II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
AVRUPA BİRLİĞİ VE ULUSLAR ARASI EKONOMİK İLİŞKİLER
ANABİLİM DALI
(EKONOMİ-MALİYE)
II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA
TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN
EKONOMİK VE SİYASİ BOYUTU
Yüksek Lisans Tezi
Özge Kalmış
Ankara-2007
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
AVRUPA BİRLİĞİ VE ULUSLAR ARASI EKONOMİK İLİŞKİLER
ANABİLİM DALI
(EKONOMİ-MALİYE)
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA
TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN
EKONOMİK VE SİYASİ BOYUTU
Yüksek Lisans Tezi
Özge Kalmış
Tez Danışmanı
Prof.Dr.Belgin Akçay
Ankara-2007
ÖZET
Bu çalışma Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa ülkeleri arasında II.
Dünya Savaşı sonrasında yoğunlaşan siyasi ve ekonomik ilişkileri konu almaktadır.
Fakat ilişkilerin ilk yıllarında güvenlik kaygısı ön planda olduğu için, çalışmada
gerektiği ölçüde askeri ilişkilere de yer verilmiştir.
Bu çalışma sonucunda görülmüştür ki, Amerika Birleşik Devletleri ile
Avrupa ülkeleri arasındaki yakın ilişkiler ABD tarafından ilan edilen Truman
Doktrini ve Marshall Yardımları ile yoğunlaşmış, ilişkilerin askeri boyutu da
NATO’nun kurulması ile kurumsal bir kimlik kazanmıştır. 1950’li yıllardan sonra
ilişkiler eski yoğunluğunu yitirmiş, AB kendi içerisinde entegrasyona gitmiş, ABD
dikkatini uzak doğuya kaydırmıştır. İleriki yıllarda Avrupa’nın da ekonomik bir güç
olarak sivrilmesiyle, özellikle 1990’lardan sonra ilişkilerin askeri ve siyasi boyutu
eski
önemini
yitirmiş
ancak
ekonomik
anlamda
ülkeler
arası
ticaretin
serbestleştirilmesi için ABD ve Avrupa ülkeleri önce GATT ve daha sonra Dünya
Ticaret Örgütü bünyesinde beraber mücadele etmişler, kendi aralarında da
Transatlantik
Gündem,
Atlantik
Ötesi
İş
Diyalogu
gibi
yapılanmalar
oluşturmuşlardır.
Çalışmada ayrıca ekonomik ilişkilerin bir parçası olarak Euro-Dolar rekabeti
de incelenmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Dolar, kurulan IMF, Dünya
Bankası gibi kuruluşların da etkisiyle uluslararası piyasalarda tek hakim para
statüsünü korumuş, ancak 2002 yılında Euro nakit para olarak kullanılmaya
başlamasıyla, henüz Doların tahtını sarsamasa da Dolara güçlü bir rakip haline
gelmiştir.
ABSTRACT
This study is about the intense political and economic relationship after
World War II between USA and Europe. Since, especially in the earlier years
security concern was the main point in relationships, it is also analyzed where
necessary.
In this study, it is examined that, the relationship between America and
Europe intensified by the Truman Doctrine and Marshall Plan that is announced by
the American Government. The military aspect of this strong support was the
founding of NATO. This strong relationship loosened after 1950’s. European
Countries integrated between themselves and USA directed its attention to Far East
Countries. In the following years, as Europe strengthened as an economic power, the
importance of the military and political aspects of the relationships diminished and
the trade relationships developed and America and Europe worked together in GATT
and the WTO to decrease the trade barriers between themselves and also initiated
some initiatives like Transatlantic Business Dialogue and the Transatlantic Agenda
in order to develop economic relationships.
In this study, Euro-Dollar competition is also analyzed as a subtitle of
economic relations. After World War II Dollar became the unique international
Money in international financial markets. But after the foundation of Euro in 1999,
although it didn’t replace the Dollar it became a strong competitor to the Dollar.
İÇİNDEKİLER
TABLOLAR........................................................................................................... iii
ŞEKİLLER ............................................................................................................. iv
KISALTMALAR......................................................................................................v
GİRİŞ ...................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM ................................................................................................... 4
TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU .......................................... 4
A-
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU ........ 4
1.
İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dünyanın Genel Görünümü ......................... 4
2.
Truman Doktrini....................................................................................... 8
3.
1940’lı Yıllarda Almanya Sorunu ............................................................12
4.
Batı Avrupa’nın Komünizm Tehdidine Karşı Birleşmesi .........................16
5.
NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü)’nun Kurulması....................20
6.
1950’li Yıllarda Transatlantik İlişkiler .....................................................29
7.
1960’lı Yıllarda Transatlantik İlişkiler .....................................................42
B-
YUMUŞAMA DÖNEMİNDE İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU ...........52
1.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ve Helsinki Belgesi ..................52
2.
1970’li Yıllarda ABD Dış Politikası ........................................................57
3.
1980’lerde Yaşanan Gelişmeler ve Doğu Avrupa’daki Dönüşüm.............61
4.
Yeni Avrupa'nın Mimarları......................................................................63
İKİNCİ BÖLÜM ....................................................................................................65
TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN EKONOMİK BOYUTU.................................65
A-
1945-1990 ARASI YAŞANAN EKONOMİK GELİŞMELER ................65
1.
1945 Sonrası Yaşanan Ekonomik Gelişmeler...........................................65
2.
Marshall Planı .........................................................................................72
2.
Petrol Bunalımı ve OPEC .......................................................................80
3.
Batı Avrupa’da Ekonomik Entegrasyon...................................................84
B-
1990 SONRASI DÖNEMDE TRANSATLANTİK EKONOMİK
İLİŞKİLERİN KURUMSAL BOYUTU .............................................................88
1.
Transatlantik Gündemi ............................................................................89
2.
Atlantik Ötesi İş Diyalogu .......................................................................90
3.
Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği (AEİ) ..................................................93
i
C-
AB VE ABD EKONOMİLERİNDE MAKROEKONOMİK
GÖSTERGELERLE GELİŞMELER ..................................................................95
1.
Nüfus ......................................................................................................95
2.
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ..........................................................96
3.
Enflasyon ................................................................................................97
4.
İşsizlik.....................................................................................................98
5.
Cari İşlemler Dengesi ..............................................................................99
6.
Transatlantik İlişkilerin Ticaret Hacmi...................................................101
D-
ULUSLARARASI PARA OLARAK ABD-AB REKABETİ.................114
1
Euro’nun Ortaya Çıkışıı.........................................................................114
2.
Uluslararası Para Olarak Euro................................................................115
3.
Euro-Dolar Rekabeti..............................................................................118
4.
Euro-Dolar Rekabetinin Geleceği ..........................................................122
SONUÇ ................................................................................................................130
KAYNAKÇA .......................................................................................................132
ii
TABLOLAR
Tablo 1: Marshall Yardımlarının Dağılımı (03.04.1948-30.06.1952) ..................79
Tablo 2 : AB ve ABD'nin Ana Ticari Ortaklarıyla Ticareti(2005) ...................107
Tablo 3 : AB’nin Dış Ticaretinde ABD’nin Payı (Sektörel Olarak/ 2001-05)...109
Tablo 4 : ABD Cari Açığı ve Döviz Kurları.......................................................122
Tablo 5 : Dünya Resmi Döviz Rezervlerinin Kompozisyonu ............................129
iii
ŞEKİLLER
Şekil 1 : Marshall Yardımlarının Ülkelere Göre Dağılımı (%).................................78
Şekil 2 : AB ve ABD Nüfusu .................................................................................95
Şekil 3 : AB ve ABD’de GSYİH.............................................................................96
Şekil 4 : AB ve ABD’de Enflasyon (Yıllık % Değişim/ Tüketici Fiyatları ile)........97
Şekil 5 : AB(15) ve ABD’de İşsizlik (%) ................................................................99
Şekil 6 : Bazı AB Ülkeleri ve ABD’de Cari İşlemler Dengesi (GSYİH’nın %’si
olarak) ..................................................................................................................100
Şekil 7 : AB ve ABD’de Cari İşlemler Dengesi (Milyar $)...................................101
Şekil 8 : AB-25'in ABD İle Arasındaki Mal Ticareti .............................................104
Şekil 9 : AB-25’in ABD ile Arasındaki Hizmet Ticareti........................................104
Şekil 10 : AB-25’in Hizmet Ticaretinde ABD’nin Pay ..........................................105
Şekil 11 : AB(25) ve ABD Arasındaki Doğrudan Yabancı Yatırımlar ..................108
iv
KISALTMALAR
AB
Avrupa Birliği
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
AEİ
Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği
AET
Avrupa Ekonomik Topluluğu
AGİK
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
AİD
Atlantik Ötesi İş Diyalogu
BM
Birleşmiş Milletler
DTÖ
Dünya Ticaret Örgütü
EFTA
Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi
EURATOM
Avrupa Atom Birliği
GATT
Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması
GSYİH
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
IMF
Uluslararası Para Fonu
NAFTA
Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Alanı
NATO
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
OAPEC
Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü
OECD
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü
OEEC
Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü
OPEC
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü
v
GİRİŞ
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri toplumsal anlamda
yakın kimliklere sahiplerdir. Atlantiğin iki yakasındaki ülkelerin arasındaki ilişkiler,
özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok daha ileri bir düzeye ulaşmıştır. Bunun
temel nedeni, ABD’nin o güne kadar sürdürdüğü tecrit politikasının o tarihten
itibaren sürdürülmesi halinde, Avrupa kıtasının Sovyetler Birliği denetimine girme
riski bulunması ve bunun da Amerikan ekonomisinin, en büyük pazarını ve
ekonomik ortağını kaybetmesi anlamına gelmesidir. Bu nedenle, 1945 sonrası
dönemde Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa'nın olası bir Sovyet saldırısına
karşı savunmasını üstlenmiş, bu ittifak Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
(NATO)'nun kurulmasıyla kurumsal bir nitelik kazanmıştır. İlk yıllarda özellikle
askeri niteliğiyle öne çıkan bu yakın ilişkiler, daha sonra Soğuk Savaşın merkezinin
Uzak Doğuya kaymasıyla eski yoğunluğunu yitirmiştir.
1950'li yıllara bakıldığında, ABD’nin genel olarak dünya siyasetiyle ilgili
girişimlerinde
tek
taraflı
hareket
ettiği
ve
müttefikine
danışmadığı
gözlemlenmektedir. Bu yıllardan itibaren, Avrupa'da da ABD’nin Avrupa işlerine bu
kadar müdahale etmesinden rahatsızlık duyulmaya başlanmış ve daha bağımsız bir
Avrupa kimliği oluşturulması öncelikli hale gelmiştir. 1950’li yıllardan 2000’li
yıllara uzanan süreçte, Batı Avrupa devletleri, öncelikle ekonomik entegrasyonu
gerçekleştirerek siyasi entegrasyona ulaşmayı hedeflemişlerdir. Gümrük Birliği,
Avrupa Tek Senedi, Ekonomik ve Parasal Birlik bu yönde atılan başarılı adımlar
olmuş ve Avrupa Birliği’ni dünyanın önemli ekonomik güçlerinden birisi haline
getirmiştir.
1
Soğuk Savaş yıllarında transatlantik ilişkilerin temel dayanağı askeri boyut
iken, 1989 yılından sonra Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Soğuk Savaşın sona
ermesiyle, o güne kadar günden güne gelişen ekonomik ilişkiler önemli hale gelmiş,
transatlantik ticaret hacmi Dünya ticaretinin yaklaşık %35'ini oluşturur duruma
gelmiştir. Atlantiğin her iki yakasındaki ülkeler birbirinin ana ticari ortağı
durumundadırlar. Bu nedenle zaman zaman ABD’nin Irak'ı işgali gibi siyasi
nedenlerle iki taraf arasındaki ilişkiler gergin dönemler geçirse de iki blok arasında
ciddi bir sorunun baş göstermesi zor görünmektedir.
Bu çalışmada, Dünyanın bu iki büyük gücünün arasındaki ekonomik ve siyasi
ilişkilerin gelişimi ve bugüne ait durumu ele alınmıştır. Çalışma, ilişkilerin
temellerinin atıldığı ve ABD’nin tecrit politikasından vazgeçerek, Avrupa işlerine
müdahil olmaya başladığı dönem olması nedeniyle, II. Dünya Savaşı sonrası dönemi
başlangıç noktası olarak almıştır. Transatlantik ilişkiler olarak adlandırılan, Avrupa
Birliği-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinin ekonomik, siyasi ve askeri olmak
üzere üç önemli boyutu bulunmaktadır. Askeri boyut, bu çalışmanın dışında
tutulmuş, birinci bölümde siyasi ilişkilerin gelişimi, ikinci bölümde ise ekonomik
ilişkilerin gelişimi ele alınmıştır. Özellikle siyasi ilişkiler incelenirken, iki zorlukla
karşılaşılmıştır. Bunlardan birincisi, incelemede ilişkilerin askeri boyutunun dışarıda
bırakılmasının zorluğu, diğeri de iki taraf arasındaki ilişkilerin Sovyetler Birliği ile
olan ilişkilerden soyutlanmasının zorluğu olmuştur. Bunun temel nedeni, her iki
bloku yakınlaştıran temel unsurun, komünizme karşı mücadele olmasıdır. Sovyetler
Birliği’nin “öteki” olarak tanımlanması, bir “biz” algılaması oluşmasını sağlamış,
Avrupa’nın savunulması, her iki blokun da ortak kaygısı haline gelmiş ve ilişkiler
askeri temele oturtularak, ekonomik ve siyasi anlamda da işbirliğine gidilmiştir. Bu
2
nedenle, çalışma içerisinde, konunun esasına ilişkin olmamasına rağmen sık sık
ilişkilerin askeri boyutuna ve Sovyetler Birliği ile soğuk savaş döneminde yaşanan
gelişmelere de yer verilmiştir.
Bu çalışmanın birinci bölümünde, transatlantik ilişkilerin siyasi boyutu ele
alınmış, 1945 sonrası siyasi ilişkilerin gelişimi tarihsel perspektif içerisinde
aktarılmıştır. İkinci bölümde ise, ekonomik ilişkiler ele alınmış, öncelikle tarihsel
süreçte yaşanan önemli gelişmelere değinilmiş, sonra ilişkilerin bugünkü kurumsal
altyapısı ele alınmış, daha sonra ise, belirli makroekonomik göstergeler açısından her
iki blokun karşılaştırması yapılmış ve ticari ilişkileri analiz edilmiştir. Son olarak
1999’da Euro’nun kaydi para olarak ortaya çıkmasından itibaren gündeme gelen
Euro-Dolar rekabeti incelenmiştir.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU
A-
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU
1.
İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dünyanın Genel Görünümü
İkinci Dünya Savaşı fiilen 8 Mayıs 1945'i 9 Mayıs'a bağlayan gece yarısı
Alman Yüksek Komutanlığı adına Friedeburg Keitel Stunpff'un Berlin'de Nazi
Almanyası'nın teslim belgesini imzalamasıyla sona erdi. Almanya dahil tüm Avrupa,
böylece esas olarak iki güç; Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri
tarafından faşizmden kurtarılmış oldu.1 ABD kuşkusuz savaştan en güçlü askeri güç
olarak çıktı. Başkan Roosevelt ve Truman yönetimindeki demokrat yönetim, ülkenin
etkili diğer birçok politikacısıyla birlikte, geleneksel tecrit politikasından
vazgeçilmesi gerektiğine, ABD’nin kaçınamayacağı global sorumlulukları olduğuna
karar verdiler.2 Kuşkusuz Başkan Roosevelt, ‘ABD dünya politikasında daha aktif
bir rol oynamalı’ derken ABD’nin her zaman ve her olaya dahil olmasını
kastetmiyordu. ABD, dünyadaki sorumluluğun Sovyetler Birliği ve diğer güçlü Batı
Avrupa ülkeleriyle paylaşılmasını istiyordu.
ABD savaş sonrası dönem için önerdiği dünya modelinde; İngiltere’nin
Akdeniz ve Orta Doğunun jandarmalığı görevine kaldığı yerden devam etmesini,
1
2
B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. “Soğuk Savaşın Kaynakları ve NATO’nun Kuruluşuna Yol
Açan Gelişmeler”, NATO, http://bucatarih.sitemynet.com/seminer/karma/nato.html
(26.02.2006)
Derek W. Urwin, Western Europe Since 1945: A Political History, 4th Ed., London and New
York:Longman, 1989., s..59.
4
Fransa’nın Batı Avrupa’da hakim olmasını, Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’da
etkili olmasını ve bu dört gücün Avrupa’da Almanya’yı kontrol etmek üzere işbirliği
yapmalarını öngörüyordu. Bu dört güç dünyada da Çin ile birlikte Birleşmiş Milletler
kapsamında lider rolü üstleneceklerdi.3 Fakat ABD böyle bir dünya modeli
öngörürken doğru tahlil edemediği bazı gerçekler vardı. Almanya ve Japonya’nın
uğradıkları kesin askeri yenilgiler sonucu, anılan iki büyük gücün Sovyetler
Birliği'nin batısında ve doğusunda İkinci Dünya Savaşı’na kadar oluşturdukları
dengeler çökmüş ve yerleri doldurulamadığından büyük birer kuvvet boşluğu
oluşmuştu. Avrupa'nın başlıca galipleri, yani İngiltere ve Fransa savaştan son derece
yorgun ve zayıf düşmüş bir durumda çıkmışlardı. Her ikisinin de imparatorlukları,
komünistlerin de aktif bir biçimde katkıda bulundukları, sömürgeciliğin tasfiyesine
yönelik milli kurtuluş hareketlerinin baskısı altındaydı.4 İngiltere’nin, elinde bulunan
kısıtlı
kaynakları
sadece
kendi
ekonomisi
için
kullanabilmesi
mümkün
olabildiğinden, Akdeniz’deki rolü için ayırabileceği çok az kaynağı vardı.5 Bu
durum, İngiltere’nin, 1947 Şubat’ında Amerikan hükümetine, biri Türkiye ve diğeri
de Yunanistan hakkında olmak üzere verdiği iki muhtıra ile açıkça ortaya çıkmıştır.
Bu muhtıralarda, Türkiye’nin Batı savunması için önemi belirtilerek Türkiye’ye hem
ekonomik hem de askeri yardım yapılması gerektiği, İngiltere’nin bu yardımları
yapamayacağı ve hatta Yunanistan’daki askerlerini dahi geri çekmek zorunda
bulunduğu ve dolayısı ile sorumluluğun Amerika’ya düştüğü belirtilmiştir.6 ABD,
bunun yanında Fransa’nın, aslında onun kendi kafasında düşündüğü gibi Batı
Avrupa’da liderliği üstlenmek gibi bir iddiası olmadığını fark etti. Fransız hükümeti
3
4
5
6
Urwin, s..59.
B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. (26.02.2006)
Urwin, s.59.
Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl siyasi Tarihi: 1914-1980, 4.Baskı, Ankara:Kültür Yayınları, 1987,
s.442.
5
içeride agresif bir tutum sergileyen komünist bir partiye karşı mücadele veriyordu ve
kendi siyasi istikrarsızlığıyla baş etmek zorundaydı. Dışarıda çok fazla kayba
uğradığı koloni savaşlarına dahi yeterli kaynağı çok zor ayırabiliyordu.7
ABD’nin savaş sonrası için öngördüğü modelin gerçekleşmesi mümkün
görünmüyordu. Fransa ve İngiltere’nin, etkili bir güç olamayacak kadar güçsüz
düşmeleri, ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir güç paylaşımını getirdi. Eğer ABD
kendi kıtasına hapsolmak istemiyorsa, Avrupa’daki varlığını pekiştirmek zorundaydı.
Savaştan sonra geçen iki yıl, savaş zamanında oluşan dostlukların kaybolmasına
neden oldu. Zaman içerisinde gelişen olaylar Sovyetler Birliği’nin batıya doğru
ideolojik ve askeri bir yayılma hareketi için çeşitli bölgelerde oluşan zayıflıkları
kolladığını gösteriyordu.8 İnsan zayiatına ilişkin rakamlar da göstermektedir ki,
Avrupa'daki savaşın kaderi Doğu cephesi ve Balkanlarda belirlenmiş; savaştan en
çok maddi tahribata ve insan kayıplarına uğrayarak çıkma pahasına, Polonya,
Macaristan, kısmen Avusturya, Çekoslovakya, Romanya ve Bulgaristan mihver
güçlerinden ya da mihvere bağımlı rejimlerden Sovyetler Birliği tarafından
arındırılmıştır. Eski Almanya'nın doğu kesimi Sovyetler tarafından işgal edilmiş,
Yugoslavya'da 1948'e kadar Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler içinde kalan bir
komünist rejim kurulmuş ve Yunanistan akıbeti belirsiz bir iç savaşa sürüklenmiştir.
Dolayısıyla, Orta Avrupa, ve Balkanlarda askeri altyapıya dayalı kesin bir Sovyet
üstünlüğü oluşmuştur.9
Yunanistan’daki gerilla savaşı, Fransa ve İtalya’daki komünist girişimler,
Finlandiya’ya empoze edilen Sovyet düşünceleri, Almanya üzerindeki tartışmalar,
7
8
9
Urwin, s.59
Urwin, s.59.
B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. (26.02.2006)
6
Çekoslovakya’daki komünist darbe, Berlin ablukası birbiri ardına gelişti. Bütün bu
olaylar Sovyet ideolojilerinin yayılışına işaret ederken aynı zamanda Avrupa’nın
askeri güçsüzlüğüne de vurgu yapıyordu. Tüm bu olaylar ABD’nin Avrupa
meselelerinin içine çekilmesine neden oldu. ABD okyanusun öteki yakasına
hapsolup kalmak istemiyorsa Avrupa’nın yanında yer almalıydı. Avrupa’nın Sovyet
kontrolüne girmesi demek dünyanın en büyük ekonomik merkezlerinden birinin
ABD’nin kontrolünden çıkması demekti.10
ABD, bu gelişmeler üzerine geleneksel tecrit politikasından vazgeçmeye
başlamış ve Avrupa ülkeleriyle, komünizme karşı ortak bir mücadele vermiş, Avrupa
ülkelerinin komünizmin etkisi altına girmemesi için Avrupa’ya, özellikle soğuk
savaşın sonlarına kadar siyasi, mali ve askeri destek vermiştir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa’nın bu dönemde dış
politikalarında paralel hareket etmelerine en güzel örnek, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nde sergiledikleri tutumdur. Birleşmiş Milletler, 1944 yılında,
1919 yılında kurulmuş olan Milletler Cemiyeti’nin temelleri üzerine kurulmuştur.
Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi olmak üzere iki ana karar mekanizması
bulunmaktadır. Genel Kurul’da her üye ülkenin bir oy hakkı bulunmakta ve kararlar
üçte ikilik çoğunlukla alınmaktadır. Güvenlik Konseyi’nde ise 5 büyük devlet olan
Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İngiltere, Çin ve Sovyetler Birliği’nin daimi oy
hakkı ve veto yetkisi bulunmaktadır. Güvenlik Konseyi, büyük devletlerin, savaş
sonrası dünya düzenini şekillendirmek üzere aralarında konuşup uzlaşabilecekleri bir
platform olması amacıyla oluşturulmuştu. Ancak, savaş zamanı kurulan ittifakların
savaş sonrası dönemde bozulması Güvenlik Konseyi’nin etkili kararlar alabilmesini
10
Urwin, s.59.
7
güçleştirmiştir. Çin’de Komünist güçler yönetimi ele geçirip ulusalcıları ülkeden
göndermiş, Sovyetler Birliği ise gitgide daha negatif bir tavır sergilemeye başlamış,
hemen her konuda veto yetkisini kullanır olmuştur. Buna karşılık Batı Avrupa ve
Amerika’nın üç büyük devleti olan ABD, Fransa ve İngiltere, ortaklıklarının bir
simgesi olarak her konuda ortak hareket eder olmuşlardır. 11
Daha önce de belirtildiği üzere, bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri
gelişen Komünist tehdit üzerine geleneksel tecrit politikasından vazgeçmiş ve
Avrupa işlerinde söz sahibi olmaya başlamıştır. 1947 yılında ilan edilen Truman
Doktrini,
bu
politika
değişikliğinin
siyasi
anlamdaki
ilk
adımı
olarak
değerlendirilebilir. Bu doktrin, esas olarak Yunanistan ve Türkiye’yi kapsamasına
rağmen, ABD’nin, Avrupa’da gelişen siyasi olaylara ilk aktif müdahalesi olması
açısından önemlidi.
2.
Truman Doktrini
ABD’yiı tecrit politikasından vazgeçmeye ve harekete geçmeye yönlendiren
Doğu Akdeniz’de gelişen Komünist girişimler olmuştur. Bir taraftan Komünist
gerillalar Yunanistan’da kontrolü ele geçirmeye çalışırken bir taraftan da Sovyetler
Birliği, Türkiye’ye Karadeniz Boğazları’nda söz
sahibi olmak, özellikle savaş
gemilerinin kiralanması ve askeri konularda ortak savunma amaçları geliştirilmesi
gibi konularda baskı uyguluyordu. Bunun dışında, Yugoslavya’yı Trieste üzerindeki
iddia ettikleri haklar konusunda destekliyor, ayrıca İran’ı eski İtalyan sömürgeleri
olan Tripolitania ve Eritrea’yı alması konusunda yönlendiriyordu. Ayrıca, Asya’da
Mao Zedong’un kuvvetleri Çin’deki sivil savaşı yavaş yavaş kazanıyorlardı. Dolayısı
11
Urwin, s.61.
8
ile Yunanistan’daki gelişmeler o ülkeye özgü bir olay değil, global bazda gelişen
bazı olayların bir parçasıydı. 12
Yunanistan’da 31 Mart 1946 yılında yapılan seçimlerin ardından gelişen
olaylar sonucunda direnişçi Yunan Komünist gerillalar ile İngiltere tarafından
desteklenen muhafazakar, monarşik hükümet arasında sivil savaş başlamıştır.13
Komünist gerillalar ülkenin bir bölümünü ele geçirmişlerdir. Yunanistan hükümeti,
gelişen olaylar karşısında dünyada Akdeniz’in jandarmalığı görevini üstlenmiş olan
İngiltere’nin yardıma gelmesini beklemiş fakat bu gerçekleşmemiştir. Çünkü İkinci
Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’da varlığını sürdürmeye devam edebilen tek
ciddi askeri güç olan İngiltere, yorulmuş ve kendisi de ekonomik sıkıntılarla
uğraşıyor olması sebepleriyle önceliklerini değiştirmek ve askeri harcamalarını
kısmak zorunda kalmıştır. Dolayısı ile bedeli ne olursa olsun Yunanistan’a müdahale
edememiştir. Burada oluşan boşluğu doldurabilecek tek ülke olarak Amerika Birleşik
Devletleri kalmıştır.
Öte yandan, aynı dönemde Türkiye’de de bir takım gelişmeler yaşanmıştır.
Sovyetler Birliği, Türkiye’ye Karadeniz Boğazları’nda söz sahibi olmak, özellikle
savaş gemilerinin kiralanması ve askeri konularda ortak savunma amaçları
geliştirilmesi gibi konularda baskı uygulamıştır. Sovyet baskısına karşı direnebilmek
için Türkiye 650.000 kişilik bir ordu oluşturmuştur. Bu ordu ülkenin zaten zayıf olan
12
13
Urwin, s.64.
Daniel R. Brower, The World in the Twentieth Century: The Age of Global War and
Revolution ,2nd Ed., New Jersey:Prentice Hall, 1992, s.175.
9
ekonomisine bir yük getirmiş ve halkın tepkisini çekmiştir.14 Başkan Truman
yaşanan bu gelişmeler üzerine, Doğu Akdeniz’de İngiltere’nin çekilmesiyle oluşan
boşluğu doldurmayı kabul etmiştir. Fakat Başkan’ın bu kararı sadece küçük bir
ülkede oluşan bir Komünist ayaklanmanın önünü kesmekten çok daha önemli şeyleri
sembolize etmektedir. Truman, geleneksel Amerikan politikası olan tecriti terk etmiş
ve 12 Mart 1947’de Truman Doktrini’ni ilan etmiştir.15
Başkan Truman 12 Mart 1947 tarihinde Kongre’ye yaptığı konuşmada,
Yunanistan ve Türkiye’nin ciddi ekonomik sıkıntı içinde olduğunu ve içinde
bulunduğu sosyal problemleri ancak Amerikan yardımı ile gerçekleşecek hızlı bir
modernleşme
süreci
ile
aşabileceğini
savunmuştur.16
Türkiye’nin
toprak
bütünlüğünün korunmasının Ortadoğu düzeninin korunması için bir zaruret olduğu
belirtilmiş ve Türkiye ile Yunanistan’ın durumlarının birbirlerine bağlılığı şöyle
ifade edilmiştir: “Eğer Yunanistan silahlı bir azınlığın kontrolü altına düşerse, bunun
Türkiye için neticeleri çok ciddi olur. Böyle bir halde karışıklık ve düzensizlilk bütün
Orta Doğu’ya yayılabilir.”17 Truman’a göre, “Totaliter rejimler sefaletin ve
yoksulluğun içinde büyürler. Halkın daha iyi bir yaşam için bir umudu kalmadığında,
daha da güçlenirler. O yüzden o umudun canlı tutulması gerekir.” Truman, bu
görüşten yola çıkarak, ABD’nin, Polonya, Romanya ve Bulgaristan’da olduğu gibi,
kendilerine totaliter rejimler empoze edilmeye çalışılan özgür halklara, kurumları ve
toplumsal bütünlüklerini ayakta tutabilmeleri için yardım etmesi gerektiğini
savunmuştur. Bu noktadan hareketle, Kongreye 400 Milyon $ ekonomik ve askeri
14
15
16
17
F.R.Willis, Europe In The Global Age, 1939 to the Present, Davis: Harper&Row Publishers,
University of California, 1968, s.193.
Urwin, s.65.
Larry I. Bland, ‘The Truman Doctrine’, Marshall and the Plan,
http://www.marshallfoundation.org/library/marshall_and_the_plan.html (02.04.2007)
Armaoğlu,, s.442.
10
yardım yapılması için teklif götürülmüş ve girişim ilk başta ABD’de ciddi saldırılara
maruz kalmış olsa da daha sonra Temsilciler Meclisi ve Senato’dan yüksek oranda
oy alarak kabul edilniştir. Bu yardımın 250 Milyon $’ı Yunanistan’a, 150 Milyon $’ı
ise Türkiye’ye verilmiştir.18 Bu doktrin, ABD’nin dünyanın herhangi bir yerinde
komünizmin yayılmasını önlemeyi görev edindiğini göstermektedir.19 ABD, 1947
yılının başından başlayarak, yalnız Yunanistan ile Türkiye’ye askeri yardım
yapmakla kalmamış, aynı zamanda dış politikasında yeni bir unsur olarak “Sovyetler
Birliği’ni Çevreleme Politikası”nı (Containment Policy) benimsemiştir.20
Amerikan yardımı, Yunanistan’ın Komünist gerillalarla mücadelesinde ciddi
katkı sağlamıştır. Bunun yanında hükümetin konumu da, genel af ilan edilmesi,
İkinci Dünya Savaşı kahramanı General Papagos’un komutanlığa getirilmesi ve 12
Nisan 1947’de Kral Paul’ün Kral II. George’un yerine geçmesi ile güçlenmiştir. 1949
yılının sonlarına doğru Komünist güçler yenilgiye uğratılmış, Yunanistan, Truman
programı çerçevesinde 648 Milyon dolar yardım almış ve bunun 529 Milyonu askeri
harcamalar için kullanılmıştır. Türkiye ise aldığı yardımın 100 Milyonunu askeri
harcamalar için kullanmış, geri kalan kısmını daha acil olan diğer ihtiyaçlar için
kullanmıştır. Daha sonraki dönemde Türkiye’deki ABD kuvvetleri sayıca hızla
artmış ve 14.000’e ulaşmıştır. Türkiye’nin bundan sonraki 13 yıl içerisinde ABD’den
aldığı askeri yardımın toplam tutarı ise toplam 2 Milyar Doları bulacaktır.21
18
19
20
21
Larry I. Bland, (02.04.2007)
Willis, s.193.
Oral Sander, Siyasi Tarih: 1918-1994, 10.Baskı, Ankara:İmge Kitabevi, Nisan 2002, s.258.
Willis, s.194.
11
3.
1940’lı Yıllarda Almanya Sorunu
Truman Doktrini’nin ilanından sonra, ABD’nin Avrupa kıtasıyla ilgili en
yoğun dahil olduğu konu, Almanya’nın geleceği üzerine yaşanan tartışmalar
olmuştur. Bu konu daha çok Sovyetler Birliği ile ABD önderliğindeki Batılı
Devletler mücadelesi şeklinde gelişmiştir. Ancak, özünde bir Avrupa ülkesinin
geleceğiyle ilgili olan bu olayın çözümlenmesi sürecinde ABD’nin çok yoğun ilgisi
ve müdahalesi söz konusu olduğu için bu çalışmada bu konuya yer verilmiştir.
Almanya, savaş sonrasında dört büyük gücün denetimi altına alınmıştır. Başta
Almanya’ya karşı izlenen politika silahsızlandırma ve cezalandırma yönündeyken
zamanla Almanya, doğudaki komünist rejimin ve Batılı devletlerin mücadele alanına
dönüşmüştür. Bu nedenle, 1946 yılında ABD, Almanya’ya karşı politikasını
cezalandırmadan yeniden yapılandırmaya dönüştürmüştür. Bu strateji değişikliğinde
Orta Avrupa’da genişleyen Sovyet etkisinin yanında, Almanya’nın getirdiği mevcut
ekonomik yükün de etkisi olmuştur.22
Almanya’nın geleceği üzerine tartışmaların soğuk savaş sonrası dönemde bu
kadar önem kazanmasının iki ana nedeni vardır. Bunlardan ilki, Berlin’in Batılı
kuvvetler denetiminde kalan kısımlarının Sovyet denetim alanının ortasında
kalmasıdır. Bu da Doğu ve Batı Bloku arasında sürekli gerilime neden olmuştur.
Diğer neden ise, Almanya ve Avusturya İkinci Dünya Savaşı Sonrası’nda resmi barış
anlaşmaları imzalanmayan iki devlet olarak kalmış iken, bunlardan Avusturya ile
1955’te imzalanan anlaşma ile Avusturya’nın demokratik ve tarafsız bir ülke haline
gelmiş, Almanya’nın ise geleceğine karar verilmemiş tek ülke olarak kalmış
22
Brower, s.173.
