T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ AVRUPA BİRLİĞİ VE ULUSLAR ARASI EKONOMİK İLİŞKİLER ANABİLİM DALI (EKONOMİ-MALİYE) II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN EKONOMİK VE SİYASİ BOYUTU Yüksek Lisans Tezi Özge Kalmış Ankara-2007 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ AVRUPA BİRLİĞİ VE ULUSLAR ARASI EKONOMİK İLİŞKİLER ANABİLİM DALI (EKONOMİ-MALİYE) İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN EKONOMİK VE SİYASİ BOYUTU Yüksek Lisans Tezi Özge Kalmış Tez Danışmanı Prof.Dr.Belgin Akçay Ankara-2007 ÖZET Bu çalışma Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa ülkeleri arasında II. Dünya Savaşı sonrasında yoğunlaşan siyasi ve ekonomik ilişkileri konu almaktadır. Fakat ilişkilerin ilk yıllarında güvenlik kaygısı ön planda olduğu için, çalışmada gerektiği ölçüde askeri ilişkilere de yer verilmiştir. Bu çalışma sonucunda görülmüştür ki, Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa ülkeleri arasındaki yakın ilişkiler ABD tarafından ilan edilen Truman Doktrini ve Marshall Yardımları ile yoğunlaşmış, ilişkilerin askeri boyutu da NATO’nun kurulması ile kurumsal bir kimlik kazanmıştır. 1950’li yıllardan sonra ilişkiler eski yoğunluğunu yitirmiş, AB kendi içerisinde entegrasyona gitmiş, ABD dikkatini uzak doğuya kaydırmıştır. İleriki yıllarda Avrupa’nın da ekonomik bir güç olarak sivrilmesiyle, özellikle 1990’lardan sonra ilişkilerin askeri ve siyasi boyutu eski önemini yitirmiş ancak ekonomik anlamda ülkeler arası ticaretin serbestleştirilmesi için ABD ve Avrupa ülkeleri önce GATT ve daha sonra Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde beraber mücadele etmişler, kendi aralarında da Transatlantik Gündem, Atlantik Ötesi İş Diyalogu gibi yapılanmalar oluşturmuşlardır. Çalışmada ayrıca ekonomik ilişkilerin bir parçası olarak Euro-Dolar rekabeti de incelenmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Dolar, kurulan IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların da etkisiyle uluslararası piyasalarda tek hakim para statüsünü korumuş, ancak 2002 yılında Euro nakit para olarak kullanılmaya başlamasıyla, henüz Doların tahtını sarsamasa da Dolara güçlü bir rakip haline gelmiştir. ABSTRACT This study is about the intense political and economic relationship after World War II between USA and Europe. Since, especially in the earlier years security concern was the main point in relationships, it is also analyzed where necessary. In this study, it is examined that, the relationship between America and Europe intensified by the Truman Doctrine and Marshall Plan that is announced by the American Government. The military aspect of this strong support was the founding of NATO. This strong relationship loosened after 1950’s. European Countries integrated between themselves and USA directed its attention to Far East Countries. In the following years, as Europe strengthened as an economic power, the importance of the military and political aspects of the relationships diminished and the trade relationships developed and America and Europe worked together in GATT and the WTO to decrease the trade barriers between themselves and also initiated some initiatives like Transatlantic Business Dialogue and the Transatlantic Agenda in order to develop economic relationships. In this study, Euro-Dollar competition is also analyzed as a subtitle of economic relations. After World War II Dollar became the unique international Money in international financial markets. But after the foundation of Euro in 1999, although it didn’t replace the Dollar it became a strong competitor to the Dollar. İÇİNDEKİLER TABLOLAR........................................................................................................... iii ŞEKİLLER ............................................................................................................. iv KISALTMALAR......................................................................................................v GİRİŞ ...................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM ................................................................................................... 4 TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU .......................................... 4 A- SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU ........ 4 1. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dünyanın Genel Görünümü ......................... 4 2. Truman Doktrini....................................................................................... 8 3. 1940’lı Yıllarda Almanya Sorunu ............................................................12 4. Batı Avrupa’nın Komünizm Tehdidine Karşı Birleşmesi .........................16 5. NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü)’nun Kurulması....................20 6. 1950’li Yıllarda Transatlantik İlişkiler .....................................................29 7. 1960’lı Yıllarda Transatlantik İlişkiler .....................................................42 B- YUMUŞAMA DÖNEMİNDE İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU ...........52 1. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ve Helsinki Belgesi ..................52 2. 1970’li Yıllarda ABD Dış Politikası ........................................................57 3. 1980’lerde Yaşanan Gelişmeler ve Doğu Avrupa’daki Dönüşüm.............61 4. Yeni Avrupa'nın Mimarları......................................................................63 İKİNCİ BÖLÜM ....................................................................................................65 TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN EKONOMİK BOYUTU.................................65 A- 1945-1990 ARASI YAŞANAN EKONOMİK GELİŞMELER ................65 1. 1945 Sonrası Yaşanan Ekonomik Gelişmeler...........................................65 2. Marshall Planı .........................................................................................72 2. Petrol Bunalımı ve OPEC .......................................................................80 3. Batı Avrupa’da Ekonomik Entegrasyon...................................................84 B- 1990 SONRASI DÖNEMDE TRANSATLANTİK EKONOMİK İLİŞKİLERİN KURUMSAL BOYUTU .............................................................88 1. Transatlantik Gündemi ............................................................................89 2. Atlantik Ötesi İş Diyalogu .......................................................................90 3. Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği (AEİ) ..................................................93 i C- AB VE ABD EKONOMİLERİNDE MAKROEKONOMİK GÖSTERGELERLE GELİŞMELER ..................................................................95 1. Nüfus ......................................................................................................95 2. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ..........................................................96 3. Enflasyon ................................................................................................97 4. İşsizlik.....................................................................................................98 5. Cari İşlemler Dengesi ..............................................................................99 6. Transatlantik İlişkilerin Ticaret Hacmi...................................................101 D- ULUSLARARASI PARA OLARAK ABD-AB REKABETİ.................114 1 Euro’nun Ortaya Çıkışıı.........................................................................114 2. Uluslararası Para Olarak Euro................................................................115 3. Euro-Dolar Rekabeti..............................................................................118 4. Euro-Dolar Rekabetinin Geleceği ..........................................................122 SONUÇ ................................................................................................................130 KAYNAKÇA .......................................................................................................132 ii TABLOLAR Tablo 1: Marshall Yardımlarının Dağılımı (03.04.1948-30.06.1952) ..................79 Tablo 2 : AB ve ABD'nin Ana Ticari Ortaklarıyla Ticareti(2005) ...................107 Tablo 3 : AB’nin Dış Ticaretinde ABD’nin Payı (Sektörel Olarak/ 2001-05)...109 Tablo 4 : ABD Cari Açığı ve Döviz Kurları.......................................................122 Tablo 5 : Dünya Resmi Döviz Rezervlerinin Kompozisyonu ............................129 iii ŞEKİLLER Şekil 1 : Marshall Yardımlarının Ülkelere Göre Dağılımı (%).................................78 Şekil 2 : AB ve ABD Nüfusu .................................................................................95 Şekil 3 : AB ve ABD’de GSYİH.............................................................................96 Şekil 4 : AB ve ABD’de Enflasyon (Yıllık % Değişim/ Tüketici Fiyatları ile)........97 Şekil 5 : AB(15) ve ABD’de İşsizlik (%) ................................................................99 Şekil 6 : Bazı AB Ülkeleri ve ABD’de Cari İşlemler Dengesi (GSYİH’nın %’si olarak) ..................................................................................................................100 Şekil 7 : AB ve ABD’de Cari İşlemler Dengesi (Milyar $)...................................101 Şekil 8 : AB-25'in ABD İle Arasındaki Mal Ticareti .............................................104 Şekil 9 : AB-25’in ABD ile Arasındaki Hizmet Ticareti........................................104 Şekil 10 : AB-25’in Hizmet Ticaretinde ABD’nin Pay ..........................................105 Şekil 11 : AB(25) ve ABD Arasındaki Doğrudan Yabancı Yatırımlar ..................108 iv KISALTMALAR AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri AEİ Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği AET Avrupa Ekonomik Topluluğu AGİK Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı AİD Atlantik Ötesi İş Diyalogu BM Birleşmiş Milletler DTÖ Dünya Ticaret Örgütü EFTA Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi EURATOM Avrupa Atom Birliği GATT Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması GSYİH Gayri Safi Yurtiçi Hasıla IMF Uluslararası Para Fonu NAFTA Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Alanı NATO Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü OAPEC Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü OECD Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OEEC Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü OPEC Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü v GİRİŞ Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri toplumsal anlamda yakın kimliklere sahiplerdir. Atlantiğin iki yakasındaki ülkelerin arasındaki ilişkiler, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok daha ileri bir düzeye ulaşmıştır. Bunun temel nedeni, ABD’nin o güne kadar sürdürdüğü tecrit politikasının o tarihten itibaren sürdürülmesi halinde, Avrupa kıtasının Sovyetler Birliği denetimine girme riski bulunması ve bunun da Amerikan ekonomisinin, en büyük pazarını ve ekonomik ortağını kaybetmesi anlamına gelmesidir. Bu nedenle, 1945 sonrası dönemde Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa'nın olası bir Sovyet saldırısına karşı savunmasını üstlenmiş, bu ittifak Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)'nun kurulmasıyla kurumsal bir nitelik kazanmıştır. İlk yıllarda özellikle askeri niteliğiyle öne çıkan bu yakın ilişkiler, daha sonra Soğuk Savaşın merkezinin Uzak Doğuya kaymasıyla eski yoğunluğunu yitirmiştir. 1950'li yıllara bakıldığında, ABD’nin genel olarak dünya siyasetiyle ilgili girişimlerinde tek taraflı hareket ettiği ve müttefikine danışmadığı gözlemlenmektedir. Bu yıllardan itibaren, Avrupa'da da ABD’nin Avrupa işlerine bu kadar müdahale etmesinden rahatsızlık duyulmaya başlanmış ve daha bağımsız bir Avrupa kimliği oluşturulması öncelikli hale gelmiştir. 1950’li yıllardan 2000’li yıllara uzanan süreçte, Batı Avrupa devletleri, öncelikle ekonomik entegrasyonu gerçekleştirerek siyasi entegrasyona ulaşmayı hedeflemişlerdir. Gümrük Birliği, Avrupa Tek Senedi, Ekonomik ve Parasal Birlik bu yönde atılan başarılı adımlar olmuş ve Avrupa Birliği’ni dünyanın önemli ekonomik güçlerinden birisi haline getirmiştir. 1 Soğuk Savaş yıllarında transatlantik ilişkilerin temel dayanağı askeri boyut iken, 1989 yılından sonra Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Soğuk Savaşın sona ermesiyle, o güne kadar günden güne gelişen ekonomik ilişkiler önemli hale gelmiş, transatlantik ticaret hacmi Dünya ticaretinin yaklaşık %35'ini oluşturur duruma gelmiştir. Atlantiğin her iki yakasındaki ülkeler birbirinin ana ticari ortağı durumundadırlar. Bu nedenle zaman zaman ABD’nin Irak'ı işgali gibi siyasi nedenlerle iki taraf arasındaki ilişkiler gergin dönemler geçirse de iki blok arasında ciddi bir sorunun baş göstermesi zor görünmektedir. Bu çalışmada, Dünyanın bu iki büyük gücünün arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilerin gelişimi ve bugüne ait durumu ele alınmıştır. Çalışma, ilişkilerin temellerinin atıldığı ve ABD’nin tecrit politikasından vazgeçerek, Avrupa işlerine müdahil olmaya başladığı dönem olması nedeniyle, II. Dünya Savaşı sonrası dönemi başlangıç noktası olarak almıştır. Transatlantik ilişkiler olarak adlandırılan, Avrupa Birliği-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinin ekonomik, siyasi ve askeri olmak üzere üç önemli boyutu bulunmaktadır. Askeri boyut, bu çalışmanın dışında tutulmuş, birinci bölümde siyasi ilişkilerin gelişimi, ikinci bölümde ise ekonomik ilişkilerin gelişimi ele alınmıştır. Özellikle siyasi ilişkiler incelenirken, iki zorlukla karşılaşılmıştır. Bunlardan birincisi, incelemede ilişkilerin askeri boyutunun dışarıda bırakılmasının zorluğu, diğeri de iki taraf arasındaki ilişkilerin Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerden soyutlanmasının zorluğu olmuştur. Bunun temel nedeni, her iki bloku yakınlaştıran temel unsurun, komünizme karşı mücadele olmasıdır. Sovyetler Birliği’nin “öteki” olarak tanımlanması, bir “biz” algılaması oluşmasını sağlamış, Avrupa’nın savunulması, her iki blokun da ortak kaygısı haline gelmiş ve ilişkiler askeri temele oturtularak, ekonomik ve siyasi anlamda da işbirliğine gidilmiştir. Bu 2 nedenle, çalışma içerisinde, konunun esasına ilişkin olmamasına rağmen sık sık ilişkilerin askeri boyutuna ve Sovyetler Birliği ile soğuk savaş döneminde yaşanan gelişmelere de yer verilmiştir. Bu çalışmanın birinci bölümünde, transatlantik ilişkilerin siyasi boyutu ele alınmış, 1945 sonrası siyasi ilişkilerin gelişimi tarihsel perspektif içerisinde aktarılmıştır. İkinci bölümde ise, ekonomik ilişkiler ele alınmış, öncelikle tarihsel süreçte yaşanan önemli gelişmelere değinilmiş, sonra ilişkilerin bugünkü kurumsal altyapısı ele alınmış, daha sonra ise, belirli makroekonomik göstergeler açısından her iki blokun karşılaştırması yapılmış ve ticari ilişkileri analiz edilmiştir. Son olarak 1999’da Euro’nun kaydi para olarak ortaya çıkmasından itibaren gündeme gelen Euro-Dolar rekabeti incelenmiştir. 3 BİRİNCİ BÖLÜM TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU A- SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU 1. İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dünyanın Genel Görünümü İkinci Dünya Savaşı fiilen 8 Mayıs 1945'i 9 Mayıs'a bağlayan gece yarısı Alman Yüksek Komutanlığı adına Friedeburg Keitel Stunpff'un Berlin'de Nazi Almanyası'nın teslim belgesini imzalamasıyla sona erdi. Almanya dahil tüm Avrupa, böylece esas olarak iki güç; Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından faşizmden kurtarılmış oldu.1 ABD kuşkusuz savaştan en güçlü askeri güç olarak çıktı. Başkan Roosevelt ve Truman yönetimindeki demokrat yönetim, ülkenin etkili diğer birçok politikacısıyla birlikte, geleneksel tecrit politikasından vazgeçilmesi gerektiğine, ABD’nin kaçınamayacağı global sorumlulukları olduğuna karar verdiler.2 Kuşkusuz Başkan Roosevelt, ‘ABD dünya politikasında daha aktif bir rol oynamalı’ derken ABD’nin her zaman ve her olaya dahil olmasını kastetmiyordu. ABD, dünyadaki sorumluluğun Sovyetler Birliği ve diğer güçlü Batı Avrupa ülkeleriyle paylaşılmasını istiyordu. ABD savaş sonrası dönem için önerdiği dünya modelinde; İngiltere’nin Akdeniz ve Orta Doğunun jandarmalığı görevine kaldığı yerden devam etmesini, 1 2 B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. “Soğuk Savaşın Kaynakları ve NATO’nun Kuruluşuna Yol Açan Gelişmeler”, NATO, http://bucatarih.sitemynet.com/seminer/karma/nato.html (26.02.2006) Derek W. Urwin, Western Europe Since 1945: A Political History, 4th Ed., London and New York:Longman, 1989., s..59. 4 Fransa’nın Batı Avrupa’da hakim olmasını, Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’da etkili olmasını ve bu dört gücün Avrupa’da Almanya’yı kontrol etmek üzere işbirliği yapmalarını öngörüyordu. Bu dört güç dünyada da Çin ile birlikte Birleşmiş Milletler kapsamında lider rolü üstleneceklerdi.3 Fakat ABD böyle bir dünya modeli öngörürken doğru tahlil edemediği bazı gerçekler vardı. Almanya ve Japonya’nın uğradıkları kesin askeri yenilgiler sonucu, anılan iki büyük gücün Sovyetler Birliği'nin batısında ve doğusunda İkinci Dünya Savaşı’na kadar oluşturdukları dengeler çökmüş ve yerleri doldurulamadığından büyük birer kuvvet boşluğu oluşmuştu. Avrupa'nın başlıca galipleri, yani İngiltere ve Fransa savaştan son derece yorgun ve zayıf düşmüş bir durumda çıkmışlardı. Her ikisinin de imparatorlukları, komünistlerin de aktif bir biçimde katkıda bulundukları, sömürgeciliğin tasfiyesine yönelik milli kurtuluş hareketlerinin baskısı altındaydı.4 İngiltere’nin, elinde bulunan kısıtlı kaynakları sadece kendi ekonomisi için kullanabilmesi mümkün olabildiğinden, Akdeniz’deki rolü için ayırabileceği çok az kaynağı vardı.5 Bu durum, İngiltere’nin, 1947 Şubat’ında Amerikan hükümetine, biri Türkiye ve diğeri de Yunanistan hakkında olmak üzere verdiği iki muhtıra ile açıkça ortaya çıkmıştır. Bu muhtıralarda, Türkiye’nin Batı savunması için önemi belirtilerek Türkiye’ye hem ekonomik hem de askeri yardım yapılması gerektiği, İngiltere’nin bu yardımları yapamayacağı ve hatta Yunanistan’daki askerlerini dahi geri çekmek zorunda bulunduğu ve dolayısı ile sorumluluğun Amerika’ya düştüğü belirtilmiştir.6 ABD, bunun yanında Fransa’nın, aslında onun kendi kafasında düşündüğü gibi Batı Avrupa’da liderliği üstlenmek gibi bir iddiası olmadığını fark etti. Fransız hükümeti 3 4 5 6 Urwin, s..59. B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. (26.02.2006) Urwin, s.59. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl siyasi Tarihi: 1914-1980, 4.Baskı, Ankara:Kültür Yayınları, 1987, s.442. 5 içeride agresif bir tutum sergileyen komünist bir partiye karşı mücadele veriyordu ve kendi siyasi istikrarsızlığıyla baş etmek zorundaydı. Dışarıda çok fazla kayba uğradığı koloni savaşlarına dahi yeterli kaynağı çok zor ayırabiliyordu.7 ABD’nin savaş sonrası için öngördüğü modelin gerçekleşmesi mümkün görünmüyordu. Fransa ve İngiltere’nin, etkili bir güç olamayacak kadar güçsüz düşmeleri, ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir güç paylaşımını getirdi. Eğer ABD kendi kıtasına hapsolmak istemiyorsa, Avrupa’daki varlığını pekiştirmek zorundaydı. Savaştan sonra geçen iki yıl, savaş zamanında oluşan dostlukların kaybolmasına neden oldu. Zaman içerisinde gelişen olaylar Sovyetler Birliği’nin batıya doğru ideolojik ve askeri bir yayılma hareketi için çeşitli bölgelerde oluşan zayıflıkları kolladığını gösteriyordu.8 İnsan zayiatına ilişkin rakamlar da göstermektedir ki, Avrupa'daki savaşın kaderi Doğu cephesi ve Balkanlarda belirlenmiş; savaştan en çok maddi tahribata ve insan kayıplarına uğrayarak çıkma pahasına, Polonya, Macaristan, kısmen Avusturya, Çekoslovakya, Romanya ve Bulgaristan mihver güçlerinden ya da mihvere bağımlı rejimlerden Sovyetler Birliği tarafından arındırılmıştır. Eski Almanya'nın doğu kesimi Sovyetler tarafından işgal edilmiş, Yugoslavya'da 1948'e kadar Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler içinde kalan bir komünist rejim kurulmuş ve Yunanistan akıbeti belirsiz bir iç savaşa sürüklenmiştir. Dolayısıyla, Orta Avrupa, ve Balkanlarda askeri altyapıya dayalı kesin bir Sovyet üstünlüğü oluşmuştur.9 Yunanistan’daki gerilla savaşı, Fransa ve İtalya’daki komünist girişimler, Finlandiya’ya empoze edilen Sovyet düşünceleri, Almanya üzerindeki tartışmalar, 7 8 9 Urwin, s.59 Urwin, s.59. B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. (26.02.2006) 6 Çekoslovakya’daki komünist darbe, Berlin ablukası birbiri ardına gelişti. Bütün bu olaylar Sovyet ideolojilerinin yayılışına işaret ederken aynı zamanda Avrupa’nın askeri güçsüzlüğüne de vurgu yapıyordu. Tüm bu olaylar ABD’nin Avrupa meselelerinin içine çekilmesine neden oldu. ABD okyanusun öteki yakasına hapsolup kalmak istemiyorsa Avrupa’nın yanında yer almalıydı. Avrupa’nın Sovyet kontrolüne girmesi demek dünyanın en büyük ekonomik merkezlerinden birinin ABD’nin kontrolünden çıkması demekti.10 ABD, bu gelişmeler üzerine geleneksel tecrit politikasından vazgeçmeye başlamış ve Avrupa ülkeleriyle, komünizme karşı ortak bir mücadele vermiş, Avrupa ülkelerinin komünizmin etkisi altına girmemesi için Avrupa’ya, özellikle soğuk savaşın sonlarına kadar siyasi, mali ve askeri destek vermiştir. Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa’nın bu dönemde dış politikalarında paralel hareket etmelerine en güzel örnek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde sergiledikleri tutumdur. Birleşmiş Milletler, 1944 yılında, 1919 yılında kurulmuş olan Milletler Cemiyeti’nin temelleri üzerine kurulmuştur. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi olmak üzere iki ana karar mekanizması bulunmaktadır. Genel Kurul’da her üye ülkenin bir oy hakkı bulunmakta ve kararlar üçte ikilik çoğunlukla alınmaktadır. Güvenlik Konseyi’nde ise 5 büyük devlet olan Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İngiltere, Çin ve Sovyetler Birliği’nin daimi oy hakkı ve veto yetkisi bulunmaktadır. Güvenlik Konseyi, büyük devletlerin, savaş sonrası dünya düzenini şekillendirmek üzere aralarında konuşup uzlaşabilecekleri bir platform olması amacıyla oluşturulmuştu. Ancak, savaş zamanı kurulan ittifakların savaş sonrası dönemde bozulması Güvenlik Konseyi’nin etkili kararlar alabilmesini 10 Urwin, s.59. 7 güçleştirmiştir. Çin’de Komünist güçler yönetimi ele geçirip ulusalcıları ülkeden göndermiş, Sovyetler Birliği ise gitgide daha negatif bir tavır sergilemeye başlamış, hemen her konuda veto yetkisini kullanır olmuştur. Buna karşılık Batı Avrupa ve Amerika’nın üç büyük devleti olan ABD, Fransa ve İngiltere, ortaklıklarının bir simgesi olarak her konuda ortak hareket eder olmuşlardır. 11 Daha önce de belirtildiği üzere, bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri gelişen Komünist tehdit üzerine geleneksel tecrit politikasından vazgeçmiş ve Avrupa işlerinde söz sahibi olmaya başlamıştır. 1947 yılında ilan edilen Truman Doktrini, bu politika değişikliğinin siyasi anlamdaki ilk adımı olarak değerlendirilebilir. Bu doktrin, esas olarak Yunanistan ve Türkiye’yi kapsamasına rağmen, ABD’nin, Avrupa’da gelişen siyasi olaylara ilk aktif müdahalesi olması açısından önemlidi. 2. Truman Doktrini ABD’yiı tecrit politikasından vazgeçmeye ve harekete geçmeye yönlendiren Doğu Akdeniz’de gelişen Komünist girişimler olmuştur. Bir taraftan Komünist gerillalar Yunanistan’da kontrolü ele geçirmeye çalışırken bir taraftan da Sovyetler Birliği, Türkiye’ye Karadeniz Boğazları’nda söz sahibi olmak, özellikle savaş gemilerinin kiralanması ve askeri konularda ortak savunma amaçları geliştirilmesi gibi konularda baskı uyguluyordu. Bunun dışında, Yugoslavya’yı Trieste üzerindeki iddia ettikleri haklar konusunda destekliyor, ayrıca İran’ı eski İtalyan sömürgeleri olan Tripolitania ve Eritrea’yı alması konusunda yönlendiriyordu. Ayrıca, Asya’da Mao Zedong’un kuvvetleri Çin’deki sivil savaşı yavaş yavaş kazanıyorlardı. Dolayısı 11 Urwin, s.61. 8 ile Yunanistan’daki gelişmeler o ülkeye özgü bir olay değil, global bazda gelişen bazı olayların bir parçasıydı. 12 Yunanistan’da 31 Mart 1946 yılında yapılan seçimlerin ardından gelişen olaylar sonucunda direnişçi Yunan Komünist gerillalar ile İngiltere tarafından desteklenen muhafazakar, monarşik hükümet arasında sivil savaş başlamıştır.13 Komünist gerillalar ülkenin bir bölümünü ele geçirmişlerdir. Yunanistan hükümeti, gelişen olaylar karşısında dünyada Akdeniz’in jandarmalığı görevini üstlenmiş olan İngiltere’nin yardıma gelmesini beklemiş fakat bu gerçekleşmemiştir. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’da varlığını sürdürmeye devam edebilen tek ciddi askeri güç olan İngiltere, yorulmuş ve kendisi de ekonomik sıkıntılarla uğraşıyor olması sebepleriyle önceliklerini değiştirmek ve askeri harcamalarını kısmak zorunda kalmıştır. Dolayısı ile bedeli ne olursa olsun Yunanistan’a müdahale edememiştir. Burada oluşan boşluğu doldurabilecek tek ülke olarak Amerika Birleşik Devletleri kalmıştır. Öte yandan, aynı dönemde Türkiye’de de bir takım gelişmeler yaşanmıştır. Sovyetler Birliği, Türkiye’ye Karadeniz Boğazları’nda söz sahibi olmak, özellikle savaş gemilerinin kiralanması ve askeri konularda ortak savunma amaçları geliştirilmesi gibi konularda baskı uygulamıştır. Sovyet baskısına karşı direnebilmek için Türkiye 650.000 kişilik bir ordu oluşturmuştur. Bu ordu ülkenin zaten zayıf olan 12 13 Urwin, s.64. Daniel R. Brower, The World in the Twentieth Century: The Age of Global War and Revolution ,2nd Ed., New Jersey:Prentice Hall, 1992, s.175. 9 ekonomisine bir yük getirmiş ve halkın tepkisini çekmiştir.14 Başkan Truman yaşanan bu gelişmeler üzerine, Doğu Akdeniz’de İngiltere’nin çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurmayı kabul etmiştir. Fakat Başkan’ın bu kararı sadece küçük bir ülkede oluşan bir Komünist ayaklanmanın önünü kesmekten çok daha önemli şeyleri sembolize etmektedir. Truman, geleneksel Amerikan politikası olan tecriti terk etmiş ve 12 Mart 1947’de Truman Doktrini’ni ilan etmiştir.15 Başkan Truman 12 Mart 1947 tarihinde Kongre’ye yaptığı konuşmada, Yunanistan ve Türkiye’nin ciddi ekonomik sıkıntı içinde olduğunu ve içinde bulunduğu sosyal problemleri ancak Amerikan yardımı ile gerçekleşecek hızlı bir modernleşme süreci ile aşabileceğini savunmuştur.16 Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının Ortadoğu düzeninin korunması için bir zaruret olduğu belirtilmiş ve Türkiye ile Yunanistan’ın durumlarının birbirlerine bağlılığı şöyle ifade edilmiştir: “Eğer Yunanistan silahlı bir azınlığın kontrolü altına düşerse, bunun Türkiye için neticeleri çok ciddi olur. Böyle bir halde karışıklık ve düzensizlilk bütün Orta Doğu’ya yayılabilir.”17 Truman’a göre, “Totaliter rejimler sefaletin ve yoksulluğun içinde büyürler. Halkın daha iyi bir yaşam için bir umudu kalmadığında, daha da güçlenirler. O yüzden o umudun canlı tutulması gerekir.” Truman, bu görüşten yola çıkarak, ABD’nin, Polonya, Romanya ve Bulgaristan’da olduğu gibi, kendilerine totaliter rejimler empoze edilmeye çalışılan özgür halklara, kurumları ve toplumsal bütünlüklerini ayakta tutabilmeleri için yardım etmesi gerektiğini savunmuştur. Bu noktadan hareketle, Kongreye 400 Milyon $ ekonomik ve askeri 14 15 16 17 F.R.Willis, Europe In The Global Age, 1939 to the Present, Davis: Harper&Row Publishers, University of California, 1968, s.193. Urwin, s.65. Larry I. Bland, ‘The Truman Doctrine’, Marshall and the Plan, http://www.marshallfoundation.org/library/marshall_and_the_plan.html (02.04.2007) Armaoğlu,, s.442. 