DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 2017 YILI KUTLU DOĞUM HAFTASI HZ. MUHAMMED ve GÜVEN TOPLUMU HAZIRLAYAN İlahiyatçı/Yazar/Din Gönüllüsü İLETİŞİM ADRESİ MSN’den ulaşmak için :[email protected] Telefondan ulaşmak için : 0.535.820.33.32 1 GİRİŞ Kâinat, Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna emanetidir. Bu kıymetli emanet, her anlamda güveni, istikrarı, huzuru ve barışı hak etmektedir. Hâlbuki bugün insanlık emanete hakkıyla riayet edemediği için küresel ölçekte bir güven bunalımı yaşamaktadır. Bireyler ve toplumlar arası ilişkileri sarsan, insanın tabiatla ilişkisini bozan ve dünyanın her geçen gün daha güvensiz hâle gelmesine sebep olan hadiselerin ardı arkası kesilmemektedir. İslam karşıtlığı, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve nefret suçları artmakta; terör ve şiddet masum canlara kıymaya devam etmektedir. Terör örgütleri desteklenerek vekâlet savaşlarına maşa yapılmakta, mezhep ve meşrep farkları üzerinden fitne, fesat ve husumet tetiklenmektedir. Zulüm ve haksızlık, işgal ve sömürge çağdaş yöntemlerle, algı operasyonları ve manipülasyonlarla(yönlendirmekle) sürdürülmekte; habis menfaatler uğruna nice cinayetler, katliamlar, cürümler işlenmeye devam edilmektedir. Bu kargaşa ortamında müthiş bir güvensizlik ve istikrarsızlık yaşayan insanoğlu, doğduğu günden itibaren başlayıp hayatı boyunca devam eden güven ihtiyacını karşılamak için teknolojinin imkânlarını seferber etmektedir. Sınırlara güvenlik duvarları örülmekte; sokaklar, caddeler, işyerleri, alışveriş merkezleri, hava alanları kameralarla gözetlenmektedir. Olağanüstü güvenlik önlemleri alınmasına rağmen, kuşku, korku ve tedirginlik hâlinin giderilememesi, akıllara şu soruyu getirmektedir: Acaba “güvenen ve kendisine güvenilen insanı” inşa etmek, “güven toplumunu” tesis etmek adına takip edilen yol yanlış olabilir mi? 2 Dünyayı kuşatan güven problemi öyle boyutlara ulaşmıştır ki, insanın en temel dokunulmazlık alanlarında bile kendisini emniyet içerisinde hissetme imkânı son derece daralmıştır. İslam âlimleri, dinin gayesini güvenlik perspektifinden okurken, “zarurât-ı hamse” başlığı altında beş temel dokunulmazlık konusu belirlemişlerdir. Irk, dil, din, yaş ya da cinsiyet farkı gözetilmeksizin her insanın eşit biçimde sahip olduğu bu güvenlik hakları, “din, akıl, can, mal ve nesil güvenliği” şeklinde açıklanır. Bazı âlimler bu beş gayeye, Allah’a kulluk, yeryüzünün imar edilmesi, sosyal düzen ve istikrarın sağlanması, hürriyet ve adaletin temini gibi yan unsurları da ilave etmişlerdir. Sonuçta insanoğlu için korkudan azade, emniyet içinde bir hayat sürme gayesi, vazgeçilmezdir. Bugün, saydığımız beş alanda güvenliğimiz ihlâl edilirken, sadece bizim değil, ortak yurdumuz olan dünyamızın da güvenliği ve geleceği tehlike altındadır. İnsanoğlu hırsına, tamahına, kibrine, hükümranlık arzusuna yenilmiş, maddi menfaatleri ve çıkar savaşları için attığı umarsız adımlar yüzünden tabiatın dengesini bozmuş, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk için yeni kapılar açmıştır. Denizler, akarsular, toprak ve hava kirlenmiş, bitkiler ve canlılar âlemi zarara uğramış, nesillerin sağlığı ve huzuru göz ardı edilmiştir. Üzülerek ifade edelim ki, tüm bu yaşanan olumsuzluklardan müminler topluluğu da kendisini koruyabilmiş değildir. Tarihte “selam ve eman yurdu” olarak bilinen, güvenliğin, kardeşliğin, huzurun timsali olan İslam beldeleri bugün karanlık ve kuralsız savaşların pençesinde can çekişmektedir. Saldırı ve çatışmalar, şiddet ve terör, İslam coğrafyasını kan ve gözyaşıyla karmış, kültür ve medeniyetimizin zengin mirası tarumar edilmiş, şehirler 3 harabeye dönmüştür. Müslümanların can, akıl, mal ve nesil emniyeti, ırz ve namusu, onur ve haysiyeti pare pare olurken, dahası din emniyetleri de büyük bir tehdit ve tehlike altına girmiştir. Güven; inanmak ve emin olmaktır; endişelerden sıyrılmak ve korkuları bir kenara bırakmaktır. Din-i Mübin-i İslam’da iman ile güven arasında çok güçlü bir ilişki mevcuttur. İman eden kimse anlamına gelen “mümin”; güvenilir insan anlamına gelen “emin”; güven, güvence ve güvenlik anlamına gelen “emniyet”; can ve mal güvencesi anlamına gelen “eman”; hıyanetin zıddı olarak kullanılan “emanet” kavramları, aynı kökten beslenmektedir. Bu kökün bağlandığı nokta ise, Yüce Yaratıcı’nın mahlûkata sağladığı sonsuz güvendir. İslam’a göre, güvenin yegâne kaynağı Cenab-ı Hak’tır. Yüce Rabbimizin esma-i hüsnasından biri olan “el-Mümin”, “huzur, esenlik ve güven veren, kendisine güven duyulan, emniyet ihsan