KADIN EMEKÇİLER VE SENDİKALAR Kadınlar toplumsal-tarihsel süreçte ikinci cins olarak yer tutmuşardır. Kapitalist sistem de diğer sınışı toplumlar gibi eşitsiz doğasına uygun bir şekilde yeniden ürettiği, erkek egemen ideoloji yoluyla, kadını ev içinde karşılıksız emek harcamaya, edilgenleştirmeye, toplum içindeki asli görevlerini annelik ve ev kadınlığı olarak tanımlamaya, çalışma yaşamında ise ev içi kimliği ile bağlantılı rollere uygun işere mahkum etmeye (öğretmenlik, hemşirelik, sekreterlik, hosteslik vb.) daha az ücret almaya, yedek işgücü olarak kullanmaya, her an işten çıkarmaya, yönetim kademelerinden uzak tutmaya ve böylece de mücadeleden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Tüm bu cins ayrımcı uygulamalar, kadınların sendikalaşmasına, mücadeleye aktiş katılımlarına engel oluşturmaktadır. Toplumsal yaşamda ve çalışma yaşamında cinsiyet temelli eşitsizliklerin yoğun olduğu unutulmadan, hayatın her alanında kadınlar için eşitsizliğin ve ayrımcılığın görünür kılınması ve bunlara karşı çözümler sağlayacak politikaların üretilmesi hedeşenmelidir. Bu çerçevede cinsiyetçi işbölümüne hizmet eden yasal düzenlemelerin kaldırılması yönünde zorlayıcı politikalar geliştirilmeli, cinsiyetçi iş bölümünün pekişmesine hizmet eden erkek eğemen anlayışın sarsılmasına yönelik bilinç yükseltici, yaygınlaştırıcı eğitim çalışmaları yapılmalıdır. Kayıt dışı sektörlerde (eve iş verme, evde hizmetçilik, çocuk bakıcılığı, işyerlerinin temizliği) uygulanan yeni emek kullanımına ilişkin koruyucu yasaların çıkarılması ve ücretlerle ilgili düzenlemelerin yapılması konusunda politikalar geliştirilmeli, bu politikalara uyulması konusunda hükümetler zorlanmalıdır. Tarımda çalışan kadınların emeğinin görünür kılınmasına ilişkin politikalar geliştirilmelidir. Kadının ev içi üretiminin görünür kılınması için, politikalar geliştirilmelidir. Kadın emeğinin ikincil ve geçici emek olarak görülmesini engelleyecek politikalar geliştirilmelidir. Kayıt dışı ve düzensiz olan alanlarda çalışan kadınların sendikal örgütlenmesi konusunda politikalar geliştirilmelidir. Devlet Memurları Yasası, İş Yasası vs. çalışma yasalarında kadına ilişkin negatiş ayrımcılık taşıyan hükümler açığa çıkarılmalı ve yeniden düzenlenmesine ilişkin çalışmalar yürütülmelidir. Hukukun erkek egemenliğini esas alan yapısında köklü bir değişime gidilmeli ve kadınlara karşı cinsiyetçi hükümler yasalardan ayıklanmalıdır. Tüm eğitim kurumlarının müşredatı cinsiyetçi anlayışardan arındırılmalıdır. Kadınların bedenleri ve yaşamları üzerindeki her tür denetime son verilmeli, kendileri üzerinde sadece kendilerinin söz hakkı olduğu kabul edilmelidir. Hukukta 'kadınlara karşı suç' kavramı oluşturulmalı, bekaret kontrolü gibi uygulamalar cinsel şiddet kapsamında görülmelidir. Kadının ücretsiz ya da düşük ücretle çalıştırılmasına son verilmeli, kadınların her alanda eşit hak ve eşit ücretle çalışma hakkı teminat altına alınmalı, kadının eğitim ve çalışma hakkının yerleşip kökleşmesi için pozitiş destek ilkesi yasal güvence altına alınmalıdır. IMş ve Dünya