCE).)
162
Fernando Claudin, Komintern’den Kominform’a Komünist Enternasyonal’in Bunalımı, Çev.
Yavuz Alogan, cilt: 1, Belge Yayınları, 1989, s. 274-275.
163
Yaraşır, s. 262.
161
65
ülkelerinin de sosyalizme geçmesi ve Çin Devrimi ile birlikte dünyanın üçte birinde
komünist ülkeler yerlerini almıştır. SSCB ise bu bloğun önder ülkesi olmuştur.
IV. II. Dünya Savaşı Sonrası Değişen Dünya Sistemi
II. Dünya Savaşı sonunda müttefik devletler -ABD, SSCB ve İngiltere- arasında Yalta
ve Postdam Konferansları’nda savaş sonrası için uzlaşılara varılmıştır 164. Ancak 1947
yılında anlaşmazlıklar başgöstermiş ve dünya kapitalist blok (hür dünya) ve komünist
blok (demirperde ülkeleri) olarak ikiye bölünmüştür165. ABD’nin savaş sırasında ve
sonrasında kapitalist ülkelere kredi ve mal sağlaması; bu ülkelerin ABD’ye
borçlanması, ABD’yi lider ülke konumuna getirmiştir. ABD kendi doktrinini ve
örgütlerini kurarken, Batı’da piyasa ekonomisini yeniden inşa ve komünizmle mücadele
sürecini başlatmıştır. 1944 yılında Bretton Woods ikizleri, Uluslararası Para Fonu (IMF)
ve Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) kurulmuştur. Fon ödemeler
dengesi açıklarını kapatmak amacıyla kısa vadeli borçlar verirken, Banka ekonomik
kalkınma açısından yararlı olduğu varsayılan projelere borç sağlamasında aracılık
eder166. Ayrıca Kuzey Atlantik Paktı (NATO), OECD, AET vb. kuruluşlarda takiben
kurulan uluslararası örgütlenmelerdir.
Truman doktrini SSCB’yi yalnızlaştırmış, Marshall yardımları ise sermaye ihracını
sağlamıştır.
Bu
gelişmelerin
toplumsallaştırılması
ve
etkisiyle
tarımsal
halk
üretimin
demokrasileri
üretim
kolektifleştirilmesi
araçlarının
uygulamalarına
yönelmiştir. 1943’te işlevsizleşen Komintern yerine 1948’de Komünist Enformasyon
Bürosu (Kominform) kurulmuştur. Ancak Kominform, SSCB’nin 1956’da değişen
164
II. Dünya Savaşı sonrası yapılan bu konferanslarla birçok ülkeye dair önemli kararlar alınmıştı.
Bunlardan ilki Kore’dir. Savaş sonrası ülke, 38. paralelden Kuzey ve Güney olarak ikiye bölünmüştü.
Kuzeyde savaş boyunca güçlenen komünist partisi, güneyde ise ABD yanlısı parti iktidar olmuştu. 1947
sonuna kadar kuzeyde toprak reformu ve sanayinin millileştirilmesi gibi adımlar atılmıştır. Aynı dönemde
güneyde ise piyasa ekonomisi oluşturulmaya çalışılmıştır. İki farklı yönetim arasındaki gerilim sonucu
başlayan Kore Savaşı’nda, Çin Halkının Gönüllüleri’nin de desteğiyle Kuzey galip gelmiştir. (Kim İl
Sung, Kore Devrimi Üzerine, Çev. F. Çalışır, 1. Baskı, Ankara: Teori Yayınevi, Mayıs 1975, s. 9-10.)
İkinci en önemli örnek ise Yunanistan’dır. Yalta Konferansı sonucu bu ülke ABD-İngiltere kontrolüne
bırakılmıştı. 1946’dan sonra iki yıl yaşanan iç savaş süreci sonrasında ancak bu ülkeler istedikleri rejimi
oturtabildiler. Üçüncü örnek ise Yugoslavya’dır. Yine Yalta Konferansı sonucu ülke yarı yarıya SSCB ve
İngiltere kontrolüne bırakılmıştı. Ancak Tito önderliğinde partizanların savaşı sonucu ülke bağımsız bir
sosyalist federasyon olarak yeniden kurulmuştur. Son örnek ise Vietnam’dır.
165
Hür dünya ve demirperde ülkeleri tanımlamaları Amerikalılara aittir.
166
Cheryl Payer, Borç Tuzağı, Çev. Reşit Ergener, 1.Baskı, İstanbul: Yalçın Yayınevi, 1981, s. 241.
66
politikaları sonucu kapatılmıştır. Yine Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi (Comecon)
ve Varşova Paktı, Komünist Blok’un içinde oluşturulan ekonomik ve askeri
örgütlenmelerdir. Fransa ve İtalya’da da komünist partiler en büyük parti olarak ana
muhalefet partileri -hatta iktidar ortağı- olmuş ve sendikalar güçlenmiştir. Çin’de ise
süren iç savaş sonrası komünistler iktidara gelmiştir. 1961’de Berlin Duvarı’nın
yapılmasıyla soğuk savaş ivme kazanmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrası verilen ulusal kurtuluş savaşlarıyla emperyalist sömürge
sistemi çökmüş ve Wilson ilkesine dayanarak Batı, yeni kurulan ulusal devletleri
tanımıştır.
Bu
dönemde
yeniden
sömürgeleştirilen
ülkelerde
anti-emperyalist
mücadeleler devam etmiştir. Sermayenin uluslararasılaştığı ve 1970’lere kadar görece
istikrar ve büyümenin olduğu bu dönemde, kapitalist dünyada uygulamaya konulan
refah devleti ve yeni sömürgeciliğin dayandığı temelleri incelemek gerekmektedir.
Refah Devleti, II. Dünya Savaşı’ndan sonra sanayileşmiş ülkelerde çalışan kesimler,
işverenler ve devlet arasında varılan bir uzlaşmaya bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Bu
oluşum kendisini devletin meşruiyet temellerinde ve işlevlerinde değişim biçiminde
göstermiştir. Refah devletinin temel işlevi üretilen mal ve hizmetlerin eşit ve adil bir
biçimde paylaştırılmasıdır. Yani, liberal yaklaşımın devlet ile ilgili kurumsal
çözümlemelerinin tam karşıtı olarak, sosyo-ekonomik yaşama müdahale refah
devletinin temel özelliğidir. Refah devletinin kuramsal alanda oluşumuna en büyük
katkı ortodoks görüşü ve liberal kuramı yıkan; çalışan kesimlerin ve toplumu oluşturan
geniş kitlelerin eşit, adil, demokratik toplum taleplerini birleştiren Keynesçi
politikalardır.
Refah
devleti
uygulaması,
ABD’den
Avrupa’ya,
Kanada’dan
Avustralya’ya kadar yaygınlaşmıştır. Bu uygulama ile kapitalizm büyük gelişme
göstermiştir. Devlet en büyük işveren haline gelmiş, mal ve hizmet üretmeye başlamış,
böylece toplam ekonomik kaynakların büyük bölümü devlet tarafından denetlenip
yönlendirilmiştir167. Özellikle kömür, demiryolları gibi sektörler ulusallaştırılmış,
eğitim ve sağlık hizmetlerinin finansmanı devlet tarafından karşılanmıştır. Poulantzas’a
göre, refah devleti çalışan kesimler için refah ve güvence sağlayıcı işlevlerini yerine
getirmiş, böylece kapitalizm yoksunlaştırdığı bireyi korumuştur. Modern kapitalist
167
Şaylan, ss. 60-77.
67
devlet, böylece tüm toplumun genel çıkarını sağlayan bir kurum olarak ulusun iradesini
yaşamda gerçekleştirmektedir168.
Yeni sömürgecilik169 ise 1823’te ABD Başkanı Monreo’nun doktrinine dayanmaktadır.
Çar I. Aleksandre’nin Kuzey Amerika’daki topraklarını çevreleyen sular üzerinde de
hakları olduğunu belirtmesi üzerine ABD, Amerika Kıtası’nın Avrupa sömürgeciliğine
ait olamayacağını söylemiştir. Latin Amerika’da, İspanyol sömürgeciliğinden
bağımsızlığını kazanan devletleri -Arjantin, Şili- ilk tanıyan yine ABD’dir. ABD,
Amerika Kıtası’na müdahaleyi kendine yapılmış gibi sayar. Böylece ABD, kendi arka
bahçesini oluşturmaya başlamıştır. 1962’deki Küba füze krizi, Yunanistan ve Türkiye’yi
komünizme karşı koruma isteğine dayanan Truman doktrini, yine Eisenhower doktrini
de aynı temele dayanmıştır. Ama Monroe’nin Avrupa’ya müdahale etmeme ilkesi, II.
Dünya Savaşı sonrası değişmiş ve her yere müdahale edilmiştir170.
Yeni sömürgecilik, ekonomik ve politik yeni bağımlılık biçimleri olarak kendini
göstermiştir. Karma şirketler yoluyla denetim sağlanması, uluslararası fonların
yardımıyla sömürü gibi ekonomik yöntemler ve yardım maskesi altında gerici rejimleri
kabul ettirerek politik bağımlılık kurulmuştur. Bütün bir politik, ekonomik ve askeri
anlaşma-sözleşme dizisi kabul ettirilir171. Böylece II. Dünya Savaşı sonrası
emperyalizm, büyük bir hız kazanan sermayenin uluslararasılaşması ve ekonomikpolitik-askeri uluslararası sürekli resmi örgütler yoluyla aynı zamanda içsel bir olgu
haline gelmiştir172.
Yeni sömürgecilik pratiği ticari tekele ya da ayrıcalıklar sistemi ile değil, doğrudan
doğruya kapitalist pazardaki tekel ilişkilerinin sağladığı eşitsiz değişim kurallarına bağlı
olarak geliştirilmektedir. Yeni sömürgeleştirilen ülkelerde bir iç pazar geliştirme esas
Nicos Poulantzas, Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar, Çev. Şen Süer ve Fevzi Topaçoğlu, 1.
Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1992, s. 126.
169
Bu dönemde emperyalist ülkeler, kapitalist blokta yeralan bağımlı ülkeler için, kalkınmakta olan
ülkeler, gelişmekte olan ülkeler vb. kavramlar kullanmışlardır. Bu kavramlar sömürü ilişkilerini saklamak
için kullanılmıştır. Tezin bu noktasından itibaren bağımlı ülkeler için yeni sömürgecilik kavramı
kullanılacaktır.
170
Claude Julien, Amerikan İmparatorluğu, Çev. Tahsin Saraç ve Aysel Gülercan, 1. Baskı, Ankara:
Hitit Yayınları, 1969, ss. 126-129.
171
Vasili Vahruşev, Yöntemleri ve Manevralarıyla Yeni-Sömürgecilik, Çev. Cemil Aslan, 1. Baskı,
İstanbul: Konuk Yayınları, Mart 1978, s. 479-480. (Böylece klasik sömürgeciliğin getirdiği ekonomik
yükten kurtulunur. IMF, Banka, OECD, askeri blok ve paktlar da bu sömürgeciliğe özgü yöntemlerdir.)
172
Türkiye İktisatçılar Birliği, Günümüzde Emperyalist Sömürü Mekanizması, Genişletilmiş 2. Baskı,
Ankara: TİB Yayınları, 1976, s. 14.
168
68
alınır. İç pazar geliştirilirken de burada seçmeci bir entegrasyon politikası uygulanır.
Seçmeci entegrasyon politikası şudur: Emperyalizm gittiği ülkelerdeki geri bıraktırılmış
bölgeleri, bu nitelikleri ile kendi emperyalist piyasalarına entegre eder. Bu entegrasyon
çeşitli kademelerden oluşmuş eşitsiz değişim pratikleri ile gerçekleştirilir. Örneğin
tarımda feodal ilişkilerin kullanılması gibi. Emperyalizm pazar geliştirmek için feodal
ilişkileri ortadan kaldırmaz. Sadece büyük toprak sahiplerinin el koyduğu artığı
kapitalist pazara transfer edecek mekanizmalar yaratır. Mülkiyet ilişkilerine dokunmaz.
Böylece daha büyük miktarda emeği, daha yoğun sömürebilmek ve tarım ürünleriyle
sanayi ürünleri arasında, tarım ürünleri aleyhine bir makası kurabilmek daha kolay olur.
Yani emperyalist merkeze değer transferi açısından, eşitsiz düzeni kurmak, geri
kalmışlıkları-geri bıraktırılmışlıkları korumak, önemli bir sömürü mekanizması
oluşturur. Ama bunu yaparken emperyalizm, yanına yerel sınıfları almak için finansal
araçlar kullanır.
Bu politikaların diğer bir yönü ise ithal ikameci sanayileşme olmuştur. Bu politikalara
göre, belli bir süreçte tüketim, ara mallar ve yatırım sanayileri oluşturulmuştur. Böylece
sanayileşmenin 19.yy.da lokomotifi olan tekstil, gıda gibi sektörler temelinde,
emperyalist ülkelere bağımlı bir sanayileşme yaşanmıştır. İç pazara yönelik bu
sanayileşme vasıtasıyla da proleterleşme gerçekleşmiş ve bu ülkelerde oluşacak olan
işçi hareketleri, genel anlamda proleter hareketin odağı haline gelmeye başlamıştır.
V. 1970’lerin Sonuna Kadar İşçi Hareketleri
1945 sonrası işçi hareketlerine çift kutuplu dünya ve yeni sömürgecilik ilişkileri
damgasını vurmuştur. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki iktidar mücadelesi, sendikal
mücadelenin bu iki kutup arasındaki mücadele sürecinde şekillenmesi ve yeni sömürge
ülkelerde gelişen ilk mücadeleler bu dönemin köşetaşlarını oluşturmaktadır173.
II. Dünya Savaşı sonrası işçi hareketlerini incelerken ilk olarak çalışma hayatını
düzenlemeye yönelik hazırlanan uluslararası sözleşmelere değinmek gerekmektedir.
II. Dünya Savaşı sonrası hayata geçen Çin, Küba, Vietnam ve Nikaragua Devrimleri, işçi hareketlerine
yeni bir dinamizm getirmiştir. Ancak yazımızda bu süreçlere değinilmeyecektir. Bu konuda ayrıntılı bilgi
edinmek için kaynakçada, konuyla ilgili belirtilen eserler incelenebilir.
173
69
1944’te ILO, amaç ve hedeflerini belirttiği Philadelphia Bildirgesi’ni yayımlamıştır:
Emeğin bir mal olmadığı, yoksullukla mücadele edilmesi gerekliliği, tam istihdamın
sağlanması, eşit işe eşit ücret, asgari ücret, örgütlenme özgürlüğünün tanınması, sosyal
güvenlik sisteminin oluşturulması gibi çalışma yaşamının şartları vurgulanmış ve bu
şartların işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinin oluşturacağı kurumlar tarafından
denetlenmesi istenmiştir174. Yine paralel olarak BM 1948’de İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’ni yayınlamıştır. Burada da dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin herkesin çalışma, sosyal güvenlik, sendikalaşma (23. madde) gibi- haklara sahip olduğu
savunulmuştur. Takiben 1950’de de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kabul
edilmiştir175. 11. madde tüm çalışanların sendikal haklarını savunmuştur. Türkiye bu
sözleşmeyi 1954’de kabul etmiştir. 1961 yılında Avrupa Sosyal Şartı imzalanmış,
Türkiye önemli maddeleri dışında bırakarak 1989’da kabul etmiştir. Yine 1966’da kabul
edilen ve 10 yıl sonra yürürlüğe giren BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Sözleşmesi ile BM Kişi Hakları ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmeleri
bulunmaktadır. Türkiye bu anlaşmaları henüz onaylamamıştır176.
İkinci olarak uluslararası sendikal merkezleri incelersek iki kutuplu dünyanın bu
döneme damgasını vurduğunu anlarız. II. Dünya Savaşı sürerken 1943 yılında antifaşist mücadele içinde ilk sendikal işbirliği 1943’te İngiliz-Sovyet Sendikal
Komitesi’nin kurulmasıyla başlamıştır. Bu oluşuma Amerikan Sanayi Örgütleri
Kongresi (CIO)’nin de katılmasıyla 1945’te Dünya Sendikalar Konfederasyonu (DSFWFTU) kurulmuştur. DSF proleter enternasyonalizmini savunmuştur. Federasyonun
başlıca amaçları, savaş kışkırtıcısı ve faşizmin yaratıcısı olan büyük tekellere karşı
savaşım, eşit işe eşit ücret ilkesi ve daha geniş sendikal haklar, sömürgeciliğin ortadan
kaldırılması, ulusların kendi kaderini tayin hakkının tanınması ve ulusal-uluslararası
düzeyde sendikal birlik-dayanışma olarak özetlenebilir177. SSCB’de 20. Kongre sonrası
revizyonizmin iktidara gelmesi ile birlikte DSF de, barış içinde birarada yaşama178
Hava-İş Sendikası, (Erişim Tarihi: 30 Aralık 2005).
Hava-İş Sendikası, (Erişim Tarihi: 30 Aralık 2005).
176
Koç, s. 81-82.
177
Dünya Sendikalar Federasyonu, s. 136-137.
178
1950’li yıllarda işçi hareketlerini etkileyecek önemli bir olay yaşanmıştır. 1956’da gerçekleştirilen
SBKP 20. Kongresi’nde Kruşçev, 1953’te ölen Stalin’i tek adamlıkla, muhaliflerine ağır zulüm
uygulamakla vb. eleştirmiştir. Stalin eleştirilerine dayanak olarak da, Stalin’in partiden uzaklaştırılması
gerektiğini yazdığı varsayılan Lenin’in açıklanmayan vasiyetnamesini göstermiştir. (Isaac Deutscher,
Tarihin İronileri, Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, Temmuz 1991, ss. 9-19.) Bu
dönemde SBKP’nin yeni politikasının “barış içinde birarada yaşama” olduğunu ilan edilmiştir. Buna
göre, sosyalizmle kapitalizm ekonomik olarak yarışacak ve iki ekonomik sistemden birisi galip gelecektir.
Bu da sosyalizm olacaktır, diye öngörülür. SBKP, bu noktada Lenin’in devrimin eşitsiz gelişmesi
174
175
70
tezine paralel sendikal politikalara yönelmiştir179. Buna göre, tekellere karşı ekonomik
mücadele verilmeli, ABD emperyalizmi ekonomik yönden yenilmeliydi. Sınıf
savaşımının reddi anlamına gelen bu fikirler, 1965 yılıyla birlikte DSF içinde tamamen
egemen olmuştur. DSF, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte etkisini kaybetmiştir.
Bir diğer uluslararası sendikal merkez DSF’den ayrılan TUC, CIO ve AFL önderliğinde
1949’da kurulan Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU)’dur.
ICFTU, 1947’de Marshall yardımı çerçevesinde DSF’de oluşan ayrılık ve paralel olarak
AFL’nin 1946’da hür sendikaları biraraya getirme kararı sonucu ortaya çıkmıştır.
Esasen bu Konfederasyon ABD’nin oluşturmaya çalıştığı düzenin bir parçası olarak
işlev görmektedir. Anti-komünist ve sınıf uzlaşmacılığına dayanan, bu noktada dünyada
kendine bağlı sendikalar oluşturan ICFTU’nun temel ilkeleri, ILO ve BM kararlarına
paraleldir. Ülkemizde de Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve KESK bu konfederasyona üye
olmuştur. Bu iki sendikal merkez dışında Hıristiyan İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve
Avrupa sendikalarının 1972’de oluşturduğu ETUC bulunmaktadır.
Sendikalar konusunda son olarak sendikal emperyalizm pratiğine değinmekte fayda var.
Sendikal emperyalizm kavramı, özellikle ABD’nin politikalarını diğer ülkelerde
uygulamak için denetiminde sendikalar oluşturması sonucu kullanılmıştır. Bu konu iki
örnekle açıklanabilir. Birinci örnek İngiliz Guyanası’dır. Amerikan Uluslararası
Haberalma Örgütü (CIA), merkezi Londra’da bulunan Public Services International-PSI
sendikasına sızmıştır. Bu sendikaya bağlı Guyana Memurlar Sendikası’na komünizmle
mücadele fonlarından para yardımı yapılmış ve buradan Latin Amerika ülkelerine
şubeler açılması planlanmıştır. Bu süreci AFL-CIO’da desteklemiştir. Öyle ki 1964’te
Guyana’da darbe girişiminde bile bulunulmuştur180. İkinci örnek ise Fransa’dır.
1947’deki büyük grev dalgasında CGT’nin bölünmesi amacıyla yapılan para
yardımlarını AFL yapmıştır. Başbakan yardımcılığı dışında savunma, sanayi, çalışma,
teorisini dayanak göstermiştir. Bu bir uzlaşı değil, sınıf savaşımının güncel biçimidir. Gelişen savaş
teknolojisi döneminde uzlaşmazlıklar görüşme yolu ile çözülmelidir. (P. Nikitin, Ekonomi Politik, Çev.
Hamdi Konur, 8. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Kasım 1995, ss. 385-389.) ÇKP bu politikaya itiraz
etmiştir. Çünkü barış içinde birarada yaşama, halkın devrimci savaşımlarının yerini alamaz. Herhangi bir
ülkede kapitalizmden sosyalizme geçiş, ancak proleter devrimi ve proletarya diktatörlüğüyle başarılabilir.
Tam ve kesin işbirliği mümkün değildir. (Pekin Moskova Çatışması, Çev. Gaybiköylü, 5. Baskı,
Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ocak 1998, s. 41.) Ancak ÇKP de bir süre sonra 3 dünya teorisi
adı verilen ve SBKP’ni proletaryanın baş düşmanı ilan eden teoriyle başka bir anlaşmazlık başlatmıştır.
Bu tartışmalar bütün ülkelerde komünistlerin içinde bulundukları hareketleri olumsuz anlamda
etkilemiştir. İki partide de hakim olan eğilimler, komünist bloğun çözülme sürecinde baş aktörlerdir.
179
Dünya Sendikalar Federasyonu, s. 74.
180
Julien, ss. 422-424.
71
imar ve iskan bakanlıklarını elinde bulunduran komünistlere karşı sosyal demokratları
iktidara geçirmeyi hedefleyen bu plan başarılı olmuştur181. AFL-CIO ABD’de sınıf
uzlaşmacısı bir tavır izlerken, hükümetin dış politikalarının bir aracı olarak da
işlevlenmiştir. Vietnam Savaşı’nı desteklemesi bu konuda en önemli örnektir. Yine
AFL-CIO’ya bağlı olarak 1962’de kurulan Amerikan Hür İşçi Gelişim Enstitüsü
(AIFLD), birçok ülkeden gelen sendikacılara, Amerikan çıkarları doğrultusunda eğitim
faaliyetleri vermiş ve kendilerine bağlı bir sendikacılar gurubu oluşturmuştur182. AFLCIO’ya bağlı bir başka örgüt de Asya-Amerika Hür Çalışma Enstitüsü’dür (AAFLI).
Türkiye’de de Türk-İş’in bu enstitüyle faaliyetleri, Türkiye Direktörü Emanuel
Boggs’un CIA ajanı olduğunun resmi belgelerle kanıtlanmasına kadar devam etmiştir.
Özetle ABD, dünyada kendine bağlı işçi sendikaları oluşturmuştur.
Bu süreçte Türkiye’deki işçi hareketlerine değinirsek; 1946-50 döneminde sendikal
harekette bir ilerleme yaşanmıştır. Birçok işçi merkezinde çeşitli üretim dallarında
sendikalar kurulmuştur. En önemli talep grev ve toplu iş sözleşmesini de kapsayan yeni
bir İş Kanunu’nun çıkartılması olmuştur183. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu
(Türk-İş) Temmuz 1952’de resmen kurulmuştur. Kurulan bu konfederasyon tam
manasıyla hükümet yanlısı bir kadro yapısına sahip, işçi sınıfının çıkarları
doğrultusunda hareket etmeyen bir yapı durumundaydı. Dış ilişkilerinde Uluslararası
Hür Sendikalar Konfederasyonu’na üye olmuştur. Bunun kökeninde Türk-İş’in yönetim
kuruluna seçilenlerin sendikaların sınıf temeline dayanmasını istemeyen kişilerden
oluşmuş olması yatmaktadır184.
27 Mayıs 1960’ı izleyen yıllarda işçi sınıfı nicelik olarak hızlı bir biçimde artmıştır.
Bunun önemli nedeni, proleterleşen topraksız veya az topraklı köylülerin büyük
şehirlere göç etmesidir. Sonraki 4-5 yıl içinde küçüklü büyüklü birçok grev ve gösteri
yapılmıştır. Bunların en büyüğü 1965 yılında yapılan Kozlu grevidir. Bu grev sonucu
Türk-İş içinde ciddi bir ayrılık açığa çıkmıştır. Hükümet yanlısı yönetime tepki olarak
bir kısım sendika Türk-İş’ten ayrılarak yeni bir konfederasyonun temelini atmıştır.
Türk-İş’ten ayrılan bazı sendikalar yeni bir konfederasyona temel olmak üzere Türkiye
181
Julien, s. 427-428.
Ronaldo Munck, Uluslararası Emek Araştırmaları, Çev. Cenk Aygün, 1. Baskı, Ankara: Öteki
Yayınevi, 1995, s. 323.
183
Şişmanov, s. 151.
184
Şişmanov, s. 165-166.
182
72
İşçi Sendikaları Dayanışma Konseyi kurmuştur185. Bu oluşum daha sonra 13 Şubat 1967
tarihinde Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) kurmuştur.
Sınıf uzlaşmacılığını ve Amerikan sendikacılığını karşısına alan DİSK, işçi sınıfı
içerisinde kısa sürede prestijini ve üye sayısını arttırmıştır. İlk dönemlerinde geleneksel
sendikal
oluşumların
bağımsızlaşmasa
da
etkisi
işçi
altındaki
sınıfı
politikalardan
hareketinde
programatik
bürokratik
anlamda
sendikacılığın
tüm
olumsuzluklarından özgürleşme yoluna gitmiştir.
DİSK; 15-16 Haziran 1970’de, Anayasayla kazanılan hakların korunması için girilen
mücadelede radikal ve kitlesel bir direniş sergilemiştir. Ancak yöneticiler DİSK’i ve
işçileri yalnız bırakıp, hükümet yanlısı bir tutum izlemişlerdir. 1971 darbesi sonrası
farklı eğilimleri içinde taşıyan DİSK işçi sınıfının mücadele örgütü olmayı
başaramamıştır. 1980’li yıllara işçi sınıfı mevcut sendikal yapıları aşan bir sınıf bilinci
ve mücadele pratiğiyle gelmiştir. 12 Eylül darbesiyle birlikte işçi sınıfının mücadelesi
bastırılmış ve örgütlülükleri dağıtılmıştır.
1970’li yıllara gelindiği zaman kapitalist sistem hem ekonomik hem de politik olarak
krize girmişti. Kapitalizm yeniden yapılanma sürecine girecek ve işçi sınıfına karşı
yoğun bir saldırıya geçecekti.
185
Şişmanov, s. 205.
73
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YENİ İŞÇİ HAREKETLERİ ve TOPLUMSAL HAREKET SENDİKACILIĞI
I. Sermayenin Yeniden Yapılanma Stratejisi ve İşçi Hareketlerinin Yenilgisi
1960’ların sonu ile 1970’lerin başında derinleşen ekonomik kriz, sömürgecilik
sisteminin daraldığı, kapitalist sistemden kopma eğilimlerinin güçlendiği ve sosyalist
bloğun genişlediği bir anda sermayenin hareket alanının daralması ve kar oranlarında
düşme eğilimi olarak kendini göstermiştir. Öyle ki 1948-80 arası dönemde ABD’de kar
oranı %30.8 düşmüştür186. Kriz, durgunlukla enflasyonun birarada gözüktüğü
stagflasyon biçiminde yaşanmıştır. 1973-78 petrol şokları ve Vietnam Savaşı krizi
derinleştiren etmenler olmuşlardır. Krizden çıkmak için artı değer oranlarının
yükseltilmesi
ve
sermaye
hareketinin
önündeki
tüm
engellerin
kaldırılması
hedeflenmişti. Bu yüzden emeğin tüm etkinlik alanlarının kapitalist üretim zincirine
dahil edilmesi, 150 yıllık mücadeleler sonucunda emeğin kazandığı hakların
yokedilmesi, sosyalizmin yıkılması187 ve sömürge kurtuluş hareketlerinin yenilgiye
uğratılması gerekiyordu. Böylece kar oranları artırılacak ve sermaye hareketinin
önündeki tüm engeller kaldırılacaktı.
Kapitalist-emperyalist sistem bu hedefler üzerinden yeniden yapılanmaya giderken
süreci tanımlamak için Küreselleşme ve Yeni Dünya Düzeni (YDD) kavramlarını
kullanmıştır. Örneğin küreselleşme kavramı, 1960’lara doğru Harvard, Stanford,
Columbia gibi prestijli Amerikan işletme okullarında kullanılmaya başlanan, yine bu
çevrelerden çıkmış bazı iktisatçılar tarafından popülarize edilen bir kavramdır188. Oysa
üretici güçler, üretim ilişkileri, sınıf mücadelesi ve uluslararası askeri-politik değişimleri
Yüksel Akkaya, “Küreselleştir, Kimliksizleştir, Sendikasızlaştır, Yoksullaştır”, Küreselleşme,
Sendikalaşma ve Yoksullaştırma, http://www.ceterisparibus.net/arsiv/y_akkaya6.doc (Erişim Tarihi: 14
Nisan 2005): p. 23. (Neo-liberal politikaların uygulanması sonucu ise ABD’nin kar oranı 1980-89 arası
%8.3 artmıştır.)
187
Sovyet gücünün ekonomik, siyasi ve askeri varlığı ABD ve kapitalist kampın gücünü küresel düzeyde
kullanmasını engelleyen bir faktördü. Samir Amin, Chomsky ve Andre Gunder Frank, Düşük
Yoğunluklu Demokrasi, Çev. Ahmet Fethi, 1. Baskı, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1994, s. 27.
188
Akkaya, p. 2.
186
74
yeni dünya düzeni ve küreselleşme kavramları ile tanımlamak mümkün değildir. Bu
yüzden kavramları emek cephesinden tanımlayarak, kavramları oluşturan unsurları
incelemek gerekir. YDD, sosyalizmin yıkıldığı, hiçbir ülkenin kapitalist toplumsal
pazarın dışında kalamayacağı, işçi sınıfının siyasal-toplumsal gücünün kırıldığı ve
sermayenin sınırsız hareket özgürlüğüne sahip olduğu bir programı ifade eder.
Küreselleşme ise, sermayenin sınırsız hareket özgürlüğünün üretim ve pazar düzeyinde
örgütlenmesi demektir.
Sermaye hareketinin önündeki engelleri kaldırmak için üç temel adım atılmıştır:
1- Sermaye hareketini artırmak için mali sermaye, para sermaye ekseninde
örgütlenmeye başlamıştır. Çünkü parasal sermaye bölünebilen, yayılabilen, birleşebilen
bir yapıya sahiptir. Bu özelliğiyle kapitalist üretim ve pazarlamayı çabuk örgütler.
Parasal sermayenin bu özelliği, teknolojik gelişme ile doğru orantılıdır (örneğin
bilgisayarlı kredilendirme ağları). Parasal sermayenin temel kurumları da IMF ve
DB’dır. IMF ve DB, dayattıkları yapısal uyum programlarıyla bütün ülkelerin kapitalist
dünya sistemine entegrasyonunu sağlamaktadır. Özellikle bağımlı (yeni sömürge)
ülkelerin borçlanmalarının ve bağımlılıklarının temeli yapısal uyum programlarıyla
gerçekleşmektedir189. Böylece finans sermayesi, yeni sömürge ülkelerden merkez
ülkelere kaynak transferi gerçekleştirebilmektedir. Spekülatif yanı ağır basan finans
sermayesinin piyasalara yaptığı “denetlenmeyen” giriş-çıkışlar sonucunda; Tayland,
Rusya, Brezilya, Endonezya ve Türkiye’de görülen krizler gerçekleşmiştir.
2- Üretim süreci ve pazarlar dünya çapında bütünleştirilmiş; üretim, iletişim-bilişim
teknolojisi ekseninde yeniden yapılandırılmıştır. Teknoloji, sadece üretim araçları ya da
makinelerin
gelişmişlik
düzeyi
olarak
algılanmamalıdır.
Emeğin,
üretimi
gerçekleştirmek amacıyla, üretim araçları etrafında örgütleniş biçimini, tüm üretim bilgi
ve becerisini de kapsamaktadır190. Yani üretim süreçlerinin sermaye lehine yeniden
örgütlenmesi için teknik düzeyin geliştirilmesi ve örgütlendirilmesi sermaye için bir
zorunluluk durumudur. Böylece ülkelerin koşullarını dikkate almayan bir üretim
hiyerarşisi -küresel fabrika- kurulmuştur.
Michel Chossudovsky, Yoksulluğun Küreselleşmesi, Çev. Neşenur Domaniç, Çivi Yazıları, 1998, ss.
53-60.
190
Hacer Ansal, Teknolojinin Taraflılığı ve Üretim İlişkileri, 1.Baskı, İstanbul: Onbirinci Tez Kitap
Dizisi, 1986, s. 154.
189
75
Proleterleştirme191 ve esnek üretim192le birlikte emek kitleselleştirilmiş193, işçi sınıfı
savunmasız hale getirilmiş ve kuraldışı çalışma kural haline dönüşmüştür. Emek; işin,
yaşamın her zamanında-mekanında yapılması ve özel bir nitelik istenmemesi sonucu
vasıfsızlaştırılmıştır. Emeğin vasıfsızlaşması ve yabancılaşması kapitalizmin temel
olgusudur194. Emeğin vasıflı olup olmaması kol gücü veya kafa gücü oranına bağlı
değildir. Yeni teknolojilerin gelişmiş olması bu durumu değiştirmemektedir. Esnek
üretim
ve proleterleştirme ile birlikte küresel
fabrikanın
oluşumu,
emeğin
uluslararasılaşması denebilecek bir süreç içinde genişletilmiş bir yeniden üretimi
sağlamaktadır. Çünkü kapitalist toplumda devletin temel işlevi kapitalizmin yeniden
üretilmesi ve sermayenin çıkarlarının tüm toplumun çıkarlarına egemen kılınmasıdır195.
Üretim sürecinde yaşanan bu yeniden yapılanma uygulamaları, dünyayı adeta dev bir
fason üretim merkezi haline getirmiştir196. Bu sürecin uygulayıcı aktörü de çokuluslu
şirketlerdir. Üretimi çokuluslu şirketler lehine yapılandıran yeni uluslararası işbölümü
çerçevesinde, üretim; emeğin ucuz ve örgütsüz olduğu ülkelere kaydırılmıştır197.
Çokuluslu şirketler bu ülkelerdeki şirketlerle kurdukları alt işveren (taşeron) ilişkileri
çerçevesinde üretimi gerçekleştirmektedirler.
Son 50 yılda kent nüfusu 750 milyondan 3 milyara çıkmıştır. Türkiye, Brezilya, Arjantin vb. ülkelerde
kentleşme oranı %65’lere varmış ve birkaç sanayileşen kent nüfusun çoğunluğunu barındırmaya
başlamıştır. Tarihte ilk proleterleştirme süreci Batı Avrupa’da 60-70 milyon insanı kapsarken,
günümüzde yeni sömürge köylülüğünü merkez alan proleterleştirme dalgası son 30 yılda 1 milyar insanı
kapsamıştır. Bu süreç hızla devam etmektedir. (Bu konuda bkn. Istituto di Studi Sul Capitalizmo,
“Bugüne Gelindiğinde, Manifesto Üzerine Bazı Görüşler”, Mai ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Gurubu,
http://antimai.org/rp/rpmanifesto.htm (Erişim Tarihi: 9 Şubat 2006).)
192
Fordist üretim biçimi yerine yapılandırılan esnek üretim, küçük üretim birimlerini temel alan, atipik ve
kuralsız çalıştırmanın egemen olduğu bir biçimdir. Sermayenin esneklik politikası, işten atma özgürlüğü
anlamına gelen sayısal esneklik, işçinin kol ve kafa emeğinin bütününü üretime katmayı amaçlayan
işlevsel esneklik, çalışma zamanının belirsizleşmesine yol açan zaman esnekliğidir. Yön Dergisi,
Toplumsal Hareket Sendikacılığı Broşürü, İstanbul: Okyanus Yayınevi, 1997, s. 23.