eden” demektir. Dolayısıyla Allah’a iman eden bir mümin, kendisinin de bir parçası olduğu varlık âleminin Yüce Allah’ın himayesi, koruması ve garantisi altında olduğuna inanır. Mümin, Yüce Allah’ın kudretine teslim olan, zihnini ve yüreğini en sağlam, bâki, değişmez mesnede yaslayan, böylelikle huzura kavuşan kimsedir. Mümin, dünyada ve ahirette huzur ve mutluğa ancak bu güven sayesinde kavuşabileceğini bilir. Nitekim İstiklal şairimiz Mehmet Âkif, bu hakikati “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol / Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” demek suretiyle dile getirmiştir. İnsanlığa imanı ve güveni aşılamak, vahyi ve hidayeti taşımak için gönderilen bütün peygamberlerin ortak nite4 liği “doğruluk ve güvenilirlik” anlamına gelen “sıdk ve emanet” vasfına sahip olmalarıdır. Çünkü tebliğ ve davetin başarıya ulaşması için doğruluk, dürüstlük ve samimiyet şarttır. Şiddetin, zulmün, talanın, istismarın had safhada yaşandığı, dolayısıyla insanların güvene her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğu Cahiliye döneminde Sevgili Peygamberimizin “Muhammedü’l-Emin” olarak anılması son derece manidardır. Resûl-i Ekrem(s.a.v), hayatının her döneminde sadece müminlerin değil, düşmanlarının da kendisinden emin olduğu yüce bir şahsiyettir. O, Hz. Peygamber(s.a.v), her şeyden önce güvenilir bir insan, güvenilir bir baba, güvenilir bir eş, güvenilir bir arkadaş, güvenilir bir dosttur. Akrabaya, komşuya, ticarette muhatap olduğu insanlara, idaresi altındaki Müslümanlara güven veren, özü sözü bir, sadık insandır. Hâkimliği, komutanlığı, imamlığı, risaleti güven üzerine kuruludur. Kur’an-ı Kerim’i ona getiren vahiy meleği nasıl “el-Rûhu’l-Emin” ise (Şuara, 26/193), Mekke, Kâbe nasıl “elBeledü’l-Emin” ise (Tin, 95/3), Resûl-i Ekrem de (s.a.v) öylece dosdoğru, öylece emindir. Hz. Peygamber(s.a.v), güvenmeyi ve güvenilir olmayı, kendisini model alan bütün müminlerin ayrılmaz vasfı olarak zikretmiştir. “Mümin, insanların canlarına ve mallarına zarar vermeyeceğinden emin oldukları kimsedir.” hadisi (Tirmizî, Îmân, 12), “iman” ile “insanlara güven sunma” arasında doğrudan bağ kurması bakımından dikkat çekicidir. Mümin, yüreğindeki sarsılmaz güveni çevresine aksettirmekle ve davranışlarına yansıtmakla mükelleftir. Onun Allah’a ve Resûlüne imanı, insanlara sağladığı emana dönüşmeli; yüreğindeki güven hissi, toplumda güvenilirliğin teminatı olmalıdır. “Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulun5 maz.” (İbn Hanbel, II, 349) hadisi gibi, emanet bilincine sahip olmanın imanla özdeşliğini hatırlatan çok hadis vardır. Kısacası, eman ve güvenin inşası öncelikle insanın kendi nefsinde başlar. Ne kadar dış tedbirler, güvenlik kalkanları oluşturulursa oluşturulsun, eğer insan içten gelen, inancından beslenen bir güven karakteri geliştirememişse, hepsi başarısızlığa mahkûm olacaktır. Çünkü imanı dilinde kalan ve benliğini kaplamayan her insan, dinine olan güveni zayıf olduğu nispette insanlara olan güvenini ve güvenilirliğini de kaybedecektir. Diğer taraftan, tek başına kaldığında bile Allah’ın gözetiminde olduğunun farkında olan, iman, ihsan ve ihlas sahibi bir Müslüman, sadece kendi güvenliği için değil, insanlığın ve tabiatın güvenliği için de emek vermekten kaçınmayacaktır. Bugün, omuzlarımızdaki yükü, dağlara emanet edilemeyip de bize tevdi edilen o ağır yükü hissetmeye, emanet bilincini yeniden kuşanmaya muhtacız. Göğsümüze emanet edilen imanın, kalbimize emanet edilen ihsanın, aklımıza emanet edilen idrakin gereğini yapmalıyız. Zamana ve insana dair güvensizlik söylemlerine aldanmadan, pes etmeden, cesaretimizi yitirmeden “eman toplumunun oluşumunda payı bulunan emin insanlar” olmak için çaba sarf etmeliyiz. Halife olarak yeryüzünü imar etmekle mükellef olduğumuz bilinciyle, hakikatin ve adaletin gücüne duyduğumuz sarsılmaz güvenle yol almalıyız. İslam’ın tarihsel tecrübesi bizlere güven toplumunun niteliklerine dair açık ipuçları verirken, yüreğimizin sesi ve imanımızın güvencesi bize bugün de İslam toplumlarını güven iklimine taşıyacak imkân ve kararlılığı sunmaya muktedirdir. Prof. Dr. Mehmet Görmez / Diyanet İşleri Başkanı 6 HZ. MUHAMMED(S.A.V) VE GÜVEN TOPLUMU Güven, ‘’birine veya bir şeye bel bağlama, kişinin kendisine duyduğu itimat, cesaret, yüreklilik ve emniyet’’ anlamına gelir. Güven vermek, güven duygusu uyandırmak, itimat telkin etmektir. İman, emanet ve emniyet(güvenlik) kelimeleri aynı kökten gelir. İman, ‘’Yüce Allah’a inanmak suretiyle emniyette olmak’’ demektir. Buradaki emniyet hem güvenlik hem de emniyet içinde