Bankası’nın direktişeri doğrultusunda hazırlanan SSGSS(Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası) yasa tasarısı sosyal hakları kaldıran, işsizler ve yoksullar gibi toplumsal kesimleri sistemin dışına iten, erkek egemen bir zihniyete dayanmaktadır. Sosyal devletin küçülmesine ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin derinleşmesine yol açan bu düzenlemeler, en çok kadınları etkilemeye devam ediyor. Yoksulluğun derinleşmesi, kadınları kayıt dışı sektörde çalışmaya zorluyor. Son yıllarda Türkiye’deki kadın emeğinin, istihdamdaki oranı %23’lere gerilerken, kayıt dışı sektörde çalışan kadın oranı, toplam kadın işgücünün %37’sini oluşturuyor. 6 milyon çalışan kadının yalnızca %18,7’si sosyal güvenlik kapsamındadır. Ev içi emek, işgücü dışında tanımlandığından, 12 milyonu aşkın ev kadını işgücü kapsamında değerlendirilmiyor. ülkedeki çatışma ortamı derinleştirilirken, bunun ekonomik şaturası yoksul halk kesimine ve emekçilere ödetiliyor. Eşitsizlik, ayırımcılık ve yoksulluğun küreselleşerek derinleştiği ve yoksulluğun “kadınlaştığı” bir dünyada, istikrar programı adına dayatılan özelleştirmelere, kamu harcamalarının kısılması ve sendikasızlaştırmaya karşı mücadele kadının yoksullaşmasına karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Kamu Emekçisi Kadınlar Ve Sendikalarda Cinsiyet Eşitliği Politikaları Kadınla erkek arasındaki eşitsizliğin kaynağının toplumsal olması, bu eşitsizliğin kader olmadığı ve değiştirileceği anlamına gelir. Bu nedenle eşitsizliği gidermeye yönelik özel bir duyarlılığın oluşması ve özel çaba harcanması zorunlu görünmektedir. Emek örgütleri olan sendikaların böylesi bir dönüşümde önemli bir rolü ve görevi bulunmaktadır. Eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesi veren sendikaların öncelikle kendi içindeki eşitsizliği görmeleri ve buna karşı mücadele geliştirmeleri gerekmektedir. Sendikaların cinsiyet eşitsizliğinin şarkında olması, bu eşitsizliği gidermeye yönelik bir irade oluşturması ve bu iradesini bütün politikalarına, örgütlenmesine yansıtması gerekir. Sendikadaki konum ve katılımda; toplumsal değer yargıları, aile içi iş bölümü, geleneksel rol bölüşümü, bunların çalışma yaşamına yansıması ve erkek egemen siyaset kültüründen kaynaklı engeller etkili olmaktadır. Bu duruma son vermek onların orgütlenmeleri önündeki engelleri saptamak ve ortadan kaldırmaya çalışmak gerekiyor. Kadın emekçilerin karşılaştığı sorunları aşmada sendikalara ihtiyacı vardır. Sendikalar için kadınlar, kadınlar için ise sendikalar vazgeçilmez önem taşımaktadır. Dünya sendikal hareketi özellikle son dönemlerde artan biçimde kadınların özgün sorunlarını gündemlerine almakta ve kadın emeğinin her düzeydeki örgütlülüğü için olumlu eylem planlarını hayata geçirmektedir. Bu programlar asıl olarak kadınların sendikalarla bütünleşmesini hedeşemektedir Cinsiyet eşitliği politikalarımızın yeni dönemde de tüm program ve politikalarımıza yansıtılması ve hayata geçirilebilmesi yönünde ciddi bir pratik sergilememiz örgütsel demokrasimizin de olmazsa