CARİ AÇIĞIN OLUŞUMU Ödemeler Dengesi

advertisement
CARİ AÇIĞIN OLUŞUMU
Ödemeler Dengesi = Cari İşlemler Dengesi + Sermaye Hesabı + Finans Hesabı + Net Hata ve Noksan =
Genel Denge + Rezerv Varlıklar
Örnek: Türkiye’nin Ocak – Kasım 2012 yılı ödemeler dengesi sayıları şöyledir (milyar dolar):
Cari denge
Sermaye hesabı
Finans hesabı
Net hata ve noksan
Genel denge
Rezerv varlıklar
- 45,2
0,0
62,0
6,8
23,6
-23,6
Buna göre, Türkiye Ocak – Kasım 2012 döneminde 45,2 milyar dolar cari açık vermiş ve buna karşılık
Türkiye’ye 62 milyar dolarlık net döviz girişi olmuştur. Bu girişin 6,8 milyar doları net hata ve noksan yani
kaynağı bilinmeyen döviz giriş ve çıkışlarının net tutarını ifade etmektedir. Sonuçta genel denge 23,6
milyar dolar fazla vermiş ve bu para da rezerv varlıklara gitmiş (TCMB’nin döviz rezervlerine eklenmiştir)
 CARİ DENGENİN OLUŞUMU
Cari denge = (Mal ihracatı gelirleri + satılan hizmetlerden sağlanan gelirler + diğer gelirler) – (mal ithalatı
giderleri + satın alınan hizmetlere ödenen giderleri + diğer giderler) +/- cari transferler
Mal ihracatı gelirleri ve mal ithalatı giderleri; yurtdışına satılan malların bedellerine karşılık alınan dövizler
mal ihracatı gelirleri, yurtdışından satın alınan malların bedelleri karşılığında ödediğimiz dövizler ise mal
ithalatı giderlerini oluşturur.
Satılan hizmetlerden sağlanan gelirler ve satın alın alınan hizmetler için ödenen giderler; ödemeler
dengesi açısından hizmetler; ulaştırma, turizm, haberleşme hizmetleri, inşaat hizmetleri, sigorta hizmetleri,
mali hizmetler, kişisel, kültürel hizmetler gibi kalemlerden oluşur. Bunları yabancılara sunduğumuzda gelir,
onlardan aldığımızda gider olur.
Diğer gelirler ve giderler; doğrudan yatırım, portföy yatırımları ve diğer yatırımlardan elde edilen faiz, hisse
geliri, kâr payı, gelir gibi kalemleri içermektedir. Bu gelirleri yabancılardan elde ettiğimizde ödemeler
dengesine gelir, yabancılara ödediğimizde gider yazılmaktadır.
Cari transferler (Karşılıksız transferler); örneğin yurtdışındaki işçilerimizin gönderdiği paralar bu kategoriye
girer.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 1
Türkiye’nin Ocak – Kasım 2012 yılı ödemeler dengesi sayıları şöyledir (milyar dolar):
İhracat:
İthalat:
Hizmet Gelirleri:
Hizmet Giderleri:
Diğer Gelirler:
Diğer Giderler:
Cari transferler:
149,0
209,7
38,8
18,4
4,3
10,5
1,2
Şimdi bunları yukarıdaki denklemlerde yerine koyarak cari dengeyi bulalım:
Cari denge = (149,1 + 38,8 + 4,3) – (209,7 + 18,4 + 10,5) + 1,2 = (192,2) – (238,6) + 1,2 = - 45,2
 CARİ DENGENİN FİNANSMANI
Cari Denge = Finans Hesabı = Net doğrudan sermaye yatırımları + net portföy yatırımları + net diğer
yatırımlar + net hata ve noksan + rezervler
Bu denklemde kullanılan net ifadesi; döviz geliri ve giderini birbirinden çıkardığımız için kullanılmıştır.
Örneğin; Ocak – Kasım 2012 döneminde yurtdışında yapılan doğrudan sermaye yatırımları – 3,8 milyar
dolar, yurtiçinde yapılan doğrudan sermaye yatırımları 11,3 milyar dolardır. Bu durumda net doğrudan
sermaye yatırımları 7,5 milyar dolar olarak alınmıştır.
Ocak – Kasım dönemindeki 45,2 milyar dolarlık cari açığın finansmanı (milyar dolar)
Finans Hesabı
Yabancı Sermaye Yatırımı
Portföy Yatırımı
Diğer Yatırımlar
Net Hata ve Noksan
Rezervler
45,2
7,5
35,2
19,3
6,8
-23,6
Not: Rezervler kaleminin eksi olması, rezervlere yapılan eklemeyi gösterir. Yani bu dönemde Türkiye’ye cari
açıktan fazla 23,6 milyar dolar girmiş, bu miktarın 2 milyar dolarıyla IMF borçları ödenmiş kalan 21,6 milyar
doları da TCMB’nin rezervlerine eklenmiştir.
Bu sayıları yukarıda yazdığımız cari dengenin finansmanı denkleminde yerlerine koyalım:
Cari Denge = Finans Hesabı = 7,5 + 35,2 + 19,3 + 6,8 – 23,6 = 45,2
Türkiye, 2012 yılının ilk 11 ayında 45,2 milyar dolar cari açık vermiş ve bunu yukarıdaki şekilde finanse
etmiştir.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 2
 BASİT ARİTMETİK
Ekonomide GSYH’yi (Y), harcamalar yönünden yazarsak şu denklemi kullanırız:
Y = C + I + G + NX
Burada Y GSYH’yı, C özel tüketim harcamalarını, I özel yatırım harcamalarını, G kamu kesimi toplam
harcamalarını, NX ise ekonominin dış dünya ile olan alış verişinin özeti olan cari dengeyi gösteriyor (NX’i; X
– M olarak da göstermek mümkün)
Ekonominin bütününe gelirin kullanımı açısından işe yukarıdaki GSYH denklemi üzerinde bazı değişiklikler
yaparak başlayalım.
Y = C + I + G + NX
(1)
İki taraftan da C + I + G’yi çıkarırsak denklem şu hali alır:
Y – C – I – G = NX
(2)
GSYH’dan harcamaları çıkarırsak geriye tasarruflar kalır:
Y–C–G=S
Yani iç tasarruflar GSYH’dan özel kesimin tüketim harcamalarıyla kamu kesiminin harcamalarının
çıkarılmasıyla kalan miktardır.
S’yi yukarıdaki (2) numaralı denklemde yerine koyarsak;
S – I = NX ya da NX’i de sola geçirirsek; S – I – NX = 0
Yani tasarruflar eksi yatırımlar eşittir cari denge. Eğer S = I ise ekonominin cari dengesi sıfıra eşit olur.
Eğer S > I ise ekonomi cari fazla verir. Eğer S < I ise ekonomi cari açık verir.
