İYTE - Yasemin Özcan Gönülal

advertisement
İYTE
TÜRK DİLİ I (TURK 201)
DERS NOTLARI*
“Türkçenin bir dilbilgisi kitabını okumak, bu dili
öğrenmek niyetinde olanlar için bir zevktir. Türlü
dilbilgisi kurallarının belirlenmesindeki ustalık, eylem
çekimlerindeki düzenlilik, bütün dil yapısındaki
saydamlık, kolayca anlaşılabilme niteliği, insan
zekâsının dil aracılığı ile beliren üstün gücünü
kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır. Türk dilinde
her şey saydamdır, apaçıktır.” Max Müller
DİL NEDİR?
Dil, iki bin yılı aşkın bir süreden beri insanı meşgul eden en önemli toplumsal ve düşünsel
sorunlardan biri olmuştur. Dil (lat. lingua, Fr. langue, İng. tongue, Alm. zunge, Far. zeban, ar. lisân,
Rus. yazık, Fin kieli) çok anlamlı bir kavramdır ve tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Üç işlevi vardır:
1. iletişim kurma
2. bilgi aktarma
3. düşünceyi geliştirme (hatta mümkün kılma)
Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç, kendisine özgü yasaları olan ve
ancak bu yasalar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli
anlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir kurumdur.

“Doğal bir iletişim aracı”dır çünkü; doğada olduğu gibi dilin kendi dizgesi içinde de belli
kurallar ve yasalar vardır. Doğada denge, bir doğa olayının, bir başka doğa olayının nedeni
oluşu gibi ilişkiler, diller için de geçerlidir. Dilde nedensiz değişme olmaz. Değişme
nedenlerinin bir bölümü saptanmış bir bölümü ise henüz saptanamamış olabilir. Örneğin omuz
sözcüğünün ünlü ile başlayan bir ek aldığında omuzu yerine omzu biçiminin kullanılması
Türkçede orta hece vurgusunun zayıf olması, bu nedenle orta hecede bulunan ünlülerin düşme
eğilimi göstermesiyle açıklanabilir. Ancak bu dar ünlü düşmesinin neden özellikle insan
vücudunun organ adlarında görüldüğü benzer başka bir yapıda (havuç, havcu gibi) ortaya
çıkmadığı tartışmalıdır1.

“Canlı bir varlık”tır çünkü; dilin canlı olarak değerlendirilmesinin nedeni doğanın bir parçası
oluşu ve doğadakine benzer biçimde sürekli değişim ve gelişim içinde olmasıdır.
Haz. Yasemin ÖZCAN GÖNÜLAL, İYTE, Genel Kültür Dersleri Böl. Öğr. Elm.
Talat Tekin havuç kelimesinin Farsça kökenli olduğunu ve ikinci hece ünlüsünün uzun olmasından dolayı “u”
ünlüsünün düşmediğini söyler. Bk. Tekin, T. (1995), Türkçede Morfofonemik Değişmeler: Dar Ünlü ~Ø
Nöbetleşmesi, Dilbilim Araştırmaları, s. 103-109.
*
1
1

“Gizli anlaşmalar sistemidir” çünkü; sözün başlangıcı ile kaydedilişi arasında çok uzun süre,
bilimsel bir düşünüş ve çalışmayla dilin doğuşu olgusunu saptamaya imkan vermez.
Bildiğimiz tek şey, aynı dili konuşan insanlar arasında şifreler, kodlar dizgesi olan dilin,
izlenebilen değişim ve gelişim süreçlerinin ele alınması ve değerlendirilmesi zorunluluğudur.

“Dil toplumsal bir kurumdur” çünkü; toplumun bütün bireyleri düşüncelerini, duygularını
dinleyenlere ya da okuyanlara iletmek; dinleyen ya da okuyan da verilmek istenen mesajı
almak amacındadır. Bu nedenle dil, toplumu oluşturan bireyler arasındaki en önemli iletişim
aracıdır.
Toplumluların uluslaşma süreci içinde mantık, düşünce, felsefe, töre vb. kurumlarla kültürel
yapının şekillenmesinde ve bu kurumların ortak payda altında toplanmasında dil birliği hayatî önem
taşır.
Dil ile kültür ve uygarlık kavramlarının içerdiği anlamlar arasında sıkı ilişkiler bulunur. Bu
ilişkileri ortaya koyabilmek için bu kavramlara da değinmek gerekir.
Ana çizgileriyle kültür, “Bir ulusa özgü maddi ve manevi ürünlerin bütünü” olarak
tanımlanabilir. Kültür, ulusaldır. Bir topluluğu ulus yapan özellikler, o topluluğun ulusal kültüründe
birleşmiştir. Maddi kültür, mimari, el sanatları, güzel sanatlar; manevi kültür ise dil, din, gelenek,
görenek, örf, âdetlerden oluşur. Aslında çoğu zaman iç içe geçen kültür ve uygarlığı birbirinden
ayırmak mümkün olmayabilir. Uygarlık, kültürünü ya da kültür, uygarlığını yaratabilir. Maddi ve
manevi kültürü besleyen en önemli öğe dildir. Bu nedenle ulusların yaşamında dil vazgeçilemez bir
kurumdur. Bu kuruma gereken önemi vermeyen uluslar ulus olma niteliklerini kaybedebilir ve yok
olabilir.
Diller ait oldukları toplumlarda kendi özgün koşulları ve gelişim süreçleri içinde farklı
görünümlerde varlıklarını sürdürürler. Örneğin Türk dili “bacı” sözcüğü ile geleneksel yaşayış ve
toplum yapısının bir görünümü olarak “kız kardeş”ten daha farklı bir kavramsal alan oluşturmuştur.
Her dil, ait olduğu kültürün ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeterlik ve zenginliktedir. Kar ve
buz sözcüklerinin bulunmadığı bir Afrika dilini veya çöl, deve sözcüklerinin yer almadığı bir Eskimo
dilini, ancak kendi özgün koşulları içinde anlamak gerekir.
Dil bireyi toplumsallaştırır, toplumu da uluslaştırır. Sözcükler, anlamlarını toplumsal
yaşamanın ortaya koyduğu gereksinimlerden alır. Örneğin Türkçe “evlenmek” kelimesi kök olarak
“çadır” anlamındaki “eb”den gelir. Bu da, ayrı bir ev kurmaya dayalı çekirdek aile tipinin bir
göstergesi olarak kabul edilir. Aynı şekilde komşu kelimesinin türediği kon- eylemi, atlı-göçebe
kültürün bir yansıması olarak bir yere konup konuşu > komşu olanları gösterir. Her dil ait olduğu
toplumun dünyaya bakışını yansıtır ve isimlerin nesnelerle ilişkisi kültür tarihinin izlerini taşır.
Uygarlığın sürekli gelişmesi dil ile çok yakından ilişkilidir. Uygarlığın getirdiği yeni
kavramları karşılayan doğal olarak bilgiyi elinde bulunduran toplumların, bilimsel bir değerlendirme
olmamakla birlikte, zengin ve gelişmiş bir dile sahip oldukları kabul edilir. Kendi bilim dilini
oluşturamayan ve geliştiremeyen toplumlar, başka dillerin etkisinden kurtulamaz.
2
Yabancı ülkelerden alınan her teknoloji ürünü, beraberinde terminolojisini de getirir. Örneğin
radyo ve televizyonla birlikte “anten, kanal, dijital, frekans, sinyal, bant, video, kaset, tuş, decoder,
ekran” vb. terimler Türkçeye girmiş ve yerleşmiştir. Bu olgu bir süre sonra toplumsal bir soruna
dönüşebilir; yurttaş duyarlılığının geliştirilememesi, ilgililerin ivedi önlemler almaması durumunda,
dilde büyük bir yozlaşma ve başkalaşma meydana gelebilir.
Dil anlatım gücü bakımından yeterince genişlik, derinlik ve olgunluk kazanamamışsa,
insanın iç dünyasındaki pek çok değer aktarılma imkânından yoksun kalır. Bu bakımdan, dil
zenginliğinin ve mükemmelliğinin, dil-düşünce bağlantısı açısından çok büyük bir değeri vardır.
Kavram geliştirme ve dilin etkin kullanımı, yaratıcı düşünme sürecinde de önemli zihinsel
göstergelerdir (parametre).
Dilin bütün yönleriyle etkili ve yetkin bir biçimde kullanılamadığı, yani dilin mükemmelliğe
ulaşamadığı yazılı ve sözlü iletişim alanlarında, yaratıcı düşünceden de söz etmek mümkün değildir.