10 yardım yapılması için teklif götürülmüş ve girişim ilk başta ABD’de ciddi saldırılara maruz kalmış olsa da daha sonra Temsilciler Meclisi ve Senato’dan yüksek oranda oy alarak kabul edilniştir. Bu yardımın 250 Milyon $’ı Yunanistan’a, 150 Milyon $’ı ise Türkiye’ye verilmiştir.18 Bu doktrin, ABD’nin dünyanın herhangi bir yerinde komünizmin yayılmasını önlemeyi görev edindiğini göstermektedir.19 ABD, 1947 yılının başından başlayarak, yalnız Yunanistan ile Türkiye’ye askeri yardım yapmakla kalmamış, aynı zamanda dış politikasında yeni bir unsur olarak “Sovyetler Birliği’ni Çevreleme Politikası”nı (Containment Policy) benimsemiştir.20 Amerikan yardımı, Yunanistan’ın Komünist gerillalarla mücadelesinde ciddi katkı sağlamıştır. Bunun yanında hükümetin konumu da, genel af ilan edilmesi, İkinci Dünya Savaşı kahramanı General Papagos’un komutanlığa getirilmesi ve 12 Nisan 1947’de Kral Paul’ün Kral II. George’un yerine geçmesi ile güçlenmiştir. 1949 yılının sonlarına doğru Komünist güçler yenilgiye uğratılmış, Yunanistan, Truman programı çerçevesinde 648 Milyon dolar yardım almış ve bunun 529 Milyonu askeri harcamalar için kullanılmıştır. Türkiye ise aldığı yardımın 100 Milyonunu askeri harcamalar için kullanmış, geri kalan kısmını daha acil olan diğer ihtiyaçlar için kullanmıştır. Daha sonraki dönemde Türkiye’deki ABD kuvvetleri sayıca hızla artmış ve 14.000’e ulaşmıştır. Türkiye’nin bundan sonraki 13 yıl içerisinde ABD’den aldığı askeri yardımın toplam tutarı ise toplam 2 Milyar Doları bulacaktır.21 18 19 20 21 Larry I. Bland, (02.04.2007) Willis, s.193. Oral Sander, Siyasi Tarih: 1918-1994, 10.Baskı, Ankara:İmge Kitabevi, Nisan 2002, s.258. Willis, s.194. 11 3. 1940’lı Yıllarda Almanya Sorunu Truman Doktrini’nin ilanından sonra, ABD’nin Avrupa kıtasıyla ilgili en yoğun dahil olduğu konu, Almanya’nın geleceği üzerine yaşanan tartışmalar olmuştur. Bu konu daha çok Sovyetler Birliği ile ABD önderliğindeki Batılı Devletler mücadelesi şeklinde gelişmiştir. Ancak, özünde bir Avrupa ülkesinin geleceğiyle ilgili olan bu olayın çözümlenmesi sürecinde ABD’nin çok yoğun ilgisi ve müdahalesi söz konusu olduğu için bu çalışmada bu konuya yer verilmiştir. Almanya, savaş sonrasında dört büyük gücün denetimi altına alınmıştır. Başta Almanya’ya karşı izlenen politika silahsızlandırma ve cezalandırma yönündeyken zamanla Almanya, doğudaki komünist rejimin ve Batılı devletlerin mücadele alanına dönüşmüştür. Bu nedenle, 1946 yılında ABD, Almanya’ya karşı politikasını cezalandırmadan yeniden yapılandırmaya dönüştürmüştür. Bu strateji değişikliğinde Orta Avrupa’da genişleyen Sovyet etkisinin yanında, Almanya’nın getirdiği mevcut ekonomik yükün de etkisi olmuştur.22 Almanya’nın geleceği üzerine tartışmaların soğuk savaş sonrası dönemde bu kadar önem kazanmasının iki ana nedeni vardır. Bunlardan ilki, Berlin’in Batılı kuvvetler denetiminde kalan kısımlarının Sovyet denetim alanının ortasında kalmasıdır. Bu da Doğu ve Batı Bloku arasında sürekli gerilime neden olmuştur. Diğer neden ise, Almanya ve Avusturya İkinci Dünya Savaşı Sonrası’nda resmi barış anlaşmaları imzalanmayan iki devlet olarak kalmış iken, bunlardan Avusturya ile 1955’te imzalanan anlaşma ile Avusturya’nın demokratik ve tarafsız bir ülke haline gelmiş, Almanya’nın ise geleceğine karar verilmemiş tek ülke olarak kalmış 22 Brower, s.173. 12 olmasıdır.23 Öte yandan, Batılıların Batı Berlin’deki ve Batı Almanya’daki faaliyetleri de Sovyetler için can sıkıcı olmaktaydı. Amerika, İngiltere ve Fransa kendi işgal bölgelerinde gerçek anlamda demokratik bir rejim tatbik ediyorlar ve ayrıca ekonomik kalkınma için de her türlü çabayı sarfediyorlardı.24 Moskova’da, 12 Mart 1947 tarihinde, Dördüncü Dış İşleri Bakanları Konseyi’nde Başkan Truman’ın yaptığı konuşma, Almanya barış görüşmelerinde bir uzlaşmaya varılması ihtimalini zayıflattı. Sovyet Rusya’nın, ABD’nin Avrupa’daki planlarına ilişkin kuşkuları çoğaldı ve Rusya’nın Doğu Almanya’daki varlığını sürdürmek ve Batı Almanya’da da bir güç elde etmek yönündeki kararlılığı arttı. Moskova görüşmeleri tam bir çıkmaza girmiş oldu. Savaş tazminatı, Ruhr bölgesinin denetimi ve Almanya’nın geleceği gibi konularda Sovyetler Birliği ile Batılı Devletler uzlaşamadıkları için görüşmeler sonuçsuz kalmıştır. 25 Dış İşleri Bakanları Konseyi’nin 25 Kasım-15 Aralık 1947 tarihleri arasında Londra’da gerçekleştirdikleri toplantıda müttefik güçler ve Sovyet Rusya arasında yine anlaşma sağlanamamıştır. Bu durum, giderek iki ayrı Almanya’nın doğmasına yol açmıştır. 26 Batılı üç devlet, savaş bittikten sonra, Almanya’nın işgal statüsünün sona ererek bütünlüğünün tekrar kurulabileceğini ümit etmişlerdir. Ancak bu konferansı Ruslarla anlaşmaya varılması konusundaki başarısızlığın kesinleştiği nokta olarak değerlendirmişler ve kendi denetimlerinde bulunan üç Alman bölgesinin birleştirilmesi ve bağımsız bir Batı Alman Devletinin kurulması konusunda 23 24 25 26 Terry Morris ve Derrick Murphy, Europe 1870-1991, 5th Ed, London: Collins Educational, 2003, s.396. Armaoğlu, s.446. Willis, s.194. Willis, s.200. 13 çalışmalara başlamışlardır.27 Şubat-Haziran 1948 döneminde, İngiliz, Fransız ve Amerikan delegeleri, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda temsilcileri ile Londra’da bir konferansta bir araya gelmişler ve 7 Haziran 1948 tarihinde batılı üç Alman bölgesinin birleştirilmesi ile, demokratik, federal bir Batı Almanya’nın oluşturulacağı duyurulmuş ve bir anayasa hazırlanması için gerekli kişilere yetki verilmiştir. İşgal güçleri, üç üyeli bir Müttefik Güçler Yüksek Komisyonu (Allied High Commission ) aracılığı ile denetim yetkisine sahip olmaya devam edeceklerdir. Bunun yanında Almanya’nın silahsızlanması Askeri Güvenlik Kurulu’nun (Military Security Board), Ruhr bölgesi kömürünün dağıtılması ise bir uluslararası otoritenin denetiminde olacaktır. Batı Almanya hemen Marshall Yardımlarından faydalandırılacaktır. 20 Haziran 1948’de Üç Batı Bölgesinde para reformu gerçekleştirilmiş, Anayasa 23 Mayıs 1949’da imzalanmış ve halk tarafından onaylanmış, Almanya Federal Cumhuriyeti, 21 Eylül 1949’da Conrad Adenauer’in Hristiyan Demokrat Parti Hükümeti’nin seçimleri kazanmasıyla kurulmuştur. Bu faaliyetlere Sovyet tepkisi, Berlin’in abluka altına alınmasıdır.28 Sovyet işgal güçleri karayolu ve demiryollarına ambargo uygulayarak Sovyet bölgesinden Batı bölgesine geçişi engellemişlerdir.29 Böylece Batı Berlin’de yaşayan iki buçuk milyon insanın temel ihtiyaç maddelerini keserek Batılıları ödün vermeye zorlamayı amaçlamışlardır. Fakat buna müttefik güçlerin yanıtı hava yolundan Batı Berlin’de bulunan iki buçuk milyon insanın gıda ve yaşamsal ihtiyaçlarının tedarik edilmesi şeklinde olmuştur. Öte yandan Batı Berlin’den de doğuya geçişler yasaklanmış ve 27 28 29 Armaoğlu, s.446. Sander, s.251. Willis, s.200. 14 asıl bu durum Doğu Berlin’de yaşayanlar için zorluklara neden olmuştur.30 Tüm devletler açık bir biçimde bu hareketi desteklemiş olsalar da bu proje büyük ölçüde ABD tarafından finanse edilmiştir. Çünkü bu yardımın maliyeti çok yüksek olup bu finansal güç sadece ABD’de bulunmaktadır. Bu şekilde şehre hava yolu ile yapılan yardım yaklaşık 1 yıl devam etmiştir. ABD’nin bu desteği Batı Avrupa’ya büyük bir psikolojik destek olmuş ve ekonomik bir ablukanın Batı’nın Berlin’den vazgeçmesi anlamına gelmeyeceğine inandırmıştır. Buna karşın Sovyetler Birliği sonunda yenilgiyi kabullenmiştir. ABD’nin hava üstünlüğü ve nükleer gücü nedeniyle karasal üstünlüğünü kullanamamıştır.31 Sovyet Rusya bu hareketinden sonuç alamayınca 12 Mayıs 1949’da, “kara ve demir yollarının bir yıl süre ile tamirat nedeniyle kapalı kaldığını ve artık tamiratın bitmesi nedeniyle yeniden ulaşıma açıldığını” duyurmuştur.32 Bu sürecin sonunda Batı Berlin, Batılı kuvvetler için büyük bir kazanç olmuş fakat bunun bedeli Almanya’nın ikiye bölünmesi olmuştur. Bu da ileride iki Almanya’nın tekrar birleşmesi gündeme geldiğinde, Sovyetler Birliği ve Batı Bloku arasında oluşabilecek bir krizin altyapısını hazırlamıştır. Bunun yanında Doğu Berlin Sovyet güçlerinin Batılı güçlere karşı girişebileceği bir saldırıyı yönetebileceği bir yer konumunu almıştır.33 Bunun yanında, Doğu Almanya tarafından çevrili bulunan Batı Berlin ise komünist blokun ortasında kapitalizmin öncü karakolu rolünü üstlenmiştir. 34 30 31 32 33 34 Willis, s.200. Urwin, s. 71. Willis, s.200. Willis, s.200. Georges Langlois vd, 20.Yüzyıl Tarihi, 1.Baskı, İstanbul: Nehir Yayınları, 2000, s.282. 15 Sovyetler Birliği 1948 yılı Eylül ayında Federal Almanya’nın kurulması üzerine giriştiği bu faaliyetlerden sonuç alamayınca, 7 Ekim 1949’da kendi işgal bölgesinde Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etmiştir. 4. Batı Avrupa’nın Komünizm Tehdidine Karşı Birleşmesi 1945-1950 yılları arası Amerika Birleşik Devletleri ile Batı Avrupa arasında uzun yıllar sürecek olan bir ortaklığın temellerinin atıldığı önemli yıllardır. Marshall Yardımları’ndan başlayarak Kuzey Atlantik İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşuna kadar uzanan süreçte atılan adımlar ilişkilerin ekonomik, askeri ve siyasi boyutunun temelini teşkil etmektedir. Bu dönemde yaşanan en önemli gelişme, Amerika Birleşik Devletleri –Avrupa Devletleri ilişkilerinin belki de doruk noktasını oluşturan, Marshall Yardımları olmuştur. Bu konu ilişkilerin ekonomik boyutunun incelendiği çalışmanın ikinci bölümünde detaylı bir şekilde ele alınacağından burada değinilmeyecektir. Marshall Yardım Planı, özünde ekonomik görünmesine rağmen siyasi amacı olan bir plandır. Bu nedenle Yardımların arkasından yaşanan gelişmeler de siyasi içerikli olmuştur. Marshall Planı’nı Batı Bloku’nun bir örgütlenişi olarak değerlendiren Sovyetler Birliği, buna karşılık Cominform’u (Communist Information Bureau-Komünist Bilgi Bürosu) kurarak komünist devletleri örgütlemeye çalışmıştır. Bu gelişmenin meyvesi olarak Eylül-Aralık 1947 döneminde, Fransız ve İtalyan Komünistleri Marshall Planı’nı protesto etmek üzere bir dizi grev düzenlemişlerdir. 16 Hükümetin hemen eylemcilere karşı harekete geçmesi, ekonomik sıkıntı ve sert geçen kış işçileri tekrar işbaşına geçmek zorunda bırakmıştır.35 Daha sonraki dönemde Komünist partiler güç kaybetmiş, hükümetin güç kullanma tehdidi üzerine çıkan olaylardan da çıkar sağlamaya çekinmiş, ve sendikalar üzerindeki etkileri de azalmıştır. Bu dönemden sonra daha önce tarafsız kalmayı tercih etmiş olan Danimarka gibi bazı ülkeler Amerikan himayesine ihtiyaç duymaya başlamış ve Batı Blokuna yaklaşmışlardır.36 Daha sonraki dönemde 1970’li yıllarda Eurokomünizm düşüncesi belirene kadar herhangi bir ciddi komünist tehdit oluşmamıştır. 1948 yılının sonlarına doğru Amerika Birleşik Devletleri Avrupa İyileştirme Programı’nı (European Recovery Programme) devreye sokmuş ve Almanya ve Berlin’de kalma yönündeki kararlılığını göstermiştir. O tarihten itibaren Sovyet genişlemesi ABD ile açık bir savaşa girmeden batıya doğru daha fazla ilerleyemeyecektir. Amerika’nın nükleer üstünlüğü nedeni ile de açık bir savaş kabul edilebilir görünmemektedir. O halde Sovyetler Birliği için daha fazla genişlemenin tek yolu yerel Komünist akımların başarılı olmasıdır. Bunun gerçekleşmesi ise düşük bir ihtimaldir. Daha doğuda, Amerikan baskısı ve garantisi, Türkiye’nin kararlılığını pekiştirmiş, Yunanistan’da komünist gerillaların güçleri Tito’nun Sovyetler Birliği ile bağını koparma ve daha bağımsız ulusal bir strateji izleme kararı almasının ardından büyük ölçüde zayıflamıştır. Yugoslavya’nın da Moskova’nın uluslar birliğinden ayrılması Yunanistan’ın en büyük tedarik yolunun kapanmasına 35 36 Willis, s.199. Urwin, s.68. 17 neden olmuş ve bundan sonra komünist gerillalar ancak savunma yapabilmişlerdir.37 Cominform hiçbir zaman kendisinden beklenen sınırlara ulaşamamıştır. Demir perdenin arkasındaki etkisi her zaman önemsiz düzeyde kalmış ve 1956’da Varşova Paktı’nın kurulmasından sonra resmi olarak yara almıştır. Komünist hareketlerin temel amacının en çarpıcı şekilde görüldüğü olay, Şubat 1948’de Çekoslovakya’da gerçekleşen darbedir. Başkan Benes ve Dış İşleri Bakanı Jan Masaryk, 1945’de devletin başına döndüklerinde demokrasi ve komünizmin yer yüzünde bir arada varolabileceğini temsil eden iki devlet adamı, bu darbe ile uluslararası arenadan silinmişlerdir. 1948 yılının sonlarına doğru, Çekoslovakya, Sovyet Rusya’nın en disiplinli uydularından birisi haline gelmiştir.38 Komünistlerin Çekoslavakya’da iktidarı ele geçirmeleri, Sovyet Rusya’nın niyetleri bakımından Batılılar için bir alarm olmuştur.39 Nihayet tehdidin büyüklüğünü algılayan Batılı devletler kendi savunmaları için kalıcı bir askeri birlik oluşturmaya karar vermişlerdir.40 Kalıcı bir askeri birlik oluşturma konusunda liderliği Ocak 1947’de Bevin üstlenmiş ve Fransız Başbakanı Leon Blum’a Alman saldırganlığına karşı ortak bir yardım ve birlik anlaşması yapma önerisinde bulunmuştur. Anlaşma, 4 Mart 1947’de Dunkirk’de imzalanmıştır. 22 Ocak 1948’de Bevin, İngiltere’nin Avrupa’nın dışında kalamayacağı ve sorunlarını Avrupa’nın sorunlarından ayrı olarak değerlendiremeyeceği yönünde bir konuşma yapmıştır. Rusya’nın Marshall Yardımını kabul etmemesi ve Dış İşleri Bakanları Konseyi’nin başarısızlıkla 37 38 39 40 Urwin, s.69. Willis, s.201. Armaoğlu, s.445. Willis, s.201. 18 sonuçlanması, Batı Avrupa’nın bağımsız devletlerinin bir araya gelmesi gerektiğini göstermektedir. Batı Avrupa’nın birleşmesinin zamanı gelmiştir. Belçika Başbakanı ve Dış İşleri Bakanı Paul Henri Spaak, bu öneriyi, Belçika’nın yıllar boyunca sürdürdüğü tarafsızlık politikasına aykırı olmasına rağmen olumlu karşılamıştır. Spaak’a göre, İkinci Dünya Savaşı, Belçika’nın siyasi, ekonomik ve askeri olarak tek başına kalamayacağını göstermiştir. Spaak, Batılı demokratik devletlerin olabilecek en güçlü entegrasyonu oluşturmalarından yanadır ve böyle bir bütünleşmenin başarılı olabilmesi için İngiliz katılımının şart olduğunu düşünmektedir ve Belçika, Hollanda ve Lüksemburg hükümetlerinin de desteğiyle İngiliz hükümetini mevcut askeri anlaşmayı, ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliğini de kapsayacak şekilde genişletmeye ikna etmiştir. Anlaşma, 17 Mart 1948’de Brüksel’de imzalanmıştır.41 Bu antlaşma ile taraflar, ortak bir savunma sistemi kurmayı, ekonomik ve kültürel ilişkilerini güçlendirmeyi kararlaştırmışlardır. Brüksel Antlaşması’nın dördüncü maddesine göre, taraflardan biri “Avrupa’da silahlı bir saldırıya uğradığı taktirde” antlaşmayı imzalamış bulunan öteki devletler, ellerindeki askeri ve öteki tüm olanaklarla saldırıya uğrayan ülkeye yardım edeceklerdir.42 Batı Avrupa Birliği’ne başlangıçta, İskandinav Ülkeleri de dahil edilmek istenmişse de, bu ülkeler, Sovyetler Birliği ile komşulukları dolayısı ile, bu devleti kışkırtmak istememişler ve bu ittifaka dahil olmaktan kaçınmışlardır.43 1948 Eylül’ünde de Brüksel Antlaşması çerçevesinde bir askeri organ kurulmuş ve Batı Birliği Savunma Örgütü adını almıştır.44 Hava, kara ve deniz kuvvetleri için bir temel atılmış olmasına rağmen, beş 41 42 43 44 Willis, s.201. Sander,s.264. Armaoğlu, s.445. Sander, s.264. 19 ülkenin kuvvetlerinin birleştirilerek tek bir ortak kuvvet oluşturulması fikri henüz gündeme gelmemiştir.45 5. NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü)’nun Kurulması Bevin’in Avrupalılık konusundaki açıklamalarına rağmen, onun için ABD ile işbirliği önceliğini korumaya devam ediyordu. Ona göre Batı Avrupa’da oluşturulacak bir birliğin doğal bir uzantısı ABD ve Kanada, İngiliz Uluslar Topluluğu (English Commonwealth) nedeniyle Asya ve Afrika ve Pan-Amerikan Birliği nedeniyle Güney Amerika idi. Amerika Birleşik Devletleri, beş devletin askeri güçlerinin ABD yardımıyla desteklenmesi gerektiğini bilmesine rağmen Brüksel Anlaşmasının imzalanmasını olumlu karşılamıştır. Brüksel Antlaşması Devletleri, böyle bir antlaşmayı, sağlayacağı savunma gücüne inanarak değil, bir birlik oluşturma konusundaki kararlılıklarını gösterdikten sonra, asıl ABD’yi bir ittifak içine çekmek için imzalamışlardı.46 Başkan Truman, anlaşmanın imzalandığı gün Kongreye yaptığı konuşmasında, “Avrupa’nın bağımsız uluslarının kendilerini savunmak yolundaki kararlılıkları bizim tarafımızdan da onlara yardım etmek yönünde eşit bir kararlılıkla desteklenecektir.” demiştir. Senatör Vandenberg, Dışişleri Bakanlığı’na da danışarak bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor, ABD’nin hukuki yoldan karşılıklı yardım ilkesine dayanan bölgesel ve toplu tedbirlere başvurmasını ve ulusal güvenliğini tehlikeye düşürecek silahlı bir saldırı durumunda tek tek ya da toplu olarak meşru savunma hakkını (BM Antlaşması’nın 51. maddesinde anlatımını bulmaktaydı) kullanma kararlılığını doğrulayarak, barışın 45 46 Willis, s. 202. Sander, s.265. 20 korunmasına katkıda bulunmasını” öneriyordu. Bu karar tasarısı, 11 Haziran 1948 tarihinde ABD Senatosu tarafından kabul edildi.47 İki partinin de desteğiyle, Truman yaz aylarında Brüksel anlaşmasına taraf devletlerle görüşmelere başlamıştır. Ekim ayında Brüksel anlaşmasına taraf beş devlet, ABD ve Kanada Kuzey Atlantik’te ortak bir savunma anlaşması oluşturulmasına karar vermişlerdir. Aralık ayında, Danimarka, İzlanda, İtalya, Norveç ve Portekiz’de anlaşmaya katılmak üzere davet edilmişler ve anlaşma 4 Nisan 1949’da Washington’da imzalanmıştır.48 Savaşta tarafsız kalmış olan İsveç, İrlanda ve İsviçre antlaşmaya katılmamış, totaliter rejimi nedeniyle İspanya, işgal altındaki Almanya ve Avusturya davet edilmemiştir. Daha sonra, 1951 yılında Türkiye ve Yunanistan da örgüte katılmaya davet edilecekler ve 18 Şubat 1952'de NATO'ya resmen üye olacaklardır. 9 Mayıs 1955'te Federal Almanya, 1982 yılında İspanya ve son olarak da 12 Mart 1999'da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya NATO'ya katılacaklar ve üye devlet sayısı 19'a ulaşacaktır. NATO’nun son genişlemesi, Bulgaristan, Estonya, Litvanya, Letonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’nın da katılması ile 29 Mart 2004 tarihinde gerçekleşmiş ve üye sayısı 26’ya ulaşmıştır. Halen, Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya, NATO üyeliğine hazırlık süreci olan, Üyelik Aksiyon Planı’na (Membership Action Plan) katılmaktadırlar. 49 Kuzey Atlantik Anlaşması, kısa fakat anlamlı bir dokümandı. On iki ülke, Avrupa veya Amerika’da bir veya birden fazla ülkeye silahlı bir saldırı olması 47 48 49 Sander, s.265. Willis, s.203. B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , et al. “Soğuk Savaşın Kaynakları ve NATO’nun Kuruluşuna Yol Açan Gelişmeler”, NATO, http://bucatarih.sitemynet.com/seminer/karma/nato.html (26.02.2006) 21 halinde, bunun bu ülkelerin tümüne yapılmış bir saldırı sayılacağı ve Kuzey Atlantik Bölgesinde güvenliği yeniden tesis etmek adına, Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın bireysel veya kolektif savunmaya ilişkin olan 51. maddesine de dayanarak, ülke veya ülkelere gerek bireysel gerek diğer ülkelerle işbirliği halinde hemen yardım edilmesi, ve eğer gerekli görülürse silahlı güçlerle yardım yapılması hususunda anlaşmışlardır. Kuzey Atlantik bölgesine yapılacak bir saldırı, Avrupa ve Kuzey Amerika’da herhangi bir ülkeye, Fransa’nın Cezayirli kesimlerine, Avrupa’daki herhangi bir ülkenin işgal kuvvetlerine, Kuzey Atlantik Bölgesinde bulunan ülkelerin herhangi birinin kontrolü altında bulunan bölgelerden, Yengeç dönencesinin kuzeyinde kalanlara ve bu bölgede bulunan hava ve deniz kuvvetlerine karşı yapılan silahlı bir saldırı olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlamayla, Avrupalı devletlerin kolonilerinin çoğu ABD himayesinin ve askeri desteğinin dışında bırakılmıştır. Anlaşma süresiz olarak imzalanmıştır fakat herhangi bir ülke istediği taktirde, yirmi yılın sonunda, bir yıl önceden haber vermek koşulu ile organizasyondan ayrılabileceklerdir. Atlantik Anlaşması, Senato tarafından 21 Temmuz 1949 tarihinde onaylanmış ve Başkan Truman tarafından 25 Temmuz 1949’da imzalanmıştır. Başkan Truman aynı gün Senato’ya bu anlaşmanın doğal bir sonucu olarak, gelecek iki yılı kapsayacak şekilde, 1,45 Milyar Dolarlık bir Ortak Savunma Yardım Programı sunmuştur. Yapılan birçok değişiklikten sonra, NATO kuvvetleri, Yunanistan, Türkiye, İran, Kore ve Filipinler için nihai yardım tutarını 1,314 Milyar ABD Doları olarak belirlemiş ve bu tasarı 28 Ekim 1949 tarihinde kanunlaşmıştır. 26 Temmuz 1950 tarihinde de Ortak Savunma Yardım Programının ikinci senesi için tahsis edilen rakam, 1,222 Milyar $ olarak belirlenmiştir.50 50 Willis, s.203. 22 Antlaşmadan çekilme hakkı, Antlaşmanın 12. ve 13. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu maddelere göre, her on yılda bir antlaşma gözden geçirilecek, kuruluşundan yirmi yıl sonra her üye devlet bir yıl önceden haber vermek koşulu ile antlaşmadan çekilme hakkına sahip olacaktır. NATO’nun ortak savunma ilkesi dışında bir başka amacı ise, üyeleri arasında ekonomik ve siyasal istikrarı sağlamak ve yakın ilişkiler kurmaktır. Bu amaçla ilgili olan ikinci madde de, “Taraflar, kendi özgün kuruluşlarını sağlamlaştırmak, bu kuruluşların dayandığı ilkelerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve istikrar ile refahı sağlamaya yönelik koşulları geliştirmek yolu ile uluslararası iyi niyetli ve dostça ilişkilerin gelişmesine yardım edeceklerdir. Taraflar Uluslararası ekonomik politikalarındaki tüm farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışacaklar ve içlerinden her biri ya da tümü arasında ekonomik işbirliğini teşvik edeceklerdir.” denilmektedir. NATO ya da Atlantik İttifakı’nın başında, üye devletlerin dışişleri bakanlarından oluşan Kuzey Atlantik Konseyi bulunmaktadır.51 Sovyetler Birliği’nin, Marshall Yardımları’nın, ABD ile Avrupa arasında, kendisine karşı oluşturulacak askeri bir işbirliğinin ilk adımı olduğu yönündeki kuşkuları Atlantik Paktı’nın kurulması ile doğrulanmıştır. Atlantik Paktı, sadece Komünist Partiler ve sol kanattaki Sosyalist partiler tarafından değil aynı zamanda iki taraf arasında bir seçim yapmak zorunda kalmak istemeyen tarafsız devletler tarafından da tepkiyle karşılanmıştır. İngiltere’de Bevin, muhafazakar parti tarafından desteklenirken, kendi partisinin sol kanadı tarafından eleştirilmiştir.52 Fransa’da sağ görüşlü partiler ve Komünistler anlaşmayı Almanya’nın yeniden 51 52 Sander, s.268. Willis, s.203. 23 silahlanmasına olanak vereceği gerekçesiyle eleştirmişlerdir. İtalyan hükümetine Komünist partiler ve Sosyalistlerin sol kanadından büyük baskı yapılmış ve ülkenin her tarafında Atlantik Paktı aleyhine gösteriler düzenlenmiştir. Ayrıca Sovyet hükümeti, Başbakan De Gasperi’yi, İtalyan Barış Anlaşması’nı ihlal ettiğini ileri sürerek uyarmıştır. Sovyet hükümeti tarafından uyarılan diğer devletler olan Norveç, Danimarka ve Portekiz, barış zamanında topraklarında herhangi bir yabancı kuvvet bulundurulmayacağına dair güvence istemişlerdir. Öte yandan Anlaşma, Avrupa’daki her üye devlet tarafından büyük oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Sovyet Birliği’nin ezici kara kuvvetlerinden duyulan korku, Rusya’nın Doğu Avrupa’da uyguladığı taktiklere ve yerel komünist partilere karşı duyulan kuşku, Demir Perde’nin batısında ABD’nin Avrupa’yı koruyacağına dair yasal bir güvence olması ihtiyacı ve barışın ancak güç dengesi ile sağlanabileceğine yönelik inanç, Avrupalı Devletleri, Amerika Birleşik Devletleri liderliğinde kurulan ortak bir savunma anlaşmasına dahil olmaya itmiştir.53 NATO’nun önemli özelliklerinden biri, ABD’nin barış zamanında Avrupa ülkeleri ile yaptığı ilk askeri ittifak olmasıdır. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sonrasının kargaşa ortamında, Batı Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki ilişkilere belirli bir düzen ve kurallar bütünü getirmiş, ama öte yandan iki blok arasındaki soğuk savaşın da doruk noktasını oluşturmuştur. Sovyetler Birliği’nin, 1955 yılında NATO’nun Doğu Bloku’ndaki karşılığı olan Varşova Paktı’nı kurmasıyla, iki blok kesin çizgileriyle ortaya çıkmıştır. Ne var ki, Avrupa’nın Soğuk Savaş döneminden sonra gireceği “yumuşama” (detente) havası da bu iki karşıt blok arasındaki güç eşitliğine 53 Willis, s.204. 24 dayanacaktır ve bu güç eşitliğini sağlayan başlıca unsur NATO ile Varşova ittifak düzenlemeleri olmuştur.54 NATO basit bir savunma antlaşması değildir. ABD Dışişleri Bakanı Acheson, bu ittifakı şöyle tanımlamıştır: "Antlaşmanın gerekçesi burada temsil edilen milletler topluluğunun inanç, fikir ve menfaat birliğidir. Hedefi, ortak bir iktidara ulaşmak değildir. Bütün vasıtalara başvurarak, korumak ve sürdürmek istedikleri bir yaşama biçiminin gerektirdiği manevi ve ahlaki değerlerin savunulmasıdır". Atlantik kıyısının liberal devletleri, bu siyasi girişimle, yüzyıllar boyu ortaklaşa yaratmış oldukları, kişisel hürriyet ve hukuk hakimiyeti ilkelerine dayanan medeniyeti koruma kararında olduklarını ilan etmişlerdir. NATO Antlaşmasında, üye devletler arasında fark gözetilmemekle beraber, ABD'nin bu blokta başrolü oynayacağı açıkça ortadadır. Anlaşmanın resmi belgeleri Washington'da muhafaza edileceklerdir. Yirmi yıllık süre sonunda ayrılmak isteyen üye devlet, ABD'ye başvuracaktır. Böylece, Atlantik Paktı çerçevesi içinde ortaklaşa savunma, karşılıklı yardım ve dayanışma amacı ile birleşen bağımsız batılı ülkeler, ABD' nin zımni himaye ve üstünlüğünü kabul etmişlerdir.55 Sovyetler Birliği NATO’nun kuruluşuna büyük bir tepki göstermiştir. İttifakı Avrupa’da “saldırgan Anglo-Amerikan blokunun bir silahı ve bu blokun yeryüzü egemenliğinin ilk adımı” olarak nitelendirmiştir. Kuruluşlarından sonra NATO ile Varşova Paktı arasındaki güç ilişkisi, silah teknolojisinde ortaya çıkan gelişmelerin 54 55 Sander, s.270. B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. (26.02.2006) 25 yol açtığı strateji düzenlemeleri ve sonunda beliren “dehşet” dengesi, 1950 sonrası dünya tarihinin temel belirleyicilerinden biri olacaktır.56 1949 yılı sonunda Avrupa’da siyasal bir istikrar yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştır. Almanya ikiye bölünmüş olmasına rağmen, Berlin ablukası kalkmış ve Federal Almanya ekonomik bakımdan hızlı bir ekonomik kalkınma içine girmiştir. Çekoslovakya’nın Sovyet Blokuna girmesine rağmen, Yugoslavya bu bloktan çıkmış ve hatta Yunanistan ile Türkiye gibi Batı’ya eğilimli devletlerle bölgesel işbirliği olanaklarını araştırmaya başlamıştır. Yunan iç savaşı sona ermek üzeredir. Marshall Planı’nın başarılı olması sonucu, Batı Avrupa ülkelerinin refah düzeyleri yükselmiştir. Bunların yanında, ABD’nin de içinde bulunduğu bir savunma ittifakı, NATO kurulmuş olup askeri bakımdan hızla örgütlenmekte ve güçlenmektedir. Ama İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Avrupa rahatlarken, bu defa soğuk savaş başka bir bölgeye, Uzak Doğu’ya sıçramış ve Avrupa’ya da yansıyan olumsuz sonuçlarıyla burada açık çatışmaya dönüşmüştür.57 Yeni Atlantik işbirliği agresif bir politika izlemek üzere değil savunma amaçlı kurulmuştur. Ülkeler aritmetik ortalamalarına göre askeri birlik sağlamayı taahhüt etmişlerdir. İlk etapta anlaşma ülkelerin gerekli gördüğü hallerde askeri birlik sağlamalarını öngördüğü için bir askeri destek taahhüt etmemektedir, ancak ABD anlaşmaya katılmak için bunu şart koşmuştur. ABD’nin katılımı da anlaşmanın temel amacı olduğu için Avrupa bu şartı kabul etmek zorunda kalmıştır. Bunun yanında antlaşma, isteyen ülkelerin askeri harcamalarını kısmasına herhangi bir engel teşkil 56 57 Sander, s.271. Sander, s. 271. 26 etmemekte, hatta ülkelerin NATO kuvvetlerini başka alanlarda da kullanmasına müsaade etmektedir.58 Anlaşma ilk başta resmi kurumlar oluşturmak maksadıyla yapılmamış, fakat daha sonra bu yapılanmanın kurumsal bir altyapı oluşturulduğu taktirde daha verimli işleyeceği anlaşılmış ve hatta oluşturulan yapılanma o kadar başarılı olmuştur ki, ileriki yıllarda, Avrupa Birliği’nin kurumsal altyapısında örnek alınması düşünülmüştür.59 Amaç, ortak bir Avrupa ya da Atlantik ordusu oluşturmak değildir. Her ülke NATO’dan gelen emirler doğrultusunda kendi kuvvetlerini sağlayacaktır. En büyük desteği ABD verdiği için doğal olarak bir ABD’li komutanı tüm birliklerin başında olacaktır. Avrupa devletleri arasında ise en büyük desteği Fransa verdiği için bölgesel komuta ise Fransa’ya verilmiştir. NATO yapılanmasının ilk büyük hedefi Batı Almanya’nın savunulması olmuştur. Bu nedenle ABD kuvvetleri kalıcı olarak Batı Almanya’ya yerleşmişlerdir. 