1 الرِحيم َّ الر ْْح ِن َّ ِبِ ْس ِم هللا ِِ ِ ْ السالَم على سيِ ِدنَ حُم َّمد وآلِِه وصحبِ ِه أ ِ ي َّ ي َو َ َْجَع َ اَ ْْلَ ْم حد ِل َر ِب الْ َعالَم ََْ َ َ َ َ َ الصالَةح َو َّ ح ZEKÂT VE ÖŞÜR Zekât, sözlükte “temizlik, temize çıkarmak, büyümek, çoğalmak, artmak, bereketli olmak, iyi ve düzgün olmak, doğruluk, övmek” gibi anlamlara gelmektedir. Dindeki tarifi ise, “bir malın belli bir kısmı, belirli bir zaman sonra dinen zengin sayılan kimselerden alınarak hak sahibi olan muayyen kimselere verilmesidir." Kulların kulluk görevindeki sadakat ve samimiyetine delalet ettiği için zekâta sadaka da denilmiştir. Sadaka kelimesi ise sözlükte “doğruluk, sözü tasdik etme, sözünü tutmak, haberin gerçek olması” gibi anlamlara gelen “sıdk” kökünden türetilmiştir. Sadaka kavramı daha genel bir anlam taşımakta olup farz, vâcip ve mendup / nafile olmak üzere üç kısma ayrılmıştır. Sadakanın kısımları misal verilerek açıklanacak olursa; farz olan sadakaya örnek, İslâm’ın beş şartından biri olan zekâttır. Bu anlamda şöyle söylenebilir: Her zekât sadakadır ama her sadaka zekât değildir. Vâcip olan sadakaya misal de bedenin zekâtı olmak üzere ramazan ayının sonunda yerine getirilmesi vâcip olan sadaka-i fıtır (fitre) veya adak sebebiyle tasadduk gibi nezir gereğince hayır yolunda yapılması vâcip olan harcamadır. Nafile olan sadakaya örnek ise gönüllü Allah rızası için yapılan bağış ve yardımlardır. Nafile sadakanın birçok çeşidi vardır. Meselâ bir müslümanın bir müslüman kardeşine tebessüm etmesi, herhangi bir ihtiyacını gidermesi bile dinimizce sadaka kabul edilmiştir. 1 Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in meşhur bir hadisisin de: "İslam beş şey üzerine kurulmuştur: Kelime-i Şahadet getirmek, Namaz kılmak, Zekât vermek, Oruç tutmak, Hacca gitmek" 2 buyurması, zekâtın İslam’ın temel ibadetlerinden olduğunun anlaşılmasını sağlamıştır. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) İslam'ı anlatmak için gönderdiği davetçilere: "Önce Allah'tan başka bir ilah, bir otorite olmadığını anlatın, kabul ederlerse, benim Allah'ın kulu ve elçisi olduğumu söyleyin, onu da kabul ederlerse, günde beş defa namaz kılmalarının farz olduğunu ve zenginlerinin malında fakirlerin hakkı bulunduğunu anlatın" 3 buyurmuştur. Zekât vermek İslam'ın çok önemli rükünlerinden biridir. Meşhur olan kavle göre Allah Teâlâ Yüce Kelamı'nda birçok yerde namazla birlikte zekâtı emretmiştir. Sadece zekât ibadetinin Kur'an-ı Kerim'in muhtelif surelerinde otuz iki defa zikredilmiş olması, meselenin ehemmiyetinin kavramasını kolaylaştıracaktır. Hadis-i şerifte Allah’ın Resulü (sallallâhü aleyhi ve sellem): “Namaz dinin direği, zekât da köprüsüdür” 4 buyurmuştur. Şu halde zekât, Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’ın ifadesiyle İslam'ın köprüsüdür: Ahiret yakası ile dünya yakası arasına atılmış, ikisini birleştiren bir köprü; fani ile bakiyi, ümmetle devletini, fakirle zengini, madde ile manayı birleştiren bir köprüdür ve kulu Allah'a yaklaştırır. Zekâtla zenginin malı kirden, ruhu cimrilikten temizlendiği gibi, fakirin de gönlü kinden temizlenir. Böylece cemiyetin iki zümresi sulha kavuşur, Zekât farizasına uyarak yardım elini uzattığı fakir zümreye zenginin merhamet 1 Evliyanın Dilinden Zekâtın Hikmetleri, A. Suat Demirtaş -Sahih-i Buhari,I,8;Sahih-i Müslim,I,45,K. İman,5,Had. No.20;Sünen-i Nesai,K. İman,13 -Buhari,II,104,Zekât,1;Nesai,V,2;İbni Mace,II,586 4 -Acluni,Kesfu'l-Hafa,I,530 2 3 2 hisleri uyanır, fakir de zengine hürmet ve muhabbetle dolar, müteşekkir olur. Bu, bir cemiyetin huzuru ve saadeti için şart olan içtimai barıştır. 5 Bedîûzzaman Said Nursi ise (r.ah) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Müslümanların birbirine yardımları, ancak zekât köprüsü üzerinden geçmekle yapılır. Zira yardım vasıtası zekâttır. İnsanların sosyal hayatta intizam ve asayişi temin eden köprü zekâttır, insanlık âleminde toplumsal yapıya hayat veren muavenettir/yardımlaşmadır. İnsanların yükselişine engel olan isyanlardan, ihtilallerden/bozgunluklardan, ihtilaflardan meydana gelen felaketlerin tiryakı, ilacı, muavenettir." 