Dil; cinsiyetle, fiziksel ve psikolojik kimlikle ilişkilidir.
Cinsiyet ayrımını ortaya çıkaran en önemli göstergelerden biri fonetik farklılıklardır. Bu durum
fizyolojik farlılıktan kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan kimi dillerde kadın ve erkek konuşmaları
arasında sözcükler, söyleyişteki kalıplar vb. öğeler arasında belirgin farklar vardır. Örneğin Türkçede
“ayol” sözcüğü kadınlara özgü bir “leksik” malzemedir. Aynı şekilde kadınlar, ünlemleri erkeklere
oranla daha fazla kullanır.
DİLİN DOĞUŞU
Her bilim, birisinin çıkıp her gün karşılaşılan ve olağan bir şeye şaşmasıyla başlar. Cisimle
tutulmayınca neden yere düşer? Ağaçlar niçin yeşildir? İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler neden
kendilerini doğuranlara çoğu kere o kadar benzer ve onlardan yine de tamamen farklıdır? Bu gibi
sorulara cevap bulma denemeleri ya yepyeni bilimlere yol açmış ya da mevcut bilimleri yepyeni
yollara sevk etmiştir. Elbette sadece şaşmakla bitmez bu iş. Soruyu soran “Tanrı öyle yapmış.” veya
“Eski çağlardaki tesadüf bir olay, bütün çağlar için geçerli örneği oluşturmuştur.” cinsinden
cevaplarla kolayca tatmin olursa veya “Böyle sorular sormak günahtır, suçtur.” yahut “İnsan aklı
bunları kavrayamaz.” cinsinden ihtarlar karşısında ürkerse, sonuçta şu olur, bu olur; ama ortaya bilim
çıkmaz. Bilim ancak insanların dış gerçeklikteki görüntülere büyük ilgi duymasıyla ortaya çıkar.
Dil bilimini doğuracak şaşma olayının başlangıcında, insanların nasıl olup da konuşabildiği
sorusu bulunmuyordu; bu gayet tabiî bir şey olarak görülüyordu. Yeryüzünün çeşitli yerlerinde ve
birbirinden tamamen habersiz olarak bazı insanlar, nesnelerin isimlerinin neden öyle olduğunu
sordular. Yani insanları hayrete düşüren nesnelerin isimleri oluşu değil, o nesnelerin neden o söz
konusu ismi taşıdığı, kadına neden “kadın”, kaşığa neden “kaşık” dendiğiydi. Bu konuda da mitte
başka soruları daha başlangıçta lüzumsuz kılacak bir cevap hazırdı: Nesneler bu isimleri taşıyordu;
çünkü ilk insan Tanrı’nın verdiği görev ve yetki ile onları öyle isimlendirmişti. Başka bir yerde
ataların bilgelikleriyle nesnelere isimlerini verdikleri söylenir. Fakat bunların yanında bu ilk
3
isimlendirmelere yol açan sebepler konusunda ilk araştırma denemelerini görürüz. Hz. Âdem kadına
ischa (İbranice kadın) adını verir; çünkü onun kendisinden, yani erkekten (İbr. isch) çıktığını sezmiş
ve hissetmiştir. İki nesne arasındaki ilişki, nesnenin kökeni ve görevi hakkında bir şeyler söylemeyi
mümkün kılan böyle türetmelere, böylece insanların dil konusunda düşünmeye başladığına her
yerde rastlanır.
“Dil nasıl doğmuştur?” “Diller bir kaynaktan mı, başka başka kaynaklardan mı
çıkmıştır?” gibi sorular pek çok dilciyi, felsefeciyi, toplumbilimciyi tarih boyunca yakından
ilgilendirmiştir. Bu konularda araştırmalar yapılmış olmasına karşın bugüne değin hemen hiçbir
kuram, dilin doğuşunu ve kaynağını tam olarak açıklayamamıştır. Bu kuramlardan biri yeryüzündeki
bütün dillerin tek bir dilden doğduğunu savunan monogenist teori diğeri ise dillerin farklı
kaynaklardan doğmuş olabileceğini ileri süren poligenist teoridir.
1. Dillerin Doğuşu Konusunda Efsanevî/Mitolojik Yorumlar:
a. Çin efsanelerine göre bir su kaplumbağası, sırtındaki şekillerde yazının esrarını taşıyarak
imparatorun önüne gelir ve ona yazıyı öğretir.
b. Babilliler, yarı insan yarı balık görünümündeki bir deniz canavarının denizden çıkarak
kendilerine yazıyı öğrettiğine inanırlarmış.
c. Eski Mısır’da Baştanrı Ra’nın isteklerini, kendi dili ve habercisi olan Tanrı Tot aracılığıyla
gerçekleştirdiğine inanılır, Tanrı Tot canlı ya da cansız bir şeyin adını söylemedikçe, o şey var
olamazdı.
Heredot’un bildirdiğine göre eski Mısırlılar tarafından dil olgusunu araştırmak amacıyla M.Ö.
7. yy.da bir deney yapılmıştır. Kral Psammetichos’un emriyle yeni doğmuş iki bebek iki yıl
insanlardan soyutlanmış, yanlarında hiç konuşulmadığı halde iki yıl sonra bebeklerin bekos sözünü
söyledikleri görülmüş. Mısırcada yer almayan bu sözün Frigya dilinde yer aldığı, ekmek anlamına
geldiği anlaşılmış. Bu da deneye göre Frigcenin eski dil olduğunu gösterir, başka deneylere göre ise
Mısırca en eski dil olmalıdır.
2. Dillerin Doğuşu Konusundaki Dinî Yorumlar:
İlahî dinler Hazreti Âdem’in dünyaya dil ile donanmış olarak gönderildiğini bildirmektedir.
Buna göre dil, Tanrı iradesinin bir yansıması, insan ruhunun özüdür. İnsanı insan yapan dil olduğuna
göre, insan dili yapmış olamaz. Dil insanı aşan, kendi başına var olan bir varlıktır.
İncil’e göre Tanrı, Babil Kulesi’ni yaparak kendisiyle boy ölçüşen insanoğlunu cezalandırmak
üzere farklı diller yaratarak birbirini anlamaz hale getirmiştir. (bkz. Umberto Eco, Avrupa Kültüründe
Kusursuz Dil Arayışları, Afa Yay.)
“Ve Yehova ‘Bunların hepsi tek kavim’ dedi. Konuştukları dil aynı, girişecekleri işi yarıda
bırakacağa benzemiyorlar. Gelin de toprağa inelim. Dillerini ayıralım şunların. Birbirlerini anlamaz
olsunlar.”
Tevrat’taki bu sözler dillerin çeşitlenmesi konusunda bir görüş ortaya koymaktadır. Bu görüşü
şu bilgilerle tamamlamak gerekir: Nuh Tufanı’ndan önce tek bir kavim, tek bir dil vardı. Nemrut
4
Tanrılık iddiasıyla Babil Kulesi’ni gökyüzüne doğru yükseltince, tufan koptu… Babil’den kaçan
insanlar birbirlerini tanımaz bir halde dünyanın dört yanına dağıldılar. Her bir grup bulunduğu yerde
kendine has bir dille konuşmaya başladı; böylece ilk dil farklılaşmaları ortaya çıktı. Yine Tevrat’ta
Tanrı’nın canlılara isim vermek için Âdem’i görevlendirdiği ve Âdem’in adlandırışına göre her
varlığın bir ismi olduğu kaydedilmektedir. Bu ayrıntı, daha sonra gelmiş bulunan İncil ve Kuran’da da
yer almaktadır.
3. Dillerin Doğuşu Konusundaki Felsefî Yorumlar:
“Dilin ne olduğu sorunuyla uğraşmak kendisi de dile dayanan bir faaliyet alanı olan felsefe
için kaçınılmaz bir sonuçtur. Nitekim “dildeki kelimeler ile bunların gösterdiği nesneler (kavramlar)
arasındaki bağlantı doğuştan mı gelmektedir, yoksa bu ilişki insanlar tarafından mı kurulmuştur?”
sorusu, Sokrates’ten önceki dönemlerde Grek filozoflarının kafa yorduğu önemli konulardan biriydi.
Herakleitos’a göre (M.Ö. 6. yy.) dil, tabiatta var olan düzenin bir uzantısı olarak ortaya çıkmış
tabiî bir sistemdir. Dolayısıyla dilin kelimeleri de doğuştan ve tabiî bir özellik taşımaktadır.
Herakleitos’un zıddı bir görüş taşıyan Demokritos’a göre ise kelimeler belki başlangıçta tabiattaki
diğer varlıklar gibi kendiliğinden idiler; fakat sonraları bu özellik kaybolmuş ve bugünkü değeri ile
kelimeler, insanlar arasında karşılıklı anlaşmanın bir ürünü olmuştur.
Sokrates döneminde gramerci bir yaklaşım da ortaya çıkar. Aristoteles de “Poetika” adlı
eserinde gramer çalışmalarına bir kesinlik getirmiş ve kelimeleri sınıflandırmıştır. Bu dönemde ortaya
çıkan Sofistler dili pratik amaçlarla incelemeye başlarlar. Hedef etkileyici bir konuşmanın kurallarını
belirlemek ve hitabet açısından bir üstünlük sağlamaktır. Gramer çalışmalarının yoğunlaşmasıyla
birlikte dil ile ilgili faaliyetler felsefeciler arasında soyut bir tartışma alanı olmaktan uzaklaşmıştır.
4. Dillerin Doğuşu Konusunda Bilimsel Kuramlar:
a. Yansıma Kuramı: Bu kuram dildeki ilk kelimeler canlı/cansız varlıkların çıkardığı seslerin
taklidinden doğmuştur anlayışına dayanır: horul horul, çatır çatır, mışıl mışıl gibi.
Alm. kuckuck “guguk kuşu”/gurren “gur etmek” (güvercinler için) vs. doğal ses ilişkisi dışında başka
sebepler de vardır: Mesala köpek kelimesi her dilde farklıdır: Tür. köpek, İng. dog, Ar. kelb gibi.
b. Ünlem Kuramı: Bu anlayışa göre dış etkiler karşısındaki tepkilerini anlatmak için
insanların çıkardığı ilk sesler dildeki ilk kelimeleri oluşturmuştur: Of-lamak, in-lemek gibi
c. Doğuştanlık Kuramı: İnsanda doğuştan bir dil kurabilme gücü bulunduğu, dolayısıyla
anlaşma ile ilgili bütün faaliyetlerin (konuşma, yazma, anlama) beynin bir işlevi olduğu görüşü,
günümüze yaklaşıldıkça yaygınlık kazanan ve giderek bilimsel verilerle doğrulanan bir görüştür.
***
Güneş Dil Teorisi: Bütün dillerin aslında Türkçeden doğmuş olduğunu iddia eden
monogenist bir teoridir.
Türkçenin söz varlığını, başta Arapça ve Farsça olmak üzere yabancı dillerden geçen
kelimelerden arındırarak özleştirme hareketi, diğer bir deyişle “Dil İnkılâbı”, Tanzimât ile başlar ve
bilhassâ Cumhuriyet ilan edildikten sonra Atatürk’ün özverili çalışmalarıyla hızlı bir şekilde devam
5
eder. Başlatılan bu hareket, sadece yabancı dillerden geçen aykırı söz varlığını değil, yine yabancı
dillerin etkisiyle gelişen ve Türkçenin yapısına uygun olmayan birtakım dil bilgisi kurallarını da
tasfiye amacı taşımaktaydı; fakat bu tasfiye işlemi çok ileri boyutlara ulaşmış ve dili özleştirme çabası,
içinden çıkılamayacak bir hâl almıştı. Öyle ki, özleştirilmeye çalışılan yeni dil ile anlaşabilmek
eskisine göre çok daha zor olmaya başlamıştı.
Bu durumu gören Mustafa Kemal Atatürk, Avusturyalı Türkolog Phill H. Kvergiç'in
hazırladığı ve 41 sayfadan oluşan "La Psychologie de Quelques Éléments des Langues Turques" (Türk
Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi)1 adlı çalışmayı inceler, sonrasında bu çalışmayı Abdülkadir
İnan, Naim Nazım ve Hasan Reşit gibi bilim adamlarından oluşan bir dil heyetine gönderir. Heyetin
yaptığı çalışmalar sonucunda “Güneş Dil Teorisi” fikri ortaya çıkar. Teorinin amacı, yeryüzündeki en
eski dilin Türkçe olduğunu ve diğer dillerin de Türkçeden türediğini ortaya koymaktır. Bir diğeri de
aşırı özleştirmecilikten vazgeçmek, millet, mühim, sabah, devir, hâtıra, defa, ümit, kuvvet vb.
kelimelerin dilde kalmasını sağmak, aynı zamanda Avrupalı tarihçilerin Türkleri aşağılamasına yanıt
olarak "Türk dili, taş ve maden devrinde kültür kelimelerini göç yolu ile yeryüzündeki dillere yayan
kadim büyük bir kültür dilidir.” mesajını vermekti. Teori, 3. Dil Kurultayında yabancı dil bilimcilere
de sunulur; fakat pek çok dil bilimci bu teorinin gerçeklik taşımadığını belirtir ve teoriyi savunmaz.
Yeryüzündeki tüm dillerin “güneş” kelimesinden türediğini savunan Güneş Dil Teorisi;
aydınlatma, ısıtma ve yükselme vasıfları dolayısıyla güneşin tüm toplumlar için hayatî derecede önemi
olduğunu vurgular. Kendisine kutsiyet atfedilen güneşin aydınlatma özelliği yeryüzünün görülebilir
hâle gelmesini ve yaşamın gerçekleşebilmesini sağlarken, ısıtma özelliği yaşamın devamını getirir.
Yükselme özelliği ise gücü ve kudreti temsil eder. Her şeyin kaynağı odur ve uzaklık, büyüklük,
yükseklik gibi erdemler onda toplanır. Tüm bu özelliklerinden dolayı güneş, bütün toplumlar
tarafından önemli kabul edilir ve insanların güneşe bu kadar önem vermesi, onun, en kolay şekilde
ifâde edilebilen a sesiyle karşılanmasına sebep olur.
Güneş Dil Teorisi'nde, bilinçli olarak türetilen ilk ses olan a ile birlikte bir ğ sesinin de
söylendiği, bu sesin ise sadece Türkçede bulunduğu, dolayısıyla ortaya çıkan ilk kelime olan “ağ”ın
Türkçe kökenli olduğu vurgulanır. Yine a sesinden sonra b, m, p, t, y, g, k, h ve u seslerinin
gelebileceği de teoride belirtilmektedir. 72 adet birincil derece temel kök meydana getiren 8 sessiz
harf, 8 ünlü ile birleştiğinde de 88 adet ikincil temel kök oluşturur. Bu sayede toplamda 168 temel kök
ortaya çıkar. Teori, bu dayanaklar ile “güneş” sözünün Türkçe olduğunu kanıtlamaya çalışır. Ayrıca,
Arapça “şems” sözünün de “güneş”in değişik bir varyantı olduğu fikri teoride yer alır
bitki > botanik
soy > sosyal
ter > termal
yaltırık > ıltırık/yıltırık > elektrik
6
a sesinin zaman içinde e, ı, i, o, ö, u ve ü seslerine dönüştüğünü, dolayısıyla bugün
kullanmakta olduğumuz sesli harflerin hepsinin a sesinin değişik biçimi olduğunu belirten teoriye
göre, yaygın olarak kullanılan diğer temel kelimeler de "ağ"dan türemiştir.
Yapılan tüm bu çalışmalara rağmen Güneş Dil Teorisi beklenilen ilgiyi bulamaz ve Atatürk'ün
vefatından sonra bir daha üzerinde herhangi bir çalışma yapılmaz. Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesinde konuyla ilgili olarak ders veren İbrahim Necmi Dilmen, “Güneş öldükten sonra
onun teorisi mi kalır?” diyerek, Atatürk'ün ölümünden sonra bu teoriyle ilgili çalışmaların sona
ermesinin sebebini açıklar.
DİLİ BİLİMSEL OLARAK ELE ALMANIN GEREKLİLİĞİ
Matematik nasıl bütün fen bilimleri için temel bilim ise dil bilimi de aynı anlamda bütün
sosyal bilimler için temel bilimdir.
Bilgi birikimi ancak dille gerçekleşebilir ve aktarılabilir. Ülkelerin çeşitli alanlardaki geri
kalmışlıklarının nedenlerinden biri de uygarlığın ve teknolojinin gelişmelerini yansıtacak, aktaracak
kavramları oluşturamamaktır. İlgili kavramlar oluşturulmadan, geliştirilmeden bilgiyi üretme, aktarma
ve yenileme olanağı yoktur.
İnsana ilişkin tüm maddi ve manevi değerler, çeşitli bilimlerin inceleme alanı içine girer. Ana
dili ve yabancı dil öğretiminin daha etkin bir biçimde yapılabilmesi için dil biliminin verilerinden
yararlanılabilir. Herhangi bir dilin başka dillere oranla zengin ya da fakir, ilkel yahut gelişmiş
olduğunu, “Türkçenin lastik gibi her yana çekilebildiği” gibi yaygın yanlışların bilimsel yol ve
yöntemlerle telafisi için dil biliminin bulgularından faydalanılmalıdır. Dilin bilimsel olarak
incelenmesi, pratikte şu yararları sağlayabilir:
a. Planlı ve etkili anlatım becerisinin alt yapısını oluşturma,
b. Ulusal birliğin korunmasında dil birliğinin önemini kavrama,
c. İnsan dillerini birbirinden ayırmadan nesnel olarak değerlendirebilme,
d. Dilin çalışma dizgesini kavrayarak özgüveni geliştirme,
e. Dilin görünümleri arasındaki farkları kavrayarak standart ve uygun dili kullanma,
f. Dilin kullanımındaki doğru ve yanlış arasındaki ayrımı bilimsel olarak ortaya koyabilme,
g. Yabancı dil öğrenimine ya da yabancı dil öğretimine katkı sağlama,
h. İnsan topluluklarının tarihsel, sosyal vb. gelişimlerindeki süreçleri, olguları belirleme,
tanımlamaya yardımcı olur. Doğanın ve doğanın bir parçası olan insanın gizlerini ortaya çıkarma,
eldeki bulguları da yine insanın hizmetine sunma işlevini yerine getirir.
DİL BİLİMİ VE DİL BİLGİSİ
Dil bilimi ve dil bilgisi çoğu zaman birbiriyle karıştırılan terimlerdir. Dil bilgisi daha sınırlı ve
pratik amaçlar güden inceleme alanıdır. Dilin kabul edilen ölçütler içinde daha iyi kullanılmasını
amaçlar. Dil bilimine oranla ‘tutucu’, ‘kuralcı’ ve ‘geleneğe bağlı’ bir nitelik taşır. Dil biliminde ise
7
doğruluk, kuralcılık ve düzeltme değil; var olan nesnel gerçeğin evrensel geçerlilik çerçevesinde ele
alınması amaçlanır.
Gramer sözcüğü köken bakımından Grekçe yazma anlamındaki gramma biçiminden Fransızca
grammaire aracılığıyla Türkçeye girmiş ve dil bilgisi terimi ile karşılanmıştır. Dil bilgisi genel
anlamıyla öğrenim kurumlarının çeşitli aşamalarında dilin seslerini, sözcük yapılarını, anlamlarını,
kökenlerini, cümle kuruluşlarını ve bütün bunlarla ilgili kuralları inceleyen bilgi dalıdır.
Eski Yunan geleneğinde dil bilgisi, felsefenin bir dalı olarak yazma sanatı; Orta çağlarda da
salt doğru yazma, doğru konuşma, dil kurallarına uyma şeklinde algılanmıştır. Bugünün geleneksel
gramerleri de büyük ölçüde geçmiş dönemlerin çalışmalarına bağlıdır. Eflatun gibi felsefecilerin Eski
Yunanca kimi sözcükler için yaptığı köken bilgisi denemeleri, geleneksel dil bilgisinin habercisidir.
Aynı yöntem Romalı dil bilginleri tarafından M.S. 6. yy.da Latinceye uyarlanmıştır. Yeniçağdan sonra
coğrafî keşifler, ülkeler arasında ticaretin gelişmesi vb. sonucunda başlayan küreselleşme Latince ve
Yunancanın dışında çok farklı dillerin de bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu geleneksel dil bilgisiyle
uğraşanlar için bir dönüm noktasıdır.
Modern dil biliminin başlangıcı, Hinduların Latincesi olarak da tanımlanan Sanskritçenin 18.
yy.da keşfi sayılabilir. O dönem İngiliz sömürgesi altında bulunan Hindistan’da kullanılan
Sanskritçenin Sir William Jones tarafından Yunanca ile şaşırtıcı benzerliğinin saptanması Hint Avrupa
dil ailesinin keşfinin de temelini atmıştır.
Yunanca, Latince, Sanskritçe, Germen ve Kelt dilleri arasındaki benzerlikler binlerle ifade
ediliyor ve söz konusu diller birbirlerinden çok uzak coğrafyalarda kullanılıyorlardı.. peder-fatherpater-pitar “baba”, İng. two, İsp. dos, Fr. deux “iki”, Sans. padas, yun. podos, Lat. pedis “ayak” gibi
pek çok benzerliğin rastlantı ya da etkileşimle açıklanamayacağı ortadaydı, bu durumda tek mantıklı
açıklama bu dillerin ortak bir ana dilin uzantıları oluşuydu.
Dil bilimi (lengüistik) ise kurallara uygun yazma ve konuşma üzerinde durmaz, doğası gereği
kuralcı değil betimleyicidir. Dil bilimi başka bilimlerle de işbirliği içindedir: tarihsel dil bilim,
toplumsal dil bilim (sosyolengüistik), ruhsal dil bilim (psikolengüistik), bilgisayar dil bilimi gibi. Dil
bilimi dilin kendisini inceleme konusu yapmıştır.
Geleneksel dil bilgisiyle betimleyici yoruma bir örnek:
Geleneksel dil bilgisi:

Dağ, bağ, yağ gibi sözcüklerin [ya:], [ba:], [da:] biçiminde söylenmesi yanlıştır.

tohtur söyleyişi kaba ve yanlıştır, sözcük doktor biçiminde söylenmelidir.
Betimleyici yorum:

Yarı ünlü olan ğ sesi niteliğini yitirirken kendisinden önceki ünlüyü de uzatmıştır.