olmazıdır. Örgütsel mekanizmalarımızda uzun yılardır tartışarak genel kurul ve kurultaylarımızda şekillendirdiğimiz “sendika içi pozitiş destek politikalarımızı” şöyle özetleyebiliriz. • Cinsiyet eşitliği perspektişi sendikaların örgütlenme, eğitim, temsil, eylem-etkinlik ve toplu görüşme sürecine yönelik politikalarına,aile ve sendika yaşamını uyumlaştırmaya yönelik politikalarına yansıtılmalıdır. • Pozitiş eylem ve kota uygulaması toplumsal yaşamda ve iş yaşamında kadınlara karşı oluşan ayrımcılıkların ve kadınlar aleyhine oluşan dengesizliklerin kadın lehine düzeltilmesini sağlar. Kadınlara yönelik olarak alınan %40 “kota” uygulanması tavsiye kararı KESK’e bağlı tüm sendikalarda tüzük maddesi olarak kabul edilmeli ve uygulanmalıdır.Kota uygulaması iş yeri temsilciliği delege seçimi, şube ve genel merkez yönetim kurulu, denetleme disiplin kurullarında yani bütün yönetim organlarında ayrı ayrı olmalıdır. • KESK’e bağlı tüm sendikaların Şube ve Genel Merkezlerinde kadın sekreterlikleri oluşturulmalı, eşitlik komisyonları kurulmalı ve işevli hale getirilmelidir. • Kadın Sekreterliği veya kadın birimleri ayrı bütçeye (şon) kavuşturulmalıdır. • Sendika şubelerinde çocuk odaları oluşturulmalıdır. • Kadın kurultayları ve toplumsal cinsiyet duyarlılığı eğitimleri yapılmalı; cinsiyete göre veri tabanı oluşturulmalı, toplumsal cinsiyet bazında hedeşer saptanmalı, planlanmalı, izlenmeli ve değerlendirilmelidir. • Bilinçlenme ve aydınlanma şaaliyetlerine yönelik yayınlar çıkarılmalıdır. • Toplumda cinsiyetçi iş bölümünün cinsiyetçi kültür ve egemenliğinin sorgulanarak eşit haklı ve eşit ücretli çalışma haklarının korunması ve geliştirilmesi için gerekli program ve projeler oluşturulmalı; çalışma yaşamında kadınlar aleyhine ayrımcılık getiren yasalar belirlenmeli; bunara karşı çalışmalar yürütülmeli, toplu sözleşme sürecinde ele alınmalıdır. • Kadınların ulusal ve uluslar arası dayanışma ağı oluşturulmalı ve geliştirilmelidir Antalya Serbest Bölgesi’ndeki Novamed’de Petrol-İş üyesi 83 işçi; 26 Eylül 2006’da greve çıktı.Bu işçilerin ikisi erkek,81’ i kadındı.Çalışma koşullarından memnun değillerdi. Emekleri sömürülüyordu. Bedenleri sömürülüyordu. Sendikayla tanıştılar. Sendikalaşma Çalışmaları zorluydu ama yılmadılar.Ev gezmelerinde, yemek aralarında kadınlara özgü yöntemlerle örgütlendiler.Novamed’li kadınlar,sendikasızlaşmaya,güvencesiz çalışmaya, ucuz işgücü olmaya, tuvalete gitme sürelerinin titizlikle denetim altına alınmasına, hamileliklerinin sıraya konmasına, bedenleri üzerinde patronlarının denetimine karşı oldukları için greve çıktılar. Onların tek istedikleri üyesi oldukları sendikanın tanınması yani sendikalı çalışabilmekti. Novamed’li işçi kadınların direnişi, 8 Mart 2007 İstanbul mitinginin sembolü oldu. Çağlayan’daki kadın mitinginin temel sloganlarından biri: “ Bursa’da yandık, Ceylanpınar’da boğulduk, Novamed’de direniyoruz” idi. Evet, yılmadılar ve 2 Ocak 2008’de davul zurnalarla iş başı yaptılar. Novamed’li kadınlar örgütlülüğün, mücadelenin ve dayanışmanın gücünü tarihe bir kez daha yazdılar