istanbul ilinde bir ilköğretim okulunda eğitim gören 10

advertisement
T.C
SAĞLIK BAKANLIĞI
HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI KLİNİĞİ
Şef: Prof. Dr. Murat ELEVLİ
İSTANBUL İLİNDE BİR İLKÖĞRETİM
OKULUNDA EĞİTİM GÖREN 10-14 YAŞ GRUBU
SAĞLIKLI TÜRK ÇOCUKLARININ İNSÜLİN
DİRENCİ (HOMA-IR) VE METABOLİK SENDROM
BİLEŞENLERİNİN DURUMU
Dr. Pınar Gizem KARA
UZMANLIK TEZİ
İstanbul-2006
1
Asistanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerinden sürekli
yararlanma fırsatı bulduğum, desteğini her zaman hissettiğim, tezimin
hazırlanmasında büyük emeği geçen klinik şefi, değerli hocam Sayın
Prof.Dr.Murat ELEVLİ’ye,
tezimin hazırlanması aşamasında ve asistanlık eğitimimde bilgi
ve deneyim kazanmamda sonsuz emeği olan, şef muavini Sayın
Uz.Dr.Nilgün SELÇUK DURU’ya,
tezimin
hazırlanması
ve
gerçekleştirilmesi
aşamasında
yardımlarını esirgemeyen İ.Ü İ.T.F Dahiliye Bilim Dalı öğretim üyesi
hocam Sayın Prof.Dr.Kubilay KARŞIDAĞ’a,
tezimin hazırlanması dahil her konuda desteğini her zaman
yanımda hissettiğim Sayın Uz.Dr.Beyhan GÖKSAN’a,
eğitimim boyunca aralarında olmaktan, birlikte çalışmaktan
büyük zevk ve onur duyduğum tüm uzmanlarım ve asistan
arkadaşlarıma,
destek ve güvenlerini her zaman hissettiğim, bugünlere
gelmemde en büyük emeğe sahip olan sevgili annem, babam ve
kardeşime
Teşekkür
ederim.
2
KISALTMALAR
ATP III
: Adult Treatmant Panel III
CRP
: C - Reaktif Protein
DM
: Diabetes Mellitus
HbA1C
: Hemoglobin A1C
HDL-Kolesterol
: Yüksek Dansiteli Kolesterol
HOMA-IR
: Homeostasis Model Assesment Insulin Resistan
IL-6
: Interlökin 6
LDL- Kolesterol
: Düşük Dansiteli Kolesterol
LPL
: Lipoprotein Lipaz
NCEP
: National Cholesterol Education Program
NHANES III
: III.Ulusal Beslenme ve Sağlık Araştırmasında
OGTT
: Oral Glukoz Tolerans Testi
SYA
: Serbest Yağ Asidi
TG
: Trigliserid
TNF-α
: Tumor Nekrozitan Faktör alfa
VKI
: Vücut Kitle İndeksi
VLDL-Kolesterol
: Çok Düşük Dansiteli Kolesterol
WHO
:
Dünya Sağlık Örgütü
3
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
GİRİŞ VE AMAÇ …………………………………… 1
GENEL BİLGİLER ..................................................... 2
¾ Obezite ……………………………………………. 3
¾ İnsülin Direnci ……………………………………. 15
¾ Çocuklarda Tip 2 Diabetes Mellitus …………….. 20
¾ Metabolik Sendrom …………………………......... 26
MATERYAL VE METOD ……………………......... 34
BULGULAR ...…………………………………………. 37
TARTIŞMA .……………………………………............. 52
SONUÇLAR VE ÖNERİLER ………………………61
ÖZET …………………………………………………….. 64
KAYNAKLAR …………………………………............. 65
4
GİRİŞ VE AMAÇ
Obezite, vücutta aşırı yağ depolanması ile ortaya çıkan, fiziksel ve ruhsal
sorunlara neden olabilen enerji metabolizma bozukluğudur (1). Günümüzde görülme
sıklığı her yaş grubunda giderek artmaktadır (2). Obez çocukların 1/3’ü, obez
adolesanların ise %80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez kalmaktadırlar. Diğer yandan
erişkin yaşlarda görülen obezite vakalarının %30’unun başlangıcı çocukluk çağlarına
dayanmaktadır (3,4). Şişmanlık ile hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet,
dejeneratif artrit, tromboflebit gibi birçok hastalık arasında sıkı bir ilişki olduğundan,
çocukluk çağında fazla tartılı olanları erişkin yaşta daha fazla mortalite ve morbidite
beklemektedir (5).
Çocukluk çağı obezitesindeki bu artışa paralel olarak tip 2 diyabet, metabolik
sendrom, hipertansiyon gibi daha çok erişkinlerde görülen kronik hastalıklar, çocukluk
çağında da önemli bir sorun haline gelmektedir (6). Obezite ile tip 2 diyabetin arasındaki
ilişkide anahtar mekanizma insülin direncidir ve erişkinlerde yapılan çalışmalar uzun
süredir dikkatleri tip 2 diyabet öncülü kabul edilebilecek metabolik sendrom veya
“insülin direnci sendromu” üzerine çekmeye çalışmaktadır (7,8).
İnsülin direncini değerlendirmek için ise pratik olması nedeni ile Homeostasis
Model Assesment (HOMA-IR) tercih edilmektedir (9,10,11,12). Erişkinler için HOMAIR’nin 2-2.5’un üzerinde olması insülin direnci lehine yorumlanmaktadır, ancak çocuklar
için sınır değerler üzerine henüz fikir birliği mevcut değildir (13,14).
Bu çalışmadaki birincil hedefimiz; insülin direnci göstergesi olarak kullanılan
HOMA-IR’nin sağlıklı Türk çocuklarındaki değerlerini ortaya koymaktır. İkincil
hedefimiz ise erişkinlerde üzerinde çokça çalışma yapılan metabolik sendrom
bileşenlerinin, sağlıklı Türk çocuklarındaki durumunu belirlemek ve birbirleri ile olan
ilişkilerini incelemektir.
1
GENEL BİLGİLER
Yaşamın her döneminde önemli olan sağlıklı beslenme, çocuklar için anne
karnında başlar ve çeşitli organların gelişmeye devam ettiği 20’li yaşlara kadar devam
eder. Sürekli büyüyen ve gelişen bir organizmaya sahip olan çocukların beslenmesi,
büyüme-gelişmenin yanı sıra, hastalıklardan korunma ve erişkin dönemdeki sağlık için de
gereklidir. Beslenme yaşamın her döneminde önemlidir. Ancak büyümenin en hızlı
olduğu bebeklik (0-1 yaş) ve ergenlik döneminde ayrı bir önem taşır (15).
Çocukluk çağının besin gereksinimleri genel olarak 5 yaş altı ve üstü olmak üzere
iki grupta ele alınır. Beş yaşından küçüklerde, enerjinin yaklaşık yarısının
karbonhidratlardan sağlandığı, yağ sınırlamasının (özellikle 2 yaş altında) yapılmadığı,
lif içeriği az olan dengeli bir beslenme önerilir. Beş yaşından büyük çocuklar için
önerilen beslenme biçimi erişkinlerinkine benzerdir. Günlük enerjinin yağdan gelen oranı
%30’u aşmamalıdır (15).
Enerji, yenilen besinlerin içerdiği karbonhidrat, protein ve yağlardan sağlanır.
Günlük enerji gereksinimi, metabolik hız ile fiziksel aktivite için harcananların
toplamıdır. Çocukluk ve ergenlik dönemine ilişkin enerji ve protein gereksinimleri
aşağıdaki gibidir (15) :
Yaş grubu (yıl)
Enerji (kcal)
Protein (g)
0.0-0.5
650
13
0.5-1.0
850
14
1-3
1300
16
4-6
1800
24
7-10
2000
28
11-14 (erkek)
2500
45
15-18
3000
59
11-14 (kız)
2200
46
15-18
2200
44
2
Geçmişle kıyaslandığında günümüz okul çocuklarının şeker ve hayvansal yağları
fazla, demir, kalsiyum, lif ve antioksidan besinleri yetersiz tükettikleri ve hareketsiz
oldukları belirtilmektedir. Bu nedenle de ileri yaşlarda ortaya çıkan bazı kronik
hastalıkların yüksek riskini taşımaktadırlar (16).
OBEZİTE (ŞİŞMANLIK)
Obezite, vücutta aşırı yağ depolanması ile ortaya çıkan, fiziksel ve ruhsal
sorunlara neden olabilen enerji metabolizma bozukluğudur. Nadiren primer bir hastalığa
bağlı olarak gelişir, vakaların çoğunda belirlenmiş bir hastalık nedeni yoktur (1). Enerji
alımının, harcanımını aştığı durumlarda ortaya çıkar (2). Kronik bir enerji imbalansı söz
konusudur (1).
Çocukta obezite yaşamın ilk yılı, 5-6 yaş arası ve puberte döneminde artış
göstermektedir. Doğumda vücut ağırlığının % 16’sını yağ dokusu oluşturur. Yağ kitlesi
süt çocukluğu döneminde artarken, beş-altı yaş civarında azalarak vücut ağırlığının
%12.5-%15.3’üne iner. Daha sonra vücut yağı sabit bir hızla artar ve bu durum ‘adipoz
rebound’ olarak adlandırılır. On-onbeş yaşlar arasında vücut yağ oranı erkeklerde
%17.8’den %11.2’ye düşerken, kızlarda %16.6’dan %23.5’e yükselir. ‘Adipoz rebound’
döneminin erken yaşa kayması, obezitenin beş yaşından önce ve onbeş yaşından sonra
gelişmesi, obezitenin erişkin çağda devam etmesi için risk oluşturmaktadır (2). Obez
çocukların 1/3’ü, obez adolesanların ise %80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez
kalmaktadırlar. Diğer yandan erişkin yaşlarda görünen obezite vakalarının %30’unun
başlangıcı çocukluk çağlarına dayanmaktadır (3,4).
Obezite ile hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, dejeneratif artrit,
tromboflebit gibi birçok hastalık arasında sıkı bir ilişki olduğu, obez kişilerde yaşam
süresinin kısaldığı iyi bilinmektedir (5). Obezitenin görülme sıklığının her yaş grubunda
giderek artması nedeniyle obezite ve obeziteyle ilişkili sorunlar günümüzde en önemli
halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir (6).
3
Epidemiyoloji
Günümüzde dünyanın birçok ülkesinde obezite gerek görülme yüzdesi gerekse
derecesi olarak belirgin artış göstermektedir (5). Amerika ve Avrupa’da yapılan
epidemiyolojik çalışmalarda 1990’lı yıllarda 1960’lı yıllara göre obezite sıklığında; 1-4
yaş arasında %70, 6-11 yaş arasında %54, 12-17 yaş arasında ise %39 oranında artış
olduğu gösterilmiştir (2-4). III.Ulusal Beslenme ve Sağlık Araştırmasında (NHANES III)
Amerika’lı çocuklar arasında fazla tartılı çocuk prevalansı %22, obez çocuk prevalansı
ise %10.9 olarak saptanmıştır (4). Avrupa’da bölgesel farklar olmakla birlikte 5 yaş
altında %4, 7-11 yaş arasında %23, 12-18 yaş grubunda ise %29’a varan obezite oranları
bulunmuştur (5). Ülkemizde yapılan iki saha çalışmasında çocuklarda obezite prevalansı
%9.1 ve %12.8 olarak bulunmuştur (17,18).
Obezite sıklığı ırk, yaş ve cinsiyete göre farklılık göstermektedir (2). NHANES
III çalışmasında zencilerde obezite prevalansı daha yüksek bulunmuştur. Amerika’da
çocuklarda obezite prevalansı kızlarda %13.7 iken erkeklerde %11.7’dir (4). Amerika’da
yapılan çalışmalar okul öncesi yaş grubunda Puerto Rikolu, Kübalı ve Kızılderili kökenli
çocuklarda obezite prevalansının arttığını tespit etmiştir. Okula giden öğrenciler içinde
ise zenci, kızılderili, Puerto Rikolu, Meksikalı ve Hawaiili çocuklarda obezite prevalansı
yüksek bulunmuştur (1).
Obezite sıklığı sosyoekonomik düzeye göre de değişim göstermektedir. Gelişmiş
ülkelerde düşük sosyoekonomik durumdaki ailelerde ve çocuklarında obezite sık iken
gelişmekte olan ülkelerde ekonomik düzeyi yüksek ailelerde fazladır (1). Türkiye’de ise
özellikle şehir çocuklarında önemli bir sağlık sorunu konumundadır (5).
Enerji Dengesinin Düzenlenmesi
Enerji harcanımını etkileyen faktörler bazal metabolizma hızı, termogenez ve
fizik aktivitedir. Toplam enerji harcanımının %60-70’ini bazal metabolizma, %10’unu
termogenez, %20-30’unu fizik aktivite oluşturur. Bunlar arasında fizik aktivite total
enerji harcamasının en önemli belirleyicisi olarak gözükmektedir.
4
Enerji alımını oroksijenik (iştah artırıcı) ve anoreksijenik (iştah azaltıcı) faktörler
etkilermektedir (2).
Enerji alımını arttıran faktörler: Noradrenalin, opiatlar (β endorfin, dinorfin,
medenkefalin), büyüme hormonu salgılatıcı hormon (GNRH), nöropeptid-Y (NPY),
melanin konsantre edici hormon (MCH), galanin, ghrelin, kortizol, aguti related protein
(AGRP), oreksin, GABA, glutamat, norepinefrin α-reseptörü’dür (2,19).
Enerji alımını azaltan faktörler: İnsülin, leptin, ürokortin, kolesistokinin,
glukagon, bombesin, amilin, glukagon benzeri peptid-I, α-melanin stimüle edici hormon
(MSH), proopiomelanokortin (POMC), melanokortin reseptörler (MC3R, MC4R),
dopamin, serotonin, nörotensin, kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH), kokain ve
amfetamin regulated transkript (CART), norepinefrin β-reseptör, kalsitonin geni related
peptid ve adrenomedüllindir (2,19).
XX. yy’ın ilk yarısında Fröhlich’in hipofiz tümörlü obez hastayı tanımlamasıyla
hipotalamustaki defektlerin obezite ile ilişkisine dikkat çekilmiştir (19). Hipotalamusun
nörojenik, hormonal ve besinle ilgili mesajları biraraya getirip açlık ve tokluk duygusu
oluşturan sinyalleri ileterek enerji dengesinde merkezi bir rol oynadığı gösterilmiştir (2).
Dual teorisine göre ventromedial hipotalamus’ta (tokluk merkezi) meydana gelen
lezyonlar hiperfaji ve obezite oluşumuna yol açar. Lateral hipotalamus’ta (beslenme
merkezi) meydana gelen lezyonlar ise afaji, adipsi ve zayıflamaya neden olur (2,19).
Hipotalamus enerji alımının yanında, otonom sinir sistemi ve hipofizer hormon
salınımı yoluyla enerji harcanımını da etkilemektedir. Dolayısıyla hipotalamusdan
perifere uzanan enerji tüketimini kontrol eden sistemler içindeki bozulma obezite ile
sonuçlanır (2).
Etiyoloji
Obezite kalori alımı ile kullanımı arasındaki dengesizlik sonucu ortaya çıkan
multifaktöryel, poligenetik geçişli bir hastalıktır (5). Vakaların büyük çoğunluğunda altta
yatan bir patoloji bulunamaz. Bunlar ‘basit obezite:ekzojen obezite’ olarak adlandırılır.
Endokrin, genetik veya diğer nedenler etyopatogenezde rol aldığında ise ‘sekonder
obezite:endojen obezite’den söz edilir (2,20).
5
Ekzojen şişmanlığın etiyolojisinde etkili faktörler çeşitlidir:
1.Genetik Faktörler:
Obezite patogenezinde pek çok gen bozukluğunun rol aldığı bilinmektedir. Bazı
ailelerde obezitenin daha sık görülmesi ve ikizlerde yapılan çalışmalar genetik faktörlerin
obezite etyopatogenezinde rolü olduğunun göstergesidir (21). Yinede kalıtımın etkisini
aile içi ortam faktöründen arındırmak güçtür (5). Çocuğun obez olma şansı; her iki
ebeveyn obez ise %80, sadece biri obez ise %40, her ikiside obez değilse %14’dür (21).
Erişkin çağda obez olma riski de ebeveynlerin sadece birinin ya da her ikisinin obez
olması ile ilişkilidir. İkizlerden biri obez ise diğerinde obezite görülme riski
monozigotlarda dizigotlara göre daha fazladır. Evlatlık verilen çocuklarda obezite
görülme riski, biyolojik anne babanın obezitesi ile paralellik gösterir. Bunların yanında
obezite ile birliktelik gösteren genetik sendromlar da tanımlanmıştır (2).
Genetik faktörlerin, bazal metabolizma hızı, strese adrenerjik yanıt, leptin
duyarlılığı, insülin direnci ve benzeri konularda etkili olduğu düşünülmektedir (5).
Özellikle gelişmiş ülkelerde son zamanlarda gözlenen obezite epidemisinin, genomun
çok uzun zaman önce öğrendiği ve adapte olduğu şartların değişmesi; yani besin alımının
fazla, fiziksel aktivitenin az olması şeklindeki bir çevre değişikliği sonucunda olduğu
konusunda genelde görüş birliği vardır. Gerçekten besinin sadece başarılı bir av sonucu
uzun aralarla temin edilebildiği, bunu elde edebilmek için fazla fiziksel aktiviteye ihtiyaç
olduğu ve sonuçta devamlı olarak açlık riskinin söz konusu olduğu zamanlarda bu bilgi
öğrenilmiş ve enerji mümkün olduğu kadar depolanmaya çalışılmıştır. Bu avcı genomu
ile yaşayan insanlarda bu durum besinin çok olduğu zamanlarda enerji dengesizliği ve
obeziteye neden olmaktadır (22,23).
2.Çevresel Faktörler:
Obeziteye yatkınlık kısmen genetik faktörlerle belirleniyorsa da, fenotipik
ekspresyon için “obesogenik” bir çevreye ihtiyaç vardır. Genlerle çevre arasında
sinerjistik bir ilişki vardır (22). Obezlerin fazla yeme isteğinin ve beslenme biçiminin aile
çevresinden edinilen bir alışkanlık olduğu ileri sürülmektedir (5). Obezite gelişiminde
ailenin eğitim ve gelir düzeyi, çocuğun aktivasyon derecesi ve televizyon seyredilmesine
ayrılan süre önemli risk faktörleridir (24). Televizyon izlemenin hem enerji harcamayı
6
azaltmak hem de enerji alımını artırmak (atıştırmak ve diğer olumsuz yeme alışkanlıkları)
gibi ikili olumsuz etkisi vardır (25). Araştırmalar annenin eğitim düzeyi düştükçe
çocuklarında obezite görülme sıklığının arttığını göstermektedir (24). Gebelikte annenin
sigara içmesi ile çocukluk obezitesi arasında ilişki vardır (2). Obez aileler tarafından evlat
edinilen çocuklarda obezitenin sık görülmesi, aile çevresinin etkisini kanıtlayan bir diğer
bulgudur. Gelişmiş ülkelerde obezitenin düşük sosyoekonomik gruplarda daha sık olması
bu kesimde beslenme ve sağlıkla ilgili bilgi eksikliğinin daha yaygın oluşuna, aktivite
azlığına ve yüksek kalorili gıdaların ucuzluğuna bağlanmaktadır (5). Aktivasyon azlığı
obeziteyi kolaylaştırırken, obez çocukların daha az aktivitede bulunmaya yönelmeleri,
olayın bir kısır döngü şeklinde devam etmesine neden olmaktadır (2,5).
3.İntrauterin etkiler:
İntrauterin dönemdeki maternal faktörler postnatal obezitede etkilidir. Örneğin
ikinci dünya savaşı sırasında gebe olan ve gebeliğinin ilk iki trimestrinde ağır açlık
yaşayan gebelerden doğan çocuklarda, 18 yaşında obezite sıklığı iki kat fazla
bulunmuştur. Düşük doğum tartısının erişkin yaşlarda abdominal yağlanmaya neden
olduğu da gösterilmiştir. Diyabetik anne çocuklarında 8 yaşlarında obezite oranı yüksek
bulunmuştur. Prenatal ve neonatal hiperinsülinizmin hipotalamik ventromedian nükleusta
değişikliklere yol açtığı ileri sürülmüştür (5).
4.Beslenme şekli:
Anne sütü ile beslenmenin obezite oluşumunu önleyici etkisi iyi bilinmektedir
(26). Süt çocukluğu döneminde mama ile beslenme, zamanından önce ek gıdalara ve
yapay beslenmeye geçilmesi obeziteyi kolaylaştırır (2). Hızlı yeme ve az çiğneme de
obezite oluşumunda kolaylaştırıcı faktörlerdir (3). Beslenme alışkanlığında kalori ve yağ
yoğunluğunun fazla oluşu (fast food tarzı beslenme ve kalori yoğunluğu yüksek
içecekler) obezite sıklığının artışında bir risk faktörüdür (27,28).
5.Psikolojik Faktörler:
Bazı çocuklarda psikolojik sorunlara tepki olarak aşırı iştahsızlık görülebileceği
gibi, bazılarında bu tepki fazla yeme şeklinde ortaya çıkar (5). Obez çocuklarda özellikle
puberte döneminde ortaya çıkan psikolojik bozukluklar (arkadaş edinememe, grup
faaliyetlerine katılamama gibi) çocuğu pasif hale getirmekte ve obezite derecesini
arttırmaktadır (2,5).