Fransızca kökenli doktor, Anadolu ağızlarında söz içindeki (q) nın, genel kural olarak
sızıcılaşması, söz başındaki d’nin t ve h (x) ünsüzlerinin gerileyici etkisiyle sertleşmesi
8
(ötümsüzleşmesi) ve son olarak dudak uyumu sonucunda o-o şemasının o-u şeklinde
gelişmesiyle tohtur biçimini almıştır.
Dil bilimi dil bilgisini gereksiz hale getirmedi; ancak onu derinden etkiledi. Modern dil bilgisi her
şeyden önce yaşayan dilin gerçek durumu, az çok geçmişi ve gelişme yönleri hakkında bilgiler verme
görevini üzerine aldı ve dil biliminin ve pozitif bilimlerin yöntemlerine uydu. Günümüzde de normatif
bilgi olma işlevini sürdürmekle beraber eski fetvacılığını bırakmıştır.
DİLDE DERİN YAPI/YÜZEY YAPI KAVRAMI
Dil biliminin Einstein’ı sayılabilecek ve yaşayan sosyal bilimcileri arasında dünyada kendisine
en çok atıfta bulunulan kişilerden biri olan Noam Chomsky, dil olgusunun ancak dile has bir
mekanizmanın varlığı ile açıklanabileceğini iddia etmektedir. Chomsky’e göre, dil bilimcilerin on
yıllarca süren sistemli çalışmalarının sonucunda bile ulaşamadıkları dil bilgisi kurallarını yeni doğmuş
ve zihnî gelişimini dahi henüz tamamlamamış bir çocuğun birkaç sene zarfında edinmesi mümkün
değildir. Bu, ancak doğuştan gelen, dile özgün kurallarla donatılmış içgüdüsel bir sistem sayesinde
gerçekleşmektedir. “Dil Edinim Cihazı” olarak adlandırılan bu cihaz, tüm dünya dillerinin iskeletini
oluşturan “Evrensel Gramer”i içermektedir. Dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin yapması gereken
sadece bu iskelete, ana diline uygun bir et giydirmekten ibarettir. Evrensel gramerin kuralları öylesine
soyut ve karmaşıktır ki dil içgüdüsünden mahrum bir çocuğunun bu iskeleti sıfırdan, sadece duyduğu
dil girdisiyle çıkarsaması değil birkaç yılda, birkaç yüzyılda dahi mümkün değildir.
Chomsky’nin üretken-dönüşümlü dil bilgisi kuramına göre dil iki düzlemde incelenebilir.
Birincisi; zihinsel gerçeklik ya da insan zihninde insan zihninde bulunan soyut kavramlar olan dil
kuralları (derin yapı), diğeri ise bu soyut kavramların işlenerek somut sonuçların (yüzey yapı) ortaya
çıkmasıdır. Sözgelimi; Türkçede “ev” İngilizcede “house” ve Fransızcada “maison” gibi farklı
sözcüklerle gösterilen anlam, bu üç dili konuşan kişilerin zihninde hep aynı ya da birbirine yakındır.
Sözcükler farklı olsa da gösterdikleri aynıdır. Göstergebilimin de incelediği bu konu; yani gösterilenle
(zihindeki kavramlar), gösteren (yüzey yapı öğeleri) arasındaki ilişki ve bu durumun insanlar için aynı
anlamı taşıması kültürler arası diyaloğu ve çeviri dediğimiz etkinliği de olanaklı kılmaktadır. Derin
yapı olmasaydı ne farklı diller arasında çeviri yapılabilirdi ne de dil içi yorumlar.
Gramer çözümlemelerinde derin yapı-yüzey yapı kavramları büyük önem taşır.
Örn. “Seni ne kadar sevdiğimi anlatamam”, “Seni çok seviyorum” gibi farklı yüzey yapıların
derin yapıda eş anlamlı olduğu görülebilmektedir. Dolayısıyla dil bilgisinin buna benzer sorunları
bütünüyle çözebildiğini söylemek zordur.
Örn. “Ders bitti.”
Yüzey yapı: Dersin sona erdiği
Derin yapı: 1. daha önce ders yapıldığı
2. bunu söyleyen kişinin öğretmen ya da öğrenci olduğu
Söylenmeyen varsayımlar: 1. Eve gidebiliriz.
9
2. Bir sonraki derse gidebiliriz.
3. Sınava hazırlanmalıyız.
4. Sinemaya vs. gidebiliriz.
EN AZ ÇABA YASASI/EN ÇOK ÇABA YASASI NEDİR?
Dil, fiziksel yönleri de ağırlık taşıyan bir dizgedir. Konuşma sırasında olabildiğince az enerji
harcama, minimum enerji düzeyine düşme eğilimi vardır, buna dil biliminde en az çaba yasası denir.
Örneğin ağabey yerine abi, gidiyorum yerine gidiyom, var yerine va vb. söyleyişler daha az enerji
harcanmasını sağlar.
En çok çaba yasası ise ana dilinde bulunmayan bir sesin, ses grubunun ya da sözcüğün
alındığı dildeki söylenişine uygun veya yakın telaffuz edilmesidir. Örneğin ana dili Türkçe olan birinin
film sözcüğünü telaffuz etmesi zordur. Fransızca aslına uygun olarak film şeklinde telaffuz etmek en
çok çaba, film şeklinde telaffuz etmek ise en az çaba yasasının bir sonucudur.
Ana dili konuşurlarının eğitim düzeyi yüksek ve yabancı dil bilgisine sahip olanlar, alıntı
sözcükleri orijinaline uygun olarak söyleme eğilimindedirler. Eğitim düzeyi düştükçe ana dili konuşur,
yabancı dillerin etkisine kapalı olacağından, söyleyişte Türkçenin bilinçaltı yasaları ön plandadır. (Nev
York yerine (nyû) söyleyişleri en çok çaba yasasının bir yansımasıdır.)
En az çaba yasasına göre alıntılanmış kimi sözcükler:
İng. shield > şilt
İt. scala > iskele
Ar. zeytûn > zeytin
İng. speaker > spiker
İng. exhaust > egzoz
İng. sweater > süveter
İng. forward > forvet
İt. mandarino > mandalina
Yun. marmaron > mermer
İng. steam boat > istimbot
***
LİNGUA FRANCA NEDİR?
Lingua franca, çok sayıda dilin konuşulduğu, dolayısıyla iletişim zorluklarının çekildiği
ortamlarda ortak anlaşma aracı olarak kullanılan dildir. Tarih boyunca çeşitli diller lingua franca
olarak kullanılmıştır. Latince Batı Avrupa’da, orta çağlarda bilim ve eğitim dili olarak, Fransızca 17.20. yy.lar arası uluslararası diplomasi dili olarak doğuda Arapça, Orta Afrika’da Swahili, Güneydoğu
Asya’da Malayca, Türkçe tarih içinde Orta Asya’da, Rusça Çarlık Rusyasında ve SSCB’de diğer
lingua franca örnekleridir. Bugün yeryüzünün lingua francası İngilizcedir.
***
DİLİN TÜRLERİ:
Ana dil: Bir ya da birçok dilin türemiş olduğu kök dil. Latince, Roman dillerinin (Fransızca,
İtalyanca, İspanyolca gibi), Ana Türkçe de Türk dillerinin (Türkiye Türkçesi, Azerice, Özbekçe,
Kazakça, Türkmence gibi) ana dilidir.
Ana dili: Bireyin annesinden, aile ve yaşadığı çevreden, topluluktan öğrendiği dildir.
10
Lehçe: Bir ana dilin tarihsel gelişimi içinde, değişik çağlarda ve coğrafî alanlarda oluşan ses,
yapı ve söz dizimi bakımından az çok farklar içeren dallarından her biri.
Ağız: Konuşma dilinin bölgeler arasındaki özellikle ses farklılıklarına dayalı kollarına “ağız”
denir.
Şive: İngilizce “accent” a yakındır. Söyleyiş özelliği demektir: “şivesi bozuk”, “şivesi
Araplara benziyor” gibi.
Ağız, lehçe ve dil ayrımı konusunda kullanılan en önemli ölçüt karşılıklı anlaşılabilirlik
oranıdır. Bazen karşılıklı anlaşılabilirlik oranı yüksek İsveççe ve Danca, Hintçe ve Urduca, Tacikçe ve
Farsça, Azerice ve Türkçe, Kırgızca ve Kazakça, vb. siyasal nedenlerle ayrı diller olarak kabul edilir.
Ağızlar yanlış ya da geri olarak değerlendirilemez. Aydınlar yazıda ve konuşmada standart
(ölçünlü) dili kullanmak zorundalar. Yani yazı dili ile konuşma dili arasında birlik sağlanmalıdır. Öte
yandan ağızlardaki en eski dönemlerden bu yana varlığını sürdüren on binlerce sözcük, deyim, atasözü
vs.nin yazı diline kazandırılması en azından bunların kaybolmasını sağlayacak önlemler alınması
gerekir.
Doğal dil: İnsan diline özgü sesli iletişim aracıdır.
Yapay dil: değişik diller konuşan insanlar arasında anlaşmayı sağlamak için özel olarak
oluşturulan dil. Örneğin; Esperanto, İdo, Oksidental (Oryantalizmin zıddı), Volapük vs.
Esperanto kendini Dr. Esperanto olarak tanıtan Polonyalı bir göz doktoru tarafından, farklı
dilleri konuşan kişiler arasındaki iletişim zorluklarının, öğrenilmesi kolay bir ortak dil ile aşılabileceği
düşüncesiyle 1887 yılında üretilen bir yapay dildir. Günümüzde en çok tanınan ve en çok konuşanı
bulunan yapay dil olmakla birlikte uluslararası iletişim dili olma amacına tam anlamıyla
ulaşamamıştır.
Kültür dili: Kültür etkinliklerinde, dilbilgisi kurallarına özen gösterilerek kullanılan dil.
Uygarlık dili: Bir uygarlığın, kültürün yayılmasına aracılık eden, başka dilleri de etkileyen
gelişmiş dil.
Resmi dil: Bir ülkede yasayla kabul edilen dil.
Bilim dili: Bilimsel yapıtlarda kullanılan, kendine özgü terminolojisi ve söylemi bulunan dil.
Özel dil: Bir toplumda geçerli ortak dilden ayrı ama ondan türemiş olan, yalnız belli
çevrelerce kullanılan, toplumun her kesimince anlaşılmayan, kendine özgü sözcük, deyim ve
kelimelerden oluşan dil.
Argo: Argonun (<Fr. argot) sözlüklerde iki anlamı bulunmaktadır: 1. Özellikle yer altı
dünyasının özel bir anlaşma ve iletişim aracı olarak kullandığı özel kelime ve deyimler, gizli dil. 2.
Belirli bir sosyal grubun, meslek grubunun ya da sınıfın özel söz varlığı ve deyimleri (spor argosu,
öğrenci argosu vb.)
Standart dil: Bir toplulukta bölgeler üstü anlaşma dili olarak tanınıp benimsenen ve
kurumlaşan dildir.
Yaşayan dil: Günümüzde konuşulan ve yazılan dil.
11
Yazı dili: Bir ülkede yazılı ürünlerde kullanılan dil. İstanbul ağzı Türkiye Cumhuriyeti’nin
resmi yazı dili olarak kabul edilmektedir. Bugün Türkçenin 20’den fazla yazı dili, sayısız diyalekti
bulunmaktadır.
Konuşma dili: Yazı diline karşıt olarak sadece günlük konuşmalarda kullanılan dil.
Ölü dil: Bugün hiçbir toplulukça konuşulmayan, varlığı yazılı belgeler aracılığıyla saptanan
dil: Latince, Sanskritçe, Hititçe gibi.
YERYÜZÜNDEKİ DİLLER
Bugün yeryüzünde ortalama 4000 civarında dil konuşulmaktadır. Bunun net sayısını vermek
zordur; çünkü kimi diller toplumsal, ekonomik, siyasal, tarihsel vb. nedenlerle ortadan kalkmakta,
kimi diller lehçe olmaktan çıkıp bağımsız dil durumuna gelmektedir. Dünyada en çok konuşulan
diller:
Çince
1 milyar
İngilizce
400 milyon
İspanyolca
300 milyon
Hintçe-Urduca
150-200 milyon
Rusça
250 milyon
Arapça
150-200 milyon
Türkçe
150-200 milyon
Portekizce
150 milyon
Fransızca
100 milyon
Almanca
100 milyon
Japonca
100 milyon
İtalyanca
50-60 milyon
DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI
Kaynaklarına Göre Diller:
Kaynak bakımından birbirine yakın olan diller bir aile teşkil ederler. Dünya dilleri bu şekilde
çeşitli dil ailelerine ayrılırlar. Bir dil ailesi tarihin bilinmeyen devirlerinde bir ana dilden çıkan dillerin
oluşturduğu topluluktur. Bu diller arasındaki benzerlikler böyle bir varsayımı kuvvetlendirmektedir.
Bir ana dilin yazılı belgeleri olmadığı halde birçok özelliklerini kendisinden türemiş bulunan ailedeki
dilleri karşılaştırarak tespit etmek mümkün olabilmektedir. Öte yandan dilleri sınıflandırmak dil
olgusunun karmaşıklığı nedeniyle adeta imkânsızdır.
Dünyadaki başlıca dil aileleri şunlardır:
1. Hint-Avrupa Dilleri: Konuşur sayısı bakımından en kalabalık dil ailesidir.
Sanskritçe mâtâ, İngilizce mother, Almanca mutter, Rusça mat’, İsveççe moder, İspanyolca
madre, Romance mare, Farsça mâder örneği bu dillerin köken bilgisi konusunda ip uçları vermektedir.
Asya Kolu (Hint)
12
a. Hint-Urdu dilleri: Hintçe, Pakistan’da konuşulup Arap harfleriyle yazılan Urduca, Bangladeş’te
konuşulan Bengali dilidir.
b. İran dilleri: Farsça, Peştonca, Tacikçe, Kafkaslarda konuşulan Osetçe vs. bu aileye dahildir.
Avrupa Kolu
a. Latin dilleri: Romalıların Sezar döneminde Fransa’yı işgal etmesinin ardından Roma uygarlığı ve
kültürünü temsil eden Latince yerli dilleri asimile ederek Fransızcanın temellerini oluşturmuştur.
Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Katalanca, Portekizce, Romence Latinceden türemişlerdir.
İspanya’da ve Amerika kıtasında yaklaşık 300 milyon kişinin ana dili olan İspanyolca konuşur sayısı
bakımından bu grubun en büyük dilidir.
b. Slav dilleri: Rusça, Bulgarca, Sırpça, Boşnakça, Lehçe, Makedonca, Hırvatça
c. Germen dilleri: Almanca, İngilizce, Flemenkçe, Danca, İsveççe, Norveççe belli başlı Germen
dilleridir.
d. Bağımsız diller: Kelt dilleri (Britanya ve Galce), Yunanca, Arnavutça ve Ermenice
2. Hami-Sami Dilleri:
a. Hami dilleri: Eski Mısır dili, Kuşi dili, Libya-Berber dili, Çad dili,
b. Sami dilleri: Arapça, İbranice (Kenanca), Habeşçe, Akatça. Bu ailenin yaşayan en önemli dilleri
Arapça ve İbranicedir.
3. Ural Dilleri:
a. Fin dalı: Fince, Estonca, Laponca (Norveç, İsveç, Finlandiya’da konuşulan dil)
b. Ugor dalı: Macarca, Samoyed, Vogulca
4. Altay Dilleri: Türkçe, Moğolca, Tunguzca, Japonca, Korece (Japonca ve Korece’nin Altay
dilleri ile bağlantısı henüz kesinleşmemiştir.)
Bugün yaklaşık 220 milyon konuşuru bulunan Türk dili, Moğol ve Mançu-Tunguz dillerinin
de yer aldığı Altay dil ailesinin en fazla konuşura sahip koludur.
19. yüzyıl sonlarına doğru yoğunluk kazanan araştırmalarla Altay dilleri olarak adlandırılan
Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Japon ve Kore dilleri ile Fin-Ugor dilleri olarak anılan Fin, Macar ve
Samoyed dillerinin Ural-Altay adında bir dil ailesi oluşturduğu düşüncesi, dünyada genel kabul
görmüş bir kuramdı. Ancak, 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren yürütülen dil bilimi
araştırmalarıyla Ural ve Altay dillerinin bir dil ailesi oluşturamayacağı düşüncesi yaygınlaşmaya
başladı. Fin, Macar ve Samoyed dilleri ile Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Japon ve Kore dilleri
arasında benzerlikler bulunuyordu ama bu benzerlikler bir dil ailesi oluşturmaya yetecek ölçüde bir