193
Fiyat etkisinin mantığı, sendikaları geniş kitleler halinde çalışmakta olan işçiler üzerine odaklamıştı.
Bunlar erkek, tam zamanlı, düzenli, yerli ve mavi yakalı, geniş ölçekli fabrikalarda çalışan işçilerdi.
K.
R.
Shyam
Sundar,
Organizing
the
unorganized,
http://www.indiaseminar.com/2003/531/531%20.k.r.%20shyam%20sundar.htm
(Proleterleştirme
yeni
sömürge
köylülüğünü hedef almıştır. Köylülere ek olarak memurlar gibi orta sınıfı oluşturan kesimler de hızla
proleterleşmiştir. Böylece geleneksel işçi sınıfını -sanayi proletaryasını- oluşturan kol işçisi profili
değişmiş; kadın, çocuk, göçmen işçilerin sayısı, hizmet sektöründe çalışanların sayısı artmıştır.)
194
Çetin Uygur (Der.), Dinazorların Krizi, 2. Baskı, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1992, s. 31.
195
Jacques Gouveneur, Kapitalist Ekonominin Temelleri, Çev. Fikret Başkaya, 1. Baskı, Ankara: İmge
Yayınları, 1997, s. 265.
196
Tuna Ender, Yeniden Yapılanma ve Sendikal Politikalar, İktisat Dergisi, Sayı: 370, Ağustos-Eylül
1997.
197
Tülin Öngen, Küresel Kapitalizm ve Sermayenin Yeni Hegemonya Stratejileri, Petrol-İş Yıllığı 20002003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul, 2003, s. 36-37.
191
76
3- Kapitalist olmayan üretim ve devletin yürüttüğü üretim ve hizmetler; yani geçimlik
ve sanatsal üretim ile, devletin sosyal işlevi ortadan kaldırılmıştır. Devletçi ekonomik
müdahalenin sürekliliğindeki değişim, sermayenin ihtiyacı olan kapitalist devletin, buna
uyum göstermesine bağlıdır198. Küreselleşme süreci içinde yeniden yapılanan ekonomik
sistemin önünde ulusal devletin ve bir toplumsal kategori olarak ulusun var olan
işlevinin değişmesi bir zorunluluktu. Bu şekliyle ulus devlet ekonomik yönetimi
kamusal sınırlar içine sokmaktadır. Devlet kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre yeniden
uyarlanmak zorundadır199. Sermayenin çözüm olarak uyguladığı özelleştirme; eğitim,
sağlık, iletişim, ulaştırma, enerji gibi alanları sermaye talanı yapmasının yanında; kural
dışı çalışmanın süreklileştirilmesini ve kurumsallaşmasını da sağlamaktadır. Üretim
maliyetlerini azaltmanın bir aracı olarak da sendikasızlaştırma uygulamalarına
gidilmiştir.
Neo-liberal düşünce, devletin kamu harcamalarını finanse etmek için vergilendirme
uygulamalarına
gittiğini
ve
bunun
da
şirketlerin
kar
oranlarını
azalttığını
savunmuştur200. Bu düşünceye göre krize; devletin müdahalesi, işçilerin aldığı yüksek
ücretler ve haklar neden olmuştur. Merkez ülkelerde ilk neo-liberal uygulamalar
Thatcher ve Regan iktidarlarıyla hayata geçmiştir. Kamu hizmetleri küçültülmüş; asgari
ücret, işsizlik yardımı vb. uygulamalar kesintiye uğramıştır. Takiben hayata geçen
özelleştirme ve kuraldışılaştırma politikalarına, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma
politikaları da eklenmiştir.
Emperyalist yeniden yapılanmanın önemli bir ayağını da yeni sömürge kurtuluş
hareketlerine karşı saldırı oluşturmuştur. 1954’te Guatemala’da, 1961’de G. Kore’de,
1964’te Brezilya’da, 1973’de Şili’de, 1976’da Arjantin’de ve 1980’de Türkiye’de
gerçekleşen askeri darbeler sonucu gerek yeni sömürge kurtuluş hareketleri yenilgiye
uğratılmış gerek de bu ülkelerde kapitalist yeniden yapılandırma süreci başlamıştır.
1979 Nikaragua Devrimi sonucu bu ülkeye yapılan Kontra müdahalesi, ABD
önderliğindeki bu yeniden yapılanmanın boyutlarını daha iyi anlamamızı sağlayacak
niteliktedir.
Suzanne De Brunhoff, Devlet ve Sermaye, Çev. Kuvvet Lordoğlu, 1. Baskı, Ankara: İmge Yayınevi,
1992, s. 137.
199
Brunhoff, s. 144. (Sermaye belli bir toprağa ve insan topluluğuna bağlı kalmayacaktır. Bu süreç ulus
devletin yok olması demek değildir. Ancak ulus devletin korumacı ve kalkınmacı işlevleri sona ermiştir.)
200
Gencay Şaylan, “Küreselleşmenin Gelişimi”, Emperyalizmin Yeni Masalı: Küreselleşme, İstanbul:
İmge Yayınları, 1997, s. 13.
198
77
1989’da Berlin Duvarı yıkılmış, SSCB ve Doğu Bloğu ülkelerinde kapitalizme geriye
dönüş tamamlanmıştır. YDD, uluslararası ilişkilerde ABD’yi siyasal açıdan tek süper
güç haline getirmiştir. ABD’yi ekonomik açıdan zorlayan ülkeler ortaya çıksa bile,
siyasal güç olarak dünyayı yine ABD biçimlendirmektedir. Bunu da devasa askeri
gücüne dayandırmaktadır. Sermayenin serbest ve sınırsızca hareket etmesi, serbest
ticaretin önündeki tüm engellerin kaldırılması, sanayi üretim ve teknolojilerin dünya
çapında yayılmasıyla karakterize edilen küreselleşme süreci vahşi kapitalizm
koşullarında yaşanmaktadır201. Yeniden yapılanan kapitalizm 20.yy.da elde edilen
kazanımları tasfiye ederek 19.yy.ın vahşi kapitalizm koşullarını yeniden inşa etmeyi
hedeflemiştir.
Yeni sömürgecilik küresel sistem içinde kurulmaya başlanmış ve emeğin doğrudan
sömürüsü öne çıkmıştır. Mali araçların motor rolünü üstlenmesiyle birlikte, sömürge
ekonomisine ucuz imalat ürünlerinin sokulması ve sermaye ihracı, daha önce varolan
üretim biçimlerinde ve sömürü ilişkilerinde devrim yapar202. Bu çok daha etkin ve
yaygın bir sömürgeciliğin inşası anlamına gelir. Çokuluslu yatırımlardan sağlanılan
karlarla gerçekleştirilen sömürü biçimi mali sömürü biçimine entegre olur. Sömürü
biçimindeki bu değişim emperyalist kredi kuruluşlarının tahsildarlığı yoluyla işlerlik
kazanır. IMF’den kredi alan bir ülkenin belirli bir süre içinde yerine getirmesi gereken
mali ve ekonomik koşullar Stand-by anlaşmalarıyla ortaya koyulurlar203. Bu kurumlarla
yapılan bu anlaşmalar devletin yapısı ne olursa olsun bağlayıcıdır. Sömürü bu
kuruluşlarla yapılmakta ve kurumsallaştırılmaktadır.
Yeni sömürgeler için öngörülen demokratikleşme süreçleri batılı ülkelerin stratejik
planlarına 1988 yılında Shultz Planı olarak anılan bir politika çerçevesinde girmiştir.
Emperyalizmin sömürü alanlarını genişletmek amacıyla bir normalleşme her alanda bir
zorunluluktu. Böylece biçimsel bir demokrasi sayesinde toplumsal muhalefet, işçi sınıfı
ve potansiyel hareketler kontrol altına alınıyor ve böylece yeniden sömürgeleştirme
gerçekleşebiliyordu.
Alkan Soyak, Küreselleşme, 1. Baskı, İstanbul: Om Yayınları, 2002, s. 9.
Sweezy-Baran-Magdoff, Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı, Çev. Yıldırım Koç, 1. Baskı, Ankara: Bilgi
Yayınevi, 1975, s. 96.
203
Payer, s. 35.
201
202
78
Yeni sömürge ülkelerde ithal ikameci sanayileşme modelinden, ihracata yönelik
sanayileşme modeline geçilmiştir. İthal ikamecilikte korumacı politika, gümrük
duvarları gibi uygulamalar vardı. İhracata yönelik sanayileşmeye göre ödemeler
bilançosu açığı, ihraç ekonomisi oluşturulursa kapanacaktı204. Yeni sömürgecilik
sistemindeki bu gelişmeler gizli işgal esprisinin genişlemesi olarak tanımlanabilir.
Sermayenin yeniden yapılanması işçi sınıfının yenilgiye uğratılması hedefine
dayanmıştı. Bu yüzden ilk incelenmesi gereken husus sosyalist devlet205lerdir.
Sosyalizme ilk geçen ülke olan SSCB’de Lenin, parti ile Sovyet arasındaki ilişkiyi işçi
sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olacaktır, ilkesi çerçevesinde tanımlamıştı.
Manifestoda da komünistler, “bir bütün olarak proletaryanın bütününün çıkarlarının
dışında ayrı çıkarlara sahip değildirler”206 denmekteydi. Ancak 1956’da SBKP 20.
Kongresi’nde alınan kararlar, Çin’de liberalizme geçilmesi gibi gelişmeler sonucunda;
emperyalizme karşı bu ülke komünist partilerini belirleyen revizyonist politikalar, işçi
sınıfını savunmasız bırakmıştır. Komünist partiler işçi sınıfının evrensel ve bütünsel
çıkarlarını temsil etmemiştir. İşçi ile işçi sınıfı ayrı olgulardır207. Yani emperyalizme
karşı sınıf savaşımının önderliği yapamamışlardır. İşçi sınıfını İtalya ve Fransa
örneğinde açıkça görüldüğü gibi düzen içi baskı gurupları haline getirmişlerdir. Politik
mücadele ile sınıf arasındaki ilişki ve devrim anlayışı yozlaşmıştır. 20.yy.ın ikinci
yarısını takiben ekonomizm-reformizm-revizyonizm komünist partilere egemen
olmuştur. Bu süreç komünist partilerden başlayarak, sendika gibi sınıf mücadelesinin
diğer araçlarına yayılmıştır. Burada özetlenen gelişmeler çerçevesinde, yenilgiyi; işçi
sınıfının her düzeydeki örgütlenmelerinin krizi olarak görebiliriz. Sermayenin yeniden
yapılanmaya gitmesiyle işçi hareketlerinin krizi aynı döneme denk gelmiş ve sermayeye
büyük avantaj sağlamıştır. Böylece 20.yy.ın sonuna doğru işçi sınıfı revizyonist anlayışı
tasfiye edemediği için yenilgiye uğramıştır.
Hugo Calderon, Jaime Ensignia ve Eugenio Rivero, Friedman Modeli Kıskacında Şili, Çev. Neşe
Ümit, 1.Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1983, s. 78. (Chicago İktisat Okulu’ndan Milton Friedman’ın
öncülüğünü yaptığı neo-liberal akımın, özelleştirme, esnek üretim, sermaye piyasalarının oluşması,
sübvansiyonların kaldırılması, kamu harcamalarının düşürülmesi ve emek maliyetini azaltmak için
sendikaların kapatılmasını öngören politikalarının ilk uygulaması, 1973 askeri darbesi sonrası Şili’de
olmuştur.)
205
Burada Marksizmde komün tipi devlet tanımının, “egemen sınıf halinde örgütlenmiş proletarya”
olduğunu hatırlamak gerekir.
206
Marx ve Engels, Komünist Parti Manifestosu, s. 26.
207
Tezin ilk bölümünde; Marx’ın “sosyalist sınıf bilinci olmadan proletarya, ‘kendinde sınıf’ durumundan
‘kendisi için sınıf’ durumuna dönüşemez, diyerek işçi mücadeleleri ve sosyalizm arasındaki bağı
kurmuştur” tespitine yer verilmişti.. Sosyalist ülkelerde bu bağın koptuğu düşünülebilir.
204
79
İşçi sınıfının sendikal mücadele araçlarının krizine değinirsek; sendikal krizi üretim
yapısındaki değişimlere bağlamak hatta bunu teknolojik değişim kıstasına indirmek
tutarlı bir yöntem değildir. Çünkü, emek sürecindeki değişimler, hatta teknolojik
değişimler otomatik olarak gerçekleşen süreçler değil, sınıf mücadelesine ve onun
düzeylerine bağlı süreçlerdir. Emek sürecindeki değişim, işçilerin sınıfsal niteliklerinde
işçi sınıfı lehine kökten yenilikler getirmektedir. Sendikal hareketin krizinin en temel
nedeni sendikal yapılardaki reformist politikalar ve mevcut kastlaşmış ilişkilerdir. Kriz
tartışmalarında uluslararası sendikal merkezler, tarihsel-yapısal sorunları incelemek, bu
sorunların farklı ve eşitsiz sosyo-ekonomik ve tarihsel koşullarda aldığı biçimleri
anlamak ve aşmak çabasının uzağındadır208. 20.yy.ın başında reformizm biçimi altında
ağırlık kazanan düzen içi baskı kurma eğilimi harekete niteliğini veren bir unsur
olmuştur. Emperyalist merkezin toplumsal-siyasal yapısındaki değişimler, batı
ülkelerindeki işçi sınıfı koşullarını belirler bir duruma gelmişti. Kapitalizm-sosyalizm
dengesi batı sendika ve işçi partilerinin bu durumun kalıcılığına istinaden -denge
pozisyonuna göre- örgütlenmesine yol açtı. Bu yüzden 150 yıllık kazanımları koruma
şansları kalmadı. Bu değişim örgütsüzleştirme sürecinin bir parçasıydı. Emek
hareketinin yaşadığı bu yalpalamalar işçi sınıfının gündelik ve politik çıkarlarının
birbirinden tamamen koparılmasıyla sonuçlanmıştır. Düzenle bütünleşme eğilimleri
çağdaş sendikacılık, Japon modeli sendikacılık gibi düzen içi teslimiyetçi modellerin
yaygınlaşmasına neden olmuştur. Eldeki durumu korumaya çalışan statükocu, sermaye
ile uzlaşmaya çalışan anlayış ciddi bir sorundur. Siyasal öznenin olmaması veya
zayıflaması, sendikal hareketin sorunların çözümünü işçi-işveren-işyeri ekseninde
tanımlanmasına neden olmuştur.
İşçi sınıfının örgütsüzleştirilmesine yönelik ideolojik saldırı ise; soğuk savaş döneminde
Daniel Bell’in “İdeolojinin Sonu” kitabı ile dillendirilen ve Francis Fukuyama’nın
“Tarihin
Sonu”
teziyle
güncelleştirilen,
“İdeolojiler
öldü!”
anlayışının
yaygınlaştırılmasıdır. Andre Gorz’da “elveda proletarya” diyerek, yeni toplumsal
hareketlerin işçi sınıfının devrimci misyonunu devraldığını söylemiştir. Sosyalizmin
reel uygulamalarının yenildiği, devletin sosyal misyonunun kaldırıldığı bir dönemde
sınıf
örgütlenmelerinin
yerini
hükümet
dışı
kuruluşlara
(Non-Govermental
Organizition-NGO) bıraktığı anlayışı tüm topluma adapte ettirilmeye başlanmıştır. Öyle
ki Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Seattle’de “işçi hakkı insan hakkıdır” diyerek sınıf
208
Uygur, Dinazorların Krizi, s. 70.
80
mücadelesinin bittiğinin altını çizmiştir. Bu anlayışa göre DİSK’te TÜSİAD’da sivil
toplum kuruluşudur. İşçi ve işveren karşılıklı iki birey olarak sözleşme yapmalıdır.
Devlet de iş yasası çıkararak bu sürecin genel çerçevesini çizmelidir209. Böylece
sendikalar sosyal kontrol işlevi üstlenirler ve diğer STK’larla birlikte sınıf
mücadelelerinin -ya da moda deyimle sosyal patlamaların- önünde bir emniyet sübabı
oluştururlar.
1970’li yıların sonlarından itibaren Güney Kore, Güney Afrika, Brezilya ve Filipinler
gibi ülkelerde, günümüzde ise dünyanın farklı coğrafyalarına da yayılan yeni işçi
hareketleri oluşmaya başlamıştır. Bu işçi hareketleri gündelik mücadelelerin dışında
iktidar mücadelelerine de başlamışlardır.
II. Yeni İşçi Hareketlerini Belirleyen Genel Çerçeve
1980’lerde sermayenin sosyalizme, sömürgelere ve işçi hareketlerine saldırısı sürerken
Güney Afrika’da, Güney Kore’de, Brezilya’da ve Filipinler’de “yeni işçi hareketleri”
ortaya çıkmıştır. COSATU, Güney Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) omurgasını
oluşturarak ırkçı rejimin devrilmesinde kilit rolü oynamış; Brezilya’da (CUT) ve
Kore’de (KCTU) askeri diktatörlüklerin tasfiyesini getirecek siyasal-toplumsal güç
dengelerini dönüştürmüş, Filipinler’de (KMU) Marcos diktatörlüğünü devirmede
önemli bir rol oynamıştır. Yeni sömürgelerde işçi hareketleri siyasal ve toplumsal
devinimin merkezleri haline gelmişti210.
1970’lerin ikinci yarısı ile birlikte ortaya çıkan yeni işçi hareketleri, emek
araştırmacıları tarafından Toplumsal Hareket Sendikacılığı (THS) kavramı çerçevesinde
değerlendirilmiştir. Emek araştırmacılarının bu konudaki fikirlerine değinerek, yeni işçi
hareketleri ve THS daha geniş bir perspektiften tanımlanacaktır.
Türkel Minibaş, DTÖ ve Türkiye Semineri, Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans Salonu, 21 Aralık
1999.
210
A. Can Doğruer, “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” Tartışmaları Üzerine Birkaç Hatırlatma ve Bir
Örnek, http://sendika.org/yaziphp?yazi_no=130 (Erişim Tarihi: 10 Ekim 2005): p. 1.
209
81
1980’lerin sonunda Peter Waterman, Hollanda’da Toplumsal Hareket Sendikacılığı
görüşünü ortaya koymuştur. Ancak Lambert ve Webster’ın bu düşünceyi G. Afrika
pratiğine uygulamaları ile birlikte, önce Yeni Emek Enternasyonalizmi sonra da Yeni
Toplumsal Sendikacılık adıyla kavramı yeniden tanımlamıştır. Waterman’a göre THS
anlayışında sendikalar, sokaklarda olduğu gibi politikada da aktif (bu anlamda leninist
sendikal kavramsallaştırmadan farklı), diğer toplumsal hareketlerle müttefik oldukları
koalisyonları kuran, sınıf kimliğine dayalı ve üyelerini aktif hale geçiren, kendi kendine
hareket etmeyi daha az becerebilenleri (yoksullar, işsizler, yerel hareketler) organize
işçiler önderliğinde hareket ettiren bir anlayıştır211.
THS en etkili formülasyonunu Kim Moody’de bulmuştur212. Moody’e göre THS, işkolu
ya da meslek sendikacılığının özelliklerini taşımayan, kapitalist küreselleşmeye
başkaldıran, bürokrasiye karşı, üyelerinin aktif katılımına dayalı, siyasette ve sokakta
sınıf içerikli aktif hareketlerde bulunan, yoksullar ve işsizler vb. kendiliğinden başlayan
toplumsal hareketleri yönlendiren bağımsız bir sendikacılıktır213.
Kim Scioces’ın THS hakkındaki görüşlerini ise KMU pratiği şekillendirmiştir. THS’nı,
işyerini tek hatta temel alan olarak almayan, ekonomik-politik talepleri birleştiren,
üyelerinin aktif katılımını sağlayan, diğer toplumsal hareketlerle ittifaklar kurarak
devlete karşı ulusal direniş kampanyaları örgütleyen ve sağdan-soldan olsun partilerden
bağımsız bir sendikacılık olarak tanımlamıştır214.
Rob Lambert ve Eddie Webster, THS’nı sınıf ve siyah hareketi bileşimi çerçevesinde G.
Afrika pratiğine uygulamışlardır. Sendikal hareket için temel vurgularını, örgütsel
olarak
geleneksel
politik-ekonomik
ayrımının
aşılması
gerekliliği,
toplumsal
hareketlerle yapısal ittifak kurma zorunluluğu, devlete karşı direnmek için ulusal
kampanyalar örgütlenmesi oluşturmuştur. Böylece sendikacılık toplu sözleşme sınırları
211
Peter Waterman, Adventures of Emancipatory Labour Strategy as the New Global Movement
Challenges
International
Unionism,
http://jwsr.ucr.edu/archive/vol10/number1/pdf/jwsr-v10n1waterman.pdf (Erişim Tarihi: 27 Mart 2005): p. 3.
212
Bu görüş Waterman’a aittir. Waterman, age.
213
Akkaya, p. 8.
214
Kim Scioces, Understanding the New Labour Movements in the “Third World”: The Emergence of
Social Movement Unionism, 1992, Critical Sociology, Vol: 19, No: 2, s. 81102, Üçüncü Dünyadaki Yeni
Emek Hareketlerini Anlamak: Toplumsal Hareket Sendikacılığının Doğuşu, Yön Dergisi, Mart 1999,
Sayı: 7, s. 10.
82
içine hapsolup kapitalizm tarafından içerilemeyecek ve işçinin işyeri dışında da
yaşamının bütününü örgütleme zorunluluğu doğacaktı215.
Seidman, THS pratiklerini, korporatist gelenekten kopmuş, devlet ve sermayenin
himayesinden çıkarak oluşmuş, bu anlamda siyaset-hukuk alanının dar çerçevesi içinde
değil, bizzat toplumsal hareket süreçlerinde şekillenmiş sendikalar olarak tanımlamıştır.
THS, üyelerinin kitlesel mobilizasyonu, katılımcı demokrasi, geniş toplumsal amaçlar,
ilerici toplumsal hareketlerle ortaklıkları olan, siyasi partilerden fonksiyonel bağımsız
ve daha çeşitli bir üye kabulü gibi prensiplere dayanan bir modeldir216.
İsmet Akça da THS’nı dört temel ayağa dayandırır: Birincisi bürokratik sendikacılığa
karşı toplumsal hareket ve taban demokrasisi, ikincisi değişen emek kompozisyonu ve
farklı emek kesimlerinin örgütlenmesi, üçüncüsü diğer toplumsal hareketlerle işbirliği
ve dördüncüsü küreselleşmeye karşı uluslararası dayanışmadır217.
Karl von Holdt, Toplumsal Hareket Sendikacılığını fazla genel olması, yerellikten uzak
olması, işçi bilinci ve hareketinin tarihsel-toplumsal sınırlarının farkına varamaması ve
bu düşüncenin uluslararasılaşması noktalarında eleştirmiştir. Buna karşılık Waterman
Von Holdt’un yeni işçi hareketlerini negatif bir biçimde “sınıf olmayan” olarak
anladığını söyleyerek THS anlayışını savunmuştur218.
Yüksel Akkaya, Waterman’ın sendikacılık anlayışını sınıf perspektifinin olmadığını ve
iktidarı hedeflemediğini öne sürerek eleştirmiştir. Waterman’ın sendikacılık anlayışının
sistemi iyileştiren, yaşanılabilir hale getirmeye çalışan bir anlayış olduğunu söylemiştir.
Akkaya’ya göre THS II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’daki korporatist ve ABD’deki
işyeri sendikacılığına bir tepkidir. Bu yüzden dar işçi çıkarları savunmanın ötesine
geçip, geniş toplumsal sorunlarla ilgilenmeyi önerir. Batı ülkelerindeki THS önerilerini
sosyal demokrat partilerinin sağa kaymasıyla oluşan boşluğu doldurma çabası olarak
görmüştür. Sanayileşme sürecinde olan ülkelerin THS önermelerini ise, sınıfsal içerikli
ve işçi sınıfı iktidarına yönelik vurguyu daha fazla bulmuştur. Akkaya, THS
215
Scioces, age.
G. Seidman, Militance: Workers Movements in Brazil and South Africa, Berkeley: University of
California Press, 1994, s. 81.
217
İsmet Akça, Uluslararası Neoliberal Kapitalizme Karşı Yeni Sendikal Strateji: Toplumsal Hareket
Sendikacılığı, http://www.sbu.yildiz.edu.tr/ismetakcayayinlar/Sendikal%20Arayislar-Ths.doc (Erişim
Tarihi: 11 Nisan 2005)
218
Waterman, p. 6.
216
83
teorisyenlerinden bazılarının parti önderliğine ihtiyaç duymadıklarını belirtmeleri
üzerine onları anarko sendikalizmle eleştirmiştir219.
Tezin bu bölümüne kadar genel anlamda işçi hareketlerinin, dar anlamda ise sendikal
hareketin gelişimi ifade edilmeye çalışılmıştır. 1970’lerin sonuyla birlikte yeni sömürge
merkezli olarak yeni işçi hareketlerinin ortaya çıktığı, bu hareketlerin THS kavramı ile
düşünsel arka planının oluşturulmaya çalışıldığı ve bu düşüncelere karşı bazı temel
eleştiriler aktarılmıştır. Bu hareketlere neden yeni işçi hareketleri denildiği ve THS
kavramsallaştırılması yapıldığı, pratik örnekler verilerek daha geniş bir perspektiften
açıklanacaktır. Çünkü Toplumsal Hareket Sendikacılığı daha fazla ayrıntılarıyla
tanımlanabilecek bir şey değildir, devam eden, büyüyen bir şeydir, ve kendi kendini
tanımlayacaktır220.
“Toplumun devrimci çıkarlarını kendinde toplayan bir sınıf başkaldırdı mı, derhal,
kendi özel durumunda, kendi devrimci eyleminin içeriğini ve maddesini bulur:
düşmanlarını ezmek, savaşım gereklerinin zorladığı önlemleri almak, ve onun kendi
eylemlerinin sonuçları onu daha ileri iter. Kendi özel görevi üzerine hiçbir teorik
araştırmaya girmez”221.
Sanayi devrimiyle seri üretime ve fabrika sistemine geçilme süreci başlamıştı. Yine
1911-14 sürecinde gelişen Taylorizm-Fordizm fabrika istihdamını biçimlendirmişti.
Ancak günümüzde bu model belirleyiciliğini kaybetmiştir. Son 30 yılda kitlesel bir
mülksüzleştirme-proleterleştirme süreci
yaşanmıştır. Bu proleterleştirme dünya
nüfusunun önemli bir bölümünü kapsayan yeni sömürge köylülüğünü hedef almıştır.
Böylece burjuvazi kapitalist sistemi yeniden yapılandırırken “zorunlu olarak ve bu kez
sayısı 2 milyara ulaşan kendi mezar kazıcılarını” yaratmıştır222.
Yüksel Akkaya, Toplumsal Hareket Sendikacılığı: Ne Kadar Eski, Ne Kadar Yeni, 18 Kasım 2004,
http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=1214 (Erişim Tarihi: 17 Ağustos 2005): pp. 7-10.
220
Connie
Furdeck,
Conference
Workshop
on
Social
Movement
Unionism,
http://www1.minn.net/~nup./workshop.htm (Erişim Tarihi: 21 Ocak 2005): p. 13.
221
Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları, s. 48-49.
222
Proleterleştirme sürecine dair istatistiki veriler için bkn. Metin Özuğurlu, Çizelge-1: Dünya Nüfusunun
Proleterleşme Eğilimi: 1950-2010, Anadolu’da Küresel Fabrikanın Doğuşu, 1. Baskı, İstanbul: HE
Emek Çalışmaları Merkezi Bilimsel Yayınlar-1, Ocak 2005, s. 103. (Yeni işçi hareketleri kavramının
kullanılması bu nedene dayanmaktadır. Son elli yılda 1.8 milyar insan proleterleşmiş ve bu işçiler geçmiş
işçi hareketleriyle çok az bir çakışma yaşamışlardır. Neo-liberalizm de bu yeni işçi kitlesinin vahşi
kapitalizm uygulamaları çerçevesinde gelişen çalışma koşullarını süreklileştirmeye ve işçi sınıfının
bütününe egemen olmasını sağlamaya çalışmaktadır.)
219
84
Günümüzde uygulanan esnek üretim uygulamaları tam da bu proleterleştirme süreci
üzerinden gerçekleşti. Böylece yoksullar yığını olarak tarif edilebilecek olan bu yeni
proleterlerin parçalı-dağınık halde bulunmalarını sağlanmıştır: Taşeronlaştırma, ev
eksenli üretim, işçi/işsiz ayrımının belirsizleşmesi vb223. Hızla büyüyen, kentlerin
yoksul-dış mahallelerinde yaşayan kadın, genç, göçmen, sigortasız-sendikasız çalışan ve
yoğun bir şekilde öfkeli bir kitle ortaya çıkmıştır.
Şu anki işçi örgütlenmeleri bu yığını temel hedef almadıkça veya hedef alsa da 21.yy.ın
tarz-ı hareketini sağlayamadıkça, ya bir ayrıcalık koruma-savunma hareketi olma ya da
bu yığınları örgütleyememe sonucuyla karşılaşacak ve bir kısırdöngü yaşanacaktır.
Tarihsel olarak da baktığımızda proleterleştirme süreçlerinde işçi sınıfının elde ettiği
bütün kazanımlar sermayenin ideolojik-politik-fiziksel şiddeti ile geri alınmış ve işçi
sınıfının her düzeyde örgütlülüğü ve bizzat öz savunma eylemi bertaraf edilmiştir.
Tam da bu noktada sınıf kimliğinin oluşumunu hatırlamak gerekir. Marx’a göre
“bireyler ancak, bir başka sınıfa karşı ortak bir savaşım yürütmek zorunda oldukça bir
sınıf meydana getirirler”di224. Günümüzde basit bir hak alma mücadelesi bile
sermayenin yeniden yapılanma ilkelerine bir karşı koyuşu getirmektedir. Bu yüzden
sendikalardaki klasik ekonomik mücadele225 ve politik mücadele ayrımı aşılmalı, sınıf
kimliği işyeri ve mahallelerde bizzat devlet ve sermayeye mücadele sürecinde
tanımlanmalıdır.
Sendikal hareket devletten ve sermayeden bağımsız olarak gelişen, militan-fiili bir
mücadele çizgisine sahip olan, çalışan sınıfı tek bir sınıf olarak gören vasıflı/vasıfsız, işi
olan/işsiz, tam zamanlı/yarı zamanlı, yerli/göçmen olarak işçileri ayırmayan, üyelerinin
aktif katılımına dayalı226 ve işçi sınıfının bütün toplumsal meseleleriyle ilgilenen, işyeriişkolu temelinde değil bölgesel temelde örgütlenen, tek tek patronlarla bir işyerisektördeki işçiler arasında denge kurmayı değil, genel çalışma koşullarını işçi sınıfı
lehine değiştirmeyi hedefleyen, bu anlamda işyeri-mahalleyi içeren ve en basit hak alma
mücadelesinin bile sermayenin temel yapılanma ilkelerine karşı olduğu bir dönemde en
Taşeronlaştırma sınıf içi bölünmeleri derinleştirmekte, stoksuz üretim işyeri kavramını genişletmekte
ve böylece ana firma/yan firma ayırımını belirginleştirmekte ve hizmet sektörünün genişlemesi yeni iş
alanları ortaya çıkarmaktadır.
224
Marx ve Engels, Alman İdeolojisi, s. 106.
225
Neo-liberal politikalar çerçevesinde sendikaların bölüşüm ilişkilerinden dışlanmasının salt ekonomik
mücadele kavramını anlamsızlaştırdığı tespitini yapmak gerekir.
226
Furdeck, p. 7.
223
85
baştan itibaren rejimi sorgulamaya yönelen bir anlayış-mücadele pratiği içinde
olmalıdır227.
Sendikaların mahalli düzeyde de örgütlenmesi gerekir tespitini yapınca, bunun
yükseleceği temel ve biçimler neler olabilir sorusuna yanıt vermek gerekmektedir.
Mahallelerin sermayenin rant alanı haline gelmesi, sosyal devletin tasfiyesi ile birlikte
oluşan erozyon, yoğun bir çocuk/kadın proleterleştirilmesi, işsizlik vb. mahallelerde
emek sermaye çelişkisinin temel belirleyen olarak yaşanmasını sağlamıştır. Bu yüzden
mahalli düzeyde yapılacak sendikal örgütlenmeler, eğitim-sağlık-konut hakkı vb.
istemleri de savunmalıdır. Mahalli düzeyde örgütlenme gerçekleştirilebilirse işçi
sınıfının eylemi tüm halkın eylemi haline dönüşebilir. Bir bölge hatta bir kent bile bir
işyeri haline gelebilir. Böylece işçi sınıfının bugün görece etkisizleşen silahı olan grev,
hayatı durdurma olarak yeniden tanımlanabilir. İşyerinde de üretim durur, öğrenci
boykotları gerçekleşir, geçimlik iş sahipleri bu greve destek verebilir vb. Eylem bütün
emekçi halkın unsurlarını kapsayacak şekilde organize edilirse, sınıfın mücadele
araçları etkisizleşmez. Örneğin G. Kore’de sermaye saldırılarına karşı oluşan tepki bir
bütün olarak halkın eylemi olarak gerçekleşir. Fabrikalarda üretim dururken, halk
oturma eylemleri gerçekleştirir. Tayland’da proleterleşen köylüler kent merkezlerinde
düzenlenen mitinglere uzun yürüyüşler yaparak katılmaktadır228. Ekvador’da ev
kadınları, taksi şoförleri, devlet memurları, liseliler ve üniversiteliler eyleme katılır.
Filipinler’de balıkçılar denize açılmaz, dükkanlar kapatılır ve tüm halk bu harekete
katılır. Yani bu eylemler halk grevi olarak, bileşimi açısından da dar anlamda sendikal
hareketler olarak değil, geniş anlamda proleter hareketler-halk hareketleri olarak
tanımlanabilir229.
Mahalli sendikal örgütlenme biçimi ise hukuk, sağlık, işçi eğitimi alanlarında esnek
biçimde örgütlenen230, küçük sanayi bölgeleri başta olmak üzere işçi mahallelerine
Çünkü işçi sınıfı artık ne zaman burjuva siyasi haklarını elde etmek için bir mücadele yürütüyorsa, bu
mücadele her defasında bir iktidar biçimini almaktaydı. Tezde Paris Komünü başlığına atfen.
228
Güneydoğu Asya’da hareketler Tayland’la sınırlı değildir. Tayland’da on ülkenin oluşturduğu
Yoksullar Forumu (the Forum of the Poor) sonucunda yayınlanan Pak Mool Deklarasyonu ile köylüler,
işçiler ve kent yoksulları küreselleşmeye ve ASEAN’a (Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği) karşı
toplumsal talepleri ve eylemleriyle mücadele etmektedirler. Suthy Prasartset, The grassroots movement
for change in Thailand, http://www.dsp.org.au/apiaustralia/apsc-sp.htm (Erişim Tarihi: 14 Ocak 2005):
pp. 2-6.
229
Bu anlamda THS sendika olmayan sendikacılıktır.
230
Bu noktada Waterman işçi hareketlerinin uluslararası eylem platformunda “gevşek bir ağ biçiminde
örgütlenmesini” idealize etmektedir. ( Peter Waterman, Social Movements, Local Places and Globalised
Spaces-Implications for “Globalisation From Below, IMF’ye Karşı Halk Konferansı” Dökümanları.)
227
86
yayılan, 3-5 kişilik hareketli-örgütçü ekiplere sahip birimler halinde olmalıdır. Özellikle
konfederal sendikal yapılar için sınıf mücadelesinin olmazsa olmaz biçimi böyledir.
