GİRİŞ 1970’li yıllarla birlikte sermaye, neo-liberal politikalar çerçevesinde yeni bir yapılanma sürecine girmiştir. Bu süreçte finans sermayesinin önemi artmış; esnek üretim uygulamalarına geçilmiş ve devletin sosyal işlevi ortadan kaldırılmaya başlanmıştır. İşçi sınıfının tarihsel -ekonomik ve sosyal- kazanımları geri alınmaya çalışılmıştır. Bu politikaların bir sonucu olarak; çalışma koşullarında oluşturulan güvencesizlik, işçi sınıfının bütününü ilgilendiren bir sorun olmaya başlamıştır. Geleneksel sendikal örgütlenmeler, bu dönemde işçi sınıfının haklarını savunacak ve bu hakları ilerletecek bir kavrayışa sahip olamamışlardır. Bu yüzden; neo-liberal politikalara karşı işçiler, bulundukları yerlerden tepkilerini ortaya koymaya ve taleplerini savunmaya başlamışlardır. 1970’lerin sonu ile birlikte G. Afrika, Brezilya, G. Kore ve Filipinler’de hayata geçen işçi hareketleri hızla güçlenmişler ve ilerici toplumsal süreçlerin sürükleyicisi haline gelmişlerdir. Hareketlerin genel çerçevesini, emek hareketi teorisyenleri, toplumsal hareket sendikacılığı kavramsallaştırmasıyla açıklamaya çalışmışlardır. Bu tartışma son on yıldır ülkemizde de emek hareketinin bileşenleri olan akademisyenler, sendikacılar ve demokratik kitle örgütleri temsilcileri tarafından yapılmaktadır. Toplumsal hareket sendikacılığı tartışmaları, dünyada ve Türkiye’de toplumsal dönüşümü sağlayacak bir emek hareketinin oluşturulması olarak algılanmalıdır. Bu noktadan tartışma; son on yıllardaki yeni işçileştirme dalgası ve onun hareket biçimlerini kavrama; uğrak noktalarını ve gelişimini anlayabilme; bu harekete emek hareketinin ekonomik-toplumsal kazanımları noktasında müdahale edebilme tartışmasıdır. Buradan bakıldığında toplumsal hareket sendikacılığı tartışması alternatif bir model oluşturma değil, devletten ve sermayeden bağımsız bir emek hareketinin oluşturulması çabasıdır. Ancak emek hareketi teorisyenlerinin bir ülkeyi model alma; güvencesiz işçi hareketlerini ve köylü hareketlerini yeterince dikkate almama veya sendika-siyaset 1 ilişkisini yeterince açık kavrayamama-açıklayamama gibi eksik yaklaşımları; toplumsal hareket sendikacılığının anlaşılmasındaki en önemli handikapları oluşturmaktadır. Çalışmamızda toplumsal hareket sendikacılığı kavramı, yeni işçi hareketlerinin çerçevesini ve emek hareketi teorisyenlerinin bu hareketlere yaklaşımlarını temel alarak ifade edilmiştir. Ancak kavramsal çerçeve genişletilerek, bu görüşlerden farklı olarak; proleter hareket geniş anlamda ifadelendirilmiştir. Dünya ve ülkemizdeki emek hareketi dinamizminin kökenleri, hareket biçimleri tartışılmış ve çözüm önerilerinin satırbaşları oluşturulmaya çalışılmıştır. Çalışmada emek hareketinin geçmişine de geniş bir biçimde değinilmiştir. Geçmişe dair değerlendirmenin gerekçesini, tarihi emek cephesinden okuma zorunluluğu oluşturmuştur. Buradaki emek hareketinin geçmişinin değerlendirmesinde çıkış noktası, günümüz değerlendirmesidir. Geçmiş değerlendirmesi yapılırken; emek hareketinin başlıca uğrak noktalarının, yengilerinin ve zaaflarının genel çerçevesini oluşturmakla yetinilecektir. Yine geçmiş emek hareketi tartışmasını yapmak, tarihten olumlu-olumsuz dersler çıkarmak; bugünü ve geleceği kurma çabasını göstermek olarak algılanmalıdır. Çalışmada sınıf mücadelesinin algılanış yöntemi de dikkat edilmesi gereken bir diğer noktadır. Sınıf mücadelesi, burjuvazi ile işçi sınıfının düzenli ordularının kendi bayrakları altında birbirleriyle savaşa tutuşması değildir. Sınıf mücadelesi, tarihte son derece zengin dolayımlar aracılığıyla yürümüştür. İç savaştan ulusal kurtuluş hareketlerine, siyasi reform hareketlerine, eşkıyalık hareketlerine vb. uzanan bir yelpazede farklı biçimlere bürünen ve bazen bunların birkaç tanesi ile örtülü bir mücadeledir. Birinci bölümde kapitalist ilkel birikime, takiben Sanayi ve Fransız Devrimleri ile birlikte yaşanan büyük dönüşüme değinilmiştir. Bu süreçte kapitalist sistemin hayata geçmesiyle birlikte yaşanan kitlesel yoksullaşma-işsizlik vb. sonuçlar, karşılığında geleneksel toplumsal yapının korunma mücadelesi ve yeni sisteme karşı verilen ilk kitlesel tepkiler incelenmiştir. Gelişen işçi hareketlerinin merkezi-ulusal bir örgütlenme rotasına girmesi ve kapitalist sisteme yönelik ilk eleştiriler ele alınmıştır. Bilimsel sosyalizmin oluşmasıyla birlikte ivme kazanan işçi hareketlerinin Paris Komünü mücadelesi ve paralelinde yasallaşma, parlamentoda bağımsız bir sınıf olarak temsil 2 edilme mücadelesinin gelişim seyri ortaya konulmuştur. Yine 19.yy.ın son çeyreğinde, yasal-parlamenter mücadelenin gelişim seyrini takiben burjuvazinin işçi hareketlerini kontrol altına alma çabaları olan ilk pratiklere -sosyal politika uygulamalarınadeğinilmiştir. İkinci bölümde kapitalizmin tekelci niteliğe bürünmesi temel alınarak işçi hareketleri ele alınmıştır. Bu noktada işçi partilerinin, sendikaların ve ulusal kurtuluş hareketlerinin mücadelelerine değinilmiştir. İşçi hareketlerinde 18.yy.ın sonu ve 19.yy.ın başında yaşanan büyük kırılma yine bu döneme rengini veren bir belirleyen olarak değerlendirilmiştir. Rus Devrimi’nin gerçekleşmesi, faşizme karşı işçi hareketlerinin mücadeleleri ve sömürge kurtuluş savaşları ile birlikte sosyalizmin dünyanın farklı bir toplumsal çekim merkezi oluşturmasının sonucu olarak, işçi hareketlerinin siyasal mücadelesinin belirleyen olması tespitinden süreç açıklanmıştır. Üçüncü bölümde sermayenin yeni liberal politikalar ekseninde yapılanması ile bununla çakışan işçi hareketlerinin devlet, parti, sendika vb. politik-örgütsel sorunları ifade edilmiştir. İşçi hareketlerinin geleneksel merkezlerinin gerilemesi sürecinde ortaya çıkan yeni işçi hareketlerinin ve onların örgütsel formlarının incelenmesinin; emek hareketinin tarihsel-toplumsal dönüşüm misyonunun sürekliliği açısından ön açıcı olduğu belirlemesi yapılmıştır. Yeni işçi hareketleri de 1980’lerde gelişen G. Afrika, G. Kore, Brezilya ve Filipinler gibi birinci kuşak hareketler; 1990’larda gelişen Ekvador, Bolivya ve Arjantin gibi ikinci kuşak hareketler olarak ele alınmıştır. Yine bu zamansal ayrımın yanısıra işçi hareketlerinin; bileşenleri ve uğrak noktaları açısından da özellikleri incelenmiştir. Son olarak Türkiye’de gelişen hareketler ve genel özelliklerine değinilmiştir. Tüm bu değerlendirmeler toplumsal hareket sendikacılığı kavramı çerçevesinde, kavramı geniş bir açıdan tanımlayarak ve hareketlerin somut temellerinden yola çıkılarak yapılmıştır. 3 BİRİNCİ BÖLÜM İŞÇİ HAREKETLERİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ I. Kapitalist Toplumun Doğuşu, Sanayi ve Fransız Devrimleri 16.yy. ile birlikte feodal toplum çözülmeye başlamıştır. Bu çözülme, yeni bir toplumun; kapitalist toplumun başlangıcını oluşturmuştur. Yeni toplumsal düzen, tarımsal üreticilerin ve köylülerin mülksüzleştirilmeleri-proleterleştirilmeleri temelinde gelişmiştir. Feodal toplumun çözülmesiyle birlikte para sermayesinin sanayi sermayesine dönüşmesi önündeki engeller kalkmıştır. İlk manüfaktür kentleri de çoğunlukla kıyılarda oluşmaya başlamıştır. Coğrafi keşifler sonucu gidilen Amerika’da altın ve gümüşün bulunması, Doğu Hindistan ve Afrika’da girişilen talanlar, sömürgecilik ve deniz ticareti savaşları bu dönemi karakterize eder. Feodal üretim tarzından kapitalist üretim tarzına geçilen bu süreci kısaltmak için devlet gücü kullanılır. Bu yollarla sağlanan birikim, Batı Avrupa sermayesinin temelini oluşturmuştur. Marx’a göre, bu gelişmelerle birlikte artı-değer yapımı insanlığın tek ve biricik amacı haline gelmiştir1. Kapitalist toplumun yaratılmasının temelini Sanayi ve Fransız Devrimleri oluşturmuştur. Bilim insanları, tarihsel süreç açısından olmamakla birlikte, kuramsal açıdan bağlantılı bu iki olguya “İkili Devrimler” adını koymuşlardır2. Çünkü 16.yy.dan 18.yy.a gelindiğinde kapitalizm, küreselleşme eğilimi içine girmiştir. Fransa, Belçika ve Kuzey İtalya gibi bölgelerde, feodal unsurlar çökmeye ve kapitalist unsurlar başat olmaya başlamıştır. (Tabi ki kapitalist üretimin İngiltere’de 16.yy.dan itibaren başlamasından dolayı, bu ülke, kapitalizmin başını çeken bir konumda olmuştur.) Bu açıdan kapitalizmin gelişmesinde ayrı ayrı yer tutan bu iki devrim, birbirleriyle Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt, Çev. Alaattin Bilgi, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, Temmuz 1975, s. 772. 2 Eric Hobsbawn, The Age of Revolution, Mentor Boks, New York, 1962’den aktaran Muharrem Tünay, Siyasal Tarih, 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, Nisan 1995, s. 53. 1 4 bağlantılı ve bütünleyici özelliklere sahip olmuşlardır. Yani, küresel bir kapitalist düzenin kurulmasına İngiltere’deki ekonomik-teknolojik ve Fransa’daki siyasal devrimler öncülük etmişlerdir3. Bu noktada kapitalist toplumun köşe taşlarını oluşturan düşüncelere kısaca değinmek gerekir. Burjuvazinin gelişmesiyle birlikte astronomi, fizik, fizyoloji, mekanik ve anatomi gibi bilimler yeniden canlanmaya başlamıştır. Burjuvazinin getirdiği dünya felsefesine “aydınlanma felsefesi” denmektedir. Bu felsefe ile birlikte gelen akılcılık ve ilerlemecilik ticaretin gelişmesini ve üretimin artmasını sağlamıştır. Diderot, Voltaire, Montesquieu, Rousseau ve genel anlamda “Ansiklopedi Hareketi”4 Fransız Devrimi’ni siyasal alanda çok etkilemiştir. Liberal felsefeye göre, devletin varlık sebebi bireyin doğal hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır. Locke durumu şöyle değerlendiriyor; yönetim, yönetenlerin sözleşmeden önce sahip oldukları yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi doğal haklarını çiğnerse sözleşmeyi bozmuş olur, halkın “devrim hakkı” doğar5. Liberalizm ile İngiltere’de gelişen sanayi devriminin eş zamanlı oluşu tesadüf değildir. Birbirlerini tamamlamaktadır. Kapitalist toplumun ilk iktisatçısı ise Adam Smith’tir. 1776’da yayınladığı Ulusların Zenginliği (Wealth of Nations) adlı yapıtında insanların çıkarları için çabalamalarının hem kendilerine hem de topluma yararlı olduğunu düşünür. Smith’e göre bir ulusun zenginleşmesi için, önce emek ve çok çalışma, daha sonra ise üretimde iş bölümü ve uzmanlaşma gereklidir. Klasik iktisadın kurucusu sayılan Smith’in görüşleri daha sonra David Ricardo tarafından yeniden incelenmiştir. Smith kapitalizmin manüfaktür sisteminin, Ricardo ise fabrika sisteminin kuramcısıdır6. Sanayi devrimi, 18.yy.ın son çeyreğinde buhar motorunun ve pamuklu işleme makinelerinin icadıyla başlamıştır. James Watt 1763 yılında İskoçya’da buhar motorunu, Preston’lu berber Richard Arkwright 1767’de döner iplik makinesini Tünay, s. 54. Burjuvazinin gelişmesiyle beraber, bilimler de canlanmaya başlamıştır. Maddeci filozoflar; fizik, mekanik, astronomi vb. bilim dallarında araştırmalara girişilmiştir. Voltaire matematik, Diderot anatomi, fizyoloji ve kimya, Rousseau botanik alanında büyük araştırmalar yapmıştır. Yine Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” adlı eseriyle hukuk-siyaset tezleri; Voltaire dinsel bağnazlığa karşı ticaret ve zenginlik özgürlüğünü savunuları egemen düşünceleri sarsıcı etki yaratmıştır. Bütün bu görüş ve araştırmaları Diderot “I’Encyclopedie” adlı eserde bir araya getirmiştir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkn. “1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, Cilt: 4, İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975, ss. 834-836. 5 Alaeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, 3. Baskı, Ankara: V Yayınları, 1991. s. 477. 6 Nazif Kuyucuklu, İktisadi Olaylar Tarihi, 1. Baskı, İstanbul: Gür-Ay Matbaası, 1985, s. 24. 3 4 5 (spinnig throstle) ve 1793’te E.Whitney çırçır makinesini (cotton gin) icat etmişlerdir. 1807'de Amerikalı Robert Fulton buhar motorunu gemilere uygulamış ve 1840'da okyanus ötesi buharlı gemi seferleri başlamıştır. 1825 yılında ise buhar motoru lokomotiflerde kullanılmaya başlanmıştır. İlerleyen yıllarda telgraf ve telefonun bulunması ile iletişim hızlanmıştır. Pancardan şeker üretimine başlanması, suni gübrenin bulunması ve biçerdöverin icadı ile birlikte tarımda kapitalizm hızla gelişmiştir. Yine madencilik sektöründeki gelişmeler sonucu demir-çelik üretimi hızla artmış ve demiryolu, köprü ve kanalların yapılmasıyla ulaşım hızlı bir biçimde ilerlemiştir7. Bu buluşların tekstil sanayinde (özellikle pamuklu dokuma) kullanılmaya başlanması seri üretimin önünü açarken, küçük atelyelerden, büyük işletmelere ve fabrika sistemine giden dönem başlamıştır. Makineleşmenin hızlı bir şekilde yayılmasıyla burjuvazi, feodal üretime has özellikler taşıyan ve korumacı olan lonca sistemini, serbest rekabetle ortadan kaldırmıştır. Serbest rekabet, sanayi devrimi ile en önemli sınıf haline gelen burjuvazinin, geniş yığınları mülksüzleştirmesinin ve proleterleştirmesinin en önemli araçlarından birisi olmuştur. Rekabet sonucu birçok atelye kapanmış ve zanaatkarlar mülksüzleşerek burjuvazinin hizmetine girmiştir8. Fabrika sisteminin oluşması ile daha çok işgücüne duyulan ihtiyaç, kırdan kentlere yaşanan göçle karşılanmıştır. Kırda küçük toprak sahipleri (yeomanlar) ve küçük işletmeler bulunmaktaydı. İpliği ve dokumayı gezginci simsarlara satarlardı. Bu kesimler makineleşme ile rekabet edemeyince, üretim araçlarının yoğun olduğu kentlere göç ettiler9. Sanayi devriminin merkezinde makine vardı. Tek bir aleti kullanmaya yetenekli işçi, birden fazla aletin yerini alan “makine” ile yer değiştirmiş ve makinenin bir uzantısı haline gelmiştir. Kadın ve çocukların çalıştırılması, makineleşmenin (ve fabrika sisteminin) bir göstergesidir. Böylece emeğin vasıfsızlaştırılmasında ve yabancılaştırılmasında en önemli adım atılmıştır. “Diğer Teknolojik Gelişmeler”, Sanayi Devrimi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Sanayi_devrimi (Erişim Tarihi: 01 Aralık 2005): p. 1. 8 Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Çev. Yurdakul Fincancı, 1. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1987, s. 281. 9 Kuyucuklu, s. 45. 7 6 Feodal toplumun içinde yükselen sınıf olan burjuvazinin, kapitalist üretimin önündeki bütün engelleri kaldırması için siyasal iktidarı da ele geçirmesi gerekiyordu. 1789’da gerçekleşen Fransız Devrimi burjuva devrimlerinin klasik modeli olmuş ve yeni bir çağ açmıştır. 1789 öncesi Fransa’da üç sınıf vardı: Aristokratlar, ruhban sınıfı ve tiers-etat (üçüncü sınıf). Bu üçüncü sınıfı; burjuvalar, zanaatkarlar, işçiler ve köylüler oluşturmaktaydı. Toprağın çoğunluğuna sahip olan ruhban sınıfı ve devletin yönetimini elinde bulunduran aristokrasi feodal düzenin sürmesinden yanaydı. Çünkü feodal düzen bu iki sınıfın zenginliğinin ve ayrıcalıklarının dayanağını oluşturmaktaydı. Üçüncü sınıfı oluşturan unsurlardan biri olan burjuvazi ise, 16.yy.dan itibaren gelişmekte ve çıkarları feodal düzen ile çatışmaktaydı. Üçüncü kesimi oluşturan diğer unsurlar ise feodal düzen altında ezildikleri için burjuvaziyi desteklemekteydiler10. 1789 yılında Etats-Généraux adı verilen temsili meclisin adı Millet Meclisi olarak değiştirilmiş ve meclis, vergilerin ulus tarafından onaylanması zorunluluğunu ilan etmiştir. Burjuvazinin önderliğinde üçüncü sınıf, 14 Temmuz 1789’da Bastille kalesinin düşmesiyle simgeleşen burjuva devrimi gerçekleştirmiş; feodal düzenin bitişini ve yeni bir toplumsal düzenin başlangıcını işaret etmiştir. 5 Ekim’de ise İnsan Hakları Beyannamesi ile tüm yurttaşlara eşitlik, özgürlük ve kardeşlik vaat edilmiştir. Yine Fransız Devrimi ilk defa geniş halk kitlelerini harekete geçiren, onları ataletten kurtaran ve yine onlar tarafından gerçekleştirilen ilk modern devrimdir. Bu süreçte burjuvazi ile dönemin ilk proleterleri arasındaki çelişki düşük bir düzeyde de olsa mevcuttur11. 1789 Fransız devrimi siyasal iktidarı burjuvazinin eline vermiştir. Ancak yeni Kurucu Meclis’te farklı eğilimler belirmişti: Kral ve aristokrasiyle uzlaşma yanlısı olan “sağ” jirondenler ve burjuva devrimini sonuna kadar götürmek isteyen “sol” jakobenler. 1791’de yeni anayasa kabul edilmiş ve meclis yeniden seçilmişti. Burjuvazinin gerçek temsilcisi olan jirondenler iktidarı ele geçirmek için kralla işbirliği içine girdiler. Halka uygulanan baskılar sonucu ayaklanmalar baş göstermiş, krallık devrilmiş ve 21 Eylül 1792’de Cumhuriyet ilan edilmiştir. Kral, 21 Ocak 1793’te idam edilmiştir. Böylece iki yıl sürecek, jakoben diktatörlüğü olarak adlandırılan dönem başlamıştır12. “1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, ss. 817-821. Daniel Guérin, Fransa’da Sınıf Mücadelesi 1793-95, Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1986, s. 15-16. (Fransız Devrimi’nin ayrıntılı bir incelemesi için bkn. Murat Sarıca, 100 Soruda Fransız İhtilali, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1970; François Furet, Fransız Devrimini Yorumlamak, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1989.) 12 “1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, ss. 845-847. 10 11 7 Jakobenist dönem tarihe küçük burjuvazinin diktatörlüğü olarak geçmiştir. 1793’te kabul edilen anayasa, getirdiği ekonomik ve sosyal ilkelerle burjuvazinin gelişmesini engellemiştir. 1795’te jakobenlerin (en ünlüleri Robespierre) devrilmesinden sonra hazırlanan anayasa ise, 1789 İnsan Hakları Bildirgesi’ne yakın bir içerikle hazırlanmıştır. 1795 Anayasası, kuvvetler ayrılığından ve temsili rejimden yanaydı. Yürütme gücü ise beş direktöre verilmişti. Bu yüzden bu sürece Direktuvar Dönemi denmektedir13. Artık iktidar tümüyle burjuvazinindi ve kapitalist birikim hız kazandı. Bu dönem 1799 yılında Napolyon’un iktidara gelmesi ve imparatorluğa geçiş ile birlikte sona ermiştir. Kapitalizm halk kitlelerine eşitlik ve özgürlük vaat etmiştir. Ancak kapitalizmin hayata geçmesiyle birlikte işsizlik ve yoksulluk artmıştır. Kentlere göç eden köylüler, yeni bir sömürü mekanizmasının içinde kalmışlardır. Küçük üreticiler, gelişen sanayi karşısında hızla üretim araçlarını kaybetmişlerdir. Kadınlar ve çocuklar ücretli çalışan kitleler arasındaki yerlerini almışlardır. Bütün bu gelişmelerin yanında, halk kitleleri geleneksel sosyal korunma mekanizmalarının tasfiyesi süreciyle karşı karşıya kalmıştır. Böylece kapitalist sisteme karşı ilk eleştiriler biçimlenmiştir. II. Kapitalist Sisteme Karşı İlk Eleştiriler Kapitalist sistem hızla gelişirken oluşturduğu toplumsal sonuçlara karşı eleştiriler ve alternatif toplumsal modeller geliştirilmiştir14. Halk kitleleri ile burjuvazi arasındaki ideolojik kopuşu ilk gerçekleştiren Gracchus Babeuf’tur. Babeuf’a göre politik eşitliğin ilanı ile toplumsal eşitliğin yokluğu arasındaki çelişki demokrasiyi başarısızlığa uğratacaktı. Bu yüzden miras hakkının kaldırıldığı, sosyalist ve tarımsal bir toplum kurulmalıydı. “Bireysel toprak mülkiyetine son, toprak kimsenin değildir. Dünya nimetlerinden ortak yararlanmayı talep ediyoruz, istiyoruz: meyveler herkesindir”15. Düşündüğü toplumsal projeyi gerçekleştirmek için “Eşitler (Equals) Komplosu” “1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, s. 864. Bu noktada John Stuart Mill ve Patrick H. Coney gibi müdahaleci klasik iktisatçılarda eleştirilerde bulunmuşlardır. Ancak bu başlıkta ütopik vb. kavramlarla anılan sosyalist görüşlere değinilecektir. 15 Jean Paul Thomas, “Sosyalizm”, Siyaset Felsefesi Sözlüğü, Çev. İsmail Yerguz, http://www.felsefe.gen.tr/sosyalizm.asp (Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2005): p. 3. 13 14 8 isminde bir örgüt kurmuş ve planlanmış bir siyasal devrim yoluyla (komplo ile) komünizme geçilmesini savunmuştur. Babeuf’un ortaya koyduğu fikirlerin burjuva düzenini aşan ilk siyasal düşünce olması önemlidir. Kapitalist üretim koşullarının henüz yeni olması ve buna bağlı olarak sınıfların özellikle proletaryanın- oluşum sürecinde bulunması, eksik teorilerle karşılanmıştır. Bu dönemde ütopyacı sosyalistler, çözümü ekonomik koşullarda değil, tüm toplumu yanılgılardan kurtararak ve bunu örnek alınacak deneyler yoluyla gerçekleştirerek çözmek istediler. Bu nedenle ortaya koydukları fikirler ve pratikler önceden ütopik olmaya mahkum olmuştur. İlk ütopik sosyalistler 1802 yılında “Cenevre Mektupları’nı” yayımlayan Fransız Saint-Simon, yine aynı yıl ilk yapıtını yayımlayan Fransız Charles Fourier ve 1800 yılında İskoçya’nın New Lanark bölgesinin yönetimini alan İngiliz Robert Owen’dır16. Saint-Simon’a göre 1789 Devrimi tüm bir Fransız ulusunun soylulara, papazlara ve boş gezen sınıflara karşı bir zaferidir. Fakat devrimin ilerleyen günlerinde ulus içindeki bir kesim, burjuvazi, politik iktidarı ele geçirmiştir. İlerleyen süreçte toplum “çalışanlar” ve “boş gezenler” olarak ikiye ayrılmıştır. Saint-Simon artık burjuvazinin de boş gezen sınıfına dahil olduğunu savunmuş ve daha Cenevre Mektupları adlı eserinde “herkes çalışmalıdır” görüşünü ortaya koymuştur. İdeal toplum düzenini, bankerlerin icracı olduğu, bilim adamlarının ve sanayicilerin oluşturduğu geniş kapsamlı bir iktisadi parlamento yönetecekti. Saint-Simon’da embriyon halinde ekonomik kurumların politik kurumların temeli olduğu fikrine rastlanabilir. Charles Fourier ise burjuva toplumsal düzenin yarattığı sefaleti eleştirmiştir. Bu sefaletin aşırı bolluğun kendisinden doğduğu düşüncesi ile diyalektik bir bakış açısına yaklaşmıştır. Kuramının özünü, insanın kendini emek aracılığıyla gerçekleştirmesi düşüncesi oluşturmaktadır. Fourier’in ideal toplumu ise, Phalanstéres (geniş üretim birliği) adını verdiği topluluk evlerinde uyum içinde yaşayan işçilerden meydana geliyordu. Yine toplumdaki özgürlüğün ölçütünün, o toplumda kadına verilen özgürlüğe paralel olduğunu ortaya koymuştur17. Friedrich Engels, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Çev. Öner Ünalan, 5. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1978, s. 67. 17 Engels, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, ss. 62-65. 16 9 Sanayi devrimini gerçekleştiren İngiltere’de burjuvazi ve proletarya daha net bir şekilde belirmişti. Kadın ve çocukların aşırı çalıştırılması, mülksüzleştirme sonucu oluşan güvencesizlik ve kentlerin kalabalıklaşan varoşları kapitalizmin çelişkilerini ortaya koymaktaydı. Robert Owen New Lanark’lı bir fabrikatördü. İşyerinde 10.5 saatlik işgünü uygulamasını hayata geçirmiştir. Kriz dönemlerinde de ücretli izin uygulaması başlatmış ve olağan dönemde karını katlayarak, ticari hesap temeline dayalı pratik çözüm önerilerini hayata geçirmiştir. Yine New Lanark’da ilk anaokullarını kurmuştur. 1814 yılından itibaren yapılan mücadele ile 1819’da, fabrikalardaki kadınların ve çocukların çalışma saatlerini sınırlayan ilk yasanın çıkmasına önderlik etmiştir. Bu yasa ile dokuz yaşından küçük çocukların çalışması yasaklanmış, daha büyük olan çocukların haftalık çalışma saati 72 saatle sınırlandırılmıştı. Yine Ulusal Sendika Birliği’nin ilk kongre başkanlığını yapmıştır. İngiliz sosyalizmi Owen’la cisimleşmiştir. Eşitlik ve demokrasiye dayalı bir rejimin kooperatif esasına dayalı işletmeler vasıtası ile olacağını düşünmüştür. Bu noktada emek ürünlerinin, tek bir iş saatini birim alan emek pazarları vasıtasıyla değişimini önermiş ve uygulamıştır. Bu yaşam sistemine de sosyalizm adını vermiştir. Owen’ın önerileri onu en ileri ütopik sosyalist yapmıştır18. İşçi sınıfının örgütlenmesinde “kooperasyon hareketi”nin önemli bir yeri vardır. Ütopik sosyalistler, proletaryanın kaba bir “yoksullar yığınından” devrimci bir sınıfa dönüşmelerinde önemli bir katkıda bulunmuşlardır. Aynı yıllarda gelişen işçi hareketlerini etkilemiş ve çakışmışlardır. İngiltere’de kuramsal olarak daha geri ama işçi sınıfının temsilcisi olan çartist hareket ve Fransa’daki halk dernekleri bu etkileşime örnektir. 1830’lu yıllarda gelişen Fransız sosyalist teorileri Louis Blanc’da simgeleşmiş ve barışçı-evrimci bir nitelik taşımıştır. İşçi sınıfının sefaletine acınan ve yeni bir toplumun kurulmasında ona rol vermeyen bu teoriler ahlakçı, dinci ve ütopyacıdır. Toplumun kurtuluşunu devletin ve burjuvazinin iyi niyetinden veya önerdikleri kooperatif sisteminin gelişmesinden ummaktaydılar. Blanc, yoksulluğun nedenini rekabetçi sistemde görüyor ve “emeğin örgütlenmesi” kavramıyla kooperatif bir sistem öneriyordu. Devletin de müdahalesi ile kooperatif sistemin özel sektöre üstün geleceğini düşünmüştür. İşsizliği önlemek için de (özellikle 1848 pratiğinde göreceğimiz) toplumsal atelyeler (ateliers sociaux) kurulmasını önermiştir. Tüm önerilerini 18 Engels, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, ss. 66-69. 10 “Çalışmanın Düzenlenmesi” (Organisation du Travail) eserinde ortaya koymuştur (bu görüşler 1860’larda Almanya’da Lasalle’ın çalışmalarının temeli olmuştur)19. Fransa’da aynı dönemde Auguste Blanqui de simgeleşen komünist-proletaryacı unsurlar, gizli halk dernekleri vasıtasıyla örgütlenmişlerdir. Blanqui, Babeuf’un planlanmış bir siyasal devrim düşüncesine bağlı kalmıştır: Bir azınlığa -yani proletarya seçkinlerine- dayalı komplocu, siyasi iktidarın ele geçirilmesi. Ayrıca sosyalizmin ancak işçi sınıfının eseri olacağını ve asıl karşıt sınıfın soylular değil, burjuvazi olduğunu ortaya koymuştur20. Blanqui, Fransız proletaryasında teorik ve pratik olarak o kadar etkilidir ki, Blanquizm kavramı Fransız komünist hareketi ve hedefi ile özdeşleşmiştir. Kapitalist üretim ve mülk edinme biçimini reddeden kuramcılar arasında bulunan Pierre Joseph Proudhon ise, üreticilerin kendi aralarındaki rekabeti kaldırmak istemiyordu. Bununla beraber Proudhon’da devletin yalnızca varlıklı sınıfların çıkarını temsil ettiği (1840’da Prodhon’un içinde “mülkiyet, hırsızlıktır” cümlesi bulunan “Mülkiyet Nedir?” broşürü) ve yalnızca devlet kurumlarının ilgasının bireye adaleti geri vereceği inancına dayanan anarşist toplum kavramının başlangıçlarını buluyoruz. İdeal toplumu zanaatkar ve küçük çiftçilerden oluşan, federal biçimde örgütlenmiş bir ulusun oluşturacağını savunmuştur. İşçilerse bir halk bankası tarafından finanse edilecek olan üretim ve tüketim kooperatifleri, sigorta ve destek kuruluşları şeklinde örgütlenecek, eşitçe paylaştırılmış özel mülkiyete sahip olacaklardı21. Bu bakımdan düşünceleri, gelecekten çok geçmişe bakmaktadır. Çünkü kitle üretimi ve oluşan fabrika sisteminin, buna paralel proletaryanın kitleselleşmesinin sınıf mücadelesini beraberinde getireceğini görememiştir. Fransa’da 1836 yılında kurulan Haklılar Birliği 1839 ayaklanması sonucu yasaklanmış, önderleri Karl Schapper, Joseph Moll ve Heinrich Bauer İngiltere’ye göç etmiş ve burada Alman İşçileri Eğitim Derneği’ni kurmuşlardı. Kıta Avrupası’nın birçok ülkesinde Paris, Brüksel, İsviçre ve Almanya’da da göçmen işçi dernekleri kurulmuştu ve bu dernekler gevşek bağlara sahipti. Fransız-İngiliz sosyalizmi ve Alman felsefesi Ben Fine, Gerd Hardach ve Dieter Karras, Sosyalist İktisadi Düşüncenin Kısa Tarihi, Çev. Sabri Çaklı, Ankara: İmge Yayınevi, 1993, ss. 28-33. 20 Ben Fine, Gerd Hardach ve Dieter Karras, ss. 33-38. 21 George Woodcock, Anarşizm, Çev. Alev Türker, 2. Baskı, İstanbul: Kaos Yayınları, Şubat 1997, ss. 112-151. 19 11 karışımı bir ideolojiye sahiptiler. Derneklerde Wilhelm Weitling’in görüşleri hakimdi. Weitling’in öğretisi, İncil’den esinlenen faal devrimci bir komünizmdi. “İnsanlık, Nedir, Ne Olmalıdır”, “Uyumun ve Özgürlüğün Güvencesi” ve “Zavallı Bir Günahkarın İncili” adlı eserlerinde işçileri bilim adamlarının ve bilgelerin yönettiği eşit insanlar toplumuna götürecek bir Mesih çağrısında bulundu. Ona göre işçilerin anavatanları yoktu. İsa bir komünist, ilkel Hıristiyanlık ise, eşitliğin ve kardeşliğin parlak bir örneğiydi22. Önderliğini 1837-1844 yılları arasında yaptığı birlik ilk Alman işçi örgütlenmesi özelliğini taşımaktadır. III. 1848’e Kadar İlk İşçi Hareketleri 18.yy.ın ikinci yarısından 1848’e kadar olan süreç işçi hareketinin başlangıç dönemidir. Bu dönemde İngiltere’de sanayi devrimi, Fransa’da siyasal devrim ve Almanya’da felsefi devrim gerçekleşmiştir. Bu devrimler gerek gerçekleştikleri ülkelerde gerekse tüm Avrupa’da köklü toplumsal değişimlere yol açmıştır. Üretim araçlarının gelişmesi, merkezileşmesi ve buna paralel olarak burjuvazinin işçileri, köylüleri arkasına alarak mutlak monarşilerden ulusal cumhuriyetlere geçilmesi dönemini karakterize etmiştir23. Ancak burjuvazi, devrimci adımlarla yeni bir toplumu örgütlerken, zorunlu olarak “kendi mezar kazıcılarını” da yaratmıştır: İşçi sınıfını-proleterleri24. 1848’e kadarki işçi hareketlerini kendi içinde ikiye ayırabiliriz: 1820’lere kadar süren ilk dönem, gelişen sanayi üretim biçiminin sonuçlarına karşı oluşan ilkel tepki ve bu tepkiyi oluşturan topluluğun heterojen oluşuyla ifade edilebilir. 1820’lerden 1848’e kadar olan süreç ise, bağımsız bir işçi hareketinin oluşumunun tarihidir. Yani, proletaryanın kendinde bir sınıftan kendisi için bir sınıfa geçtiği bir dönemdir. Bu mücadelelere paralel olarak işçi sınıfının ideolojisi -sosyalizm- oluşmuştur. Dirk J. Struik, “Komünist Manifesto”nun Doğuşu, Çev. Muzaffer Ardos, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1976, s. 39-40. 23 Engels,İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, s. 61. 24 Karl Marx ve Friedrick Engels, Komünist Parti Manifestosu, Çev. Sol Yayınları Yayın Kurulu, Ankara: Sol Yayınları, 1997, s. 26. 22 12 A. Kapitalizme Karşı İlk Kitlesel Tepki Hareketleri İşçi hareketlerini 19.yy.ın ilk çeyreğine kadar karakterize eden olgu, hareketin tepkisel oluşudur. Sanayi devrimi ile birlikte makineleşme, işçileri çalışma dışı bırakmış ve böylece yedek bir sanayi ordusu (işsizler) yaratmıştır. Mülksüzleşen ve işleri ellerinden alınan yığınların ilk tepkisi de makinelere karşı olmuştur. Böylece dönemin ilk büyük işçi hareketi sanayi devriminin gerçekleşmesiyle başlamıştır. Tarihe makine kırıcılık ya da ludizm olarak geçen dönem 18.yy.ın ikinci yarısında İngiltere’de başlamıştır. 1758 yılında İngiliz işçileri ilk mekanik yün biçme makinelerini parçalamıştır. Nottingham’da Ned Ludham (ya da Ned Ludd) adında bir işçi, çorap dokuma tezgahını tahrip etmiştir. Buna benzer olaylar tüm İngiltere’ye yayılmış ve ludizm ortaya çıkmıştır. İngiltere’de makinelerin ve fabrikaların tahribine karşı şiddetli cezalar -ki ölüm cezası dahil- içeren ilk yasa 1769 yılında hazırlanmıştır. Ancak ludizmin yayılmasını önleyememiştir25. Ludizm, ilerlemeye karşı geleneksel üretimin gerici bir tepkisi olarak görülse de, işçilerin grev, işgal gibi mücadele biçimlerinden önceki toplu pazarlık aracı olmuştur. Ludistlerin hareketlerinde toprak üzerindeki ipoteği kaldırma, vergileri düşürme gibi hedefler ortaya konmuştur. Yoksa işletmeler yakılmış, yağma edilmiş ve makineleri icat edenler saldırıya uğramıştır. Bu bakımdan ludist hareket, açıkça itiraf edilemeyen devrimci hedeflerin etrafında sürekli olarak dolaşan ayaklanma-benzeri bir hareket’tir26. Ludist hareket, sanayi kapitalizminin gelişmesine karşı bir tepki hareketi olarak üç temel özellik taşımaktadır: Birinci olarak ludist hareketi, işleri ellerinden alınan kır ve şehir zanaatkarları, yüksek vergi yükü olan küçük mülk sahipleri ve yapımevi (manüfaktür) işçileri ile borç batağında olan kiracı köylüler oluşturmaktadır. Hareketin bu toplumsal katmanlar arasında bir uzlaşma içinde ve geleneksel üretim yapanların hegemonyasında gelişmesi, ludist mücadelenin geleneksel değerlere dayanmasına yol açmıştır (örneğin 1811-1812 ludist hareketinin temel talebi, geleneklere göre belirlenen Max Beer, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi, Çev. Galip Üstün, 3. Baskı, İstanbul: Can Yayınları, 1989, s. 460. 26 E.P. Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, Çev. Uygur Kocabaşoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Birikim Yayınları, 2004, s. 665. 25 13 bir asgari geçim düzeyinin korunması olmuştur). İkinci olarak ludist hareket ideolojik, politik ve pratik bakımdan bağrından kopup geldiği toplumsal ilişkilerin ve düşünme biçimlerinin etkisi altında oluşmuştur. Bu yüzden de kendiliğinden bir tepki biçimindedir (köylü ayaklanmalarında şatonun yağmalanması gibi). Üçüncü olarak ludist hareket yöresel, yalıtık ve bazı mesleklerle sınırlı bir harekettir. Merkezi ve ulusal düzeyde bir hareket değildir. Ludist hareket endüstriyel eylem (endüstriyel ilerlemeye karşı hoşnutsuzluk) temelinde bir harekettir. Özellikle ürünlere yönelik saldırılarda makine işi olanlar parçalanmıştır. Zanaatkarların bağımlılaşması-proleterleşmesi, zanaatın standartını düşürme, kadın ve çocukların çalıştırılması vb. uygulamalar, fabrika sisteminin hedef alınması sonucunu doğurmuştu. Burada geçmişe duyulan özlem, -bağımsız üreticilik ve her düzeyde geleneksel yapının korunma isteği- görülmektedir. Tabi ki küçük işletmeler ve fabrika sistemi arasındaki çelişki nedeniyle, muhafazakar kesimler de ludist harekete göz yumma gibi destekler vermişti. Ancak fabrika sisteminin gelişen dinamiği içinde bu kesimler desteklerini çekmişlerdir27. Ludist hareketin etkisizleşmesi, geleneksel zanaatkar köylü ve işçi topluluklarının da dağılmasına yol açmıştır. 19.yy.ın ortalarına kadar kapitalizm kurumsallaşmış ve sanayi devrimi, sanayi proletaryasını kitleselleştirmeye başlamıştır. Bu süreç de doğallığında ludizmin toplumsal temellerini ortadan kaldırmıştır. Ludizmi değerlendirirken proletaryanın ilkel bir tepki biçimi olarak görmek gerekir. Kapitalizme karşı ilk tepki bireysel suç ve hırsızlık iken, devamında ortaya çıkan makine kırıcılık organize olabilen ve genelleşebilen bir harekettir. Ancak proletarya makinelerle, onların sermaye tarafından kullanılmasını ayırt etmeyi ve mücadelesini maddi üretim araçlarının kullanılış biçimine yöneltmeyi öğrenecektir28. 1815 İngilizFransız savaşı sürecinde eski alışkanlık ve direniş biçimleri kırılmıştır. Geleneksel işçi, köylü ve zanaatkar örgütlenmeleri zor yoluyla dağıtılmıştır. İzleyen yıllarda fabrika sistemi üretim sürecinin belirleyicisi haline gelmiş ve bu sürece uygun mücadele biçimleri hayata geçmiştir. Bu hareketten sonra proletarya, tarih sahnesine bağımsız bir 27 Thompson, ss. 658-673. Wolfgang Abenroth, Avrupa İşçi Hareketleri Tarihi, Çev. Ali Çakıroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1992, s. 11-12. 28 14 sınıf olarak çıkmıştır. Yani ludizm; proletaryanın, kendinde bir sınıftan kendisi için bir sınıfa doğru evrildiği süreçte bir geçiş aşaması olarak düşünülebilir. Aynı dönemde Fransa’daki gelişmelere bakmak gerekir. 1789 Fransız Devrimi feodalizme karşı eşitlik-özgürlük-kardeşlik temeline dayanıyordu. Bu noktada İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi kabul edilmiştir. Bu süreç, çıraklar ve manüfaktür işçilerinin desteklediği devrimci aydın tabaka-küçük burjuvazinin yerini burjuva yönetiminin alması ile sonuçlanmıştır. Burjuva devrimi hızla kitleleri yurttaş olmaktan çıkarıp, çalışan sınıf olmaya zorlamıştır29. Böylece dönemin ikinci büyük işçi hareketi Fransız Devrimi’nin etkisiyle başlamıştır. 1789 devrimi sonrası Fransa’da kapitalizmin gelişimi hızlanmıştı. Endüstriyel atılım ve makinelerin manüfaktür üzerindeki etkisi ile, yoğun bir mülksüzleşme ve proleterleşme yaşanmıştır. Buna ilaveten, taşradan Paris’e yoğun bir işsiz göçü yaşanmış ve proletaryanın şehirlerdeki nüfusu giderek artmaya, sanayi şehirlerinin kenarlarında yeni işçi mahalleleri kurulmaya başlanmıştı. İşçiler dernekler ve kulüpler etrafında biraraya gelmiş ve grevler başlamıştır. Köylü isyanlarından ve kentlerdeki emekçi eylemlerinden ürken burjuvazi, daha 14 Haziran 1791’de grevi ve sendika kurmayı yasaklayan Le Chapelier Yasası’nı kabul etmiştir. Bu yasa ile, işçiler arasında kurulabilecek her türlü derneğin, "özgürlüğe ve insan hakları bildirisine karşı girişilmiş bir fiil" olduğu, ağır para cezası ve bir yıl süreyle yurttaşlık haklarından yoksun bırakma ile cezalandırılacağı ilan edilmiştir30. Yine de 1793 yılı sonuna kadar, çoğunluğu işçi ve çıraklardan oluşan (fırın işçileri, gündelikçi marangoz ustaları, duvarcılar, inşaat işçileri, demirciler, matbaa ve silah fabrikası işçileri vb.) büyük kalabalıklar Paris Komünü’nden ekmek istemek üzere, “Gréve” meydanında toplanmaya devam etmişlerdir31. Özellikle daha önceden de ustaları rahatsız eden ve bir çeşit işçi sendikası sayılabilecek kalfa derneği (compagnonnane), burjuvazinin gözünde tehlike arzediyordu. Bu yasa, tüccar ve zanaatkar topluluklarını da yasaklamaktadır. Napolyon döneminde çıkarılan 1803 Kanunu da, işçilerin greve gitmeleri halinde sert cezalar getirmiş; 1810 yılındaki 29 Beer, s. 412. Hikmet Kıvılcımlı, “Modern Sosyal Sınıflar: Anti Tezler”, Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu, http://www.comlink.de/demir/kivilcim/eserler/bilimsel/html (Erişim Tarihi: 13 Ağustos 2005): p. 5. 31 “1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, ss. 835-855. 30 15 ceza kanunu da, cezaları hafifletmesine rağmen bu yasakları devam ettirmiştir32. 19.yy. boyunca Fransa’da örgütlenme özgürlüğü mücadelesi sürmüştür. Kent merkezlerinde oluşan kulüplerde halk örgütlenmeye başlamıştır. Fransa’da başlayan “baldırıçıplaklar” (sans-culottes) hareketi, burjuva düzenine karşı ilk ciddi hareket olarak gelişmiştir. Bu hareket zengin tabakalara düşman, küçük mülkiyeti korumayı hedefleyen bir harekettir. Gelişen kapitalist sistemde hızla mülksüzleşen zanaatkarlar, küçük toprak sahipleri, küçük esnaf ve emekçi yoksulların bir direnişi olan baldırıçıplaklar hareketi, bileşimini oluşturan kesimlerin yoksullaşmasına paralel olarak radikalleşmiştir. Ancak nesnel koşullara paralel olarak bu hareket, alternatif bir toplumsal proje sunamamıştır. İşsizliğin önlenmesi, yiyecek sıkıntısının son bulması ve devletin ücretlerin ödenebilirliğini garanti altına alması taleplerini aşamamıştır33. Bu dönemde (1796 Direktuvar Dönemi) Gracchus Babeuf, “Eşitler (Equals) Komplosu” isminde bir örgüt kurmuş ve planlanmış bir siyasal devrim yoluyla (komplo ile) komünizme geçilmesini savunmuştur ama başarısızlığa uğramıştır. Fransız Devriminin diğer ülkelerdeki savunucusu ve müttefiki işçi sınıfı olmuştur. Devrimle birlikte ifade edilen eşitlik-özgürlük-kardeşlik ve demokrasi fikirleri, İngiltere işçi sınıfı içinde yankısını bulmuştur. İngiliz işçileri ve zanaatçıları ilk kez İskoç kökenli Londralı bir kunduracı olan Thomas Hardy tarafından 1791 yılında kurulan Londra Yazışma (İletişim) Derneği’nde örgütlenmiştir34. Dernek Fransız jakobenleri ile de ilişkiye geçmiştir. Benzer bir şekilde İngiltere’nin dört bir yanında yazışma dernekleri kurulmuştur. Kendi aralarında mektuplar vasıtasıyla haberleştikleri için bu derneklere yazışma dernekleri denmektedir. Yazışma derneklerinin temel iki hedefi vardı: Birincisi, İngiltere’de genel oy hakkı için mücadele etmekti. İkincisi ise, işçi koruma yasalarının onaylanmasını sağlamaktı. Bu noktada işsizlik, iş kazası ve dulluk gibi durumlarda üyeleri arasında bir yardımlaşma niteliğine de sahipti. Kurulan bu dernekler, sanayi üretiminin gelişimine denk düşmüş ve sadece ücretli işçileri kapsadığı için sınıfsal bir nitelik taşımıştır. Dernekler işçi sınıfı için yeni bir örgütlenme ve önderlik modeli olmuştur35. İngiltere’de, 1797 yılında Kıvılcımlı, p. 4. Guérin, s. 69. 34 Abenroth, s. 13-14. 35 Thompson, ss. 49-52. 32 33 16 yürürlüğe giren Combination Act (Birleşme Yasası) sendikalaşma ve benzeri işçi örgütlenmelerinin kurulması yasaklanmıştır. Bu süreçte yazışma dernekleri de 1799 yılında faaliyetlerini durdurana kadar yoğun bir baskıyla karşılaşmıştır. 1815 sonrası işçi hareketi içinde önemli roller oynayan işçi önderleri Londra Yazışma Derneği bünyesinde yetişen işçilerden oluşmuştur. Fransız Devrimi ve sanayi devrimi sonrası Almanya’da ise madencilik, deniz ticareti ve dokumacılık endüstrileri gelişmiştir. 1792 ve 1794 yılları arasında Silezyalı dokumacıların ayaklanması Fransız Devrimi’nin halkçı karakterini açığa vurmuştur36. 1815 yılında Napolyon Savaşları’nın ortaya çıkardığı işsizlik, yeni vergiler ve ücretlerin düşmesi gibi sonuçlara -ki en temel sonuç yığınsal yoksullaşmadır- tepki için Fransa’da ayaklanan işçiler, köylüler ve zanaatkarlar şiddetle bastırılmıştır. Bu olaylar Fransa’da kitlesel tepki hareketlerinin sonu olmuştur. İngiltere’de ise ludizm, 1811-1813 hareketleri sürecinde doruk noktasına ulaşmış ve ekonomik-politik hedefleri olan bir kitle hareketi haline gelmiştir. Ama bu süreçte 1812 yılında çıkarılan yasa sonucu hareket şiddetle bastırılmış ve dağıtılmıştır. Ludist hareketler, 1816 yılında dokuma makinelerinin tahribi ve kuru ot ambarlarının yakılması şeklinde yeniden ortaya çıkmıştır. Thompson’a göre; işçilerin ilkel tepki biçimlerinin sonu sayılabilecek eylem, İngiliz işçilerinin 1819 yılının Ağustosunda gerçekleştirdikleri Peterloo ayaklanmasıdır. Bu eylemle birlikte geleneksel zanaatkar-köylü ve işçilerin oluşturduğu topluluklar dağıtılmıştır. Ancak Peterloo proletaryanın bağımsız bir sınıf olarak tarih sahnesine çıkmasının da ilk pratiklerinden birisidir. Çünkü işçiler burada kendi toplumsal ve politik istemlerini de ortaya koymuştur. Bu istemler bir anayasal reform hedefi etrafında somutlaşmıştır. Ancak orta sınıf reformcularının işçi hareketine ılımlı bir ilerleme çizgisi gösterme gücü olmadığı için hareket bastırılmıştır. Peterloo’daki anayasal reform istemi, 1832 yılındaki eylemlerin bir provası niteliğini de taşımaktadır37. 36 37 Abenroth, s. 13. Thompson, ss. 808-814. 17 B. İşçi Hareketlerinin Yeni Evresi: Ulusal Düzeyde Örgütlenme İngiltere’de 1824 yılında parlamentoda kabul edilen Reform Yasası ile İngiliz işçileri örgütlenme hakkını elde etmiştir. Böylece yasal anlamda ilk sendikalar kurulmuştur. Sendikacılık çok sayıda niteliksiz işçiyi örgütlemenin merkezi haline gelmiştir. İşçi hareketinde siyasal seçeneklerin çeşitliliği, işçilerin kısa ve uzun vadeli amaçlarının doğru bir şekilde birleştirilmesi gereği, sendikal harekette daha başlangıçta anlaşılan nitelikler olmuştur. Sendikaların ve grevlerin önemi, rekabeti ortadan kaldırmaya yönelik ilk işçi girişimleri olmasında yatmaktadır38. Güçlerinin birlikten doğduğunu kavramaya başlayan işçiler, devletin kolayca bastırabildiği lokal eylemlerden, sanayi sektörlerinin tamamını hatta ülkenin bütününü kapsayan eşgüdümlü eylemlere geçtiler. Dayanışma ana fikri böylece büyüdü ve gelişti. Ulusal sendika örgütleri kurmak için ilk girişimler de İngiltere’de yapılmıştır. 1830 yılında Ulusal Emeğin Korunması Derneği kuruldu. 1834 yılında Robert Owen Büyük Ulusal Sendikalar Birliği’ni kurmuştur. Bu kuruluş modern sendikaların önceli olmuştur39. 1830 yılında Fransa’da gerçekleşen devrimle burjuva monarşisine geçilmiştir. Ancak sanayi burjuvazisi, küçük burjuvazi, köylüler ve işçi sınıfı tamamen devlet aygıtının dışında bırakılmıştı. Louis Philipe ve bankerler (mali aristokrasi) iktidarı kurulmuş ve sanayileşme hızlanmıştır. Bu süreçte işçi sınıfı burjuvaziyi desteklemişti; çünkü yaşam koşullarının iyileştirilmesini talep etmekteydi. Fransız proletaryası işçi sınıfının yaşam koşullarında bir düzelme olmayınca 1831 yılında Lyon’da ayaklanmıştır. Lyonlu dokumacıların ücret taleplerinin yerine getirilmemesi sonucu başlayan bu ayaklanma Fransa’da işçi sınıfının ilk kez kendi adına siyasal taleplerde bulunduğu eylemdir40. Yine 1831 yılında Fransa’da modern anlamda ilk sendika sayılabilecek “Karşılıklı Görev” isimli bir dernek kurulmuştur. Bu yıllarda siyasal amaçlı dernekler ve dayanışma dernekleri de faaliyete geçmiştir. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, ss. 288-292. Dünya Sendikalar Federasyonu, Çev. Muhsin Selem, 1. Baskı, İstanbul: Amaç Yayıncılık, Ocak 1988, s. 9. 40 “1848’lerde Avrupa”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, Cilt: 4, İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975, s. 939. 38 39 18 1830 Devrimi sonrası Fransa’da iktidarı değiştirmek isteyen gizli dernekler kurulmuştur. İlk olarak 1820’li yıllarda bir gurup Parisli öğrenci, liberal İtalyan Carbonaro örgütünü örnek alarak Hakikatin Dostları (Les Amis de la Vérité) adlı liberal-burjuva demokratik rejimin kurulmasını hedefleyen gizli bir dernek kurmuşlardı. 1831-1839 yılları arasında ise başlıca dört gizli dernek vardır: Bunlardan ikisi burjuva cumhuriyeti, diğer ikisi de komünizmi hedeflemiştir. Burjuva cumhuriyetini hedefleyen dernekler, Halkın Dostları (Les Amis du Peuple) ve İnsan Hakları Topluluğu (Société des droits de l’homme); komünizmi hedefleyen dernekler ise Mevsimler Topluluğu (Société des Saisons) ile Aileler Topluluğu (Société des Familles)’dur. 1839 ayaklanması ile önderliğini Auguste Blanqui’nin yaptığı komünist Mevsimler Topluluğu en etkili topluluk olmuştur. Ancak bu dernek dağıtılmış ve yerine kurulan Yeni Mevsimler Topluluğu (Novvelles Saisons) ise daha etkisiz bir şekilde varlığını sürdürmüştür41. Fransa’da sürgündeki Alman devrimcileri ve işçileri (çırakları) 1834’te Sürgünler Birliği (Ligue des Proscrits) ve 1836’da Haklılar Birliği (Ligue des justes-Bund der Gerechten) adında dernekler kurarak örgütlenmişlerdir. Alman Haklılar Birliği önderleri 1839 ayaklanması sonrası İngiltere’ye göç etmiş ve burada Alman İşçileri Eğitim Derneği’ni kurmuşlardır42. 1830 yılındaki Fransız devriminin etkisiyle, İngiltere’de de orta sınıf reformcuları önderliğinde gerçekleşen işçi eylemlilikleri sonucu parlamento, 1832 yılında anayasal reform tasarısını oylamak zorunda kalmıştır. İşçiler oy hakkı elde edememiş, buna karşılık burjuvazi işsizlere yönelik yeni yoksullar yasasını uygulamaya başlamıştır. Sanayi devrimi ile gerçekleşen mülksüzleşme sürecinde dokumacı köylüler, küçük çiftçi ve küçük burjuvazi proleterleşmiş ve yoksullaşmıştır. Yoksullar yasası verilerine göre 1.5 milyon kişi yoksuldur. Ancak yeni yoksullar yasasının çıkarılış nedeni burjuvazinin yönetim erkini güçlendirmekten başka bir anlam ifade etmemektedir. Eski yoksullar yasası 1601 tarihli Kraliçe Elizabeth’in 43. fermanına dayanan ve yoksula yardımı cemaatin görevi sayan safça bir düşünceye dayanmaktaydı. Oysa yeni yoksullar yasası Maltus’un Nüfus Yasası ile uyumlu olarak hazırlanmıştı ve bu anlamda burjuvazinin 41 Beer, ss. 489-492. Abenroth, s. 21-22. (Bu noktada Sürgünler Birliği’ne Horlananlar veya Yasaklanmışlar Birliği, Haklılar Birliği’ne de Doğrular, Adiller veya Adalet Birliği dendiğini hatırlamak gerekir.) 42 19 proletaryaya karşı en açık savaş ilanını ifade etmekteydi. 1834’ten itibaren 12 yıl yürürlükte kalan yasa ile yoksullara yapılan para ve gıda yardımı kaldırılmış ve yoksullar Çalışma Yurtlarına kabul edilmiştir. Manchesterlı halkın deyişiyle tepeden aşağıdaki emekçi halk mahallesini tehdit edercesine bakan, yüksek duvarları ve en üstteki korkuluklarıyla bir kaleyi andıran “Yoksullara Yardım Bastille’i” olan bu çalışma yurtlarının kuralları o kadar katıydı ki; halk cezaevine bile girmeyi tercih ediyordu43. 1820-1844 yılları arasında İngiltere’de manüfaktür işçilerinin sayısı 240 binden 60 bine inmiş, fabrikalarda çalışan işçilerin sayısı ise 60 binden 150 bine çıkmıştır44. Bu veriler kentleşmenin yoğunlaştığını ve fabrika sisteminin üretim sürecinin belirleyicisi haline geldiğini göstermektedir. Fabrika sistemi grevleri ve bu grevlerin burjuvazi tarafından bastırılmak istenmesiyle, yerel isyanlar meydana gelmiş; bu süreçte ise sendikalar proletaryanın evrenselleşen mücadele araçları halini almıştır. İşte bu noktada bileşimini işçi dernekleri önderleri, ütopik sosyalist aydınlar ve radikal burjuvaların oluşturduğu, proletaryanın geniş kesimlerini de kapsayan ve küçük esnafın da desteklediği çartizm (people’s charter-halk fermanları) hareketi oluşmuştur. İlk çartist örgüt, 16 Haziran 1836 tarihinde Londra Emekçi Derneği adıyla kuruldu. 1838’de hazırlanan Halk Çartı 6 temel noktayı içeriyordu45: 1- Bütün yurttaşlara (erkek) genel oy hakkı, 2- Yoksulların da seçilebilmesi için parlamento üyelerine ödenek, 3- Her yıl parlamento seçiminin yapılması, 4- Gizli oy, 5- Seçim bölgelerinin eşitliği, 6- Seçilebilme koşulu olan 300 sterlinlik mülk sahibi olması koşulunun kaldırılması. Bu taleplere ilaveten 10 saatlik işgünü, yeni yoksullar yasasının kaldırılması ve daha iyi çalışma koşulları çartist hareketin içeriğini oluşturmaktadır. 1841’de bu taleplerden oluşan dilekçe için 3,5 milyon imza toplanmıştır. Hareket 1842’de doruk noktasına ulaşmıştır. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, ss. 368-412. “1848’lerde Avrupa”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, s. 939-940. 45 Beer, s. 482. 43 44 20 Engels’e göre; çartist harekete kadar işçi hareketi, tek tek burjuvalarla savaşan tek tek işçi gurupları, şubelerdi ve bu yüzden sermayeye karşı çıkış yalıtıktı. Ancak çartizm serbest rekabete ve ticarete yönelen yoğunlaştırılmış bir karşı çıkıştı. İşçi sınıfının bütününü kapsıyordu ve bir sınıf hareketi özelliği taşıyordu. Böylece proletarya burjuvaziden ayrılmıştı. 