Sayı: IV - Latif Mutlu

advertisement
Sayı: IV
21.06.2010
TERMODİNAMİĞİN
YÜKSELİŞİ VE YIKILIŞI
HAZİRAN 2010
1
İçindekiler
Termodinamiğin I. ve II. Prensiplerinin yeni şekli
3
Termodinamik sanayi çağının en parlak yıllarında yani 19. yy. ortaya çıkmıştı
6
Doğanın Temel Kuvvetleri
8
1.
2.
3.
4.
Kuvvetli nükleer etki
Zayıf Nükleer etki
Manyetizmanın çekme ve itme etkisi
Kütle çekim etkisi
Nükleer kuvvetler; Isı yayanlar
9
1. Zayıf Nükleer etki
2. Kuvvetli nükleer etki
Uzaktan, çekme ve itme özelliği olan kuvvetler
11
3.. Manyetizma
4. Kütle Çekim kuvveti
Doğanın en temel gücü; Kütle Çekim Kuvveti
12
a) Kütle Çekim Kuvvetinin Evrendeki Etkileri
1.
2.
3.
4.
Galaksilerin oluşumu
Yıldızların oluşumu
Kahverengi cüce yıldızların yaydıkları enerji
Gezegenlerin ısı yayması
b) Yeryüzünde kütle çekim kuvvetinin yarattığı işler
15
5.
6.
7.
8.
9.
16
Hidroelektrik Santrallerde
Rüzgarlar
Yıldırım ve Şimşekler
Küresel Isınma
Gelgit
17
Sonuç
18
Yürürlükteki prensipler
Termodinamik Kanunları (0,1,2,3)
19
21
Termodinamik Prensiplerini Hazırlayan Bilim adamları
24
Termodinamiğin I. Ve II. Prensiplerinin Yeni şekli (IV)
2
Özet
Bilgi çağının sağladığı yeni olanaklara dayanarak yapılan gözlem ve
hesaplamalar sonucunda, dünyada ve evrende sürekli olarak yeni
enerjilerin meydana geldiği görülmüş ve doğrulanmıştır.
Bu durum karşısında;
Enerjini korunumu yasası olarak bilinen, Termodinamiğin I. Prensibinin
“enerji yok edilemez ve yeniden yaratılmaz, hükmü geçerliğini yitirmiştir
Isının ölümü olarak ün yapmış olan II. Kanunun
bir dayanağı kalmadığı için,
ENTROPİ terimine de gerek kalmamaktadır.
Bugün Termodinamik Kanunları olarak anılan dört fizik kuralı, bilimin
diğer dallarını da etkisi altına almış bulunuyor. Felsefe, ekonomi, biyoloji ve
kimyada, hatta din adamlarından bazılarının da görüşlerini, termodinamik ve
entropi kanunları ile ilişkilendirerek açıklama yapmakta olduklarını görüyoruz.
Termodinamiğin (0, 1, 2 ve 3 numaralı) bu dört kanununa, bilim adamları
önem vermekte ve tüm evrende geçerli olduğunu ileri sürebilmektedirler.
Einstein bir dönemde, bilimsel yasaların en önemlisi hangisidir diye
düşündüğünde şu gözleme varmış:
“Bir kuram iddialarında ne kadar yalınsa, aralarında bağıntı kurduğu
şeyler ne kadar farklı türlerde ise ve uygulama alanları ne denli genişse, o
kadar etkileyicidir. Klâsik termodinamiğin üzerimdeki derin izleri bu
yüzdendir. Eminim ki klâsik termodinamik, evrensel içerikli tek fiziksel
kuram olarak, temel kavramlarının uygulanabilirliği çerçevesinde hiçbir
zaman yerinden edilemeyecektir.”
Einstein’a göre: Entropi Kanunu bilimin birincil yasasıdır. Yani o,
entropi yasasını, Yerçekimi Yasası’ndan ve kendi bulduğu Görecelilik
Kuramı’ndan bile daha kalıcı ve önemli olarak görüyor.
3
Sir A. Eddington ise entropinin: “tüm evrenin en üstün metafizik yasası”
Olduğunu, düşünüyor.
Bu doğa kanunlarını, yoğun bir emek ve sayısız deneyleriyle bulup,
matematik bir dille açıklayan çok saygın kişilerle ilgili bilgileri ve
Termodinamik düşüncenin gelişmesini özetleyen tarihsel kronoloji, ekli
olarak sunulmuştur.
Başlangıçta bilimin ilerlemesine katkıda bulunan termodinamik
kanunların, zaman içinde bilimin önünde aşılması güç, engeller oluşturduğunu
görüyoruz. Gelişen gözlem olanakları ve bilgi birikimi özellikle çok sağlam
olduğuna inanılan I. Kanunun, enerjinin yaratılamayacağı prensibi ile
termodinamiğin diğer, en sağlam kanunu olarak bilinen II. Kanunun genel
kabul gören şu yalın deyimine bakalım:
(Bütün doğal olaylarda evrenin entropisi artar.)
Bu iki hüküm, Bilgi çağının ortaya çıkardığı somut ve açık doğa
olayları karşısında sarsılmaya ve yıkılmaya başladı. Bu kanunları kuran büyük
adamlar artık hayatta olmadıkları için çağımıza uygun yeni fikirler ileri
süremiyor ve düzeltme de yapamıyorlar. Onların yaşadıkları çağda henüz
atomun içine girilmemişti, parçacıkların davranışları ve etkileri standart olarak
belirlenmemişti.
Termodinamiğin I. Kanunu; Enerji ne yaratılır ve ne de yok edilir.
Diyor. Bu görüş, yüz yıl önce söylendiğinde doğru sanılıyordu. Bugün değil.
Çünkü; Dünyada, gezegenlerde ve uzayda kütle çekim kuvvetinin, madde
tüketmeden, enerji ürettiğini açık ve net olarak biliyoruz.
Termodinamiğin II. Kanunu; Enerjinin, her faz değişiminde bir
miktarı değersizleşir. Bu döngü devam ettikçe, iş yapma özelliği
bulunmayan Enerji artarak devam eder. Sonuçta bir gün artık kullanışlı
hiçbir enerjinin kalmadığı bir maksimuma ulaşılacak ve düzensizlik
hakim olacaktır. Bu da doğru değil.
Çünkü; Doğa, gücünü kaybeden enerji yerine yenilerini yaratmaktadır.
Bilim adamları, fizikçiler, filozoflar ve din adamlarının çok önem
verdiği, koruduğu yaygınlaştırdığı klasik Termodinamiğin I. ve II. Kanunlarını
ve Kütle çekim kuvvetinin yoktan yarattığı enerjiyi incelemeye geçmeden
önce, enerjinin ve termodinamiğin tarihsel gelişimine bakalım.
Esasında, termodinamik kanunları değil, termodinamik prensipleri olarak
anmamız gerekirdi. İleri sürülen I. ve II. prensipler bir ispata dayanmadığı için
4
kanun değildirler. Bu olaylar pek çok kereler denendiği halde aksi görülmediği
ve daima aynı sonuca ulaşıldığı için, aksi çıkıncaya kadar prensip olarak ileri
sürülmüşlerdi. Bu saygın fizik bilginleri adına ve onlara büyük saygı duyarak,
termodinamik kanunlarını Bilgi Çağına uygun hale getirmek için bir düzeltme
yapıyoruz. Seçkin aydınlarımızdan oluşan fizik bilgini okuyucularımızın
beğeni ve katkıları ile Termodinamiğin I. Ve II. prensiplerinin evrimleşmesine
birlikte hizmet etmiş olacağız.
Termodinamik kanunlarında yapacağımız bu düzenleme ile birlikte,
düşünce ufkumuzu daraltan, Sümer uygarlığının bize kadar ulaşan mitlerin
antik prensiplerinden de kurtulmuş oluyoruz. Genişleyen ufkumuzda temel
enerjinin belirtilerini görebiliyoruz. Bu, maddenin tabiatında var olan doğal
enerjidir. Maddenin bir davranışı olan bu doğal enerjiyi, daha tanımadan ve
adını bile koymadan biz, iki yüz yıldan beri ondan yararlanıyoruz. Gravitasyon
kuvvetinden bahsetmekte olduğumuz açık. Hidroelektrik santrallerinde temel
güç, kütle çekim kuvvetinden kaynaklanmaktadır. Gelgit olayına bağlı olarak
kurulan elektrik santrallerinde, kütle çekim kuvvetinin etkisi ile ısı ve iş
üretilmektedir.
Genç araştırmacılarımızın, maddenin davranışında var olan bu doğal
enerjiyi yaygın olarak kullanılabilir hale getirmeleri amacıyla onları
yönlendirip cesaretlendireceğiz. Bu doğal enerji yeryüzünde eşit dağıtılmış,
daha doğrusu her yerde sınırsız olarak var, çevreyi kirletmez, maddeyi
tüketmez. Ekonomiktir. Bunu görebilmek için önce çevremize, yani doğaya
bakacağız, etrafımızda akıp giden tüm hareketli olayları meydana getiren
nedenleri araştıracağız. Başta astrofizik olmak üzere, meteoroloji, deneysel
fizik kuralları, Atomaltı parçacıklar ve jeoloji ile ilgili fizikçilerinin
buluşlarından yararlanacağız.