6 Onun içindir ki, zekât ibadeti İslam ülkesini düzene koyan, vatandaşlarının sosyal güvenliğini sağlayan en etkili güçtür. Zenginlerin varlığından fakirlere doğru sürekli bir akıştır. Böylece fakir çok fakir olmaktan kurtulur. Bu nedenledir ki, zekât zenginlerin lütfen verdikleri bir yardım değil, fakirlerin, onların mallarındaki bir haklarıdır. Bu yüzden veren minnet bekleyerek vermez, alan da minnet ederek almaz. Zekâtı vermemek demek, fakirin hakkını, kul hakkını yemek demektir. Bu ise malı emanet eden Mevlâ'ya isyandır, O’nun gazabına sebeptir. Bir an evvel verilmesi gereken bir yüktür ve fazlalıktır. Vakti gelince zaman kaybetmeden bu fakirin hakkını vererek elden çıkarıp maddi ve manevi sorumluluktan kurtulup birçok kötülüğe sebep olan bu manevi kirlerden temizlenmek gerekir. İmam Şa'rânî (k.s) zekâtın, malı nasıl temizlediğini şu tespitleriyle çok güzel açıklamıştır: Allah Teâlâ mahlûkatı yaratmış ve bazılarını diğerlerine muhtaç kılmıştır. Onlardan bir kısmını zengin, bir kısmını ise fakir ve farklı alanlarda ihtiyaç sahibi kılmıştır. Böylece kâinatın düzenini kurmuştur. Şayet Cenâb-ı Hak, herkesi zengin olarak yaratsaydı mevcut olan nizam bozulurdu, yine herkesi fakir olarak yaratsaydı aynı şekilde düzen bozulurdu. Bu hususta Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘’Bir kısmının diğer kısmını çalıştırması için (çeşitli alanlarda) kimini kimine derece derece üstün kıldık’’ 7 Allah Sübhânehû, fakir ve ihtiyaç sahibi kimselere zenginlerin mallarından bir takım haklar lütfetmiştir. Bu hakları onlara vermeyi zenginler üzerine yükümlü kılmıştır. Bu bildirilen haklardan mal sahipleri için bir hisse yoktur. Çünkü Allah Teâlâ, lütfettiği malları kullanması için zengin kullarını halife olarak atamış, yani onları kendisine vekil olarak tayin etmiş ve onların mallarından fakirler için bir nasip, hisse lütfetmiştir. Yine bilmelisin ki verilmesi gereken zekât malı mal sahiplerinin gerçekten mülkü olsaydı onu vermeyenler hakkında tehdit vâki olmazdı. Demek ki zekât malı, mal sahibinin değil fakirin hakkıdır. Namaz kılmak farz olup Hak Teâlâ'nın kulları üzerinde bir hakkı olduğu gibi, zekât vermek de fakirlerin zenginler üzerindeki hakkıdır. Bu sebeple Allah Teâlâ'nın kitabında birçok âyette zekât namazla birlikte zikredilmiştir. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: ‘’Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin.’’ 8 Yani bu âyetin takdiri, manası, benim için namaz kılın, zekâtı da fakirlere ve ihtiyacı olan kimselere verin, demektir. Bu şeref ve övünmek bakımından fakirler için yeterlidir. Zira Allah Teâlâ fakirlerin haklarını kendi hakkı ile birleştirmiştir. Bundan başka zenginlerin mallarında, Mevlâ'nın vermekle yükümlü kıldığı fakirlerin hakkı bulunmaktadır. Çünkü mal, mülk her şey hakikatte Cenâb-ı Hakk'ındır, bütün insanlar da O'nun kuludur. Bu nedenle Hak Teâlâ dilediği kimselere dilediği miktar mal mülk ve nimet verir. Şüphesiz Allah Teâlâ, altın ve gümüşte kırkta bir miktarının, besinlerde (öşür mallarında) onda bir veya duruma göre onda birin yarısı kadarının, koyunlarda ise kırkta bir miktarının ve diğer peygamberinin verilmesini emrettiği zekât miktarlarının fakirler için yeterli olacağını ve onların ihtiyaçlarını karşılayacağını, latif ilmi ve hikmetiyle bildiği için bu miktarların verilmesini emretmiştir. Aksi takdirde bu miktarlardan daha fazlasının verilmesini emrederdi. İbrahim Canan,Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,VII,322 Bedîûzzaman Said Nursi, Işârâtül-I'caz, s. 46 7 Zuhruf 43/32 8 Bakara 2/43 5 6 3 Eğer bu belirtilen zekât miktarlarını zenginler tam olarak verirlerse bu fakirler için yeterlidir. Çünkü Allah Teâlâ her beldede o bölgenin fakirlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak zengin kullar yaratmıştır. Fakirler ancak zenginler haklarını tam olarak vermedikleri için muhtaç duruma düşmektedirler. Zekât malını yanında tutup vermeyen kimse insanların kirlerini, bilakis kanlarını yemiş, içmiş olur. Aynı şey, haksız yere zekât malını alan ve işgal eden kimseler için de geçerlidir. Çünkü bu kimseler de aynı şekilde başkalarının muhtaç olduğu hakları yemektedirler. O halde farz kılınan zekât miktarını vermek malları manevi kirlerden ve kötülüklerden temizleme derecelerinin en azıdır.” 