1848 Kıta Avrupası devrimlerinin denk düştüğü dönem 1842 çartist genel greviydi. 1842 hareketi, cumhuriyet ve genel oy hakkı talebi olan Kıta Avrupası işçi sınıfına paralel fakat kendine özgün bir hareketti. 1842’yi izleyen yıllarda Halk Çartı ona karşı çıkan imalatçıların siyasal programı haline geldi. İmalatçıları tehdit eden sendikalar, işçiler içinde serbest ticaret doktrinlerinin yayılması için sağlam kurumlar oldular46. Bu yıllarda işçi hareketi çartist ve sosyalist olarak iki kanada bölünmüştür. Çartistler kuramsal olarak daha geri, ama sınıflarının temsilcisi gerçek proleterlerdir. Sosyalistler ise daha ileriye bakmakta, sıkıntılara karşı pratik çareler önermektedirler; ama burjuvaziden hareket ettikleri için işçi sınıfı ile bütünleşememektedirler. Ancak çartist hareketin kazandığı ivme sonucu sosyalistler de harekete katılmışlardır. İngiliz sosyalizmi olan Owencılığın takipçileri, tüketici kooperatiflerinin ilk örneği olan Rochdale’in Öncüleri Derneği’ni 1844 yılında kurmuşlardır47. İşçi hareketinin ilkel tepkileri ise hala devam etmekteydi. İngiltere’de ludizm, farklı isimlerle ve farklı biçimlerde 1840’lı yıllara kadar devam etmiştir. Özellikle kırsal kesimde yoksulluk had safhadaydı. 1834 yoksullar yasası, makineleşme ve düşük ücretler yüzünden Sussex yöresinde işçiler; tarlaları, ahırları ve ambarları yaktılar. Bu yangınları adına “Swing” dedikleri efsanevi bir yaratığa bağladılar. Yine 1843’te Galler’de “Rebecca Ayaklanmaları” ortaya çıkmıştır. Kadın giysileri giyen, yüzlerini siyaha boyayıp silahlanan köylüler, paralı köprülere saldırıp yıktılar48. Kıta Avrupası’nda da 1831 ve 1834’te Lyon’da, 1844’te Silezya’da benzer hareketler ortaya çıkmıştır. Silezyalı dokumacıların ayaklanması, Alman işçi sınıfının ilk siyasal eylemi olmuş ve büyük yankı uyandırmıştı. Fabrikaların tahrip edilmesi ve makinelerin kırılmasıyla elele giden bir işçi hareketi ayaklanmayı takip etmiştir. Sendikal yasağa Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, ss. 16-37. Abenroth, s. 17. 48 Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, s. 347-348. 46 47 21 daha geç sanayileşen Almanya’da da rastlanmaktadır. Almanya’da 1845 yılında çıkarılan Meslek Nizamnamesi (Allgemenie Gewerbeornung) ile işçilere sendikal örgütlenme yasaklanmıştır. Makine kırma hareketleri, Osmanlı Devleti’nde de ortaya çıkmıştır. 19.yy.ın ikinci yarısına doğru Batı ile girişilen ilişkiler sonucu ilk fabrikalar kurulmaya başlanmış ve makineleşmeye karşı tepkiler ortaya çıkmıştır. 1839 yılında Plevne’de Dobrijokeslov fabrikasında ve 1851 yılında Samakof’ta kadın işçiler, işsiz kalma endişesi ile makine kırma girişimlerinde bulunmuşlardır49. İşçilerin mücadelesi, İngiltere ve Kıta Avrupası’nda gelişen üretim ilişkilerine paralel olarak büyümüştür. İşte bu koşullar altında kapitalist toplumsal yapıyı bütünlüklü olarak eleştiren ve işçi sınıfını devrimci bir toplumsal güç olarak değerlendiren bilimsel sosyalizm şekillenmeye başlamıştır. IV. İşçi Sınıfı İdeolojisinin -Bilimsel Sosyalizmin- Oluşması 1846 yılında Karl Marx ve Friedrick Engels, Haklılar Birliği’nin çağrısı üzerine birliğe katıldılar. Bu sırada İngiliz çartistleri ve Fransız sosyal-demokratları ile işbirliğini geliştirdiler. 1847 yazında proletaryanın ilk uluslararası komünist örgütü olan Komünist50ler Birliği’nin (Bund der Kommunisten) kurulması bunun sonucuydu. Birlik amacını burjuvazinin devrilmesi ve sınıfsız-özel mülkiyetsiz bir toplum kurulması Oya Sencer, Türkiye’de İşçi Sınıfı, 1. Baskı, İstanbul: Habora Yayınları, 1969, ss. 69-90. Komünist tanımlamasının açıklamasını Engels şöyle yapmaktadır: “1847'de, sosyalist denilince, iki tür insan anlaşılıyordu. Bir yanda çeşitli ütopik sistemlerin yandaşları vardı, özellikle, o tarihte her ikisi de salt mezhep durumuna düşüp giderek ölmekte olan İngiltere'deki Owen’cılar ile Fransa'daki Fourier’ciler. Öte yanda ise, toplumsal bozuklukları çeşitli her derde deva yollarla, her türden bölük-pörçük çalışmalarıyla, sermayeye ve kâra hiç bir zarar vermeksizin gidermek isteyen çok çeşitli türden toplumsal şarlatanlar. Her iki durumda da, işçi hareketinin dışında duran ve daha çok "eğitim görmüş" sınıflardan destek arayanlar. Ama, işçi sınıfının salt siyasal devrimlerin yeterli olmadığına inanan, toplumun köklü bir biçimde yeniden inşasını isteyen kesimi, kendisine o sıra komünist diyordu. Bu henüz yontulmamış, yalnızca içgüdüsel ve çoğu kez de biraz kaba bir komünizmdi. Ama, gene de, ortaya iki ütopyacı komünizm sistemini, Fransa'da Cabet'nin "İkaryan" komünizmini, ve Almanya'da da Weitling'inkini çıkartacak kadar güçlüydü. 1847'de, sosyalizm bir burjuva hareketi, komünizm ise bir işçi sınıfı hareketi anlamına geliyordu. Sosyalizm, hiç değilse Kıtada, çok saygıdeğerdi, komünizm için ise, durum bunun tam tersiydi. Ve "işçilerin kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olmalıdır" kanısını daha o sıralar kesinlikle taşıyor olduğumuzdan, bu iki addan hangisini seçmemiz gerektiği konusunda hiç bir duraksama gösteremezdik. O günden beri bunu yadsımak da aklımızdan geçmiş değildir”. Friedrick Engels, “1890 Almanca Baskıya Önsöz”, Komünist Parti Manifestosu, www.kurtuluscephesi.com/marks/manifesto.html (Erişim Tarihi: 14 Eylül 2005): p. 11. 49 50 22 olarak ortaya koyuyordu. Yine, Haklılar Birliği’nin “bütün insanlar kardeştir” ilkesinin yerine “bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” ilkesi ile enternasyonal bir örgütlenme oluşturma hedefi konmuştur. Bu örgütün kuruluşu sırasında Proudhon’un, Weitling’in ve dinsel-gerçek sosyalistlerin görüşlerine, ilk işçi örgütleri üyelerinin zanaatçılara özgü sınırlılık ve ideolojik gelişmemişliklerine karşı; Marx ve Engels bilimsel sosyalizm adını verdikleri görüşlerini oluşturmaya başlamışlardır51. Bilimsel sosyalizmin oluşum sürecinde Hegel’in idealist diyalektiği (eski yunanda sözlü tartışma anlamında) ve Feuerbach’ın soyut materyalizminden etkilenen Marx ve Engels; “1844 Elyazmaları”, “Kutsal Aile”, “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu”, “Feuerbach Üzerine Tezler”, “Alman İdeolojisi”, “Felsefenin Sefaleti” ve “Ücretli Emek ve Sermaye” eserleriyle diyalektik-tarihsel materyalizm fikirlerinin köşetaşlarını ortaya koymuşlardır. Böylece proletarya entelektüel silahını felsefede bulmuştu. Marx sınıfın oluşumunu, “bireyler ancak, bir başka sınıfa karşı ortak bir savaşım yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler” diyerek açıklamıştır52. Yine Marx, sosyalist sınıf bilinci olmadan proletarya, “kendinde sınıf” durumundan “kendisi için sınıf” durumuna dönüşemez53, diyerek işçi mücadeleleri ve sosyalizm arasındaki temel bağı kurmuştur. Komünist Parti Manifestosu (Manifesto der Kommunistischen Partei) Komünistler Birliği tarafından görevlendirilen Marx ve Engels tarafından 1848 yılının Şubat ayında yazılmıştır. “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor-komünizmin hayaleti” sözleriyle başlayan Manifesto dört bölümden oluşmaktadır: "Burjuvalar ve Proleterler" başlığını taşıyan birinci bölüm, burjuvazinin feodal sistemin kalıntıları üzerindeki devrimci yükselişini özetlemektedir. Ancak burjuvazi, tarih sahnesine çıkışıyla birlikte kendi karşıtını ve mezar kazıcısını da yaratmıştır: -modern işçileri- proleterleri. "Proleterler ve Komünistler" başlığını taşıyan ikinci bölüm, işçi sınıfının en ileri ve en kararlı kesimi olarak komünistlerin oynadığı rolü açıklamaktadır. Komünistlerin, proletaryanın çıkarlarının haricinde ayrı çıkarlara sahip olmadıkları, teorik fikirlerinin ise bizzat canlı hayatın kendisi içinden çıktığı çarpıcı bir şekilde ifade edilmektedir. "Sosyalist ve Komünist Yazın" başlığını taşıyan üçüncü bölüm, mevcut sosyalist düşünce okullarını Karl Marx ve Friedrick Engels, Seçme Yazılar, Çev. Vahap Erdoğdu, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1977, ss. 173-190. 52 Karl Marx ve Friedrick Engels, Alman İdeolojisi, Çev. Sevim Belli, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Kasım 1987, s. 106. 53 Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, Çev. Ahmet Kardam, 4. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, s. 157-158. 51 23 ele almaktadır. Bugüne kadar olan-gelen sosyalist düşünceleri ütopik, gerici, feodal vb. ilan eden Manifesto, kendini bilimsel sosyalizm olarak ortaya koymaktadır. "Komünistlerin Çeşitli Muhalefet Partileri Karşısındaki Konumları" başlığını taşıyan dördüncü bölüm ise, komünistlerin öteki radikal demokratik hareketler karşısındaki konumunun kısa bir açıklamasıdır. Manifesto, “Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” sözleriyle son bulmaktadır54. Manifesto’da tarihsel materyalizm yöntemi ortaya konmuştur. Bu yöntem, kapitalizmin bir tahlilini ve proleterlerin kurtuluş yollarının izahının teorik temellerini oluşturur. “Tek bir hükümete, tek bir hukuk düzenine, tek bir sınıra, tek bir gümrük tarifesine” ihtiyaç duyan burjuvazi, işçi ve köylülerin desteğini alarak burjuva devrimlerini gerçekleştirmiş ve ulusal cumhuriyetlere geçilmiştir. Ancak temel mantığı daha fazla kar olan kapitalizm, proleterlerin sayısını ve yoksulluğunu artırmıştır. Yarınından emin olamama ve güvencesizlik, proletaryanın yaşama koşulları haline gelmiştir. Bu anlamda sosyalizm, tarihsel olarak gelişen iki sınıfın -burjuvazinin ve proletaryanın- savaşımının zorunlu bir sonucu olacaktı. Çünkü tarih sınıf savaşımlarının bir tarihi olarak ele alınıyor, kapitalizmin doğası bilimsel bir şekilde analiz edilerek meta üretimi, üretim araçlarındaki özel mülkiyet, ücretli işçiler vb. sorunları açıklanıyor ve böylece sosyalizmin zorunluluğu sorunu ortaya konuyordu55. Manifesto proletaryaya bağımsız bir parti olarak örgütlenmesi çağrısı yapmakta ve komünistlerin görevinin de burjuva egemenliğinin yıkılması ve siyasal iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi olduğunu açıklamaktadır. Burjuva mülkiyet ve özel mülkiyet kaldırılmalı, bütün üretim aletleri devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirilmeliydi. Bu noktada manifesto taleplerini ilan ediyordu: Toprak mülkiyetinin kaldırılmasından, parasız eğitime, kır ile kent arasındaki ayrımın nasıl kaldırılabileceğine56… Komünistler Birliği 1852 yılında son bulmuştur. Birliğin üyelerinin çoğunluğu Birinci Enternasyonal’de görev almıştır. 1840’lı yıllardaki işçi mücadeleleri ve Manifesto’da ifade edilen düşünceler, Kıta Avrupası işçi sınıfının sessiz kalmaksızın ya da egemen Bkn. Karl Marx ve Friedrick Engels, Komünist Parti Manifestosu. Struik, s. 89-90. 56 Marx ve Engels, Komünist Parti Manifestosu, ss. 27-37. 54 55 24 sınıfa bağlı olmaksızın kendi talepleriyle, bağımsız bir güç olarak ortaya çıkmaya başlamasının zamanını işaret etmiştir. 1848 Devrimleriyle birlikte işçi sınıfı bağımsız bir siyasal güç olarak ortaya çıkmıştır. Manifesto da 1848 Devrimleri sonrası ideolojik yön gösterici olmuştur. V. 1848’den 1880’lere Kadar İşçi Hareketleri 1848 devriminden 1880’lere kadar olan süreç, kapitalizmin tüm Avrupa’da hızla geliştiği ve yayıldığı; paralel olarak da işçi sınıfı hareketlerinin yaygınlaştığı ve olgunlaştığı dönemdir. 1848’de burjuvazinin her kesiminden bağımsız olarak proletarya, ilk kez tarih sahnesindeki yerini almıştır. Artan işçi hareketleri ve sosyalizm akımlarının gelişmesi sonucu 1864 yılında I. Enternasyonal kurulmuştur. 1871’de yaşanan Paris Komünü deneyimi; proletaryanın, burjuvazinin iktidarını ciddi biçimde tehdit ettiği bir deneyim olmuştur. Komün’ün yenilgisini izleyen yıllarda ise Marksizm ve anarşizm işçi sınıfı içinde en etkili akımlar olmuşlardır. Bu dönem 1876’da I. Enternasyonal’in feshi, kitlesel işçi partilerinin doğuşu, bunu takiben II. Enternasyonal’in kurulması ve kapitalizmin, serbest rekabetçi aşamasından tekelci aşamasına geçilmesiyle son bulmuştur. A. Proletaryanın İlk Bağımsız Siyasal Eylemi: 1848 Haziranı 1847 Dünya ticaret bunalımı, 1848’de Kıta Avrupası’nda patlak veren Şubat-Mart devrimlerinin nedeni olmuştur. Fransa ve İrlanda’da patates hastalığı başgöstermiş -yani kitlesel açlık ortaya çıkmış-, çalışanların ücretleri %50-60 oranında düşmüş ve işsizlik artmıştır. Genel bunalım dönemlerinde Fransa, tarihsel olarak özgün bir durum yaşamıştır. Bunun nedenini, Fransa’daki bunalımın; iflasların yanında endüstri faaliyetlerini durdurması oluşturmuştur. Böylece Fransa genel bunalım dışında, kendi ulusal bunalımını da geçirmiştir57. Karl Marx, Lois Bonaparte’nin 18 Brumaire’i, Çev. Ahmet Acar, 2. Baskı, İstanbul: Yorum Yayınları, 1993, s. 111. 57 25 1815’te oluşturulan Kutsal İttifak sarsılmış ve İtalya-Palermo’da köylü isyanları olarak başlayan hareket, Fransa’ya sıçramıştır. Fransa’da 1830 yılından beri mali aristokrasi egemen olmuş ve sanayi burjuvazisi muhalefet kalmıştır. 1840’lı yıllarda hükümetten reform istenmiş ama tüm reform isteyen hareketler bastırılmıştır. 1848 yılının Şubat ayında Paris’te meydana gelen ayaklanma sonucu mali aristokrasi ve Louis Philipe iktidarı yıkılmıştır. Cumhuriyet ve “çalışma hakkı” temel istemleri oluşturmuştur. Ayaklanmanın temel gücünü oluşturan işçiler 1830 Temmuz olayları ile nasıl burjuva monarşisini aldılarsa şimdi de burjuva cumhuriyetini koparıp almışlardır58. İşgünü ise 10 saate indirilmiştir. 1848 Devrimleri Kıta Avrupası’na yayılmıştır. Almanya’da Mart ayında Berlin’de ayaklanma başlamıştır. Berlinli işçiler bir çalışma bakanlığı, tek dereceli genel oyla seçilmiş bir parlamento ve anayasa istiyorlardı. Köylülerin talepleri ise feodal yükümlülüklerin kaldırılmasıydı. Ancak burjuvazinin ürkekliği sonucu feodal mutlakıyetçi rejim devam etmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda da toprak köleliğinin varlığı ve ulusal baskı sonucu Milano, Prag ve Macaristan’da ayaklanmalar olmuştur59. Sonuçta Macaristan bağımsız olmuş, Viyana’da erkekler için oy hakkı elde edilmiş ve anayasa oluşturulmuştur. Ancak burjuvazi ve monarşinin anlaşmasıyla imparatorluk yeniden kurulmuştur. Rusya’da da köylü ayaklanmaları başgöstermiştir. Özetle 1848 Devrimleri; Fransa, Alman Konfederasyonu, Prusya, Avusturya, Bohemya, Macaristan, İtalya, Eflak ve Moldavya'yı doğrudan; İsviçre, Belçika, Danimarka ve İspanya'yı dolaylı olarak etkilemiştir. 1848 Devrimlerinin merkezini Fransa oluşturmuştur. Şubat ayaklanması sonucu sanayi burjuvazisi iktidarı ele geçirmiştir. Blanc’ın önerdiği ulusal atelyelerde, işsizler örgütlenmiştir. Bu süreçte proletarya, burjuvazinin Blanqui adını taktığı komünizm çerçevesinde toplanmıştır. İşçilerin bağımsız bir güç oluşturmasından ve iktidarını tehdit etmesinden çekinen burjuva hükümet, işçilere karşı uygulamalara başlamıştır. Ulusal atelyeler kapatılmış 113 bin işçi işsiz kalmıştır. Haziran’da proletarya bu sefer burjuva hükümete karşı ayaklanmıştır. İşçi sınıfının doğrudan doğruya kapitalist sisteme ve burjuvaziye karşı 19.yy.daki ilk bağımsız ayaklanması, 1848 Paris işçi ayaklanmasıdır. Marx’a göre bu ayaklanma modern toplumu burjuvazi ve proletarya Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, Çev. Sevim Belli, 3. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Ocak 1988, ss. 45-47. 59 Tünay, s. 108-109. 58 26 olarak bölen ilk büyük karşı karşıya geliştir ve Avrupa’daki iç savaşlar tarihinin o güne kadar ki en önemli olayıdır. Ancak proletaryayı ara sınıflar olan köylüler ve küçük burjuvazi desteklememiştir. Çünkü Şubat Devrimi’nin masraflarını vergi olarak köylüler ödemişti. Bunun sonucu olarak köylüler, Paris proletaryasına cephe almıştır. Küçük burjuvazi ise yoksullaşmasını, Blanc’ın önerisiyle kurulan ulusal işliklerde görmüş ve Paris proletaryasına cephe almıştır. Böylece proletarya müttefiksiz kalmıştır60. Bunun sonucu olarak proletarya ilk büyük yenilgisini almıştır. 1848 Kasımı’nda 3. cumhuriyet ilan edilmiş ve Aralık’ta seçimler yapılmıştır. Bu seçimlerde Raspail’i aday gösteren proletarya, ilk kez bağımsız bir siyasal parti olarak (küçük burjuvaziden ayrı) davranmıştır. Küçük burjuvazi burjuvaziyi, köylülerse Louis Napolyon’u desteklemişlerdir. Seçimler sonucu cumhurbaşkanı, Louis Napolyon olmuştur. 1848’de genel oy sistemi, anayasanın temelini oluşturmuştur. Ancak 2 Aralık 1851’de bir hükümet darbesiyle cumhurbaşkanı olan III. Napolyon, imparator ilan edilmiş ve genel oy hakkı kaldırılmıştır. Böylece Fransız burjuvazisinin iki büyük gurubunun -sanayici Orleanistler ve büyük arazi sahibi Lejimistler’in- ortaklaştığı, bonapartizm denen dönem başlamıştır. 1848 Fransası’nın modern sınıflar açısından öğrettiği çok önemli dersler vardır: Birincisi, proletaryanın bağımsız olarak yönetimi ele geçirmesinden korkan burjuvazi, başlangıçta büyük zaferler elde etmesine karşın tutucu güçlerle işbirliğine gitmiştir. Burjuvazi artık 1789’ların burjuvazisi değildi ve devrimci niteliklerini yitirmişti. İlerleyen yıllarda burjuvazi, proletaryayı siyasal olarak etkisizleştirecek, aynı zamanda düzenle barıştıracak yol ve yöntemleri hayat geçirme taktiğini benimsemiştir61. İkincisi, Haziran Ayaklanması, 1848’e kadar kendi gözünde bile bir “yoksullar yığını” olan proletaryanın bağımsız devrimci enerjisini bu çapta açığa çıkartan ilk büyük çatışmadır. Ama bunu yaparken proletarya, yalnızca o zamanın koşullarında egemenliğini sürdürmesinin ne kadar olanaksız olduğunu da kanıtlamıştır. Üçüncüsü, proletarya, bağımsız bir güç olarak başarıya ulaşmak istiyorsa ara sınıfların, özellikle köylülerin desteğini almalıydı. Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, ss. 56-65. Haluk Yurtsever, “1848 Devrimleri” (Gelenek Dergisi sayı 78’den alınmıştır.), 1848 ve 1918 Devrimleri, http://www.uzaklar.net./html/1848ve1918devrimleri.html (Erişim Tarihi: 14 Eylül 2005): pp. 8-15. 60 61 27 1850’li yıllarda ekonomik yükseliş dönemi başlamıştır. Kaliforniya ve Avustralya’da altın, Meksika’da gümüş madenlerinin bulunması; demiryollarının, telgrafın ve buharlı gemiciliğin gelişmesi; pozitif bilimlerin gelişimi; Süveyş Kanalı’nın açılması bu döneme rastlamıştır. Bu gelişmeler sonucu Avrupa endüstrisi bir atılım gerçekleştirmiştir. İzleyen otuz yılda İngiltere’de buhar enerjisi 1.3’ten 7.6 milyon tona, Fransa’da 0.4’ten 1.3 milyon tona, Alman Konfederasyonu’nda 0.26’dan 5.1 milyon tona, Avusturya İmparatorluğu’nda 0.1’den 1.6 milyon tona yükselmiştir. Kömür üretimi ise, İngiltere’de 49’dan 147 milyon tona, Fransa’da 0.8’den 3.8 milyon tona, Almanya’da 1.3’ten 12 milyon tona çıkmıştır62. Rusya’da 1861 reformuyla başlayan kapitalist ekonomik dönüşüm de bu dönemde gerçekleşmiştir. 1848 Devrimlerinin yenilgisi izleyen yıllarda başlayan ekonomik yükseliş, işçi sınıfının nicelik olarak genişlemesine yol açmıştır. 1850’li yılardan itibaren çartist hareket, işçiler arasında yeniden etkili olmaya başlamıştı. Rusya’da ise Herzen, Çernişevski ve Ogarev önderliğinde ilk proleter örgütlenme nüvesini oluşturacak olan Zemlya Volya örgütlenmesi kurulmuştur. Ancak işçi hareketinin ana canlanması, 1857-58 ekonomik bunalımı ile birlikte gerçekleşmiştir. New York’ta imalat sektöründeki kadın işçiler, 8 Mart 1857’de yaptıkları grevle; 10 saatlik işgünü, işyerindeki temel sağlık koşulları ve erkeklerle eşit ücret talebini istemişlerdir63. 1859’da Londralı işçilerin grevi ve ortaya çıkan radikal sendikacılık da Avrupa proletaryasının sessizliğine son vermiştir. Bu dönemde Londra, Kıta Avrupası’ndaki baskıcı rejimlerden kaçan işçi sınıfı temsilcilerinin, ülkelerindeki devrimci hareketlerle bağlantı kurdukları bir merkez işlevini görmüştür. Polonyalı, Alman, Fransız, İtalyan ve İngiliz işçileri arasında bir ilişki kurulmuştur. İtalya’da süren Ulusal Birlik mücadelesi, 1863’deki Ruslara karşı Polonya Ayaklanması ve Amerikan İç Savaşı, işçilerin ilgilendiği konulardı. Polonya ile dayanışma toplantıları işçiler arasındaki ilişkiyi güçlendirmiştir. Ancak işçi hareketini harekete geçiren esas dinamik Amerikan İç Savaşı ve bu savaşta İngiliz hükümetinin tutumu olmuştu. İç savaşın yol açtığı pamuk kıtlığının etkisiyle Britanya sanayisinin temelini oluşturan tekstil sanayi, ani bir hammadde kıtlığıyla karşı karşıya kalmıştı. Çünkü bu dönemde Britanya’nın ithal ettiği pamuğun %80’i Birleşik Devletler’den gelmekteydi. Konfederasyon (Güney) gemilerine Kuzey’in uyguladığı abluka sonucu bu ithalattan mahrum kalan Britanya’da, stokları bulunmayan küçük üreticilerin durumu 62 63 Abenroth, s. 30. Dünya Sendikalar Federasyonu, s. 19. 28 endüstriyel krizi daha da derinleştirmiştir. Bunun sonucu olarak -örneğin- Lancashire’da pamuk endüstrisindeki tam istihdam, Kasım 1861’de 533.950 iken, Kasım 1862’de 203.200’e düşmüştür. Yani krizden temel etkilenen -yükünü çeken- işçiler olmuştur. İngiliz hükümetinin Konfederasyon’u desteklemesine karşılık, Manchesterlı işçiler, Londra Sendikalar Konseyi ve tüm Britanya işçi sınıfı köleliğe karşı savaşı desteklemiş; Britanya ve Birleşik Devletler işçileri arasında karşılıklı dayanışma eylemleri gerçekleşmiştir. Almanya’da ise Ferdinand Lassalle, ilk bağımsız işçi partisinin adımlarını atmıştır. Bu dönemde Marx, uluslararası sömürünün, yoksul ulusları zengin uluslara bağımlılaştıran kalıcı bir yapısal ilişki yarattığını ve bunun işçi sınıfı enternasyonalizmine etkisine dikkat çekmiştir. İrlanda ve Hindistan örneklerinde, bu sömürü biçiminin kapitalist sistemin özünde yattığı sonucuna varmıştır64. 1860’larda Avrupalı işçilerce kavranan şekliyle proleter örgütlenme sorunu, hem ulusal ve hem de uluslararası bir sorundu. Buradan hareketle Birinci Enternasyonal sadece bir ulusal krizden değil, uluslararası işçi hareketinin tarihsel bir dayanışma eyleminin sonucu olarak doğmuştur. B. Birinci Enternasyonal (Uluslararası İşçi Birliği) ve Paris Komünü 28 Eylül 1864’te, Birinci Enternasyonal adıyla tanınan Uluslararası İşçi Birliği, Londra’da kurulmuştur (Enternasyonalizm fikri, sanayi devriminden itibaren gelişen işçi hareketlerinin yarattığı sinerjinin bir ifadesidir de.) St. Martin’s Hall’de yapılan ilk toplantısına İngiliz sendikacıları ve işçileri, Fransız işçi delegasyonu ve Londra’da yaşayan siyasi göçmenler katılmıştır. Hazırlanan geçici tüzükte, işçi sınıfının kurtuluşunun kendi ellerinde olduğu ifade ediliyor ve işçileri ekonomik bağımlılıktan kurtarma hedefi benimsenmiştir. I. Enternasyonal’in kuruluş aşamasında üç önemli siyasi akım temsil edilmiştir: Fransız Proudhonculuğu, İtalyan Mazziniciliği ve Trade Unionism (sendikacılık). Proudhonculuk, 1830 Fransız Devrimi anlatılırken açıklanmıştı. Mazzinicilik, henüz John Bellamy Foster (Monthly Review Dergisi Editörü), “Marks ve Enternasyonalizm”, Cosmopolitik Dergisi, Çev. Ali Ekber, İlkbahar-Yaz 2002, sayı: 3, s. 11-22. (“Marx and Internationalism”, Monthly Reivew, Temmuz/Ağustos 2000, sayı: 52, no: 3’ten çevrilmiştir.) 64 29 ulusal birliğini gerçekleştiremeyen İtalya’da gelişen bir düşünce olmuştur. Bu düşünceye göre bir devrimin itici gücünü sınıf mücadelesi değil, milliyetçi bir halk ayaklanması oluşturmaktadır. Trade Unionism ise, çartizmin siyasal mücadele perspektifinden uzak olan, ekonomik hedeflerde odaklanan bir sendikacılıktır65. I. Enternasyonal’in gelişme sürecini 1865-1867 ve 1868-1870 arasındaki iki döneme bölmek mümkündür: İlk dönemde farklı eğilimler ve geleneklerin biraraya gelmesinin güçlükleri; ikinci dönemde ise, sınıf mücadelesinin ve artan grevlerin etkisi altında yükselen hareketin yansıması yaşanmıştır. I. Enternasyonal kongrelerinin temel özelliği, sanayi gelişmenin yaşandığı ülkelerde Marx’ın; tarımın ağırlıkta olduğu ülkelerde ise önceleri Proudhon’un, sonra ise Bakunin’in görüşlerinin etkili olmasıdır66. Genel olarak baktığımızda Enternasyonal’in yapısının gevşek ve federatif bir yapıda olduğunu ve Proudhoncu, Bakuninci, Marksist, Blanquist vb. düşüncelerin varolduğunu görebiliriz. Marksizm, ancak Paris Komünü sonrası proleter hareket içinde genelleşen bir düşünce olmuştur. Enternasyonal; 1866 yılındaki Cenevre kongresinde, işgününün yasal olarak 8 saatle sınırlanmasını benimsemiştir. Bu karar daha sonraki yıllarda dünya işçi sınıfını harekete geçirecek önemli bir dinamik olacaktır. Ayrıca işçilerin çalışma mevzuatlarına dair istemleri de, 8 saatlik çalışma talebini bütünlemiş ve işçilerin ekonomik mücadele programı ortaya konmuştur. Sendikaların işçilerin gündelik mücadelelerinin merkezi olmasının yanısıra, sosyal ve politik eylemlere de yardımcı olma zorunluluğu vurgulanmıştır67. Yine 1869 yılında bir Alman sendikacılar heyetiyle konuşmasında Marx, sendikaların sosyalizmin okulları olduğunu söylemektedir68. 1869 Basel kongresinde de merkeziyetçilik düşüncesini savunan komünistlerle, federalizm düşüncesini savunan anarşistler arasında ilk ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Yine bu kongrede sürekli ordunun kaldırılması, kilise ve devletin ayrılması, memurların seçilebilirliği ve görevden geri alınabilme olanağı, toplanma ve basın özgürlüğü, dolaylı vergilerin kaldırılması, bankaların, ulaştırmanın ve madenlerin ulusallaştırılması, yerel 65 Abenroth, ss. 34-37. Bu konu için bkn. Jacques Duclos, Birinci Enternasyonal, Çev. Ö. Ufuk, 2. Baskı, İstanbul: Sorun Yayınları, Ocak 1988. 67 Duclos, ss. 56-59. 68 John Molyneux, Marksizm ve Parti, Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, Mart 1991, s. 36. 66 30 yönetim ilkesi gibi kararlar benimsenmiştir. Alınan bu kararlar Paris Komünü’ndeki uygulamaların temelini oluşturacaktı69. Fransa’da 1850’li yıllardan itibaren demir-çelik, maden ve kimya endüstrisi gelişmiş ve zanaatkarlardan ayrı olarak bir ücretli emekçi kitlesi oluşmuştu. 1866 yılında 1.825 milyonu bulan Paris nüfusunun 605 bini yeni oluşan işçilerden, yine 70 bini bu işçilerin yaşama koşullarına yakın zanaatkarlardan oluşmaktaydı. Zanaatkarların mücadelesi sonucu 1864 yılında dernek kurma hakkı elde edilmiş ve medeni kanunun işverene hukuki üstünlük sağlayan 1781. maddesi kaldırılmıştı. 1868 yılında ise sendika odaları kurulmuştu70. Bonapartist rejimin siyasal baskısına karşı oluşan huzursuzluğa, sömürgelerin bağımsızlaşma hareketleri eklenince rejim sarsılmıştı. 1870 yılında Prusya’ya açılan savaş ve Meksika isyanı sonucu Bonaparte devrilmiş; cumhuriyet ilan edilmiştir. Yeni kurulan burjuva hükümet, Prusya kuşatması altındaki Paris halkını Ulusal Muhafız adıyla silahlandırdığında, -henüz iktidarını sağlamlaştıramayan burjuvazi yanındaproletarya (ulusal muhafız) ikinci bir iktidar olarak şekillenmiştir. Çünkü işçi sınıfı artık ne zaman burjuva siyasi haklarını elde etmek için bir mücadele yürütüyorsa, bu mücadele her defasında bir iktidar biçimini almaktaydı. 18 Mart 1871’de Paris Komünü ilan edilmiştir. Paris Komünü, hedefini “emeği, sınıf karşıtlığını ortadan kaldıracak ve toplumsal eşitliği sağlayacak yeni temeller üzerinde yeniden örgütlemek” olarak tanımlamış ve uygulamaya koyulmuştur71. Engels’in tanımlamasına göre “enternasyonal’in çocuğu”72, Marx’ın tanımlamasına göre “imparatorluğun doğrudan antitezi” olan Paris Komünü; mülksüzleştiricilerin mülksüzleşmesini amaçlamıştır73. Paris Komünü’nün talepleri, Enternasyonal’in 1869 Basel Kongresi’ndeki taleplerdi. Bu taleplere ek olarak; fırıncıların gece çalıştırılmasının yasaklanması, kira tavanı C. Galman ve Diğerleri, Paris Komünü ve Marksizm, Çev. Kenan Somer, 1. Baskı, İstanbul: Sarmal Yayınevi, Şubat 1996, s. 61-62. 70 “1871 Paris Komünü”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi, Cilt: 3, İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975, s. 510. 71 C. Galman ve Diğerleri, s. 7. 72 Karl Marx ve Friedrick Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Çev. M. Kabagil, 3. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Ekim 1989, s. 124. 73 Karl Marx, İç Fransa’da Savaş, Çev. Kenan Somer, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Ekim 1991, ss. 57-62. 69 31 konulması, işyeri sahiplerinin ücretler üzerinden para cezası kesmesinin yasaklanması, asgari ücret güvencesinin getirilmesi, terkedilen işyerlerinin işletmeye açılması ve hayırsever derneklerinin yasaklanması gibi uygulamalar hayata geçirilmiştir. 1869 taleplerinden bir tek bankaların ve demiryollarının ulusallaştırılması talebi hayata geçmemiştir. Çünkü Komün’ü monarşiye karşı cumhuriyetin bir kalesi olarak gören Paris küçük burjuva demokratları ve bir çok radikal burjuva, en demokratik istemleri uyguladığı sürece işçi hükümetini bütün olanaklarıyla desteklemişlerdir (özel mülkiyet ilkesine kastetmemesi koşuluyla). Bir de Komün’de en eleştirilen nokta merkez bankası niteliğinde olan Fransız Bankası’nın kamulaştırılmamasıdır. Bu eksiklik Komün’ün temel yenilgi nedenlerinden birisi olarak gösterilir74. Paris Komünü’nde politik olarak en etkili guruplar Blanquistler ve Proudhoncular olmuştur. Buna ek olarak Marksistler, Lassalleciler, Bakuninciler, Jakobinler (cumhuriyetçi burjuvalar) ve Trade-Unioncular bulunmaktaydı. Paris Komünü kent merkezini kapsamıştır. Kapitalizmin gelişme dinamikleri tükenmemiş ve köylülerle bağ kurulamamıştı. Komün deneyimi, dönemin Fransız toplumunun en kalabalık sınıfı olan köylülüğün desteği olmadıkça, işçi sınıfının bir zaferine güvenmenin güç olduğu konusunda hiçbir kuşku bırakmamıştır75. Komüncüler ise zanaatçılar ya da işçilerdi. Parisli işçiler artık 1848 barikatçıları olmamakla birlikte, henüz modern proletarya da değildi. Paris’te modern proletarya ancak 19.yy.ın sonundan itibaren gelişmiştir. Birçok ülkede Paris Komünü’yle dayanışma hareketi gerçekleşmiştir. 1871’de İngiltere’de Enternasyonal’e bağlı Toprak ve Emek Birliği üyeleri, Komün tipi cumhuriyetin kurulmasını istiyorlardı. İspanya ve İtalya’da da benzer olaylarla karşılaşılıyordu. Amerika ve Avrupa’da grevler yoğunlaştı ve siyasal içerikler kazandı. Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Avustralya’da da destek eylemleri gerçekleşmiştir. Enternasyonal’in 1. maddesi olan “işçi sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının eseri olmalıdır” ilkesi dünya çapında destek görmeye başlamıştır76. Paris Komünü 28 mayıs 1871’de Prusya desteğindeki merkezi Fransız hükümeti tarafından sona erdirilmiştir. “1871 Paris Komünü”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi, ss. 493-495. C. Galman ve Diğerleri, s. 133. 76 C. Galman ve Diğerleri, ss. 149-162. (Paris Komünü’nde ezici çoğunluğu Fransızların oluşturmasına rağmen birçok göçmen işçinin de Komün üyesi olduğunu hatırlatmakta fayda var. Öyle ki Alman Leo Frankel Komün’ün Çalışma Bakanı’dır. Bu nokta günümüz işçi sınıfı mücadelesini tartışırken, özellikle göçmen işçilerin örgütlenmesi sorununda akıllarda kalmalıdır.) 74 75 32 Paris Komünü deneyimi Enternasyonal içinde birçok tartışma başlatmıştır. Ancak en önemlisi anarşizmle sosyalizm arasındaki bağları koparan, işçi hareketi içinde marksizmin ve anarşizmin en etkili iki akım olmasını sağlayan; Marx ve Bakunin arasında gerçekleşen devlet üzerine olan tartışmadır. Marx’a göre devlet, bir sınıfın başka bir sınıf tarafından bastırılmasına yarayan bir makineden başka bir şey değildir77. Çünkü modern sanayi geliştikçe devlet, sermayenin emek üzerindeki sınıf aygıtı niteliği taşımaya başlıyordu. Bu yüzden işçi sınıfı devlet makinesini olduğu gibi alıp işletmekle yetinmemeliydi. Burjuva devlet mekanizmasını kırmak zorunluydu78. Bakunin ise Komünü, devletin yadsınması ve anarşist federalizmin doğuşu olarak yorumlamaktadır. Bakunin “Paris Komünü ve Devlet Fikri” adlı yapıtında Komün’ün devrimci sosyalistlerin, yani anarşistlerin parlak bir deneyimi ve devletin açıkça yadsıması olduğunu ileri sürüyordu. Komün’ün büyük yanılgısını; komüncülerin, anarşizmin ilk koşulundan vazgeçmeleri ve devrimci bir hükümet ile bir ordu kurmaları olarak görüyor ve Komün’ü jakobenizmle eleştiriyordu. Bakunin’e göre proletarya her türlü siyasal etkinlikten vazgeçmeliydi. Geleceğin toplumu, işçilerin özgür birlik ve federasyonu biçiminde örgütlenen özgürlükçü bir düzen olacaktı79. Paris Komünü sonrası Enternasyonal içindeki tartışmalar ve Enternasyonal’e yönelik uluslararası baskılar sonucu örgütlenme bir kriz sürecine girmiştir. Özellikle Marksistler ve Blanquistler arasında gelişen tartışmalar80; İngiliz Trade-Unioncuları ile gelişen tartışmalar (çoğunluğu özel mülkiyet ilkesini savunuyordu) sonucu örgütlenme dağılma sürecine girmiştir. Bu süreçte Amerika’da Komüne beslenen sempati üzerine Enternasyonal Philadelphia’ya taşınmıştır. 1876 yılında yapılan son kongresinde I. Enternasyonal’in varlığına resmen son verilmiştir. Komünün en önemli pratik derslerinden birisi de proletaryanın bağımsız bir parti şeklinde örgütlü olmamasıdır. Bu sorun, Enternasyonal’in 1871 Londra ve 1872 Lahey kongrelerinde ortaya konmuş ve izleyen yıllarda uluslararası işçi hareketinin en önemli ve en güncel sorunu haline gelmiştir. Ayrıca 1866’daki Cenevre Raporu’nda da kitlesel Marx, Fransa’da İç Savaş, s. 19. Burjuva devlet mekanizmasının kırılma zorunluluğunu Marx, ilk kez Lois Bonaparte’nin 18 Brumaire’i adlı eserinde ortaya koymuştur. Daha ayrıntılı olarak bu konuyu Paris Komünü üzerine görüşlerini yazdığı Fransa’da İç Savaş adlı eserinde incelemiştir. 79 Paul Avrich, Anarşist Portreler-I, Çev. Osman Akınhay, 1. Baskı, İstanbul: Sarmal Yayınevi, Mayıs 1992, s. 142. 80 Blanquistlerle Marksistler arasında yapılan tartışma için bkn. Friedrick Engels, Blankici Komün Mültecilerinin Programı, Marks-Engels, Seçme Yazılar, Cilt: 2, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, Temmuz 1977, s. 453-461. 77 78 33 sendikalar oluşturma fikri benimsenmiştir. Ancak sendikaların tek başlarına işgününün kısaltılması ve yüksek ücretler için mücadele edebileceği, yani; kapitalist sistem içindeki taleplerle yetineceği vurgulanmıştır. Bu yüzden bütün Avrupa ülke işçilerine bağımsız işçi partisi kurulması hedefi gösterilmiştir. Bu süreçte işçi hareketinin ağırlık merkezi Fransa’dan Almanya’ya geçmiş ve Marksizm81le anarşizm, Komünü izleyen yıllarda yayılmıştır. Bu dönem II. Enternasyonal’i hazırlayan gelişmeleri barındırması açısından bir geçiş süreci olarak algılanabilir. C. İşçi Sınıfı Partilerinin ve Kitlesel Sendikaların Doğuşu Bağımsız işçi hareketinin ilk adımları Almanya’da Leipzig işçileri tarafından atılmıştır. 1862 yılında oluşturmaya başladıkları örgütlenmenin önderliğini Ferdinand Lassalle yapmıştır. Lassalle’a göre, işçilerin görevi genel oy hakkının tanınması ve devletin yardımıyla üretim kooperatiflerinin oluşturulması için bir siyasi parti yapılanmasını gerçekleştirmekti. Böylece özgür halk devletine ulaşılacaktı. Yani Lassalle’de toplumsal sorunların çözümü, devlete bağlanmaktadır. Ücretlerin tunç yasası adını verdiği görüşüne göre, ücretli işçilik devam ettiği sürece işçiler yoksulluktan kurtulamayacaklardı. Buna alternatif olarak da emeğin tüm ürününe sahip olacağı üretim kooperatiflerini görmekteydi. Böylece 1863 yılında Alman İşçileri Genel Birliği (Union Générale des Ouvriers Allemands); bir yıl sonra Lassalle’ın ölümüyle Birlik’in başkanı olan J.B. von Schweitzer örgütlenmeyi Prusya’nın hedefleri doğrultusunda bir çizgiye oturtunca, I. Enternasyonal çizgisinde olan marksist Wilhelm Liebknect ve Auguste Bebel önderliğinde 1869 yılında Eisenach’lılar Partisi (Sosyal Demokrat İşçi Partisi) kurulmuştur82. Bu örgütlenme ilk bağımsız işçi partisidir. 1866 yılında Prusya ve Avusturya arasında yaşanan savaş sonucu galip gelen Prusya önderliğinde Kuzey Alman Birliği kurulmuş ve Almanya’da 1866 yılında genel oy sistemi kurumsallaşmıştır. 1871 Fransa Savaşı sonucunda ise Almanya kurulmuştur. Bu noktada Marx’ın Kapital I-II-III eserlerine değinmek gerekir. İlk cildi 1867’de yayınlanan, ikinci cildi Marx’ın ölümünden sonra Engels tarafından derlenip 1885 yılında yayınlanan ve yine son cildi Engels tarafından 1894’te yayınlanan Kapital, burjuva iktisatçılar dahil; bugüne kadar yapılan en kapsamlı kapitalizm analizi olarak kabul edilmektedir. Kapital’de sermaye ile emek arasındaki ilişki gözler önüne serilmiştir. Kapital’in özet bir anlatımı için bkn. Friedrick Engels, “Marks’ın Kapital’i”, Marks-Engels: Seçme Yazılar, Cilt: 2, ss. 174-182. 82 Beer, ss. 567-569. 81 34 1875’te Lasalle’cılar ve Eisenach’lılar birleşerek Alman Sosyal Demokrat Partisi’ni (Sozialdemokratische Partei Deutschlands-SPD) oluşturmuşlardır. Kuruluşundan itibaren parti giderek kitleselleşmiştir. Bu süreci Bismarc’ın 1878-90 yılları arasında yürürlüğe koyduğu sosyalistlere karşı yasa -ki bu yasayla toplantılar yasaklanmış, gazeteler baskı altına alınmış ve bir siyasal partinin normal faaliyetleri çok zorlaştırılmıştı- ve hükümetin aldığı kaza, hastalık ve sağlık sigortası gibi (ilk sosyal politika83 örnekleri) önlemler de engelleyememiştir. Marks ve Engels bu birleşmenin ilkelerini şiddetle eleştirmişlerdir. Engels’e göre SPD karma ve çelişkili bir ideolojiye sahipti84. Engels, 1891’de Kautksy tarafından hazırlanan Erfurt programındaki barışçıl yoldan sosyalizme geçiş ilkesini de eleştirecek ve çalışma odaları vasıtasıyla işçilerin ve patronların işbirliği yapmasına karşı çıkacak; bağımsız işçi odasını savunacaktı85. Bu yıllarda Avrupa’da kurulacak olan bütün işçi partilerinde, 1. Dünya Savaşı’nda işçi partilerinin bölünmesine neden olan tartışmalar tam da bu temelden başlamıştır. İşçi sınıfı partilerini oluşturacak olan büyük bir çoğunluk, siyasal iktidarın işçi sınıfı tarafından fethi ve üretim araçlarının kamulaştırılmasına karşılık, işçilerin devlet yönetimine katılması fikrini savunacak ve tek tek reformlar için mücadele ederek, kapitalizmle sosyalizmin barışçıl bir biçimde bütünleşmesini hedefleyecekti. Bu tartışma bugün bile işçi sınıfı mücadelesinin önemli bir gündemi olmaktadır. Diğer Avrupa ülkelerindeki işçi sınıfı partileri ve sendikaların gelişimine bakarsak86; Avusturya-Macaristan’da işçi hareketi Almanya’ya paralel olarak gelişmiştir. Andreas Schhen, Johann Most ve Pabst önderliğinde 1872 yılında Avusturya Sosyal Demokrat “Sosyal politika” (sozialpolitik) terimini, ilk kez Almanya’da Prof. Riechl kullanmıştır. 20. yy.ın başlarına kadar bilimsel bir disiplin olmayan sosyal politika, “kapitalist ekonomi düzeninde iki sınıf arasındaki tezatları ve mücadeleleri hafifletmeye, mümkün olduğu takdirde bunları ortadan kaldırmaya, mevcut ve yürürlükteki düzeni devam ettirmeye ve sağlamlaştırmaya yönelmiş bir siyaset(tir)”. Ulusal düzeyde sosyal politika oluşturma girişimleri de Fransa, Almanya ve özellikle İsviçre’de 19. yy.ın son çeyreğinde ortaya çıkmıştır. Mesut Gülmez, “Kavramlar Tanımlar”, Uluslararası Sosyal Politika, Ankara: TODAİ Yayınları, 2000, s. 1. 84 Marx ve Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, s. 60. 85 Marx ve Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, ss. 100-106. (SPD’nin Marksizmden uzaklaşma eğilimleri Engels’le hep polemik oluşturmuştur. SPD’nin barışçıl yoldan sosyalizme geçiş fikrine karşı; Engels, Paris Komünü’nün proletarya diktatörlüğü olduğunu savunmuştur. Bkn. Fransa’da İç Savaşa Önsöz, s. 20. Ayrıca Erfurt Programı’nın eleştirisinin önemi, Engels’in SPD’nin programını eleştirirken, -sendikaların siyaseten tarafsız kalması, legalizm vb.- II. Enternasyonal’in bütün partilerine örnek teşkil eden SPD şahsında Enternasyonal’e egemen anlayışı eleştirmesinde yatar.) 86 Beer, ss. 589-602; Abenroth, ss. 51-58. 83 35 Partisi (Sozialdemokratische Partei Österreichs-SPÖ) kurulmuştur. Bulanık bir programa sahip olan parti, bir yıl sonra radikaller ve ılımlılar olarak ikiye bölünmüştür. 1888 yılında Victor Adler önderliğinde yeniden birleşmiştir. Ayrıca 1880 sonrası Viyanalı işçiler arasında anarşist görüşler de oldukça etkili olmuştur. Çartist hareketin yıkılmasından sonra, Büyük Britanya’da ilk olarak Trade-Union’lar (sendikalar) ortaya çıkmıştır. Bu sendikalar 1868 yılında bir araya gelmiş ve Sendikalar Kongresi’ni (Trade-Union Congress-TUC) kurarak, ulusal sendikaların temelini atmışlardır. 1882 yılında ise Henry Myers Hyndman önderliğinde Demokratik Federasyon (kısa bir süre sonra Sosyal Demokrat Federasyon adını alacaktı) kurulmuştur. Federasyon özellikle işsizler üzerinde etkili olmuştur. Yine 1884 yılında Sidney Webb, Beatrice Webb ve Bernard Shaw önderliğinde sosyalizme parlamenter reformlar yoluyla ulaşılabileceğini savunan Fabian Derneği kuruldu. James Keir Hardie’de İskoç İşçi Partisi’ni kurmuştur. Fransa’da Paris Komünü sonrası işçi hareketi ancak 80’li yıllarda toparlanmıştır. Çünkü Komün sonrası yasaklamalar, ancak 1879’da hafifletilmişti. 1880 yılında Jules Guesde ve Paul Lafarge önderliğinde -Marksist- Fransız İşçi Partisi kurulmuştur. SPD ile karşılaştırılabilecek güçte bir parti ve gelenek üretebilecek tek ülke Fransa’ydı. Ancak 1882’de Paul Brousse ve Benoit Malon önderliğinde İşçi Partisi’nden ayrılan çoğunluk, anarşistleri de içine alarak yeni bir parti kurmuştur. Bu partiye, elde edilmesi olanaklı şeyi elde etme yolundaki reformist ilkeyi benimsediği için Olanakçılar (PossibilistsFédération des Travailleurs Socialistes de France) denmiştir. Burjuva demokratlarıyla sistemli bir ittifakı savunmuş ve federal bir Fransa istemişlerdir. Olanakçılar 1889’a kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Auguste Blanqui de, 1881’de Merkezi Devrimci Komite (Comité Central Révolutionnaire) isimli bir örgüt kurmuştur. Daha sonra Blanquiciler, Edouard Vaillant önderliğinde Sosyalist Devrim Partisi adıyla örgütlendiler. Millerand, Viviani, Briand, Augagneur ve Jaurés de bağımsız bir sosyalistler örgütü kurmuştur. Bu dönemde Fransız işçi sınıfı 1884’te sendikal örgütlenme hakkını elde etmiştir. İtalya’da endüstrileşme daha geri ve yavaş gelişmiştir. I. Enternasyonal döneminde filizlenen işçi örgütlenmeleri Carlo Cafferio ve Matesta önderliğinde Bakuninci anarşizmin etkisi altında oluşmuştur. 1892’de de belirsiz biçimde Marksist ama 36 anarşizm karşıtı İtalyan Sosyalist Partisi (Partito Sosialista Italiano-PSI) kurulmuştur. İspanya’da ise endüstrileşme İtalya’dan da geriydi. Burada da anarşistler etkiliydi. Tarım işçileri ve kalifiye işçilerin partisi olan İberya Anarşist Federasyonu (FAI) ve anarko-sendikalist Ulusal İşçi Federasyonu (CNT) başlıca anarşist örgütlenmelerdir. Avusturyalı maden işçilerinin ve vasıflı sanayi işçilerinin sendikası olan Ulusal İşçi Federasyonu (UGT) desteğinde 1879 yılında İspanyol Sosyalist Partisi, Pablo İglesias tarafından kurulmuştur. Belçika’da endüstrileşme ileri bir noktadaydı. İşçiler arasında Bakunincilik ve Blanquizm yaygın görüşlerdi. Hollanda’da ise Hıristiyan sosyalist eski papaz Donala Niewenhuis’in 1881’de kurduğu Sosyalist Birlik örgütlenmesi etkiliydi. Danimarka’da İşçi Partisi 1889’da kuruldu. İsveç’te Danimarka’daki işçi partisine dayanan ve sendikaları da içine alan Sosyal Demokrat Parti 1889’da kuruldu. Norveç’te 1883’te bir sendika federasyonu ve 1887’de İşçi Partisi kuruldu. İsviçre’de ise önce Bakuninci Jura Federasyonu etkiliydi. 1873’te sendikalar Hermann Greulich önderliğinde İsviçre İşçi Birliği adını alarak birleştiler. 1888’de ise İsviçre Sosyal Demokrat Partisi kuruldu. Rusya’da ise Narodnik adı verilen anarşist guruplar 1870’li ve 1880’li yıllarda etkiliydi. 1876 yılında kapitalistleşmeye karşı Köy Topluluklarını (Mir) savunan Toprak ve Özgürlük, ardından Şelyabçek Mihaylov ile Sofya Perovskaya önderliğinde Narodnaya Volya (Halkın İradesi) örgütlenmeleri kuruldu. 1883’te Cenevre’de sürgünde George Plekhanov, Paul Axelrod ve Vera Zasulich Marksist Emeğin Kurtuluşu gurubunu kurdular. Polonya’da ise narodniklere paralel olarak Proletarya isimli örgüt kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nde ise 19.yy.ın sonlarına gelindiğinde feodal ve askeri merkezli yapı devam etmekteydi. Bu nedenle kapitalist üretim ilişkileri ülkede hızlı gelişme gösterme olanağı bulamamıştır87. Türk burjuvazisi bürokratik yapısıyla yavaş gelişim gösteren bir ticaret burjuvazisi özelliği göstermektedir. Tüm bu durum işçi sınıfın sayıca az ve örgütsüz olmasına neden olmaktaydı. Böylece işçi hareketi ve örgütleri gelişim gösterememekteydi. Bugünkü anlamıyla işçi kavramı Türkiye’de ancak 19. yüzyılın ilk yarısından sonra kullanılmaya başlamıştır. İşçilerle işverenler arasındaki ücret ve çalışma koşullarına yönelik ilk anlaşmazlıklarda bu dönemlerde ortaya çıkmıştır88. Dimıtır Şişmanov, Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi, Çev. Ayşe-Ragıp Zarakolu, 2. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1990, s. 21. 88 Kemal Sülker, Türkiye Sendikacılık Tarihi, 1. Baskı, İstanbul: Bilim Yayınevi, 1987, s. 17. 87 37 1871 yılında kurulan Ameleperver Cemiyeti (İşçi Severler Derneği) Osmanlı Devleti’nde kurulan ilk işçi örgütüdür. Bu dernek bir sendikadan çok yardımlaşma sandığı işlevi göstermektedir. 1872 yılının Ocak ayında Türkiye işçi hareketinin ilk grevi İstanbul’daki tersane işçileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Greve Müslüman ve Hıristiyan 600 kadar işçi katılmıştır. Daha sonra Abdülhamit’in istibdat rejimi uyguladığı yıllar boyunca işçi hareketi ve örgütlülükleri tüm topluma yapıldığı gibi baskıya uğramış ve dağıtılmıştır. Anarşistlerle Marksistlerin ayrıştığı I. Enternasyonal’in Hauge Kongresi’nden sonra, anarşistler; birbirinden kopuk ve merkezi olmayan küçük birimler halinde varlıklarını sürdürdüler. 1881 yılında Kropotkin, Elisée Reclus, Johann Most ve Errico Malatesta önderliğinde Fransa, İtalya ve ABD’yi kapsayan Kara Enternasyonal (Aliance Internationale Ouvriére) kuruldu. Ancak Kara Enternasyonal gevşek bir birlik olmaktan öteye gidememiştir89. Bu dönemde sekiz saatlik çalışma talebi işçi hareketinin temel eksenini oluşturmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işçi mücadelesi, işçi hareketinin bu talebi en çok dalgalandırdığı ülke olmuştur. 1871 Paris Komünü yenilgisi sonrası Avrupa’da yukarıda ifade ettiğimiz gibi işçi sınıfı partileri ve sendikaların kurulması ile anarşist tedhiş yöntemlerine sıkışan bir işçi mücadelesi mevcuttu. Oysa ABD’de ise, çoğunluğunu göçmen işçilerin oluşturduğu yeni bir işçi sınıfı oluşmaktaydı. 1 Mayıs ve 8 saatlik çalışma olarak ifade edebileceğimiz buradaki işçi hareketi, proletaryanın burjuvaziye karşı dünya çapındaki savaşımının simgesi haline gelmiştir. 19.yy.ın başında oluşan ilk ABD işçileri beyaz ve aristokratik özelliklere sahiptir. Oysa İç Savaş sonrası yaşanan hızlı sanayileşme ve krizler sonrası çalışma koşulları kötüleşmiştir. Bu süreçte yaşanan ağır işsizlik koşulları ve vasıflı işçilerin makineleşme aracılığıyla tasfiye edilmesi sonucu büyük sanayi kentleri oluşmuş; Chicago, Detroit gibi bu sanayi kentlerinin varoşlarında yaşamaya başlayan işsizler ve yeni göçmenlerle birlikte işçi hareketinin ilk biçimleri ortaya çıkmıştır. James Joll, II. Enternasyonal, Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, Aralık 2002, s. 32. 89 38 İşçi hareketinde atılan ilk önemli örgütsel adım 1863’te kurulan Makinist ve Demirciler Sendikası’dır. İç Savaş’tan sonra kurulan ilk ulusal işçi federasyonu Ulusal İşçi Birliği (NLU) önderliğinde I. Enternasyonal’e paralel olarak 8 saat talebine yönelik kampanyalar başlatılmıştır. 1870’lerin sonunda gizli dernekler, sendikalar ve işçi sınıfı partileri ortaya çıkmıştır. 1881’de ilk işçi konfederasyonu Amerikan Emek Federasyonu (AFL) kurulmuştur. 1880’lerin büyük kısmında ise ABD’deki en büyük ve en önemli işçi örgütü, 1884’te kurulan ve 1886’da 700 binin üzerindeki üye sayısıyla Emek Şövalyeleri’ydi. Emek Şövalyeleri hem kalifiye hem de kalifiye olmayan işçileri örgütlemiş, saflarına siyah işçileri almış ve birçok kadın üyeyle kadın örgütçü barındırmıştır. Emek Şövalyeleri üyeliklerini ücretli işçilerle sınırlamamıştır90. Bu dönemde ABD Sosyalist İşçi Partisi tek kabul gören işçi partisi olmasına karşın, Engels’in deyimiyle Alman göçmenleri kapsayan sekter bir örgüt91 olması nedeniyle 1880’de Newyork’tan ayrılan bir gurup, Toplumsal Devrimci Kulüp adıyla anarşist bir örgüt kurmuştur. Toplumsal Devrimci Kulüpler, Boston’dan Philadelphia, Milwaukee ve Chicago’ya; özellikle göçmenlerin olduğu şehirlere yayılmıştır. Anarko sendikalistler siyasal eylemin yararsızlığını savunuyordu. Özellikle Chicago, politik işçi hareketini barındırmaktaydı ve ABD ekonomisinin ucuz emek ihtiyacını karşılayan, her milliyetten işçinin toplandığı bir şehirdi. 1884’te Örgütlü Sendikalar Birliği, 1 Mayıs 1886’da fiilen 8 saat çalışılacağını ve buna uymayan fabrikaların fiilen engelleneceğini ilan etmiştir. 1886 yılı 1 Mayıs’ı, ABD’de emekle sermaye arasındaki en önemli çatışma günü olmuş, birçok gösteri ve grevler yaşanmıştır. Bu sürece destek için Kıta Avrupası’ndan Rusya’ya kadar eylemler gerçekleşmiştir (II. Enternasyonal, kurulduğu 1889 yılında 1 Mayıs’ı uluslararası eylem günü olarak önermiştir. AFL’de, 1 Mayıs 1890’ı emeğin 8 saati dayatma günü ilan etmiş ve buna paralel olarak II. Enternasyonal bu kararı kabul etmiştir). 