Seyyid Kutup Kimdir ? Gerçekleri ! Açıklama: Seyyid Kutup Kimdir ? Gerçekleri ! Yazdığı kitaplarından örnekler vererek kendisini tanıtalım: Kategori: Reddiyeler Eklenme Tarihi: 13 Mart 2012 Geçerli Tarih: 18 Temmuz 2017, 19:55 Site: Türkiye Metafizik Merkezi URL: http://www.metafizikmerkez.org/detay.asp?haberID=256 Yazdığı kitaplarından örnekler vererek kendisini tanıtalım: Adı Seyyit ise de, kendisi seyyid değil, Başta Eshab-ı kiram olmak üzere, Ehl-i sünnet büyüklerine dil uzatmıştır. Kur’an-ı kerimi, kendi kafasına göre tefsir etmiştir.Mason Abduhcu, sosyalist zihniyetli bir mezhepsizdir.Kitapları, Türkçeye tercüme edilirken galiz hatalar çıkarılmıştır. Bu hâliyle bile, tercümelerde büyük hatalar vardır. Türkçe tercümelerinin sayfa numaralarını da vererek görüşlerini ve maksadını açıklıyoruz: Bekir Sadak tarafından tercüme edilerek (Cihan Sulhu ve İslam) ismi verilen kitaba bakıyoruz: (İslamiyet, diğer dinlere nefret manasını taşıyan dinî taassubu asla kabul etmez.) [C. Sulhu s. 22] Hristiyan ve Yahudi gibi kâfirleri sevmemek, taassup olarak gösterilmektedir. Hâlbuki Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını düşman bilmeyenin imanı geçersizdir. İki âyet-i kerime meali şöyledir: (Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allahü teâlânın dostluğunu [Âl-i İmran 28] (Allah’ın dostluğunu bırakan da kâfir olur.) (Ey müminler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin!) [Maide 51] Yine diyor ki: bırakmış olurlar.) (İslam, bütün insanlığı birbiriyle yardımlaşan bir tek birlik sayar. Hattâ İslam’a göre bütün insanlar yekdiğerine yakın bağlarla bağlı olan bir ailedir. Allah’ın adaletinden eksiksiz faydalanma babında, ırk, renk ve din ayrımı yapmadan bütün beşeriyete mutlak adaleti vâdeder.) [C. Sulhu s. 32] İslam’a göre kâfirlerle Müslümanlar bir aileymiş(!). Bugüne kadar hangi İslam âlimi böyle söylemiştir? İnsanların kardeş olduğunu masonlarla hümanist sosyalistler söylemektedir. Dinimiz, (Ancak Müslümanlar kardeştir) buyuruyor. Evet dinimizde ırk ve renk ayrımı yapılmaz, ama din ayrımı yapılır. Müslümana, zimmiye ve kâfire ayrı ayrı muameleyle emredildik. Müslümandan uşur ve zekât alındığı hâlde, zimmiden zekât değil, harac ve cizye alınır. Müslüman zekât vermeye, namaz kılmaya cebredilir, fakat kâfirler zorlanamaz. İslam âlimlerinin bu hükümleri mevcutken, sosyalist kafalı yazar, kendi başına kurallar koymaktadır. Nisa sûresi 95. âyet-i kerimesinde, (Allah’ın dinini yaymak için, mallarıyla canlarını feda ederek din düşmanlarıyla cihad edenler, evlerinde ibadet edenlerden daha üstündür) buyurulurken Mısırlı sosyalist şöyle zırvalıyor: (İslam’ın harpten gayesi hiçbir zaman, zorla Müslümanlığı kabul ettirmek değildir.) [C. Sulhu s. 32] Bu fikirlerine delil olarak T.D. Arnold isimli bir gayrimüslim gösteriliyor. (C. Sulhu s. 32) Ne diye bir İslam âliminden değil de, bir yabancıdan delil gösteriliyor? Çünkü ona göre kâfirle Müslüman eşittir, hattâ yabancılara karşı hayranlığı daha fazladır. Öyle olmasaydı, bu kadar müfessirlerimizin birinden nakil yapardı. (İmam-ı Gazali böyle buyurdu) derdi. Böyle demiyor, (Arnold böyle dedi) diyor. S. Kutup (Fi-zılal) isimli tefsirinde ise, yukarıdaki âyet-i kerimeyi açıklarken, harbin, Allah nizamını beşeri hayata hâkim kılmak için yapılmasının gerektiğini yazmak mecburiyetinde kalmış, böylece tenakuzu meydana çıkmıştır. Yine Fi-zılal’de, (İslam, kendisine inanmayanları zorla davet etmez) diyor. Bir taraftan da, dine davet için savaş yapılmasını söylüyor. Az sonra da,(Savaşla, zorla dine davet olmaz) diyor. Hâlbuki âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki (Hak din olan İslam’ı kabul