9 Menkıbe Hz. Peygamber buyurmuştur: (sallallâhü aleyhi ve sellem) zekât vermeyen bu kimselerin durumunu Mi'rac gecesinde görmüş ve şöyle ‘Mi'rac gecesi (vücudunun) ön ve arka taraflarında (avret yerlerinde) ku­maş parçası bulunan, zakkum ve cehennem dikeni yemeye götürülen bir topluluk gördüm. Cebrail'e, Ey Cebrâil bunlar kimlerdir, diye sordum. O da şöyle dedi: - Onlar mallarının zekâtını vermeyenlerdir. 10 Allah’u Teâlâ: “Namaz kılın, zekât verin. Rükû edenlerle birlikte rükû edin.” Mevlana Tanvi (k.s) şöyle demiştir: 11 ayet-i kerimesi hakkında, Hz. “İslam'ın furuunda ameller iki kısımdır; Zahiri ameller ve Batıni ameller. Zahiri ameller de iki kısımdır; bedeni ibadetler ve mali ibadetler. Öyleyse bunlar üç bütündür Yukarıdaki ayette bu üç bütünden birer cüz'î (parça) zikredilmiştir. Namaz bedeni ibadettir. Zekât mali ibadettir. Huşu ve hudû batınî ibadettir.“ 12 Böylece namazın ruhu arındırma, fahşa ve münkerden insanı temizleme özelliği yanında, zekâtın sosyoekonomik bir arındırma getirdiği içindir ki, bu iki ibadetle insanın beden, ruh, psikoloji, manevî ve sosyal yönlerden temizlenmiş olur. Zekât, Kur'ân-ı Kerîm'de geçmiş ümmetlere de farz olduğu belirtilmiştir. Zekât; kitap, sünnet ve icmai ümmetle farziyyeti kati olan bir ibadettir. Hal böyle iken Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in izinden ayrılmayan Ashab-ı Güzin efendilerimizin O’nun çizdiği yoldan zerre-i miskal ayrılmamışlardır. İşte buna güzel bir örnek: Menkıbe Hz. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) vefat edince, ondan sonra Hz. Ebu Bekir (r.a) halife seçildi. Bunun üzerine bedevilerden bir kısmı "irtidât" etti. (Hz. Ebu Bekir halife olarak onlarla savaşmaya karar verince) Hz. Ömer (r.a), "Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem): "İnsanlar lâilaheillallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Bunu söylediler mi, benden mallarını ve nefislerini korurlar. (İslâm'ın) hakkı hariç artık hesapları da Allah'a kalmıştır!" demiş iken, sen nasıl insanlarla savaşırsın?" dedi. Hz. Ebu Bekir (r.a): "Allah'a yemin olsun, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım. Zira zekât, malın hakkıdır. Vallahi, Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)'e vermekte oldukları bir oğlağı vermekten vazgeçseler, onu almak için onlarla savaşacağım" dedi. Hz. Ömer (r.a) sonradan demiştir ki: "Allah'a yemin ederim, anladım ki, Hz. Ebu Bekir'in bu görüşü, Allah'ın savaş meselesinde ona ilhamından başka bir şey değildi. İyice anladım ki, bu karar hakmış." 13 9 Şa'rânî, Fethul-Mûbin, s. 41-42; Evliyanın Dilinden Zekâtın Hikmetleri, A. Suat Demirtaş 10 Heysemî.Mecmau'z-Zevâid, 1/68, nr. 235; Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Tefsîrü't-Taberî, 7/15. Bakara suresi ayet-43 12 Muhammed Zekeriya Kandehlevi,Fezail-i Sadakat,212 11 13 Buhâri,İ'tisâm,2,Zekâtı,İstitâbe,3;Müslim,İmân,32,(20);Muvatta,Zekât,30,(1,269);Tirmizi,İmân,1,(2610);Ebu Davud,Zekât,1,(1556 ) 4 Zenginlik ve fakirlik gibi farklı imkânlara sahip olma, imtihan gayesiyle takdîr-i ilâhînin ince ve derin hikmetlerini ihtiva eder. Zenginlik bir izzet, fakirlik de bir zillet değil, taksim-i ilâhîdir; mukadderatın hikmet ve maslahat tezahürüdür. Dünya istek ve arzularına esir olarak infak edemeyen zenginler ise, yakmak için külhana odun taşıyan hamallar gibidir. Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî (k.s) şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda harcanan, içinden zekât, sadaka verilen, fakir ve fukara sevindirilen, taat ve ibadete vesile olan, insanın çoluk çocuk nafakası ve onların da ibadetine vesile olan dünya malı iyidir, hayırlıdır. Böyle bir malı Rabbü'l-âlemîn'den istemekte fayda vardır.’’ 14 Çalışmak, helâl yoldan mal-mülk sahibi olmak elbette meziyettir. Doğru olan bunları putlaştırıp kalbe sokmadan Hakk yolunda infak edebilmektir. Aksi halde servet, dünyada hamallık, âhırette acıklı bir azab sebebidir. Menkıbe İmam Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği haberde, Ahnef b. Kays (r.a) diyor ki, ben Kureyş’ten birkaç şahıs ile bir arada bulunuyordum. Ebu Zer (r.a) gelerek “Paralarını hazine edip zekâtlarını vermeyenlerin arkalarından vurup yanlarından çıkacak, enselerinden itilip alınlarından çıkacak olan kızgın demir ile onları müjdele” demiştir. Bir rivayette bu kızgın demir başından sokulup iki omuz arasından ve iki omuz arasından sokulup memesi ucundan titreyerek çıkacaktır. Ebu Zer (r.a) devam ederek diyor ki: ”Oradan Resulullah’ın yanına gittim. O da Kâbe’nin gölgesinde oturuyordu. Beni gördüğü vakit: ”Kâbe’nin Rabbi’ne yemin olsun. Onlar en büyük hüsrandadır” Ebu Zer (r.a) soruyor: ”Kimdir onlar ya Resulullah?” Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem): ”Zenginler bol mal ve servete sahip olanlardır. Ancak önlerinden ve arkalarından, sağlarından, sollarından verenler müstesna. Hâlbuki onlarda azdır. Zekât verilmeyen koyun, inek ve deve gibi hayvanları kıyamet gününde daha semiz ve belsi olduğu halde sahibini boynuzlarıyla sürecek ve tırnaklarıyla çiğneyeceklerdir. Biri gidince diğeri gelecek ve hesap faslı bitinceye kadar bu böyle devam edecektir.” 15 Allah Teâlâ, emri ilahiyesini nefsanî emellerine alet edenleri ve zekât vermekten imtina edenleri ikaz ederek: “Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, Yahudi hahamları ile Hıristiyan rahiplerinin birçoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Bir de altın ve gümüşü hazineye doldurup, onları Allah yolunda sarf etmeyenleri bu yüzden acıklı bir azap ile müjdele! O gün o altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak (onlara): "İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın bakalım şu biriktirdiğiniz şeyin tadını!" denilecek” 16 buyurmuştur. İmam Şa'rânî hazretleri bu âyet-i kerime hakkında şöyle der: "Allah Teâlâ kendisinden razı olsun, şeyhim şöyle derdi: 'Hak Teâlâ'nın dağlamayı bu üç azaya tahsis etmesinin sebebi şudur: Bir fa-kir mal sahibi bir kimsenin yanına bir ihtiyacını gidermesi için geldiğinde (cimri) mal sahibinin yapacağı ilk şey o kimseden yüz çevirmesidir. Fakir bir kimse yanına gelip oturursa ona yanını çevirir. Fakir o kimseyi bir şey almak için zorlarsa arkasını çevirir, ondan uzaklaşır" 17 İbn-i Abbas (r.a) ise: "Allah’u Teâlâ (cc) bununla, zekâtı verilmeyen malları ve o malların sahiplerinin durumunu izah buyurmuştur" 18 hükmünü zikreder. Evliyanın Dilinden Zekâtın Hikmetleri, A. Suat Demirtaş Gazali,İhya’u-ulumiddin,I,576-577 16 Tevbe suresi ayet-34-35 14 15 17 Şa'râni, el-Uhûdûl-Kübrâ (çev. Selahaddin Alpay), İstanbul: Bedir Ya­yınevi, 1981, s. 815 18 Fahrüddin-i Razi,Mefatihû'l Gayb(Tefsir-i Kebir),IV,630 5 Allah’u Teâlâ’nın kendisine ihsan buyurduğu malı; şer'i şerifin çizdiği hudutlar içerisinde harcamayan ve cimrilik sebebiyle zekât ibadetini terk eden kimselerin, hem bu dünyada hem de ahirette azaba uğrayacakları kati nasslarla sabittir. Menkıbe Sa‘lebe b Hatîb dedi ki: - Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’a yalvar ki bana rızık olarak biraz mal versin! Hz. Peygamber, cevap olarak şöyle buyurmuştur: — Ey Salebe! Şükrünü edâ edebildiğin az mal, şükrüne gücünün yetmediği çok maldan daha hayırlıdır! Sa‘lebe: - Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’tan bana rızık olarak mal vermesini dile! der. Hz. Peygamber de şöyle buyurur: — Ey Sa‘lebe! Senin için ben güzel bir örnek değil miyim? Sen Allah’ın peygamberi gibi olmayı istemez misin? Dikkat et! Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun, eğer dağların altın ve gümüş olmasını isteseydim olurdu. Sa‘lebe şöyle dedi: - Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim. Eğer sen Allah’tan biraz mal vermesini dilersen, (Allah da verirse) muhakkak her hak sahibinin hakkını vereceğim! Muhakkak yapacağım! Muhakkak yapacağım! Hz. Peygamber (s.a.v): - Ey Allahım! Sa‘lebe’ye rızık olarak bir mal ver! diye dua etti. Bunun üzerine Sa‘lebe koyun edindi, böceklerin ve haşerâtın çoğaldığı gibi koyunları çoğalmaya başladı. Öyle ki Medine koyunlara dar geldi. Sa‘lebe Medine’den uzaklaştı. Bir vâdide konakladı. Öğle ve ikindi namazını gelip cemaatle kılıyordu, diğer namazları tek başına kılıyordu. Koyunları üredi, çoğaldı. Sa‘lebe uzaklaştı. Öyle ki cuma hariç, diğer cemaat namazlarını terketti. Koyunlar boyuna haşeratın üremesi gibi ürüyordu. Sonunda Sa‘lebe cumayı terketmeye mecbur kaldı. Cuma günleri Medine’den gelen kervanların önüne gidiyor, Hz. Peygamber’in Medine’deki haberlerini