Kapitalizmin kadın ve çocuk emeğinin sömürüsü üzerinde yükseldiği dile getirilir. Bu yerinde bir saptamadır. Çünkü kapitalist üretim sisteminin hiçbir kural ve düzenleme tanımadan gelişmeye başadığı “vahşi kapitalizm” yıllarında kadınlar, çocuklar ya da göçmenler gibi “güçsüz” kesimlerin daha şazla sömürülmesi, sistem açısından stratejik bir önem taşımaktadır. Kadınların kapitalist sömürü karşısında daha “güçsüz” olmalarının çeşitli nedenleri vardı. Birincisi, çalışmayaşamına, kapitalist üretim sisteminin zorlaması ile sonradan dahil olmuşlardı ve çalışma yaşamında marjinal konumdaydılar. Başangıçta nitelikli, örgütlü işçiler de, işsiz kalmalarını, ücretlerinin düşmesini kendilerine bağlayarak onları örgütlerine almamışardı. Bu nedenle kadın işçiler, işçi sınışının da marjinal bir parçasını oluşturmaktaydılar ikincisi, kapitalist sistem onları şabrikalarda sömürmek üzere evlerinden çıkarmış olsa da, aile içindeki yükümlülüklerinin korunmasına özen göstermişti. Çünkü kadının ev içindeki “görünmeyen emeği” kapitalist üretim sisteminin devamında önemli bir rol oynuyordu. Böylece anne ve eş olarak ev içi sorumlulukları devam eden kadın emekçiler için, iş yeri, ikinci vardiyayı oluşturuyordu. Geleneksel olarak kadına yüklenen “zayış”, “güçsüz”, mantığı ile değil duygularıyla hareket eden” vb. gibi roller, I ş yerindeki konumlarını da etkiliyordu. Yaptığı iş ne olursa olsun, iş yerinde de tıpkı evdeki gibi ikincil bir konumda görülüyorlardı. Evde çocukların, yaşıların bakımı ile ilgilenen, ailenin günlük hayatının devamından sorumlu olan, şabrikada daha düşük ücretle, daha kötü koşullarda çalışan kadınlar için üçüncü bir vardiya anlamına gelecek olan örgütlenme ise, hiç de kolay değildi. Ama kadınlar tüm bu engellere rağmen örgütlenmeyi başardılar. Kapitalizm ile ataerkilliği eklemleyen sömürü çarklarına karşı direnen kadınların mücadelesi 8 Mart’ı yarattı. kadınların ekmek, onur ve özgürlük mücadelesi, 1857 yılında New York’lu kadın işçilerin greviyle sembolleşti. Bu grev esnasında çıkan yangında çok sayıda grevci kadının yaşamını yitirdiği gün olan 8 Mart, 1910’da II. Kadın Enternasyonali’nin Kopenhang toplantısında uluslar arası kadın günü ilan edildi. 8 Mart, kadınların,yaşamın her alanında kendi sesleriyle var olduklarını haykırmalarının ve her türlü sömürüye ve ezilmeye karşı direnişerinin adı oldu. Bugün kapitalizmin yeniden kuralsız ve sınırsız sömürüyü dayattığı yeni bir saldırı dalgası ile karşı karşıyayız. Kadın erkek bütün emekçilerin yoğun mücadelelerle elde ettikleri kazanmlar geri alınmaya, yeniden “vahşi kapitalizm” döneminin koşullarına dönülmeye çalışılıyor. Ve ne tesadüştür ki kuralsız, kayıt dışı üretim, dünyanın her yerinde yeniden kadın ve çocuk emeği üzerinde yükseliyor. Bugün Çin’den Seylan’a, Hindistan’dan Güney Aşrika’ya kadar, kadınlar enşormel istihdam alanlarında yoğunlaşıyorlar. Geleneksel örgütlü sektörlerdeki çalışanların sayısı azalırken ve dolayısıyla sendikalar güç kaybederken, enşormel sektörde her geçen gün sayısı artan örgütsüz emekçiler, bu sendikaların ilgi alanınındışında kalıyor. 