DÜNYA EKONOMİK KRİZİ VE TÜRKİYE’YE YANSIMASININ ÇAĞDAŞ İKTİSAT KURAMLARI ÇERÇEVESİNDE İRDELENMESİ (*) İlker Parasız (**) Ufuk Başoğlu (***) GİRİŞ 1990 lı yılları bir yandan uluslararası piyasaların giderek daha entegre olduğu ve dünyada önemli olan herhangi bir piyasa ya da kuruluşta görülen rahatsızlığı kolayca bütün dünyadaki finansal piyasaları etkilediği diğer yandan 1980’li yıllardan itibaren geliştirilen Reel Konjonktür Kuramı, İçsel Büyüme Kuramları ve Yeni (New) Keynesci kuramların bulgularının ABD’de Başkan Clinton tarafından uygulanmasına bağlı olarak ABD’deki olumlu ekonomik performansın sonuçlarının ortaya çıktığı yıllar olmuştur. Ayrıca 1990’lı yılları Uzak Doğuda Çin ekonomisinin uyanışı ve Japonya ekonomisinin durgunlaşması 1997 yılının ortasında ortaya çıkan dünya ekonomik krizinin nedenlerini oluşturmuştur. Aşağıdaki paragraflarda öncelikle dünya ekonomik krizinin habercisi olan kuramsal gelişmelerin ABD dışında diğer ülkelerce yeteri kadar algılanmamasının sonuçları üzerinde durulacak, bu durumun doğal sonucu olarak ve G. Doğu Asya ülkelerinde konjonktürel, kurumsal ve yasal durumların krizi nasıl başlattığı tartışılacak ve bu krizin ülkemizdeki olumsuz etkilerinin hangi oranda ülkemizdeki yanlış algılama ve uygulamalardan kaynaklandığı irdelenecektir. I. SON YILLARDAKİ KURAMSAL GELİŞMELER ÇERÇEVESİNDE ABD VE JAPONYA EKONOMİSİNİN YORUMU 1990’lı yıllarda, içerik bakımından örtüşen Reel Konjonktür Kuramıyla İçsel Büyüme Kuramının yaklaşımları ve Yeni Keynescilerin geliştirdikleri işyerlerinde kaytarmaları ortadan kaldırıcı, prodüktiviteyi arttırıcı etkin ücret hipotezinin bulguları Başkan Clinton döneminde yeni bir arz yanlı ekonomi politikası şeklinde ABD’de uygulanmıştır.[1] İzlenen bu politikalara bağlı olarak ABD ekonomisinde bir yandan enflasyon oranı ve faiz oranı düşmüş öte yandan eksik istihdam oranı gerilemiş, GSYH artmış ve ABD’de ihracatın ithalatı karşılama oranı %70’lerden %90’lara yükselmiştir. ABD’deki bu gelişmeler karşısında Japonya ekonomisi eski performansından uzak kalmıştır. Bunda, ABD ekonomisinin gösterdiği performans kadar, kanımızca (daha sonra da vurgulanacağı gibi), Japonya ekonomisinin altın kural büyüme oranına yönelmesi ve likidite tuzağı benzeri bir durumun ortaya çıkması önemli rol oynamıştır. A. Reel Konjonktür Kuramı Açısından Dünya Ekonomik Krizinin İrdelenmesi Son yıllara damgasını vuran önde gelen kuramlardan birisi de Reel Konjonktür Kuramıdır (RBC). Bu kurama göre prodüktivitedeki rassal dalgalanmalar ekonomik dalgalanmaların esas kaynağıdır. Prodüktivitedeki bu dalgalanmalar temelde, teknolojik değişmedeki dalgalanmalardan kaynaklanmaktadır. [2] Ayrıca ekonomik dalgalanmaların nedeni uluslararası rahatsızlıklar, doğal afetler, iklim değişiklikleri v.b. olabilir. Reel konjonktür kuramına göre ekonomik dalgalanmaların nedeni, üretim faktörlerinin toplam prodüktivitelerinde meydana gelen şoklara ekonomik birimlerin optimal şekilde yanıt vermeleridir. Böylece reel konjonktür kuramının izleri Robert Lucas tarafından kurulan Rasyonel Bekleyişler Okuluna kadar uzanmaktadır.[3] Reel konjonktür kuramının dürtüsü teknolojik değişmeye bağlı olarak ortaya çıkan prodüktivitenin büyüme oranıdır. RBC kuramcıları (Edward Prescott, Finn Kydland, John Long, Charles Plosser) bu dürtünün temelde yeni teknolojilerin kullanımına ve yaratılmasına neden olan araştırma ve geliştirme sürecinden kaynaklandığına inanmaktadır. Zaman zaman teknolojik değişme başta beşeri sermaye olmak üzere mevcut sermayenin büyük bir kısmının modasının geçmesine neden olmaktadır. Teknolojik değişme başlangıçta iş olanaklarını yok etmekte ve iş yerlerinin kapanmasına neden olmaktadır. Teknolojik değişmenin ilk etkisi prodüktivitenin azalması ve bir resesyonun başlaması şeklinde olmaktadır. Çünkü daha az kâr bekleyen firmalar yeni sermaye malı satın alımlarını kısarlar ve emeğin prodüktivitesinin düşmesi nedeniyle çalışanların bir kısmını işten çıkarırlar. Böylece hem istihdamdaki azalmaya hem yatırım talebindeki düşmeye bağlı olarak toplam talep geriler. RBC kuramında ideal konjonktür dalgalanmalarına neden olan güçler ekonomik büyümeye neden olan güçlerle aynıdır. Reel konjonktür kuramıyla aynı dönemde geliştirilen içsel büyüme kuramı, daha önce de belirtildiği üzere, örtüşmektedir. B. İçsel Büyüme Kuramları Çerçevesinde Dünya Ekonomik Krizinin İrdelenmesi 1980’li yılların ortalarından itibaren sermaye birikiminin uzun dönemde ekonomik büyümeye ve ülkeler arası gelir farklılıklarını açıklamada yetersiz kaldığı, artık sermaye birikiminin ekonomik büyümenin odak noktası olmadığı ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Sermayenin ötesinde geliri belirleyen bir esrarengiz değişkenin emeğin etkenliği olduğu ileri sürülmektedir. Emeğin etkenliğini arttıran en önemli faktörün de bilgi olduğu ve bilginin teknik ilerlemenin en önemli etmeni