12
olmasıdır.23 Öte yandan, Batılıların Batı Berlin’deki ve Batı Almanya’daki
faaliyetleri de Sovyetler için can sıkıcı olmaktaydı. Amerika, İngiltere ve Fransa
kendi işgal bölgelerinde gerçek anlamda demokratik bir rejim tatbik ediyorlar ve
ayrıca ekonomik kalkınma için de her türlü çabayı sarfediyorlardı.24 Moskova’da, 12
Mart 1947 tarihinde, Dördüncü Dış İşleri Bakanları Konseyi’nde Başkan Truman’ın
yaptığı konuşma, Almanya barış görüşmelerinde bir uzlaşmaya varılması ihtimalini
zayıflattı. Sovyet Rusya’nın, ABD’nin Avrupa’daki planlarına ilişkin kuşkuları
çoğaldı ve Rusya’nın Doğu Almanya’daki varlığını sürdürmek ve Batı Almanya’da
da bir güç elde etmek yönündeki kararlılığı arttı. Moskova görüşmeleri tam bir
çıkmaza girmiş oldu. Savaş tazminatı, Ruhr bölgesinin denetimi ve Almanya’nın
geleceği gibi konularda Sovyetler Birliği ile Batılı Devletler uzlaşamadıkları için
görüşmeler sonuçsuz kalmıştır. 25
Dış İşleri Bakanları Konseyi’nin 25 Kasım-15 Aralık 1947 tarihleri arasında
Londra’da gerçekleştirdikleri toplantıda müttefik güçler ve Sovyet Rusya arasında
yine anlaşma sağlanamamıştır. Bu durum, giderek iki ayrı Almanya’nın doğmasına
yol açmıştır. 26 Batılı üç devlet, savaş bittikten sonra, Almanya’nın işgal statüsünün
sona ererek bütünlüğünün tekrar kurulabileceğini ümit etmişlerdir. Ancak bu
konferansı Ruslarla anlaşmaya varılması konusundaki başarısızlığın kesinleştiği
nokta olarak değerlendirmişler ve kendi denetimlerinde bulunan üç Alman bölgesinin
birleştirilmesi ve bağımsız bir Batı Alman Devletinin kurulması konusunda
23
24
25
26
Terry Morris ve Derrick Murphy, Europe 1870-1991, 5th Ed, London: Collins Educational,
2003, s.396.
Armaoğlu, s.446.
Willis, s.194.
Willis, s.200.
13
çalışmalara başlamışlardır.27 Şubat-Haziran 1948 döneminde, İngiliz, Fransız ve
Amerikan delegeleri, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda temsilcileri ile Londra’da bir
konferansta bir araya gelmişler ve 7 Haziran 1948 tarihinde batılı üç Alman
bölgesinin
birleştirilmesi
ile,
demokratik,
federal
bir
Batı
Almanya’nın
oluşturulacağı duyurulmuş ve bir anayasa hazırlanması için gerekli kişilere yetki
verilmiştir. İşgal güçleri, üç üyeli bir Müttefik Güçler Yüksek Komisyonu (Allied
High Commission ) aracılığı ile denetim yetkisine sahip olmaya devam edeceklerdir.
Bunun yanında Almanya’nın silahsızlanması Askeri Güvenlik Kurulu’nun (Military
Security Board), Ruhr bölgesi kömürünün dağıtılması ise bir uluslararası otoritenin
denetiminde
olacaktır.
Batı
Almanya
hemen
Marshall
Yardımlarından
faydalandırılacaktır. 20 Haziran 1948’de Üç Batı Bölgesinde para reformu
gerçekleştirilmiş, Anayasa 23 Mayıs 1949’da imzalanmış ve halk tarafından
onaylanmış, Almanya Federal Cumhuriyeti, 21 Eylül 1949’da Conrad Adenauer’in
Hristiyan Demokrat Parti Hükümeti’nin seçimleri kazanmasıyla kurulmuştur.
Bu faaliyetlere Sovyet tepkisi, Berlin’in abluka altına alınmasıdır.28 Sovyet
işgal güçleri karayolu ve demiryollarına ambargo uygulayarak Sovyet bölgesinden
Batı bölgesine geçişi engellemişlerdir.29 Böylece Batı Berlin’de yaşayan iki buçuk
milyon insanın temel ihtiyaç maddelerini keserek Batılıları ödün vermeye zorlamayı
amaçlamışlardır. Fakat buna müttefik güçlerin yanıtı hava yolundan Batı Berlin’de
bulunan iki buçuk milyon insanın gıda ve yaşamsal ihtiyaçlarının tedarik edilmesi
şeklinde olmuştur. Öte yandan Batı Berlin’den de doğuya geçişler yasaklanmış ve
27
28
29
Armaoğlu, s.446.
Sander, s.251.
Willis, s.200.
14
asıl bu durum Doğu Berlin’de yaşayanlar için zorluklara neden olmuştur.30 Tüm
devletler açık bir biçimde bu hareketi desteklemiş olsalar da bu proje büyük ölçüde
ABD tarafından finanse edilmiştir. Çünkü bu yardımın maliyeti çok yüksek olup bu
finansal güç sadece ABD’de bulunmaktadır. Bu şekilde şehre hava yolu ile yapılan
yardım yaklaşık 1 yıl devam etmiştir.
ABD’nin bu desteği Batı Avrupa’ya büyük bir psikolojik destek olmuş ve
ekonomik bir ablukanın Batı’nın Berlin’den vazgeçmesi anlamına gelmeyeceğine
inandırmıştır. Buna karşın Sovyetler Birliği sonunda yenilgiyi kabullenmiştir.
ABD’nin hava üstünlüğü ve nükleer gücü nedeniyle karasal üstünlüğünü
kullanamamıştır.31
Sovyet Rusya bu hareketinden sonuç alamayınca 12 Mayıs
1949’da, “kara ve demir yollarının bir yıl süre ile tamirat nedeniyle kapalı kaldığını
ve artık tamiratın bitmesi nedeniyle yeniden ulaşıma açıldığını” duyurmuştur.32
Bu sürecin sonunda Batı Berlin, Batılı kuvvetler için büyük bir kazanç olmuş
fakat bunun bedeli Almanya’nın ikiye bölünmesi olmuştur. Bu da ileride iki
Almanya’nın tekrar birleşmesi gündeme geldiğinde, Sovyetler Birliği ve Batı Bloku
arasında oluşabilecek bir krizin altyapısını hazırlamıştır. Bunun yanında Doğu Berlin
Sovyet güçlerinin Batılı güçlere karşı girişebileceği bir saldırıyı yönetebileceği bir
yer konumunu almıştır.33 Bunun yanında, Doğu Almanya tarafından çevrili bulunan
Batı Berlin ise komünist blokun ortasında kapitalizmin öncü karakolu rolünü
üstlenmiştir. 34
30
31
32
33
34
Willis, s.200.
Urwin, s. 71.
Willis, s.200.
Willis, s.200.
Georges Langlois vd, 20.Yüzyıl Tarihi, 1.Baskı, İstanbul: Nehir Yayınları, 2000, s.282.
15
Sovyetler Birliği 1948 yılı Eylül ayında Federal Almanya’nın kurulması
üzerine giriştiği bu faaliyetlerden sonuç alamayınca, 7 Ekim 1949’da kendi işgal
bölgesinde Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etmiştir.
4.
Batı Avrupa’nın Komünizm Tehdidine Karşı Birleşmesi
1945-1950 yılları arası Amerika Birleşik Devletleri ile Batı Avrupa arasında
uzun yıllar sürecek olan bir ortaklığın temellerinin atıldığı önemli yıllardır. Marshall
Yardımları’ndan başlayarak Kuzey Atlantik İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşuna kadar
uzanan süreçte atılan adımlar ilişkilerin ekonomik, askeri ve siyasi boyutunun
temelini teşkil etmektedir. Bu dönemde yaşanan en önemli gelişme, Amerika
Birleşik Devletleri –Avrupa Devletleri ilişkilerinin belki de doruk noktasını
oluşturan, Marshall Yardımları olmuştur. Bu konu ilişkilerin ekonomik boyutunun
incelendiği çalışmanın ikinci bölümünde detaylı bir şekilde ele alınacağından burada
değinilmeyecektir.
Marshall Yardım Planı, özünde ekonomik görünmesine rağmen siyasi amacı
olan bir plandır. Bu nedenle Yardımların arkasından yaşanan gelişmeler de siyasi
içerikli olmuştur. Marshall Planı’nı Batı Bloku’nun bir örgütlenişi olarak
değerlendiren Sovyetler Birliği, buna karşılık Cominform’u (Communist Information
Bureau-Komünist Bilgi Bürosu) kurarak komünist devletleri örgütlemeye çalışmıştır.
Bu gelişmenin meyvesi olarak Eylül-Aralık 1947 döneminde, Fransız ve İtalyan
Komünistleri Marshall Planı’nı protesto etmek üzere bir dizi grev düzenlemişlerdir.
16
Hükümetin hemen eylemcilere karşı harekete geçmesi, ekonomik sıkıntı ve sert
geçen kış işçileri tekrar işbaşına geçmek zorunda bırakmıştır.35
Daha sonraki dönemde Komünist partiler güç kaybetmiş, hükümetin güç
kullanma tehdidi üzerine çıkan olaylardan da çıkar sağlamaya çekinmiş, ve
sendikalar üzerindeki etkileri de azalmıştır. Bu dönemden sonra daha önce tarafsız
kalmayı tercih etmiş olan Danimarka gibi bazı ülkeler Amerikan himayesine ihtiyaç
duymaya başlamış ve Batı Blokuna yaklaşmışlardır.36 Daha sonraki dönemde 1970’li
yıllarda Eurokomünizm düşüncesi belirene kadar herhangi bir ciddi komünist tehdit
oluşmamıştır.
1948 yılının sonlarına doğru Amerika Birleşik Devletleri Avrupa İyileştirme
Programı’nı (European Recovery Programme) devreye sokmuş ve Almanya ve
Berlin’de kalma yönündeki kararlılığını göstermiştir. O tarihten itibaren Sovyet
genişlemesi ABD ile açık bir savaşa girmeden batıya doğru daha fazla
ilerleyemeyecektir. Amerika’nın nükleer üstünlüğü nedeni ile de açık bir savaş kabul
edilebilir görünmemektedir. O halde Sovyetler Birliği için daha fazla genişlemenin
tek yolu yerel Komünist akımların başarılı olmasıdır.
Bunun gerçekleşmesi ise
düşük bir ihtimaldir. Daha doğuda, Amerikan baskısı ve garantisi, Türkiye’nin
kararlılığını pekiştirmiş, Yunanistan’da komünist gerillaların güçleri Tito’nun
Sovyetler Birliği ile bağını koparma ve daha bağımsız ulusal bir strateji izleme kararı
almasının ardından büyük ölçüde zayıflamıştır. Yugoslavya’nın da Moskova’nın
uluslar birliğinden ayrılması Yunanistan’ın en büyük tedarik yolunun kapanmasına
35
36
Willis, s.199.
Urwin, s.68.
17
neden olmuş ve bundan sonra komünist gerillalar ancak savunma yapabilmişlerdir.37
Cominform hiçbir zaman kendisinden beklenen sınırlara ulaşamamıştır. Demir
perdenin arkasındaki etkisi her zaman önemsiz düzeyde kalmış ve 1956’da Varşova
Paktı’nın kurulmasından sonra resmi olarak yara almıştır.
Komünist hareketlerin temel amacının en çarpıcı şekilde görüldüğü olay,
Şubat 1948’de Çekoslovakya’da gerçekleşen darbedir. Başkan Benes ve Dış İşleri
Bakanı Jan Masaryk, 1945’de devletin başına döndüklerinde demokrasi ve
komünizmin yer yüzünde bir arada varolabileceğini temsil eden iki devlet adamı, bu
darbe ile uluslararası arenadan silinmişlerdir. 1948 yılının sonlarına doğru,
Çekoslovakya, Sovyet Rusya’nın en disiplinli uydularından birisi haline gelmiştir.38
Komünistlerin Çekoslavakya’da iktidarı ele geçirmeleri, Sovyet Rusya’nın niyetleri
bakımından Batılılar için bir alarm olmuştur.39 Nihayet tehdidin büyüklüğünü
algılayan Batılı devletler kendi savunmaları için kalıcı bir askeri birlik oluşturmaya
karar vermişlerdir.40
Kalıcı bir askeri birlik oluşturma konusunda liderliği Ocak 1947’de Bevin
üstlenmiş ve Fransız Başbakanı Leon Blum’a Alman saldırganlığına karşı ortak bir
yardım ve birlik anlaşması yapma önerisinde bulunmuştur. Anlaşma, 4 Mart 1947’de
Dunkirk’de imzalanmıştır. 22 Ocak 1948’de Bevin, İngiltere’nin Avrupa’nın dışında
kalamayacağı
ve
sorunlarını
Avrupa’nın
sorunlarından
ayrı
olarak
değerlendiremeyeceği yönünde bir konuşma yapmıştır. Rusya’nın Marshall
Yardımını kabul etmemesi ve Dış İşleri Bakanları Konseyi’nin başarısızlıkla
37
38
39
40
Urwin, s.69.
Willis, s.201.
Armaoğlu, s.445.
Willis, s.201.
18
sonuçlanması, Batı Avrupa’nın bağımsız devletlerinin bir araya gelmesi gerektiğini
göstermektedir. Batı Avrupa’nın birleşmesinin zamanı gelmiştir. Belçika Başbakanı
ve Dış İşleri Bakanı Paul Henri Spaak, bu öneriyi, Belçika’nın yıllar boyunca
sürdürdüğü tarafsızlık politikasına aykırı olmasına rağmen olumlu karşılamıştır.
Spaak’a göre, İkinci Dünya Savaşı, Belçika’nın siyasi, ekonomik ve askeri olarak tek
başına kalamayacağını göstermiştir. Spaak, Batılı demokratik devletlerin olabilecek
en güçlü entegrasyonu oluşturmalarından yanadır ve böyle bir bütünleşmenin başarılı
olabilmesi için İngiliz katılımının şart olduğunu düşünmektedir ve Belçika, Hollanda
ve Lüksemburg hükümetlerinin de desteğiyle İngiliz hükümetini mevcut askeri
anlaşmayı, ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliğini de kapsayacak şekilde
genişletmeye ikna etmiştir. Anlaşma, 17 Mart 1948’de Brüksel’de imzalanmıştır.41
Bu antlaşma ile taraflar, ortak bir savunma sistemi kurmayı, ekonomik ve kültürel
ilişkilerini güçlendirmeyi kararlaştırmışlardır. Brüksel Antlaşması’nın dördüncü
maddesine göre, taraflardan biri “Avrupa’da silahlı bir saldırıya uğradığı taktirde”
antlaşmayı imzalamış bulunan öteki devletler, ellerindeki askeri ve öteki tüm
olanaklarla saldırıya uğrayan ülkeye yardım edeceklerdir.42 Batı Avrupa Birliği’ne
başlangıçta, İskandinav Ülkeleri de dahil edilmek istenmişse de, bu ülkeler,
Sovyetler Birliği ile komşulukları dolayısı ile, bu devleti kışkırtmak istememişler ve
bu ittifaka dahil olmaktan kaçınmışlardır.43 1948 Eylül’ünde de Brüksel Antlaşması
çerçevesinde bir askeri organ kurulmuş ve Batı Birliği Savunma Örgütü adını
almıştır.44 Hava, kara ve deniz kuvvetleri için bir temel atılmış olmasına rağmen, beş
41
42
43
44
Willis, s.201.
Sander,s.264.
Armaoğlu, s.445.
Sander, s.264.
19
ülkenin kuvvetlerinin birleştirilerek tek bir ortak kuvvet oluşturulması fikri henüz
gündeme gelmemiştir.45
5.
NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü)’nun Kurulması
Bevin’in Avrupalılık konusundaki açıklamalarına rağmen, onun için ABD ile
işbirliği önceliğini korumaya devam ediyordu. Ona göre Batı Avrupa’da
oluşturulacak bir birliğin doğal bir uzantısı ABD ve Kanada, İngiliz Uluslar
Topluluğu (English Commonwealth) nedeniyle Asya ve Afrika ve Pan-Amerikan
Birliği nedeniyle Güney Amerika idi. Amerika Birleşik Devletleri, beş devletin
askeri güçlerinin ABD yardımıyla desteklenmesi gerektiğini bilmesine rağmen
Brüksel Anlaşmasının imzalanmasını olumlu karşılamıştır. Brüksel Antlaşması
Devletleri, böyle bir antlaşmayı, sağlayacağı savunma gücüne inanarak değil, bir
birlik oluşturma konusundaki kararlılıklarını gösterdikten sonra, asıl ABD’yi bir
ittifak içine çekmek için imzalamışlardı.46 Başkan Truman, anlaşmanın imzalandığı
gün Kongreye yaptığı konuşmasında, “Avrupa’nın bağımsız uluslarının kendilerini
savunmak yolundaki kararlılıkları bizim tarafımızdan da onlara yardım etmek
yönünde eşit bir kararlılıkla desteklenecektir.” demiştir. Senatör Vandenberg,
Dışişleri Bakanlığı’na da danışarak bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor, ABD’nin
hukuki yoldan karşılıklı yardım ilkesine dayanan bölgesel ve toplu tedbirlere
başvurmasını ve ulusal güvenliğini tehlikeye düşürecek silahlı bir saldırı durumunda
tek tek ya da toplu olarak meşru savunma hakkını (BM Antlaşması’nın 51.
maddesinde anlatımını bulmaktaydı) kullanma kararlılığını doğrulayarak, barışın
45
46
Willis, s. 202.
Sander, s.265.
20
korunmasına katkıda bulunmasını” öneriyordu. Bu karar tasarısı, 11 Haziran 1948
tarihinde ABD Senatosu tarafından kabul edildi.47
İki partinin de desteğiyle, Truman yaz aylarında Brüksel anlaşmasına taraf
devletlerle görüşmelere başlamıştır. Ekim ayında Brüksel anlaşmasına taraf beş
devlet, ABD ve Kanada Kuzey Atlantik’te ortak bir savunma anlaşması
oluşturulmasına karar vermişlerdir. Aralık ayında, Danimarka, İzlanda, İtalya,
Norveç ve Portekiz’de anlaşmaya katılmak üzere davet edilmişler ve anlaşma 4
Nisan 1949’da Washington’da imzalanmıştır.48 Savaşta tarafsız kalmış olan İsveç,
İrlanda ve İsviçre antlaşmaya katılmamış, totaliter rejimi nedeniyle İspanya, işgal
altındaki Almanya ve Avusturya davet edilmemiştir. Daha sonra, 1951 yılında
Türkiye ve Yunanistan da örgüte katılmaya davet edilecekler ve 18 Şubat 1952'de
NATO'ya resmen üye olacaklardır. 9 Mayıs 1955'te Federal Almanya, 1982 yılında
İspanya ve son olarak da 12 Mart 1999'da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya
NATO'ya katılacaklar ve üye devlet sayısı 19'a ulaşacaktır. NATO’nun son
genişlemesi, Bulgaristan, Estonya, Litvanya, Letonya, Romanya, Slovakya ve
Slovenya’nın da katılması ile 29 Mart 2004 tarihinde gerçekleşmiş ve üye sayısı
26’ya ulaşmıştır. Halen, Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya, NATO üyeliğine
hazırlık süreci olan, Üyelik Aksiyon Planı’na (Membership Action Plan)
katılmaktadırlar. 49
Kuzey Atlantik Anlaşması, kısa fakat anlamlı bir dokümandı. On iki ülke,
Avrupa veya Amerika’da bir veya birden fazla ülkeye silahlı bir saldırı olması
47
48
49
Sander, s.265.
Willis, s.203.
B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , et al. “Soğuk Savaşın Kaynakları ve NATO’nun Kuruluşuna
Yol Açan Gelişmeler”, NATO, http://bucatarih.sitemynet.com/seminer/karma/nato.html
(26.02.2006)
21
halinde, bunun bu ülkelerin tümüne yapılmış bir saldırı sayılacağı ve Kuzey Atlantik
Bölgesinde güvenliği yeniden tesis etmek adına, Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın
bireysel veya kolektif savunmaya ilişkin olan 51. maddesine de dayanarak, ülke veya
ülkelere gerek bireysel gerek diğer ülkelerle işbirliği halinde hemen yardım edilmesi,
ve eğer gerekli görülürse silahlı güçlerle yardım yapılması hususunda anlaşmışlardır.
Kuzey Atlantik bölgesine yapılacak bir saldırı, Avrupa ve Kuzey Amerika’da
herhangi bir ülkeye, Fransa’nın Cezayirli kesimlerine, Avrupa’daki herhangi bir
ülkenin işgal kuvvetlerine, Kuzey Atlantik Bölgesinde bulunan ülkelerin herhangi
birinin kontrolü altında bulunan bölgelerden, Yengeç dönencesinin kuzeyinde
kalanlara ve bu bölgede bulunan hava ve deniz kuvvetlerine karşı yapılan silahlı bir
saldırı olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlamayla, Avrupalı devletlerin kolonilerinin
çoğu ABD himayesinin ve askeri desteğinin dışında bırakılmıştır. Anlaşma süresiz
olarak imzalanmıştır fakat herhangi bir ülke istediği taktirde, yirmi yılın sonunda, bir
yıl önceden haber vermek koşulu ile organizasyondan ayrılabileceklerdir. Atlantik
Anlaşması, Senato tarafından 21 Temmuz 1949 tarihinde onaylanmış ve Başkan
Truman tarafından 25 Temmuz 1949’da imzalanmıştır. Başkan Truman aynı gün
Senato’ya bu anlaşmanın doğal bir sonucu olarak, gelecek iki yılı kapsayacak
şekilde, 1,45 Milyar Dolarlık bir Ortak Savunma Yardım Programı sunmuştur.
Yapılan birçok değişiklikten sonra, NATO kuvvetleri, Yunanistan, Türkiye, İran,
Kore ve Filipinler için nihai yardım tutarını 1,314 Milyar ABD Doları olarak
belirlemiş ve bu tasarı 28 Ekim 1949 tarihinde kanunlaşmıştır. 26 Temmuz 1950
tarihinde de Ortak Savunma Yardım Programının ikinci senesi için tahsis edilen
rakam, 1,222 Milyar $ olarak belirlenmiştir.50
50
Willis, s.203.
22
Antlaşmadan çekilme hakkı, Antlaşmanın 12. ve 13. maddelerinde
düzenlenmiştir. Bu maddelere göre, her on yılda bir antlaşma gözden geçirilecek,
kuruluşundan yirmi yıl sonra her üye devlet bir yıl önceden haber vermek koşulu ile
antlaşmadan çekilme hakkına sahip olacaktır.
NATO’nun ortak savunma ilkesi dışında bir başka amacı ise, üyeleri arasında
ekonomik ve siyasal istikrarı sağlamak ve yakın ilişkiler kurmaktır. Bu amaçla ilgili
olan ikinci madde de, “Taraflar, kendi özgün kuruluşlarını sağlamlaştırmak, bu
kuruluşların dayandığı ilkelerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve istikrar ile refahı
sağlamaya yönelik koşulları geliştirmek yolu ile uluslararası iyi niyetli ve dostça
ilişkilerin gelişmesine yardım edeceklerdir. Taraflar Uluslararası ekonomik
politikalarındaki tüm farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışacaklar ve içlerinden her
biri ya da tümü arasında ekonomik işbirliğini teşvik edeceklerdir.” denilmektedir.
NATO ya da Atlantik İttifakı’nın başında, üye devletlerin dışişleri
bakanlarından oluşan Kuzey Atlantik Konseyi bulunmaktadır.51
Sovyetler Birliği’nin, Marshall Yardımları’nın, ABD ile Avrupa arasında,
kendisine karşı oluşturulacak askeri bir işbirliğinin ilk adımı olduğu yönündeki
kuşkuları Atlantik Paktı’nın kurulması ile doğrulanmıştır. Atlantik Paktı, sadece
Komünist Partiler ve sol kanattaki Sosyalist partiler tarafından değil aynı zamanda
iki taraf arasında bir seçim yapmak zorunda kalmak istemeyen tarafsız devletler
tarafından da tepkiyle karşılanmıştır. İngiltere’de Bevin, muhafazakar parti
tarafından desteklenirken, kendi partisinin sol kanadı tarafından eleştirilmiştir.52
Fransa’da sağ görüşlü partiler ve Komünistler anlaşmayı Almanya’nın yeniden
51
52
Sander, s.268.
Willis, s.203.
23
silahlanmasına olanak vereceği gerekçesiyle eleştirmişlerdir. İtalyan hükümetine
Komünist partiler ve Sosyalistlerin sol kanadından büyük baskı yapılmış ve ülkenin
her tarafında Atlantik Paktı aleyhine gösteriler düzenlenmiştir. Ayrıca Sovyet
hükümeti, Başbakan De Gasperi’yi, İtalyan Barış Anlaşması’nı ihlal ettiğini ileri
sürerek uyarmıştır. Sovyet hükümeti tarafından uyarılan diğer devletler olan Norveç,
Danimarka ve Portekiz, barış zamanında topraklarında herhangi bir yabancı kuvvet
bulundurulmayacağına dair güvence istemişlerdir. Öte yandan Anlaşma, Avrupa’daki
her üye devlet tarafından büyük oy çokluğuyla kabul edilmiştir. Sovyet Birliği’nin
ezici kara kuvvetlerinden duyulan korku, Rusya’nın Doğu Avrupa’da uyguladığı
taktiklere ve yerel komünist partilere karşı duyulan kuşku, Demir Perde’nin batısında
ABD’nin Avrupa’yı koruyacağına dair yasal bir güvence olması ihtiyacı ve barışın
ancak güç dengesi ile sağlanabileceğine yönelik inanç, Avrupalı Devletleri, Amerika
Birleşik Devletleri liderliğinde kurulan ortak bir savunma anlaşmasına dahil olmaya
itmiştir.53
NATO’nun önemli özelliklerinden biri, ABD’nin barış zamanında Avrupa
ülkeleri ile yaptığı ilk askeri ittifak olmasıdır. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sonrasının
kargaşa ortamında, Batı Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki ilişkilere belirli bir
düzen ve kurallar bütünü getirmiş, ama öte yandan iki blok arasındaki soğuk savaşın
da doruk noktasını oluşturmuştur. Sovyetler Birliği’nin, 1955 yılında NATO’nun
Doğu Bloku’ndaki karşılığı olan Varşova Paktı’nı kurmasıyla, iki blok kesin
çizgileriyle ortaya çıkmıştır. Ne var ki, Avrupa’nın Soğuk Savaş döneminden sonra
gireceği “yumuşama” (detente) havası da bu iki karşıt blok arasındaki güç eşitliğine
53
Willis, s.204.
24
dayanacaktır ve bu güç eşitliğini sağlayan başlıca unsur NATO ile Varşova ittifak
düzenlemeleri olmuştur.54
NATO basit bir savunma antlaşması değildir. ABD Dışişleri Bakanı Acheson,
bu ittifakı şöyle tanımlamıştır: "Antlaşmanın gerekçesi burada temsil edilen milletler
topluluğunun inanç, fikir ve menfaat birliğidir. Hedefi, ortak bir iktidara ulaşmak
değildir. Bütün vasıtalara başvurarak, korumak ve sürdürmek istedikleri bir yaşama
biçiminin gerektirdiği manevi ve ahlaki değerlerin savunulmasıdır". Atlantik
kıyısının liberal devletleri, bu siyasi girişimle, yüzyıllar boyu ortaklaşa yaratmış
oldukları, kişisel hürriyet ve hukuk hakimiyeti ilkelerine dayanan medeniyeti koruma
kararında olduklarını ilan etmişlerdir. NATO Antlaşmasında, üye devletler arasında
fark gözetilmemekle beraber, ABD'nin bu blokta başrolü oynayacağı açıkça
ortadadır. Anlaşmanın resmi belgeleri Washington'da muhafaza edileceklerdir. Yirmi
yıllık süre sonunda ayrılmak isteyen üye devlet, ABD'ye başvuracaktır. Böylece,
Atlantik Paktı çerçevesi içinde ortaklaşa savunma, karşılıklı yardım ve dayanışma
amacı ile birleşen bağımsız batılı ülkeler, ABD' nin zımni himaye ve üstünlüğünü
kabul etmişlerdir.55
Sovyetler Birliği NATO’nun kuruluşuna büyük bir tepki göstermiştir. İttifakı
Avrupa’da “saldırgan Anglo-Amerikan blokunun bir silahı ve bu blokun yeryüzü
egemenliğinin ilk adımı” olarak nitelendirmiştir. Kuruluşlarından sonra NATO ile
Varşova Paktı arasındaki güç ilişkisi, silah teknolojisinde ortaya çıkan gelişmelerin
54
55
Sander, s.270.
B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. (26.02.2006)
25
yol açtığı strateji düzenlemeleri ve sonunda beliren “dehşet” dengesi, 1950 sonrası
dünya tarihinin temel belirleyicilerinden biri olacaktır.56
1949 yılı sonunda Avrupa’da siyasal bir istikrar yavaş yavaş kendini
göstermeye başlamıştır. Almanya ikiye bölünmüş olmasına rağmen, Berlin ablukası
kalkmış ve Federal Almanya ekonomik bakımdan hızlı bir ekonomik kalkınma içine
girmiştir. Çekoslovakya’nın Sovyet Blokuna girmesine rağmen, Yugoslavya bu
bloktan çıkmış ve hatta Yunanistan ile Türkiye gibi Batı’ya eğilimli devletlerle
bölgesel işbirliği olanaklarını araştırmaya başlamıştır. Yunan iç savaşı sona ermek
üzeredir. Marshall Planı’nın başarılı olması sonucu, Batı Avrupa ülkelerinin refah
düzeyleri yükselmiştir. Bunların yanında, ABD’nin de içinde bulunduğu bir savunma
ittifakı,
NATO kurulmuş olup askeri bakımdan hızla örgütlenmekte ve
güçlenmektedir. Ama İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Avrupa rahatlarken, bu
defa soğuk savaş başka bir bölgeye, Uzak Doğu’ya sıçramış ve Avrupa’ya da
yansıyan olumsuz sonuçlarıyla burada açık çatışmaya dönüşmüştür.57
Yeni Atlantik işbirliği agresif bir politika izlemek üzere değil savunma
amaçlı kurulmuştur. Ülkeler aritmetik ortalamalarına göre askeri birlik sağlamayı
taahhüt etmişlerdir. İlk etapta anlaşma ülkelerin gerekli gördüğü hallerde askeri birlik
sağlamalarını öngördüğü için bir askeri destek taahhüt etmemektedir, ancak ABD
anlaşmaya katılmak için bunu şart koşmuştur. ABD’nin katılımı da anlaşmanın temel
amacı olduğu için Avrupa bu şartı kabul etmek zorunda kalmıştır. Bunun yanında
antlaşma, isteyen ülkelerin askeri harcamalarını kısmasına herhangi bir engel teşkil
56
57
Sander, s.271.
Sander, s. 271.
26
etmemekte, hatta ülkelerin NATO kuvvetlerini başka alanlarda da kullanmasına
müsaade etmektedir.58
Anlaşma ilk başta resmi kurumlar oluşturmak maksadıyla yapılmamış, fakat
daha sonra bu yapılanmanın kurumsal bir altyapı oluşturulduğu taktirde daha verimli
işleyeceği anlaşılmış ve hatta oluşturulan yapılanma o kadar başarılı olmuştur ki,
ileriki
yıllarda,
Avrupa
Birliği’nin
kurumsal
altyapısında
örnek alınması
düşünülmüştür.59
Amaç, ortak bir Avrupa ya da Atlantik ordusu oluşturmak değildir. Her ülke
NATO’dan gelen emirler doğrultusunda kendi kuvvetlerini sağlayacaktır. En büyük
desteği ABD verdiği için doğal olarak bir ABD’li komutanı tüm birliklerin başında
olacaktır. Avrupa devletleri arasında ise en büyük desteği Fransa verdiği için
bölgesel komuta ise Fransa’ya verilmiştir. NATO yapılanmasının ilk büyük hedefi
Batı Almanya’nın savunulması olmuştur. Bu nedenle ABD kuvvetleri kalıcı olarak
Batı Almanya’ya yerleşmişlerdir. 60
Sovyetler Birliği’nin karasal kuvvetlerindeki inkar edilemez üstünlüğü
düşünüldüğünde, Batılı kuvvetlerin Almanya’daki fonksiyonunun daha çok bir
savunma kuvveti olmak ve Sovyetler Birliği’ne Batı Almanya’dan vazgeçmektense
tam bir savaşı göze alabilecekleri mesajını vermek olduğu söylenebilir. Bütün NATO
stratejisi ABD’nin hava gücü üstünlüğü ve bir süre için nükleer üstünlüğü üzerine
kurulmuştur. Kara kuvvetleri savunmanın sadece bir alt birimiydi. Genel kanaat
Avrupa’da bir savaş olursa bunun ancak nükleer bir savaş olabileceği, mevcut
58
59
60
Urwin, s.73.
Urwin, s.74.
Urwin, s.74.
27
durumda da ABD’nin nükleer üstünlüğü bulunduğu için Sovyetler Birliği’nin
kapsamlı bir saldırıya cesaret edemeyeceği yönündeydi. 61
Fakat bu stratejik plan, ancak birkaç ay geçerliliğini koruyabilmiştir.
Sovyetler Birliği’nin ilk atom bombasını 1949 yılının son aylarında atmasıyla
nükleer güç açısından denklik sağlanmıştır. 62
1950 yılında Kore’deki savaşın patlak vermesi, mücadele alanını Avrupa’dan
Asya’ya kaydırmış, bu durum aynı zamanda Avrupa’da oluşan genel kanaatin aksine,
Sovyetler Birliği’nin kapsamlı bir savaşı göze alabileceğini de göstermiştir. Bu
Avrupa’nın aleyhine bir durumdur, çünkü savaşın merkezinin uzak doğuya kayması
Avrupa’ya da maddi açıdan zor kaldırabileceği bir takım askeri yükler
yükleyecektir.63
Aslında Atlantik İşbirliği, Batı Avrupa’nın siyasi, sosyal ve askeri bir birlik
olması ideolojisini taşımamaktadır. Fakat Marshall Planı ile birlikte düşünüldüğünde
bu yoldaki girişimleri desteklemiştir. ABD, Avrupa ilişkilerinde, daha önce bu
dönemde olduğu kadar aktif rol almamıştır. Bu dönemden önce ABD tecrit politikası
izlemiş, daha sonraki yıllarda ise dikkatini problemli ülkelere kaydırmıştır. Zaten
daha ileriki yıllarda da Avrupa işlerine ABD müdahalesinden duyulan rahatsızlık
artmış, Avrupa da, ABD’nin Avrupa işlerine fazla karışmasını tasvip etmemiştir.
Başkan Truman döneminde ABD, Batı Avrupalı devletlere siyasi, askeri ve
ekonomik bir işbirliği oluşturulması yönünde büyük destek vermiş, Batı Avrupa’nın
ödeme krizlerini atlatmasına yardımcı olmuş ve Avrupa’nın savunmasına da katkıda
61
62
63
Urwin, s.74.
Urwin, s.74.
Urwin, s.74.
28
bulunarak Avrupa’daki siyasi istikrarın sağlanmasında büyük katkılar sağlamıştır.
Fakat bu istikrarın sağlanmasında Avrupa’da oturmuş köklü demokrasi geleneğinin
de payı büyüktür. 64
6.