150-200 yıl önce kadınları kapitalist sömürü karşısında güçsüz kılan ataerkil engeller, ne yazık ki bugün de geçerliliğini koruyor. Kadının güçsüz olduğuna, esas yerinin evi olduğuna dair yargılar ortadan kalkmış değil. Kadınların çalışma yaşamındaki marjinal konumları ve aile yükümlülükleri de devam ediyor. Tüm bunlar kadınların örgütlenmelerini güçleştiriyor. Öte yandan sendikalar halen toplumsal cinsiyet eşitsizliğine duyarsız. Kadınları örgütlemek ve sendikaların karar ve yönetim organlarında temsil edilmelerini sağlamak için özel yöntemler geliştirilmesi, önlemler alınması gerektiği, yeterince bilince çıkarılmış değil. Oysa bu tür yöntemler ve önlemler sendikalar için artık bir lüks de değil. Aksine güçlerini korumak için bunu yapmaları kaçınılmaz görünüyor. Yoksa bir avuç nitelikli, güvenceli –erkekişçinin marjinal örgütü konumuna düşmekten kurtulamayacaklar. Evet kadınların örgütlenmesi güç. Ama asırlar öncesinde olduğu gibi bugün de bunun imkansız olmadığını gösteren örnekler var. Ülkemizde son örneğini Novamed direnişi ile görmüş bulunuyoruz. Novamed direnişi, sadece örgütlenme açısından değil başka bir açıdan da önemli bir örnek oldu. Novamed’li kadınlar, örgütlenme mücadelelerini kapitalizm ile ataerkilliğin iç içe geçtiğI koşullarda yükselttiler ve elde ettikleri başarı, emek hareketi ile kadın hareketinin buluştuğu bir noktada gerçekleşti. Sosyal güvenliğin insanların hastalık, yaşılık, işsizlik, düşkünlük, yoksulluk dönemleri için bir güvence olması gerekirken, günümüzdeki baskın eğilim ve bu yasanın mantığı neredeyse tam tersi yönde: İnsanların böyle dönemlerini hep çalışarak, daha çok çalışarak karşılamaları öngörülmekte. Mevcut yasa taslağı,emeklilik yaşını kadınlar ve erkekler için eşitleyerek yukarı çekiyor ve gerekli prim ödeme gün sayısını yükseltiyor. Böylelikle de çalışmanın yaşılığa doğru yayılmasının yolunu açıyor. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası'nı (SSGSS) dünya ölçeğindeki neo-liberal politikalar bağlamına yerleştirdiğimizde ilk göze çarpan olgu şu: Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sosyal güvenlik giderek, insanların hep daha çok çalışarak, daha çok prim ödeyerek kendilerinin şinanse ettikleri bir şey haline geliyor. Şu anda Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeye başayan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun taslağı ile, özellikle kadınların ellerinden birçok hak alınmakta. Yürürlükteki yasaya göre, çalışmayan ve evlenmeyen kız çocukları, yaşarı ne olursa olsun anne ya da babalarının sigortalılıkları nedeniyle sağlık yardımlarından yararlanıyorlardı. Yeni yasayla kız çocukları 18 yaşını doldurduklarında (okumaları halinde ise 25 yaşını) anne ya da babalarının sigortalılıkları nedeniyle genel sağlık sigortasından yararlanamayacaklar. Ev hizmetlerinde hizmet akdi ile sürekli çalışıp, aylık prime esas kazancın altında gelir elde eden kadınların, sigortalı olma ve sigorta yardımlarından yararlanma hakları kaldırılacak.1965 yılından bu yana kadın sigortalılar, erkek sigortalılara