60 Sovyetler Birliği’nin karasal kuvvetlerindeki inkar edilemez üstünlüğü düşünüldüğünde, Batılı kuvvetlerin Almanya’daki fonksiyonunun daha çok bir savunma kuvveti olmak ve Sovyetler Birliği’ne Batı Almanya’dan vazgeçmektense tam bir savaşı göze alabilecekleri mesajını vermek olduğu söylenebilir. Bütün NATO stratejisi ABD’nin hava gücü üstünlüğü ve bir süre için nükleer üstünlüğü üzerine kurulmuştur. Kara kuvvetleri savunmanın sadece bir alt birimiydi. Genel kanaat Avrupa’da bir savaş olursa bunun ancak nükleer bir savaş olabileceği, mevcut 58 59 60 Urwin, s.73. Urwin, s.74. Urwin, s.74. 27 durumda da ABD’nin nükleer üstünlüğü bulunduğu için Sovyetler Birliği’nin kapsamlı bir saldırıya cesaret edemeyeceği yönündeydi. 61 Fakat bu stratejik plan, ancak birkaç ay geçerliliğini koruyabilmiştir. Sovyetler Birliği’nin ilk atom bombasını 1949 yılının son aylarında atmasıyla nükleer güç açısından denklik sağlanmıştır. 62 1950 yılında Kore’deki savaşın patlak vermesi, mücadele alanını Avrupa’dan Asya’ya kaydırmış, bu durum aynı zamanda Avrupa’da oluşan genel kanaatin aksine, Sovyetler Birliği’nin kapsamlı bir savaşı göze alabileceğini de göstermiştir. Bu Avrupa’nın aleyhine bir durumdur, çünkü savaşın merkezinin uzak doğuya kayması Avrupa’ya da maddi açıdan zor kaldırabileceği bir takım askeri yükler yükleyecektir.63 Aslında Atlantik İşbirliği, Batı Avrupa’nın siyasi, sosyal ve askeri bir birlik olması ideolojisini taşımamaktadır. Fakat Marshall Planı ile birlikte düşünüldüğünde bu yoldaki girişimleri desteklemiştir. ABD, Avrupa ilişkilerinde, daha önce bu dönemde olduğu kadar aktif rol almamıştır. Bu dönemden önce ABD tecrit politikası izlemiş, daha sonraki yıllarda ise dikkatini problemli ülkelere kaydırmıştır. Zaten daha ileriki yıllarda da Avrupa işlerine ABD müdahalesinden duyulan rahatsızlık artmış, Avrupa da, ABD’nin Avrupa işlerine fazla karışmasını tasvip etmemiştir. Başkan Truman döneminde ABD, Batı Avrupalı devletlere siyasi, askeri ve ekonomik bir işbirliği oluşturulması yönünde büyük destek vermiş, Batı Avrupa’nın ödeme krizlerini atlatmasına yardımcı olmuş ve Avrupa’nın savunmasına da katkıda 61 62 63 Urwin, s.74. Urwin, s.74. Urwin, s.74. 28 bulunarak Avrupa’daki siyasi istikrarın sağlanmasında büyük katkılar sağlamıştır. Fakat bu istikrarın sağlanmasında Avrupa’da oturmuş köklü demokrasi geleneğinin de payı büyüktür. 64 6. 1950’li Yıllarda Transatlantik İlişkiler 1950’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa Devletleri arasındaki siyasi ve askeri ilişkilere bakıldığında, genel olarak dört gelişme göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki ABD’nin Avrupa ile arasındaki ittifaka aykırı bir şekilde tek yanlı hareket etmesi, ikincisi Avrupa’da ABD’nin Avrupa işlerine bu denli yoğun müdahalesinden duyulan rahatsızlık ve Batı Avrupa devletlerinin kendi içinde gelişen entegrasyon hareketleri, üçüncüsü Soğuk Savaşa neden olan kutuplaşmanın simgesi haline gelen Berlin bunalımı ve dördüncüsü ise yaşanan askeri gelişmeler sonucunda Transatlantik ilişkilerde Avrupa’nın stratejik öneminin ve pazarlık gücünün artmış olmasıdır 1950’li yıllardaki gelişmeler bakıldığında, Amerika Birleşik Devletleri’nin dikkatini Avrupa’dan doğuya çevirdiği ve Dünya çapında giriştiği harekatlarda genel olarak müttefiklerine danışmadan tek yanlı kararlar alarak uygulamaya koyduğu söylenebilir. Başkan Truman, 27 Haziran 1950’de Amerikan birliklerini Kore’ye sokarken, Truman Doktrini’ni, Rio Paktı’nı, Marshall Planı’nı ilan eder ve NATO’yu kurarken olduğu gibi, Batılı müttefiklerine danışmamış ve tek yanlı hareket etmiştir.65 Bunun yanında Süveyş Bunalımı’nda da (1956), İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a saldırması konusunda, ABD, Sovyetler Birliği ile birlikte, iki 64 65 Urwin, s.75. Sander ,s. 278. 29 batılı devlete, Birleşmiş Milletler (BM)’de açıkça cephe almıştır.66 Süveyş Bunalımı’nın ardından, Amerika Birleşik Devletleri’nin 9 Mart 1957’de Eisenhower doktrinini kabul etmesi de uluslararası arenada Batılı müttefiklerinden bağımsız hareket ederek attığı diğer bir adım olarak değerlendirilebilir. Eisenhower doktrini ile Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu devletlerini uluslararası komünizmin açık saldırısına karşı koruyabilmek için bu ülkelere silahlı yardımda bulunmayı kararlaştırmıştır. Bu doktrinin altında yatan asıl amaç ise, Süveyş Bunalımı sonucunda Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da prestij kazanmasına karşın, İngiltere’nin etkili olamamış olması nedeniyle oluşan komünist tehdide karşı bölgede örgütleme çabasıdır. Bu şekilde ABD, İngiltere ve Fransa’dan bağımsız bir politika izleme olanağı bulmuş olacaktır. Ancak, Eisenhower doktrini, çoğu Ortadoğu ülkesi tarafından iç işlerine karışmak olarak değerlendirilmiş ve olumlu karşılanmamıştır.67 Amerika Birleşik Devletleri’nin, Batı Avrupa devletlerinin hoşnutsuzluğuna rağmen, attığı bir diğer adım da, 1950 Nisanında, ABD genelkurmayının Almanya’nın silahlandırılmasını kabul etmesidir. Avrupalı devletlerin bu silahlanmadan doğacak kaygıları ise, üç yolla giderilecektir: Avrupa’nın mali sorunlarının çözümlenmesi için ABD’nin daha çok yardım yapması, Gelecek bir Sovyet ya da Alman saldırısına karşı ABD’nin hemen yardıma geleceği konusunda Avrupa devletlerine güvence vermek için, Avrupa’ya 4-6 tümen arası ABD askerinin gönderilmesi, 66 67 Sander, s. 303. Sander , s. 305 30 NATO’da bir ABD generalinin başkanlığında birleşik bir askeri komutanlık kurulması.68 ABD kuvvetleri, Kore savaşının da başlamasıyla komünizmin yayılmasını önlemek amacıyla dünya üzerinde dağılmışlardır. Bunun yanında 1953 yılından sonra ABD Başkanı Dwight Eisenhower, ABD geleneksel kuvvetlerinin azaltılmasına karar vermiştir. Bu iki nedenle ABD Almanya’nın silahlanmasını istemiş, fakat bu, yüzyılın ilk yarısı boyunca Alman militarizminden çok zarar görmüş bulunan iki devlet olan Sovyetler Birliği ve Fransa’nın tepkisini çekmiştir.69 Almanya’nın silahlandırılması konusunda çözüm, Fransa’dan gelmiştir. Pleven Planına göre, Almanya ancak bir Avrupa ordusunun parçası olarak silahlanabilecektir. Bu sürecin parçası olarak 1952 yılında Avrupa Savunma topluluğu kurulmuş ancak yine Fransız muhalefeti nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır.70 1950 yılının Aralık ayında NATO Dışişleri Bakanları, NATO Konsey toplantısında bir araya gelmiş ve Almanya’nın NATO’ya katılması konusunda ilke anlaşmasına varmışlardır.71 Bu arada Kore’de, Çin Halk Cumhuriyeti’nin de savaşa katılması, ABD yöneticileri açısından burayı hem bir karabasana çevirmiş, hem de Avrupa’yla ilgili tasarılarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu olay üzerine, 4 Nisan 1951 tarihinde, ABD Senatosu tarafından, NATO’da bir ortak komutanlık kurulması, Avrupa’nın savunulması için Almanya, İtalya ve İspanya kuvvetlerinin kullanılması ve dört ABD tümeninin Avrupa’ya gönderilmesi kabul edilmiştir. Böylece ABD yönetimi, Kore Savaşı’nı Avrupa ve 68 69 70 71 Sander , s. 279 Morris-Murphy, s.398. Morris-Murphy, s.398. Sander, s. 279 31 genel Doğu-Batı sorunlarının bundan böyle konuşulacağı çerçeveyi çizme yolunda başarıyla kullanmasını bilmiştir. Kore Savaşı’nın sonucunda, Batılı devletler, çok sayıda kayıp vermelerine rağmen Güney Kore’yi kurtarmışlardır. Ayrıca; Sovyetler Birliği’nin, ABD’nin atom üstünlüğüne rağmen, Uzakdoğu’da böyle bir savaşı başlatabilmiş olması, Avrupa ülkelerinin Sovyetler Birliği’nin bir savaşa cesaret edemeyeceği yönündeki tezlerini boşa çıkarmış ve Batı Avrupa ülkelerini, Avrupa kıtasında güçlerini artırmaya ve aralarındaki bağları sıkılaştırmaya itmiştir. NATO’nun, içine Türkiye, Yunanistan ve Federal Almanya’yı da alacak biçimde genişletilmesi, Batılı ülkelerin Kore gibi saldırıya açık durumda bulunan Yugoslavya’ya yardıma başlaması Kore Savaşı’nın sonuçları arasındadır. Bu yılarda yaşanan en önemli gelişmelerden birisi de Batı Avrupa devletleri arasında gelişen entegrasyın hareketleri olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri Komünizm tehdidine karşı Batı Avrupa uluslarının bütünleşmesini başından beri desteklemiştir. Bu nedenle Avrupa’ya, Marshall Yardımlarının verilmesi gündeme geldiği zaman, bu yardım programını düzenlemek üzere, bu devletlerin bir araya gelerek organize olmalarını istemiştir. Batı Avrupa devletleri, ABD yardım programını düzenlemek üzere 1948 Nisan ayında Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’nü (OEEC) kurmuşlardır. ABD’yle sıkı bir işbirliği içine giren 16 Batı Avrupa ülkesinin kurduğu OEEC’nin, uluslarüstü yetkilerinin bulunmamasının yetersizliği, kuruluşundan iki yıl sonra, OEEC’nin üyelerinden altısı tarafından anlaşılmıştır. Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg 1951 yılının Mayıs ayında “Schumann Planı”nı kabul ederek Avrupa Kömür ve Çelik 32 Topluluğu’nu kurmuşlardır. (AKÇT).72 4 Mayıs 1950’de Fransa yeniden yapılanma programının yöneticisi Jean Monnet tarafından Fransa Dışişleri Bakanı Schuman’a verilen memorandumda, daha önceden uygulanan tüm araçların bir çıkmaza neden olduklarını ve bunun ancak ilk başta iktisadi bütünleşme üzerinde yoğunlaşılarak aşılabileceğini savundu. Süreç içinde bu, siyasal bütünleşmeye doğru geri dönülmez bir itki geliştirecekti. 9 Mayıs’ta yayınlanan Schuman Deklerasyonu bu görüşü yansıtmıştır.73 Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schumann’a göre, Kömür-çelik üretiminin birleştirilmesi, Avrupa federasyonunun ilk adımı olan ekonomik kalkınmanın ortak temellerini atacaktır.74 Ayrıca, kömür ve çelik üretiminin denetiminin uluslarüstü bir kuruma (Yüksek Otorite) verilmesi ile Alman endüstriyel gelişiminin, 1930’larda doğurduğu tehlikelerin aynısına neden olmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır.75 AKÇT, üye devletlerin atayacağı bağımsız kişilerden oluşan, kömür ve çelik üretiminde uluslarüstü yetki sahibi olan bir kuruluştur. AKÇT’nın kuruluşundan sonra, Avrupa’daki ekonomik kuruluşlar, en azından yirmi yıllık bir süreçte, iki farklı nitelikte gelişmişlerdir; İngiltere’nin önderliğinde ve uluslararası niteliğe sahip OEEC ile, altı devletin önderliğini yaptığı ve 1951 Nisan ayında imzalanan antlaşma ile resmen yürürlüğe giren AKÇT gibi uluslarüstü yetkiye sahip kuruluşlar. Kömür ve çelik endüstrilerini devletleştirmeye başlayan İngiliz hükümeti, AKÇT’ye üye olmayı çıkarlarına uygun bulmamıştır. AKÇT ise, 72 73 74 75 Sander, s. 344. Stephen J Lee., Avrupa Tarihinden Kesitler,:1789-1980, 1th Ed, Ankara,: Dost Kitabevi Yayınları, 2002, s.323. Sander, s.345. Morris-Murphy, s.432. 33 daha sonra girişilecek olan Avrupa bütünleşme çabaları için iyi bir başlangıç noktası oluşturmuştur. 76 Avrupa’nın bütünleşmesi yolundaki girişimler AKÇT’nin kuruluşu ile kalmamış, 1955 yılının Temmuz ayında, Messina’daki toplantıda Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Avrupa Atom Birliği’nin (EURATOM) dayanacağı genel ilkeler saptanmış ve konuyu derinlemesine incelemek ve böyle bir topluluğun kuruluş yöntemlerini saptamak üzere hükümetler arası bir komite kurulmuştur. Bu komitenin hazırladığı rapor (Spaak Raporu) 1956 yılının Nisan ayında hükümetlere sunulmuştur. Raporun temel varsayımı şudur: “Avrupa, şimdiki ekonomik örgütlenmesiyle gelişimini sürdüremez ve ekonomisinin genişleme temposunu koruyamaz. Avrupa ülkelerinden hiçbirisi, tek başına, atom çağının gereği olan teknik devrime hız katacak temel yatırım ve geniş araştırmaları yapacak büyüklük ve güçte değildir.” Bunun gerçekleşmesi için, Avrupa’nın bu altı ülkesinin ekonomik bakımdan bütünleşmesi tavsiye edilmiştir. Bu bütünleşmenin gerçekleşmesi için temel araç ise, gümrük duvarlarının kaldırılması olacaktır.77 EURATOM’un sağlayacağı ucuz enerji, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve Süveyş Bunalımı nedeniyle enerji kaynaklarının tehlikede olduğu bir dönemde cazip görünmüştür. Ayrıca, Altılar, AET’yi kuran Roma Antlaşması’nı imzalayarak aralarında bir ortak pazarın oluşturulmasını hedeflemişlerdir. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun amacı, altı ülkenin arasında serbest ve eşit rekabeti sağlayacak bir gümrük birliğinin oluşturulmasıdır.78 76 77 78 Sander, s. 345. Sander, ss. 345-346. Morris-Murphy, s. 432. 34 Uzun süren görüşmeler olumlu sonuç vermiş ve AET ile EURATOM’u kuran anlaşmalar 25 Mart 1957’de Roma’da imzalanarak Avrupa Ekonomik Topluluğu 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmiştir. AET’nin başarısının, on dokuz ve yirminci yüzyıllarda sürekli çatışmış bulunan iki güçlü ülke olan Almanya ve Fransa arasında gelişecek yakın ekonomik ve siyasal işbirliğine dayanacağı, bu gerçekleşmediği taktirde başarı şansının az olduğu, daha başlangıçta ortaya çıkmıştır.79 İngiltere, İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth) ile özel ilişkilerini dikkate alarak, AET’ye girmemiş ve 1959 yılında, AET’ye karşılık Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi’ni (EFTA:European Free Trade Area) kurmuştur. İngiltere, İsveç, Norveç, Danimarka, Avusturya, Portekiz ve İsviçre’nin katıldıkları EFTA, AET’ye göre son derece gevşek olup, bütünleşmeyi kabul etmemektedir. İngiltere’nin EFTA’yı kurmaktaki amacı, AET’nin gelişmesini engellemektir. 80 EFTA’da AET gibi başarılı olmuştur. İlk yıl sonunda üyeler arasında ticaret %71 artmıştır. Ancak, gerek üye ülkelerin nüfusu gerekse üye ülkelerin EFTA’nın kuruluşunun ardından gösterdikleri ekonomik performans AET ile karşılaştırıldığında, EFTA AET kadar başarılı olamamış, ve İngiltere de AET’ye katılmanın yollarını aramaya başlamıştır.81 Roma Antlaşması’na göre AET’nin temel amacı, ortak bir pazar ve mallar için gümrük birliği kurmak; ortak bir tarım politikası ve işçi hareketleri ile ulaştırma politikalarını saptamak ve ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi için ortak örgütler kurmaktır.82 79 80 81 82 Sander,s. 346. Sander, s. 346. Morris-Murphy, s. 433. Sander, s. 347. 35 AET üyeleri, endüstri ve tarım sektörlerinde tüm gümrük duvarlarını, her yıl %10 olmak üzere indirmeye karar verdiklerinden, gümrük duvarları 1968 yılında sıfıra inmiştir. AET’nin, Antlaşmada yer almayan iki ana amacı vardır: Batı Avrupa devletlerini ABD ekonomisi karşısında daha güçlü ve bağımsız bir konuma sokmak ve Batı Avrupa’nın liberal-kapitalist ülkelerini kalkındırmak. Bu açıdan bakıldığında, AET bir yandan Avrupa’nın ABD karşısında hesaba katılması gereken bir ekonomik güç olarak sivrilmesini sağlayarak, ABD’nin Batı Avrupa ülkelerinin ekonomileri üzerindeki üstünlüğüne son vermeye başlamış, öte yandan Avrupa’nın Batı ile Doğu olarak bölünmüşlüğünü keskinleştirmiştir.83 1950’li yıllarda Berlin ve Almanya’nın geleceği sorunu çözümsüz hale gelmiş, bu konu Atlantik Blokunun gündemini teşkil eden en önemli sorunlardan birisi olmuştur. 1956 Süveyş Bunalımı, Batı Bloku içindeki devletler arasındaki ilişkileri olumsuz etkilemiştir. İngiltere ile Fransa’nın Mısır’a saldırıları, bu devletlerin yalnız ABD ile değil, aynı zamanda öteki bazı NATO ülkeleri (Türkiye dahil) ve Ortadoğu devletleriyle de ilişkilerini bozmuştur.84 Bu olay hem İngiltere’nin artık bir Dünya gücü olmadığını göstermiş hem de ABD ile ilişkilerini gevşetmiştir.85 Sovyetler Birliği, siyasal dengenin kendi lehine bozulmakta olduğunu anlamış, Batı’nın bütünlüğünü zorlamaya başlamıştır.86 Bu dönemde hem Batılı Devletlerin arasının açılması nedeniyle siyasal denge, hem yapay uydu Sputnik’in 4 Ekim 1957’de uzaya yerleştirilmesiyle stratejik denge, Sovyetler Birliği lehine bozulmuştur. Bu başarı, Sovyetler Birliği’nin, 1949 83 84 85 86 Sander, s. 347. Sander, s. 312. Stephen, s.330. Sander, s. 312. 36 yılında nükleer gücü elde etmesinden sonra, şimdi kıtalararası füze yapımını da gerçekleştirdiğini vurgulamaktadır. Sovyetler Birliği bu üstünlükleri elde etmenin güveniyle, batıya karşı sert bir tutum izlemiş, 1958’de yaşanan Berlin bunalımı bu sertleşmenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, Sovyetler Birliği’nin Batılı Devletlerden 6 ay içerisinde Batı Berlin’den askerlerini çekmesini istemesi, Batılı Devletlerin bunu kabul etmemesi, daha sonra ABD U-2 casus uçaklarından birinin Sovyetler Birliği’nde düşürülmesi gibi olayların sonucunda Demokratik Alman hükümeti, 13 Ağustos 1961 tarihinde, Doğu ile Batı Berlin’i ayıran sınır üzerine, geçişi engelleyen bir duvar inşa etmiştir.87 Sadece 1961 yılının Ağustos ayında Doğu Berlin’den Batı Berlin’e 30.00 mülteci geçmiştir. Sovyetler Birliği bu duvarı inşa ederek bu insan akımını durdurmayı ve Demir Perde’deki son boşluğu da kapatmayı amaçlamıştır.88 Batılı devletler bu harekete etkili bir cevap verememişler, fakat Batı Berlin’deki askeri varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu dönemde Sovyetler Birliği bir süredir karşılıklı açıklamalarla ara verilmiş bulunulan nükleer denemelerini yeniden başlatmıştır. Bu olaylar soğuk savaşın yeniden tırmanışa geçmesine neden olmuştur.89 1950’li yılların Transatlantik ilişkiler açısından bir diğer çarpıcı boyutu da askeri alanda değişen dengeler sonucunda, Avrupa’nın stratejik öneminin artmaya başlamasıdır. Bu da elbette geliştirilen stratejilerde Avrupa’nın elini güçlendirmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında tırmanışa geçen soğuk savaşın ilk yıllarında nükleer silahlara sahip Amerika Birleşik Devletleri, 4 Ekim 1957’de Sovyetler Birliği yapay uydu Sputnik’i yörüngesine yerleştirinceye 87 88 89 Sander, ss. 311-316. Morris-Murphy, s.398. Sander, s.317. 37 kadar askeri üstünlüğünü sürdürmüştür. Bu döneme kadar oluşturulan NATO stratejileri bu nedenle ABD’nin nükleer üstünlüğü üzerine odaklanmış iken, bu tarihten sonra oluşan dehşet dengesi içerisinde ise, NATO stratejileri nükleer silah kullanımını sınırlandırma amacına yönelmiştir. 1954 yılında, Kitlesel Karşılık, yeni NATO stratejisi olarak kabul edilmiştir. Kitlesel karşılık, kısaca, ABD’nin, Kuzey Atlantik bölgesinde ortaya çıkan bir komünist saldırı karşısında, Stratejik Hava Komutanlığı kanalıyla Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin önemli nüfus ve endüstri merkezlerine karşılıkta bulunacağını öngörüyordu. Böylece NATO’nun artık geniş bir kara ordusu bulundurması gerekmeyecekti.90 Nükleer silahlarla karşılık tehdidi Sovyetler Birliği’ni girişeceği sınırlı ya da topyekün bir savaştan caydıracak, böylece NATO ülkelerinin üzerine ABD’nin “koruyucu nükleer şemsiyesi” açılmış olacaktı. Kitlesel karşılık, dünya barışı ve hatta tüm insanlığın geleceği açısından büyük tehlikeler riskini taşımaktaysa da NATO ülkeleri açısından güvenliği sağlamıştır ve çağın gereklerine uygun bir strateji olmuştur. Fakat bununla birlikte, bu stratejinin zararları da görülmüştür. Öncelikle, NATO üyeleri üyelerden birinin tek taraflı davranışına bağlı olan bir müttefik stratejisinin, klasik ittifak anlayışına uygun olmadığını ve diğer müttefiklerin hareket alanını daralttığını görmüşlerdir. İkinci olarak, kitlesel karşılık stratejisi, zamanla bölgesel savaşlarda kullanılmadığı için inandırıcılığını ve caydırıcılığını yitirmeye başlamıştır.91 90 91 Sander, s. 335. Sander, s. 337. 38 ABD ile NATO’nun nükleer stratejilerini temelinden değiştiren ve hatta 1957 sonrasına damgasını vuran en önemli olay, hiç kuşkusuz, Sovyetler Birliği’nin yapay uydu Sputnik’i başarıyla uzayda bir yörüngeye oturtmasıdır. Bu başarı, Sovyetler Birliği’nin kıtalararası füze yapımındaki üstünlüğünü de vurgulamaktadır. Bu olayın uzun süreli ve köklü sonuçları olmuştur. Öncelikle, ABD ilk kez kendi kıtasına yönelik bir tehditle karşı karşıya kalmış ve huzursuz olmuştur. Buna karşılık ABD, Sovyetler Birliği’ne yakın ülkelere orta menzilli füzeler yerleştirmeye başlamıştır. İkinci olarak, “kitlesel karşılık” stratejisinin yerini “sınırlı karşılık” stratejisi almaya başlamıştır. Bu durum, gelecek bir nükleer savaşın, ABD topraklarından çok, müttefiklerin topraklarında, yani Avrupa’da yapılması olasılığını güçlendirmektedir. Bu ikisinden çıkan sonuç, Sputnik’in yalnız global güç dengesini değiştirmekle kalmaması, aynı zamanda NATO içindeki dengeyi de Avrupa lehine değiştirmeye başlamasıdır. ABD artık kendi kurtuluşunun Avrupa’nın sırtından ve onun sağlayacağı kolaylıklar sayesinde olacağını anlamıştır. İşte Fransa’yı NATO’nun askeri bütünleşmesi dışına çıkartan temel düşünce budur. Fransa, bu olaydan sonra, Batı Bloku içinde daha bağımsız bir politika izlemeye başlamıştır. ABD’nin, yeni stratejinin gereklerini yerine getirmeye yönelik önerilerine karşılık, Avrupalı müttefikler yüksek bedeller istemişler ve girecekleri risk büyük olduğundan ABD ile pazarlığa başlamışlardır. 92 ABD, Avrupalı müttefiklerin NATO bölgesinin savunulmasında çeşitli sorumluluklar yüklenmesini, ancak yerleştirilecek füzelerin başlıklarının anahtarının kendisinde olmasını ve nükleer bir savaşa girme kararının da kendisine ait olmasını istemiştir, ancak Avrupalı devletler savaşta hedef olma riskini üstlenmeye karşılık ya 92 Sander, ss. 337-339. 39 ABD’nin vereceği ya da kendi yapacakları nükleer silahı istedikleri zaman kullanma hakkına sahip olmayı istemişlerdir. Bu politikayı uygulama alanına koyan Fransa olmuştur. Daha sonra ortaya atılacak olan “Çok taraflı güç”(Multilateral Force) önerileri, Atlantik’in iki yakasından gelen değişik isteklere ortalama bir çözüm bulma çabalarının ürünüdür. 93 İşte bu nedenlerle, NATO’nun Avrupalı üyeleri açısından, nükleer silahların tetiğinde parmakları olmadığı taktirde, “sınırlı nükleer savaş” kabul edilir bir strateji değildir. Çünkü bu durumda, Avrupa’ya bir Sovyet saldırısı olması durumunda, Batı Avrupa devletleri ABD’nin nükleer karşılığa başvuracağından artık emin değildirler. İki büyük devletin, birbirlerinin topraklarına dokunmadan, Avrupa’yı ve daha önemlisi “kanat” ülkeleri “hallaç pamuğu” gibi atabilecekleri ve bu bölgelerde nükleer bir savaşı “sınırlı” tutabilecekleri olasılığı, çoğu NATO müttefikini, topraklarında orta menzilli füze bulundurmama politikasına itmiştir. 94 ABD’nin kitlesel karşılık konusundaki görüşleri, 1957 yılından sonra değişmeye ve “sınırlı savaş” anlayışı yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştır. NATO Başkomutanı Orgeneral Lauris Norstad’ın ileri sürdüğü görüşlerle ortaya çıkmış bulunan “sınırlı savaş” anlayışı, Kennedy yönetimi sırasında “esnek karşılık” stratejisinin ortaya atılmasına yol açmıştır. Çünkü kitlesel karşılık stratejisi, ABD’nin hareket kabiliyetini sınırlamakta ve Avrupalı müttefiklerinin kendilerini de ilgilendiren her konuya müdahale etmesine neden olmaktadır. Bu stratejinin değiştirilmesi ile ABD hareket serbestliğine kavuşmuş olacaktır. 95 93 94 95 Sander, s. 339. Sander, s. 339. Sander, s. 340. 40 Üstelik Sovyetler Birliği’nin artık nükleer bomba taşıyan “uzun menzilli güdümlü füzelere”(Inter Continental Ballistic Missiles) sahip olmasıyla, ABD toprakları doğrudan Sovyet saldırısına açık duruma gelmiştir. ABD, Avrupa topraklarına yapılan bir Sovyet saldırısına nükleer silahlarla karşılık verdiği taktirde kendi toprakları da tehdit altında olacaktır. Bu nedenle daha esnek bir strateji izlenmesi gerekmiştir. Bunun yanında ABD, artık yerlerinin saptanması çok güç nükleer denizaltıları geliştirmeye başladığı için seçenekli bir strateji uygulama imkanına sahip olmuştur. Bu nedenlerle ortaya çıkan “esnek karşılık” stratejisi, ABD’nin tam anlamıyla yaşamsal çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda güvenliğini nükleer silahlarla koruyacağı, öteki durumlarda ise savunmanın geleneksel silahlarla yapılacağı anlayışına dayanmaktadır. 1963 yılında Kennedy bir konuşmasında, Avrupa’nın savunulmasına nükleer silahların kullanılabileceğini belirtmiştir. Fakat her durumda nükleer karşılık yükümlülüğü ortadan kalkmıştır. Bu strateji değişikliği NATO’nun kara kuvvetlerinde de bir artışı gerektirmiştir. Çünkü ABD’nin stratejisine göre nükleer sınırlı bir saldırı durumunda hemen nükleer bir karşılık vermek yerine önce araya bir pazarlık süresi konulacaktır. Bu aradan bir sonuç alınamaması halinde nükleer bir karşılık verilecektir. Geleneksel kuvvetlerin bu “ara”da Sovyetler Birliği kuvvetlerini durdurabilecek güçte olması gerekmektedir. Bunun için ABD, 1957 yılından sonra sürekli olarak NATO’nun öteki ortaklarının yükünün artırılmasına çalışmıştır. Kara kuvvetlerinin artırılması talebi ve nükleer silahları kullanma inisiyatifine sahip olma isteği müttefikler arasındaki fikir birliğini bozmuş ve Fransa, NATO’nun askeri bütünleşmesinden ayrılmıştır. Son olarak, Sputnik başarısı ve onun yol açtığı stratejik gelişmeler, Avrupa’nın ABD karşısında 41 pazarlık gücünü artırarak, bu yaşlı kıtanın dünya politikasında yeniden sivrilmesini sağlamıştır.96 7. 1960’lı Yıllarda Transatlantik İlişkiler 1960’lı yıllar, soğuk savaşın şiddetinin azalarak yumuşama sürecinin temellerinin atıldığı yıllar olmuştur. Bu dönemde iki kutupluluk azalmış, merkezden kopmalar başlamış, Avrupa Devletleri kendi içinde entegrasyon hızını artırmış ve ABD’den daha bağımsız politikalar izlemeye başlamışlardır. Bu dönemde gelişen önemli olaylardan birisi, Amerika Birleşik DevletleriAvrupa ilişkilerine dolaylı etkileri görülen Küba’da ortaya çıkan Ekim füzeleri bunalımıdır. Küba bunalımı, hem soğuk savaşın doruğunu, hem de 1962 sonrasında yavaş yavaş ama kararlı bir tempoda yerleşmeye başlayan “yumuşama” olgusunun temelini oluşturmaktadır. Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri önderleri, bundan böyle, başladıktan sonra denetlenmesi olanaksız bir nükleer savaşın “eşiği” ile aralarına güvenli bir aralık koyma politikasını titiz bir biçimde uygulayacaklar ve bu temel üzerinde yumuşama oluşmaya başlayacaktır. 97 Bunalımın temelinde ABD’nin, Küba’da iktidarı ele geçiren Fidel Castro’yu devirmek istemesi yatmaktadır. ABD, Fidel Castro’yu devirmek için askeri ve ekonomik bir dizi girişimde bulunmuş fakat başarılı olamamıştır. Sovyetler Birliği ise bu durum karşısında Fidel Castro rejimine destek vermeye başlamıştır. Daha sonraki dönemde, Sovyetler Birliği olası bir ABD nükleer saldırısına karşı Küba topraklarını korumak adına Küba’ya silah yardımında bulunmuş, 1962 ilkbaharında 96 97 Sander, ss. 340-343. Sander, s. 322. 42 Küba’ya Sovyet füzeleri yerleştirilmeye başlanmıştır. Bu durum karşısında ilk defa kendi toprakları üzerinde nükleer savaş tehdidi oluşan ABD, Küba’yı denizden ablukaya almış, gerginlik daha da tırmanmıştır. Dünya kamuoyunda hızla tırmanan bu gerginliğin sonrasında, füzelerin sökülmesi karşılığında ABD, Küba’ya müdahalede bulunmayacağı güvencesini vermiş, füzeler sökülmüş, ABD ablukayı kaldırmıştır ve bunalım atlatılmıştır. 98 Bu bunalımın Dünya siyaseti açısından önemi, tarafların savaşın eşiğine geldiklerini anlamaları ve bundan sonra “uçurum”la aralarına güvenli bir aralık koymaya çalışacak olmalarıdır. Bu gerginliğin Avrupa-ABD ilişkilerine yansıması ise şu şekilde olmuştur: NATO’nun Avrupalı ortakları, böyle kendilerini de son derece tehlikede bırakan bir durumda dahi, kendi görüşlerinin alınmayacağını açıkça görmüşlerdir. Bunalım, NATO üyeleri arasında yeni gerginlikler yaratmamışsa da, temelde askeri nitelikte olan bir ittifak içerisinde siyasal sorunlara ortakların dikkatini çekmiştir, General de Gaulle, iki süper devlet arasında denge kuracak bir Batı Avrupa koalisyonu girişiminde bulunmuş ve ABD ile ilişkilerini gevşetme yolunda önemli adımlar atarak, kendi nükleer gücünü geliştirmeye başlamıştır, Dünya kamuoyunda yaşanan bu gerginlik, bölgesel bir çatışmada geleneksel silahların önemini artırmıştır. ABD çok kısa bir süre içinde Karayipler’de öyle büyük bir geleneksel güç toplayabilmiştir ki istediği gibi davranmak ve manevra yapmak olanağını bulmuştur. Bundan alınan dersle, ABD hem kendi 98 Sander, ss. 325-326. 