olma anlamındadır. Buna göre iman ile güven arasında bir paralellik ilişkisi bulunmaktadır. İmanın olduğu yerde emniyet yani güven vardır. İmanın olduğu yerde emanete sadakat vardır. Güven, insan ilişkilerinin temelidir. Eğer bu temel sarsılırsa toplum hayatında fırtınalar, kasırgalar ve tufanlar kopar. Güvenin olmadığı yerde iman da yoktur, ya da gittikçe zayıflamış ve etkisiz hale gelmiştir. Güven, toplumu bir arada tutan en önemli sermayedir. Ekonomik istikrar, toplumsal huzur, sosyal dayanışma ancak güven ile mümkündür. Güvensiz toplumlarda bunları görmek imkânsızdır. Bakkal müşterisine, öğretmen öğrencisine, doktor hastasına, şoför yolcularına, yöneticiler toplumun tamamına güven vermelidir. Güven, gözyaşı gibidir, gözden düştükten sonra bir daha geri gelmez. 7 Mümin, ‘’Allah’a inanan, O’na güvenen ve herkese güven veren’’ demektir. Mümin; sadakat, vefa, emanet, güven ve sorumluluk abidesidir. Emanet, “korku ve endişelerden güvende olmak, emin olmak” anlamına gelir. Peygamberlerin sıfatlarından birisi de “Emanet”tir. Peygamberlerin her yönü ile güvenilir olduklarını ve Allah’tan aldıkları emaneti sorumluluk bilinci ile yerine ulaştırdıklarını ifade eder. Esasen insanların güvenmediği kimsenin Peygamber olarak görevlendirilmesi zaten düşünülemez. Ruh emanettir, can emanettir, ömür emanettir, bilgi emanettir, söz emanettir, vazife emanettir, yetki emanettir, mal, evlat her şey emanettir. Sadece kendi yakınlarımız değil, bütün insanlar, bütün canlılar bize emanettir. Ayak bastığımız toprak ve onun bize sunduğu her şey emanettir. Aklımız, kalbimiz, bedenimiz bize emanettir. Huzur ve muhabbet ocağı ailemiz ve çocuklarımız bizim için emanettir. Bayrağımız, ezanımız, vatanımız, mukaddesatımız bize emanettir. “O müminler ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.” Müminun Suresi /23/8. “Emaneti olmayanın imanı yoktur. Yani olgun mümin değildir.”Et-Terğib, IV.5 “Münafığın alameti üçtür. Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde ona hıyanet eder.” Buhari, İman,24; Müslim, İman,107-108. 8 Hz. Peygamber(s.a.v)’in nübüvvetten önceki sıfatı “el-Emin” idi. El Emin, ‘’inanılan, güvenilen ve mutemet kişi’’ anlamına gelmektedir. Kendisine güven duyulan ve insanlara güven veren kişi. Daha 25 yaşında iken bu sıfat ile tanınan genç Muhammed(s.a.v), o dönemde meydana gelen bir takım olumsuzluklara rağmen üstün ahlakı, doğruluğu, dürüstlüğü ve güvenirliliği ile bütün toplumun güvenini kazanmıştır. Mekkeliler kimseye emanet edemedikleri değerli eşyalarını güven veren Muhammed’ül-Emin’e teslim etmişlerdir. Hz. Peygamber(s.a.v) ümmetine iki şeyi emanet olarak bıraktığını bildirmektedir: “Size iki şey emanet olarak bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla yolunuzu şaşırmayacaksınız. Bunlar Allah’ın Kitabı ve Resulünün sünnetidir.”Muvatta, Kader,3 Kur’an-ı Kerim’de Allah(cc) şöyle buyurur; “Ey İman edenler! Allah’a ve Peygamberine hainlik etmeyiniz ki bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.”Enfal /27 Gerçekten Hz. Peygamber(s.a.v) söz ve davranışlarıyla Risalet öncesi ve sonrası hayatında farklı bir hayat tarzı takip etmemiştir. Peygamber olmadan önce hayatındaki söz ve davranışları, Risalet’le birlikte getirdiği prensiplere asla tezat/zıtlık teşkil etmemiştir. Eşi Hz. Hatice onu şöyle teselli ediyordu: “Sen, yakınlarına yardım eder, aileni korur, hayatını şere9 finle kazanır, başkalarına doğru yolu gösterir, yetimleri korur, sözün en doğrusunu söyler, emanete riayet edersin.” İbn Hişam, Sire, 11/138. Hz. Peygamber(s.a.v) gerçek Müslüman ve Mümini tarif ederken, “Müslüman, elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu(güvende olduğu) kimsedir. Mümin ise, insanların malları ve canları hususunda kendisine güvendiği kimsedir.” buyurmuştur. Buhari, İman,4; Müslim, İman,64; Ebu Davut, Cihat,2. Tirmizi, İman, 12. ( 2627). Gerek fert, gerek toplum için güven meselesi çok önemlidir. Bu önem hayatın her alanında kendini hissettirir. Komşuluk, akrabalık, arkadaşlık, ticaret, yolculuk, ilim, aile vs. her yerde varlığı hissedilir. Mesela aile fertleri arasında karşılıklı güven yoksa o ailede huzurdan bahsedilemez. Güven vermeyen kişi ile arkadaşlık olmaz. Güvenilir olmayan esnafla ticaret yapılmaz. Kişi güvenilir değilse, hem kendisi hem de içinde bulunduğu cemiyet için huzursuzluk kaynağı olur. Mümin kul, inancının gereği olarak güven telkin etme konumundadır. Her Müslüman yaşadığı toplum içinde ne ölçüde güven ya da güvensizlik telkin ettiğini kontrol etmeli, düşünmelidir. Toplumda güven sarsılınca bütün ilişkiler