8 saat çalışma, 8 saat dinlenme ve 8 saat uyku temel prensibine dayanan bu talep; işçi sınıfının toplumsal ilişkiler ve zihinsel gelişimini içeren, daha iyi bir yaşam isteğinin cisimleştiği bir talep olmuştur. İzleyen yıllarda Pazar günü çalışma birçok işkolunda kalkmış ve Cumartesi günü yarım gün tatil hakkı elde edilmiştir92. Philip Foner, Mayıs Günleri, Çev. Şen Süer Kaya, 1. Baskı, İstanbul: Bibliotek Yayınları, Mayıs 1996, ss. 14-18. 91 C. Galman ve Diğerleri, s. 123. 92 Foner, ss. 23-38. 90 39 8 saatlik çalışma ve işçi sınıfının parlamentoda genel oy hakkı (yasallaşma) talebi, 19.yy. proletaryasının özgün politik gelişiminin ürünüdür. Ancak işçi partileri ve sendikalar güçlendikçe, gerek toplumsal yaşamdaki etkileri gerek de parlamenter temsilcilerinin etkileri geliştikçe, hareketin sorumluları parlamenter etkinliği mutlaklaştırmak, onu iktidar savaşımının temel aracı durumuna getirmek yönünde bir eğilim göstermişlerdir. Bu eğilim kendini II. Enternasyonal sürecinde gösterecekti. Yine bu dönemde oldukça etkili olan anarşist düşünce, bireysel tedhiş yönteminden anarko sendikalizme yönelince işçi sınıfı içinde etkinliğini başka bir biçimde devam ettirecekti. Ama bu süreci geçmeden önce, 1880’li yıllardan itibaren ekonomide başlayan tekelleşme eğilimlerini incelediğimiz zaman işçi sınıfı hareketini daha iyi analiz etme olanağına kavuşmuş oluruz. 40 İKİNCİ BÖLÜM İŞÇİ HAREKETLERİNİN TARİHSEL YOL AYRIMI I. Serbest Rekabetten Tekelleşmeye Doğru 19.yy.ın ikinci yarısı işçi hareketlerinin gelişimine sahne olurken ekonomik anlamda da büyük değişiklikler gerçekleşmiştir. 1861-1865 İç Savaşı’yla ABD, 1870-71 sürecinde de Almanya ve İtalya ulusal birliklerini gerçekleştirmiş; Balkanlarda da ulusçu akımın etkisiyle bağımsızlık hareketleri hız kazanmıştır. Afrika kıtasının keşfi tamamlanmış ve İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmıştır. Afrika, Asya ve Kuzey Amerika’da demiryolları, telgraf ve limanların hızlı bir biçimde yapılmasıyla birlikte, ulaşımın ve iletişimin önündeki engeller kalkmıştır. Böylece endüstri için gereken yeraltı zenginlikleri, belli ülkelerde gelişen sanayiye aktarılmaya başlanmıştır. Sanayinin temel iki girdisi olan kömür ve demir üretiminin hızı, büyük bir sıçrama içine girmiştir. 1880 ile 1913 yılları arası baz alındığında kömür üretimi, İngiltere’de 147’den 292 milyon tona, Fransa’da 19.4’ten 41 milyon tona, Almanya’da 59’dan 277 milyon tona ve ABD’de 70.5’ten 517 milyon tona çıkmıştır. Yine aynı yıllarda ham demir üretimi İngiltere’de 7.78’den 10.4 milyon tona, Fransa’da 3.07’den 5.3 milyon tona, Almanya’da 5.12’den 19.4 milyon tona ve ABD’de 3.84’ten 31.5 milyon tona çıkmıştır. Avrupa’nın nüfusu 315’ten 419 milyon kişiye, ABD’nin nüfusu ise 51’den 105 milyon kişiye çıkmıştır93. Sanayi devriminde buharın ve mekaniğin oynadığı rol şimdi kimya ve elektrik sektörlerine kaymıştır. Üretimde hızlanan bu anarşi ve hızla yaşanan proleterleşme sonucu işsizlik, fiyatların düşmesi ve durgunluk gibi eğilimler yeni pazarların bulunması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Yine bu dönemde makineleşmedeki artış diri emeğe olan ihtiyacı azaltmıştı. Ancak bu da üretimdeki artık değer oranını azaltan bir sonuca yolaçtığı için kar oranlarının düşme eğilimi daha açıkça ortaya çıkmıştır. Buna çözüm olarak 93 Beer, s. 577. 41 gerçekleştirilen yığın üretimi, karın artırılmasını sağlamıştır. Yığın üretimi için gereken hammadde ihtiyacı da sömürgelerden sağlanmıştır. Bu durum deniz aşırı birçok sömürgesi bulunan İngiltere ve Fransa ile Almanya arasında yoğun bir gerilime yolaçmıştır. Ulusal birliğini geç sağlayan ve bu yüzden de geç kapitalistleşen ülkeler, örneğin Almanya, korumacı politikalar (1879 gümrük tarifeleri) ve devlet denetimi vasıtasıyla sanayilerini geliştirme imkanı bulmuşlardır. Bütün bu gelişmeler serbest rekabetçi kapitalizmin ayırtedici özelliği olan meta ihracına dayalı üretim biçiminin, ayırtedici özelliği sermaye ihracı olan başka bir biçime dönüşmesine (emperyalizme) yolaçmıştır. Serbest rekabetçi kapitalizmin doruk noktası 1860-1880 yılları arasıdır. Ancak 1873 krizi sonrası embriyon halinde başlayan tekelleşme, yüzyılın sonunda ekonomideki belirleyici özellik halini almıştı. Bu dönemde “Örgütlenme Zorunluluğu” adlı bir kitap yayınlayan Alman iktisatçı Kestner, tekelci birliklerin (karteller), tekelci olmayan işletmeler üzerindeki tahakkümünü temel olarak sekiz noktada açıklamaktadır94: 1- Kartele katılmak için hammaddeden yoksun bırakmak, 2- İşçi sendikalarıyla anlaşma yapıp, işçilerin kartel dışı işletmelerde çalışmasını önlemek, 3- Ulaştırma araçlarından yoksun bırakmak, 4- Mahreçleri kapamak, 5- Müşterilerle sadece kartellerle ticaret ilişkileri yapmaları için anlaşmak, 6- Sistemli bir fiyat rekabetine girmek, 7- Kredileri kesmek, 8- Boykot. Kestner böylece ticari faaliyetten örgütlü bir spekülasyona gidildiğini vurgulamış ve tekelci işletmelerle bankalar arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Marx’ın yaşadığı serbest rekabetçi kapitalizm döneminde, en ileri kapitalist-sömürgeci ülke olan İngiltere’de tekeller ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunu gözlemleyen Marx, nesnel koşulların yeterince elverişli olmaması nedeniyle tekelcilik eğilimini yaptığı analize (Kapital’e) almamıştır. Marx’ın ölümünden on bir yıl sonra Engels, Kapital’in V. İ. Lenin, Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev. Cemal Süreya, 9. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, Kasım 1992, s. 29-30. 94 42 ikinci ve üçüncü ciltlerini derlerken önsözde tekelleşmeye değinmiş; ancak tekeli, Marksist iktisadi analize katmamıştır. Engels, tekelci kapitalizme SPD’nin Erfurt Programı’nı eleştirirken de değinmiştir: “Eğer hisse senetli şirketlerden, koca sanayi kollarını egemenliği altına alan ve tekelleştiren tröstlere geçersek, bunun yalnızca özel üretimin değil plan yokluğunun da sonu olduğunu görürüz”95. Son olarak üretim sürecinin yeni düzenlemesine değinmek gerekir. Frederick Winslow Taylor’un 1911’de “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” kitabında ifade ettiği Taylorizm, kapitalist üretimde emek süreci organizasyonu ve emeğin kontrolündeki temel ilkeleri oluşturmuştur. Taylor’a göre emek gücü, aptallık ve kaytarmacılık gibi doğal özelliklerinden dolayı, pasifize edilmeli ve makinenin uzantısı haline gelmeliydi. Bu yüzden üretim süreci küçük parçalara ayrılmalı ve böylece emek gücünden maksimum verim alınmalıydı. Taylorizm, kapitalist ideolojiyi doğrudan yansıtan bir düşüncedir. Taylorist ilkelerin pratik uygulanması ise Henry Ford’un otomobil fabrikasında olmuştur. Fordist montaj hattı (akar band), seri hareket ve süreklilik temelinde, esnekliği olmayan ve yoğun stoğa dayalı bir sistemdir. II. Dünya Savaşı sonrası fordizm, dünya çapında yaygınlık kazanmıştır. Ancak fordizmin nitelikleri işçilere tüm üretimi durdurabilme olanağı da sağlamıştır96. II. Enternasyonal, serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçilen bir dönemde ortaya çıkmıştır. Yukarıda değindiğimiz gibi işçi partileri ve sendikalarda proleterleşme sürecine paralel olarak ortaya çıkmış ve güçlenmişlerdir. Sekiz saatlik çalışma talebinin harekete kazandırdığı ivme, I. Enternasyonal’in maddi-manevi gücünün mirası ve genel-eşit oy hakkı ile parlamentoda temsil talepleri II. Enternasyonal’in ortaya çıkış koşullarını oluşturmuştur. Marx ve Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, s. 95-96. Hacer Ansal, “Kapitalizmde Teknolojik Gelişmeler”, Esnek Üretimde İşçiler ve Sendikalar, Birleşik Metal-İş, http://members.tripod.com/~metalworkers/yayin/esnek3.htm (Erişim Tarihi: 16 Aralık 2005): pp. 10-20. 95 96 43 II. 1880’lerden I. Dünya Savaşı Sonuna Kadar İşçi Hareketleri II. Enternasyonal’in kurulmasından 1917’ye kadar geçen bu süreç belki de işçi mücadelelerinin küllerinden yeniden doğması olarak adlandırılabilir. Çünkü modern işçi partilerinin ve kitlesel sendikaların doğması sonucu Avrupa’daki işçi mücadeleleri, enternasyonal bir nitelik almış ve yaklaşan büyük savaşa karşı parlamenter mücadele ekseninde çözümler aramıştır. Ancak kapitalizmin tekelci aşamasına geçiş, kapitalist ülkelerarası çelişkileri son haddine vardırmış ve büyük savaş için artık son hazırlıklar yapılmıştır. Bu noktada kapitalist devletler, işçi sınıfının ayrıcalıklı kesimi olan işçi aristokrasisi ve onun işçi partilerindeki temsilcilerini savaş lehine tavır almak konusunda “ikna” etmişlerdir. Böylece büyük umutlarla kurulan II. Enternasyonal’in varlık nedeni ortadan kalkmıştır. İşçi sınıfı ideolojik-politik-pratik büyük bir yenilgi (belki de 1990’lardaki reel sosyalizmin çözülmesiyle işçi mücadelelerinde yaşanacak yenilgi benzeri) alacakken; Rusya’da sosyalizme geçiş, diğer işçi partilerinde savaş karşıtı pratik etrafında şekillenen sınıf mücadelesi ve Sovyet etkisi; o dönemi işçi sınıfının yengisi haline dönüştürmüştür. Bu noktada Lenin’in özellikle örgüt, emperyalizm ve devlet konularında Marksizme yaptığı ideolojik-politik katkı, 21.yy.ın Marksizmi olarak adlandırılacak Leninizmi doğurmuştu. Bu süreç 21.yy.daki işçi mücadeleleri ve daha genel anlamda ideolojik-politik olayları anlamamız için bir anahtar niteliğindedir. A. İkinci Enternasyonal’in Kuruluşu (1889-1896 Dönemi) Yeni kurulan işçi partilerinde uluslararası bağlantıların yeniden kurulması istenmiştir. SPD’nin 1887’deki toplantısında uluslararası sosyalist kongre toplanması kararı alınmıştı. Yine aynı yıl benzer bir girişim İngiliz sendikacılar ve Fransız Olanakçılar tarafından başlatılmıştı. Swansea’da toplanan Sendikalar Kongresi sekiz saatlik işgünü için bir uluslararası konferans toplama kararı almıştı. Aynı anda alınan bu iki karar, toplantının sendikaları mı yoksa partileri mi kapsayacağı ve bileşenlerinin kimler olacağı sorularını beraberinde getirmişti. Böylece 1889 yılında Paris’te iki ayrı uluslararası sosyalist kongre gerçekleştirilmiştir. Alman Marksistleri önderliğinde 44 yapılan kongrede -ki II. Enternasyonal’in kuruluşu olarak kabul edilir- proletaryanın siyasal birliği vurgusu yapılmıştır. Bu kongrenin önemi, Komün’den beri sosyalist önderlerin düştüğü yalıtılmışlığı kırması ve sosyalistler arası bilgi alışverişinin sağlanmasıdır. Böylece Avrupa’nın küçük partilerine verilecek destek vasıtasıyla onların gelişimlerinin önü açılmış, sosyalist gelişmenin ortak biçimi kavranılmıştı. Kongrede çalışma koşullarının iyileştirilmesi, sekiz saatlik işgünü sağlanması, orduların dağıtılıp yerine silahlı milislerin devralması kararları alınmış ve gelişen sosyalizm mücadelesinin savaşları kendiliğinden ortadan kaldıracağı tespiti yapılmıştır97. Savaş karşıtlığı II. Enternasyonal’in temelini; işçilerin genel oy hakkı yolu ve kitlesel işçi partileri aracılığı ile parlamentoda temsili ise Enternasyonal’in temel mücadele biçimini oluşturmuştur. Bunun dışında doğrudan eylem yoluyla, özellikle genel grev yoluyla bu haklar için mücadele edilmesi görüşü de savunulmakla birlikte, doğrudan eylem; Rusya, Belçika ve Fransa dışında hayata geçememiştir. Bunda II. Enternasyonal’in belirleyici pozisyonundaki SPD’nin, yasallığa sıkı sıkıya sarılan örgütlenme biçimi önemli rol oynamıştır. SPD’nin bu düzeyde belirleyici olmasındaki temel etken, parlamentodaki ve işçilerin gündelik yaşamındaki gücüdür. Diğer etkense Avrupa’nın diğer büyük ülkesi olan Fransız sosyalistlerinin kendi içlerinde bölünmüş olması ve tarz olarak Fransız biçimi mücadelenin 1871 sonrası ağır biçimde yenilgiye uğramasıdır98. Olanakçı Kongre diye adlandırılan diğer kongrede ise, emek koşullarının iyileştirilmesi gibi pratik önlemler tartışılmıştır. Fakat bu girişim dağılmıştır. 1889’dan 1896’daki Londra Kongresi’ne kadar II. Enternasyonal’deki temel tartışma, anarşistlerle Marksistler arasındaki ilişkinin nasıl olacağı sorusudur. Çünkü I. Enternasyonal’in dağılmasındaki temel etkenlerden birisi, anarşistlerin devlete bakışı ve mücadele biçimleriydi. 1881’de Rus Çarı, 1894’te Fransa Cumhurbaşkanı, 1898’de Avusturya İmparatoriçesi, 1900’de İtalya Kralı ve 1901’de ABD Başkanını öldüren anarşist tedhiş hareketi, kapitalist sistemi yıkamamış, aksine; işçi sınıfına karşı sert uygulamaların hayata geçmesine neden olmuştu. Bu noktada anarşistler de -tedhiş eylemlerine devam edenler olsa da- başka bir mücadele tarzına, anarko-sendikalizme yönelmişlerdir. Anarko-sendikalizme göre parlamenter eylem yararsızdır. Daha geniş 97 Joll, s. 49. Bu konu için James Joll’un yazdığı II. Enternasyonal kitabı incelenebilir. Çünkü SPD’nin mücadele biçimi, II. Enternasyonal’in geleceğini belirlemiş ve hatta bugünün Avrupa toplumlarındaki sosyal demokrat partilerinin anlayışının temelini oluşturmuştur. 98 45 anlamda ise işçi sınıfı siyasal mücadele yoluyla değil, siyaset dışı alandan yapılan doğrudan eylem -genel grev- yoluyla devrim yapabilirdi. Tabi ki doğrudan eylem, sadece devrim yapmak için savunulmamakta, işçilerin ekonomik haklarını elde etmeleri için de savunulmaktaydı. Anarko-sendikalizmle birlikte, anarşistler “örgüt” fikrine karşı olmalarına rağmen sanayi işçilerinin örgütü olan sendikaları baz almışlardır. Ancak bu sendikalar; örgüt içi kuralların asgariye indiği, bireyin ön plana çıktığı örgütlenmelerdir. Devrim sonrası toplumsal düzenin temeli bu sendikalar olacaktır99. Sendikalara “Emek Birlikleri” adı verilmekte, işçiler meslek ayrımı gözetilmeksizin önce mahalli planda, sonra bölgesel ve ulusal planda biraraya gelmekteydi. Anarko-sendikalizm, Georges Sorel’de kuramcısını bulmuş ve 1895’de kurulan Genel İş Federasyonu’nda (Confédération Generale du Travail-CGT) cisimleşmiştir100. 1891 Brüksel ve 1893 Zürich Kongreleri’nde anarşistlerle Marksistler arasında, savaş ve savaşa karşı takınılacak eylem biçimi arasında çıkan anlaşmazlıklarda -ki anarşistler Hollanda’da çoğunluktaydılar, Fransa’da da sendikal harekette etkindiler- gerilimler yaşanmıştır. Bu noktada Marksistlerin tutumunu en iyi Bebel yansıtmıştır: “Onların (anarşistlerin) ne programları var ne de ilkeleri; tabii burjuvaziden daha büyük düşmanları kabul ettikleri sosyal demokratlarla mücadele etme amacını saymazsak. Onlarla hiçbir ilişkimiz olamaz”101. Nihayet 1896 Londra Kongresi’nde CGT’li anarşist sendikacıların ve Kropotkin, Malatesta, Nieuwenhuis gibi anarşistlerin de katılımıyla gerçekleşen tartışma, anarşistlerin II. Enternasyonal’den ihracıyla son bulmuştur. 1891 Brüksel Kongresi’nde sendikal faaliyet ve sendikalar arasındaki iletişim konuları ele alınmıştır. Her ülkede bir sendikal sekretarya kurulması benimsenmiştir. Bu sayede bir ülkede emekle sermaye arasında bir çatışma çıktığında, diğer ülkelerdeki işçiler bu çatışmadan haberdar olacak ve uluslararası dayanışma sağlanacaktı. Ayrıca tekellerin her sektöre hızla hakim olması, sendikaları meslek ve işkolu düzeyinde güçlendirme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştı. Bütün bu ihtiyaçların sonucu olarak Uluslararası Meslek Sekretaryaları (ITS) kurulmuştur. 1903 yılında bu uluslararası sendika kuruluşları inşaat, madencilik, grafik sanatlar, taşımacılık, metalürji ve dokumacılık işkolları dahil olmak üzere 17 işkolunu kapsamıştır. Aynı yıl bütün ülkelerdeki Alpaslan Işıklı, Sendikacılık ve Siyaset, 4. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1990, s. 218. “Avrupa’da Anarşizm”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi, İstanbul: Gelişim Yayınları, Cilt 3, 1975, s. 565. 101 Woodcock, s. 268. 99 100 46 sekretaryaları kapsayacak eşgüdüm merkezi olan Uluslararası Sendika Sekretaryası kurulmuştur. 1913 yılında Uluslararası Sendikalar Federasyonu’na dönüşen fakat I. Dünya Savaşı süreci içinde dağılan bu oluşum, dünya sendikal merkezi oluşturmak için yapılan ilk girişim sayılabilir102. Bu dönemde sendikalar konusunda son olarak, AFL’nin kuruluşundan 1924 yılına kadar (1893-1895 hariç) başkan olan Samuel Gompers’in adıyla özdeşleşen Gomperizm akımına değinmekte yarar vardır. Gompers, işçilerin siyasal parti kurma fikrine karşı çıkmış ve politika dışı bir düz sendikacılığı savunmuştur. Anti-sosyalist bir çizgide şekillenen Gomperizm, devletleştirme fikrine de karşı çıkmış, laissez-faire kuralları içinde sendikaların, en iyi ücreti sağlamaya yönelik çaba göstermesi gerektiğini savunmuştur. Sendikalar örgütlenmiş işçi kitlelerinin örgütlenmesidir ve örgütlü olmayan işçilerin haklarını düşünmeleri gerekmez103. Böylece işçi sınıfının bütününü kapsamak yerine, işçi sınıfı içindeki bölünmeleri (vasıflı-vasıfsız gibi) artıran, “bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” söylemine zıt, politik alanı burjuvaziye bırakan bir sendikacılık ortaya çıkmıştır. AFL günümüze kadar benzer bir çizgiyi devam ettirmiş ve ABD dış politikasının dünya işçilerine yönelik stratejisinin bir parçası haline gelmiştir. B. Reformizme ve Revizyonizme Karşı Mücadele (1896-1904 Dönemi) 1896-1904 arasındaki döneme, sosyalist partilerin burjuva hükümetlere karşı tutumu ve reformizm-revizyonizm tartışmaları damgasını vurmuştur. Kitlesel işçi partilerinin gelişimine paralel olarak başlayan kriz, SPD’de kuramsal düzeyde, Fransa’da ise eylemler ve gündelik politikanın gerektirdiği sorunlar biçimini almıştır. Fransa’da Allemaneciler (Parti Ouvrier Socialiste Révolutionnaire-POF), Olanakçılar, Blanquiciler ve kendilerine Bağımsız Sosyalist adını veren milletvekilleri ılımlı reformlara, sömürgeciliğe ve anti-demokratik uygulamalara karşı oy vermişlerdir. Dünya Sendikalar Federasyonu, s. 15. (Buraya kadar işçi hareketinin gelişimi Avrupa ve ABD merkezli anlatılmıştır. Ancak bu durum dünyanın diğer bölgelerinde işçi hareketlerinin olmadığı anlamına gelmemektedir. 18.yy.ın sonu ve 19.yy.ın başında Orta ve Güney Amerika’da ilk grevler ve sendikalar ortaya çıkmıştır. Yine aynı dönemde benzer bir gelişim süreci G. Afrika, Hindistan, Çin ve Japonya’da yaşanmıştır.) 103 Işıklı, s. 158. 102 47 Sosyalist milletvekillerinin 1890’larda hükümeti değiştirme gücü bile bulunuyordu. Pratik başarılara ulaşmak için, sosyalistler arasındaki kuramsal ayrılıklar gözardı edilmiştir. 1898’de yaşanan “Dreyfus Davası”104 sosyalistler arasındaki ayrımları gözler önüne serecek ve II. Enternasyonal’e de yansıyan bir kriz yaşanacaktır. Dreyfus Davası’nda ulusallık, yurtseverlik ve enternasyonalizm konularındaki görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bağımsız sosyalistlerden Millerand, önceden beri güç kullanımını reddetmiş, genel oy hakkı ve parlamenter yoldan iktidara varılması gerektiğini savunmuştur. 1901’de Millerand Ticaret Bakanı olarak hükümete katılmıştır. Hükümetin Çalışma Bakanı da Komün’ü bastıran General Gallifet’ti105. Bu dönemde reformist ilke birçok işçi partisine egemen olmuştur. Guesde’in 27 Eylül 1900’de “İtalyan bir Millerand, Alman, İngiliz bir Millerand’la artık Enternasyonal olamaz” sözleri, II. Enternasyonal’in kendisinin de içinde yeraldığı 1914 Ağustosu’ndaki tavrı açısından önemlidir106. SPD’de ise tartışma kuramsal çizgide olmuştur. Reformizmin “kuramsal silahı” olan revizyonizm, sözcüsü Eduard Bernstein’le özdeşleşen (Bernsteinizm) bir şekilde ortaya çıkmıştır. 1899’da yayımladığı “Sosyalizmin Öngörüleri ve Sosyal Demokrasinin Görevleri” (Die Voraussetsungen des Sozialismus und die Aufgaben der Sozialdemokratie) adlı kitabında marksist kurama üç ana noktada saldırmıştır: Maddeci tarih görüşü, emek-değer kuramı ve adlandırdığı biçimle “kapitalizmin çöküş kuramı”. Bernstein’ın şu ünlü sözleri görüşlerini özetlemektedir: “Hareket her şeydir: sosyalizmin nihai hedefi hiçbir şeydir”107. Bernstein Marksist maddeci tarih kuramını mekanik bir biçimde algılamış ve eleştirmiştir. Bernstein’e göre, Marx’ın değer ve artıkdeğer kuramı; genel anlamda siyasal iktisadı, kapitalizmin hareket yasalarını açıklayamamaktaydı. Çok sayıda küçük firmanın varlığı sermayenin merkezileşmediğinin bir kanıtıydı. İletişimin, ulaştırmanın gelişmesi ve pazarın genişlemesi, uzun bir süre ticari krizlerin ortaya çıkmasına engeldi108. Yüzbaşı Dreyfus’un casuslukla ithamı üzerine, gerici monarşist çevreler cumhuriyete ve demokratik özgürlüklere karşı bir saldırı başlatmışlardır. Cumhuriyetçi burjuvazi Dreyfus’un özgürlüğüne yönelik bir kampanya düzenlemiş ve sosyalistlerin bir bölümü bu kampanyayı desteklemişti. Tartışma burjuva partilerle işbirliği ekseninde olmuştur. 105 Joll, ss. 75-81. 106 Joll, s. 90. 107 Joll, s. 87. 108 Fine, Hardach ve Karras, ss. 83-85. 104 48 Bu görüşleri II. Enternasyonal’in en ünlü kuramcısı olacak olan Karl Kautsky, “Bernstein ve Sosyal-Demokrat Program” (Bernstein und das sozialdemokratische Programm: Antikritik-Stuttgart 1899) adlı kitabında Marksizmin genel ilkeleri vasıtasıyla çürütmüştür. SPD’nin sol kanadında yer alacak olan Rosa Luxemburg’da Bernstein’ın; sendikalar, sosyal reformlar ve devletin siyasi demokratikleştirilmesi, sosyalizme geçiş araçlarıdır görüşünü, burjuvazinin toplumsal varlığının ve politik etkinliğinin bir eylemidir, diye eleştirir109. Bu bakımdan revizyonizm, işçi sınıfı ideolojisi olarak sosyalizmin-Marksizmin burjuvazi tarafından tahrifidir. Böylece revizyonizm, SPD’nin 1899 Hannover Kongresi’nde mahkum edilmiştir. Reformizm ve revizyonizm, sosyal demokrasinin kitlesel ve parlamenter alandaki başarısının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Millerand’ın bakan olması sonucu, Kautsky’nin önerisiyle II. Enternasyonal, sosyalistlerin geçici ve istisnai olarak burjuva hükümetlere girmesine -parti tarafından kabul edilirse- izin veriyordu110. Takiben Fransız sosyalistleri arasındaki bölünme 1902’de resmileşmiştir. Guesde ve Vailant önderliğinde Fransa Sosyalist Partisi (Parti Socialiste de France), Jaures önderliğinde eski Olanakçılar ve bağımsızların oluşturduğu Fransız Sosyalist Partisi (Parti Socialiste Français) kurulmuştur. Revizyonizm tartışmaları “gericiliğin kalesi” olarak adlandırılan Çarlık Rusyası’ndaki sosyalistler arasında “ekonomizm” adıyla ortaya çıkmıştır111. Rusya’da ana ekonomist gurup İşçilerin Düşüncesi (Rabocheye Mysl), yarı ekonomist gurup ise İşçilerin Görevi (Rabocheye Dyelo)’ydi. Ekonomistlere göre politika, ekonomik mücadeleye tabi olmalıydı. Proletarya yalnız ekonomik mücadele vermeli, politikada liberal muhalefete destek olmalıydı (yedeklenmeliydi). 1902’de Lenin “Ne Yapmalı?” adlı broşüründe, ekonomizmin çürütülmesi, merkezileşmiş bir devrimciler örgütü ve Rusya’da merkezi günlük bir gazete fikirlerini savunmuş ve kendiliğindenliğe-kendiliğindenciliğe karşı bilinç temasını işlemiştir. Lenin’e göre sınıf mücadelesi kendiliğindenlikten bilinçliliğe hareket eder ve politik mücadele temel alınmalıdır. “Politik sınıf bilinci işçilere ancak dışarıdan, yani ekonomik mücadelenin dışından, işçiler ile patronlar arasındaki ilişkiler Rosa Luxemburg, Sosyal Reform mu Devrim mi?, Çev. Nihal Yılmaz, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, Ağustos 1993, s. 58. 110 Joll, s. 90. 111 Rusya’da sosyal demokrat hareketin gelişimi sürecini incelemek için bkn. E. H. Carr, Bolşevik Devrimi 1, Çev. Orhan Suda, 1. Baskı, İstanbul: Metis Yayıncılık, Kasım 1989. 109 49 alanının dışından taşınabilir”112. Ne Yapmalı? broşürüyle RSDİP içindeki farklılıklarda ortaya çıkmaya başlamış; 1903’deki RSDİP 2. Kongresi sonrası parti, Bolşevik (çoğunluk) ve Menşevik (azınlık) gurupları olarak iki ayrı hizbe bölünmüştür113. 1904 yılında toplanan II. Enternasyonal’in Amsterdam Kongresi’nde SPD’nin bir yıl evvel aldığı Dresden Kararları kabul edilmiştir. Buna göre reformizm-revizyonizm mahkum edilmiş ve sınıf savaşının devam ettiği vurgulanmıştır. Hükümete katılma hedefi eleştirilmiş, işçi partilerinin bağımsız olarak iktidara gelmesi savunulmuştur. Dresden Kararları’nın kabulü Alman tarzı örgütsel modelin Enternasyonal’e egemen olmasıdır da. Diğer alınan önemli karar, Fransızların tek bir parti içinde birleştirilmesidir. Ertesi yıl Fransız sosyalist partileri Section Française de l’Internationale Ouvriére-SFIO, yani Enternasyonalin Fransız Seksiyonu adını alarak birleşmişlerdir114. C. Savaşa Karşı Tutum, II. Enternasyonal’in Dağılması ve Sovyetler’in Kuruluşu Çin’in paylaşım sürecinde çıkan anlaşmazlıklar sonucu 1904 yılında Rusya ile Japonya arasında çıkan savaş, ilk kez bir Avrupalı güç olmayan ülkenin lehine sonuçlanmıştır. Savaştaki yenilgi ve kayıpları takiben, köylülerin ve işçilerin çarlığa yönelik tepkileri artmıştır. -İşçilerin tepkilerini kontrol altında tutabilmek için Çarlık tarafından yaptırılan eyleme- askerlerin müdahale etmesi sonucu, tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen olay gerçekleşmiştir. Rusya’da 1905 Devrimi böylece başlamıştır115. Yaklaşık iki yıllık bir süreç sonunda Çar inisiyatifi tamamen ele geçirmiş ve devrimi yenilgiye uğratmıştır. 1905 Devrimi’nin temel yenilgi nedenini, işçi-köylü ittifakının kurulamaması V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Çev. Gün Başarır, 1. Baskı, Ankara: Başak Yayınlar, Şubat 1990, s. 76. (Lenin’in savunduğu “dışarıdan bilinç” esprisinin iki temel nedeni vardır: Birincisi, yerel bakış açısının aşılıp bütünsel bir bakış açısına ulaşılmasıydı. İkincisi, işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesiyle ancak sendikacılık bilincine -ekonomik hak bilincine, gündelik yaşam bilincine- ulaşmasıydı. Burada ilk defa eşitsiz gelişim ilkesini görüyoruz. İleri sosyalist işçilerin bilincinin işçi sınıfı içinde etkili olabilmesi için, merkezi biçimde örgütlenmesi gerekliydi.) 113 Bu bölünme süreci tartışmaları için bkn. V. İ. Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Çev. Yurdakul Fincancı, 4. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, Mart 1979. 114 Joll, ss. 94-98. 115 1905 Devrimi sürecinde işçi partilerinin tutumu için bkn. V. İ. Lenin, Demokratik Devrimde SosyalDemokrasinin İki Taktiği, Çev. Muzaffer Erdost, 6. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Mayıs 1992. (Menşevikler II. Enternasyonal’e hakim görüş temelinden hareket etmişler; Bolşevikler ise işçi hareketlerinin tarihsel ayrışmasının pratik temellerini bu dönemde atmışlardır. Lenin 1905 Devrimini, Fransa’daki 1848 Devrimi’ne benzeterek görüşlerinin önemli bir ayağını oluşturmuştur.) 112 50 oluşturmuştur. Avrupa güçlerinin Çarlık Rusyası’na verdikleri destek de, devrimin yenilgisinde önemli bir etken olmuştur. 1905 Devrimi’nin önemli bir olgusunu ise, işçi sınıfı mücadelesinde ilk kez ortaya çıkan “siyasal grev” oluşturmuştur. Yine bu süreçte “Sovyet” deneyi tarih sahnesindeki yerini almış ve 1871 sonrası parlamenter mücadele alanına sıkışan hareket, yeni bir ivme kazanmıştır. Bu sürecin etkisi olarak, işçi hareketinin merkezi ağırlığı Almanya’dan Rusya’ya geçmiş ve yankısını özellikle ulusal kurtuluş savaşlarında bulmuştur. 1905 Devrimi şiddete dayalı devrim pratiğiyle, SPD ve II. Enternasyonal’e egemen olan parlamentarizm tartışmasını da alevlendirmiştir. Savaşa karşı genel grevin kullanılması, partinin bu noktadaki işlevi ve ulusal soruna yaklaşım konuları I. Dünya Savaşı’na kadar sosyalistlerin merkezi tartışmalarını oluşturmuştur. II. Enternasyonal, 1907 Stuttgart Kongresi’nde aldığı kararlarda, savaşların kapitalizmin doğasında olduğunu, proletaryanın gücününde barışı sağlayabileceğini iddia etmiş ve yine de savaşın patlak vermesi halinde, savaşın getirdiği krizden yararlanarak kapitalist sınıf iktidarının yıkılması görevini ortaya koymuştur. Yine 1912 Basle Kongresi’nde bu görev ayrıntılandırılarak yinelenmiş ve işçi partilerinin savaşı durduracağı fikri açıkça ilan edilmişti116. Çünkü bu dönemde gerek Afrika sömürgelerindeki savaşlar gerekse Balkan Savaşları “Büyük Paylaşım”ın yakınlaştığını ortaya koymuştur. Buna rağmen II. Enternasyonal önderleri savaşın çıkmayacağına dair iyimserliklerini korumuşlardır. I. Dünya Savaşı’na kadar olan bu dönemdeki en önemli tartışma “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” (UKKTH) tartışmalarıdır. Lenin’e göre, çokuluslu devletlerde; birinci olarak, kapitalizmin eşitsiz gelişmesi ve kapitalizmin gelişme güçsüzlüğü, ikinci olarak, dış devlet baskısı ve batı devletlerinin çokuluslu devletleri sömürgeleştirme çabaları sonucu toplumsal kriz oluşmuş ve bu kriz içinde ulusal sorun bağımlı uluslar sorunu biçimini almıştır. Bu yüzden UKKTH, ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkıdır. Lenin, Rus proletaryasının Çarlığın ezdiği uluslara bu hakkı tanımaksızın demokratik devrime yürüyemeyeceğini ve sosyalist devrim mücadelesinde Avrupa proletaryasının yanında yer alamayacağını savunmuştur117. Buna karşılık SPD içinde mücadele eden Joll, (Stuttgart Kararı-Ek), ss. 181-183; Lenin, (Emperyalizm-Basle Bildirisi), ss. 139-145. V. İ. Lenin, “Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı”, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Çev. Yurdakul Fincancı, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Ekim 1993, ss. 201-204. ( Bu tutum II. Enternasyonal’in sosyal şoven tutumuna da karşı bir tavır alıştır. Tabi ki burada Lenin’e ait aktarılan görüşleri daha iyi anlamak için kitabın bütününü oluşturan makaleler sistematik bir 116 117 51 Luxemburg, Almanya’nın sosyalist devrim aşamasında oluşundan dolayı ulusal sorun konusuna önem vermemiştir. Osmanlı’da ise 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla, İttihat ve Terakki iktidarı ve liderleri yabancı sermaye ile işbirliği geliştirmişlerdir. Gelişen işçi sınıfı mücadelesini ve örgütlenmesini engellemek amacıyla, yabancı sermayenin de isteğiyle sendika kurma yasağı bile getirilmiştir. İttihat ve Terakki hükümeti, Alman sermayedarların isteği üzerine, Adiliye Nezaretinde müşavirlik yapan Kont Ostrog’un önerdiği şekilde sendika kurma yasağını hükme bağlamıştır118. Bu yasağın temel nedeni 1908’le birlikte işçi sınıfının, hakları için yeniden örgütlenmesi ve etkin mücadele biçimleridir. Peş peşe patlayan Rumeli ve Anadolu demiryolları grevi, Zonguldak kömür havzası grevi yabancı sermayeyi ve yerli hükümeti epeyce rahatsız etmiş, bastırma ve yasaklama temel anlayış olmuştur. 1912 yılına kadar esnaf örgütleri dışında işçi örgütlenmelerine izin verilmemiştir. I. Dünya Savaşı yılları ülkenin Almanya’nın yanında felakete sürüklenmesine neden olmuştur. Savaş boyunca yoksulluk, açlık, verilen kayıplar tüm toplumu ve dolayısıyla işçi sınıfını perişan etmiştir. İmparatorluğun dağılması, yurdun emperyalistlerce işgali ve kurtuluş hareketinin zorunluluğu işçi sınıfının ve varolan tüm örgütlerin Kurtuluş Savaşı’nda aktif bir rol almasına neden olmuştur. Sosyalistlerin hükümetleri etkileme olanağı Almanya ve Fransa için öngörülürken 1913’de Almanya’da askeri harcamaların artırılması ve Fransa’da askerlik süresinin uzatılmasının engellenememesi sosyalistlerin etkisizliğini ortaya koymuştur. Nitekim 1914 yılında Avusturya-Macaristan Arşidük’ü Ferdinand’ın bir Sırp tarafından öldürülmesi sonucu II. Dünya Savaşı süreci ortaya çıkmıştır. Fransız Jaurées’in öldürülmesi, Rus ve Sırp sosyalistlerinin savaşa açık tavır alması, Çek ve İtalyan sosyalistlerinin ortada tutumu ve diğer tüm sosyalist grupların savaş yanlısı sosyal şoven tutumu ile özetlenebilecek bu süreçte, Fransız, Alman ve Avusturyalı sosyalistlerin savaş harcamaları lehine oy kullanmaları, II. Enternasyonal’in fiilen sonunu getirmiştir. “Savaşa karşı savaş” temel ilkesinin benimsendiği Stuttgart ve Basle Kararları’nın anlamsızlaşması savaş karşısındaki ilk pratikti. Sosyal şovenler biçimde incelenmelidir. Ayrıca bu konu ile ilgili bkn. Horaca B. Davis, Sosyalizm ve Ulusallık, Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1991.) 118 Sülker, s. 21. 52 emperyalist olan bu savaşı anayurt savunması olarak nitelemiş ve burjuva hükümetlere katılmışlardır. Bu da burjuva partilerle işbirliğini ve burjuva hükümetlere katılmayı yasaklayan Amsterdam Kararı’nın ihlali olmuştur. Guesde’in 27 Eylül 1900’de “İtalyan bir Millerand, Alman, İngiliz bir Millerand’la artık Enternasyonal olamaz” sözleri, şimdi ne kadar da anlamlıydı119. Savaşan ülkelerdeki gözle görülür ilk karşı çıkış 1915 yılında olmuştur. Karl Liebknect SPD milletvekilleri içinde savaş harcamalarına karşı oy vermiş ve Rosa Luxemburg’la birlikte SPD’den ayrışmaya başlamışlardır. Fransa’da CGT’nin tutumuna karşı metal işçileri savaş karşıtı gösteriler düzenlemiştir. Avusturya’da ise 1916’dan itibaren Friedrich Adler, savaş karşıtı tutumun öncüsü olmuştur. Ama esas olarak savaşa karşı en tutarlı çizgiyi Lenin izlemiştir. Emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi120 çağrısını yapan Lenin savaş karşıtı azınlık içindeki azınlığı temsil etmiştir. Lenin, savaşın politikanın başka araçlarla devamı olduğu121 görüşünden hareketle, I. Dünya Savaşı’nı emperyalist bir savaş olarak görmüş ve savaşa anayurdun savunulması savaşı deyip sınıf savaşımını bırakanları sosyal şoven olarak nitelemiştir. Kautsky, Plekhanov, Scheideman, Guesde, Hyndmann, Webbler ve Fabianlar, Vandervelde, Turati, Sembat ve CGT’yi, II. Enternasyonal’in savaş karşıtı Basle Bildirisi’ne imza atmalarına rağmen şimdiki tutumlarıyla sosyal şoven, merkez, pasifist vb. eleştirmiş ve herkesi Karl Liebknecht’in diliyle konuşmaya çağırmıştır: “Ulusal kurtuluştan söz açan kendi burjuvazisine ikiyüzlülük ettiğini, proletarya “silahlarını” kendi hükümetine karşı çevirmedikçe, bu savaşın demokratik bir barışla sonuçlanamayacağını söylemesi”122 gerekmektedir. Yani Lenin’e göre emperyalist savaş iç savaşa çevrilmeliydi. 1915 Zimmerwald Konferansı’nda sosyal demokrasi ile sosyal şovenler arasındaki ayrımın, geçmişteki anarşist-Marksist ayrımı gibi zorunlu olduğunu vurgulamış, bağımsız Marksist partiler ve III. Enternasyonal kurulması çağrısını yapmıştır. Bu dönemde yapılan emperyalizm değerlendirmeleri savaşa karşı tutum ve işçi sınıfı mücadelesini şekillendiren bir temel oluşturmuştur. Avusturyalı Rudolf Hilferding, 1910’da “Finans Kapital” adlı eserinde, finans kapitali, bankacıların tasarrufunda ve sanayiciler tarafından kullanılan sermaye 119 olarak tanımlamıştır. Sermayenin Joll, ss. 137-165. V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Çev. N. Solukçu, 6. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Kasım 1992, s. 25. 121 Bkn. Carl von Clausewitz, Savaş Üzerine, Çev. Şiar Yalçın, 1. Baskı, İstanbul: May Yayınları, Nisan 1975. 122 Lenin, Sosyalizm ve Savaş, s. 75. 120 53 merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının geldiği noktanın sınıf çelişkilerini daha da artırdığını, bunun devlet gücüne geçtiğini ve yapılması gerekenin devleti ele geçirmek olduğunu vurgulamıştır123. Luxemburg’un emperyalizm teorisine göre ise kapitalizm, sürekli olarak kapitalist olmayan çevreye (sömürgeler) doğru genişlemek zorundadır. Bu yüzden kapitalizm dünyanın kapitalizme entegre olmasıyla sona erecektir. Tabi bu zamana kadar olacak olan krizlerle sonlanmazsa124. Luxemburg’un “kapitalizmin çöküş kuramı” kendiliğindenci ve Kapital’in yanlış yorumlanmasına dayalıdır. Kautsky ise, bütün emperyalistlerin birleştiği bir evre, ultra-emperyalizm evresini öngörmüştür. Ancak gelişmeler Kautsky’nin tezindeki sınıfsal analiz yoksunluğunu ortaya koymuştur. Lenin’e göre emperyalizm ideolojik bir kavramdır. 19.yy.ın sonu ile 20.yy.ın başında ortaya çıkan bu kavram, tekeller çağını, merkezi bir paylaşım sürecini ve siyasal bir gericiliği ifade etmektedir. Emperyalizmden önce, dünyayı merkezi bir şekilde paylaşım süreci yoktu. Lenin’e göre emperyalizm, kapitalizmin politik bir tercihi değil zorunlu bir aşamasıdır. Leninist emperyalizm teorisi II. Enternasyonal’in burjuvazi ile uzlaşan sosyal şoven bir tutum benimseyen çizgisine karşı açık bir tavır almıştır. Leninist emperyalizm teorisi iki ana safhada incelenebilir: Sanayi üretimi ve sömürgecilik. Lenin sanayi üretimi safhasına önem vermiş ve iktisadi-tarihsel analizini yapmıştır. Emperyalizm, kapitalizmin son aşamasıdır. Çünkü mali sermaye, genel anlamda sermayenin son halidir. Lenin, çağımızı emperyalizm ve proleter devrimler çağı olarak tanımlamıştır125. I. Dünya Savaşı’nın getirdiği zorlukların da etkisiyle 1917 Şubatı’nda Çarlık devrilmiş ve başta Petrograd ile Moskova olmak üzere “Sovyetler 126” kurulmuştur: Tam adı İşçi ve Asker Delegeleri Sovyeti. Bu iktidar organlarının yanında kurulan hükümeti Menşevikler ve sosyalist devrimciler desteklemişlerdir. Lenin ise bu hükümeti “burjuvaların ve burjuvalaşmış toprak ağalarının hükümeti”127 olarak değerlendirmiştir. Yine bu dönemde ortaya koyduğu 123 “Nisan Tezleri”yle Rus Devrimi’ni Fine, Hardach ve Karras, ss. 93-100. Bkn. Rosa Luxemburg, Sermaye Birikimi, İstanbul: Alan Yayınları, 1986. 125 Bu konuda ayrıntılı bilgi için Lenin’in Emperyalizm kitabı ana kaynak niteliğindedir. 126 Rus Devrimi İşçilerin, köylülerin ve askerlerin Sovyetlerinin doğmasına yol açmıştı. 1917 sonrası Lenin’in deyişiyle Komün’ün genelleşen bir hali olacaklardı. Daha fazla ayrıntı için bkn. Oscar Anweiller, Rusya’da Sovyetler, Çev. Temel Keşoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınevi, Temmuz 1990. 127 “1917 Büyük Rus Devrimi”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi, Cilt: 3, İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975, s. 642. 124 54 şekillendirmiştir128. Bu dönemde Lenin’in görüşlerinin ikinci ayağını, Marx ve Engels’e “danışarak” ortaya koyduğu “Devlet ve Devrim” tezleri oluşturmuştur129. Lenin’in, Marx’ın, proletaryanın devlet olarak örgütlenmesinin hangi somut biçimleri alabileceği sorusuna yanıtı, yığın hareketi deneyimi olmasına atfen; 1905 Devrimi’ni 1848 Devrimleri’ne, Komün’ü ise 1917 Sovyetleri’ne örnek alması olmuştur. Bolşevik Parti ile Sovyetler arasında kurulan bağdan hareketle de, Marksist “işçi sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olacaktır” ilkesini somutlamıştır. İşte bu temelin üzerinde 25 Ekim 1917, dünyanın ilk proleter devletinin doğuşunun tarihi olmuştur. Sovyet iktidarı, kitleleri, özellikle sömürülen kitleleri yönetime, katılıma çeken dünyadaki ilk iktidar hayata geçmiştir130. Ekim Devrimi, kapitalizmin ve sanayi proletaryasının en az geliştiği Avrupa ülkesinde gerçekleşmiştir. Oysa Marx Kapital’de, proleter devrimi kapitalizmin ve sanayinin en geliştiği ülkelerde -İngiltere ve Almanya- beklemiştir. Bu Gramsci’nin deyimiyle “Kapital’e karşı bir devrimdi”131. Yine Ekim Devrimi bir azınlık örgütünün önderliğinde gerçekleşen bir devrim olmuştur. Oysa Komünist Manifesto’da MarxEngels proleter partinin bir çoğunluk partisi olacağını söylemişlerdi. Bu Luxemburg’un deyimiyle “Komünist Manifesto’ya karşı bir devrimdi”132. Marksizm, Komün’den evvel sosyalizm içindeki akımlardan bir tanesi olmuş ancak Komün sürecinden sonra sosyalizm Marksizmle özdeşleşmiş bir hale gelmişti. Leninizm de Marksizm içindeki akımlardan bir tanesi olmuş; Ekim Devrimi ile birlikte, emperyalist dönemin Marksizmi olarak çok geniş somut bir kabul bulmuştur. Nisan Tezleri’nde belirtilen; bütün iktidar Sovyetlere, sosyalist üretim, komünist adının tercihi vb. konular için bkn. Bkn. V. İ. Lenin, Nisan Tezleri, Çev. M. Ardos, 4. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Ağustos 1989. (Ayrıca “komünist” tartışması için bkn. tezin 52. dipnot.) 129 Devlet ve Devrim tezlerinde belirtilen; şiddete dayalı devrim, devletin egemen sınıf olan proletarya olarak örgütlenmesi, proleter devletin sönmesi vb. konular için bkn. V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, 6. Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Aralık 1978. 130 V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, Çev. Süheyla Kaya ve İsmail Yarkın, 1. Baskı, Ankara: İnter Yayınları, Mart 1996, ss. 45-54. (Burada Lenin aslında ikinci iktidardır, diye bir ekleme yapar. Çünkü tarihte ünsüzleri ilk defa iktidar yapan Paris Komünüdür. Bkn. Galman ve Diğerleri, s. 162.) 131 Guiseppe Fiori, Bir Devrimcinin Yaşamı: A. Gramsci, Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, Ankara: V Yayınları, Haziran 1989, s. 99. 132 Rosa Luxemburg, “1917-1918”, Siyasal Yazılar, 1. Baskı, Ankara: V Yayınları, 1989. 128 55 III. Ekim Devrimi’nden II. Dünya Savaşı’nın Sonuna Kadar İşçi Hareketleri Ekim devrimi ile birlikte işçi hareketlerinde yeni bir dönem başlamıştı. Çünkü somut olarak işçi sınıfı, bir ülkede egemen sınıf halinde örgütlenmişti. Buna karşılık geleneksel sosyal demokrat anlayışın temsilcileri burjuvazi ile uzlaşmıştı. Ekim Devrimi’nin etkisi işçi sınıfı içinde hızla yayılmıştır. Almanya, Avusturya, Macaristan, İtalya ve daha birçok ülkede işçi konseyleri oluşturulmuş ve bu konseyler hızla iktidar organları olarak benimsenmiştir. Ancak kendi özgünlükleri de olan bu deneyimler yenilgiye uğrayacak ve 1929 ekonomik krizine kadar kapitalizm bir büyüme dönemi yakalayacaktı. İşçi hareketi 20.yy. boyunca iki ana harekete bölünmüştür: Bir yanda komünist partilerin önderliğini yaptığı ve işçi sınıfının iktidarını hedefleyen III. Enternasyonal, diğer yanda ise burjuvaziyle uzlaşan ve bugüne kadar da kapitalist sistemin bir parçası olarak konumlanacak olan yeni II. Enternasyonal. Bu bölünme sendikal harekete de yansımıştır. Bir yanda komünist partilerin önderliğindeki Kızıl Sendikalar Enternasyonal’ini, diğer yanda sosyal demokratların etkinliğinde kurulan, kapitalist sistemin çözülmesine karşı bir emniyet sübabı işlevi görecek olan Uluslararası Sendikalar Federasyonu ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nü görmekteyiz. Bu dönemi kendi içinde ikiye ayırabiliriz: İlk dönemi yukarıda belirtilen unsurlar oluşturmuştur. İkinci dönem ise 1929 ekonomik krizi ile başlamıştır. Krizin etkileri sonucunda burjuva demokrasileri de meşruiyet krizi içine girmiş ve faşizm, bir dünya tehlikesi olarak bazı büyük devletlerde iktidara gelmiştir. Faşizme karşı gelişen işçi mücadeleleri, bu dönemin temel belirleyeni olmuştur. A. Ekim Devrimi’nin Etkisi ve III. Enternasyonal (1918-1929 Arası) Savaş sonrası sırasıyla II. Enternasyonal (Sosyalist Enternasyonal) ve III. Enternasyonal (Komintern) kurulmuştur. Ancak iki enternasyonalin kapitalizm analizleri çok farklı olmuştur. Komintern ve teorisyenlerinden Varga’ya göre, sınıf mücadelesi “son kesin 56 savaş dönemi”ne girmiştir. Çünkü savaş zamanında yaşam koşulları çok bozulmuş, devletle ekonomi kaynaşmış; Ekim Devrimi ve sömürgelerdeki ulusal kurtuluş savaşları kapitalist egemenliğin coğrafi alanını küçültmüştür. 1921 ekonomik krizi de bu tespiti doğrular nitelikteydi. Ancak sonrasında 1929’a kadar yaşanacak istikrar dönemi üzerine “kapitalizmin göreli istikrarı” tezi ortaya konmuştu. Bu teze göre kapitalist ekonomiye devlet müdahalesi artmış, böylece kriz uzun dönemli istikrarsızlık anlamında kullanılmıştı. Varga, 1929 krizinden sonra artacak olan bu müdahalenin, tekelci kapitalizm ve büyük toprak sahipleri yararına olduğunu işaret etmiştir133. II. Enternasyonal’in görüşünü ise Hilferding tarafından geliştirilen “örgütlü kapitalizm” kuramı oluşturur. Buna göre, sermayenin üretim sürecine doğrudan müdahalesi, kapitalizmin uzun dönemli istikrarına doğru bir adımdır. Hilferding, bu kuramını önce sosyalizme alternatif olarak görmüş, sonra sosyalizme geçiş aşaması olarak tanımlamıştır134. Paris Komünü sonrası Avrupa ülkelerinde geniş proleter yığınlar, sosyalist harekete destek vermeye başlamıştı. II. Enternasyonal bu temel üzerinden şekillenmişti. III. Enternasyonal’in temelini ise iki unsur oluşturur: Birincisi, Ekim Devrimi ile Sovyet Cumhuriyeti’nin kurulmasıdır. İkincisi, sosyal şovenizmle bölünme sırasında birçok ülkede komünist partilerin kurulmasıdır. Bölünme enternasyonalizm-şovenizm, sınıf savaşımı, parlamenter mücadele, Sovyet sisteminin benimsenmesi ve II. Enternasyonal eleştirisi üzerinden olmuştur. Komünist hareketin proletarya diktatörlüğünü dünya üzerinde gerçekleştirme çizgisine karşı, emperyalizm; Sovyet Cumhuriyeti’ni yenme, izole etme ve diğer ülkelere komünist rejimin geçmesini engelleme politikaları izlemiştir. İşçi hareketlerinin başladığı 18.yy. ortalarından itibaren hareketin önderliği, sırasıyla İngiltere’de, Fransa’da ve Almanya’da gerçekleşmişti. Ekim Devrimiyle birlikte sosyalist hareketin önderliği Rusya’ya geçmiştir135. III. Enternasyonal’in temel güvencesi Batı işçi sınıfı olmuş ve Avrupa’dan devrim beklentisi içine girilmişti. Ancak sosyalist devrim bir tek Rusya’da hayat bulmuştur. Bununla beraber Almanya, Macaristan, İtalya ve Avusturya başta olmak üzere birçok 133 Fine, Hardach ve Karras, ss. 117-122. Fine, Hardach ve Karras, s. 124-125. 135 V. İ. Lenin, III. Enternasyonal ve Tarihteki Yeri-15 Nisan 1919, Marx-Engels-Marxizm, 2. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, Mayıs 1990, ss. 275-284. (III. Enternasyonal 1919 Mart’ında Moskova’da kurulmuş ve Lenin’in görüşleri III. Enternasyonal’i şekillendirmiştir.) 134 57 ülkede Sovyet benzeri deneyimler yaşanmıştır. Yazımızda kendi özgün yönleriyle dikkat çeken İtalya’ya değinilecektir136. 21 Ağustos 1917’de, Torinolu işçilerin, dükkanların ekmek satmamalarından kaynaklanan protestoları kısa sürede ayaklanmaya dönüşmüştü. Torino başta olmak üzere Cenova, Milano vs. Kuzey İtalya’da özellikle metal sektöründe fabrika konseyleri kurulmaya başlanmış ve ilk deneyim Bravetti Fiat fabrikasında gerçekleşmiştir. Fabrika konseyleri önce işverenlerle yapılan sözleşmelerle ortaya çıkmalarına rağmen, hızla sendikalardan bağımsızlaşarak işyerindeki sendikasız işçileri de kapsayan bir niteliğe bürünmüştür. Fabrika konseyleri (iç komisyonlar), yürütme ve denetleme anlamında işçi iradesini yansıtmıştır. PSI içinde Lenin’in desteklediği L’Ordine Nuova gurubunda yeralan Gramsci, iç komisyonları, “karşı devlet örgütlenmelidir” fikri ile geleceğin iktidar nüveleri olarak değerlendirmiştir137. Yukardancı bir anlayışa sahip olduğu, işçileri ekonomik temel üzerinden birleştirdiği ve bu niteliğinden dolayı sınıf savaşımını bile engelleyebileceğini düşündüğü için sendikalizmi eleştirmiştir. Konseyler ise sanayi alanındaki yasallığın yadsınmasıdır138. Bordiga ise, fabrika konseylerini, “kapitalizm, halen devletin ve siyasal gücün kullanımını elinde bulundururken, ekonomik ilişkiler düzeyinde işçi sınıfının kurtuluşunu” savunmak olarak değerlendirmiştir. Ayrıca PSI çizgisini belirleyen Maksimilistlerin önderi Serrati de fabrika konsey hareketini tehlike olarak görmüştür139. Fabrika konseylerinin kurulmasıyla başlayan hareket, 1920’de gerçekleşen fabrika işgalleri ile hız kazanmıştır. Ancak Gramsci’ye göre, fabrikaların işgali, kendinde ve kendisi için bu işgal, bir komünist toplum deneyi olarak kabul edilemez. Çünkü, metal işçileri, en ileri proletaryayı temsil etmiş ve bu yüzden işgaller yayılmıştır. Fakat devrimci dönüşüm olmazsa uzun vadede işgaller, burjuvazinin işine yarayacaktır. Ayrıca işçilerin, komünist devrimin, savunmasız bir fabrikanın işgal edilmesi kadar Savaş sonrası İtalyan işçi hareketinin durumu şöyleydi: Reformistlerin etkili olduğu Genel İşçi Konfederasyonu’nun (Generale del Lavore-CGL) üye sayısı 2 milyona ulaşmıştı. Anarko-sendikalist bir çizgide olan İtalyan Ulusal Sendikası (Unione Sindiacale İtaliano-USI) ise 800 bin üyeye sahipti. Katolik İtalyan İşçileri Konfederasyonu ise 1 milyon üyeliydi. Esas olarak tarım işçilerini temsil eden İtalyan Halkçı Partisi’nin (Parti do Popolove İtaliano-PPI) Metal İşçileri Federasyonu’nun (Federazione Italiana Operei Metallurgici-FIOM) üye sayısı ise 160 bini bulmuştu. Ayrıntılı bilgi için bkn. Volkan Yaraşır, Uluslararası İşçi Hareketleri 1, 1. Baskı, İstanbul: Bibliotek Yayınları, Ekim 1997, ss. 197-200. 137 Antonio Gramsci, İtalya’da İşçi Konseyleri Deneyimi, Çev. Yusuf Alp, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, Ekim 1989, s. 29. 138 Gramsci, s. 112. 139 Yaraşır, s. 205. (21 Ocak 1921’de İtalyan Komünist Partisi (Partito Comunista’d Italia-PCI) kurulmuş ve III. Enternasyonal’e üye olmuştur.) 136 58 kolayca gerçekleştirilebileceğine bir an bile inanmamaları gerekir, diye eleştirmiştir140. Nitekim sanayide “işçi denetimi” sağlayacak yasa taslağı hazırlanmış ama uygulanmamıştır. Yine de işçi ve işverenlerin görüşmeleri sonucunda işçi ücretlerinde büyük artış sağlanmış ve fabrika işgallerine 26 Eylül 1920’de son verilmiştir. 