1950’li Yıllarda Transatlantik İlişkiler
1950’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa Devletleri
arasındaki siyasi ve askeri ilişkilere bakıldığında, genel olarak dört gelişme göze
çarpmaktadır. Bunlardan ilki ABD’nin Avrupa ile arasındaki ittifaka aykırı bir
şekilde tek yanlı hareket etmesi, ikincisi Avrupa’da ABD’nin Avrupa işlerine bu
denli yoğun müdahalesinden duyulan rahatsızlık ve Batı Avrupa devletlerinin kendi
içinde gelişen entegrasyon hareketleri, üçüncüsü Soğuk Savaşa neden olan
kutuplaşmanın simgesi haline gelen Berlin bunalımı ve dördüncüsü ise yaşanan
askeri gelişmeler sonucunda Transatlantik ilişkilerde Avrupa’nın stratejik öneminin
ve pazarlık gücünün artmış olmasıdır
1950’li yıllardaki gelişmeler bakıldığında, Amerika Birleşik Devletleri’nin
dikkatini Avrupa’dan doğuya çevirdiği ve Dünya çapında giriştiği harekatlarda genel
olarak müttefiklerine danışmadan tek yanlı kararlar alarak uygulamaya koyduğu
söylenebilir. Başkan Truman, 27 Haziran 1950’de Amerikan birliklerini Kore’ye
sokarken,
Truman Doktrini’ni, Rio Paktı’nı, Marshall Planı’nı ilan eder ve
NATO’yu kurarken olduğu gibi, Batılı müttefiklerine danışmamış ve tek yanlı
hareket etmiştir.65 Bunun yanında Süveyş Bunalımı’nda da (1956), İngiltere ve
Fransa’nın Mısır’a saldırması konusunda, ABD, Sovyetler Birliği ile birlikte, iki
64
65
Urwin, s.75.
Sander ,s. 278.
29
batılı devlete, Birleşmiş Milletler (BM)’de açıkça cephe almıştır.66 Süveyş
Bunalımı’nın ardından, Amerika Birleşik Devletleri’nin 9 Mart 1957’de Eisenhower
doktrinini kabul etmesi de uluslararası arenada Batılı müttefiklerinden bağımsız
hareket ederek attığı diğer bir adım olarak değerlendirilebilir. Eisenhower doktrini ile
Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu devletlerini uluslararası komünizmin açık
saldırısına karşı koruyabilmek için bu ülkelere
silahlı yardımda bulunmayı
kararlaştırmıştır. Bu doktrinin altında yatan asıl amaç ise, Süveyş Bunalımı
sonucunda
Sovyetler
Birliği’nin
Ortadoğu’da
prestij
kazanmasına
karşın,
İngiltere’nin etkili olamamış olması nedeniyle oluşan komünist tehdide karşı bölgede
örgütleme çabasıdır. Bu şekilde ABD, İngiltere ve Fransa’dan bağımsız bir politika
izleme olanağı bulmuş olacaktır. Ancak, Eisenhower doktrini, çoğu Ortadoğu ülkesi
tarafından iç işlerine karışmak olarak değerlendirilmiş ve olumlu karşılanmamıştır.67
Amerika Birleşik Devletleri’nin, Batı Avrupa devletlerinin hoşnutsuzluğuna
rağmen, attığı bir diğer adım da, 1950 Nisanında, ABD genelkurmayının
Almanya’nın
silahlandırılmasını
kabul
etmesidir.
Avrupalı
devletlerin
bu
silahlanmadan doğacak kaygıları ise, üç yolla giderilecektir:
Avrupa’nın mali sorunlarının çözümlenmesi için ABD’nin daha çok
yardım yapması,
Gelecek bir Sovyet ya da Alman saldırısına karşı ABD’nin hemen
yardıma geleceği konusunda Avrupa devletlerine güvence vermek için,
Avrupa’ya 4-6 tümen arası ABD askerinin gönderilmesi,
66
67
Sander, s. 303.
Sander , s. 305
30
NATO’da bir ABD generalinin başkanlığında birleşik bir askeri
komutanlık kurulması.68
ABD kuvvetleri, Kore savaşının da başlamasıyla komünizmin yayılmasını
önlemek amacıyla dünya üzerinde dağılmışlardır. Bunun yanında 1953 yılından
sonra
ABD
Başkanı
Dwight
Eisenhower,
ABD
geleneksel
kuvvetlerinin
azaltılmasına karar vermiştir. Bu iki nedenle ABD Almanya’nın silahlanmasını
istemiş, fakat bu, yüzyılın ilk yarısı boyunca Alman militarizminden çok zarar
görmüş bulunan iki devlet olan Sovyetler Birliği ve Fransa’nın tepkisini çekmiştir.69
Almanya’nın silahlandırılması konusunda çözüm, Fransa’dan gelmiştir.
Pleven Planına göre, Almanya ancak bir Avrupa ordusunun parçası olarak
silahlanabilecektir. Bu sürecin parçası olarak 1952 yılında Avrupa Savunma
topluluğu kurulmuş ancak yine Fransız muhalefeti nedeniyle başarısızlıkla
sonuçlanmıştır.70 1950 yılının Aralık ayında NATO Dışişleri Bakanları, NATO
Konsey toplantısında bir araya gelmiş ve Almanya’nın NATO’ya katılması
konusunda ilke anlaşmasına varmışlardır.71 Bu arada Kore’de, Çin Halk
Cumhuriyeti’nin de savaşa katılması, ABD yöneticileri açısından burayı hem bir
karabasana çevirmiş, hem de Avrupa’yla ilgili tasarılarına yeni bir boyut
kazandırmıştır. Bu olay üzerine, 4 Nisan 1951 tarihinde, ABD Senatosu tarafından,
NATO’da bir ortak komutanlık kurulması, Avrupa’nın savunulması için Almanya,
İtalya ve İspanya kuvvetlerinin kullanılması ve dört ABD tümeninin Avrupa’ya
gönderilmesi kabul edilmiştir. Böylece ABD yönetimi, Kore Savaşı’nı Avrupa ve
68
69
70
71
Sander , s. 279
Morris-Murphy, s.398.
Morris-Murphy, s.398.
Sander, s. 279
31
genel Doğu-Batı sorunlarının bundan böyle konuşulacağı çerçeveyi çizme yolunda
başarıyla kullanmasını bilmiştir.
Kore Savaşı’nın sonucunda, Batılı devletler, çok sayıda kayıp vermelerine
rağmen Güney Kore’yi kurtarmışlardır. Ayrıca; Sovyetler Birliği’nin, ABD’nin atom
üstünlüğüne rağmen, Uzakdoğu’da böyle bir savaşı başlatabilmiş olması, Avrupa
ülkelerinin Sovyetler Birliği’nin bir savaşa cesaret edemeyeceği yönündeki tezlerini
boşa çıkarmış ve Batı Avrupa ülkelerini, Avrupa kıtasında güçlerini artırmaya ve
aralarındaki bağları sıkılaştırmaya itmiştir. NATO’nun, içine Türkiye, Yunanistan ve
Federal Almanya’yı da alacak biçimde genişletilmesi, Batılı ülkelerin Kore gibi
saldırıya açık durumda bulunan Yugoslavya’ya yardıma başlaması Kore Savaşı’nın
sonuçları arasındadır.
Bu yılarda yaşanan en önemli gelişmelerden birisi de Batı Avrupa devletleri
arasında gelişen entegrasyın hareketleri olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri
Komünizm tehdidine karşı Batı Avrupa uluslarının bütünleşmesini başından beri
desteklemiştir. Bu nedenle Avrupa’ya, Marshall Yardımlarının verilmesi gündeme
geldiği zaman, bu yardım programını düzenlemek üzere, bu devletlerin bir araya
gelerek organize olmalarını istemiştir. Batı Avrupa devletleri, ABD yardım
programını düzenlemek üzere 1948 Nisan ayında Avrupa Ekonomik İşbirliği
Örgütü’nü (OEEC) kurmuşlardır. ABD’yle sıkı bir işbirliği içine giren 16 Batı
Avrupa ülkesinin kurduğu OEEC’nin, uluslarüstü yetkilerinin bulunmamasının
yetersizliği, kuruluşundan iki yıl sonra, OEEC’nin üyelerinden altısı tarafından
anlaşılmıştır. Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg 1951
yılının Mayıs ayında “Schumann Planı”nı kabul ederek Avrupa Kömür ve Çelik
32
Topluluğu’nu kurmuşlardır. (AKÇT).72 4 Mayıs 1950’de Fransa yeniden yapılanma
programının yöneticisi Jean Monnet tarafından Fransa Dışişleri Bakanı Schuman’a
verilen memorandumda, daha önceden uygulanan tüm araçların bir çıkmaza neden
olduklarını ve bunun ancak ilk başta iktisadi bütünleşme üzerinde yoğunlaşılarak
aşılabileceğini savundu. Süreç içinde bu, siyasal bütünleşmeye doğru geri dönülmez
bir itki geliştirecekti. 9 Mayıs’ta yayınlanan Schuman Deklerasyonu bu görüşü
yansıtmıştır.73 Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schumann’a göre, Kömür-çelik
üretiminin birleştirilmesi, Avrupa federasyonunun ilk adımı olan ekonomik
kalkınmanın ortak temellerini atacaktır.74 Ayrıca, kömür ve çelik üretiminin
denetiminin uluslarüstü bir kuruma (Yüksek Otorite) verilmesi ile Alman endüstriyel
gelişiminin, 1930’larda doğurduğu tehlikelerin aynısına neden olmasının önüne
geçilmesi amaçlanmıştır.75 AKÇT, üye devletlerin atayacağı bağımsız kişilerden
oluşan, kömür ve çelik üretiminde uluslarüstü yetki sahibi olan bir kuruluştur.
AKÇT’nın kuruluşundan sonra, Avrupa’daki ekonomik kuruluşlar, en azından yirmi
yıllık bir süreçte, iki farklı nitelikte gelişmişlerdir; İngiltere’nin önderliğinde ve
uluslararası niteliğe sahip OEEC ile, altı devletin önderliğini yaptığı ve 1951 Nisan
ayında imzalanan antlaşma ile resmen yürürlüğe giren AKÇT gibi uluslarüstü
yetkiye sahip kuruluşlar. Kömür ve çelik endüstrilerini devletleştirmeye başlayan
İngiliz hükümeti, AKÇT’ye üye olmayı çıkarlarına uygun bulmamıştır. AKÇT ise,
72
73
74
75
Sander, s. 344.
Stephen J Lee., Avrupa Tarihinden Kesitler,:1789-1980, 1th Ed, Ankara,: Dost Kitabevi
Yayınları, 2002, s.323.
Sander, s.345.
Morris-Murphy, s.432.
33
daha sonra girişilecek olan Avrupa bütünleşme çabaları için iyi bir başlangıç noktası
oluşturmuştur. 76
Avrupa’nın bütünleşmesi yolundaki girişimler AKÇT’nin kuruluşu ile
kalmamış, 1955 yılının Temmuz ayında, Messina’daki toplantıda Avrupa Ekonomik
Topluluğu (AET) ile Avrupa Atom Birliği’nin (EURATOM) dayanacağı genel
ilkeler saptanmış ve konuyu derinlemesine incelemek ve böyle bir topluluğun
kuruluş yöntemlerini saptamak üzere hükümetler arası bir komite kurulmuştur. Bu
komitenin hazırladığı rapor (Spaak Raporu) 1956 yılının Nisan ayında hükümetlere
sunulmuştur. Raporun temel varsayımı şudur: “Avrupa, şimdiki ekonomik
örgütlenmesiyle gelişimini sürdüremez ve ekonomisinin genişleme temposunu
koruyamaz. Avrupa ülkelerinden hiçbirisi, tek başına, atom çağının gereği olan
teknik devrime hız katacak temel yatırım ve geniş araştırmaları yapacak büyüklük ve
güçte değildir.” Bunun gerçekleşmesi için, Avrupa’nın bu altı ülkesinin ekonomik
bakımdan bütünleşmesi tavsiye edilmiştir. Bu bütünleşmenin gerçekleşmesi için
temel araç ise, gümrük duvarlarının kaldırılması olacaktır.77 EURATOM’un
sağlayacağı ucuz enerji, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve Süveyş Bunalımı
nedeniyle enerji kaynaklarının tehlikede olduğu bir dönemde cazip görünmüştür.
Ayrıca, Altılar, AET’yi kuran Roma Antlaşması’nı imzalayarak aralarında bir ortak
pazarın oluşturulmasını hedeflemişlerdir. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun amacı,
altı ülkenin arasında serbest ve eşit rekabeti sağlayacak bir gümrük birliğinin
oluşturulmasıdır.78
76
77
78
Sander, s. 345.
Sander, ss. 345-346.
Morris-Murphy, s. 432.
34
Uzun süren görüşmeler olumlu sonuç vermiş ve AET ile EURATOM’u kuran
anlaşmalar 25 Mart 1957’de Roma’da imzalanarak Avrupa Ekonomik Topluluğu
1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmiştir. AET’nin başarısının, on dokuz ve yirminci
yüzyıllarda sürekli çatışmış bulunan iki güçlü ülke olan Almanya ve Fransa arasında
gelişecek yakın ekonomik ve siyasal işbirliğine dayanacağı, bu gerçekleşmediği
taktirde başarı şansının az olduğu, daha başlangıçta ortaya çıkmıştır.79
İngiltere, İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth) ile özel ilişkilerini
dikkate alarak, AET’ye girmemiş ve 1959 yılında, AET’ye karşılık Avrupa Serbest
Ticaret Bölgesi’ni (EFTA:European Free Trade Area) kurmuştur. İngiltere, İsveç,
Norveç, Danimarka, Avusturya, Portekiz ve İsviçre’nin katıldıkları EFTA, AET’ye
göre son derece gevşek olup, bütünleşmeyi kabul etmemektedir. İngiltere’nin
EFTA’yı kurmaktaki amacı, AET’nin gelişmesini engellemektir.
80
EFTA’da AET
gibi başarılı olmuştur. İlk yıl sonunda üyeler arasında ticaret %71 artmıştır. Ancak,
gerek üye ülkelerin nüfusu gerekse üye ülkelerin EFTA’nın kuruluşunun ardından
gösterdikleri ekonomik performans AET ile karşılaştırıldığında, EFTA AET kadar
başarılı olamamış, ve İngiltere de AET’ye katılmanın yollarını aramaya başlamıştır.81
Roma Antlaşması’na göre AET’nin temel amacı, ortak bir pazar ve mallar
için gümrük birliği kurmak; ortak bir tarım politikası ve işçi hareketleri ile ulaştırma
politikalarını saptamak ve ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi için ortak örgütler
kurmaktır.82
79
80
81
82
Sander,s. 346.
Sander, s. 346.
Morris-Murphy, s. 433.
Sander, s. 347.
35
AET üyeleri, endüstri ve tarım sektörlerinde tüm gümrük duvarlarını, her yıl
%10 olmak üzere indirmeye karar verdiklerinden, gümrük duvarları 1968 yılında
sıfıra inmiştir. AET’nin, Antlaşmada yer almayan iki ana amacı vardır: Batı Avrupa
devletlerini ABD ekonomisi karşısında daha güçlü ve bağımsız bir konuma sokmak
ve Batı Avrupa’nın liberal-kapitalist ülkelerini kalkındırmak. Bu açıdan bakıldığında,
AET bir yandan Avrupa’nın ABD karşısında hesaba katılması gereken bir ekonomik
güç olarak sivrilmesini sağlayarak, ABD’nin Batı Avrupa ülkelerinin ekonomileri
üzerindeki üstünlüğüne son vermeye başlamış, öte yandan Avrupa’nın Batı ile Doğu
olarak bölünmüşlüğünü keskinleştirmiştir.83
1950’li yıllarda Berlin ve Almanya’nın geleceği sorunu çözümsüz hale
gelmiş, bu konu Atlantik Blokunun gündemini teşkil eden en önemli sorunlardan
birisi olmuştur. 1956 Süveyş Bunalımı, Batı Bloku içindeki devletler arasındaki
ilişkileri olumsuz etkilemiştir. İngiltere ile Fransa’nın Mısır’a saldırıları, bu
devletlerin yalnız ABD ile değil, aynı zamanda öteki bazı NATO ülkeleri (Türkiye
dahil) ve Ortadoğu devletleriyle de ilişkilerini bozmuştur.84
Bu olay hem
İngiltere’nin artık bir Dünya gücü olmadığını göstermiş hem de ABD ile ilişkilerini
gevşetmiştir.85 Sovyetler Birliği, siyasal dengenin kendi lehine bozulmakta olduğunu
anlamış, Batı’nın bütünlüğünü zorlamaya başlamıştır.86
Bu dönemde hem Batılı Devletlerin arasının açılması nedeniyle siyasal
denge, hem yapay uydu Sputnik’in 4 Ekim 1957’de uzaya yerleştirilmesiyle stratejik
denge, Sovyetler Birliği lehine bozulmuştur. Bu başarı, Sovyetler Birliği’nin, 1949
83
84
85
86
Sander, s. 347.
Sander, s. 312.
Stephen, s.330.
Sander, s. 312.
36
yılında nükleer gücü elde etmesinden sonra, şimdi kıtalararası füze yapımını da
gerçekleştirdiğini vurgulamaktadır. Sovyetler Birliği bu üstünlükleri elde etmenin
güveniyle, batıya karşı sert bir tutum izlemiş, 1958’de yaşanan Berlin bunalımı bu
sertleşmenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, Sovyetler Birliği’nin Batılı
Devletlerden 6 ay içerisinde Batı Berlin’den askerlerini çekmesini istemesi, Batılı
Devletlerin bunu kabul etmemesi, daha sonra ABD U-2 casus uçaklarından birinin
Sovyetler Birliği’nde düşürülmesi gibi olayların sonucunda Demokratik Alman
hükümeti, 13 Ağustos 1961 tarihinde, Doğu ile Batı Berlin’i ayıran sınır üzerine,
geçişi engelleyen bir duvar inşa etmiştir.87 Sadece 1961 yılının Ağustos ayında Doğu
Berlin’den Batı Berlin’e 30.00 mülteci geçmiştir. Sovyetler Birliği bu duvarı inşa
ederek bu insan akımını durdurmayı ve Demir Perde’deki son boşluğu da kapatmayı
amaçlamıştır.88 Batılı devletler bu harekete etkili bir cevap verememişler, fakat Batı
Berlin’deki askeri varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu dönemde Sovyetler Birliği bir
süredir karşılıklı açıklamalarla ara verilmiş bulunulan nükleer denemelerini yeniden
başlatmıştır. Bu olaylar soğuk savaşın yeniden tırmanışa geçmesine neden
olmuştur.89
1950’li yılların Transatlantik ilişkiler açısından bir diğer çarpıcı boyutu da
askeri alanda değişen dengeler sonucunda, Avrupa’nın stratejik öneminin artmaya
başlamasıdır. Bu da elbette geliştirilen stratejilerde Avrupa’nın elini güçlendirmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında tırmanışa geçen
soğuk savaşın ilk yıllarında nükleer silahlara sahip Amerika Birleşik Devletleri, 4
Ekim 1957’de Sovyetler Birliği yapay uydu Sputnik’i yörüngesine yerleştirinceye
87
88
89
Sander, ss. 311-316.
Morris-Murphy, s.398.
Sander, s.317.
37
kadar askeri üstünlüğünü sürdürmüştür. Bu döneme kadar oluşturulan NATO
stratejileri bu nedenle ABD’nin nükleer üstünlüğü üzerine odaklanmış iken, bu
tarihten sonra oluşan dehşet dengesi içerisinde ise, NATO stratejileri nükleer silah
kullanımını sınırlandırma amacına yönelmiştir.
1954 yılında, Kitlesel Karşılık, yeni NATO stratejisi olarak kabul edilmiştir.
Kitlesel karşılık, kısaca, ABD’nin, Kuzey Atlantik bölgesinde ortaya çıkan bir
komünist saldırı karşısında, Stratejik Hava Komutanlığı kanalıyla Sovyetler Birliği
ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin önemli nüfus ve endüstri merkezlerine karşılıkta
bulunacağını öngörüyordu. Böylece NATO’nun artık geniş bir kara ordusu
bulundurması gerekmeyecekti.90
Nükleer silahlarla karşılık tehdidi Sovyetler Birliği’ni girişeceği sınırlı ya da
topyekün bir savaştan caydıracak, böylece NATO ülkelerinin üzerine ABD’nin
“koruyucu nükleer şemsiyesi” açılmış olacaktı. Kitlesel karşılık, dünya barışı ve
hatta tüm insanlığın geleceği açısından büyük tehlikeler riskini taşımaktaysa da
NATO ülkeleri açısından güvenliği sağlamıştır ve çağın gereklerine uygun bir strateji
olmuştur. Fakat bununla birlikte, bu stratejinin zararları da görülmüştür. Öncelikle,
NATO üyeleri üyelerden birinin tek taraflı davranışına bağlı olan bir müttefik
stratejisinin, klasik ittifak anlayışına uygun olmadığını ve diğer müttefiklerin hareket
alanını daralttığını görmüşlerdir. İkinci olarak, kitlesel karşılık stratejisi, zamanla
bölgesel savaşlarda kullanılmadığı için inandırıcılığını ve caydırıcılığını yitirmeye
başlamıştır.91
90
91
Sander, s. 335.
Sander, s. 337.
38
ABD ile NATO’nun nükleer stratejilerini temelinden değiştiren ve hatta 1957
sonrasına damgasını vuran en önemli olay, hiç kuşkusuz, Sovyetler Birliği’nin yapay
uydu Sputnik’i başarıyla uzayda bir yörüngeye oturtmasıdır. Bu başarı, Sovyetler
Birliği’nin kıtalararası füze yapımındaki üstünlüğünü de vurgulamaktadır. Bu olayın
uzun süreli ve köklü sonuçları olmuştur. Öncelikle, ABD ilk kez kendi kıtasına
yönelik bir tehditle karşı karşıya kalmış ve huzursuz olmuştur. Buna karşılık ABD,
Sovyetler Birliği’ne yakın ülkelere orta menzilli füzeler yerleştirmeye başlamıştır.
İkinci olarak, “kitlesel karşılık” stratejisinin yerini “sınırlı karşılık” stratejisi almaya
başlamıştır. Bu durum, gelecek bir nükleer savaşın, ABD topraklarından çok,
müttefiklerin topraklarında, yani Avrupa’da yapılması olasılığını güçlendirmektedir.
Bu ikisinden çıkan sonuç, Sputnik’in yalnız global güç dengesini değiştirmekle
kalmaması, aynı zamanda NATO içindeki dengeyi de Avrupa lehine değiştirmeye
başlamasıdır. ABD artık kendi kurtuluşunun Avrupa’nın sırtından ve onun
sağlayacağı kolaylıklar sayesinde olacağını anlamıştır. İşte Fransa’yı NATO’nun
askeri bütünleşmesi dışına çıkartan temel düşünce budur. Fransa, bu olaydan sonra,
Batı Bloku içinde daha bağımsız bir politika izlemeye başlamıştır. ABD’nin, yeni
stratejinin gereklerini yerine getirmeye yönelik önerilerine karşılık, Avrupalı
müttefikler yüksek bedeller istemişler ve girecekleri risk büyük olduğundan ABD ile
pazarlığa başlamışlardır. 92
ABD, Avrupalı müttefiklerin NATO bölgesinin savunulmasında çeşitli
sorumluluklar yüklenmesini, ancak yerleştirilecek füzelerin başlıklarının anahtarının
kendisinde olmasını ve nükleer bir savaşa girme kararının da kendisine ait olmasını
istemiştir, ancak Avrupalı devletler savaşta hedef olma riskini üstlenmeye karşılık ya
92
Sander, ss. 337-339.
39
ABD’nin vereceği ya da kendi yapacakları nükleer silahı istedikleri zaman kullanma
hakkına sahip olmayı istemişlerdir. Bu politikayı uygulama alanına koyan Fransa
olmuştur. Daha sonra ortaya atılacak olan “Çok taraflı güç”(Multilateral Force)
önerileri, Atlantik’in iki yakasından gelen değişik isteklere ortalama bir çözüm
bulma çabalarının ürünüdür. 93
İşte bu nedenlerle, NATO’nun Avrupalı üyeleri açısından, nükleer silahların
tetiğinde parmakları olmadığı taktirde, “sınırlı nükleer savaş” kabul edilir bir strateji
değildir. Çünkü bu durumda, Avrupa’ya bir Sovyet saldırısı olması durumunda, Batı
Avrupa devletleri ABD’nin nükleer karşılığa başvuracağından artık emin değildirler.
İki büyük devletin, birbirlerinin topraklarına dokunmadan, Avrupa’yı ve daha
önemlisi “kanat” ülkeleri “hallaç pamuğu” gibi atabilecekleri ve bu bölgelerde
nükleer bir savaşı “sınırlı” tutabilecekleri olasılığı, çoğu NATO müttefikini,
topraklarında orta menzilli füze bulundurmama politikasına itmiştir. 94
ABD’nin kitlesel karşılık konusundaki görüşleri, 1957 yılından sonra
değişmeye ve “sınırlı savaş” anlayışı yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştır. NATO
Başkomutanı Orgeneral Lauris Norstad’ın ileri sürdüğü görüşlerle ortaya çıkmış
bulunan “sınırlı savaş” anlayışı, Kennedy yönetimi sırasında “esnek karşılık”
stratejisinin ortaya atılmasına yol açmıştır. Çünkü kitlesel
karşılık stratejisi,
ABD’nin hareket kabiliyetini sınırlamakta ve Avrupalı müttefiklerinin kendilerini de
ilgilendiren her konuya müdahale etmesine neden olmaktadır. Bu stratejinin
değiştirilmesi ile ABD hareket serbestliğine kavuşmuş olacaktır. 95
93
94
95
Sander, s. 339.
Sander, s. 339.
Sander, s. 340.
40
Üstelik Sovyetler Birliği’nin artık nükleer bomba taşıyan “uzun menzilli
güdümlü füzelere”(Inter Continental Ballistic Missiles) sahip olmasıyla, ABD
toprakları doğrudan Sovyet saldırısına açık duruma gelmiştir. ABD, Avrupa
topraklarına yapılan bir Sovyet saldırısına nükleer silahlarla karşılık verdiği taktirde
kendi toprakları da tehdit altında olacaktır. Bu nedenle daha esnek bir strateji
izlenmesi gerekmiştir. Bunun yanında ABD, artık yerlerinin saptanması çok güç
nükleer denizaltıları geliştirmeye başladığı için seçenekli bir strateji uygulama
imkanına sahip olmuştur. Bu nedenlerle ortaya çıkan “esnek karşılık” stratejisi,
ABD’nin tam anlamıyla yaşamsal çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda
güvenliğini nükleer silahlarla koruyacağı, öteki durumlarda ise savunmanın
geleneksel silahlarla yapılacağı anlayışına dayanmaktadır. 1963 yılında Kennedy bir
konuşmasında, Avrupa’nın savunulmasına nükleer silahların kullanılabileceğini
belirtmiştir. Fakat her durumda nükleer karşılık yükümlülüğü ortadan kalkmıştır. Bu
strateji değişikliği NATO’nun kara kuvvetlerinde de bir artışı gerektirmiştir. Çünkü
ABD’nin stratejisine göre nükleer sınırlı bir saldırı durumunda hemen nükleer bir
karşılık vermek yerine önce araya bir pazarlık süresi konulacaktır. Bu aradan bir
sonuç alınamaması halinde nükleer bir karşılık verilecektir. Geleneksel kuvvetlerin
bu “ara”da Sovyetler Birliği kuvvetlerini durdurabilecek güçte olması gerekmektedir.
Bunun için ABD, 1957 yılından sonra sürekli olarak NATO’nun öteki ortaklarının
yükünün artırılmasına çalışmıştır. Kara kuvvetlerinin artırılması talebi ve nükleer
silahları kullanma inisiyatifine sahip olma isteği müttefikler arasındaki fikir birliğini
bozmuş ve Fransa, NATO’nun askeri bütünleşmesinden ayrılmıştır. Son olarak,
Sputnik başarısı ve onun yol açtığı stratejik gelişmeler, Avrupa’nın ABD karşısında
41
pazarlık gücünü artırarak, bu yaşlı kıtanın dünya politikasında yeniden sivrilmesini
sağlamıştır.96
7.
1960’lı Yıllarda Transatlantik İlişkiler
1960’lı yıllar, soğuk savaşın şiddetinin azalarak yumuşama sürecinin
temellerinin atıldığı yıllar olmuştur. Bu dönemde iki kutupluluk azalmış, merkezden
kopmalar başlamış, Avrupa Devletleri kendi içinde entegrasyon hızını artırmış ve
ABD’den daha bağımsız politikalar izlemeye başlamışlardır.
Bu dönemde gelişen önemli olaylardan birisi, Amerika Birleşik DevletleriAvrupa ilişkilerine dolaylı etkileri görülen Küba’da ortaya çıkan Ekim füzeleri
bunalımıdır. Küba bunalımı, hem soğuk savaşın doruğunu, hem de 1962 sonrasında
yavaş yavaş ama kararlı bir tempoda yerleşmeye başlayan “yumuşama” olgusunun
temelini oluşturmaktadır. Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri önderleri,
bundan böyle, başladıktan sonra denetlenmesi olanaksız bir nükleer savaşın “eşiği”
ile aralarına güvenli bir aralık koyma politikasını titiz bir biçimde uygulayacaklar ve
bu temel üzerinde yumuşama oluşmaya başlayacaktır. 97
Bunalımın temelinde ABD’nin, Küba’da iktidarı ele geçiren Fidel Castro’yu
devirmek istemesi yatmaktadır. ABD, Fidel Castro’yu devirmek için askeri ve
ekonomik bir dizi girişimde bulunmuş fakat başarılı olamamıştır. Sovyetler Birliği
ise bu durum karşısında Fidel Castro rejimine destek vermeye başlamıştır. Daha
sonraki dönemde, Sovyetler Birliği olası bir ABD nükleer saldırısına karşı Küba
topraklarını korumak adına Küba’ya silah yardımında bulunmuş, 1962 ilkbaharında
96
97
Sander, ss. 340-343.
Sander, s. 322.
42
Küba’ya Sovyet füzeleri yerleştirilmeye başlanmıştır. Bu durum karşısında ilk defa
kendi toprakları üzerinde nükleer savaş tehdidi oluşan ABD, Küba’yı denizden
ablukaya almış, gerginlik daha da tırmanmıştır. Dünya kamuoyunda hızla tırmanan
bu gerginliğin sonrasında, füzelerin sökülmesi karşılığında ABD, Küba’ya
müdahalede bulunmayacağı güvencesini vermiş, füzeler sökülmüş, ABD ablukayı
kaldırmıştır ve bunalım atlatılmıştır. 98
Bu bunalımın Dünya siyaseti açısından önemi, tarafların savaşın eşiğine
geldiklerini anlamaları ve bundan sonra “uçurum”la aralarına güvenli bir aralık
koymaya çalışacak olmalarıdır. Bu gerginliğin Avrupa-ABD ilişkilerine yansıması
ise şu şekilde olmuştur:
NATO’nun Avrupalı ortakları, böyle kendilerini de son derece
tehlikede bırakan bir durumda dahi, kendi görüşlerinin alınmayacağını açıkça
görmüşlerdir. Bunalım, NATO üyeleri arasında yeni gerginlikler yaratmamışsa da,
temelde askeri nitelikte olan bir ittifak içerisinde siyasal sorunlara ortakların
dikkatini çekmiştir,
General de Gaulle, iki süper devlet arasında denge kuracak bir Batı
Avrupa koalisyonu girişiminde bulunmuş ve ABD ile ilişkilerini gevşetme yolunda
önemli adımlar atarak, kendi nükleer gücünü geliştirmeye başlamıştır,
Dünya kamuoyunda yaşanan bu gerginlik, bölgesel bir çatışmada
geleneksel silahların önemini artırmıştır. ABD çok kısa bir süre içinde Karayipler’de
öyle büyük bir geleneksel güç
toplayabilmiştir ki istediği gibi davranmak ve
manevra yapmak olanağını bulmuştur. Bundan alınan dersle, ABD hem kendi
98
Sander, ss. 325-326.
43
geleneksel silahlarını artırmaya başlamış, hem de Avrupalı müttefiklerinden aynı
biçimde davranmalarını istemiştir. Bu da NATO içinde yeni sorunlar ortaya
çıkarmıştır. Çünkü ekonomik kalkınmaya öncelik veren ve güvenlikleri açısından
ABD’nin nükleer silahlarına güvenen çoğu NATO ülkesi, ABD’nin istediği gibi
savunmaya daha çok ödenek ayırmayı kabul etmek istememişlerdir.99
Gerçekte 1960’ların en önemli özelliği, o ana kadar sürmüş bulunan ABD
üstünlüğünün sona ermesi ve Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği
arasındaki güç farkının giderek azalmasıdır. Böylece oluşan “dehşet dengesi” iki
devleti edilginliğe sürükleyince, çevre devletleri sıkı bir biçimde merkeze bağlı
tutmak zorlaşmış, iki bloktan da kopmalar başlamıştır. Bu dönemde sivrilen diğer
güç odakları içerisinde, “üçüncü güç” durumuna yükselen Çin Halk Cumhuriyeti,
1960’lara yaklaşıldığında ekonomik bakımdan önemli gelişmeler gösteren Batı
Avrupa ülkeleri ve Japonya sayılabilir. Avrupa ülkeleri kalkındıkça ABD malları
için pazarlar azalmaya başlamış ve 1956 yılından sonra ABD dış ticareti sürekli açık
vermeye başlamıştır. Bu da ABD’nin giderek dış yardımı, askeri yükümlülükleri ve
dış yatırımları kısmasına yol açmıştır. ABD’nin ekonomik üstünlüğündeki bu
zayıflama, çok merkezliliğe geçişi etkileyen bir diğer unsur olarak değerlendirilebilir.
Ancak, çok merkezliliğe doğru gidişte belki en önemli değişiklik, ekonomik
olmaktan çok askeridir. 1970’lerde genel olarak NATO ve özel olarak ABD stratejik
düşüncelerindeki değişiklik, çok merkezliliğe geçişin yakın nedenini oluşturmuştur.
İki kutupluluk zayıflamış, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile rayına oturan Batı
Avrupa Birliği, dünya politikasında etkinlik sağlamıştır. Bunun yanında Dünya’nın
geri kalanında da, Doğu Bloku’ndan kopan devletlerle birlikte, 1960’larla birlikte bu
99
Sander, ss.327-329.
44
blokun Stalin zamanındaki tek parçalı birliği de zedelenmiştir. Bağlantısız devletler
dünya politikasındaki ağırlıklarını giderek artırmaya başlamışlar, hele petrolün etkili
bir silah olarak kullanılmaya başlanmasıyla, bu enerji kaynağını üreten devletlerin
dünya politikasını biçimlendirme olanağı belirmiştir.100
1960’lı yıllar, Dünya’da yaşanan bu çarpıcı gelişmelerin yanında, Batı
Avrupa’da da Fransız-Alman işbirliğinin öneminin kavrandığı yıllar olmuştur. Bu
dönemde, barış içinde ve bütünleşmiş bir Avrupa için Fransa ve Almanya
dostluğunun gerekliliği ortaya çıkmış, bu yıllar Batı Avrupa’nın bu en önemli iki
devletinin yakınlaşan ilişkilerine sahne olmuştur. Her iki devlet de bu yakınlaşmanın
gerçekleşmesi için iyi nedenlere sahiplerdir. Almanya için entegrasyon iki önemli
hedefini gerçekleştirebilmesi için en etkili yoldur: siyasi rehabilitasyon ve ekonomik
iyileşme. Fransa için ise, Almanya ile 70 yıldır süren mücadele, sonunda bir felaketle
sonuçlanmıştır. İşbirliği hem siyasi hem de ekonomik anlamda iyileşme vaat
etmektedir.101 Her iki devletin ABD ile ilişkilerinde ise, Komünizm tehdidini daha
yoğun hisseden Almanya, Batı ile bütünleşmeye önem verirken, bu tehdide daha
uzak olan Fransa, ABD’ye karşı daha bağımsız politikalar izlemeye başlamıştır.