İncelememize başlamadan önce sanayi çağından beri kullanmakta
olduğumuz enerji kaynaklarına bir göz atmamız, konun büyüklüğünü
anlamamız ve yanlış kullanıldığını görmemiz bakımından yararlı olur.
***
5
Termodinamik Prensipleri, sanayi çağının en parlak yıllarında,
Yani 19. yüzyılda
Bir zorunluluktan ortaya çıkmıştı.
Sanayi çağını başlatanlar, Savery ve Newcomen’ın ilk buharlı
makinaları idi. Bunlar maden kuyularındaki suyu dışarı atarken çok verimsiz iş
yapıyorlardı. Buhar elde etmek için yakılan odun ve kömürün büyük bir kısmı
işe yaramadan etrafa duman ve buhar olarak atılıyordu.
James Watt’ın (1736–1819) rotatif buhar makinası 18. yüzyılın son
çeyreğinde birçok iş alanında hizmete girmeye başlamıştı. İnsanın kol gücünün
yerini alan bu makinelerin verimi % 7 yi aşmıyordu. Gücün % 93 ü boşa
gidiyordu.
19. yüzyıl boyunca pek çok bilim adamı, buharlı güç makinelerinin
verimini artırmak için durmadan çalışıyordu. Fransız mühendis Sadi Carnot’un
deneyimlerini “Ateşin Tahrik Kuvveti üzerine” isimli kitabını yayınlamasıyla
termodinamik bilimin temeli atılmış oluyordu. Bu araştırmaların temeldeki
amacı daha verimli makineler yapmaya dayanıyordu. Carnot’un çevriminden
sonra W. Rankine’nin önerdiği çevrim sanayiciler tarafından verimli
bulunduğu halde yine de verimi düşüktü. Verimli makineler için çalışmalar
devam ediyordu. O günlere kimse, çevrenin ve havanın kirlenmesiyle
ilgilenmiyordu.
Amaç, esasında daha verimli buhar makineleri üretmekti. Bu amacı
gerçekleştirmeye çalışanlar amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü pistonlar buhar
kaçırıyor, baca yanmamış gaz ve tozları çekip havaya savuruyordu.
Isı ve hareket konusunu aydınlatmaya çalışan Claucius, Kelvin ve Planck
her çevrimden sonra ısının, iş yapma kapasitesinin giderek azalmasının
yanında birde, devridaim makinesinin yapılamayacağı gösterdiler.
Söylentiye göre, ısı konusunda çalışan Clausius, çok sevdiği karısının
ölmüş bedenini kollarının arasına aldığında, karısının sıcaktan soğuğa doğru
giden vücut ısısı ile ölüm hakikatini görüp pozisyonunu ona göre belirlemesi
6
gerektiğini bilmeden, sıcak vücudun soğuması olayını Entropi ile açıklamış.
Karısının vücudunun, kucağında soğuyarak ölmesi ile buhar makinelerinde her
çevrimde değersizleşen ısının, bir gün tamamen iş yapamaz hale geleceğini
öne sürmüş olduğu rivayet edilmiştir.
Clausius’un günümüze ulaşan inandırıcı söylemleri, kapalı bir sistem
için tamamen doğrudur. Aslında Clausius başta, enerjinin korunumu yasası
gibi entropinin korunumu yasasını bulacağını umuyordu; ama sonuçta evrenin,
entropinin korunmaması yasası ile yönetildiğini sandı. Bunu ifade eden
formülde, evrendeki entropinin (S), değişiminin ( ) sürekli olarak tek yönlü
ve artış halinde olduğunun belirtilmesi için sıfırdan büyük olması gerekir.
Formül kısaca şöyledir: S
>0
(Kapalı sistem için doğru olan bu önerme, dışa açık bir sistemde ve evrende
doğru olamayacaktır)
Clausius’un ortaya attığı entropi önerisi, Din felsefesi ile yakınlık arz
eden sonuçları kapsamaktadır. Evrenin, başlangıcı ve sonu ile tasarımı
konusundaki düşünce ve savları, entropi ile bağlantılı olarak açıklama yapan
düşünürler ortaçağda daha etkili idiler. Bugün artık, bilimsel gerçeklerle,
teolojik varsayımların bir arada düşünülemeyeceği açıkça belli olmuştur.
Termodinamik kanunların yazılıp biçimlendirilmesi 100 yıl kadar sürdü.
O günlerde, bilimsel gerçekler zayıftı. Fizik, kimya, astronomi yeterince etkili
değildi. Dünyanın enerjisinin yalnız güneşten geldiği sanılıyordu. Yıldızlarda
olup bitenleri analiz edemiyor ve doğru olarak ölçüp tartamıyorduk.
19. yüzyılda, güneşten başka enerji kaynağı olarak radyoaktif
maddelerin varlığı ve ısı yaydıkları fark edildi. Ayrıca, uzay boşluğundan
ışımalar geliyordu.
20. yüzyılda, radyoaktif maddelerin yaydığı enerjiyi disiplin altına alma
düşünceleri yaygınlık kazandı. Atom ve Hidrojen bombalarından sonra,
ABD’de 20 Aralık 1951’de Idaho’da deneme için küçük bir nükleer santral
kurulmuştu. EBR–1 ismiyle anılan deneysel reaktöre bağlanan küçük bir
jeneratör, yan yana dizilmiş dört ampul ile etrafı aydınlatmıştı. O günlerde
henüz ismi doğru olarak konmayan, yeni bir doğal enerji idi. 1970’lerden
sonra doğadaki bilinen dört temel güçten biri idi. Bu güç “zayıf nükleer
kuvvet” olarak isimlendirildi.
Ardından, 1954 Haziran’ında Rusya’da 5 Mwe gücünde bir nükleer
gösteri santrali ile (Moskova)’da elektrik üretmeye başlamıştı. Halen
çalışmakta olan bu küçük reaktörlere, nükleer santrallerin atası gözüyle
bakılmaktadır. Bu küçük santrallerin yapımı, büyük boyutlular için yaşanması
gereken birer deney olmuşlardır.
7
Nükleer santraller havayı kirletmemekle beraber, radyoaktif atık
maddeler problem olmaya başladı. Çevre bilincinin oluşması ile havayı ve
çevreyi korumayı amaçlayan dernekler, çevre Bakanlıkları ve hatta çevreci
partiler bile kuruldu. Bu karşı koymalara rağmen fosillerin yakıt olarak
kullanılması önlenemedi.
Yenilenebilir enerji kaynağı olduğu sanılan Jeotermal enerjinin,
yenilenme olanağının olmadığı, ayrıca güneş ve rüzgârdan elde edilen
elektriğin yaygınlaşması ve herkese yeterli olmasının da mümkün olmadığı
görünüyor. Bugüne kadar kullanılan enerjilerin hiç biri, temel ve kalıcı güç
değildi. İnsan ve hayvan kas gücü, yel değirmenleri, tezek, odun, kömür,
petrol, jeotermal ve güneş enerjilerden hiç biri, insanlığın temel ve kalıcı gücü
olamadı. Bilgi çağına uyan kalıcı, kolay, bol, sağlıklı ve ekonomik bir enerji
kaynağını devreye sokmaya çalışıyoruz.
19. yüzyılda temel enerji üretimi için, fosil maddeler yakılıyordu.
20. yüzyılda bunlara zayıf nükleer enerji ilave edildi.
21. yüzyılda, Maddenin özünde var olan temel kuvvetlere yönelmeliyiz.
Doğanın Temel Kuvvetleri
1970’lerden sonra belirgin olarak anlaşılan ve standartlaşan atom altı
kuvvetleri göz önüne aldığımızda, atom altı parçacıkların dört ayrı etkiden
birine ya da bir kaçına neden olduğu belirlendi. Bunlar,
1.
2.
3.
4.
kuvvetli nükleer etki,
zayıf nükleer etki,
manyetizmanın çekme, itme etkisi,
kütle çekim etkisi.
İşte evrendeki temel güçler bunlar. Evrendeki bütün hareketler,
kimyasal reaksiyonlar, biyolojik oluşumları meydana getiren temeldeki güçler
bu dört etkiden kaynaklanmaktadır. (Orbiter ve Spin devinimler hariç)
Evrenin bu dört temel kuvvetinin etkisi ile meydana gelen ısı ve işlerin
neler olduğuna bakarsak karşımıza şöyle bir tablo çıkar: doğanın bu dört temel
kuvvetinin orijinleri bakımından iki ana guruba ayırabiliyoruz,
a) Termonükleer kuvvetler, (Zayıf ve kuvvetli etkileşim)
b) İtme, çekme gücü olan ve uzaktan etkileyen kuvvetler,
(Manyetizma ve kütle çekim kuvveti.)