olduğu, diğer malların üretiminde girdi işlevi yaptığı ortaya net olarak konulmuştur. Öte yandan bilgi aynı zamanda bir çıktıdır da. [4] Çünkü bir çıktı olarak ayrıca bilginin de üretilmesi gerekir. Bilgi ve beşeri sermaye Solow’un büyüme modelinin mevcut kısıtlarının aşılmasını sağlamıştır. Bilgi ve beşeri sermaye birikiminin en önemli özelliği biriktikçe marjinal getirilerinin azalmamasıdır. Bilgi üretimi nihai mal üretiminden farklılık arzetmektedir. Biriktirilen toplam ürünün belli bir oranı değil ve fakat emek gücünün zamanının bir bölümüdür. Ekonomik birimler, zamanı, tüketim şeklinde fayda sağlayan nihai mal üretimiyle, nihai mal üretim artışını ve gelecekteki faydayı garanti eden bağlı birikimi arasında bölüştürmektedir. Böylece bilgi hem nihai maldır hem de kendi kendini üretmektedir. Böylece bilgi birikimi artan oranlı getiriye neden olmaktadır. Bu durum zamanlararası dışsallık sağlamakta ve firmalar birbirlerinin biriktirdiği bilgilerden yararlanmaktadır. Belli başlı dört faktör bilgiyi geliştirici kaynak tahsisini etkilemektedir. Bunlar, temel bilimsel araştırmaların desteklenmesi, araştırma - geliştirme (Ar-Ge), buluşlara yönelik özel teşviklerin verilmesi, yetenekli bireylere alternatif fırsatların sunulması ve yaparak öğrenmedir (learning by doing). Ekonomik büyümenin bir diğer kaynağı kamusal mallar, iletişim ağı, enformasyon hizmeti v.b. alt yapıların kamunun da katkısıyla yapılmasıdır. Bu şekilde gerçekleştirilen alt yapı yatırımları özel sermayenin prodüktivitesini arttırmakta ve firma açısından bir dışsal üretim faktörü oluşturmaktadır. C. Yeni (New) Keynesciler: İşten Kaytarmalar ve Etkin Ücret Hipotezi Yeni Keynesci iktisatçılar emeğin kaytarmasının işsiz kalınca yüksek bir ücretten alacağını bilerek daha iyi güdülenmesi ve daha fazla çalışmaları için işverenlerin çalışanlara marjinal ürün getirilerinden daha yüksek ücret ödenmesini önermektedir. Bu yaklaşımın gerekçesi şudur: Çalışanların gözetimi pahalı ya da olanaksız olduğundan firmalar çalışanlarıyla ilgili eksik bilgiye sahiptir ve bir asil – vekil sorunu vardır.[5] Eğer durumu rekabetçi piyasalar çerçevesinde irdelersek tüm çalışanların aynı prodüktiviteye sahip olduğu ve aynı ücreti kazandıkları varsayılır. Çalışanlar bir kez işe alındıklarında ya verimli olarak çalışırlar ya da kaytarırlar. Ancak çalışanların performansıyla ilgili enformasyon sınırlı olduğundan, çalışanlar kaytardıkları halde işten kovulmazlar. O halde, eğer bir firma çalışanlarına rekabetçi koşullarda piyasayı temizleyen bir ücret öderse, onları kaytarmaya teşvik etmiş olur. Öte yandan çalışanlar kaytarırken yakalansalar ve işten kovulsalar bile, aynı ücretle bir başka iş bulma olanakları her zaman olacaktır. Bu durumda verimsizlikleri ve kaytarmaları nedeniyle işten kovulmaları çalışanlar açısından bir maliyet oluşturmayacaktır. Böylece çalışanlar daha prodüktif olmaları için bir güdü de olmayacaktır. O halde çalışanların kaytarmaları ve prodüktivitelerini düşürmemeleri için yeni bir yöntem bulunması gerekmektedir. Bu da kendilerine yüksek bir ücretin ödenmesidir. İşte Clinton döneminde ABD’de etkin ücret hipotezi çerçevesinde uygulamalar yapılmıştır. Bu da, ABD ekonomisinde genelde prodüktivite artışına neden olduğunu düşünüyoruz. Böylece ABD Japon halkının geleneksel çalışkanlığını etkin ücret hipotezinin bulgularıyla kendi ülkesinde sağlamıştır. D. Yeni Bir Arz Yanlı Ekonomi Politikası: Clintonomics 1981 yılında, o tarihte ABD Başkanı olan Reagan, ABD’de yeni bir iktisat politikasını yürürlüğe koydu. Bu yeni politikaya Reaganomics ya da arz yanlı ekonomi politikaları adı verildi. Gerçi bu yaklaşımın vergilemenin ekonomik davranışları etkilediği ve vergilemenin ikame etkisinin etkin kaynak tahsisinde önemli olduğu biçimindeki temel önermesi çok eskilere uzanmaktadır. İlk kez böyle bir olguya İbni Haldun Mukaddemesi’nde değinmiştir. Arz yanlı ekonomide Reagan döneminde yeni olan, genel olarak vergi yükündeki ve özel olarak gelir vergisi oranlarındaki indirimlerin ekonominin gelir düzeyini ve büyüme oranlarını önemli ölçüde etkileyeceği savıdır. Arz yanlı ekonomi taraftarları, bazı istisnai durumlar dışında serbest piyasa ortamında kaynakların daha etkin bir şekilde tahsis edileceğini özellikle vurgulamaktadır. [6] İki arz yanlı ekonomi yaklaşımı vardır. Bunlar, temel arz yanlı ekonomi ve radikal arz yanlı ekonomi politikalarıdır. Temel arz yanlı ekonomi politikalarına göre devlet toplam talep yerine toplam arzla ilgili politikalar üretmeli ve uygulamalıdır. Toplam arz tüketicilerin değil üreticilerin ekonomik davranışlarının sonucu olduğundan, ekonominin itici gücü olarak firmalar, üreticiler ön planda tutulmalıdır. Temel arz yanlı yaklaşımda vergi politikalarının vergi öncesi ve sonrası mal fiyatları ve üretim faktörlerinin vergi öncesi ve sonrası getirileri arasına bir engel oluşturduğunu, bunun da