kaynak dilden miras kalan ortak dil öğesi içermiyordu. Bugün artık dünya dil bilimi çevrelerinde Türk,
Moğol ve Mançu-Tunguz dillerinin oluşturduğu Altay dil ailesi, genel kabul görmektedir. Bununla
birlikte Kore ve Japon dillerinin bu dil ailesinde yer alıp almadığı üzerine tartışmalar sürmektedir.
5. Kafkas Dilleri: Gürcüce, Lazca, Abhazca, Çerkesçe, Çeçence vb.
13
6. Afrika Dilleri: Bu aileye Afrika'nın büyük bir kısmında konuşulan Bantu dilleri girer:
Kongoca, Ruandaca, Zuluca vb.
7. Çin-Tibet Dilleri: Çince, Tibetçe, Vietnamca ve Birmanca bu gruba dahildir.
8. Eskimo Dilleri: Eskimoca
9. Malaya-Polinezya Dilleri: Malayca, Madagaskarca, Tahitice, Hawaice vb.
Yapılarına Göre Diller:
Eklemeli diller: Sözcüklerin başına ya da sonuna ekler getirilerek yeni sözcükleri türeten
diller bu gruba girmektedir: Türkçe, Macarca, Fince, Moğolca, Japonca, Korece vb.
Çekimli-bükümlü diller: Temel sözcük köklerinden yeni sözcüklerin türemesini sağlayan
diller bu gruba girmektedir: Arapça, Latince, Farsça, İngilizce, Fransızca, Rusça vb.
Örnek: İng. go went gone /do did done
Ar. ilim-alim-muallim-talim
Alm. trinken “içmek”, trank “iç”, getrunken “içti, içmişti”
Tek heceli diller: Çince, Tibetçe, Vietnam dilleri
TÜRK LEHÇELERİ VE COĞRAFYASI
Türk adı üzerine: Türklerin çok eski bir tarihi olduğu gerçeğini göz önünde bulunduran dil
bilimcilerin Türk adının kökeni konusunda değişik görüşleri vardır. Türk adı ilk kez Orhon
yazıtlarında Türük biçiminde geçmektedir. Bu kelime Çin kaynaklarında T’u-küe olarak yer almıştır.
Törük > Türük > Türk
Türk adıyla ilgili görüşler:
1. Armin Vambery ve Jean Deny’e göre “türemek” fiilinden gelir.
2. Ziya Gökalp Türk adını “töreli” olarak tanımlamıştır.
3. G. Doerfer Türk’ün “devlete bağlı halk” anlamına geldiğini ileri sürmüştür.
4. Tür adı olarak “güç, kuvvet,” sıfat olarak da “güçlü, kuvvetli” anlamları vardır.
Dil açısından baktığımızda; Batı Avrupa’dan Doğu Asya’ya kadar uzanan geniş bölgede, kimi
yerlerde yoğun kimi yerlerde dağınık olarak yaşayan Türk asıllı halkların konuştuğu dile genel olarak
Türkçe denilmektedir.
Türk Lehçeleri: Antropologların beyaz ırktan olduklarını belirttikleri, tarihçiler ile
arkeologların anayurtları olarak Altay Dağları yöresini gösterdikleri Türkler, bugün geniş bir
coğrafyaya yayılmış bir durumdadırlar. Yaklaşık 200 milyonluk bir nüfusun konuştuğu Türk
lehçelerinin yayılma alanını Asya’nın doğusundan Avrupa’nın batısına doğru şöyle çizebiliriz:
Sibirya’nın kuzeydoğusundan (Yakutça), Ural ve Altay Dağlarına, Doğu Türkistan’dan Kafkasya’ya
uzanır. Kırım, Litvanya ve Polonya’da Karayca; Bulgaristan, Romanya, Moldovya ve Ukrayna’da
Gagavuzca konuşulur. Türkçenin en yoğun konuşulduğu yer Anadolu’dur. Türkiye Türkçesi diğer
Türk dil ve lehçeleri arasında en gelişmiş bilim, sanat, kültür ve felsefe dilidir.
14
Öte yandan Almanya, Fransa, Belçika, ABD, Kanada ve Avustralya’da da göçmen Türklerin
sayısı fazladır.
Türklerin yaşadığı yerlerde şu Türk lehçeleri konuşulmaktadır: Türkiye Türkçesi, Özbekçe,
Azerice, Yeni Uygurca, Kazakça, Tatarca, Başkurtça, Türkmence, Kırgızca, Çuvaşça, Karakalpakça,
Yakutça, Kumukça, Tuva, Sayan Türkçesi, Karaçayca, Balkarca, Nogayca, Hakasça, Halaçça ve
Karaycadır.
TÜRK DİLİNİN KISA TARİHİ
Eski Türkçe Dönemi (6.-10.yy.): Göktürkçe ve Uygurcanın kullanıldığı 6. ve 10. yüzyıllar
arasını kapsar. Türk yazı dilinin tarihi VII. ve VIII. yüzyıllarda Orhon vadisinde dikilmiş olan
yazıtlarla başlar. (Orhon ve Yenisey Yazıtları) Gerek Orhon Yazıtları’nda kullanılmış olan gelişmiş ve
işlek dil gerekse komşu ülke kaynaklarında yer alan bilgiler, Türk yazı dilinin başlangıcının çok daha
eskiye gittiğini gösterir.
Yakın dönemde bulunan yeni yazıtların okunması Türk yazı dilinin tarihini daha da gerilere
götürmemizi sağlayacaktır. Ayrıca karşılaştırmalı ses ve biçim bilimi çalışmaları ve diğer dillerdeki
alıntı sözlerden Türkçenin yaşının ortaya konulması yolunda önemli veriler elde edilmiştir. Türkçeden
Sümerceye geçmiş olduğu kanıtlanan 168 Türkçe kökenli sözcük, Sümerce ile Türkçenin yaşıt olduğu
görüşünün geliştirilmesini sağlamıştır. Kazakistan’daki Esik kurganı buluntuları arasında yer alan ve
M.Ö. 4’üncü yüzyıla ait olduğu saptanan bir çanaktaki Orhon yazısına benzer harflerle yazılan iki
satırlık yazının en eski Türkçe metin olduğu bilinmektedir. Çin yıllıklarındaki bir Hun ağıtına ait iki
dize ile birkaç sözcük M.S. 4’üncü yüzyıl Türkçesi hakkında fikir vermektedir. Ancak, edebî metin
niteliğindeki ilk büyük metinler Tonyukuk (725), Bilge Kağan (731) ve Köl Tigin (732) adına dikilmiş
olan Göktürk Yazıtları’dır.
Orta Türkçe Dönemi (11-15.yy.): Moğol istilasının yol açtığı yıkım nedeniyle tam olarak
sınırları çizilemeyen ve aydınlatılamayan dönemdir. Bu dönemde göç hareketleri nedeniyle Türk
lehçeleri Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi ve Kuzey Türkçesi olmak üzere 3 ana bölüme ayrılır.
Doğu Türkçesi:
a. Karahanlı Türkçesi (11-13. yy.)
b. Harezm Türkçesi (14-15. yy.)
c. Çağatay Türkçesi
İslam dini ve kültürüyle ilişkinin kurulduğu kimi Türk halklarının İslam dinini benimsediği
dönemi içerir. Türk dilinin ilk sözlüğü ve dil bilgisi kitabı Divânu Lügati’t-Türk (Türk Dillerinin
Sözlüğü) ise 1071 yılında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmıştır. Yaklaşık 9 bin sözü içeren eser,
yalnızca bir sözlük, yalnızca bir dil bilgisi kitabı değil, aynı zamanda Türk yazı dilinin ve ağızlarının
ele alındığı, kültür değerlerinin kayda geçirildiği anıt niteliğinde bir kaynaktır. Bu eser, Araplara
Türkçe öğretmek ve Türkçenin gücünü göstermek amacıyla yazılmıştır.
15
1069 yılında Yusuf Has Hacip’in yazdığı Kutadgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi) ise ideal
devlet yönetiminin nasıl olması gerektiğini anlatan bir siyasetnamedir. Hacip, 6645 beyit olarak
yazdığı bu eserinde devlet, adalet, insan ve aklı temsil eden dört sembolik kişiyi birbirleriyle
konuşturarak insanlara iki cihanda mesut olmanın yolunu göstermiştir. Siyasetname niteliğindeki
eserde, ideal bireylerden oluşan bir toplum ve devlet göz önünde canlandırılmıştır.
11. yüzyıla ait Yüknekli Edip Ahmet’in yazdığı Atabetü’l Hakâyık (Hakikatlarin Işığı) ile
Ahmet Yesevî’nin “Hikmet”leri Türkçenin tespit edilen ilk edebî eserlerindendir. Doğu Türkçesinin
15. yy.da en büyük şairi ise Ali Şir Nevaî’dir.
Batı Türkçesi (Anadolu ve Azerbaycan sahasında konuşulan Türkçe, Oğuzca):
a. Eski Anadolu Türkçesi (13-15. yy.): Dede Korkut Hikâyeleri, Sultan Veled (13. yy.da
Konya’da yaşamış, Mevlana’nın oğlu) ve Yunus Emre’nin şiirleri bu döneme aittir.
b. Osmanlıca (Osmanlı Türkçesi) (15-20. yy.): Osmanlı’nın imparatorluk haline gelmesiyle
saray ve çevresinde Arap-Fars kültürü büyük önem kazandı; böylece, Osmanlıca denilen halk dilinden
kopuk bir üst sınıf dili doğdu. Osmanlı yönetici sınıfının ve eğitimli seçkinlerin kullandığı bir yazışma
ve edebiyat dili olan Osmanlıca, günlük hayatta konuşulan bir dil olmamıştır. En belirgin özelliği,
Türkçe cümle altyapısı üzerinde, İslam dünyasının klasik kültür dilleri olan Arapça ve Farsçayı
serbestçe kullanma imkânı tanımasıdır.
c. Türkiye Türkçesi (20.yy. başları- …): Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin son ve bugün
de devam eden devresidir. 1908 Meşrutiyeti’nden sonra başlar. Cumhuriyete kadar süren ilk devrede,
Osmanlıca, henüz sahneden çekilmemiştir. Osmanlıca ile yeni dilin cümleleri, beraber kullanılır. Daha
Tanzimat'la girmeye başlayan Batılı kültür unsurları, Osmanlıcaya hakim olan İslâmî kültür
unsurlarıyla yer değiştirme mücadelesine başlamıştır. Bir dil, bir başka dile sadece dil özellikleriyle
doğrudan tesir etmez. Yeni kültür, dili kendi kelimeleriyle, kavramlarıyla canlı tutmaya çalışır; dilin
cümle yapısına hemen karışmaz, belki hiç karışmaz. Bazen, Osmanlıcada olduğu gibi kültür, dilin
cümle yapısına da tesir eder. İşte Türkiye Türkçesi de, İslâmî kültür unsurlarının Türkçe üzerinde
hakimiyetinin zayıfladığı devrede, Batılı kültür unsurlarının girmesiyle ortaya çıkmıştır. Türkçe, artık,
Batı
dillerinden
girecek
olan
kelimelere,
yeni
kavramlara
kapısını
açmış
olur.
Bu devrede Türk cümlesi kısalmış, cümle unsurları yerli yerine oturmuştur. Osmanlıcadan Türkiye
Türkçesine geçiş, yazı dilinin, konuşma diline yaklaştırılmasıyla başlamıştır. Türkiye Türkçesinde
bugün kullandığımız Türk yazı dili, temel olarak İstanbul ağzına dayanmaktadır.
***
Bugün Türk dili, yaklaşık 12 milyon kilometre karelik bir alanda 220 milyon nüfusun
konuştuğu, yüze yakın ülkede öğretiminin yapıldığı, kökleri tarihin en eski dönemlerine kadar uzanan,
600 bini aşkın söz varlığına sahip bir dünya dilidir. Geçmişi boyunca Çinceden Farsçaya, Arapçadan
Macarcaya kadar pek çok dille etkileşim içerisine girmiş olan Türk dilinin bir kolu olarak yalnızca
Türkiye Türkçesinin dünya dillerine verdiği sözcüklerin sayısı 11 binin üzerindedir. Genel Türk dili
olarak diğer dillere verdiğimiz sözcük sayısı ise 20 binin üzerindedir. Özellikle giyim, yiyecek,
16
askerlik başta olmak üzere hemen her alanda çok sayıda Türk dili kökenli sözcük ile tarihte ve bugün
dünya dillerinde varlığını bugün de sürdürmektedir. Dünyanın hemen her bölgesinde öğretimi yapılan,
bilimsel araştırmalara konu olan, dünya dillerine katkıda bulunan Türk dili, en yaygın ve en köklü
dünya dillerinden biridir.
TÜRKLERİN KULLANDIĞI ALFABELER
Araştırmacılar, tarih boyunca Türkler kadar sık alfabe değiştirmiş başka bir millet olmadığı
konusunda birleşmektedir. Özellikle eski çağlarda, farklı kültür dairelerinin Türklerin devlet kurduğu
topaklarda kesişmesi nedeniyle kültürün en önemli taşıyıcısı olan dilin kaydedildiği yazı malzemesi,
muazzam bir çeşitlilikle Türkler arasına girmiştir.
a.
Göktürk alfabesi: 38 harf ve işaretten oluşur. Yukarıdan aşağıya ve sağdan sola
yazılan runik harflerin önemli bir bölümünün Türk sosyal ve kültürel yaşamını
yansıtan Türk damgalarından çıktığı tahmin edilmektedir. Bu alfabe ile meydana
getirilmiş en önemli yazılı eser M.S. 8. yy. da dikilen Göktürk Anıtları (Orhun
Abideleri)’dır.
b.
Uygur alfabesi: Manihaizm dininin kabul edilmesinden sonra 8. yy.dan 18. yy.
başlarına, Doğu Türkistan’dan Osmanlı sarayına değin kullanılmış bir alfabedir. 4
ünlü 14 ünsüz harften oluşur. Sağdan sola yazılır. Türkçenin seslerini karşılamakta
yetersizdir. Kutadgu Bilig ve Atabetü’l-Hakâyık’ın birer nüshaları bu alfabe ile
kaleme alınmıştır. Ayrıca Fatih Sultan Mehmet, 1473’te Akkoyunlu hükümdarı
Uzun Hasan’a karşı kazandığı zafer dolayısıyla yazdırdığı fermanda Uygur
alfabesini kullanmıştır.
c.
Arap alfabesi: Arap alfabesi Türklerin İslam dinini kabulünden sonra kullanılmaya
başlamıştır. Yaklaşık bin yıl boyunca kullanılan bu alfabenin ünlüleri yetersizdir.
Türkçenin sekiz ünlüsünü karşılayan sadece üç harf vardır. Arap alfabesi, Türklerce
en fazla benimsenen ama okuma-yazmayı çok düşük seviyelere indiren bir yazıdır
ve bu özelliğiyle her zaman sosyal bir çelişki içermiştir.
d.
Latin alfabesi: Türkçenin Latin harfleriyle yazımı 14. yy.’a uzanmaktadır. Bu
yüzyılda yazıya geçirildiği sanılan, Kuman Türklerini Hıristiyanlaştırmak üzere
faaliyetlerde bulunan İtalyan ve Alman misyonerlerce kaleme alınan Codex
Cumanicus, Latin harfleriyle yazılan ilk Türkçe yapıttır. Cumhuriyet’in ilanından
beş yıl sonra ulusal devlet politikasının bir sonucu olarak Latin asıllı Türk alfabesi
1 Kasım 1928’de kabul edilmiştir. Bu alfabe bugüne değin kullanılan alfabeler
içinde Türkçenin yapısına en uygun olanıdır. Latin yazısı Türkçenin ses yapısına
sağladığı uyumla ve inançların belirleyiciliğinden uzakta seçilmesi sebebiyle
sosyolojik ve siyasi açıdan kısmen tarafsız ve laik olma özelliği taşır.
17
e.
Kiril alfabesi: Türkiye dışındaki Türklerin kullandığı alfabedir. Sovyetler Birliği
döneminde Stalin’in direktifleriyle her Türk topluluğu için ayrı Kiril alfabesi
düzenlenmiştir. Yakın çağ alfabeleri arasında seçilen değil seçtirilen tek yazı
durumundaki Kiril, hem siyasi hem dini hem de kültürel eritme stratejilerinin ana
eksenlerinden birini oluşturur. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Türk
toplulukları da alfabelerini değiştirmeye başlamıştır. Azerbaycan, Türkmenistan ve
Özbekistan Latin alfabesine geçmiştir.
f.
Yunan (Grek) alfabesi: Türk dilinin yazımında Yunan harfleri özellikle Karaman
Rumları tarafından yaygın olarak kullanılmıştır.
g.
İbrani alfabesi: Musevi inancına sahip Türk topluluğu Karaylar tarafından
kullanılmıştır.
***
Bilimsel Bakımdan Türkçenin Zenginliği ve Büyüklüğü
Buradaki zenginlik ve büyüklük kavramı dil yetisinin değil, dil kullanımının bir göstergesi
olarak algılanmalıdır. Öte yandan Türkçe söz varlığı bakımından yoksul değildir. Çünkü insan aklının
ortaya koyduğu her kavramın Türkçede ya bir karşılığı vardır ya da bu karşılığın üretilmesi
mümkündür. Buna göre Türkçe;