göre daha erken emekli olma hakkına sahipti. Yeni yasa ile emeklilik yaşı tam aylıkta, kadın sigortalılarda 58'den kademeli olarak 65'e, kısmi aylıkta da 68'e yükseltilmiş. Bu değişiklikle kadınların, erkek sigortalılara göre, iki yıl daha erken emekli olma hakki da kaldırılacak. Emeklilik aylığını hak etmede prime esas gün sayısı tüm sigortalılarla birlikte, kadın sigortalılar için de tam aylıkta 7000 günden 9000 güne, kısmi aylıkta ise 4500 günden 5400 güne yükseltilmiş. Sendikalar Dünya’da olduğu gibi,Türkiye’de de gittikçe yaygınlaşıyor, hem ideolojik olarak hem de örgütlenme, sınıfı temsil etme gücü açısından bir gerileme söz konusu. Kapitalizmin dönüşümü,Neo-liberal politikaların saldırısı, sosyalizm mücadelesinin, feminist politikaların yayılamaması gibi kimi genel olguların yanı sıra, bu gerilemede sendikaların da hataları var deniyor. Emek piyasasındaki değişimi kavrayıp, değişen emekçi profilini örgütleyecek politikalar geliştiremedikleri için eleştiriliyorlar. Peki, emekçi profili nasıl değişiyor? GÖRÜNMEYEN EMEK Hizmetler sektöründe çalışanların sayısı daha çok artıyor. Bu sektörde çalışan kadın emekçilerin sayısındaki artış ise yığınsal ölçülerdedir. Kadın emekçilerin bir kısmı kamuda, şimdilik güvenceli ve iyi çalışma koşullarında; geri kalanı ise sosyal/kişisel hizmetlerde, yani ya, çocuk, ev bakımı gibi “görünmeyen emek” olarak adlandırılan “kadın işleri”nde; sigortasız, güvencesiz ve kötü iş koşulularında, “pembe yakalı getto” dediğimiz kategoride çalışıyorlar. Mavi yakalı imalat sana inde çalışan kadınların sayısında pek artış yok. Böylelikle, sendikaların geleneksel üye tabanı eriyor, kadın emeğinin çoğunlukta olduğu hizmetler sektörü, memurlar dışında örgütsüz. Kadınlar zaten emek piyasasında pek yok Türkiye’de. Çünkü kadın emeği görünmeyen emek. Kadının toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümüne göre görevi temel olarak eş ve anne olmak olarak doğallaştırılmıştır .%41 oranında ücretli çalışan kadın emekçilerin büyük kısmı aynı iş için erkeklerden daha az ücret alıyorlar. Temizlik, bulaşık, yaşlı ve çocuk bakımı gibi yıldırıcı işlerde güvencesiz çalışıyor, cinsel tacize uğruyorlar, ama bu konu tabu olduğu için su yüzüne çıkmıyor. Liseüniversite mezunu, meslek sahibi, iyi işlerde çalışan kadınlar da var kuşkusuz; ancak eğitimli kadınlar da “cam tavan” adı verilen görünmez engellere tosluyorlar, ara kademe ve üst düzey yönetici olamıyorlar; çünkü “yönetici erkek olur” kabulü var. Hamilelik ve doğum izni kullandıkları için ya işten atılıyorlar, terfi edemiyorlar ya da yurt dışı eğitime gönderilmiyorlar. Ama daha da çarpıcı olan,son 4 yıldaki değişimdir: Erkeklerin yaklaşık 2 katı sayıda kadın iş piyasasından çekilmiştir NEDEN KADINLAR DAHA AZ ÖRGÜTLÜ? TÜRKYE’DE KADIN VE SENDIKALAR Toplam sendikalı işçilerin sadece %10’u kadın. Kamu emekçilerinde ise %30 oranında örgütlü kadın var. Neden kadınlar daha az örgütlü? Çünkü kadın emeği erkek emeğinden şarklı. Sendikalar bu şarklılığı yansıtacak politikalar yürütmüyor. Sendikalar dünyanın her yerinde erkek