7
Ekzojen obezite dışında, obezitenin eşlik ettiği birçok hastalık ve sendromlar
vardır. Bu hastalıkların bir bölümünde şişmanlık, hipotalamik veya hormonal kökenlidir.
Bir diğer bölümünde aktivite azlığı sorumlu tutulmakta, bir kısmında ise patogenez
bilinmemektedir (5,20).
Etiyolojiye göre obezite sınıflandırması (2,5,20):
I.Basit Obezite(Ekzojen obezite)
II.Metabolik ve hormonal bozukluklara sekonder obezite
A.Endokrin nedenler
a. Hipotalamik bozukluklar
ƒ
Frohlich sendromu
ƒ
Travma
ƒ
Tümörler(kraniofaringioma)
ƒ
Enfeksiyon(ensefalit,tüberküloz)
ƒ
İnfiltrasyon(lösemi,histiyositoz)
b. Cushing sendromu
c. Hipotiroidizm
d. Büyüme hormonu eksikliği
e. Pseudohipoparatiroidi
f. İnsülinoma, hiperinsülinizm
g. Hipogonadal sendromlar(Turner send, Klinefelter send, Kallmann send)
B. İlaçlar
a. Glukokortikoidler
b. Trisiklik antidepresanlar
c. Siproheptadin
d. Antitiroid ilaçlar
e. Fenotiazin, Sodyum valproat
f. Östrojen, progestron
g. Lityum
III. Genetik Sendromlar ile birlikte olan obezite
a. Prader Willi sendromu
8
b. Laurence-Moon-Biedl sendromu
c. Down sendromu
d. Cohen sendromu
e. Carpenter sendromu
f. Alsrtöm sendromu
g. Borjeson-Forssmann-Lehmann sendromu
h. Beckwith Widemann sendromu
Klinik Özellikler ve Tanı
Obez çocuğun klinik özellikleri incelenerek obezitenin tipi belirlenip tedavi ile
ilgili öneriler buna göre yönlendirilebilir (2,5,20). Klinik özellikler obezitenin nedeni ve
prognozunun belirlenmesi konusunda da yardımcıdır. Çocukluk yaş grubunda endokrin
nedenler ve genetik sendromlar tüm olguların %10’undan azını oluşturur (20). Büyük
kısmında altta yatan tıbbi bir problem yoktur, bu grup basit obezite (ekzojen obezite)
olarak isimlendirilir (2,5,20). Ayırıcı tanıda Tablo 1’den yararlanılabilir (20):
Tablo 1: Çocukluk yaş grubunda obezitede ayırıcı tanı
Basit Obezite
Endokrin nedenler ve
genetik sendromlar
Aile öyküsü
Pozitif
Negatif
Boy
Uzun (>%50)
Kısa
Zeka durumu
Normal
Genellikle düşük
Kemik yaşı
Normal
Geri
Fizik inceleme
Normal
Patolojik bulgu(+)
Obez çocuklar genelde iri ve erken gelişen çocuklardır. Ergenlikten önce boyları
ve kemik olgunlaşma düzeyleri yaşıtlarına göre ileri olur. Obez çocuklarda ergenlik
belirtileri de normal çocuklardan daha erken yaşta ortaya çıkar ve büyüme daha erken
yaşta tamamlanır (5). Erişkin boyları ortalama civarı veya altında olabilir (20).
Obez erkek çocuklarda meme bölgesinde toplanan yağ dokusu nedeni ile yalancı
jinekomasti görünümü vardır. Karında da yağ fazlalığı ve çok defa stria gözlenir. Penis
9
normal büyüklükte olmasına karşın yağ dokusuna gömülmüş olduğundan küçük görülür.
Genellikle ekstremitelerin proksimal bölgelerinde yağ depolanması daha fazladır (5).
Obez bebeklerde yürüme gecikirken, obez çocuklarda da düztabanlık, bacaklarda
eğrilik gibi ortopedik bozukluklar sıktır. Solunum yolu enfeksiyonları da daha sık görülür
(5,29).
Hastalardan iyi bir beslenme ve fizik aktivite öyküsü alınmalı, doğum ağırlığı ve
obezite başlama yaşı öğrenilmelidir. Ailede obezite öyküsü sorgulanmalı, anne-baba boy
ve kiloları ölçülmelidir. Enerji alımının hesaplanması için üç günlük beslenme örneği
listesi aileden istenmelidir (2).
Obezitenin değerlendirilmesi ve derecelendirilmesi
Vücuttaki yağın ölçümü için kullanılan direkt ve indirekt yöntemler vardır (1,5).
Yağ dokusunun önemli bir bölümü derialtında olmakla birlikte azımsanmayacak bir
bölümüde organların çevresindedir. Kas dokusu da bir miktar yağ içerir (5).
Sualtı tartımı ile vücut dansitesinin hesaplanması, toplam vücut suyunun izotop
dilüsyonu ile saptanması, toplam vücut potasyumunun ölçülmesi, nötron aktivasyonu,
vücudun biyoelektriksel iletkenliğinin saptanması, bilgisayarlı tomografi, magnetik
rezonans görüntüleme, dual enerji x-ray absorpsiyonunun değerlendirilmesi vücuttaki yağ
miktarının direkt ölçümüne olanak veren yöntemlerdir (1,5). Ancak bu yöntemlerin
kullanımı bilimsel çalışmalarla sınırlı kalmış, yaygın klinik uygulamaya girmemiştir.
Obezite yaygın bir sorun olduğu için değerlendirmede kullanılan metodun ucuz, emin,
kolay tekrarlanılabilir olması gerekmektedir (1). Bu amaçla yapılan değerlendirmelerde
antropometrik ölçümler ve ölçümlerden türetilmiş bazı obezite indeksleri kullanılır (5).
Rölatif ağırlığın ölçümü, vücut kitle indeksi (Quetelet indeks), bel/kalça oranı, deri
kıvrım kalınlığı ölçümü en çok kullanılan antropometrik ölçümlerdir (1,2,5).
Rölatif ağırlığın ölçümü : Obeziteyi değerlendirirken özellikle boyları göz önüne
alarak, çocuğun ağırlığı ideal ağırlığı ile karşılaştırılmaktadır (1,2,5). İdeal ağırlığın
belirlenmesinde her ülkenin kendi standartlarının kullanılması önerilmektedir. Yaş ve
cinsiyete göre düzenlenmiş boy ve vücut ağırlığını içeren tablolardan yararlanılarak
çocuğun boy yaşına uygun ağırlığı bulunur (1). Boyunun 50 persantilde olduğu yaşın 50
10
persantildeki ağırlığı, o çocuğun ideal ağırlığıdır. Çocuğun ölçülen ağırlığının ideal
ağırlığına oranlanması ile rölatif ağırlık hesaplanır (1,2,5).
Hastanın ölçülen ağırlığı (kg)
Rölatif Ağırlık (RA): -------------------------------------------------------- x 100
ideal ağırlık (boya uyan 50.pers. ağırlık) (kg)
Bu değerin %110-120 arasında olması fazla tartılı (overweight) veya gürbüz,
%120’nin üzerinde olması ise şişmanlık (obesity) olarak kabul edilmektedir (1,2,5).
Vücut Kitle İndeksi ( "Body Mass İndex", "Quetelet İndex" ): En yaygın
kullanılan, vücut bileşimini en iyi yansıtan indeks olarak kabul edilir (2). Ölçülen
ağırlığın(kg), boyun(m) karesine oranıdır (1,2,5).
Vücut Kitle İndeksi (VKI) : ağırlık (kg) / boy² ( m²)
Erişkinlerde VKİ değerlerine göre obezite sınıflandırması Tablo 2’deki gibidir(5):
Tablo 2: Erişkinlerde VKİ değerlerine göre obezite sınıflandırması
VKI (kg/m²)
Normalden düşük ağırlıklı
<18.5
Normal ağırlıklı
18.5-24.9
Normalden fazla ağırlıklı
>25.0
Fazla ağırlıklı
25.0-29.9
Şişman 1º
30.0-34.9
Şişman 2º
35.0-39.9
Şişman 3º
≥40
Çocuklarda VKI değeri yaşla değişkenlik gösterir. Örneğin doğumda ortanca
(median) değer 13 kg/m² iken 1 yaşında bu değer 17 kg/m²’ye çıkar, 6 yaşında 15.5
kg/m²’ye iner, daha sonra giderek artar ve 20 yaşlarında 21 kg/m² olur. Bu nedenle çocuk
ve adolesanlarda şişmanlık tanımı için yaşa ve cinse özgü VKI değerini bilmek
11
gerekir(30). Genelde VKI 85. persentil üzerinde olanlar fazla tartılı (overweight), 95.
persentilin üzerinde olanlar ise şişman (obez) olarak kabul edilirler. Ancak bu
tanımlamalarda her toplum kendi VKI persentil değerlerini kullanmalıdır (1,2,5,30).
Çünkü obezite oranının %12.5’lere vardığı Amerika çocuklarının 85. persentil VKI
değeri, Brezilya çocuklarının 95. persentil VKI değerine ve İngiliz çocuklarının ise
yaklaşık 90. persantil değerine uymaktadır (31).
Obezite değerlendirilirken atletik ve kas dokusu gelişmiş çocuklarda artan
VKI’nin yağ dokusu olmadığına, yani obeziteyi işaret etmediğine dikkat edilmelidir (23).
Bu durumda derialtı yağ dokusu kalınlığının ölçümü fikir verici olur (5).
Bel/kalça oranı: Yağ dağılımının belirlenmesi için kullanılan ölçütlerdendir.
Ölçüm yapılırken belin en ince olan kısmı ile kalçanın en geniş olan kısmı belirlenmelidir
(20). Erişkinlerde obezite tiplendirilmesinde sıklıkla kullanılmasına rağmen çocukluk yaş
grubu için standart değerler henüz geliştirilmemiştir (32).
Deri kıvrım kalınlığı ölçümü: Obezitede yağın büyük kısmı deri altında
toplandığından deri kıvrım kalınlığı ölçümü iyi bir tanı kriteridir (2). Ölçüm kaliper
denilen özel aletlerle yapılır. Cilt kıvrımları aletin uçları arasında tutulur ve kalınlık
göstergeden okunur (1). Triseps, biseps, supskapular ve suprailiak bölgelerden ölçüm
yapılabilir. Ölçümler yaş ve cinsiyete göre geliştirilmiş tablolardan değerlendirilir.
85.persentilin üzeri fazla kilolu, 95.persentil üzeri obezite olarak tanımlanır (1,2). Deri
kıvrım kalınlığı ölçümleri ile total vücut adipozitesi arasındaki korelasyon %70-80
civarındadır (2).
Tedavi
Çocuğun normal fizyolojik büyümesini duraksatmayacak nitelikte, uzun vadeli ve
kalıcı olmalıdır. Obez çocukların %80’inin dokuz yıl sonra eski ağırlık persantillerine
döndüğünü gösteren çalışmalar vardır (2). Bu yüzden tedavi; eğitim, diyet, aktivite,
egzersiz, yaşam şekli değişimini içermeli ve ailenin tam katılımı ile desteklenmelidir
(2,5).
Obezite tedavisinin temel taşı diyettir (2). Hastanın alması gereken ideal kalori
boy yaşına göre düzenlenmiş kalori cetvellerinden hesaplanabilir. Hafif olgularda yaşına
uygun kalori verilirken, orta dereceli olgularda kalori %20 kısıtlanabilir (33). Diyetin
12
içeriği normal beslenmeye (karbonhidrat %55, yağ %30, protein %15) uygun olmalıdır
(34). Bu oranların bozulduğu düşük kalorili diyetler negatif nitrojen dengesine, yağsız
vücut kitlesinde kayba, büyüme geriliği, adet düzensizliği, vitamin ve mineral
eksikliklerine neden olabilir (34,35). Hızlı sindirilen veya glukoza erken dönüştürülen
yiyecekler yüksek glisemik indekse sahiptir. Yüksek glisemik indeksli gıdaların
alımından sonra ortaya çıkan metabolik ve hormonal değişikliklerin aşırı besin alınımına
neden olduğu gösterilmiştir (2). Diyet tüm aile bireylerince benimsenmelidir. Beraberce
uygulanması ölçüsünde tedavide başarılı olunabilir (5).
Diyetin yanı sıra çocuğun aktivitesini artıracak önlemlerin alınması diyetten
beklenen kilo kaybını kolaylaştırır (5). Diyetle, bazal metabolizma hızında meydana
gelen azalma, egzersizle enerji harcanımı sayesinde kompanse edilerek kilo kaybının
kalıcı olması sağlanabilmektedir. Genellikle kapsamlı bir egzersiz programından ziyade
aktif yaşam tarzının benimsetilmesi (televizyon, bilgisayar oyunları gibi pasif ev içi
faaliyetlerden kaçınılarak ev dışı aktivitelere yönelinmesi) önerilmektedir. Çocuğun
aktiviteden hoşlanması sağlanıp, grup oyunlarına katılması teşvik edilmelidir. Diyet ve
egzersizin istenen başarıya ulaşabilmesi için, çocuğun ve ailesinin kilo vermeye uygun
yaşam tarzını benimsemesi gerekmektedir (2).
Genel kanı, çocukluk çağı obezitesinde ilaç tedavisinin uygun olmadığı,
kullanılması gereken vakalarda da fayda zarar dengesinin iyi değerlendirilmesi
gerektiğidir (2). Erişkinlerde kullanılan iştah kesici ve yağ emilimini azaltıcı ilaçların
çocukluk çağında tedavide yeri yoktur (5). Sibutramin santral etkiyle besin alımını
azaltır. Sempatomimetik özelliklerine bağlı yan etkileri (ağız kuruluğu, asteni, kan
basıncı ve kalp hızında hafif artış) vardır. Orlistat pankreatik lipazı bloke eder ve
trigliserid sindirimini azaltır. Yağda eriyen vitamin emiliminde bozulmaya neden olur.
Fenfluramin ve deksfenfluramin kardiyak yan etkileri nedeni ile 1997 yılında
terkedilmiştir. Efedrin ve kafein de yine erişkinde kullanılmasına rağmen çocukta
kullanmamaktadır. Efedrin özellikle kafeinle birlikte kullanıldığında kilo verilmesini
sağlayan termojenik bir ajandır. Bu kombinasyon yağ asitlerinin oksidasyonunu artırıp
besin alımını azaltarak yağsız kitle kaybını en aza indirir. Metformin ise karaciğer glukoz
üretimini bloke eder ve dokuların insüline duyarlılığını artırır (2). Bulantı, ishal, B12
vitamin eksikliği, karaciğer fonksiyon testlerinde bozulma ve laktik asidoz gibi yan
13
etkileri vardır. Bu nedenle de karaciğer, böbrek, kalp ve solunum sistemi hastalığı
olanlarda kullanılmamalıdır (2,4). Özellikle hiperinsülinemi ve insülin direnci olan obez
çocuklarda metformin tedavisiyle başarılı sonuçlar alınmıştır. Leptin, leptin reseptörü,
MC4R gibi ajanlarla tedavi de araştırılmaktadır (2).
Aşırı obez erişkinlerde mide küçültücü veya incebarsaklarda yapılan ‘by-pass’
ameliyatları çocuklarda denenmiş olmasına rağmen çocukluk çağında geçerli yöntemler
değildir (2,3,5).
Obezitedeki Metabolik Değişiklikler :
Obez çocuklarda kanda serbest yağ asitleri, gliserol, keton düzeyleri artmıştır.
İnsüline direnç vardır, bunun sonucu hiperinsülinizm gelişir (5). Obezlerde insülin düzeyi
obezite şiddeti ve süresi ile paralellik gösterir (2,3,36). Hiperinsülinemi lipoprotein lipaz
aktivasyonu ve lipoliz inhibisyonu yolu ile obezitenin devam etmesine neden olur (4,37).
Obezlerde hiperinsülinemi ve insülin direncinin varlığı ileri yaşlarda tip 2 diyabet,
kardiyovasküler
hastalık,
hiperlipidemi
ve
hipertansiyon
gelişme
riskini
artırmaktadır(3,4).
Dünya Diyabet Federasyonu (IDF) ve Uluslararası Obezite Çalışma Birliği
(IASO) tarafından yakın zamanda yayımlanan ortak dokümana göre Dünyada bir milyar
erişkin fazla kilolu, bunların 300 milyonu obezdir. 1.7 milyar kişi Tip 2 diyabet gibi fazla
kiloyla ilişkili kronik hastalık riski altındadır. Vücut ağırlığındaki 1 kg artış diyabet
sıklığını %5 arttırmaktadır. Benzer eğilim çocukluk çağı için de geçerlidir ve dünya
genelinde okul çağındaki çocukların %10'nun fazla kilolu olduğu bildirilmektedir.
Çocukluk çağı obezitesinde 1990'lardan sonra dramatik artış dikkati çekmekte ve
gelişmiş ülkelerde çocukların her yıl %1'i fazla kilolu gruba eklenmektedir. Çocukluk
çağı obezitesindeki bu artışa paralel olarak tip 2 diyabet, metabolik sendrom,
hipertansiyon gibi daha çok erişkinlerde görülen kronik hastalıklar çocukluk çağında da
önemli bir sorun haline gelmektedir (6).
Obezite ile Tip 2 diyabetin arasındaki ilişkide anahtar mekanizma insülin
direncidir ve erişkinlerde yapılan çalışmalar uzun süredir dikkatleri tip 2 diyabet öncülü
kabul edilebilecek metabolik sendrom veya “insülin direnci sendromu” üzerine çekmeye
çalışmaktadır (7,8).
14
İNSÜLİN DİRENCİ
İnsülin pankreasın Langerhans adacıklarındaki β hücrelerinde preproinsülin
şeklinde sentezlenir ve golgi aygıtında proinsüline dönüşür. Dolaşıma verilmeden önce
özel proteaz enzimleri tarafından parçalanarak insülin ve C-peptid moleküllerine ayrılır.
Sentezi 11. kromozomun kısa kolu üzerinde yer alan insülin geni tarafından
yönetilir(38,39).
İnsülin anabolik etkili bir hormon olup başlıca etkileri hücreye glikoz ve
aminoasit girişini, lipogenez ve mitojenezi arttırmaktır (39). Karaciğerde glukoneogenezi
ve glikojenolizi inhibe ederek hepatik glukoz üretimini baskılarken, glukozu kas ve yağ
dokusu gibi periferik dokulara taşıyarak glikojen olarak depolanmasını yada enerji
üretmek üzere okside olmasını sağlar (40). İnsülin bu etkilerini hücrede bulunan insülin
reseptörleri aracılığı ile yapar (39,40). İnsülin reseptörü, 2 alfa ve 2 beta birimlerinden
oluşmuş bir heterodimerdir. Alfa birimleri ekstrasellülerdir, insülini bağlar. Beta birimleri
ise membran boyunca olup, intrasellüler bölümü tirozin kinaz enzimatik aktivitesini
içerir. Tirozin kinaz aktivitesi, haberleşme fonksiyonu görür ve insülin etkisinin büyük
çoğunluğundan sorumludur (38,41). İnsülin reseptörlerinin yarılanma zamanları saatler
içinde değişir, sabit olmayan yapıdadırlar. Reseptörlerinin yapım ve yoğunluğunu
etkileyen faktörler; açlık, beslenme, egzersiz, menstrüel siklus, gebelik gibi fizyolojik
koşullar, oral antidiyabetik ajanlar ve kortikosteroidler gibi ilaçlar ve büyüme hormonu,
nükleotidler, ketonlar, otoantikorlar gibi özel moleküllerdir. İnsülin reseptörlerinin yapım
ve yıkımında en önemli faktör ise yine insülinin kendisidir (39,41).
İnsülin direnci, normal konsantrasyondaki insülinin normalden daha az biyolojik
yanıt oluşturması başka bir anlatımla glukoz kullanımını uyarma etkisinin azalmasıdır
(39-41). İnsülinin biyolojik etkisini gösterebilmesi için, pankreas beta hücrelerinden
sekrete
edilmesi,
karaciğer
yoluyla
sistemik
dolaşıma
katılması,
dolaşımdan
interstisyuma geçmesi ve hedef dokulara ulaşarak bu doku hücrelerinin membranlarında
bulunan spesifik reseptörlerle ilişkiye girmesi gerekmektedir. İnsülin reseptörü ile
birleşen insülin internalize edilecek ve sonuçta hormonun etkisini gerçekleştirecek bir
seri postreseptör olayı tetikleyecektir. Bu basamakların herhangi birinde veya birkaçında
15
gerçekleşebilecek bir aksama, organizmanın insüline subnormal yanıt vermesi ile
sonuçlanacaktır (41). Bu durumda oluşan insülin direncini karşılayacak ve dolayısıyla
normal biyolojik yanıtı sağlayacak kadar insülin salgısı artışı ile metabolik durum
kompanse edilmeye çalışılacaktır. Böylelikle hipergliseminin önlenebilmesi için β
hücreleri sürekli olarak insülin salgısını artırmaya yönelik bir çaba içerisine girecek.
Sonuçta normoglisemi sağlanırken insülin düzeyinde de normale göre 1.5-2 kat yüksek
bir seviye oluşacaktır (40).
Glukoz sinir hücreleri gibi nadir bazı dokular dışında hemen tüm dokularda
insülin yönlendirmesi ile hücre içine girer. Yakın zaman kadar insülin direncinin
karaciğer, kas ve yağ dokusuna sınırlı olduğu düşünülürken bugün fare modelleri ile beta
hücresi hatta sinir hücrelerinde bile insülin direnci olduğunu bilmekteyiz (41,42).