1960’lı yıllarda altılar, Roma Antlaşması’nı titizlikle uyguladıkları gibi,
ekonomik bütünleşmeyi de büyük bir başarıyla sürdürmüşlerdir. Fransa ile Batı
Almanya’nın hem tek tek ekonomik gelişmeleri hızlanmış hem de iki ülke arasındaki
ticaret hacmi her geçen yıl biraz daha artmıştır. Bu durum, her iki ülkenin de
topluluğa bağlılığını güçlendirmiş ve böyle olunca da topluluk gelişmiştir. AET
100
101
Sander, s. 334.
Morris-Murphy, s.430.
45
büyük ölçüde bu iki devletin ekonomik işbirliği temeli üzerine oturmuştur ve bu
genelleme bugün de geçerlidir.
Fransa, özellikle bu yıllarda, ABD’nin Avrupa işlerine bu kadar müdahale
etmesinden rahatsız olmaya başlamış, politikasını Avrupa’daki ABD egemenliğini
azaltacak yönde şekillendirmiştir.102 1961 yılında Kennedy ve Fransa Cumhurbaşkanı
De Gaulle arasında yapılan görüşmede, de Gaulle, Kennedy’ye, Fransa’nın, Atlantik
İttifakı içinde kalmakla beraber, artık demode olmuş bu ittifakın askeri kanadından
çekileceğini bildirmiştir. Zira, de Gaulle’ün inancına göre, Amerika, kendi
topraklarına bir saldırı olmadıkça nükleer silah kullanmayacaktı ve dolayısı ile
Fransa kendi savunmasını kendisi kurmak zorunda ve kararındaydı.103 Fransa,
1960’lardan sonra kendi savunma gücünü geliştirmiş, ilk atom silahını1960’da atmış,
ileriki yıllarda da nükleer gücünü artırmaya devam etmiştir.104 İngiltere’nin, AET’ye
girebilmek için üyelik başvurusunda bulunmasını, İngiltere’yi “Anglosakson truva
atı” olarak gördüğü için, 1961 ve 1967 yıllarında iki kez veto etmesi bunun bir
göstergesidir. İngiltere AET’ye ancak 1973 yılında De Gaulle’ün ölümünden sonra
tam üye olarak girebilmiştir.105 Bunun yanında, AET birçok Avrupalı için Avrupa
siyasal birliğinin temeli niteliğindeyken, De Gaulle, üye devletlerin ulusal
egemenliğini ortadan kaldıracak bir birliğe karşı çıkmıştır. 1962’de yaptığı bir
konuşmasında şunları söylemiştir: “Devletler üstü bir federasyon, Avrupa dışı bir
federatörü gerekli kılacağından, Avrupa’da kurulacak örgütler devletler temeline
oturmalıdır.” Burada işaret ettiği federe devlet ise ABD’dir. Fransa’nın bu kadar
bağımsız bir tutum sergilemesinin bir nedeni, Fransa NATO’nun dışında dahi olsa,
102
103
104
105
Sander, s. 354.
Armaoğlu, s.598.
Morris-Murphy, s.426.
Sander, s. 351.
46
Avrupa’ya bir saldırı olması halinde, ABD’nin koruyucu şemsiyesinin kendi üzerine
açılacağından emin olmasıdır. Bunun yanında, coğrafi bakımdan çatışma alanına
uzak oluşu ve kendini nispeten güvende hissetmesi, içerde artan siyasal istikrar ve De
Gaulle’ün bağımsızlıkçı ve inatçı kişiliği de nedenler arasında sayılabilir.106
De Gaulle’ün en büyük amacı, ABD’nin Avrupa’dan çıkması ve Avrupa’nın
büyük devlet egemenliğinden kurtarılmasıdır. De Gaulle için bütünleşmiş bir Batı
Avrupa, yalnız ABD’nin bağımsız bir ortağı değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği’ne
karşı dengeyi koruyacak olan “Pan-Avrupa Sistemi”nin de temel öğesi olacaktır. Bu
sistemin iki merkezi Paris ile Moskova’dır.
Mihail Gorbaçov’un “Atlantik’ten
Urallara Avrupa Evi” ve kimi tarihçilerin ortaya attıkları “Yeni Avrupa Mimarisi”
görüşleri, bu devlet adamının düşüncesinin ürünü sayılmalıdır.107
De Gaulle’e göre, Avrupa’da “yumuşama”nın gerçekleşmesi yolunda
Fransa’nın en önemli dış politika davranışı, NATO’nun askeri örgütünden çıkması ve
Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleri ile temaslarını sıkılaştırması olmuştur.
Bunun sonucu olarak ortaya çıkacak olan “anlaşma” ve “işbirliği”, egemen devletler
üzerinde yükselecek olan bağımsız Avrupa’nın önkoşuludur. Bağımsız Avrupa ise
iki biçimde gerçekleşebilir: (1) ABD’nin önderliğine son verilmesi – ki bu yöndeki
dış politika davranışı İngiltere’nin AET’ye girişini veto etmektir- ve (2) Avrupa
potansiyelinin uyumlu bir işbirliği ile kullanılması –ki bu yöndeki tutumu, FransızAlman yakınlaşması ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerin düzeltilmesi olmuştur.108
106
107
108
Sander, s. 353.
Sander, s. 354.
Sander, s. 355.
47
Federal Almanya’nın ise, İkinci Dünya Savaşı sonrası konumu diğer ülkelere
göre farklı olmuş, bu nedenle izlediği dış politika da farklı bir nitelik arz etmiştir.
Federal Almanya’nın ilk Şansölyesi Konrad Adenauer döneminde Almanya, Doğu
Almanya’yla bölünmesi ve güvenliği ile ilgili sorunları Batı Bloku ile bütünleşerek
çözebileceğine inanmıştır. Bu şekilde Batı Bloku daha güçlü olabilecek ve Sovyetler
Birliği’nden bazı ödünler koparabilecektir. Bu nedenle Federal Almanya, Doğu
Almanya’yı tanıyan bazı ülkelerle ilişkilerini kesmiş ve Doğu Bloku ülkeleriyle ilişki
kurmamıştır. Fakat daha sonra bu politikanın sonuç vermeyeceği anlaşılmış ve
Gerhard Schröder’in dışişleri bakanı olduğu dönemde yumuşama dönemine girilmiş,
1967 yılında Federal Almanya “Ostpolitik” adı verilen bir doğu politikası izlemeye
başlamıştır. Bu politikanın yansımaları olarak, 12 Ağustos 1970 ‘de
Sovyetler
Birliği ile, 7 Aralık 1970’de Polonya ile, 21 Aralık 1972’de Doğu Almanya ile ve 11
Aralık 1973’de
Çekoslovakya ile antlaşmalar imzalamıştır.109
Bu uluslararası
anlaşmalar, iki Alman devleti arasındaki diplomatik sorunları çözmüş, 1972 yılında
iki Alman Devleti birbirini bağımsız iki devlet olarak ilk kez tanımış ve iletişim ve
ulaşım konusunda bir dizi anlaşma yapmışlardır.110
Böylece Willy Brandt’ın 1967 yılında ortaya attığı Doğu Politikası, bu
politikanın özüne uygun olarak imzalanan antlaşmalarla uygulama alanına girmiş ve
Federal Almanya’nın bu davranışı, soğuk savaştan yumuşamaya geçişte en önemli
basamak taşı olmuştur.111
1960’lı yıllarda Batı Bloku içinde tartışmalara neden olan bir başka gelişme
de Vietnam Savaşı olmuştur. ABD, 1945 Cenevre anlaşmaları ile Vietnam Kuzey ve
109
110
111
Sander, ss. 356-359.
Morris-Murphy, s.422.
Sander, s. 359.
48
Güney olarak ikiye ayrıldıktan sonra, kuzeydeki komünist rejime karşı güneyi
korumak için bölgeye yardımlarını ve ilgisini devam ettirmiştir. Kennedy ve
danışmanları, anti-komünist bir Vietnam’ın Amerika’nın global çıkarları açısından
hayati bir önem taşıdığına karar vermişlerdir.112 Çünkü, 1960’ların sonuna kadar
birleşik Devletler’in siyasası “domino kuramı” üzerine kuruluydu. Abluka altına
alma argümanının bir uzantısı olarak bu kuram, komünizme geçen her ülkenin bir
komşusundaki süreci tetikleyeceği beklentisi taşıyordu.113 1965 yılından itibaren
ABD Güney Vietnam’a asker sevketmeye başlamış, bu askerlerle kuzeyin Vietkong
gerillaları arasında 1973 yılı başlarına kadar sürecek uzun bir mücadele başlamıştır.
Bir dönem, ABD’nin Vietnam’da bulunan askerlerinin sayısı yarım milyonu aşmıştır.
Buna rağmen, Vietnam savaşı Amerika için tam bir başarısızlıkla sonuçlanmış,
Amerika tüm Vietnam’ı komünistlerin eline teslim etmek zorunda kalmıştır.
114
Amerika’daki pek çok liberal bu savaşı, Vietnam’ın Amerika için küçük bir öneme
sahip olduğu ve buna rağmen bu savaş için yapılan büyük yatırım nedeniyle içeride
ve dışarıda daha acil çözüm bekleyen problemlerin ertelendiği gerekçesiyle
eleştirmişlerdir.115
Amerika, Vietnam savaşı sırasında Batı Bloku içinde tam bir yalnızlık içine
düşmüştür. Zira, Batıdan hemen hemen hiç destek görmemiştir. Bunun başlıca üç
sebebi bulunmaktadır.
112
113
114
115
John Traynor, Europe, 1890-1990, 2nd Ed, Surrey:Nelson, 1992, s.344.
Stephen , s.316.
Armaoğlu, s.619.
Traynor, s.345.
49
Öncelikle, Amerika’nın başarısızlığı, Batı’nın prestijini de zedelemiştir. Her
şeyden önce Amerika Batı’nın bir sembolü idi.116
İkincisi, Amerika’nın yüzbinlerce askeri dünyanın uzak bir köşesinde savaşa
sokması, Batı’nın Avrupa’daki savunma gücünü de azaltıyordu. Eğer bu dönemde
Sovyetler Birliği Avrupa’da ciddi bir kriz çıkartmamışsa, bunda, Doğu’da Çin
faktörü ve Avrupa’da sosyalist ülkelerin iç gelişmelerinin etkisi olmuştur.117
Üçüncüsü,
Vietnam savaşı NATO içinde danışma mekanizmasının
işletilmemesi şikayetlerine sebep olmuştur. Çünkü, Amerika Vietnam savaşında
kararları tek taraflı almış ve milletlerarası politika bakımından NATO ve Batı içinde
önemli sonuçları olabilecek böyle bir girişimin önemli ciddi safhalarında
müttefiklerine danışmamıştır. Bunun içindir ki, NATO içi ilişkilerde danışma ve
dayanışma meselesi önemli tartışmaların konusu olmuştur.118
Amerika Vietnam savaşının yalnızlığından kurtulmak için, NATO’lu
müttefiklerini de Vietnam meselesinin içine çekmek istemiş ise de, Batı Avrupa buna
yanaşmamıştır. Bu da Amerika’da tepkiyle karşılanmıştır. Gerek Avrupa’nın
Vietnam savaşına mesafeli yaklaşması, gerek danışma mekanizmasının iyi
işletilmemesinden ötürü Avrupa’nın Amerika’dan şikayetleri, NATO içinde bir
Avrupa-Amerika münasebetleri meselesini de doğurmuştur. Karşılıklı şikayetler
Vietnam savaşı ile başlayan bu yılların ortaya çıkardığı bir konu olmuştur.119
116
117
118
119
Armaoğlu, s.619.
Armaoğlu, s.619.
Armaoğlu, s.620.
Armaoğlu, s.620.
50
Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği strateijini Batı’nın kapitalist
rejimleriyle barış içinde bir arada yaşama olarak değiştirmiş, Batı’lı liderlerle düzenli
temaslarda bulunulmaya özen gösterilmiştir. Burada Sovyetler Birliği hem nükleer
savaşın tehlikelerinden sakınma hem de sürekli ekonomik kalkınmanın bir parçası
olarak ticaretin artırılması ve ekonominin iyileştirilmesi hedefine yönelebilme amacı
gütmüştür.120 1957 yılından sonra, Doğu Avrupa ülkeleri ile Sovyetler Birliği, gerek
Avrupa’nın ya da belirli bazı bölgelerinin nükleer silahlardan arındırılması ve
bölgesel nitelikte işbirliği tasarıları, gerekse genel Avrupa barışıyla ilgili olarak
çeşitli önerilerde bulunmuş, Batı Bloku ise bu önerileri kabul etmenin, Federal
Almanya’yı
yalnız
bırakacağını
ve
yeni
doğu
politikasının
başarısızlıkla
sonuçlanmasına neden olacağını düşündüklerinden olumlu karşılamamıştır. Ancak şu
da var ki, Budapeşte önerisinden sonra Avrupa güvenliği konusundaki çabalar, her
iki blokta da hızla gelişecek ve 6 yıl sonra Helsinki Belgesi’ne varacaklardır.121
Görüldüğü üzere, 1960’lı yıllar Dünya’da batı ve doğu bloku arasında güç
dengesinin sağlandığı, hem soğuk savaşın doruk noktasının yaşandığı, hem de
yumuşama dönemine geçilen yıllar olmuştur. Hem Batı hem Doğu’da bloktan
kopmalar başlamış, Batı’da Avrupa, ABD karşısında hem ekonomik hem siyasi
anlamda elini güçlendirmiş ve daha bağımsız politikalar izler hale gelmiştir.
120
121
Brower, s.297.
Sander, ss. 360-364.
51
B-
YUMUŞAMA DÖNEMİNDE İLİŞKİLERİN SİYASİ BOYUTU
1.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ve Helsinki Belgesi
1960’larla birlikte başlayan yumuşama süreci, 1970’lerin başlarında gerçek
rayına oturmuş ve 1975 yılında imzalanan Helsinki Belgesiyle kuralları kesin
biçimiyle belirginleşmiştir. Helsinki Belgesi, 1960’larda toplanması önerilen Avrupa
güvenlik ve işbirliği konferanslarının en yüksek noktasını oluşturur. 1960’ların
ortalarından başlayarak Helsinki’ye varan gelişmeleri şöyle özetlemek mümkündür:
BM’nin 20. Genel Kurulu’nun toplandığı 1965 yılında Romanya’nın önayak
olmasıyla dokuz Avrupa ülkesinin “ayrı toplumsal ve siyasal sistemlere sahip
Avrupalı devletler arasında iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeye yönelik bölgesel
düzeyde eylemler” önerisi oybirliğiyle kabul edilmiştir.122
Değişim sürecindeki ABD’de 1968’de Richard Nixon’un seçilmesi
pragmatizme dönüş anlamına geliyordu. Şahin olarak bilinmesine rağmen Nixon
ülkesini Vietnam bataklığından çıkarmayı başarmış, böylece gergin ortam
sakinleşmiştir. 70’li yıllarda ABD dünyanın jandarması rolünü oynayabilecek
durumda değildir. Bu yüzden yeni gerçeklere uyum sağlaması gerekmektedir.123 5
Mayıs 1969’da Finlandiya hükümeti, Avrupa ülkeleri, ABD ve Kanada’ya, Avrupa
Güvenlik Konferansı’na ev sahipliği yapabileceğini bildirmiştir. 31 Ekim 1969’da
Doğu Bloku ülkeleri dışişleri bakanları bir bildiri yayımlayarak, Finlandiya’nın
önerisini olumlu karşıladıklarını bildirmişlerdir. Batı Bloku ise, 1970 Mayıs’ında
Roma’da yaptıkları toplantıda konferans önerisinin kabulünün, Berlin konusunda
dörtlü görüşmelerin ilerlemesine bağlı olduğunu kaydetmiştir. Berlin üzerindeki
122
123
Sander, s. 455.
Langlois vd, s.321.
52
Dörtlü Anlaşma 3 Eylül 1971’de imzalanınca, konferansın önündeki en büyük
engellerden biri kalkmıştır. Nihayet Başkan Nixon’un 1972’de Sovyetler Birliği’ni
ziyareti sırasında, 29 Mayıs günü, Orta Avrupa’da Karşılıklı ve Dengeli Güç İndirimi
görüşmelerinin 1973 yılında Viyana’da, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
hazırlık
çalışmalarının
da
1972
Eylül’ünde
Helsinki’de
başlatılması
kararlaştırılmıştır. Helsinki Belgesi, 35 ülke temsilcisi tarafından 1 Ağustos 1975
tarihinde Helsinki’de imzalanmıştır.124 Helsinki görüşmeleri nihai olarak Stratejik
Silah İndirimi Antlaşması (SALT I) ile sonuçlanmıştır.125 1973 Helsinki görüşmeleri
Arnavutluk dışında tüm Avrupa devletlerinin temsilcilerinin, Birleşik Devletler ve
Kanada delegasyonları ile bir araya geldiği bir ortam olmuştur. Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Konferansı, geniş tabanlı ve çok yanlı bir antlaşma ile İkinci Dünya
Savaşı’na resmen son veren oluşum olarak tanımlanmıştır.126
Avrupa tarihinin bu en görkemli konferansı, Avrupa ülkeleri arasındaki
ilişkileri düzenleyecek kuralları saptayarak yumuşamanın Avrupa’daki en yüksek
noktasını oluşturmuştur. Konferans:
Avrupa’da ayrı toplumsal sistemlere sahip devletler arasında yeni bir
ilişki sürecini başlatmak ve düzenlemek,
Bu süreç için karşılıklı olarak kabul edilebilir amaç ve koşulları
saptamaya yardım etmek,
Bunun işleyişine katkıda bulunmak işlevlerini yerine getirmiştir. 127
124
125
126
127
Sander, s. 456.
Stephen , s.318.
Stephen, s.319.
Sander, s. 457.
53
Kısaca, Helsinki’de, Avrupa’da sistemler arası rekabet ve işbirliğinin
geleceğine ilişkin koşullar belirlenmiştir.
Nihai senet, “sepet” diye adlandırılan üç ana bölümden oluşmuştur:
(i)“Avrupa’da güvenliğe ilişkin sorunlar” ve “Güven Getirici Tedbirler, Güvenlik ve
Silahsızlanmanın Bazı Yönleri Hakkında Belge”den oluşan birinci sepet.
(ii)“Ekonomi, Bilim, Teknoloji ve Çevre Alanlarında İşbirliği” başlıklı ikinci sepet,
(iii) “İnsani ve Öteki Alanlarda İşbirliği” konusundaki üçüncü sepet. Bunların
dışında, “Akdeniz’de Güvenlik ve İşbirliğine İlişkin Sorunlar” ile “Konferansın
Sürdürülmesi” başlıkları altında iki bölüm daha vardır.
Birinci sepette karşılıklı ilişkilere yol gösterecek temel ilkeler şu
biçimde sıralanmıştır:
Egemen eşitlik,
Egemenliğin özündeki haklara saygı;
Tehdide ya da güç kullanmaya başvurmama;
Sınırların dokunulmazlığı;
Devletlerin ülke bütünlüğü;
Anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümü;
İçişlerine karışmama;
Düşünce, vicdan, din ve inanç özgürlüklerini de kapsamak üzere,
insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı;
Halkların haklarının eşitliği ve geleceklerini kendilerinin saptaması
Devletler arasında işbirliği;
hakkı;
54
Uluslararası hukuk alanında üstlenilmiş bulunulan yükümlülüklerin
iyi niyetle yerine getirilmesi.128
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yeni bir sınırsal statüko
oluşmuş, bu statüko genel olarak Batı ve özellikle Federal Almanya tarafından kabul
edilmemiş ve bir barış antlaşması imzalanamamıştı. Bu durum dikkate alınırsa,
Helsinki Belgesi’nin en önemli ilkesinin, “sınırların dokunulmazlığı” ile ilgili
maddesi olduğu ortaya çıkacaktır. Böylece Helsinki Belgesi ile İkinci Dünya Savaşı
sonrasında çizilen Avrupa sınırlarının dokunulmazlığı, yani statüko, kesin olarak
kabul edilmiştir.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), 1985’te iktidara gelen
Gorbaçov’un Batı ile yakınlaşma politikası ve özellikle 1989 sonbaharında Doğu
Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan demokratikleşme hareketleriyle özel bir önem ve
yeni Avrupa barış ve düzeninin kurulmasında ağırlıklı bir rol kazanmıştır. Varşova
Paktı’nın ortadan kalkması ve Konferansın tüm Avrupa devletlerinin katıldığı bir
“forum” olmasıyla, 1990’da bir süreçten sürekli bir örgüt biçimine dönüştürülmesi
ve bir sekreteryaya sahip olması gündeme geldi. Kimi gözlemcilere göre, AGİK,
sürekli bir örgüte dönüştüğünde, Avrupa güvenliğinin sağlanmasında önemli bir paya
sahip olabilecektir.129
19-22 Kasım 1990’da Paris’te AGİK doruk toplantısı yapıldı. Bu toplantıyla
AGİK, yaptırım gücü olmayan, ancak Avrupa’daki anlaşmazlık ve çatışmalarda
yararlı roller üstlenebilecek çok daha kapsamlı bir çerçeveye sahip oldu. Toplantı,
128
129
Sander, s. 458.
Sander, s. 459.
55
aynı zamanda, bloklar arası rekabetin, yani soğuk savaşın, tam anlamıyla tarihe
karıştığını da resmi hale getirmiş ve Avrupa’nın bölünmüşlüğünün tümüyle aşılması
yolunda önemli bir adım oluşturmuştur.
1975 Helsinki toplantısından sonra, daha önce değinilen Madrid ve
Viyana’da izleme toplantıları için bir araya gelen üye ülkeler, 1989 Ocak ayında
“Avrupa’nın Geleceği İçin Çerçeve” başlıklı bir kapanış belgesi yayımlamışlardır.
İşte bu belgede öngörülen çalışma konularının değerlendirilmesi Paris’te yapılmıştır.
Bu konuların başında Viyana’da yürütülen Avrupa Konvansiyonel Kuvvet İndirimi
(AKKUM) geliyordu. Bu antlaşma da NATO ile Varşova Paktı üyeleri arasında 20
Kasımda Paris’te imzalandı. AGİK’in Paris toplantısında aldığı kararlar (Paris Şartı)
şöyle sıralanabilir:
Sürecin kurumsallaştırılması ve bir sekreteryanın kurulması,
Avrupa
bütünleşmesine
yönelik
adımların
görüşüleceği
bir
konferansın her iki yılda bir düzenlenmesi,
Bir “Çatışmaların Önlenmesi Merkezi”nin kurulması ve bu merkezde
çatışmaların durdurulmasına yönelik çalışmaların yapılması,
Kurulması planlanan AGİK parlamento organına “Avrupa asamblesi”
adının verilmesi,
Hukukun
üstünlüğünü
vurgulayan
AGİK
yükümlülüklerinin
yinelenmesi,
AGİK’e üye ülkelerdeki seçimlerin denetlenmesine olanak sağlayacak
bir mekanizmanın kurulması,
56
Serbest rekabete dayalı Pazar ekonomisinin geliştirilmesine yönelik
işbirliği ilkelerinin saptanması,
Çevre korunması için çok yönlü işbirliğinin geliştirilmesi.130
1992 Temmuz’unda AGİK’in Helsinki’de yaptığı ikinci doruk toplantısında,
üye ülkeler AGİK’in ortak güvenlik işlevini güçlendirmişlerdir. Artık olağanüstü
toplantı için oybirliği aranmamakta ve ani bunalımlarda taraflar arasında erken
danışma mekanizmaları oluşturulmaktadır. Araştırma ve rapor hazırlama özel
grupları kurulmuş ve bu gruplar Bosna-Hersek, Ermenistan, Azerbaycan, Ukrayna,
Moldova, Beyaz Rusya ve Orta Asya Cumhuriyetlerinde görev almışlardır. 1992
Helsinki Belgesi, AGİK’in Avrupa Birliği, NATO, Batı Avrupa Birliği ve Bağımsız
Devletler Topluluğu’nun barışı koruma mekanizmalarına AGİK bölgesinde barışın
korunması konusunda çağrıda bulunulabileceğini hükme bağlamıştır. Ancak,
AGİK’in hala Bosna-Hersek gibi çatışma noktalarında etkili olmasını sağlayacak bir
güce ya da mekanizmaya sahip olmadığını da ayrıca belirtmek gerekir.131
2.
1970’li Yıllarda ABD Dış Politikası
1970’lerle birlikte ABD’de özellikle 1976’dan sonra Carter ve 1981’den
sonra Reagan yönetimleri NATO’ya artan bir önem vermiş, askeri açıdan örgütü
güçlendirmeye çalışmış ve Reagan Avrupa’daki yumuşamaya artık bel bağlamama
kararı almıştır. Her ikisi de Helsinki Belgesi’nin ilk iki “sepetini” bir kenara bırakıp
“üçüncü sepet” üzerinde durmuşlar, Sovyetler Birliği’nde rejim aleyhtarlarına
130
131
Sander, s. 460.
Sander, ss.460-461.
57
uygulanan baskı politikasını şiddetle eleştirmişler ve Polonya olaylarının açıkça
gösterdiği gibi, insan haklarını siyasal bir silah olarak kullanmaya başlamışlardır.132
1972-1976 döneminin, yani Başkan Ford ve Dışişleri Bakanı Henry
Kissenger’in dış politikasının özü, ABD açısından yumuşamanın ve Sovyetler Birliği
ile ilişkilerin önceliğe sahip olduğu anlayışıydı. Her iki tarafça da tanımlanmış ve
üzerinde anlaşmaya varılmış bir istikrar, Avrupa’nın son zamanlarda en büyük
ihtiyacıydı. Bu tür bir istikrar da ancak Sovyetler Birliği ile varılacak anlayış
birliğiyle sağlanabilirdi. İşte daha önce incelenen Helsinki Belgesi, ancak böyle bir
anlayışın ürünü olarak ortaya çıkmış ve Avrupa’da yumuşama gerçekleşmiştir.
Kısacası, 1972-1976 döneminin ABD dış politikası, “ya yumuşama ya da nükleer
savaş” anlayışına dayanmaktaydı.133
1976-1980 döneminde yeni başkan Jimmy Carter, Dışişleri Bakanı Cyrus
Vance ve ulusal Güvenlik İşleri Danışmanı Zbigniev Brzezinski yönetiminin dış
politikası ise şu yöndeydi: Sovyetler Birliği ile ilişkiler artık ABD dış politikasının
başat boyutu olmaktan çıkarılmalı, daha cesur ve kapsamlı bir dış politika
izlenmeliydi. NATO güçlendirilmeli, ABD asıl Batı Avrupa, Japonya ve ÇHC ile
ilişkilerine önem vermeliydi.134
Başkan Reagan, Carter’ın bu özetlenen politikasını, belki de daha büyük bir
hevesle sürdürdü denebilir. Yumuşamayı ABD’nin çıkarlarına kullanabilmek için,
132
133
134
Sander, s. 478.
Sander, s. 479.
Sander, s. 479.
58
Sovyetler Birliği’ne karşı askeri, ekonomik ve siyasal açıdan güçlü olma yönünde
önemli adımlar atmıştır.135
Başkan Reagan, Carter yönetiminin “NATO'yu güçlendirme politikasını”
daha büyük bir hevesle sürdürmüş ancak, uzun bir süreden beri devam eden temel bir
çelişkiye rahatlatıcı bir çözüm de bulunamamıştır. Bu temel çelişki, “ABD'nin tüm
yeryüzüne yayılmış global çıkarları ve politikası içinde Avrupa'nın rolünün ne
olacağı” sorusuna odaklanmaktaydı.136
ABD'nin Pasifik bölgesindeki ülkelerle ticareti, Batı Avrupa ile ticaretini
geride bırakmaktaydı. ABD'nin dış politikasındaki önceliği hangi bölgeye vereceği
cevaplanması gereken bir soruydu.
Reagan yönetiminin ABD'de uyguladığı yüksek faiz ve himaye politikası,
Batı Avrupa ekonomilerini rahatsız etmeye başlamıştı. Batı Avrupa devletleri,
ABD'nin Latin Amerika’daki sert ve Orta Doğu'daki İsrail yanlısı politikasını
eleştirmekteydiler. Bu ülkelerle birlikte Japonya'nın Orta Doğu petrolüne ABD'den
daha çok olan bağımlılığı, bölgeye yönelik dış politikalarını yumuşatmıştı. İşte tüm
bu konular, 1980'lerin sonlarında NATO müttefikleri arasındaki ilişkileri
gölgeleyebilecek nitelikteydi.137
ABD, İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Truman Doktrini, NATO ve
CENTO aracılığıyla, Sovyetler Birliği'nin Avrupa ve Ortadoğu'da genişleme
olasılığına karşı bir “çevreleme” politikası uygulamaya başlamıştı. Ancak, gerek
“dehşet dengesi”nin yerleşmesi, gerek Avrupa devletlerinin göreli olarak daha
135
136
137
Sander, s. 481.
Sander, s. 481.
Sander, s. 482.
59
bağımsız bir politika izlemeleri ve gerekse yumuşamanın ortaya çıkmasıyla, bu katı
çevreleme politikası eski sıcaklığını yitirmişti.
Globalleşmenin etkisiyle, Sovyet-ABD çatışması, Avrupa'nın ortası ve
Avrasya'nın yakın çevresinden, Afrika, Ortadoğu, Hint Okyanusu ve Doğu Asya'ya
doğru yayılmış bulunmaktaydı.
ABD’nin, bu dönemde Doğu Asya'da etkili olabilmek ve buradaki Sovyetler
Birliği etkisini kırabilmek için, Sovyetler Birliği'nin Avrupa'da savunma konumunda
olmaya devam etmesini sağlaması gerekiyordu. Bunun için Çin Halk Cumhuriyeti ile
iyi ilişkiler içerisine girerek Sovyetler Birliği'ne karşı doğuda bir tehdit oluşturmayı
ve NATO'nun askeri gücünün artırılması ve bazı Batı Avrupa ülkelerine orta menzilli
füzeler yerleştirilmesi ile de Batı'da bir tehdit oluşturarak Sovyetler Birliği'ni ikili
kıskaca almayı amaçlamıştır.138
Gorbaçov'un
Sovyetler
Birliği'nde
işbaşına
gelmesi,
Doğu
Avrupa
ülkelerindeki demokratikleşme hareketi, Varşova Paktı'nın ortadan kalkması ve bu
gelişmelerden sonra Avrupa'ya yönelik bir “Doğu tehdidinin” ortadan kalkmasıyla,
yukarıda özetlenen stratejide niteliği belirgin bir biçimde ortaya çıkmayan
değişiklikler olmuştur. Bunlardan başlıcası, NATO'nun artık siyasal niteliği askeri
niteliğine üstün gelen bir örgüt biçimine dönüşmesi ve NATO'ya, anlaşmasında
belirtilen bölgenin dışından (örneğin Ortadoğu'dan) gelebilecek tehditlere karşı yeni
bir işlev kazanmasıdır. Ayrıca NATO, ABD'nin Avrupa'nın ilerde alacağı yeni
biçime müdahale edebileceği ya da kıtada varlığını sürdürebileceği bir örgüt olarak
da değerlendirilebilir. Macaristan 1991'de ortak üye olmuş, ABD'nin “Barış için
138
Sander, s. 483.
60
Ortaklık” önerisi genellikle kabul görmüş ve eski Varşova Paktı üyelerini de içine
alan bir “Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi” kurulmuştur. Bugün NATO yetkililerinin
biraz gururla ve birazda zaman kazanmak için belirttikleri gibi, örgüt Avrupa'nın
istikrarının sağlanıp sürdürülmesinde Avrupa'nın temel taşlarından biri olarak
işlevini devam ettirmektedir. Ayrıca NATO, 1993 yılında örgütün ortaya çıkabilecek
yerel çatışmaları durdurmak için çevik kuvvet tahsis etmeye özel ağırlık vereceğini
açıklayarak 1990'lı yıllardaki misyonunu da saptamıştır.139
3.
1980’lerde Yaşanan Gelişmeler ve Doğu Avrupa’daki Dönüşüm
Sovyetler
Birliği'nde
Gorbaçov döneminin
başlamasıyla
çok köklü
değişiklikler meydana gelmiştir. Stalin döneminin katı, baskıcı tutumunun yerini,
çözümcül, yeniliklere açık, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunları çözmeye
ve ülkeyi modernleştirmeye çalışan bir anlayış almıştır. Gorbaçov bu yönde çok ve
köklü girişimlerde bulunmuş, fakat devraldığı kötü ekonomik mirasın da etkisiyle
oluşan kötü ekonomik gelişmelerde kolaylıkla statükocu bürokratların hedefi haline
gelmiştir. Hem milliyetçi hareketler hem de işçilerin protesto gösterileriyle karşılaşan
Gorbaçov yönetimi güç durumda kalmıştır.
Gorbaçov, dış politikada da son derece barışçıl bir tutum izlemiş, Doğu
Avrupa'daki demokrasi hareketlerinin hızlanması ve birleşik bir Almanya'nın
doğmasında büyük katkısı ve desteği olmuştur.
Fakat Gorbaçov'un bozuk olan ekonomiyi düzeltme yolundaki tüm
girişimlerine ve çabalarına rağmen, Sovyetler Birliği, bir savaş olmaksızın
kendiliğinden dağılmıştır. Doğu Avrupa'da oluşan güç boşluğu ise Batı Avrupa
139
Sander, s. 484.
61
devletleri ve ABD’nin bölgeye yönelik inisiyatifler geliştirmesine neden olmuş ve bu
bölgede kısa sürede bir toplumsal ve siyasal dönüşüm gerçekleşmiş, demir perdenin
arkasında bulunan ülkeler Batı ekonomik ve siyasi sisteminin bir parçası haline
gelmişlerdir.
Doğu Avrupa ülkelerinin kökenlerine bakıldığında Avrupa kültürünün bir
parçası oldukları görülmektedir. Yüzyıllar boyunca, Batı Avrupa devletlerini
etkileyen olaylar ve akımların etkisi biraz gecikmelide olsa bu bölgede de etkisini
hissettirmiştir.140 Dolayısı ile siyasi boyutuna baktığımızda Batı Avrupa'da 1945
sonrasında görülen kitle demokrasisi ve çoğulcu siyasal yaşam Doğu Avrupa'da
Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından etkisini göstermeye başlamıştır.
Doğu Avrupa'da yaşanan gelişmelerin ekonomik boyutuna baktığımızda ise
endüstrileşmenin yarattığı sorunlar göze çarpmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde, on
dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın ilk yarısında denetimsiz ve acımasız olan
endüstrileşme süreci, daha sonra sosyal devlet anlayışından etkilenerek, içine sosyal
hakları, dengeli gelir dağılımını, karma ekonomi anlayışını, kısaca sosyal
demokrasiyi almıştır. Bugün komünist sistemden, serbest piyasa ekonomisine yeni
geçmekte olan Orta ve Doğu Avrupa ekonomilerinde ise, dışa açılma, merkezi
ekonomik planlamaya son verme, tüketim maddelerinin üretimine öncelik tanıma,
dünya mali alışverişi dışında kalmama isteği ve teknoloji transfer etme gereğinin
anlaşılması gibi gelişmeler yaşanmaktadır. 141
İkinci Dünya Savaşı sonunda Kore, Vietnam ve Almanya olmak üzere üç
ülke bölünmüş bunlardan Vietnam 1976 yılında birleşmiştir. Almanya'nın özel bir
140
141
Sander, s. 499.
Sander, s. 500.