onlardan soruyordu. Hz. Peygamber ve sellem) Hatib’in (sallallâhü aleyhi oğlu Sa‘lebe ne oldu? diye sordu. - Ey Allah'ın Rasûlü! Koyun edindi. Medine kendisine dar geldi! dediler. Sa‘lebe’nin bütün hikayesi Hz. Peygamber’e anlatıldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: - Vay Sa‘lebe'nin haline, vay Sa‘lebe'nin haline, vay Sa‘lebe’nin haline! O zaman Allah Teâlâ şu ayeti indirdi: “Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al ve onlara dua et! Çünkü senin duan onlar için bir rahatlık ve huzurdur.”19 Allah Teâlâ, zekâtı farz kılınca, Hz. Peygamber, (sallallâhü aleyhi ve sellem) Cüheyne kabilesinden bir, Benî Selim kabilesinden de bir kişiyi zekât toplamaya memur kıldı. Onlara zekât toplamak hususunda bir emirname yazdı ve onlara yola çıkıp müslümanların zekâtlarını toplamak için emir verdi ve şöyle dedi: - Hatib’in oğlu Sa‘lebe’ye ve Benî Selim’den olan bir kişiyi kastederek falana uğrayın! Onların zekâtlarını alın! Bunun üzerine çıktılar, Sa‘lebe’ye vardılar. Sa‘lebe’den zekât istediler. Kendisine Hz. Peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) isteğini söylediler. Sa‘lebe: - Bu ancak haraçtır. Bu ancak haraçtır! Bu ancak haracın kardeşidir. Gidiniz! İşinizi gördükten sonra bana dönünüz! dedi. İki zekât memuru, Benî Selim kabilesinden olan kişiye doğru gittiler. Onların geleceğini işiten o zat, develerinin en iyisini zekât için ayırdı ve sonra o develerle onları karşıladı. Onlar bunu görünce dediler ki: - En güzel develeri zekât vermek sana farz değildir. Biz bunları almak istemiyoruz. O: - Hayır! Bunları alacaksınız! Zira zekât olarak nefsim bunları vermeyi istiyor! dedi. Onlar zekâtı topladıktan sonra Sa‘lebe’ye uğradılar. Ondan zekât istediler. Sa‘lebe onlara: - Emirnâmenizi bana gösteriniz! dedi. Emirnâme’ye baktığı zaman şöyle dedi: - Bu, haracın kardeşidir! Gidiniz ki ben kararımı vereyim! Onlar Sa‘lebe’den ayrıldılar. Hz. Peygamber’e (s.a.v) geldiler. Hz. Peygamber 19 Tevbe, 9/103 (sallallâhü aleyhi ve sellem) onları görünce, kendileriyle konuşmadan önce: 6 - Vay Sa‘lebe’nin haline! dedi ve Benî Selim’den olan kişiye bereketle dua etti. Bundan sonra onlar Sa‘lebe’nin de, öbürünün de yaptıklarını Hz. Peygamber’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) naklettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Sa‘lebe hakkında şu ayetleri indirdi: “Onlardan kimi de ‘Eğer Allah bize lûtuf ve kereminden ihsan ederse muhakkak sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız!’ diye Allah’a kesin söz verdiler. Ne zaman Allah, kereminden, istediklerini verdi, cimrilik edip, yüzçevirip döndüler. Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için Allah da kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerine ikiyüzlülük soktu”20 Hz. Peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) yanında o anda Sa‘lebe’nin yakınlarından biri bulunuyordu. O kişi Sa‘lebe hakkında inen âyeti dinledi. Çıkıp Sa‘lebe’ye geldi ve ona dedi ki: - Annen seni kaybetsin! Allah Teâlâ senin hakkında şöyle âyet nâzil etti! Bunun üzerine Sa‘lebe çıkıp Hz. Peygamber’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) geldi. Zekâtının kabul edilmesini istedi. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) dedi ki: - Allah Teâlâ, zekâtını kabul etmeyi bana yasakladı! Sa‘lebe yerden toprak alarak başına dökmeye başladı. Bu manzara karşısında Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: - İşte bu senin işindir. Sana emrettim, bana itaat etmedin. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) vefat edince, Sa‘lebe, zekâtını Ebûbekir Sıddîk’a getirdi. Ebûbekir Sıddîk da onun zekâtını kabul etmedi. Hz. Ebubekir Sıddîk'tan sonra Hz. Ömer’e getirdi. Hz. Ömer de onun zekâtını kabul etmekten kaçındı. Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde Sa‘lebe vefat etti.21 Bir Müslüman zekâtını verdiği, tasaddukta bulunduğu vakit en azından daha çok cömert olmaya gayret edecektir. Kul cömertliğin, ihsan etmenin Allah'ın bir sıfatı olduğunu bilip O'nun bu sıfatıyla vasıflanmaya çalışacaktır. Böylece sevdiği malı Allah Teâlâ'nın emri olduğu ve O'nun rızası için verdiği müddetçe daha çok cömert olacak ve cimrilik hastalığından, mal sevdasından kurtulmaya gayret edecektir. Nitekim Allah Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) cömert olan kimselerin Allah Teâlâ'ya, cennete, insanlara yakın olduğunu, cehennemden uzak olduğunu, cimri olan kimselerin de Allah'tan ve insanlardan uzak olduğunu, cehenneme daha yakın olduğunu bildirmiştir. 