İnsülin direnci bir seri fizyolojik durumda (puberte, gebelik, yaşlılık, fiziksel
aktivite), metabolik hastalıklarda (obezite, tip 2 diabetes mellitus, esansiyel
hipertansiyon, dislipidemi, aterosklerotik kardiyovasküler hastalık, ovaryen disfonksiyon)
ve ilaç alımında (kortikosteroidler, bazı oral kontraseptifler, diüretikler) görülebilen bir
durumdur (39,41).
İnsülin direncinin nedenleri üç grupta toplanabilir (38,40);
I. Anormal β hücresi salgı ürünleri
a. Anormal insülin molekülleri : Gen yapısındaki mutasyonlar sonucu
anormal defektif insülin molekülleri oluşur. İnsülin molekülünün βzincirinde tek aminoasiddeki değişiklik sonucu fenilalanin yerine
lösin aminoasidinin gelmesi biyolojik aktivitede de azalmaya neden
olur.
b. Proinsülinin insüline dönüşümünün tam olmaması : Proinsülinin
proteolitik kıvrılma bölgelerindeki yapısal anormallik sonucunda,
proinsülinin insüline yetersiz dönüşü söz konusudur.
II. Dolaşımda insülin antagonistlerinin varlığı
a. Kontraregülatuar hormonların (Kortizon, büyüme hormonu, glukagon,
katekolamin) seviyelerinin artması
b. Antiinsülin antikorları
c. Antiinsülin reseptör antikorları
16
III. Hedef organ defekti
a. İnsülin reseptör eksikliği
b. Postreseptör defekti (direnç oluşumunda en önemli katkıyı bu düzeydeki
defektlerin sağladığı ileri sürülmektedir)
i. İnsülin reseptör tirozin kinaz aktivitesinin azalması
ii. Reseptör sinyal ileti sisteminde anomalilikler
iii. Glukoz transportunda azalma
iv. Glukoz fosforilasyonunda azalma
v. Glikojen sentetaz aktivitesinde bozulma
vi. Glikolizis/glikoz oksidasyonunda defektler
İnsülin direncinin oluşmasında en önemli faktörler genetik zemin ve buna etki
eden çevresel faktörlerdir. Daha önce bahsedilen organizmanın enerji dengesinin
sağlanmasında etkili olan peptid ve hormonlarda ortaya çıkan kalıtsal bozukluklar,
mutasyonlar, gen polimorfizmi, enerji dengesinin bozulması ile kilo artışına ve
beraberinde insülin direncinin gelişmesine neden olur. Çevresel faktörlerin en önemlisi
beslenme ve fiziksel aktivitedir (39). Yağ dokusundan adipositokin denilen bazı hormon
ve peptidler salgılanır. Bunlardan tümör nekrozitan faktör alfa (TNF-α), interlökin 6 (IL6), resistin insülin direncine yol açarken, leptin ve adiponektin gibi hormonlar insülin
duyarlığını artırırlar (22,39,41,43). VKİ ile orantılı olarak artan yağ dokusundan
salgılanan IL-6, TNF-α gibi sitokinler kas ve yağ dokusunda insülin duyarlı glukoz
kullanımını azaltarak insülin direncine neden olurlar. Artan serbest yağ asitleri
karaciğerde glikoneogenezi uyarırken kas dokusunda da insülin direncine neden
olur(39,41).
İnsülin direnci ölçüm metodları (44):
1.İndirekt metodlar (İnsülin direncinin kalitatif değerlendirilmesi)
o Açlık insülin düzeyi
o Açlık insülin/glisemi oranı
o Açlık insülin/C-peptid oranı
o OGTT’de 1. saat insülin düzeyi
17
o OGTT’de 1. saat insülin/glisemi oranı
2. Direkt metodlar (İnsülin direncinin kantitatif değerlendirilmesi)
A. İnsülin direnci ve sekresyonunu birlikte ölçen metodlar (HOMA dışındakiler
ekzojen glikoza karşı insülin cevabının ölçümüne dayanır)
o Homeostasis model assestment (HOMA)
o Continuous infusion of glucose with model assestment (CIGMA)
o Minimal model (Sık aralıklı IVGTT)
o Hiperglisemik klemp
B. Sadece insülin direncini ölçen metodlar
o Öglisemik hiperinsülinemik klemp
o İnsülin tolerans testi
İnsülin direncini değerlendirmek için kullanılan metodlardan ‘öglisemik
hiperinsülinemik klemp’ testi altın standart kabul edilir. Testin temel prensibi
hiperinsülinemik bir ortam yaratarak, bu ortamda normoglisemi sağlamak amacıyla
verilen glukozun kullanım hızını saptamaya dayanır. On saat açlık sonrası teste başlanır.
Kan örneklerinin alınacağı ven, o kolun 60ºC’de 30 dakika tutulmasıyla arteriyalize
edilir. Diğer damardan hem insülin, hem de glukoz infüzyonu yapılacak şekilde sistem
hazırlanır. Test süresi 120-180 dakikadır. Bu yöntem vakit alıcı, pahalı ve kompleks bir
işlem olduğundan, pratikte kullanılması zordur (44). Epidemiyolojik çalışmalarda
araştırmacılar insülin direncini değerlendirecek daha basit, güvenilir ve kolaylıkla tekrar
edilebilir bir yönteme ihtiyaç duymuşlardır (9,10). Açlık glukoz ve insülin değerlerine
veya OGTT (Oral glukoz tolerans testi) sırasında ölçülen insülin değerlerine göre insülin
duyarlılığını değerlendirilmektedirler. Bu amaçla insülin sensitivite indeksi ve
Homeostasis Model Assesment (HOMA) insülin direnci (IR) indeksi sıklıkla
kullanılmaktadır (Tablo 3) (9-12).
İnsülin sensitivite indeksi açlık kan şekeri'nin (mg/dl) açlık insülin düzeyine
(mIU/ml) bölünmesi ile hesaplanmaktadır. Bu oranın 6'nın altında olması periferik
insülin direncini göstermektedir (13,39,44).
OGTT uygulaması için 9-16 saatlik açlık sonrası sabah saat 08.00’de teste
başlanılmalıdır (açlık periyodunda sadece su içilmesine izin verilir). 300 ml suda eritilmiş
18
75 gr glukoz 5 dakikada içirilir (çocuklara 1.75gr/kg, en fazla 75 gr). 2 saat boyunca her
30 dakikada bir kan örneği alınmalı ve glisemi venöz plazmada çalışılmalıdır. Test
süresince dolaşılmamalı ve tam bir inaktivite sağlanmalıdır(44). OGTT sırasında ki açlık
insülin düzeyinin 15-20 mIU/ ml üzerinde, zirve insülin düzeyinin >150 mIU/ ml veya
120. dakikadaki insülin düzeyinin >75 mIU/ml olması hiperinsülinizmi, dolayısıyla
insülin direncini göstermektedir (13,39,44,45).
Yapılan araştırmalar sonucunda Homeostasis Model Assesment (HOMA) Insülin
direnci(IR) indeksi’nin en basit ve öglisemik-hiperinsülinemik klemp ile en uyumlu
sonuçları veren indeks olduğu bulunmuştur (9-12).
HOMA IR = açlık insülin (mIU/ml) x açlık kan şekeri* ( mmol / lt) / 22.5
(*Kan şekeri mg/dl / 18 = mmol/L)
Tablo 3: İnsülin direnci tanısında kullanılan başlıca laboratuar değerleri
Açlık kan şekeri / açlık insülin : < 6
OGTT :
Açlık (0.dk ) insülin düzeyi > 15 mIU /ml
Doruk insülin düzeyi
> 150 mIU /ml
120.dk insülin düzeyi
> 75 mIU /ml
HOMA – IR > 2.5
İnsülin
direnci
çocukluk
çağında
farklı
klinik
bulgularla
karşımıza
çıkabilmektedir. Bunlar arasında santral obezite, deri çatlakları ve akantozis nigrikans
gibi deri bulguları, akne, hirşutizm, frontal saç dökülmesi, astım gibi alerjik sorunlar,
hipertansiyon, aterojenik dislipidemi (VLDL ve trigliserid yüksekliği+HDL düşüklüğü),
erken ateroskleroz, uzun boyluluk, fokal segmental glomeruloskleroz, hepatik yağlanma
ve karaciğer fonksiyon testlerinde bozulma, over ve adrenal bezlerde aşırı androjen
salgılanması sayılabilir (13,39). İnsülin direnci hiperinsülinizme sebep olur ve böylece bir
süre öglisemi sağlanır. β hücreleri bu seviyede insülini üretememeye başlayınca, göreceli
insülin yetersizliği oluşur ve sonuçta hiperglisemi ve tip 2 diyabet gelişir (40,46-48).
19
ÇOCUKLARDA TİP 2 DİABETES MELLİTUS
Tip 2 diabetes mellitus (DM), diyabetin en sık görülen (vakaların %85-95’i)
tipidir ve dünya nüfusunun %5-7’sini etkilemektedir. Vakaların çoğu 40 yaşından sonra
ortaya çıkmakta ve 60-70 yaşlarında zirve yapmaktadır (49). Geçmiş yıllarda tip 2 DM
bir çocuk hastalığı olarak düşünülmezken, son 10 yılda özellikle obez adolesanlar ve bazı
etnik gruplarda (Meksika, Afrika kökenli Amerikalılar ve Pima yerlileri gibi) bu sorun
giderek artmaktadır. Bu süreç en tipik olarak Amerika'da gözlenmekte ve bu ülkede son
on yılda çocukluk çağı tip 2 vakalarında 6-10 kat artış olduğu; Kızılderililer, Zenciler ve
Meksika kökenli nüfusun yoğun olduğu bölgelerde Çocuk Diyabet Üniteleri'ne başvuran
vakaların %8- 45'ini tip 2 diyabet oluşturduğu bildirilmektedir (50,51).
Tip 2 DM insülin salgılanması ve insüline duyarlı dokularda insülin etkisi
arasındaki dengesizlik sonucu ortaya çıkmaktadır (50). İnsülin direnci tip 2 diyabetli
hastalardaki en muhtemel patolojidir ve diyabet görülmeden yıllar önce mevcut olabilir
(40,46-48). İnsülin direncine bağlı olarak periferik dokularda insüline duyarlı glukoz
kullanımında azalma, karaciğerde glukoz yapımında artış ve yağ dokusunda lipoliz ve
serbest yağ asitleri ortaya çıkar. Açığa çıkan serbest yağ asitleri pankreasın β
hücrelerinde apoptozisi hızlandırır ve yine kan şekerinin yükselmesi sonucu oluşan
glukotoksisite sonucu β hücre kitlesi azalır ve bunun sonucunda insülin salınımı da
azalmaya başlar. Bütün bu olayların sonucunda ise tip 2 DM ortaya çıkar(39,40)(Şekil 1).
Genetik
Genetik
İnsülin
Direnci
Hiperinsülinemi
+ normal glukoz
toleransı
Risk faktörleri ve belirtgeçler
• Etnik popülasyon
• Obezite
• Püberte
• Aile Hikayesi
• Polikistik over
sendromu
• Akantozis nigrikans
Hiperinsülinemi
+ postprandiyal
hiperglisemi
•
•
•
Glukotoksisite
Lipotoksisite
Geç otonomi
↓ß-hücre
fonksiyonu
•
•
•
Tip 2 DM
↑ insülin rezistansı
↓ ß-hücre fonksiyonu
↑Hepatik glukoz üretimi
ŞEKİL 1: Çocukluk çağı Tip 2 Diyabet patofizyolojisi ve klinik diyabete doğru gidiş
20
İnsülin direncine göre diyabet gelişimi (40):
1. Preklinik diyabet dönemi (Normoglisemik Hiperinsülinemik dönem): Tip2
diyabetin henüz klinik belirti vermediği bu döneminde beta hücre fonksiyonları
nisbeten normaldir. Fakat mevcut olan periferik insülin direnci nedeniyle, normale
göre daha fazla insülin salınarak bu durum aşılmaya çalışılır. Bu şekilde açlık ve
postprandiyal kan şekerleri normal sınırlar içerisinde tutulur. Açlık ve postprandiyal
insülin düzeyleri ise yüksek bulunur.
2.Glukoz intoleransı dönemi (Postprandiyal hiperglisemik hiperinsülinemik
dönem): Diyabet açısından genetik yüklülük ve de obezite gibi yüksek risk grubunda
olan bireylerde periferik insülin direncini aşmak için pankreas beta hücrelerinde aşırı
yük zamanla beta hücre yorgunluğuna ve insülin salgısında azalmaya neden olur.
Glukoz intoleransı başlar. Bu dönemde açlık glisemisi normal olduğu halde
postprandiyal glisemi yükselir. Hiperinsülinemi devam etmekle birlikte periferdeki
direnci aşabilecek düzeyde insülin salınamamaktadır. Postprandiyal insülin düzeyi
normal sağlıklı bireylere göre yüksek olsa bile birinci döneme göre hayli azalmıştır.
3. Erken klinik diyabet dönemi (Hiperglisemik hiperinsülinemik dönem):
Birinci ve ikinci dönemdeki kompansasyon mekanizması bozulmaya başlar ve
karaciğerde glukoz yapımı artarak açlık plazma glisemisine yol açar. Postprandiyal
hiperglisemi yanında açlık glisemisinin henüz 140 mg/dl’in altında olduğu bu dönemde
insülin salgısı daha fazla artmamaktadır.
4. Klinik diyabet dönemi (Hiperglisemik hipoinsülinemik dönem): Açlık
plazma glisemisi 140 mg/dl geçince insülin salgılanması azalmaya başlar. İnsülin
direnci yine de devam eder. İnsülin direncinin zirvede olduğu bu dönemde
hiperglisemi insülin salgı artışı ile kompanse edilmediği gibi glukoz toksisitesi
nedeniyle beta hücreleri insülin salgısını daha da az salgılamaya başlar. İnsülin
direncinin bu dönemde ağırlaşmasında lipotoksisitenin yani serbest yağ asitleri
artışının da katkısı vardır.
Genetik etki tip 1 DM gelişimine göre tip 2 DM de daha fazla sorumludur.
Genetik geçiş polijeniktir. Tek yumurta ikizlerinde %60-90, ayrı yumurta ikizlerinde
21
%17-37 oranında görülmektedir. Ailede tip 2 diyabet öyküsünün varlığı tip 2 DM
riskini arttıran önemli bir faktördür (50,52). Hastaların birinci veya ikinci derece
akrabalarındaki diyabet sıklığı %74-100 arasındadır (53). Bir bireyin I. derece
akrabalarında tip 2 DM varlığında, yaşam boyu tip 2 DM riski % 40’dır (50).
Hastalık genellikle pübertede insülin direnciyle birlikte ortaya çıkmaktadır.
Ortalama görülme yaşı 12-16 olup, bildirilen en genç vaka 4 yaşındaki Pima
yerlisidir(53). Büyük oranda büyüme hormonu artışına bağlı pubertal insülin direnci
artışı hastalığın gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır (54).
Tip 2 diyabet epidemiyolojisi ile obezite epidemiyolojisi arasındaki paralellik
adipoz dokudaki artmanın yarattığı insülin direncinin patogenezdeki önemini
göstermektedir. Erişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da abdominal obesite tip 2 diyabet
bakımından daha güçlü bir risk oluşturmaktadır (54). Obezite ve fiziksel inaktivite insülin
direncini kötü yönde etkilerken, kilo verilmesi ve fiziksel aktivite faydalıdır. İnsülin
direnci ve genetik yatkınlık, obezite ve fiziksel inaktivite gibi çevresel faktörlerle
birleşince tip 2 diyabetin fenotipik olarak ortaya çıkmasına sebep olur (53,55,56). Tip 2
diyabet gelişmesi için yüksek risk taşıyan toplumlarda yapılan çalışmalarda prediyabetik
normoglisemik kişilerde hiperinsülinemi ve insülin direnci olduğu gösterilmiştir
(53,57,58,59). Akantozis nigrikans ve polikistik over sendromu gibi insülin rezistansı ve
obezite ile ilgili sendromlar, lipid bozuklukları ve hipertansiyon tip 2 diyabetli çocuklarda
sık görülmektedir (56).
İntrauterin dönemde veya yaşamın ilk yılında oluşan malnutrisyon sonraki
yıllarda ortaya çıkan tip 2 DM’dan sorumlu tutulmakta ve fetal veya erken süt
çocukluğu döneminde spesifik nutrisyonel yetersizliğin β hücre gelişimi ve işlevini
etkilediği üzerinde durulmaktadır (50).
Aşikar
diyabetin
ortaya
çıkmasından
çok
önce
kompansatuvar
bir
hiperinsülinemi dönemi vardır ve bu hiperinsülinemiye bağlı olarak da diğer klinik
komplikasyonlar
(şişmanlık,
hipertansiyon,
hiperürisemi,
ateroskleroz
gb)
diyabetten önce gelişebilir (39).
Tip 1 diyabetli çocuklar fazla kilolu olmayıp, kısa süre önce kilo kaybı, poliüri ve
polidipsi öyküsü mevcuttur. %30-40 oranında başlangıçta ketoasidoz görülür (53). Tip 1
diyabetli çocuklarda adacık hücre antikorları (ICA), insülin otoantikorları (IAA),
22
glutamik asit dekarboksilaz antikorları (GADA), tirozin fosfataz ailesinden bazı hücre
fragmanlarına karşı gelişen antikorlar (IA-2A) %85-98 oranında gözlenir (50,53,56).
Buna karşılık tip 2 diyabetli çocukların çoğu fazla kilolu veya obez olup, poliüri ve
polidipsi görülmez veya hafiftir, kilo kaybı yoktur veya azdır (53). Genellikle lipolizi ve
ketogenezi önleyecek kadar insülin mevcut olduğundan ketoasidoz gelişmez. Ancak
yıllar içinde pankreas β hücre işlevi bozulur ve insülin gereksinimi ortaya çıkar. Bazen de
vakalar akut stres sonucu ketoasidozla gelebilir. Tip 1 DM tanısı alan bu vakaların
ketoasidoz düzeldikten sonra uzun bir balayı dönemine girdikleri saptanır. Tip 1 DM ’a
uymayan C-peptid düzeyleri (tip II DM da insülin ve C-peptid seviyeleri genelde normal
veya yüksektir) yanı sıra klasik HLA birlikteliğinin (HLA DR3-DR4) ve otoimmun
göstergelerin olmayışıyla sonradan tip 2 DM tanısına gidilir (Tablo 4). Bu vakaların
aksine bazı yavaş ilerleyen tip 1 DM ’lu (LADA) vakalarda β hücre kalitesinin azalması
ve insülin gereksinimi yıllar sonra ortaya çıktığından, bunlar başlangıçta tip 2 DM olarak
kabul edilirler. Ancak GADA, ICA ve diğer spesifik antikorların bakılmasıyla tip 1 DM
tanısına gidilir (50).
Tablo 4: Tip 2 Diabetes Mellitus Tanı Kriterleri (39):
¾ AKŞ : ≥ 126 mg/dl
¾ Rastgele kan şekeri : ≥ 200 mg/dl
¾ OGTT ( 2.st kan şekeri ) : ≥ 200 mg/dl
¾ Tip I DM de görülen insülin otoantikorları, anti-GAD antikorları, tirozin fosfataz
ailesinden bazı hücre fragmanlarına karşı gelişen antikorlar (IA-2, ICA 512 gibi),
tip II diyabetlilerde negatiftir.
Obez ve aile hikayesi olan veya insülin direncine ait bulgular gösteren çocuklarda
tip 2 diyabet riskinin giderek arttığı ve diyabetin belirgin mortalite ve morbiditeye sahip
bir hastalık olduğu gerçeği, tarama testlerinin gerekliliğini gözler önüne sermektedir.
Tarama testi ile araştırılan hastalığın semptomlarının görülmediği fakat
patolojinin tespit edildiği uzun bir latent döneminin olması gerekir. Tıpkı tip 2 diyabetli
erişkinlerde olduğu gibi, tip 2 diyabetli çocukların önemli bir kısmı asemptomatik evrede
tespit edilebilir.
23
Tarama testinin sensitif ve spesifik olması da gerekmektedir. Açlık glukozu ve 2
saatlik OGTT tip 2 DM için yüksek risk taşıyan toplumlara uygulanmış ve oldukça
sensitif ve spesifik olduğu tespit edilmiştir (53).
Amerikan Diyabet Birliği’nin önerisine göre tip 2 diyabet gelişme riski yüksek
çocuklara da, erişkinlerde olduğu gibi, tarama testleri yapılmalıdır (39). Her ne kadar
kesin önerilerin yapılması için yeterli veriler olmasa da, Konsensus Panel’in önerisine
göre eğer bir kişi kilolu ise (VKI’i yaşa göre 85. persentilin üstünde, boya göre ideal
kilosu % 120’den büyük ise) ve aşağıdaki risk faktörlerinin herhangi ikisi varsa, 10
yaşından veya puberte başlangıcından itibaren her iki yılda bir test yapılmalıdır. Ayrıca
aşağıdaki risk faktörlerinden herhangi birine sahip diğer yüksek risk grubundaki hastalara
da test düşünülmelidir.
•
Birinci veya ikinci derece akrabalarında tip 2 diyabet öyküsü
•
Belirgin ırk/etnik gruba ait olma (Amerika kızılderilisi, Afrika kökenli
Amerikalılar, İspanyol kökenli Amerikalılar, Asyalılar ve Güney Pasifik
adalılar)
•
İnsülin direnci veya insülin direnci ile ilişkili durumlara ait bulguları olanlar
(akantozis nigrikans, hipertansiyon, dislipidemi, polikistik over hastalığı)
Tarama testi olarak, açlık kan şekeri (OGTT de 2. saat kan şekeri değeri daha uygun
olsa da açlık kan şekeri daha ucuz ve az zaman harcanan bir yöntem olduğu için) tercih
edilmektedir. Testin 2 yılda bir yapılması önerilmektedir (39,53,56).