 İÇ VE DIŞ EKONOMİK DENGE
Ekonomik dengeyi farklı bir denklemle göstermek mümkündür;
(S – I) + (T – G) = NX ya da NX’i de sola geçirirsek denklem sıfıra eşit bir denklem halini alır:
(S – I) + (T – G) – NX = 0
Burada (S – I) özel kesimin tasarruf ve yatırım dengesini, (T – G) kamu kesiminin gelir gider (bütçe)
dengesini ve NX de cari dengeyi gösteriyor. Bir başka ifadeyle (S – I) + (T – G) ekonominin iç dengesini, NX
ise dış dengesini gösteriyor. Buna göre bir ekonomide iç ve dış denge birbirine eşittir.
Demek ki bir ekonominin tasarruf yatırım dengesi ile bütçe dengesi o ekonominin cari açığının belirleyicisi
oluyor.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 3
Türkiye’den örnek
Türkiye’de 2012 yılında görünüm şöyledir (Tahminler, GSYH’nın yüzdeleri olarak):
S = 15
I = 19
T= 23
G = 25
NX = 6
Bu durumda denklemimiz şöyle bir görünüm alır:
(15 – 19) + (23 – 25) – 6 = 0
Bu denklemin özetle söylediği şey şudur; ekonomi 2012 yılında GSYH’nin yüzde 4’ü oranında tasarruf
yatırım açığı vermiş, yüzde 2’si kadar kamu dengesi harcama açığı vermiş ve GSYH’nin yüzde 6’sı kadar da
cari açık vermiş. Bir başka ifadeyle İç ekonominin dengeye gelebilmesi için GSYH’nin yüzde 6’sı oranında dış
kaynağa (yabancıların tasarruflarının ithaline) gereksinim duyulmuştur.
 CARİ DENGENİN GEOMETRİSİ
Cari denge, bir ekonominin başka ekonomilerle giriştiği karşılıklı işlemleri gösteren ödemeler dengesinin en
önemli alt dengesidir. İhracat, ithalat farkıyla turizm, taşımacılık gibi diğer döviz kazandırıcı veya kaybettirici
işlemleri gösterir.
Bir ülkenin ihracat ve diğer döviz kazandırıcı işlemleri sonucunda elde ettiği gelir, ithalat ve diğer döviz
kaybettirici işlemleri sonucu ödediği giderlere eşitse cari dengesi denktir.
Şekilde mavi çizgi (ortadaki) bu durumu temsil ediyor. B noktasında ülke, ihracat ve döviz kazandırıcı diğer
işlemlerinden 0x1 kadar döviz geliri elde etmekte ve buna karşılık ithalat ve döviz kaybettirici işlemleri
nedeniyle de 0m1 kadar döviz kaybetmektedir. 0x1 = 0m1 olduğu için bu ülkenin cari dengesi denktir.
Bir ülkenin ihracat ve diğer döviz kazandırıcı işlemleri sonucunda elde ettiği gelir, ithalat ve diğer döviz
kaybettirici işlemleri sonucu ödediği giderlerden fazlaysa cari denge fazla verir. Şekilde yeşil çizgi (en
soldaki) bu durumu gösteriyor. A noktasında ülke, ihracat ve döviz kazandırıcı diğer işlemlerinden 0x1 kadar
döviz geliri elde etmekte ve buna karşılık ithalat ve döviz kaybettirici işlemleri nedeniyle de 0m2 kadar
döviz kaybetmektedir. 0x1 > 0m2 olduğu için bu ülkenin cari dengesi m2m1 kadar fazla vermektedir.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 4
Bir ülkenin ihracat ve diğer döviz kazandırıcı işlemleri sonucunda elde ettiği gelir, ithalat ve diğer döviz
kaybettirici işlemleri sonucu ödediği giderlerden düşükse cari denge açık veriyor demektir. Şekilde kırmızı
çizgi (en sağdaki) bu duruma işaret ediyor. C noktasında ülke, ihracat ve döviz kazandırıcı diğer
işlemlerinden 0x1 kadar döviz geliri elde etmekte ve buna karşılık ithalat ve döviz kaybettirici işlemleri
nedeniyle de 0m3 kadar döviz kaybetmektedir. 0x1 < 0m3 olduğu için bu ülkenin cari dengesi m1m3 kadar
açık vermektedir. Türkiye, tipik olarak cari açık veren bir ekonomidir (yani kırmızı çizgi üzerindedir.) Bu açığı
ağırlıklı olarak dışarıdan borçlanarak finanse etmektedir.
 TASARRUFLAR, CARİ AÇIK VE DÖVİZ: EN ÇOK KARIŞTIRILAN İLİŞKİLER
Ülkedeki iç tasarruflar yeterliyse cari açık olmaz biçimindeki yaklaşım, tam anlamıyla yerli yerine
oturtulamıyor. Çoğunlukla TL fazlamız olsa dövize ihtiyacımız olmayacak mı? sorusu bu anlaşılmazlığın
özeti olarak ortaya çıkıyor.
Bir ülkenin merkez bankasında 100 milyar dolar, bankalarında da 25 milyar dolar döviz rezervi olduğunu
düşünelim. Bu ülkenin bankalarda mevduat olarak duran toplam iç tasarrufları tutarı 400 milyar TL, döviz
mevduatı olarak bulunan tutar da 100 milyar dolar olsun. Bu ülke, 2013 yılında toplam 100 milyar dolarlık
ihracat ve diğer döviz kazandırıcı işlem, 120 milyar dolarlık da ithalat ve diğer döviz kaybettirici işlem
yapmış olsun.
Şimdi bu verileri bir tabloda gösterelim:
Ülkenin döviz rezervi (USD)
MB döviz rezervi
Bankalar
Banka mevduatları
TL (TL)
Yabancı Para (USD)
İhracat ve diğer döviz kazandırıcı işlemler tutarı (USD)
İthalat ve diğer döviz kaybettirici işlemler tutarı (USD)
Cari açık (USD)
Milyar
125
100
25
400
100
100
120
20
Bu durumda ithalatçılar, bu 20 milyar dolarlık açığı karşılamak için dışarıdan yeni borç alabilecekleri gibi
bankalarda mevduat olarak duran tasarruflarını kullanarak bankalardan 20 milyar doları dışarıya havale
edebileceklerdir.
Diyelim ki ithalatçılar 10 milyar dolarlık ihtiyacı kendi tasarruflarından karşılamış, kalan 10 milyar dolar
için de bankalardan kredi almış olsunlar. Bu durumda, banka kaynaklarında 20 milyar dolarlık azalma
olacaktır. Bunun 10 milyar doları mevduattan azalma olarak, 10 milyar doları da kredi, yani alacak olarak
görünecektir. Bankalar, eksilen döviz rezervlerini tamamlamak için dışarıdan yeniden 20 milyar dolarlık
borçlanma yapabilecekleri gibi, mevduatı artırarak da aynı yola başvurabilirler. Ya da mevcut rezervlerini
yeterli görürlerse hiçbir hamle yapmalarına gerek kalmaz.