üreticilerin ve üretim faktörlerini arz edenlerin davranışlarını olumsuz yönde etkileyeceğini, bu nedenle hükümet politikalarının bu etkileri minimize edecek şekilde tasarlanması gerektiğini öne sürmektedir. “Radikal” adı verilen diğer arz yanlı iktisatçılar özellikle marjinal vergi oranlarının düşürülmesi üzerinde durmaktadır. Bu yaklaşımı benimseyen iktisatçılar vergilemede adalet sağlama gerekçesiyle sert bir artan oranlılığın uygulanmasına itiraz etmektedir. Bu iktisatçılara göre marjinal gelir vergisi oran düşürülürse ekonomik büyüme hızlanacak, enflasyon oranı düşürülecek ve hatta vergiler azalmayacak, tersine, artacaktır. Clinton yönetiminin ilk ekonomik raporunda, açıkça yatırımlar ve ekonominin üretim kapasitesinin arttırılması üzerinde durulmuştur. Önceki dönemde Reagan orta sınıflar ve çalışan yoksullar aleyhine, varlıklıların lehine bir ekonomi politikası izlemeye başlamıştı. Böyle bir ekonomi politikasının sonuçları üzerinde iktisatçılar tereddütlüydü. Bazı insanlara ayrıcalık tanınırken milyonlarca Amerikalının aşırı şekilde çalışmasının nasıl sonuçlar vereceği üzerinde iktisatçılar arasında görüş farklılıkları vardı. Ekonomide borçlar kanatlanmış giderken, bireyler, girişimciler ve hükümet olanaklarının ötesinde yaşıyorlardı. İnsanlara, yatırım taahhütleri ve gelecekte çocuklara bırakılacak miras inandırıcı gelmiyordu. Bu koşullarda Federal politikada köklü değişiklikler gerekiyordu. Clinton yönetiminin ekonomik planının en çarpıcı yönü en geniş anlamda kamu ve özel yatırımların arttırılmasıydı. Daha prodüktif olmanın, daha yüksek ücret elde etmenin ve insanların kendilerine ve çocuklarına daha fazla ekonomik fırsat yaratmasının yolu, ülke kaynaklarının daha büyük bir bölümünün fabrikalara ve techizatın yenilenmesine, becerilerin arttırılmasına ve teknolojik ilerlemenin hızlandırılmasına tahsisinden geçiyordu. Bu nedenle gelecekteki büyümeye yönelik olarak kamu bütçesinde yatırımların payının arttırılması, özel sektörün tüketimden yatırıma yönelmesi için teşvikler gerekiyordu. Yatırım ihtiyacı Clinton’un ekonomik planında şu üç unsurun yer almasına neden olmuştur: Teşvikler, yatırım ve bütçe açıklarının azaltılması. -Teşvikler paketi uzun vadeli yatırımlarda vergi indirimini içeriyordu. -Yatırım paketinde ABD’nin ekonomi kapasitesini arttırıcı unsurlar yer alıyordu. Bu bağlamda otoyolların ve diğer alt yapıların inşası ve hızla tamamlanması, gelecekte çalışacakların fırsat ve becerilerinin arttırılması, sağlık hizmetlerinin yararlanamayanlara yaygınlaştırılması, büyümenin hızlandırılması, üretimde bilim ve teknoloji kullanımının arttırılması, verimli emeğe daha fazla çalışma teşviklerinin sağlanmasını içeriyordu. - Bütçe açıklarının azaltılması: Açıkların kapatılma planı, yaşam standardının yükseltilmesine, yatırımların artmasına ve yapısal federal bütçe açıklarının tedricen azaltılmasına çok önemli katkılar yapmıştır. Bütçe açıklarının azaltılması Federal Hükümetin ulusal tasarruflar üzerindeki baskısını azalttığından faiz oranlarının düşmesine böylece özel yatırımların artmasına katkı yapmıştır. 1990’lı yıllara damgasını vuran Clinton, Reagan’ın izlediği arz yanlı politikaların tam tersi olan bu politikalarla ABD ekonomisinin prodüktivitesini, dinamizmini ve büyümesini arttırarak 2000’li yıllara ABD ekonomisini tartışılmaz üstünlüğü ile girilmesine neden olmuştur. [7] Clinton döneminde ABD ekonomisinin gösterdiği performanslar Tablo 1,2 ve 3 de gösterilmiştir. Tablo 1: ABD Ekonomisindeki Gelişmeler 1987-1989 1990 1991 1992 1995 1996 1997 1998 5.7 5.5 6.7 7.3 5.6 5.3 4.7 4.3 Reel GSYH Artış Oranı 2.3 3.4 3.9 3.9 TÜFE 2.8 2.9 2.3 1.6 Ücret Artışları (%) 2.9 3.5 3.5 4.0 Eksik İstihdam Oranı Kaynak: The Federal Reserve Bank of St Louis in Raporları Tablo: 2 Faiz Oranlarındaki Değişmeler 1996 II 1997 III 1998 1999 IV I II III IV I II III IV I Kısa vadeli faiz oranları ABD 5.39 5.48 5.41 5.44 5.69 5.60 5.73 5.55 5.59 5.53 5.20 4.90 Japonya 0.61 0.62 0.52 0.55 0.58 0.61 0.66 0.95 0.62 0.67 0.62 0.49 5.60 Uzun vadeli faiz oranları ABD 7.07 7.07 6.68 6.89 7.00 6.58 6.20 5.94 5.92 5.58 5.32 Japonya 3.30 3.23 2.83 2.56 2.47 2.41 2.02 1.91 1.71 1.55 0.90 Kaynak: The Federal Reserve Bank of St Louis raporları Tablo: 3 ABD de İhracatın İthalatı Karşılama Oranı 1993 1994 1995 1996 1997 % 73.5 % 82 % 85 % 87 % 87.7 Kaynak: Direction of Trade Statistics (Quarterly),IMF, December 1998 den hesaplanmıştır. E. Japonya’nın Ekonomik Büyümesinde Altın Kural Durgun Durum Olgusu mu? Yoksa Likidite Tuzağı Benzeri Bir Durum mu? Durgun durum sermaye düzeyi bir ekonominin uzun dönem dengesini temsil eder. Sermaye stokunun durgun durum düzeyinin altında olduğu bir durumdan yola çıkıldığında yatırım düzeyi sermayenin yıpranma miktarını aşacak ve böylece zaman içinde sermaye stoku yükselecek ve durgun durum düzeyine kadar artacaktır. Tersine, şimdi de sermaye stokunun durgun durum düzeyinin yukarısında olduğu bir düzeyden hareket edelim. Bu durumda yapılan yatırımlar yıpranma düzeyinden daha az olacağından sermaye stoku durgun durum düzeyine kadar azalacaktır. Öte yandan bir ekonomide kamu otoritelerinin amacı, toplumu oluşturan bireylerin ekonomik refahını artırmaktır. Aslında bireyler ekonomideki sermaye miktarıyla çıktı miktarıyla ilgilenmezler. İnsanlar, daha çok tüketebilecekleri mal ve hizmet miktarıyla ilgilenirler. O halde daha çok ekonomik refahla ilgilenen kamu otoriteleri en yüksek tüketim düzeyli durgun durumu seçmek isterler. En yüksek tüketimli durgun duruma sermayenin altın kural düzeyi denilir.