Yaşayan diller arasında en eski yazılı eserlere sahip dillerden biridir.
Türkçenin M.S. VIII. yy. ait yazılı belgeleri bulunmaktadır. Köktürk Anıtları (Göktürk
Abideleri/Yazıtları, Orhun Abideleri/Anıtları) olarak bilinen bu yazılı belgeler, günümüzden 1200 yıl
önce yaşayan gelişmiş ve olgunlaşmış bir Türkçenin varlığını ortaya koymaktadır.
Anıtlarda kullanılan alfabenin, en azından bir bölümünün Türk damgalarından çıktığı
düşünülmektedir. Örneğin “s” harfi süngü ‫“ ;׀‬b” harfi stilize edilmiş eb (çadır) veya balık ; “k” harfi
ok ; “y” harfi yay D sembolleriyle gösterilmektedir.
Not: M.Ö. 3100-1800 yılları arasındaki döneme ilişkin Sümerce metinlerde 168 Türkçe kelimenin
yer aldığı, bu sözcüklerin ya ortak kökenden gelebileceği ya da Türkçeden alıntı olduğu yönünde
görüşler vardır.

Çok geniş bir coğrafyada konuşulan dildir. Türkçe, Almanya içleri ve Doğu Avrupa’dan Kore
yarımadasına kadar çok geniş bir coğrafyada konuşulur.

Konuşan insan sayısının çokluğu ile büyük bir dildir. Yaklaşık 220 milyon kişi Türkçe
konuşmaktadır.

Türkçe sözcük sayısının çokluğu ile büyük bir dildir. 600 bin söz varlığı içerir.
Dil ile kültür arasındaki yakın ilişki, dilin söz varlığında kendisini gösterir. Örneğin Türk ulusunun
doğayı bir renk armonisi içinde değerlendirişi dilinde kendisini göstermiştir.
18
siyah: kuzgunî, kara, barudî, karaşın; abanoz gibi, katran gibi, kestane karası, kömür gibi, marsık
gibi vb.
beyaz: ak, akçıl, fildişi, sütkırı, sütbeyaz; kaymak gibi vb.
yeşil: fıstıkî, zümrüt, cam göbeği vb.
kırmızı: al, kızıl, lâl, tunç, siklamen (eflatuna çalan kırmızı renk), şarabî, bordo, güvez (mora çalan
kırmızı renk), hamra, kan kırmızısı, kiremit rengi, vişne çürüğü, tavşan kanı, pancar gibi, nar çiçeği,
nar gibi vb.
mavi: turkuvaz, firuze, lacivert, gök mavisi vb.
kahverengi: bej, esmer, çikolata rengi, buğday rengi, ten rengi vs.
pembe: toz pembe, çingene pembesi, gül rengi, gül pembesi, gül kurusu vs.
Renk adları dışında akrabalık terimleri, hayvan ve bitki adları ile bu alanlara ilişkin binlerce
sözcük bulunmaktadır.
Akrabalık adları: Tü. dayı, amca → İng. uncle; Tü. hala, teyze → İng. aunt; Tü.
baldız, görümce, yenge, elti → İng. sister in law; Tü. kayınbirader, enişte, bacanak → İng.
brother in law. Türkçe “dünür”ün ise İngilizce hiç karşılığı yoktur. Bu akrabalık ilişkileri pek
çok toplumda varsa da ya tek kategoride toplanmış ya da hiç ifade edilmemiştir.
Ayrıntılı anlatım özelliği bitki ve hayvanların adlandırılmasında da görülür.
At, koyun, keçi, sığır gibi hayvanların nitelikleri en eski kaynaklardan bugüne ayrı
ayrı kelimelerle karşılanır. Bugün Anadolu’da yalnızca koyunların yaşları, cinsleri ve çeşitli
nitelikleriyle ilgili 80 kadar kelime bulunmaktadır: merinos, karaman, tiftik, körpe (yeni
doğan keçi), oğlak (iki-üç aylık körpe), çebiç (bir yaşındaki oğlak), teke (erkek keçi) vs.
 Doğada bir bütün halinde bulunan mekân “bura, şura, ora” olarak, zaman da “geçmiş,
şimdi, gelecek” olmak üzere Türkçede daha fazla kategoriye ayrılır: Tü bura → İng. here, Tü,
şurayı, orayı → İng. there
Örneğin; Almancada da ayrı bir şimdiki zaman yoktur, geniş zamanla birlikte ifade
edilir. Yine pek çok kabile dilinde zaman kavramı görülmez.
 Bunun dışında birbiriyle anlam bakımından bir ilgisi olmayan kelimeler bir araya
getirilerek akbaba, kırkayak, delikanlı, alışveriş, içgüdü gibi birleşik kelimeler yaratma
imkânı da vardır.
 Türkçenin anlatım gücünü ve zenginliğini artıran bir diğer etken de ikilemeler
(hendiyadyoin) dir. İkilemeler, bir kavramın daha kapsamlı bir şekilde dile getirilmesine yarar
ve dünya dillerine göre (Korece ve Japonca bir yana bırakılırsa) çok fazla örneği Türkçede
bulunmaktadır: Aşağı yukarı, doğru dürüst, açık seçik, utana sıkıla, ayda yılda, ev bark, yol
yordam, yorgun argın vs.
19
 Türkçe yakın ve eşanlamlı kelimeler bakımından zengindir. İşitmek, duymak, dinlemek
gibi kelimelerin yanı sıra; kulak vermek, kulak kesilmek, kulak kabartmak, kulağına gelmek,
kulağına çalınmak, kulak misafiri olmak gibi aktarmalarla deyimleşmiş anlatım biçimlerinin
varlığı Türkçenin zenginliğinin kanıtları arasındadır.
Örneğin; dövüşmek kavramı ile ilgili bazı sözcük ve deyimler de şunlardır: arbede etmek,
atışmak, cebelleşmek, çarpışmak, çatışmak, çekişmek, dalaşmak, didişmek, tepişmek,
savaşmak, vuruşmak, hırlaşmak, kavga etmek; bıçak bıçağa gelmek, birbirine düşmek, boğaz
boğaza gelmek, gırtlak gırtlağa gelmek, itişip kakışmak, kanlı bıçaklı olmak.
TÜRKÇENİN SES ÖZELLİKLERİ
a. Kalınlık-incelik uyumu vardır:
Türkçede kök hecede kalın/ince ünlü varsa diğer hecelerde de kalın/ince ünlü bulunur:
Türkçede, derinliklerinden, kulaklarına, köprülerin, karanlıklarından gibi.
İstisnalar:

-daş (-taş), -ken, -ki, -(i)yor, -gil, -mtrak, -gen ekleri
meslektaş, koşarken, sınıftaki, sabahleyin, altıgen, geliyor, yeşilimtrak gibi
Bu eklerin istisna olmalarının nedeni nispeten geç dönemde yazı dilinde yer almaları ya da -
ken zarf fiil ekinde olduğu gibi ekleşmemiş biçimiyle de kullanılabilmelerindendir.

Türkçe kökenli olmalarına rağmen uyum dışına kalan az sayıda kelime vardır: anne, elma,
hani, hangi, kardeş, inanmak, dahi, şişman vb.

Bazı yabancı kökenli kelimelerin son hecesinde kalın ünlü bulunmasına karşın bu kelimeye
gelen eklerin ünlüsü ince olur; bunun nedeni /k/ ve /l / ünsüzleri ile söz içindeki ince /a/dır:
hArf-in, hArp-ten, sıhhAt-li, alkOl-lü, kontrOl-süz, hAl-siz vb.

Uzun zaman önce yabancı dillerden Türkçeye girmiş ve yaygın kullanım alanı bulmuş yabancı
kökenli sözcüklerin bir bölümü kalınlık-incelik uyumuna uyar:
çeyrek > fars. çehâr+yek
zeytin > ar. zeytûn
dürbün > fars. dûr-bîn
b. /o/, /ö/ ünlüleri yalnızca ilk hecede bulunabilir.
Fransızca > atom, banliyö, tiyatro, şato, kolon, makyöz, baron, mimoza
Farsça > horoz
c. Düzlük-yuvarlaklık uyumu/küçük ünlü uyumu vardır.
Türkçe kökenli kelimelerde düz ünlülerden sonra düz ünlüler, yuvarlak ünlülerden sonra daryuvarlak ünlüler ya da düz-geniş ünlüler gelebilir.
Düz ünlüler: a, e, ı, i
Yuvarlak ünlüler: o, ö, u, ü
20
Dar-yuvarlak ünlüler: u,ü
Düz- geniş ünlüler: a, e
Örn: kara, sarı, dere, yeni, soluk, duman, dilek, körük, gümüş, kürek, bulut, suna
Not: “avuç, avun-, çamur, kabuk, kavun, kavur-, savur-, yağmur” vb. kelimeler yanlarındaki
ünlüleri yuvarlaklaştırıcı etkisi olan b, m, v ünsüzlerinin etkisiyle bu uyumun dışında kalır. Ancak
bu ünlüler Anadolu ağızlarının çoğunda dar ünlüyle söylenir.

Yabancı kökenli kelimelerin büyük bir bölümü bu uyumun dışında kalır: terörist, jüri, radyo,
süit, türbin, televizyon, mühimmat, ümit, sürahi vb.
ç. Birincil (aslî) uzun ünlü bulunmaz.
Ana Türkçenin uzun ünlüleri Eski Türkçe döneminden itibaren Türkmence ve Yakutça
dışındaki Türk dil ve lehçelerinde kısalarak kısa ünlülerle bir ve aynı olmuştur. Bir iki istisnanın
dışına (yad, yarın) dışında uzun ünlü bulunan kelimeler yabancı kökenlidir.
Örn: âlem, tarih, mesafe, peşinat, tatil, vali, müzakere sabıka vs.

Konuşma dilinde ses düşmesi, ulama, tonlama vb. ses olayları sonucunda ortaya çıkan ancak
yazıda gösterilmeyen ikincil uzunluklar vardır. var+ol > va:r o, yağ > ya:, bağ > ba:, dağ > da:

Uzun bir zaman önce Türkçeye girmiş ve yaygın kullanım alanı bulmuş kimi yabancı kökenli
kelimelerdeki uzun ünlüler kısalabilir. Bu tür kelimelere, ünlü ile başlayan bir ek geldiği
zaman ünlüler tekrar ortaya çıkabilir: devam > deva:m-ı, hukuk > huku:kun, usul > usu:lü
d. Söz başında c, l, m, n, p, r, ş, v, z, ğ, h, j ünsüzleri bulunmaz.
Yansımalar (cıvıl cıvıl, lıkır, lıkır, püfür püfür, rap rap, zangır zangır vb.) ve birkaç istisna
dışındaki kelimeler bu ünsüzlerle başlamaz.

c-
cilve ( < Ar.), cadı (< fars.), ceylan (< Moğ.), cips (< İng.)
m-
miting (< İng.), matine (< Fr.), muhtıra (< Ar.)
l-
lüfer (< Yun.), lojman (< Fr.)
r-
rende (< fars.), roket (< İng.), rektör (< Fr.)
ş-
şiş (< fars.), şırınga (< İt.), şövalye (< Fr.), şifa (< Ar.)
z-
zabıta (< Ar.), zinde (< Fars.)
Türkçede söz başında /p/ nin genellikle yabancı kökenli kelimelerde görülmesine karşılık yine
b ile başlayan yabancı kökenli bazı sözcüklerin p şeklinde gelişimi ilgi çekicidir:
potin < Fr. bottine
poyraz < Yun. boreas
potkal < İt. boccale,
pusula < İt. bussola
pırlanta < İt. Brillant
pirinç < Fars. birinc
paha < fars. behâ
pazar < Fars. bâzâr

“Ne” sözcüğü ve bundan türeyen; niçin, nere, neye, nasıl, neden, neyle sözcükleri dışında söz
başında n bulunmaz.
21