Bir kez daha tekrarlamakta yarar var: Cari açık bir akım değişkendir. Yani her ay, her yıl yeniden doğar ve
finanse edilir. Oysa döviz rezervi bir stok değişkendir. Yani her ay değişse bile bitmez. Yıllardır birikmiştir
ve azalsa da zaman içinde yeniden yerine konur.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 5
Türkiye açısından 2014 yılında temel sorun bir yandan yıl içinde vadesi gelen eski borçların ödenmesi ya da
yenilenmesi bir yandan da 60 milyar dolar olacağı tahmin edilen cari açığın finanse edilmesidir. 60 milyar
dolarlık cari açık, yeni borçlanmayı ya da yeni yabancı kaynak girişini gerektiriyor. Bu açığın yaklaşık 10
milyar dolarlık bölümünün doğrudan yabancı sermaye yatırımı olarak, yani Türkiye’de yeni işletmeler
kurmak ya da mevcutları satın almak üzere gireceği tahmin ediliyor. Kalan 50 milyar dolarlık açığın bir
bölümü hisse senedi satın almak için, geri kalanın ise tahvil, kredi ya da mevduat biçiminde borç olarak
gelmesi bekleniyor.
Ekonomiler krize girince ya da krize gireceğine ilişkin belirtiler yani riskler artınca bu tablo sıkıntılı bir
görünüme bürünüyor. O zaman yabancı kaynak girişi, borç verme arzusu düşüyor. Bunun tipik örneği
1980’lere gelirken Türkiye’nin yaşadığı 70 cent’e muhtaç ekonomi durumudur. Böyle bir durum ortaya
çıktığında eldeki TL tasarrufları versek de ellerinde yeterli döviz bulunmayan bankalar bize döviz veremiyor.
O zaman döviz fiyatı yani kurlar hızla yükseliyor ve ithalat durma noktasına geliyor. Ya da ancak
ihracattan ve diğer döviz kazandırıcı işlemlerden elde edilen döviz kadar ithalat yapılabiliyor. Böyle bir kriz
olmadığı sürece TL’yi verirseniz dövizi alırsınız. Döviz kıtlaşırsa kur yükselir, döviz bollaşırsa kur düşer. Ve
dengeler ona göre kurulur. 1980’lere gelirken bu sistemin tıkanmasının nedeni o zaman döviz kuru
rejiminin sabit kur rejimi olmasıydı. Döviz talebi artmış ama kur değiştirilmemişti. Sonuçta kriz oldu ve
ardından yüzde 50 dolayında devalüasyon yapılarak TL’nin değeri düşürüldü ve karaborsa sonlandı.
Türkiye’nin ithalat ağırlığı : %64’ü Dolar, %36’sı Euro;
Türkiye’nin ihracat ağırlığı : %47’ü Euro, %43’sı Dolar, %10 Diğer paralar
 MERKEZ BANKALARI NİÇİN REZERV TUTAR?
Merkez bankaları niçin döviz ve altın rezervi tutar? Bu sorunun yanıtı genellikle sıkıntılı zamanlar ve kötü
günler içindir şeklindedir. Eğer bir ülkenin parası uluslararası alanda kabul edilen bir değişim aracı niteliği
taşıyorsa o zaman o ülke merkez bankasının ayrıca başkasının parasını döviz rezervi olarak bulundurması
gerekmez. Mesela Dolar küresel sistemde tanınan, alış verişlerde geçerli olan bir para olduğu için Fed’in
ayrıca başka bir ülke parasını rezerv olarak tutmasına gerek yoktur. Benzer bir durum büyük ölçüde Euro ve
Avrupa Merkez Bankası için de geçerlidir. Bunlar kadar olmasa da rezerv para niteliğine yakın üç para birimi
daha vardır: Yen, Sterlin ve İsviçre Frangı. Öteki ülkelerin paraları rezerv para niteliği taşımaz. Örneğin
Türkiye, uluslararası ödemelerini, bazı sınırlı istisnalar dışında, TL ile yapamaz. Türkiye’ye mal satanlar
ödemenin TL ile yapılmasını kabul etmez karşılığında Dolar ya Euro talep ederler.
Bir ekonomide kriz ortaya çıkmışsa o ülkede parası olan yabancılar paralarını alıp gitmek isterler. Bu gibi
durumlarda döviz talebi tavan yapacağı için döviz yokluğu yaşanabilir. İşte bu aşamada rezervler devreye
girer ve döviz paniğini önleyerek krizin daha da ileri aşamalara ulaşmasını önler. Kriz olması da şart değildir.
Türkiye’ye borç verenler, bir sıkıntı durumunda alacaklarını alabilmek için Türkiye’nin yeterli döviz stokuna
sahip olup olmadığını görmek isterler. Bu nedenlerle TCMB’nin döviz rezervi bulundurma ihtiyacı doğar.
Altın rezervi de TCMB açısından aynı amaca dayalıdır. TCMB için anlattıklarımızı üç aşağı beş yukarı parası
rezerv para olmayan bütün ekonomilerin merkez bankaları için genelleştirebiliriz.
Parası rezerv para niteliğinde olan ve genellikle döviz rezervi bulundurmayan ya da ihmal edilebilecek
oranda bulunduran ekonomilerin altın rezervi tuttuklarını görürüz. Bunun nedeni geçmişten kalan bir
stokun ve alışkanlığın devamıdır. Geçmişte kağıt para altın karşılığı basılırdı. Bu gelenek birinci dünya savaşı
sonrası terk edildiği halde ABD Dolarında 1971 yılına kadar devam etti ve o tarihte ABD de kağıt paranın
altın karşılığını kaldırdı. Ne var ki geçmişte karşılık olarak tutulan altın stokları elden çıkarılmadı ve bu
ülkelerin altın rezervi olarak kalmaya devam ett
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 6
TCMB’NİN REZERVLERİ
Yakın zamana kadar TCMB’nin döviz rezervleri kendi satın aldığı dövizler ile döviz mevduatı karşılığında
bankalardan zorunlu karşılık olarak aldığı dövizlerden oluşurdu. Şimdi bunlara ek olarak bankalardan TL
zorunlu karşılıklarına karşılık ROK uygulamasıyla aldığı dövizler de bu rezervlere dahil oldu ve bu yolla TCMB
döviz rezervlerini 115 milyar doların üzerine çıkardı. TCMB’nin 06.05.2016 günü itibariyle toplam 118
milyar dolar tutarındaki rezervlerinde altın rezervinin payı 19,5 milyar dolar, döviz rezervinin payı ise 99.5
milyar dolardır.
Merkez bankaları, bankaların kaynaklarını sınırsızca krediye dönüştürmesi üzerinde denetim sağlayabilmek,
onlara zor zamanlarında likidite verebilmek için bankalardan kaynaklarının bir bölümünü zorunlu karşılık
adı altında alırlar. TCMB, eskiden aldığı bu karşılıklara faiz öderdi. Doğrusu da budur çünkü bu bir vergi değil
bir güvence parasıdır. Bu karşılıklar, kaynaklar hangi para cinsinden ise o para cinsinden alınırdı. TCMB, son
dönemde bu uygulamayı değiştirerek TL kaynaklar için döviz ya da altın ile karşılık yatırılabilmesi
uygulamasını rezerv opsiyon katsayısı ile devreye soktu.