1921’de Komintern işçi hareketinin duraklaması ve uluslararası sermaye saldırısına karşı “birleşik işçi cephesi” politikasını benimsemiştir. Böylece sosyalist, anarşist ve komünist işçiler bu cephelerde yükselen faşizme karşı ortak mücadele vermişler ve faşizme karşı “işçi savunma komiteleri” içinde örgütlenmeye başlamışlardır. Yine Komintern 3. kongresinde, Kızılordu’nun Polonya ve Batı işçi sınıfının da kapitalizm karşısındaki yenilgisi üzerine “dünya devriminin yakın olduğu” tespitini değiştirmiştir141. Bu dönemde dünya sendikal hareketini incelediğimizde üç ana akım buluruz; Birincisi, II. Enternasyonal’in 1919’da yeniden kurulmasıyla faaliyete geçen Uluslararası Sendikalar Federasyonu (Amsterdam Enternasyonali-USF)’dur (gerçi USF 1913’te kurulmuştu ama 1919’da faaliyete geçebildi). Müttefik ve bazı tarafsız ülkelerin kurduğu USF, Avrupa ve Amerika’da 17.7 milyon işçiyi temsil etmekte, amaçları arasında uluslararası işçi birliğini sağlamak, tüm savaşlara ve gericiliğe karşı savaşmak ve üretim araçlarının toplumsallaştırılması ilkeleri bulunmaktaydı. Sovyet Rusya ve Macaristan’a uygulanan ambargoya karşı çıkan USF, Polonya’ya yapılan silah yardımı ve Sovyetler Birliği’ne gıda yardımı gibi bazı uygulamalar içinde de bulunmuştur142. Gerçekte sınıf uzlaşmasını savunan USF’nin yanında yine 1919’da şimdiki BM’nin kökeni olan ama o dönem başarısız olan Milletler Cemiyeti ve ona bağlı olarak da Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kurulmuştur. Bu dönemde hazırlanan “İşçi Hakları Bildirgesi”nde benimsenen temel ilkelere göre emek bir meta olarak değerlendirilmiş, sendikal örgütlenmenin sağlanması, 8 saatlik işgünü ve işçileri korumaya yönelik yasaların uygulanmasının denetlenmesi gibi ilkeler belirlenmiştir. Böylece uluslararası sosyal politikada önemli bir adım atılmıştır143. 140 Gramsci, s. 144-145. Yaraşır, s. 141. 142 Yıldırım Koç, Sendikal Eğitim Notları, 1. Baskı, Ankara: Öteki Yayınevi, 1994, s. 74-75. 143 Hava-İş Sendikası, Dünya Sendikal Hareketi, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=115 (Erişim Tarihi: 30 Aralık 2005): p. 6-7. 141 59 İkincisi, çeşitli ülkelerdeki Hıristiyan sendikaların birleşerek 1920’de kurduğu Uluslararası Hıristiyan Sendikaları Konfederasyonu (IFCTU)’dur. 3.5 milyon üyesi olan Konfederasyon Hıristiyanlığın özüne aykırı olduğu için sınıf savaşımını reddetmekte ve sınıflararası sistematik işbirliğini savunmaktaydı. Hıristiyan sendikacılığı sermayenin sosyalizme ve komünizme karşı mücadelesinde önemli bir silah olmuştur. Sendikal birliği ve geniş anlamda işçilerin birliğini din vasıtasıyla bölme girişimlerinde sermayenin bir silahı olan bu sendikalar, işçiler arasında günümüze kadar anti-komünist propagandanın merkezi olmuşlardır144. Üçüncüsü, 1921’de kurulan ve önce Komintern içinde bulunan sendikaların oluşturduğu Kızıl Sendikalar Enternasyonali (Profintern-KSE)’dir. KSE’nin temel ilkelerini, kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulması oluşturmuştur. Lenin’in düşünceleri KSE’ni belirlemiştir. Lenin’e göre sendikalar, proleter devlet iktidarından bağımsız olmamalıdır. Çünkü sendikalar siyaset dışı bırakma ve dargörüşlülük kaynağı olabilir. Sendikalar proleter iktidarın hazırlık okulları olmalıdır. Ayrıca işçi yığınlarının çoğu partisiz ve sendikalarda örgütlü için, tüm Avrupa komünistleri gerici sendikalarda da çalışmalı -Engels’in 1858’de Marx’a yazdığı mektuba atfen- ve işçileri işçi aristokrasisine bırakmamalıdır145. Komintern’in sendikalar üzerine aldığı kararlar da Lenin’in düşüncelerini yansıtmıştır. Temmuz 1920’de yapılan 2. Kongresinde, bütün sendikalarda-fabrika konseylerinde çalışmak ve mümkün olan en geniş işçi kitlesine ulaşmak benimsenmiş; bu mücadelenin iktidar mücadelesine dönüşeceği öngörülmüştür. Ayrıca Milletler Cemiyetine bağlı olarak kurulan ILO eleştirilmiştir146. Temmuz 1921’de yapılan 3. kongrede ise, USF’nin tarafsız kalma politikası eleştirilmiş, sendikaların komünist partilerle organik bağ kurması savunulmuş ve işçilerin-sendikaların sermayeye karşı doğrudan eylemi olarak; boykot, grev, fabrika işgalleri vb. desteklenmiştir147. Aralık 1922’de yapılan 4. Kongrede ise, sendikal hareketin zayıfladığı, bölünmelere uğradığı tespiti yapılmış; bu durumdan USF’nin yanısıra KSE’den ayrılan anarko-sendikalistlerin de payı olduğu savunulmuştur. Işıklı, s. 191. V. İ. Lenin, “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı, Çev. Osman Saidoğlu, 2. Baskı, İstanbul: Yorum Yayınları, Temmuz 1993, ss. 46-52. 146 “Komünist Enternasyonalde Sendikalar Sorunu”, http://www.marksist.com/kitaplik/ceviriler/Sendikalar%20.htm çev. marksist.com, 1997, (Erişim Tarihi: 21 Aralık 2005): p. 13. 147 Marksist.com., pp. 32-36. 144 145 60 Bu dönemde özgün bazı sendikal hareketler de öne çıkmışlardır. İngiltere’de 1896’dan itibaren işyeri temsilcilikleri (Shop stewards) denilen, sermayenin uygulamalarına karşı tepkisel temelde gelişen, işçi inisiyatifinin doğrudan yansıdığı ve doğrudan demokrasinin fiilen uygulandığı bir işleyişe sahip olan komiteler oluşmuştu. Lenin’in “şahane proleter örgütlenmeleri” dediği shop stewards’lardaki devrimci işçiler, hareketi, işçi iktidarı nüveleri olarak değerlendirmişlerdir. Ekim Devrimi’nin başarısı İngiliz işçi hareketini de etkilemiş ve shop stewards hareketinin kitleselleşmesini sağlamıştır. Ama İngiltere Komünist Partisi’nin onları salt bir ekonomik örgüt olarak kavraması ve sermayenin artan baskıları sonucu, hareket; giderek işyeri duvarları içine hapsolmuş ve 1926 madenci grevi sonrası dağılmıştır148. Bu dönemde ülkemizdeki sendikal hareketin gelişimine bakarsak, 1919 yılının Kasım ayında demiryolu, liman, matbaa, inşaat, marangoz işçilerinin meslek birlikleri bir kongre yapmıştır. Kongrede ulusal kurtuluş savaşında nasıl yer alınacağı, sınıf mücadelesinin ve grevlerin daha etkin nasıl yönetileceği, meslek birliklerinin sınıf esasına göre örgütlenmesi ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerinin geliştirilmesi kararlaştırılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra izlenen devletçilik ve ulusal sanayi kurma politikası işçi sınıfını gerek nicel anlamda gerekse sınıf bilincinin gelişmesi bakımından ilerletmiştir. 1924 yılının Eylül ayında Amele Teali Cemiyeti kurulmuştur. 1924 Anayasası vatandaşlarına örgütlenme hakkı tanımıştır. Bilinçli işçiler bundan yararlanarak, büyük işçi merkezlerinde sendikalar kurmaya girişirler149. Bu cemiyet 1926 yılında İş Kanunu çıkarılması için Meclise bir heyet yollamış ama heyet tutuklanmış ve cemiyet kapatılmıştır. Son olarak işçi hareketlerinin ulusal soruna etkisine değinmek gerekir. Komintern’de ulusal sorun, bağımlı ulusların mücadelesi olarak ele alınırken, Çin-Hindi delegesi Roy, sömürge halklarının ulusal sorununu ortaya koymuştur. Sömürge kurtuluş hareketleri demokratik bir niteliğe sahip oldukları için, bu devrimler genellikle sosyalizme 148 149 Yaraşır, ss. 31-34. Şişmanov, s. 130. 61 yönelmişlerdir. Çin, Hindiçin ve Türkiye’nin kuruluşları kendi özgünlükleri içinde bu sınıfsal temelde gerçekleşmiştir150. 1929 yılında dünya çapında başgösteren ekonomik kriz, başta Almanya olmak üzere birçok ülkede faşizmin iktidarını beraberinde getirmiştir. Liberalizm artık yerini faşizme bırakmış ve tarihin en büyük savaşı II. Dünya Savaşı gerçekleşmiştir. B. Faşizme Karşı İşçi Mücadelesi (1929-1945 Arası) 1929 Ekonomik Krizi, aşırı üretim, durgunluk, ve işsizlik biçiminde ortaya çıkmıştır. ABD’den -New York Borsası- başlayarak dünyaya yayılmıştır. Aşırı üretim sonucu birçok fabrika kapanmış ve bu durum işsizliği artırmıştır. Bu gelişmeler, liberal ekonomi kuramında büyük değişikliğe yol açmıştır. ABD’de New Deal adı verilen ve özünü devletin ekonomiye müdahalesinin oluşturduğu politikalar dahilinde; merkezi federal devlet, federe devletlerin bütçelerine müdahale etmiş ve sanayi kredileri kesilerek üretim kısılmıştır. Böylece pratik olarak uygulamaya konulan korumacılık politikaları, tüm dünyada gündeme gelmiştir. Tarımsal ürün fiyatlarının düşmesi, azgelişmiş ülkeleri de bu politikalara itmiştir. Ama esas olarak yeni ekonomi politikalarını İngiliz İşçi Partisi’nden Lord John Maynard Keynes formüle etmiş ve bu politikalar II. Dünya Savaşı sonrası kapitalist blokta uygulanmıştır. Merkezi planlama uygulayan Sovyetler Birliği ise, kriz döneminde dünyanın büyüyen ekonomisi olmuştur. Liberalizmin güvenilirliği sarsılmış, işçi hareketleri yükselmiş ve faşizm ortaya çıkmıştır151. 1929 krizinin belirlediği dönemde KSE politikalarına bakarsak, grevin en önemli mücadele aracı olduğunu görürüz. İktisadi mücadelenin kriz koşullarında direkt politik mücadeleye dönüştüğü ve grevlerin, politik kitle grevleri şekline dönüştüğü, dönüştürülmesi gerektiği savunulmuştur. KSE’nin bu tespite rağmen sendikaları iktisadi mücadele aracı olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Bunun sebebi olarak, o dönemin politik 150 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkn. Josef Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, Çev. Muzaffer Erdost, 5. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Kasım 1994. 151 Gencay Şaylan, Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, Ocak 1995, ss. 55-59. 62 konjonktürü ve komünist partilerin dünya çapındaki hızlı yükselişlerini gösterebiliriz. Yine sendikal örgütlenme, işyeri ve işkolu temelinde ele alınmıştır. KSE, sendikaların bağımsız olmasını ve partinin sendikalara karışmamasını savunan sosyal demokrat ve anarko-sendikalistleri bu dönemde de şiddetle eleştirmiştir. Sendikal hareket, tradeunion’cı, anarko-sendikalist, reformist ve komünist sendikalar olmak üzere dört parçada ele alınmıştır152. Ancak bu dönem için en hatalı yaklaşım, sosyal demokratların özellikle Almanya’daki komünistlere karşı almış oldukları tutumdan dolayı- sosyal faşist olarak değerlendirilmeleri ve bu değerlendirmenin sosyal demokratların etkili oldukları bütün işçi örgütlenmeleri için de yapılmış olmasıdır. Bu tartışma ve ayrılık, Komintern’de faşizme karşı birleşik cephe politikasının benimsenmesine kadar sürmüştür. 1935 sonrası ise proletaryanın sermaye ile çatışması, politik partiler ve savaş üzerinden olmuştur. Faşizm ilk olarak 1922 yılının sonbaharında İtalya’da Mussolini ile iktidara gelmiş ve bunu 1933 Ocak’ında Hitler’in Almanya’da iktidara gelişi izlemiştir. Hitler’in iktidara gelişi önce Komintern tarafından faşizm olarak yorumlanmamıştır153. Faşizm bu yıllarda birçok ülkede iktidara gelmiştir. Bunun nedeni 1929 dünya ekonomik bunalımı, işçi hareketlerinin yükselmesi ve liberalizme olan tepkidir. Bunalım, işçi sınıfını, köylülüğü ve kent orta sınıfını etkilemişti. Bu noktada Dimitrov ise, faşizmin iktidara gelişini, sosyal demokrat partilerin işçilere burjuva yatıştırma politikası uygulamasına ve komünist partilerin bu işçilere ulaşamamasına; köylülerinse faşizme karşı mücadeleye katılmamasına bağlamıştır154. Dimitrov, tekelci sermayenin en gerici, emperyalist kesimlerinin, bunalımın bütün yükünü emekçilerin omuzlarına yüklemek istediğini ve dünyanın yeniden paylaşımıyla pazarlar sorununu savaşlar yoluyla çözmek zorunluluğunu belirtmiştir155. Faşizm halka, tüm işçi sınıfına ve SSCB’ye karşıydı. Dimitrov, Komintern’de 1920’li yıllardan itibaren birleşik cephe politikasını savunmuştur. Faşizmin sınıfsal niteliğini belirlemek bu dönemde işçi sınıfının en önemli görevlerinden biri olmuştur. Faşizm emperyalizm çağında ortaya çıkmıştır. Bu noktada A. S. Losovsky, Sendikalar Üzerine 1, Çev. İsmail Yarkın, 1. Baskı, İstanbul: İnter Yayınları, Eylül 1988, ss. 14-24. 153 Georgi Dimitrov, Faşizme Karşı Birleşik Cephe, 2. Baskı, Ankara: Maya Yayınları, Şubat 1974, s. 16. 154 Dimitrov, s. 48. 155 Elfriede Lewerenz, Komünist Enternasyonalde Faşizmin Tahlili, Çev. Yalçın Doğan, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Aralık 1979, s. 149. 152 63 Komintern Yürütme Kurulu, XIII. Oturumunda faşizmi, “mali-sermayenin (finanskapitalin) en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü” olarak değerlendirmiştir156. Dimitrov’a göre de faşizmin iktidarı, bir burjuva hükümetin bir yenisiyle basit yer değiştirmesi değildir. Burjuvazinin, burjuva demokrasisinin sınıf egemenliğindeki devlet biçimini kaldırarak, yerine bir başkasını, açık terörcü diktatörlüğünü kurmasıdır157. Almanya’da faşist hükümetinin 16 üyesinden dokuzu büyük sanayici, dördü bankacı ve ikisi de büyük toprak sahibidir. Krupp, Thyssen, Siemens, Bosch, IG-Farben vs.nin temsilcileridir158. Faşizm, tekelci sermayeye, küçük burjuvazi içinde kitle tabanı yaratmaya çalışır. Bu noktada, kararsız köylülere, küçük esnafa, memurlara ve özellikle büyük kentlerde sınıf-dışı olmuş unsurlara yönelir. İşçi sınıfı içine sızmak için, sınıf sendikacılığını bastırmak ve sendikaları kendi devlet aygıtına bağlamak ister. Faşizm, ulusal sorun, milliyetçilik ve anti kapitalizm demagojisi yapar. Faşizmin sınıfsal niteliği mali sermayenin en gerici kesimlerine dayanmasına rağmen, faşist kitle eylemlerinin sınıfsal birleşimini bu unsurlar oluşturur. Kuzinen’e göre önemli olan, faşizmin hangi sınıfsal politikayı uyguladığı ve hangi sınıfa hizmet ettiğidir159. Almanya gibi işçi sınıfının güçlü olduğu bir ülkede faşizmin iktidara gelmesi, proletarya diktatörlüğü sloganının işçi kitlelerini faşizme karşı harekete geçiremediğini göstermiştir. Fransa’da işçi sınıfının eylem birliğinin, faşizmin önlenmesinde ilk kez en önemli etken olması üzerine, Komintern’de faşizme karşı birleşik cephe politikası destek görmeye başlamıştır. 25 Temmuz 1935’te Komintern’in VII. Kongresinde “faşizme karşı birleşik cephe” politikası kabul edilmiştir. Böylece faşizmin iktidarda olduğu ülkelerde önce siyasal demokrasinin inşası hedeflenmiştir. Yine bu kongrede faşizmin emperyalizm döneminde her zaman hayata geçebileceği vurgulanmıştır160. 156 Lewerenz, s. 29. Dimitrov, s. 60. 158 Lewerenz, s. 32. 159 Lewerenz, s. 39. 160 Komintern faşist uygulamaları üçe ayırır: Almanya ve İtalya’daki bütünsel diktatörlükler, Bulgaristan, Yugoslavya ve Japonya’daki askeri diktatörlükler, Polonya, Finlandiya ve Macaristan’daki gibi parlamentarizmin belli bir görünüm olarak kaldığı tiplerdir. Farklı biçimler, faşizmin kurulmasında kitle tabanına mutlaka dayanmak zorunda olmamasından kaynaklanmıştır. Ancak, faşizm, tekelci sermayeye bir kitle tabanı yaratmak istemiştir. Bu tabanın, faşizmin iktidara gelmesinden önce mi, yoksa sonra mı gerçekleşeceği, ya da hangi kapsamda olacağı ülkenin somut koşullarına bağlı olmuştur. (Lewerenz, ss. 158-161) Faşizmi tek tek ülkelere göre en ayrıntılı inceleyen Dimitrov’dur. Bu yüzden üçüncü bir biçim olarak parlamentarizm görüntüsü altında gerçekleşen faşizm biçimi, bugün yeni sömürge ülkelerdeki işçi hareketlerini incelerken gözönünde bulundurmamız gereken en önemli etkendir. 157 64 Bütün bu gelişmelerin bir iç savaş biçiminde yaşandığı İspanya’yı anlamak, faşizm ve birleşik cephe arasındaki mücadeleyi kavramamızı sağlayacaktır. İspanya’da çoğunluğunu tarım proletaryasının oluşturduğu dinamik bir işçi sınıfı mevcuttu. 1931 yılında başlayan grevler, toprak işgalleri ve köylü ayaklanmaları sonucu 14 Nisan 1931’de monarşi devrilmiş ve reformunun yapılmaması, cumhuriyet ilan edilmiştir. Radikal bir toprak Katalan ve Bask halkının özerklik taleplerinin karşılanmaması ve CNT’ye cumhuriyet hükümetinin baskısı üzerine anarşistlerin Katalonya’daki ayaklanması 1931’den sonraki dört yıl en önemli konular olmuştur161. Nisan 1935’te Komünist Parti, faşizme karşı bir halk cephesinin kurulmasını önermiştir. Komünist Parti’nin, ittifakın gerçekleşmesi için önerdiği asgari programın içeriğini, proletarya önderliğinde feodal kalıntıların tasfiyesi ve siyasal demokrasinin inşası; sonra da üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı mücadele oluşturmuştur 162. Monarşist General Franco, 17 Temmuz 1936’da Fas’ta cumhuriyete karşı bir ayaklanma başlatmıştır. İşçi sınıfı ise bu girişimi genel grevlerle protesto etmiştir. Ancak cumhuriyet ordusu, Faşist Franco ordularına karşı ağır yenilgiler almıştır. Bunun nedeni, cumhuriyet sonrası İspanya’ya yayılan işçi-köylü komiteleriyle, burjuva devlet arasındaki ikili iktidar durumudur163. Bu yıllarda Türkiye’ye bakarsak; 1929-33 yılları arasında dünyada yaşanan ekonomik kriz, Türkiye’de işçilerin ekonomik durumunu kötüleştirmiştir. Patlak veren grevler sonrası 1933 yılında hükümet, grevi yasaklayan bir kanun çıkartır. 8 Haziran 1936 tarihinde İş Kanunu çıkartılmıştır. 1939’da başlayan ve altı yıl süren II. Dünya Savaşı, tarihin en büyük yıkım sürecidir. Ancak savaş sonunda faşizm yenilmiş ve dünya üzerindeki belirleyici aktörler değişmiştir. Kapitalist ülkelerin liderliğini ABD almıştır. Buna karşılık Doğu Avrupa Yaraşır, ss. 237-240. (İspanya’da işçileri temsil eden parti ve sendikalar ise şöyleydi: Largo Caballero ve Indalecio Prieto’nun önderliğinde İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (Partido Socialista Obrero EspanolPSOE) ve onun hegemonyasındaki bir milyon işçiyi kapsayan Genel İşçi Sendikası (Union General de Tabazadores-UGT); anarşist sendika örgütleri olan Ulusal İşçi Konfederasyonu (Confederacion Nacional del Trabojo-CNT) ve İberya Anarşist Federasyonu (Federacion Anarguista İberica-FAI); Andreas Nin ve Andrade’nin önderliğinde Marksist Birlik Partisi (Partido Obrero de Unificacion Marxista-POUM); İspanyol Komünist Partisi (Partido Cominista de Espana-PCE).) 162 Fernando Claudin, Komintern’den Kominform’a Komünist Enternasyonal’in Bunalımı, Çev. Yavuz Alogan, cilt: 1, Belge Yayınları, 1989, s. 274-275. 163 Yaraşır, s. 262. 161 65 ülkelerinin de sosyalizme geçmesi ve Çin Devrimi ile birlikte dünyanın üçte birinde komünist ülkeler yerlerini almıştır. SSCB ise bu bloğun önder ülkesi olmuştur. IV. II. Dünya Savaşı Sonrası Değişen Dünya Sistemi II. Dünya Savaşı sonunda müttefik devletler -ABD, SSCB ve İngiltere- arasında Yalta ve Postdam Konferansları’nda savaş sonrası için uzlaşılara varılmıştır 164. Ancak 1947 yılında anlaşmazlıklar başgöstermiş ve dünya kapitalist blok (hür dünya) ve komünist blok (demirperde ülkeleri) olarak ikiye bölünmüştür165. ABD’nin savaş sırasında ve sonrasında kapitalist ülkelere kredi ve mal sağlaması; bu ülkelerin ABD’ye borçlanması, ABD’yi lider ülke konumuna getirmiştir. ABD kendi doktrinini ve örgütlerini kurarken, Batı’da piyasa ekonomisini yeniden inşa ve komünizmle mücadele sürecini başlatmıştır. 1944 yılında Bretton Woods ikizleri, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) kurulmuştur. Fon ödemeler dengesi açıklarını kapatmak amacıyla kısa vadeli borçlar verirken, Banka ekonomik kalkınma açısından yararlı olduğu varsayılan projelere borç sağlamasında aracılık eder166. Ayrıca Kuzey Atlantik Paktı (NATO), OECD, AET vb. kuruluşlarda takiben kurulan uluslararası örgütlenmelerdir. Truman doktrini SSCB’yi yalnızlaştırmış, Marshall yardımları ise sermaye ihracını sağlamıştır. Bu gelişmelerin toplumsallaştırılması ve etkisiyle tarımsal halk üretimin demokrasileri üretim kolektifleştirilmesi araçlarının uygulamalarına yönelmiştir. 1943’te işlevsizleşen Komintern yerine 1948’de Komünist Enformasyon Bürosu (Kominform) kurulmuştur. Ancak Kominform, SSCB’nin 1956’da değişen 164 II. Dünya Savaşı sonrası yapılan bu konferanslarla birçok ülkeye dair önemli kararlar alınmıştı. Bunlardan ilki Kore’dir. Savaş sonrası ülke, 38. paralelden Kuzey ve Güney olarak ikiye bölünmüştü. Kuzeyde savaş boyunca güçlenen komünist partisi, güneyde ise ABD yanlısı parti iktidar olmuştu. 1947 sonuna kadar kuzeyde toprak reformu ve sanayinin millileştirilmesi gibi adımlar atılmıştır. Aynı dönemde güneyde ise piyasa ekonomisi oluşturulmaya çalışılmıştır. İki farklı yönetim arasındaki gerilim sonucu başlayan Kore Savaşı’nda, Çin Halkının Gönüllüleri’nin de desteğiyle Kuzey galip gelmiştir. (Kim İl Sung, Kore Devrimi Üzerine, Çev. F. Çalışır, 1. Baskı, Ankara: Teori Yayınevi, Mayıs 1975, s. 9-10.) İkinci en önemli örnek ise Yunanistan’dır. Yalta Konferansı sonucu bu ülke ABD-İngiltere kontrolüne bırakılmıştı. 1946’dan sonra iki yıl yaşanan iç savaş süreci sonrasında ancak bu ülkeler istedikleri rejimi oturtabildiler. Üçüncü örnek ise Yugoslavya’dır. Yine Yalta Konferansı sonucu ülke yarı yarıya SSCB ve İngiltere kontrolüne bırakılmıştı. Ancak Tito önderliğinde partizanların savaşı sonucu ülke bağımsız bir sosyalist federasyon olarak yeniden kurulmuştur. Son örnek ise Vietnam’dır. 165 Hür dünya ve demirperde ülkeleri tanımlamaları Amerikalılara aittir. 166 Cheryl Payer, Borç Tuzağı, Çev. Reşit Ergener, 1.Baskı, İstanbul: Yalçın Yayınevi, 1981, s. 241. 66 politikaları sonucu kapatılmıştır. Yine Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi (Comecon) ve Varşova Paktı, Komünist Blok’un içinde oluşturulan ekonomik ve askeri örgütlenmelerdir. Fransa ve İtalya’da da komünist partiler en büyük parti olarak ana muhalefet partileri -hatta iktidar ortağı- olmuş ve sendikalar güçlenmiştir. Çin’de ise süren iç savaş sonrası komünistler iktidara gelmiştir. 1961’de Berlin Duvarı’nın yapılmasıyla soğuk savaş ivme kazanmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası verilen ulusal kurtuluş savaşlarıyla emperyalist sömürge sistemi çökmüş ve Wilson ilkesine dayanarak Batı, yeni kurulan ulusal devletleri tanımıştır. Bu dönemde yeniden sömürgeleştirilen ülkelerde anti-emperyalist mücadeleler devam etmiştir. Sermayenin uluslararasılaştığı ve 1970’lere kadar görece istikrar ve büyümenin olduğu bu dönemde, kapitalist dünyada uygulamaya konulan refah devleti ve yeni sömürgeciliğin dayandığı temelleri incelemek gerekmektedir. Refah Devleti, II. Dünya Savaşı’ndan sonra sanayileşmiş ülkelerde çalışan kesimler, işverenler ve devlet arasında varılan bir uzlaşmaya bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Bu oluşum kendisini devletin meşruiyet temellerinde ve işlevlerinde değişim biçiminde göstermiştir. Refah devletinin temel işlevi üretilen mal ve hizmetlerin eşit ve adil bir biçimde paylaştırılmasıdır. Yani, liberal yaklaşımın devlet ile ilgili kurumsal çözümlemelerinin tam karşıtı olarak, sosyo-ekonomik yaşama müdahale refah devletinin temel özelliğidir. Refah devletinin kuramsal alanda oluşumuna en büyük katkı ortodoks görüşü ve liberal kuramı yıkan; çalışan kesimlerin ve toplumu oluşturan geniş kitlelerin eşit, adil, demokratik toplum taleplerini birleştiren Keynesçi politikalardır. Refah devleti uygulaması, ABD’den Avrupa’ya, Kanada’dan Avustralya’ya kadar yaygınlaşmıştır. Bu uygulama ile kapitalizm büyük gelişme göstermiştir. Devlet en büyük işveren haline gelmiş, mal ve hizmet üretmeye başlamış, böylece toplam ekonomik kaynakların büyük bölümü devlet tarafından denetlenip yönlendirilmiştir167. Özellikle kömür, demiryolları gibi sektörler ulusallaştırılmış, eğitim ve sağlık hizmetlerinin finansmanı devlet tarafından karşılanmıştır. Poulantzas’a göre, refah devleti çalışan kesimler için refah ve güvence sağlayıcı işlevlerini yerine getirmiş, böylece kapitalizm yoksunlaştırdığı bireyi korumuştur. Modern kapitalist 167 Şaylan, ss. 60-77. 67 devlet, böylece tüm toplumun genel çıkarını sağlayan bir kurum olarak ulusun iradesini yaşamda gerçekleştirmektedir168. Yeni sömürgecilik169 ise 1823’te ABD Başkanı Monreo’nun doktrinine dayanmaktadır. Çar I. Aleksandre’nin Kuzey Amerika’daki topraklarını çevreleyen sular üzerinde de hakları olduğunu belirtmesi üzerine ABD, Amerika Kıtası’nın Avrupa sömürgeciliğine ait olamayacağını söylemiştir. Latin Amerika’da, İspanyol sömürgeciliğinden bağımsızlığını kazanan devletleri -Arjantin, Şili- ilk tanıyan yine ABD’dir. ABD, Amerika Kıtası’na müdahaleyi kendine yapılmış gibi sayar. Böylece ABD, kendi arka bahçesini oluşturmaya başlamıştır. 1962’deki Küba füze krizi, Yunanistan ve Türkiye’yi komünizme karşı koruma isteğine dayanan Truman doktrini, yine Eisenhower doktrini de aynı temele dayanmıştır. Ama Monroe’nin Avrupa’ya müdahale etmeme ilkesi, II. Dünya Savaşı sonrası değişmiş ve her yere müdahale edilmiştir170. Yeni sömürgecilik, ekonomik ve politik yeni bağımlılık biçimleri olarak kendini göstermiştir. Karma şirketler yoluyla denetim sağlanması, uluslararası fonların yardımıyla sömürü gibi ekonomik yöntemler ve yardım maskesi altında gerici rejimleri kabul ettirerek politik bağımlılık kurulmuştur. Bütün bir politik, ekonomik ve askeri anlaşma-sözleşme dizisi kabul ettirilir171. Böylece II. Dünya Savaşı sonrası emperyalizm, büyük bir hız kazanan sermayenin uluslararasılaşması ve ekonomikpolitik-askeri uluslararası sürekli resmi örgütler yoluyla aynı zamanda içsel bir olgu haline gelmiştir172. Yeni sömürgecilik pratiği ticari tekele ya da ayrıcalıklar sistemi ile değil, doğrudan doğruya kapitalist pazardaki tekel ilişkilerinin sağladığı eşitsiz değişim kurallarına bağlı olarak geliştirilmektedir. Yeni sömürgeleştirilen ülkelerde bir iç pazar geliştirme esas Nicos Poulantzas, Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar, Çev. Şen Süer ve Fevzi Topaçoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1992, s. 126. 169 Bu dönemde emperyalist ülkeler, kapitalist blokta yeralan bağımlı ülkeler için, kalkınmakta olan ülkeler, gelişmekte olan ülkeler vb. kavramlar kullanmışlardır. Bu kavramlar sömürü ilişkilerini saklamak için kullanılmıştır. Tezin bu noktasından itibaren bağımlı ülkeler için yeni sömürgecilik kavramı kullanılacaktır. 170 Claude Julien, Amerikan İmparatorluğu, Çev. Tahsin Saraç ve Aysel Gülercan, 1. Baskı, Ankara: Hitit Yayınları, 1969, ss. 126-129. 171 Vasili Vahruşev, Yöntemleri ve Manevralarıyla Yeni-Sömürgecilik, Çev. Cemil Aslan, 1. Baskı, İstanbul: Konuk Yayınları, Mart 1978, s. 479-480. (Böylece klasik sömürgeciliğin getirdiği ekonomik yükten kurtulunur. IMF, Banka, OECD, askeri blok ve paktlar da bu sömürgeciliğe özgü yöntemlerdir.) 172 Türkiye İktisatçılar Birliği, Günümüzde Emperyalist Sömürü Mekanizması, Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara: TİB Yayınları, 1976, s. 14. 168 68 alınır. İç pazar geliştirilirken de burada seçmeci bir entegrasyon politikası uygulanır. Seçmeci entegrasyon politikası şudur: Emperyalizm gittiği ülkelerdeki geri bıraktırılmış bölgeleri, bu nitelikleri ile kendi emperyalist piyasalarına entegre eder. Bu entegrasyon çeşitli kademelerden oluşmuş eşitsiz değişim pratikleri ile gerçekleştirilir. Örneğin tarımda feodal ilişkilerin kullanılması gibi. Emperyalizm pazar geliştirmek için feodal ilişkileri ortadan kaldırmaz. Sadece büyük toprak sahiplerinin el koyduğu artığı kapitalist pazara transfer edecek mekanizmalar yaratır. Mülkiyet ilişkilerine dokunmaz. Böylece daha büyük miktarda emeği, daha yoğun sömürebilmek ve tarım ürünleriyle sanayi ürünleri arasında, tarım ürünleri aleyhine bir makası kurabilmek daha kolay olur. Yani emperyalist merkeze değer transferi açısından, eşitsiz düzeni kurmak, geri kalmışlıkları-geri bıraktırılmışlıkları korumak, önemli bir sömürü mekanizması oluşturur. Ama bunu yaparken emperyalizm, yanına yerel sınıfları almak için finansal araçlar kullanır. Bu politikaların diğer bir yönü ise ithal ikameci sanayileşme olmuştur. Bu politikalara göre, belli bir süreçte tüketim, ara mallar ve yatırım sanayileri oluşturulmuştur. Böylece sanayileşmenin 19.yy.da lokomotifi olan tekstil, gıda gibi sektörler temelinde, emperyalist ülkelere bağımlı bir sanayileşme yaşanmıştır. İç pazara yönelik bu sanayileşme vasıtasıyla da proleterleşme gerçekleşmiş ve bu ülkelerde oluşacak olan işçi hareketleri, genel anlamda proleter hareketin odağı haline gelmeye başlamıştır. V. 1970’lerin Sonuna Kadar İşçi Hareketleri 1945 sonrası işçi hareketlerine çift kutuplu dünya ve yeni sömürgecilik ilişkileri damgasını vurmuştur. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki iktidar mücadelesi, sendikal mücadelenin bu iki kutup arasındaki mücadele sürecinde şekillenmesi ve yeni sömürge ülkelerde gelişen ilk mücadeleler bu dönemin köşetaşlarını oluşturmaktadır173. II. Dünya Savaşı sonrası işçi hareketlerini incelerken ilk olarak çalışma hayatını düzenlemeye yönelik hazırlanan uluslararası sözleşmelere değinmek gerekmektedir. II. Dünya Savaşı sonrası hayata geçen Çin, Küba, Vietnam ve Nikaragua Devrimleri, işçi hareketlerine yeni bir dinamizm getirmiştir. Ancak yazımızda bu süreçlere değinilmeyecektir. Bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek için kaynakçada, konuyla ilgili belirtilen eserler incelenebilir. 173 69 1944’te ILO, amaç ve hedeflerini belirttiği Philadelphia Bildirgesi’ni yayımlamıştır: Emeğin bir mal olmadığı, yoksullukla mücadele edilmesi gerekliliği, tam istihdamın sağlanması, eşit işe eşit ücret, asgari ücret, örgütlenme özgürlüğünün tanınması, sosyal güvenlik sisteminin oluşturulması gibi çalışma yaşamının şartları vurgulanmış ve bu şartların işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinin oluşturacağı kurumlar tarafından denetlenmesi istenmiştir174. Yine paralel olarak BM 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni yayınlamıştır. Burada da dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin herkesin çalışma, sosyal güvenlik, sendikalaşma (23. madde) gibi- haklara sahip olduğu savunulmuştur. Takiben 1950’de de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kabul edilmiştir175. 11. madde tüm çalışanların sendikal haklarını savunmuştur. Türkiye bu sözleşmeyi 1954’de kabul etmiştir. 1961 yılında Avrupa Sosyal Şartı imzalanmış, Türkiye önemli maddeleri dışında bırakarak 1989’da kabul etmiştir. Yine 1966’da kabul edilen ve 10 yıl sonra yürürlüğe giren BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ile BM Kişi Hakları ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmeleri bulunmaktadır. Türkiye bu anlaşmaları henüz onaylamamıştır176. İkinci olarak uluslararası sendikal merkezleri incelersek iki kutuplu dünyanın bu döneme damgasını vurduğunu anlarız. II. Dünya Savaşı sürerken 1943 yılında antifaşist mücadele içinde ilk sendikal işbirliği 1943’te İngiliz-Sovyet Sendikal Komitesi’nin kurulmasıyla başlamıştır. Bu oluşuma Amerikan Sanayi Örgütleri Kongresi (CIO)’nin de katılmasıyla 1945’te Dünya Sendikalar Konfederasyonu (DSFWFTU) kurulmuştur. DSF proleter enternasyonalizmini savunmuştur. Federasyonun başlıca amaçları, savaş kışkırtıcısı ve faşizmin yaratıcısı olan büyük tekellere karşı savaşım, eşit işe eşit ücret ilkesi ve daha geniş sendikal haklar, sömürgeciliğin ortadan kaldırılması, ulusların kendi kaderini tayin hakkının tanınması ve ulusal-uluslararası düzeyde sendikal birlik-dayanışma olarak özetlenebilir177. SSCB’de 20. Kongre sonrası revizyonizmin iktidara gelmesi ile birlikte DSF de, barış içinde birarada yaşama178 Hava-İş Sendikası, (Erişim Tarihi: 30 Aralık 2005). Hava-İş Sendikası, (Erişim Tarihi: 30 Aralık 2005). 176 Koç, s. 81-82. 177 Dünya Sendikalar Federasyonu, s. 136-137. 178 1950’li yıllarda işçi hareketlerini etkileyecek önemli bir olay yaşanmıştır. 1956’da gerçekleştirilen SBKP 20. Kongresi’nde Kruşçev, 1953’te ölen Stalin’i tek adamlıkla, muhaliflerine ağır zulüm uygulamakla vb. eleştirmiştir. Stalin eleştirilerine dayanak olarak da, Stalin’in partiden uzaklaştırılması gerektiğini yazdığı varsayılan Lenin’in açıklanmayan vasiyetnamesini göstermiştir. (Isaac Deutscher, Tarihin İronileri, Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, Temmuz 1991, ss. 9-19.) Bu dönemde SBKP’nin yeni politikasının “barış içinde birarada yaşama” olduğunu ilan edilmiştir. Buna göre, sosyalizmle kapitalizm ekonomik olarak yarışacak ve iki ekonomik sistemden birisi galip gelecektir. Bu da sosyalizm olacaktır, diye öngörülür. SBKP, bu noktada Lenin’in devrimin eşitsiz gelişmesi 174 175 70 tezine paralel sendikal politikalara yönelmiştir179. Buna göre, tekellere karşı ekonomik mücadele verilmeli, ABD emperyalizmi ekonomik yönden yenilmeliydi. Sınıf savaşımının reddi anlamına gelen bu fikirler, 1965 yılıyla birlikte DSF içinde tamamen egemen olmuştur. DSF, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte etkisini kaybetmiştir. Bir diğer uluslararası sendikal merkez DSF’den ayrılan TUC, CIO ve AFL önderliğinde 1949’da kurulan Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU)’dur. ICFTU, 1947’de Marshall yardımı çerçevesinde DSF’de oluşan ayrılık ve paralel olarak AFL’nin 1946’da hür sendikaları biraraya getirme kararı sonucu ortaya çıkmıştır. Esasen bu Konfederasyon ABD’nin oluşturmaya çalıştığı düzenin bir parçası olarak işlev görmektedir. Anti-komünist ve sınıf uzlaşmacılığına dayanan, bu noktada dünyada kendine bağlı sendikalar oluşturan ICFTU’nun temel ilkeleri, ILO ve BM kararlarına paraleldir. Ülkemizde de Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve KESK bu konfederasyona üye olmuştur. Bu iki sendikal merkez dışında Hıristiyan İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve Avrupa sendikalarının 1972’de oluşturduğu ETUC bulunmaktadır. Sendikalar konusunda son olarak sendikal emperyalizm pratiğine değinmekte fayda var. Sendikal emperyalizm kavramı, özellikle ABD’nin politikalarını diğer ülkelerde uygulamak için denetiminde sendikalar oluşturması sonucu kullanılmıştır. Bu konu iki örnekle açıklanabilir. Birinci örnek İngiliz Guyanası’dır. Amerikan Uluslararası Haberalma Örgütü (CIA), merkezi Londra’da bulunan Public Services International-PSI sendikasına sızmıştır. Bu sendikaya bağlı Guyana Memurlar Sendikası’na komünizmle mücadele fonlarından para yardımı yapılmış ve buradan Latin Amerika ülkelerine şubeler açılması planlanmıştır. Bu süreci AFL-CIO’da desteklemiştir. Öyle ki 1964’te Guyana’da darbe girişiminde bile bulunulmuştur180. İkinci örnek ise Fransa’dır. 1947’deki büyük grev dalgasında CGT’nin bölünmesi amacıyla yapılan para yardımlarını AFL yapmıştır. Başbakan yardımcılığı dışında savunma, sanayi, çalışma, teorisini dayanak göstermiştir. Bu bir uzlaşı değil, sınıf savaşımının güncel biçimidir. Gelişen savaş teknolojisi döneminde uzlaşmazlıklar görüşme yolu ile çözülmelidir. (P. Nikitin, Ekonomi Politik, Çev. Hamdi Konur, 8. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Kasım 1995, ss. 385-389.) ÇKP bu politikaya itiraz etmiştir. Çünkü barış içinde birarada yaşama, halkın devrimci savaşımlarının yerini alamaz. Herhangi bir ülkede kapitalizmden sosyalizme geçiş, ancak proleter devrimi ve proletarya diktatörlüğüyle başarılabilir. Tam ve kesin işbirliği mümkün değildir. (Pekin Moskova Çatışması, Çev. Gaybiköylü, 5. Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ocak 1998, s. 41.) Ancak ÇKP de bir süre sonra 3 dünya teorisi adı verilen ve SBKP’ni proletaryanın baş düşmanı ilan eden teoriyle başka bir anlaşmazlık başlatmıştır. Bu tartışmalar bütün ülkelerde komünistlerin içinde bulundukları hareketleri olumsuz anlamda etkilemiştir. İki partide de hakim olan eğilimler, komünist bloğun çözülme sürecinde baş aktörlerdir. 179 Dünya Sendikalar Federasyonu, s. 74. 180 Julien, ss. 422-424. 71 imar ve iskan bakanlıklarını elinde bulunduran komünistlere karşı sosyal demokratları iktidara geçirmeyi hedefleyen bu plan başarılı olmuştur181. AFL-CIO ABD’de sınıf uzlaşmacısı bir tavır izlerken, hükümetin dış politikalarının bir aracı olarak da işlevlenmiştir. Vietnam Savaşı’nı desteklemesi bu konuda en önemli örnektir. Yine AFL-CIO’ya bağlı olarak 1962’de kurulan Amerikan Hür İşçi Gelişim Enstitüsü (AIFLD), birçok ülkeden gelen sendikacılara, Amerikan çıkarları doğrultusunda eğitim faaliyetleri vermiş ve kendilerine bağlı bir sendikacılar gurubu oluşturmuştur182. AFLCIO’ya bağlı bir başka örgüt de Asya-Amerika Hür Çalışma Enstitüsü’dür (AAFLI). Türkiye’de de Türk-İş’in bu enstitüyle faaliyetleri, Türkiye Direktörü Emanuel Boggs’un CIA ajanı olduğunun resmi belgelerle kanıtlanmasına kadar devam etmiştir. Özetle ABD, dünyada kendine bağlı işçi sendikaları oluşturmuştur. Bu süreçte Türkiye’deki işçi hareketlerine değinirsek; 1946-50 döneminde sendikal harekette bir ilerleme yaşanmıştır. Birçok işçi merkezinde çeşitli üretim dallarında sendikalar kurulmuştur. En önemli talep grev ve toplu iş sözleşmesini de kapsayan yeni bir İş Kanunu’nun çıkartılması olmuştur183. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) Temmuz 1952’de resmen kurulmuştur. Kurulan bu konfederasyon tam manasıyla hükümet yanlısı bir kadro yapısına sahip, işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen bir yapı durumundaydı. Dış ilişkilerinde Uluslararası Hür Sendikalar Konfederasyonu’na üye olmuştur. Bunun kökeninde Türk-İş’in yönetim kuruluna seçilenlerin sendikaların sınıf temeline dayanmasını istemeyen kişilerden oluşmuş olması yatmaktadır184. 27 Mayıs 1960’ı izleyen yıllarda işçi sınıfı nicelik olarak hızlı bir biçimde artmıştır. Bunun önemli nedeni, proleterleşen topraksız veya az topraklı köylülerin büyük şehirlere göç etmesidir. Sonraki 4-5 yıl içinde küçüklü büyüklü birçok grev ve gösteri yapılmıştır. Bunların en büyüğü 1965 yılında yapılan Kozlu grevidir. Bu grev sonucu Türk-İş içinde ciddi bir ayrılık açığa çıkmıştır. Hükümet yanlısı yönetime tepki olarak bir kısım sendika Türk-İş’ten ayrılarak yeni bir konfederasyonun temelini atmıştır. Türk-İş’ten ayrılan bazı sendikalar yeni bir konfederasyona temel olmak üzere Türkiye 181 Julien, s. 427-428. Ronaldo Munck, Uluslararası Emek Araştırmaları, Çev. Cenk Aygün, 1. Baskı, Ankara: Öteki Yayınevi, 1995, s. 323. 183 Şişmanov, s. 151. 184 Şişmanov, s. 165-166. 182 72 İşçi Sendikaları Dayanışma Konseyi kurmuştur185. Bu oluşum daha sonra 13 Şubat 1967 tarihinde Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) kurmuştur. Sınıf uzlaşmacılığını ve Amerikan sendikacılığını karşısına alan DİSK, işçi sınıfı içerisinde kısa sürede prestijini ve üye sayısını arttırmıştır. İlk dönemlerinde geleneksel sendikal oluşumların bağımsızlaşmasa da etkisi işçi altındaki sınıfı politikalardan hareketinde programatik bürokratik anlamda sendikacılığın tüm olumsuzluklarından özgürleşme yoluna gitmiştir. DİSK; 15-16 Haziran 1970’de, Anayasayla kazanılan hakların korunması için girilen mücadelede radikal ve kitlesel bir direniş sergilemiştir. Ancak yöneticiler DİSK’i ve işçileri yalnız bırakıp, hükümet yanlısı bir tutum izlemişlerdir. 1971 darbesi sonrası farklı eğilimleri içinde taşıyan DİSK işçi sınıfının mücadele örgütü olmayı başaramamıştır. 1980’li yıllara işçi sınıfı mevcut sendikal yapıları aşan bir sınıf bilinci ve mücadele pratiğiyle gelmiştir. 12 Eylül darbesiyle birlikte işçi sınıfının mücadelesi bastırılmış ve örgütlülükleri dağıtılmıştır. 1970’li yıllara gelindiği zaman kapitalist sistem hem ekonomik hem de politik olarak krize girmişti. Kapitalizm yeniden yapılanma sürecine girecek ve işçi sınıfına karşı yoğun bir saldırıya geçecekti. 185 Şişmanov, s. 205. 73 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YENİ İŞÇİ HAREKETLERİ ve TOPLUMSAL HAREKET SENDİKACILIĞI I. Sermayenin Yeniden Yapılanma Stratejisi ve İşçi Hareketlerinin Yenilgisi 1960’ların sonu ile 1970’lerin başında derinleşen ekonomik kriz, sömürgecilik sisteminin daraldığı, kapitalist sistemden kopma eğilimlerinin güçlendiği ve sosyalist bloğun genişlediği bir anda sermayenin hareket alanının daralması ve kar oranlarında düşme eğilimi olarak kendini göstermiştir. Öyle ki 1948-80 arası dönemde ABD’de kar oranı %30.8 düşmüştür186. Kriz, durgunlukla enflasyonun birarada gözüktüğü stagflasyon biçiminde yaşanmıştır. 1973-78 petrol şokları ve Vietnam Savaşı krizi derinleştiren etmenler olmuşlardır. Krizden çıkmak için artı değer oranlarının yükseltilmesi ve sermaye hareketinin önündeki tüm engellerin kaldırılması hedeflenmişti. Bu yüzden emeğin tüm etkinlik alanlarının kapitalist üretim zincirine dahil edilmesi, 150 yıllık mücadeleler sonucunda emeğin kazandığı hakların yokedilmesi, sosyalizmin yıkılması187 ve sömürge kurtuluş hareketlerinin yenilgiye uğratılması gerekiyordu. Böylece kar oranları artırılacak ve sermaye hareketinin önündeki tüm engeller kaldırılacaktı. Kapitalist-emperyalist sistem bu hedefler üzerinden yeniden yapılanmaya giderken süreci tanımlamak için Küreselleşme ve Yeni Dünya Düzeni (YDD) kavramlarını kullanmıştır. Örneğin küreselleşme kavramı, 1960’lara doğru Harvard, Stanford, Columbia gibi prestijli Amerikan işletme okullarında kullanılmaya başlanan, yine bu çevrelerden çıkmış bazı iktisatçılar tarafından popülarize edilen bir kavramdır188. Oysa üretici güçler, üretim ilişkileri, sınıf mücadelesi ve uluslararası askeri-politik değişimleri Yüksel Akkaya, “Küreselleştir, Kimliksizleştir, Sendikasızlaştır, Yoksullaştır”, Küreselleşme, Sendikalaşma ve Yoksullaştırma, http://www.ceterisparibus.net/arsiv/y_akkaya6.doc (Erişim Tarihi: 14 Nisan 2005): p. 23. (Neo-liberal politikaların uygulanması sonucu ise ABD’nin kar oranı 1980-89 arası %8.3 artmıştır.) 187 Sovyet gücünün ekonomik, siyasi ve askeri varlığı ABD ve kapitalist kampın gücünü küresel düzeyde kullanmasını engelleyen bir faktördü. Samir Amin, Chomsky ve Andre Gunder Frank, Düşük Yoğunluklu Demokrasi, Çev. Ahmet Fethi, 1. Baskı, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1994, s. 27. 188 Akkaya, p. 2. 186 74 yeni dünya düzeni ve küreselleşme kavramları ile tanımlamak mümkün değildir. Bu yüzden kavramları emek cephesinden tanımlayarak, kavramları oluşturan unsurları incelemek gerekir. YDD, sosyalizmin yıkıldığı, hiçbir ülkenin kapitalist toplumsal pazarın dışında kalamayacağı, işçi sınıfının siyasal-toplumsal gücünün kırıldığı ve sermayenin sınırsız hareket özgürlüğüne sahip olduğu bir programı ifade eder. Küreselleşme ise, sermayenin sınırsız hareket özgürlüğünün üretim ve pazar düzeyinde örgütlenmesi demektir. Sermaye hareketinin önündeki engelleri kaldırmak için üç temel adım atılmıştır: 1- Sermaye hareketini artırmak için mali sermaye, para sermaye ekseninde örgütlenmeye başlamıştır. Çünkü parasal sermaye bölünebilen, yayılabilen, birleşebilen bir yapıya sahiptir. Bu özelliğiyle kapitalist üretim ve pazarlamayı çabuk örgütler. Parasal sermayenin bu özelliği, teknolojik gelişme ile doğru orantılıdır (örneğin bilgisayarlı kredilendirme ağları). Parasal sermayenin temel kurumları da IMF ve DB’dır. IMF ve DB, dayattıkları yapısal uyum programlarıyla bütün ülkelerin kapitalist dünya sistemine entegrasyonunu sağlamaktadır. Özellikle bağımlı (yeni sömürge) ülkelerin borçlanmalarının ve bağımlılıklarının temeli yapısal uyum programlarıyla gerçekleşmektedir189. Böylece finans sermayesi, yeni sömürge ülkelerden merkez ülkelere kaynak transferi gerçekleştirebilmektedir. Spekülatif yanı ağır basan finans sermayesinin piyasalara yaptığı “denetlenmeyen” giriş-çıkışlar sonucunda; Tayland, Rusya, Brezilya, Endonezya ve Türkiye’de görülen krizler gerçekleşmiştir. 2- Üretim süreci ve pazarlar dünya çapında bütünleştirilmiş; üretim, iletişim-bilişim teknolojisi ekseninde yeniden yapılandırılmıştır. Teknoloji, sadece üretim araçları ya da makinelerin gelişmişlik düzeyi olarak algılanmamalıdır. Emeğin, üretimi gerçekleştirmek amacıyla, üretim araçları etrafında örgütleniş biçimini, tüm üretim bilgi ve becerisini de kapsamaktadır190. Yani üretim süreçlerinin sermaye lehine yeniden örgütlenmesi için teknik düzeyin geliştirilmesi ve örgütlendirilmesi sermaye için bir zorunluluk durumudur. Böylece ülkelerin koşullarını dikkate almayan bir üretim hiyerarşisi -küresel fabrika- kurulmuştur. Michel Chossudovsky, Yoksulluğun Küreselleşmesi, Çev. Neşenur Domaniç, Çivi Yazıları, 1998, ss. 53-60. 190 Hacer Ansal, Teknolojinin Taraflılığı ve Üretim İlişkileri, 1.Baskı, İstanbul: Onbirinci Tez Kitap Dizisi, 1986, s. 154. 189 75 Proleterleştirme191 ve esnek üretim192le birlikte emek kitleselleştirilmiş193, işçi sınıfı savunmasız hale getirilmiş ve kuraldışı çalışma kural haline dönüşmüştür. Emek; işin, yaşamın her zamanında-mekanında yapılması ve özel bir nitelik istenmemesi sonucu vasıfsızlaştırılmıştır. Emeğin vasıfsızlaşması ve yabancılaşması kapitalizmin temel olgusudur194. Emeğin vasıflı olup olmaması kol gücü veya kafa gücü oranına bağlı değildir. Yeni teknolojilerin gelişmiş olması bu durumu değiştirmemektedir. Esnek üretim ve proleterleştirme ile birlikte küresel fabrikanın oluşumu, emeğin uluslararasılaşması denebilecek bir süreç içinde genişletilmiş bir yeniden üretimi sağlamaktadır. Çünkü kapitalist toplumda devletin temel işlevi kapitalizmin yeniden üretilmesi ve sermayenin çıkarlarının tüm toplumun çıkarlarına egemen kılınmasıdır195. Üretim sürecinde yaşanan bu yeniden yapılanma uygulamaları, dünyayı adeta dev bir fason üretim merkezi haline getirmiştir196. Bu sürecin uygulayıcı aktörü de çokuluslu şirketlerdir. Üretimi çokuluslu şirketler lehine yapılandıran yeni uluslararası işbölümü çerçevesinde, üretim; emeğin ucuz ve örgütsüz olduğu ülkelere kaydırılmıştır197. Çokuluslu şirketler bu ülkelerdeki şirketlerle kurdukları alt işveren (taşeron) ilişkileri çerçevesinde üretimi gerçekleştirmektedirler. Son 50 yılda kent nüfusu 750 milyondan 3 milyara çıkmıştır. Türkiye, Brezilya, Arjantin vb. ülkelerde kentleşme oranı %65’lere varmış ve birkaç sanayileşen kent nüfusun çoğunluğunu barındırmaya başlamıştır. Tarihte ilk proleterleştirme süreci Batı Avrupa’da 60-70 milyon insanı kapsarken, günümüzde yeni sömürge köylülüğünü merkez alan proleterleştirme dalgası son 30 yılda 1 milyar insanı kapsamıştır. Bu süreç hızla devam etmektedir. (Bu konuda bkn. Istituto di Studi Sul Capitalizmo, “Bugüne Gelindiğinde, Manifesto Üzerine Bazı Görüşler”, Mai ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Gurubu, http://antimai.org/rp/rpmanifesto.htm (Erişim Tarihi: 9 Şubat 2006).) 192 Fordist üretim biçimi yerine yapılandırılan esnek üretim, küçük üretim birimlerini temel alan, atipik ve kuralsız çalıştırmanın egemen olduğu bir biçimdir. Sermayenin esneklik politikası, işten atma özgürlüğü anlamına gelen sayısal esneklik, işçinin kol ve kafa emeğinin bütününü üretime katmayı amaçlayan işlevsel esneklik, çalışma zamanının belirsizleşmesine yol açan zaman esnekliğidir. Yön Dergisi, Toplumsal Hareket Sendikacılığı Broşürü, İstanbul: Okyanus Yayınevi, 1997, s. 23. 193 Fiyat etkisinin mantığı, sendikaları geniş kitleler halinde çalışmakta olan işçiler üzerine odaklamıştı. Bunlar erkek, tam zamanlı, düzenli, yerli ve mavi yakalı, geniş ölçekli fabrikalarda çalışan işçilerdi. K. R. Shyam Sundar, Organizing the unorganized, http://www.indiaseminar.com/2003/531/531%20.k.r.%20shyam%20sundar.htm (Proleterleştirme yeni sömürge köylülüğünü hedef almıştır. Köylülere ek olarak memurlar gibi orta sınıfı oluşturan kesimler de hızla proleterleşmiştir. Böylece geleneksel işçi sınıfını -sanayi proletaryasını- oluşturan kol işçisi profili değişmiş; kadın, çocuk, göçmen işçilerin sayısı, hizmet sektöründe çalışanların sayısı artmıştır.) 194 Çetin Uygur (Der.), Dinazorların Krizi, 2. Baskı, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1992, s. 31. 195 Jacques Gouveneur, Kapitalist Ekonominin Temelleri, Çev. Fikret Başkaya, 1. Baskı, Ankara: İmge Yayınları, 1997, s. 265. 196 Tuna Ender, Yeniden Yapılanma ve Sendikal Politikalar, İktisat Dergisi, Sayı: 370, Ağustos-Eylül 1997. 197 Tülin Öngen, Küresel Kapitalizm ve Sermayenin Yeni Hegemonya Stratejileri, Petrol-İş Yıllığı 20002003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul, 2003, s. 36-37. 191 76 3- Kapitalist olmayan üretim ve devletin yürüttüğü üretim ve hizmetler; yani geçimlik ve sanatsal üretim ile, devletin sosyal işlevi ortadan kaldırılmıştır. Devletçi ekonomik müdahalenin sürekliliğindeki değişim, sermayenin ihtiyacı olan kapitalist devletin, buna uyum göstermesine bağlıdır198. Küreselleşme süreci içinde yeniden yapılanan ekonomik sistemin önünde ulusal devletin ve bir toplumsal kategori olarak ulusun var olan işlevinin değişmesi bir zorunluluktu. Bu şekliyle ulus devlet ekonomik yönetimi kamusal sınırlar içine sokmaktadır. Devlet kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre yeniden uyarlanmak zorundadır199. Sermayenin çözüm olarak uyguladığı özelleştirme; eğitim, sağlık, iletişim, ulaştırma, enerji gibi alanları sermaye talanı yapmasının yanında; kural dışı çalışmanın süreklileştirilmesini ve kurumsallaşmasını da sağlamaktadır. Üretim maliyetlerini azaltmanın bir aracı olarak da sendikasızlaştırma uygulamalarına gidilmiştir. Neo-liberal düşünce, devletin kamu harcamalarını finanse etmek için vergilendirme uygulamalarına gittiğini ve bunun da şirketlerin kar oranlarını azalttığını savunmuştur200. Bu düşünceye göre krize; devletin müdahalesi, işçilerin aldığı yüksek ücretler ve haklar neden olmuştur. Merkez ülkelerde ilk neo-liberal uygulamalar Thatcher ve Regan iktidarlarıyla hayata geçmiştir. Kamu hizmetleri küçültülmüş; asgari ücret, işsizlik yardımı vb. uygulamalar kesintiye uğramıştır. Takiben hayata geçen özelleştirme ve kuraldışılaştırma politikalarına, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma politikaları da eklenmiştir. Emperyalist yeniden yapılanmanın önemli bir ayağını da yeni sömürge kurtuluş hareketlerine karşı saldırı oluşturmuştur. 1954’te Guatemala’da, 1961’de G. Kore’de, 1964’te Brezilya’da, 1973’de Şili’de, 1976’da Arjantin’de ve 1980’de Türkiye’de gerçekleşen askeri darbeler sonucu gerek yeni sömürge kurtuluş hareketleri yenilgiye uğratılmış gerek de bu ülkelerde kapitalist yeniden yapılandırma süreci başlamıştır. 1979 Nikaragua Devrimi sonucu bu ülkeye yapılan Kontra müdahalesi, ABD önderliğindeki bu yeniden yapılanmanın boyutlarını daha iyi anlamamızı sağlayacak niteliktedir. Suzanne De Brunhoff, Devlet ve Sermaye, Çev. Kuvvet Lordoğlu, 1. Baskı, Ankara: İmge Yayınevi, 1992, s. 137. 