[8] Durgun durumları karşılaştırdığımızda daha fazla sermayenin çıktı ve yıpranma üzerindeki etkilerinin göz önüne alınması gerekir. Eğer sermaye altın kural düzeyinin altındaysa sermaye stokundaki bir artış üretimi yıpranma oranından daha fazla arttıracaktır. Tersine, eğer sermaye stoku altın kural düzeyinin üzerindeyse sermaye stokundaki bir artış üretimi azaltacaktır. Çünkü üretimdeki artış sermayenin yıpranma oranından daha yavaş olacaktır. O halde sermayenin altın kural durgun durum düzeyinden daha fazla olduğu durumda kamu otoriteleri durgun durum sermaye stokunu azaltmak için tasarruf oranını azaltıcı politikalar izlemesi gerekecektir. Tasarruf oranındaki azalma tüketim düzeyinde arızi bir artışa, yatırım düzeyinde ani bir azalışa neden olacaktır. Şimdi, yatırım yıpranmadan daha düşük olduğundan ekonomi artık durgun durum konumunda değildir. Sermaye stoku azar azar azaldıkça çıktı, tüketim ve yatırım buna koşut olarak yeni durgun duruma yönelecektir. Yeni ulaşılan durgun duruma altın kural durgun durumu denilmektedir. Tablo: 4 Japonya Ekonomisiyle İlgili Göstergeler (% Değişme) 1995 1996 1997 1998 I II III IV I II III IV I II III 2.49 6.43 4.91 4.34 5.09 3.76 0.95 1.70 -0.80 -3.58 -1.84 -3.49 TÜFE 0.34 0.06 0.17 0.48 0.60 2.02 2.05 2.15 1.97 0.34 -0.19 İstihdam -0.02 0.29 0.69 0.84 1.62 1.36 0.69 0.71 0.05 -0.74 -0.97 3.30 3.30 3.50 3.30 3.30 3.30 3.50 3.90 3.40 3.60 4.20 Reel GSYH Artışı İşsizlik Oranı 4.20 Kaynak: International Economic Trends February 1999 The Federal Reserve Bank of St Louis Tablo 4’de görüldüğü gibi fiyatlar genel düzeyi düşmesine karşılık Japonya ekonomisinde son yıllarda gözlenen reel GSYH daki düşüşler ve istihdam oranındaki gelişmeler ve işsizlik oranındaki artışlar, geleneksel Phillips Eğrisine çağrışım yapmamıza neden olmaktadır. Bununla birlikte, kanımızca, Japonya ekonomisinde yaşanan bu durumu Solow’un altın kural durgun durum olgusuyla ilgilendirmek daha doğru olacaktır. Öte yandan Tablo 3 de görüldüğü kısa dönem faiz oranlarının % 1 in oldukça altında seyretmektedir. Uzun dönem faiz oranları da son yıllarda hızla düşerek 1991 yılı başında % 1 in altına gerilemiştir. Bu durum olası bir faiz yükselmesi durumunda önemli bir sermaye kaybı olgusunu yaratıcı bir görünüm sergilemekte ve Japonya ekonomisi likidite tuzağı olgusuna benzer bir durum yaşamaktadır. Kuşkusuz, onunla yakın ilişkide olan G.Doğu Asya ülkelerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Japonya ekonomisinin bu durumdan çıkması, bölge ülkeleri için kuşkusuz çok önemlidir. [9] II. GELİŞEN EKONOMİLERDE FİNANSAL KRİZ A. Finansal Kriz Türleri Gelişen ekonomilerde üç tip uluslararası finansal krizden söz edilebilir: i. Mali Krizler: Hükümet birden bire yabancı borçları yenileme ve yeni yabancı ödünçleri çekme yeteneğini yitirebilir. Bu durumda hükümet yükümlülüklerini yerine getiremeyebilir. ii. Döviz Kuru Krizleri: Piyasada yer alanlar birden bire taleplerini yerli parasal aktiflerden yabancı para cinsinden aktiflere kaydırabilirler. Bu durum sabit kur sistemini benimseyen ya da döviz kurunu sabitleştirerek bir çapa olarak kullanılan merkez bankasının döviz rezervlerinin tükenmesine neden olur. iii. Banka Krizleri: Ticari bankalar birdenbire piyasa aletlerinin (örneğin mevduat sertifikalarının) yenilenmeme olgusuyla ya da vadesiz mevduatlardan ani para çekilişleriyle karşılaşabilir. Bu durum bankaların likiditesiz kalmasına ve muhtemelen borçlarını ödeme iktidarından mahrum kalmasına neden olabilir. Her ne kadar bu üç tip krizin mantığı birbirinden farklı olsa da bazı durumlarda bu krizlerin bir kombinezonu söz konusu olabilir. B. Ekonomik Krizi Tetikleyen Mekanizmalar Finansal krizin tipi ne olursa olsun dört ayrı tetikleme mekanizması ayırtedilebilir: i. Dışsal Şoklar: Dışsal stoklar piyasada faaliyet gösteren birimlerle ilgili hükümetin merkez bankasının ya da ticari bankaların taahhütlerini yerine getirme kabiliyetlerini kısıtlamaktadır. Örneğin petrol zengini ülkelerin ticaret hadlerindeki düşüş, hükümetlerin borç ödeme kabiliyetlerinin azalmasına, dolayısıyla kredi değerliliğini azaltmaktadır. O halde, ticaret hadlerindeki bir düşme yurt içi fiyatların düşmesine neden olabilir ve böylece banka