“Var, var-, ver-, vur-” ile bunlardan türeyen kelimelerin dışında söz başında /v/ bulunmaz.
Bunlarda da (vur- dışında) söz başında Eski Türkçe döneminde /b/ vardır.
e. Söz sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz.
Yad ‘yabancı’, ad ‘isim’, od ‘ateş’, sac ‘plaka halinde metal’ kelimeleri bu kuralın dışındadır.
f.
Yan yana iki ünlü bulunan kelimeler yabancı kökenlidir: ait, fiil, reel, sual, şiir,
teferruat, zayiat, şair, suare, saat vb.
g. Söz başında iki ünsüz bulunmaz: plato < Fr. Plateau, trafik < Fr. trafic
VURGU VE TONLAMA
Konuşma sırasında sözcüklerdeki bir hecenin diğerlerine göre daha yüksek bir ses tonuyla,
daha baskılı bir biçimde söylenmesidir. Böylece konuşma monoton bir seyir takip etmekten kurtulur.
Vurgu, ilk, orta ya da son hecede bulunabilir. Türkçenin vurgu sistemi şu ana değin tam olarak
çözümlenememiş olmakla birlikte vurgu genellikle son hecededir.
Türkçede vurgu değişikliği sözcük türünü ve anlamını değiştirebilir.* Örneğin sen-DE
sözcüğünde vurgunun son hecede olması bulunma durumunu, SEN de söyleyişi ise ad ve edat
birlikteliğini göstermektedir.
Vurgu değişikliklerinin sözcük türünü değiştirmesiyle ilgili kimi örnekler de şu şekildedir:
YALnız (edat)
yalNIZ (sıfat)
AYdın (şehir adı)
ayDIN (sıfat)
ORdu (şehir adı)
orDU (silahlı güç)
GElin!
geLİN (isim)
Herhangi bir ibaredeki vurguyu doğru olarak belirleyebilmek için çok duyarlı bir ölçme işlemi
gerekmektedir. Herhangi bir hecedeki vurgu, anlam kaymasına bağlı olarak veya amaca göre
değişebilir. Örneğin normal koşullarda soru eki vurgusuz olmasına karşın vurgulu söylenmesi anlatıma
farklı bir boyut katar: “Gördün mü?” cümlesi “Gördün mü!” cümlesinden farklıdır. İkinci cümlede
soru niteliği kaybolmuş “Sana görürsün dememiş miydim, işte gördün ya!” anlamı ortaya çıkmıştır.
Mevcut Türkçe söyleyiş sözlüğünün daha da geliştirilip işlevselleştirilerek dilin bu kayıt dışı
boyutu bilim süzgecinden geçirilerek dili kullananların hizmetine sunulmalıdır.
Türkçede sözcüklerde soluk baskısı son hecede çok, ilk hecede az, orta hecede çok azdır.
Vurgusu ilk hecede olan sözcüklere örnekler: arma, arsa, aslen, astım, Asya, azıcık,
bambaşka, bando, banka, banyo, barmen, filtre, ranza, rota, Türkçe, maske, tempo, tablo, yenge…
Vurgusu ikinci hecede olan sözcüklere örnekler: ajanda, akvaryum, alenen, antika, bilardo,
çekirge, fakülte, harika, misina, işkembe, palavra, sandalye, sigorta, kamelya, kabine, konserve…
Vurgusu diğer hecelerde olan sözcüklere örnekler: geliŞİgüzel, manifaTUra, maniFESto,
poliTika, limoNAta, İngiLİZce, parlaMENto, romaTİZma…
Çincenin Pekin ağzında /mal/ kelimesi vurgu ve tonlamaya göre “anne”, “kenevir”, “at”, “keçi” anlamlarına
gelir.
*
22

Cümle vurgusu: Cümle vurgusu yükleme en yakın olan kelime üzerindedir:
Hasan yarın trenle İstanbul’a gidecek.
Yarın trenle İstanbul’a Hasan gidecek.
Hasan trenle İstanbul’a yarın gidecek.
Hasan yarın İstanbul’a trenle gidecek.
SÖZCÜK YAPMA/TÜRETME YOLLARI
Bütün dillerde söz varlığını geliştirme, yeni türevler yaratmada kullanılan birtakım yollar
vardır. Bu yollar üç başlık altında toplanabilir:

Türetme, birleştirme veya ödünçleme (alıntılama) yoluyla yeni sözcükler edinme

Sözcüklerin sınıfını değiştirme

Anlam değişiklikleri
Eklemeli bir dil olan Türkçenin söz varlığı önemli ölçüde türetme yoluyla oluşur.
Sözcük üretim yolları:
a. Kalıplaşma: Çekim ekleri ya da belirli sözcüklerin kalıplaşmasıyla olur: girdi, çıktı, yakacak,
gecekondu, hünkârbeğendi, Dursun vb.
b. Türetme: İsim ve fiil köklerine yapım ekleri getirerek yapma işidir. Eklerle türetilen
sözcükler kök ya da gövdedeki temel anlamı yansıtır. Örneğin gel- kökünden türeyen “gelir,
gelişim, gelenek ve gelin” ; eğit-im, sat-ış, sark-aç, yok-la-ma vb. Bu yolla sayısız sözcük
türetilebilir.
c. Örnekseme: Yabancı sözcüklere benzetme yoluyla da sözcük üretilebilir: Fr. école > okul, Fr.
image > imge, Ar. cümle > tümce, Fr. général > genel
d. Birleştirme: İki sözcüğün genellikle tamlamayla bir araya gelip yeni bir kavramı
karşılamasıdır: sağlık ocağı, hissetmek, çekyat, örtbas, biçerdöver*
e. Karma: İki sözcüğün hecelerini ya da parçalarını bir araya getirerek yeni sözcük oluşturma
yoludur: orgeneral < ordu+general, elmek < elektronik+mektup, gerzek < geri+zekalı, arge
< araştırma+geliştirme
f.
Kısaltma: Sözcüklerin baş harflerinin bir araya getirilmesiyle oluşan kısaltmalar bir süre
sonra dilin söz varlığına sözcük olarak katılabilir: ODTÜ (Orta Doğu Teknik Üniversitesi),
TED (Türk Eğitim Derneği), GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi), TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu)
Kimi zaman bir sözcüğün ilk hecesi ya da bir bölümü ile aynı kavram ifade edilebilir:
İbrahim>İbo, kilogram>kilo, İng. Elizabet>Liz, İng. lab>laboratory, İng. pop>popular
g. Derleme: Yazı dilinde unutulduğu için kullanılmayan ve genellikle yerlerini yabancı kkenli
sözcüklerin aldığı ağızlarda bulunan sözcüklerin tekrar yazı diline kazandırılmasıdır. TDK
İngilizce ve başka dillerde de birleştirme yaygın olarak kullanılmaktadır: sea power “deniz gücü”, open minded
“açık fikirli”, prime minister “başbakan” vb.
*
23
tarafından hazırlanan 12 ciltlik derleme sözlüğüyle halk ağızlarından yazı dilimize; alan, araç,
asalak, aylak, denetlemek, deprenmek, kavşak, kınamak, doruk, güleç, güney, onarmak,
uyarmak, umarsız, ürün, yatak, yazboz, yavan, yazgı, yitirmek, yozlaşmak gibi pek çok sözcük
kazandırılmıştır.
h. Uydurma: Şekil bilgisi kurallarına uyulmaksızın oluşturulan sözcüklerdir. 1930’lu yıllarda
Türkçeye mal olmuş bu türlü türetilen pek çok kelime vardır: uygar, bay, bayan, işlev, sınav,
görev, özgür, saptamak, teğet vs.
i.
İşlev değişimi: Aynı biçimin farklı işlevlerde kullanılmasıdır. “Kumsal” ve “uysal”
örneklerinde yer alan –sal ekinin sıfat yapma eki işlevinde yaygın olarak kullanımı buna örnek
gösterilebilir. “Türkçeyi sala koyup sele verdiler.” ifadesi konunun ulaştığı boyutu
özetlemektedir.
Not: “sorunsal, bağlamsal, ussal (akılcı)” gibi ifadeler Türkçenin ifade imkânlarını hiçe sayan bir
tercihtir. Bilimsel, duygusal, küresel ve görsel örneklerinde ise bu ekin artık kalıplaştığı görülüyor.
Kitlesel hareket yerine kitle hareketi
Parasal konu yerine para konuları
Kamusal alan yerine kamu alanı
Evsel atık yerine ev atığı ya da çöp
Bölgesel sorun yerine bölge sorunu denmelidir.
* Fr. national > Tü. ulusal // universal > evrensel (Bu ekin yaygınlaşmasına neden olan
bulaşmalara örnektir.)
j.
Ödünçleme (Alıntılama): Ödünçlemeler bir kaynak dilden ya doğrudan ya da aracı diller
aracılığıyla yapılmaktadır. Örneğin ahtapot, körfez, demet Yunancadan; futbol, egzoz, damper
İngilizceden; derya, arzu, müjgan Farsçadan doğrudan; mokasen “Kızılderilililerin giydiği
giysiden yapılmış tek parça ayakkabı”, domates, patates Amerikan yerlilerinin dillerinden
dolaylı olarak ödünçlenmiştir.
Bugün bir dünya dili konumuna gelen İngilizce yüzyıllar boyunca Fransızca ve dolaylı olarak
Latincenin etkisinde kalmasına, dünyanın pek çok dilinden on binlerce sözcük almasına karşılık bugün
Fransızca dahil olmak üzere bütün dünyaya sözcük ihraç etmekte, âdeta dünyanın her köşesinde karma
diller yaratmaktadır.**
***
TÜRKÇE İLE YABANCI DİLLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER
Fransız hükümetleri yasal önlemler alarak Fransızcaya İngilizce sözcüklerin girmesini engellemektedirler. İng.
weekend, drugstore “eczane”, brain-storming, countdown “geri sayım” ve jumbo jet gibi pek çok popüler
sözcüğün kullanılmasına Fransız hükümetleri tarafından izin verilmemiştir. Örneğin Fransız hava yolu şirketi Air
France jumbo jet yerine Fr. gros porteur sözcüğünün kullanılmasında ısrar edilmektedir. 2003 yılı içinde İng. email sözcüğünün yasaklandığı bunun yerine Fransızca kökenli couiriel sözcüğünün kullanılması zorunluluğu
getirilmiştir. Fransa’da Eiffel Kulesi’nin giriş biletinden, Louvre Müzesi’nde ya da turistik yerlerde bulunan
genel tuvaletlerdeki açıklama levhalarında bile Fransızcadan başka bir dilde kayıt bulunmamaktadır. Fransa dilulusçuluk ilişkisinin en güçlü olduğu ülkelerden biridir.
**
24
Diller arasındaki ilişkiler kaçınılmazdır. Bütün diller, ilişkide bulundukları diğer dillerle
etkileşim içindedirler. Birbirlerinden dil unsurları alırlar ve birbirlerine verirler. Tarihin en eski
dönemlerinden beri bu doğal alış-verişlerin olduğu bilinmektedir. Türk dili için de durum böyledir.
Ancak, Türkler, tarih boyunca çok farklı coğrafyalarda çok değişik halklarla (Çin, Moğol, Tunguz,
Fars, Arap, Ermeni, Yunan, Rus, Fransız, İtalyan, Alman, Bulgar, Romen Arnavut, İngiliz vs.),
dillerle, dinlerle, kültürlerle komşuluk yapmış veya bir arada yaşamış olduklarından dolayı, belki de
alış-veriş yaptığı dil sayısı en çok olan milletlerden biri durumundadırlar.
Yeryüzünün bütün dilleri gereksinim duydukları çoğu zaman kendi dillerinde bulunmayan
kimi sözcükleri birbirlerinden almışlardır. Yabancı dillerden kelimelerin, kelime çevirilerinin,
deyimlerin ve terimlerin alınması ödünçleme olarak adlandırılmaktadır. Bu tür kelimelere de ödünç
kelime veya alıntı denilmektedir.
Alıntılar iki yolla yapılır:
1. Bilgi alıntıları: Temelinde öğrenme vardır. Alıntılar kültürle ilgilidir. Bu tür alıntılar bize
bir milletin diğerine neler öğrettiğini gösterir. Yeni dinlerle ve kültürlerle tanışma, tarihi dönemlerdeki
bilgi alıntılarımızın önemli bir nedeni olmuştur. İslamiyet’in kabulünden sonra Arapçadan (farz,
sünnet, ezan vs.) ve Farsçadan (namaz ‘Tü. yükünmek’, oruç vs.) alınan dini kavramlar, Anadolu
Türkçesindeki yabancı unsurların önemli bölümünü oluşturur. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde,
Fransızcadan (ampul, telgraf, akvaryum vs.) ve İtalyancadan (acenta, balo, banka, vs.) alınan
kelimelerin ‘bir bölümü’ de bilgi alıntısıdır. Bugün ise bilgi alıntıları, daha ziyade İngilizce kelimeler
olarak Türkçeye girmektedir. (air-conditioner, printer vb.) Bilgiyi ve teknolojiyi üretenlerin yaptığı
adlandırmalar, diğer dillere olduğu gibi geçebilir. Ancak, teknolojiyi veya bilgiyi alıcı dil, kendi
kurallarına ve işleyişine göre o kelimelerin yerine kendi sözlerini yerleştirebilir.
Nitekim,
bazı
kelimeler
için
Türkçede
de
bu
yapılmıştır.
“Computer”
yerine
“elektronikbeyin” sözü türetilmiş ve bir müddet kullanılmıştır. Daha sonra bunun da yerine
“bilgisayar” sözü türetilmiş ve bu kelime yaygınlaşmıştır.
(Bu kelime, Hacettepe Üniversite
Bilgisayar Mühendisliği Bölümü kurucularından Prof. Dr. Aydın Köksal tarafından türetilmiştir.)
“refrigerator” veya “icebox” yerine, Türkçe kurallarla “buzdolabı” yapılmıştır.
Bugün “bilgisayar” ve “buzdolabı” kelimeleri tutunmuştur ve kimsenin bunların yerine
“computer”, “refrigerator” demesi beklenemez.
2. Özenti alıntıları: Özenti ve modalaşma gibi dil dışı konular alıntılara sebep olur. Bu tür
alıntıları kullananlar, daha bilgili ya da herhangi bir sosyal gruba mensup görünmek, ilgi çekmek vs.
gibi beklentilerini gidermektedir. Birlikte yaşanılan halkların dilleri çoğu zaman üst katman dili
etkisiyle, ‘özenti alıntısı’ olarak dili etkiler. Baskın kültür ya da yönetici halkın dili, bilgi aktarımı ve
öğrenmenin dışında da, alt katman diline girer. Bu, dilbilim teorileri bakımından son derece normaldir.
Ar. şems “güneş” > Tü. şems “güneş; Ar. kamer “ay” > Tü. kamer “ay”
Fars. horşid > Tü. hurşit “güneş” , Fars mah/meh > Tü. mah “ay” gibi alıntılar Türkçeye yeni
bilgi getirmeyen özenti alıntıları olarak Arap ve Fars dünyasının Türklerce özenilecek bir yanı
25
kalmayınca, son yüzyıl içinde söz dünyamızdan çekip gitmişler; fakat Ar. şemsiye “güneşlik” > Tü.
şemsiye “şemsiye” / Ar. kameriye > Tü. kameriye “çardak” gibi alıntılar Türkçeye yeni bilgiler getiren
bilgi alıntıları olarak, Türkçenin söz varlığının birer öğesi haline gelmişlerdir.
Bütün dünyaya Türklerin öğrettiği kahve ve yoğurt kelimelerini, cafe/caffe ve yoghurt
şeklinde söyleyip yazmaya çalışanlar kendileriyle ve bizimle barışamayıp başkalarına özenerek onların
peşlerine takılan ve aramızdaki en güçlü bağ olan Türkçemizi bırakarak bizden kaçıp kurtulmak için
çırpınan kayıplarımızdır.***
Özellikle 1950’lerden sonra Amerikan ve İngiliz etkisi, birçok konuda olduğu gibi Türkçede
de kendini göstermeye başlamış ve maalesef son yıllarda özenti alıntıları olarak dilimizi işgal eder
duruma gelmiştir. İngilizcenin Türkçeyi işgal etmesinde ana neden, Türkçenin zayıflığı, eksikliği,
yetersizliği değildir. Çünkü, Amerikan kültürünün etkisi ve “Amerikalı gibi olma /görünme / konuşma
/yazma” modası dil dışında da kendini yoğun bir biçimde göstermektedir. Zaten, Türkçesi varken
İngilizcesini kullanmak, bir ihtiyaçtan değil, özentiden ibarettir. Kaldı ki, eskiden alınmış Fransızca
“plaj” (Fr. plage) yerine İngilizce olarak “beach” yazıp /bîç/ okumak, hangi “bilgi alıntısı”dır, hangi
ihtiyaçtan doğmuştur?
Yeryüzünde bütün diller şu ya da bu ölçüde, başka dillerle kelime alışverişinde
bulunmuşlardır. Kimi dillerde yabancı kelimelerin oranı %50’yi geçebilmektedir. İngilizcenin söz
varlığının %50’si Latin, %15’i Grek (Antik Yunanca), %10’u diğer diller kaynaklıdır; ancak %25’i
Anglosakson kökenlidir; yani %75’i yabancı kökenlidir.
Yapı bakımından Hint-Avrupa dileri ailesinin bir üyesi olan Farsçanın söz varlığının çok
büyük bir bölümü Arapça kökenlidir.
Söz varlığının niteliği yani yabancı kökenli kelimelerin ve bunların yerli sözcüklere oranı iki
yönlü etki yaratabilir. Alıntı kelimelerin oranca fazla olması dili alıntı yapılan dilin dolayısıyla
kültürün etkisi altına alabilir. Kimi durumlarda ise alıntı yapan dil, sayısı ve oranı ne olursa olsun
yabancı kökenli kelimeleri içselleştirebilir. Birinci duruma örnek Osmanlıca, ikinci duruma örnek de
İngilizce gösterilebilir.
Diller arasındaki kelime düzeyinde etkileşim şu yollardan biriyle ortaya çıkar:

Yabancı kökenli kelime tamamen ya da kısmen sesçe ve anlamca yerleşebilir:
Dürbün < fars. dûr “uzak”+bîn “görme”
Çarşamba < fars. çehar “dört”+şenbe “gün”
Çamaşır < fars. câme “elbise”+şuy “yıkama”
Para < fars. pâre “parça”
Tayfa < ar. taife
İng. direct > Tü. direkt

***
Kelime anlam ve biçimce değiştirilmeden aynen alınır:
Prof. Dr. Günay Karaağaç, Dil, Tarih ve İnsan, Akçağ Yay., Ankara 2002, s. 100
26
Show, center, centrum, fuel oil, walkman, stand up, long play, printer, scanner, western, decoder,
fair play, fast food vs.