özü itibarıyla bir anda yıkılır. Yere düşen cam vazo gibi param parça olur. Eşler arasında, çocuklarla ebeveynler arasında, işverenle çalışanlar arasında, amirlerle memurlar arasında, devlet ile millet arasında güven olmadığı 10 zaman hiçbir iş iyi ve düzenli yürümez. Başarı ve iyi üretim olmaz. Yapabileceklerini yapamazlar, hayat adeta robotlaşır. Maddi ve manevi kazanç yolları kapanır gider. Savaş ve zulümlerin tüm dünyayı kuşattığı, kan ve gözyaşının hâkim olduğu, en modern silahlarla şehirlerle birlikte çoluk çocuk, yaşlı ve kadınların acımazsızca katledildiği çağımızda; barış, huzur, güven ve adaletin tesisi için insanlık, Hz. Muhammed(s.a.v)’in getirdiği iman ve İslamiyet’in nuruna ve Kur’an’ın hakikatlerine her zamankinden daha çok muhtaçtır. Müslüman Olmak, Güvenilir Olmak Demektir. Bir sahabi Hz. Peygamber(s.a.v)’e sordu: “Ya Resulellah! İslam nedir? Açıklar mısınız?” -“İslam, kalbinin bütünüyle Allah’a yönelmesi, dilinden ve elinden zarar gelmeyeceği hususunda Müslümanların güvencede olmasıdır."Müsned, 4/114. En Faziletli Müslüman Güvenilir Olandır. Ebu Musa(r.a) anlatıyor: “ Biz sahabeler Allah’ın Resulü(s.a.v)’e sorduk: “Ey Allah’ın Resulü, en faziletli Müslüman kimdir?” Hz. Peygamber(s.a.v) şöyle buyurdular: -“En faziletli Müslüman, müminlerin ırzları, malları ve canları hususunda sözleri, yazıları ve eylemlerinden zarar görmedikleri ve kendisine güven duydukları kişidir.”Buhari, İman,5; Müslim, İman,66. Nesai, İman, 11. 11 Sizin En Kötüleriniz Güven Duyulmayanlarınızdır. Ebu Hureyre(r.a) anlatıyor: “Peygamber(s.a.v) Efendimiz, oturup sohbet etmekte olan bir sahabe topluluğu arasına katılarak şöyle buyurdu: -“En iyinizi en kötünüzden ayırarak size tanıtayım mı? Sahabeler sukut ettiler. Peygamberimiz sözlerini üç defa tekrarlayınca bir sahabe şöyle dedi: -“Evet, en iyimizi en kötümüzden ayırarak bize tanıt Ya Rasulellah!” Hz. Peygamber(s.a.v): “En iyiniz yararı dokunan ve zarar gelmeyeceği hususunda kendisine güven duyulandır. En kötünüz ise faydası umulmayan ve zararından emin olunmayanınızdır.” Tirmizi, Fiten, 76. Müsned,5/171. Cennetlikleri tanıyabilirsiniz. Peygamber(s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu: -“Sizler cennetliklerle cehennemlikleri hemen hemen tanıyabilirsiniz. Güven duyulan kişi cennete girer.” Ebu Said El-Hudri(r.a) rivayet ediyor. Peygamber(s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu: -“Helal kılınmış nimetleri helal kılınmış yollardan kazanarak yiyen, Allah’ın ve Peygamberinin nimetlerine ve yasaklarına göre hayatını düzenleyerek yaşayan ve zarar gelmeyeceği hususunda insanlar tarafından kendisine güven duyulan kişi muhakkak Cennet’e girer.’’ 12 ”Ya Rasulellah! Devrimiz insanları arasında bu vasıfları taşıyan pek çok insan vardır.” Peygamber(s.a.v) bu sözleri doğruladı ve gelecekle ilgili olarak şu açıklamayı yaptılar: “Evet, devrimiz insanları arasında çoktur. Bu gibiler benden sonraki asırlar döneminde de bulunacaktır.”Tirmizi, Kıyame, 61 Peygamberimiz(s.a.v)’in Kâbe Hakemliği Peygamber(s.a.v) Efendimiz 35 yaşına geldiği zaman, Mekke’de yağan yağmurlardan dolayı tahrip olan Kâbe’nin tamirinde sıra Hacerü’l-Esved taşının yerine konulmasında yaptığı hakemlik görevi ile Kureyş toplumunu büyük bir kavgadan ve tehlikeden kurtarmış ve O’nun bu hakemliği bütün Kureyş’i sevindirmiştir. Rasulullah(s.a.v)’in hakemliğine Kureyş’in rıza göstermesi ve sevinmesi O’na olan güven ve itimadın sonucudur. İbn Hanbel, 11/ 425. Tecrid-i Sarih Ter. 6/ 31. Yalan Söylemeyen, Güven Veren Bir Peygamber “Ey Muhammed! Artık sana buyurulanı açıkça ortaya koy, müşriklere aldırış etme.”(Hicr /94) ayeti inzal buyurulmasından sonra Hz. Peygamber(s.a.v) kavmini Safa tepesinde toplayıp onlara: “Size şu dağın ardından düşman askerlerinin gelmekte olduğunu haber versem beni tasdik eder misiniz?” diye sorunca Kureyşliler: “Elbette inanırız, biz senin yalan söylediğini hiç bilmiyoruz” diyerek tasdik etmişlerdir. Buhari, 3/171; Müslim, 1/131-135; İbn Sa’d,Tabakat, 1/199-200. 13 Onun geçmişini çok iyi bilenler Onun dürüstlüğünü itiraf etmekten kendilerini alamamışlardır. Müşriklerin ileri gelenlerinde olan Nadr bin Haris bile onun güvenilir bir kişi olduğunu şöyle dile getiriyor: “Muhammed aramızda kendisinden memnun olduğumuz, doğru sözlü, emanete riayet eden birisi iken, bize Peygamberliğini bildirince O’na sihirbaz dediniz. Hayır! Vallahi O, sihirbaz değildir.”