199 Brunhoff, s. 144. (Sermaye belli bir toprağa ve insan topluluğuna bağlı kalmayacaktır. Bu süreç ulus devletin yok olması demek değildir. Ancak ulus devletin korumacı ve kalkınmacı işlevleri sona ermiştir.) 200 Gencay Şaylan, “Küreselleşmenin Gelişimi”, Emperyalizmin Yeni Masalı: Küreselleşme, İstanbul: İmge Yayınları, 1997, s. 13. 198 77 1989’da Berlin Duvarı yıkılmış, SSCB ve Doğu Bloğu ülkelerinde kapitalizme geriye dönüş tamamlanmıştır. YDD, uluslararası ilişkilerde ABD’yi siyasal açıdan tek süper güç haline getirmiştir. ABD’yi ekonomik açıdan zorlayan ülkeler ortaya çıksa bile, siyasal güç olarak dünyayı yine ABD biçimlendirmektedir. Bunu da devasa askeri gücüne dayandırmaktadır. Sermayenin serbest ve sınırsızca hareket etmesi, serbest ticaretin önündeki tüm engellerin kaldırılması, sanayi üretim ve teknolojilerin dünya çapında yayılmasıyla karakterize edilen küreselleşme süreci vahşi kapitalizm koşullarında yaşanmaktadır201. Yeniden yapılanan kapitalizm 20.yy.da elde edilen kazanımları tasfiye ederek 19.yy.ın vahşi kapitalizm koşullarını yeniden inşa etmeyi hedeflemiştir. Yeni sömürgecilik küresel sistem içinde kurulmaya başlanmış ve emeğin doğrudan sömürüsü öne çıkmıştır. Mali araçların motor rolünü üstlenmesiyle birlikte, sömürge ekonomisine ucuz imalat ürünlerinin sokulması ve sermaye ihracı, daha önce varolan üretim biçimlerinde ve sömürü ilişkilerinde devrim yapar202. Bu çok daha etkin ve yaygın bir sömürgeciliğin inşası anlamına gelir. Çokuluslu yatırımlardan sağlanılan karlarla gerçekleştirilen sömürü biçimi mali sömürü biçimine entegre olur. Sömürü biçimindeki bu değişim emperyalist kredi kuruluşlarının tahsildarlığı yoluyla işlerlik kazanır. IMF’den kredi alan bir ülkenin belirli bir süre içinde yerine getirmesi gereken mali ve ekonomik koşullar Stand-by anlaşmalarıyla ortaya koyulurlar203. Bu kurumlarla yapılan bu anlaşmalar devletin yapısı ne olursa olsun bağlayıcıdır. Sömürü bu kuruluşlarla yapılmakta ve kurumsallaştırılmaktadır. Yeni sömürgeler için öngörülen demokratikleşme süreçleri batılı ülkelerin stratejik planlarına 1988 yılında Shultz Planı olarak anılan bir politika çerçevesinde girmiştir. Emperyalizmin sömürü alanlarını genişletmek amacıyla bir normalleşme her alanda bir zorunluluktu. Böylece biçimsel bir demokrasi sayesinde toplumsal muhalefet, işçi sınıfı ve potansiyel hareketler kontrol altına alınıyor ve böylece yeniden sömürgeleştirme gerçekleşebiliyordu. Alkan Soyak, Küreselleşme, 1. Baskı, İstanbul: Om Yayınları, 2002, s. 9. Sweezy-Baran-Magdoff, Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı, Çev. Yıldırım Koç, 1. Baskı, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1975, s. 96. 203 Payer, s. 35. 201 202 78 Yeni sömürge ülkelerde ithal ikameci sanayileşme modelinden, ihracata yönelik sanayileşme modeline geçilmiştir. İthal ikamecilikte korumacı politika, gümrük duvarları gibi uygulamalar vardı. İhracata yönelik sanayileşmeye göre ödemeler bilançosu açığı, ihraç ekonomisi oluşturulursa kapanacaktı204. Yeni sömürgecilik sistemindeki bu gelişmeler gizli işgal esprisinin genişlemesi olarak tanımlanabilir. Sermayenin yeniden yapılanması işçi sınıfının yenilgiye uğratılması hedefine dayanmıştı. Bu yüzden ilk incelenmesi gereken husus sosyalist devlet205lerdir. Sosyalizme ilk geçen ülke olan SSCB’de Lenin, parti ile Sovyet arasındaki ilişkiyi işçi sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının kendi eseri olacaktır, ilkesi çerçevesinde tanımlamıştı. Manifestoda da komünistler, “bir bütün olarak proletaryanın bütününün çıkarlarının dışında ayrı çıkarlara sahip değildirler”206 denmekteydi. Ancak 1956’da SBKP 20. Kongresi’nde alınan kararlar, Çin’de liberalizme geçilmesi gibi gelişmeler sonucunda; emperyalizme karşı bu ülke komünist partilerini belirleyen revizyonist politikalar, işçi sınıfını savunmasız bırakmıştır. Komünist partiler işçi sınıfının evrensel ve bütünsel çıkarlarını temsil etmemiştir. İşçi ile işçi sınıfı ayrı olgulardır207. Yani emperyalizme karşı sınıf savaşımının önderliği yapamamışlardır. İşçi sınıfını İtalya ve Fransa örneğinde açıkça görüldüğü gibi düzen içi baskı gurupları haline getirmişlerdir. Politik mücadele ile sınıf arasındaki ilişki ve devrim anlayışı yozlaşmıştır. 20.yy.ın ikinci yarısını takiben ekonomizm-reformizm-revizyonizm komünist partilere egemen olmuştur. Bu süreç komünist partilerden başlayarak, sendika gibi sınıf mücadelesinin diğer araçlarına yayılmıştır. Burada özetlenen gelişmeler çerçevesinde, yenilgiyi; işçi sınıfının her düzeydeki örgütlenmelerinin krizi olarak görebiliriz. Sermayenin yeniden yapılanmaya gitmesiyle işçi hareketlerinin krizi aynı döneme denk gelmiş ve sermayeye büyük avantaj sağlamıştır. Böylece 20.yy.ın sonuna doğru işçi sınıfı revizyonist anlayışı tasfiye edemediği için yenilgiye uğramıştır. Hugo Calderon, Jaime Ensignia ve Eugenio Rivero, Friedman Modeli Kıskacında Şili, Çev. Neşe Ümit, 1.Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1983, s. 78. (Chicago İktisat Okulu’ndan Milton Friedman’ın öncülüğünü yaptığı neo-liberal akımın, özelleştirme, esnek üretim, sermaye piyasalarının oluşması, sübvansiyonların kaldırılması, kamu harcamalarının düşürülmesi ve emek maliyetini azaltmak için sendikaların kapatılmasını öngören politikalarının ilk uygulaması, 1973 askeri darbesi sonrası Şili’de olmuştur.) 205 Burada Marksizmde komün tipi devlet tanımının, “egemen sınıf halinde örgütlenmiş proletarya” olduğunu hatırlamak gerekir. 206 Marx ve Engels, Komünist Parti Manifestosu, s. 26. 207 Tezin ilk bölümünde; Marx’ın “sosyalist sınıf bilinci olmadan proletarya, ‘kendinde sınıf’ durumundan ‘kendisi için sınıf’ durumuna dönüşemez, diyerek işçi mücadeleleri ve sosyalizm arasındaki bağı kurmuştur” tespitine yer verilmişti.. Sosyalist ülkelerde bu bağın koptuğu düşünülebilir. 204 79 İşçi sınıfının sendikal mücadele araçlarının krizine değinirsek; sendikal krizi üretim yapısındaki değişimlere bağlamak hatta bunu teknolojik değişim kıstasına indirmek tutarlı bir yöntem değildir. Çünkü, emek sürecindeki değişimler, hatta teknolojik değişimler otomatik olarak gerçekleşen süreçler değil, sınıf mücadelesine ve onun düzeylerine bağlı süreçlerdir. Emek sürecindeki değişim, işçilerin sınıfsal niteliklerinde işçi sınıfı lehine kökten yenilikler getirmektedir. Sendikal hareketin krizinin en temel nedeni sendikal yapılardaki reformist politikalar ve mevcut kastlaşmış ilişkilerdir. Kriz tartışmalarında uluslararası sendikal merkezler, tarihsel-yapısal sorunları incelemek, bu sorunların farklı ve eşitsiz sosyo-ekonomik ve tarihsel koşullarda aldığı biçimleri anlamak ve aşmak çabasının uzağındadır208. 20.yy.ın başında reformizm biçimi altında ağırlık kazanan düzen içi baskı kurma eğilimi harekete niteliğini veren bir unsur olmuştur. Emperyalist merkezin toplumsal-siyasal yapısındaki değişimler, batı ülkelerindeki işçi sınıfı koşullarını belirler bir duruma gelmişti. Kapitalizm-sosyalizm dengesi batı sendika ve işçi partilerinin bu durumun kalıcılığına istinaden -denge pozisyonuna göre- örgütlenmesine yol açtı. Bu yüzden 150 yıllık kazanımları koruma şansları kalmadı. Bu değişim örgütsüzleştirme sürecinin bir parçasıydı. Emek hareketinin yaşadığı bu yalpalamalar işçi sınıfının gündelik ve politik çıkarlarının birbirinden tamamen koparılmasıyla sonuçlanmıştır. Düzenle bütünleşme eğilimleri çağdaş sendikacılık, Japon modeli sendikacılık gibi düzen içi teslimiyetçi modellerin yaygınlaşmasına neden olmuştur. Eldeki durumu korumaya çalışan statükocu, sermaye ile uzlaşmaya çalışan anlayış ciddi bir sorundur. Siyasal öznenin olmaması veya zayıflaması, sendikal hareketin sorunların çözümünü işçi-işveren-işyeri ekseninde tanımlanmasına neden olmuştur. İşçi sınıfının örgütsüzleştirilmesine yönelik ideolojik saldırı ise; soğuk savaş döneminde Daniel Bell’in “İdeolojinin Sonu” kitabı ile dillendirilen ve Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” teziyle güncelleştirilen, “İdeolojiler öldü!” anlayışının yaygınlaştırılmasıdır. Andre Gorz’da “elveda proletarya” diyerek, yeni toplumsal hareketlerin işçi sınıfının devrimci misyonunu devraldığını söylemiştir. Sosyalizmin reel uygulamalarının yenildiği, devletin sosyal misyonunun kaldırıldığı bir dönemde sınıf örgütlenmelerinin yerini hükümet dışı kuruluşlara (Non-Govermental Organizition-NGO) bıraktığı anlayışı tüm topluma adapte ettirilmeye başlanmıştır. Öyle ki Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Seattle’de “işçi hakkı insan hakkıdır” diyerek sınıf 208 Uygur, Dinazorların Krizi, s. 70. 80 mücadelesinin bittiğinin altını çizmiştir. Bu anlayışa göre DİSK’te TÜSİAD’da sivil toplum kuruluşudur. İşçi ve işveren karşılıklı iki birey olarak sözleşme yapmalıdır. Devlet de iş yasası çıkararak bu sürecin genel çerçevesini çizmelidir209. Böylece sendikalar sosyal kontrol işlevi üstlenirler ve diğer STK’larla birlikte sınıf mücadelelerinin -ya da moda deyimle sosyal patlamaların- önünde bir emniyet sübabı oluştururlar. 1970’li yıların sonlarından itibaren Güney Kore, Güney Afrika, Brezilya ve Filipinler gibi ülkelerde, günümüzde ise dünyanın farklı coğrafyalarına da yayılan yeni işçi hareketleri oluşmaya başlamıştır. Bu işçi hareketleri gündelik mücadelelerin dışında iktidar mücadelelerine de başlamışlardır. II. Yeni İşçi Hareketlerini Belirleyen Genel Çerçeve 1980’lerde sermayenin sosyalizme, sömürgelere ve işçi hareketlerine saldırısı sürerken Güney Afrika’da, Güney Kore’de, Brezilya’da ve Filipinler’de “yeni işçi hareketleri” ortaya çıkmıştır. COSATU, Güney Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) omurgasını oluşturarak ırkçı rejimin devrilmesinde kilit rolü oynamış; Brezilya’da (CUT) ve Kore’de (KCTU) askeri diktatörlüklerin tasfiyesini getirecek siyasal-toplumsal güç dengelerini dönüştürmüş, Filipinler’de (KMU) Marcos diktatörlüğünü devirmede önemli bir rol oynamıştır. Yeni sömürgelerde işçi hareketleri siyasal ve toplumsal devinimin merkezleri haline gelmişti210. 1970’lerin ikinci yarısı ile birlikte ortaya çıkan yeni işçi hareketleri, emek araştırmacıları tarafından Toplumsal Hareket Sendikacılığı (THS) kavramı çerçevesinde değerlendirilmiştir. Emek araştırmacılarının bu konudaki fikirlerine değinerek, yeni işçi hareketleri ve THS daha geniş bir perspektiften tanımlanacaktır. Türkel Minibaş, DTÖ ve Türkiye Semineri, Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans Salonu, 21 Aralık 1999. 210 A. Can Doğruer, “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” Tartışmaları Üzerine Birkaç Hatırlatma ve Bir Örnek, http://sendika.org/yaziphp?yazi_no=130 (Erişim Tarihi: 10 Ekim 2005): p. 1. 209 81 1980’lerin sonunda Peter Waterman, Hollanda’da Toplumsal Hareket Sendikacılığı görüşünü ortaya koymuştur. Ancak Lambert ve Webster’ın bu düşünceyi G. Afrika pratiğine uygulamaları ile birlikte, önce Yeni Emek Enternasyonalizmi sonra da Yeni Toplumsal Sendikacılık adıyla kavramı yeniden tanımlamıştır. Waterman’a göre THS anlayışında sendikalar, sokaklarda olduğu gibi politikada da aktif (bu anlamda leninist sendikal kavramsallaştırmadan farklı), diğer toplumsal hareketlerle müttefik oldukları koalisyonları kuran, sınıf kimliğine dayalı ve üyelerini aktif hale geçiren, kendi kendine hareket etmeyi daha az becerebilenleri (yoksullar, işsizler, yerel hareketler) organize işçiler önderliğinde hareket ettiren bir anlayıştır211. THS en etkili formülasyonunu Kim Moody’de bulmuştur212. Moody’e göre THS, işkolu ya da meslek sendikacılığının özelliklerini taşımayan, kapitalist küreselleşmeye başkaldıran, bürokrasiye karşı, üyelerinin aktif katılımına dayalı, siyasette ve sokakta sınıf içerikli aktif hareketlerde bulunan, yoksullar ve işsizler vb. kendiliğinden başlayan toplumsal hareketleri yönlendiren bağımsız bir sendikacılıktır213. Kim Scioces’ın THS hakkındaki görüşlerini ise KMU pratiği şekillendirmiştir. THS’nı, işyerini tek hatta temel alan olarak almayan, ekonomik-politik talepleri birleştiren, üyelerinin aktif katılımını sağlayan, diğer toplumsal hareketlerle ittifaklar kurarak devlete karşı ulusal direniş kampanyaları örgütleyen ve sağdan-soldan olsun partilerden bağımsız bir sendikacılık olarak tanımlamıştır214. Rob Lambert ve Eddie Webster, THS’nı sınıf ve siyah hareketi bileşimi çerçevesinde G. Afrika pratiğine uygulamışlardır. Sendikal hareket için temel vurgularını, örgütsel olarak geleneksel politik-ekonomik ayrımının aşılması gerekliliği, toplumsal hareketlerle yapısal ittifak kurma zorunluluğu, devlete karşı direnmek için ulusal kampanyalar örgütlenmesi oluşturmuştur. Böylece sendikacılık toplu sözleşme sınırları 211 Peter Waterman, Adventures of Emancipatory Labour Strategy as the New Global Movement Challenges International Unionism, http://jwsr.ucr.edu/archive/vol10/number1/pdf/jwsr-v10n1waterman.pdf (Erişim Tarihi: 27 Mart 2005): p. 3. 212 Bu görüş Waterman’a aittir. Waterman, age. 213 Akkaya, p. 8. 214 Kim Scioces, Understanding the New Labour Movements in the “Third World”: The Emergence of Social Movement Unionism, 1992, Critical Sociology, Vol: 19, No: 2, s. 81102, Üçüncü Dünyadaki Yeni Emek Hareketlerini Anlamak: Toplumsal Hareket Sendikacılığının Doğuşu, Yön Dergisi, Mart 1999, Sayı: 7, s. 10. 82 içine hapsolup kapitalizm tarafından içerilemeyecek ve işçinin işyeri dışında da yaşamının bütününü örgütleme zorunluluğu doğacaktı215. Seidman, THS pratiklerini, korporatist gelenekten kopmuş, devlet ve sermayenin himayesinden çıkarak oluşmuş, bu anlamda siyaset-hukuk alanının dar çerçevesi içinde değil, bizzat toplumsal hareket süreçlerinde şekillenmiş sendikalar olarak tanımlamıştır. THS, üyelerinin kitlesel mobilizasyonu, katılımcı demokrasi, geniş toplumsal amaçlar, ilerici toplumsal hareketlerle ortaklıkları olan, siyasi partilerden fonksiyonel bağımsız ve daha çeşitli bir üye kabulü gibi prensiplere dayanan bir modeldir216. İsmet Akça da THS’nı dört temel ayağa dayandırır: Birincisi bürokratik sendikacılığa karşı toplumsal hareket ve taban demokrasisi, ikincisi değişen emek kompozisyonu ve farklı emek kesimlerinin örgütlenmesi, üçüncüsü diğer toplumsal hareketlerle işbirliği ve dördüncüsü küreselleşmeye karşı uluslararası dayanışmadır217. Karl von Holdt, Toplumsal Hareket Sendikacılığını fazla genel olması, yerellikten uzak olması, işçi bilinci ve hareketinin tarihsel-toplumsal sınırlarının farkına varamaması ve bu düşüncenin uluslararasılaşması noktalarında eleştirmiştir. Buna karşılık Waterman Von Holdt’un yeni işçi hareketlerini negatif bir biçimde “sınıf olmayan” olarak anladığını söyleyerek THS anlayışını savunmuştur218. Yüksel Akkaya, Waterman’ın sendikacılık anlayışını sınıf perspektifinin olmadığını ve iktidarı hedeflemediğini öne sürerek eleştirmiştir. Waterman’ın sendikacılık anlayışının sistemi iyileştiren, yaşanılabilir hale getirmeye çalışan bir anlayış olduğunu söylemiştir. Akkaya’ya göre THS II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’daki korporatist ve ABD’deki işyeri sendikacılığına bir tepkidir. Bu yüzden dar işçi çıkarları savunmanın ötesine geçip, geniş toplumsal sorunlarla ilgilenmeyi önerir. Batı ülkelerindeki THS önerilerini sosyal demokrat partilerinin sağa kaymasıyla oluşan boşluğu doldurma çabası olarak görmüştür. Sanayileşme sürecinde olan ülkelerin THS önermelerini ise, sınıfsal içerikli ve işçi sınıfı iktidarına yönelik vurguyu daha fazla bulmuştur. Akkaya, THS 215 Scioces, age. G. Seidman, Militance: Workers Movements in Brazil and South Africa, Berkeley: University of California Press, 1994, s. 81. 217 İsmet Akça, Uluslararası Neoliberal Kapitalizme Karşı Yeni Sendikal Strateji: Toplumsal Hareket Sendikacılığı, http://www.sbu.yildiz.edu.tr/ismetakcayayinlar/Sendikal%20Arayislar-Ths.doc (Erişim Tarihi: 11 Nisan 2005) 218 Waterman, p. 6. 216 83 teorisyenlerinden bazılarının parti önderliğine ihtiyaç duymadıklarını belirtmeleri üzerine onları anarko sendikalizmle eleştirmiştir219. Tezin bu bölümüne kadar genel anlamda işçi hareketlerinin, dar anlamda ise sendikal hareketin gelişimi ifade edilmeye çalışılmıştır. 1970’lerin sonuyla birlikte yeni sömürge merkezli olarak yeni işçi hareketlerinin ortaya çıktığı, bu hareketlerin THS kavramı ile düşünsel arka planının oluşturulmaya çalışıldığı ve bu düşüncelere karşı bazı temel eleştiriler aktarılmıştır. Bu hareketlere neden yeni işçi hareketleri denildiği ve THS kavramsallaştırılması yapıldığı, pratik örnekler verilerek daha geniş bir perspektiften açıklanacaktır. Çünkü Toplumsal Hareket Sendikacılığı daha fazla ayrıntılarıyla tanımlanabilecek bir şey değildir, devam eden, büyüyen bir şeydir, ve kendi kendini tanımlayacaktır220. “Toplumun devrimci çıkarlarını kendinde toplayan bir sınıf başkaldırdı mı, derhal, kendi özel durumunda, kendi devrimci eyleminin içeriğini ve maddesini bulur: düşmanlarını ezmek, savaşım gereklerinin zorladığı önlemleri almak, ve onun kendi eylemlerinin sonuçları onu daha ileri iter. Kendi özel görevi üzerine hiçbir teorik araştırmaya girmez”221. Sanayi devrimiyle seri üretime ve fabrika sistemine geçilme süreci başlamıştı. Yine 1911-14 sürecinde gelişen Taylorizm-Fordizm fabrika istihdamını biçimlendirmişti. Ancak günümüzde bu model belirleyiciliğini kaybetmiştir. Son 30 yılda kitlesel bir mülksüzleştirme-proleterleştirme süreci yaşanmıştır. Bu proleterleştirme dünya nüfusunun önemli bir bölümünü kapsayan yeni sömürge köylülüğünü hedef almıştır. Böylece burjuvazi kapitalist sistemi yeniden yapılandırırken “zorunlu olarak ve bu kez sayısı 2 milyara ulaşan kendi mezar kazıcılarını” yaratmıştır222. Yüksel Akkaya, Toplumsal Hareket Sendikacılığı: Ne Kadar Eski, Ne Kadar Yeni, 18 Kasım 2004, http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=1214 (Erişim Tarihi: 17 Ağustos 2005): pp. 7-10. 220 Connie Furdeck, Conference Workshop on Social Movement Unionism, http://www1.minn.net/~nup./workshop.htm (Erişim Tarihi: 21 Ocak 2005): p. 13. 221 Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları, s. 48-49. 222 Proleterleştirme sürecine dair istatistiki veriler için bkn. Metin Özuğurlu, Çizelge-1: Dünya Nüfusunun Proleterleşme Eğilimi: 1950-2010, Anadolu’da Küresel Fabrikanın Doğuşu, 1. Baskı, İstanbul: HE Emek Çalışmaları Merkezi Bilimsel Yayınlar-1, Ocak 2005, s. 103. (Yeni işçi hareketleri kavramının kullanılması bu nedene dayanmaktadır. Son elli yılda 1.8 milyar insan proleterleşmiş ve bu işçiler geçmiş işçi hareketleriyle çok az bir çakışma yaşamışlardır. Neo-liberalizm de bu yeni işçi kitlesinin vahşi kapitalizm uygulamaları çerçevesinde gelişen çalışma koşullarını süreklileştirmeye ve işçi sınıfının bütününe egemen olmasını sağlamaya çalışmaktadır.) 219 84 Günümüzde uygulanan esnek üretim uygulamaları tam da bu proleterleştirme süreci üzerinden gerçekleşti. Böylece yoksullar yığını olarak tarif edilebilecek olan bu yeni proleterlerin parçalı-dağınık halde bulunmalarını sağlanmıştır: Taşeronlaştırma, ev eksenli üretim, işçi/işsiz ayrımının belirsizleşmesi vb223. Hızla büyüyen, kentlerin yoksul-dış mahallelerinde yaşayan kadın, genç, göçmen, sigortasız-sendikasız çalışan ve yoğun bir şekilde öfkeli bir kitle ortaya çıkmıştır. Şu anki işçi örgütlenmeleri bu yığını temel hedef almadıkça veya hedef alsa da 21.yy.ın tarz-ı hareketini sağlayamadıkça, ya bir ayrıcalık koruma-savunma hareketi olma ya da bu yığınları örgütleyememe sonucuyla karşılaşacak ve bir kısırdöngü yaşanacaktır. Tarihsel olarak da baktığımızda proleterleştirme süreçlerinde işçi sınıfının elde ettiği bütün kazanımlar sermayenin ideolojik-politik-fiziksel şiddeti ile geri alınmış ve işçi sınıfının her düzeyde örgütlülüğü ve bizzat öz savunma eylemi bertaraf edilmiştir. Tam da bu noktada sınıf kimliğinin oluşumunu hatırlamak gerekir. Marx’a göre “bireyler ancak, bir başka sınıfa karşı ortak bir savaşım yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler”di224. Günümüzde basit bir hak alma mücadelesi bile sermayenin yeniden yapılanma ilkelerine bir karşı koyuşu getirmektedir. Bu yüzden sendikalardaki klasik ekonomik mücadele225 ve politik mücadele ayrımı aşılmalı, sınıf kimliği işyeri ve mahallelerde bizzat devlet ve sermayeye mücadele sürecinde tanımlanmalıdır. Sendikal hareket devletten ve sermayeden bağımsız olarak gelişen, militan-fiili bir mücadele çizgisine sahip olan, çalışan sınıfı tek bir sınıf olarak gören vasıflı/vasıfsız, işi olan/işsiz, tam zamanlı/yarı zamanlı, yerli/göçmen olarak işçileri ayırmayan, üyelerinin aktif katılımına dayalı226 ve işçi sınıfının bütün toplumsal meseleleriyle ilgilenen, işyeriişkolu temelinde değil bölgesel temelde örgütlenen, tek tek patronlarla bir işyerisektördeki işçiler arasında denge kurmayı değil, genel çalışma koşullarını işçi sınıfı lehine değiştirmeyi hedefleyen, bu anlamda işyeri-mahalleyi içeren ve en basit hak alma mücadelesinin bile sermayenin temel yapılanma ilkelerine karşı olduğu bir dönemde en Taşeronlaştırma sınıf içi bölünmeleri derinleştirmekte, stoksuz üretim işyeri kavramını genişletmekte ve böylece ana firma/yan firma ayırımını belirginleştirmekte ve hizmet sektörünün genişlemesi yeni iş alanları ortaya çıkarmaktadır. 224 Marx ve Engels, Alman İdeolojisi, s. 106. 225 Neo-liberal politikalar çerçevesinde sendikaların bölüşüm ilişkilerinden dışlanmasının salt ekonomik mücadele kavramını anlamsızlaştırdığı tespitini yapmak gerekir. 226 Furdeck, p. 7. 223 85 baştan itibaren rejimi sorgulamaya yönelen bir anlayış-mücadele pratiği içinde olmalıdır227. Sendikaların mahalli düzeyde de örgütlenmesi gerekir tespitini yapınca, bunun yükseleceği temel ve biçimler neler olabilir sorusuna yanıt vermek gerekmektedir. Mahallelerin sermayenin rant alanı haline gelmesi, sosyal devletin tasfiyesi ile birlikte oluşan erozyon, yoğun bir çocuk/kadın proleterleştirilmesi, işsizlik vb. mahallelerde emek sermaye çelişkisinin temel belirleyen olarak yaşanmasını sağlamıştır. Bu yüzden mahalli düzeyde yapılacak sendikal örgütlenmeler, eğitim-sağlık-konut hakkı vb. istemleri de savunmalıdır. Mahalli düzeyde örgütlenme gerçekleştirilebilirse işçi sınıfının eylemi tüm halkın eylemi haline dönüşebilir. Bir bölge hatta bir kent bile bir işyeri haline gelebilir. Böylece işçi sınıfının bugün görece etkisizleşen silahı olan grev, hayatı durdurma olarak yeniden tanımlanabilir. İşyerinde de üretim durur, öğrenci boykotları gerçekleşir, geçimlik iş sahipleri bu greve destek verebilir vb. Eylem bütün emekçi halkın unsurlarını kapsayacak şekilde organize edilirse, sınıfın mücadele araçları etkisizleşmez. Örneğin G. Kore’de sermaye saldırılarına karşı oluşan tepki bir bütün olarak halkın eylemi olarak gerçekleşir. Fabrikalarda üretim dururken, halk oturma eylemleri gerçekleştirir. Tayland’da proleterleşen köylüler kent merkezlerinde düzenlenen mitinglere uzun yürüyüşler yaparak katılmaktadır228. Ekvador’da ev kadınları, taksi şoförleri, devlet memurları, liseliler ve üniversiteliler eyleme katılır. Filipinler’de balıkçılar denize açılmaz, dükkanlar kapatılır ve tüm halk bu harekete katılır. Yani bu eylemler halk grevi olarak, bileşimi açısından da dar anlamda sendikal hareketler olarak değil, geniş anlamda proleter hareketler-halk hareketleri olarak tanımlanabilir229. Mahalli sendikal örgütlenme biçimi ise hukuk, sağlık, işçi eğitimi alanlarında esnek biçimde örgütlenen230, küçük sanayi bölgeleri başta olmak üzere işçi mahallelerine Çünkü işçi sınıfı artık ne zaman burjuva siyasi haklarını elde etmek için bir mücadele yürütüyorsa, bu mücadele her defasında bir iktidar biçimini almaktaydı. Tezde Paris Komünü başlığına atfen. 228 Güneydoğu Asya’da hareketler Tayland’la sınırlı değildir. Tayland’da on ülkenin oluşturduğu Yoksullar Forumu (the Forum of the Poor) sonucunda yayınlanan Pak Mool Deklarasyonu ile köylüler, işçiler ve kent yoksulları küreselleşmeye ve ASEAN’a (Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği) karşı toplumsal talepleri ve eylemleriyle mücadele etmektedirler. Suthy Prasartset, The grassroots movement for change in Thailand, http://www.dsp.org.au/apiaustralia/apsc-sp.htm (Erişim Tarihi: 14 Ocak 2005): pp. 2-6. 229 Bu anlamda THS sendika olmayan sendikacılıktır. 230 Bu noktada Waterman işçi hareketlerinin uluslararası eylem platformunda “gevşek bir ağ biçiminde örgütlenmesini” idealize etmektedir. ( Peter Waterman, Social Movements, Local Places and Globalised Spaces-Implications for “Globalisation From Below, IMF’ye Karşı Halk Konferansı” Dökümanları.) 227 86 yayılan, 3-5 kişilik hareketli-örgütçü ekiplere sahip birimler halinde olmalıdır. Özellikle konfederal sendikal yapılar için sınıf mücadelesinin olmazsa olmaz biçimi böyledir. Şimdi son 25 yılda gelişen yeni işçi hareketlerinin bazı biçimlerini incelersek bu hareketlerin (son 30 yılda proleterleşen kitleler tarafından gerçekleştirildiği, bu yüzden geliştikleri ülkelerin işçi hareketleriyle yoğun bir bağı olmadığı ve sosyalist örgütlerinde etki gücünün sınırlı olduğu bir dönemde geliştikleri için) kendi deneyimleriyle öğrenme pratiğine sahip olacaklarını söyleyebiliriz. Bu yüzden tepkisel (yoğun bir öfkeyi dile getiren hareketler)231, devrimci ve uzlaşmacı hareketler vb. aynı anda gerçekleşebilecek veya gelişen hareket, zigzaglar halinde bu uğrak noktalarına varabileceklerdir. Ancak bu hareketler kendilerini yenilemeyi çok hızlı da öğreneceklerdir. (Bu yüzden 19.yy. ve 20.yy.da işçi hareketinin mücadelesi göz önünde tutulmalıdır.) Yeni işçi hareketleri üç şekilde ortaya çıkmaktadır: 1- G. Kore, G. Afrika, Brezilya, Filipinler, Meksika, Hindistan gibi ülkelerde siyasal ve toplumsal dengeleri altüst edecek sendikal örgütlenme biçiminde işçi hareketleri ortaya çıkmaktadır. 2- Sermayenin yeniden yapılanması sürecinde pazar için stratejik kaynakların (su, gaz, yağ, orman, mineral vb.) bulunduğu yerlere yapılan müdahalelerle birlikte yerli halkların yaşayış biçimine ve topraklarına müdahale edilmesi (yoksullaşmaları), yerli halklarında direnmenin-örgütlenmenin yeni biçimlerine yönelmesi232. 3- İşsizliğin emek rekabeti için temel bir unsur haline getirilmesi ve bu işsiz kitlelerin işgal, özyönetim vb. yöntemlerle mücadele ve direnişi. Naomi Klein’de esnek örgütlenmeleri Filipinler’den örnek vererek “işçi destek merkezi” olarak teorize etmiştir. (Naomi Klein, NO LOGO: Küresel Markalar Hedef Tahtasında, İstanbul: Bilgi Yayınları, 2002. ss. 236-244.) 231 Bu konuda en son örnek 27 Ekim 2005 tarihinde Fransa’da meydana gelen ayaklanmalardır. Tunuslu, Malili göçmen gençlerin öldüğü ve Türkiyeli gencin yaralandığı olaydan sonra Fransa genelinde göçmen işçiler ayaklanmış ve bankaları, karakolları, işyerlerini ve özellikle otomobilleri ateşe vermişlerdir. Olaylar üzerine açıklama yapan Fransa İçişleri Bakanı Nicolaz Sarkozy, göçmen işçileri “ayaktakımı pislikler… bunları yıkamak lazım” diye nitelendirmiştir. Olayların nedeni olarak köktendincilik gösterilmeye çalışılmış ve bu en yoksul yeni proleterler, gerek işçi sınıfının bütününde gerekse tüm toplumdan ayrıştırılmaya çalışılmışlardır. Sonrasında ise bazı kentlerde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Buradan bazı sonuçlar çıkarılabilir: Birincisi, tıpkı ilk proleterleştirme sürecinde olduğu gibi göçmen işçiler-proletarya ücret sisteminin disiplini altına alınmaya çalışılmaktadır. İkincisi, bu yeni proleterler sermaye düzenine karşı ilk tepkilerini ilkel şiddet biçiminde vermektedirler. Üçüncüsü, Fransız proletaryası ancak ve ancak bu yeni işçi kitlesini merkezine alma çabası ile mücadelesini yükseltebilir, diye düşünülebilir. 232 Juan Houghton ve Beverly Bell, Latin American Indigenous Movements in the Contextof Globalization, http://www.globalpolicy.org/globaliz/special/2004/1011indigenous.htm (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2005): pp. 1-3. (Bu noktada özerklik talebinin içeriği yeniden tanımlanmaktadır.) 87 Bu hareketleri incelerken dikkat etmemiz gereken husus, hareketin köşetaşlarını oluşturan ilkeler ve mücadele pratikleridir. 19.yy. işçi hareketi çalışma hakkı, 8 saatlik işgünü ve parlamentoda temsil hakkı (yasallaşma) üzerinden gelişmiştir. Bugün ise genel anlamda neo-liberalizm eleştirisi ve işçi sınıfı ekseninde tüm ezilenler için toplumsal eşitlik istemleri üzerinden gelişmektedir. Ancak bu taleplerin mutlak olmadığını kavramak gerekmektedir. Örneğin o dönem işçi sınıfının yasallaşma talebi bağımsız işçi partileri ekseninde iktidar talebiyken bugün yasal işçi partileri işçi sınıfı mücadelesini kapitalist sistem sınırları içinde tutmaya yarayabilmektedir. Bu noktada James Petras, sandık siyasetini eleştirmektedir. Sendikaların ve toplumsal hareketlerin savunma değil, sistemi zorlayan bir saldırı pozisyonunda olmaları gerektiğini ve bu yüzden doğrudan eylemleri temel almaları gerektiğini savunmaktadır233. Bütün bu belirlemelerin üzerinden THS’na son eklemeleri yapmak gerekiyor. THS, emek ile sermaye arasındaki güç dengelerini köklü bir biçimde emek lehine dönüştüren bir hareket olarak varolabilir. Hareketin nesnel temelini nüfusun çoğunu içine alan proleterleştirme dalgası, politik koşulunu ise “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetmek istemediği” bir ulusal krizin varlığı oluşturacaktır. Bunu sağlayabilmek için hareketin bütün toplumsal ilerici güçleri kapsayacak politik toplumsal hareket ve güç merkezinin oluşumunu da öngörmesi gerekecektir234. Proleterleştirme sürecinde yaşanan kronik yoksulluk da politik mücadelenin yükseldiği bir zemin olabilir235. III. Dünyada Yeni İşçi Hareketlerinden Örnekler Yeni işçi hareketleri ve bu bağlamda verilecek olan örneklerde, Latin Amerika deneyimleri önemli bir yer tutmaktadır. Bu yüzden Latin Amerika’daki hareketler James Petras, Parasız Eğitim-Parasız Sağlık Paneli, Bahçelievler Halkevi, 6 Ekim 2005, S. 19:00. Doğruer, “Toplumsal Hareket Sendikacılığı: Bir Model mi?”, pp. 3-6. 235 Bu noktada Ferda Koç’un sendikal önerilerini incelemek gerekmektedir. Koç; zayıfların güçlendirilmesi, aşağıdan gelen rekabet baskısının azaltılması, uluslararası rekabet baskısının zayıflatılması, güçlülerin zayıflatılması ve bu görevleri üslenebilecek bir işçi hareketi ekolojisinin oluşturulması önerileriyle yeni işçi kitlesini bir sınıf hareketi şeklinde örgütleyebilen bir sendikal strateji sunmuştur. Bkn. Ferda Koç, Güvencesiz İstihdama Karşı Mücadelenin Sendikal Stratejisi, http://www.sendika.orgyazi.php?yazi_no=1903 (Erişim Tarihi: 3 Mart 2005) 233 234 88 üzerine kısaca değinilmesi gerekmektedir. İthal ikamecilik döneminde yani 1970’lerin sonuna kadar bu coğrafyada işçi hareketleri üç temel biçimde gözükmüştür: 1- Sol siyasal partiler ve seçim yoluyla iktidara gelme. Örneğin Şili’de Allende deneyimi. 2Sendikalaşma ve işçi sınıfının haklarını ilerletme. 3- Küba Devrimi ile birlikte devlete karşı silahlı savaş yoluyla.236. İhracata yönelik sanayileşme ile birlikte ise bu sefer daha farklı üç biçim hayata geçmiştir. 1- Sendikalaşma ve iktidarı değiştirmeye yönelik bir politikleşme sürecine yönelme. 2- Yeni köylü hareketlerinin ortaya çıkması ve bu hareketlerin toprak reformu ve özerklik taleplerinin eskisinden daha sıkı bir biçimde toplumsal dönüşüme bağlı olması nedeniyle oluşturulan kır-kent ittifakları. 3- Güvencesizleştirilen ve işsizleştirilen kitlelerin hareketleri. Bu süreç Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarında da kendi özgünlükleri içinde benzer bir biçimde gelişmiştir. Yani dünyanın bütününe etki eden yeni proleterleştirme süreçlerinde benzer tepki, örgütlenme biçimleri ve talepleri gelişmiştir. Toplumsal hareket sendikacılığı anlayışı da bu süreci ifade etmek için kullanılan bir kavram olmuştur. Bu noktada klasik politikanın sona erdiğini ve işçi sınıfının devrimci rolünün bittiğini; kadın, çevre, insan hakları gibi sivil hareketlerin ortaya çıktığını söylemek, tezin ilerleyen bölümlerinde Bolivya ve Ekvador gibi ülkelerde ikili iktidar olgusunun çıkışını anlatıldığında geçersizleşecektir. Yine bu yeni işçi hareketlerinin en genel anlamda örgütlenmesini kavramsallaştırmada kullanılan “toplumsal hareket sendikacılığı” kavramı bu örneklerle somutlaşacaktır237. James Petras, “Latin Amerika’da Yeni Sosyopolitik Köylü Hareketlerinin Ortaya Çıkışı”, MST’nin Toplumsal Dinamikleri, Çev. Cevdet Aşkın, 16 Ekim 2002, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=265 (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006): p. 1. 237 Umarım ifade edilmeye çalışılan görüşler, yani; politik mücadelenin merkeziliği, köylü ve işsiz hareketlerinin de politik iktidara meydan okuma kapasitesine sahip oldukları ve toplumsal dönüşümün merkezinde sayıları oldukça artan yeni proleterleşen-güvencesiz yoksul kitlelerin bulunduğu belirlemeleri toplumsal hareket sendikacılığı nedir, ne değildir? sorularına yanıt verecektir. Son bir not olarak da tezde Venezuela ve Sosyal Forumlar konularına bilerek değinilmedi. Çünkü Venezuela’daki toplumsal hareket, incelediğimiz konudan bazı önemli farklı noktalar taşımaktadır. Sosyal Forum meselesine gelince, zaten değinilen hareketler sosyal forumlara katılan bir eğilimi temsil etmektedir. Bu yüzden bir bütün olarak Forum’lara değinilme gereği görülmemiştir. 236 89 A. 1980’lerle Birlikte Gelişen Yeni İşçi Hareketleri G. Afrika, Brezilya ve G. Kore’de askeri cuntalar ile birlikte ihracata yönelik sanayileşme süreci yaşanmış ve bu hızlı kapitalistleşme süreçlerinde metal-otomotiv sektörü eksenli başlayan yeni işçi hareketleri “toplumsal hareket sendikacılığı” anlayışına model oluşturmuşlardır. Filipinler’de gelişen hareket ise aynı döneme rastlamasına rağmen özgün yanları vardır. Yine SEWA ve lokal bir örnek olan Meksikalı kadınların mücadelesi ilk örnekler içindedir. G. Afrika, Brezilya, G. Kore ve Filipinler’deki örgütlenmeler birer sendikal konfederasyondu ama klasik anlamda sendika olmayan sendikalardı. Örgütlenmenin mekanlarını işyerleri-işçi mahalleleri oluşturmuş ve ücret-çalışma koşulları dışında ulaşım, barınma, eğitim, sağlık ve taşeron anlaşmalarının denetim altına alınması konularını da sendikal mücadelenin temel problemleri halinde ele almışlardır. Standart işlerin yanında (maden, metal, tekstil ve gıda sektörleri vb.) balıkçıları, taksicileri, evde çalışan kadınları ve sözleşmeli çiftçiler gibi kesimleri de örgütlemişlerdir. Grev anlayışı iş bırakmanın ötesinde hayatı durdurma olarak ele alınmış ve işçilerin-yoksulların toplumsal gereksinimleri işçi hareketi önderliğinde biçimlendirilmiştir. Bu noktada kadınlar, işsizler, gençler ve göçmenler sendikal mücadelenin etkin unsurları haline gelmiştir. Devletten ve sermayeden bağımsız, üyelerinin aktif katılımına dayalı bir yönetim anlayışına sahip olan bu sendikaların talepleri, toplumsal bir dönüşüm programı etrafında tanımlanmıştır238. 1. Güney Afrika Sendikalar Kongresi (Congress of SA Trade Unions-COSATU) G. Afrika’da vasıflı işçiler ve zanaatçılar için kurulmuş olan bazı ilk dönem sendikalar, yerli işçileri de içine almasına karşın, Afrikalı çalışanlar büyük ölçüde sendikaların dışında tutulmuştur239. Kanunlar, devletin saldırıları, şiddetle bastırmalar, sendikaların bu politik sınırlandırmalar altında kalıcı bir örgütlenme kurmada ve siyah işçileri Doğruer, “Toplumsal Hareket Sendikacılığının Ortaya Çıkışı”, p. 2. Ian Macun, “Gelişme”, Akıntıya Karşı? Güney Afrika Sendikal Hareketinin Yapısı ve Gelişme Sorunları, 1979-1995, p. 2. 238 239 90 örgütleme konusundaki başarısızları bu durumu pekiştirmiştir. 1970’li yıllarda Soweto isyanı gibi olayların yanında kuvvetli bir grev dalgası olmuştur. Büyük fabrika temelli gelişen hareket motor, metal, giyim, tekstil ve kimya gibi sektörleri etkilemiştir. 1979’da Wiehahn Komisyon Raporu’nun ardından ortaya çıkan ve sendikaların Afrikalı işçileri temsil etmesinin tanınmasını sağlayan endüstriyel ilişkilerin yasal çerçevesinin ıslah edilmesi sayesinde garanti altına alınmıştır. Bunun sonucu olarak 1979’da Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu (Federation of South African Trade UnionsFOSATU) kurulmuştur. Kasım 1985’de ise FOSATU’ya bağlı sendikalar, Ulusal Maden İşçileri Sendikası (The National Union of Mine Worker’s-NUM) ile birlikte bugün 2 milyon üyesi olan COSATU’yu kurmuşlardır. COSATU ırkçılığa ve kapitalizme karşı, ulusal özgürlüğü ve sosyalizmi hedefleyen bir sendikadır. Afrika Ulusal Kongresi (African National Congress-ANC) ve Güney Afrika Komünist Partisi (South African Communist PartySACP) ile üçlü bir ittifak oluşturmuşlardır. Webster, siyah işçiler için sendika üyeliğinin kendileri için bir “ses” olması özelliğine dikkat çekmiştir. COSATU siyah işçilerin ekonomik taleplerinin yanında politik taleplerini de temsil etmiştir240. Çünkü G. Afrika’daki apartheid (1994’e kadar yürürlükte olan ırkçı beyaz azınlık yönetimi) çalışma ilişkilerinde de hiyerarşik-ırkçı bir bölünme yaratmakta ve sendikalar da kaçınılmaz olarak bu yönetime karşı eylem yapmaktaydılar. COSATU, fabrika işçiliği ve ev hizmetçiliği, yerli/yabancı, özel/kamu ayrımları gibi işçi sınıfını bölen bir anlayış yerine onları bir bütün olarak kavrayan bir anlayış sayesinde gelişmiştir. Örgütsel olarak sadece işyerini değil, işçilerin işyeri dışındaki sorunlarını da çözmeye çalışan ve bunu toplumsal sorunlarla bütünleştiren bir tarz benimsemiştir. Böyle bir anlayış çerçevesinde işkolu ve bölgesel düzeyde örgütlenme birarada yürütülmüştür. Örgütlü işçiler ekseninde oluşturulan mahalli organizasyonlarda işsizler, yoksullar harekete geçirilmiş ve halkın oluşturduğu sokak komitelerine mahalli sendikal örgütlenme ayağı temel desteği vermiştir241. COSATU; 1 Mayıs, asgari ücret, idam karşıtlığı, seçim karşıtlığı, ırkçı rejimde mecburi askerlik yapmama gibi kampanyalar, grev ve boykotlar biçimlerinde gerçekleşen, ekonomik-politik talepler etrafında şekillenen bir eylem çeşitliliğini hayata geçirmiştir. Macun, “Sendikal Gelişmenin Açıklanması”, p. 5. Janson Ponting, Social Responsibility and Pension Schemes Administered by Trade Unions, Johannesburg: Rand Africans University Press, 2000, ss. 127-129. 240 241 91 COSATU’nun ve SACP’ın büyük desteğiyle 1994’te ANC iktidara gelmiş ve Nelson Mandela başkan seçilmiştir. Köklü değişiklikler bekleyen işçi sınıfı ve yoksullar ise yeni dönem ekonomi politikaları ile hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü daha Eylül 1993’te Mandela, Ulusal Parti’den Maliye Bakanı Derek Keys’le birlikte Batı başkentlerini turlayıp BM’de konuşarak yabancı yatırımları davet etmiş, karı ve sermayeyi koruyan önlemlerin yeniden yürürlüğe konacağı garantisini vermiştir242. 1994’te uygulamaya konulan Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Programı (RDP), 1996’da yürürlüğe konan Büyüme, İstihdam ve Yeniden Bölüşüm Programı (GEAR) adındaki neo-liberal politika içinde erimiştir. Adam Habib ve Vishnu Padayachee göre, 1994’ten beri ANC ekonomi politikaları sonucu ortaya çıkan tabloyu neo-liberal politikaların uygulanması sonucu; yani özelleştirme, vergi indirimleri, ülke dışına sermaye transferi ve uluslararası sermaye yatırımları sonucu; kurumsal beyaz sermayenin yanında siyah burjuvazi ve siyah profesyoneller oluşmuştur243. Yine bu politikalar vasıflı/vasıfsız ayrımını ücret farkı üzerinden derinleştirmektedir. Atipik işler ve işsizlik artmaktadır. 1994’ten sonra siyaset ANC, SACP ve COSATU tarafından denetlenmiştir. Ancak sendikalar emek-hükümet-sermaye üçgeni içinde kar ve verimi artırmanın aracı haline gelmiş; sendikacılar, komünist parti ve ulusal kongre yöneticileri bakanlık ve bürokrasi koltuğuna yerleşmiştir. Bu dönemde Adler ve Webster işçi demokrasisi ilkesinin kaybolması ve sendikal bürokratikleşmeye değinmişlerdir244. 1994’e kadar olan süreçte siyah işçilerin ulusal özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin bir aracı olan COSATU, yeni dönemde korporatist bir anlayışla sakatlanmıştı. Yeni dönemde belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi (Igoli 2002 Planı) ve işsizliğe karşı mücadele içinde Özelleştirme-Karşıtı Forum ortaya çıkmıştır. Forum’un temel talepleri elektrik sağlanmayan yerlere elektrik gelmesi, bütün gecikmiş borçların silinmesi, ANC’nin iktidara gelirken vaadi olan temel hizmetlerin parasız sağlanması, Trevor Ngwane, Kasaba Kıvılcımları, NLR (II) 22, Temmuz-Ağustos 2003, New Left Review Dergisi, 2003-Türkiye Seçkisi, Çev. Ebru Kılıç, 1. Baskı, İstanbul: Agora Kitaplığı, Temmuz 2004, s. 195. 243 Ashwin Desai, “Geçişin Ortasında”, Güney Afrika’da Yeni Liberalizm ve Direniş, Monthly Review Dergisi, Çev. Sendika.org, Ocak 2003, p. 3. 244 Glenn Adler and Eddie Webster, Challenging Transition Theory in South Africai Politics and Society, Johannesburg: Ravan Press, 1995, s. 95. 242 92 (eskisi gibi) herkesin ödeyebileceği sabit bir aylık ücret vb.dir 245. Çünkü kentli hanelerin yüzde 20'sinin elektriği ve dörtte birinin akar suyu yoktur, kırsal hanelerin yüzde 80'i ise her ikisine de sahip değildir246. Bu ortaya çıkan yeni aktör “yoksullar” devlet politikalarına karşı -yerel ve genel düzeyde- doğrudan kitlesel eylemlerle tepkilerini dile getirmektedirler. Hobsbawn'ın, "ekonomik ya da politik değişim için dolaysız eyleme -yani isyan ya da ayaklanmaya- başvuran tüm sınıflardan kent yoksullarının hareketi" olarak nitelediği "kent haydutu" gibi davranmaktadırlar. Topluluk hareketlerine ve doğrudan eylem taktiğine "sessiz yönetimin" başlangıcı da eşlik etmektedir247. Ama yoksullar, toplumsal politikaların pasif kurbanları olmamışlardır. Su ve elektrik parasını ödemeyen, ayaklanan, işgal eden ve şansını deneyen metropolitan militan, genellikle devletten gelir elde etmeyi başarmış ve devlet saldırıya geçtiğinde de kolektif mücadele ile gelirlerini korumuşlardır. Bazı kırsal bölgelerde stok hırsızlığı, işgal ve yavaş, yarı-legal toprak işgalleri aynı fonksiyonu üstlenmiştir248. Güney Afrika Belediye İşçileri Sendikası (SAMWU) tarafından yürütülen son grev, yoksullarla örgütlü işçi sınıfı arasında verimli bir ilişki zemini bulunduğunu göstermektedir. SAMWU’nun, özellikle Batı Cape’deki birçok işyeri temsilcisi, yoksul hareketlerinin üyesidir. Hizmetlerin özelleştirilmesi SAMWU işçilerinin hem iş kayıpları hem de temel hizmet fiyatlarının artmasıyla oluşan bir makasla karşı karşıya kalarak, belediye işçileri ve kent sakinleri olarak sahip oldukları kimliklerin kaynaştırılması anlamına gelmiştir. Grevin aynı zamanda topluluk hareketlerinin de hedefi olan yerel hükümete karşı yapılmış olması da önemlidir. Grev belediye yöneticileri ile işçileri arasında büyümekte olan uçurumu da kamuoyunun dikkatine sunmuştur249. Yoksullar, 1994 sonrası dönemde siyasetin sınırlarını sorgulayarak en önemli toplumsal gücü oluşturmuşlardır. G. Afrika işçi sınıfının önünde duran sorular şunlardır: COSATU içindeki yerel militan unsurlar, ANC politikalarını onaylayan ve hatta bizzat uygulanmasına yardımcı olan 245 Ngwane, ss. 202-204. Desai, “Geçişin Ortasında”, p. 7. 247 Desai, “Yoksul Topluluk Hareketlerinin Yükselişi”, p. 3. 248 Desai, “Yoksul Topluluk Hareketlerinin Yükselişi”, p. 11. 249 Desai, “SACP ve COSATU önderliği”, p. 4. 246 93 sendikal bürokrasiyi250 altedebilecekler midir? Yıllık ayin haline gelen genel grevler ötesinde bir karşı duruş sergileyebilecekler midir? Militan sendikalarla yeni proleterleşen yoksul hareketleri -topraksızlar, işsizler- ile ulusal düzeyde nasıl ilişki kuracak ve bunu emperyalizmi ve rejimi sorgulayan bir harekete nasıl dönüştüreceklerdir? 2. Merkezi İşçi Birliği (Central Unica Dos Trabalhadores-CUT) Brezilya’da 12 Mayıs 1978’de Sao Bernardo do Campo’daki Saab-Scania fabrikasında 100 işçi sabah fabrikaya gelip üretimi durdurmuş ve oturma eylemine başlamıştır. Bu eyleme fabrikadaki diğer 800 işçi de katılmıştır. Temel talep %20 ücret artışı olmuş fakat işveren ile görüşmeye sendika veya Çalışma Bakanlığı yetkililerinin karışmaması istenmiştir. Yani işçiler 1940’lı yıllardan gelen korporatist sendikacılığa ve devlete karşı bir çerçevede, sermaye ile direkt karşı karşıya gelen bir eylem hayata geçirmişlerdir. Eylem Sao Paulo’da giderek büyümüş ve çoğunluğu otomotiv işçisi olan 78 bin işçi eyleme katılmıştır. Otomotiv işçileri ayrıcalıklıydılar ama yeni sermaye birikim modeli uygulamaları sonucu hızla yoksullaşmış ve büyük bir işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalmışlardı. Bu eyleme öğretmenler, tekstil çalışanları ve banka çalışanları başta olmak üzere yarım milyon işçi katılmıştır251. 1978 grevleri yeni bir sendikal anlayışın temellerini atmıştır. Varolan sendikalardaki Sendikal Muhalefet (Oposicao Sindical) yaygın örgütlülük, kitlesel sokak gösterileri, grev gözcülüğü, büyük işyerlerinde işyeri delegeleri seçmek, fabrika komisyonları oluşturmak ve işyeri temeli dışında bir örgütlülüğü oluşturmak gibi birçok yeniliği gerçekleştirmiştir. Autentico denilen bu fabrika militanları devletten ve hükümetten bağımsız fabrika örgütlenmelerini oluşturmayı hedeflemiştir. İkinci dalga işçi hareketi 1979’da ABC metal işçileri grevi ile olmuştur. Bu grevde kent ile özdeşleşen ücret artımı talebi eyleme rengini vermiştir. Bu eylemi Lucio Kowarick COSATU önderliği, bazı durumlarda ANC politikalarını desteklemez gözükse ve ayrı bir parti kuracakları söylense de ANC politikalarına destek olduklarını açıklamaktadırlar. 251 Fernando Mires, “Latin Amerika’da Yeni Sosyal Hareketler-Öncüler mi, Ardçılar mı?”, Latin Amerika’da Militarizm Devlet ve Demokrasi, Der. Ragıp Zarakolu, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1985, s. 297. 250 94 halkın kimliğinin metal işçileri vasıtasıyla belirlenmesi olarak değerlendirmiştir252. Diğer talepler iş güvencesi, kırk saatlik çalışma haftası ve fabrikalarda seçilmiş delegelerin tanınmasıdır. Bu süreçte 80 bin işçi ailesi grev fonu oluşturmuş ve 32 bin işçi ailesinin masrafını karşılamıştır. Mahalle örgütlenmeleri de grev kırıcılığını engellemiştir253. Bu grev dalgası sürecinde 1979 yılında Sao Poulo işçileri öncülüğünde Brezilya İşçi Partisi (Partido dos Trabalhadores-PT) kurulmuştur. 1983 yılında da CUT kurulmuştur. CUT, sınıf bağımsızlığı ve ortak örgütlenme talebi ile işyeri ve mahallerdeki (Barrio) mücadeleyi birleştirmiştir. CUT örgütsel olarak bağımsız olmakla birlikte sendika ve parti yanyana yürüyen iki örgütlenme olmuştur. 1964 askeri darbesi ile oluşan kentleşme politikası toplu taşımacılık sistemini çökertmiş ve gecekonduları (Favela) şehir dışına taşımıştır. Favela’lar nüfusun yarıya yakınını oluşturmaktadır. Buralarda vasıflı, vasıfsız ve yoksul işçiler yaşamaktadır. 1970’lerin sonunda buralarda içme suyu, sağlık ve konut sorunu gibi birçok sorun ortaya çıkmıştır. Buna karşı yapılan hareketler başarısız olmuştur. Ancak oluşan bu yeni sendikacılık anlayışı bu tip sorunları da çözmektedir254. CUT işçi sınıfı çıkarlarından toprak reformuna ve mahalle taleplerine kadar geniş bir demokratik program oluşturmuştur. Bu noktada kent kampanyaları düzenlemiştir. Dar işyeri sorunlarında odaklanmak yerine bütün işçi sınıfının çıkarlarını savunan, devlet ve sermayeyle karşı karşıya gelen bir konum almıştır. Mahalle hareketleri de taleplerini sınıfsal bir dille ifade etmeye başlamış ve devletle karşı karşıya kaldıkları müddetçe sınıfsal bir karakter kazanmışlardır. Bunlara ilaveten 2001’de Alman tekeli DaimlerChrysler’in Afrika’da COSATU otomotiv işçilerinin grevi üzerine üretimi taşıma tehdidine karşı Sao Bernardo fabrikası işçi konseyi ve CUT’a bağlı metal işçileri sendikası dayanışma grevine gitmişlerdir. PT ise başta örgütlü işçi sınıfı (CUT) olmak üzere yoksul topraksız köylüler, kent yoksulları, katolik kilisesinin desteklediği kilise topluluklarının (comunidades eclesiais de base) ve diğer tüm ezilenlerin desteklediği bir parti olmuştur. 1980’den başlayarak yerel düzeyde belediye başkanlıklarını almıştır. 2002 yılında başta CUT olmak üzere bu toplumsal hareketlerin sesi olarak seçimleri kazanmıştır. Ancak Lula ve PT iktidara 252 Munck, s. 203. Carlucio Castanho, Brezilya İşçi Partisi Deneyimi, Der. Ergun Aydınoğlu, İstanbul: Belge Yayınları, 1991, s. 89. 254 Yeni Sendikacılık, Yön Dergisi, Ağustos-Eylül 95, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, s. 13. 