Sözcüğün yalnızca anlamı alınır (anlam ödünçlemesi):
İng. wild west
vahşi batı
İng. capital
başkent
İng. green peace
yeşil barış
İng. I love you
seni seviyorum
İng. ice berg
buz dağı
İng. rounded table meeting
yuvarlak masa toplantısı
İng. cold war
soğuk savaş
Ar. nâzır
bakan
Kimi durumlarda anlam ödünçlemesiyle hangisinin birincil (aslî) olduğunu saptamak çok
zordur. Örneğin “Yuvarlanan taş yosun tutmaz” atasözünün Türkçede, Fransızcada ve İngilizcede
bulunması, bunun Fransızcadan anlam ödünçlemesi olduğunu düşündürebilir. Ancak aynı atasözünün
Rusya Federasyonu içinde Altay bölgesinde konuşulan Türk yazı dili Hakasçada da görülmesi bu
görüşü zayıflatır. “Gözden ırak gönülden ırak.” Örneğinin benzer şekilde İngilizce “Out of sight, out
of mind” ile çakışması insanlığın ortak düşünce tarzının bir sonucu olarak açıklanabilir.
YABANCI DİLLERDEN YAPILAN ALINTILAR
Bilindiği gibi bir dilin gelişmesi, o dilin sahiplerinin bilgi ve üretim gücüne bağlıdır.
Toplumun alıcı ve öğrenici olmaktan kurtulup, verici ve öğretici konumuna yükselmesi yabancı
unsurlara karşı direnmenin tek yolu olarak görünmektedir.
Modern Türkiye Türkçesindeki alıntılar arasında ilk sırayı Arapça ikinci sırayı Fransızca
kökenli kelimeler almaktadır. Ardından sırasıyla Farsça, İtalyanca, İngilizce ve Yunanca kökenli
kelimeler gelmektedir. Türkçede; Latince, Almanca, İspanyolca, Rusça, Macarca, Slovakça,
Ermenice, Moğolca, Portekizce, Bulgarca ve Japonca kökenli kelimeler de bulunmaktadır.
Bazen aynı kelime farklı diller yoluyla Türkçeye girebilir. Mesela Yunanca kökenli müzik
kelimesi Türkçeye sırasıyla Fransızca, İtalyanca ve Arapça yoluyla müzik, mızıka ve musiki
biçimlerinde girmiştir. Bunlardan İtalyanca kökenli mızıka “bando, armonika” anlamında
Fransızcadan alınan müzik ile Arapçadan alınan musikinin ilk anlamları aynı olmakla birlikte yan
anlamları bulunmaktadır: şiirin musikisi gibi.
Örneğin; İtalyanca kökenli taraça önce Fransızca kökenli teras ve ardından İngilizce kökenli
roof’a dönmüştür. Bunun nedeni son dönemlerde prestiji en yüksek olan kelimelerin İngilizce kaynaklı
olmasıdır.
Bkz. Notlar 152-190 (Çağdaş Türk Dili)
***
TÜRKÇENİN YABANCI DİLLERE VEDİĞİ KELİMELER
27
Türkçe takip edebildiğimiz tarihî seyri içinde komşularına, en az onlardan aldığı kadarını
vermiştir. Özellikle Türk diline komşu olarak yaşamış Fars, Arap, Rus, Romen, Bulgar, Sırp-Hırvat,
Yunan ve Macar dillerine ait sözlüklere baktığımızda Türkçenin bu dillere sadece beslenme ve giyimkuşam kültürüyle ilgili yaklaşık 1550 kelime verdiği tespit edilmiştir: aba, altın, amaç, ambar,
Anadolu, arsa, arpa, buğday, burçak, armut, arpacık, asma, astar, ateş, atlas, avcı, ayran, ayva,
bağırsak, badem, baklava, balık, bamya, bereket, çarşaf, çeşme (cisme), çekmece (cecmagea)
kaymakam, kundura, küfe, oklava, paçavra, pazı, patlıcan, pilav, pelte, saban, rakı, tava, yufka,
yoğurt, yoğurmak, yulaf, yemeni, un, tülbent, tuğ, tortu, tokmak vs. sadece bir kaçıdır.
Avrupa dillerine giren, özellikle Osmanlı saray hayatı ile geleneksel Türk yaşam biçimi ve
kültürünü yansıtan çok sayıda sözcük vardır. Bu sözcüklere Turkishism, Turkcism “Türkizm” vb. adlar
verilmektedir. Türkçe diğer dillere daha çok beslenme ve giyim-kuşam kültürüyle ilgili kelimeleri
ödünç vermiştir. Bu kelimeler Türklerin sanılanın aksine hem bozkır hem tarım kültürüne sahip
olduğunu gösteriyor.
Uluslararası filolojik kültür sözlüğünde Türkçenin de onurlu bir payı olduğu, artık tartışılmaz
lengüistik bir gerçektir. Aşağıda Türkçe ya da Türkçe aracılığıyla kimi yabancı dillere geçen
sözcüklerin bir bölümü sıralanmıştır:
İngilizcede: baklava, bosh “boş”, jackal “çakal”, bulgur, caviar “havyar”, dervish “derviş”,
dolma “dolma”, efendi “efendi”, caftan “kaftan”, casaba “kasaba”, caigue “kayık”, halva “helva”,
kismet “kısmet”, Ottoman “Osmanlı”, kurush “kuruş”, uhlan “uşak, oğlan”, vizier “vezir”, sherbet
“şerbet”, pilaf “pilav”, yoghurt, shish kebab
Fransızcada: bachi-bouzouk “başıbozuk”, kan khan “han”, caravansérail “kervansaray”,
candjiar “hançer”, kéfir “kefir”, kiosgue “köşk”, koubba “kubbe”, tulipe “lale”, koumys “kımız”,
odalisquem “odalık”
Almancada: Dolmetsch “dilmaç, tercüman”, dolmusch “dolmuş”, diwan “divan”, kaviar
“havyar”, joghurt “yoğurt”
Farsçada: açar “anahtar”, elek “elek”, aş “aş”, bezek “süslenme”, ocaq “ocak”, tepe “tepe”,
yeylaq “yayla”, topoz “topuz”, ordu, qelpaq “kalpak”, yedek, tutun “tütün”, qeymaq “kaymak”,
qezgan “kazan”, çexmaq “çakmak” vs.
Hintçede: top, tamancha, barood, bahadur, kanat, kiyma vs.
Yunanca: acemi, aman, ambar, balta, bayat, bayılmak, cambaz, ciğer, cümbüş, bozuk vs.
Rusça: ütü, ayran, ayva, duman, kurşun kalem, kurgan, inci vs.
Macarca: kilim, peşkir, sırma, elma, sirke, çember, hançer, tarla keçi, buzağı, buğday, arpa
vs.
TÜRKÇENİN SÖZ VARLIĞI
Filoloji ve dil bilimi çalışmalarında bir dilin sözcükleri, terimleri, yabancı dillerden gelme
öğeleri, atasözleri, deyimleri, insanlar arasındaki ilişkilerde kullanılması gelenek olmuş kalıplaşmış
28
sözleri bir bütün olarak söz varlığı içinde yer alır. Bu aynı zamanda, o dili konuşan milletin maddi ve
manevi kültürünü, dünya görüşünü, yaşam koşullarını ve deneyimlerini yansıtır.
1. ATASÖZLERİ VE DEYİMLER BAKIMINDAN TÜRKÇE
A. ATASÖZLERİ
Atasözü ve deyimler Türkçenin en eski söz varlıklarındandır. Eskiden tü. sav, ar. mesel,
darbımesel, tabir diye adlandırılırdı. Atasözü ve deyimler bir toplumun maddi ve manevi kültürünü,
algılama ve anlatım tarzı ile nükte eğilimini bütünüyle ortaya koyan sözlerdir.
Her dilde atasözü ve deyimler vardır. Sosyoloji, psikoloji, ekonomi, tarih, felsefe, ahlak, halk
bilimi gibi birçok alanı ilgilendiren bu ifade kalıpları, anlatım gücü, kavram zenginliği bakımından
çok önemli dil yapılarıdır. Atasözleri geniş halk yığınlarının yüzyıllar boyunca geçirdikleri
denemelerden ve bunlara dayanan düşüncelerden doğmuştur. Ulusun ortak düşünce kanı ve tutumunu
belirtir, bize yol gösterirler.
Tarih boyunca atla haşır neşir olan Türk ulusunun söz varlığında atla ilgili pek çok atasözü
bulunur. Mesela üç tarafı denizlerle çevrili Kore’de konuşulan Korecede güçlülerin çatışmasında
zararı güçsüz ve zayıf olanların çektiğini gösteren atasözü “Balina kavgasında karidesin sırtı patlar”
biçimindeyken aynı anlamda bizde “Atlar tepişirken arada eşekler ezilir.” şeklindedir.

Atasözleri milli varlıklar olarak değerlendirilir.

Ruha işleyen bir etki taşırlar.

Kalıplaşmış, klişe haline gelmiş sözlerdir.

İnandırıcı ve kutsaldırlar.

Az sözcükle çok şey anlatılır, kısa ve özlüdür.
Dikensiz gül olmaz.
Alet işler, el övünür.
Taşıma su ile değirmen dönmez.

Sözcüklerin yerleri değiştirilemez, aynı anlama da gelse yerine başka sözcükler
konulamaz.
“Derdini söylemeyen derman bulamaz” örneğinde derman yerine ilaç denmez.

Atasözlerinin çoğu bir iki sözcüktür.
Vakit nakittir.
Balık baştan kokar.
Yerin kulağı var.
Ak akçe kara gün içindir.
Görünen köy kılavuz istemez.
Dost ile ye iç alışveriş etme.
Son pişmanlık fayda etmez.
29
Ne yavuz ol asıl, ne yavaş ol basıl. (Cezaya çarpılacak ölçüde aşırı ve saldırgan olma.
Ama herkes seni ezecek ölçüde yumuşak ve miskin de olma.)
Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.
(Kız annesinin birçok huylarını
doğuştan almış bulunur. Sonra da annesinin eğitimi ile yetişir. Bunun için bir kızın niteliklerini
öğrenmek isteyenler, annesine benzeyeceğini düşünürlerse yanılmamış olurlar. Nitekim bir kumaşın
kenarına bakanlar, her yerini görmüş gibi olurlar.)
Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür.
Minareyi çalan kılıfını hazırlar.
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer.
Sona kalan dona kalır.
Keskin sirke küpüne zarar.
Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır.
Taşıma su ile değirmen dönmez.
Korkunun ecele faydası yoktur.
Baykuşun kısmeti ayağına gelir. (Tanrı hiçbir canlıyı aç bırakmaz. Kımıldamadan
duran baykuşun rızkını bile önüne koyar. İnanışa göre baykuş bütün geceyi uykusuz geçir, ibadet
edermiş. Sabaha karşı önüne gelen bir serçeyi yermiş).
Kör ölür, badem gözlü olur; kel ölür sırma saçlı olur.
Suyu getiren de bir testiyi kıran da. (Zamanımızda, görevini iyi yapanla kötüye
kullanan arasında bir fark gözetilmemektedir.)
Güvenme varlığa düşersin darlığa
Gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz
Gönül bir sırça saraydır, kırılırsa yapılmaz
Bülbülü altın kafese koymuşlar yine de ah vatanım demiş.
Akıllı düşününceye kadar deli oğlunu everir.
Çok çocuk anayı şaşkın babayı düşkün eder. (Toplumsal bir sorunu anlatıyor.)
Çelişkili atasözleri:
İyilik eden iyilik bulur X İyiliğe iyilik olsaydı, koca öküze bıçak olmazdı.
Devlet malı deniz yemeyen domuz.
Kızını dövmeyen dizini döver.
İyi insan lafının üzerine gelir X İti an çomağı hazırla.
Fazla mal göz çıkarmaz X Azıcık aşım ağrısız başım.
Söz gümüşse sükût altındır X Sükût ikrardan gelir.
Düşenin dostu olmaz X Dost kara günde belli olur.
30
B. DEYİMLER
Deyimler de atasözleri gibi kalıplaşmış sözlerdir ve bir dilin söz varlığının en önemli öğeleri
arasındadır. Deyimler, bir durumun, bir davranışın doğadaki nesnelerden, canlılardan faydalanılarak
somutlaştırma yoluyla anlatılmasıdır. Türkçede 10 bin civarında deyim vardır. Deyimlerin kaynakları
arasında Nasreddin Hoca (yorgan gitti kavga bitti, delik büyük, yama küçük gibi.) ve Bektaşi
fıkralarıyla, kimi masallar, efsaneler, tarihsel olaylar ön sırada yer alır.
Deyimi atasözünden ayıran en büyük özellik, bir kavramı belirtmek için bulunmuş özel
bir anlatım olması, genel kural niteliğinde bir söz olmamasıdır. Deyimler atasözlerindeki
yargıları içermez daha çok benzetmelerden yararlanırlar.
Deyimin de söz dizimi bozulamaz.
Örnekler:

Ayıkla pirincin taşını

Dil dökmek

Demokles’in kılıcı (Demoklesin kılıcı, genellike politikacıların kullandığı bir deyimdir.
Efsaneye göre; Sirakuza Kralı Dionysos, iktidarın, kral olmanın çok rahat ve güzel olduğunu
savunan Demokles'e ders vermek için onu yemeğe davet eder. Bir at kılıyla tavana bağlanmış
ağır bir kılıcın altındaki koltuğa oturtur ve ona iktidarın aslında ne kadar zor olduğunu
gösterir. Öyküsü böyle olsa da "Demoklesin kılıcı" deyimi günümüzde "Önemli mevkilere
yönelik potansiyel tehditleri" vurgulamak için de kullanılır.