8
Pratik olarak atomaltı parçacıklarının etkileşimlerini ön plana alıyoruz.
Bu temel kuvvetlerin deneysel özellikleri ve ürettikleri ısı, iş ve enerjileri
yukarıda belirttiğimiz gibi iki ana gurubu şöyle sıralayabiliriz.
Nükleer Kuvvetler: Isı yayanlar.
Nükleer kuvvetler, (Füsyon ve Fizyon) ikilisi. Bu reaksiyonlarla,
çekirdeğin yapısında, birleşme ve bozunma sonucunda yeni elementler
oluşurken, büyük miktarda enerji açığa çıkmaktadır. Bu enerjinin işe
dönüştürme prosesi oldukça masraflı ve zordur. Ayrıca bu reaksiyonlardan
yayılan izotopların, canlıların yaşamı için tehlikeli olduğunu da savunan ve
engel olmaya çalışan çevrecilerin güçleri giderek artmaktadır. Bu nedenlerle,
güçlü ve zayıf kuvvetleri kısa bir tariften sonra, bunları incelememizin dışında
bırakacağız.
En basit element olan Hidrojenden başlayarak, bozunup birleşerek daha
ağır moleküllerin meydana gelmesi ve olgunluğa eriştikten sonra parçalanıp
yeni elementlerin oluşması prosesinin, insan ömrünün evrelerine benzediğini
düşünebiliriz. Atomlar, atom ağırlıkları 90’ı bulduktan sonra radyoaktif hale
geçerek, yeni elementler oluşturmak üzere dağılırlar. (Hidrojen, helyum,
radon, kurşun ve ışınlar gibi: α, β, γ). 90 yaşına ulaşan insan ömrü, yerini genç
nesle bırakmak üzere dağılmaya başlar. Atom ağırlıkları da aynı, insan ömrü
gibi 100 den sonrası ender görülebiliyor.
Hidrojen atomunun nükleonları bozunup yeniden birleşerek Helyuma
dönüştükten sonraki hali, nihai ve ekonomik bir hal değildir. Helyum
çekirdekleri sırası ile daha karmaşık çekirdekler oluşturduktan sonra, demiri
oluşturur. Bu aşamaların her safhasını giderek azalan bir oranda enerji salarak
devam eder. Hidrojenden Helyuma geçiş sırasında, saniyede 5 milyon tonluk
kütle enerjiye dönüşürken, Helyumdan demire geçiş sırasında yalnız 1,5
milyon tonluk kütle enerjiye dönüşür. Demire kadarki dönüşümler egzodermik
(Isıveren) iken, daha sonraki dönüşümler için dışarıdan enerji vermek
gerekiyor.
Bu konular için elde güvenilir fazla bilgi bulunmuyor. Ayrıca, pratik ve
kullanılabilir enerji elde etme olanağını da görmediğimiz için, zayıf ve
kuvvetli nükleer kuvvetler konusunda bilinen temel konulara, böylece kısa bir
göz attıktan sonra, doğanın diğer iki temel kuvveti olarak bilinen,
elektromanyetizma ve kütle çekim kuvvetleri üzerinde duracağız.
9
1. Zayıf nükleer etki, (Fizyon) nükleer santrallerdeki düzenekle
dünyanın birçok yerinde elektrik üretilmektedir. Ağır elementlerin, atom
ağırlıkları 88’den ve daha ağır olanlar kendiliğinden parçalanarak yeni
elementler ve enerji yayarlar. Bu kendiliğinden oluşan doğal radyoaktifliktir.
Doğada dünyanın sıcaklığını belli düzeyde tutmak için var olan bu doğal
aktiflik çok yavaş seyrettiği için varlığı ancak geçen yüzyılda anlaşılmıştı.
Termik santrallerde buhar elde etmek için kömür ve petrol
yakılmaktadır. Nükleer santrallerde de radyoaktif maddelerin bozunması
hızlandırılarak, yüksek sıcaklık elde edilerek buhara ve sonuçta elektriğe
ulaşılmaktadır. Nükleer santraller için yüksek teknolojik prosesler
gerekmektedir. Yayılan yüksek sıcaklıktaki büyük ısı enerjisi, termik
santrallerde olduğu gibi buhar sistemine bağlı jeneratörlerde elektrik elde
edilmektedir. Çevrecilerin karşı çıkmalarına rağmen, bugün dünyada
kullanılan elektriğin yüzde onuna yaklaşan bir bölümü bu nükleer santrallerde
üretiliyor.
2. Kuvvetli nükleer etki, (Füzyon) Güneş ve benzeri büyük yıldızların ısı
kaynağı olarak bilinir. Güneşteki tükenmek bilmeyen enerjinin kaynağının ne
olabileceğini düşünen ilk bilim adamı Alman Tıp doktoru Hermann Von
helmholtz idi. Helmholtz, böylece 1854’de üzerinde çalıştığı enerjinin sakımı
yasasının yeryüzündeki olaylara olduğu gibi güneşe de aynen uygulanması
gerektiğini düşünerek, güneş enerjisinin kaynağını araştıran ilk kişi oldu.
84 yıl sonra, 1938’de Alman fizikçi Hans Albercht Bethe, güneşteki
enerjinin kaynağını tanımlayan kuramını açıkladı. Yüksek basınç ve sıcaklık
altında dağılarak iyonlaşan hidrojen protonları, birleşerek helyumu
oluştururken büyük miktarda enerji açığa çıkıyordu. Hidrojen füzyonunun
başlaması için gerekli ilk sıcaklık ve basıncı, güneşin kütle çekim kuvveti
sağlıyor. Bethe’nin kuramı bugün de geçerliğini korumaktadır.
Güneşte saniye 630 milyon ton hidrojen, 625 milyon ton helyuma dönüşür.
Aradaki 5 milyon ton kütle uzaya enerji olarak dağılır.
Bunun, milyonda biri dünyamıza ulaşarak yaşamı sürdürmemizi sağlar.
Bu reaksiyonun başlaması için çok yüksek sıcaklık ve basınç gerekmektedir.
15 milyon Cº lik yüksek sıcaklığı yıldızın kendi kütle çekim kuvveti sağlar.
Füzyon olayında meydana gelen yüksek güç, enerji peşinde koşanların
dikkatini çekmekte gecikmedi. Füzyon, uranyum ve toryum kadar zararlı atık
bırakmaz. Aynı zamanda ham maddesi evrende en bol olan hidrojendir.
Uzmanlar, yeryüzünde kontrollü ve pratik füzyon gücü elde edebilirsek, enerji
sorunumuzu sonsuza kadar çözmüş oluruz diye düşündüler. Ama bu hidrojen
reaksiyonun birleşerek helyumun oluşması için gerekli on milyondan fazla
sıcaklığı yeryüzünde elde edilemeyeceği anlaşıldı. Alçak sıcaklıkta füzyon
10
reaksiyonu oluşturma deneyleri “soğuk füzyon” olarak 50 yıl kadar sürdü.
Çünkü hidrojen çekirdekleri ancak, yüksek basınç ve sıcaklıkta bir araya
gelebiliyorlar. Düşük sıcaklıkta olmayacağı anlaşılınca soğuk füzyon bırakıldı.
Daha sonra, hidrojen çekirdeklerini bir araya getirmek için yüksek hızın
yararlı olabileceği ön görüldü. Şimdi gözler CERN de.
***
*
Uzaktan, çekme ve itme özelliği olan kuvvetler
3. Manyetizma: Bu kuvvet, geçen yüz yılda, bilim adamları ve
fizikçiler, “Elektromanyetizma etkileşimi” olarak isimlendirilmişti. II.
Numaralı raporumuzda, elektrikle manyetizmanın benzer görünümlerinden
dolayı ortak bir isimle anılmanın yerinde olmadığına işaret etmiştik. Çünkü
elektrik, maddenin özünde kendiliğinden var olan ve kendiliğinden etkileşim
yapan doğal bir kuvvet değildir. Başka kuvvetlerin görünümü olarak ortaya
çıkmakta ana kuvvet kesilince elektrik de yok olmaktadır. Diğer taraftan,
manyetik maddelerde itme ve çekme özelliği kendiliğinden, kalıcı ve daimi
olarak vardır.
Bu nedenle atom altı parçacıklarda var olan itme ve çekme özelliğini,
“Manyetizma” olarak anıyoruz. Maddenin bu özelliğine ilk kez İyonyalı
Thales işaret etmiş ve denemişti. Özelliği ve davranışları etraflıca bilinen
Manyetik kuvvetin etkisi ile ısı ve iş elde edilmediğini biliyoruz. Doğanın bu
temel kuvvetinin diğer üç temel kuvvet yanında bir iş yapmamış olması, onun
işe yaramaz bir güç olduğunu göstermez. Eğer doğanın dört temel güçlerinden
biri olduğunu kabul ediyorsak, bir gün onu birileri insanlığın hizmetine
sokacağını düşünebiliriz.