İbn Hişam, Sire, 1/ 320. Emanete Asla Hıyanet Etmeyen Bir Peygamber Hz. Peygamber(s.a.v) güvenilir bir kimse olduğu için, bütün Mekkeliler en değerli eşyalarını, kıymetli mallarını O’na emanet ederlerdi. Zaten güvenirliliği yüzünden Ona “Muhammed’ül-Emin” ismini onlar vermişlerdi. Peygamber Efendimize Medine’ye hicret izni verilince, Hz. Ali’ye(r.a): “ Ben Medine’ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatağımda yat, şu hırkamı üstüne ört, Müşrikler beni yatıyor sansınlar, Onlara bir şey sezdirme, sabahleyin de şu emanetleri sahibine teslim et.” Kendisini öldürme planları kuran ve canına kastedenlerin dahi emanetlerine hıyanet etmemiş, hepsini sahiplerine ulaştırmıştır. Tecrid-i Sarıh, X, 83, 84; İbn-i Kesir, II, 302, 303; Hamdi Yazır, III, 2396; Ö.Nasuhi Bilmen, III, 1179. Esirlere Dahi Güven Veren Bir Peygamber “Eğer düşmanlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a güvenip dayan.”Enfal / 61 14 Hz. Peygamber(s.a.v) Efendimiz her zaman bu ayete uygun hareket etmiş, Medine içinde ve gerek Medine dışında sulh yollarını deneyerek düşmanlarla anlaşmalar yapmıştır. Rasulüllah(s.a..v) döneminde, savaşların sonunda alınan esirler bile güven içinde olmuşlardır. O’nun talimatı ile esirlere iyi muamele edilmiş, yedirilmiş, içirilmiş, giydirilmiş ve her türlü ihtiyaçları karşılanmıştır. Hatta savaş anında ve savaş sonunda eman isteyenlere eman vererek herkesin güven içinde olabileceğini göstermiştir. İbn Hişam, Sire, 11.299-300. Doğruluğu / Güvenirliliği Bilinen Bir Peygamber Mekkeli Müşriklerin eza, cefa ve baskılarına dayanamayan Müslümanlar, Peygamber(s.a.v)’in izni ile Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmışlardı. Başlarında Cafer bin Ebi Talip vardı. Mekkeliler Müslümanları geri getirmek için Amr bin As’ı Habeşistan kralı Necaşi’ye elçi olarak göndermişlerdi. Necaşi, Müslümanların temsilcisi Cafer bin Ebi Talib’in bilgisine başvurunca o şöyle savunma yaptı: “Ey Melik! Bizler putlara tapan, ölü eti yiyen, her türlü kötülüğü yapan, akraba ile ilişkiyi kesen, komşularımıza karşı kötü davranıyorduk, zayıfları güçlüler tarafından ezilen bir topluluk idik. Biz böyle bir durumda iken Allah, içimizden ailesini, doğru sözlülüğünü, emanete riayet ettiğini ve güvenirliliğini bildiğimiz birini bize Peygamber olarak gönderdi. Bu Yüce Peygamber bizleri bir olan Allah’a ibadete 15 davet ediyor ve bize: “Taştan putlara ve atalarınızın taptığı şeylere ibadetten uzak durunuz.” Bize doğru sözlü olmayı, emanete riayet etmeyi, sılayı rahimde bulunmayı, komşulara iyilik etmeyi, haram işlerden sakınmayı emretti. Bizleri fuhuştan ve zorbalıktan, yetim malı yemekten ve kadınlara ithamdan sakındırdı….” İbn Hişam, Sire,1/223. Dürüst İnsanlar Peygamberlerle Beraberdir “Dürüst ve güvenilir tüccar, ahirette Peygamberler, Sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” İbn Mace, Ticaret, 1. “Dinine ve dünyasına ait hususlarda kendisine güvenilmesi kişi saadet olarak yeter.” Camius-Sağir, 6238. Sahte para, sahte bal, sahte kaşar, sahte diploma, sahte hoca, sahte doktor, sahte belge, sahte senet, sahte tereyağı, sahte… derken, Ülkemizde güvenebileceğimiz hiçbir şey kalmadı neredeyse. Hiçbir şeyi gönül huzuruyla ve tereddüde düşmeden yapmak, satın almak mümkün değil. Gündelik hayatın giderek sahteleşmesi, Ülkemizde derin bir güven krizinin doğmasına yol açmış. Gözümüz arkada kalmadan “bu iş hakkıyla yapılacaktır” diyebileceğimiz şeylerin sayısı gittikçe azalıyor. İnsanlık toplumsal bir güven bunalımı yaşıyor. Şüphe, güvensizlik, tereddüt ve sahtelik, ulusal politikalardan pazarda yaptığımız alış verişe kadar hayatın her alanına sirayet etmiş durumdadır. Güvensizlik hali, bütün dünya toplumlarının altını oyuyor. Sanki insanlık bir bütün olarak güvenecek, sır16 tını dayayacak her şeyini kaybetmiş gibidir. Kime güveneceğimizi şaşırmış bir haldeyiz. Sonuç olarak da din, ahlak, insan, adalet, emek, erdem gibi en temel değerler başka gayeler için kullanılan birer araç haline geliyor. Toplumsal güven duygumuz her gün biraz daha çözülüyor. Değerlerimiz yok edilmiş oluyor. Güvenin olmadığı yerde, terör, anarşi ve her türlü hukuksuzluk baş gösterir. Bu durum toplumun topluca intiharı demektir. Bu durumdan kurtulmanın tek yolu, insanların birbirine güven emniyet ve barış telkin etmesiyle mümkündür. Toplumda güvenin oluşması aileden başlar, sokakla devam eder, şehirlerarasında büyür ve ülke içinde asayiş, emniyet ve adalet olarak tecelli eder. Güvenli İnsanın Başlıca Özellikleri Şunlardır Emaneti koruyup sahibine teslim eder. Haksızlık yapmamaya itina gösterir. Sevdiğini Allah(c.c) için sever Kendine verilen sırları saklar. Yalan söylemez, dürüsttür Allah(c.c)’dan korkar Borcuna sadıktır. Yardım severdir Merhametlidir İyi niyetlidir. 