Tedavi
Tedavinin amacı; tartı kaybının sağlanması, kan şekeri düzeylerinin 80-120 mg/dl
arasında tutulması, HbA1c düzeyinin < %7 olması ve dislipidemi, hipertansiyon ve
vasküler komplikasyonların önlenmesidir (39). İdeal tedavi yöntemleri ile diyabet ile
ilgili akut ve kronik komplikasyon riski de minimuma indirilmelidir. Çocuklarda tip 2
diabetin başlangıç yaşının erken olması mikrovasküler komplikasyon riskini önemli
oranda arttırır ve bu direkt olarak diyabet ve hipergliseminin süresi ile ilgilidir (53,56).
Tip 2 diyabetin başlangıç tedavisi klinik belirtilere göre düzenlenir. Hastalığın
teşhis sırasındaki spekturumu asemptomatik hiperglisemiden diyabetik ketoasidoz ve
hiperglisemik hiperosmolar non-ketotik komaya kadar değişir (53,56).
24
Asemptomatik vakalarda beslenme alışkanlıklarını düzenlemek ve fizik aktiviteyi
artırmak tedavide esastır. Beslenme düzenlenirken diyetteki basit karbonhidrat ve yağ
oranı (özellikle sature hayvani yağların kullanımı) azaltılmalı, lifli besinlerin alınması
sağlanmalıdır. Fizik aktivite olarak ise haftanın 5 günü 30-40 dk süreli yüzme, yürüme
gibi yoğun egzersizler yapılmalıdır. Eğer 6 ay içinde kan şekeri düzeylerinde istenen
değerler elde edilemezse, 3 ay aralarla yapılan HbA1C % 7’nin üzerinde ise veya
semptomlar varsa farmakolojik tedaviye başlanır (39,50).
Farmakolojik tedavi insülin direncinin azaltılması, insülin salgılanmasının
arttırılması ve postprandial glukoz emiliminin yavaşlatılmasına yöneliktir. Biguanidler
(Metformin) glukoneogenezi azaltmak, karaciğer ve kasların insüline duyarlılığını
artırmak suretiyle kan glikozunu düşürürler. Ayrıca metformin anorektik etkisi nedeniyle
iştahın azalması ve buna paralel kalori alımının azalmasıyla kilo kaybına katkıda bulunur.
Geçici karın ağrısı, ishal ve bulantı gibi gastrointestinal sistem üzerine yan etkileri
olabilir. Dikkat edilmesi gereken en önemli yan etkisi ise laktik asidozdur. Özellikle
karaciğer, böbrek, kalp ve solunum yetersizliği olan çocuklarda kullanılmamalıdır.
Tiazolidinedion grubu (rosiglitazon, pioglitazon) insülin reseptör aktivitesi ve glukozun
hücre içine girişini sağlar. Yan etkilerinden dolayı çocuk ve adolesan dönemde
kullanılmamaktadırlar. Sülfonilüre grubu ilaçlar ve meglitinid (repaglinid) insülin
salgılanmasını artırarak etki eder. Alfa-Glukosidaz inhibitörleri (akarboz, miglitol)
incebarsaktan
karbonhidratların
emilimini
azaltarak
postprandial
kan
glukozu
yükselmesini azaltır (39,50).
Farmakolojik tedavi olarak öncelikle tercih edilen ilaç metformindir. Tedavide
aylık değerlendirme yapılması ve 3 aylık aralarla HbA1c tayini istenir. 3-6 aylık
metformin tedavisiyle HbA1c > %7 ise sulfonilüre grubu oral antidiyabetikler eklenir. Bu
tedaviyle de HbA1c > %7 ise insülin tedavisine başlanır. İzlemde kan glukozunun
yemeklerden önce ve yatmadan önce kontrolü önerilir. HbA1c’nin ≤ %7 ve açlık plazma
glukozunun ≤ 120 mg/dl olması istenir (39,50).
Tanıda ağır hiperglisemi ve ketoz gösteren vakalarda tedaviye insülin ile başlanır,
daha sonra insülin dozu tedricen azaltılıp oral antidiyabetik ilaçlar eklenir (50).
25
METABOLİK SENDROM
Erişkinlerde yapılan çalışmalar uzun süredir dikkatleri bir tür tip 2 diyabet öncülü
kabul edilebilecek metabolik sendrom veya “insülin direnci sendromu” üzerine
çekmektedir (7,8).
1988’de
Reaven
şişmanlık,
diyabet,
hipertansiyon,
hiperlipidemi
ve
aterosklerotik kalp hastalıklarının tesadüften öte bir sıklıkta aynı hastada bulunmalarını
gözlemleyerek, bunların aynı metabolik bozukluktan kaynaklandığını ileri sürmüştür
(7,44,60). Buradan yola çıkılarak insülin direnci (hiperinsülinemi), obezite, glukoz
tolerans bozukluğu ,hipertrigliseridemi, azalmış HDL kolesterol konsantrasyonu,
hiperürisemi, fibrinolitik bozukluklar, hipertansiyon ve koroner hastalıktan oluşan
metabolik sendrom (sendrom X) tarif edilmiştir (61). Sonraki yıllarda “sendrom X”,
“insülin direnci sendromu”, “metabolik kardiyovasküler sendrom”, “plurimetabolik
sendrom” “dismetabolik sendrom” ve “Reaven sendromu” gibi değişik isimlerle
adlandırılan bu sendromun anahtar komponenti insülin direncidir (62).
Son epidemiyolojik çalışmalar, ABD'de yaşayan erişkinlerin (>20 yaş) %24'ünde
metabolik sendrom olduğunu, bazı etnik gruplarda bu oranın %50'yi bulduğunu
göstermektedir (63). Benzer çalışmalarda metabolik sendromun tip 2 diyabet ve
kardiyovasküler hastalık riskini arttırdığı ve insülin direncinin tip 2 diyabetli, tip 2
diyabetli olmayan ve toplam nüfus dikkate alındığında Amerika'daki yıllık
kardiyovasküler hastalıkların sırasıyla %46.8, %6.2 ve %12.5'inden sorumlu olduğu
gösterilmiştir (64,65).
Çocukluk çağında metabolik sendrom sıklığı araştırmalarında farklı tanımlar
kullanıldığından karşılaştırma yapmak mümkün olmasa da genel sıklık %3-4 civarında
olup erişkinlere göre düşüktür. ABD'deki erişkinlerde Adult Treatmant Panel (ATP) III
kriterlerine göre metabolik sendrom sıklığı %23.7, 20-29 yaş grubunda ise %6.7
bulunmuştur (66). Çocuklarla ilgili ilk geniş çalışma “Bogalusa Hearth Study”
kapsamında yapılmış, bu çalışmada VKI, hipertansiyon, trigliserid/HDL-Kolesterol ve
açlık insülinin kendi gruplarına göre 75. persentilin üzerinde olması metabolik sendrom
tanımı için kullanılmış ve metabolik sendrom sıklığı beyaz çocuklarda %4, siyahlarda
%3 bulunmuştur (67). Finli çocuk ve gençlerdeki kardiyovasküler risk faktörlerini
26
inceleyen geniş kapsamlı bir araştırmada metabolik sendrom sıklığı %4 bulunmuştur
(68). ABD'de 1988-1994 dönemini kapsayan Üçüncü Ulusal Sağlık ve Beslenme
Araştırması (NHANES) 'nda 2430 adolesandan elde edilen veriler ATP III ölçütlerine
göre değerlendirilmiş ve metabolik sendrom sıklığı %4.2 (erkeklerde %6.1, kızlarda
%2.1) bulunmuştur (69). Aynı araştırmada obez adolesanlarda (VKI > 95. persentil)
metabolik sendrom sıklığı %28.7, fazla kilolularda (VKI 85-95. persentil arası) ise %6.8
bulunmuştur (70).
Son yıllarda ülkemizde de özellikle obez adolesanlarda glukoz intoleransı
sıklığına dikkat çeken araştırmalar yayınlanmaktadır. Marmara Pediatrik Endokrin
Grubunun çok merkezli olarak yaptığı bir çalışmada yaşları 10-18 arasındaki 105
çocuğun %14.2'sinde prediyabet (bozuk açlık glukozu ve/veya OGTT'de ikinci saat
glukoz düzeyi 140- 200 mg/dl) saptanmıştır (71). Aynı çalışmada bozuk glukoz
toleransı gösteren çocuk sayısı aile öyküsü pozitif olan ve obez olan grupta (%25.5)
daha yüksek bulunmuştur. Çalışma kapsamına alınan bütün çocuk ve adolesanların
sadece açlık kan şekeri değerine bakıldığında altı kişide bozukluk saptanırken,
OGTT'nin 120. dakika ölçümleri göz önünde alındığında ise 12 kişide glukoz intoleransı
saptanmıştır. Çocukların insülin duyarlılıkları HOMA-IR ile değerlendirilmiş ve glukoz
toleransı bozuk olan grubun oranları belirgin yüksek bulunmuştur (4.17'ye karşın
11.52). Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yapılan bir çalışmada da VKI > 95.
persentil ve yaş ortalaması 10.9 yıl olan 93 çocuğun %10.8'inde glukoz intoleransı
saptanmış ve normal glukoz toleransı gösteren çocukların ise %74.7'sinde
hiperinsülinizm gösterilmiştir (72).
Ülkemizde çocukluk çağında metabolik sendrom sıklığıyla ilgili yeterli veri
bulunmamaktadır. Çizmecioğlu ve ark.’nın yaşları 2 -18 yıl arasında değişen (81 kız, 49
erkek) 131 obez vakada Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kriterlerine göre yaptığı
değerlendirmede metabolik sendrom prevalansı obez çocuk ve adolesanlar arasında %20
bulunmuştur (73).
Metabolik Sendromda Etiyoloji:
Erişkinlerdeki
çalışmalar
metabolik
sendroma
giden
süreçde
temel
yönlendiricinin insülin direnci olduğunu ve insülin direnci derecesi ile metabolik
27
sendrom sıklığı arasında korelasyon olduğunu göstermektedir (7,8). Bir başka deyişle
obeziteye değişik ölçülerde insülin direnci eşlik etmekte, fakat metabolik sendrom
vakalarında obeziteden bağımsız olarak insülin direnci temel patofizyolojik
mekanizmayı oluşturmaktadır. Bu vakalarda obezitenin insülin direncine bağlı olması
daha muhtemel görünmektedir. Yağ dokusu, özellikle de visseral yağ dokusu artışı ile
insülin direnci arasındaki yakın ilişkinin yanı sıra kas hücreleri içindeki yağ birikiminin
insülin duyarlılığı değişikliklerinde önemli rolünün olduğu bilinmektedir (74).
Çocuklarda insülin direncinin mekanizmasını anlamak için yapılan ileri çalışmalarda
“nuclear magnetic resonance” (NMR) ile iskelet kasındaki trigliserid içeriği ölçülmüş
ve obez adolesanlarda kas hücresi lipid içeriğinin belirgin olarak fazla olduğu ve lipid
birikimi ile oral glukoz tolerans testi'nde (OGTT) ikinci saat kan glukozu değerleri
arasında korelasyon olduğu saptanmıştır (75). Son yıllarda ise metabolik sendrom ve tip
2 diyabet vakalarında C-reaktif protein ve TNF-α gibi enflamasyon mediatörlerinin
arttığı, özellikle visseral obesitenin bir tür kronik enflamasyon yaratarak insülin
direncine neden olduğu üzerinde durulmaktadır (13,76). Yine yakın zamanda
yayınlanan çalışmalarda yağ dokusundan salgılanan ve insülin duyarlılığını arttırdığı
bilinen adiponektin düzeylerinin metabolik sendrom vakalarında belirgin olarak düşük
olduğuna dikkat çekilmektedir (77,78).
Doku spesifik insülin reseptörlerinin yok edilebildiği fare çalışmalarından elde
edilen veriler de başlangıçta yağ dokusu dışında dokulardaki insülin direnci olduğunu,
bu nedenle karbonhidrat metabolizmasının enerji depolama yönüne döndüğünü, nöronal
hücrelerdeki insülin direnci (dolayısıyla insülin etkisindeki azalma) sonucu artan iştahın
da etkisiyle obezitenin meydana geldiğini; artan yağ dokusu bu kez “lipotoksisiteye”
yol açarak tip 2 diyabete doğru ilerleyen bir kısırdöngüye neden olduğunu
göstermektedir (6,42).
Obezite derecesi ile metabolik sendrom sıklığı arasındaki ilişkiyi inceleyen bir
araştırmada orta derecede obez (VKI z skor 2-2.5) adolesanlarda %38.7, şiddetli
obezlerde (VKI z skor > 2.5) %49.7 oranında metabolik sendrom saptanmıştır. Aynı
araştırmada obezite derecesi arttıkça C-reaktif protein düzeyinde artma, adiponektin
düzeyinde azalma saptanmıştır. C-reaktif protein, kardiyovasküler morbidite ile ilişkili
enflamasyon göstergesi olarak kabul edilmektedir (79).
28
Etnik köken ve obezite derecesine göre düzeltme yapıldığında insülin direnci
arttıkça metabolik sendrom sıklığında belirgin artış olduğu belirlenmiştir. Finli
gençlerdeki kardiyovasküler risk faktörlerini inceleyen prospektif araştırmada başlangıç
insülin düzeyleri yüksek olanlarda daha sonra metabolik sendrom geliştiği
gösterilmiştir (68).
Metabolik sendromun bileşenleri:
Obezite: Vücut yağı bilindiği gibi metabolizma için enerji deposudur.
Organizma yakıt olarak yemekle alınan karbonhidratları kullanır. Açlık uzayınca
karaciğer ve kasta depolanmış olan glikojen parçalanıp enerji maddesi olarak kullanılır.
Açlık hali uzun sürerse vücut glikojen depolarıda tükendiği için yağ dokusundaki
trigliseridler gliserol ve serbest yağ asitlerine dönüşür. Bunlar dolaşıma girip
karaciğerde beta-oksidasyona girerler. Kasta da kullanılırlar. İnsanlarda yağ depolanma
biçimi iki türlü olabilir. Yağ kalçalarda veya batın içinde bulunabilir. Yağ kalçalarda
lokalize ise kadın tipi (jineoid obezite), batında lokalize ise erkek tipi (adroid veya
viseral obezite) şişmanlık diye adlandır (80).
Daha önce de belirtildiği gibi metabolik sendrom ile obezite arasında yakın
ilişki vardır. VKI’de her 0.5 puanlık artış metabolik sendrom sıklığını 1.55 kat
artırmaktadır. (79).Ancak bugünkü görüş obezitenin derecesinden ziyade batın içi yağ
dokusu fazlalığının (android obezitenin) obezitenin metabolik komplikasyonları ve
aterosklerotik kalp hastalığına neden olduğu yönündedir. Android (viseral) obezitede
yağ kitlesi omentumda toplanır. Buradaki yağ hücreleri hipertrofik karakterdedir ve
metabolik olarak çok aktiftir. Aktif olan bu batın içi yağ dokusundan serbest yağ asitleri
(SYA) açığa çıkar, portal sistem ile karaciğere ulaşır. Karaciğerde yüksek SYA varlığı
insülin rezistansına ve hiperinsülinemiye yol açar. Buna karşılık gluteal bölgede ki yağ
hücreleri hiperplastik karakterli olup metabolik olarak da aktif değildir. Gebelik
esnasında fetusun ihtiyaçları için kullanılır. Bu yüzden obezitenin değerlendirilmesinde
bel çevresi, bel/kalça oranı giderek önem kazanmaktadır (62).
Azalmış karbonhidrat toleransı veya tip 2 DM: İnsülin direnci olan kişi ancak
fazla miktarda insülin ile normal karbonhidrat metabolizmasını idame ettirebilmektedir.
Sürekli insülin üretimini yüksek düzeyde tutmak zorunda kalan pankreas beta hücresi
29
zaman içinde insülin sentez ve sekresyon kapasitesini yitirmekte daha fazla yükselen
kan şekeri de beta-hücre desensitizasyonu yapmakta ve azalmış karbonhidrat toleransı
ve tip 2 DM gelişebilmektedir (80).
Dislipidemi: Bu olgularda hipertrigliseridemi ve düşük HDL-kolesterol düzeyi
mevcuttur. Viseral obezitede viseral yağ dokusundan karaciğere fazla miktarda SYA
akımı olur. Bu SYA lerinden karaciğerde endojen trigliserid sentezi yapılır ve VLDLKolesterol olarak dolaşıma katılır. Normalde insülin hem karaciğerde endojen
trigliserid sentezini baskılar hem de VLDL-Kolesterol metabolizmasını hızlandırır. Bu
nedenle insülin direnci olduğunda VLDL-Kolesterol sentezi ve dolaşıma geçişi artar.
Bilindiği gibi hem şilomikron hem de VLDL-Kolesterol ’un taşıdığı TG ’ler yağ, kas
hücresi kapillerindeki lipoprotein lipaz enziminin aktivitesi sonunda katabolize olurlar.
İnsülin direnci olduğunda ise lipoprotein lipaz aktivitesi düşük olduğu için TG
katabolizması yavaşlamıştır. Kanda şilomikronlar ve özellikle VLDL-Kolesterol
artmıştır. HDL-Kolesterol, VLDL-Kolestrol yıkım ürünlerinden yapılır. VLDLKolesterol yıkımı az olduğu için HDL-Kolesterol düzeyi düşüktür. LDL-Kolesterol
molekülü VLDL-kolesterolden lipoprotein lipaz etkisi ile oluşur. Sirkülasyonda fazla
miktarda VLDL-Kolesterol bulunduğu için düşük LPL aktivitesine rağmen normal veya
hafif artmış düzeyde LDL-Kolesterol vardır. Fakat LDL-kolesterolün kompozisyonu
değişmiştir, daha aterojenik olan B tipi LDL-Kolesterol orantısal olarak artmıştır (62).
Hipertansiyon: Esansiyel hipertansiyonu olan, karbonhidrat metabolizması
normal kişilerde hiperinsülinemik öglisemik klemp testi ile insülin direnci olduğu
gösterilmiştir. İnsülin böbreklerden sodyum ve su tutulumunu arttırır. Katekolamin
düzeyinin yüksekliği ve hiperinsülinemide adrenerjik tonusunu artırır. Hem insülin hem
de dolaşımda artmış olan SYA miktarı Na-K-ATP pompasının yeteri düzeyde
çalışmasını bozarken, insülin ve insüline benzer büyüme faktörü 1(IGF-1) damar düz
kas hücrelerinin proliferasyonunu artırır. Tüm bu sıralanan nedenler hiperinsülinemik
kişilerde hipertansiyon oluşturma mekanizmaları olarak gösterilmektedir (62).
Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri
Çocukluk çağında metabolik sendrom araştırmalarının artması ile birlikte
çocukluk çağında metabolik sendrom tanımlanması, metabolik sendrom tanımı için
30
kullanılacak komponentler ve kullanılacak kriterler için eşik değerler konularında
tartışmalar sürmektedir (81). Şimdiye kadar yayımlanan çocukluk çağı araştırmalarında
ATP III ve WHO kriterleri kombine edilerek kullanılmakta ve ölçümlere ait eşik
değerler için araştırmacılar kendi gruplarından elde ettikleri değerleri kullanmaktadır.
National Cholesterol Education Program (NCEP) /Adult Treatmant Panel (ATP)
III ve Dünya sağlık Örgütü (WHO) önerilerine göre metabolik sendrom tanı kriterleri
aşağıda görülmektedir (82) (Tablo5).
Tablo 5: NCEP ve WHO ‘ya göre metabolik sendrom tanı kriterleri
NCEP
WHO
X
X
Kan basıncı
Hipertansiyon (diastolik ≥ 85 mmHg,
sistolik ≥ 130 mmHg)
Santral obezite
Obezite (VKI ≥ % 95)
X
Bel çevresi ≥ 102 cm ♂,88 cm ♀
X
X
Dislipidemi
HDL ≤ 40 mg/dL ♂, 50 mg/dL ♀
X
HDL ≤ 35 mg/dL ♂, 39 mg/dL ♀
Trigliserid ≥ 150 mg/dL
X
X
X
X
X
İnsülinle ilgili parametre
Açlık kan glukozu ≥ 110 mg/dL veya
Bilinen diyabet
Hiperinsülinemi
X
NCEP’e göre metabolik sendrom tanısı için beş kriterden üçü gereklidir. WHO’ya
göre metabolik sendrom tanısı için bozuk açlık glukozu, bilinen diyabetli olmak veya
hiperinsülinizme ek olarak tablodaki diğer üç kriterden ikisi gereklidir (82).
Çocukluk çağı araştırmalarında bozuk açlık glukozu (>110 mg/dL) çok düşük
oranda bulunurken, bozuk glukoz toleransı (OGTT sırasında ikincil saatteki kan
şekerinin ≥ 140 mg/dl olması) daha yüksek oranda bulunmakta veya açlık glukozu
31
normal olan vakalarda hiperinsülinizm saptanmaktadır (69,70). Bu durumda çocukluk
çağında metabolik sendrom komponenteleri arasında ya WHO önerisi olan
hiperinsülinizmin olması ya da bozuk açlık kan şekeri kriteri olarak Amerikan Diyabet
Birliği'nin yeni önerilerindeki gibi açlık kan şekeri düzeyinin ≥ 100 mg/dL değeri kabul
edilmesi önerilmektedir (81).