egemen örgütler. Yönetici, yönetim kurulu üyeleri, iş yeri temsilcileri ağırlıklı olarak erkek. Sendikalar erkek egemen ideolojiyi, anlayış sorgulamıyorlar. Kadın emeğinin sadece iş yerlerinde değil, evde, özel alanda emeğin yeniden üretimini gerçekleştirdiğini görmezden geliyorlar. Sendikalarda ve işyerlerinde, kullanılan dil, yapılan şakalar, görev dağılımına, toplantılara, eylemlere kadar uzanan günlük pratik, eşitsiz ve hiyerarşik bir alt üst ilişkisidir. Ka ınlar bu nedenle kendilerini ait hissedecekleri bir yapı bulamıyorlar, zorluklara göğüs gerip sendikal aktivitelere katılanlarının çalışma koşulları, cinsel tacizi görünür kılma, adil iş dağılımı, eşit ücret, mesleki eğitim, vb. talepleri toplu sözleşmelerde yer bulmuyor. Bu talepleri etkin bir şekilde savunabilecekleri yönetim pozisyonlarına yükselemiyorlar, bu yüzden de aşırı dinlenmiyor. YOKSULLUK DA KADINLAŞIYOR Cinsiyete dayalı işbölümü, kadın işi/erkek işi anlayışı sürdükçe kadınların çalışma hayatındaki ikincil konumu da sürüyor, böylece sermaye de, devlet de kreş,bakımevi vb. gibi toplumsal görev alanlarını değersizleştirerek ucuz/bedava kadın emeğine yıkıyor. Kadın emeği bu yüzden, niteliksiz, monoton, düşük ücretli işlerde yoğunlaşıyor. Kuşkusuz eğitim ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve sosyal hizmetlere ayrılan kamusal kaynakların azalması, yoksulluğun artması kadının emeğinin daha yoğun sömürüsüne yol açıyor, yoksulluk da kadınlaşıyor. Bu anlamda kadın emekçilerin konumu o büyük resmin, sermaye karşısında emekçilerin sosyal haklar, esneklik, iş güvencesi, sosyal güvenlik vb. alanlardaki mücadelesine ve kazanımlarına bağlı olarak da dönüşebilir. Hatta sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, kimya, petrol, makine, elektronik gibi daha erkek işi olan iş alanları, zamanla kadın işçilere açılabilir, kadın istihdamı daha geleneksel erkek işlerde pekala artabilir. Kuşkusuz bu yeni kadın işleri taşeronluk, esnek çalışma, düşük ücret ve kayıt dışıyla yan yana gidecektir. Ancak sınıfsal ve cinsiyetçi bakışı açısını reddeden bir sendikal hareket olmadığı sürece, sosyal haklardaki genel kazanımlar kadın emekçilerin ikincil konumlarında bir iyileştirme yaratamayacaktır. Kadınların Daha Çok Örgütlenmesi ve Sendika Yönetimlerinde Yer Alabilmesi için Sendikaların izlemesi Gereken Politikalar - Sendikalar “kadının yeri evidir”, “sendika erkek işidir” gibi cinsiyetçi iş bölümüne dayalı yargıları sorgulamalı ve dönüştürecek politikalar izlemelidir. - Sendikal faaliyetler erkek deneyimi ve iş merkezli olmaktan çıkartılmalıdır; kadınları ev içi sorumluluklarını görünür hale getirecek düzenlemeler planlanmalı dır. - Sendikalar STK'lar gibi davranmaktan vazgeçerek, sınış örgütü perspektiflerini güçlendirmeli ve sosyal hizmetleri yeniden devletten talep etmeyi sürdürmelidir. 