Şimdi son 25 yılda gelişen yeni işçi hareketlerinin bazı biçimlerini incelersek bu
hareketlerin (son 30 yılda proleterleşen kitleler tarafından gerçekleştirildiği, bu yüzden
geliştikleri ülkelerin işçi hareketleriyle yoğun bir bağı olmadığı ve sosyalist örgütlerinde
etki gücünün sınırlı olduğu bir dönemde geliştikleri için) kendi deneyimleriyle öğrenme
pratiğine sahip olacaklarını söyleyebiliriz. Bu yüzden tepkisel (yoğun bir öfkeyi dile
getiren hareketler)231, devrimci ve uzlaşmacı hareketler vb. aynı anda gerçekleşebilecek
veya gelişen hareket, zigzaglar halinde bu uğrak noktalarına varabileceklerdir. Ancak bu
hareketler kendilerini yenilemeyi çok hızlı da öğreneceklerdir. (Bu yüzden 19.yy. ve
20.yy.da işçi hareketinin mücadelesi göz önünde tutulmalıdır.)
Yeni işçi hareketleri üç şekilde ortaya çıkmaktadır:
1- G. Kore, G. Afrika, Brezilya, Filipinler, Meksika, Hindistan gibi ülkelerde siyasal ve
toplumsal dengeleri altüst edecek sendikal örgütlenme biçiminde işçi hareketleri ortaya
çıkmaktadır.
2- Sermayenin yeniden yapılanması sürecinde pazar için stratejik kaynakların (su, gaz,
yağ, orman, mineral vb.) bulunduğu yerlere yapılan müdahalelerle birlikte yerli
halkların yaşayış biçimine ve topraklarına müdahale edilmesi (yoksullaşmaları), yerli
halklarında direnmenin-örgütlenmenin yeni biçimlerine yönelmesi232.
3- İşsizliğin emek rekabeti için temel bir unsur haline getirilmesi ve bu işsiz kitlelerin
işgal, özyönetim vb. yöntemlerle mücadele ve direnişi.
Naomi Klein’de esnek örgütlenmeleri Filipinler’den örnek vererek “işçi destek merkezi” olarak teorize
etmiştir. (Naomi Klein, NO LOGO: Küresel Markalar Hedef Tahtasında, İstanbul: Bilgi Yayınları,
2002. ss. 236-244.)
231
Bu konuda en son örnek 27 Ekim 2005 tarihinde Fransa’da meydana gelen ayaklanmalardır. Tunuslu,
Malili göçmen gençlerin öldüğü ve Türkiyeli gencin yaralandığı olaydan sonra Fransa genelinde göçmen
işçiler ayaklanmış ve bankaları, karakolları, işyerlerini ve özellikle otomobilleri ateşe vermişlerdir.
Olaylar üzerine açıklama yapan Fransa İçişleri Bakanı Nicolaz Sarkozy, göçmen işçileri “ayaktakımı
pislikler… bunları yıkamak lazım” diye nitelendirmiştir. Olayların nedeni olarak köktendincilik
gösterilmeye çalışılmış ve bu en yoksul yeni proleterler, gerek işçi sınıfının bütününde gerekse tüm
toplumdan ayrıştırılmaya çalışılmışlardır. Sonrasında ise bazı kentlerde sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Buradan bazı sonuçlar çıkarılabilir: Birincisi, tıpkı ilk proleterleştirme sürecinde olduğu gibi göçmen
işçiler-proletarya ücret sisteminin disiplini altına alınmaya çalışılmaktadır. İkincisi, bu yeni proleterler
sermaye düzenine karşı ilk tepkilerini ilkel şiddet biçiminde vermektedirler. Üçüncüsü, Fransız
proletaryası ancak ve ancak bu yeni işçi kitlesini merkezine alma çabası ile mücadelesini yükseltebilir,
diye düşünülebilir.
232
Juan Houghton ve Beverly Bell, Latin American Indigenous Movements in the Contextof
Globalization, http://www.globalpolicy.org/globaliz/special/2004/1011indigenous.htm (Erişim Tarihi: 21
Şubat 2005): pp. 1-3. (Bu noktada özerklik talebinin içeriği yeniden tanımlanmaktadır.)
87
Bu hareketleri incelerken dikkat etmemiz gereken husus, hareketin köşetaşlarını
oluşturan ilkeler ve mücadele pratikleridir. 19.yy. işçi hareketi çalışma hakkı, 8 saatlik
işgünü ve parlamentoda temsil hakkı (yasallaşma) üzerinden gelişmiştir. Bugün ise
genel anlamda neo-liberalizm eleştirisi ve işçi sınıfı ekseninde tüm ezilenler için
toplumsal eşitlik istemleri üzerinden gelişmektedir. Ancak bu taleplerin mutlak
olmadığını kavramak gerekmektedir. Örneğin o dönem işçi sınıfının yasallaşma talebi
bağımsız işçi partileri ekseninde iktidar talebiyken bugün yasal işçi partileri işçi sınıfı
mücadelesini kapitalist sistem sınırları içinde tutmaya yarayabilmektedir. Bu noktada
James Petras, sandık siyasetini eleştirmektedir. Sendikaların ve toplumsal hareketlerin
savunma değil, sistemi zorlayan bir saldırı pozisyonunda olmaları gerektiğini ve bu
yüzden doğrudan eylemleri temel almaları gerektiğini savunmaktadır233.
Bütün bu belirlemelerin üzerinden THS’na son eklemeleri yapmak gerekiyor. THS,
emek ile sermaye arasındaki güç dengelerini köklü bir biçimde emek lehine dönüştüren
bir hareket olarak varolabilir. Hareketin nesnel temelini nüfusun çoğunu içine alan
proleterleştirme dalgası, politik koşulunu ise “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği,
yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetmek istemediği” bir ulusal krizin varlığı
oluşturacaktır. Bunu sağlayabilmek için hareketin bütün toplumsal ilerici güçleri
kapsayacak politik toplumsal hareket ve güç merkezinin oluşumunu da öngörmesi
gerekecektir234. Proleterleştirme sürecinde yaşanan kronik yoksulluk da politik
mücadelenin yükseldiği bir zemin olabilir235.
III. Dünyada Yeni İşçi Hareketlerinden Örnekler
Yeni işçi hareketleri ve bu bağlamda verilecek olan örneklerde, Latin Amerika
deneyimleri önemli bir yer tutmaktadır. Bu yüzden Latin Amerika’daki hareketler
James Petras, Parasız Eğitim-Parasız Sağlık Paneli, Bahçelievler Halkevi, 6 Ekim 2005, S. 19:00.
Doğruer, “Toplumsal Hareket Sendikacılığı: Bir Model mi?”, pp. 3-6.
235
Bu noktada Ferda Koç’un sendikal önerilerini incelemek gerekmektedir. Koç; zayıfların
güçlendirilmesi, aşağıdan gelen rekabet baskısının azaltılması, uluslararası rekabet baskısının
zayıflatılması, güçlülerin zayıflatılması ve bu görevleri üslenebilecek bir işçi hareketi ekolojisinin
oluşturulması önerileriyle yeni işçi kitlesini bir sınıf hareketi şeklinde örgütleyebilen bir sendikal strateji
sunmuştur. Bkn. Ferda Koç, Güvencesiz İstihdama Karşı Mücadelenin Sendikal Stratejisi,
http://www.sendika.orgyazi.php?yazi_no=1903 (Erişim Tarihi: 3 Mart 2005)
233
234
88
üzerine kısaca değinilmesi gerekmektedir. İthal ikamecilik döneminde yani 1970’lerin
sonuna kadar bu coğrafyada işçi hareketleri üç temel biçimde gözükmüştür: 1- Sol
siyasal partiler ve seçim yoluyla iktidara gelme. Örneğin Şili’de Allende deneyimi. 2Sendikalaşma ve işçi sınıfının haklarını ilerletme. 3- Küba Devrimi ile birlikte devlete
karşı silahlı savaş yoluyla.236.
İhracata yönelik sanayileşme ile birlikte ise bu sefer daha farklı üç biçim hayata
geçmiştir. 1- Sendikalaşma ve iktidarı değiştirmeye yönelik bir politikleşme sürecine
yönelme. 2- Yeni köylü hareketlerinin ortaya çıkması ve bu hareketlerin toprak reformu
ve özerklik taleplerinin eskisinden daha sıkı bir biçimde toplumsal dönüşüme bağlı
olması nedeniyle oluşturulan kır-kent ittifakları. 3- Güvencesizleştirilen ve işsizleştirilen
kitlelerin hareketleri.
Bu süreç Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarında da kendi özgünlükleri içinde benzer bir
biçimde gelişmiştir. Yani dünyanın bütününe etki eden yeni proleterleştirme
süreçlerinde benzer tepki, örgütlenme biçimleri ve talepleri gelişmiştir. Toplumsal
hareket sendikacılığı anlayışı da bu süreci ifade etmek için kullanılan bir kavram
olmuştur. Bu noktada klasik politikanın sona erdiğini ve işçi sınıfının devrimci rolünün
bittiğini; kadın, çevre, insan hakları gibi sivil hareketlerin ortaya çıktığını söylemek,
tezin ilerleyen bölümlerinde Bolivya ve Ekvador gibi ülkelerde ikili iktidar olgusunun
çıkışını anlatıldığında geçersizleşecektir. Yine bu yeni işçi hareketlerinin en genel
anlamda
örgütlenmesini
kavramsallaştırmada
kullanılan
“toplumsal
hareket
sendikacılığı” kavramı bu örneklerle somutlaşacaktır237.
James Petras, “Latin Amerika’da Yeni Sosyopolitik Köylü Hareketlerinin Ortaya Çıkışı”, MST’nin
Toplumsal
Dinamikleri,
Çev.
Cevdet
Aşkın,
16
Ekim
2002,
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=265 (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006): p. 1.
237
Umarım ifade edilmeye çalışılan görüşler, yani; politik mücadelenin merkeziliği, köylü ve işsiz
hareketlerinin de politik iktidara meydan okuma kapasitesine sahip oldukları ve toplumsal dönüşümün
merkezinde sayıları oldukça artan yeni proleterleşen-güvencesiz yoksul kitlelerin bulunduğu belirlemeleri
toplumsal hareket sendikacılığı nedir, ne değildir? sorularına yanıt verecektir. Son bir not olarak da tezde
Venezuela ve Sosyal Forumlar konularına bilerek değinilmedi. Çünkü Venezuela’daki toplumsal hareket,
incelediğimiz konudan bazı önemli farklı noktalar taşımaktadır. Sosyal Forum meselesine gelince, zaten
değinilen hareketler sosyal forumlara katılan bir eğilimi temsil etmektedir. Bu yüzden bir bütün olarak
Forum’lara değinilme gereği görülmemiştir.
236
89
A. 1980’lerle Birlikte Gelişen Yeni İşçi Hareketleri
G. Afrika, Brezilya ve G. Kore’de askeri cuntalar ile birlikte ihracata yönelik
sanayileşme süreci yaşanmış ve bu hızlı kapitalistleşme süreçlerinde metal-otomotiv
sektörü eksenli başlayan yeni işçi hareketleri “toplumsal hareket sendikacılığı”
anlayışına model oluşturmuşlardır. Filipinler’de gelişen hareket ise aynı döneme
rastlamasına rağmen özgün yanları vardır. Yine SEWA ve lokal bir örnek olan
Meksikalı kadınların mücadelesi ilk örnekler içindedir.
G. Afrika, Brezilya, G. Kore ve Filipinler’deki örgütlenmeler birer sendikal
konfederasyondu ama klasik anlamda sendika olmayan sendikalardı. Örgütlenmenin
mekanlarını işyerleri-işçi mahalleleri oluşturmuş ve ücret-çalışma koşulları dışında
ulaşım, barınma, eğitim, sağlık ve taşeron anlaşmalarının denetim altına alınması
konularını da sendikal mücadelenin temel problemleri halinde ele almışlardır. Standart
işlerin yanında (maden, metal, tekstil ve gıda sektörleri vb.) balıkçıları, taksicileri, evde
çalışan kadınları ve sözleşmeli çiftçiler gibi kesimleri de örgütlemişlerdir. Grev anlayışı
iş bırakmanın ötesinde hayatı durdurma olarak ele alınmış ve işçilerin-yoksulların
toplumsal gereksinimleri işçi hareketi önderliğinde biçimlendirilmiştir. Bu noktada
kadınlar, işsizler, gençler ve göçmenler sendikal mücadelenin etkin unsurları haline
gelmiştir. Devletten ve sermayeden bağımsız, üyelerinin aktif katılımına dayalı bir
yönetim anlayışına sahip olan bu sendikaların talepleri, toplumsal bir dönüşüm
programı etrafında tanımlanmıştır238.
1. Güney Afrika Sendikalar Kongresi (Congress of SA Trade Unions-COSATU)
G. Afrika’da vasıflı işçiler ve zanaatçılar için kurulmuş olan bazı ilk dönem sendikalar,
yerli işçileri de içine almasına karşın, Afrikalı çalışanlar büyük ölçüde sendikaların
dışında tutulmuştur239. Kanunlar, devletin saldırıları, şiddetle bastırmalar, sendikaların
bu politik sınırlandırmalar altında kalıcı bir örgütlenme kurmada ve siyah işçileri
Doğruer, “Toplumsal Hareket Sendikacılığının Ortaya Çıkışı”, p. 2.
Ian Macun, “Gelişme”, Akıntıya Karşı? Güney Afrika Sendikal Hareketinin Yapısı ve Gelişme
Sorunları, 1979-1995, p. 2.
238
239
90
örgütleme konusundaki başarısızları bu durumu pekiştirmiştir. 1970’li yıllarda Soweto
isyanı gibi olayların yanında kuvvetli bir grev dalgası olmuştur. Büyük fabrika temelli
gelişen hareket motor, metal, giyim, tekstil ve kimya gibi sektörleri etkilemiştir.
1979’da Wiehahn Komisyon Raporu’nun ardından ortaya çıkan ve sendikaların Afrikalı
işçileri temsil etmesinin tanınmasını sağlayan endüstriyel ilişkilerin yasal çerçevesinin
ıslah edilmesi sayesinde garanti altına alınmıştır. Bunun sonucu olarak 1979’da Güney
Afrika Sendikalar Konfederasyonu (Federation of South African Trade UnionsFOSATU) kurulmuştur.
Kasım 1985’de ise FOSATU’ya bağlı sendikalar, Ulusal Maden İşçileri Sendikası (The
National Union of Mine Worker’s-NUM) ile birlikte bugün 2 milyon üyesi olan
COSATU’yu kurmuşlardır. COSATU ırkçılığa ve kapitalizme karşı, ulusal özgürlüğü
ve sosyalizmi hedefleyen bir sendikadır. Afrika Ulusal Kongresi (African National
Congress-ANC) ve Güney Afrika Komünist Partisi (South African Communist PartySACP) ile üçlü bir ittifak oluşturmuşlardır. Webster, siyah işçiler için sendika üyeliğinin
kendileri için bir “ses” olması özelliğine dikkat çekmiştir. COSATU siyah işçilerin
ekonomik taleplerinin yanında politik taleplerini de temsil etmiştir240. Çünkü G.
Afrika’daki apartheid (1994’e kadar yürürlükte olan ırkçı beyaz azınlık yönetimi)
çalışma ilişkilerinde de hiyerarşik-ırkçı bir bölünme yaratmakta ve sendikalar da
kaçınılmaz olarak bu yönetime karşı eylem yapmaktaydılar.
COSATU, fabrika işçiliği ve ev hizmetçiliği, yerli/yabancı, özel/kamu ayrımları gibi
işçi sınıfını bölen bir anlayış yerine onları bir bütün olarak kavrayan bir anlayış
sayesinde gelişmiştir. Örgütsel olarak sadece işyerini değil, işçilerin işyeri dışındaki
sorunlarını da çözmeye çalışan ve bunu toplumsal sorunlarla bütünleştiren bir tarz
benimsemiştir. Böyle bir anlayış çerçevesinde işkolu ve bölgesel düzeyde örgütlenme
birarada yürütülmüştür. Örgütlü işçiler ekseninde oluşturulan mahalli organizasyonlarda
işsizler, yoksullar harekete geçirilmiş ve halkın oluşturduğu sokak komitelerine mahalli
sendikal örgütlenme ayağı temel desteği vermiştir241. COSATU; 1 Mayıs, asgari ücret,
idam karşıtlığı, seçim karşıtlığı, ırkçı rejimde mecburi askerlik yapmama gibi
kampanyalar, grev ve boykotlar biçimlerinde gerçekleşen, ekonomik-politik talepler
etrafında şekillenen bir eylem çeşitliliğini hayata geçirmiştir.
Macun, “Sendikal Gelişmenin Açıklanması”, p. 5.
Janson Ponting, Social Responsibility and Pension Schemes Administered by Trade Unions,
Johannesburg: Rand Africans University Press, 2000, ss. 127-129.
240
241
91
COSATU’nun ve SACP’ın büyük desteğiyle 1994’te ANC iktidara gelmiş ve Nelson
Mandela başkan seçilmiştir. Köklü değişiklikler bekleyen işçi sınıfı ve yoksullar ise
yeni dönem ekonomi politikaları ile hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü daha Eylül
1993’te Mandela, Ulusal Parti’den Maliye Bakanı Derek Keys’le birlikte Batı
başkentlerini turlayıp BM’de konuşarak yabancı yatırımları davet etmiş, karı ve
sermayeyi koruyan önlemlerin yeniden yürürlüğe konacağı garantisini vermiştir242.
1994’te uygulamaya konulan Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Programı (RDP),
1996’da yürürlüğe konan Büyüme, İstihdam ve Yeniden Bölüşüm Programı (GEAR)
adındaki neo-liberal politika içinde erimiştir. Adam Habib ve Vishnu Padayachee göre,
1994’ten beri ANC ekonomi politikaları sonucu ortaya çıkan tabloyu neo-liberal
politikaların uygulanması sonucu; yani özelleştirme, vergi indirimleri, ülke dışına
sermaye transferi ve uluslararası sermaye yatırımları sonucu; kurumsal beyaz
sermayenin yanında siyah burjuvazi ve siyah profesyoneller oluşmuştur243. Yine bu
politikalar vasıflı/vasıfsız ayrımını ücret farkı üzerinden derinleştirmektedir. Atipik işler
ve işsizlik artmaktadır.
1994’ten sonra siyaset ANC, SACP ve COSATU tarafından denetlenmiştir. Ancak
sendikalar emek-hükümet-sermaye üçgeni içinde kar ve verimi artırmanın aracı haline
gelmiş; sendikacılar, komünist parti ve ulusal kongre yöneticileri bakanlık ve bürokrasi
koltuğuna yerleşmiştir. Bu dönemde Adler ve Webster işçi demokrasisi ilkesinin
kaybolması ve sendikal bürokratikleşmeye değinmişlerdir244. 1994’e kadar olan süreçte
siyah işçilerin ulusal özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin bir aracı olan COSATU,
yeni dönemde korporatist bir anlayışla sakatlanmıştı.
Yeni dönemde belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi (Igoli 2002 Planı) ve işsizliğe
karşı mücadele içinde Özelleştirme-Karşıtı Forum ortaya çıkmıştır. Forum’un temel
talepleri elektrik sağlanmayan yerlere elektrik gelmesi, bütün gecikmiş borçların
silinmesi, ANC’nin iktidara gelirken vaadi olan temel hizmetlerin parasız sağlanması,
Trevor Ngwane, Kasaba Kıvılcımları, NLR (II) 22, Temmuz-Ağustos 2003, New Left Review
Dergisi, 2003-Türkiye Seçkisi, Çev. Ebru Kılıç, 1. Baskı, İstanbul: Agora Kitaplığı, Temmuz 2004, s.
195.
243
Ashwin Desai, “Geçişin Ortasında”, Güney Afrika’da Yeni Liberalizm ve Direniş, Monthly Review
Dergisi, Çev. Sendika.org, Ocak 2003, p. 3.
244
Glenn Adler and Eddie Webster, Challenging Transition Theory in South Africai Politics and
Society, Johannesburg: Ravan Press, 1995, s. 95.
242
92
(eskisi gibi) herkesin ödeyebileceği sabit bir aylık ücret vb.dir 245. Çünkü kentli
hanelerin yüzde 20'sinin elektriği ve dörtte birinin akar suyu yoktur, kırsal hanelerin
yüzde 80'i ise her ikisine de sahip değildir246. Bu ortaya çıkan yeni aktör “yoksullar”
devlet politikalarına karşı -yerel ve genel düzeyde- doğrudan kitlesel eylemlerle
tepkilerini dile getirmektedirler. Hobsbawn'ın, "ekonomik ya da politik değişim için
dolaysız eyleme -yani isyan ya da ayaklanmaya- başvuran tüm sınıflardan kent
yoksullarının hareketi" olarak nitelediği "kent haydutu" gibi davranmaktadırlar.
Topluluk hareketlerine ve doğrudan eylem taktiğine "sessiz yönetimin" başlangıcı da
eşlik
etmektedir247.
Ama
yoksullar,
toplumsal
politikaların
pasif
kurbanları
olmamışlardır. Su ve elektrik parasını ödemeyen, ayaklanan, işgal eden ve şansını
deneyen metropolitan militan, genellikle devletten gelir elde etmeyi başarmış ve devlet
saldırıya geçtiğinde de kolektif mücadele ile gelirlerini korumuşlardır. Bazı kırsal
bölgelerde stok hırsızlığı, işgal ve yavaş, yarı-legal toprak işgalleri aynı fonksiyonu
üstlenmiştir248.
Güney Afrika Belediye İşçileri Sendikası (SAMWU) tarafından yürütülen son grev,
yoksullarla örgütlü işçi sınıfı arasında verimli bir ilişki zemini bulunduğunu
göstermektedir. SAMWU’nun, özellikle Batı Cape’deki birçok işyeri temsilcisi, yoksul
hareketlerinin üyesidir. Hizmetlerin özelleştirilmesi SAMWU işçilerinin hem iş
kayıpları hem de temel hizmet fiyatlarının artmasıyla oluşan bir makasla karşı karşıya
kalarak, belediye işçileri ve kent sakinleri olarak sahip oldukları kimliklerin
kaynaştırılması anlamına gelmiştir. Grevin aynı zamanda topluluk hareketlerinin de
hedefi olan yerel hükümete karşı yapılmış olması da önemlidir. Grev belediye
yöneticileri ile işçileri arasında büyümekte olan uçurumu da kamuoyunun dikkatine
sunmuştur249. Yoksullar, 1994 sonrası dönemde siyasetin sınırlarını sorgulayarak en
önemli toplumsal gücü oluşturmuşlardır.
G. Afrika işçi sınıfının önünde duran sorular şunlardır: COSATU içindeki yerel militan
unsurlar, ANC politikalarını onaylayan ve hatta bizzat uygulanmasına yardımcı olan
245
Ngwane, ss. 202-204.
Desai, “Geçişin Ortasında”, p. 7.
247
Desai, “Yoksul Topluluk Hareketlerinin Yükselişi”, p. 3.
248
Desai, “Yoksul Topluluk Hareketlerinin Yükselişi”, p. 11.
249
Desai, “SACP ve COSATU önderliği”, p. 4.
246
93
sendikal bürokrasiyi250 altedebilecekler midir? Yıllık ayin haline gelen genel grevler
ötesinde bir karşı duruş sergileyebilecekler midir? Militan sendikalarla yeni
proleterleşen yoksul hareketleri -topraksızlar, işsizler- ile ulusal düzeyde nasıl ilişki
kuracak
ve
bunu
emperyalizmi
ve
rejimi
sorgulayan
bir
harekete
nasıl
dönüştüreceklerdir?
2. Merkezi İşçi Birliği (Central Unica Dos Trabalhadores-CUT)
Brezilya’da 12 Mayıs 1978’de Sao Bernardo do Campo’daki Saab-Scania fabrikasında
100 işçi sabah fabrikaya gelip üretimi durdurmuş ve oturma eylemine başlamıştır. Bu
eyleme fabrikadaki diğer 800 işçi de katılmıştır. Temel talep %20 ücret artışı olmuş
fakat işveren ile görüşmeye sendika veya Çalışma Bakanlığı yetkililerinin karışmaması
istenmiştir. Yani işçiler 1940’lı yıllardan gelen korporatist sendikacılığa ve devlete karşı
bir çerçevede, sermaye ile direkt karşı karşıya gelen bir eylem hayata geçirmişlerdir.
Eylem Sao Paulo’da giderek büyümüş ve çoğunluğu otomotiv işçisi olan 78 bin işçi
eyleme katılmıştır. Otomotiv işçileri ayrıcalıklıydılar ama yeni sermaye birikim modeli
uygulamaları sonucu hızla yoksullaşmış ve büyük bir işsizlik sorunu ile karşı karşıya
kalmışlardı. Bu eyleme öğretmenler, tekstil çalışanları ve banka çalışanları başta olmak
üzere yarım milyon işçi katılmıştır251.
1978 grevleri yeni bir sendikal anlayışın temellerini atmıştır. Varolan sendikalardaki
Sendikal Muhalefet (Oposicao Sindical) yaygın örgütlülük, kitlesel sokak gösterileri,
grev gözcülüğü, büyük işyerlerinde işyeri delegeleri seçmek, fabrika komisyonları
oluşturmak ve işyeri temeli dışında bir örgütlülüğü oluşturmak gibi birçok yeniliği
gerçekleştirmiştir. Autentico denilen bu fabrika militanları devletten ve hükümetten
bağımsız fabrika örgütlenmelerini oluşturmayı hedeflemiştir.
İkinci dalga işçi hareketi 1979’da ABC metal işçileri grevi ile olmuştur. Bu grevde kent
ile özdeşleşen ücret artımı talebi eyleme rengini vermiştir. Bu eylemi Lucio Kowarick
COSATU önderliği, bazı durumlarda ANC politikalarını desteklemez gözükse ve ayrı bir parti
kuracakları söylense de ANC politikalarına destek olduklarını açıklamaktadırlar.
251
Fernando Mires, “Latin Amerika’da Yeni Sosyal Hareketler-Öncüler mi, Ardçılar mı?”, Latin
Amerika’da Militarizm Devlet ve Demokrasi, Der. Ragıp Zarakolu, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1985, s.
297.
250
94
halkın kimliğinin metal işçileri vasıtasıyla belirlenmesi olarak değerlendirmiştir252.
Diğer talepler iş güvencesi, kırk saatlik çalışma haftası ve fabrikalarda seçilmiş
delegelerin tanınmasıdır. Bu süreçte 80 bin işçi ailesi grev fonu oluşturmuş ve 32 bin
işçi ailesinin masrafını karşılamıştır. Mahalle örgütlenmeleri de grev kırıcılığını
engellemiştir253. Bu grev dalgası sürecinde 1979 yılında Sao Poulo işçileri öncülüğünde
Brezilya İşçi Partisi (Partido dos Trabalhadores-PT) kurulmuştur. 1983 yılında da CUT
kurulmuştur. CUT, sınıf bağımsızlığı ve ortak örgütlenme talebi ile işyeri ve
mahallerdeki (Barrio) mücadeleyi birleştirmiştir. CUT örgütsel olarak bağımsız olmakla
birlikte sendika ve parti yanyana yürüyen iki örgütlenme olmuştur.
1964 askeri darbesi ile oluşan kentleşme politikası toplu taşımacılık sistemini çökertmiş
ve gecekonduları (Favela) şehir dışına taşımıştır. Favela’lar nüfusun yarıya yakınını
oluşturmaktadır. Buralarda vasıflı, vasıfsız ve yoksul işçiler yaşamaktadır. 1970’lerin
sonunda buralarda içme suyu, sağlık ve konut sorunu gibi birçok sorun ortaya çıkmıştır.
Buna karşı yapılan hareketler başarısız olmuştur. Ancak oluşan bu yeni sendikacılık
anlayışı bu tip sorunları da çözmektedir254. CUT işçi sınıfı çıkarlarından toprak
reformuna ve mahalle taleplerine kadar geniş bir demokratik program oluşturmuştur. Bu
noktada kent kampanyaları düzenlemiştir. Dar işyeri sorunlarında odaklanmak yerine
bütün işçi sınıfının çıkarlarını savunan, devlet ve sermayeyle karşı karşıya gelen bir
konum almıştır. Mahalle hareketleri de taleplerini sınıfsal bir dille ifade etmeye
başlamış ve devletle karşı karşıya kaldıkları müddetçe sınıfsal bir karakter
kazanmışlardır. Bunlara ilaveten 2001’de Alman tekeli DaimlerChrysler’in Afrika’da
COSATU otomotiv işçilerinin grevi üzerine üretimi taşıma tehdidine karşı Sao
Bernardo fabrikası işçi konseyi ve CUT’a bağlı metal işçileri sendikası dayanışma
grevine gitmişlerdir.
PT ise başta örgütlü işçi sınıfı (CUT) olmak üzere yoksul topraksız köylüler, kent
yoksulları, katolik kilisesinin desteklediği kilise topluluklarının (comunidades eclesiais
de base) ve diğer tüm ezilenlerin desteklediği bir parti olmuştur. 1980’den başlayarak
yerel düzeyde belediye başkanlıklarını almıştır. 2002 yılında başta CUT olmak üzere bu
toplumsal hareketlerin sesi olarak seçimleri kazanmıştır. Ancak Lula ve PT iktidara
252
Munck, s. 203.
Carlucio Castanho, Brezilya İşçi Partisi Deneyimi, Der. Ergun Aydınoğlu, İstanbul: Belge Yayınları,
1991, s. 89.
254
Yeni Sendikacılık, Yön Dergisi, Ağustos-Eylül 95, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, s. 13.
253
95
geldikten sonra IMF ve DB direktifleriyle neo-liberal politikalar izlemiştir. Ekonomi
yönetimine sermaye çevrelerinin temsilcileri getirilmiş ve kemer sıkma politikaları
uygulanmıştır. Yeni emeklilik yasasıyla emeklilik yaşı artırılmış ve vergilendirilmiş,
asgari ücret 60 dolar düzeyinde dondurulmuş ve ABD’ye olan 250 milyar dolar
civarındaki borçları ödeme garantisi verilmiştir255. Son olarak Rio de Janeiro’nun
favelalarına -sözde uyuşturucuyla mücadele bahanesiyle- Brezilya ordusunun yaptığı
şiddetli saldırıya ise Lula’nın yorumu “haberim yok” olmuştur.
Sungur Savran’a göre 1989’da sağın adayına karşı Lula %31 oy alması bugünün yasal
partileri için bir model oluşturmuştur. Ancak bu anlayış leninist partiye alternatif
gösterilen yanlış bir bakış açısına sahiptir256. Immanuel Wallerstein ise L. Amerika
solunun zaferi olarak görülen PT iktidarını giderek merkeze yaklaştığı uyarısında
bulunmaktadır. Bu noktada ANC örneğine işaret etmektedir. Wallerstein bu iki ülkede
solun zaferi olarak adlandırılan geçişleri sadece halk desteğine bağlamamaktadır. Bu
geçişlerde gizli ya da açık sermaye çevrelerine garanti verildiğini savunmaktadır257.
James Petras ise bugün PT’nin büyük endüstri, tarım işletmelerinin ve yabancı
bankaların ittifakını temsil etme arzusunda olduğunu söylemektedir258. Amerika Serbest
Ticaret Bölgesi’ni ABD ile birlikte yönetmek, Haiti’ye ordu gönderme düşüncesinde
olmak, genetiği değiştirilmiş tohum üretimini desteklemek, Amazon yerlileri aleyhine
tarım işletmelerini desteklemek ve asgari ücreti iki yılda %1 çıkarmak vb. gibi
noktalarda şiddetle eleştirmektedir259.
PT, CUT ile tıpkı G. Afrika’da olduğu gibi anlaşmaya varmış ve CUT grev yapmama
taahhüdü vermiştir. CUT’un %80’i PT’yi desteklemekte ve Topraksızlar partinin sola
doğru döneceği inancını taşımaktadırlar. Buna rağmen Sao Paulo işçileri grevlerle yeni
ekonomi politikaları protesto etmektedirler. Neo-liberal uygulamalara tepki gösteren
parti yöneticileri tasfiye edilmiştir. Bu guruplar 2004’ün sonunda kurulan Sosyalizm ve
Rafael Azul, Brezilya: Lula’nın İlk 100 Günü-Yoksullar İçin Kemer Sıkma, Zenginler İçin Vergi
İndirimi, 22 Nisan 2003, http://www.wsws.org/tr/2003/may2003/lula-m06.shtml (Erişim Tarihi: 11 Mart
2006): pp. 2-7.
256
Sungur Savran, Brezilya’da Lula Hükümetinin Bir Yılı Post-Leninizmin İflası,
http://www.iscimucadelesi.net/dergi/on/lula/10.htm (Erişim Tarihi: 06 Mart 2006): p. 3.
257
Immanuel Wallerstein, Lula: Umut Korkuyu Yendi, 100. Yorum 1 Kasım 2002,
http://www.binghamton.edu/fbc/100-tr.htm (Erişim Tarihi: 15 Temmuz 2005): pp. 2-6.
258
James Petras, “İşçi Partisi: Çağdaş Kutsal Olmayan Birlik”, Lula’ya Ne Oldu? 11 Ağustos 2005,
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=3143 (Erişim Tarihi: 17 Ağustos 2005): p. 1.
259
Petras, “Otoriter Şekilde İdare”, p. 1-2.
255
96
Özgürlük Partisi’ne (P-SOL) katılmışlardır. Bu parti ile Birleşik Sosyalist İşçi Partisi
(PSTU), Lula yönetimini protesto yürüyüşü gerçekleştirmişlerdir.
Brezilya işçi sınıfının önünde duran soru G. Afrika’yla benzerdir: Dünyaya örnek olan
Brezilya işçi sınıfı mücadelesi (örgütlenmesi) sermayeden ve devletten bağımsız bir
rotaya nasıl oturabilir?
3. Kore Sendikalar Konfederasyonu (Korean Confederation of Trade Unions ya da
Minju Nojhong-KCTU)
KCTU’nun tarihi 1970’lerden itibaren başlayan işçi mücadelesi ve bu mücadele içinde
“biz insanız, makine değiliz” diyerek kendini yakarak öldüren kadın tekstil işçisi Chun
Tae-İl’e dayanmaktadır260. 1987’de bir öğrencinin polis karakolunda işkenceyle
öldürülmesi sonucu başlayan -özellikle otomotiv sektörü merkezli- büyük işçi eylemleri
sonucu KCTU kurulmuştur261.
KCTU’nun temel ilkelerini demokratik bir toplum yaratma ideali, siyasal mücadele ve
Kore’nin birleşmesi, örgütsüzlerin örgütlenmesi, devlet ve sermayeden bağımsızlık,
çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve işçi sınıfını bölen her türlü ayrımın aşılması ve
tüm halkın korunması oluşturur262.
Neo-liberal politikalar sonucunda kitlesel işten çıkarmalar, ücretlerin düşüşü yaşanmış
ve toplu iş sözleşmeleri uygulanmamıştır. 1998 grevi ve 1 Mayıs gösterileri sonucu ise
Hundai motor ve Mando makine fabrikasında toplu işten çıkarmalara karşı direniş
olmuştur. Buna Seul Metro işçilerinin direnişi ve Halla Ağır Sanayi işçileri direnişi
eklenmiştir263.
Yine 2003’te Cancun’da yapılan DTÖ karşıtı eylemlerde Koreli bir çiftçi önderi olan Lee, bir konuşma
yaptıktan sonra harakiri yapmıştı. Bunun üzerine uluslararası köylü örgütü olan Via Campensia bu günü
dünya eylem günü olarak ilan etmiştir.
261
Volkan Yaraşır, “İşçi Sınıfı Muhalefetin Ekseninde”, Esneklik Militanlık; Güney Kore İşçi Hareketi-2,
06Mart 2002, http://www.evrensel.net/02/03/06/dosya.html (Erişim Tarihi: 10 Mart 2006): p. 1.
262
“İlkeler-Program”, Çekik Gözlü Sendikacılık, Birleşik Metal İşçileri Sendikası Sendikam Dergisi,
Sayı: 6, İstanbul, Ocak 2006, s. 27-28.
263
Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketi Politikleşirken, Yön Dergisi, Sayı: 20, İstanbul: Okyanus Yayıncılık,
Ocak-Şubat 2000, s. 15.