22 Başka bir sözlerinde Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) Allah Teâlâ'nın güzel olup güzel olanları, temiz olup temiz olanları, kerim olup kerim olanları, cevâd/cömert olup cömertleri sevdiğini bildirmiştir. 23 Böylece zekât Cenâb-ı Hakk'ın sevgisine mazhar olan cömertlik ve kerimlik sıfatına sahip olmamızı sağlayarak onun bizi sevmesine sebeptir. Imâm-ı Rabbani (k.s) şöyle buyurmuştur: ‘’İslam’ın emrettiği zekâtı eda etmek niyetiyle bir lira da olsa para sarf eden kimse, nefsini terbiye etmek için kendiliğinden binlerce altın parayı sadaka olarak sarf eden kimseden daha hayırlıdır.’’ 24 Hz. Mevlânâ (k.s) ise: ‘’Verdiğin zekât, kesene bekçilik yapar, onu korur! Kıldığın namaz da sana çobanlık eder; seni kötülüklerden, kurtlardan kurtarır!’’ 25 Ayrıca zekât vermek malı bereketlendirir. Ahirette de kat kat mükâfat kazanmamıza vesile olur. Bedîüzzaman Said Nursi (r.ah) hazretleri de zekâtın belaları defedip malın bereketlenmesine sebep olduğunu şu sözleriyle teyit ediyor: “Zekât, her şahıs için berekete ve belaları defetmeye sebeptir. Zekâtı vermeyenin, herhalde elinden zekât kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir ya bir musibet gelip alacaktır." 26 20 21 22 Tevbe,9/75-76-77 İmam Gazali, İhyâu-Ulûmi’d-din, 3/595 Tiımizî, Binr 40. Tirmizi, Edeb, 41; Ali el-müttaki, Kenzü’l-ummal, 6/347. 24 İmâm-ı Rabbârıî, Mektûbât, c.1,52. Mektup, s. 144 25 Mevlanâ. Mesnevi: 6/591, b. 3573-3575 26 Bedîüzzaman Said Nursi, Mektubât, Yirmi İkinci Mektup, s. 251. 23 7 Ebü'l-Leys Semerkandî (k.s) ise şöyle buyurmuştur: ‘’Rabbimiz’in rızasını kazanmak için farzları yerine getirip nafilelere samimiyetle devam etmeliyiz. Bu sebeple zekât ve üzerine farz olan diğer ibadetlerle beraber sadaka, infak, İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunmak gibi nafile ibadetler, müminin Mevlâ'sına yaklaşmasına, O’nun rıza ve rahmetine ulaşmasına sebep olur. Zekât, malı manevi kirden temizler, bereketini artırır, çoğalmasına vesile olur. Zekâtı verilen mal, her türlü tehlikeden mahfuz olur, sahibini Allah’a yaklaştırır. Allah'ın sevgisine ve Peygamber'in duasına mazhar eder. Zekâtı verilmeyen mal ise manevi kirden temizlenmez, tehlikeden hâli olmaz, sahibini Allah’ın gazabına uğratır, felakete götürür. Zekâtı verilmeyen mal, sahibi için bir yük ve ateştir.’’ 27 Menkıbe Evliyanın büyüklerinden Abdülkadir-i Geylânî (k.s) anlatıyor: ‘Bir gün ihtiyaç sahibi biri, Abdullah b. Mübârek'ten (r.ah) yiyecek ister. Hazretin yanında o sırada sadece on tane yumurta vardır, hizmetiyle meşgul olan kimseye yumurtaları dilenciye vermesini emreder. O da dokuz tanesini verir, bir tanesini bırakır. Akşam olunca kapısı çalınır, Abdullah b. Mübarek kapıyı açınca gelen kişi elindeki sepeti uzatır ve Bunu lütfen kabul edin, der. Hazret sepeti alır, sepet yumurta doludur. Hazret yumurtaları sayar ve yumurtaların doksan tane olduğunu görünce hizmetçisine, Dilenciye kaç tane vermiştin? Diğer yumurta nerede? Dokuz tane verdim, orucumuzu açmak için birini bırakmıştım. Hazret, Bizi on yumurta zarara uğrattın, der. Nitekim âyet-i kerimede Hak Teâlâ, 'Kim Allah'a güzel bir işle gelirse, iyilik işlerse, ona on misli verilir' 28 İsmail Hakkı Bursevi (k.s) şöyle buyurmuştur: ‘’Demişlerdir ki, her nesnenin zekâtı kendi cinsindendir. Mesela evin zekâtı orada misafire ziyafet vermektir. Zenginlerin zekâtı, malının zekâtını vermek, infakta bulunmaktır. Fakirlerin zekâtı ise Allah Teâlâ'dan başkalarını kalbinden çıkarmak ve bütün nefeslerini Hak yolunda O'nun için harcamaktır. Onun içindir ki evliyadan bir taifeye müflis/iflas eden derler. Zira onlar mallarını değil belki diğer bütün ibadetlerini(n sevabını) Allah yolunda feda ederler (yaptıklarını görmezler) ve kendileri için bir nesne bırakmazlar. Yüce Allah'ın fazlı, lutfu onlar için kâfidir.’’ 