43 geleneksel silahlarını artırmaya başlamış, hem de Avrupalı müttefiklerinden aynı biçimde davranmalarını istemiştir. Bu da NATO içinde yeni sorunlar ortaya çıkarmıştır. Çünkü ekonomik kalkınmaya öncelik veren ve güvenlikleri açısından ABD’nin nükleer silahlarına güvenen çoğu NATO ülkesi, ABD’nin istediği gibi savunmaya daha çok ödenek ayırmayı kabul etmek istememişlerdir.99 Gerçekte 1960’ların en önemli özelliği, o ana kadar sürmüş bulunan ABD üstünlüğünün sona ermesi ve Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasındaki güç farkının giderek azalmasıdır. Böylece oluşan “dehşet dengesi” iki devleti edilginliğe sürükleyince, çevre devletleri sıkı bir biçimde merkeze bağlı tutmak zorlaşmış, iki bloktan da kopmalar başlamıştır. Bu dönemde sivrilen diğer güç odakları içerisinde, “üçüncü güç” durumuna yükselen Çin Halk Cumhuriyeti, 1960’lara yaklaşıldığında ekonomik bakımdan önemli gelişmeler gösteren Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya sayılabilir. Avrupa ülkeleri kalkındıkça ABD malları için pazarlar azalmaya başlamış ve 1956 yılından sonra ABD dış ticareti sürekli açık vermeye başlamıştır. Bu da ABD’nin giderek dış yardımı, askeri yükümlülükleri ve dış yatırımları kısmasına yol açmıştır. ABD’nin ekonomik üstünlüğündeki bu zayıflama, çok merkezliliğe geçişi etkileyen bir diğer unsur olarak değerlendirilebilir. Ancak, çok merkezliliğe doğru gidişte belki en önemli değişiklik, ekonomik olmaktan çok askeridir. 1970’lerde genel olarak NATO ve özel olarak ABD stratejik düşüncelerindeki değişiklik, çok merkezliliğe geçişin yakın nedenini oluşturmuştur. İki kutupluluk zayıflamış, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile rayına oturan Batı Avrupa Birliği, dünya politikasında etkinlik sağlamıştır. Bunun yanında Dünya’nın geri kalanında da, Doğu Bloku’ndan kopan devletlerle birlikte, 1960’larla birlikte bu 99 Sander, ss.327-329. 44 blokun Stalin zamanındaki tek parçalı birliği de zedelenmiştir. Bağlantısız devletler dünya politikasındaki ağırlıklarını giderek artırmaya başlamışlar, hele petrolün etkili bir silah olarak kullanılmaya başlanmasıyla, bu enerji kaynağını üreten devletlerin dünya politikasını biçimlendirme olanağı belirmiştir.100 1960’lı yıllar, Dünya’da yaşanan bu çarpıcı gelişmelerin yanında, Batı Avrupa’da da Fransız-Alman işbirliğinin öneminin kavrandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde, barış içinde ve bütünleşmiş bir Avrupa için Fransa ve Almanya dostluğunun gerekliliği ortaya çıkmış, bu yıllar Batı Avrupa’nın bu en önemli iki devletinin yakınlaşan ilişkilerine sahne olmuştur. Her iki devlet de bu yakınlaşmanın gerçekleşmesi için iyi nedenlere sahiplerdir. Almanya için entegrasyon iki önemli hedefini gerçekleştirebilmesi için en etkili yoldur: siyasi rehabilitasyon ve ekonomik iyileşme. Fransa için ise, Almanya ile 70 yıldır süren mücadele, sonunda bir felaketle sonuçlanmıştır. İşbirliği hem siyasi hem de ekonomik anlamda iyileşme vaat etmektedir.101 Her iki devletin ABD ile ilişkilerinde ise, Komünizm tehdidini daha yoğun hisseden Almanya, Batı ile bütünleşmeye önem verirken, bu tehdide daha uzak olan Fransa, ABD’ye karşı daha bağımsız politikalar izlemeye başlamıştır. 1960’lı yıllarda altılar, Roma Antlaşması’nı titizlikle uyguladıkları gibi, ekonomik bütünleşmeyi de büyük bir başarıyla sürdürmüşlerdir. Fransa ile Batı Almanya’nın hem tek tek ekonomik gelişmeleri hızlanmış hem de iki ülke arasındaki ticaret hacmi her geçen yıl biraz daha artmıştır. Bu durum, her iki ülkenin de topluluğa bağlılığını güçlendirmiş ve böyle olunca da topluluk gelişmiştir. AET 100 101 Sander, s. 334. Morris-Murphy, s.430. 45 büyük ölçüde bu iki devletin ekonomik işbirliği temeli üzerine oturmuştur ve bu genelleme bugün de geçerlidir. Fransa, özellikle bu yıllarda, ABD’nin Avrupa işlerine bu kadar müdahale etmesinden rahatsız olmaya başlamış, politikasını Avrupa’daki ABD egemenliğini azaltacak yönde şekillendirmiştir.102 1961 yılında Kennedy ve Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle arasında yapılan görüşmede, de Gaulle, Kennedy’ye, Fransa’nın, Atlantik İttifakı içinde kalmakla beraber, artık demode olmuş bu ittifakın askeri kanadından çekileceğini bildirmiştir. Zira, de Gaulle’ün inancına göre, Amerika, kendi topraklarına bir saldırı olmadıkça nükleer silah kullanmayacaktı ve dolayısı ile Fransa kendi savunmasını kendisi kurmak zorunda ve kararındaydı.103 Fransa, 1960’lardan sonra kendi savunma gücünü geliştirmiş, ilk atom silahını1960’da atmış, ileriki yıllarda da nükleer gücünü artırmaya devam etmiştir.104 İngiltere’nin, AET’ye girebilmek için üyelik başvurusunda bulunmasını, İngiltere’yi “Anglosakson truva atı” olarak gördüğü için, 1961 ve 1967 yıllarında iki kez veto etmesi bunun bir göstergesidir. İngiltere AET’ye ancak 1973 yılında De Gaulle’ün ölümünden sonra tam üye olarak girebilmiştir.105 Bunun yanında, AET birçok Avrupalı için Avrupa siyasal birliğinin temeli niteliğindeyken, De Gaulle, üye devletlerin ulusal egemenliğini ortadan kaldıracak bir birliğe karşı çıkmıştır. 1962’de yaptığı bir konuşmasında şunları söylemiştir: “Devletler üstü bir federasyon, Avrupa dışı bir federatörü gerekli kılacağından, Avrupa’da kurulacak örgütler devletler temeline oturmalıdır.” Burada işaret ettiği federe devlet ise ABD’dir. Fransa’nın bu kadar bağımsız bir tutum sergilemesinin bir nedeni, Fransa NATO’nun dışında dahi olsa, 102 103 104 105 Sander, s. 354. Armaoğlu, s.598. Morris-Murphy, s.426. Sander, s. 351. 46 Avrupa’ya bir saldırı olması halinde, ABD’nin koruyucu şemsiyesinin kendi üzerine açılacağından emin olmasıdır. Bunun yanında, coğrafi bakımdan çatışma alanına uzak oluşu ve kendini nispeten güvende hissetmesi, içerde artan siyasal istikrar ve De Gaulle’ün bağımsızlıkçı ve inatçı kişiliği de nedenler arasında sayılabilir.106 De Gaulle’ün en büyük amacı, ABD’nin Avrupa’dan çıkması ve Avrupa’nın büyük devlet egemenliğinden kurtarılmasıdır. De Gaulle için bütünleşmiş bir Batı Avrupa, yalnız ABD’nin bağımsız bir ortağı değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği’ne karşı dengeyi koruyacak olan “Pan-Avrupa Sistemi”nin de temel öğesi olacaktır. Bu sistemin iki merkezi Paris ile Moskova’dır. Mihail Gorbaçov’un “Atlantik’ten Urallara Avrupa Evi” ve kimi tarihçilerin ortaya attıkları “Yeni Avrupa Mimarisi” görüşleri, bu devlet adamının düşüncesinin ürünü sayılmalıdır.107 De Gaulle’e göre, Avrupa’da “yumuşama”nın gerçekleşmesi yolunda Fransa’nın en önemli dış politika davranışı, NATO’nun askeri örgütünden çıkması ve Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleri ile temaslarını sıkılaştırması olmuştur. Bunun sonucu olarak ortaya çıkacak olan “anlaşma” ve “işbirliği”, egemen devletler üzerinde yükselecek olan bağımsız Avrupa’nın önkoşuludur. Bağımsız Avrupa ise iki biçimde gerçekleşebilir: (1) ABD’nin önderliğine son verilmesi – ki bu yöndeki dış politika davranışı İngiltere’nin AET’ye girişini veto etmektir- ve (2) Avrupa potansiyelinin uyumlu bir işbirliği ile kullanılması –ki bu yöndeki tutumu, FransızAlman yakınlaşması ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerin düzeltilmesi olmuştur.108 106 107 108 Sander, s. 353. Sander, s. 354. Sander, s. 355. 47 Federal Almanya’nın ise, İkinci Dünya Savaşı sonrası konumu diğer ülkelere göre farklı olmuş, bu nedenle izlediği dış politika da farklı bir nitelik arz etmiştir. Federal Almanya’nın ilk Şansölyesi Konrad Adenauer döneminde Almanya, Doğu Almanya’yla bölünmesi ve güvenliği ile ilgili sorunları Batı Bloku ile bütünleşerek çözebileceğine inanmıştır. Bu şekilde Batı Bloku daha güçlü olabilecek ve Sovyetler Birliği’nden bazı ödünler koparabilecektir. Bu nedenle Federal Almanya, Doğu Almanya’yı tanıyan bazı ülkelerle ilişkilerini kesmiş ve Doğu Bloku ülkeleriyle ilişki kurmamıştır. Fakat daha sonra bu politikanın sonuç vermeyeceği anlaşılmış ve Gerhard Schröder’in dışişleri bakanı olduğu dönemde yumuşama dönemine girilmiş, 1967 yılında Federal Almanya “Ostpolitik” adı verilen bir doğu politikası izlemeye başlamıştır. Bu politikanın yansımaları olarak, 12 Ağustos 1970 ‘de Sovyetler Birliği ile, 7 Aralık 1970’de Polonya ile, 21 Aralık 1972’de Doğu Almanya ile ve 11 Aralık 1973’de Çekoslovakya ile antlaşmalar imzalamıştır.109 Bu uluslararası anlaşmalar, iki Alman devleti arasındaki diplomatik sorunları çözmüş, 1972 yılında iki Alman Devleti birbirini bağımsız iki devlet olarak ilk kez tanımış ve iletişim ve ulaşım konusunda bir dizi anlaşma yapmışlardır.110 Böylece Willy Brandt’ın 1967 yılında ortaya attığı Doğu Politikası, bu politikanın özüne uygun olarak imzalanan antlaşmalarla uygulama alanına girmiş ve Federal Almanya’nın bu davranışı, soğuk savaştan yumuşamaya geçişte en önemli basamak taşı olmuştur.111 1960’lı yıllarda Batı Bloku içinde tartışmalara neden olan bir başka gelişme de Vietnam Savaşı olmuştur. ABD, 1945 Cenevre anlaşmaları ile Vietnam Kuzey ve 109 110 111 Sander, ss. 356-359. Morris-Murphy, s.422. Sander, s. 359. 48 Güney olarak ikiye ayrıldıktan sonra, kuzeydeki komünist rejime karşı güneyi korumak için bölgeye yardımlarını ve ilgisini devam ettirmiştir. Kennedy ve danışmanları, anti-komünist bir Vietnam’ın Amerika’nın global çıkarları açısından hayati bir önem taşıdığına karar vermişlerdir.112 Çünkü, 1960’ların sonuna kadar birleşik Devletler’in siyasası “domino kuramı” üzerine kuruluydu. Abluka altına alma argümanının bir uzantısı olarak bu kuram, komünizme geçen her ülkenin bir komşusundaki süreci tetikleyeceği beklentisi taşıyordu.113 1965 yılından itibaren ABD Güney Vietnam’a asker sevketmeye başlamış, bu askerlerle kuzeyin Vietkong gerillaları arasında 1973 yılı başlarına kadar sürecek uzun bir mücadele başlamıştır. Bir dönem, ABD’nin Vietnam’da bulunan askerlerinin sayısı yarım milyonu aşmıştır. Buna rağmen, Vietnam savaşı Amerika için tam bir başarısızlıkla sonuçlanmış, Amerika tüm Vietnam’ı komünistlerin eline teslim etmek zorunda kalmıştır. 114 Amerika’daki pek çok liberal bu savaşı, Vietnam’ın Amerika için küçük bir öneme sahip olduğu ve buna rağmen bu savaş için yapılan büyük yatırım nedeniyle içeride ve dışarıda daha acil çözüm bekleyen problemlerin ertelendiği gerekçesiyle eleştirmişlerdir.115 Amerika, Vietnam savaşı sırasında Batı Bloku içinde tam bir yalnızlık içine düşmüştür. Zira, Batıdan hemen hemen hiç destek görmemiştir. Bunun başlıca üç sebebi bulunmaktadır. 112 113 114 115 John Traynor, Europe, 1890-1990, 2nd Ed, Surrey:Nelson, 1992, s.344. Stephen , s.316. Armaoğlu, s.619. Traynor, s.345. 49 Öncelikle, Amerika’nın başarısızlığı, Batı’nın prestijini de zedelemiştir. Her şeyden önce Amerika Batı’nın bir sembolü idi.116 İkincisi, Amerika’nın yüzbinlerce askeri dünyanın uzak bir köşesinde savaşa sokması, Batı’nın Avrupa’daki savunma gücünü de azaltıyordu. Eğer bu dönemde Sovyetler Birliği Avrupa’da ciddi bir kriz çıkartmamışsa, bunda, Doğu’da Çin faktörü ve Avrupa’da sosyalist ülkelerin iç gelişmelerinin etkisi olmuştur.117 Üçüncüsü, Vietnam savaşı NATO içinde danışma mekanizmasının işletilmemesi şikayetlerine sebep olmuştur. Çünkü, Amerika Vietnam savaşında kararları tek taraflı almış ve milletlerarası politika bakımından NATO ve Batı içinde önemli sonuçları olabilecek böyle bir girişimin önemli ciddi safhalarında müttefiklerine danışmamıştır. Bunun içindir ki, NATO içi ilişkilerde danışma ve dayanışma meselesi önemli tartışmaların konusu olmuştur.118 Amerika Vietnam savaşının yalnızlığından kurtulmak için, NATO’lu müttefiklerini de Vietnam meselesinin içine çekmek istemiş ise de, Batı Avrupa buna yanaşmamıştır. Bu da Amerika’da tepkiyle karşılanmıştır. Gerek Avrupa’nın Vietnam savaşına mesafeli yaklaşması, gerek danışma mekanizmasının iyi işletilmemesinden ötürü Avrupa’nın Amerika’dan şikayetleri, NATO içinde bir Avrupa-Amerika münasebetleri meselesini de doğurmuştur. Karşılıklı şikayetler Vietnam savaşı ile başlayan bu yılların ortaya çıkardığı bir konu olmuştur.119 116 117 118 119 Armaoğlu, s.619. Armaoğlu, s.619. Armaoğlu, s.620. Armaoğlu, s.620. 50 Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği strateijini Batı’nın kapitalist rejimleriyle barış içinde bir arada yaşama olarak değiştirmiş, Batı’lı liderlerle düzenli temaslarda bulunulmaya özen gösterilmiştir. Burada Sovyetler Birliği hem nükleer savaşın tehlikelerinden sakınma hem de sürekli ekonomik kalkınmanın bir parçası olarak ticaretin artırılması ve ekonominin iyileştirilmesi hedefine yönelebilme amacı gütmüştür.120 1957 yılından sonra, Doğu Avrupa ülkeleri ile Sovyetler Birliği, gerek Avrupa’nın ya da belirli bazı bölgelerinin nükleer silahlardan arındırılması ve bölgesel nitelikte işbirliği tasarıları, gerekse genel Avrupa barışıyla ilgili olarak çeşitli önerilerde bulunmuş, Batı Bloku ise bu önerileri kabul etmenin, Federal Almanya’yı yalnız bırakacağını ve yeni doğu politikasının başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olacağını düşündüklerinden olumlu karşılamamıştır. Ancak şu da var ki, Budapeşte önerisinden sonra Avrupa güvenliği konusundaki çabalar, her iki blokta da hızla gelişecek ve 6 yıl sonra Helsinki Belgesi’ne varacaklardır.121 Görüldüğü üzere, 1960’lı yıllar Dünya’da batı ve doğu bloku arasında güç dengesinin sağlandığı, hem soğuk savaşın doruk noktasının yaşandığı, hem de yumuşama dönemine geçilen yıllar olmuştur. Hem Batı hem Doğu’da bloktan kopmalar başlamış, Batı’da Avrupa, ABD karşısında hem ekonomik hem siyasi anlamda elini güçlendirmiş ve daha bağımsız politikalar izler hale gelmiştir. 120 121 Brower, s.297. Sander, ss. 360-364. 51 B- YUMUŞAMA DÖNEMİNDE İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU 1. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ve Helsinki Belgesi 1960’larla birlikte başlayan yumuşama süreci, 1970’lerin başlarında gerçek rayına oturmuş ve 1975 yılında imzalanan Helsinki Belgesiyle kuralları kesin biçimiyle belirginleşmiştir. Helsinki Belgesi, 1960’larda toplanması önerilen Avrupa güvenlik ve işbirliği konferanslarının en yüksek noktasını oluşturur. 1960’ların ortalarından başlayarak Helsinki’ye varan gelişmeleri şöyle özetlemek mümkündür: BM’nin 20. Genel Kurulu’nun toplandığı 1965 yılında Romanya’nın önayak olmasıyla dokuz Avrupa ülkesinin “ayrı toplumsal ve siyasal sistemlere sahip Avrupalı devletler arasında iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeye yönelik bölgesel düzeyde eylemler” önerisi oybirliğiyle kabul edilmiştir.122 Değişim sürecindeki ABD’de 1968’de Richard Nixon’un seçilmesi pragmatizme dönüş anlamına geliyordu. Şahin olarak bilinmesine rağmen Nixon ülkesini Vietnam bataklığından çıkarmayı başarmış, böylece gergin ortam sakinleşmiştir. 70’li yıllarda ABD dünyanın jandarması rolünü oynayabilecek durumda değildir. Bu yüzden yeni gerçeklere uyum sağlaması gerekmektedir.123 5 Mayıs 1969’da Finlandiya hükümeti, Avrupa ülkeleri, ABD ve Kanada’ya, Avrupa Güvenlik Konferansı’na ev sahipliği yapabileceğini bildirmiştir. 31 Ekim 1969’da Doğu Bloku ülkeleri dışişleri bakanları bir bildiri yayımlayarak, Finlandiya’nın önerisini olumlu karşıladıklarını bildirmişlerdir. Batı Bloku ise, 1970 Mayıs’ında Roma’da yaptıkları toplantıda konferans önerisinin kabulünün, Berlin konusunda dörtlü görüşmelerin ilerlemesine bağlı olduğunu kaydetmiştir. Berlin üzerindeki 122 123 Sander, s. 455. Langlois vd, s.321. 52 Dörtlü Anlaşma 3 Eylül 1971’de imzalanınca, konferansın önündeki en büyük engellerden biri kalkmıştır. Nihayet Başkan Nixon’un 1972’de Sovyetler Birliği’ni ziyareti sırasında, 29 Mayıs günü, Orta Avrupa’da Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi görüşmelerinin 1973 yılında Viyana’da, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı hazırlık çalışmalarının da 1972 Eylül’ünde Helsinki’de başlatılması kararlaştırılmıştır. Helsinki Belgesi, 35 ülke temsilcisi tarafından 1 Ağustos 1975 tarihinde Helsinki’de imzalanmıştır.124 Helsinki görüşmeleri nihai olarak Stratejik Silah İndirimi Antlaşması (SALT I) ile sonuçlanmıştır.125 1973 Helsinki görüşmeleri Arnavutluk dışında tüm Avrupa devletlerinin temsilcilerinin, Birleşik Devletler ve Kanada delegasyonları ile bir araya geldiği bir ortam olmuştur. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, geniş tabanlı ve çok yanlı bir antlaşma ile İkinci Dünya Savaşı’na resmen son veren oluşum olarak tanımlanmıştır.126 Avrupa tarihinin bu en görkemli konferansı, Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkileri düzenleyecek kuralları saptayarak yumuşamanın Avrupa’daki en yüksek noktasını oluşturmuştur. Konferans: Avrupa’da ayrı toplumsal sistemlere sahip devletler arasında yeni bir ilişki sürecini başlatmak ve düzenlemek, Bu süreç için karşılıklı olarak kabul edilebilir amaç ve koşulları saptamaya yardım etmek, Bunun işleyişine katkıda bulunmak işlevlerini yerine getirmiştir. 127 124 125 126 127 Sander, s. 456. Stephen , s.318. Stephen, s.319. Sander, s. 457. 53 Kısaca, Helsinki’de, Avrupa’da sistemler arası rekabet ve işbirliğinin geleceğine ilişkin koşullar belirlenmiştir. Nihai senet, “sepet” diye adlandırılan üç ana bölümden oluşmuştur: (i)“Avrupa’da güvenliğe ilişkin sorunlar” ve “Güven Getirici Tedbirler, Güvenlik ve Silahsızlanmanın Bazı Yönleri Hakkında Belge”den oluşan birinci sepet. (ii)“Ekonomi, Bilim, Teknoloji ve Çevre Alanlarında İşbirliği” başlıklı ikinci sepet, (iii) “İnsani ve Öteki Alanlarda İşbirliği” konusundaki üçüncü sepet. Bunların dışında, “Akdeniz’de Güvenlik ve İşbirliğine İlişkin Sorunlar” ile “Konferansın Sürdürülmesi” başlıkları altında iki bölüm daha vardır. Birinci sepette karşılıklı ilişkilere yol gösterecek temel ilkeler şu biçimde sıralanmıştır: Egemen eşitlik, Egemenliğin özündeki haklara saygı; Tehdide ya da güç kullanmaya başvurmama; Sınırların dokunulmazlığı; Devletlerin ülke bütünlüğü; Anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümü; İçişlerine karışmama; Düşünce, vicdan, din ve inanç özgürlüklerini de kapsamak üzere, insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı; Halkların haklarının eşitliği ve geleceklerini kendilerinin saptaması Devletler arasında işbirliği; hakkı; 54 Uluslararası hukuk alanında üstlenilmiş bulunulan yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi.128 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yeni bir sınırsal statüko oluşmuş, bu statüko genel olarak Batı ve özellikle Federal Almanya tarafından kabul edilmemiş ve bir barış antlaşması imzalanamamıştı. Bu durum dikkate alınırsa, Helsinki Belgesi’nin en önemli ilkesinin, “sınırların dokunulmazlığı” ile ilgili maddesi olduğu ortaya çıkacaktır. Böylece Helsinki Belgesi ile İkinci Dünya Savaşı sonrasında çizilen Avrupa sınırlarının dokunulmazlığı, yani statüko, kesin olarak kabul edilmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), 1985’te iktidara gelen Gorbaçov’un Batı ile yakınlaşma politikası ve özellikle 1989 sonbaharında Doğu Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan demokratikleşme hareketleriyle özel bir önem ve yeni Avrupa barış ve düzeninin kurulmasında ağırlıklı bir rol kazanmıştır. Varşova Paktı’nın ortadan kalkması ve Konferansın tüm Avrupa devletlerinin katıldığı bir “forum” olmasıyla, 1990’da bir süreçten sürekli bir örgüt biçimine dönüştürülmesi ve bir sekreteryaya sahip olması gündeme geldi. Kimi gözlemcilere göre, AGİK, sürekli bir örgüte dönüştüğünde, Avrupa güvenliğinin sağlanmasında önemli bir paya sahip olabilecektir.129 19-22 Kasım 1990’da Paris’te AGİK doruk toplantısı yapıldı. Bu toplantıyla AGİK, yaptırım gücü olmayan, ancak Avrupa’daki anlaşmazlık ve çatışmalarda yararlı roller üstlenebilecek çok daha kapsamlı bir çerçeveye sahip oldu. Toplantı, 128 129 Sander, s. 458. Sander, s. 459. 55 aynı zamanda, bloklar arası rekabetin, yani soğuk savaşın, tam anlamıyla tarihe karıştığını da resmi hale getirmiş ve Avrupa’nın bölünmüşlüğünün tümüyle aşılması yolunda önemli bir adım oluşturmuştur. 1975 Helsinki toplantısından sonra, daha önce değinilen Madrid ve Viyana’da izleme toplantıları için bir araya gelen üye ülkeler, 1989 Ocak ayında “Avrupa’nın Geleceği İçin Çerçeve” başlıklı bir kapanış belgesi yayımlamışlardır. İşte bu belgede öngörülen çalışma konularının değerlendirilmesi Paris’te yapılmıştır. Bu konuların başında Viyana’da yürütülen Avrupa Konvansiyonel Kuvvet İndirimi (AKKUM) geliyordu. Bu antlaşma da NATO ile Varşova Paktı üyeleri arasında 20 Kasımda Paris’te imzalandı. AGİK’in Paris toplantısında aldığı kararlar (Paris Şartı) şöyle sıralanabilir: Sürecin kurumsallaştırılması ve bir sekreteryanın kurulması, Avrupa bütünleşmesine yönelik adımların görüşüleceği bir konferansın her iki yılda bir düzenlenmesi, Bir “Çatışmaların Önlenmesi Merkezi”nin kurulması ve bu merkezde çatışmaların durdurulmasına yönelik çalışmaların yapılması, Kurulması planlanan AGİK parlamento organına “Avrupa asamblesi” adının verilmesi, Hukukun üstünlüğünü vurgulayan AGİK yükümlülüklerinin yinelenmesi, AGİK’e üye ülkelerdeki seçimlerin denetlenmesine olanak sağlayacak bir mekanizmanın kurulması, 56 Serbest rekabete dayalı Pazar ekonomisinin geliştirilmesine yönelik işbirliği ilkelerinin saptanması, Çevre korunması için çok yönlü işbirliğinin geliştirilmesi.130 1992 Temmuz’unda AGİK’in Helsinki’de yaptığı ikinci doruk toplantısında, üye ülkeler AGİK’in ortak güvenlik işlevini güçlendirmişlerdir. Artık olağanüstü toplantı için oybirliği aranmamakta ve ani bunalımlarda taraflar arasında erken danışma mekanizmaları oluşturulmaktadır. Araştırma ve rapor hazırlama özel grupları kurulmuş ve bu gruplar Bosna-Hersek, Ermenistan, Azerbaycan, Ukrayna, Moldova, Beyaz Rusya ve Orta Asya Cumhuriyetlerinde görev almışlardır. 1992 Helsinki Belgesi, AGİK’in Avrupa Birliği, NATO, Batı Avrupa Birliği ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun barışı koruma mekanizmalarına AGİK bölgesinde barışın korunması konusunda çağrıda bulunulabileceğini hükme bağlamıştır. Ancak, AGİK’in hala Bosna-Hersek gibi çatışma noktalarında etkili olmasını sağlayacak bir güce ya da mekanizmaya sahip olmadığını da ayrıca belirtmek gerekir.131 2. 1970’li Yıllarda ABD Dış Politikası 1970’lerle birlikte ABD’de özellikle 1976’dan sonra Carter ve 1981’den sonra Reagan yönetimleri NATO’ya artan bir önem vermiş, askeri açıdan örgütü güçlendirmeye çalışmış ve Reagan Avrupa’daki yumuşamaya artık bel bağlamama kararı almıştır. Her ikisi de Helsinki Belgesi’nin ilk iki “sepetini” bir kenara bırakıp “üçüncü sepet” üzerinde durmuşlar, Sovyetler Birliği’nde rejim aleyhtarlarına 130 131 Sander, s. 460. Sander, ss.460-461. 57 uygulanan baskı politikasını şiddetle eleştirmişler ve Polonya olaylarının açıkça gösterdiği gibi, insan haklarını siyasal bir silah olarak kullanmaya başlamışlardır.132 1972-1976 döneminin, yani Başkan Ford ve Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in dış politikasının özü, ABD açısından yumuşamanın ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerin önceliğe sahip olduğu anlayışıydı. Her iki tarafça da tanımlanmış ve üzerinde anlaşmaya varılmış bir istikrar, Avrupa’nın son zamanlarda en büyük ihtiyacıydı. Bu tür bir istikrar da ancak Sovyetler Birliği ile varılacak anlayış birliğiyle sağlanabilirdi. İşte daha önce incelenen Helsinki Belgesi, ancak böyle bir anlayışın ürünü olarak ortaya çıkmış ve Avrupa’da yumuşama gerçekleşmiştir. Kısacası, 1972-1976 döneminin ABD dış politikası, “ya yumuşama ya da nükleer savaş” anlayışına dayanmaktaydı.133 1976-1980 döneminde yeni başkan Jimmy Carter, Dışişleri Bakanı Cyrus Vance ve ulusal Güvenlik İşleri Danışmanı Zbigniev Brzezinski yönetiminin dış politikası ise şu yöndeydi: Sovyetler Birliği ile ilişkiler artık ABD dış politikasının başat boyutu olmaktan çıkarılmalı, daha cesur ve kapsamlı bir dış politika izlenmeliydi. NATO güçlendirilmeli, ABD asıl Batı Avrupa, Japonya ve ÇHC ile ilişkilerine önem vermeliydi.134 Başkan Reagan, Carter’ın bu özetlenen politikasını, belki de daha büyük bir hevesle sürdürdü denebilir. Yumuşamayı ABD’nin çıkarlarına kullanabilmek için, 132 133 134 Sander, s. 478. Sander, s. 479. Sander, s. 479. 58 Sovyetler Birliği’ne karşı askeri, ekonomik ve siyasal açıdan güçlü olma yönünde önemli adımlar atmıştır.135 Başkan Reagan, Carter yönetiminin “NATO'yu güçlendirme politikasını” daha büyük bir hevesle sürdürmüş ancak, uzun bir süreden beri devam eden temel bir çelişkiye rahatlatıcı bir çözüm de bulunamamıştır. Bu temel çelişki, “ABD'nin tüm yeryüzüne yayılmış global çıkarları ve politikası içinde Avrupa'nın rolünün ne olacağı” sorusuna odaklanmaktaydı.136 ABD'nin Pasifik bölgesindeki ülkelerle ticareti, Batı Avrupa ile ticaretini geride bırakmaktaydı. ABD'nin dış politikasındaki önceliği hangi bölgeye vereceği cevaplanması gereken bir soruydu. Reagan yönetiminin ABD'de uyguladığı yüksek faiz ve himaye politikası, Batı Avrupa ekonomilerini rahatsız etmeye başlamıştı. Batı Avrupa devletleri, ABD'nin Latin Amerika’daki sert ve Orta Doğu'daki İsrail yanlısı politikasını eleştirmekteydiler. Bu ülkelerle birlikte Japonya'nın Orta Doğu petrolüne ABD'den daha çok olan bağımlılığı, bölgeye yönelik dış politikalarını yumuşatmıştı. İşte tüm bu konular, 1980'lerin sonlarında NATO müttefikleri arasındaki ilişkileri gölgeleyebilecek nitelikteydi.137 ABD, İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Truman Doktrini, NATO ve CENTO aracılığıyla, Sovyetler Birliği'nin Avrupa ve Ortadoğu'da genişleme olasılığına karşı bir “çevreleme” politikası uygulamaya başlamıştı. Ancak, gerek “dehşet dengesi”nin yerleşmesi, gerek Avrupa devletlerinin göreli olarak daha 135 136 137 Sander, s. 481. Sander, s. 481. Sander, s. 482. 59 bağımsız bir politika izlemeleri ve gerekse yumuşamanın ortaya çıkmasıyla, bu katı çevreleme politikası eski sıcaklığını yitirmişti. Globalleşmenin etkisiyle, Sovyet-ABD çatışması, Avrupa'nın ortası ve Avrasya'nın yakın çevresinden, Afrika, Ortadoğu, Hint Okyanusu ve Doğu Asya'ya doğru yayılmış bulunmaktaydı. ABD’nin, bu dönemde Doğu Asya'da etkili olabilmek ve buradaki Sovyetler Birliği etkisini kırabilmek için, Sovyetler Birliği'nin Avrupa'da savunma konumunda olmaya devam etmesini sağlaması gerekiyordu. Bunun için Çin Halk Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler içerisine girerek Sovyetler Birliği'ne karşı doğuda bir tehdit oluşturmayı ve NATO'nun askeri gücünün artırılması ve bazı Batı Avrupa ülkelerine orta menzilli füzeler yerleştirilmesi ile de Batı'da bir tehdit oluşturarak Sovyetler Birliği'ni ikili kıskaca almayı amaçlamıştır.138 Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'nde işbaşına gelmesi, Doğu Avrupa ülkelerindeki demokratikleşme hareketi, Varşova Paktı'nın ortadan kalkması ve bu gelişmelerden sonra Avrupa'ya yönelik bir “Doğu tehdidinin” ortadan kalkmasıyla, yukarıda özetlenen stratejide niteliği belirgin bir biçimde ortaya çıkmayan değişiklikler olmuştur. Bunlardan başlıcası, NATO'nun artık siyasal niteliği askeri niteliğine üstün gelen bir örgüt biçimine dönüşmesi ve NATO'ya, anlaşmasında belirtilen bölgenin dışından (örneğin Ortadoğu'dan) gelebilecek tehditlere karşı yeni bir işlev kazanmasıdır. Ayrıca NATO, ABD'nin Avrupa'nın ilerde alacağı yeni biçime müdahale edebileceği ya da kıtada varlığını sürdürebileceği bir örgüt olarak da değerlendirilebilir. Macaristan 1991'de ortak üye olmuş, ABD'nin “Barış için 138 Sander, s. 483. 60 Ortaklık” önerisi genellikle kabul görmüş ve eski Varşova Paktı üyelerini de içine alan bir “Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi” kurulmuştur. Bugün NATO yetkililerinin biraz gururla ve birazda zaman kazanmak için belirttikleri gibi, örgüt Avrupa'nın istikrarının sağlanıp sürdürülmesinde Avrupa'nın temel taşlarından biri olarak işlevini devam ettirmektedir. Ayrıca NATO, 1993 yılında örgütün ortaya çıkabilecek yerel çatışmaları durdurmak için çevik kuvvet tahsis etmeye özel ağırlık vereceğini açıklayarak 1990'lı yıllardaki misyonunu da saptamıştır.139 3. 1980’lerde Yaşanan Gelişmeler ve Doğu Avrupa’daki Dönüşüm Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov döneminin başlamasıyla çok köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Stalin döneminin katı, baskıcı tutumunun yerini, çözümcül, yeniliklere açık, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunları çözmeye ve ülkeyi modernleştirmeye çalışan bir anlayış almıştır. Gorbaçov bu yönde çok ve köklü girişimlerde bulunmuş, fakat devraldığı kötü ekonomik mirasın da etkisiyle oluşan kötü ekonomik gelişmelerde kolaylıkla statükocu bürokratların hedefi haline gelmiştir. Hem milliyetçi hareketler hem de işçilerin protesto gösterileriyle karşılaşan Gorbaçov yönetimi güç durumda kalmıştır. Gorbaçov, dış politikada da son derece barışçıl bir tutum izlemiş, Doğu Avrupa'daki demokrasi hareketlerinin hızlanması ve birleşik bir Almanya'nın doğmasında büyük katkısı ve desteği olmuştur. Fakat Gorbaçov'un bozuk olan ekonomiyi düzeltme yolundaki tüm girişimlerine ve çabalarına rağmen, Sovyetler Birliği, bir savaş olmaksızın kendiliğinden dağılmıştır. Doğu Avrupa'da oluşan güç boşluğu ise Batı Avrupa 139 Sander, s. 484. 