260
97
KCTU önderliğinde işçiler, köylüler, aydınlar, kent yoksulları, öğrenci hareketi vb. 21
örgüt tarafından ezilenleri ve emekçileri temsil etmek için “Halkın Zaferi 21”
kurulmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçiminde gösterilen aday %1.2 oy almıştır. Ancak
buna rağmen partileşme sürecine girilmiştir. Yeni kurulan partinin adı Halkın Zaferi
Demokratik Emek Partisi olmuştur. Ancak buna tepki olarak taban örgütleri İşçi Sınıfı
İktidarı Partisi (Hazırlık Grubu)’nu kurmuşlardır. Bu gruba göre seçimler sınırlı bir
anlam taşımaktadır. Önemli olan işçi sınıfının politik önderliğinin oluşturulması ve kitle
mücadelesi ile işçi sınıfı siyasetinin kaynaştırılmasıdır.
Bu kesim Hundai ve Halla işgalleri sonrası “taban örgütleri meclisi”nin oluşturulmasını
sağlamıştır. Hazırlık Grubu; kent yoksulları, insan hakları grupları ve üniversite
öğrencileri ile de organik ilişkiler kurmuştur. Bu noktada “işten atılmış işçiler birliği” en
göze batan örgütlülük olarak gözükmektedir.
KCTU 1999’da işkolu sendikacılığını benimsemiş ve radikal önderliğini tasfiye
etmiştir. Böylece KCTU, IMF’nin neo-liberal reçetelerine onay vermiştir. Ancak
yabancı sermaye yatırımlarına tepki ve Orta Asya’dan göç sonucu oluşan güvencesizlik
ortamında gelişen dinamik işçi sınıfı hareketi liberal eğilimleri tasfiye etmiş ve 2000
yılında konfederasyon yeniden radikalleşmiştir. Muhalefetten neo-liberal politikalara
saldırı pozisyonuna geçilmiştir. 2001’deki grevlerde geçici ve düzensiz çalışanlara
haklarının verilmesi, işin yeniden düzenlenmesi, işten çıkarılmalara son verilmesi,
devlet başkanının istifası, özelleştirmelerin durdurulması, sağlık ve eğitime daha fazla
bütçe ayrılması, örgütlenme özgürlüğünün ve grevin önüne konulan engellerin
kaldırılması, KCTU’ya yapılan baskılara son verilmesi, eşitlik ve özgürlük talepleri
çerçevesinde bir örgütlenme atağına geçilmiştir.
Bu süreçte Kore Demokratik Emek Partisi’ne (Korean Democratic Labor Party-KDLP)
olan destek artmıştır. KCTU’nun müttefikleriyle birlikte 2000’de kurduğu KDLP,
bugün aldığı %13 oy oranı ve 10 sandalyeyle meclisteki üçüncü büyük parti konumuna
gelmiştir.
2005’te Konfederasyon’un Güvencesiz İşçiler Bölümü Başkanı Jon Jin Woo, “ulusal
meclisten güvencesiz işçiler ve asgari ücrete ilişkin önlemlerin gözden geçirilmesini
98
isteyeceğiz” açıklamasını yapmıştır264. KDLP’de buna paralel bir görüş beyan etmiştir.
2006’da Kia ve Hyundai Motor fabrikalarının da aralarında bulunduğu otomotiv
sektöründe yapılan grev sonucu üretim tamamen durdurulmuştur. Grevin amacı esnek,
geçişi ve taşeron istihdamını kolaylaştıran yasa tasarısının geri çekilmesi ve ABD ile
yürütülen serbest ticaret anlaşmaları imzalanmamasıdır.
2004 yılında metal ve sağlık işçileri için işkolu düzeyinde asgari ücret hakkı elde
edilmiştir. KCTU grevi ve KDPL’nin meclis muhalefeti sonucunda güvencesiz işçiler
hakkındaki yasa erteletilmiştir. 2004 yılında alınan kararlarla Konfederasyon
güvencesiz işçileri örgütlemek için bir örgütlenme merkezi oluşturacak ve oluşturulacak
geniş cepheye şimdilik Toplumsal Dayanışma İşçileri Hareketi adı verilecekti. Kararlar
tüm toplumu dönüştürme hedefini de ortaya koymaktadır265.
Afganistan ve Irak’ta savaşa-asker göndermelere karşı eylemler yapan, 2004 sonrası
güvencesiz işçileri -göçmen ve informel çalışanları- örgütleyen KCTU günümüzde
dünyadaki en başarılı işçi sınıfı mücadelesi örneğini sergilemektedir. Saat başı bir
sendikacının tutuklandığı Kore’de işçi sınıfının “kendi kurtuluşu için” egemen bir sınıf
halinde örgütlenip örgütlenemeyeceğini ise zaman gösterecektir.
4. 1 Mayıs Hareketi (Kilusang Mayo Uno-KMU)
KMU Filipinler’de 1 Mayıs 1980’de Marcos diktatörlüğü döneminde kurulmuştur.
Kuruluş temelinde uluslararası işbölümünün arttırdığı sömürü ve varolan dört
sendikanın işbirlikçi tutumu yatmaktadır. KMU kapitalizme, emperyalizme ve yabancı
sermaye müdahalesine karşıdır. Buna AFL-CIO gibi sendikal örgütlerin müdahalesini
de eklemek gerekir. KMU, Filipinler’de bulunan DSF’na bağlı sendikaları ise ilerici
olarak nitelemesine rağmen bu federasyona bağlı değildir.
Demokratik İşçi Partisi: Güney Kore Parlamentosunda Üçüncü Büyük Parti-www.kctu.org, 18 Mayıs
2004, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=462 (Erişim Tarihi: 19 Mart 2005): p. 11.
265
Kore Sendikalar Konfederasyonu (KCTU) 2004 Yılı Raporu, 15 Şubat 2005,
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1782 (Erişim tarihi: 16 Şubat 2005).
264
99
Kuruluş toplantısında bir işçi manifestosu düzenleyen KMU, şu taleplerle ortaya
çıkmıştır266:
1- Asgari Ücretin makul bir seviyeye getirilmesi,
2- Grev hakkının tanınması
3- Ücret ödemelerinin durdurulmasının önlenmesi,
4- Vatandaşlık haklarının iyileştirilmesi,
5- Kamuda örgütlenme yasağının kaldırılması ve toplu iş sözleşmesi hakkının tanınması
6- Yabancı tekellerin elindeki sanayilerin millileştirilmesi.
1980 sonrası dünya sendikalarında oluşan krize karşı KMU 50 bin üye ile örgütlenmeye
başlamıştır. 10 yıl sonra bu sayı 1 milyona yaklaşmıştır. Ancak bu süreçte Marcos
diktatörlüğünün çok yoğun baskısına uğramışlardır.
KMU’nun temel ilkeleri şunlardır: Politik yönetim ilkesi ile varolan bilgiler bütün
üyelere verilmektedir. Böylece sendikayı üyelerin yönetmesi amaçlanmaktadır. Kolektif
kitle eylemi ilkesi ile kitle mücadelesinin eğiticiliğinin bürokratlaşmayı engelleyeceği
düşünülmektedir. Anti-emperyalizm ilkesi ile Filipinler’in zenginliğinin Filipin halkına
ait olduğu söylenmektedir. Bu yüzden ülkedeki ABD üslerine karşı mücadele,
programın önemli bir parçasıdır. Kitlesel eğitim ilkesi ile de sadece önderlere ya da
temsilcilere değil tüm üyelere eğitim verilmektedir. Son bir ilke de devletten,
sermayeden ve sol partiler dahil bütün politik partilerden örgütsel anlamda
bağımsızlıktır267.
KMU, sendikanın üyeleri tarafından yönetilmesini “gerçek sendikacılık” olarak
tanımlamış ve her türlü bilgiye ulaşabilen üyeler doğrudan katılımın sağlandığı tartışma
forumlarıyla sendikal politikaları da belirlemişlerdir268. Eğitim programı üç ana
parçadan oluşmuştur. İlk bölümde temel ekonomi-politik bilgiler, ikinci bölümde
Filipinler emek tarihi ve işçi sınıfı tarihi konusunda deneyimler ve üçüncü bölümde
ulusal demokratik bir ülke hedefi tartışılır269.
266
Munck, s. 293.
Çiğdem Çıdamlı, Güney’in Yanıtı, Yön Dergisi, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Sayı: 1, Şubat 95, s.
10.
268
Akça, “Bürokratik Sendikacılığa Karşı Toplumsal Hareket ve Taban Demokrasisi”, p. 2.
269
Scioces, “KMU’nun Doğuşu ve Gelişimi”, pp. 10-14.
267
100
BAYAN (Yeni Yurtsever İttifak) KMU’nun yanı sıra köylüler, kent yoksulları,
öğrenciler, balıkçılar, kadınlar ve kabileler gibi değişik toplumsal kesimlerle kurulan
ilişkiler sonucu doğmuştur. Bu ittifak Marcos diktatörlüğünü devirmiştir270.
1984 yılında Davao City’de artan askeri operasyonlar ve adanın askerileştirilmesine
karşı halk grevi (Welga No Bayan) uygulanmıştır. 1985 yılında BAYAN (Halk ya da
Ülke) ittifakı kurulmuştur. Ulusal düzeyde örgütlenmiş ve yerel şubeleri kurulmuştur.
Halk grevi genel grevi kapsamanın yanında bir bütün olarak tüm kenti kapsar. Kent’teki
ulaşım durur, dükkanlar kapanır, özel araçlar durur ve balıkçı sandalları denize açılmaz
vb.
İlk kez 1985 yılında ABD üslerine elektrik sağlamak amacıyla yanardağ eteklerine
kurulmak istenen Bataan nükleer enerji santral girişimine karşı yapılan halk grevine
sekiz kent katılmıştır. Halk grevi ilk kez 1987 ağustosunda akaryakıt zammına karşı
ulusal düzeyde hayata geçmiştir ve ülkenin %95 i bu greve katılmıştır. Böylece üretim
sürecinin yanında yeniden üretim sürecine de müdahale edilebilmektedir271.
5. Serbest Çalışan Kadınlar Örgütü (Self Employed Women’s Association-SEWA)272
SEWA Hindistan’da yıllar boyunca resmi bir sendika olmak için mücadele etmiştir.
Çünkü Hindistan Çalışma Bakanlığı, işçilerin karşısında tek bir işveren olmadığını iddia
ederek kendi hesabına çalışan kadınların sendika kurmasına yıllarca izin vermemiştir.
Buna karşılık SEWA ise, sendikaların zorunlu olarak işveren karşıtı olmadığını,
işçilerin birliği için çalıştığı ve bu yüzden kendi hesabına çalışan kadınların sendika
kurabileceğini savunmuştur. SEWA, Nisan 1972’de sendikal anlamda resmileşmiştir 273.
Çıdamlı, s. 10.
Filipinler’de oluşturulan İlerici Emek İttifakı (Alliance of Prograssive Labor-APL) da toplumsal
hareket sendikacılığına bir diğer örneği oluşturur. Bu örgütlenmenin THS anlayışı için bkn.
http://www.apl.org.ph/APL PrimerIndex.htm
272
G. Afrika’da Serbest Çalışan Kadınlar Sendikası (SEWU), Portekiz’de Maderia Nakış İşçileri
Sendikası, Fildişi Sahillerinde SYNAFSI gibi daha bir çok kadın işçi örgütlenmesi deneyimi
bulunmaktadır.
273
Fatma Ülkü Selçuk, Enformal Sektörde İşçi Örgütleri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1999. (Bu yüzden adında sendika kavramı geçmez.)
270
271
101
SEWA birçok özelliğe sahip olan sendikaların birleştiği bir konfederasyondur. Kır ve
kentlerde çalışan ev işçileri, işportacılar, kağıt toplayıcıları -ki çoğu taşerona bağlı
çalışanlar-, bidi (bir tür yaprak sarması sigara) işçileri, agarbatti (tütün çubukları)
işçileri, parça başı iş yapanlar vb. işçileri örgütlemektedir. Bütün bu bileşenleri sınıf
çıkarları etrafında harekete geçirebilmiştir. Bu yüzden SEWA’yı bir stk olarak veya salt
kooperatif yönüyle değerlendirmek yanlış olur kanısındayım. SEWA’yı anlatırken hangi
yönünü göreceğiniz önemlidir. “SEWA, emek hareketi, kooperatif hareketi ve kadın
hareketinin bileşimidir”274.
SEWA, asgari ücret, çalışma hakkı, herkese toplu pazarlık hakkı, iş güvenliği, iş sağlığı,
parasız eğitim, parasız sağlık, özelleştirme karşıtlığı, toprak reformu vb. haklarını
savunmaktadır. SEWA, ev işçilerinin örgütlenmesine bütünsel yaklaşmış, onları sadece
çalışma boyutuyla ele almamış, yaşama koşulları ile iç içe değerlendirmiştir. Karar alma
süreçlerinde ve yapılacak her türlü işte üyesi olan tüm kadınları aktifleştirmeye çalışmış
ve kast ayrımı gözetmemiştir. Ama hedef kitlesi, özellikle yoksul ve dışlanmış kadın
gruplarıdır275. Gülnur Acar-Savran, SEWA sendikal örgütlenmesinde ev eksenli
üretimde işyeri olan evin yalıtılmışlığı ve bu anlamda ev eksenli çalışanların ortaklaştığı
nokta olarak “mahalleliliğin” vurgusunu yapmıştır276.
SEWA ile yeni bir hareket tarzı başlamıştır. Birinci olarak sektör, kent ve ülke çapında
grevler örgütlenmiştir. İkinci olarak fiili eylemlilik süreci başlamıştır. Üçüncü olarak
bütün emekçilerin ortak eylemi örgütlenmektedir. İlk olarak 1982 yılında 250 bin tekstil
işçisinin 9 ay süren Bombay grevi gerçekleştirilmiştir. Bu grevin amacı sarı
sendikacılığa bir tepki, reel ücretlerin düşmesini önlemek endüstri ilişkilerini
düzenlemek ve iş kazalarının önüne geçmek gibi talepleri hayata geçirmektir. Greve
köylerine giden işçilerin köylüleri de dayanışma gösterileri ile destek vermiştir. Örneğin
Dünyadan Enformel Sektörde Bir Örgütlenme Deneyimi, Hindistan’da Serbest Çalışan Kadınlar
Örgütü: SEWA, Yeni Direniş Dergisi, Sayı: 2, Haziran 2003, s. 12. (Fatma Ülkü Selçuk hem işveren
hesabına çalışan ev işçileri ve hizmet üreticilerini, hem de küçük burjuva olarak nitelenebilecek satıcı,
pazarcı vb. kapsadığından dolayı SEWA’nın sınıfsal yapısının bulanık olduğunu; doğal olarak bunun
örgütlenmesine de yansıdığını ve bu yüzden zaman zaman üyelerinin sermaye ve devlete karşı mücadele
ederken, zaman zaman da küçük burjuvalaştırdığını (bunun temel nedeni olarak da eksene
kooperatifçiliğin konduğunu) ifade ederek eleştirmiştir. Bkn. Selçuk, age.)
275
Selçuk, age.
276
Gülnur Acar-Savran’la Söyleşi: Diyalektik Feminizm, Siyasi Gazete, Aralık-Ocak 2005,
http://www.siyasigazete.net/sayi_12/index.php?SayfaX=25 (Erişim Tarihi: 20 Mart 2006)
274
102
grev için hasat kaldırma gibi. Grev sonucu geçici-sözleşmeli ve düzensiz işçiler arası
farklar giderilmiştir277.
Benzer direnişlerden birinde de Bihar Kömür İşçileri Sendikası (Bihar Colliery Kamgar
Union-BCKU) kurulmuştur. Bu sendika daha çok yerel kabilelerin emekçileri, göçmen
işçileri ve köylülerin özgürlük-bölgesel özerkliğini talep eden Ormanlar ve Dağlar
Hareketi (Jharkand Mukti Morcha)’nın çekirdeğidir278. Bu hareket Hindistan’ın mineral
yataklarını barındıran Bihar ve komşu bölgelerde etkili olmuştur. Buralardaki maden
işçileri ve yerel kabileler içinde güçlü ilişkiler oluşturmuştur. BCKU’nun demokratik
bir yönetimi, bağımsız ve sanayi dışı işçileri örgütlemesi gibi özellikleri; ekonomik,
politik ve toplumsal mücadeleyi birleştirmektedir.
Tüm Çalışanlar Sendikası (Sarva Shramik Sangh) 15 bin genel hizmet işçisini ve
Kamani Çalışanlar Sendikası 4 bin mühendislik işçisini örgütlemiştir. Kayıtlı-kayıtsız,
sürekli-süreksiz işçileri, küçük işletme işçilerini ve Bombay’ın dış çemberindeki kadın
tuzla işçilerini örgütlemiştir. Kamani Çalışanlar Sendikası topraksız köylülerle
dayanışma, işçi kooperatifleri, doğrudan seçilen yöneticiler ve devlet çiftliklerindeki
işçileri örgütlemesi gibi çeşitli özelliklere sahiptir.
6. 19 Eylül Ulusal Konfeksiyon İşçileri Sendikası
19 Eylül 1985’ de Mexico City’de gerçekleşen 8.1 şiddetindeki deprem sonucunda on
bin kişi ölmüştür. Deprem sonrasında hükümet ve yönetim boşluğu doğmuştur.
Telefonlar kesilmiş ve TV’de çok sonra yayına başlayabilmiştir. Zaten yolsuzluk ve
rüşvetin yoğun olduğu bir ülke olan Meksika’da deprem sonrası yaşananlar sürece tuz
biber ekmiştir. Arama kurtarma ve konut sorununu ev kadınları ile yazarlar çözmüştür.
Bu süreçte kendiliğinden örgütlülükler oluşmuştur.
Sendika Bizim Anamız, Yön Dergisi, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Mayıs-Haziran 95, s. 12.
(Hindistan’da işçiler arasında birçok ayrım vardır. Yazılı-sözlü anlaşmalı işçiler, büyük-küçük firma
işçileri, vasıflı-vasıfsız işçiler, topraklı-topraksız köylüler, yüksek-düşük kast vb. Hindistan Komünist
Partisi’ne bağlı Hindistan Merkezi Sendikalar Birliği (Centre for Indian Trade Unions-CITU) bu
farklılıkları örgütlemekte yetersiz kalmıştır.)
278
Munck, s. 206.
277
103
Kendiliğinden örgütlülükler, konut sorunlarının çözülemediği 1987 yılında düzenli
platformlara dönüştürülmüştür. Mahalle örgütlülükleri 600 bin kişiyi kapsayan imza ve
anket eylemlilikleri düzenlemiştir. Bu süreçte mahalle meclisleri (Assembly of
Neighborhood) oluşturulmuştur. Böylece 19 Eylül sendikası kurulmuştur. Sendikanın
temelini kayıt dışı konfeksiyon sektöründe çalışan kadın işçilerin örgütlenmesi
oluşturmuştur. Çünkü bu sektörde çok küçük yaşta çalışan, hiçbir yasal hakkı olmayan,
berbat koşullarda çalışmak zorunda kalan birçok kadın vardır279.
Deprem sonrası insanlar evsiz ve işsiz kalmıştır. Artçı depremler tekstil atelyelerinin
yoğun olduğu San Antonio Abad bölgesini yıkmıştır. Bu bölgede 800 atelye yıkılmış,
1600 kadın işçi ölmüş ve 50 binin üzerinde tekstil işçisi işsiz kalmıştır. Deprem
kurtarma çalışmalarında işyeri makinelerine ve para kasalarına öncelik verilmesi sonucu
can kaybı çok olmuştur. Bu süreç 1911 yılında San Francisco’daki konfeksiyon
yangınına benzemektedir. Meksikalı kadınlara sadece konfeksiyon işçilerinden değil,
diğer işkollarındaki işçilerden, sol gruplardan, kilise gruplarından vb. para yardımı
gelmiştir.
19 Eylül Sendikası’nın temel istemi, ölüm ve işsizlik tazminatıdır. Bir ay gibi kısa bir
sürede 18 atelyeden 5 bin kadın örgütlenmiştir. Çeşitli eylemlilikler sonucunda uzun
yıllardan sonra tanınan ilk bağımsız sendika olmuştur. Bir yıl içinde tazminatların
%80’i alınmıştır. Sendikanın temel talepleri toplu iş sözleşmelerinde enflasyonun ücrete
yansıması, günlük dokuz saat çalışma, standart asgari ücret ve işverenlerin kreş açması
olmuştur.
19 Eylül Sendikası, üyelerine diğer işkollarındaki işçilerin mücadelelerini de
aktarmaktadır. Sendikal mücadelenin politik bir mücadele olduğu kavratılmaya
çalışılmaktadır. Okuma-yazma ve temel eğitim kursları verilmektedir. 1987 yılında
bizzat sendika, çocuk bakım merkezi ve kadın kliniği kurmuştur280.
1985 Mexico City Depremi, Yön Dergisi, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Eylül-Ekim 99, s. 8.
Yine Meksika’da 1987’de başlayan ATABAL (Ev Hizmetleri İşçilerinin Örgütlenmesini Destekleme
Kolektifi) bir yıl sonra 11 Latin Amerika ülkesinden kadın sendikalarıyla birlikte konfederasyon
kurulmasını sağlamıştır. Akça, “Değişen Emek Kompozisyonu ve Farklı Emek Kesimlerinin
Örgütlenmesi”, p. 3.
279
280
104
B. 1990’larla Birlikte Gelişen Köylü, İşsiz ve Güvencesiz İşçi Hareketleri
1990’lı yıllar sonrası dünyada ama özellikle L. Amerika’da “yeni köylü hareketleri”
gelişmiştir. Ekvador’da, Bolivya’da, Brezilya’da, G. Afrika’da281 gelişen hareketler
toprak reformu talebinden kısa zamanda toplumsal dönüşüm taleplerini savunan bir
düzleme evrilmiştir. Yeni köylü hareketlerinin çıkışı temelde çokuluslu tekellerin yerli,
siyah ve köylü topraklarında olan doğal kaynaklara el koymak istemesinden
kaynaklanmıştır. Böylece ILO’nun 169. Kongresi’nde ifade edilen yerli halkın kendi
topraklarını ve doğal kaynaklarını etkileyecek bir seçim yapmadan önce danışma hakkı
olduğu ihlal edilmiştir282. Bu durum yerlilerin yaşayışlarına da temel bir müdahale
olduğu için yeni özerklik talepleri yerlilerin toprak reformunun yanındaki diğer temel
talebi olmuştur.
Bu süreçte Abya Yala Yerli Halklar Fermanı (Abya Yala Indigenous Peoples
Mandante) 2002’de Bolivya’da Kıta Kongresi yapmıştır. Burada yerli halklar serbest
ticaret anlaşmalarına FTAA (Amerikalar-arası Serbest Ticaret Anlaşması)’na karşı tavır
G.
Afrika
Topraksızlar
Hareketi’nin
kuruluşu
ve
amaçları
için
bkn.
http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=29
282
Houghton ve Bell, “A Second Conquest”, p. 2. (Latin Amerika ülkelerinin çoğunda, yapısal uyum
hammaddeye güvenen hareket halindeki ekonomiler anlamına geliyor, bazen yerel işletmelerle birlikte ve
hükümetlerin yardımını isteyerek, çokuluslu şirketler tarafından çıkarılan doğal kaynaklar vasıtasıyla.
Küresel Güney ekonomilerinin bu yenilenmiş “hammaddeleşmesi” yerli topraklarını ve kaynaklarını
saldırgan bir şekilde teslim alma anlamına geliyor. “Yeşil pazarlar, karbondioksit çukurları, genetik bilgi,
yağ, gaz ve su” ulusal hükümetlerin önderliğindeki hızlı yoksunlaştırma sürecinin konuları. Sonra da
büyük pazara satılıyorlar… Amazon’da, tahta, eczacılıkta kullanılacak madde ve yağ çıkarımı artıyor.
Puebla-Panama Planı, cadde ve demiryolu inşaatlarını, yağ ve elektrik endüstrilerinin gelişimini,
Mesoamerika alanında muazzam bir serbest ticaret bölgesinin (kaynaklar ve bioçeşitlilik açısından zengin
bir alan) yaratılışını ilerletiyor. Dağlık bölgeler ve Bolivya’nın doğusu gaz ve su projelerinden
etkileniyor. Ekvador Amazonu’nun iki milyon hektarı yağ şirketlerine devredildi ve Kolombiya
Amazonu’nun %50’si hazırda tutulmak için gözönünde bulunduruluyor… Nikaragua’da Kore ulusaşırı
Kumkyunğu Awas Tingni şirketi, yerli halkın orman kaynakları üzerinde otuz yıllık imtiyaza sahip.
Peru’da Madre de Dios’da, Kolombiya Pasifiği’nde, Şili’nin güney bölgesinde, Brezilya’nın Amazon
sınırlarında ve Guyana’da -bütün yerli toprakları- orman çiftlikleri büyüyor. Ağaç dikimindeki artışın
amacı, sömürülebilir ağaç stoğunu, dünyadaki kağıt fiyatlarını düşük tutmak ve ulusaşırı yiyecek
şirketlerinin kullandığı sebze yağlarının fiyatlarını düşürmeye devam etmeyi sürdürmek…. Altın, bakır,
nikel ve diğer mineralleri arayan çokuluslu ve yerel şirketler Venezuela, Brezilya, Kolombiya ve
Panama’daki yerli topraklarını dönüştürdü. Altın madencileriyle, bu ve diğer bölgelerde (Yanomami,
Curripaco, Baniva ve Kuna’yı kapsayan) ikamet eden yerli komünlerine karşı silahlanmış guruplar
arasında süregelen bir savaş var. Yerli halklar, bu ulusaşırı işlerin özel muhafızları rolünde olmalarına
rağmen, sık sık vergi ödemeye zorlanıyorlar… Tek sonuç, insanların kaynak zengini yer değiştirmesinin
yeni bir raundu. Globalleşmenin yerli topraklarındaki çarpışması üzerine en son çalışmasında Şilili
siyaset bilimcisi Huenchuan şunu vurguluyor: Geçmiş yüzyıllarda pek çok yerli halk topraklarını
terketmeye zorlandı ve “sık sık dikkate alınmış düşmana ait eko-sistemler olan ama şimdi sınırlarının
ötesinde yüksek biyolojik çeşitliliğe ve ekolojik öneme sahip alanlar”. Şimdi bu toprakların çoğu kaynak
çıkarımı için çokulusluların hedefinde, yerli komünler tekrar yer değiştirmeye zorlanıyor… Houghton ve
Bell, “The Battle for Control Over Natural Resources”, pp. 1-5. )
281
105
oluşturmuş; su sıkıntısı, küçük-orta ölçekli işletmelerin iflası ve doğal kaynakların
çokuluslu
şirketlere
devredilmesi
gibi
girişimleri
sömürgecilik
olarak
değerlendirmişlerdir283.
Andean Bölge İnisiyatifi (diğer adıyla Kolombiya Planı) ve Bolivya’daki İtibar Planı,
coca ve gelincik yetiştiren yerlilere karşı kimyasal bir savaşı getirmiştir. Örneğin
Kolombiya’daki ölüm mangaları coca’lara sıktıkları kimyasal zehirleri sonrasında
dezenfekte etmemiştir. Böylece yerli toprakları ve kaynakları kontrol altına
alınmaktadır. Sözde uyuşturucuya karşı savaş bahanesiyle ABD askeri varlığı artmış ve
ABD yatırımları koruma altına alınmıştır. ABD, yatırımlarını koruma politikasını kabul
eden ülkelere silah ve finansal kaynak sağlamıştır284.
Yeni köylü hareketlerinin en umut verici yönü, ufuklarının kırsal mücadelelerle sınırlı
olmaması, yani; “köylü hareketleri”nin sınırlarını anlamaları olmuştur. Bütün büyük
köylü hareketleri kır ve kentsel mücadelelerin birlikteliği için ortak hareket etme
zeminleri
oluşturmaya
çalışmışlardır285.
Köylü
hareketlerinin
mücadelelerini
simgeleyen temel slogan olan “Que se vayan todos” (hepiniz-dışarı-defolun), Ekvador
ve Bolivya’daki gelişmeleri takip ettiğimizde anlamını bulmuştur.
Neo-liberal politikaların dünyanın halkları ve toprakları üzerindeki kapitalist denetimi
yeniden tanımlamayı hedefleyen yeni bir saldırısı başlamıştır. Bu saldırı çalışmanın
güvencesizleştirilmesi,
kitlesel
işsizlik
ve
toplumsal
yaşamın
her
alanının
metalaştırılması gibi görüntülerle ilerlemektedir286. Böylece 1990’lı yıllarla birlikte
Fransa’daki işsiz hareketlerinden Arjantin’deki piquetero’lara, G. Kore’de KCTU
içindeki işsizler sendikasından, Brezilya’da Evsiz İşçiler Hareketi’ne, Almanya’da
işsizler hareketinden Napoli işsizler hareketine kadar farklı coğrafyalarda, bazılarında
Houghton ve Bell, “Opposition to Free Trade Agreements”, p. 1. (Paralel söylemler 2002’de Meksikalı
Yerli Halkın ve Örgütlerin Ulusal Mücadelesi’nin ürünü olan “Chilpancingo Bildirisi”nde, Kolombiya
Ulusal Yerli Örgütü (ONIC), Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu (CONAIE), Peru Ormanlarını
Geliştirme Etnikötesi Kurumu (AIDESEP), Kasım 2001’de Kolombiya Yerli Halkları Kongresi’nde ve
Neo-liberalizme Karşı Ulusal Seminerde, Venezuela Ulusal Yerli Meclisi (CONNE), Cuenso Amazonia
Yerli Örgütleri Koordinasyonu (COICA), Honduras Halkçı ve Yerli Örgütleri Yurttaşlık Meclisi
(COPINH), Panama Genel Kuna Kongresi, çeşitli Şili ve Bolivya örgütleri ve Pan Amazon Sosyal
Forumu’nda da vardır.)
284
Houghton ve Bell, “Plans for Displacement”, pp. 1-3.
285
James Petras, “Kent-Kır İttifakları”, Neo-Liberalizme Karşı Köylü Muhalefeti, Çev. Cosmopolitik,
http://www.uzaklar.net/html/html/koylu_muhalefeti-j_petras.html (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006): p. 1-2.
286
Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu, “Giriş”, Yeni Bir Toplumsal Öz-örgütlenme Modeli
COBAS
(Taban
Komiteleri
Konfederasyonu),
Milano,
Ağustos
2002,
http://www.sendika.org/yazi_no=1088 (Erişim Tarihi: 27 Ekim 2004): p. 1.
283
106
işsizlerin hareketin eksenini oluşturduğu yeni işçi hareketleri ortaya çıkmıştır. Bunlara
güvencesiz işçileri örgütlenmesinin merkezine koyan İtalya Taban Komiteleri gibi
örnekleri de eklemek gerekir.
1. Brezilya Topraksız Kır İşçileri Hareketi (Movimento dos Trabalhadores Rurais Sem
Terra-MST)
Brezilya’da ihracata yönelik sanayileşmeye geçişle birlikte hızlı bir kapitalistleşme
süreci gerçekleşmiştir. Bu politikalara paralel yaşanan kronik yoksulluk koşullarının
kırlarda yansıması küçük köylülerin banka ipoteklerini ödeyemeyerek topraklarını
kaybetmesi ve köle emeği gibi çalışma biçimlerinin kırsal üretim süreçlerinde yeniden
hayata geçirilmesi olmuştur. 1970’li yıllarla birlikte köylüler içinde bulundukları
koşulları düzeltmek için toprak işgalleri gerçekleştirmeye başlamıştır. Böylece başlayan
toprak işgalleri tüm ülkeye yayılmış ve 1984’te MST kurulmuştur287.
MST’nin temel talebi toprak reformu, bu talebi hayata geçirmek için temel yöntemi ise
toprak işgalleri olmuştur. İşgallerin yanında yaptığı uzun yürüyüşler, kentli işçi ve
yoksul hareketleri (sendikalar, Katolik kilisesinin önemli bir kısmı, öğrenciler vb.) ile
kurduğu ortaklık, bizzat evsiz işçilerle aktif mücadele, yol kesme eylemleri ve
örgütlediği kampanyalar gibi doğrudan eylemler harekete yön vermiştir. MST’nin temel
ilkesi kapitalizme, bu noktadan hareketle neo-liberalizme ve yeni sömürgeciliğe karşı
savaştır288. Amazonların ve genel anlamda doğal kaynakların talanına karşı mücadele
etmiş ve ALCA’ya karşı çıkmıştır. Böylece bütünsel bir politik mücadele geliştirmeye
çalışmıştır. MST önderleri; Küba sosyalizmi, PT’nin demokratik sosyalizmi ve
Brezilya’ya özgü sosyalizm modelleri gibi hedefler benimsemiştir.
İşgaller vasıtasıyla fiilen toprak reformu gerçekleştirilmeye başlanmış ve bu topraklarda
üretim yapılmıştır. Böylece binlerce köylü kendi kaderini belirleyen işçiler haline
Kintto Lucas, “Topluluk ve Birey”, Brezilya Topraksızlar Hareketi, Çev. R. H. Kömür, Temmuz 2001,
http://www.uzaklar.net/html/brezilya_topraksız_koyluler_ha.html (Erişim Tarihi: 12 Mart 2005): pp. 5-8.
288
MST, Topraksız Köylüler Hareketi: MST’nin Brezilya Halkına Bildirgesi, 11 Ağustos 2003,
http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=2 (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006): p. 4.
(Toprak reformu talebinin yanında MST’ye yönelik katliamlara, özelleştirmelere ve Irak Savaşı gibi
emperyalizmin dünyanın farklı yörelerindeki saldırısına karşı da MST eylemler yapmaktadır.)
287
107
gelmeye başlamıştır289. Petras “İşgal et, diren, üret” sloganının MST’nin eyleminin üç
aşamasını ifade ettiğini işaret etmiştir: Toprak işgal ediliyor, plastik siyah çadırlarda
yaşayan aileler baskıya direniyor; sonra tüketim ve ulusal-uluslararası pazar için üretim
yapıyorlar290. İşgal ettikleri toprak Belçika’dan büyük ve bu topraklarda alternatif bir
yaşamı hayata geçirenlerin sayısı 1.7 milyon kişidir291.
MST, yerleşim birimlerinde üyelerinin aktif katılımına dayalı, gönüllülüğü temel alan
ve kolektif bir yaşamı oluşturmayı hedefleyen bir harekettir. İşgal edilen topraklarda
üretim, koşullara bağlı olarak özel veya kolektif olarak gerçekleştirilmiş, elde edilen
gelir ortak kullanıma açılmıştır. Çiftçi Kooperatifleri Sistemi (Sistema Cooperativista
dos Assentados-SCA) adı verilen kooperatifler, Brezilya Tarım Reformu Kooperatifleri
Konfederasyonu (Confederecao dos Cooperativos de Reforma Agraria do BrasilCONRAB)’nu oluşturmaktadır. Ekonomik ve politik yönü olan bu kooperatifler ortak
yaşam ile özel mülkiyet arasında bir çelişki yaratmaktadır. Yeni bir toplumun
bireylerini yaratmak için iç eğitim sistemine önem verilmiştir. MST, “Hepimiz birer
önderiz” anlayışından hareketle üyelerinin katılımına dayalı bir demokrasi anlayışı
oluşturmuştur. İşgal sonrası kurulan kamplar yeni bir toplumun okulu olarak
görülmektedir. Bunlara ek olarak alternatif tıp yöntemleri ve organik gıda üretimi
hayata geçirilmektedir.