Onun bir köşede unutulmuş olması, iş yapabilirlik özelliğinin hiç dikkat
çekmemesi ve ona verdiğimiz “Elektromanyetik kuvvet” deyimin uygun
olmamasına bağlanabilir. Belki bu birleşik isimden dolayı, Maxwel’in
gölgesinde kalmış olduğunu da düşünebiliriz.
Elektromanyetizma deyiminin, manyetizma olarak değiştirilmesi gerekiyor.
4. Kütle Çekim Kuvveti
Kütle çekim ile manyetizma kuvvetleri; bir birine çok benzeyen bu iki
etkileşimin temel ortak yanlarını şöyle gösterebiliriz; Her iki kuvvetin erim
menzilleri çok büyüktür. Fiziki bir temas olmadan nesneleri uzaktan etkilerler.
Kütle çekim, dört temel kuvvetin en zayıfı olduğu halde, sayısız parçacıkların
bir araya gelmesi ile muazzam bir güç oluşturur. Her zaman sadece çeker.
11
Manyetizma, demir gibi bazı maddeler, hem çekme ve hem de itme ile kendini
belli eder.
1970’lerden sonra aydınlatılmaya başlanan, maddedeki doğal güçler
hakkında bugüne kadar elde edilen bilgiler, ana hatları ile şu başlıklarla
bilinmektedir.
Doğanın en temel gücü: Kütle Çekim Kuvveti
Doğadaki dört temel kuvvetin en zayıfı olduğu halde, onu en temel güç
olarak anmamızın birçok nedeni var. Onun gücünü hemen hepimiz biliyoruz.
Çocuklukta, oyunda düşerek bir yerlerimizin yaralanması, yaşlılıkta
yerimizden kalkmakta zorlanmamız hep onun yüzündendir. O etkisini arada
fiili temas olmadan uzaktan yapmaktadır. Tüm evrende geçerlidir.
Galaksilerin, yıldızların, planetlerin, bulutların şimşeklerin, yıldırımların
meydana gelmesinin ilk ve temel nedenidir. (Görelilik Kuramına rağmen)
Doğanın bu en temel ve yaygın gücü yeryüzünde her zaman vardı. Antik
çağlarda Anadolu’nun batı kıyılarında yaşayan İyonyalılar, Atina’daki eski
filozoflar da yer çekiminin farkında ve etkisinde idiler. Onu ilk kez Newton
isimlendirdi ve tarif etti. Kuramsal düşünceler ve anlatımları bir kenara
bırakarak, pratik alanda kütle çekim kuvvetinin yapmakta olduğu somut işlere,
görebildiklerimize bakalım.
Kütle çekim kuvvetinin etkisi ile oluşan, Isı ve İşler
Kütle çekim kuvvetinin dünyada ve evrende bir iş yaparak enerji
ürettiğini görebiliriz. Eğer dikkatle bakacak olursak; Hidroelektrik
Santrallerinin (HES’lerin) çalışması, gelgit’lerin etkisi ile santraller,
rüzgârların esmesini ve Yıldırırım- şimşeklerin oluşmasını, yağışları hep
kütle çekim kuvvetinin yaratıp, yönlendirdiğini görürüz. Bu somut örnekleri
hemen görmek çok kolay.
a) Kütle Çekim kuvvetinin Evrendeki etkileri
Işın yayan gök cisimlerinde (Füzyon) termonükleer reaksiyonun
başlaması için, gerekli olan çok büyük basınç ve yüksek sıcaklıklar, Kütle
çekim kuvveti tarafından yaratılmaktadır
1.
Galaksilerin oluşumu: Genel kabul gören bir görüşe göre, galaksiler,
gaz ve toz halinde iken yoğunlaşan bir çekirdek etrafında dönmeye başlarlar.
12
Sonra girdaplar oluşur, bu girdaplar ayrı ayrı yoğunlaşarak yıldız olma yoluna
girerler. Evreni oluşturan maddelerin başlıcaları hidrojen ve helyumdur.
Helyum atomlarının bir birleriyle birleşme eğilimleri hiç yoktur. Yıldızlar
arasındaki bu çok seyreltik ortamda çok az da olsa kozmik toz da bulunur.
Helyumdan sonra en sık rastlanan element oksijendir. 1965 yılında yapılan
saptamalar, uzayda kozmik toz olarak CO² ile karbon moleküllerinin varlığı
tespit edilmişti. Bu kozmik tozların bir araya gelerek yoğunlaşması kütle
çekim kuvvetinin etkisi ile olmaktadır.
2.
Yıldızların oluşumu; Amacımız, yıldızların oluşumunu açıklayan
kuramları incelemek olmadığından, teorilerden birinin özetini kısaltarak
buraya alıyoruz. Böylece, yıldızların oluşmasına neden olan temel gücün
kütle çekim kuvveti olduğunu görmemizin yeterli olduğunu düşünüyoruz.
ABD’li ünlü bilim adamı ve uzay araştırmacısı Profesör Carl Sagan;
“Gökyüzünü incelediğimizde, parlayan, varlığımızın hammaddeleri yıldızların
bizler gibi doğup büyüyerek, olgun hale geldikten sonra yavaş yavaş
yaşamlarının sona erdiklerini görmekteyiz. Ama bir farkla; bizler sessizce bu
dünyayı terk ederken, yıldızların ölümü etrafındaki diğer yapılar için bir tehdit
halini alır.”
“Uzayda galaksilerin içinde, nebula olarak adlandırılan, soğuk ve
karanlık toz bulutları vardır. Bunlar az sayıdaki helyum atomları ile hidrojen
atomlarından meydana gelen seyrek gazlardır. Bu gaz ve toz bulutları, galaksi
etrafındaki şok dalgalarının ve gaz bulutlarının kendi kütle çekiminin neden
olduğu etki ile büyük bulut ve küreler halinde yoğunlaşarak, sıkışıp ısınırlar.
Çünkü bu gaz küresi kendini oluşturan gazların korkunç ağırlığına karşı
koyamaz. Böylece yıldız taslağı büzülmeyi, merkezdeki basınç ve sıcaklık da
artmayı sürdürür (basınçla sıcaklık doğru orantılıdır).Sonunda da yıldız
taslağının merkezindeki sıcaklık on milyon dereceye ulaşınca hidrojen
yanması başlar.”
"http://www.le.ac.uk/ph/faulkes/web/images/stars.jpg" grafik
dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.
Böylece, yıldızlardaki termonükleer (Füzyon) reaksiyonun başlaması
için gerekli on milyon derecedeki ısı ve yüksek basıncın, kütle çekimin,
madde tüketmeden 10 milyon Cº ısı enerjisi yarattığını görmüş olduk.
.
3.
Kahverengi cüce yıldızların yaydıkları enerji: Uzayda zor görünen
küçük yıldızlar “kızıl cüce” olarak anılırlar. Parlayan yıldızlardan daha küçük
olan “kahverengi cüceler” füzyon olayını başlatacak güçleri olmadığından
ışıkları çok soluktur. Yaydıkları hafif enerjiyi kütle çekim kuvveti
13
yaratmaktadır. Küçük çaplı yıldızlar, parlayan büyük yıldızlardan sayıca
daha fazladır. Aynı zamanda kızılötesi ışın da yayabiliyorlar. Evrenin % 80 ni
oluşturduğu tahmin edilmektedir.
Kırmızı veya al cüce yıldızlar yaklaşık olarak güneşin yarısından daha az
kütleye sahiptirler ve yüzey sıcaklıkları 3.500º K'den düşüktür. Oldukça uzun
bir yaşam süresine sahiptirler. Güneş'e en yakın yıldız Proxima Centauri bir
kırmızı cücedir. Güneşe en yakın otuz yıldızın yirmisi kırmızı cücedir.
4. Gezegenlerin ısı yayması; Dünya, Jüpiter ve Satürn’ün kütle çekimin etkisi
ile yükselen sıcaklıklarını dengelemek için uzaya enerji yaymaktadırlar.
Şimdiye kadar tespit edilen bu üç gezenin, uzaya enerji yayma olayının
nedenlerine ayrı ayrı bakalım.
Dünya, güneşten ve uzaydan aldığı 100 birim ışımaya karşılık 115
birimlik ışıma yaymaktadır. İlk oluşumunda kazanmış olduğu sıcaklığın 4,6
milyar yılda dış uzaya dağılmış olması gerekirdi. Yeryüzünde yapılan kazı ve
sondajlarda derinleştikçe sıcaklığın yükseldiği görülüyor. Jeologlar dünyanın
çevresini kayalık mantoda yoğunluğun derinleştikte artmadığını, hep aynı
kaldığına ve mantonun altında demirin çoğunlukta olduğuna inanırlar.
Dünyanın uzaya yaydığı fazla enerjide, kömür ve petrol gibi yakıtların
yanması ile meydana gelen hava kirliliğin etkisi zayıftır. Radyoaktif
maddelerin bozunması yeryüzü sıcaklığını 14–15 derecelerde tutmada
etkilidir. Kütle çekim kuvvetinin dünyanın çekirdeğindeki metalleri sıvı olarak
yüksek sıcaklıkta tutmuş olması da enerji fazlalığını doğurmaktadır.