29 Menkıbe Bir gün âlimlerden biri Şibli (k.s) ile karşılaştı. Onu denemek için 200 dirhem gümüşten kaç dirhem zekât vermek gerekir, diye sordu Şibli (k.s), - Senin vermen gerekeni mi, yoksa benim vermem gerekeni mi söyleyeyim, diye sordu. Adam, - Senin vermen gereken nedir, benim ver-mem gereken nedir, dedi. - Senin 200 dirhemden 5 dirhem gümüş zekât vermen gerekir. Benim ise hepsini ver­mem gerekir, diye cevap verdi. Adam tekrar, Bu konuda imamın kimdir, diye sordu. Şibli (k.s), Ebû Bekir-i Sıddik’tir (r.a). Çünkü o da malının hepsini çıkarıp Allah Resûlü'ne vermiştir. Hz. Resûlullah, ‘Ailene ne bıraktın?” diye sorduğunda, ‘Allah ve Resûlü'nü’ diye cevap vermiştir. 30 Abdullah b. Mübârek de (r.ah) zekât ve sadakalarını özellikle âlimlere tahsis ederdi. Bir defasında kendisine, Yardımlarını daha geniş tutup herkese dağıtsan daha iyi olmaz mı, denildi. O ise şu cevabı verdi: ‘’Ben, peygamberlik makamından sonra âlimlerin makamından daha faziletli bir makam bilmiyorum! Âlimlerden biri, ihtiyaçlarını gidermek için kalbi meşgul olup çalışmaya başladığı vakit ilimle uğraşmak için vakit bulamaz ve ilim öğrenmeye yönelemez. Bu sebeple, onların ihtiyaçlarını giderip sadece ilimle uğraşmalarını sağlamak daha faziletlidir.’’ 31 27 Ebü'l-Leys Semerkandî, Tefsirû'l-Kur’ân (sad. Mehmet Karadeniz). İstanbul: Sezgin Neşriyat, 1995, 3/121 28 Abdüikadir-i Geylâni, el-Fethu'r-Rabbâni, s. 310-311 İsmail Hakkı Bursevî. Şahı Şuabi’l-İmân 30 Ebû Nasr Serrâc, el-Lüma, s. 147-148; Abdurrahman-ı Cami, Netehâiül-Üns, 1/206; Feridûddin-i Attâr, Tezkiretü 't-Evtyâ. s 486-487; Hûcviri, Keşfûl-Mahcub. s. 347 31 Ebu Talib Mekkî, kutu’l-Kulûb, 2/220; Gazâlî, Ihyâü Ulûmid-Din, 1/294-295; Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulub, s. 417 29 8 Âdetâ unutulmaya yüz tutmuş bulunan mali ibadetlerden biri de öşürdür. Öşür toprak mahsullerinden alınan zekâttır. Öşür, Arapça bir kelimedir ve “onda bir” anlamına gelmektedir. Zirai ürünlerin zekâtı, mahsulün onda biri olarak alındığından bu isim kullanılmıştır. Allahu Teâlâ, şu ayetlerle ziraat ürünlerinden zekât verilmesini kullarından istemiştir: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin (hayra harcayın). Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye layıktır.” 32 Ayette geçen “infak edin” kısmından maksadın, zekât anlamını da içinde bulunduran sadaka manasında olduğu, ittifakla kabul edilmiştir. 33 “Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.” 34 Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ise şöyle buyurmuştur: “Yağmur ve nehirlerin suladığı (ürünlerde) onda bir, su devesi ile sulananda yirmide bir (zekât) vardır.” 35 Ziraat ürünlerine zekâtın farz olduğu konusunda bütün İslam âlimleri icma etmiştir. (1/10) onda birdir. 36 Zirai ürünlerin zekâtı Rasul-ü Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem), yukarıda geçen hadislerinde sulama hizmetinin ve masraflarının yapılması halinde bu miktarın (1/20) yirmide bir olacağını açıklamıştır. Bu konuda görüş birliği vardır. Sulama dışındaki hizmetler ve masraflar, zekât miktarında indirim sebebi olarak kabul edilmez. Selef müctehidleri bu görüşe sahiptir. 37 Zirai ürünlerin yetiştiği araziye sahip olan her müslümana öşür vermek farzdır. Bunun için büluğ ve akıl sahibi olmak şart koşulmamıştır. Yani öşür arazisine sahip olan kişi çocuk veya akıl hastası olsa dahi, ürününün zekâtını verecektir. 38-39 Zekât İbadetinin Topluca Kazandırdıkları Şüphe yok ki Allah Teâlâ her şeyi en güzel şekilde yaratmış ve biz kullarının iyiliği ve faydası için bizlere birtakım emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. İbadet yapmanın en önemli hikmetlerinden biri Rabbimiz’in emri olmasıdır. Gayesi de Cenâb-ı Hakk'ın rızasıdır. Bundan başka elbette ibadetlerin kendi yapısına, çeşidine ve özelliğine göre, maddi ve manevi birçok hikmet ve faydası vardır. Zira bü­tün bunlar Rabbimiz’in rızasına, dünya ve ahirette gerçek mutluluğa kavuşmamıza vesile olur. İşte diğer ibadetler gibi zekât emrinin de maddi ve manevi, dünya ve ahirete sayısız faydası vardır. Bunların bir kısmını kısaca şöyle zikredebiliriz: 1. Zekât, öncelikle Allah Teâlâ’nın emri olması hasebiyle hakkıyla yerine getiren kimse Rabb’inin rızasını kazanır ve O’na yaklaşır. 2. Hak Teâlâ’nın rahmetine vesiledir. 