253 95 geldikten sonra IMF ve DB direktifleriyle neo-liberal politikalar izlemiştir. Ekonomi yönetimine sermaye çevrelerinin temsilcileri getirilmiş ve kemer sıkma politikaları uygulanmıştır. Yeni emeklilik yasasıyla emeklilik yaşı artırılmış ve vergilendirilmiş, asgari ücret 60 dolar düzeyinde dondurulmuş ve ABD’ye olan 250 milyar dolar civarındaki borçları ödeme garantisi verilmiştir255. Son olarak Rio de Janeiro’nun favelalarına -sözde uyuşturucuyla mücadele bahanesiyle- Brezilya ordusunun yaptığı şiddetli saldırıya ise Lula’nın yorumu “haberim yok” olmuştur. Sungur Savran’a göre 1989’da sağın adayına karşı Lula %31 oy alması bugünün yasal partileri için bir model oluşturmuştur. Ancak bu anlayış leninist partiye alternatif gösterilen yanlış bir bakış açısına sahiptir256. Immanuel Wallerstein ise L. Amerika solunun zaferi olarak görülen PT iktidarını giderek merkeze yaklaştığı uyarısında bulunmaktadır. Bu noktada ANC örneğine işaret etmektedir. Wallerstein bu iki ülkede solun zaferi olarak adlandırılan geçişleri sadece halk desteğine bağlamamaktadır. Bu geçişlerde gizli ya da açık sermaye çevrelerine garanti verildiğini savunmaktadır257. James Petras ise bugün PT’nin büyük endüstri, tarım işletmelerinin ve yabancı bankaların ittifakını temsil etme arzusunda olduğunu söylemektedir258. Amerika Serbest Ticaret Bölgesi’ni ABD ile birlikte yönetmek, Haiti’ye ordu gönderme düşüncesinde olmak, genetiği değiştirilmiş tohum üretimini desteklemek, Amazon yerlileri aleyhine tarım işletmelerini desteklemek ve asgari ücreti iki yılda %1 çıkarmak vb. gibi noktalarda şiddetle eleştirmektedir259. PT, CUT ile tıpkı G. Afrika’da olduğu gibi anlaşmaya varmış ve CUT grev yapmama taahhüdü vermiştir. CUT’un %80’i PT’yi desteklemekte ve Topraksızlar partinin sola doğru döneceği inancını taşımaktadırlar. Buna rağmen Sao Paulo işçileri grevlerle yeni ekonomi politikaları protesto etmektedirler. Neo-liberal uygulamalara tepki gösteren parti yöneticileri tasfiye edilmiştir. Bu guruplar 2004’ün sonunda kurulan Sosyalizm ve Rafael Azul, Brezilya: Lula’nın İlk 100 Günü-Yoksullar İçin Kemer Sıkma, Zenginler İçin Vergi İndirimi, 22 Nisan 2003, http://www.wsws.org/tr/2003/may2003/lula-m06.shtml (Erişim Tarihi: 11 Mart 2006): pp. 2-7. 256 Sungur Savran, Brezilya’da Lula Hükümetinin Bir Yılı Post-Leninizmin İflası, http://www.iscimucadelesi.net/dergi/on/lula/10.htm (Erişim Tarihi: 06 Mart 2006): p. 3. 257 Immanuel Wallerstein, Lula: Umut Korkuyu Yendi, 100. Yorum 1 Kasım 2002, http://www.binghamton.edu/fbc/100-tr.htm (Erişim Tarihi: 15 Temmuz 2005): pp. 2-6. 258 James Petras, “İşçi Partisi: Çağdaş Kutsal Olmayan Birlik”, Lula’ya Ne Oldu? 11 Ağustos 2005, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=3143 (Erişim Tarihi: 17 Ağustos 2005): p. 1. 259 Petras, “Otoriter Şekilde İdare”, p. 1-2. 255 96 Özgürlük Partisi’ne (P-SOL) katılmışlardır. Bu parti ile Birleşik Sosyalist İşçi Partisi (PSTU), Lula yönetimini protesto yürüyüşü gerçekleştirmişlerdir. Brezilya işçi sınıfının önünde duran soru G. Afrika’yla benzerdir: Dünyaya örnek olan Brezilya işçi sınıfı mücadelesi (örgütlenmesi) sermayeden ve devletten bağımsız bir rotaya nasıl oturabilir? 3. Kore Sendikalar Konfederasyonu (Korean Confederation of Trade Unions ya da Minju Nojhong-KCTU) KCTU’nun tarihi 1970’lerden itibaren başlayan işçi mücadelesi ve bu mücadele içinde “biz insanız, makine değiliz” diyerek kendini yakarak öldüren kadın tekstil işçisi Chun Tae-İl’e dayanmaktadır260. 1987’de bir öğrencinin polis karakolunda işkenceyle öldürülmesi sonucu başlayan -özellikle otomotiv sektörü merkezli- büyük işçi eylemleri sonucu KCTU kurulmuştur261. KCTU’nun temel ilkelerini demokratik bir toplum yaratma ideali, siyasal mücadele ve Kore’nin birleşmesi, örgütsüzlerin örgütlenmesi, devlet ve sermayeden bağımsızlık, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve işçi sınıfını bölen her türlü ayrımın aşılması ve tüm halkın korunması oluşturur262. Neo-liberal politikalar sonucunda kitlesel işten çıkarmalar, ücretlerin düşüşü yaşanmış ve toplu iş sözleşmeleri uygulanmamıştır. 1998 grevi ve 1 Mayıs gösterileri sonucu ise Hundai motor ve Mando makine fabrikasında toplu işten çıkarmalara karşı direniş olmuştur. Buna Seul Metro işçilerinin direnişi ve Halla Ağır Sanayi işçileri direnişi eklenmiştir263. Yine 2003’te Cancun’da yapılan DTÖ karşıtı eylemlerde Koreli bir çiftçi önderi olan Lee, bir konuşma yaptıktan sonra harakiri yapmıştı. Bunun üzerine uluslararası köylü örgütü olan Via Campensia bu günü dünya eylem günü olarak ilan etmiştir. 261 Volkan Yaraşır, “İşçi Sınıfı Muhalefetin Ekseninde”, Esneklik Militanlık; Güney Kore İşçi Hareketi-2, 06Mart 2002, http://www.evrensel.net/02/03/06/dosya.html (Erişim Tarihi: 10 Mart 2006): p. 1. 262 “İlkeler-Program”, Çekik Gözlü Sendikacılık, Birleşik Metal İşçileri Sendikası Sendikam Dergisi, Sayı: 6, İstanbul, Ocak 2006, s. 27-28. 263 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketi Politikleşirken, Yön Dergisi, Sayı: 20, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Ocak-Şubat 2000, s. 15. 260 97 KCTU önderliğinde işçiler, köylüler, aydınlar, kent yoksulları, öğrenci hareketi vb. 21 örgüt tarafından ezilenleri ve emekçileri temsil etmek için “Halkın Zaferi 21” kurulmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçiminde gösterilen aday %1.2 oy almıştır. Ancak buna rağmen partileşme sürecine girilmiştir. Yeni kurulan partinin adı Halkın Zaferi Demokratik Emek Partisi olmuştur. Ancak buna tepki olarak taban örgütleri İşçi Sınıfı İktidarı Partisi (Hazırlık Grubu)’nu kurmuşlardır. Bu gruba göre seçimler sınırlı bir anlam taşımaktadır. Önemli olan işçi sınıfının politik önderliğinin oluşturulması ve kitle mücadelesi ile işçi sınıfı siyasetinin kaynaştırılmasıdır. Bu kesim Hundai ve Halla işgalleri sonrası “taban örgütleri meclisi”nin oluşturulmasını sağlamıştır. Hazırlık Grubu; kent yoksulları, insan hakları grupları ve üniversite öğrencileri ile de organik ilişkiler kurmuştur. Bu noktada “işten atılmış işçiler birliği” en göze batan örgütlülük olarak gözükmektedir. KCTU 1999’da işkolu sendikacılığını benimsemiş ve radikal önderliğini tasfiye etmiştir. Böylece KCTU, IMF’nin neo-liberal reçetelerine onay vermiştir. Ancak yabancı sermaye yatırımlarına tepki ve Orta Asya’dan göç sonucu oluşan güvencesizlik ortamında gelişen dinamik işçi sınıfı hareketi liberal eğilimleri tasfiye etmiş ve 2000 yılında konfederasyon yeniden radikalleşmiştir. Muhalefetten neo-liberal politikalara saldırı pozisyonuna geçilmiştir. 2001’deki grevlerde geçici ve düzensiz çalışanlara haklarının verilmesi, işin yeniden düzenlenmesi, işten çıkarılmalara son verilmesi, devlet başkanının istifası, özelleştirmelerin durdurulması, sağlık ve eğitime daha fazla bütçe ayrılması, örgütlenme özgürlüğünün ve grevin önüne konulan engellerin kaldırılması, KCTU’ya yapılan baskılara son verilmesi, eşitlik ve özgürlük talepleri çerçevesinde bir örgütlenme atağına geçilmiştir. Bu süreçte Kore Demokratik Emek Partisi’ne (Korean Democratic Labor Party-KDLP) olan destek artmıştır. KCTU’nun müttefikleriyle birlikte 2000’de kurduğu KDLP, bugün aldığı %13 oy oranı ve 10 sandalyeyle meclisteki üçüncü büyük parti konumuna gelmiştir. 2005’te Konfederasyon’un Güvencesiz İşçiler Bölümü Başkanı Jon Jin Woo, “ulusal meclisten güvencesiz işçiler ve asgari ücrete ilişkin önlemlerin gözden geçirilmesini 98 isteyeceğiz” açıklamasını yapmıştır264. KDLP’de buna paralel bir görüş beyan etmiştir. 2006’da Kia ve Hyundai Motor fabrikalarının da aralarında bulunduğu otomotiv sektöründe yapılan grev sonucu üretim tamamen durdurulmuştur. Grevin amacı esnek, geçişi ve taşeron istihdamını kolaylaştıran yasa tasarısının geri çekilmesi ve ABD ile yürütülen serbest ticaret anlaşmaları imzalanmamasıdır. 2004 yılında metal ve sağlık işçileri için işkolu düzeyinde asgari ücret hakkı elde edilmiştir. KCTU grevi ve KDPL’nin meclis muhalefeti sonucunda güvencesiz işçiler hakkındaki yasa erteletilmiştir. 2004 yılında alınan kararlarla Konfederasyon güvencesiz işçileri örgütlemek için bir örgütlenme merkezi oluşturacak ve oluşturulacak geniş cepheye şimdilik Toplumsal Dayanışma İşçileri Hareketi adı verilecekti. Kararlar tüm toplumu dönüştürme hedefini de ortaya koymaktadır265. Afganistan ve Irak’ta savaşa-asker göndermelere karşı eylemler yapan, 2004 sonrası güvencesiz işçileri -göçmen ve informel çalışanları- örgütleyen KCTU günümüzde dünyadaki en başarılı işçi sınıfı mücadelesi örneğini sergilemektedir. Saat başı bir sendikacının tutuklandığı Kore’de işçi sınıfının “kendi kurtuluşu için” egemen bir sınıf halinde örgütlenip örgütlenemeyeceğini ise zaman gösterecektir. 4. 1 Mayıs Hareketi (Kilusang Mayo Uno-KMU) KMU Filipinler’de 1 Mayıs 1980’de Marcos diktatörlüğü döneminde kurulmuştur. Kuruluş temelinde uluslararası işbölümünün arttırdığı sömürü ve varolan dört sendikanın işbirlikçi tutumu yatmaktadır. KMU kapitalizme, emperyalizme ve yabancı sermaye müdahalesine karşıdır. Buna AFL-CIO gibi sendikal örgütlerin müdahalesini de eklemek gerekir. KMU, Filipinler’de bulunan DSF’na bağlı sendikaları ise ilerici olarak nitelemesine rağmen bu federasyona bağlı değildir. Demokratik İşçi Partisi: Güney Kore Parlamentosunda Üçüncü Büyük Parti-www.kctu.org, 18 Mayıs 2004, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=462 (Erişim Tarihi: 19 Mart 2005): p. 11. 265 Kore Sendikalar Konfederasyonu (KCTU) 2004 Yılı Raporu, 15 Şubat 2005, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1782 (Erişim tarihi: 16 Şubat 2005). 264 99 Kuruluş toplantısında bir işçi manifestosu düzenleyen KMU, şu taleplerle ortaya çıkmıştır266: 1- Asgari Ücretin makul bir seviyeye getirilmesi, 2- Grev hakkının tanınması 3- Ücret ödemelerinin durdurulmasının önlenmesi, 4- Vatandaşlık haklarının iyileştirilmesi, 5- Kamuda örgütlenme yasağının kaldırılması ve toplu iş sözleşmesi hakkının tanınması 6- Yabancı tekellerin elindeki sanayilerin millileştirilmesi. 1980 sonrası dünya sendikalarında oluşan krize karşı KMU 50 bin üye ile örgütlenmeye başlamıştır. 10 yıl sonra bu sayı 1 milyona yaklaşmıştır. Ancak bu süreçte Marcos diktatörlüğünün çok yoğun baskısına uğramışlardır. KMU’nun temel ilkeleri şunlardır: Politik yönetim ilkesi ile varolan bilgiler bütün üyelere verilmektedir. Böylece sendikayı üyelerin yönetmesi amaçlanmaktadır. Kolektif kitle eylemi ilkesi ile kitle mücadelesinin eğiticiliğinin bürokratlaşmayı engelleyeceği düşünülmektedir. Anti-emperyalizm ilkesi ile Filipinler’in zenginliğinin Filipin halkına ait olduğu söylenmektedir. Bu yüzden ülkedeki ABD üslerine karşı mücadele, programın önemli bir parçasıdır. Kitlesel eğitim ilkesi ile de sadece önderlere ya da temsilcilere değil tüm üyelere eğitim verilmektedir. Son bir ilke de devletten, sermayeden ve sol partiler dahil bütün politik partilerden örgütsel anlamda bağımsızlıktır267. KMU, sendikanın üyeleri tarafından yönetilmesini “gerçek sendikacılık” olarak tanımlamış ve her türlü bilgiye ulaşabilen üyeler doğrudan katılımın sağlandığı tartışma forumlarıyla sendikal politikaları da belirlemişlerdir268. Eğitim programı üç ana parçadan oluşmuştur. İlk bölümde temel ekonomi-politik bilgiler, ikinci bölümde Filipinler emek tarihi ve işçi sınıfı tarihi konusunda deneyimler ve üçüncü bölümde ulusal demokratik bir ülke hedefi tartışılır269. 266 Munck, s. 293. Çiğdem Çıdamlı, Güney’in Yanıtı, Yön Dergisi, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Sayı: 1, Şubat 95, s. 10. 268 Akça, “Bürokratik Sendikacılığa Karşı Toplumsal Hareket ve Taban Demokrasisi”, p. 2. 269 Scioces, “KMU’nun Doğuşu ve Gelişimi”, pp. 10-14. 267 100 BAYAN (Yeni Yurtsever İttifak) KMU’nun yanı sıra köylüler, kent yoksulları, öğrenciler, balıkçılar, kadınlar ve kabileler gibi değişik toplumsal kesimlerle kurulan ilişkiler sonucu doğmuştur. Bu ittifak Marcos diktatörlüğünü devirmiştir270. 1984 yılında Davao City’de artan askeri operasyonlar ve adanın askerileştirilmesine karşı halk grevi (Welga No Bayan) uygulanmıştır. 1985 yılında BAYAN (Halk ya da Ülke) ittifakı kurulmuştur. Ulusal düzeyde örgütlenmiş ve yerel şubeleri kurulmuştur. Halk grevi genel grevi kapsamanın yanında bir bütün olarak tüm kenti kapsar. Kent’teki ulaşım durur, dükkanlar kapanır, özel araçlar durur ve balıkçı sandalları denize açılmaz vb. İlk kez 1985 yılında ABD üslerine elektrik sağlamak amacıyla yanardağ eteklerine kurulmak istenen Bataan nükleer enerji santral girişimine karşı yapılan halk grevine sekiz kent katılmıştır. Halk grevi ilk kez 1987 ağustosunda akaryakıt zammına karşı ulusal düzeyde hayata geçmiştir ve ülkenin %95 i bu greve katılmıştır. Böylece üretim sürecinin yanında yeniden üretim sürecine de müdahale edilebilmektedir271. 5. Serbest Çalışan Kadınlar Örgütü (Self Employed Women’s Association-SEWA)272 SEWA Hindistan’da yıllar boyunca resmi bir sendika olmak için mücadele etmiştir. Çünkü Hindistan Çalışma Bakanlığı, işçilerin karşısında tek bir işveren olmadığını iddia ederek kendi hesabına çalışan kadınların sendika kurmasına yıllarca izin vermemiştir. Buna karşılık SEWA ise, sendikaların zorunlu olarak işveren karşıtı olmadığını, işçilerin birliği için çalıştığı ve bu yüzden kendi hesabına çalışan kadınların sendika kurabileceğini savunmuştur. SEWA, Nisan 1972’de sendikal anlamda resmileşmiştir 273. Çıdamlı, s. 10. Filipinler’de oluşturulan İlerici Emek İttifakı (Alliance of Prograssive Labor-APL) da toplumsal hareket sendikacılığına bir diğer örneği oluşturur. Bu örgütlenmenin THS anlayışı için bkn. http://www.apl.org.ph/APL PrimerIndex.htm 272 G. Afrika’da Serbest Çalışan Kadınlar Sendikası (SEWU), Portekiz’de Maderia Nakış İşçileri Sendikası, Fildişi Sahillerinde SYNAFSI gibi daha bir çok kadın işçi örgütlenmesi deneyimi bulunmaktadır. 273 Fatma Ülkü Selçuk, Enformal Sektörde İşçi Örgütleri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1999. (Bu yüzden adında sendika kavramı geçmez.) 270 271 101 SEWA birçok özelliğe sahip olan sendikaların birleştiği bir konfederasyondur. Kır ve kentlerde çalışan ev işçileri, işportacılar, kağıt toplayıcıları -ki çoğu taşerona bağlı çalışanlar-, bidi (bir tür yaprak sarması sigara) işçileri, agarbatti (tütün çubukları) işçileri, parça başı iş yapanlar vb. işçileri örgütlemektedir. Bütün bu bileşenleri sınıf çıkarları etrafında harekete geçirebilmiştir. Bu yüzden SEWA’yı bir stk olarak veya salt kooperatif yönüyle değerlendirmek yanlış olur kanısındayım. SEWA’yı anlatırken hangi yönünü göreceğiniz önemlidir. “SEWA, emek hareketi, kooperatif hareketi ve kadın hareketinin bileşimidir”274. SEWA, asgari ücret, çalışma hakkı, herkese toplu pazarlık hakkı, iş güvenliği, iş sağlığı, parasız eğitim, parasız sağlık, özelleştirme karşıtlığı, toprak reformu vb. haklarını savunmaktadır. SEWA, ev işçilerinin örgütlenmesine bütünsel yaklaşmış, onları sadece çalışma boyutuyla ele almamış, yaşama koşulları ile iç içe değerlendirmiştir. Karar alma süreçlerinde ve yapılacak her türlü işte üyesi olan tüm kadınları aktifleştirmeye çalışmış ve kast ayrımı gözetmemiştir. Ama hedef kitlesi, özellikle yoksul ve dışlanmış kadın gruplarıdır275. Gülnur Acar-Savran, SEWA sendikal örgütlenmesinde ev eksenli üretimde işyeri olan evin yalıtılmışlığı ve bu anlamda ev eksenli çalışanların ortaklaştığı nokta olarak “mahalleliliğin” vurgusunu yapmıştır276. SEWA ile yeni bir hareket tarzı başlamıştır. Birinci olarak sektör, kent ve ülke çapında grevler örgütlenmiştir. İkinci olarak fiili eylemlilik süreci başlamıştır. Üçüncü olarak bütün emekçilerin ortak eylemi örgütlenmektedir. İlk olarak 1982 yılında 250 bin tekstil işçisinin 9 ay süren Bombay grevi gerçekleştirilmiştir. Bu grevin amacı sarı sendikacılığa bir tepki, reel ücretlerin düşmesini önlemek endüstri ilişkilerini düzenlemek ve iş kazalarının önüne geçmek gibi talepleri hayata geçirmektir. Greve köylerine giden işçilerin köylüleri de dayanışma gösterileri ile destek vermiştir. Örneğin Dünyadan Enformel Sektörde Bir Örgütlenme Deneyimi, Hindistan’da Serbest Çalışan Kadınlar Örgütü: SEWA, Yeni Direniş Dergisi, Sayı: 2, Haziran 2003, s. 12. (Fatma Ülkü Selçuk hem işveren hesabına çalışan ev işçileri ve hizmet üreticilerini, hem de küçük burjuva olarak nitelenebilecek satıcı, pazarcı vb. kapsadığından dolayı SEWA’nın sınıfsal yapısının bulanık olduğunu; doğal olarak bunun örgütlenmesine de yansıdığını ve bu yüzden zaman zaman üyelerinin sermaye ve devlete karşı mücadele ederken, zaman zaman da küçük burjuvalaştırdığını (bunun temel nedeni olarak da eksene kooperatifçiliğin konduğunu) ifade ederek eleştirmiştir. Bkn. Selçuk, age.) 275 Selçuk, age. 276 Gülnur Acar-Savran’la Söyleşi: Diyalektik Feminizm, Siyasi Gazete, Aralık-Ocak 2005, http://www.siyasigazete.net/sayi_12/index.php?SayfaX=25 (Erişim Tarihi: 20 Mart 2006) 274 102 grev için hasat kaldırma gibi. Grev sonucu geçici-sözleşmeli ve düzensiz işçiler arası farklar giderilmiştir277. Benzer direnişlerden birinde de Bihar Kömür İşçileri Sendikası (Bihar Colliery Kamgar Union-BCKU) kurulmuştur. Bu sendika daha çok yerel kabilelerin emekçileri, göçmen işçileri ve köylülerin özgürlük-bölgesel özerkliğini talep eden Ormanlar ve Dağlar Hareketi (Jharkand Mukti Morcha)’nın çekirdeğidir278. Bu hareket Hindistan’ın mineral yataklarını barındıran Bihar ve komşu bölgelerde etkili olmuştur. Buralardaki maden işçileri ve yerel kabileler içinde güçlü ilişkiler oluşturmuştur. BCKU’nun demokratik bir yönetimi, bağımsız ve sanayi dışı işçileri örgütlemesi gibi özellikleri; ekonomik, politik ve toplumsal mücadeleyi birleştirmektedir. Tüm Çalışanlar Sendikası (Sarva Shramik Sangh) 15 bin genel hizmet işçisini ve Kamani Çalışanlar Sendikası 4 bin mühendislik işçisini örgütlemiştir. Kayıtlı-kayıtsız, sürekli-süreksiz işçileri, küçük işletme işçilerini ve Bombay’ın dış çemberindeki kadın tuzla işçilerini örgütlemiştir. Kamani Çalışanlar Sendikası topraksız köylülerle dayanışma, işçi kooperatifleri, doğrudan seçilen yöneticiler ve devlet çiftliklerindeki işçileri örgütlemesi gibi çeşitli özelliklere sahiptir. 6. 19 Eylül Ulusal Konfeksiyon İşçileri Sendikası 19 Eylül 1985’ de Mexico City’de gerçekleşen 8.1 şiddetindeki deprem sonucunda on bin kişi ölmüştür. Deprem sonrasında hükümet ve yönetim boşluğu doğmuştur. Telefonlar kesilmiş ve TV’de çok sonra yayına başlayabilmiştir. Zaten yolsuzluk ve rüşvetin yoğun olduğu bir ülke olan Meksika’da deprem sonrası yaşananlar sürece tuz biber ekmiştir. Arama kurtarma ve konut sorununu ev kadınları ile yazarlar çözmüştür. Bu süreçte kendiliğinden örgütlülükler oluşmuştur. Sendika Bizim Anamız, Yön Dergisi, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Mayıs-Haziran 95, s. 12. (Hindistan’da işçiler arasında birçok ayrım vardır. Yazılı-sözlü anlaşmalı işçiler, büyük-küçük firma işçileri, vasıflı-vasıfsız işçiler, topraklı-topraksız köylüler, yüksek-düşük kast vb. Hindistan Komünist Partisi’ne bağlı Hindistan Merkezi Sendikalar Birliği (Centre for Indian Trade Unions-CITU) bu farklılıkları örgütlemekte yetersiz kalmıştır.) 278 Munck, s. 206. 277 103 Kendiliğinden örgütlülükler, konut sorunlarının çözülemediği 1987 yılında düzenli platformlara dönüştürülmüştür. Mahalle örgütlülükleri 600 bin kişiyi kapsayan imza ve anket eylemlilikleri düzenlemiştir. Bu süreçte mahalle meclisleri (Assembly of Neighborhood) oluşturulmuştur. Böylece 19 Eylül sendikası kurulmuştur. Sendikanın temelini kayıt dışı konfeksiyon sektöründe çalışan kadın işçilerin örgütlenmesi oluşturmuştur. Çünkü bu sektörde çok küçük yaşta çalışan, hiçbir yasal hakkı olmayan, berbat koşullarda çalışmak zorunda kalan birçok kadın vardır279. Deprem sonrası insanlar evsiz ve işsiz kalmıştır. Artçı depremler tekstil atelyelerinin yoğun olduğu San Antonio Abad bölgesini yıkmıştır. Bu bölgede 800 atelye yıkılmış, 1600 kadın işçi ölmüş ve 50 binin üzerinde tekstil işçisi işsiz kalmıştır. Deprem kurtarma çalışmalarında işyeri makinelerine ve para kasalarına öncelik verilmesi sonucu can kaybı çok olmuştur. Bu süreç 1911 yılında San Francisco’daki konfeksiyon yangınına benzemektedir. Meksikalı kadınlara sadece konfeksiyon işçilerinden değil, diğer işkollarındaki işçilerden, sol gruplardan, kilise gruplarından vb. para yardımı gelmiştir. 19 Eylül Sendikası’nın temel istemi, ölüm ve işsizlik tazminatıdır. Bir ay gibi kısa bir sürede 18 atelyeden 5 bin kadın örgütlenmiştir. Çeşitli eylemlilikler sonucunda uzun yıllardan sonra tanınan ilk bağımsız sendika olmuştur. Bir yıl içinde tazminatların %80’i alınmıştır. Sendikanın temel talepleri toplu iş sözleşmelerinde enflasyonun ücrete yansıması, günlük dokuz saat çalışma, standart asgari ücret ve işverenlerin kreş açması olmuştur. 19 Eylül Sendikası, üyelerine diğer işkollarındaki işçilerin mücadelelerini de aktarmaktadır. Sendikal mücadelenin politik bir mücadele olduğu kavratılmaya çalışılmaktadır. Okuma-yazma ve temel eğitim kursları verilmektedir. 1987 yılında bizzat sendika, çocuk bakım merkezi ve kadın kliniği kurmuştur280. 1985 Mexico City Depremi, Yön Dergisi, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Eylül-Ekim 99, s. 8. Yine Meksika’da 1987’de başlayan ATABAL (Ev Hizmetleri İşçilerinin Örgütlenmesini Destekleme Kolektifi) bir yıl sonra 11 Latin Amerika ülkesinden kadın sendikalarıyla birlikte konfederasyon kurulmasını sağlamıştır. Akça, “Değişen Emek Kompozisyonu ve Farklı Emek Kesimlerinin Örgütlenmesi”, p. 3. 279 280 104 B. 1990’larla Birlikte Gelişen Köylü, İşsiz ve Güvencesiz İşçi Hareketleri 1990’lı yıllar sonrası dünyada ama özellikle L. Amerika’da “yeni köylü hareketleri” gelişmiştir. Ekvador’da, Bolivya’da, Brezilya’da, G. Afrika’da281 gelişen hareketler toprak reformu talebinden kısa zamanda toplumsal dönüşüm taleplerini savunan bir düzleme evrilmiştir. Yeni köylü hareketlerinin çıkışı temelde çokuluslu tekellerin yerli, siyah ve köylü topraklarında olan doğal kaynaklara el koymak istemesinden kaynaklanmıştır. Böylece ILO’nun 169. Kongresi’nde ifade edilen yerli halkın kendi topraklarını ve doğal kaynaklarını etkileyecek bir seçim yapmadan önce danışma hakkı olduğu ihlal edilmiştir282. Bu durum yerlilerin yaşayışlarına da temel bir müdahale olduğu için yeni özerklik talepleri yerlilerin toprak reformunun yanındaki diğer temel talebi olmuştur. Bu süreçte Abya Yala Yerli Halklar Fermanı (Abya Yala Indigenous Peoples Mandante) 2002’de Bolivya’da Kıta Kongresi yapmıştır. Burada yerli halklar serbest ticaret anlaşmalarına FTAA (Amerikalar-arası Serbest Ticaret Anlaşması)’na karşı tavır G. Afrika Topraksızlar Hareketi’nin kuruluşu ve amaçları için bkn. http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=29 282 Houghton ve Bell, “A Second Conquest”, p. 2. (Latin Amerika ülkelerinin çoğunda, yapısal uyum hammaddeye güvenen hareket halindeki ekonomiler anlamına geliyor, bazen yerel işletmelerle birlikte ve hükümetlerin yardımını isteyerek, çokuluslu şirketler tarafından çıkarılan doğal kaynaklar vasıtasıyla. Küresel Güney ekonomilerinin bu yenilenmiş “hammaddeleşmesi” yerli topraklarını ve kaynaklarını saldırgan bir şekilde teslim alma anlamına geliyor. “Yeşil pazarlar, karbondioksit çukurları, genetik bilgi, yağ, gaz ve su” ulusal hükümetlerin önderliğindeki hızlı yoksunlaştırma sürecinin konuları. Sonra da büyük pazara satılıyorlar… Amazon’da, tahta, eczacılıkta kullanılacak madde ve yağ çıkarımı artıyor. Puebla-Panama Planı, cadde ve demiryolu inşaatlarını, yağ ve elektrik endüstrilerinin gelişimini, Mesoamerika alanında muazzam bir serbest ticaret bölgesinin (kaynaklar ve bioçeşitlilik açısından zengin bir alan) yaratılışını ilerletiyor. Dağlık bölgeler ve Bolivya’nın doğusu gaz ve su projelerinden etkileniyor. Ekvador Amazonu’nun iki milyon hektarı yağ şirketlerine devredildi ve Kolombiya Amazonu’nun %50’si hazırda tutulmak için gözönünde bulunduruluyor… Nikaragua’da Kore ulusaşırı Kumkyunğu Awas Tingni şirketi, yerli halkın orman kaynakları üzerinde otuz yıllık imtiyaza sahip. Peru’da Madre de Dios’da, Kolombiya Pasifiği’nde, Şili’nin güney bölgesinde, Brezilya’nın Amazon sınırlarında ve Guyana’da -bütün yerli toprakları- orman çiftlikleri büyüyor. Ağaç dikimindeki artışın amacı, sömürülebilir ağaç stoğunu, dünyadaki kağıt fiyatlarını düşük tutmak ve ulusaşırı yiyecek şirketlerinin kullandığı sebze yağlarının fiyatlarını düşürmeye devam etmeyi sürdürmek…. Altın, bakır, nikel ve diğer mineralleri arayan çokuluslu ve yerel şirketler Venezuela, Brezilya, Kolombiya ve Panama’daki yerli topraklarını dönüştürdü. Altın madencileriyle, bu ve diğer bölgelerde (Yanomami, Curripaco, Baniva ve Kuna’yı kapsayan) ikamet eden yerli komünlerine karşı silahlanmış guruplar arasında süregelen bir savaş var. Yerli halklar, bu ulusaşırı işlerin özel muhafızları rolünde olmalarına rağmen, sık sık vergi ödemeye zorlanıyorlar… Tek sonuç, insanların kaynak zengini yer değiştirmesinin yeni bir raundu. Globalleşmenin yerli topraklarındaki çarpışması üzerine en son çalışmasında Şilili siyaset bilimcisi Huenchuan şunu vurguluyor: Geçmiş yüzyıllarda pek çok yerli halk topraklarını terketmeye zorlandı ve “sık sık dikkate alınmış düşmana ait eko-sistemler olan ama şimdi sınırlarının ötesinde yüksek biyolojik çeşitliliğe ve ekolojik öneme sahip alanlar”. Şimdi bu toprakların çoğu kaynak çıkarımı için çokulusluların hedefinde, yerli komünler tekrar yer değiştirmeye zorlanıyor… Houghton ve Bell, “The Battle for Control Over Natural Resources”, pp. 1-5. ) 281 105 oluşturmuş; su sıkıntısı, küçük-orta ölçekli işletmelerin iflası ve doğal kaynakların çokuluslu şirketlere devredilmesi gibi girişimleri sömürgecilik olarak değerlendirmişlerdir283. Andean Bölge İnisiyatifi (diğer adıyla Kolombiya Planı) ve Bolivya’daki İtibar Planı, coca ve gelincik yetiştiren yerlilere karşı kimyasal bir savaşı getirmiştir. Örneğin Kolombiya’daki ölüm mangaları coca’lara sıktıkları kimyasal zehirleri sonrasında dezenfekte etmemiştir. Böylece yerli toprakları ve kaynakları kontrol altına alınmaktadır. Sözde uyuşturucuya karşı savaş bahanesiyle ABD askeri varlığı artmış ve ABD yatırımları koruma altına alınmıştır. ABD, yatırımlarını koruma politikasını kabul eden ülkelere silah ve finansal kaynak sağlamıştır284. Yeni köylü hareketlerinin en umut verici yönü, ufuklarının kırsal mücadelelerle sınırlı olmaması, yani; “köylü hareketleri”nin sınırlarını anlamaları olmuştur. Bütün büyük köylü hareketleri kır ve kentsel mücadelelerin birlikteliği için ortak hareket etme zeminleri oluşturmaya çalışmışlardır285. Köylü hareketlerinin mücadelelerini simgeleyen temel slogan olan “Que se vayan todos” (hepiniz-dışarı-defolun), Ekvador ve Bolivya’daki gelişmeleri takip ettiğimizde anlamını bulmuştur. Neo-liberal politikaların dünyanın halkları ve toprakları üzerindeki kapitalist denetimi yeniden tanımlamayı hedefleyen yeni bir saldırısı başlamıştır. Bu saldırı çalışmanın güvencesizleştirilmesi, kitlesel işsizlik ve toplumsal yaşamın her alanının metalaştırılması gibi görüntülerle ilerlemektedir286. Böylece 1990’lı yıllarla birlikte Fransa’daki işsiz hareketlerinden Arjantin’deki piquetero’lara, G. Kore’de KCTU içindeki işsizler sendikasından, Brezilya’da Evsiz İşçiler Hareketi’ne, Almanya’da işsizler hareketinden Napoli işsizler hareketine kadar farklı coğrafyalarda, bazılarında Houghton ve Bell, “Opposition to Free Trade Agreements”, p. 1. (Paralel söylemler 2002’de Meksikalı Yerli Halkın ve Örgütlerin Ulusal Mücadelesi’nin ürünü olan “Chilpancingo Bildirisi”nde, Kolombiya Ulusal Yerli Örgütü (ONIC), Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu (CONAIE), Peru Ormanlarını Geliştirme Etnikötesi Kurumu (AIDESEP), Kasım 2001’de Kolombiya Yerli Halkları Kongresi’nde ve Neo-liberalizme Karşı Ulusal Seminerde, Venezuela Ulusal Yerli Meclisi (CONNE), Cuenso Amazonia Yerli Örgütleri Koordinasyonu (COICA), Honduras Halkçı ve Yerli Örgütleri Yurttaşlık Meclisi (COPINH), Panama Genel Kuna Kongresi, çeşitli Şili ve Bolivya örgütleri ve Pan Amazon Sosyal Forumu’nda da vardır.) 284 Houghton ve Bell, “Plans for Displacement”, pp. 1-3. 285 James Petras, “Kent-Kır İttifakları”, Neo-Liberalizme Karşı Köylü Muhalefeti, Çev. Cosmopolitik, http://www.uzaklar.net/html/html/koylu_muhalefeti-j_petras.html (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006): p. 1-2. 286 Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu, “Giriş”, Yeni Bir Toplumsal Öz-örgütlenme Modeli COBAS (Taban Komiteleri Konfederasyonu), Milano, Ağustos 2002, http://www.sendika.org/yazi_no=1088 (Erişim Tarihi: 27 Ekim 2004): p. 1. 283 106 işsizlerin hareketin eksenini oluşturduğu yeni işçi hareketleri ortaya çıkmıştır. Bunlara güvencesiz işçileri örgütlenmesinin merkezine koyan İtalya Taban Komiteleri gibi örnekleri de eklemek gerekir. 1. Brezilya Topraksız Kır İşçileri Hareketi (Movimento dos Trabalhadores Rurais Sem Terra-MST) Brezilya’da ihracata yönelik sanayileşmeye geçişle birlikte hızlı bir kapitalistleşme süreci gerçekleşmiştir. Bu politikalara paralel yaşanan kronik yoksulluk koşullarının kırlarda yansıması küçük köylülerin banka ipoteklerini ödeyemeyerek topraklarını kaybetmesi ve köle emeği gibi çalışma biçimlerinin kırsal üretim süreçlerinde yeniden hayata geçirilmesi olmuştur. 1970’li yıllarla birlikte köylüler içinde bulundukları koşulları düzeltmek için toprak işgalleri gerçekleştirmeye başlamıştır. Böylece başlayan toprak işgalleri tüm ülkeye yayılmış ve 1984’te MST kurulmuştur287. MST’nin temel talebi toprak reformu, bu talebi hayata geçirmek için temel yöntemi ise toprak işgalleri olmuştur. İşgallerin yanında yaptığı uzun yürüyüşler, kentli işçi ve yoksul hareketleri (sendikalar, Katolik kilisesinin önemli bir kısmı, öğrenciler vb.) ile kurduğu ortaklık, bizzat evsiz işçilerle aktif mücadele, yol kesme eylemleri ve örgütlediği kampanyalar gibi doğrudan eylemler harekete yön vermiştir. MST’nin temel ilkesi kapitalizme, bu noktadan hareketle neo-liberalizme ve yeni sömürgeciliğe karşı savaştır288. Amazonların ve genel anlamda doğal kaynakların talanına karşı mücadele etmiş ve ALCA’ya karşı çıkmıştır. Böylece bütünsel bir politik mücadele geliştirmeye çalışmıştır. MST önderleri; Küba sosyalizmi, PT’nin demokratik sosyalizmi ve Brezilya’ya özgü sosyalizm modelleri gibi hedefler benimsemiştir. İşgaller vasıtasıyla fiilen toprak reformu gerçekleştirilmeye başlanmış ve bu topraklarda üretim yapılmıştır. Böylece binlerce köylü kendi kaderini belirleyen işçiler haline Kintto Lucas, “Topluluk ve Birey”, Brezilya Topraksızlar Hareketi, Çev. R. H. Kömür, Temmuz 2001, http://www.uzaklar.net/html/brezilya_topraksız_koyluler_ha.html (Erişim Tarihi: 12 Mart 2005): pp. 5-8. 288 MST, Topraksız Köylüler Hareketi: MST’nin Brezilya Halkına Bildirgesi, 11 Ağustos 2003, http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=2 (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006): p. 4. (Toprak reformu talebinin yanında MST’ye yönelik katliamlara, özelleştirmelere ve Irak Savaşı gibi emperyalizmin dünyanın farklı yörelerindeki saldırısına karşı da MST eylemler yapmaktadır.) 287 107 gelmeye başlamıştır289. Petras “İşgal et, diren, üret” sloganının MST’nin eyleminin üç aşamasını ifade ettiğini işaret etmiştir: Toprak işgal ediliyor, plastik siyah çadırlarda yaşayan aileler baskıya direniyor; sonra tüketim ve ulusal-uluslararası pazar için üretim yapıyorlar290. İşgal ettikleri toprak Belçika’dan büyük ve bu topraklarda alternatif bir yaşamı hayata geçirenlerin sayısı 1.7 milyon kişidir291. MST, yerleşim birimlerinde üyelerinin aktif katılımına dayalı, gönüllülüğü temel alan ve kolektif bir yaşamı oluşturmayı hedefleyen bir harekettir. İşgal edilen topraklarda üretim, koşullara bağlı olarak özel veya kolektif olarak gerçekleştirilmiş, elde edilen gelir ortak kullanıma açılmıştır. Çiftçi Kooperatifleri Sistemi (Sistema Cooperativista dos Assentados-SCA) adı verilen kooperatifler, Brezilya Tarım Reformu Kooperatifleri Konfederasyonu (Confederecao dos Cooperativos de Reforma Agraria do BrasilCONRAB)’nu oluşturmaktadır. Ekonomik ve politik yönü olan bu kooperatifler ortak yaşam ile özel mülkiyet arasında bir çelişki yaratmaktadır. Yeni bir toplumun bireylerini yaratmak için iç eğitim sistemine önem verilmiştir. MST, “Hepimiz birer önderiz” anlayışından hareketle üyelerinin katılımına dayalı bir demokrasi anlayışı oluşturmuştur. İşgal sonrası kurulan kamplar yeni bir toplumun okulu olarak görülmektedir. Bunlara ek olarak alternatif tıp yöntemleri ve organik gıda üretimi hayata geçirilmektedir. MST’nin toprak reformu talebi, Brezilya’daki işçi ve köylülerin ortak mücadelesinde anlam kazandığı için devrimci bir içerik kazanmaktadır. Bu yüzden yoğun bir devlet baskısı ve toprak sahiplerinin silahlı çetelerinin saldırılarına maruz kalmıştır. Bu saldırılar sonucunda 1500’den fazla aktivisti öldürülmüştür. Yeni proleterleştirme sürecinde köylülerin hızla mülksüzleştiği ve işsizliğin yoğun yaşandığı bir ülke olan Brezilya’da klasik sendikal anlayışın dışında gelişen hareket, farklı coğrafyalardaki köylüler için bir esin kaynağı oluşturmaktadır. Başta CUT olmak üzere diğer emek örgütleri ile birlikte PT’yi destekleyen MST, Lula hükümetinin resmi politikası olan toprak reformu gerçekleşmeyince toprak işgallerine devam etmiştir292. Ancak etkili olduğu dönemlerde Brezilya’nın 24 eyaletinden 23’ünde büyük köylü kitlelerini Metin Yeğin, Topraksızlar, 1. Baskı, İletişim Yayıncılık, İstanbul: 2004, ss. 15-19. (Topraksızlar kitabı ve kitapla birlikte alınan vcd bu konuda dilimizdeki en temel kaynak olma niteliğindedir.) 290 Metin Yeğin, “Brezilyalı MST İle İlerici Türkiye Halkı Arasında Uluslar arası Dayanışma İçin-James Petras’ın Önsöz’ü”, s. 9. 291 Metin Yeğin, “Sunuş”, s. 7. 292 Immanuel Wallerstein, “Brezilya ve Dünya-Sistem: Lula Dönemi”, 01 Eylül 2003, http://www.binghamton.edu/fbc/120-tr.htm (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006): p. 5. 289 108 harekete geçiren MST’nin mücadelesinde, son dönemde bir geri çekiliş söz konusudur. MST’nin önümüzdeki dönemde genel bir yenilenme yaşaması gerekmektedir. 2. Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu (El Confederacion de Nacionalidades Indigenas del Ecuador-CONAIE) Ekvador’da doğal kaynakların büyük bir bölümü nüfusun %45’ini oluşturan yerlilerin293 toprakları üzerindedir. CONAIE, doğal kaynakların talanına karşı mücadele ve bilim ile yerlilerin geleneksel yaşamlarının kaynaştırılması gerekliliğinin savunusu üzerinden 1986’da kurulmuştur. Politik partilerden, yabancılardan, devletten, sermayeden ve dini kurumlardan bağımsız bir örgütlenme olan CONAIE 13 yerli gurubunu temsil etmektedir. Yerli halkın kültürel haklar, su, toprak ve özerklik talebini savunmuştur294. Demokratik bir yapıya ve doğrudan eylem özelliğine sahiptir. CONAIE üç devlet başkan devirmiştir: Abdala Bucaram, Jamil Mahuad ve Lucio Guiterrez. Devlet başkanlarını ülkeden kaçırtacak kadar etkili eylemler örgütleyebilen CONAIE’nin başarısının arkasında elektrik ve petrol sendikalarındaki müttefikleriyle oluşturduğu işçi-köylü ittifakı; öğrenciler ve mahalli hareketlerin bu ittifaka desteği yatmaktadır. Bu noktada son altı yıldaki bazı satırbaşları bize hareketin başarısının anahtarlarını verecektir. 2000 yılında Devlet Başkanı Mahuad, paranın değerini düşüren, aşırı zamlar yapan, ulusal para birimi Sucre’yi ABD dolarına endeksleyen, özelleştirmeleri hayata geçirmeye çalışan neo-liberal bir program hayata geçirmiştir. Bu politikalara karşı muhalefeti örgütleyen ana odak CONAIE ve müttefiklerinin talepleri ise ulusal para biriminin dolara dönüştürülmesinden vazgeçilmesi, fiyatların dondurulması, dış borçların reddi, stratejik kurumların özelleştirilmesinin durdurulması, Mahuad’ın istifa etmesi ve neo-liberal politikalardan vazgeçilmesi olmuştur. Bu noktada Quito yerlileri yol kesme eylemleri yapmış; kent hareketleri ise grevlerle bu süreci yaygınlaştırmıştır. Nüfusun çoğunluğunu Mestizos yani melezler oluşturmaktadır. Yerlilerin dillerine ise quechua adı verilir. 294 CONAIE, Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu, Novaya Gazeta, 22 Ocak 2004, http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=4 (Erişim Tarihi: 08 Nisan 2006) 293 109 21 Ocak 2000’deki ayaklanmayı yurtsever subaylar desteklemiş; Yüksek Mahkeme eski Başkanı Dr. Solorzano, CONAIE başkanı Antonio Vargas ve yarı yerli kökenli Albay Lucio Guiterrez’den oluşan üçlü komite yönetimi devralmıştır. Ancak 24 saat geçmeden ABD’nin baskısıyla Mahuad’ın yardımcısı neo-liberal politikaların destekleyicisi Gustavo Noboa devlet başkanlığı görevine getirilmiş ve Albay Guiterrez darbe girişimi suçlamasıyla hapse atılmıştır. 2002’de yapılan genel seçimlerde ise IMF karşıtı bir söylem ve Manta’daki ABD üssünün kapatılacağı vaadiyle yerlilerin yani CONAIE’nin desteğini alan Guiterrez devlet başkanı seçilmiştir295. Ancak Gutiérrez 2003’de ABD’nin en sağlam müttefiki olduğunu açıklamış ve ABD’nin Kolombiya Planı’nı gerçekleştirmesi için Ekvador’u üs olarak kullanmasına izin vermiştir. Ayrıca ALCA’ya onay vermiş; IMF ile gizli anlaşma yaparak “yeni çalışma yasası”nı çıkartmış; buna itiraz eden CONAIE’li iki bakanı hükümet dışı bırakmış; beş bin kamu görevlisini işten çıkarmış; petrol, sağlık ve eğitimi özelleştirmiştir296. Yükselen emekçi eylemleri üzerine 2005’de olağanüstü hal ilan etmeye kalkmış; fakat sadece hükümetin istifasını değil, politik sistemin reddini isteyen CONAIE ve müttefiklerinin eylemleri karşısında 20 Nisan 2005’te Brezilya’ya kaçmıştır. Yerini yine bir evvelki dönem olduğu gibi yardımcısı Alfredo Palacio gelmiştir. Ancak Guiterrez’in gitmesi eylemleri durdurmamıştır. 2005 Ağustosu’nda iki ana petrol kenti olan Sucumbios ve Orellena’da; altyapı, yol inşaatı, elektrik ve istihdam talepleriyle grev başlamıştır. Bu grev hükümetle doğrudan karşı karşıya gelişi beraberinde getirmiştir. Çünkü Ekvador ABD’nin L. Amerika’daki en çok petrol aldığı ikinci ülkedir. Hareket ilerleyen süreçte petrolün ulusallaştırılması talebine evrilmiş, talepler ABD şirketi Occidental Petroleum’un ülkeden kovulmasına ve ABD ile yapılan serbest ticaret anlaşmasının feshedilmesine kadar genişlemiştir. Talepleri hayata geçirmek için işçiler ve yerliler petrol tesislerini ve havaalanları işgal etmiştir. Buna karşılık zaman zaman olağanüstü hal (OHAL) uygulamalarına gidilmiştir. 2006 Martı’nda da yeniden OHAL ilan edilmiştir. Latin Amerika’nın tarihsel devrimci dinamiklerinden birisinin yurtsever subay “tenentismo” geleneği olduğunu belirtmek gerekir. Murad Akıncılar, Ekvador’da Komünarların Ertelenmiş Zaferi, Direniş Gazetesi, Sayı: 77, 22 Şubat 2000, s. 22. 296 Alvaro Michaels, Ekvador: Protestolar Emperyalizm’in Planlarını Tehdit Ediyor, 19 Haziran 2005, http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=49 (Erişim Tarihi: 08 Nisan 2006): pp. 2-5. 295 110 CONAIE ve işçi müttefiklerinin önünde duran sorun şudur: Devlet başkanı devirebilecek düzeyde etkili olabilen bir hareketin alternatif iktidar organlarını yaratamaması ve seçim siyasetinin sonuçta galip gelmesi. 3. Bolivya İşçi Merkezi (Central Obrera Boliviana-COB) Bolivya’da 1952’de ulusalcı bir halk devrimi gerçekleşmiştir. Devrimin önderliğini militan kalay madencilerinin örgütlenmesi olan ve çoğunluğunu yerlilerin oluşturduğu COB yapmıştır297. Ancak devrim kapitalist bir yol izlemiş ve COB, Komünist Partisi yanlısı bir çizgi izlediğinden dağlık bölgelerdeki maden işçileri arasında ikinci bir iktidar organı olarak şekillenmiştir. 1980’lerde başlayan neo-liberal politikalar sonucu sendikanın gücü zayıflatılmıştır. Özelleştirmeler sürecinde işsiz kalan COB üyesi eski maden işçileri koka köylü hareketi olarak mücadeleye devam etmiştir. ABD’nin koka üretiminin yasaklanmasına dönük mücadelesi sonucu güçlü bir anti-amerikancı damar oluşmuştur. Devlet ve paralı askerlere karşı verilen mücadele günümüzde FTTA’ya karşı verilen mücadele ile birleşmiştir. Bu noktada Bolivya’ya değinmekte yarar vardır. Bolivya, Latin Amerika’nın en yoksul ülkesidir. Amerika kıtasında ise Haiti’den sonraki en yoksul ülkedir. Halkın %70’i yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Dünya Bankası raporuna göre nüfusun %83’ü temiz su kaynaklarına ulaşamamaktadır. Nüfusun %30’unu Quechua, %25’ini Aymara yerlileri, %30’unu melezler ve %15’ini İspanyol asıllı beyazlar oluşturmaktadır. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan yerlilerin ya hiç toprağı yoktur ya da az topraklara sahiptir. İşsizlik çok üst düzeyde olup, eğitim, sağlık, elektrik gibi diğer hizmetlerden de yerli halk yoksun yaşamaktadır. Kişi başına geliri 500 dolar civarındadır. Oysa zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahiptir. %83’ü temiz su kaynaklarına ulaşamamaktadır298. Son on yıllarda uygulanan emperyalist proleterleştirme süreci bu Immanuel Wallerstein, Bolivya, Bush ve Latin Amerika, 1 Kasım 2003, http://www.binghamton.edu/fbc/124-tr.thm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006): p. 6. 298 Oya Özgüven, Mai ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Gurubu Bolivya Raporu, 5 Aralık 2003, http://www.antimai.org/bn/bnbolivya.htm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006) 297 111 durumu daha da derinleştirmiştir. Özelleştirmeler, yoksullaşma ve ayaklanmalar özellikle son beş yıla damgasını vurmuştur. 1996’daki özelleştirme süreciyle birlikte uluslararası tekeller yeraltı zenginliklerini ellerine geçirmişlerdir. Bunun sonucu olarak 2000 yılında yabancı şirketin yoksul semtlere su hizmetini götürmeyişi sonucu su isyanları patlak vermiş ve (bu isyanın sonucunda kazanılan başarıların yoksullara verdiği güvenin de etkisiyle) Bolivya’daki toplumsal mücadele, yer altı kaynaklarının -su, petrol ve doğalgazın- işçilerin ve halkın eline geçmesi, kamulaştırılması talebi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde kurulan Hayatı ve Suyu Savunma Koordinasyonu’nu işçiler, yerliler, öğrenciler, işsizler oluşturmuştur. 2002’de devlet başkanlığına seçilen Gringo “goni” lakaplı Sanchez de Lozada iktidarında özelleştirmeler devam etmiş ve protesto gösterileri şiddetle bastırılmıştır. Fakat anayolları kesmeler ve genel grevler yoğunlaşmıştır. Doğalgaz satılık değil! (El gas no se vende!) temel talebi üzerinden “Doğalgazı Savunma Ulusal Koordinasyonu” kurulmuştur. Bu koordinasyonun bileşenlerini COB, Sosyalizme Doğru Hareket (MAS), Aymara Yerli Hareketi (CSUTCB), Bolivya Topraksızlar Hareketi ve öğrenciler oluşturmuştur299. Diğer talepler tüm baskıcı yasaların iptal edilmesi ve Bolivya’nın serbest ticaret anlaşmalarından çekilmesi olmuştur. COB tarafından ilan edilen genel grev sonucu başkanlık sarayı sarılmış ve 17 Ekim 2003’de Lozada istifa etmiştir. Bu noktada devreye giren ABD, eski başkan yardımcısı Carlos Mesa’ya yeni bir hükümet kurdurmuş ve krize anayasal bir çözüm bulmuştur. COB300, Mesa hükümetine hiçbir biçimde güvenmeme kararı almış ve doğalgaz-petrol yasasını geri çekene kadar sınırsız grev yapma çağrısında bulunmuştur. Yine toprak reformu, özelleştirme karşıtı istemler, ALCA’ya karşı tavır geliştirilmesi ve Bolivya Daha ayrıntılı belirtmek gerekirse hareketin bileşenleri 1- Chapare’nin doğusundaki ovalardan koka yetiştiricileri (cocaleros’lar), 2- Güney dağlık arazilerle Potoso ve Sucre vadilerinden Quechua-Aymara köylü toplulukları, 3- Oruro ve Huanuni’den madenciler, 4- Kent hareketleri, 5- Aydınlar, öğrenciler ve yoksullaşan orta sınıflar. Forrest Hylton, Halk Ayaklanması ve Ulusal Devrim: Bölgesel ve Tarihsel Bağlamda Bolivya, Çev: İlker Kabran, Conatus Çeviri Dergisi, Sayı: 1, 31 Ekim 2003, http://www.zmag.org/Turkey/fh311003.htm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006): p. 3. 300 Tabi ki burada COB’u bütünleyen unsurlara değinmek gerekmektedir. COB’un bölgesel örgütü sayılabilecek olan El Alto Bölgesel İşçi Sendikası (Regional Workers Central-COR) Bolivya muhalefetinin merkezi olan El Alto’yu temsil etmektedir. Yine Mahalle Meclisleri Federasyonu (FEJUVE) oldukça etkilidir. COB bu örgütlenmelerle birlikte kurucu meclis talebinde bulunmaktadır. 299 112 halkını katledenlerin yargılanması gibi taleplerde bulunulmuştur. Yoksa COB Mesa hükümetinin de devrileceğini açıkça ilan etmiştir. Neo-liberal politikalara devam eden Mesa hükümetine karşı protestolar 2005 yılında ivme kazanmıştır. Bolivya; COB, Aymara yerlileri, maden ve fabrika işçileri, işsizler ve öğretmenlerin doğrudan eylemine -grev, yol kesme gibi- sahne olmuştur. Doğalgazın kamulaştırılması talebi etrafında birleşen bu unsurlar neo-liberalizme de meydan okumuşlardır. La Paz’ı saran gösteriler sonucu Mesa istifa etmiş ve “başkent fiilen Sucre kentine taşınmıştır”. Başkanlığa seçilen Rodrigez’de halkın taleplerinin karşılanacağı vaatlerinde bulunmuştur. Bu süreci uzlaşmacı ve hızla neo-liberal bir rotaya giren Sosyalizme Doğru Hareket-MAS olumlu karşılarken, COB ve Aymara Yerli Hareketi kamulaştırma ve doğal kaynakların kontrolü talebinden vazgeçmemiştir. Ancak yerli hakları konusu gibi bazı hususlarda tam bir birliğin olmaması, kır-kent güçlerinin birliği konusunda bazı problemler yaratmıştır. 2005’in sonunda yapılan genel seçimler sonrası MAS’ın adayı ve esas olarak yerlilerin temsilcisi olan Eva Morales, COB’un da desteğiyle devlet başkanı seçilmiştir. MAS’ın vaatleri, stratejik sanayilerin ulusallaştırılması, parasız eğitim ve sağlık hakkı, toprak reformu, koka üretiminin önündeki engellerin kaldırılması ve neo liberal politikaların durdurulması olmuştur. Ancak Petras, Morales’in 2002’den beri politik olarak sağa kaydığını ve lafa değil icraatlarına bakılmasına gerektiğini söylemektedir301. Nitekim 2006’nın Nisanı’nda havayollarının kamulaştırılması için greve giden işçilere müdahale edilmesi Morales’in Lula’nın yolunu izleyebileceği şüphelerini uyandırmıştır. Ama emek cephesi daha başkanlık seçimlerinden evvel izleyeceği yolu belirlemişti: Kimin kazandığı farketmez, El Alto savaşacak302. Günümüzde toplumsal hareketlerin geliştirdiği en ileri mücadelelerden birisini oluşturan Bolivya emek hareketinin önündeki en önemli sorun iktidar problemidir. Petras iktidar sorunu noktasında 2003’de konuştuğu sendika liderinin başkanlık sarayını neden ele geçirmediniz sorusuna verdiği “nasıl yöneteceğimizi bilmiyoruz” ifadelerini aktarmış ve işçilerin her türlü fedakarlığa rağmen iktidarı almaya tereddüt edebileceğini James Petras, “Sonuç”, Morales Yanılsaması: Popülist Retorik Aydınların Afyonu, 4- 20 Ocak 2006, http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=406 (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006): p. 1. 302 Muhalefetin merkezi olan El Alto için bkn. Federico Fuentes, Bolivya: Kimin Kazandığı Farketmez, El Alto Savaşacak, http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=359 (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006) 301 113 eklemiştir303. Yani sorunun çözümü yine tarihsel bir cevapta yatmaktadır: İşçi sınıfının kurtuluşu, işçi sınıfının kendi eseri olacaktır. 4. Emcali Yerel Hizmet İşçileri Sendikası (SINTRAEMCALI) Neo-liberal saldırıların en önemli biçimlerinden birisi olan özelleştirme uygulamaları; kamu hizmetlerinin yağmalanması, su kıtlığı, sağlık hizmetlerinin çöküşü, her düzeyde yoksullaşma vb. sonuçlara yol açmıştır. Kolombiya, bu yoksulluk ve yıkımın yanında büyük direnişlere de sahne olmuştur. Son dönemde en göze çarpan örnek, Emcali eyaletinde, belediye hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı direnişin örgütlenmesi olan SINTRAEMCALI’dir. SINTRAEMCALI, ülkenin ikinci büyük eyaleti olan Cali’de; belediye, su, elektrik, ulaşım ve iletişimin özelleştirilmesini durdurmuştur. Neo-liberalizme karşı doğrudan eylemi benimsemiştir. 1994’te sendika tabanında yöneticilerin devlet ve sermaye ile uzlaşmacı tavrına karşı işçi komiteleri oluşmuştur. Böylece devletten ve sermayeden bağımsız bir rotaya oturan sendika ve ona bağlı militan işçiler, 1995’te başkentteki İspanyol büyükelçiliğini, 1996’da altı gün boyunca Emcali’de üretim işyerlerini, 1998’de on dört gün ve yine 2001’de otuz altı gün olmak üzere CAM Tower’daki şirketin genel merkezini işgal etmiştir. Sendika Enstitüsü, yoksul öğrencilere ve en genel anlamda yoksullara ekonomik, politik ve toplumsal eğitimler vermiştir. Plan PARE (Emcali’nin Kurtuluşu Planı) adı verdiği program doğrultusunda işçiler, yoksul mahallelerle ilişki kurmakta ve başta eğitim, sağlık olmak üzere kamu hizmetlerini götürmekteler. Şirketin yaptığı yolsuzluklardan yola çıkan program kentin ihtiyaçlarının çözümlenmesine doğru gelişmiş ve şirkete yapılan baskı sonucu ana hatları şirkete kabul ettirilmiştir. İşyeri ve mahalleleri birlikte örgütlemeye ve eyleme geçirmeye çalışan sendika, diğer yoksul hareketleri ile de ortak hareket etmiştir304. Petras, “Parasız Eğitim-Parasız Sağlık Paneli”. Mario Novelli, “Horizontalisation”, SINTRAEMCALİ&Social Movement Unionism: A Case Study of Bottom-up Globalisation in Colombiya, England: University of Bristol, 2-3 May 2003, http://www.genietn.net/papernov.htm (Erişim Tarihi: 30 Mart 2006): p. 2. 303 304 114 Sendikanın pratik başarısını simgeleyen ise 2001’deki CAM Tower işgali olmuştur. 