Bazı deprem dalgaları, katı maddelerden geçtiği halde, sıvı içinden
geçmedikleri saptanmıştır. Pelerini aşan bu dalgalar merkeze giremezler. Bu
özellikten yararlanılarak katmanların kalınlıkları hesaplanmaktadır. Kayaların
erime sıcaklığı 2.000 Cº den fazla iken demirin erime sıcaklığı 1.500 Cº dir.
İki katmanın birleştiği yerde sıcaklığın daha düşük olduğu kabul edilmektedir.
Jüpiter, güneşten aldığı enerjinin 1,7 kat fazlasını uzaya yaymaktadır.
Jüpiter’in çekirdeğindeki yüksek sıcaklığı açıklayan iki kuram vardır.
Birincisi, Jüpiter’in hızla büzülüyor olmasıdır. Bu durumda ortaya çıkan fazla
enerji, kütle çekim ile bağlantılıdır.
İkincisi de Güneş sistemini oluşturan bulutsunun şekillenmesinden bu
yana geçen süre Jüpiter’in soğumasına yetmemiş olabilir. Her iki kuramın
kütle çekimi ile bağlantılı olduğu açıkça görülüyor.
14
Satürn de Jüpiter gibi etrafa güneş’ten alabileceğinden daha çok enerji
yayıyor. Ancak Jüpiter’e göre daha küçük olan Satürn’ün oluşumundan
bugüne kadar geçen zaman içinde soğumuş olduğu kabul edilebilir. Böylece,
Satürn’ün fazla ısısının, kütle çekim kuvvetinden geldiği kabul görüyor.
Gezegen yüzeyindeki sıvı helyumun, kütle çekim kuvvetinin etkisi ile daha az
yoğun olan hidrojen içinden geçerek, çekirdeğe doğru hareket etmesi ile
meydana geldiği kabul ediliyor. Yani kütle çekim kuvveti, madde tüketmeden
ısı yaratıyor. Tatmin edici olmasa da başka bir kuram bilinmiyor.
b) Yeryüzünde kütle çekim kuvvetinin yarattığı işler
5. Hidroelektrik santrallerde, yüksekten düşen suyun etkisi ile HES’da
elektrik üretilmektedir. Okyanuslarda bir kg. Suyun buharlaşması için
gerekli 540 Kcal. İ güneşten gelmektedir. Buhar haline geçen su, kütle
çekimin etkisi ile kütle çekim merkezi karşısındaki yerini almak üzere,
yoğunluğunun eşit olduğu düzeye kadar yükselir. Ortalama 3.000 metre
olan bu yükseklikte, buharlaşma için aldığı 540 kcal.’yi bırakarak sıvı
hale geçip bulutları oluşturur.
Güneşten gelen ısı, katalizör olarak olaya girmişti. Çünkü
buharlaşma ısısı ile yoğunlaşma ısısı eşittir. (Tersinirdir)
6. Rüzgârlar; Meteoroloji bilimi, rüzgârları hava akımı olarak tarif
etmektedir. Hava akımları, yeryüzündeki farklı basınç merkezlerinin
olmasından kaynaklanmaktadır.
Farklı basınç merkezlerinin oluşmasının temel nedeni genellikle
güneştir. Gün içinde güneşin ışınları atmosferde çok düzgün bir
dağılımla soğurulmaz. Kimi bölgeler daha çok enerji alırken kimi
bölgeler daha az alabilir. Böylece atmosferde farklı sıcaklık bölgeleri
oluşur.
Soğuk bölgelerde (yüksek basınç merkezleri) havanın yoğunluğu daha
fazladır. Sıcak bölgelerde (alçak basınç merkezleri) yoğunluk daha
azdır.
III. numaralı raporumuzda: “Kütle çekim alanında bulunan farklı
yoğunluktaki akışkan nesneler, kütle çekim kuvvetinin etkisi ile çekim
merkezi doğrultusunda, en yoğunu en önde olmak üzere sıralanırlar ve
bu konumlarını korurlar” prensibini ileri sürmüştük.
Bu prensibe uyarak, yoğunluğu fazla olan, yüksek basınç merkezindeki
soğuk hava kütlesi, yoğunluğu daha az olan, alçak basınç merkezinin
altına doğru hareket eder.
15
Kütle çekim kuvvetini etkisi ile meydana gelen hava akımlarının
(rüzgâr) hızları, alçak ve yüksek basınç merkezlerinin yoğunlukları
arasındaki farkla, orantılı olarak artar.
Güneşten saatte 18x10¹² w enerji geldiği kabul ediliyor. Bunun % 1rüzgâra dönüşebiliyor.
Rüzgârların yönü üzerinde, dünyanın dönmesinin etkisi var ise de, asıl
neden olmadığı için buraya almıyoruz. Rüzgârların ortaya çıkış
nedeninin Kütle Çekim Kuvveti olduğunu saptamış olduk.
7. Yıldırım ve şimşekler; Çevremizde gözlemleyebildiğimiz en büyük
elektrik olayı, şimşek ve yıldırımdır. Bulutları oluşturan su tanecikleri
ve havadaki toz parçacıkları, rüzgâr nedeniyle sürtünme sonucu
bulutların bir kısmı elektron kaybeder. Bulutların bir bölümünde
yoğunlaşan elektronlardan dolayı (–) yüklü denilirken, elektron
kaybeden bulut da (+) yüklü olarak anılmaktadır. Bu elektron akışları
zaman içinde artarak bir doyum noktasına gelir. Yüklü bulutlar birbirine
yaklaştığında bir buluttan diğerine yük akışı olur. Bu olaya şimşek
denir. Bazen aynı bulutun alt ve üst kısımları zıt yükle yüklendiği için
şimşek aynı bulut içinde de oluşabilir. Elektrikle yüklü bir bulut, yere
yeterince yakınsa, bulut üzerindeki yükler etki ile yeryüzünü elektrikler.
Bunun sonucunda yerle bulut arasında yük boşalması olur. Bu olaya
yıldırım denir.
Yıldırım ve şimşeklerin oluşmasına yol açan hava hareketlerinin Kütle
Çekim Kuvvetinin etkisi ile meydana geldiğini görmüştük. Böylece havayı
ısıtan, yaşam için çok önemli azot oksidin oluşmasına yol açan şimşek ve
yıldırımların da asıl nedenin kütle çekim kuvveti olduğunu açıkça
görebiliyoruz.
ABD’li E. Fransblau ile Carl Popp, altmış kadar yıldırım ve şimşek
olayını inceledikten sonra, her şimşeğin, bin trilyon kere trilyon molekül
azotoksit oluşturduğunu rapor etmişlerdi. Bu yaklaşık bir kilodur. Yeryüzüne
ortalama saniyede yüz milyon yıldırım düştüğüne göre meydana gelen büyük
ısının dünyanın sıcaklığını korumasına önemli katkıda bulunur.
8.
Küresel ısınma: Yeryüzü sıcaklığının +15Cº civarında kalmasını
sağlayan mekanizmalar mevcuttur. Merkezi sıcaklığın 5.000 Cº kadar
olduğunu tahmin eden bilim adamları, dış uzayın soğuk yüzeyi kuşatılan
dünyanın, termodinamik prensiplerine uygun olarak iç sıcaklığın, 4,6 milyar
yıldan beri neden kaybolup gitmediğini araştırdılar. Geçen yüz yılın sonlarında
radyoaktif maddelerin varlığı anlaşılınca, radyoaktif maddelerin bozunmasının
yeryüzüne önemli derece ısı yaydığı görüldü.
Yeryüzünde sera etkisi yaparak dünyanın sıcaklığının artmasına yol açan
karbondioksitin havadaki miktarı artınca, denizler C02 fazlasını emerek
16
dengeyi sağladıkları gibi bu işlem gerektiğinde ters yönde de çalışıyor. Doğal
düzeyini sanayi devriminden beri aşırı derece yakılan kömür ve petrol
ürünlerinin atmosfere saldığı karbondioksit miktarı, okyanusların
emebileceğinden fazla olduğundan, atmosferdeki CO2 oranı artarak
yeryüzünün daha fazla ısınmasına yol açmaktadır.
Doğanın önümüze serdiği dört temel kuvvetten, Manyetizma ve Kütle
çekim küvetlerini, insanlığa hizmet eder şekilde güncelleştirmeliyiz.
9.
Gelgit, Okyanus gelgitlerin esas yaratıcısı ayın kütle çekim kuvvetidir.
Ayın, yeryüzünde bir meridyenden ikinci kez geçişi 12 saat 51 dakika
olduğundan gün içinde suların kabarıp alçalmaları iki kez görülür. Ayın
güneşe bakan yüzünde suların kabarmasının, ayın kütle çekim kuvvetinden
kaynaklandığı açık.(a) Aksi yönde suların kabarması da yine kütle çekim
kuvvetinin etkisi ile oluşmaktadır.