MST’nin toprak reformu talebi, Brezilya’daki işçi ve köylülerin ortak mücadelesinde
anlam kazandığı için devrimci bir içerik kazanmaktadır. Bu yüzden yoğun bir devlet
baskısı ve toprak sahiplerinin silahlı çetelerinin saldırılarına maruz kalmıştır. Bu
saldırılar sonucunda 1500’den fazla aktivisti öldürülmüştür. Yeni proleterleştirme
sürecinde köylülerin hızla mülksüzleştiği ve işsizliğin yoğun yaşandığı bir ülke olan
Brezilya’da klasik sendikal anlayışın dışında gelişen hareket, farklı coğrafyalardaki
köylüler için bir esin kaynağı oluşturmaktadır. Başta CUT olmak üzere diğer emek
örgütleri ile birlikte PT’yi destekleyen MST, Lula hükümetinin resmi politikası olan
toprak reformu gerçekleşmeyince toprak işgallerine devam etmiştir292. Ancak etkili
olduğu dönemlerde Brezilya’nın 24 eyaletinden 23’ünde büyük köylü kitlelerini
Metin Yeğin, Topraksızlar, 1. Baskı, İletişim Yayıncılık, İstanbul: 2004, ss. 15-19. (Topraksızlar
kitabı ve kitapla birlikte alınan vcd bu konuda dilimizdeki en temel kaynak olma niteliğindedir.)
290
Metin Yeğin, “Brezilyalı MST İle İlerici Türkiye Halkı Arasında Uluslar arası Dayanışma İçin-James
Petras’ın Önsöz’ü”, s. 9.
291
Metin Yeğin, “Sunuş”, s. 7.
292
Immanuel Wallerstein, “Brezilya ve Dünya-Sistem: Lula Dönemi”, 01 Eylül 2003,
http://www.binghamton.edu/fbc/120-tr.htm (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006): p. 5.
289
108
harekete geçiren MST’nin mücadelesinde, son dönemde bir geri çekiliş söz konusudur.
MST’nin önümüzdeki dönemde genel bir yenilenme yaşaması gerekmektedir.
2. Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu (El Confederacion de Nacionalidades
Indigenas del Ecuador-CONAIE)
Ekvador’da doğal kaynakların büyük bir bölümü nüfusun %45’ini oluşturan yerlilerin293
toprakları üzerindedir. CONAIE, doğal kaynakların talanına karşı mücadele ve bilim ile
yerlilerin geleneksel yaşamlarının kaynaştırılması gerekliliğinin savunusu üzerinden
1986’da kurulmuştur. Politik partilerden, yabancılardan, devletten, sermayeden ve dini
kurumlardan bağımsız bir örgütlenme olan CONAIE 13 yerli gurubunu temsil
etmektedir. Yerli halkın kültürel haklar, su, toprak ve özerklik talebini savunmuştur294.
Demokratik bir yapıya ve doğrudan eylem özelliğine sahiptir.
CONAIE üç devlet başkan devirmiştir: Abdala Bucaram, Jamil Mahuad ve Lucio
Guiterrez. Devlet başkanlarını ülkeden kaçırtacak kadar etkili eylemler örgütleyebilen
CONAIE’nin başarısının arkasında elektrik ve petrol sendikalarındaki müttefikleriyle
oluşturduğu işçi-köylü ittifakı; öğrenciler ve mahalli hareketlerin bu ittifaka desteği
yatmaktadır. Bu noktada son altı yıldaki bazı satırbaşları bize hareketin başarısının
anahtarlarını verecektir.
2000 yılında Devlet Başkanı Mahuad, paranın değerini düşüren, aşırı zamlar yapan,
ulusal para birimi Sucre’yi ABD dolarına endeksleyen, özelleştirmeleri hayata
geçirmeye çalışan neo-liberal bir program hayata geçirmiştir. Bu politikalara karşı
muhalefeti örgütleyen ana odak CONAIE ve müttefiklerinin talepleri ise ulusal para
biriminin dolara dönüştürülmesinden vazgeçilmesi, fiyatların dondurulması, dış
borçların reddi, stratejik kurumların özelleştirilmesinin durdurulması, Mahuad’ın istifa
etmesi ve neo-liberal politikalardan vazgeçilmesi olmuştur. Bu noktada Quito yerlileri
yol kesme eylemleri yapmış; kent hareketleri ise grevlerle bu süreci yaygınlaştırmıştır.
Nüfusun çoğunluğunu Mestizos yani melezler oluşturmaktadır. Yerlilerin dillerine ise quechua adı
verilir.
294
CONAIE, Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu, Novaya Gazeta, 22 Ocak 2004,
http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=4 (Erişim Tarihi: 08 Nisan 2006)
293
109
21 Ocak 2000’deki ayaklanmayı yurtsever subaylar desteklemiş; Yüksek Mahkeme eski
Başkanı Dr. Solorzano, CONAIE başkanı Antonio Vargas ve yarı yerli kökenli Albay
Lucio Guiterrez’den oluşan üçlü komite yönetimi devralmıştır. Ancak 24 saat geçmeden
ABD’nin baskısıyla Mahuad’ın yardımcısı neo-liberal politikaların destekleyicisi
Gustavo Noboa devlet başkanlığı görevine getirilmiş ve Albay Guiterrez darbe girişimi
suçlamasıyla hapse atılmıştır. 2002’de yapılan genel seçimlerde ise IMF karşıtı bir
söylem ve Manta’daki ABD üssünün kapatılacağı vaadiyle yerlilerin yani CONAIE’nin
desteğini alan Guiterrez devlet başkanı seçilmiştir295.
Ancak Gutiérrez 2003’de ABD’nin en sağlam müttefiki olduğunu açıklamış ve
ABD’nin Kolombiya Planı’nı gerçekleştirmesi için Ekvador’u üs olarak kullanmasına
izin vermiştir. Ayrıca ALCA’ya onay vermiş; IMF ile gizli anlaşma yaparak “yeni
çalışma yasası”nı çıkartmış; buna itiraz eden CONAIE’li iki bakanı hükümet dışı
bırakmış; beş bin kamu görevlisini işten çıkarmış; petrol, sağlık ve eğitimi
özelleştirmiştir296. Yükselen emekçi eylemleri üzerine 2005’de olağanüstü hal ilan
etmeye kalkmış; fakat sadece hükümetin istifasını değil, politik sistemin reddini isteyen
CONAIE ve müttefiklerinin eylemleri karşısında 20 Nisan 2005’te Brezilya’ya
kaçmıştır. Yerini yine bir evvelki dönem olduğu gibi yardımcısı Alfredo Palacio
gelmiştir.
Ancak Guiterrez’in gitmesi eylemleri durdurmamıştır. 2005 Ağustosu’nda iki ana petrol
kenti olan Sucumbios ve Orellena’da; altyapı, yol inşaatı, elektrik ve istihdam
talepleriyle grev başlamıştır. Bu grev hükümetle doğrudan karşı karşıya gelişi
beraberinde getirmiştir. Çünkü Ekvador ABD’nin L. Amerika’daki en çok petrol aldığı
ikinci ülkedir. Hareket ilerleyen süreçte petrolün ulusallaştırılması talebine evrilmiş,
talepler ABD şirketi Occidental Petroleum’un ülkeden kovulmasına ve ABD ile yapılan
serbest ticaret anlaşmasının feshedilmesine kadar genişlemiştir. Talepleri hayata
geçirmek için işçiler ve yerliler petrol tesislerini ve havaalanları işgal etmiştir. Buna
karşılık zaman zaman olağanüstü hal (OHAL) uygulamalarına gidilmiştir. 2006
Martı’nda da yeniden OHAL ilan edilmiştir.
Latin Amerika’nın tarihsel devrimci dinamiklerinden birisinin yurtsever subay “tenentismo” geleneği
olduğunu belirtmek gerekir. Murad Akıncılar, Ekvador’da Komünarların Ertelenmiş Zaferi, Direniş
Gazetesi, Sayı: 77, 22 Şubat 2000, s. 22.
296
Alvaro Michaels, Ekvador: Protestolar Emperyalizm’in Planlarını Tehdit Ediyor, 19 Haziran 2005,
http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=49 (Erişim Tarihi: 08 Nisan 2006): pp. 2-5.
295
110
CONAIE ve işçi müttefiklerinin önünde duran sorun şudur: Devlet başkanı
devirebilecek düzeyde etkili olabilen bir hareketin alternatif iktidar organlarını
yaratamaması ve seçim siyasetinin sonuçta galip gelmesi.
3. Bolivya İşçi Merkezi (Central Obrera Boliviana-COB)
Bolivya’da 1952’de ulusalcı bir halk devrimi gerçekleşmiştir. Devrimin önderliğini
militan kalay madencilerinin örgütlenmesi olan ve çoğunluğunu yerlilerin oluşturduğu
COB yapmıştır297. Ancak devrim kapitalist bir yol izlemiş ve COB, Komünist Partisi
yanlısı bir çizgi izlediğinden dağlık bölgelerdeki maden işçileri arasında ikinci bir
iktidar organı olarak şekillenmiştir. 1980’lerde başlayan neo-liberal politikalar sonucu
sendikanın gücü zayıflatılmıştır. Özelleştirmeler sürecinde işsiz kalan COB üyesi eski
maden işçileri koka köylü hareketi olarak mücadeleye devam etmiştir. ABD’nin koka
üretiminin yasaklanmasına dönük mücadelesi sonucu güçlü bir anti-amerikancı damar
oluşmuştur. Devlet ve paralı askerlere karşı verilen mücadele günümüzde FTTA’ya
karşı verilen mücadele ile birleşmiştir.
Bu noktada Bolivya’ya değinmekte yarar vardır. Bolivya, Latin Amerika’nın en yoksul
ülkesidir. Amerika kıtasında ise Haiti’den sonraki en yoksul ülkedir. Halkın %70’i
yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Dünya Bankası raporuna göre nüfusun %83’ü
temiz su kaynaklarına ulaşamamaktadır. Nüfusun %30’unu Quechua, %25’ini Aymara
yerlileri, %30’unu melezler ve %15’ini İspanyol asıllı beyazlar oluşturmaktadır.
Nüfusun çoğunluğunu oluşturan yerlilerin ya hiç toprağı yoktur ya da az topraklara
sahiptir. İşsizlik çok üst düzeyde olup, eğitim, sağlık, elektrik gibi diğer hizmetlerden de
yerli halk yoksun yaşamaktadır. Kişi başına geliri 500 dolar civarındadır. Oysa zengin
petrol
ve
doğalgaz
rezervlerine
sahiptir.
%83’ü
temiz
su
kaynaklarına
ulaşamamaktadır298. Son on yıllarda uygulanan emperyalist proleterleştirme süreci bu
Immanuel
Wallerstein,
Bolivya,
Bush
ve
Latin
Amerika,
1
Kasım
2003,
http://www.binghamton.edu/fbc/124-tr.thm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006): p. 6.
298
Oya Özgüven, Mai ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Gurubu Bolivya Raporu, 5 Aralık 2003,
http://www.antimai.org/bn/bnbolivya.htm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006)
297
111
durumu daha da derinleştirmiştir. Özelleştirmeler, yoksullaşma ve ayaklanmalar
özellikle son beş yıla damgasını vurmuştur.
1996’daki özelleştirme süreciyle birlikte uluslararası tekeller yeraltı zenginliklerini
ellerine geçirmişlerdir. Bunun sonucu olarak 2000 yılında yabancı şirketin yoksul
semtlere su hizmetini götürmeyişi sonucu su isyanları patlak vermiş ve (bu isyanın
sonucunda kazanılan başarıların yoksullara verdiği güvenin de etkisiyle) Bolivya’daki
toplumsal mücadele, yer altı kaynaklarının -su, petrol ve doğalgazın- işçilerin ve halkın
eline geçmesi, kamulaştırılması talebi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde kurulan
Hayatı ve Suyu Savunma Koordinasyonu’nu işçiler, yerliler, öğrenciler, işsizler
oluşturmuştur.
2002’de devlet başkanlığına seçilen Gringo “goni” lakaplı Sanchez de Lozada
iktidarında özelleştirmeler devam etmiş ve protesto gösterileri şiddetle bastırılmıştır.
Fakat anayolları kesmeler ve genel grevler yoğunlaşmıştır. Doğalgaz satılık değil! (El
gas no se vende!) temel talebi üzerinden “Doğalgazı Savunma Ulusal Koordinasyonu”
kurulmuştur. Bu koordinasyonun bileşenlerini COB, Sosyalizme Doğru Hareket (MAS),
Aymara Yerli Hareketi (CSUTCB), Bolivya Topraksızlar Hareketi ve öğrenciler
oluşturmuştur299. Diğer talepler tüm baskıcı yasaların iptal edilmesi ve Bolivya’nın
serbest ticaret anlaşmalarından çekilmesi olmuştur. COB tarafından ilan edilen genel
grev sonucu başkanlık sarayı sarılmış ve 17 Ekim 2003’de Lozada istifa etmiştir. Bu
noktada devreye giren ABD, eski başkan yardımcısı Carlos Mesa’ya yeni bir hükümet
kurdurmuş ve krize anayasal bir çözüm bulmuştur.
COB300, Mesa hükümetine hiçbir biçimde güvenmeme kararı almış ve doğalgaz-petrol
yasasını geri çekene kadar sınırsız grev yapma çağrısında bulunmuştur. Yine toprak
reformu, özelleştirme karşıtı istemler, ALCA’ya karşı tavır geliştirilmesi ve Bolivya
Daha ayrıntılı belirtmek gerekirse hareketin bileşenleri 1- Chapare’nin doğusundaki ovalardan koka
yetiştiricileri (cocaleros’lar), 2- Güney dağlık arazilerle Potoso ve Sucre vadilerinden Quechua-Aymara
köylü toplulukları, 3- Oruro ve Huanuni’den madenciler, 4- Kent hareketleri, 5- Aydınlar, öğrenciler ve
yoksullaşan orta sınıflar. Forrest Hylton, Halk Ayaklanması ve Ulusal Devrim: Bölgesel ve Tarihsel
Bağlamda Bolivya,
Çev: İlker Kabran, Conatus Çeviri Dergisi, Sayı: 1, 31 Ekim 2003,
http://www.zmag.org/Turkey/fh311003.htm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006): p. 3.
300
Tabi ki burada COB’u bütünleyen unsurlara değinmek gerekmektedir. COB’un bölgesel örgütü
sayılabilecek olan El Alto Bölgesel İşçi Sendikası (Regional Workers Central-COR) Bolivya
muhalefetinin merkezi olan El Alto’yu temsil etmektedir. Yine Mahalle Meclisleri Federasyonu
(FEJUVE) oldukça etkilidir. COB bu örgütlenmelerle birlikte kurucu meclis talebinde bulunmaktadır.
299
112
halkını katledenlerin yargılanması gibi taleplerde bulunulmuştur. Yoksa COB Mesa
hükümetinin de devrileceğini açıkça ilan etmiştir.
Neo-liberal politikalara devam eden Mesa hükümetine karşı protestolar 2005 yılında
ivme kazanmıştır. Bolivya; COB, Aymara yerlileri, maden ve fabrika işçileri, işsizler ve
öğretmenlerin doğrudan eylemine -grev, yol kesme gibi- sahne olmuştur. Doğalgazın
kamulaştırılması talebi etrafında birleşen bu unsurlar neo-liberalizme de meydan
okumuşlardır. La Paz’ı saran gösteriler sonucu Mesa istifa etmiş ve “başkent fiilen
Sucre kentine taşınmıştır”. Başkanlığa seçilen Rodrigez’de halkın taleplerinin
karşılanacağı vaatlerinde bulunmuştur. Bu süreci uzlaşmacı ve hızla neo-liberal bir
rotaya giren Sosyalizme Doğru Hareket-MAS olumlu karşılarken, COB ve Aymara
Yerli Hareketi kamulaştırma ve doğal kaynakların kontrolü talebinden vazgeçmemiştir.
Ancak yerli hakları konusu gibi bazı hususlarda tam bir birliğin olmaması, kır-kent
güçlerinin birliği konusunda bazı problemler yaratmıştır.
2005’in sonunda yapılan genel seçimler sonrası MAS’ın adayı ve esas olarak yerlilerin
temsilcisi olan Eva Morales, COB’un da desteğiyle devlet başkanı seçilmiştir. MAS’ın
vaatleri, stratejik sanayilerin ulusallaştırılması, parasız eğitim ve sağlık hakkı, toprak
reformu, koka üretiminin önündeki engellerin kaldırılması ve neo liberal politikaların
durdurulması olmuştur. Ancak Petras, Morales’in 2002’den beri politik olarak sağa
kaydığını ve lafa değil icraatlarına bakılmasına gerektiğini söylemektedir301. Nitekim
2006’nın Nisanı’nda havayollarının kamulaştırılması için greve giden işçilere müdahale
edilmesi Morales’in Lula’nın yolunu izleyebileceği şüphelerini uyandırmıştır. Ama
emek cephesi daha başkanlık seçimlerinden evvel izleyeceği yolu belirlemişti: Kimin
kazandığı farketmez, El Alto savaşacak302.
Günümüzde toplumsal hareketlerin geliştirdiği en ileri mücadelelerden birisini oluşturan
Bolivya emek hareketinin önündeki en önemli sorun iktidar problemidir. Petras iktidar
sorunu noktasında 2003’de konuştuğu sendika liderinin başkanlık sarayını neden ele
geçirmediniz sorusuna verdiği “nasıl yöneteceğimizi bilmiyoruz” ifadelerini aktarmış ve
işçilerin her türlü fedakarlığa rağmen iktidarı almaya tereddüt edebileceğini
James Petras, “Sonuç”, Morales Yanılsaması: Popülist Retorik Aydınların Afyonu, 4- 20 Ocak 2006,
http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=406 (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006): p. 1.
302
Muhalefetin merkezi olan El Alto için bkn. Federico Fuentes, Bolivya: Kimin Kazandığı Farketmez, El
Alto Savaşacak, http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=359 (Erişim Tarihi: 09 Nisan
2006)
301
113
eklemiştir303. Yani sorunun çözümü yine tarihsel bir cevapta yatmaktadır: İşçi sınıfının
kurtuluşu, işçi sınıfının kendi eseri olacaktır.
4. Emcali Yerel Hizmet İşçileri Sendikası (SINTRAEMCALI)
Neo-liberal saldırıların en önemli biçimlerinden birisi olan özelleştirme uygulamaları;
kamu hizmetlerinin yağmalanması, su kıtlığı, sağlık hizmetlerinin çöküşü, her düzeyde
yoksullaşma vb. sonuçlara yol açmıştır. Kolombiya, bu yoksulluk ve yıkımın yanında
büyük direnişlere de sahne olmuştur. Son dönemde en göze çarpan örnek, Emcali
eyaletinde, belediye hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı direnişin örgütlenmesi olan
SINTRAEMCALI’dir.
SINTRAEMCALI, ülkenin ikinci büyük eyaleti olan Cali’de; belediye, su, elektrik,
ulaşım ve iletişimin özelleştirilmesini durdurmuştur. Neo-liberalizme karşı doğrudan
eylemi benimsemiştir. 1994’te sendika tabanında yöneticilerin devlet ve sermaye ile
uzlaşmacı tavrına karşı işçi komiteleri oluşmuştur. Böylece devletten ve sermayeden
bağımsız bir rotaya oturan sendika ve ona bağlı militan işçiler, 1995’te başkentteki
İspanyol büyükelçiliğini, 1996’da altı gün boyunca Emcali’de üretim işyerlerini,
1998’de on dört gün ve yine 2001’de otuz altı gün olmak üzere CAM Tower’daki
şirketin genel merkezini işgal etmiştir.
Sendika Enstitüsü, yoksul öğrencilere ve en genel anlamda yoksullara ekonomik, politik
ve toplumsal eğitimler vermiştir. Plan PARE (Emcali’nin Kurtuluşu Planı) adı verdiği
program doğrultusunda işçiler, yoksul mahallelerle ilişki kurmakta ve başta eğitim,
sağlık olmak üzere kamu hizmetlerini götürmekteler. Şirketin yaptığı yolsuzluklardan
yola çıkan program kentin ihtiyaçlarının çözümlenmesine doğru gelişmiş ve şirkete
yapılan baskı sonucu ana hatları şirkete kabul ettirilmiştir. İşyeri ve mahalleleri birlikte
örgütlemeye ve eyleme geçirmeye çalışan sendika, diğer yoksul hareketleri ile de ortak
hareket etmiştir304.
Petras, “Parasız Eğitim-Parasız Sağlık Paneli”.
Mario Novelli, “Horizontalisation”, SINTRAEMCALİ&Social Movement Unionism: A Case Study of
Bottom-up Globalisation in Colombiya, England: University of Bristol, 2-3 May 2003, http://www.genietn.net/papernov.htm (Erişim Tarihi: 30 Mart 2006): p. 2.
303
304
114
Sendikanın pratik başarısını simgeleyen ise 2001’deki CAM Tower işgali olmuştur. 36
gün süren işgal boyunca onbinlerce kişi karar alma süreçlerine de katılarak yolları
kapatmış ve özelleştirmeye karşı tepkilerini dile getirmiştir. Başta özelleştirmelerin
durdurulması ve FTAA karşıtlığı olmak üzere, fiyatların dondurulması, yolsuzlukla
ilişkisi olanların yargılanması gibi birçok talebi barındıran sendikal hareket, ekonomik
ve politik talepleri birleştiren bir hatta sahiptir. Bu eylem sürecinde ulusal düzeyde
örgütlü olan sendikalar da Özelleştirme Bakanlığı’nı işgal etmişler ve hükümet bu kent
ayaklanmasının ana taleplerini kabul etmiştir.
Gerek devletin gerekse şirketlerin paralı silahlı adamlarının -paramiliter güçlerinsaldırıları sonucu dünyada en çok sendikacının öldürüldüğü305 yer olan Kolombiya’da,
işçi hareketi ekonomik-politik talepleri kaynaştıran ve bu talepleri bölgesel düzeyde
örgütleyen bir hatta sahip olduğu zaman neler yapabileceğini göstermiştir. FARC gibi
güçlü bir köylü hareketine sahip olan Kolombiya’da işçi hareketi ulusal düzeyde de
militan bir örgütlenme hedefine ulaşma çabası içindedir.
5. Taban Komiteleri Konfederasyonu (Comitati di Base-COBAS)
1970’lerle birlikte sermayenin yeniden yapılanma politikaları Avrupa halklarını da
etkilemiştir.
Özelleştirme,
işten
çıkarmalar,
insan
etkinliğinin
her
alanının
metalaştırılması ve refah devleti uygulamalarının terkedilmesi sonucu yoksullaşmanın
karakterize ettiği geniş bir proleterleşme yaşanmıştır. Günümüzde İtalyan hükümetini
Ulusal İttifak neo-faşistleri, yabancı düşmanı ve ırkçı Kuzey Ligi ve Forza İtalia, aynı
zamanda İtalya’daki en büyük ekonomik imparatorluklardan birisine sahip olan Silvio
Berlusconi’nin sahibi olduğu şirket/parti tarafından oluşturulan bir merkez-sağ
koalisyon
yönetmektedir.
Bu
hükümetin
uygulamaları
arasında
sermayenin
malileştirilmesini, emek pazarı deregülasyonları, işverenlerin işçileri adil bir neden
göstermeksizin işten çıkarma hakkı (İşçilerin Statüsü yasasının 18. maddesinin iptali
yoluyla), emek pazarına yeni esneklik biçimlerinin dahil edilmesi, devlet emeklilik
SINTRAEMCALİ’ye de birçok saldırı gerçekleştirilmiş ve sendikanın militanları hayatını
kaybetmiştir. 16 Haziran 2002’de sendikanın başkanı Louis Enruqie’ye de suikast girişiminde
bulunulmuştur.
305
115
şemasının özelleştirmeyle birlikte zayıflatılması, kamusal eğitim ve sağlığın ortadan
kaldırılması, yeni göçmen yasaları, grev yasasının kötüleştirilmesi ve yoksulları
zenginler
lehine
soyup
soğana
çevirecek
olan
bir
vergi
sistemi
reformu
bulunmaktadır306.
En büyük sendikal konfederasyon olan CGIL, zaman zaman; CSIL ve UIL ise bu
uygulamalar karşısında çoğunlukla hükümetle anlaşmışlardır. İşçilere Maastricht
anlaşmasının koşullarını karşılamak için fedakarlık ihtiyacını dayatan bürokrasiler
tarafından ele geçirilmiş olan Avrupa sendikaları, emek pazarının merkezi biçimde
yeniden yapılandırılmasından doğan kırıntılar üzerinde görüşmeler yapabilmiştir307.
İtalya’da Berlusconi projesi ile sendikalar, ulusal sözleşmelerin kaldırılması çabasıyla
yerel ve bir stk biçiminde konumlandırılmaya çalışılmaktadır.
COBAS’ı 1960’lardaki ayaklanmalarda yer alan fabrika işçileri, hizmet sektörü ve
geçici çalışanlar, işsizler, göçmen işçiler, iş akdi olmadan çalışan işçiler, öğretmenler
oluşturmuştur. Sendika, en geniş anlamda güvencesizleri örgütlemeyi hedefleyen bir
harekettir. İlk olarak 1986’da eğitim sisteminin özelleştirilmesine karşı okulların taban
komitesi adı ile gelişen hareket, kısa zamanda diğer işkollarını da kapsamıştır.
Konfederasyon “Okul Cobas” ve zaten sağlık hizmetindeki, sivil hizmetlerdeki, iletişim
ve
enerji
işletmelerindeki
işçileri
bir
araya
getirmiş
olan
“Ulusal
Cobas
Koordinasyonu”nun birleşmesi ile 1999 Mart ayında kurulmuştur. COBAS ekonomik
ve sendikal mücadeleyi politik-sosyal mücadele ile birleştiren, mücadeleyi işyeri
sınırlarının
ötesine taşıyan ve örneğin eğitimin özelleştirilmesi sorununda yalnız
öğretmenleri değil tüm etkilenenleri örgütlemeyi amaçlayan bir anlayışa sahiptir308.
COBAS devletten ve sermayeden bağımsız, özel/kamu, yerli/göçmen, kafa/kol,
kadın/erkek, vasıflı/vasıfsız vb. ayrımı gözetmeyen bir anlayışa sahiptir. Sendikacılığı
bir meslek olarak reddeden, diğer sendikaların neo-korperatist uzlaşmacı anlayışları
noktasında toplumsal tepkiyi örgütleyen, öz-örgütlenmeler vasıtasıyla örgütlenen ama
bunu işkolu örgütleri ile birleştirip işkolu sınırlarını da aşan bir perspektife sahip; yani
pasif reddiye yerine kapitalizme karşı üyelerini ve toplumu topyekün saldırı
Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu, “İtalya’da Berlusconi Hükümeti”, p. 1.
Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu, “Avrupa Bağlamı”, p. 1.
308
COBAS Sözcüsü Piero Bernocchi ile 11-12 Ocak 2003 tarihli Die Junge Welt Gazetesinde Yapılan
Söyleşi,
İtalya’da
Taban
Sendikası
Deneyimi:
COBAS,
Çev.
Mahmut
Gündoğdu,
http://www.siyasigazete.net/2003/02/d1.htm#top (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2005): p. 1.
306
307
116
pozisyonuna geçirebilen bir hareket-eylem perspektifine sahiptir. Böylece devlet ve
sermayeye karşı mücadele içinde sınıf bilincine sahip olunacağını savunmuştur.
Böylece İtalyan işçi sınıfı politik-toplumsal bir güç olarak ortaya çıkacaktır309.
Bu noktada COBAS emeklilik reformuna, esnekliğe ve güvencesizliğe karşı mücadele
eden, eğitim-sağlık-su-barınma-enerji-iletişimin kamusal karakterinin korunmasını
isteyen, işçilerin sendikalaşma ve grev hakkını savunma talepleri olan savaşa ve
küreselleşme karşıtı eylemlere -ki en somutu 2001 Cenova eylemleri- katılan bir
harekettir. COBAS ve içinde yeraldığı İtalyan toplumsal hareketi neo-liberal
uygulamaları, örneğin işten çıkarmaları havaalanı ve otoban işgalleri gibi eylemlerle
karşılayarak sorunlarının politik olduğunu ortaya koymuşlardır. Ancak şu ana kadar
politik bir kazanım elde edememişlerdir.
6. Fransa İşsizler (İşsiz İşçiler) Hareketi
Neo-liberal politikaların uygulanması sonucunda Fransa’da uzun dönemli işsizlik
artmıştır. Resmi olarak 12 milyon işsiz sayısı açıklanmaktadır. Paralel olarak işsizlik
ödemeleri düşmüştür. 1980’li yıllarla birlikte hayata geçen bu politikalar genel bir tepki
birikimi yaratmıştır. Özellikle “yeni işçilerin” yani genç, göçmen ve kadın işçilerin
(getto hareketlerinin bileşenleri) büyük çoğunluğu işsizlikle karşı karşıya kalmıştır.
CGT 80’li yıllarda işsizleri örgütlemeye çalıştıysa da bunu bir işsizler hareketine
dönüştürmeyi başaramamıştır. Çünkü bu yıllarda en geniş anlamda Avrupa Solu hala
yeni işçi kesimlerin işçi sınıfının bir bileşeni olup olmadığı tartışmasını yapmakta ve
geleneksel reformizmin etkisi altında ayrıcalıklı işçi kesimlerinin çıkarlarını
savunmaktaydılar. Oysa günümüzde yapısal bir süreklilik sonucu ortaya çıkan işsizler
(işsiz işçiler), gerek özerk anlamda örgütlenirken gerek de işçi sınıfının bütünüyle ortak
örgütlenmek vasıtasıyla yeni bir işçi hareketinin etkili bir parçası haline gelmektedirler.
İşsizler Hareketi310 1990’lı yılların başından itibaren küçük küçük birikimler içinde
gelişmiştir. Ancak esas ortaya çıkışı 1997’de işsizlik fonlarının yönetiminden sorumlu
Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu, “Cobas Kimdir?”, p. 4.
“Hükümet bu hareketi ilk zamanlar “birkaç serserinin yıkıcı faaliyeti” olarak nitelemiştir. Tıpkı
yukarıda değindiğim tepki hareketleri gibi.
309
310
117
ASSEDIC kurumunun işgaliyle başlamıştır311. Bu eylemi ertesi yılda devam eden Bölge
Çalışma Daireleri işgalleri, Borsa işgali ve Paris’te seçkinler okulunun işgali izlemiştir.
Hareketin temel talebi çalışma hakkıdır. Diğer talepler işsizlik parasının artırılması,
göçmen işçilerin haklarının tanınması, Noel parası verilmesi ve ileri yaşlarda işsiz
kalanlara erken emeklilik hakkının tanınması vb.dir. Eylem ve tartışmayı birlikte
yürütebilen hareket, diğer ilerici toplumsal hareketlerle (sans papiers ya da kağıtsızlar
diye adlandırılan-oturma ve çalışma iznine sahip olmayan göçmen işçiler, işçi gençlik
ve köylü hareketleri) ortaklık kurabilmiştir. Bu sayede hareket, taleplerini topluma
maledebilmiştir. Hayata geçirdiği doğrudan-militan (yoksulluk ve sosyal güvencesizliğe
karşı acil toplumsal) eylemlilikler sonucu, Başbakan işçi temsilcilerinin yanında işsiz
temsilcilerini de hükümetle görüşmeye çağırmak zorunda kalmıştır. Hareketin
militanlığını da bu nokta açıklamaktadır. Çünkü hükümetler, toplumsal hareketler ancak
ve ancak politik bir probleme dönüştüğü zaman onlarla görüşme yaparlar312. Bu durum
işsizler hareketinin doğrudan eylem tarzını, anlayışını ve hareketin; ekonomik ve politik
mücadeleyi birlikte ele aldığını kanıtlamaktadır.
Fransa İşsizler Hareketi birkaç örgütlenmenin oluşturduğu ama çoğunluğu örgütsüz
işsiz işçilerin bileşiminden oluşmaktadır313:
1- CGT Sendikasının İşsizler Komiteleri: Sendikalar içinde işsizleri örgütleyen tek
sendika CGT’dir. İşyeri dışında bölgesel örgütlenme vasıtasıyla işsizler komiteleri
1970’li yıllardan itibaren kurulmaya başlanmış ama bu kesimin örgütlenmesine önem
vermemiştir. FKP’nin “ilerici demokratik düzen” anlayışı ve işsizlerin sınıfın bir parçası
olduğunu kavrayamama bu ilgisizliğin nedeni olmuştur.
2- APEİS (İstihdam, Enformasyon ve Destek İçin Birlik): 1987'de FKP tarafından
kurulmuştur. İşsizler için toplu taşımacılığın ucuzlaştırılması, ya da işsizlere toplu
taşımacılıktan yararlanmaları için işsizlik parası artışı yapılması talebini formüle
etmiştir.
3- MNCP (İşsizlerin ve Güç Durumda Olanların Ulusal Hareketi): 1981-1982'de
kurulan "İşsizler Sendikası"nın bölünmesi sonucunda 1987'de ortaya çıkmıştır.
311
Christophe Aguiton, The Unemployment Movement in France, Euro March, p. 3.
Aguiton, p. 2.
313
Fransa’da İşsizlerin Mücadelesi Üzerine Birkaç Not…, Yeni Dünya İçin Çağrı Gazetesi, 25 Mart
1998, http://www.ydicagri.com/Sayilar/011/11yid_fransa.html (Erişim Tarihi: 24 Mart 2006), p. 11.
312
118
Sendikanın sol kanadı MNCP'yi kurmuştur. Hükümet, sendikalar ve işverenlerle birlikte
"istihdam ittifakı" talep etmektedir.
4- AC (Yeter Artık-Act Together): İşsizler örgütleri içinde en ileri taleplere sahip, en
ileri unsurları birleştiren ve mücadelelerde en aktif yer alan örgüttür. 1992-1993'de
kurulmuştur. 1994'de ülke çapında birçok işsizler yürüyüşü örgütlemiştir. Birçok üyesi
sol troçkist, anarkosendikalist ve çeşitli sol örgütlenmelerden oluşmuştur.
Birkaç bin üyesi olan bu örgütler on binlerce işsiz işçiyi harekete geçirmişlerdir.
Başbakan Villepin ve hükümetin 2006 yılının başında parlamentoya sunduğu -gençler
arasında işsizliği azaltacağını iddia ettiği- yasa tasarısı, 26 yaşın altında çalışanların iş
akdinde işverenlere geçerli bir neden göstermeden iş akdini feshetme hakkı
tanımaktadır. Tam da bu süreçte yükselen tepkiler, işçi sınıfı hareketinin yeniden inşası
için birçok olanağı içinde barındırmaktadır.
7. Arjantin İşsiz İşçiler Hareketi (El Movimiento de los Trabajadores DesempleadosMTD veya bilinen adıyla Yol Kesiciler-Piqueteros)
Arjantin’de ihracata yönelik sanayileşmeye geçişle birlikte hızlı bir proleterleşme
yaşanmıştır. Neo-liberal politikalara geçişle birlikte özelleştirmeler, karsız olduğu öne
sürülen madencilik gibi devlet işletmelerinin kapatılması, ücretlerin düşürülmesi,
sendikasızlaştırma, sosyal politikaların terki, finans sektörü üzerinden değer transferi ve
yoğun bir işsizlik yaşanmıştır. Öyle ki 2001’in sonundaki resmi verilere göre işsizlik
oranı %20’dir (gerçekte nüfusun yarısı ve hatta fazlası işsiz veya eksik istihdam edilir
durumdadır). Yine IMF ile imzalanan stand-by anlaşmaları sonucu yoğun borçlanma
yaşanmış ve ekonominin yönetimi IMF’nin eline geçmiştir314.
Bu gelişmelere Arjantin emekçilerinin ilk tepkisi yağma hareketleri olmuştur. 1989’da
mahalle çeteleri önderliğinde gelişen yağma harekelerinde süpermarketler, bankalar ve
polis karakolları gibi iktidarı simgeleyen mekanlar hedef alınmıştır. İkinci tepki 1995’te
açığa çıkmıştır. Bu dönemde hareketin ana sürükleyeni işsiz işçiler, talebi ise işsizlik
Bülent Tanla, “Arjantin’in Son Yılları”, Arjantin Raporu Cumhuriyet Halk Partisi, Ocak 2002,
http://www.belgenet.com/rapor/arjantin.html (Erişim Tarihi: 02 Şubat 2004)
314
119
sorununun çözülmesi olmuştur. İşsiz işçiler yol kesme315, ayaklanma ve kır-kent
grevleri gibi doğrudan eylemlerle tüm halkın sözcüleri haline gelmişlerdir.