36 gün süren işgal boyunca onbinlerce kişi karar alma süreçlerine de katılarak yolları kapatmış ve özelleştirmeye karşı tepkilerini dile getirmiştir. Başta özelleştirmelerin durdurulması ve FTAA karşıtlığı olmak üzere, fiyatların dondurulması, yolsuzlukla ilişkisi olanların yargılanması gibi birçok talebi barındıran sendikal hareket, ekonomik ve politik talepleri birleştiren bir hatta sahiptir. Bu eylem sürecinde ulusal düzeyde örgütlü olan sendikalar da Özelleştirme Bakanlığı’nı işgal etmişler ve hükümet bu kent ayaklanmasının ana taleplerini kabul etmiştir. Gerek devletin gerekse şirketlerin paralı silahlı adamlarının -paramiliter güçlerinsaldırıları sonucu dünyada en çok sendikacının öldürüldüğü305 yer olan Kolombiya’da, işçi hareketi ekonomik-politik talepleri kaynaştıran ve bu talepleri bölgesel düzeyde örgütleyen bir hatta sahip olduğu zaman neler yapabileceğini göstermiştir. FARC gibi güçlü bir köylü hareketine sahip olan Kolombiya’da işçi hareketi ulusal düzeyde de militan bir örgütlenme hedefine ulaşma çabası içindedir. 5. Taban Komiteleri Konfederasyonu (Comitati di Base-COBAS) 1970’lerle birlikte sermayenin yeniden yapılanma politikaları Avrupa halklarını da etkilemiştir. Özelleştirme, işten çıkarmalar, insan etkinliğinin her alanının metalaştırılması ve refah devleti uygulamalarının terkedilmesi sonucu yoksullaşmanın karakterize ettiği geniş bir proleterleşme yaşanmıştır. Günümüzde İtalyan hükümetini Ulusal İttifak neo-faşistleri, yabancı düşmanı ve ırkçı Kuzey Ligi ve Forza İtalia, aynı zamanda İtalya’daki en büyük ekonomik imparatorluklardan birisine sahip olan Silvio Berlusconi’nin sahibi olduğu şirket/parti tarafından oluşturulan bir merkez-sağ koalisyon yönetmektedir. Bu hükümetin uygulamaları arasında sermayenin malileştirilmesini, emek pazarı deregülasyonları, işverenlerin işçileri adil bir neden göstermeksizin işten çıkarma hakkı (İşçilerin Statüsü yasasının 18. maddesinin iptali yoluyla), emek pazarına yeni esneklik biçimlerinin dahil edilmesi, devlet emeklilik SINTRAEMCALİ’ye de birçok saldırı gerçekleştirilmiş ve sendikanın militanları hayatını kaybetmiştir. 16 Haziran 2002’de sendikanın başkanı Louis Enruqie’ye de suikast girişiminde bulunulmuştur. 305 115 şemasının özelleştirmeyle birlikte zayıflatılması, kamusal eğitim ve sağlığın ortadan kaldırılması, yeni göçmen yasaları, grev yasasının kötüleştirilmesi ve yoksulları zenginler lehine soyup soğana çevirecek olan bir vergi sistemi reformu bulunmaktadır306. En büyük sendikal konfederasyon olan CGIL, zaman zaman; CSIL ve UIL ise bu uygulamalar karşısında çoğunlukla hükümetle anlaşmışlardır. İşçilere Maastricht anlaşmasının koşullarını karşılamak için fedakarlık ihtiyacını dayatan bürokrasiler tarafından ele geçirilmiş olan Avrupa sendikaları, emek pazarının merkezi biçimde yeniden yapılandırılmasından doğan kırıntılar üzerinde görüşmeler yapabilmiştir307. İtalya’da Berlusconi projesi ile sendikalar, ulusal sözleşmelerin kaldırılması çabasıyla yerel ve bir stk biçiminde konumlandırılmaya çalışılmaktadır. COBAS’ı 1960’lardaki ayaklanmalarda yer alan fabrika işçileri, hizmet sektörü ve geçici çalışanlar, işsizler, göçmen işçiler, iş akdi olmadan çalışan işçiler, öğretmenler oluşturmuştur. Sendika, en geniş anlamda güvencesizleri örgütlemeyi hedefleyen bir harekettir. İlk olarak 1986’da eğitim sisteminin özelleştirilmesine karşı okulların taban komitesi adı ile gelişen hareket, kısa zamanda diğer işkollarını da kapsamıştır. Konfederasyon “Okul Cobas” ve zaten sağlık hizmetindeki, sivil hizmetlerdeki, iletişim ve enerji işletmelerindeki işçileri bir araya getirmiş olan “Ulusal Cobas Koordinasyonu”nun birleşmesi ile 1999 Mart ayında kurulmuştur. COBAS ekonomik ve sendikal mücadeleyi politik-sosyal mücadele ile birleştiren, mücadeleyi işyeri sınırlarının ötesine taşıyan ve örneğin eğitimin özelleştirilmesi sorununda yalnız öğretmenleri değil tüm etkilenenleri örgütlemeyi amaçlayan bir anlayışa sahiptir308. COBAS devletten ve sermayeden bağımsız, özel/kamu, yerli/göçmen, kafa/kol, kadın/erkek, vasıflı/vasıfsız vb. ayrımı gözetmeyen bir anlayışa sahiptir. Sendikacılığı bir meslek olarak reddeden, diğer sendikaların neo-korperatist uzlaşmacı anlayışları noktasında toplumsal tepkiyi örgütleyen, öz-örgütlenmeler vasıtasıyla örgütlenen ama bunu işkolu örgütleri ile birleştirip işkolu sınırlarını da aşan bir perspektife sahip; yani pasif reddiye yerine kapitalizme karşı üyelerini ve toplumu topyekün saldırı Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu, “İtalya’da Berlusconi Hükümeti”, p. 1. Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu, “Avrupa Bağlamı”, p. 1. 308 COBAS Sözcüsü Piero Bernocchi ile 11-12 Ocak 2003 tarihli Die Junge Welt Gazetesinde Yapılan Söyleşi, İtalya’da Taban Sendikası Deneyimi: COBAS, Çev. Mahmut Gündoğdu, http://www.siyasigazete.net/2003/02/d1.htm#top (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2005): p. 1. 306 307 116 pozisyonuna geçirebilen bir hareket-eylem perspektifine sahiptir. Böylece devlet ve sermayeye karşı mücadele içinde sınıf bilincine sahip olunacağını savunmuştur. Böylece İtalyan işçi sınıfı politik-toplumsal bir güç olarak ortaya çıkacaktır309. Bu noktada COBAS emeklilik reformuna, esnekliğe ve güvencesizliğe karşı mücadele eden, eğitim-sağlık-su-barınma-enerji-iletişimin kamusal karakterinin korunmasını isteyen, işçilerin sendikalaşma ve grev hakkını savunma talepleri olan savaşa ve küreselleşme karşıtı eylemlere -ki en somutu 2001 Cenova eylemleri- katılan bir harekettir. COBAS ve içinde yeraldığı İtalyan toplumsal hareketi neo-liberal uygulamaları, örneğin işten çıkarmaları havaalanı ve otoban işgalleri gibi eylemlerle karşılayarak sorunlarının politik olduğunu ortaya koymuşlardır. Ancak şu ana kadar politik bir kazanım elde edememişlerdir. 6. Fransa İşsizler (İşsiz İşçiler) Hareketi Neo-liberal politikaların uygulanması sonucunda Fransa’da uzun dönemli işsizlik artmıştır. Resmi olarak 12 milyon işsiz sayısı açıklanmaktadır. Paralel olarak işsizlik ödemeleri düşmüştür. 1980’li yıllarla birlikte hayata geçen bu politikalar genel bir tepki birikimi yaratmıştır. Özellikle “yeni işçilerin” yani genç, göçmen ve kadın işçilerin (getto hareketlerinin bileşenleri) büyük çoğunluğu işsizlikle karşı karşıya kalmıştır. CGT 80’li yıllarda işsizleri örgütlemeye çalıştıysa da bunu bir işsizler hareketine dönüştürmeyi başaramamıştır. Çünkü bu yıllarda en geniş anlamda Avrupa Solu hala yeni işçi kesimlerin işçi sınıfının bir bileşeni olup olmadığı tartışmasını yapmakta ve geleneksel reformizmin etkisi altında ayrıcalıklı işçi kesimlerinin çıkarlarını savunmaktaydılar. Oysa günümüzde yapısal bir süreklilik sonucu ortaya çıkan işsizler (işsiz işçiler), gerek özerk anlamda örgütlenirken gerek de işçi sınıfının bütünüyle ortak örgütlenmek vasıtasıyla yeni bir işçi hareketinin etkili bir parçası haline gelmektedirler. İşsizler Hareketi310 1990’lı yılların başından itibaren küçük küçük birikimler içinde gelişmiştir. Ancak esas ortaya çıkışı 1997’de işsizlik fonlarının yönetiminden sorumlu Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu, “Cobas Kimdir?”, p. 4. “Hükümet bu hareketi ilk zamanlar “birkaç serserinin yıkıcı faaliyeti” olarak nitelemiştir. Tıpkı yukarıda değindiğim tepki hareketleri gibi. 309 310 117 ASSEDIC kurumunun işgaliyle başlamıştır311. Bu eylemi ertesi yılda devam eden Bölge Çalışma Daireleri işgalleri, Borsa işgali ve Paris’te seçkinler okulunun işgali izlemiştir. Hareketin temel talebi çalışma hakkıdır. Diğer talepler işsizlik parasının artırılması, göçmen işçilerin haklarının tanınması, Noel parası verilmesi ve ileri yaşlarda işsiz kalanlara erken emeklilik hakkının tanınması vb.dir. Eylem ve tartışmayı birlikte yürütebilen hareket, diğer ilerici toplumsal hareketlerle (sans papiers ya da kağıtsızlar diye adlandırılan-oturma ve çalışma iznine sahip olmayan göçmen işçiler, işçi gençlik ve köylü hareketleri) ortaklık kurabilmiştir. Bu sayede hareket, taleplerini topluma maledebilmiştir. Hayata geçirdiği doğrudan-militan (yoksulluk ve sosyal güvencesizliğe karşı acil toplumsal) eylemlilikler sonucu, Başbakan işçi temsilcilerinin yanında işsiz temsilcilerini de hükümetle görüşmeye çağırmak zorunda kalmıştır. Hareketin militanlığını da bu nokta açıklamaktadır. Çünkü hükümetler, toplumsal hareketler ancak ve ancak politik bir probleme dönüştüğü zaman onlarla görüşme yaparlar312. Bu durum işsizler hareketinin doğrudan eylem tarzını, anlayışını ve hareketin; ekonomik ve politik mücadeleyi birlikte ele aldığını kanıtlamaktadır. Fransa İşsizler Hareketi birkaç örgütlenmenin oluşturduğu ama çoğunluğu örgütsüz işsiz işçilerin bileşiminden oluşmaktadır313: 1- CGT Sendikasının İşsizler Komiteleri: Sendikalar içinde işsizleri örgütleyen tek sendika CGT’dir. İşyeri dışında bölgesel örgütlenme vasıtasıyla işsizler komiteleri 1970’li yıllardan itibaren kurulmaya başlanmış ama bu kesimin örgütlenmesine önem vermemiştir. FKP’nin “ilerici demokratik düzen” anlayışı ve işsizlerin sınıfın bir parçası olduğunu kavrayamama bu ilgisizliğin nedeni olmuştur. 2- APEİS (İstihdam, Enformasyon ve Destek İçin Birlik): 1987'de FKP tarafından kurulmuştur. İşsizler için toplu taşımacılığın ucuzlaştırılması, ya da işsizlere toplu taşımacılıktan yararlanmaları için işsizlik parası artışı yapılması talebini formüle etmiştir. 3- MNCP (İşsizlerin ve Güç Durumda Olanların Ulusal Hareketi): 1981-1982'de kurulan "İşsizler Sendikası"nın bölünmesi sonucunda 1987'de ortaya çıkmıştır. 311 Christophe Aguiton, The Unemployment Movement in France, Euro March, p. 3. Aguiton, p. 2. 313 Fransa’da İşsizlerin Mücadelesi Üzerine Birkaç Not…, Yeni Dünya İçin Çağrı Gazetesi, 25 Mart 1998, http://www.ydicagri.com/Sayilar/011/11yid_fransa.html (Erişim Tarihi: 24 Mart 2006), p. 11. 312 118 Sendikanın sol kanadı MNCP'yi kurmuştur. Hükümet, sendikalar ve işverenlerle birlikte "istihdam ittifakı" talep etmektedir. 4- AC (Yeter Artık-Act Together): İşsizler örgütleri içinde en ileri taleplere sahip, en ileri unsurları birleştiren ve mücadelelerde en aktif yer alan örgüttür. 1992-1993'de kurulmuştur. 1994'de ülke çapında birçok işsizler yürüyüşü örgütlemiştir. Birçok üyesi sol troçkist, anarkosendikalist ve çeşitli sol örgütlenmelerden oluşmuştur. Birkaç bin üyesi olan bu örgütler on binlerce işsiz işçiyi harekete geçirmişlerdir. Başbakan Villepin ve hükümetin 2006 yılının başında parlamentoya sunduğu -gençler arasında işsizliği azaltacağını iddia ettiği- yasa tasarısı, 26 yaşın altında çalışanların iş akdinde işverenlere geçerli bir neden göstermeden iş akdini feshetme hakkı tanımaktadır. Tam da bu süreçte yükselen tepkiler, işçi sınıfı hareketinin yeniden inşası için birçok olanağı içinde barındırmaktadır. 7. Arjantin İşsiz İşçiler Hareketi (El Movimiento de los Trabajadores DesempleadosMTD veya bilinen adıyla Yol Kesiciler-Piqueteros) Arjantin’de ihracata yönelik sanayileşmeye geçişle birlikte hızlı bir proleterleşme yaşanmıştır. Neo-liberal politikalara geçişle birlikte özelleştirmeler, karsız olduğu öne sürülen madencilik gibi devlet işletmelerinin kapatılması, ücretlerin düşürülmesi, sendikasızlaştırma, sosyal politikaların terki, finans sektörü üzerinden değer transferi ve yoğun bir işsizlik yaşanmıştır. Öyle ki 2001’in sonundaki resmi verilere göre işsizlik oranı %20’dir (gerçekte nüfusun yarısı ve hatta fazlası işsiz veya eksik istihdam edilir durumdadır). Yine IMF ile imzalanan stand-by anlaşmaları sonucu yoğun borçlanma yaşanmış ve ekonominin yönetimi IMF’nin eline geçmiştir314. Bu gelişmelere Arjantin emekçilerinin ilk tepkisi yağma hareketleri olmuştur. 1989’da mahalle çeteleri önderliğinde gelişen yağma harekelerinde süpermarketler, bankalar ve polis karakolları gibi iktidarı simgeleyen mekanlar hedef alınmıştır. İkinci tepki 1995’te açığa çıkmıştır. Bu dönemde hareketin ana sürükleyeni işsiz işçiler, talebi ise işsizlik Bülent Tanla, “Arjantin’in Son Yılları”, Arjantin Raporu Cumhuriyet Halk Partisi, Ocak 2002, http://www.belgenet.com/rapor/arjantin.html (Erişim Tarihi: 02 Şubat 2004) 314 119 sorununun çözülmesi olmuştur. İşsiz işçiler yol kesme315, ayaklanma ve kır-kent grevleri gibi doğrudan eylemlerle tüm halkın sözcüleri haline gelmişlerdir. İşsizlerin örgütlenmesi öz-örgütlenme deneyimi temelinde yükselmiş ve klasik sendikal mücadele biçimlerinin ötesine geçmiştir. Zaten Arjantin’de korporatist anlayışla yönetilen sendikalar vardı. İşsiz hareketi ise sermayeden ve devletten bağımsız bir anlayışla gelişmiştir. İşsiz işçiler güçlerini barrio’lardan almıştır. Bunun sebebi barrio’larda hiç işe gitmemiş gençlerin ve aile reisi kadınların yoğunlaşması; bu işsiz işçilerin sendika deneyimi olması; krizin ailelere etkisinden dolayı çoğunluğu kadın olan bir kitleyi harekete geçirmesi ve barrio’ların anayollara yakın olması; olmuştur316. Piqueteroslar, birçok guruptan oluşmuştur. Bunlar içinde en göze çarpanı öğretmenler ve kamu çalışanlarının oluşturduğu Arjantin İşçi Kongresi (Congreso de los Trabarojedes Argentinos-CTA)’dir. Sendika fiili üyelik temelinde işsizleri de kapsayan, üyelerinin doğrudan yönetimine dayalı ve işyeri dışında mahalli çalışma da yürüten, yerli hareketleriyle de temas eden bir anlayışa sahip olmuştur. 1999’da derinleşen ekonomik krize-IMF politikalarına karşı; grevler, fabrika işgalleri317 gerçekleştirilmiş ve işçiler, işsizler, öğrenciler, emekliler ve Mayıs Alanı Anneleri gibi gruplar iktidarla açık bir siyasal karşı karşıya geliş yaşamıştır. Sayıları yüz bini aşan işsiz guruplarının ulusal eylemi sonucu 19-21 Aralık 2001’de ayaklanma yaşanmış ve devlet başkanı istifa etmiştir. Anayollara barikat kurarak ekonomiyi -mal ve hizmet dolaşımını- felç eden, barışçıl gösterilerin yanında yerel hükümet ve belediye binalarını işgal eden ve zaman zaman yakan318 işsiz guruplarının talepleri de işsizlik sorununun çözülmesinden bir hayli genişlemiştir. İşsizlerin ve güvencesiz çalıştırılanların oluşturduğu Piquetero’ların, başlangıçta işsizlik ödeneğinin yükseltilmesi, gıda yardımı, asgari ücret ödenen geçici iş Piquetero adı da buradan gelmektedir. İşsiz kitlelerinin yollara barikat kurarak kesmeleri sonucu, işsizlere yol kesiciler veya barikatçılar adı verilmiştir. Arjantin solunun parçalı yapısına paralel olarak yaklaşık otuz piquetero gurubu bulunmaktadır. 316 James Petras, “Hareketin İzahı”, Arjantin’de İşsiz İşçiler Hareketi, Cosmopolitik Dergisi, Çev. Cevdet Aşkın, 04-24 Ekim 2004, http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=164 (Erişim Tarihi: 06 Nisan 2006): p. 3. 317 Fabrika işgallerinin simgesi Patagonya’da bulunan Zanon seramik fabrikasıdır. Zanon işgal fabrikasıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkn. http://wildcat-www.de/tr/a027t_ar.htm; http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=158 318 James Petras, Arjantin’de İşsiz İşçiler Hareketi, p.7-8. 315 120 talebi (süreç içinde genişleyerek yaşanılabilir düzeyde ücret verilen işe dönüşmüştür), hapse atılan işsizlerin serbest bırakılması ve su, sağlık gibi kamu hizmetlerinin sağlanması talepleri vardı. Ancak sonraları halk meclisleriyle ortaklaşan mücadele süreciyle birlikte dış borçların ödenmemesi, bankaların ulusallaştırılması, tarımda sübvansiyon, iş güvencesi, emeklilik fonlarında kamu kontrolü, devlet başkanı Fernando de la Rua’nın istifası, IMF ile ilişkilerin kesilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi vb. talepleri isteyen bütünsel bir mücadele sürdürmüşlerdir. Ancak 19-21 Aralık 2001 ayaklanması devlet iktidarını yıkmaya yönelmemiş, Piquetero’lar kendi kurumsallaşmalarını oluşturmaya çalışmıştır319. Bu da burjuvazinin iktidarını Duhalde eliyle restore etmesine imkan tanımıştır. Günümüzde neo-liberal politikacı Duhalde’nin ardılı olan Peronist Kirchner, bir yandan askeri darbe dönemini eleştirirken diğer yandan ABD’nin yanında Haiti’ye asker göndermiştir. Bir yandan ABD ve IMF politikalarını değiştirirken diğer yandan ülkenin tarımsal üretimini GDO cennetine çevirmiştir320. Hareket IMF programının fiilen durdurulduğu bir ortamda, IMF karşıtı bir söylem kullanan Peronist Kirchner’in iktidara gelmesiyle sokaklardan çekilmiştir. Çünkü Kirchner, hareketin iki ana kanadını, MTD ve İşgalci İşçiler Hareketi’ni (El Movimiento de los Trabajadores Desocupados-MDT) ehlileştirecek bazı yasal düzenlemeler yapmıştır. İşsizlik maaşlarının dağıtımı, özellikle hükümetle uyumlu çalışan Piquetero guruplarına verilmiştir. Böylece hem Piquetero gurupları iş yapar görünmüş ve gerilemelerini gizlemiş hem de hükümet “istikrar” ortamını korumuştur. İşgal fabrikaları için de atıl fabrikaların işçilerin yönetimine -buradaki denetimden kasıt işçilerin patronaj ilişkisi içinde fabrikayı üretime sokmaları- devredilmesi yasalarla güvence altına alınmıştır. Böylece hareketler birbirlerinden kopartılmış ve bağımsız bir hareket olarak genişlemeleri-bütünleşmeleri engellenmeye çalışılmıştır321. Alan Woods, 2001 krizi sonrası oluşturulan piquetero’ları, halk meclislerini, yerel ve fabrika komitelerini embriyonik bir Sovyet biçimi olarak tanımlamıştır. Alan Woods, “Embriyonik Sovyetler”, Arjantin Devrimi İçin Perspektifler, Londra, 11 Mart 2002, http://www.marxist.com/languages/turkish/arjantin_perspektifler.html (Erişim Tarihi: 04 Nisan 2006): p. 3. 320 Güneş Çelikkol, Arjantin: Reformsuz ve Alternatifsiz Reformizm, Buenos Aires, 5-11 Eylül 2004, http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=162 (Erişim Tarihi: 06 Nisan 2006): p. 5. 321 Tomas Eliaschev, Söz Alınteri Kurultayı Notları, Halay Düğün Salonu 4. Levent Sanayi Mahallesi Girişi, 11-12 Mart 2006. 319 121 IV. Türkiye Sendikal Hareketi ve Umut Veren Deneyimler Türkiye kapitalizminin neo-liberal politikalar paralelinde dünya kapitalizmine entegre olabilmesi için 24 Ocak 1980’de aldığı kararlar, işçi sınıfı muhalefeti karşısında hayata geçememiştir. Diğer yeni sömürge ülkeler gibi, ihracata yönelik sanayileşme adı verilen politikaları uygulayarak uluslararası yeni işbölümünde yerini almak isteyen Türkiye kapitalizmi, bu hedefine 12 Eylül askeri darbesi eliyle ulaşmıştır. 24 Ocak Kararları ile birlikte TL dolar karşısında %49 oranında devalüe edilerek dolar kuru 47 TL’den 70 TL’ye çıkarılmıştır. Temmuz 1981’den itibaren de günlük kur ayarlamalarına başlanmıştır. İhracata yönelik sanayileşmeye geçebilmek için girdi ithalatına vergi muafiyeti getirilmiş ve ithalattan alınan vergiler azaltılmıştır. T.C. Merkez Bankası ihracatı teşvik fonu kurmuştur. Alınan kararlardan birisi de fiyat politikasının piyasa koşullarının belirlemesi olmuştur. Böylece kamu kontrolü sınırlandırılmış ve fiyatlarda %100 ila %400 arasında artış olmuştur. Ücretler artık piyasa koşullarına göre belirlenmiş ve genel bir ücret gerilemesi yaşanmıştır. Yabancı sermayeyi teşvik edici kararlar alınmıştır. Kamu harcamaları azaltılmış322 ve kamu işletmeleri hızla özelleştirilmiştir323. Kar transferleri kolaylaştırılmış ve dış ticaret T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, “1980-1982 Yılları Arasında Türkiye Ekonomisi”, 1923’ten Günümüze Türkiye Ekonomisi, http://www.dtm.gov.tr/Ekonomi/Trkekon.htm (Erişim Tarihi: 22 Nisan 2006) 323 Özelleştirmenin anlamına daha evvelki bölümlerde değinilmişti. Ancak uzun bir alıntı yapmak pahasına bugün yıllardır Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı da yapan Prof. Dr. İzzettin Önder’in, gazetenin -yargı aşaması devam ettiği gerekçesiyle- yayınlamadığı TÜPRAŞ özelleştirmesi öznelinde yazdığı, özelleştirmenin anlamını irdelediği yazısının ilk iki paragrafı aktarılacaktır: TÜPRAŞ İçin Yurttaş Hareketi… “Özelleştirme sözcüğü ilkin 1969 yılında Peter Drucker tarafından ‘tekrar özelleştirme’ şeklinde kullanılmıştır. Bu tanımı yorumladığımızda, tarihin bir döneminde devletleştirme politikasının uygulandığını, şimdilerde ise eskiye dönüş biçiminde tekrar özelleştirme politikasına dönüldüğünü anlarız. …özelleştirmenin gerçek yüzünü görebilmek için doğru soru şöyle olmalıdır: ‘Tarihin bir aşamasında kamulaştırma politikasını dayatmış olan sermaye, niçin şimdilerde de özelleştirme politikasını dayatmaktadır?’ Bu sorunun yanıtı olarak, özelleştirme, krize girmiş sermayenin kendisine yeni faaliyet ve kar alanı açma, bu yolla krizi aşma ve siyasal-toplumsal kararlarda daha güçlü olma amacına ulaşma aracı…” olarak tanımlanabilir… Geçen haftaki yazıdan yapılan alıntıdan yola çıkarak, özelleştirme politikalarının amacını ortaya çıkan sonuca göre anlamak ve yorumlamak bilimsel bir yaklaşım değildir. Sonuç ortaya çıktıktan sonra dahi gerçeği kamuoyundan saklamaya çalışmak hainliktir. Özelleştirmenin nasıl bir yağma ve halkın birikimlerine yönelik saldırı olduğu “ köprüyü satarım, sattırmam” tuluatında belli idi. Daha o zamanlarda iç ve dış kaynaklı sermayenin kendileri dışında oluşmuş halk birikimini yağmalama iştahının kabarmış olduğu anlaşılıyordu. Sermayenin bu arzusunu tatminle görevli siyasiler ve toplumun beynini yıkama işlevini yüklenmiş olan medya halkı baskı altına aldı. Bu süreçte kamu çıkarı doğrultusunda özelleştirmelere karşı zorlu bir hukuk mücadelesi yürütüldü. Sermaye bu mücadeleyi, bir yandan siyasiler marifetiyle yasayı değiştirerek, diğer yandan da hukuksuzluğa başvurarak aşmaya çalıştı. Ege’deki beş çimento fabrikasının Danıştay kararına rağmen Fransız firmasında kalması yönünde zamanın hükümeti hukuk dışı bir karar aldı… İzzettin Önder, TÜPRAŞ İçin Yurttaş Hareketi, 322 122 serbestleştirilmiştir. 24 Ocak Kararları bugünkü ekonomi politikalarının temelini oluşturmuştur. 12 Eylül darbesi bizzat militan işçi hareketlerini bitirmeyi ve yerini bürokratikkorporatist bir sendikal hareketin almasını hedeflemiştir. İşçi sınıfının temsilcisi olan DİSK kapatılmıştır. Grevler yasaklanmış ve toplu iş sözleşmesi yetkisi başkanlığını Yargıtay iş davaları daire başkanının yaptığı Yüksek Hakem Kurulu’na verilmiştir. Bu kurulun üyelerini ise iki Türk-İş temsilcisi, iki Bakanlar Kurulu’nun atadığı temsilci, bir Çalışma Bakanlığı temsilcisi, bir Devlet Planlama Teşkilatı temsilcisi, bir TİSK temsilcisi ve kamu işverenleri adına bir asker temsilci oluşturmuştur324. Yine 2821-22 sayılı yasalar çerçevesinde %10’luk işkolu barajı getirilmiştir. İşçilerin ücretleri kısılmış ve hak kayıpları yaşanmıştır. Bütün bu gelişmelere Türkiye işçi sınıfının tepkisi zayıf kalmıştır. İşçi sınıfı ancak 1985 sonrası kıpırdanmaya başlamıştır. Bu dönemde 1989’da İşçi Baharı adı verilen işçi hareketleri ile yeniden bir güç olarak kendini Türkiye’de hissettiren proletarya, 1990 Zonguldak Maden İşçileri Grevi ve 1991 Kamu Çalışanları Sendikal Hareketi (KÇSH) süreciyle birlikte bir sıçrama yaşamıştır. Bu sürece kısaca değinmek gerekir. Kamil Kartal’a göre: 1989 İşçi Baharı’nın oluşumunda bağımsız işçi sendikaları (Otomobil-İş, Genel Hizmet-İş, Laspetkim-İş vb.) ve takiben 1988’de oluşturulan İstanbul İşçi Sendika Şubeleri Platformu başrolü oynamışlardır. 1978-79’da işçi olan kuşak da işçileşme süreçlerini tamamlayarak bu dönemin sürükleyici unsurları olmuştur325. http://www.iscikonseyi.org/modules.php?name=News&file=article&sid=2921 (Erişim Tarihi: 22 Nisan 2006): p. 1-2. 324 12 Eylül Rejimi, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 7. Cilt, İstanbul: İletişim Yayınları, 1988, s. 2394. 325 Kamil Kartal ile 2 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. (Bu dönem için küçük bir hatırlatma yapmak gerekirse bağımsız işçi sendikaları %10’luk işkolu barajından dolayı Türk-İş’e katılmışlardır. Bu durumdan tek istisna bağımsız Laspetkim-İş sendikası olmuş, bu sendika Hak-İş’e katılmıştır. Türk-İş’e geçen sendikalar -örneğin Genel Hizmet-İş sendikası Belediye-İş’ katılmıştır- katıldıkları sendikalarda yönetimi ele geçirmiş ve militan bir mücadelenin Türk-İş İstanbul şubelerine egemen olmasını sağlamışlardır.) 123 1986’da Bağımsız Otomobil-İş Sendikası Netaş fabrikasında 2650 üyesiyle birlikte greve çıkmıştır. Netaş grevi, 12 Eylül sonrasının ilk grevi olmuş ve ücret kazanımıyla başarıya ulaşmıştır326. Kartal, bu dönemi şöyle değerlendirmiştir: Bu dönemde bağımsız sendikaların ve Türk-İş’e bağlı militan sendikal şubelerin (Tes-İş 1 No’lu Şube, Belediye-İş, Selüloz-İş, TÜMTİS, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tek Gıda-İş, Harb-İş vb.) oluşturduğu İstanbul İşçi Sendikaları Platformu sendikal yasaklar üzerindeki baskıya karşı mücadele etmiş ve vizite eylemlerini gerçekleştirerek iş bırakma yasağını delmişlerdir. Bu işçi hareketinin geliştirdiği işyeri komiteleri dönemin en etkili işçi örgütlenmeleri olmuştur. İşyeri komiteleri, özellikle metal ve enerji işkollarında işyerlerine dayanan bir hareket oluşmasını sağlamış ve böylece tek tek yaşanan direnişler birleşmiş; sendika merkezlerinin müdahalelerinin devre dışı kalması sağlanmıştır327. Kartal’a göre İşçi Baharı’nın yenilgisinin -bir temel, iki tali- üç nedeni vardır: Birincisi -temel neden-, işçi hareketinin ekonomik taleplerden politik talepleri hedefleyen bir düzleme dönüşememesi; yani hareketin sınıf hareketine dönüşememesi, bunu sağlayacak özneyi çıkaramamasıdır. İkincisi, devlet ve sendikal bürokrasi, politikleşemeyen harekete çabuk müdahale etmiştir. Anayasa değişikliğine giderek emekli olacak sendikacıların görevlerine devam etmesinin önünü açarak sendikaları ellerinde tutmasını sağladılar. Üçüncüsü, sendikal bürokrasi, devletle geliştirdiği ilişkiler belirleyiciliğinde militan sendika yönetimlerini ve işyeri komitelerini tasfiye etmiştir328. 1990’da düşük ücretlerin, ağır çalışma koşullarının, madenlerin küçültülmesi, özelleştirilmesi, kapatılması önerilerinin ve 12 Eylül’ün baskısının sonucu Zonguldak’ta maden işçileri greve çıkmıştır. Esasen bu birikim 12 Eylül evveli Yeraltı Maden-İş sendikasının mücadele okulunda yetişen işçilerin sürüklemesiyle açığa çıkmıştır. Bütün kent halkının da katıldığı grev sürecinde Ankara’ya yürüme kararı alınmıştır. Ancak bürokrat sendika önderlerinin teslimiyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin E-5 karayoluna Şengül Karadağ ve Serpil İlgün, “89 Bahar Eylemleri Güncesi-Netaş”, 89 Bahar Eylemleri: Böyle Olur İşçilerin Baharı, http://www.sendikanet.org/tr/modules/news/article.php?storyid=23 (Erişim Tarihi: 27 Nisan 2006): p. 1. 327 Kamil Kartal ile 2 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. 328 Kamil Kartal ile 2 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. (Burada Kamil Kartal’ın verdiği iki örnek, Kartal’ın tabiriyle “işyeri komitelerinin etkisini ve tasfiyeciliğin boyutlarını gözler önüne” sermektedir: “1- Kristal-İş sendikası 1989’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde gerçekleştirdiği genel kurulunda sendika tüzüğüne fiili örgütlenmeler olan işyeri komitelerini almıştır. 2- O dönem başkanlığını Kamil Kartal’ın yaptığı Tes-İş 1 No’lu şube, genel merkez tarafından yedek üyeleriyle birlikte dört kez görevden alınmış, buna rağmen işyeri komiteleri yeniden bu militan sendikacıları yönetime seçmiştir”.) 326 124 8 km. kala Mengen’de kurduğu barikatın geçilememesi sonucu sönümlenmiştir. Çetin Uygur bu sürecin gelişimini kısaca şöyle açıklamaktadır: Bu grevde üretici işçiler belirleyici olmuştur. Bu işçilerin özelliği değil okumak güneş görmeyen işçiler olmalarıdır. Tek tek, gurup gurup sorunları birleşince ayağa kalkarlar…. Grevde ilk yirmi gün belirleyicidir. Çünkü güneş yeraltı madencilerinin vücudunu etkiler ve onları halsiz bırakır. Sonra güneşe alışınca önünde durulmaz bir güç olurlar. 12 Eylül, Osmanlı’dan beri göç vermeyen aksine göç alan bir kent olan Zonguldak madencileri üzerinde ekonomik ve örgütlenme anlamında sıkıntılar doğurmuştur. Grev sürecini tetikleyen bir diğer unsur ise, Amasra’dan gelen ve 12 Eylül evveli Yeraltı Maden-İş sendikasında örgütlenen işçilerin, şube ve sendika yönetimlerine seçilmeleri olmuştur. Buna ek olarak o dönemde çıkarılmaya başlanan İşçilerin Sesi gazetesi, maden işçilerine yön gösterici bir çizgi izlemiştir. Zonguldak eylemi, işletme sınırlarını aşıp bir kent eylemi özelliği kazanmış ve işçi hareketinin yayılmasını engelleyen duvarı aşmak için Ankara’ya yürüme kararı almıştır…. Şemsi Denizer yürüyüş evveli valilikten çıkıp Madenciler Anıtı’nın önüne gelir ama Madenciler Anıtı önünde coşkulu halkı görünce “durun” diyemez ve yürüyüşe katılıp, yürüyüşü kontrol etme amacı güder. (ayrıca danışmanı devletle ilişkilidir.) İşçilerin tepkisi 12 Eylül rejiminedir. Talepler hızla ekonomikdemokratik taleplerden siyasal demokrasi talebine genişlemiştir. Bu talep hızla Türkiye’ye yayılmış ve madencilere giyecek vb. destekler gelmiştir. Siyasi iktidar, sosyal demokrat CHP’lileri eylemin sona erdirilip uzlaşılması için göndermiş ve bizzat Başbakan Abant’a gelerek, fiili-bölgesel eylemliliği sona erdirmek için anlaşma teklif etmiştir. İşçilerin İstanbul-Ankara yoluna çıkmaları engellenmiş ve 24 Ocak dönüşümünün devam etmesi sağlanmıştır. Burada siyasal bir önderliğin olmaması yürüyüşün yenilgisinin temel nedenidir329. Neo-liberal politikaların ülkemizde uygulanmaya başlanmasıyla birlikte kamusal hizmetler piyasalaştırılmaktaydı. Böylece kamu çalışanı olan memurlar gerek ücretlerinin düşmesi gerekse toplumsal statülerinin kaybını yaşamış ve proleterleşmeye başlamışlardır. Kendilerini Kamu Çalışanları Sendikal Hareketi (KÇHS) olarak adlandıran öğretmenler, belediye çalışanları vb, konfederatif bir sendika kurma, toplu sözleşme yapma ve daha da ileri bir talep olarak işçilerle birlikte ortak örgütlenme hedefleri ekseninde bir çıkış gerçekleştirmişlerdir. Hatta devletin kurdukları sendikaları kapatması üzerine mühür kırma eylemleri gerçekleştirmiş ve sendikalarına sahip çıkmışlardır330. Ancak bu harekete de bürokratik sendikacılık egemen olmuştur. Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. (“İşçiler demokrasi talebini benimserken, geçtikleri bir köprüye demokrasi köprüsü adını vermişlerdir. Geri dönüş yolunda aynı köprüden geçerlerken yola çıkış idealleri akıllarına gelir: “Demokrasiden vazgeçtik, bari paraları verseler, derler”. Zonguldak madencilerini yerli ve kent dışı işçiler oluşturmaktadır. Genelde kent dışından gelen Karadenizliler eylemlerde belirleyici olurken, bu eylemde yerli işçiler eylemin sürükleyicisi olmuştur. Şemsi Denizer ve danışmanı, geri dönülmesine rağmen eylemin verdiği prestijle Türk-İş Genel Merkezi’ne seçilmişlerdir. Ancak milletvekili seçimlerinde kent halkının desteğini alamamışlardır”.) 330 Kamu çalışanları sendikal hareketi ayrıntılı bilgi için bkn. KESK, Tarihçe, http://www.kesk.org.tr/kesk.asp?sayfa=tarih 329 125 Uygur, DİSK’in açılışını ve bu dönem tartışmalarını şöyle değerlendirmiştir: 1993’te DİSK yeniden açılmış ve malvarlıkları iade edilmiştir. Bu dönemde Abdullah Baştürk, Aksaray’da yapılan bir toplantıda ortak bir bütçe oluşturup değişen ülke koşullarında gazete-dergi-radyo vb. bir aracın çıkarılması ve ortak bir örgütlenmeye gidilmesi fikrini savunmuştur. “Ancak ekonomik olarak güçlü olan sendikalar bu öneriye yanaşmazken, sol sendikalarda böyle bir anlayışa ihtiyaç olmadığını savunmuşlardır. 1994-95 yıllarına kadar her sendika kendi başına örgütlenmeye çalışmıştır. 95 sonrası DİSK içindeki devrimci-demokrat sendikaların isteği doğrultusunda gerçekleştirilen Ören ve Gönen toplantılarında; merkezi-demokratik yeni bir yapılanma, bölgesel ve sanayi siteleri düzleminde örgütlenmeyi hedefleyen; işyerleri ve 8 saatlik çalışma saati dışını da örgütlemeyi hedefleyen bir örgütlenme anlayışının oluşturulması, bu noktada da işçi evlerinin açılması kararları alınmıştır. Ancak konfederasyon ve sendika yöneticilerinin katıldığı bu toplantılar sonrası bu kararlara uyulmamış ve taban bilgilendirilmemiştir. Ortak bütçe, ortak yayın ve ortak örgütlenme kararlarının yerini ‘herkes kendi başının çaresine baksın’ anlayışı almıştır331. 90’lı yılların sonuna doğru Avrupa Birliği (AB) süreci çerçevesinde uluslararası yeni işbölümüne katılımın köşetaşları oluşturulmuştur. Yerel Yönetimler Yasası, Sendikalar Yasası, Yeni İş Yasası332, Personel Rejimi Yasası ve Kamu Reform Yasası hayata geçmiş veya geçirilmektedir. Sağlığı, eğitimi, sosyal güvenliği ve emekliliği düzenleyen rejimlerin değiştirilerek güvencesiz çalışmanın ivmesinin yaratılması; yine AB sürecinin bir uygulaması olarak ülkemizin 1/3 nüfusunu oluşturan köylülerin tarımı çözen politikalar vasıtasıyla kentlere gelerek proleterleşmesi-proleterleşecek olması ve işgücüne katılım açısından Türkiye’nin 1998-2010 arasında Pakistan ve Filipinler ardından dünya üçüncüsü olması beklentileri, Türkiye toplumunun önündeki altüst oluşu gözler önüne sermektedir333. G. Kore’den G. Afrika’ya, L. Amerika’dan Avrupa’nın bazı ülkelerine uzanan yeni işçi hareketleri, henüz ülkemizde tekil örneklerin ötesinde biçim bulmamıştır. Seka, Seydişehir Eti ve Tekel işçilerinin direnişleri; deniz adamları ve Tüpraş işçilerinin mücadelesi gibi sendikalı işçilerin özelleştirmelere karşı eylemleri işçi hareketlerine rengini veren unsur olmaktadır. Yeni işçi hareketlerinden ise en göze batanlar şunlardır: Kamu sektöründe taşeronlaştırmaya karşı mücadele eden Enerji-Yapı-Yol Sen ve şimdi Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. Müjdat Şakar, 10 Haziran 2003’te yürürlüğe giren 4857 sayılı yeni İş Kanunu’nu neo-liberal küreselleşme rüzgarının bir eseri olarak nitelemiş ve iş hukukunun işçiyi koruma ruhuna aykırı görmüştür. Bu kanunun güvencesizleştirmenin hukuki çerçevesini oluşturacağını belirten Şakar, kanunun savunulamayacağını söylemiştir. Müjdat Şakar, “Sunuş”, İş Hukuku Uygulaması, 5. Baskı, İstanbul: Beta Basım, Eylül 2003, s. VI. 333 Özuğurlu, “Çizelge:3 Tüketim Malları İhracatında İlk Yirmide Yer Alan Çevre Ülkelerde Proleterleşme Eğilimleri ve İşgücünün Yapısı”, s. 106. 331 332 126 Enerji-Sen, fason üretim yapan tekstil atelyelerinde örgütlenen Tekstil-Sen, Basın-İş’in Samandıra bölge deneyimi, Tuzla bölgesinde Deri-İş ve Limter-İş, sağlık alanında örgütlenemez denilen taşeron işçileri örgütlemeye çalışan Devrimci Sağlık-İş, yine Birleşik Metal-İş, Petrol-İş ve Nakliyat-İş sendikaları; Halkevleri, Dayanışmaevleri ve Halk Kültür Merkezleri gibi yoksul mahalleli örgütlerin yerleşim alanlarına yayılan üretimde çalışan işçileri örgütleme çabaları ve bölgesel İşçi Kurultayları; geleceğe dair önemli ipuçları veren örneklerdir. Bu mücadelelerin yanında serbest meslek guruplarının, yoksulların ve çiftçilerin de eylemleri yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Son iki yıldır Tabip Odaları örgütlenmeleriyle doktorlar parasız sağlık-sağlık hakkını koruma ve ücret taleplerini “grev”leriyle ülke gündemine taşımışlar ve bu mücadeleyi fiili bir eylem tarzıyla yürütmüşlerdir. Yine meslek örgütlerine bağlı olarak çalışan ücretli mühendislerin bu örgütlerin en militan-hareketli kesimi olması paralel bir gelişmedir. 2001 krizi sonrası gelişen esnaf eylemleri de serbest meslek çalışanı ve zanaatkar olarak adlandırabileceğimiz heterojen büyük bir kitlenin proleterleşmeye vereceği tepkiye bir örnek oluşturmuştur. Yoksul mahalle hareketleri olarak adlandırılan -örneğin Gazi Olayları- yeni işçi hareketleri de barınma, su, ulaşım, parasız eğitim-sağlık hakkı gibi kamusal hizmetlerin sağlanmasından; devlet ve sermayenin her türlü baskısının sona erdirilmesine kadar geniş bir yelpazeyi içeren bir hatta sahip olmuştur. Çiftçilerde genelde Ziraat Odalarında örgütlenmişlerdir. Son dönemde kurulan Çiftçi Sendikaları hareketi de Viva Campesina’nın Türkiye ayağı olarak çiftçileri örgütlemeyi hedeflemiştir. Ülkemiz işçi hareketinin krizine ve hareketteki tartışmalara değinirsek; 1- Devlet ve sermayeden bağımsız sendikal çizgi hedefleyen iki sendikal konfederasyon DİSK ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde geliştirilen Emeğin Avrupa’sını oluşturma söylemiyle sermaye karşıtı çizgilerinden uzaklaşmaktadırlar. Burada AB benzeri bir birlik olan ALCA’ya karşı çıkan Latin Amerika emek hareketlerini örnek almak gerekmektedir. Yine AB sürecine paralel olarak Avrupa işçi sınıfının 150 yıllık mücadeleler sonucu kazandığı haklarını ellerinden almaya çalışan ve Avrupa sermayesinin bir parçası olan ETUC’tan bağımsız bir süreç izlenmelidir. ETUC temsilcisi Henry Lourdelle, sendikanın iki temel ilkesini 127 şöyle belirtmektedir: “Birincisi şirketlerin üretimini ve rekabetini savunmak, ikincisi esneklik ile iş güvencesi arasındaki dengeyi sağlamaktır. Esnek çalışmayı geliştirmek de ETUC’un bu noktadaki temel hedefidir”. Bu ifade, ETUC ile AB sermayesi arasındaki ilişkiyi anlamamızı sağlamaktadır334. 2- Sendikal hareket iki yılda bir yapılan toplu pazarlık faaliyetine merkezi önem vermiştir335. Bu durum ekonomik mücadelenin sendikaların asli sorunu olduğu anlayışını doğurmuş; günümüz dünyasında siyasal ve ekonomik mücadele ilişkisi yeniden tanımlanırken sendikalarımız bu konuda bir adım atmamışlardır. 3- İşçi sınıfının sandık siyasetine yönlendirilerek fiili mücadele zeminleri üzerinden bir hareket yaratmasının önü kapatılmaktadır. Latin Amerika işçi hareketlerini incelerken karşılaşılan bu konu ülkemizde de son bir yıl içinde sıkça tartışılan bir konu olmuştur. Türkiye’de bu tartışma DİSK’in veya DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin336 parti kurma girişimi olarak biçim bulmuştur. Kartal’a göre: DİSK’in güncel görevi sendikal-sınıf hareketini örgütlemek olmalıdır. DİSK, bunun üzerinden ülkemizde kurulabilecek bir işçi partisinin kurucu bir unsuru olabilir. Kaldı ki bu girişim kişisel bir girişimdir ve amaç sınıf partisi kurmak değildir337. Uygur’a göre ise: Çelebi, Rıdvan Budak’ın çizgisini izlemektedir. DİSK Başkanlar Kurulu’nun çoğunluğu, 1998 seçimlerine giderken CHP’nin desteklenmesini istemiş; Dev Maden-Sen, Dev Sağlık-İş ve Basın-İş ise bağımsız iktisatçıların hazırladığı “IMF karşıtı program”ın temel alındığı DİSK, KESK, TTB, TMMOB başta olmak üzere, tüm sol kitle örgütlenmesi ve siyasi partilere gidilmesi önerisini Özgür Müftüoğlu (Akt.), ETUC Kimin Temsilcisi, 16 Mayıs 2003, http://www.evrensel.net/03/05/16/kose.html#3 (Erişim Tarihi: 28 Nisan 2006). Bu konuda ayrıca bkn. Çiğdem Çidamlı, “Emeğin Avrupa’sı”: İşçi Sınıfını Birleştiren Değil, Bölen Bir Slogan, 16 Aralık 2004, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1370 335 Metin Kutal, Türk Sendikacılığını Çevreleyen Olumsuz Koşullar, Özellikler ve Yeni Bir Yapılanma İhtiyacı, Birleşik Metal-İş Çalışma ve Toplum Dergisi, 2005/2, s. 19. 336 Burada Süleyman Çelebi’nin TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Mustafa Koç için açılan dava hakkında görüşlerini de aktarmak gerekir: “Sayın Başbakan benim hakkımda da suç duyurusunda bulunsun. Bu konuda benim üyelerim benim hakkımda ne tepki koyarlarsa Mustafa Koç hakkında da aynı tepkiyi koyacaklardır. Mustafa Koç’u da diğerlerini de ayırt etmeden özgürlükler konusunda sokağa çıkarız, eylem yaparız. Bu önemli insanların ülkenin sorunlarını konuşmaları demokratik haklarıdır”. (Sabah, 23 Aralık 2005, s. 7.) Çelebi’nin açıklamalarına sermaye çevrelerinden destek, DİSK’in sorumlu sendikalarından ve aydınlardan yoğun bir eleştiri gelmiştir. Çelebi’nin bu tavrı 1848’le birlikte bağımsız bir sınıf olarak iktidar mücadelesi veren proletaryanın sınıf savaşımı ilkesine aykırı bir durum olarak değerlendirilebilir. 337 Kamil Kartal ile 2 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. 334 128 yapmıştır. Çelebi’nin Başkanlar Kurulu’na Baykal’dan getirdiği cevap şöyledir: “Bana böyle gelmeyin, Bayram Meral gibi gelin”. Yani, benim programıma tabi olursunuz cevabını vermiştir. Bu gelişmeler üzerine DİSK Başkanlar Kurulu, üç sendikanın verdiği öneriyi kabul etmiştir. Ancak bu süreç hayata geçmemiştir. Bugün de ulusalcı bir CHP yerine, Sosyalist Enternasyonal, AB ve Alman Vakıfları gibi çevreler; küreselleşmenin kurallarına uyan ve onu uygulayan bir sosyal demokrat parti istemektedirler. Bu isteği gerçekleştirebilecek tek örgüt, hala toplum nezdinde bir prestiji olan DİSK olabilirdi. Çelebi’nin üstlendiği misyon bu olmuştur. DİSK örgütlenmesini değiştirmezken bu misyona soyundurulmuş, ancak DİSK İçindeki CHP’lilerin ve sosyalistlerin tepkisi sonucu parti girişiminin konfederasyonun bir girişimi olmadığı açıklanmıştır338. 4- Son olarak Osmanlı toplumundan günümüze miras kalan bir olgu da ümmet toplumu anlayışı olmuştur. İşçilerin bir sınıf olarak örgütlenmesi önünde ciddi bir engel olan bu anlayışa güncel bir örnek vermek gerekirse, Diyanet İşleri Başkanlığı 2005’in Kasım ayında çalışma ilişkilerine yönelik bir hutbe yayınlamıştır339. Uygur’a göre: Günümüzde AKP iktidarıyla kapitalist sistem oturmaktadır. IMF-DB programları çerçevesinde sosyal güvenlik anlayışı terkedilmiştir. Eğitim, sağlık, çalışma hakkı vb. piyasa koşullarına bırakılmasının yarattığı kırılmaya karşı bir emniyet sübabı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu noktada fitre toplamak, kullanılmayan kıyafetlerini vermek, yoksulla dayanışmak ve okula gidemeyenleri okula göndermek vb kampanyalarla çözümler üretilmekte, şükretme anlayışı tüm topluma empoze edilmektedir. Örgütlenme, devletin iş sağlaması ve yönetime katılma hakkından vazgeçen; yukarısı ne verirse kabul eden bir ümmet toplumu oluşturulmaktadır. Bu uygulama “üreten yönetmeli” anlayışının doğmasını engellemektedir340. Ümmet toplumu anlayışını, daha geniş bir çerçeveden; sermayenin sadaka mekanizmasına dayalı bir sosyal güvenlik anlayışını oluşturma çabası açısından da incelemek gerekmektedir. Özellikle yeni sömürge ülkelerin kapitalist sisteme entegre olması için, IMF ve DB tarafından hazırlanan yapısal uyum politikalarının önemli bir unsuru, STK’lara; yoksullukla mücadele ve dayanışma misyonunun yüklenmesi olmuştur. Kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi ve sosyal güvence kapsamının Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. Haberi aynen şöyledir: ‘Sigortasız işçi çalıştırma hutbesi’… Diyanet İşleri Başkanlığı, işverenlere sigortasız işçi çalıştırmamaları ve sigorta primlerini eksiksiz yatırmaları uyarısında bulunacak… Aralık ayında tüm camilerde okunacak “Çalışma hayatı ve sorumluluklarımız” konulu hutbede, şöyle denilecek: “İşveren, işçisine güç ve kabiliyetinin üzerinde iş yüklememeli, onu kardeşi gibi görmeli, temel haklarına saygılı olmalıdır. Sigortasız işçi çalıştırmanın veya sigorta primlerini eksik yatırmanın, başlı başına bir kul hakkı olduğunu unutmamalı, kıdem tazminatını ise işçinin fiilen aldığı en son ücret üzerinden ödemelidir”. Hutbede, çalışanların ibadetlerini yerine getirebilmelerine olanak sağlanması gerektiği de bildirilecek. Ücretler zamanında ödenmeli… Hutbede, şu ifadelere yer verilecek: “Bilgi, beceri ve uzmanlık gerektiren işlerde çalışanların durumlarına uygun, tatmin edici ve adil ücret ödemelidir. Çalışanların maaşını tam ve zamanında ödemelidir. Sevgili Peygamberimiz, ‘Çalışanın ücretini alın teri kurumadan veriniz’ buyurarak, bu konuda işverenleri duyarlı olmaya davet etmişlerdir”. (Milliyet, 7 Kasım 2005, s. 8.) 340 Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. 338 339 129 daraltılması sonucu yaşanan boşluk; piyasaya, topluma ve geleneksel dayanışma kurumlarına bırakılarak doldurulmak istenmektedir. Yine içinde bulunduğumuz mülksüzleştirme ve güvencesizleştirme sürecinde, özellikle orta sınıflar; kendi konumlarının kırılganlığından dolayı bu tip sosyal ağlara aktif olarak katılmaktadırlar341. Ülkemizde hayata geçen ve geçmekte olan bazı örnekleri inceleyerek toplumsal hareket sendikacılığı anlayışını, yeni bir emek hareketinin ilkelerini ve pratiğini daha iyi anlayabiliriz. Bu noktada 12 Eylül evvelinde gerçekleşen Yeniçeltek deneyiminin verdiği dersler ve günümüzde, yoksul mahalle örgütleri olmaları yanında, bu mahallelerde emek eksenli bir yaklaşım izleyen, güvencesiz işçileri örgütlemeyi hedef alan Halkevleri, Dayanışmaevleri ve Halk Kültür Merkezleri örnek verilecektir. A. Yeraltı Maden İşçileri Sendikası ve Yeniçeltek Deneyimi342 Yeraltı Maden-İş Sendikası’nı; Yeniçeltek, Beypazarı ve Hekimhan işçileri 1975’de kurmuştur. Yeniçeltek Linyit İşletmeleri de Şeker Fabrikalarının ihtiyacını karşılamak için kurulmuştur. Yeniçeltek’te Yeraltı Maden İş’in örgütlenmesi sonrası baskılar artmış ve saldırılar gerçekleştirmiştir. Buna rağmen maden işçileri köylülerle bütünleşmiş ve örgütlülüklerini korumuşlardır. 5 Mayıs 1976’da Yeniçeltek’te 980 maden işçisi greve başlamıştır. Madencilik kolundaki yasalar gereği yapılan bu eylem, işkolundaki ilk grevdir343. Sendikal mücadele; işyeriyle sınırlı tutulmamış, bölgesel bir nitelik kazanmıştır. Maden işçileri, gençlik ve köylülerle komitelerde örgütlenmişlerdir. Bu girişime karşı bölgede alevi-sünni çatışması yaratılmaya çalışılmıştır. Çorum Olayları çatışmalara örnek oluşturur. “ABD vatandaşı” Robert Aleksandr ve ABD Büyükelçiliği 1. Katibi Mr. Sema Erder, ‘Yeni’ Yoksulluk ve ‘Yeni’ Modeller, Kızılcık Dergisi, Mart 2004, s. 41 Sendikanın bu deneyimden başka Alpagut, Hekimhan ve Aşkale örnekleri hayata geçmiştir. Alpagut kendiliğinden ve politik bir boyutu olmayan bir deneyimdir. Hekimhan’da Bilfer Demir Madencilik’in üretim araçlarını kaçırma girişimi engellenmiş ve üretim, işçilerce devam ettirilmiştir. Aşkale ise, dönemin Milliyetçi Cephe (MC) iktidarına karşı işletmeye el koyan ve üretimi devam ettiren bir örnektir. Aşkale’de üretim yedi ay boyunca devam ettirilmiş ancak üretimin satışı gerçekleştirilememiş, stoklanmıştır. Yeniçeltek deneyimi her yönüyle bu örnekleri aşmıştır. 343 DİSK, “1976”, DİSK Tarihi, http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=28 (Erişim Tarihi: 24 Nisan 2006): p. 5. 341 342 130 Mayk bizzat bölgede mezhep çatışmalarını organize etmişlerdir. Yeraltı Maden-İş’e saldırılar da sağ-sol çatışması olarak lanse edilmiştir. Ancak işçilerin bölgeyle bütünleşen mücadelesi sonucunda Çorum Olayları bölgeye yayılamamıştır344. Çetin Uygur ülkemizde hakim olan ve iktidarın da istediği sendikal yapıyı şöyle betimlemektedir: En üstte sendika merkezinin, ona bağlı olarak şubelerin ve en altta işyeri temsilciliklerinin bulunduğu bir yapılanma vardır. Buna göre tek hakim sendika merkezidir. İşyeri temsilcilikleri, işçi ve çoğunlukla işverenin taleplerini şube yönetimine taşır ve şube de genel merkeze. İki yılda bir toplu sözleşme yapan, sınıf bağımsızlığı ve mücadelesi gibi bir derdi olmayan bu sendikal anlayış, devlet ve sermayenin işçi hareketi üzerindeki en önemli denetim mekanizmasını oluşturur345. Yeraltı Maden-İş Sendikasının Genel Başkanı Çetin Uygur ise sendikasının örgütlenmeye bakışını şöyle açıklamaktadır: Sendikanın merkezinde İşyeri İşçi Konsey Meclisi bulunmaktadır. Bu meclis işkolu ve genel anlamda işçi hareketinin ekonomik ve siyasal taleplerini savunur. Meclisi oluşturan temsilciler, her işyerindeki işyeri konseyleri temsilcilerinden oluşmaktadır. İşyeri konseylerini ise İşyeri işçi komiteleri temsilcileri oluşturmaktadır. Bu anlayışla üretimin her biriminin temsili sağlanmakta ve bu birimlerin temsilcileriyle oluşan işyeri konseyleri de, işyerindeki her türlü olumsuzluğu aşmaktaydı. Böylece maden işçileri kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesinde aktif olarak rol almıştır346. Konsey örgütlenmesinin yanında Türkiye işçi sınıfı hareketinde bugün bile örneği bulunmayan bir örgütlenmeye rastlanmaktadır. Bu örgütlenme İşletme İşyeri Konseyleri’dir. Bu konseyler işverenle yapılan toplu sözleşmelerde kabul ettirilen bir taleptir. İşçi ve işverenlerin eşit haklara -örneğin nicelik bakımından- sahip olduğu bu örgütlenmeler vasıtasıyla, işçi üretimin örgütlenmesinden işyeri içindeki işleyişin belirlenmesine kadar tüm süreçte sözkarar hakkına sahip olmuştur. Böylece işçi geleceğini çizip yönetme becerisi kazanmış ve işyerlerinin kapatılmasını önleyerek üretime devam edebilmiştir347. Yeniçeltek Dosyası-1, İşçilerin Sesi Dergisi, 14 Mart 1990, Sayı: 14, s. 5. Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. 346 Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. 347 Çetin Uygur ile 06 Mayıs 2006’da yapılan görüşme. (İşçilerin oluşturduğu kendi öz-örgütlülükleri olan işyeri konseyleri ile işletme işyeri konseylerinin karıştırılmamasının altını çizdikten sonra, Uygur’un verdiği bir örnek açıklayıcı olacaktır. “Yer altı Maden-İş, Marmara Adasında bulunan Dolamit (cam hammaddesi) İşletmesinde yaptığı toplu iş sözleşmesinde son noktada iki talebi daha olur: Disiplin kurulu kaldırılsın, işyeri çalışma koşullarındaki olumsuzluklar, işçi ve işverenlerin dahil olduğu işyeri işletme konseylerine verilsin. İkincisi, Dolamit İşletmesine bağlı Trakya’daki Silisyum İşyeri kapatılmıştı. DİSK’in aynı işkolundaki sendikasıyla (Kemal Türkler’in Yeraltı Maden-İş’e alternatif olarak kudurduğu sendika) masaya oturun, olmuştur. Talepleri kabul eden işveren temsilcisi sorar: Taleplerinizle sendikanızı sol’da bir yere oturtamadık. Siz nerede yer alıyorsunuz? Uygur, bunun anlamının sendikanın bir siyasal tercih yapsa dahi onu oluşturan işçiler tarafından yönetilmesi gerekliliği olduğunu belirtmiştir. 