sisteminin borçlarını ödeyebilirliğini tehlikeye sokarak bir banka krizine neden olabilir. Dünya faiz oranlarında zaman zaman gözlenen bir artış hükümetin ya da bankaların ek ödünç alabilme kabiliyetini aksatmaktadır. ii. İstenmeyen politika şokları: Bir ekonomide, bir piyasada yapılan ekonomik reform ekonominin diğer bir kısmında bir ters etki meydana getirir. Örneğin para piyasasının liberalizasyonu para piyasası faiz oranlarının yükselmesine neden olabilir. Bu durum ticari bankalar üzerinde negatif aracılık etkisi yaratarak banka krizlerinin oluşmasına neden olabilir (1980-1983 yıllarında Türkiye’deki durum). Alternatif olarak eğer hükümet düşük yurt içi faizlerle ödünç alırsa, finansal piyasaların uluslararasılaşması kamu ödünç alımlarını güçleştirerek bir mali krize neden olabilir. iii. Ödünç Alma Sınırlarının Tükenmesi: Hükümet, merkez bankası ve ticari bankalar ödünç alma limitlerine gelmiş olabilirler. Örneğin, bir ülke sermaye hareketleri üzerindeki kontrolüne son verdiğinde (örneğin Ağustos 1989 da 32 sayılı kararname ile ülkemizde böyle bir durum olmuştur), ticari bankalar uluslar arası sermaye piyasalarından önemli ölçüde borçlanır. Başlangıçta ödünç alımlar yurt içi harcamalarda bir patlamaya (boom) neden olur. Bu başlangıçtaki “boom” reel döviz kurunun değerlenmesine neden olur. Bankalar boğazlarına kadar ödünç alınca, sermaye girişleri durur, yurt içi kredi piyasası daralır, yurt içi talep düşer. Önceki değerlendirmeyi tersine çeviren döviz kurunda bir düşüş yaratılma gereği doğar, Bankacılıkta bu tür bir boom-patlama konjonktürü (dışardan alınan ödünçlere bağlı), Arjantin ve Meksika’da 1994-1995 finansal krizine neden olmuştur. Ülkemizde 5 Nisan 1994 kararlarının alınmasının da gerisinde benzer bir mekanizma vardır. Ancak 5 Nisan kararlarının alınmasında izlenen yanlış politikalarla T.C. Merkez Bankası’nın iç varlıkları arttırılırken dış varlıklarının azaltılması ve bu arada döviz kurunun oldukça sabit kalmasının rolü büyüktür). iv. Kendi Kendini Besleyen Panikler: Hemen hemen tüm finansal piyasalarda aktif fiyatları, hükümet bonosu krizleri, yabancı döviz krizleri ya da banka krizleri gibi oldukça ters dengeleri içeren çoklu rasyonel dengelere bağlıdır. Kendi kendini tamamlayan panikler iyi bilinmektedir ve oluşları ve frekansları hakkında önemli farklılıklar olmasına karşın iki yüz yıldan beri tartışılmaktadır. Yukarıda sayılan bir ekonomik krizi tetikleyen genel mekanizmalar dışında G.Doğu Asya ülkelerinde gözlemlenen ve diğer gelişmekte olan ülkelerde de geçerli olabilecek olguları şöyle açıklayabiliriz: i. Finansal Baloncuklar ve Yatırımın Azalan Getirisi: Paul Krugman’a göre [10], Asya krizi, yatırımların düşük ve giderek azalan getirileri sonucu bir finansal baloncuğun sönmesidir. Uluslar arası piyasa başarısızlıkları G.Doğu Asya ülkelerine yönelik sermaye akımlarını arttırmıştır. Ancak zamanla bu ülkelerin ekonomik yapısı nedeniyle bu fonlar spekülatif olarak gayri menkul yatırımlarına yönelmiş ve etkin olmayan finansal faaliyetlerin artmasını neden olmuştur. Bu sürecin doğal sonucu olarak yatırımların getirilerinin düşmesi oluşan finansal baloncuğun patlamasına neden olmuştur. ii. Bankacılık Sektöründeki Olumsuzluklar: Güney Doğu Asya Krizine yönelik olarak Krugman tarafından getirilen ikinci açıklama, bankacılık sektörünün sorunları üzerinde yoğunlaşmaktadır.[11] Krugman’a göre bankacılık sektörüyle ilgili düzenleme eksiklikleri (örneğin icra - iflas yasasının yetersizliği, ipotek yönetiminin olmaması v.b.), [12] bankacılık faaliyetlerinin yeterince temiz piyasa koşullarında yapılmaması, ahlâki davranış ve ters seçim sorunları bir yandan bankacılık sektörünün diğer yandan banka dışı sektörün aşırı borçlanmasına ve geri dönmeyen kredilerin artmasına neden olmuştur. C. Güney Doğu Asya Ülkelerinde İzlenen Ekonomi Politikaları 1. İstikrarlı Para Politikalarına Karşı G.Doğu Asya Ülkelerinin Kötü Para Politikaları Milton Friedman’a göre bir küresel finans sistemi yoktur. Yalnızca birbirine bağlanmış ulusal finans sistemleri söz konusudur. Bir diğer deyişle İngiltere sistemi İngiltere Merkez Bankası’yla, Euro Finans Sistemi Avrupa Merkez Bankası’yla, Japonya Sistemi de Japonya Merkez Bankası’yla ilişkilidir. Bu sistemler birbirlerine döviz kurları ve dünya ticareti ile bağlıdır. Aslında “Dünya Finans Sistemi” diye adlandırılan olgu yüzyıllardan beri hiç değişmemiştir. Gerçekte dünyadaki mevcut finans sistemleri yüz yıl önce o dönemde altına dayandıklarından birbirlerine daha sıkı bağlıydı. Bununla birlikte, dünyanın birçok ülkesinde parasal durum çok sağlıklı bir görünüm arzetmektedir. Enflasyon oranları çok düşük düzeydedir ve para otoriteleri enflasyon sorununun çözümünün püf noktasını öğrenmişlerdir. Bir diğer deyişle gelişmiş ekonomiler açısından bakıldığında parasal anlamda en sağlıklı dönemlerden birinde yaşanmaktadır. Buna karşılık G.Doğu Asya ülkelerinde örneğin, Tayland’da iyi para politikalarının izlendiği ni söylemek güçtür. Kötü para politikaları spekülatörlerin dışında gelişmiştir. Ancak spekülatörler kriz sürecini hızlandırmışlardır. Spekülatörler dünyadaki değişikliklere dikkat etmeye ve tepki göstermeye güdülememişlerdir. Onların bu tepkileri sayesinde hatalı gelişmelerin gizli olarak hissedilmeden süregitmesini engellemiştir denebilir. 