62
önemi olması ise geçmiş 150 yıl içerisinde üç savaşa yol açmış olmasındandır.
Helsinki Belgesi'nin başarısı Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı sonrası sınırlarının ve
özellikle iki Almanya’nın sınırlarının nihai olarak tanınmasında yatmaktaydı. Ne var
ki bu tarihi izleyen on beş yıl içinde ve özellikle 1989'da ortaya çıkan şaşırtıcı
gelişmeler, iki Almanya’nın birleşmesini bir oldu bittiye getirmiştir. Berlin
Duvarı'nın yıkılmasını izleyen gelişmelerin ardından 2 Ekim 1990 gecesi resmi
olarak tek bir Almanya doğmuştur. Aslında, bu diğer Avrupa ülkelerinin içtenlikle
isteyip destekledikleri bir gelişme değildir. Ancak yaşanan gelişmeler karşısında
desteklemekten başka seçenekleri kalmamıştır.142
Alman birliğinin sağlanmasının ardından ülkenin karşılaştığı iç sorunların
başında, eski Doğu Almanya'nın hantal ekonomisinin Batı ile bütünleştirilmesi ve
sosyalist ekonominin güvencelerinden sonra, kapitalist ekonominin rekabet ve
işsizliğiyle karşılaşanların topluma kazandırılması gelmiştir. 143
80 milyonluk güçlü bir Almanya yalnız Orta ve Doğu Avrupa'da değil tüm
kıtada ağırlığını hissettirecek güçlü bir devlet haline gelmiş, Doğu Avrupa ülkelerine
yönelik yeni politikası (Neu Ostpolitik) bölgede ve giderek Balkanlar'da Almanya'ya
belirli bir üstünlük sağlamıştır. 144
4.
Yeni Avrupa'nın Mimarları
Son yıllarda Avrupa kıtası çok hızlı bir değişim süreci geçirmektedir. Bu
yüzden Avrupa'da dengelerin nasıl şekilleneceğini kestirmek zor olabilmektedir. Öte
142
143
144
Sander, ss. 501-503
Sander, s. 503.
Sander, s. 504.
63
yandan kurumsal açıdan bakıldığında Avrupa kıtasının geleceğinde dört kurumun
etkili olacağını söylemek mümkündür. Bunlar, NATO, Avrupa Birliği, AGİK ve
Avrupa Konseyi'dir.145
NATO, bugün bir askeri savunma örgütü olarak varlığını sürdürmekte, askeri
öneminin azalmasına karşın siyasi yönünün ön plana çıkmasıyla, Avrupa'nın
kurulmasında ve istikrarın sürmesinde önemli bir role sahip olacağı çok sık
belirtilmektedir. 146
Geleceğin Avrupasına yön verecek ikinci kuruluş, bugün 27 üyeli yapısıyla
ve gösterdiği ekonomik performansla Avrupa ülkelerini bir mıknatıs gibi kendisine
çeken Avrupa Birliği'dir. Avrupa Birliği bugün Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası gibi hayati politikaları da hayata geçirerek
entegrasyonu kuvvetlendirmektedir.147
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, bugün Avrupa güvenliğiyle ilgili
birincil derecede bir konferanslar sürecidir. Avrupa'nın geleceğinde söz sahibi
olacağı öngörülen Avrupa Konseyi’nin ise 40 yılı aşkın başarılı çalışmaları, 150'ye
yaklaşan uluslararası sözleşmesi ve işleyen organlarıyla, demokrasi ve insan
haklarının korunmasının Avrupa ölçeğinde genişlemesinde birincil derecede paya
sahip olması beklenmektedir.148
145
146
147
148
Sander,505
Sander,505.
Sander,506.
Sander,506.
64
İKİNCİ BÖLÜM
TRANSATLANTİK İLİŞKİLERİN EKONOMİK
BOYUTU
A-
1945-1990 ARASI YAŞANAN EKONOMİK GELİŞMELER
1.
1945 Sonrası Yaşanan Ekonomik Gelişmeler
Ekonomist Jeon Fourastie “şanlı otuzlar” tabirini II. Dünya Savaşı’nı takip
eden ilk otuz yıl için kullanmıştır. Söz konusu olan, hiçbir dönemle
kıyaslanamayacak derecede kuvvetli ve devamlı bir ekonomik gelişmeydi.
Bu istisnai büyüme birçok sebebe dayanmaktaydı. Sanayileşmiş ülkelerin
nüfusunu %29 oranında yükselten “baby-boom”149 hadisesinin beraberinde getirdiği
demokratik artış bu etkenlerin başında gelmekteydi. Silahlanma yarışının teşvik
ettiği teknik ilerleme diğer bir önemli etkendi. Ayrıca savunma sanayi, ekonomiye
hayat veren en önemli mekanizmalardan biriydi.
Uluslararası arenada ticaretin yaygınlaşması “şanlı otuzlar” diye tabir edilen
dönemin dinamizmini oluşturdu. Ticaretin liberalleşmesi, çok uluslu şirketler
tarafından yapılan uluslararası yatırımların gelişmesi bu ilerlemeyi perçinledi. 19501975 yılları arasında dünya üretimi %5 oranında büyürken, uluslararası ticaret %7
oranında gelişti. Diğer taraftan uluslararası arenada yapılan mali işlemler 6 kat arttı.
150
149
150
Amerika’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra 78 Milyon kişi doğmuş ve doğum sayısındaki bu
ani artış bebek patlaması olarak tanımlanmıştır.
Armaoğlu F., ss.310-311
65
Bu temel faktörlerin yanında, I. Dünya Savaşı’nı takip eden sorunların
tekerrürünü engellemek için II. Dünya Savaşı’nın sonlarında kurulan iki kurum IMF
ve GATT sarsıntılardan uzak bir ilerleme için genel çerçeveyi de oluşturuyorlardı.
Yeni dünya para sistemi Bretton Woods (1944) andlaşmalarıyla hayata
geçirildi. Bütün para birimleri kendi aralarında ve Amerikan dolarıyla, sabit kur
bazında kolayca değiştirilebilecekti. Sadece dünya altın rezervinin 2/3’ünü elinde
bulunduran ABD’nin para birimi dolar, 35 dolar=1 ons oranında olmak üzere altına
endekslenmişti. Bu sistemin sağlıklı bir şekilde yürümesi için Uluslararası Para Fonu
(IMF) kuruldu. IMF, ekonomisinin önemi oranında her ülkenin belirli bir ödeme
(quato) yaptığı bir çeşit ortak kasaydı. Bunun karşılığında ülke, ödemelerde dengeleri
sağlamak için yabancı döviz bazında tiraj hakkına sahip oluyordu. Bu sistem ülkelere
sabit oranın %1’inden az veya fazla olmak üzere paralarının değerini koruyabilme
imkanını sağladı.
Böylece iki savaş arası dönemde iktisadi sorunların gelişmesinde belirgin bir
rol oynayan istikrarsız para politikaları aşılmış oldu. Uluslararası para statüsüne
yükselen ABD Doları sterlinin hakimiyetine son verdi. Oy kullanma hakkının üye
ülkelerin kotasıyla orantılı olduğu IMF’de ABD ağırlığını koyarak insanlığın önemli
bir bölümü üzerinde ekonomik hegemonya kurmayı başardı.151
30’lu yılların acı hatıralarını silmek ve ticari muamelelerde serbestiyet
sağlamak için 1947’de gümrük tarifeleri ve ticaret için genel bir antlaşma (GATT)
imzalandı. GATT (General Agreement on Tariffs and Trade) ülkeler arasında
gümrük tarifelerinin indirimini, taraflar arasında eşit muameleleri sağlayıp dumping
151
Armaoğlu F., 311-313.
66
(yabancı pazarlarda ürünleri yerel fiyatlardan daha ucuza satmak) gibi etik dışı
icraatları engelleyerek gümrüklerde bir çeşit silahsızlandırmayı öneriyordu.
Başlangıçta dünya ticaretinin %80’ini elinde bulunduran 23 devletin üye olduğu
GATT, taraflara görüşmeler, pazarlıklar için daha esnek bir zemin sağlıyordu.
Büyüme beraberinde yapısal bir karakter kazanan enflasyon artışını da
getirdi. Enflasyonun gelişimi büyümenin seyriyle orantılıydı. Talebin artması para
hacminin artmasını da beraberinde getirmişti. 1960’lara doğru doların kıt olduğu bir
dönemden fazla olduğu döneme geçiliyordu. Diğer taraftan ABD ödeme
dengelerinde açıklar vermeye başladı. Bretton Woods’tan miras kalan Amerikan
dolarının itibarı zedelendi. Bir çok ülke ellerindeki dolarları altın karşılığında
değiştirmeye karar verdi. Böylece Fort Knox’taki152 altın rezervleri 25 milyar
dolardan 10 milyar dolara düştü. 1970’lerin başında büyümenin temelleri ciddi bir
şekilde sarsıldı. 153
Savaş sonrası dönemde Büyük Britanya ekonomisi sorunlarla yüzleşirken,
iktisadi ve sosyal reformlar İşçi Partisi’nin iktidar dönemine damgasını vurdu ve
sosyal devlet anlayışını yerleştirdi. Üretimci yatırımların yetersizliği, demokratik
büyümenin zayıf oluşu gelecek yıllar için umut vermiyordu. Bunun karşın Batı
Almanya mucizevi bir gelişmeye damgasını vurdu. 1948’de doğan Federal Almanya
savaşta harabeye dönmesine rağmen müttefiklerin şaşırtıcı bir şekilde zarar
vermediği büyük bir sanayi potansiyeline ve düşük maliyetli ve nitelikli işgücüne
sahipti. 1955’e kadar askeri harcamalardan muaf oluşu ve soğuk savaş şartlarında
Amerikan yardımından yararlanması diğer avantajlarıydı. Böylece Almanya
152
153
ABD’de Kentucky Eyaleti’nde bir askeri üs. İyi korunan bir yer olması dolayısıyla ABD’nin
ve hatta çoğu ülkelerin altın rezervleri burada muhafaza edilir.
Armaoğlu F., 313-315.
67
ekonomisi 1950-1970 yılları arasında üretimini 4 katına çıkararak dünyanın en büyük
sanayi güçlerinden biri haline geldi. Diğer taraftan demokratik kurumları da
güçleniyordu.
Fransa’da ise hükümetlerdeki istikrarsızlıklar ve kolonilerde ağır zayiatlara
neden olan savaşlar (Çinhindi, Cezayir) yüzünden 1958’e kadar iktisadi gelişimde
yavaşlama görüldü. Başkana geniş yetkiler veren yeni bir anayasa ile iktidara gelen
General De Gaulle Cezayir savaşına son verip bağımsızlığını tanıdı. İstikrara
kavuşan Fransa’nın uluslararası platformdaki rekabet eksiğine rağmen ekonomisinde
fark edilir bir yükselme gözlendi. 154
ABD ise, savaşın hemen akabinde gücünün zirvesine ulaşmıştı. Savaştaki
kayıpları
son
derece
sınırlıydı.
Bombardımanlardan
etkilenmeyen
sanayi,
potansiyelini ikiye katlayarak dünya sanayi potansiyelinin yarısına ulaşmıştı.
Görünüşte erimeyecek sanılan altın ve para rezervine sahip olan ABD dünya ticari
gemilerinin 2/3’üne sahip olup bazı anahtar sektörlerde (alüminyum, sentetik kauçuk,
gemi, otomobil, uçak) sadece kendisi diğer dünya ülkelerinin tamamından daha fazla
üretimde bulunuyordu. Uluslararası mali işlemlerin ¾’ünü kontrol altında tutarak tam
bir iktisadi üstünlük kurmuştu. İnsanlığın bir kısmının yaşaması için gerekli olan
gıda maddelerini de elinde bulunduruyordu.
Dünya Savaşı’nı takip eden durgunluk dönemi Marshall Planı ve Kore Savaşı
ile aşılmış oldu. 50’li yılların ABD’si refah toplumuna dönüşüyordu. Daha sonra
Kore’de barış sağlanması ve Başkan General Dwight D. Eisenhower’in hassas olan
154
Armaoğlu, F. ss.315-318.
68
yumuşama dönemini tehlikeye sokmaksızın ABD’nin hakimiyetini korumak istemesi
umutları güçlendirdi.
Daha sonraki yıllarda ABD’yi zorlayan iki önemli sorun ise Vietnam Savaşı
ve ırk sorunu olmuştur. Daha sonra başkan Nixon ülkesini Vietnam’dan çıkarmayı
başarmıştır. 155
ABD’deki sistemin tamamı 60’lı yılların sonlarına doğru sarsılmaya başladı.
Yaşam kalitesi adına Taylorizm’in sorgulanmasıyla artan personel sayısı ve maaş
maliyeti üretimden elde edilen kazancı geçti. Bu da şirketlerin kazanç oranlarının
azalmasına neden oldu. Yatırımlar, başta Asya ülkeleri olmak üzere fakir ülkelere
yöneldi. Bu temel yapısal faktörlere ekonomideki Keynesçi uygulamaların
zorluklarını da ilave etmek gerekiyor. Bu uygulamalar sosyal devletin yerleşmesini
ve devletin ekonomideki müdahalesinin artmasını sağladı. Değişim, şirketlerin vergi
ve sosyal sorumluluklarını artırdığı gibi, hükümetlerin de bütçe açığı vermesine
neden oldu.
Daha da bozulan bu ortamda iki hadise krizin başlangıcına damgasını vurdu.
15 Ağustos 1971’de ABD başkanı Richard Nixon Amerikan dolarının altın
karşılığında değiştirilmesinin kaldırıldığını açıkladı. Bu Bretton Woods sisteminin ve
sağladığı istikrarlı para politikalarının sonuydu. Altına dayalı uluslararası kur sistemi
artık yoktu. Bu, bütün paraların dalgalanacağı, yani piyasa kanunlarına göre kendi
aralarında inip çıkacağı anlamına geliyordu. 156
155
156
Armaoğlu F. ss.318-320.
Armaoğlu F. ss.414-417.
69
ABD’nin büyük bütçe açığı yüzünden kaçınılmaz olan bu karar, para
politikalarında güvensizlik oluşturduğu gibi enflasyonun genelleşmesine ve üretici
yatırımların aleyhine olarak spekülasyonların yapılmasına neden oldu. Ayrıca
rekabet şartlarını önceden belirlemeyerek uluslararası işlemlerde kargaşaya neden
oldu. Bu şu manaya geliyordu: Kağıt dolarlar artık uluslararası ödeme aracı olarak
altının yerini almıştı. Böylece ABD dış borcunu uygun şartlarda kapatma fırsatını
buldu. Bu dönemde Amerikan dolarının devaluasyona tabi tutulması ve faizlerin
yükselmesi borçlu ülkeleri olumsuz yönde etkilediği gibi kilit konumda olan ikinci
bir hadiseye, petrol şokuna sebebiyet verdi. Bu konuya ileriki bölümlerde
değinilecektir.
Bütün dünyanın referans gösterdiği 1930’lu yıllardaki buhran 3 sene içinde
dünya üretiminin %40 oranında düşmesine neden olmuştu. Bu sefer üretim
gerilemediği gibi yükselişini sürdürüyordu. Sanayi sektöründe düşüş gözlenen 197475 ve 1980-81’in dışında bu krizden sadece büyümenin boyutları zarar gördü. Ama,
toplamda dünya üretiminde büyüme oranı 1974-1985 dönemindekinden yüksekti. 157
Bu dönemde enflasyon yükseldi. Büyümenin yavaşladığı dönemde, enflasyon
ve işsizliğin artması yeni bir ekonomi teriminin ortaya çıkmasına neden oldu:
Stagflasyon. Krizi diğerlerinden en radikal bir şekilde ayıran ayıran unsur
uluslararası ticaretin gelişiminin devam ettirilmesiydi. 1930’lu yıllardaki kriz
esnasında bütün ülkeler yabancı rekabete sınırlarını kapattılar. İçerdeki sorunları
çözmeye yönelik politikalar uygulanarak uluslararası ticaret yok edildiği gibi, durum
daha da kötüleşti. Bu sefer, içe dönük politikaların uygulanması engellendi. AET’nin
1975’te Lome andlaşmasıyla 30’a yakın ACP (Afrika, Kapaib, Pasifik) ülkesinin
157
Armaoğlu F. 417-419.
70
ürünlerine sınırlarını açmasından sonra GATT çerçevesinde yapılan görüşmelerin
ikinci raundu 1979’da gümrük tarifelerinin düşmesiyle sonuçlandı. Ülkeler arasında
yeni ticari muameleler gelişmeye başladı. Mesela, ağır donanım gereçleri konusunda
petrol üreticisi ülkeler ile Batılı ülkeler arasında ya da Atlantik bloku ile Kıta bloku
arasındaki ticari işlemler gelişti.
Batı Avrupa, ABD ve Japonya arasında küresel boyutlarda iktisadi bir savaş
vardı. Asya dragonlarının şaşırtıcı çıkışı eski sanayi ülkelerini tehdit eder boyuttaydı.
Serbest ticaret sayesinde küreselleşen ekonomi, ülkelerin buhran karşıtı politikalarına
ağırlığını koydu. Ülkeler, kendilerine uluslararası işbölümünün dayattığı etkenleri
kabul etmek zorundaydı.
1981’in başında Ronald Reagan’ın Beyaz Saray’a gelişi Roosevelt’in New
Deal politikalarının sonu oldu. Sosyal yükümlülüklerde geri adım atılması,
gecekonduların tekrar belirmesi, evsizlerin çoğalması, Hoover döneminin dramatik
görüntülerini anımsattı. Kişi başına düşen milli gelirde düşüş gözlenirken, işsizlik
1930’dan sonraki en yüksek oranına ulaşmıştı. Mevzuatın etkili olmaması vahşi
rekabeti
körüklüyordu.
Borsada
1987’nin
sonbaharında
çökecek
derecede
spekülasyon hakimdi. Verdiği sözlere rağmen Reagan askeri harcamalarla daha da
büyüyen bütçe açığını kapatamadı. Gitgide büyüyen bu açığı kapatabilmek için
yüksek faizli yabancı sermayeye başvurdu. Kısa sürede ABD’nin borcu diğer
ülkelerin toplam borcunu geçti.
71
80’li yılların ortalarına gelindiğinde küresel kriz 10 senedir sürmekteydi.
Hassas temeller üzerine dayanan para politikaları sosyal maliyetleri arttırarak kısmi
ilerleme sağladı. 158
2.
Marshall Planı
Truman Doktrinin açıklanmasından sonraki dönemde yaşanan en önemli
ekonomik gelişme, Marshall Planı’nın açıklanmasıdır. Marshall, Moskova’dan
döndükten sonra, sık sık ABD için Avrupa’nın içinde bulunduğu zor durumun ne
kadar önemli olduğunu vurguluyordu. Bu durum, hem komünizmin önünü açıyor
hem de Avrupalıların ABD endüstrisi ve tarımından ihtiyaçları olan malzemeleri
alamamalarına neden oluyordu.159 Amerika, Batı Avrupa’nın ekonomik sıkıntılarına
yardımcı olmak için her şeyi yaptı. Amerika’nın 1945 Haziranı ile 1946 sonu
arasında Batı Avrupa’ya yaptığı ekonomik yardım 15 milyar dolar olmuş, fakat bu
yardım bütçe açıklarının kapanması, ithalat gibi verimli olmayan ve paranın gidip de
gelmeyeceği alanlara harcanmıştı.160 Bu nedenle yeni bir çözüm düşünülmesi
gerekiyordu. 5 Haziran 1947’de gerçekleştirilen Harvard Üniversitesi Diploma
Töreninde, Marshall, Avrupa ülkelerine çok büyük ölçekte bir yardım önerisinde
bulundu. Avrupa’da savaştan kaynaklanan yıkımın boyutları doğru tespit edilmişti,
ancak şu anda Avrupa sanayisinin altyapısının altüst olmasının verdiği zarar savaşın
verdiği zarardan çok daha fazla idi.161 Savaştan sonra Avrupa ülkeleri, yıkılan
ekonomilerini onarmak için yoğun bir çabaya girmişlerdi. Bunun için gerekli olan
makine ve donanım ancak ABD’den sağlanabilirdi. Dolayısıyla bu ülkelerin tüm
158
159
160
161
Armaoğlu F. ss.420-427.
Willis, s.195.
Armaoğlu, s.443.
Willis, s.195.
72
döviz ve altın rezervleri ABD’ye akmış ve büyük bir döviz darboğazı içerisine
sürüklenmişlerdi.162 Avrupa’nın o tarihten itibaren üç dört yıl içinde gereksinim
duyacağı temel zorunlu gıda maddeleri için, yeterli ödeme yapabilme gücü yoktu. Bu
nedenle, ya dışarıdan ciddi bir yardım sağlanmalı idi ya da mevcut otorite ekonomik,
sosyal ve siyasi açıdan çok zor bir durumla karşı karşıya kalacaktı. ABD’nin
sunacağı yardım geçici bir çözümden öte tedavi edici nitelik taşımalıydı. Program
tüm Avrupa için ortak olarak uygulanacaktı ve bütün olmasa da çoğu Avrupa
ülkesini kapsamakta idi.163 Ancak, böyle bir yardımın yapılabilmesi için,
önce
Avrupa ülkelerinden ABD’ye talep gelmesi gerekiyordu ve toplumsal ve siyasal
sistemi ne olursa olsun yardım programına katılacak Avrupalı ülkeler bunun için,
önce ekonomik ihtiyaçlarının rakamsal dökümünü içeren ortak bir program
hazırlamalıydılar.164 Böyle bir programa ABD'nin gerekli desteği sağlamaya kararlı
olduğu ve ortaya attığı önerinin "hiçbir ülke yada doktrini hedef almadığı" sadece
"açlığa, yoksulluğa, umutsuzluğa ve kargaşaya" karşı olduğu belirtiliyordu.165
İngiliz Dış İşleri Bakanı Bevin’e göre Marshall Planı batmakta olan adama
uzatılan bir cankurtaran halatı gibiydi ve Marshall’ın yaptığı konuşma dünya
tarihindeki en büyük konuşmalardan birisi idi. Ayrıca, Marshall konuşmasında
açıkça Rusya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerini de plana dahil ettiği için bu doğu ile
batının bütünleşmesi için bir köprü niteliği taşıyabilirdi. Fransa Dış İşleri Bakanı
Bidault’ta planı aynı ölçüde olumlu karşıladı. 19 Haziran 1947’de Bevin ve Bidault,
Sovyet Dış İşleri Bakanı Molotov’u, Marshall planını tartışmak üzere davet ettiler.
162
163
164
165
H.Seyidoğlu, Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlük, 3. Baskı, İstanbul: Güzem Can
Yayınları, 2002, s. 411.
Willis, s.195.
Sander, s.260.
B. Bektaş , D. Türk , H. Bıyık , vd. (26.02.2006)
73
Plana Rusya’nın da dahil edilmiş olması, ABD’nin yardımını kabul etmenin
Rusya’ya karşı bir duruş gibi algılanmasından korkan diğer Avrupa ülkelerini de
rahatlattı. Ancak Rusya yine de kendi ekonomik planlamasını Avrupa’nın kapitalist
ülkeleri ile koordine etmeye, kendi ekonomisi hakkında detaylı bilgi vermeye ve
fonların kullanımına ilişkin ABD denetimine girmeye sıcak bakmıyordu. Bir hafta
süren tartışmaların sonucunda (27 Haziran–2 Temmuz 1947) Molotov, planı
bağımsız ülkelerin ilişkilerine haksız yere müdahale etmekle suçladı ve yardımı
reddetti. Bunun üzerine Bevin ve Bidault, Rusya ve İspanya hariç diğer Avrupa
ülkelerini 12 Temmuz’da Paris’de düzenlenecek olan konferansa davet ettiler.
Rusya’nın baskısı üzerine, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Romanya,
Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk daveti reddetti. Finlandiya’da Rusya’nın
tepkisini çekme riskini göze alamayarak daveti reddetti. Bunun üzerine konferansta,
17 Batı Avrupa ülkesi166 bir araya geldi ve Avrupa’nın gelecek dört sene içerisinde
üretim potansiyeline ulaşmak için ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunu belirlemek
üzere Avrupa Ekonomik İşbirliği Komitesi (Organization for European Economic
Cooperation-OEEC) oluşturuldu.167 Komite, Amerikan Ekonomik İşbirliği İdaresi ile
ortaklaşa çalışarak, Avrupa’nın onarım programının yürütülmesini koordine
edecekti.168 Komite çok hızlı bir şekilde çalışmalarını tamamladı ve 22 Eylül 1947
tarihinde ABD hükümetine bir iyileşme programı sundu ve 19 Milyar $ değerinde
hammadde ve yiyecekten oluşan ABD yardımı talep etti. ABD yardımının asıl amacı,
Avrupa’ya yaşam için temel ihtiyaç maddelerini sağlayarak Avrupa’nın enerjisini
166
167
168
OEEC’yi Kuran Ülkeler: Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Yunanistan, İzlanda,
İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere,
Almanya
Willis, s.196.
Seyidoğlu, s.36.
74
yeniden yapılanma için harcamasını sağlamaktı.169 ABD, yardımların karşılığında
Avrupa ülkelerinden ekonomik ve mali bağımsızlıklarını artıracak yönde çaba
göstermelerini, bu amaçla gerekli iç önlemleri almalarını ve aralarında yakın bir
işbirliği gerçekleştirmelerini istiyordu. Bu ortamda Avrupa ülkeleri, aralarında
gerekli işbirliğini gerçekleştirmek ve Marshall yardımlarını dağıtmak üzere Avrupa
Ekonomik İşbirliği Örgütü’nü (OEEC) kurdular. 17 Batı Avrupa ülkesinden her biri,
1948-1951 dönemini kapsayan bir plan hazırlayarak ekonomisini toparlayacak,
üretimini artıracak ve dış açığı azaltacak önlemler alacaktı. Bu planlar OEEC
tarafından gözden geçirilecek ve aralarında uyum sağlanacaktı. Aslında bu
koordinasyon, ABD’ye bir ölçüde, üye ülkelerin ekonomik, para ve mali politikaları
üzerinde denetim olanağı sağlıyordu. Kısacası, Marshall programının iki amacından
birincisi, sağlanacak dış yardımlarla Avrupa ülkelerinin yıkılan ekonomilerinin
onarımına ve kalkınmalarının gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak, diğer amaç ise
komünizmin Batı Avrupa’daki yayılışına engel olmaktı. Bunun dışında, Batı Avrupa
ABD’nin geleneksel bir piyasası durumundaydı; o nedenle ABD, bu piyasayı
yeniden canlandırmakla, ihracat olanaklarını artırmayı umuyordu.170 Çünkü II.dünya
Savaşı’nın Avrupa ekonomisine verdiği zarara karşın, ABD ekonomisi büyük ölçüde
gelişmiştir. 1940 yılında ABD’de 8.7 milyon Amerikan işçisi çalışıyorken, savaş
sonrasında tamamı işlerine dönmüş, bunun yanında 10 milyon daha istihdam
yaratılmıştır. Aynı dönemde ABD GSYİH’si $88 Milyar’dan $135 Milyar’a
yükselmiş, üretim %300 artmış, ekonominin üretim kapasitesi %50 artırılmıştır.171
Amerika’daki bu üretim fazlasını yönlendirebileceği ekonomi, Amerika’nın
169
170
171
Willis, s.196.
Seyidoğlu, s. 411.
Morris-Murphy, s.415.
75
geleneksel pazarı olan kıta Avrupa’sıydı. Bu nedenle, zor durumda olan Avrupa
ekonomisinin desteklenmesi gerekiyordu.
ABD’de böyle bir dış yardım programının etkilerinin ne olacağına ilişkin
detaylı çalışmalar yapılıyordu. İç İşleri Bakanlığı bünyesindeki bir komite, ABD
ekonomisinin böylesine pahalı bir programın dahi yükünü kolaylıkla taşıyabileceğine
ilişkin bir rapor yayınladı. Komitenin raporuna göre Avrupa’nın ihtiyacı olan ABD
yardımı, 4 yıl için, 12 ila 17 Milyar ABD Doları arasındaydı. Marshall yardımlarının
tutarı bu kadar büyük olunca bu plan ABD’deki hem sağ hem sol çevreler tarafından
tartışılmaya başlandı. Cumhuriyetçiler, bunun ABD ekonomisinde enflasyon ve
sosyalistleşmeye neden olabileceğini savunuyorlardı. Henry Wallace, bu planın,
Avrupa’nın bölünmesini hızlandırmasından ve yeni bir savaşa yol açmasından endişe
ediyordu.172 1946-47 yıllarının sert geçen soğuğu ve takip eden yaz aylarında gelen
kuraklık, Avrupa’nın yardıma ne kadar acil bir şekilde ihtiyacı olduğunu bir kez daha
gösterdi. Bunun üzerine Başkan Truman, Kasım 1947’de Kongreye, Fransa, İtalya ve
Avusturya’nın ekonomik çöküşünü önlemek için 597 Milyon ABD Doları değerinde
bir ara yardım yapılması önerisini sundu. Kongredeki tartışmalar dört ay daha sürdü
ve sonunda 2 Nisan 1948’de Kongre tarafından ilk 15 ay için 6,8 Milyar ABD Doları
değerinde yardım yapılmasına ve daha sonraki üç yıl için de yıllık ödemeler
yapılmasına karar verildi.
Avrupa İmar Programı (European Recovery Programme), ABD kanadında,
Paul G. Hoffman yönetimindeki Ekonomik İşbirliği Yönetimi (Economic
Cooperation Administration) kurumu tarafından, Avrupa kanadında ise, 17 Avrupa
ülkesinin katılımıyla oluşturulan, Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı tarafından
172
Willis, s.197.
76
koordine edilmekteydi. Yardımın Avrupa ülkeleri arasında bölüşümü OEEC
tarafından gerçekleştirilmekte idi. Yardımların çoğu doğrudan bağışlar şeklinde
verilmekte idi. Bunun yanında, ABD ürünleri alan Avrupalı firmalar, bunun için
kendi ulusal para birimleri üzerinden ödeme yapıyorlar, bu paralar bir fonda toplanıp
ABD yönetiminin izni ile kendi iç ekonomilerini destekleyecek bir alanda
kullanılıyorlardı. Örneğin Fransız fonları, Jean Monnet programında belirlenen,
ülkenin ana endüstri kollarının
desteklenmesi için kullanılmıştır.173
Marshall
planının kapsadığı 4 sene boyunca, Avrupa ülkeleri toplam 13,3 Milyar $ yardım
almışlardır. Bu yardımlardan en büyük payı, 3.189,8 Milyon $ ile İngiltere almış
(%24), Fransa, 2.713,6 Milyon $ (%20), İtalya, 1.508,8 Milyon $ yardım
almış(%11), öte yandan Portekiz, 51,2 Milyon $ (% 0,4) , İzlanda 29,3 Milyon $
(%0,2) yardım almışlardır. Federal Almanya'da 1.390,6 Milyon $ (%10) yardım
alarak Marshall Yardımlarından en çok faydalanan ülkeler arasında olmuştur.
Türkiye’de Marshall Yardımları çerçevesinde 225 Milyon $ yardım almıştır. Yapılan
yardımların % 89’u hibe, %11’i kredi şeklinde verilmiştir.174 Marshall Programı,
Amerikan yardımının yalnızca bir yönü idi. 1945’de başlayan Amerikan yardımı,
1955’e kadar 51 Milyar $’ı bulmuştur.175
173
174
175
Willis, s.198.
George C. Marshall Foundation, Statistics of Reports Division, 1967,
www.marshallfoundation.org/library/doc_marshall_plan_aid.html (01.04.2007)
Seyidoğlu, s.412.
77
Şekil 1 : Marshall Yardımlarının Ülkelere Göre Dağılımı (%)
İngiltere
24%
Diğer
35%
Federal Almanya
10%
Fransa
20%
İtalya
11%
Kaynak: www.marshallfoundation.org,
Planın sonuçları genel olarak başarılı olmuştur. Sanayi üretimi, savaş öncesi
üretim düzeyinin %35, tarımsal üretim %10 üzerine çıkmıştır. 4 yıllık süre zarfında
Reel Gayri Safi Milli Hasıla %25 artarak, savaş öncesi düzeyin %15 üzerine
çıkmıştır. OEEC ülkeleri arasındaki ticaret %70 artmıştır. Çoğu ülkede, enflasyon
kontrol altına alınmış, para birimine olan güven yeniden tesis edilmiş, işsizlik büyük
oranda azalmıştır. Çelik ve kimyasal ürünler gibi çeşitli sanayi dallarında, bunlar
büyük yatırıma ve teknolojiye dayalı sanayi dalları olduğu için ciddi gelişmeler
kaydedilmiştir.
78
Tablo 1: Marshall Yardımlarının Dağılımı (03.04.1948-30.06.1952)
Ülke
Toplam
Toplam
%
13.325,80
Hibe
11.820,70
Kredi
1.505,10
İngiltere
3.189,80
23,9%
2.805,00
384,80
Fransa
2.713,60
20,4%
2.488,00
225,60
İtalya
1.508,80
11,3%
1.413,20
95,60
Federal Almanya
1.390,60
10,4%
1.173,70
216,90
Hollanda
982,10
7,4%
832,60
149,50
Yunanistan
706,70
5,3%
706,70
-
Avusturya
677,80
5,1%
677,80
-
Belçika-Lüksemburg
559,30
4,2%
491,30
68,00
Danimarka
273,00
2,0%
239,70
33,30
Norveç
255,30
1,9%
216,10
39,20
Türkiye
225,10
1,7%
140,10
85,00
İrlanda
147,50
1,1%
19,30
128,20
İsveç
107,30
0,8%
86,90
20,40
Endonezya
101,40
0,8%
84,20
17,20
Portekiz
51,20
0,4%
15,10
36,10
İzlanda
29,30
0,2%
24,00
5,30
407,00
3,1%
407,00
-
Bölgesel Yardım
Kaynak:
www.marshallfoundation.org/library/doc_marshall_plan_aid.html
Bunun yanında siyasi açıdan da önemli gelişmeler kaydedilmiştir. ABD
Hükümeti ve Kongresi ve hatta Amerikan halkı, Amerikan parasını dünyanın geri
kalanıyla paylaşmanın sorumluluğuna alışmış ve bu planın başarısı ile bu şekilde
davranmaya cesaretlendirilmiştir. Çok sayıda ABD vatandaşı, Marshall planının
yöneticileri, iş adamları ve hatta Kongre üyeleri, kişisel olarak bile Avrupalı
meslektaşlarıyla
işbirliği
yapmaya
karşılıklı
bilgi
alışverişinde
bulunmaya
başlamışlardır. Aralarında, bir Atlantik topluluğu idealinin gerçekleşmesi için temel
gereklilik olan ortaklık hissi gelişmeye başlamıştır. Öte taraftan, Avrupalılar da,
ABD yardımını kabul etmenin ilişkilerinde ABD önderliğine itaat etmek anlamına
79
gelmediğini görmüşler, ekonomik ilişkilerin günlük yönetimi ve ortak çıkarlar için
ulusal politikaların koordinasyonu konularında ortak çalışmaya alışmışlardır. Fakat
OEEC, Marshall ve Hoffman’ın umduğu gibi Avrupa’nın daha ileri düzey ekonomik
entegrasyonu sonucunu doğurmamıştır. Gümrük tarifelerinin düşürülmesi hedefi
ancak gerçekleştirilebilmiş, sermaye ve işgücünün sınır ötesinde serbestçe
dolaşabilmesi için herhangi bir adım atılamamış, hatta aynı alanlara yatırım
yapılması sonucunda oluşacak zararlı rekabeti önlemek adına yatırım politikaları
dahi uyumlaştırılamamıştır. OEEC içerisinde, ekonomik bağımsızlıklarını koruma
taraftarı olanlar Marshall Planı sonucunda memnun olmuş, bunun daha ileri bir
Avrupa Ekonomik Entegrasyonu’na dönüşmesini isteyenler ise hayal kırıklığına
uğramışlardır.