61 devletleri ve ABD’nin bölgeye yönelik inisiyatifler geliştirmesine neden olmuş ve bu bölgede kısa sürede bir toplumsal ve siyasal dönüşüm gerçekleşmiş, demir perdenin arkasında bulunan ülkeler Batı ekonomik ve siyasi sisteminin bir parçası haline gelmişlerdir. Doğu Avrupa ülkelerinin kökenlerine bakıldığında Avrupa kültürünün bir parçası oldukları görülmektedir. Yüzyıllar boyunca, Batı Avrupa devletlerini etkileyen olaylar ve akımların etkisi biraz gecikmelide olsa bu bölgede de etkisini hissettirmiştir.140 Dolayısı ile siyasi boyutuna baktığımızda Batı Avrupa'da 1945 sonrasında görülen kitle demokrasisi ve çoğulcu siyasal yaşam Doğu Avrupa'da Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından etkisini göstermeye başlamıştır. Doğu Avrupa'da yaşanan gelişmelerin ekonomik boyutuna baktığımızda ise endüstrileşmenin yarattığı sorunlar göze çarpmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde, on dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın ilk yarısında denetimsiz ve acımasız olan endüstrileşme süreci, daha sonra sosyal devlet anlayışından etkilenerek, içine sosyal hakları, dengeli gelir dağılımını, karma ekonomi anlayışını, kısaca sosyal demokrasiyi almıştır. Bugün komünist sistemden, serbest piyasa ekonomisine yeni geçmekte olan Orta ve Doğu Avrupa ekonomilerinde ise, dışa açılma, merkezi ekonomik planlamaya son verme, tüketim maddelerinin üretimine öncelik tanıma, dünya mali alışverişi dışında kalmama isteği ve teknoloji transfer etme gereğinin anlaşılması gibi gelişmeler yaşanmaktadır. 141 İkinci Dünya Savaşı sonunda Kore, Vietnam ve Almanya olmak üzere üç ülke bölünmüş bunlardan Vietnam 1976 yılında birleşmiştir. Almanya'nın özel bir 140 141 Sander, s. 499. Sander, s. 500. 62 önemi olması ise geçmiş 150 yıl içerisinde üç savaşa yol açmış olmasındandır. Helsinki Belgesi'nin başarısı Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı sonrası sınırlarının ve özellikle iki Almanya’nın sınırlarının nihai olarak tanınmasında yatmaktaydı. Ne var ki bu tarihi izleyen on beş yıl içinde ve özellikle 1989'da ortaya çıkan şaşırtıcı gelişmeler, iki Almanya’nın birleşmesini bir oldu bittiye getirmiştir. Berlin Duvarı'nın yıkılmasını izleyen gelişmelerin ardından 2 Ekim 1990 gecesi resmi olarak tek bir Almanya doğmuştur. Aslında, bu diğer Avrupa ülkelerinin içtenlikle isteyip destekledikleri bir gelişme değildir. Ancak yaşanan gelişmeler karşısında desteklemekten başka seçenekleri kalmamıştır.142 Alman birliğinin sağlanmasının ardından ülkenin karşılaştığı iç sorunların başında, eski Doğu Almanya'nın hantal ekonomisinin Batı ile bütünleştirilmesi ve sosyalist ekonominin güvencelerinden sonra, kapitalist ekonominin rekabet ve işsizliğiyle karşılaşanların topluma kazandırılması gelmiştir. 143 80 milyonluk güçlü bir Almanya yalnız Orta ve Doğu Avrupa'da değil tüm kıtada ağırlığını hissettirecek güçlü bir devlet haline gelmiş, Doğu Avrupa ülkelerine yönelik yeni politikası (Neu Ostpolitik) bölgede ve giderek Balkanlar'da Almanya'ya belirli bir üstünlük sağlamıştır. 144 4. Yeni Avrupa'nın Mimarları Son yıllarda Avrupa kıtası çok hızlı bir değişim süreci geçirmektedir. Bu yüzden Avrupa'da dengelerin nasıl şekilleneceğini kestirmek zor olabilmektedir. Öte 142 143 144 Sander, ss. 501-503 Sander, s. 503. Sander, s. 504. 63 yandan kurumsal açıdan bakıldığında Avrupa kıtasının geleceğinde dört kurumun etkili olacağını söylemek mümkündür. Bunlar, NATO, Avrupa Birliği, AGİK ve Avrupa Konseyi'dir.145 NATO, bugün bir askeri savunma örgütü olarak varlığını sürdürmekte, askeri öneminin azalmasına karşın siyasi yönünün ön plana çıkmasıyla, Avrupa'nın kurulmasında ve istikrarın sürmesinde önemli bir role sahip olacağı çok sık belirtilmektedir. 146 Geleceğin Avrupasına yön verecek ikinci kuruluş, bugün 27 üyeli yapısıyla ve gösterdiği ekonomik performansla Avrupa ülkelerini bir mıknatıs gibi kendisine çeken Avrupa Birliği'dir. Avrupa Birliği bugün Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası gibi hayati politikaları da hayata geçirerek entegrasyonu kuvvetlendirmektedir.147 Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, bugün Avrupa güvenliğiyle ilgili birincil derecede bir konferanslar sürecidir. Avrupa'nın geleceğinde söz sahibi olacağı öngörülen Avrupa Konseyi’nin ise 40 yılı aşkın başarılı çalışmaları, 150'ye yaklaşan uluslararası sözleşmesi ve işleyen organlarıyla, demokrasi ve insan haklarının korunmasının Avrupa ölçeğinde genişlemesinde birincil derecede paya sahip olması beklenmektedir.148 145 146 147 148 Sander,505 Sander,505. Sander,506. Sander,506. 64 İKİNCİ BÖLÜM TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN EKONOMİK BOYUTU A- 1945-1990 ARASI YAŞANAN EKONOMİK GELİŞMELER 1. 1945 Sonrası Yaşanan Ekonomik Gelişmeler Ekonomist Jeon Fourastie “şanlı otuzlar” tabirini II. Dünya Savaşı’nı takip eden ilk otuz yıl için kullanmıştır. Söz konusu olan, hiçbir dönemle kıyaslanamayacak derecede kuvvetli ve devamlı bir ekonomik gelişmeydi. Bu istisnai büyüme birçok sebebe dayanmaktaydı. Sanayileşmiş ülkelerin nüfusunu %29 oranında yükselten “baby-boom”149 hadisesinin beraberinde getirdiği demokratik artış bu etkenlerin başında gelmekteydi. Silahlanma yarışının teşvik ettiği teknik ilerleme diğer bir önemli etkendi. Ayrıca savunma sanayi, ekonomiye hayat veren en önemli mekanizmalardan biriydi. Uluslararası arenada ticaretin yaygınlaşması “şanlı otuzlar” diye tabir edilen dönemin dinamizmini oluşturdu. Ticaretin liberalleşmesi, çok uluslu şirketler tarafından yapılan uluslararası yatırımların gelişmesi bu ilerlemeyi perçinledi. 19501975 yılları arasında dünya üretimi %5 oranında büyürken, uluslararası ticaret %7 oranında gelişti. Diğer taraftan uluslararası arenada yapılan mali işlemler 6 kat arttı. 150 149 150 Amerika’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra 78 Milyon kişi doğmuş ve doğum sayısındaki bu ani artış bebek patlaması olarak tanımlanmıştır. Armaoğlu F., ss.310-311 65 Bu temel faktörlerin yanında, I. Dünya Savaşı’nı takip eden sorunların tekerrürünü engellemek için II. Dünya Savaşı’nın sonlarında kurulan iki kurum IMF ve GATT sarsıntılardan uzak bir ilerleme için genel çerçeveyi de oluşturuyorlardı. Yeni dünya para sistemi Bretton Woods (1944) andlaşmalarıyla hayata geçirildi. Bütün para birimleri kendi aralarında ve Amerikan dolarıyla, sabit kur bazında kolayca değiştirilebilecekti. Sadece dünya altın rezervinin 2/3’ünü elinde bulunduran ABD’nin para birimi dolar, 35 dolar=1 ons oranında olmak üzere altına endekslenmişti. Bu sistemin sağlıklı bir şekilde yürümesi için Uluslararası Para Fonu (IMF) kuruldu. IMF, ekonomisinin önemi oranında her ülkenin belirli bir ödeme (quato) yaptığı bir çeşit ortak kasaydı. Bunun karşılığında ülke, ödemelerde dengeleri sağlamak için yabancı döviz bazında tiraj hakkına sahip oluyordu. Bu sistem ülkelere sabit oranın %1’inden az veya fazla olmak üzere paralarının değerini koruyabilme imkanını sağladı. Böylece iki savaş arası dönemde iktisadi sorunların gelişmesinde belirgin bir rol oynayan istikrarsız para politikaları aşılmış oldu. Uluslararası para statüsüne yükselen ABD Doları sterlinin hakimiyetine son verdi. Oy kullanma hakkının üye ülkelerin kotasıyla orantılı olduğu IMF’de ABD ağırlığını koyarak insanlığın önemli bir bölümü üzerinde ekonomik hegemonya kurmayı başardı.151 30’lu yılların acı hatıralarını silmek ve ticari muamelelerde serbestiyet sağlamak için 1947’de gümrük tarifeleri ve ticaret için genel bir antlaşma (GATT) imzalandı. GATT (General Agreement on Tariffs and Trade) ülkeler arasında gümrük tarifelerinin indirimini, taraflar arasında eşit muameleleri sağlayıp dumping 151 Armaoğlu F., 311-313. 66 (yabancı pazarlarda ürünleri yerel fiyatlardan daha ucuza satmak) gibi etik dışı icraatları engelleyerek gümrüklerde bir çeşit silahsızlandırmayı öneriyordu. Başlangıçta dünya ticaretinin %80’ini elinde bulunduran 23 devletin üye olduğu GATT, taraflara görüşmeler, pazarlıklar için daha esnek bir zemin sağlıyordu. Büyüme beraberinde yapısal bir karakter kazanan enflasyon artışını da getirdi. Enflasyonun gelişimi büyümenin seyriyle orantılıydı. Talebin artması para hacminin artmasını da beraberinde getirmişti. 1960’lara doğru doların kıt olduğu bir dönemden fazla olduğu döneme geçiliyordu. Diğer taraftan ABD ödeme dengelerinde açıklar vermeye başladı. Bretton Woods’tan miras kalan Amerikan dolarının itibarı zedelendi. Bir çok ülke ellerindeki dolarları altın karşılığında değiştirmeye karar verdi. Böylece Fort Knox’taki152 altın rezervleri 25 milyar dolardan 10 milyar dolara düştü. 1970’lerin başında büyümenin temelleri ciddi bir şekilde sarsıldı. 153 Savaş sonrası dönemde Büyük Britanya ekonomisi sorunlarla yüzleşirken, iktisadi ve sosyal reformlar İşçi Partisi’nin iktidar dönemine damgasını vurdu ve sosyal devlet anlayışını yerleştirdi. Üretimci yatırımların yetersizliği, demokratik büyümenin zayıf oluşu gelecek yıllar için umut vermiyordu. Bunun karşın Batı Almanya mucizevi bir gelişmeye damgasını vurdu. 1948’de doğan Federal Almanya savaşta harabeye dönmesine rağmen müttefiklerin şaşırtıcı bir şekilde zarar vermediği büyük bir sanayi potansiyeline ve düşük maliyetli ve nitelikli işgücüne sahipti. 1955’e kadar askeri harcamalardan muaf oluşu ve soğuk savaş şartlarında Amerikan yardımından yararlanması diğer avantajlarıydı. Böylece Almanya 152 153 ABD’de Kentucky Eyaleti’nde bir askeri üs. İyi korunan bir yer olması dolayısıyla ABD’nin ve hatta çoğu ülkelerin altın rezervleri burada muhafaza edilir. Armaoğlu F., 313-315. 67 ekonomisi 1950-1970 yılları arasında üretimini 4 katına çıkararak dünyanın en büyük sanayi güçlerinden biri haline geldi. Diğer taraftan demokratik kurumları da güçleniyordu. Fransa’da ise hükümetlerdeki istikrarsızlıklar ve kolonilerde ağır zayiatlara neden olan savaşlar (Çinhindi, Cezayir) yüzünden 1958’e kadar iktisadi gelişimde yavaşlama görüldü. Başkana geniş yetkiler veren yeni bir anayasa ile iktidara gelen General De Gaulle Cezayir savaşına son verip bağımsızlığını tanıdı. İstikrara kavuşan Fransa’nın uluslararası platformdaki rekabet eksiğine rağmen ekonomisinde fark edilir bir yükselme gözlendi. 154 ABD ise, savaşın hemen akabinde gücünün zirvesine ulaşmıştı. Savaştaki kayıpları son derece sınırlıydı. Bombardımanlardan etkilenmeyen sanayi, potansiyelini ikiye katlayarak dünya sanayi potansiyelinin yarısına ulaşmıştı. Görünüşte erimeyecek sanılan altın ve para rezervine sahip olan ABD dünya ticari gemilerinin 2/3’üne sahip olup bazı anahtar sektörlerde (alüminyum, sentetik kauçuk, gemi, otomobil, uçak) sadece kendisi diğer dünya ülkelerinin tamamından daha fazla üretimde bulunuyordu. Uluslararası mali işlemlerin ¾’ünü kontrol altında tutarak tam bir iktisadi üstünlük kurmuştu. İnsanlığın bir kısmının yaşaması için gerekli olan gıda maddelerini de elinde bulunduruyordu. Dünya Savaşı’nı takip eden durgunluk dönemi Marshall Planı ve Kore Savaşı ile aşılmış oldu. 50’li yılların ABD’si refah toplumuna dönüşüyordu. Daha sonra Kore’de barış sağlanması ve Başkan General Dwight D. Eisenhower’in hassas olan 154 Armaoğlu, F. ss.315-318. 68 yumuşama dönemini tehlikeye sokmaksızın ABD’nin hakimiyetini korumak istemesi umutları güçlendirdi. Daha sonraki yıllarda ABD’yi zorlayan iki önemli sorun ise Vietnam Savaşı ve ırk sorunu olmuştur. Daha sonra başkan Nixon ülkesini Vietnam’dan çıkarmayı başarmıştır. 155 ABD’deki sistemin tamamı 60’lı yılların sonlarına doğru sarsılmaya başladı. Yaşam kalitesi adına Taylorizm’in sorgulanmasıyla artan personel sayısı ve maaş maliyeti üretimden elde edilen kazancı geçti. Bu da şirketlerin kazanç oranlarının azalmasına neden oldu. Yatırımlar, başta Asya ülkeleri olmak üzere fakir ülkelere yöneldi. Bu temel yapısal faktörlere ekonomideki Keynesçi uygulamaların zorluklarını da ilave etmek gerekiyor. Bu uygulamalar sosyal devletin yerleşmesini ve devletin ekonomideki müdahalesinin artmasını sağladı. Değişim, şirketlerin vergi ve sosyal sorumluluklarını artırdığı gibi, hükümetlerin de bütçe açığı vermesine neden oldu. Daha da bozulan bu ortamda iki hadise krizin başlangıcına damgasını vurdu. 15 Ağustos 1971’de ABD başkanı Richard Nixon Amerikan dolarının altın karşılığında değiştirilmesinin kaldırıldığını açıkladı. Bu Bretton Woods sisteminin ve sağladığı istikrarlı para politikalarının sonuydu. Altına dayalı uluslararası kur sistemi artık yoktu. Bu, bütün paraların dalgalanacağı, yani piyasa kanunlarına göre kendi aralarında inip çıkacağı anlamına geliyordu. 156 155 156 Armaoğlu F. ss.318-320. Armaoğlu F. ss.414-417. 69 ABD’nin büyük bütçe açığı yüzünden kaçınılmaz olan bu karar, para politikalarında güvensizlik oluşturduğu gibi enflasyonun genelleşmesine ve üretici yatırımların aleyhine olarak spekülasyonların yapılmasına neden oldu. Ayrıca rekabet şartlarını önceden belirlemeyerek uluslararası işlemlerde kargaşaya neden oldu. Bu şu manaya geliyordu: Kağıt dolarlar artık uluslararası ödeme aracı olarak altının yerini almıştı. Böylece ABD dış borcunu uygun şartlarda kapatma fırsatını buldu. Bu dönemde Amerikan dolarının devaluasyona tabi tutulması ve faizlerin yükselmesi borçlu ülkeleri olumsuz yönde etkilediği gibi kilit konumda olan ikinci bir hadiseye, petrol şokuna sebebiyet verdi. Bu konuya ileriki bölümlerde değinilecektir. Bütün dünyanın referans gösterdiği 1930’lu yıllardaki buhran 3 sene içinde dünya üretiminin %40 oranında düşmesine neden olmuştu. Bu sefer üretim gerilemediği gibi yükselişini sürdürüyordu. Sanayi sektöründe düşüş gözlenen 197475 ve 1980-81’in dışında bu krizden sadece büyümenin boyutları zarar gördü. Ama, toplamda dünya üretiminde büyüme oranı 1974-1985 dönemindekinden yüksekti. 157 Bu dönemde enflasyon yükseldi. Büyümenin yavaşladığı dönemde, enflasyon ve işsizliğin artması yeni bir ekonomi teriminin ortaya çıkmasına neden oldu: Stagflasyon. Krizi diğerlerinden en radikal bir şekilde ayıran ayıran unsur uluslararası ticaretin gelişiminin devam ettirilmesiydi. 1930’lu yıllardaki kriz esnasında bütün ülkeler yabancı rekabete sınırlarını kapattılar. İçerdeki sorunları çözmeye yönelik politikalar uygulanarak uluslararası ticaret yok edildiği gibi, durum daha da kötüleşti. Bu sefer, içe dönük politikaların uygulanması engellendi. AET’nin 1975’te Lome andlaşmasıyla 30’a yakın ACP (Afrika, Kapaib, Pasifik) ülkesinin 157 Armaoğlu F. 417-419. 70 ürünlerine sınırlarını açmasından sonra GATT çerçevesinde yapılan görüşmelerin ikinci raundu 1979’da gümrük tarifelerinin düşmesiyle sonuçlandı. Ülkeler arasında yeni ticari muameleler gelişmeye başladı. Mesela, ağır donanım gereçleri konusunda petrol üreticisi ülkeler ile Batılı ülkeler arasında ya da Atlantik bloku ile Kıta bloku arasındaki ticari işlemler gelişti. Batı Avrupa, ABD ve Japonya arasında küresel boyutlarda iktisadi bir savaş vardı. Asya dragonlarının şaşırtıcı çıkışı eski sanayi ülkelerini tehdit eder boyuttaydı. Serbest ticaret sayesinde küreselleşen ekonomi, ülkelerin buhran karşıtı politikalarına ağırlığını koydu. Ülkeler, kendilerine uluslararası işbölümünün dayattığı etkenleri kabul etmek zorundaydı. 1981’in başında Ronald Reagan’ın Beyaz Saray’a gelişi Roosevelt’in New Deal politikalarının sonu oldu. Sosyal yükümlülüklerde geri adım atılması, gecekonduların tekrar belirmesi, evsizlerin çoğalması, Hoover döneminin dramatik görüntülerini anımsattı. Kişi başına düşen milli gelirde düşüş gözlenirken, işsizlik 1930’dan sonraki en yüksek oranına ulaşmıştı. Mevzuatın etkili olmaması vahşi rekabeti körüklüyordu. Borsada 1987’nin sonbaharında çökecek derecede spekülasyon hakimdi. Verdiği sözlere rağmen Reagan askeri harcamalarla daha da büyüyen bütçe açığını kapatamadı. Gitgide büyüyen bu açığı kapatabilmek için yüksek faizli yabancı sermayeye başvurdu. Kısa sürede ABD’nin borcu diğer ülkelerin toplam borcunu geçti. 71 80’li yılların ortalarına gelindiğinde küresel kriz 10 senedir sürmekteydi. Hassas temeller üzerine dayanan para politikaları sosyal maliyetleri arttırarak kısmi ilerleme sağladı. 158 2. Marshall Planı Truman Doktrinin açıklanmasından sonraki dönemde yaşanan en önemli ekonomik gelişme, Marshall Planı’nın açıklanmasıdır. Marshall, Moskova’dan döndükten sonra, sık sık ABD için Avrupa’nın içinde bulunduğu zor durumun ne kadar önemli olduğunu vurguluyordu. Bu durum, hem komünizmin önünü açıyor hem de Avrupalıların ABD endüstrisi ve tarımından ihtiyaçları olan malzemeleri alamamalarına neden oluyordu.159 Amerika, Batı Avrupa’nın ekonomik sıkıntılarına yardımcı olmak için her şeyi yaptı. Amerika’nın 1945 Haziranı ile 1946 sonu arasında Batı Avrupa’ya yaptığı ekonomik yardım 15 milyar dolar olmuş, fakat bu yardım bütçe açıklarının kapanması, ithalat gibi verimli olmayan ve paranın gidip de gelmeyeceği alanlara harcanmıştı.160 Bu nedenle yeni bir çözüm düşünülmesi gerekiyordu. 5 Haziran 1947’de gerçekleştirilen Harvard Üniversitesi Diploma Töreninde, Marshall, Avrupa ülkelerine çok büyük ölçekte bir yardım önerisinde bulundu. Avrupa’da savaştan kaynaklanan yıkımın boyutları doğru tespit edilmişti, ancak şu anda Avrupa sanayisinin altyapısının altüst olmasının verdiği zarar savaşın verdiği zarardan çok daha fazla idi.161 Savaştan sonra Avrupa ülkeleri, yıkılan ekonomilerini onarmak için yoğun bir çabaya girmişlerdi. Bunun için gerekli olan makine ve donanım ancak ABD’den sağlanabilirdi. Dolayısıyla bu ülkelerin tüm 158 159 160 161 Armaoğlu F. ss.420-427. Willis, s.195. Armaoğlu, s.443. Willis, s.195. 72 döviz ve altın rezervleri ABD’ye akmış ve büyük bir döviz darboğazı içerisine sürüklenmişlerdi.162 Avrupa’nın o tarihten itibaren üç dört yıl içinde gereksinim duyacağı temel zorunlu gıda maddeleri için, yeterli ödeme yapabilme gücü yoktu. Bu nedenle, ya dışarıdan ciddi bir yardım sağlanmalı idi ya da mevcut otorite ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan çok zor bir durumla karşı karşıya kalacaktı. ABD’nin sunacağı yardım geçici bir çözümden öte tedavi edici nitelik taşımalıydı. Program tüm Avrupa için ortak olarak uygulanacaktı ve bütün olmasa da çoğu Avrupa ülkesini kapsamakta idi.163 Ancak, böyle bir yardımın yapılabilmesi için, önce Avrupa ülkelerinden ABD’ye talep gelmesi gerekiyordu ve toplumsal ve siyasal sistemi ne olursa olsun yardım programına katılacak Avrupalı ülkeler bunun için, önce ekonomik ihtiyaçlarının rakamsal dökümünü içeren ortak bir program hazırlamalıydılar.164 Böyle bir programa ABD'nin gerekli desteği sağlamaya kararlı olduğu ve ortaya attığı önerinin "hiçbir ülke yada doktrini hedef almadığı" sadece "açlığa, yoksulluğa, umutsuzluğa ve kargaşaya" karşı olduğu belirtiliyordu.165 İngiliz Dış İşleri Bakanı Bevin’e göre Marshall Planı batmakta olan adama uzatılan bir cankurtaran halatı gibiydi ve Marshall’ın yaptığı konuşma dünya tarihindeki en büyük konuşmalardan birisi idi. Ayrıca, Marshall konuşmasında açıkça Rusya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerini de plana dahil ettiği için bu doğu ile batının bütünleşmesi için bir köprü niteliği taşıyabilirdi. Fransa Dış İşleri Bakanı Bidault’ta planı aynı ölçüde olumlu karşıladı. 19 Haziran 1947’de Bevin ve Bidault, Sovyet Dış İşleri Bakanı Molotov’u, Marshall planını tartışmak üzere davet ettiler. 162 163 164 165 H.Seyidoğlu, Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlük, 3. Baskı, İstanbul: Güzem Can Yayınları, 2002, s. 411. Willis, s.195. Sander, s.260. B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. (26.02.2006) 73 Plana Rusya’nın da dahil edilmiş olması, ABD’nin yardımını kabul etmenin Rusya’ya karşı bir duruş gibi algılanmasından korkan diğer Avrupa ülkelerini de rahatlattı. Ancak Rusya yine de kendi ekonomik planlamasını Avrupa’nın kapitalist ülkeleri ile koordine etmeye, kendi ekonomisi hakkında detaylı bilgi vermeye ve fonların kullanımına ilişkin ABD denetimine girmeye sıcak bakmıyordu. Bir hafta süren tartışmaların sonucunda (27 Haziran–2 Temmuz 1947) Molotov, planı bağımsız ülkelerin ilişkilerine haksız yere müdahale etmekle suçladı ve yardımı reddetti. Bunun üzerine Bevin ve Bidault, Rusya ve İspanya hariç diğer Avrupa ülkelerini 12 Temmuz’da Paris’de düzenlenecek olan konferansa davet ettiler. Rusya’nın baskısı üzerine, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk daveti reddetti. Finlandiya’da Rusya’nın tepkisini çekme riskini göze alamayarak daveti reddetti. Bunun üzerine konferansta, 17 Batı Avrupa ülkesi166 bir araya geldi ve Avrupa’nın gelecek dört sene içerisinde üretim potansiyeline ulaşmak için ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunu belirlemek üzere Avrupa Ekonomik İşbirliği Komitesi (Organization for European Economic Cooperation-OEEC) oluşturuldu.167 Komite, Amerikan Ekonomik İşbirliği İdaresi ile ortaklaşa çalışarak, Avrupa’nın onarım programının yürütülmesini koordine edecekti.168 Komite çok hızlı bir şekilde çalışmalarını tamamladı ve 22 Eylül 1947 tarihinde ABD hükümetine bir iyileşme programı sundu ve 19 Milyar $ değerinde hammadde ve yiyecekten oluşan ABD yardımı talep etti. ABD yardımının asıl amacı, Avrupa’ya yaşam için temel ihtiyaç maddelerini sağlayarak Avrupa’nın enerjisini 166 167 168 OEEC’yi Kuran Ülkeler: Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere, Almanya Willis, s.196. Seyidoğlu, s.36. 74 yeniden yapılanma için harcamasını sağlamaktı.169 ABD, yardımların karşılığında Avrupa ülkelerinden ekonomik ve mali bağımsızlıklarını artıracak yönde çaba göstermelerini, bu amaçla gerekli iç önlemleri almalarını ve aralarında yakın bir işbirliği gerçekleştirmelerini istiyordu. Bu ortamda Avrupa ülkeleri, aralarında gerekli işbirliğini gerçekleştirmek ve Marshall yardımlarını dağıtmak üzere Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’nü (OEEC) kurdular. 17 Batı Avrupa ülkesinden her biri, 1948-1951 dönemini kapsayan bir plan hazırlayarak ekonomisini toparlayacak, üretimini artıracak ve dış açığı azaltacak önlemler alacaktı. Bu planlar OEEC tarafından gözden geçirilecek ve aralarında uyum sağlanacaktı. Aslında bu koordinasyon, ABD’ye bir ölçüde, üye ülkelerin ekonomik, para ve mali politikaları üzerinde denetim olanağı sağlıyordu. Kısacası, Marshall programının iki amacından birincisi, sağlanacak dış yardımlarla Avrupa ülkelerinin yıkılan ekonomilerinin onarımına ve kalkınmalarının gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak, diğer amaç ise komünizmin Batı Avrupa’daki yayılışına engel olmaktı. Bunun dışında, Batı Avrupa ABD’nin geleneksel bir piyasası durumundaydı; o nedenle ABD, bu piyasayı yeniden canlandırmakla, ihracat olanaklarını artırmayı umuyordu.170 Çünkü II.dünya Savaşı’nın Avrupa ekonomisine verdiği zarara karşın, ABD ekonomisi büyük ölçüde gelişmiştir. 1940 yılında ABD’de 8.7 milyon Amerikan işçisi çalışıyorken, savaş sonrasında tamamı işlerine dönmüş, bunun yanında 10 milyon daha istihdam yaratılmıştır. Aynı dönemde ABD GSYİH’si $88 Milyar’dan $135 Milyar’a yükselmiş, üretim %300 artmış, ekonominin üretim kapasitesi %50 artırılmıştır.171 Amerika’daki bu üretim fazlasını yönlendirebileceği ekonomi, Amerika’nın 169 170 171 Willis, s.196. Seyidoğlu, s. 411. Morris-Murphy, s.415. 75 geleneksel pazarı olan kıta Avrupa’sıydı. Bu nedenle, zor durumda olan Avrupa ekonomisinin desteklenmesi gerekiyordu. ABD’de böyle bir dış yardım programının etkilerinin ne olacağına ilişkin detaylı çalışmalar yapılıyordu. İç İşleri Bakanlığı bünyesindeki bir komite, ABD ekonomisinin böylesine pahalı bir programın dahi yükünü kolaylıkla taşıyabileceğine ilişkin bir rapor yayınladı. Komitenin raporuna göre Avrupa’nın ihtiyacı olan ABD yardımı, 4 yıl için, 12 ila 17 Milyar ABD Doları arasındaydı. Marshall yardımlarının tutarı bu kadar büyük olunca bu plan ABD’deki hem sağ hem sol çevreler tarafından tartışılmaya başlandı. Cumhuriyetçiler, bunun ABD ekonomisinde enflasyon ve sosyalistleşmeye neden olabileceğini savunuyorlardı. Henry Wallace, bu planın, Avrupa’nın bölünmesini hızlandırmasından ve yeni bir savaşa yol açmasından endişe ediyordu.172 1946-47 yıllarının sert geçen soğuğu ve takip eden yaz aylarında gelen kuraklık, Avrupa’nın yardıma ne kadar acil bir şekilde ihtiyacı olduğunu bir kez daha gösterdi. Bunun üzerine Başkan Truman, Kasım 1947’de Kongreye, Fransa, İtalya ve Avusturya’nın ekonomik çöküşünü önlemek için 597 Milyon ABD Doları değerinde bir ara yardım yapılması önerisini sundu. Kongredeki tartışmalar dört ay daha sürdü ve sonunda 2 Nisan 1948’de Kongre tarafından ilk 15 ay için 6,8 Milyar ABD Doları değerinde yardım yapılmasına ve daha sonraki üç yıl için de yıllık ödemeler yapılmasına karar verildi. Avrupa İmar Programı (European Recovery Programme), ABD kanadında, Paul G. Hoffman yönetimindeki Ekonomik İşbirliği Yönetimi (Economic Cooperation Administration) kurumu tarafından, Avrupa kanadında ise, 17 Avrupa ülkesinin katılımıyla oluşturulan, Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı tarafından 172 Willis, s.197. 76 koordine edilmekteydi. Yardımın Avrupa ülkeleri arasında bölüşümü OEEC tarafından gerçekleştirilmekte idi. Yardımların çoğu doğrudan bağışlar şeklinde verilmekte idi. Bunun yanında, ABD ürünleri alan Avrupalı firmalar, bunun için kendi ulusal para birimleri üzerinden ödeme yapıyorlar, bu paralar bir fonda toplanıp ABD yönetiminin izni ile kendi iç ekonomilerini destekleyecek bir alanda kullanılıyorlardı. Örneğin Fransız fonları, Jean Monnet programında belirlenen, ülkenin ana endüstri kollarının desteklenmesi için kullanılmıştır.173 Marshall planının kapsadığı 4 sene boyunca, Avrupa ülkeleri toplam 13,3 Milyar $ yardım almışlardır. Bu yardımlardan en büyük payı, 3.189,8 Milyon $ ile İngiltere almış (%24), Fransa, 2.713,6 Milyon $ (%20), İtalya, 1.508,8 Milyon $ yardım almış(%11), öte yandan Portekiz, 51,2 Milyon $ (% 0,4) , İzlanda 29,3 Milyon $ (%0,2) yardım almışlardır. Federal Almanya'da 1.390,6 Milyon $ (%10) yardım alarak Marshall Yardımlarından en çok faydalanan ülkeler arasında olmuştur. Türkiye’de Marshall Yardımları çerçevesinde 225 Milyon $ yardım almıştır. Yapılan yardımların % 89’u hibe, %11’i kredi şeklinde verilmiştir.174 Marshall Programı, Amerikan yardımının yalnızca bir yönü idi. 1945’de başlayan Amerikan yardımı, 1955’e kadar 51 Milyar $’ı bulmuştur.175 173 174 175 Willis, s.198. George C. Marshall Foundation, Statistics of Reports Division, 1967, www.marshallfoundation.org/library/doc_marshall_plan_aid.html (01.04.2007) Seyidoğlu, s.412. 77 Şekil 1 : Marshall Yardımlarının Ülkelere Göre Dağılımı (%) İngiltere 24% Diğer 35% Federal Almanya 10% Fransa 20% İtalya 11% Kaynak: www.marshallfoundation.org, Planın sonuçları genel olarak başarılı olmuştur. Sanayi üretimi, savaş öncesi üretim düzeyinin %35, tarımsal üretim %10 üzerine çıkmıştır. 4 yıllık süre zarfında Reel Gayri Safi Milli Hasıla %25 artarak, savaş öncesi düzeyin %15 üzerine çıkmıştır. OEEC ülkeleri arasındaki ticaret %70 artmıştır. Çoğu ülkede, enflasyon kontrol altına alınmış, para birimine olan güven yeniden tesis edilmiş, işsizlik büyük oranda azalmıştır. Çelik ve kimyasal ürünler gibi çeşitli sanayi dallarında, bunlar büyük yatırıma ve teknolojiye dayalı sanayi dalları olduğu için ciddi gelişmeler kaydedilmiştir. 