Birinci soru: Merkez bankaları niçin rezerv tutar? Ülke ekonomisinin sıkıntılı ve kötü günlerinde, kriz
dönemlerinde döviz gereksinimi karşılamak için.
İkinci soru: Merkez bankaları bankalardan niçin zorunlu karşılık alır? Bankaların sıkıntıya düştükleri
dönemlerde onlara karşılık olarak yatırdıklarını iade ederek likidite sıkıntısını aşmalarını sağlamak için.
Üçüncü yanıt: Rezerv Opsiyon Katsayısı yöntemini kullanarak bankaların TL zorunlu karşılıklarının bir
bölümünü dövizle alıp rezervlere ekleme buluşu iyi günlerde iyi sonuç verir. Merkez Bankası’nın rezervleri
yüksek görünür, ekonomiye güven artar. Ne var ki gün gelir de işler tersine dönerse bu ödünç rezervler
zorunlu karşılıklarla iç içe girer ve baş ağrıtır.
Bu tür bir rezerv politikası iyi günler için iyi kötü günler için kötüdür. Oysa rezervler iyi günleri daha iyi
göstermekten çok kötü günlerde durumun daha da kötüye gitmesini önlemek için tutulur. Rezervin ödüncü
olmaz. Ödünç veren geri isterse rezerv vadesi geçmiş borca dönüşür.
 DÖVİZ YOKSA NE OLUR?
Döviz ihtiyacımız olduğuna ve dışarıdan mal alırsak ödemeyi dövizle yapacağımıza göre nasıl oluyor da iç
tasarrufları artırırsak cari açığımız kapanıyor?
Döviz kuru dalgalı kur rejiminde piyasada belirleniyor. Merkez bankaları biraz karışsa da bu karışım sadece
dalgalanmayı önlemeye yönelik. Dolayısıyla bir ülkenin elindeki döviz, ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyorsa
o zaman kur değişecek demektir. Diyelim ki 1 USD = 1,8 TL iken yeterli döviz bulunamıyorsa o zaman kur
değişecek, örneğin 1 USD = 1,9 TL olacaktır. Bu durumda kur (yani döviz fiyatı) yükseldiği için ithalat pahalı
hale gelecek ve ithalat miktarı düşecek, buna karşılık ihracat karşılığı elde edilecek TL artacak demektir.
Yurt dışından ithalat yapacak olan bir şirketin elinde yeterli döviz yoksa o ithalatı yapamaz diye düşünmek
yanlıştır. Şirketin TL’si veya bankada hesabı varsa dövizle ödeme talimatını bankaya verecek, ödemeyi
banka yapacak, karşılığı TL’yi şirketten alacaktır. Eğer ülkede genel olarak döviz eksikliği varsa o zaman
yukarıdaki mekanizma çalışacak döviz kuru yükselecek, ithal edilecek mal pahalı hale gelecek ve bu şirket
ithalatının bir bölümünden vazgeçecektir.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 7
Türkiye’ye döviz girişi nereden gelir?
Türkiye’ye döviz girişi birçok nedenle olur: İhracat gelirleri, turizm gelirleri, yurtdışındaki işçilerin yolladığı
dövizler, yurtdışındaki yatırımlardan elde edilen faiz, temettü, kâr gelirleri, yurtdışına sunulan taşımacılık,
sigortacılık vb gibi hizmetlerden elde edilen dövizler, yabancıların Türkiye’de yapacakları yatırımlar için
getirdikleri dövizler, hisse senedi almak için borsaya yapılan portföy yatırımları için gelen dövizler,
bankalara mevduat olarak yatırılmak üzere getirilen dövizler ya da faiz geliri elde etmek amacıyla tahvil ve
bono satın almak üzere getirilen dövizler gibi. Bu şekilde gelen dövizlerin yabancı sermaye yatırımı, portföy
yatırımı veya borç (mevduat) şeklinde gelenleri finansman kalemidir.
Türkiye gelen bu dövizler nerede saklanır? TL’ye çevrilir mi?
Bu dövizlerin bir bölümü döviz olarak saklanır bir bölümü TL’ye çevrilir. Türkiye bir yandan yüksek borsa
getirisi ya da yüksek kâr bir yandan da yüksek faiz elde edilmeye uygun bir ülke olduğu için genellikle ülkeye
giren döviz miktarı çıkan döviz miktarından fazla olur. Bu durumda ülkenin eğer risklerinde bir artış
olmayacaksa döviz sıkıntısı da pek olmayacak demektir.
Eğer bir ülkenin iç tasarrufları yatırımlarını karşılamaya yetmiyorsa o zaman iki gelişmeden birisi (ya da
parça parça ikisi birden) yaşanır: Ya yatırımlar iç tasarrufların düzeyine kadar düşer ya da iç tasarrufların
yetmediği yatırımları yapabilmek için dışarıdan tasarruf ithal edilir.
Türkiye’de 2012 yılında yatırımların GSYH’ya oranı yaklaşık % 20, tasarrufların GSYH’ya oranı ise yaklaşık %
14 dolayındadır. Bu durumda Türkiye 2012 yılında, GSYH’sının % 6’sı dolayında bir tasarruf açığı vermiş
demektir. Yatırımlar kısılmadığına göre bu miktar dışarıdan ithal edilmiş demektir. Bu da zaten bizim cari
açığımızı oluşturur. Bu tasarruflar yukarıda anlattığım gibi yabancı sermaye yatırımı, portföy yatırımı,
mevduat, borç vb şeklinde ithal edilmiştir. Bunlar faiz ya da benzer bir getiri (kâr, temettü, değer artışı) elde
etmek için gelmiştir.
Eğer bir ülkenin ithalatını yapacak kadar döviz geliri yoksa o zaman o ülkede faizler yükselecek, artan
faizden yararlanmak için döviz girişi olacak demektir. Döviz girişi arttıkça TL değerlenir ve bu kez ithalat (TL
cinsinden) ucuzlayacağı için ithalat artar.
İç tasarrufların artması yatırımlar için gerekli tasarrufun içeriden sağlanması için gereklidir. Yoksa dövizin
girişi faize, kura, yatırımların getirisine bağlıdır. İç tasarruflar yükselirse Türkiye yapacağı yatırımların gereği
olan kaynakları dışarıdan değil içeriden karşılar.
Özetle şunu söylememiz gerekiyor. Döviz de bir maldır. Her mal gibi onun da fiyatı vardır. Bir ülkeye döviz
girişini kurun istikrarı, faiz düzeyi ve ülkenin risk durumu belirler. Eğer kur istikrarlı faiz düzeyi dünya faiz
düzeyinin üzerinde ve ekonomideki riskler düşükse o ülkeye ihtiyacının ötesinde döviz girer. Bu durum bu
saydığım üçlüden herhangi birinde bozulma ortaya çıktığında değişmeye başlar.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 8
 CARİ AÇIK BEKLENDİĞİ KADAR DÜŞMEYEBİLİR
Türkiye ekonomisi, geleneksel olarak, cari dengesi açık veren bir ekonomidir. Yani dışarıya sattığı mallar ve
dışarıya verdiği hizmetler karşılığında elde ettiği döviz gelirleri, dışarıdan satın aldığı mal ve hizmetler için
ödediği döviz giderlerinden daha düşük olan bir ekonomi görünümündedir.