Tedavi ve Önlem :
Metabolik sendrom tedavisinde genel yaklaşım insülin direncinin düzeltilmesine
yöneliktir (81). İnsülin direncinin kesin tedavisi yoktur. Ancak sağlıklı beslenme ve
düzenli egzersiz yapılması insülin direncinin azaltılması için ilk basamaktır. Bu amaçla
öncelikle günde 30-40 dakika egzersiz yapılması, lifli besinlerin tüketiminin arttırılması
gibi yaşam tarzı değişiklikleri başlanmalıdır (6,39). Çocuklardaki tip 2 diyabet
tedavisinde kullanılması onaylanan metformin, yüksek riskli çocuklar olmak üzere
metabolik
sendromlu
hastalarında
tedavisinde
bir
seçenek
olarak
kabul
edilmektedir(13). Metabolik sendrom ve polikistik over sendromlu adolesan ve
gençlerde günde 850 mg metforminin 8 ay-1 yıl süreyle kullanımının insülin
duyarlılığında belirgin düzelme sağlamanın yanı sıra trigliserid ve androjen
düzeylerinde düşmeye neden olduğu gösterilmiştir (6).
Glikoz intoleransı gelişen vakalarda önce tek başına diyet ve egzersiz tedavisi,
yeterli olmazsa insülin direncini azaltabilmek için metformin tedavisine başlanması
önerilir. Diyabetin ortaya çıktığı olgularda diyet, egzersiz ve oral antidiyabetik tedavi
ile yeterli metabolik kontrol sağlanamadığında insülin tedavisine başlanmalıdır (39).
Leptin tedavisi, Ghrelinin baskılanması, NPY’nin baskılanması, TNF-α
inhibitörleri, adiponektin tedavisi, glukagon like peptid (GLP-I) gelecek için araştırılan
tedavi seçenekleridir (39).
Metabolik sendromlu çocuklarda kısa süre içinde tip 2 diyabet geliştiğinin
gösterilmesi bu vakaların tedavi ve izleminin koruyucu hekimlik bakımından da önemli
olduğunu göstermektedir (79). Ailesinde tip 2 diyabet ve/veya metabolik sendrom yükü
olan, fizik muayenede santral obezite, akantozis nigrikans gibi insülin direnci bulguları
olan çocukların daha yakından izlenmesi, tip 2 diyabet bakımından riskli olan ve insülin
direnci olan vakalarda erken tedavi başlanması gereklidir (6).
32
İnsülin direnci ve hiperinsülinemiden korunmanın en önemli yolu sağlıklı
beslenme ve fiziksel aktivitedir. Fiziksel aktiviteden yoksun bir yaşam obezite ve tip 2
diyabetin gelişmesi, kardiyovasküler mortalite ve morbiditeyle yakından ilişkili
olduğundan, çocuklar günde en az 30 dakika fiziksel aktivite yapmaya, sedanter
aktivitelerin
kısıtlanıp,
sportif
faaliyetlere
edilmelidir(53,57)
33
yönelmeleri
konusunda
teşvik
MATERYAL VE METOD
Çalışmamız 2004-2005 eğitim ve öğretim yılında İstanbul Çapa İlköğretim Okulu
6-8.sınıf sabahçı grubunda eğitim gören öğrencilerin katılımı ile yapıldı. İlk görüşmede
öğrencilerin, kendilerine ve ailelerine çalışmanın amacını ve özelliklerini anlatan onam
formları verildi. Bu çalışmaya katılmayı kabul eden 395 öğrenciden ve ailelerinden ayrı
ayrı yazılı onamları alındı. Bir sonraki görüşmede çocukların boy, kilo, bel-kalça
çevresi, sistolik ve diastolik tansiyon ölçümleri yapıldı.
Çocukların boy ölçümleri topukları, kalçaları ve başı duvara yaslanmış olarak 1
mm aralıklı elastik olmayan mezür ile yapılırken, ağırlık ölçümleri ise 0,5 kg’a duyarlı
baskül ile yapıldı. Ölçüm sonrası VKI’i [Ağırlık(kg)/Boy2 (m)] formülü ile hesaplandı.
VKI’i 85. persentilden 94. persentile kadar olanlar fazla tartılı (overweight), 95.
persentil ve üzerinde olanlar ise şişman (obez) olarak kabul edildi. VKI persantil
değerleri olarak Cinaz ve ark.’nın 12589 çocukta yaptıkları saha taraması sonucunda
elde ettikleri değerler kullanıldı (83) (Tablo 6).
Tablo 6: Türk çocuklarının VKI persentil değerleri
Erkek çocuklarıda
Kız çocuklarda
Yaşlar
85. persentil
95. persentil
85. persentil
95. persentil
10
21,3
23,0
21,3
23,1
11
22,1
23,9
22,2
24,2
12
22,7
24,7
23,1
25,2
13
23,4
25,5
23,9
26,1
14
24,0
26,2
24,7
27,0
15
24,6
26,9
25,4
27,9
Çocuklar dik pozisyonda, karınları serbest bırakılmış halde iken göbek deliği
hizasından bel çevresi, büyük trokanterler etrafından ise kalça çevresi ölçüldü. Daha
sonra bel/kalça oranı hesaplandı. Antropometrik ölçümler; çocuklar ayakta iken
34
üzerlerinde iç çamaşırları olacak şekilde ayakkabıları çıkarılarak, aynı aletler ve ekip
tarafından yapıldı.
Kan basınçı ölçümleri ise istirahat halinde oturur pozisyonda iken, sağ koldan
yapıldı. Kolun 3/4’ünü saran civalı olmayan tansiyon aleti kullanıldı. Hepsi aynı kişi
tarafından yapılan kan basıncı ölçümleri sırasında sağ kol kalp hizasında idi. Sistolik
kan basıncı değeri için Korotkoff faz 1, diastolik kan basıncı değeri için Korotkoff faz
4-5 kabul edildi. Elde edilen sistolik ve/veya diastolik kan basıncı değerinin yaş ve cinse
göre 95. persantil ve üzerinde olması hipertansiyon olarak kabul edildi (84).
Ölçümler yapılırken çocuklara kan örneklerinin alınacağı gün bildirildi. Kan
örneği vermeyi kabul eden 353 çocuktan, örnekler sabah 08:30-09:30 (12 saatlik
açlıktan sonra) arasında alındı. Alınan venöz tam kan örnekleri 30dk içinde Haseki
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Laboratuvarına ulaştırıldı. 3000 devirde 10
dakika santrifüj edilerek serum örnekleri elde edildi. Bu serum örnekleri her hasta için
iki parçaya (örnek 1 ve 2) ayrıldı. Örnek 1’den Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Biyokimya laboratuarında (örnekler laboratuara ulaştıktan bir saat içerisinde) glikoz,
Total kolesterol, HDL-Kolesterol, LDL-Kolesterol, VLDL-Kolesterol ve Trigliserid
düzeyleri çalışıldı. Örnek 2 ise -20ºC ısıya sahip derin dondurucuda toplandı. Bu 2
numaralı örneklerin tümü buz kalıpları içerisinde İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp
Fakültesi Merkez Biyokimya Laboratuvarına ulaştırıldı. Burada serumlar çözündükten
sonra test öncesi vorteks ile karıştırılıp homojen hale getirilerek, bazal insülin düzeyleri
çalışıldı. Sonuçlar elde edildikten sonra HOMA-IR [açlık insülin (mIU/ml) x açlık
glükoz ( mmol / lt) / 22.5] formülü ile hesaplandı.
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Laboratuvarında yapılan
laboratuvar değerlendirmelerinde Olympose AU 2700 cihazı kullanıldı. Glukoz
heksokinaz yöntemi ile, HDL-Kolesterol, Trigliserid, Total kolesterol enzimatik
kolorimetrik reaksiyon yöntemi ile, LDL-Kolesterol, VLDL-Kolesterol Friedewald
hesaplama yöntemi ile çalışıldı.
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Merkez Biyokimya Laboratuvarında
yapılan bazal insülin düzeyi değerlendirmelerinde Roche Diagnostics E170 cihazı ve
elektrokemiluminasans yöntemi kullanıldı.
35
Metabolik sendrom tanısı için WHO kriterleri kullanıldı (82). Obezite (VKI ≥
95.persentil)(83), bozuk açlık kan glukozu (≥110 mg/dl), hipertansiyon (sistolik ve/veya
diastolik kan basıncı ≥ 95.persentil)(84), dislipidemi (HDL-Kolesterol < 35 mg/dl, TG
11 yaş ve altı için: erkeklerde > 108 mg/dl, kızlarda > 114 mg/dl, 12 yaş ve üzeri için
her iki cinste de > 138 mg/dl) (85) komponentlerinden üçünün veya daha fazlasının
birarada olması metabolik sendrom olarak kabul edildi.
İstatistiksel İnceleme:
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS
(Statistical Package for Social Sciences) for Windows 11.0 programı kullanıldı.
Bulunan sonuçlar %95 CI (güven aralığı) içinde, ortalama (±) SD (Standart deviasyon)
şeklinde verildi. Tek grup ortalaması için Student t testi kullanılarak, çalışma
grubundaki
verilerin
alt
ve
üst
sınırları
hesaplandı. Demografik
verilerin
hesaplanmasında tanımlayıcı metodlar kullanıldı. Değişkenler arasındaki ilişkinin
incelenmesinde Pearson korelasyon analizi kullanılırken, p<0.05 olan değerler
istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
36
BULGULAR
Çalışmamız 2004-2005 eğitim ve öğretim yılında İstanbul Çapa İlköğretim
Okulunda eğitim gören 395 öğrencinin katılımı ile yapılmıştır. Bu öğrencilerin
tamamının boy, kilo, bel-kalça çevreleri, sistolik ve diastolik tansiyon değerleri
ölçülmüştür. Ancak kan örneği vermeyi kabul eden 353 öğrenciden açlık kan şekeri,
bazal insülin, HDL-Kolesterol, LDL-Kolesterol, VLDL-Kolesterol, Total kolestrol ve
Trigliserid düzeyi bakılmıştır.
Çalışmaya katılan olguların yaşları 10.75 ile 14.42 arasında değişmekte
olup; ortalama yaş 12.51±0.90 idi. Olguların 176’sı kız (%44.5), 219’u erkek (%55.5)
idi. Olgularımızın cinsiyetlerine göre dağılımı tablo 1 ve şekil 1 ‘de gösterilmiştir.
Tablo 1 : Çalışmaya katılanların yaş durumu
N
Minimum
Maximum Ortalama
Standart
Sapma
Olguların yaşı
395
10.75
14.42
12.51
0.90
% 44,5
% 55,5
Kız
Erkek
Şekil 1: Çalışmaya katılanların cinsiyetlerine göre dağılımı
37
Çalışmaya katılan olguların VKI’leri 20.57 ± 3.48 aralığında (min: 13.20 – max:
31.00) dağılmaktadır. Bel çevresi ortalama değeri 69.55 ± 9.42 cm (min: 55 - max: 99
cm) dir. Bel/kalça oranı ortalama değeri ise 0.83 ± 0.05 (min: 0.68 - max: 1.00) dir.
Olguların antropometrik ölçüm değerleri Tablo 2’de gösterilmiştir.
Tablo 2: Olguların antropometrik değerleri
minimum maximum Ortalama Standart Sapma
Vücut kitle indeksi
13.20
31.00
20.57
3.48
Bel çevresi (cm)
55
99
69.55
9.42
Bel/kalça oranı
0.68
1.00
0.83
0.05
Çalışmaya katılan olguların VKI değerleri, persentillerine göre incelendi.
Olgulardan 41 ( %10.4)’i fazla tartılı (overweight), 50 (%12.7)’si şişman(obesity)
olarak saptandı. VKI değerlerine göre dağılımları şekil 2’de gösterilmiştir.
10,4%
12,7%
85. persentil altı
77,0%
85 - 94. persentil
95. persentil üstü
Şekil 2: Çalışmaya katılan olguların VKI’lerine göre dağılımları
38
Olgularımızın sistolik kan basıncı değeri ortalama 103.41 ± 12.77 mmHg (min:
70 - max: 150 mmHg) dir. Diastolik kan basıncı değeri ise ortalama 60.77 ± 11.12 mmHg
(min: 40 - max: 100 mmHg) dir. Olgularımızdan 15’inde hipertansiyon (sistolik ve/veya
diastolik kan basıncı değeri kendi yaş ve cinsine göre 95.persentil ve üzerinde) tespit
edildi. Tansiyon değerleri Tablo 3’ de gösterilmiştir.
Tablo 3: Olguların sistolik ve diastolik tansiyon değerleri
Ortalama
Std. Sapma
Sistolik kan basıncı (mmHg)
103.41
12.77
Diastolik kan basıncı(mmHg)
60.77
11.12
Olguların laboratuvar değerleri ise Tablo 4 ‘de gösterilmiştir.
Tablo 4: Çalışma grubunun laboratuvar değerleri
Ortalama
Standart Sapma
Açlık kan şekeri (mg/dl)
90.69
7.94
Bazal insulin (µ/ml)
8.70
4.81
HDL- Kolesterol (mg/dl)
53.37
11.67
LDL- Kolesterol (mg/dl)
93.08
23.55
VLDL- Kolesterol (mg/dl)
15.50
8.05
Total Kolesterol (mg/dl)
162.17
29.33
Trigliserid (mg/dl)
77.69
40.28
39
Çalışmamıza katılan olguların HOMA-IR değerleri ortalama 1.95 ± 1.11 (min:
0.03 – max: 9.2) saptanmıştır. Tablo 5 ve Şekil 3’de HOMA-IR değerleri gösterilmiştir.
Tablo 5: Çalışmaya katılan olguların HOMA-IR değerleri
Ortalama
Standart Sapma
1.95
1.11
HOMA-IR
5
4
3
2
1
0
HOMA-IR
Şekil 3: Çalışmaya katılan olguların HOMA-IR değer dağılımları
40
Çalışmamıza katılan olguların antropometrik ve laboratuvar verileri metabolik
sendrom açısından değerlendirildi. Olguların 50’sinde obezite, 5’inde bozuk açlık
glukozu, 11’inde sistolik kan basıncı yüksekliği, 7’sinde diastolik kan basıncı yüksekliği,
9’unda HDL-Kolesterol düşüklüğü, 26’sında trigliserid yüksekliği saptandı. Metabolik
sendrom tanı kriterlerinin birlikteliği 3 olguda vardı. Çalışmaya katılan olguların
%0.85’inde, obez olguların ise %6’sında metabolik sendrom saptandı (Şekil 4).
6%
94%
metabolik sendromu olanlar
metabolik sendromu olmayanlar
Şekil 4: Obez olgulardaki metabolik sendrom sıklığı
41
KORELASYONLAR
Antropometrik değerler
Çalışmaya katılan olguların antropometrik değerleri ile diğer parametreler
arasındaki ilişki Tablo 6’da gösterilmiştir :
Tablo 6: Antropometrik ölçümler ile diğer parametreler arasındaki ilişki
Vücud kitle indeksi
r
Bel çevresi (cm)
Bel/kalça oranı
p
r
p
r
p
Bel çevresi (cm)
0.819
0.000***
-
-
-
-
Bel/kalça oranı
0.297
0.000***
0.568
0.000***
-
-
Sistolik kan basıncı
(mmHg)
0.459
0.000***
0.470
0.000***
0.129
0.013*
Diastolik kan basıncı
(mmHg)
0.459
0.000***
0.432
0.000***
0.106
0.042*
Açlık kan şekeri (mg/dl)
-0.099
0.062
0.015
0.780
0.125
0.019*
Bazal insulinemi (µ/ml)
0.437
0.000***
0.388
0.000***
0.097
0.076
HOMA-IR
0.393
0.000***
0.364
0.000***
0.108
0.048*
Total kolesterol (mg/dl)
LDL-Kolesterol (mg/dl)
0.137
0.170
0.010**
0.001***
0.147
0.006**
0.187
0.000***
0.165
0.002**
0.165
0.002**
VLDL-Kolesterol (mg/dl)
0.360
0.000***
0.335
0.000***
0.212
0.000***
Trigliserid (mg/dl)
0.363
0.000***
0.334
0.000***
0.209
0.000***
HDL-Kolesterol (mg/dl)
-0.263
0.000***
-0.196
0.000***
0.001
0.980
*p<0.05
**p<0.01
***p<0.001
VKI ile bel çevresi (p<0.001 r=0.819 ), bel/kalça oranı (p<0.001 r=0.297),
sistolik kan basıncı (p<0.001 r=0.459), diastolik kan basıncı (p<0.001 r=0.459),
bazal insülin değeri (p<0.001 r=0.437), HOMA-IR (p<0.001 r=0.393), trigliserid
(p<0.001 r=0.363), total kolesterol (p<0.05 r=0.137), LDL-Kolesterol (p<0.001
r=0.170) ve VLDL-Kolesterol ( p<0.001 r=0.360) arasında pozitif korelasyon
saptanmıştır. HDL-Kolesterol (p<0.001 r=-0.263) ile ise negatif korelasyon
saptanmıştır. Açlık kan şekeri ile anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.
42
Bel çevresi ile bel/kalça oranı (p<0.001 r=0.568), sistolik kan basıncı
(p<0.001 r=0.470), diastolik kan basıncı (p<0.001 r=0.432), bazal insülin değeri
(p<0.001 r=0.388), HOMA-IR (p<0.001 r=0.364), trigliserid (p<0.001 r=0.334),
total kolesterol (p<0.01 r=0.147), LDL-Kolesterol (p<0.01 r=0.165) ve VLDLKolesterol ( p<0.001 r=0.335) arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. HDLKolesterol (p<0.001 r= -0.196) ile ise negatif korelasyon saptanmıştır. Açlık kan
şekeri ile anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.
Bel/kalça oranı ile sistolik kan basıncı (p<0.05 r=0.129), diastolik kan
basıncı (p<0.05 r=0.106), Açlık kan şekeri (p<0.05 r=0.125), HOMA-IR (p<0.05
r=0.108), trigliserid (p<0.001 r=0.209), total kolesterol (p<0.001 r=0.187), LDLKolesterol (p<0.01 r=0.165) ve VLDL-Kolesterol ( p<0.001 r=0.212) arasında
pozitif korelasyon saptanmıştır. Bazal insülin değeri ve HDL-Kolesterol ile
anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.
160
140
Sistolik kan basıncı
120
100
80
60
14
18
22
26
30
VKİ
Şekil 5: Sistolik kan basıncı ile VKI’nin korelasyonu
43
40
30
20
Bazal insulinemi
10
0
-10
14
18
22
26
30
VKİ
Şekil 6: Bazal insülin değeri ile VKI’nin korelasyonu
400
300
200
Trigliserid
100
0
14
18
22
26
30
VKİ
Şekil 7: Trigliserid ile VKI’nin korelasyonu
44
400
350
300
250
Total kolesterol
200
150
100
50
14
18
22
26
30
VKİ
Şekil 8: Total kolesterol ile VKI’nin korelasyonu
120
100
80
HDL-Kolesterol
60
40
20
14
18
22
26
30
VKİ
Şekil 9: HDL-Kolesterol ile VKI’nin korelasyonu
45
Çalışmaya katılan olguların sistolik ve diastolik kan basıncı değerleri ile diğer
parametreler arasındaki ilişki Tablo 7’da gösterilmiştir:
Tablo 7: Kan basıncı değerleri ile diğer parametreler arasındaki ilişki
Sistolik kan basıncı
(mmHg)
Diastolik kan basıncı
(mmHg)
r
p
r
p
Diastolik kan basıncı (mmHg)
0.725
0.000***
-
-
Açlık kan şekeri (mg/dl)
0.064
0.231
-0.023
0.660
Bazal insulinemi (µ/ml)
0.242
0.000***
0.217
0.000***
HOMA-IR
0.264
0.000***
0.218
0.000***
Total kolesterol (mg/dl)
LDL-Kolesterol (mg/dl)
0.043
0.419
0.080
0.135
0.063
0.240
0.124
0.020*
VLDL-Kolesterol (mg/dl)
0.136
0.011*
0.130
0.015*
Trigliserid (mg/dl)
0.136
0.011*
0.122
0.022*
HDL-Kolesterol (mg/dl)
-0.121
0.023*
-0.123
0.021*
*p<0.05
**p<0.01
***p<0.001
Sistolik kan basıncı ile diastolik kan basıncı (p<0.001 r=0.725), bazal insülin
değeri (p<0.001 r=0.242), HOMA-IR (p<0.001 r=0.264), VLDL-Kolesterol
(p<0.05 r=0.136) ve trigliserid (p<0.05 r=0.136) arasında pozitif korelasyon
saptanmıştır. HDL-Kolesterol (p<0.05 r= -0.121) ile ise negatif korelasyon
saptanmıştır. Açlık kan şekeri, total kolesterol ve LDL-Kolesterol ile anlamlı bir
ilişki saptanamamıştır.
Diastolik kan basıncı ile bazal insülin değeri (p<0.001 r=0.217), HOMA-IR
(p<0.001 r=0.218), LDL-Kolesterol (p<0.05 r=0.124), VLDL-Kolesterol ( p<0.05
r=0.130) ve trigliserid (p<0.05 r=0.122) arasında pozitif korelasyon saptanmıştır.
HDL-Kolesterol (p<0.05 r= -0.123) ile ise negatif korelasyon saptanmıştır. Açlık
kan şekeri ve total kolesterol ile anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.