Dünyanın iç kısımlarının yoğunluğu, okyanus sularından çok daha fazla
olduğundan, ayın etkisi ile artan dünyanın kütle çekim kuvveti suların buraya
yığılarak kabarmasına yol açmaktadır. Bu şişkinlikler dünya ile birlikte
dönmez ve ayın altında kalmayı sürdürür.
Gelgit olayı devam ederken, okyanuslarda suların gün içinde iki kez
yükselip alçalmalarına bağlı olarak kurulan santrallerde önemli miktarda
elektrik üretilmektedir.
Bu santrallerde yaratılırken iş, Ayın kütle çekim kuvvetinden
gelmektedir. Okyanus açıklarında, bir parsel suyu düşünelim, Ay’ın çekim
alanın karşısındaki bir parsel suyumuz olduğu yerde birkaç metre
yükselecektir. Ay ve dünya’nın dönmesi ile çekim doğrultusu değiştiği halde,
ele aldığımız bir parsel su, ayın çekim alanın etkisinden kurtulduğu için yine
alçalarak eski konumuna gelecektir. Çünkü gelgit olayında suların kabaran
kısımları yanal hak et etmez, yani Ayı takip etmez. Kabarıp alçalmalar bir
dalgalanma olayıdır.
17
Bu açıklamalar bize, gelgit olayında sular, kabarıp ve alçalması
sürtünme veya başka bir engelle karşılaşmadığı için, güç kaybı yoktur. Ancak
sahillerde kabaran sular geri çekilirken deniz diplerini kazıyarak yeryüzü
şekillerinin değişmesine ve yerin ısınmasına neden olmaktadır.
Suların deniz dibini tarayarak sürtünmesi ve diğer gök cisimlerinin fren
etkisi yapan çekim kuvvetlerinin dünyanın dönüş hızını etkilemesi
kaçınılmazdır. Buna göre, uzmanlarımız günlerin her 62.500 yılda 1 saniye
uzadığını hesaplamaktadır. Diğer ifade ile 1 milyon yılda günlerimizin 16
saniye uzadığı söylenebilir. Ayın ve Güneşin dünyamızın dönüş hızına
yaptıkları bu çok küçük yavaşlatma etkisi, dünyanın katı yapısına yapılan fren
etkisidir. Okyanus sularının kabarıp alçalması dünya dönüş hızını etkilemez.
Biyolojik, Canlı organizmaların varlığı, entropiyi azaltan önemli bir
olgudur. Gerçekte yaşam güneşten gelen enerjinin depolandığı bir sistemdir.
Sonuç olarak entropiyi azaltan bir sistem değildir.
Sonucu özetlersek;
Uzayda;
Kütle çekim kuvvetinin uzayda ve yeryüzünde madde tüketmeden ısı ve iş
yarattığını örnekleri ile gördük. Gök cisimlerinde (füzyon olayı) termonükleer
tepkimenin başlayabilmesi için sıcaklığın 10.000.000 Cº kadar yükselmesini,
yıldızın kütle çekim kuvvetinin sağladığını, Dünya, Satürn ve Jüpiter’in
termonükleer reaksiyon olmadan, bu gezegenlerin kendi kütle çekim
kuvvetinin enerji yarattığını ve fazlasını uzaya yaydığını görmüş olduk.
Dünyada;
Maddenin özünde bir değişiklik yapmadan, yeryüzünde oluşan rüzgârlar,
yağışlar, hidroelektrik santralleri ve okyanuslardaki gelgit olaylarının temel
nedeni kütle çekim kuvvetidir. Bu doğal olaylara uyumlu olarak kurulan
düzeneklerde büyük çapta elektrik enerjisi ve ona bağlı olarak iş ve ısı elde
edilmektedir. Kütle Çekim Kuvveti, bu enerjiyi yaratırken, bazen ısı enerjisi
katalizör olarak devreye girmekte ve daha sonra bir kayba uğramadan,
devreden çıkmaktadır.
18
Newton’un “Genel Çekim Yasası” Einstein “Genel Görelilik Yasaları” ile Termodinamiğin
(0 ve 3) numaralı kanunlarını bir tarafa bırakarak, doğadaki enerjin sabit olduğunu söyleyen
1. kanunla, ısıl ölümü öne süren 2. kanuna dönersek dönersek, şu gerçekleri görürüz:
Yürürlükteki prensipler
Birinci kanun: Enerjinin korunumu kanunu olarak bilinir.
Isı sıcak kaynatıcıdan, soğuk yoğunlaştırıcıya doğru hareket eder
ve bu sayede bir iş ortaya çıkar.
Enerji yoktan var edilemez ve yok edilemez sadece bir şekilden diğerine dönüşür.
Bilgi Çağının Getirdiği Yeni Görüşler
Evrende madde ve enerji arasında sürekli döngü vardır.
Evrende enerji sürekli olarak artmaktadır.
Bu nedenle;
Termodinamiğin 1. ve 2. prensipleri geçersizdir.
Termodinamik prensipleri konusundaki bilimsel çalışmaların iki amacı vardı;
1. Buhar makinelerinin verimini artırmak. 2.Devridaim makineleri yapmak.
Bu çalışmalar amacına ulaşamadı.
Kömür yakan buharlı makineler de artık yoğun çalıştırılmıyor
19
İkinci Kanun; Isıl enerjinin ölümü ; Entropi
Yürürlükteki Prensipler
Soğuk bir cisimden sıcak bir cisme ısı akışı dışında bir etkisi olmayan bir işlem elde
etmek imkânsızdır. (Clausius Bildirisi)
Bir ısı kaynağından ısı çekip buna eşit miktarda iş yapan ve başka hiçbir
sonucu olmayan bir döngü elde etmek imkânsızdır.
(Kelvin-Planck Bildirisi)
İzole bir sistemin entropisi kendiliğinden meydana gelen bir süreçte artar.
S toplam > 0 buradaki S toplam izole sistemin tüm kısımlarının
toplam entropisidir.
****
Bilgi Çağının Getirdiği Yeni Görüşler
Evrende ve dünyada sürekli olarak işleyen, madde ve enerjinin
yok olma ve varolma döngüsü vardır.
İş yaparak veya biçim değiştirerek gücünü kaybeden ısı enerjisi yerine,
Kütle çekim kuvveti birçok yolla yeni enerjiler üretmektedir.
Yapay olarak, Clausius tarafından bilime monte edilen Entropi teriminin bilim
literatüründen çıkarılması gerekmektedir.
İnsanlığı korkutan bu ısıl ölüm düşüncesinden artık kurtulmalıyız.
Doğal olmayan tezek, odun, kömür ve petrol ürünlerinden kurtulmamızı
hızlandırmak için atomaltı alemde varolduğu bilinen
Temel enerjilere yönelmemiz kaçınılmazdır.
20
Not: I.
TERMODİNAMİK KANUNLARI
(0, 1, 2, 3, 4)
(0) Sıfırıncı kanunu
1931 yılında Ralph H. Fowler tarafından tanımlanan bu kanun, temel bir fizik ilkesi
olarak karşımıza çıktığından, doğal olarak 1. ve 2. yasalardan önce gelmek zorunluluğu
doğmuş ve bu nedenle sıfırıncı kanun adı verilmiştir.
Termodinamiğin en basit yasasıdır. Eğer iki sistem birbirleriyle etkileşim
içerisindeyken aralarında ısı veya madde alışverişi olmuyorsa bu sistemler termodinamik
dengededirler. Sıfırıncı kanun şöyle der:
“Farklı sıcaklıklarda iki cisim, birbirleriye temas ettiklerinde,
sıcak olan cisim soğur, soğuk olan cisim ısınır.
Isı akışının soğuktan sıcağa doğru olmayışının temeli şudur: sıcaklık, malzeme
atomlarının, daha doğrusu elektronlarının kinetik enerjisine etki eden bir faktördür.
Elektronlar her zaman temel enerji seviyesinde olacak şekilde davranış gösterirler.
Fazla kinetik enerjilerini aktarmak ve temel enerji seviyesine dönmek isterler.
Sıcaklık, malzeme içinde atomların titreşmesi ile iletilir. Bu nedenledir ki, ısı akışı
sıcak cisimden soğuk cisme doğru gerçekleşir.
21
Birinci kanun: Enerjinin korunumu kanunudur.
Tipik bir termodinamik sistem: ısı sıcak kaynatıcıdan soğuk yoğunlaştırıcıya
doğru hareket eder ve bu sayede bir iş ortaya çıkar. Bir sistemin iç enerjisindeki artış:
sisteme verilen ısı ile sistemin çevresine uyguladığı iş arasındaki farktır.
U2 – U1 = Q – W
Bu yasa "enerjinin korunumu" olarak da bilinir.
“Enerji yoktan var edilemez ve yok edilemez sadece bir şekilden diğerine dönüşür”.