78 Tablo 1: Marshall Yardımlarının Dağılımı (03.04.1948-30.06.1952) Ülke Toplam Toplam % 13.325,80 Hibe 11.820,70 Kredi 1.505,10 İngiltere 3.189,80 23,9% 2.805,00 384,80 Fransa 2.713,60 20,4% 2.488,00 225,60 İtalya 1.508,80 11,3% 1.413,20 95,60 Federal Almanya 1.390,60 10,4% 1.173,70 216,90 Hollanda 982,10 7,4% 832,60 149,50 Yunanistan 706,70 5,3% 706,70 - Avusturya 677,80 5,1% 677,80 - Belçika-Lüksemburg 559,30 4,2% 491,30 68,00 Danimarka 273,00 2,0% 239,70 33,30 Norveç 255,30 1,9% 216,10 39,20 Türkiye 225,10 1,7% 140,10 85,00 İrlanda 147,50 1,1% 19,30 128,20 İsveç 107,30 0,8% 86,90 20,40 Endonezya 101,40 0,8% 84,20 17,20 Portekiz 51,20 0,4% 15,10 36,10 İzlanda 29,30 0,2% 24,00 5,30 407,00 3,1% 407,00 - Bölgesel Yardım Kaynak: www.marshallfoundation.org/library/doc_marshall_plan_aid.html Bunun yanında siyasi açıdan da önemli gelişmeler kaydedilmiştir. ABD Hükümeti ve Kongresi ve hatta Amerikan halkı, Amerikan parasını dünyanın geri kalanıyla paylaşmanın sorumluluğuna alışmış ve bu planın başarısı ile bu şekilde davranmaya cesaretlendirilmiştir. Çok sayıda ABD vatandaşı, Marshall planının yöneticileri, iş adamları ve hatta Kongre üyeleri, kişisel olarak bile Avrupalı meslektaşlarıyla işbirliği yapmaya karşılıklı bilgi alışverişinde bulunmaya başlamışlardır. Aralarında, bir Atlantik topluluğu idealinin gerçekleşmesi için temel gereklilik olan ortaklık hissi gelişmeye başlamıştır. Öte taraftan, Avrupalılar da, ABD yardımını kabul etmenin ilişkilerinde ABD önderliğine itaat etmek anlamına 79 gelmediğini görmüşler, ekonomik ilişkilerin günlük yönetimi ve ortak çıkarlar için ulusal politikaların koordinasyonu konularında ortak çalışmaya alışmışlardır. Fakat OEEC, Marshall ve Hoffman’ın umduğu gibi Avrupa’nın daha ileri düzey ekonomik entegrasyonu sonucunu doğurmamıştır. Gümrük tarifelerinin düşürülmesi hedefi ancak gerçekleştirilebilmiş, sermaye ve işgücünün sınır ötesinde serbestçe dolaşabilmesi için herhangi bir adım atılamamış, hatta aynı alanlara yatırım yapılması sonucunda oluşacak zararlı rekabeti önlemek adına yatırım politikaları dahi uyumlaştırılamamıştır. OEEC içerisinde, ekonomik bağımsızlıklarını koruma taraftarı olanlar Marshall Planı sonucunda memnun olmuş, bunun daha ileri bir Avrupa Ekonomik Entegrasyonu’na dönüşmesini isteyenler ise hayal kırıklığına uğramışlardır. Belçika, Hollanda istekliliklerini Haziran 1948’de ve Lüksemburg entegrasyon yönündeki kendi aralarında bir gümrük birliği (Benelux) oluşturarak göstermişlerdir. Fransa ve İtalya’da Mart 1949’da benzer bir birliği kendi aralarında oluşturmayı denemişler fakat bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Paul Henri Spaak, Robert Marjolin, Jean Monnet, Franz Blücher ve Attilio Cattani gibi, Marshall planının, daha ileri bir Avrupa Ekonomik Entegrasyonuna yol açmasından yana olanlar, OEEC’yi sadece bir başlangıç olarak görmüşlerdir.176 2. Petrol Bunalımı ve OPEC 1959-1960 yıllarında petrol şirketleri petrol fiyatlarını düşürmek zorunda kaldılar. Düşük petrol fiyatlarından olumsuz yönde etkilenen petrol üreticisi ülkeler aralarında başlatmış oldukları görüşmeleri sonuçlandırarak, 1960 Ağustos'unda 176 Willis, s.198. 80 Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nü (Organization of Petroleum Exporting Countries OPEC) kurdular. Daha sonra 11 üyeli bir örgüt durumuna gelen OPEC'in ilk ve temel amacı, petrol fiyatlarını yeniden 1959 yılındaki düzeyine çıkarmak oldu. Ayrıca başka teknik konularda da işbirliği yapan OPEC ülkeleri uzun süre temel amaçlarına ulaşamadılarsa da bu alanda çok yararlı bir birikim oluşturdular.177 OPEC'in temel amacı olan petrol fiyatlarının yükseltilmesi ise 1970'lerde gerçekleşti. 1970-1971 döneminde OPEC devletleri, üretim ve fiyatların belirlenmesi sürecinde üstünlüklerini, petrol şirketlerine kabul ettirdiler. Burada ilginç olan, ABD’nin bu süreçte petrol şirketlerini desteklememiş olmasıdır. OPEC devletlerinin şirketlere karşı bu başarıyı sağlamalarının temel nedenlerinden birisi budur. ABD'nin çıkarları bu dönemde dünya piyasalarında petrolün yüksek bir fiyata ulaşmasını gerektiriyordu. Çünkü ABD'de petrol fiyatları yüksek oluşmakta idi. Oysa Batı Avrupa ile Japonya, neredeyse tüm petrollerini ithal etmelerine rağmen, petrolü ABD'den daha ucuza sağlayıp satış fiyatını da düşük tutabiliyorlardı. Öte yandan, ABD’de maliyetler yüksek çıkmakta, bu da uluslararası rekabette dezavantajlı konuma gelmesine ve özellikle Avrupa pazarını elinden kaçırmasına neden olmaktaydı. Bu yüzden, dış piyasadaki petrol fiyatlarının, ABD iç piyasasındaki düzeye çıkartılması, ABD’nin çıkarına olacaktı.178 1967 Ortadoğu savaşından sonra kurulan Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü (Organization of Arab Petroleum Exporting Countries-OAPEC), Mısır, Cezayir ve Libya gibi ülkelerin de sonradan katılmasıyla, Arap petrolünün İsrail'e karşı bir siyasal araç olarak kullanılması için elverişli bir örgütsel altyapı oluşturdu. 177 178 Sander, s. 487. Sander, s. 487. 81 1973 Ekiminde Ortadoğu savaşının çıkmasıyla birlikte, OAPEC, İsrail, ABD ve bazı Batı Avrupa ülkelerine karşı petrol ambargosu uygulamaya başladı. Gerçekte, bu ambargo etkili bir biçimde uygulanamadı ve kısa süreli oldu. Ama ambargonun yarattığı alıcı paniği OPEC'in petrol fiyatlarını 1974 yılına kadar tam dört kez artırmasına yardımcı oldu. Artık petrol ve dolayısı ile enerji, eskisi gibi ucuza bulunabilen bir üretim girdisi olmaktan çıkmıştı. OAPEC'in bu ambargosu kısa süreli ve etkisiz olmasına rağmen, OPEC'in yüksek fiyat politikası uzun süreli, etkili ve geriye dönüşü olmayan bir davranış kalıbı biçimiyle, etkilerini uzun yıllar sürdürdü. Petrol fiyatlarının bu kadar kısa bir süre içinde yükselmesi, petrol ithal eden devletleri çok zor bir duruma soktu. Bunun sonucu olarak, petrol ithal eden gelişmiş batılı devletler, bir yandan OPEC devletleriyle ikili ilişkiler kurmaya çalışırken, öte yandan da 1974 Kasımında kurdukları Uluslararası Enerji Ajansı ile OPEC'e karşı bir toplu hareket çabasına giriştiler. Petrol ithal eden Batılı devletler OPEC'in petrodolarlarını (petrol ihracatı sonucu elde ettikleri nakit döviz) kendi ülkelerine çekebildikleri; yüksek petrol fiyatlarını sattıkları endüstri mallarına yansıtabildikleri; başka enerji kaynakları geliştirebilecek teknolojik düzeyde oldukları ve bu amaca hizmet edebilecek sermayeleri bulunduğu için, petrol bunalımının zararlarını büyük ölçüde azaltabilecek duruma geldiler.179 1973 sonrasında tüm ürkütücülüğü ile ortaya çıkan petrol bunalımının uzun süreli bir başka sonucu da 1960'larla birlikte ABD'ye karşı daha bağımsız bir politika izlemeye başlamış olan Batı Avrupa ülkelerinin gerek ekonomik bakımdan gerek 179 Sander, s. 489. 82 petrol yollarının etkili bir biçimde korunması açısından, ABD'ye yeniden bağlanmış olmalarıydı.180 Birinci petrol şokunu 1979-1980’deki ikincisi takip etti. 1982’de petrol fiyatları 1972’ye oranla 10’a katlandı. Oysa ucuz petrol 1950’lerden itibaren kapitalist büyümenin kalbini oluşturuyordu. Ayrıca 1970’te dünyada tüketilen tüm enerjinin %40’ını kapsıyordu. İthalatçı ülkelerde Petrol şoku fiyatların artmasına ve zaten başlayan krizi hızlandıracak sert tedbirlerin alınmasına neden oldu. Hükümetler faturayı asgariye indirebilmek için bir taraftan iç tüketime sınırlama getirirken diğer taraftan ticari dengeleri eşitlemek için ihracatlarını artırdılar. Bu durum, büyük ölçüde hammadde ihracatına dayanan azgelişmiş ithalatçı ülkeler için bir felaketti. Çok ses getirmesine rağmen dönemin bütün sorunlarını petrol krizine bağlamak doğru olmasa gerek. Bunun en belirgin delili ise 1984’ten itibaren petrol fiyatlarının %70 oranında düşerek 1973’teki fiyatlara dönmesine rağmen dünya ekonomisinde bir kıpırdanma olmadı. Petrol krizi gelişmiş ülkeleri sadece olumsuz yönde etkilemedi. Mucizevi bir şekilde zenginleşen ülkelerde yeni donanım pazarları açıldı. Petrol üretiminde 1. sırayı alan SSCB petrolden sağladığı döviz karşılığında Batı’dan ihtiyacı olan alımları yapabildi. Tüketici ülkeler etkili enerji politikaları üzerinde yoğunlaştılar; fiyat artışları, araştırmaları hızlandırdığı gibi yeni petrol sahaları (Alaska, Kuzey Denizi, Ternöv) kullanılmaya başlandı. Bu da Avrupa’nın Ortadoğu’ya olan bağımlılığını azalttı. 181 180 181 Sander, s. 489. Langlois vd , ss.416-418. 83 3. Batı Avrupa’da Ekonomik Entegrasyon Daha önceki bölümde belirtildiği üzere, Marshall Yardımları’nın dağıtılması için kurulan OEEC, Avrupa Bütünleşmesi için bir başlangıç olmuş, bunu 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), 1957 yılında Avrupa Ekonomik topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM)’nun kurulması izlemiştir. 1965 yılında bu üç topluluğu kuran devletlerin imzalamış oldukları “Birleşme (Füzyon) Antlaşması” sonucunda, AKÇT, AET ve EURATOM için tek bir Konsey, Komisyon ve Parlamento oluşturulmuş , bütçeleri birleştirilmiş ve bu ülkeler için “Avrupa Toplulukları” terimi kullanılmaya başlanmıştır. 1968 yılında Gümrük Birliği’nin tamamlanarak yürürlüğe girmesiyle üye ülkelerin gümrük alanları birleştirilmiştir.182 1979 yılında tarımda sübvansiyonun kademeli olarak kaldırılması kararlaştırılmışsa da ortak tarım politikası ile ilgili anlaşmazlıklar sürmüştür. Aynı yıl Avrupa para sisteminin kurulmasıyla, İngiltere dışındaki üye ülkelerin birbirine bağlanması sağlanmış ve 1980’lerde işgücünün serbest dolaşımı üzerindeki son kısıtlamalar da kaldırılmıştır.1831 Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi (Single European Act) ile Avrupa Topluluklarını kuran Antlaşmalar, ilk kez kapsamlı bir biçimde tadil edilmiştir. Avrupa Tek Senedi ile yeni ortak politikalar saptanmış, mevcut olanlar geliştirilmiştir. Bu çerçevede Roma Antlaşması’na sosyal politika, ekonomik ve sosyal uyum, çevre gibi konularda yeni maddeler eklenmiştir. Yine Tek Senet ile, daha önce oybirliğinin gerekli olduğu Ortak Gümrük Tarifesi’nde değişiklik yapılması, hizmetler, sermayenin serbest dolaşımı, ortak ulaşım politikaları 182 183 İktisadi Kalkınma Vakfı, AB Tarihçe, www.ikv.org.tr/abtarihçe.php , (13.10.2006) Sander, s. 352. 84 konularında alınan kararların nitelikli çoğunluğa dayanması kararlaştırılmıştır.184 Ayrıca, Topluluğun en önemli konusu haline gelen iç pazar oluşumunun tamamlanması takvime bağlanmış ve bunun 1992 yılında tamamlanması öngörülmüştür.185 Avrupa Topluluğu’nda tek para birimi ve ortak bir merkez bankası sistemine dayalı bir “ekonomik ve parasal birlik” ile ortak dış politika ve savunma politikası perspektiflerine dayalı “siyasi birlik” kurulmasını öngören ve bu yönleriyle Avrupa birliği’ni kuran antlaşma olan Maastricht Antlaşması ise 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanmıştır. Maastricht Antlaşması, ekonomik faaliyetlerin uyumlu ve dengeli gelişimini, enflasyonsuz, sürdürülebilir ve çevre korumasına önem veren bir büyümenin sağlanmasını, üye ülke ekonomilerinin uyum içinde birbirlerine yaklaşmasını ve Avrupa vatandaşları için daha güçlü bir Birlik yaratılmasını hedeflemiştir. 1 Temmuz 1987’de Tek Pazar’ın oluşmasıyla birlikte, 12 üye ülke arasında malların, sermayenin, hizmetlerin ve insanların serbest dolaşımı tam anlamıyla sağlanmıştır. Avrupa Topluluğu, 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanan Maastricht Antlaşması ile “Avrupa Birliği” (AB) olarak anılmaya başlamıştır. 1 Ocak 1999 tarihinde Euro, 11 üye ülkede (Almanya, Avusturya, Belçika, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İrlanda, İspanya, İtalya, Lüksemburg, Portekiz) resmi para birimi haline gelmiş ve üye ülkelerin ulusal paralarının Euro’ya dönüşüm 184 185 İktisadi Kalkınma Vakfı, (13.10.2006) Sander, s. 352. 85 oranları geri dönülemez bir şekilde sabitlenmiştir. Kendi tercihleri ile parasal birliğe dahil olmak istemeyen İsveç, Danimarka ve İngiltere ile katılım şartlarını karşılayamayan Yunanistan ise “adaylar” olarak kalmışlardır. 1 Ocak 2002’de Avrupa ortak para birimi Euro, 12 ülkede resmen tedavüle girmiş, banknot ve madeni para olarak kullanılmaya başlanmıştır. İyileşen ekonomik durumu sayesinde Yunanistan da Euro alanı için katılımcı ülke olmaya hak kazanmıştır. 23-24 Mart 2000 tarihlerinde gerçekleştirilen Lizbon Zirvesi’nde ise, AB’nin istihdamı güçlendirmeye ve bilgi üzerine kurulu bir ekonomi çerçevesinde ekonomik reform ve sosyal uyumu gerçekleştirmeye yönelik yeni stratejisi tanımlanmıştır. Lizbon stratejisi olarak adlandırılan bu yeni yaklaşım ile başlayan süreç çerçevesinde AB’nin 2010 yılına kadar; “daha çok sayıda ve daha iyi iş ve daha büyük bir toplumsal uzlaşmayla, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilecek, bilgiye dayalı, dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisi” haline getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak Lizbon Stratejisi’nin kabul edilmesinden 2005 yılına dek geçen beş yıllık süre içinde öngörülen hedeflere ulaşılamadığı gözlemlenmiştir. Bunun üzerine AB Komisyonu tarafından Lizbon Stratejisi’ni canlandırmak üzere 2005-2010 dönemi için yeni bir Sosyal Gündem oluşturularak 9 Şubat 2005 tarihinde açıklanmıştır.186 Bugün gelinen noktada, Avrupa Birliği, özellikle ekonomik anlamda Dünya’da önemli bir aktör haline gelmiştir. Siyasi anlamda da tek sesli hareket ederek daha etkili olabilmek için çalışmalarını sürdürmektedir. 2004 yılında Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri’nin ve 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ın da katılımıyla 27 üyeli bir birlik haline gelmesi, Ekonomik ve Parasal Birliği 186 İktisadi Kalkınma Vakfı, (13.10.2006) 86 gerçekleştirmesi, Avrupa Anayasası’nın, 12 Ocak 2005 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilmesi, Avrupa Birliği’nin refahını, dünya politikasındaki ve ekonomisindeki etkinliğini artırabilmek girişimlerdir. 87 adına gerçekleştirilmiş önemli B- 1990 SONRASI DÖNEMDE TRANSATLANTİK EKONOMİK İLİŞKİLERİN KURUMSAL BOYUTU 1990'lar, AB için önemli siyasi ve ekonomik gelişmelerin yaşandığı ve bütünleşme çabalarının arttığı yıllar olmuştur. Özellikle 1992 Maastricht Antlaşması'nın ardından birlik ekonomik ve parasal birlik yönünde önemli bir aşama kaydetmiştir. Genişlemenin de bir politika olarak kabulünden sonra birlik, bölgesel bir örgüt olarak yerini sağlamlaştırmıştır. 1990'lı yıllar AB için olduğu kadar dünya için de önemli ekonomik gelişmelere sahne olmuş yıllardır. Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) bünyesindeki Uruguay Round görüşmeleri ve ardından Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)'nün kuruluş kararı ekonomik değişimin başlangıcına işaret etmektedir. Serbest ticaret alanlarının artarak bölgesel entegrasyonlar yönünde gelişmesi yeni ticari ilişkilere zemin oluşturmuştur. AB kendi içinde ekonomik entegrasyon sürecini hızlandırırken, Amerika kıtasında da serbest ticaret anlaşmalarıyla yeni bölgesel işbirliği alanları oluşturmaya çalışılmıştır. 1994 yılında Kuzey Atlantik Serbest Ticaret alanı (NAFTA)'nı imzalayan ABD, Avrupa kıtasında kaybetmesi muhtemel ticari kapasitesini bir başka alanla karşılamaya çalışmıştır. Bunun yanı sıra ABD, 1989 yılında Asya ve Pasifik Ekonomik İşbirliği(APEC)’ne de dahil olarak kendine yeni pazarlarda etkinlik alanı yaratmak istemiştir. Avrupa ve Amerika’nın kendi içinde ekonomik entegrasyona gitmeleri birbirleriyle olan güçlü ticari bağlarını bir kenara atmaları anlamına gelmemektedir. 1990'ların başından itibaren ABD ve Avrupalı yetkililer, aralarındaki ticari ilişkileri koordine etmek ve yeni gelişen ticari alanlarda işbirliği yapmak amacıyla görüşmeler 88 yapmışlardır. Bu bağlamda, Transatlantik Gündemi ve Atlantik Ötesi İş Diyalogu ve Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği önemli girişimler olarak karşımıza çıkmaktadır. 1. Transatlantik Gündemi 3 Aralık 1995'te Madrid'de gerçekleştirilen AB-ABD zirve toplantısı sonunda “Yeni Transatlantik Gündem” (New Transatlantik Agenda) ve buna ek olarak “Ortak Eylem Planı” (Joint Action Plan) imzalanmıştır. Yeni transatlantik gündemi, esas olarak, AB ve ABD'nin, uluslararası alanda mevcut işbirliği çabalarını azaltmadan, atlantiğin iki tarafında, mal, hizmet ve sermaye akışını güçleştiren engellerin aşamalı olarak ortadan kaldırılması veya azaltılması konusunda ortak hareket etmelerini öngörür. 187 Transatlantik gündemi ve AB-ABD ortak eylem planı, Atlantiğin iki yakasındaki ilişkileri yeni bir çerçeveye oturtmakta ve aşağıda sıralanan konularda ortak hareket etmeye doğru ilişkileri geliştirmeyi hedeflemektedir; Dünyada barışı, demokrasiyi, istikrarı ve gelişmeyi desteklemek (istikrarlı ve zengin bir Avrupa yaratmak, Orta ve Doğu Avrupa, Rusya, Ukrayna ve diğer yeni bağımsızlığını kazanmış devletlerde demokrasi ve barışı desteklemek, Orta Doğu’da barışı desteklemek, insan haklarının gelişimi, silahsızlanma, gelişme ve insani yardım vb konularda çalışmalar yapmak), Küresel sorunlarla savaşmak (uyuşturucu trafiği, terörizm, çevre koruması, salgın hastalıklar vb. ile mücadele), 187 Delegation of the European Commission to the USA, New Transatlantic Agenda, 1995, www.eurunion.org/partner/agenda.htm (27.02.2007) 89 Dünya ticaretinin ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine katkıda bulunmak, Atlantiğin iki yakasında bir köprü oluşturmak (kamu desteğini sağlamaya yönelik kültürel, bilimsel, sosyal, ticari ve eğitim alanlarındaki ilişkileri güçlendirecek faaliyetler ve anlaşmalar gibi).188 Transatlantik gündeminin kabul edilmesinden bu yana taraflar aksiyon planında öngörülen alanlarda işbirliğini arttırmışlar, yeni anlaşmalar yapmışlardır. 2. Atlantik Ötesi İş Diyalogu Atlantik Ötesi İş Diyalogu (AİD) fikri, Avrupa ve ABD arasında daha yakın ticari bağlar oluşturmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Bütünleşmiş bir Atlantik ötesi pazarın oluşabilmesi için, kamu ve sivil toplum katılımının desteklenmesi gerektiği düşünülmüştür. Tüketici, işçi ve iş çevrelerinin kendi içlerinde ayrı ayrı işbirliğini öngören bir gelişmiş işbirliği sistemi, 1995 yılında oluşturulan Transatlantik Gündemi’nin de ana unsurlarından birisidir. 189 Atlantik Ötesi İş Diyalogu’nun temel amacı, global ticaret liberalizasyonu ve refahı destekleyecek, engellerin kaldırıldığı bir Atlantik ötesi pazarın oluşturulmasıdır. Bütünleşmiş bir Atlantik ötesi pazarın, yeniliğe, ekonomik büyümeye, daha çok yatırım yapılmasına ve yeni iş olanaklarının oluşturulmasına katkıda bulunacağı düşünülmüştür. 188 189 Delegation of the European Commission to the USA, New Transatlantic Agenda, 1995, www.eurunion.org/partner/agenda.htm (27.02.2007) Transatlantic Business Dialogue, http://www.tabd.com/about (26.02.2007) 90 AİD’nun başkanlığı iki yıllık bir süre için seçilen bir Başkan (CEO) tarafından yürütülmektedir. Başkanlık, ABD ve Avrupa arasında dönüşümlü olarak yürütülmektedir. Yönetim Kurulu ise, sektörel ve bölgesel bazda denge sağlanarak oluşturulmuş otuz kişilik bir Genel Müdür grubu tarafından yürütülmekte ve çalışmaların yoğunlaşacağı hususlar burada belirlenmektedir. AİD üyeleri, güçlü Atlantik ötesi güvenilirliği olan küçük ve büyük çaplı işletmelerden oluşmaktadır. Karşı tarafla bağlantıyı sağlayan resmi kurumlar ise, ABD tarafında Ticaret Şubesi(the US Commerce Department), AB tarafında ise ticaretten sorumlu Avrupa Birliği Komisyonu üyesi ve Avrupa Konseyi Başkanlığı’dır. Atlantik Ötesi İş Diyalogu, sürece katılan işletmeler tarafından finanse edilmektedir. En üst düzeyde ya da Yönetim Kurulu düzeyinde yılda iki kez toplanmakta, ve bu toplantılarda AİD sürecinin işleyişi ve iş çevrelerinin öncelikleri belirlenmektedir. Daha sonra, çalışan düzeyindeki temsilciler, yıl içerisinde toplanarak, Yönetim Kurulu tarafından oluşturulan tavsiyeler üzerinde tartışmaktadır. Diğer şirketler ve iş organizasyonlarına erişim bu aşamada olmakta ve AİD’nin önerilerinin, Atlantik ötesi iş çevrelerinde mümkün olan en geniş görüş birliğini yansıtması amaçlanmaktadır. AİD, ABD Yönetimi, Avrupa Birliği Komisyonu, ve AB Konseyi Başkanlığı ile yakın işbirliği halinde çalışmakta, ayrıca Avrupa Parlamentosu ve AB Kongresi’ndeki kanun koyucuları da faaliyetlerinden haberdar etmektedir. 190 AİD, amaçlarına ulaşabilmek için, aşağıdaki beş alanı çalışma alanı olarak belirlemiştir: 190 Transatlantic Business Dialogue, (26.02.2007) 91 Büyümeyi destekleyici nitelikte, Düzenleyici İşbirliği’nin geliştirilmesi, Atlantik ötesi iş olanaklarının artması için güvenliğin güçlendirilmesi, Sahtecilik ve korsan ürünlerle mücadele ve fikri ve sınai haklarının korunması, Atlantik ötesi sermaye piyasalarının liberalizasyonu, Doha Round’un tamamlanabilmesi için katkıda bulunmak. 191 AİD’nin bugüne kadar başarılı olduğu konular aşağıda sıralanmıştır: Transatlantik Düzenleyici İşbirliği Forumu’nun 2005 yılında tamamlanmasına katkıda bulunmuştur. Gümrük tarifelerinin yakınlaştırılması konusunda ilerleme kaydedilmesini sağlayarak, mal ve hizmet akışının kolaylaştırılmasını ve personel akışkanlığının artırılmasını sağlamıştır, Üçüncü ilkelerde fikri sınai mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin AB-ABD işbirliği çabalarını başlatmıştır. Bunun sonucunda, AB ve ABD 2005 yılında üçüncü ülkelerde fikri sınai hakların korunmasına ilişkin yeni düzenlemeler getirilmesi konusunda çalışacak bir ortak yapı oluşturmuşlardır, Küçük işletmelere seslerini hükümet yetkililerine duyurabilme olanağı vermiştir. 192 Transatlantik ilişkilerin kurumsal altyapısını oluşturan bir diğer örgütlenme de, devletlerarası, resmi bir yapılanma olan Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği’dir. 191 192 Transatlantic Business Dialogue, (26.02.2007) Transatlantic Business Dialogue, (26.02.2007) 92 3. Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği (AEİ) Atlantiğin iki yakası arasında ve esas olarak ABD ve AB ülkeleri arasında düzenlenmiş, resmi düzeyde bir serbest ticaret platformudur. 18 Mayıs 1998’de Londra’da toplanan AB-ABD Zirvesinde, zirve liderleri yatırım ve ticaret alanında eylem birliğine gitmek, ikili ve çok taraflı işbirliğini geliştirmek ve yoğunlaştırmak için bir dizi unsurun tanımlandığı Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği(AEİ)’ni kurma konusunda ortak hazırlanmış bir tebliği onayladılar. Bu unsurların bir bölümünün (yatırım ve ticaret önündeki engellerin kaldırılması ve AB ile ABD’nin uluslar arası örgütlerdeki pozisyonlarının ortaklaştırılması gibi) işbirliği üzerinden belirlenmesi kararlaştırıldı. AEİ, 1999 yılında ABD’nin Seattle kentinde yapılan DTÖ 3. Bakanlar Konferansında iki blokun önerilerini ortaklaştırmış, fakat farklı nedenlerden ötürü öneriler hayata geçirilememişti. AEİ, resmi ve devletler arası bir işbirliği örgütüdür. Bu platformda ele alınan konulardan bazıları (geliştirilmiş düzenleyici işbirliği, bilim adamları arasında işbirliği, engellerin kaldırılacağı öncelikli sektörlerin belirlenmesi, uluslararası organizasyonlarda AB ve ABD’nin öne süreceği görüşlerin ortaklaştırılması vb.) işbirliği içinde ele alınacak, bazıları ise ticari müzakereler içinde ele alınacaktır. 193 Ele alınan konular, hem ikili (ticarette teknik engellerin kaldırılması) hem de çok taraflı (uluslararası ticaret ile ilgili konularda güçlerin birleştirilmesi yoluyla ileri liberalizasyonun sağlanması) unsurları içermektedir. 193 European Commission, ‘The Transatlantic Economic Initiative’, Economic Relations, 2006, http://ec.europa.eu/comm/external_relations/us/economic_partnership/trans_econ_ partnership (27.02.2007) 93 AEİ içersinde ele alınması karar altına alınan konu başlıkları; DTÖ müzakerelerinde izlenecek yöntemler (tek girişim (single undertaking), geri dönüşü olmayan kurallar stand stil principle)); uyuşmazlıkların çözümü (uluslararası tahkim); şeffaflık; DTÖ Anlaşmalarının uygulanması; tarımda liberalizasyon; ticaretin kolaylaştırılması; sanayi ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin kaldırılması; fikri mülkiyet hakları; yatırımlar ve rekabet (Doha Raundunda karar altına alınan bu anlaşmanın metni hazırlanırken MAI anlaşması metni kullanılıyor); elektronik ticaret; hizmet ticaretinin liberalizasyonu; hükümet satın almalarıdır. Transatlantik ekonomik ilişkilerin günümüzde sahip olduğu kurumsal altyapının da makroekonomik incelenmesinin ardından, büyüklükleri bir sonraki bölümde karşılaştırılacak gerçekleştirdikleri ticaret hacmi incelenecektir. 94 ve dünya ve iki blokun birbirleriyle C- AB VE ABD EKONOMİLERİNDE MAKROEKONOMİK GÖSTERGELERLE GELİŞMELER Bilindiği üzere, AB 1995 yılında 15 üyeli, 2004 yılında 25 üyeli, 2007 başında ise Romanya ve Bulgaristan’ın da katılımı ile 27 üyeli bir birlik haline gelmiştir. Avrupa Birliği bugün gittikçe artan nüfusu ve gelişen ekonomisi ile giderek ABD’ye rakip bir blok haline gelmektedir. Bu bölümde, AB’nin 27 üyesi ile ABD arasında, her iki blokun büyüklüğü konusunda bir fikir vermesi açısından nüfus, gayri safi yurtiçi hasıla(GSYİH), işsizlik, enflasyon, cari işlemler dengesi gibi belirli makroekonomik göstergelere dayanarak karşılaştırmalar yapılacaktır. 1. Nüfus AB ve ABD nüfuslarına bakıldığında, ABD’nin 2005 yılı sonu itibariyle nüfusu, 297 milyon iken AB(15)’in nüfusu 386 milyon, AB(27)’nin nüfusu ise 490 Nüfus (Milyon Kişi) Şekil 2 : AB ve ABD Nüfusu 600 AB 15 500 AB 27 400 ABD 300 200 100 2003 2004 Yıl 2005 Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weorept.aspx?sy=2003&ey=2005&scsm=1&ss d=1&sort=country&ds=.&br=1&c=193%2C158%2C122%2C542%2C124%2C137%2C156%2C138 %2C423%2C196%2C128%2C142%2C172%2C182%2C132%2C576%2C134%2C961%2C174%2C1 84%2C532%2C144%2C176%2C146%2C178%2C528%2C436%2C112%2C136%2C111&s=LP&grp =0&a=&pr1.x=68&pr1.y=5 95 milyona ulaşmıştır. Görüldüğü gibi, AB nüfusu, 2007 başında gerçekleşen son genişleme ile ABD nüfusunun 1,5 katından fazla bir büyüklüğe ulaşmıştır. (Şekil 2) 2. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) Bilindiği üzere Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) bir ülkede bir yıl içerisinde yerli veya yabancı kaynaklar tarafından üretilen tüm nihai malların piyasa fiyatları ile toplam değerini ifade eder. GSYİH bir ekonominin büyüklüğünü de gösteren önemli bit göstergedir. AB ve ABD’ye ait GSYİH rakamlarına bakıldığında, ABD’nin 2005 yılı sonu rakamları ile GSYİH’sı 12.455,83 Milyar $ iken, AB(15)’in GSYİH’sı 12.807,99 Milyar $, AB(27)’nin GSYİH’sı ise13.628,09 Milyar $’a ulaşmıştır. Görüldüğü gibi, AB(27), ekonomik büyüklük olarak da ABD’ye ciddi bir rakip haline gelmiş, hatta ABD’den daha büyük bir ekonomik büyüklüğe ulaşmıştır. (Şekil 3) GSYİH (Milyar $) Şekil 3 : AB ve ABD’de GSYİH 16.000 14.000 12.000 10.000 8.000 6.000 4.000 2.000 2003 2004 2005 Yıl AB 15 AB 27 ABD Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193%2c158%2c122%2c542%2c1 24%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c142%2c172%2c182%2c132%2c576%2c134%2c961%2c 174%2c184%2c532%2c144%2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112%2c136%2c111&s=NGDPD 96 3. Enflasyon Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli biçimde ve önemli oranlarda artması ve dolayısıyla paranın satın alma gücünü yitirmesi şeklinde tanımlanabilir. Avrupa Birliği içerisinde, Ekonomik ve Parasal Birliğe girebilmek için tutturulması gereken oranlardan birisi de enflasyon rakamı olduğu için AB(15)’in enflasyon rakamı ABD enflasyon rakamının çok altında gerçekleşmektedir. Bunun yanında henüz gelişmekte olan ülkeler olan Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkelerinin enflasyon rakamları AB(27) ortalamasının yükselmesine neden olmaktadır. 2003 ve 2004 yılında AB(27)’de ortalama enflasyon düzeyi ABD ortalama enflasyon düzeyinin üzerinde gerçekleşmiş olmasına rağmen, 2005 rakamları ile AB(27) enflasyonu %2,84, ABD enflasyonu ise %3,40 olarak gerçekleşmiştir. (Şekil 4) Şekil 4 : AB ve ABD’de Enflasyon (Yıllık % Değişim/ Tüketici Fiyatları ile) 4,00 Yıllık % Değişim 3,50 3,00 2,50 2,00 1,50 1,00 0,50 2003 2004 2005 Yıl AB 15 AB 27 ABD Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193%2c158%2c122%2c542%2c1 24%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c142%2c172%2c182%2c132%2c576%2c134%2c961%2c 174%2c184%2c532%2c144%2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112%2c136%2c111&s=PCPIPCH 97 4. İşsizlik İşsizlik, çalışma yaşları arasında olan, çalışmaya engel bir özrü bulunmayan ve çalışma arzusuna sah,p kişilerin iş bulaması durumunu ifade eder. İşsizlik oranı ise bir ekonomide belirli bir anda, çalışma yetenek ve arzusunda oldukları halde, işsiz durumdaki insanların işgücüne oranını ifade eder. 2005 yılı itibari ile AB(15)’de işsizlik oranı %6,98 olarak gerçekleşmiş, buna karşılık ABD işsizlik oranı ise %5,10 olarak gerçekleşmiştir. 