İşsizlerin örgütlenmesi öz-örgütlenme deneyimi temelinde yükselmiş ve klasik sendikal
mücadele biçimlerinin ötesine geçmiştir. Zaten Arjantin’de korporatist anlayışla
yönetilen sendikalar vardı. İşsiz hareketi ise sermayeden ve devletten bağımsız bir
anlayışla gelişmiştir. İşsiz işçiler güçlerini barrio’lardan almıştır. Bunun sebebi
barrio’larda hiç işe gitmemiş gençlerin ve aile reisi kadınların yoğunlaşması; bu işsiz
işçilerin sendika deneyimi olması; krizin ailelere etkisinden dolayı çoğunluğu kadın
olan bir kitleyi harekete geçirmesi ve barrio’ların anayollara yakın olması; olmuştur316.
Piqueteroslar, birçok guruptan oluşmuştur. Bunlar içinde en göze çarpanı öğretmenler
ve kamu çalışanlarının oluşturduğu Arjantin İşçi Kongresi (Congreso de los
Trabarojedes Argentinos-CTA)’dir. Sendika fiili üyelik temelinde işsizleri de kapsayan,
üyelerinin doğrudan yönetimine dayalı ve işyeri dışında mahalli çalışma da yürüten,
yerli hareketleriyle de temas eden bir anlayışa sahip olmuştur.
1999’da derinleşen ekonomik krize-IMF politikalarına karşı; grevler, fabrika işgalleri317
gerçekleştirilmiş ve işçiler, işsizler, öğrenciler, emekliler ve Mayıs Alanı Anneleri gibi
gruplar iktidarla açık bir siyasal karşı karşıya geliş yaşamıştır. Sayıları yüz bini aşan
işsiz guruplarının ulusal eylemi sonucu 19-21 Aralık 2001’de ayaklanma yaşanmış ve
devlet başkanı istifa etmiştir.
Anayollara barikat kurarak ekonomiyi -mal ve hizmet dolaşımını- felç eden, barışçıl
gösterilerin yanında yerel hükümet ve belediye binalarını işgal eden ve zaman zaman
yakan318 işsiz guruplarının talepleri de işsizlik sorununun çözülmesinden bir hayli
genişlemiştir. İşsizlerin ve güvencesiz çalıştırılanların oluşturduğu Piquetero’ların,
başlangıçta işsizlik ödeneğinin yükseltilmesi, gıda yardımı, asgari ücret ödenen geçici iş
Piquetero adı da buradan gelmektedir. İşsiz kitlelerinin yollara barikat kurarak kesmeleri sonucu,
işsizlere yol kesiciler veya barikatçılar adı verilmiştir. Arjantin solunun parçalı yapısına paralel olarak
yaklaşık otuz piquetero gurubu bulunmaktadır.
316
James Petras, “Hareketin İzahı”, Arjantin’de İşsiz İşçiler Hareketi, Cosmopolitik Dergisi, Çev. Cevdet
Aşkın, 04-24 Ekim 2004, http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=164 (Erişim Tarihi:
06 Nisan 2006): p. 3.
317
Fabrika işgallerinin simgesi Patagonya’da bulunan Zanon seramik fabrikasıdır. Zanon işgal
fabrikasıyla
ilgili
ayrıntılı
bilgi
için
bkn.
http://wildcat-www.de/tr/a027t_ar.htm;
http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=158
318
James Petras, Arjantin’de İşsiz İşçiler Hareketi, p.7-8.
315
120
talebi (süreç içinde genişleyerek yaşanılabilir düzeyde ücret verilen işe dönüşmüştür),
hapse atılan işsizlerin serbest bırakılması ve su, sağlık gibi kamu hizmetlerinin
sağlanması talepleri vardı. Ancak sonraları halk meclisleriyle ortaklaşan mücadele
süreciyle birlikte dış borçların ödenmemesi, bankaların ulusallaştırılması, tarımda
sübvansiyon, iş güvencesi, emeklilik fonlarında kamu kontrolü, devlet başkanı
Fernando de la Rua’nın istifası, IMF ile ilişkilerin kesilmesi ve çalışma koşullarının
iyileştirilmesi vb. talepleri isteyen bütünsel bir mücadele sürdürmüşlerdir. Ancak 19-21
Aralık 2001 ayaklanması devlet iktidarını yıkmaya yönelmemiş, Piquetero’lar kendi
kurumsallaşmalarını oluşturmaya çalışmıştır319. Bu da burjuvazinin iktidarını Duhalde
eliyle restore etmesine imkan tanımıştır.
Günümüzde neo-liberal politikacı Duhalde’nin ardılı olan Peronist Kirchner, bir yandan
askeri darbe dönemini eleştirirken diğer yandan ABD’nin yanında Haiti’ye asker
göndermiştir. Bir yandan ABD ve IMF politikalarını değiştirirken diğer yandan ülkenin
tarımsal üretimini GDO cennetine çevirmiştir320.
Hareket IMF programının fiilen durdurulduğu bir ortamda, IMF karşıtı bir söylem
kullanan Peronist Kirchner’in iktidara gelmesiyle sokaklardan çekilmiştir. Çünkü
Kirchner, hareketin iki ana kanadını, MTD ve İşgalci İşçiler Hareketi’ni (El
Movimiento de los Trabajadores Desocupados-MDT) ehlileştirecek bazı yasal
düzenlemeler yapmıştır. İşsizlik maaşlarının dağıtımı, özellikle hükümetle uyumlu
çalışan Piquetero guruplarına verilmiştir. Böylece hem Piquetero gurupları iş yapar
görünmüş ve gerilemelerini gizlemiş hem de hükümet “istikrar” ortamını korumuştur.
İşgal fabrikaları için de atıl fabrikaların işçilerin yönetimine -buradaki denetimden kasıt
işçilerin patronaj ilişkisi içinde fabrikayı üretime sokmaları- devredilmesi yasalarla
güvence altına alınmıştır. Böylece hareketler birbirlerinden kopartılmış ve bağımsız bir
hareket olarak genişlemeleri-bütünleşmeleri engellenmeye çalışılmıştır321.
Alan Woods, 2001 krizi sonrası oluşturulan piquetero’ları, halk meclislerini, yerel ve fabrika
komitelerini embriyonik bir Sovyet biçimi olarak tanımlamıştır. Alan Woods, “Embriyonik Sovyetler”,
Arjantin
Devrimi
İçin
Perspektifler,
Londra,
11
Mart
2002,
http://www.marxist.com/languages/turkish/arjantin_perspektifler.html (Erişim Tarihi: 04 Nisan 2006): p.
3.
320
Güneş Çelikkol, Arjantin: Reformsuz ve Alternatifsiz Reformizm, Buenos Aires, 5-11 Eylül 2004,
http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=162 (Erişim Tarihi: 06 Nisan 2006): p. 5.
321
Tomas Eliaschev, Söz Alınteri Kurultayı Notları, Halay Düğün Salonu 4. Levent Sanayi Mahallesi
Girişi, 11-12 Mart 2006.
319
121
IV. Türkiye Sendikal Hareketi ve Umut Veren Deneyimler
Türkiye kapitalizminin neo-liberal politikalar paralelinde dünya kapitalizmine entegre
olabilmesi için 24 Ocak 1980’de aldığı kararlar, işçi sınıfı muhalefeti karşısında hayata
geçememiştir. Diğer yeni sömürge ülkeler gibi, ihracata yönelik sanayileşme adı verilen
politikaları uygulayarak uluslararası yeni işbölümünde yerini almak isteyen Türkiye
kapitalizmi, bu hedefine 12 Eylül askeri darbesi eliyle ulaşmıştır.
24 Ocak Kararları ile birlikte TL dolar karşısında %49 oranında devalüe edilerek dolar
kuru 47 TL’den 70 TL’ye çıkarılmıştır. Temmuz 1981’den itibaren de günlük kur
ayarlamalarına başlanmıştır. İhracata yönelik sanayileşmeye geçebilmek için girdi
ithalatına vergi muafiyeti getirilmiş ve ithalattan alınan vergiler azaltılmıştır. T.C.
Merkez Bankası ihracatı teşvik fonu kurmuştur. Alınan kararlardan birisi de fiyat
politikasının piyasa koşullarının belirlemesi olmuştur. Böylece kamu kontrolü
sınırlandırılmış ve fiyatlarda %100 ila %400 arasında artış olmuştur. Ücretler artık
piyasa koşullarına göre belirlenmiş ve genel bir ücret gerilemesi yaşanmıştır. Yabancı
sermayeyi teşvik edici kararlar alınmıştır. Kamu harcamaları azaltılmış322 ve kamu
işletmeleri hızla özelleştirilmiştir323. Kar transferleri kolaylaştırılmış ve dış ticaret
T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, “1980-1982 Yılları Arasında Türkiye Ekonomisi”,
1923’ten Günümüze Türkiye Ekonomisi, http://www.dtm.gov.tr/Ekonomi/Trkekon.htm (Erişim Tarihi: 22
Nisan 2006)
323
Özelleştirmenin anlamına daha evvelki bölümlerde değinilmişti. Ancak uzun bir alıntı yapmak
pahasına bugün yıllardır Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı da yapan Prof. Dr. İzzettin Önder’in,
gazetenin -yargı aşaması devam ettiği gerekçesiyle- yayınlamadığı TÜPRAŞ özelleştirmesi öznelinde
yazdığı, özelleştirmenin anlamını irdelediği yazısının ilk iki paragrafı aktarılacaktır: TÜPRAŞ İçin
Yurttaş Hareketi… “Özelleştirme sözcüğü ilkin 1969 yılında Peter Drucker tarafından ‘tekrar
özelleştirme’ şeklinde kullanılmıştır. Bu tanımı yorumladığımızda, tarihin bir döneminde devletleştirme
politikasının uygulandığını, şimdilerde ise eskiye dönüş biçiminde tekrar özelleştirme politikasına
dönüldüğünü anlarız. …özelleştirmenin gerçek yüzünü görebilmek için doğru soru şöyle olmalıdır:
‘Tarihin bir aşamasında kamulaştırma politikasını dayatmış olan sermaye, niçin şimdilerde de
özelleştirme politikasını dayatmaktadır?’ Bu sorunun yanıtı olarak, özelleştirme, krize girmiş sermayenin
kendisine yeni faaliyet ve kar alanı açma, bu yolla krizi aşma ve siyasal-toplumsal kararlarda daha güçlü
olma amacına ulaşma aracı…” olarak tanımlanabilir… Geçen haftaki yazıdan yapılan alıntıdan yola
çıkarak, özelleştirme politikalarının amacını ortaya çıkan sonuca göre anlamak ve yorumlamak bilimsel
bir yaklaşım değildir. Sonuç ortaya çıktıktan sonra dahi gerçeği kamuoyundan saklamaya çalışmak
hainliktir. Özelleştirmenin nasıl bir yağma ve halkın birikimlerine yönelik saldırı olduğu “ köprüyü
satarım, sattırmam” tuluatında belli idi. Daha o zamanlarda iç ve dış kaynaklı sermayenin kendileri
dışında oluşmuş halk birikimini yağmalama iştahının kabarmış olduğu anlaşılıyordu. Sermayenin bu
arzusunu tatminle görevli siyasiler ve toplumun beynini yıkama işlevini yüklenmiş olan medya halkı
baskı altına aldı. Bu süreçte kamu çıkarı doğrultusunda özelleştirmelere karşı zorlu bir hukuk mücadelesi
yürütüldü. Sermaye bu mücadeleyi, bir yandan siyasiler marifetiyle yasayı değiştirerek, diğer yandan da
hukuksuzluğa başvurarak aşmaya çalıştı. Ege’deki beş çimento fabrikasının Danıştay kararına rağmen
Fransız firmasında kalması yönünde zamanın hükümeti hukuk dışı bir karar aldı… İzzettin Önder,
TÜPRAŞ
İçin
Yurttaş
Hareketi,
322
122
serbestleştirilmiştir. 24 Ocak Kararları bugünkü ekonomi politikalarının temelini
oluşturmuştur.
12 Eylül darbesi bizzat militan işçi hareketlerini bitirmeyi ve yerini bürokratikkorporatist bir sendikal hareketin almasını hedeflemiştir. İşçi sınıfının temsilcisi olan
DİSK kapatılmıştır. Grevler yasaklanmış ve toplu iş sözleşmesi yetkisi başkanlığını
Yargıtay iş davaları daire başkanının yaptığı Yüksek Hakem Kurulu’na verilmiştir. Bu
kurulun üyelerini ise iki Türk-İş temsilcisi, iki Bakanlar Kurulu’nun atadığı temsilci, bir
Çalışma Bakanlığı temsilcisi, bir Devlet Planlama Teşkilatı temsilcisi, bir TİSK
temsilcisi ve kamu işverenleri adına bir asker temsilci oluşturmuştur324. Yine 2821-22
sayılı yasalar çerçevesinde %10’luk işkolu barajı getirilmiştir. İşçilerin ücretleri kısılmış
ve hak kayıpları yaşanmıştır. Bütün bu gelişmelere Türkiye işçi sınıfının tepkisi zayıf
kalmıştır.
İşçi sınıfı ancak 1985 sonrası kıpırdanmaya başlamıştır. Bu dönemde 1989’da İşçi
Baharı adı verilen işçi hareketleri ile yeniden bir güç olarak kendini Türkiye’de
hissettiren proletarya, 1990 Zonguldak Maden İşçileri Grevi ve 1991 Kamu Çalışanları
Sendikal Hareketi (KÇSH) süreciyle birlikte bir sıçrama yaşamıştır. Bu sürece kısaca
değinmek gerekir.
Kamil Kartal’a göre:
1989 İşçi Baharı’nın oluşumunda bağımsız işçi sendikaları (Otomobil-İş, Genel
Hizmet-İş, Laspetkim-İş vb.) ve takiben 1988’de oluşturulan İstanbul İşçi
Sendika Şubeleri Platformu başrolü oynamışlardır. 1978-79’da işçi olan kuşak
da işçileşme süreçlerini tamamlayarak bu dönemin sürükleyici unsurları
olmuştur325.
http://www.iscikonseyi.org/modules.php?name=News&file=article&sid=2921 (Erişim Tarihi: 22 Nisan
2006): p. 1-2.
324
12 Eylül Rejimi, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 7. Cilt, İstanbul: İletişim
Yayınları, 1988, s. 2394.
325
Kamil Kartal ile 2 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. (Bu dönem için küçük bir hatırlatma yapmak
gerekirse bağımsız işçi sendikaları %10’luk işkolu barajından dolayı Türk-İş’e katılmışlardır. Bu
durumdan tek istisna bağımsız Laspetkim-İş sendikası olmuş, bu sendika Hak-İş’e katılmıştır. Türk-İş’e
geçen sendikalar -örneğin Genel Hizmet-İş sendikası Belediye-İş’ katılmıştır- katıldıkları sendikalarda
yönetimi ele geçirmiş ve militan bir mücadelenin Türk-İş İstanbul şubelerine egemen olmasını
sağlamışlardır.)
123
1986’da Bağımsız Otomobil-İş Sendikası Netaş fabrikasında 2650 üyesiyle birlikte
greve çıkmıştır. Netaş grevi, 12 Eylül sonrasının ilk grevi olmuş ve ücret kazanımıyla
başarıya ulaşmıştır326.
Kartal, bu dönemi şöyle değerlendirmiştir:
Bu dönemde bağımsız sendikaların ve Türk-İş’e bağlı militan sendikal şubelerin
(Tes-İş 1 No’lu Şube, Belediye-İş, Selüloz-İş, TÜMTİS, Hava-İş, Kristal-İş,
Petrol-İş, Tek Gıda-İş, Harb-İş vb.) oluşturduğu İstanbul İşçi Sendikaları
Platformu sendikal yasaklar üzerindeki baskıya karşı mücadele etmiş ve vizite
eylemlerini gerçekleştirerek iş bırakma yasağını delmişlerdir. Bu işçi
hareketinin geliştirdiği işyeri komiteleri dönemin en etkili işçi örgütlenmeleri
olmuştur. İşyeri komiteleri, özellikle metal ve enerji işkollarında işyerlerine
dayanan bir hareket oluşmasını sağlamış ve böylece tek tek yaşanan direnişler
birleşmiş; sendika merkezlerinin müdahalelerinin devre dışı kalması
sağlanmıştır327.
Kartal’a göre İşçi Baharı’nın yenilgisinin -bir temel, iki tali- üç nedeni vardır:
Birincisi -temel neden-, işçi hareketinin ekonomik taleplerden politik talepleri
hedefleyen bir düzleme dönüşememesi; yani hareketin sınıf hareketine
dönüşememesi, bunu sağlayacak özneyi çıkaramamasıdır. İkincisi, devlet ve
sendikal bürokrasi, politikleşemeyen harekete çabuk müdahale etmiştir.
Anayasa değişikliğine giderek emekli olacak sendikacıların görevlerine devam
etmesinin önünü açarak sendikaları ellerinde tutmasını sağladılar. Üçüncüsü,
sendikal bürokrasi, devletle geliştirdiği ilişkiler belirleyiciliğinde militan
sendika yönetimlerini ve işyeri komitelerini tasfiye etmiştir328.
1990’da düşük ücretlerin, ağır çalışma koşullarının, madenlerin küçültülmesi,
özelleştirilmesi, kapatılması önerilerinin ve 12 Eylül’ün baskısının sonucu Zonguldak’ta
maden işçileri greve çıkmıştır. Esasen bu birikim 12 Eylül evveli Yeraltı Maden-İş
sendikasının mücadele okulunda yetişen işçilerin sürüklemesiyle açığa çıkmıştır. Bütün
kent halkının da katıldığı grev sürecinde Ankara’ya yürüme kararı alınmıştır. Ancak
bürokrat sendika önderlerinin teslimiyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin E-5 karayoluna
Şengül Karadağ ve Serpil İlgün, “89 Bahar Eylemleri Güncesi-Netaş”, 89 Bahar Eylemleri: Böyle
Olur İşçilerin Baharı, http://www.sendikanet.org/tr/modules/news/article.php?storyid=23 (Erişim Tarihi:
27 Nisan 2006): p. 1.
327
Kamil Kartal ile 2 Mayıs 2006’da yapılan görüşme.
328
Kamil Kartal ile 2 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. (Burada Kamil Kartal’ın verdiği iki örnek,
Kartal’ın tabiriyle “işyeri komitelerinin etkisini ve tasfiyeciliğin boyutlarını gözler önüne” sermektedir:
“1- Kristal-İş sendikası 1989’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde gerçekleştirdiği genel kurulunda
sendika tüzüğüne fiili örgütlenmeler olan işyeri komitelerini almıştır. 2- O dönem başkanlığını Kamil
Kartal’ın yaptığı Tes-İş 1 No’lu şube, genel merkez tarafından yedek üyeleriyle birlikte dört kez görevden
alınmış, buna rağmen işyeri komiteleri yeniden bu militan sendikacıları yönetime seçmiştir”.)
326
124
8 km. kala Mengen’de kurduğu barikatın geçilememesi sonucu sönümlenmiştir. Çetin
Uygur bu sürecin gelişimini kısaca şöyle açıklamaktadır:
Bu grevde üretici işçiler belirleyici olmuştur. Bu işçilerin özelliği değil okumak
güneş görmeyen işçiler olmalarıdır. Tek tek, gurup gurup sorunları birleşince
ayağa kalkarlar…. Grevde ilk yirmi gün belirleyicidir. Çünkü güneş yeraltı
madencilerinin vücudunu etkiler ve onları halsiz bırakır. Sonra güneşe alışınca
önünde durulmaz bir güç olurlar. 12 Eylül, Osmanlı’dan beri göç vermeyen
aksine göç alan bir kent olan Zonguldak madencileri üzerinde ekonomik ve
örgütlenme anlamında sıkıntılar doğurmuştur. Grev sürecini tetikleyen bir diğer
unsur ise, Amasra’dan gelen ve 12 Eylül evveli Yeraltı Maden-İş sendikasında
örgütlenen işçilerin, şube ve sendika yönetimlerine seçilmeleri olmuştur. Buna
ek olarak o dönemde çıkarılmaya başlanan İşçilerin Sesi gazetesi, maden
işçilerine yön gösterici bir çizgi izlemiştir. Zonguldak eylemi, işletme sınırlarını
aşıp bir kent eylemi özelliği kazanmış ve işçi hareketinin yayılmasını
engelleyen duvarı aşmak için Ankara’ya yürüme kararı almıştır…. Şemsi
Denizer yürüyüş evveli valilikten çıkıp Madenciler Anıtı’nın önüne gelir ama
Madenciler Anıtı önünde coşkulu halkı görünce “durun” diyemez ve yürüyüşe
katılıp, yürüyüşü kontrol etme amacı güder. (ayrıca danışmanı devletle
ilişkilidir.) İşçilerin tepkisi 12 Eylül rejiminedir. Talepler hızla ekonomikdemokratik taleplerden siyasal demokrasi talebine genişlemiştir. Bu talep hızla
Türkiye’ye yayılmış ve madencilere giyecek vb. destekler gelmiştir. Siyasi
iktidar, sosyal demokrat CHP’lileri eylemin sona erdirilip uzlaşılması için
göndermiş ve bizzat Başbakan Abant’a gelerek, fiili-bölgesel eylemliliği sona
erdirmek için anlaşma teklif etmiştir. İşçilerin İstanbul-Ankara yoluna çıkmaları
engellenmiş ve 24 Ocak dönüşümünün devam etmesi sağlanmıştır. Burada
siyasal bir önderliğin olmaması yürüyüşün yenilgisinin temel nedenidir329.
Neo-liberal politikaların ülkemizde uygulanmaya başlanmasıyla birlikte kamusal
hizmetler piyasalaştırılmaktaydı. Böylece kamu çalışanı olan memurlar gerek
ücretlerinin düşmesi gerekse toplumsal statülerinin kaybını yaşamış ve proleterleşmeye
başlamışlardır. Kendilerini Kamu Çalışanları Sendikal Hareketi (KÇHS) olarak
adlandıran öğretmenler, belediye çalışanları vb, konfederatif bir sendika kurma, toplu
sözleşme yapma ve daha da ileri bir talep olarak işçilerle birlikte ortak örgütlenme
hedefleri ekseninde bir çıkış gerçekleştirmişlerdir. Hatta devletin kurdukları sendikaları
kapatması üzerine mühür kırma eylemleri gerçekleştirmiş ve sendikalarına sahip
çıkmışlardır330. Ancak bu harekete de bürokratik sendikacılık egemen olmuştur.
Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. (“İşçiler demokrasi talebini benimserken,
geçtikleri bir köprüye demokrasi köprüsü adını vermişlerdir. Geri dönüş yolunda aynı köprüden
geçerlerken yola çıkış idealleri akıllarına gelir: “Demokrasiden vazgeçtik, bari paraları verseler, derler”.
Zonguldak madencilerini yerli ve kent dışı işçiler oluşturmaktadır. Genelde kent dışından gelen
Karadenizliler eylemlerde belirleyici olurken, bu eylemde yerli işçiler eylemin sürükleyicisi olmuştur.
Şemsi Denizer ve danışmanı, geri dönülmesine rağmen eylemin verdiği prestijle Türk-İş Genel
Merkezi’ne seçilmişlerdir. Ancak milletvekili seçimlerinde kent halkının desteğini alamamışlardır”.)
330
Kamu çalışanları sendikal hareketi ayrıntılı bilgi için bkn. KESK, Tarihçe,
http://www.kesk.org.tr/kesk.asp?sayfa=tarih
329
125
Uygur, DİSK’in açılışını ve bu dönem tartışmalarını şöyle değerlendirmiştir:
1993’te DİSK yeniden açılmış ve malvarlıkları iade edilmiştir. Bu dönemde
Abdullah Baştürk, Aksaray’da yapılan bir toplantıda ortak bir bütçe oluşturup
değişen ülke koşullarında gazete-dergi-radyo vb. bir aracın çıkarılması ve ortak
bir örgütlenmeye gidilmesi fikrini savunmuştur. “Ancak ekonomik olarak güçlü
olan sendikalar bu öneriye yanaşmazken, sol sendikalarda böyle bir anlayışa
ihtiyaç olmadığını savunmuşlardır. 1994-95 yıllarına kadar her sendika kendi
başına örgütlenmeye çalışmıştır. 95 sonrası DİSK içindeki devrimci-demokrat
sendikaların isteği doğrultusunda gerçekleştirilen Ören ve Gönen
toplantılarında; merkezi-demokratik yeni bir yapılanma, bölgesel ve sanayi
siteleri düzleminde örgütlenmeyi hedefleyen; işyerleri ve 8 saatlik çalışma saati
dışını da örgütlemeyi hedefleyen bir örgütlenme anlayışının oluşturulması, bu
noktada da işçi evlerinin açılması kararları alınmıştır. Ancak konfederasyon ve
sendika yöneticilerinin katıldığı bu toplantılar sonrası bu kararlara uyulmamış
ve taban bilgilendirilmemiştir. Ortak bütçe, ortak yayın ve ortak örgütlenme
kararlarının yerini ‘herkes kendi başının çaresine baksın’ anlayışı almıştır331.
90’lı yılların sonuna doğru Avrupa Birliği (AB) süreci çerçevesinde uluslararası yeni
işbölümüne katılımın köşetaşları oluşturulmuştur. Yerel Yönetimler Yasası, Sendikalar
Yasası, Yeni İş Yasası332, Personel Rejimi Yasası ve Kamu Reform Yasası hayata
geçmiş veya geçirilmektedir. Sağlığı, eğitimi, sosyal güvenliği ve emekliliği düzenleyen
rejimlerin değiştirilerek güvencesiz çalışmanın ivmesinin yaratılması; yine AB
sürecinin bir uygulaması olarak ülkemizin 1/3 nüfusunu oluşturan köylülerin tarımı
çözen politikalar vasıtasıyla kentlere gelerek proleterleşmesi-proleterleşecek olması ve
işgücüne katılım açısından Türkiye’nin 1998-2010 arasında Pakistan ve Filipinler
ardından dünya üçüncüsü olması beklentileri, Türkiye toplumunun önündeki altüst
oluşu gözler önüne sermektedir333.
G. Kore’den G. Afrika’ya, L. Amerika’dan Avrupa’nın bazı ülkelerine uzanan yeni işçi
hareketleri, henüz ülkemizde tekil örneklerin ötesinde biçim bulmamıştır. Seka,
Seydişehir Eti ve Tekel işçilerinin direnişleri; deniz adamları ve Tüpraş işçilerinin
mücadelesi gibi sendikalı işçilerin özelleştirmelere karşı eylemleri işçi hareketlerine
rengini veren unsur olmaktadır. Yeni işçi hareketlerinden ise en göze batanlar şunlardır:
Kamu sektöründe taşeronlaştırmaya karşı mücadele eden Enerji-Yapı-Yol Sen ve şimdi
Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme.
Müjdat Şakar, 10 Haziran 2003’te yürürlüğe giren 4857 sayılı yeni İş Kanunu’nu neo-liberal
küreselleşme rüzgarının bir eseri olarak nitelemiş ve iş hukukunun işçiyi koruma ruhuna aykırı
görmüştür. Bu kanunun güvencesizleştirmenin hukuki çerçevesini oluşturacağını belirten Şakar, kanunun
savunulamayacağını söylemiştir. Müjdat Şakar, “Sunuş”, İş Hukuku Uygulaması, 5. Baskı, İstanbul:
Beta Basım, Eylül 2003, s. VI.
333
Özuğurlu, “Çizelge:3 Tüketim Malları İhracatında İlk Yirmide Yer Alan Çevre Ülkelerde
Proleterleşme Eğilimleri ve İşgücünün Yapısı”, s. 106.
331
332
126
Enerji-Sen, fason üretim yapan tekstil atelyelerinde örgütlenen Tekstil-Sen, Basın-İş’in
Samandıra bölge deneyimi, Tuzla bölgesinde Deri-İş ve Limter-İş, sağlık alanında
örgütlenemez denilen taşeron işçileri örgütlemeye çalışan Devrimci Sağlık-İş, yine
Birleşik Metal-İş, Petrol-İş ve Nakliyat-İş sendikaları; Halkevleri, Dayanışmaevleri ve
Halk Kültür Merkezleri gibi yoksul mahalleli örgütlerin yerleşim alanlarına yayılan
üretimde çalışan işçileri örgütleme çabaları ve bölgesel İşçi Kurultayları; geleceğe dair
önemli ipuçları veren örneklerdir.
Bu mücadelelerin yanında serbest meslek guruplarının, yoksulların ve çiftçilerin de
eylemleri
yavaş
yavaş
ortaya
çıkmaktadır.
Son
iki
yıldır
Tabip
Odaları
örgütlenmeleriyle doktorlar parasız sağlık-sağlık hakkını koruma ve ücret taleplerini
“grev”leriyle ülke gündemine taşımışlar ve bu mücadeleyi fiili bir eylem tarzıyla
yürütmüşlerdir. Yine meslek örgütlerine bağlı olarak çalışan ücretli mühendislerin bu
örgütlerin en militan-hareketli kesimi olması paralel bir gelişmedir. 2001 krizi sonrası
gelişen
esnaf
eylemleri
de
serbest
meslek
çalışanı
ve
zanaatkar
olarak
adlandırabileceğimiz heterojen büyük bir kitlenin proleterleşmeye vereceği tepkiye bir
örnek oluşturmuştur. Yoksul mahalle hareketleri olarak adlandırılan -örneğin Gazi
Olayları- yeni işçi hareketleri de barınma, su, ulaşım, parasız eğitim-sağlık hakkı gibi
kamusal hizmetlerin sağlanmasından; devlet ve sermayenin her türlü baskısının sona
erdirilmesine kadar geniş bir yelpazeyi içeren bir hatta sahip olmuştur. Çiftçilerde
genelde Ziraat Odalarında örgütlenmişlerdir. Son dönemde kurulan Çiftçi Sendikaları
hareketi de Viva Campesina’nın Türkiye ayağı olarak çiftçileri örgütlemeyi
hedeflemiştir.
Ülkemiz işçi hareketinin krizine ve hareketteki tartışmalara değinirsek;
1- Devlet ve sermayeden bağımsız sendikal çizgi hedefleyen iki sendikal konfederasyon
DİSK ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türkiye’nin AB
üyeliği sürecinde geliştirilen Emeğin Avrupa’sını oluşturma söylemiyle sermaye karşıtı
çizgilerinden uzaklaşmaktadırlar. Burada AB benzeri bir birlik olan ALCA’ya karşı
çıkan Latin Amerika emek hareketlerini örnek almak gerekmektedir. Yine AB sürecine
paralel olarak Avrupa işçi sınıfının 150 yıllık mücadeleler sonucu kazandığı haklarını
ellerinden almaya çalışan ve Avrupa sermayesinin bir parçası olan ETUC’tan bağımsız
bir süreç izlenmelidir. ETUC temsilcisi Henry Lourdelle, sendikanın iki temel ilkesini
127
şöyle belirtmektedir: “Birincisi şirketlerin üretimini ve rekabetini savunmak, ikincisi
esneklik ile iş güvencesi arasındaki dengeyi sağlamaktır. Esnek çalışmayı geliştirmek de
ETUC’un bu noktadaki temel hedefidir”. Bu ifade, ETUC ile AB sermayesi arasındaki
ilişkiyi anlamamızı sağlamaktadır334.
2- Sendikal hareket iki yılda bir yapılan toplu pazarlık faaliyetine merkezi önem
vermiştir335. Bu durum ekonomik mücadelenin sendikaların asli sorunu olduğu
anlayışını doğurmuş; günümüz dünyasında siyasal ve ekonomik mücadele ilişkisi
yeniden tanımlanırken sendikalarımız bu konuda bir adım atmamışlardır.
3- İşçi sınıfının sandık siyasetine yönlendirilerek fiili mücadele zeminleri üzerinden bir
hareket yaratmasının önü kapatılmaktadır. Latin Amerika işçi hareketlerini incelerken
karşılaşılan bu konu ülkemizde de son bir yıl içinde sıkça tartışılan bir konu olmuştur.
Türkiye’de bu tartışma DİSK’in veya DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin336 parti
kurma girişimi olarak biçim bulmuştur. Kartal’a göre:
DİSK’in güncel görevi sendikal-sınıf hareketini örgütlemek olmalıdır. DİSK,
bunun üzerinden ülkemizde kurulabilecek bir işçi partisinin kurucu bir unsuru
olabilir. Kaldı ki bu girişim kişisel bir girişimdir ve amaç sınıf partisi kurmak
değildir337.
Uygur’a göre ise:
Çelebi, Rıdvan Budak’ın çizgisini izlemektedir. DİSK Başkanlar Kurulu’nun
çoğunluğu, 1998 seçimlerine giderken CHP’nin desteklenmesini istemiş; Dev
Maden-Sen, Dev Sağlık-İş ve Basın-İş ise bağımsız iktisatçıların hazırladığı
“IMF karşıtı program”ın temel alındığı DİSK, KESK, TTB, TMMOB başta
olmak üzere, tüm sol kitle örgütlenmesi ve siyasi partilere gidilmesi önerisini
Özgür
Müftüoğlu
(Akt.),
ETUC
Kimin
Temsilcisi,
16
Mayıs
2003,
http://www.evrensel.net/03/05/16/kose.html#3 (Erişim Tarihi: 28 Nisan 2006). Bu konuda ayrıca bkn.
Çiğdem Çidamlı, “Emeğin Avrupa’sı”: İşçi Sınıfını Birleştiren Değil, Bölen Bir Slogan, 16 Aralık 2004,
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1370
335
Metin Kutal, Türk Sendikacılığını Çevreleyen Olumsuz Koşullar, Özellikler ve Yeni Bir Yapılanma
İhtiyacı, Birleşik Metal-İş Çalışma ve Toplum Dergisi, 2005/2, s. 19.
336
Burada Süleyman Çelebi’nin TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Mustafa Koç için açılan dava
hakkında görüşlerini de aktarmak gerekir: “Sayın Başbakan benim hakkımda da suç duyurusunda
bulunsun. Bu konuda benim üyelerim benim hakkımda ne tepki koyarlarsa Mustafa Koç hakkında da aynı
tepkiyi koyacaklardır. Mustafa Koç’u da diğerlerini de ayırt etmeden özgürlükler konusunda sokağa
çıkarız, eylem yaparız. Bu önemli insanların ülkenin sorunlarını konuşmaları demokratik haklarıdır”.
(Sabah, 23 Aralık 2005, s. 7.) Çelebi’nin açıklamalarına sermaye çevrelerinden destek, DİSK’in sorumlu
sendikalarından ve aydınlardan yoğun bir eleştiri gelmiştir. Çelebi’nin bu tavrı 1848’le birlikte bağımsız
bir sınıf olarak iktidar mücadelesi veren proletaryanın sınıf savaşımı ilkesine aykırı bir durum olarak
değerlendirilebilir.
337
Kamil Kartal ile 2 Mayıs 2006’da yapılan görüşme.
334
128
yapmıştır. Çelebi’nin Başkanlar Kurulu’na Baykal’dan getirdiği cevap şöyledir:
“Bana böyle gelmeyin, Bayram Meral gibi gelin”. Yani, benim programıma tabi
olursunuz cevabını vermiştir. Bu gelişmeler üzerine DİSK Başkanlar Kurulu, üç
sendikanın verdiği öneriyi kabul etmiştir. Ancak bu süreç hayata geçmemiştir.
Bugün de ulusalcı bir CHP yerine, Sosyalist Enternasyonal, AB ve Alman
Vakıfları gibi çevreler; küreselleşmenin kurallarına uyan ve onu uygulayan bir
sosyal demokrat parti istemektedirler. Bu isteği gerçekleştirebilecek tek örgüt,
hala toplum nezdinde bir prestiji olan DİSK olabilirdi. Çelebi’nin üstlendiği
misyon bu olmuştur. DİSK örgütlenmesini değiştirmezken bu misyona
soyundurulmuş, ancak DİSK İçindeki CHP’lilerin ve sosyalistlerin tepkisi
sonucu parti girişiminin konfederasyonun bir girişimi olmadığı açıklanmıştır338.