46
120
100
80
HDL-Kolesterol
60
40
20
60
80
100
120
140
160
Sistolik kan basıncı
Şekil 10: HDL-Kolesterol ile Sistolik kan basıncı korelasyonu
400
300
200
Trigliserid
100
0
60
80
100
120
140
160
Sistolik kan basıncı
Şekil 11: Trigliserid ile Sistolik kan basıncı korelasyonu
47
10
8
6
HOMA-IR
4
2
0
60
80
100
120
140
160
Sistolik kan basıncı
Şekil 12: HOMA-IR ile Sistolik kan basıncı korelasyonu
Çalışmaya katılan olguların açlık kan şekeri, bazal insülin, HOMA-IR değerleri
ile diğer laboratuvar parametreleri arasındaki ilişki Tablo 8’da gösterilmiştir:
Tablo 8: Açlık kan şekeri, bazal insülin, HOMA-IR ile diğer laboratuvar
parametreleri arasındaki ilişki
Açlık kan şekeri
(mg/dl)
r
Bazal insulinemi
(µ/ml)
HOMA-IR
p
r
p
r
p
Bazal insulinemi (µ/ml)
0.019 0.726
-
-
-
-
HOMA-IR
0.174 0.001***
0.969
0.000***
-
-
Total kolesterol (mg/dl)
LDL-Kolesterol (mg/dl)
0.061 0.256
0.002
0.968
0.015
0.780
0.016 0.761
0.035
0.527
0.042
0.445
VLDL-Kolesterol (mg/dl)
0.061 0.252
0.253
0.000***
0.249
0.000***
Trigliserid (mg/dl)
0.055 0.299
0.252
0.000***
0.248
0.000***
HDL-Kolesterol(mg/dl)
0.108 0.042*
-0.238
0.000***
-0.212
0.000***
*p<0.05
**p<0.01
***p<0.001
48
Açlık kan şekeri ile HOMA-IR (p<0.001 r=0.174) ve HDL-Kolesterol
(p<0.05 r= 0.108) arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. Bazal insülin değeri,
trigliserid, total kolesterol, LDL-Kolesterol, VLDL-Kolesterol ile anlamlı bir ilişki
saptanamamıştır.
Bazal insülin değeri ile HOMA-IR (p<0.001 r=0.969), trigliserid (p<0.001
r=0.252) ve VLDL-Kolesterol (p<0.001 r=0.253) arasında pozitif korelasyon
saptanmıştır. HDL-Kolesterol (p<0.001 r= -0,238) ile ise negatif korelasyon
saptanmıştır.
Total
kolesterol
ve
LDL-Kolesterol
ile
anlamlı
bir
ilişki
saptanamamıştır.
HOMA-IR ile trigliserid (p<0.001 r=0.248) ve VLDL-Kolesterol (p<0.001
r=0.249) arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. HDL-Kolesterol (p<0.001 r= 0.212) ile ise negatif korelasyon saptanmıştır. Total kolesterol ve LDL-Kolesterol
ile anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.
400
300
200
Trigliserid
100
0
0
2
4
6
8
10
HOMA-IR
Şekil 13: Trigliserid ile HOMA-IR’nin korelasyonu
49
120
100
80
HDL-Kolesterol
60
40
20
0
2
4
6
8
10
HOMA-IR
Şekil 14: HDL-Kolesterol ile HOMA-IR’nin korelasyonu
Çalışmaya katılan olguların Trigliserid ve HDL-Kolesterol değerleri ile bazı
laboratuvar parametreleri arasındaki ilişki Tablo 9’da gösterilmiştir:
Tablo 9: Trigliserid ve HDL-Kolesterol ile bazı parametreler arasındaki ilişki
Trigliserid (mg/dl)
HDL-Kolesterol (mg/dl)
r
p
r
p
Total Kolesterol (mg/dl)
LDL-Kolesterol (mg/dl)
0.278
0.000***
0.493
0.000***
0.128
0.016*
0.202
0.000***
VLDL-Kolesterol (mg/dl)
0.999
0.000***
-0.243
0.000***
HDL-Kolesterol (mg/dl)
-0.244
0.000***
-
*p<0.05
**p<0.01
-
***p<0.001
Trigliserid ile total kolesterol (p<0.001 r=0.278), LDL-Kolesterol (p<0.05
r=0.128) ve VLDL-Kolesterol (p<0.001 r=0.999) arasında pozitif korelasyon
50
saptanmıştır. HDL-Kolesterol (p<0.001 r=- 0.244) ile ise negatif korelasyon
saptanmıştır.
HDL-Kolesterol ile total kolesterol (p<0.001 r=0.493), LDL-Kolesterol (
p<0.001 r=0.202) arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. VLDL-Kolesterol
(p<0.001 r= -0.243 ile negatif korelasyon saptanmıştır.
400
300
200
Trigliserid
100
0
20
40
60
80
100
120
HDL-Kolesterol
Şekil 15: Trigliserid ile HDL-Kolesterol’ün korelasyonu
51
TARTIŞMA
Yağ dokusunun, vücut ağırlığına oranla patolojik olarak artmasına şişmanlık
(obezite) denir (5). Obezite vakalarının büyük bölümünde altta yatan bir patoloji
bulunamaz. Bunlar ‘basit obezite: eksojen obezite’ olarak adlandırılır. Endokrin, genetik
veya diğer nedenler etyopatogenezde rol aldığında ise ‘sekonder obezite: endojen
obezite’den söz edilir (2,20).
Günümüzde, obezitenin görülme sıklığı (özellikle son 20 yılda) her yaş grubunda
artmaktadır (2,6). Bunun nedeni modern yaşamın getirdiği beslenme alışkanlıklarında
yağların ve karbonhidratların fazla miktarda tüketilmesi ve çocukların fizik aktiviteden
uzaklaşarak televizyon ve bilgisayar oyunlarına yönelmeleridir (2).
Çocukta obezite yaşamın ilk yılı, 5-6 yaş arası ve puberte döneminde artış
göstermektedir (2). Çocukluk çağında erişkin obezitesini tahmin etmek çeşitli faktörlere
bağlıdır. Kan basıncı, kan lipid seviyeleri yol gösterici olabilir (23). Obez çocukların
1/3’ü, obez adolesanların ise %80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez kalmaktadır. Diğer
yandan erişkin yaşlarda görülen obezite vakalarının %30 kadarında başlangıcın çocukluk
çağına dayandığı bilinmektedir (3,4). Bu bakımdan çocukluk çağı obezitesi erişkin
obezitesi için bir ön belirti olabilir.
Şişmanlık ile hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, dejeneratif artrit,
tromboflebit gibi birçok hastalık arasında sıkı bir ilişki olduğu, şişman kişilerde yaşam
süresinin kısaldığı bilinmektedir (5). Çocukluk çağında fazla tartılı (overweight) olanları
erişkinlikte daha fazla mortalite ve morbidite beklemektedir (23). Yapılan çalışmalar
çocukluk obezitesinin yetişkinlikte metabolik sendrom gelişiminin öncüsü olduğunu
göstermiştir (86).
En yaygın kullanılan şişmanlık indeksi ‘vücut kitle indeksi(VKI)’dir. Erişkinlerde
30 kg/m² nin üzerindeki değerler şişmanlık olarak kabul edilmektedir. Çocuklarda ise
VKI yaşla değişiklik gösterir. Bu nedenle çocuk ve adolesanlarda şişmanlık tanımı için
yaşa ve cinse özgü VKI değerini bilmek gerekir (30). Genelde VKI 85. persentil üzerinde
olanlar fazla tartılı (overweight), 95. persentilin üzerinde olanlar ise şişman (obez) olarak
52
kabul edilirler. Ancak bu tanımlamada her toplumun kendi VKI persentil değerleri
kullanılmalıdır (1,2,5,30).
Lissau ve ark. 15 ülkenin 13 ve 15 yaşlarındaki 29242 çocuğunun VKI’lerini
karşılaştırdıkları çalışmalarında, en yüksek şişmanlık oranını Amerika’da, en düşük oranı
ise Litvanya’da saptamışlardır. 13 yaşındaki erkek çocuklarda 85. persentil ve üstünde
istatistiksel yüksek prevelans değerleri Yunanistan (%28.7), Amerika (%25.5), İrlanda
(%24.7) ve Finlandiya(%19.4) da saptamışlardır. Kızlarda da aynı patern görülmüş, bu
ülkelere Portekiz (%22.8) de eklenmiştir. 13 yaş için 95. persentil ve üstü istatistiksel
yüksek prevelans değerleri ise yalnızca Amerikalı erkek (%12.6) ve kız (%10.8) çocuklar
ile Yunanistanlı erkek çocuklarda(%8.9) saptamışlardır. Yine bu çalışmada 15 yaşındaki
erkek çocuklarda 85. persentil ve üstü değerlerde yüksek prevelans Amerika, Yunanistan
ve İsrailde saptanmıştır. Kızlarda ise Amerika sonuçları (%31.0) diğer ülkelerden oldukça
yüksek bulunmuştur. 15 yaş için 95. persentil ve üstü
istatistiksel yüksek değerler
erkeklerde yalnızca Amerika (%13.9) ve Yunanistan (%10.8) ile kızlarda Amerika
(%15.1) ve Portekiz (%6.7) de bulunmuştur. Bu yüksek VKI değerleri saptanan ülkelerin
ortalama VKI değerlerine bakarsak 13 yaş erkekler için Amerika ve Yunanistan’da 20.6,
İrlanda’da 20.3, Finlandiya’da 20.0 değerlerini rapor etmişlerdir. 13 yaş kızlar için ise
ortalama VKI ‘i Amerika’da 20.2, İrlanda’da 20.0, Yunanistan ve Finlandiya’da 19.6,
Portekiz’de 19.4 değerleri rapor edilmiştir. 15 yaş erkekler için ortalama VKI değerleri de
Yunanistan 22.0, Amerika 21.9, İsrail de 20.8 olarak saptamışlardır. 15 yaşındaki kızlar
için ortalama VKI değerlerini ise Amerika da 21.7 ve Portekiz de 20.5 olarak
saptamışlardır (87). Sur ve ark., 12-13 yaşında İstanbul, Ankara ve İzmir’den randomize
seçtikleri 1044 çocukta yaptıkları çalışmada ise ortalama VKI değeri erkekler için 18.2 ±
3.1, kızlar için 18.6 ± 3.1 bulmuşlardır (88). Bizim çalışmamız da 10-14 yaş grubunda
yapıldı ve ortalama VKI değeri 20.57 ± 3.48’ idi. Bu değer, Lissau ve ark.’nın
bildirdikleri değerlere yakın olmakla birlikte, Sur ve ark’ nın ortalamasından daha
yüksekti (87,88). Bu durum çalışmamızdaki vaka sayısının Sur ve ark.’nın yaptıkları
çalışmadan daha az olması ve sadece İstanbul ilini kapsamasından kaynaklanabilir.
Lissau ve arkadaşları yaptıkları bu çalışmada, 15 ülkenin VKI değerlerinin 85 95. persentil ve üstü değerlerinde birbirleri ile güçlü zıtlıklar bulmuşlardır (87). Bundan
dolayı da her ülkenin kendi VKI referans değerlerini kullanmasının önemini
53
vurgulamışlardır. Ülkemizde VKI persentil değerlerinin saptanması için yeterli vaka
katılımının sağlandığı ulusal bir çalışma henüz yapılmamıştır. Bununla birlikte Bundak
ve ark.’ nın İstanbul’da 6-18 yaşlar arası 1100 erkek ve 1019 kız çocukta yaptıkları
çalışma Türk çocuklarının persentil eğrileri hakkında fikir vermektedir (89). Pubertal
Türk çocuklarının ortalama VKI değerlerini, Kıbrıslı çocuklarla ve Hollanda’da yaşayan
Türk çocuklarla yakın bulmuşlardır. Değerleri İngiliz, Alman ve İsveçli çocuklarınkinden
daha yüksek (sadece İngiliz adolesan kızlar bir istisna olarak gözükmekte) saptamışlardır.
Buna karşılık genç Türk çocuklarının ortalama VKI değerlerini İngiliz, Alman ve İsveçli
değerlere yakın, Kıbrıslı ve Hollanda’da yaşayan Türk çocuklardan daha düşük
saptamışlardır. Bu çalışmada ağırlık artışı başlaması için kritik dönem, 10-13 yaş olarak
rapor edilmiştir çünkü bu dönemde Türk çocuklarının VKI’leri hızla artmaktadır. Bunu
da Türk eğitim sistemiyle ilişkilendirmişlerdir çünkü bu dönemde çocuklar yüksek okul
sınavını verebilmek için düzenli özel ders programlarına katılmakta ve zamanlarının
çoğunu sırada oturarak geçirmektedirler (89).
Obezite
son
zamanlarda
giderek
artan
bir
problem
olarak
karşımıza
çıkmaktadır(2,6,90). Amerika’da 1988-1994 yılları arasında yapılan Ulusal Sağlık ve
Beslenme Araştırması (NHANES) III ‘de 12-19 yaş döneminde obezite prevelansı %10.5
iken, NHANES 1999-2000 da bu oran %15.5’e yükselmiştir (90). Ülkemizde ise bu
konuda sınırlı sayıda çalışma mevcuttur. Bundak ve ark. yaptıkları çalışmada, 18 yaş
Türk erkek çocuklar için fazla tartılı olma oranını %25, obezite oranını %4 olarak
bildirmişlerdir. 14 yaş Türk kızları için ise fazla tartılı olma oranını % 15, obezite oranını
%1 olarak bildirmişlerdir (89). Öner ve ark.’nın Edirne’de 12-17 yaş arasında 989
adolesanda yaptıkları prevalans çalışmasında, adolesan erkeklerde fazla tartılı olma oranı
%11.3, obezite oranı %1.6 saptanmıştır. Adolesan kızlarda ise fazla tartılı olma oranı %
10.6, obezite oranı da %2.1 saptanmıştır (31). Sur ve ark. yaptıkları çalışmada ise fazla
tartılı olma prevalansını %11.9, obezite prevalansını %2 olarak bildirmişlerdir (88).
Cinaz ve ark. ise 12600 okul çocuğunu kapsayan geniş bir saha çalışması yaparak VKI
persentil değerlerini çıkartmıştır. Çalışmalarında obezite prevalansını % 7.5, fazla tartılı
çocuk prevalansını ise %6.3 olarak saptamışlardır (83). Bizde çalışmamızdaki olguların
VKI değerlerini, Cinaz ve ark.’nın VKI persentil eğrilerini dikkate alarak incelediğimizde
fazla tartılı olma oranını %10.4, obezite oranını %12.7 olarak bulduk.
54
Çocukluk çağı obezitesindeki bu artışa paralel olarak tip 2 diyabet, metabolik
sendrom, hipertansiyon gibi daha çok erişkinlerde görülen kronik hastalıklar, çocukluk
çağında da önemli bir sorun haline gelmektedir (6). Obezite ile diyabet arasında ve daha
az derecede kardiyovasküler hastalıklar arasında kuvvetli bir ilişki mevcuttur. Çeşitli
çalışmalar obezite ve diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin çocuklukta orjin aldığını ve
yetişkinliğe iz bırakmaya eğilimli olduğunu göstermektedir (88).
Giampietro ve ark. yaş ortalaması 118±5 ay (9.8±0.4 yaş) olan 869 vakalık
çalışmalarında, VKI değeri yüksek saptanan çocukların sistolik ve diastolik kan basıncı
değerlerini de yüksek olarak saptamışlardır (91). Amerika’da yapılan NHANES III de 217 yaş arası 12265 vaka çalışmaya katılırken, NHANES 1999-2000’de 3611 çocuk ve
adolesan katılmıştır. Ford ve ark.’da bu iki çalışmayı karşılaştırmışlardır (92). Her iki
çalışmada da VKI persentilleri
ile kardiyovasküler risk faktörleri arasındaki
korelasyonları benzer bulmuşlardır. En güçlü korelasyon VKI ile sistolik kan basıncı
arasında ve VKI ile trigliserid arasında bulunmuştur. VKI ile total kolesterol ve glukoz
arasındaki korelasyon zayıf olarak bulunmuştur (92). Sur ve ark.’nın yaptığı çalışmada
her iki cinsiyet içinde VKI ile LDL-Kolesterol/HDL-Kolesterol oranı ve TG düzeyi
pozitif korele saptanmıştır (88). Blackett ve ark. ise yaptıkları çalışmada, her iki cinsiyet
içinde
VKI
z
skoru
değeri
artıkça
HDL-Kolesterol
değerinin
düştüğünü
göstermişlerdir(93). Bizim çalışmamızda da VKI ile sistolik-diastolik kan basıncı,
trigliserid, total kolesterol, LDL-Kolesterol ve VLDL-Kolesterol arasında pozitif
korelasyon saptanmıştır. HDL-Kolesterol ile ise negatif korelasyon saptanmıştır. Açlık
kan şekeri ile ise anlamlı bir ilişki saptanamamıştır.
Günümüzde kullanıldığı içerikle metabolik sendrom ilk kez 1988’de Reaven
tarafından erişkinlerde insülin direnci ile lipid bozuklukları, kan basıncı yüksekliği, tip 2
diyabet ve aterosklerotik kalp hastalıkları riskindeki artış arasındaki ilişkiye dikkat
çekmek üzere tanımlanmıştır (7,44,60). Buradan yola çıkılarak insülin direnci
(hiperinsülinemi), obezite, glukoz tolerans bozukluğu, hipertrigliseridemi, azalmış HDL
kolesterol konsantrasyonu, hiperürisemi, fibrinolitik bozukluklar, hipertansiyon ve
koroner hastalıktan oluşan metabolik sendrom (sendrom X) tarif edilmiştir (61).
Erişkinlerdeki
çalışmalar,
metabolik
sendroma
giden
süreçte
temel
yönlendiricinin insülin direnci olduğunu ve insülin direnci derecesi ile metabolik
55
sendrom sıklığı arasında korelasyon olduğunu göstermektedir (7,8). İnsülin direnci,
normal konsantrasyondaki insülinin normal biyolojik yanıttan daha düşük bir yanıt ortaya
çıkarması olarak tanımlanır. Diyabetik olmayan kişilerde hipoglisemi olmaksızın
hiperinsülinemi varlığı ile farkedilebilir. İnsülinin etkinliği hedef hücre seviyesinde
bozulmaktadır (48). Bogalusa Kalp Çalışmasında çocuklukta insülin konsantrasyonu
arttığında yetişkinlikte de yüksek olarak kalma eğiliminde olduğu rapor edilmiştir. Bu
yüksek insülin seviyesine sahip olan yetişkinlerde obezite, hipertansiyon ve dislipidemi
oranı artmaktadır (94).
İnsülin direncini değerlendirmek için kullanılan metodlardan ‘öglisemik
hiperinsülinemik klemp’ testi, altın standart kabul edilir (44). Klemp tekniğinin invaziv
olması pratikte kullanılmasını zorlaştırmaktadır, bunun yerine açlık glukoz ve insülin
değerlerine göre hesaplanan HOMA-IR kullanılmaktadır. HOMA-IR’nin 2-2.5’un
üzerinde olması insülin direnci lehine yorumlanmaktadır (9-12). Ancak bu değerler
erişkinlerde kullanılmakta olup, çocuklar için kullanılan sınır değerler üzerine bir
konsensus henüz mevcut değildir (14). Basit ve ark. 8-10 yaşlarında 92 Pakistanlı çocukta
yaptıkları çalışmada HOMA-IR ortalama değerini erkeklerde 1.00±0.45, kızlarda
1.05±0.58 aralığında saptamışlardır (95). Garces ve ark. ise 6-8 yaş grubu 1048 İspanyol
çocukta yaptıkları çalışmada HOMA-IR’nin ortalama değerini erkeklerde 0.79±0.61,
kızlarda 0.82±0.71 aralığında bildirmişlerdir. Diğer çalışmalardan daha düşük değerler
bulmalarını çocukların yaşlarının daha küçük olmasına (puberte ile insülin direnci
artmakta) bağlamışlardır (14). Lawlor ve ark. ise Avrupa’nın üç farklı ülkesinde, 9-15
yaşlar arasındaki 3189 çocukta yaptıkları çalışmada ortalama HOMA-IR değerlerini
Danimarka’da (n=933) 2.05±1.80, Estonya’da (n=1103) 1.73±1.86, Portekiz’de (n=1153)
1.56±1.76 olarak bulmuşlardır (96). Yine bu çalışmada Danimarka’da ailesinin
sosyoekonomik düzeyi ve eğitim durumu daha iyi olan çocukların, Estonya ve
Portekiz’de ise sosyoekonomik düzeyi ve eğitim düzeyi düşük ailelerin HOMA-IR
değerleri daha düşük gözlemlenmiştir (96). Bizde çalışmamızda Danimarka’ya benzer
şekilde HOMA-IR ortalama değerlerini 1.95±1.11 olarak saptadık.
Weiss ve ark. yaptıkları çalışmada obezite ile insülin direnci arasında (VKI z
skoru ile HOMA-IR) güçlü korelasyon (P<0.001) saptamışlardır (79). Metabolik sendrom
sıklığında insülin direncinin etkisini göstermek için de olguları insülin direnci açısından
56
üç gruba bölmüşlerdir (bunun içinde 33. ve 66. persantilleri kullanmışlar) ve metabolik
sendrom sıklığının insülin direnci artışı ile birlikte artmakta olduğunu göstermişlerdir.
İnsülin direnci ile dislipidemi arasındaki ilişkide ise; insülin direnci ile trigliserid
seviyeleri arasında pozitif korelasyon, HDL-Kolesterol ile ise negatif korelasyon
saptamışlardır (79).