Belçika,
Hollanda
istekliliklerini Haziran 1948’de
ve
Lüksemburg
entegrasyon
yönündeki
kendi aralarında bir gümrük birliği (Benelux)
oluşturarak göstermişlerdir. Fransa ve İtalya’da Mart 1949’da benzer bir birliği kendi
aralarında oluşturmayı denemişler fakat bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Paul
Henri Spaak, Robert Marjolin, Jean Monnet, Franz Blücher ve Attilio Cattani gibi,
Marshall planının, daha ileri bir Avrupa Ekonomik Entegrasyonuna yol açmasından
yana olanlar, OEEC’yi sadece bir başlangıç olarak görmüşlerdir.176
2.
Petrol Bunalımı ve OPEC
1959-1960 yıllarında petrol şirketleri petrol fiyatlarını düşürmek zorunda
kaldılar. Düşük petrol fiyatlarından olumsuz yönde etkilenen petrol üreticisi ülkeler
aralarında başlatmış oldukları görüşmeleri sonuçlandırarak, 1960 Ağustos'unda
176
Willis, s.198.
80
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nü (Organization of Petroleum Exporting
Countries OPEC) kurdular. Daha sonra 11 üyeli bir örgüt durumuna gelen OPEC'in
ilk ve temel amacı, petrol fiyatlarını yeniden 1959 yılındaki düzeyine çıkarmak oldu.
Ayrıca başka teknik konularda da işbirliği yapan OPEC ülkeleri uzun süre temel
amaçlarına ulaşamadılarsa da bu alanda çok yararlı bir birikim oluşturdular.177
OPEC'in temel amacı olan petrol fiyatlarının yükseltilmesi ise 1970'lerde
gerçekleşti. 1970-1971 döneminde OPEC devletleri, üretim ve fiyatların belirlenmesi
sürecinde üstünlüklerini, petrol şirketlerine kabul ettirdiler. Burada ilginç olan,
ABD’nin bu süreçte petrol şirketlerini desteklememiş olmasıdır. OPEC devletlerinin
şirketlere karşı bu başarıyı sağlamalarının temel nedenlerinden
birisi budur.
ABD'nin çıkarları bu dönemde dünya piyasalarında petrolün yüksek bir fiyata
ulaşmasını gerektiriyordu. Çünkü ABD'de petrol fiyatları yüksek oluşmakta idi. Oysa
Batı Avrupa ile Japonya, neredeyse tüm petrollerini ithal etmelerine rağmen, petrolü
ABD'den daha ucuza sağlayıp satış fiyatını da düşük tutabiliyorlardı. Öte yandan,
ABD’de maliyetler yüksek çıkmakta, bu da uluslararası rekabette dezavantajlı
konuma gelmesine ve
özellikle Avrupa pazarını elinden kaçırmasına neden
olmaktaydı. Bu yüzden, dış piyasadaki petrol fiyatlarının, ABD iç piyasasındaki
düzeye çıkartılması, ABD’nin çıkarına olacaktı.178
1967 Ortadoğu savaşından sonra kurulan Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri
Örgütü (Organization of Arab Petroleum Exporting Countries-OAPEC), Mısır,
Cezayir ve Libya gibi ülkelerin de sonradan katılmasıyla, Arap petrolünün İsrail'e
karşı bir siyasal araç olarak kullanılması için elverişli bir örgütsel altyapı oluşturdu.
177
178
Sander, s. 487.
Sander, s. 487.
81
1973 Ekiminde Ortadoğu savaşının çıkmasıyla birlikte, OAPEC, İsrail, ABD ve bazı
Batı Avrupa ülkelerine karşı petrol ambargosu uygulamaya başladı. Gerçekte, bu
ambargo etkili bir biçimde uygulanamadı ve kısa süreli oldu. Ama ambargonun
yarattığı alıcı paniği OPEC'in petrol fiyatlarını 1974 yılına kadar tam dört kez
artırmasına yardımcı oldu. Artık petrol ve dolayısı ile enerji, eskisi gibi ucuza
bulunabilen bir üretim girdisi olmaktan çıkmıştı. OAPEC'in bu ambargosu kısa süreli
ve etkisiz olmasına rağmen, OPEC'in yüksek fiyat politikası uzun süreli, etkili ve
geriye dönüşü olmayan bir davranış kalıbı biçimiyle, etkilerini uzun yıllar sürdürdü.
Petrol fiyatlarının bu kadar kısa bir süre içinde yükselmesi, petrol ithal eden
devletleri çok zor bir duruma soktu. Bunun sonucu olarak, petrol ithal eden gelişmiş
batılı devletler, bir yandan OPEC devletleriyle ikili ilişkiler kurmaya çalışırken, öte
yandan da 1974 Kasımında kurdukları Uluslararası Enerji Ajansı ile OPEC'e karşı bir
toplu hareket çabasına giriştiler. Petrol ithal eden Batılı devletler OPEC'in
petrodolarlarını (petrol ihracatı sonucu elde ettikleri nakit döviz) kendi ülkelerine
çekebildikleri; yüksek petrol fiyatlarını sattıkları endüstri mallarına yansıtabildikleri;
başka enerji kaynakları geliştirebilecek teknolojik düzeyde oldukları ve bu amaca
hizmet edebilecek sermayeleri bulunduğu için, petrol bunalımının zararlarını büyük
ölçüde azaltabilecek duruma geldiler.179
1973 sonrasında tüm ürkütücülüğü ile ortaya çıkan petrol bunalımının uzun
süreli bir başka sonucu da 1960'larla birlikte ABD'ye karşı daha bağımsız bir politika
izlemeye başlamış olan Batı Avrupa ülkelerinin gerek ekonomik bakımdan gerek
179
Sander, s. 489.
82
petrol yollarının etkili bir biçimde korunması açısından, ABD'ye yeniden bağlanmış
olmalarıydı.180
Birinci petrol şokunu 1979-1980’deki ikincisi takip etti. 1982’de petrol
fiyatları 1972’ye oranla 10’a katlandı. Oysa ucuz petrol 1950’lerden itibaren
kapitalist büyümenin kalbini oluşturuyordu. Ayrıca 1970’te dünyada tüketilen tüm
enerjinin %40’ını kapsıyordu.
İthalatçı ülkelerde Petrol şoku fiyatların artmasına ve zaten başlayan krizi
hızlandıracak sert tedbirlerin alınmasına neden oldu. Hükümetler faturayı asgariye
indirebilmek için bir taraftan iç tüketime sınırlama getirirken diğer taraftan ticari
dengeleri eşitlemek için ihracatlarını artırdılar. Bu durum, büyük ölçüde hammadde
ihracatına dayanan azgelişmiş ithalatçı ülkeler için bir felaketti.
Çok ses getirmesine rağmen dönemin bütün sorunlarını petrol krizine
bağlamak doğru olmasa gerek. Bunun en belirgin delili ise 1984’ten itibaren petrol
fiyatlarının %70 oranında düşerek 1973’teki fiyatlara dönmesine rağmen dünya
ekonomisinde bir kıpırdanma olmadı. Petrol krizi gelişmiş ülkeleri sadece olumsuz
yönde etkilemedi. Mucizevi bir şekilde zenginleşen ülkelerde yeni donanım pazarları
açıldı. Petrol üretiminde 1. sırayı alan SSCB petrolden sağladığı döviz karşılığında
Batı’dan ihtiyacı olan alımları yapabildi. Tüketici ülkeler etkili enerji politikaları
üzerinde yoğunlaştılar; fiyat artışları, araştırmaları hızlandırdığı gibi yeni petrol
sahaları (Alaska, Kuzey Denizi, Ternöv) kullanılmaya başlandı. Bu da Avrupa’nın
Ortadoğu’ya olan bağımlılığını azalttı. 181
180
181
Sander, s. 489.
Langlois vd , ss.416-418.
83
3.
Batı Avrupa’da Ekonomik Entegrasyon
Daha önceki bölümde belirtildiği üzere, Marshall Yardımları’nın dağıtılması
için kurulan OEEC, Avrupa Bütünleşmesi için bir başlangıç olmuş, bunu 1951
yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), 1957 yılında Avrupa Ekonomik
topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM)’nun kurulması
izlemiştir. 1965 yılında bu üç topluluğu kuran devletlerin imzalamış oldukları
“Birleşme (Füzyon) Antlaşması” sonucunda, AKÇT, AET ve EURATOM için tek
bir Konsey, Komisyon ve Parlamento oluşturulmuş , bütçeleri birleştirilmiş ve bu
ülkeler için “Avrupa Toplulukları” terimi kullanılmaya başlanmıştır.
1968 yılında Gümrük Birliği’nin tamamlanarak yürürlüğe girmesiyle üye
ülkelerin gümrük alanları birleştirilmiştir.182 1979 yılında tarımda sübvansiyonun
kademeli olarak kaldırılması kararlaştırılmışsa da ortak tarım politikası ile ilgili
anlaşmazlıklar sürmüştür. Aynı yıl Avrupa para sisteminin kurulmasıyla, İngiltere
dışındaki üye ülkelerin birbirine bağlanması sağlanmış ve 1980’lerde işgücünün
serbest dolaşımı üzerindeki son kısıtlamalar da kaldırılmıştır.1831 Temmuz 1987
tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi (Single European Act) ile Avrupa
Topluluklarını kuran Antlaşmalar, ilk kez kapsamlı bir biçimde tadil edilmiştir.
Avrupa Tek Senedi ile yeni ortak politikalar saptanmış, mevcut olanlar
geliştirilmiştir. Bu çerçevede Roma Antlaşması’na sosyal politika, ekonomik ve
sosyal uyum, çevre gibi konularda yeni maddeler eklenmiştir. Yine Tek Senet ile,
daha önce oybirliğinin gerekli olduğu Ortak Gümrük Tarifesi’nde değişiklik
yapılması, hizmetler, sermayenin serbest dolaşımı, ortak ulaşım politikaları
182
183
İktisadi Kalkınma Vakfı, AB Tarihçe, www.ikv.org.tr/abtarihçe.php , (13.10.2006)
Sander, s. 352.
84
konularında alınan kararların nitelikli çoğunluğa dayanması kararlaştırılmıştır.184
Ayrıca, Topluluğun en önemli konusu haline gelen iç pazar oluşumunun
tamamlanması takvime
bağlanmış ve
bunun 1992 yılında tamamlanması
öngörülmüştür.185
Avrupa Topluluğu’nda tek para birimi ve ortak bir merkez bankası sistemine
dayalı bir “ekonomik ve parasal birlik” ile ortak dış politika ve savunma politikası
perspektiflerine dayalı “siyasi birlik” kurulmasını öngören ve bu yönleriyle Avrupa
birliği’ni kuran antlaşma olan Maastricht Antlaşması ise 7 Şubat 1992 tarihinde
imzalanmıştır. Maastricht Antlaşması, ekonomik faaliyetlerin uyumlu ve dengeli
gelişimini, enflasyonsuz, sürdürülebilir ve çevre korumasına önem veren bir
büyümenin sağlanmasını, üye ülke ekonomilerinin uyum içinde birbirlerine
yaklaşmasını ve Avrupa vatandaşları için daha güçlü bir Birlik yaratılmasını
hedeflemiştir.
1 Temmuz 1987’de Tek Pazar’ın oluşmasıyla birlikte, 12 üye ülke arasında
malların, sermayenin, hizmetlerin ve insanların serbest dolaşımı tam anlamıyla
sağlanmıştır.
Avrupa Topluluğu, 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanan Maastricht Antlaşması
ile “Avrupa Birliği” (AB) olarak anılmaya başlamıştır.
1 Ocak 1999 tarihinde Euro, 11 üye ülkede (Almanya, Avusturya, Belçika,
Finlandiya, Fransa, Hollanda, İrlanda, İspanya, İtalya, Lüksemburg, Portekiz) resmi
para birimi haline gelmiş ve üye ülkelerin ulusal paralarının Euro’ya dönüşüm
184
185
İktisadi Kalkınma Vakfı, (13.10.2006)
Sander, s. 352.
85
oranları geri dönülemez bir şekilde sabitlenmiştir. Kendi tercihleri ile parasal birliğe
dahil olmak istemeyen İsveç, Danimarka ve İngiltere ile katılım şartlarını
karşılayamayan Yunanistan ise “adaylar” olarak kalmışlardır. 1 Ocak 2002’de
Avrupa ortak para birimi Euro, 12 ülkede resmen tedavüle girmiş, banknot ve
madeni para olarak kullanılmaya başlanmıştır. İyileşen ekonomik durumu sayesinde
Yunanistan da Euro alanı için katılımcı ülke olmaya hak kazanmıştır.
23-24 Mart 2000 tarihlerinde gerçekleştirilen Lizbon Zirvesi’nde ise, AB’nin
istihdamı güçlendirmeye ve bilgi üzerine kurulu bir ekonomi çerçevesinde ekonomik
reform ve sosyal uyumu gerçekleştirmeye yönelik yeni stratejisi tanımlanmıştır.
Lizbon stratejisi olarak adlandırılan bu yeni yaklaşım ile başlayan süreç çerçevesinde
AB’nin 2010 yılına kadar; “daha çok sayıda ve daha iyi iş ve daha büyük bir
toplumsal uzlaşmayla, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilecek,
bilgiye dayalı, dünyanın en rekabetçi ve dinamik ekonomisi” haline getirilmesi
amaçlanmıştır. Ancak Lizbon Stratejisi’nin kabul edilmesinden 2005 yılına dek
geçen beş yıllık süre içinde öngörülen hedeflere ulaşılamadığı gözlemlenmiştir.
Bunun üzerine AB Komisyonu tarafından Lizbon Stratejisi’ni canlandırmak üzere
2005-2010 dönemi için yeni bir Sosyal Gündem oluşturularak 9 Şubat 2005 tarihinde
açıklanmıştır.186
Bugün gelinen noktada, Avrupa Birliği, özellikle ekonomik anlamda
Dünya’da önemli bir aktör haline gelmiştir. Siyasi anlamda da tek sesli hareket
ederek daha etkili olabilmek için çalışmalarını sürdürmektedir. 2004 yılında Merkezi
ve Doğu Avrupa Ülkeleri’nin ve 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ın da
katılımıyla 27 üyeli bir birlik haline gelmesi, Ekonomik ve Parasal Birliği
186
İktisadi Kalkınma Vakfı, (13.10.2006)
86
gerçekleştirmesi, Avrupa Anayasası’nın, 12 Ocak 2005 tarihinde Avrupa
Parlamentosu’nda kabul edilmesi, Avrupa Birliği’nin refahını, dünya politikasındaki
ve
ekonomisindeki
etkinliğini
artırabilmek
girişimlerdir.
87
adına
gerçekleştirilmiş
önemli
B-
1990
SONRASI
DÖNEMDE
TRANSATLANTİK
EKONOMİK
İLİŞKİLERİN KURUMSAL BOYUTU
1990'lar, AB için önemli siyasi ve ekonomik gelişmelerin yaşandığı ve
bütünleşme çabalarının arttığı yıllar olmuştur. Özellikle 1992 Maastricht
Antlaşması'nın ardından birlik ekonomik ve parasal birlik yönünde önemli bir aşama
kaydetmiştir. Genişlemenin de bir politika olarak kabulünden sonra birlik, bölgesel
bir örgüt olarak yerini sağlamlaştırmıştır.
1990'lı yıllar AB için olduğu kadar dünya için de önemli ekonomik
gelişmelere sahne olmuş yıllardır. Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması
(GATT) bünyesindeki Uruguay Round görüşmeleri ve ardından Dünya Ticaret
Örgütü (DTÖ)'nün kuruluş kararı ekonomik değişimin başlangıcına işaret etmektedir.
Serbest ticaret alanlarının artarak bölgesel entegrasyonlar yönünde gelişmesi yeni
ticari ilişkilere zemin oluşturmuştur. AB kendi içinde ekonomik entegrasyon sürecini
hızlandırırken, Amerika kıtasında da serbest ticaret anlaşmalarıyla yeni bölgesel
işbirliği alanları oluşturmaya çalışılmıştır. 1994 yılında Kuzey Atlantik Serbest
Ticaret alanı (NAFTA)'nı imzalayan ABD, Avrupa kıtasında kaybetmesi muhtemel
ticari kapasitesini bir başka alanla karşılamaya çalışmıştır. Bunun yanı sıra ABD,
1989 yılında Asya ve Pasifik Ekonomik İşbirliği(APEC)’ne de dahil olarak kendine
yeni pazarlarda etkinlik alanı yaratmak istemiştir.
Avrupa ve Amerika’nın kendi içinde ekonomik entegrasyona gitmeleri
birbirleriyle olan güçlü ticari bağlarını bir kenara atmaları anlamına gelmemektedir.
1990'ların başından itibaren ABD ve Avrupalı yetkililer, aralarındaki ticari ilişkileri
koordine etmek ve yeni gelişen ticari alanlarda işbirliği yapmak amacıyla görüşmeler
88
yapmışlardır. Bu bağlamda, Transatlantik Gündemi ve Atlantik Ötesi İş Diyalogu ve
Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği önemli girişimler olarak karşımıza çıkmaktadır.
1.
Transatlantik Gündemi
3 Aralık 1995'te Madrid'de gerçekleştirilen AB-ABD zirve toplantısı sonunda
“Yeni Transatlantik Gündem” (New Transatlantik Agenda) ve buna ek olarak “Ortak
Eylem Planı” (Joint Action Plan) imzalanmıştır. Yeni transatlantik gündemi, esas
olarak, AB ve ABD'nin, uluslararası alanda mevcut işbirliği çabalarını azaltmadan,
atlantiğin iki tarafında, mal, hizmet ve sermaye akışını güçleştiren engellerin aşamalı
olarak ortadan kaldırılması veya azaltılması konusunda ortak hareket etmelerini
öngörür. 187
Transatlantik gündemi ve AB-ABD
ortak eylem planı, Atlantiğin iki
yakasındaki ilişkileri yeni bir çerçeveye oturtmakta ve aşağıda sıralanan konularda
ortak hareket etmeye doğru ilişkileri geliştirmeyi hedeflemektedir;
Dünyada barışı, demokrasiyi, istikrarı ve gelişmeyi desteklemek
(istikrarlı ve zengin bir Avrupa yaratmak, Orta ve Doğu Avrupa, Rusya, Ukrayna ve
diğer yeni bağımsızlığını kazanmış devletlerde demokrasi ve barışı desteklemek,
Orta Doğu’da barışı desteklemek, insan haklarının gelişimi, silahsızlanma, gelişme
ve insani yardım vb konularda çalışmalar yapmak),
Küresel sorunlarla savaşmak (uyuşturucu trafiği, terörizm, çevre
koruması, salgın hastalıklar vb. ile mücadele),
187
Delegation of the European Commission to the USA, New Transatlantic Agenda, 1995,
www.eurunion.org/partner/agenda.htm (27.02.2007)
89
Dünya ticaretinin ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine katkıda
bulunmak,
Atlantiğin iki yakasında bir köprü oluşturmak (kamu desteğini
sağlamaya yönelik kültürel, bilimsel, sosyal, ticari ve eğitim alanlarındaki ilişkileri
güçlendirecek faaliyetler ve anlaşmalar gibi).188
Transatlantik gündeminin kabul edilmesinden bu yana taraflar aksiyon
planında öngörülen alanlarda işbirliğini arttırmışlar, yeni anlaşmalar yapmışlardır.
2.
Atlantik Ötesi İş Diyalogu
Atlantik Ötesi İş Diyalogu (AİD) fikri, Avrupa ve ABD arasında daha yakın
ticari bağlar oluşturmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Bütünleşmiş bir Atlantik ötesi
pazarın oluşabilmesi için, kamu ve sivil toplum katılımının desteklenmesi gerektiği
düşünülmüştür. Tüketici, işçi ve iş çevrelerinin kendi içlerinde ayrı ayrı işbirliğini
öngören bir gelişmiş işbirliği sistemi, 1995 yılında oluşturulan Transatlantik
Gündemi’nin de ana unsurlarından birisidir. 189
Atlantik Ötesi İş Diyalogu’nun temel amacı, global ticaret liberalizasyonu ve
refahı
destekleyecek,
engellerin
kaldırıldığı
bir
Atlantik
ötesi
pazarın
oluşturulmasıdır. Bütünleşmiş bir Atlantik ötesi pazarın, yeniliğe, ekonomik
büyümeye, daha çok yatırım yapılmasına ve yeni iş olanaklarının oluşturulmasına
katkıda bulunacağı düşünülmüştür.
188
189
Delegation of the European Commission to the USA, New Transatlantic Agenda, 1995,
www.eurunion.org/partner/agenda.htm (27.02.2007)
Transatlantic Business Dialogue, http://www.tabd.com/about (26.02.2007)
90
AİD’nun başkanlığı
iki yıllık bir süre için seçilen bir Başkan (CEO)
tarafından yürütülmektedir. Başkanlık, ABD ve Avrupa arasında dönüşümlü olarak
yürütülmektedir. Yönetim Kurulu ise, sektörel ve bölgesel bazda denge sağlanarak
oluşturulmuş otuz kişilik bir Genel Müdür grubu tarafından yürütülmekte ve
çalışmaların yoğunlaşacağı hususlar burada belirlenmektedir. AİD üyeleri, güçlü
Atlantik ötesi güvenilirliği olan küçük ve büyük çaplı işletmelerden oluşmaktadır.
Karşı tarafla bağlantıyı sağlayan resmi kurumlar ise, ABD tarafında Ticaret
Şubesi(the US Commerce Department), AB tarafında ise ticaretten sorumlu Avrupa
Birliği Komisyonu üyesi ve Avrupa Konseyi Başkanlığı’dır.
Atlantik Ötesi İş Diyalogu, sürece katılan işletmeler tarafından finanse
edilmektedir. En üst düzeyde ya da Yönetim Kurulu düzeyinde yılda iki kez
toplanmakta, ve bu toplantılarda AİD sürecinin işleyişi ve iş çevrelerinin öncelikleri
belirlenmektedir. Daha sonra, çalışan düzeyindeki temsilciler, yıl içerisinde
toplanarak, Yönetim Kurulu tarafından oluşturulan tavsiyeler üzerinde tartışmaktadır.
Diğer şirketler ve iş organizasyonlarına erişim bu aşamada olmakta ve AİD’nin
önerilerinin, Atlantik ötesi iş çevrelerinde mümkün olan en geniş görüş birliğini
yansıtması amaçlanmaktadır. AİD, ABD Yönetimi, Avrupa Birliği Komisyonu, ve
AB Konseyi Başkanlığı ile yakın işbirliği halinde çalışmakta, ayrıca Avrupa
Parlamentosu ve AB Kongresi’ndeki kanun koyucuları da faaliyetlerinden haberdar
etmektedir. 190
AİD, amaçlarına ulaşabilmek için, aşağıdaki beş alanı çalışma alanı olarak
belirlemiştir:
190
Transatlantic Business Dialogue, (26.02.2007)
91
Büyümeyi
destekleyici
nitelikte,
Düzenleyici
İşbirliği’nin
geliştirilmesi,
Atlantik ötesi iş olanaklarının artması için güvenliğin güçlendirilmesi,
Sahtecilik ve korsan ürünlerle mücadele ve fikri ve sınai haklarının
korunması,
Atlantik ötesi sermaye piyasalarının liberalizasyonu,
Doha Round’un tamamlanabilmesi için katkıda bulunmak. 191
AİD’nin bugüne kadar başarılı olduğu konular aşağıda sıralanmıştır:
Transatlantik
Düzenleyici
İşbirliği
Forumu’nun
2005
yılında
tamamlanmasına katkıda bulunmuştur.
Gümrük
tarifelerinin
yakınlaştırılması
konusunda
ilerleme
kaydedilmesini sağlayarak, mal ve hizmet akışının kolaylaştırılmasını ve personel
akışkanlığının artırılmasını sağlamıştır,
Üçüncü ilkelerde fikri sınai mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin
AB-ABD işbirliği çabalarını başlatmıştır. Bunun sonucunda, AB ve ABD 2005
yılında üçüncü ülkelerde fikri sınai hakların korunmasına ilişkin yeni düzenlemeler
getirilmesi konusunda çalışacak bir ortak yapı oluşturmuşlardır,
Küçük işletmelere seslerini hükümet yetkililerine duyurabilme olanağı
vermiştir. 192
Transatlantik ilişkilerin kurumsal altyapısını oluşturan bir diğer örgütlenme
de, devletlerarası, resmi bir yapılanma olan Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği’dir.
191
192
Transatlantic Business Dialogue, (26.02.2007)
Transatlantic Business Dialogue, (26.02.2007)
92
3.
Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği (AEİ)
Atlantiğin iki yakası arasında ve esas olarak ABD ve AB ülkeleri arasında
düzenlenmiş, resmi düzeyde bir serbest ticaret platformudur. 18 Mayıs 1998’de
Londra’da toplanan AB-ABD Zirvesinde, zirve liderleri yatırım ve ticaret alanında
eylem birliğine gitmek, ikili ve çok taraflı işbirliğini geliştirmek ve yoğunlaştırmak
için bir dizi unsurun tanımlandığı Atlantik Ötesi Ekonomik İşbirliği(AEİ)’ni kurma
konusunda ortak hazırlanmış bir tebliği onayladılar. Bu unsurların bir bölümünün
(yatırım ve ticaret önündeki engellerin kaldırılması ve AB ile ABD’nin uluslar arası
örgütlerdeki pozisyonlarının ortaklaştırılması gibi) işbirliği üzerinden belirlenmesi
kararlaştırıldı. AEİ, 1999 yılında ABD’nin Seattle kentinde yapılan DTÖ 3. Bakanlar
Konferansında iki blokun önerilerini ortaklaştırmış, fakat farklı nedenlerden ötürü
öneriler hayata geçirilememişti. AEİ, resmi ve devletler arası bir işbirliği örgütüdür.
Bu platformda ele alınan konulardan bazıları (geliştirilmiş düzenleyici işbirliği, bilim
adamları arasında işbirliği, engellerin kaldırılacağı öncelikli sektörlerin belirlenmesi,
uluslararası
organizasyonlarda
AB
ve
ABD’nin
öne
süreceği
görüşlerin
ortaklaştırılması vb.) işbirliği içinde ele alınacak, bazıları ise ticari müzakereler
içinde ele alınacaktır. 193
Ele alınan konular, hem ikili (ticarette teknik engellerin kaldırılması) hem de
çok taraflı (uluslararası ticaret ile ilgili konularda güçlerin birleştirilmesi yoluyla
ileri liberalizasyonun sağlanması) unsurları içermektedir.
193
European Commission, ‘The Transatlantic Economic Initiative’, Economic Relations, 2006,
http://ec.europa.eu/comm/external_relations/us/economic_partnership/trans_econ_
partnership (27.02.2007)
93
AEİ içersinde ele alınması karar altına alınan konu başlıkları; DTÖ
müzakerelerinde izlenecek yöntemler (tek girişim (single undertaking), geri dönüşü
olmayan kurallar stand stil principle)); uyuşmazlıkların çözümü (uluslararası
tahkim); şeffaflık; DTÖ Anlaşmalarının uygulanması; tarımda liberalizasyon;
ticaretin kolaylaştırılması; sanayi ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin
kaldırılması; fikri mülkiyet hakları; yatırımlar ve rekabet (Doha Raundunda karar
altına alınan bu anlaşmanın metni hazırlanırken MAI anlaşması metni kullanılıyor);
elektronik ticaret; hizmet ticaretinin liberalizasyonu; hükümet satın almalarıdır.
Transatlantik ekonomik ilişkilerin günümüzde sahip olduğu kurumsal
altyapının
da
makroekonomik
incelenmesinin ardından,
büyüklükleri
bir sonraki bölümde
karşılaştırılacak
gerçekleştirdikleri ticaret hacmi incelenecektir.
94
ve
dünya
ve
iki
blokun
birbirleriyle
C-
AB VE ABD EKONOMİLERİNDE MAKROEKONOMİK
GÖSTERGELERLE GELİŞMELER
Bilindiği üzere, AB 1995 yılında 15 üyeli, 2004 yılında 25 üyeli, 2007
başında ise Romanya ve Bulgaristan’ın da katılımı ile 27 üyeli bir birlik haline
gelmiştir. Avrupa Birliği bugün gittikçe artan nüfusu ve
gelişen ekonomisi ile
giderek ABD’ye rakip bir blok haline gelmektedir. Bu bölümde, AB’nin 27 üyesi ile
ABD arasında, her iki blokun büyüklüğü konusunda bir fikir vermesi açısından
nüfus, gayri safi yurtiçi hasıla(GSYİH), işsizlik, enflasyon, cari işlemler dengesi gibi
belirli makroekonomik göstergelere dayanarak karşılaştırmalar yapılacaktır.
1.
Nüfus
AB ve ABD nüfuslarına bakıldığında, ABD’nin 2005 yılı sonu itibariyle
nüfusu, 297 milyon iken AB(15)’in nüfusu 386 milyon, AB(27)’nin nüfusu ise 490
Nüfus (Milyon Kişi)
Şekil 2 : AB ve ABD Nüfusu
600
AB 15
500
AB 27
400
ABD
300
200
100
2003
2004
Yıl
2005
Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weorept.aspx?sy=2003&ey=2005&scsm=1&ss
d=1&sort=country&ds=.&br=1&c=193%2C158%2C122%2C542%2C124%2C137%2C156%2C138
%2C423%2C196%2C128%2C142%2C172%2C182%2C132%2C576%2C134%2C961%2C174%2C1
84%2C532%2C144%2C176%2C146%2C178%2C528%2C436%2C112%2C136%2C111&s=LP&grp
=0&a=&pr1.x=68&pr1.y=5
95
milyona ulaşmıştır. Görüldüğü gibi, AB nüfusu, 2007 başında gerçekleşen son
genişleme ile ABD nüfusunun 1,5 katından fazla bir büyüklüğe ulaşmıştır. (Şekil 2)
2.
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH)
Bilindiği üzere Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) bir ülkede bir yıl
içerisinde yerli veya yabancı kaynaklar tarafından üretilen tüm nihai malların piyasa
fiyatları ile toplam değerini ifade eder. GSYİH bir ekonominin büyüklüğünü de
gösteren önemli bit göstergedir. AB ve ABD’ye ait GSYİH rakamlarına
bakıldığında, ABD’nin 2005 yılı sonu rakamları ile GSYİH’sı 12.455,83 Milyar $
iken, AB(15)’in GSYİH’sı 12.807,99 Milyar $, AB(27)’nin GSYİH’sı ise13.628,09
Milyar $’a ulaşmıştır. Görüldüğü gibi, AB(27), ekonomik büyüklük olarak da
ABD’ye ciddi bir rakip haline gelmiş, hatta ABD’den daha büyük bir ekonomik
büyüklüğe ulaşmıştır. (Şekil 3)
GSYİH (Milyar $)
Şekil 3 : AB ve ABD’de GSYİH
16.000
14.000
12.000
10.000
8.000
6.000
4.000
2.000
2003
2004
2005
Yıl
AB 15
AB 27
ABD
Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193%2c158%2c122%2c542%2c1
24%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c142%2c172%2c182%2c132%2c576%2c134%2c961%2c
174%2c184%2c532%2c144%2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112%2c136%2c111&s=NGDPD
96
3.
Enflasyon
Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli biçimde ve önemli oranlarda
artması ve dolayısıyla paranın satın alma gücünü yitirmesi şeklinde tanımlanabilir.
Avrupa Birliği içerisinde, Ekonomik ve Parasal Birliğe girebilmek için tutturulması
gereken oranlardan birisi de enflasyon rakamı olduğu için AB(15)’in enflasyon
rakamı ABD enflasyon rakamının çok altında gerçekleşmektedir. Bunun yanında
henüz gelişmekte olan ülkeler olan Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkelerinin enflasyon
rakamları AB(27) ortalamasının yükselmesine neden olmaktadır. 2003 ve 2004
yılında AB(27)’de ortalama enflasyon düzeyi ABD ortalama enflasyon düzeyinin
üzerinde gerçekleşmiş olmasına rağmen, 2005 rakamları ile AB(27) enflasyonu
%2,84, ABD enflasyonu ise %3,40 olarak gerçekleşmiştir. (Şekil 4)
Şekil 4 : AB ve ABD’de Enflasyon (Yıllık % Değişim/ Tüketici Fiyatları ile)
4,00
Yıllık % Değişim
3,50
3,00
2,50
2,00
1,50
1,00
0,50
2003
2004
2005
Yıl
AB 15
AB 27
ABD
Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193%2c158%2c122%2c542%2c1
24%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c142%2c172%2c182%2c132%2c576%2c134%2c961%2c
174%2c184%2c532%2c144%2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112%2c136%2c111&s=PCPIPCH
97
4.
İşsizlik
İşsizlik, çalışma yaşları arasında olan, çalışmaya engel bir özrü bulunmayan
ve çalışma arzusuna sah,p kişilerin iş bulaması durumunu ifade eder. İşsizlik oranı
ise bir ekonomide belirli bir anda, çalışma yetenek ve arzusunda oldukları halde,
işsiz durumdaki insanların işgücüne oranını ifade eder. 2005 yılı itibari ile AB(15)’de
işsizlik oranı %6,98 olarak gerçekleşmiş, buna karşılık ABD işsizlik oranı ise %5,10
olarak gerçekleşmiştir. 1992 yılında imzalanan ve “Avrupa Birliği Antlaşması”
olarak da anılan Maastricht Antlaşması’nın sonucunda ekonomik ve parasal birliğe
katılım kriteri olarak beş gösterge belirlenmiştir.Bunlar, döviz kuru ölçütü, enflasyon
ölçütü, faiz oranı ölçütü, bütçe açığı ölçütü ve kamu borçları ölçütüdür. Bunlardan,
enflasyon ölçütü, üye ülkenin, 12 aylık enflasyon ortalamasının, en düşük
enflasyonlu üç ülke ortalamasını %1,5 puandan fazla geçemeyeceğini; bütçe açığı
ölçütü, üye ülkenin bütçe açığının GSYİH’sının %3’ünden fazla olamayacağını (
hükümetin harcamalarının, hükümetin bütçe gelirlerini, GSYİH’nın %3’ünden fazla
aşamayacağını); kamu borçları ölçütü ise, üye ülkenin kamu borçları toplamının
GSYİH’nın %60’ını aşamayacağını ifade etmektedir. Bu kriterler, Ekonomik ve
Parasal Birliğe dahil olabilmek için sağlanması gereken ön koşullar olup, bir üye
ülke bütünleşme ölçütlerine uymadığı taktirde, Konseyin, Avrupa Komisyonu’nun
Avrupa Para Enstitüsü ile birlikte hazırladığı rapor doğrultusunda, ülkenin Avrupa
Yatırım Bankası kredilerinden yoksun bırakılması, açılacak faizsiz bir hesaba para
depo etmesi, para cezasına çarptırılması gibi yaptırımlar uygulamaya yetkisi
98
bulunmaktadır.194 Tüm bunlar, özellikle Euro alanı ülkelerinin ekonomik daralma
dönemlerinde, işsizliği azaltıcı yönde politikalar uygulamalarını engellemektedir. Bu
nedenle son yıllarda işsizlik AB(15) ekonomilerinin sorunlarından birisi haline
gelmiştir. (Şekil 5)
Şekil 5 : AB(15) ve ABD’de İşsizlik (%)
8,00
İşsizlik Oranı (%)
7,00
6,00
5,00
4,00
3,00
2,00
1,00
2003
2004
2005
Yıl
ABD
AB 15
Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193%2c158%2c122%2
c542%2c124%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c142%2c172%2c182%2c132%2c57
6%2c134%2c961%2c174%2c184%2c532%2c144%2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112%
2c136%2c111&s=PCPIPCH%2cLUR
5.