4- Son olarak Osmanlı toplumundan günümüze miras kalan bir olgu da ümmet toplumu
anlayışı olmuştur. İşçilerin bir sınıf olarak örgütlenmesi önünde ciddi bir engel olan bu
anlayışa güncel bir örnek vermek gerekirse, Diyanet İşleri Başkanlığı 2005’in Kasım
ayında çalışma ilişkilerine yönelik bir hutbe yayınlamıştır339. Uygur’a göre:
Günümüzde AKP iktidarıyla kapitalist sistem oturmaktadır. IMF-DB
programları çerçevesinde sosyal güvenlik anlayışı terkedilmiştir. Eğitim, sağlık,
çalışma hakkı vb. piyasa koşullarına bırakılmasının yarattığı kırılmaya karşı bir
emniyet sübabı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu noktada fitre toplamak,
kullanılmayan kıyafetlerini vermek, yoksulla dayanışmak ve okula
gidemeyenleri okula göndermek vb kampanyalarla çözümler üretilmekte,
şükretme anlayışı tüm topluma empoze edilmektedir. Örgütlenme, devletin iş
sağlaması ve yönetime katılma hakkından vazgeçen; yukarısı ne verirse kabul
eden bir ümmet toplumu oluşturulmaktadır. Bu uygulama “üreten yönetmeli”
anlayışının doğmasını engellemektedir340.
Ümmet toplumu anlayışını, daha geniş bir çerçeveden; sermayenin sadaka
mekanizmasına dayalı bir sosyal güvenlik anlayışını oluşturma çabası açısından da
incelemek gerekmektedir. Özellikle yeni sömürge ülkelerin kapitalist sisteme entegre
olması için, IMF ve DB tarafından hazırlanan yapısal uyum politikalarının önemli bir
unsuru, STK’lara; yoksullukla mücadele ve dayanışma misyonunun yüklenmesi
olmuştur. Kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi ve sosyal güvence kapsamının
Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme.
Haberi aynen şöyledir: ‘Sigortasız işçi çalıştırma hutbesi’… Diyanet İşleri Başkanlığı, işverenlere
sigortasız işçi çalıştırmamaları ve sigorta primlerini eksiksiz yatırmaları uyarısında bulunacak… Aralık
ayında tüm camilerde okunacak “Çalışma hayatı ve sorumluluklarımız” konulu hutbede, şöyle denilecek:
“İşveren, işçisine güç ve kabiliyetinin üzerinde iş yüklememeli, onu kardeşi gibi görmeli, temel haklarına
saygılı olmalıdır. Sigortasız işçi çalıştırmanın veya sigorta primlerini eksik yatırmanın, başlı başına bir
kul hakkı olduğunu unutmamalı, kıdem tazminatını ise işçinin fiilen aldığı en son ücret üzerinden
ödemelidir”. Hutbede, çalışanların ibadetlerini yerine getirebilmelerine olanak sağlanması gerektiği de
bildirilecek. Ücretler zamanında ödenmeli… Hutbede, şu ifadelere yer verilecek: “Bilgi, beceri ve
uzmanlık gerektiren işlerde çalışanların durumlarına uygun, tatmin edici ve adil ücret ödemelidir.
Çalışanların maaşını tam ve zamanında ödemelidir. Sevgili Peygamberimiz, ‘Çalışanın ücretini alın teri
kurumadan veriniz’ buyurarak, bu konuda işverenleri duyarlı olmaya davet etmişlerdir”. (Milliyet, 7
Kasım 2005, s. 8.)
340
Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme.
338
339
129
daraltılması sonucu yaşanan boşluk; piyasaya, topluma ve geleneksel dayanışma
kurumlarına bırakılarak doldurulmak istenmektedir. Yine içinde bulunduğumuz
mülksüzleştirme ve güvencesizleştirme sürecinde, özellikle orta sınıflar; kendi
konumlarının
kırılganlığından
dolayı
bu
tip
sosyal
ağlara
aktif
olarak
katılmaktadırlar341.
Ülkemizde hayata geçen ve geçmekte olan bazı örnekleri inceleyerek toplumsal hareket
sendikacılığı anlayışını, yeni bir emek hareketinin ilkelerini ve pratiğini daha iyi
anlayabiliriz. Bu noktada 12 Eylül evvelinde gerçekleşen Yeniçeltek deneyiminin
verdiği dersler ve günümüzde, yoksul mahalle örgütleri olmaları yanında, bu
mahallelerde emek eksenli bir yaklaşım izleyen, güvencesiz işçileri örgütlemeyi hedef
alan Halkevleri, Dayanışmaevleri ve Halk Kültür Merkezleri örnek verilecektir.
A. Yeraltı Maden İşçileri Sendikası ve Yeniçeltek Deneyimi342
Yeraltı Maden-İş Sendikası’nı; Yeniçeltek, Beypazarı ve Hekimhan işçileri 1975’de
kurmuştur. Yeniçeltek Linyit İşletmeleri de Şeker Fabrikalarının ihtiyacını karşılamak
için kurulmuştur. Yeniçeltek’te Yeraltı Maden İş’in örgütlenmesi sonrası baskılar artmış
ve saldırılar gerçekleştirmiştir. Buna rağmen maden işçileri köylülerle bütünleşmiş ve
örgütlülüklerini korumuşlardır. 5 Mayıs 1976’da Yeniçeltek’te 980 maden işçisi greve
başlamıştır. Madencilik kolundaki yasalar gereği yapılan bu eylem, işkolundaki ilk
grevdir343.
Sendikal mücadele; işyeriyle sınırlı tutulmamış, bölgesel bir nitelik kazanmıştır. Maden
işçileri, gençlik ve köylülerle komitelerde örgütlenmişlerdir. Bu girişime karşı bölgede
alevi-sünni çatışması yaratılmaya çalışılmıştır. Çorum Olayları çatışmalara örnek
oluşturur. “ABD vatandaşı” Robert Aleksandr ve ABD Büyükelçiliği 1. Katibi Mr.
Sema Erder, ‘Yeni’ Yoksulluk ve ‘Yeni’ Modeller, Kızılcık Dergisi, Mart 2004, s. 41
Sendikanın bu deneyimden başka Alpagut, Hekimhan ve Aşkale örnekleri hayata geçmiştir. Alpagut
kendiliğinden ve politik bir boyutu olmayan bir deneyimdir. Hekimhan’da Bilfer Demir Madencilik’in
üretim araçlarını kaçırma girişimi engellenmiş ve üretim, işçilerce devam ettirilmiştir. Aşkale ise,
dönemin Milliyetçi Cephe (MC) iktidarına karşı işletmeye el koyan ve üretimi devam ettiren bir örnektir.
Aşkale’de üretim yedi ay boyunca devam ettirilmiş ancak üretimin satışı gerçekleştirilememiş,
stoklanmıştır. Yeniçeltek deneyimi her yönüyle bu örnekleri aşmıştır.
343
DİSK, “1976”, DİSK Tarihi, http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=28 (Erişim
Tarihi: 24 Nisan 2006): p. 5.
341
342
130
Mayk bizzat bölgede mezhep çatışmalarını organize etmişlerdir. Yeraltı Maden-İş’e
saldırılar da sağ-sol çatışması olarak lanse edilmiştir. Ancak işçilerin bölgeyle
bütünleşen mücadelesi sonucunda Çorum Olayları bölgeye yayılamamıştır344.
Çetin Uygur ülkemizde hakim olan ve iktidarın da istediği sendikal yapıyı şöyle
betimlemektedir:
En üstte sendika merkezinin, ona bağlı olarak şubelerin ve en altta işyeri
temsilciliklerinin bulunduğu bir yapılanma vardır. Buna göre tek hakim sendika
merkezidir. İşyeri temsilcilikleri, işçi ve çoğunlukla işverenin taleplerini şube
yönetimine taşır ve şube de genel merkeze. İki yılda bir toplu sözleşme yapan,
sınıf bağımsızlığı ve mücadelesi gibi bir derdi olmayan bu sendikal anlayış,
devlet ve sermayenin işçi hareketi üzerindeki en önemli denetim mekanizmasını
oluşturur345.
Yeraltı Maden-İş Sendikasının Genel Başkanı Çetin Uygur ise sendikasının
örgütlenmeye bakışını şöyle açıklamaktadır:
Sendikanın merkezinde İşyeri İşçi Konsey Meclisi bulunmaktadır. Bu meclis
işkolu ve genel anlamda işçi hareketinin ekonomik ve siyasal taleplerini
savunur. Meclisi oluşturan temsilciler, her işyerindeki işyeri konseyleri
temsilcilerinden oluşmaktadır. İşyeri konseylerini ise İşyeri işçi komiteleri
temsilcileri oluşturmaktadır. Bu anlayışla üretimin her biriminin temsili
sağlanmakta ve bu birimlerin temsilcileriyle oluşan işyeri konseyleri de,
işyerindeki her türlü olumsuzluğu aşmaktaydı. Böylece maden işçileri kararların
alınması, uygulanması ve denetlenmesinde aktif olarak rol almıştır346.
Konsey örgütlenmesinin yanında Türkiye işçi sınıfı hareketinde bugün bile
örneği bulunmayan bir örgütlenmeye rastlanmaktadır. Bu örgütlenme İşletme
İşyeri Konseyleri’dir. Bu konseyler işverenle yapılan toplu sözleşmelerde kabul
ettirilen bir taleptir. İşçi ve işverenlerin eşit haklara -örneğin nicelik
bakımından- sahip olduğu bu örgütlenmeler vasıtasıyla, işçi üretimin
örgütlenmesinden işyeri içindeki işleyişin belirlenmesine kadar tüm süreçte sözkarar hakkına sahip olmuştur. Böylece işçi geleceğini çizip yönetme becerisi
kazanmış ve işyerlerinin kapatılmasını önleyerek üretime devam edebilmiştir347.
Yeniçeltek Dosyası-1, İşçilerin Sesi Dergisi, 14 Mart 1990, Sayı: 14, s. 5.
Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme.
346
Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme.
347
Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. (İşçilerin oluşturduğu kendi öz-örgütlülükleri olan
işyeri konseyleri ile işletme işyeri konseylerinin karıştırılmamasının altını çizdikten sonra, Uygur’un
verdiği bir örnek açıklayıcı olacaktır. “Yer altı Maden-İş, Marmara Adasında bulunan Dolamit (cam
hammaddesi) İşletmesinde yaptığı toplu iş sözleşmesinde son noktada iki talebi daha olur: Disiplin kurulu
kaldırılsın, işyeri çalışma koşullarındaki olumsuzluklar, işçi ve işverenlerin dahil olduğu işyeri işletme
konseylerine verilsin. İkincisi, Dolamit İşletmesine bağlı Trakya’daki Silisyum İşyeri kapatılmıştı.
DİSK’in aynı işkolundaki sendikasıyla (Kemal Türkler’in Yeraltı Maden-İş’e alternatif olarak kudurduğu
sendika) masaya oturun, olmuştur. Talepleri kabul eden işveren temsilcisi sorar: Taleplerinizle
sendikanızı sol’da bir yere oturtamadık. Siz nerede yer alıyorsunuz? Uygur, bunun anlamının sendikanın
bir siyasal tercih yapsa dahi onu oluşturan işçiler tarafından yönetilmesi gerekliliği olduğunu belirtmiştir.
344
345
131
Toplu sözleşmelerde geçirilen maddelerle halkın köy, mahalle ve işyeri düzeyinde
örgütlenerek, topluca işyerine gelip öncelikle kömür almaları sendikal kontenjanla
sağlanmış ve karaborsacılık önlenmiştir. İşçi alımlarında da köy komitelerinin verdiği
liste esas alınmış ve ihtiyacı olanın öncelikli olarak işe alınması sağlanmıştır. Bu işleyiş
işyeri verimliliğinin de artmasını sağlamıştır348.
Sendika, eğitimi yıkanıp, paklanıp toplantı yapan bir tarzda ve klişe sözcüklerle değil;
yaşamın içinde, yaşamdan çıkararak ve herkesle yapılan bir süreç olarak algılamıştır.
Böylece işçiler üretim sürecinde edilgen bir rolden, etken hale gelmiş ve işe gelip
sessizce çalışan işçilerden fiilen yaşamı örgütleyen işçiler haline gelmişlerdir. Bütün
bunları yaparken de işçilerin görüşlerini değil, üretim sürecindeki konumlarını temel
almışlardır.
Sendika 1978’de DİSK’e katılmıştır. Yeraltı Maden-İş’in bu mücadeleleri sonucu
birçok işyerinde örgütlenmesi, devrimci sendikacılık çizgisinde işçi sınıfının siyasal
eylemini öne çıkarması, DİSK içindeki işçilerin sempatisini kazandırmıştır. Bu itibar
sonucunda, son DİSK Kongresinde ayrı bir liste çıkaran devrimci muhalefet hareketi
DİSK içinde önemli bir güç kazanmıştır349.
1980’de işletmenin zarar ettiği gerekçesiyle Yeniçeltek Linyit İşletmesinin kapatılması
kararı alınmıştır. Ancak bu karar kağıt üzerinde kalmıştır. Haziran 1980’de işçiler
yönetime el koyarak hem üretmiş hem de yönetmiştir. 112 milyon TL. zarar ettiği
söylenen işletme, bir haftada 2.5 milyon TL. kar etmiştir. Üretim, üretim planlaması,
sağlık, ulaşım, mali, işyeri propaganda ve eğitim, güvenlik, iş güvenliği, halkla ilişkiler,
halka kömür ulaştırma ve beslenme komiteleri aracılığı ile işletme yönetilmiş ve üretimsatış gerçekleştirilmiştir. Yöre halkının kışlık kömür ihtiyacı da sağlanmıştır350.
12 Eylül tüm bu gelişmeleri durdurmuş ve uygulamalarıyla işçi sınıfını hedef aldığını
göstermiştir. Yeraltı Maden-İş Sendikası kapatılmıştır. Ancak deneyimleri sonunda
İşçiler yanlış karar alsa dahi yürürken bu kararı düzelteceklerdir. Gerçek anlamda bir sınıf örgütü böyle
yürümelidir. Yeraltı Maden-İş’i bu anlayışı ayakta tutmuştur…”)
348
Yeniçeltek Dosyası-2, İşçilerin Sesi Dergisi, 30 Mart 1990, Sayı: 15, s. 2. (Mahalle komitelerinin
kurulmasını sağlarken işçiler; öğretmen, imam, muhtar gibi görevlilerin katılımıyla bunu sağlamışlardır.)
349
Kitlesel Mücadeleler ve Sosyalist Hareket, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, s.
2261.
350
Yeniçeltek Direnişi Bugüne Işık Tutuyor, İşçilerin Sesi Dergisi, 12 Şubat 1990, Sayı: 13, s. 1-2.
132
ortaya çıkan bir slogan, anlayışını özetlemektedir: “Üreten biziz yöneten de biz
olacağız”351.
B. Yoksul Mahalle Örgütlenmeleri: Halkevleri, Dayanışmaevleri ve Halk Kültür
Merkezleri
Yoksul mahalle örgütlenmelerinin ortak özellikleri devletten ve sermayeden bağımsız
olmaları, işçileri bölgesel düzeyde örgütlemeyi hedeflemeleri ve yoksulların eğitim,
sağlık, barınma gibi haklarını savunarak alternatifleri de yaşama geçirme özellikleridir.
Kısaca bu örneklere değinirsek;
1- Halkevleri’nin tarihi 1932’ye dayanmakla beraber ancak 1960’lar sonrası muhalefet
odaklarından birisi olmuştur. Son on yıla yakın bir zamandır da güvencesiz işçileri
örgütlemeyi
hedeflemiştir. Bu noktada
yoksul
mahallelerde
oluşturulan işçi
komisyonları, Emek Çalışmaları Merkezi (EÇM)’nin kurulmasıyla birlikte ivme
kazanmıştır. EÇM’ler esnek bir işçi örgütlenmesi yaratmayı hedefleyen; bu noktada
işçilere eğitim-araştırma, iletişim ve destek vermeyi amaçlayan; Halkevleri üyeleri,
sendikacılar ve eğitimcilerin oluşturduğu bir örgütlenmedir352. EÇM’ler işçilerin sadece
işyerleri bazlı değil, yerleşim yerleri bazlı da örgütlenmesi gerektiğini; sadece ücretekonomik çıkar üzerinden değil, sosyo-politik hedefler doğrultusunda, bölgesel çapta
örgütlenmesini savunmaktadır353. Yine emekçilerin, akademisyenlerin, sendikacıların ve
öğrencilerin oluşturduğu sendika.org ve latinbilgi.net siteleri esnek bir emek
örgütlenmesinin güncel araçlarını oluşturmaktadır.
Halkevleri, neo-liberalizme karşı yoksul halkın parasız eğitim-sağlık talebini dile
getiren, gündelik yaşama müdahale eden bir dayanışmayı ören, mahallelerde taşeron,
sendikasız, sigortasız, güvencesiz çalışanları örgütlemeyi hedeflemektedir. Bu noktada “
Alo İşçi Hakları” hattı gibi bazı girişimlerde de bulunmaktadır. Yine yoksullaştırma ve
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için Yeraltı Maden-İş belgeseli izlenmelidir. Bu belgeselde işçiler kendi
yarattıkları deneyimleri yine kendi ağızlarıyla ifade etmektedirler.
352
Emek Çalışmaları Merkezi, Emek Çalışmaları Merkezi Kuruldu, 24 Haziran 2004,
http://www.halkevleri.org.tr/index.php?eylem=yazi_oku&no=12 (Erişim Tarihi: 03 Mayıs 2006)
353
Tufan Sertlek, Neo Liberalizm Avrupa’yı da Sarsmaya Başlıyor!, 12 Temmuz 2004,
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=599 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006): p. 17.
351
133
işçileştirme
politikalarına
karşı
Şubat
2005’te
yoksulların,
sendikacıların,
akademisyenlerin çözüm önerilerini tartıştığı “Güvencesiz Çalıştırmanın Sosyal ve
Ekonomik Boyutları” konulu bir sempozyum düzenlemiştir354.
Dünyadaki yeni işçi hareketlerini, özellikle Latin Amerika’yı örnek alan Halkevleri,
ülkemizin koşullarına uygun olarak neo-liberalizme karşı bir örgütlenme sürecini DİSK,
KESK, TTB ve TMMOB ile birlikte örgütleme çabasının oluşması gerekliliğini
belirtmektedir355.
Halkevleri, yoksulluk olgusunun tarihin en büyük işçileştirme dalgasının bir ifadesi
olduğunu belirterek yoksulların işçi sınıfının bir parçası olduğu tespitini yapmaktadır.
Buradan hareketle işçi sınıfının öz-savunma hattının işyerleri ve işkollarının dışına
çıktığını belirterek, ekonomik mücadele düzleminin çerçevesinin parasız eğitim-sağlık,
güvencesiz işçiliğe karşı mücadele olduğunu savunmaktadır. Bu noktada dayanışma
olgusunun mücadeleyi içeren bir anlayışla örülmesi gerektiğini savunmaktadır356.
Halkevleri son iki yıldır yaptığı “Parasız Eğitim Parasız Sağlık”, “Yoksullar Buluşuyor
Kadınlar Konuşuyor” ve “Karadeniz Uşağı ABD Uşağı Olmayacak” gibi kampanyaları
da, neo-liberalizme, savaşa ve emperyalizme karşı mücadelesinin diğer göze batan
eylemlilikleri olmuştur.
2- Dayanışmaevleri projesinin kökeni Okmeydanı Çağdaş Sanat Atelyesi çalışmalarına
dayanmaktadır. Burada yürütülen kültür-sanat etkinlikleri zamanla dayanışma
etkinlikleriyle birleşmiştir. Böylece emekçi mahallelerini temel alan, düzenin arızalarını
tamir etmeyi değil; neo-liberal politikaların uygulanması sonucu topraktan koparılan,
işsiz kalan, geleceksizleştirilen, sağlık-eğitim hakkı alinden alınan ve yoksullaştırılan
emekçilerin dayanışmasını örmeyi hedefleyen Dayanışmaevleri kurulmuştur357.
Ertuğrul
Mavioğlu,
Türkiye
Muhalefetini
Arıyor-15,
06
Mart
2005,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=145629 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006)
355
Ertuğrul
Mavioğlu,
Türkiye
Muhalefetini
Arıyor-10,
08
Nisan
2004,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=112591 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006)
356
Sosyalist Barikat Dergisi, İşsizlik ve Yoksulluğa Karşı Mücadele Türkiye Deneyimleri ve Görüşler, 29.
Sayı, Nisan 2005, http://www.barikat-lar.de/barikat/29/turkiyedeneyimleri.htm (Erişim Tarihi: 04 Mayıs
2006): pp. 11-17.
357
“Deneyim ve Olanaklarımızı Paylaşıyor, Sorunlarımıza Ortak Çözümler Arıyoruz”, 25 Şubat 2006,
http://www.kozonline.org/arsiv/PDK30/PDK30_56.htm (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006)
354
134
Dayanışmaevleri, sendikasız, sigortasız ve düzensiz çalışan emekçilerin işyeri-mahalle
ölçeğinde örgütlülükler oluşturmasını hedeflemekte ve özellikle bu tip çalışmaya tabi
kadınların kooperatifleşmesini sağlamaktadır. Çalışma, parasız eğitim-sağlık, barınma,
emeklilik vb. hakları savunmaktadır358. Ayrıca ABD’nin savaş politikalarını
eleştirmektedir.
Dayanışmaevleri’ne göre emperyalizm, yoksullukla mücadele programları adıyla sistem
içi bir emniyet sübabı oluşturmaya çalışmaktadır. Oysa kapitalist sistemin bir sonucu
olarak yoksulluk ve toplumsal çürüme yaşanmaktadır. Geleneksel işçi sınıfı
örgütlenmeleri ve varoşlardaki yoksul emekçilerin örgütlenmeleri arasında bağlar
kurulursa, işçi hareketinin sermaye karşıtı mücadelesi yükselecektir. Örneğin
taşeronlaştırma gibi uygulamalar sonucu varoşlara yayılan üretim sürecinde emeğin
örgütlenmesi sermayenin hegemonyasını tehdit edecektir. Dayanışma olgusu ise bu
örgütlenmeyi güçlendiren ve emekçilerin kültürel ihtiyaçlarına da cevap veren bir pratik
olacaktır. Bu noktada Dayanışmaevleri’nin Ocak 2003’de düzenlediği Yoksulluk ve
İşsizlikle Mücadele Kurultayı’nda yoksullar, akademisyenler, sendikacılar, sanatçılar
vb. ile ortak çözüm noktalarını tartışmışlardır359.
Bu konuya bir başka örnek ise Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası ile birlikte yapılan
kampanyadır. Çalışma hakkı, istihdam vergisi, tüm çalışanlara iş güvencesi,
özelleştirilmelere son verilmesi, sigortalı çalışma, yoksul köylülüğün desteklenmesi gibi
talepler Dayanışmaevleri pratiğini somutlamaktadır360.
Latin Amerika deneyimlerinden öğrenmek gerekliliğini belirten Dayanışmaevleri, bu
hareketlerin iktidara yönelmeleri ve liberalleşmeye karşı mücadele etmeleri gerektiğini
belirtmektedir361.
3- Halk Kültür Merkezleri(HKM), 2000 yılların başından itibaren hayata geçirilmeye
başlanan bir projedir. Yoksul emekçi mahallelerinde politik-kültürel bir odak olmayı
Dayanışmaevleri, Dayanışmayı Birlikte Örelim, 2005, http://dayanismaevleri.org/ (Erişim tarihi: 03
Mayıs 2006): pp. 3-5.
359
Serpil Kemalbay, Yoksulluk ve İşsizlikle Mücadelede Dayanışmanın Önemi, 2002,
http://www.sav.org.tr/yazialmanak.asp?curyazi=Sen_yok_01_S_Kemalbay.htm (Erişim Tarihi: 01 Mayıs
2006)
360
Bu Düzende İş Yok, 02 Ekim 2005, http://www.bilgibeykoz.net/default.aspx?pid=16791&nid=4735
(Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006)
361
Sosyalist Barikat Dergisi, İşsizlik ve Yoksulluğa Karşı Mücadele Türkiye Deneyimleri ve Görüşler, p.
7.
358
135
hedefleyen HKM, örgütsüz işçileri örgütlemeyi; bununla sınırlı kalmayıp tüm
emekçilerin işsizliğe, yoksulluğa ve neo-liberalizme karşı direnişini ifade etmek isteyen
ve bölgesel örgütlenmeyi temel alan bir kurumdur. Bu noktada karşı çıkışın yanında
alternatif bir yaşam oluşturmak ve hayatın içinde emekçi sınıfların dayanışmasını
örmeyi istemektedir362.
HKM, politik-ekonomik ve ideolojik mücadelenin yanında kültürel mücadelenin de
yapılmasını savunmaktadır. Günümüzü bir “geçiş” dönemi olarak niteleyen HKM, Latin
Amerika deneyimlerinden de feyz almaktadır. Ancak geçiş süreci tespitinden hareketle,
Latin Amerika örgütlenmelerinin politik iktidar perspektifi olan örgütlenmelere
dönüşeceğini düşünmektedir363.
HKM Ocak 2005’te işsizlik ve yoksulluk karşıtı bir kampanya başlatmıştır364. Yine
Şubat 2006’da “emperyalizme karşı özgür bir ülke, insanca bir yaşam istiyoruz”
kampanyasıyla parasız eğitim ve parasız sağlık, asgari ücretin yaşanılabilir düzeyde
olması, ABD’nin açık-gizli işgallerine son verilmesi, ABD üslerinin kapatılması ve
emperyalist kurumların Türkiye üzerindeki belirleyiciliklerine son verilmesi taleplerini
dile getirmiştir. Emekçi mahallelerinde uyuşturucu karşıtı mücadele, barınma hakkı,
emekçi kadın hakları, sosyal ve kültürel faaliyetler konusu da diğer örgütlenen
pratiklerdir.
362
Kozonline.org. age.
Sosyalist Barikat Dergisi, İşsizlik ve Yoksulluğa Karşı Mücadele Türkiye Deneyimleri ve Görüşler, p.
20-21.
364
Halk
Kültür
Merkezi
Haberleri,
27.
Sayı,
Şubat
2005,
http://www.barikatlar.de/barikat/27/haber27.htm (Erişim Tarihi: 04 Mayıs 2006)
363
136
SONUÇ
16.yy.dan itibaren yaşanan kapitalist ilkel birikim, takiben gerçekleşen Sanayi ve
Fransız Devrimleri sonucu, -Batı Avrupa merkezli olmak üzere- köklü toplumsal altüst
oluşlar yaşanmıştır. Üretim araçları gelişip merkezileşirken; burjuvazi, işçileri ve
köylüleri arkasına alarak siyasal iktidarı ele geçirmiştir. Ancak burjuvazi yeni bir
toplumu örgütlerken attığı mülksüzleştirme adımlarının zorunlu sonucu olarak işçi
sınıfını yaratmıştır.
İlk yığınsal mülksüzleştirmenin gerçekleştiği Batı Avrupa’da, yaklaşık 30-40 milyon
köylü-zanaatkar bu uygulamalara maruz kalmış ve kapitalist sisteme karşı tepkilerini
göstermiştir. İngiltere’de ludizm ve Fransa’da baldırıçıplaklar hareketi olarak
adlandırılan ilk tepkiler; geçmişe özlemi yansıtan talepleri içermiş ve kapitalist sistemin
uygulamalarının yığınlar üzerindeki sonuçlarına; yani kitlesel işsizliğe ve yoksulluğa
yönelik bir içerikte gelişmiştir.
Genel bir şiddet hareketiyle karşılaşan ve dağıtılan ilk kitlesel tepki hareketleri sonrası
işçiler, ulusal düzeyde ve eşgüdümlü örgütlenmelere yönelmişlerdir. İlk yardımlaşma
dernekleri ile başlayan bu dönem, 1820’lerle birlikte sendikacılık hareketinin
gelişmesinin önünü açmıştır. İngiltere’de gelişen çartist hareket, dönemin ilk işçi
örgütlenmesini oluşturmuştur. Kooperatif hareketi ve Fransa’da gelişen gizli dernekler
de; yerel, yalıtık örgütlenmelerden bağımsız, ulusal düzeyde örgütlenmeye geçişin diğer
ayaklarını oluşturmuşlardır.
Kendi gözünde bile bir yoksullar yığını olan proletaryanın kendisi için bir sınıf olma
yolunda attığı adımlara verilen ilk katkıyı ise bizzat pratiğin içinde Babeuf sağlamıştır.
Yine bu dönemde kapitalist sisteme -nesnel koşulların yetersizliğinden dolayı- önemli
eleştiriler getiren ütopik sosyalistler, işçi hareketlerinin sistemi sorgulayan hareketlere
dönüşmesinde önemli rol oynamışlardır. Owen, Fourier, Saint-Simon, Blanqui vd.
kapitalist sistemin eşitsiz ve adaletsiz yönünü ortaya koymuşlardır. Blanqui’de
simgeleşen 1930’lar Fransız işçi hareketi de iktidarı sorgulayan ileri bir biçime
dönüşmüştür.
137
İşçi sınıfının dinamizmi ile bilimi ilk buluşturan ise, Marx ve Engels olmuştur. “İşçi
sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının eseri olacaktır” görüşüyle formüle ettikleri bilimsel
sosyalizm teorisiyle, sınıflar mücadelesinin güncel aktörünün misyonunu ortaya
koymuşlardır. Böylece tarihin ilk mülksüz devrimci sınıfı olarak proletarya,
mücadelenin içinde ve mücadeleye öğreterek bağımsız bir siyasal güç olarak tarih
sahnesine çıkmasının ideolojik silahına sahip olmuştur.
1848 Haziranı’yla birlikte burjuvazinin her kesiminden ayrı olarak iktidar mücadelesi
veren proletarya, somut bir güç olarak tarih sahnesine adımını atmıştır. Enternasyonal
bir örgütlenme perspektifini ilke olarak benimseyen bu yeni toplumsal sınıf, Paris
Komünü ile iktidar mücadelesinin en önemli sınavını vermiştir. Yine Avrupa ve
ABD’de gerçekleşen 8 saatlik çalışma ve yasallaşma mücadeleleri, proletaryanın güncel
mücadelesinin dinamiklerini oluşturmuştur.
Emperyalizmin gelişmesi ile birlikte, burjuvazinin iktidarı; ekonomik, siyasal ve
ideolojik anlamda gerici bir niteliğe bürünmüştür. Bu koşullarda gelişen işçi hareketleri
ise, sistemi zorlayan ve Almanya gibi büyük ülkelerde en büyük siyasal parti haline
gelen bir noktaya ulaşmışlardır. Tam da bu dönemde işçi hareketinde tarihsel bir kırılma
meydana gelmiştir. Bir yanda kapitalist sistem içinde reformlar için mücadele eden;
sermaye ve devletle ilişkileri çerçevesinde hareket eden sosyal demokrat eğilim. Diğer
yanda kapitalist sistemden kopuş idealine bağlı ve yeni bir toplumun ana dönüştürücü
gücü olarak işçi sınıfını gören devrimci eğilim. I. Dünya Savaşı ve Rus Devrimi ile
birlikte, bu iki eğilim arasındaki tüm bağlar kopmuştur. Bu süreçte işçi partileri,
sendikalar gibi kurumlarda ayrışmıştır.
1929 Bunalımı ile birlikte burjuva düzeni ciddi bir sarsıntıya uğramış ve faşizm ortaya
çıkmıştır. İşçi hareketlerini temel hedef olarak belirleyen bu rejimi, yine işçi sınıfı
oluşturduğu politikalar çerçevesinde yenilgiye uğratmıştır. Bu dönemde gelişen ulusal
kurtuluş savaşları da sosyalizme yönelmiş ve sosyalizm alternatif bir dünya gücü olarak
biçim bulmuştur.
II. Dünya Savaşı sonrası dönemde kapitalist-emperyalist sistemden kopma eğilimleri
hızlanmış ve kapitalizmin içsel kriz dinamikleri ile çakışarak gelişen 1970’li yıllar
138
sürecinde bu blok, ciddi bir kriz içine girmiştir. Ancak işçi hareketlerinin uluslararası
merkezlerinde de aynı dönemde, mücadelenin önünü açıcı çözümler üretme çabası
gösterilememiş; aksine işçi hareketlerinin birliğini bozan eğilimler güçlenmiştir. Bu
dönemde yalnızca yeni sömürge ülkeler diye tabir edilen ülkelerde verilen işçi, köylü
mücadeleleri kapitalist sistemi zorlayabilen ve değiştirebilen siyasal-örgütsel açılımlara
sahip olmuşlardır.
İşçi hareketleri tarihi, farklı tarihsel uğraklara ve hareket biçimlerine sahne olmuştur.
Yerellikten ulusal düzeyde örgütlenmeye, bunu sağladıktan sonra somut başarıların da
etkisiyle enternasyonalist örgütlenmelere adım atabilmişlerdir. Sadece kapitalist sisteme
tepki içeren eylemliliklerden, dayanışmayı içeren biçimlere ve alternatif bir üretim
biçimine yönelen farklı uğraklardan geçmişlerdir. Heterojen bir yoksullar kitlesinden
sanayi proletaryasının önderliğine ve süreç içinde kentin kırla ittifakını sağlayabilecek
programlara doğru kapsayıcı olabilmişlerdir.
1980’lerle birlikte reel sosyalizm ve geleneksel işçi örgütlenmeleri -parti, sendika vb.genel bir gerileme-yenilgi dönemi yaşamışlardır. Bu gerileme-yenilgiyi kendisi için bir
basamak olarak da kullanan burjuvazi, neo-liberal politikalar çerçevesinde toplumsal
sistemini restore etmeye başlamıştır. Ancak bu uygulamaların bir sonucu olarak ortaya
çıkan yığınsal mülksüzler kitlesi, hızla tepkilerini ve taleplerini ortaya koymuştur.
1980’lerle birlikte başlayan yeni işçi hareketleri, hızla iktidara yönelen eylem
biçimlerini
hayata
geçirmiştir.
Bu
sürecin
açıklaması,
uluslararası
emek
araştırmacılarının toplumsal hareket sendikacılığı adını verdiği kavramsallaştırma
temelinden yapılmaktadır. Yani bu kavram, yeni işçilerin salt sendikal örgütlenme
sorununu değil; hareket biçimlerini kavrama, ona uygun örgütsel kanallarını yaratma
tartışması olarak da ele alınmıştır.
Geleneksel işçi hareketlerinin deneyim mirasından büyük bir ölçüde kopuk olarak
gelişen yeni işçi hareketleri, tarihsel öncüllerinden farklı; sıçramalı ve karmaşık bir
hareket çizgisine sahip olmaktadırlar. Proletaryanın 158 yıllık bağımsız sınıf deneyimi
ve evvelinde yaşadığı bağımsız sınıf olmaya doğru adımları, bu sürecin analizinde en
önemli kaynak olacaktır.
139
Toplumsal hareket sendikacılığı, işçi hareketlerinin genel krizinin bir parçası olan
geleneksel sendikal hareketin krizini; proleterleştirmeye ve güvencesizliğe müdahale
ederek aşmıştır. Yeni işçi kitlesini örgütlenmesinin merkezine koymuş ve işçi sınıfının
toplumsal dönüşümdeki öncü misyonunu tekrar inandırıcı hale getirmiştir. Proletarya
enternasyonalizmini, neo-liberal politikalara karşı verdiği aktif mücadele çizgisi
üzerinden yeniden şekillendirmeye başlamıştır. Yani yeni işçilerin, sınıf halinde
örgütlenmesinin ilk adımlarını atmıştır.
Proleterleştirme süreci sonrası ortaya çıkan yeni işçiler, sermaye karşıtı bir mücadele
sonrası ancak sınıf haline gelebilirler. Bu da tarihsel koşulların belirlediği ama iradisıçramalı bir şekilde ve uzun bir döneme yayılan bir süreçte gerçekleşir. Günümüzde
proleterleştirme süreci devam etmektedir. Bolivya’dan Bangladeş’e yeni işçi hareketleri
de, yeni sermaye birikim politikalarına karşı mücadele etmektedirler. Ancak mücadele
etmek tek başına yeterli olmamaktadır. Yeni işçi hareketleri henüz devrimci bir politik
liderliği oluşturamamışlardır. Bu yüzden iktidarları devirebilen işçiler, alternatif bir
iktidar mekanizması yaratamamakta ve burjuvazi iktidarını restore edebilmektedir. Yeni
işçi hareketlerine mücadelelerinin öğrettiği en temel ders bu noktadır: Yani mücadeleye
öğretebilmek…
Ülkemizde de 1980’li yılların sonu ile birlikte yeni işçi hareketleri gelişmeye
başlamıştır. Hızla proleterleşen kitlelerin insanca yaşam talepleri, siyasal taleplere
dönüşme eğilimleri taşımaktadır. Sendikaların taşeron işçileri örgütleme deneyimleri ve
yoksul mahallelerde güvencesiz işçileri örgütlemeye çalışan yeni bölgesel örgütlenme
hareketleri önümüzdeki dönemde merkezi bir önem kazanma eğilimi göstermeye
başlamışlardır.