Bu şekilde ortaya çıkan açığın finanse edilmesi gerekir. Bu finansman söz konusu değilse zaten cari
dengenin açık vermesi de mümkün değildir. Yani ihracattan fazla ithalat yapabilmenin yolu bu ithalat fazlası
için gereken dövizin bir şekilde bulunmasından geçer. Bu da birkaç yolla bulunur:
(1) Dışarıdan döviz borcu alınabilir,
(2) Dışarıdan yabancı sermaye yatırımı çekilebilir,
(3) Dışarıdan portföy yatırımı (borsaya veya tahvil ve bonoya yatırım) çekilebilir,
(4) Mevcut döviz rezervleri kullanılabilir.
 CARİ AÇIĞI BİZ Mİ DÜŞÜRDÜK DIŞ KONJONKTÜR MÜ DÜŞÜRDÜ?
Belirli bir noktadan sonra cari açık için finansman bulmak zorlaşır. Bunun çeşitli nedenleri olabilir:
(1) Borç verenler, giderek artan alacaklarını alamayacaklarını düşünmeye başlayabilirler.
(2) Dışarıda likidite bolluğunda azalma ortaya çıkabilir.
(3) Risk alma iştahında düşüş olabilir. Bu durumda yabancılar ülkeyi riskli bulmaya başlayınca paralarını
başka yerlere kanalize etmeye başlayabilir.
Türkiye, 2011 yılında cari denge / GSYH oranı yüzde 10’a yaklaşıp da doruk noktasına çıkınca bu açığı daha
fazla taşıyamayacağını düşünerek önlem almaya karar verdi. Yukarıda sıraladığım üç neden zaten ortaya
çıkmaya başlamış ve Türkiye’ye yönelik döviz girişinde düşüşler başlamıştı.
Ek olarak ekonomi yönetimi; kredi artışını (dolayısıyla iç talebi ve dolayısıyla ithalatı) frenlemek için
makro ihtiyati önlemlere başvurdu. Bir yandan TCMB, bankaların kredi artışlarını sınırlayacak şekilde
zorunlu karşılıkları artırırken, öte yandan BDDK da kredi kartlarının kullanımına sınırlamalar getirdi.
Gerek dış konjonktürün gerekse içeride alınan önlemlerin etkisiyle ithalatta ve dolayısıyla cari açıkta düşüş
başladı. Bu düşüşe Fed’in QE (Quantitative Easing, Parasal Gevşeme) uygulamasını sona erdireceğini
açıkladığı 2013 Mayıs ayından itibaren başlayan ve giderek artan Dolar kuru yükselişi de etkili oldu. Hatta
bu gelişme, yukarıda değindiğim bütün öteki etkilerden daha fazla etki yarattı. İthalat pahalılaştığı için hızla
geriledi ve cari açığı da düşürdü.
Türkiye’de Cari açık
Cari açık, Türkiye’de uzun yıllar uygulanmakta olan sermaye birikimi modelinin doğal bir sonucudur. Bu
nedenle, cari açığın kriz öncesi nedenleriyle, krizden çıkarken yaşanan kısmi düzelme sürecindeki nedenleri
arasında önemli bir fark yoktur. Cari açık, Türkiye’nin iç ve dış koşulları tarafından birlikte belirlenmektedir.
Dolayısıyla cari açık, ne sadece iç dinamiklere, ne de sadece dış dinamiklere bakarak doğru olarak
anlaşılabilir.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 9
Cari açık bir sorun mudur?
Bazı iktisatçılar, cari açığın hiçbir zaman bir sorun teşkil etmediğine inanırlar. Bu iktisatçılara göre cari açık,
ülkeye yurt içi tasarruflardan daha fazla yatırım yapma olanağı sağlar. Daha fazla cari açık, daha fazla
yatırım ve daha hızlı ekonomik büyüme demektir ki, bu ileride ödünç alınan kaynakların sorunsuz bir
biçimde geri ödenebilmesini sağlar. Bu görüşlere birkaç açıdan karşı çıkmak mümkündür.
Bazı iktisatçılara göre, cari açık bir tehdit değildir, onların bu görüşüne karşı gelenlerin bazı savları ise
şöyledir:
1- Yurt dışından ödünç alınan kaynakların her zaman yatırımları arttıracağı varsayımı doğru değildir.
Kaynaklar tüketim mallarının ithalatında da kullanılabilir. Bu durumda ekonomik büyüme artmayacak ve
kaynakların geri ödenmesinde sorunlar yaşanacaktır.
Örneğin; yaşanan küresel krize kadar, ABD’de görülen devasa cari açığın kaynağının çok büyük bir oranda
tüketim malı ithalatı olduğu sıkça dile getirilmiştir.
2- Kaynaklar verimsiz ve spekülatif yatırımlarda kullanılabilir. Son 30 yıldır yaşanan birçok finansal kriz,
ödünç alınan kaynakların sıkça bu tip yatırımlarda kullanıldığını göstermektedir.
3- Ödünç alınan kaynakların toplumsal olarak yararlı ve ekonomik olarak verimli, ancak döviz üretmeyen
alanlarda kullanılması kaynakların geri ödenmesini zorlaştırarak ciddi sorunlar doğurabilir. Kaynaklar döviz
üreten alanlarda kullanıldığında böyle bir sorun olmayacaktır. Ancak döviz üreten alanlar, her zaman
ülkenin ihtiyacı olan en verimli alanlar olmayabilir.
Cari açığın sürdürülebilirliği mümkün müdür?
Cari açığın ulusal gelire oranı yüzde 5 ya da 6’nın üzerine çıkması bazı riskler doğurabilir Kanımızca, cari
açığın ne zaman bir sorun olmaya başlayacağına, cari açığın ulusal gelire oranı, kaç yıl sürdüğü, dış borç
miktarı, ihracat hacmi ya da uygulanan döviz kuru rejimi gibi bazı değişkenlere bakarak karar vermek
mümkün değildir.
“Sürdürülebilirlik”, ödünç alınan kaynakların sorunsuz biçimde geri ödenebilmesini sağlayacak koşulların
oluşturulup oluşturulamadığına bağlı olarak tanımlanmalıdır.
Eğer kaynaklar borcun ödenmesini mümkün kılacak verimli alanlarda kullanılıyorsa, ciddi bir sorun olmadan
geri ödenebilir. Böyle bir cari açık, kaç yıl sürdüğünden bağımsız olarak “sürdürülebilir” olarak görülmelidir.
Eğer kaynaklar verimsiz alanlara yatırılmış, ya da tüketimi pompalamak için kullanılmışsa, cari açık uzun
yıllar sürmüşse bile sürdürülemez kabul edilmelidir.
Cari açığı, riskleri biriktirerek, sorunları büyütüp, çözümleri erteleyerek uzun yıllar “sürdürmek” koşullar
elverdiğinde mümkün olabilir. Bir ülkede, cari açığın kriz yaşanmadan uzun yıllar sürmesi, o ülkede cari
açığın “sürdürülebilir” olduğu anlamına gelmez. Cari açığın “sürdürülemez” olduğu, bir gün mutlaka
anlaşılacaktır. Cari açığın sürdürülebilirliği; dünya ekonomisindeki konjonktüre de bağlıdır. Cari fazla veren
ülkeler, kaynak transferine devam etmeye gönüllü oldukları sürece cari açığı sürdürmek mümkündür.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 10
Döviz kuru ve Cari Açığın azalması
Türkiye’de döviz kuru aşırı değerlidir ve kurun değerliliği hem kendi başına bir sorun, hem de Türkiye’nin
seçtiği sermaye birikimi modelinin daha derin sorunlarını göstermesi açısında önemli bir bulgudur.
Türkiye’de ihracatın ithalata bağımlı olması, tek başına cari açığı açıklamaya yetmez. Çin’de de ihracat
ithalata bağımlıdır. Ancak Çin büyük oranlarda cari fazla vermektedir. İhracatın ithalata bağımlılığı yüzde
yüz olsa bile cari açık kaçınılmaz bir sonuç değildir. İthal edilen ara malları, bir katma değer yaratılarak ihraç
edilmektedir.
Örneğin; Türkiye, yaptığı her 100 dolarlık ara malı ithalatına, 20 dolarlık değer katarak, 120 dolarlık bir
ihracat gerçekleştirebildiği sürece, cari açığın oluşması için bir neden yoktur. Elde edilen 20 dolarlık katma
değer, Türkiye’nin yapması gereken diğer ithalata yetmiyorsa, ticaret açığı oluşacaktır.
Eğer ihracattan elde edilen net döviz geliri bu ithalatı karşılayamıyorsa;
 İhracat miktarını arttırmak,
 İthal edilen ara mallarını yurt içinde üretmek,
 İthal ara malına bağımlı olan yurt içi üretimi azaltmak ya da tüketim malı ithalatını azaltmaktır.
Döviz kurunun devalüasyonu, her dört durumda da cari açığın azalmasına yardımcı olacaktır.
CARİ AÇIK İÇİN NE YAPMALI?
1- Şu an uygulanmakta olan sermaye birikim modelinin değiştirilip, finans sektörüne değil, gerçek yatırım
ve üretime dönük bir sermaye birikim modelinin seçilmesi gerekmektedir.
2- Finans sektörünün tam serbestleştirilmesinin sonuçları, son 30 yıldır yaşanan krizlerle çok açık bir
biçimde görülmüştür. Finansal hareketler, devlet tarafından mutlaka çok daha sıkı denetlenmeli,
gerektiğinde sınırlanmalı ya da yasaklanmalıdır. Dış kaynaklardan planlı bir biçimde yararlanmak elbette
gerekli ve yararlı olabilir. Ancak sermaye giriş ve çıkışını serbest piyasa güçlerine bırakmak dünyada
yaşanan istikrarsızlıkların başlıca kaynaklarından, birisidir.
3- Kısa vadede alınabilecek bazı önlemlerin başında, Tobin vergisi olarak da anılan, kısa dönemli spekülatif
sermaye hareketlerine uygulanabilecek bir vergidir. Böylesine bir vergi, uzun dönemli ve üretken yatırımları
engellemezken, kısa vadeli spekülatif yatırımları engelleyebilir. Dahası bu vergiden elde edilecek gelirler
devlet bütçesini destekleyebilir.
4- Özellikle enflasyon hedeflemesi politikası altında Merkez Bankaları hükümetten bağımsız hale getirilip,
önüne sadece enflasyonu azalmak gibi bir amaç konduğunda, faiz oranlarının cari açığı azaltmak için
kullanılması olanaksız bir hale gelmektedir. Enflasyonun kontrolü çoğu zaman faiz oranlarının arttırılmasını
gerektirmekte, bu da aşırı sermaye girişine neden olarak, döviz kurlarını ve ticareti olumsuz yönde
etkileyebilmektedir.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 11
5- Tasarruflar çok düşüktür; düşmektedir; cari açığı ağırlaştırmaktadır.
Tekil düzlemde de, ekonominin bütünü açısından da tasarruf, bağımsız değil, bağımlı (pasif) bir
değişkendir. Sebep değil, sonuçtur. Belirleyici değişken tüketimdir. Gelirin tüketimden artan bölümü
tasarruftur. Geliri aşan, borçlanılarak yapılan tüketim ise, “negatif (eksi) tasarruf” anlamına gelir.
Milli gelir düzeyi de üç harcama türü ile belirlenir: Tüketim, yatırım ve kamu harcamaları.
Son tahlilde yatırım = tasarruf özdeşliği (tanım gereği) geçerlidir. Ancak, bağlantı, yatırım ➤ gelir ➤
tüketim ➤ tasarruf halkalarından oluşur. Yatırımlar tasarrufları aşarsa, fark, dış tasarruflar (cari işlem açığı)
ile kapatılır. Tüketim eğilimi genellikle istikrarlıdır. Bazen önemli kurumsal, dışsal, siyasi değişiklikler
tüketim eğilimini (“tüketim fonksiyonu”nu) veya aşağı kaydırır.
IMF’nin orkestra şefliği altında hayata geçirilen bağlantı halkalarına bakalım:
Sermaye hareketlerinde sınırsız serbestî ➤ yüksek dış kaynak ➤ enflasyon hedeflemesi ➤ ucuz döviz +
yüksek faiz ➤ artan dış ticaret ve cari işlem açığı ➤ artan finansallaşma ➤ tüketim eğiliminin sıçraması…
6- Tüketim azaltılmalıdır ancak, telafi edici bir harcama kalemine yönlendirilmelidir. Aksi halde, milli gelir
düzeyini aşağıya çekebilir.
Telafi edici ek bir harcama kalemi oluşmazsa, toplam tüketim harcamaları azalacak; milli gelir düzeyi,
dolayısıyla ulusal tasarruflar da aşağı çekilecektir. Kısacası, beklenenin tam tersi…
ÇÖZÜM: Hem tasarruf, hem milli gelir düzeylerini birlikte yukarı çekecek tek yöntem, yatırım ve tasarruf
oranlarını eşzamanlı olarak artırmaktır. Bugünkü yapısal koşullar, bu sürecin ancak devletten
başlayabileceğini gösteriyor.
Alternatif bağlantı zincirini özetleyelim:
Eşzamanlı kamu yatırımları ve vergi artışı ➤ artan milli gelir ➤ artan tasarruf oranı ➤ tasarruf açığının
düşmesi ➤ düşen cari açık oranı…
7- Türkiye’de tasarruflardaki gerileme çok ciddi bir sorun haline gelmiştir. Tasarruf oranlarındaki düşüş cari
açığı da beraberinde getirmiştir. Böylece hem iç tasarrufların azalması hem de dış tasarruflara bağımlılığın
artması gibi oldukça tehlikeli bir sürece girilmiştir. Öyle ki cari açığın azaltılması için ekonominin düşük
hızda büyümesi zorunluluğu doğmuştur.
Kısacası Türkiye’de sadece tasarruflar azalmakla kalmamış, tüm ekonomik birimler borçlanarak adeta
geleceklerini de ipotek altına almıştır. Dolayısıyla sorun sadece tasarrufların azalmasından ibaret olmayıp
çok daha ciddi boyutlara gelmiştir. Bu nedenle de çözümü tek boyutlu, konjonktürel önlemlerde değil,
orta uzun vadeli yapısal ekonomik önlemler ile toplumsal yapının yenilenmesinde aramak
gerekmektedir.
8- Bu arayış sürecinde de 2000 sonrası dönemde reel yatırımların anlamını yitirmesine neden olan
politikalar ile finansal rantları ön plana çıkaran düzenlemelerin gözden geçirilmesi uygun olacaktır. Bu
yapıldığında gelinen noktada finansal küreselleşme ve bunun Türkiye’ye getirdiği sıcak para bağımlılığının
yaşanan olumsuzlukların en temel sorumlusu olduğu görülecektir. Bu bağımlılık ciddi şekilde
kırılganlıkları beraberinde getirmekte, geleceği ipotek altına alırken biriken bedel artmaktadır. Bu
bedelde yanlış makro ekonomik politikalar öncelikle, bunun yarattığı cazip tüketim iklimine kapılan
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 12
vatandaşlar ise ikinci derece de sorumludur. Bu; ortak yapım bir sorundur. Çözüm beklemektedir. Ancak,
mevcut ekonomi yönetiminin henüz sıcak para serabından çıkamadığını görmek endişeleri artırmaktadır.
9- Gelinen noktada Türkiye’de iç tasarrufların artırılması ve dış tasarruflara bağımlılığın minimize edilmesi
gerekmektedir. Bunun için de hem ekonomik hem de sosyo-kültürel koşulların oluşturulması zorunlu hale
gelmiştir. Bu bağlamda;
10- Reel mevduat faizlerinin negatif düzeye inmesi engellenmelidir. Ancak bu faizlerin artırılması yoluyla
değil, enflasyonun düşürülmesi yoluyla yapılmalıdır.
11- Enflasyon ise kurların düşük tutulması yoluyla yapay olarak değil, kurların gerçekçi değerlendirildiği bir
ortamda enflasyonun yapısal nedenleri ortadan kaldırılarak sağlanmalıdır.
12- Tasarruf artışının en önemli kaynağı, istihdam, üretim ve gelir artışıdır. Bunun için üretim ikliminin yerli
üreticiler açısından cazip hale getirilmesi, en azından yabancı rakipler karşısında haksız rekabete
uğramalarının engellenmesi gerekmektedir.
13- Sanayileşme, özellikle Ar-Ge malları üreten sanayilere sahip olmak hem ithalata yaptığımız ödemeleri
azaltacak hem de çalışanlara yüksek gelir imkanı sunarak tasarrufların artmasına katkı sağlayacaktır.
14- Bu noktada gerçekçi kur politikası ile rakipler düzeyinde enerji maliyetlerinin kilit öneme sahip olduğu
unutulmalıdır.
15- Dövizin bir yatırım aracı olma işlevi zayıflatılmalı, bunun için de bir taraftan döviz mevduatlarından
ayrılan zorunlu karşılıklar diğer taraftan da döviz mevduatından elde edilen faiz kazançları daha yüksek
oranda vergilendirilmelidir. Böylece Merkez Bankasının, dolayısıyla Türkiye’nin diğer ülkelere kaptırdığı
senyoraj geliri büyük ölçüde engellenecektir.
16- Spekülatif amaçlı döviz alım satımlarını cazip olmaktan çıkarmak amacıyla bu işlemler üzerine makul bir
vergi konulması tartışılmalıdır.
17- Büyük oranda ithal edilen elektronik ürünlerde KDV oranları artırılmalıdır.
18- Kredi kartlarında asgari ödeme oranı en az yüzde 50 olmalıdır.
19- Kamu her türlü harcamasında olabildiğince tasarruf yaparak topluma örnek olmalı, kendisinin
yapmadığı tasarrufu vatandaşlardan beklememelidir.
20- Reklam gibi tüketimi özendirici uygulamalar yöntem, zamanlama ve görüntüler boyutuyla kontrol
edilmelidir.
21- İlkokuldan başlayarak bireylere tasarruf bilinci kazandırılmalı, hak etmeden tüketmenin olası sonuçları
iyi anlatılmalıdır.
22- Altının yatırım aracı olma özelliği zayıflatılmalı, bir taraftan yastık altına giden altınların ekonomiye
kazandırılmasına, diğer taraftan da yenilerinin yastık altına gitmesinin önlenmesine çalışılmalıdır.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 13
23- Türkiye’nin en önemli toplumsal sorunlarının başında ahlaki çöküntü gelmekte, bu da dolaylı olarak
tasarrufların azalmasına katkı sağlamaktadır. Bu açıdan gerek öğrenim sürecinde gerekse toplumsal ilişki ve
etkileşim zeminlerinde ahlaki standartları yükseltecek önlemler alınmalıdır.
BAZI SORULAR VE CEVAPLAR
Soru 1: 2000’lerden sonra özel sektör yatırım ve tasarruflarının arasındaki farkın açılmasındaki ana etken
sizce nedir? Tasarruf açığının kapanması bakımından otoyollar, MKE, BOTAŞ gibi değerlerin yüzde 49’unun
halka arz edilerek hem kaynak yaratılması, hem de reel faizlerin negatife düştüğü bir ortamda halkın bu tarz
kağıtlara yönelmesi düşünülemez mi?
Cevap 1: 2000'ler sonrası tasarruflarla yatırımların arasının tasarruflar aleyhine açılmasının temel nedeni
faiz oranlarındaki hızlı gerilemedir. Faiz oranları aslında gelişmiş ülkeler düzeyinde olsa da Türk halkının
önceki dönemden kalma yüksek bir reel faiz beklentisi olduğu için faiz düşüşü, tasarrufları olumsuz
etkilemiş görünüyor. Faiz düşüşünün bir başka olumsuz etkisi de, tasarruf tutmak yerine düşük faizli konut
kredisi alarak parayı öyle değerlendirme arzusunu desteklemiş olmasıdır. Pek çok tasarruf sahibi
tasarrufunu bozarak üstüne düşük faizli konut kredisi alarak yatırım amaçlı konut almaya yönelince
potansiyel tasarruflar düştüğü gibi mevcutlar da azaldı. Bu söylenenler, tasarrufu artırmaktan çok mevcut
tasarrufları yatırıma yönlendirmek olarak ortaya çıkar.