1992 yılında imzalanan ve “Avrupa Birliği Antlaşması” olarak da anılan Maastricht Antlaşması’nın sonucunda ekonomik ve parasal birliğe katılım kriteri olarak beş gösterge belirlenmiştir.Bunlar, döviz kuru ölçütü, enflasyon ölçütü, faiz oranı ölçütü, bütçe açığı ölçütü ve kamu borçları ölçütüdür. Bunlardan, enflasyon ölçütü, üye ülkenin, 12 aylık enflasyon ortalamasının, en düşük enflasyonlu üç ülke ortalamasını %1,5 puandan fazla geçemeyeceğini; bütçe açığı ölçütü, üye ülkenin bütçe açığının GSYİH’sının %3’ünden fazla olamayacağını ( hükümetin harcamalarının, hükümetin bütçe gelirlerini, GSYİH’nın %3’ünden fazla aşamayacağını); kamu borçları ölçütü ise, üye ülkenin kamu borçları toplamının GSYİH’nın %60’ını aşamayacağını ifade etmektedir. Bu kriterler, Ekonomik ve Parasal Birliğe dahil olabilmek için sağlanması gereken ön koşullar olup, bir üye ülke bütünleşme ölçütlerine uymadığı taktirde, Konseyin, Avrupa Komisyonu’nun Avrupa Para Enstitüsü ile birlikte hazırladığı rapor doğrultusunda, ülkenin Avrupa Yatırım Bankası kredilerinden yoksun bırakılması, açılacak faizsiz bir hesaba para depo etmesi, para cezasına çarptırılması gibi yaptırımlar uygulamaya yetkisi 98 bulunmaktadır.194 Tüm bunlar, özellikle Euro alanı ülkelerinin ekonomik daralma dönemlerinde, işsizliği azaltıcı yönde politikalar uygulamalarını engellemektedir. Bu nedenle son yıllarda işsizlik AB(15) ekonomilerinin sorunlarından birisi haline gelmiştir. (Şekil 5) Şekil 5 : AB(15) ve ABD’de İşsizlik (%) 8,00 İşsizlik Oranı (%) 7,00 6,00 5,00 4,00 3,00 2,00 1,00 2003 2004 2005 Yıl ABD AB 15 Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193%2c158%2c122%2 c542%2c124%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c142%2c172%2c182%2c132%2c57 6%2c134%2c961%2c174%2c184%2c532%2c144%2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112% 2c136%2c111&s=PCPIPCH%2cLUR 5. Cari İşlemler Dengesi Cari işlemler hesabı, sermay hesabı ile birlikte ödemeler bilançosunun temel hesap gruplarından birisidir. Ülkenin bir yıl içerisinde dış alemle yaptığı tüm ekonomik işlemler, belirli gruplar içerisinde sistematikleştirilerek ödemeler bilançosuna kaydedilir. Buna gore, sermaye giriş ve çıkışları sermaye hesabına 194 Cihan Dura, Hayriye Atik, Avrupa Birliği Gümrük birliği ve Türkiye, Gen. ‘.Baskı, Ankara:Nobel Yayın Dağıtım, 2003, ss.119-120 99 kaydedilirken, mal ve hizmet ithal ve ihracıyla tek yanlı transferler bu hesaba kaydedilir. Şekil 6 : Bazı AB Ülkeleri ve ABD’de Cari İşlemler Dengesi (GSYİH’nın %’si olarak) 6,00 % GSYİH 4,00 2,00 -2,00 Fransa Almanya İtalya İngiltere ABD -4,00 -6,00 -8,00 Ülkeler 2003 2004 2005 Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193% 2c158%2c122%2c542%2c124%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c1 42%2c172%2c182%2c132%2c576%2c134%2c961%2c174%2c184%2c532%2c144 %2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112%2c136%2c111&s=PCPIPCH%2c LUR%2cBCA_NGDPD ABD, doların uluslararası para olarak hakim para olmasının da avantajını kullanarak dünyanın en fazla borç alan ekonomisi haline gelmiştir. Bu durum, günümüzde ABD ekonomisinin en kırılgan noktasını oluşturmaktadır. 2005 yılı sonu itibariyle, ABD cari işlemler açığı, 800 Milyar $’a yaklaşmıştır. Öte yandan AB ekonomilerinde cari işlemler açığına bakıldığında, 2005 sonu rakamları ile, AB(15)’de 21,59 Milyar $, AB(27)’de ise 2,21 Milyar $’dır. (Şekil 7). 100 Şekil 7 : AB ve ABD’de Cari İşlemler Dengesi (Milyar $) 200,00 Milyar $ 2003 -200,00 2004 2005 -400,00 -600,00 -800,00 -1.000,00 Yıl ABD AB 15 AB 27 Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193%2c158%2c122%2c542%2c1 24%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c142%2c172%2c182%2c132%2c576%2c134%2c961%2c 174%2c184%2c532%2c144%2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112%2c136%2c111&s=PCPIPCH%2c LUR%2cBCA Bu makroekonomik veriler değerlendirildiğinde, AB’nin gerek demografik büyüklükler açısından gerek makroekonomik büyüklükler açısından ABD ekonomisiyle yarışır duruma geldiğini söyleyebiliriz. Şimdi de iki blokun ticaret hacimleri ve aralarındaki ticaretin boyutu çeşitli açılardan incelenecektir. 6. Transatlantik İlişkilerin Ticaret Hacmi Dış ticaret, bir ülkedeki kamu kuruluşlarının, özel kişi ve kuruluşların diğer ülkelerle yaptıkları mal ve hizmet alım satımlarını ifade etmektedir. Uluslararası ekonomik işlemler içinde en önemli yeri tutan dış ticaretin kapsamına yalnızca mal ve hizmet alım satımları girerken, sermaye ve teknoloji akımları dış ticaret kapsamında değerlendirilmez. Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri dünyanın belli başlı iki ekonomik bloku olma özelliğine sahiplerdir. AB ile ABD, 2005 sonu rakamları ile toplam dünya ticaretinin %35’ini oluşturmaktadır.195 İki blok 195 www.imf.org 101 arasındaki mal ticareti hacmi 2005 yılında 414 milyar dolar olarak kaydedilmiştir.196 Bir diğer deyişle ABD ile AB arasındaki günlük ticari alışverişin değeri 1 milyar doların üzerindedir. Sadece sermaye piyasaları hesaba katıldığında, iki blokun bu alanda dünyaya tamamen hakim oldukları açıkça görülmektedir. AB ve ABD yeryüzündeki sermaye akışının %85’ini kontrol etmektedirler. AB ülkelerinin ABD’deki doğrudan yatırımları 800 milyar dolara yaklaşmış durumdadır. Bu yatırımlar ABD’deki doğrudan dış yatırımların %65’ine eşittir. ABD’nin AB içindeki doğrudan yatırımları ise 796 milyar dolar civarındadır.197 Özetlemek gerekirse ABD ve AB birbirlerinin en büyük pazarı olma özelliğine sahiplerdir. Ancak Soğuk Savaş sonrasında yeni pazarların açılması ve Avrupa’nın ekonomik ve politik bir birlik olma yolunda ilerleyerek ABD’ye “alternatif” ya da “rakip” görünmeye başlaması, iki blok arasında ticari anlaşmazlıklar yaratmaktadır. Bu anlaşmazlıklar 1990’lı yıllardan bu yana Cenevre merkezli DTÖ’de çözümlenmeye çalışılmaktadır. Çelik, muz, hormonlu sığır eti, mandalina ticareti ve tarım ve ihracata yönelik devlet yardımları, DTÖ bünyesinde iki blok arasında çözümlenmeye çalışılan anlaşmazlıklardan bazılarıdır. 196 197 Eurostat, Statistics on External Trade, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schem a=PORTAL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIN D_ET&root=EUROIND_ET&scrollto=326 Eurostat, Statistics on Economy and Finance, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=0,1136173,0_45570701&_dad=portal& _schema=PORTALEurostat 102 Avrupa Birliği’nin ABD ile olan ticaretinin toplam ticareti içindeki payına bakılırsa, 2001-2005 döneminde azalan bir seyir izlemesine rağmen toplam ticaret hacmi içerisinde %20’den fazla paya sahiptir.198 Şekil 8’de de görüldüğü üzere, son beş yıl içerisinde AB25’in ABD ile mal ticaretinde ihracatının ithalatından fazla olduğu görülmektedir. İthalat ile ihracat arasındaki fark ise 2001 yılında 42,3 Milyar EUR, 2003 yılında 69,0 Milyar EUR, 2005 yılında ise 88,4 Milyar EUR olarak gerçekleşmiştir. Buradan ticaret açığının ABD aleyhine giderek büyüdüğü sonucuna varabiliriz. Bunun yanında ABD ile olan ithalat hacmi AB’nin toplam ithalatının, 2001 yılında %20,59’unu oluştururken 2003 yılında %16,74 , 2005 yılında ise %13,87 oluşturmuştur. Burada gözlemlenen büyük orandaki düşüşe rağmen 2005 yılında ABD hala AB’nin en büyük ithalat ortağı konumundadır. Bunu %13,4 ile Çin Halk Cumhuriyeti izlemektedir. İhracat rakamlarına bakıldığında ise, ABD’ye yapılan ihracatın 2001 yılında AB’nin toplam ihracatının %27,43’ünü oluştururken, 2003 yılında %25,78, 2005 yılında ise %23,68’ini oluşturduğu görülmektedir. İhracat açısından baktığımızda ABD ile olan ticareti AB-25 için çok daha hayati bir öneme sahiptir. ABD’ye yapılan ihracat 2005 yılında 251.657 Milyon EUR ve bunun AB toplam ihracatı içindeki payı %23,7 olarak gerçekleşirken, bunu 81.980 Milyon EUR ile İsviçre izlemektedir ve bunun toplam AB ihracatı içerisindeki payı %7,7’dir. Görüldüğü gibi ihracat açısından bakıldığında ABD’nin en yakın rakibi ile arasında dahi büyük bir fark bulunmaktadır.(Tablo 1) 198 Eurostat, Statistics on External Trade, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schem a=PORTAL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIN D_ET&root=EUROIND_ET&scrollto=326 103 Şekil 8 : AB-25'in ABD İle Arasındaki Mal Ticareti 300,00 Milyar EUR 250,00 200,00 150,00 100,00 50,00 2001 2003 2005 Yıllar İthalat Net Ticaret İhracat Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade, istatistik rejimi 4, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORT AL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIND_ET&root=EUR OIND_ET&scrollto=326 ABD’nin AB ile olan mal ticaretine bakıldığında ise AB’den yapılan ithalatın toplam ithalat rakamı içerisindeki payı, 2001 yılı içerisinde %20,33 iken 2005 yılında %18,74 olmuştur. İhracat rakamlarında ise 2001 yılında AB’ye yapılan ihracat toplam ihracatın %22,81’ini oluştururken 2005 yılı içerisinde % 21,14 olmuştur. Şekil 9 : AB-25’in ABD ile Arasındaki Hizmet Ticareti Milyar EUR 150,0 100,0 98,5 105,8 103,0 111,7 İthalat İhracat 50,0 8,7 7,3 Net Ticaret 2003 2004 Yıllar Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade, istatistik rejimi 4, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORT AL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIND_ET&root=EUR OIND_ET&scrollto=326 104 AB25’in ABD ile olan hizmet ticareti ise toplam hizmet ticaretinin 2004 rakamları ile %34,8’ini oluşturmaktadır. Şekil 9’de de görüldüğü üzere, hizmet ticaretinde, mal ticaretinde ithalat ve ihracat arasında görülen büyük fark bulunmamaktadır. Şekil 10 : AB-25’in Hizmet Ticaretinde ABD’nin Pay 4,7% 12,6% ABD İsviçre 48,0% Japonya Diğer 34,8% Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade, (kamu hizmetleri hariç) http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORT AL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIND_ET&root=EUR OIND_ET&scrollto=326 Doğrudan yabancı yatırımlara baktığımızda ise, ABD’nin AB’de olan yatırımlarının özellikle son dönemde, AB’nin ABD’ye olan yatırımlarından fazla olduğu görülmektedir. Kümülatif rakamlara baktığımızda ise, doğrudan yabancı yatırım giriş ve çıkış stok rakamları sırasıyla, 2002 yılında 659,9 Milyar EUR ve 760,2 Milyar EUR, 2003 yılında 772,7 Milyar EUR ve 731,3 Milyar EUR, 2004 yılında ise 796,1 Milyar EUR ve 728,6 Milyar EUR’dur. Buradan ABD’den son yıllarda AB ülkelerine ciddi oranda doğrudan yabancı yatırımın geldiği görülmektedir. Bu artışta, kuşkusuz ki, Euro’nun piyasaya çıkışı, Avrupa’da artan 105 istikrar, artan yatırım olanakları, ticari engellerin kaldırılması, genişleyen pazar gibi unsurlar rol oynamaktadır. 106 Tablo 2 : AB ve ABD'nin Ana Ticari Ortaklarıyla Ticareti(2005) AB'nin Ana Ticari Ortaklarıyla Ticareti Ana İthalat Ortakları Ticaret Ortağı Milyon EUR Ana İhracat Ortakları % Ticaret Ortağı 1 ABD 163.057 13,90% ABD 2 Çin 158.098 3 Rusya 106.766 Milyon EUR Ana Ticari Ortakları % Ticaret Ortağı Milyon EUR % 251.657 23,70% ABD 414.714 18,50% 13,40% İsviçre 81.980 7,70% Çin 209.894 9,40% 9,10% Rusya 56.445 5,30% Rusya 163.211 7,30% 4 Japonya 73.243 6,20% Çin 51.796 4,90% İsviçre 148.334 6,60% 5 Norveç 67.474 5,70% Japonya 43.663 4,10% Japonya 116.906 5,20% ABD'nin Ana Ticari Ortaklarıyla Ticareti Ana İthalat Ortakları Ticaret Ortağı Milyon EUR Ana İhracat Ortakları % Ticaret Ortağı Milyon EUR Ana Ticari Ortakları % Ticaret Ortağı Milyon EUR % 1 AB 255.519 18,70% Kanada 169.938 24,00% AB 405.433 19,60% 2 Kanada 234.662 17,20% AB 149.914 21,10% Kanada 404.600 19,50% 3 Çin 208.856 15,30% Meksika 96.495 13,60% Çin 242.484 11,70% 4 Meksika 138.642 10,20% Japonya 44.538 6,30% Meksika 235.137 11,30% 5 Japonya 114.099 33.628 4,70% Japonya 158.636 7,70% 8,40% Çin Kaynak: Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORTAL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&p roduct=EUROIND_ET&root=EUROIND_ET&scrollto=326 EUROSTAT (Comext, rejim 4) 107 Şekil 11 : AB(25) ve ABD Arasındaki Doğrudan Yabancı Yatırımlar 70,00 Milyar EUR 60,00 54,90 57,60 47,60 50,00 47,10 40,00 30,00 23,40 20,70 20,00 10,00 2,70 0,50 2002 2003 2,70 2004 Yıllar AB(25)'e Giren DDY AB(25)'den Çıkan DDY Net Kaynak: Eurostat Tablo 2’den de görüleceği üzere ABD ve AB birbirlerinin ana ticari ortağı durumundadırlar. ABD için Kanada’da en az AB kadar ticaret hacmine sahip bir partner olmasına rağmen, AB için ABD diğer ticari partnerlerine göre çok daha vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Sektörel bazda incelendiğinde ise, her iki blok da gelişmiş ülkeler olduğu için, özellikle makinenin ticarette en ön sırayı aldığı görülmektedir. Bunun yanında ulaştırma teçhizatı ve kimyasallar da ticarette önemli yer tutmaktadır. Daha çok hammadde niteliğinde olan enerji orta doğu ülkelerinden ithal edildiği için, tekstil ise Çin, Türkiye gibi diğer ekonomilerden ithal edildiği için, tarımsal ürünlerde de her iki blok da korumacı politikalar izlediği için bu sektörler karşılıklı ticarette çok küçük paya sahiptirler. (Tablo 3-4) 108 Tablo 3 : AB’nin Dış Ticaretinde ABD’nin Payı (Sektörel Olarak/ 2001-05) AB'nin ABD'den İthalatı (Sektörel Olarak) TOPLAM Birincil Mallar* Tarımsal Ürünler Enerji İmalat Malları** Makine Ulaştırna Techizatı Kimyasallar Tekstil TOPLAM Birincil Mallar* Tarımsal Ürünler Enerji 2001 202.534 18.392 9.696 2.242 % 100% 9,1% 4,8% 1,1% 179.101 88,4% 77.796 38,4% 32.774 16,2% 29.366 14,5% 2.004 1,0% AB'nin ABD'ye İhracatı (Sektörel Olarak) 2001 244.877 24.302 11.056 8.991 % 100% 9,9% 4,5% 3,7% 2003 157.385 14.158 8.123 1.475 % 100% 9,0% 5,2% 0,9% 2005 163.057 15.588 6.973 3.133 % 100% 9,6% 4,3% 1,9% 139.709 51.726 29.662 28.861 1.315 88,8% 32,9% 18,8% 18,3% 0,8% 137.492 50.307 26.057 30.816 1.220 84,3% 30,9% 16,0% 18,9% 0,7% 2003 226.432 24.272 11.641 9.637 % 100% 10,7% 5,1% 4,3% 2005 251.657 32.704 12.104 16.001 % 100% 13,0% 4,8% 6,4% İmalat Malları** 216.023 88,2% 197.741 87,3% 207.915 82,6% Makine 67.198 53.565 61.047 27,4% 23,7% 24,3% Ulaştırna Techizatı 52.579 48.436 48.037 21,5% 21,4% 19,1% Kimyasallar 39.079 46.247 47.496 16,0% 20,4% 18,9% Tekstil 6.111 4.911 4.500 2,5% 2,2% 1,8% *Primary Products **Manufacturing Products Kaynak: Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade, (Comext, Rejim 4) http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORTAL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&p roduct=EUROIND_ET&root=EUROIND_ET&scrollto=326 109 Görüldüğü gibi AB ve ABD birbirinin ana ticari partneri durumundadırlar ve piyasalar büyük oranda iç içe geçmiş durumdadır. Buna rağmen her iki ticari blok arasındaki ticari sorunlar DTÖ müzakerelerinde baş sıraya oturmaktadır. Bu tartışmalar gündemde bu kadar yer tutmasına rağmen, gerçekte toplam ticaretin sadece %2’sine eşittir. Bu nedenle, ABD ile Avrupa arasında yaşananları “ticari savaş” olarak nitelemek gerçeği pek yansıtmamaktadır. Bu kadar gündeme oturmaları ise daha çok siyasi nedenlere dayanmaktadır. Örneğin ABD sivil havacılık sektörünün bu sektörde AB’ye oranla tartışılmaz bir üstünlüğü vardır. Bu sektörde dünya çapındaki cironun %50’si ABD tarafından gerçekleştirilmektedir. AB’nin bu alandaki payı ise bugün için %30 ile sınırlıdır. Avrupa sivil havacılık endüstrisinin 2000’li yılların başında ithal ettiği 12 milyar dolarlık malzemenin %80’i ABD kaynaklıdır. Bu alanda AB’nin en büyük müşterisi de ABD'dir. ABD, 2001 yılında AB’den yaklaşık 21 milyar Euro değerinde sivil havacılık malzemesi ithal etmiştir. Sektörde ABD’li Boeing ile Avrupalı Airbus arasında kıran kırana bir rekabet yaşanmaktadır. Bu rekabete ABD ve Airbus konsorsiyumuna dahil Avrupa devletleri de doğrudan katılmaktadır. Washington, Airbus’ın Çin piyasasında 100 kişilik bir uçak için planladığı joint-venture projesini engellemiştir. Airbus’ın üreticisi EADS grubunun uzay branşı olan Astrium firmasının 2001 yılında bir Intelsat iletişim uydusunu yörüngeye yerleştirmek için “Long March 3” adlı bir Çin 110 füzesini kullanmak istemesi de ABD Kongresi tarafından engellenmiştir. Gerekçe olarak da, elektronik elementlerin Çinlilerin eline geçme riski gösterilmiştir.199 Buna karşılık Boeing’in Avrupa’da, Airbus’un ise ABD’de çok önemli bağları mevcuttur. Boeing Avrupalı 436 taşeron firmayla çalışırken, Airbus da ABD’de 800 taşeron firmayla işbirliği yapıyor. Son iki yılda AB topraklarında yaklaşık 14 milyar dolarlık yatırım yapan Boeing, yaklaşık 90 bin Avrupalıya dolaylı yoldan da olsa istihdam sağlamaktadır. Buna paralel olarak Airbus da her yıl ABD ekonomisine 5 milyar dolarlık katkıda bulunmakta ve 100 bin kişiye iş sağlamaktadır. Otomobil sektörü de karmaşık yapısı nedeniyle incelenmeye değerdir. Volvo, Land Rover, Saab veya Jaguar gibi “Avrupalı” olarak bilinen markalar günümüzde ABD firmaları tarafından kontrol edilmektedir. Buna paralel olarak BMW, Mercedes veya Volkswagen Avrupa gibi ABD’de de imal edilmektedir. Chrysler ise artık hem AB hem de ABD’ye aittir. İki blok arasındaki en önemli rekabet alanlarından birisi de bioteknoloji ve genetik mühendisliğidir. Bioteknoloji alanında AB’de 1570, ABD’de ise 1273 şirket mevcuttur. Olağanüstü stratejik hale gelmiş bu sektörün dünya çapında 2005 yılından itibaren yılda 100 milyar dolarlık “kâr” yaratması öngörülmektedir.200 Medya sektöründe ise AB firmalarının ABD’deki yatırımları göze çarpmaktadır. Alman Bertelsmann grubu bu durumun en belirgin örneğidir. Grup, 2001 yılında toplam cirosunun %32’sini ABD’de, %31’ini Almanya’da, kalanını ise 199 200 K. Karaca, Transatlantik İlişkilerinTticari Boyutu, http://www.foreignpolicy.org.tr/turkish/dosyalar/kkaraca_230603-a_p.htm (26.09.2006) Karaca, (26.09.2006) 111 diğer Avrupa ülkelerinde gerçekleştirmiştir. Kitap sektöründe, Random House’un %100’ünü elinde bulunduran Bertelsmann, cirosunun %71’ini ABD’de gerçekleştirmektedir. Grubun Müzik branşı BMG’nin cirosunun %45’i de yine ABD ve Kanada’daki satışlardan gelmektedir. Bu AB firmasının ABD piyasasındaki payına karşılık, sektörde dünya lideri olan AOL Time Warner, cirosunun %80’ini ABD topraklarındaki satışlardan elde etmektedir. 201 İki blok arasındaki bu karşılıklı ticari bağımlılığa rağmen çoğu zaman politik nedenlerle ticari kaynaklı sorunlar üretilerek, iç piyasa korunmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle iki blok arasındaki asıl sorun gümrük tarifelerinden değil, tarife dışı bürokratik ve politik engellerden kaynaklanmaktadır. Çoğu zaman “ayrımcı” olarak nitelenebilecek bu engellere, ABD’deki “Buy American” kampanyaları, HelmsBurton202 veya Amato203 yasaları örnek gösterilebilir. Dünya Ticaret Örgütü’ne taşınan anlaşmazlıkların çoğu, iç siyasi hesaplardan kaynaklanmaktadır. Avrupa’nın kendi besicilerini korumak amacıyla hormonlu Amerikan sığır etini ithal etmeyi reddetmesi, ABD yönetiminin de Kongre seçimleri öncesi çelik lobisinin desteğini almak için çelik ithalatına ek gümrük vergisi koyması bunlara örnektir. 204 Ayrıca, liberal olduklarını söyleseler de her iki blokun politikacılarının popülist yaklaşımları iç pazarı korumaya yönelik girişimlere önayak olmaktadır. Bu tür anlaşmazlıklar yıllar boyu sürse de iki tarafın karşılıklı bağımlılıkları ciddi bir sorun çıkmasını önlemektedir. 201 202 203 204 Karaca, (26.09.2006) Küba’ya ticaret ambargosu uygulanmasını öngören ABD yasası(1996). İran ve Libya’ya ticaret ambargosu uygulanmasını öngören ABD yasası. Karaca, (26.09.2006) 112 Aksine, ticari sorunlara rağmen, pratikte iki blok ekonomik açıdan her geçen gün birbirine biraz daha yaklaşmaktadır. İki blokun iş dünyası tarafından, 90’lı yılların ortalarında ortaya atılan Yeni Atlantik Ortak Pazarı (New Transatlantic Marketplace) fikri adım adım ilerlemektedir. Avrupa’nın artık ABD için istikrarlı ve güçlü bir ortak haline geldiği tespitinden yola çıkılarak 90’lı yılların başında ortaya atılan bu fikrin sahipleri, iki blok arasındaki ticaret ve yatırımların önündeki gümrük engellerinin kademeli olarak indirilmesini, yani gelecekte gümrük birliğine geçilmesini savunmaktadırlar. Avrupa Komisyonu araştırmaları, gümrük tarifelerinin kaldırılmasının her iki blok için makro-ekonomik planda olağanüstü çıkar sağlayacağını göstermektedir. Böyle bir durumda sadece Avrupa Birliği yıllık gelirinin 125 milyar dolar artacağı söylenmektedir. Gümrük tarifelerindeki indirimin tüm sanayi ürünlerini de kapsaması halinde, bu rakamın 150 milyar doları aşacağı belirtilmektedir. Mikroekonomik düzeyde ise üretim maliyetlerinin ucuzlaması ve bunun tüketiciye olumlu yansıması öngörülmektedir. Avrupalı birçok uzman, ABD ile kademeli bir gümrük birliğine geçilmesinin, Avrupa’nın, ABD’yi çok kutuplu bir dünyaya çekmek için tek şansı olduğuna inanmaktadır. Ancak bu ekonomik gerçeğe rağmen, Avrupa Birliği’nde bazı kesimler bağımsız bir Avrupa kimliği oluşturulması gerektiğine inanmakta ve buna karşı çıkmaktadırlar. 205 205 Karaca, (26.09.2006) 113 D- ULUSLARARASI PARA OLARAK ABD-AB REKABETİ 1 Euro’nun Ortaya Çıkışıı Uluslararası para biriminin en önemli fonksiyonlarından birisi, ülkelerin fiyat düzeylerinin karşılaştırılabilmesi için bir nominal çapa görevi görmesidir. 1945’den sonra doların genel kabul gören uluslararası para birimi haline gelmesiyle, diğer ülkeler kendi para birimlerini kendi fiyat düzeylerini de esas alarak dolara bağlamışlardır. Ve bu şekilde 1950’li ve 1960’lı yıllarda, Bretton Woods sistemi kapsamında Avrupa ülkelerinde döviz kuru istikrarı sağlanmıştır. Fakat doların, nominal çapa rolünün başarılı olması ancak doların istikrarı ile mümkün olabilirdi. ABD ekonomisinde fiyat düzeyi önce, ABD üretici endeksi, daha sonraları ise ABD toptan eşya fiyatları endeksi ile ölçülmeye başlanmış ve ABD’de fiyat düzeyi, 1968 yılına kadar istikrarlı bir seyir izlemiştir. Bu döneme kadar, Avrupa’da, alternatif bir para birimi yaratma ihtiyacı da duyulmamıştır. Avrupa’da, Avrupa ekonomik entegrasyonu’nu destekleyecek bir para rejiminin yaratılması düşüncesi, ABD’de 1971 yılında enflasyonun yükseliş trendine girmesi ve 1973 yılında Bretton Woods sisteminin çökmesiyle ortaya çıkmıştır. ABD’de 1970 ve 1980’li yıllarda baş gösteren yüksek enflasyon, Avrupalı devletlerin hedefledikleri ekonomik entegrasyonu gerçekleştirebilmek için, ayrı bir sabit kur sistemi oluşturmasını gerekli hale getirmiştir. Fakat bir sabit kur rejiminin başarılı olabilmesi için diğer para birimlerine nominal çapa olarak hizmet edecek bir para birimine ihtiyaç vardır. 1970’ten sonra Alman Markı fiyat istikrarına sahip ve nakit akışları üzerinde kontrol uygulanmayan 114 bir devletin parası olarak ön plana çıktı ve nominal çapa fonksiyonunu 1990’lı yılların ortalarına kadar yerine getirdi. Ancak Alman Markına talep arttıkça Avrupa paraları arasındaki dengenin gitgide Alman markı lehine bozulduğu gözlenmiştir. Alman para birimleri arasındaki bu güç asimetrisi 1999 yılında Euronun tek para birimi olarak ortaya çıkmasıyla ortadan kalkarak Alman hegemonyasına da son verilmiştir.206 Böyle bir ortamda oluşturulmasına karar verilen ve dolara rakip bir uluslararası para olacağı düşünülen Euro, uluslararası finans piyasalarındaki yedi senelik macerasında henüz doların hakim konumunu bozamamıştır. 2. Uluslararası Para Olarak Euro Bütün ekonomistler, dünyanın –paranın değişim aracı, hesap birimi ve bir değer saklama aracı olarak oynadığı rollerden dolayı - bir uluslararası paraya ihtiyacı olduğu konusunda hemfikirdirler. Uluslararası para söz konusu olduğunda bu fonksiyonlardan paranın bir değişim aracı olma fonksiyonu ön plana çıkmaktadır. Uluslararası ticari ilişkilerde her ülkenin ikili ticari ilişkilerde bulunduğu tüm ülkelerin para birimlerini içeren döviz rezervi bulundurmaktansa, uluslararası piyasalarda hakim olan bir para birimini rezerv olarak tutmak ve bu para birimi üzerinden alışveriş yapılması maliyet avantajları sağlamaktadır.207 Uluslararası para, hem çok gerekli hem de doğal bir monopoldür. Altın gibi, ulusu olmayan bir uluslararası para biriminin kullanılmadığı durumlarda, dünya mal ve para piyasaları, 206 207 McKinnon. The Euro Versus the Dolar: Resolving a Historical Puzzle. 11.02.2002., www.stanford.edu (26.08.2006), s.3. E.G.Lim, The Euro’s Challenge to the Dolar: Different Views from Economists and Evidence from COFER (Currency Composition of Foreign Exchange reserves) and Other, IMF WP/06/153, Haziran 2006 115 doğal olarak, bankalar arası aracı para birimi, uluslararası ticarette kullanılacak para birimi, resmi müdahale para birimi ve resmi rezerv para birimi olarak kullanmak üzere bir ulusal parayı seçeceklerdir. Uluslararası para değişiminin maliyeti ve ticarette sağladığı kolaylıklar göz önüne alındığında tek para biriminin kullanılmasının sağladığı maliyet avantajları çok önemli boyuttadır, bu nedenle, bir para birimi uluslararası piyasalarda bir kere kabul gördükten sonra, bir diğerinin onun yerine geçmesi oldukça zordur.208 Bu olgu şebeke dışsallıkları (network externalities) kavramıyla açıklanmaktadır. Bazı ekonomistler doların uluslararası piyasalarda devam eden hakimiyetini açıklarken bu kavramı da sıklıkla kullanmaktadır. Bir para biriminin uluslararası para statüsü kazanmasında etkili olan faktörleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz: Güçlü ve ticari bağları olan büyük ve rekabetçi bir ekonomi, Gelişmiş bir finansal sistem, Paranın istikrarına duyulan güven, Siyasi istikrar, Paranın ataleti. Aynı anda birden fazla uluslararası para birimi olabilir, ancak daha önce bahsedilen şebeke dışsallıkları nedeniyle genellikle böyle bir duruma rastlanılmamaktadır. Mutlaka güçlü para birimlerinden birisi ön plana geçmekte ve hakim para olmaktadır. Geçmiş yıllarda aynı anda iki para biriminin uluslararası para birimi olarak kullanıldığı en son örnek, Birinci Dünya Savaşı sırasında dolar ve 208 McKinnon. (26.08.2006) 116 sterlinin bir arada kullanılmasıdır. Ancak söz konusu dönemde de, bir süre sonra Dolar tek başına hakim para birimi konumuna geçmiştir.209 Paranın temel fonksiyonlarından birisi yatırım aracı olarak kullanılabilmesidir. Yatırım parasının en temel işlevi ise “değer saklamak”dır. Euro’nun tedavüle girmesiyle bankaların Euro mevduatlarında önemli bir artış olmuştur. AMB tarafından yapılan araştırmada, 28 ülkenin bankalarındaki toplam Euro mevduatları 13.5 Milyar Euro artmıştır. Euro mevduatları MDAÜ’de %50, eski Yugoslavya ülkelerinde %80, Türkiye, İsrail, Mısır ve Fas’ta bi önceki yıla göre %16 artış göstermiştir. Asya ve Latin Amerika ülkelerinde ise, döviz mevduatları arası ikame yüksek olmakla birlikte, Dolar hakimiyetini korumaktadır.210 Bir para birimi, uluslararası işlemlerde, özel sektör tarafından değer ölçüsü ve hesap ünitesi olarak kullanılıyorsa, bu para fiyatlandırma ve kotasyon parası olarak adlandırılmaktadır. Euro, daha yürürlüğe girdiği yılın ertesi yıl olan 2000 yılında dahi, uluslararası işlemlerde %15-17 oranında kotasyon parası olarak kullanılmıştır. Euro’nun tedavüle çıkmasının üstünden geçen 5 yıl da düşünüldüğünde bu oran artmıştır.211 Uluslararası para olabilmenin en önemli göstergelerinden birisi de, uluslararası rezerv para olarak kullanılma oranıdır. Tablo 6’dan da görülebileceği üzere, 1999’dan 2005 sonuna kadar uzanan süreçte, Euro’nun uluslararası rezerv para olarak kullanılma oranı %17’den %24’e çıkmış, buna karşın, ABD Dolarının 209 210 211 C.F.Bergsten, The Euro versus The Dollar: Will There Be A Struggle For Dominance?, American Economic Association, Atlanta, 04.01.2002, s.2. ECB Review of the International Role of Euro, Aralık 2002, http://www.ecb.int/pub/pdf/eurointernationalrole2002en.pdf, s.51 Euro Papers 46, The Euro Area in the World Economy-Developments in the First Three Years’, Temmuz 2002, http://europa.eu.int/comm/economy_finance, s.39 117 uluslararası rezerv para olarak kullanılma oranı ise %71’den %66’ya düşmüştür. ABD Dolarında gözlenen düşüş, Euro’da gözlenen artış eğilimine rağmen, ABD Dolarının hala rezerv para olarak hakim konumunu koruduğu görülmektedir. 3. Euro-Dolar Rekabeti Euro, 1999 yılında Ekonomik ve Parasal Birliğin Kurulmasıyla kaydi para olarak kullanılmaya başlanmış ve 2002 yılında da nakdi para olarak tedavüle çıkmıştır. Bugün, 12 Avrupa ülkesi Euro alanı içerisinde bulunmaktadır. Euro gerçekten başarılı bir başlangıç yapmıştır. Hatta bazı ekonomistler Euro ilk piyasaya çıktığı dönemde kısa sürede uluslararası finansal piyasalarda dolara rakip hale geleceği öngörüsünde bulunmuşlardır. Euro, Avrupa’nın içinde olduğu kadar, Dünya piyasalarında da büyük başarı kazanmıştır. 1999 yılında piyasaya çıkışından 2001 yılına kadar, Euro üzerinden ihraç edilen tahvillerin sayısı dolar üzerinden ihraç edilen tahvillerin sayısını geçmiştir. 