Ülkemizde toplumsal hareket sendikacılığı tartışmaları; devletten, sermayeden ve
kapitalist sistemin ILO, AB ve AFL-CIO gibi kurumsallaşmalarından bağımsız; işçi
sınıfının öz gücüne ve birikimine dayanan bir emek hareketi oluşturma yönelimi olarak
yapıldığında anlamlı olacaktır. Ülkemizde gelişen yeni işçi hareketleri deneyimleri
çoğaltılmalı ve sendikalı işçilerin mücadelesiyle birleştirilmelidir. Bu hareketler işyeriişkolu sınırlarını aşan, tüm kenti bir işyeri olarak gören bir anlayış çerçevesinde sınıf
bilinci kazanabilirler.
140
KAYNAKÇA
“12 Eylül Rejimi”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. C.7.
İstanbul: İletişim Yayınları, 1988.
“1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi. C.4.
İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975.
“1848’lerde Avrupa”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi. C.4. İstanbul:
Gelişim Yayınları, 1975.
“1871 Paris Komünü”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.3. İstanbul:
Gelişim Yayınları, 1975.
“1917 Büyük Rus Devrimi”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.3.
İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975.
“1919 Macar Devrimi”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.3. İstanbul:
Gelişim Yayınları, 1975.
1985 Mexico City Depremi. Yön Dergisi. İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Eylül-Ekim 99.
Abenroth, Wolfgang. Avrupa İşçi Hareketleri Tarihi. Çev. Ali Çakıroğlu, 1. Baskı,
İstanbul: Belge Yayınları, 1992.
Adler, Glenn, and Eddie Webster. Challenging Transition Theory in South Africai
Politics and Society. Johannesburg: Ravan Press, 1995.
Akça, İsmet. “Uluslararası Neoliberal Kapitalizme Karşı Yeni Sendikal Strateji:
Toplumsal
Hareket
Sendikacılığı”.
http://www.sbu.yildiz.edu.tr/ismetakcayayinlar/Sendikal%20Arayislar-Ths.doc
(Erişim Tarihi: 11 Nisan 2005)
141
Akıncılar, Murad. Ekvador’da Komünarların Ertelenmiş Zaferi. Direniş Gazetesi.
Sayı: 77, 22 Şubat 2000.
Akkaya,
Yüksel.
“Küreselleşme,
Sendikalaşma
ve
Yoksullaştırma”.
http://www.ceterisparibus.net/arsiv/y_akkaya6.doc (Erişim Tarihi: 14 Nisan
2005)
Akkaya, Yüksel. “Toplumsal Hareket Sendikacılığı: Ne Kadar Eski, Ne Kadar Yeni”.
http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=1214 (Erişim Tarihi: 17 Ağustos 2005)
“Almanya’da Spartakistler”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.3.
İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975.
Amin, Samir, Chomsky ve Andre Gunder Frank. Düşük Yoğunluklu Demokrasi. Çev.
Ahmet Fethi, 1. Baskı, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1994.
Ansal, Hacer. “Esnek Üretimde İşçiler ve Sendikalar”. Birleşik Metal-İş Dergisi.
http://members.tripod.com/~metalworkers/yayin/esnek3.htm (Erişim Tarihi: 16
Aralık 2005)
Ansal, Hacer. Teknolojinin Taraflılığı ve Üretim İlişkileri. 1.Baskı, İstanbul:
Onbirinci Tez Kitap Dizisi, 1986.
Anweiller, Oscar. Rusya’da Sovyetler. Çev. Temel Keşoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Ayrıntı
Yayınevi, 1990.
Avrich, Paul. Anarşist Portreler-I. Çev. Osman Akınhay, 1. Baskı, İstanbul: Sarmal
Yayınevi, 1992.
“Avrupa’da Anarşizm”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.1. İstanbul:
Gelişim Yayınları, 1975.
142
Azul, Rafael. “Brezilya: Lula’nın İlk 100 Günü-Yoksullar İçin Kemer Sıkma, Zenginler
İçin Vergi İndirimi”. http://www.wsws.org/tr/2003/may2003/lula-m06.shtml
(Erişim Tarihi: 11 Mart 2006)
Beer, Max. Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi. Çev. Galip Üstün, 3.
Baskı, İstanbul: Can Yayınları, 1989.
“Belgeler”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. C.2. İstanbul:
İletişim Yayınevi, 1988.
Bilim ve Sosyalizm Yayınları. (Der.) Pekin Moskova Çatışması. Çev. Gaybiköylü, 5.
Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1998.
Brunhoff, Suzanne De. Devlet ve Sermaye. Çev. Kuvvet Lordoğlu, 1. Baskı, Ankara:
İmge Yayınevi, 1992.
“Bu Düzende İş Yok”. http://www.bilgibeykoz.net/default.aspx?pid=16791&nid=4735
(Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006)
Burchett, Wifred G. Vietnam Kazanacak! Çev. F. Ayöz, Son Baskı, Ankara: Teori
Yayınları, 1980.
Calderon, Hugo, Jaime Ensignia ve Eugenio Rivero. Friedman Modeli Kıskacında
Şili. Çev. Neşe Ümit, 1.Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1983.
Carr, E. H. Bolşevik Devrimi 1. Çev. Orhan Suda, 1. Baskı, İstanbul: Metis Yayıncılık,
1989.
Castanho, Carlucio. Brezilya İşçi Partisi Deneyimi. Der. Ergun Aydınoğlu, İstanbul:
Belge Yayınları, 1991.
Chossudovsky, Michel. Yoksulluğun Küreselleşmesi. Çev. Neşenur Domaniç, Çivi
Yazıları, 1998.
143
Claudin, Fernando. Komintern’den Kominform’a Komünist Enternasyonal’in
Bunalımı. Çev. Yavuz Alogan, C.1. Belge Yayınları, 1989.
Clausewitz, Carl von. Savaş Üzerine. Çev. Şiar Yalçın, 1. Baskı, İstanbul: May
Yayınları, 1975.
Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu. “Yeni Bir Toplumsal Öz-örgütlenme
Modeli
COBAS
(Taban
Komiteleri
Konfederasyonu)”.
http://www.sendika.org/yazi_no=1088 (Erişim Tarihi: 27 Ekim 2004)
COBAS Sözcüsü Piero Bernocchi ile 11-12 Ocak 2003 tarihli Die Junge Welt
Gazetesinde Yapılan Söyleşi. “İtalya’da Taban Sendikası Deneyimi: COBAS”.
Çev.
Mahmut
Gündoğdu,
http://www.siyasigazete.net/2003/02/d1.htm#top
(Erişim Tarihi: 12 Nisan 2005)
CONAIE. “Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu”. Novaya Gazeta. 22 Ocak 2004,
http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=4 (Erişim Tarihi: 08
Nisan 2006)
“Çekik Gözlü Sendikacılık”. Birleşik Metal İşçileri Sendikası Sendikam Dergisi.
Sayı: 6, İstanbul, Ocak 2006.
Çelik, Aziz. “AB Hukukunda Sendikal Haklar ve Türkiye’nin Uyum Sorunları”.
http://www.kristalis.org.tr/ABHukukundaSendikalHaklarveTurkiyeninuyumsoru
nları.doc (Erişim Tarihi: 13 Ağustos 2005)
Çelikkol,
Güneş.
“Arjantin:
Reformsuz
ve
Alternatifsiz
Reformizm”.
http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=162 (Erişim Tarihi:
06 Nisan 2006)
Çidamlı, Çiğdem. “Emeğin Avrupa’sı”: İşçi Sınıfını Birleştiren Değil, Bölen Bir
Slogan. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1370 (Erişim Tarihi: 28
Nisan 2006)
144
Çidamlı, Çiğdem. Güney’in Yanıtı. Yön Dergisi. İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Sayı: 1,
Şubat 95.
Davis, Horaca B. Sosyalizm ve Ulusallık. Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, İstanbul:
Belge Yayınları, 1991.
Dayanışmaevleri. “Dayanışmayı Birlikte Örelim”. http://dayanismaevleri.org/ (Erişim
Tarihi: 03 Mayıs 2006)
“Demokratik İşçi Partisi: Güney Kore Parlamentosunda Üçüncü Büyük Partiwww.kctu.org”. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=462 (Erişim Tarihi:
19 Mart 2005)
“Deneyim ve Olanaklarımızı Paylaşıyor, Sorunlarımıza Ortak Çözümler Arıyoruz”.
http://www.kozonline.org/arsiv/PDK30/PDK30_56.htm
(Erişim
Tarihi:
01
Mayıs 2006)
Desai, Ashwin. “Güney Afrika’da Yeni Liberalizm ve Direniş”. Çev. Sendika.org,
Monthly Review Dergisi. Ocak 2003.
Deutscher, Isaac. Tarihin İronileri. Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Belge
Yayınları, 1991.
Dimitrov, Georgi. Faşizme Karşı Birleşik Cephe. 2. Baskı, Ankara: Maya Yayınları,
1974.
DİSK. “DİSK Tarihi”. http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=28
(Erişim Tarihi: 24 Nisan 2006)
Doğruer, A. Can. “Toplumsal Hareket Sendikacılığı Tartışmaları Üzerine Birkaç
Hatırlatma ve Bir Örnek”. http://sendika.org/yaziphp?yazi_no=130 (Erişim
Tarihi: 10 Ekim 2005)
145
DSF. Dünya Sendikalar Federasyonu. Çev. Muhsin Selem, 1. Baskı, İstanbul: Amaç
Yayıncılık, 1988.
Duclos, Jacques. Birinci Enternasyonal. Çev. Ö. Ufuk, 2. Baskı, İstanbul: Sorun
Yayınları, 1988.
Dünyadan Enformel Sektörde Bir Örgütlenme Deneyimi, Hindistan’da Serbest Çalışan
Kadınlar Örgütü: SEWA. Yeni Direniş Dergisi. Sayı: 2, Haziran 2003.
Eliaschev, Tomas. Söz Alınteri Kurultayı Notları. Halay Düğün Salonu 4. Levent
Sanayi Mahallesi Girişi, 11-12 Mart 2006.
Emek
Çalışmaları
Merkezi.
“Emek
Çalışmaları
Merkezi
Kuruldu”.
http://www.halkevleri.org.tr/index.php?eylem=yazi_oku&no=12 (Erişim Tarihi:
03 Mayıs 2006)
Engels, Friedrick. “1890 Almanca Baskıya Önsöz”,
www.kurtuluscephesi.com/marks/manifesto.html
Komünist Parti Manifestosu.
(Erişim Tarihi: 14 Eylül
2005)
Engels, Friedrich. İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu. Çev. Yurdakul Fincancı, 1.
Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1987.
Engels, Friedrich. Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm. 7. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları,
1994.
Erder, Sema. ‘Yeni’ Yoksulluk ve ‘Yeni’ Modeller. Kızılcık Dergisi. Mart 2004, ss. 3842.
Fine, Ben, Gerd Hardach ve Dieter Karras. Sosyalist İktisadi Düşüncenin Kısa Tarihi.
Çev. Sabri Çaklı, Ankara: İmge Yayınevi, 1993.
Fiori, Guiseppe. Bir Devrimcinin Yaşamı: A. Gramsci. Çev. Kudret Emiroğlu, 1.
Baskı, Ankara: V Yayınları, 1989.
146
Foner, Philip. Mayıs Günleri. Çev. Şen Süer Kaya, 1. Baskı, İstanbul: Bibliotek
Yayınları, 1996.
Foster, John Bellamy. Marks ve Enternasyonalizm. Cosmopolitik Dergisi. Çev. Ali
Ekber, İlkbahar-Yaz 2002, sayı: 3, ss. 11-22.
“Fransa’da İşsizlerin Mücadelesi Üzerine Birkaç Not…”. Yeni Dünya İçin Çağrı
Gazetesi.
25
Mart
http://www.ydicagri.com/Sayilar/011/11yid_fransa.html
1998,
(Erişim Tarihi: 24
Mart 2006)
Fuentes, Federico. “Bolivya: Kimin Kazandığı Farketmez, El Alto Savaşacak”.
http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=359 (Erişim Tarihi:
09 Nisan 2006)
Furdeck,
Connie.
“Conference
Workshop
on
Social
Movement
Unionism”.
http://www1.minn.net/~nup./workshop.htm (Erişim Tarihi: 21 Ocak 2005)
Furet, François. Fransız Devrimini Yorumlamak. İstanbul: Alan Yayıncılık, 1989.
Galman, C. ve Diğerleri. Paris Komünü ve Marksizm. Çev. Kenan Somer, 1. Baskı,
İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1996.
Giap, Vo Nguyen. Halk Savaşı Halk Ordusu. 1. Baskı, Çev. M. Ardos, Ankara: Sol
Yayınları, 1968.
Gouveneur, Jacques. Kapitalist Ekonominin Temelleri. Çev. Fikret Başkaya, 1. Baskı,
Ankara: İmge Yayınları, 1997.
Gramsci, Antonio. İtalya’da İşçi Konseyleri Deneyimi. Çev. Yusuf Alp, 1. Baskı,
İstanbul: Belge Yayınları, 1989.
147
Guérin, Daniel. Fransa’da Sınıf Mücadelesi 1793-95. Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı,
İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1986.
Guevara, Ernesto Che. Ekonomi ve Sosyalist Ahlak. 1. Baskı, Çev. Mehmet Atilla,
İstanbul: Evren Yayınları, 1977.
Gülmez, Mesut. Uluslararası Sosyal Politika. Ankara: TODAİ Yayınları, 2000.
“Gülnur
Acar-Savran’la
Söyleşi:
Diyalektik
Feminizm,
Siyasi
Gazete”.
http://www.siyasigazete.net/sayi_12/index.php?SayfaX=25 (Erişim Tarihi: 20
Mart 2006)
“Güney
Afrika
Topraksızlar
Hareketi’nin
Kuruluşu
ve
Amaçları”.
http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=29 (Erişim Tarihi:
14 Mart 2006)
“Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketi Politikleşirken”. Yön Dergisi. Sayı: 20, İstanbul:
Okyanus Yayıncılık, Ocak-Şubat 2000.
“Halk Kültür Merkezi Haberleri”. http://www.barikat-lar.de/barikat/27/haber27.htm
(Erişim Tarihi: 04 Mayıs 2006)
Halkın Sözleşmesi (Çartizm Bildirgesi). http://canaktan.org/hukuk/insan-haklari/magnacarta/halkin_sozlesmesi.htm (Erişim Tarihi: 19 Eylül 2005)
Hava-İş
Sendikası.
“Dünya
Sendikal
Hareketi”.
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=115 (Erişim Tarihi: 30 Aralık 2005)
Houghton, Juan, ve Beverly Bell. “Latin American Indigenous Movements in the
Contextof
Globalization”.
http://www.globalpolicy.org/globaliz/special/2004/1011indigenous.htm (Erişim
Tarihi: 21 Şubat 2005)
148
Hylton, Forrest. “Halk Ayaklanması ve Ulusal Devrim: Bölgesel ve Tarihsel Bağlamda
Bolivya”. Çev: İlker Kabran, Conatus Çeviri Dergisi, Sayı: 1, 31 Ekim 2003,
http://www.zmag.org/Turkey/fh311003.htm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006)
“I. Enternasyonal”. Sosyalist Barikat/Aylık Sosyalist Dergi. 16. Sayı, Ekim 2003,
http://www.barikat-lar.de/barikat/16/tarih16.htm (Erişim Tarihi: 19 Eylül 2005)
Istituto di Studi Sul Capitalizmo. “Bugüne Gelindiğinde, Manifesto Üzerine Bazı
Görüşler”.
Çev.
Mai
ve
Küreselleşme
Karşıtı
Çalışma
Gurubu,
http://antimai.org/rp/rpmanifesto.htm (Erişim Tarihi: 9 Şubat 2006)
Işıklı, Alpaslan. Sendikacılık ve Siyaset. 4. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1990.
İlerici Emek İttifakı (Alliance of Prograssive Labor-APL). http://www.apl.org.ph/APL
PrimerIndex.htm (Erişim Tarihi: 11 Mart 2006)
Joll, James. II. Enternasyonal. Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge
Yayınları, 2002.
Julien, Claude. Amerikan İmparatorluğu. Çev. Tahsin Saraç ve Aysel Gülercan, 1.
Baskı, Ankara: Hitit Yayınları, 1969.
Karadağ, Şengül, ve Serpil İlgün. “89 Bahar Eylemleri: Böyle Olur İşçilerin Baharı”.
http://www.sendikanet.org/tr/modules/news/article.php?storyid=23
(Erişim
Tarihi: 27 Nisan 2006)
Kartal, Kamil. Kişisel Görüşme. 2006.
Kemalbay, Serpil. “Yoksulluk ve İşsizlikle Mücadelede Dayanışmanın Önemi”.
http://www.sav.org.tr/yazialmanak.asp?curyazi=Sen_yok_01_S_Kemalbay.htm
(Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006)
KESK. “Tarihçe”. http://www.kesk.org.tr/kesk.asp?sayfa=tarih (Erişim Tarihi: 03
Mayıs 2006)
149
Kıvılcımlı,
Hikmet.
“Bilimsel
Sosyalizmin
Doğuşu”.
http://www.comlink.de/demir/kivilcim/eserler/bilimsel/html (Erişim Tarihi: 13
Ağustos 2005)
Klein, Naomi. NO LOGO: Küresel Markalar Hedef Tahtasında. İstanbul: Bilgi
Yayınları, 2002.
Koç, Ferda. “Güvencesiz İstihdama Karşı Mücadelenin Sendikal Stratejisi”.
http://www.sendika.orgyazi.php?yazi_no=1903 (Erişim Tarihi: 3 Mart 2005)
Koç, Yıldırım. Sendikal Eğitim Notları. 1. Baskı, Ankara: Öteki Yayınevi, 1994.
“Komünist
Enternasyonalde
Sendikalar
Sorunu”.
Çev.
marksist.com,
http://www.marksist.com/kitaplik/ceviriler/Sendikalar%20.htm (Erişim Tarihi:
21 Aralık 2005)
“Kore
Sendikalar
Konfederasyonu
(KCTU)
2004
Yılı
Raporu”.
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1782 (Erişim tarihi: 16 Şubat 2005)
Kutal, Metin. Türk Sendikacılığını Çevreleyen Olumsuz Koşullar, Özellikler ve Yeni Bir
Yapılanma İhtiyacı. Birleşik Metal-İş Çalışma ve Toplum Dergisi. 2005/2.
Kuyucuklu, Nazif. İktisadi Olaylar Tarihi. 1. Baskı, İstanbul: Gür-Ay Matbaası, 1985.
“Küba Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi. C.1. İstanbul: Gelişim
Yayınları, 1975.
Lenin, V. İ. Bir Adım İleri İki Adım Geri. Çev. Yurdakul Fincancı, 4. Baskı, İstanbul:
Sol Yayınları, 1979.
Lenin, V. İ. Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği. Çev. Muzaffer
Erdost, 6. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1992.
150
Lenin, V. İ. Devlet ve İhtilal. 6. Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1978.
Lenin, V. İ. Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması. Çev. Cemal Süreya, 9.
Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1992.
Lenin, V. İ. Marx-Engels-Marxizm. 2. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1990.
Lenin, V. İ. Ne Yapmalı? Çev. Gün Başarır, 1. Baskı, Ankara: Başak Yayınlar, 1990.
Lenin, V. İ. Nisan Tezleri. Çev. M. Ardos, 4. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1989.
Lenin, V. İ. Proleter Devrim ve Dönek Kautsky. Çev. Süheyla Kaya ve İsmail Yarkın,
1. Baskı, Ankara: İnter Yayınları, 1996.
Lenin, V. İ. “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı. Çev. Osman Saidoğlu, 2.
Baskı, İstanbul: Yorum Yayınları, 1993.
Lenin, V. İ. Sosyalizm ve Savaş. Çev. N. Solukçu, 6. Baskı, Ankara: Sol Yayınları,
1992.
Lenin, V. İ. Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları. Çev. Yurdakul Fincancı, 2.
Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1993.
Lewerenz, Elfriede. Komünist Enternasyonalde Faşizmin Tahlili. Çev. Yalçın
Doğan, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1979.
Losovsky, A. S. Sendikalar Üzerine 1. Çev. İsmail Yarkın, 1. Baskı, İstanbul: İnter
Yayınları, 1988.
Lucas,
Kintto.
“Brezilya
Topraksızlar
Hareketi”.
Çev.
R.
http://www.uzaklar.net/html/brezilya_topraksız_koyluler_ha.html
Tarihi: 12 Mart 2005)
Luxemburg, Rosa. Sermaye Birikimi. İstanbul: Alan Yayınları, 1986.
151
H.
Kömür,
(Erişim
Luxemburg, Rosa. Siyasal Yazılar. 1. Baskı, Ankara: V Yayınları, 1989.
Luxemburg, Rosa. Sosyal Reform mu Devrim mi? Çev. Nihal Yılmaz, 1. Baskı,
İstanbul: Belge Yayınları, 1993.
Macun, Ian. “Akıntıya Karşı? Güney Afrika Sendikal Hareketinin Yapısı ve Gelişme
Sorunları. 1979-1995”.
Marcus, Bruce. (Der.) Nikaragua: Devrimin Stratejisi. Çev. R. Şen Süer, 1. Baskı,
İstanbul: Bibliotek Yayınları, Aralık 1987.
Marx, Karl. Felsefenin Sefaleti. Çev. Ahmet Kardam, 4. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları,
1991.
Marx, Karl. Fransa’da İç Savaş. Çev. Kenan Somer, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları,
1991.
Marx, Karl. Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850. Çev. Sevim Belli, 3. Baskı,
Ankara: Sol Yayınları, 1988.
Marx, Karl. Kapital. C.1. Çev. Alaattin Bilgi, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1975.
Marx, Karl. Lois Bonaparte’nin 18 Brumaire’i. Çev. Ahmet Acar, 2. Baskı, İstanbul:
Yorum Yayınları, 1993.
Marx, Karl ve Friedrick Engels. Alman İdeolojisi. Çev. Sevim Belli, 2. Baskı, Ankara:
Sol Yayınları, 1987.
Marx, Karl ve Friedrick Engels. Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi. Çev. M.
Kabagil, 3. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1989.
Marx, Karl ve Friedrick Engels. Komünist Parti Manifestosu. Çev. Sol Yayınları
Yayın Kurulu, Ankara: Sol Yayınları, 1997.
152
Marx, Karl ve Friedrick Engels. Seçme Yazılar. C.2. 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları,
1977.
Mavioğlu,
Ertuğrul.
“Türkiye
Muhalefetini
Arıyor-10”.
08
Nisan
2004,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=112591 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs
2006)
Mavioğlu,
Ertuğrul.
“Türkiye
Muhalefetini
Arıyor-15".
06
Mart
2005,
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=145629 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs
2006)
Michaels, Alvaro. “Ekvador: Protestolar Emperyalizm’in Planlarını Tehdit Ediyor”.
http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=49 (Erişim Tarihi:
08 Nisan 2006)
Milliyet. 7 Kasım 2005, s. 8.
Minh, Ho Şi. Milli Kurtuluş Savaşımız 1920-67. Çev. Murat Devrim, Ankara: Toplum
Yayınevi, 1968.
Minibaş, Türkel. DTÖ ve Türkiye Semineri. Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans
Salonu, 21 Aralık 1999.
Mires, Fernando. Latin Amerika’da Militarizm Devlet ve Demokrasi. Der. Ragıp
Zarakolu, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1985.
Molyneux, John. Marksizm ve Parti. Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Belge
Yayınları, 1991.
MST. “Topraksız Köylüler Hareketi: MST’nin Brezilya Halkına Bildirgesi”.
http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=2
12 Nisan 2006)
153
(Erişim Tarihi:
Munck, Ronaldo. Uluslararası Emek Araştırmaları. Çev. Cenk Aygün, 1. Baskı,
Ankara: Öteki Yayınevi, 1995.
Müftüoğlu,
Özgür.
“ETUC
Kimin
Temsilcisi”.
16
Mayıs
2003,
http://www.evrensel.net/03/05/16/kose.html#3 (Erişim Tarihi: 28 Nisan 2006)
Müftüoğlu, Özgür. “Hem AB’den Hem Emekten Yana Olunur mu?” 09 Mayıs 2003,
http://www.evrensel.net/03/05/09/kose.html#3 (Erişim Tarihi: 28 Nisan 2006)
Ngwane, Trevor. Kasaba Kıvılcımları.New Left Review Dergisi. 2003-Türkiye Seçkisi,
Çev. Ebru Kılıç, 1. Baskı, İstanbul: Agora Kitaplığı, Temmuz 2004, ss. 191-209.
Nikitin, P. Ekonomi Politik. Çev. Hamdi Konur, 8. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1995.
Nkrumah, Kwame. Emperyalizmin Son Aşaması Yeni Sömürgecilik. Çev. A. Sarıca,
1. Baskı, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1966.
Novelli, Mario. “SINTRAEMCALİ&Social Movement Unionism: A Case Study of
Bottom-up Globalisation in Colombiya, England: University of Bristol”.
http://www.genie-tn.net/papernov.htm (Erişim Tarihi: 30 Mart 2006)
Önder,
İzzettin.
“TÜPRAŞ
İçin
Yurttaş
Hareketi”.
http://www.iscikonseyi.org/modules.php?name=News&file=article&sid=2921
(Erişim Tarihi: 22 Nisan 2006)
Öngen, Tülin. Küresel Kapitalizm ve Sermayenin Yeni Hegemonya Stratejileri. Petrolİş 2000-2003. Petrol-İş Yayınları, İstanbul, 2003, ss. 29-46.
Özgüven, Oya. “Mai ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Gurubu Bolivya Raporu”.
http://www.antimai.org/bn/bnbolivya.htm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006)
Özuğurlu, Metin. Anadolu’da Küresel Fabrikanın Doğuşu. 1. Baskı, İstanbul: HE
Emek Çalışmaları Merkezi Bilimsel Yayınlar-1, 2005.
154
Payer, Cheryl. Borç Tuzağı. Çev. Reşit Ergener, 1.Baskı, İstanbul: Yalçın Yayınevi,
1981.
Petras, James. “Arjantin’de İşsiz İşçiler Hareketi”. Cosmopolitik Dergisi. Çev. Cevdet
Aşkın, http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=164 (Erişim
Tarihi: 06 Nisan 2006)
Petras, James. “Lula’ya Ne Oldu?” http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=3143
(Erişim Tarihi: 17 Ağustos 2005)
Petras, James. “Morales Yanılsaması: Popülist Retorik Aydınların Afyonu”.
http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=406 (Erişim Tarihi:
09 Nisan 2006)
Petras,
James.
“MST’nin
Toplumsal
Dinamikleri”.
Çev.
Cevdet
Aşkın,
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=265 (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006)
Petras, James. “Neo-Liberalizme Karşı Köylü Muhalefeti”. Çev. Cosmopolitik,
http://www.uzaklar.net/html/html/koylu_muhalefeti-j_petras.html
(Erişim
Tarihi: 12 Nisan 2006)
Petras, James. Parasız Eğitim-Parasız Sağlık Paneli. Bahçelievler Halkevi, 6 Ekim
2005.
Ponting, Janson. Social Responsibility and Pension Schemes Administered by Trade
Unions. Johannesburg: Rand Africans University Press, 2000.
Poulantzas, Nicos. Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar. Çev. Şen Süer ve Fevzi
Topaçoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1992.
Prasartset,
Suthy.
“The
grassroots
movement
for
change
in
Thailand”.
http://www.dsp.org.au/apiaustralia/apsc-sp.htm (Erişim Tarihi: 14 Ocak 2005)
Sabah. 23 Aralık 2005, s. 7.
155
“Sanayi Devrimi”. http://tr.wikipedia.org/wiki/Sanayi_devrimi (Erişim Tarihi: 01 Aralık
2005)
Sarıca, Murat. 100 Soruda Fransız İhtilali. İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1970.
Savran, Sungur. “Brezilya’da Lula Hükümetinin Bir Yılı Post-Leninizmin İflası”.
http://www.iscimucadelesi.net/dergi/on/lula/10.htm (Erişim Tarihi: 06 Mart
2006)
Scioces, Kim. Üçüncü Dünyadaki Yeni Emek Hareketlerini Anlamak: Toplumsal
Hareket Sendikacılığının Doğuş. Yön Dergisi. Mart 1999, Sayı: 7.
Seidman, G. Militance: Workers Movements in Brazil and South Africa. Berkeley:
University of California Press, 1994.
Selçuk, Fatma Ülkü. Enformal Sektörde İşçi Örgütleri. Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1999.
Sencer, Oya. Türkiye’de İşçi Sınıfı. 1. Baskı, İstanbul: Habora Yayınları, 1969.
Sendika Bizim Anamız. Yön Dergisi. İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Mayıs-Haziran 95.
Sertlek,
Tufan.
“Neo
Liberalizm
Avrupa’yı
da
Sarsmaya
Başlıyor!”
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=599 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006)
Sosyalist Barikat Dergisi. “İşsizlik ve Yoksulluğa Karşı Mücadele Türkiye Deneyimleri
ve
Görüşler”.
http://www.barikat-lar.de/barikat/29/turkiyedeneyimleri.htm
(Erişim Tarihi: 04 Mayıs 2006)
Soyak, Alkan. Küreselleşme. 1. Baskı, İstanbul: Om Yayınları, 2002.
Stalin, Josef. Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu. Çev. Muzaffer Erdost,
5. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1994.
156
Struik, Dirk J. “Komünist Manifesto”nun Doğuşu. Çev. Muzaffer Ardos, 1. Baskı,
İstanbul: Sol Yayınları, 1976.
Sundar,
K.
R.
Shyam.
“Organizing
the
Unorganized”.
http://www.india-
seminar.com/2003/531/531%20.k.r.%20shyam%20sundar.htm (Erişim Tarihi:
23 Şubat 2006)
Sung, Kim İl. Kore Devrimi Üzerine. Çev. F. Çalışır, 1. Baskı, Ankara: Teori
Yayınevi, 1975.
Sülker, Kemal. Türkiye Sendikacılık Tarihi. 1. Baskı, İstanbul: Bilim Yayınevi, 1987.
Sweezy-Baran-Magdoff. Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı. Çev. Yıldırım Koç, 1. Baskı,
Ankara: Bilgi Yayınevi, 1975.
Şakar, Müjdat. İş Hukuku Uygulaması. 5. Baskı, İstanbul: Beta Basım, 2003.
Şaylan, Gencay. Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi. 1. Baskı, Ankara:
İmge Kitabevi, 1995.
Şaylan,
Gencay.
“Küreselleşmenin
Gelişimi”,
Emperyalizmin
Yeni
Masalı:
Küreselleşme, İstanbul: İmge Yayınları, 1997, ss. 9-21
Şenel, Alaeddin. Siyasal Düşünceler Tarihi. 3. Baskı, Ankara: V Yayınları, 1991.
Şişmanov, Dimıtır. Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi. Çev. Ayşe-Ragıp Zarakolu, 2.
Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1990.
Tanla,
Bülent.
“Arjantin
Raporu
Cumhuriyet
Halk
Partisi”.
http://www.belgenet.com/rapor/arjantin.html (Erişim Tarihi: 02 Şubat 2004)
T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı. “1923’ten Günümüze Türkiye Ekonomisi”.
http://www.dtm.gov.tr/Ekonomi/Trkekon.htm (Erişim Tarihi: 22 Nisan 2006)
157
Thomas,
Jean
Paul.
“Siyaset
Felsefesi
Sözlüğü”.
Çev.
İsmail
Yerguz,
http://www.felsefe.gen.tr/sosyalizm.asp, (Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2005)
Thompson, E.P. İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu. Çev. Uygur Kocabaşoğlu, 1. Baskı,
İstanbul: Birikim Yayınları, 2004.
Tünay, Muharrem. Siyasal Tarih. 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1995.
Türkiye İktisatçılar Birliği. Günümüzde Emperyalist Sömürü Mekanizması.
Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara: TİB Yayınları, 1976.
Uygur, Çetin. (Der.) Dinazorların Krizi. 2. Baskı, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1992.
Uygur, Çetin. Kişisel Görüşme. 2006.
Vahruşev, Vasili. Yöntemleri ve Manevralarıyla Yeni-Sömürgecilik. Çev. Cemil
Aslan, 1. Baskı, İstanbul: Konuk Yayınları, 1978.
Wallerstein,
Immanuel.
“Bolivya,
Bush
ve
Latin
Amerika”.
http://www.binghamton.edu/fbc/124-tr.thm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006)
Wallerstein,
Immanuel.
“Brezilya
ve
Dünya-Sistem:
Lula
Dönemi”.
http://www.binghamton.edu/fbc/120-tr.htm (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006)
Wallerstein,
Immanuel.
“Lula:
Umut
Korkuyu
Yendi”.
100.
Yorum.
http://www.binghamton.edu/fbc/100-tr.htm (Erişim Tarihi: 15 Temmuz 2005)
Walraff, Günter. Nikaragua’nın İçinden. Çev. Emin Karaca, 1. Baskı, İstanbul: A
Yayınları, 1989.
Waterman, Peter. “Adventures of Emancipatory Labour Strategy as the New Global
Movement
Challenges
International
Unionism”.
http://jwsr.ucr.edu/archive/vol10/number1/pdf/jwsr-v10n1-waterman.pdf
(Erişim Tarihi: 27 Mart 2005)
158
Waterman, Peter. “Social Movements, Local Places and Globalised Spaces-Implications
for-Globalisation From Below, IMF’ye Karşı Halk Konferansı Dökümanları”.
Woodcock, George. Anarşizm. Çev. Alev Türker, 2. Baskı, İstanbul: Kaos Yayınları,
1997.
Woods,
Alan.
“Arjantin
Devrimi
İçin
Perspektifler”.
http://www.marxist.com/languages/turkish/arjantin_perspektifler.html
(Erişim
Tarihi: 04 Nisan 2006)
Yaraşır,
Volkan.
“Esneklik
Militanlık;
Güney
Kore
İşçi
Hareketi-2”.
http://www.evrensel.net/02/03/06/dosya.html (Erişim Tarihi: 10 Mart 2006)
Yaraşır, Volkan. Uluslararası İşçi Hareketleri 1. 1. Baskı, İstanbul: Bibliotek
Yayınları, 1997.
Yeğin, Metin. Topraksızlar. 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2004.
Yeniçeltek Direnişi Bugüne Işık Tutuyor. İşçilerin Sesi Dergisi. 12 Şubat 1990, Sayı:
13.
Yeniçeltek Dosyası-1. İşçilerin Sesi Dergisi. 14 Mart 1990, Sayı: 14.
Yeniçeltek Dosyası-2. İşçilerin Sesi Dergisi. 30 Mart 1990, Sayı: 15.
Yeni Sendikacılık, Yön Dergisi, Ağustos-Eylül 95, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Sayı:
4.
Yön Dergisi. Toplumsal Hareket Sendikacılığı Broşürü. İstanbul: Okyanus Yayınevi,
1997.
Yurtsever, Haluk. “1848 ve 1918 Devrimleri”. (Gelenek Dergisi sayı 78’den alınmıştır.)
http://www.uzaklar.net./html/1848ve1918devrimleri.html
Eylül 2005)
159
(Erişim Tarihi: 14
“Zanon
İşgal
Fabrikası
Mücadelesi”.
http://wildcat-www.de/tr/a027t_ar.htm;
http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=158
11 Nisan 2006)
160
(Erişim Tarihi:
Download