3. Gücümüz nisbetinde Mevlâ'nın “Kerîm, Cevâd/ çok cömert" sıfatlarıyla vasıflanmamızı sağlar. 4. Zekât, malı ve bedenimizi maddi pisliklerden, hastalıklardan temizlediği gibi, ruhumuzu ve kalbimizi de manevi kirlerden, hastalıklardan temizler. Bakara/267. Cessâs, Ahkâmu’l-Kurân, II/174, Dâru İhyâ-i’t’-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1992 34 En’am/141 35 Müslim, Zekat, 7. 36 Kasânî, Bedai’, II/495, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997. 32 33 37 Kasânî, Bedai’, II/514; Şirbinî, Muğni’l-Muhtac, I/385. 38 Kasânî, Bedai’, II/499; Şirbinî, Muğni’l-Muhtac, I/382. 39 Unutulan Bir Farz Ziraat Ürünlerinin Zekâtı Öşür, Kemal Süleymanoğlu, Semerkand Dergisi 9 5. Kin, haset, kıskançlık, düşmanlık ve kötülük duygularını önler, kalp katılığını giderir. 6. İnsanlar arasında muhabbet ve kaynaşmaya sebep olur. 7. Şefkat, merhamet, dayanışma ve kardeşlik duygularını geliştirir. 8. Nefsimizin terbiye olmasına vesile olarak, maddeye esir olmaktan bizleri muhafaza eder. 9. Malı bereketlendirir. Ahirette de kat kat mükâfat kazanmamıza vesile olur. 10. Mala ebediyettik kazandırır. 11. Cimriliği önler, cömertliğe vasıta olur. 12. Günahların bağışlanmasına ve ahiretteki azaptan kurtulmaya vesiledir. 13. Zekât, zenginin şahsiyetini geliştirir, veren ve alan kimsenin itibarını ve şerefini yükseltir. 14. Duaya ve gönül almaya vesiledir. 15. Sosyal dengenin sağlanmasına, kargaşa ve karışıkların önlenmesine katkı sağlar. 16. Faiz, gasp, hırsızlık, dolandırıcılık gibi haksız kazançları, suçları önler. 17. Yatırımların ve her yönde iş sahalarının artmasını sağlar. 18. İslâmiyet’in ve müslümanların yücelmesine vesile olur. 19. Akrabalık ve kardeşlik bağlarını kuvvetlendirir. 20. Sınıf ayrılıklarına engel olur. 21. Zekât, yüce Allah’ın verdiği nimetlere karşı şükretmemizi sağlar. 22. Zengini yatırıma teşvik eder, malın stok edilmesini önler. 23. Müslümanı malî disipline sokar ve sorumsuz yaşamasının önüne geçer. 24. Fakir müslümanları zillet ve sefalete düşmekten korur. 25. Fakirleri çalışmaya teşvik eder ve onların kalkınmalarını sağlar. 26. Topluma manevi değerler kazandırır. 27. Zekât vesilesiyle müslümanların birbirine destek vermeleri sağlanarak onların düşmanlarına karşı daha kuvvetli ve hazırlıklı olmalarını temin edilir. 28. İlmî ve İktisadî alanda kalkınmayı ve ilerlemeyi sağlar. 29. Altın, gümüş, hayvan, ticarî eşya, ziraî mahsul, maden, deniz ve hayvan mahsulü gibi farklı malların zekâtlarının verilmesiyle o alanlarda da kalkınma ve ilerleme sağlanır. 30. Zekât, veren kimselerin bağlandığı gibi alan kimselerin de daha çok Allah Teâlâ'ya bağlanmalarına, İslâmiyet’in güzelliklerini öğrenip onu benimsemesine, onu daha iyi yaşamaya çalışmasına vesile olur. 40 Seyyid Muhammed Raşid (k.s) şöyle der: “Seyda-i Tâhî (k.s) buyuruyor ki: 'Bu zamanda namazını kılan, orucunu tutan, zekâtını verip hacca giden ve kendini büyük günahlardan koruyan kimse küçük evliyadır.’ Bu söz söylendiği devirde irşad, ilim tahsili, müslümanlık ve İslâmiyet’in hükümleri serbestti. Hâlbuki bu zaman daha çok bozulmuştur. Eğer Seyda-i Tâhî evliya olarak görüyorsa ben iman ve itikadı sağlam, helâl ve haramı bilen, namazını kılıp, oruç tutan, zekâtını veren, kendini büyük günahlardan koruyan bu zamanın müslümanının sevabını sahabenin sevabı derecesinde görüyorum. Böyle kimseler aynen sahabenin sevabını alırlar. Çünkü zaman çok bozulmuş, din ve iman çok zayıflamıştır. Şimdi zorluk çoktur, sevap da çoktur” 41 Sonuç olarak; toplumumuzda her ne kadar zekât ibadeti biliniyor fakat çoğu kesim tarafından yerine getirilemiyor ise de öşür ibadeti neredeyse hiç bilinmiyor veya önemsenmiyor hale geldi. Bu durum toplumu maddi ve manevi felakete sürükleyen, rahmetten ve bereketten mahrum bırakan bir gaflet ve hesabı çetin bir yükümlülüktür. Bu v.b yükümlülüklerin sorumluluğunda olan kişiler bu hükümlerin teferruatını âlimlerden güzelce öğrenip ve yerine getirmelidir. Allah Teâlâ sadatların himmet ve bereketiyle bizleri yükümlü tuttuğu bütün amellerde gerekli ilmi, hassasiyet ve takvayı nasip etsin inşaellah. Âmin. 40 Evliyanın Dilinden Zekâtın Hikmetleri, A. Suat Demirtaş 41 Selahaddin Kınacı. Seyda Hazretleri'nin Hayatı, İstanbul: Seytaç Yayınları, 2008, s. 73