etmeyen kâfirlerle, cizye verinceye veya hak dini kabul edinceye kadar [Tevbe 29] Dinimiz kâfirleri Müslüman yapmak için cihadı emrettiğinden dolayı, Eshab-ı kiram yeryüzüne dağılıp ölünceye kadar cihad ettiler. İstanbul’u fethetmek için kaç kere sefer yapılmıştır. Eyyüb Sultan hazretleri 80 yaşında bunun için İstanbul’a gelmiştir. S. Kutba göre ise, (Bütün insanlar birbiriyle kardeştir, nasıl olur da zorla savaşılır? Kâfirleri Müslüman yapmak için yapılan cihad savaşın!) barbarlıktır.) S. Kutup bir taraftan, (Müslümanlar ihtilalci olur, ihtilalle başa geçer) derken, bu kitabında da şöyle demektedir: (İktidara geçmek isteyen, ancak bir tek yoldan bu makama ulaşır: Halkın mutlak arzusu ile, hür seçim yolu ile.) [C. Sulhu s. 119] Dinimizdeki seçim şekilleri farklıdır. Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık, tayin suretiyle, Hazret-i Ömer’i seçmiştir. Hazret-i Ömer de, halife seçimini altı kişilik bir şûraya havale etmiş, Hazret-i Osman’ı da bu altı kişilik şûra seçmiştir. Ondan sonra biatler yapılmıştır. Mevdudi de, S. Kutup gibi aynı hezeyanı savurmaktadır. Bunların bildirdiği gibi, dinimizde günümüzdekilere benzer bir seçim sistemi yoktur. Dinimizde insanlar kabiliyetleri yönüyle eşit olmadığı gibi, Müslümanlar da, kendi aralarında bile eşit değildir. İnananla inanmayanın oyu eşit değildir. İmam-ı Gazali’nin oyu ile dağdaki çobanın veya çöldeki fellahın oyu eşit değildir. Herkesle istişare edilmez. Dinimizde, ancak ilim ehliyle, bilenlerle istişare edilirken, S. Kutup, istişareye bile herkesin iştirak etmesini isteyerek şöyle diyor: (Meşveretin icabı, insanların işlerini idare hususunda hepsinin iştirakinden ibarettir.) [C. Sulhu s. 120] Mümin kâfir, âlim cahil, salih fâsık ayırt etmeden, eşitlik esası üzerine herkesi davet ediyor. Bu sapık fikrine de İslam diyor. S. Kutup önceleri sosyalistti. Bir kimsenin öncelerinin sosyalist olması onu kınamayı gerektirmez. Fakat dinimizi sosyalist açıdan anlatmakta, Marksistliğin tesirinden kurtulamadığı ve hâlâ sosyalistliğine devam ettiği görülmektedir. Zekât konusunda ise Marksistliğini hiç gizlememektedir. Zekât, malın belli bir kısmını Kur’an-ı kerimde bildirilen sınıflara vermektir. Zenginin zekâtını, fakirin eline vermesi gerektiğini bütün Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir. Meşru hükûmet, aldığı zekât parasıyla, yol köprü yaptıramadığı gibi hiçbir hayır kurumuna da veremez. Zekât, yalnız bu sınıftakilerin hakkıdır. Kur’an-ı kerimde, bildirilen bu hakkı, herhangi bir mezhepsizin değiştirmeye hakkı yoktur. Marksist ruhlu diyor ki: (Şurası bir gerçektir ki, zekât adını taşıyan bu vergiyi, her vergiyi tahsil ettiği gibi, ancak devlet tahsil eder. Ve yine cemiyetin ihtiyaç ve şartlarına göre değişebilen belirli bir usul dâhilinde sarf edilmesiyle vazifeli olan da devlettir.) [C. Sulhu S. 152] günümüzdeki devletlerin topladığı vergiler gibi görüyor. Hâlbuki zekât, fakirin hakkıdır. Cemiyetin ihtiyaçlarına sarf edilmez. Sarf edilmesi dört mezhebe aykırıdır, mezhepsizliktir. Sosyalist Kutbun dini tahrif edici bir başka ifadesi de şöyledir: S. Kutup zekâtı, (Devlet, ordu kurmak ve onu silahlandırmak için, az olsun, çok olsun, her servetten %2,5 nispetinde bir vergi alınmasını mecburi kılan bir kanun vazetse ve bu vergiden gelen varidatı umumi sarfiyat bölümlerinden askerin masrafına tahsis etse, vay efendim, asker dilencilik etme durumuna düşürüldü, şan ve şerefi ayaklar altında çiğnendi mi denecektir?) [C. Sulhu S. 152-53] Dinimizde yeni kanunlara ihtiyaç yoktur. Hangi servetten ne miktar zekât, uşur alınacağı bellidir. Bir kere, her servetten zekât alınmaz. Her servetin bir limit noktası