Bir sistemin herhangi bir çevrimi için çevrim sırasında ısı alışverişi ile iş alışverişi
aynı birim sisteminde birbirlerine eşit farklı birim sistemlerinde ise birbirlerine orantılı
olmak zorundadır. Bu ifadelerin yapılan deneylerle doğruluğu gözlenmiştir fakat ispat
edilememektedir. Bütün bu ifadeler matematiksel olarak çok daha kolay ifade edilebilir.
Yalıtılmış bir sistemin enerjisi sabit kalır
U1 =Us
Aşağıdaki formüllerde


Q = çevrim boyunca net ısı alışverişini
W = çevrim boyunca net iş alışverişini




Q1-2 : Sistemin hal değişimindeki ısı alışverişi
W1-2 : Sistemin hal değişimindeki iş alışverişi
E1 : Sistemin ilk haldeki enerjisi ve
E2 : Sistemin son haldeki enerjisi
olmak üzere; Q1-2 – W1-2 = E2 – E1
formülü çıkar. Termodinamikte enerji, maddenin yapısına bağlı iç enerji ve koordinat
eksenlerine bağlı olan kinetik enerji (EK) ve potansiyel enerji (EP) olarak ayrılabilir;
Sistemin herhangi bir hal değişimindeki enerjisi de; E = U + EK + EP
22
İkinci kanunu
Birçok alanda uygulanabilen ikinci yasa, şöyle tanımlanabilir:
Bir ısı kaynağından ısı çekip buna eşit miktarda iş yapan ve başka hiçbir sonucu
olmayan bir döngü elde etmek imkânsızdır. (Kelvin-Planck Bildirisi)
ya da
Soğuk bir cisimden sıcak bir cisme ısı akışı dışında bir etkisi olmayan bir işlem
elde etmek imkânsızdır. (Clausius Bildirisi)
Termal olarak izole edilmiş büyük bir sistemin entropisi hiçbir zaman azalmaz.
“Yalıtılmış sistemler düzensizliğe doğru meylederler Ve Entropileri bu düzensizliğin
bir ölçüsüdür.”
Üçüncü kanunu
Bu yasa neden bir maddeyi mutlak sıfıra kadar soğutmanın imkânsız olduğunu belirtir:
Sıcaklık mutlak sıfıra yaklaştıkça bütün hareketler sıfıra yaklaşır.
23
Not: II.
TERMODİNAMİK PRENSİPLERİNİ HAZIRLAYAN
BİLİM ADAMLARI
1.
Guillaume Amontons (1663-1705) Fransız fizikçi ve mucit.
Hiç üniversiteye gitmemesine rağmen matematik ve fizik bilimleri (özellikle
mekanik ve termodinamik) konularında çalıştı. Kendine özgü icatlarda bulundu ve
barometre, higrometre ve termometreler geliştirdi.
1699 yılında sürtünme alanında daha önce Leonardo da Vinci tarafından öne sürülen
sürtünme kanunlarını yayınladı. Bu kanunlar daha sonra 1781 yılında CharlesAugustin de Coulomb tarafından doğrulanmıştır.
2.
1753-1814 Benjamin Thompson Top yapılırken tornanın ısındığını gördü..
Barut ve silahlar üzerinde fiziksel çalışmalar yaptı. Isı ve sürtünme ile ilgili kuramlar
ileri sürdü. Mekanik enerji ve ısının eşdeğerliği üzerine ilk ölçümleri gerçekleştirdi.
3.
1774 Fransız Kimyacısı Antine-Laurent Lavoisier 1743–94 tarından
deneyler maddenin korunduğunu gösterdi. Kapalı bir sistem içinde, bazı cisimler
kütle kaybederken, bazı cisimle kütle kazanabiliyordu. Ama sistemin toplam kütlesi
sabittir.
Lavoisier Kapalı bir sistemde, hangi fiziksel veya kimyasal değişiklikler
gerçekleşirse gerçekleşsin toplam kütlenin miktarının hep aynı kaldığını kendisin
yazdığı kitapta açıkladı. “Kütlenin korunumu yasası”
4.
1824 Fransa’da Sadi Carnot “Ateşin tahrik kuvveti üzerine” adlı kitap
yayımlandı. Maksimum randımanın en sıcak halindeki buharla, en soğuk halindeki
suyun sıcaklığı arasındaki farka bağlı olduğunu gösterdi. Carnot, ısı ve işin bir birine
dönüşmesi yolunu ilk olarak ele alan bilgindi. Bu nedenle Termodinamiğin
kurucusu olarak anılır, çeyrek yüz yıl sonra Termodinamik yasasının var olduğunu
sonucunu çıkardı. Ancak bu çalışması termodinamik prensiplerini açıkladığı halde,
dikkat çekmedi. “Enerjinin hepsinin faydalı işe çevrilemeyeceğini söyledi”.
5.
William Rankine (1820–1972)
Rankine çevrimi, termodinamik bir
çevrimdir. Buhar kullanan enerji santralleri için ideal çevrimdir. Bu çevrimde suyun
kızgın buhar haline getirilmesi ve tekrar kondanserlerde doymuş sıvı haline
getirilmesi, Carnot çevriminde uygulamada karşılaşılan pek çok zorluğu da ortadan
kaldırır.
24
6.
1842 Jullius Robert Von Mayer (1814–1878) Isının mekanik eşdeğerine
ait bir rakam verdi ve bununla “Enerjinin korunumu yasasının olduğu sonucunu
çıkardı.” Bu çalışması dikkat çekmedi
7.
İngiliz Fizikçi James Prescoot Joule (1818–1889) deney yaparak sonucu
yayınladı; 41.880.000 erglik iş 1 kalori ısı üretiyordu. Buna ısının mekanik dengi
denildi. 10.000.000 erge Joule’nin onuruna 1Joul dendiğinden 4.18 Julün 1
kaloriye eşit olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu keşif, Enerjinin Korunumu teorisine ve
oradan da Termodinamiğin birinci kanunun elde edilmesini sağladı. Lord Kelvin ile
mutlak sıcaklık skalasını geliştirdi. Bir direnç üzerinden geçen elektrik akımının ısı
yaydığını bulmuştur (Joule yasası).
8.
1847 Alman Fizikçi Hermann Ludwig Ferdinand von Helmholtz 1821–
1894) Sağlığı iyi olmadığı için 17 yaşına kadar evde eğitim gördükten sonra tıp
eğitimine başladı. 1843'ten sonra orduda doktor olarak çalıştı. Bu süre boyunca çok
sayıda bilimsel makale yayınladı. Enerjinin korunumu kanunu matematiksel olarak
gösterdi. Sonra gerekli verileri toplayarak; Enerjinin korunumu kanunu
matematiksel olarak göstererek, Enerji Koruma Yasasının var olduğu sonucunu
yayımladı. Evrendeki tüm enerji miktarı sabitti. Daha fazlası yaratılamaz ve
yok edilemezdi. Enerji yok olmadığı ve kazanılamadığı için, elektrik, mıknatıslık,
ışık, ses, kimyasal enerji, kinetik enerji, ısı kendi aralarında birbirlerine
dönüşebilirler. Enerjinin koruma yasası aynı zamanda termodinamiğin ilk
yasası olarak bilinir ve doğal olarak doğanın tüm yasalarının en temelinde yer
aldığı düşünülür.
9.
1824–1894 William Thompson, daha sonra (1894–1907) Lord Kelvin oldu.
İngiliz Fizikçi ve matematikçisi: Soğuk cisimden sıcak cisme kendiliğinden ısı girişi
olamayacağını göstermiştir. Termodinamiğin ikinci kanunu. (Kelvin-Plank) formuna
göre;
“Bir çevrimde, ısı alıp, eşit mıktarda iş yapan ve başka etkiler oluşturmayan
bir ısı makinası yapmak mümkün değildir.” Lord Kelvin “Soğuk bir cisimden
sıcak bir cisme kendiliğinden ısı girişinin olamayacağını söylemiştir.
William Thomson ve Joule birlikte çalışarak 1852 yılında bir gazın iş üretmeden ya
da ısı aktarımı olmadan genleşmesi durumunda sıcaklığın azaldığını buldular. Bu
olgudan gazların sıvılaştırılması gerçekleştirilmiş ve soğutma sanayi gelişmiştir.
Carnot, ısı makinelerinin verimini ısının kalorik kuramına dayanarak açıklamıştı.
William Thomson, bu çalışmayı ısının mekanik enerjiyle eşdeğer olduğunu
kanıtlayan Joule’un bulguları ile bağdaştırarak ısı kuramını bir mekanik ilkeye
dönüştürmek istiyordu. Böylece 1848 yılında mutlak sıcaklık ölçeğini geliştirdi.
Termodinamik terimi ilk kez, W.Thomson (Lord Kelvin) tarafından, 1849 yılında
yaptığı bir yayında kullanılmıştır
Kelvin, 600’den fazla bilimsel makale yazdı. 69 tane patent sahibi oldu.
25
10.
Termodinamiğin 2. yasası.