2. Yabancı Fon Yatırımcılarının Yüksek Getirili Araç Arayışları Güney Doğu Asya ülkelerinin gösterdiği ekonomik performans yabancı yatırımcıları cezbetmiş ve sermaye örneğin Filipinler gibi karışıklık yaşayan bir ülkeye bile akmıştır. Bunun başlıca nedeni, büyük finansal piyasalarda düşük faiz oranlarının yatırımcıları getiri araştırmaya yöneltmesidir. Japonya’da depresyon sonucu gerileyen, son derece düşük düzeye inen ödünç alma maliyetleri ve ABD de borsanın yükseklerde uçması sonucu pay senedi yatırımlarının getirisinin düşmesi sonucu yen ve dolar olarak ödünç alıp daha yüksek getirili G.Doğu Asya menkul kıymetlerini satın almak çok cazip hale gelmiştir. Bu sırada G.Doğu Asya ülkelerinin paralarını dolar ağırlıklı bir sepete bağlamaları döviz kurundaki değişmeler sonucu ortaya çıkarılabilecek getiri kaybı riskini minimize etmiştir. Öte yandan G.Doğu Asya hükümetleri, bankaları fonlarını gözde endüstrilere kanalize etmeye zorlayarak ekonomik kalkınmanın bir aracı olarak kullanmıştır. Yabancı yatırımcılar Asya bankalarına, hiçbir şekilde iflaslarına izin verilmeyeceği inancıyla aşırı ölçüde ödünç vermişlerdir. Bu mesut ortam bir dizi şokla sona ermiştir. Japonya uzun dönem faiz oranları 1997’nin ilk baharında % 2 den % 2 1/2 ye yükseltmiştir. Doların yen karşısında yükselişi paraları dolar ağırlıklı bir sepete bağlı G.Doğu Asya ülkelerinde rekabet sorunu yaratmıştır. Nihayet bir yandan Çin’in rekabeti, diğer yandan Avrupa Birliğindeki durgunluk nedeniyle G.Doğu Asya ülkelerinin ihracatları yavaşlamıştı. Örneğin, Çin ekonomisi 1990’lı yıllarda büyük bir performans göstermiştir. Nitekim 1993 yılında 157 milyar dolar olan ihracatı 1997 de 288 milyar dolara yükseltmiştir. Bu durum karşısında, 1997 Mayıs-Haziran aylarında Taylan bahtı, Malezya Ringiti, Singapur doları, Endonezya Rupishi, G.Kore Won’u, Hong Kong doları % 25-30 oranında ABD dolarına karşı devalue edildi. Ayrıca söz konusu paraların ABD dolarına karşı dalgalanma bantı genişletildi. Tablo (5) de 1996 ve 1997 yıllarında dört ülkenin paralarının dalgalanma bantı görülmektedir. Tablo 5: Dolara Karşı Bazı Paraların Dalgalanma Bantı Yıllar Taylan Bahtı Singapur Doları G.Kore Won’u Japon Yeni 1996 1.71 1.42 8.41 11.00 1997 83.20 19.00 97.00 13.60 Kaynak: İMKB, Güney Doğu Asya Krizi: Türkiye Ekonomisi ve İMKB’ye Etkileri. Nisan 1998, s.11. III. GÜNEY DOĞU ASYA KRİZİ VE TÜRKİYE EKONOMİSİ A. Türkiye Ekonomisinde 1997-1998 Yıllarında İzlenen Politikalar ve Bazı Göstergeler 1. Yüksek Oranlı Fiyat Ayarlamaları 1997 yılının ilk yarısındaki fiyat artışlarının kaynağını ağırlıklı olarak iç talepte gözlenen artış oluştururken, G.Doğu Asya Krizinin ilk sinyallerinin başladığı ikinci yarısındaki fiyat artışlarını petrol fiyatlarına yapılan yüksek oranlı zamların neden olduğu maliyet artışları ve “mark-up” lar, belirlemiştir. 1997 yılının tümünde tarım sektörü fiyatlarının önceki yılların ortalamasının üzerinde seyretmesi de, bu yılın fiyat artışlarına önemli katkı yapmıştır. 1997 yılında TÜFE, 1996 yılına göre 19.3 puan artarak yıllık bazda % 99.1 oranında ulaşmıştır. Temmuz ayında yaşanan hükümet değişikliği ve hükümetin artan kamu açığını kapatmak amacıyla petrole bağlı ürünlerin fiyatlarına yaptığı % 30 oranındaki zam özellikle imalat sanayi fiyatlarında şok bir sıçramaya neden olmuştur. Temmuz 1997 de kamu imalat sanayi fiyatlarındaki artış % 15.2 olurken özel sektör imalat sanayi fiyatları % 6.3 oranında artmıştır. Böylece TEFE % 5.3 oranında artışla Temmuz ayları için tarihsel olarak en yüksek değerine ulaşmıştır. [13] 1997 yılının ilk altı aylık döneminde petrol ürünlerinde % 25.9 oranında artış gerçekleşirken yılın ikinci altı aylık döneminde aynı artış oranı % 68.7 olmuştur. Böylece üretimde kullanılan en önemli girdilerden biri olan petrol ürünlerine yılın ikinci altı aylık döneminde yapılan zamlar ekonomide önemli bir maliyet baskısı yaratmıştır. Tablo 6 da 1997 yılında meydana gelen fiyat artışları üçer aylık dönemler olarak gösterilmiştir. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere yılın üçer aylık son iki döneminde özellikle imalat sektöründe çok önemli fiyat sıçramaları yaşanmıştır. 