vardır. Az olsun, çok olsun denmez. Mezhep imamları dinimizin koyduğu ölçüleri bildirmişlerdir. Havâic-i asliyye denilen lüzumlu ihtiyaç eşyası zekâta tâbi değildir. Zekât her servetten % 2,5 alınmaz. Saime hayvanların zekâtı verilir. Yük taşımak için, yün için beslenen hayvanların zekâtı verilmez. Deve zekâtı beşte birdir. Fakat miktar arttıkça verilecek zekât durumu da değişmektedir. At hayvanı için nisap yoktur. Her at için bir miskal altın verilir. Belli bir kilodan sonra uşur vermek farz olur. Hayvan gücü, dolap vesaire ile sulanan arazilerde uşur % 5 iken salma su ile sulanabilen arazilerde % 10’dur. S. Kutbun dediği gibi her servetten % 2,5 alınmaz. Dinin bildirdiği hudutlardan dışarı çıkılmaz. S. Kutup, mezhep imamlarının bildirdiği hükümleri din kabul etmeyip, kendi görüşünü din kabul ettiği için böyle saçmalamakta, az olsun, çok olsun, her servetten % 2,5 vergi alınmak için kanun konabileceğinden bahsetmektedir. Dinimiz, binek için olan, yük taşımak için olan hayvanın zekâtı olmaz derken, S. Kutup, her servet tâbirini kullanmaktadır. Dinimizin bütün hükümleri bildirilip, Ehl-i sünnet âlimlerince de, açıklandığı için yeni bir kanuna, S. Kutbun dediği gibi % 2,5’luk vergiyi mecbur kılacak bir kanuna ihtiyaç yoktur. Öyle bir kanun konursa da, onun adı vergi olur, zekâtla ilgisi olmaz. Yine C. Sulhu kitabının 153. sayfasında aynı hezeyanı savurmakta, şöyle demektedir: (Zekât bir elden çıkıp diğer ele geçen ferdi bir ihsan ve sadaka değildir. Eğer bugün bazı kimseler, mallarının zekâtını bizzat kendi elleriyle ayırıp yine kendi elleriyle dağıtıyorsa, bu İslam’ın kıldığı bir şekil ve nizam değildir.) [C. Sulhu s. 153] Hâlbuki yeminle bildirilen hadis-i şerifte, fakir akraba varken başkalarına verilen zekâtın makbul olmayacağı bildirilmektedir. Müslüman bir millet zekâtını elden fakirlere veriyorsa, devlet buna karışamaz. S. Kutup, C. Sulhu kitabında, (Zekâtı verilmiş de olsa, malı saklamak suçtur) diyor. (s. 149) Hâlbuki zekâtı verilmiş olan malı, saklamak suç değildir. Hadis-i şerifte, (Zekâtı verilmiş mal, kenz yani biriktirilmiş, istif edilmiş mal değildir) buyuruluyor. (Ebu Davud) Yani bir zengin malının zekâtını vermişse, o malını saklayabilir. Bu zat ilmi olmadan islamı kafasına göre yorumlamaya kalkanların örnek aldığı biri .. Allah Şerrinden muhafaza eylesin. Dinin emirlerinin kanun şeklini aldığı Mecelle’de, Dürr-ül-Muhtar’da ve hadis-i şerifte, bir kimsenin özel malının onun rızası olmadan alınamayacağı, kullanılamayacağı bildirilmektedir. Fakat Kutup, C. Sulhu kitabında, (Devlet, özel mülkiyetten ihtiyaç kadar, iade etmemek üzere, alır ve toplumun umumi ihtiyaçlarına sarf eder) diyor. (s. 149,150) Hâlbuki hükûmet, zimmîlerin de mal, can ve ırzlarını korumakla vazifelidir. Özel mallarını almaya hakkı yoktur. Devletin genel ihtiyaçları, ancak beytülmalden sarf edilir. Beytülmalde tüyü bitmemiş çocuğun hakkı vardır. Beytülmal ile sosyalist devlet hazinesi bir değildir. Halkın elinden özel malını almak, sadece komünizmde vardır. Demek ki, kapitalizm düşmanlığı komünizm hayranlığını doğurmuş. Hiçbir muteber kitaptan nakil yapmadan, kendi kafasına göre yazıyor ve sonunda da şöyle diyor: (İşte İslam budur.) [C. Sulhu s. 150] (C. Sulhu s. 167). Bütün mezhepsizler, İslam düşüncesi, İslam nazariyesi, İslam teorisi, faiz nazariyesi gibi tâbirleri kullanmaktadır. Düşünce, nazariye, teori gibi ifadeler şüpheyi gerektirir. Mutlak bir hükmü belirtmez. İslam ise kesin bir hükümdür. Faiz nazariyesi değil, faiz hükmü denir. İslam düşüncesi denilmez, İslam dini gibi kesin bir ifade kullanmak gerekir. Diğer mezhepsizler gibi, (İslam düşüncesi) tâbirini kullanmaktadır.