2.3. Bağışıklık Sistemi Bozuklukları

advertisement
Parazit yunanca para=yanında, sitos=besin
sözcüklerinden turemiş.
Konak:
Farklı canlıların birlikte yaşamasına symbios denir.
Simbiyoz (Syn=Beraber, bios=yaşam
Simbiosun 4 çeşidi:
a.
Mutuallik: Birlikte yaşayan her 2 canlı da birbirinden
yararlanır.
b.
Kommensallik (saprfitlik):Canlının biri diğerinin
artıklarından ya da korunmak için ondan yararlanır
durumdadır.
c.
Parazitlik:Küçük bir canlının daha büyük bir canlının
içinde veya üzerinde zarar verere yaşaması.
d. Parazitoitlik: Üzerinde yaşadığı canlının ölümüne
neden olması
Parazit Konak ilişkisi
Parazitin türüne, morfolojik ve fizyolojik durumuna, diğer
taraftan konağın özelliklerine, tutulan doku ve organlara ve
konağın reaksiyonuna bağlı.
-Parazitler morfolojik ve fizyolojik değişmeler geçirerek
olgunlaşırlar.
-konağa ihtiyaç var.
-
-Bazılarının
gelişmesi için bir konak yeterli. Monoksen parazit.
Giardia intestinalis ve Ascaris lumbricoides.
-Bazılarının gelişimi için birden fazla konak gerekli.
Heteroksen p. Taenia saginata
-Erişkin şeklin üzerinde yaşadığı konağa son konak.
-Arakonak olgunlaşmamış şeklin üzerinde yaşadığı konak.
-İki konaklılara diheteroksen p T. Saginata.
-
-İki
konaklılara diheteroksen p T. Saginata.
-Poiheteroksen p. Birden fazla konak üzerinde gelişen parazit.
Diphyllobotrium latum.
-Parazitler bazen son konakta yaşayarak neslini sürdürür.
Rezervuar
-Rezervuar diğer hayvanların infekte olmaları için kaynak.
-Artropodlar ve diğer omurgasızlar ara konak olarak ya da
portör olarak protozoonları naklederler VEKTÖR
PParazitin konak vücudunda 3 bulunuşu var
1. Bazı parazitler için ancak bir tür konak olabilir. Giardia
intestinalis
Parazitin insanı tercih etmesine ANTROPOFİLlik denir.
2. Bazıları çeşitli konaklarda yaşarlar. Trichinella spiralis
3. Bir çok durumda parazit insanda rastlantı yaşar. Fasciola
hepatica.
Parazitliğin çeşitleri
1.
Zorunlu parazitlik: A. intestinalis.
2.
Fakültatif parazitlik: Serbest olarak yaşayabilen bir
canlının parazit yaşaması. Bazı miyazlar.
3. Tesadüfen p.lik.: Serbest yaşayan bir canlının bir
konağa tesadüfen yerleşmesi Bazı miyazla.
Kalışlarına göre
1.
Geçici parazitlik: Anopheles sp.
2.
Kalıcı p.lık: Parazitin üzün süre konakta yaşamasi: a.
peryodik p. Çengelli solucanlar
larvaları toprakta erginleri insanda yaşar. PROTELİEN p.
. B. devamli parazitlik. Pediculus sp.
BBulunuşlarına göre
1.
Özel parazitlik: bir parazitin belli bir hayvanın belli bir
organında yaşaması. T. Saginata.
2.
Gezici p.lik: A. lumbricoides.
3.
Şaşkın p.lik: Fasciola hepatica’nın insanda
parazitlenmesi
4. Yalancı pa.lik:Bulaşık koyun karaciğeri yiyenlerde
Dicrocoelium dentriticum yumurtalarını bulunması.
Yaşadığı yere göre
1.
Ektoparazitlik:
2.
Endoparazitlik: Doku içi ve doku dışı .
3.
İntrasellüler parazitlik: Toxoplasma gondii
- 4. Hiperparazitlik: Anopheles sp. De Plasmodium ların
yaşaması.
İnsanda parazitlik
Bazı parazitler hayvan ve insanlarda bulunurlar.
Bazıları bir dönemini insanda tamamlarlar.
İnsanlara geçebilen hayvan hastalıklarına zoonoz denir.
Ektoparazir bulaşımına infestasyon
Endoparazit bulaşımına infeksiyon denir.
-Süperinfeksiyonkişinin aynı parazitle tekrar infekte olması.
Otoinfeksiyon: Şahsın kendisinde bulunan parazitle tekrar
infekte olması.
Parazitlerle oluşan hastalıkları adlandırmak :
Kullanılan sözcüğün sonuna -osis, asis, iosis, iasis ekleri
eklenir.
Parazitosis,
Helmitiasis,
Protozoosis,
Cestodiasis,
Nematodiasis,
Schistosomiasis,
Dracunculiasis
Ascariasis
Parazitin konak üzerinde olumsuz etkileri:
1.
soyucu ve sömürücü,
2. Toksik,
3.
Mekanik,
4. Travmatik ve perforatif etk.,
5.
Hastalık etmenlerini taşiması
6.
İrritatif etki,
7.
Beslenmeye engel etki,
8.
Kan üzerindeki etkileri
1. Soyucu ve sömürücü
Önemli maddelerini alır, Diphyllobotrium latum B12 vitaminini
AAncylostoma duodanale insandan günde 0.37 ml kan emer.
Ccinsel organların gelişimini önler. 22 yaşındaki biri 10-12 yaşındaki gibi görünür.
2.Tosik etkisi:
Parazitin metabolizma artıkları
Ektoparazitler kan emmeden önçe tükürüklerini yaraya akıtmaları
Karşı antikorlar şekillenir.
A. Ascaris lubricoides Askaron salg.
1.
Mekanik etki:
Barsak lumeninde tıkanma
-Wuchereria bancrofti nin olgunları lenf damarların,
-Plasmodium falciparum lu alyuvarlar beyin kılcallarını tıkar.
4.Travmatik ve perforatif etki
-Ancylostoma duodanale’ in ağzındaki dişler.
-Schistosoma sps. Yumurta dikenleri barsak duvarını aşındırı.
5 Hastalık
etmenlerini nakletmeleri
-Anopheles ler Plasmodium ları
-Culex ler filaryaları
-Glossina sp.p Trypanosoma ları insana taşır.
Amip çeşitli bakterileri taşır.
1.
İrridatif etki
Trichinella spiralis gibi p ler barsakta şiddetli irritasyon ve ishale
e de absele neden olurlar.