1998 yılının başından itibaren izlenen aşamalı istikrar politikası nedeniyle fiyatların artış oranı tedricen düşmüştür. Tablo 6: Fiyatlar (% Değişim) 1997 1998 I II III IV I II III IV TÜFE 77.3 78.0 89.9 99.1 97.2 90.6 80.4 69.7 TEFE 77.0 75.7 85.5 91.0 86.0 76.7 65.9 54.3 - Özel 77.2 76.9 82.5 89.0 87.9 78.8 71.6 60.1 - Kamu 76.0 71.6 95.0 97.5 79.4 69.5 48.2 35.6 İmalat 73.0 71.9 87.1 91.2 82.7 75.1 58.9 47.1 - Özel 73.2 71.7 81.4 85.4 81.9 76.5 64.5 53.6 - Kamu 73.6 72.5 103.9 108.5 84.9 70.9 44.2 29.8 Kaynak: TCMB Raporları 2. Döviz Kurlarında ve TL. nın Değerinde Gelişmeler 1997 yılında T.C. Merkez Bankası’nın uyguladığı para politikası finansal piyasalarda istikrarın sağlanması ve sürdürülmesine öncelik vermek temeline oturtulmuştu. Bu çerçevedeki kur politikası ise reel döviz kurlarında dalgalanmaların olabildiğince düşük tutulmasına yönelmiştir. IMF ile 1995 yılı başında yapılan stand-by anlaşması çerçevesinde 1 ABD doları ve 1.5 Alman Markı şeklindeki bir kur sepeti tanımlanmış ve bunun öngörülen aylık enflasyon oranları kadar arttırılması hedeflenmişti. Bu bağlamda 1997 yılı sonu itibariyle ABD doları karşısında TL'’ın değer kaybı % 90.4 olurken, Alman Markı karşısındaki değer kaybı % 65.4 olmuştur. Kur sepetinin artışı ise %78.1 oranında olmuştur. 1998 yılında ise Türk Lirasının yıl sonu itibariyle ABD doları karşısındaki nominal değer kaybı % 52.7 olurken Alman Markı karşısındaki değer kaybı %63.9 olarak gerçekleşmiştir. Bu açıklamalardan anlaşılacağı ve Tablo 7 de de görüldüğü gibi ülkemizde yabancı paralar karşısında zaten değerli olan TL., 1997 yılının ortalarından itibaren değerlenişini hızlandırmıştır. Tablo7: TL.’nin Değerlenmesi (1987=100) 1994 101.9 1995 88.1 1996 84.8 1997 I 86.2 II 88.2 III 85.8 IV 87.3 1998 I 84.9 II 85.9 III 80.8 Kaynak: TC.MB. Yıllık Rapor 1998 s.50 3. İşsizliğin Türkiye’ye İhraç Edilmesi (“Beggar My Neighbour” Olgusu) Türkiye’nin dış ticaret hacminin yaklaşık olarak yarısını Avrupa Birliği üyesi ülkelerle olan ticaret oluşturmaktadır. Bu nedenle bu ülkelerle yaptığımız ticaret toplam dış ticaretin yönünü belirlemektedir. 1998 yılı Ocak-Kasım döneminde AB ülkelere yönelik ihracat 1997 yılının aynı dönemine göre % 6.3 artarken bu ülkelerden yapılan ithalat % 2.1 azalmıştır. Buna karşılık, 1995’te Çin’in parasını devalüe etmesi, G. Doğu Asya Ülkeleri ve Rusya’da yaşanan mali krizler bu ülkelere olan ihracatımızın önemli oranda daralmasına neden olmuştur. Nitekim söz konusu dönemde Japonya dışında Asya ülkelerine yapılan ihracat % 48.7 daralırken Rusya Federasyonuna yapılan ihracat % 35.3 azalmıştır. Bağımsız Devletler Topluluğuna yapılan ihracatta da % 26.6 oranında gerileme olmuştur. 1997 yılında OECD ülkeleri dışında diğer ülke gruplarına olan ihracatın önemli oranda arttığı gözlenmektedir. Söz konusu dönemde TL. nin reel olarak değerlenmesine karşın ihracatın bu şekilde gelişmesinin nedenlerini şöyle açıklamak mümkündür: 1995 yılında parasını devalüe eden ve rekabet gücü çok yüksek olan Çin ekonomisi gerçeği varken, 1997 Haziran ayında G.Doğu Asya ülkelerinin paralarını ortalama % 25-30 oranında devalüe ettikleri bilinirken, Türkiye’de petrol ürünlerine yapılan zamlar sonucu Temmuz 1997 den itibaren enflasyon oranının hızla artması, buna karşılık TL.nin devalüe edilmemesi, ülkemize G. Doğu Asya orijinli ucuz tekstil, elektronik v.b. hammadde yarı mamul maddelerini gümrük kapılarının sayılarının çokluğu nedeniyle kolaylıkla ithali, bunları başta konfeksiyon, olmak üzere mamul mala dönüştürüp ihraç eden endüstriler ve imalatçılar üzerinde olumsuz etki yaratmamış ve hatta ihracatımızın artmasına neden olarak ekonomik verilerin eksik değerlendirilmesine neden olmuştur.[14] Olumsuzlukları hemen hisseden irili ufaklı sanayiler ve yan sanayiler itirazlarını yükseltirken, bu durumu yalnızca rakamlara bakanlar farkedememişlerdir. Böylece, Çin ve G.Doğu Asya ülkelerinin haksız rekabetiyle karşılaşan başta polyester iplik üreten tekstil sektörü, otomotiv sektörü bütün yan sanayiler üretimlerini kısmak, eksik kapasiteyle çalışmak ve hatta (bazı firmalar) piyasadan çekilmek zorunda kalmıştır. Bir diğer deyişle, başta Çin olmak üzere G.Doğu Asya ülkeleri işsizliği ülkemize ihraç etmişler ve adeta “beggar my neighbour” (komşum dilencidir) olgusu yaratmışlardır. Tablo (8 ve 9) Türkiye’nin bazı dış ticaret rakamlarını göstermektedir. Kanımızca 1997 Temmuzundan itibaren genelde başta petrol ürünlerinin fiyatlarında önemli artış olmasına rağmen TL. nin devalüe edilmesinin en büyük nedeni bankaların açık pozisyonlarının yaratacağı banka krizleridir. Böylece finansal sektör yerine endüstriyel sektörün güç konumda kalmasına razı olunmuştur. Tablo 8 :Türkiye -Uzak Doğu Ticaret (Milyar Dolar) Yıllar Çin Kore Malezya 1996 Tayland 1998 I II III IV I II X 44 9 7 19 11 11 8 M 787 149 201 226 211 134 183 X 59 15 15 10 15 17 17 M 1080 183 274 313 310 209 312 X 134 36 35 38 25 41 40 M 283 60 63 75 85 68 72 47 19 12 7 10 21 13 M 144 30 36 38 40 30 37 X 366 74 84 92 116 79 38 M 103 32 22 27 22 42 38 X 66 17 18 18 12 2 15 Endonezya X Singapur 1997 Hong M 132 27 31 31 43 31 34 X 238 83 60 31 64 79 54 M 163 37 40 40 47 119 118 