1. Sendikalar erkek egemen yapılarını kırmak için bir dizi olumlu ayrımcılık ya da fırsat eşitliği politikaları geliştirmelidir:kadınların eşit temsili yetini sağlamak üzere işe giriş, atama, tayin, ücret ve ek ödeme, yükseltilme, emeklilik, sosyal haklar, ücretli ana-baba doğum izni, mesleki eğitim, cinsel tacizin engellenmesi gibi taleplerini toplu sözleşmelere dahil etmelidir. Kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik olarak üye profillerini kadın/erkek ayrımında güncelleştirmeli, bütçeli, kalıcı nitelikte komite/bürolar kurmalı, tüm kurullarda, temsil ve danışma mekanizmalarında kota uygulamalıdır. – Kadın-erkek eşitliği ve sınıfsal/cinsiyetçi bakış açısı, sendikal eğitim programlarının temel unsuru haline getirilmeli ve bu konuda düzenlenecek kampanyalarla ulusal/uluslararası sendikal hareket ve feminist hareketle dayanışmaya gidilmelidir. TALEPLERİMiZ • Devlet tüm çalışanlara sosyal güvenlik hakkını sağlamak ve bunun için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Başta sağlık ve eğitim hakkı olmak üzere, toplumun bütün kesimleri sosyal haklardan ücretsiz olarak ve eşit bir şekilde yararlanabilmelidirler. • Öğretmenlik mesleğinin gereken saygınlığı kazanması için ILO ve UNESCO taraşından hazırlanan, ülkemiz taraşından da onaylanan “Öğretmenin Statüsü Tavsiyesi”nde yer alan ilkeler hayata geçirilmeli, eğitim-öğretim ortamlarını olumsuz etkileyen sözleşmeli öğretmenlik, kısmi zamanlı geçici öğreticilik ve ücretli öğretmenlik gibi uygulamalara son verilmeli, öğretmenler kadrolu olarak istihdam edilmeli, öğretmenleri kariyer basamaklarına göre ücretlendirmek yerine, kıdem esasına göre ücretlendirmeye geçilmelidir. • Bu hayata geçirilene değin de ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerin statülerine, özlük haklarını, ücretlerine ilişkin net, anlaşılır ve her yerde eşit bir şekilde uygulanabilir düzenlemeler yapılmalı ve bu konudaki belirsizliğe ve karmaşaya son verilmelidir. • Olabilecek tüm hukuksal mekanizmaları devreye sokularak “meslekte eşitlik”, “eşit işe eşit ücret” ilkelerinin ihlali engellenmelidir. • Kamu çalışanlarının grev ve toplu sözleşmeli sendika hakkı tanınmalıdır. • Kadın istihdamını arttırmak ve çalışma hayatında işe almada, terfi ve yükselmelerde kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır. • Doğumdan dolayı ücretsiz izne ayrılan kamu çalışanı kadınların, izinde geçen süreleri emekli kesenekleri devlet taraşından ödenmeli ve emeklilikten sayılmalıdır. • Bakım isleri kamusallaşmalıdır. Kadının çalışmasını engelleyen en önemli faktör olan çocuk bakımı sorumluluğunun anne, baba ve devlet arasında eşit şekilde paylaştırılması sağlanmalı ve “ebeveyn izni” için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. • iş yerinde cinsel taciz konusu mesleki eğitimlerin bir parçası olmalı; koruyucu tedbirler alınmalı ve yasal yaptırımların uygulanmasında mağdurun şikayeti yeterli olmalıdır. • ILO'nun “Aile Sorumlulukları Olan Kadın ve Erkek işçilere fırsat Ve Davranış Eşitliği Sağlanması”na ilişkin 156 sayılı sözleşmesi ülkemiz taraşından onaylanmalıdır. • SSGSS’de emeklilik yaşında kadınlarla erkekler arasındaki yıl şarkı korunmalı, emeklilik yaşı, emekliliğe esas prim ödeme gün sayısı düşürülmeli emekli aylıklarının düşürülmesini öngören yöntemden vazgeçilmelidir.