.
2.
Beslenmeye engel.
–Kusma
-iştahsızlık
-Metabolizma bozukluğu
3.
Kan üzerindeki etkileri
Fareler ile Tryoanosoma cruzii infekte edilirse büyük lenfosit sayısı artar.
Eosinofillerin sayısı azalır.
Lenf bezleri büyür.
Dalakta bozukluk ve alyuvarlarda bozuk oluşur
Anisocylosis: alyuvarların değişik büyüklükte olması
Hypochromia: Alyuvarlarda hemoglobinin azalması, iyi
boyanmama
Poikilocytosis: Kanda poikilositelerin artması
Polychromiasis: Hasta alyuvarlarının değişik renkli
maddelere affinitei
Erytropoiesis: Kemik iliğinin alyuvar üretmesi
Myeloid hyperplasia: Kemik iliğinin büyümesi
Macrocytique anemia : Alyuvarların büyüklüklerinin
artması
Microcytique anemia: “ küçülmesi
Parazitlerin Metabolizması
Enerji elde etmekiçin metabolizma
E.histolytica %95 N ve %5 Co2 li ortamda glikozu ve diğe
heksozları pirüvata parçalar.
Parazit helnintler az protien kullanır
Proteazları var.
Polipeptidlerin varlığı konak barsağında pepsin ve tripsinin
helminti sindirilmesini önler.
Patogenez ve patoloji
Mekanik etki,
Metabolizma için gerekli maddelerin alınması
Yerel ve genel etkili maddelerin yapılması
Bakteri ve virüs hastalıklarına zemin hazırlanması
Konağın duyarlığı
Direnci
SULARDAN BULAŞAN HASTALIKLAR
Hastalık
Neden Olan
Mikroorganizmalar
M.Organizmanın Suya
Nereden Bulaştığı
Semptomlar
Gastroenteris
Rotavirus
Salmonella
Enteropatojenik E.Coli
İnsan Dışkısı
Hayvan veya İnsan Dışkısı
İnsan Dışkısı
Akut İshal veya Kusma
Tifoid
Saimonella Typhosa
İnsan Dışkısı
Bağırsak İltihabı, dalak
büyümesi; yüksek ateş,
bazen ölümcül
Dizanteri
Shigella
İnsan Dışkısı
İshal, Nadiren
ölümcül
Kolera
Vibrio comma
İnsan Dışkısı
Kusma, Şiddetli ishal, hızlı
su kaybı ve ölüm
Bulaşıcı Sarılık
(Viral)
Hepatitis A
İnsan dışkısı ve kirli suda
yetişmiş deniz canlıları
Ciltte sararma, karaciğer
büyümesi, karın ağrısı,
nadiren ölümcül
Amipli Dizanteri
Entomoeba histolytica
İnsan dışkısı
Hafif ishal, Kronik
dizanteri
Hayvan veya İnsan Dışkısı
İshal, kramp, bulantı veya
genel halsizlik, ölümcül
değil
(1-30 hafta sürebilir)
Giardiasis
Giardia lamblia
İmmünoloji
Parazitozonların immünolojisi
Parazitlerin yerleşmesine, yerleşirse yayılmasına,
büyümesine ve döl vermesine karşı koyan,
onların zarar verici maddelerinin zehirlerinin,
enzimlerinin etkilerini yoketmeğe şalışan insan
ve diğer konaklar bir direnç göstermektedir.
Konak yabancı maddelerle karşılaşınca iç
ortamının değişmemesi için başvurduğu
süreçleri inceleyen immünolojinin üzerinde
durduğu bağışık yanıtta konak, kendine yabancı
maddeleri tanır. Bunları etkisizleştirir ve yok
eder.
Bağışık yanıtın 3 görevi vardır.
1. Savunma,
2. Vücut hücrelerinin aynı şekilde kalmasını
sağlama,
3. Gözetim. Bu sonuncu işlem ile yalnız yabancı
varlıklar değil, anormalleşen hücre tipleri de
tanır ve yokedilir.
Vücudumuzun içinde bağışıklık
sistemi adı verilen şaşırtıcı ve
bir o kadar da ilginç savunma
mekanizması vardır.
Bağışıklık sistemi insanoğlunu
"mikrop" diye tanımlanan,
enfeksiyona yol açabilen virüs,
bakteri, mantar ve parazit gibi
mikrororganizmaların zarar
verici etkilerine karşı korur.
İnsan vücudu çevresinde bulunan çok sayıdaki
mikrobun saldırısına uğrar ve bu organizmalar
vücudumuza girebilmek için uğraş verir.
Sağlıklı bir vücut; karşılaştığı
hastalık
etkenleriyle ve yabancı maddelerle çoğunlukla
"çaktırmadan" başeder.
Mikroplarla başedemediğimiz durumlarda da "hasta"
oluruz.
Bağışıklık sisteminin görevi de; öncelikle bu organizmaların
vücuda girmelerini engellemek veya girer ise vücuda
girdikleri yerde yutmak, yayılmalarını engellemek ya da
geciktirmektir.
Bağışıklık sistemi bu görevlerini, yaşam süresi boyunca
sürdürür ancak bazı koşullarda bağışıklık sistemi yardıma
gereksinim duyabilir.
Bağışıklık sistemi; aynı nörolojik sisteme benzer bir yapıya
sahiptir.
Bağışıklık sisteminin en önemli özelliklerinden biri; kendi ve
kendisine yabancı milyonlarca değişik düşmanı tanıyıp ayırt
edebilme yeteneğine sahip olmasıdır.
Bağışıklık sisteminin diğer bir özelliği de, hatırlama
yeteneğine sahip olmasıdır.
Bu özelliği sayesinde bağışıklık sisteminde görevli olan tüm
hücreler, ilk karşılaştığı yabancıyı görür, belleğine kaydeder
ve daha sonra gördüğünde de hatırlar.
Bağışıklık sistemimizin vücudumuzu savunmada başarılı
olmasının altında yatan sır ise; vücudumuz içerisinde detaylı
ve dinamik bir iletişim ağına sahip olmasından
kaynaklanmaktadır.
Milyonlarca ve milyonlarca hücre, arı kovanının etrafını saran
arı kümeleri gibi bir araya gelip seriler halinde organize olur
ve bilgileri arkadan ileriye doğru iletir.
Bir kez bağışıklık hücreleri uyarıyı aldıkları zaman, taktiksel
birtakım değişiklere giderek çok güçlü kimyasallar üretmeye
başlarlar.
Bu maddeler hücrelerin kendi büyeme ve hareketlerini
düzenlemelerine izin vererek vücut savunmasını başlatır.
Canlılar öldüğünde; bağışıklık sistemleri de (diğer her
şeyle birlikte) yok olur. Saatler içerisinde vücudu çok çeşitli
bakteri, parazit ve mikrop istila eder. Ancak bunların hiçbiri
bağışıklık sistemimiz çalıştığı zaman vücudumuza giremez.
Ama bağışıklık sistemimizin bozulduğu veya yok
olduğu noktada vücudumuzun savunma kapıları
sonuna kadar açık kalır,
Bunun sonucunda da allerji, artrit, enfeksiyonlar
veya AIDS gibi birçok hastalığın gündeme geldiği
durumlarla karşılaşabiliriz.
2.1.1. Bağışıklık Sistemini Oluşturan Yapılar
Bağışıklık sisteminin organları lenfoid dokulu
organlardır. Bu organlar dalak,
lenf düğümleri, bademcik, kırmızı kemik iliği,
timüs bezi, karaciğer ve bağırsaklardaki
peyer plaklarıdır.
a) Dalak: Dalak, karın boşluğunun sol üst tarafında,
diyaframın altında bulunan, yaklaşık 200 gram
ağırlığında bir organdır.
Dalağın orta yüzü üzerinde, kan damarlarının girip
Çıktığı göbek (hilum) bulunur.
Dalağın doku yapısında; kan yapıcı özel bağ dokusu
(Ienfoid), lenfoblast, lenfosit, retikulum hücreleri
ve ince retiküler teller bulunur.
Dalağın çevresi ise lenf düğümlerinde olduğu gibi
ince bir zarla çevrilmiştir.
Dalağın asıl görevi; kanı süzmek, lenfosit ve monosit
üretmektir.
Makrofajları vasıtasıyla yaşlı ve ölü alyuvarları, kan
pulcukları ve mikroplan parçalar.
Ayrıca kan bakımında zengin olduğu
gerektiğinde depo ettiği kanı dolaşıma verir.
için,
Kanda bulunan antijenlere tepki olarak, vücut
savunması için lenfosit üretir.
Doğum öncesi karaciğerle birlikte kan da üretir.
Dalak, hayatın devamı için zorunlu bir organ
değildir; ameliyatla alınması durumunda, işlevleri
diğer
lenfoid
organlar
tarafından
da
gerçekleştirildiğinden canlı yaşamaya devam eder.
b) Lenf Düğümleri: Düğümlerin etrafı,
dokusundan yapılmış bir kapsülle çevrilmiştir.
bağ
Bu kapsülden düğüm içine uzantılar girer;
uzantıların arası, retiküler doku denilen özel bir
doku çeşidi ile doludur.
Bu dokuda lenfoblastlar, lenfositler ve retiküler doku telleri
bulunur.
Lenf düğümleri, hem kan yapıcı, hem de savunma 'işini
gören organlardır. Düğümlerin içine giren mikroplar tutulur.
Bu esnada düğümler sertleşir ve büyür; ene yoklanabilir hale
gelir.
Vücutta koltuk altı, kasık, çene altı, boyun, dirsek ve göğüs
bölgelerinde bol bulunur.
c) Bademcikler: Bademcikler, yutak duvarına
gömülmüş stratejik öneme sahip yapılardır.
lenf sıvısı, bademciklerin içerisinde bulunan lenf
damarlarından boyun ve çene altı düğümlerine doğru
akar.
Bu esnada lenf damarlarının duvarlarından
lenfositler salgılanır.
Solunum ve sindirim sistemi vasıtasıyla vücuda
girebilen mikroplar, buradan salgılanan lenfositler
tarafından temizlenir.
Aksi halde bu mikropların ciddi enfeksiyonlar
oluşturma tehlikesi vardır.
Herhangi bir enfeksiyon durumunda bademcikler
iltihaplanırlar.
d) Kırmızı Kemik İliği: Kırmızı kemik iliği, ağsı doku
hücrelerinden ve çok sık bulunan kılcal damarlardan
oluşur.
Kırmızı kemik iliğinde bulunan retiküler hücrelerle,
karaciğerin yıldız şeklindeki kupfer hücreleri, Retikula
- Endoteliyal Sistemi oluşturur.
Bu sistem depo etmek, fagositoz yapmak ve antikor
çıkarmak suretiyle, vücudu zararlı maddelere karşı
korur.
Toksik ve mekanik etkilerle uyarılan retikulum
hücrelerinden histiyositler ya da makrofajlar amipsi
hareketlerle uyarılan yerlere giderek burada
mikroorganizmaları fagositoz ederler.
Kırmızı kemik iliğinin ana hücrelerinden lenfositler
meydana getirilir.
e) Timüs Bezi: Tiroid bezinin alttnda, göğüs
boşluğunda ve soluk borusununönünde bulunur.
Timüs bezi bağ dokusundan yapılmış ince bir
kapsülle çevrilmiştir.
apsül, diğer lenfoit organlarda olduğu gibi bezin içine
girerek onu bölmelere ayırır.
Timüs bezinin bölmelerinde, retiküler hücreler ve
lenfositler bulunur.
an, lenf damarları ve sinirler bağ doku bölmeleri
boyunca uzanır.
Timüs bezi doğumdan önce ve doğumdan hemen
sonra lenfosit meydana getirerek vücudu
enfeksiyonlardan korur.
4.1.2. İnfeksiyonlara Karşı Savunma
Organizmaların bağışıklık sistemlerini uyaran ve
organizma için yabancı olan tüm moleküllere antijen
(immunojen) denir. Antikor oluşturmayan maddeler
antijen değildir.
Antijenler hem antikor oluşumuna sebep olur, hem
de kendisine karşı oluşan antikorla, gerek vücut
içerisinde, gerek vücut dışarısında reaksiyona
girerler.
Bir maddenin antijen olabilmesi için oldukça büyük
bir molekül ağırlığına sahip olması, verildiği
organizma için yabancı olması ve organizmadan
çabuk atılmaması gerekir.
En iyi antijenler, kompleks yapıya sahip olan
maddelerdir. Örneğin; bakteriler, kan hücreleri gibi.
Antijenlerin çoğu, protein yapısında veya proteinle
birleşmiş polisakkarit, ya da yağlardan oluşmuş
yapılar olabilir.
Bağışıklık sistemi, antijen özelliği olan çok benzer
özellikte maddeleri birbirinden ayırabilir.
Örneğin; bağışıklık sistemi, bir tane amino asidi
farklı olan proteinleri bile birbirinden ayırabilecek
özelliğe sahiptir.
Bağışıklık sistemi, çeşitli enfeksiyon etkenlerine
karşı yaptığı savunmayı antikor adı verilen özel bir
protein üreterek gerçekleştirir. Her antikor çeşidi, özel
bir antijene karşı üretilir.
Bu nedenle bir antikor, kendisinin' üretilmesine
neden olan antijeni rahatça tanıyıp bulabilir.
Antikorlar, yapısal olarak globular protein şeklindedir.
Bu proteinlere imrnunoglobulinler de denir.
Her imrnunoglobulinin yapısında dört adet amino asit
zinciri vardır ve bu zincirler disülfat bağlarıyla birbirine
bağlanmıştır.
Immunoglobulini meydana getiren amino asit
zincirindeki amino asitlerin sırası, kendilerine özeldir.
Bu sıralama immunoglobulinin fizyolojik özelliğini
belirler.
Antikorlar, değişken ve sabit yapılara sahiptirler. Kısa
zincirlerin uç kısımlarında değişken bölge bulunur.
Bazı immunoglobulin çeşitleri şunlardır:
İgG: Normal insan serumundaki
immunoglobulinlerin % 80 İgG teşkil eder.
İgG’ler, plasentadan geçebilen tek
immunoglubulinlerdir. İgG sınıfından antikorlar
genellikle presipitasyon, taksin nötralizasyonu gibi
testlerde etki gösteren antikorlardır.
İgM: Normal insan serumundaki
immunoglobulinlerin % 7-10’unu teşkil eder. En
büyük immunoglubulinlerdir. İgM’ler, aglütinasyon
ve virüs nötralizasyonu gibi olaylarda etkilidirler.
Enfeksiyonları esnasında ilk oluşan antikorlardır.
Bir diğer özelliği ise embriyonal yaşamda,
antijenlere (enfeksiyonlara) fetüste oluşabilen
antikorlardır. Plasentadan geçemezler.
İgA: İnsan serumundaki immunoglobulinlerin %
15’ini İgA oluşturur.
İnsan ve diğer rnemelilerin göz yaşı, salya, burun,
bronş, bağırsak. süt, tükürük, idrar, burun
salgılarında bulunur.
İgA'lar, virüsleri nötralize edebildikleri gibi
bakterilerin dokuya yapışmasını da önler.
Antijen-Antikor Reaksiyonları: Bir antijenle
birleşecek veya onunla reaksiyona girecek olan
antikorlar; o antijene özel bir yapıda sentezlenir.
Uygun antijenle uygun antikor bir araya
geldiğinde antijen - antikor kompleksi oluşur ve
antijen etkisiz hale getirilir.
Her canlıda antijen - antikor ilişkisi özgüldür.
Antijen - antikor tepkimelerinin özgüllüğü, türler
arasındaki benzerliklerin ortaya çıkmasında da
kullanılır.
İgD: insan serumunda az olarak bulunur. Bu
imrnunoglobulinin antikor etkinliği olduğu
ispatlanmıştır.
Bir hayvanın kanı, diğer bir hayvana enjekte edilirse, doğal
olarak antikor meydana gelir ve prespitasyon adı verilen
çökelme olayı meydana gelir.
Bu antikorlar, yakın akrabalıkları olan hayvanların kanında
da aynı çökelme1eri meydana getirir.
Hayvanlar arasında akrabalık derecesine göre çökelme
oranı ortaya çıkar.
Yakın akrabalarda çökelme az, akrabalık dereceleri
uzak olan hayvanlarda ise, çökelme yüzdesi yüksektir.
Genellikle antikorlar antijenlerle direkt temasa
geçerler.
Bu temasla meydana gelen reaksiyonlar,
aglunitasyon, çökelme, nötrleşme, patlama, ve
bütünleşme sistemleri olmak üzere beş çeşit tepki
gösterir.
Aglutinasyon: Antikorla antijenler birleşir ve bu
şekilde antijenler
inaktifleştirilmiş olur.
Presipitasyon(Çökelme):Antikor ve antijenler bir k
ompleks meydana getirir ve bu bileşik çözeltiden
ayrılarak çökelir.
Nötrleşme: Antikor, yabancı maddenin zehirli
kısmını kapatır ve zarar vermesini
Önler.
Ag Eritme: Antikor antijene bağlandıktan sonra
hücre (bakteri) zarının erimesine
sebep olur. Hücrenin yapısı bozulduğundan antijen
etkisiz hale getirilmiş olur.
Bütünleşme Sistemi: İnaktif olarak plazmada
bulunan bu sistem, antijen-antikor kompleksi
tarafından aktifleştirir. Sonuçta uyarılan bütünleşme
sistemi bir seri reaksiyona girer. Bu sistemin
enzimleri ortamdaki patojenleri yok eder.
2.1.3. Bağışıklığın Oluşumu
Bağışıklık sistemi vücutta, hücresel ve sıvısal olmak
üzere iki çeşit bağışıklık
oluşturur.
Bağışık yanıt ya genel veya özeldir. Birinci
halde yanıt belirli bir etkene karşı özel değildir, tüm
yabancılara etkilidir. Buna “doğuştan bağışıklık” veya
“doğa direnci” denir.
Yabancıların dokularda yaptığı irkiltilmeye ve
zedelemeğe karşı oluşan yangının başlıca iki amacı
vardır:
1)Zarara sebep olan etkeni ortadan kaldırmak
(koruyucu etki) ve
2)Zararı onarmak (onarıcı etki)
Komplement sistemi 19 plazma ve en az 9 zar
proteininden oluşur.
Komplement sisteminin aktifleşmesiyle bu proteinlerin
birbirine etkileri başlar.
Komplement yangı yanıtını başlatmada, bağışık
kompleksi temizlemede, immunoglabulin’lerin
oluşumunu ayarlamada, hastalık etkenlerini
fagositoza hazırlamada yani opsoninlemede ve bazı
Gram negatif bakterileri öldürmede önemli rol oynar.
2.1.3.1. Hücresel Bağışıklık: Bakteri, virüs ve
mantarların yaptığı enfeksiyonlara ve antijenlere
karşı özel hücreler oluşturulması şeklinde
bağışıklıktır.
Bu hücreler, lenfosit adı verilen beyaz kan
hücreleridir.
Hücresel bağışıklığı sağlayan lenfositlere T
lenfosit adı verilir.
Vücutta oluşan antijene, onu taşıyan bir lenfosit
bağlanarak antijenleri etkisiz hale getirir.
Bazen de makrofaj denilen hücreleri uyararak
harekete geçirir.
Antijenin vücuda girişinden, kanda antikorun
görülmesine kadar yaklaşık bir haftalık durgun bir
evre geçer.
İlk antikor tepkisi yavaş yavaş düşük bir noktaya
kadar artar, daha sonra ise düşer.
Buna birincil tepki denir. Antijenin ikinci defa bu
bireye girişinde, daha kısa bir durgunluk evresinden
sonra, hızı bir antikor üretimi başlar.
Buna da ikincil tepki adı verilir. Antikorun ikincil
tepkisi oldukça yüksek bir seviyeye kadar artar,
daha sonra yavaş yavaş azalır.
Yeniden zaman zaman antijen verilmekle antikor
düzeyi yüksek tutulabilir.
İkincil tepki, sürekli doğal enfeksiyonların etkisi
altında kalan ve daha önce antijen almış bireylerde
ortaya çıkar.
T limfositleri
Timüste olgunlaşan T lemfositleri antikor
oluşturan B lemfositlerinden yüzlerinde Ig,
kompelementin C3d (CR2) parçaları ve Epsetein-Barr
virüsü için reseptör olmaması ve daha başka
özellikleriyle ayrılır.
.
T lenfositler, yabancı dokuları da yok eder. Organ
naklinin zorluğu, yabancı dokuları yok etmeye çalışan
T lenfositlerden kaynaklanır.
T lemfositlerinin bağışıklık olaylarında etkin
hücreler yetiştirme, lemfokinler salarak başka
hücreleri etkileme, işbirliği sağlama, yabancı hücreleri
zehirleme ve öldürme gibi görevleri vardır.
.
T hücreleri arasında yardımcılar (B ve T
hücrelerinin antijenle kamçılanan değişmesine
yardım edenler), bastırıcılar (yardımcı T
hücrelerinin işlemesini durduranlar),
düzenleyiciler (yardımcı veya bastırıcı haline
geçerek antijenlere yanıtı düzenleyenler) ve
.
hücre
öldürücü T lemfositleri ayrılabilir.
Makrofajlar
Monoblast, promonosit, monosit ve doku
makrofajları “bir çekirdekli fagosit sistemi” olarak bir
araya toplanmıştır. Bu hücrelerin anası, kemik
iliğindeki kök hücrelerdir.
Bunlardan oluşan kan monositleri az ayrışmış
hücrelerdir, halbuki makrofajlar dokulara
oturmuşlardır ve daha olgundurlar.
Makrofajlar fagositoz yaparlar ve yuttukları canlı
ve cansız maddeleri sindirmeğe çalışırlar.
Makrofajların plazma zarı üzerinde çeşitli
reseptörler vardır.
Sözgelimi IgG nin C komplementin B parçası böyle
reseptörlere yapışır ve böylece mikropların yutulması
ve öldürülmesi şiddetlenir.
Makrofajların daha başka görevleri de vardır.
T lemfositlerinin kamçılanması ve böylece B
hücreleri için yardımcı hale gelmesi veya koruyucu
bağışıklıkta rol oynayabilmesi için makrofajların
önce antijeni alması ve bunu lemfositleri için
hazırlaması gerekir.
Makrofajlar bağışık yanıtla ilgili geni de kontrol
ederler.
Makrofajlar interlökin – 1, prostaglandin,
lökotriyen, komplement parçaları, interferon ve
çeşitli enzimler salar ve onarım olaylarına da
karışırlar.
2.1.3.2. Sıyısal (hümoral) Bağışıklık:
Enfeksiyonlara karşı üretilip kanla vücuda dağıtılan
antikorlarla sağlanır.
Antikorlar, sentezlenmelerine neden olan antijenin, fagositoz
yapan hücreler tarafından sindirilmesini kolaylaştırır.
Bir yandan da antijenlere bağlanarak onları etkisiz duruma
getirir.
Antikorlar molekül olarak "Y" harfine benzer ve
antikorun iki tane antijen bağlanma bölgesi vardır.
Kuyruk kısmı da antikorun çeşidini belirler.
Antikorlar, B lenfosit denilen akyuvar tarafından
üretilir. Virütik enfeksiyonlara karşı üretilen antikorlara
özel olarak interferon denir.
Lenfositler; kan, lenf sıvısı, lenf düğümleri, timüs bezi
ve dalak gibi doku ve organlarda bol bulunur.
Bağışıklık sistemini oluşturan hücreler, kemik iliğinin
kök hücre adı verilen hücrelerinden oluşur.
Kemik iliği kök hücrelerinin etkili hücreler durumuna
gelebilmesi için bazı organlarda farklılaşması ve
gelişmesi gerekir.
Gelişmesi tamamlanmış olan lenfositler vücuda
dağılır. Daha sonra antijenlerle karşılaşan bu
hücreler, her antijen çeşidine karşı etkin hücreler
olarak bağışıklık tepkilerini oluşturur.
Bazı lenfositleri oluşturacak öncü hücrelerin bir
kısmı, timüs denen beze girerek olgun lenfositlere (T
lenfosit) dönüşür, bir kısmı da kan yapıcı dokulardaki
kök hücrelerinden farklılaşıp olgunlaşır (B lenfosit).
Akyuvarların, vücuda giren antijen özelliğindeki
yabancı maddeleri fagosite ederek yok eden nötrofil,
monosit gibi çeşitlerine fagosit denir.
Vücuttaki antijen miktarı az olduğunda,
iltihaplanma gibi bir durum olmadan antijenler
ortadan kaldırılır.
Antijen miktarı, mevcut fagositlerin başa
çıkamayacağı kadar fazla ise fagositler bunları aşırı
miktarda yer.
Bir süre sonra da yedikleri aşırı miktardaki antijeni
sindiremediklerinden fagositler parçalanır.
Parçalanan fagositlerden irin (cerahat) oluşur. Bu
durumda lenfositler harekete geçerek antijenleri ve
hücre artıklarını yok eder.
Bağışıklık Çeşitleri
Organizmanın antijenle ilk karşılaştığında, vücudun
antikorları sürekli olarak yapabilmeyi öğrenmesi ve
üretilen antikoru hazır olarak tutabilmesi gerekir.
Bağışıklık denilen bu özellik doğuştan gelen ve
sonradan kazanılan bağışıklık olmak üzere iki
çeşittir.
1 )Doğuştan Kazanılan Bağışıklık:
Organizmaların, türüne, bireysel özelliklerine göre
doğuştan sahip olduğu bağışıklığa doğal bağışıklık
adı verilir.
Doğal bağışıklık, birçok faktör tarafından
etkilenmektedir.
Bunlar genetik, anatomik, doku ve sıvılardaki
koruyucu maddeler, yaş, hormonlar gibi faktörlerdir.
Örneğin, Herpes simplex virüsü tavşanlarda öldürücü
olduğu halde, insanlarda özellikle dudaklarda uçuk
denen kabartılara yol açar
İnsan Herpes simplex'e karşı doğuştan bağışıktır. Bu
doğal bağışıklık, büyük ölçüde, plazmada bulunan ve
her hangi bir antijenle karşılaşmadan var olan
antikorlarla sağlanır.
Doğal bağışıklık, bazı hastalıklara karşı insan
vücudunu korur.
Bu hastalıklar hayvanlarda görülen tavuk kolerası,
sığır vebası gibi virüs hastalıklarıdır.
İnsan vücudu bu hastalıklara karşı dirençli
olduğundan yakalanmaz.
Diğer yandan, insanlar için öldürücü ve ağır seyreden
çocuk felci, kabakulak, insan kabakulağı ve frengi gibi
hastalıklara da hayvanlar dirençlidir.
Benzer şekilde; boğmaca, kızamık gibi bazı
hastalıklar sadece insanlarda görülür, başka
canlılarda görülmez.
İnsan dışındaki organizmaları etkileyen
bazı hastalıklara karşı tüm insanlar doğuştan
bağışıklıdır.
2) Sonradan Kazanılan Bağışıklık:
İnsanın doğumdan sonra bazı hastalıklara karşı
bağışıklık kazanmasıdır.
Yapay olarak oluşan bir bağışıklıktır. Vücudun kendi
savunma mekanizmalarıyla ya da dışarıdan alınan
koruyucu maddelerle kazanılır.
Bu nedenle aktif bağışıklık ve pasif bağışıklık olmak
üzere ikiye ayrılır:
a)Aktif bağışıklık: Organizmanın, hastalık yapıcı
etkenlerle karşılaştığında kendi savunma
maddelerini kendisi üreterek kazandığı dirence aktif
bağışıklık adı verilir. Aktif bağışıklık, iki şekilde
kazanılabilir:
-Vücuda mikropların girmesi ve bağışıklık sisteminin
uyarılıp çalıştırılmasıyla sağlanır.
Bu nedenle insan mikroorganizmayı alınca,
hastalanır. Vücut bu sırada bağışıklığını kazanır.
Hatırlayıcı hücreler sayesinde bir daha aynı
hastalığa yakalanmaz. Örneğin, kabakulak
hastalığına bir kere yakalanılır.
Çünkü kabakulak hastalığına karşı üretilen savunma
maddeleri ölünceye kadar vücutta kalır.
Tetanos gibi bazı hastalıklara karşı üretilen savunma
maddeleri ise vücutta birkaç yıl kaldıktan sonra yok
olur.
Aşılama yoluyla da aktif bağışıklık kazanılar. Aşı ile
zayıflatılmış ya da öldürülmüş mikroorganizmalar
vücuda verilir.
Bağışıklık sistemi bu yolla uyarılarak aktif bağışıklık
kazanılması sağlanır.
Bağışıklık
süresi
uzundur.
Hastalanmadan
önce. Belirli zamanlarda yapılan aşılar, vücudun aktif
bağışıklık kazanmasını sağlayarak
hastalanmayı
önler.
Koruyucu sağlık hizmetlerinin amacı da aktif
bağışıklık kazandırarak insanların hastalanmalarını
önlemektir.
b)Pasif Bağışıklık: Önceden hazırlanmış antikorların
vücuda verilmesiyle kazanılan bağışıklığa pasif
bağışıklık adı verilir. Pasif bağışıklık, çoğunlukla hasta
insana serum verilerek kazanılır.
Serum, belirli bir enfeksiyona karşı üretilmiş
antikorları bulunduran sıvıdır. Serumlar, çoğunlukla at,
koyun ve sığır gibi hayvanların kanından elde edilir.
Aktif bağışıklık kazanılmasının olanaksız olduğu
durumlarda pasif bağışıklık sağlayacak uygulamalar
yapılır.
Örneğin, ağır yaralanmalarda tetanos hastalığına
karşı acil koruma gerektiğinden, tetanos antikorları
içeren serum yapılır.
Bebekler, bazı antikorları annesinden plasenta
yolu ile almıştır.
Ayrıca bebekler anne sütü yoluyla da antikorlar
alırlar.
Bebeklerin bu yollarla bazı hastalıklara
yakalanmamaları ve hastalıklardan korunmaları da
bir pasif bağışıklıktır.
Bu yolla kazanılan bağışıklık, kısa sürelidir ve
sadece bebeği korumaya yöneliktir.
Bebek enfeksiyonlara karşı koyma yeteneğini kısa
süre sonra kendisi geliştirir. Örneğin; bebek doğduğu
günlerde kızamık hastalığına yakalanmaz; çünkü bu
hastalığa karşı gerekli antikorları annesinden
plasenta yoluyla ya da anne sütüyle almıştır.
Fakat bu antikorlar yaklaşık 9 ay sonra yok olduğu
için bebeğe kızamık aşısı yapılmalıdır.
4.3. Doku ve Organ Aktanmı Bağışıkllğı
İnsandan insana doku ve organ nakil işlemleri
günümüzde en çok uygulanan işlemler haline
gelmiştir.
Doku naklinde, aktarılan doku antijenlerinin,
aktarıldıkları organizmada meydana getirdikleri
immünolojik tepkiler büyük önem taşımakta ve
aktarılan dokunun başarılı olup olmadığı bu tepkilere
bağlı olmaktadır.
Bugüne kadar en başarılı doku nakli kan gruplarının
naklidir.
Kan grupları, eritrositlerin yüzeylerinde bulunan
karbonhidrat yapısındaki antijenlere göre tespit
edilmektedir.
Kan aktarımında alıcı ve vericilerin uygun olması
durumunda başarı ile sonuçlanmaktadır.
Kan dışındaki doku ve organlarda da antijen gruplan
bulunmaktadır. Bu sebeple aktarıldıkları
organizmada bir bağışık cevap oluşturmaktadırlar.
Doku ve organlardaki antijen gruplarının tespiti,
kan grupları gibi kolay değildir; ayrıca bu yapılar,
aktarıldıkları organizmada hayat boyu görev
yapmaları gerekmektedir.
Bu sebeplerden dolayı doku ve organ nakli, kan
nakli gibi kolay gerçekleşmez.
Dokuların atılmasını önlemek için bazı önlemler
alınmaktadır.
Bunların dayandığı temel, alıcıların bağışıklık
tepkimesi gösteren organları değişik yöntemlerle felç
edilerek (X ışınları ile ışınlama, lenfosit yapımını
azaltan ilaçlar) antikor üretimi azaltılmaya çalışılır.
Yapılan bu işlemler, vücudun mikroplara-karşı
savunma gücünü azalttığından en küçük enfeksiyon
durumunda dahi ağır klinik vakaları ortaya çıkabilir.
2.3. Bağışıklık Sistemi Bozuklukları
Vücudun enfeksiyonlara karşı savunma ve korunmasını
sağlayan sistemin herhangi bir yerinde oluşan bozukluk,
Bağışıklığın bozulmasına neden olur.
Bunlara bağışıklık yetmezliği hastalığı denir. Bağışıklık sistemi
bozukluklarınn başlıca belirtileri şunlardır:
-Kronik enfeksiyonlar
-Beklenmeden sık tekrarlanan enfeksiyonlar,
– Tedaviye tam cevap vermeyen enfeksiyonlar,
- Deri döküntüleri ve Gelişme geriliği
- Tekrarlayan apseler (yaralar
Bağışıklık yetmezliği hastalıkları, genel olarak
iki öbekte toplanır: Doğuştan bağışıklık yetmezliği
hastalıkları; sonradan edinilen bağışıklık
yetmezliği hastalıkları.
Sonradan edinilen bağışıklık yetmezliği
hastalıkları daha sık görülür.
Doğuştan bağışıklık yetmezliği hastalıkları:
Birleşik ve şiddetli bağışıklık yetmezliği, ender
görülen bir anormalliktir.
Kemik iliği aktarımının gelişmesinden
önce mutlaka ölümle sonuçlanan bu
hastalıkta, bağışıklık sisteminin hem T
hücreleri, hem de B hücreleri görevlerini
yapamazlar.
.
Bir başka bağışıklık yetmezliği olan Di
George sendromu, timüsün
gelişmesindeki yetmezlikten, buna bağlı
olarak da bağışıklık sisteminin T
hücrelerinin gelişmemeleri ve yeterli
düzeyde çalışmamalarından kaynaklanır.
DiGeorge sendromu bulunan hastalar,
virüs ve mantar enfeksiyonlarına
duyarlıdırlar.
Sonradan edinilen bağışıklık yetmezliği hastalıkları:
Sonradan edinilen bağışıklık yetmezliği hastalıkları,
birincil (bağışıklık sistemi zayıflığından kaynaklanır)
ya da ikincil ( yani kanser gibi bir hastalıktan sonra)
olabilirler.
En sık rastlanan birincil bağışıklık yetmezliği hastalığı
IgA denilen immunoglobulindeki seçicilik yetmezliğidir;
her 500 kişiden birinde görülür ve çoğunlukla akciğer
enfeksiyonuyla birliktedir.
Bazı başka immunoglobulinler (özellikle IgA ve IgM) de, bazı
kişilerde hiç bulunmayabilir ya da çok düşük düzeyde
bulunabilir; bu durum tekrarlayan enfeksiyonlar nedeniyle ciddi
klinik sorunlara yol açabilir.
Hastanede yatarak tedavi görenlerin 0/05'inde,
ikincil sonradan edinilen bağışıklık yetmezliği
bulunduğu sanılmaktadır.
Bu durum genellikle, asıl nedeni oluşturan
kanser ya da özbağışıklık (bağışıklık bozukluğu)
hastalıklarıyla ilişkilidir.
Ayrıca bir çok hastada bağışıklık sistemi zayıftır.
1980 yılının başlarında ortaya çıkan, sonradan
edinilen ikincil bir bağışıklık yetmezliği olan AIDS
(acquired immunity deficiency syndrome)
günümüzde son derece önemli bir soruna
dönüşmüştür.
Tedavi: Bağışıklık yetmezliği hastalıklarını tedavi
olanakları, bu hastalıkları teşhis olanaklarının
gerisinde kalmıştır.
Birkaç bağışıklık yetmezliği ile doğuştan T hücresi yetmezliği,
kemik iliği aktarımıyla ya da bazı durumlarda dölüt karaciğeri
ve timüsü aktarımıyla tedavi edilebilmektedir.
Antikor yetmezlikleri, özellikle IgG yetmezliği, hastaya belirli
aralıklarla insan gammaglobülini verilerek tedavi edilebilir.
Bu yöntem, hastalığın nedeni olan hücresel noksanlığı
gidermekte etkili olmaz; ama eksik hücre ürününü (antikoru)
yerine koymaya yarar ve böylece tekrarlanan enfeksiyonları
önler.
Tedavide, enfeksiyon etkeni mikroorganizmanın tanınması ve
mikroorganizmaya karşı etkili olabilecek antibiyotiklerin hızla
uygulanması son derece önemlidir
Besinlerde protein eksikliği, dalağın alınması, diyabet,
geniş yanıklar, alkol kullanmaktan kaynaklanan siroz ve ileri
yaşlılık durumları da bağışıklık sisteminde bozukluklara neden
olabilir. Örmeğin; geri kalmış ülkelerin çoğunda, protein
eksikliğinden kaynaklanan bağışıklık sistemi bozukluklarına
dayalı ölüm oranları oldukça yüksektir.
İnsanda, bağışıklık sisteminin sağlığını korumak için
şüpheli durumlarda öncelikle kromozom incelemesi
yapılmaktadır.
AIDS vb. bağışıklık yetmezliğine neden olan hastalıklardan
korunmada en önemli faktör tek eşliliktir.
Ayrıca bu hastalıklardan korunmak için; eş cinsel ilişkide
bulunulmamalıdır; kan nakli, diş tedavisi gibi durumlarda
kullanılan araç - gereçlerin steril olmasına dikkat edilmelidir;
kuşkulu durumlarda zaman kaybetmeden hekime gidilmelidir.
2.4. Ökaryonlu Parazitlere Karşı Bağışıklık
Hücre aracılığıyla olan bağışıklık hücre içi parazitlere,
antikorlu bağışık yanıt ise kan ve sıvılardaki parazitlere karşı
savaşta daha önemlidir, bunların her ikisi birlikte ortaya çıkar.
Parazitin türüne göre biri daha baskın olabilir.
T hücreleri parazitlerin çoğalmasının baskı altına
alınmasına, enfeksiyonlunun ömrünün uzamasına,
sitotoksikler parazitlerin ölümüne ve limfokinlerle makrofajların
aktifleşmesine yol açtıkları gibi, helmintli infeksiyonlarda
önemli olan eozinofil hücreleri de aktifleştirirler.
T hücreleri süregen infeksiyonlarda karaciğerde granülom
ve bağ dokuda kapsül oluşumuna yol açarlar. T hücreleri
bağırsak muhat zarında yangı hücrelerinin, mast hücrelerinin,
Becker hücrelerinin çoğalmasında, medyatörlerin ve salgıların
artmasında ve helmintlerin dışarı atılmasında rol oynarlar.
Hücre aracılığıyla olan bağışıklığın toksoplazmoz,
leyişmanyoz, trikinyaz, himenolepiyaz , fassiyolyaz ve
şistozomiyazda etkisi gösterilmiştir. Mantarlarla olan
infeksiyonlara karşı da etkilidir.
Parazitlerin yüzeydeki antijenlerle birleşen IgM ve
IgG’nin komplemente bağlanması ile parazitler eritilebildiği gibi
bu olay makrofaj-Ig ve C3 aracılığıyla hücre içinde; ayrıca IgGK hücreleri aracılığıyla, bunlardan başka helmint larvaları gibi
metazoonlarda eozinofillerin ürünleriyle de hücre dışında
olabilirler.
Antikorların, genellikle IgG’nin etkilediği hücrelerin
erimesi bağışık olmayan vücutlardan alınan limfositlerle de
sağlanmaktadır. Burada antikor yapan limfositlerle öldürücü
limfositler arasında bir sinerji vardır.
Antikorların ökaryonlu parazitlere karşı çeşitli etkileri vardır:
Antikorlar serbest parazitleri nötrüler ve bunların hücrelere
girmesini önler. Örneğin sıtma merozoitlerin reseptörleri
antikorlarla bulaşınca alyuvarlara giremezler.
Antikorlar komplement yardımıyla protozoonları eritirler,
Fagositlerin Fc parçalarıyla birleşerek fagositozu artırırlar,
Hücre öldürücü bazı olaylarda etkili hücreleri aktifleştirirler.
Örneği sitotoksik hücreler, makrofajlar, nötrofiller, eozinofiller
antikorlu ortamda solucanlardaki Fc ve C3 reseptörleriyle
birleşerek dış zarı eritirler.
Antikorlar, parazitlerin etrafında presipitasyonla çöküntülere
neden olurlar, böylece onların deliklerinin tıkanmasına ve
parazitin aç kalmasına sebep olurlar.
Ayrıca antijenler arasındaki yarışmada rol oynamaktadır.
Parazitin a. vücuda yerleşmesini, b. üremesini yani
infeksiyon yapmasını,c.hastalığı önlemesini sağlayabilen
güçlerde bağışıklık ayarlayabildiği gibi bütün hayat boyunca
veya kısa süreli bağışıklıkları da vardır.
Bağışıklık bakımından 3 basamak ayrılabilir:
Etkili bağışıklık yanıtının olmaması: İnsanlarda amöbiyaza
karşı, daha önceki bir infeksiyondan iyileştikten sonra belirgin
bir direnç gelişmemektedir.
Yine insanlarda Afrika uyku hastalıkları etkenleri olan
Trypanosoma gambiense ve T. rhodesiense’ye karşı etkili bir
bağışıklık genellikle gelişmez.
Premunition veya parazitli bağışıklık: İnsan ve maymun
sıtmasında ve Schistosomiasis’te olduğu gibi birçok parazitli
infeksiyonlarada klinik bakımından iyileşme ve bağışıklık,
vücutta az miktarda canlı etkenin kalmasıyla oluşmaktadır.
Schistosoma’lı infeksiyonlarda vücuda giren genç şekillere
karşı bir bağışıklık sağlanmaktadır. Bu durumda vücuttaki
erişkin helmintin konak antijenlerine benzeyen antijenlerle
korunduğu bildirilmektedir.
Parazitleri yokeden bağışıklık: Bu durumda kliniçe tam
iyileşme, parazitin yokedilmesi ve ömür boyu sürebilen
bağışıklık vardır. Örneğin şark çıbanı.
Bir parazit ayrı konaklarda ayrı nitelikte bağışıklığa yol açabilir:
Plasmodium berghei kemede sterillendirici bağışıklık yaptığı
halde farelerde öldürücüdür.
Bağışıklık türe ve ayrıca tür içinde belirli bir evrim
safhasına karşı olabilir.
Helmintlere karşı bağışıklığı incelemek üzere kemelerde
Nirppostrongylus brasiliensis sık olarak kullanılmıştır.
Bunun çok ufak bir infeksiyonu ile timüsle ve ayrıca antikorlarla
ilişkili uzun süren bir bağışıklık gelişmektedir.
Helmintin bağırsakta atılışı 2 adımda olmaktadır: Antikorların
etkisi görülür. Bunlardan en önemlileri IgG1’inin helmintin
saldığı asetilkolin esteraze gibi enzimleri işletmediği
sanılmaktadır.
Ayrıca solucanın bağırsak hücrelerinde bozukluklar olmakta ve
açlık sonucu solucan ölüp düşmektedir. Bu atılışta solucanın
yapışmasına yaraya asetil kolinesterazin etkisinin kalkması da
yardım etmektedir.
Bu dönemde IgE gibi işleyen antikorların da etkisi vardır.
Bu atılışta solucanın yapışmasına yaraya asetil
kolinesterazin etkisinin kalkması da yardım etmektedir.
Bu dönemde IgE gibi işleyen antikorların da etkisi vardır.
kazanılmış bağışıklık ve doğa direnci, infeksiyonların
araya girmesi, beslenme yetersizliği, vücut direncini kıran
ilaçlar ve doğum gibi sıkıntı veren faktörlerle azalmaktadır.
Bunun sonucu olarak hastalandırıcı gücü az olan bazı canlılar
hastalıklara neden olmaktadır.
İnsanın edinilmiş bağışıklık yetersizliği sendromu (AIDS)
vücut direncini kırma bakımından çok önemlidir.
Download