17 Güven Toplumunda Emin Kavramı “Emin” kelimesi sözlükte, “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı, başkalarından korkmayan kimse” anlamına gelir. Emniyet, bütün peygamberlerin ortak özelliğidir. Onların bu özelliği taşımaları aksini düşündürmeyecek kat‟iyette zaruridir. Çünkü onlar ilahi vahyin kaynağıdırlar. Bir peygamber ile halkı arasındaki iletişimin kalitesinden söz etmek için yani etkileyici bir iletişimin gerçekleşebilmesi için kaynağın güvenilirliği ön şarttır. Bu açıdan iletişimin/tebliğin kaynağı olan peygamberlerin de güvenilir olması gereklidir. Bu hakikati Kur’an şöyle açıklar; ‘’Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.’’(Araf suresi 68.ayet) Hz. Peygamber’in, başlattığı tebliğ çalışmasında hiçbir maddi çıkar beklentisinde olmaması onun güvenilirlik derecesini artırmıştır. Ayet-i Kerîme onun beklentisizliğini, şahsî çıkar peşinde olmadığını şöyle anlatmaktadır: “(Resulüm!) Deki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.”(Sad, 38/86) Bir mesajın muhataplara etki edebilmesi için güvenilirlik şarttır. Güvenilirliğin koşulu da, kaynağın ileteceği mesaj yardımı ile bir çıkar beklentisi içinde olmamasıdır. Herhangi bir kişinin ortaya koy18 duğu düşünce sistemi ile ilettiği mesajlar kendi çıkarı ile özdeşleştiğinde iletişim etkileyici olmaktan çıkar. Hz. Muhammed(s.a.v) ve Güven Toplumu Bugün bütün dünyada, bütün toplumlarda, bütün toplumsal ortamlarda, bütün toplumsal ilişkilerde bir güven sorunumuz olduğu aşikârdır. Güven sorununa bağlı olarak bir sevgi, saygı, samimiyet, özen, nezaket, dürüstlük, emanete sahip çıkma, sözünde durma, ahde vefa, özveri, medeniyet, hak-hukuka riayet sorunumuz olduğu çok açıktır. Çok net bir şekilde anlaşılıyor ki, bir güven dünyası, güven toplumu inşa etmeye ihtiyacımız var. Güven Toplumsal Hayatın Sığınağıdır Toplumda güven varsa, insanlardan, aileden, akrabadan, komşulardan, arkadaşlardan, devletten, esnaftan eminsiniz demektir. Toplumda güven varsa, aslında kendinizden de eminsiniz demektir. Toplumda güven hâkimse hayatınız güvendedir. Çünkü güven toplumunda sevgi, saygı, özveri, özen, ciddiyet, emanete ihanet etmeme, nezaket, ahde vefa, sadakat, hak-hukuk hâkim demektir. Bunların hâkim olduğu toplumda, güvenilir, güven odaklı toplumsal dünyalar kurabilirsiniz demektir. Her Şeyin Başı Güvendir Güven, hayatta her şeyin başıdır. Güvenin olmadığı bir yerde gerçekte hayat yok demektir, kendinizi atıp kurtaracak bir sığınağınız yok demektir. 19 Güven yoksa, herkes birbirine kuşkuyla bakar, komşuluk ölür, arkadaşlıklar kısa süreli olur. Çıkarcılık, pragmatizm(faydalanmacılık), hatta oportünizm(kişisel çıkarcılık) alır başını gider. Güvenin egemen olmadığı bir toplumda aile hayatı da ciddi sorunlarla, yok oluş sorunuyla karşı karşıya kalır. Her şeyin başının güven olduğunu bilerek herkesin emin olması ve “kendine gel, emin ol, güvenilir ol. Sen emin ol ki, insanlar da emin olsunlar” diyerek toplumda eminlik ekmesi, emin olma, emanet bilinci yeşertmesi şarttır. Mü’min Emin Kişidir Güven toplumunu başka yerlerde aramamalıyız, başka yerlerde bir güven toplumu kurulsa da biz de oraya sığınıp yaşasak dememeliyiz. Güven toplumunu her şeyden önce kendimiz, kendi milletimizde, kendi toplumumuzda güvenilir bireyler yetiştirerek kendimiz oluşturmalı, inşa etmeliyiz. Her şeyden önce ve çok Müslüman bir toplumda nasıl sarsıcı ve yaygın bir güven probleminin olabildiği üzerine kafa yormalıyız. Mü’min, bu ismin bütün anlam dünyasına uygun olarak emin kişidir, güvenilir kişidir; mü’min toplum emin toplumdur, güvene dayalı ilişkinin hâkim olduğu toplumdur; peki öyleyse nasıl oluyor da biz güven toplumu tesis etme konusunda çok ciddi zafiyetlere sahip oluyoruz? 20 Güvenilirlik, Peygamber Efendimiz(s.a.v)’in en belirgin özelliğidir. O, gençliğinden itibaren güvenilirliği ile tanınmış, bu nedenle kendisine güvenilir Muhammed anlamına gelen ‘’Muhammed’ülEmin’’ denilmiştir. İslam Peygamberi Hz. Muhammed(s.a.v), içinde yaşadığı toplumda Peygamber olmadan önce de sonra da, kendisini sevenlerce de sevmeyenlerce de ‘’emin’’ lakabıyla anılan, hitap edilen bir insan iken, emin bir önder iken, ona inanan, ona tâbi olduğunu söyleyen insanların yaşadığı toplumsal dünyada güven ve güvenlik sorunlarımız, nasıl oluyor da bütün dünyamızı karartıyor? Güvenilir Olmak Sevilmekten Daha Önemlidir Güvenilir olmak, emin insan olmak, aslında sevilmekten daha önemli, daha hayatidir. Sizi birileri sevmeyebilir, ama güvenmelidir. Herkes sizi sevmek zorunda değildir. Fakat herkes