Alman fizikçi Rudolf Julius Emenuel
Clausius: (1822–1888) Her enerji dönüşümünde bir miktar enerji etrafa yayılarak
yok oluyordu. Clausius, 1868’de kapalı bir sistemde ısı miktarının sistemin mutlak
sıcaklık derecesine oranın, gerçekleşen bütün süreçlerde daima artacağını ileri
sürdü. Mükemmel koşullarda bunun sabit olarak kalması gerekiyordu, fakat asla
azalmayacaktı. Yıllar sonra Clausius bu orana daha çok bilinmeyen nedenlerden
ötürü Entropi (termodinamik bir sistemde enerjinin değersizleşmesini gösteren bir
fonksiyon) adını verdi. Düzenli eğitimi, matematik ve felsefe üzerinedir. Dalton’dan
kimya dersi aldı. Eğitimin geri kalan kısmını kendi kendine çalışarak tamamladı.
Böylece Clausius Termodinamiğin ikinci yasasını belirledi. Yani; evrendeki
Entropi miktarı her zaman artar ve bir gün artık kullanışlı hiçbir enerjinin
kalmadığı bir maksimuma ulaşacak ve düzensizlik hakim olacaktır. Bu
kötümser bir tablodur. Fakat evrendeki bütün enerjinin bozulması muhtemelen
birçok milyon yıl olacağından, hemen telaşa gerek yok. Yalıtılmış sistemler
düzensizliğe doğru meylederler ve entropileri bu düzensizliğin bir ölçüsüdür.
Bütün doğal olaylarda evrenin entropisi artar. Bir sistemin entropi değişimi yalnızca
ilk ve son durumlarının özelliğine bağlıdır.
Tersinir bir süreçte evrenin entropisi sabit kalır
11.
Ludwig Boltzman (1844–1906). İstatistik mekaniğin ana sonuçlarından biri
yalıtılmış sistemlerin düzensizliğe meylettiği ve entropinin de bu düzensizliğin bir
ölçüsü olduğudur. Bu yeni görüşün ışığında Boltzmann, aşağıdaki bağıntıyı
kullanarak entropinin hesaplanması için alternatif bir metot bulmuştur. Ludwig
Boltzmann, termodinamiğin temel ilkeleri üzerine çalışıyordu. 1906’da intihar etti.
İntiharının nedeni tam olarak bilinmese de atom ve moleküllerle ilgili tezlerinin
dönemin bilim topluluğu tarafından küçümsenmesinin buna yol açmış olabileceği
düşünülüyor.
12.
Willard Gibbs (1839–1903) Clausius un tarifi ter türlü enerjiye uyar. 1876
da ABD li 1876 da iki yıllık bir dönemde, Connecticut Bilim Akademisi
Raporlarında yayımlandı. Serbest enerji, Kimyasal Potansiyel gibi modern
kavramlar geliştirdi. Yazılarında farklı fazlar arasındaki( Sıvı, katı, gaz.) bir sistemin
bir ya da fazla sayıdaki bileşenlerinin katıldığı ve artık değişimin gerçekleşmediği
nokta) ele aldı. Bu tür durumlarda sıcaklık, basıncın da değişimin değiştirilme
yollarının sayısı(Serbestlik dereceleri) faz kuralı dediği basit bir denklemle ifade
etti.
uğ u
Bu
12. 1905 Alman Fizikçi Albert Einstein 1879–1955 maddenin enerjinin bir türü old
uğnu ileri sürdü. Belli bir miktar madde, belli bir miktar enerjiye dönüşüyordu.
Bu duruma göre; maddenin sakımı yasası, yalnızca Enerjinin sakımı oldu.
26
13.
Walther Hermann Nernest (1864-1941): mutlak sıfıra hiçbir teknikle
ulaşılamayacağına dair termodinamik nedenler buldu. Boşluktaki ışığın hızı gibi,
mutlak sıfırın gittikçe dehada yaklaşılan bir sınır kodluğunu, fakat asla
ulaşılamayacağını ileri sürdü. Buna bazen Termodinamiğin üçüncü yasası denilir.
Bu çalışmalarına1920 Nobel kimya ödülü verildi. Bu yasa genel ve sonsuzdur, bir
hareket ve iş meydana getirmemektedir.
Isı teoremi, Üçüncü Kanunu Termodinamiğin olarak bilinen, 1906 yılında
geliştirilmiştir. Bu en fazla bir çalışma sürecinden ısı sıcaklıklarda gelişti hesaplanan
olabilir mutlak sıfıra yakın elde edilebilecek
14.
1931 Sir Ralph Howard Fowler, (1889 – 1944). İngiliz fizikçi ve astronom.
1931 yılında termodinamik alanında yaptığı çalışma ile termodinamiğin en temel
yasası olan sıfırıncı yasayı bulmuştur.
Termodinamik konusu kömürden azami verimi elde etmeye yönelikti. İçten yanmalı
motorların devreye girmesi ile ısıl verimle uğraşanlar azaldı. Fowler’in 1831
yılındaki tespitleri bilimsel amaçlı idi. Bu tarihlerden sonra termodinamik
konularında ilgi 2. kanun.üzerinde odaklandı. Isıl ölümü, mahşer gününe benzetenler,
yeniden evrenin kaosa girip canlanacağını da kabul edebilirler.
Bu görüşler fantezi olabilir, gerçekler günümüzde enerjinin madde tüketilmeden,
kütle çekim kuvvetinin etkisi ile enerji yaratıldığını ve evrenin sıcaklığının yükselme
yönünde olduğunu görebiliyor ve ölçebiliyoruz.
Binlerce yıl, yıldırım ve şimşekten korkarak yaşayan insanlık, ABD’li Benjamin
Franklin’in deney ve açıklamalarından sonra, düşen yıldırımın bir ceza olmadığını,
normal bir elektrik boşalması, daha doğrusu, doğal bir olay olduğunu anlayarak
rahatlamışlardı. Yıldırımdan korunmak için paratoner devresi oluşturarak
yaşamlarını garanti altına almışlardı. Bütün dünyada olduğu bizde paratonerle
kendimizi doğanın yıkımına karşı koruyoruz.
Bugün artık, doğal olaylardan korkma zamanı geçti. Şimdi doğanın güçlerini enerji
kaynağı olarak kullanmak için çabalar sarf ediyoruz. Temel ve doğal enerjiyi yaygın
olarak kullanmaya başladıktan sonra, kömür ve petrolü de terk ederek huzurlu ve
rahat bir çağa gireceğiz. Ulaşımı ve iletişimi en hızlı ve en ekonomik düzeye ulaştırdık.
Dünyanın en uzak köşesi ile iletişime geçebiliyor, en gidilmez sandığımız ülkelere gidip
görebiliyoruz.
Üçünü hedef enerji. Genç araştırmacılarımızı araladığımız perdenin arkasındaki
enerjiyi gün yüzüne çıkarmalarını ve her bireyin kullanabileceği kadar
yaygınlaştırmalarını bekliyoruz.
Latif Mutlu
İstanbul Bilgi Üniversitesi Kurucusu
23 temmuz 2010
www.latifmutlu.com
27
Yağışların Termodinamiği
Bulut
1 Kg
Su
600
Kcal
Yağış
600
Kcal
1 Kg Su
Buharı
+
600
Kcal
(Gizli
Isı)
Okyanus
Yüzeyi
•Not;1 kg. su buharı, aynı hacimdeki kuru havadan daha az yoğundur.Yani daha hafiftir.
Prensip: Sıvılar buharlaşırken aldıkları ısıyı, yoğunlaşırken geri verirler.
ısısı yoğunlaşma ısısına eşittir. Bir madde için Lb = Ly
Bu yüzden buharlaşma
Prensip: Kütle çekim alanındaki, farklı yoğunluktaki akışkan nesneler, kütle çekim merkezi
doğrultusunda, en yoğun olanı en önde olmak üzere, yoğunluklarına göre sıralanırlar. (Akışkan
veya kolayca yer değiştirebilen nesnelerin yoğunluğu G olsun. En yoğun madde G1, diğerleri
azalan yoğunluk sıralaması G2, G3, G4 ve ....olsun) Kütle çekim merkezi karşısındaki sıralama
daima; G1 > G2 > G3 >G4 olarak dizilir.
28
Rüzgârların amili (Oluşumu)
Yeryüzünde rüzgârların oluşumu
Alçak Basınç Merkezi
(Yoğunluğu daha az)
Yüksek Basınç merkezi
(Yoğunluğu daha çok)
Yeryüzünde, denizler ve okyanuslar güneş enerjisini farklı oranlarda alırlar.
Bu yüzden farklı sıcaklık bölgeleri meydana gelir.
Sıcaklığın yüksek olduğu yerlerde, Alçak basınç merkezi, soğuk yerlerde ise
Yüksek basınç merkezi oluşur.
Yüksek basınç merkezindeki hava kütlesi yoğun olduğu için, kütle çekim
kuvvetinin etkisi ile daha az yoğun olan, alçak basınç merkezi altına doğru
akar.
İşte rüzgarı estiren kuvvet budur. Yani Kütle çekim kuvvetidir.
29
Download