Cari İşlemler Dengesi
Cari işlemler hesabı, sermay hesabı ile birlikte ödemeler bilançosunun temel
hesap gruplarından birisidir. Ülkenin bir yıl içerisinde dış alemle yaptığı tüm
ekonomik işlemler, belirli gruplar içerisinde sistematikleştirilerek ödemeler
bilançosuna kaydedilir. Buna gore, sermaye giriş ve çıkışları sermaye hesabına
194
Cihan Dura, Hayriye Atik, Avrupa Birliği Gümrük birliği ve Türkiye, Gen. ‘.Baskı,
Ankara:Nobel Yayın Dağıtım, 2003, ss.119-120
99
kaydedilirken, mal ve hizmet ithal ve ihracıyla tek yanlı transferler bu hesaba
kaydedilir.
Şekil 6 : Bazı AB Ülkeleri ve ABD’de Cari İşlemler Dengesi (GSYİH’nın %’si olarak)
6,00
% GSYİH
4,00
2,00
-2,00
Fransa
Almanya
İtalya
İngiltere
ABD
-4,00
-6,00
-8,00
Ülkeler
2003
2004
2005
Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193%
2c158%2c122%2c542%2c124%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c1
42%2c172%2c182%2c132%2c576%2c134%2c961%2c174%2c184%2c532%2c144
%2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112%2c136%2c111&s=PCPIPCH%2c
LUR%2cBCA_NGDPD
ABD, doların uluslararası para olarak hakim para olmasının da avantajını
kullanarak dünyanın en fazla borç alan ekonomisi haline gelmiştir. Bu durum,
günümüzde ABD ekonomisinin en kırılgan noktasını oluşturmaktadır. 2005 yılı sonu
itibariyle, ABD cari işlemler açığı, 800 Milyar $’a yaklaşmıştır. Öte yandan AB
ekonomilerinde cari işlemler açığına bakıldığında,
2005 sonu rakamları ile,
AB(15)’de 21,59 Milyar $, AB(27)’de ise 2,21 Milyar $’dır. (Şekil 7).
100
Şekil 7 : AB ve ABD’de Cari İşlemler Dengesi (Milyar $)
200,00
Milyar $
2003
-200,00
2004
2005
-400,00
-600,00
-800,00
-1.000,00
Yıl
ABD
AB 15
AB 27
Kaynak: IMF, World Economic Outlook Databases,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2007/01/data/weoseladv.aspx?a=&c=193%2c158%2c122%2c542%2c1
24%2c137%2c156%2c138%2c423%2c196%2c128%2c142%2c172%2c182%2c132%2c576%2c134%2c961%2c
174%2c184%2c532%2c144%2c176%2c146%2c178%2c528%2c436%2c112%2c136%2c111&s=PCPIPCH%2c
LUR%2cBCA
Bu makroekonomik veriler değerlendirildiğinde, AB’nin gerek demografik
büyüklükler
açısından
gerek
makroekonomik
büyüklükler
açısından
ABD
ekonomisiyle yarışır duruma geldiğini söyleyebiliriz. Şimdi de iki blokun ticaret
hacimleri ve aralarındaki ticaretin boyutu çeşitli açılardan incelenecektir.
6.
Transatlantik İlişkilerin Ticaret Hacmi
Dış ticaret, bir ülkedeki kamu kuruluşlarının, özel kişi ve kuruluşların diğer
ülkelerle yaptıkları mal ve hizmet alım satımlarını ifade etmektedir. Uluslararası
ekonomik işlemler içinde en önemli yeri tutan dış ticaretin kapsamına yalnızca mal
ve hizmet alım satımları girerken, sermaye ve teknoloji akımları dış ticaret
kapsamında değerlendirilmez. Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri
dünyanın belli başlı iki ekonomik bloku olma özelliğine sahiplerdir. AB ile ABD,
2005 sonu rakamları ile toplam dünya ticaretinin %35’ini oluşturmaktadır.195 İki blok
195
www.imf.org
101
arasındaki mal ticareti hacmi 2005 yılında 414 milyar dolar olarak kaydedilmiştir.196
Bir diğer deyişle ABD ile AB arasındaki günlük ticari alışverişin değeri 1 milyar
doların üzerindedir.
Sadece sermaye piyasaları hesaba katıldığında, iki blokun bu alanda dünyaya
tamamen hakim oldukları açıkça görülmektedir. AB ve ABD yeryüzündeki sermaye
akışının %85’ini kontrol etmektedirler. AB ülkelerinin ABD’deki doğrudan
yatırımları 800 milyar dolara yaklaşmış durumdadır. Bu yatırımlar ABD’deki
doğrudan dış yatırımların %65’ine eşittir. ABD’nin AB içindeki doğrudan yatırımları
ise 796 milyar dolar civarındadır.197 Özetlemek gerekirse ABD ve AB birbirlerinin en
büyük pazarı olma özelliğine sahiplerdir.
Ancak Soğuk Savaş sonrasında yeni pazarların açılması ve Avrupa’nın
ekonomik ve politik bir birlik olma yolunda ilerleyerek ABD’ye “alternatif” ya da
“rakip” görünmeye başlaması, iki blok arasında ticari anlaşmazlıklar yaratmaktadır.
Bu anlaşmazlıklar 1990’lı yıllardan bu yana Cenevre merkezli DTÖ’de
çözümlenmeye çalışılmaktadır. Çelik, muz, hormonlu sığır eti, mandalina ticareti ve
tarım ve ihracata yönelik devlet yardımları, DTÖ bünyesinde iki blok arasında
çözümlenmeye çalışılan anlaşmazlıklardan bazılarıdır.
196
197
Eurostat, Statistics on External Trade,
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schem
a=PORTAL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIN
D_ET&root=EUROIND_ET&scrollto=326
Eurostat, Statistics on Economy and Finance,
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=0,1136173,0_45570701&_dad=portal&
_schema=PORTALEurostat
102
Avrupa Birliği’nin ABD ile olan ticaretinin toplam ticareti içindeki payına
bakılırsa, 2001-2005 döneminde azalan bir seyir izlemesine rağmen toplam ticaret
hacmi içerisinde %20’den fazla paya sahiptir.198
Şekil 8’de de görüldüğü üzere, son beş yıl içerisinde AB25’in ABD ile mal
ticaretinde ihracatının ithalatından fazla olduğu görülmektedir. İthalat ile ihracat
arasındaki fark ise 2001 yılında 42,3 Milyar EUR, 2003 yılında 69,0 Milyar EUR,
2005 yılında ise 88,4 Milyar EUR olarak gerçekleşmiştir. Buradan ticaret açığının
ABD aleyhine giderek büyüdüğü sonucuna varabiliriz. Bunun yanında ABD ile olan
ithalat hacmi AB’nin toplam ithalatının, 2001 yılında %20,59’unu oluştururken 2003
yılında %16,74 , 2005 yılında ise %13,87 oluşturmuştur. Burada gözlemlenen büyük
orandaki düşüşe rağmen 2005 yılında ABD hala AB’nin en büyük ithalat ortağı
konumundadır.
Bunu %13,4 ile Çin Halk Cumhuriyeti izlemektedir. İhracat
rakamlarına bakıldığında ise, ABD’ye yapılan ihracatın 2001 yılında AB’nin toplam
ihracatının %27,43’ünü oluştururken, 2003 yılında %25,78, 2005 yılında ise
%23,68’ini oluşturduğu görülmektedir. İhracat açısından baktığımızda ABD ile olan
ticareti AB-25 için çok daha hayati bir öneme sahiptir. ABD’ye yapılan ihracat 2005
yılında 251.657 Milyon EUR ve bunun AB toplam ihracatı içindeki payı %23,7
olarak gerçekleşirken, bunu 81.980 Milyon EUR ile İsviçre izlemektedir ve bunun
toplam AB ihracatı içerisindeki payı %7,7’dir. Görüldüğü gibi ihracat açısından
bakıldığında ABD’nin en yakın rakibi ile arasında dahi büyük bir fark
bulunmaktadır.(Tablo 1)
198
Eurostat, Statistics on External Trade,
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schem
a=PORTAL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIN
D_ET&root=EUROIND_ET&scrollto=326
103
Şekil 8 : AB-25'in ABD İle Arasındaki Mal Ticareti
300,00
Milyar EUR
250,00
200,00
150,00
100,00
50,00
2001
2003
2005
Yıllar
İthalat
Net Ticaret
İhracat
Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade, istatistik rejimi 4,
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORT
AL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIND_ET&root=EUR
OIND_ET&scrollto=326
ABD’nin AB ile olan mal ticaretine bakıldığında ise AB’den yapılan ithalatın
toplam ithalat rakamı içerisindeki payı, 2001 yılı içerisinde %20,33 iken 2005 yılında
%18,74 olmuştur. İhracat rakamlarında ise 2001 yılında AB’ye yapılan ihracat
toplam ihracatın %22,81’ini oluştururken 2005 yılı içerisinde % 21,14 olmuştur.
Şekil 9 : AB-25’in ABD ile Arasındaki Hizmet Ticareti
Milyar EUR
150,0
100,0
98,5
105,8
103,0
111,7
İthalat
İhracat
50,0
8,7
7,3
Net Ticaret
2003
2004
Yıllar
Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade, istatistik rejimi 4,
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORT
AL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIND_ET&root=EUR
OIND_ET&scrollto=326
104
AB25’in ABD ile olan hizmet ticareti ise toplam hizmet ticaretinin 2004
rakamları ile %34,8’ini oluşturmaktadır.
Şekil 9’de de görüldüğü üzere, hizmet ticaretinde, mal ticaretinde ithalat ve
ihracat arasında görülen büyük fark bulunmamaktadır.
Şekil 10 : AB-25’in Hizmet Ticaretinde ABD’nin Pay
4,7%
12,6%
ABD
İsviçre
48,0%
Japonya
Diğer
34,8%
Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade, (kamu hizmetleri hariç)
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORT
AL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&product=EUROIND_ET&root=EUR
OIND_ET&scrollto=326
Doğrudan yabancı yatırımlara baktığımızda ise, ABD’nin AB’de olan
yatırımlarının özellikle son dönemde, AB’nin ABD’ye olan yatırımlarından fazla
olduğu görülmektedir. Kümülatif rakamlara baktığımızda ise, doğrudan yabancı
yatırım giriş ve çıkış stok rakamları sırasıyla, 2002 yılında 659,9 Milyar EUR ve
760,2 Milyar EUR, 2003 yılında 772,7 Milyar EUR ve 731,3 Milyar EUR, 2004
yılında ise 796,1 Milyar EUR ve 728,6 Milyar EUR’dur. Buradan ABD’den son
yıllarda AB ülkelerine ciddi oranda doğrudan yabancı yatırımın geldiği
görülmektedir. Bu artışta, kuşkusuz ki, Euro’nun piyasaya çıkışı, Avrupa’da artan
105
istikrar, artan yatırım olanakları, ticari engellerin kaldırılması, genişleyen pazar gibi
unsurlar rol oynamaktadır.
106
Tablo 2 : AB ve ABD'nin Ana Ticari Ortaklarıyla Ticareti(2005)
AB'nin Ana Ticari Ortaklarıyla Ticareti
Ana İthalat Ortakları
Ticaret Ortağı
Milyon EUR
Ana İhracat Ortakları
%
Ticaret Ortağı
1 ABD
163.057
13,90% ABD
2 Çin
158.098
3 Rusya
106.766
Milyon EUR
Ana Ticari Ortakları
%
Ticaret Ortağı
Milyon EUR
%
251.657
23,70% ABD
414.714
18,50%
13,40% İsviçre
81.980
7,70% Çin
209.894
9,40%
9,10% Rusya
56.445
5,30% Rusya
163.211
7,30%
4 Japonya
73.243
6,20% Çin
51.796
4,90% İsviçre
148.334
6,60%
5 Norveç
67.474
5,70% Japonya
43.663
4,10% Japonya
116.906
5,20%
ABD'nin Ana Ticari Ortaklarıyla Ticareti
Ana İthalat Ortakları
Ticaret Ortağı
Milyon EUR
Ana İhracat Ortakları
%
Ticaret Ortağı
Milyon EUR
Ana Ticari Ortakları
%
Ticaret Ortağı
Milyon EUR
%
1 AB
255.519
18,70% Kanada
169.938
24,00% AB
405.433
19,60%
2 Kanada
234.662
17,20% AB
149.914
21,10% Kanada
404.600
19,50%
3 Çin
208.856
15,30% Meksika
96.495
13,60% Çin
242.484
11,70%
4 Meksika
138.642
10,20% Japonya
44.538
6,30% Meksika
235.137
11,30%
5 Japonya
114.099
33.628
4,70% Japonya
158.636
7,70%
8,40% Çin
Kaynak: Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORTAL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&p
roduct=EUROIND_ET&root=EUROIND_ET&scrollto=326
EUROSTAT (Comext, rejim 4)
107
Şekil 11 : AB(25) ve ABD Arasındaki Doğrudan Yabancı Yatırımlar
70,00
Milyar EUR
60,00
54,90
57,60
47,60
50,00
47,10
40,00
30,00
23,40
20,70
20,00
10,00
2,70
0,50
2002
2003
2,70
2004
Yıllar
AB(25)'e Giren DDY
AB(25)'den Çıkan DDY
Net
Kaynak: Eurostat
Tablo 2’den de görüleceği üzere ABD ve AB birbirlerinin ana ticari ortağı
durumundadırlar. ABD için Kanada’da en az AB kadar ticaret hacmine sahip bir
partner olmasına rağmen, AB için ABD diğer ticari partnerlerine göre çok daha
vazgeçilmez bir öneme sahiptir.
Sektörel bazda incelendiğinde ise, her iki blok da gelişmiş ülkeler olduğu
için, özellikle makinenin ticarette en ön sırayı aldığı görülmektedir. Bunun yanında
ulaştırma teçhizatı ve kimyasallar da ticarette önemli yer tutmaktadır. Daha çok
hammadde niteliğinde olan enerji orta doğu ülkelerinden ithal edildiği için, tekstil ise
Çin, Türkiye gibi diğer ekonomilerden ithal edildiği için, tarımsal ürünlerde de her
iki blok da korumacı politikalar izlediği için bu sektörler karşılıklı ticarette çok
küçük paya sahiptirler. (Tablo 3-4)
108
Tablo 3 : AB’nin Dış Ticaretinde ABD’nin Payı (Sektörel Olarak/ 2001-05)
AB'nin ABD'den İthalatı (Sektörel Olarak)
TOPLAM
Birincil Mallar*
Tarımsal Ürünler
Enerji
İmalat Malları**
Makine
Ulaştırna Techizatı
Kimyasallar
Tekstil
TOPLAM
Birincil Mallar*
Tarımsal Ürünler
Enerji
2001
202.534
18.392
9.696
2.242
%
100%
9,1%
4,8%
1,1%
179.101
88,4%
77.796
38,4%
32.774
16,2%
29.366
14,5%
2.004
1,0%
AB'nin ABD'ye İhracatı (Sektörel Olarak)
2001
244.877
24.302
11.056
8.991
%
100%
9,9%
4,5%
3,7%
2003
157.385
14.158
8.123
1.475
%
100%
9,0%
5,2%
0,9%
2005
163.057
15.588
6.973
3.133
%
100%
9,6%
4,3%
1,9%
139.709
51.726
29.662
28.861
1.315
88,8%
32,9%
18,8%
18,3%
0,8%
137.492
50.307
26.057
30.816
1.220
84,3%
30,9%
16,0%
18,9%
0,7%
2003
226.432
24.272
11.641
9.637
%
100%
10,7%
5,1%
4,3%
2005
251.657
32.704
12.104
16.001
%
100%
13,0%
4,8%
6,4%
İmalat Malları**
216.023
88,2%
197.741
87,3%
207.915
82,6%
Makine
67.198
53.565
61.047
27,4%
23,7%
24,3%
Ulaştırna Techizatı
52.579
48.436
48.037
21,5%
21,4%
19,1%
Kimyasallar
39.079
46.247
47.496
16,0%
20,4%
18,9%
Tekstil
6.111
4.911
4.500
2,5%
2,2%
1,8%
*Primary Products **Manufacturing Products
Kaynak: Kaynak: Eurostat, Statistics on External Trade, (Comext, Rejim 4)
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1996,45323734&_dad=portal&_schema=PORTAL&screen=welcomeref&open=/euro_et/et_bal&language=en&p
roduct=EUROIND_ET&root=EUROIND_ET&scrollto=326
109
Görüldüğü gibi AB ve ABD birbirinin ana ticari partneri durumundadırlar ve
piyasalar büyük oranda iç içe geçmiş durumdadır. Buna rağmen her iki ticari blok
arasındaki ticari sorunlar DTÖ müzakerelerinde baş sıraya oturmaktadır. Bu
tartışmalar gündemde bu kadar yer tutmasına rağmen, gerçekte toplam ticaretin
sadece %2’sine eşittir. Bu nedenle, ABD ile Avrupa arasında yaşananları “ticari
savaş” olarak nitelemek gerçeği pek yansıtmamaktadır. Bu kadar gündeme
oturmaları ise daha çok siyasi nedenlere dayanmaktadır.
Örneğin ABD sivil havacılık sektörünün bu sektörde AB’ye oranla
tartışılmaz bir üstünlüğü vardır. Bu sektörde dünya çapındaki cironun %50’si ABD
tarafından gerçekleştirilmektedir. AB’nin bu alandaki payı ise bugün için %30 ile
sınırlıdır. Avrupa sivil havacılık endüstrisinin 2000’li yılların başında ithal ettiği 12
milyar dolarlık malzemenin %80’i ABD kaynaklıdır. Bu alanda AB’nin en büyük
müşterisi de ABD'dir. ABD, 2001 yılında AB’den yaklaşık 21 milyar Euro değerinde
sivil havacılık malzemesi ithal etmiştir.
Sektörde ABD’li Boeing ile Avrupalı Airbus arasında kıran kırana bir
rekabet yaşanmaktadır. Bu rekabete ABD ve Airbus konsorsiyumuna dahil Avrupa
devletleri de doğrudan katılmaktadır. Washington, Airbus’ın Çin piyasasında 100
kişilik bir uçak için planladığı joint-venture projesini engellemiştir. Airbus’ın
üreticisi EADS grubunun uzay branşı olan Astrium firmasının 2001 yılında bir
Intelsat iletişim uydusunu yörüngeye yerleştirmek için “Long March 3” adlı bir Çin
110
füzesini kullanmak istemesi de ABD Kongresi tarafından engellenmiştir. Gerekçe
olarak da, elektronik elementlerin Çinlilerin eline geçme riski gösterilmiştir.199
Buna karşılık Boeing’in Avrupa’da, Airbus’un ise ABD’de çok
önemli bağları mevcuttur. Boeing Avrupalı 436 taşeron firmayla çalışırken, Airbus
da ABD’de 800 taşeron firmayla işbirliği yapıyor. Son iki yılda AB topraklarında
yaklaşık 14 milyar dolarlık yatırım yapan Boeing, yaklaşık 90 bin Avrupalıya dolaylı
yoldan da olsa istihdam sağlamaktadır. Buna paralel olarak Airbus da her yıl ABD
ekonomisine 5 milyar dolarlık katkıda bulunmakta ve
100 bin kişiye iş
sağlamaktadır.
Otomobil sektörü de karmaşık yapısı nedeniyle incelenmeye değerdir. Volvo,
Land Rover, Saab veya Jaguar gibi “Avrupalı” olarak bilinen markalar günümüzde
ABD firmaları tarafından kontrol edilmektedir. Buna paralel olarak BMW, Mercedes
veya Volkswagen Avrupa gibi ABD’de de imal edilmektedir. Chrysler ise artık hem
AB hem de ABD’ye aittir.
İki blok arasındaki en önemli rekabet alanlarından birisi de bioteknoloji ve
genetik mühendisliğidir. Bioteknoloji alanında AB’de 1570, ABD’de ise 1273 şirket
mevcuttur. Olağanüstü stratejik hale gelmiş bu sektörün dünya çapında 2005 yılından
itibaren yılda 100 milyar dolarlık “kâr” yaratması öngörülmektedir.200
Medya sektöründe ise AB firmalarının ABD’deki yatırımları göze
çarpmaktadır. Alman Bertelsmann grubu bu durumun en belirgin örneğidir. Grup,
2001 yılında toplam cirosunun %32’sini ABD’de, %31’ini Almanya’da, kalanını ise
199
200
K. Karaca, Transatlantik İlişkilerinTticari Boyutu,
http://www.foreignpolicy.org.tr/turkish/dosyalar/kkaraca_230603-a_p.htm (26.09.2006)
Karaca, (26.09.2006)
111
diğer Avrupa ülkelerinde gerçekleştirmiştir. Kitap sektöründe, Random House’un
%100’ünü
elinde
bulunduran
Bertelsmann,
cirosunun
%71’ini
ABD’de
gerçekleştirmektedir. Grubun Müzik branşı BMG’nin cirosunun %45’i de yine ABD
ve Kanada’daki satışlardan gelmektedir. Bu AB firmasının ABD piyasasındaki
payına karşılık, sektörde dünya lideri olan AOL Time Warner, cirosunun %80’ini
ABD topraklarındaki satışlardan elde etmektedir. 201
İki blok arasındaki bu karşılıklı ticari bağımlılığa rağmen çoğu zaman politik
nedenlerle ticari kaynaklı sorunlar üretilerek, iç piyasa korunmaya çalışılmaktadır.
Bu nedenle iki blok arasındaki asıl sorun gümrük tarifelerinden değil, tarife dışı
bürokratik ve politik engellerden kaynaklanmaktadır. Çoğu zaman “ayrımcı” olarak
nitelenebilecek bu engellere, ABD’deki “Buy American” kampanyaları, HelmsBurton202 veya Amato203 yasaları örnek gösterilebilir.
Dünya Ticaret Örgütü’ne taşınan anlaşmazlıkların çoğu, iç siyasi hesaplardan
kaynaklanmaktadır. Avrupa’nın kendi besicilerini korumak amacıyla hormonlu
Amerikan sığır etini ithal etmeyi reddetmesi, ABD yönetiminin de Kongre seçimleri
öncesi çelik lobisinin desteğini almak için çelik ithalatına ek gümrük vergisi koyması
bunlara örnektir. 204
Ayrıca, liberal olduklarını söyleseler de her iki blokun politikacılarının
popülist yaklaşımları iç pazarı korumaya yönelik girişimlere önayak olmaktadır. Bu
tür anlaşmazlıklar yıllar boyu sürse de iki tarafın karşılıklı bağımlılıkları ciddi bir
sorun çıkmasını önlemektedir.
201
202
203
204
Karaca, (26.09.2006)
Küba’ya ticaret ambargosu uygulanmasını öngören ABD yasası(1996).
İran ve Libya’ya ticaret ambargosu uygulanmasını öngören ABD yasası.
Karaca, (26.09.2006)
112
Aksine, ticari sorunlara rağmen, pratikte iki blok ekonomik açıdan her geçen
gün birbirine biraz daha yaklaşmaktadır. İki blokun iş dünyası tarafından, 90’lı
yılların ortalarında ortaya atılan Yeni Atlantik Ortak Pazarı (New Transatlantic
Marketplace) fikri adım adım ilerlemektedir.
Avrupa’nın artık ABD için istikrarlı ve güçlü bir ortak haline geldiği
tespitinden yola çıkılarak 90’lı yılların başında ortaya atılan bu fikrin sahipleri, iki
blok arasındaki ticaret ve yatırımların önündeki gümrük engellerinin kademeli olarak
indirilmesini, yani gelecekte gümrük birliğine geçilmesini savunmaktadırlar.
Avrupa Komisyonu araştırmaları, gümrük tarifelerinin kaldırılmasının her iki
blok için makro-ekonomik planda olağanüstü çıkar sağlayacağını göstermektedir.
Böyle bir durumda sadece Avrupa Birliği yıllık gelirinin 125 milyar dolar artacağı
söylenmektedir. Gümrük tarifelerindeki indirimin tüm sanayi ürünlerini de
kapsaması halinde, bu rakamın 150 milyar doları aşacağı belirtilmektedir. Mikroekonomik düzeyde ise üretim maliyetlerinin ucuzlaması ve bunun tüketiciye olumlu
yansıması öngörülmektedir.
Avrupalı birçok uzman, ABD ile kademeli bir gümrük birliğine geçilmesinin,
Avrupa’nın, ABD’yi çok kutuplu bir dünyaya çekmek için tek şansı olduğuna
inanmaktadır. Ancak bu ekonomik gerçeğe rağmen, Avrupa Birliği’nde bazı kesimler
bağımsız bir Avrupa kimliği oluşturulması gerektiğine inanmakta ve buna karşı
çıkmaktadırlar. 205
205
Karaca, (26.09.2006)
113
D-
ULUSLARARASI PARA OLARAK ABD-AB REKABETİ
1
Euro’nun Ortaya Çıkışıı
Uluslararası para biriminin en önemli fonksiyonlarından birisi, ülkelerin fiyat
düzeylerinin karşılaştırılabilmesi için bir nominal çapa görevi görmesidir. 1945’den
sonra doların genel kabul gören uluslararası para birimi haline gelmesiyle, diğer
ülkeler kendi para birimlerini kendi fiyat düzeylerini de esas alarak dolara
bağlamışlardır. Ve bu şekilde 1950’li ve 1960’lı yıllarda, Bretton Woods sistemi
kapsamında Avrupa ülkelerinde döviz kuru istikrarı sağlanmıştır.
Fakat doların, nominal çapa rolünün başarılı olması ancak doların istikrarı ile
mümkün olabilirdi. ABD ekonomisinde fiyat düzeyi önce, ABD üretici endeksi, daha
sonraları ise ABD toptan eşya fiyatları endeksi ile ölçülmeye başlanmış ve ABD’de
fiyat düzeyi, 1968 yılına kadar istikrarlı bir seyir izlemiştir. Bu döneme kadar,
Avrupa’da, alternatif bir para birimi yaratma ihtiyacı da duyulmamıştır.
Avrupa’da, Avrupa ekonomik entegrasyonu’nu destekleyecek bir para
rejiminin yaratılması düşüncesi, ABD’de 1971 yılında enflasyonun yükseliş trendine
girmesi ve 1973 yılında Bretton Woods sisteminin çökmesiyle ortaya çıkmıştır.
ABD’de 1970 ve 1980’li yıllarda baş gösteren yüksek enflasyon, Avrupalı
devletlerin hedefledikleri ekonomik entegrasyonu gerçekleştirebilmek için, ayrı bir
sabit kur sistemi oluşturmasını gerekli hale getirmiştir.
Fakat bir sabit kur rejiminin başarılı olabilmesi için diğer para birimlerine
nominal çapa olarak hizmet edecek bir para birimine ihtiyaç vardır. 1970’ten sonra
Alman Markı fiyat istikrarına sahip ve nakit akışları üzerinde kontrol uygulanmayan
114
bir devletin parası olarak ön plana çıktı ve nominal çapa fonksiyonunu 1990’lı
yılların ortalarına kadar yerine getirdi. Ancak Alman Markına talep arttıkça Avrupa
paraları arasındaki dengenin gitgide Alman markı lehine bozulduğu gözlenmiştir.
Alman para birimleri arasındaki bu güç asimetrisi 1999 yılında Euronun tek para
birimi olarak ortaya çıkmasıyla ortadan kalkarak Alman hegemonyasına da son
verilmiştir.206
Böyle bir ortamda oluşturulmasına karar verilen ve dolara rakip bir
uluslararası para olacağı düşünülen Euro, uluslararası finans piyasalarındaki yedi
senelik macerasında henüz doların hakim konumunu bozamamıştır.
2. Uluslararası Para Olarak Euro
Bütün ekonomistler, dünyanın –paranın değişim aracı, hesap birimi ve bir
değer saklama aracı olarak oynadığı rollerden dolayı - bir uluslararası paraya ihtiyacı
olduğu konusunda hemfikirdirler. Uluslararası para söz konusu olduğunda bu
fonksiyonlardan paranın bir değişim aracı olma fonksiyonu ön plana çıkmaktadır.
Uluslararası ticari ilişkilerde her ülkenin ikili ticari ilişkilerde bulunduğu tüm
ülkelerin para birimlerini içeren döviz rezervi bulundurmaktansa, uluslararası
piyasalarda hakim olan bir para birimini rezerv olarak tutmak ve bu para birimi
üzerinden alışveriş yapılması maliyet avantajları sağlamaktadır.207 Uluslararası para,
hem çok gerekli hem de doğal bir monopoldür. Altın gibi, ulusu olmayan bir
uluslararası para biriminin kullanılmadığı durumlarda, dünya mal ve para piyasaları,
206
207
McKinnon. The Euro Versus the Dolar: Resolving a Historical Puzzle. 11.02.2002.,
www.stanford.edu (26.08.2006), s.3.
E.G.Lim, The Euro’s Challenge to the Dolar: Different Views from Economists and Evidence
from COFER (Currency Composition of Foreign Exchange reserves) and Other, IMF
WP/06/153, Haziran 2006
115
doğal olarak, bankalar arası aracı para birimi, uluslararası ticarette kullanılacak para
birimi, resmi müdahale para birimi ve resmi rezerv para birimi olarak kullanmak
üzere bir ulusal parayı seçeceklerdir. Uluslararası para değişiminin maliyeti ve
ticarette
sağladığı kolaylıklar göz
önüne
alındığında tek para biriminin
kullanılmasının sağladığı maliyet avantajları çok önemli boyuttadır, bu nedenle, bir
para birimi uluslararası piyasalarda bir kere kabul gördükten sonra, bir diğerinin
onun yerine geçmesi oldukça zordur.208 Bu olgu şebeke dışsallıkları (network
externalities) kavramıyla açıklanmaktadır. Bazı ekonomistler doların uluslararası
piyasalarda devam eden hakimiyetini açıklarken bu kavramı da sıklıkla
kullanmaktadır.
Bir para biriminin uluslararası para statüsü kazanmasında etkili olan faktörleri
aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
Güçlü ve ticari bağları olan büyük ve rekabetçi bir ekonomi,
Gelişmiş bir finansal sistem,
Paranın istikrarına duyulan güven,
Siyasi istikrar,
Paranın ataleti.
Aynı anda birden fazla uluslararası para birimi olabilir, ancak daha önce
bahsedilen
şebeke
dışsallıkları
nedeniyle
genellikle
böyle
bir
duruma
rastlanılmamaktadır. Mutlaka güçlü para birimlerinden birisi ön plana geçmekte ve
hakim para olmaktadır. Geçmiş yıllarda aynı anda iki para biriminin uluslararası para
birimi olarak kullanıldığı en son örnek, Birinci Dünya Savaşı sırasında dolar ve
208
McKinnon. (26.08.2006)
116
sterlinin bir arada kullanılmasıdır. Ancak söz konusu dönemde de, bir süre sonra
Dolar tek başına hakim para birimi konumuna geçmiştir.209
Paranın
temel
fonksiyonlarından
birisi
yatırım
aracı
olarak
kullanılabilmesidir. Yatırım parasının en temel işlevi ise “değer saklamak”dır.
Euro’nun tedavüle girmesiyle bankaların Euro mevduatlarında önemli bir artış
olmuştur. AMB tarafından yapılan araştırmada, 28 ülkenin bankalarındaki toplam
Euro mevduatları 13.5 Milyar Euro artmıştır. Euro mevduatları MDAÜ’de %50, eski
Yugoslavya ülkelerinde %80, Türkiye, İsrail, Mısır ve Fas’ta bi önceki yıla göre %16
artış göstermiştir. Asya ve Latin Amerika ülkelerinde ise, döviz mevduatları arası
ikame yüksek olmakla birlikte, Dolar hakimiyetini korumaktadır.210
Bir para birimi, uluslararası işlemlerde, özel sektör tarafından değer ölçüsü ve
hesap ünitesi olarak kullanılıyorsa, bu para fiyatlandırma ve kotasyon parası olarak
adlandırılmaktadır. Euro, daha yürürlüğe girdiği yılın ertesi yıl olan 2000 yılında
dahi, uluslararası işlemlerde %15-17 oranında kotasyon parası olarak kullanılmıştır.
Euro’nun tedavüle çıkmasının üstünden geçen 5 yıl da düşünüldüğünde bu oran
artmıştır.211
Uluslararası para olabilmenin en önemli göstergelerinden birisi de,
uluslararası rezerv para olarak kullanılma oranıdır. Tablo 6’dan da görülebileceği
üzere, 1999’dan 2005 sonuna kadar uzanan süreçte, Euro’nun uluslararası rezerv
para olarak kullanılma oranı %17’den %24’e çıkmış, buna karşın, ABD Dolarının
209
210
211
C.F.Bergsten, The Euro versus The Dollar: Will There Be A Struggle For Dominance?,
American Economic Association, Atlanta, 04.01.2002, s.2.
ECB Review of the International Role of Euro, Aralık 2002,
http://www.ecb.int/pub/pdf/eurointernationalrole2002en.pdf, s.51
Euro Papers 46, The Euro Area in the World Economy-Developments in the First Three
Years’, Temmuz 2002, http://europa.eu.int/comm/economy_finance, s.39
117
uluslararası rezerv para olarak kullanılma oranı ise %71’den %66’ya düşmüştür.
ABD Dolarında gözlenen düşüş, Euro’da gözlenen artış eğilimine rağmen, ABD
Dolarının hala rezerv para olarak hakim konumunu koruduğu görülmektedir.
3.
Euro-Dolar Rekabeti
Euro, 1999 yılında Ekonomik ve Parasal Birliğin Kurulmasıyla kaydi para
olarak kullanılmaya başlanmış ve 2002 yılında da nakdi para olarak tedavüle
çıkmıştır. Bugün, 12 Avrupa ülkesi Euro alanı içerisinde bulunmaktadır. Euro
gerçekten başarılı bir başlangıç yapmıştır. Hatta bazı ekonomistler Euro ilk piyasaya
çıktığı dönemde kısa sürede uluslararası finansal piyasalarda dolara rakip hale
geleceği öngörüsünde bulunmuşlardır. Euro, Avrupa’nın içinde olduğu kadar, Dünya
piyasalarında da büyük başarı kazanmıştır. 1999 yılında piyasaya çıkışından 2001
yılına kadar, Euro üzerinden ihraç edilen tahvillerin sayısı dolar üzerinden ihraç
edilen tahvillerin sayısını geçmiştir. 1990-98 döneminde Avrupa para birimleri
üzerinden ihraç edilen tahviller, tüm Euro alanında ihraç edilen tahvillerin %10’unu
oluştururken bu oran Euronun ihracıyla, %75’e, %2 olan Euro alanı dışında Avrupa
para birimleri üzerinden ihraç edilen tahvillerin oranı ise, Euronun piyasaya çıkışıyla,
%20’ye çıkmıştır. Şu anda dünyada henüz iki kutuplu bir para piyasası olmasa da iki
kutuplu bir finansal piyasa mevcuttur.212 Fakat tüm bu gelişmelere rağmen
günümüzdeki verilere bakıldığında, doların halen uluslararası para olarak
uluslararası finansal piyasalardaki hakim konumunu koruduğu görülmektedir.