size güvenmek zorundadır. Herkese güvenilir olduğunuzu göstermek zorundasınız. Toplumsal hayatın sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için güven ortamının kurulması, herkesin birbirine güvenmesi şarttır. Kendimizle ilgili “Ben onu sevmem, ama Allah var emin bir insandır, güvenilirdir, emanete sahip çıkar.” dedirtebiliyor muyuz? Peygamber Efendimizin(s.a.v) düşmanları dahi ona “emin” diyorlardı. Gerçi şunu da söylemek lazım: Güven, beraberinde sevgiyi de getirir, sevgiyi besler. Güven 21 ortamında sevgi çabuk yayılır. Biz de böyle bir dünya kurmalıyız. Bugün âcilen buna ihtiyaç var. Güven Hayattır Güven hayat demektir. Güven, kişiyi kendisiyle barışık kılar. Güven bireyi özgüven sahibi yapar. Güvenilir insan, çevresine güven aşılar. Güvenin hâkim olduğu toplumda hayat hâkim olur. Güvenin egemen olduğu toplumsal dünyada insanlar, birbirini eksiltmek ve yok etmeye çalışmaz, tersine diriltmeye çalışırlar. Son İslam Peygamberi Hz. Muhammed(s.a.v), kendi kişisel kimliği ve hayatında güven insanı olduğu gibi Medîne İslam toplumunu da güven temelinde kurmuştur. Arkadaşları(Ashab) da güvenilir insan ve toplum olma konusunda O’nu model almışlardır. 22 Güven ne demektir? İman, emin, emanet emniyet, temin, hatta âmîn kelimelerinin hepsi de aynı kökten, Arapça emn (inanmak, bağlanmak, güvenmek, emin olmak) fiil kökünden türemiştir. Buna göre bütün bu kelimelerin anlamları, Türkçe güven kelimesi ve onun türevleriyle karşılanmaktadır. Bu durumda Mü’min / Müslüman toplumun ayırt edici özelliği, iman ve mü’min terimlerinin anlam içeriğine bağlı olarak emin olma, güven, emanet, dürüstlük, itimat, kenetlenip birlik olma ve emniyete dayalı toplumsal ilişkilerle kurulmasıdır. İslam ve Emin Olma İlişkisi Emin, güven ve güvenilir olma ve emanet, nasıl iman ile aynı anlam dünyasına sahip ise, İslam kavramı ile de aynı anlam dünyasına sahiptir. İslam, bireysel ve toplumsal hayatta kişinin sulh, barış, selamet içinde ve zihniyetiyle kendisine ve topluma zarar vermeyen, tersine faydalı olan kişi olmasını ifade eder, salık verir. Dolayısıyla İslam toplumunun, güven toplumu olup İslam ve Müslim kavramlarının mana muhtevasına uygun olarak selamet, birbirine zarar vermeme ve barışa dayalı sağlam sulh toplumu olmasını ifade eder. İslam Toplumu ve Güven Müslüman ve mü’min toplum, emin, güvenilir, emanete riayet eden, barışçı bireylerden oluşan emin toplumdur. Emin şehir, insanların güvenle, emniyet içinde oturduğu, inandığı, yaşadığı, gelip 23 geçtiği, kazandığı, aile kurduğu, sakinlerinin birbirine güvendiği, ticaretini emniyet içinde yaptığı, hak ve mahremiyetlerin korunduğu, emanetin ehline verildiği, emanete hıyanet edilmeyen hak, hukuk, birlik ve güven şehridir.(Tîn 95/3; Kasas 28/57; Ankebut 29/67; Kureyş 106/1-4). Emin yer, iffetin, mahremiyetin muhafaza edildiği, güvenle yaşanabilen yerdir.(Bakara 2/125; Kasas 28/57; Ankebut 29/67). Kur’an’da Kâbe ve Mekke’nin emin belde ve yer olması da, söz konusu özelliklerin en iyi şekilde gerçekleşmesinin sağlandığı/sağlanması gereken emin, dokunulmaz şehir ve yerdir (Tîn 95/3; Âl-i İmran 3/97; Kasas 28/57; Ankebut 29/67; Bakara 2/125; Kasas 28/57). Müslüman ve Güven Müslüman birey, iman etmiş bir mü’min ve İslam’a girmiş bir müslim olmanın gereği olarak sadece Müslümanlara değil, toplumsal hayatı paylaştığı bütün herkese güven vermesi, herkese karşı faydalı ve emin olması, emanete ihanet etmemesi, ahde vefa göstermesi, konuştuğunda doğru konuşması, söz verdiğinde yerine getirmesi, kırıcı olmaması, medeni olması, komşularına iyi davranması, anne babasına iyilik yapması, alışveriş yaptığında hile yapmaması gereken kişidir. İslam’ı Yaşama ve Anlatmada Güven İslam, Firavun gibi zulümde en ekstrem(zirve) boyutlara varmış bir tip olarak tanımladığı bir kişiye dahi yumuşak bir söz ve üslupla(kavl-i leyyin) gidilip konuşulmasını, İslam’ın anlatılmasını emretmektedir.(Tâhâ 20/44). 24 Ayrıca genel bir ilke olarak insanlara anlatılacak şeyin hikmetle ve güzel sözle anlatılmasını ve yanlışlarla, yanlış yolda olanlarla en iyi şekilde mücadele edilmesini istemektedir; Allah’ın yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağrılmasını ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele edilmesini emretmektedir.(Nahl 16/125). Aynı şekilde İslam, Müslümanların iyilik üzere kurulu bir toplum olmasını istemektedir. Kur’an ve hadislere bakıldığında, Müslümanların hayatlarında, insanlarla ilişkilerinde hep iyilik yapmayı esas almalarının istendiği görülür. Aile içi ilişkilerden tutun siyasal ilişkilere kadar bütün toplumsal münasebetlerde Müslümanlar iyilik felsefesiyle hareket etmelidirler. Kur’an’da kesin olarak Allah’ın, adaleti, ihsanı(iyiliği), yakınlara vermeyi emrettiği, çirkin utanmazlıklardan, çirkinlik ve zorbalıklardan sakındırdığı ifade edilir.