Kong Kaynak: Direction of Trade Statistics (Quarterly) IMF 1998 den düzenlenmiştir. Tablo 9: Türkiye’nin Bazı Gelişmiş Ülkeler ve Güney Doğu Asya Ülkeleriyle Ticareti TÜRKİYE İHRACAT 1996 İTHALAT 199 199 7 1997 1998 8 II III IV I II I II III IV I II I ABD 2020 532 494 493 502 604 631 4345 843 1354 1076 1091 991 942 Almanya 5253 130 124 129 141 133 126 8010 1677 1816 2084 2435 2071 2216 2 8 0 3 8 3 3335 6881 8196 8686 9547 8253 8873 Endüstrileşmi 1501 ş 2 357 358 367 417 412 395 6 9 4 9 1 8 7 Ülkeler Kore 54 15 15 10 15 17 17 1080 183 274 313 310 309 312 Endonezya 47 19 12 7 10 21 13 144 30 36 38 40 30 37 Malezya 134 36 35 38 25 41 40 283 60 63 75 85 68 72 Singapur 366 74 84 92 116 79 38 103 32 22 27 22 42 38 Tayland 66 17 18 18 12 2 15 132 27 31 31 43 31 34 Çin 14 9 7 19 11 11 8 787 149 201 226 211 134 183 Rusya 2056 435 479 573 569 144 633 2163 496 523 535 590 520 520 TOPLAM 2624 606 639 650 732 640 625 4858 1059 1172 1267 1371 1118 1189 5 6 9 8 2 0 7 5 5 2 5 1 8 8 Kaynak: Direction of Trade Statistics (Quarterly) IMF December 1998 den düzenlenmiştir SONUÇ 1997 de yaşanan dünya ekonomik krizinin ekonomi bilimindeki gelişmeleri iyi izleyen ekonomilerin iyi izlenmeyen ekonomiler karşısında giderek kazandıkları karşılaştırmalı üstünlüğün bir sonucu olduğunu düşünüyoruz. 1980’li yılların başlarında ortaya atılan Reel Konjonktür ve Yeni Keynesci yaklaşımlarının ve 1980’li yılların ortalarından itibaren geliştirilen içsel büyüme kuramlarının bu uyarılarını arz yanlı ekonominin yeni bir versiyonu olarak uygulayan Başkan Clinton ABD ekonomisinin giderek performansını yükseltirken Japonya ekonomisinin durgunluğa girmesi ve Çin ekonomisinin 1993’te 157 milyar dolar ihracatının 1997 de 288 milyar dolara yükselmesi ve G.Doğu Asya ülkelerinin paralarının ABD performansına bağlı olarak giderek değerlenen dolara bağlamalarının bu ülkelere aşırı sermaye akımının yönelmesi 1997 krizinin nedenini oluşturmuştur. Ülkemiz elbette bu krizden nasibini alacaktı. Ancak izlenen iktisat politikalarındaki tercihler ve yapılan hatalar ülkemiz endüstrilerinin ve üretim kapasitelerinin büyük bir kısmının devre dışı kalmasına ve işsizliğin artmasına neden olmuştur. (*) Halil Aksu'ya Armağan Kitabı, İTÜ Yayını, 2000'de yayımlanmştır. (*) Prof.Dr. Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü. (**) Dr. Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü. İlker Parasız. Türkiye Ekonomisi: 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları. Bursa: Ezgi Yayınları,1998a, s.461 [1] [2] İlker Parasız. Makro Ekonomi: Teori ve Politika. 7.Baskı. Bursa: Ezgi Yayınları, 1998b, s.242. Mustafa Özer. “Reel Konjonktür Teorisi ve Makroekonomik Politikalar”. Sosyal Bilimler Dergisi, Temmuz 1998, C.III, S.3, s. 52. [3] İlker Parasız. Modern Büyüme Teorileri: Dinamik Makro Ekonomiye Giriş. Bursa: Ezgi Yayınları, 1997, s.120. [4] [5] Ercan Eren. Mikro İktisat. İstanbul: Der Yayınları, 1997, s.282. [6] William Baumol and Alan Blinder. Economics. Dryden Press,1994, ss.668, 702 ve 708. [7] Deniz Gökçe. “Dünyanın Kurtarıcısı ABD”. Platin. Haziran 1999, s.7. [8] Parasız (1997), s.90. [9] Ümit Şenesen (çev.). “Bu Tepetaklak Gidiş Nerede Duracak?”. İktisat, Kasım 1998, Sayı 384, s.33. [10] Paul Krugman. Currency Crises. MIT Press, 1997, s.77. [11] Paul Krugman. What Happened to Asia?.MIT Press, 1998, s.112. İlker Parasız ve Ufuk Başoğlu. “Türkiye’de Ekonomik Kriz, İnandırıcılık ve İstikrar.” Yeni Türkiye (Türk Ekonomisi Özel Sayısı), Mayıs-Haziran 1999, Sayı 27., s.143. [12] [13] Parasız ve Başoğlu, s.144. [14] Parasız ve Başoğlu, s.144. KAYNAKLAR William Baumol and Alan Blinder. Economics. Dryden Press,1994. Direction of Trade Statistics (Quarterly),IMF, December 1998 Ercan Eren. Mikro İktisat. İstanbul: Der Yayınları, 1997. Deniz Gökçe. “Dünyanın Kurtarıcısı ABD”. Platin. Haziran 1999. İMKB, Güney Doğu Asya Krizi: Türkiye Ekonomisi ve İMKB’ye Etkileri. Nisan 1998 International Economic Trends February 1999 The Federal Reserve Bank of St Louis Paul Krugman. Currency Crises. MIT Press, 1997. Paul Krugman. What Happened to Asia?.MIT Press, 1998. Mustafa Özer. “Reel Konjonktür Teorisi ve Makroekonomik Politikalar”. Sosyal Bilimler Dergisi, Temmuz 1998, C.III, S.3. İlker Parasız. Modern Büyüme Teorileri: Dinamik Makro Ekonomiye Giriş. Bursa: Ezgi Yayınları, 1997. İlker Parasız. Türkiye Ekonomisi: 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları. Bursa: Ezgi Yayınları,1998a. İlker Parasız. Makro Ekonomi: Teori ve Politika. 7.Baskı. Bursa: Ezgi Yayınları, 1998b. İlker Parasız ve Ufuk Başoğlu. “Türkiye’de Ekonomik Kriz, İnandırıcılık ve İstikrar.” Yeni Türkiye (Türk Ekonomisi Özel Sayısı), Mayıs-Haziran 1999, Sayı 27. Ümit Şenesen (çev.). “Bu Tepetaklak Gidiş Nerede Duracak?”. İktisat, Kasım 1998, Sayı 384 TCMB Raporları TCMB. Yıllık Rapor 1998 The Federal Reserve Bank of St Louis in Raporları