Garces ve ark. da her iki cinsiyet için açlık insülin değeri ve HOMA-IR ile VKI
arasında önemli bir ilişki tespit etmişlerdir. Açlık insülin düzeyini erkeklerde açlık
glukozu ile pozitif ilişkili saptarken, kızlarda saptayamamışlardır. Erkeklerde açlık
insülin düzeyi ve HOMA-IR’yı trigliserid ile pozitif ilişkili bulmuşlardır. Kızlarda ise
yalnızca trigliserid ile açlık insülin düzeyini pozitif ilişkili bulmuşlardır. HOMA-IR ile
ilişkilendirememişlerdir. Her iki cinsiyet içinde açlık insülini ve HOMA-IR ile HDLKolesterol arasında bir ilişki tespit edememişlerdir (14).
Blackett ve ark.’ı yaptıkları çalışmada ise iki cinsiyet içinde her VKI z skor
çeyrekleri ile log HOMA-IR değerinin artığını bildirmişlerdir(p<0.0001). Ancak HOMAIR ile HDL-Kolesterol arasında ilişki bulamamışlardır (93).
Biz çalışmamızda HOMA-IR ile VKI (p<0.001), trigliserid (p<0.001) ve VLDLKolesterol (p<0.001) arasında pozitif ilişki, HDL-Kolesterol (p<0.001) ile ise negatif
ilişki saptadık. Total kolesterol, LDL-Kolesterol arasında ise anlamlı bir ilişki bulamadık.
Ayrıca araştırmamızda sistolik (p<0.001) ve diastolik (p<0.001) kan basıncı değerleri ile
de HOMA-IR arasında pozitif ilişki saptadık.
Çocukluk çağında metabolik sendrom araştırmalarının artmasına rağmen,
çocukluk çağında metabolik sendrom tanımlanması, metabolik sendrom tanımı için
kullanılacak komponentler ve kullanılacak kriterler için eşik değerler konularında
tartışmalar
hala
sürmektedir
(81).
Şimdiye
kadar yayınlanan
çocukluk
çağı
araştırmalarında ATP III ve WHO kriterleri kombine edilerek kullanılmakta ve ölçümlere
ait eşik değerler için araştırmacılar kendi gruplarından elde ettikleri değerleri
kullanmaktadır. Cook ve ark.’nın Amerika populasyonunda yaptıkları NHANES III
çalışmasında 12-19 yaş grubundaki 2430 adolesan ATP III ölçütlerine göre
değerlendirilmiş ve metabolik sendrom sıklığı %4.2 (erkeklerde %6.1, kızlarda %2.1)
saptanmıştır.
Obezlerdeki
metabolik
sendrom
sıklığını
%28.7,
fazla
tartılı
adolesanlardakini ise % 6.8 olarak bildirmişlerdir (69). Duncan ve ark. ise NHANES
57
1999-2000 çalışmasında (12-19 yaşında, 991 adolesan) metabolik sendrom sıklığını
%6.4’ e (erkeklerde %9.1, kızlarda %3.7) yükselmiş olarak tespit etmişlerdir.
Obezlerdeki metabolik sendrom sıklığı %32.1, fazla tartılılarda %7.1, normal tartılılarda
da <%1 olarak bildirmişlerdir. Bu çalışma sonuçlarına göre şu anda Amerika’da 2
milyondan fazla adolesanın metabolik sendromlu olduğu tahmin edilmektedir (97). Weiss
ve ark.’nın obezite derecesi ile metabolik sendrom sıklığı arasındaki ilişkiyi inceleyen
araştırmalarında, orta derecede obez (VKI z skoru 2-2.5) adolesanlarda %38.7, şiddetli
obezlerde (VKI z skor >2.5) %49.7 oranında metabolik sendrom saptanmıştır (79).
Ülkemizde ise metabolik sendrom sıklığını araştıran yeterli miktarda çalışma
bulunmamaktadır. Çizmecioğlu ve ark.’ı WHO kriterlerine göre 2-18 yaşlarındaki 131
obez olguda yaptıkları çalışmada %20 oranında metabolik sendroma rastlamışlardır (73).
Atabek ve ark. ise WHO kriterlerine göre 169 obez (7-18 yaşlarında) olguyu incelemiş,
%27.2 oranında metabolik sendroma rastlamışlardır (98). Bizde çalışmamızdaki verileri
WHO kriterlerine göre incelediğimizde, tüm olgulardaki metabolik sendrom oranını
%0.85 saptarken, obez olgulardaki metabolik sendrom oranını ise %6 olarak saptadık.
Konsensus yokluğu dolayısıyla çalışmalar arasında geniş çeşitlilikler olması
şaşırtıcı olmamalıdır. Goodman ve ark. yaptıkları çalışmada, metabolik sendrom sıklığını
NCEP/ATP III kriterlerine göre değerlendirirlerse %4.2, WHO kriterlerine göre
değerlendirirlerse de %8.4 olduğunu bildirmişlerdir. Aynı çalışma obez adolesanlarda ki
sıklığı NCEP/ATP III kriterlerine göre %19.5, WHO kriterlerine göre % 38.9 olarak
rapor etmişlerdir (82). ATP III açlık kan şekerinin > 110 mg/dl olmasını tanı kriterleri
içinde sayarken, WHO hiperinsülinizmi yeterli kabul etmektedir. Çocukluk çağı
araştırmalarında bozuk açlık glukozu (>110 mg/dL) çok düşük oranda bulunurken, bozuk
glukoz toleransı (OGTT sırasında ikincil saatteki kan şekerinin ≥ 140 mg/dl olması) daha
yüksek oranda bulunmakta veya açlık glukozu normal olan vakalarda hiperinsülinizm
saptanmaktadır (69,70,99,100). Bu durumda, çocukluk çağında metabolik sendrom
komponentleri arasında ya WHO önerisi olan hiperinsülinizmin olması ya da bozuk açlık
kan şekeri kriteri olarak Amerikan Diyabet Birliği'nin yeni önerilerindeki gibi açlık kan
şekeri düzeyinin ≥ 100 mg/dL değeri kabul edilmesi önerilmektedir (81).
Benzer sorun, BMI ve bel çevresinin kriter olarak kullanımı konusunda da vardır.
Obezite tanımı için WHO’nun tanı kriteri olarak aldığı VKI yerine NCEP/ATP III bel
58
çevresini almaktadır (81,82). Bunun nedeni de obezitenin derecesinden ziyade batın içi
yağ dokusu fazlalığının (viseral obezitenin) obezitenin komplikasyonlarından sorumlu
tutulmasıdır (62). Tanı kriterleri ile ilgili bir diğer sorun, risk faktörlerinin
değerlendirilmesinde hangi eşik değerlerin kullanılacağıdır ve şimdiye kadar yayımlanan
araştırmalarda genellikle çalışma grubunun eşik değeri kullanılmıştır. NCEP/ATP III
kriterleri çocukluk çağında adapte edilirken özellikle trigliserid, HDL-Kolesterol ve bel
çevresi eşik değerlerinin erişkinlerden büyük farklılık göstereceği unutulmamalıdır (81).
Çocuklarda bel çevresi ölçümü ile ilgili eşik değerler belirlenmediği gibi standart
bir yöntem de henüz belirlenmemiştir. NHANES III çalışmasında bel çevresi ölçülen 217 yaşında 9865 olgunun ortalama bel çevresi 64.2±0.4 cm. bulunurken, NHANES 19992000’de değerlendirmeye katılan 3481 olguda bu oran 66.2±0.5 cm.’ye yükselmiş olarak
bulunmuştur. Her iki çalışmada da ölçümler iliak krestin en üst noktasından
yapılmıştır(92). Lawlor ve ark. ise yaptıkları çalışmada ölçüm yerini net belirtmemiş,
ortalama bel çevresi değerini Danimarka’da 63.5±8.2 cm., Estonya’da 62.5±8.0 cm.,
Portekiz’de 66.3±9.1 cm. olarak rapor etmişlerdir (96). Biz de çalışmamızda ortalama
bel çevresi değerini 69.55±9.42 cm. olarak saptadık. Ölçümleri göbek deliği hizasından
yaptık.
Yukarda da değinildiği gibi, kardiyovasküler hastalıkların belirleyicisi olarak bel
çevresi ölçümünün, VKI ve bel/kalça oranından daha iyi olabileceğini rapor eden çeşitli
çalışmalar vardır (55). Erişkinlerde bel çevresi, VKI ve bel/kalça oranına göre viseral yağ
dokusu ile daha yüksek korelasyon göstermektedir (102). Goran ve ark. bel çevresinin
subkutan adipoz doku ile güçlü bir ilişkide olduğunu belirtmişlerdir (103). Chan ve ark.
ise erişkinlerde vücut yağ dağılımının ölçütü olarak bel çevresinin kullanımının,
kardiyovasküler riski saptamada en iyi yöntem olduğunu rapor etmişlerdir (104).
Flodmark ve ark.nın İsveç ’de yaptığı çalışma ve Bogalusa Kalp çalışmasının sonuçları
da hem erişkin hem de çocuklarda bel çevresi ile kardiyovasküler hastalık risk
faktörlerinin güçlü korelasyon gösterdiğini rapor etmiştir (105). Yapılan çalışmalarda,
çocuklarda bel çevresindeki artışın; sistolik ve diastolik kan basıncı anormallikleri ile
korelasyon gösterdiğinden, serum total kolesterol, LDL-Kolesterol, trigliserid ve insülin
seviyelerinde yüksekliğe, HDL-Kolesterolde de düşüşe yol açtığından bahsedilmektedir
(69,106).
59
Blackett ve ark.’ı yaptıkları çalışmada p değeri aynı kalsa da (p<0.001), her iki
cinsiyette de HDL-Kolesterol ile bel çevresi korelasyon katsayısını, VKI z skorunun
korelasyon katsayısından daha fazla bulmuşlardır. Bel çevresi ile HDL-Kolesterol
arasında negatif korelasyon saptamışlardır (93).
Maffeis ve ark.’ı 3-11 yaşları arasındaki 818 çocukta bel çevresi ile
kardiyovasküler risk faktörlerini incelemişlerdir. Bel çevresi ile sistolik ve diastolik kan
basıncı (p<0.001) arasında güçlü korelasyon bulmuşlardır. Multivariate lineer analiz de
ise bel çevresi ile HDL-Kolesterol, total kolesterol/HDL-Kolesterol (p<0.001) arasında
ilişki saptamışlardır. Ancak erişkin çalışmalarından farklı olarak, bel çevresi ile LDLKolesterol arasında korelasyon bulamamışlardır. Bunu da prepubertal çocuklardaki
hormon paterninin farklı olmasına ve fizik aktiviteye bağlamışlardır. Testosteron ve
östrojen vücut yağ dağılımını ve lipid metabolizmasını etkilemektedir. Aynı çalışmada,
olgulardan obez olanları (n=43) yeniden değerlendirmeye almışlar ve sistolik-diastolik
kan basıncı ile bel çevresi arasında total örneğe göre daha iyi korelasyon saptamışlardır.
Bel çevresi ile HDL-Kolesterol arasında ise negatif korelasyon(p<0.05) olduğunu
göstermişlerdir (102).
Biz de çalışmamızda, bel çevresi ile VKI’i (p<0.001), bel/kalça oranı (p<0.001),
sistolik kan basıncı (p<0.001), diastolik kan basıncı (p<0.001), bazal insülin değeri
(p<0.001), HOMA-IR (p<0.001), trigliserid (p<0.001), total kolesterol (p<0.01), LDLKolesterol (p<0.01) ve VLDL-Kolesterol (p<0.001) arasında pozitif korelasyon saptadık.
HDL-Kolesterol (p<0.001) ile ise negatif korelasyon saptadık.
60
SONUÇLAR VE ÖNERİLER
Sonuçlar:
1. Çalışmamız 10-14 yaşındaki sağlıklı Türk okul çocuklarında yapılmış olup; VKI
değeri 20.57 ± 3.48 aralığında, HOMA-IR değeri ise 1.95 ± 1.11 aralığında
saptandı.
2. Çalışmaya katılan çocukların % 10.4’ü fazla tartılı, %12.7’si obez olarak saptandı.
Metabolik sendrom sıklığı ise olguların tamamında %0.85, obez olgularda %6
olarak saptandı.
3. VKI ile bel çevresi (p<0.001), bel/kalça oranı (p<0.001), sistolik kan basıncı
(p<0.001), diastolik kan basıncı (p<0.001), bazal insülin değeri (p<0.001),
HOMA-IR (p<0.001), trigliserid (p<0.001), total kolesterol (p<0.05), LDLKolesterol (p<0.001) ve VLDL-Kolesterol (p<0.001) arasında pozitif
korelasyon saptandı. HDL-Kolesterol (p<0.001 r=-0.263) ile ise negatif
korelasyon saptandı. Açlık kan şekeri ile anlamlı bir ilişki saptanamadı.
4. Bel çevresi ile VKI (p<0.001), bel/kalça oranı (p<0.001), sistolik kan basıncı
(p<0.001), diastolik kan basıncı (p<0.001), bazal insülin değeri (p<0.001),
HOMA-IR (p<0.001), trigliserid (p<0.001), total kolesterol (p<0.01), LDLKolesterol (p<0.01) ve VLDL-Kolesterol
(p<0.001)
arasında
pozitif
korelasyon saptandı. HDL-Kolesterol (p<0.001) ile ise negatif korelasyon
saptandı. Açlık kan şekeri ile anlamlı bir ilişki saptanamadı.
5. Bel/kalça oranı ile VKI (p<0.001), bel çevresi (p<0.001), sistolik kan basıncı
(p<0.05), diastolik kan basıncı (p<0.05), açlık kan şekeri (p<0.05), HOMAIR (p<0.05), trigliserid (p<0.001), total kolesterol (p<0.001), LDL-Kolesterol
(p<0.01) ve VLDL-Kolesterol (p<0.001) arasında pozitif korelasyon
saptandı. Bazal insülin değeri ve HDL-Kolesterol ile anlamlı bir ilişki
saptanamadı.
6. Sistolik kan basıncı ile VKI (p<0.001), bel çevresi (p<0.001), bel/kalça oranı
(p<0.05), diastolik kan basıncı (p<0.001), bazal insülin değeri (p<0.001),
61
HOMA-IR (p<0.001), VLDL-Kolesterol (p<0.05) ve trigliserid (p<0.05)
arasında pozitif korelasyon saptandı. HDL-Kolesterol (p<0.05) ile ise negatif
korelasyon saptandı. Açlık kan şekeri, total kolesterol ve LDL-Kolesterol ile
anlamlı bir ilişki saptanamadı.
7. Diastolik kan basıncı ile VKI (p<0.001), bel çevresi (p<0.001), bel/kalça
oranı (p<0.05), sistolik kan basıncı (p<0.001), bazal insülin değeri (p<0.001),
HOMA-IR (p<0.001), LDL-Kolesterol (p<0.05), VLDL-Kolesterol (p<0.05)
ve trigliserid (p<0.05) arasında pozitif korelasyon saptandı. HDL-Kolesterol
(p<0.05) ile ise negatif korelasyon saptandı. Açlık kan şekeri ve total
kolesterol ile anlamlı bir ilişki saptanamadı.
8. Açlık kan şekeri ile bel/kalça oranı (p<0.05), HOMA-IR (p<0.001) ve HDLKolesterol (p<0.05) arasında pozitif korelasyon saptandı. VKI, bel çevresi,
sistolik ve diastolik kan basıncı, bazal insülin değeri, trigliserid, total
kolesterol,
LDL-Kolesterol,
VLDL-Kolesterol
ile
anlamlı
bir
ilişki
saptanamadı.
9. Bazal insülin değeri ile VKI (p<0.001), bel çevresi (p<0.001), sistolik kan
basıncı (p<0.001), diastolik kan basıncı (p<0.001), HOMA-IR (p<0.001),
trigliserid (p<0.001) ve VLDL-Kolesterol (p<0.001) arasında pozitif
korelasyon saptandı. HDL-Kolesterol (p<0.001) ile ise negatif korelasyon
saptandı. Bel/kalça oranı, açlık kan şekeri değeri, total kolesterol ve LDLKolesterol ile anlamlı bir ilişki saptanamadı.
10. HOMA-IR ile VKI (p<0.001), bel çevresi (p<0.001), bel/kalça oranı
(p<0.05), sistolik kan basıncı (p<0.001), diastolik kan basıncı (p<0.001),
açlık kan şekeri (p<0.001), bazal insülin değeri (p<0.001), trigliserid
(p<0.001) ve VLDL-Kolesterol (p<0.001) arasında pozitif korelasyon
saptandı. HDL-Kolesterol (p<0.001) ile ise negatif korelasyon saptandı.
Total kolesterol ve LDL-Kolesterol ile anlamlı bir ilişki saptanamadı.
11. Trigliserid ile VKI (p<0.001), bel çevresi (p<0.001), bel/kalça oranı
(p<0.001), sistolik kan basıncı (p<0.05), diastolik kan basıncı (p<0.05), bazal
insülin değeri (p<0.001), HOMA-IR (p<0.001), total kolesterol (p<0.001),
LDL-Kolesterol (p<0.05) ve VLDL-Kolesterol (p<0.001) arasında pozitif
62
korelasyon saptandı. HDL-Kolesterol (p<0.001) ile ise negatif korelasyon
saptandı. Açlık kan şekeri ile arasında ilişki saptanamadı.
12. HDL-Kolesterol ile açlık kan şekeri (p<0.05), total kolesterol (p<0.001),
LDL-Kolesterol (p<0.001) arasında pozitif korelasyon saptandı. VKI
(p<0.001), bel çevresi (p<0.001), sistolik kan basıncı (p<0.05), diastolik kan
basıncı (p<0.05), bazal insülin değeri (p<0.001), HOMA-IR (p<0.001),
trigliserid (p<0.001), VLDL-Kolesterol (p<0.001) ile negatif korelasyon
saptandı. Bel/kalça oranı ile arasında ilişki saptanamadı.
Öneriler:
Özellikle son iki dekkadda obezite görülme sıklığı her yaş grubunda giderek
artmaktadır. Obesite sıklığındaki bu artışa paralel olarak, erişkinlerde olduğu kadar
çocuklarda da tip 2 diyabet, kardiyovasküler hastalıklar ve metabolik sendrom gibi
klinik tabloların sıklığı da artmaktadır. Biz de yaptığımız çalışmada, çocuklarda da
kardiyovasküler risk faktörleri ve metabolik sendrom bileşenlerinin birbirleri ile
kuvvetli ilişkili olduğunu saptadık. Bu nedenle çocuk hastalıkları polikliniklerine
başvuran obez çocuklara erken tanı konulması ve kardiyovasküler risk faktörleri,
metabolik sendrom kriterleri bakımından incelenmesi önemlidir. Özellikle de
ailesinde tip 2 diyabet ve/veya metabolik sendrom yükü olan, muayenesinde insülin
direnci bulguları olan çocukların daha yakından izlenmesi, tip 2 diyabet bakımından
riskli olan ve insülin direnci olan vakaların da tedavisinin erken başlanması için
değerlendirilmeleri gerekmektedir.
63
ÖZET
İnsülin direnci göstergesi olarak kullanılan HOMA-IR’nin ve metabolik sendrom
bileşenlerinin sağlıklı Türk çocuklarındaki değerlerini ortaya koymak ve birbirleri ile
olan ilişkilerini incelemek için İstanbul Çapa İlköğretim Okulu 6-8. sınıf sabahçı
grubunda eğitim gören 395 öğrencinin onamları alınarak boy, kilo, bel-kalça çevresi,
sistolik ve diastolik tansiyon ölçümleri yapıldı. Bunlar arasından kan örneği vermeyi
kabul eden 353 çocuğun 12 saat açlık sonrası venöz kan örnekleri alınarak glukoz,
insülin,
total
kolesterol,
HDL-Kolesterol,
LDL-Kolesterol,
VLDL-Kolesterol,
Trigliserid düzeyleri çalışıldı.
Çalışmamızda VKI değeri 20.57 ± 3.48 aralığında, HOMA-IR değeri ise 1.95 ±
1.11 aralığında saptandı. Olguların % 10.4’ü fazla tartılı, %12.7’si obez olarak saptandı.
Metabolik sendrom sıklığı ise olguların tamamında %0.85, obezlerde %6 bulundu. VKI
ile bel çevresi, bel/kalça oranı, sistolik kan basıncı, diastolik kan basıncı, bazal
insülin değeri, HOMA-IR, trigliserid, total kolesterol, LDL-Kolesterol ve VLDLKolesterol arasında pozitif korelasyon, HDL-Kolesterol ile ise negatif korelasyon
saptandı. HOMA-IR ile bel çevresi, bel/kalça oranı, sistolik kan basıncı, diastolik
kan basıncı, açlık kan şekeri, bazal insülin değeri, trigliserid ve VLDL-Kolesterol
arasında pozitif korelasyon, HDL-Kolesterol ile ise negatif korelasyon saptandı.
Sonuç
olarak;
erişkin
çalışmalarında
olduğu
gibi
çocuklarda
da
kardiyovasküler risk faktörleri ve metabolik sendrom bileşenlerinin birbirleri ile kuvvetli
ilişkili olduğunu saptadık. Bu nedenle obez çocuklara erken tanı konularak,
kardiyovasküler risk faktörleri ve metabolik sendrom kriterleri bakımından incelenmesi
pek çok hastalığın önlenmesi açısından oldukça önemlidir.