344 345 131 Toplu sözleşmelerde geçirilen maddelerle halkın köy, mahalle ve işyeri düzeyinde örgütlenerek, topluca işyerine gelip öncelikle kömür almaları sendikal kontenjanla sağlanmış ve karaborsacılık önlenmiştir. İşçi alımlarında da köy komitelerinin verdiği liste esas alınmış ve ihtiyacı olanın öncelikli olarak işe alınması sağlanmıştır. Bu işleyiş işyeri verimliliğinin de artmasını sağlamıştır348. Sendika, eğitimi yıkanıp, paklanıp toplantı yapan bir tarzda ve klişe sözcüklerle değil; yaşamın içinde, yaşamdan çıkararak ve herkesle yapılan bir süreç olarak algılamıştır. Böylece işçiler üretim sürecinde edilgen bir rolden, etken hale gelmiş ve işe gelip sessizce çalışan işçilerden fiilen yaşamı örgütleyen işçiler haline gelmişlerdir. Bütün bunları yaparken de işçilerin görüşlerini değil, üretim sürecindeki konumlarını temel almışlardır. Sendika 1978’de DİSK’e katılmıştır. Yeraltı Maden-İş’in bu mücadeleleri sonucu birçok işyerinde örgütlenmesi, devrimci sendikacılık çizgisinde işçi sınıfının siyasal eylemini öne çıkarması, DİSK içindeki işçilerin sempatisini kazandırmıştır. Bu itibar sonucunda, son DİSK Kongresinde ayrı bir liste çıkaran devrimci muhalefet hareketi DİSK içinde önemli bir güç kazanmıştır349. 1980’de işletmenin zarar ettiği gerekçesiyle Yeniçeltek Linyit İşletmesinin kapatılması kararı alınmıştır. Ancak bu karar kağıt üzerinde kalmıştır. Haziran 1980’de işçiler yönetime el koyarak hem üretmiş hem de yönetmiştir. 112 milyon TL. zarar ettiği söylenen işletme, bir haftada 2.5 milyon TL. kar etmiştir. Üretim, üretim planlaması, sağlık, ulaşım, mali, işyeri propaganda ve eğitim, güvenlik, iş güvenliği, halkla ilişkiler, halka kömür ulaştırma ve beslenme komiteleri aracılığı ile işletme yönetilmiş ve üretimsatış gerçekleştirilmiştir. Yöre halkının kışlık kömür ihtiyacı da sağlanmıştır350. 12 Eylül tüm bu gelişmeleri durdurmuş ve uygulamalarıyla işçi sınıfını hedef aldığını göstermiştir. Yeraltı Maden-İş Sendikası kapatılmıştır. Ancak deneyimleri sonunda İşçiler yanlış karar alsa dahi yürürken bu kararı düzelteceklerdir. Gerçek anlamda bir sınıf örgütü böyle yürümelidir. Yeraltı Maden-İş’i bu anlayışı ayakta tutmuştur…”) 348 Yeniçeltek Dosyası-2, İşçilerin Sesi Dergisi, 30 Mart 1990, Sayı: 15, s. 2. (Mahalle komitelerinin kurulmasını sağlarken işçiler; öğretmen, imam, muhtar gibi görevlilerin katılımıyla bunu sağlamışlardır.) 349 Kitlesel Mücadeleler ve Sosyalist Hareket, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, s. 2261. 350 Yeniçeltek Direnişi Bugüne Işık Tutuyor, İşçilerin Sesi Dergisi, 12 Şubat 1990, Sayı: 13, s. 1-2. 132 ortaya çıkan bir slogan, anlayışını özetlemektedir: “Üreten biziz yöneten de biz olacağız”351. B. Yoksul Mahalle Örgütlenmeleri: Halkevleri, Dayanışmaevleri ve Halk Kültür Merkezleri Yoksul mahalle örgütlenmelerinin ortak özellikleri devletten ve sermayeden bağımsız olmaları, işçileri bölgesel düzeyde örgütlemeyi hedeflemeleri ve yoksulların eğitim, sağlık, barınma gibi haklarını savunarak alternatifleri de yaşama geçirme özellikleridir. Kısaca bu örneklere değinirsek; 1- Halkevleri’nin tarihi 1932’ye dayanmakla beraber ancak 1960’lar sonrası muhalefet odaklarından birisi olmuştur. Son on yıla yakın bir zamandır da güvencesiz işçileri örgütlemeyi hedeflemiştir. Bu noktada yoksul mahallelerde oluşturulan işçi komisyonları, Emek Çalışmaları Merkezi (EÇM)’nin kurulmasıyla birlikte ivme kazanmıştır. EÇM’ler esnek bir işçi örgütlenmesi yaratmayı hedefleyen; bu noktada işçilere eğitim-araştırma, iletişim ve destek vermeyi amaçlayan; Halkevleri üyeleri, sendikacılar ve eğitimcilerin oluşturduğu bir örgütlenmedir352. EÇM’ler işçilerin sadece işyerleri bazlı değil, yerleşim yerleri bazlı da örgütlenmesi gerektiğini; sadece ücretekonomik çıkar üzerinden değil, sosyo-politik hedefler doğrultusunda, bölgesel çapta örgütlenmesini savunmaktadır353. Yine emekçilerin, akademisyenlerin, sendikacıların ve öğrencilerin oluşturduğu sendika.org ve latinbilgi.net siteleri esnek bir emek örgütlenmesinin güncel araçlarını oluşturmaktadır. Halkevleri, neo-liberalizme karşı yoksul halkın parasız eğitim-sağlık talebini dile getiren, gündelik yaşama müdahale eden bir dayanışmayı ören, mahallelerde taşeron, sendikasız, sigortasız, güvencesiz çalışanları örgütlemeyi hedeflemektedir. Bu noktada “ Alo İşçi Hakları” hattı gibi bazı girişimlerde de bulunmaktadır. Yine yoksullaştırma ve Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için Yeraltı Maden-İş belgeseli izlenmelidir. Bu belgeselde işçiler kendi yarattıkları deneyimleri yine kendi ağızlarıyla ifade etmektedirler. 352 Emek Çalışmaları Merkezi, Emek Çalışmaları Merkezi Kuruldu, 24 Haziran 2004, http://www.halkevleri.org.tr/index.php?eylem=yazi_oku&no=12 (Erişim Tarihi: 03 Mayıs 2006) 353 Tufan Sertlek, Neo Liberalizm Avrupa’yı da Sarsmaya Başlıyor!, 12 Temmuz 2004, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=599 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006): p. 17. 351 133 işçileştirme politikalarına karşı Şubat 2005’te yoksulların, sendikacıların, akademisyenlerin çözüm önerilerini tartıştığı “Güvencesiz Çalıştırmanın Sosyal ve Ekonomik Boyutları” konulu bir sempozyum düzenlemiştir354. Dünyadaki yeni işçi hareketlerini, özellikle Latin Amerika’yı örnek alan Halkevleri, ülkemizin koşullarına uygun olarak neo-liberalizme karşı bir örgütlenme sürecini DİSK, KESK, TTB ve TMMOB ile birlikte örgütleme çabasının oluşması gerekliliğini belirtmektedir355. Halkevleri, yoksulluk olgusunun tarihin en büyük işçileştirme dalgasının bir ifadesi olduğunu belirterek yoksulların işçi sınıfının bir parçası olduğu tespitini yapmaktadır. Buradan hareketle işçi sınıfının öz-savunma hattının işyerleri ve işkollarının dışına çıktığını belirterek, ekonomik mücadele düzleminin çerçevesinin parasız eğitim-sağlık, güvencesiz işçiliğe karşı mücadele olduğunu savunmaktadır. Bu noktada dayanışma olgusunun mücadeleyi içeren bir anlayışla örülmesi gerektiğini savunmaktadır356. Halkevleri son iki yıldır yaptığı “Parasız Eğitim Parasız Sağlık”, “Yoksullar Buluşuyor Kadınlar Konuşuyor” ve “Karadeniz Uşağı ABD Uşağı Olmayacak” gibi kampanyaları da, neo-liberalizme, savaşa ve emperyalizme karşı mücadelesinin diğer göze batan eylemlilikleri olmuştur. 2- Dayanışmaevleri projesinin kökeni Okmeydanı Çağdaş Sanat Atelyesi çalışmalarına dayanmaktadır. Burada yürütülen kültür-sanat etkinlikleri zamanla dayanışma etkinlikleriyle birleşmiştir. Böylece emekçi mahallelerini temel alan, düzenin arızalarını tamir etmeyi değil; neo-liberal politikaların uygulanması sonucu topraktan koparılan, işsiz kalan, geleceksizleştirilen, sağlık-eğitim hakkı alinden alınan ve yoksullaştırılan emekçilerin dayanışmasını örmeyi hedefleyen Dayanışmaevleri kurulmuştur357. Ertuğrul Mavioğlu, Türkiye Muhalefetini Arıyor-15, 06 Mart 2005, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=145629 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) 355 Ertuğrul Mavioğlu, Türkiye Muhalefetini Arıyor-10, 08 Nisan 2004, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=112591 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) 356 Sosyalist Barikat Dergisi, İşsizlik ve Yoksulluğa Karşı Mücadele Türkiye Deneyimleri ve Görüşler, 29. Sayı, Nisan 2005, http://www.barikat-lar.de/barikat/29/turkiyedeneyimleri.htm (Erişim Tarihi: 04 Mayıs 2006): pp. 11-17. 357 “Deneyim ve Olanaklarımızı Paylaşıyor, Sorunlarımıza Ortak Çözümler Arıyoruz”, 25 Şubat 2006, http://www.kozonline.org/arsiv/PDK30/PDK30_56.htm (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) 354 134 Dayanışmaevleri, sendikasız, sigortasız ve düzensiz çalışan emekçilerin işyeri-mahalle ölçeğinde örgütlülükler oluşturmasını hedeflemekte ve özellikle bu tip çalışmaya tabi kadınların kooperatifleşmesini sağlamaktadır. Çalışma, parasız eğitim-sağlık, barınma, emeklilik vb. hakları savunmaktadır358. Ayrıca ABD’nin savaş politikalarını eleştirmektedir. Dayanışmaevleri’ne göre emperyalizm, yoksullukla mücadele programları adıyla sistem içi bir emniyet sübabı oluşturmaya çalışmaktadır. Oysa kapitalist sistemin bir sonucu olarak yoksulluk ve toplumsal çürüme yaşanmaktadır. Geleneksel işçi sınıfı örgütlenmeleri ve varoşlardaki yoksul emekçilerin örgütlenmeleri arasında bağlar kurulursa, işçi hareketinin sermaye karşıtı mücadelesi yükselecektir. Örneğin taşeronlaştırma gibi uygulamalar sonucu varoşlara yayılan üretim sürecinde emeğin örgütlenmesi sermayenin hegemonyasını tehdit edecektir. Dayanışma olgusu ise bu örgütlenmeyi güçlendiren ve emekçilerin kültürel ihtiyaçlarına da cevap veren bir pratik olacaktır. Bu noktada Dayanışmaevleri’nin Ocak 2003’de düzenlediği Yoksulluk ve İşsizlikle Mücadele Kurultayı’nda yoksullar, akademisyenler, sendikacılar, sanatçılar vb. ile ortak çözüm noktalarını tartışmışlardır359. Bu konuya bir başka örnek ise Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası ile birlikte yapılan kampanyadır. Çalışma hakkı, istihdam vergisi, tüm çalışanlara iş güvencesi, özelleştirilmelere son verilmesi, sigortalı çalışma, yoksul köylülüğün desteklenmesi gibi talepler Dayanışmaevleri pratiğini somutlamaktadır360. Latin Amerika deneyimlerinden öğrenmek gerekliliğini belirten Dayanışmaevleri, bu hareketlerin iktidara yönelmeleri ve liberalleşmeye karşı mücadele etmeleri gerektiğini belirtmektedir361. 3- Halk Kültür Merkezleri(HKM), 2000 yılların başından itibaren hayata geçirilmeye başlanan bir projedir. Yoksul emekçi mahallelerinde politik-kültürel bir odak olmayı Dayanışmaevleri, Dayanışmayı Birlikte Örelim, 2005, http://dayanismaevleri.org/ (Erişim tarihi: 03 Mayıs 2006): pp. 3-5. 359 Serpil Kemalbay, Yoksulluk ve İşsizlikle Mücadelede Dayanışmanın Önemi, 2002, http://www.sav.org.tr/yazialmanak.asp?curyazi=Sen_yok_01_S_Kemalbay.htm (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) 360 Bu Düzende İş Yok, 02 Ekim 2005, http://www.bilgibeykoz.net/default.aspx?pid=16791&nid=4735 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) 361 Sosyalist Barikat Dergisi, İşsizlik ve Yoksulluğa Karşı Mücadele Türkiye Deneyimleri ve Görüşler, p. 7. 358 135 hedefleyen HKM, örgütsüz işçileri örgütlemeyi; bununla sınırlı kalmayıp tüm emekçilerin işsizliğe, yoksulluğa ve neo-liberalizme karşı direnişini ifade etmek isteyen ve bölgesel örgütlenmeyi temel alan bir kurumdur. Bu noktada karşı çıkışın yanında alternatif bir yaşam oluşturmak ve hayatın içinde emekçi sınıfların dayanışmasını örmeyi istemektedir362. HKM, politik-ekonomik ve ideolojik mücadelenin yanında kültürel mücadelenin de yapılmasını savunmaktadır. Günümüzü bir “geçiş” dönemi olarak niteleyen HKM, Latin Amerika deneyimlerinden de feyz almaktadır. Ancak geçiş süreci tespitinden hareketle, Latin Amerika örgütlenmelerinin politik iktidar perspektifi olan örgütlenmelere dönüşeceğini düşünmektedir363. HKM Ocak 2005’te işsizlik ve yoksulluk karşıtı bir kampanya başlatmıştır364. Yine Şubat 2006’da “emperyalizme karşı özgür bir ülke, insanca bir yaşam istiyoruz” kampanyasıyla parasız eğitim ve parasız sağlık, asgari ücretin yaşanılabilir düzeyde olması, ABD’nin açık-gizli işgallerine son verilmesi, ABD üslerinin kapatılması ve emperyalist kurumların Türkiye üzerindeki belirleyiciliklerine son verilmesi taleplerini dile getirmiştir. Emekçi mahallelerinde uyuşturucu karşıtı mücadele, barınma hakkı, emekçi kadın hakları, sosyal ve kültürel faaliyetler konusu da diğer örgütlenen pratiklerdir. 362 Kozonline.org. age. Sosyalist Barikat Dergisi, İşsizlik ve Yoksulluğa Karşı Mücadele Türkiye Deneyimleri ve Görüşler, p. 20-21. 364 Halk Kültür Merkezi Haberleri, 27. Sayı, Şubat 2005, http://www.barikatlar.de/barikat/27/haber27.htm (Erişim Tarihi: 04 Mayıs 2006) 363 136 SONUÇ 16.yy.dan itibaren yaşanan kapitalist ilkel birikim, takiben gerçekleşen Sanayi ve Fransız Devrimleri sonucu, -Batı Avrupa merkezli olmak üzere- köklü toplumsal altüst oluşlar yaşanmıştır. Üretim araçları gelişip merkezileşirken; burjuvazi, işçileri ve köylüleri arkasına alarak siyasal iktidarı ele geçirmiştir. Ancak burjuvazi yeni bir toplumu örgütlerken attığı mülksüzleştirme adımlarının zorunlu sonucu olarak işçi sınıfını yaratmıştır. İlk yığınsal mülksüzleştirmenin gerçekleştiği Batı Avrupa’da, yaklaşık 30-40 milyon köylü-zanaatkar bu uygulamalara maruz kalmış ve kapitalist sisteme karşı tepkilerini göstermiştir. İngiltere’de ludizm ve Fransa’da baldırıçıplaklar hareketi olarak adlandırılan ilk tepkiler; geçmişe özlemi yansıtan talepleri içermiş ve kapitalist sistemin uygulamalarının yığınlar üzerindeki sonuçlarına; yani kitlesel işsizliğe ve yoksulluğa yönelik bir içerikte gelişmiştir. Genel bir şiddet hareketiyle karşılaşan ve dağıtılan ilk kitlesel tepki hareketleri sonrası işçiler, ulusal düzeyde ve eşgüdümlü örgütlenmelere yönelmişlerdir. İlk yardımlaşma dernekleri ile başlayan bu dönem, 1820’lerle birlikte sendikacılık hareketinin gelişmesinin önünü açmıştır. İngiltere’de gelişen çartist hareket, dönemin ilk işçi örgütlenmesini oluşturmuştur. Kooperatif hareketi ve Fransa’da gelişen gizli dernekler de; yerel, yalıtık örgütlenmelerden bağımsız, ulusal düzeyde örgütlenmeye geçişin diğer ayaklarını oluşturmuşlardır. Kendi gözünde bile bir yoksullar yığını olan proletaryanın kendisi için bir sınıf olma yolunda attığı adımlara verilen ilk katkıyı ise bizzat pratiğin içinde Babeuf sağlamıştır. Yine bu dönemde kapitalist sisteme -nesnel koşulların yetersizliğinden dolayı- önemli eleştiriler getiren ütopik sosyalistler, işçi hareketlerinin sistemi sorgulayan hareketlere dönüşmesinde önemli rol oynamışlardır. Owen, Fourier, Saint-Simon, Blanqui vd. kapitalist sistemin eşitsiz ve adaletsiz yönünü ortaya koymuşlardır. Blanqui’de simgeleşen 1930’lar Fransız işçi hareketi de iktidarı sorgulayan ileri bir biçime dönüşmüştür. 137 İşçi sınıfının dinamizmi ile bilimi ilk buluşturan ise, Marx ve Engels olmuştur. “İşçi sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının eseri olacaktır” görüşüyle formüle ettikleri bilimsel sosyalizm teorisiyle, sınıflar mücadelesinin güncel aktörünün misyonunu ortaya koymuşlardır. Böylece tarihin ilk mülksüz devrimci sınıfı olarak proletarya, mücadelenin içinde ve mücadeleye öğreterek bağımsız bir siyasal güç olarak tarih sahnesine çıkmasının ideolojik silahına sahip olmuştur. 1848 Haziranı’yla birlikte burjuvazinin her kesiminden ayrı olarak iktidar mücadelesi veren proletarya, somut bir güç olarak tarih sahnesine adımını atmıştır. Enternasyonal bir örgütlenme perspektifini ilke olarak benimseyen bu yeni toplumsal sınıf, Paris Komünü ile iktidar mücadelesinin en önemli sınavını vermiştir. Yine Avrupa ve ABD’de gerçekleşen 8 saatlik çalışma ve yasallaşma mücadeleleri, proletaryanın güncel mücadelesinin dinamiklerini oluşturmuştur. Emperyalizmin gelişmesi ile birlikte, burjuvazinin iktidarı; ekonomik, siyasal ve ideolojik anlamda gerici bir niteliğe bürünmüştür. Bu koşullarda gelişen işçi hareketleri ise, sistemi zorlayan ve Almanya gibi büyük ülkelerde en büyük siyasal parti haline gelen bir noktaya ulaşmışlardır. Tam da bu dönemde işçi hareketinde tarihsel bir kırılma meydana gelmiştir. Bir yanda kapitalist sistem içinde reformlar için mücadele eden; sermaye ve devletle ilişkileri çerçevesinde hareket eden sosyal demokrat eğilim. Diğer yanda kapitalist sistemden kopuş idealine bağlı ve yeni bir toplumun ana dönüştürücü gücü olarak işçi sınıfını gören devrimci eğilim. I. Dünya Savaşı ve Rus Devrimi ile birlikte, bu iki eğilim arasındaki tüm bağlar kopmuştur. Bu süreçte işçi partileri, sendikalar gibi kurumlarda ayrışmıştır. 1929 Bunalımı ile birlikte burjuva düzeni ciddi bir sarsıntıya uğramış ve faşizm ortaya çıkmıştır. İşçi hareketlerini temel hedef olarak belirleyen bu rejimi, yine işçi sınıfı oluşturduğu politikalar çerçevesinde yenilgiye uğratmıştır. Bu dönemde gelişen ulusal kurtuluş savaşları da sosyalizme yönelmiş ve sosyalizm alternatif bir dünya gücü olarak biçim bulmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde kapitalist-emperyalist sistemden kopma eğilimleri hızlanmış ve kapitalizmin içsel kriz dinamikleri ile çakışarak gelişen 1970’li yıllar 138 sürecinde bu blok, ciddi bir kriz içine girmiştir. Ancak işçi hareketlerinin uluslararası merkezlerinde de aynı dönemde, mücadelenin önünü açıcı çözümler üretme çabası gösterilememiş; aksine işçi hareketlerinin birliğini bozan eğilimler güçlenmiştir. Bu dönemde yalnızca yeni sömürge ülkeler diye tabir edilen ülkelerde verilen işçi, köylü mücadeleleri kapitalist sistemi zorlayabilen ve değiştirebilen siyasal-örgütsel açılımlara sahip olmuşlardır. İşçi hareketleri tarihi, farklı tarihsel uğraklara ve hareket biçimlerine sahne olmuştur. Yerellikten ulusal düzeyde örgütlenmeye, bunu sağladıktan sonra somut başarıların da etkisiyle enternasyonalist örgütlenmelere adım atabilmişlerdir. Sadece kapitalist sisteme tepki içeren eylemliliklerden, dayanışmayı içeren biçimlere ve alternatif bir üretim biçimine yönelen farklı uğraklardan geçmişlerdir. Heterojen bir yoksullar kitlesinden sanayi proletaryasının önderliğine ve süreç içinde kentin kırla ittifakını sağlayabilecek programlara doğru kapsayıcı olabilmişlerdir. 1980’lerle birlikte reel sosyalizm ve geleneksel işçi örgütlenmeleri -parti, sendika vb.genel bir gerileme-yenilgi dönemi yaşamışlardır. Bu gerileme-yenilgiyi kendisi için bir basamak olarak da kullanan burjuvazi, neo-liberal politikalar çerçevesinde toplumsal sistemini restore etmeye başlamıştır. Ancak bu uygulamaların bir sonucu olarak ortaya çıkan yığınsal mülksüzler kitlesi, hızla tepkilerini ve taleplerini ortaya koymuştur. 1980’lerle birlikte başlayan yeni işçi hareketleri, hızla iktidara yönelen eylem biçimlerini hayata geçirmiştir. Bu sürecin açıklaması, uluslararası emek araştırmacılarının toplumsal hareket sendikacılığı adını verdiği kavramsallaştırma temelinden yapılmaktadır. Yani bu kavram, yeni işçilerin salt sendikal örgütlenme sorununu değil; hareket biçimlerini kavrama, ona uygun örgütsel kanallarını yaratma tartışması olarak da ele alınmıştır. Geleneksel işçi hareketlerinin deneyim mirasından büyük bir ölçüde kopuk olarak gelişen yeni işçi hareketleri, tarihsel öncüllerinden farklı; sıçramalı ve karmaşık bir hareket çizgisine sahip olmaktadırlar. Proletaryanın 158 yıllık bağımsız sınıf deneyimi ve evvelinde yaşadığı bağımsız sınıf olmaya doğru adımları, bu sürecin analizinde en önemli kaynak olacaktır. 139 Toplumsal hareket sendikacılığı, işçi hareketlerinin genel krizinin bir parçası olan geleneksel sendikal hareketin krizini; proleterleştirmeye ve güvencesizliğe müdahale ederek aşmıştır. Yeni işçi kitlesini örgütlenmesinin merkezine koymuş ve işçi sınıfının toplumsal dönüşümdeki öncü misyonunu tekrar inandırıcı hale getirmiştir. Proletarya enternasyonalizmini, neo-liberal politikalara karşı verdiği aktif mücadele çizgisi üzerinden yeniden şekillendirmeye başlamıştır. Yani yeni işçilerin, sınıf halinde örgütlenmesinin ilk adımlarını atmıştır. Proleterleştirme süreci sonrası ortaya çıkan yeni işçiler, sermaye karşıtı bir mücadele sonrası ancak sınıf haline gelebilirler. Bu da tarihsel koşulların belirlediği ama iradisıçramalı bir şekilde ve uzun bir döneme yayılan bir süreçte gerçekleşir. Günümüzde proleterleştirme süreci devam etmektedir. Bolivya’dan Bangladeş’e yeni işçi hareketleri de, yeni sermaye birikim politikalarına karşı mücadele etmektedirler. Ancak mücadele etmek tek başına yeterli olmamaktadır. Yeni işçi hareketleri henüz devrimci bir politik liderliği oluşturamamışlardır. Bu yüzden iktidarları devirebilen işçiler, alternatif bir iktidar mekanizması yaratamamakta ve burjuvazi iktidarını restore edebilmektedir. Yeni işçi hareketlerine mücadelelerinin öğrettiği en temel ders bu noktadır: Yani mücadeleye öğretebilmek… Ülkemizde de 1980’li yılların sonu ile birlikte yeni işçi hareketleri gelişmeye başlamıştır. Hızla proleterleşen kitlelerin insanca yaşam talepleri, siyasal taleplere dönüşme eğilimleri taşımaktadır. Sendikaların taşeron işçileri örgütleme deneyimleri ve yoksul mahallelerde güvencesiz işçileri örgütlemeye çalışan yeni bölgesel örgütlenme hareketleri önümüzdeki dönemde merkezi bir önem kazanma eğilimi göstermeye başlamışlardır. Ülkemizde toplumsal hareket sendikacılığı tartışmaları; devletten, sermayeden ve kapitalist sistemin ILO, AB ve AFL-CIO gibi kurumsallaşmalarından bağımsız; işçi sınıfının öz gücüne ve birikimine dayanan bir emek hareketi oluşturma yönelimi olarak yapıldığında anlamlı olacaktır. Ülkemizde gelişen yeni işçi hareketleri deneyimleri çoğaltılmalı ve sendikalı işçilerin mücadelesiyle birleştirilmelidir. Bu hareketler işyeriişkolu sınırlarını aşan, tüm kenti bir işyeri olarak gören bir anlayış çerçevesinde sınıf bilinci kazanabilirler. 140 KAYNAKÇA “12 Eylül Rejimi”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. C.7. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. “1789 Büyük Fransız Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi. C.4. İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975. “1848’lerde Avrupa”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi. C.4. İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975. “1871 Paris Komünü”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.3. İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975. “1917 Büyük Rus Devrimi”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.3. İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975. “1919 Macar Devrimi”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.3. İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975. 1985 Mexico City Depremi. Yön Dergisi. İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Eylül-Ekim 99. Abenroth, Wolfgang. Avrupa İşçi Hareketleri Tarihi. Çev. Ali Çakıroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1992. Adler, Glenn, and Eddie Webster. Challenging Transition Theory in South Africai Politics and Society. Johannesburg: Ravan Press, 1995. Akça, İsmet. “Uluslararası Neoliberal Kapitalizme Karşı Yeni Sendikal Strateji: Toplumsal Hareket Sendikacılığı”. http://www.sbu.yildiz.edu.tr/ismetakcayayinlar/Sendikal%20Arayislar-Ths.doc (Erişim Tarihi: 11 Nisan 2005) 141 Akıncılar, Murad. Ekvador’da Komünarların Ertelenmiş Zaferi. Direniş Gazetesi. Sayı: 77, 22 Şubat 2000. Akkaya, Yüksel. “Küreselleşme, Sendikalaşma ve Yoksullaştırma”. http://www.ceterisparibus.net/arsiv/y_akkaya6.doc (Erişim Tarihi: 14 Nisan 2005) Akkaya, Yüksel. “Toplumsal Hareket Sendikacılığı: Ne Kadar Eski, Ne Kadar Yeni”. http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=1214 (Erişim Tarihi: 17 Ağustos 2005) “Almanya’da Spartakistler”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.3. İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975. Amin, Samir, Chomsky ve Andre Gunder Frank. Düşük Yoğunluklu Demokrasi. Çev. Ahmet Fethi, 1. Baskı, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1994. Ansal, Hacer. “Esnek Üretimde İşçiler ve Sendikalar”. Birleşik Metal-İş Dergisi. http://members.tripod.com/~metalworkers/yayin/esnek3.htm (Erişim Tarihi: 16 Aralık 2005) Ansal, Hacer. Teknolojinin Taraflılığı ve Üretim İlişkileri. 1.Baskı, İstanbul: Onbirinci Tez Kitap Dizisi, 1986. Anweiller, Oscar. Rusya’da Sovyetler. Çev. Temel Keşoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınevi, 1990. Avrich, Paul. Anarşist Portreler-I. Çev. Osman Akınhay, 1. Baskı, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1992. “Avrupa’da Anarşizm”, Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi. C.1. İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975. 142 Azul, Rafael. “Brezilya: Lula’nın İlk 100 Günü-Yoksullar İçin Kemer Sıkma, Zenginler İçin Vergi İndirimi”. http://www.wsws.org/tr/2003/may2003/lula-m06.shtml (Erişim Tarihi: 11 Mart 2006) Beer, Max. Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi. Çev. Galip Üstün, 3. Baskı, İstanbul: Can Yayınları, 1989. “Belgeler”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. C.2. İstanbul: İletişim Yayınevi, 1988. Bilim ve Sosyalizm Yayınları. (Der.) Pekin Moskova Çatışması. Çev. Gaybiköylü, 5. Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1998. Brunhoff, Suzanne De. Devlet ve Sermaye. Çev. Kuvvet Lordoğlu, 1. Baskı, Ankara: İmge Yayınevi, 1992. “Bu Düzende İş Yok”. http://www.bilgibeykoz.net/default.aspx?pid=16791&nid=4735 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) Burchett, Wifred G. Vietnam Kazanacak! Çev. F. Ayöz, Son Baskı, Ankara: Teori Yayınları, 1980. Calderon, Hugo, Jaime Ensignia ve Eugenio Rivero. Friedman Modeli Kıskacında Şili. Çev. Neşe Ümit, 1.Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1983. Carr, E. H. Bolşevik Devrimi 1. Çev. Orhan Suda, 1. Baskı, İstanbul: Metis Yayıncılık, 1989. Castanho, Carlucio. Brezilya İşçi Partisi Deneyimi. Der. Ergun Aydınoğlu, İstanbul: Belge Yayınları, 1991. Chossudovsky, Michel. Yoksulluğun Küreselleşmesi. Çev. Neşenur Domaniç, Çivi Yazıları, 1998. 143 Claudin, Fernando. Komintern’den Kominform’a Komünist Enternasyonal’in Bunalımı. Çev. Yavuz Alogan, C.1. Belge Yayınları, 1989. Clausewitz, Carl von. Savaş Üzerine. Çev. Şiar Yalçın, 1. Baskı, İstanbul: May Yayınları, 1975. Cobas Konfederasyonu Uluslararası Komisyonu. “Yeni Bir Toplumsal Öz-örgütlenme Modeli COBAS (Taban Komiteleri Konfederasyonu)”. http://www.sendika.org/yazi_no=1088 (Erişim Tarihi: 27 Ekim 2004) COBAS Sözcüsü Piero Bernocchi ile 11-12 Ocak 2003 tarihli Die Junge Welt Gazetesinde Yapılan Söyleşi. “İtalya’da Taban Sendikası Deneyimi: COBAS”. Çev. Mahmut Gündoğdu, http://www.siyasigazete.net/2003/02/d1.htm#top (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2005) CONAIE. “Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu”. Novaya Gazeta. 22 Ocak 2004, http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=4 (Erişim Tarihi: 08 Nisan 2006) “Çekik Gözlü Sendikacılık”. Birleşik Metal İşçileri Sendikası Sendikam Dergisi. Sayı: 6, İstanbul, Ocak 2006. Çelik, Aziz. “AB Hukukunda Sendikal Haklar ve Türkiye’nin Uyum Sorunları”. http://www.kristalis.org.tr/ABHukukundaSendikalHaklarveTurkiyeninuyumsoru nları.doc (Erişim Tarihi: 13 Ağustos 2005) Çelikkol, Güneş. “Arjantin: Reformsuz ve Alternatifsiz Reformizm”. http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=162 (Erişim Tarihi: 06 Nisan 2006) Çidamlı, Çiğdem. “Emeğin Avrupa’sı”: İşçi Sınıfını Birleştiren Değil, Bölen Bir Slogan. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1370 (Erişim Tarihi: 28 Nisan 2006) 144 Çidamlı, Çiğdem. Güney’in Yanıtı. Yön Dergisi. İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Sayı: 1, Şubat 95. Davis, Horaca B. Sosyalizm ve Ulusallık. Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1991. Dayanışmaevleri. “Dayanışmayı Birlikte Örelim”. http://dayanismaevleri.org/ (Erişim Tarihi: 03 Mayıs 2006) “Demokratik İşçi Partisi: Güney Kore Parlamentosunda Üçüncü Büyük Partiwww.kctu.org”. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=462 (Erişim Tarihi: 19 Mart 2005) “Deneyim ve Olanaklarımızı Paylaşıyor, Sorunlarımıza Ortak Çözümler Arıyoruz”. http://www.kozonline.org/arsiv/PDK30/PDK30_56.htm (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) Desai, Ashwin. “Güney Afrika’da Yeni Liberalizm ve Direniş”. Çev. Sendika.org, Monthly Review Dergisi. Ocak 2003. Deutscher, Isaac. Tarihin İronileri. Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1991. Dimitrov, Georgi. Faşizme Karşı Birleşik Cephe. 2. Baskı, Ankara: Maya Yayınları, 1974. DİSK. “DİSK Tarihi”. http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=28 (Erişim Tarihi: 24 Nisan 2006) Doğruer, A. Can. “Toplumsal Hareket Sendikacılığı Tartışmaları Üzerine Birkaç Hatırlatma ve Bir Örnek”. http://sendika.org/yaziphp?yazi_no=130 (Erişim Tarihi: 10 Ekim 2005) 145 DSF. Dünya Sendikalar Federasyonu. Çev. Muhsin Selem, 1. Baskı, İstanbul: Amaç Yayıncılık, 1988. Duclos, Jacques. Birinci Enternasyonal. Çev. Ö. Ufuk, 2. Baskı, İstanbul: Sorun Yayınları, 1988. Dünyadan Enformel Sektörde Bir Örgütlenme Deneyimi, Hindistan’da Serbest Çalışan Kadınlar Örgütü: SEWA. Yeni Direniş Dergisi. Sayı: 2, Haziran 2003. Eliaschev, Tomas. Söz Alınteri Kurultayı Notları. Halay Düğün Salonu 4. Levent Sanayi Mahallesi Girişi, 11-12 Mart 2006. Emek Çalışmaları Merkezi. “Emek Çalışmaları Merkezi Kuruldu”. http://www.halkevleri.org.tr/index.php?eylem=yazi_oku&no=12 (Erişim Tarihi: 03 Mayıs 2006) Engels, Friedrick. “1890 Almanca Baskıya Önsöz”, www.kurtuluscephesi.com/marks/manifesto.html Komünist Parti Manifestosu. (Erişim Tarihi: 14 Eylül 2005) Engels, Friedrich. İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu. Çev. Yurdakul Fincancı, 1. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1987. Engels, Friedrich. Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm. 7. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1994. Erder, Sema. ‘Yeni’ Yoksulluk ve ‘Yeni’ Modeller. Kızılcık Dergisi. Mart 2004, ss. 3842. Fine, Ben, Gerd Hardach ve Dieter Karras. Sosyalist İktisadi Düşüncenin Kısa Tarihi. Çev. Sabri Çaklı, Ankara: İmge Yayınevi, 1993. Fiori, Guiseppe. Bir Devrimcinin Yaşamı: A. Gramsci. Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, Ankara: V Yayınları, 1989. 146 Foner, Philip. Mayıs Günleri. Çev. Şen Süer Kaya, 1. Baskı, İstanbul: Bibliotek Yayınları, 1996. Foster, John Bellamy. Marks ve Enternasyonalizm. Cosmopolitik Dergisi. Çev. Ali Ekber, İlkbahar-Yaz 2002, sayı: 3, ss. 11-22. “Fransa’da İşsizlerin Mücadelesi Üzerine Birkaç Not…”. Yeni Dünya İçin Çağrı Gazetesi. 25 Mart http://www.ydicagri.com/Sayilar/011/11yid_fransa.html 1998, (Erişim Tarihi: 24 Mart 2006) Fuentes, Federico. “Bolivya: Kimin Kazandığı Farketmez, El Alto Savaşacak”. http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=359 (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006) Furdeck, Connie. “Conference Workshop on Social Movement Unionism”. http://www1.minn.net/~nup./workshop.htm (Erişim Tarihi: 21 Ocak 2005) Furet, François. Fransız Devrimini Yorumlamak. İstanbul: Alan Yayıncılık, 1989. Galman, C. ve Diğerleri. Paris Komünü ve Marksizm. Çev. Kenan Somer, 1. Baskı, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1996. Giap, Vo Nguyen. Halk Savaşı Halk Ordusu. 1. Baskı, Çev. M. Ardos, Ankara: Sol Yayınları, 1968. Gouveneur, Jacques. Kapitalist Ekonominin Temelleri. Çev. Fikret Başkaya, 1. Baskı, Ankara: İmge Yayınları, 1997. Gramsci, Antonio. İtalya’da İşçi Konseyleri Deneyimi. Çev. Yusuf Alp, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1989. 147 Guérin, Daniel. Fransa’da Sınıf Mücadelesi 1793-95. Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1986. Guevara, Ernesto Che. Ekonomi ve Sosyalist Ahlak. 1. Baskı, Çev. Mehmet Atilla, İstanbul: Evren Yayınları, 1977. Gülmez, Mesut. Uluslararası Sosyal Politika. Ankara: TODAİ Yayınları, 2000. “Gülnur Acar-Savran’la Söyleşi: Diyalektik Feminizm, Siyasi Gazete”. http://www.siyasigazete.net/sayi_12/index.php?SayfaX=25 (Erişim Tarihi: 20 Mart 2006) “Güney Afrika Topraksızlar Hareketi’nin Kuruluşu ve Amaçları”. http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=29 (Erişim Tarihi: 14 Mart 2006) “Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketi Politikleşirken”. Yön Dergisi. Sayı: 20, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Ocak-Şubat 2000. “Halk Kültür Merkezi Haberleri”. http://www.barikat-lar.de/barikat/27/haber27.htm (Erişim Tarihi: 04 Mayıs 2006) Halkın Sözleşmesi (Çartizm Bildirgesi). http://canaktan.org/hukuk/insan-haklari/magnacarta/halkin_sozlesmesi.htm (Erişim Tarihi: 19 Eylül 2005) Hava-İş Sendikası. “Dünya Sendikal Hareketi”. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=115 (Erişim Tarihi: 30 Aralık 2005) Houghton, Juan, ve Beverly Bell. “Latin American Indigenous Movements in the Contextof Globalization”. http://www.globalpolicy.org/globaliz/special/2004/1011indigenous.htm (Erişim Tarihi: 21 Şubat 2005) 148 Hylton, Forrest. “Halk Ayaklanması ve Ulusal Devrim: Bölgesel ve Tarihsel Bağlamda Bolivya”. Çev: İlker Kabran, Conatus Çeviri Dergisi, Sayı: 1, 31 Ekim 2003, http://www.zmag.org/Turkey/fh311003.htm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006) “I. Enternasyonal”. Sosyalist Barikat/Aylık Sosyalist Dergi. 16. Sayı, Ekim 2003, http://www.barikat-lar.de/barikat/16/tarih16.htm (Erişim Tarihi: 19 Eylül 2005) Istituto di Studi Sul Capitalizmo. “Bugüne Gelindiğinde, Manifesto Üzerine Bazı Görüşler”. Çev. Mai ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Gurubu, http://antimai.org/rp/rpmanifesto.htm (Erişim Tarihi: 9 Şubat 2006) Işıklı, Alpaslan. Sendikacılık ve Siyaset. 4. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1990. İlerici Emek İttifakı (Alliance of Prograssive Labor-APL). http://www.apl.org.ph/APL PrimerIndex.htm (Erişim Tarihi: 11 Mart 2006) Joll, James. II. Enternasyonal. Çev. Kudret Emiroğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 2002. Julien, Claude. Amerikan İmparatorluğu. Çev. Tahsin Saraç ve Aysel Gülercan, 1. Baskı, Ankara: Hitit Yayınları, 1969. Karadağ, Şengül, ve Serpil İlgün. “89 Bahar Eylemleri: Böyle Olur İşçilerin Baharı”. http://www.sendikanet.org/tr/modules/news/article.php?storyid=23 (Erişim Tarihi: 27 Nisan 2006) Kartal, Kamil. Kişisel Görüşme. 2006. Kemalbay, Serpil. “Yoksulluk ve İşsizlikle Mücadelede Dayanışmanın Önemi”. http://www.sav.org.tr/yazialmanak.asp?curyazi=Sen_yok_01_S_Kemalbay.htm (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) KESK. “Tarihçe”. http://www.kesk.org.tr/kesk.asp?sayfa=tarih (Erişim Tarihi: 03 Mayıs 2006) 149 Kıvılcımlı, Hikmet. “Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu”. http://www.comlink.de/demir/kivilcim/eserler/bilimsel/html (Erişim Tarihi: 13 Ağustos 2005) Klein, Naomi. NO LOGO: Küresel Markalar Hedef Tahtasında. İstanbul: Bilgi Yayınları, 2002. Koç, Ferda. “Güvencesiz İstihdama Karşı Mücadelenin Sendikal Stratejisi”. http://www.sendika.orgyazi.php?yazi_no=1903 (Erişim Tarihi: 3 Mart 2005) Koç, Yıldırım. Sendikal Eğitim Notları. 1. Baskı, Ankara: Öteki Yayınevi, 1994. “Komünist Enternasyonalde Sendikalar Sorunu”. Çev. marksist.com, http://www.marksist.com/kitaplik/ceviriler/Sendikalar%20.htm (Erişim Tarihi: 21 Aralık 2005) “Kore Sendikalar Konfederasyonu (KCTU) 2004 Yılı Raporu”. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1782 (Erişim tarihi: 16 Şubat 2005) Kutal, Metin. Türk Sendikacılığını Çevreleyen Olumsuz Koşullar, Özellikler ve Yeni Bir Yapılanma İhtiyacı. Birleşik Metal-İş Çalışma ve Toplum Dergisi. 2005/2. Kuyucuklu, Nazif. İktisadi Olaylar Tarihi. 1. Baskı, İstanbul: Gür-Ay Matbaası, 1985. “Küba Devrimi”, Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi. C.1. İstanbul: Gelişim Yayınları, 1975. Lenin, V. İ. Bir Adım İleri İki Adım Geri. Çev. Yurdakul Fincancı, 4. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1979. Lenin, V. İ. Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği. Çev. Muzaffer Erdost, 6. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1992. 150 Lenin, V. İ. Devlet ve İhtilal. 6. Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1978. Lenin, V. İ. Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması. Çev. Cemal Süreya, 9. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1992. Lenin, V. İ. Marx-Engels-Marxizm. 2. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1990. Lenin, V. İ. Ne Yapmalı? Çev. Gün Başarır, 1. Baskı, Ankara: Başak Yayınlar, 1990. Lenin, V. İ. Nisan Tezleri. Çev. M. Ardos, 4. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1989. Lenin, V. İ. Proleter Devrim ve Dönek Kautsky. Çev. Süheyla Kaya ve İsmail Yarkın, 1. Baskı, Ankara: İnter Yayınları, 1996. Lenin, V. İ. “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı. Çev. Osman Saidoğlu, 2. Baskı, İstanbul: Yorum Yayınları, 1993. Lenin, V. İ. Sosyalizm ve Savaş. Çev. N. Solukçu, 6. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1992. Lenin, V. İ. Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları. Çev. Yurdakul Fincancı, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1993. Lewerenz, Elfriede. Komünist Enternasyonalde Faşizmin Tahlili. Çev. Yalçın Doğan, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1979. Losovsky, A. S. Sendikalar Üzerine 1. Çev. İsmail Yarkın, 1. Baskı, İstanbul: İnter Yayınları, 1988. Lucas, Kintto. “Brezilya Topraksızlar Hareketi”. Çev. R. http://www.uzaklar.net/html/brezilya_topraksız_koyluler_ha.html Tarihi: 12 Mart 2005) Luxemburg, Rosa. Sermaye Birikimi. İstanbul: Alan Yayınları, 1986. 151 H. Kömür, (Erişim Luxemburg, Rosa. Siyasal Yazılar. 1. Baskı, Ankara: V Yayınları, 1989. Luxemburg, Rosa. Sosyal Reform mu Devrim mi? Çev. Nihal Yılmaz, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1993. Macun, Ian. “Akıntıya Karşı? Güney Afrika Sendikal Hareketinin Yapısı ve Gelişme Sorunları. 1979-1995”. Marcus, Bruce. (Der.) Nikaragua: Devrimin Stratejisi. Çev. R. Şen Süer, 1. Baskı, İstanbul: Bibliotek Yayınları, Aralık 1987. Marx, Karl. Felsefenin Sefaleti. Çev. Ahmet Kardam, 4. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1991. Marx, Karl. Fransa’da İç Savaş. Çev. Kenan Somer, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1991. Marx, Karl. Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850. Çev. Sevim Belli, 3. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1988. Marx, Karl. Kapital. C.1. Çev. Alaattin Bilgi, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1975. Marx, Karl. Lois Bonaparte’nin 18 Brumaire’i. Çev. Ahmet Acar, 2. Baskı, İstanbul: Yorum Yayınları, 1993. Marx, Karl ve Friedrick Engels. Alman İdeolojisi. Çev. Sevim Belli, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1987. Marx, Karl ve Friedrick Engels. Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi. Çev. M. Kabagil, 3. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1989. Marx, Karl ve Friedrick Engels. Komünist Parti Manifestosu. Çev. Sol Yayınları Yayın Kurulu, Ankara: Sol Yayınları, 1997. 152 Marx, Karl ve Friedrick Engels. Seçme Yazılar. C.2. 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1977. Mavioğlu, Ertuğrul. “Türkiye Muhalefetini Arıyor-10”. 08 Nisan 2004, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=112591 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) Mavioğlu, Ertuğrul. “Türkiye Muhalefetini Arıyor-15". 06 Mart 2005, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=145629 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) Michaels, Alvaro. “Ekvador: Protestolar Emperyalizm’in Planlarını Tehdit Ediyor”. http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=49 (Erişim Tarihi: 08 Nisan 2006) Milliyet. 7 Kasım 2005, s. 8. Minh, Ho Şi. Milli Kurtuluş Savaşımız 1920-67. Çev. Murat Devrim, Ankara: Toplum Yayınevi, 1968. Minibaş, Türkel. DTÖ ve Türkiye Semineri. Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans Salonu, 21 Aralık 1999. Mires, Fernando. Latin Amerika’da Militarizm Devlet ve Demokrasi. Der. Ragıp Zarakolu, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1985. Molyneux, John. Marksizm ve Parti. Çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1991. MST. “Topraksız Köylüler Hareketi: MST’nin Brezilya Halkına Bildirgesi”. http://www.dunyadanceviri.net/dcdosya/dosyaDetail.asp?id=2 12 Nisan 2006) 153 (Erişim Tarihi: Munck, Ronaldo. Uluslararası Emek Araştırmaları. Çev. Cenk Aygün, 1. Baskı, Ankara: Öteki Yayınevi, 1995. Müftüoğlu, Özgür. “ETUC Kimin Temsilcisi”. 16 Mayıs 2003, http://www.evrensel.net/03/05/16/kose.html#3 (Erişim Tarihi: 28 Nisan 2006) Müftüoğlu, Özgür. “Hem AB’den Hem Emekten Yana Olunur mu?” 09 Mayıs 2003, http://www.evrensel.net/03/05/09/kose.html#3 (Erişim Tarihi: 28 Nisan 2006) Ngwane, Trevor. Kasaba Kıvılcımları.New Left Review Dergisi. 2003-Türkiye Seçkisi, Çev. Ebru Kılıç, 1. Baskı, İstanbul: Agora Kitaplığı, Temmuz 2004, ss. 191-209. Nikitin, P. Ekonomi Politik. Çev. Hamdi Konur, 8. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1995. Nkrumah, Kwame. Emperyalizmin Son Aşaması Yeni Sömürgecilik. Çev. A. Sarıca, 1. Baskı, İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1966. Novelli, Mario. “SINTRAEMCALİ&Social Movement Unionism: A Case Study of Bottom-up Globalisation in Colombiya, England: University of Bristol”. http://www.genie-tn.net/papernov.htm (Erişim Tarihi: 30 Mart 2006) Önder, İzzettin. “TÜPRAŞ İçin Yurttaş Hareketi”. http://www.iscikonseyi.org/modules.php?name=News&file=article&sid=2921 (Erişim Tarihi: 22 Nisan 2006) Öngen, Tülin. Küresel Kapitalizm ve Sermayenin Yeni Hegemonya Stratejileri. Petrolİş 2000-2003. Petrol-İş Yayınları, İstanbul, 2003, ss. 29-46. Özgüven, Oya. “Mai ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Gurubu Bolivya Raporu”. http://www.antimai.org/bn/bnbolivya.htm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006) Özuğurlu, Metin. Anadolu’da Küresel Fabrikanın Doğuşu. 1. Baskı, İstanbul: HE Emek Çalışmaları Merkezi Bilimsel Yayınlar-1, 2005. 154 Payer, Cheryl. Borç Tuzağı. Çev. Reşit Ergener, 1.Baskı, İstanbul: Yalçın Yayınevi, 1981. Petras, James. “Arjantin’de İşsiz İşçiler Hareketi”. Cosmopolitik Dergisi. Çev. Cevdet Aşkın, http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=164 (Erişim Tarihi: 06 Nisan 2006) Petras, James. “Lula’ya Ne Oldu?” http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=3143 (Erişim Tarihi: 17 Ağustos 2005) Petras, James. “Morales Yanılsaması: Popülist Retorik Aydınların Afyonu”. http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=406 (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006) Petras, James. “MST’nin Toplumsal Dinamikleri”. Çev. Cevdet Aşkın, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=265 (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006) Petras, James. “Neo-Liberalizme Karşı Köylü Muhalefeti”. Çev. Cosmopolitik, http://www.uzaklar.net/html/html/koylu_muhalefeti-j_petras.html (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006) Petras, James. Parasız Eğitim-Parasız Sağlık Paneli. Bahçelievler Halkevi, 6 Ekim 2005. Ponting, Janson. Social Responsibility and Pension Schemes Administered by Trade Unions. Johannesburg: Rand Africans University Press, 2000. Poulantzas, Nicos. Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar. Çev. Şen Süer ve Fevzi Topaçoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1992. Prasartset, Suthy. “The grassroots movement for change in Thailand”. http://www.dsp.org.au/apiaustralia/apsc-sp.htm (Erişim Tarihi: 14 Ocak 2005) Sabah. 23 Aralık 2005, s. 7. 155 “Sanayi Devrimi”. http://tr.wikipedia.org/wiki/Sanayi_devrimi (Erişim Tarihi: 01 Aralık 2005) Sarıca, Murat. 100 Soruda Fransız İhtilali. İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1970. Savran, Sungur. “Brezilya’da Lula Hükümetinin Bir Yılı Post-Leninizmin İflası”. http://www.iscimucadelesi.net/dergi/on/lula/10.htm (Erişim Tarihi: 06 Mart 2006) Scioces, Kim. Üçüncü Dünyadaki Yeni Emek Hareketlerini Anlamak: Toplumsal Hareket Sendikacılığının Doğuş. Yön Dergisi. Mart 1999, Sayı: 7. Seidman, G. Militance: Workers Movements in Brazil and South Africa. Berkeley: University of California Press, 1994. Selçuk, Fatma Ülkü. Enformal Sektörde İşçi Örgütleri. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1999. Sencer, Oya. Türkiye’de İşçi Sınıfı. 1. Baskı, İstanbul: Habora Yayınları, 1969. Sendika Bizim Anamız. Yön Dergisi. İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Mayıs-Haziran 95. Sertlek, Tufan. “Neo Liberalizm Avrupa’yı da Sarsmaya Başlıyor!” http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=599 (Erişim Tarihi: 01 Mayıs 2006) Sosyalist Barikat Dergisi. “İşsizlik ve Yoksulluğa Karşı Mücadele Türkiye Deneyimleri ve Görüşler”. http://www.barikat-lar.de/barikat/29/turkiyedeneyimleri.htm (Erişim Tarihi: 04 Mayıs 2006) Soyak, Alkan. Küreselleşme. 1. Baskı, İstanbul: Om Yayınları, 2002. Stalin, Josef. Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu. Çev. Muzaffer Erdost, 5. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 1994. 156 Struik, Dirk J. “Komünist Manifesto”nun Doğuşu. Çev. Muzaffer Ardos, 1. Baskı, İstanbul: Sol Yayınları, 1976. Sundar, K. R. Shyam. “Organizing the Unorganized”. http://www.india- seminar.com/2003/531/531%20.k.r.%20shyam%20sundar.htm (Erişim Tarihi: 23 Şubat 2006) Sung, Kim İl. Kore Devrimi Üzerine. Çev. F. Çalışır, 1. Baskı, Ankara: Teori Yayınevi, 1975. Sülker, Kemal. Türkiye Sendikacılık Tarihi. 1. Baskı, İstanbul: Bilim Yayınevi, 1987. Sweezy-Baran-Magdoff. Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı. Çev. Yıldırım Koç, 1. Baskı, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1975. Şakar, Müjdat. İş Hukuku Uygulaması. 5. Baskı, İstanbul: Beta Basım, 2003. Şaylan, Gencay. Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi. 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1995. Şaylan, Gencay. “Küreselleşmenin Gelişimi”, Emperyalizmin Yeni Masalı: Küreselleşme, İstanbul: İmge Yayınları, 1997, ss. 9-21 Şenel, Alaeddin. Siyasal Düşünceler Tarihi. 3. Baskı, Ankara: V Yayınları, 1991. Şişmanov, Dimıtır. Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi. Çev. Ayşe-Ragıp Zarakolu, 2. Baskı, İstanbul: Belge Yayınları, 1990. Tanla, Bülent. “Arjantin Raporu Cumhuriyet Halk Partisi”. http://www.belgenet.com/rapor/arjantin.html (Erişim Tarihi: 02 Şubat 2004) T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı. “1923’ten Günümüze Türkiye Ekonomisi”. http://www.dtm.gov.tr/Ekonomi/Trkekon.htm (Erişim Tarihi: 22 Nisan 2006) 157 Thomas, Jean Paul. “Siyaset Felsefesi Sözlüğü”. Çev. İsmail Yerguz, http://www.felsefe.gen.tr/sosyalizm.asp, (Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2005) Thompson, E.P. İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu. Çev. Uygur Kocabaşoğlu, 1. Baskı, İstanbul: Birikim Yayınları, 2004. Tünay, Muharrem. Siyasal Tarih. 1. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1995. Türkiye İktisatçılar Birliği. Günümüzde Emperyalist Sömürü Mekanizması. Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara: TİB Yayınları, 1976. Uygur, Çetin. (Der.) Dinazorların Krizi. 2. Baskı, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1992. Uygur, Çetin. Kişisel Görüşme. 2006. Vahruşev, Vasili. Yöntemleri ve Manevralarıyla Yeni-Sömürgecilik. Çev. Cemil Aslan, 1. Baskı, İstanbul: Konuk Yayınları, 1978. Wallerstein, Immanuel. “Bolivya, Bush ve Latin Amerika”. http://www.binghamton.edu/fbc/124-tr.thm (Erişim Tarihi: 09 Nisan 2006) Wallerstein, Immanuel. “Brezilya ve Dünya-Sistem: Lula Dönemi”. http://www.binghamton.edu/fbc/120-tr.htm (Erişim Tarihi: 12 Nisan 2006) Wallerstein, Immanuel. “Lula: Umut Korkuyu Yendi”. 100. Yorum. http://www.binghamton.edu/fbc/100-tr.htm (Erişim Tarihi: 15 Temmuz 2005) Walraff, Günter. Nikaragua’nın İçinden. Çev. Emin Karaca, 1. Baskı, İstanbul: A Yayınları, 1989. Waterman, Peter. “Adventures of Emancipatory Labour Strategy as the New Global Movement Challenges International Unionism”. http://jwsr.ucr.edu/archive/vol10/number1/pdf/jwsr-v10n1-waterman.pdf (Erişim Tarihi: 27 Mart 2005) 158 Waterman, Peter. “Social Movements, Local Places and Globalised Spaces-Implications for-Globalisation From Below, IMF’ye Karşı Halk Konferansı Dökümanları”. Woodcock, George. Anarşizm. Çev. Alev Türker, 2. Baskı, İstanbul: Kaos Yayınları, 1997. Woods, Alan. “Arjantin Devrimi İçin Perspektifler”. http://www.marxist.com/languages/turkish/arjantin_perspektifler.html (Erişim Tarihi: 04 Nisan 2006) Yaraşır, Volkan. “Esneklik Militanlık; Güney Kore İşçi Hareketi-2”. http://www.evrensel.net/02/03/06/dosya.html (Erişim Tarihi: 10 Mart 2006) Yaraşır, Volkan. Uluslararası İşçi Hareketleri 1. 1. Baskı, İstanbul: Bibliotek Yayınları, 1997. Yeğin, Metin. Topraksızlar. 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2004. Yeniçeltek Direnişi Bugüne Işık Tutuyor. İşçilerin Sesi Dergisi. 12 Şubat 1990, Sayı: 13. Yeniçeltek Dosyası-1. İşçilerin Sesi Dergisi. 14 Mart 1990, Sayı: 14. Yeniçeltek Dosyası-2. İşçilerin Sesi Dergisi. 30 Mart 1990, Sayı: 15. Yeni Sendikacılık, Yön Dergisi, Ağustos-Eylül 95, İstanbul: Okyanus Yayıncılık, Sayı: 4. Yön Dergisi. Toplumsal Hareket Sendikacılığı Broşürü. İstanbul: Okyanus Yayınevi, 1997. Yurtsever, Haluk. “1848 ve 1918 Devrimleri”. (Gelenek Dergisi sayı 78’den alınmıştır.) http://www.uzaklar.net./html/1848ve1918devrimleri.html Eylül 2005) 159 (Erişim Tarihi: 14 “Zanon İşgal Fabrikası Mücadelesi”. http://wildcat-www.de/tr/a027t_ar.htm; http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=158 11 Nisan 2006) 160 (Erişim Tarihi: