Parazit yunanca para=yanında, sitos=besin sözcüklerinden turemiş. Konak: Farklı canlıların birlikte yaşamasına symbios denir. Simbiyoz (Syn=Beraber, bios=yaşam Simbiosun 4 çeşidi: a. Mutuallik: Birlikte yaşayan her 2 canlı da birbirinden yararlanır. b. Kommensallik (saprfitlik):Canlının biri diğerinin artıklarından ya da korunmak için ondan yararlanır durumdadır. c. Parazitlik:Küçük bir canlının daha büyük bir canlının içinde veya üzerinde zarar verere yaşaması. d. Parazitoitlik: Üzerinde yaşadığı canlının ölümüne neden olması Parazit Konak ilişkisi Parazitin türüne, morfolojik ve fizyolojik durumuna, diğer taraftan konağın özelliklerine, tutulan doku ve organlara ve konağın reaksiyonuna bağlı. -Parazitler morfolojik ve fizyolojik değişmeler geçirerek olgunlaşırlar. -konağa ihtiyaç var. - -Bazılarının gelişmesi için bir konak yeterli. Monoksen parazit. Giardia intestinalis ve Ascaris lumbricoides. -Bazılarının gelişimi için birden fazla konak gerekli. Heteroksen p. Taenia saginata -Erişkin şeklin üzerinde yaşadığı konağa son konak. -Arakonak olgunlaşmamış şeklin üzerinde yaşadığı konak. -İki konaklılara diheteroksen p T. Saginata. - -İki konaklılara diheteroksen p T. Saginata. -Poiheteroksen p. Birden fazla konak üzerinde gelişen parazit. Diphyllobotrium latum. -Parazitler bazen son konakta yaşayarak neslini sürdürür. Rezervuar -Rezervuar diğer hayvanların infekte olmaları için kaynak. -Artropodlar ve diğer omurgasızlar ara konak olarak ya da portör olarak protozoonları naklederler VEKTÖR PParazitin konak vücudunda 3 bulunuşu var 1. Bazı parazitler için ancak bir tür konak olabilir. Giardia intestinalis Parazitin insanı tercih etmesine ANTROPOFİLlik denir. 2. Bazıları çeşitli konaklarda yaşarlar. Trichinella spiralis 3. Bir çok durumda parazit insanda rastlantı yaşar. Fasciola hepatica. Parazitliğin çeşitleri 1. Zorunlu parazitlik: A. intestinalis. 2. Fakültatif parazitlik: Serbest olarak yaşayabilen bir canlının parazit yaşaması. Bazı miyazlar. 3. Tesadüfen p.lik.: Serbest yaşayan bir canlının bir konağa tesadüfen yerleşmesi Bazı miyazla. Kalışlarına göre 1. Geçici parazitlik: Anopheles sp. 2. Kalıcı p.lık: Parazitin üzün süre konakta yaşamasi: a. peryodik p. Çengelli solucanlar larvaları toprakta erginleri insanda yaşar. PROTELİEN p. . B. devamli parazitlik. Pediculus sp. BBulunuşlarına göre 1. Özel parazitlik: bir parazitin belli bir hayvanın belli bir organında yaşaması. T. Saginata. 2. Gezici p.lik: A. lumbricoides. 3. Şaşkın p.lik: Fasciola hepatica’nın insanda parazitlenmesi 4. Yalancı pa.lik:Bulaşık koyun karaciğeri yiyenlerde Dicrocoelium dentriticum yumurtalarını bulunması. Yaşadığı yere göre 1. Ektoparazitlik: 2. Endoparazitlik: Doku içi ve doku dışı . 3. İntrasellüler parazitlik: Toxoplasma gondii - 4. Hiperparazitlik: Anopheles sp. De Plasmodium ların yaşaması. İnsanda parazitlik Bazı parazitler hayvan ve insanlarda bulunurlar. Bazıları bir dönemini insanda tamamlarlar. İnsanlara geçebilen hayvan hastalıklarına zoonoz denir. Ektoparazir bulaşımına infestasyon Endoparazit bulaşımına infeksiyon denir. -Süperinfeksiyonkişinin aynı parazitle tekrar infekte olması. Otoinfeksiyon: Şahsın kendisinde bulunan parazitle tekrar infekte olması. Parazitlerle oluşan hastalıkları adlandırmak : Kullanılan sözcüğün sonuna -osis, asis, iosis, iasis ekleri eklenir. Parazitosis, Helmitiasis, Protozoosis, Cestodiasis, Nematodiasis, Schistosomiasis, Dracunculiasis Ascariasis Parazitin konak üzerinde olumsuz etkileri: 1. soyucu ve sömürücü, 2. Toksik, 3. Mekanik, 4. Travmatik ve perforatif etk., 5. Hastalık etmenlerini taşiması 6. İrritatif etki, 7. Beslenmeye engel etki, 8. Kan üzerindeki etkileri 1. Soyucu ve sömürücü Önemli maddelerini alır, Diphyllobotrium latum B12 vitaminini AAncylostoma duodanale insandan günde 0.37 ml kan emer. Ccinsel organların gelişimini önler. 22 yaşındaki biri 10-12 yaşındaki gibi görünür. 2.Tosik etkisi: Parazitin metabolizma artıkları Ektoparazitler kan emmeden önçe tükürüklerini yaraya akıtmaları Karşı antikorlar şekillenir. A. Ascaris lubricoides Askaron salg. 1. Mekanik etki: Barsak lumeninde tıkanma -Wuchereria bancrofti nin olgunları lenf damarların, -Plasmodium falciparum lu alyuvarlar beyin kılcallarını tıkar. 4.Travmatik ve perforatif etki -Ancylostoma duodanale’ in ağzındaki dişler. -Schistosoma sps. Yumurta dikenleri barsak duvarını aşındırı. 5 Hastalık etmenlerini nakletmeleri -Anopheles ler Plasmodium ları -Culex ler filaryaları -Glossina sp.p Trypanosoma ları insana taşır. Amip çeşitli bakterileri taşır. 1. İrridatif etki Trichinella spiralis gibi p ler barsakta şiddetli irritasyon ve ishale e de absele neden olurlar. . 2. Beslenmeye engel. –Kusma -iştahsızlık -Metabolizma bozukluğu 3. Kan üzerindeki etkileri Fareler ile Tryoanosoma cruzii infekte edilirse büyük lenfosit sayısı artar. Eosinofillerin sayısı azalır. Lenf bezleri büyür. Dalakta bozukluk ve alyuvarlarda bozuk oluşur Anisocylosis: alyuvarların değişik büyüklükte olması Hypochromia: Alyuvarlarda hemoglobinin azalması, iyi boyanmama Poikilocytosis: Kanda poikilositelerin artması Polychromiasis: Hasta alyuvarlarının değişik renkli maddelere affinitei Erytropoiesis: Kemik iliğinin alyuvar üretmesi Myeloid hyperplasia: Kemik iliğinin büyümesi Macrocytique anemia : Alyuvarların büyüklüklerinin artması Microcytique anemia: “ küçülmesi Parazitlerin Metabolizması Enerji elde etmekiçin metabolizma E.histolytica %95 N ve %5 Co2 li ortamda glikozu ve diğe heksozları pirüvata parçalar. Parazit helnintler az protien kullanır Proteazları var. Polipeptidlerin varlığı konak barsağında pepsin ve tripsinin helminti sindirilmesini önler. Patogenez ve patoloji Mekanik etki, Metabolizma için gerekli maddelerin alınması Yerel ve genel etkili maddelerin yapılması Bakteri ve virüs hastalıklarına zemin hazırlanması Konağın duyarlığı Direnci SULARDAN BULAŞAN HASTALIKLAR Hastalık Neden Olan Mikroorganizmalar M.Organizmanın Suya Nereden Bulaştığı Semptomlar Gastroenteris Rotavirus Salmonella Enteropatojenik E.Coli İnsan Dışkısı Hayvan veya İnsan Dışkısı İnsan Dışkısı Akut İshal veya Kusma Tifoid Saimonella Typhosa İnsan Dışkısı Bağırsak İltihabı, dalak büyümesi; yüksek ateş, bazen ölümcül Dizanteri Shigella İnsan Dışkısı İshal, Nadiren ölümcül Kolera Vibrio comma İnsan Dışkısı Kusma, Şiddetli ishal, hızlı su kaybı ve ölüm Bulaşıcı Sarılık (Viral) Hepatitis A İnsan dışkısı ve kirli suda yetişmiş deniz canlıları Ciltte sararma, karaciğer büyümesi, karın ağrısı, nadiren ölümcül Amipli Dizanteri Entomoeba histolytica İnsan dışkısı Hafif ishal, Kronik dizanteri Hayvan veya İnsan Dışkısı İshal, kramp, bulantı veya genel halsizlik, ölümcül değil (1-30 hafta sürebilir) Giardiasis Giardia lamblia İmmünoloji Parazitozonların immünolojisi Parazitlerin yerleşmesine, yerleşirse yayılmasına, büyümesine ve döl vermesine karşı koyan, onların zarar verici maddelerinin zehirlerinin, enzimlerinin etkilerini yoketmeğe şalışan insan ve diğer konaklar bir direnç göstermektedir. Konak yabancı maddelerle karşılaşınca iç ortamının değişmemesi için başvurduğu süreçleri inceleyen immünolojinin üzerinde durduğu bağışık yanıtta konak, kendine yabancı maddeleri tanır. Bunları etkisizleştirir ve yok eder. Bağışık yanıtın 3 görevi vardır. 1. Savunma, 2. Vücut hücrelerinin aynı şekilde kalmasını sağlama, 3. Gözetim. Bu sonuncu işlem ile yalnız yabancı varlıklar değil, anormalleşen hücre tipleri de tanır ve yokedilir. Vücudumuzun içinde bağışıklık sistemi adı verilen şaşırtıcı ve bir o kadar da ilginç savunma mekanizması vardır. Bağışıklık sistemi insanoğlunu "mikrop" diye tanımlanan, enfeksiyona yol açabilen virüs, bakteri, mantar ve parazit gibi mikrororganizmaların zarar verici etkilerine karşı korur. İnsan vücudu çevresinde bulunan çok sayıdaki mikrobun saldırısına uğrar ve bu organizmalar vücudumuza girebilmek için uğraş verir. Sağlıklı bir vücut; karşılaştığı hastalık etkenleriyle ve yabancı maddelerle çoğunlukla "çaktırmadan" başeder. Mikroplarla başedemediğimiz durumlarda da "hasta" oluruz. Bağışıklık sisteminin görevi de; öncelikle bu organizmaların vücuda girmelerini engellemek veya girer ise vücuda girdikleri yerde yutmak, yayılmalarını engellemek ya da geciktirmektir. Bağışıklık sistemi bu görevlerini, yaşam süresi boyunca sürdürür ancak bazı koşullarda bağışıklık sistemi yardıma gereksinim duyabilir. Bağışıklık sistemi; aynı nörolojik sisteme benzer bir yapıya sahiptir. Bağışıklık sisteminin en önemli özelliklerinden biri; kendi ve kendisine yabancı milyonlarca değişik düşmanı tanıyıp ayırt edebilme yeteneğine sahip olmasıdır. Bağışıklık sisteminin diğer bir özelliği de, hatırlama yeteneğine sahip olmasıdır. Bu özelliği sayesinde bağışıklık sisteminde görevli olan tüm hücreler, ilk karşılaştığı yabancıyı görür, belleğine kaydeder ve daha sonra gördüğünde de hatırlar. Bağışıklık sistemimizin vücudumuzu savunmada başarılı olmasının altında yatan sır ise; vücudumuz içerisinde detaylı ve dinamik bir iletişim ağına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Milyonlarca ve milyonlarca hücre, arı kovanının etrafını saran arı kümeleri gibi bir araya gelip seriler halinde organize olur ve bilgileri arkadan ileriye doğru iletir. Bir kez bağışıklık hücreleri uyarıyı aldıkları zaman, taktiksel birtakım değişiklere giderek çok güçlü kimyasallar üretmeye başlarlar. Bu maddeler hücrelerin kendi büyeme ve hareketlerini düzenlemelerine izin vererek vücut savunmasını başlatır. Canlılar öldüğünde; bağışıklık sistemleri de (diğer her şeyle birlikte) yok olur. Saatler içerisinde vücudu çok çeşitli bakteri, parazit ve mikrop istila eder. Ancak bunların hiçbiri bağışıklık sistemimiz çalıştığı zaman vücudumuza giremez. Ama bağışıklık sistemimizin bozulduğu veya yok olduğu noktada vücudumuzun savunma kapıları sonuna kadar açık kalır, Bunun sonucunda da allerji, artrit, enfeksiyonlar veya AIDS gibi birçok hastalığın gündeme geldiği durumlarla karşılaşabiliriz. 2.1.1. Bağışıklık Sistemini Oluşturan Yapılar Bağışıklık sisteminin organları lenfoid dokulu organlardır. Bu organlar dalak, lenf düğümleri, bademcik, kırmızı kemik iliği, timüs bezi, karaciğer ve bağırsaklardaki peyer plaklarıdır. a) Dalak: Dalak, karın boşluğunun sol üst tarafında, diyaframın altında bulunan, yaklaşık 200 gram ağırlığında bir organdır. Dalağın orta yüzü üzerinde, kan damarlarının girip Çıktığı göbek (hilum) bulunur. Dalağın doku yapısında; kan yapıcı özel bağ dokusu (Ienfoid), lenfoblast, lenfosit, retikulum hücreleri ve ince retiküler teller bulunur. Dalağın çevresi ise lenf düğümlerinde olduğu gibi ince bir zarla çevrilmiştir. Dalağın asıl görevi; kanı süzmek, lenfosit ve monosit üretmektir. Makrofajları vasıtasıyla yaşlı ve ölü alyuvarları, kan pulcukları ve mikroplan parçalar. Ayrıca kan bakımında zengin olduğu gerektiğinde depo ettiği kanı dolaşıma verir. için, Kanda bulunan antijenlere tepki olarak, vücut savunması için lenfosit üretir. Doğum öncesi karaciğerle birlikte kan da üretir. Dalak, hayatın devamı için zorunlu bir organ değildir; ameliyatla alınması durumunda, işlevleri diğer lenfoid organlar tarafından da gerçekleştirildiğinden canlı yaşamaya devam eder. b) Lenf Düğümleri: Düğümlerin etrafı, dokusundan yapılmış bir kapsülle çevrilmiştir. bağ Bu kapsülden düğüm içine uzantılar girer; uzantıların arası, retiküler doku denilen özel bir doku çeşidi ile doludur. Bu dokuda lenfoblastlar, lenfositler ve retiküler doku telleri bulunur. Lenf düğümleri, hem kan yapıcı, hem de savunma 'işini gören organlardır. Düğümlerin içine giren mikroplar tutulur. Bu esnada düğümler sertleşir ve büyür; ene yoklanabilir hale gelir. Vücutta koltuk altı, kasık, çene altı, boyun, dirsek ve göğüs bölgelerinde bol bulunur. c) Bademcikler: Bademcikler, yutak duvarına gömülmüş stratejik öneme sahip yapılardır. lenf sıvısı, bademciklerin içerisinde bulunan lenf damarlarından boyun ve çene altı düğümlerine doğru akar. Bu esnada lenf damarlarının duvarlarından lenfositler salgılanır. Solunum ve sindirim sistemi vasıtasıyla vücuda girebilen mikroplar, buradan salgılanan lenfositler tarafından temizlenir. Aksi halde bu mikropların ciddi enfeksiyonlar oluşturma tehlikesi vardır. Herhangi bir enfeksiyon durumunda bademcikler iltihaplanırlar. d) Kırmızı Kemik İliği: Kırmızı kemik iliği, ağsı doku hücrelerinden ve çok sık bulunan kılcal damarlardan oluşur. Kırmızı kemik iliğinde bulunan retiküler hücrelerle, karaciğerin yıldız şeklindeki kupfer hücreleri, Retikula - Endoteliyal Sistemi oluşturur. Bu sistem depo etmek, fagositoz yapmak ve antikor çıkarmak suretiyle, vücudu zararlı maddelere karşı korur. Toksik ve mekanik etkilerle uyarılan retikulum hücrelerinden histiyositler ya da makrofajlar amipsi hareketlerle uyarılan yerlere giderek burada mikroorganizmaları fagositoz ederler. Kırmızı kemik iliğinin ana hücrelerinden lenfositler meydana getirilir. e) Timüs Bezi: Tiroid bezinin alttnda, göğüs boşluğunda ve soluk borusununönünde bulunur. Timüs bezi bağ dokusundan yapılmış ince bir kapsülle çevrilmiştir. apsül, diğer lenfoit organlarda olduğu gibi bezin içine girerek onu bölmelere ayırır. Timüs bezinin bölmelerinde, retiküler hücreler ve lenfositler bulunur. an, lenf damarları ve sinirler bağ doku bölmeleri boyunca uzanır. Timüs bezi doğumdan önce ve doğumdan hemen sonra lenfosit meydana getirerek vücudu enfeksiyonlardan korur. 4.1.2. İnfeksiyonlara Karşı Savunma Organizmaların bağışıklık sistemlerini uyaran ve organizma için yabancı olan tüm moleküllere antijen (immunojen) denir. Antikor oluşturmayan maddeler antijen değildir. Antijenler hem antikor oluşumuna sebep olur, hem de kendisine karşı oluşan antikorla, gerek vücut içerisinde, gerek vücut dışarısında reaksiyona girerler. Bir maddenin antijen olabilmesi için oldukça büyük bir molekül ağırlığına sahip olması, verildiği organizma için yabancı olması ve organizmadan çabuk atılmaması gerekir. En iyi antijenler, kompleks yapıya sahip olan maddelerdir. Örneğin; bakteriler, kan hücreleri gibi. Antijenlerin çoğu, protein yapısında veya proteinle birleşmiş polisakkarit, ya da yağlardan oluşmuş yapılar olabilir. Bağışıklık sistemi, antijen özelliği olan çok benzer özellikte maddeleri birbirinden ayırabilir. Örneğin; bağışıklık sistemi, bir tane amino asidi farklı olan proteinleri bile birbirinden ayırabilecek özelliğe sahiptir. Bağışıklık sistemi, çeşitli enfeksiyon etkenlerine karşı yaptığı savunmayı antikor adı verilen özel bir protein üreterek gerçekleştirir. Her antikor çeşidi, özel bir antijene karşı üretilir. Bu nedenle bir antikor, kendisinin' üretilmesine neden olan antijeni rahatça tanıyıp bulabilir. Antikorlar, yapısal olarak globular protein şeklindedir. Bu proteinlere imrnunoglobulinler de denir. Her imrnunoglobulinin yapısında dört adet amino asit zinciri vardır ve bu zincirler disülfat bağlarıyla birbirine bağlanmıştır. Immunoglobulini meydana getiren amino asit zincirindeki amino asitlerin sırası, kendilerine özeldir. Bu sıralama immunoglobulinin fizyolojik özelliğini belirler. Antikorlar, değişken ve sabit yapılara sahiptirler. Kısa zincirlerin uç kısımlarında değişken bölge bulunur. Bazı immunoglobulin çeşitleri şunlardır: İgG: Normal insan serumundaki immunoglobulinlerin % 80 İgG teşkil eder. İgG’ler, plasentadan geçebilen tek immunoglubulinlerdir. İgG sınıfından antikorlar genellikle presipitasyon, taksin nötralizasyonu gibi testlerde etki gösteren antikorlardır. İgM: Normal insan serumundaki immunoglobulinlerin % 7-10’unu teşkil eder. En büyük immunoglubulinlerdir. İgM’ler, aglütinasyon ve virüs nötralizasyonu gibi olaylarda etkilidirler. Enfeksiyonları esnasında ilk oluşan antikorlardır. Bir diğer özelliği ise embriyonal yaşamda, antijenlere (enfeksiyonlara) fetüste oluşabilen antikorlardır. Plasentadan geçemezler. İgA: İnsan serumundaki immunoglobulinlerin % 15’ini İgA oluşturur. İnsan ve diğer rnemelilerin göz yaşı, salya, burun, bronş, bağırsak. süt, tükürük, idrar, burun salgılarında bulunur. İgA'lar, virüsleri nötralize edebildikleri gibi bakterilerin dokuya yapışmasını da önler. Antijen-Antikor Reaksiyonları: Bir antijenle birleşecek veya onunla reaksiyona girecek olan antikorlar; o antijene özel bir yapıda sentezlenir. Uygun antijenle uygun antikor bir araya geldiğinde antijen - antikor kompleksi oluşur ve antijen etkisiz hale getirilir. Her canlıda antijen - antikor ilişkisi özgüldür. Antijen - antikor tepkimelerinin özgüllüğü, türler arasındaki benzerliklerin ortaya çıkmasında da kullanılır. İgD: insan serumunda az olarak bulunur. Bu imrnunoglobulinin antikor etkinliği olduğu ispatlanmıştır. Bir hayvanın kanı, diğer bir hayvana enjekte edilirse, doğal olarak antikor meydana gelir ve prespitasyon adı verilen çökelme olayı meydana gelir. Bu antikorlar, yakın akrabalıkları olan hayvanların kanında da aynı çökelme1eri meydana getirir. Hayvanlar arasında akrabalık derecesine göre çökelme oranı ortaya çıkar. Yakın akrabalarda çökelme az, akrabalık dereceleri uzak olan hayvanlarda ise, çökelme yüzdesi yüksektir. Genellikle antikorlar antijenlerle direkt temasa geçerler. Bu temasla meydana gelen reaksiyonlar, aglunitasyon, çökelme, nötrleşme, patlama, ve bütünleşme sistemleri olmak üzere beş çeşit tepki gösterir. Aglutinasyon: Antikorla antijenler birleşir ve bu şekilde antijenler inaktifleştirilmiş olur. Presipitasyon(Çökelme):Antikor ve antijenler bir k ompleks meydana getirir ve bu bileşik çözeltiden ayrılarak çökelir. Nötrleşme: Antikor, yabancı maddenin zehirli kısmını kapatır ve zarar vermesini Önler. Ag Eritme: Antikor antijene bağlandıktan sonra hücre (bakteri) zarının erimesine sebep olur. Hücrenin yapısı bozulduğundan antijen etkisiz hale getirilmiş olur. Bütünleşme Sistemi: İnaktif olarak plazmada bulunan bu sistem, antijen-antikor kompleksi tarafından aktifleştirir. Sonuçta uyarılan bütünleşme sistemi bir seri reaksiyona girer. Bu sistemin enzimleri ortamdaki patojenleri yok eder. 2.1.3. Bağışıklığın Oluşumu Bağışıklık sistemi vücutta, hücresel ve sıvısal olmak üzere iki çeşit bağışıklık oluşturur. Bağışık yanıt ya genel veya özeldir. Birinci halde yanıt belirli bir etkene karşı özel değildir, tüm yabancılara etkilidir. Buna “doğuştan bağışıklık” veya “doğa direnci” denir. Yabancıların dokularda yaptığı irkiltilmeye ve zedelemeğe karşı oluşan yangının başlıca iki amacı vardır: 1)Zarara sebep olan etkeni ortadan kaldırmak (koruyucu etki) ve 2)Zararı onarmak (onarıcı etki) Komplement sistemi 19 plazma ve en az 9 zar proteininden oluşur. Komplement sisteminin aktifleşmesiyle bu proteinlerin birbirine etkileri başlar. Komplement yangı yanıtını başlatmada, bağışık kompleksi temizlemede, immunoglabulin’lerin oluşumunu ayarlamada, hastalık etkenlerini fagositoza hazırlamada yani opsoninlemede ve bazı Gram negatif bakterileri öldürmede önemli rol oynar. 2.1.3.1. Hücresel Bağışıklık: Bakteri, virüs ve mantarların yaptığı enfeksiyonlara ve antijenlere karşı özel hücreler oluşturulması şeklinde bağışıklıktır. Bu hücreler, lenfosit adı verilen beyaz kan hücreleridir. Hücresel bağışıklığı sağlayan lenfositlere T lenfosit adı verilir. Vücutta oluşan antijene, onu taşıyan bir lenfosit bağlanarak antijenleri etkisiz hale getirir. Bazen de makrofaj denilen hücreleri uyararak harekete geçirir. Antijenin vücuda girişinden, kanda antikorun görülmesine kadar yaklaşık bir haftalık durgun bir evre geçer. İlk antikor tepkisi yavaş yavaş düşük bir noktaya kadar artar, daha sonra ise düşer. Buna birincil tepki denir. Antijenin ikinci defa bu bireye girişinde, daha kısa bir durgunluk evresinden sonra, hızı bir antikor üretimi başlar. Buna da ikincil tepki adı verilir. Antikorun ikincil tepkisi oldukça yüksek bir seviyeye kadar artar, daha sonra yavaş yavaş azalır. Yeniden zaman zaman antijen verilmekle antikor düzeyi yüksek tutulabilir. İkincil tepki, sürekli doğal enfeksiyonların etkisi altında kalan ve daha önce antijen almış bireylerde ortaya çıkar. T limfositleri Timüste olgunlaşan T lemfositleri antikor oluşturan B lemfositlerinden yüzlerinde Ig, kompelementin C3d (CR2) parçaları ve Epsetein-Barr virüsü için reseptör olmaması ve daha başka özellikleriyle ayrılır. . T lenfositler, yabancı dokuları da yok eder. Organ naklinin zorluğu, yabancı dokuları yok etmeye çalışan T lenfositlerden kaynaklanır. T lemfositlerinin bağışıklık olaylarında etkin hücreler yetiştirme, lemfokinler salarak başka hücreleri etkileme, işbirliği sağlama, yabancı hücreleri zehirleme ve öldürme gibi görevleri vardır. . T hücreleri arasında yardımcılar (B ve T hücrelerinin antijenle kamçılanan değişmesine yardım edenler), bastırıcılar (yardımcı T hücrelerinin işlemesini durduranlar), düzenleyiciler (yardımcı veya bastırıcı haline geçerek antijenlere yanıtı düzenleyenler) ve . hücre öldürücü T lemfositleri ayrılabilir. Makrofajlar Monoblast, promonosit, monosit ve doku makrofajları “bir çekirdekli fagosit sistemi” olarak bir araya toplanmıştır. Bu hücrelerin anası, kemik iliğindeki kök hücrelerdir. Bunlardan oluşan kan monositleri az ayrışmış hücrelerdir, halbuki makrofajlar dokulara oturmuşlardır ve daha olgundurlar. Makrofajlar fagositoz yaparlar ve yuttukları canlı ve cansız maddeleri sindirmeğe çalışırlar. Makrofajların plazma zarı üzerinde çeşitli reseptörler vardır. Sözgelimi IgG nin C komplementin B parçası böyle reseptörlere yapışır ve böylece mikropların yutulması ve öldürülmesi şiddetlenir. Makrofajların daha başka görevleri de vardır. T lemfositlerinin kamçılanması ve böylece B hücreleri için yardımcı hale gelmesi veya koruyucu bağışıklıkta rol oynayabilmesi için makrofajların önce antijeni alması ve bunu lemfositleri için hazırlaması gerekir. Makrofajlar bağışık yanıtla ilgili geni de kontrol ederler. Makrofajlar interlökin – 1, prostaglandin, lökotriyen, komplement parçaları, interferon ve çeşitli enzimler salar ve onarım olaylarına da karışırlar. 2.1.3.2. Sıyısal (hümoral) Bağışıklık: Enfeksiyonlara karşı üretilip kanla vücuda dağıtılan antikorlarla sağlanır. Antikorlar, sentezlenmelerine neden olan antijenin, fagositoz yapan hücreler tarafından sindirilmesini kolaylaştırır. Bir yandan da antijenlere bağlanarak onları etkisiz duruma getirir. Antikorlar molekül olarak "Y" harfine benzer ve antikorun iki tane antijen bağlanma bölgesi vardır. Kuyruk kısmı da antikorun çeşidini belirler. Antikorlar, B lenfosit denilen akyuvar tarafından üretilir. Virütik enfeksiyonlara karşı üretilen antikorlara özel olarak interferon denir. Lenfositler; kan, lenf sıvısı, lenf düğümleri, timüs bezi ve dalak gibi doku ve organlarda bol bulunur. Bağışıklık sistemini oluşturan hücreler, kemik iliğinin kök hücre adı verilen hücrelerinden oluşur. Kemik iliği kök hücrelerinin etkili hücreler durumuna gelebilmesi için bazı organlarda farklılaşması ve gelişmesi gerekir. Gelişmesi tamamlanmış olan lenfositler vücuda dağılır. Daha sonra antijenlerle karşılaşan bu hücreler, her antijen çeşidine karşı etkin hücreler olarak bağışıklık tepkilerini oluşturur. Bazı lenfositleri oluşturacak öncü hücrelerin bir kısmı, timüs denen beze girerek olgun lenfositlere (T lenfosit) dönüşür, bir kısmı da kan yapıcı dokulardaki kök hücrelerinden farklılaşıp olgunlaşır (B lenfosit). Akyuvarların, vücuda giren antijen özelliğindeki yabancı maddeleri fagosite ederek yok eden nötrofil, monosit gibi çeşitlerine fagosit denir. Vücuttaki antijen miktarı az olduğunda, iltihaplanma gibi bir durum olmadan antijenler ortadan kaldırılır. Antijen miktarı, mevcut fagositlerin başa çıkamayacağı kadar fazla ise fagositler bunları aşırı miktarda yer. Bir süre sonra da yedikleri aşırı miktardaki antijeni sindiremediklerinden fagositler parçalanır. Parçalanan fagositlerden irin (cerahat) oluşur. Bu durumda lenfositler harekete geçerek antijenleri ve hücre artıklarını yok eder. Bağışıklık Çeşitleri Organizmanın antijenle ilk karşılaştığında, vücudun antikorları sürekli olarak yapabilmeyi öğrenmesi ve üretilen antikoru hazır olarak tutabilmesi gerekir. Bağışıklık denilen bu özellik doğuştan gelen ve sonradan kazanılan bağışıklık olmak üzere iki çeşittir. 1 )Doğuştan Kazanılan Bağışıklık: Organizmaların, türüne, bireysel özelliklerine göre doğuştan sahip olduğu bağışıklığa doğal bağışıklık adı verilir. Doğal bağışıklık, birçok faktör tarafından etkilenmektedir. Bunlar genetik, anatomik, doku ve sıvılardaki koruyucu maddeler, yaş, hormonlar gibi faktörlerdir. Örneğin, Herpes simplex virüsü tavşanlarda öldürücü olduğu halde, insanlarda özellikle dudaklarda uçuk denen kabartılara yol açar İnsan Herpes simplex'e karşı doğuştan bağışıktır. Bu doğal bağışıklık, büyük ölçüde, plazmada bulunan ve her hangi bir antijenle karşılaşmadan var olan antikorlarla sağlanır. Doğal bağışıklık, bazı hastalıklara karşı insan vücudunu korur. Bu hastalıklar hayvanlarda görülen tavuk kolerası, sığır vebası gibi virüs hastalıklarıdır. İnsan vücudu bu hastalıklara karşı dirençli olduğundan yakalanmaz. Diğer yandan, insanlar için öldürücü ve ağır seyreden çocuk felci, kabakulak, insan kabakulağı ve frengi gibi hastalıklara da hayvanlar dirençlidir. Benzer şekilde; boğmaca, kızamık gibi bazı hastalıklar sadece insanlarda görülür, başka canlılarda görülmez. İnsan dışındaki organizmaları etkileyen bazı hastalıklara karşı tüm insanlar doğuştan bağışıklıdır. 2) Sonradan Kazanılan Bağışıklık: İnsanın doğumdan sonra bazı hastalıklara karşı bağışıklık kazanmasıdır. Yapay olarak oluşan bir bağışıklıktır. Vücudun kendi savunma mekanizmalarıyla ya da dışarıdan alınan koruyucu maddelerle kazanılır. Bu nedenle aktif bağışıklık ve pasif bağışıklık olmak üzere ikiye ayrılır: a)Aktif bağışıklık: Organizmanın, hastalık yapıcı etkenlerle karşılaştığında kendi savunma maddelerini kendisi üreterek kazandığı dirence aktif bağışıklık adı verilir. Aktif bağışıklık, iki şekilde kazanılabilir: -Vücuda mikropların girmesi ve bağışıklık sisteminin uyarılıp çalıştırılmasıyla sağlanır. Bu nedenle insan mikroorganizmayı alınca, hastalanır. Vücut bu sırada bağışıklığını kazanır. Hatırlayıcı hücreler sayesinde bir daha aynı hastalığa yakalanmaz. Örneğin, kabakulak hastalığına bir kere yakalanılır. Çünkü kabakulak hastalığına karşı üretilen savunma maddeleri ölünceye kadar vücutta kalır. Tetanos gibi bazı hastalıklara karşı üretilen savunma maddeleri ise vücutta birkaç yıl kaldıktan sonra yok olur. Aşılama yoluyla da aktif bağışıklık kazanılar. Aşı ile zayıflatılmış ya da öldürülmüş mikroorganizmalar vücuda verilir. Bağışıklık sistemi bu yolla uyarılarak aktif bağışıklık kazanılması sağlanır. Bağışıklık süresi uzundur. Hastalanmadan önce. Belirli zamanlarda yapılan aşılar, vücudun aktif bağışıklık kazanmasını sağlayarak hastalanmayı önler. Koruyucu sağlık hizmetlerinin amacı da aktif bağışıklık kazandırarak insanların hastalanmalarını önlemektir. b)Pasif Bağışıklık: Önceden hazırlanmış antikorların vücuda verilmesiyle kazanılan bağışıklığa pasif bağışıklık adı verilir. Pasif bağışıklık, çoğunlukla hasta insana serum verilerek kazanılır. Serum, belirli bir enfeksiyona karşı üretilmiş antikorları bulunduran sıvıdır. Serumlar, çoğunlukla at, koyun ve sığır gibi hayvanların kanından elde edilir. Aktif bağışıklık kazanılmasının olanaksız olduğu durumlarda pasif bağışıklık sağlayacak uygulamalar yapılır. Örneğin, ağır yaralanmalarda tetanos hastalığına karşı acil koruma gerektiğinden, tetanos antikorları içeren serum yapılır. Bebekler, bazı antikorları annesinden plasenta yolu ile almıştır. Ayrıca bebekler anne sütü yoluyla da antikorlar alırlar. Bebeklerin bu yollarla bazı hastalıklara yakalanmamaları ve hastalıklardan korunmaları da bir pasif bağışıklıktır. Bu yolla kazanılan bağışıklık, kısa sürelidir ve sadece bebeği korumaya yöneliktir. Bebek enfeksiyonlara karşı koyma yeteneğini kısa süre sonra kendisi geliştirir. Örneğin; bebek doğduğu günlerde kızamık hastalığına yakalanmaz; çünkü bu hastalığa karşı gerekli antikorları annesinden plasenta yoluyla ya da anne sütüyle almıştır. Fakat bu antikorlar yaklaşık 9 ay sonra yok olduğu için bebeğe kızamık aşısı yapılmalıdır. 4.3. Doku ve Organ Aktanmı Bağışıkllğı İnsandan insana doku ve organ nakil işlemleri günümüzde en çok uygulanan işlemler haline gelmiştir. Doku naklinde, aktarılan doku antijenlerinin, aktarıldıkları organizmada meydana getirdikleri immünolojik tepkiler büyük önem taşımakta ve aktarılan dokunun başarılı olup olmadığı bu tepkilere bağlı olmaktadır. Bugüne kadar en başarılı doku nakli kan gruplarının naklidir. Kan grupları, eritrositlerin yüzeylerinde bulunan karbonhidrat yapısındaki antijenlere göre tespit edilmektedir. Kan aktarımında alıcı ve vericilerin uygun olması durumunda başarı ile sonuçlanmaktadır. Kan dışındaki doku ve organlarda da antijen gruplan bulunmaktadır. Bu sebeple aktarıldıkları organizmada bir bağışık cevap oluşturmaktadırlar. Doku ve organlardaki antijen gruplarının tespiti, kan grupları gibi kolay değildir; ayrıca bu yapılar, aktarıldıkları organizmada hayat boyu görev yapmaları gerekmektedir. Bu sebeplerden dolayı doku ve organ nakli, kan nakli gibi kolay gerçekleşmez. Dokuların atılmasını önlemek için bazı önlemler alınmaktadır. Bunların dayandığı temel, alıcıların bağışıklık tepkimesi gösteren organları değişik yöntemlerle felç edilerek (X ışınları ile ışınlama, lenfosit yapımını azaltan ilaçlar) antikor üretimi azaltılmaya çalışılır. Yapılan bu işlemler, vücudun mikroplara-karşı savunma gücünü azalttığından en küçük enfeksiyon durumunda dahi ağır klinik vakaları ortaya çıkabilir. 2.3. Bağışıklık Sistemi Bozuklukları Vücudun enfeksiyonlara karşı savunma ve korunmasını sağlayan sistemin herhangi bir yerinde oluşan bozukluk, Bağışıklığın bozulmasına neden olur. Bunlara bağışıklık yetmezliği hastalığı denir. Bağışıklık sistemi bozukluklarınn başlıca belirtileri şunlardır: -Kronik enfeksiyonlar -Beklenmeden sık tekrarlanan enfeksiyonlar, – Tedaviye tam cevap vermeyen enfeksiyonlar, - Deri döküntüleri ve Gelişme geriliği - Tekrarlayan apseler (yaralar Bağışıklık yetmezliği hastalıkları, genel olarak iki öbekte toplanır: Doğuştan bağışıklık yetmezliği hastalıkları; sonradan edinilen bağışıklık yetmezliği hastalıkları. Sonradan edinilen bağışıklık yetmezliği hastalıkları daha sık görülür. Doğuştan bağışıklık yetmezliği hastalıkları: Birleşik ve şiddetli bağışıklık yetmezliği, ender görülen bir anormalliktir. Kemik iliği aktarımının gelişmesinden önce mutlaka ölümle sonuçlanan bu hastalıkta, bağışıklık sisteminin hem T hücreleri, hem de B hücreleri görevlerini yapamazlar. . Bir başka bağışıklık yetmezliği olan Di George sendromu, timüsün gelişmesindeki yetmezlikten, buna bağlı olarak da bağışıklık sisteminin T hücrelerinin gelişmemeleri ve yeterli düzeyde çalışmamalarından kaynaklanır. DiGeorge sendromu bulunan hastalar, virüs ve mantar enfeksiyonlarına duyarlıdırlar. Sonradan edinilen bağışıklık yetmezliği hastalıkları: Sonradan edinilen bağışıklık yetmezliği hastalıkları, birincil (bağışıklık sistemi zayıflığından kaynaklanır) ya da ikincil ( yani kanser gibi bir hastalıktan sonra) olabilirler. En sık rastlanan birincil bağışıklık yetmezliği hastalığı IgA denilen immunoglobulindeki seçicilik yetmezliğidir; her 500 kişiden birinde görülür ve çoğunlukla akciğer enfeksiyonuyla birliktedir. Bazı başka immunoglobulinler (özellikle IgA ve IgM) de, bazı kişilerde hiç bulunmayabilir ya da çok düşük düzeyde bulunabilir; bu durum tekrarlayan enfeksiyonlar nedeniyle ciddi klinik sorunlara yol açabilir. Hastanede yatarak tedavi görenlerin 0/05'inde, ikincil sonradan edinilen bağışıklık yetmezliği bulunduğu sanılmaktadır. Bu durum genellikle, asıl nedeni oluşturan kanser ya da özbağışıklık (bağışıklık bozukluğu) hastalıklarıyla ilişkilidir. Ayrıca bir çok hastada bağışıklık sistemi zayıftır. 1980 yılının başlarında ortaya çıkan, sonradan edinilen ikincil bir bağışıklık yetmezliği olan AIDS (acquired immunity deficiency syndrome) günümüzde son derece önemli bir soruna dönüşmüştür. Tedavi: Bağışıklık yetmezliği hastalıklarını tedavi olanakları, bu hastalıkları teşhis olanaklarının gerisinde kalmıştır. Birkaç bağışıklık yetmezliği ile doğuştan T hücresi yetmezliği, kemik iliği aktarımıyla ya da bazı durumlarda dölüt karaciğeri ve timüsü aktarımıyla tedavi edilebilmektedir. Antikor yetmezlikleri, özellikle IgG yetmezliği, hastaya belirli aralıklarla insan gammaglobülini verilerek tedavi edilebilir. Bu yöntem, hastalığın nedeni olan hücresel noksanlığı gidermekte etkili olmaz; ama eksik hücre ürününü (antikoru) yerine koymaya yarar ve böylece tekrarlanan enfeksiyonları önler. Tedavide, enfeksiyon etkeni mikroorganizmanın tanınması ve mikroorganizmaya karşı etkili olabilecek antibiyotiklerin hızla uygulanması son derece önemlidir Besinlerde protein eksikliği, dalağın alınması, diyabet, geniş yanıklar, alkol kullanmaktan kaynaklanan siroz ve ileri yaşlılık durumları da bağışıklık sisteminde bozukluklara neden olabilir. Örmeğin; geri kalmış ülkelerin çoğunda, protein eksikliğinden kaynaklanan bağışıklık sistemi bozukluklarına dayalı ölüm oranları oldukça yüksektir. İnsanda, bağışıklık sisteminin sağlığını korumak için şüpheli durumlarda öncelikle kromozom incelemesi yapılmaktadır. AIDS vb. bağışıklık yetmezliğine neden olan hastalıklardan korunmada en önemli faktör tek eşliliktir. Ayrıca bu hastalıklardan korunmak için; eş cinsel ilişkide bulunulmamalıdır; kan nakli, diş tedavisi gibi durumlarda kullanılan araç - gereçlerin steril olmasına dikkat edilmelidir; kuşkulu durumlarda zaman kaybetmeden hekime gidilmelidir. 2.4. Ökaryonlu Parazitlere Karşı Bağışıklık Hücre aracılığıyla olan bağışıklık hücre içi parazitlere, antikorlu bağışık yanıt ise kan ve sıvılardaki parazitlere karşı savaşta daha önemlidir, bunların her ikisi birlikte ortaya çıkar. Parazitin türüne göre biri daha baskın olabilir. T hücreleri parazitlerin çoğalmasının baskı altına alınmasına, enfeksiyonlunun ömrünün uzamasına, sitotoksikler parazitlerin ölümüne ve limfokinlerle makrofajların aktifleşmesine yol açtıkları gibi, helmintli infeksiyonlarda önemli olan eozinofil hücreleri de aktifleştirirler. T hücreleri süregen infeksiyonlarda karaciğerde granülom ve bağ dokuda kapsül oluşumuna yol açarlar. T hücreleri bağırsak muhat zarında yangı hücrelerinin, mast hücrelerinin, Becker hücrelerinin çoğalmasında, medyatörlerin ve salgıların artmasında ve helmintlerin dışarı atılmasında rol oynarlar. Hücre aracılığıyla olan bağışıklığın toksoplazmoz, leyişmanyoz, trikinyaz, himenolepiyaz , fassiyolyaz ve şistozomiyazda etkisi gösterilmiştir. Mantarlarla olan infeksiyonlara karşı da etkilidir. Parazitlerin yüzeydeki antijenlerle birleşen IgM ve IgG’nin komplemente bağlanması ile parazitler eritilebildiği gibi bu olay makrofaj-Ig ve C3 aracılığıyla hücre içinde; ayrıca IgGK hücreleri aracılığıyla, bunlardan başka helmint larvaları gibi metazoonlarda eozinofillerin ürünleriyle de hücre dışında olabilirler. Antikorların, genellikle IgG’nin etkilediği hücrelerin erimesi bağışık olmayan vücutlardan alınan limfositlerle de sağlanmaktadır. Burada antikor yapan limfositlerle öldürücü limfositler arasında bir sinerji vardır. Antikorların ökaryonlu parazitlere karşı çeşitli etkileri vardır: Antikorlar serbest parazitleri nötrüler ve bunların hücrelere girmesini önler. Örneğin sıtma merozoitlerin reseptörleri antikorlarla bulaşınca alyuvarlara giremezler. Antikorlar komplement yardımıyla protozoonları eritirler, Fagositlerin Fc parçalarıyla birleşerek fagositozu artırırlar, Hücre öldürücü bazı olaylarda etkili hücreleri aktifleştirirler. Örneği sitotoksik hücreler, makrofajlar, nötrofiller, eozinofiller antikorlu ortamda solucanlardaki Fc ve C3 reseptörleriyle birleşerek dış zarı eritirler. Antikorlar, parazitlerin etrafında presipitasyonla çöküntülere neden olurlar, böylece onların deliklerinin tıkanmasına ve parazitin aç kalmasına sebep olurlar. Ayrıca antijenler arasındaki yarışmada rol oynamaktadır. Parazitin a. vücuda yerleşmesini, b. üremesini yani infeksiyon yapmasını,c.hastalığı önlemesini sağlayabilen güçlerde bağışıklık ayarlayabildiği gibi bütün hayat boyunca veya kısa süreli bağışıklıkları da vardır. Bağışıklık bakımından 3 basamak ayrılabilir: Etkili bağışıklık yanıtının olmaması: İnsanlarda amöbiyaza karşı, daha önceki bir infeksiyondan iyileştikten sonra belirgin bir direnç gelişmemektedir. Yine insanlarda Afrika uyku hastalıkları etkenleri olan Trypanosoma gambiense ve T. rhodesiense’ye karşı etkili bir bağışıklık genellikle gelişmez. Premunition veya parazitli bağışıklık: İnsan ve maymun sıtmasında ve Schistosomiasis’te olduğu gibi birçok parazitli infeksiyonlarada klinik bakımından iyileşme ve bağışıklık, vücutta az miktarda canlı etkenin kalmasıyla oluşmaktadır. Schistosoma’lı infeksiyonlarda vücuda giren genç şekillere karşı bir bağışıklık sağlanmaktadır. Bu durumda vücuttaki erişkin helmintin konak antijenlerine benzeyen antijenlerle korunduğu bildirilmektedir. Parazitleri yokeden bağışıklık: Bu durumda kliniçe tam iyileşme, parazitin yokedilmesi ve ömür boyu sürebilen bağışıklık vardır. Örneğin şark çıbanı. Bir parazit ayrı konaklarda ayrı nitelikte bağışıklığa yol açabilir: Plasmodium berghei kemede sterillendirici bağışıklık yaptığı halde farelerde öldürücüdür. Bağışıklık türe ve ayrıca tür içinde belirli bir evrim safhasına karşı olabilir. Helmintlere karşı bağışıklığı incelemek üzere kemelerde Nirppostrongylus brasiliensis sık olarak kullanılmıştır. Bunun çok ufak bir infeksiyonu ile timüsle ve ayrıca antikorlarla ilişkili uzun süren bir bağışıklık gelişmektedir. Helmintin bağırsakta atılışı 2 adımda olmaktadır: Antikorların etkisi görülür. Bunlardan en önemlileri IgG1’inin helmintin saldığı asetilkolin esteraze gibi enzimleri işletmediği sanılmaktadır. Ayrıca solucanın bağırsak hücrelerinde bozukluklar olmakta ve açlık sonucu solucan ölüp düşmektedir. Bu atılışta solucanın yapışmasına yaraya asetil kolinesterazin etkisinin kalkması da yardım etmektedir. Bu dönemde IgE gibi işleyen antikorların da etkisi vardır. Bu atılışta solucanın yapışmasına yaraya asetil kolinesterazin etkisinin kalkması da yardım etmektedir. Bu dönemde IgE gibi işleyen antikorların da etkisi vardır. kazanılmış bağışıklık ve doğa direnci, infeksiyonların araya girmesi, beslenme yetersizliği, vücut direncini kıran ilaçlar ve doğum gibi sıkıntı veren faktörlerle azalmaktadır. Bunun sonucu olarak hastalandırıcı gücü az olan bazı canlılar hastalıklara neden olmaktadır. İnsanın edinilmiş bağışıklık yetersizliği sendromu (AIDS) vücut direncini kırma bakımından çok önemlidir.