64
KAYNAKLAR
1. Alikaşifoğlu A, Yordam N. Obezitenin tanımı ve prevalansı. Katkı Pediatri
Dergisi 2000;21(4):475-481.
2. Cinaz P, Bideci A. Obezite. In: Günöz H, Öcal G, Yordam N, Kurtoğlu S.(eds),
Pediatrik Endokrinoloji.1.Basım. Pediatrik Endokrinoloji ve Oksoloji Derneği
Yayınları:1, 2003:487-505.
3. Alemzadeh R, Lifshitz F. Childhood obesity In: Pediatric Endocrinology, Lifshitz
F(ed), 4th ed, New York: Marcel Dekker, 2003:823-58.
4. Styne DM. Childhood and adolescent obesity, prevalence and significance.
Pediatr Clin North Am 2001;48:823-854.
5. Günöz H. Şişmanlık. In: Neyzi O, Ertuğrul T.(eds), Pediatri 3.Baskı, İstanbul:
Nobel Tıp Kitabevi, 2002:221-226.
6. Hatun Ş, Çizmecioğlu F. Çocukluk çağında metabolik sendrom. Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Dergisi 2005;48:257-265.
7. Reaven GM. Banting Lecture 1988. Role of insulin resistance in human disease.
Diabetes 1988;37:1595-1607.
8. Garber AJ. The metabolic syndrome. Med Clin North Am 2004;88:837-846.
9. Emoto M, Nıshizawa Y, Maekawa K, Hiura Y. Homeostasis model assessment as
a clinical index of insülin resistance in type 2 diabetic patients treated with
sulfonylureas. Diabetes Care 1999:22.818-822.
10. Schwimmer JB, Deutsch R, Rauch JB, Behling C. Obesity, insülin resistance and
other clinicopathological corelates of pediatric nonalcoholic fatty liver disease. J
Pediatr 2003;143(4):500-505.
11. Matthews DR, Hosker JP, Rudenski AS, Naylor BA, Treacher DF, Turner RC.
Homeostasis model assessment: insulin resistance and beta-cell function from
fasting plasma glucose and insulin concentrations in man. Diabetologia 1985;28:
412-419.
65
12. Stumvoll M, Mitrakou A, Pimenta W, et al. Use of the oral glucose tolerance test
to assess insulin release and insulin sensitivity. Diabetes Care 2000;23:295-301.
13. Ten S, Maclaren N. Insulin resistance syndrome in children. J Clin Endocrinol
Metab 2004;89:2526-2539.
14. Garces C, Cano B, Granizo JJ, Benavente M et al. Insulin and HOMA in Spanish
prepubertal children: Relationship with lipid profile. Clinical Biochemistry
2005;38:920-924.
15. Gökçay G, Garipağaoğlu M. Beslenmenin epidemiyolojisi. Çocukluk ve ergenlik
döneminde beslenme 1.Baskı, İstanbul Saga yayınları, 2002:12-21.
16. Gökçay G, Garipağaoğlu M. Okul çocuklarının(6-10y) beslenmesi. Çocukluk ve
ergenlik döneminde beslenme 1.Baskı, İstanbul Saga yayınları, 2002:105-116.
17. Kalkan S, Özcan T, Darcan Ş, Dizdaner C. İzmir ili Bornova ilçesinde 6-10.5 yaş
arasında 4548 çocuğun obezite prevalansı ve risk faktörleri açısından
değerlendirilmesi. VII. Ulusal Pediatrik Endokrinoloji Kongresi Özet Kitabı,
Trabzon, 2002:161
18. Sağlam
H, Erokutan İ, Tarım Ö. Bursa il merkezinde 6-12 yaş grubu okul
çocuklarında obezite prevalansı ve etkileyen faktörler. VII. Ulusal Pediatrik
Endokrinoloji Kongresi Özet Kitabı, Trabzon, 2002:93
19. Sultuybek G. Obezitede genetik ve çevresel faktörlerin rolü. In: Hatemi H,
Altıntaş A (eds), Obezite ve metabolik sendrom-tıbbi etik sempozyum kitabı,
İstanbul, Mart 2003:33 - 45.
20. Kandemir N. Obezitenin sınıflandırılması ve klinik özellikleri. Katkı Pediatri
Dergisi 2000;21(4):500-506.
21. Garn S.M, Sullivan T.V, Hawthorne V.M. Fatness and obesity of the parents of
obese individuals. Am J Clin Nutr 1989;50:1308-1313.
22. Tunçbilek E. Obesite genetik bir hastalık mıdır? Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Dergisi 2005;48:101-108.
23. Patricia A. Donohoue. Obesity. In: Behrman R.E, Kliegman R.M, Jenson H.B
(eds), Nelson Textbook of Pediatrics 17th edition, U.S.A. Saunders, 2004:173177.
66
24. Baughcum A.E, Chamberlin L.A, Deeks C.M, et al. Maternal perceptions of
overweight preschool children. Pediatrics 2000;106:1380-1386.
25. Saelens E.B, Daniels R.S. Childhood obesity: causes and therapies. Current
Opinion in Endocrinology & Diabetes 2003;10:3-8.
26. Armstrong J, Reilly JJ. Breastfeeding and lowering the risk of childhood obesity.
Lancet 2002:359:2003-2004.
27. Kristensen ST. Social and cultural perspectives on hunger, appetite and satiety.
Eur J Clin Nutr 2000;54:473-478.
28. Harnack L, Stang J, Story M. Soft drink consumption among US children and
adolescents: Nutritional consequences. J Am Diet Assoc 1999;99:436-441.
29. Işık P, Naçar N. Obezitenin komplikasyonları. Katkı Pediatri Dergisi
2000;21(4):587-597.
30. Cole TJ, Bellizzi MC, Flegal KM and Dietz WH. Establishing a standard
definition for child overweight and obesity worldwide: international survey. BMJ
2000;320:1240-3.
31. Öner N, Vatansever Ü, Sari A, Ekuklu G, Güzel A, Karasalihoğlu S, Boris NW.
Prevalence of underweight, overweight and obesity in Turkish adolescents. Swıss
Medical Weekly 2004;134:529-533.
32. Taylor RW, Jones IE, Williams SM, Goulding A. Evaluation of waist
circumference, waist-to-hip ratio, and the conicity index as screening tools for
high trunk fat mass, as measured by dual-energy X-ray absorbtiometry, in
children aged 3-19 years. Am J Clin Nutr 2000;72:490-495.
33. Bilginturan N. Çocukluk yaşı obezitelerinde tedavi. Katkı Pediatri Dergisi
2000;21(4):527-536.
34. Yanovski JA. Intensive therapies for pediatric obesity. Pediatr Clin North Am
2001;48:1041-1053.
35. Wadden TA. Treatment of obesity by moderate and severe caloric restriction.
Results of clinical research trials. Ann Intern Med. 1993;119:688-93.
36. Glass AR. Endocrine aspects of obesity. Med Clin North Am 1989;73:139-160.
37. Lustig RH. The neuroendocrinology of childhood obesity. Pediatr Clin North Am
2001;48:909-930.
67
38. Yenigün M. Diabetes Mellitus’ta hormonal homeostasis. In Yenigün M, Altuntaş
Y(eds), Her Yönüyle Diabetes Mellitus, İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri, 2001:1340.
39. Tütüncüler F, Baş F, Günöz H. Çocuk ve adölesan yaşlarda insülin direnci ve
klinik yansımaları. 27. Pediatri Günleri Kongresi 4-7 Nisan 2005, İstanbul.
Kongre Kitapçığı, s: 41-46.
40. Altuntaş Y. Tip 2 (İnsüline bağımlı olmayan) Diabetes Mellitus’un patogenezi. In
Yenigün M, Altuntaş Y(eds), Her Yönüyle Diabetes Mellitus, İstanbul: Nobel Tıp
Kitapevleri, 2001:219-236.
41. Karşıdağ K. İnsülin dirençi mekanizmaları.In Hatemi H, Yumuk VD(eds), İnsülin
direnci ve Tip II Diyabet sempozyumu kitabı, İstanbul, Nisan 2004:9-14.
42. Saltıel AR, Kahn CR. Insulin signalling and the regulation of glucose and lipid
metabolism. Nature 2001; 414: 799-806.
43. Ergün A. Yağ hücresinden salgılanan maddeler, rezistin ve insülin direnci.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası 2003;56(1):25-30.
44. Altuntaş Y. İnsülin direnci ve ölçüm metodları .In Yenigün M, Altuntaş Y(eds),
Her Yönüyle Diabetes Mellitus, İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri, 2001:839-852.
45. Stumvoll M, Mitrakou A, Pimenta W, Jenssen T, et al. Use of the oral glucose
tolerance test to assess insulin release and insulin sensitivity. Diabetes Care
2000;23:295-301.
46. Kaufman FR. Diabetes Mellitus. Pediatr Rev. 1997;18(11):383-392.
47. American Diabetes Association, Report of the Expert Committee on the
Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus. Diabetes Care 1997;7:11831198.
48. Yılmaz T. Diyabet, İnsülin direnci ve Metabolik Sendrom. In Hatemi H, Yumuk
VD(eds), İnsülin direnci ve Tip II Diyabet sempozyumu kitabı, İstanbul, Nisan
2004:9-14.
49. King H, Aubert RE, Herman WH. Global burden of diabetes, 1995-2025:
prevalence, numerical estimates and projection. Diabetes Care 1998;21:14141431.
68
50. Saka NH. Diabetes Mellitus. In: Günöz H, Öcal G, Yordam N, Kurtoğlu S(eds),
Pediatrik Endokrinoloji. 1.Basım. Pediatrik Endokrinoloji ve Oksoloji Derneği
Yayınları:1, 2003:415-455.
51. American Diabetes Association Consensus Statement. Type 2 diabetes in children
and adolescents. Diabetes Care 2000; 23: 11-19.
52. Arslanian S. Type 2 diabetes mellitus in children: Pathophysiology and risk
factors. J Pediatric Endocrinology Metab 2000;13:1385-1394.
53. (Yazarları Belirtilmemiştir) Type 2 diabetes in children and adolescents.
American Diabetes Association. Pediatrics 2000 Mar; 105(3 Pt 1):671-680
54. Hatun Ş. Çocukluk çağında obesite ve insülin rezistansı. Turkish Journal of
Endocrinology and Metabolism 2003(Suppl. 2): 23-26.
55. Arslanian S. Type 2 diabetes in children: Clinical aspects and risk factors. Horm
Res 2002;57(suppl 1):19-28.
56. Nesmith DJ. Type 2 diabetes mellitus in children and adolescents. Pediatr Rev.
2001;22(5):147-52.
57. Rosenbloom AL, Joe JR, Young RS, Winter WE. Emerging epidemic of type 2
diabetes in youth. Diabetes Care 1999;22:345-354.
58. Arslanian S. Insülin secretion and sensitivity in healthy African-American vs
American white children. Clin Pediatr 1998;37:81-88.
59. Cruz ML, Bergman RN, Goran MI. Unique effect of visceral fat on insülin
sensitivity in obese Hispanic children with a family history of type 2
diabetes.Diabetes Care 2002;25:1631-1636.
60. Arslanian S, Suprasongsin C. İnsülin sensitivity, lipids and body composition in
childhood:Is “Syndrome X” present? J Clin Endocrinol Metab 1996;81:10581062.
61. Yenigün M. Diabetik sendromlar ve hipertansiyon. In Yenigün M, Altuntaş
Y(eds), Her Yönüyle Diabetes Mellitus, İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri,
2001:713-809.
62. Görpe U. Polimetabolik sendrom. In Yenigün M, Altuntaş Y(eds), Her Yönüyle
Diabetes Mellitus, İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri, 2001:853-856.
69
63. Meigs JB. Epidemiology of the insulin resistance syndrome. Curr Diab Rep 2003;
3: 737-739.
64. Haffner SM, Stern MP, Hazuda HP, Mitchell BD, Patterson JK. Cardiovascular
risk factors in confirmed prediabetic individuals: does the clock for coronary heart
disease start ticking before the onset of clinical diabetes? JAMA 1990; 262: 28932899.
65. Abbasi F, Brown BW, Lamendola C, McLaughlin T, Reaven GM. Relationship
between obesity, insulin resistance, and coronary heart disease risk. J Am Cardiol
2002; 40: 937-943.
66. Ford ES, Giles WH, Dietz WH. Prevalence of the metabolic syndrome among US
adults. Findings from the third National Health and Nutrition Examination
Survey. JAMA 2002; 287: 356-359.
67. Chen W, Bao W, Begum S, Elkasabany A, Srinivasan SR, Berenson GS. Agerelated patterns of the clustering of cardiovascular risk variables of syndrome X
from childhood to young adulthood in a population made up of black and white
subjects: the Bogalusa Heart Study. Diabetes 2000; 49: 1042-1048.
68. Raitakari OT, Porkka KV, Ronnemaa T, et al. The role of insulin in clustering of
serum lipids and blood pressure in children and adolescents. The Cardiovascular
Risk in Young Finns Study. Diabetologia 1995; 38: 1042-1050.
69. Cook S, Weitzman M, Auinger P, Nguyen M, Dietz WH. Prevalence of a
metabolic syndrome phenotype in adolescents: findings from the third National
Health and Nutrition Examination Survey, 1988-1994. Arch Pediatr Adolesc Med
2003; 157: 821-827.
70. Cruz ML, Weigensberg MJ, Huang TT, Ball G, Shaibi GQ, Goran MI. The
metabolic syndrome in overweight Hispanic youth and the role of insulin
sensitivity. J Clin Endocrinol Metab 2004; 89: 108-113.
71. Babaoğlu K, Hatun S, Arslanoğlu I, et al. Evaluation of glucose intolerance in
adolescents relative to adults having type 2 diabetes. European Society of
Pediatric Endocrinology, September 18-21, 2003, Ljubljana, Slovenia.
72. Adiyaman P, Ocal G, Berberoğlu M, Aycan Z, Evliyaoğglu O, Çetinkaya E.
Hyperinsulinism and dyslipidemia in glucose tolerant and intolerant obese
70
chıldren. 41st Annual Meeting of the European Society for Paediatric
Endocrinology, Madrid, 25-28 September 2002.
73. Çizmecioğlu F, Özcan A, Kalaça S, Hatun Ş. Çocukluk çağında metabolik
sendrom sıklığı ve risk faktörleri. IX. Ulusal Pediatrik Endokrinoloji ve Diyabet
Kongresi 27-30 Eylül 2004, Malatya. Kongre Kitapçığı, s. 307.
74. Shulman GI. Cellular mechanisms of insulin resistance. J Clin Invest 2000; 106;
171-176.
75. Sinha R, Dufour S, Petersen KF, et al. Assessment of skeletal muscle triglyceride
content by (1)H nuclear magnetic resonance spectroscopy in lean and obese
adolescents: relationships to insulin sensitivity, total body fat, and central
adiposity. Diabetes 2002; 51: 1022-1027.
76. Xydakis AM, Case CC, Jones PH, et al. Adiponectin, inflammation, and the
expression of the metabolic syndrome in obese individuals: the impact of rapid
weight loss through caloric restriction. J Clin Endocrinol Metab 2004; 89: 26972703.
77. Shand BI, Scott RS, Elder PA, George PM. Plasma adiponectin in overweight,
nondiabetic individuals with or without insulin resistance. Diabetes Obes Metab
2003; 5: 349-353.
78. Yang WS, Lee WJ, Funahashi T, et al. Plasma adiponectin levels in overweight
and obese Asians. Obes Res 2002; 10: 1104-1110.
79. Weiss R, Dziura J, Burgert TS, et al. Obesity and the metabolic syndrome in
children and adolescents. N Engl J Med 2004; 350: 2362-2374.
80. Görpe U. Metabolik sendrom. In: Hatemi H, Altıntaş A (eds), Obezite ve
metabolik sendrom-tıbbi etik sempozyum kitabı, İstanbul, Mart 2003:55-60.
81. Cruz ML, Goran M. The metabolic syndrome in children and adolescents. Current
Diabetes Report 2004; 4: 53-62.
82. Goodman E, Daniels SR, Morrison JA, Huang B, Dolan LM. Contrasting
prevalence of and demographic disparities in the World Health Organization and
National Cholesterol Education Program Adult Treatment Panel III definitions of
metabolic syndrome among adolescents. J Pediatr 2004; 145: 445-451.
71
83. Cinaz ve ark. ( Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Endokrinoloji B.D. ve
Halk Sağlığı A.B.D.) tarafından 12589 çocukta yapılan saha taraması
sonuçlarından elde edilen VKI persentilleri.
84. Buyan N. Çocukluk çağında hipertansiyon. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi
1991;34:151-181.
85. Nicholson JF, Pesce MA. Reference ranges for laboratory tests and procedures.
In: Behrman R.E, Kliegman R.M, Jenson H.B (eds), Nelson Textbook of
Pediatrics 17th edition, U.S.A. Saunders, 2004:2396-2427.
86. de Ferranti SD, Gauvreau K, Ludwig DS, Neufeld EJ et al. Prevalence of the
Metabolic Syndrome in American Adolescents. Findings from the third national
health and nutrition examination survey. Circulation 2004;110:2494-2497.
87. Lissau I, Overpeck MD, Ruan WJ, Due P et al. Body mass index and overweight
in adolescents in 13 European countries, Israel, and the United States. Arch
Pediatr Adolesc Med. 2004;158:27-33.
88. Sur H, Kolotourou M, Dimitriou M, Kocaoğlu B, Keskin Y, Hayran O, Manios Y.
Biochemical and behavioral indices related to BMI in schoolchildren in urban
Turkey. Preventive Medicine 2005(41);614-621.
89. Bundak R, Furman A, Gunoz H, Darendeliler F, Bas F, Neyzi O. Body mass
index references for Turkish children. Acta Paediatrica 2006 Feb;95(2):194-198.
90. Caprio S. Obesity epidemic in children and the emergence of type 2 diabetes.
Current Opinion in Endocrinology & Diabetes 2003;10:104-108.
91. Giampietro O, Virgone E, Carneglia L, Griesi E, Calvi D, Matteucci E.
Anthropometric indices of school children and familiar risk factors. Preventive
Medicine 2002;35:492-498.
92. Ford ES, Mokdad AH, Ajani UA. Trends in risk factors for cardiovascular disease
among children and adolescents in the United States. Pediatrics 2004;114:15341544.
93. Blackett PR, Blevıns KS, Stoddart M, Wang W et al. Body mass ındex and highdensity lipoproteins in cherokee ındian children and adolescents. Pediatric
Research 2005;58:472-477.
72
94. Bao W, Srinivasan SR, Berenson GS. Persistent elevation of plasma insülin levels
is associated with increased cardiovascular risk in children and young adults: the
Bogalusa Heart Study. Circulation 1996;93:54-59.
95. Basit A, Hakeem R, Hydrie MZI, Ahmedani MY, Masood Q. Relationship among
fatness, blood lipids and insulin resistance in Pakistani children. J Health Popul
Nutr 2005;23(1):34-43.
96. Lawlor DA, Harro M, Wedderkopp N, Andersen LB, Sardinha LB et al.
Association of socioeconomic position with insulin resistance among children
from
Denmark,
Estonia,
and
Portugal:
cross
sectional
study.
BMJ. 2005 Jul 23;331(7510):183.
97. Duncan GE, Li SM, Zhou XH. Prevalence and trends of a metabolic syndrome
phenotype among U.S. Adolescents, 1999-2000. Diabetes Care 2004 Oct;27(10):
2438-2443.
98. Atabek ME, Pirgon Ö, Kurtoğlu S. Prevalence of metabolic syndrome in obese
Turkish children and adolescents. Diabetes Research and Clinical Practıce 2006
Jun; 72(3):315-321.
99. Sinha R, Fisch G, Teague B, et al. Prevalence of impaired glucose tolerance
among children and adolescents with marked obesity. N Engl J Med 2002; 346:
802-810.
100. Goran MI, Bergman RN, Avila Q, et al. Impaired glucose tolerance and reduced
beta-cell function in overweight Latino children with a positive family history for
type 2 diabetes. J Clin Endocrinol Metab 2004; 89: 207-212.
101. Savva SC, Tornaritis M, Savva ME, Kourides Y, Panagi A et al. Waist
circumference and waist-to-height ratio are better predictors of cardiovascular
disease risk factors in children than body mass index. International Journal of
Obesity and Related Metabolic Disorders 2000 Nov;24(11):1453-1458.
102. Maffeis C, Pietrobelli A, Grezzani A, Provera S, Tato L. Waist circumference and
cardiovascular risk factors in prepubertal children. Obesıty Research 2001
Mar;9(3):179-187.
103. Goran MI, Gower BA, Treuth M, Nagy TR. Prediction of intra-abdominal and
subcutaneous abdominal adipose tissue in healthy pre-pubertal children.
73
International Journal of Obesity and Related Metabolic Disorders 1998
Jun;22(6):549-558.
104. Chan JM, Rimm EB, Colditz GA, Stampfer MJ, Willett WC. Obesity, fat
distribution, and weight gain as risk factors for clinical diabetes in men.
Diabetes Care. 1994 Sep;17(9):961-9.
105. Flodmark CE, Sveger T, Nilsson-Ehle P. Waist measurement correlates to a
potentially atherogenic lipoprotein profile in obese 12-14-year-old children.
Acta Paediatr. 1994 Sep;83(9):941-5.
106. Freedman DS, Serdula MK, Srinivasan SR, Berenson GS. Relation of
circumferences and skinfold thicknesses to lipid and insulin concentrations in
children
and
adolescents:
the
Am J Clin Nutr. 1999 Feb;69(2):308-17.
74
Bogalusa
Heart
Study.
Download