Soru 2: Eğer tasarruflarımız yüksekse, dışarıdan borçlanmak yerine içerideki tasarrufları kullanılıyor
diyoruz. Dışarıdan ara mal ithal etmek istediğimizde ülkemizde tasarruflar ne kadar yüksek olsa da bir
bankadan kredi çeksek de o para TL cinsinden olduğundan dışarıdaki ara malı bu TL cinsinden nasıl alacağız
bizim paramız dışarıda geçmiyor?
Cevap 2: Türkiye geçen yıl kabaca 47 milyar dolar cari açık verdi. Demek ki ihtiyacı 47 milyar dolardı. Buna
karşılık Türkiye'ye 67 milyar dolar döviz girdi. Yani ihtiyaçtan fazla döviz var ülkede. Bu dövizler bankalara
yattığına göre, siz dışarıdan mal almak için bankanıza TL ödediğinizde, bankanız onun karşılığı dövizi sizin
mal aldığınız kişinin bankasına havale edecek demektir. Siz eğer mal satmışsanız onun karşılığında malı alan
kişi, kendi bankasına kendi parasını ödeyecek ve aynı sistem içinde o banka sizin bankanıza sizin dövizinizi
yollayacak demektir. Siz bu dövizi eğer döviz olarak kullanmayacaksanız kendi bankanızda TL'ye
çevireceksiniz ve bankanız da bu dövizi başkasının işleminde kullanacaktır.
Soru 3: Tasarruf yetersizliği olan bir ülke, bir mal ithal etmek istediğinde ithal edeceği malın TL cinsinden
değerini buradaki bankaya yatırmak için zar zor para bulacaktır (tasarruf yetersizliğinden dolayı) bu yüzden
de dışarıdan borçlanmak durumunda kalacaktır. Ama tasarruf oranı yüksek olan bir ülke, ithal edeceği
malın TL cinsinden değerini buradaki bankasına yatırırken para bulmakta zorlanmayacak (tasarruf oranı
yüksek olduğundan) ve dışarıdan borçlanmasına gerek kalmayacaktır?
Cevap 3: Eğer bir ülkenin ithalatını karşılayacak yeterli döviz geliri yoksa borçlanacaktır. Siz sattığınız malın
parasını döviz olarak bankadan alırsınız. Bu parayı döviz olarak tutmak istemezseniz bankadan TL'ye
çevirirsiniz. Banka sizden aldığı dövizi başkasına kullandırır. Eğer ülkede tasarruflar yüksekse bu arkadaş
yapacağı işler için gerekli parayı TL olarak içeriden kredi kullanabilecektir. Son olarak eğer ülkede tasarruflar
yüksekse yatırımlar ve üretimler için gereken krediyi buradan ucuza bulma imkânı olacak demektir. Eğer
tasarruflar düşükse, yatırımlar için dışarıdan tasarruf ithal etmek zorunda kalacağız demektir.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 14
Soru 4: Bir taraftan cari açık artıyor deniyor, bir taraftan da dış borç azalıyor (IMF gibi) deniyor. Sadece iç
borçlanma ile cari açık karşılanabilinir mi?
Cevap 4: Cari açık önceki yıla göre azalıyor. Dış borç ise kamu da azalıyor ama özel kesimde artıyor.
Dolayısıyla dış borçlanmanın azalması değil yer değiştirmesi söz konusu. Eğer bir ülkeye yabancı kaynaklar
borç şeklinde değil de, yatırım şeklinde ya da hisse senedi alımı biçiminde giriyorsa sorun yok demektir.
Eğer bir ülkeye yabancı kaynak hiç girmiyorsa döviz rezervleri bitene kadar cari açık vermeye devam
edebilir. Döviz rezervi tükenirse artık cari açık veremez hale gelir ve ihracat vd den ne kadar kazanıyorsa o
kadar ithalat yapabilir.
Soru 5: 2001 de hatırladığım kadarıyla 10-20 milyar dolar olan döviz rezervi şimdi 100 milyar doların
üzerinde olduğu söyleniyor. O zamandan beri cari fazla değil 100 milyarlarca cari açık vermemize rağmen.
Bu nasıl oldu? Birde diyorlar ki bankaların açık pozisyonu yok, kamunun döviz borcu yok. Cari açık farkı
nerede park etti? Birde MB rezervleri kendi parası mı? Kendi parası ise nasıl bir gelir sonucu elde ediyor?
Eğer kendi parası değilse nasıl başkasının parasını satarak piyasaya müdahale ediyor?
Cevap 5: MB'nin döviz rezervlerindeki artışın önemli bir kısmı, son yıllarda uygulanan TL mevduattan da
dövizle zorunlu karşılık yatırılabilmesine olanak sağlayan ROK uygulamasıyla oluştu. Bu yolla bankalar
aldıkları TL mevduata karşılık MB'ye dövizle zorunlu karşılık yatırdılar. Ayrıca Türkiye'ye son yıllarda (son yıl
dışında) cari açığının oldukça üzerinde döviz girişi oldu. Faiz yüksek olduğu için burası yabancılar için çekici
geldi. Zorunlu karşılıkların piyasaya müdahalede kullanılması konusuna gelince benim de benzer konuda
itirazım var.
Soru 6: Faiz artışının tasarrufları artırmayacağına değiniliyor. Bundan kasıt, enflasyon karşısında reel getiri
açısından olması gerekenin üzerindeki bir faiz oranı mıdır?
Cevap 6: 2000'lere kadar reel faizler pozitifti ve tasarrufların GSYH'ya oranı % 20 idi. Sonrasında faizler hızla
indi ve reel faiz sıfıra yaklaştı. Tasarruf oranı da % 12,6'ya kadar düştü. Ben sayılara ve oranlara bakarım.
Benim önerim çok açık ve net: Faiz oranı reel faiz için pozitif olmalı ve ayrıca sıcak paranın bu yüksek
faizlerden yararlanmasını önlemek için 6 aydan kısa süreyle kalan yabancı paranın elde ettiği getiriden
yüzde 2 - 3 oranında ek vergi alınmalı (Tobin Vergisi) Böylece yabancının ek kazanç sağlaması engellenirken,
yerlilerin reel faizden pozitif kazanç elde etmesi sağlanmış ve dolayısıyla iç tasarrufların artması teşvik
edilmiş olur.
Soru 7: Ülkede yeteri kadar tasarruf olsa ama döviz olmasa dışarıdan borçlanır mıyız?
Cevap 7: Eğer döviz ihtiyacımız varsa ve elde de yeterli döviz yoksa borçlanırız. Ama bu işler böyle bire bir
ilişkilerle gitmez. Ülkede faizler yüksekse döviz gelir burada mevduata ya da tahvile yatar. Ya da yabancı
sermaye gelir burada yatırım yapar. Turist gelir döviz bırakır. Bu dövizleri elde edenler bunları ya döviz
olarak bankaya yatırır ya da TL'ye çevirip kullanır. Dolayısıyla bir ülkede her zaman döviz vardır. Yoksa kur
yükselir TL değer kaybeder ve o durumda ithalat azalır ve döviz işi dengelenir.
Dr. Süleyman BOLAT
Sayfa 15
Download