Uluslararası
döviz
hareketlerinin
büyük
çoğunluğu
dolar
üzerinden
gerçekleşmektedir. Dolar hala hükümetlerin resmi rezerv parası olarak kalmaya
devam etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin resmi rezervlerinin %70’inden fazlasını
212
Bergsten, , s.2.
118
dolar oluşturmaktadır. Asgari düzeyde döviz rezervi tutan Amerika Birleşik
Devletleri’nin yanında, gelişmiş ülkelerin de rezervlerinin %75’inden fazlası dolar
olarak tutulmaktadır. Petrol, bakır, buğday gibi uluslararası ana hammadde
hareketlerine baktığımızda da dolar kullanımında herhangi bir azalma göze
çarpmamaktadır.213
Bugün ABD ekonomisi yüksek oranda cari açıklar gibi önemli bir problemle
karşı karşıyadır. Buna rağmen doların hala bu kadar güçlü olmasının birkaç nedeni
bulunmaktadır.
Bunlardan en önemlisi, Euro’nun şu anda rekabet ettiği Dolar’ın, 1970’li
yıllarda, AET üyesi ülkeler arasında, Ekonomik Parasal Birlik oluşturma fikrinin
doğduğu dönemden, çok daha güçlü olmasıdır. Amerika Birleşik Devletleri, 1990’lı
yıllarda yeniden fiyat istikrarına kavuşmuş ve bundan da daha önemli olarak,
istikrarlı fiyat düzeyi beklentilerine geri dönülmüştür.
Dolayısı ile dolar bugün, doğal monopol konumundaki bir uluslararası
paranın, dünya paralarının birbirine dönüştürülmesinde kullanılan aracı para birimi,
hesap birimi, rezerv para olmak gibi tüm fonksiyonlarını yerine getirebilmektedir.
Eğer Euro, ABD’de enflasyonunun hüküm sürdüğü, 1970’li yıllarda piyasaya çıkmış
olsaydı, Dolardan Euro’ya dönüş çok daha kayda değer oranlarda olabilirdi. Yabancı
merkez bankaları Euro’yu rezerv para olarak kullanmaya başlayabilirlerdi. Fakat,
Euro’nun piyasaya çıkışı, doların istikrara kavuştuğu yıllara denk gelmiştir. Bu
213
McKinnon. (26.08.2006), s.1.
119
koşullar altında güçlü bir doların uluslararası piyasalardaki hakimiyetinin, Euro
güçlü bir para birimi olarak ortaya çıkmış olsa dahi yıkılması zor görünmektedir.214
Doların rezerv para konumu, ABD’ye bugüne kadar başka hiçbir ülkede
görülmemiş düzeyde borçlanma imkanı tanımıştır. ABD’nin dış borçları 2005 sonu
itibariyle 800 Milyar Dolara yaklaşmıştır. Bu da yaklaşık GSYİH’sının %5’ine
tekabül etmektedir. Böyle bir borçlanma oranı, altın standardında bu borçların altın
rezervleriyle desteklenmiş olması gerektiğinden düşünülemezdi. Uzun süredir, ABD
ekonomisinin bu borç miktarı nedeniyle bir kriz yaşayacağı beklenmektedir. Fakat bu
gerçekleşmemiştir. ABD yönetimi her faiz ve vergi oranı indirimine gittiğinde, bu
tüketimi körüklemekte bu da dış borçları artırmaktadır. Öte yandan Asya ekonomileri
sürekli olarak ABD Dolarına taleplerini artırmaktadırlar. Bunun bir nedeni, doların
çökmesinin kendi gelişimlerini de olumsuz yönde etkileyeceğini düşünmeleridir.
Fakat bu müdahaleye rağmen dolar son zamanlarda değer kaybetmiştir. Son
dönemde ABD hükümeti bu gidişatın kendi rekabet güçlerini olumsuz etkilediğini
düşünmekte bu nedenle doların üzerindeki bu desteğin kaldırılmasını istemektedir.215
Doların uzun yıllar uluslararası para statüsünü korumuş olmasının temel
nedeni, herhangi bir güçlü rakibinin olmamasıdır. Bu nedenle dolar ABD
ekonomisinin güç kaybettiği zamanlarda bile çok ciddi zarar görmemiştir. Bunda
gelişmiş ABD finansal piyasalarının da payı büyüktür. Doların en yakın rakibine
nazaran dahi bu kadar güçlü olmasının ana sebebi, Amerika Birleşik Devletleri’nin
GSYİH, ticaret ve diğer ekonomik büyüklükler dikkate alındığında oldukça büyük
ekonomisidir. Fakat yine de dolar, para piyasalarında ABD’nin dünya üretimi ve
214
215
McKinnon. (26.08.2006), s.3.
Moneyweek, Will the Euro Usurp the Dollar?, 2003,
http://www.moneyweek.com/file/1915/euro-usurp-dollar.html (31.04.06)
120
ticaretinde sahip olduğu payın dört katı büyüklüğünde bir paya sahiptir. Örneğin
Japonya, bir dönem AmBD’nin yarısı kadar bir ekonomik büyüklüğe ulaşmıştır,
fakat finansal piyasaları yeterince gelişmiş olmadığı için, Japonya ulusal parası yen,
hiçbir zaman dünya piyasalarında ekonomik büyüklükle orantılı bir boyutta etkili
olamamıştır.216
1944 yılında Bretton Woods konferansları sırasında, Amerika Birleşik
Devletleri’nin öncülüğünde, uluslararası mali düzeni sağlamak için Uluslararası Para
Fonu (IMF), uluslararası kalkınma konularında faaliyette bulunmak üzere ise Dünya
Bankası kurulmuştur. Bugün bu uluslararası finansal kuruluşlar, uluslararası finansal
piyasalarda çok etkili iki aktör konumundadırlar. Bu kuruluşların bugün 185 üyesi
bulunmaktadır. IMF’nin başlıca fonksiyonu dış ödeme açığı içinde bulunan ülkelere
kısa vadeli kredi açmaktır. IMF’ye üye olabilmek ve gerektiğinde kredi çekebilmek
için üye ülkeler tarafından yapılması gerekli kılınan düzenlemeler de doların resmi
rezerv para konumunun pekiştirilmesinde büyük ölçüde etkili olmuştur. Amerika
Birleşik Devletleri, oluşturulmasına öncülük ettiği ve genelde liderliğini üstlendiği
uluslararası finansal kuruluşlarla da, kendi ulusal para biriminin, uluslararası finansal
piyasalardaki hakimiyetini güçlendirmiş ve desteklemiştir.
216
Bergsten, s.4.
121
Tablo 4 : ABD Cari Açığı ve Döviz Kurları
998
999
000
001
002
003
004
005
005
005
Q1
Q2
Q3
Dolar/EURO; Dn. Sn.
..
,93
,88
,05
,36
,31
,3
,21
,2
4,2
3,8
4,5
4,7
5,7
5,8
6,4
6,7
Cari Açık/GSYİH
2,4
3,2
Kaynak: International Financial Statistics, various issues; Federal Reserve Board of Governors web
sitesi:
http://www.federalreserve.gov/releases/H10/Summary/indexb_m.txt
4.
Euro-Dolar Rekabetinin Geleceği
Euro-Dolar rekabetinde Bergsten/Mendell Euro’nun Avrupa’nın sahip olduğu
bir takım ekonomik büyüklüklere de dayanarak kısa sürede dolara rakip güçlü bir
para haline geleceğini savunurken, McKinnon, doların sahip olduğu şebeke
dışsallıkları
sebebiyle
Euro’nun
Dolara
güçlü
bir
rakip
olamayacağını
savunmaktadır.217
Avrupa Birliği bugün Dünya üretiminin %31’ini dünya ticaretinin %20’sinin
sahibidir. Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri, dünya üretiminin %27’sinin,
dünya ticaretinin %18’inin sahibidir. Bu rakamlar, ekonomik büyüklükler açısından
Euro alanının Amerika Birleşik Devletleri’ne eşdeğer olduğunu, bu anlamda
uluslararası paranın büyük, baskın ekonomilerle ilişkili olması gerektiği koşulunu
Euro’nun sağladığını göstermektedir.
217
McKinnon. (26.08.2006), s.2.
122
Bergsten/ Mundell’in ikinci vurguladığı nokta ise, Dünya finansal
piyasalarının elli yıl sonunda ilk defa dolara alternatif olabilecek istikrarlı bir paraya
kavuşmuş olmasıdır. Üstelik ABD, bugün büyük bir cari açığa sahiptir. Dolayısı ile
dolar yakın gelecekte bir döviz kuru krizi riskiyle karşı karşıyadır. Bu nedenlerden
dolayı ülkeler resmi rezervlerini çeşitlendirmek isteyecekler, bu da Dolardan Euro’ya
bir transfer olmasına neden olacaktır.
McKinnon ise, Avrupa ekonomisinin büyüklüğü ve Avrupa’nın sınır ötesi
ticari bağlantılarını göz önünde bulundurarak Euro’nun önemini kabul etmiş, fakat
Euro’nun dolara rakip değil çok önemli bir bölgesel para olacağını öngörmüştür.218
McKinnon, şebeke dışsallıkları üzerinde durmuş, doların bir aracı para,
petrol, bakır, un gibi ana hammaddelerin alınıp satıldığı para birimi, Merkez
Bankalarının piyasaya müdahalede kullandıkları para birimi ve Merkez Bankalarının
başlıca rezerv para birimi olarak hakim durumda bulunduğu ve herhangi bir para
biriminin bu nedenlerle dolarla rekabetinin zor olduğu üzerinde durmuştur.
McKinnon, bunun yanında doların nominal çapa olma özelliği üzerinde
durmuştur. Bunun yanında gelişmekte olan ülkeler çoğunlukla dolar üzerinden
borçlandıkları için rezervlerinin önemli bir bölümünü dolar olarak tutmaktadırlar.
Ayrıca Dünyadaki ana kreditörler olan Kanada ve Japonya da kendi para birimleri
üzerinden borç vermekte zorlandıkları için Dolar üzerinden borç vermektedirler.
218
McKinnon, Ronald I., 1998, “The Euro Threat is Exaggerated,” The International Economy,
Vol.12 (Mayıs/Haziran), ss. 32-33,60.
123
Tüm bu nedenlerle McKinnon Euro’nun Dolara ciddi bir rakip olamayacağı ve ancak
önemli bir bölgesel para olabileceği görüşünü savunmaktadır.219
Eichengreen ve Frankel’ın 1996 yılında yaptığı çalışma ise, bir ülkenin
üretiminin dünya üretimindeki payının, ülkenin parasının dünya piyasalarındaki
hakimiyetinde büyük etkisi olduğunu göstermektedir. Fakat bunun yanında ülkenin
ticaretinin dünya ticaretindeki payı ve ülkenin parasının istikrarı da büyük ölçüde
önemli faktörlerdir. Euro alanı 25 Avrupa Birliği ülkesine genişletilirse, Avrupa
Birliği’nin üretiminin dünya üretimindeki payı ABD’ninkini geçecek ve bu anlamda
Euro dolara karşı giriştiği rekabette ilk güçlü kozunu elde etmiş olacaktır.220 Böylece
zaman içerisinde Euro, Dolara karşı güçlü bir rakip haline gelebilecektir.
Euro’nun Dolara karşı güçlü bir rakip haline gelebilmesi için gerçekleşmesi
gereken dört faktör vardır. Bunlardan üçü Avrupalı devletlerin kontrolü altında olup
birisi dışsal bir faktördür.221
Birinci olarak Euro bölgesi ülkeleri, finansal piyasalarını daha ileri düzeyde
entegre etmelidirler. Bugün ABD finansal piyasalarının üstünlüğü ve Sterlinin Dünya
piyasalarına hakim olduğu dönemde İngiliz finansal piyasalarının üstünlüğü bu
ülkelerin parasal rejimlerin hakimiyetinde büyük rol oynamıştır. Bunun yanında
olumsuz Japonya örneği de bunu göstermektedir. Bu konuda sıkça yapılan çağrılara
rağmen Japonya’nın finansal piyasalarını modernize edememesi, Yen’in uluslararası
piyasalarda oynayacağı muhtemel önemli rolü engellemiştir.
219
220
McKinnon. (26.08.2006), s.3.
Moneyweek, Will the Euro Usurp the Dollar?, 2003,
http://www.moneyweek.com/file/1915/euro-usurp-dollar.html (31.04.06)
221
Bergsten, s.6.
124
Avrupa finansal piyasaları, Euro’nun ortaya çıkışıyla, doğrudan ve dolaylı
olarak canlanmıştır. Fakat, AB’de ihraç edilen hiç bir menkul kıymet, ABD Hazine
Bonosu ya da diğer ABD hükümet yatırım araçlarıyla rekabet etmeyi
amaçlamamıştır. Euro alanı ülkelerinin bunu da hedeflemeleri ve İngiltere’nin Euro
alanına erken bir tarihte katılması Euro’nun başarı grafiğini etkileyecektir.
İkinci olarak Euro alanı kurumsal olarak bir arada hareket etmeye ihtiyaç
duyacaktır. Avrupa Birliği yıllardır uluslararası ticari sistemin yönetilmesinde
Amerika Birleşik Devletleri ile işbirliği halinde çalışmıştır. Bu ikilinin başarılı
işbirliği savaş sonrası dönemde pek çok uluslararası ticaret anlaşmasının
oluşturulması ve tamamlanmasında gerekli faktör olmuştur.
Avrupa’nın, daha önce ABD’nin ticaret sisteminde varolan hakim konumuna
rakip hale gelebilmesinde iki faktör etkili olmuştur. Bunlar, ticari kapasitesinin ABD
ile eş düzeye gelmesi ve Ortak Dış Ticaret Politikası’nı kabul ederek tek ses olarak
konuşmayı başarabilmiş olmasıdır.
Buna benzer bir durum parasal ve makroekonomik konularda da geçerlidir.
Ekonomik büyüklükler olarak bakıldığında Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri’ne
eşdeğer düzeydedir. Fakat, Avrupa’nın bir bütün olarak hareket edememesi de
Euro’nun uluslararası piyasalarda hak ettiği rolü üstlenmesine engel olmaktadır. Tek
seslilik, Euro’nun uluslararası piyasalardaki hızlı yükselişini garanti etmese de
Avrupa’nın kurumsal düzenlemelerle tek ses olarak hareket eder hale gelebilmesi
bunun gerçekleşmesine büyük katkı sağlayacaktır. 222
222
Bergsten, s.6.
125
Üçüncü
olarak,
Euro’nun
uluslararası
rolü,
Avrupa’nın
ekonomik
performansının yükselmesiyle güçlenecektir. Bugüne kadar, Avrupa Birliği, fiyat
istikrarını başarılı bir şekilde sağlamıştır. Fakat bununla birlikte düzenli ekonomik
büyümeyi de başarabilmesi gerekmektedir. Bu, uluslararası piyasalarda Euro’nun
uluslararası para olarak gücünün artmasında etkili olacaktır. Bu nedenle, Avrupa
Merkez Bankası’nın büyümeyi öncelikleri arasına alması faydalı olacaktır.223
Dördüncü ve belki de en önemli faktör ise, Euro’nun Dolar’la birlikte
uluslararası piyasalardaki merkezi rolünü alabilmesi için Amerika Birleşik
Devletleri’nin kendisinin bir düşüş yaşaması gerekliliğidir. Çünkü uluslararası
ilişkilerde atalet önemlidir. Bir para birimi güçlü ve istikrarlı gidişatını koruduğu
sürece, rakibi ne kadar güçlü olursa olsun, o para biriminin yerleşmiş konumunun
sarsılması zordur. Dolar, kendinden önce uluslararası piyasalarda hakim para birimi
olan Sterlinin yerini, İngiliz hükümetinin Birinci Dünya Savaşı döneminde yürüttüğü
yanlış politikalar sebebiyle düşüşe geçmesi ile, alabilmiştir. Birinci Dünya Savaşı
sebebiyle İngiltere’nin ticaret hacmi ve yatırımları ciddi biçimde azalmış, İngiltere
yabancı varlıklarının çoğunu satmak zorunda kalmıştır. Bunun yanında İngiltere’de
1920’li yıllarda yürütülen kötü ekonomik yönetimin de (ekonominin seyrinin
kötüleşmesi, sterlinin aşırı değerlenmesi, artan korumacılık ve artan sermaye
kontrolleri) bunda büyük payı olmuştur.
ABD geçmişte, ekonomik büyümenin düşük oranlarda seyrettiği, büyük dış
borç sorunu ile mücadele etmeye başladığı ve en çok borç veren ülke konumundan,
dünyanın en borçlu ülkesi konumuna geldiği bir dönem yaşamıştır. Güçlü bir rakibin
223
Bergsten, s.8.
126
olmadığı bir uluslararası finansal atmosferde dahi, Doların uluslararası piyasalardaki
payı düşmüş, Avrupa Parasal Entegrasyonu hız kazanmıştır. ABD ekonomisinde
yaşanan böyle bir darboğazın tekrarlanması halinde, Euro uluslararası finansal
piyasalarda daha yüksek bir potansiyele ulaşacaktır. Günümüzde böyle bir
darboğazın yaşanabilme ihtimali değerlendirildiğinde, son 15 yıl içerisinde Amerika
Birleşik Devletleri’nin, en büyük kreditör ülke konumundan en büyük borç alan ülke
konumuna geldiği, diğer ülkelerin Merkez Bankaları’nın büyük Dolar rezervleri
bulundurmasının ABD ekonomisini bir kriz riskiyle karşı karşıya bıraktığı, ABD dış
borcunun gayri safi yurtiçi hasılasının %4,5’u dolaylarına ulaştığı verileri ışığında,
çok da imkansız görünmemektedir. 224
ABD uluslararası yatırım pozisyonu 2000 yılı sonunda negatif 2 Trilyon
dolara ulaşmıştır. Merkez Bankası Başkanı Greenspan 2001 yılında ABD dış açığının
sürdürülemez olduğunu açıklamıştır. 2001 yılında yayınlanan IMF raporuna göre,
dolar en az %20 fazla değerlenmiştir.225 Bu gelişmelere bakıldığında yakın zamanda
doların ani bir devalüasyon yaşaması olası görünmektedir. Geçmiş yıllara
bakıldığında Doların böyle büyük devalüasyonlar yaşamasının çok da sıra dışı bir
olgu olmadığı görülmektedir. Savaş sonrası dünyasında dolar, 1971-73, 1978-79,
1985-87 ve 1994-95 yıllarında ani devalüasyonlar yaşamıştır. 226
Fakat eğer önümüzdeki yıllarda dolar bir devalüasyon yaşarsa bu artık güçlü
bir rakibinin, Euro’nun da var olduğu farklı bir ekonomik ortamda gerçekleşecektir.
ABD’nin en büyük ticari partnerleri olan Kanada, Japonya ve Meksika kendi para
224
225
226
Bergsten, s.8.
IMF.2001.World Economic Outlook May 2001: Fiscal Policy and Macroeconomic Stability.
Washington: International Monetary fund.
Bergsten, s.10.
127
birimlerinin dolara karşı bu ölçüde değerlenmesini kabul edemeyeceklerdir. Merkez
Bankalarının rezervlerinin önemli bir kısmı Euro’ya kaydırılacaktır. Bu da Euro’yu
Dolara karşı gerçek bir rakip konumuna getirecektir.
Mundell’e göre Euro’da böyle bir geçişte problemler yaşayabilecektir. Öyle
bir olası geçişin sorunsuz gerçekleştirilebilmesi için AB’nin de ABD’nin de güçlü
savunma stratejilerine sahip olması gerekmektedir.227
Tüm bu öngörüler değerlendirildiğinde uluslararası finansal piyasaların
önündeki ilk büyük problemin geçtiğimiz 20 yılda olduğu gibi gelişmekte olan
ülkeler kaynaklı değil, bizzat sistemin merkezinde bulunan ABD ve Avrupa ülkeleri
kaynaklı yaşanacağını söylemek yanlış olmaz.228
227
228
Robert Mundell, 1998. The Case for the Euro-I and II. Wall Street Journal, March 24 and
25.
Bergsten, s.11.
128
Tablo 5 : Dünya Resmi Döviz Rezervlerinin Kompozisyonu
AB'nin ABD'den İthalatı (Sektörel Olarak)
TOPLAM
Birincil Mallar*
Tarımsal Ürünler
Enerji
2001
202.534
18.392
9.696
2.242
%
100%
9,1%
4,8%
1,1%
2003
157.385
14.158
8.123
1.475
%
100%
9,0%
5,2%
0,9%
2005
163.057
15.588
6.973
3.133
%
100%
9,6%
4,3%
1,9%
İmalat Malları**
Makine
Ulaştırna Techizatı
Kimyasallar
Tekstil
179.101
77.796
32.774
29.366
2.004
88,4%
38,4%
16,2%
14,5%
1,0%
139.709
51.726
29.662
28.861
1.315
88,8%
32,9%
18,8%
18,3%
0,8%
137.492
50.307
26.057
30.816
1.220
84,3%
30,9%
16,0%
18,9%
0,7%
AB'nin ABD'ye İhracatı (Sektörel Olarak)
TOPLAM
Birincil Mallar*
Tarımsal Ürünler
Enerji
İmalat Malları**
Makine
Ulaştırna Techizatı
Kimyasallar
Tekstil
*Primary Products **Manufacturing Products
2001
244.877
24.302
11.056
8.991
%
100%
9,9%
4,5%
3,7%
2003
226.432
24.272
11.641
9.637
%
100%
10,7%
5,1%
4,3%
2005
251.657
32.704
12.104
16.001
%
100%
13,0%
4,8%
6,4%
216.023
67.198
52.579
39.079
6.111
88,2%
27,4%
21,5%
16,0%
2,5%
197.741
53.565
48.436
46.247
4.911
87,3%
23,7%
21,4%
20,4%
2,2%
207.915
61.047
48.037
47.496
4.500
82,6%
24,3%
19,1%
18,9%
1,8%
129
SONUÇ
Bu çalışmada, transatlantik ilişkilerin önce siyasi boyutu, sonra ekonomik
boyutu derinlemesine incelenmiştir.
İlişkilerin tarihsel gelişimini incelendiğinde, ABD-Avrupa ilişkilerinin
herhangi iki ülke ya da ülke grubuna göre çok daha derin, yoğun ve çok boyutlu
olduğu görülecektir.
Geçmişte ilişkilerin temelini oluşturan askeri boyutun kurumsal yönü olan
NATO, bugün kendine yeni bir misyon edinmiş, artık siyasal niteliği askeri niteliğine
üstün gelen bir örgüt biçimine dönüşmüştür. NATO, anlaşmasında belirtilen bölgenin
dışından (örneğin Ortadoğu'dan) gelebilecek tehditlere karşı yeni bir işlev
kazanmıştır. Ayrıca NATO, ABD'nin Avrupa'nın ilerde alacağı yeni biçime
müdahale edebileceği ya da kıtada varlığını sürdürebileceği bir örgüt olarak da
değerlendirilebilir.
Bunun yanında, iki blok arasındaki ticari ilişkiler, çok üst seviyeye
taşınmıştır. İki blok, birbirinin ana ticari partneri durumundadırlar. Hatta iki blok
arasında bir serbest ticaret alanı oluşturulması dahi gündeme gelmiştir. 1990'lı
yıllardan sonra oluşturulan Atlantik Ötesi İş Diyalogu, Transatlantik Gündem,
Finansal Diyalog gibi yapılanmalar ekonomik politikaların belirlenmesinde ortak
hareket etme yönünde önemli girişimlerdir. Bunun yanında bugün Amerikan ve
Avrupa şirketleri arasında birleşmeler devralmalar yoğun olarak yaşanmaktadır ve
karşılıklı ekonomik bağımlılık artmış ve iki taraf arasındaki ilişkilerin istikrarı
açısından da önemli bir unsur haline gelmiştir.
Bugün, iki blok arasındaki hala çözülememiş konular, sık sık Dünya Ticaret
Örgütü gündemine taşınmaktaysa da bunlar ticari ilişkilerin küçük bir bölümüne
tekabül etmektedir. Bununla beraber, ticaretin en üst düzeyde liberalleştirilmesi ve
tarife ve tarife dışı ticari engellerin kaldırılması yolunda iki blok yoğun bir şekilde
çaba göstermektedir. Gelinen noktada, Doha Round’u başarısızlıkla sonuçlanmış ve
müzakereler kapanmış olsa da ticaretin serbestleştirilmesi anlamında çok çarpıcı
gelişmeler kaydedilmiştir.
21. Yüzyılda gelinen noktada, Avrupa Birliği Ortak Dış ve Güvenlik
Politikası, Ortak Savunma ve Güvenlik Politikası oluşturulması gibi önemli adımlar
atmış, bir anayasa oluşturulması için uzun çalışmalar gerçekleştirilmiş, birlik
uluslarüstü yapısını güçlendirmek adına önemli adımlar atmıştır. Öte yandan
Amerika Birleşik Devletleri dünyada tek süper güç olarak kalmış olmanın kendine
verdiği güvenle, dünyayı kendi stratejik çıkarlarına göre şekillendirmek istemektedir.
Bu isteğinde zaman zaman uluslararası hukuku hiçe sayarak attığı adımlar Avrupa
devletleri tarafından tepkiyle karşılanmakta ve her zaman yakın işbirliği halinde
gelişen ilişkilere zarar vermektedir. Öte yandan, iki blok arasında yukarıda sözü
edilen güçlü ekonomik bağlar, paylaşılan ortak değerler, ortak bir kültür olması
bundan sonra da aralarında bulunan müttefik ilişkisinin artarak devam edeceğini
göstermektedir.
KAYNAKÇA
Armaoğlu, F., 20. Yüzyıl siyasi Tarihi: 1914-1980, 4.Baskı, Ankara:Kültür Yayınları,
1987.
Arslan, C. “Reserv Para Olarak Euro: Amerikan Doları ile Bir Karşılaştırma.”
Ataum Bülten. Güz-2003. Sayı:3.
The Atlantic Council. Changing Terms of Trade: Managing the New Transatlantic
Economy. Working Group Paper.
DTM, Avrupa Birliği ve Türkiye. Ankara:DTM, TOBB,. 2002.
Bektaş B., Türk D., Bıyık H., et al. “Soğuk Savaşın Kaynakları ve NATO’nun
Kuruluşuna Yol Açan Gelişmeler”. NATO.
http://bucatarih.sitemynet.com/seminer/karma/nato.html (26.02.2006)
Bergner, J. Atlanticism and the 104th Congress’ Rethinking the Transatlantik
Partnership, Security and Economics in a New Era. Washington DC :
Hudson Institute, Progressive Policy Institute., 1996.
C.F. Bergsten’in American Economic Association’ın Yıllık toplantısında yaptığı
“The Euro Versus the Dolar: Will There Be a Struggle For Dominance?”
konulu açılış konuşması. .
Blackwill, R. D. The Future of Transatlantik Relations. Council on Foreign
Relations Pres. 1999.
Bland, Larry I. ‘The Truman Doctrine’. Marshall and the Plan.
http://www.marshallfoundation.org/library/marshall_and_the_plan.html
(02.04.2007)
Bossuat, G. Europe and United States, 1944-2006: Two Destinies in an Uncertain
World. Institute of European Studies. Paper 060530. 2006.
Bozkurt, V. Avrupa Birliği ve Türkiye, Siyasal Kurumlar, Çıkar Grupları, Kamuoyu,
Ortaklık Belgeleri. Bursa: Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayınları,
2001.
Brower, D.R. , The World in the Twentieth Century: The Age of Global War and
Revolution 2nd Ed., New Jersey:Prentice Hall, 1992,
Cutter, W.B.Et. Al. The Transatlantic Economy in 2020:A Partnership for the
Future? The Atlantic Pcouncil Policy Paper. 2004.
Delegation of the European Commission to the USA, New Transatlantic Agenda,
1995, www.eurunion.org/partner/agenda.htm (27.02.2007)
Duignan, P. Gann, L. H. An Ambivalent Heritage, Euro-American Relations.
Stanford University. 1994.
Dura, C. Atik, H. Avrupa Birliği, Gümrük Birliği ve Türkiye. Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım, 2003.
ECB
Review
of
the
International
Role
of
Euro,
Aralık
2002,
http://www.ecb.int/pub/pdf/eurointernationalrole2002en.pdf,
Euro Papers 46, The Euro Area in the World Economy-Developments in the First
Three Years’, Temmuz 2002,
http://europa.eu.int/comm/economy_finance,
Euro-American Relations One Year After Iraq. 25.02.2004,
http://www.princeton.edu/∼lisd/old/cutlieroiraq.html
European Commission DG External Relations Unit C1. Review of the Framework for
Relations between the European Union and the United States. Tender OJ
2004/S 83-070340
European Commission, ‘The Transatlantic Economic Initiative’, Economic
Relations, 2006,
http://ec.europa.eu/comm/external_relations/us/economic_partnership/trans_econ_
partnership
(27.02.2007)
Frank, A. G. ‘The World Economy, International Relations and the European
Challenge’. The United Nations University. New Jersey: 1988.
Gardels, N. Yüzyılın Sonu. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1995.
George C. Marshall Foundation, Statistics of Reports Division, 1967,
www.marshallfoundation.org/library/doc_marshall_plan_aid.html
(01.04.2007)
Hafteddorn H., Tuschoff, C. America and Europe in an Era of Change. San
Francisco, 1993.
IMF.2001.World Economic Outlook May 2001: Fiscal Policy and Macroeconomic
Stability. Washington: International Monetary fund.
İktisadi Kalkınma Vakfı, AB Tarihçe, www.ikv.org.tr/abtarihçe.php , (13.10.2006)
Janes, J. From Alliances to Ambivalence: The Search for a Transatlantic Agenda,
Institute of European Studies Occasional Papers. Nu:4, 2003.
Kahraman, S. ‘Irak Krizi’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Üzerine Etkileri’.
Ataum Bülten. Kış Bahar-2003. Sayı:1-2. ss.3-5
Kaleağası, B. Küreselleşme, Avrupa ve Türkiye. 12. Ulusal Kalite Kongresi.
İstanbul: 2003.
Karaca K. Transatlantik İlişkilerin Ticari Boyutu.
http://www.foreignpolicy.org.tr/turkish/dosyalar/kkaraca_230603-a_p.htm
(26.09.2006)
Kay, S. ‘American Strategies Towards the Enlargement of European Security
Institutes:Partnership or Cold Peace?’. The Transatlantik Relationships,
London: 1996.
Kaynak, M., Gürses, E. ‘Büyük Ortadoğu Projesi. İstanbul: İlk Yayınları., 2004.
Kissinger, H. Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı? Ankara: ODTÜ
Geliştirme Vakfı Yayınları, 2002.
Krueger, A.O. The World Economy at the Start of the 21st Century.
http://www.imf.org/external/np/speeches/2006/040606.htm
Kupchan, C.A. The Unraveling of the Atlantic Order: Historical Breakpoints in
U.S.-European Relations. Institute of European Studies. Paper060414. 2006.
Larry I. Bland, ‘The Truman Doctrine’, Marshall and the Plan,
http://www.marshallfoundation.org/library/marshall_and_the_plan.html
(02.04.2007)
Langlois G., vd, 20.Yüzyıl Tarihi, 1.Baskı, İstanbul: Nehir Yayınları, 2000.
Lee, Stephen J., Avrupa Tarihinden Kesitler,:1789-1980, 1th Ed, Ankara,: Dost
Kitabevi Yayınları, 2002.
Lim, E.G. The Euro’s Challenge to the Dollar: Different Views from Economists
and Evidence from COFER (Currency Composition of Foreign Exchange
Reserves) and Other Data. IMF Working Paper. WP/06/153. Haziran 2006.
Makins, C.J. Renewing the Transatlantic Partnership: Why and How? The
Subcommittee on Europe of the House International Relations Committee. 11
June 2003.
McKinnon. The Euro Versus the Dolar: Resolving a Historical Puzzle. 11.02.2002.,
www.stanford.edu (26.08.2006)
Moneyweek,
Will
the
Euro
Usurp
the
Dollar?,
2003,
http://www.moneyweek.com/file/1915/euro-usurp-dollar.html (31.04.06)
Moneyweek, Will the Euro Usurp the Dollar?, 2003,
http://www.moneyweek.com/file/1915/euro-usurp-dollar.html
(31.04.069
Mundell, R. 1998. The Case for the Euro-I and II. Wall Street Journal, March 24 and
25.
Novakeo. Currency Wars Euro Versus Dolar.,
http://www.etherzone.com (30.08.2006)
Piening, C., Global Europe, The European Union in World Affairs. London: Lynne
Rienner Publishers, 1997.
Posner E. Institutional Origins of Bargaining Power: The New Transatlantic
Relations in Financial Services. Institute of European Studies. 2006. Paper
060330.
Sander, O. Siyasi Tarih, 1918-1994. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2002
Seyidoğlu, H. Uluslararası İktisat. Güzem Yayınları, 1998.
Seyidoğlu, H. Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlük. 3. Baskı. İstanbul: 2002.
Sharp, A., Ward, K. ‘The United States and Europe, 1945-1991’ What İs Europe,
Europe and the Wider World, The Open University and European
Association of Distance Teaching Universities. 1995.
Smith, H. ‘Actually Existing Foreign Policy or Not?’ A Common Foreign Policy for
Europe, Competing Visions of the CFSP. New York: Routledge, 1998.
Transatlantic Business Dialogue, www.tabd.com (26.02.2007)
Traynor, J., Europe, 1890-1990, 2nd Ed, Surrey:Nelson, 1992, .
Towards a Barrier-Free Transatlantic Market. Report and Recommendations to the
2006 EU-US Summit Leaders. Transatlantic Business Dialogue. Mayıs/2006.
Treverton, G. F. ‘2000’li yılların Ötesinde Avrupa ve Amerika.’ Selçuk Üniversitesi
Yayınları. No:123. Konya, 1995.
Urwin, D.W. , Western Europe Since 1945: A Political History, 4th Ed., London and
New York:Longman, 1989. .
Vaisse, J. The Rise and Fall of the Bush Doktrine: the Impact on Transatlantic
Relations. Institute of European Studies. 2006. Paper 060408.
Willis F.R., Europe In The Global Age, 1939 to the Present, Davis: Harper&Row
Publishers, University of California, 1968
Wiener, J., Hiester, D. ‘The Transatlantik Partnership in the 1990s’. The
Transatlantik Relationships. London, 1996.
ABD Avrupa Birliği Temsilciliği Web Sitesi,
http://www.useu.be/TransAtlantic
Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği Web Sitesi www.deltur.cec.eu.int
Avrupa Komisyonu ABD Temsilciliği Web Sitesi,
http://www.eurunion.org/profile/facts.htm
Avrupa Komisyonu Web Sitesi, www.europa.eu.int
Avrupa Merkez Bankası Web Sitesi www.ecb.int
Dünya Bankası Web Sitesi www.worldbank.org
Dünya Ticaret Örgütü Web Sitesi www.wto.org
IMF Web Sitesi www.imf.org
Download