Kel başa şimşir tarak

Gönül almak

Göz yummak

Dirsek çevirmek

Damarı tutmak

Baltayı taşa vurmak

Boyunun ölçüsünü almak

Bir taşla iki kuş vurmak

Ağzına bir parmak bal çalmak

Hapı yutmak, içten pazarlıklı, pabucu dama atılmak, ortada fol yok yumurta yok, ne şiş yansın
ne kebap, öküz öldü ortaklık bitti, tencere yuvarlandı kapağını buldu, karda gezip izini belli
etmemek

Turnayı gözünden vurmak, pişmiş aşa soğuk su katmak

Tekne kazıntısı, çöpsüz üzüm, birinin ensesinde boza pişirmek

Pişmiş kelle gibi sırıtmak, dolap beygiri gibi dönüp durmak, nalıncı keseri gibi kendine
yontmak, eşekten düşmüş karpuza dönmek, bin dereden su getirmek, kendi yağıyla
kavrulmak, bir pire için yorgan yakmak, iki dirhem bir çekirdek
31
İnsanların ruhsal durumlarını ve belirgin davranışlarını betimleyen deyimler: dilli düdük (çok
konuşan kimse), sallabaş (her sözü düşünmeden onaylayan), eli maşalı, deli fişek, kulağı delik gibi

“Ölmek” kavramının dile getirilişiyle ilgili deyimler: Gözlerini yummak, vadesi yetmek, eceli
gelmek, vadesi tamam olmak, sonsuzluğa intikal etmek, can vermek, öbür dünyaya gitmek,
namazı kılınmak, öteki dünyayı boylamak; gözünü toprağa dikmek, günleri sayılı olmak ise
ölmeye yakın olmayı dile getirir.
Cümle halindeki deyimler:

Dostlar alışverişte görsün

Halep ordaysa arşın burada

İncir çekirdeğini doldurmaz

Fare deliğe sığmamış bir de kuyruğuna kabak bağlamış

Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli
Son zamanlarda türeyen deyimler: orta direk, köşeyi dönmek, bozum olmak, kuyruk olmak,
oyun çıkarmak (sporda), boş vermek, yeşil ışık yakmak, iş yok, masaya yatırmak, fikir jimnastiği,
sıcak bakmak, soğuk bakmak, duygu sömürüsü yapmak, çağ atlamak, zamanla yarışmak, entel
takılmak, çağı yakalamak gibi.
Çeviri deyimler: Kemerleri sıkmak (İng. to tighten the belts, beyin yıkamak (brain washing),
kur yapmak (Fr. faire le cour), kraldan çok kralcı olmak vs.
2. İKİLEMELER BAKIMINDAN TÜRKÇE
Türkçeye olağanüstü bir anlatım gücü ve zenginliği kazandıran unsurlardan biri de
ikilemelerdir. Hint-Avrupa dillerinde Türkçeye göre çok az kullanılan ancak Korecede ve Japoncada
da sık görülen ikilemeler Türkçenin her evresinde ve her lehçesinde yaygın olarak kullanılmış ve bu
eğilim günümüze kadar gelmiştir. İkilemeler anlatımı güçlü ve etkili kılar, zihinde bir kavramın
algılanması sırasında onun pekiştirilmesini sağlar. Örneğin;
“Sabahleyin çok erken kapıma geldi” ya da “Sabahleyin erkenden kapıma geldi” yerine
“Sabah sabah kapıma geldi” cümlesi içerdiği ikileme nedeniyle ötekilerden çok daha güçlü bir
anlatım sağlar.
Bir işi, bir sorunu çözümleyebilmek için uzun uzadıya düşünüp zihin yormak, düşünüp
taşınmak ikilemesiyle daha iyi anlatılır.
Kör ve topal gibi iki ayrı niteliği betimleyen sözcükler ikilemeye dönüşünde “zoraki götürülen
iş” anlamını kazanmıştır.
İkilemeler aşağıdaki yollarla yapılır:
a. Aynı kelimelerin yinelenmesiyle oluşanlar: ev ev, şehir şehir, satır satır, küçük küçük,
akşam akşam, çabuk çabuk, içip içip, açık açık vs.
32
b. Eş anlamlı kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşanlar: açık seçik, delik deşik, kırık dökük,
doğru dürüst, sere serpe, akça pakça vs.
c. Karşıt anlamlı kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşanlar: ileri, geri, irili ufaklı, genç yaşlı
vs.
d. Yansıma sözcüklerle oluşanlar: çat pat, fıkır fıkır, fır fır, çıtır çıtır vs.
e. Ö sesteki ses /m/ ile değiştirilerek oluşturulabilir: para mara, kadın madın, odun modun;
Paris Maris, vs.
f.
Deyimleşmiş ikilemeler: etliye sütlüye karışmamak, elde avuçta kalmamak, kuru kuruya,
boşu boşuna, sıcağı sıcağına, yerli yersiz, varsa yoksa, paşa paşa vs.
Not: Az da olsa üçleme ve dörtlemelere de rastlanmaktadır.
Üçlemeler: at avrat silah, han hamam kervansaray, gez göz arpacık (tüfekle yapılan atışlarda
daha iyi nişan almak için kullanılan bir ifade.), bağda bahçede evde, ok yay yayla, “Yalınayak, başı
kabak, yarı çıplak, üzerimizde birer yelekle…”, vatan millet sakarya, kulak burun boğaz vs.
Dörtlemeler:
“Hacı-hoca-vaiz-imam
takımının,
biz
köpekleri
hiç
sevmemeleri
malumunuzdur elbette.”
“Çalı çırpı çadır çıkın bir çavdar uygarlığım ben”, “kurda kuşa börtü böceğe bakarak”
3. TERİMLER BAKIMINDAN TÜRKÇE
Dilde bilim, teknik, sanat, zanaat, spor gibi alanlarla ilgili özel kavramları karşılayan öğelere
terim denir. Terimler bir ülkeden çıkarak dünyaya yayıldıkça özgün biçimiyle benimsenebildiği gibi
yeni bir ad alarak ya da tercüme yoluyla dile yerleşebilir. Bilim, teknik, felsefe ve edebiyat alanında
yeni buluşlar, gelişmeler gerçekleştiren ülkelerin söz varlıkları bunlara ilişkin kavramlarla
zenginleşir.
Kimyadaki eriyik; dişçilikte dolgu; geometride açı; matematikte, artı, eksi, çarpı, bölü, yatay,
dikey, çap; askerlikte çıkarma, uçaksavar; bilişim alanında bilgisayar; maliye alanında katma değer
vergisi; dil bilgisinde, özne, yüklem; felsefede tümevarım, tümdengelim; politikada, önerge, gündem,
güvenoyu, tüzük, yönetmelik; hukukta, savcı, tanık, delil, tutuklama, gözaltı, zamanaşımı vs.
terimlere örnektir.
4. KALIPLAŞMIŞ SÖZLER BAKIMINDAN TÜRKÇE
Hoş geldiniz, affedersiniz, afiyet olsun, iyi yolculuklar gibi kalıplaşmış sözler toplumların
kendilerine özgü kültürlerinin izlerini ortaya koymakta, görgü kurallarından kaynaklanan sözlerle de
örtüşmektedir.
Bizim toplumumuzda, bir çocuğunu tanıtan ya da çocuklarından söz eden kimseye “Allah
bağışlasın” deme gereği duyulur. Çocuğu doğanlara “analı babalı büyüsün”, sofradan kalkarken
“ziyade olsun, elinize sağlık, kesenize bereket”, iş yapmakta olan bir kimseye “kolay gelsin” ,
33
banyodan çıkan ya da berber koltuğundan kalkanlara “sıhhatler olsun” denirken, kendisine su verilen
kimse “su verenlerin çok olsun” sözünü sarf etmektedir. Bazı kalıplaşmış sözlerimiz:
“Günaydın”, “Allaha ısmarladık”, “Güle güle git”
“Allah bir yastıkta kocatsın”, “Allah kavuştursun”
“İyi saatte olsunlar”
“Nazar değmesin”
“Alacağın olsun”
“Benden günah gitti”, “Benden söylemesi”
“Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim”
“El öpenlerin çok olsun”
“Başınız sağ olsun”
“Güle güle oturun”
“Gözünüz aydın”
“Sizden iyi olmasın”
“Ayıptır söylemesi”
***
NOTLAR:
Tercümelerle bozulan Türkçe ifadelerden örnekler: Özellikle yabancı dizi ve filmlerinin
tercümeleri (alt yazı Türkçesi) Türkçenin mantığıyla çelişiyor.
Çay / kahve almak
[Çay / kahve içmek]
“almak” fiilinin sözlükteki anlamları:
1.
Bir şeyi elle veya başka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayırmak,
kaldırmak:
"Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı."- N. Cumalı.
2.
(-i, -den) Bir şeyi veya kimseyi bulunduğu yerden ayırmak:
"Çocuğu okuldan aldı."- .
3.
Birlikte götürmek.
4.
(nsz) Satın almak.
5.
(nsz) Ele geçirmek, fethetmek:
"Fakat aldıkları yerlerin ahalisini Türkleştiremediklerinden bu büyüklük onların
zayıf düşmelerine sebep olmuş."- Ö. Seyfettin.
6.
(nsz) İçine sığmak:
"Bu kavanoz iki kilo bal alır. Bu salon bin kişi alır."- .
7.
(-e, nsz) Kabul etmek.
8.
(nsz) Kendine ulaştırılmak, iletilmek:
"Mektup almak. Haber almak."- .
9.
(nsz) İçeri sızmak, içine çekmek:
"Gemi su alıyor. Fotoğraf makinesi ışık almış, film yanmış."- .
10 .
(nsz) Erkek, kadınla evlenmek:
"O sırada aldığı kadının babasının birçok yardımını görmüştü."- M. Ş.
Esendal.
11 .
(-i, nsz) Sürükleyip götürmek:
"Öküzü sel aldı, harmanı yel aldı."- .
34
12 .
(nsz) Kazanmak, elde etmek.
13 .
(nsz) Zararlı, tehlikeli bir şeye uğramak:
"Soğuk almak. Ceza almak."- .
14 .
(-i, nsz) Bürümek, sarmak, kaplamak:
"Burayı kötü bir koku aldı, durulamaz hâle geldi."- .
15 .
(-den) Kısaltmak, eksiltmek:
"Ceketin boyundan almak."- .
16 .
(nsz) Yolmak, koparmak:
"Kaş almak."- .
17 .
Temizlemek:
"Karyolanın altını süpürge ile al."- .
18 .
(-i, -e) İçeri girmesini sağlamak:
"Sevdiği delikanlıyı gece evine almış."- N. Cumalı.
19 .
(nsz) Tat veya koku duymak:
"Sigaradan hiç tat alamaz oldum. Burnu iyi koku alır."- .
20 .
(-i, -e) Örtmek, koymak:
"Paltosunu sırtına aldı."- .
21 .
(-i, -de) Yol gitmek, mesafe katetmek:
"O yolu bir saatte alırsınız."- .
22 .
(-i, -den) Çalmak:
"Cebimden saatimi almışlar."- .
23 .
Soldurmak:
"Güneş perdelerin rengini aldı."- .
24 .
Vücuttaki hasta bir organı ameliyatla çıkarmak:
"Dalağını aldılar."- .
25 . (nsz) Motor çalışması için gerekli olan elektrik veya yakıttan yararlanır
duruma gelmek:
"Savcı yardımcısı gaza bastı, motor almadı. Bir daha bastı, yine almadı."- H.
Taner.
26 .
27 .
(nsz) Göreve, işe başlatmak:
"Yeni bir kapıcı aldı."- .
(-den) Görevden, işten çekmek.
28 .
(nsz) Başlamak:
"Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur"- Halk türküsü.
29 .
(nsz) İçecek veya sigara içmek:
"Tadına bakmak için bir yudum aldım."- .
30 .
(nsz) Yutmak, kullanmak:
"İlaç almak."- .
31 .
(-den, nsz) Kazanç sağlamak:
"Bir pantolondan beş yüz lira alıyorlar."- .
32 .
Gidermek, yok etmek:
"İçine biraz su koy, tuzunu alır."- .
33 .
Yer değiştirmek.
I am sorry’ler “Üzgünüm.” diye çevrilmeye başladı [Özür dilerim, kusuruma bakmayın, affedersiniz]
Aman Tanrı’m!
[Eyvah!]
Kendine iyi bak: Türkçede ender olarak ancak bir hastaya söylenen bu söz tercüme yoluyla vedalaşma
sırasında söylenen söze dönmüştür.
Evlat! Acele et! Okula geç kalmak istemezsin. [Çocuğum acele et, okula geç kalacaksın]
Hey dost / bayım / bayan. [Bakar mısınız beyefendi / hanımefendi]
(Hatta, dizi filmlerde, düşmanlarınıza bile “dost” diye hitap edilmektedir: Hey dostum, seni
öldürmemi istemiyorsan hemen defol buradan.
35
Sanırım başım ağrıyor. [Başım ağrıyor]
Sanırım seni kucaklamak istiyorum: Böyle diyen birinin Türkçeyle sorunu olmalı. Böyle diyen birine
kendinizi kucaklatmayın, hele bir emin olsun kucaklamak isteyip istemediğinden.
İngilizceye uyan bir ösz kalıbı Türkçeye çevrildiğinde gülünç olabilir:
[- O adam bir pislik.
- Neden?
- Neden bir pislik olduğunu söyler misin?]
Ben sana döneceğim. [Seni arayacağım]
Sen bir kadının başına gelebilecek en güzel şeysin [“şey” kelimesi nesne anlamı taşır ve Türkçede
insan için kullanılmaz. “başa gelmek” deyimiyle ise yalnız olumsuz durumlar anlatılır. O halde hem
“en güzel” olup hem “başa gelen” bu “şey” Türkçenin mantığıyla çelişmiyor mu?]
Wow!: vay, of, ay, eh, hop …
Yola çıkmalıyız, treni kaçırmak istemezsin [treni kaçırmak istemiyorsanız yola çıkmalıyız]
Avrupa’nın en büyük altıncı ekonomisi olduk: Türkçede “en büyük” denmişse ondan daha büyüğü
yok demektir. Dolayısıyla büyüklerden biri denilmesi gerekirken yine çeviri yoluyla Türkçenin
mantığına uygun olmayan bu yapı gittikçe yaygınlaşıyor.
Ben bir doktorum = I m a doctor: Türkçede “Doktorum” sözüyle ifade edilmelidir.
Unut gitsin: [Boş ver, aldırma, üstünde durma]
Hepsi ve daha fazlası! (Türkçenin matematik bakımından küme mantığını zedelemiyor mu?)
***
Yanlış kullanımlar:
Ulaştırma Eski Bakanı → Eski Ulaştırma Bakanı
Nasıl “mahalle bekçisi”, “yazı tahtası” gibi belirtisiz isim tamlamaları nitelenirken sıfat başa gelmekte
ve “eski yazı tahtası”, “eski mahalle bekçisi”ne dönüşmekteyse yukarıdaki örnekte de aynı kural
geçerlidir.
Göz altına almak: Güvenlik kuvvetleri birini belli bir süre, belli bir yerde tutmak, nezarete almak.
Gözlem altına almak: 1. bir nesneyi, olayı veya bir gerçeği, niteliklerinin bilinmesi amacıyla, dikkatli
ve planlı olarak ele alıp incelemek. 2. hastanın hastalığını izlemek, denetim altında bulundurmak.
Kaynakça
Doğan Aksan, Anadilimizin Söz Denizinde, Bilgi Yay., Ank., 2006, 252 s.
Günay Karaağaç, Dil, Tarih ve İnsan, Akçağ Yay., Ank. 2002, 192. s.
Hatice Şirin, Başlangıcından Günümüze Türk Yazı Sistemleri, Akçağ Yay., 2006, 405 s.
Süer Eker, Çağdaş Türk Dili, Grafiker Yayınları, Ankara, 2003, 557 s.
Walter Porzig, Dil Denen Mucize, TDK Yay., Ankara 1995, 272 s.
Yusuf Çotuksöken, Uygulamalı Türk Dili, Papatya Yayınevi, İst. 2008, 380 s.
36
Download