1990-98 döneminde Avrupa para birimleri üzerinden ihraç edilen tahviller, tüm Euro alanında ihraç edilen tahvillerin %10’unu oluştururken bu oran Euronun ihracıyla, %75’e, %2 olan Euro alanı dışında Avrupa para birimleri üzerinden ihraç edilen tahvillerin oranı ise, Euronun piyasaya çıkışıyla, %20’ye çıkmıştır. Şu anda dünyada henüz iki kutuplu bir para piyasası olmasa da iki kutuplu bir finansal piyasa mevcuttur.212 Fakat tüm bu gelişmelere rağmen günümüzdeki verilere bakıldığında, doların halen uluslararası para olarak uluslararası finansal piyasalardaki hakim konumunu koruduğu görülmektedir. Uluslararası döviz hareketlerinin büyük çoğunluğu dolar üzerinden gerçekleşmektedir. Dolar hala hükümetlerin resmi rezerv parası olarak kalmaya devam etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin resmi rezervlerinin %70’inden fazlasını 212 Bergsten, , s.2. 118 dolar oluşturmaktadır. Asgari düzeyde döviz rezervi tutan Amerika Birleşik Devletleri’nin yanında, gelişmiş ülkelerin de rezervlerinin %75’inden fazlası dolar olarak tutulmaktadır. Petrol, bakır, buğday gibi uluslararası ana hammadde hareketlerine baktığımızda da dolar kullanımında herhangi bir azalma göze çarpmamaktadır.213 Bugün ABD ekonomisi yüksek oranda cari açıklar gibi önemli bir problemle karşı karşıyadır. Buna rağmen doların hala bu kadar güçlü olmasının birkaç nedeni bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, Euro’nun şu anda rekabet ettiği Dolar’ın, 1970’li yıllarda, AET üyesi ülkeler arasında, Ekonomik Parasal Birlik oluşturma fikrinin doğduğu dönemden, çok daha güçlü olmasıdır. Amerika Birleşik Devletleri, 1990’lı yıllarda yeniden fiyat istikrarına kavuşmuş ve bundan da daha önemli olarak, istikrarlı fiyat düzeyi beklentilerine geri dönülmüştür. Dolayısı ile dolar bugün, doğal monopol konumundaki bir uluslararası paranın, dünya paralarının birbirine dönüştürülmesinde kullanılan aracı para birimi, hesap birimi, rezerv para olmak gibi tüm fonksiyonlarını yerine getirebilmektedir. Eğer Euro, ABD’de enflasyonunun hüküm sürdüğü, 1970’li yıllarda piyasaya çıkmış olsaydı, Dolardan Euro’ya dönüş çok daha kayda değer oranlarda olabilirdi. Yabancı merkez bankaları Euro’yu rezerv para olarak kullanmaya başlayabilirlerdi. Fakat, Euro’nun piyasaya çıkışı, doların istikrara kavuştuğu yıllara denk gelmiştir. Bu 213 McKinnon. (26.08.2006), s.1. 119 koşullar altında güçlü bir doların uluslararası piyasalardaki hakimiyetinin, Euro güçlü bir para birimi olarak ortaya çıkmış olsa dahi yıkılması zor görünmektedir.214 Doların rezerv para konumu, ABD’ye bugüne kadar başka hiçbir ülkede görülmemiş düzeyde borçlanma imkanı tanımıştır. ABD’nin dış borçları 2005 sonu itibariyle 800 Milyar Dolara yaklaşmıştır. Bu da yaklaşık GSYİH’sının %5’ine tekabül etmektedir. Böyle bir borçlanma oranı, altın standardında bu borçların altın rezervleriyle desteklenmiş olması gerektiğinden düşünülemezdi. Uzun süredir, ABD ekonomisinin bu borç miktarı nedeniyle bir kriz yaşayacağı beklenmektedir. Fakat bu gerçekleşmemiştir. ABD yönetimi her faiz ve vergi oranı indirimine gittiğinde, bu tüketimi körüklemekte bu da dış borçları artırmaktadır. Öte yandan Asya ekonomileri sürekli olarak ABD Dolarına taleplerini artırmaktadırlar. Bunun bir nedeni, doların çökmesinin kendi gelişimlerini de olumsuz yönde etkileyeceğini düşünmeleridir. Fakat bu müdahaleye rağmen dolar son zamanlarda değer kaybetmiştir. Son dönemde ABD hükümeti bu gidişatın kendi rekabet güçlerini olumsuz etkilediğini düşünmekte bu nedenle doların üzerindeki bu desteğin kaldırılmasını istemektedir.215 Doların uzun yıllar uluslararası para statüsünü korumuş olmasının temel nedeni, herhangi bir güçlü rakibinin olmamasıdır. Bu nedenle dolar ABD ekonomisinin güç kaybettiği zamanlarda bile çok ciddi zarar görmemiştir. Bunda gelişmiş ABD finansal piyasalarının da payı büyüktür. Doların en yakın rakibine nazaran dahi bu kadar güçlü olmasının ana sebebi, Amerika Birleşik Devletleri’nin GSYİH, ticaret ve diğer ekonomik büyüklükler dikkate alındığında oldukça büyük ekonomisidir. Fakat yine de dolar, para piyasalarında ABD’nin dünya üretimi ve 214 215 McKinnon. (26.08.2006), s.3. Moneyweek, Will the Euro Usurp the Dollar?, 2003, http://www.moneyweek.com/file/1915/euro-usurp-dollar.html (31.04.06) 120 ticaretinde sahip olduğu payın dört katı büyüklüğünde bir paya sahiptir. Örneğin Japonya, bir dönem AmBD’nin yarısı kadar bir ekonomik büyüklüğe ulaşmıştır, fakat finansal piyasaları yeterince gelişmiş olmadığı için, Japonya ulusal parası yen, hiçbir zaman dünya piyasalarında ekonomik büyüklükle orantılı bir boyutta etkili olamamıştır.216 1944 yılında Bretton Woods konferansları sırasında, Amerika Birleşik Devletleri’nin öncülüğünde, uluslararası mali düzeni sağlamak için Uluslararası Para Fonu (IMF), uluslararası kalkınma konularında faaliyette bulunmak üzere ise Dünya Bankası kurulmuştur. Bugün bu uluslararası finansal kuruluşlar, uluslararası finansal piyasalarda çok etkili iki aktör konumundadırlar. Bu kuruluşların bugün 185 üyesi bulunmaktadır. IMF’nin başlıca fonksiyonu dış ödeme açığı içinde bulunan ülkelere kısa vadeli kredi açmaktır. IMF’ye üye olabilmek ve gerektiğinde kredi çekebilmek için üye ülkeler tarafından yapılması gerekli kılınan düzenlemeler de doların resmi rezerv para konumunun pekiştirilmesinde büyük ölçüde etkili olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri, oluşturulmasına öncülük ettiği ve genelde liderliğini üstlendiği uluslararası finansal kuruluşlarla da, kendi ulusal para biriminin, uluslararası finansal piyasalardaki hakimiyetini güçlendirmiş ve desteklemiştir. 216 Bergsten, s.4. 121 Tablo 4 : ABD Cari Açığı ve Döviz Kurları 998 999 000 001 002 003 004 005 005 005 Q1 Q2 Q3 Dolar/EURO; Dn. Sn. .. ,93 ,88 ,05 ,36 ,31 ,3 ,21 ,2 4,2 3,8 4,5 4,7 5,7 5,8 6,4 6,7 Cari Açık/GSYİH 2,4 3,2 Kaynak: International Financial Statistics, various issues; Federal Reserve Board of Governors web sitesi: http://www.federalreserve.gov/releases/H10/Summary/indexb_m.txt 4. Euro-Dolar Rekabetinin Geleceği Euro-Dolar rekabetinde Bergsten/Mendell Euro’nun Avrupa’nın sahip olduğu bir takım ekonomik büyüklüklere de dayanarak kısa sürede dolara rakip güçlü bir para haline geleceğini savunurken, McKinnon, doların sahip olduğu şebeke dışsallıkları sebebiyle Euro’nun Dolara güçlü bir rakip olamayacağını savunmaktadır.217 Avrupa Birliği bugün Dünya üretiminin %31’ini dünya ticaretinin %20’sinin sahibidir. Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri, dünya üretiminin %27’sinin, dünya ticaretinin %18’inin sahibidir. Bu rakamlar, ekonomik büyüklükler açısından Euro alanının Amerika Birleşik Devletleri’ne eşdeğer olduğunu, bu anlamda uluslararası paranın büyük, baskın ekonomilerle ilişkili olması gerektiği koşulunu Euro’nun sağladığını göstermektedir. 217 McKinnon. (26.08.2006), s.2. 122 Bergsten/ Mundell’in ikinci vurguladığı nokta ise, Dünya finansal piyasalarının elli yıl sonunda ilk defa dolara alternatif olabilecek istikrarlı bir paraya kavuşmuş olmasıdır. Üstelik ABD, bugün büyük bir cari açığa sahiptir. Dolayısı ile dolar yakın gelecekte bir döviz kuru krizi riskiyle karşı karşıyadır. Bu nedenlerden dolayı ülkeler resmi rezervlerini çeşitlendirmek isteyecekler, bu da Dolardan Euro’ya bir transfer olmasına neden olacaktır. McKinnon ise, Avrupa ekonomisinin büyüklüğü ve Avrupa’nın sınır ötesi ticari bağlantılarını göz önünde bulundurarak Euro’nun önemini kabul etmiş, fakat Euro’nun dolara rakip değil çok önemli bir bölgesel para olacağını öngörmüştür.218 McKinnon, şebeke dışsallıkları üzerinde durmuş, doların bir aracı para, petrol, bakır, un gibi ana hammaddelerin alınıp satıldığı para birimi, Merkez Bankalarının piyasaya müdahalede kullandıkları para birimi ve Merkez Bankalarının başlıca rezerv para birimi olarak hakim durumda bulunduğu ve herhangi bir para biriminin bu nedenlerle dolarla rekabetinin zor olduğu üzerinde durmuştur. McKinnon, bunun yanında doların nominal çapa olma özelliği üzerinde durmuştur. Bunun yanında gelişmekte olan ülkeler çoğunlukla dolar üzerinden borçlandıkları için rezervlerinin önemli bir bölümünü dolar olarak tutmaktadırlar. Ayrıca Dünyadaki ana kreditörler olan Kanada ve Japonya da kendi para birimleri üzerinden borç vermekte zorlandıkları için Dolar üzerinden borç vermektedirler. 218 McKinnon, Ronald I., 1998, “The Euro Threat is Exaggerated,” The International Economy, Vol.12 (Mayıs/Haziran), ss. 32-33,60. 123 Tüm bu nedenlerle McKinnon Euro’nun Dolara ciddi bir rakip olamayacağı ve ancak önemli bir bölgesel para olabileceği görüşünü savunmaktadır.219 Eichengreen ve Frankel’ın 1996 yılında yaptığı çalışma ise, bir ülkenin üretiminin dünya üretimindeki payının, ülkenin parasının dünya piyasalarındaki hakimiyetinde büyük etkisi olduğunu göstermektedir. Fakat bunun yanında ülkenin ticaretinin dünya ticaretindeki payı ve ülkenin parasının istikrarı da büyük ölçüde önemli faktörlerdir. Euro alanı 25 Avrupa Birliği ülkesine genişletilirse, Avrupa Birliği’nin üretiminin dünya üretimindeki payı ABD’ninkini geçecek ve bu anlamda Euro dolara karşı giriştiği rekabette ilk güçlü kozunu elde etmiş olacaktır.220 Böylece zaman içerisinde Euro, Dolara karşı güçlü bir rakip haline gelebilecektir. Euro’nun Dolara karşı güçlü bir rakip haline gelebilmesi için gerçekleşmesi gereken dört faktör vardır. Bunlardan üçü Avrupalı devletlerin kontrolü altında olup birisi dışsal bir faktördür.221 Birinci olarak Euro bölgesi ülkeleri, finansal piyasalarını daha ileri düzeyde entegre etmelidirler. Bugün ABD finansal piyasalarının üstünlüğü ve Sterlinin Dünya piyasalarına hakim olduğu dönemde İngiliz finansal piyasalarının üstünlüğü bu ülkelerin parasal rejimlerin hakimiyetinde büyük rol oynamıştır. Bunun yanında olumsuz Japonya örneği de bunu göstermektedir. Bu konuda sıkça yapılan çağrılara rağmen Japonya’nın finansal piyasalarını modernize edememesi, Yen’in uluslararası piyasalarda oynayacağı muhtemel önemli rolü engellemiştir. 219 220 McKinnon. (26.08.2006), s.3. Moneyweek, Will the Euro Usurp the Dollar?, 2003, http://www.moneyweek.com/file/1915/euro-usurp-dollar.html (31.04.06) 221 Bergsten, s.6. 124 Avrupa finansal piyasaları, Euro’nun ortaya çıkışıyla, doğrudan ve dolaylı olarak canlanmıştır. Fakat, AB’de ihraç edilen hiç bir menkul kıymet, ABD Hazine Bonosu ya da diğer ABD hükümet yatırım araçlarıyla rekabet etmeyi amaçlamamıştır. Euro alanı ülkelerinin bunu da hedeflemeleri ve İngiltere’nin Euro alanına erken bir tarihte katılması Euro’nun başarı grafiğini etkileyecektir. İkinci olarak Euro alanı kurumsal olarak bir arada hareket etmeye ihtiyaç duyacaktır. Avrupa Birliği yıllardır uluslararası ticari sistemin yönetilmesinde Amerika Birleşik Devletleri ile işbirliği halinde çalışmıştır. Bu ikilinin başarılı işbirliği savaş sonrası dönemde pek çok uluslararası ticaret anlaşmasının oluşturulması ve tamamlanmasında gerekli faktör olmuştur. Avrupa’nın, daha önce ABD’nin ticaret sisteminde varolan hakim konumuna rakip hale gelebilmesinde iki faktör etkili olmuştur. Bunlar, ticari kapasitesinin ABD ile eş düzeye gelmesi ve Ortak Dış Ticaret Politikası’nı kabul ederek tek ses olarak konuşmayı başarabilmiş olmasıdır. Buna benzer bir durum parasal ve makroekonomik konularda da geçerlidir. Ekonomik büyüklükler olarak bakıldığında Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri’ne eşdeğer düzeydedir. Fakat, Avrupa’nın bir bütün olarak hareket edememesi de Euro’nun uluslararası piyasalarda hak ettiği rolü üstlenmesine engel olmaktadır. Tek seslilik, Euro’nun uluslararası piyasalardaki hızlı yükselişini garanti etmese de Avrupa’nın kurumsal düzenlemelerle tek ses olarak hareket eder hale gelebilmesi bunun gerçekleşmesine büyük katkı sağlayacaktır. 222 222 Bergsten, s.6. 125 Üçüncü olarak, Euro’nun uluslararası rolü, Avrupa’nın ekonomik performansının yükselmesiyle güçlenecektir. Bugüne kadar, Avrupa Birliği, fiyat istikrarını başarılı bir şekilde sağlamıştır. Fakat bununla birlikte düzenli ekonomik büyümeyi de başarabilmesi gerekmektedir. Bu, uluslararası piyasalarda Euro’nun uluslararası para olarak gücünün artmasında etkili olacaktır. Bu nedenle, Avrupa Merkez Bankası’nın büyümeyi öncelikleri arasına alması faydalı olacaktır.223 Dördüncü ve belki de en önemli faktör ise, Euro’nun Dolar’la birlikte uluslararası piyasalardaki merkezi rolünü alabilmesi için Amerika Birleşik Devletleri’nin kendisinin bir düşüş yaşaması gerekliliğidir. Çünkü uluslararası ilişkilerde atalet önemlidir. Bir para birimi güçlü ve istikrarlı gidişatını koruduğu sürece, rakibi ne kadar güçlü olursa olsun, o para biriminin yerleşmiş konumunun sarsılması zordur. Dolar, kendinden önce uluslararası piyasalarda hakim para birimi olan Sterlinin yerini, İngiliz hükümetinin Birinci Dünya Savaşı döneminde yürüttüğü yanlış politikalar sebebiyle düşüşe geçmesi ile, alabilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sebebiyle İngiltere’nin ticaret hacmi ve yatırımları ciddi biçimde azalmış, İngiltere yabancı varlıklarının çoğunu satmak zorunda kalmıştır. Bunun yanında İngiltere’de 1920’li yıllarda yürütülen kötü ekonomik yönetimin de (ekonominin seyrinin kötüleşmesi, sterlinin aşırı değerlenmesi, artan korumacılık ve artan sermaye kontrolleri) bunda büyük payı olmuştur. ABD geçmişte, ekonomik büyümenin düşük oranlarda seyrettiği, büyük dış borç sorunu ile mücadele etmeye başladığı ve en çok borç veren ülke konumundan, dünyanın en borçlu ülkesi konumuna geldiği bir dönem yaşamıştır. Güçlü bir rakibin 223 Bergsten, s.8. 126 olmadığı bir uluslararası finansal atmosferde dahi, Doların uluslararası piyasalardaki payı düşmüş, Avrupa Parasal Entegrasyonu hız kazanmıştır. ABD ekonomisinde yaşanan böyle bir darboğazın tekrarlanması halinde, Euro uluslararası finansal piyasalarda daha yüksek bir potansiyele ulaşacaktır. Günümüzde böyle bir darboğazın yaşanabilme ihtimali değerlendirildiğinde, son 15 yıl içerisinde Amerika Birleşik Devletleri’nin, en büyük kreditör ülke konumundan en büyük borç alan ülke konumuna geldiği, diğer ülkelerin Merkez Bankaları’nın büyük Dolar rezervleri bulundurmasının ABD ekonomisini bir kriz riskiyle karşı karşıya bıraktığı, ABD dış borcunun gayri safi yurtiçi hasılasının %4,5’u dolaylarına ulaştığı verileri ışığında, çok da imkansız görünmemektedir. 224 ABD uluslararası yatırım pozisyonu 2000 yılı sonunda negatif 2 Trilyon dolara ulaşmıştır. Merkez Bankası Başkanı Greenspan 2001 yılında ABD dış açığının sürdürülemez olduğunu açıklamıştır. 2001 yılında yayınlanan IMF raporuna göre, dolar en az %20 fazla değerlenmiştir.225 Bu gelişmelere bakıldığında yakın zamanda doların ani bir devalüasyon yaşaması olası görünmektedir. Geçmiş yıllara bakıldığında Doların böyle büyük devalüasyonlar yaşamasının çok da sıra dışı bir olgu olmadığı görülmektedir. Savaş sonrası dünyasında dolar, 1971-73, 1978-79, 1985-87 ve 1994-95 yıllarında ani devalüasyonlar yaşamıştır. 226 Fakat eğer önümüzdeki yıllarda dolar bir devalüasyon yaşarsa bu artık güçlü bir rakibinin, Euro’nun da var olduğu farklı bir ekonomik ortamda gerçekleşecektir. ABD’nin en büyük ticari partnerleri olan Kanada, Japonya ve Meksika kendi para 224 225 226 Bergsten, s.8. IMF.2001.World Economic Outlook May 2001: Fiscal Policy and Macroeconomic Stability. Washington: International Monetary fund. Bergsten, s.10. 127 birimlerinin dolara karşı bu ölçüde değerlenmesini kabul edemeyeceklerdir. Merkez Bankalarının rezervlerinin önemli bir kısmı Euro’ya kaydırılacaktır. Bu da Euro’yu Dolara karşı gerçek bir rakip konumuna getirecektir. Mundell’e göre Euro’da böyle bir geçişte problemler yaşayabilecektir. Öyle bir olası geçişin sorunsuz gerçekleştirilebilmesi için AB’nin de ABD’nin de güçlü savunma stratejilerine sahip olması gerekmektedir.227 Tüm bu öngörüler değerlendirildiğinde uluslararası finansal piyasaların önündeki ilk büyük problemin geçtiğimiz 20 yılda olduğu gibi gelişmekte olan ülkeler kaynaklı değil, bizzat sistemin merkezinde bulunan ABD ve Avrupa ülkeleri kaynaklı yaşanacağını söylemek yanlış olmaz.228 227 228 Robert Mundell, 1998. The Case for the Euro-I and II. Wall Street Journal, March 24 and 25. Bergsten, s.11. 128 Tablo 5 : Dünya Resmi Döviz Rezervlerinin Kompozisyonu AB'nin ABD'den İthalatı (Sektörel Olarak) TOPLAM Birincil Mallar* Tarımsal Ürünler Enerji 2001 202.534 18.392 9.696 2.242 % 100% 9,1% 4,8% 1,1% 2003 157.385 14.158 8.123 1.475 % 100% 9,0% 5,2% 0,9% 2005 163.057 15.588 6.973 3.133 % 100% 9,6% 4,3% 1,9% İmalat Malları** Makine Ulaştırna Techizatı Kimyasallar Tekstil 179.101 77.796 32.774 29.366 2.004 88,4% 38,4% 16,2% 14,5% 1,0% 139.709 51.726 29.662 28.861 1.315 88,8% 32,9% 18,8% 18,3% 0,8% 137.492 50.307 26.057 30.816 1.220 84,3% 30,9% 16,0% 18,9% 0,7% AB'nin ABD'ye İhracatı (Sektörel Olarak) TOPLAM Birincil Mallar* Tarımsal Ürünler Enerji İmalat Malları** Makine Ulaştırna Techizatı Kimyasallar Tekstil *Primary Products **Manufacturing Products 2001 244.877 24.302 11.056 8.991 % 100% 9,9% 4,5% 3,7% 2003 226.432 24.272 11.641 9.637 % 100% 10,7% 5,1% 4,3% 2005 251.657 32.704 12.104 16.001 % 100% 13,0% 4,8% 6,4% 216.023 67.198 52.579 39.079 6.111 88,2% 27,4% 21,5% 16,0% 2,5% 197.741 53.565 48.436 46.247 4.911 87,3% 23,7% 21,4% 20,4% 2,2% 207.915 61.047 48.037 47.496 4.500 82,6% 24,3% 19,1% 18,9% 1,8% 129 SONUÇ Bu çalışmada, transatlantik ilişkilerin önce siyasi boyutu, sonra ekonomik boyutu derinlemesine incelenmiştir. İlişkilerin tarihsel gelişimini incelendiğinde, ABD-Avrupa ilişkilerinin herhangi iki ülke ya da ülke grubuna göre çok daha derin, yoğun ve çok boyutlu olduğu görülecektir. Geçmişte ilişkilerin temelini oluşturan askeri boyutun kurumsal yönü olan NATO, bugün kendine yeni bir misyon edinmiş, artık siyasal niteliği askeri niteliğine üstün gelen bir örgüt biçimine dönüşmüştür. NATO, anlaşmasında belirtilen bölgenin dışından (örneğin Ortadoğu'dan) gelebilecek tehditlere karşı yeni bir işlev kazanmıştır. Ayrıca NATO, ABD'nin Avrupa'nın ilerde alacağı yeni biçime müdahale edebileceği ya da kıtada varlığını sürdürebileceği bir örgüt olarak da değerlendirilebilir. Bunun yanında, iki blok arasındaki ticari ilişkiler, çok üst seviyeye taşınmıştır. İki blok, birbirinin ana ticari partneri durumundadırlar. Hatta iki blok arasında bir serbest ticaret alanı oluşturulması dahi gündeme gelmiştir. 1990'lı yıllardan sonra oluşturulan Atlantik Ötesi İş Diyalogu, Transatlantik Gündem, Finansal Diyalog gibi yapılanmalar ekonomik politikaların belirlenmesinde ortak hareket etme yönünde önemli girişimlerdir. Bunun yanında bugün Amerikan ve Avrupa şirketleri arasında birleşmeler devralmalar yoğun olarak yaşanmaktadır ve karşılıklı ekonomik bağımlılık artmış ve iki taraf arasındaki ilişkilerin istikrarı açısından da önemli bir unsur haline gelmiştir. Bugün, iki blok arasındaki hala çözülememiş konular, sık sık Dünya Ticaret Örgütü gündemine taşınmaktaysa da bunlar ticari ilişkilerin küçük bir bölümüne tekabül etmektedir. Bununla beraber, ticaretin en üst düzeyde liberalleştirilmesi ve tarife ve tarife dışı ticari engellerin kaldırılması yolunda iki blok yoğun bir şekilde çaba göstermektedir. Gelinen noktada, Doha Round’u başarısızlıkla sonuçlanmış ve müzakereler kapanmış olsa da ticaretin serbestleştirilmesi anlamında çok çarpıcı gelişmeler kaydedilmiştir. 21. Yüzyılda gelinen noktada, Avrupa Birliği Ortak Dış ve Güvenlik Politikası, Ortak Savunma ve Güvenlik Politikası oluşturulması gibi önemli adımlar atmış, bir anayasa oluşturulması için uzun çalışmalar gerçekleştirilmiş, birlik uluslarüstü yapısını güçlendirmek adına önemli adımlar atmıştır. Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri dünyada tek süper güç olarak kalmış olmanın kendine verdiği güvenle, dünyayı kendi stratejik çıkarlarına göre şekillendirmek istemektedir. Bu isteğinde zaman zaman uluslararası hukuku hiçe sayarak attığı adımlar Avrupa devletleri tarafından tepkiyle karşılanmakta ve her zaman yakın işbirliği halinde gelişen ilişkilere zarar vermektedir. Öte yandan, iki blok arasında yukarıda sözü edilen güçlü ekonomik bağlar, paylaşılan ortak değerler, ortak bir kültür olması bundan sonra da aralarında bulunan müttefik ilişkisinin artarak devam edeceğini göstermektedir. KAYNAKÇA Armaoğlu, F., 20. Yüzyıl siyasi Tarihi: 1914-1980, 4.Baskı, Ankara:Kültür Yayınları, 1987. Arslan, C. “Reserv Para Olarak Euro: Amerikan Doları ile Bir Karşılaştırma.” Ataum Bülten. Güz-2003. Sayı:3. The Atlantic Council. Changing Terms of Trade: Managing the New Transatlantic Economy. Working Group Paper. DTM, Avrupa Birliği ve Türkiye. Ankara:DTM, TOBB,. 2002. Bektaş B., Türk D., Bıyık H., et al. “Soğuk Savaşın Kaynakları ve NATO’nun Kuruluşuna Yol Açan Gelişmeler”. NATO. http://bucatarih.sitemynet.com/seminer/karma/nato.html (26.02.2006) Bergner, J. Atlanticism and the 104th Congress’ Rethinking the Transatlantik Partnership, Security and Economics in a New Era. Washington DC : Hudson Institute, Progressive Policy Institute., 1996. C.F. Bergsten’in American Economic Association’ın Yıllık toplantısında yaptığı “The Euro Versus the Dolar: Will There Be a Struggle For Dominance?” konulu açılış konuşması. . Blackwill, R. D. The Future of Transatlantik Relations. Council on Foreign Relations Pres. 1999. Bland, Larry I. ‘The Truman Doctrine’. Marshall and the Plan. http://www.marshallfoundation.org/library/marshall_and_the_plan.html (02.04.2007) Bossuat, G. Europe and United States, 1944-2006: Two Destinies in an Uncertain World. Institute of European Studies. Paper 060530. 2006. Bozkurt, V. Avrupa Birliği ve Türkiye, Siyasal Kurumlar, Çıkar Grupları, Kamuoyu, Ortaklık Belgeleri. Bursa: Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayınları, 2001. Brower, D.R. , The World in the Twentieth Century: The Age of Global War and Revolution 2nd Ed., New Jersey:Prentice Hall, 1992, Cutter, W.B.Et. Al. The Transatlantic Economy in 2020:A Partnership for the Future? The Atlantic Pcouncil Policy Paper. 2004. Delegation of the European Commission to the USA, New Transatlantic Agenda, 1995, www.eurunion.org/partner/agenda.htm (27.02.2007) Duignan, P. Gann, L. H. An Ambivalent Heritage, Euro-American Relations. Stanford University. 1994. Dura, C. Atik, H. Avrupa Birliği, Gümrük Birliği ve Türkiye. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2003. ECB Review of the International Role of Euro, Aralık 2002, http://www.ecb.int/pub/pdf/eurointernationalrole2002en.pdf, Euro Papers 46, The Euro Area in the World Economy-Developments in the First Three Years’, Temmuz 2002, http://europa.eu.int/comm/economy_finance, Euro-American Relations One Year After Iraq. 25.02.2004, http://www.princeton.edu/∼lisd/old/cutlieroiraq.html European Commission DG External Relations Unit C1. Review of the Framework for Relations between the European Union and the United States. Tender OJ 2004/S 83-070340 European Commission, ‘The Transatlantic Economic Initiative’, Economic Relations, 2006, http://ec.europa.eu/comm/external_relations/us/economic_partnership/trans_econ_ partnership (27.02.2007) Frank, A. G. ‘The World Economy, International Relations and the European Challenge’. The United Nations University. New Jersey: 1988. Gardels, N. Yüzyılın Sonu. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1995. George C. Marshall Foundation, Statistics of Reports Division, 1967, www.marshallfoundation.org/library/doc_marshall_plan_aid.html (01.04.2007) Hafteddorn H., Tuschoff, C. America and Europe in an Era of Change. San Francisco, 1993. IMF.2001.World Economic Outlook May 2001: Fiscal Policy and Macroeconomic Stability. Washington: International Monetary fund. İktisadi Kalkınma Vakfı, AB Tarihçe, www.ikv.org.tr/abtarihçe.php , (13.10.2006) Janes, J. From Alliances to Ambivalence: The Search for a Transatlantic Agenda, Institute of European Studies Occasional Papers. Nu:4, 2003. Kahraman, S. ‘Irak Krizi’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Üzerine Etkileri’. Ataum Bülten. Kış Bahar-2003. Sayı:1-2. ss.3-5 Kaleağası, B. Küreselleşme, Avrupa ve Türkiye. 12. Ulusal Kalite Kongresi. İstanbul: 2003. Karaca K. Transatlantik İlişkilerin Ticari Boyutu. http://www.foreignpolicy.org.tr/turkish/dosyalar/kkaraca_230603-a_p.htm (26.09.2006) Kay, S. ‘American Strategies Towards the Enlargement of European Security Institutes:Partnership or Cold Peace?’. The Transatlantik Relationships, London: 1996. Kaynak, M., Gürses, E. ‘Büyük Ortadoğu Projesi. İstanbul: İlk Yayınları., 2004. Kissinger, H. Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı? Ankara: ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayınları, 2002. Krueger, A.O. The World Economy at the Start of the 21st Century. http://www.imf.org/external/np/speeches/2006/040606.htm Kupchan, C.A. The Unraveling of the Atlantic Order: Historical Breakpoints in U.S.-European Relations. Institute of European Studies. Paper060414. 2006. Larry I. Bland, ‘The Truman Doctrine’, Marshall and the Plan, http://www.marshallfoundation.org/library/marshall_and_the_plan.html (02.04.2007) Langlois G., vd, 20.Yüzyıl Tarihi, 1.Baskı, İstanbul: Nehir Yayınları, 2000. Lee, Stephen J., Avrupa Tarihinden Kesitler,:1789-1980, 1th Ed, Ankara,: Dost Kitabevi Yayınları, 2002. Lim, E.G. The Euro’s Challenge to the Dollar: Different Views from Economists and Evidence from COFER (Currency Composition of Foreign Exchange Reserves) and Other Data. IMF Working Paper. WP/06/153. Haziran 2006. Makins, C.J. Renewing the Transatlantic Partnership: Why and How? The Subcommittee on Europe of the House International Relations Committee. 11 June 2003. McKinnon. The Euro Versus the Dolar: Resolving a Historical Puzzle. 11.02.2002., www.stanford.edu (26.08.2006) Moneyweek, Will the Euro Usurp the Dollar?, 2003, http://www.moneyweek.com/file/1915/euro-usurp-dollar.html (31.04.06) Moneyweek, Will the Euro Usurp the Dollar?, 2003, http://www.moneyweek.com/file/1915/euro-usurp-dollar.html (31.04.069 Mundell, R. 1998. The Case for the Euro-I and II. Wall Street Journal, March 24 and 25. Novakeo. Currency Wars Euro Versus Dolar., http://www.etherzone.com (30.08.2006) Piening, C., Global Europe, The European Union in World Affairs. London: Lynne Rienner Publishers, 1997. Posner E. Institutional Origins of Bargaining Power: The New Transatlantic Relations in Financial Services. Institute of European Studies. 2006. Paper 060330. Sander, O. Siyasi Tarih, 1918-1994. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2002 Seyidoğlu, H. Uluslararası İktisat. Güzem Yayınları, 1998. Seyidoğlu, H. Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlük. 3. Baskı. İstanbul: 2002. Sharp, A., Ward, K. ‘The United States and Europe, 1945-1991’ What İs Europe, Europe and the Wider World, The Open University and European Association of Distance Teaching Universities. 1995. Smith, H. ‘Actually Existing Foreign Policy or Not?’ A Common Foreign Policy for Europe, Competing Visions of the CFSP. New York: Routledge, 1998. Transatlantic Business Dialogue, www.tabd.com (26.02.2007) Traynor, J., Europe, 1890-1990, 2nd Ed, Surrey:Nelson, 1992, . Towards a Barrier-Free Transatlantic Market. Report and Recommendations to the 2006 EU-US Summit Leaders. Transatlantic Business Dialogue. Mayıs/2006. Treverton, G. F. ‘2000’li yılların Ötesinde Avrupa ve Amerika.’ Selçuk Üniversitesi Yayınları. No:123. Konya, 1995. Urwin, D.W. , Western Europe Since 1945: A Political History, 4th Ed., London and New York:Longman, 1989. . Vaisse, J. The Rise and Fall of the Bush Doktrine: the Impact on Transatlantic Relations. Institute of European Studies. 2006. Paper 060408. Willis F.R., Europe In The Global Age, 1939 to the Present, Davis: Harper&Row Publishers, University of California, 1968 Wiener, J., Hiester, D. ‘The Transatlantik Partnership in the 1990s’. The Transatlantik Relationships. London, 1996. ABD Avrupa Birliği Temsilciliği Web Sitesi, http://www.useu.be/TransAtlantic Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği Web Sitesi www.deltur.cec.eu.int Avrupa Komisyonu ABD Temsilciliği Web Sitesi, http://www.eurunion.org/profile/facts.htm Avrupa Komisyonu Web Sitesi, www.europa.eu.int Avrupa Merkez Bankası Web Sitesi www.ecb.int Dünya Bankası Web Sitesi www.worldbank.org Dünya Ticaret Örgütü Web Sitesi www.wto.org IMF Web Sitesi www.imf.org