(Nahl 16/90). Yine Kur’an, toplumsal hayatta Mü’min’in sosyal hayatın bütün boyut ve aşamalarında karşılaştığı insanlara güven, barış, esenlik ve huzur telkin etmesi anlamında selam demesini, selam vermesini, herkese barış ilan etmesini, toplumsal zemini barış ve sükûnetle tesis etmesini ister. Müslümanların(Rahman’ın kulları), yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürümelerini ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman "Selam" demelerini(Furkan 25/63; Kasas 28/55; Zuhruf 43/89); birinin evine girerken 25 selam vererek girmelerini(Nur 24/27, 61); selam verene en güzel şekilde selam vermelerini(Nisa 4/86); selam verene karşı çeşitli maddi menfaat hesabı yaparak kötü muamelede bulunmamalarını (Nisa 4/94) emreder. Hz. Muhammed(s.a.v) de, hadislerinde Müslümanlardan toplumda selamı yaygınlaştırmalarını ister.(Ebû Davud, Müslim). Bütün Bunlar, Müslüman bireyde ve İslam toplumunda güvenin belirleyici olması gerektiğini bize göstermektedir. Aslında İslam, inananlardan selamı yaygınlaştırmalarını istemekle güveni, barışı, sulh ve selameti yaygınlaştırmalarını istemektedir. 26 Güven Toplumunun Özellikleri Güvene dayalı olarak kurulan İslam toplumu, mü’min bireylerin, toplumda herkese karşı güzel söz söylemeyi, iyiliği yayma ve kötülüklerle mücadele etmeyi, selamı yaygınlaştırmayı, yardımlaşmayı, paylaşmayı, çocuk, genç, yetişkin ve yaşlılara karşı güzel davranmayı ilke edindiği ve ona göre tutum ve davranış geliştirdiği toplumdur. İman ve mü’min terimlerinin, kendi anlam içeriği gereği sosyolojik boyutu oldukça zengindir ve mü’min olan kişilerin Allah’a bağlılığın, inanmanın bir gereği olarak bu boyutu hayata geçirmeleri zorunludur. İman bir sosyal ilişki biçimidir ve bu sosyal ilişki biçimi güvene dayalı, eminlik üzerine kurulu bir sosyal ilişki biçimidir. Güven Ahlâkı Hz. Muhammed(s.a.v)’in güzel ahlâkı, bize, “iman etmiş Mü’min Müslüman”da bulunması gereken iyi ahlâkî özelliklerin en güzel örneğini sunmaktadır. İman, güven ve güzel ahlâk arasındaki güçlü bağın, karakter, şahsiyet, fikir ve fiil planında bunlar arasındaki ayrılmazlığın en ideal modelini, o güven abidesinin hayatında, şahsiyetinde net olarak görebilmekteyiz. Son İslam Peygamberi Hz. Muhammed(s.a.v), başta Medine ve Mekke olmak üzere kendi liderliği altındaki bütün bir İslam toplumunda, o en güzel ahlâkıyla, güvenle kurduğu, güvenle koruduğu, gü27 venle harekete geçirdiği bir güven dünyasını insanlara emanet etti. Toplumsal Sermaye Olarak Güven Güven, çok büyük bir toplumsal sermayedir. Güven, toplumu, toplumsal dünyayı; ruh, beden, sağlık, eğitim, din, siyaset, zaman, mekân, ekonomi, aile, ahlak, hukuk vs. alanlarında güçlü, dayanıklı, inançlı ve sağlam kılar. Toplumsal Dünya Güvenle Kurulur, Güvenle Korunur İnsan, tabiatı gereği toplumsal bir varlıktır. İnsan yaşamak için topluma, toplumsallığa, toplumsal hayata muhtaçtır. Bu demektir ki insan tek başına yaşayamaz. Toplumsallık, toplumsal hayat, toplum denilen birliktelik, insan olmanın bir gereğidir. Birlikte yaşamak, insanın ontolojik, varoluşsal bir boyutudur. Nitekim ilk “sosyolog” İbn Haldun, Mukaddime adlı ünlü eserinin başlarında “İnsanın bir arada yaşaması, insan için toplum hayatı zaruridir.” diyerek buna işaret etmektedir. Evet, insan insan olmanın, ağır bir emanet ve sorumluluk yüklenmenin, hem ünsiyet boyutunun, hem de unutma boyutunun bir gereği olarak toplumsal ortamda, başka insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. Fakat bu zorunluluğun anlamlı, doğru, özgür, mutlu ve huzurlu bir şekilde toplumsal hayatta tezahür etmesi için çaba harcamak, yine insan olmanın gereği olarak zorunludur. İşte bu mezkûr 28 tezahürün gerçekleşmesinde en önemli unsur, güvendir. Toplum hayatı, toplumsal dünya, güven ile kurulur ve güven ile korunur. Sağlıklı Toplum Güvenle Yaşar Güvenin ilişkileri belirlemediği toplumun sağlıklı olması, sağlıkla ayakta kalması mümkün değildir. Nitekim Kur’an’da Müslümanlardan tesis veya inşa etmeleri istenen şehir, toplum ve medeniyetin en asli unsurlarından biri güvendir. İslam’ın istediği toplum, helal ve haramlara riayet eden, güzel ahlak sahibi emin insanların belirleyici olduğu emin toplumdur. 29 TÜM İMAMLARIN VE İMAM ADAYLARININ DİKKATİNE BU KİTAPLAR SİZE SINAV KAZANDIRACAK 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40